İçindekiler - Bizturkmeniz.com

Transkript

İçindekiler - Bizturkmeniz.com
Türkmen Kardeşlik Ocağı
İçindekiler
Birkaç Söz
kardeşlik
Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi
Sayı : 309 - 310 - 311
Temmuz - Ağustos- Eylül 2015
Mayıs 1961 yılında yayın hayatına
başlayan bu dergi
Türk Dünyası
Edebiyat Dergileri üyesidir
TKO Adına imtiyaz sahibi
ve
Genel Yayın Yönetmeni
Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI
Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı
Dr. Sabah Abdullah KERKÜKLÜ
Yazı İşleri Kurulu
Habib HÜRMÜZLÜ
Vahideddin BAHAEDDİN
Dr. Ali Hüseyin MÜFTÜ
Dr. Ahmet Ferman ÇELEBİ
Adnan Ahmet GAİP
Temsilciler
Gülşen CELAL
Bağdat
Behcet GAMGİN Kerkük
Adnan ASAFOĞLU Tuzhurmatı
Dilşat TERZİ
Erbil
Dergi , Irak Gazeteciler
Sendikası Üyesidir
Üyelik Numarası : 1510
E-mail :
[email protected]
2
Diyale-Hanekin İlçesi Halk Masallarının Motif
Yapısı (İnceleme-Metin)
Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI
4
Mehmet Aki̇f Ersoy’un “Çanakkale Şehi̇tleri̇ne”
Adlı Şi̇i̇ri̇ni̇n Tahli̇li
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN
16
Cinassız Hoyrat
Cumhur KERKÜKLÜ
31
Cengiz Aytmatov’la Hazar Şiir Akşamlarında
Yaşadığım Bir Tâlihsizlik Hikayesi
Prof. Dr. Mehmet Ömer KAZANCI
32
1 Mi̇lyon, 2 Mi̇lyon, 3 Mi̇lyon Yeşi̇l Ey Yeşi̇l, Dolar
Da Yeşi̇l - Öykü
Kasım AKBAYRAK
36
Adana Mutfak Kültürü ve Adana Yemeklerinden
Örnekler
Prof. Dr. Erman ARTUN
40
Türkçe Öğretmeni̇ Yeti̇şti̇rme Programında Mevcut
Alan Dersleri̇ni̇n Kültürel Boyutu
Prof. Dr. Fatma AÇIK
50
Çi̇çeği̇ Si̇lah Kadınlar
Gülbeniz BAYRAMLI
57
Dadalı Türk Halk İnançları
Dr. Yaşar KALAFAT
58
Tasarım
Hüseyin Lütfi Avni
1
Birkaç Söz...
Irak Türkmenlerinin baba ocağı Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından 1961 yılından
günümüze kadar yayınlanan Kardeşlik dergisinin değerli okurları, dergimizin yeni bir
sayısını sizlere sunma onurunu ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Her sayıda olduğu gibi bu sayıda da bir önceki sayı ile bu sayı arasındaki süreçte
genel olarak Irak’ta ve özel olarak Türkmenler arasında yaşanan gelişmelere kısaca
değinmenin yararlı olacağını düşünüyoruz.
Başkent Bağdat olmak üzere Irak›ın birçok kentinde, ülkedeki yoğun yolsuzluklar,
yetersiz kamu hizmetleri, elektrik kesintileri ve ekonomik krizin yaşanması nedeniyle
yetkililerin sorumlu tutulmasını ve soruşturulmasını talep etmek amacı ile yüz binlerce
Iraklı sokağa dökülerek gösteri yapmışlardır. Söz konusu gösteriler, sekiz haftadan bu
yana Cuma günleri düzenlenmeye devam edilmektedir. Bu çerçevede Irak Temsilciler
Meclisi, Irak Cumhuriyeti başbakanı Dr. Haydar el-İbadi›nin «Yolsuzlukla Mücadele»yi
içeren reform kararını oybirliğiyle kabul etmiştir. Başbakan el-İbadi›nin reform paketi
çerçevesinde aldığı karara göre, üç başbakan yardımcılığı görevi, İnsan Hakları Bakanlığı,
Kadın İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanlığı, Vilayet ile Temsilciler Meclisi İşlerinden Sorumlu
Devlet Bakanlığı ve Devlet Bakanlığı lağvedilmiştir. Söz konusu karar uyarınca, Bilim ve
Teknoloji ile Yükseköğretim ve Bilimsel Araştırma Bakanlığını, Çevre ile Sağlık Bakanlığını,
Belediyeler ile İmar ve İskan Bakanlığını ve Turizm ile Kültür Bakanlığını tek çatı altında
birleştirdiği kaydedilmiştir. Bununla birlikte cumhurbaşkanı ve başbakan yardımcılığı
mevkilerinin kaldırılması kararı alan el-İbadi, ayrıca Irak›ta geçmiş ve halihazırdaki
yolsuzluk dosyalarının derhal açılması talimatı vererek, bu dosyaların incelenmesi için de
uzman yargıçlardan oluşan bir komite oluşturulmasını istemiştir. Başbakan el-İbadi, tüm
başkanlık ve devlet kurumlarına tahsis edilen istisnai bütçenin de kaldırılmasına karar
vermiştir.
Halk tarafından yapılan gösterilere büyük dinî merci Ayetullah Ali Sistani de destek
vermiştir. Gösteriye Irak›ın bütün kesimlerinden vatandaşlar katılmışlardır.
Kuzey Irak›ta ise yaşanan gelişmeler pek memnun edici değildir. Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi başkanı görevi için Kürt partileri arasında hala bir mutabakata varılmamıştır.
Bölgede siyasî gerginlik yanı sıra ekonomik sıkıntısı da devam etmektedir.
Son bir buçuk yılda Irak›ın genelinde yaşanan gelişmeler, Arap, Kürt ve Türkmenler
başta olmak üzere bütün Irak halkını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Bu gergin ortamın
bir an önce sona ermesi en büyük dileğimizdir.
Aynı zamanda bir buçuk yıla aşkın IŞİD›in estirdiği terörden kaçan ve yerini yurdunu
bırakarak mecburen göç eden yüz binlerce göçmen ailenin acılı, kasvetli ve dramatik hayatı
devam etmektedir. Türkmen Kardeşlik Ocağı olarak imkanlarımız dahilinde Bağdat›ta
yaşayan Türkmen ailelerine yardım etmeye devam etmekteyiz. Ocağımızın kapısını çalan
göçmen ailelerini boş elle geri göndermemeye çalışmaktayız.
Geçen süre içinde Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından birçok etkinlik düzenlenmiştir.
Mübarek Ramazan ayının gelmesi münasebetiyle Bağdat›ta yaşayan Türkmenleri bir araya
getirmek için büyük bir iftar yemeği verilmiştir. İftar yemeğine Türkiye Cumhuriyeti Bağdat
2
Büyükelçisi Sayın Faruk Kaymakçı, ITC başkanı ve Kerkük Milletvekili Sayın Erşat Salihi,
Tuzhurmatı Türkmen milletvekili Sayın Niyazi Mimaroğlu, bir önceki dönem Türkmen
milletvekili Sayın Fevzi Ekrem Terzioğlu, Belediyeler Bakan müsteşarı Sayın Yılmaz Şahbaz,
İnsan Hakları Yüksek Komiserliği üyesi Sayın Mesrur Esvet Muhittin, Irak Yüksek Seçim
Komiserliği üyesi Sayın Gülşen Kemal, Kerkük Islah Hareketi temsilcisi Sayın Ammar
Kehye, Bağdat ITC Temsilcisi Sayın Sabit Gaffur gibi çok sayıda yetkili ve üç yüzden fazla
Türkmen ailesi katılmıştır.
Birkaç ay önce ani ve beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılan Avukat Dr. Şahin
Yunus Bayatlı için Türkmen Kardeşlik Ocağı›nda bir taziye meclisi kurulmuştur. Taziye
meclisine bir önceki dönem milletvekillerinden Sayın Hasan Özmen Bayatlı ve Sayın Feyha
Zeyneabidin Bayatlı, Bağdat İl Meclis üyesi Sayın Erkan Bayatlı gibi çok sayıda Türkmen
yetkilisi katılmıştır. Merhuma Allah›tan rahmet, ailesi ve sevenlerine sabır dileriz.
Araplara Arapçayı öğreten büyük Arap Dili uzmanı Türkmen kökenli Dr. Mustafa
Cevat için 29 Ağustos 2015 tarihinde Türkmen Kardeşlik Ocağı, Irak Cumhuriyeti Kültür
Bakanlığı ile işbirliği yaparak ocakta büyük bir etkinlik düzenlemiştir. Etkinliğe Kültür
Bakanını temsilen Bakan müsteşarı Sayın Fevzi El-Etruşi katılmıştır. Etkinliğe yüzlerce
Arap ve Türkmen vatandaşı katılmıştır. Doç Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Dr. Sabah Abdullah
Kerküklü, gazeteci Tevfik Temimi ve Rıfaat Abdurrazzak, Mustafa Cevat hakkında ayrı ayrı
konuşma yapmışlardır. Aynı zamanda Mustafa Cevat›ın eserleri ve kitapları için bir kitap
sergisi düzenlenmiştir. Etkinliğe Mustafa Cevat›ın kızı Faize katılmış ve düzenledikleri bu
etkinlik için Türkmen Kardeşlik Ocağı yönetimine teşekkür etmiştir.
Aynı günde uzun zamandır beklenen rüya gerçek olmuş ve Türkmen Kardeşlik Ocağı
Yönetim Kurulu Başkanı Doç Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Kültür Bakanı Müsteşarı Sayın Fevzi
El-Etruşi, Türkmen Kardeşlik Ocağı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Sabah Abdullah
Kerküklü ve Türkmen Kardeşlik Ocağı fahri başkanı Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı
tarafından Irak›ta Türkmenlerin en büyük kütüphanesi sayılan Türkmen Kardeşlik Ocağı
Kütüphanesi›nin açılışı yapılmıştır. Türkmenlerin ilk merkezî ve büyük kütüphanesi sayılan
kütüphanede binlerce Türkçe, Arapça, İngilizce kitap bulunmaktadır. Kütüphane okur ve
araştırıcıların hizmetine açılmıştır.
Kurban Bayramı›nın ilk gününde Sayın Ezel Bayraktar›ın vefat etmesi başta
Bağdat›taki Türkmenler olmak üzere onu tanıyan herkesi yasa boğmuştur. Merhuma
Allah›tan rahmet ailesi ve sevenlerine sabır dileriz.
Elinizde bulunan dergimizin bu sayısının Türkçe bölümünde Prof. Dr. Nurullah Çetin,
Prof. Dr. Erman Artun, Prof. Dr. Fatma Açık, Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı, Doç. Dr. Necdet
Yaşar Bayatlı, Dr. Yaşar Kalafat, Cumhur Kerküklü, Kasım Akbayrak, Gülbeniz Bayramlı;
Arapça bölümünde ise Habib Hürmüzlü, Vahideddin Bahaeddin, Dr. Sabah Kerküklü, Dr.
Orhan Bayatlı, Dr. Suphi Şeyh Hasan, Ahmet El-Darrafi, Abbas Bayatlı, Nermin Tahir Baba,
Tahsin Huveyyiz, Şirzat Şeyh Baba, Muhammet Hıdır Mahmut, Münevver Molla Hassun, Fahri
Celal, Ahmet Muhammet Kerküklü, Fazıl El-Hallak, Talat Nimet Bayatlı, Faruk Mustafa ve
Mecit Sadun tarafından ele alınan inceleme, araştırma ve şiir parçalarına yer verilmiştir.
Elinizde bulunan bu sayıda herhangi bir eksiklik varsa hoşgörünüze sığınarak
bağışlamanızı diliyor, hataların telafi etmesi ve dergimizin zenginleştirilmesi için notlarınızı
ve eleştirilerinizi bekliyoruz.
Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI
Türkmen Kardeşlik Ocağı Genel Başkanı
3
Diyale-Hanekin İlçesi Halk
Masallarının Motif Yapısı
(İnceleme-Metin)
GİRİŞ
Uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin önemli bir
parçasını teşkil eden Irak, Türk halk kültürü
açısından çok önemli bir yere sahip olduğu
gibi, farklı vilayetlerde ve yerleşim birimlerinde
yaşayan Türkmen topluluğu arasında varlığını
sürdüren halk edebiyatının oldukça önemli
eserleri olduğu bilinmektedir. Irak Türkmenleri,
Kerkük, Erbil, Musul, Selahattin ve Diyale
vilayetlerinde ve bu vilayetlere bağlı Telafer,
Tazehurmatı, Tuzhurmatı, Dakuk, Altunköprü,
Kifri, Karatepe, Hanekin, Kızlarbat gibi onlarca
ilçe ve nahiye ile yüzlerce köyde yaşamaktadır.
Uzun Yıllar Türk dünyası ile tamamen ayrı
Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI
1
kalmasına rağmen söz konusu ilçe, nahiye ve köylerde günümüzde de Türk dili ve Türk
halk kültürü canlı olarak varlığını sürdürmektedir.
Türkiye’de Irak Türkmenlerinin edebiyatı ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Bu konuda
elle sayılamayacak kadar fazla sayıda yüksek lisans ve doktora tezi bulunmasına rağmen
söz konusu çalışmaların birçoğunun antolojik nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu alandaki
çalışmaların büyük bir kısmı genel olarak Irak Türkmenleri ve özel olarak da Kerkük
Türkmen halk edebiyatının şah damarını teşkil eden hoyratlarla ilgili olmuştur. Hâlbuki Irak
Türkmenlerinin halk edebiyatının sadece hoyratlardan ibaret olmadığı bir gerçektir. Irak
Türkmen halk edebiyatı masal, halk hikâyesi, efsane, ağıt, ninni, tekerleme vb. ürünler
açısından da zengindir. Başka bir ifadeyle Orta Asya ve Anadolu’da yaşayan Türklerin
halk edebiyatında mevcut olan tüm ürünlere Irak Türkmen halk edebiyatında ziyadesiyle
rastlanabilir.
Bu çalışmada Irak Türkmenlerinin önemli bir yerleşim birimini teşkil eden ve Irak’ın başkenti
2
Bağdat’ın 184 Km. kuzey doğusunda yer alan Diyale iline bağlı Hanekin ilçesinin masalları
ele alınmıştır. Irak Türkmen halk masalları ile ilgili ilk ve tek müstakil bilimsel çalışma
3
tarafımızdan yapılmıştır. Söz konusu çalışmada Hanekin ilçesinden derlediğimiz on beş
masal metnine yer verilmiştir. Anılan çalışma dışında genel olarak ilçenin halk edebiyatı ve
özel olarak masal türü ile ilgili günümüze kadar herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
Bu çalışmada Hanekin ilçesinde yaptığımız çalışmalar sonucu derlediğimiz on masal
metnine yer verilmiş, metinler incelenmiş ve motifleri tespit edilmiştir.
METİN
Sözlü halk edebiyatının en önemli ürünlerinden olan masallar, diğer sözlü ürünlerde olduğu
gibi kültürümüzü bünyesinde taşıyan ve yansıtan ve aynı zamanda gelecek kuşaklara
aktaran bir işleve sahiptir. Masallar; toplumların gelenek-görenekleri, yaşam biçimlerini,
4
sürekli değişen ve gelişen olaylara karşı
toplum bireylerinin tepki ve davranışlarını
yansıtması ve dolayısıyla aktarılan toplumu
iyi tanımak açısından oldukça önemlidir.
Türk topluklarında “nağıl”, “ertegi”, “ertek”,
“ekiyet”, “çörçök”, “şörçek”, “çöçek”,
“nımah” ve “tool” (Oğuz vd.;2010:146,
Kaya;2007:489) gibi kavramlarla tanınan
masal türüne Irak Türkmenleri arasında
“matal” adı verilmektedir. Masallar Şükrü
Elçin tarafından “Bir zaman içinde, köklü
geleneğe bağlı, kolektif karakter taşıyan,
hayalî-gerçek,
mücerret-müşahhas,
maddî-manevî birtakım konu, macera,
vaka, problem gibi motif ve unsurları
içine alan, nesir dili ile yazılan, vakit
geçirmek, insanları eğlendirirken öğretmek
düşüncesinden
hareketle
hususi
bir
üslupla anlatılır.” şeklinde tanımlanırken
(Elçin;1993:369), Saim Sakaoğlu tarafından
ise şu şekilde tanımlanır: Kahramanlarından
bazıları hayvanlar ve tabiatüstü varlıklar
olan, olayları hayal ülkesinde cereyan
eden,
hayal
mahsulü
olduğu
halde
dinleyenleri inandırabilen bir sözlü anlatım
(Sakaoğlu;2002:4).
Hanekin ilçesinden değerlenen masalların
motif yapısına geçmeden önce motif
kavramı hakkında bilgi vermekte yarar var.
Latincede “Motivum” kelimesinden gelen
motif kavramının edebiyattaki anlamı,
nakış, resim ve mimarideki anlamından
farklıdır. “Hikâye etmenin en küçük
unsuru” (Alptekin; 2002a:287) şeklinde
tanımlayabileceğimiz motif, Max Lüthi
tarafından, “Kendisimi gelenekte koruma
gücüne sahip olan hikaye etmenin en küçük
unsurudur” (Sakaoğlu; 1980:24), şeklinde
tanımlanmıştır. Motifle ilgili en önemli
çalışmaya imza atanların başında Stith
Thompson motifi şöyle tanımlar: Eskiden beri
yaşama kabiliyetine sahip olan masalın en
küçük unsurudur (Thompson;1946:415416-,
Alptekin;2002b:113). Thompson Motif İndex
Of Folk-Literature adlı altı ciltlik İngilizce
çalışmasının ilk cildinin giriş kısmında
çalışmanın amacı ve planı, neden A’dan Z’ye
doğru tasnif edildiği; çalışmada kullanılan
materyal ve indeksin kullanışı hakkında
bazı kısa bilgilere yer vermiştir. Eserin ilk
beş cildi, naratif türlerde bulunan motiflere
ayrılmış,
alfabetik
sırayla
konularına
göre tasnif edilmiştir. Altıncı cildi ise
indeksler kısmına ayrılmıştır. Bu tasnife
göre her harf bir konuyu göstermektedir
(Bayatlı;2009:140). Hanekin masallarını
yukarıda bahsedilen motif sırasına uygun
olarak
aşağıdaki
şeklide
vereceğiz.
Katalogda yer almayan yeni motiflerin
yanında T harfi konulmuştur.
A.
B.
C.
D.
E.
F.
G.
H.
J.
K.
L. M.
N.
P. O.
R.
S.
T.
U.
V.
W.
X.
Z.
Mitolojik Motifler
Hayvanlar
Yasak
Sihir
Ölüm
Tabiatüstülükler
Devler
İmtihanlar
Akıllılar ve Aptallar
Aldatmalar
Kaderin Ters Dönmesi
Geleceğin Tayini
Şans ve Talih
Cemiyet
Mükâfatlar ve Cezalar
Esirler ve Kaçaklar
Anormal Zulümler
Cinsiyet
Hayatın Tabiatı
Din
Karakter Özellikleri
Mizah
Çeşitli Motif Grupları
Daha önceki çalışmalarda yapıldığı gibi
Motif İndex’te tespit edilemeyen bazı
motifleri uygun yerlere yerleştirilerek, Türk
5
masallarına özgün olduğunu belirtmek için
başına (T) harfi konulmuştur.
A.MİTOLOJİK MOTİFLER
A. 1549 Dinî Merasimler
Adam, sultanın kızını ve 39 cariyesini imam
yatırlarını ziyarete götürür. 5
Koca, karısından kendisinden başka hiçbir
erkekle birlikte olmadığına dair dağa yemin
etmesini ister. 10
(T) A2493.4. 2. İnsan ve Vahşi Hayvan
Arasındaki Dostluk
Küçük kız kardeş vahşi hayvanla konuşuyor. 2
(T) A2493.4. 3. İnsan ve Papağan Arasındaki
Dostluk
Tüccarın konuşan bir papağanı var. 9
B. HAYVANLAR
B210. Konuşan Hayvan
Küçük kız kardeş vahşi hayvanla konuşuyor. 2
Tüccar papağanla konuşuyor. 6
B 251 Hayvanların Dinleri
B 251.4. Hayvanların Duası
Vahşi hayvan, küçük kız için hayır duası
yapar. 2
B 300 Yardımcı Hayvanlar
Küçük kız vahşi hayvan sayesinde birçok
ayrıcalık elde eder.
B 880890- Hayvanlar Ülkesi
Suudan papağanların anavatanı sayılır. 9
C.YASAK
C 611. Yasaklanan Oda
Adam karısına güvenmediği için evden
çıktığında evin bütün kapılarını kilitler ve
dışarı çıkmasını yasaklar. 10
D. SİHİR
D 435.1.1 Heykelin Canlanması
Kardeşler, yaşlı aslanın kemik parçasına
bildiklerini yapar. Dördüncü kardeş de
hayvana üfleyip ruh verir. 3
E. ÖLÜM
E.700799- Ruh.
Dördüncü kardeş de hayvana üfleyip ruh
verir. 3
F. OLAĞANÜSTLÜLÜKLER
F260 Perilerin Görünüşü
Düşünceli ve efkârlı yürüyen yoksul babanın
6
karşısına aniden gölden bir huri çıkıverir. 1
F 566 Bekârlar
Sultanın kızı ve 39 bekâr cariyesi var. 5
F 575.1. Tabiatüstü Güzellikte Kadın
Adamın biri çok güzel bir kızla evlenir. 15
F 750. Olağanüstü Dağlar ve Ülkelerin
Özellikleri.
Çok yüce bir dağ vardı. O dağa kim yalanla
yemin ederse hemen öleceğine inanılırdı. 10
F 814. Olağanüstü Gül
Adam, karısına aşklarının sembolü olarak
bir çiçek verir ve ona biz birbirimizden her
ne kadar uzak olsak da birbirimize vefalı
olduğumuz sürece bu çiçekler solmayacak,
ama birimiz diğerine ihanet ederse, ihanete
uğrayanın çiçeği solacak, der. 4
G. DEVLER
G.210 Cadı Karının Görünüşü
Üç arkadaş, tüccar arkadaşlarının eşini
kendilerine getirmesi için kötü karının
yardımını ister. 4
H. İMTİHANLAR
1140011459- Namus İmtihanları
İffetli kadın, kocasının üç arkadaşının
entrikalarına rağmen namusunu korudu ve
kocasına sadık kaldı. 4
H 11.1. Baştan geçeni hikaye etme.
Küçük kız başından geçeni ablasına anlatır. 2
(T) H 122. Mühürle tanıma
Tüccar adamın karısı, kocasının üç hain
arkadaşlarının alın ve kıçlarına bastığı
köpek pençesi mührünü sultana söyler ve
onları deşifre eder. 4
11.1301. Güzel Kadınları Araştırma
Tüccar adam, oğlunu evlendirmek için iffetli
ve güzel bir kız arar.4
J. AKILLILAR VE APTALLAR
J 1115.11. İmam (Hoca)
Akıllı ve hikmetli hoca, çocuğu her üç
sorusuna cevap verir. 6
K. ALDATMA
K 15001599- Zina ile İlgili Aldatmalar
Kadın, kocasına ihanet ederek başka bir
erkekle birlikte kalır. 10
L Kaderin Ters Düşmesi
L 11. Talihli En Küçük Çocuk
Küçük kız kardeş, tatlı dilli olduğundan
vahşi hayvan ona “Git Allah sana senin
bana söylediklerin gibi güzel huylar versin,
konuşurken de ağzından altın ve gümüş
çıksın” şeklinde dua eder. 2
Hile ile kıyafet değiştirme
Tüccarın karısı, erkek kıyafetini giyerek
sultanın karşısına çıkar. 4
M. GELECEĞİN TAYİNİ
M 130.Evlilikle İlgili Yeminler
Adam, karısından dağa yemin etmesini
ister. 10
400 Beddualar
Vahşi hayvan kıza beddua eder. 2
401 Bedduaların yerine gelmesi
Vahşi hayvanın kıza yaptığı beddua tutar.
N. ŞANS VE TALİH
N 205 Şanslı Kız
Küçük kız, kaderine razı olup tatlı dilli
olduğu için vahşi hayvanın duası sayesinde
Allah onu mükâfatlandırır. 2
N 815 Yardımcı Peri
Yedi çocuk babası olan adamın karşısına
göl hurisi çıkar. 1
P CEMİYET
P 10 Krallar
Memleketin sultanı Sabiîdir. 5
Sultan, halkını meydana toplar. 4
P 40. Padişahın kızları
Sultanın kızı Müslüman adamı kurtarır. 5
(T) P43. Hoca
Çocuk, 3 soru sormak için kendisine bir din
hocasının getirmesini ister. 6
P 150. Zengin Adamlar
Zengin tüccar oğlunu evlendirmek için
iffetli ve güzel bir kız arar. 4
Zengin bir aile çocuklarının daha iyi
seviyede eğitim görebilmesi için onu başka
bir memlekete gönderir. 6
Bağdat’ta tüccarın birinin bir papağanı
vardı.
P 231 Anne ve Oğulları
Bir karı kocanın dört erkek çocuğu var. 3
P 233 Baba ve Oğlu
Fakir adamın yedi çocuğu var. 1
Bir karı kocanın dört çocuğu var. 3
Tüccarın biri tek bir oğlu var. 4
Adamın biri kırk oğlu var. 5
Adamın biri, bir oğlu var. 12
P 250 Erkek ve Kız Kardeşler
İki kız kardeş çamurlu bir evde yaşarlar. 2
Bir karı kocanın dört erkek çocukları var. 3
Kırk kardeş babaları ile birlikte bir dere
kenarında yaşarlar.
P 251. Altı veya Yedi Erkek Kardeş
Fakir adamın yedi çocuğu var. 1
Müslüman adamın 40 çocuğu var. 5
P252 Kız Kardeşler
İki kız kardeş çamurlu bir evde yaşarlar. 2
P 299 Arkadaşlar
İffetli kadının kocası üç arkadaşı ile birlikte
ticaret için yola çıkar. 4
İki arkadaş kırda birlikte yürürler. 7
P 414 Avcılık
P 431 Tüccar
Tüccar adamın tek oğlu var. 4
Tüccar adam karısına çiçek verir. 4
Avcı adam, oğluna avcılığı öğretir. 8
P710 Milletler
Memleketin sultanı Sabiîdir.5
Q.MÜKÂFATLAR VE CEZALAR
Q02. İyiler ve Kötüler
Küçük kız kardeşin iyi olmasına karşın
ablası çok kötüdür. 2
Karı kocanın dört çocuğu çok sorumsuzdur.3
İffetli karının kocası üç kötü arkadaşı var. 4
Q10. Mükâfatlandırılmış İşler
Yedi çocuk annesi kadı ve huri gün boyunca
göl başında ağladıkları için ertesi gün bir
beyaz nur iner ve her ikisinin muradını verir. 1
Küçük kız iyi olduğu için vahşi hayvan
aracılığı ile Allah onu mükâfatlandırır. 2
Müslüman adam, iyi niyetli olduğu için Allah
ona tekrar kırk erkek çocuk verir. 5
Q 114 Hediye Vererek Mükâfatlandırma
Küçük kız tatlı dilli olduğu için vahşi hayvan
onu mükâfatlandırır.2
Q211 Öldürerek Cezalandırma
Sultan üç hain arkadaşı iki deli katıra bağlar
ve onları bir güzel cezalanır. 4
Q 302. Kıskançlık Cezalandırır.
Abla, kız kardeşini kıskanır. 2
Üç arkadaş, tüccar arkadaşlarını kıskanırlar. 4
Q416.
Atların
kuyruğuna
bağlayarak
cezalandırma
Sultan, üç hain arkadaşı iki deli katıra
bağlar ve onları cezalandırır. 4
R. ESİRLER VE KAÇAKLAR
7
(T) Odaya Hapsetme
Sabiî sultan Müslüman adamı hapseder. 5
R 110. Esirlikten Kurtarma
Sabiî sultanın kızı, babasının hapsettiği
Müslüman adamı zindandan kurtarır. 5
S. ANORMAL ZULÜMLER
S 400499- Zalim İşkenceler
Sabiî sultanın emri üzerine korumalar
Müslüman
adama
işkence
yapmaya
başlarlar. 5
S.25.4. Zalim Abla
Kıskanç abla, kız kardeşini kıskanır. 2
T.CİNSİYET
T 100. Evlilik
Tüccar adamın oğlu iffetli ve güzel bir kızla
evlenir. 4
Müslüman baba, Sultanın kızı yanı sıra 39
cariyesi ile evlenir. 5
Adamın biri çok güzel bir kızla evlenir. 10
T 130. Evlenme Adetleri
Tüccar adam oğlunu iffetli, namuslu ve helal
süt emmiş bir kızla evlendirir. 4
Müslüman adam sultanın kızı dâhil 40 kızla
evlenir. 5
T145. Birden Fazla Kadınla Evlenme
Müslüman adam birden 40 kızla evlenir. 5
T210.1 Sadık Kadın
İffetli kadın, eşine vefalı ve sadık kalır. 4
T210.2. Sadık Koca
Tüccar adam evlendiği iffetli kıza karşı
vefalı ve sadık kalır. 4
T230. Evlilikte Sadakatsizlik
T254 Sadakatsiz Kadın
Vefasız karı kocasına ihanet eder. 10
U HAYATIN TABİATI
U60. Zenginlik ve Yoksulluk
Yedi çocuk babası olan adamın birisi
çocuklarına yiyecek bulmak için göle gidip
balık tutmak ister. 1
İki yoksul kız kardeş çamurdan yapılmış bir
evde otururlar. 2
Zengin bir aile çocuklarının daha iyi
seviyede eğitim görebilmesi için onu başka
bir memlekete gönderir. 6
U 110. Aldatmanın Ortaya Çıkması
Koca, karısı başka bir adamla kendisini
aldattığını öğrenir.10
8
V.DİN
V50 Dua
Yedi çocuk annesi huri ile sabaha kadar
ağlar dua ederler. 1
Vahşi hayvan küçük kız için hayırlı dua eder. 2
(T) V 207 İmam (Hoca)
Eğitim gördükten sonra memleketine dönen
zengin aile çocuğu üç soru sormak için
kendisine bir hocanın getirilmesini ister. 6
V 300 Dinî İnanç
Hoca, Allah’ olan inancı çocuğa öğrenek
vererek gösterdi. 6
(T)V390. Kader İnancı
Kırk çocuk babası çocuklarını kaybedince
kadere olan inancını yitirmez. 5
W. KARAKTER ÖZELLİKLERİ
W26. Tahammül/Sabır
Küçük kız kardeş çok sabırlı bir insandır. 2
Kırk çocuğunu birden kaybeden baba
sabreder.5
W28 Fedakârlık
Arkadaş boğulmak üzere olan arkadaşını
kurtarır. 7
W33. Kahramanlık
Müslüman adam, kahramanlık yapıp odasına
atılan yılanı etkisiz hale getirir. 5
Arkadaş kahramanlık yapı arkadaşını
boğulmak üzereyken kurtarır. 7
W 34. Bağlılık iffetli karı, kocasın bağlıdır. 4
W45 Şeref
İffetli kadın, kocasının gıyabında şerefini
korur. 4
Adam, şerefini ihanet eden karısından
yemin etmesini ister. 10
W111 Tembellik
Dört kardeş sorumsuz ve tembeldirler. 3
W157 Namussuzluk
Kadın namussuzluk yapı kocasına ihanet
eder. 10
W 181. Kıskançlık
Abla, kardeşini kıskanır. 2
X.MİZAH
Masal metinlerinde bulunmamıştır.
Z.ÇEŞİTLİ MOTİF GRUPLARI
Z71 Formülistik Sayı
7 çocuk. 1
2 kız kardeş. 2
4 çocuk. 3
3 arkadaş. 4
40 çocuk 5
İki yolcu 5
39 cariye 5
40 kadın 5
3 soru 6
2 arkadaş 7
1 oğlan 8
1 papağan 9
MASAL METİNLERİ
1
Göl Hurisi
Yedi çocuk sahibi olan adamın biri
çocuklarına yiyecek bulmak için evlerine
yakın olan göle gidip balık tutmak ister.
Gölün başında saatlerce beklemesine
rağmen hiçbir şey tutamaz. Eve dönmek
için gölün kenarında gözünde yaş dolu,
düşünceli ve efkârlı yürüyerek yüksek
sesle Cenab-ı Allah’a yalvarırken aniden
karşısına gölden bir huri çıkıverir. Huri
adama “Ben bu gölün hurisiyim, ayrıca
yedi denize de hâkimiz; ancak sadece bir
çocuğum var, o da çok hastadır. Ölmek
üzeredir bir insanoğlunun kalbine ihtiyacı
var; yedi çocuğundan birinin kalbini bana
verirsen, ben sana dilediğin kadar para ve
mülk vereceğim.”der ve aniden kaybolur.
Adam evine eli boş döner ve karısına
başından geçenleri ve kendisine söylenen
teklifi anlattıktan sonra ondan yedi çocuğu
arasından birini seçmesini ister.
Karısı gece sabaha kadar gözlerinin önünde
uyuyan çocuklarına düşünceli düşünceli
bakar ve aralarında bir seçim yapmak
istediyse de hiçi birinden vazgeçmeye
gönlü yanaşmaz. Ertesi gün güneş doğar
doğmaz gölün başına gider ve yüksek
sesle ağlar, sızlar ve Allah’a dua ve şikâyet
eder. Kadının ağlamasını, yalvarmasını
yakarmasını duyan Huri hemen karşısına
çıkıverir ve neden ağladığını sorar. Bunun
üzerinde bir Hurinin kocasına yaptığı teklifi
anlatır. Huri de kadına kendisini tanıtır ve
kalp hastası olan ve sadece insanoğlunun
kalbinin nakli ile şifası olacak çocuğunu
ağlayarak, sızlayarak anlatır.
Kadın, Huriye: “Her yedi çocuğu da
kendisi için çok değerlidir ve hiç birinden
vazgeçemeyeceğini” söyler.
Böylece hem kadın hem de Huri bir gün
boyunca gölün başında ağlarlar. Ertesi gün
gökten beyaz bir nur iner ve Huri anneye
“Allah’ın merhameti hasta çocuğuna şifa
verdi ve artik insanoğlunun kalbine ihtiyacı
yoktur” söyledikten sonra yoksul kadına
“Cenab-ı Allah size bol rızık verdi, zengin
olacaksınız ve hiçbir çocuğunun kalbini
kurban veremeyeceksiniz” der.
2
İki Kız Kardeş
Çok küçük ve çamurdan bir evde iki kız
kardeş yalnız yaşarlar. Bunlar geçimlerini
koyunların yününü temizleyip satmakla
sağlarlar. Büyük kız çok sorumsuz, sivri
dilli, işini iyi yapmayan terbiyesizin tekidir.
