1980`lerden Bugüne Kamu Hizmetinde Başkalaşım ve İdare
Transkript
1980`lerden Bugüne Kamu Hizmetinde Başkalaşım ve İdare
İdare Hukukunda Metalaş(tır)ma Serüveni: 1980’lerden Bugüne Kamu Hizmetinde Başkalaşım ve İdare Hukukunun Bu Dönemeçteki Kimlik Sorunsalına Bakışlar “Eğer ki köhne metâ’ız, revâcımız yoktur, Revaca da o kadar ihtiyâcımız yoktur” Nâbi1 Sedat Çal2 I. Giriş 1980’lerden bu yana toplumsal yaşamın üzerindeki etkisini giderek artan oranda gösteren ‘piyasacı’ ekonomik yapılanmalar, hukuksal boyutta kimi dönüşümleri de kaçınılmaz olarak beraberinde getirmiştir. Piyasa yanlısı yaklaşım çerçevesinde, öncelikle reel ekonomi alanlarında kamu tarafından sunulan nihai veya ara malların özelleştirilmesine gidilmiş3, aynı yolda sermaye yetersizliği gerekçelerine dayanılarak altyapı sektörlerindeki kamu hizmetlerinin özel girişimciler eliyle gerçekleştirilmesine yönelinmiştir.4 Kamu hizmetlerinin sunumunda bedelsizlik sorunu5, Anayasa Mahkemesince 1985 yılında köprü gelirlerinin kamusal bağlamdan soyutlanarak bir piyasa kavramı olan ‘fiyat’ üzerinden 1 "Bende yok sabr-u sükûn, sende vefâdan zerre; İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre." “Nâbi” mahlasını içeren “nâ” ve “bî” ibarelerinin ikisi de “yok” anlamına gelmektedir (bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%A2bi). Nâbi, böylece kendi mahlasına yukarıdaki dizeler üzerinden bir tür nazire yapmaktadır. Burada, metalaşma sürecinin kamu hizmetlerine yönelik ‘yoklaştırma’ çağrışımı bağlamında yer vermeyi uygun gördüm. 2 Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı (bu bölüme ilişkin eleştiri ve yorumlar için: [email protected]). 3 “Geriye dönüp baktığımız zaman Özal dönemi özelleştirmelerinin, aslında, kapsamlı ve hızlı bir program uygulamasından çok, böyle bir yöntemle ilk kez karşılaşan kamuoyunun tepkisinin yatıştırılması ve deyim yerindeyse bundan sonraki uygulamalara “alıştırılması” amacına yönelik olduğunu söyleyebiliriz” (Kurmuş, O. (2009). Bir Bilim Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu, İstanbul: Yordam Yayıncılık, s. 20). Kısaca, halk arasındaki deyişle, “turpun asıl büyüğü heybede.” 4 1980’lerden başlayarak kamunun sermaye yetersizliği gerekçesiyle özel kesimin altyapı (özelikle enerji) sektöründe etkinlik göstermesine yol açan bu gelişimin eleştirisi ve giderek finansman (sermaye) darlığı gerekçesinin geçersizliği yahut başka deyişle aldatmaya yönelik bir ‘efsunlu mitos’ olarak yanıltıcı ve gerçekleri saptırıcı biçimde kullanılmasına yönelik ayrıntılı bir irdeleme için bkz. Çal, S. (2008). Türkiye’de Kamu Hizmeti ve İmtiyazın Dönüşüm Öyküsü, Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yayını. 5 Bkz. Gözler, K. (2009). İdare Hukuku, İkinci Baskı (Cilt: 2), Bursa: Ekin Yayıncılık, s. 341-352. 1 tanımlanmasıyla6 hukuksal bağlamdaki bir dönüşümün de ilk işaretini vermiştir.7 Nihayet, kamu hizmetlerinin özel girişim eliyle görülmesi bağlamında ortaya çıkan uluslararası tahkim bunalımının8 1999 yılındaki Anayasa değişikliğiyle9 sonuçlanması, bir sorunu gidermeye çalışırken türlü diğer sorunların kapısını aralamıştır.10 Nitekim, yatırım tahkimi dikkate alındığında, metalaştırma yolundaki adımların peşinde gidilerek imtiyaz sözleşmelerinin özel hukuk sözleşmesi biçiminde nitelendirilmesiyle ortaya çıkan uluslararası boyutun ne denli kamusal zararlar doğurabileceği, son on yılda ülkemize karşı yabancı –yahut, yabancı görünümlü yerli11- yatırımcılar eliyle açılan yatırım tahkimi davalarının serencamına bakılarak gözlenebilmektedir.12 Öte yandan, devletin üretici değil, düzenleyici ve denetleyici işlev görmesi gereğine odaklanan piyasacı anlayış13, idare hukuku bağlamında kamu hizmeti/kolluk ayrımına 14 6 Kamusal alana alınma ile fiyat terimi arasındaki ilişki bağlamında ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Karahanoğulları, O. (2002). Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), Ankara: Turhan Kitabevi, s. 235. 7 Anılan yargı kararı için bkz. Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin 26 Haziran, 2005 tarih ve E. 1984/9, K. 1985/4 sayılı kararı. Öte yandan, AYM’nin burada benimsediği “fiyat” yaklaşımına karşıt bir yaklaşım bağlamında, kamu hizmetlerinde maliyetleri dikkate almayan bir “kamu fiyatı”nın sözkonusu edilebilmesi ve bunun İtalya’daki uygulamasına yönelik çarpıcı bir ayrıntı için bkz. Özay, İ. H. (2004). Günışığında Yönetim, İstanbul: Filiz Kitabevi, s. 238, 239. 8 Bkz. Çal, S. (2009, Ekim). Uluslararası Tahkimin 10. Yılı: 'Kapıldım Sana Bir Mecnun Gibi', Cumhuriyet Enerji, Sayı 18, s. 12-13. 9 Bkz. Çal, S. (2002). Anayasa Değişikliği Sonrasında Kamu Hizmeti Kavramının İrdelenmesi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 51, Sayı 2, s.163-197. 10 Ayrıntılı bilgi için bkz. Çal, S. (2009). Uluslararası Yatırım Tahkimi ve Kamu Hukuku İlişkisi, Ankara: Seçkin Yayıncılık; keza, bkz. Çal, S. (2008). Uluslararası Yatırım Tahkimine Yönelik Kimi Eleştirilerin Değerlendirilmesi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 57, Sayı 4, s.135-190. 11 Zonguldak ili Alaplı ilçesinde kurulması öngörülen, doğalgaza dayalı bir elektrik üretim santraline ilişkin olarak 1998 yılında imzalanmış imtiyaz sözleşmesi tahtında açılan ve 2012 yılında sonuçlanan yatırım tahkimi davası, buna bir örnektir (http://www.taraf.com.tr/haber/alapli-100milyon-dolarlik-davayi-kaybetti.htm adresinden ulaşılmıştır). 12 Örneğin, bkz. Çal, S. (2009, 2 Eylül). Yatırım tahkimi davalarında bir son gelişme: Europe Cement - Türkiye Davası, Dünya Gazetesi. 13 Anayasamızda açıkça değinilen sosyal devlet ilkesi bağlamında konuyu ele alan bir görüşe göre; “(b)u durumda, sosyal devlet ilkesinin kabul edilmiş olduğu bir anayasal sistemde; kamu hizmetlerinin sona erdirilmesi ve onun yerine ekonomik kolluk faaliyetlerine ağırlık verilmesi, Anayasa tarafından öngörülmüş olan bu devlet sisteminin kanunlarla değiştirilmesi anlamına da gelecektir! Diğer taraftan, Anayasa’nın açık hükümleri ile İdare Hukuku’nda kabul edilmiş olan kamu hizmeti ilkeleri bir yana bırakılsa bile; ekonomik yapısı ve gelir dağılımı bozuk (=halkı fakir), özel sektörü güçsüz ve en nihayetinde de, İdaresinin denetim yapma imkanının ve gücünün –özellikle teknik ve mali nedenlerden dolayı- çok sınırlı olduğu ülkemizde, (...) farklı ekonomik sistemler için öngörülmüş olan bu devlet yapısının uygun görülmemesi gerektiği de, söylenebilecektir” (bkz. Ayaydın, C. (2008). İdare Hukukuna Giriş, Cilt II, İstanbul: Yenilik Basımevi, s. 81). 14 İdare hukuku alanında ve daha da önemlisi burada işbu çalışma içerisinde belli bir dar ölçüde değinmeye çalıştığımız üzere ekonomik yaşamın içinde önem taşıyan bu iki temel kurucu kavrama yönelik ayrıntılı bilgi için bkz. Çal, S. (2011) Türk İdare Hukukunda Ruhsat, İkinci Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, s. 156-206; keza, bkz. Karahanoğulları, O. Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), age, s. 72-80. 2 gönderme yapmak zorunluluğuyla öne çıkmaktadır. 1980’lerden bu yana süregelen piyasacı anlayış, kamu hizmetlerinin piyasaya devrine yönelik uzun yürüyüşün başlangıç adımlarını kendi içinde bir başarıyla gerçekleştirdikten sonra, bu kez gözünü kolluk etkinliklerinin piyasalaştırmasına dikmiş görünmektedir. Elektrik enerjisi sektörü dahil kimi alanlarda denetimin özel girişimciler eliyle yürütülmesine ilişkin girişimler sürmektedir ve kolluk etkinliğine ilişkin olarak 2012 yılında verilen bir Anayasa Mahkemesi kararı 15, sürecin gidişine yönelik yeni göndermeler ve ilginç çağrışımlar içermektedir. Kolluk etkinliklerinde bedel alınması ise, hukukun piyasalaştırmaya yönelik dönüşümü tahtında oldukça radikal bir adımı temsil ediyor sayılabilir. Kamu hizmeti kavramının kolluk etkinliklerini de içeren boyutta ele alınabileceğine ve kamu hizmetini piyasalaştırma girişimlerinin kolluk etkinliklerini kapsayan denli bir derinlikte değerlendirilebilmesine yönelik gelişmeler, kamu gücü kullanımını içeren ‘düzenleyici devlet’ işlevinin dahi ‘piyasaya açılması’ yönündeki olası adımların izdüşümlerini ortaya koymaktadır. Bu durumda, hukukun toptan metalaştırılmasına değin gidebilecek bir kuramsal altyapının kurgulanmaya çalışıldığı izlenimleri doğabilmektedir. Piyasalaştırma yönündeki girişimlerin hukuksal bağlamdaki iki temel sorunundan söz etmek zorunludur denilebilir. İlk olarak; kamusal alana alınma sonucunda kamu hukukunun uygulanmasına bağlı kılınan mal ve hizmet üretimleri yukarıda belirtilen dönüşümle piyasa oyuncularına bırakılırken16, kamu hukuku yahut başka deyişle kamu gücü ayrıcalıklarının 17 15 Bkz. AYM’nin 5 Temmuz, 2012 tarih ve E. 2011/27, K. 2012/101 sayılı kararı (6 Ekim, 2012 tarih ve 28433 sayılı Resmi Gazete (RG)’de yayımlanmıştır). Anılan karar, enerji sektöründeki denetim etkinliklerinin özel kesim eliyle görülmesine yönelik yasal düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığına ilişkindir. Karara karşı oy yazan bir üye, Anayasa’nın 47. maddesinin son fıkrasındaki “Devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir” hükmünde geçen “hizmetler” teriminin denetim etkinliklerini de kapsadığı görüşüyle anılan iptal kararına karşı çıkmıştır. Burada vahim olan nokta, Anayasamızın sözü geçen maddesindeki “hizmetler” terimine kolluk etkinliklerini de içeren bir anlam yüklenmesi ve böylece kolluk etkinliklerini bütünüyle özel hukuk sözleşmeleri üzerinden özel kesime devretmeye cevaz veren bir anlayışın ortaya çıkmış bulunmasıdır. Hukukçu olmadığı görülen sayın üyenin değindiğimiz işbu görüşü ve anlayışı şayet ileride diğer üyelerce de benimsenirse, kanımca gerçekten pek vahim bir yanlışlığa düşülecektir. 16 Piyasa kavramı, çoğu kez siyaset dışı, piyasada yer alan oyuncuların kendi iç dinamiklerinde beliren bir oyun kurgusu gibi algılanabilmekle birlikte, aslında gerçek böyle değildir. “İktisat ve siyaset hep el ele gider. Gerçekten de ilk iktisatçılar, bilim dallarına “ekonomi politik” adını vermişlerdi (...) (Neoklasik iktisatçılara göre, bütün bu sonuçları anonim “piyasa güçleri” belirler, ancak buna kanmayın: “Piyasa” dedikleri şey, bazı insanların çıkarlarının diğerlerinin zararı pahasına genişletildiği toplumsal bir kurumdur zaten). Ekonomideki farklı oyuncular, kendi ekonomik çıkarlarını öne çıkarmak için siyasi nüfuzlarını ve güçlerini kullanırlar. Toplumsal grupların (kendileri için olumsuz da olsa) ekonomik sonuçlara ne kadar tahammül edecekleri de siyasi etkenlere bağlıdır: bu sonuçları “doğal” ya da “kaçınılmaz” görüp görmedikleri ve değişimi gerçekleştirebilecek güce sahip olup olmadıklarını hissetmeleri gibi” (Stanford, J. (2009). Herkes için İktisat – Kapitalist Sömürüyü Anlama Kılavuzu, ( Tuncel Öncel Çevirisi), İstanbul: Yordam Yayıncılık, s. 32). 17 Bkz. Atay, E. E. (2012). İdare Hukuku, 3. Bası, Ankara: Turhan Kitabevi, s. 420-435; Gözler, K. (2009). İdare Hukuku, İkinci Baskı, Cilt 2, Bursa: Ekin Yayıncılık, s. 87-92. Kamu gücü (kudreti) konusunda ayrıntılı bir irdeleme için bkz. Okay Tekinsoy, Ö. (2011). İdare Hukukunda Kamu Düzeni Kavramı, İstanbul: On İki Levha Yayınları. 3 piyasaya hizmet verme sürecindeki varlıkları süregelmektedir. Özel kişi lehine kamulaştırmalar18, bunlara sadece bir örnektir. Nitekim, bir görüşe göre, çağdaş kitle demokrasilerinde dahi “devletlerin kamu yararını korumak ya da geliştirmekten çok özel çıkarlara hizmet etme eğilimi son derece ağır basmaktadır” ve modern devletler “kamu mallarının sağlayıcı olmaktan çok özel malların baş tedarikçisi” olarak, “uygulamada danışıklı çıkar gruplarının özel tercihlerini sağlamak üzere” işlev görmektedir.19 Dolayısıyla, kamu hukuku, kamu yararı kavramı20 üzerinden ‘piyasaya hizmet etme işlevine’ gerektiği zamanlarda davet edilmeye devam ediyor durumdadır. Keza, ikinci olarak; kamusal alandaki mal ve hizmet üretimleri piyasalaştırılırken, piyasanın temel kuralı olan ‘yarışmacılık ilkesi’21 serbest piyasa kavramına karşıt biçimde bertaraf edilebilmektedir.22 Dolayısıyla, bir yanda hukukun dönüşümünden söz edilirken, diğer yanda anılan sürecin ‘piyasalaştırmanın zorunlu kıldığı bir dönüşümü’ ortaya koymadığı da savlanabilecektir. Böylece, açık bir çelişkinin doğduğu söylenebilir. Giderek, piyasacı bir yaklaşımın uluslararası andlaşmalar boyutuyla da ayrıca ele alınması zorunludur. Bu bağlamda, siyasal sınırlar içindeki piyasalaştırma ile sınır aşırı piyasalaştırma arasındaki ikiliğe (dikotomiye) dikkat çekilmesi gerekmektedir. Uluslararası uyuşmazlık çözüm mekanizmalarının işlevselliği ise, bu noktada değinilmesi gerekli bir diğer özelliği ortaya koymaktadır. Nihayet, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nezdinde hizmet ticaretinin serbestleştirilmesine yönelik girişimler ve piyasalaştırmanın uluslararası boyuta taşınması bağlamında küresel ekonomik etkileşimler sürecini topluca değerlendirmek, irdelenmesi gereken bir diğer önemli noktadır. Bu noktada, kamu hizmetinin metalaştırılmasına yönelik olarak 1980’lerden bu yana içinden geçtiğimiz süreci özetleyen bir görüşü alıntılamak istiyorum: “Böylece yirmi yıl içinde üçüncü “paradigma değişimi” dalgası ile karşı karşıya kalınmıştır: 1980'lerin başında “public administration” (kamu yönetimi) yerine “public management”, (kamu işletimi) 1980'lerde bunun yerine “new public management” (yeni 18 Özel kişi lehine kamulaştırmaya yönelik eleştirel bir çalışma için bkz. Kızıl Erkelli, N. (1998). Kamulaştırma Fenomeni, İdare Hukuku İlimleri Dergisi (İHİD), Yıl 9, Sayı 1-3. 19 Gray, J. (2004). Post-Liberalizm, (Müfit Günay Çevirisi), Ankara: Dost Kitabevi, s. 22. 20 Kavrama yönelik ayrıntılı bir çalışma için bkz. Çakmak, N. M. (2013). İdare Hukukunda Kuramsal Olarak Kamu Yararı, Ankara: Seçkin Yayıncılık. 21 Neoliberalizmin özelliklerine değinen bir çalışmada değinildiği üzere, “(p)iyasanın egemenliğinin tanınmasının birinci kuralı, engellenmemiş bir rekabetçiliğin ekonomide egemen kılınmasını gerektirir” (bkz. Kurmuş, Bir Bilim Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu, age., s. 17). Aynı yoldaki bir diğer görüşe göre de, “(r)ekabet (acımasız, affı olmayan, ölümüne rekabet), kapitalizmin temel özelliğidir” (Stanford, Herkes için İktisat – Kapitalist Sömürüyü Anlama Kılavuzu, age., s. 131). 22 İmtiyaz sözleşmeleri uygulamasının piyasa anlayışına aykırı biçimde yarışmacılık ilkesini gözetmediğine –ve hatta daha da vahim olarak, keyfiyetin idare hukuku öğretisinde nasılsa olumlanabildiğine- yönelik bir çalışma için bkz. Çal, Sedat (2010). "Intuitu Personae" veya İmtiyaz Sözleşmelerinde İdarenin İmtiyazcıyı Seçme Hakkı Üzerine, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 68, Sayı 2010/3, s. 49-115. 4 kamu işletimi) ve 1990'ların sonlarında bunun da yerine “public governance” (kamu yönetişimi).”23 Nihayet, küreselleşme ve küresel yönetişim bağlamındaki bir diğer eleştirel görüşe göre de, “(...) pozitif yönlerine rağmen küreselleşmenin genel etkisi dünya düzenini üçüncü binyılın gayri insani yönetişim biçimlerine hazırlamak olmuştur.”24 Çalışma, öz olarak, yukarıda değinilen hususları bütüncül bir bakış içerisinde sunmayı öngörmektedir ve aralarındaki ilintiyi ortaya koyarak, sonuçta karşılaşılan ilgi çekici örüntüyü genel çizgileriyle irdelemeye girişme denemesi niteliğindedir.25 Bu bağlamda, kamu hizmetlerinde metalaştırmaya ilişkin gelişmeler ve bunların doğurduğu sonuçlar ele alınmakta, kamu hizmeti kavramına kolluk etkinliklerinin de dahil edilerek metalaştırma girişimlerinin en temel devlet işlevlerini kapsamaya yönelmesi bağlamındaki ultra-liberal söylem yahut kurgulama çabalarına değinilmektedir. Kamusallığın hukuk alanından uzaklaştırılması olarak da betimlenebilecek bu girişimlerin uluslararası tahkim ve küresel yönetişim mekanizmalarıyla örtüştürülmesi ise, konunun bir diğer boyutunu işlemeyi öngörmektedir. Yine, metalaştırma söylemlerinin ülkemizdeki ekonomik alana ilişkin türlü uygulamalarla çelişmesi gerçeğine dikkat çekerek, piyasalaştırmanın asıl olarak kendi içindeki ilginç ve tuhaf tutarsızlığına yer verilmektedir. II. İlgili Temel Kavramlar: Meta-Metalaştırma, Meta/Değer ve Kamu Hizmeti/Kolluk Meta, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, isim olarak “mal, ticaret malı” veya “ticaret, sermaye” anlamlarına gelmektedir.26 Meta kavramı bağlamında Marx’a yer vermek doğal olarak kaçınılmazdır.27 Filozofa göre, “(m)eta, her şeyden önce, bizim dışımızda bir nesnedir ve, taşıdığı özellikleriyle, şu ya da bu türden insan gereksinmelerini gideren bir şeydir.”28 Metayı doğuran gereksinimin niteliğini önemsiz bulan Marx’ın ilgilendiği husus, “(...) insanların metaları satın alması ve bu eylemin insanların nasıl yaşadığı konusunda belirleyici 23 Güler, B. A. (2009). Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye, Praksis Dergisi, Sayı 9, Kış–Bahar 2009, s. 101 (alıntılanan metinde yapılan bir yollamaya burada yer verilmemiştir) (http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/009-03.pdf). 24 Falk, R. A. (2005). Dünya Düzeni Nereye?, (Neşenur Domaniç / Nusret Arhan Çevirisi), İstanbul: Metis Yayınları, s. 222. 25 Doğa bilimlerinin aksine, insanı konu edinen toplumsal bilimlerde irdeleme, “ele aldığı (içinde insan olan) bir şeyin, hangi bütünün bir parçası olduğunu aramakla” başlar (bkz. Russel Ackoff’tan aktaran: Cansen, E. (2013, 4 Eylül). İktisatçılar iktisatla ilgilensin, Hürriyet Gazetesi. (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24642531.asp). 26 http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.522d8d055a4 b19.4n8935427 (Erişim Tarihi: 9 Eylül, 2013). 27 Değer kavramını Marx’ın ortaya koymadığı ve bu konulara daha evvelce değinmiş olmakla öncülü olan (Ricardo başta gelmek üzere) pek çok yazardan etkilenmekle beraber kendisinin tarihi ve ekonomiyi birlikte sentezleyerek özgün bir kuram oluşturduğu hususu hakkında bkz. Schumpeter, J. A. (2010). Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, (Hasan İlhan Çevirisi), 3. Baskı, Ankara: Alter Yayıncılık, s. 32-60. 28 Marx, K. (2011). Kapital, (Alaattin Bilgi Çevirisi), 10. Baskı, Cilt I, Ankara: Sol Yayınları, s. 47. 5 olmasıdır. (...) “Bir şeyin yararlılığı” en iyi şekilde “kullanım değeri” olarak kavramsallaştırılabilir.”29 Metanın iki boyutu vardır; kullanım değeri ve değişim (mübadele) değeri.30 Meta bağlamında yer verilen “kullanım değeri” terimi, doğal olarak, insanlar arasındaki toplumsallığa ve işbölümüne de yollama yapmaktadır.31 Yine, meta ile değer ilişkisi bağlamında konuya eğilmek gerektiğinde, Marx’a göre; “(g)ereksinmelerini kendi emeğinin ürünü ile doğrudan doğruya karşılayan kimse, gerçekte, kullanım-değeri yaratır, ama meta yaratmamıştır. Meta üretmek için, o kimsenin yalnızca kullanım-değeri değil, başkaları için kullanım-değerleri, toplumsal kullanımdeğerleri üretmesi gerekir.(... Bir ürünün meta olabilmesi için, kullanım-değeri olacağı başka bir kimseye, değişim yoluyla devredilmesi gerekir).”32 Emek ile değer kavramları arasındaki ilişkiye gelince, öncelikle halk arasındaki bir deyişe yer verelim: “Marifet iltifata tâbidir, iltifatsız meta zayidir.” Bu yaklaşımı anılan ilişkiye uygulayabiliriz; kısacası, ““(e)konomik değer”, diğer bireylerin iltifat etmesi ve talip olmasına bağlı olarak belirlenir, aksi halde ortada “ziyan olan” bir mal-üretim var demektir.”33 Benzer bir görüşe Marx’ın da yer verdiğini savlamak olanaklıdır. Nitekim, Marx’a göre, meta üretmek için, toplumsal kullanım-değerleri üretiliyor olunması gerekir. “Hiçbir nesne, “yararlı birşey değilse”, değere sahip olamaz. Yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır; bu emek, emek sayılmaz ve bu yüzden değer yaratmaz.”34 Öte yandan, Marksist kuramda değer ile fiyat kavramları arasında bir farklılaşmanın varlığına ve keza bunun önemli bir sorun olarak algılanmakta olduğuna da ayrıca değinelim. 29 Harvey, D. (2012). Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz, (Bülent O. Doğan Çevirisi), İstanbul: Metis Yayınları, s. 30. 30 “Bir meta ancak ona sahip olan kişi için doğrudan yararlı olduğunda kullanım değeridir. Benzer şekilde bir meta ancak doğrudan yararlı olmayıp sadece başka bir meta elde etmek için değişim amaçlı kullanıldığında bir değişim değeridir” (Cleaver, H. (2008) Kapital’i Politik Olarak Okumak, (Münevver Çelik Çevirisi), İstanbul: Otonom Yayıncılık, s. 140). Öte yandan, meta insan emeğiyle ortaya çıktığına göre bir çalışmanın ürünüdür ve çalışma teriminin kökeni ilginç çağrışımlara uygun görünümdedir. “Çünkü kelimenin anlamı, işkence –Fransızcadaki travailler (çalışmak) kelimesinin kökeni, Latince tripaliare, üç çatallı (palium) tripalium ile işlence yapmaktan gelmektediranlamından yola çıkarak, XVI. yüzyılda eski Fransızca iki kelimenin yerine geçmiştir: bunlardan biri labourer (daha çok, toprak işlemek), diğeri de ouvrer’dir (daha çok, iş yapmak, giderek kadın işlerini kapsar hale gelecektir). Çalışma (travail), XVII. yüzyılda hâlâ, sıkıntı, bitkinlik, bıkkınlık, acı çekme ve aynı zamanda aşağılanma anlamlarını içermeyi sürdürmüştür” (Febre, L. (1995). Uygarlık, Kapitalizm ve Kapitalistler, (Mehmet Ali Kılıçbay Çevirisi), Ankara: İmge Kitabevi, s. 109, 110). 31 “(...) (H)er kişinin nihai amacı türsel doğasını gerçekleştirmek ve geliştirmektir. Bir kişi ihtiyaçlarını ve kapasitelerini, ancak belirli bir yaşam biçimine katılmak yoluyla, bir toplum içinde başkalarıyla etkileşim ve iletişim kurarak karşılayabilir ve kullanabilir. Bu anlamda her kişi, doğası gereği toplumsal bir varlıktır” (Buğra, A. (2010). Devlet-Piyasa Karşıtlığının Ötesinde, (Bahadır Sina Şener Çevirisi), 4. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 29). 32 Marx, Kapital, age., s. 52, 53. 33 Bkz. Çal, S. (2008). Halkbilim, Ekonomi ve Hukuk Üçgeninde Bir Gezinti, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, Kasım-Aralık 2008, Sayı 51-52, s. 25. 34 Bkz. Marx, Kapital, age., s. 53. 6 Ancak, bu çalışmanın içeriği ve kapsamı nedeniyle, doğal olarak, anılan sorunun35 ayrıntıları üzerinde durulmayacaktır. Yine değinelim ki; “Marx, arz ve talep ilişkisiyle çok fazla ilgilenmez. Onun bilmek istediği şey, arz ve talep dengede olduğu anda örneğin gömlek ile ayakkabı arasındaki meta mübadele oranını nasıl yorumlayacağımızdır.”36 Ekonomik değer ile emek arasındaki bağlantı konusunu bir an için bir yana bırakarak, daha başka açıdan bir yaklaşımda bulunmak yararlı olabilecektir. Marx’ın da belirttiği üzere, “değer”in ancak ve sadece değişim (mübadele)37 sırasında görünür hale geldiğine yukarıda değinilmişti. Dolayısıyla, “değer”i oluşturan başlıca öge, toplumda o “şey”e yönelik ortaya çıkan istemdir. Diğer yandan, ‘değerin parayla temsili’ olarak nitelenen38 fiyat kavramının tarihsel sürecini oldukça ilginç irdelemeler üzerinden çarpıcı biçimde aktaran Huberman, bir tür kamu fiyatına benzer içerikli bu gelişim öyküsünü aktarırken, ondördüncü yüzyılda Paris Üniversitesi rektörü olan Jehan Buridan’ın şu sözlerine de yer veriyor: “Bir şeyin değeri kendi içsel değerine göre ölçülmemelidir... İnsanların ihtiyaçlarını hesaba katmak ve nesnelere bu ihtiyaçla ilişkilerine göre değer biçmek gerekir.”39 Yine, Butler’in aynı noktaya dolaylı yoldan değindiği söylenebilecek söylemiyle, “bir şeyin değeri, getireceği şey kadardır.”40 Bir başka deyişle, değer, toplumdaki diğer bireylerin o “şey” karşılığında kendilerinin vazgeçmeye yahut sunmaya hazır olduğu diğer “şey”ler üzerinden oluşan bir olgudur. Sözgelimi, komşunuzun elması için bir armuttan vazgeçmeye hazır olmanıza karşın, bir diğer komşunuz kendi elindeki üç adet armuttan vazgeçmeyi öneriyorsa, bu üç kişilik “piyasa”da bir elmanın değişim değeri “üç armut” olarak tescillenmiş olacaktır, kuşkusuz, sadece “ilgili piyasa” bağlamında ve münhasıran “o anki piyasa değeri/fiyatı” anlamında.41 Öte yandan, meta üretiminde emeğin konumuna değinen Marx, buna yönelik olarak da şu ifadelere yer vermektedir: 35 Gerçekten, sözgelimi Berksoy’a göre, “Marksist iktisatta değerlerden fiyatlara geçişte sorun vardı” (bkz. Taner B. (2012). içinde Sencer Divitçioğlu Anlatıyor, (İbrahim Ekinci ve Hakan Güldağ tarafından hazırlanan Söyleşi Kitabı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 216. Divitçioğlu’na göre de, fiyat-değer açmazı Marksist kuramın bir temel sonunu olarak görünmektedir (bkz. age., s. 164, 165); zira, “(f)iyat görmek gerekiyor. En sonunda iş geliyor bireye kalıyor. Bireyin davranışlarına dayanıyor. Oradan da her şey çıkar. Çünkü beklentiler belli değil” (age., s. 133). Marksist kuram bağlamında fiyat ve talep (istem) ilişkisine –yahut, daha doğru bir deyişle ‘sorunsalına’- yönelik dikkat çekici bir kuramsal irdeleme için ayrıca bkz. Selik, M. (1982). Marksist Değer Teorisi, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No. 484, s. 128-134. 36 Harvey, Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz, age., s. 38. 37 “Almanca “mübadele” anlamına gelen “tauschen” kelimesinin “aldatmak” anlamına gelen “täuschen”le aynı kökten gelmesi ilginçtir” (Huberman, L. (2012). Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, 12. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 74). Ticari ilişki yahut sözleşme kurmak eyleminin bireyler arasındaki karşılıklı tatmin içeren tek ilişki türü olarak betimlenebileceği yaklaşımı yerine anılan yaklaşımın bir ‘aldatmacalık’ kurgusunu yahut nitelemesini içermesi dikkat çekicidir. 38 Bkz. Harvey, Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz, age., s. 55. 39 Age., s. 76. 40 Aktaran: Marx, Kapital, age., s. 49, 7 no.lu dipnot. 41 Bkz. Çal, Halkbilim, Ekonomi ve Hukuk Üçgeninde Bir Gezinti, age, s. 32. 7 “Emeğin her ürünü, her toplumsal durumda, bir kullanım değeridir; ama ancak bir toplumun gelişmesinin belirli bir tarihsel çağında bu ürün, meta halini alır; bu çağ, yararlı bir nesnenin üretimi için harcanan emeğin, bu nesnenin nesnel niteliklerinden birisi, yani onun değeri olarak ifade edildiği çağdır.”42 Yukarıda da vurguladığımız üzere, bir “şey”in değeri, toplumdaki isteme dayanmaktadır. Başka bir deyişle, bu istemi oluşturan “değer yargılarına” göre belirlendiği de savlanabilir. Dolayısıyla, bu değer algılamasındaki değişiklik, değer üzerinde ansızın yıkıcı bir etki doğuruvermektedir. Özetle, değer kavramında saklı temel öge, kurucu dayanağının bir tür “inanç”, bir “yargı” olmasıdır ve bu “fiktif” olma keyfiyeti, tüm yapının kırılganlığını ve bir anlamda –şairin sözünden ilhamla söylersek- “hayal meyal şeylerden”43 oluştuğu söylenebilecek niteliğini vurgular. Bu durumun ekonomideki izdüşümü ise çarpıcıdır: Borsa değerlerindeki artış/azalışlar, her gün ileriye yönelik beklentilerin ve bunların da katkısıyla şekillenen değer yargılarıyla dalgalanır. Yine, finans dünyasındaki işleyişe bakıldığında, sözgelimi taşınmaz değerlerinde ansızın gerçekleşiveren düşüşler, bu değerleri güvenceye bağlayan para/kredi piyasalarında çöküşe ve bankacılık/finans sektöründeki iflaslara neden olabilmektedir.44 Beklentilere dayalı değerlerin taşınmaz piyasalarında veya borsa fiyatlarında yarattığı “balonlar”, bir zaman sonra ileriye yönelik beklentilerin türlü ekonomi-politik yahut toplumsal-kültürel nedenlerden ötürü hacim yitirmesi nedeniyle patlamakta ve bir tür ‘saadet zinciri’ niteliğinden dolayı kaçınılmaz biçimde iniş-çıkışlar yaşanmaktadır ki bu onun doğası gereğidir denilebilir. Şu halde, söylenebilir ki, ekonomik bunalım olarak da anılan bu gelişim, serbest piyasa düzeninin kaçınılmaz kaderidir ve bunalımlara ilişkin bir sigorta –kamunun ekonomik müdahaleleri dışında- yoktur.45 Bu süreçte gözlenen olgulardan biri, emlak değerlerindeki aşırı oynamalardır ve dayandığı temel de sadece ve sadece toplumdaki değer yargılarıdır. Yani, burada esas alınan temel, toplumu oluşturan bireylerin değer yargılarından başka bir şey değildir ve bu “sanal” temele dayanan piyasaların en ufak bir esintide “hâk ile yeksan (yerle bir) olması” şaşırtıcı sayılmamak gerekir. “Şeyh uçmaz, müridi uçurur” deyişine benzer şekilde, “değer”i toplumun algılamaları oluşturur ve çıkardığı gibi de düşürüverir; beklentiye dayalı algılara ilişkin bir esintiyle tüm değer yargıları, beklentiler, velhasıl her şey aniden yön 42 Marx, Kapital, age., s. 72. Dize, ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın iyi bilinen “Otuzbeş Yaş” başlıklı şiirinden alıntıdır ve aşağıda yer verilen son dizesindeki ibareden hareketle değinirsek, metalaşma karşısındaki biçare yalnızlığımıza da bir naif gönderme yapıyor gibidir: “ Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız.” 44 Bkz. Çal, Halkbilim, Ekonomi ve Hukuk Üçgeninde Bir Gezinti, age., s. 33, 34. 45 Bkz. Yalçın, C. (2013, 20 Ağustos). Kriz ekonomisinden çektiklerimiz, Hürriyet Gazetesi, (http://www.hurriyet.com.tr/teknoloji/24554214.asp). 43 8 değiştirebilir.46 Tam bu noktada ayrıca ve önemle değinelim ki, “(i)ktisat bilimi ne devlet politikalarından, ne etik yargılardan, ne de sosyal psikolojiden yalıtılabilir.”47 Marx’ın belirttiği bağlamdaki meta ile metalaşma veya metalaştırma kavramlarının yerine göre farklılaştığı, yahut farklı bağlamlarda birbirinden ayrılan bir işleve sahip kılınabildiği de söylenmelidir. Sözgelimi, enerji, bir meta mıdır? Marx’ın tanımına bakılırsa, ‘başkasının kullanımı için üretim’ ibaresi bağlamında, enerjinin ‘üretildiği ve dolaşıma sokulduğu’ hususu yeterince açıktır. Ancak, bu özelliğinden ötürü enerjinin bir meta, yahut başka deyişle ticari nitelikte bir mal olarak ele alınması, gerçekliği pek yansıtmıyor. Zira, aslına bakılırsa, enerjinin bir meta olarak kabul edilmesi, özellikle enerji tüketen ülkelerin üzerinde ısrarla durdukları ve küresel andlaşmalar üzerinden de bu kurguyu baskıladıkları bir husustur. Bu baskılar Enerji Şartı Sözleşmesi (EŞS) üzerinden yaşama geçirilmiştir, ki ülkemiz de ne hikmetse –aynen, kendisini her nasılsa gelişmiş ülke sayarak OECD (zenginler) kulübünde yer almasına benzer- EŞS’ne üye olmuştur, hâlen de üyesidir. Oysa, sözgelimi Rusya Federasyonu, daha en başından itibaren bütün hazırlık çalışmalarında etkin biçimde yer alarak ve keza imza atarak sürecin bir ‘seçkin’ üyesi olmakla beraber, daha sonra bu sürecin içinde kendisinin avcı değil av olduğunun ayırdına varabilmiş ve anılan Sözleşme’yi kendi Meclisi’nde (Duma) onaylamamış, giderek 2008 yılında da Sözleşme’den imzasını çekmiştir. Buna yönelik en temel gerekçesi ise, enerjinin bir “meta” olmadığı, aksine, politik siyasaya uygun biçimde kullanılacak bir manevra aleti olduğu yönündeki görüşleridir48. Şu halde, özetle, bir nesnenin “meta” olması Marx’ın değindiği tanıma uygun biçimde yorumlandığında enerjiye ‘meta’ demek zorunda kalınacak iken, stratejik veya türlü diğer gerekçelerle meta konumuna düşürülmeksizin, üretimi kamusal elde tutarak da bir mal dolaşıma çıkarılabilmektedir ve lâkin bu ikinci durumda enerjinin metalaştırıldığı söylenmemektedir.49 Ben bu noktanın da daha ilerisine giderek, daha farklı bir diğer görüşün kurgulanabilmesi yahut savlanabilmesi olasılığını burada denemek istiyorum: Varsayalım ki, enerji sektöründe üretimi kamusal alanda tutmaksızın ve fakat ağır biçimde kamu denetimi altında bulundurarak, sözgelimi yabancı sermayeye dahi kapatıp özel kesimdeki ulusal tüzel veya gerçek kişiler eliyle sektörü denetime alarak; yahut, sektörün her bir adımını ağır bir gözetim-denetim etkinliğiyle bürokratik tasalluta maruz bırakan yasal düzenlemeyi getirerek hareket ediliyor olunsun. Böylesi koşullarda, ‘özel kesim enerji sektöründe üretimi 46 Bkz. Çal, Halkbilim, Ekonomi ve Hukuk Üçgeninde Bir Gezinti, age., s. 33, 34. Sencer Divitçioğlu Anlatıyor, (İbrahim Ekinci ve Hakan Güldağ tarafından hazırlanan Söyleşi Kitabı). (2012). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 204. 