Temmuz 2010 - Sayı: 153

Transkript

Temmuz 2010 - Sayı: 153
TMMOB
İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
İZMİR ŞUBESİ
haber bülteni
:‘Mt4BZ‘t#BT‘N5BSJIJ5FNNV[
ƞLJBZEBCJSZBZ‘OMBONBLUBE‘S
BAŞYAZI
Başyazı
2
YAYIN KURULUNDAN
Merhaba
4
ŞUBE'DEN
Mayıs-Haziran 2010 Etkinliklerimiz
İlçe Temsilciliklerimizin Atamaları Yapıldı
6
10
Şube Başkanımız Tahsin Vergin'in
TMMOB 41. Dönem Genel Kurulu Konuşması
12
Pınarbaşı Taş Ocakları - Gelişmeler ve Düşünceler
Anayasa Referandumu ile İlgili TMMOB Örgütlülüğüne
14
17
Karayolları Özelleştiriliyor;
Mühendisliğin Uygulama Alanları Daraltılıyor
19
İMO'dan Haberler
Yapı Denetim Kuruluşları İşyeri Temsilci Seçimleri
22
24
İNCELEMELER
27 Şubat 2010 Şili Depreminde
Betonarme Perde Duvarlı Çok Katlı Yapı Hasarı
25
BETON
Hazır Betonda G İşareti
29
PREFABRİK
"Betonarme Prefabrikasyonda Son Deneysel ve Kuramsal Çalışmalar ile
Güncel Gelişmeler
30
İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ
TMMOB Tarafından Açılan Davalarda Danıştay Tarafından Yürütmeyi
Durdurma Kararları Verildi
32
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konusu
Kamusal Sorumlulukla Ele Alınmalıdır
İMO Tarafından Hazırlanan Değişiklik Önergeleri
32
33
VERGİ
Mükellef Olma Bilinci
35
SAĞLIK
Deprem Gerçeği ve Sağlık
38
HUKUK
Kooperatifler Yasasında Yapılan
13 Haziran 2010 Tarihli Değişiklikler Üzerine
40
ÜYELERİMİZDEN
Vahim Tablo Karşısında Acilen Yapabileceklerimiz
42
genç -İMO
genç -İMO etkinliklerimiz
43
KÜLTÜR VE SANAT
Kitaplar Arasında
Tarihte Bugün: 15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi
Mizah Köşesi
45
46
47
OYUN
Bulmaca
48
Başyazı
Tahsin VERGİN
İMO İzmir Şube Başkanı
Değerli meslektaşlarım,
12 Eylül 2010 Pazar, geleceğimizle ilgili önemli kararı vereceğimiz bir gün olarak gündemimizde yer almaktadır.
Bağımsızlığımızın kazanıldığı ve Cumhuriyetimizin kurulduğu 1923 yılından günümüze geçen 87 yıllık sürecin
son 40 yılında en zorlu, en kahırlı günleri yaşayan insanlar
olarak vereceğimiz kararın önemi gerçekten büyüktür.
1950 yılında başlayan ve günümüze kadar artan bir tempoyla devam eden, Cumhuriyetin kazanımlarının teker
teker terk edilmesi sürecinin son aşaması sahneye konulmuş gibidir. Özellikle ABD ve AB destekli siyasal gericilik,
elde ettiği mevzileri, vardığı nokta açısından yeterli görmemekte, Cumhuriyet ve Aydınlanma Devriminin bütün
değerlerini son bir hamleyle ortadan kaldırmayı ciddi
olarak gündemine almaktadır.
Bu açıdan, 12 Eylül 2010’da katılacağımız “Anayasa
Halkoylaması”nı içerik ve ileride doğuracakları açısından
son 50-60 yılımızın birikimleriyle ele alıp, eğitimimizin ve
mesleğimizin bize kazandırdığı bilimsel ve gerçekçi olma
gereği ile hareket ederek, önümüze konulan seçenekleri
tek tek ve bir bütün olarak değerlendirmeliyiz.
Bugün üzerinde çok tartışılan 12 Eylül Anayasası; özünde, 12 Mart’ta kısmen değiştirilen, sadece Türkiye açısından değil, demokrasisi çok daha gelişmiş birçok batı
ülkesinin şimdiki anayasalarından; daha demokratik,
sosyal, insan hakları ve örgütlenme açısından daha ileride olan 1961 Anayasası’nın yok edilmesi süreciyle gerçekleşmiştir.
27 Mayıs Anayasası;
භ Türkiye Cumhuriyetini, “İnsan haklarına ve başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk devleti” (madde 2) olarak tanımlamasıyla,
භ “Egemenliğin yetkili organlar eliyle ve anayasanın koyduğu esaslar çerçevesinde kullanılacağını” ve “Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”
(madde4) diyerek TBMM’nin sadece tek parti çoğunluğuna yönelik sınırsız egemenlik gücünü kullanmasını
engellemesiyle,
භ 8. maddesinde hiçbir kanunun anayasaya aykırı olamayacağını belirtmesinin yanında, 11. maddesinde “Kanun,
temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz” demesiyle,
භ “Kişinin Hakları ve Ödevleri”nin belirtildiği 2. Bölümün,
“Sosyal ve İktisadi Haklar ve Ödevler” in belirtildiği 3.
Bölümün ve “Siyasi Haklar ve Ödevler”in belirtildiği 4.
Bölümlerin tüm içeriği ele alındığında yaşam, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün en geniş kapsamıyla bizlere
2
Temmuz 2010 - 153
sağlandığı, 1876’dan günümüze hukuk devleti ilkesini
gerçekleştirme yolunda yapılan tüm çalışmaların en başarılısı olduğu ve en önemlisi “çoğunlukçu demokrasi”
anlayışından “çoğulcu demokrasi” anlayışına geçildiği bir
anayasadır.
Bugün 1961 Anayasasını sadece askeri darbeler sonrası
yapılan vesayet anayasalarının başlangıcı olarak gören
veya gösterenler, gerçekte bu anayasanın, getirdiği kurumlardan ve topluma kazandırdığı toplu sözleşme ve
grev haklarından, üniversitelerin, TRT’nin vb. kurumların
özerkliğinden, düşünce, ifade ve örgütlenmenin önündeki engellerin kalkmasından rahatsız olan kesimlerin
talepleri, etkinlikleri ve mücadeleleri sonunda 1971’de
kısmi değişikliğe uğratıldığını, 1980 askeri darbesiyle de
tamamen yok edildiğini bilinçli olarak göz ardı etmektedirler.
Değerli meslektaşlarım,
1961 Anayasası, “Bu elbise bize bol geliyor” diyen ve
12 Eylül darbesine ses çıkarmayan kesimlerin istemi ve
“Bizim oğlanlar iyi iş başardı” diyen ABD emperyalistlerinin desteği ile yok edildi. Aynı kesimler şimdi ise “Bu
elbise bize dar geliyor” diyerek, 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmek adı altında, yeni bir misyon üstlenmektedirler.
Görsel ve yazılı basında her gün, 12 Eylül darbesine alkış
tuttuklarını unutarak, bu anayasanın değiştirilmesi gereğinden dem vurmaktadırlar. Bununla da yetinmeyip,
halkoylamasında “hayır” demenin, 12 Eylül darbeci anayasasını desteklemekle eşdeğer olduğunu ileri sürmektedirler.
Değerli meslektaşlarım,
Öncelikle, halkoylamasında, AKP’nin hazırladığı bu
anayasa değişikliklerine “Hayır” demek, 12 Eylül
Anayasası’nın kalmasını, devam etmesini istemek değildir. Hepimizin bildiği gibi; 12 Eylül Anayasası 1987’den
bugüne kadar TBMM’ince toplam 16 kez yapılan çeşitli
değişikliklerle, 186 maddesinden 84’ü zaten değiştirilmiştir. Ve her değişiklik, TBMM’de üyesi bulunan tüm
partilerin ortak kararlarıyla ve en geniş mutabakatın sağlanmasıyla gerçekleştirilmiştir. Yine özgürlüklerin genişletilmesine yönelik yapılan tüm değişiklikler, bu ülkenin
bağımsızlıktan, demokrasiden yana olan her kesimce
desteklenmiştir.