Küçük kardeş ise titiz, sorumlu ve tatlı dilli
bir kızdır; gece sabaha kadar işini en güzel
şekilde yapar ve sabahın erken saatinde
yününü satmaya gider. Yünün parası ile hem
ablasına hem de kendisine yiyecek alır.
Bir gün yününü satmaya giden küçük kız,
dükkân sahibinden “Bu gün yüne ihtiyacımız
yok, birkaç gün sonra bana getir.” cevabını
alınca çok üzülür ve hiçbir yiyecek alamadan
evin yolunu tutar. Yolda çok iri cüsseli
bir vahşi hayvan görür. Vahşi hayvan kıza
bakar ve ona “Benim kim olduğumu bilir
misin?” diye sorar kız da ona ; “Evet, sen
güçlüsün, cesursun, cömertsin, güzelsin…”
der. Vahşi hayvan kızın söylediklerini
duyunca gülümser ve “Git Allah sana senin
bana söylediklerin gibi güzel huylar versin,
konuşurken de ağzından altın ve gümüş
çıksın” der.
Eve dönen kız ablasına olup bitenleri
anlatırken ağzında altın ve gümüş çıkar.
Bunu gören ablası kıskanır ve o vahşi
hayvanın
nerede
olduğunu
kendisine
göstermesini ister. Küçük kız da ablasına
hayvanının bulunduğu yeri tarif eder.
Hayvanın yanına giden abla kardeşinin
tarif ettiği yerde bulamaz. Bunun üzerinde
9
sinirlenir ve eve geri dönerken karşısında
çok çirkin bir hayvan çıkıverir. Çirkin hayvan
kıza “Benim kim olduğumu bilir misin?”
diye sorar. Kız da sinirli bir şekilde “Çekil
yolumdan çirkin hayvan, pis kokundan nefes
alamıyorum, çehren de beni korkutuyor,
çekil” der. Bunu duyan vahşi hayvan “Git
Allah lanet eylesin, ağzından hep kötü
kokular çıksın, dilin lal olsun.” der.
Abla yoluna davam eder ve eve döner. Kız
kardeşine olup bitenleri sinirli bir şekilde
anlatırken ağzında çok pis kokular çıkar
ve lal olur. Bunun üzerine kardeşi ona
“Abla sana hep söylüyordum, insanlarla
konuşurken dilin tatlı olsun, onları incitme,
rencide etme; dilin tatlı yüzün güler olsun.
Ama dinletmedim. Allah da sana cezanı
verdi.”
3
Sorumsuz Çocuklar
Bir karı kocanın dört erkek çocuğu vardı.
Bu çocuklar, çok tembel olup hiçbir şekilde
baba ve annelerine yardım etmezler ve
her şeyin kendilerine hazır gelmesini
isterlerdi. Bu çocukların bir süre sonra
babaları, daha sonra anneleri vefat etti.
Hiçbir işi yapmaya yanaşmayan ve yapmak
istemeyen dört kardeş babalarından kalan
mirası birkaç günde yediler ve bitirdiler.
Paraları kalmayınca annelerinin akrabaların
yanına gitmeye karar verdiler. Annelerinin
akrabaları yanına giden dört sorumsuz
kardeş orada hiç bir şey yapmadan aylarca
kaldılar. Akrabaları bunun üzerine onları
kovdu. Dört kardeş kendi aralarında
konuşur ve iş bulmak ve meslek öğrenmek
için her biri bir memlekete gitmeye karar
verir. Daha sonra akrabalarının yanına
dönüp buluşmaya karar verirler. Aradan 3
sene geçtikten sonra dört kardeş bir araya
gelirler.
Büyük kardeş: Ben kemik parçalarının
üstüne et koymayı öğrendim.
İkinci kardeş: Ben söylediğin etli kemiğin
üzerine deri, yün ve saç koymayı öğrendim.
Üçüncü kardeş: Ben o söylediğiniz parçayı
bir hayvan şekline dönüştürmeyi öğrendim.
Dördünü kardeş: Ben o hayvanı üfleyip ruh
10
getirtebilirim.
Kardeşler hadi o zaman bir vahşi hayvan
yapıp, insanları korkutalım ve hiçbir şey
yapmadan para kazanalım, derler.
Bunun üzerine dört kardeş hep beraber
ormana giderler. Ormanda bir yaşlı aslanın
kemik parçasını bulurlar. Her kardeş kendi
bildiklerini kemiğe yapar. Dördüncü kardeş
de hayvan üfleyip ruh getirir. Canlanan yaşlı
aslan açlıktan yanındaki dört kardeşi birden
yer bitirir.
4
İffetli Kadın
Eski zamanlarda bir tüccar adamın tek bir
oğlu vardı. Tüccar ve oğlu ticaret yapmak
için sürekli diyar diyar dolaşıyordu. Gel
zaman git zaman oğlanın evlenme vakti
geldi ve ona iffetli, namuslu helal süt
emmiş bir aile kızı aramaya başladılar
Sonunda oğlana iyi bir aile kızı bulundu.
Oğlanla kız birlerine vefalı olma hususunda
söz verdiler. Daha sonra oğlan ticarete
gittiği bir ülkeden iki tane nadir bulunan
ve oldukça güzel olan çiçek getirdi. Bu
çiçeklerden birini karısına verdi ve biri
de kendisinde kaldı. Oğlan karısına; ‘’Bu
çiçekler aşkımızın ve evliliğimizin sembolü
olacak, biz birbirimizden her ne kadar
uzak olsak da birbirimize vefalı olduğumuz
sürece bu çiçekler solmayacak ama birimiz
diğerine ihanet ederse, ihanete uğrayanın
çiçeği solacak’’ dedi.
Genç damat üç arkadaşı ile birlikte ticaret
için yola çıktı. Arkadaşlar sürekli solmayan
bu çiçeğin hikmetini kendisine sormalarına
rağmen onlara hiç cevap vermedi. Bu
durumu çok merak eden üç arkadaş genç
adama içki içirdiler ve sarhoş ettiler. Sarhoş
olduktan sonra onlara çiçeğin hikâyesini ve
ne anlama geldiğini anlattı. Bunu kıskanan
üç arkadaş bir oyun oynamak istediler ve
hemen genç adamın karısının olduğu şehre
döndüler. Orada kötü bir kadın ile tanışırlar ve
bu ticaret yapan gencin karısını kendilerine
getirmesi konusunda yardım isterler. Kötü
kadın bunun üzerine diğer kadını kandırmak
için falcılık yapmak bahanesiyle evine girer,
ona yalnızlıktan ve kocasının yokluğundan
bahseder. Kötü karı, kadını yoldan çıkarmak
için uğraşır. Bunu fark eden zeki kadın kötü
karıya “Ben sarayımdan çıkamam, çünkü
hizmetçi ve bekçilerimiz var.” der. Kötü karı
“ O zaman seni eğlendirecek adamı ben
saraya kadar getireceğim” der. Kötü karı,
ertesi gün adamı getireceğini söyler. Ertesi
gün iffetli kadın hizmetçisinden kendi yerine
geçmesini ve uyku ilacı ile köpek pençesi
mührünü yanında bulundurmasını ister.
Akşam saatinde kötü karı ilk adamı getirir.
Hizmetçi yüzünü çarşafla örtüp kadının
rolünü oynayarak adamı karşılar. Hanımının
rolünü oynayan hizmetçi kadın adama
içinde uyku ilacı olan bir bardak meyve suyu
içirir. Bunun üzerine adam uyur. Bu esnada
adamın elbisesini soyarlar ve adamın alnına
ve kıçına köpek pençesi mührünü bastıktan
sonra saraydan dışarı atarlar. Ertesi gün
sabah adam kendine gelir ve başına gelenleri
hatırlamaya çalışır. Arkadaşlarının yanına
dönen adam kendisiyle dalga geçmemeleri
için başından geçenleri onlara anlatamaz;
geceyi kadınla geçirdikten sonra saraydan
çıktığında hırsızlar tarafından soyulduğunu
söyler. Bu sefer sırası ile diğer iki arkadaş
da kadının evine giderler ve aynı şeyler
onlarında başına gelir. Ancak yine de
bu durumu birbirlerine anlatamazlar ve
herkes sırırını saklar. Ancak kadın, bu üç
adamın kocasının arkadaşları olduklarını
ve solmayan çiçeğin hikâyesini bildiklerini
öğrenince korkar ve telaşa kapılır ve
bunların eşini öldürmelerinden endişe eder.
Daha sonra erkek kıyafeti giyip yanında
cariyesini alarak üç adamın peşine düşer
ve kocasının yanına gider. Kocasının olduğu
memlekete ulaşan erkek kıyafetli kadın,
buranın sultanından üç kişinin kendisini
soyduktan sonra kaçtıklarını ve onları
bulmak istediğini kendisine yardımcı olmak
için halkını toplatmasını ister. Sultan bunun
üzerine halkını meydanda toplar. Erkek
kılığındaki kadın meydanda bu üç adamı
bulur. Ancak bunlar olanları inkâr ederler ve
onu tanımadıklarını söylerler. Erkek kıyafetli
kadın sultana hizmetçilerinin alınlarında
ve kıçlarında köpek pençesi mührünün
bulunduğunu söyler. Bu arada kadının kocası
halk arasında olup bitenleri seyrediyordur.
Sultan üç adamı yanına çağırır. Kadın da
olup bitenleri herkesin önünde anlatır.
Kadın bunları anlatırken kocası da olup
bitenleri dinliyordur, ve koca üç arkadaşının
ihanetini ve karısının vefalığını ve gıyabında
namusunu koruduğunu öğrenir. Bunun
üzerine herkesin önünde karısını kucaklar
ve her ikisi de memlekete dönerler. Sultan
da üç hain arkadaşı iki deli katıra bağlar ve
onları cezalandırır…
5
Baba ve Kırk Evladı
Adamın birinin kırk erkek çocuğu vardı.
Bu kırk çocuk babaları ile birlikte bir dere
kenarında yaşarlardı. Baba dâhil her birinin
kendi başına bir evi vardı. Babanın evi
derenin en başındaydı. Diğer çocukların
evleri ise babalarının evi yanından sırasıyla
aşağı doğru sıralanırdı. Günlerden bir gün
derenin kenarından geçen iki yolcu babanın
evine misafir olurlar.
Baba misafirleri
ile evinde otururken çocuklar sırasıyla
eve girer ve selam verirler. Bu kırk erkek
çocuğu gören misafirler hayrete düşer ve
babaya “Bu kırk çocuk senin çocukların
mı?” diye sorarlar. Baba da “Evet, hepsi
benim oğullarımdır.”der. Misafirler geceyi
babanın evinde geçirdikten sonra ertesi
gün içlerinden babayı acayip bir şekilde
kıskanarak evden ayrılırlar.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra
çocukların biri babasına gelir ve baba
“Baba çok acayip bir rüya gördüm.”
der. Baba “Oğlum ne gördün hele anlat
bakalım.” der. Oğlan “Baba çocuklarını tek
tek derenin yukarısına doğru taşıyan bir
fare gördüm. Bu gördüklerimi ağabeyime
anlattım. Ağabeyim de bana bunun yakında
bir tufan olacağının işaretidir, dedi” der.
Baba oğlunun dediklerine gülümseyerek
“Oğlum boş ver bir şey olmaz.” der. Aradan
üç gün geçtikten sonra gece herkes
uyurken dereden acayip bir sel gelir ve
bütün evleri alıp götürür. Sadece derenin
başında yani tepesinde olmasından ötürü su
babanın evini götürmez. Baba çocuklarının
evlerini tek tek sele kapıldığını görünce,
dili tutularak gözyaşları içerisinde yavaş
yavaş evinden çıkar ve derenin başındaki
uçuruma doğru tırmanır. Tepenin başına
11
ulaşan baba, kırk çocuğunun tek tek suda
boğulduklarını görür ve derenin suyunun
her şeyi götürdüğüne şahit olur. Baba çok
imanlı bir insan olduğundan ötürü, Cenab-ı
Allah benim sabrımı denemek istiyor, der
ve metanetli olmaya çalışır. Baba daha
sonra tek başına yola çıkar ve uzun bir
mesafeden sonra nehrin kenarında bir
memlekete varır. Bu memleketin sultanı
Sabiîdir. Sabiî sultan memleketine bir
Müslüman’ın geldiği haberini duyunca
onun getirilmesini ve kendi dinine mensup
olmayanların işkence yapılacağı yere
götürülmesini emreder. Korumalar sultanın
emri üzerine Müslüman babaya işkence
etmeye başlarlar. Sultan da Müslüman
babayı yemesi için işkence odasına bir
büyük yılan getirtir. Büyük yılanı gören
Müslüman baba, kötülüğünden kurtulmak
için Allah’a, peygambere ve 12 imama
dua etmeye başlar, daha sonra üzerindeki
gömleği çıkarır ve yılanın ağzında soktuktan
sonra üzerine çullanır ve onu öldürür. Sabiî
sultanın çok güzel bir kızı vardır. Müslüman
adamın yılana yaptığını görür ve onunla
kapının arkasından konuşmaya başlar. Kız
“Ben senin yaptıklarını gördüm, babam
bunu öğrenirse seni öldürür. Ancak bir
şartla seni kurtarabilirim” der. Adam “Şartın
ne?”. Kız “Dua ettiğin 12 imam nerede
ise beni onlara götür. Çünkü ben onların
kerametlerini ve babamın zulmünden seni
nasıl kurtardıklarını gördüm.” der. Adam
kızın şartını kabul eder. Sultanın kızı gece
39 cariyesinin yardımı ile adamı işkence
odasından çıkarır ve kendi odasında saklar.
Sultanın kızı daha sonra cariyelerine
“Hazırlanın buradan kaçacağız, bu esnada
sizi gören olursa biz sultanın kızı ile nehirde
gezmeye gideceğiz deyin” der. Müslüman
baba, sultan kızı ve cariyeleri imamların
yatırlarına götürür. Yatırları ziyaret ettikten
sonra sultanın kızı cariyeleri ile birlikte
İslam dinine girer ve kendisi dâhil her
cariyeye bir ev alır ve yerleşirler. Baba artık
buralardan gitmek istediğini sultanın kızına
söyler. Sultanın kızı da ona “Hayır hiçbir
yere gitmiyorsun, sen bizim kurtulmamıza
sebep oldun, burada bizimle evlen, hep
beraber yaşayalım” der. Müslüman adam bu
teklifi kabul eder ve her gece bir cariyenin
12
yanında kalır. Dokuz ay sonra her bir cariye
bir erkek çocuğu doğurur. Böylece Allah
Müslüman adama tekrar kırk erkek çocuğu
verir.
6
Çocuk ve Hoca
Zengin bir aile çocuklarının daha iyi
seviyede eğitim görebilmesi için onu
başka bir memlekete gönderir. Gönderildiği
memlekette bir süre eğitim gördükten sonra
çocuk köyüne döner. Çocuk “Kendisine
üç soru sormam için bana bir din hocasını
getirin” der. Din hocasını gören çocuk ona
“Sen kimsin?” diye sorar. Din hocası “Ben
Allah’ın bir kuluyum” der. Çocuk “Peki,
benim sana soracağım üç soruya cevap
verebilir misin?” diye sorar.
Hoca: Allah’ın izniyle cevap vereceğim.
Çocuk: Emin misin? Çünkü senden önce
birçok âlim ve doktor bu üç soruma cevap
veremediler.
Hoca: Allah’ın izniyle sana cevap vermeye
çalışacağım.
Çocuk: Pekâlâ, ilk sorum şudur: Gerçekten
Allah mevcut mudur? Eğer mevcutsa bana
göster. İkinci sorum ise, Kaza ve kader
nedir?, üçüncü sorum da Eğer ki şeytan
ateşten yaratılmışsa, Allah daha sonra onu
neden tekrar ateşe atacaktır?
Hoca çocuğun sorularını dinledikten sonra
çocuğun yüzüne hemen bir tokat atar.
Çocuk acılar içinde “Neden beni tokatladın?
Neden bana sinirlendin?”
Hoca: Ben sinirlenmedim, ancak tokat senin
her üç soruna cevaptır.
Çocuk: Ama ben bir şey anlayamadım.
Hoca: Sana tokadı attıktan sonra neyi
hissettin?
Çocuk: Tabi ki acı hissettim.
Hoca: Bu acının mevcut olduğunu sanıyor
musun?
Hoca: Şeklini bana göster.
Çocuk: Gösteremem.
Hoca: O zaman ilk cevabım bu sayılır.
Hepimiz Allah’ın varlığını hissederiz ama
onu göremeyiz.
Hoca. Peki, yarın seni tokatlayacağımı
rüyanda gördün mü?
Çocuk: Hayır.
Hoca: Peki, seni tokatlayacağımı hiç aklına
geldi mi?
Çocuk: Hayır.
Hoca: O zaman kaza ve kadar budur.
Hoca: Sana tokat atan elim neden yaratıldı?
Çocuk: Balçıktan
Hoca: Peki, yüzün neden yaratıldı?
Çocuk: Balçıktan
Hoca: Seni tokatladıktan sonra ney
hissettin?
Çocuk: Acı hissettim.
Hoca: Tamamen öyledir. Şeytan ateşten
yaratılmış olmasına rağmen, Allah onu
ateşe attıktan sonra onun yine de acıyan
yeri olacaktır.
7
İki Arkadaş
Günlerden bir gün iki arkadaş kırda
birlikte yürürken bir konudan bahsederler
ve konuyu tartışırken bir birlerine iyice
sinirlenirler. Bunun üzerine biri diğerine bir
tokat atar. Tokadı yiyen arkadaş yakındaki
kumların üzerinde “Şu tarihte, falan arkadaş
bana bir tokat attı.” şeklinde bir not yazar.
Tokat olayından kısa bir süre sonra iki
arkadaş yine kırda yollarına devam ederler.
Önlerinde bir göl çıkınca ikisi de kendilerini
göre atar ve yüzmeye başlarlar. Daha önce
tokadı yiyen arkadaş boğulmak üzereyken
arkadaşı onu kurtarır. Boğulmak üzere
olan arkadaş Sudan çıktıktan sonra bir
kayanın üzerine “Şu tarihte, falan arkadaş
beni boğulmaktan kurtardı” şeklinde bir
not yazar. Diğer arkadaş ona “Sana tokat
attığımda neden olayı kumların üzerine,
hayatını kurtardığımda ise neden kayanın
üzerinde yazdın?” diye sorar. Diğer arkadaş:
“Tokat olayını kumların üzerine yazdım ki,
rüzgar esince unutulsun, kurtarma olayını
ise dostluğumuz daim kalsın diye kayanın
üzerinde yazdım” der.
8
Avcı Adam
Eski zamanlarda adamın birinin bir oğlu
vardı. Adam oğlunu sürekli ormana götürür
ve av hayvanlarının nasıl avlanacağını ona
öğretirdi. Bir süre sonra oğlan büyüdü ve
bir delikanlı oldu. Babası oğluna artık kendi
başına ava gidebileceğini ve kendisine
güvenmesi gerektiğini söyledi. Bir gün
delikanlı yanına yiyecek bir şeyle alarak tek
başına ava gitti. Ormanda yürürken, etrafta
boş boş dolaşan aç bir yaşlı tilki gördü.
Delikanlı kendi kendine bu hayvanın nasıl
yiyecek temin edeceği falan düşünmeye
başladı, bu arada biraz ilerden garip sesler
duydu ve hemen bir kayanın arkasında
saklandı. Sesin geldiği tarafa doğru
baktığında aslanın bir hayvanı yediğini
gördü. Bir sure aslanı kayanın arkasından
seyretti. Aslan yiyip doyduktan sonra bir
ağacın altına gitti ve yattı. Bu esnada yaşlı
tilki leşin başına geldi aslanın artığını
yemeye başladı. Bunu gören delikanlı, kendi
kendine tilki
nasıl çalışmadan yiyecek
bir şeyler buldu, ben neden yiyecek bir
şeyler için kendimi yorayım ve ailemden
uzakta olayım!!! dedi ve avı bırakıp eve geri
döndü. Delikanlı neden av yapmadan eve
döndüğünü babasına anlattı. Babası da ona
“Ben senin aslanların artığıyla beslenen bir
tilki değil, artığınla tilkilerin besleneceği bir
aslan olmanı isterdim” dedi. Bunun üzerine
delikanlı genç, utanır ve kendi başına
avlanmak için tekrar ormana gider.
9
Papağan
Bağdat’ta tüccarın birinin bir papağanı
vardı. Bu papağan insan gibi konuşabilirdi.
Bir
gün
tüccar
adam
papağanların
anavatanı sayılan Sudan’a ticarete gitmek
istedi. Papağan “Tüccar baba, oradaki
arkadaşlarıma,
benim
demir
kafeste
olduğumu ve uçamadığımı anlatır mısın?”
tüccar adam Sudan’a gidince papağanının
dediklerini oradaki papağanlara anlatır.
Papağanlar da hemen uçup yere düştüler
ve öldüler.
Tüccar adam Bağdat’a dönünce
papağanına olup bitenleri anlatır. Bunun
üzerine
papağan
kanatlarını
kafese
çarparak kendisini öldürür. Tüccar adam
da kafesi açar ve onu atar. Papağan atılınca
uçmaya başlar ve “Tüccar baba, Sudan’daki
arkadaşlarım ölmediler, onlar bana nasıl
kaçacağımı öğrettiler” der.
13
10
Kadınların Entrikaları
Günlerden bir gün adamın biri, çok güzel
bir kızla evlenir. Karısına güvenmediği için
evden çıktığında evin bütün kapılarını kilitle
kitler. Bir gün adam evine döner ve dinlenmek
ister. Çok meraklı olan karı evin kapısına
çıkar ve orada çok yakışlıklı bir genç görür.
Her gün aynı şeyi yapan kadın, kocasına
fark ettirmeden yakışıklı delikanlıyı evine
alır. Böylece her gün kocası evden çıkınca
kadın yakışıklı delikanlıyı eve alır ve onunla
birlikte olur. Bir gün komşulardan biri bunu
görür ve kocaya anlatır. Koca duyduklarına
inanmaz ve o zamanda çok yüce bir dağ
vardır. O dağa yemin edilirdi. Kim ki yalanla
bu dağa yemin ederse hemen öleceğine
inanılırdı. Koca eve döner ve kendisinden
başka hiçbir erkekle birlikte olmadığına
dair bu dağa yemin etmesini ister. Kadın da
dağdan korktuğu için ne yapacağını bilemez
ve hemen eşine “Tamam yarın bir araba
kiralayıp beraber dağın üstüne çıkalım.
Orada sana yemin edeceğim.” der. Koca
evinden çıkar çıkmaz kadın dışarı çıkar ve
delikanlıya yarın evlerinin önünde bir araba
getirip arabacılık yapmasını ister.
Ertesi gün koca bir araba ararken
yakışıklı
delikanlı
evlerinin
önüne
arabacı kılığında gelir. Böylece karı, koca
yakışıklının arabasına biner ve dağın
üstüne çıkarlar. Dağ karşına geldiklerinde
kadın arabadan inince kendisini arabadan
düşürür ve bacaklarını çıkarır. Kocası hadi
yemin et. Kadın da “Bu dağa yemin olsun
ki benim vücudumu senden ve arabacı
adamdan başkasını kimse görmedi” der.
Adam karısının hilebazlığını ve entrikasını
anlar. Bu arada dağ hemen o anda çöküverir
ve yerle düz olur. Adam buna hayretle bakar
ve “Dağ bile kadınların hilebazlığına ve
entrikalarına dayanamadı” der.
SONUÇ
Bu çalışmada sözlü geleneği süsleyen;
zamana, teknolojiye ve zor şartlara
karşı direnen Hanekin masalları bilimsel
14
metotlarla çerçevesinde motif açısından
incelenmiştir.
Çalışmada yer alan on masal metnin biri
(9) hayvan masalıyken dokuzu asıl halk
masallarıdır. Bazı masalların kahramanları
erkekken bazıları kızdır.
Tüm Türk dünyasının masalları gibi Hanekin
masallarının dünyası da çok geniştir. Masal
olaylarının geçtiği yerler belli değildir.
Sadece 9 numaralı masal Sudan ülkesi adı
geçmektedir. Diğer masallara bakıldığında
herhangi bir yerin veya memleketin ismi
geçmemektedir.
Masallarda
çoğunda
sonunda
kötüler
cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir. Bununla
birlikte masala dinleyenine bir ibret
kazandırılır. Örneğin 12 numaralı masalda,
baba, oğluna nasıl kendisine itimat
edeceğini öğretmeye çalışmaktadır.
Masallarda yer alan topluluk bir kesime
sınırlı değildir. 5 numaralı masal da yer alan
Sabiî topluluğunun ismi haricinde diğer
masal metninde herhangi bir dinin veya
etnik grubunun adı geçmemektedir.
Hanekin Türkmenlerinden derlenen on
masal metni ile ilgili bir karşılaştırma
çalışması
yapılırsa,
bu
masalların
benzerleri Türk dünyasında rahatlıkla
bulunabilinecektir. Bu da Türk kültür birliği
ve varlığının göstergesidir.
Masallarda yer alan tipler incelenirse, bu
tipler genellikle iyi ve kötü tipler olmak
üzere ikiye ayrılır. Masalın sonunda iyiler hep
kazanır, kötüler ise yenilir ve cezalandırılır.
Yukarıda da bahsi edildiği gibi, 9 numaralı
masal haricinde masal kahramanlarının
hepsi insandır.
Hacim açısından kısa olan Hanekin
masallarının formel unsurları bakımından,
daha önce yapılan masal çalışmalarındaki
formel
unsurlara
nispetle
zayıfladığı
görülmüştür.
Masallar tamamı giriş ve sonuç kısımlarında
kalıp ifadelerden yoksundurlar.
4 ve 5 numaralı masallar haricinde diğer
sekiz masal motif açısından fakir oldukları
görülmüştür.
Motif İndex’te bulunmayan sekiz yeni motif
tespit edilmiştir..
Masalı anlatan kaynak kişilerin senelerdir
masal anlatmadıklarını bize söylemişlerdir.
Bunun gerekçesi de gelişen teknolojiden
ötürü insanların artık masal dinlemeye
ihtiyaç duymadıklarını göstermişlerdir.
Hanekin Masalları ses kayıt cihazıyla
dinlenerek dikte edilmiştir. Ancak çalışma
hacmini büyütmemek için sadece Türkiye
Türkçesi ile verilmesi uygun görülmüştür.
Hanekin masallarında ele alınan konular ve
yer alan tip ve motifleri ele alacak olursak,
bu masalların genel Türk masalları içinde
önemli bir yerinin olduğunu görürüz. Türk
insanının yaşayışı ve tarihiyle bağlantısı,
bu
masallara
yansımıştır.
Çalışmada
olağanüstü masallara yer verildiği gibi
gerçekçi masallara da yer verilmiştir.
Masallarda kadın ve aile yaşamı önemli
ölçüde ele alınmıştır. Kadınlar, genç kızlar,
genellikle evlerine ve ailelerine bağlı birer
Türk kadını olarak tasvir edilmişlerdir.
Hanekin dâhil diğer yörelerde de masal
geleneğinin gittikçe ortadan kaybolmaya
yüz çevirmekte olduğu acı bir gerçektir.
Masallar, sadece halk edebiyatının bir türü
değiller, aynı zamanda halk kültürü yanı sıra
toplumun gelenek-göreneklerini nesillere
aktarmaktadırlar. Dolayısıyla bu önemli
kültür hazinemizi yok olmaktan kurtarıp
yazıya geçirmemiz gerekir.
.
SAKAOĞLU, Saim, Anadolu Türk Efsanelerinde
Taş
Kesilme
Motifi
ve
Bu
Efsanelerin
Tip
Katalogu, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara
1980.
SAKAOĞLU,
Saim,
Gümüşhane
ve
Bayburt
Masalları, Akçağ Yay. Ankara 2002
KAYNAK KİŞİLER
Adil Adnan Ethem, 1969, Lise mezunu memur,
Anlattığı masal numarası: 1, 2, 3. Masal
Hayriye İbrahim Murat, 1958 Hanekin doğumlu,
ev hanımı, Anlattığı masal numarası: 4,5
Murtaza Ali Hurşit, 1952 Hanekin doğumlu,
Manav, Anlattığı masal numarası: 6
Şefik Ali Kadir, 1970 Hanekin doğumlu, Şoför,
Anlattığı masal numarası:7,8
İzzettin Abbas, 1949 Hanekin doğumlu, emekli
öğretmen, Anlattığı masal numarası:9
Şükriye Ali Hüseyin, 1944 Hanekin doğumlu,
Anlattığı masal numarası:10
1. Bağdat Üniversitesi Diller Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölüm başkanı
2. İlçe hakkında daha fazla bilgi için bknz.
KAYNAKÇA
Necdet Yaşar Bayatlı, Irak Türkmen Halk Kültürü
Araştırmaları, Berikan Yayınevi, Ankara 2011,
ALPTEKİN, Ali Berat, Halk Hikâyelerinin Motif
s.251255-.
Yapısı, 2.baskı, Akçağ Yayınevi, Ankara 2002.
3. Necdet Yaşar Bayatlı, Irak Türkmenlerinin
ALPTEKİN, Ali Berat, Taşeli Masalları, Akçağ
Halk Masalları (İnceleme-Metin-Sözlük), Berikan
Yayınevi, Ankara 2002.
Yayınevi, Ankara 2009.
BAYATLI, Necdet Yaşar, Irak Türkmenlerinin
Halk Masalları (İnceleme-Metin-Sözlük), Berikan
Yayınevi, Ankara 2009.
BAYATLI, Necdet Yaşar, Irak Türkmen Halk
Kültürü Araştırmaları, Berikan Yayınevi, Ankara
2011.
ELÇİN, Şükrü, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ
Yayınevi, Ankara 1993.
KARADAVUT, Zekeriya, Kırgız Masalları, Kömen
Yay. Konya 2003.
KAYA, Doğan, Ansiklopedik Türk Halk Edebiyatı
Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yay. 1.baskı, Ankara
2007.
OĞUZ, M. Öcal, Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker
Yay. 5.baskı, Ankara 2010.
15
Mehmet Akif Ersoy’un
“Çanakkale Şehitlerine”
Adlı Şiirinin Tahlili
Çanakkale Savaşları, I. Dünya Paylaşım
Savaşı sırasında 19151916- yılları arasında
Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı Devleti ile
İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve
kara savaşlarıdır.
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden
yol
bularak
geçmek
için
Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- «Bu, bir
Avrupalı!»
Medeniyyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.
Sonra melundaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor amâkı;
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı
beşer,
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer
mahşer.
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne
belâ...
Hani, tâûna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-ı asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise, hakkıyla sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
16
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN
1
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak,
el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına
râm?
Çünkü tesis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
«O benim sun-i bedî’im, onu çiğnetme» dedi.
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş
gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
«Gömelim gel seni tarihe» desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o
kitab...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
«Bu, taşındır» diyerek Kâbe’yi diksem
başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem
taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Selâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, asâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu
cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Şiir Hakkında Genel Bilgi:
Bu şiir, Mehmet Akif Ersoy’un Safahat adlı
eserinin 6. kitabı olan Asım adlı şiir kitabının
içinde yer alan bir bölümdür. İlk defa 10
Temmuz
1924
tarihinde
Sebilürreşad
dergisinde “Asım’dan Bir Parça” adıyla
yayınlandı.
Çanakkale
Savaşlarının
devam
ettiği
sıralarda Akif, resmî bir görev münasebetiyle
Berlin’de bulunmaktadır. Savaşları büyük bir
heyecanla takip eder ve arkadaşı Binbaşı
Ömer Lütfi Beye şöyle der:
“Ömer Bey, bu Çanakkale ne olacak?
-Allah bilir ama vaziyet tehlikelidir. Askerlik
noktasından düşünülünce ümit yok. Ancak
fen kaidelerinin (kurallarının) haricinde,
fevkalbeşer (insanüstü) bir şey olmalı ki
dayanabilsin?
Ben böyle dedikçe:
-Eyvah, son istinadgâhımız (dayanağımız)
da yıkılırsa ne olur? diyerek çocuk gibi
gözlerinden yaşlar dökülmeye başlardı.
Akif’in Çanakkale için ağlamadığı gün
yoktu. Ben kavâid-i harbiyyeden (savaş
kurallarından) bahsettikçe canı sıkılırdı.
Onun böyle askerî muhakemelere tahammülü
yoktu. O, daima katî (kesin) bir kelime isterdi.
-Bütün dünya toplanıp hücum etse yine
Çanakkale sukût etmez! (düşmez) derdi.
Onun büyük imanı başka bir ihtimale asla
17
2
müsait değildi.”
Akif, Berlin’den döndükten hemen kısa bir
süre sonra Teşkilat-ı Mahsusa 3 tarafından
Arapların isyanına engel olmak için yanında
Tunuslu Şeyh Salih ve bir başka zat ile
Arap yarımadasına gönderilir. Arabistan’da
4
bulunduğu bir sırada El-Muazzam ’da tren şefi
Mısırlı Mahmud, İngilizlerin Çanakkale’den
kaçtıklarını
müjdelediği
zaman
Akif,
sevincinden çıldıracak gibi olur. Âdeta
inanamıyordu:
“-Sahih (doğru) mi?... Allah aşkına doğru
söyleyin.. Muhakkak mı?
-Resmî tebliğat var efendim.
-Ya Rabbi, sana binlerle, milyarlarla şükür.
Yaşasın arslan ordumuz!..
Baktım Kahraman Akif’in gözlerinden yaşlar
dökülüyordu. Sanki dünyalar ona verilmişti.
Binbir tehlike karşısında ufak bir teessür
alameti göstermeyen koca Akif, şimdi masum
bir çocuk gibi ağlıyordu. O teessürünü
belli etmezdi. Elemini de sevincini de içine
gömerdi. Ancak bu hadise karşısında kendini
zaptedemeyerek gözyaşları döktü.
Onun bu hali hepimize tesir etti. Biz de ona
iştirak ettik. O hem ağlıyor, hem Allah’a
şükrediyordu. O teessür içinde ellerini
kaldırdı:
-Allah’ım dedi, şu Çanakkale’de dövüşen
kahramanları yazmadan canımı alma! Sonra
gözüm arkada kalır.
Bize döndü:
-Haydi arkadaşlar, dedi, ne duruyorsunuz?
Kurbanları kessenize..
O çölde koyun ne gezerdi! Kuraklıktan
kurban bile bulunmuyordu. El-Muazzam,
Hicaz demiryolunun hemen ortasına tesadüf
eden bir çöl istasyonu. İstasyondan başka
hiçbir bina yok. Ne insan, ne hayvan, ne
5
yeşillik, ne umran..”