48 Çal, Uluslararası Yatırım Tahkimi ve Kamu Hukuku İlişkisi, age, s. 106-109. Rusya Devlet Başkanı Putin’in henüz Saint Petersburg Belediye Başkan Yardımcılığı dönemindeyken yazdığı doktora tezi için bkz. Putin, V. (2006). Strategic Planning for Rehabilitation of the Mineral Resources Base of the Region During the Formation of Market Relations (St. Petersburg and Leningrad Oblast), ((Rusça’dan İngilizce’ye) Kaj Hobér Çevirisi), The Uppsala Yearbook of East European Law, Uppsala Üniversitesi, Wildy, Simmonds and Hill Publishing. 49 Bir hizmetin kamu tarafından herhangi bir karşılıklılık ilişkisine girilmeksizin, veya başka bir deyişle, maliyet bedelini ve/veya kârı mutlaka yahut en azından birebir içermeksizin halka sunulması durumunda bir metadan söz edilemeyeceğine ilişkin olarak bkz. hemen aşağıdaki 53 no.lu dipnot. 47 9 gerçekleştiriyor’ gerekçesiyle mutlaka bir metalaştırmanın belirdiğini ileri sürmek kabul görmeyebilir. Belki burada konunun enerji sektörünü içerdiği gerekçesiyle hâlâ meta niteliğini taşıdığı savını benimsemek olanaklı görülebilir. O nedenle konuyu değiştirelim ve sözgelimi çimento sektörü örneğini ele alalım: Özel kesim eliyle çimento üretimi yapılmasında meta niteliğini görmek kolaydır denilebilir. Ne var ki, anılan etkinlik ticari nitelikle, özel kişiler arasında ve görece rekabetçi koşullar tahtında gerçekleştirilirken bu savı ileri sürmek görece kolay olsa da, kimi durumlarda çimentonun yurt dışına satışı yasaklanabilmektedir ve buna gerekçe olarak dış satım yüzünden yurt içindeki gereksinimin karşılanamaması ve bundan ötürü fiyatların orantısız yükselişi gösterilebilmektedir.50 Böylesi bir durumda, çimento üretimi özel kesim eliyle yapılmakla beraber, klasik kuramsal bağlamıyla ‘meta’ niteliği içermesine karşın, metanın genelde olumsuzlanan algısı veya kavramsallaştırılması bağlamında çimentonun bir meta olarak nitelendirilmemesi gerekir diyebiliriz. Zira, artık burada tecimsel bir mal değil, kamusal müdahaleye bağlı kılınmış bir nesne söz konusudur. Anılan müdahale dolayımıyla denilebilir ki, üretim kamu elinde olmaksızın da, denetim veya yasal düzenleme (ki, bu terim ‘regülasyon’ olarak da belirtilmektedir) yoluyla kamusal bağlama çekilen bir nesne, artık meta niteliğini en azından tam (kâmil) biçimde içermekten beridir. Şayet yukarıdaki ikinci örneğe de “çimento, yeterince rekabetçi bir alan değildir, o nedenle zaten oligopolcü bir piyasada meta bağlamındaki bir piyasalaşma söz konusu edilemez” denilerek karşı çıkılacaksa, bunda belli bir haklılık payı görülebilecektir. O halde, buradaki irdelememiz bakımından yeni bir örnek vermenin zamanıdır: İlgili yasal düzenlemeye göre, çok sayıda ürünün dış satıma konu edilmesi yasaklanmıştır. Sözgelimi, erik ağacının “kütük, tomruk, kereste, kalas ve taslak olarak ihracı” yasaktır. Yine, kimyasal olmayan gübrelerin dış satımı ön izne bağlıdır.51 Buradaki örnekler, içeride tecimsel nitelik içeren ürünlere meta sıfatını yapıştırmamıza olanak verebilirken, dış satımının yasaklanması bu ürünlerin kimi gerekçelerle kamusal alana alınıverdiğini, piyasalaşmanın tam olarak gerçekleşmesine izin verilmeyebildiğini gösteriyor. Bu meyanda, yine, sözgelimi ekmek üretimi ve satışındaki piyasa denetimlerinin yahut fiyat sınırlamalarının örnek verilebilmesi de olanaklıdır. Dolayısıyla, değinmek gerekir ki, piyasa konusu bir ürün bağlamında “meta” algısına dikkat etmek gerekiyor. Ayrıca, yine değinelim ki, öğretide kamu hizmeti kavramının 50 51 Nitekim, ülkemizde bu yöndeki bir gelişme 2006 yılında yaşanmıştır (bkz. Çimento karteline ihracat freni.., (2006, 14 Temmuz) (http://www.ensonhaber.com/Ekonomi/5165/cimento-kartelineihracat-freni...html). Bkz. İhracı Yasak ve Ön İzne Bağlı Mallara İlişkin Tebliğ (İhracat 96/31)(http://www.ekonomi.gov.tr/index.cfm?sayfa=mevzuat&icerik=739E50AD-19DB2C7D-3D027497881DB9AE); keza, bkz. İhracı Yasak ve Ön İzne Bağlı Mallara İlişkin Tebliğ Mevzuatı (http://www.hububatbirlik.org/tr/ihracat-kontrolleri-ve-ihraci-yasak-on-izneve-kayda-bagli-mallar-hakkinda-bilgi-verebilir-misiniz). Böylece, sözgelimi belki tarımsal amaçlı kullanım ve ülkenin tarımsal üretimini artırma amacıyla “tezek” adı verilen hayvan gübresi ülke dışına izinsiz satılamazken, aynı ürünün kimi yörelerimizde ısınma amaçlı kullanılabilmesi ilginç bir çelişkiyi gündeme getiriyor ve anılan yasağın ne gibi bir işleve hizmet ettiğini sorgulatırken, büyük olasılıkla gülümsetiyor da! 10 tanımlanabilmesine yönelik olarak kamusal alana alma gereksinimlerine veya uygulamalarına bir ölçüt bağlamında yer verilebilmektedir52 (bu konuyu ilerideki paragraflarda kamu hizmeti tanımıyla ilintili olarak kısaca ele almaktayız). Şu halde, metalaşma kavramını Marx’ın ortaya koyduğu tanımdan daha başka bir “algılama” veya “perspektif” ışığında ele almak yahut yorumlamak zorunluluğu doğmaktadır denilebilir. Buradaki kastım şudur: Meta’yı ‘başkası için kullanım değeri yaratmak’ anlayışı üzerinden tanımladığımız sürece kamu hizmetlerini her halükârda meta saymak gerekecektir. Ancak, meta, kullanım değeri değil ve fakat değişim değeri üzerinden ele alındığında, asıl olarak kastedildiğini sandığım anlama bürünecektir. Özetle, ‘kamu hizmetleri bağlamında metalaşma sakıncalıdır’ önermesine geçiş yaparken, bundan murat edilen husus, kamu hizmetinin doğal olarak bir kullanım değeri yaratacağı ve fakat değişim değeri olarak bir ‘karşılıklılık’ ilişkisi yahut saiki (itkisi) içermeksizin sunulması gerekeceğidir. 53 Nitekim, benzer bir algılamanın öğretide –dolaylı biçimde olsa dahi- ele alınmış bulunduğu ve maliyetleri dikkate almak zorunda bırakılmayan bir “kamu fiyatı” terimiyle kavramsallaştırıldığı hususu dikkat çekmelidir.54 Böylece, kamu hizmetlerinin bedelsiz veya bedel konulmak zorunda kalınsa dahi maliyetten bağımsız olarak ve herkesin erişimine olanak sağlayacak denli bir kamu fiyatlandırması içinde sunulması anlayışına varılabilecektir. Bu noktada artık metalaşmadan söz edilememesi gerektiği savlanabilir. Önemle değinelim ki, burada özet olarak belirtmeye çalıştığımız husus, metalaştırma olgusunun piyasalaşma içerisinde değişime bağlı kılınması ve dolayısıyla bu algının temel olarak piyasada kamusal müdahale olmaksızın bir değişime konu edilmesinden ötürü, erişiminin en azından kimi kesimler itibariyle olanaksız kalabilmesi sorunsalıdır. Öte yandan, hangi kamu hizmetlerine bedel biçilmeyip hangilerinin kamu fiyatlandırmasına bağlı kılınacağı sorunu ise, ilgili kamu hizmetinin niteliğine göre belirlenmesi gerekecek bir husustur denilebilir. Şöyle ki, tüketildikçe daha fazla tüketmeyi kamçılayabilen türden bir nesnenin veya hizmetin kamu fiyatına bağlı kılınması, bu türden bir nitelik içermeyenlerde ise bedelsiz sunumun esas alınması gerektiği savlanabilir görünüyor. Bunlardan birincisine kimi kentlerde belediyelerce ekmek üretimi ve satışı yahut evsel 52 Bkz. Karahanoğulları, Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), age, s. 62-65. “(M)etalaşma sürecinin koşullarından biri olarak aktarılan, ürünlerin onları kullanım değeri olarak tüketecek kişilere değişim yoluyla devredilmesi konusu (...) bir boyut() açısından önemlidir. Bu boyut, metalaşma sürecinin diğer iki temel koşulu olan üretime ücretli emeğin dahil edilmesi ve ürünün toplumsal yararlılığının bulunmasının kapitalist toplum düzeninde değişim yoluyla devri içermeksizin de gerçekleşebilmesidir. Örneğin, kamu sektöründe istihdam edilen emek tarafından yapılan üretimlerde bir ücret ödemesi söz konusu olduğu halde, üretilen ürünler son kullanıcılarına değişim yoluyla değil, doğrudan devlet eliyle devrediliyor olabilir. Böyle bir durumda, üretilen ürünler piyasadaki diğer metalarla ilişkiye girmemekte, rekabet dolayımıyla üretim fiyatları ve değerlerin oluşumu söz konusu olmamakta, dolayısıyla, bu ürünler meta formunu almamaktadır. Bu bağlamda, metaların son kullanıcılarına değişim yoluyla devredilmesi metalaşma sürecinin olmazsa olmaz koşullarından biridir” (bkz. (Marx’a –sanırım ki en azından kısmen- bir yollamayla) Yılmaz, G. (2013) Suyun Metalaşması, İstanbul: Evrensel Yayıncılık, s. 41). 54 Bkz. Özay, Günışığında Yönetim, age., s. 238, 239. 53 11 kullanım suyu sağlama hizmeti55, ikincisine ise eğitim hizmeti yahut atık su hizmeti veya çöp toplama hizmeti56 gibi örnekler verilebilmesi düşünülebilir. Bu noktada kamu hizmeti kavramına değinmek artık bir zorunluluk olmaktadır. İdare hukuku yazınında sıklıkla yer verilen ünlü ifadesinde Truchet, kimsenin kamu hizmeti için tartışmasız bir tanım veremediğini, yasa koyucunun bunu dert edinmediğini, yargıçların değerlendirme serbestliklerini kaybetmemek için tanımlamak istemediğini, öğretinin ise başaramadığını savunmaktaydı.57 Üzerinde tartışmasız bir tanımı yapılamamış olduğu sıklıkla idare hukuku kitaplarında vurgulanmakta olan bu kavrama, bir tanım denemesi olarak daha önceki bir çalışmamda sunduğum tanımdan58 hareketle kısaca değinmek istiyorum. Buna göre, kamu hizmeti; “toplumdaki bir gereksinimin rekabet içerisinde gerektiği gibi tam olarak tatmin edilememesi durumunda, kamusal güvenlik gerekçeleriyle rekabet unsurunun aranmayacağı durumlar kapsama alınmak üzere, idare tarafından anılan gereksinimi tatmin etmek amacıyla yürütülen etkinliklerdir.” Kamu hizmeti kavramına yüklenen anlamın ve bu bağlamda yapılan tanımın ne olduğu önemlidir. Zira, kamu hizmeti tartışmaları yapılırken çoğu kez bu terime hangi anlamların yüklendiği gözden kaçırılabilmekte, bu nedenle tartışmaların sağlıklı biçimde 55 Nitekim, kamu hizmetinde metalaşmayla ilgili yakın zamanlarda sohbet ettiğim bir dostum, Rusya Federasyonu’nda ülkemizi temsilen ekonomi müşaviri olarak görev yaparken ziyaret ettiği bir Rus ailesinin evinde boşa akan musluğu haber verdiği ev sahibinin, evlerde kullanım suyunun bedelsiz olduğunu belirterek hiç de ‘oralı olmadığını’ belirtmekteydi. 56 Gerek yargıda (bkz. AYM’nin 26 Ocak, 2011 tarih ve E. 2009/42, K. 2011/26 sayılı kararı (14 Mayıs, 2011 tarih ve 27934 sayılı RG’de yayımlanmıştır) ve gerek öğretide çöp toplama hizmetinin bedelsiz olmasını bu hizmetin görev olarak yasayla belediyelere verilmesi yönünden açıklamaya çalışan görüşler gözleniyor (bkz. Yayla, Y. (2009). İdare Hukuku, İstanbul: Beta Yayıncılık, s 79-82, özellikle s. 79’daki 156 no.lu dipnot; Gözler, K. İdare Hukuku, Cilt II, age., s. 304-315). Kamu hizmetlerinde bedel sorununa bu yaklaşımla eğilmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Kanımca esas olan, yasayla kamu idaresine görev olarak bir hizmetin verilmiş olması ve böylece bir zorunluluğun doğmuş olması değil, anılan ‘zorunluluğun’ halka sunulan hizmetin niteliğinden doğmasıdır. Kısaca değinirsek; “bireyin bu etkinlikten yararlanma konusunda zorunlu tutulup tutulmaması asıl ayrım ölçütüdür. Zira, idarenin hizmet kurmakla yasal olarak yükümlü kılındığı yerlerde pekâlâ bireyin buna zorlanamaması gibi hususlar belirebilir. Örneğin, özel sağlık hizmetlerinin yürütülmesi gerçeği dikkate alındığında, devletin sağlık hizmetlerini kurma zorunluluğu bireye mutlaka devlet hastanelerinden yararlanma zorunluluğunu getirmez. Dolayısıyla, bireye sunulan etkinlik karşısında bedel isteyememe ilkesini, temel olarak “devletin bireye zorunlu kıldığı etkinlikler ”bağlamında düşünmek gerekir. Bu durumlarda, devletin hem bir etkinliği zorunlu kılması, hem de karşılığında bedel vermeye zorlaması gibi bir keyfiyet düşünülemez” (bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Çal, S. (2012). “İdari Etkinliklere Paha Biçmek” ya da Anayasa Mahkemesi’nin İki Kararının Çağrıştırdıkları, Anayasa Mahkemesi’nin 50. Yılına Armağan, (Editörler: Alparslan Altan / Engin Yıldırım / Erdal Tercan / Hikmet Tülen / Ali Rıza Çoban), Ankara: Anayasa Mahkemesi Yayını,, s. 579). 57 Bkz. Didier Truchet (Label de Service Public et Status de Service Public, AJDA, 1982, s. 428)’den aktaran: Karahanoğulları, Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), age, s. 6, 9 no.lu dipnot; Gözübüyük, Ş. / Tan, T. (1998). İdare Hukuku, Cilt I, Ankara:nTurhan Kitabevi, s. 433. 58 Bkz. Çal, S. (2007). Kamu Hizmeti: Bir Tanım Denemesi, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 11, Sayı 1-2, s. 622. 12 yürütülebilmesi de olanaksız kalabilmektedir. Nitekim, sosyal bilimlerde çoğu kez kavramlar ve tanımlar üzerinde uzlaşılmaksızın girişilen tartışmaların sağlıklı sonuçlar doğuramayacağı kuşku götürmez.59 Bu önemli noktaya değinmiş olmakla, artık vurgulamak gerekirse, kamu hizmeti tartışmalarına asıl olarak ‘kamu hizmetlerini görme veya gördürme yöntemlerinin’ konu edildiği söylenebilir. Bu nedenle, ilerleyen satırlarda kamu hizmetinin özellikle özel kesim eliyle görülmesi bağlamındaki kimi görüşlere ve tartışmalara kısaca yer vermek istiyorum. Ancak, bu yoldaki bir eleştirel görüşe öncelikle yer vermeden geçemeyeceğim: “(...) Türk kamu hizmeti mevzuatında kamu hizmetleri konusunda ortaya çıkan çeşitlenme, asıl olarak, hizmetin görülüş yöntemlerinin çeşitlenmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu da, aslında, farklı metalaşma biçimleri anlamına gelen farklı görülüş yöntemlerinin, hizmetleri farklı “nitelik”lere sahip kılmasından başka bir sonuca yol açmamaktadır. Aslında bu çeşitlenme herkesin gözünün önünde yaşanan bir gelişmedir. Bu nedenle de bunu görebilmek için derin araştırmalara da gereksinim bulunmamaktadır. Ancak, bu gelişmeyi görebilmek ve analiz edebilmek için gerekli kavram setine pozitivist idare hukuku literatürü sahip değildir. Herhalde, asıl sorun da budur.”60 Hemen bu konuya giriş aşamasında değinelim ki, yukarıdaki paragrafta değinilen “kamu hizmetinin özel kesim eliyle görülmesi” yaklaşımının içerdiği önermede geçen ‘kamu’ ve ‘özel kesim’ ibarelerini kısaca ele almakta yarar vardır. İdare hukuku öğretisinde kamu eliyle hizmet görmeden bahsedilirken buradaki ‘kamu’ ibaresiyle kamu tüzel kişiliklerinin kastedildiğini, özel kesim denildiğinde de özel kişiler veya özel hukuk tüzel kişilerinin belirtildiği söylenebilir. Yine, kamu hukuku tüzel kişisi / özel hukuk tüzel kişisi ayrımına gidilirken; ilkinin kamu yararını, ikincisinin ise özel çıkarı amaçladığı ve hatta kâr amacını güttüğü savlanmaktadır.61 Bu yaklaşımın mutlak doğru bir kapsamı içermediği söylenmelidir. Zira, kamu tüzel kişisi olmayan –başka bir deyişle, özel hukuk tüzel kişisi konumundaki- her bir varlığın kâr amacı taşıması söz konusu değildir. Pek çok sivil toplum kuruluşu buna örnek gösterilebilir. Keza, yararlanıcıları bizatihi kendi üyeleri olan bir kooperatif62 (sözgelimi süt ürünleri toplayan işleyen ve satan bir kooperatifin Ege bölgemizde işlev gördüğü anımsanabilir, yahut hatta yapı kooperatifleri dahi bu bağlamda örneklenebilir) veya kimi özel vakıflarda görülebildiği üzere, kâr amacını içermeyebilen, yahut içerse dahi bu kârı geniş kitlesine dağıtıyor olmakla bizatihi kendisini kamusal boyuta yükseltebilen durumlardan söz edilebilecektir. Özetle, ‘kamu’ denildiğinde klasik idare hukuku söylemiyle kamu tüzel kişilerini algılayan ve ‘özel kesim’ terimiyle de ticari şirketlerden oluşan bir algıya geçerek “kamu hizmetini özel kesim eliyle sunma” konusuna eğilen bir yaklaşım, gerçekliğin sadece bir 59 Bu hususa ilişkin bir alıntı için bkz. ileride 118 no.lu dipnot. Ataay, F. (2007). Kamu Yönetimi Reformu ve Kamu Hizmetlerinin Metalaştırılması, içinde Neoliberalizm ve Devletin Yeniden Yapılandırılması, Ankara: De ki Yayınevi, s. 29-72. 61 Bkz. Gözler, K. (2009). İdare Hukuku, İkinci Baskı, Cilt 1, Bursa: Ekin Yayıncılık, s. 161, 162. 62 Nitekim, Buchanan’a göre, Rusya gibi ülkelerin Batı kapitalizm biçimlerini birebir taklit etmeksizin, ekonomik etkinliği merkezden radikal biçimde uzaklaştırıp kooperatiflere vs. aktarması gerekmektedir (bkz. Gray, J. (2004). Post-Liberalizm, (Müfit Günay Çevirisi), Ankara: Dost Kitabevi, s. 340). 