Peltek se - Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi

Transkript

Peltek se - Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
İSESİ • A
PL
Tİ
IZ ANA
İ•K
D
İC
A ÖZDE
RIZ
R
Lİ
U İMAM HA
OL
ALİ RIZA ÖZDERİCİ KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ DERGİSİ
“Kapımız açıktır girene, lokmamız helaldir yiyene...”
Dünyanın
Ticaret Merkezindeyiz.
Sivas Caddesi/Kayseri Şubesi
Mimarsinan Mah. Sivas Bulvarı No :145-B
Kocasinan / KAYSERİ
Tel: 0 352 235 18 00
Peltek
İÇİNDEKİLER
se
Peltek
BİR GARİP HİKAYE
İSESİ • A
PL
Tİ
HATİPLER
IZ ANA
İ•K
D
İC
ZDEAM
A ÖİM
RIZ
R
Lİ
se
Peltek
7
se
11
20‘li Yaşlarda Olsaydınız!..
BÜYÜKLERİMİZE SORDUK
Beyza Boydak
Şule Şaşmaztürk
1) Şükrü Köroğlu: 20’li yaşlarda olmak istemiyorum ki...
2) Abdullah Öztürk: Daha çok ibadet ediyor olurdum.
3) Ayşegül Ünal: Karamsar olmazdım. Güzel şeyler düşünürdüm. İslamın emirlerine uygun yaşamak isterdim.
4) Erkan Peçenek: İstemezdim...
5) Sevilay Torunoğlu: Yüksek lisans için Ankara Üniversitesi’ni tercih ederdim.
6) Songül Asker: Üniversiteye derslere gidiyor olurdum.
7) Gülhanım Yeşiltaş: Okulumu bitirip mesleğimi almak isterdim.
8) Ümit Koçak: Bisiklet ile dünya turuna çıkardım.
9) Akgül Sarıcan: Üniversitemi bitirip yükseğini yapmak isterdim.
10) Nuray Demirci Gedük: Daha iyi yerlere gelmek isterdim.
11) Mehmet Akkaya: O dönemin 20’li yaşlarında olmak istemezdim.
12) Ali İhsan Avşar: Okula devam ederdik, ibadete devam ederdik, Kuş beslemek isterdim.
13) Tahsin Dursun: Şu an “keşke” dediğim şeyleri yapardım.
14) Ahmet Kuzucu: İyi bir üniversite için gece gündüz, iyi bir özveri ile çalışırdım.
15) Kadir Erbil: Derslere çalışır, daha başarılı olmaya gayret ederdim.
16) Ünzile Bediz: Kesinlikle eğitimime devam ederdim. Üniversiteme devam etmek isterdim.
17) İlhan Çakır: Profesyonel futbol hayatıma devam ederdim. Eğitimimi tamamlardım.
18) Eyüp Karaaslan: 20’li yaşlarda olsaydım, üniversite için daha bilinçli çalışılmasını isterdim.
29) Ahmet Erbayat: 20’li yaşlarda olsaydım daha çok gezerdim.
20) Veysel Canözkan: Başladığım okulu bırakmazdım. Sigaraya da asla başlamazdım.
Nezaket mi dediniz?
Esma Alibal
Torunları olmakla gurur duyduğumuz ecdadımız
Osmanlılar, edep, nezaket ve incelikte üstün bir seviye
yakalamışlardır. Onların edep, erkân, nezaket ve incelik hususunda sergiledikleri davranışların önemi gün
geçtikçe artmaktadır.
Tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, atalarımızın, giyiminden kuşamına, oturup kalkmasından mezar taşlarına, hastalara ve hayvanlara şefkatinden Peygamberimiz (s.a.v.)’e hürmete kadar her husustaki
nezaket ve zarafetleri takdire şayandır. Bizim bugün
bunları bilmemiz ve evlatlarımızı bu yüce ahlak ve
edep düsturları ile yetiştirmemiz gerekmektedir.
Ecdadımızın sergilediği davranış ve anlayışlardan
birkaç misali zikredelim:
4 Misafir kabullerine ayrıca önem verilir, ağırlama
ve ikram had düzeydeydi. Kim olursa olsun, kapıya
gelen eli boş geri çevrilmezdi.
4 Cumalar ve bayramlar umumi barış günüydü.
Birbirlerine rastladıklarında musâfaha ederler ve küçükler büyüklerin ellerini öperdi.
4 Evlerinin salon duvarlarına “Edep Ya Hu” tabloları asılır ve edebin her şeyin başı olarak görüldüğü
mesajı baş tacı edilirdi.
4 Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde
hasta var... Evin önünde hatta bu sokaktan gürültü yapma...” anlamına gelirdi...
4 Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu
evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var... Evin
önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür
etme...” anlamına geliyordu...
4 Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz
kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun «diz izine” bakılırdı...
4 Kahvenin yanında su gelirdi... Şayet misafir tok-
7
SAYFA
U İMAM HA
OL
ALİ RIZA ÖZDERİCİ
KIZ ANADOLU İMAM HATİP
LİSESİ DERGİSİ
sa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı... Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi...
4 Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın
biri ince... Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu... Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı... Erkekse
kalın tokmakla kapıyı vururdu... Evin hanımı kapıyı ya
örtünüp açar ya da bimahremi (kocası vs.) açardı...
4 Peygamber Efendimiz (sav) in 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları
sorulduğunda “Haddi aştık” derlerdi...
4 Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi...
4 Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dâhilkapıya kilit vurmadan giderlerdi...
4 Fitre, zekât Ramazan ayından önce Şaban ayında
verilirdi... Fakir fukara Ramazan ayına erzaksız girmesin diye...
4 Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin “borç defterini” kapatırdı...
4 Avrupa halklarında mevcûd olan küstahlık, taşkınlık ve sokak kavgaları yoktu. Sokaklar, gâyet sâkin
ve emniyet içindeydi. Hiç kimse yerlere tükürmezdi. 4 Konuşanın sözü kesilmezdi. Konuşan da, son
derece vakar ve sekînet-içinde olurdu. İfâdeleri gâyet
zarîf ve düzgündü. Bunları gören Charles MacFarlane
şöyle demekten kendini alamaz: “Bu milletin konuşması,
ne kadar güzel ve mükemmel! Öyle ki, bütün medenî milletlere örnek olabilir.” 4 Oturuş, kalkış ve yürüyüş, hep müstesnâ bir
nezâket ve vakurluk arz ederdi. 4 Yaşlılara hürmet, kusursuz ve pek yüksekti. 4 Hanımlara karşı hürmet ise, umûmî bir
an’aneydi. Anne, teyze, hala ve bacı olarak telâkkî edilirlerdi. 11
SAYFA
İSESİ • A
PL
Tİ
IZ ANA
İ•K
D
İC
A ÖZDE
RIZ
R
Lİ
Peltek
U İMAM HA
OL
14
se
28
Kayseri’den Geçen
Büşra Bozdağ
‘Diriliş Ertuğrul’ ekibi Kayseri’de söyleşiye katıldı.
TRT 1’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinin senaristi Mehmet Bozdağ ile oyuncuları Engin Altan Düzyatan, Osman Soykut ve Cengiz Coşkun söyleşiye katıldı.
Kadir Has Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen
söyleşide Mehmet Bozdağ, kendisinin de Kayserili olduğunu ve projeyle ilgili bir yıldır çalıştıklarını anlattı.
Projenin başlangıcında iki soruyla yola çıktıklarını
belirten Mehmet Bozdağ, “Birincisi, biz kimiz? İkincisi,
1071 yılında Anadolu’ya Türkler girdi. Haçlı seferleri
başladı ve Kösedağ savaşlarıyla da Moğollar Anadolu’ya
geldi. Neden haçlılar değil de biz bu dünyada kalıcı olduk?” dedi.
Bozdağ, Türk milletinin Anadolu’ya gelişi ve varlık
gayesinin ‘nizamı alem’ ülküsü olduğunu belirtirken, “Bu gaye ve arzuyla bir dünya şekillendirmeye
başladılar. Bu tür problemleri çözmeye çalıştılar.
Orta Asya’dan gelen Kayı Boyu’nun önemli bir lideri
vardı. Tarihte Ertuğrul Gazi dediğimiz kahramanın hikayesi bence çok önemliydi.” diye konuştu.
Dizinin bir filmini ve daha sonra Osman
Gazi ve 1071 Malazgirt filmlerini
çekmeyi düşündüklerini belirten Bozdağ, “Diriliş dememizin nedeni, dirilten
Allah’tır. Diri-
Yıl: 1 • Sayı: 1• Mayıs 2015
48
14
liş, milletimizin de dirilişine vesile olur. 21’inci yüzyılda
da tarih sahnesine çıkacağımıza inanıyorum.” dedi.
Dizide Ertuğrul Gazi rolünü canlandıran Engin Altan
Düzyatan da hazırlık sürecinin yaklaşık 3 ay sürdüğünü
anlattı. At binmeyi ve kılıç kullanmayı öğrendiklerini
belirten Düzyatan, “13-14 yıldır televizyonda iş yapıyorum hayatımda böyle bir hazırlık süreci görmedim. Ertuğrul Gazi ile ilgili tarihte çok bilgi yok ve içimizde
canlandırmak için kitaplar ve çeşitli hikayeler okuduk.
Bu hikayelerle birlikte dönemin içinde kendimizi hissetmeye çalıştık.” dedi.
İbn’ül Arabi rolünü canlandıran Osman Soykut da
bu rolden oldukça etkilendiğini belirterek, “İbn’ül Arabi
tasavvufun erken gelen hocalarından. İbn’ül Arabi rolü,
şimdiye kadar oynadığım rollerden en önemli ve etkileyen rol. Bu dünyanın felsefeye ve sevgiye ihtiyacı var.
Bu rol beni bu yöne zorluyor.” diye konuştu.
Dizide Turgut Alp’i canlandıran Cengiz Coşkun da
“Birçok işte çalıştım fakat burada farklı bir sinerji oluştu. Başarımızda da bunun rolü var.” dedi.
Peltek
se
Genel Yayın Yönetmeni:
Kâni ÇINAR
Edebiyat Öğretmeni
Tasarım:
Mustafa İbakorkmaz
Baskı:
Orka Matbaa (0352 322 17 00)
Adres:
Alpaslan Mah. Bahar Cad. No. 40
Melikgazi/KAYSERİ
http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/38/14/375030/
Ticari bir amacı yoktur. Yazıların sorumluluğu
yazarına aittir. Yayın kurulu yazılarda her türlü
değişikliği yapmaya yetkilidir. Yazılar yayınlansın
veya yayınlanmasın iade edilmez.
twitter:@peltek_se
instagram:@peltek_se
Facebook:Peltek_se
28
SAYFA
DİRİLİŞ
Yazı İşleri Müdürü:
Ümit KOÇAK
Müdür Yardımcısı
Yayın Kurulu:
Beyza Boydak, Şule Şaşmaztürk, Ahsen Polat,
Büşra Bozdağ, Afra Nur Tuna, Ali Burak Alışkan,
Zeynep Kayacan, Rumeysa Çiftcibaşı,
Beyza Doğan, Pembe Betül Karasu, Beyza Utku,
Ayşenur Olgun, Taha Oğuzhan Kılavuz
se
SAYFA
Sahibi:
Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
adına,
Hüseyin EFE
Okul Müdürü
Kapak Fotoğrafı
Divriğ Ulucamii kapısı
Peltek
DİZİMİZİ KIRIP
İZLEDİKLERİMİZ
Beyza Utku
Diziler, diziler, diziler...
Zamanımızın çoğunu bilinçsizce harcadığımız, her gün
evlerimize konuk olan, bizi gerçek hayattan koparan diziler.
Günümüzde hemen hemen her evde izlenen bir sonraki bölümü merakla beklenen “Acaba gelecek bölümde ne olacak”,
“Kim vuruldu” düşünceleriyle aklımızı kurcalayan ve bizleri
okumaktan, düşünmekten, manevi hayattan uzaklaştıran hayali karakterler... Hayatımıza bu kadar hakim olan dizilerdeki
gizli mesajlardan ne kadar haberdarız. Dizilerin bizi ne kadar
etkilediklerinin farkında mıyız? İsterseniz bu gizli mesajlara
beraber bakalım...
Al ver Ekonomiye can ver!
Dizi sayısı çok değilken alışveriş tutkusu şimdiki kadar
fazla mıydı? İzlediğimiz tüm dizilerde, istisnasız her bölümde, oyuncular elbiseden ayakkabıya, çantadan takıya, hatta ev
eşyalarına kadar sayısız eşya satın almaktadır. Değişik modeller ve markalar dizilerde boy göstermektedir. Ünlü oyuncuların giyimleri bizim gerçek hayatımızda şüphesiz bir moda
akımı ve alışveriş çılgınlığı oluşturuyor. Özellikle gençler bu
konularda çok hassas oluyorlar. İstedikleri olmayınca mutsuzluğa, umutsuzluğa sürüklenen bireyler oluyorlar. Bu da
ister istemez yaşamlarına yansıyor...
Mekan olarak okulu seçen diziler
Mekan olarak genelde okulu tercih eden gençlik dizileri
genç nüfus üzerinde en çok söz hakkına sahip dizilerdir. Öğretmenler, arkadaşlıklar ve dostluklar ayrıca kavgalar, kötü
alışkanlıklar da yine en yoğun bu dizilerde işlenir. Bu dizilerde gördüğümüz üzere bizler aslında eğitim görmemeli, okuldan iyi ve güzel şeyler almamalı ve okul hayatı boyunca gırgır
ve şamatayla vakit geçirmeliyiz. Peki, bu sizce de bizleri yanlış
düşüncelere yöneltmiyor mu?
Vuruyorum öyleyse varım
Yakın bir zamanda yapılan araştırma sonuçlarına göre
şiddetin ve ölümün çok olduğu bölümün, dizinin diğer bölümlerine oranla daha fazla izlendiği gözlemlenmişir. Bu da
insanlarımızın şiddete ne kadar meyilli olduğunun kanıtıdır.
Nuri Pakdil
Rumeysa Çiftcibaşı
Çok üst düzeyde bir sorumluluk, büyük bir titizlik,
derin bir bilgelik, muazzam bir birikim, olağanüstü bir sezgi
ve dikkat, klas bir duruş ayrıca bizlere antiemperyalist,
antikapitalist ,antifaşist, antisiyonist ve antifiravunist klas
duruşu, devrimci başkaldırışı öğreten:Nuri Pakdil.Kimdir
Nuri Pakdil? İnsanlardan kaçıyor, kimseye yanaşmıyor, kimseyle konuşmuyor. Konuşur gibi duruyor, ama konuşmuyor.
Konuşmaya başladı mı büyük bir duygu yoğunluğu boğazında düğümleniyor.Gerekli gördüğünde ‘geri çekilmeyi de
bilen’ adamdır. Ricat anlamında değil, topluma biraz zaman
tanıma anlamındadır bu ‘geri çekilme.’ Tıpkı Türkiye’ye ve
yaşadığımız dönemlere ‘erken’ gelmiş diğer ‘adamlar’ gibi. Onların söylediklerini, anlattıklarını toplum biraz hazmetsin, birazını bari anlasın, birazını algılasın, kafasında,
gönlünde dolaştırsın diye, bu ‘adam’lar uzun molalar verirler
kendilerine, sonra yeniden yola koyulurlar, simurg olurlar,
‘Kaygususz Abdal’ olurlar. Az olmanın ağırlığını yüklenir,
çilesini çekerler, çoğunluğun ruhu duymaz. İtalyan Türkolog Prof. Anna Masala Pakdil için 1970’li
yıllarda şöyle der: “İnsanlar Pakdil’i ikibin yılından
sonra anlayacaktır.”Evet, Nuri Pakdil 1934 yılında
Kahramanmaraş’ta doğmuştur ve halen Ankara’da yaşamaya, yaşama direnmeye ve yazmaya devam etmektedir. İ.Ü
Hukuk Fakültesi mezunudur.Bir süre bir bakanlıkta hukuk
müşaviri (1965/67) ve devlet planlama teşkilatında uzman
(1967-73) olarak çalıştıktan sonra 1973 Mart’ında bu görevinden ayrılır.
Nuri Pakdil’in yazı çalışmaları ilkokul sıralarında başlar.
Durmadan bir şeyler karalar, durmadan yazar. Kendi deyimiyle “çeşit çeşit kelebekler uçurur gökyüzüne.” Sürekli
“yeni kuşlar, yeni sözcükler konar penceresine.” Çok küçük
yaşlardan itibaren şu cümleyi söyler: «Ben oyumu sanata,
edebiyata ve bunları tutuşturacak büyük ateşe veriyorum.» Ortaokulda da devam ettirir yazmayı. Bir taraftan
yazarken bir taraftan da hız kesmeden okuma eylemine
girişmiştir.O yıllarda Büyük Doğu dergisi ile tanışması da
Pakdil için yazı ve fikir dünyasında bir dönüm noktası olur.
Artık temel felsefesini oluşturmuş daha biliçli ve dirençlidir.
Hayata yalın bakışın temel amacı yalnızca insan emeğini
kutsamak, yalnızca insan emeğini tüm durumlarda her şeye
egemen kılmak istemektir. Temel felsefesi de budur. Lise
yıllarında Maraş’ta yayımlanan Demokrasiye Hizmet ve
Gençlik gazetesinde yazıları yayımlanır.Lisede Hamle adında
lise ölçülerinin çok üzerinde dergi çıkaran aykırı bir öğrencidir de.Öğretmenlerini de örgütleyebilen, onları eğitebilen
tuhaf, ayrıksı biri öğrenci… Dergi çıkartmak için öğretmenleri ona değil, o öğretmenlerine görev verir, onlardan
yazı ister. Nuri Pakdil adı, sonraki dönemlerde aynı lisede
okuyan edebiyat heveslisi gençler arasında bir efsane halinde
büyür. O yıllarda, aynı dergiyi birkaç sayı kadar da yeni bir Peltek
Gerçekten de son yıllarda
kadına şiddet ve ölümlerin, cinnet getirmelerin,
katliamların sayısı epey
arttı. İşin kötüsü biz artık
ölümlere sıradanmış gibi
bakıyoruz. İnsanlığımızın önemli unsurlarından
olan vicdanımızı acıma
duygumuzu yavaş yavaş
kaybediyoruz.
Teknoloji “yükleniyor”
Teknolojinin her geçen gün geliştiği bir dünyada bunun dizilere yansımaması mümkün değil.
Telefonlar, tabletler, bilgisayarlar...
Çoğumuz
bunları aldırmak için kim
bilir kaç defa ailelerimizi
zor durumda bıraktık.
Mutlu olmamız için belki
de beğendikleri bir çok
şeyi almayıp bize istediklerimizi aldılar. Sizce aileniz bu davranışları hak
ediyor mu? Herkes ailesini sever; ama söz konusu telefon, bilgisayar vb.
teknolojik alet veya lüks
eşyalar olunca onlara haksızlık etmekten çekinmeyiz. “Ama
arkadaşımda var çok güzel”, “Onun telefonu daha iyi” gibi
aslında anne babamızı kıran bu sözleri defalarca yüzlerine
vururuz.
Kitap “okuma”
Ülkemiz kitap ve gazete okuma oranında gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Bunun en büyük etkenlerinden biri
şüphesiz dizilerdir. İstisnasız bütün dizilerde vakitler telefon,
bilgisayar, sinema veya arkadaşlarla geçirilir. Bizleri apayrı
dünyalara götürebilecek olan kitapların varlığından haberleri yok dizideki oyuncuların. Türkiye toplumunun bir yılda
kitaba ayırdığı para gülünçtür. İngilizler tarafından yapılan
bir ankette Almanya’da yaşayan bir kişi yılda kitaba ortalama
olarak 60 sterlin ayırmaktadır. Bu rakam Türkiye’de ise sadece 2 sterlindir. Bu sıralamada Türkiye Avrupa ülkeleri arasında 40. sıradadır. Kitap okumanın, ihtiyaç sıralamasında
kaçıncı sırada bulunduğuna baktığımızda ortalama 25 kitap,
bir İsveçli 10 kitap, bir Fransız 6 kitap okurken, Türkiye’de
yılda 6 kişiye bir kitap düşmektedir. Günde en az 25-30 sayfa
kitap okuyarak ruhumuzu tazelemek gibi bir şansımız varken zamanımızın büyük kısmını beynimizi yıkayan dizilere
yöneltmemiz ne kadar doğrudur acaba? Bazı diziler kitaplardan yola çıkılarak hazırlanmış olsa da kitap ile alakasızdır.
Gençliğimiz kitaptan ve edebiyattan o kadar uzaklaşmıştır
ki “Bu dizinin kitabı çıkmış” gibi cümlelerle kitaplar dünyasına olan uzaklıklarını dile geirmişlerdir. Bu dizilerden birinde
aslında geçmişte yaşıyor olması gereken kahramanların ellerinde son model telefonlar, evlerinde bilgisayarlar bulunması
absürttür. Ama her şeyden öte bunların oluşmasında bizim
de suçumuz var. Bu gibi dizileri izlemeyip şikayet etsek, köşe
yazarlarımız onları yapıcı bir üslupla eleştirse, toplumca güzel günler için çalışsak. Her şeyden önce RTÜK’ün işlevini
se
48
49
yerine getirmesi için kampanyalar, konuşmalar düzenlesek.
RTÜK’ün görünen diziden öte dizinin toplum üzerindeki etkilerini araştırması ve göz önünde bulundurmasını sağlasak.
“Diziler bütün kötülüklerin anasıdır”
Silah kullanımı ülkemizde epey yaygınlaşmış durumda.
Haberlerde gördüğümüz “Babasının silahını alıp arkadışını
vurdu” gibi haberler de dizilerin etkilerinin kanıtıdır. Böylece
kötü alışkanlıklar ülkede sıradanlaşmış ve toplum üzerindeki etkisi göz ardı edilmiştir. Bunun dışında dizilerde eroin,
esrar, hap ticareti de ister istemez bizleri kötü etkiliyor ve
bilinçaltımıza giriyor. Köşe başlarında görmekten hiç hoşlanmadığımız uyuşturucu madde alım-satımı bizlere anormal
gelmemekte ve bu ticaret gittikçe büyümektedir. Bunun oluşmasında tabii ki dizilerin etkisi tartışılmaz. Bu durum artık
sokaklarda rahatça dolaşmamızı bile engelleyecek bir hal almış ve insanların dolaşma özgürlüğünü dahi elinden almıştır.
Samimiyetsiz ilişkiler
Dizilerin en büyük sorunlarından biri de sevgi yoksunluğudur. Samimiyetsiz ilişkiler, iki günde bir değiştirilen
sevgilililer. Adına “Aşk” denen çıkar ilişkileri... Bunlar toplumumuzu derinden yaralayan kötü düşüncelerdir. Etrafımızda
bunların yüzlerce örneğini görmemiz sizce normal karşılanabilir mi? Birini sevmek, ona tüm hayatı boyunca sahip çıkmak
dizilerdeki gibi basit mi? Biraz empati kurarsak birinin size
iki gün önce “Canım, hayatım, her şeyim” deyip iki gün sonra
“Seni istemiyorum”, “Bundan sonra hayatımda yoksun” tarzı
cümleler kullanması bizleri derinden etkilemez mi? Sanal hayata sevgili olmalar, özel hayatını açığa vurmalar, daha sonra da terk edildiğinde hiç görmediği biri yüzünden günlerce
ağlamalar da kaynağını gizli mesajlı dizilerden almaktadır.
Masa başında oturup zengin olmak, emek vermeden en güzel
arabayı, evi, elbiseyi almak, dizilerin lüks evlerde çekilmesi,
insanlarımızda çalışmadan, emek vermeden oturduğu yerden
para kazanma fikrini oluşturmuştur. Bu da insanların çalışma şevkini kırmış, alın teri kavramının yavaş yavaş yok olmasına sebep olmuştur...
Gerçekte de olayın ayrıntısına indiğimizde dizilerin toplum üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Bu etkilerin en aza
indirilmesi ve dizilerin olumlu etki bırakması açısından bir
kaç öneri vermemiz gerekirse şunları sıralayabiliriz.
* Dizilerdeki oyuncuların alışveriş merkezleri yanı sıra
kitapçılara, kütüphanelere gitmeleri.
* İkili ilişkilerde daha güzel örnekler verilmesi. İki-üç
günlük sevgililer yerine gençlere örnek olabilecek mutlu aileler, anlayışlı bireyler olması.
* Şiddet kültürünün dizilerden uzaklaştırılması
* Aile içi ilişkilerde anneye ve babaya saygılı olunması.
* Öğrenciliğin güzel bir şekilde lanse edilmesi ve öğretmenlerin görevlerini ciddiyetle yapması.
* Silah ve uyuşturucu maddeler gibi gençleri kötü yönde
etkileyebilecek nesnelerin gösterilmemesi.
* RTÜK’ün dizilerde, perde arkasında olan gerçekleri
görmesi ve bunlara karşı önlem alması.
* Dizilerin arasında insanları düşünmeye yöneltecek konuşmaların yapılması (arkadaşlık, aile ilişkileri üzerine vs.)
* Din, dil, ırk ayrımı yapmadan, her şeyden önce insanlık
sevgisini ön plana çıkaran olayların sahneye aktarılması.
* Üreten, paylaşan bir gençlik profili çizilmesi.
* Yozlaştıran ve değersizleştiren kurguların dizilerde yer
almaması.
* Ötekileştiren anlayışların dizilerden uzaklaştırılması.
* Bazı kesim ve inançların geride kalmışlık çerçevesinde
gösterilmemesi.
SAYFA
Hayırseverimiz................................................. Ali Rıza Özderici..................2
Bir Garip Hikaye, İmam Hatipler.........................Ümit Koçak......................6
Bir Eğitimci Olarak Hz. Peygamber......................Ahsen Polat....................12
Helal Lokma............................................. Hüseyin Kâmi Büyüközer........19
Elfaz-ı Küfür......................................................... Melike Çelik....................26
Bi Çay....................................................................Beyza Doğan...................32
Benim Sinemalarım............................................ Dilruba Aslan...................37
Kadraj..................................................................Vuslat Yılmaz..................46
Okulumuzdan Haberler..................................................................................56
2
Peltek
se
HAYIRSEVERİMİZ
ALİ RIZA ÖZDERİCİ
1926 yılında Ürgüp´te dünyaya geldi. Babasının adı Ahmet,
annesinin adı Necmiye´dir. Küçük yaştan itibaren çalışma hayatına atıldı. Çalışmanın hazzına daha küçükken vardı. İlkokul öğrencisi iken bisiklet alıp kiraya çalıştırdı. Bakkallık ve şoförlük
yaptı. 1945 yılında Besime ÖZDERİCİ ile evlendi. Bu evlilikten 2
erkek 2 kız çocuğu dünyaya geldi. 1949 yılında özel sektör demir madenciliğine Yahyalı ilçesinde başladı. Bu madencilik firması 1980 yılından bu yana
Türkiye´nin en büyük özel sektör üretici firması olarak milli
ekonomiye katkıda bulunmaya devam etti. Kayseri Sanayi Odası Başkanlığı yaptığı 10 yıl zarfında Türkiye´nin en büyük
Organize Sanayi Bölgesinin Kayseri´de kurulmasına vesile ve
öncü oldu.
YAPTIRDIĞI EĞİTİM KURUMLARI
1) Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesi
2) Besime Özderici İlkokulu
3) Besime Özderici Ortaokulu
4) Eyüp Ali Rıza Özderici Anadolu Lisesi
5) Özel Ali Rıza Özderici Anadolu Lisesi
Peltek
se
3
Sevenlerinin Dilinden
Ali Rıza Özderici
11. Cumhurbaşkanımız
Abdullah Gül’ün dilinden
Ali Rıza Özderici
Bazı insanlar vardır ki, topluma karşı
görevlerini eskizsiz olarak yerine getirdikleri için isimleri doğup büyüdükleri şehirle
anılır. Kayseri söz konusu olduğunda da Ali
Rıza Özderici, yapmış olduğu sayısız hayır ve
hizmetleriyle akla gelen ilk isimlerden biridir. Sempatik ve cana yakın kişiliğini gençlik
yıllarımdan beri tanıdığım “adını sen getir”
deyiminin sembolü olan Ali Rıza Bey’in bana
hatırlattığı ilk şey, hayırseverliğidir. Ali Rıza Bey, toplumun
ortak hizmetlerine katılmayı ve hayırseverliği bir dünya
görüşü ve yaşama biçimi haline gelmiştir. Kayseri ve çevresindeki ilçelerde yaptırmış olduğu çok sayıda okul, kurs,
sağlık ocağı ve spor tesisi bulunmaktadır. Şehrin muhtelif
semtlerinde onun veya aile fertlerinden birinin adını taşıyan bir park, çocuk bahçesi, cami, okul veya sağlık ocağına
rastlanmaktadır. Kayseri’ye kazandırdığı hayır kurumları içerisinde en önemli olanı ise, kimsesiz ve yaşlı vatan Mehmet Özhaseki’nin
Ali Rıza Özderici ile ilgili
düşünceleri
Ali Rıza ağabey, benim için ağabeydir,
arkadaştır, güzel bir insandır,
hayırseverdir,
ibretlik
bir
hayatı vardır.
İnşallah cennet ehlidir. Her
gördüğümde
gülümseyen
yüzü ve güven
çehresi ile onu bir ağabey gibi yakın hissettim. Ama aynı zamanda mesafesiz bir
arkadaş gibi de sevdim. Şakacılığı, cana
yakın, dost canlılığı ile de çok sevdim. Ali
Rıza ağabey, yaşadığı hayatı pişirdiği olgun bir insan olarak bize örnektir. İyi bir
hayırseverdir. Allah rızası için olan her
işte destektir. Annesi, babası, eşi ve kendi adına hep hayırlar işlemiştir. İnşallah
çocukları da babalarının adına işlemeye
devam eder. Ali Rıza Beyin, bende iz bırakan en önemli hatırası Taşçıoğlu Hafız
Okuluna mütevelli olarak atanması olayıdır. Sıkıyönetim adına geldiği yerde,
kendi kalp temizliği ve ihlası ile adeta yıldızlaşmadır. Oraya kendini vakfetmesidir.
Bu olay elbette Yüce Yaratan’ın bir takdiridir, ama manen de kendi iç güzelliğinin
de bir tezahürüdür.
daşlarımızın bakımı için yaptırmış olduğu
huzurevidir. Onun bu hayırlı hizmetleri ve
topluma yararlı faaliyetleri nedeni ile TBMM,
2008 yılında kendisine “Üstün Hizmet Ödülü” vermiştir. Milletine önemli hizmetler sunan başarılı insanların yaşadığı tecrübelerin
yeni kuşaklara aktarılması, yaptıkları işlerde gençlerin daha doğru kararlar almasında yol gösterici bir öneme sahiptir. Ali Rıza
Bey, gibi bir mücadele ve hizmet insanının
başarılarla dolu hayat öyküsünden, genç
nesillerin çıkaracağı değerli dersler olacağını düşünüyorum. O, gençlere hitaben yaptığı bir konuşmasında, “Hayatımda hiç boş zamanım olmadı. Bu sayede
en zor şartlarda bile hiç bunalıma düşmedim, stres nedir
tanıyamadım.”demesi beni çok etkilemiştir. Bu nedenle,
onun hayatını anlatan bu kitaba bir takdim yazısı hazırlamam benden istenince, bunu zevkle yerine getirdim. Ali
Rıza Beye hiçbir anı boşa geçirilmeyen daha nice mutlu
yıllar ve sevdikleriyle birlikte sağlıklı uzun ömürler geçirmesini diliyorum.