Akif, Çanakkale zaferinin müjdesini alınca
kafile başkanı Eşref
Bey’in boynuna
sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlar. Bütün gece
uyumaz, çölde “Allah’ım Çanakkale destanını
yazmadan canımı alma” diye ağlar. Eşref
6
Sencer Kuşçubaşı hadiseyi şöyle anlatır:
“Geceleyeceğimiz istasyonun ilerisinde
bir tepeye çekildi ve görenlerin bildiği
çölün yıldızlı gökyüzüne ışıklarını eklemiş
mehtabın aydınlığında hıçkıra hıçkıra şiirini
yazdı. Bu müsveddeyi (karalamayı) daha
18
sonra defalarca okudu. Fakat hiçbir esaslı
değişiklik yapmadı. O erişilmez ilham Şeyh
Salih Şerif’in dediği gibi sünuhat-ı Rabbaniye
(ilahî ilhamlar) idi.”
*Şiirin Nazım Birimi: Beyit
*Şiirin Nazım Şekli: Yeni Mesnevi
*Şiirin Nazım Türü: Bu şiir, geleneksel Türk
şiirinin destan ve gazavatnâme türlerinin pek
çok özelliğini taşımaktadır. Gazâ, Arapça
bir kelime olup, savaş, cenk demektir.
Gazavat, gazanın çoğulu olup savaşlar
demektir. Gazavatnâme ise savaşları konu
alan destan, eser, mektup, şiir demektir.
En eski Türk edebiyatı örneklerinde
destan ve gazavatnâmeler önemli bir yer
tutar. Türk ordusunun, komutanlarının,
askerinin
kahramanlıklarını,
savaşlarda
gösterdiği büyük yararlılıklarını, zaferlerini
anlatan edebî bir türdür. Yalnız eski Türk
edebiyatında gazavatnâmeler, genellikle
padişahları, vezirleri, komutanları, İslam
büyüklerini öven metinlerdi. Dolayısıyla eski
gazavatnâmeler, kişi merkezli metinlerdi.
Mehmet Akif, bu modern gazavatnâmesinde
ve destanında ise büyük ölçüde; hatta
tamamen denilecek ölçüde Türk askerini,
Mehmetçiği övmektedir. Yani bu metin, kişi
değil millet merkezli bir gazavatnâmedir.
*Şiirin Vezni: Fe’ilâtün / Fe’ilâtün / Fe’ilâtün /
Fe’ilün
*ŞİİRİN BEYİTLER HALİNDE AÇIKLAMASI
VE YORUMU:
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
Boğaz Harbi: Çanakkale savaşları
kesîf: Koyu, çok sık, sert.
Çanakkale Boğazı’nda yapılan savaşın
dünyada bir benzeri, bir eşi yoktur. Çünkü
dünyanın en güçlü orduları gelmiş ve zayıf
durumda olan Türk orduları tarafından
mağlup edilmiştir. O güne kadar yenilmeyen
İngiliz donanması ilk defa Çanakkale
Savaşı’nda denize gömülmüştür. Bu savaş,
dünya tarihinin ender gördüğü destanlardan
biridir. Türk askerinin ve toptan Türk
milletinin destanlaştığı bir olaydır.
Ufacık bir yarımadada her yer asker kaynıyor,
âdeta askerler yan yana sırt sırta idi. Gökten
iğne atsan yere düşmezdi. O kadar yoğun bir
asker kalabalığı vardı. Ayrıca kara, hava ve
deniz savaşları iç içe ve en yoğun şekilde
yaşandı. Metrekareye 6 bin merminin
düştüğü bir savaştı bu.
Türk ordusuna yüklenen en kesif ordular;
yani hem çok, hem sert ve güçlü ordular:
İngiltere, Fransa, Avustralya, Yeni Zelanda,
Kanada, Hindistan askerlerinden oluşuyordu.
-Tepeden
yol
bularak
geçmek
için
Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Marmara: Bir Türk adasının ismi. Bu adanın
bulunduğu deniz, Asya ve Avrupa kıt’alarını
birbirinden ayırır. Türkiye’nin içdenizidir.
donanma: Belli bir amaçla kullanılan
gemilerin bütünü. Burada savaş gemilerinin
tamamı.
Haçlı orduları, Çanakkale Boğazı’nı geçmek
için Birleşik Filo oluşturdular. 12 muharebe
gemisi, üçü ağır olmak üzere altı kruvazör,
16 muhrip, 12 mayın tarayıcı, 6 denizaltı ve
çeşitli sınır gemileri, Queen Elizabeth ile
Irresistible zırhlıları, Fransızlar da dördü
zırhlı, dördü denizaltı olmak üzere 26 parçalık
bir filo tahsis ettiler.
Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- «Bu, bir
Avrupalı!»
hayâ: Utanma, edep, ar, namus. Allah
korkusu ile günahtan kaçınmak.
tahaşşüd: Birikme, toplanma, yığılma.
vahşet: Yabanilik, acımasızca, canavarca
saldırganlık.
Haçlı orduları o kadar çok asker ve silah
getirmişler ki her tarafa yığınak yapmışlar.
Fakat düşman ordularının kendi ülkelerinden
kalkıp gelerek Çanakkale’ye yığılması
hayasızca, arsızca, utanmazca, şerefsizce
bir
saldırıdır.
Çünkü
gelip
üzerimize
çullanmalarının haklı, ahlakî hiçbir gerekçesi
yoktur. Bu tamamen saldırganca, vahşice bir
abanmadır.
Avrupa kendisini medeni, Müslümanları
da vahşi olarak ilan ediyordu. Halbuki,
Çanakkale’ye
yığdığı
orantısız
güçle
Müslümanları tamamen ortadan kaldırmayı
hedeflemişçesine
medeniyet
davasını
bir tarafa bırakarak tamamen vahşice
saldırdılar. İnsanlık dışı, acımasızca, Türk
ordusunu tamamen ortadan kaldırmaya
dönük bir niyetle abandılar ve yüklendiler.
Akif, burada tezat sanatına yer vererek,
yargısını kuvvetlendirme yoluna gidiyor.
Yani kendini dünyaya medenî ve uygar
olarak ilan eden Avrupa’nın aslında ortaya
koyduğu davranışlar ve eylemleriyle hiç de
medenî olmayıp vahşî bir canavar olduğunu
vurguluyor.
Çanakkale Savaşları barbar, Haçlı Batı
vahşiliğine
karşı
Müslüman
Türk’ün
medeniliğinin sergilendiği bir ortam olmuştur.
Nitekim bu hükmümüzü doğrulamak üzere
Çanakkale
Savaşı’nın
bazı
esirlerinin
ifadelerini aktaralım:
*Yüzbaşı A. J. Dawes (Gurkha Rifles):
“Almanlara esir olmaktansa Türklere esir
olmak daha iyidir. Çünkü Mısır’da Mısır
ordusunda çalıştığım zaman pek çok Türk
subayı ve halkı ile temasta bulunduğum
cihetle iyi bir şekilde bilgi sahibiyim.
Dolayısıyla zaten pederim de aynı fikirde
bulunduğu cihetle beni Türklere ısındıracak
surette nasihatlarda bulunmuştur.
Ve hakikaten vurulduktan sonra bana ettikleri
iyi muameleden olağanüstü etkilendim. Bana
ilk kardeşlik kelimesini sarf eden subay iki
gün sonra vurulmuş ve benim bulunduğum
hastaneye sevk edilmiş olduğundan orada
gördüm ve gayet iyi surette seviştik.”
*Yüzbaşı Liuetenant S. T. W. Goodwin
(Avustralya Emperyal Forsu): “Asker çekildiği
gün sabahleyin uçuyordum. Makineme
arız olan sakatlıktan dolayı denize indim.
Canımı kurtarmak için sahile doğru yüzmeye
başladım. Pek ziyade yorulmuş bir halde iken
Türkler tarafından kurtarıldım.”
*Teğmen William George Stewart Fawkes:
“Kendime geldiğim zaman semada yıldızlar
parlıyordu. Beni ölü zanneden Türkler,
kafama vücuduma tüfeklerini koymaya
başladılar. Biraz kıpırdasam mahvolacaktım.
Yine kendimden geçmişim. Tekrar kendime
geldiğim zaman zabt etmeye çalıştığım Türk
siperinin içinde ve etrafımda şefkatli ve
merhametli yüzlü Türk evlatlarını gördüm.
Bana su, yiyecek verdiler ve omuzlarında
taşıyarak ilk yardım mevkiine getirdiler.
Bu soylu muamelenin ve bundan buraya
gelinceye kadar gördüğüm insani muamele
için hakikaten teşekkür borçluyum. Bunu
burada söylediğim gibi vatanıma dönmek
nasip
olursa
orada
da
çekinmeden
19
söyleyeceğime namusumla temin eylerim.”
* John Styl adlı askerin 21 Ağustos 1915’te
kaleme aldığı ve gazetelerde yayınlanmak
üzere
ülkesindeki
basın
müdürlüğüne
gönderdiği mektuptan: “Bu ayın dokuzundan
beri burada savaş esiri olarak bulunuyorum.
Ben Doğu Lokşir Alayı’nın 6. Taburu’nda
idim. Gerek ben ve arkadaşlarım her hal
ve hususta Türk subaylarının en güzel
manasıyla birer centilmen olduklarını burada
söylemeye fırsat bulduğumdan dolayı cidden
bahtiyarım.
Nöbetçi neferinden tutunuz da subaylara
kadar hepsi hakkımızda tam bir nezaket
gösterdiler.
Yemek
ve
buna
benzer
hususlardaki muamelelerine gelince her ne
kadar tabiatıyla Türk yemekleri bizimkilere
benzememekle beraber pek bol miktarda
verilmektedir ki aynı zamanda pek temiz ve
lezzetlidir. Yedi pencereli odamız büyüktür.
Odamız her gün süpürülüp yıkanmaktadır.
Yataklarımız şikâyeti mecbur olmayacak
derecede rahat ve üzerimizde fanila örtüler
de pek iyidir. Kısaca hepimiz iyi muamele
7
görmekteyiz.”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
sırtlan: Genellikle leş yiyen, gececi memeli
hayvanlar grubundandır. Dişleri kuvvetlidir,
en iri kemikleri bile rahatlıkla öğütebilir.
Ömrü, 25 yıl kadardır. Gündüzleri toprak altı
inlerinde veya mağaralarda barınır, geceleri
ortaya çıkar. Başları iri, boyunları kalın,
ön bacakları uzundur. Çok kuvvetli, fakat
ürkektir. Tehlike anında ölü taklidi yapar,
uygun anda kaçar. Aslan, pars gibi yırtıcıların
artık avlarını yer, mezar yağmacılığı da
yapar. Antilop, zebra ve çiftlik hayvanlarına
da saldırır.
mahbes: Hapishane, cezaevi.
Burada, İtilaf Devletleri adını alan ama
aslında modern bir Haçlı ordusu olan
düşmanlar, açılan kafesinden, hapishaneden
ya da ahırından boşanmış canavar hayvanlar
gibidirler. Türk ordusuna öylesine vahşice
saldırıyorlar ki bütün insanî duygulardan
arınmış, duygusuz ve medenî insan toplumu
davranışlarından uzak bir şekilde olarak,
âdeta sırtlanlar gibi canavarca saldırıyorlar.
Üzerimize saldıran Haçlı ordularını Akif,
sırtlana benzetiyor. Bu anlamlıdır. Zira
20
aralarında benzerlikler var. Sırtlan leş yer,
gündüzleri siner, gece karanlığında ortaya
çıkar, ürkek, korkaktır, arslan gibi soylu
hayvanların artıklarıyla beslenir ya da
antilop, zebra ve çiftlik hayvanları gibi masum
hayvanlara saldırır. İşte Çanakkale’de
üzerimize saldıran düşman orduları da aynen
sayılan bu sırtlan özelliklerine sahip birer
canavardı.
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı
beşer,
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer
mahşer.
Eski Dünya: Avrupa, Asya ve Afrika’ya
topluca verilen addır. Coğrafi keşifler
öncesinde yeryüzünün bilinen kısımları olan
ana karalar.
Yeni Dünya: Amerika ana karasıdır.
akvâm-ı beşer: İnsan toplulukları.
tufan: Şiddetli yağmur.
mahşer: Kıyametten sonra insanların tekrar
dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer.
Çanakkale’ye hem eski dünyadan hem yeni
dünyadan çok kalabalık insan toplulukları,
Türkleri öldürmek için savaşa gelmişler. O
kadar çoklar ki yerden kum gibi kaynıyorlar,
gökten sağanak yağmur gibi yağıyorlar.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
iklim: Bölge, ülke, diyar. “Yedi iklim” de
bütün dünyayı ifade etmek için kullanılan bir
söz öbeğidir.
cihan: Dünya.
Ostralya: Avustralya.
İtilaf devletlerinin orduları dünyanın her
tarafından; pek çok ülkeden derlenip
toplanmış bir Haçlı ordusu halinde karşımızda
durmuştur. İngiltere ve Fransa ordularının
içinde Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada,
İrlanda, Bangladeş, Pakistan, Hindistan’dan
da gelen askerler bulunmaktadır.
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
çehre: Yüz, surat, görünüş, şekil.
lisan: Dil
hadise: Olay
vahşet: Yabanilik, acımasızca, insanlık dışı
bir şekilde saldırganlık.
Düşman orduları yüz şekilleri, dilleri,
derilerinin rengi farklı farklı askerlerden
oluşuyor ama tek ortak noktaları, Türkleri
vahşice yok etme ihtirasları.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne
belâ...
Hani, tauna da züldür bu rezil istîlâ!
Hindu: Hindistan’ın Mecusi halkından olan
kimse. Hindistan’da Brahman ahalisinden
olan. Burada genel manada Hindistanlı
asker.
yamyam: insan eti yiyen, yabani, vahşi. Orta
Afrika’da yaşayan bir kabilenin adı. Buradaki
anlamı hem İngiltere ve Fransa’nın Afrika
sömürgelerinden getirdiği askerler, hem de
Türklerin etini yemek için yani öldürmek
için gelen düşman askerlerinin tamamı. Şair
tevriyeli olarak hem Afrikalı askerleri hem de
Türk’ü öldürme heveslisi olan bütün düşman
ordusunu kastetmektedir.
taun: Veba denilen dehşetli bulaşıcı bir
hastalık.
zül: Alçalma, horluk.
rezil: Alçak, adi, utanmaz, hayasız, soysuz.
istila: Kaplamak, yayılmak, ele geçirmek,
işgal etmek, basmak.
Dünyanın değişik yerlerinden Türk askerlerini
öldürmek için gelen bu istilacı, işgalci,
saldırgan Haçlı ordusu, o kadar iğrenç bir
yayılma gösteriyor ki bulaşıcı hastalık olan
taun yani veba bile bunun yanında çok
hafif kalır. Biz Çanakkale Savaşında veba
hastalığından daha felaketli bir işgal ve
istilaya maruz kaldık.
“Dün sabah işgalci Müttefik kuvvetlerin
Kerevizdere’deki
savunma
hatlarımıza
gemilerden
ve
sahildeki
topçu
bataryalarından yoğun ateşi başlattığı
haberini aldık. Çoğu Müslüman Kuzey Afrikalı
lejyonlardan oluşan Fransız birliklerinin
kontrolü altındaki bölgenin sağ kanadında
yer alan Kerevizdere’nin özelliği gereği,
bu taarruzla düşmanın taktik değiştirdiği
anlaşılmakta.
Seddülbahir
cephesinde
iki hafta önce, 4 – 6 Haziran günleri 3 gün
boyunca devam eden taarruzlarından elle
tutulur bir başarı çıkaramayan Müttefik
Başkomutanı General Sir Ian Hamilton’un
artık cephe boyunca genel taarruz yerine
dar cephelere taarruzlar yapacağı, bu topçu
ateşinin bir müddet süreceği ve ardından
taarruz başlatacakları tahmin edilmekte.”
(Çanakkale 1915, İnternet Gazetesi, S. 27,
19 Haziran 1915)
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-ı asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise, hakkıyla sefil,
yirminci asır: Aslında kelime anlamı
itibariyle, zaman olarak bir dönem ve çağ
adı ise de burada mecazî olarak Avrupa
kastedilmektedir. Çünkü Avrupa yirminci
asrı
modernizm,
gelişmişlik,
insanlık,
medeniyet asrı olarak inşa edeceğini
söylemiştir. Dolayısıyla yirminci asır ile
kendisini özdeşleştirmiş, bu asrı kendisine
mâl etmiştir.
mahlûk-ı asil: Soylu yaratık.
gözde:
Benzerleri
arasında
nitelikleri
sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem
verilen kimse veya şey. Önemli bir kimsenin
beğendiği kadın. Odalık. Göze girmiş olan,
sevilen, beğenilen, benimsenen. Osmanlı
sarayında padişahın ilk dört cariyesine
verilen ünvan.
hakkıyla: Tamamıyla, bütünüyle.
sefil: Muhtaçlık içinde olan, çok sıkıntılı,
perişan, yoksul, alçak.
Avrupa
kendisinin
yirminci
yüzyılda
medeniyeti, soyluluğu, insanlığı getirdiğini
iddia ediyordu. Uluslararası siyasetinde de
insan haklarına saygı duymayı, başka millet
ve devletlerle onların siyaseten egemenlik
haklarına ve toprak bütünlüğüne saygı
duyarak barış içinde, medenice yaşamayı,
işbirliğini, dayanışmayı esas aldığını ilan
ediyordu.
Ama kendisini soylu bir yaratık olarak
ilan eden yirminci asır Avrupasının dünya
kamuoyuna ilan ettiği söylemleriyle bizzat
ortaya koyduğu eylemleri, hareket ve
fiilleri birbirini tutmuyor, söylediklerinin
tam tersini yapıyordu. Avrupa’nın göz
koyduğu, işgal ettiği, köleleştirip esir ettiği,
sömürgeleştirdiği her varlık, her topluluk,
her millet ve devlet tamamiyle sefil, perişan
ve yoksul durumdadır.
Çünkü sömürge edinerek kendisine bağladığı
milletleri iliklerine kadar sömürüyordu,
onlara bir şey bırakmıyordu. Yani yirminci
yüzyılın insanlıktan, haktan, hukuktan,
adaletten yoksun olan Avrupa medeniyetine
bir şekilde maruz kalmış olan, Batılı
devletlerin sömürgesi olan bütün topluluklar,
milletler her anlamda perişan durumdadırlar.
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
21
Mehmetçik: Türk askerine sevgi duygusu ile
verilen ad. Mehmed, Arapça “Muhammed”
olan ismin Türkler tarafından söylenen
şeklidir. Mehmetçik ise “Küçük Muhammed”
demektir. Yani Türk askeri, Hz. Muhammed
(sav)in askeri manasındadır. Biz Türk milleti
olarak tarih boyunca kendimizi, askerlerimizi
Hz. Muhammed (sav)in İslam davasını
koruyan, yayan bir ordu olarak görmüşüz.
Bu yüzden Türk ordusuna peygamber ocağı,
Asâkirullah (Allah’ın askerleri), cündüllah
(Allah’ın ordusu) denir.
esrâr: Gizlenen sırlar. 20.Yüzyılın Batı
medeniyeti
içinde
gizlediği,
dünya
kamuoyuna söylemediği ama hep içinde saklı
tuttuğu sömürme, yağmalama, öldürme,
yakıp yıkma, işgal ve istila etme niyetlerini
ve
eylemlerini
nihayet
Çanakkale’ye
kadar gelip Mehmetçiğin karşısına geçip
vahşice saldırarak bir bakıma kusmuş oldu.
Dolayısıyla Çanakkale Savaşları aslında
bir bakıma Batı emperyalizminin, Avrupa
medeniyetinin gerçek yüzünü gösteren bir
turnusol kâğıdı gibidir.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.
âfet: Görünce insanın aklını başından alan
olağanüstü güzel yüze ve vücuda sahip
kadın.
kahpe: Namussuz kadın, fahişe, hilekâr
kalleş, sözünde durmaz.
20. yüzyıl Avrupası, Modern Batı, kendisini
medeni, ileri, gelişmiş, güzel, iyi; kendi
dışındaki
toplumları
da
medeniyetsiz,
ilkel, vahşi olarak tanımlamıştır. Dünya
toplumlarına yaptığı büyük propagandalarla
kendisini hep üstün, değerli, uygar, insancıl,
merhametli, yardımsever, erdemli bir toplum
olarak sunuyordu.
Burada Batı medeniyeti, yüzü güzel,
süslü, çekici, albenili ama içi, ruhu, kalbi
kötü, güvenilmez, kalleş bir fahişe kadına
benzetilmektedir. Âdeta yüzüne bir maske
takmış, gerçek niyetlerini gizlemiş, hileci
bir kadına benzetiliyor. Dünya toplumlarına
gösterdiği yüzü güleç, iyiliksever, insancıl
ama ruhu, kalbi simsiyah, kötülüklerle,
canavarlıklarla dolu.
Tanzimat’tan bu yana Türk milleti olarak biz
de bu süslü, boyalı, cilalı Batı medeniyeti
fahişesini hep taktığı maske ile tanıdık,
22
gerçek
kimliğini,
yüzünü
ve
niyetini
görememiştik. Modern Batı medeniyetine
âdeta romantik duygularla âşık olmuştuk.
Tek kurtuluşu Batı medeniyetine girmekte
görmüştük. Onun için Tanzimat’tan beri
hep batılılaşmaya, batılılar gibi olmaya,
Avrupa ailesine girmeye çalışıyorduk. Kendi
Türk-İslam kültür ve medeniyetimizden
vazgeçerek Batının batıl değerlerinden
oluşan sahte medeniyetine tutulmuştuk.
Ama Çanakkale Savaşları bize gösterdi ki
Batı denilen Haçlı-Siyonist dünya ikiyüzlüdür,
yüze güler, arkadan hançerler.
Sonra melundaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
melun: Lanetlenmiş. Burada işgalci İtilaf
devletleri orduları kastediliyor.
tahrip: Yıkma, mahvetme.
müvekkel esbâb: Vekil edilmiş olan sebepler.
Burada Türk ordusunu, Türk devlet ve
vatanını yakıp yıkmak için kullanılan modern
silahlar.
mülk: Ülke.
İşgal orduları Çanakkale’ye o zamanın
en modern ve gelişmiş silahlarıyla gelip
saldırdılar. Bu silahların tahrip gücü o kadar
yüksekti ki her biri koca bir memleketi,
ülkeyi harap edebilecek, yerle bir edebilecek
seviyedeydi. Amaçları Türk milletini ortadan
kaldırmaktı.
Emperyalist Haçlı Batı, bir tahrip yani yakıp
yıkma, yok etme, öldürme, katliam ve vahşilik
uygarlığıdır. Onun için Akif bunlara melun
diyor. İslam ise yapma, inşa etme, diriltme,
iyilik, yardım ve insanlık medeniyetidir. Akif,
bu beyitte dolaylı olarak bu iki medeniyet
arasında bir karşılaştırma yapmaktadır.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor amâkı;
sâika: Yıldırım.
âfâk: Ufuklar, gözle görülebilen her taraf.
amâk: Derinlikler, çukurlar.
Çanakkale Savaşları öylesine şiddetli oluyor
ki her yerde bombalar, silahlar, kurşunlar,
şimşekler, yıldırımlar gibi her tarafı âdeta
yangın yerine çevirmektedir. Düştükleri
yerlerde âdeta zelzele gibi yeryüzünü
darmadağın eden bombalar, her yerde derin
çukurlar açmaktadır.
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Türk askerinin bulunduğu her sipere
düşmanların yağmur gibi yağdırdıkları
bombalar gelip patlıyor, her tarafı darmadağın
ediyor. Ama kahraman Türk askeri bundan en
ufak bir yılgınlık göstermeden, insanüstü bir
dirençle düşmana karşı koyuyor, cesaretle
savaşmaya devam ediyor, siperini bırakıp
kaçmıyor.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
lağam: Kaleleri düşürmek için gedik açmak
veya düşman ordugâhına zarar vermek
maksadıyla açılan ve barut konulup atılan
yerler. İstihkâm da denir.
Savaş o kadar şiddetli ki her yerden ateş
kaynıyor, arka arkaya binlerce lağam
atılıyor ve yüzlerce adam yanıyor. Âdeta
cehennem görünümü arz ediyor. Askerler
kalabalık gruplar halinde âdeta ateş içinde
kalmışçasına yanıyor.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
enkâz-ı beşer: İnsan yıkıntıları, harabeleri,
parçaları.
Karşılıklı olarak devam eden savaşın
şiddetini tasvir eden etkili bir söylem.
Yerden cesetler püskürüyor, göklerden
ceset parçaları yağıyor. Her tarafa insan
organları savruluyor. Bir kasırga gibi devam
eden savaşta her taraftan ceset parçaları
yağmaktadır.
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak,
el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Bu beyit de öncekiler gibi savaşın şiddetini
gösteren bir tasvirdir. Özellikle ölen o kadar
çok asker var ki vadilere, sırtlara her yere
insan organları savrulmaktadır. Savaş
alanında âdeta boş bir yer kalmamacasına
her tarafta ölen askerlerin organları serilmiş
vaziyettedir.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
zırh: Ok, kılıç, süngü gibi silahlardan korunmak
için giyilen, demir ve tel levhalardan yapılmış
giysi. Savaş gemilerinin veya bazı araçların
dışına kaplanılan çelik levha.
namert: Korkak, insaniyetsiz, alçak, kalleş.
yaylım: Aynı anda birden çok ateşli silahın
ateş etmesi.
tufan: Çok yoğun ve şiddetli olan şey. Şiddetli
yağmur.
Namert
eller
olarak
vasıflandırılan,
düşmanlardır. Düşmanların silah gücü daha
üstün olduğu için zırha bürünmüşlerdir.
Daha korunaklı bir şekilde, sığındıkları
sağlam siperlerden ya da savaş araç ve
gereçlerinden Türk ordusuna yağmur gibi
yağan şiddetli ateş ediyorlar. Âdeta Türk
askerinin üstüne ateşten seller boşaltıyorlar.
Türk askeri ise zırhı, kendisini koruyacak bir
nesnesi olmayarak olduğu gibi meydandadır.
Yani bir şeyin arkasına saklanmadan mertçe
dövüşmektedir. Düşman askeri ise mert
değil, namerttir. Türk askerinin karşısına
erkekçe çıkmaz. Kalleşçe korunduğu,
gizlendiği yerden ateş eder.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyare.
sine: Göğüs.
tayyare: Uçak.
Türk ordusunun savaş araç ve gereçleri,
düşman ordusuna göre daha az ve kendileri
daha korunaksız olduklarından âdeta savaş
meydanında açıkta duruyorlar. Düşman
orduları ise gökyüzünden sayısız uçakla
meydanda korunaksız olan Türk askerine
ateş yağdırıyorlar. Türk ordusu “açık sineler”
olarak ifade edilirken, düşman uçakları da
“sürü” olarak nitelendirilir.
Bunun ince bir anlamı ve mesajı vardır. “Açık
sine”, göğsünü gere gere düşmana mertçe
meydan okumayı ifade eder. “Sürü” ise
olumsuz bir mana taşır. Türk ordusu merttir,
düşmanlar ise sürüdür ve kalleştir. Yani
Türk ordusu, meydanda çıplak bedeni ile,
salt pazu gücü ile durur ama düşman, aynı
şekilde, aynı şartlarda eşit şekilde karşısına
çıplak kollarıyla çıkma cesareti gösteremez,
kalleşçe havadan uçaklarla saldırır.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
gülle: Taş, demir veya çelikten yuvarlak veya
silindir biçiminde bir ucu sivri olarak yapılan
top mermisi.
Düşman
ordularının
topları,
tüfekleri,
mermileri yani silahları daha fazladır ve
yoğun biçimde ateş ediyorlar, âdeta ateş
kusuyorlar. Fakat Türk askeri o kadar
kahraman, o kadar yiğit ve cesur ki üzerine
yağmur gibi yağan mermilerle âdeta alay
edercesine onlardan korkmuyor ve gülüyor.
23
Yani düşmanları hafife alıyor, gözünde
büyütmüyor, ümidini kırmıyor, kahramanca
savaşmaya devam ediyor. Türk ordusunun
kahraman olması, her türlü zorluğa, sayı
çokluğuna, güç ve silah üstünlüğüne boyun
eğmemesi, azimli, imanlı, kararlı, sebatlı
olması ve ümidini hiçbir zaman yitirmeyerek
erkekçe savaşmasıdır.
Kendinden kat kat üstün ordulara ve her
türlü güç gösterisine karşı gülmek, onu
gözünde büyütmemektir, hafife almaktır,
alaya almaktır. Türk askeri Allah’tan başka
kimseden korkmamıştır, fiziksel anlamdaki
gücü büyük görmemiş, azimle savaşmıştır.
Türk tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Tarih
boyunca Türk orduları hep kendinden kat
kat büyük ve üstün ordularla savaştı, onların
sayı çokluğunu ve silah üstünlüğünü hep
hafife aldı, düşman tehdidine hiçbir zaman
boyun eğmediği gibi, hep küçük gördü.
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan ve
silahlarla güçlendirilen yapı.
hasım: Düşman
kal’a: Kale
Türk askeri, içine girip saklanacağı çelikten
yapılmış tabyalara ihtiyaç duymadığı gibi
düşman askerlerinden de korkmamaktadır.
Zira çok güçlü, çok sağlam bir Allah inancına
sahiptir. Allah’a büyük bir imanla bağlı olan
kişi, hiç kimseden korkmaz. Türk askeri,
kuvvetli bir İslam imanına sahip olduğu için
göğsü âdeta kale gibidir ve hiçbir düşman, bu
iman kalesini teslim alamaz, ele geçiremez.
Zira Çanakkale savaşları, âdeta Türk
milletinin imanını, İslam’ını, kimliğini koruma
savaşlarıdır. Emperyalist Haçlı orduları,
Çanakkale’ye bir bakıma Müslüman Türk
varlığını yok etmek, Türk milletinin imanını,
İslam’ını ortadan kaldırmak için gelmişlerdir.
Ama sağlam mümin ve Müslüman olan
Türkler buna izin vermedi.
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına
râm?
Çünkü tesis-i İlâhî o metin istihkâm.
hâşâ: Asla, katiyen, Allah korusun. Bir durum
veya davranışın kesinlikle kabul edilmediğini
anlatan bir söz.
râm etmek: Boyun eğdirmek, itaat ettirmek.
tesis-i ilâhî: Allah’ın kurduğu, yaptığı bir
24
kurum ve kuruluş, ilahi yapı.
metin: Sağlam, dayanıklı
İstihkâm: Düşman saldırısını durdurmak,
düşmana karşı savunma yapmak amacıyla
düzenlenen yer.
Müslüman Türk askerinin imanlı göğüsleri,
Allah’ın yarattığı, yaptığı, kurduğu çok sıkı
bir duvar, çok sağlam bir kale gibidir. Bu
çelikten daha sağlam imanlı göğüsleri hiçbir
düşman kuvveti emrine alamaz, esir edemez,
boyun eğdiremez, kahredemez, yok edemez.
Bu
savaş
âdeta
düşmanların
maddi
silah üstünlüğüyle karşı Müslüman Türk
ordusunun manevi iman üstünlüğü savaşı
olmuş ve sonuçta iman, silaha galip gelmiştir.
Dolayısıyla burada verilmek istenen mesaj,
açıktır. O da: İmanınız ne kadar güçlüyse her
türlü zorluğa, sıkıntıya, zulme, saldırıya karşı
o kadar fazla direnme ve dayanma gücünüz
olur. Önemli olan madde ve silah üstünlüğü
değil, iman üstünlüğüdür.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer;
mevki: Yer, durum, konum.
müstahkem : Dayanıklı , güçlü,
sağlamlaştırılmış, desteklenip
güçlendirilmiş.
mevki-i
müstahkem:
Türlü
savunma
tesislerini kapsayan bölge.
beşer: İnsan
tevkif etmek: Durdurmak
sun-i beşer: İnsan yapımı, insan elinden
çıkma.
Her iki ordunun da yaptığı sağlam ve güçlü
savunma tesisleri darmadağın edilir, bozulur,
yakılır yıkılır. İnsanın yaptığı hiçbir engel yine
insanın azmini, kararlılığını durduramaz. Yani
insan ne kadar güçlü yapılar yaparsa yapsın,
ne kadar sağlam engeller koyarsa koysun bir
başka insanın imanı, azmi, kararlığı bütün
bunları yerle bir edebilir.
Bu beyitte esas itibariyle Müslüman Türk
ordularının azim, kararlılık ve büyük imanının
düşman ordularının yaptığı güçlü savunma
tesislerini darmadağın ettiği, yakıp yıktığı
ifade ediliyor.
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
«O benim sun-i bedî’im, onu çiğnetme» dedi.
Hudâ: Farsça bir kelime olup “Allah”
demektir.
ebedî: Sonsuz, sonu olmayan, sınırsız.
serhad: Sınır boyu.
sun-i bedî: Eşsiz sanat eseri. Allah’ın
yarattığı eşi benzeri olmayan yegâne,
biricik sanat eseri. Burada 3 manası birden
kastedilmiştir: 1. Müslüman Türk milletinin
imanlı göğüsleri, bedenleri, 2. İslam dini, 3.
İslam vatanları
Müslüman Türk ordularının imanlı göğüsleri
ve bedenleri, sonsuza kadar Allah’ın
dininin, İslam memleketlerinin sınırlarını
düşmanlara karşı koruyan sınır boyu
muhafızlarıdır. Allah, Müslümanlara: “Sizin
imanlı göğüsleriniz, İslam dini ve İslam
vatanları benim eşsiz sanat eserimdir, özene
bezene yarattığım eserlerimdir, bu üç önemli
unsuru düşmanlara çiğnetmeyin” dedi.
Çanakkale
savaşları,
Müslüman
Türk
ordularının Müslüman Türk milletini, İslam
dinini ve İslam vatanlarını Haçlı ordularına
çiğnetmemesi davasıdır.
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş
gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Çanakkale
Savaşlarında
kahramanca
savaşan ve “Asım’ın nesli” olan Müslüman
Türk askerleri, namusları olan milletlerini,
dinlerini,
vatanlarını,
şereflerini
Haçlı
ordularına çiğnetmediler, ezdirmediler.
Burada bahsedilen “Asım’ın nesli” nde 2 ayrı
Asım’a gönderme vardır: 1. Hz. Muhammed
(sav)’in yol arkadaşı yani sahabe olan Asım,
2. Asım adlı kitabında bahsedilen Asım
adındaki genç.
Asıl olarak kastedilen Asım ise Safahat’ın 6.
kitabı olan ve bu şiirin de içinde yer aldığı
“Asım” kitabında kendisinden bahsedilen
kişidir. Manzum bir hikâye olan Asım adlı bu
eserde Hocazâde (Mehmet Akif), Köse İmam
(Mehmet Âkif’in babası Tahir Efendi’nin eski
bir öğrencisi olan Ali Şevki Hoca), Köse
İmam’ın oğlu Âsım (Köse İmam’ın oğlu) ve
Hocazade’nin oğlu Emin adlı 4 kişi arasında
geçen konuşmalara yer verilir.