Ancak bugün yapılan değişiklikleriyle halkoylamasına
sunulacak olan bu anayasa maddeleri, gerçekte 12 Eylül
Anayasası’nın değiştirilmesine, ondan hesap sorulmasına ve ülkenin daha demokratikleşmesine yönelik nitelikte midir yoksa, ekonomik ve siyasi olarak yönetmede
Başyazı
zora girmiş ve bu zorluğu aşamamış siyasal gericiliğin,
özellikle anayasal kurumlardaki yetki ve etkisini artırarak,
ülkeyi yeni bir sivil darbe anayasasıyla idare etmesinin
yollarını mı açmaya yöneliktir ? Bu ülkenin sorunlarını
paylaşan insanlar olarak öncelikle cevaplamamız, bilince
çıkarmamız gereken budur.
Bu açıdan değerlendirdiğimizde:
භ 12 Eylül Anayasası’nın oylanma sürecinde, ABD destekli 12 Eylül Generallerinin hem anayasa maddelerini, hem
de Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olmasını birlikte oylatması gibi, bu hükümetin değişikliğe uğrayan 26 maddeyi tek bir değişiklik gibi oylamaya sunması açısından
ne fark vardır? Oylamaya katılacak olanların iradesine
ket vurmak ne kadar demokratiktir? Siyasal gericiliğin ve
onu destekleyenlerin ahkam keserek referans aldıkları
“Venedik Komisyonu”, halkoylamalarında birbiriyle alakası olmayan konuların bir bütün, bir paket olarak oylanmasını yanlış bulmaktadır.
භ Dünya ülkelerinde uygulanan anayasalar iki ana bölümde toplanmaktadır. Bir bölümü “Yumuşak Anayasa”
tanımıyla ifade edilirler. Bu anayasalar, normal kanunlarla aynı usullerde ve aynı organlarca değiştirilebilen
anayasalardır. Bunlara en iyi örnek “İngiliz Anayasası” olmaktadır. Diğeri ise kanunlardan daha farklı organlarca
ve daha zor usullerle değiştirilebilen ve “Katı Anayasa”
olarak tanımlanan anayasalardır. Hemen hemen tüm
dünya ülkeleri anayasaları bu niteliktedir. Ancak her iki
tür anayasa da, o ülkelede var olan sınıfların, tabakaların
ve etkin siyasal ve ekonomik güçlerin, toplumun çeşitli
kesimlerdeki örgütlü birimlerin görüş ve önerileri ile ele
alınıp değiştirilmektedir. AKP Hükümetinin sadece kendi kadrolarına hazırlattığı ve yine sadece mecliste grubu
bulunan siyasal partilere üzerinde değerlendirme yapması için 3 gün süre tanıdığı ve sonrası meclisteki çoğunluğa dayalı oylamayla bunu geçirip, Cumhurbaşkanının
onayına sunduğu dayatmacı bir anayasa halkın taleplerini kapsayacak nitelikte olabilir mi?
භ 1982 Anayasasının geçici 15. Maddesinin kaldırılmasına yönelik değişikliği 28 yıl boyunca hiç gündeme getirmeyip ancak artık hukuksal niteliği kalmayan bu maddeyi kaldırmaktan bahsetmek 12 Eylül ile hesaplaşmayı hiç
içerir mi?. Gerçekte bu karar, 12 Eylül’ün bu ülkede bıraktığı derin izlerin o generallerle hesaplaşarak silinmesini
değil, 30 yıl sonra 12 Eylül’ün Amerikancı Generallerinin
ve bu anayasanın geçici 15. maddesinin halk tarafından
aklanmasını sağlamaktan başka bir şey değildir.
භ Yargı organlarının yeniden düzenlenmesine yönelik
iki madde dışında anayasada yapılacak değişikliklerin
TBMM’inde grubu bulunan partilerce kabul edilebilir olmasına rağmen, AKP’nin maddelerin tümünün birlikte
oylanmasında ısrarla uzlaşmaz bir tutum sergileyerek,
Yasama Organı TBMM ile Yargı Organlarının ayrı ayrı
olan ancak birbirini bütünleyen yetkilerine son vermek
istemesini “Demokrasilerde seçilmişlerin üstünlüğü olmalıdır.” diyerek değerlendirmek doğru mudur? Söyle-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
nenlerin tersine demokrasileri gelişmiş olan birçok ülkede anayasalar kuvvetler ayrımı üzerine kurulmuşlardır.
Evrensel hukuk normlarında; yasama-yürütme ve yargı
bir bütünün ayrılmaz parçaları ve birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Ülkemizde; Anayasa Mahkemesi, Danıştay
vb. yargı kurumları bağımsız işlevlerini sürdürmeselerdi
yasama organında çoğunluğu elinde tutan siyasi iktidarın çıkarttığı; “orman arazilerinin talanını hedefleyen
yasalar”, “kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesini
engelleyen yasalar”, “yer altı ve yerüstü kaynaklarımızın
talanına yönelik çıkartılan yasalar”, “sağlık hizmetlerinin
yeniden düzenlenmesi yasaları” vb. uygulamalar hangi güç tarafından engellenebilirdi. İktidarı elinde tutan
gücün toplumun temel çıkarlarına ve geleceğinin yok
edilmesine yönelik uygulamalarının önünde hangi yasal
engeller kalırdı ?
Değerli meslektaşlarım,
12 Eylül Anayasasında yapılması düşünülen değişiklikleri
tek tek ele almaktansa, önümüze konulan resmi bir bütün olarak görmemiz ve değerlendirmemiz gerekmektedir. Böylesine toplumsal uzlaşıdan uzak bir anlayışla
yapılmaya çalışılan şey, içinde kısmi olumlu değişiklikleri
taşısa da, 12 Eylül Darbe Anayasası’ndan kurtulmamızı
engelleyerek, haklar, örgütlenmeler ve özgürlükler açısından gereksinimiz olan yeni bir anayasanın unutulmasını ve ertelenmesini getirecek, onun daha da pekişmesini sağlayacaktır. Ayrıca siyasi iktidar, yargıyı kendi
denetimi altına alarak insanca yaşama karşı güvencesizliği, sömürü önündeki her türlü engeli kaldırmayı, halkımızın sahip olduğu değerleri rahatça uluslararası sermayeye satabilmeyi hedeflemektedir.
Değerli meslektaşlarım,
Geleceğimizi yakından ilgilendiren bu konuda duyarlılığımızı ve bilgilenmemizi hızla artırmamız gerekmektedir.
Bugün görsel ve yazılı basında sayıları iki elin parmağını
geçmeyen ve siyasal gericiliğin sözcülüğüne soyunmuş
kişilerin yoğun bir propagandasıyla, insanlarımız hem
kafa karışıklığına uğratılmakta hem de yanlış bilgilendirmelerle yönlendirilmektedir. Bu ülkenin duyarlı aydınları
olarak, bu coğrafyayı kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirmek isteyen emperyalizmden güç alarak, yeniden yapılanma ve kendi derin devletini kurmak isteyen
siyasal gericiliğin uzun zamandır gündeminde uygulamaya koyduğu sivil darbe girişimlerine karşı bizler de
aynı kararlılıkla mücadele etmek zorundayız. Yapılması
düşünülen anayasal değişikliklerle ilgili bilgimizi artırarak, doğruları inatla insanlarımıza aktarmalı, geleceğimiz
açısından yaşanacak tehlikelerin boyutlarını onlara anlatmalıyız. 12 Eylül Darbe Anayasası’ndan kurtulmamızın
tek yolu her zamanki gibi bizim örgütlü, kararlı, sabırlı ve
haklı mücadele gücümüzdür.