Bekir Yıldız, Eski Kocasinan Belediye
Başkanı
Adını Sen Getir.
Her üç cümlesinden biri ‘adını sen getir’
olan Ali Rıza Özderici, bu sıcak ve samimi
başlangıçla bir avantaj elde ediyor. Adını sen
getir ile birlikte samimi üslubuyla kendisi için
önemli bir iletişim kapısı aralıyor. Mizacındaki sıcaklık, samimiyet ve güvenirlik, Ali Rıza
Özderici için hayır ve hasenat duygusu ile çıktığı yolda, ‘adını sen getir’
desteğiyle isteklerine geri çevrilemez bir cazibe kazandırıyor.
Dr. Memduh Büyükkılıç,
Melikgazi Belediye Başkanı
Toplumda bireyler yaptıkları ile tanınır ve
bilinir; iyi olarak tanınan, iyi insan denilen,
çok iyi arkadaş ve dost olarak tabir edilenlerin ortak bir noktası vardır ki bu da “paylaşım ve armağan etmeyi” sevmeleridir. Çünkü
insan için en güzel ve en yüce duygu, hatırlamak ve hatırlanmaktır. Ali Rıza Özderici ismi
artık şahsınızdan çıkmış Anadolu topraklarına bir isim ve hayırseverlik markası olmuştur. Gerçekleştirmiş olduğunuz okullar, sağlık merkezleri, sosyal ve dini
yapılar ve diğer eserleriniz ile adınız, Anadolu tarihine damgasını vurmuştur. Sadece eserleriniz ile değil ‘Kayseri’yi Kayseri yapan’ ticaret ve
sanayi şehri olmasında, girişimciliğiniz, genç iş adamlarına vermiş olduğunuz fikirleriniz ile öncülüğünüz; oda, dernek ve meslek kuruluşlarındaki görevlerinizde isabetli ve akılcı kararlarınız ile hep öncü ve saygın iş
adamı olarak örnek gösterilmektesiniz. Size ve sizler gibi ömrünü hizmete ve hayır işlerine adamış olan Anadolu’nun yıldızlarına; başta şahsım
olmak üzere hemşerilerim ve milletimiz adına teşekkür ediyorum. Hayırlı
uzun ömürler diliyorum.
Peltek
4
se
Hüseyin Efe
Okul Müdürü
Gayemiz
Sevgili Gençler
Eğitim, bir birey için anne karnında başlayan ve
ölümüne kadar devam edecek olan bir süreçtir. İnsanlar öğrendikleri bazı bilgileri belli bir zamandan
sonra unutabilirler ama aldıkları eğitimleri hayatlarının her aşamasında kullanırlar ve buna bir ömür
boyu gereksinim duyarlar.
Bir düşünür “Bir insanı ahlâken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmak
demektir.” der. Ne kadar güzel bir söz. Sadece zihnen
verilen eğitimi ön planda tutup ahlaken verilmesi gereken eğitimi asla göz ardı etmemeliyiz. Ahlak, yaratılan varlıklar içerisinde sadece insana verilen en güzel
hasletlerden bir tanesidir. Bizler eğitimciler olarak
ahlaklı bireyler yetiştirirsek, toplumumuzun geleceğini kurtarır ve neslimizin sağlam bir temel üzerinde
yetişmesini sağlamış oluruz.
Eğitimciler olarak sorumluluğumuz büyük, yükümüz ağır. Yetiştirdiğimiz yavrularımızın eğitiminde
hata yapma lüksüne sahip değiliz. Çünkü bizim yetiştirdiğimiz öğrenciler geleceğin toplumunu oluşturacak, bu toplum içinde söz sahibi olacak ve bu topluma
yön verecekler. Ailelerinden ve okuldan nasıl bir eğitim aldılarsa toplumda onu uygulayacaklar. Dolayısıyla hata yapma riski belki de en asgari seviyede olması
gereken bir görev icra ediyoruz. Öğrencilerimiz kendinden emin bir tavır içerisinde ahlaklı, kişilikli, milli
ve manevi duygularla bezenmiş bir eğitim anlayışıyla
yetişmeleri, yegâne gayemiz.
Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam-Hatip
Lisesi’nde öğrenim gören 901 öğrencimizi “Ahlâkı
Kuran’dan ibaret olan” bireyler olarak yetiştirmeyi, onlarda üsvet-i hasene olan efendiler efendisi
Peygamberimizin(SAV) güzel ahlakını örnek alan
bir ümmet bilinci oluşturarak topluma kazandırmayı
amaçlıyoruz. Bu amacımızı gerçekleştirirken en büyük yardımcımız ve destekçilerimizin de velilerimiz
olduğunu ifade etmek istiyorum. Zira velilerimiz bizim en değerli yol arkadaşlarımız. Aynı yolun yolcusu olduğumuzdan ve aynı derdi paylaştığımızdan ve
yegane gayemizin çocuklarımızı en güzel noktalara
ulaştırmak olduğundan dolayı bir ve beraber hareket etmek ve yavrularımızı desteklemeli onlara güzel
hasletler kazandırmak yegana gayemiz olmalıdır diye
düşünüyorum.
Bu sene 186 öğrencimizi mezun ediyoruz. 4 sene
boyunca verilen emeğin karşılığını almak en büyük
temennimiz. LYS’ye girecek son sınıf öğrencilerimize
başarılar diliyor, bundan sonraki yaşamlarında sağlık
ve huzur dolu bir yaşam geçirmelerini temenni ediyorum.
Okulumuzun eğitim öğretime açıldığı ilk günden
bugüne kadar maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen değerli büyüğümüz Ali Rıza Özderici Beyefendiye teşekkürlerimi sunuyorum.
Dergimiz bir emek buketi adeta. Dergimizin yayına hazırlanmasındaki büyük emeklerinden dolayı
başta Edebiyat Öğretmenimiz Kâni ÇINAR’a, Müdür
Yardımcısı arkadaşlarım Tahsin DURSUN ve Ümit
KOÇAK’a yazılarıyla destek veren öğretmenlerimize
ve bu derginin asıl mimarı olan öğrencilerimize teşekkür ediyorum.
Peltek
se
Okulumuzdan Kareler
5
Peltek
6
se
BİR GARİP HİKAYE
R
E
L
P
İ
T
A
H
M
İMA
Ümit KOÇAK
Müdür Yardımcısı
B
Esasında hem uzun, hem de garip
dikkatleri üzerine çeken
oş sloganlara malzeme
bir hikayedir, İmam Hatipler… Ülkenin
bu okullar, ülkenin istiolmadan, çağın akıntısına
sosyal ve tarihi seyrine göre anlam dekameti
doğrultusunda
rinliği olan, kimi zaman bir can simidi,
ayarlama
yapmak
isteyenkapılmadan. Küçük hesaplarla
kimi zaman bir tehdit olarak algılanan,
lerin ilk hedefi olmaktan
İmam Hatipler… Halkın yoğun tevec- savrulmadan yürüyebilmektir
kurtulamamış,
8 yıllık
cühünün insanın inanma ihtiyacından İmam Hatipli olmak… Bu yoldan
zorunlu eğitime geçiş bakaynaklandığını, değerlerine sahip çıkhanesi ile orta kısımları
ma arzusunda olan halkın hassasiyetini şimdiye kadar geçenlerin, halen bu
kapatılarak mezunlarına
algılamak istemeyen zihinlerin, uyku- yolda olanların, bundan sonra bu
katsayı uygulaması dalarını kaçıran İmam Hatipler… Öğrenci
yatılmaya başlanmıştır.
sayıları ve manevi değerlere bağlı prog- yoldan geçeceklerin tüm vebalini
4+4+4 eğitim uygulaması
ramları ile ülkenin değerler erozyonuile orta kısımları yeniden
omuzlamaktır, İmam Hatipli olmak.
na uğramasını isteyenlerin planlarını
açılan ve katsayı eşitsizlibozan İmam Hatipler… Sırf bu yüzden
ğine son verilen bu okulülkeye yapılacak operasyonların bir çoğunun ilk hedefi olan lar hala halkımızın teveccühleri ile yoluna devam etmektedir.
İmam Hatipler.... Kimi zaman çıkarlara malzeme yapılan,
İmam Hatipli Olmak Diye Bir şey:
kimi zaman üzerinden küçük hesaplarla kazanımlar elde edilPeki nedir bu sihirli tanım?
meye çalışılan İmam Hatipler…Ülkenin siyasi, sosyal, kültüÇoğu zaman ifadesinin ağırlığı altında ezilen mensupları
rel dengelerine göre önemli bir unsur olan, her hesabın için- için ağır gelen, ama özünde Hz peygamberin Dar’ul Erkam’da
de zorunlu olarak kendini bulan İmam Hatipler... Bütün bu başlattığı o kutlu sürecin misyonunu yüklenen bir tanımdır,
hesaplara rağmen en zemheri mevsimlerde dahi Rahman’ın İmam hatipli olmak. En önemlisi kapısından girmenin herlütfu ile hayat bulan, filiz veren İmam Hatipler...
kese nasip olmadığı her girenin de bu şerefe nail olamadığı
Okulların tarihi süreci:
mühim bir şuurun ifadesidir İmam Hatipli olmak. Her bir
İmam Hatip Liseleri İlk olarak 1913 yılında din görevlisi tuğlasında tarifsiz fedakarlıkları barındıran, harcı; sadece
yetiştirmek üzere açılan ‘’ Medresetü-l Himmeti ve Huta- rıza-ı ilahi uğruna dökülen alın terlerinden yoğrulan bir duyba’’ adı verilen 2 yıllık bir programla eğitim tarihindeki ye- gu şahlanışıdır İmam Hatipli olmak. En tahripkar iklimlerin
rini almıştır. Tevhid-i Tedrisat kanunu ile 1924 yılında din sığınağıdır imam hatipli olmak. Halka ait olmaktır, umut olgörevlisi ihtiyacını karşılamak üzere 4 yıllık ortaöğretime maktır, hayat olmaktır. Hesapsız bağlanmaktır, kollektif bir
yönelik bir programla İmam hatip mektepleri adıyla açılan şuur oluşturmaktır. Dik durmaktır, sağlam bir duruşa sahip
bu okullar 1930 yılında kapatılacak, 1949 yılında tekrar 10 olmaktır. İmam Hatipli olmak.
aylık kurs şeklinde ihtiyaca yönelik olarak açılacaktır. 1951
Boş sloganlara malzeme olmadan, çağın akıntısına kayılında lise kısmı ile birlikte toplam 7 yıllık bir program çer- pılmadan. Küçük hesaplarla savrulmadan yürüyebilmektir
çevesinde açılan okullar, zaman içinde orta kısmının kaldırıl- İmam Hatipli olmak… Bu yoldan şimdiye kadar geçenlerin,
ması ve benzeri ekleme çıkarmalarla eğitim hayatına devam halen bu yolda olanların, bundan sonra bu yoldan geçecekleedecektir. İlk kez 1976 da kız öğrencilerin de kayıt edilmeye rin tüm vebalini omuzlamaktır, İmam Hatipli olmak.
başlandığı imam hatip liseleri 1985 yılında bünyesine yabancı
Rabbim kıymetini bildirip, şuurlandırdığı nesillerden eydil ağırlıklı Anadolu imam hatip programını katarak yoluna lesin…
devam edecektir. Başarıları ve halkın yoğun ilgisi ile birlikte
Peltek
se
20‘li Yaşlarda Olsaydınız!..
BÜYÜKLERİMİZE SORDUK
Beyza Boydak
Şule Şaşmaztürk
1) Şükrü Köroğlu: 20’li yaşlarda olmak istemiyorum ki...
2) Abdullah Öztürk: Daha çok ibadet ediyor olurdum.
3) Ayşegül Ünal: Karamsar olmazdım. Güzel şeyler düşünürdüm. İslamın emirlerine uygun yaşamak isterdim.
4) Erkan Peçenek: İstemezdim...
5) Sevilay Torunoğlu: Yüksek lisans için Ankara Üniversitesi’ni tercih ederdim.
6) Songül Asker: Üniversiteye derslere gidiyor olurdum.
7) Gülhanım Yeşiltaş: Okulumu bitirip mesleğimi almak isterdim.
8) Ümit Koçak: Bisiklet ile dünya turuna çıkardım.
9) Akgül Sarıcan: Üniversitemi bitirip yükseğini yapmak isterdim.
10) Nuray Demirci Gedük: Daha iyi yerlere gelmek isterdim.
11) Mehmet Akkaya: O dönemin 20’li yaşlarında olmak istemezdim.
12) Ali İhsan Avşar: Okula devam ederdik, ibadete devam ederdik, Kuş beslemek isterdim.
13) Tahsin Dursun: Şu an “keşke” dediğim şeyleri yapardım.
14) Ahmet Kuzucu: İyi bir üniversite için gece gündüz, iyi bir özveri ile çalışırdım.
15) Kadir Erbil: Derslere çalışır, daha başarılı olmaya gayret ederdim.
16) Ünzile Bediz: Kesinlikle eğitimime devam ederdim. Üniversiteme devam etmek isterdim.
17) İlhan Çakır: Profesyonel futbol hayatıma devam ederdim. Eğitimimi tamamlardım.
18) Eyüp Karaaslan: 20’li yaşlarda olsaydım, üniversite için daha bilinçli çalışılmasını isterdim.
29) Ahmet Erbayat: 20’li yaşlarda olsaydım daha çok gezerdim.
20) Veysel Canözkan: Başladığım okulu bırakmazdım. Sigaraya da asla başlamazdım.
7
8
Peltek
se
Mazlum Coğrafyalar
Halid Aslan
Dünyanın çeşitli coğrafyalarında Müslüman
topluluklar, zalim yönetimlerin, baskıcı rejimlerin
ve diktatörlerin mezalimi altında uzun yıllar tarifsiz
zulümler görmüş, ve halen farklı coğrafyalarda bu
zulümlere maruz bırakılmaktadır. Kimi zaman siyasi,
kimi zaman ekonomik nedenler bu zulme önayak
olsa da esasında asıl ayırt edici unsur din faktörüdür.
Müslüman kimliğinin öncelikli hedef olmasının yanı
sıra birtakım içsel nedenlerden de söz edilebilir. Zira
ümmet bilinci ile bilinçlenemeyen İslam coğrafyası
birbirine samimi olarak kenetlenemediği gibi çoğu zaman kendi içinde de çatışma halinde yaşamıştır. Emperyalizmin ve siyonizmin dikte ettiği düzene karşı
çıkacak gücü kendisinde bulamayan İslam Coğrafyası
sunni gündem ve sorunlarla zayıflatılarak iç çatışmalara sürüklenmiştir. Bu durum ümmet içinde derin
tefrikalara ve tarifi olmayan acılara neden olmuştur.
Aşağıda kısa başlıklarla ele alacağımız örnekler İslam
coğrafyası içerisinde bu ayrışma sonucunda savrulan
ve mahzun kalan ümmet evlatlarından sadece birkaçıdır.
BOSNA
Çağdaş, modern ve özgürlükçü olarak lanse edilen Avrupa’nın yanı başında ısrarla görülmek istenmeyen büyük bir insanlık ayıbıdır,
Bosna Katliamı…
Dünyada Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin
ardından yaşanan gelişmeler Yugoslavya’nın dağılmasına neden oldu. Yugoslavya’yı meydana getiren
cumhuriyetlerden biri olan Bosna, 1992 yılının Şubat
ayında yapılan bir referandumun ardından bağımsızlığını ilan etti. Ancak Bosna’nın bağımsızlık kararını
tanımayan Sırplar, Saraybosna’yı kuşatma altına
alarak üç buçuk yıl süren Bosna Savaşı’nı başlattılar.
Yıllar süren bu savaş adeta İslam ile olan bir davanın
intikamı gibiydi.
1992-95 yılları arasında sistematik olarak yürütülen büyük çaplı bir etnik temizliğe maruz kalan
Bosna’da, tüm dünyanın gözleri önünde, Sırp kuvvetleri Boşnaklara karşı her türlü savaş suçunu işledi.
1995’in Temmuz ayında Srebrenitsa’da Sırplar
tarafından 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da
yaşanan en büyük soykırım gerçekleştirildi. Sırp kuvvetleri Srebrenitsa’da beş gün içinde 8.372 Boşnak’ı
öldürdü, yüzlerce kadına ve küçük yaştaki kız çocuğuna tecavüz etti. Bir gün içerisinde 20.000’in üzerinde
mülteci Srebrenitsa’dan zorla çıkarıldı.
Srebrenitsa’daki kıyımdan Tuzla’ya kaçmaya çalı-
şan 12.000’i aşkın Boşnak, dağlık güzergâh üzerinde
pusu kuran keskin nişancı Sırp askerleri tarafından
âdeta tek tek avlandı. Dağlardaki bu zorlu kaçış yolundan yaklaşık 3.000 kişi sağ olarak Tuzla’ya ulaşabildi.
Srebrenitsa’dan Tuzla’ya uzanan yolda 10 gün içerisinde 10.000’den fazla kişi katledildi. Srebrenitsa’da
yaşanan bu katliam Avrupa’da hukuksal olarak belgelenen ilk soykırım olarak tarihe geçti.
Bosna’da üç buçuk yıl devam eden savaşta
312.000 kişi hayatını kaybetti, 2 milyon kişi evini terk
etmek zorunda kaldı. 27.734 kişi resmî kayıtlara kayıp
olarak geçti. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün
18 yıldır sürdürdüğü çalışmalarda 20.000 kayıbın cesedine ulaşıldı, bunlardan yaklaşık 18.000’inin kimliği
belirlendi. Toplu mezarlarda bulunan cesetlerin çoğu
parçalandığı ve yakıldığı için kimlik tespit çalışmaları
zorlukla sürdürülüyor.
SURİYE
Suriye’de 2011 yılının Mart ayında başlayan
devrim hareketi ile başlayan iç savaş rejim yanlıları
ve muhalif güçler arasında gibi görünse de esasında
bölgede emeli olan karanlık güçler ve mazlum Suriye
halkı arasında cereyan etmektedir. Zira resmi olmayan kayıtlara göre şu ana kadar ki bilanço 2 milyona
yakın insanın ölümü on binlerce ailenin yok oluşu
ve milyonlarca insanın mülteci durumunda oluşunu
ortaya koymaktadır. İnsan hakları örgütlerinin ve BM
İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin raporları, rejimin ve rejim yanlılarının uyguladığı işkence yüzünden
yüz binlerce kişinin öldüğünü bir çoğunun kaybolduğunu ortaya koymaktadır. Halen Suriye halkının
%75 mülteci durumundadır ve komşu ülkelerde veya
mülteci kamplarında çok zor şartlarda hayatlarına
devam etmektedir. Diğer Müslüman ülkelerde olduğu
gibi BM ve benzeri örgütler bu dramın sona erdirilmesinden daha çok emperyal devletlerin denge siyasetine göre duruş belirlemektedir.
DOĞU TÜRKİSTAN
Ata yurdumuz gözden ve gönülden ırak bıraktığımız bir mazlum coğrafyadır Doğu Türkistan.
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 1933
yılında Kaşgar’da kurulmuştur. Ancak çok geçmeden
komünist Çin kuvvetleri ve Stalin’in ortak hamlesi
ile ortadan kaldırılmıştır. 1949 yılında komünist Rus
yönetiminin askeri yardımları ile Doğu Türkistan’ın
kaderi Çin yönetimine terk edilmiştir.
Doğu Türkistanlılar, kısa süreli bağımsızlık
dönemleri yaşamışlarsa da yıllardır Çin’in etnik asi-
Peltek
se
9
Ümmetin Ortak Günahı
milasyon politikaları ile ezilmektedirler. Çin’in 1949 yılından
bu yana yürüttüğü politikalar Doğu Türkistanlıları asimilasyon ve etnik temizliğe maruz bırakmıştır. Öyle ki, Katledilen
Türkistanlıların sayısının 35milyon gibi rakamlara ulaştığı
belirtilmektedir. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin,
1952-1957 yılları arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında da
13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürülmüş
ya da rejimin politikaları doğrultusunda oluşan kıtlık sonucu
hayatını kaybetmiştir. 1965’ten sonraki katliamlarla birlikte,
öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz
bir rakama ulaşmıştır.
Doğu Türkistan’da meydana gelen insan hakları ihlalleri,
zaman zaman kimi insan hakları örgütleri tarafından dillendirilmiş olsa da bu girişimler, Çin devletinin bölgeyi dünyaya
kapatması ve uluslar arası siyasetteki gücü nedeni ile yeterince duyurulamamış ve yaşanan zulmün engellenmesinde etkili
olamamıştır.
FİLİSTİN
Birinci dünya savaşı ile birlikte Osmanlı hakimiyetinden
çıkan Filistin bu dönemden sonra bir daha barış ve huzura
kavuşamamıştır. Yaklaşık bir asırdır binlerce masum insan
İsrail terörünün, katliamlarının, kıyımlarının ve işkencelerinin sonunda hayatını yitirmiştir. Pek çok Filistinli evlerinden
ve yurtlarından sürülüp mülteci kamplarında açlık sınırında
sefalet içinde yaşamaya mahküm edilmiştir.
1948 yılında bir çıban gibi ümmet coğrafyasında oluşturulan İsrail devleti o günden bu güne sistematik olarak
yayılmacı bir politika ile Filistin topraklarını işgal etmiş ve
İnsanlık onuruna yakışmayan katliamlara imza atmıştır.
Yüzbinlerce Filistinlinin öldürüldüğü 5 milyon civarında
Filistinlinin mülteci durumuna düştüğü bu savaş halen orantısız bir şekilde devam etmektedir. Özellikle Gazze şeridinde
Müsülman filistin halkı abluka altına alınmış büyük bir açık
cezaevi gibi dış dünya ile iletişimleri kesilmiştir. Diğer İslam
ülkelerinde olduğu gibi sözde barış örgütleri İsrail lobilerinin
etkisi altında bu zulme karşı üç maymunu oynamaktadır.
HOCALI KATLİAMI
1992 yılında Azerbaycan’nın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında Ermeni kuvvetleri yüzlerce Türkü
katletti. 336.Sovyet Mekanize Alayının da desteği ile Hocalı
kasabasına giren Ermeniler kadın çocuk erkek ayrımı yapmadan işkenceye varan yöntemlerle eşine az rastlanır bir katliam
gerçekleştirdiler. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren
SSCB’nin dağılma sürecine girmesi Azerbaycan ile Ermenistan arasında gerilimli bir süreci başlattı. Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti Azerbaycan’a ait olan Karabağ bölgesinin
dağlık kısmında Ermeni nüfusunun fazla olduğunu belirterek
bölgenin kendisine ait olması gerektiğini iddia edecekti. 1989
yılında yapılan nüfus sayımına göre Dağlık Karabağ bölgesinin nüfusunun %75’i Ermenilerden, %25’i Azerilerden oluşmaktaydı. Ancak bölgede Ermeni nüfusunun fazla olmasının
sebebi Sovyetler Birliğinin yıllar süren politikalarıydı. Bölge
uluslar arası örgütlerin de kabul ettiği gibi tarihi ve hukuki
olarak Azerbaycan’a ait topraklardı. Rus desteğini arkasına
alan Ermeni kuvvetleri 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecede
Hocalı kasabasında, 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı
dahil olmak üzere toplam 613 kişiyi katletti. Yaşanan sadece
insanların katledilmesi değildi. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde bir çoğunun yakılmış olduğu, gözlerinin oyulduğu tespit edildi. Hamile kadınlar ve çocukların da bu vahşete
maruz kaldığı belirlendi.
ÇEÇEN KATLİAMI
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya içindeki etnik gruplardan bazıları bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Yıllar süren komünist Rus yönetimi altında çok büyük baskılar gören 1 milyon nüfusa sahip Çeçenler, Cahar Dudayev
önderliğinde başladıkları bağımsızlık savaşı sonucunda 1996
yılında bağımsızlıklarını ilan ettiler.
1999 yılında Çeçen gazisi Şamil Basayev’in kendilerinden
yardım isteyen Dağıstanlılara yardım etmesiyle başlayan yeni
savaş sonucunda bazı Çeçen köyleri bombardıman altına alındı. Bu köylerden sadece iki kişi kurtulabildi. Rus kuvvetleri
Çeçenistan topraklarında önlerine çıkan herkesi, kadın, çocuk
ya da yaşlı demeden masum halkı acımasızca katletmeye ve
sivil hedefleri bombalamaya başladılar. Kimyasal bombaların, Scud ve Napalm füzelerinin kullanıldığı bombalamalar
sırasında da, özellikle hastaneleri, doğum evlerini, çarşıları,
mülteci konvoylarını hedef olarak seçtiler.
Rusların sivil halka yönelik yaptığı vahşi saldırılardan
biri de birçok Çeçen köyünün kullandığı Argun Nehrine zehir
katmak oldu. Zehirli sudan içen kadın ve çocuklardan büyük
çoğunluğu ölürken, yüzlercesinde de kalıcı etkiler oluştu. İki
yıl içinde Çeçenistan, nüfusunun dörtte üçünü kaybetti. Bir
kısmıysa sığındıkları komşu ülkelerde çok zor koşullarda hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlardı. Rusya’nın planı 2000
yılının Kasım ayına kadar kendileriyle mücadele eden tüm
Çeçen savaşçıları yok etmekti. Ancak bu planları gerçekleşmedi ve Çeçen halkı özgürlüğü için mücadeleye devam etti.
Çeşitli insan hakları örgütlerinin Rus katliamından
kaçan Çeçen mültecilerin durumuyla ilgili yaptığı incelemeler,
burada yaşanan insan hakları ihlallerinin çok büyük boyutlarda olduğunu göstermektedir.
10
Peltek
se
Zeki Soyak
Hoca Efendi’nin
Mü’minlere Vasiyeti
Vasiyetimdir
Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vessalâtu vesselâmu alâ
rasûlinã muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.
1. Hangi şart ve durumda bulunursanız bulunun İslam’ı
yaşamaya, tebliğ etmeye bütün imkânlarınızı kullanarak
gayret edin. Sakın dininizden taviz vermeyin.
2. Dünyanın basit geçici menfaatleri için ahiretinizi
harap etmeyin.
3. Şahsınızla ilgili hususlarda her zaman hoşgörülü, affedici olun. Fakat dinimizin her hangi bir hükmü mevzubahis
olduğu zaman yapılması gereken ne ise mutlaka onu yapın.
Bu hususta asla hoşgörülü davranmayın.
4. İslamî hizmetlerde mutlaka yerinizi alın. Bu hizmetleri
aşk, şevk ve heyecanla, yalnız Allah rızası için yapın. Biliniz
ki, Allah rızası için yapılmayan bir işte, konuşulan bir sözde
asla hayır yoktur. Üstelik kişiyi vebal altında bırakır.
5. Allah yolunda hizmet ederken birçok engel ve sıkıntılarla karşılaşacaksınız. Sakın ola ki bu sıkıntılar, bu engeller
sizleri hizmetten alıkoymasın, yılgınlık, bıkkınlık, usangınlık
vermesin.
6. Hizmetler sabır ister, sebat ister, azim ve gayret ister,
fedakârlık ister, bizim inancımızda asla ve asla ümitsizliğe
yer yoktur. Müslüman en kötü şartlarda bile ÜMİTVAR
olacaktır.
7. Hizmet ehli kişiler, hiç beklemedikleri kimselerden
hatta en yakınlarından bile birçok olumsuz davranışlarla
karşılaşabilirler. Böyle durumlarda bile hizmet heyecanı
kaybedilmemelidir. Her müslüman, hele hele bir hizmet eri;
sevdalı, sancılı ve heyecanlı olmalıdır.
8. İnsan hayatı zamandan ibarettir. Zaman ise büyük
bir hazinedir. Hayat hazinemizi sakın ola günah sermayesi
yapmayalım.
9. Her insanın beşeriyet icabı iyi ve kötü yönleri bulunabilir. Bizler her zaman iyi yönlerine bakalım. Kötü işleri
başkalarına zarar vermediği müddetçe onları ifşâ etmeyelim. Ancak kendilerine de gizli gizli nasihat yapmayı ihmal
etmeyelim.
10. Dünyada ne aldanan ne de aldatan olalım. Hele hele
asla aldatanlardan olmayalım. Ahiret işlerinde ise asla nefsimizin, şeytanın ve kötü çevrenin yanıltıcı, saptırıcı söz ve
işlerine aldanmayalım.
11. Amelin az da olsa devamlı olanı makbuldür. Onun
için hizmetlerimizde, kulluk vazifelerimizde devamlılık ve
sürekliliğe özen gösterelim.
12. Beşerî münasebetlerde İslam’ın öngördüğü esaslara
azami şekilde dikkat edelim.
13. Akrabalık bağlarını asla kesmeyelim. Karşı taraf kesse
bile biz kesmemek için elimizden gelen fedakârlığı yapalım.
14. Nesillerimizde ilim ehli, Kur’an ehli asla eksik olmasın. Evlerimizi bir mektep haline getirmeye gayret edelim.
Ailemizin her ferdi asgaride farz-ı ayn ilimleri muhakkak
öğrenmelidir.
15. İslam yaşantımızdan bir parça değildir. O, hayatımızın her safha ve sahasında hükümdar olan bir nizamdır. Ona
göre hareket edelim. İslam’ı bütünüyle, hayatımızın bütününde yaşamaya gayret edelim.
16. Dünya aldatıcı bir süstür, bir duvaktır. O duvağın
arka planını görenler ona asla rağbet etmemişlerdir. O
bakımdan dünyamız için dostlarımızla, akrabalarımızla,
müslümanlarla olan ilişkilerimizi asla zaafa uğratmayalım.
17. Toplumda örnek insanlara, örnek ailelere ve örnek
cemaatlere ihtiyaç vardır. Sadece öğreten ve öğrenen değil
amel eden ve her yönüyle örnek olan kişi, aile ve cemaatlerden olmaya çalışalım.
18. Bir müslümanın iman, ilim, amel ve hizmetlerinin
meyvesi güzel ahlaktır. Güzel ahlak demek, Kur’anî ve
Muhammedî ahlak demektir. Bu ahlakla ahlaklanmayanlar
meyvesiz ağaca benzerler. Onun için hem kendimizi, hem
nesillerimizi Kur’anî ve nebevî ahlakla ahlaklandırmaya
çalışalım.