Bu eserde Asım, Batıdan müspet bilimleri
öğrenen, İslam inancı ve Türk ahlakıyla
donanan,
çalışkan,
gayretli,
ahlaklı,
bedenen güçlü, olgun, zeki Müslüman Türk
gençliğinin her bakımdan kendisini örnek
aldığı bir kişidir. İşte Çanakkale Savaşlarında
kahramanca
savaşan
Müslüman
Türk
askerleri bu Asım’ın neslindendir, onu örnek
alırlar.
Bununla birlikte Mehmet Akif, eserini
yazarken sahabe olan Hz. Asım’a da
gönderme yapmış olabilir. O sahabe ile Türk
askeri arasında bir benzerlik kurmuş olabilir.
Ebu Süleyman künyeli ve Medineli olan
sahabe Hz. Asım, hayatı boyunca Allah’ın
dini için savaştı. Kız kardeşi Hz. Ömer’in
hanımıdır.
Uhud Savaşı’nda müşriklerin
sancaktarlarından Müsâfi bin Talha ile
kardeşi Hâris bin Talha’yı ok ile öldürdü.
Bunların anneleri Sülâfe binti Sa’d, Hz.
Âsım’ın kafatasından şarap içme yemini
ederek onun başını kendisine getirene yüz
deve vermeyi vaad etti.
Müşrikler alçakça bir plan hazırladılar.
Buna göre bir heyet Medine’ye gidip
Resûlullah’a:
“Yâ
Resûlullah!
Bizim
kabilelerimiz, İslâmiyet’i kabul ettiler. Yalnız
Kur’ân-ı Kerim öğretmenine ihtiyacımız
var. Lütfen bize İslâmiyet’i, Kur’ân-ı Kerim’i
öğretecek kimseler yollar mısınız?” dediler.
Peygamberimiz de onlara 10 kişilik bir
öğretmenler heyeti gönderdi. Başlarında
da Hz. Âsım vardı. Bu öğretmenler kafilesi,
istenilen yere gittiler.
Konakladıkları yerde etrafları 200 eşkıya
tarafından kalleşçe sarıldı. «Bize öğretmen
lâzım!» diyenler, çekip gittiler. Esir ticareti
ile geçinen eşkıya «Teslim olun! Canınızı
kurtarın!»
teklifinde
bulundular.
Asıl
niyetleri onları Mekke’de köle olarak satıp
para kazanmaktı. Çünkü Mekkeli müşrikler
onlara: ”Yakaladığınız her Müslüman için,
değerinden fazla para öderiz!” demişlerdi.
Hz. Asım: “Ben hiçbir zaman müşriklere el
sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de
kendime dokundurmamaya karar vermiştim.
Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim
olmam.” Dedi ve sonra şöyle dua etti:
“Allah’ım!
Peygamberini
durumumuzdan
haberdar et! Ölmekten korkmayız.” Hz. Âsım
müşriklere şöyle haykırdı: ”Biz ölmekten
korkmayız! Çünkü dinimizde basiretliyiz.
Ölünce şehit olur, Cennete gideriz!” Müşrik
başı Süfyan bağırdı:
“Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zayi
etme, teslim ol!” Hz. Âsım ona ok atmak
suretiyle cevap verdi. Ok atarken: ”Ben
güçlüyüm hiç eksiğim yok. Yayımın kalın teli
25
gerilmiştir. Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir.
Mukadderatın hepsi başa gelicidir. İnsanlar
er geç Allah’a dönücüdür. Eğer ben sizinle
çarpışmazsam anam üzüntüsünden aklını
kaybeder, manasında şiirler söylüyordu.
Senin dinini korudum.”
Hz. Âsım’ın sadağında yedi ok vardı. Attığı
her ok ile bir müşriği öldürdü. Oku bitince
birçok müşriği mızrağıyla delik deşik etti.
Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen
kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, «ölünceye
kadar dövüşeceğim, teslim olmayacağım»
manasına gelirdi. Sonra da şöyle dua etti:
“Allahım! Ben bugüne kadar senin dinini
koruyup sakladım. Senden bu günün
sonunda, benim etimi, vücudumu korumanı
istiyorum.”
Çünkü Uhud’da öldürdüğü iki kardeşin
anneleri Hz. Âsım’ın kafatasından şarap
içmeye yemin etmiş ve kafasını getirene
yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler
bunu biliyorlardı. Şiddetli savaş sonunda Hz.
Asım’la birlikte orada bulunan on sahabiden
yedisi şehit oldu, üçü esir edildi. Allahü
Teâlâ, Hz. Âsım’ın duasını kabul etti ve
mübarek cesedine müşrikler el süremediler.
Allahü Teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut
gibi Âsım’ın üzerinde durdular. Hiç bir müşrik
yanına yaklaşamadı. “Bırakın akşam olunca
arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını
alırız”, dediler. Akşam olunca Allahü Teâlâ
hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi.
Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi
ve Âsım’ın cesedini alıp götürdü. Cesedin
nerede olduğu bilinemedi.
Mehmet Akif, bu beytinde Çanakkale’de
savaşan Müslüman Türk askerlerini dolaylı
olarak bu bahsedilen sahabe olan Hz.
Asım’ın nesli, torunları olarak algılıyor
ve Türk askerlerinin de Hz. Asım gibi
kendilerini, dinlerini, vatanlarını düşmanlara
çiğnetmediğini
ve
çiğnetmeyeceğini
vurguluyor. Hz. Asım’a yapılan bu gönderme
dolaylı bir göndermedir.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
şühedâ: Şehitler.
rükû: Allah’ın huzurunda eğilmek. Namazda
elleri dize dayamak suretiyle yere doğru
eğilirken baş ile sırtı düz hale getirmek.
Burada iki mana birden vardır. 1. Çanakkale
26
savaşlarında dağ, taş, görülen her yer
şehitlerle dolu. 2. Anadolu toprakları
üzerinde dağ, taş gibi görülen hemen her
şey, sembolik olarak tarih boyunca bu vatan
için canlarını gözlerini kırpmadan feda etmiş
olan şehit atalarımızı hatırlatır. Dağlar,
taşlar, âdeta şehit atalarımızın gövdelerinin
cisimleşmiş, somutlaşmış şekli gibidir.
Müslüman Türk milleti sadece Allah’ın
önünde eğilir yani rükua gider. Allah’ın
huzurunda namaz kılarak rükua gitme
olmasa, Müslüman Türk başka hiçbir şekilde
başını eğmez. O’nun dışında hiçbir kişi,
devlet, düşünce, ideoloji, felsefe ve beşerî
güç önünde başlarını eğmez, Allah’tan
başka kimseye kul köle olmaz, hele HaçlıSiyonist odaklara hiçbir şekilde esir ve köle
olmaz. Çanakkale Savaşları, işte Müslüman
Türk milletinin Allah’tan başka kimsenin
önünde eğilmeme iradesinin, azminin ve
kararlılığının bir ifadesidir.
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Türk askerleri düşman kurşunlarıyla tertemiz
olan alnından vurulmuş halde yatıyorlar.
“Temiz alın” ifadesi zengin bir anlam
yapısına sahiptir. Zira Türk milletinin alnı
aktır, temizdir. Tarih boyunca hiçbir millete
zulmetmedi, kötülük yapmadı, hak hukuk
yemedi, temiz, dürüst, ahlaklı, hakkaniyetli,
medeni bir hayat yaşadı.
O bakımdan Türk’ün alnı aktır, utanacağı bir
suçu ve günahı yoktur. İşte tarihin efendisi
ve temiz kalmış bir milleti olan Müslüman
Türk milleti katil, cani, zalim, sömürgeci,
yağmacı,
hırsız
emperyalist
Batılılar
tarafından vurulmakta, öldürülmekte ve yok
edilmek istenmektedir.
“Hilâl” İslam medeniyetinin, haç da Hristiyan
medeniyetinin sembolüdürler. Bu beyitte
“güneş” de Türk askerlerinin simgesidir.
Her bir evlat, anasının babasının gözünde
güneşler kadar kıymetlidir. Batan güneşler,
şehit olan Türk askerleridir. Hilâl yani İslam
uğruna şehit olmaktan çekinmemişlerdir. Bu
durumda güneş kadar değerli ve parlak olan
nice Türk askeri, hilalin temsilciliğindeki
İslam medeniyetini, Müslümanları, İslam
vatanlarını korumak adına canını vermekten
çekinmemektedir.
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.
ecdad: Cedlerimiz, atalarımız, dedelerimiz.
Şehit olan Türk askerleri, Müslüman Türk
vatanını korumak için, Haçlı sürülerinin
çizmeleri altında çiğnenmemesi için, bu
vatanın İslam vatanı olarak kalması için
şehit oldular. Direnmeleri, savaşmaları,
kararlılıkları bunun içindi. Bir insanın
yapabileceği en büyük fedakârlık canını
vermektir. Türk askeri vatanı için bu
fedakârlığı seve seve yapmıştır.
O yüzden daha önce ölmüş olan atalarımızın
ruhları göklerden süzülüp gelse ve bu
tertemiz şehit Türk askerlerinin alınlarını
öpse yani takdir ve tebrik etse, kutlasa buna
değer. Çünkü ölen atalarımız da vatanlarını
Haçlı sürülerine karşı tarih boyunca
kahramanca korudular, vatanları, dinleri,
milletleri uğruna savaştılar. Torunları olan
Çanakkale şehitlerinin de kendileri gibi
vatansever olduklarını görmekten büyük
gurur duyarlar, sevinirler.
Bu beyitte ayrıca Çanakkale Savaşlarının
toprak için yani yer altı ve yer üstü bütün
ekonomik
kaynaklarımızı
korumak,
sömürtmemek, yağmalatmamak için de
yapıldığı ifade ediliyor. Yani Çanakkale
Savaşları din için, millet ve devlet için
olduğu gibi; vatan için de yani Haçlı Batının
ekonomik anlamdaki emperyalist projelerine
karşı da verilmiş bir savaştır.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
tevhîd: Birleme. Bir Allah’tan başka tanrı
olmadığına inanma. Lâ ilâhe illallah:
‘Allah’tan başka ilah yoktur’a inanma.
Bedr’in arslanları: 13 Mart 624 tarihinde
Mekke’nin
Kureyş
kabilesine
mensup
kâfirlerle yapılan savaşta kahramanca
savaşan Müslümanlar.
Çanakkale’de savaşan askerler o kadar
büyüktür ki korkmadan ve çekinmeden
akıttığı
kanı
tevhidi
kurtarıyor.
Yani
Çanakkale Savaşları bir bakıma teslise karşı
tevhid savaşıdır. Teslis, üçleme demektir,
Hristiyanlığın üç tanrı inancıdır.
Fransız ve İngilizlerin öncülüğünde üzerimize
çullanan Haçlı orduları, bir bakıma bu
topraklardaki İslam medeniyetini, tek Allah
inancını yani tevhidi ortadan kaldırıp yerine
Hristiyanlık inancını, teslisi yani üç tanrılı dini
yerleştirmek istiyorlardı. İşte Çanakkale’de
kahramanca savaşan ve şehit olan Türk
askeri teslise karşı tevhidi, Hristiyanlığa
karşı İslam’ı korumuş ve kurtarmıştır.
Bu şiirin en tartışılan beyitlerinden biri
budur. Bazıları Akif’in bu beyitte Bedir
Savaşına iştirak eden sahabeye saygısızlık
yaptığını söylemektedirler ki bu cahilce bir
değerlendirmedir. Zira iyi bir İslam âlimi ve
iyi bir dindar Müslüman olan Akif’in sahabeye
saygısızlık yapmak gibi bir niyeti olmaz.
Burada edebî sanatlardan hem teşbih hem
mübalağa sanatları yapılmıştır.
Teşbihte yani benzetme sanatında benzeyen
ve benzetilen diye iki unsur olur. Benzeyen,
bazı özellikler bakımından benzetilenden
zayıf olur. Yani zayıf olan güçlü olana
benzetilir. Burada benzeyen “Çanakkale
şehitleri”,
benzetilen
ise
“Bedr’in
arslanları”dır. Mısra dikkatle okunursa
“ancak” edatı ve devamındaki virgül vurgu,
ton ve manayı değiştiriyor.
Buna göre mısrayı şöyle bir cümleye aktararak
okumamız mümkündür: “Çanakkale şehitleri
o kadar büyük bir kahramanlık gösterdiler
ki karşılaştırma yapabileceğimiz tek unsur
ancak Bedr’in arslanlarıdır. Bedr’in arslanları
olan sahabelerden başkası bu kadar şanlı
olamaz. Çanakkale şehitleri, kahramanlık
bakımından ancak Bedr’in arslanlarına
benzeyebilir, benzetebileceğimiz başka bir
unsur yoktur.”
Bu durumda görüldüğü gibi Çanakkale
şehitleri,
Bedr’in
arslanlarının
altında
benzeyen konumunda kalmaktadır. Bedr’in
arslanları ise kendisine benzetilen, güçlü
özelliklere sahip, ideal ölçü birimi olarak
konumlanmaktadır.
Dolayısıyla
şanlı
olmak
konusundaki
üstünlük
“Bedr’in
arslanları”ndadır.
Bedir
savaşıyla
Çanakkale
savaşları
arasında kurulan benzerlik ise şudur:
*Her iki savaş, İslam’ı korumak için yapıldı.
*Her iki savaş da daha fazla ve daha güçlü
düşmanlara karşı verildi.
*Her iki savaş da Müslümanlar için ölüm
kalım savaşıydı.
Çanakkale Savaşlarının Müslüman Türk
milleti tarafından nasıl büyük bir iman
27
gücüyle yapıldığını Mustafa Kemal Atatürk
şöyle anlatıyor:
“Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul
olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını
anlatmadan
geçemeyeceğim.
Karşılıklı
siperler arasında mesafemiz sekiz metre,
yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci
siperdekiler,
hiçbiri
kurtulmamacasına
tamamen düşüyor, ikincidekiler onların
yerine gidiyor.
Fakat ne kadar gıpta edilecek bir sakinlik,
olgunluk ve tevekkülle biliyor musunuz?
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini
biliyor, ufacık bir ümitsizlik bile göstermiyor;
sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde
Kur’an-ı
Kerim,
cennete
girmeye
hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet
çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki
ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrik
edilmeye değer bir örnektir. Emin olmalısınız
ki Çanakkale savaşını kazandıran, bu yüksek
ruhtur.”
Sana dar gelmeyecek makberi kimler
kazsın?
«Gömelim gel seni tarihe» desem, sığmazsın.
makber: Mezar, kabir.
Vatanı, milleti, dini, devleti için şehit olmuş
Müslüman Türk askerlerini defnetmeye
uygun, ona layık mezar bile bulunmaz. Onlar
o kadar büyüktür ki daracık mezarlara
sığmazlar. Onları koskoca tarihe gömmeye
kalkmak bile çare değildir, tarihe de
sığmazlar.
Yaptıkları,
başardıkları
iş
o kadar büyük ve önemlidir ki daracık
mezar çukurlarında unutulmaya mahkum
edilemezler. Dünya tarihinin kaydedeceği en
büyük kahramanlığı ortaya koymuşlardır.
Burada “tarihe gömüp sığmamak” ifadesi
şu
manaya
geliyor:
Türk
askerinin
büyüklüğünü tarih kitaplarıyla anlatata
anlata bitirememek demektir. Yani onların
kahramanlığını hem hiçbir tarih kitabı tam
olarak yazamaz, anlatamaz; hem de ne
kadar çok kitap yazılırsa yazılsın yine anlata
anlata bitiremezler.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o
kitab...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
herc
ü
merc
etmek:
Darmadağınık,
karmakarışık, allak bullak.
edvâr: Devirler, zamanlar, dönemler.
28
ebediyyetler: Sonsuzluklar.
istîâb etmek: İçine almak, kaplamak,
toplamak.
Türk ordularının hem daha önceki asırlarda,
devirlerde hem Çanakkale Savaşlarında
darmadağın ettiği o muhteşem dönemleri
anlatmak için tarih kitapları yetmez. Yani
Türk askeri tarih boyunca o kadar çok ve
büyük işler başarmıştır ki bunları yazmaya
tarih kitapları yeterli olmaz. Türk askerinin
kahramanlıklarını ancak sonsuzluklar içine
alabilir.
«Bu, taşındır» diyerek Kâbe’yi diksem
başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem
taşına;
Kâbe: Hürmetli mescit. Mekke’de bulunan
İslam’ın ilk ve en kutsal mekânı. Küp
şeklindedir. Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail
peygamberler tarafından yapıldı. Dünya’daki
bütün Müslümanlar, nerede bulunurlarsa
bulunsunlar namazlarını kıble yönü olarak
Kâbe’ye dönerek kılarlar. İslâm’ın beş temel
şartından biri olan Hac sırasında Kâbe; farz
olan ziyaret tavafı ve vacip olan veda tavafı
ile en az iki kere tavaf edilir.
Bunların dışındaki tavaflar ise sünnettir.
Tavaf, yukarıdan bakıldığında saat yönünün
tersine bir yönde Hacerü’l-Esved köşesinden
başlayarak Kâbe’nin etrafında yedi tam tur
yürümektir. Tavaf sırasında dönülen her bir
tura ise şavt denir. Tavaf ayrıca Umrenin de
şartları arasındadır. Hac sırasında yaklaşık
6 milyon hacı toplanarak aynı gün tavaf
yaparlar.
vahiy: Buyruk veya düşüncelerin Allah
tarafından
peygamberlere
bildirilmesi
eylemine veya bu bildirinin kendisine denir.
Burada “ruhumun vahyi” ifadesi ile ise
Çanakkale savaşlarının verdiği şevkle şairin
kalbine gelen ilham, duygu ve heyecanlar
kastedilir.
Akif, Çanakkale şehitlerini o kadar önemsiyor
ve yüceltiyor ki onlar için mezar taşı olarak
sıradan bir taşı değil, Kâbe’yi mezar taşı
olarak dikmek istiyor. Yani Çanakkale
şehitlerine kutsallık anlamı yüklüyor. Bu
mezar taşına da ilham yoluyla kalbine gelen
büyük heyecanları, duyguları, düşünceleri
mezar taşı kitabesi olarak yazmak istiyor.
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyla,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyla;
ridâ: Örtü, şal, hırka.
lahd: Mezar, üstü yükseltilerek yapılan
mezar.
ecrâm: Cirmler, yıldızlar.
Sonra boydan boya bütün gökyüzünü örtü
niyetine alsam da tüm yıldızlarıyla birlikte
kanayan mezarına örtsem.
Şairin Çanakkale şehitlerine verdiği önem
o kadar büyüktür ki onların mezarı sıradan
bir mezar olmayacaktır. Görkemli bir
türbe yapılacak ve bu türbenin örtüsü de
gökyüzünün tamamı olacaktır. Bu türbeyi
aynı zamanda gökyüzündeki bütün yıldızlar
ışıl ışıl süsleyecektir.
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Süreyyâ: Ülker yıldız kümesi. Bir açık yıldız
kümesidir. Bir adı da Pervin’dir. Çıplak gözle
çok güzel görünür. Boğa takım yıldızında
bulunur. Yedi kız kardeş. Yedi yıldızlar
kümesidir. İkişer ikişer karşılıklı dururlar
ve Ay’ın geçtiği yerlere yakın görünürler.
Gerdanlığa benzer.
Şair, âdeta Çanakkale şehitleriyle konuşuyor,
onlara hitap ediyor.
Çanakkale
şehitlerinin
türbesi,
bütün
gökyüzüne açık olmalı, tavanı mor bulutlarla
çatılmalıdır. Mor bulutlardan oluşan doğal
tavanından türbelerin üzerine çok güzel bir
görüntü oluşturan ışıl ışıl Ülker yıldız kümesi
uzatılmalı ve türbeyi hem süslemeli, hem
kandil gibi aydınlatmalı.
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
avize: Tavana asılan, şamdanlı, lambalı, cam
veya metal süslü aydınlatma aracı. Fakat
bu beyitte kastedilen avize, âdeta avize gibi
gökyüzünden türbenin üstüne sarkmış olan
Ülker yıldız kümesidir.
mehtab: Ay ışığı.
Çanakkale şehitleri, Ülker yıldız kümesinin
güzel, parlak ışıkları altında kutsal kanına
bürünmüş halde yatarken, şair ayrıca onların
yanına Ay ışığını da getirmek ister. Gece
vakti Ay’ın dünyaya gönderdiği ışık da çok
güzel bir görüntü oluşturur ve seyredenlerde
çok hoş duyguların uyanmasına sebep olur.
Böylece Çanakkale şehitleri, güzellikler
içinde rahat, huzurlu ve mutlu bir şekilde
ebedî
istirahatgâhlarında
uyumalıdırlar.
Çünkü onlar, böyle bir ortamı hak ettiler.
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebrîz etsem;
türbedâr: Türbeleri bekleyen, onlara bakan,
koruyan kişi.
fecr: Şafak. Tan yerinin ağarması, sabah
vakti. Güneşin doğuş sırası.
lebrîz etmek: Ağzına kadar doldurmak.
Akif, Çanakkale şehitleri için düşündüğü,
hayal ettiği güzellikler içinde kurduğu
türbelerinin başında Ayı ve yıldızları türbe
bekçisi gibi bekletmeyi istiyor. Ayrıca güneş
doğduktan sonra da avizesini bu sefer
güneş ışığı ile doldurmayı hayal ediyor.
Yani şehitlerin türbelerinin, hem gece hem
gündüz vakti ışıklar içinde olmasını arzu
ediyor. Gece gündüz ışıklar içinde yüzen ışıl
ışıl bir türbe imgesi üretiyor. Şehitlerimiz,
hem manevi hem de maddi anlamda nurlar,
ışıklar içinde uyuyacaklardır.
Tüllenen
mağribi,
akşamları
sarsam
yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
mağrib: Batı, Güneşin battığı yön. Akşam
vakti.
Şair
ayrıca
şehitlerimizin
yaralarına
tüllenen akşam alacakaranlığını bir bez gibi
sarsa, o büyük hatıraları için yine bir şey
yapabildiğini söyleyemiyor.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i,
ehl-i salîb: Bayrağında Haç bulunanlar.
Müslümanlara
karşı
Haçlı
saldırısı
düzenleyen Hristiyanlar. Haçlı orduları.
Burada Çanakkale Savaşlarına katılan
İngiliz ve Fransızların başını çektiği Haçlı
ordularıdır. O dönem için bu düşman
orduları, son Haçlı ordularıdır.
savlet: Ani ve şiddetli saldırı.
şark: Doğu İslam dünyası.
Selahaddin: (11381193-), Mısır ve Suriye
sultanı ve Eyyubî Hanedanının kurucusu
olan Müslüman Türk hükümdarıdır. 2 Ekim
1187’de Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtararak
oradaki 88 yıllık Hristiyan hâkimiyetine son
verdi. Ayrıca sonraki III. Haçlı saldırılarını
da etkisiz hale getirdi.
Çanakkale Savaşlarında Müslüman Türk
askerleri, o zaman için son Haçlı ordusu
olan emperyalist Batı ordularının şiddetli
29
saldırılarını etkisiz hale getirdi. Bu büyük
kahramanlığı ve başarısı ile Doğu İslam
dünyasının en sevgili sultanlarından biri
olan Selahaddin-i Eyyubi’yi kendisine hayran
bırakmıştır.
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
Kılıç Arslan: (1079 - 1107) Anadolu Selçuklu
Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman
Şah’ın oğlu ve ikinci Anadolu Selçuklu
Sultanıdır. İlk Haçlı saldırılarına karşı büyük
kahramanlıklar gösterdi.
iclâl: Ağırlama, ikram, büyüklüğünü kabul
edip hürmet etmek, büyüklük, azamet.
Çanakkale Savaşlarına katılan Müslüman
Türk askerleri, İslam’ı boğup yok etmek için
gelen son Haçlı ordularına karşı gösterdikleri
kahramanlık ve başarılarından dolayı yine
İslam’ı boğmak, Müslümanları yok etmek,
Müslüman vatanlarını işgal etmek için gelen
Haçlı ordularını geri püskürten Selahaddin-i
Eyyubi ve Kılıç Arslan gibi Türk-İslam
tarihinin büyük komutanlarının hayranlığını,
takdirlerini, beğenilerini kazanmışlardır.
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
demir
çenber:
Burada
kastedilen,
düşmanların her yönden üstün ve güçlü
silahlarıdır.
ecrâm: Yıldızlar.
Müslüman Türk ordusu, Haçlıların bütün
gelişmiş modern silahlarını iman dolu
göğsünde
paramparça
etmiştir.
Yani
düşmanın maddi silahları etkili olamamıştır.
O yüzden Türk askerlerinin adı, ruhlarıyla
beraber yıldızları dolaşır. Yani şehit olan
kahraman Türk askerlerinin, mübarek ruhları
ve şanlı adları gökyüzünde, yıldızlarda
saygın bir şekilde dolaşır. Mertebeleri o
kadar yükseklere çıkmıştır.
Sen ki, asâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu
cihât...
asâr: Asırlar, yüzyıllar, eski devirler.
heyhât: Yazık ki, ne kadar uzak ki
ufuklar: Her taraf.
cihât: Cihetler, taraflar, yönler.
Şehitleriyle, gazileriyle bütün Türk ordusu,
dünya tarihini değiştirecek şekilde o kadar
büyük bir iş başarmıştır ki, bütün asırlara,
30
tarihî dönemlere gömülse yine sığmaz ve
taşar. Yazık ki gözle görülebilen her yer,
nereye bakılsa her yön ve her taraf, bu büyük
Türk ordusunu içine alamayacak kadar
dardır.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
makber: Kabir, mezar.
âğûş: Kucak, sığınılan yer.
Çanakkale şehitleri, eski şehitlerin, şehit
olan atalarının oğullarıdır. Zira yüzyıllar
boyunca bu vatanı korumak adına onlarca
kez düzenlenen Haçlı saldırılarına karşı
kahramanca direnen atalarımız da din, vatan,
millet uğruna şehit oldular. Dolayısıyla şehit
ecdadımızın torunları da Çanakkale’de şehit
oldular.
Akif, bu mübarek şehitlerimize hitaben
“benden kabir isteme, Hz. Muhammed, sana
kucağını açmış bekliyor” diyerek onların asıl
kabirlerinin peygamber kucağı olacağını
ifade ediyor. Bu tabii, şehit Türk askerlerinin
Hz. Muhammed’in bile takdirini, sevgisini,
beğenisini kazandıklarını, çok büyük bir iş
başarmış olduklarını gösteriyor
1. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim üyesi
2. Eşref Edip, Mehmet Akif, İstanbul 1938, s.1081093. Teşkilât-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki Cemiyeti
bünyesinde
faaliyete
Enver
Paşa’nın
başlayan,
5
öncülüğünde
Ağustos
1914’te
1911’de
Harbiye
Nezaretine (Millî Savunma Bakanlığına) resmî bir
teşkilat olarak bağlanan gizli istihbarat, propaganda,
örgütlenme teşkilatıdır. 8 Ekim 1918’de İttihat ve
Terakki hükûmetinin iktidardan ayrılması ile birlikte
Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir.
4. El-Muazzam: Hicaz demiryolunun hemen ortasına
tesadüf eden bir çöl istasyonudur.
5. Eşref Edip, Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve Yetmiş
Muharririn Yazıları, hzl. Fahrettin Gün, Beyan Yayınları,
İstanbul 2010, s.94956.
Eşref
Sencer
Kuşçubaşı
(d.
1873,
İstanbul
-
ö. 1964, İzmir) Kuşçubaşı Eşref adıyla da anılır.
Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katıldı.
I. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında 19141915- yılları
arasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap Yarımadasından
sorumlu başkanı olarak görev yaptı. Ayrıca Teşkilat-ı
Mahsusa’nın başkanı oldu. (19151918-).
7. Destan ve Abide: Çanakkale, Kültür ve Turizm
Bakanlığı
Cinassız Hoyrat
Kerküg’ün asasıydan
Xoşlannam xasasıydan
Olmazneftinxax alsın
Biz öleğ bambasıydan
.........................................
Bağa girdim bar taptım
Heywa
taptımnar taptım
Ne düyadan xeyr gördüm
Ne gewlımceyartaptım
.........................................
Dıwar qaxtım dam olsun
Dort etrafı cam olsun
Gel elıw wer elime
Bayram ki bayramolsun
........................................
Wuruldum oyağ oyağ
Ne dal qaldı ne budağ
Allam başımgiderem
Ne el bilsin ne ayağ
..............................
Xeber wer Kerkük Duz’dan
İmdat gelmedi sizden
Şafaq söktü gün döğdu
Umut kestıx xoruzdan
...............................
Yar nece gözden itti
Sordum dedıler gettı
Bir göz açtım bir yumdum
Baxtım omur da bitti
..............................
Reqibin waxtın görüm
Dewr olusun taxtın görüm
Cumhur KERKÜKLÜ
Baxtım bağladı getti
Bağlansın baxtın görüm
...................................
Qarşıma Tatar çıxtı
Tatardan xatar çıxtı
Her kime canım dedım
İlannan beter çıxtı
.....................................
Dağlar buzun çıxarttı
Gül nergizin çıxarttı
Ğem qehır yexem salmaz
Dadın duzun çıxarttı
...........................................
Sen gideni yas qaldı
Ne zewq ne hewes qaldı
Her şeyim sen apardıw
Bir qurru nefes qaldı
..............................................
Çaldıw çek çıxar oxuw
Menıydım warıw yoxuw
Harda gül qeddeh görsem
Burnuma gelı qoxuw
........................................................
Darılmadım sözüwden
Sen küsüldüw özüwden
Gözümün gözü çıxsın
Tox olmuru gözüwden
31
Cengiz Aytmatov’la Hazar Şiir
Akşamlarında Yaşadığım Bir
Tâlihsizlik Hikayesi
Prof. Dr. Mehmet Ömer KAZANCI
Türkiye’nin Elazığ şehrinde her yıl düzenlenen Uluslararası Hazar Şiir Akşamları Türkiye’de
ve Türk dünyasında bilinen en uzun soluklu bir kültür ve edebiyat faaliyetidir. Bu faaliyetin
ana amacı Türk dünyasını ortak kültür değerler etrafında buluşturmak, kaynaştırmak,
hızla gelişen ve değişen dünya dengeleri karşısında ortak tarih, kültür ve birlik şuurunu
oluşturmaktır. Ayrıca 2003 yılından bu yana Hazar Şiir Akşamlarında Türk dünyasının
mümtaz şahsiyetlerine bir şükran ifadesi olarak “Türk Dünyası Hizmet Ödülü” verilmektedir.
Bu ödülün birincisi 2003 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti başkanı Rauf Denktaş’a
verilmiştir, ikincisi 2004 yılında İskece Müftüsü M. Emin Ağa ile Gümülcüne Müftüsü
İbrahim Şerif’e verilmesi uygun görülmüştür. 2005 yılanda ise bu ödülün sahibi Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nur sultan Nazarbeyev olmuştur.
2527- Ekim 2007 tarhlerinde düzenlenen 15. Hazar Şiir Akşamlarına katılım fırsatımız
olduğu zaman, bu büyük ödüle, dünyaca ünlü Kırgız Türk Yazarı Cengiz Aytmatov layık
görülmüştü. Dolayısıyla o yılın Hazar Şiir Aksamlarına onur konuk olarak çağrılmıştı. İşte
Aytmatov ile o tadı damağımdan çıkmayan muhteşem törende tanışmıştım. Otele vardığım
zaman, kayıtlarımı yapatıktan sonra odama valizimi sürükleyerek çıkarken kendisini bir
grup dostyla karidorda ilk görmüştüm. Göz göze gelince sevimli bir tebessümle başını
eğerek selamlamıştı beni. Hoş geldiniz gibi bir anlam taşayan bir selamlamaydı bu.
Valizimden olmalı, törene davetli olduğumu anlamış ve selamlamıştı galiba. Anyı tavırla
karşılık vermiş, fakat tanımamıştım. Boyu uzun, saçı kar bayazı, yüzü dolgun ve parlaktı.
Kim olabilir diye odaya varıncaya kadar hep merak etmiştim. Odaya girince masa üstünde
törenin programıyla ilgili broşürler vardı, bu merakı gidermişti. Zira her kağıtın üstünde
32
o yılki Hazar Şiir Akşamlarının Cegiz Aytmatov’un onuruna yapıldığı yazılıydı. Broşürlerin
kapağında üstelik, güçlü şahsiyatini yansıtan bir resmi vardı. İşte oradan, bir az önce beni
başıyla selamlayan kişinin büyük romancı Aytmetov olduğunu anlamıştım. Kendisiyle
durup tanışmadığım, soruşmadığım için pişmanlıklar geçirmeye başladım. Güzel bir fırsat
kaçırmıştım. Ancak bir az dinlenince Şiir Akşamlarının üç gün süreceğini hatırladım. Bu üç
gün içersinde fırsatım olacak diye kendimi avutmaya çalıştım.
İkinci gün, her yıl olduğu gibi, o yılki Hazar Şiir Akşamları töreni de, başta Elazığ valisi,
Elazığ belediye başkanı, Türk edebiyatı vakfı başkanı, Kırgızlı büyük yazar Cengiz
Aytmatov ve Türk dünyasından katılan şairlerin öncülük yaptıkları, Elazığ’ın eski belediye
binası önünden Öğretmen Evi’ne kadar 3 kilometrelik, Osmanlı devri elbiseli mehter
takımı eşikliğinde görkemli bir yürüyüş ile başladı. Yol boyunca halk tarafından alkışlanan
şairler arasında en çok ilgi gören, ön sırada Elazıg Valisyle kol kola yürüyen Aytmatov’du.
Öğretmen Evi önünde hazırlanan, üstü çadır ile kapalı özel bir sahnede yerlerimiz alırken
Türk Dünyasından gelen her kes Aytmatov’a yakın bir yerde oturmak istiyordu, ancak bu,
yetkililer ile Kırgız şairlerine nesip oluyordu en fazla. Töreni kontrol edenler, kemsenin
fazla yaklaşmasına izin vermiyordu. Yerlerimizi alır almaz törenin açılışına saygı duruşu ve
İstiklal marşıyla başlandı.
Açılış töreninde ilkin 15. Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarını düzenleyen komite üyelerinden
birisi, Hazar Şiir Akşamları’nın
amaçlarıyla kısaca tarihçesinden söz ederek, katılan şairlere, Elazığ’lılar adına hoş
geldinizdi bulundu. Daha sonra, Muhtar Şahanov (Kazakistan), Cengiz Aytmatov, Sabir
Rüstemhanlı (Azerbaycan), birer konuşma verdiler. Ardından bizi mikrofona çağırdılar .Daha
sonra Ali Akbaş (Türkiye), Elazığ valisi, Elazığ belediye başkanına sıra gelmişti.