“1982 Darbe Anayasasına da, 12 Eylül 2010 Sivil Darbe
Anayasasına da HAYIR !” demek ülkemizin ve halkımızın
geleceğini siyasal gericiliğe teslim etmemek demektir.
Mayıs 2010 - 152
3
Yayın Kurulundan
Merhaba;
Hava sıcak, dünya ve ülke gündemi sıcak, gündelik yaşantımız geçim gailesinin yanı sıra şu sıralar hepimizi
bir biçimde etkileyen sınav, sonuç iyi bir okula yerleşme yerleşememe gibi sorunlar nedeniyle sıcak; işte
böyle bir ortamda aslında tamda siesta zamanında
yine birlikteyiz Bültenin bu sayısında.
Bültenin geçen sayısında Yayın Kurulundan yazımızı “ mesleğini bilen, onu halkın hizmetinde kullanan
inşaat mühendislerinden, ülkesinin her işini yapabilecek nicel ve nitel gücü olan teknik elemana, kalkınmamızın ve gelişmemizin denetiminden meslek düzeyimizin geliştirilmesine, ülke, meslek ve meslektaş
sorunlarının çözümüne kadar amaç, iş ve eylemleri
gerçekleştirmek için ses çıkarmaya devam etmeliyiz”
diye bitirmiştik. Aslında bu tespit yıllardır uygulanagelen etkinlik ve faaliyetlerin sonucunda ulaşılan gerçekliktir.
Ses çıkarma adına şubemiz çalışmalarına devam etmektedir. Her konum ve statüdeki inşaat mühendislerinin sorunlarının çözümü için, onları Oda çalışmalarına katabilmek için yol ve yöntem arayışları sonucunda belirlenen faaliyetler; katılımcılık, birlikte yönetme
bilinci doğrultusunda yaşama geçirilmektedir. Gerek
Bülten aracılığı ile gerek Şubemiz web sayfasında, gerek e-mail adresini bildiren meslektaşlarımıza bu yolla
ve gerekse afişlerle duyuruları yapılan bu etkinliklerden umarız tüm meslektaşlarımız yeterince faydalanabilir.
Öte yandan hızla değişen ülke gündemi nedeniyle
çok farklı konularda bilgilenmek bu bilgileri ülkenin
halkın mesleğimizin ve meslektaşımızın sorunlarının
giderilmesi doğrultusunda kullanmaya devam etmemiz de önemli görevlerimiz arasında olup ses çıkarma
yöntemlerimizden birisi olmaya da devam edecektir.
Çünkü bizlerin mesleğimiz ve gerekse mesleğimizin
bize sağladığı ”aydın“ kimliğimiz bunu bizlere zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle siyasal iktidarın ard arda
uygulamaya koyduğu yasa ve yönetmelikler takip
edilmekte ve ülke, halk, meslek ve meslektaşlarımızın
çıkarına aykırı görülenler için iptal davaları açılmaktadır. Böylece ülke, halk, meslek ve meslektaş aleyhine
yapılan uygulamalar kamuoyuna yapılan duyurular
yoluyla teşhir edilmekte ve bütün bunlar alternatif
çözüm önerileri ile birlikte yapılarak ses çıkarmaya devam edilmektedir. Son günlerde bu tür iki uygulama4
Mayıs 2010 - 152
nın sonuçları Bülten aracılığı ile sizlere duyurulmuştu,
şimdi ise bu hususlara biraz daha yakından bakalım.
Bunlardan birisi, siyasi iktidarın kamudaki yandaş yapılanmasını tamamlamak üzere, kendi yandaşlarına
kamuda yönetim kademelerini açabilmek için hazırladığı “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Ünvan değişikliği Esaslarına Dair Yönetmelik”
12 Mart 2010 tarihinde Resmi Gazete de yayınlanarak
yürürlüğe koymuştu. Bu yönetmelikle siyasi iktidar
yukarda açıkladığımız asıl amacını gerçekleştirebilmek için kurs bitirenler ile 4 yıllık lisans ve üstü eğitim
görenleri aynı seviyeye getirme hevesindeydi. Alel
acele çıkartılarak yürürlüğe konulan bu yönetmelik
için TMMOB tarafından dava açılmıştır tıpkı taşeronlaşma, güvencesizleştirme ve işsizleştirme politikalarının devamı niteliğinde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin
korunması yerine işverenin yükümlülüklerinin azaltılması amacıyla hazırlanarak yürürlüğe konulan “İşyeri
Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik” in iptali için açılan
ve Yürütülmesi durdurulan dava gibi.
Bu tür eylemlerin sonuçlarının alınması siyasal iktidarları kızdırmaktadır. Aslında bu kızgınlığın sebebi,
dünyada ve ülkemizde ekonomik kriz nedeniyle siyasal iktidarların iflas noktalarına gelmeleri, sermaye
yanlı dönüşümlerin önünde engel olarak gördükleri
her kurum kuruluş, oluşum, örgüt ve örgütlenmeleri dönüştürerek kendi amaçlarına uygun yapılanma
oluşturma gayret ve eylemlerinin sonuçsuz kalması
nedeniyledir. Bu nedenle siyasi iktidarın bilinçli olarak
yaptığı veya oluşan olaylar nedeniyle sıkça değişen
veya değiştirilen gündem ve olayların peşine takılmadan kendi belirlediğimiz örgütsel gündemimizi yaşama geçirmek bu konuda yapacağımız örgütlü mücadele olacaktır. Böylece, toplum yararına iş ve eylemler
yapılırken bir yandan da ülke, halk, toplum,meslek ve
meslektaş çıkarına ses çıkarmaya devam edilmiş olacaktır. Şube olarak bu konudaki gelişmeleri yakından
takip ederek TMMOB bütünlüğü içinde yılmadan eylem ve faaliyetlerimizle söz söylemeye ses çıkarmaya
devam edeceğiz.
Dolayısıyla doğru zamanda doğru şeyleri söyleyerek
geliştirilecek doğru mücadele yöntemleri ile yaşamın her alanında olduğu gibi mesleğimizin uygulamalarının da üretim ilişkileri açısından incelenerek,
emek sermaye ilişkisinde ortaya çıkan taşeronlaşma,
işsizleştirme ve her türlü hakların tasfiyesine yönelik
Yayın Kurulundan
yapılanlara karşı ses çıkarmakla mümkün olabilecektir. Üstelik böylece olaylar karşısında duruşumuz da
netleşmiş olacağından toplumsal muhalefetin oluşumunda etkin ve etkili olunurken, sorunların kaynağının emek-sermaye çelişkisi olduğu bilinci de yerleşecektir.
Bütün bu yoğun gündemin içinden çıkan sonuç; ülkemizde siyasal iktidarın kimi zaman Avrupa Birliği
kriterlerine uyum, kimi zaman insan hakları adına,
kimi zaman demokrasi ve demokratikleşme adı altında yapmaya çalıştığı; uluslararası sermeyenin daha
rahat dolaşımı, emperyalist güçler için ülkemizde dikensiz gül bahçesi hazırlamaya yönelik bir tür tasfiye
girişimidir.
Yine Bültenin geçen sayısında yapılmak istenilen
anayasa değişikliğine kısaca değinmiştik. Yeterince
tartıştırmadan, halkın geniş kesiminin, demokratik
kitle örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin görüşlerini dikkate almadan yapılan değişikliklerin referanduma götürülmesine ve referandumda göstereceğimiz
davranış biçimine ilişkin söyleyecek sözümüz, çıkaracak sesimiz var hala. Çünkü toplumu etkileyen her
şey, toplumu etkileme gibi sorumluluğu olan bizleri
de etkilediği için bizlerinde konusudur. Bizler, sermayenin kar hırsına teslim edilmiş, tarihi, kültürel, doğal
güzelliklerimizin, ekonomik toplumsal değerlerimizin, yeraltı ve yerüstü her türlü kaynağımızın yok
edilmesine aldırmaksızın yürütülen plansız, yağmacı
ve talancı politikalara nasıl karşı çıkıyorsak; toplumun
her bireyini, hak ve özgürlüklerini yani yaşamımızı ve
geleceğimizi doğrudan etkileyecek bu anayasa değişikliklerini de görmezlikten gelemeyiz.