19. Kibir, ucub, haset, kin, yalan ve iftira, cimrilik, acelecilik, hırs, içten pazarlıklı olmak, azgın şeytanların ahlakındandır. Bu gibi kötü ahlaklardan şiddetle sakınalım.
20. Gerek şahsî işlerinizde gerekse İslamî hizmetlerde
muvaffak mı olmak istiyorsunuz?
Öyleyse:
Önemseyecek,
Benimseyecek,
Planlayacak,
Fedakarâne çalışacaksınız.
Bu hususlara dikkat edilerek yapılacak hizmetlerde,
hayırlı neticeler alınır, hizmetler bereketlenir. Hizmetin
küçüğü büyüğü olmaz. Hizmetlerde Allah rızası gözetildiği
takdirde küçücük bir hizmetten çok büyük sevap alınır. Allah
indinde makbul bir amel olur.
Peltek
se
11
Nezaket mi dediniz?
Esma Alibal
Torunları olmakla gurur duyduğumuz ecdadımız
Osmanlılar, edep, nezaket ve incelikte üstün bir seviye
yakalamışlardır. Onların edep, erkân, nezaket ve incelik hususunda sergiledikleri davranışların önemi gün
geçtikçe artmaktadır.
Tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, atalarımızın, giyiminden kuşamına, oturup kalkmasından mezar taşlarına, hastalara ve hayvanlara şefkatinden Peygamberimiz (s.a.v.)’e hürmete kadar her husustaki
nezaket ve zarafetleri takdire şayandır. Bizim bugün
bunları bilmemiz ve evlatlarımızı bu yüce ahlak ve
edep düsturları ile yetiştirmemiz gerekmektedir.
Ecdadımızın sergilediği davranış ve anlayışlardan
birkaç misali zikredelim:
4 Misafir kabullerine ayrıca önem verilir, ağırlama
ve ikram had düzeydeydi. Kim olursa olsun, kapıya
gelen eli boş geri çevrilmezdi.
4 Cumalar ve bayramlar umumi barış günüydü.
Birbirlerine rastladıklarında musâfaha ederler ve küçükler büyüklerin ellerini öperdi.
4 Evlerinin salon duvarlarına “Edep Ya Hu” tabloları asılır ve edebin her şeyin başı olarak görüldüğü
mesajı baş tacı edilirdi.
4 Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde
hasta var... Evin önünde hatta bu sokaktan gürültü yapma...” anlamına gelirdi...
4 Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu
evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var... Evin
önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür
etme...” anlamına geliyordu...
4 Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz
kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun «diz izine” bakılırdı...
4 Kahvenin yanında su gelirdi... Şayet misafir tok-
sa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı... Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi...
4 Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın
biri ince... Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu... Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı... Erkekse
kalın tokmakla kapıyı vururdu... Evin hanımı kapıyı ya
örtünüp açar ya da bimahremi (kocası vs.) açardı...
4 Peygamber Efendimiz (sav) in 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları
sorulduğunda “Haddi aştık” derlerdi...
4 Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi...
4 Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dâhilkapıya kilit vurmadan giderlerdi...
4 Fitre, zekât Ramazan ayından önce Şaban ayında
verilirdi... Fakir fukara Ramazan ayına erzaksız girmesin diye...
4 Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin “borç defterini” kapatırdı...
4 Avrupa halklarında mevcûd olan küstahlık, taşkınlık ve sokak kavgaları yoktu. Sokaklar, gâyet sâkin
ve emniyet içindeydi. Hiç kimse yerlere tükürmezdi. 4 Konuşanın sözü kesilmezdi. Konuşan da, son
derece vakar ve sekînet-içinde olurdu. İfâdeleri gâyet
zarîf ve düzgündü. Bunları gören Charles MacFarlane
şöyle demekten kendini alamaz: “Bu milletin konuşması,
ne kadar güzel ve mükemmel! Öyle ki, bütün medenî milletlere örnek olabilir.” 4 Oturuş, kalkış ve yürüyüş, hep müstesnâ bir
nezâket ve vakurluk arz ederdi. 4 Yaşlılara hürmet, kusursuz ve pek yüksekti. 4 Hanımlara karşı hürmet ise, umûmî bir
an’aneydi. Anne, teyze, hala ve bacı olarak telâkkî edilirlerdi. 12
Peltek
se
Bir Eğitimci Olarak
Hz. Peygamber
Ahsen Polat
Hz. Peygamber’in eğitiminin özelliklerinden ve
kullandığı yöntemlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
söylerken, bu amellerden birini diğerine tercih
etmesi değil, soruyu soranın durumunu dikkate
alması söz konusudur.
1. Bilimi, öğrenme ve öğretmeyi teşvik etmiştir. Hz. Peygamber, İslam’ın bir ilkesi olarak, bilim
öğrenmeyi, beşikten mezara kadar ve kadın erkek
her Müslümana görev olarak bildirmiştir. Konuyla ilgili bir çok hadisten birisinde şöyle buyrulur:
“Ya alim ol, ya öğrenen ol, ya (bunları) seven ol,
ya dinleyen ol, beşincisi olma, helak olursun.”(ElAclunî, Keşful Hafa, c.1,s.138)
3. Başta insan olmak üzere, Allah’ın yaratıklarını sevmemizi istemiştir. Zaten “alemlere rahmet
olarak gönderilen” bir peygamberden sevgiden
başka bir şey beklenemezdi.
2. Bireysel ayrılıklara dikkat etmiştir. Bu konuda o, insanlara güçlerinin ve akıllarının yettiğince
hitap edilmesini ve sorumluluk yüklenilmesini
istemiş ve kendisi de öyle yapmıştır. Örneğin,
kendisinden en iyi amelin hangisi olduğunu soranlara, durumlarına göre cevaplar vermiştir. Birine
annene ve babana iyilik etmendir, diğerine beş
vakit namazını kılmandır, bir diğerine ise, Allah
yolunda cihad etmendir vb. diyebilmiştir. Bunları
4. Kendisi tüm insanlara eşit ve adaletle davranmış ve bizim de davranışlarımızda adil olmamızı istemiştir. Irk, renk, kabile, cinsiyet vb.
ayrımları kaldırarak insanların eşit olduklarını bildirmiştir. Meşhur Veda Hutbesinde şöyle buyurur:
“Sizler hepiniz Ademdesiniz. Adem de topraktan
yaratılmıştır. Arap olanın Arap olmayana üstünlüğü olmadığı gibi, Arap olmayanın da Araba karşı
üstünlüğü yoktur.”
5. Dinî yükümlülükleri tedrîcî (yavaş yavaş,
basamak basamak, alıştıra alıştıra) bir yöntemle
öğretmiştir.
6. Her türlü aşırılıktan sakındırmış, öğretmede
Peltek
orta yolu tercih etmiş ve insanları bıktırmaktan
uzak durmaya özen göstermiştir.
7. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde ortaya koymak için aklî
ölçüleri kullanmıştır.
8. Konuşmalarını oldukça etkili bir şekilde yapmıştır. Efendimiz, konuşmalarında kısa ve özlü,
akıcı, samimi, nazikce, seviyeye uygun, ses tonunu
iyi ayarlayarak, jest ve mimikleri yerinde kullanarak, bakışlarıyla dinleyiciyi etkileyerek, heyecanlarını kontrol ederek, kendisine karşı çıkanlara karşı
olgunlukla cevap vererek konuşmaya özen göstermiş; anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile
yere ve toprağa çizerek bizzat göstermiştir. Konuşmalarında, benzetme ve halk arasında yaygın
olarak kullanılan örnekleri, kıssaları kullanmıştır.
Konuşmalarında, öğretilen hususun önemine göre
sözü üç kere tekrar etmiş; öğrettiği bazı hususları
yeminle kuvvetlendirmiş, perçinlemiş; konunun
önemini, oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve
sözü tekrar ederek göstermiş; muhatabın omuzundan veya elinden tutmuş; muhatabı teşvik için
veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı,
bazı hususların gizli kalmasını sağlamıştır.
9. Karşılıklı diyalog, tartışma ve soru-cevap
tekniklerini etkili bir şekilde kullanmıştır. Efendimiz, soru cevap tekniğini, öğretime hazırlık
se
13
için soru, soruya karşı yönlendirici soru, özel bir
soruya genel bir cevap, dikkat çekmek için soru,
bilmece şeklinde soru, dikkat çekme amaçlı soru,
aynı soruya değişik cevap, makul her soruya cevap
şeklinde kullanmıştır. Kendisine sorulan soruları cevaplandırırken, bazen, cevabı geciktirerek
muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak
onu uyarmış; cevabın birkaç madde ile verileceği
durumlarda önce cevabın kaç maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra
saymış; sorunun cevabının muhatabı utandırma
ihtimali olan hususlarda önce nazik bir hazırlık
süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmış
veya muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda
üstü kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek
yetinmiştir.
10. Zaman zaman, latife ve şaka yoluyla öğretmeyi kullanmıştır.
11. Bazen, önünde olan bir olaya karşı susma
yolunu tercih etmiştir.
12. Öğretme esnasında meydana gelebilecek
imkan ve fırsatları değerlendirmiştir.
13. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de
asla ihmal etmemiştir.
14. Okuma yazmayı ve yabancı dil öğrenmeyi
teşvik etmiştir.
Peltek
14
se
Kayseri’den Geçen
Büşra Bozdağ
‘Diriliş Ertuğrul’ ekibi Kayseri’de söyleşiye katıldı.
TRT 1’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinin senaristi Mehmet Bozdağ ile oyuncuları Engin Altan Düzyatan, Osman Soykut ve Cengiz Coşkun söyleşiye katıldı.
Kadir Has Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen
söyleşide Mehmet Bozdağ, kendisinin de Kayserili olduğunu ve projeyle ilgili bir yıldır çalıştıklarını anlattı.
Projenin başlangıcında iki soruyla yola çıktıklarını
belirten Mehmet Bozdağ, “Birincisi, biz kimiz? İkincisi,
1071 yılında Anadolu’ya Türkler girdi. Haçlı seferleri
başladı ve Kösedağ savaşlarıyla da Moğollar Anadolu’ya
geldi. Neden haçlılar değil de biz bu dünyada kalıcı olduk?” dedi.
Bozdağ, Türk milletinin Anadolu’ya gelişi ve varlık
gayesinin ‘nizamı alem’ ülküsü olduğunu belirtirken, “Bu gaye ve arzuyla bir dünya şekillendirmeye
başladılar. Bu tür problemleri çözmeye çalıştılar.
Orta Asya’dan gelen Kayı Boyu’nun önemli bir lideri
vardı. Tarihte Ertuğrul Gazi dediğimiz kahramanın hikayesi bence çok önemliydi.” diye konuştu.
Dizinin bir filmini ve daha sonra Osman
Gazi ve 1071 Malazgirt filmlerini
çekmeyi düşündüklerini belirten Bozdağ, “Diriliş dememizin nedeni, dirilten
Allah’tır. Diri-
DİRİLİŞ
liş, milletimizin de dirilişine vesile olur. 21’inci yüzyılda
da tarih sahnesine çıkacağımıza inanıyorum.” dedi.
Dizide Ertuğrul Gazi rolünü canlandıran Engin Altan
Düzyatan da hazırlık sürecinin yaklaşık 3 ay sürdüğünü
anlattı. At binmeyi ve kılıç kullanmayı öğrendiklerini
belirten Düzyatan, “13-14 yıldır televizyonda iş yapıyorum hayatımda böyle bir hazırlık süreci görmedim. Ertuğrul Gazi ile ilgili tarihte çok bilgi yok ve içimizde
canlandırmak için kitaplar ve çeşitli hikayeler okuduk.
Bu hikayelerle birlikte dönemin içinde kendimizi hissetmeye çalıştık.” dedi.
İbn’ül Arabi rolünü canlandıran Osman Soykut da
bu rolden oldukça etkilendiğini belirterek, “İbn’ül Arabi
tasavvufun erken gelen hocalarından. İbn’ül Arabi rolü,
şimdiye kadar oynadığım rollerden en önemli ve etkileyen rol. Bu dünyanın felsefeye ve sevgiye ihtiyacı var.
Bu rol beni bu yöne zorluyor.” diye konuştu.
Dizide Turgut Alp’i canlandıran Cengiz Coşkun da
“Birçok işte çalıştım fakat burada farklı bir sinerji oluştu. Başarımızda da bunun rolü var.” dedi.
Peltek
se
15
İLK GÖRÜŞ İLK DUA
Ayşenur Olgun
Kimi için sözün bittiği, kimi için sözün başladığı yer. İlk
görüş sevgiliye olan özlemmiş meğer. Mesafeler kısaldıkça
hüznü ve sevinci iç içe yaşadım. Yaradanın misafiri olmak ne
güzelmiş.
Edepten, başlar önde girdik huzura. “Bu bir rüya mı
Allah’ın? Bu ne güzel bir rüya” ve ilk bakış, ilk dua. Gözlerimi
Harem-i Şerif’ten ayırmadan, dilimin döndüğünce dua ettim.
Bir an olsun gözlerimi ayırmasam, bakışlarımı geri çevirdiğimde Kabe’yi görememekten korktum. Sonra utandım... Günahlarımdan, yerine getiremediğim kulluğumdan utandım.
Ama biliyordum ki burası Beytullah’tır ve tövbeleri kabul
eden Allah, bana içten ve samimi bir şekilde tövbe edebilme
imkanı sunmuştur. Ve burası günahlardan arınma ve temizlenme yeridir.
TAVAF
Tavafa başlamak için yeşil ışık hizasına geldim ve yüzümü Kabe’ye çevirip, ellerimi kaldırarak Hacel-ül Esved’i
selamladım. “Ben geldim ey siyah taş, duyduğuma göre sen
cennetten yeryüzüne indirildiğinde bembeyazmışsın, seni
insanların günahları karartmış. Ben de seni günahlarımla karartmaya geldim. Ahirette şahit olacakmışsın kendine
selam verenlere, benim de şahidim ol” Burası dünyanın en
emin beldesi. Burası peygamberimin şehri. Bir avuç sahabe
ile İslam’ın yayıldığı belde. Şimdi ise milyonların buluştuğu
yer. Her adımda aklıma sahabeler ve imanlarını yaşamak için
çektikleri sıkıntılar geldi. Amr bin Yasir, Hz. Sümeyye, Bilal-i
Habeşi... İbni Mesut’un Harem-i Şerife girip o cılız bedeni ile
müşriklerin karşısında Kur’an okuması ve ölümüne dövülüp
Kabe’ye sığınması...
SA’Y
Tavafın ardından Hz. Hacer valitemizin oğlu İsmail ile
birlikte Rabbine teslim olup eşi İbrahim Peygambere “Bize Allah yeter” dediği yere geldik. Safa tepesinden Kabe’ye selam
vererek tıpkı hacer annemiz gibi Merve’ye doğru Sa’ya başladık. Hacer annemiz kadar olamaz fakat bizler de elimizden
geldiğince Allah’a teslim olduk.
VAHYİN ŞAHİDİ MAĞARA
Cebel-i Nur Dağı kayalıklarla dolu bir dağ. Vahyin ilk
noktası. Dağa çıkarken ben bu genç yaşımda zorlanıyorum.
Hatice annemiz peygamberimize nasıl bir sevgi ile bağlıymış
ki 60 yaşında her gün bu dağa tırmanarak eşine yemek getiriyormuş. Dağa çıkarken, inenlerin bize söyledikleri pes etmek
üzere olanlara tekrar güç veriyordu. “Hadi az kaldı, Allah aşkına az kaldı. Mağara adeta peygamber kokuyor, sabredin...”
Yukarı çıktığımızda iki büyük taş arasında güllerle dolu bir
bahçeydi sanki mağara, ama dünyada hiçbir gül böylesine güzel kokamaz...
SON TAVAF VE SON NAMAZ
Veda tavafı yaparken her adımda içimi hüzün kaplıyor.
Ben buradan ayrılmakta zorlanırke canımız, Peygamberimiz
evinden, yurdundan nasıl ayrıldı?.. Kabe’ye bakarak son sabah namazını kılmak... Daha Kabe’den ayrılmadan özledim.
Beytül Haram’dan çıkarken, Kabe’ye sırtımı dönmek dahi
istemiyordum. Birinin orada bana “Hayatın boyunca burada
16
Peltek
kalabilirsin” demesini o kadar çok istedim ki... Ama hasret de
güzelmiş...
MEDİNE YOLU
Medine’ye gitmek için yola çıktığımızda aklımıza hicret
gelmeden olmaz. Hicretteki sıkıntılar, sadakatler, acılar ve
fedakarlıklar... Mekke’den ayrılmanın hüznünü yaşarken, bir
taraftan da Medine’de Peygamber Efendimizin İslam tohumunu ekip meyve haline getirdiği beldeye gitmenin heyecanını yaşadım. Yolculuk boyunca şaşkınlık içerisinde o engemeli yollara baktım. “Canım Peygamberim bu yollarda kaç kez
tökezledin? Kaç melek sana eşlik etti? Sıddık unuttu senin
yanında yorğunluğunu, derdini, hüznünü. Onun yoldaşı sen
olduktan sonra dert olur muydu o sadakat dolu yürekte?” Biz
ise bu yolu klimalı araçlarımızda, kimimiz uyuyarak, rahatça
koltuklara oturarak gidiyoruz. daha bu ne ki ülkemizde rahat
içinde yaşadığımız halde onca şeyden şikayetçiyiz ki... İçim
buruk...
ÜÇ BİN MELEK VE BEDRİN ASLANLARI
Medine’ye varmadan Bedir kuyularını ve Bedir Şehitliğini ziyaret ettik. Şehitlik çevresi duvarlarla kapatıldığı için
dışarıdan şehitlerin ruhuna dualar okuduk. Bedr’e harp için
donanımlı olarak gelen bin kişilik müşrik ordusuna karşı üç
yüz civarında ashabın, üç bin kişilik alaca atlı melek yardımıyla kazandığı muharebenin yapıldığı mekandaydım. Meleklerin indiği tepe diğer tepelerden çok farklı ve kayalıksız
kumsal görünümündeydi. Sanki meleklerin yumuşakça inişi
için tasarlanmıştı. Orada üzerinde bedir şehitlerinin isminin
yazılı olduğu birde anıt bulunmaktadır. İslam ordusunun yaptığı ilk savaş ve Allah adına kılıçların babanın evlada, amcanın
yeğene karşı kullanıldığı bir savaş. Müminleri kardeş yapan
unsurun gerçekte kan bağı değil iman bağı olduğunun gösterildiği bir mekan. Ne mübarek bir mekan...
YEŞİL KUBBE
Peygamberimize bu kadar yakın olmak, onun bastığı
toprağa basmak, onun sohbe ettiği ve ashabı ile her vakit
namaz kıldığı bu güzel mescitte bulunmak, onun gördüğü
yerleri görmek, onu görmek kadar olmaz. Ama inanıyorum ki
Peygamberim burada olduğumdan haberdar. “Esselamu Aleyke Ya Rasulallah, Esselamu Aleyke Ya Habibullah...”
se
Ravzaya bayanlar bazı belirli vakit namazlarından sonra
girebiliyorlar. Erkekler ise her vakitte girebiliyorlar. Ravzaya
ilk girebilmek için peygamberimizin ashabı ile sohbet ettiği,
gelen vahyleri onlara ilettiği önceden hurma bahçesi olan
şimdi ise mescide dahil edilmiş olan alanda bir kaç saat bekledik. Gözlerimiz Sevgilinin baktıı yerlere dalarken beklemenin
en güzelinin bu olduğunu düşündüm. Usulca ve halimizden
mahcup bir şekilde girdik huzura... Selamlarımızı ilettik Nebiler serverine... Çok şükür bize de nasip oldu Peygamberimin
“Mimberim ve evim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir”
dediği o yeşil halıda namaz kılmak...
BİZ DE UHUD’U SEVERİZ
Uhud’a gitmek için yola çıktığımızda okçular tepesini çöl
kumları ile oluşmuş bir tepe olarak düşünürdüm. Fakat okçular tepesi taşlardan ve kayalardan bir tepeymiş. Uhud’u izlemeye doyamaz insan; taşı toprağı ashap kanıyla sulanmıştır...
Efendimiz’in mübarek dişi şehid olduğunda titreyen dağ... Ey
Uhud! Habibullah taşına ayak bastığında heyecandan tir tir
titreyen Uhud! Yerinde durabildin mi Hamza’nın kanı yere
dökülürken? Peygamberin canı yandığı zaman sabredebildin
mi acıya? İçinin yangınını susturabildin mi? Sen en sabırlı dağsın, sahabeler tek tek şehit olupta düşerken toprağına
Hz. Hamza’nın ciğeri ayrılırken bedeninden nasıl dayandın
Ey Uhud! Peygamberimiz “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” buyurmuştur. Biz de seni çok sevdik Uhud, bağrında
yatan şehitlere selam olsun.
Uhud şehitliği okçular tepesinin sol tarafında yani Uhud
dağı ile Ayneyn Tepesi arasındadır. Araplarda kabir anlayışı
oldukça mütevazidir. Kabirlerin yalnızca baş kısmında yerini
belirtmek için bir taş bulunmakta ve üzerinde herhangi bir
yazı bulunmamaktadır.
KUTSAL TOPRAKLARA VEDA
Her şeyin bir sonu olduğu gibi en güzelin sonu da varmış
meğer. Ömrümün en güzel vakitleriydi bu on beş gün... Bilmiyorum bir kere daha nasip olur mu ama şunu biliyorum ki her
duamda eksik etmeyip tekrar tekrar isteyeceğim bir yolculuk
olacak. Rabbim herkese nasip etsin İnşallah.
Özlüyorum...
Çok özleyeceğim...
Peltek
se
17
Seyahatnamelerde
KAYSERİ
Afra Nur Tuna
EL HEREVÎ (1215) Gezip gördüğü yerlerdeki daha çok sanat eserlerini ve
tabiat harikalarını anlatan El Herevi’nin Kayseri’ye ne zaman geldiği ve ne kadar kaldığı hakkında net bir bilgi yoktur. Bununla birlikte kentteki bazı yapılar hakkında verdiği
bilgiler daha sonraları başka araştırmacılar tarafından da
aynen kullanılmıştır. El Herevi, şehir hakkında şu bilgileri
verir: “Şehirde Ali bin Ebu Talib’in oğlu Muhammed bin elHanefiyye’nin hapsedildiği yer ve Battal Camii vardır. Yine
içinde antik kalıntıları bulunan bir hipodrom, Atlar Tablası
ile Sezar için inşa edilmiş ve bir lamba ile ısıtılan hamam
vardır. Allah doğrusunu bilir. Buranın yakınında Asib tepesi ve üzerinde ünlü Arap şairi İmru’l Kays’ın mezarı vardır” KADI İBNİ ABDÜ’Z-ZAİR (1277) 1243 Kösedağ Savaşı sonrasında Anadolu’da yaşanan
Moğol istilası ve ardından baş gösteren başıbozukluğu gidermek üzere Mısır’dan Anadolu’ya hareket eden Memluk
Sultanı Baybars ile birlikte Kayseri’ye gelmiştir. 21 Nisan
1277’de Kayseri’ye gelen İbni Abdü’z-zair, gezi boyunca günlük tutar gibi bilgiler vermiş ve Kayseri hakkında
önemli tasvirler yapmıştır. Şehrin yakınlarındaki Gürpınar Köyü olarak adlandırı-
lan Salkuma köyünden bahseden İbni Abdü’z-zair, bu köyde Arapların ünlü şairi İmru’l Kays’ın mezarının olduğunu
belirtse de bununla ilgili başka bilgi vermez. İbni Abdü’z-zair, şehrin tasvirini yaparken, “Kayseri’de
akar sular vardır. Şehrin güzel bahçeleri arklar ile sulanır.
Kayseri çarşısı da şehrin etrafını çevirir. Şehrin içinde çarşı
ve hatta dükkân bulunmaz” diyerek o zamanlarda şehrin
düzenli bir sulama sistemine sahip olduğunu ortaya koyar.
XX. yüzyıla kadar varlığı bilinen bu arkların bir kısmı şehrin güneydoğusunda yer alıyordu. Yine şehrin pis su sisteminin de ayrıca bulunduğunu biliyoruz. İBNİ BATUTA(1332-1333) 14. yüzyılda pek çok ülkeyi gezen ünlü seyyah İbni Batuta, 1330-1340 yılları arasında Anadolu’yu dolaşmış ve
1332-1333 (H.733) tarihinde Kayseri’ye gelmiştir. Seyyah’ın Kayseri’ye geldiği dönemde Ahiler’in yönetimde söz sahibi olduğunu ve ayrıca ilk kez bir kadının bir
şehri yönettiğini öğreniyoruz. Seyyah kent ve idaresi hakkında şunları söyler: “Burası da Irak hükümdarının elinde olup Anadolu’nun
en büyük şehirlerinden birisidir. Irak askerlerinden bir
kısmı burada bulunduğu gibi, anılan Alaaddin Eratna
18
Peltek
Beğ’in hanımlarından biri de bu şehirde
oturmaktadır. Bu hatun en iyi ve faziletli kadınlardandır. Irak sultanı ile
de akrabalığı vardır. Kendisine
‘Ağa’ diye hitap edilir. Ağa büyük
manasına gelmektedir. Sultana
yakınlığı bulunan herkese bu
unvan verilir. Asıl adı Taga
Hatun’dur. Huzuruna çıktığımızda bizi ayakta karşılayarak iyi şeyler söyledi. Yemek
hazırlanmasını emretti, karnımızı doyurduk. Yanından
ayrılırken, bize kölelerinden
birisinin vasıtasıyla koşumu
mükemmel bir at, bir hil’at ve
bir miktar da para göndererek
özür diledi” EVLİYA ÇELEBİ (1649) Anadolu hakkında önemli bilgiler
veren ve pek çok konudaki tek yerli kaynağımız olan Evliya Çelebi, 1649 yılında şehre
gelmiştir. Kentte ne kadar kaldığı belli olmamakla beraber, verdiği bilgiler değerlendirildiğinde uzunca bir süre
kentte kaldığı anlaşılmaktadır. Kentin dış kale surlarının çevrelediği alanı aşağı şehir
olarak adlandıran seyyah, buralardaki ev sayısını 1.000
olarak verir. Surun beş kapısının ismini ise şöyle sıralar:
“Boyacı kapısı ve Keçi kapısı güneye bakar, Mahkeme kapısı yanında Asar önü kapısı doğuya açılır. Pazar kapısı kuzeye doğrudur. Atpazarı kapısı da kuzeye açılıp Paşa Sarayı
yakınındadır. Bu surun etrafı hendektir. Kışın bu hendek
su ile dolup baharda da hendek içine bostan ekerler. Hoş
sebzesi olur.” Seyyah, kentin mahallelerinden önemli gördüklerinin
isimlerini verir. Bunlar; Müftü hamamı önündeki Büyük ve
Küçük Çeşme Mahalleleri, İshak Çelebi, Katırcızade, Oduncu, Fırıncı, Tekke Ovası pazarı, Debbağlar ve Hacı İvaz Mahalleleridir. Ulu Cami’nin en eski cami olduğunu ve avlusunda salkım söğütlerin bulunduğunu anlatan Evliya Çelebi, şehirdeki camilerin isimlerini de tek tek belirtir: Şeyh Emir Sultan, Lala Paşa, Osman Paşa, Hacı Paşa, Çiğdelizade, Hunat
Hanım, Hatırcızade, Kurşunlu, Ulvan, Hacı İvaz, Hacı Kılıç,
Yeni Cami, Debbağlar, Akçorbacı Camileridir. Bu camilerin
bir kısmı maalesef günümüze kadar gelmemiştir. Bunlar;
Hacı İvaz, Debbağlar, Akçorbacı ve Yeni Camileridir. Debbağlar Camii aslında bir mescit olup, kuruluşu Ahi Evran’a
kadar gitmektedir. Kentin güneyinde Yoğunburcun önünde
yer almaktadır. Yeni Cami ise 1960’lı yıllara kadar sağlam
olarak gelmesine karşılık daha sonra tamamen yıkılmıştır. Şehirdeki medrese isimlerini de sıralayan Seyyah, Sultan Ziba Medresesi, Hunat Hanım Medresesi, Hacı Kılıç
Medresesi ve Müftü Medresi’ni zikrettikten sonra, şehirdeki eğitim hakkında da şu bilgileri verir: “Bilginleri Kur’an-ı
Azimuşşan okunuşuna son derece dikkat edip, harfleri
ve kelimeleri hakkıyla okurlar. Elan hazfa okunuşu üzere okurlar. Her cami ve medresede hadis ilmi öğrenenler
vardır. Her camide mutlaka bir mektep bulunur. Çocuklar
oldukça zeki olup, hafızaları çoktur” Evliya Çelebi, şehrin çarşı ve pazarları hakkında da
önemli bilgiler verir. Şehirdeki pazarların isimlerini vererek bu bölümü şöyle anlatır: “Kayseri’nin de Bursa ve Edirne gibi iki yerde kagir kapalı çarşısı vardır. Bir kuyumculardır ki her türlü kıymetli eşya ve mücevherler bulunur.
Çeşitli kap kacak eşyaları pek çoktur. Kuyumcuları mücev-
se
her eşya işlerler. Büyük bedestende zengin
tüccarlar alış veriş edip, nice çeşitli kumaşlar satın alırlar. Büyük çarşılardan Uzun Çarşı gayet süslüdür. At
Pazarı’nın yanında olup sadece
Kapamacılar çarşısıdır. Bunun
sağ tarafında Un Kapanı vardır. Beyaz un burada satılır.
Acaib hikmettir ki, bu şehirde un çuvalı içine unu koyup
on sene kadar durdursalar
asla çürümeyip yine has, beyaz ekmeği olur. İç kale kapısından çıkınca, Atarlar çarşısı
vardır ki, çeşitli ilaçların kokusundan gelen gidenin dimağları kokulanır. Attarlardan aşağı
temiz ve güzel berber dükkanları
vardır. Her birinde temiz ve namuslu birer civanları bulunur. Birden aşağı, ‘Pine duran’ yani eski pabuç ve çizme
yamayıcı dükkanlar vardır. Oradan yine caddenin iki tarafı Kara keçili dükkanına varınca bütün
kapama ve zubun yapan terzi dükkanları bulunur. Sonra
temiz bakkal dükkanları vardır. Muhtesip dükkanı buradadır ki, bütün sarraflar devlet ayarı dışında bir dirhem
noksan vermezler. Buradan aşağı hep kasap dükkanlarıdır. Kasap çırakları yüzlerce Karaman koyun ve kuzularını
parça parça edip her parçaya gül takarak, zağferan sürüp
satarlar. Bunların alt tarafında has ve beyaz börekçiler ile
çörekçiler vardır. Muhtesip Ağa dükkanını geçince, Arpacılar Çarşısı, Kazancılar Pazarı, Samurcular Çarşısı gelir.