60 13 kısmını içerir, ama bir bütün olarak ele alındığında ‘mutlak doğru’yu yahut başka deyişle, gerçekliğin tümünü içeren bütüncül kapsamı ıskalayacaktır. Şu halde, kamu hizmetini özel kesim eliyle sunma konusundaki eleştirel yaklaşım, bahsedilen özel kesimin yukarıda değindiğimiz türden –kâr amacını gütmeyebilen- kimi özel hukuk tüzel kişilerini içeriyorsa, yerine göre kendi savında yerleşik geçerliliğini yitirebilecektir. Dolayısıyla, sözünü ettiğimiz eleştirel yaklaşımların ‘kamu hizmetlerini ticari kaygılar içerisindeki piyasa ilişkilerine mahkum kılan’ durumlara özgülenmesi gerekliliği, anılan savların tutarlılığı bakımından kanımca önemli bir husus olarak dikkate alınmalıdır. İdari kamu hizmetlerinde kamusal yürütümün kural olduğu, sınai ve ticari kamu hizmetlerinin ise kural olarak özel kişiler eliyle yürütütüldüğü söylenmektedir.63 Bununla birlikte, her şeyden önce kamu hizmetleri sınıflamasında yer verilen anılan ayrımı eleştirmek mümkündür ve sözgelimi Ataay’a göre, “Türk mevzuatında böyle bir kavram yoktur. Bu kavram, Fransız mevzuatında bulunmaktadır ve Türk idare hukuku doktrinine de bu yolla girmiştir.”64 Ne var ki, idare hukukunda özel kişiler eliyle kamu hizmeti yürütülmesine yönelik eleştiriler bulunmakla birlikte, yukarıdaki paragraflarda da değinildiği üzere, özel kişilerin tümü kâr amacına yönelmemektedir. Bu nedenle, özel kişi eliyle yürütümü kâr amaçlı olmakla eleştiren görüşlerin, bu türden ayrıksı durumları dikkate alarak eleştiri kapsamını bu yönde daraltmaları gerekecektir. Kamu hizmetlerinin özel kesim eliyle görülmesine yönelik bir görüşe göre; “(g)ünümüzde, kamu hizmetleri, artık, “özel kişilere gördürme” yoluyla metalaştırılmaya çalışılmaktadır. (...) Günümüzde, bir başka baskın eğilim, kamu hizmetlerinin özel kişilere gördürülmesinde özel hukuk sözleşmelerinin tercih edilmesidir. (...) “(K)amu hizmetlerini özel kişilere özel hukuk sözleşmeleriyle gördürme” anlayışı, asıl olarak, devletin hizmetin kamu yararı doğrultusunda düzenlenmesi için elindeki en önemli araçların elinden alınması anlamına gelmektedir.”65 Öte yandan, kamu hizmetinin metalaştırılması sürecine değinen bir başka görüşe göre; “(b)ugünkü dönüşümün anahtar teması ise, “kamu-özel ortaklığı”dır (public-private partnership). (...) (T)üm kamu hizmetlerinin özelleşmesinin dayandırıldığı ana kavram (olan) (k)amu-özel ortaklığında özel sektöre düşen, piyasaya açılmış kamu hizmetlerini piyasa mantığıyla yürütmek; devlete düşen ise bunun için özel sektöre yetki vermektir. Bugünkü 63 Karahanoğulları, Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), age., s. 310, 311. Ataay, F. (2011, 2 Şubat); Pozitivist Kamu Hizmeti Teorisinin Çıkmazlarında, (http://farukataay.blogspot.com/2011/02/kamu-hizmeti.html). 65 Ataay, F. (2007). Kamu Yönetimi Reformu ve Kamu Hizmetlerinin Metalaştırılması, içinde Neoliberalizm ve Devletin Yeniden Yapılandırılması, Ankara: De ki Yayınevi, s. 29-72. 64 14 “yönetişim” anlayışına dayalı kamu reformunun anafikri olan bu “ortaklık” ile birçok kamusal hizmet alanı özel sektöre açılmıştır.”66 Bu bölüm itibariyle, son olarak, kamu hizmeti ile sosyal devlet ilkesi arasındaki sıkı ilişki bağlamında –şairin “o karanlıkta biz”67 dizesinden çağrışımla- öğretideki bir görüşe kulak verirsek, “... bu küreselleşmişlikte sosyal devlet gitmiş buharlaşmış oluyor. Dolayısıyla, bitmiş bir süreç var (,...) bundan sonraki işimiz zor.”68 III. Kamu Hizmeti ve Meta İlişkisi: Bir Matris Denemesi Kamu hizmeti ile metalaşma arasındaki ilişkiyi yahut ilintiyi bir matris yapısı üzerinden kurgulamak ve anlamaya çalışmak daha doğru ve kolay olacaktır kanısındayım. Zira, metalaşma kavramının irdelenmesi sonrasında bu tür bir yaklaşımın gerekli ve nihayet giderek zorunlu dahi olduğu söylenebilir. Matrisimizin ilk köşesinde öncelikle kamu hizmeti kavramının belirmesi bakımından toplumsal gereksinim kavramına yönelik irdelemeye yer vereceğim. Buna göre, gereği gibi tatmin edilmek suretiyle toplumda beliren gereksinimleri yeterli biçimde karşıladığı sürece, bir etkinlik konusunun kamu hizmeti kavramı içerisinde kamusal boyuta taşınması söz konusu olmayacak veya bu yönde bir kamusal gereksinim belirmiyor olacaktır denilebilir.69 Matrisin diğer köşesine rekabet kavramını koyabiliriz. Kamu hizmeti kavramının tanımına bağlı olarak, çerçevenin içinde rekabet kavramının yer almasına bundan önceki bir çalışmamda70 ayrıntılı biçimde değinmiştim. Böylece, bir etkinliğin toplumda işleyen ve işlevsel nitelikteki bir rekabete açık bulunması durumunda kamusal alana alınması keyfiyetine gereksinim duyulmayacağı; zira, toplumsal gereksinimlerin bu yolla karşılanmakta olduğunun varsayılabileceği yahut bu yönde bir “karine”ye dayanılabileceği de yine savlanabilecektir. Kuşkusuz, karine teriminin belirlediği üzere, bu savın aksini ortaya koymak olanaklıdır ve böylesi bir durumda kamu hizmeti kavramına duyulan gereksinim kendisini gösteriyor olacaktır; ancak, böylesi bir keyfiyetin mutlaka ortaya konulması gibi bir önkoşula bağlı kılındığını da unutmamak gerekiyor. Rekabetin doğası gereği söz konusu olamadığı doğal tekel alanlarında ise, bu açıklamanın da öngördüğü üzere, toplumsal gereksinimlerin yeterli biçimde tatmin edilmesi olanağından pek söz edilemeyecektir; zira, ortada tekelci gücün rekabetsiz eylemlerine ve sömürüsüne açık bir alan bulunmaktadır. Önemle vurgulamak 66 Özdek, Y. (2005, 14 Mart). Ceza Reformunun Görünmeyen Yüzü: Hapishanelerde Zorla Çalıştırma, (http://www.sendika.org/2005/03/ceza-reformunun-gorunmeyen-yuzu-hapishanelerdezorla-calistirma-yasemin-ozdek/). 67 Dize, Atila İlhan’a aittir. 68 Soysal, M. (2013). Anayasal Demokrasi ve Üniter Devlet, içinde Küreselleşen Dünyada Anayasal Demokrasi, (Editör: Muhammed Erdal), Lefkoşa: Yakın Doğu Üniversitesi Yayını, s. 314. 69 Bkz. Çal, S. (2009). Kamu Hizmeti Kavramı Üzerine Kimi Düşünceler, içinde Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’ye Armağan, İstanbul: Vedat Yayıncılık, s. 1829-1906 (http://www.idare.gen.tr/cal-khdusunceler.pdf). 70 Bkz. Çal, S. (2007). Kamu Hizmeti: Bir Tanım Denemesi, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 11, Sayı 1-2 , s. 559-655. 15 gerekirse, böylesi bir tekelci yapının olağan koşullarda kamunun elinde bulundurulması beklenir. Ne var ki, son dönemlerin özelleştirme “furyasında” bunların özel tekel konumuna geçirilmesine pekâlâ izin verilebildiği de bilinmektedir (sözgelimi, araç muayene istasyonları71 gibi tekelci; yahut, Türk Telekom örneğindeki gibi –en azından- oligopolcü yapılar) ve bu yeni düzende devlete biçilen görev, anılan özel tekelleri denetlemekle sınırlıdır. Matrisin bir diğer köşesinde ise karşılıklılık ilkesine yer vermek gerekiyor. Metalaşma tanımında yer verildiği üzere, başkası için yahut pazar için üretim yapmak, doğasında karşılıklılık özelliğini barındırıyor. Aslında, karşılıklı olma özelliği insan davranışlarının ve giderek canlı davranışlarının belki tümüne yansıtılabilecek bir niteliktedir.72 Karşılığın mutlaka para cinsinden olmasını herhalde aramak zorunluluğu mutlak bir kabul olarak sayılamasa gerektir. Bu gözle bakıldığında, karşılık içermeyen bir canlı davranışını varsaymak zordur; çünkü moral, manevi, tinsel tatminler de bir karşılık niteliğini içerecektir, ki en altruist yahut şövalye ruhlu hareketleri karşılık içermekten yoksun saymak olanağı sanırım ki bulunamayacaktır. Bu durumun vergileme yahut sosyal güvenlik gibi pek çok alanda ilginç sonuçlar doğuracağı öngörülebilir. Nitekim, ikinci evini konaklama amacıyla yakın akrabasına veren kişi, bundan bir gelir elde etmese dahi, kira almış gibi gelir vergisine bağlı kılınabilmekte (burada bir “manevi tatmin karşılığı” herhalde esas alınıyor sayılsa gerektir), yahut bahçesindeki ağaçlara bakması için aynı yerdeki evi bedelsiz olarak birisinin oturmasına açan kişi, buradan sanki bir kira bedeli alıyor gibi vergilemeye maruz bırakılabilmektedir (burada da “para dışında bir çıkar sağlama - karşılıklılık ilişkisi” varsayılsa gerektir). Keza, süreklilik içinde haftanın bir günü çalışan temizlikçi gündelikçilerin sigortalanması zorunlu kılınırken, evlerde aynı işi daha bir sürekli biçimde eyleyen “eşlerin” salt bu hizmetleri dolayısıyla sigortalanması zorunluluğu öngörülmemektedir.73 5510 sayılı Kanun’un “Sigortalı sayılmayanlar” başlıklı 6(c) fıkrasında “Ev hizmetlerinde çalışanlar (ücretle ve sürekli olarak çalışanlar hariç)” denilmektedir.74 Buna göre, ücretli ve sürekli çalışanlar sigorta kapsamında yer almaktadır, ki karşılığın “ücret” olarak belirlenmiş olması buradaki başlıca yahut temel ayırıcı ögedir ve böylece karşılığın türüne göre bir ayrım yapıldığı gözlenmektedir. Oysa, ücret türü olmaksızın da bir “karşılık” pekâlâ söz konusu 71 Bkz. Çal, S. (2008). Araç Muayene Hizmetinin 'Özelleştirilmesi', Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 57, Sayı 2, s. 63-113. 72 Karşılıklılık kavramına yönelik bir çalışma için bkz. Çal, S. (2009). Reciprocity and Provisional Application under the Energy Charter Treaty: Legal Aspects, içinde European Energy Law Report VI (Editörler M. Roggenkapmp ve U. Hammer), Intersentia, s. 189-226 (http://www.idare.gen.tr/calreciprocity.pdf). 73 Nitekim, aynı durum bir gazete haberinde de vurgulanmaktadır (bkz. Kızılot, Ş. (2013, 2 Kasım). Bana bir ev, kendine de ikinci bir hanım al, Hürriyet Gazetesi. (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25028670.asp). 74 Bkz. Eve çağırdığınız temizlikçi için 150 bin TL ceza ödeyebilirsiniz. (2013, 26 Eylül). Odatv Gazetesi. (http://www.odatv.com/n.php?n=eve-cagirdiginiz-temizlikci-icin-150-bin-tl-cezaodeyebilirsiniz-2609131200). 16 edilebilecektir. Sözgelimi, fuhuş bağlamında para karşılığı cinsel ilişki kurma75 ile tek taş yüzük armağanı karşılığında aynı türden bir ilişkiye girmenin kıyaslanması gibi bir durumu böylece –bir çay kaşığı ironiyle karışık- düşünmek gereklidir76. Giderek Yunanistan tarafından Avrupa Birliği’ne sunulan milli gelir hesaplamalarının bir dönem aniden olağanüstü artış göstermesi üzerine konu incelendiğinde, artışın nedeni olarak ev hanımlarının evdeki etkinliklerini “gelir karşılığı” sunduklarının kabul edilivermesi anlayışına77 geçiş yapıldığı hususu yine belli belirsiz bir ironiyle karışık gözlenmiş ve böylece ironi yüklü eleştirilere, giderek hatta “milli geliri artırmak aşkına eşler arasındaki etkinliklerin sayısını çoğaltmak” gibi daha ileri derecedeki kimi hicivlere de konu edilmişti.78 Yine, karşılıklılık ilişkisi çerçevesinde bir konunun ‘meta’ya dönüştüğü yahut dönüşebildiği yaklaşımı kabul görecekse, konaklama sektöründeki son zamanların tartışmalarını düşünmek gerekebilir. ‘Apart ev’ adı verilen ve günlük kiralandığı söylenen yerlerle ilgili olarak devlet tarafından denetim yapılması gereğine dikkat çekilmesi79, ‘coach 75 Öğretideki bir görüşte, devletin kendi belirlediği ve denetlediği yerler dışında para karşılığı cinsel ilişkiye girilmesine karşı adli ve idari kolluk yetkilerini devreye sokacağı belirtilmektedir (bkz. Ayaydın, İdare Hukukuna Giriş, age., s. 104). Bununla birlikte, özel yaşama yönelik bu kamusal müdahalenin gerekçesi kamu sağlığını korumak ise, ilişkinin para karşılığı yapılmasına bağlı kılınması anlamlı olmamaktadır; zira, kamu sağlığı böylesi bir edim karşılığına bulunulmaksızın da dikkate alınmayı gerektirebilir nitelik içerebilir, ki bu durumda özel yaşamın korunması ilkesi kolaylıkla kamu tarafından ihlal edilebilir konuma gelecektir. 76 Böylece, varoşlarda TCK m. 227 aracılığıyla cezalandırılan “fuhşa aracılık etme” suçu, Etiler semtine geçildiğinde “düzeyli beraberlik” nitelemesiyle magazin basınına konu olma dışında bir yaptırıma bağlı kılınmıyor görünümdedir, ki özünde bu iki eylemin “karşılıklılık” ilişkisi bağlamında ne gibi bir fark içerdiğini çözebilmek zor görünüyor (hemen değinelim ki, her ne kadar Kanun’un ilgili maddesi “fuhuş yapma”yı değil, “fuhşa aracılığı” ceza yaptırımına bağlıyor ve böylece yukarıdaki değerlendirme “boşa çıkıyor” gibi görünse dahi, aslında bu irdelemenin mantığı geçerliğini hâlâ koruyor sayılsa gerektir. Zira, TCK m. 227/2 son cümlesine göre “(f)uhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır”; buna göre de, varoşlarda fuhuş yoluyla gelir elde edenin geçimini sağladığı yakını bu maddeye göre ceza yaptırımına bağlı kılınacak iken, örneğimizdeki Etiler sakininin aynı durumdaki yakını için bu yönde bir yaptırıma bugüne değin rastlamadığımı belirteyim). Kaldı ki, çıkar karşılığı ilişkiye girilmesine ‘bireyin vücudunu metalaştırma’ gözüyle bakılıyorsa, siyasal ilişkilerin Cemil Meriç ifadesiyle “boğazına kadar lağım banyosundan geçen” (bkz. Meriç, Ü. (2004). Babam Cemil Meriç, 4. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 102) görünümüyle inceleşen bağlamında ‘burada metalaşan kimdir veya nedir?’ sorusuna kalın bir yanıt beklenir. 77 “Ev içi topluluğunun (aile veya genişlemiş aile),ticari değişim ve hesaplanabilirlik üzerinde değil, ortaklaşma üzerinde temellenen bir topluluk olmasından dolayı, ev içi çalışmanın ücretlendirilmesi bu son zamanlara kadar düşünülmemişti” (Gorz, A. (2007). İktisadi Aklın Eleştirisi, (Işık Ergüden Çevirisi), 2. Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 268). 78 Hemen değinelim ki, milli gelir hesaplamalarında istatistik saptırmalarına gidilmesinin ülkemizde de yaşandığı belirtilmektedir (bkz. Kurmuş, Bir Bilim Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu, age., s. 23, 24). Keza, anılan ölçümlemelerde aile içindeki etkinliklere yer verilmediğine yönelik bilgi için bkz. Stanford, Herkes için İktisat – Kapitalist Sömürüyü Anlama Kılavuzu, age., s. 33. 79 Bkz. Öğünç, P. (2013, 8 Kasım). Tophane'de evi 'basılan' bir kadın anlatıyor, Radikal Gazetesi. (http://www.radikal.com.tr/turkiye/tophanede_evi_basilan_bir_kadin_anlatiyor-1159754). 17 surfing’80 adı verilen uygulamalardaki karşılıklılık ilişkisini gündeme getirebilir. Böylece, evinde bir yabancıyı konaklatan kişiye karşı, kendisi de konuğunun evinde kalma hakkına kavuşmuş olmakla çıkar sağlayarak ticari türden olduğu ileri sürülebilecek bir ilişkiye girdiği ve vergilenecek bir çıkar elde ettiği –benzer bir mantıkla- savlanabilir. Dolayısıyla, meta ile ticari nitelikteki ilişkiler ve giderek vergileme arasında ayrıca bir bağ kurulabildiği söylenebilir. Bu itibarla, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde karşılıklılık ilişkisine nerede ve hangi ölçüde yer verilmekte olduğuna bakarak bir yargıya varmak olanağından söz edilebilir. Bu meyanda değinmek gerekirse, topluma sunulan etkinliklerin kamusal boyuta alındığı ve kamu hizmeti sıfatına kavuşturulduğu anlarda bedel konusu tartışma konusu edilegelmiştir. Kamu hizmetlerinin kimilerinde bedel alınabileceği öğretide kabul görmektedir; bu durum, genelde ‘ticari ve sınai hizmetler’ denilen kamu hizmetlerine özgülenmekle beraber81, öğretide anılan ayrıma dayanılmasını sert biçimde eleştiren, oldukça dikkat çekici görüşler de bulunuyor82. Bu bedelin içinde sadece maliyet değil, ayrıca kâr ögesinin de bulunduğu hususu, AYM’nin – yukarıda değindiğim- Boğaz köprüsü konulu kararı üzerinden henüz 1985’lerde belirginleşmiş oldu. Öğretide buna yönelik epeyce eleştiri de getirildi.83 Giderek öğretiden kimi yazarlar tarafından, “madem ki halk otobüsleri –göreceli ucuzluğuna karşın- kâr da dahil olmak üzere belediye otobüsleriyle aynı bedel karşılığı hizmet veriyor, öyleyse belediyenin görünürde kâr etmediği belki savlanabilecek fiyatlarında kâr ögesi esasen vardır” şeklinde, ilginç sayılabilecek yaklaşımların ileri sürüldüğü anımsanacaktır.84 Bu anlamda, kamu hizmetinin sunucusu bakımından bu etkinliğin bir ‘karşılıklılık ilişkisi’ içerisinde gerçekleştiği savlanabilecek görünüyor. Ne var ki, asıl soru şudur: Salt bu yaklaşıma dayanarak, keyfiyetin metalaşma özelliğini yansıttığı ileri sürülebilir mi? Burada bir not düşmek gerekiyor: Aslında kamu hizmetini sunarken bedel alınabilse ve dahi kâr edilebilse de, bunun bir amaç değil ‘sonuç’ olacağını öğretide vurgulayanlar vardır85, ki sanırım bu keyfiyetin yukarıda değindiğim “kamu hizmeti kamu eliyle sunulduğunda dahi içinde belli ölçekte bir kâr ögesi bulunur, halk otobüsleriyle ilişkili olarak yapılan kıyaslamadan görüldüğü ve anlaşıldığı üzere” şeklindeki anlayışın çürütülememesinden ileri gelen bir tür ‘savunma refleksi’ olduğu da belki varsayılabilir. Sonuç olarak, doğrusu, konuyu 80 Anılan terim, uluslararası ölçekte insanların birbirlerinin evinde bedelsiz misafir edilmelerine karşılıklılık ilkesi uyarınca olanak sağlamayan bir gönüllü uygulamayı belirtmektedir. Buradaki karşılıklılık birebir değil, tüm üyeleri arasında bir tür çaprazlama yoluyla gerçekleşmektedir. 