Toplumun her kesimince benimsenmiş, demokratik
ve özgürlükçü anayasa özlemi yıllardır toplumsal bir
taleptir. Bu talebe siyasi partiler ya duyarsız kalmış ya
da siyasi iktidarların kendi işlerine geldiği zamanda
kendi işlerine geldiği gibi birçok değişiklik yapılmıştır
12 Eylül anayasasında. Ancak bu değişikliklerin hepsi
de toplumsal özlemlerin karşılayan, toplumun sosyal
ve siyasal yapısını özümseyen, hak ve özgürlükleri
perçinleyerek artıran değişiklikler değildir.
O halde öncelikli olarak, bütün ikaz ve önerilerimize
rağmen referanduma götürülen bu seferki anayasa değişikliği ülkenin, halkın, mesleğimiz ve bizlerin
hangi sorunlarına çözüm getirecek; değişiklikler, hem
içerik, hem de hazırlanış yöntemiyle, Türkiye’nin ihtiyacı ve umudu olan demokratikleşme ve toplumsal
uzlaşma için ileri bir adım mı oluşturuyor, yoksa aksine engel mi teşkil ediyor bu duruma göz atalım.
lumun değişiklik taleplerinden ve toplumsal uzlaşıdan uzak, toplumun bütün kesimlerince benimsenmemiştir. Anayasa değişiklik kapsamı eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik değildir. Hak ve özgürlükler artmamakta önündeki engeller kalkmamaktadır. Devlet
sosyal hukuk ve refah devleti haline gelmemektedir.
Türkiye’nin yasama- yürütme- yargı ayrılığı güçlendirilerek daha nitelikli bir demokrasi oluşturulması söz
konusu değildir. Halkın seçme özgürlüğünün parlamentoya yansıtılması söz konusu değildir. Demokrasi
ve çağdaş demokratik toplum olmanın ön şartı olan
örgütlenme önündeki kısıtlamalar kalkmamaktadır.
12 Eylül anayasasının temelini teşkil eden 12 Eylül
ruhunu bertaraf etmek yerine pekiştirmektedir. Çalışanların, kamu çalışanlarının örgütlenme özgürlüklerine kısıtlama kalkmamaktadır.
Görünen o ki; toplumsal özlem ve talepleri dışlayan ,
insan hak ve özgürlüklerinden uzak, 12 Eylül ruhuyla hesaplaşamayan bu değişiklik talebinin tek amacı
iktidar partisine anayasal denetimden uzak yasama
ve yürütme gücü sağlamaya yöneliktir. Bu sağlandığı
andan itibaren yine dikensiz gül bahçesi yaratılmasına ihtiyaç duyuluncaya kadar anayasa değişikliğinden söz edilmeyeceği veya demokratik, eşitlikçi
sosyal karakterli yeni bir anayasa taleplerinin gözardı
edileceği de çok önemli bir gerçektir.
Geleceğimizi belirleyeceğimiz böyle bir anayasa değişikliğinde oy kullanmak yurttaşlık görevidir. Çünkü
katılımın azlığı sonucu, değişiklikler toplumsal huzurumuzu, özgürlük ve haklarımızın geleceğini belirleyecektir. Biz yurttaşlar olarak, göstermelik demokrasi söylemlerine kanmadan bir seçim yapmalı ve oy
kullanmalıyız. O halde bu seferki anayasa değişikliği
paketine yine bir 12 Eylülde HAYIR demek yurttaşlık
görevi olmaktadır.
Yazının başından beri sıraladığımız siyasi iktidar tarafından yapılan ve yapılmak istenilen değişim, dönüşüm, girişim ve oluşumlara karşı durmanın, toplumun
en geniş kesimini kapsayan, emperyalizmin yok etme
hedefinde yer alan güçlerin ortak siyasi, ekonomik ve
toplumsal mücadelesi ile olanaklı olduğunu da unutmamak gerekmektedir.
Bu nedenle; meslek ve meslektaş sorun ve çıkarlarının, toplumsal sorun ve halkın çıkarlarından ayrı olmadığı bilinciyle, bağımsız, demokratik, barış yanlısı
bir ülke için, toplumsal muhalefette yer almaya, söz
söylemeye kısaca ses çıkarmaya devam etmeliyiz hep
birlikte.
Sevgilerimizle...
Şimdi yapılmak istenilen anayasa değişikliği de top-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Temmuz 2010 - 153
5
Şubeden
1 Mayıs 2010
1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nde İzmir’de
bulunan sendika konfederasyonları ile birlikte Gündoğdu Meydanı’nda yapılan mitinge katıldık. Çok sayıda
üyemizle birlikte Alsancak Limanı önünde TMMOB İzmir
İl Koordinasyon Kurulu pankartı altında buluşarak Miting
Meydanı’na kadar yapılan yürüyüşe katıldık.
8 Mayıs 2010
Ankara’da yapılan TMMOB 40. Dönem 4. Danışma Kuruluna Şube Başkanımız Tahsin VERGİN, Şube Yönetim
Kurulu Sekreter Üyemiz Ayhan EMEKLİ, Yönetim Kurulu
üyelerimiz Necati ATICI, Hülya ALTUN, Şefika Seyhan HAS
ile Şube Sekreterimiz Eylem ULUTAŞ katıldılar.
9 Mayıs 2010
Ankara’da yapılan İMO 42. Dönem 1. Danışma Kuruluna
Şube Başkanımız Tahsin VERGİN, Şube Yönetim Kurulu
Sekreter Üyemiz Ayhan EMEKLİ, Yönetim Kurulu üyelerimiz Necati ATICI, Hülya ALTUN, Şefika Seyhan HAS ile
Şube Sekreterimiz Eylem ULUTAŞ katıldılar.
4 Mayıs 2010
DEÜ İnş. Müh. Bölümü son sınıf örgün ve ikinci öğretim
öğrencilerine Odamızı, mesleği ve çalışma alanlarını
tanıtan bilgilendirme semineri yapıldı. Bu seminere Yönetim Kurulu üyemiz Sadık Can GİRGİN, İnş. Yük. Müh.
Arslan KESKİN, İnş. Müh. Tanju MALLI, İnş. Müh. Sinem
EKEN, İnş. Yük. Müh. Hüseyin KUZU katıldılar.
5 Mayıs 2010
- Konak Anadolu Lisesi Kariyer Günleri kapsamında İnşaat Mühendisliği mesleğini ve çalışma alanlarını tanıtıcı
etkinliğe İnş. Yük. Müh. Hüseyin KUZU katıldı.
- Turgutlu Tuğla ve Kiremit Sanayicileri Derneği tarafından Şubemiz Konferans salonunda “Günümüzde TuğlaKiremit Standartları Yönetmelikler ve Uygulamaları “ başlıklı seminer düzenlendi.
6 Mayıs 2010
Beylikdüzü TÜYAP Fuar Merkezi’nde gerçekleşen 33. Uluslararası Yapı 2010 İstanbul Fuarı’na bu yıl Şubemiz’den
yaklaşık 70 kişi katıldı.
6
Temmuz 2010 - 153
11 Mayıs 2010
“Gayrimenkul Değerleme Uzmanlığı
ve Konut Değerleme Uzmanlığı Lisans Sınavları Hakkında Bilgilendirme”
semineri SPK İstanbul Temsilciliği Başuzmanı Demet ANGIN ve İnş. Müh.