Buradan iç kale önüne varılır. Sol tarafı Mevlevihane bahçe
kapısıdır. Bahçe Uzun Çarşı başında son bulur. Saraçhane
ile Haffafhane Pazarı, aydınlık, düzenli ve çok kalabalık pazarlardır. Debbağlar Pazarı da çok temizdir. Odun Pazarı
kale kapısında olup, o kale kapısına da Odun Kapısı derler.
At Pazarı Kapısı, Paşa Sarayı yakınındadır. Koyun Pazarı da
o civardadır.” O dönem Kayseri’sine ait çok önemli bilgiler veren Evliya Çelebi, çeşmelerden ve içme suyu şebekesinden de bahsetmeden geçemez. Şehirde çok sayıda çeşme bulunduğunu ve çeşmelerin suyunun Germir’de Kens Pınarı denilen
yerden çıktığını belirten Seyyah, çeşmelerin isimlerini de
tek tek sayar. Bugün birçoğu ayakta olmayan çeşmelerden
bazıları şunlardır: Mevlevihane kapısı önündeki çeşme,
Seyremisli Çeşmesi, Keçi Kapısı Çeşmesi, Paşa Sarayı Çeşmesi, Kuyumcularbaşı Çeşmesi, Kağlamaz Sebili ve Hundiye Sebilidir. Evliya Çelebi şehirdeki gayrimüslimler hakkında bilgiler verse de bunlar kısıtlıdır. Şehirde üç tane kilisenin olduğunu, bunlardan ikisinin Gemçi (Kiçikapı olsa gerek) Kapı’sının iç yüzünde, diğerinin ise Mevlevihane’nin yanında
yer aldığını anlatmıştır. Kentte Yahudilere ait bir havranın
da bulunduğunu belirten Seyyah, bunun yeri hakkında ise
hiçbir bilgi vermemiştir. Kente gelen ilk Türk Seyyahı olan Evliya Çelebi, gözlem
ve incelemelerine dayanan bilgilerini, kendinden önceki
dönemlerde yazılmış bazı kaynaklarla pekiştirmiştir. Aktardığı bilgilerle XVII. yüzyıl Kayseri’si eksiksiz bir biçimde
tanımlanmıştır. Eserinde tarihi yapılar dışında kentin fiziki
ve sosyal yapısı ile ilgili bilgiler vermesi de önemlidir. Seyahatnameler içinde sadece Evliya Çelebi’ninkinde şehrin
mahalle ve pazarları gibi unsurlar tam olarak verilmiştir. * Seyahatnamelerde Kayseri / Osman Eravşar /
Kayseri Ticaret Odası Yayınları
Peltek
se
19
Helal Lokma
Dr. Hüseyin Kami BÜYÜKÖZER
GİMDES Başkanı
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
Helal, bir müslümanın haya standardının olmazsa olmazını teşkil eder. Doğumundan ölümüne kadar helal dairesi
içerisinde yaşamak onun en önemli hedefidir. Bu hedefinin
en önemli halkası ise helal lokmadır. Bu sebeple, helal yaşam,
helal yemek, helal içmek, kısaca helal lokma müslümanın olmazsa olmazı, onun imani bir meselesidir.
O boğazından geçecek her lokmanın hesabını Allah (cc)’a
vermek zorundadır. Bu sebeple, bir müslümanın yediği, içtiği
her lokmanın mutlaka helal olması şarttır. Maddi ve manevi
hayatının sağlıklı ve feyizli devam edebilmesinin en önemli
güvencesi helal lokmadır.
İlk insan ve ilk peygamberimiz olan Hz. Adem (as)’ın ve
eşi Havva anamızın, Allah tarafından kendilerine yasaklanmış ağacın meyvesini, şeytanın aldatması sonucu yemeleri,
onların imtihanı kaybetmelerine ve cennetten çıkarılmalarına neden olduğu gerçeğini düşündüğümüz zaman, helal lokmanın bütün insanlar için ne kadar önemli olduğu anlaşılır.
Yüce Allah (cc), bir çok ayet-i kerimede hem insanlığa,
hem iman edenlere ve hem de bütün peygamberlere seslenmiş, onların helal, hoş, sağlıklı ve temiz gıdaları tüketmeleri
ve pis zararlı çirkin ve haram olan şeyden uzaklaşmalarını
emretmiştir.
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin, eğer yalnız O’na
kulluk ediyorsanız” (Sure 2, Ayet 172)
“Ey Peygamberler, pak ve helal taamlardan yiyiniz. İyi ve
hayırlı işler yapınız. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim”
(Sure 23, Ayet 51)
Kur’an’da ‘Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar
ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir’ denilen Kehf suresinde
ashab-ı kehf ile ilgili ayette;
“Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine
sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü
şöyle dedi: “Ne kadar durup kaldınız?” (Kimi) “Bir gün ya da
günün bir parçası kadar kaldık” dediler. (Kimi de) şöyle dediler: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz
birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok
dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin.” (Kehf suresi,
ayet19) bildirilmektedir.
Son peygamber Hz. Muhammed (sav)’de müslümanların
helal lokma yemeleri ve içmeleri üzerinde çok önemle durmuş, haramdan kaçınmaları için her türlü örnek uygulamaları üzerinde çok önemle durmuş haramdan kaçınmaları için
her türlü örnek uygulamaları hayatında göstermiştir. Sahih
sünnet uygulamaları, bu konuda müslümanlara aydınlatıcı
bir yok ve rehber olmuş ve olmaktadır.
BİZE AİT OLMAYAN MODERNİTENİN VE GIDALARIMIZIN DURUMU
Günümüzde gıda, kozmetik ve ilaç sektörlerinde en büyük problem bu ürünlerin üretiminin teknoloji, ham madde
ve katkılar bazında gayrimüslim güçlere bağımlı olarak yürütülmesidir. Ülkede kolları, ayakları vardır. Bunların kazanmanın, insanları sömürerek kazanmanın dışında hiçbir
düşünceleri yoktur. Hatta yahudi kökenli mafialarda daha
da kötüsü, Tevrat’ın tahrif edilmesi ile oluşturulmuş kaynak
kitapları olan Talmut’un öğretileri içerisinde ırklarından olmayanların insan olarak değer taşımadıkları, öldürülmeleri,
nesillerinin köreltilmesi ve sömürülmeleri dini birer emir olarak sunulması sebebi ile daha da büyük bir tehlike ile karşı
karşıya olduğumuzu bilmek zorundayız.
Farkında olmadan, sinsi propagandalarla bize dayatılan
ve her geçen gün bizi biraz daha bu güçlerle bağımlı kılan,
hastalıklarımızı, dertlerimizi artıran, neslimizi zayıflatan
bu yaşam tarzından, bu moderniteden süratle uzaklaşmada
irademizi ortaya koyarak boykot mekanizmasını her an canlı
tutarak bizi biz yapan yaşam tarzımıza dönüşümümüzü sağlamak çözümlerin başında gelmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Kur’ani emre uygun olarak bilmeye
bilinçlenmeye karar vermek. Bildikçe, bilinçlendikçe yanlış
olduğunu gördüğümüz alışkanlıklarımızı terk etme kararlılığını göstermek. Bütün bunlar birlikte yürütülmesi icab eden
çözümlerdir. Bu çözümler için GİMDES insanlarımıza yol
gösterici hizmetler yapmaktadır, yapmaya devam edecektir.
Bilerek veya bilmeyerek yapmaya devam ettiğimiz ve
bize dayatılmış “Sağlıksız yaşam tarzı”nın bir uzantısı olan
“Sağlıksız beslenme” alışkanlıklarımızı evlerimizde ve okullarımızda terk etmeliyiz.
Lütfen artık müslümanlar olarak “helal hokma” sorumluluğumuzun farkında olalım.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
20
Peltek
se
a
c
ı
l
n
a
m
Os
Hakkında
Kim Ne Diyor?
Hayriye Şahan
Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz. Türk milleti tarafından fethedilmiş
topraklar nasıl Türk vatanı olmuşsa, aynı millet tarafından Fethedilmiş kelimeler de öyle Türk kelimesi olmuştur. Asırlarca Türk’ün malı olmuş, Türk sesiyle ve Türk
san’atıyla işlenmiş; ev, âile, köy Türkçesine, aşk ve îman
Türkçesine girmiş; Türk›ün heyecânına işlenip vicdânına
yerleşmiş ve Türk olmuş kelimeler de Verilemez!.. Bunlar,
bizim zafer ve şeref hâtıralarımızdır.
Nihad Sâmi BANARLI
Yeryüzünde milli kütüphanelerindeki eserlerin dili-
ni ve harflerini bilmeyen, bunları okumaktan aciz bir tek
millet var mıdır? Tarihinden edebiyatından, ilmi, felsefi ve
dini eserlerinden, milli kültür hazinelerinden haberi olmayan bir miletin bir toprak parçasında rastgele toplanmış
bir kuru kalabalıktan farkı nedir?
Avrupalılar okullarında Shakesper’e, Milton’a,
Schiller’e, Voltaire’e dair bilgi verirken talebeye bu yazarların okul kütüphanesindeki eserleri de okutulur. Bir
kitabın bir parçası değil, tamamı okutulur. Bugün yirmi
yaşlarında bir Türk genci Naima’yı, Fuzuli’yi, Cevdet Paşa
tarihini orjinalinden okuyamaz.
Yeni yazıya çevirisini okusa da anlayamaz. Bu talihsiz
Peltek
Nihat Sami Banarlı
Peyami Safa
delikanlı için Baki’nin o muhteşem “Mersiye” si Galib’in
o enfes “Hüsn ü Aşk” ı Hamid’in “Tarık Bin Ziyad”ı simsiyah karanlıklara batmış muazzam abidelerdir. O zavallıcık
bu eserlerin arasında, İstanbul’un göklere fırlayan tarihi
eserleri arasında iki gözü kör dolaşan bir turist gibi gezip
durur. Kendi tarihini, atasını, dilini, edebiyatını bilmez ve
sevmez. Yani kendini bilmez ve sevmez.
Peyami SAFA
Kamus bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla,
hassasiyetiyle şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiştir: Kamusa… Heyhat! Batıda cinnet
bile terbiyeli.
Cemil MERİÇ
Osmanlıca ilgisini iyi ama geç kalınmış bir hamle olarak
değerlendiren araştırmacı- yazar Dursun Gürlek şunları
söylüyor: “Rahmetli Cemil Meriç’ten defalarca duydum.
Türkiye’de Osmanlıca öğrenmenin Arapça öğrenmek kadar hatta daha mühim olduğunu söylerdi.
Çünkü kütüphanelerimiz Osmanlıca eserlerle dolu ve
işin garibi bu eserlere bizden çok Avrupalı oryantalistler
ilgi gösteriyor. Düşünebiliyor musunuz benim kütüphanemdeki eserleri bir Fransız ya da İngiliz araştırıcı rahatlıkla okuyup çevirebiliyor, ben tabiri caizse bön bön bakıyorum. Yahut çevremdeki mezar taşlarını okuyamıyorum.
Dedemden kalan tapu belgesini okuyamıyorum.
En güzel tarihi eserler İstanbul’da, fakat Osmanlı çeşmelerinin, camilerinin kitâbelerini okuyamıyorum. Tabii
bu lüzum, bu boşluk gün geçtikçe daha iyi açığa çıktığı için
Osmanlıca’ya rağbet var. Kanaatim odur ki rağbet artacak.” Dursun GÜRLEK Osmanlı Türkçesi; Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dildir. Arapçadan da Farsçadan da yararlanmış ama ikisi de olmamış; yeni Türk kuşakları Osmanlı
Türkçesini anlayabilmelidir ki, gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsinler. Attila İLHAN Attila İlhan
se
21
Cemil Meriç
Bugün Türkiye’de bir münevverin Osmanlıca okumayı
bilmesi lâzım. Atla deve değil. Osmanlıca öyle Fransızca ve Rusça gibi ayrı dil olarak
anlaşılamaz, Arap harfleriyle yazılan bir Türkçedir. Her dil
asırdan asıra bazı değişiklikler geçirir ama bu durum ayrı
bir dilden söz etmeyi gerektirmez. Nihayet anneannemizle
dedemizin mektuplaşma dilidir.
İlber ORTAYLI
Türkiye’de entelektüelliğin şartı Osmanlıca bilmektir.
Bizde kendi kültürünü bilmez,İngilizceden okumaya çalışır. Batı’yı bilmez sadece kafa çekip ahkâm keser.
Ben şunu söylüyorum: Türkiye’de Osmanlıca bilmeyen
entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız eğer, hiç ‘okur-yazarım’ diye geçinmeyin.
Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare’i, Shelly’yi okur,
bilir. Bizimkiler Nedim’i, Fuzuli’yi anlamaz, Şeyh Galip’i
utanmadan İngilizcesinden okurlar. Birçok tarih kitabı
hâlâ Osmanlıcandır bizde. Kendi kültürünü bilmeyen entelektüel olamaz. Murat BARDAKÇI Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan dil, şüphe yok ki Türkçeydi. İçinde fazlasıyla Arapça ve Farsça kelime bulunmasına rağmen cümle yapısı Türkçeydi.
Bugün de anlaşılabilen ve sade bir Türkçeyle yazılmış
olan metinleri gözden uzak tutmamalıyız. Fatih Sultan
Mehmet dönemi tarih yazarlarından Tursun Bey’in yazdığı Târîh-i Ebü’l-Feth adlı eseri okurken işaretlediğim bazı
cümleler vardı. “Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi?” tartışmasında aklıma bu eserde işaretlediğim cümleler geldi;
birkaçını aktarayım:
“Gel imdi her gün ah eyle, Günahlarını anup inile;
Biz kıssaya girelim, sen dinle ...”
Prof Dr. Hamza ZÜLFİKAR
Murat Bardakçı
İlber Ortaylı
22
Peltek
se
e
n
ü
g
u
b
n
e
t
ş
i
Geçm
r
e
l
m
i
s
i
r
a
e
t
s
mü
Ali Burak Alışkan
Edebiyat ve basın dünyasının özellikle siyasi baskıların yoğun olduğu dönemlerde çokça kullandığı
müstear isimle yazı yazma geleneği cazibesini giderek kaybediyor. Müstearla yazanlar o kadar azaldı ki,
müstearın neredeyse sadece adı kaldı. Edebiyat, sanat ve basın dünyasının vazgeçilmez unsuru olan ‘müstear’ yani ‘takma’ isimler,
Türkiye’nin fikir ve düşünce özgürlüğü yolunda
aldığı mesafenin de etkisiyle artık pek kullanılmaz
oldu. Siyasi baskıların yoğun olduğu dönemlerde,
edebiyatçıların ve gazetecilerin sıkça farklı isimlerle
yazı yazma geleneği sona erme noktasına geldi. Türk
basınında müstear isimle yazı yazan gazetecilerin
sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Müstearlar gerçeğin önüne bile geçti Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde
görülmeye başlanan müstear isim kullanma geleneği, Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarında da devam
etti. Siyasi baskıların yoğun olduğu ihtilal dönemlerinde ise birçok aydın ve yazar seslerini müstear
isimlerle yazdıkları yazılar vasıtasıyla duyurmaya
çalıştı. Öyle bir noktaya gelindi ki, bazen müstear
isimle yazı yazan kişiler, bu isimlerle anılır oldu.
Gerçek isimleriyle yazdıkları yazılar popülerleşme
anlamında, müstear isimlerle yazdıkları yazıların
gerisinde kaldı. Günümüz yazılı basınında bunun en canlı örneği
ise Taha Kıvanç ismiyle yazı yazan Gazeteci Fehmi
Koru oldu. Edebiyat dünyasında bir dönem müstear
isimle yazan yazarlar, baskılardan çekindikleri için
kadın adı kullanarak bile yazılar yazdıkları oldu. Geçmişten bugüne kimler ne adlar aldı? İşte edebiyat, sanat ve basın dünyasından müstear isimle bugüne kadar karşımıza çıkan isimlerden
bazıları: Ahmet Turan Alkan: Recai Güllaptan Attila İlhan: Abbas Yolcu, Beteroğlu, Ali Kaptanoğlu, Nevin Yıldız Aziz Nesin: Bahri Filefil, Berdi Birdirbir, Fettane
Şatifil, Kerami Pestenkerani, Kerim Kihkih Çetin Altan: Hadi Borazan, Hüseyin Zurna Ercüment E. Talu : Çekirge, Karga, Torik Necmi,
Kertenkere Faruk N. Çamlıbel: Akıllı Ozan,Çamdeviren,
İğne ile Kuyu Kazan Fehmi Koru: Taha Kıvanç Halide Edip Adıvar: Halide Salih
Haldun Taner: Can Enişte, Haldun Hasırcıoğlu Hamdullah S.Tanrıöver : Toplu İğne Hilmi Yavuz: İrfan Külyutmaz, İsmail Hami
Danişmend, Rabia Hatun Kemal Tahir: Bedri Eser, Nurettin Demir, Kemal
Tahir Tipi, Melih Cevdet Anday: Gani Girgin, Zater Murat Belge: Raif Özben Muhsin Ertuğrul: Ertuğrul May, Nabi Zeki, İp
Çeken, Nazım Hikmet Ran: Ahmet Oğuz Saruhan,
Ercüment Er, İbrahim Sabri, Kartal, Nurullah Ataç : Sabiha Yağızlar Orhan Veli Kanık: Adil Hanlı, Mehmet Ali Sel Orhan Kemal: Yıldız Okur, Hayrullah Güçlü,
Raşit Kemali Peyami Safa: Server Bedii, Çömez, Şerazat Reşat Nuri Güntekin: Ateşböceği, Mizah Yazarı,
Yıldızböceği Rıfat Ilgaz: Mehmet Rıfat, Stepne, Remzi Işık Sedat Simavi: Rasim Servet, Çileli, Güleryüz Samet Ağaoğlu: Samet Agayef Yusuf Ziya Ortaç: Akbaba, Çimdik, Kamber Yahya Kemal Beyatlı: Ahmet Agah, Süleyman
Sadi, S.S. Ziya Gökalp: Bimar, Büyük Baba, Meclis-i İdare
Vilayet Kitabesinden Ziya
Peltek
se
23
Vesiletü’n-Necat
Zeynep Kayacan
Günümüzde İslam dünyasında neşeyle karşılanan
Mevlid Kandili bizim ortak yönlerimizden birisidir.
Peygamber Efendimiz (sav) hayatta iken ve sonraki ilk
dönemlerde böyle bir uygulama yoktu. Mevlid kutlamalarını resmi manada ilk başlatan kişi Erbil hükümdarı
Selahaddin Eyyubi’nin kayınpederi Begteginli Muzafferüddin Kökböri’dir. kökböri bazı tasavvuf erbablarında
gördüğü bu uygulamayı beğenmiş ve bir hayra vesile
olmak için büyük bir mevlid öreni tertip ettirip devrin
alimlerini, tasavvuf erbabını davet etmiştir.
Mevlid törenlerine katılan ve haberdar olan bir çok
muhaddis alimimiz bu işin güzelliğinden bahsetmiş
ve konuyu desteklemek için eserler yazmışlardır. Günümüzde sadece Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’nNecat
isimli mevlidi bulunmamaktadır. Farklı dillerde ve yüzlerce eserde mevlid bulunmaktadır.
ARAPÇA: Arapça bir çok mevlid olmakla beraber en
yaygınları İmam Busiri’nin Kaside-i Bürde ve Kaside-i
Muhammediye’si, Berzenci ve İbn Hacer Askalani hazretlerinin mevlid için yazdığı eserler okunmuş ve hala
okunmaktadır.
TÜRKÇE: Türkçe mevlid denilince akla gelen ilk
eser Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ıdır. İlk
Türkçe mevlid de odur zaten. Bundan sonra iki yüz eser
yazılsa da hiçbiri onun kadar tanınmamıştır.
KÜRTÇE: Yaygın olarak Molla Hüseyin Batei hazretlerinin eseri okunmaktadır. Kısmen özgün tarafları
olsa da Süleyman Çelebi’nin mevlidinin tercümesi sayılabilir.
BOŞNAKÇA: Rumali’de uzun asırlar Türkçe mevlid okunduğu gibi tercümeler de yapılmıştır. Bunlardan
birisi de Salih Gaşiyaviç tarafından tercüme edilmiş ve
günümüzde hala okunmakta olan eserdir.
Bununla beraber Kırım’da, Kafkasya’da ve daha birçok İslam ülkesinde kendi dillerinde veya Arapça mevlid
ve kasideler okunmaktadır.
Kaynak: Semerkand Dergisi Ali Sözer/Tarihten günümüze İslam Dünyasında Mevlid.
24
Peltek
se
Büşra Sönmez
1913 yılında Arjantin’e giden ve
orada üç yıl çalışan Kayserili Osmanlı
vatandaşları, seferberlik emri üzerine bir
Fransız vapuruna binerek anavatana doğru yola
çıkmışlardı. Umulmadık bir şekilde Fransa’nın
Marsilya şehrinde esir edilen Kayserililerin, Osmanlı
Hariciye Nezaretine yani Dışişleri Bakanlığı’na gönderdikleri “Feryatname” adını verdikleri mektup 100 yıl sonra
ortaya çıktı.
Feryatnâme
“Bern Osmanlı Sefiri Fuad Selim Bey’e;
Beyefendi, bizler Türkiye Anadolusu’nun Kayseri sancağına tâbi Develi kazası ahalisindeniz. Üç seneden beri
ailemizin geçimi için Amerika’nın Buenos Aires şehrinde
çalışmakta idik. Mukaddes vatanımıza kavuşmak hevesiyle ve Sabah gazetesinin ilan ettiği seferberlik emri üzerine
harp ilanından evvel Buenos Aires Şehbenderhanesi’ne
(konsolosluk) giderek pasaportlarımızı aldık. Fransız
vapuruyla Buenos Aires’ten hareket ettikten bir ay sonra
Marsilya’ya geldik. Bizleri vapurdan bütün siviller çıkana
kadar bırakmadılar. Bir iki saat sonra polis bizleri alıp
doğruca karakola götürdü, pasaportlarımıza bakıp bizleri
Anton Fareş isminde bir otelciye teslim etti. Meğer bizler
vapurda gelirken Türkiye ile Fransa arasında harp ilan
olunmuş. Marsilya’ya geldiğimizde bizim konsolos on gün
evvel Marsilya’dan hareket etmiş. Türkiye’ye gitmek için
müsaade talep ettik, vermediler. İtalya’ya, Bulgaristan’a
ve Yunanistan’a dahi yol vermediler. Bu halde Marsilya’da
otuz sekiz gün serbest bıraktılar. Birkaç gün evvel iki
polis ile otelci ve bir komiser saat beş raddelerinde gelip
bizlerden zorla 1160 frank aldılar. Otelci, üç gün sonra sabahleyin hepimizi kaldırıp bir vapura götürdü. Yarım saat
sonra beş yüzü aşan Alman ve Avusturyalı savaş esiriyle
beraber Fransa’nın Korsika Adası’na getirdiler, bir kışlada
esir ettiler.
TÜRKÇE MEKTUP DAHİ YAZDIRMIYORLAR
Ah! Beyefendi bunca zamandır memleketimizden ne
mektubumuz ne paramız ne elbisemiz geliyor. Bu yatalak
hasta haline düşen aciz insanlar size halini arz ediyor.
Bizlere Türkçe mektup dahi yazdırmıyorlar. Bizler ise ne
Fransızca ne Almanca lisan biliyoruz. Burada Alman ve
Avusturyalıların içerisinde sefil ve perişan bir halde geziyoruz. Merhamet ediniz. Vicdanlı yüreğinizden cümlemiz
rica ve istirham eyliyoruz. Marsilya’da olan paramız için
Marsilya resmi dairelerine birkaç defa mektup yazdırdık.
Bu şikâyetimiz üzerine 617 frank geldi. Kalan 543 frank
için tekrar vali ve Amerika Konsolosuna birkaç defa mektup yazdırdık, bir cevap alamadık. Ne bu paramızı alabiliyoruz, ne de memleketten paramız ve de mektubumuz
geliyor.
NAMAZ KILAMIYOR ORUÇ TUTAMIYORUZ
Bir de dikkatinizi çekecek bir mesele ki, bu her gün
için verdikleri pirinç ve mercimek çorbasıdır. Yenecek bir
hali yoktur. Ne yapalım, takdir-i İlahî böyle imiş. Cenâb-ı
Hak bizi bir an evvel şu bedbahtlıktan kurtarsın, âmin.
Bizler yalnız dokuz kişiyiz. İbadetlerimize dair hiçbir şey
yapamıyoruz. Ne namaz, ne oruç. Başka bir Türk kampına
gitmek için müsaade talep eyledik, bir cevap alamadık. Af
edersiniz, Anadolu lisanıyla yazdığımız şu mektubumuzu
değil mektup, feryatnâmelerimiz olarak telakki ediniz.
Cümlemiz istirham ile bizlere bir imdat etmenizi rica
eyleriz.
Kayseri Sancağına tabi Develi kazası ahalisinden Ali
İsmail, Hüseyin Mustafa, Mehmed Mehmed, Beyzade
Osman, Hacı İbrahim, İbrahim Halil, Muhsin Mehmed, Ali
Mehmed, Durmuş Mehmed Paramızı alan otelcinin adresi:
Anton Fareş Hotel Du Mout Libon Magenod Caddesi 30-38
Marsilya. Bu paramız için de bir hal çaresi bulup bu alçak
heriften alınmasını rica ederiz.”
HERKES GİTTİ BİR BİZ KALDIK
Korsika’daki esaret günlerini anlattıkları bu mektuptan sonra başka bir Türk esir kampına gitme istekleri
kabul edilen bu Osmanlı vatandaşları ikinci mektubu La
Chartrouse kampından yazdılar. 18 Ocak 1919’da Paris
Barış Konferansı için Fransa’ya gelen Osmanlı Murahhasları reisi bulunan Sadrazam Damad Ferid Paşa’ya
gönderdikleri ve vatanlarına iade edilmeleri için gerekli
Peltek
teşebbüslerin yapılmasını talep ettikleri mektuplarında
ise özetle şöyle diyorlar:
“Devletlü Paşa Hazretleri:
… Dört buçuk senedir sebepsiz ve kabahatsiz tutuklu bulunmaktayız. Bu müddet zarfında vatanımıza
gitmek için defaatle müracaat ettik. Fransa Dâhiliye
Nezareti’nden bir cevap alamadık. 1918 senesinde Fransa
ve Türkiye’de bulunan sivil esirlerin mübadele olunmaları için ilannâme asıldı. Derhal vatanımıza gitmek için
imzalar verdik. Talihsizlik, bugüne kadar bir netice hâsıl
olmadı. Şimdi ise yedi buçuk ayı aşan bir süre önce mütareke olundu. Muharebeye son verildi.
Biçare Osmanlı esirleri şimdi burada beklemekteler.
Alman sivil esirleri 1918 senesinde Bern Muahedesi
gereği mübadele olundu. Avusturya-Macaristan esirleri de
bu tarihten iki hafta önce memleketlerine hareket ettiler.
Fransa’da yalnız Osmanlı esirleri kalmıştır. Bu biçarelerin
de vatanlarına hareketleri için Fransa hükümetine bir an
evvel müracaat eylemenizi buradaki Osmanlılar adına rica
ederim. Senelerden beri memleketlerimizde bulunan ailelerimizle mektuplaşamıyoruz. Memleketimizde bulunan
anne, baba, eş ve çocuklarımız bizlerin gelmesini sabırsızlıkla gözlemektedirler. 1915 senesinden itibaren Almanya
ve Avusturya sivil esirlerinin hastaları İsviçre’ye, ihtiyarları memleketlerine gittiler. Zavallı biçare Müslümanların
ihtiyarları ve hastaları Fransa’nın esir kamplarında
hayatları bedbaht bir halde beklemekteler.
Paşa hazretleri biçarelere acıyınız, merhamet
ediniz. Yüzlerce Osmanlı esirinin hallerini nazar-ı
dikkate alarak bir an evvel vatanlarımıza hareketimizi Fransa Hükümeti’ne arz eylemenizi insaniyetinizden istirham eyliyoruz. Paşa hazretleri biçare
Müslümanlar, Osmanlı murahhaslarından imdat
bekliyor. Bu günlerde kurtulacağımızı ümit eyliyoruz. Hareketimize dair gelecek emrin sabırsızlıkla
se
25
beklendiği, buradaki Osmanlılar tarafından ihtiram[la arz]
olunur. (13 Haziran 1919/Osmanlılar tarafından Mehmed Mehmed/Osmanlı sivil esiri/Le Puy yakınlarında Le
Chartreuse Kampı (Haute-Loire) Fransa)”
SİVİL ESİR MUAMELESİ!
Dört buçuk sene sivil esir muamelesi gören bu biçarelerin yazdıklarına göre Alman ve Avusturya-Macaristan
esirlerine farklı muamele edildiği anlaşılıyor. Bu durum
Fransızların dindaşlarını kayırıp Müslümanlara kötü muamele ettiklerini gösteriyor.
Kendisine ulaşan mektupla Damat Ferid Paşa o sıkıntılı günlerde ilgilenebilmiş midir, bilinmez. Zaten vakanın
bundan sonraki kısımlarıyla ilgili yeni bir belgeye ulaşılamadı.
Kayserili esirler yurda dönüp ailelerine kavuşabildiler
mi, yoksa bugün hâlâ torunları 100 sene önce Arjantin’e
çalışmaya gidip de dönmeyen dedelerinin hikâyelerini
mi dinliyor? Kim bilir belki de dedelerinin Korsika
Adası’ndan gönderdikleri mektup, bu satırlarla kendilerine daha yeni ulaşacak…
Kaynak: Yedikıta Dergisi
26
Peltek
se
Elfaz-ı Küfür
Melike Çelik
“İki düşün bir söyle” sözünün anlamını hepimiz biliriz. Yahut da “dil belası” ifadesiyle konuşmalarımızdan yakınırız. Ama ne kadar ilginçtir ki bu sözleri kullanırken
ifade ettiği anlamı asla hayata geçirmeyiz. Söylediğimiz sözün nerelere vardığını
umursamadan çok rahat bir şekilde sözlerimizi sarf ederiz. Oysaki kullandığımız
ifadeyle karşımızdakini de incitebiliriz (Allah muhafaza) imandan da olabiliriz. İşte
böyle düşünmeden sarf ettiğimiz ama (Allah muhafaza) bizleri küfre götürebilecek
sözlere “ELFAZ-I KÜFÜR” deniyor. Bunlardan bariz olan bir ikisini burada açıklayalım, geri kalan günlük hayatımızda kullandıklarımızı aşağıya maddeleyelim dedik.
Mesela “Allah yukardadır” demek buna dahildir. Zira Allah-u Teala her yerdedir. Ama
burada “yukarıdadır” dan kasıt bizden üstündür, yaratıcıdır ise sakıncası yoktur.
Yahut “Seni benim elimden (haşa) Allah bile kurtaramaz” demek de buna dahildir.