Aytmatov çevirmen yoluyla uzun bir konuşma verirken, ara sıra kendini zorlayarak Türkiye
Türkçesiyle konuşmaya çalışıyordu. “Elazığ halkının benim için düzenlemiş olduğu bu
bayram, benim alınyazım olsa gerek. Bugüne kadar çok törenlere katıldım, çok ödüller aldım;
fakat hiçbirinden bu kadar manevi lezzet almadım. Ben de artık Elazığ’ın bir hemşehrisi,
33
bir vatandaşıyım. Şu anda mutluluğun zirvesini yakaladım. Rabbim bana ömür verirse
her yıl Elazığ’a gelmeyi düşünüyorum.” dedikten sonra bu gibi faaliyet ve etkinliklerin
önemine değinerek, Türk dünyasını birbirine, değil yalnız kültürel açıdan, her bakımdan
yakınlaştırmada ve hatta gelecekte birleştirime olanağını sağlamakta büyük değer
taşıdığınının altını çiziyordu. Konuşurken oldukça herkesle ilgilenmeye gayret ediyordu.
Tek bir kişiye değil, herkese hitap ettiğini, her ketsen memnun olduğunu bildirmek için
gözlerini tek bir noktaya dikerek değil, her kesin üzerinde gezdirerek konuşuyordu.
Açılış töreninden hemen sonra, Elazığ’ın Cumhuriyet mahallesine ayrılmıştık. Orada Cengiz
Aytmatov’un adını taşıyan bir parkın açılışına katılıyorduk. Bu tören de, ötekisi gibi halk
oyunları ile mehter takımının heyecanlı konserleri eşikliğinde yapıldı. Burada belediye
başkanıyla Cengiz Aytmatov birer konuşmada bulundular. Aytmatov konuşmasında yer
yer eğlendirici tavurlar takınıyor katılımcılarla şakalaşıyordu. Hata bir yerde etrafımızı
saran okul öğrencilerine seslenerek parkın temiz tutulmasını ciddi ciddi tavsiye ediyordu,
«ara sıra geleceğim, teftiş edeceğim, yerde bir çöp görürsem sizi sorumlu tutacak,
hesap soracağım» diye herkesi güldürüyor sonra çevre temizliğinden söz ediyordu. Bunu
vatanperverliğin bir parçası sayıyordu.
Akşam üstü, Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezindeydik. Merkezin geniş salonunda
geniş bir halk topluluğu vardı. Cengiz Aytmatov hakkında Yıldırım Sesli Manasçı Aytmatov
adlı bir konferans verildi. Türk Edebiyatı dergisinin genel yayın yönetmeni, tanınmış Türk
yazarı rahmetli Ahmet Kabaklı’nın oğlu Servet Kabaklı’nın oturum başkanlığını yaptığı
bu konferansta, Aytmatov’u kürsüye çağırırken, kalkıp elinden öpmüştü. Aytmatov’u,
“Vicdanını, milletini Nobel ödülüne satmayan” yazar olarak nitelediği için, her kesin ayakta
alkışını kazanmıştı.
Saat 19.30 da Aytmatov’a Türk Dünyası Hizmet Ödülü töreni başladı. Törende Aytmatov’un
hayatından ve eserlerinden ayrıntılı olarak söz eden Prof Dr. Ramazan Korkmaz bir yerde
şöyle dedi: Cengiz Aytmatov’u başarılı kılan en önemli etken, acılara saplanıp kalmadan,
büyük bir empatiyle dünyayı kendinde deneyimleyebilme ve anlatma yeteneğidir, O, en
34
yerel ve ulusal sorunları anlatırken bile, evrensel bir kavrayışla bütün bir dünyayı bilir.
Bu konuşmadan sonra, 2006 yılı Türk Dünyası Hizmet ödülü’nün gerekçeli kararı Prof. Dr.
Ahmet Buran tarafından okunarak, Elazığ valisi Muammar Muşmal tarafından Aytmatov’a,
tufanlı alkışlar arasında takdim edildi. Ayrıca Fırat Üniversitesi Reatörlüğü ve Türk edebiyatı
vakfı taraflarından Aytmatov’a sırasıyla Fahri Doktora ile Türk Dünyasının Yaşayan En
Büyük Yazarı unvanlarının belgeleri sunuldu. Bu muhteşem tören, Kırgızlı manasçı Urkaç
Mambetaliev’nin okuduğu Manas destanından parçalar ve Elazığ Musiki Konvatuvarı
Derneği Halk Oyunlar topluluğunun sunduğu solistlerle sona erdi.
Aytmatov bu törende, sahnede uzun bir süre kaldığı için, çok yorulmuştu. Konuşmasında
bile sağlık durumunun iyi olmadığını ima etmişti: «sizlere nasıl teşekkür etsem, bilmiyorum.
Sağlığım el verirse yeniden bir kitap yazacak olursam, bu hayalim gerçekleşirse, kendimi
Elazığlı bir insan olarak göstereceğim” diyor ve ikide bir terlerini silerek zorlukla yakata
kalmaya çalışıyordu. Bir yerde fazla yorulduğunu kimseden saklayamaz bir duruma gelmişti.
Kendi isteğiyle sahneden indirildi ve daha sonra acil bir şekilde hastaneye götürüldü. Bu
olaydan sonra Aytmatov’u artık görmek mümkün olmadı. Elazığ’dan ayrılmıştı. Bunu, ikinci
gün, Mehmet Akif Ersoy Lisesi öğrencilerinin hazır olduğu Elazığ Öğretmen Evi salonunda
gerçekleştirilen Şairin Gönül Dünyası adlı bir panelde öğrendim. Isa Kocakaplan’nın
başkanlık yaptığı panele Türkiyeli yazar İmdat Avşar’la birlikte katılıyordum. Bir buçuk
saat süren Panelde Kocakaplan’ın yönelttiği soruların doğrultusunda Türkmenlerin dünkü
ve bugünkü siyasi durumu ile edebiyatından ayrıntılı olarak söz ettikten sonra, salondan
ayrılırken Aytmetov’u görmeye gidelim diye bir öneride bulundum. Kocakaplan ile İmdat
Avşar, Aytmatov’un, sağlık durumu nedeniyle Elazıg’dan ayrıldığını bildirdiler. Aytmetov’u
ilk gördüğüm dakikaler, canlanmaya başladı gözlerimin önünde nedense. O sevecen
tebessümleri, o hiç unutmayacağım başını hafifçe eğerek beni selamlaması canlanmaya
başladı. Bu defa «hoş geldiniz» türünden değil «elvallah» türündendi bunlar. Yüreğimde
bir sızı hissettim. 10 Haziran 2008 tarihinde ebediyete elvada ettiğini öğrenince bu sızı
bütün canıma yayıldı. Gençliğimde tek bir eserini Arapça çevrisinden okumuştum, Hazar
Şiir Akşamlarında ele geçirdiğim Türkçeye çevrili eserlerini döne döne okuyorum şimdi.
Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı bütün maddi ve manevi zenginliğini
eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın, ve o coğrafyada yaşayan Türk insanının,
tarih içinde kazandığı değerlerini, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp
ölümsüzleştirmiştir. Halkının içine düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde
anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları vermiştir. Hikâyelerinde milletinin temel mülkü
olan milli hafızaya ait efsane, destan, masal hikâye ve türküleri, bunların meydana geldiği
şartları, ardındaki hikâyeleri, insanları kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle,
duyuş ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginlikleriyle o kültürü bina edenlerin evlatlarına
yeniden hatırlatmaya çalışmıştır.
Aytmatov eserlerini Kırgızca ve Rusça yazmıştır. Ancak bunlar çoğunlukla Rusçadan 150
civarında dile çevrilmiştir. Bunlardan Cemile adlısı filim olarak işlenmiştir. 1928 yılında
Kırgızistan’ın Şeker köyünde dünyaya gelen Aytmetov edebi çalışmalarına ek olarak, 15 yıl
Avrupa’da Sovyetler Birliği’nin, ardından da Kırgızıstan’ın büyükelçiliğini yapmıştı ve NATO,
UNESCO gibi uluslararası örgütlerde Kırgıztan temsilcisi olarak bulunmuştur. Bu bilgileri
Hazar Şiir Akşamlarında öğrendim. Ondan öce Aytmatov’u yalnız, Cemile gibi güzel aşk
romanlarının başarılı bir yazarı olarak biliyordum. Şimdi her hangi bir hikayesini okusam
veya kitaplığımda bulunan eserlerine baksam, derin hasretler geçiririm. Yanı başımdayken
kendisiyle yakından tanışmak fırsatım varken, bu fırsatı iyi kullanmadığıma üzülürüm. Bir
talihsizlik işte....
Hiç bir fırsat iki kez ele geçmiz.. ne kadar doğru..
35
1 Milyon, 2 Milyon, 3 Milyon
Yeşil Ey Yeşil, Dolar Da Yeşil
( Öykü )
■ Boz bir köpüğe üfürdü, unuttu ki onu bundan önce
imgelemişti,
köpüğün yollar kesişmesinin tadı var, bir varlığı
olduğundan emin olabilmesi için, acısı kendisini
giyiyor, donuk ışıldayış mesafeleri çiğniyor, azalma
herşe ye egemendir, bundan önce tanıdığı kutup
ılgım çöllerinin tacıdır, koltuk dilsizdir odada bir
boşluk tutuyor, koltuğun üstüne dalgaları gözüken
bir göğüsle fırlandı, od şöleni, kar hamamından az
önce çıkıvermiş bir cesetcesine, cesedini koltuğun
üstüne uzattı, onca eski savaşçılar yorucu
simgedir, o tutktya tutuşmuştur, ona dalmakla
hoşlanıyor,
Kasım AKBAYRAK
\ Bugün dolar kaç,\. Dükkançıların birisisoruyor,
\ Bilmiyorum, Şişman’dan bir ima almadım hala, bekle\.
insan kitleleriyle kalaba caddeden gözünü çekmeden aldırmaksızın
yanıt veriyor, dükkanın içinden caddeyi gözetliyor,
- Odanın tavanı, ona içindeki gökyüzü arı, evleri mermerle ipekten yapılmış, insanları
dolarların bolluğu
yüzünden onları kemirirler, bir ak memleket görünüyor,
zamanından önce çıkıvermiş kıvrıkları ayırtetmeye o vurgunluklu
özleyen iki gözü vardır, oda tıpkı o oda, renk
tıpkı o renk, yeşil iki gözünü yumuyor, koyu karalık
mutlak güçle dörtgen bir uzayı kablıyor, bu gibi görünüşle
bundan önce dışlanmayı
alışmamışcasına, ayrıcalıklı
boz efsanevi perdeler, nurun anlarından önce, onlara bakıverdi,
gözlerini dışladı, amacını yakalamak için köpüğe
yalvardı, köpüğün gizli niteliği aldatmayı umma parçalarıdır,
o nedenle bie şeye katlanmıyor, - \ Ne zaman evlenirsin,
\. Gizemli şeytanlıkla arkadaşlarının yinelediği bir
sorudur, \ Bilmiyorum,her şeyden önce para biriktirmek
sonra bu sorunu düşünmek\. Parmakları göğsününsoluna
bırakılmıştır, iyicesine becerdiği ani bir davranıştır, yüreği
çırpıyor ve çırpıyor, - O kuruntulatma sanatında uzmandır,
deniz sesini unutuyor, dalgaların kargaşasıyla ikizleşiyor,
mesafeleri kısaltmak için, bırakıldığı an, atların davrandığı gibi davranıyor, yaşam kendi
temposunu patlamaların
şafkatına ısmarlamıştır, bu sorun onu bir istikrarsızlıkla donatıyor, her kes yere döşeli
bombalardan şikayet ediyor,
36
çığlık şenlikleri, parçalanmış cesetlerin
üçüşü,
çocukların
ağlayışı, kadınların ağıtları,
onun mezacını
bozuyor, başını koltuğuna koyuyor, Tanrı’ya
yaltanarak
şükr ediyor, kişnemenin akışındaki açılan
günlerle, şansı
unutulmuş köpüktür, nasıl bir kişneme bu
?, bir imayı
yardımsıyor, annesi ona bağırıyor:- \ Başın
nerde,?,\. \ Bilmiyorum,
\. Yanıtveriyor, - Yeşil soyadını, gözlerinin, ve
doların benzi yeşil olduğu için almıştır, - \
Yeşil, ey Yeşil
bu dilenciye bin dinar ver,\. Çarşıda, komşu
dükkancıların
onu kışkırttığı an, sinieleniyor, kıvılcım
ardıca kıvılcım,
annesinin gömütüne yemünediyor : - \ Bende
bin dinar
yok, ben tıpkı başka dülenci gibiyim, \. Ona
kimsenin
gözü değmesin diye, yoksulluk idiaediyor,
karalık şehri
onu sıkıyor, atların kaçışı, kışnemesi uyku
tadını çalan
yeşil köpüğün kusmasıdır, içindeki azıcık
ışık ona yeter,
gündüzün olguları belleğine sızııp kalmıştır,
ki bir adam
destanın
kenarlarını
gizliyor,
o
da
başkalarının umutlarını
alıkoyan bir evren korkusundan merakediyor,
sanki yüreğini
cesedinin dışında bırakmışcasına, unuttuğu
bir nesneyi
geri
dönderiyor,
canlı
cennettir
çırpıyor,besini kandır,
dolara tutuşmuş bir ektidir, - 1 – 2 – 3 - ,
cesedin dışında,
yüreği rakamlara gözatıyor, onu dinliyor, Bir – İki – Üç
-, seviniyor, kirpikleri aşırı şoktan ürperiyor,
yüreği fısıldayarak
dilaçıyor:-\ Her şeyi bir kenara bırakınız,
tecelli
zamanııdr, ey yoksulluk alıcıları, gölge
sefilleri, insan yalnızca
ekmekle geçinmez, para gerçek efendiliktir,
yüreklere
binen konumdur, yandaşları çeker, yücelik
gizi dolarlardır,
insanlar neden zenginlerle yetkililere saygı
gösterirler?!,dehşetleniyorsunuz, öyle değil
mi?kendinize
sorunuz!,
öz
paralı
yakınlarınız
ve
dostlarınızdan söz ederken
kıvanç duymazsınız!, yetkililere zelil zelil
yaltanırsınız,
elbet ki bana inanaamzsınız, yüreğinize
danışınız,
yadsamaya gerek yok, tümümüz dinarla
dolar tutsağıyız,
çünkü ben aldatmaksızın sizin eşitiniz
olduğum için, tümünüz
aldatma gerekçelerini uyguluyoruz,\. – bir
milyon İki milyon – Üç milyon – Dört milyon, ... ( Ey
Tanrı’m,
bu insanlar, bu evren birlikte benim olacak,
ancak doğru
Sevebileceğim birisi var mı?, keşke gönlüm
kendi kendinden
yağabilen
yağmurun
yolunu tutan bir gümüş bulut
olsaydı, doların korku ve aldatıcılığı
olmaksızın,beni
sevebilen
birisi
var
mı?,izinsiz her şeydeki hava gibi, ona
kavuşsun,
sevgi
doların
gururuyla
bağdaşabilir mi?, bağdaşması
gerekir mi?, \ Bilmiyorum – Biliyorum \ .- Bir
milyon, iki milyon, üç milyon,........... Yüz
milyon, onu çok
diliyorum, nasıl bir dilek, onu kapsıyorum, o
da beni kapsıyor,
gömüt sonsuzluğun saptama kanıtıdr.).
Karalıkta
koyuluk var, iki gözü hızlı bir ışıldayışla
ışıldıyor, tıpkı
öküzlerin öfkeyle içrrilircesine, - Yeşil ey
yeşil, şimdi
Kiyamet kopsa, ne yaparsın?, : - \
Bilmiyorum,biliyorum,
Kiyamet belirtilerinin zamaı gelmemiştir,!
\.Büyük ekranda rakamlar, ansızın karanlıkta
zıplıyor, rakam ( 1 ) le
başlıyor, binlerce rakam, sonlanmıyor, Zevallıların avuncu
yok, - Yutkunuyor –Yaşam bir alış yarışıdır,
zenginler
37
onun kahramanlarıdırlar, ölüm yalnızca
rakamlardan bir
rakamdır, rakamlar çok çoktur, - İki gözü
ekrandaki raklamları gönlünün temposuna
göre dizgiliyor, bu inanışın
bir
zamanlaması
yok ki ondan yardım
istesin, - \ Yok yok,
sen ey rakam kalıver, yerin burdadır, sakinol,
akıllıol, uysana
emirlere,nasıl bir yaramaz kulsun,sus, ey
milyon
çekil
yerini
başka bir miloyn alsın,\.
Ekrandakiraakmları
bir körün görmesicesine parçalayarak
parçalıoyr,bir neşedir
yüceliyor ve yücelioyr,esenlik üfüren
gökyüzünde uçarcasına,
- Dolar → dinar – Dinar → dolar dövizi,
dükkancıların
ve alıcıların dükkanına gelme sınavıdır,
içinde
yangınlar oluşturuluyor, annesinin onu
doğurmamasını
umar, dükkanın içinde dolaşarak, havayı
püskürtüoyr, eğer koltuğa otursa, buna hiç
katlanmaz, gürekleri suyunun kişnemesi
önünde inerek yeniliyor, nur kucaklarına
doğru
fışkıran atlarının köpüğüdür, toprak
renkli odanın dört
yönüne gözlerini dolaştırıyor, tapınak çölde
yabancı kervanların
özlryişindedir, onu bedenine binlerce ok
gömülü
bir savaşçının duygusu doluyor, canı sıkılıyor,
can sıkılmada
ne bir umut var, öletli mehter gibi çarpan
yüreğine
bu
umutlar
bom
boştur,
mutlaka
gerçekleşmez, bir iki
kendisini dükkanın dişindabular, kaldırım
üstünde
durmuş, üzgün, asık, gök üzüntü ondan
payını almış,
çarşı yakışıklı açımasızlığıyla hiç bir şeyi
önemsemiyor,
insanları
karınca
olmaksızın,
karınca
toplulukları gibi
göreceksin, bir şey ki tümünün kafasını
karıştırmış, ( Domates
– Soğan ), ( Kırmızı et – Beyaz et ) kokusu (
Dinar
38
– Dolar ) la kadınların kokusu ve erkeklein
teriyle karışmış,
cansız cadde, acımasızdır kafakarışması,
satıcıların çığlıkları ve araçların kuyruğu od
gündüzlerinin kaygısıdır,
bir patlama yeli esse, sesi getiren bir yer var,
\ Selamu
Aleykum,\. Geçenlerin birisi ansızın söylese,
susar. \ Ben dertteyim, nasıl bir dert, ulan
senin derdin ne?,\ İmge onu akla gelmeyen
çevrenlerde uçuruyor, şu anda
AB ülkelerinin birinde mülteci olmasını diler,
neden olmasın,
insanlar AB’deki mülteci yakınlarıyla
kıvanmıyorlar
mı?, EURO’lar yağmur gibi başlarına yağıyor,
bu hale
kim dayanabilir!,\ EURO’ları bir biri üzerine
koyup biriktirirdim, kıvanç içimi doldursun
diye, onları kucaklayıp
öperdim,
yaşam
istediğini
istiyor,
ABD’lilerden konturat,
kendimi yeşil dolarların içinde bulmuş
olurdum, ona nasıl bir yol bulabilirim,(
Bilmiyorum – Biliyorum ),\. insan
kalabalıkları, kendilerine özge önsezileri
var, kimi nesnelerle
ilgilenirler, kimi
nesnelerlede ilgilenmezler, ak bir
sıcaklık kırmızı bıkkınlığa uymuş, - \ Babam
para yüzününden
kendi kardeşinden
vazgeçti, ben dolar yüzünden kimden
vazgeçeceğim, ( Biliyorum – Bilmiyorum ). –
Şişman,
onu bu hale geldiği yüzünden kınıyor,
öfkeleniyor, Şişman’ın
yokoluşunu diliyor, - Koltuk cansızdır,
kımıdayışsızdır,
ne bir sevinç ki içinde sarsıyor, rakamlar
ekranı hala
karalıkta gözünün önünde dimdik duruyor,
soluklar kendi
duygularıyla kıvanç duyuyor, insanlaşma
sevincini örtüyor,
o’nca bundan önce ne tutuştuğundan daha
önemsediği
aşırı sayısız rakamlar avunç vericidir, onu
kabullenmeye
kendisini zorluyor, milyonlar ve dinarlarla
dostukluk gerçek
mutluluktur, huzur getirir, zorlukları
katlanmaya
değer, - \ Yeşil ey yeşil, yokluğa düşüp ve
o senin dostun o - lsa, nasıl davranırsın, (
Bilmiyorum – Biliyorum ) – Karalık karalıktan
bir renk içermeyen bir görünüştür, ışığın
önünde, bir sel iki karşıtın yolunu kesti, her
günün etkisi
tıpkı tuz gibidir, \
Şöyle sanıyorum,
Lanetolmuş bu koltuk,
sürekli dilsizdir, bir şey beklenilmez ondan\.EURO,
dolaı,
Irakdinarı’
fotografları
değişik
boyularda döviz dükkanın
duvarlarını
dolduvmuş, mobilya, eskimiş bir
tahta masa, eski demir koltuk, ön cephe
boyanmamış tahtadan
ve kirli camdan oluşuyor,- \ Allah kahretsin
onları,
başlarında bile kafaları yok, yeşil doları
önemsemezler,
yrşil de benimdir, para kocamanlıkkaynağıdır,
hani
EfendiMillet idialarınız, kafamızı karıştırdınız,
şimdi, bir
Bombalı araç patlasa, ben ne yapacağımı
bilmem?, geleceğim,
ne olacak?, büyük ve küçük nasıl
gerleşecek?!,
üzülüyor, içindeki endişe geçici bir öfkeyi
desteklemeye
kalkıyor, günahsız kuzu gibi mırıldıyor: - \
Önsezilerdir,
beni etkilemesine ve mezıcımı bozmasına
izin veremem,
onlar beni yenilgiye sürüklüyor, ey milyonlar
geliniz, bir
milyon, iki milyon, ü ç milyon, ....Milyonlar,
\. – Yeşil ey
yeşil, baban babasından ( BüyükBabandan)
ne kadar para
çaldı, sen de babandan ne kadar para
çaldın,aldırmaksızın
susar, koyu ruhlu sağır yanıtlardır, dolar
töresizdir, ona
eldeğen
lanete kavuşur, ve Şeytan
hastalıklarına tutuşur,
kıvılcımlardır onu basıyor, onun boşlukları
ıslak küldür,
duyguları
bundan önceki
imgelediği
köpüktür, \ Doları
biriktirsen, her gün, her an onu koklasan,
güzel bedenini
okşasan eğer, bir sıcaklık sıcayacak, sana
sızacak, tuhaf
soğukluk saçıyor, \. – Bir balondur büyüyor,
yeryüzünü
ayakları altına gömmek için, hızlanmış
atların soluklarıyla,
yeryuvalağı cesediyle çevrelenmiş, iki eli
bir kıtada,
iki ayağı bir kıtada, başı bir kıtada, karnı bir
kıtada, sırtı bir kıtada, yüreği bir kıtada,
usu bir kıtada, yeryuvalağı
tutsaktır, hiçlikten bir ruh oluşunun
başlayışıdır, kendisinin
ötesinde ne varsa belirli bir zamanlamaya
göre onun izinde yürüyor, - Yeşil ey yeşil: -\
Ne olur, gökyüzü yağur yerine dolar yağdırsa?,\. - \ Umuttur,
diüştür, istediğim
almaktır,\. Böcekcesine fısıldıyor, -1milyon,
2milyon,
3milyon, 4milyon, ... Milyonlar,milyonlar, Parmaklarının,
denizlerin kişnemesi, karalık dalgalarının
canlılığı,
havanın yüreklerini delen atların sesizliği,
durmaksızın
dolarları sayması vardır, cansız cesettir,
ölümü idda ediyor,
yeşil tanelercasine rakamlar ekranında
dağılıyor, yeniden
rakamların düzenlemesi için, sanki ki
sevincin ansızın
mor bir pusuya göre gelebilme imasını
veriyor, kaygıdan param parça olmuş
bi r yüreğe doğru imekleyen bir umuda
seyretmek için, eriyor, ve erimiyor, - İki
gözünü
açtı, bir sarsıntı gelmişcesine, kıranfıl renkli
odanın ışığı
anü saldırıp, dört yöne güzel renkleri saçtı,
annesi başı
üstünde durmui, onu ışıktagördü, akşam
temeğine gelmesini
istiyor, dolarların tat kalıntıları hala içinde
gömülüdür,
bir
tuzağa
düşüp,
ve
durumu
yabansamışcasına.■
39
Adana Mutfak Kültürü ve
Adana Yemeklerinden Örnekler
Prof. Dr. Erman ARTUN
İnsanoğlu, ilkçağdan beri yaşamak ve çevresindekileri yaşatmak için sürekli besin kaynağı
aramak zorunda kalmıştır. insan ilk dönemlerinde avcılık, toplayıcılık yapmışsa da belirli
bir evrim sonucu hayvanları evcilleştirmeyi yabani bitkileri yetiştirmeyi başarmıştır. Ateşin
bulunmasıyla üretim biçiminde büyük bir değişme olmuş, buna bağlı olarak yemek türleri
ve pişirme biçimleri sürekli gelişmiştir.
Bir toplumun beslenme kültürü, yaşama biçimiyle doğrudan ilişkilidir. Yaşama
biçiminin değişmesi beslenme kültürünün de değişmesine neden olur. İlk çağlardan bu
yana yiyeceklerini yetiştirmeyi öğrenen insanoğlu onları saklamayı, pişirerek daha lezzetli
bir hale getirmeyi öğrendi.
Eski Türklerin yaşamı tarıma ve hayvancılığa bağlıydı. Türkler Orta Asya’da tarım
koşulları uygunsuz hale gelince batı ve güneye göç etmişlerdi. Yeni yurtlarında doğal
yetişen hayvan ve bitkilerden yararlanmanın yanı sıra yöre koşullarına uygun olanları
yetiştirip, işleyip saklamışlardı.
Eski Türklerin yetiştirip yedikleri hayvanların başında koyun keçi ve sığır gelirdi.
Bu hayvanların etlerinin yanı sıra sütlerinden de yararlanmışlardır. Etler tandır adı verilen
toprak kuyuda veya ateş üstünde pişirilirdi. Ayrıca sonbaharda kestikleri hayvanları yağı
ile birlikte pişirdikten sonra küplere doldurup, kış için saklamışlardır. Süt ve mamullerini
çeşitli şekilde yiyecek olarak kullanmışlardır.
Türklerin bitkisel besinlerinin başında buğday gelir. Buğday, un, yarma (döğme),
bulgur vb. şekillerde kullanılmıştır. Un saç ve tandırda pişirilerek yufka, bazlama vb.
yapılmıştır. Geleneksel Türk mutfağında yufka, börek, gözleme, katmer, pide vb. önemli
yer tutar. Bazı meyve ve sebzeler taze yenmelerinin dışında kurutularak kış yiyeceği olarak
saklanır.
Türk mutfağı uygarlık içinde özel bir yere sahiptir. Türkler farklı coğrafyalarda
çeşitli devlet ve uygarlıklar kurmuşlar, değişik inanç sistemlerini kabul etmişlerdir. Yeni
yerleştikleri, yurt tuttukları coğrafyada çeşitli devlet ve uygarlık kurmuşlar, değişik inanç
sistemlerini kabul etmişlerdir. Yeni yerleştikleri, yurt tuttukları coğrafyanın bitki örtüsünden
40
yararlanarak, yeni yemekler yapmayı öğrenmişlerdir. Divanü Lugati’t-Türk’te yer verilen
yemek ve içecekler bize Türklerin Orta Asya mutfak kültürü hakkında bilgi vermektedir.
İnsanın beslenme ile ilgili davranış ve uygulamaları tarım, ekonomi, coğrafya,
dini inançlar, demografı, eğitim vb. çeşitli faktörlerin etkisiyle oluşur,gelişir. Bir yemek
sistemine özellik kazandıran başlıca öğeler yemekte kullanılan malzemeler ve yemeğin
yapılış biçimidir.
Türk mutfağı genel olarak tarımsal ve hayvansal ürünlere dayalıdır. Halkımızın
yaşadığı coğrafyaya göre çeşitlilik gösterir. Gelenek ve göreneklerimizle, dini yapımız
mutfağı da etkilemiştir. Batıyla etkileşim, Türk mutfağını hızlı bir değişim içine sokmuştur.
Orta Asya Türk kültürüne dayalı Türk mutfağı, Anadolu ve İslam uygarlığıyla beslenmiştir.
Batı kültürüne açılma, hızlı sanayileşme ve kentleşme kadının çalışma hayatına
atılması, eğitim düzeyinin yükselmesi, yemek alışkanlıklarının ve ona bağlı olarak lezzet
alışkanlıklarının değişmesine neden olmuştur. Ayrıca ekonomik koşullar Türk mutfağının
değişimini hızlandırmıştır.
Yemek yemek bir kültürel alışkanlıktır. Bir milletin kültürel alışkanlıkları sosyokültürel yapının gereği olarak ortaya çıkar. Bu kültür yılların birikimiyle tarihsel bir süreçte
oluşur. Türk yemek kültüründe et ve hamur işleri iki önemli temel kaynaktır.
İkisinin birlikteliği bir sentez oluşturmuştur. Anadolu’da son yıllara kadar süren hayvancılığa
ve tarıma dayalı ekonomik yapı belirleyici olmuştur Kırsal kesimde yemek yemek yerine
ekmek yemek tabirinin kullanılması karın doyurmakta ekmeğin ve ekonomik yapının ne
denli etkin olduğunu ortaya koyar.
Orta Asya yemek kültüründen, zengin Osmanlı ve Selçuklu mutfağından dünyaca
ünlü Türk mutfağı ortaya çıkmıştır. Bu zenginliğin bir yönü bol çeşitli yemeklerdir. Her
toplumun kendine özgü bir mutfak kültürü vardır. Anadolu’ya gelen Türkler kendi beslenme
kültürlerini getirdikleri gibi Anadolu’da yaşayan toplulukların beslenme kültürlerinden
de etkilenmişlerdir. Günümüz Türk mutfağı çeşitli uygarlıkların bir bileşimidir. Kültürel
değişim ve gelişime bağlı olarak toplumsal yaşamdaki değişmelerin yemek kültürünü de
etkilemesi doğal ve kaçınılmazdır. İslamiyet sonrasında, İslamiyet gereği bazı hayvanlar
yenmemiş, alkollü içeceklerden kaçınılmıştır. İslamiyet’le birlikte Arap mutfağı Türk
mutfağını etkilemiştir. Yeni yurt Anadolu’daki meyve ve sebzeler Türk mutfağına girerek
zenginleştirmiş yeni mutfak araç ve gereçleriyle pişirilen besinler çeşitlenmiştir.
Saray yaşamı Türk mutfağını zenginleştirmiştir. Hayvani yağlar dışında, zeytinyağı
Türk mutfağına girmeğe başlamıştır. Özellikle saray mutfağıyla tatlı kültürü zenginleşmiştir.
Bal ve pekmezin yerini yavaş yavaş şeker almağa başlamıştır. Bugün Türk mutfak kültüründe
çeşitli yörelerde pişirilen yemekler arasında çok eski geçmişe dayalı geleneksel örneklerin
yanı sıra Anadolu’da şekillenmiş yemekler de vardır. Tarihsel birikim ve çeşitlilik,
coğrafya ve kültür değişikliği Türk mutfağını olumlu etkilemiştir. Türk mutfağı Anadolu’da
şekillenmiştir. Günümüzde birçok yemek unutulmağa yüz tutarken, birçok yemeğimiz de
bütün yörelere yayılıp yöresel olmaktan çıkmıştır.
Yakın zamana kadar yerel mutfak araştırmaları yapılmadığı için Türk mutfağı
olarak yalnızca İstanbul mutfağı biliniyordu. Osmanlı döneminde kışlalarda, tekke ve
dergâhlarda, loncalarda, medreselerde ve sarayda yenilen toplu yemekler Türk mutfağının
zenginleşmesini sağlamıştır.
Türklerin törenlerini dinsel, toplumsal ve kişisel gibi başlıklarda toplayabiliriz. Bu
törenlerde yemek yeme, ziyafet verme iç içedir. Bu törenlerle birlikte bu törenlere özgü bir
mutfak ve yiyecek, içecek çeşidi ortaya çıkmıştır. İnsanların ne yediği ekonomik ve coğrafi
41
koşullara bağlı olsa da bunu belirleyen kültürdür. Bu araştırmalardan bir dönemin kültür
yapısına ait ipuçları elde ediyoruz.
Selçuklu dönemi ve 9. yüzyıl Türk mutfağıyla ilgili araştırmalar bize bugünkü
yemeklerle eski Türk mutfağı hakkında karşılaştırma yapma olanağı yapma olanağı
verecektir. Türk toplumu ve ona bağlı olarak Türk kültürü Tanzimat döneminde yoğunlaşıp
artan bir hızla büyük bir değişme sürecini yaşamaktadır. Batı kültürü etkisiyle bütün
geleneksel kültür kurumları gibi Türk mutfağı da hızlı bir değişime girmiştir. Kökeni Orta
Asya’ya dayalı, İslami kültür ögeleriyle beslenmiş mutfak hızla değişerek asıl karakterini
kaybedecek duruma gelmiştir. Yemeğe girecek malzemeyi coğrafi öğeler belirlediğine göre
Türk yemeklerinin de çeşitli bölgelerde farklılıklar göstermesi doğaldır.
ADANA MUTFAK KÜLTÜRÜ
Adana mutfak kültürü, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş kuşaktan
kuşağa aktarılan bir değerdir. Adana mutfak kültürünün şekillenmesinde, Adana’nın tarihi
ve kültürel mirasının önemli bir rolü vardır. Adana’ya iç göçler nedeniyle konargöçer, köy,
kasaba kültürü ve dış göçler nedeniyle çeşitli illerden kültürler taşınmıştır. Bu olgu da
Adana mutfak kültürüne’ zenginlik ve
çeşitlilik kazandırmıştır.
Toroslar
ve
cıvan
dağlık
coğrafyaya sahiptir. Yakın zamana
kadar kapalı toplum yapısına sahip
olan bu yörede geleneksel mutfak
kültürünün korunduğunu görüyoruz.
Adana’da dağ, yayla, ova ve deniz
kültürü iç içedir. Bu da Adana mutfağına
zenginlik sağlamıştır. Adana’da tarım
ve sanayinin gelişmesi ulaşım ve
teknolojinin
getirdikleri
yenilikler
geleneksel mutfak kültürünün hızla
değişmesine neden olmaktadır.
Değişim ve etkileşim nedeniyle Adana mutfağının bir bölümü unutulmağa yüz
tutmuştur. Geleneksel yemeklerin bir bölümü nadiren yapılıyor. Bu yemeklerin yapılışını
bilenler yavaş yavaş azalıyor. Yemeklerin bir bölümü de anılarda kaldı. Adana kadınının
mutfak konusunda tutucu olması, binlerce yılda oluşan bu kültürün günümüze gelmesini
sağlamıştır. Hayvancılık yakın zamana kadar temel geçim kaynağıydı. Tarım, buğday,
hububata bağlı ekonomi Adana mutfağının oluşmasında önemli etkendir. Ada-na’nın Akdeniz
Bölgesi’nde olması baklagiller, sebzeler ve meyveler yönünden çok zengin olması Adana
mutfağını zenginleştirmiştir.