81 Atay, İdare Hukuku, age, s. 587; Günday, M. (2003). İdare Hukuku, 8. Baskı, Ankara: İmaj Yayıncılık, s. 302. 82 Bkz. Ataay, F. (2011, 2 Şubat). Pozitivist Kamu Hizmeti Teorisinin Çıkmazlarında. (http://farukataay.blogspot.com/2011/02/kamu-hizmeti.html) (Erişim Tarihi: 22 Ekim, 2013). 83 Bkz. Yayla, Y. (1986). Sosyal Devletten İktisadi Devlete (veya Kamu Hizmetinin Sonu), Hukuk Araştırmaları, İstanbul: Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ocak-Nisan 1986, Cilt 1, Sayı 1, s. 33-37. 84 Özay, Günışığında Yönetim, age., s. 239, 464 no.lu dipnot. Bu yaklaşımın isabetsiz sayılabileceğine yönelik bir eleştiri için bkz. Çal, Türkiye’de Kamu Hizmeti ve İmtiyazın Dönüşüm Öyküsü, age., s. 20, 69 no.lu dipnot. 85 Bkz. Günday, İdare Hukuku, age., s. 302. 18 belki şöyle açıklamak olasıdır: Kamu hizmetini sunan ‘kamu’ ise, burada kâr edilmesi gibi bir ‘amaç’ olamayacağı gibi86, kâr edilmesine izin dahi verilmeyecek biçimde, sadece zarar etmeyecek denli bir bedelin belirlenmesini ilke edinmek sanırım ki çok daha yerinde ve doğru olacaktır.87 Zira, “amaç olmasa dahi, kâr da edilebilsin” içerikli bir serzenişe bir kez izin verildiğinde, artık o kârın “nerede” veya “hangi sınırda” durdurulabileceği hususu önemli bir soru işaretine dönüşür; öyle ki, ülkemizde bu “kârlı kamu işletmeciliği”88 yaklaşımının ne denli kötüye kullanılabildiği yerel yönetimlerin ve dahi merkezi idarenin uygulamalarından gözlenebilir (örneğin, İstanbul Boğaz Köprüsü geçiş bedelleri89 ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin doğalgaz sayaç bedelleri konusundaki uygulamaları).90 Kuşkusuz, burada göz ardı edilmemesi gereken husus, belirtilen kötüye kullanımların hemen hepsinin doğal tekel alanlarında gerçekleşiyor olmasıdır. İşte, rekabet boyutunun vurgulanmasındaki ve matrisimiz içinde yer verilmesindeki etkinlik yahut işlevsellik boyutu, bu bağlamda yeniden bir düşünmeyi gerektiriyor denilebilir. Şu halde, mevcut yaklaşımlar anılan etkinliklerden kâr elde edilmesini kamu hizmeti kavramının içinde görebildiğine göre, karşılıklılık ilişkisi anlamında bir metalaşma, öğretinin bu anlayışı bakımından kavramın kendi doğasına yerleştirilmiş yahut içselleştirilmiş durumda görünüyor. Matrisin bir başka boyutunda ise yurt içi / yurt dışı metalaşma işlevleri gündeme geliyor. Bir etkinlik konusunu yurt içinde metalaşma boyutuna taşımak ve fakat sınırötesi 86 Bkz. Atay, İdare Hukuku, age., s. 590. Nitekim, Fransız Devlet Şûrası’nın da aynı ilkeyi benimseyerek, zorunlu olmayan kamu hizmetlerinden bedel alınabilmekle beraber, istenecek tutarın maliyeti aşamayacağı kararına vardığını görüyoruz (bkz. Karahanoğulları, Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), age., s. 229). 88 Kârlı etkinlik alanlarının kamusal alanda, kamunun elinde veya tekelinde tutulması ve böylece devlete gelir kaynağı sağlanması yollu kimi görüşleri içinde bulunduğumuz dönem ve çağda öğretimizin hâlâ savunuyor, benimseyebiliyor olması hayli dikkat çekicidir (bkz. Çakmak, N. M. (2013). İdare Hukukunda Kuramsal Olarak Kamu Yararı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, s. 449). Açık biçimde ve altını çizerek ifade etmeliyim ki, bu yaklaşımı tümüyle tutarsız ve kabul edilemez buluyorum (devletin tekel kurarak gelir odaklı yaklaşımına karşı görüş için bkz. Çal, Kamu Hizmeti Kavramı Üzerine Kimi Düşünceler, age.). İyice vurgulamalı ki, “... çağdaş devlet kâr amacı güden bir “ticari şirket” değil, toplumun ve bireylerin mutluluğu için görev yapan bir cihazdır” (bkz. Ayaydın, İdare Hukukuna Giriş, age., s. 177). 89 Köprü gelirlerinin yetersizliğini sorun edindiği gözlenen “gelir odaklı” bir yaklaşıma göre, Boğaz köprüsünden geçişte tek yön yerine her iki yön için de ayrı bedel alınarak ve araç başına alınan –gereğinden düşük olduğu savlanan-bedeller artırılarak çok daha fazla gelir elde edilmesi gerekmektedir. (bkz. Üçışık, F. (2013). Ekonomi Hukuku Sorunları ve Çözüm Önerileri, İstanbul: Ötüken Neşriyat, s. 143-145). Gelir çoğaltmacı bu yaklaşımların, köprüden geçmeyi zorunlu kılıp geçmeyenden zorla daha yüksek haraç alması yönlü Deli Dumrul destanındaki uygulamayı çağrıştırmaktan daha da öte, halk arasında iyi bilinen bir muzip espriye ayrıca bir naif yollama yaptığını düşünmemek zordur. Buna göre, bir ülkenin padişahı halkının sabır sınırını yoklamak üzere sürekli biçimde köprü harçlarını artırır, dahası köprüye bir zebani koyarak geçenleri dövdürür, nihayetinde üstüne bir taciz ettirir; sabrı sınanan halktan epeydir beklenen şikâyet nihayet bu noktada gelir: “Tek zebani yetişemediğinden hizmet aksıyor ve kuyruk oluşuyor; mümkünse zebani sayısı artırılsın!” 90 Ülkemizdeki uygulamalara bakıldığında, kamu hizmeti sunumunda “bedelsizlik” ilkesi bir yana, “sanki “idare” değil de gözünü para hırsı bürümüş muhtekir bir tüccar” görüntüsü ortaya çıkmaktadır (bkz. Özay, Günışığında Yönetim, age., s. 240). 87 19 işlemler bakımından meta anlayışına tamamen yabancı kılmak gibi bir siyasetin izlenmesi de olanaklıdır. Bu yönde bir örneği enerji bağlamında gözleyebiliriz (bu konu yukarıda ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır). Keza, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait bir devlet şirketinin Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ndeki altı adet limanın işletmeciliğini üstlenmesi söz konusu olduğunda, konu yabancı bir şirketin ABD limanlarını işletmesine yönelik ulusal güvenlik tasalarını gündeme getirmekle ABD Kongresi’nde eleştiriye uğramış ve süreç tamamlanamamış91, anılan Dubai şirketi sonuçta söz konusu limanlara yönelik haklarını bir Amerikan şirketine satmak zorunda bırakılmıştır92. Buradaki örnek, kimi ülkelerin yabancı sermaye konusunda başkalarına verdiği özgürlükçü küresel yabancı sermaye önerilerini kendileri için uygulamaktan kaçınmaları bağlamında ülkemizdeki kimi yeni-Mevlanacı türden kimi ‘kısıtlamasız yabancı sermaye’ savunularına yönelik bir yollamayı93 da sanırım içeriyor durumdadır. Metalaşmanın uluslararası ilişkiler bağlamındaki diğer boyutu, mal ve hizmet üretimi/değişimi bağlamında gözlenebilecek metalaşmadır ve kısmen emek konulu bir metalaştırmaya gönderme yapar. Bilindiği üzere, İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel savaşları engellemenin en iyi yolu olarak devletlerin birbirine ekonomik çıkarlarla bağlantılanması (buna “kardeşlenmesi” diyebilmeyi isterdik, ama Anadolu kültüründeki kardeşleme değildir burada gözlenen) yahut başka bir deyişle askeri güce dayalı sömürgeciliğin artık sürdürülemez olması anlayışından hareketle yeni bir tür ‘çıkar hedonizmi’ kurgulanmaya geçilmiş, sömürgeciliğin yeni türü de böylece kurumsallaştırılmıştır. Bretton Woods uzlaşmasının ikiz kardeşine ek olarak da DTÖ yapılandırılmış olup94; “IMF, Dünya Bankası ve DTÖ’nün ortak yanı, “serbest ticareti” güçlendirmek ve gelişmekte olan ülkeleri küresel ekonomiye bağlamaktır.”95 DTÖ üzerinden, küresel ticarete yönelik olarak bağlayıcı nitelik içermek üzere küresel bir ilke ve kurallar bütünü, düzenli ve sürekli biçimde gerçekleştirilen türlü müzakere turları aracılığıyla, çok 91 Sanger, D. E. (2006, 10 Mart). Under Pressure, Dubai Company Drops Port Deal, New York Times Gazetesi, (http://www.nytimes.com/2006/03/10/politics/10ports.html?pagewanted=all&_r=0). 92 Bkz. King, N. Jr. / Hitt, G. (2006, 12 Aralık). Dubai Ports World Sells U.S. Assets, The Wall Street Journal Gazetesi. (http://online.wsj.com/article/SB116584567567746444.html). 93 Anılan yollama, Mevlana’nın “ne olursan ol, yine gel” şeklindeki iyi bilinen dizelerinedir. 94 Uluslararası ticarete ilişkin küresel yönetişim kurgusunun gelişimi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Çal, Uluslararası Yatırım Tahkimi ve Kamu Hukuku İlişkisi, age., s. 77-80. Bir kaynaktaki ifadeye göre; “1980’lerin sonunda ABD Kongresi’ne hakim olan BM (Birleşmiş Milletler) karşıtı havanın bir diğer göstergesi olarak DTÖ BM’den örgütsel anlamda ayrı kuruldu. (IMF ve Dünya Bankası kuruluşlarından itibaren yönetsel anlamda ve faaliyetlerinde bütünüyle özerk olmasına rağmen, resmiyette BM sistemine dahildi.) Küreselleşmeyi eleştirenler bu kuruluşların rolüne ilişkin çeşitli itirazları öne çıkarmışlardır. Bu itirazların en şiddetlisi, sağlıksız özel sektör yatırımlarının desteklenmesi, yoksul ülkeleri ihmal eden politikaların teşvik edilmesi, gelir eşitsizliklerinin büyütülmesi ve kamu hizmetlerine yapılan mali harcamaların engellenmesi yönündeki eğilimlerle ilişkilidir” (Falk, Dünya Düzeni Nereye?, age., s. 114). 95 Weissman, R. (2004). IMF Hakkında Yirmi Soru, içinde Küresel Ekonomi ve Demokrasi, (Hazırlayan: Kevin Danaher), (Bilal Çölgeçen Çevirisi), İstanbul: Metis Yayınları, s. 96, 97. 20 katmanlı halkalar görünümündeki bir pozitif hukuk paketine devşirilmeye çalışılmaktadır.96 Buradaki temel amaç, “... doğrudan yatırımlar yoluyla gerçekleştirilen hizmet ihracatını tekelinde tutan gelişmiş kapitalist ülkelerin azgelişmiş ülkelerdeki hizmet sanayilerine yatırım yapabilmelerinin koşulu hizmet sanayilerinin serbestleştirilmesidir.”97 Bu yeni düzen, metanın küresel pazar içerisinde değişime sunulmasını öngörmektedir; ama, büyük güçlerin akıllı siyasetinin ve çıkarlarının kısıtları gözetilmek kaydıyla.98 Emek sömürüsü ülkesel sınırlar içinde başka türlü cereyan ederken, uluslararası düzlemde anılan kurgu daha başka metalaştırmalara ve ilkelere dayandırılmakta, kuralları koyan yahut daha doğru deyişle dayatan küresel güçler, dayatılanlara kendi çıkarlarını baskılamaktadır.99 Anılan baskılama süreci kendilerine dayatılan ülkelerin içten devşirmeli kimi yarı aydınlarının işbu oluşuma katkısını gözlemek de zor değildir. Sonuçta, uluslararası mal ticareti gelişmiş ülkelerin çıkarlarını koruyacak biçimde yüksek teknoloji içeren mallara yönelmekte, yüksek teknolojiyi sürekli geliştiren ülkeler üretimlerini gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerde yaptırarak oradaki ucuz iş gücünü kullanmaktadır. “Bu çerçevede merkez-çevre ikiliği yeni boyutlar kazanmakla birlikte, çevre ülkelerin merkez ülkelere olan bağımlılığı daha da güçlenerek sürmektedir.”100 Böylece, üretimin çevreye olumsuz etkileri gibi istenmeyen kesimi ayıklanmakta, Avrupa’daki işçi göçmenlerin yarattığı toplumsal kültürel doku uyuşmazlığı yahut etnik bütünlüğü bozucu gelişmeler gibi kendi algılarında beliren sorunlar da önlenmektedir. “Üretimi kendi evinden uzakta yaptır”101 şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşım, ne var ki, küresel meta olarak mal 96 Bkz. Kennedy, K. C. (2003). A WTO Agreement on Investment: A Solution in Search of a Problem?, University of Pennsylvania Journal of International Economic Law (UPJIEL), C. 24, Sy. 1, s. 96. 97 Güzelsarı, S. (2009). Küresel Kapitalizmin “Anayasası”: GATS, Praksis Dergisi, Sayı 9, Kış– Bahar 2009, s. 119. 98 “Özellikle ABD’nin inisiyatifiyle gündeme getirilen, hizmetler ticaretini uluslararası platformlara getirme ve GATT’ın uluslararası mal ticaretine uygulanan temel prensiplerine benzer prensiplere bağlama çabaları, gelişmekte olan ülkeler tarafından başlangıçta desteklenmemekle beraber, söz konusu ülkeler çıkarlarının gözetileceğinin kabul edilmesinin ve emek-yoğun sektörlerde avantajlı olduklarının anlaşılmasının ardından tutumlarını yumuşatmışlardır” (Hizmet Ticaretinin Serbestleştirilmesi Özel İhtisas Komisyonu Raporu. (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı, s. 9). Burada, gelişmekte olan ülkeler bağlamında değinilen varsayımın ne denli yerinde veya doğru olduğu yahut uygulamalara bakıldığında ne denli isabetle gerçekleştiril(ebil)diği hususu üzerinde durmakta yarar vardır kanısındayım. 99 Bkz. Pauwelyn, J. (2005, Haziran). The Sutherland Report: A Missed Opportunity for Genuine Debate on Trade, Globalization and Reforming the WTO, Journal of International and Economic Law (JIEL), C. 8, Sy. 2, s. 330, 331. Anılan görüşe göre, gelişmekte olan ülkelerin de uluslararası ticarette etken duruma geldikleri anda oyunun kuralları birdenbire değiştirilivermekte ve tekstil yahut tarım ürünleri gibi gelişen ülkelerin göreli üstünlük sağlayabildikleri alanlara kota kısıtları getirilmektedir (bkz. age.). 100 Dikmen, A. A. (2011). Makine, İş, Kapitalizm ve İnsan, Ankara: Tan Kitabevi, s. 229. 101 Genellikle enerji sektöründe kullanılan “Not In My Back Yard (NIMBY) (İngilizce olan bu sözler “benim arka bahçemde değil” şeklinde aktarılabilir)” ibaresi, çevreye sorun yaratan enerji yatırımlarının başka coğrafyalarda gerçekleştirilmesi eğilimini ortaya koymaktadır. Halktan birisinin (Ankara’dan araç tamircisi Turgay A.) kendi kişisel öyküsüne veya gözlemine dayanarak bana muzipçe 21 üretimini bir türlü tarım ürünlerine yaygınlaştırmamaktadır.102 Diğer yandan, küresel hizmet ticaretini düzenlemeye yönelik Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) müzakereleri ülkeler arasında hâlâ sürmekte ve adım adım ilerlemektedir.103 Ancak, burada da emeğin metalaşması küresel güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda belirleniyor durumdadır ve vasıfsız emeğin serbest dolaşımı henüz bir hayaldir.104 Denklem bir tür şu şekilde kurgulanıyor denilebilir: Vasıfsız emeğe kendi ülkesinde ve habitatında hizmet verdirilecek, bu sayede çevre ve sair kültürel sorunlar taşeron üretici konumuna sokulan az gelişmiş ülkelerde bırakılarak yüksek refahlı tüketici ülkelere taşınmayacak, vasıflı emek ise ancak gereksinildiği ölçüde ülkesel sınırlar arasında dolaşabilecektir; böylelikle, vasıflı emeğin kendi ülkesindeki yetiştirme bedeli (maliyeti) de az gelişmişlerin üzerinde bırakılacaktır. Uluslararası mal ve hizmet üretiminin küresel boyutu böylece bir tür metalaştırılma üzerinden küresel sömürü çizgisini –eski emperyal dönemlerin çağdaş görünümüyle- sürdürüyor olmaktadır.105 Bir diğer konu ise, gelir dağılımının ülkemizdeki görece perişan boyutudur ve bunun da ötesinde, gelir dağılımı ortalamasının altında kalanlara yönelik kamu hizmeti alanlarındaki düzenleyici işlevin yeterince yerine getirilmesi zorunluluğu hususudur.106 Şöyle açabiliriz bu söylediği şu sözler, aslında küresel kurguyu oldukça başarıyla yansıtıyor sayılabilir: “Eşini annesinin evinde sevmek daha doğru; nikah vs. hepsine tamam, ama orada yaşasın.” 102 Tarım ürünleri konusunda gelişmiş ülkelerin izlediği korumacı siyasete yönelik ayrıntılı bilgi için bkz. Bello, W. (2004). DTÖ’yü İyileştirme Yanlış Bir Gündem, içinde Hadi Bunu Küreselleştirin!, (Derleyenler: Kevin Danaher / Roger Burbach), (Özlem Dalkıran Çevirisi), İstanbul: Metis Yayınları, s. 116, 117. 103 Ayrıntılı bilgi için bkz. Erol, P. (2002, 4 Temmuz). Hizmet Ticareti Genel Anlaşması GATS ve Tüm Hizmetlerin Kapitalist Çevrime Dahil Edilmesi. (http://www.antimai.org/gr/peodtu.htm) (Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün 3-5 Temmuz 2002 tarihlerinde düzenlediği Uluslararası Konferans’ta sunulmuştur). 104 Ortaçağ Avrupası’nda köylülerin çoğunun “serf” olduğu, köylerini terkedemeyen ve “toprağından ayrı satılamayan” bu serflere adını veren kelimenin ise Latince “köle” anlamını taşıyan “servus”tan geldiği anımsandığında (bkz. Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, age., s. 15), günümüzdeki küresel ekonomik düzenin taşları daha bir yerine oturuyor ve anlaşılıyor sayılabilir. 105 “Çarpıcı servet ve güç eşitsizlikleri, emperyal savaşlar, sömürünün yoğunlaşması, giderek artan devlet baskıcılığı: Eğer bunlar günümüz dünyasının özellikleriyse, bunlar aynı zamanda neredeyse iki yüzyıldır Marksizmin etkin biçimde uğraştığı ve düşüncelerini ortaya koyduğu konulardır. Bunlardan günümüzde bazı dersler çıkarılmış olması beklenirdi. Marx kendisini kabul etmiş olan İngiltere’de, topraklarından sökülen köylülerin kentli işçilere dönüştürülme sürecinde yaşanan özellikle olağanüstü şiddet karşısında dehşete kapılmıştı; bugün Brezilya, Çin, Rusya ve Hindistan da böyle bir süreçten geçmektedir. (...) Hunt’a göre, Çin dünyanın fabrikası olurken, “Guangzhou ve Şanghay gibi, özel, iktisadi olarak serbest bölgeler, tüyler ürpertici bir şekilde 1840’ların Manchester ve Glasgow’unu anımsatmaktadır” (Eagleton, T. (2011). Marx Neden Haklıydı?, (Oya Köymen Çevirisi), İstanbul: Yordam Kitap, s. 23, 24) 106 Gelir dağılımı bozukluğu sadece ülkemizde değil, kıta Avrupası’na (özellikle orta-kuzey Avrupa) görece keskin bir serbest piyasa ekonomisini benimseyen ABD’de de iç açıcı bir görünümde değildir. “Dünya ekonomisinin Süpermen'i ABD nüfusunun %1’i, yani bu ülkenin elit takımı veya kendilerine ayrıcalıklı bir konum tanımlanmış takım, Amerika’da üretilen mal ve hizmet değerlerin %25’ine sahip, geri kalan %99’u mütevazı bir gelir ile geçinmek zorunda, buna adil bir dağılım denebilir mi?” (bkz. Yalçın, Kriz ekonomisinden çektiklerimiz, age.) Bu dengesizliği gidermeye yönelik olarak özellikle sağlık siyasetinde daha adil bir yaklaşımı uygulamaya çalışan Obama yönetiminin 22 konuyu: Ülkede gelir dağılımı ziyadesiyle bozuksa ve dahi bu bozukluğu eşitlikçilik içermeyen107 imtiyazlı kitleler yahut siyasal yandaşlar üzerinden hukuka takla attırılarak yaratanlar bizatihi kendilerini serbest piyasacı olarak sunmakta pervasız liberal savlı siyasal (tekelci) yapılar108 ise, dengesiz gelir dağılımıyla birlikte önemli bir halk kitlesinin yetersiz gelire mahkum kılınması gerçeği karşısında, kamu hizmeti etkinliklerine erişimi bedellendirmenin kendi içerisinde çelişkiler doğuracağı da açıktır.109 Başka bir deyişle, kamu hizmetini metalaştırıp da yararlanıcı kitleyi adaletli dengeli bir gelir dağılımından yoksun kılacak tekelci uygulamaların altına imza atmak, kendi içinde yeterinden fazla çelişkili ve sağlık reformu önerisine yasama kanadından ciddi itirazların geldiği, bu nedenle 2013 yılı itibariyle gelişmelere bakıldığında ABD bütçesinin onaylanmadığı ve yürütmeye kepenk kapattıran bir devlet bunalımına yol açtığı anımsanacaktır (bkz. US begins government shutdown as budget deadline passes. (2013, 1 Ekim). (http://www.bbc.co.uk/news/world-us-canada-24343698)). Yine; “Dünya Bankası araştırma biriminin baş ekonomisti Branko Milanoviç’e göre, dünyada yaşayan bireyler arasındaki eşitsizlik çok sarsıcı. ‘Yirmi birinci yüzyılın başında, en zengin yüzde 5’lik kesim, toplam küresel gelirin üçte birini alıyordu, yani en fakir yüzde 80’in aldığı kadar’” (Bauman, Z. (2013). Modernite, Kapitalizm ve Sosyalizm, (F. Doruk Ergun Çevirisi), İstanbul: Say Yayınları, s. 67). 107 “Eşitlikçiliğin” (evrenselcilik, bireycilik ve iyimserlikle birlikte) kuramsal liberalizmin dört temel ögesinden birini oluşturduğuna ilişkin bkz. Gray, J. (2004). Post-Liberalizm, (Çeviren: Müfit Günay), Ankara: Dost Kitabevi, s. 306. 108 Önemle vurgulayalım ki, “(ş)effaflığın olmadığı yerde kapitalizm olmaz.” (Sencer Divitçioğlu Anlatıyor, (İbrahim Ekinci ve Hakan Güldağ tarafından hazırlanan Söyleşi Kitabı) (2012). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 195). 109 Burada konuyu iki farklı açıdan değerlendirmek olanaklıdır: İlki, düşük gelirli toplumsal kesimlerin metalaştırılan mal veya hizmetlere erişim için yeterli gelirden yoksun kalmaları sorunundan kaynaklanıyor, ki burada meta bedelleri olağan koşullara göre belirlense dahi, anılan kesimlerin meta erişimi olanağı –değindiğimiz koşullardan bağımsız olarak- kendiliğinden kısıtlanmış duruma geliyor. İkinci boyut ise, haksız kazançlarıyla gelir dağılım dengesizliğini yaratan kesimlerin, elde ettikleri emeksiz ve dolayısıyla haksız kazançlara dayanarak, anılan bedellerin fiyatlandırılması sürecinde fütursuzca yüksek pey sürmelerinden ötürü, bedellerin olağan koşullara görece çok daha yüksek düzeye erişmelerine neden olmaları ve bu yüzden dar gelirli kesimlerin daha da yoksunluğa düşmelerine yol açmalarıdır. Yoksulların yandığı yüksek fiyatlar cehennemine giden yoldaki taşları, böylece, haksız kazanç sahipleri bizzat –belki farkında dahi olmaksızın- bir güzel döşüyor durumdadır. Haksız kazançların meta bedelini nasıl yükselttiğine ve yoksulların meta erişimini nasıl kısıtlayıp zorlaştırdıklarına yönelik bir irdeleme bağlamında, daha önceki bir çalışmamdan şu satırlara yer vermeyi uygun buluyorum: “Gayrimeşru yollardan gelir sağlayan bir kesim, sizin vazgeçmeye hazır olduğunuzdan daha fazlasını kolaylıkla önerebileceğinden, bir malın değeri-fiyatı çok daha yukarılara çıkmış olabilir ve bu durum, sizin emekle kazandığınız gelirinizi daha fazla emek sarfederek çoğaltma zorunluluğuyla karşı karşıya bırakabilir. Sözgelimi, yolsuzluk ekonomisinden beslenenlerin varlığı halinde, bir ildeki gayrimenkul fiyatları emekle kazanılan gelirlerin karşılayamayacağı derecelere erişmiş olabilir! Nitekim, göreli olarak ne sanayisi veya ticaret yapısı ne de üretim boyutuyla öne çıkan, “öğrenci ve memur kenti” niteliğiyle tebarüz eden Ankara’nın kimi gözde semtlerinde bu türden gelişmelerin varlığı düşündürücü olabilir. Dolayısıyla, gayrimeşru ekonominin dolaylı etkisi bağlamında ele almak gerekirse, bu durum emeğiyle hayat süren diğer insanlar üzerinde emek sömürüsü anlamına da gelebilecektir ve toplumdaki yolsuzluklar –bu açıdan da- tüm bireyleri ilgilendirmek durumundadır.” (bkz. Çal, Halkbilim, Ekonomi ve Hukuk Üçgeninde Bir Gezinti, age., s. 32, 33). 23 tutarsız, dahası, giderek ahlaksızdır; derin bir vicdansızlığa götürür.110 Bu düzende “taşlar bağlı, itler serbest” şeklindeki halk arasında iyi bilinen deyişe yollamada bulunmak herhalde pek olasıdır. Bu durumun beraberinde getireceği bir başka söylemi hemen burada anımsamak da ayrıca yerinde olacaktır: “... (B)ugünün gösterişli devletlerini gözden geçirince, bunlar içinde benim gördüğüm tek şey şudur aldanmıyorsam: Zenginler cumhuriyet, halk egemenliği gibi parlak sözler altında yoksulların kuyusunu kazıyorlar.”111 Dahası, sözgelimi alkol konusunda fevkalade duyarlılık göstererek alkol karşıtlığını pekiştiren yasal düzenlemelere gidilirken, devlet eliyle dengesiz ve adaletsiz bir gelir dağılımına neden olunmasının yoksullar üzerindeki “kronik alkol bağımlılığına eş düzeydeki” olumsuz etkilerine yönelik bilimsel araştırmaların ortaya konulması112, sanırız yeterince ironik ve giderek trajik sayılsa gerektir. Dolayısıyla, gelir dağılımındaki bozukluk giderilmeksizin girişilen bir metalaşma süreci, ayrıca ve sert biçimde eleştirilmek gerekir.113 Özetle, bundan meramım şudur: Devlet eliyle özel tekel yaratmayın114; gelir dağılımı bozuk ülkelerde siyasal güdülerle kimilerine özgülenmiş imtiyazlı özel işletmeler yaratırsanız, zaten bozuk olan durumu daha da vahimleştirirsiniz! “Muhafazakâr” savlı ve “inan odaklı”115 vesayet söylemleri üzerinden işbu 110 “İçinde bulunduğumuz (neoliberal) küreselleşme dalgası, spekülatif rantlarla büyüyen uluslararası finans sermayesi ile ulusötesi şirketlerin tekelci kârlarını ve yatırımlarını güvenceye alan bir dünya görüşünü sergilemektedir. Söz konusu neoliberal küreselleşme, gezegenimizi alınıp satılacak bir ticari meta olarak değerlendirmekte ve bir yanda teknolojik atılımlar ve refah, diğer yanda da yoksulluk ve eşitsizlik üretmektedir” (Yeldan, E. (2008). Küreselleşme, Kim İçin?, İstanbul: Yordam Kitap, s. 29, 30). Ancak, küreselleşme terimine yüklenebilen olumsuzluk bağlamında hemen değinelim ki, “(...) artan bağlantılılık ve birbirine bağımlılık anlamında küreselleşme, eski tarihi bir süreçtir” (Chanda, N. (2009). Küreselleşmenin Sıradışı Öyküsü, (Dilek Cenkçiler Çevirisi), Ankara: ODTÜ Yayıncılık, s. 266). 111 More, T. (2011). Utopia, (Sabahattin Eyüpoğlu / Vedat Günyol / Mîna Urgan Çevirisi), 13. Baskı, İstanbul: TİBKY, s. 102. 112 Poverty saps mental capacity to deal with complex tasks, say scientists. (2013, 29 Ağustos) The Guardian Gazetesi. (http://www.theguardian.com/science/2013/aug/29/poverty-mentalcapacity-complex-tasks). 113 Benzer yoldaki bir ifadeye göre, rekabet ve dengeli gelir dağılımı gerçekleştirilmiş bir toplum düzeninde bireylerin gereksinimlerini kamusal hizmet sunumlarına bağlı kılınmaksızın da tam olarak karşılayabilmesi olanaklı sayılabilir (bkz. Ayaydın, İdare Hukukuna Giriş, age., s. 155). 114 Doğal tekellerin kamu sahipliğinde bulunmasını, (adalet, altyapı, eğitim, polis, müzecilik gibi) “moral tekel” adını verdiği kamu mallarının da yine devlet yönetiminde olmasını savunan L. Walras’a göre, yapay tekeller oluşmasına izin verilmemelidir; böylece, geriye kalan alanlarda başlangıç koşullarının eşitliği sayesinde fırsat eşitliği yaratan tam rekabetçi bir piyasa düzeni doğabilecek ve adalet sağlanabilecektir (bkz. Eren, E. (2011). L. Walras’ın İktisadi Düşüncesi ve Yansımaları: “Fansa’nın K. Marx’ı mı, Kapitalizmin Savunucusu mu?”, içinde İktisadı Felsefeyle Düşünmek, (Derleyenler: Ozan İşler / Feridun Yılmaz), İstanbul: İletişim Yayınları, s. 149, 150). 115 Şu sözler, tarihin türlü coğrafyalardaki çağdaş devlet görünümleri altında bir hazin tekerrürüne işaret ediyor sayılabilir mi? “... kilise serfleri böylesine kötü kullanmasa, köylüleri bu kadar fazla soymasa, hayır için bu kadar gereklilik de olmayacaktı... Kilise ve soylular egemen sınıflardı. Toprağa ve toprakta bulunan kudrete el koymuşlardı. Kilise manevi yardım, soylular ise 24 özellikleri özellikle vurgulanmakta ve siyasal-bürokratik oligarşi tarafından bu yönde ağır biçimde baskılanan toplumlar bakımından belki de özellikle değinilmesi, giderek iyice ve sıkıca –en az günde beş vakitlik bir reçete üzerinden, aç karna- ‘idrak edilmesi’ gereken bir gerçek varsa, aşağıdaki sözler herhalde buna yönelik sayılmalıdır: “Daha az farklılık huzur getirir.”116 Dahası, “(s)ürekli geçen olmak ıstıraptır; sürekli öndekinin önüne geçmek mutluluktur; ve yarışı bırakmak ölümdür.”117 Öte yandan, gelir dağılımı dengeli olsa dahi, toplumdaki ortalama gelirin altında yer alacak bir kesim mutlaka var olacaktır. Nitekim, kapitalist düzlemde kâr elde etme yahut metalaşma ve benzeri sorunlar bağlamında adaletsizlikten söz ederken, toplumdaki ekonomik ilişkiler ve üretim sürecinde herkesin her zaman kazançlı konumda bulunacağını varsaymak doğru değildir. Kimi girişimcilerin yahut değişim değeri yaratıcılarının mutlaka kendi üretimlerine sürekli bir kararlılık içinde istem yaratabilmeleri veya bu istemle karşılaşmaları olanaksızdır. Cansen’in fizik terimleri ve kavramlarıyla açıklamaya çalıştığı üzere, ‘tam istikrar’ veya “tam denge” ancak ‘mutlak ve sonsuz ölüm” durumunda gerçekleşebilir bir keyfiyettir. Toplumsal yaşamda iktisadi ve malî ilişkiler var olduğu sürece “dengesizlik” daima gözlenecek ve sonucunda bir ‘yitirenler kümesi’ yahut ‘kaybedenler kulübü’ size içli bir hüzünle varoşlardan nazar eyliyor olacaktır. “Göz görmeyince gönül katlanır” denilir kültürümüzde; ancak, yüksek güvenlikli sitelerde huzurla oturuyor olmak, vicdanlara kara katran sürülmesini gerektirmez. “Değerlerimize saygı” sözünü bayrak ederek azamet, haşmet ve hışımla sallandıranların gelir dağılımı adaletsizliğine vicdanlarını kapatabilmeleri ise herhalde bir büyük trajedi olarak nitelendirilebilir. “Koyunların otlak haline getirilen topraklardan itilen yoksul köylüleri yer haline getirildiği bir toplumda, hırsızlığı adam asarak önlemenin imkânı yoktur.”118 askeri koruma sağlıyordu. Bunun karşılığında çalışan sınıftan emek olarak ücret alıyorlardı. Bu dönemin bilgili tarihçilerinden Profesör Boissonade olayı şöyle özetliyor: “Feodal sistem, son kertede, çok zaman hayalî olan bir koruma karşılığında çalışan sınıfları aylak sınıfların insafına bırakan ve toprağı işleyenlere değil, gasbetmeyi becerebilenlere veren bir örgütlenmeye dayanıyordu” (bkz. Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, age., s. 24, 25). Giderek, Kilise’nin servet ve mülkiyet denetimi gerekçesiyle dünyevi otoritesine yargı yetkisini de katmak istemi dikkat çekicidir (bkz. Wood, E. M. (2008). Yurttaşlardan Lordlara – Eskiçağlardan Ortaçağlara Batı Siyasi Düşüncesinin Toplumsal Tarihi. (Oya Köymen Çevirisi), İstanbul: Yordam Yayıncılık, s. 191). Woods’un ifadesiyle, “Ortaçağ’da Hıristiyan çoğunluğun yoksulluğu, Kilise’nin zenginliğiyle keskin bir tezat oluşturuyordu” (age., s. 194); günümüzün küresel coğrafyasında Müslüman çoğunluğun orantısız yoksulluğu ile bu kesimlerin “siyasal yahut kanaat önderliğini” yapan kimi ‘elitlerin’ göz kamaştıran varsıllığı arasındaki çelişkiyi açıklama gereksinimi ise ortadadır. 116 Aşkun, İ. C. ( 1991). Türkiye’de Ekonomik Kamu Düzeni Kavramına Bağlı Örgütsel Yönetimin Atatürkçü Düşünce ve Kişilik Temelinde Konumuna İlişkin Bir İnceleme, Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 2, Sy. 7, s. 425 (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/784/10085.pdf). 117 Hobbes’tan aktaran: Gray, J. (2004). Post-Liberalizm, (Müfit Günay Çevirisi), Ankara: Dost Kitabevi, s. 16. Anılan ifade, aslında olması gereken bir toplum düzeninin temel kurgusunu büyük bir isabetle ve özlü, gerçekten olağanüstü büyüleyici sözlerle ortaya koyuvermektedir. Yeterince anlaşılabildiğini ümit etmek istiyorum. 118 Buğra, A. (2011). Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 20. Öyle görünüyor ki, ekonomik sömürü üzerinden daha da azgınlaştırılan gelir dağılımı dengesizliğinin geniş yoksul kitlelerde tepkiye yol açmaması için “adam asarak önleme” 25 Özetle, “(d)önüşüm oldukça entropi hiç bir zaman sıfır olmaz.”119 Demek istediğim, bu düzende belli adaletsizlik mutlaka var olacaktır. Ne var ki, bu eksikliği yahut sakıncayı gidermenin yolunu bulmak da toplumcu siyasetle pekâlâ olanaklıdır ve öngörülebilecektir. Kaldı ki, Anayasamızın 2. maddesinde yer verilen ‘sosyal devlet’ ilkesi, tam da bu amaçla öngörülmüş sayılsa gerektir. İşte, hemen yukarıda değindiğimiz bu kesimin temel gereksinimleri karşılayan hizmetlere erişebilmesi mutlaka olanaklı kılınmak gerekir. Bunun bir yolu, Batı ülkelerinin yakın zamanlarda modalaştırılan “evrensel hizmet” kavramı olabilir; yahut, yasal düzenlemeler yoluyla belli miktarda tüketimin maliyetinin de altında çok az bedelle sunulması ve aradaki eksik bedelden kaynaklanan fiyat farkının yüksek tüketimli kesimlere tarife yoluyla yansıtılması da öngörülebilir. Aslında, bu durum zaten uygulanmakta olan bir husustur, ancak sanırım dikkatleri yeterince çekmemektedir. Örneğin, posta hizmetleri bakımından bir dağın başındaki tek eve gidecek mektuba ayrı bir yüksek bedel biçilmemektedir. Yine, sözgelimi şehir içi toplu taşımada kısa veya uzun mesafe ayrımı yapmaksızın sabit bir indi-bindi ücreti alınmasını da aynı bakışla açıklamak mümkün görünüyor.120 Dolayısıyla, kamu hizmetinde metalaştırmayı mutlaka ‘kamu eliyle hizmet sunumunu zorunlu sayan’ bir yaklaşım üzerinden açıklayabilmenin gerekmediği savlanabilir kanısındayım. Bir kamu hizmeti metalaştırılmasın denildiğinde, o hizmetin mutlaka kamu tarafından sunulmasını ileri sürmenin ve kamu elinde tutulması gereklidir şeklinde bir anlayıştan hareket etmenin yerindeliği kuşkuludur. Keza, bu bağlamda kamu hizmetinin özel kesim eliyle sunulmasını ‘vatandaşı müşteriye dönüştürmek’ şeklinde kategorik bir olumsuzlamayla karşılamak121 da ‘mutlak doğru’ niteliğinde görülebilecek, yahut böyle yerine daha ince ve kurnaz siyasetler geliştirilebilmekte; bu amaçla inanç dizgelerine başvurularak oradan alınan yardımla tepkiler önlenmekte yahut baskılanmakta, sonuçta bir tür ‘sadaka siyasası’ başarıyla yürütülebilmektedir. 