Hakan ÖZEL tarafından Şubemiz Konferans Salonunda
gerçekleştirildi.
12 Mayıs 2010
Şubemizin 42. Dönem Çalışma Komisyonlarına katılan
üyelerimizle Şubemiz Konferans Salonu’nda ortak bir
toplantı yapıldı. Toplantıda çalışma komisyonlarının
amaçları ve önümüzdeki dönemdeki hedefleri konusunda bilgilendirme yapıldı.
13 Mayıs 2010
- Son sınıfta okuyan CBÜ İnş. Müh. Bölümü öğrencilerine
Odayı, mesleği ve çalışma alanlarını tanıtan bilgilendirme semineri yapıldı. Bu seminere İnş. Müh. Erhan ARSLAN, İnş. Yük. Müh. Hüseyin KUZU, İnş. Müh. Mesut SORGEÇ, İnş. Müh. Rahmi ALPER ve İnş. Müh. Sinem EKEN
katıldılar.
Şubeden
- Yard. Doç. Dr. Engin AKTAŞ’ın sunumuyla “Yapısal Güvenilirlik” Semineri Şubemiz Konferans salonunda yapıldı.
14 Mayıs 2010
- Son sınıfta okuyan Ege Üniversitesi İnş. Müh. Bölümü
öğrencilerine Odayı, mesleği ve çalışma alanlarını tanıtan bilgilendirme semineri yapıldı. Bu seminere İnş.
Müh. Berk ÜNSAL, İnş. Müh. Gülay AKIN, İnş. Müh. Fırat
ÜMMETOĞLU, İnş. Müh. Tanju MALLI ve İnş. Müh. Tayfun
GÜCENMEZ katıldılar.
- Bu yıl birincisi düzenlenen Celal Bayar Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü I. Mezunlar Toplantısı Şubemizde gerçekleştirildi. Yapılan toplantıya öğretim elemanlarının yanı sıra bu üniversiteden mezun olan üyelerimiz
katıldılar.
27 Mayıs 2010
- Şubemiz Mali Danışmanı Doğan ÖZTÜRK tarafından
“Mükellef Olma Bilinci” adlı seminer Şubemiz Konferans
Salonunda gerçekleştirildi.
- 27-30 Mayıs 2010 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilen TMMOB 41. Dönem Genel Kuruluna TMMOB
delegesi Şubemiz üyeleri katıldılar. Genel Kurulda
TMMOB Ana Yönetmeliği, Disiplin Yönetmeliği, Bilirkişilik
Yönetmeliği ve İşyeri Temsilciliği Yönetmeliklerinin bazı
maddelerinde değişiklikler yapılması kararı alındı. Kararlar Komisyonunda görüşülecek karar önerilerinin zaman
yetersizliği nedeniyle görüşelememesi üzerine olağanüstü genel kurul kararı alındı. Değişen yönetmeliklere
Şubemiz web sayfasından ulaşabilirsiniz.
-Perşembe seminerleri kapsamında İnş. Müh. Besim
ÜNER ve İnş. Müh. Tanju MALLI’nın sunumuyla “Baraj
Projelendirmelerinde Kriterler-Planlama” konulu seminer Şubemiz Konferans salonunda gerçekleştirildi.
20 Mayıs 2010
Yard. Doç. Dr. Cemalettin DÖNMEZ’in sunumuyla “Çelik
Yapılarda Birleşimler” Semineri Şubemiz Konferans salonunda yapıldı.
26 Mayıs 2010
Türk-İş, DİSK ve KESK’in, çalışma yaşamındaki sorunlar
ve Tekel işçilerinin durumuna dikkat çekmek amacıyla
Konak Meydanı’nda yaptığı kitlesel basın açıklamasına
katılarak destek verdik. Basın açıklamasında, başta 4-C
olmak üzere güvencesiz, kuralsız, esnek istihdam uygulamalarından vazgeçilmesi, iş güvencesinin sağlanması,
kiralık işçilik düzenlemesinin gündemden çıkarılması,
çalışma hayatını düzenleyen yasaların ILO ve AB normlarına uyarlanması çalışmalarının örgütlenmesi önündeki
engellerin kaldırılması, kamu çalışanlarına grevli, toplu
sözleşme ve sendika hakkının güvence altına alınması
istendi.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
3 Haziran 2010
Ölümünün 47. yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anılan
Nazım Hikmet için Şubemiz Konferans salonunda Belgesel film gösterimi ve şiir dinletisi yapıldı.
10 Haziran 2010
Geleneksel hale gelen İzmir Körfezi Vapur Gezimiz bu yıl
da Bergama Vapuru’nda yapıldı. İlginin çok yoğun olduğu geziye üyelerimiz ve yakınları olmak üzere yaklaşık
650 kişi katıldı.
Temmuz 2010 - 153
7
Şubeden
11 Haziran 2010
Komisyon Yürütme Kurulları Ortak Toplantısı Şube Konferans Salonumuzda yapıldı.
belirtilerek, üyelerimiz konu hakkında detaylı olarak bilgilendirildi.
14 Haziran 2010
DEÜ İnş. Müh. Bölümü 4. sınıf öğrencilerinin bitirme projesi olarak hazırladıkları poster sunumuna Şube Başkanımız Tahsin VERGİN ve Rahmi ALPER katıldılar.
16 Haziran 2010
Celal Bayar Üniversitesi Mezuniyet Törenine Şubemizden
Yönetim Kurulu Sayman Üyemiz A. Fuat GÜNAK, Yönetim Kurulu Üyemiz Sadık Can GİRGİN ile Erkay KILIÇ ve
Rahmi ALPER katıldılar. Dereceye giren ve mezun olan
tüm öğrencilere Şubemiz adına çeşitli hediyeler verildi.
Yeni mezun arkadaşlarımızı kutlar, meslek hayatlarında
başarılar dileriz.
17 Haziran 2010
“İş Güvenliği - Yüksekten Düşmelere Karşı Önlemler” konulu seminerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş
Teftiş İzmir Grup Başkanlığı tarafından bir sunum yapıldı.
Seminerde 2010/Haziran ayından itibaren “Risk Esaslı”,
“İşkolu/Sektör Esaslı” ve “Alan Esaslı” Yapı İşlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Bakımından Proje Teftişinin uygulanmasına başlanılacağı belirtilerek, Proje teftişi uygulaması
kapsamında, inşaat işyerlerinde yapılacak olan teftişlerde, özellikle “Yüksekten Düşme” riski değerlendirileceği,
bu konuda eksikliği bulunan işyerlerinde, işin durdurulması ve işyerlerinin kapatılması yaptırımı uygulanacağı
8
Temmuz 2010 - 153
18 Haziran 2010
İzmir Valiliği’nin Radius Projesinin güncellenmesi amacıyla yürütmeyi planladığı çalışma kapsamında, İMO
İzmir Şubesi’nde 18 Haziran 2010 tarihinde yapılan toplantıya İzmir Valiliği yetkilileri ile İMO İzmir Şubesi’nden
Şube Başkanı Tahsin Vergin, Şube Yönetim Kurulu Sekreter üyesi Ayhan Emekli, Yönetim Kurulu üyesi Necati Atıcı
ile üyemiz Abdullah İncir ve Şube Sekreteri Eylem Ulutaş
katıldılar.
24 Haziran 2010
TRT tarafından Şube Başkanımız Tahsin Vergin ile Enerji
Verimliliği Yönetmeliği konusunda bir röportaj yapıldı.
29 Haziran 2010
İMO İzmir Şubesi Türk Halk Müziği Korosu 29 Haziran
2010 tarihinde İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde bir konser verdi. Halk müziği sanatçısı Nilüfer Sarıtaş’ın konuk
olarak katıldığı konser sonunda İMO İzmir Şubesi Halk
Oyunları Topluluğu gösterisi yapıldı.