Adana insanı, çeşitli mutfak kültürleriyle beslenen mutfağını kendi yetenekleriyle
öğrendikleri yemeklerin bir sentezini yaparak kendi damak zevkine uygun bir özgün bir
adana mutfağı oluşturmuştur. Adana mutfağına hamur işleri, etli ve sebzeli yemekler
hâkimdir. Adana mutfağında tat vericilerin önemli bir yeri vardır. Bunlar arasında maydanoz,
nane, kırmızı biber, kırmızı pul biber, sumak, karabiber, kimyon, süs biberi, kekik, nar ekşisi
soğan, sarımsak vb. sıralanabilir. Göçebe kültürden yerleşik kültüre en son geçen Adana
Türkmen ve Yörükleri binlerce yıllık Türk mutfak kültürünü de günümüze kadar koruyup
saklayarak taşımışlardır. Onlarda Orta Asya Türk mutfak kültürünün örneklerini görüyoruz.
KIŞ HAZIRLIKLARI
Adana’da iklimin yumuşak, kışın ılık geçmesine rağmen kış hazırlıklarına önem verilir.
Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında avlularda büyük kazanlar içinde buğday kaynatılır,
damlara çekilir kurutulur. Buğday kurutulduktan sonra değirmenlerde kırdırı-lır,bulgur
yapılır. Değirmenden gelen buğday bezler üzerine serilir savrulur. Bulgur savrulduktan
42
sonra Turşucu (V.A.). altta kalana ‹setik’ adı verilir, o malzeme setikli ekmek yapmakta
kullanılır. Çuvallara konan bulgur kurtlanmaması için tuzlanır. Yine aynı aylarda domates
salçası çıkarılır. Domatesler yıkanır, büyük bir kazana doldurulur. Güneşte ezilinceye kadar
bırakılır. Sonra suyu sıkılar, bez torbalarda süzdürülür, tuzlanır, güneşte kurutulur. Dolmalık
patlıcan oyulur, ipe dizilerek kurutulur.
Üzüm zamanı bidonlara ve küplere sirke kurulur. Üzümler şırahanelerde çiğnenir,
şırası çıkarılır, pekmez kaynatılır. Mayıs ve Haziran aylarında bağ yaprağından salamura
yapılır. Bidonlara kışlık peynir basılır. Ağustos ayında olgun incirler toplanır, dörde bölünür,
güneşte kurutulur, reçeli yapılır. Bamya yörenin sevilen yemeğidir, yazın bamyaların başı
alınır, ipe dizilir, kurutulur. Ayrıca salamurası ve konservesi yapılır. Yörede tarhana pek
bilinmez, Balkan göçmenleri yaparlar. Kışlık nişasta çıkarılır, çeşitli turşular kurulur.
Adana’da kırıntıların odaya yayılmaması için yemekten önce sofra örtüsü yayılır, üstüne
sofra veya bir yükselti üstüne büyük bir sini konularak yemek yenilirdi. Sofraya büyükler
bağdaş kurarak, kadınlar, gençler ve çocuklar diz üstü otururlardı. Sofraya önce çorba
getirilirdi, sonra yemekler büyük servis kaplarıyla ortaya konurdu. Sofraya oturmadan ve
kalktıktan sonra eller yıkanır. Ellerin yıkanması için leğen, sabun, ibrik, peşkir getirilirdi.
Adana, hazırlanması el becerisi ve zaman isteyen lezzetli ve zahmetli bir mutfağa sahiptir.
Son yıllarda yörede yapılmağa başlanan seracılık birçok sebze ve meyvenin yetiştirilmesi,
farklı kültürlerden insanların birarada yaşaması mutfağın çeşitlenmesini sağlamıştır.
Adana yemeklerinin en büyük özelliği bol yağlı, salçalı, baharatlı, baharatlı ve koyun etli
olmasıdır.
Yörede bulgur ve un en fazla kullanılan malzemelerin başında gelir. Her mevsim
kadınlar ekmek saçında yufka ekmekler pişirirler, kışın tandırlara tandır ekmeği vururlar.
Bol yağlı koyun kıymasından yapılan «kıyma» adı verilen Adana kebabı ve içli köfte özel
günlerin ve Kurban Bayramının vazgeçilmez yemeğidir. Kebabın yanında içecek olarak
şalgam içilir.
Adana mutfağında özellikle maydanoz, nane, süs biberinin tatlandırıcılar arasında
özel bir yeri vardır. Ayrıca pul biber, sumak, karabiber, kimyon, kekik, salça, nar ekşisi,
limon, turunç, soğan, sarmısak çok kullanılır.
Törenler, toplumsal yaşamda önemli yer tutar. Adana’da belli günlerde yapılan
törenler vardır. Bu törenler için özel yemekler hazırlanır. Bu törenlerden bazılarını şu
başlıklar altında toplayabiliriz.
Şalgam (V.A.).
a) Özel Günlere Ait Yemekler: 1) Hedik (Bırbara) Buğday, fasulye, nohut, mercimek vb.
kaynatılır. 2) Mileytut: Dut aşı, zerde, mileytut pişirilir. 3) Miladiler: Miladi yemeği, tel
kadayıf, lokma, karakuş vb. hazırlanır. 4) 1516- Ocak: Özel yemek yapılır. Kokulu çörek
yapılıp dağıtılır. 5) Kuddas: Taş kadayıfı hazırlanır. 6) Aşure günü: Aşure pişirilir. Ceviz,
tarçın serpildikten sonra komşulara dağıtılır. 7) Namaz çorbası (Kamhi): Döğme, nohut
ve etle yapılan bir çorbadır komşulara dağıtılır. 8): l Mart Muhallebi-Süt-laç Bayramı: Kırk
çeşit baharatla pişirilen sütlaç kırk kapıya dağıtılır 9) Yumurta Bayramı: Eskiden 17 Martta
mesire yerine gidilir, boyanan yumurtalar önce tokuşturulur sonra yenirdi. 10) Kurban
Bayramı Pilavı: Kurban etiyle kazanda pişirilen pilav topluca yenir. 12) Bayram Kömbesi:
Bir tür tatlıdır, komşulara dağıtılır. 13) Bayram sabahı pişirilen yufka ekmektir, Şekerli
tereyağlı olarak tatlı olarak pişirilir, komşulara dağıtılır.
b) Doğumla İlgili Yemekler : Doğum sonrası Kaynar, Şerbet vb. çeşitli içecekler hazırlanır.
c ) Evlenme Törenleriyle İlgili Yiyecek ve İçecekler: Söz Tatlısı, Nişan Şerbeti, Düğün
Ekmeği, Yüksük Çorbası, Düğün Köftesi, Gelin Tutarı, Davul Aşı vb. çeşitli yiyecek ve
içecekler hazırlanır.
d) Ölüm Törenleriyle İlgili Yiyecek ve İçecekler: Kazma Tıkırtısı Yemeği, Yedi Yemeği, Kırk
Yemeği, El-liiki Yemeği vb. çeşitli yiyecek ve içecekler hazırlanır.
e) Adaklarla İlgili Yiyecek ve İçecekler : Bir kişinin adağı gerçekleştikten sonra dağıtılan
yiyecek ve içeceklerdir. Birkaç örnek verelim. Acele Bacı Adağı, Ze-keriya Sofrası Adağı,
43
Halil İbrahim Sofrası Adağı, Sütlü Kahve Adağı, Derder Pilavı.
Bunlar dışında pek çok adak ve bunlara bağlı adak yiyecek ve içecekler vardır.
SONUÇ
Adana yemeklerinin genellikle bitkilerden, etlerden ve hamurdan olmak üzere üç
kaynaktan oluştuğunu görmekteyiz. Adana mutfağında ana yiyecek maddesi ekmektir.
Hamur işi yemekler yemek çeşitlerinin başında gelmektedir. Kebap çeşitleri çok sık
pişirilmektedir. Pek çok sebze yemeği çeşidi vardır. Bunlar etle soğanlı domatesli salçalı
olarak pişirilmektedir. Sebzeler haşlanmış olarak et yanına konmaz. Yağa çok önem verilir,
sütten elde edilen yağların yanı sıra iç ve kuyruk yağları da kullanılır.
ADANA YEMEKLERİNDEN ÖRNEKLER:
I) BULGURLU ÇORBALAR, KÖFTELER, PİLAVLAR VE HAMURİŞİ YEMEKLER.
A) Çorbalar Hayır Çorbası «Kamhi», Namaz Çorbası
Malzemeler: 12/ kg. dövme, 12/ kg. gerdan eti, l su bardağı nohut, 2 kaşık yağ,
yeterince tuz, kimyon, karabiber.
Hazırlanışı: Bir gece önceden suda ıslatılan dövme ve nohut etle birlikte ateşe atılır. Tuzu
eklenerek kaynamaya bırakılır. Yemeğin suyu eksildikçe üzerine kaynar su eklenir. Et
kemikten ayrılıp, yemeğin malzemesi eriyince kemikler çıkarılır. Tahta bir kaşık yardımıyla
karıştırılır. Muhallebi kıvamına gelince altı kapatılır. Çorbanın üzerine kızgın yağ gezdirilip,
baharatlar serpilir.
Yüzük Çorbası
Malzemeler: l kg. un, 12/ kg. yağsız iri kıyma, l baş soğan, l kaşık salça, l yumurta, l
adet limon suyu, l bardak haşlanmış nohut, yeterince tuz, karabiber, kırmızıbiber.
Hazırlanışı: Un, yumurta, limon ve su karışımı hamur haline getirilir. Dört parçaya ayrılan
hamur oklava yardımıyla yufka şeklinde açılır ve kare kare kesilir. Başka bir kenarda
rendelenmiş soğan, kıyma ve baharatlar karıştırılarak nohut büyüklüğüne getirilip hamurun
üzerine konularak dört köşesinden tutularak kapatılır. Bir tencerede 3 litre kadar su
kaynatıp kapatılan hamurları ve pişmiş nohudu içine atarız. Hamurlar yüze çıkınca başka
bir kapta oluşturduğumuz salça, yağ ve baharat karışımını yemeğin üzerine dökülerek
birkaç dakika kaynatılır.
Toga
Malzemeler: l su bardağı nohut, 12/ demet ıspanak, 12/ kg. dövme, l yemek kaşığı un,
l kaşık yağ, l kg. yoğurt, yeterince tuz.
Hazırlanışı: Dövme ile nohut pilav haline gelene kadar pişirilir. Yoğurt iyice çırpılarak ateşe
konur ve üzerine pilav kıvamını alan dövme ile nohut dökülür. İnce ince kıyılan ıspanaklar
yemeğin pişmesine yakın içine atılır. Un ise bir parça su ile eritilerek çorbanın içine dökülür
ve birkaç dakika kaynatılır. Üzerine bir kaşık yağ eritilerek dökülür.
Tirşik
Malzemeler: l demet gâvur pancarı, l çay bardağı nohut, l çay bardağı fasulye, l kâse
yoğurt, alabildiğince un, yeterince nar ekşisi ve tuz.
Hazırlanışı: Dövme bir süre pişirilir, içine önceden haşlanan nohut ile fasulye dökülür. Daha
sonra yoğurt ve nar ekşisi eklenir. Pişmesine yakın kıyılmış pancar içine dökülür ve üzerini
örtecek kadar un serpilir. Altı kapatılan tencerenin üzeri kalın bir bezle örtülerek ekşimeye
bırakılır. Sabah tencerenin üzerindeki hamuru 45- saat pişirilir. Bu yemeğin birçok hastalığa
iyi geldiğine inanılır.
Topalak
Malzemeler: 12/ kg. ince bulgur, 12/ kg. yarma, l çay bardağı haşlanmış nohut, l kaşık
salça, l kaşık yağ, yeterince ekşi, tuz, nane, sarımsak ve kırmızıbiber.
44
Hazırlanışı: Bulgur ile yarma derin bir tepsiye konup, üzerine bir miktar sıcak su dökerek
yoğurur. Bu karışımdan parçalar alınarak bilye gibi yuvarlanın. Topalaklar kaynamış suya
atılıp kaynatılır. İçine haşlanmış nohutlar da atılarak iyice pişirilir. Diğer tarafta başka bir
tavada yağ, salça ve baharat karışımı kaynatılarak sos haline getirilir ve çorbanın içine
dökülür.
Mırmırik
Malzemeler: l su bardağı yeşil mercimek, l baş soğan, l çorba kaşığı katı yağ, l çorba
kaşığı salça, l adet limon suyu, 1,5 litre et suyu, yeterince tuz ve kırmızıbiber.
Hazırlanışı: Mercimek et suyuna katılarak pişinceye kadar kaynatılır. Küp şeklinde doğranmış
soğan yağ ve salça ile kavrulup et suyunun içine bir limon suyu ile birlikte dökülür. 5 dakika
kadar kaynatılır
Tirşik Çorbası
Malzemeler: 12/ kâse dövme,2 su bardağı yoğurt, l su bardağı un, l baş sarımsak, l bağ
yılanotu (tirşik). Hazırlanışı: Yılanotu yıkanır. İnce ince kıyıldıktan sonra nohut ve dövme ile
büyük bir tencereye konur. Ilık su eklenip iyice karıştırılarak kaynatılır. Malzemenin üstünü
örtecek kadar un serpilerek tencere ateşten alınır. Ağzı kapalı olarak bir gün mayalanmaya
bırakılır. Ertesi gün un hamur haline gelmiştir. Bu hamur kaşıkla toplandıktan sonra malzeme
tekrar karıştırılarak ocağa konur. Bir saat pişirildikten sonra dövülmüş sarımsak ilave edilir,
bulgur pilavıyla servis yapılır.
Püsürük Çorbası
Malzemeler: l kg. su, 2 kâse un, 2 baş soğan, 2 yemek kaşığı tereyağı, bir miktar
kızartma yağı, yeteri kadar tuz, kuru nane, pul biber.
Hazırlanışı: Yayvan bir kaba serilen unun üzerine el yardımıyla su serpilerek küçük hamurlar
oluşması sağlanır. Un eklenerek oluşan hamurlar ayrılır. Bir süre kuruması beklenen küçük
hamurlar, halka halka doğranmış soğanla birlikte kızartılır. Kızartılan hamurlar tencereye
alınarak yarım saat kadar suda haşlanır. Bu arada tereyağında kızdırılan pul biber, kuru nane
ve tuz ilavesiyle kaynayan çorbanın üzerine dökülür. Çorba dinlendikten sonra servis yapılır.
Analı Kızlı
Malzemeler: 1,5 kg. ince bulgur, l kg. kıyma, 23- baş soğan, l adet yumurta, l bardak
haşlanmış nohut, 2 kaşık salça, 2 kaşık yağ, yeterince tuz, kırmızıbiber, kuru nane ve
karabiber.
Hazırlanışı: Bulgurun içine un, yumurta, tuz ve kırmızıbiber eklenerek su yardımıyla
yoğrulur. Soğanlar ince ince kıyılır. Kıyma ile karıştırılarak yağda kavrulur. Kavrulmuş
kıymaya salça ve maydanoz koyularak soğutulur. Daha önce yoğrulan bulgurlardan küçük
yuvarlak parçalar koparılarak oyulur. Oyulan köftenin içine kıymalı iç konularak iri ceviz
büyüklüğünde köfteler yapılır. Bulgurun bir kısmı da içi boş küçük yuvarlaklar haline getirilir.
Hazırlanan köfteler kaynamış suda haşlanır. Kaynamış nohut ilave edilir. Kızgın yağ ve salça
dökülerek malzemeler pişene kadar çorba kaynatılır. Çorba piştikten sonra limon sıkılarak
servis yapılır.
Dul Kadın Çorbası (Dul Avrat Çorbası)
Malzemeler, l kg. un, l bardak haşlanmış yeşil mercimek,, 2 litre et suyu, 12/ paket
yağ, l kaşık domates salçası, yeterince pul biber ve tuz.
Hazırlanışı: Un, bir tatlı kaşığı tuz ve su yoğru-larak kulak memesi kıvamına getirilir. Bu
hamur açılarak küçük kareler halinde kesilir. Et suyuyla kaynatılan mercimeğe ilave edilir.
10 dakika kaynadıktan sonra üzerine salça ile yağ dökülür. Arzu edilirse limon sıkılarak
veya pul biber serpilerek servis yapılır.
B) Köfteler .. «; :Çiğ Köfte
45
Malzemeler: l kg ince bulgur, 12/ kg. ince çekilmiş yağsız dana kıyması, l kaşık
domates salçası, l kaşık biber salçası, l demet ince doğranmış maydanoz, 12/ kg. yeşil
soğan, l demet ince doğranmış yeşil sarımsak, 12/ demet yeşil nane, yeterince kimyon, tuz,
kırmızıbiber, karabiber ve su.
Hazırlanışı: Bulgur, kırmızıbiber, karabiber, domates ve biber salçaları tuz ve su serpilerek
yavaş yavaş yoğrulur. Bulgur biraz yumuşayınca et de eklenerek yorulmaya devam edilir.
Geri kalan bütün malzeme de bu karışıma eklenerek yoğrulur ve avuç içinde sıkılarak
servis yapılır.
İçli Köfte
Malzemeler: l kg. ince bulgur, 12/ kg. koyun kıyması, 12/ kg. yağsız ve dövülmüş dana
eti, 4 baş ince doğranmış soğan, l demet ince doğranmış may danoz, kaşık salça, bardak
yarma, l kaşık yağ, l adet limon suyu, l çay bardağı zeytinyağı, l baş dövülmüş sarımsak,
yeterince tuz, karabiber, kırmızıbiber ve su.
Hazırlanışı: Bulgur, yarma ve, dövülmüş et, su ve tuz serpilerek iyice yoğrulur. Malzeme
birbirini tutunca bir kenara konulup dinlendirilirken, içinin malzemesi hazırlanır. Kıyma,
salça, yağ ve baharatlar bir kapta iyice kavrulur. Sonra içine maydanoz da eklenip bir
süre buzlukta bekletilerek iyice yağının donması sağlanır. Hazırlanan bulgur karışımından
yumurta büyüklüğünde parçalar kopartılarak ortası oyulur ve içine hazırlanan iç konularak
kapatılır. İçine ekşi konulan bol suda köfteler haşlanıp zeytinyağı ve sarımsak karışımına
batırılarak servis edilir.
Hırçıkli Köfte
Malzemeler, l adet rendelenmiş soğan, 2 bardak bulgur, l bardak un, l yumurta, 12/
bardak irmik, l deste kıyılmış ıspanak, adet limon suyu, l çorba kaşığı yağ, l bardak pişmiş
nohut, l bardak pişmiş yeşil mercimek, l kaşık salça, yeterince tuz, kimyon, karabiber ve
kırmızı biber.
Hazırlanışı: Bulgur, un ve, yumurta önceden ıslatılmış irmikle karıştırılarak su yardımıyla
yoğrulur. Bu karım küçük köfteler şeklinde yuvarlanır. Rendelenmiş soğan, salça, tuz ve
diğer baharatlar karıştırılarak uyuşuncaya kadar kavrulur. Üzerine kıyılmış ıspanak atılarak
2,5 litre su eklenir. Nohut, yeşil mercimek ve limon suyu da koyularak pişinceye kadar
kaynatılır. Bu karışıma önceden yuvarlanan köfteler de atılarak pişirilir. En son kızgın yağa
nane serpilerek yemeğin üzerine dökülür.
C) Pilavlar Kömeç Lapası
Malzemeler. 14/ bulgur, 12/ ince kıyılmış kömeç, l baş sarımsak, l kaşık tereyağı, 12/
kg. yoğurt, l kaşık salça, yeterince tuz ve pul biber.
Hazırlanışı: Salça ve yağ ile kömeç iyice kavrulur. Üzerine bulgur eklenir. 12- dakika
sonra üzerini örtecek kadar su eklenerek pişmeye bırakılır. Pişen yemek servis tabağına
alındıktan sonra üzerine dövülmüş sarımsak ve yoğurt karışımı dökülür. Tereyağı ise bir
tavada eritilerek yemeğin üzerine dökülür.
D) Hamurişi Yemekler
Baharatlı Ekmek (Bayram Çöreği-İftir)
Malzemeler: l kg. un, l paket margarin, l paket yedi türlü baharat, l kibrit kutusu
maya, l bardak şeker, 2 adet yumurta, l bardak süt, yeterince susam ve çörekotu.
Hazırlanışı: Unun ortası açılır. İçine şeker, süt, yumuşatılmış margarin, baharat ve maya
konulur. Mayalanması için yarım saat bekletilir. Mayası gelen hamur 20 parçaya (bezilere)
ayrılır. Her bezi 1,5 cm. kalınlığında açılarak üzerine yumurta sarısı sürülür ve susam,
çörekotu karışımı serpilir. Yağlanmış tepsiye dizilerek kızarmcaya kadar (fırın veya
tandırda) pişirilir. Bu çörek çok uzun süre bozulmadan saklanabilir.
Setikli Ekmek
Malzemeler: l kg. setik, 2 bardak un, l çorba kaşığı Pakmaya.
46
Hazırlanışı: Setik 4 bardak su konulup pişirilerek soğumaya bırakılır. Soğuduktan sonra
tuz ve maya konularak karıştırılır. Kulak memesi kıvamında yoğrulur. Mayalanması için
üzeri örtülerek sıcak bir yerde 12- saat bekletilir. Hamur mayalanınca elma büyüklüğünde
beziler yapılır. 25 cm. çapında ve metal para kalınlığında açılır. Ekmek sacında çevrilerek
pişirilir. Sertleşmemesi için pişen ekmekler üst üste bir bezin arasına koyulur.
Sıkma
Malzemeler: l kg. un, 12/ kg. peynir, 12/ demet maydanoz, 4 baş soğan, 12/ paket
margarin, 12/ adet bayat ekmek, yeterince tuz, karabiber, su ve pul biber.
Hazırlanışı: Soğanlar küçük küçük kıyılarak iki kaşık margarinle sararmcaya kadar kavrulur.
Peynir ilave edilir. Tuz, karabiber ve pul biberle birlikte karıştırılan malzeme tekrar kavrulur.
Hamurun hazırlanışı: Bayat ekmek bir bardak su ile ıslatılır. Islanan ekmeklerin suyu
sıkılarak; un, tuz ve su ile yoğrulup hamur haline getirilir. Hamurun sert olmasına dikkat
edilir. Hamur küçük parçalara ayrılır. Unlanarak küçük yufka biçiminde açılır. Açılan
yufkalar iki taraflı olarak sıcak sıcak margarin sürülür. Hazırlanan iç, yufkaların arasına
konularak rulo şeklinde sıkıca sarılır.
II) ET YEMEKLERİ
Kebaplar
Biryan KebabıMalzemeler: l adet kuzu, yeterince tuz, karabiber ve toz biber
Hazırlanışı: Yüzülmüş kuzu (tuz, karabiber ve toz biber sürdükten sonra) tüm olarak
fırına sürülür. Kuzu fırında kızardıktan sonra etlerinin dökülmesi için bir yere asılır ve
sallandırılır. Dökülen etler tabaklara koyularak servis yapılır. Cığırtlak Kebabı (Cartlak
Kebabı) Malzemeler: 750 gr. kuzu ciğeri, böbreği, dalağı, 14/ kg. gömlek yağı, yeterince
tuz, karabiber, toz biber. Hazırlanışı: Kuzu ciğeri, dalağı ve böbreği küp şeklinde doğranır.
Gömlek yağı zar şeklinde kesilir. Tuz ve baharatlarla karıştırılarak şişlere dizilir. Şişler
kömür ızgarasının üzerine konur ve kızarmcaya kadar pişirilir.
Şiş Kebabı
Malzemeler: l kg. kuşbaşı koyun eti, yeterince tuz ve pul biber.
Hazırlanışı: Kuşbaşı etlere tuz ve pul biber eklenir. Etler yağlı ve kırmızı et karıştırılarak
şişlere dizilir. (İki tike kırmızı etin arasına bir tike kuyruk yağı koyulur.) Önceden hazırlanan
mangalın üzerinde her tarafı eşit kızarana kadar pişirilir.
Adana Kebabı (Kıyma)
Malzemeler: l kg. orta yağlı koyun kıyma, yeterince tuz ve pul biber.
Hazırlanışı: Kıyma, tuzu ve biberi eklendikten sonra iyice yoğrulur. Kıyma parçaları birbirini
tutunca on iki eşit parçaya ayrılır. El ıslatılarak enli kebap şişine yayılır. Mangal üzerinde
her iki tarafı da kızarmcaya kadar pişirilir. Pişen kebap pide ekmek arasına konularak
servis yapılır.
III) SEBZE YEMEKLERİ
Ekşili Pancar
Malzemeler, l baş sarı pancar, l çay bardağı pişmiş yeşil mercimek, l çay bardağı
pişmiş nohut, l baş soğan, l adet limon suyu, l kaşık salça, l kaşık yağ, 3 diş sarımsak,
yeterince tuz ve kuru nane.
Hazırlanışı: Pul pul doğranan pancar rendelenir, yağda pembeleştirilen soğanla birlikte iyice
kavrulur. Bu karışıma salça eklenerek eritilir. Nohut ve yeşil mercimek de eklenip üzerini
örtecek kadar su dökülür ve pancarlar yumuşayıncaya kadar pişirilir. Pişmek üzereyken
limon suyu eklenip 12- dakika daha kaynatılarak altı kapatılır. Dövülmüş sarımsak ve kuru
nane karışımı yemeğin üzerine dökülerek servis yapılır.
IV) SALATALAR
47
Muammara
Malzemeler: 200 gr. tahin, 2 adet soğan, 12/ bayat ekmek içi, 2 baş soyulmuş
sarımsak, 200 gr. ceviz içi, l adet limon suyu, 12/ çay bardağı zeytin yağı, yeterince tuz ve
pul biber.
Hazırlanışı: Soğanlar ince kıyılır. Tahin, dövülmüş ceviz içi, soğan, bol pul biber, ufalanmış
ekmek içi, tuz ve dövülmüş sarımsak eklenerek iyice karıştırılır. Karışımın üzerine kızdırılmış
zeytinyağı gezdirilerek servis yapılır.
Haydari
Malzemeler. 12/ kg. süzme yoğurt, 12/ demet dereotu, yeterince tuz.
Hazırlanışı: ince ince kıyılan dereotu süzme yoğurt ve tuz ile karıştırılarak servis yapılır.
Muhammara
Malzemeler, l /2 bardak ceviz içi, 3 dilim beyaz ekmek içi, 45- diş sarımsak, 12/ kaşık
salça, yeterince tuz, nar ekşisi ya da limon suyu.
Hazırlanışı: Ayıklanan ceviz içi, güzelce dövülür. Başka bir kapta ekmekler çok hafif
ıslatıldıktan sonra ufalanarak dövülmüş cevize karıştırılır. Dövülmüş sarımsak, salça ve
limon suyu da eklenerek, servis tabağına alınır, domatesler ufak ufak doğranır. Maydanoz
da kıyılır. Bütün malzemeler karıştırılarak servis yapılır. Arzuya göre domates ve yeşillikler
eklenmeden soğanla çökelek ateş üzerinde biraz öldürüle-bilir.
Babagannüç
Malzemeler: 4 adet iri patlıcan,, 2 baş soğan, l kaşık salça, l kaşık ince yağ, l adet
domates, l adet limonun suyu, yeterince tuz ve toz biber.
Hazırlanışı: Patlıcanlar közde iyice pişirildikten sonra soyulur. Halka şeklinde doğranan
soğan, yağ ve salça ile kavrulur. Başka bir kapta dövülen patlıcan da bu karışıma eklenerek
bir müddet daha kavrulur. Ateşten indirilen bu karışımın üzerine ince doğranmış domates,
baharatlar ve limon suyu ilave edilerek servis yapılır.
Humus
Malzemeler: 2 bardak iyi haşlanmış nohut, l adet orta boy patates, 12/ bardak tahin,
3 adet limonun suyu, l baş temizlenmiş sarımsak, l kaşık tereyağı, yeterince tuz, kimyon,
pul biber ve sumak.
Hazırlanışı: Haşlanmış nohut ve patates süzgeçten geçirilerek püre haline getirilir. Üzerine
tahin, limon suyu, dövülmüş sarımsak ve baharatlar da eklenerek servis tabağına alınır.
Üzeri kaşığın tersiyle düzeltilen humus kızdırılmış tereyağı ile yağlanır ve arzuya göre
sumak ve pul biber ile süslenir.
Bartavit (Bartafit)
Malzemeler: 200 gr. tahin, 56- adet sarımsak, l adet limon suyu, 12/ ekmek, önceden
kalan kuru fasulye yemeği, l kaşık tereyağı, yeterince tuz, kekik, pul biber ve kırmızı biber.
Hazırlanışı: Tahin ile limonsuyu karıştırılarak içerisine dövülmüş sarımsak, kırmızı biber ve
kekik ilave edilir. Daha sonra ekmekler küçük küçük doğranarak tabaklara yerleştirilerek
kuru fasulye yemeği ile ıslatılır. Üzerine tahinli malzeme dökülüp, kızdırılmış tereyağı, pul
biber ve kekikle servis yapılır.
Vartabi
Malzemeler: 2 su bardağı haşlanmış kuru fasulye, l çay bardağı tahin, l adet limonun
suyu, 34- diş sarımsak, l çorba kaşığı ince yağ, yeterince tuz.
Hazırlanışı: Haşlanan kuru fasulye tahinle karıştırılır ve üzerine limon suyu ile yağ dökülür.
Dövülen sarımsak da üzerine serpelenerek servis yapılır.
48
V) TATLILAR
Künefe
Malzemeler: 12/ kg. tel kadayıf, 12/ kg. tuzsuz beyaz peynir, 4 kaşık tereyağı, 5 su
bardağı şeker, 3,5 su bardağı su, l tatlı kaşığı limon suyu.
Hazırlanışı: Kadayıflar ufak ufak koparılır. Altı hafif yağlanmış tepsiye kadayıfın yarısı
bastırılarak yerleştirilir. Üzerine peynir rendelenerek serpilir. Geriye kalan kadayıf tepsinin
üzerine serpilerek güzelce bastırılır. Bir tavada eritilen tereyağı kadayıfın üzerine gezdirilir.
Fırına sürülen kadayıf, altı ve üstü kızarmcaya kadar pişirilir. Diğer tarafta 5 su bardağı şeker
ile 3,5 su bardağı su, limon suyu ilavesiyle kaynatılarak şurup haline getirilir. Soğutulan
şurup sıcak kadayıfın üzerine dökülerek servis yapılır.
Bandırma
Malzemeler: l litre üzüm suyu, 12/ kg. şeker, l çay bardağı nişasta, l bardak ceviz içi
Hazırlanışı: Üzüm suyu şeker ve sulandırılmış nişasta yardımıyla kaynatılarak koyu muhallebi
kıvamına getirilir. Ceviz içleri ipe dizilerek bu karışımın içine batırılır. Bu esnada «Haydar,
Haydar gel sana kızım (...) vereyim.» diye bağırılır. Haydar diye seslendikleri rüzgârdır.
Böyle bağırınca rüzgarın çıkıp bandırmayı kurutacağına inanılır. Kurutulan bandırmalar
kutularda saklanarak gelen misafirlere ikram edilir.
Bici Bici
Malzemeler: l bardak nişasta, 6 bardak su, l tatlı kaşığı bici boyası, l su bardağı
pudra şekeri, yeterince gül suyu ve kar şekline getirilen buz
Hazırlanışı: 6 bardak suya l bardak nişasta eklenerek pişirilir. Bu arada devamlı bir tahta
kaşık yardımıyla karıştırılarak topaklaşması engellenir. Koyulaşan karışım bir tepsiye
dökülerek buzdolabında soğumaya bırakılır. Üzerinin kurumaması için bir ıslak bezle
örtülür. Dolapta bekleterek dondurduğumuz bici küçük kaselere küp şeklinde doğranır.
İçine kırmızı boya ile hazırlanan su, pudra şekeri, kar haline getirilen buz ve gül suyu
eklenerek servis yapılır.
Karakuş
Malzemeler. 12/ kg. irmik 2 bardak süt, l adet yumurta, 12/ kg. ceviz içi, l bardak
şeker, l adet limon kabuğu rendesi, yeterince un.
Şurup için: 6 bardak şeker, 5 bardak su, 12/ adet limonun suyu.
Hazırlanışı: Bir gece önceden irmik ılık süt ile ıslatılır. Üzerine yağ ve yumurta eklenerek,
yoğrulur. Kulak memesi kıvamına gelinceye kadar üzerine un serpilir. Hazırlanan hamur 8
eşit parçaya bölünür ve üzerine nemli bez örtülerek dinlendirilir. Bezeler tek tek üzerine
un serpilerek açılır. Açılan yufkaya dövülmüş ceviz içi ve limon rendesi serpilir. Tekrar
oklavaya sarılarak rulo haline getirilir ve baklava dilimi şeklinde kesilir. Diğer taraftan
şurup malzemeleri kaynatılarak soğutulur. Kesilen karakuşlar bol yağda kızarıncaya kadar
pişirilerek şerbetin içine atılır. El ile bastırılarak şekeri emmesi sağlanır. Bu tatlı yapılırken
iki ayrı tava kullanılmalıdır. Her kızartmadan sonra yağ süzülmelidir.
Kaynar
Malzemeler. 50 gr. yedi türlü baharat, l kg. şeker, 200 gr. ceviz içi, 2 kaşık tarçın.
Hazırlanışı: Baharatlar bir tülbente sarılır. Baharatlar ve şeker 4 litre su konulan tencereye
eklenerek kıvam alıncaya kadar kaynatılır. Sıcak olarak servis yapılan kaynarın üzerine
ceviz içi ve tarçın serpilir.
Palıza
Malzemeler: 200 gr. nişasta, 250 gr. şeker, 12/ litre süt veya su, yeterince tarçın.
Hazırlanışı: Süt ve şeker eriyene kadar kaynatıldıktan sonra nişasta ilave edilir. Malzeme
kaynayıp da koyu muhallebi kıvamını aldıktan sonra, tarçınla süslenerek servis yapılır.
49
Türkçe Öğretmeni Yetiştirme
Programında Mevcut Alan
Derslerinin Kültürel Boyutu
Bir devletin varlığı ve sürekliliği öncellikle milli
birlik ve beraberliğini korumasına bağlıdır. Bu da
bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek
ve milli şuur kazandırmakla sağlanabilir.
Milli şuur sistemli bir şekilde ancak eğitimle
gerçekleşebilir. Kültürel erozyonun önüne geçmek
için de bireylere kültürel bilincin yerleştirilmesi
gerekir. Bu bilincin yerleştirilebilmesi dilin ve
edebi ürünlerin azami derecede öğretilmesi,
içselleştirilmesi ile sağlanabilir. İlköğretim ikinci
basamak Türkçe eğitimi lisans programını son
hali incelendiğinde mevcut dersler ile öğretmen
adaylarının bu bilinci kazanmasını ve Türkçenin
inceliklerini kavramasını beklemek mümkün
görülmemekte dolayısıyla onların öğrencilerinin
1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, 2.