119 Cansen, E. (2013, 21 Eylül). Nerede borç varsa orada alacak da vardır, Hürriyet Gazetesi. (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24755768.asp). 120 Görece çok düşük bir bedelle kent içindeki toplu taşıma olanaklarından (metro, otobüs veya dolmuş) yararlananlar, bunun ancak ve sadece diğer bireylerin taşıma maliyetlerini kendileriyle birlikte üstleniyor olmasından kaynaklandığını, dolayısıyla toplumcu siyasanın bir ürünü yahut getirisi olduğunu yeterince idrak edebilmekte midir, üzerinde düşünülesi bir konudur. Bireyselciliğin olumsuzluğunu merak edenler, sanırım durumun ayırdına toplu taşıma yerine bireysel yolculuğun maliyetini üstlenmeye başladıklarında ancak varabileceklerdir. 121 Bkz. Çakmak, İdare Hukukunda Kuramsal Olarak Kamu Yararı, age., s. 449. “Devletin siyasal işleyişi ile ilgili kamu yararı yorumları, somut olarak görülen hizmetteki kamu yararından farklı olabilmektedir” diyerek, sözgelimi çöp toplama hizmetinin özel kesim elinde düzgün işlemesi durumunda dahi kamu yararına aykırılıktan söz edilebileceğini savlayan bu görüşe (bkz. age., s. 450) katılma olanağını göremiyorum. Bu savı ileri sürebilmek için pek çok koşulun ortaya konularak tartışılması gereklidir kanısındayım. Örneğin, çöp toplama hizmetinin maliyetini kim karşılamaktadır, yararlananlardan hizmet karşılığı bir bedel alınmakta mıdır, yoksa sadece ilgili belediye tarafından maliyeti –genel vergiler yoluyla alınarak- karşılanan bir hizmet mi söz konusudur? Bunlar gibi daha pek çok soruya verilecek yanıtlardan sonra bir değerlendirmeye ancak gidilebilir düşüncesindeyim. 26 olduğu savlanabilecek bir görüş olmamak gerekir. Kaldı ki, bu çalışma içerisinde değinildiği üzere, kamu eliyle sunulan kamu hizmetlerinde kimi zaman rastlanabilen bedel alma uygulamalarının özel kesim eliyle sunulan benzer hizmetlerden çok daha ileri gidebildiği ve devletin kimi durumlarda mühtekir tüccar gibi davranabildiği de bir başka gerçektir. Şu halde, kamu hizmetlerinin metalaştırılmasına karşı önlemleri kurgulayarak da özel kesim eliyle sunulması olasılığı düşünülmek durumundadır. Kaldı ki, hukukumuzda özel kesim eliyle kamu hizmetinin yürütülmekte olduğu hususu pozitif düzenlemelere yansımış olmanın yanı sıra, virtüel kamu hizmeti anlayışıyla da en azından öğretideki kimi görüşler içerisinde değiniliyor durumdadır.122 Sonuç olarak, kamu hizmetinde metalaştırma konusuna değinirken öncelikle kamu hizmeti kavramına ne gibi bir anlam yüklendiği veya tanımının ne şekilde yapıldığı özellikle dikkate alınmak zorundadır.123 Metalaştırma kavramı, keza, önemle ve dikkatle belirlenmek durumundadır. Meta olma veya metalaşma ibarelerinin tanım gereği olumsuzluk yüklenmesi mutlak bir zorunluluk olmasa gerektir, ki bir şarkıdaki “dile düştün, yoz oldun”124 deyişinden esinlenerek, metalaşmanın bu tür bir olumsuzluk içermesinin zorunlu olmadığı hususuna değinmek istiyorum. Bu noktada, kamu hizmetinin metalaştırılması söylemi itibariyle olumsuzluk yükleyebileceğim iki boyuta hemen aşağıda yer vererek meramımı aktarmaya çalışacağım. Kamu hizmeti olarak belirlenen yahut algılanan bir mal/hizmet sunumunun toplumda tüm kesimlerin rahatça, kolayca ve tatmin edici biçimde gerçekleştirilmesi söz konusu olduğu sürece bir sorundan söz etmek zorlaşır. Dolayısıyla, asıl sorulması gereken, ortada bu türden bir sunumun gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Hatta daha da önemlisi, böylesi bir durumla karşılaşıldığında, nedenlerine yönelik bir irdelemeye mutlaka gidilmesi gereksinimidir. Çalışma içinde değindiğim üzere, rekabet kavramı gerek kamu hizmeti kavramının belirlenebilmesinde yahut giderek oluşumunda etkendir ve dikkate alınması gerekir. Rekabet kavramının metalaşma bağlamındaki tartışmalara bir başka önemli katkısı yine bu çerçevede beliriyor: Güncel siyaset katkılı veya nedenli rekabetsizliğin kendi cürmünce oluşturduğu gelir dağılımı dengesizliği ve daha da önemlisi bu dengesizliğin emeksiz gelirlerin pervasızca pey sürmelerinden ötürü fiyat artırımlarına125 neden olması, kamu hizmetlerine yönelik kimi kesimleri daha da yoksunlaştırabilmektedir. 122 Ayrıntılı bilgi için bkz. Çal, Türk İdare Hukukunda Ruhsat, age, s. 177-202. Sosyal bilimlerde tanımın önemine ilişkin olarak burada kısa bir alıntıya yer vereceğim: “İktisadi yazı ve konuşmalarda çok yanlış bulunur. Çünkü konunun içinde adı geçen şeylerin “tanımı” yapılmadan veya tanımı üzerinde mutabık kalınmadan söze başlanır. Çoğu kez, bir konuyu anlatan, onun anlattıklarına itiraz eden veya bunları okuyan ve dinleyenler kullanılan iktisadi kavramlardan farklı şeyler kasteder veya anlar. Bu yüzden olacak Profesör Steve Hanke bir makalesine “iktisadi bir tartışmada söylenenlerin %90’ı ya yanlıştır ya da konuyla ilgili değildir” demişti. Allah iktisadi makale okuyanlara yardımcı olsun” (bkz. Cansen, E. (2013, 30 Ekim). Yüksek katma değerli ürünler, Hürriyet Gazetesi.). Buradan esinlenerek, bu çalışmayı okuyanlara ol babda sabır dilemek zorunda kalmayacağımı ümit ediyorum ve diliyorum. 124 Bkz. Cem Karaca’nın “Nöbetçinin Türküsü” adlı şarkısı. 125 Tam bu aşamada Huberman’ın Ortaçağ Avrupasındaki “helal fiyat” kavramına yaptığı yollama dikkati çekmelidir ve özellikle günümüzdeki saptırılmış inan odaklı söylemlerin neredeyse her 123 27 Bu nedenlerden ötürü, kamu hizmetindeki metalaşmayı ele alırken, konu, kamu hizmetinin sunumuna gelip dayanmaktadır. Önümüze getirilen sorunsalı şöyle özetleyebiliriz: Kamu hizmeti sunumunu özel kesim yapabilir mi, yoksa kamu eliyle yürütülmesi zorunlu mudur? Buna verilebilecek bir yanıtı –yukarıdaki tüm tartışmalar, düşünceler, görüşler ışığında birlikte kurgulamaya çalışalım: Dengeli bir gelir dağılımının yer etmiş bulunduğu bir toplumsal yapıda, kamu hizmeti rekabet içinde tatmin edici biçimde halka sunulabiliyor ve rekabetle oluşan “meta” bedelini en düşük gelirli kesim dahi ödeyebiliyor bir konumda gözleniyorsa, burada özel kesim eliyle yürütmeye kategorik karşıtlığı açıklayabilmek güçtür. Şimdi bir adım daha ileri giderek varsayalım ki, değindiğimiz bu ortamdaki kamu hizmeti fiyatları toplumun çok sınırlı bir nüfustan oluşan en alt gelir kümesinin erişemeyeceği düzeyde gerçekleşiyor olsun. Bu durumda, kamu hizmetine meta fiyatı üzerinden erişemeyen kesimin bu erişimini sağlamak üzere ya evrensel kamu hizmeti yaklaşımıyla hareket etmek veya eksik kalan hizmet sunumunu kamu eliyle yürütmek seçenekleri değerlendirilebilir. Buradaki ‘erişimsiz kitle’ eğer dikkati çeken bir boyuta varmışsa ve toplumun geniş kesimlerini etkileyen dereceye yükselmişse, o aşamada kamu eliyle yürütmeyi gerektiren bir durumun belirdiği savlanabilir, kuşkusuz, bu duruma getiren nedenleri ortadan kaldırmak olanağı126 söz konusu değilse. Kuşkusuz, tüm bu olasılıkları yukarıda değindiğimiz matris denklemi içinde ayrıca değerlendirmek gerekecektir, ki bunlardan birisi ve belki en önemlisi, ulusal bağlamda meta olarak yer edebilecek bir nesnenin yahut hizmetin uluslararası metaya dönüştürülmesi durumunda belirebilecek ulusal güvenlik yahut ulusal çıkar tasaları hususudur. Sözgelimi, bu bağlamda konuya değindiği varsayılabilecek bir yoruma göre, “(e)lektrik enerjisi konusunda Türkiye’nin yaşadığı dönüşüm, büyük ölçüde ulusal kamu tekelinin yerini bölgesel özel tekellerin almasından ibaret görünmektedir.”127 Burada diğer matris ögeleri dikkate alınarak sıralanabilecek çok sayıdaki permütasyon (sıralanım) seçeneklerine (tekelci/tekelsiz, yahut tüketildikçe daha yüksek tüketimi beraberinde getirebilen veya bu nitelikte olmayan gibi) ayrıca değinmekten kaçınıyorum; zira, aksi durumda bu bölümü bir kitap hacmine dönüştürme sakıncası doğabilecektir.128 nesneye veya etkinliğe helal sıfatını yapıştırmayı tartışırken nedense helal fiyat kavramına aniden yabancılaşmasını –sahte içerikli tartışmalarla kasıtlı biçimde saptırıldığını düşündüğüm- gündeme mutlaka getirmelidir (bkz. Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, age., s. 73-76). 126 Sözgelimi, önemli vergi indirimleri sağlanarak veya devlet yardımları yoluyla maliyetlerin düşmesine yol açmak gibi. 127 Ataay, F. (2009). Enerji Sektöründe Özelleştirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetişim mi?, Praksis Dergisi, Kış–Bahar 2009, Sayı 9, s. 235, 236. 128 Bu konularda ayrıntılı kimi bilgiler sunan bir değerlendirme olarak, idare hukuku alanında az rastlanan türden, analitik ve kapsamlı bir irdeleme niteliğindeki oldukça dikkat çekici bir çalışmaya bakılabilir (bkz. Ataay, F. (2007). Kamu Yönetimi Reformu ve Kamu Hizmetlerinin Metalaştırılması, içinde Neoliberalizm ve Devletin Yeniden Yapılandırılması, Ankara: De ki Yayınevi). 28 IV. Kamu Hizmetine Yönelik ‘Metalaştırma’ Bağlamında Ülkemizden Kimi Manzaralar Metalaştırma çabaları ülkede serbest rekabetçi bir liberal ekonomi yaklaşımının benimsendiğini ve uygulandığını ilk elde düşündürebilir, ki rasyonel akıl yahut mantık da bunu gerektirir aslında! Lâkin, gerçek pek de öyle değil görünüyor. Zira, ülkemizdeki kimi uygulamalara bakıldığında, liberal bir ekonomi anlayışının keskin geçerliğini savlamak öyle sanıldığı denli kolay olmasa gerektir. Ruhsat kısıtları ve girişim engelleri pekâlâ gözler önünde yaşanan bir gerçeklik olarak karşımızda tüm haşmetiyle belirebiliyor 129 ve bir tür Ortaçağ karanlığı dönemlerinin kimi arkaik uygulamalarını130 anımsatıyor. Bu durumda, metalaştırmayı belli bir grup imtiyazlı ticaret erbabına yönlendirebilmek üzere önce meta alanına taşımak ve hemen ardından da bu ayrıcalıklı yandaşların önüne Roma gladyatör arenalarında aslanların önüne atılan canlı mahkûmlar benzetmesi bağlamındaki bir uygulamanın konusu olarak düşünmek olasıdır, giderek olanaklıdır. Aşağıda buna ilişkin göze çarpan kimi örneklere değinerek konunun önemini vurgulamaya çalışacağım. Verilen örnekler, kamu hizmetinin metalaştırılması bağlamında ülkemizin son 30 yılda vardığı noktayı ve geçirdiği başkalaşımı –burada ‘dönüşüm’ demek yerine özellikle anılan terimi kullanmam, daha uygun düşen bir tanımlamayı içerdiği kanısına varmamdan ötürüdür- çarpıcı biçimde gözler önüne sermektedir sanırım. İlk olarak, temelinde bilimsel gerçeği aramayı amaçlayan yahut amaçlaması gereken üniversite eğitimini ele almak istiyorum. Bu bağlamda öncelikle akademik yayınlara değinilebilir. Hemen değinmek gerekirse, akademik dünyada ve özellikle de kamu üniversitelerinde görev yapan öğretim üyelerinin sözgelimi ders kitaplarını özel yayınevleri aracılığıyla yayımlatmaları belki metalaştırma bağlamında eleştiriye bağlı kılınmayabilir. Ancak, akademik ağırlıklı monografik çalışmaların daha ziyade akademik dünyaya yöneldiğini dikkate alır görünmeksizin, bunları da özel kesimin yayınevleri üzerinden “piyasa”ya sunmak, herhalde kamusal niteliği ağır basan bir içeriğin meta biçiminde sunulması bağlamında değerlendirilebilir. Oysa, akademik içeriği ağır basan bu tür çalışmaları üniversitelerin elektronik ortamda kitap biçimiyle yayımlayabilmesi ve bunların ağ erişimine açık tutulması pekâlâ olanaklıdır. Üstelik, akademik niteliğin belirlenebilmesi bakımından, bu yöndeki bir gelişme, özel kesimin doğal olarak tecimsel nitelikli bir değerlendirmeyle kitap yayımlamasına göre çok daha uygun bir hareket tarzı olacaktır; zira, yayımlanabilmesi için gerekecek bir akademik kurul kararıyla bilimsel niteliği ortaya konulabilmiş demektir. Keza, bu bağlamda ayrıca, ‘çuvaldızı kendimize batırarak’ eklemek gerekirse, işbu çalışmanın yer aldığı kitap da bir özel yayınevi tarafından yayımlanmaktadır. Özetle, akademik çalışmaları kamusal boyutlu olarak görmek ve bunların meta şekline dönüştürülmeksizin, okuruyla ağ 129 Bkz. Çal, Türk İdare Hukukunda Ruhsat, age, s. 89-134. Bkz. Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, age., s. 151. Bir başka kaynakta yer verildiği şekliyle, Ortaçağ’daki feodal düzende “(...) çiftçi buğdayını senyörün değirmeninde öğütmek, ekmeğini senyöre ait fırında pişirmek (...) durumundaydı” (bkz. Tawney, R. H. (1938). Religion and the Rise of Capitalism, Londra, s. 37’den aktaran: Güriz, A. (1969). Teorik Açıdan Mülkiyet Sorunu, Ankara: AÜHF Yayını, s. 74). 130 29 erişimi üzerinden bedelsiz olarak buluşmasına olanak tanımak gerekliliğine kendince naif bir yollamada bulunmakta yarar vardır.131 Bu bağlamda değinmek gerekirse, bilimde asıl amaç bilime katkı sağlamaktır ve bu itkiyle yola çıkılması elzemdir. Esasen, bilim adamının davranış biçimi temel olarak bir Zülfü Livaneli şarkısını anımsatır, tıpkı anılan şarkıda “seher vakti çık dağlara; güneş topla benim için” denildiği gibi ve fakat bilime adanmış bir yaşam sadece seherde değil, 24 saatin her anında güneşten beslenmiş çiçekleri arar bulur ve nektarını –keçiboynuzu yemeye benzerdamıtır, sonucunda özümsediğini bilimsel yapıt olarak topluma sunar. Başka bir deyişle, kaya kovuğunda yerleşik arı gibi bal vermenin ‘toplum hizmeti’dir bilim alanı. Bal gibi de bedavadır aslında, olması gerekir; para için, değişim değeri olarak, yahut başka deyişle ‘satmak için’ bilim yapılmaz.132 Yapılırsa, o artık bir ‘meta’ olur; ama, yazık da olur!133 Keza, kamu hizmeti niteliği hukukumuzda tartışmasız benimsenen sağlık hizmetine yönelik bir diğer metalaşma örneği, kamu elindeki sağlık verilerinin bir özel girişimciye ‘satılması’ haberiyle ortaya çıkmaktadır. Buna göre, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), vatandaşların sağlık verilerine yönelik istatistik bilgilerini –kişilik bilgilerini gizleyerekbedelsiz biçimde kamuoyunun erişimine açmak yerine, “gelir elde etmek” üzere kimi özel sektör kuruluşlarına ‘satabilmektedir’.134 Sağlık konusunda bireylere ilişkin verilerin “satışı”135, doğrusu, kamu hizmeti görmekle yükümlü kamu kurumlarının bu görevlerini yürütmeyi metalaştırmaya dönüştürme konusundaki başarıları bağlamında son derece ilgi çekici ve fakat aynı derecede talihsiz –giderek kanımca Anayasa’ya açık biçimde aykırı- bir örnek uygulama olarak karşımızdadır. Türkiye İstatistik Kurumu türlü istatistik verilerini doğru bir uygulamayla ağ erişimine açarak bedelsiz biçimde kamuoyuna sunmaktayken, vatandaşların sağlık verilerinin satışa konu edilebilmesi ve bir tür meta alanına alınması, herhalde kabul edilemeyecek bir husustur. Kamu idaresinin “görevi”, özel sektör de dahil olmak üzere, kamuoyunu bilgilendirmektir, veri satmak değil. Devlet bir kez “satış”a 131 Akademik bir monografi çalışması olmasına karşın özel kesimden bir yayınevi eliyle yayımlanan çok yakın tarihli bir çalışmada, kamusallığa ve kendince naif beklentilere yer verilirken, burada değindiğimiz özeleştirinin yapılması herhalde daha uygun ve kendi içinde tutarlı olurdu (bkz. Çakmak, İdare Hukukunda Kuramsal Olarak Kamu Yararı, age.). 132 Burada İl Han Özay hocamızın ironisine yer vermemek olmazdı: “Yazmak kötü yol düşmek gibidir” diyerek söze başlayan Özay, “önce kendiniz için, sonra eş-dost için, nihayet para için yazarsınız” dedikten sonra devam ediyor; “ben çok şükür hâlâ kendim için yazıyorum” (bkz. Özay, Günışığında Yönetim, age., s. 25). 133 Hemen değinelim ki, bu satırların yazarı iki adet monografik hukuk kitabı dışında bir hukuk kitabı ve çoğu kitap hacmine yakın yirmiden fazla hukuk makalesini ağ erişimine bedelsiz sunmuş bulunmaktadır (bkz. http://www.idare.gen.tr/cal-yayinlar.htm). 134 Bkz. SGK'dan 2,4 milyarlık iş gölge şirketin başlıklı habere ilişkin açıklama. (2013, 4 Ağustos) Gazete A24. (http://www.gazetea24.com/sondakikahaber/sgkdan-24-milyarlik-is-golge-sirketinbaslikli-habere-iliskin-aciklama_463297.html). 