Allah-u Teala her şeye güç yetiren olduğu için (Allah korusun) bu söz bizi küfre götürebilir. Bu konunun hassasiyetine dikkat çekmek için ufak bir örnek daha verelim ve
sözlerimizi bitirelim:
Denilir ki tasavvuf erbabı, gönül ehli zatlar hoşlarına giden bir şeye “Ne kadar güzel” demezlermiş. Bunu elfaz-ı küfürden sayarlarmış. Çünkü gözlerindeki tek güzel
Cemil olan Rabbu’l Alemin olduğu için “Ne kadar güzel yaratılmış” derlermiş.
-Allah bu adamı unutmuştur.
-Benden uzak Allah’a yakın ol.
-Onun hakkından Allah bile gelemez.
-Seni taparcasına seviyorum.
Buraya dilimize dolanan ve fark etmeden söylediğimiz birkaç şarkı sözü de ekleyelim dedik:
-Cenneti değişmem saçının teline…
-Bas bas paraları Leyla’ya bir daha mı geleceğiz dünyaya…
-Benim sana yaptığım canım aşk tadında ibadet…
-Batsın bu dünya!
-Beni tanrıya tekrar inandırabilir misin?
-Seninle cehennem ödüldür, sensiz cennet bile sürgün sayılır…
Peltek
se
27
KİMYASAL ZEHİR
BONZAİ
Fatma Tuğba Çakıcı
Nerden Çıktı Bu Bonzai?
Bonzai yakın zamana kadar duymadığımız bir şeydi. Bu aslında bir marka ismi. Sentetik Kannabinoidler
adındaki bu kimyasal maddeler Türkiye’de Bonzai ve Jamaika markalarıyla satılıyor. Yani esrarın aktif maddesi
olan cannabis’ten türetilmiş sentetik/yapay ve beyin
üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip bir grup madde.
Hikâye şöyle başlıyor: Bu cannabisin bir takım tıbbi
yararları da var. Bakara 219. ayette içki için buyrulduğu
gibi, “bir takım yararları da vardır ama günahı (ve zararı) yararından fazladır.” Bilim adamları bağımlılık yapıcı
etkileri olmayan ama aynı yararlı etkilerini yapacak bir
molekül elde edebilmek için çalışmalar yapıyorlar. Yılan
zehrinin de ilaç yapımında kullanılması gibi. Bu tarz bilimsel çalışmalar her zaman yapılan çalışmalardır, böyle
birçok madde üretilir fakat genellikle deneyler sırasında
görülen yan etkileri sebebiyle bir süre sonra rafa kaldırılır. Bu şekilde üretilen maddelerden ilaç olabilenler
%10’un altındadır.
Bonzai de kötü niyetli insanlar tarafından o raftan
alınıp sokaklara indirilmiş uyuşturucu bir madde. Özellikle Çin ve Hindistan’daki laboratuarlarda üretilerek
uyuşturucu piyasasına sürülüyor. Yaklaşık 5 yıllık bir
geçmişi var. Başlarda internetten banyo tuzu, esans, baharat gibi isimlerle, doğal ve zararsız olduğu iddialarıyla satılmaya başlanmış. Ne doğal ne zararsız, düpedüz
“kimyasal bir zehir.” Son yıllarda ülkemizde ve dünyada
oldukça yaygınlaştı maalesef.
Peki Neden Bu Kadar Yaygınlaştı?
Bunun altında maddenin kendisinden kaynaklanan
kimyasal sebepler ve sosyal sebepler var. Kimyasal se-
bep, sentetik kannabinoidlerin bağımlılık etkisinin çok
yüksek olması. Esrarı aratacak düzeyde. Esrar, bir miktardan sonra beyinde uyardığı yerlerde doygunluk oluşuyor, yani etkisi bir yerden sonra değişmiyor. Sentetik
kannabinoidlerin en büyük farkı kimyasal yapısı dolayısıyla bu doygunluğu yaratmıyor olmaları. Miktar artıkça etkisi devam ediyor bu da sürekli artan kullanıma yol
açıyor. Daha önce arada sırada esrar kullanan hastalar
lanet ederek, bonzaiye geçtikten sonra durdurulamaz
şekilde sabahtan akşama kullanır hale geldiklerini ve
hayatlarının altüst olduğunu ifade ediyorlar.
Yine çok önemli olan sosyal sebepler var. Bonzai şekil, kullanım ve etki olarak esrara oldukça benziyor. Sentetik Kannabinoidler aslında kristal/toz yapıda kimyevi
maddeler. Bu maddeler aseton gibi çözücülerde çözülerek sıvı hale getirildikten sonra kurutulmuş bitkilerin
üzerine spreyle sıkılıyor. Dolayısıyla kullanıcı da bunu
esrar gibi kullanıyor. Bu şekil benzerliği bonzai’nin halihazırdaki esrar satıcı ve kullanıcıları altyapısında yayılmasını sağlıyor. Daha önceden esrar kullanan kişiler
merak ettiklerinden ya da esrar bulamadıklarından
bonzaiye başlamaktadırlar. Kullanıcılar, son yıllarda esrar bulmanın zorlaştığını, satıcıların “onun biraz serti”
şeklinde yanlış yönlendirmelerle sentetik kannabinoidleri pazarladıklarını ifade etmektedirler.
Yaygınlaşmasını kolaylaştırıcı diğer etkenler olarak:
idrar testlerinde tespit edilememesi, kokusuz olması ve
oldukça ucuz temin edilebilmesinden bahsedebiliriz.
Tüm uyuşturucu bağımlılıklarında olduğu gibi
gençler risk grubunda. Çünkü gençler dürtüsel davranabiliyor, yarını düşünerek hareket etmiyor, heyecan ve
yenilik arıyor.
28
Peltek
se
Nuri Pakdil
Rumeysa Çiftcibaşı
Çok üst düzeyde bir sorumluluk, büyük bir titizlik,
derin bir bilgelik, muazzam bir birikim, olağanüstü bir sezgi
ve dikkat, klas bir duruş ayrıca bizlere antiemperyalist,
antikapitalist ,antifaşist, antisiyonist ve antifiravunist klas
duruşu, devrimci başkaldırışı öğreten:Nuri Pakdil.Kimdir
Nuri Pakdil? İnsanlardan kaçıyor, kimseye yanaşmıyor, kimseyle konuşmuyor. Konuşur gibi duruyor, ama konuşmuyor.
Konuşmaya başladı mı büyük bir duygu yoğunluğu boğazında düğümleniyor.Gerekli gördüğünde ‘geri çekilmeyi de
bilen’ adamdır. Ricat anlamında değil, topluma biraz zaman
tanıma anlamındadır bu ‘geri çekilme.’ Tıpkı Türkiye’ye ve
yaşadığımız dönemlere ‘erken’ gelmiş diğer ‘adamlar’ gibi. Onların söylediklerini, anlattıklarını toplum biraz hazmetsin, birazını bari anlasın, birazını algılasın, kafasında,
gönlünde dolaştırsın diye, bu ‘adam’lar uzun molalar verirler
kendilerine, sonra yeniden yola koyulurlar, simurg olurlar,
‘Kaygususz Abdal’ olurlar. Az olmanın ağırlığını yüklenir,
çilesini çekerler, çoğunluğun ruhu duymaz. İtalyan Türkolog Prof. Anna Masala Pakdil için 1970’li
yıllarda şöyle der: “İnsanlar Pakdil’i ikibin yılından
sonra anlayacaktır.”Evet, Nuri Pakdil 1934 yılında
Kahramanmaraş’ta doğmuştur ve halen Ankara’da yaşamaya, yaşama direnmeye ve yazmaya devam etmektedir. İ.Ü
Hukuk Fakültesi mezunudur.Bir süre bir bakanlıkta hukuk
müşaviri (1965/67) ve devlet planlama teşkilatında uzman
(1967-73) olarak çalıştıktan sonra 1973 Mart’ında bu görevinden ayrılır.
Nuri Pakdil’in yazı çalışmaları ilkokul sıralarında başlar.
Durmadan bir şeyler karalar, durmadan yazar. Kendi deyimiyle “çeşit çeşit kelebekler uçurur gökyüzüne.” Sürekli
“yeni kuşlar, yeni sözcükler konar penceresine.” Çok küçük
yaşlardan itibaren şu cümleyi söyler: «Ben oyumu sanata,
edebiyata ve bunları tutuşturacak büyük ateşe veriyorum.» Ortaokulda da devam ettirir yazmayı. Bir taraftan
yazarken bir taraftan da hız kesmeden okuma eylemine
girişmiştir.O yıllarda Büyük Doğu dergisi ile tanışması da
Pakdil için yazı ve fikir dünyasında bir dönüm noktası olur.
Artık temel felsefesini oluşturmuş daha biliçli ve dirençlidir.
Hayata yalın bakışın temel amacı yalnızca insan emeğini
kutsamak, yalnızca insan emeğini tüm durumlarda her şeye
egemen kılmak istemektir. Temel felsefesi de budur. Lise
yıllarında Maraş’ta yayımlanan Demokrasiye Hizmet ve
Gençlik gazetesinde yazıları yayımlanır.Lisede Hamle adında
lise ölçülerinin çok üzerinde dergi çıkaran aykırı bir öğrencidir de.Öğretmenlerini de örgütleyebilen, onları eğitebilen
tuhaf, ayrıksı biri öğrenci… Dergi çıkartmak için öğretmenleri ona değil, o öğretmenlerine görev verir, onlardan
yazı ister. Nuri Pakdil adı, sonraki dönemlerde aynı lisede
okuyan edebiyat heveslisi gençler arasında bir efsane halinde
büyür. O yıllarda, aynı dergiyi birkaç sayı kadar da yeni bir Peltek
arkadaş topluluğu çıkarır. Dergi, lisenin yayın organı olarak
çıkar. Ama finansmanını derginin kendisi reklâm parasıyla
sağlar.O tarihte Nuri Pakdil, bu ekibi tanımasa da bu ekip
kendini onun halefi olarak görür. Onun tek başına çıkarttığı
dergiyi, bu ekip en az beş altı kişi olarak çıkarır. Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören,
Ali Kutlay aynı deneyimin içinde yer alır. Adı sonradan Edebiyat Dergisi ile özdeşleşecek olan
Nuri Pakdil, bu derginin ilk kıvılcımını 1964’de yazdığı
bir mektupla rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’na atar.Şubat
1969’da ise Büyük Doğu, Diriliş gibi edebiyat ve aksiyon
geleneğimizin güçlü halkalarından biri olan Edebiyat Dergisi
yayın hayatına başlar. Aralıklarla 1984’e kadar yayınlanan
Edebiyat Dergisi,”Tüm çemberleri, edebiyat kıracaktır
sonunda;bağımlılığın çemberlerini”diyen hayatımızda Nuri
Pakdil’in adıyla özdeşleşen özel bir hava estirdi ve yayın
hayatına son vermesi rüzgarını kesmeye yetmedi elbette.
1984 yılında Edebiyat Dergisi’nin kapanışı ve Pakdil’in
13 yıl sürecek ve her geçen yıl
derinliğini artıracak bir “sessizliğe” çekilmesinden sonra,
onun “eve dönün!” çağrısı bir
uyarı olarak kaldı zihinlerde.
Bu “eve dönün!” çağrısı aslında Nuri Pakdil’in Bir Yazarın
Notları adlı kitap serisinde ki
insanın süren sorgusu olarak
nitelendirdiği bir özeleştiriden
başka bir şey değildi. Bir kimlik
erozyonu ile karşılaşan insanlar
artık asıllarına dönmeliydiler.
Çünkü bu kimlik erozyonu, kültürel hafızasını yitirmekte olan
bir toplumun işaretiydi. Evet bu
bağlamda “eve dönmeliydik!” 1970’li yılların en özgün yazın
adamlarından birisidir. Kurcalayıcı bakışı, soyadına uygun
dili, ince ince yontulmuş üslubu,
dünyayı göğüsleyişinde ki acılı
ama umutlu yoğunluğuyla özel
bir yazar. Yakından tanıyanların anlattığına göre, yatağının
yanında kâğıtla kalemi hiç eksik
etmez. Açık ya da örtük, istenmiş
ya da
istenmemiş bir kılavuzluk konumu var. Denemeleri, oyunları, günlüğü, çevirileriyle top yekun bir ustalık. Bir atımlığına
parlamış, söyleyeceğini söyleyerek çekilmiş, kalem kırmış bir
yazar olarak görmemeliyiz Nuri Pakdil›i. Susmuşsa söyleyeceği kalmadığından değil besbelli. Kirlenen, gitgide kirlenen
bir ortamın dışında durarak paklığını koruma çabası bu.
Belki de kültürel bağlamda erozyonun hızlandığı bir dönemde geri çekilmeyi tek doğru çözüm yolu saymış seyrek
ermişlerden birisidir şüphesiz. Yazmanın, insanın kendi
yalnızlığı içinde gerçekleştirildiğini, bunun için kimi yazarların kendilerine yalnız yaşayabilecekleri mekanlar kurduklarını işitmişti. Böyle lüksleri yoktu Nuri Pakdil›in. O, yapay
yalnızlıklara gömülüp kalmaktansa topluluk içinde yaşanan
yalnızlıkların besleyiciliğine inanıyor ve öyle yaşıyor. Nuri
Pakdil’de üslup, duruş, tavır çok önemlidir. Çünkü, ‘ her
dağın bir duruşu vardır’.Zaman zaman biçimi özden de önde
tutan bir duruş klas bir duruş...
Pakdil Ortadoğu ile bütünleşmiş gibidir. Eline bir gazete
alacak olsa, gazetede didik didik “Ortadoğu”, “Kudüs” kelimelerini arar, yolda bir arkadaşını görse ‘Nasılsın?’ der gibi ‘Kudüs nasıl bugün?’ der. se
29
Atasoy Müftüoğlu’na göre Nuri Pakdil, ‘Büyük bir entelektüel direnişçi’dir. Hep sorgulayan bir bilince sahiptir.
Tutarlı bir hayat, düşünce ve edebiyat tarzının, bütünlüklü
bir hayat ve edebiyat anlayışının, inandığı değerlerle uyumlu
bir hayat pratiğinin sahibidir. Tarihin bilinçli, aşklı, tutkulu,
öfkeli, hınçlı sorumlu tanığıdır. Kimsenin “adamı” olmayan, hiçbir şekilde çıkar peşinde koşmayan, yalnızlığı bir hayat biçimine dönüştüren, aykırı bir
kişiliktir. Zor beğeniler ve zor seçimlerin adamı olan, ama
kalabalıkların adamı olmayan Nuri Pakdil, yol arkadaşlarıyla
yollarını ayırarak, kendi başına varolmayı tercih eder.’
Yükseklerde, tehlikeli yerlerde dolaşmayı seçer. Belki
de devrimci ruh taşımanın bir özelliğidir bu. Zaman zaman
gemileri yaktığı da olur. Sevdi mi tam sever, koptu mu tam
kopar. Her zaman kalbinin üstünde bir avuç güneş vardır.
Her an, seslere ses katacak yağmurları indirecek bulutları, en sarsıcı fırtınaları estirecek rüzgârları sürekli
yedeğinde, yüreğinde taşıyan ‘çelik
adam’dır. Duruşunda ‘entelektüel
bir derviş’ saklıdır. Öfkesini, bulvarların utanç vitrinlerine düşürmüş gibidir.
Konuşacak bir konu varsa,
cesareti olanlar konuşur ve konu
kapanır, der. İstanbul aşığıdır.
İstanbul:insanın yaradılışını en
iyi, en sağlam gerekçelendiği
yer,Mekke›den, Medine›den
Kudüs›ten sonra. Maraş sevgisi de onda bir başkadır.Maraş
yol alır, sonsuzluğa doğru. Ve
Ortadoğu aşığıdır. Bu aşkı
inada dönüşür yer yer ve
inadının ağırlığı ne büyüktür.
«Ve yüreğinin üzerinde bir tül
gibi duran Kudüs, ah Kudüs.»
«Elimi Kudüs resminin üzerinde uzun süre tuttum,enerji
niyetine,yarın Medine hurması
alacağım.»der.
1972-1984 yılları arasında
18’i Nuri Pakdil imzasını taşıyan, 45 kitap yayımlamıştır.28 Şubat
1997 tarihinde Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan yeniden
kitap yayımlamaya başladı. Daha önce yayımlanan 5 kitabın
yeniden çalışılmış basımı ve 12 yeni kitabın ilk basımları
yapıldı.Kasım 2014’te de Necip Fazıl Saygı Ödülü’nün ilkini
aldı.
Şuan 81 yaşında olan Pakdil geçtiğimiz günlerde Türkiye
Koordinasyon ve İşbirliği Ajansı(TİKA) aracılığı ile bir Kudüs
ziyareti gerçekleştirdi.Orada kendisine sorulan sorularda
Kudüsü çok sevmesinin sebeplerini şu şekilde açıkladı:’’ Zaten Türk milleti her zaman Filistinlilerin yanında olmuştur. Daha da önemlisi Filistin bir bütün olarak Osmanlı
İmparatorluğu’nun parçasıydı. Müsaadenizle Kudüs’ü
çok sevmemin sebebini de belirtmek istiyorum. Ezeli
ebedi ulu önderimiz Hz. Muhammed’in miraca çıkarken
ayak bastığı son yeryüzü parçası Kudüs olduğu için biz
burayı çok seviyoruz. Kudüs bizim için çok kutsal bir yerdir. Kudüs sevgisi bizden uzaklaşamaz. Biz de Kudüs’ten
uzaklaşamayız. Kudüs bizim namusumuzdur.”
İnsanın süren sorgusu çerçevesinde koyu bir «hiç»liğin
içinde «yaşamak» için savaş veren insanlar olarak Nuri
Pakdil›e, Nuri Pakdil’in düşüncelerine -özellikle şimdi- çok
ihtiyacımız var. 30
Peltek
se
BENİM KİTAPLARIM
Edibe Büşra
NAR AĞACI
Nazan Bekiroğlu’ndan Balkan Savaşı ve Birinci Dünya
Savaşı’nın buluşturduğu iki hayatın hikayesi. İki gencin aşkının
anlatıldığı muhteşem bir roman.
Film seyreder gibi okuyacağınız,
okurken kendinizi hikayenin
içinde bulacağınız eşsiz bir
eser. Uzun zaman etkisinden
kurtulamayacağınız bir kitap.
Şimdiden iyi okumalar!
ÜÇYUSUFÜÇRÜYA
ÜÇGÖMLEK
Kıssaların en güzeliyle buluşma
fırsatı bulacağınız bir kitap.
Demirci’nin şiirsel üslubuyla yüreğinizde yer edinecek bir eser.
Bu kitap sayesinde kendinizi
Hz. Yusuf’un yerine koyup onun
çektiği sıkıntıları müşahede
edebileceksiniz.
BİR DEĞİRMENDİR BU
DÜNYA
Zarifoğlu’nun dertli yüreğinden
parça pinçik olan Ümmet coğrafyasına uzanan bir kitap. Okurken Müslüman olarak yaptığımız
yanlışları, eksikliklerimizi ve kan
gölü haline gelen Ortadoğu’nun
ahvalini tahlil edebileceğiniz
bir eser. Zannımca her İmamHatip’li gencin okuması gereken
bir kitap. İyi okumalar!
HAYAT TESELLİ BULMAKTIR
Sayar’ın bugüne kadar yayımlanan yazılarının en sevilenlerini
bir araya getirilerek oluşturulan
bu kitap kişisel gelişim seviyesine inmeden insanın insanda
dirileceği bir hayat anlayışının
mümkün olduğunu fısıldıyor
kulağımıza.
NUR
Kutlu’nun geniş ufkundan bir
damla olan bu kitap zengin bir
ailenin kızı olan Nur’un hidayet
arayışını anlatıyor. Yazarın eşsiz
üslubuyla satır aralarında kaybolurken hiç farkında olmadan
kendinizi son sayfada buluyorsunuz.
CENNETE OTOSTOP
Adem Özköse’nin Ümmet
coğrafyasına yaptığı yolculuklarda buluşma fırsatı bulduğu
mühtedilerle yaptığı röportajlardan oluşan bir eser. Okurken
etkileneceğiniz, gözyaşlarınıza
hakim olamayacağınız, birbirinden güzel 19 hidayet öyküsü.
Elinizden bırakamayacağınız ve
hayatınızda büyük izler bırakacak bir kitap.
İSLAM DEKLARASYONU
Bilge Kral Aliya’nın kaleminden
davasını anlattığı bir eser. Müslüman halklara bir rehber niteliğinde olan kitap başucu kitabı
olmayı fazlasıyla hak ediyor.
SON DEVRİN DİN
MAZLUMLARI
Üstad Necip Fazıl’ın kaleminden
son dönemde sırf görüşlerinden
dolayı idama mahkum edilen
mazlumların yürek yakan
hikayeleri... Yakın tarihe ışık
tutan bir kitap. Okuduğunuzda
doğru bildiğiniz birçok şeyin
aslında yanlış fark edeceksiniz.
Şimdiden iyi okumalar!
Peltek
se
EN GÜZEL ZÎNET
Haya
Pembe Betül Karasu
Haya kelimesi, kök olarak “Hayat”tan türemiştir.
Hayat ise, ölümün zıddı olan diriliğe denmektedir. Bu
duruma göre haya, insanı manen diri tutan değerler
manzumesinin can damarı demek oluyor.
Bizim dinimizde, insanı kendisine ve çevresine
karşı saygılı davranma, dürüst ve ölçülü hareket etme
çizgisinde tutan iki temel müeyyide (yaptırım) vardır.
Bunlar; Allah’tan korkma ve kuldan utanma duygusu
şeklinde ifadelendirilmiştir. Her dinin bir ahlak düzeni
vardır. İslam dininin ahlak düzeni de haya üzerine kurulmuştur.
Utanma duygusunu yitirmiş insanın yapamayacağı
hiçbir şey yoktur. Haya duygusu zedelenmiş, utanma
hissini kaybetmiş insanların durumu, kontrolden çıkmış hareketli bir cisme benzer. Nerede duracağı, ne
yapacağı, ne gibi zarar vereceği belli olmaz.
Bugünkü sıkıntıların başı, iman zayıf olunca, imana bağlı olarak bulunan; haya, edep, takva gibi güzel
hasletler de kaybolmakta yerini şeytanın pis amelleri
almaktadır. Öyleyse; neslimizin ve nefsimizin iman
noktasındaki zaaf ve eksikliklerini gidermede çok kararlı olalım.
31
32
Peltek
se
Bi Çay...
Beyza Doğan
…iki çay söylemiştik orda biri açık, keşke yalnız bunun
için sevseydim seni…
| cemal süreya
…benim çay bardağımda senin gözlerin olur, senin
gözlerin sizin çay bardaklarınızda…
| sezai karakoç
…çay bulaşıcıdır, efkar da…
| bekir erdoğan
…soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm…
| nevzat çelik
…hadi iç de çay koyayım…
| ah muhsin ünlü
…çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara
gidenler de duruma uymak kısaltıyordu günlerini
artamayan eksilmeyen bir hüzünle…
| turgut uyar
…yazsam okusam okusam yazsam biri devamlı çay
verse bana…
| ömer lütfi ege
…ve oturdu mu bir masaya hakkını verir çay içmenin…
| cahit zarifoğlu
…çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen…
| aşık veysel
…ama bu kente gelirsen unutma beni ara. Sana bir çay
ve temiz yaralar ısmarlarım…
| osman konuk
…bir gün çay içelim seninle, çaylar benden manzara
senden olsun…
| orhan kemal
…bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde
ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye çay söyledim
kahveden…
| ibrahim tenekeci
…seni çay içerken izlemek, seni çay doldururken,
seni demlerken çayı, kimseler inanmasa da düpedüz
sevap…
| alper gencer
…şimdi ölsek en fazla kahvede çaylar soğur…
| yılmaz odabaşı
…biz çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz…
| oğuz atay
…masada çay bardakları ve senin ellerin olsun…
| tarık tufan
9. …çay henüz her şey bitmedi demektir…
| cezmi ersöz
Peltek
Hint çayı (masala)
Hindistan’da ‘bana bir çay çek usta’ derseniz -tabii
Hintçe bunu demek zor o yüzden ça, chai, çay sizi
kurtarır- size tip olarak nescafeye benzer bir çay gelir.
Çünkü Hindistan’da çay sütlüdür ve siz ‘no milk‘ demediğiniz sürece de sütlü gelir. Sütsüz istenilen çaylar
da bizim damak tadımıza yakın siyah çaylardır. Çünkü
siyah çaya sadece süt değil aynı zamanda ‘masala‘ adı
verilen bir tür çeşni de katılmıştır. Yani toplarsak, klasik bir Hint çayı sütlüdür, şekerlidir ve baharatlıdır.
Masala adı verilen baharat karışımının içine ise kakule, zencefil, tarçın, karanfil ve karabiber konulur İçine
karıştırılan baharatlar ve bu baharatların oranlarına
göre çayın tadı inanılmaz değişiyor. Bu yüzden gerçek
bir masala chai için bir Hintli gerek. Hindistan soğuğa
pek alışkın bir ülke değil, bu yüzden sütlü çay içerek
ısınmaya ve enerjik olmaya çalışıyorlar.
Masala çayı içmek isterseniz buyurun tarifi ..
Biraz su biraz süt içine biraz tarçın katarak kaynatın içine isteğinize göre şeker atarak demlenmesini
bekleyin Afiyet Olsun. :)
Dostum çay çek oradan. Geçen giden ve gelecek
olan tüm dertlere hafif demli bir çay içelim. Bir yudum daha çekip bu nimetten mahrum kalmadığımız
için şükredelim. İç hadi bir yudum, tadını hissedip
Subhanallah diyelim. İç iç çekinme, bunca soğuk, samimiyetsiz insanları unutturan sıcak çaydan içelim.
Al ince belli bir bardak, şeffaf olsun, olsun ki içini görelim. Çayın samimiyetini bunca samimiyetsiz insana rağmen, onun içini görelim. Tek ona anlat derdini, her bir yudumda el uzatsın sana, her şeye rağmen
ben yanındayım dediğini için ısınınca anla. Al bir
kitap yanına göğe bakalım. Turgut Uyar’la ya da ba-
se
33
Azerbaycan
Azerbaycan’da çay servisi mürebbe adı verilen
çeşitli reçellerle yapılır. Böğürtlen, patlıcan, domates, karpuz, ceviz gibi reçel çeşitlerinden birini
çayınızla harmanlayabilirsiniz. Reçellerden gül ve
vişne daha çok ev halkı için yapılırken, beyaz kiraz
ve cennet elması reçeli misafirler için tercih edilen
reçellerdir. Misafir çok çok önemli bir zat-ı muhterem ise de beyaz kirazın içine ceviz konulur ve çayın
yanında verilir. Azerbaycan halkı soğuk algınlığı gibi
hastalıklarda ise böğürtlen reçelini tercih eder çayın
yanında. Reçel dışında çay sofrası kurulduğunda,
çayın yanında kuruyemiş verilir. Şeker kullanımı ise
kıtlama usulüdür.
Azerbaycan’da kız istemeye gidilmişse, kız isterken çay ikram edilir. Kız tarafı ‘çayınızı şirin edin’
yani ‘çayınıza şeker alın’ derse kızlarını vermeye gönüllü olduklarını belirtirler. Vakit kınaya geldiğinde
ise kına yakıldıktan sonra kız tarafından bir kişi ‘iki
renkli çay‘ yapar ve damat ile arkadaşlarına ikram
eder. Onlar da çayı içer ve tabağa para koyarlar.
şucumuzda bir müzik olsun. Eskilerden çok eskilerden daha samimi olunan, duyguları samimi anlatan
bir müzik aç. Kaybol onun içinde çek bir yudum daha
aman ha soğutma ve sakın dudak payı bırakma çayında. Her eksik içtiğin çay daha az inmiş acı demek.
Aç bir müzik. Hasretinden gönlümüz yanan insanlar
için bir yudum daha içelim. Zeki Müren havası olsun.
Biraz canlı, biraz buruk. Ölenlere sağ kalanlara...
Sohbetine doyamadığımıza, onun için son yudumu da içelim.
Haydi.
Çayınıza sohbetinize sağlık.
34
Peltek
se
MESLEK SEÇİMİNİN
ÖNEMİ
Her insan doğuştan getirdiği kendisine özgü yetenekleri, potansiyeli farklı gizli güçleri vardır. İnsanlar
yaşamları boyunca bunları ortaya koymak, kullanmak
ve geliştirmek ister. Bize bütün bu olanakları sağlayacak olan mesleğimizdir. Meslek, bir kimsenin hayatını kazanmak için yaptığı, kuralları toplum tarafından belirlenmiş ve belli bir
eğitimle kazanılan bilgi ve becerilere dayalı faaliyetler
bütünüdür. “Meslek seçiminin ne kadar önemli bir karar olduğunun farkında mıyız?” Meslek seçimi bizlerin hayatımızda verdiği en
önemli kararlardan biridir; hatta en önemlisidir. Çünkü seçilen meslek bizim hayatımızı ekonomik, sosyal,
psikolojik, fizyolojik ve biyolojik yönüyle tümüyle
etkilemektedir. Bir başka deyişle bizim doğuştan getirdiğimiz yeteneklerimizin, potansiyelimizin ve daha sonra öğrenme
yoluyla kazandığımız bilgi ve becerilerin en iyi şekilde
kullanılabilmesi bizim için en doğru olan meslek alanı,
işin seçilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu sayede birey kendini gerçekleştirebilecek benlik kavramı sağlıklı
ve kuvvetli bir şekilde gelişecek, yaptığı işi, mesleğini
severek yapacaktır. Yapmış olduğu meslekten sadece
maddi bir kazanç değil ruh sağlığımız için çok önemli
olan psikolojik doyum (kazanç) elde edilmiş olacaktır.
İnsanlara “Elinizde yaşamınızı rahat bir şekilde sağlayacak bir para geçse yine çalışmak ister misiniz?”
sorusunu yöneltildiğinde % 85 EVET yanıtı alınmıştır. Yaşamımızın 40 yılını bir mesleğe hazırlanarak ve
icra ederek geçiriyoruz bu da hafta sonu tatilleri ve tatiller hariç yaşantımızın 10.000 gününü mesleğimiz ile
ilgili etkinliklerle geçiriyoruz demektir (80.000 saat).