Prof. Dr. Fatma AÇIK
Maddesi’nde belirtilen; “Türk milli eğitiminin genel amacı Türk milletinin bütün fertlerini;
Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve
geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına
ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış
haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek…” hedefine ulaşamayacağı görülecektir
Giriş:
Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğü’nde kültür kavramı şu şekilde
tanımlanmaktadır: 1. Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi
ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın
doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars,
ekin. 2. Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü. 3.
Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş
olan biçimi. 4. Bireyin kazandığı bilgi. Din, dil ve bunlara bağlı sanatlarla hukuk, âdet,
gelenek gibi toplumsal değerler ve kurumlar, yalnız başlarına ayrı ayrı kültür ögeleri
değildirler. Söz konusu değerler ve kurumlar arasında karşılıklı ilişkilerin varlığı hepsini
birden bir bütünün parçaları haline getirir. Bu bütünlük ya da kaynaşma işinde, toplumsal
kurumlar, kişisel ve ortaklaşa tavır ve davranışlar, yaşam görüşü ve anlayışları yer alması
sebebiyle toplumbilim bakımından kültür karmaşık bir konu hâline gelmiş olur. Yetiştiğimiz
toplumun dilini öğrenirken hem o toplumun düşünme etkinliğini hem de kültürünü elde
ederiz. Bu nedenle M.K. Atatürk’ün: “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri
50
öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına,
kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği
öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği
manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat
ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz.
Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça hâlinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır….” (Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri, 1952).sözünden alınan eğitimin, içeriği ne olursa olsun, millî
değerleri yücelten ve korunması gerekli unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip
olması gerektiğini algılamaktayız. Bir devletin varlığı ve sürekliliği öncellikle millî birlik
ve beraberliğini korumasına bağlıdır. Bu da bireylere milli beraberliğin ne olduğunu
öğretmek ve millî şuuru kazandırmak ile sağlanabilir. Millî şuur sistemli bir şekilde ancak
eğitimle gerçekleşebilir. Kültürel erozyonun önüne geçmek için de bireylere Türklük
kültürel bilincinin yerleştirilmesi gerekir. Bu bilincin yerleştirilebilmesi için Türk insanının
duygularında ortak bir anlam, düşüncelerinde millî bir şuur oluşturulması gerekmektedir.
Bu bilinçaltının oluşturulabilmesi, dilin ve edebî ürünlerin azami derecede öğretilmesi,
içselleştirilmesi ile mümkün olabilir. Dille kimlik arasında nasıl bir bağlantı vardır? Dil
kullanımı kimliğin bir göstergesi olabilir mi?
Humboldt’a göre belli bir biçimde dili kuran, oluşturan insan kitlesi millet olarak tanımlanabilir
ve dille millet ayrılmaz biçimde birbirlerine bağlıdır. Humboldt; milletlerin karakterlerinin
biçimlenmesinde dilden başka fizyonomi, beden yapısı, töreler, gelenekler, giyim, yaşayış
biçimleri ve eserlerin de önemli etkenler olduğunu vurguluyor (Akarsu 1998). Ona göre
milletlerin karakterinin en net biçimde yansıdığı olgu dildir. Dil de edebiyat sahasında
şekillenir. Dilin en güzel ifadesi edebiyattadır. O halde diyebiliriz ki milletlerin karakterini
edebiyatlarında görebiliriz. Dolayısıyla ana dili eğitim öğretim programlarında da özellikle
edebî eserlerin bu yönleriyle verilmesi gerektiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bilindiği
gibi ilköğretimin birinci kademesinde anadil öğretimine yönelik dersin adı; Okuma, ikinci
kademesinde Türkçe, orta öğretimde ise Türk Dili ve Edebiyatı adını almaktadır. Öyleyse
bu derslere giren bir öğretmende bulunması gereken özellikleri; a) Genel kültür b) Özel alan
bilgisi c) Öğretmenlik meslek bilgisi başlıkları altında toplayabiliriz. Eğer bir öğretmen bu
bilgilerle yeterli derecede donatılmamışsa, onların yetiştirdiği öğrencilerin de ana dilini iyi
kullanmasını, kendini içinde bulunduğu toplumun bir parçası olarak görmesini ve değerleri
geleceğe taşımasını beklemek abes olacaktır. Bir toplumun tüm yaşam biçimini ifade eden
kültürle, toplumun yaşamının yaşanmak amacıyla öğrenilmesi olarak tanımlanabilecek
olan eğitim arasındaki ilişkinin yakınlığı açıkça görülmektedir. «Eğitim bir toplumun
tüm kültürüne dayanır” diyen Ottaway, kültürle eğitim arasındaki ilişkiyi çarpıcı biçimde
vurgulamaktadır. Eğitimin niteliği önemli ölçüde kültürel değerler tarafından belirlenir.
Başka bir anlatımla, bir toplumun eğitim sisteminin niteliği, o toplumda egemen olan
siyasal iktidarlar tarafından önemli ölçüde etkilenir. Hangi kültürel değerlerin eğitim yolu
ile yeni kuşaklara aktarılması gerektiği, önemli ölçüde siyasal iktidarlar ve bu iktidarların
dayandığı toplumsal güçler tarafından belirlenir. Bir kültür aktarma ve yenilik aracı
olarak işlev gören eğitimin, bu işlevlerinin niteliği, eğitime yön veren değerler tarafından
belirlenir. Bu değerlerin yeniliğe açıklığı ölçüsünde, eğitim, yenilikçi bir etken olarak işlev
görür diyebiliriz. Toplumun temel kültürel varlığını sürdürmesi, toplumsal bir zorunluluktur.
Toplum için hayati önem taşıyan bu gereksinimin karşılanmasının sağlıklı bir yolu, bunu
toplumsal bir girişim ve görev olarak kabul etmek ve devlet tarafından yürütmektir. Kültürel
mirasın aktarılmasında temel kültürel mirasın ve geleneksel değerlerin sürekli kılınması ile
çağın gerektirdiği değişme ve yenilik arasında akılcı bir denge kurulmalıdır. Bu dengenin
Türkçe öğretmeni yetiştirme programına göz atarak (GÜ GEF Türkçe Eğitimi Bölümü’nde
uygulanan program esas alınmıştır) nasıl sağlandığı konusuna gelince; aşağıdaki tablodan
Türkçe aleyhine bir durum sergilediğini görebiliriz.
51
Yarıyıl .1
II. Yarıyıl
Dersin Adı
Kredi
Dersin Adı
Kredi
Türk Dil Bilgisi: Ses Bilgisi
2
Türk Dil Bilgisi-II: Şekil
Bilgisi
2
Osmanlı Türkçesi I
2
Osmanlı Türkçesi-II
2
Edebiyat Bilgi ve Kuramları
2
Sözlü Anlatım II
2
Sözlü Anlatım I
2
Edebiyat Bilgi ve Kuram. II
2
Yazı Yazma Teknikleri
2
Yazılı Anlatım I
Yabancı Dil I
Yabancı Dil II
3
2
Yazılı Anlatım II
2
3
Atatürk İlkeleri ve İnk.Tarihi
II
2
Atatürk İlkeleri ve İnk.Tarihi
2
Eğitim Psikolojisi
3
Eğitim Bilimine Giriş
3
III. Yarıyıl
52
IV. Yarıyıl
DERSİN ADI
Kredi
DERSİN ADI
Kredi
Türk Dil Bilgisi: Kelime Bilgisi
2
Türk Dil Bilgisi-IV: Cümle
Bilgisi
3
Eski Türk Edebiyatı-I
2
Eski Türk Edebiyatı-II
2
Yeni Türk Edebiyatı-I
2
Yeni Türk Edebiyatı-II
2
Halk Edebiyatı-I
2
Genel Dilbilimi
3
Metin Bilgisi
3
Bilgisayar II
3
Öğretim İlke ve Yöntemleri
3
Halk Edebiyatı-II
2
Bilgisayar I
3
Öğretim Teknolojileri ve
Materyal Tasarlama
3
Bilimsel Araş. Yöntemleri
3
Etkili İletişim Becerileri
3
V. Yarıyıl
VI. Yarıyıl
DERSİN ADI
DERSİN ADI
Anlama Teknikleri I: Okuma
Eğitimi
2
Anlama Teknikleri I:
Konuşma Eğitimi
2
Anlama Teknikleri II: Dinleme
Eğitimi
2
Anlama Teknikleri II: Yazma
Eğitimi
2
Özel Öğretim Yöntemleri I
2
Yabancılara Türkçe Öğretimi
3
Sınıf Yönetimi
2
Türk Eğitim Tarihi
3
Dünya Edebiyatı
3
Uygarlık Tarihi
3
Çocuk Edebiyatı
3
Özel Öğretim Yöntemleri-II
3
Topluma Hizmet Uygulamaları
3
Ölçme ve Değerlendirme
VII. Yarıyıl
VIII. Yarıyıl
DERSİN ADI
DERSİN ADI
Türk Soylulara TT Öğretimi
2
Çağdaş Türk Edebiyatı
2
Tiyatro ve Drama
3
İlkokuma ve Yazma Öğretimi
3
Türkçe Ders Kitabı İnceleme
3
Öğretmenlik Uygulaması
3
Okul Deneyimi-I
3
Türk Eğitim Sistemi ve Okul
Yönetimi
2
Rehberlik
2
Yurt Dışındaki Türk
Çocuklara Türkçe Öğretimi
2
Eğitim Sosyolojisi
2
Dil ve Kültür
2
Tablo incelendiğinde önceliğin “38 kredi” mesleki anlamda yeterliliğe ( Eğitim Bilimine
Giriş, Öğretim İlke ve Yöntemleri, Özel Öğretim Yöntemleri I, Sınıf Yönetimi, Okul Deneyimi,
Rehberlik, Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Psikolojisi, Öğretim Teknolojileri ve Materyal Tasarımı,
Özel Öğretim Yöntemleri II, Ölçme ve Değerlendirme, Türk Eğitim Sistemi ve Okul Yönetimi,
Öğretmenlik Uygulaması) ayrıldığı görülecektir. Mesleki anlamda yeterliliği desteklemek
için mevcut alan eğitimi ile ilgili derslerin dağılımı ise şu şekildedir. Alan eğitimi dersleri
“17 kredi” (Okuma Eğitimi, Dinleme Eğitimi, Konuşma Eğitimi, Yazma Eğitimi, Özel Öğretim
Yöntemleri, Türkçe Ders Kitabı İncelemeleri) bir bakıma öğretmenlik meslek bilgisi dersleri
ile örtüştüğü ve onları tamamlar nitelikte olduğu görülecektir.
Genel Kültür dersleri kapsamında “31 kredi” (Atatürk İlke ve İnkılâpları I/II, Yabancı Dil I/II,
Bilgisayar I/II, Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Etkili İletişim Becerileri, Dil ve Kültür, Topluma
Hizmet Uygulamaları, Türk Eğitim Tarihi, Uygarlık Tarihi, Yurt Dışındaki Türk Çocuklarına
Türkçe Öğretimi). “Dil ve Kültür” ile “Uygarlık Tarihi” öğretmeni adaylarına kültürel anlamda
yeni bir şeyler katmaya yöneliktir. “Bilgisayar, Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Etkili
İletişim Becerileri, Topluma Hizmet Uygulamaları” ise öğretmen adaylarının becerilerine
geliştirmeye yönelik derslerdir. “Atatürk İlke ve İnkılâpları ile Türk Eğitim Tarihi” ise ait
olduğu toplumun tarihi süreç içerisindeki durumunu göstermeyi hedeflemektedir. Genel
olarak bakıldığında yukarıdaki dersler kısmi oranda öğretmen adaylarına genel kültür
verici olduğunu gösterecektir.
Öğretmen adaylarının bilgiyi öğrencilerine nasıl aktaracağı konusu elbette önemlidir.
Tabii yeterli derecede bilgi birikimine sahip olabilmişlerse! Türkçe öğretmen adaylarının
alanla ilgili bilgilerle donanıp donanmadığını anlayabilmek için aldıkları derslere bakmak
gerekir. Alan dersleri “53 kredi” Yazı Yazma Teknikleri, Ses Bilgisi, Edebiyat Bilgi ve
Kuramları I, Yazılı Anlatım I, Sözlü Anlatım I, Osmanlı Türkçesi I, Şekil Bilgisi, Edebiyat
Bilgi ve Kuramları II, Yazılı Anlatım II, Sözlü Anlatım II, Osmanlı Türkçesi II, Türk Halk
Edebiyatı I, Eski Türk Edebiyatı I, Yeni Türk Edebiyatı I, Metin Bilgisi, Türk Halk Edebiyatı
II, Eski Türk Edebiyatı II, Yeni Türk Edebiyatı II, Genel Dilbilim, Çocuk Edebiyatı, Dünya
Edebiyatı, Yabancılara Türkçe Öğretimi, Türk Soylulara Türkiye Türkçesi Öğretimi, Tiyatro
ve Drama Uygulamaları, Çağdaş Türk Edebiyatı” ayrıldığı görülmektedir.
Bu dağılımda dikkat çeken nokta modern edebiyata (“Yeni Türk Edebiyatı, Çağdaş
Türk Edebiyatı, Dünya Edebiyatı” isimleriyle dört dönem yer almakta) ağırlık verilmesidir.
Eski Türk edebiyatının iki dönem, Türkçenin gramer yapısıyla ilgili dört dönemlik derslerin
yer aldığı programda modern edebiyatın ağırlıklı olarak yer almasının karşısında bir dönem
Çocuk Edebiyatı dersinin olması anlaşılmamaktadır. Ayrıca ilköğretim ikinci basamakta
kültürel değerleri aktarma konusunda halk edebiyatı ürünlerinin ağırlıklı olarak kullanılması
uygunken bu dersin programda iki dönemde iki saatlik bir ders olarak yer alması önemli bir
eksiklik olarak görülmektedir.
Programda yer alan Türk Soylulara Türkiye Türkçesinin Öğretimi dersinin de yukarıda
belirtilen ve bir önceki programda yer alan Yaşayan Türk Lehçeleri ve Edebiyatları dersinin
kaldırılmasıyla birlikte öğretiminde yetersiz kalındığı daha doğru bir ifadeyle herhangi bir
anlam taşımadığı görülecektir. İlk ve ortaöğretim kademelerinde Türk dünyası ile ilgili
bilgi edinemeyen kişilerin Türkçe bölümlerinde ancak sekizinci dönemde bir dersle Türk
soyluların ortak ve farklı kültürel unsurlarını ve lehçe özelliklerini öğrenmesi sonrasında ise
onlara Türkiye Türkçesini nasıl öğretilebileceği ile ilgili yöntem ve metotlarla tanıştırması
mümkün görülmemektedir. Önemi her geçen gün daha da artan Türkçe öğretimi konusunda
ders malzemeleri ve öğretim üyeleri konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Gerek
TÖMER’lerde gerek Türk dünyasındaki ortak üniversitelerimizde gerekse yurt dışında
bazı üniversitelerin Türkoloji bölümleri bünyesinde görev yapacak öğretim üyelerinin
yabancılara ve Türk soylulara Türkçenin öğretimi konusunda daha donanımlı yetiştirme
zorunluluğu vardır.
53
Gerçekte insanın anadilini öğrenmesi, kültür edinmesinden başka bir şey değildir. Dil
yönünden kişisel bir büyüyüp serpilme kültürce zenginleşmeyle el ele gider. İnsan dilde
ne denli güçlenirse kültürde kök salan kökleri de o denli derinlere gidip yayılır. Başka
bir deyişle, dilin her türlü kullanımı, kişinin sahip olduğu kültür değerlerine bir yenisini
daha eklemesi olarak görülebilir. Bir kişi dilini ne kadar doğru ve güzel kullanabiliyorsa,
kültürünü de o kadar iyi biliyor demektir. Ayrıca, dil konusunda kaydettiği herhangi bir
ilerleme kültürüyle paralel boyuttadır, yani insan dil konusunda kendini geliştirdikçe kültür
konusunda da o kadar kendini geliştirmiş sayılır. Bu şekilde, hem kendisi kültürlenir hem
de gelecek kuşaklara kullandığı dil yoluyla kültür değerlerini aktararak bu değerlerin
daha da kalıcı olmasına katkıda bulunur. Programa bakıldığında mevcut derslerle Türkçe
öğretmen adaylarının anadili Türkçeyi kavraması dolayısıyla kültürünü incelikleriyle
tanıması mümkün değildir. Dolayısıyla eski programda mevcut Türkiye Türkçesi, tarihi
Türk lehçeleri gibi derslerin yeni programda kaldırılmış olması ve ses, şekil, kelime ve
cümle bilgisi ile sınırlandırılması anlaşılabilir bir uygulama değildir. Tarihi süreç içerisinde
anadilin geçirdiği evreleri ve günümüzdeki durumunu uzmanlık seviyesinde öğrenen kişi
sadece dilbilgisi kurallarını öğrenmiş olmakla kalmaz, aynı zamanda onun dünya görüşünü
de, manasını da anlar. Ayrıca kendi kültürünü ve dünyasını daha yakından tanıma,
karşılaştırma, değerlendirme ve yargılamasına yol açar.
Sonuç ve Öneriler:
1. Birimbilgi bize sunulan, ilgi ya da gereksinim duyarsak öğrenip dağarcığımıza kattığımız
bilgilerdir. Edimbilgi ise bilgilerimizin beynimizde bilişsel süreçlerle işleme uğraması sonucu
ortaya çıkan yeni ve özgün bilgilerdir. Toplumu diğer toplumlardan farklı kılan edimbilgidir.
Birinci durumda bilgi ihraç edilir, ikinci durumda ithal edilir. Dil farkındalığı, bireyin kendi
dilinin özelliklerine ve kullanımına karşı geliştirdiği bilinç ve duyarlılık olarak kullanılmış, bu
bilinç ve duyarlılığın etkili eğitim süreçleri ile kazandırılabileceği vurgulanmıştır. Dilbilimsel
farklılık ise, örtük olan bilgilerin farkındalığına yönelik bilişsel bir süreci kapsamaktadır.
Örtük bilgi, bireyin farkında olmadan edinmiş olduğu ve kendi dil kullanımında otomatik
olarak uyguladığı bilgidir. Toplumsal bir uzlaşının ürünü olmakla birlikte, dil, insanın
üzerinde uzlaştığı herhangi bir sistem olmanın ötesine geçip, kültürün özelliklerine göre
insanın zihnini ve eylemlerini koşullamayı başarır. Dil aracılığıyla oluşan dünya görüşü
böylesi bir durumun sonucudur. Bir milletin kültürünün temelde dil birliği çerçevesinde
yoğrulması «vatan» kavramına yeni ve zengin bir boyut kazandırır. Akarsu (1998)’ya göre
belli bir ulusun karakteristik gelişmesini o ulusu kuran halkın tarihsel gelişmesi gösterir.
Yani bireyde, diyalektte ve duygu biçiminde ayrı ayrı kökler, ayrı halk toplulukları, çeşitli
göçlerin meydana getirdiği coğrafi karışma, hepsi birden o ulusu meydana getirir. Bununla
birlikte her halk topluluğunun özellikleri vardır ve birbirlerine benzemezler. Bunlarda ortak
olan yönler ulusun karakterini ortaya çıkarır. Böylece o ulusa özgü karakter meydana gelir.
Ulusların karakterini en iyi şekilde ortaya koyan da, sanat ve bilim yapılarında işlenmiş
olan dildir. Türkçe eğitimi lisans programında mevcut birer dönemlik haftada ikişer saatlik
Ses Bilgisi, Şekil Bilgisi, Kelime Bilgisi ve üç saatlik Cümle Bilgisi dersleri ile Türkçenin
zenginliği, derinliği ve inceliklerini öğrenmek mümkün değildir. Pratikte ilköğretimin ikinci
basamağında okuyan bir öğrenci için bu bilgiler yeterli gibi görünse de öğretmen için temeli
olmadan yani Türkçenin tarihî gelişimi verilmeden eksik olduğu anlaşılacaktır.
2. Bir milletin dilinin ifadesinin en güzel şekillendiği alan edebiyattır. Edebiyat, milletin
dilinin ruhunu yansıtır. Bununla birlikte edebiyatın ana malzemesi dildir. Yazarlar ve
şairler herkesin gördüğü ve bildiği bir olayı, ustalıkla kullandığı dil aracılığı ile daha canlı
ve etkileyici bir biçimde ortaya koyarlar(Güzel ve Torun, 2005). Dilbilimcilerin gramer
araştırmalarında ilk başvurduğu kaynakların başında edebi eserler gelir. Zira dilin tüm
kurallarıyla en geniş ifadesini bulduğu alan edebî eserlerdir. Bir şairin şiirlerinde dilin
zarafetini, ses özelliklerini, ahengini ve sanatsal gücünü bulabildiğimiz gibi, bir yazarın
romanlarında, hikâyelerinde de dilin anlatım özelliklerini, söz servetini, gramerini
54
bulabiliriz. Türkçe eğitimi lisans programında mevcut iki dönemlik haftada ikişer saatlik
Halk Edebiyatı ve Eski Türk Edebiyatı dersi ile öğretmen adaylarının edebi eserlerimizi
tanıması, anlaması ve anlamlandırması da mümkün olmayacaktır.
3. Dil öğretiminde kültür aktarımının büyük önemi vardır; fakat kültür çok kapsamlı bir
olgu olduğu için ve dil öğreniminde dilin dizgesel yapılarının yanında kültür başlığı altında
öğrenciye 6 verilebilecek olan türküler, deyimler, atasözleri, şiirler, hikâyeler vb. şeyler
öğrencinin dilini anlamasına yardımcı olacak nitelikte unsurlardır. Bu unsurları içeren
özellikle halk edebiyatı derslerinin programda oldukça sınırlı bir şekilde yer aldığı buna
karşın çağdaş edebiyat, dünya edebiyatı, yeni Türk edebiyatı gibi ortaöğretimde ağırlıklı
olarak verilmesi gereken derslerin varlığı dikkat çekmektedir. Dünya edebiyatına yer veren
yeni programda Türkçe bölümü olmasına rağmen Türk dünyasından hiç söz edilmemekte ve
Türk soylulara Türkiye Türkçesinin öğretimi dersi temellendirilmeden verilmek durumunda
kalmaktadır. Öğretmen adaylarının kendi toplum düzeni içinde var olan, kendi deneyim
alanları ile örtüşen konularla diğer Türk topluluklarının dili ve kültürü içinde karşılaşması,
onun yeni olanla kendisine yakın olan arasında ilişkiler kurmasına, benzer ve farklı yanları
ile ilgili düşünceler üretmesini, öte yandan da kendini sorgulamasını sağlayacaktır.
4. Ayrıca kültürü tanıma meselesinde önemli rolü olan bu derslerin programda gerektiği
şekilde yer bulamaması bizim diğer coğrafyalarda yaşayan Türk topluluklarının varlığından
habersiz nesiller yetiştirmemize de neden olacaktır. Türk dünyası kültürü evrensel
kültüre çok önemli katkılar yapabilecek zengin bir kültürdür. Fakat ortak Türk kültürü
Türkçe bölümlerinde hiç öğretilmemektedir. Kültür ve eğitim politikalarının tekrar gözden
geçirilmesi, programların yeniden ele alınması ve ortak Türk halk kültürü mirası olan
eserler eğitim programlarında yer alarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunluluğu
vardır. Türk toplumunun binlerce yıllık tarihsel bir süreçte meydana getirdiği halk kültürü
geleneği geçmişi ve bugünüyle bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bu eserler halkın kültür
yapısını belirleyen yaşadığı toplumun dokusu milletin söz sanatlarındaki sembolüdür.
Eserlerin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi bakımından ve kültürün
korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi vardır.
5. Mevcut programda yer alan bir dönemlik ve üçer kredilik Genel Dilbilim ve Dil Sosyolojisi
dersleri, günümüzdeki çağdaş dil öğretimi teknikleri açısından da Türkçe öğretimini
olumsuz yönde etkilemekte ve Türkçenin gerçek performansını zayıflatmaktadır.
6. Kültürleme, kısmen okulda kültürel muhteva ve tekniklerin bilinçli olarak öğretilmesi,
kısmen de hayatın günlük akışı sırasına bireyin ilişki kurduğu kişilerle karşılıklı etkileşimi
içinde bilinçsiz olarak öğrenmesi ile mümkün olmaktadır. Eğitim sisteminden, temel
kültürel değerlerin yeni kuşaklara sistemli bir biçimde aktarılması istendiği ve beklendiği
kadar, ulusal değerlere bağlı, çağdaş bireyler yetiştirmesi de beklenmektedir. Burada
vurgulanması gereken toplumsal ilerleme, kültürel kalıtıma yapılacak değişiklik kadar,
geleneksel değerlerin ve kültürel kalıtın sürekli kılınmasına da bağlıdır.
7. Bir öğretmende bulunması gereken a) Genel kültür b) Özel alan bilgisi c) Öğretmenlik
meslek bilgisinden yola çıkarak, Gazi Üniversitesi’nde Türkçe bölümünü kuran Prof.
Dr. Abdurahman GÜZEL hocamızın mevcut programın eksiklerini ele aldığı “Türkçenin
Eğitimi-Öğretimi Bölümlerinde Kurulması Gerekli Görülen Anabilim Dalları Hakkında Yeni
Projelerimiz” başlıklı çalışmasında yer alan “Türkçe-Kompozisyon; Eski Türkçe Metin
İncelemeleri, Türk Dünyası Edebiyatları, Hızlı Okuma Teknikleri; Diksiyon; İki Dilli ve
Kültürlülere Türkçe Öğretimi; Edebiyat Eğitimi; Türk Kültür Tarihi; Türkçe Öğretiminde
Halk Bilimi; Türkçe Öğretiminde Destan Edebiyatı; Seçmeli Dersler: Dil Psikolojisi;
Karşılaştırmalı Türk ve Dünya Edebiyatı” dersleri aslında dikkatle düşünüldüğünde özel
alan bilgisine ait eksikleri tamamlamaya yönelik oldukları görülecektir.
8. Kırk dokuz üniversitede oldukça sınırlı kadro ile verilmeye çalışılan eğitim de meselenin
başka bir vahim boyutunu göstermektedir. Türkçe Eğitimi Bölümü mezunları ilköğretim
okullarının ikinci basamağında Türkçe öğretmeni olarak görev yapmaktadırlar. Birinci
55
basamakta mevcut Türkçe Dersi (15-.Sınıflar) Öğretim Programı, öğrencilerden; “Dinleme,
konuşma, okuma, yazma, görsel okuma ve sunu yapma; düşünme, anlama, sıralama,
sınıflama, sorgulama, ilişki kurma, eleştirme; tahmin etme, analiz, sentez yapma ve
değerlendirme; bilgiyi araştırma, keşfetme, yorumlama ve zihninde yapılandırma; iletişim
kurma, arkadaşlarıyla iş birliği yapma, tartışma, sorun çözme, ortak karar verme ve
girişimcilik, gibi becerileri geliştirmeleri beklenmektedir” (MEB TTKB 2009: 9- 10). Öyleyse
ilköğretim ikinci basamakta bir adım öteye giderek okuma, dinleme, yazma, konuşma
becerilerinin yanında dilini, kültürünü tanıma edebi metinlere yönelmesi gerekir. Bunun
içinde önceliği altıncı ve yedinci sınıfta çocuk edebiyatı, sekizinci sınıftan itibaren de halk
edebiyatı ve yeni Türk edebiyatı metinleriyle tanıştırmak gerekir. Böylece ortaöğretimde
yer alan Türk dili ve edebiyatı dersine geçiş de daha kolay ve sağlıklı olacaktır. Kültür
öğeleri, eğitim açısından önemlidir. Çünkü kuşaktan kuşağa aktarılma ve kültürü canlı
halde tutma işlevi okula, daha geniş anlamıyla eğitim örgütlerine verilmiştir. Buradan yola
çıkarak, eğitimin en önemli parçası olarak okul, kültürü ileten temel araçlardan birincisidir.
Özellikle de bu amaçla kurulmuş bir kurumdur (Duverger 1972). Bu kurumda yer alacak
öğretmenlerinde kültürel öğeleri yukarıda vurgulanan öneriler ışığında alabilecekleri
programlarla yetiştirilmeleri elzemdir.
KAYNAKLAR
1. AKARSU, B. (1998), Dil-Kültür Bağlantısı, İnkılâp Yayınları, İstanbul.
2. AKSAN, D. (2003), Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dil Bilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
3. ASANALİYEVNA, N. (1999), Gençlerin Sosyal Yönden Şekillenmesinde Halk Edebiyatından
Faydalanmanın Yolları ve Şekilleri, Ankara.
4. ATATÜRK, M. K. (1952), Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, Türk İnkılâp Tarihi Enstitü
Yayınları, Ankara.
5. Duverger, M. (1972), Siyaset Sosyolojisi, Varlık Yayınları, İstanbul.
6. ERGİN, M. (1984), Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul.
7. ERGİN, M. (2001), Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul.
8. GÜZEL, A. (2003), Türkçenin Eğitimi – Öğretimi Bölümlerinde Kurulması Gerekli Görülen
Anabilim Dalları Hakkında Yeni Projelerimiz, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. A.B.
Ercilasun Armağanı, Selçuk Üni. Türkiyat Araştırmaları Enst., Konya.
9. Küçükahmet, Leyla ve diğerleri. (2000), Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Nobel Yayınları, Ankara.
10. Turhan, M. (1994), Kültür Değişmeleri, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul.
11. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük.
12. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı “İlköğretim Türkçe Dersi
Öğretim Programı ve Kılavuzu (1 ve 5. Sınıflar) Ankara.
Abant İzzet Baysal Ü. (Kadro:16 ), Adıyaman Ü. (Kadro:3), Adnan Menderes Ü. (Kadro:1), Ağrı İbrahim
Çeçen Ü. (Kadro:3), Afyon Kocatepe Ü. (Kadro:5), Ahi Evran Ü. (Kadro:7; 1 Prof.), Amasya Ü. (Kadro:7),
Atatürk Ü. (Kadro:17; 1 Prof, 2 Doç.Dr.), Balıkesir Ü. (Kadro:7; 1 Doç. Dr.), Celal Bayar Ü. (Kadro:4);
Cumhuriyet Ü. (Kadro:4), Çanakkale Ü. (Kadro:9; 1 Prof, 1. Doç.Dr.), Çukurova Ü. (Kadro:4), Dicle
Ü. (Kadro:2; 1 Prof.), Dokuz Eylül Ü. (Kadro:11), Dumlupınar Ü. (Kadro:2), Ege Ü. (Kadro:5; 1Prof.),
Erciyes Ü. (Kadro:4), Erzincan Ü. (Kadro:5; 1 Prof.), Fırat Ü. (Kadro:7; 1 Doç. Dr.), Gazi Ü. (Kadro:13;
1 Prof., 3 Doç. Dr.), Gaziantep Ü. (Kadro:5), İnönü Ü. (Kadro:10; 2 Prof.), İstanbul Ü. (Kadro:6, 1 Prof,
1 Doç.Dr.), Kafkas Ü. (Kadro:4), Karadeniz Teknik Ü. (Kadro:3), Kastamonu Ü. (Kadro:6; 1 Prof.),
Kırıkkale Ü. (Kadro:6), Kilis Yedi Aralık Ü. (Kadro:6), KocaeliÜ. (Kadro:1), Marmara Ü. (Kadro:11; 2
Prof.), Mehmet Akif Ü. (Kadro:6), Mersin Ü. (Kadro:7, 1 Doç.Dr), Muğla Ü. (Kadro:1;1 Prof), Mustafa
Kemal Ü. (Kadro:5; 1 Doç.Dr), Muş Alparslan Ü. (Kadro:2), Niğde Ü. (Kadro:5), On Dokuz Mayıs Ü.
(Kadro:7; 1 Prof.), Pamukkale Ü. (Kadro:11; 1 Prof., 1 Doç.Dr.), Sakarya Ü. (Kadro:8, 2 Doç.Dr.), Selçuk
Ü. (Kadro:15; 2 Prof, 2 Doç.Dr.), Trakya Ü. (Kadro:2), Uludağ Ü. (Kadro:7; 1 Prof.), Uşak Ü. (Kadro:5; 1
Doç.Dr), Yüzüncü Yıl Ü. (Kadro:5), Zonguldak Karaelmas Ü. (Kadro:1), Başkent Ü. (Kadro:10; 2 Prof.,
2 Doç.Dr), Doğu Akdeniz Ü. (Kadro:9; 1 Prof, 2 Doç.Dr) ve Girne-Amerikan Ü. (Kadro:9; 1Prof. 3 Doç.
Dr) (bu bölümlerin bazılarına henüz öğrenci alınmamıştır )
56
Çiçeği Silah Kadınlar
Sevmek ve benimsemek şart değil,
uğruna ölmek de lazım aşkın. Ve bazen de
uğruna yaşamak. Neyin pahasına olursa
olsun, çiçek tutacak kınalı ellerine silah
almak zorunda kalsan bile yaşamak.
Çünkü yaşatmak için ölmek kadar,
yaşamak da bir gerçeğidir hayatın. Çaresiz
kalemim onları yazmanın acizliği ve
mahcubiyeti içinde sızlıyor bu gün. Hiçbir
kalemin o dayanışmanı, o direnişi kolay
ko enişinin öyküsü... Eminim bu satırları
okurken bakışlarımız oraya çevrilecek
lay yazamayacağı kanaetindeyim şu an.
Aslında Irak Türk’ü olan, çok değerli şair
ve yazar bir can dostumun uyarısı üzerine
beni kendime getiren, gecikmiş bir yazıdır
bu. Irak Türk kadınlarının yıllardır devam
eden kahramancadır, kalplerimiz onlarla
atacak, göz yaşlarımız o vatan topraklarına
damlayarak onların yanaklarındaki sızıyı
bir nevze de olsa dindirecek.
Bir öksüz Türklüğümüz var göğsümüze
gurur, alnımıza yazı ... Savaşmak, direnmek,
feda etmek, düşman bellenmek kaderimize
pay biçilmiş. Bu paydan en çok da onlar
nasibini almış. Dünyanın görmediği, bizim
ise sık sık unuttuğumuz Türk’lerin yurdu,
Kerkük,
Musul,
Tuzhurmatu,
Talafer,
Tazehurmatu, Beşir Köyü yıllardır insanlık
dramı, yaşam savaşı, Türklük davası,
mezhep çatışması yaşıyor. Hele bir de
Amirli ilçesi var ki, küçücük bedeniyle
tek başına mücadele verirken çoğumuz
habersiziz varlığından. Her gün çatışma
, her yer kan, her an ölüm tehlikesi ...
Yıllardır susmayan patlamaların, bitmeyen
çatışmaların, durmayan kanın sebebi
Türk oluşumuz, zararı Türk kadınına...