135 Bkz. “SGK’nın 21 Eylül, 2012 tarihli Başkanlık Makam Oluru ile yürürlüğe koyduğu Usül ve Esaslar” (http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/tr/genel_saglik_sigortasi/gss_bilgi_bankasi/gss_sozlesme_ve_pro tokoller/usul_ve_esaslar) 30 başladığında, doludizgin varılacak yerin neresi olabileceğine olağanüstü bir örnektir anılan uygulama ve tüyler ürpertici, ürkütücü niteliktedir. Hemen yukarıda değindiğimiz “kamu idaresinin satış hevesi”, metalaştırma yolundaki bu hızlı gidişle, ‘kimsesiz vatandaşların cesedi üzerinde satışa değin varabilir mi’ sorusunu akla düşürmeye yetkindir. Nitekim, özel kesimin “kadavra” ticaretiyle ilgilendiği ve tıp öğreniminde kullanılacak yeterli kadavranın ülkemizde bulunamaması nedeniyle yurtdışından kadavra getirerek kamu üniversiteleri dahil satışa sunduğu bilinmektedir.136 Dolayısıyla, insanın ‘bizatihi kendi bedeni’ dahi bir ‘meta’ olarak işlev görebilmektedir. Şu halde, metalaşmada sınır çizgisi ‘hayalleri aşabilecek’ denlidir. Özetle, önümüdeki uygulamalara bakılırsa, kamu eliyle metalaştırma bağlamında insan bedenine tasalluta varan bir metalaştırma aşkına ‘kurban gitmek’, sanki ‘kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın’ denilebilecek bir olası noktaya varmış görünüyor. Vatandaş olarak metalaşma sürecinden nasibimizi ‘süreli şakûlî vaziyette’ yani ‘yaşarken’ yeterinden çok aldığımız gibi, ‘sonsuz ufkî vaziyete’137 geçtiğimiz ‘ölümden öteye yol’da da metalaştırma zulmünden bir kurtuluş mümkün görünmüyor. Karşımıza getirilen iç karartıcı manzaraya göre, ölüm sonrası defin işlemleri dahi metalaştırmaya kurban edilmiş durumdadır. Nitekim, belediyelerin türlü kamusal etkinliklerini kolaylıkla ve fütursuzca “bedellendirme” becerileri, defin sürecine yönelik olarak daha bir rahatsız edici düzeye getirilebilmektedir. Defin için yer göstermek zorunluluğunu bir kamusal yükümlülük olarak üzerinde taşıyan belediyelerin, bu işlemlerini kamu hizmeti görünümü altında –ki burada bir kamu hizmetinden çok, kamu sağlığını korumaya yönelik bir kolluk etkinliğinden söz edebilmek çok daha uygun ve giderek gerekli olacaktır kanısındayım138- “fiyatlandırması”, anılan bedellerin aslında malî yükümlülük niteliği taşıması gerekliliği düşünülürse, Belediye Meclislerinin kararıyla değil ve fakat Anayasa’nın 73. maddesi uyarınca ancak ve sadece yasayla belirlenebilmesini gerektirecektir.139 Dahası, kamu eliyle metalaştırma da yetmemekte ve belediyelerimiz bu becerilerini özel kesime yönlendirerek, özel mezarlık işletmeciliği gibi ‘yaratıcı çözümler’ üzerinden hareket etmeye dahi girişebilmektedir.140 Ülkemizde mebzul miktarda kamu taşınmazı bulunurken “büyükşehirlerde 10 bin TL ile 50 bin TL arasında değişen, Anadolu’da da 5 bin TL’yi bulan mezarlık fiyatlarını aşağı çekmek için” İmar Kanunu taslağında değişiklik öngörülerek “İmar planlarında mezarlık 136 Bkz. Hacettepe Üniversitesi tarafından kimi kadavra organlarının alımına yönelik duyuru (http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/ilanlar/eskiilanlar /2013/06/20130628.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/ilanlar/eskiilanlar/2013/06/201306 28-3.htm). 137 Buradaki metaforlar, ülkemizin usta edebiyatçıları arasında yer alan Haldun Taner’in “Memeli Hayvanlar” adlı öyküsünden alınmıştır. 138 Aynı görüşte bkz. Ayaydın, İdare Hukukuna Giriş, age., s. 184, 185. 139 Bu konuya ilişkin bir Anayasa Mahkemesi kararını eleştiren ve konuyu ayrıntılı biçimde irdeleyen bir çalışma için bkz. Çal, “İdari Etkinliklere Paha Biçmek” ya da Anayasa Mahkemesi’nin İki Kararının Çağrıştırdıkları, age. 140 Bkz. Mezarlar da özelleştiriliyor. (2013, 17 Ekim). Odatv Gazetesi. (http://www.odatv.com/n.php?n=mezarlar-da-ozellestiriliyor-1710131200). 31 alanı olarak belirlenen yerlerin özel mülkiyete tâbi kısımları mülkiyet sahiplerince özel mezarlık olarak yapılıp işletilebilir” hükmünün eklenmesi, üstelik bunun da “düşük gelirli vatandaşların da durumunu düşünerek” ifadesiyle bir büyük naiflik görünümüyle sanki “büyükşehir çalışıyor ve sizi düşünüyor” sloganı bağlamında gerçekleştirilmeye çalışılması141, eleştiriye bağlı kılınması gereken bir isabetsiz tutumdur ve kamu hizmetinde metalaştırmanın vardığı düzeye sadece bir örnektir. Oysa, anılan Bakanlık kamu mülkiyetindeki uçsuz bucaksız arazilerde mezarlık alanları oluşturarak gömü işlemlerini bedelsiz biçimde gerçekleştirmeyi çok kolayca öngörebilirdi.142 Bu durum, İl Han Özay hocamızın kamu hizmetleri bağlamında “kamu idaresinin verdiği en iyi kamu hizmeti ölü gömme faaliyetidir”143 yargısını da artık geçersiz kılmaya adaydır. Böylece, ironiyle değinirsek, kamu idaremiz artık “gömü” deyince ‘gömü bulmuş bir hazine arayıcısı’ kıvamına gelmekle bir metasever konumuna geçiyor gibidir, ki keyfe keder bu ‘keyfiyet’ güzel ve stratejik yalnızlıktaki ülkemizde ‘nebbaşhane’ çağrışımlarını hemen zihinlere düşürüveriyor. Eğitim etkinliğine yönelik metalaştırma bağlamında bir kaç örneğe de ayrıca yer verilebilir. Özellikle yerleşke biçiminde kurulan üniversitelerde, öğrencilere hizmet vermesi öngörülen kantinlerin veya türlü diğer gereksinimlere yönelik gıda veya malzeme satan ticari işletmelerin ürünlerini –rekabetsizliğin doğal sonucu olarak, yerleşke dışında kent içerisindeki rekabetçi fiyatlara görece- öğrenci için yüksek sayılabilecek fiyatlardan satmalarına üniversite yönetimlerince izin verilmesi, eleştiriye açıktır. Nitekim, bu durumun öğrencilerin tepkisine yol açtığı da görülmektedir144 ve kanımca büyük ölçüde haklılık payını da içermektedir. Üniversitelerin veya orta dereceli okulların genel bütçeden yetersiz ödenek almaları ve bu nedenle hizmet vermekte zorlanmaları bir gerçektir. Ne var ki, bu durumu gerekçe göstererek öğrenciyi ‘müşteri’ algılamasına bağlı kılmanın ve giderek rekabetsiz ortamlar üzerinden gelir elde etmeyi öncelleyen yaklaşımlarla ortaya çıkmanın haklı görülebilecek bir yönü yoktur. Yine, gerek özel ve gerek kamu üniversitelerinde metalaşma eğilimine örnek olarak ikinci eğitimi veya yaz okullarını göstermek düşünülebilir. Nitekim, bu yöndeki bir haberde, bir özel üniversitenin yaz okulu için ders başına ücret alma uygulamasına gittiği ve fakat dava edilmesi sonucunda uygulamanın yargıdan döndüğünü görmekteyiz.145 Eğitimin 141 Özel mezarlık işletmeciliğine geçişte kampanyalar ve reklamlar da artık gözlenebilecektir sanki, sözgelimi “sizi özledik, bekliyoruz” gibi bir tanıtım sözü şaşırtıcı sayılmayabilir, ki yine ironiyle aktarmak isterim güzel ülkemden yaratıcı bir mezar taşı yazısını: “Biz de geziyorduk siz gibi; Siz de geleceksiniz biz gibi” (ibare, Boyabat mezarlığındaki bir mezar taşında kazılıdır ve 2013 Ekim ayındaki Kurban Bayramı vesilesiyle bu satırların yazarınca tanık olunmuştur). 142 Nitekim, 24 Nisan, 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (6 Mayıs, 1930 tarih ve 1489 sayılı RG’de yayımlanmıştır)’nun 212’nci maddesine göre, “her şehir ve kasaba belediyesi şehir ve kasabanın haricinde ve meskenlerden kafi miktar uzakta olmak üzere şehir ve kasabanın nüfusuna ve senelik vefiyatı umumiyesine nisbetle lazım gelen bir veya müteaddit mezarlık mahalli tesisine mecburdur.” 143 Bkz. Özay, Günışığında Yönetim, age., s. 257. 144 Bkz. Böyle olur İTÜ’nün boykotu. (2013, 19 Ekim). Odatv Gazetesi, (http://www.odatv.com/n.php?n=boyle-olur-itunun-boykotu-1910131200). 145 Bkz. Gökçe, D. (2013, 5 Ağustos). Özel üniversiteleri şoke edecek 'yaz okulu' kararı, Hürriyet Gazetesi, (http://www.hurriyet.com.tr/egitim/24461432.asp). 32 metalaştırılması bağlamında konuyu özellikle irdeleme gereksinimi duyuyorum: Bilindiği üzere, metalaştırıcı yaklaşımın dayandığı temel felsefe, toplumdaki işbölümünün ve bireylerarası etkinliklerin en verimli biçimde bu yolla gerçekleşeceğini, toplumsal kaynakların böylece en az savurganlıkla işlev göreceğini varsayar. Eğitimin metalaştırılması ise, dar gelirli kesimin ikinci kuşağında yeteneğe ve zekâya bağlı biçimde eğitim alarak toplumun geleceğinde yer aldığı zaman en etkin verimi ortaya koymasına engel olabilen bir sonucu doğurabilmektedir. Şöyle ki, bugünün varlıklı ailelerinin bol parasal olanaklarıyla çocuklarına sağladıkları yüksek nitelikli eğitim fırsatlarından yoksun bırakılan dar gelirli kesimin görece çok daha yetenekli çocukları, böylece toplumsal katma değeri daha yükseğe çıkarmaktan alıkonulmuş duruma gelebilmektedir. Bu ise, yeterince açık olduğu üzere, toplumsal çıkarların gerektiği gibi gözetilmemesi demektir. Sözgelimi, Karadeniz bölgesinde zahmetsizce yetiştirilen çay tarımını Konya ovasında gerçekleştirmeye çalışmak nasıl bir toplumsal savurganlık ise, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamamak da aynı derecede toplumsal refahı baltalamak ve israf anlamına gelecektir. Dolayısıyla, eğitimde fırsat eşitliğinden yararlandırılmayan her çocuk, toplumun aslında kendi ayağına sıktığı bir ‘domdom kurşunu’dur. Uzun bir tarihteki geçmişimize taşra cehaletini anımsatan biçimde öykünürken, Osmanlı’nın yükseliş dönemlerindeki ‘liyakate dayalı yükselme’ kurgusu ve becerisini anımsamakta herhalde yarar vardır. Aynı beceriyi 2000’li yılların demokrasilerinde nasılsa gerçekleştirememenin toplumsal bedeli ise ağırdır ve korkarım “kirvem, hallarımı aynı böyle yaz; rivayet sanılır belki”146 demek zorunda bırakacaktır. Bu noktaya değin, kamu hizmeti algılamasına bağlı kılınan eğitim ve sağlık gibi kimi alanlarda idarece sunulan hizmetlerin metalaştırmaya kurban gitmesi savlarına yönelik görüşlere değinildi. ‘Bundan daha elim ve vahim olmak üzere’, ülkemizde idarenin yerine getirdiği kolluk etkinliklerinde metalaştırmaya yönelen bir eğilimin varlığını altını çizerek kuvvetlice vurgulamak gerekiyor. İdarenin kolluk hizmeti niteliğindeki denetim etkinliklerini özel kesim eliyle gördürmeye yönelen uygulamalar oldukça dikkat çekicidir. Öncelikle değinelim ki, idare hukuku öğretisinde, kolluk etkinlikleri karşılığı bedel alınmayacağını genel olarak kabul eden bir anlayış gözleniyor.147 Nitekim, öğretideki bir görüşe göre, idare, kolluk yetkilerini “idareye malî yarar sağlamak amacıyla kullanırsa, yapılan kolluk işlemi amaç unsuru yönünden sakat olur.”148 Ne var ki, bu anlayışa karşıt hükümler getiren kimi yasal düzenlemeler de görülebilmekte, giderek keyfiyet Anayasa yargısınca dahi benimsenebilmektedir. “Kolluk etkinliklerini ücretlendirme”, böylece, hukukun ne olduğunu söylemeye yetkin kılınan Anayasa yargısınca onaylanıyor durumdadır. Bu bağlamda, sözgelimi, idare bireyleri hem tohumluklarını idareye başvurarak belgelendirmeye veya muayene ettirmeye zorunlu kılmakta, üstüne bir de idarenin ‘keyfe keder’ belirleme yetkisine sahip kılındığı türlü 146 Dize, Ahmet Arif’in “Otuzüç Kurşun” adlı şiirinden alınmıştır. Ayaydın, İdare Hukukuna Giriş, age., s. 106. 148 Bkz. Kalabalık, H. (2004). İdare Hukuku Dersleri, İstanbul: Değişim Yayınları, s. 218. Ayrıca bkz. Duran, L. (1987). Peştamallık ve Ulûfe ya da Kolluk Yetkisinin Paraya Çevrilmesi, AİD, C. 20, Sy. 1, s. 4-13. 147 33 ‘ücretleri’ ödemeye zorlamaktadır149, ki buna ancak “haraç” adı verilebilir. Yine, sözgelimi üniversitelerin yerleşkelerine araçlarıyla girebilmek için öğretim üyeleri ve öğrencilerin araç tanıtım pulu almaları zorunlu tutulmakta ve bu pulları vermenin karşılığında da idarece keyfe keder belirlenen türlü düzeylerdeki bedellerin ödenmesi öngörülebilmektedir.150 Bir başka örnek, gazete haberlerine yansıdığı üzere, bireylerin kimlik kartlarını değiştirmeye yönelik girişimlerdir ve karşılığında alınması düşünülen bedel, halkta gözlenen tepkiler üzerine çok daha düşük bir tutara indirilmiştir.151 Öte yandan, öğretide, ‘yapı ruhsatı’ veya ‘sürücü belgesi’ almak gibi, idarenin kamu gücü kullanarak zorunlu kıldığı kolluk etkinliklerinin bireylere kişisel yararlar (kazanımlar) da sağlayabileceği ve bu durumlarda ‘belli bir ücret istenebileceğini’ ileri süren görüşlere rastlanmaktadır.152 Yukarıda örneklenen türden etkinliklerin idarece kamu gücü kullanılarak bireylere zorla sunulduğu ve sözü edilen belgelerin bireyler istemeksizin onlara verildiği açıktır. Bu türden etkinlikleri ‘bireyler kendi kazanımları için istemektedir’ gibi bir anlayışa nasıl ulaşılabildiğini anlayabilmek zordur. Sözgelimi, gece yarısı dışarıdan sesler duyarak kendi güvenliği için kolluk güçlerini yardıma çağıran kişi örneğindeki gibi, bireylerin kimi kolluk etkinliklerini bizzat kendilerinin istemeleri durumunda bir tür kişisel yarar elde ettikleri belki varsayılabilir; ancak, bu durumda en azından bireye zorla dayatılan bir husus olmadığı belki söylenebilir. Oysa, sürücü belgelerini bireyler evde eşine veya ailesine göstermek için değil, kolluk güçleri bu belge olmaksızın araç kullanmayı hukuksal yaptırıma bağladığı için almak zorunda bırakılmaktadır. Keza, yapı ruhsatı, bireylerin kendi kullanacakları sağlam binalar yapabilmek için kendilerinin arzu ettiği bir belge değil, idarenin hukuksal yaptırım silahıyla zorladığı ve alınmaması durumunda binanın yıkımına değin giden bir süreci dayattığı için alınmaktadır. Dolayısıyla, bireylerin kolluk niteliğindeki etkinliklerden bir ‘kazanım’ elde ettiğini savlamanın hiç bir biçimde anlamlı sayılamayacağı kanısına varmaktayım ve bu yöndeki görüşümü burada özellikle vurgulamak istiyorum. Özetlersem; kolluk yetkilerinin kullanılmasını kamu hizmeti görünümü altında bedellendirerek halka zorla dayatmanın bizi getirdiği nokta, kamu hizmetlerindeki metalaştırma eğilimleri tahtında eriştiğimiz engin 149 Bkz. Çal, “İdari Etkinliklere Paha Biçmek” ya da Anayasa Mahkemesi’nin İki Kararının Çağrıştırdıkları, age. 150 Bu yöndeki uygulamalara, sözgelimi, Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe yerleşkesinde ve keza Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin yerleşkesi ile Ankara Üniversitesi’nin Cebeci yerleşkesinde rastlandığını bizzat gözlemlerime dayanarak söyleyebiliyorum. Hemen değineyim ki, anılan yükümlülüğe maruz bırakılmayı hukuka aykırı gördüğüm için bir yıldır araç pulunu almamakta ısrar etmekteyim ve bunun sonucunda üniversite kimlik kartımı yerleşkenin giriş kapılarında sorulduğu zaman göstermek suretiyle ‘durmak yok yola devam’ ilkesine ‘biat’ eylemekteyim. Öyle sanıyorum ki, idarelerin bu yöndeki girişimlerinin yasal ve giderek Anayasal dayanaksızlığını savlamak, anılan uygulamalara zorlanan tüm bireylerin üzerinde düşünmesi gereken bir husustur. 151 Yenilenecek ehliyetler için ücret belli oldu. (2013, 17 Ekim Hürriyet Gazetesi, 17 Ekim, 2013 (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/24926725.asp). 152 Bkz. Ayaydın, İdare Hukukuna Giriş, age., s. 107. 34 ufukları ortaya koymaktadır ve idaremiz böylece bireylere sanki bir tür ‘yıldıza engin bakılmaz’ sözünü153 anımsatmaktadır. V. Son söz yerine: “İktisat, yaşam –sizin yaşamınız- hakkındadır.”154 İktisat alanı ve ekonomik sömürü iyice anlaşılmadan ne demokrasiyi, ne sosyal devleti ve ne de kamu hizmetlerini yeterince kavrayabilmek mümkün olabilir. Geniş halk kitlelerinin türlü aldatmacalarla gündem saptırılarak sömürülmesi, aslında tam da bu ekonomik bağlamda gerçekleşmektedir. Siyasal özgürlükler alanında coşkuyla sallanan bayrakların sözde özgürlükçü savları, konu ekonomik sömürüye geldiğinde nedense naftalin kokusuna bürünerek bir tür ‘dokunamamazlık sendromu’na yakalanmaktadır. Kanımca, kamu hizmetlerinde metalaşmayı işte bu altyapısal bilgi açılımı ışığında yorumlamak gerekir ve gerek ülke içindeki gerek küresel ölçekli gelişmeler ancak böylelikle değerlendirebilir. 153 Anılan söz, aslında ‘kamyon edebiyatı’ denilen türün başyapıtı olabilecek denlidir ve 2000’li yılların ortalarında Ankara Bilkent kavşağına doğru gitmekte olan bir kamyonun arkasında yazılı olmakla dikkatimi çekmiştir. 154 Stanford, Herkes için İktisat – Kapitalist Sömürüyü Anlama Kılavuzu, age., s. 28. 35