Bir meslek kararımızı verirken bunun böyle olacağını
hiç ama hiç düşünmüyoruz. Oysa meslek seçerken verdiğimiz karar, bizim ileride iş bulup bulamayacağımızı
yada iş yaşamında mutlu ve başarılı olup olamayacağımızı belirler. Meslek, bireyin yeteneklerini, kendini geliştirme
ve gerçekleştirme yoludur.Bireyin kişilik özelliklerini,
ideallerini, hayat görüşünü, değerlerini belirler.Birey
gününün büyük bir kısmını işinde geçirir. Bireyin
yaptığı faaliyet ilgi ve yeteneklerine hitap ediyorsa kişi
mesleki açıdan doyum sağlar . Bir nevi bireyin hayatta
mutlu olması kendi özelliklerine uygun doyum sağlayacağı meslek seçmesine bağlıdır. Peltek
Meslek seçimindeki kararı bireyin, işindeki başarı ve başarısızlığını da etkiler.Her birey farklı ilgi ve
yeteneklere sahiptir.Her meslekte farklı yetenekleri
gerektirir. Günümüzde meslek seçeneklerinin artması, buna
bağlı olarak meslekte uzmanlaşmanın artması, mesleğe
hazırlanmanın uzun süreli eğitimi gerektirmesi, meslek seçme işleminin önemini arttırmaktadır. Bireyin seçim yapmak zorunda olduğu meslekler
geniş bir yelpaze göstermektedir.Tüm bunlar doğru ve
gerçekçi seçim yapma zorunluluğunu artırmaktadır. EN İYİ MESLEK HANGİSİDİR? Geçmişte şu anda gelecekteki en iyi meslek bireyin
özellik ve koşullarına en uygun olan onu en çok tatmin
edecek ve tüm yeteneklerini kullanarak kendini geliştirebileceği meslektir. • Sevdiğiniz bir işi meslek edinirseniz, hayatta bir
gün dahi olsa çalışmış olmazsınız (Konfiçyüs). • Hayatta bir gün bile çalışmadım, hepsi keyiften
ibaretti (Edison). Bireyin gelecekteki yaşam tarzını belirlemesinde dönüm noktası olan mesleki tercihini yaparken doğru ve
isabetli karar verebilmesi için izleyebileceği basamaklar
şöyle sıralanabilir:
1.Bireyin yeteneklerinin belirlenmesi ( Ben neler yapabilirim? ) Yetenek belli bir eğitimden yararlanabilme gücüdür.
Bireyin hangi eğitim programında başarılı olabileceğini
gösterir.Yetenek meslekteki başarıyı etkileyen etmenlerden biridir ve temel gerekliliktir.Seçtiği mesleğin
gerektirdiği en az yetenek düzeyine sahip olmayan
bireyin o meslekte başarılı olması pek de mümkün
değildir. Bunun yanında sahip olduğu yeteneklerin,
kapasitenin altında bir yetenek düzeyi gerektiren
mesleğe yönelen bireyin meslekte doyum sağlaması da
mümkün olmayacaktır. Akademik yeteneğin, okulda derslerdeki başarının
yada başarısızlığın araştırılması, sözel yada sayısal
düşünme yeteneklerinden hangisinde daha başarılı
olduğunun belirlenmesi gerekir. Bunun için bireyin
Fen, Sosyal, Matematik, Türkçe derslerindeki başarısı
bir ölçüt olacaktır. Bunun dışında cisimleri üç boyutlu görebilme,
şekiller arasındaki benzerlik ve farklılıkları bulabilme
gücünün belirlenmesi de araştırılması gereken yetenek
alanıdır. Sayısal düşünme gücüne sahip olmayan, Fen, Matematik gibi sayısal derslerde başarılı olmayan bir bireyin
Tıp fakültesi, Diş hekimliği, Mühendislikler gibi sayısal
puan ile öğrenci alan yüksek öğretim programlarında
başarılı olması mümkün değildir. Cisimleri üç boyutlu görebilme ,bir evin planına bakarak o evin yapılış
halini göz önünde canlandırabilme, bir şeklin açılımını
düzlem üzerinde çizebilme gücüne sahip olan birey,
mimarlık eğitiminde başarılı olabilecektir. Sözcükleri ustalıkla kullanamayan, zengin bir sözcük
dağarcığına sahip olamayan kişinin dil ve edebiyat
programında başarılı olması beklenemez. 2.İlgi Alanlarının Belirlenmesi (Ben neleri yapmaktan hoşlanırım?) Yetenekler, bireyin hangi eğitim programında daha
se
35
başarılı olabileceğini gösterirken ilgiler, bireyin hangi faaliyetlerle uğraşmaktan zevk duyacağını belirler
ve işin özüne iner. İlgiler , yeteneklerle ilişkilidir.İlgi
duyduğumuz alanlar çoğunlukla yetenekli olduğumuz
alanlardır. Seçilecek olan mesleğin, insanlarla diyalogu, onları
yönetmeyi, yönlendirmeyi, onlara hitap etmeyi, yardım
etmeyi yoksa insanlarla değil de objelerle uğraşmayı
gerektiren faaliyetlerimi içermesinin belirlenmesi,
bunun dışında edebiyata, müziğe, güzel sanatlara karşı
olan ilgilerinde belirlenmesi gerekir. Birey ilgi duyduğu, hoşlandığı işleri severek yapar.
Bireyin ilgi duymadığı faaliyete yönelmesi hem
mesleki doyumunu hem de başarısını olumsuz olarak
etkileyecektir. İnsanlara yardım etmekten, insanların sorunlarını
dinleyip sorunlarına çözüm aramaktan zevk almayan
bir psikologun ne kendisine nede kendisinden yardım
isteyen kişiye faydası olacaktır.
3.İş Değerlerinin Belirlenmesi (Ben ne istiyorum ? ) Yetenek ve ilgilerin belirlenmesinin ardından
bireyin meslekteki beklentilerini tanımlaması gerekir.
İş değerleri , bireyin meslekte nelere önem verdiğini,
mesleki faaliyetin sonunda elde etmek istediği olanakları gösterir. Kazanç, liderlik, yeteneğini kullanma, işbirliği, ün
sahibi olma, sosyal statü, düzenli yaşam, değişiklik gibi
iş değerleri vardır. Birey bu değerlerden kendisi için
önemli olanları belirlemeli.Kendisine belirlediği bu
değerleri sağlayacak mesleğe yönelmelidir. Ancak ilgi
ve yeteneklerini de göz ardı edilmemesi gerekir. Meslekte düzenli bir yaşama, sosyal statüye, işbirliğine, yaratıcılığın anlatım bulmasına önem veren birey
kendisine bu beklentilerini sağlayabilecek olan ‘öğretmenlik mesleğini tercih edebilir. 4.Kişilik Özelliklerinin Belirlenmesi (Karakterim Nasıl? ) Meslek seçimi, bireyin kişiliğinin yansımasıdır.Bireyin meslek seçiminde isabetli olması kişilik özelliklerini çok iyi tanıyıp bu özellikleri gerektiren mesleklere
yönelmesine bağlıdır. Bireylerin çok farklı kişilik özellikleri vardır. Atak,
girişken, çekingen, uysal, hırslı, idealist, hayal gücü
zengin, realist, mantıklı, sinirli, kendi başına buyruk,
alçak gönüllü, düzenli, kurallara bağlı vb. çok çeşitli
kişilik özellikleri bulunur. Bireyin sayılan bu özelliklerinden hangilerine sahip olduğunu belirlemesi ,seçimini bu doğrultuda yapması gerekir. İkna gücü yüksek,dışa dönük,insanlarla devamlı
ilişki halinde olan girişimci niteliklere sahip olan birey
avukat, politikacı yada pazarlamacı olabilir. Kurallara bağlı, düzenli, statüye önem veren, sorumlu, nesnelerle uğraşmaktan hoşlanan bireylerin,
bankacılık, büro memurluğu, muhasebe gibi mesleki
yönelmeleri isabetli olacaktır. Kişilik özelliklerinize, yeteneklerinize, günün koşullarına uygun, bilinçli bir meslek seçimi, toplumda
sağlıklı, mutlu, kendi kendisiyle barışık insanlarında
sayısını da çoğaltacaktır.
36
Peltek
se
Diyar-ı Küfrü Gezdim
Zehra Nur Koç
Birkaç ay öncesinden Fransa’ya gitmeye
niyet etmiştik. Gitmek,
on beş tatilde nasip
oldu. Gideceğimiz yer
Fransa’nın 8. büyük
kenti olan ve Akdeniz
kıyılarında bulunan
Montpellier şehri idi.
Montpellier kenti adını
“Mont Pestellario” adlı
bir dağdan alıyor. Yüzyıllar içinde değişe değişe Montpellier olmuş.
Türkçedeki telaffuzu ise
“Monpölye” dir.
Gezmeye başladığımızda adım başı şaşkınlık, bazen hayranlık,
bazen ise midemizi bulandıran birçok şey ile karşı karşıya kaldık. Öncelikle şehrin
merkezi olan Comedi meydanından başladık gezmeye. Comedi meydanı birçok kafe ve restorantı içinde bulunduran,
çok şık, geniş bir meydan. İnsanlar bu meydanda sanatlarını
özgürce icra edebiliyorlar. Meydanın orta yerinde ise şehrin
simgesel yapıları bulunuyor. Meydanda bulunan dilenciler,
evsizler vs. ihtiyaçlarını sözlü bir şekilde veya etraftakileri
rahatsız edecek bir biçimde değil; ellerinde bulunan yazılı
kartonlarla ifade ediyorlardı. Bu yapılan şey çok ilgi çekici ve
aynı zamanda kanaatimce çok hoştu. Bunun yanısıra günün
hangi saatinde dışarı çıkarsan çık sana gülümseyen, “bonjour” diyerek selamlayan, bisiklet süren madamın biz ona
çarptığımız halde, “pardon
frenlerim bozuk galiba”
diyerek bir değil iki kez özür
dilemesi, çok samimi ve
sıcak insanların varolduğunun kanıtıydı.
Bulunduğumuz kentte
ulaşım için tramvaylar
şehrin bel kemiğiydi. Aktif
bir ulaşım aracı olan tramvaylar; rengarenk desenler
içindeydiler ve yepyeni gözüküyorlardı. Üstelik tramvaylarda turnike sistemi de
yoktu. Bilet denetimi ise
yok denecek kadar azmış.
Yani anlayacağımız insanlar
kendi vicdanlarıyla başbaşa
bırakılmış.
Türkiye Avrupa’ya
yetişmek adına güzel baba
yadigarı evlerimizi yıkıp,
yüksek yüksek binalar
dikiyor. Halbuki gezdiğimiz
kentte böyle bir durum
yoktu. Çoğunluğu müstakil
ev olmakla beraber çok fazla
yüksek binalar yoktu. Şehirde çok otantik güzel evler,
kafeler, restoranlar vardı.
Şehir mimarisine sahip
çıkılmış.
Alışverişte sebze meyveyi kendin tartman, aynı
zamanda bir kısım yerlerde
kasiyerin bulunmayıp kasadan kendin geçirmen , ya
da petrol istasyonlarında arabadan inip kendi yakıtını yine
kendin doldurman daha önce hiç görmediğim ilginç şeylerdi.
Fransa devleti Fransız olsun olmasın halka çok iyi hizmet
ediyordu. Hizmeten istifade için kendini ifade etmen yeterliydi. İnsanlarda bazı milletler müstesna yapılan hizmeti
suistimal etmiyordu.
Bunların hepsi çok güzel şeyler. Sadece bunlardan
bahsedince insan; yaşanılası yerler, işte hayat bu diyor. Ama
Müslüman olarak taviz veremeyeceğimiz, bizim için yaşantımızın temel taşı olan; hassasiyetlerimiz, değerlerimiz
var. Bunların başında temizlik geliyor. İnsanların abartı bir
şekilde olan hayvan sevgileri bu meseleye zıt bir durum. Çocukları olsa o kadar yani…
zaten her yere hayvanlarla
girip çıkmak serbestti.
Kimisi köpeğiyle birlikte
yemek yiyor, kimisi köpeğiyle beraber arabada yolculuk
yapıyor kimisi köpeğiyle çok
samimi…
Benim gezimizle ilgili
gözlemlerim, aktaracaklarım
bunlar. Artılarıyla eksileriyle
elhamdulillah güzel günlerdi. Hasılı kelam;
Diyar-ı küfrü gezdim
beldeler kaşaneler gördüm,
Dolaştım mülk-i islamı
ben dahi viraneler gördüm.
Peltek
se
37
EN
RE
SC
Benim
Sinemalarım
Dilruba Aslan
AKILALMAZ (Unthinkable): 2010 ABD yapımı olup
Gregor Jordan’ın yönetmeliğini yaptığı film sonradan Müslüman olmuş bir ABD vatandaşı olan Muhammed Yusuf’un
3 ayrı yerlere yerleştirdiği nükleer bombaları ABD yönetimini korkutur ve FBI’ı hemen devreye sokarak çalışmalara
başlar. Muhammed Yusuf’u aramaya koyulurlar. Muhammed Yusuf ise bilerek bir alışveriş merkezinde FBI’ın kendisini bulması için kameraların karşısında bekler. Ve yakalanıp
sorguya çekilir ,sorguyla başlayan diyaloglar iki kişi arasında
olsa da aslında bu ABD ile Müslüman devletleri simgelemektedir. ABD’nin Müslüman ülkelere yıllardır uyguladığı
sömürge polikasını ve bu politikadan da vazgeçmeyeceğini
filmde sürekli vurgulanmıştır.Ve sorgulamada kullanılan
yöntemler ABD yönetiminin Ebu Gureyb’te Guantanamoda
yaptığı hukuksuz sorgulamarı işkenceleri andıracak şekilde
acımasızdır.Film izlerken Amerika yönetimin Müslüman
sömürgelerine karşı net tavrını da gözler önüne sermektedir.İyi seyirler
HUGO: 2011 de vizyona giren Martin Scorsese’nin yönetmenlğini üstlendiği macera dram ve aile türleri bir arada
verilen film anne ve babasız olan sahipsiz bir çocuğun pariste bir tren istasyonunda gizlice yaşamak zorunda olduğu
ve saatleri ayarlamakla görevli bir çocuğun hikayesi… Hayata dair bir şey bilmeyen hugo neden dünyada oğlunu ve ne
yapması gerektiğini sorgulamaya başlar saatleri ayarlamakla
uğraştığı için bu sorunun cevabına kolay ulaşır ve düşünür
ki “saatlerde bulunan parçalar ne eksik ne fazla hepsinin bir
görevi var ve hiçbir parça fazla değil o halde bende dünyaya
geldiysem bir nedeni olmalı bir görevim
olmalı, hiçbir şey boş değil” diyerek
babasından kalan ‘automaton’ robutu
tamamlamak için yola koyulur ama birdenbire yolu bakımını yaptığı saatlerin dişlileri gibi kitaplara meraklı, garip bir
kızla ve tren istasyonunda oyuncakçı işleten umudu kırılmış
bir adamla kesişir.Film bu esrarengiz olayların çözümlenmesi ile devam eder.
TRUMAN SHOW: Peter Weir’ın hayatlarımızın gerçeklerini sorgulatan ve çevremize daha farklı bir gözle bakmamızı
sağlayan 1998, modern yaşamımızı sorgulamaya yönelten
başarılı bir filmdir. Filme adını veren kahramanımız Truman Burbank tablolardaki gibi eşsiz güzellikte bir adada
yaşayan evli ve çok sevdiği bir eşi olan düzenli ve iyi bir işi
olan görünüşte mutlu bir insandır.Truman tüm okul hayatı
boyunca sorgulamamayı,keşfetmemeyi öğütleyen bir eğitim
sistemi içinde yetişmiştir. Böylelikle kahramanımız aynen
günümüzdeki miyomlarca insan gibi kapitalist,emperyalist
seküler ve modern bir eğlence programında olduğunun
var(a)mayacak vardıralamayacak ve mutlu olduğunu düşünerek geçirecektir hayatını. Öyle ki Trumana dış hayatın
olmadığını çocukluktan itibaren aşılanmıştır tıpkı günümüzdeki sistem gibi ama Truman bunu aşıcak ve gerçeklere
ulaşacaktır.Filmden bir replik vermek gerekir ise “Dünyanın
gerçekliğini bize sunulan haliyle kabul ederiz”.
Peltek
38
se
Tarihin Köşe Taşları
Derya Erincik
ALİYA
Aliya
İzzetbegoviç
1925’te
BosnaHersek’in
Bosanski
Samac
ilinde doğdu.
Saraybosna’da hukuk eğitimi gördü
ve avukat olarak çalıştı. 1983 yılında düşüncelerinden dolayı 14 yıl
hapse mahkum oldu. Cesur, inançlı
ve azimli mücadelesi ile tüm hayatı
boyunca halkına önderlik yapan,
bilge-zahid kişiliğiyle haklılığını
her zeminde haykırarak güçlü
ve şahsiyetli bir örneklik ortaya
koyan Aliya, bu özellikleriyle İslam
Dünyasında yeni bir lider tipinin
de öncüsü oldu. Son derece güçlü
entelektüel birikiminin yanında
eylem adamı kişiliğini gösterebilen
Aliya, 2003 yılında vefat etti.
İSKİLİPLİ
ATIF HOCA
1875 yılında doğdu. Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf, dedesi
Hasan Kethüda’nın himayesinde yetişti.
Köy hocasından başladığı tahsiline 1891’den
itibaren iki sene İskilip’te
devam etti. 1902’de medresedeki öğrenimini tamamladı.
Atıf Hoca, şapka devriminden
önce yayımlamış olduğu Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinde Müslümanları amel-iman bütünlüğüne
davet ediyordu. Müslümanların
Müslüman olmayanların kılık kıyafet ve kültürel alışkanlıklarına benzemeye çalışmasının caiz olmadığını söylüyordu. 26 Aralık 1925’te,
risaleyi yayınlayan ve dağıtanlarla
birlikte, 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara’ya gönderildi. 26
Ocak 1926 Salı günü Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce
yayınlamış olduğunu, içerikleriyle
ALİ ULVİ KURUCU
81 yaşında hayata veda eden Ali Ulvi Kurucu, 60 yıldır Medine–i Münevvere’de yaşıyordu. Senenin belirli bir bölümünü ise
Türkiye’de geçirmeye özen gösterirdi. Emekli olduktan sonra bütün zamanını Medine’ye
gelen misafirlerine ve ibadete ayıran Ali Ulvi
Kurucu Hocaefendi, yetişen imanlı nesli gördükçe kendini, “Sizler benim gerçekleşen
rüyalarım, kabul olunan dualarımsınız.” demekten alıkoİBN-İ HALDUN
İbn-i Haldun modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden
kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi. Köklü bir aileden geldiği için iyi
bir eğitim aldı. Tunus ve Fas’ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır’da
çalıştı. Kuzey Afrika’nın o dönem istikrarsız
ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini
çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır’da 6 defa Maliki kadılığı
yaptı. Şam’ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir
bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti.
Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe ge-
ilgili görüşlerinden vazgeçmemiş olduğunu,
bununla birlikte kanuna karşı bir harekette
bulunmadığı şeklinde
bir ilk savunma yaptı. Mahkeme başkanının şapka ve sarığı karşılaştırarak, ikisinin de
bez parçasından ibaret
olduğunu söylemesine
karşılık, hakimin arkasındaki bayrağı göstererek onun hammaddesinin de İngiliz bayrağının hammaddesiyle aynı olduğunu söyleyerek
cevap verdi.
Savcı, İskilipli Âtıf Hoca için 3
yıl hapis cezası istedi. Mahkeme,
müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı. Ancak Atıf Hoca savunma
haklarından tümüyle vazgeçtiğini belirterek idama götürülmesine razı bir tutum aldı. Ertesi gün,
mahkeme reisi Ali Çetinkaya müdafaa yapmaya gerek görmeyen
Atıf Hoca’yı idama mahkûm etti.
Atıf Hoca 1 hafta sonra Ankara Samanpazarı Meydanı’nda asıldı.
yamıyordu. Ömrü Medine–i Münevvere’de
Peygamber Aleyhisselâm’ın yanı başında
huzur ve sükûn içinde geçirmiş, dünyanın
her tarafından o nurlu şehre gelen ilim
adamlarıyla, saf Müslümanlarla görüşmüş,
onları misafir etmekten büyük haz almıştı.
İlim çevrelerince İslam’ın nuru, vakarı, izzeti alnında parıldayan bir şahsiyet olarak
nitelendiriliyordu. Ali Ulvi Kurucu , Âkifvârî
şiirleri ve Safahat’ı ezbere bilmesiyle tanınıyordu.
çiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun
giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime’yi
yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa
da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkiledi.
Başta Katip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet
Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı
Devleti’nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa
onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında
yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan
itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü. Öyle ki Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle dedi: “Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin
tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi”.
Peltek
se
Havada Bulut Yok
Göstereyi Sel Aldı
Asu Turnacı
Genel takvimlerimizde yazan meşhur sayılı günler,
genellikle güneşin burç değiştirmesi ile meydana gelen hava
değişikliklerini gösteren birtakım günlerdir.
Eski takvime göre bir yıl iki bölüme ayrılır. Birinci bölüm
‘ Kasım Günleri ‘ ismini alır ve 180 gün olarak kabul edilir.
8 Kasım’da başlar. 5 Mayıs’ta sona erer. İkinci bölüm ise, ‘
Hızır Günleri ‘ olarak adlandırılır ve 186 gün olarak hesaplanır. 6 Mayıs günü başlar. 7 Kasım günü sona erer. Baharın gelişi, eski takvime göre ‘ Kasım Günleri ‘ içinde
üç merhalede gerçekleşir. Bu aşamaların her birinde gökten ‘
Cemre ‘ düştüğüne inanılır. Cemre Arapça bir kelime olup ‘ Ateş Halinde Kömür ‘
manasındadır. Şubat ayında yavaş yavaş artan hava sıcaklığının sebebi olarak bilinen hayali bir olaydır. Birinci cemrenin
‘ Kasım Günleri’nin ‘ 105. günü yani 20 Şubat günü havaya
düştüğü, İkinci cemrenin yine ‘ Kasım Günleri’nin ‘ 112.
günü. Yani 26-27 Şubat günlerinde suya düştüğü ve Üçüncü
cemrenin de 119. gün yani 4-5 Mart tarihlerinde toprağa
düştüğü kabul edilir. Cemre, bu evreleri tamamlayıp toprağa düştükten sonra
artık kış mevsiminin kesin olarak sona erdiği ve baharın
başladığı varsayılır. Artık bu tarihten itibaren kalıcı soğuklar
olmaz. Hatta kar yağsa bile hiçbir şekilde tutmaz. Diğer sayılı günleri de şöyle sıralayabiliriz. Mart dokuzu: 22 Mart Rumi Mart’ın dokuzunda başlar, birkaç gün sürer. Gece
ile gündüz eşittir. Hava sıcaklığının sıfırın altında 20-25
dereceye kadar düştüğü görülmüştür. Güneş ‘ Hamel ‘ (Koç) burcuna girer. Don ve kar fırtınası
olabilir. Şıvgın denilen sulu kar yağar. Mart dokuzundan 150 gün önce yani 9-12 Teşrinievvel
günlerinde koyuna koç katılır ve böylece davarın kuzulaması
bu soğuk günden sonraya rastlatılır. Dokuzun dokuzu: 22-31 Mart Mart’ ın (Azer) 9-18’ i arasındaki günlerdir. Fırtına, kar
yağışı ve soğuk yapar. Yeni uyanan ağaçlara ve oğlaklara
zarar verebilir. Mart otuzu: 13-14 Nisan Baharın girdiği günlerdir. Fırtına yapabilir. Halk arasında; ‘ Mart Dokuzu, Dokuzunun Dokuzu, o da olmazsa otuzu
‘ sözü ile sayılı günlerden kabul edilir. Aprıl beşi: 18 Nisan Rumi Takvim’ in beşine rastlayan bu günde ‘ Camız Kıran
Fırtınası ‘ olur. Bu sebepten hayvanlar ahırdan dışarı çıkarılmaz. Halk arasında ‘ Kork aprılın beşinden, camızı ayırır
eşinden hele hele on beşinden ‘ sözleri ile bu günün tehlikesi belirtilir. Bu en önemli sayılı günde kar yağabilir. Keskin
poyraz eser, dolu yağarsa yeni uyanmaya başlayan ağaçları
soğuk alır. Özellikle kayısı, badem ve kiraz çok etkilenir. Yine halk arasında; Sitte-i sevr: 21-26 Nisan Güneşin Sevr (Boğa) burcunda bulunduğu Nisan ayında,
fırtınaları ile meşhur olan altı gündür. Hızır-İlyas (Hıdırellez) : 6 Mayıs Rumi 23-24 Nisan gününe rastlar. Baharın başladığı
gün olarak kırlara gidilir. Dazdazlar kurulur. Anadolu da her
yörenin adetlerine göre bir çok eğlenceler düzenlenir. Engir kıran fırtınası: 20 Mayıs Rumi mayısın haftasında olur. Güneş ‘ Cevza ‘ (İkizler) burcuna girer. Şiddetli rüzgar eser, ağaç dalları, üzüm
engirleri ve bilhassa aşı sürgünleri zarar görür. Hava iyi iken
birden bozar. Yağmur veya kar yağabilir. Türkmenlerin ‘ Karıyı Kazana Tıkan Fırtınası ‘ dedikleri
bu gün için, Mahalli çevrelerde ‘ Havada bulut yok, Göstere’
yi sel aldı ‘ tekellemesi söylenir. Bağlara göçme zamanı: 28 Mayıs- 28 Haziran Rumi 15 Mayıs ile 15 Haziran arasında bağcılar şehire
mafracı koyup bağa göçerler. Gün dönümü: 22-25 Haziran Rumi Haziran’ ın 9-12. günlerine rastlayan zamandır.
Güneşin ‘ Seretan ‘ (Yengeç) burcuna girdiği bu günde çok
şiddetli yağmurlar yağar, sel seylan olur. Bazen de kırcı
yağabilir. Yanar: 1-8 Ağustos Rumi Temmuz’ un 19-26. günleri arasındadır. Senenin
en sıcak günleridir. Takvimlerde ‘ Eyyam-ı Bahur ‘ (çok sıcak
günler) olarak geçer. Kumsal bağlarda yalın ayak gezilemez.
Yanar günlerine kadar sıcak olursa arkasından gelen kışında
o derecede soğuk olacağına inanılır. Bu günlerde derede,
ırmakta veya göllerde yıkanmak uğursuzluk sayılır. Ayrıca
yıkananların vücutlarında alaca benekler oluşur. Pastırma yazı: 13 Eylül-13 Ekim Eski takvime göre Rumi Eylül ve 1. Teşrin aylarındaki
günlerdir. Havalar ısınır. Bu sebeple bu günlere ‘ Fukara Yazı
‘ da denir. Henüz mangallar yanmaz. Ağaç budaması yapılmayan günler: 13 Kasım 13 Kasım’ dan 58 gün evvelden başlayarak 58 gün sonraya kadar budama yapılmaz. Ağaçların suyunun çekilmesi: 27 Kasım Rumi 14 Teşrin-i Sani gününden itibaren ağaçların suları
çekilir ve bu günden itibaren ağaç fidesi dikilebilir, nakil
yapılabilir. Gün dönümü: 23 Aralık Kara kışta yani, I. Kanun’ un, onuna rastlar. Güneş ‘ Cedy
‘ (oğlak) burcuna girer. Yağmur hatta kar yağar, soğuk artar
sabahları don ve buzlanma olur. Hamsin başlangıcıdır. (50
günlük başlangıcı) yanarın yamacı: 1- 9 Şubat Rumi II. Kanun’ un 19-26. günleri arasındaki zamandır.
Kışın en soğuk günleridir. Bu günlerde hamama gidilmez.
Gidenlerin ciltlerinde alaca lekeler olabilir. Burç olarak ‘
Hamsin ‘ bitimidir. Yani 50 günlük kışın sonudur. Leylekler: Şubat sonlarında gelirler, Ağustos sonlarına kadar kalırlar. Ördekler: Şubat’ tan itibaren gelirler 18 Eylül’ e kadar kalırlar. Kırlangıç ve ebabiller: Mart sonlarında gelirler Ağustos sonuna kadar kalırlar.
39
40
Peltek
se
Mavi kelebeğin
izinde
Rumeysa Çiftçibaşı
1992-1995 yılları arasında Bosna savaşında Avrupa’nın göbeğinde 312 bin kişi içlerinden 35 bini de çocuk olan Srebrenitza
katliamı sonrası Bosnalılar hep mavi kelebekleri takip ettiler.Biliniyordu ki o kelebek bir çiçeğin üzerine konuyordu .Ölüm çiçeği…
Bu çiçek ise sadece toplu mezarların üzerinde çıkıyordu. Şimdi ise
tüm İslam coğrafyası olarak mavi kelebeğin izini sürmekteyiz her
yerde toplu mezarlar her coğrafya ayrı bir katliam …Suriye de insanlar sistematik bir katlima maruz bırakılıyor. Gazze acımasız
siyonis israile karşı halen bağımsızlık mücadelesi veriyor. Mısır ise
arkasında küresel güçlerin destek verdiği
görünürde ise Sisi’nin askeri darbesinin
ardından dirilen ve halkın ümidi olan
Ihvan-ı Müslimini kendilerine göre belli
hukuksal cezalar ile idam etmekte. Ve diğer bilmediğimiz mazlum insanlar:
PATANİ: Taylantın güneyindeki
Malezya sınırında 2 milyondan fazla
Müslüman’ın yaşadığı bir ülke Patani.
Oldukça zarif bir halka asil ve köklü bir
tarihe sahip olan Patani doğal güzellikleri ile adeta masallar diyarını andırıyor . İngiltere’nin işgal altında tuttuğu Patani topraklarından 1902’de çekilirken ülkeyi Taylant yönetimine devretmesi
ile tıpkı medeniyetlerin çatıştığı Ortadoğu gibi Güneydoğu
Asya’da da sınırlar cetvelle çizilmeye başlandı. Patanili halkı
için ise sıkıntılı günler baş göstermeye başladı .O günlerden
bugüne kadar da Patanililere yönelik zulüm aralıksız devam
ediyor. Patanililer bu duruma herhangi bir direnme hareketi
veya İslami bir çalışma yaptığında ise Taylant yönetimi sert
cezalar ve işkencelerle karşılık vermekte .
MORO: Filipinlilerin güneyindeki Mindanao ve Moro
adasının çevresinde büyük nüfusa sahip olan Müslümanlar
1970’ten beri Filipinler yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi veriyor.Bu mücadelede Filipinler Müslümanları Hıristiyanlaştırmak ve direnişi kırmak için sert müdahalelerde bulundular. Müslümanlar bu asimile müdahalelerine karşı net
tavrı Filipinlilerin Müslüman halkına savaş açmasına sebep
oldu.Camiler bombalandı insanlar evlerinden alınıp topluca
kurşuna dizildi .Müslüman halk ise savaşa karşı direndi ve
kendi örgütlerini kurdular. 42 yılı aşkın süre devam eden bu
mücadele Filipinlilerle yapılan yeni anlaşmalarla savaş yeni
merhaleler kazandı.