Çünkü kaybediyorlar ...Eş, evlat, kardeş,
Gülbeniz BAYRAMLI
Gülbeniz
BAYRAMLI
Gence
– Azerbaycan
baba. Gerektiğinde ellerine silah alıp
canlarını vatana, çocuklarına, ailelerine
ve namuslarına siper ediyorlar. Eğer bu
gün dünyanın bile baş edemediği IŞID’e, o
Türk Yurtları kafa tutup, teslim olmuyorsa,
eğer bugün Amirli ayakta ve özgürse bunu
o kahraman Türk kadınlarının azimli,
korkmaz ruhlarına borçluyuz.
İşte benimIrkım,
Irzını,
namusunu,
toprağını, yuvasını korumak için silaha
sarılan bu yüce Türk kadınlarının zarif
omuzlarında yücelecek ve kutlanacak .
Yazdım , dertlerine derman olamasam da,
acılarına ortak olup hafifletmek umudu
ile... Kelimelerimin ulaştığı herkese selam
olsun, .
57
Dadalı Türk Halk İnançları
Dr. Yaşar KALAFAT
GİRİŞ:
Biz burada Dadalı Türkmenlerinin yaşadıkları yörelere, bölgeye gelmiş oldukları
yerlere, inanç yapılarına, diğer kültürel özelliklerine,, çevredeki diğer halklarla ilişkilerine
dair açıklamalar yapıp, bazı karşılaştırmalara gidip, tespitlerimizin genel Türk halk
kültüründeki yerlerine işaret etmeye çalıştık. Bazı inanç içerikli etimolojik irdelemelerde
bulunduk. Alandan derlenilen bu bilgilerde bize, Katip Musa Özmen Dede (2002 tarihi
itibariyle 95 yaşında, Damalın Konuksever mahallesi halkından) ve Erol Özer (Koyunpınar
köyünden Sazkara ilköğretim Okulu Müdürü, 2002 yılı itibariyle, 5o yaşlarında) yardımcı
olmuşlardır.
METİN :
Dadalı Türkmenleri Alevi inançlıdırlar. Dadali Türkmenlerinin bir kısmı; Ardahan
ilinin Damal ilçesi ve yakın çevresinde meskundurlar. Meskun bulundukları köyler; Eskikılıç
(Kirpeşen), Obrura (Çıkara), Üçdere, Kalonder Dere, aşağı Gündeş, Yukarı Gündeş,
Seyitveren, Tepeköy, Otağköy (Erzede), Burmadere (Sort), Deveköy, Damal (Yukarı Damal),
Aşağı Damal, Küçük Damal, İkizdere (Sonu) dur. Damalın etimolojisi, dam=ev, eval şeklinde
yapılmaktadır. Damal’daki tarihi kilisenin cemaatini yörede uzak geçmişte yaşamış olan
Gregoryan Türkler ve Ermeniler oluşturuyorlardı. Hanak bölgesine bağlı Dadali Türkmenleri
ise; Koyunpazarı (Sazkara), İncedere (Piklap), Güneygören (Kelkeden), Çavdarlı (Nakalaköy),
Serinkuyu (Deneden), Çiçeklidağ (Payatlı), Çat (Dereçatağı) ve Çimliçayır köylerinde ikamet
etmektedirler.
Dadalı Türkmenleri iki koldan oluşmaktadırlar. Bu kollardan birisi Bektaşi Kolu
ve diğeri ise Hüseyinli Kolu’dur. İsmi sayılan köylerin halkı her iki kolun karışımından
meydana gelmiş olup, bir arada yaşarlar. Bektaşi ve Hüseyinli Dadali Türkmenlerinin
dedeleri ayrı ayrıdır. Dedelerin akait içerikli tutumlarında bazı farklılıklar görülür. Hüseyinli
Dadali Türkmenlerinde canlar Erkandan Geçirilir. Erkan esnasında, cennetten çıktığına
inanılan Asa merasim için özel yerinden çıkarılır. Bu esnada dede, “Allah Muhammed Ya
Ali” ifadesini 3 defa tekrarlar. Merasimdeki diğer zevat selam veririler. Selam veren can,
58
sağ ayağını sol ayağının üzerine atar ve sağ
elinin baş parmağını öper vaziyette başı
eğik selam verir. Bektaşi inançlı Müslüman
Dadali Türkmenlerinde, Pençe (el) vurma
vardır. Dede sağ eli ile cemaatın tek tek
sırtına vurur. Sağ el ve sağ ayak uğurlu
kabul edilir. Müslüman Bektaşi Dadali
Türkmenlerinin dedeleri Çorum, Sivas ve
yöresinden gelirlerken, Hüseyinli kolunun
dedeleri, Gaziantep ve Maraş’tan gelirler.
Bize göre Hüseyni ve Bektaşi Dadali
Türkmenleri, Selim bölgesinden tanıdığımız
Kars’ın diğer Alevi kesimleri gibi, cemaat
içi toplumlar olup, Anadolu Türk İslam’ına
getirdikleri renk, Tengricilik veya Eski Türk
İnanç sisteminden gelmektedir.
Dadali Müslüman Bektaşi_Hüseyni
Türkmenlerinde dedeler, pir ve mürşit
düzeyindedirler. Bunları Cem Ayinleri için,
Zekir/Zakir ve Dede’nin bulunması şarttır.
Zekir/Zakir Cem Ayini’ndeki Semah’ı yürüten
çalgıcıdır. Dereköylü Aşık Veli Yaycı, bir
zekir/zakirdir.
Dadali yerleşim yerlerinden Damal’da
ve Obruçak’da Cem Evi vardır. Cem
Ayinleri’ne diğer Alevi inançlı kesimlerde
olduğu gibi düşkünler katılamazlar. Karısını
boşamış, kız kaçırarak evlenmiş, kalbi
ikilenmiş, vesveselenmiş kimseler Cem’e
katılamazlar. Dadalılarda gençler için
hamailleri dede yapar. Gençler hamaillerinin
içerisine sevgililerinin saç tellerini de
koyarlar. Dadalılarda “Boynuzsuz koçun ahı,
boynuzludan sorulacak” diye bir söz vardır.
Dadali Türkmenlerinin küfür kültürleri
yoktur. Evvelce Dadalılarda de az çok
beddua var iken, şimdilerde o da tamamen
kalkmıştır. İhtiyaç duyulunca bu konuda,
“beddua bilmeyiz, Ulu Mevla’ya saldım seni
denir” demektedirler. Dadalılarda “beddua
eden kimse, bilmeden farkına varmadan,
Allah’ın
çarkına
bulaşabilir”
şeklinde
bir inançları vardır. Bu söz Allah’ın işine
karışma, karışmamalı, Allah’a bırakmalı
anlamındadır. Bir iki örnek gerekir ise,
“Allah ocağını kararta”, “Ali’nin kılıcına
rast gelesin” Dadali Türkmenlerinde; “Ali
baş Hızır Yoldaşın olsun” , “Ali Kanadının
altında olsun”, “Kırklar yoldaşın olsun” gibi
dualar vardır. Ayrıca közeyin (Köz odunun)
göyersin (Çimlensin) de vardır. Dadali Özlü
sözleri, “Dana öldü, hap/hesap kesildi”, “İti
öldürenecek (Öldürmektense) Çalıya dola
(ipini Çalıya dolandır”
Dadali
Türkmenlerinin
ana
dilleri tamamen öz Türkçe’dir. Anadolu
Türkçe’sindeki birinci tekil şahıs ben,
Azerbaycan Türkçe’sinde men ve Dadali
Türkmenlerinde ise, ban şeklini almıştır.
Bu konuyu ilk defa rahmetli hocamız
Prof. Dr. M.F.Kırzıoğlu incelemiştir. Dadali
Türkmen’i, bana değil bene der. Veya Çekiç
değil, çeküç der. Ne yapıyorsun değil naluk
edeyirsin der. Dadali Türkmenlerinin kadın
kıyafetleri, baş süsleme şekilleri ve dokuma
gibi kadın el sanatları da Prof. Dr. Neriman
Kırzıoğlu tarafından incelenilmiştir. Damalın
ünlü bebekleri, bölgenin folklorik özelikleri
ile donatılmışlardır. Dadali Türkmenlerinin
ünlü yerel sanatçıları; Aşık Veli Yaycı,
Cafer Avalar, Seyit Ali Özbek, Aşık Niyazi,
ayrıca Damal bebeklerinin ustalarından
Fadime Atmaca ve Hatice ana vardır. Dadali
kelimesinin etimolojisi yapılırken “Dedeli”
üzerinde de durulmaktadır. Bize göre
dedeli ile dadalı eş anlamlı olup, kelimenin
orijinali Dedelidir. Dedesi olan, dedesi
bulunan , bir dede’ye bağlı olan anlamında
olmalıdır. Dadaliler aralarında hitap şekli
olarak kardeşim, canım anlamında “dadam”
ifadesini kullanırlar. Bu aynı mensubiyetin
kapsamındanız, bizimki demektir. Samimi
buldukları, içtenlikle hitap etmek istedikleri
zaman dadali olmayana da dadam denildiği
olur. “Naluh ediyisin Dadali” demek “ne
yapıyorsun canım” anlamına gelir. Biz
ihtiyatlı olmakla beraber Dadaloğlu isminin
etimolojisinde de bir Dede bağlantısı
arıyoruz. Bu yaklaşım tarzı üzerinde evvelce
de durulmuş olabilir.
Damalın yakın çevresinden Göle’de
bir köy anadili Zazaca olan alevi köy iken,
Yeniköy ve Kalecik köyleri ise Türk Alevi
köyleri olarak bilinirler. Halk Damal ve
Hanak Alevilerine Türkmen demişken,
Göle’nin bu iki köyünü muhtemelen ağız
farkından Dadali saymamıştır. Dadalılar her
nedense bazı çevrelerce Kars Aleviliğinde
farklı bir yere oturtulmuştur. Bunlara;
Gürcü Türkmen’i, Türkmen, Yerli Türkmeni
veya Cinçavut da denilmiştir. Karsın yerli
halkı anlamında Bezbaşlar, Dadalılardan
tamamen farklı ve Sünni inançlıdırlar.
Dadali yerleşim yerleri daha ziyade, Yörenin
Kıpçak Türk Coğrafyası kapsamındadırlar.
Dadalılar bu bölgeye daha ziyade Doğu
ve
Güneydoğu
Anadolu’dan
gelmiş
olmalarına rağmen, Kıpçak Türk kültür
genleri de taşımış olmalılar. Halk çok kere
isimlendirmeği bir esasa istinat etmeden
59
yapabilmektedir.
Dadali
Türkmenleri
munis karakterli, çalışkan, çevre ilişkileri
mükemmel insanlardır.
Dadali Türkmenlerinin dürüst, sade,
samimi ve içten oluşları ile ilgili olarak bazı
fıkralar da anlatılır. Bunlardan bir ikisini
anlatmak gerekir ise; Kaymakam Dadali
köyüne gider ve halkın halini hatırını sorar,
iyiliklerinin kaymakamın tutumuna bağlı
olduğunu 5 anlatmak isteyen yaşlıca bir
Dadali, “Kaymakam bey dadam nasıl olalım,
sen bir kara katır biz guyruğunun altında bir
kara sinek, O ki guyruğun gevşetiyirsin nefes
aliyirik. O ki guyruğun sıkıştiriyirsin canimiz
çikıyor” cevabını veriyor. Bir başka köyde
kaymakama Posof’un meşhur elmasından
ikram ederler. Elmayı yerken bıçak da
kullanan kaymakam ezik kısmını ayıklamak
ister. Bunun üzerine ev sahibi, “sağlamını ye
kaymakam bey biz ezikleri mallara veriyirik”
der. Bir gün de pazara merkebi ile iki sandık
elma götüren Dadali’nin elmaları merkeple
birlikte kayıp olunca Dadali, “hey gidi
hallar, eşek kulakların sallar, eşek emanet
idi gitti bizim zandığlar”der. Onun için elma
sandıkları elmadan daha önemlidir. Merkep
ise zaten onun değildir.
Kars’ın merkez köylerinden; Hacıhalil,
Karaören, Azat, Selim ilçesi’nin Böcüklü,
Kotanlı ve Akpınar, Sarıkamış ilçesinin
Boyalı, Tuzluca, Kağızman ve Iğdır’da 1 er
2 şer köy alevi inançlı köy olmakla beraber
bunlar Dadali değillerdir. Iğdır, Ardahan ve
Kars’ta anadili Kırmançca olan Alevi inançlı
köy de yoktur.
Dadali Türkmenleri arasında Selim ve
Kars’ta sunileşme şeklinde inanç değişimi
yaşandığı olabilmektedir. Bektaşi olan
Dadaliler Sünnileşmeğe daha yatkındırlar.
Bektaşi inançlı Dadaliler, camiye gider, vakit
namazlarını kılar, oruç tutarlar. Hüseyni
inançlı Dadali Kesimde namaz kılınma ve
oruç tutulması pek görülmez. Bunlarda
Muharrem Orucu 312- gün olarak tutulur.
Bu toplumun inancına göre orucun aslı 12
gündür. 12 imam için 12 gün oruç tutulduğu
ifade edilir. Ölmüş bir kimse için yakınları
onun adına oruç tutarlar. Oruçlu olunan
12 gün zarfında traş olunmaz, et yenilmez,
hayvan kesilmez, su içilmez, banyo yapılmaz,
evli çiftler ilişkiye geçmez ayrı yatarlar. Bu
zaman zarfında eğlenceye gidilmez eğlence
yapılmaz. Radyo, televizyon ve benzerleri
açılmaz. Aşık meclislerine gidilmez, aşık
6 dinlenilmez. Ağıtlar söylenir. Cenk/conk
60
ve deyiş/deyzaman/düezimam okunur. 12
İmam üzerine deyişler söylenir.
Ölmüş Dadali Türkmenleri babaları
için kurban kesmezler. “Kardaşlık” adına,
mevtanın kardeşi “Dar kurbanı” keser. Dar
kurbanı kesilmeyen Dadalının, kardeşi
ölünceye kadar, öbür dünyada ayakta
beklediği inancı vardır. Kardeşliği ölmüş bir
Dadali ancak kardeşliği ölmüş bir dadalıyı
kardeşlik edinebilir.
Dadali
Türkmenlerinde;
Turna
semahı, Kırklar Semahı, Ağır Semah, akşam
Semahı gibi semahlar vardır.
Dadali Türkmenlerinde, güneşten
sonra, güneş battıktan sonra, kuşları yuvaya
dönüş vaktinde defin yapılmaz, ertesi güne
bırakılır. Benzeri bir çok iş daha ertelenir. Bu
saatlerde dikiş yapılmaz, sakız çiğnenilmez.
Bu inançlar Anadolu’nun diğer kesimlerinde
de yaşamaktadır. Gece sakız çiğneyenin ölü
eti çiğnemiş olacağı inancı vardır. Güneşin
batma vaktine, dar vakit, denir. Bu saatten
sonra yerlerin bağlandığına inanılır.
Dadali Türkmenlerinde de Cuma
akşamları helva, pişi gibi yağ kavrularak
koku çıkarma uygulamasının hayrına inanılır.
Bu tür hazırlıklar daha ziyade fakir ailelere
ikram edilirler. Eskiden evlere gönderilirdi.
Dadalilerde bu uygulamaya “Cumalık”
denilir. Bu hayır işleme uygulaması
kapsamında ayrıca süt, yoğurt ve yemek
de gönderilirdi. Bu akşamlarda ruhların
evlerini ziyaret ettiklerine ailelerinin yanına
geldiklerine inanılır. Bu inanç ve uygulama,
Türk kültürlü halklar arasında çok yaygındır.
Eski Türk İnanç Sistemi’ndeki ataevrah
ruhları ile ilgili olduğu kabul edilmektedir.
Çıkarılan kokudan geçmişlerin mutlu 7
olacakları inancı vardır. Cuma geceleri
kavgadan gürültüden kaçınılır, dedikodu
yapmamaya
çalışılır.
“Cuma,
canlının
cinlinin ibadete ihtiyaç duyduğu gündür”
diye bir inanç vardır.
Dadali
Türkmenlerinde
ağıtçı
kadınlar “Ağlayıcılar” olarak bilinirler.
Ağıtlar açıktan ve sesli okunurlar. Hicap
eden yaslı kadınlar kocaları için sessiz
ağlarlar. Türklerin ölülerin defin sırasında
yaptıkları merasimlere, “Yuğ Töreni” adı
verilirdi. Bu törenlere, “Yuğcu”, “Sığıtçı” adı
verilen hususi kişiler katılırdı. Bunlardan
ilki ölenin macerasını hikaye edip anlatır,
ikincisi ağlayıcılık görevini yerini getirirdi
(A.İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Ankara, 1976,
s.118120-) Ağıt ve ağıtcı geleneği Türk
kültürlü halklarda yaygın bir uygulama olup
hala devam etmektedir. Türkiye çapında
birçok kere çalışılmış olan konunun biz
Doğu Anadolu örneklerini inanç içerdikleri
itibariyle incelemiştik. (Yaşar Kalafat, Doğu
Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri,
Ebabil Yayınları 5. baskı, Ankara 2006,
s.206223-)
Dadali
Türkmenlerinde
Cem
Ayini’nin dışında, Kurban Bayramı ve Aşure
Bayramı’nda, Pir’in evinde veya müsait
bir yerde kurban kesilir. Dadali Aşuresi’ne
12 çeşit besin maddesi konulur ve aşure
dağıtılınca hiç kalmamasına dikkat edilir.
Aşure dağıtılırken kova ile ev ev dolaşılır
ve evlerden kap alınır. Aşure kabının
sahibine boş gönderilmemesi geleneği
Dadalı Türkmenlerinde yoktur. Bazen aşure
kabının sahibine yıkanmadan gönderilmesi
gerektiğine
inananlar
çıkabilmektedir.
Aşure kabının hiç kalmayacak şekilde
boşaltılmasının bir izahı olmalı. Nevruz /Yeni
Gün Bayramında kiler, depo ve benzerlerinin
dipleri hiç kalmayacak şekilde temizlenir.
Bulaşık aşure kabının temizlenilmeden iade
edilmesi ve boş iade edilmemesi, bereket
içerikli izahı gereken hususlardır.
Dadali
Türkmenlerinde
Nevruz/
Yenigün
kutlamaları
geleneği
yoktur.
Geçmişte ilk baharda yumurtalar kırmızıya
boyanır, bu yumurtalar akşamdan dışarıya
bırakılır, sabahleyin 8 altında bir böcek
olması halinde o yılın bereketli olacağına
inanılırdı. Bu inanç ve uygulama Varto
yöresi Alevi inançlı Zaza larında bir kült
oluşmuş olup, Türk kültürlü diğer Anadolu
kesimlerinde inancın çeşitli versiyonları
vardır. (Ali Haydar Dedekurban, Zaza Halk
İnançları, Zaza Kültürü Yayınları, Ankara,
1994; Ali Haydar Dedekurban, Zazalarda
Şölenler ve Törenler, Zaza Kültür Yayınları,
Ankara, 1994; Ali Haydar Dedekurban,
Zaza Halk İnançlarında Kültler, Zaza Kültür
Yayınları, Ankara, 1994)
Dadali Türkmenlerinde Hıdrellez’de
Kavut Haşılı yapılır. Kavut Hıdrellez’in 3.
günü öğütülür ve ambara konulur, kapı
kilitlenir, sabahleyin Hızır’ın atının nalı veya
kamçısının izi aranır. Bu iz bereket emaresi
olarak algılanır, ve orası ziyaret yeri olur.
Kavut Haşılı veya pilav veya helva 3 ayrı
eve gönderilir, zira oruç da 3 gündür. İnanca
göre Hıdır, Ellez ve Nebi 3 kardeştirler ve
bunlarla ilgili fırtına kardeşler diye bilinen
efsaneler anlatılır. Gregoryan inançlı Türk
ve Ermenilerde de Hıdırellez inancı vardır.
Dadali Türkmen mezar taşlarında at,
silah, demlik, ıbrık şekilleri vardır. At ve koç
mertliğin, silah cesaret ve kahramanlığın
sembolü olup, demlik açık sofralı, ikram
severliği, ıbrık inançlı olmayı, ibadeti, tığ
ise kilim, halı örgü maharetine işaret eder.
Bu uygulama ve izahı Dağıstan ve Tunceli
Türk kültür coğrafyasında da görmekteyiz.
Gregoryan inançlı halkta gerek Ermeni ve
gerekse Türk, koçlu koyunlu mezar taşları
vardır. Diğer Hıristiyan mezheplerinden
Ermenilerde koçlu koyunlu mezar taşları
yok iken, bir kısım Gregoryan inançlı
Ermenilerde olması ilginç olmalı.
Dadali Türkmenlerinde Allah’ın ve
peygamberi Hz.Muhammedin şefaati istenir.
Hz. Muhammed İslam peygamberi olarak
bilinir inanılır. Hz. Ali’ye İslam tarihinde
haksızlık 9 yapıldığına inanılır. Bu konuda
bazı söylemler, inançlar ve uygulamalar
vardır.
Bunlardan
mersiyelerden
bahsedilebilir.
Dadali Türkmenlerinde hayvanlarla
ilgili bazı inançlar da vardır. Dadali
Türkmenleri tavşan eti yemezler, bu durumu
tavşanın çift tırnaklı oluşu ve haiz görüşü
ile izah ederler. Ayrıca tavşan yavrusunu
çıplak/tüysüz doğurur ve onun gözleri eşek
gözüne benzemektedir. Dadali Türkmen
halk inancına göre karga Hz. Ali’nin mezarını
kirletmiştir., bunun için sevilmez. Güvercin
ise, ağzı ile su getirip ve kanadı ile bu pisliği
temizlemeğe çalıştığı için sevilir. Turna
Semahı, Saman Yolu’ndan esinlenerek
gökyüzünde, yolunu şaşıranlara rehber
olduğu için sevilir. Kaşıntıya düşmüş Alevi
çocuklar için “Kurtdeşen” olmuş denilir.
Bu hastalığa kurdun izini bozan çocukların
yakalandığı inancı vardır. Bu hastalığın
tedavisi için, hasta çocuğun kurdun aşık
kemiği ile yıkanması gerektiğne inanılır.
Tavşan etinin yenilmemesi alevi inançlı
halkın genelinde var iken, bir kısın Sünni
inançlı halkta da bu hayvanın etinin
fazla yenmesinin kanser hastalığına yol
açabileceği inancı vardır. Güvercinin bazı
tasavvuf ehlince cin yiyici olarak bilindiği
de ifade edilmektedir. Kurdeşen kaşıntı
yapması ile Türk kültürlü halklarda bilinen
bir hastalıktır. Türk halk tefekküründe,
kurt izi kutsaldır. Kurt izine basan iki kişi
yedi yıl kardeş olurlar. Kurdun dişinde,
gözünde, tırnağında derisinde, kanında
hikmet aranır, hikmet olduğuna inanılır.
61
(Yaşar Kalafat, “AzerbaycanAnadolu-Suriye
Sözlü Kültüründe Kurt”, II.Kayseri ve Yöresi
Kültür Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni,
Kayseri, 1012- Nisan 2006; “Doğu Anadolu
Halk Kültüründe Kurt”, I.Uluslararası Ağrı
Dağı ve Nuh2un Gemisi Sempozyumu, 17
Kasım 2005 Doğubeyazıt; “sözlü Kültürde
Bursa ve Yöresi Örnekleri İle kurt I”, II.
Bursa Halk Kültürü Sempozyumu bildirileri,
2022- Ekim 2005 Bursa, Bursa 2005, c.2,
s.415423-; “Türk Halk İnançlarında Kurtla
İlgili Yeni Tesbitlerimiz”, Prof. Dr. Fikret
Türkmen armağanı, İzmir 2005, s.403409-)
Dadali
Türkmenlerinde
çicek
hastalığına
yakalanmış
hayvanların
tedavisinde “Çiçek Tası” kullanılnır. Dede
bu tas ile tedavide kullanılmak üzere
“Okunmuş” verir. Çiçek tası, “Şifa Tası”
veya “Şifa eli” olarak da bilinir ve bereketi
celbetmek maksadı ile de kullanılır. Dede
bu tas ile ürünleri artsın diye tarlaya ve
hayvanların üzerine su serper. Bu neviden
taslar Türk kültürlü halkların Sünni
inançlı kesimlerinde de vardır. Bunlar
kırk çıkarmada korku çıkarmada, nazar
gidermede kullanılır. Bazen üzerlerine
Allah’ın sıfatlarından kırk sıfatın yazıldığı
veya üzerinde Allah’ın sıfatlarının yazılı
bulunduğu kırk anahtarın olduğu da olur.
Dadali
Türkmenlerinde
Yağmur
Duası’nı Dede idare eder. “Davar Taşkesen”
Ulgar Dağı’nda kutsal bilinen bir yer
olup yağmur duası burada yapılır. Ulgar
Dağının etimolojisi, Ulkar, ilk kar şeklinde
yapılmaktadır. Kar yağınca ilkin bu dağın
tepesine düşmektedir. Bulgar ve Ulgar
kelimeleri arasında da müştereklikler
aranılmıştır. Bu konuda merhum Eröz
ve
Kırzıoğlu
hocaların
çalışmaları
bilinmektedir. Bölgedeki Kel Dağı’na da
kuraklık ve kıtlıktan kurtulmak için duaya
çıkılır ve dağa gidilirken “lokma” götürülür.
Yerel ifade ile “Allah Allah Allah” çekilir.
Yağmur duası uygulamaları, diğer Anadolu
Türkmenlerinde Kars’ın diğer Alevi inançlı
halkınkinden farklı değildir. Yağmur Duası
Türk kültürlü halklarda ortak kültür
paydalarındandır. Kars ve Ardahan’daki Alevi
inançlı halk ile yörenin Şii inançlı Müslüman
halkı arasındaki en bariz ortaklıkları İmam
Caferi akaidine verilen özel önemdedir.
Dadali Alevi- Bektaşi inancında
yatır yoktur. Ziyaret yerleri vardır. Bunlar,
“Ziyaret”, “Ziyaret Tepesi” gibi yerlerdir.
Ziyaret, Eski Kılıç yol ayrımındadır.
62
Buradan saygı ile geçilir, buranın taşı
toprağı öpülür. Buraya para atılır burada
çaput/adak bezi bağlanır. Ziyaret Tepesi,
Damal’ın karşısındadır. Burada da aynı dini
uygulamalar yapılır. Cuma gibi ulu günlerde
buradan ışık geldiğine inanılır. Buradaki
Delikli Taş’da kurban kesilir. Kıtlığın
giderilmesi ve 11 kuraklığın son bulması
için burası kurban kesme yeridir. “Davar
Taşkesen” de bir Dadali ziyaret yeridir.
Davar Taşkesen Efsanesine göre, çiftçinin
birisi koyun kırkıyormuş, bir pir gelip
kendisinden yün istemiş, kırkım yapan ağa
pire yalan söyleyip yün vermemiş. Bunun
üzerine pir ağaya, “davarın taş kesile”
demiş ve ağanın davarları taş kesilmiştir.
Taş kesilmiş davarları bulunduğu yerin
etrafına duvar örülmüştür. Arada geçilmesi
zor bir dar yol vardır. Günahkarların bu
yoldan geçemeyecekleri inancı vardır.
Garibe isimli ziyaret yeri Otağ köyünde,
Yeşilbaş isimli ziyaret yeri de Posof
Yolu üzerindedir. Bu ziyaret yerlerindeki
uygulamalar da, yer öpme, eşya bırakma,
adak bezi bağlama ve benzerleri itibariyle
diğer Dadali Ziyaretlerinden farklı değildir.
Delikli taştan geçerek tedavi olma, hikmet
bekleme oldukça yaygındır. Birçok yerde
ağaç kovuğundan, demir halkadan da
aynı amaçla geçilir. Kutsal yerlerdeki dar
alanlardan geçerek günahsızlığa inanmak
da çok yaygındır. Hacı Bektaş Veli Türbesinin
yakınında da böyle bir yer vardır. Tarsus’taki
7 Uyurlar Mağarası ile ilgili de bu türden
inançlar vardır. Keza Taş Kesilme motifi de
yaygın bir inançtır. Bazen kurtulmak için
taş olmak istenilir dua edilir. Bazen adak
adanılıp yerine getirilmeyince taş kesilme
ile cezalandırılır, bazen de büyük günahların
cezası olarak taş kesilir. Taş Kesilme
konusunu ilk defa ayrıntılı inceleyen, Prof.
Dr. Sayım Sakaoğlu olmuştur.
Dadali olarak bilinen İslam Türk
kesimde kız alınıp verilirken, hayır işlerde,
kız isteyen taraf kız ailesine 3 defa
“mezhebimiz İmam Cafer mezhebi üzerine
....’nin oğluna ....’nin kızını istemeğe elciğim,
elçiliğe geldim” der, kız tarafı aynı ifadeyi
bir defa tekrarlar. Dadali Türkmenleri ile
Şii Caferi İnançlı Müslüman Türk kesim
arasında geçmişte kız alıp verme akrabalığı
olmazken, şimdilerde bu iki kesim arasında
evliliklerin
yapıldığı
görülebilmektedir.
Sünni kesim ile Dadaliler arasında evlilik
hemen hemen hiç olmaz. Alevi inançlı Zaza
lar ile Dadaliler arasında kız alınıp verilmesi
olur. Ancak Alevi inançlı Zazalar, Şii ve
suni inançlı kesimlere kız vermezler. Zaza
köylerinde esasen Zaza pek kalmamıştır.
Ardahan’ın Cincöp, Hanak’ın Ortakent,
Kars’ın Karacaören, Arpaçay’ın Uzunçayır
/ Zöhrap’ ında bir dönem Zazalar da
yaşamışlardır. Posof’un dağınık halde bir
iki köyünde yaşamakta olan Türk kültürlü
Gürcü halk da Gürcüceyi unutmuştur.
Bunların Kıpçak Türkleri olduğuna dair
ciddi tespitler yapılmaya başlanılmıştır.
Dadali Türkmenlerinde Aleviliğin
gereğine icabet edilip cenaze saz eşliğinde
kaldırılırmış. Defin esnasında mezara
ölünün çok sevdiği bir eşyası, atının eğeri,
silahı, boynunun kuşağı, takısı konulurdu,
ancak şimdilerde bu uygulama kalkmaya
başlamıştır. Mezara ölü ile birlikte bir
takım eşyalarının konulması Eski Türk
İnancındaki, hayatın ölümden sonra da
devem edeceği inancının bir tezahürü bir
sonucudur. Bu uygulama Türk Kültürlü diğer
halklardan ziyade Alevi inançlı kesimlerde
yaşamaktadır. (Yaşar Kalafat, “Kurban,
İnsandan Kurban, Türklerde Kurban İnancı”,
Türk
Kültüründe
Ölüm
Sempozyumu,
İstanbul , 2004)
Dadali
Türkmenlerinde
Dede’nin
geliri halkın yardımları ile sağlanır. Bunun
için belirli ve mecburi bir tören yapılmaz,
Dedenin avucuna veya cebine usulünce bir
miktar para konur. Eskiden dedenin ekinine
biçimine ve inşaatına, dini statüsüne
hürmeten yardım edilirdi, şimdilerde bu
uygulamalar
pek
kalmamıştır.
Dadali
Türkmen cemlerinde para toplanması
usulü yoktur. Dede önayak olarak, işi
gücü olmayanlara, dükkanı yananlara,
dul kalanlara yardımcı olurdu. Dadali
Türkmenlerinin “Can Aşı” nda da dedenin
kolu vardır. Cenazeden 7 ve 40 gün sonra can
aşı verilir. Seneyi devriyesinde ise “Heyrat/
Hayrat” verilir, Kur’an-ı Kerim okutulur.
Tarikatta mahkemenin halledemeyeceği
davaları dede halleder. Eskiden Dadali
Türkmenleri
mahkemeye
gitmezlerdi.
Mahkemelik işleri olmazdı ve dedelik
müessesesi daha güçlü idi.
Dadali
Türkmenlerinde
sırlı,
kimliği gizli, özel kuvve sahibi olduğuna
inanılan kimseler de vardır. Bunlardan
Koyunpınarlı
Şaan/Şahin,
tevekkeli,
budala olarak bilinir, ancak tekin değildir.
Kendisini kızdıran değirmenciye, “dursun
değirmenin” deyip değirmenin durmasını
sağladığına inanılır. Bu şahsın aynı anda
farklı yerlerde göründüğü söylenir. Bir isim
de Burmadereli Kişi’dir. Bu şahıs atlara çok
uzak mesafeden el hareketleri ile komut
verip uygulamalarını sağlamaktadır. Bir
diğer efsanevi şahıs da Ambarkaya’lıdır.
Bu şahısın cinlere hükmettiğine, yağmurun
yağmasını durdurduğuna inanılmaktadır.
Dadali Türkmenlerinde çeşitli lakaplar da
vardır. Bunlar; Kambur/Kuzikli, Ayağı lal/
topal,
Kekeme/Kekeç,
Cimri/Malyemez,
İşmarcı/İşaret verici gibidir.
Dadali çocuk oyunları; Hello/çelikçomak, Sündürme, Birdirbir, Uzun eşek,
Hamam Kızdı, Kayış Kaçırma, Güvercin
Taklası ve diğerleri vardır. Ayrıca Papağa
Gitme, Yüz Ağlığı oyunları da vardır. Dadali
Türkmenlerinde koyunların doğumuna 50
gün kala belirli günde Koç Katımı yapılır.
Bunlar bereket temennili eğlencelerdir. Deve
oyununda gelinin bacakları zillidir. Peşkir
açılır para ve yiyecek toplanılır Deveciye,
Şişman denir. Deveye sırayla binilir. Para
ve yiyecek vermeyene alttan iğne batırılır.
Ayrıca; Yüzük oyunu, Billlik/bilye/misket
Oyunu ve aşık oyunları vardır. Aşığım Çik,
Kala, Çulun Dök, Cız aşık oyunlarıdırlar.
Bereket içerikli eğlencelerden birisi de,
Horavellerdir. Horaveller Kotan zamanı
söylenirler; “Kayada kuş olur,
Kuş kuşa yem getirir
Bıldırki şen gönlünde
Şimdi baykuş oturur
Ho ho ho” gibi parçalar okunur.
Hodaklar atışırken hodak hodakğa
“o gecede garda/karda
Bu gece de garda
Bacını yatırım harga
Ho ho ho” denir.
Cevaben de;
Kara koyun saçak çeker,
Benim maçkal (Kotanı tutan) anan sevse
Baban bana bıçak çeker Ho ho ho” denir.
SONUÇ
Dadali
Türkmenleri,
Damal
ve
Hanak merkez ilçe ve köylerinde yaşayan
Alevi Bektaşi İnançlı, halk kültürümüzün
orijinal
renklerini
taşıyan,
tekrar
tekrar incelenmeleri gereken bir halk
kesimimizdirler.
63

Benzer belgeler