Şubeden
2010 MESLEĞE HAZIRLIK KURSLARIMIZ BAŞLADI
2010 Yaz Dönemi Mesleğe Hazırlık Kurslarımız, 96
yeni mezun ve öğrenci üyelerimizin katıldığı proje
ortak semineri ile başladı. Seminerde yönetmelikler,
standartlar, betonarme taşıyıcı sistem düzenlenmesi
ve proje kontrol esasları hakkında bilgi verildi.
Seminerdeki teknik eğitimden sonra ise üyelerimize, mimari proje üzerinden kalıp planı üretilmesi ve
mevcut bir betonarme projedeki hataların tespit
edilmesi hakkında 12 kişilik çalışma grupları halinde
uygulama yapıldı.
Bir haftalık proje çalışma grubu eğitimlerinden sonra,
metraj hazırlama eğitimlerimiz halen devam etmektedir.
SİVAS KATLİAMININ YILDÖNÜMÜNDE TİYATRO GÖSTERİMİ
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Madımak Oteli’nde
35 aydın ve sanatçının yanarak can verdiği Sivas
Katliamı’nın 17. yıldönümünde TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından bir tiyatro gösterimi
yapıldı.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Madımak Oteli’nde Sivas Katliamını yaşayan Serdar
DOĞAN’ın yazdığı, SİMURG “Sivas Katliamının Belgesel Oyunu” adlı tiyatro gösterimi 4 Temmuz 2010 tarihinde MMO Tepekule Kongre Merkezi’nde yaklaşık
300 kişinin katılımıyla gerçekleşti.
Temmuz 2010 - 153
9
Şubeden
İLÇE TEMSİLCİLİKLERİMİZİN
ATAMALARI YAPILDI
2010 yılı Mart ve Nisan aylarında yaptığımız 42. Dönem İlçe Temsilciliği eğilim yoklamları sonucunda
“İlçe Temsilcisi ve Temsilci Yardımcısı” görevlerini üstlenen üyelerimizi kutlar, Şubemiz çalışmalarına verecekleri katkılardan dolayı teşekkür ederiz.
Urla Temsilcilik Seçimi - 31.03.2010
Çeşme Temsilcilik Seçimi - 31.03.2010
Menemen Temsilcilik Seçimi - 02.04.2010
Dikili Temsilcilik Seçimi - 02.04.2010
Bergama Temsilcilik Seçimi - 02.04.2010
Aliağa Temsilcilik Seçimi 02.04.2010
Torbalı Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010
Selçuk Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010
Tire Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010
10 Temmuz 2010 - 153
Şubeden
Ödemiş Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010
Kemalpaşa Temsilcilik Seçimi - 03.05.2010
42. DÖNEM İLÇE TEMSİLCİLERİ
İLÇE
İLÇE TEMSİLCİSİ
ALİAĞA
Hüseyin DAMCIDAĞ
BERGAMA
Ali GÜZELEL
İLÇE TEMSİLCİ YARDIMCISI
Yiğit BAĞDER
Adem ERDEM
Mahir YAZICI
İlker GÜLEN
Ahmet Serkan TURAN
ÇEŞME
Sema KARADAĞ
DİKİLİ
Azam Ziya GÜÇ
KEMALPAŞA
Ahmet ZENGİZOR
MENEMEN
Orhan EVREN
Kemal ÖZKAN
Furkan KARATAŞ
Serdar DEVECİOĞLU
Sezgin ÇETİN
Selçuk SALDUZ
Orhan Rıfat ARMAĞAN
Ali TURAN
Z. İlker ÖNCÜ
Emin VURUŞANER
ÖDEMİŞ
Ufuk AYKOL
Hasan GÜRGEN
Mehmet URTİMUR
Şevket HASIRCI
Ali Rıza BÖLÜK
SELÇUK
Halil DÜZTAŞ
Kaan AKMERANER
Nesimi Eyüp CENGİZ
Burak Alp ERSEN
TİRE
Türker PEŞTEMALCIOĞLU
Esat FİLİZ
Halil ELPEZE
Sami BOLPAÇA
Deniz Baran ÇELİK
TORBALI
Selda KARABULUT BEKTÖRE
Havva UZYÖNÜM
Kader DURMUŞ
Osman Nuri ÖZEL
Barış SABANCI
URLA
Raşit DUR
Can GÜLER
Uluer ÖKSÜZ
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Temmuz 2010 - 153 11
Şubeden
ŞUBE BAŞKANIMIZ TAHSİN VERGİN’İN
TMMOB 41. DÖNEM GENEL KURULUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
Sayın Divan, TMMOB’nin Değerli Delegeleri,
Türk Mühendis Mimar Odalar Birliğinin bu kongresinde sizlerle paylaşmayı düşündüğüm birkaç konuyu
dile getirmek istiyorum. Bunların bir bölümünü daha
önceki kongre veya danışma kurulu toplantılarında
da dile getirmiş olmamıza rağmen, tekrar gündeme
getirmede fayda görmekteyim.
Demokratik kitle örgütü olarak, 50 yılı aşan mücadele
sürecimizde, mesleki sorunlarımızı ve ülke sorunlarımızı bütünleştirerek çözme ve mücadele etmedeki
kararlı tutumuyla TMMOB ve ona bağlı Odalarımızın
mücadele geleneği ve kazanımları gerçekten yüksek
ve yadsınamayacak düzeydedir. Özellikle günümüzde siyasi gericiliğin giderek artan saldırısı karşısında
bu ülkenin aydınları olarak yaşadığımız ve yaşayacağımız süreçte bu deneyimler, deneyimlerden çıkarttığımız sonuçlar bizler için ayrı bir önem taşıyacaktır.
Ben kısa konuşmamda aşağıdaki bazı tesbitlerin önümüzdeki dönem görev alacak yönetim kurulu tarafından dikkate alınmasını dileyerek düşüncelerimizi
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Daha önceleri de dile getirdiğimiz gibi, geçmiş süreçlerden çok farklı bir şekilde, TMMOB ve bileşenleri
olarak hızla gençleşen bir yapıya sahibiz. Kısa süreçte, bu dönüşümü iyi ve eksik yanlarıyla değerlendirmemizi ciddi olarak gündemimize almalıyız. Örgütsel değerlendirmelerimizi ve gelişmemizi bu somut
duruma göre yeniden gözden geçirmek zorundayız.
Bu anlamda tek tek odalarımızın oluşturacağı programların yanında TMMOB olarak daha bütünleyici,
kapsayıcı ve hatta tüm örgütsel birimlerimizi yönlendirecek biçimde öneriler, yaptırımlar ve programlar
geliştirmeliyiz.
Bu anlamda, geçmiş dönemlerde önemli bir gereklilik olan delege sistemi yeniden ele alınmalı, özellikle
TMMOB delegeliği için getirilen 10 yıllık oda kayıtlı
mesleki süre ya kaldırılmalı veya 3 yıl gibi daha az
bir süreye indirilmelidir. Genç arkadaşlarımıza bu
olanakları tanımadığımız zaman örgütlülüğümüz,
isteklerimizin dışında, elit bir yapılanmaya dönüşmektedir. TMMOB’nin bugünkü gücünün oluşturulmasında temel görevleri yüklenen insanlarımızın hemen hemen tamamının, bu mücadeleye okul sonrası,
mesleklerinin ta başında katılmış kadrolar olduğunu
unutmamalıyız.
Programlarımızın ve mücadeledeki yöntemlerimizin
ağırlığı ve yönü genç meslektaşlarımızın güvenini kazanmak, onları örgütsel yapılarımız içersinde doğru
12 Temmuz 2010 - 153
ve kalıcı bir şekilde eğitmek ve eritebilmektir. Aksi durumda, bugün elde ettiğimiz her başarı görüntüden
ve aldatmacadan ileri gitmeyecektir.