NEPAL: Güney Asyada Çin ve Hindistan’ın arasında kalan
29 milyon nüfusa sahip bir ülke. Aynı zamanda Hinduizm ve
Budizm gibi dinlerin de merkezlerinden biri sayılıyor.Öyle ki
Hinduizm ve Budizm ilk defa Nepalde ortaya Çıkmıştır.Nepal
denilince akla her ne kadar Doğu Asya dinleri gelsede ülkede
ciddi manada İslami çalışmalarda yapılıyor.bugün iki milyon
nüfusa sahip Müslüman halkı diğer dinlere karşı İslam kültürünü korumak ve yaymak için büyük bir uğraş veriyorlar.
Tebliğ noktasında da bir çok faaliyet yürüten Müslüman halk
İslam’ın daha iyi anlaşılması için belirli İslam kaynaklarını
n çevirilerinide yapıyorlar. Müslüman halkın bu çalışmaları
Budizm’in fanatik grupları tarafından engelleniyor ve camilere kültür merkezlerine bomba koyularak sert müdahaleler
yapılıyor.Bu müdahaleler insan haklarına aykırı olmakla birlikte basınada duyurulmuyor.
ARAKAN:Bangladeş,Burma ve Hint okyanusuna komşu
olan bir Güney Doğu Asa ülkesidir. Bir zamanlar 50 bin kilometre karelik topraklarında kendilerine ait bir İslam devletine sahip olan Arakanlılar bugün ise Myanmar yönetiminin
işgali altındalar.Budistler Arakan topraklarını ele geçirmek
için arakan halkını katlediyor işgencelerden geçirip baskı altında tutuyor.
Bir çok hakları ellerinden alınıyor ve
sert kısıtlamalar getiriliyor misal seyahat etmeden önce Myanmar yönetiminden izin alınıyor.Evlerindeki alet
edevatların bile sayısını Myanmar yönetimine bildiriliyor ve bildirilen eşyalar haricinde evde başka eşya varsa
ağır cezalar veriliyor.Eğitim hakları da
aynı şekilde kısıtlanmakta arakanlı bir
öğrenci lise bittikten sonra ancak din
değiştirdiği takdirde eğitim öğretim hayatına devam edebilir.Evlenmede de halk izne tabi tutuluyor sonuç ise genelde
olumsuz sonuçlanıyor .Müslüman gençlerde yurt dışına çıkıp
evleniyorlar myanmar yönetiminden izinsiz olduğu için bir
daha ülkelerine dönemiyorlar.Ve türlü türlü işkenceler …
DOĞU TÜRKİSTAN: Doğu Türkistan bir çok medeniyete
ev sahipliği yapmış ve tarihte iz bırakmış ülkelerden biridir.
Günümüzde ise bir ülke terörüne maruz kalan katliamlarla
bir Doğu Türkistan gerçeği var. Doğu Türkistan kısa süreli
bağımsızlık dönemi yaşamışsa da Çinin etnik asimilasyon politikaları ile ezilmiştir.Aynı zamanda Uygur Türkleri şiddetli
olarak yürütülen bir nüfus planlamasına da maruz kalmaktadır. Çin yönetimi tarafından tamamen Doğu Türkistan halkına uygulanan politika sebebi ile nüfus gittikçe azalmakta
insan haklarına aykırı bir şekilde uygulanmaktadır.Doğu Türkistan da din ve vicdan özgürlüğü ise ancak bir hayal olarak
görünmektedir.Çalışan nüfusun öğrencilerin ibadet yerlerine gitmeleri yasaklanmış ve sert cezalar verilmiştir.özgürce
düşüncelerini söyleme hakları ellerinden alınmıştır.Çin hükümetinin 5 temmuz Pazar günü başladığı kitlesel kıyamda
devam etmektedir.
ÇEÇENİSTAN: Müslüman Çeçenlerin Ruslara kök söktüren tarihsel mücadelesi 92 yılından itibaren Cevher Dudayev,
Zelimhan Yandarabiyev, Şamil Basayev gibi değerli insanların
hem siyasal hem de askeri anlamda mücadelesi devam etmektedir . Bu süreçte malumunuz Rusya’nın şartsız sebepsiz
insanlığa sığmayacak boyutta yapılan saldırılar acımasızca şehit edilen askerler ve arkalarında gazi aileler bırakmıştır.Rusların bu acımasız savaşında Müslümanlığın verdiği direnişçi
ruh çeçen halkını ayakta tutmayı başarmış ve günümüzde de
halen bu mücadele devam devam etmekdir.
Peltek
se
41
Türkçesi Varken...
Zeynep Beyza Yetişen
Sözcüğün yanlış kullanımı
neden olmak (Bu başarıya
ulaşmama o neden oldu)
Doğrusu (!)
Neden olmak olumsuzluk
içerir. (Bu başarıya ulaşmamı o sağladı.) (Bu duruma
düşmeme o neden oldu.)
çok mersi
merci beaucoup
detay
fonksiyon
fonksiyonel
avantaj
kriter
kriterler
test etmek
test sınavı
layt (light)
fest fud
hard disk
imeyıl (e-mail)
meyil (mail)
meyil çekmek
maus (mouse)
ran etmek (run etmek)
server
tekrardan
detail
function
functional
advantage
criterion
criteria
testing
???
light
fast food
hard disc
e-mail
mail
sending a mail
mouse
running
???
Türkçesi (veya en uygunu)
Çok teşekkür ederim. Teşekkür ederim.
ayrıntı
işlev
işlevsel
üstünlük
ölçüt
ölçütler
denemek, sınamak
çoktan seçmeli sınav
hafif
hazır yiyecek
sabit disk
e-posta
elmek, e-posta mesajı, ileti
e-posta mesajı yollamak
fare
çalıştırmak
sunucu
tekrar veya yeniden
DİLİNE SAHİP ÇIK BELLEĞİNİ KORU
Dilimiz, en değerli varlığımız ve hızla yozlaşmaktadır. Yeni yetişen
nesil kendi dilinden utanmakta, anlamı bilinmedik yeni kelimeler türetmekte, farklı olmak gayesiyle dilin doğallığından uzaklaşmaktadır.
ÖZENTİ OLMAK YERİNE KENDİ DİLİMİZİ KULLANMAKTA
ÖZENLİ OLMALIYIZ.
***
Dilimizi yeniden dizayn etmek isteyen global güçler yeni jenerasyonun belleğine absürt sözcükleri empoze ediyor.
SEN BU CÜMLEYİ KURARKEN ÜLKEYİ DÜŞÜNMELİSİN
Dilimizi yeniden tasarlamak isteyen küresel güçler yeni neslin belleğine/hafızasına saçma kelimeler dayatıyor.
***
BİLİYOR MUSUN?
Bir Batı ülkesinde, dükkanlara ve çocuklara yabancı isim vermenin
yasak olduğunu...
Türkçenin on bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski ve en üretken
bilim dili olduğunu...
Dildeki bu hızlı yozlaşma ile, gelecekte şuursuz, kişiliksiz, geri kalmış çocuklara sahip olacağımızı...
Büyük bir ulusu yok etmek için önce dilin yok edildiğini...
Peltek
42
se
Oku Bakayım
ıkla olmuştur…
az!.. Olmuşsa da yanlışl
Kur’an aşırı dozda kullanabileceğ
imiz eşsiz bir ilaçtır.
Bende yanlışlık olm
Zaten eskiden beri gösteriş meraklısıydı.
oksun…
s
eşek arısı
Hay dilini
Dilini sıkı tut
Acı veriyors
a
ın
dişin kırılmas
geçmiş geçm
emiş deme
ktir.
Peltek
se
43
İşte Yanlış
Bildiklerimiz!
Esra Nur Kaya
İnsanoğlunun inşa ettiği hangi yapı Ay’dan
görülebilir?
Çin Seddi’nin “insanoğlunun inşa ettiği ve aydan
görülebilen tek yapı” olduğu düşüncesi çok yaygındır
ama bu doğru değildir. İnsan eliyle yapılmış hiçbir şey
aydan çıplak gözle görülemez.
Şu ana kadar yaşamış en tehlikeli hayvan hangisi?
Bu sorunun cevabı açık ara sivrisinek…Şu ana kadar
ölmüş olan insanların yarısını (muhtemelen 45 milyar
kadar) dişi sivrisinekler tarafından öldürdü. Günümüzde bile her 12 saniyede bir kişi sivrisineklerden kaynaklanan sebeplerle hayatını kaybediyor.
Üç saniyelik hafızaya sahip olan şey nedir?
Bu konuda henüz kesin bir sonuca ulaşılmış değil.
Ancak yaygın kanının aksine, bir Japon balığının hafızası birkaç saniyelik değil. Yapılan araştırmalar, Japon
balığının en az üç aylık bir hafızaya sahip olduğunu ve
değişik şekilleri, renkleri ve sesleri ayırt edebildiğini
gösterdi.
Yaşayan en büyük şey nedir?
Fil, mavi balina ya da dev sekoya ağaacı? Hayır, dünyadaki yaşayan en büyük şey bir mantar. Kesilmiş bir
ağaç kütüğünün üzerinde büyüyen bal mantarından
(Armillaria ostoyae) şu ana kadar görülen ve Oregon’daki Malheur Ulusal Ormanı’nda bulunan en
büyük numune 890 hektarlık bir alan kaplıyor ve yaşı
2000 ila 8000 arasında tahnin ediliyor.
Roma yanarken Neron ne yapıyordu?
Kesinlikle yanan şehri seyrederken lir çalıp şarkı söylemiyordu. Yangın çıktığı sırada Neron yangının 56 km
uzağında, deniz kenarındaki yazlık evindeydi. Neron
haberi alınca hızla Roma’ya gitti ve yangın söndürme
çabalarının sorumluluğunu üstlendi.
Savaştan üç kat daha tehlikeli olan şey nedir?
Çalışmaktır… Çalışmak; içki, uyuşturucu ya da savaştan çok daha fazla insan öldürmektedir. Her yıl yaklaşık iki milyon insan, işle ilgili kazalar ve hastalıklar
yüzünden hayatını kaybediyor; buna karşın savaşlarda
her yıl 650 bin kişi ölüyor. Tek başına değerlendirildiğinde, en tehlikeli işin, Bering Denizi’nde çalışan
Alaskalı yengeç avcılarına ait olduğu söylenir.
“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diyen
kimdir?
“1789 yılıydı ve Fransız Devrimi tüm hızıyla cereyan
etmekteydi. Paris’teki yoksullar ayaklandılar çünkü
yiyecek ekmekleri yoktu. Bu sırada Kraliçe Marie Antoinette “ekmek bulamayanlar pasta yesin” şeklindeki
ahmakça öneriyi ortaya attı.” Çoğu kişinin doğru bildiği
yanlışlardan birisi daha… İlk sorun şu ki, bahsedilen
şey pasta değil brioche adlı verilen ve ekmeğe çok
benzeyen bir çörekti. Bu durumda bu sözler iyi niyetli
bir girişim olabilir: “Eğer ekmek istiyorlarsa onlara iyi
cinsinden verin.” Kaldı ki bu sözleri söyleyen Marie
Antoinette değildi. Bu ifade en aşağı 1760’tan beri
aristokratik çürümenin tasviri olarak yazılı bir biçimde
kullanılıyordu. Jean-Jacques Rousseau bu ifadeyi daha
1740’ta duyduğunu ileri sürüyordu.
Kafasını kuma gömen şey nedir?
Devekuşu yanlış cevap.. Asla bir devekuşunun kafasını
kuma gömdüğü görülmemiştir. Bunu yapsaydı boğulurdu. Bir tehlikeyle karşılaştığında her aklı başında
hayvan gibi devekuşu da var gücüyle kaçar.
Roma İmparatorları bir gladyatörün ölüm emrini nasıl verirlerdi?
Ne gladyatörün öldürülmesini isteyen Romalı seyirciler
başparmaklarını aşağı indirirdi ne de bu ölüme izin
veren Roma İmparatorları. Aslında Romalılar “başparmakları aşağıda duracak şekilde” bir işareti hiç kullanmadılar. Bir gladyatörün öldürülmesi istendiğinde
başparmak yukarı kaldırılırdı – tıpkı kınından çekilmiş
kılıç gibi. Kaybeden bir gladyatörün canının bağışlanması için başparmak, sıkılmış yumruğun içine sokulurdu – kınına sokulmuş bir silah gibi. Aşağıyı gösteren
başparmakların ölümü işaret ettiği yanılgısının sorumlusu, yüzyıl ressamı Jean-Léon Gérôme’un Pollice
Verso adlı tablosudur. Tabloda, imparator ölüm cezasını vermek için başparmağını aşağıya doğru uzatırken
Romalı bir gladyatör bekliyor.
Edison’un hangi icadını her gün kullanırız?
Alo kelimesi… Alo kelimesinin ilk yazılı kullanımı,
Edison’un “3 ila 6 metre uzaktan duyulabileceği için”
telefon görüşmesine “alo”yla başlamak gerektiği önerisini belirttiği 1887 tarihli bir mektubudur.
Yılanları en çok hangi müzik cezbeder?
Onlar için fark etmez. Yılan oynatma numaralarında
kobralar flütün görüntüsüne tepki verir, sesine değil.
Yılanlar kesinlikle sağır olmamalarına rağmen müziği
tam olarak “duymazlar.” Yılanların dışarıda bir kulak ya
da kulak zarları yoktur fakat çeneleri ve karın kasları
sayesinde yerden aldıkları titreşimleri hissedebilirler.
Tırnak ve saçlar ölümden sonra ne kadar süre
daha uzar?
Bilinenenin tersine saç ve tırnaklar ölümden sonra hiç
uzamazlar. Bu tamamen bir efsanedir. Öldüğümüzde
vücudumuz su kaybeder ve derimiz sıkılaşır, bu da saç
ve tırnağın uzadığına dair bir göz yanılgısı yaratır.
Peltek
44
se
KÜTÜPHANEMİZ BÜYÜDÜ
Z
KÜTÜPHANE
Nagehan Bilaloğlu
OLDU
ÖNDER Tarafından projelenen Z-Kütüphanelerinden birini okulumuza kazandıran başta önder yönetimi
olmak üzere özellikle Kimder eski başkanı Seyit Halil Yüzgeç beyefendiye ve açılışımıza katılan ilçe Milli Eğitim
Müdürümüze, Talas belediye başkanımıza çok teşekkür ediyoruz.
Peltek
se
45
YGS sonrası ben...
Vasfiye Tacettin
• Türkçe soruları o kadar uzundu ki önce soruyu
okuyorum sonra paragrafı. Paragraf bitince soruyu unutuyorum. Soruyu tekrar okuyup cevaplara geçiyorum.
Bir bakmışım paragrafı unutmuşum!
• Bir soru vardı: “Aşağıdakilerden hangisinin sınırları yakın zamanda değişmiştir” diye. Biliyorum cevap
Kafkasya ama yazık Kuzey Afrika fakir dedim ve onu
işaretledim. Evet yaptım bunu.
• Türkçe sorularından yanmış beyinle sosyale geçtik. Coğrafya sorularını okuyorum, cevabı bilmiyorum.
Dört ışık arasında kaldım. Sanki boş bırakmak yasakmış
gibi hepsini attım. Bu konuda yalnız olmadığıma yemin
edebilirim.
• Din sorularının hangi dinin soruları olduğunu düşündük.
• Gözetmen yanımdan geçerken optiğime bakıyordu. Baktım matematik çok boş görünüyor. Adama ayıp
olmasın diye rastgele 2-3 soruyu “C” işaretledim.
• Galiba Türkçe bölümüne paragraf sığmamış ki
matematikte bile vardı.
• “Süreniz bitti” denildiğinde, erkenden uyanıp
dershaneye gittiğim günler gözümün önünden geçti.
• YGS’nin bana tek kazancı stresten arkası yenmiş
kurşun kalem.
Zemzem’in bilim dünyasını
şaşkına çeviren özellikleri
Beyza Boydak
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) raporlarına
göre dünyanın en sağlıklı sularından olan zemzem
suyunun esrarı, günümüz teknolojisindeki tüm
araştırmalara rağmen çözülemiyor.
Sadece 1.5 metre derinliğindeki kuyudan hac
mevsiminde milyonlarca hacı tüm su ihtiyacını karşılarken, su seviyesinde de hiçbir azalma olmuyor.
Açlığı gidermek için içenin açlığını, susuzluğunu gidermek için içenin de susuzluğunu gideren
suyun esrarı bilim adamları tarafından inceleniyor.
Avrupa’da laboratuarlarda yapılan araştırmalarda, zemzem suyunun çok az kükürt içerdiği tespit edildi.
Amerika’da yapılan test sonuçlarına göre ise
zemzem, içinde mikroorganizma ve bakteri bulunmayan tek su olma özelliği taşıyor.
WHO tarafından da zemzem, dünyanın en içilebilir ve sağlıklı sularından biri olarak açıkladı.
Fakat diğer sulara göre çok daha besleyici ve
mineral barındıran suyun kaynağı ise halen araştırma konusu.
46
se
J
A
R
D
RAJ KA
Peltek
D
A
K
J
KADRA
Vuslat Yılmaz
Peltek
se
47
Kalpte İman Dilde İsyan
Şeyma Batır
Diline ve dinine sahip çıkmayan milletler kısa zamande
kendi değerlerinden koparak başka egemen milletlerin sömürgesi haline gelirler. Onun içindir ki dilimizi ve dinimizi
titiz bir şekilde korumalı ve yozlaştırmadan bir sonraki nesle
aktarmalıyız.
Kalpte iman dilde isyan!
Dil insandan ayrı bir varlık alanı değil, onunla birlikte
var olan bir varlık alanı olup varlık alemini adlandırmak suretiyle yeni şekiller kazanır. Yani dil ile varlık alemi arasında
sıkı bir karşılıklı münasebet vardır. Bu yüzden dil olmadan
düşünmenin olması mümkün değildir. Düşünme ise ancak
varlık aleminde karşılığı olan, manası bulunan kelimelerle
gerçekleşir. Bu yüzden yapay olarak türetilen kelimeler hemen göze çarpar. Bunlar cümlenin, fikrin yapısında boşluk
meydana getirirler. Yani, varlık aleminde karşılığı olmayan
bir kelimenin bir fikir ifade etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan uydurma kelimeler, içi boş kalıplar gibidir. Yeni kelimelerden ancak dilin düşünme ve işleyiş yönünden sindirilen
ve halka mal olan kelimeler dilin gelişmesine yardımcı olur.
Uydurma olanlar ise dilin gelişmesine engel olur.
Dil Kültür
Dilin esas görevi insanlar arasındaki bilgi aktarımını
gerçekleştirmektir. Bu bakımdan iletişimde dilin önemi büyüktür. Bugün dilimizin bozulduğu ve kirlendiği yolundaki
kanaatler, dilimizin tam olarak bilinmemesinden ileri gelmektedir. Bu durum, dili kullanan kişinin dil anlayışı, kültür
ve bilgi seviyesi ile ilgilidir. Dilimizin doğru ve güzel kullanılmasını istiyorsak insanlarımıza bunun yollarını öğretmemiz
gerekir. Bu yol da iyi bir dil eğitimidir. İnsanlarımızda görülen bu dil bozukluğunun sebebi, kültürsüzlük ve bilgisizliktir.
Dil, kültürle birlikte gelişir ve canlanır. Çünkü dil insandan ayrı olarak bulunan bir varlık alanı değil, insanın kültürünü meydana getiren ve onu taşıyan bir araçtır. Dolayısıyla
ilim, felsefe, sanat hepsi dilde saklıdır. Dilin taşıyıcısı ve kullanıcısı olan insan eğer konuştuğu dilde var olan kültür değerlerine sahip bulunmuyorsa anlatım bakımından da zengin
ve üstün bir dil kullanamaz. Yani dilimizin geçmişten bugüne
sahip olduğu üstün ve zengin kültür değerlerini insanlarımıza veremiyorsak onların Türkçeyi güzel kullanmalarını sağlayamayız.
Dil Din
Her milletin bir dili olduğu gibi yine her milletin bir de
dini vardır. Hiçbir millet yoktur ki dilsiz ve dinsiz yaşasın.
Nasıl ki yiyecekleri tuz korursa dil, dini; din de milleti korur.
Diline ve dinine sahip çıkmayan milletler kısa zamanda kendi
değerlerinden koparak başka egemen milletlerin sömürgesi
haline gelirler. Onun içindir ki dilimizi ve dinimizi titiz bir
şekilde korumalı ve yozlaştırmadan bir sonraki nesle aktarmalıyız. Bir milleti diğer milletlerden ayıran en önemli fark
o milletin kendi kültürüdür. Kültürü oluşturan unsurların en
başında da dil ve din gelir. Çünkü kültür dine bağlıdır. Bütün
kültür faaliyetlerinin temelinde bunun ikisi yatar, insanlar
onlarla bilgi edinir, onlarla yaşar. Düşünce dilin ruhudur, dile
hayat ve şekil verir. Düşünceye bağlanmayan dil, bir papağanın konuşmasından farksızdır. İnsanın düşüncesi dili vasıtasıyla ortaya çıkar. O olmadan hiçbir şey olmaz. Çünkü dil,
düşüncenin aynasıdır, evidir, aletidir hatta kendisidir.
Şiirler Şarkılar
Dil, düşünceyi ferdilikten çıkarıp toplumun malı haline
getirir. Düşüncenin bütün meziyet ve eksikliklerini kendisin-
de aksettirir. O zaman insanın düşüncesi neyse zikri de odur.
Yani bir insan ne düşünüyor, gönlünden ne geçiriyorsa bunu
hareket ve sözleriyle belli eder, açığa vurur. Devamlı kafasında ve gönlünde taşıdıklarının gündemde kalmasını ister.
İnsanın düşüncesinde isyan içeren şeyler varsa bunu elbette
sözlere dökecektir. Günümüzde ve geçmiş zamanlara bakığımızda yurdum insanı çeşitli düşüncelerin etkisinde kalmış ve
Allah’a isyana kadar gidebilecek şekilde sözler sarf edebilmiştir ve bazen bu sözlerin ardı arkası kesilmemiş dilimizi ve dinimizi kötü bir şekilde etkilemiştir. Gençliğimiz bir şeye meylettiği zaman ondan geriş biraz zor oluyor. Bu meyletmeler
bazen gençleri ve bazen de gençlik döneminden çıkamamış
yaşları ilerlemiş insanları da etkilemiştir. Bu etkileme olayları şiirle ve şarkı sözleriyle olmuştur. O sözlerden bazılarını
örnek olması için paylaşmak isiyorum ve bunları paylaşırken,
yazarken yaratıcımız olan Allah’a sığınırım.
Dilde İsyan
Madem unutacaktın, beni neden yarattın? Kader, sen
bize eşit davranmadın! Ben kulun değilim gücenme tanrım!
Kul günahkarsa tanrı ne yapsın? Bir tanrıya taptın, bir sana
taptım! Secde ettim aşka taparcasına! Kapansın camiler,
açılsın meyhaneler! Dertlerin kalkınca şaha, bir sitem yolla
Allah’a Bana kaderimin bir oyunu mu bu? Kitabına uydur gel,
uysa da uymasa da!
Dikkat Gençlik Var!
İnsana her türlü nimeti veren Allah’a karşı aciz bir insanın bu sözleri ağzına dolayıp “İçen bir şekilde” söylemesi
hayretler verici bir durum. Allah’a karşı isyan bildiren bu sözleri şarkı diliyle kullanması “Allah’a karşı isyan olmuyor” gibi
bir izlenim oluşturdu ve bu yüzden müslüman olan insanlar
bu şarkıları rahatça, sanki bir arıza yokmuş gibi yazıp rahatça
dillendirip rahatça dinleyebiliyor. Bu şarkıları dinleyen insan,
şarkının içindeki sözleri nasıl benimseyip aklını kullanarak
kabul ediyorsa aynen bunun gibi isyan bildiren sözleri de kendi dilinden çıkmış gibi Allah’a iletiyor. Bu da muhakkak ki o
insanın imanını korkunç derecede zayıflatıp Allah ile arasında olan iman bağına zarar veriyordur. Aklını kullanıp bilinçli
düşünebilen her insan anlayacaktır ki bahsini ettiğimiz şarkılarda geçen ifadeler elbette Allah’a, Allah’ın kuluna dünya hayatına önüne sunduğu sınava isyandan başka bir şey değildir.
Gençler bu zamanda günümüzün olumsuz, sosyal etkenlerinin de etkisiyle ufak bir sevgiye tutulduğu zaman
kendini aşık zannedip derbeder eder, o anda kendi hislerine
yakın zannettiği bu tür şarkıları dinler ve aklını devreden çıkararak kalbiyle ve diliyle bu sözlere eşlik eder, Ve ne yazık ki
eşlik ederken de yaratıcısına ne gibi büyük bir isyanda bulunduğundan bihaberdir. Oysaki bizim ne dilimize ne dinimize
ne de kültürümüzde böyle şeyler vardır. Bu tür şeyler bizleri
içten içe bertaraf ediyor. Türk insanının büyük bir kısmı arık
düşünmeden konuşuyor. Bu yüzdendir ki dilimizin tüm güzellikleri bir dil yozlaşmasıyla karşı karşıya.
Toplumdaki herkesin milli değerlerimize sahip çıkacak
bir dil şuruna sahip olmadığı, bu tür isyan dolu sözlerle hem
dilimizi hem dinimizi yıpratmış oluruz. İsyan dolu sözlere
körü körüne duyulan bu hayranlık ortadan kalkmadığı ve bu
bayağılık iflas etmediği sürece, sağlık gidişten kurtulmamız
mümkün değildir.
Hatalar, kusurlar bize, güzellikler O’na (c.c) aittir.
48
Peltek
se
DİZİMİZİ KIRIP
İZLEDİKLERİMİZ
Beyza Utku
Diziler, diziler, diziler...
Zamanımızın çoğunu bilinçsizce harcadığımız, her gün
evlerimize konuk olan, bizi gerçek hayattan koparan diziler.
Günümüzde hemen hemen her evde izlenen bir sonraki bölümü merakla beklenen “Acaba gelecek bölümde ne olacak”,
“Kim vuruldu” düşünceleriyle aklımızı kurcalayan ve bizleri
okumaktan, düşünmekten, manevi hayattan uzaklaştıran hayali karakterler... Hayatımıza bu kadar hakim olan dizilerdeki
gizli mesajlardan ne kadar haberdarız. Dizilerin bizi ne kadar
etkilediklerinin farkında mıyız? İsterseniz bu gizli mesajlara
beraber bakalım...
Al ver Ekonomiye can ver!
Dizi sayısı çok değilken alışveriş tutkusu şimdiki kadar
fazla mıydı? İzlediğimiz tüm dizilerde, istisnasız her bölümde, oyuncular elbiseden ayakkabıya, çantadan takıya, hatta ev
eşyalarına kadar sayısız eşya satın almaktadır. Değişik modeller ve markalar dizilerde boy göstermektedir. Ünlü oyuncuların giyimleri bizim gerçek hayatımızda şüphesiz bir moda
akımı ve alışveriş çılgınlığı oluşturuyor. Özellikle gençler bu
konularda çok hassas oluyorlar. İstedikleri olmayınca mutsuzluğa, umutsuzluğa sürüklenen bireyler oluyorlar. Bu da
ister istemez yaşamlarına yansıyor...
Mekan olarak okulu seçen diziler
Mekan olarak genelde okulu tercih eden gençlik dizileri
genç nüfus üzerinde en çok söz hakkına sahip dizilerdir. Öğretmenler, arkadaşlıklar ve dostluklar ayrıca kavgalar, kötü
alışkanlıklar da yine en yoğun bu dizilerde işlenir. Bu dizilerde gördüğümüz üzere bizler aslında eğitim görmemeli, okuldan iyi ve güzel şeyler almamalı ve okul hayatı boyunca gırgır
ve şamatayla vakit geçirmeliyiz. Peki, bu sizce de bizleri yanlış
düşüncelere yöneltmiyor mu?
Vuruyorum öyleyse varım
Yakın bir zamanda yapılan araştırma sonuçlarına göre
şiddetin ve ölümün çok olduğu bölümün, dizinin diğer bölümlerine oranla daha fazla izlendiği gözlemlenmişir. Bu da
insanlarımızın şiddete ne kadar meyilli olduğunun kanıtıdır.
Peltek
Gerçekten de son yıllarda
kadına şiddet ve ölümlerin, cinnet getirmelerin,
katliamların sayısı epey
arttı. İşin kötüsü biz artık
ölümlere sıradanmış gibi
bakıyoruz. İnsanlığımızın önemli unsurlarından
olan vicdanımızı acıma
duygumuzu yavaş yavaş
kaybediyoruz.
Teknoloji “yükleniyor”
Teknolojinin her geçen gün geliştiği bir dünyada bunun dizilere yansımaması mümkün değil.
Telefonlar, tabletler, bilgisayarlar...
Çoğumuz
bunları aldırmak için kim
bilir kaç defa ailelerimizi
zor durumda bıraktık.
Mutlu olmamız için belki
de beğendikleri bir çok
şeyi almayıp bize istediklerimizi aldılar. Sizce aileniz bu davranışları hak
ediyor mu? Herkes ailesini sever; ama söz konusu telefon, bilgisayar vb.
teknolojik alet veya lüks
eşyalar olunca onlara haksızlık etmekten çekinmeyiz. “Ama
arkadaşımda var çok güzel”, “Onun telefonu daha iyi” gibi
aslında anne babamızı kıran bu sözleri defalarca yüzlerine
vururuz.
Kitap “okuma”
Ülkemiz kitap ve gazete okuma oranında gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Bunun en büyük etkenlerinden biri
şüphesiz dizilerdir. İstisnasız bütün dizilerde vakitler telefon,
bilgisayar, sinema veya arkadaşlarla geçirilir. Bizleri apayrı
dünyalara götürebilecek olan kitapların varlığından haberleri yok dizideki oyuncuların. Türkiye toplumunun bir yılda
kitaba ayırdığı para gülünçtür. İngilizler tarafından yapılan
bir ankette Almanya’da yaşayan bir kişi yılda kitaba ortalama
olarak 60 sterlin ayırmaktadır. Bu rakam Türkiye’de ise sadece 2 sterlindir. Bu sıralamada Türkiye Avrupa ülkeleri arasında 40. sıradadır. Kitap okumanın, ihtiyaç sıralamasında
kaçıncı sırada bulunduğuna baktığımızda ortalama 25 kitap,
bir İsveçli 10 kitap, bir Fransız 6 kitap okurken, Türkiye’de
yılda 6 kişiye bir kitap düşmektedir. Günde en az 25-30 sayfa
kitap okuyarak ruhumuzu tazelemek gibi bir şansımız varken zamanımızın büyük kısmını beynimizi yıkayan dizilere
yöneltmemiz ne kadar doğrudur acaba? Bazı diziler kitaplardan yola çıkılarak hazırlanmış olsa da kitap ile alakasızdır.