Ayrıca siyasal iktidarın, YÖK’ün ve Üniversitelerin yetki ve uygulamalarında, genç meslektaşlarımızın ucuz
iş gücü olmasına yol açabilecek yasa ve yönetmelikler çerçevesindeki tüm uygulamalarına karşı hukuksal mücadelemizi tavizsiz bir şekilde sürdürmeliyiz.
Üyelerimizin önemli bir bölümü ve özellikle ilgili odalarımızın üyelerinin yaygın olarak çalıştığı yapı denetim şirketlerinde çalışan üyelerimizin ekonomik ve
demokratik hakları için örgütlenmeleri için de özel
çalışma programları oluşturmalıyız. Yapı denetim
uygulamasının süreç içersinde tüm ülkeyi kaplaması
durumunda dört odamızın bu sektörde çalışan üye
sayısı önemli boyutlara ulaşacaktır. Mühendis ve mimarların işsizlik oranının %27’lere vardığı bir ortamda, inşaat sektörünün içinde bulunduğu kriz de göz
önüne alınırsa yapı denetim kuruluşları ucuz emeğin
istihdam edildiği en önemli alanlar olmaktadır. Özellikle bu kesimde çalışan yeni mezun meslektaşlarımızın sorunları giderek büyümektedir. Bu açıdan yapı
denetimlerdeki örgütlenmelerimizi bir politika olarak
ele almak zorundayız.
12 Eylül sonrası uygulanan ekonomik ve siyasal politikalarla yok edilen kamusal değerler ve kamunun
yitirilen yatırım gücü bu kesimdeki örgütlenmelerimizi büyük oranda zayıflatmıştır. Önümüzdeki süreçte kamu örgütlenmelerine daha bir ağırlık vermek
zorundayız.
Gerek kamuda uğradığımız zaafı azaltmak, gerekse
yeni bir çalışma alanı olan yapı denetimlerde çalışan,
özellikle genç meslektaşların ekonomik-demokratik ve mesleki sorunlarının çözümüne katkı koymak
amacıyla bu kesimlerde hızla “işyeri temsilcilik” örgütlenmelerini hayata geçirmemiz gerekmektedir.
TMMOB örgütlülüğü olarak, önümüzdeki dönem her
ilde üniversite açma politikalarına karşı kesin bir mücadele hattı oluşturmamız gerekmektedir. Bu anlayışın altında siyasi iktidarın yaygın bir kadrolaşma hareketinin yanında özellikle 2025’li yıllara yönelik AB’nin
ihtiyacı olan, yetişkin ama ucuz iş gücü potansiyelini
de doğuracak bu politikayı şimdiden kendi lehimize
dönüştürecek politikalar oluşturmalıyız. Ucuz iş gücü
oluşturma politikalarının bir devamı olan Yabancı
mühendislerin çalışma esaslarıyla ilgili yasal düzenlemelere karşı da yasaların bize tanıdığı haklarla her
türlü girişimi gerçekleştirmeliyiz.
Şubeden
Değerli Delegeler,
TMMOB’nin örgütsel yapılanması içersinde, önemli
birkaç konuyu yakın süreçte gündemimize getirmemiz gerektiğine inanmaktayım.
Birincisi, TMMOB bileşenlerini oluşturan odalarımızın
aralarında oluşan mesleki ayrımların giderilmesi, ortak noktaların yaratılabilmesi için disiplinler arası ciddi bir çalışmanın gündeme alınması gerekmektedir.
Aksi durumda disiplinler arası ortaya çıkan ve çoğu
suni veya giderilmesi basit olan ayrımlar ele alınıp gerekli düzenlemeler yapılmazsa önümüzdeki süreçte
daha önemli sorunlarla karşılaşacağımız gibi çözümlemede de başarı şansımız azalacaktır.
İkincisi, kentlerimizde özellikle altyapı ve ulaşım gibi
temel sorunlarımız ile özellikle yapılarımızın depreme karşı dayanıklı olarak imal edilebilmesi için bu konuda ilgili tüm birimlerimizin yasa ve yönetmeliklere
uygun olarak ortak çalışmalar üretmesi ve birlikte hareket etmesi kesinlikle sağlanmalıdır. Özellikle 4708
sayılı yapı denetim yasasının eksikliklerinin giderilmesi için odalarımız arasındaki farklı yaklaşımlar yok
edilmelidir. Yasanın aksayan yönlerinin düzeltilmesi
ve yapı denetiminin kamusal bir görev olarak yerine
getirilmesinin sağlanmasında ilgili odalarımız merkezi düzeyde ortak çalışmaları gündemine almalıdır.
Diğer bir konu da, odalarımızın bağımsız olarak gerçekleştirdiği çok sayıdaki sempozyum ve kongrelerin
yarattığı maddi ve manevi kaynak israfının en aza
indirgenmesidir. Bu açıdan, öncelikle her bir oda birimimiz son beş yıldır yaptığı tüm kongre ve sempozyumları ciddi bir biçimde değerlendirmeye almalıdır.
Hatta kongre ve sempozyumlar gerektiği kadar en
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
aza indirgenerek, yerel ve ülke sorunlarının mesleklerimiz ve ilkelerimiz açısından değerlendirileceği ve
yerelde İKK’ların birlikteliğinde ilgili odaların katılımıyla gerçekleştirilmelidir. Bilimsel ağırlıklı kongre ve
sempozyumların ise ilgili üniversiteler, eğitim kurulları tarafından yapılması sağlanmalıdır.
Değerli delegeler,
12 Eylül darbesinin üzerinden geçen 30 yıllık süreçte, darbecilerin hukuksuzluk anayasasıyla yarattıkları
örgütsüz toplumda, halkımıza giydirilmeye çalışılan
ancak şimdi de yeterli görülmeyen “Deli Gömleği”,
AKP’nin referanduma sunduğu anayasadaki değişiklik maddeleriyle oluşturmaya çalıştığı “sivil darbe” ile
daha da sıkılmak istenmektedir.
12 Eylül şartlarında, darbenin yarattığı dağınıklık ve
yılgınlık ortamında “12 Eylül Anayasası”na “Hayır”
diyenler, doğal olarak azınlıkta kaldılarsa da, bugün
ülkemizin bağımsızlıktan ve demokrasiden yana tüm
güçleri daha güçlü bir “Hayır!” demeyi gündemlerine
almışlardır.
Şimdi görev, birçok değişiklikler yapılmasına rağmen,
toplumun siyasal ve sosyal yapısını özümsemekten
uzak “12 Eylül Anayasası”nı, yine bir 12 Eylül günü “Sivil Darbe Anayasası” ile perçinlemek isteyenlere karşı
“Bağımsızlık ve Demokrasi” mücadelemizin kararlılığı
ile “Hayır !” demeyi her alanda örgütlemeyi başarabilmektir.
TMMOB’nin “Bağımsızlık ve Demokrasi” mücadelemizdeki kararlı tutumunun devam edeceği inancımla
sözlerime son verir, sizleri selamlarım.
Tahsin VERGİN - 27.05.2010
Temmuz 2010 - 153 13
Şubeden
PINARBAŞI TAŞ OCAKLARI
GELİŞMELER ve DÜŞÜNCELER
A. Fuat GÜNAK
İMO İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Sayman Üyesi
İnşaat sektörü başta olmak üzere diğer ilgili sektörlerin
taş ve mıcır ihtiyacının büyük kısmı hepimizin bildiği
gibi Bornova İlçesi sınırları içindeki Belkahve ve Pınarbaşı bölgelerindeki taş ocaklarından sağlanmaktadır.