Gençliğimiz kitaptan ve edebiyattan o kadar uzaklaşmıştır
ki “Bu dizinin kitabı çıkmış” gibi cümlelerle kitaplar dünyasına olan uzaklıklarını dile geirmişlerdir. Bu dizilerden birinde
aslında geçmişte yaşıyor olması gereken kahramanların ellerinde son model telefonlar, evlerinde bilgisayarlar bulunması
absürttür. Ama her şeyden öte bunların oluşmasında bizim
de suçumuz var. Bu gibi dizileri izlemeyip şikayet etsek, köşe
yazarlarımız onları yapıcı bir üslupla eleştirse, toplumca güzel günler için çalışsak. Her şeyden önce RTÜK’ün işlevini
se
49
yerine getirmesi için kampanyalar, konuşmalar düzenlesek.
RTÜK’ün görünen diziden öte dizinin toplum üzerindeki etkilerini araştırması ve göz önünde bulundurmasını sağlasak.
“Diziler bütün kötülüklerin anasıdır”
Silah kullanımı ülkemizde epey yaygınlaşmış durumda.
Haberlerde gördüğümüz “Babasının silahını alıp arkadışını
vurdu” gibi haberler de dizilerin etkilerinin kanıtıdır. Böylece
kötü alışkanlıklar ülkede sıradanlaşmış ve toplum üzerindeki etkisi göz ardı edilmiştir. Bunun dışında dizilerde eroin,
esrar, hap ticareti de ister istemez bizleri kötü etkiliyor ve
bilinçaltımıza giriyor. Köşe başlarında görmekten hiç hoşlanmadığımız uyuşturucu madde alım-satımı bizlere anormal
gelmemekte ve bu ticaret gittikçe büyümektedir. Bunun oluşmasında tabii ki dizilerin etkisi tartışılmaz. Bu durum artık
sokaklarda rahatça dolaşmamızı bile engelleyecek bir hal almış ve insanların dolaşma özgürlüğünü dahi elinden almıştır.
Samimiyetsiz ilişkiler
Dizilerin en büyük sorunlarından biri de sevgi yoksunluğudur. Samimiyetsiz ilişkiler, iki günde bir değiştirilen
sevgilililer. Adına “Aşk” denen çıkar ilişkileri... Bunlar toplumumuzu derinden yaralayan kötü düşüncelerdir. Etrafımızda
bunların yüzlerce örneğini görmemiz sizce normal karşılanabilir mi? Birini sevmek, ona tüm hayatı boyunca sahip çıkmak
dizilerdeki gibi basit mi? Biraz empati kurarsak birinin size
iki gün önce “Canım, hayatım, her şeyim” deyip iki gün sonra
“Seni istemiyorum”, “Bundan sonra hayatımda yoksun” tarzı
cümleler kullanması bizleri derinden etkilemez mi? Sanal hayata sevgili olmalar, özel hayatını açığa vurmalar, daha sonra da terk edildiğinde hiç görmediği biri yüzünden günlerce
ağlamalar da kaynağını gizli mesajlı dizilerden almaktadır.
Masa başında oturup zengin olmak, emek vermeden en güzel
arabayı, evi, elbiseyi almak, dizilerin lüks evlerde çekilmesi,
insanlarımızda çalışmadan, emek vermeden oturduğu yerden
para kazanma fikrini oluşturmuştur. Bu da insanların çalışma şevkini kırmış, alın teri kavramının yavaş yavaş yok olmasına sebep olmuştur...
Gerçekte de olayın ayrıntısına indiğimizde dizilerin toplum üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Bu etkilerin en aza
indirilmesi ve dizilerin olumlu etki bırakması açısından bir
kaç öneri vermemiz gerekirse şunları sıralayabiliriz.
* Dizilerdeki oyuncuların alışveriş merkezleri yanı sıra
kitapçılara, kütüphanelere gitmeleri.
* İkili ilişkilerde daha güzel örnekler verilmesi. İki-üç
günlük sevgililer yerine gençlere örnek olabilecek mutlu aileler, anlayışlı bireyler olması.
* Şiddet kültürünün dizilerden uzaklaştırılması
* Aile içi ilişkilerde anneye ve babaya saygılı olunması.
* Öğrenciliğin güzel bir şekilde lanse edilmesi ve öğretmenlerin görevlerini ciddiyetle yapması.
* Silah ve uyuşturucu maddeler gibi gençleri kötü yönde
etkileyebilecek nesnelerin gösterilmemesi.
* RTÜK’ün dizilerde, perde arkasında olan gerçekleri
görmesi ve bunlara karşı önlem alması.
* Dizilerin arasında insanları düşünmeye yöneltecek konuşmaların yapılması (arkadaşlık, aile ilişkileri üzerine vs.)
* Din, dil, ırk ayrımı yapmadan, her şeyden önce insanlık
sevgisini ön plana çıkaran olayların sahneye aktarılması.
* Üreten, paylaşan bir gençlik profili çizilmesi.
* Yozlaştıran ve değersizleştiren kurguların dizilerde yer
almaması.
* Ötekileştiren anlayışların dizilerden uzaklaştırılması.
* Bazı kesim ve inançların geride kalmışlık çerçevesinde
gösterilmemesi.
Peltek
50
se
HÎFÂ HATUN
(r.anhâ)
Ayşe Utku
Kadın sahâbîlerden. Medine-i Münevvere’de güzelResûlullah (s.a.v.) onlara çok duâ etti. Eshâb-ı
liği ve ahlâkı ile meşhûrdu. Tevekkül sahibi kazaya rızâ Kirâm da, Hifâ Hatun’un bu hareketini çok övüp, Allagösteren ve Hz. Resûlullah’a çok bağlı olup, her sözünü hü teâlâ’ya hamd ettiler. Süheyb ve Hifâ Hâtun kalkıp,
dinlerdi. Âhireti çok düşünüp, hiç aklından çıkarmaz- konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hîfâ
dı. Hep ahirete hazırlanıp, ona yarar ameller işlemeye hatun (r.anha) “Ey Süheyb! İyi bil ki, ben sana nimeçalışırdı. Hîfâ Hatun, bir gün Peygamber efendimi- tim, sen bana mihnetsin (sıkıntı veren). Sen bu nimezin huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana beni te şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibaCennet’e götürecek bir iş (amel) öğret” dedi. Bu arzu det ve taatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabr
ve isteği üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Önce bir erkekle ediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resûlullah (s.a.v.)
evlenmen lâzımdır. Bununla dînin yarısını emniyete “Cennet’te yüksek çardak vardır. Burda yalnız şükr
alırsın.” buyurdu. Bu emir üzeriedenler ve sabr edenler bulunur”
ne; “Ey Allah’ın Resûlü! Küfvüm,
buyurdu, dedi.
îfâ Hatun’un
(dengim) kim olabilir? Bana HaZifaf gecesi ikisi de Allahû
tevekkülü, kazâya
beşistan hükümdârı Melik Necâşî
teâlâ’ya karşı ibâdet ve taatta burızâsı ve sabrı
evlenme teklifinde bulundu. Falundular. Süheyb (R.a), Mescide
kat, ben onun bu teklifini kabul asırlardır anlatılıp,
geldi. Cebrâil (a.s.) geceki durumetmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz herkes tarafından
dan Hz. Resûlullah’ı haberdar etti.
deve ile birçok zînetler veren de
Cennet ve Cemâl-i ilahi ile müjde
sevilip,
imrenilmesine
oldu. Onu da kabul etmedim. Bu
verdi. Resûlullah (s.a.v.); “Ey Sügün ise ahirette kurtuluşun ev- rağmen nesebi ve
heyb, geceki halini, sen mi anlatırlenmekte olduğunu buyuruyor- başka hayat hikâyesi
sın, ben mi söyleyeyim?”buyurunca
sunuz. Yâ Resûlallah! Siz kimi be- bilinmemektedir. O
Süheyb (r.a.) Yâ Resûlallah siz söyğenip, uygun görürseniz, ben ona gönüllerde taht kuran bir
leyiniz dedi. Peygamber efendimiz
râzıyım” dedi. Resûlullah (s.a.v.), sultandı.
(s.a.v.) durumları hakkında bilgi
Hîfâ Hatun’a Eshâbından kimin isverdikten sonra; “Siz Cennetliksimini verirse, diğerlerinin ümidsiz
niz ve Allahü teâlâyı göreceksiniz.”
olacağını anlayıp,“Mescide en evvel kim gelirse, onunla müjdesini verdi. Süheyb (r.a.) sevincinden ve Allahü
evlen.” buyurdu. Sahâbîlerin hepsi bu duruma râzı oldu. teâlâyı görmek ve O’na kavuşmak aşkından secdeye
Allahü teâlâ, onlara (Eshâba) öyle bir uyku verdi ki, hiç- kapanarak şöyle duâ etti; “Ya Rabbi! Eğer beni mağfibir sahabî erken uyanamadı. Resûlullah (s.a.v.) önce ki- ret ettiysen, günahlara buluşmadan ruhumu ruhumu
min geleceğini merakla bekliyordu. Birdenbire Süheyb al.” Dedi. Allahü teâlâ, O’nun bu duâsını kabul ederek,
(r.a.) göründü. Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi secdede ruhunu aldı. Eshâb-ı Kirâm bu duruma ağladı.
siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zaif Resûlullah (s.a.v.), “Daha şaşılacak şey Hifâ’nın da bu
ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabîydi. Hifâ Hâtun ise, son anda ruhunu Hakka teslim etmiş olmasıdır.” Buyurdu.
derece güzel ve zengindi. Resûlullah (s.a.v.) namazdan Her ikisinin de namazını kılarak yanyana defn ettiler.
sonra Hifâ Hatun’u (r.anha), çağırarak durumu bildirdi. Başları ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine; “Bu AlHîfâ (r.anha) Allahü teâlâ’nın kazâsına râzı olduğunu, lahü teâlâ’nın nimetine şükr edenin kabridir.” Diğerini
Hz. Resûlullah’a arz etti. Resûlullah (s.a.v.) bu durum de; “Bu Allahü teâlâ’nın mihnetine sabr edenin kabriüzerine hutbe okudu, nikah akdi yapıldı ve; “Ey Süheyb! dir.” diye yazdılar. Eshâb-ı kirâm’ın Allahü teâlâ’ya karşı
Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, aşkları ve Resûlullah’a (s.a.v.) karşı bağlılıkları bu kadar
evine götür.” Buyurdu. Süheyb (r.a.); “Ya Resûlallah! kuvvetliydi.
Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne
Hîfâ Hatun’un tevekkülü, kazâya rızâsı ve sabrı
de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. benim evim
asırlardır anlatılıp, herkes tarafından sevilip, imrenilmesciddir.” Dedi. Bunları işiten Hifâ Hâtun (r. anha),
mesine rağmen nesebi ve başka hayat hikâyesi bilinmeSüheyb’e (r.a.) onbir dirhem gümüşlük bir kese göndemektedir. O gönüllerde taht kuran bir sultandı.
rerek, filanca yerdeki hazır konağı da O’na hediye ettiğini bildirdi. Süheyb’in kendisini götürmesini istedi.
H
Peltek
Vuslat
se
[Eda Nur Çeri]
Yeşil bu, alçaktan uçan bir kartal gibi
Yüreği delik dağlardan kopmuş vuslat gibi
Şahlanmış coşan güneşler sararken beni,
Sandım ki ufuklarda bir ressam yeşermiş idi.
Yeşildir yaşamak ötesi roldür 1 perdeli bir oyun sanki
Onda doğmak ve de ölmek bir bilge gibi.
Hülyalarında yeşile “anne” derim, kucaklarken beni,
Ne olurdu yeşilin yeşili de ben olsa idim.
Yasak
Karanlığın a [Huriye Çalım]
la
Bu sokak, ta ca gölgeleri kovduğu bir
şları sayarak
vakitte
ge
Her defasınd
a eksilterek çti önümden
ömründen
Kendi kendin
e
Veda etti.
Nasıl ki düşl
eri
Bütün anlam nde bir rüzgar
sı
Sokağın pen zlığı tersine çevirdi
çesinde kala
n bu ömür
Kendi kendin
i
Feda etti.
Sokağı gerçe
ğe
Bir türlü yeti döndüren alaca gölgele
rd
şemeden vak
Hayat bitti.
it, üzgünüm i
ş
Beklenen Vakte Geç Kalı
[Sare Esma Lafçı]
zamandan vakti.
Ayıramadık ki kalan
soğurken.
ktık, masa başında
ra
bı
e
ey
em
kl
be
yı
Bir ça
...
parlamaya çalışmak
Dağıldığı yerden to
lediklerimiz.
n lamba gibiydi erte
la
kı
ya
ç
ge
a
ığ
nl
ra
Ka
çayın tadı.
kti geçmiş acımıştı
va
i,
ps
he
ı
ışt
m
lın
Geç ka
bir yanımız,
ç kalışına küskündü
Beklendiği vakte ge
de boğulduk.
ız.
zamanların gölgesin
içre dağınık yanlarım
ik
ed
en
rd
tm
lle
ye
a
ya
ha
fın
ra
ın
et
rg
Da
mbaları,
bıraktık ışık saçan la
Mumun gölgesinde
bedeli,
Geç kalışı hatamızın
edik.
eyen dünlerden.
Fark etmeye yetişem
n kibrit çöpü değm
la
kı
ya
a
lm
ka
e
riy
ge
Ertelendiği vakitten
yallerimiz
ha
ği
ce
bö
Bugüne ateş
51
Peltek
52
BELKİ DE
MUTLULUK
Mutluluk nedir sence? Mutluluk denince ne gelir
aklına insanın? Mutlu olmak gülümsemek midir ki?
Tüm bu sorular gerçekten çok kafa karıştırıcı. Mutlu olmak için her zaman bir sebep aranmaz. Öylece olur, illa
bir sebep gerekmez. Mutluluk belki de sebepsizliktir.
Mutluluk denince insanın aklına bir şey gelmez, belki
ama yanındakilere güvenden dolayı mutlu olur insan.
Mutluluk belki de güvendir. Ya da umuttur. Bir
umudun varsa, bir isteğin varsa hayal kurarsın. Hayal
kurarken hiçbir malzemeden çalmaz insan. Belki de
mutluluk hayal kurmaktır. Ya da ailedir mutluluk. Kimileri için zoru başarmaktır. Sevmektir, sevilmektir.
Umursanmaktır. Mutluluğun tanımı herkes için farklıdır. Bir anne için bebeğinin kokusu, küçük bir kız çocuğu için yeni alınan bir bebek, bir futbolcu için atılan bir
goldür mutluluk. Biraz somutlaştıracak olursak, mutluluk belki de uçan balonlardır. Kimi için çikolata, kimi
se
Sümeyra Özdin
için bir demet papatyadır. Belki de annemizin gözüne
baktığımızdaki ışıktır. Mutluluk; sabırdır, samimiyettir,
mutluluk, anne kucağıdır, mutluluk babanın hep senin
arkanda olmasıdır. Mutluluk belki de hep seni koruyacağını bildiğin ailendir. Mutluluk belki de eve gelince
pişen çorbanın kokusudur. Mutluluk, tencere dibindeki
pudingi sıyırmaktır, ya da fırından yeni çıkmış ekmeğin
kokusudur. Soğuk havada içtiğimiz çaydır belki de. Mutluluk, bazen saklanmaktır. Kaçmaktır daha doğrusu. Şu
günlerde hiç çekilmeyen dünyadan kurtulmak düşüncesi mutlu eder belki insanı.
Mutluluğun herkes için tanımı farklıdır. Ancak benim için mutluluk kitaplardır. Hani kitap okurken insan
farklı dünyalara dalar ya. Benim için de mutluluk farklı dünya düşüncesidir. Daha yolumuz uzun daha çook
görülecek günler var. Bugünlerin, geleceğin hep mutlu
geçmesi dileğiyle...
BİZ OLMAK
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Arabayı kötü kullanan birisini gördüğümüzde “bu kesin bayan şofördür” demektir.
Yeni boyalı yazan yere parmağıyla dokunmaktır.
Ev telefonunu arayıp “evde misin?” diye sorabilmektir.
Arabanın arkasına “Hatalıysam ara!” yazıp numarayı vermemektir.
Şampuan kutusu bitmek üzereyken kutuya su doldurup şampuanı çoğaltabilmektir.
Bilgisayar donunca CTRL+ALT+DEL yapabilmektir.
Google Earth’de kendi evini bulmaya çalışmakır.
Maaşının iki katı değerindeki cep telefonuna sahip olabilmektir.
Ambulansların sireni öterken hasta taşıdığına inanmamaktır.
Televizyon, ev telefonu veya bilgisayarın üsünü dantelli örtü ile örtmektir.
Araba kaymasın diye tekerleğin altına taş koymaktır.
Tiki olan insanlarla ustalıkla uğraşabilmektir.
Her güneş tutulmasını siyah camla izlemektir.
Kitaplardaki resimlere bıyık, sakal çizebilmektir.
Her canlı yayında “70 milyon bizi izliyor” diyebilmektir.
Arabalardaki kirli camlara “beni yıka” yazabilmektir
Yok cevabına “hiç mi yok?” diyebilmektir.
Kapıyı çalarken “Kim o?” diye sorulduğunda “ben” diye cevap vermektir.
Bu yazıları okuyup “harbiden de böyle oluyor” diyebilmektir.
Peltek
LÂ LÂ LÂ LÂ
se
53
Face’mizi Book’lara
döndürme zamanı...
Taha Oğuzhan Kılavuz
Hasan Uzun
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla._
Hamd ve övgülerin en güzeli ezelde ve ebedde
var olan, bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle
yaşatıp doğru gösteren Allah'a mahsustur.
Salat ve selam ise, Efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed'e (sav), ashabına ve O'nun
yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.
İşgallere uğradık. Yüreğimiz, toprağımız, gökyüzümüz işgal edildi. Gökyüzüyle aramızda bir perde koydular. İstemediler bakmamızı. Kafalarımızın
içine duvarlar ördüler. Dört duvar arasına sıkıştırmak istediler bizi. Duvarlar kendi resimleriyle kaplıydı. Ne yana dönsek onlar. Aldılar ellerimizden
balyozlarımızı. Kırdırmak istemediler duvarlarını.
Necip Fazıl bir şiirinde bahsettiği gibi “Durum diye
bir şey var buyurun size durum, bu toprak çirkef
oldu bu gökyüzü bodrum”. Gökyüzüne bakmayı
unuttuk. Unutturdular. Topraklarımızı işgal ettiler
biz fark etmeden. Bizi bizden, özümüzden, manevi değerlerimizden uzaklaşırdılar. Evet, üzülerek
söylüyorum ki başarılı da oldular. Kendilerine,
kendi değerlerine hayran bir nesil çıkarttılar ortaya. O büyük medeniyet çınarını, zalimin karşısında dimdik durup, mazlumun yanında olan, bu
dünyaya merhamet tohumları saçan Osmanlı’yı,
en önemlisi de kendisini yaratan, nimetleriyle yaşatan Rabbi’ni ve O’nun elçisi Kutlu Nebi’yi (sav)
tanımayan hatta onlara söven bir nesil.
Peki neden böyle oldu? Çünkü lâ dedirtemediler bize, İşgale lâ dedirtmediler. Lâ demeyelim diye
korkuttular. Sessizlikler ülkesine gönderdiler bizi.
Zulme ses çıkaramadık, kundaktaki bebeğini kaybetmiş o ananın feryatlarını duymadık. Gözlerimize birer uyku bandı taktılar, görmedik Suriye’yi, karına kan karışan Filistin’i, işgal altındaki Kudüs’ü.
Ellerimizi bağladılar, elimizi uzatmamıza izin vermediler annesini ve babasına bir gece vakti evlerine atılan bombayla kaybetmiş çocuğa. Ayaklarımıza prangalar vuruldu, yürütmediler Gazze’ye,
Türkistan’a, Halep’e. Bir tek lâ çözecekti her şeyi.
Yıkacaktı duvarları, kaldıracaktı gökyüzüyle aramızdaki perdeyi, kıracaktı tüm prangaları. Kurtaracaktı bizi esaretten. Döndürecekti bizi özümüze.
Ancak hiçbir şey için geç değil.
Zulme lâ, işgale lâ, kula kulluğa lâ, ilahi kelamın, Efendimizin hayatı karıştı her şeye LÂ! LÂ!
LÂ!
Önce LÂ sonra LÂ...
Face: yüz, çehre
Book: Kitap
“Geçenlerde Facebook’ta okumuştum.”, “Geçen arkadaşın biri bir video paylaşmış...” diye başlayan cümleleri çokça duyar olduk. Oysaki “En son okuduğum kitapta şöyle bir söz okudum çok hoşuma gitti” ya da “Geçen
gün şu dergide okumuştum.” gibi cümleleri neredeyse
hiç duyamıyoruz. Çünkü artık yüzümüzü kitaplara döndürmek yerine, yüzümüzü kitaplardan döndürüp, internet alemine bakar hale geldik.
Artık insanların bir konudaki bilgisi, Facebook’ta
o konudaki gördüğü ya da okuduklarından ibaret! Hal
böyle olunca da insanların her konuda bilgisi oluyor
ama bunlar hep yüzeysel kalıyor ve bir türlü kabuktan
öteye geçemiyor.
Önceden televizyonlar, en önemli(!) bilgi kaynaklarımızdı. Şu an televizyonlar bu konudaki etkilerini
yitirseler de yine de internetten sonra en önemli bilgi kaynakları arasında yer alıyor. İnsanlar yüzünü ya
Facebook’a ya televizyona çeviriyor. Günde 2-3 saat televizyon izleyen bir insana “Asosyal misin? Çık biraz dolaş” vs. diye sorulmazken, günde 2-3 saat kitap okuyan
insanlara bu tarzda soruların sorulduğu bir ülkede yaşıyoruz. Oysa kitap okuyan insanların çoğu, televizyon ve
internetten mümkün olduğunca uzak duran insanlardır
ve bu yüzden kitap okumaya da “Sosyalleşme”ye de bol
bol vakitleri vardır.
Aslında kitap okumak, en büyük sosyal aktivitelerden biridir. kitaplar okudukça, belki yüzyıllar öncesinden, belki de günümüzden yüzlerce farklı insanla sanki
sohbet etme imkanı bulmuş, onların ilminden faydalanmış oluyoruz. Face’miz (yüzümüz), book’lara (kitaplara)
döndüğü zaman aslında büyük büyük bir hazineye dönmüş demektir. Başka başka insanlardan -öyle durum
güncellemesi, fotoğraf paylaşması niyetinde değil- insanlar faydalansın diye yazılan onbinlerce cümleyi avucunuzun içinde tutmaktır yüzümüzü kitaplara dönmek.
Feysimiz, feys(buk)a döndüğü zaman ise ilah(!)lığını
ilan edip beğeni beklemekten başka ne yapmış oluyoruz? Face’mizi book’lara dönme zamanı gelmedi mi?
Bu arada Twitter’ı da unutuğumu sanmayın.
Facebook sana söylüyorum Twitter sen anla :)
Son olarak diyorum ki;
Sinema icad oldu fil(i)m bozuldu
Facebook icad oldu, ilim bozuldu
Sonra s.a, kib, aeo, bye bye’lar ile
Benim bu güzel dilim bozuldu
(Şeytan Arkadaşlık İsteği Gönderdi) kitabından...
54
Peltek
se
Öğretmenlerimizin En’leri
YUSUF ÇOMUK
- Vallahi defterinizi düreceğim ha!
- Efendiiiiiimmm
ŞEVKET İSLAMOĞLU
- Dinlemeyeceksen çık git evinde dinle
- Mübarek yapma yaa!
SELAHATTİN AYDEMİR
- Yav Heee!
- Heee yani
METİN TOZOĞLU
- Arife olan understands
- Ne yapıyoruz? Zıplıyoruz, zıplıyoruz.
MUSTAFA SERİN
- O çok önemli
- Devam et bekleme yapma
ALİ İHSAN AVŞAR
- Yoh ya!
- Yapma yav!
OKTAY ÇİFTÇİ
- Evde kalasıcalar
- Gözünüz çıkmasın emi
SONGÜL ASKER
- Bu soru çok uzun üşendim.
- Çeneniz çıkmasın emi.
ERKAN PEÇENEK
- Bak şimdi.
- Ben diyorum ki.
NİHAT KURDOĞLU
- Öyle her zaman artı olmaz bazen eksi de lazım.
SELMA AKANSU
- Allah şahidim olsuh.
ÖMER KÜRŞAT YÜCEL
- Ben bir dil anlatımcı olarak buna dikkat ederim.
SALİH SÖNMEZ
- Bacııııım.
KANİ ÇINAR
- Manyak mısınız nesiniz?
- İsmet Özel okuma bağımlılık yapar.
TURAN DOĞAN
- Hem vallahi hem billahi hem tallahi
- Tövbe tövbe
SEVİNÇ SAMUR
- Canım, tatlım, sevgili kızım bir bakar mısın?
ERSOY AKBAŞ
- Datlım gıymatlım.
- Bre Doğan.
HAZIRLAYANLAR
ALİ DEMİR
Ali Burak Alışkan
- Ciddi misin yaaa!
Ahmet Emin Kılıç
Ahmet Özer
Alperen Aydemir
Zeynep Kayacan
Fatma Doğansoy
Vuslat Yılmaz
Esma Alibal
Kütüphanemiz için ne dediler?
MEVLÜDE NUR AYDEMİR
- Kütüphanemiz güzel ama daha fazla kitap olabilir.
- HATİCE NUR ALBAYRAK
- Okulumuzda bulunan kütüphane güzel, istediğim şeyleri genellikle
buluyorum. En çok istediğim kitap Çalıkuşu yok. Lütfen Çalıkuşu’nu temin ediniz. (Var, iyi bak!...)
BEGÜM SUDE DİNÇ
Okulumuzda kütüphanenin bulunması çok önemli. Kitap insanı, insan dünyayı değiştirir. Bize bu imkanı sağlayanlara teşekkür ediyorum.
(Biz teşekkür ediyoruz.)
MERVE NUR DURMUŞ
Okul kütüphanesi hem bilgi hazinemiz için hem de edebiyat dersi
için çok önemlidir. Bu yüzden okul kütüphanesinden çok memnunum.
Bu kütüphanede emeği geçen herkese teşekkür ederim... (Biz de teşekkür
ediyoruz.)
Ve ayrıca, Rana Gündüz, Havva Nur Coşkun, Fatma Usta, Belgin
Alagaş, Rabia Özbek, Şeyma Yorulmaz, Ayşegül Gözütok, Sümeyye
İz’e görüşlerini bizimle paylaştıkları için teşekkür ediyoruz.
Peltek
se
55
Yardım
Kampanyamız
Okulumuz 11’inci sınıf öğrencileri tarafından kentte bulunan Suriyeli vatandaşlar için başlatılan yardım
kampanyasında toplanan gıda malzemeleri ve kıyafetler teslim edildi.
Düzenlenen kampanya hakkında bilgiler veren
Okul Müdür Yardımcımız Ümit Koçak, “Biz Sosyal Sorumluluk Projesi olarak tamamen öğrencilerimizin duyarlılığı ve sağ duyusu ile Suriyeli mülteci ailelere bir yardım
kampanyası düzenledik. Yaklaşık 100 aileyi hedeflemiştik
ve buna ulaştık. Öğrencilerimizin kendi başlarına sorumluluk sahibi olmaları ve duyarlı olmaları bizleri mutlu etti.
Biz sorunlu nesiller değil, sorumlu nesiller yetiştirmeyi
düşünüyoruz” dedi.
11’inci sınıf öğrencimiz Şeyma Küçükşahin ise, “Suriyeli kardeşlerimiz için elimizden geleni yapmaya çalıştık.
Onlara bir nebze de olsa yardım edebildiysek ne mutlu
bize. Yardımlarını esirgemeyen herkesten Allah razı olsun”
ifadelerini kullandı.
Okul Müdürümüz Hüseyin Efe de, öğrencileri ile
gurur duyduklarını söyleyerek, «Bize 11’inci sınıf öğrencilerimizden böyle bir talep geldi. Suriyeliler için yardım
kampanyası yapmayı düşündüler. Bizde böyle duyarlı bir
tavrı seve seve kabul ettik. Tamamen kendi emekleri ile
böyle bir çalışma yaparak okul bünyesinde organize oldular.
Çok hayırlı ve güzel bir çalışma oldu” şeklinde konuştu.
Derece yaptık
Değerler
Olimpiyatı
Afiş Tasarım
Yarışmasında
Türkiye 3.
Olan Elif
Yetişkin’in
çalışması…
56
Peltek
se
OKULUMUZDAN HABERLER
Son sınıf öğrencilerimizle üniversite tanıtım günleri etkinliğinde...
EÜ İletişim Fakültesinde YGS Deneme Sınavı yaptık.
Peltek
se
EÜ İletişim Fakültesinde YGS Deneme Sınavı yaptık.
K.Kerim ve Ezan okuma yarışmaları gerçekleştirildi...
57
58
Peltek
se
Mevlid Kandili Etkinliğimiz
Melikgazi Bel. Başk. Memduh Büyükkılıç’ın okulumuzu ziyareti
Peltek
se
Melikgazi Belediye Başkanımız ve Okul Müdürümüz
İş ve eğitim hayatı karşılaştırma projesi kapsamında ilk gezimizi Orta Anadolu Tekstil
Fabrikasına gerçekleştirdik.
59
60
Peltek
se
TEMA Vakfı ve Gönül Erleri Derneği Tarafından Düzenlenen Ağaç Dikme etkinliğine katılarak engelli
kardeşlerimize destek verdik...
Aşure Günü Etkinliğimiz
Peltek
KİTAP FUARINDA...
se
61
Yazar Bülent AKYÜREK’İ okulumuzda misafir ettik....
Yılın Öğretmeni seçilen Kadir Erbil Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül tarafından köşkte kabul edildi.
Futbol takımımız...
Arapça yarışmalarına ev sahipliği yaptık….
Peltek
62
se
BULMACA
1
Beyza Doğan
9
7
8
9
5
2
4
6
2
5
4
3
7
8
3
6
10
11
10
SOLDAN SAĞA
1) Ay yüzlü
2) Alıntı
3) Ara
4) Konuşturma sanatı
5) Tavır
6) Yeşile çalan oprak rengi
7) İner çıkar
8) Maharetli, iş bilen, becerikli
9) Beceriksizlik
10) Fal, talih, şans
YUKARIDAN AŞAĞIYA
1) Eğitim öğretim sistemi
2) Yağmur
3) Fıkıh bilgini
4) Kızamık çıkarmış kişi
5) Eski, ezeli
6) Gurbet, dışarı yer
7) Seçme ad
8) Memleket
9) Doğru yolda giden
10) Çığlık
11) Kur’an-ı Kerim’in 65. suresi (Boşanma)
Döşemelik kumaş
Güçteks Mensucat Ltd. Şti.
Telefon: 0.352 321 16 76 • Faks: 0.352 321 16 80
Adres: Organize Sanayi Bölgesi 5. Cadde No:3
Melikgazi / KAYSERİ
E-mail: [email protected]
www.gucteks.com
Peltek
se
63

Benzer belgeler