Aynı zamanda aynı bölge içinde önemli kapasiteye sahip olarak üretimi yapılan çimento hammaddesi olan
kalker ihtiyacı da bu bölgeden elde edilmektedir. Söz
konusu ocaklarda yapılan üretimin çevre, doğa ve bölgedeki insanlar üzerindeki etkisi yıllarca tartışıldı durdu
ve hala tartışılmaya da devam ediyor. Bu etki devam ettiği sürece de biteceğe benzemiyor. Tartışmalar iki karşıt
odakta değerlendirilmektedir. Birincisi; inşaat sektörün
en önemli hammaddesi olan yöre kalkerinin iyi nitelikte
olması ve nakliye avantajlarıyla birlikte yapı üretimine
ve ekonomiye olan olumlu etkisi ve buna karşılık olumsuz üretim koşullarının çevre ve insan yaşamına olan
olumsuz etkisi. Bizler sektörün birer elemanı olarak taş
ve mıcır üretiminin yanında olmakla birlikte İnsan ve
çevre etkisini ön planda tutmamız gerektiği kaçınılmazdır. Gerçek olan şudur ki, yıllardır yapılan üretimde ticari amaç ön plana çıkmış, olumsuz üretim koşullarının
önüne geçilememiştir. Bu konuda yerel veya merkezi
yönetimler yeterli önlemleri alamamış, alınan önlemler
de yeterince uygulanamamıştır.
Son zamanlarda Pınarbaşı Köyü Madenler Boğazı Mevkiinde aynı sorun önemli oranda halk sağlığı, doğa ve
çevreyi tehdit edercesine yaşanmakta ve bu konuda
herhangi bir şey yapılamamaktadır. Belirtilen vadideki
IR 20054659 ruhsat nolu sahada özel bir Şirket işletmesindeki taş ve mıcır ocağı ile ilgili olarak; Çevre ve Orman
Bakanlığı Çevresel etki ve değerlendirme ve Planlama
Gen. Müdürlüğünce 2007 Kireç ocağı ve mıcır eleme
tesisi olarak ÇED gerekli değildir raporu 11,25 Ha. Ve
200,00 ton/yıl üretim kapasitesi için verilmiş, İl Çevre ve
Orman Müdürlüğünün 2009 tarih ve 7937 sayılı yazılarında 27.08.2009 tarih ve716 sayılı ÇED gerekli değildir
kararı ile kırma eleme tesisi kapasitesinin 445,00 ton/yıl
‘a çıkarıldığı belirtilmiştir.
IR 20054659 ruhsat nolu ve ÇED gerekli değildir kararı
verilen aynı taş Ocağının 18,38 Hektar alana ek olarak
13,60 Hektar daha alanın ilave edilerek 31,98 Hektar
alana çıkarılması ile mıcır üretim kapasitesinin 445.000
ton/yıl dan 2.500.000 ton/yıl’a çıkarılması, kırma ve
eleme tesis kapasitesinin de çevredeki maden ocaklarından temin edilecek 1.000.000 ton/yıl daha kalker ile
3.500.000 ton/yıl’a çıkarılarak, ocak kapasitesinin 6 kat,
kırma ve eleme kapasitesinin 8 kat artırılacağı da bilinmektedir.
Bu kapsamda; ÇED gerekli değildir raporlu, mevcut
14 Temmuz 2010 - 153
18,38 Hektar alan ve 445.000 ton/yıl kapasiteli kalker
ocağı işletmesinin ve kırma eleme tesisin mevcut durumunu öncelikle değerlendirmek gerekir. Yerleşim
bölgesine 80-100 metre gibi mesafedeki söz konusu
ocağın ÇED Proje dosyasında toplam 31,98 Hektar alana, 2.500.000 ton/yıl kalker işletme ve 3.500.000 ton/
yıl kırma eleme kapasitesine çıkarılmak istenmesi ve
bu isteğin gerçekleşmesi durumunda tesis faaliyetlerinin Çevre/insan ve toplum sağlığına etkilerinin fiziksel,
sosyal, psikolojik ve şehircilik ilkeleri açısından bilimsel
ve teknik yönden değerlendirildiğinde ortaya çıkacak
sonucu kestirmek ne yazık ki çok zor değildir. Yöre halkı
mevcut durumdan oldukça rahatsız olup bu rahatsızlığını sesli bir şekilde de dile getirmektedir.
İşletmenin yeri, ulaşımı, yerleşim yeri ile ilişkisi, coğrafi
yapısı başta olmak üzere, tüm detayları dikkate aldığınızda, ayrıca genişleme ve kapasite artışı istenen bölge
ile ilgili olarak haritalar değerlendirildiğinde, mevcut
durum ve daha kötüsü, gelinecek olan nokta aşağıda
maddeler halinde belirtildiği gibi oldukça açıktır.
භ Öncelikle söz konusu kalker ocağı ulaşım yolunun, yerleşim alanı Pınarbaşı 56 sokaktan verilmemesi amacıyla, 10. Jandarma Alayı arkasından verilmiş
yaklaşık 2,5 km uzunluğunda, 15 mt. genişliğinde stabilize ve üst yapısı olmayan kaplamasız yoldur. Orman
yolu niteliğinde yapıldığı anlaşılan bu yol oldukça sık ve
yoğun orman alanı içinden geçmektedir. Orman yolları,
orman içi ulaşımı sağlamak üzere açılan yollardır. Söz
konusu yol ise üretim sahasında bitmektedir. Yani yolun
sadece bu ocağa hizmet verdiği anlaşılmaktadır. Orman
yolu olarak açılması anlaşılır değildir. 2500 mt x 15 mt =
37500 m2 orman katledilmiştir. Ayrıca 3.500.000 ton/yıl
üretim, yılda 300 gün çalışıldığı düşünülürse 3.500.000
/ 300= ~12.000 ton/gün demektir. Bir kamyon 20 ton
yükleme yaptığını düşünürsek 12.000 ton/gün / 20 ton
= 600 kamyon ve gidiş geliş olduğu da düşünülürse bu
da 1200 kamyon / gün demektir. Bu yoldan günde 1200
kamyonun geçeceği düşünülürse, 1200 kamyonun
yaratacağı gürültünün, çıkardığı egzoz gazlarının, ve
en önemlisi kaldıracağı tozun doğal çevreye, yerleşim
alanına ve zaten gittikçe azalmakta olan kent çevresindeki orman alanlarından bu bölgedeki doğal bitki
örtüsüne yaptığı ve bundan sonra da yapacağı olumsuz etkiyi kestirmek bile oldukça zordur.
භ Şu an 445.000 ton/ yıl olan kalker üretimi ve kırma
eleme tesisinden açığa çıkan toz Resim-1 ve Resim-2
de görülmektedir. Resim-1 Pınarbaşı İlçesi, Kemalpaşa
Mahallesi yerleşim alanı başlangıcından, Resim-2,
Belkahve sırtından çekilmiştir. Kırma eleme kapasites-
Şubeden
Resim-1
Resim-2
inin 3.500.000 ton /yıl’a yani şimdiki üretimin 8 katına
çıkarıldığı düşünüldüğünde ortaya çıkacak olan tozun
doğal çevreye ve özellikle yerleşim alanında yaşayan
insanlar üzerindeki olumsuz etkisi, tehlikeli boyutlarda
olacağı kesindir. Zaten şu anki doğal bitki örtüsü üzerindeki toz tabakası yeşili kapatmış durumdadır. Daha da
tehlikeli olan, bilindiği üzere konkasör tesisinden açığa
çıkan taş tozu diğer tozlardan farklıdır. Mikron ölçülerdeki toz zerreleri dişli ve sivri köşeli olması dolayısıyla,
özellikle solunumda sisteminde dokulara batmakta,
yapışmakta ve toplum sağlığını tehdit etmektedir.
zaman içinde çökmelere neden olabileceği gerekçesiyle binalarda yaşayan insanların yaşamları da tehdit
altındadır. Yerleşim alanına 150–200 mt mesafede
gerçekleşen söz konusu patlamaların yapılara olan
olumsuz etkisi ile tehlikenin boyutu oldukça yüksektir. Aynı tehlike taş ocağına yaklaşık 100 m mesafedeki
Pınarbaşı’na ait Betonarme su deposu içinde geçerlidir.
භ Kalkerin ocaktan çıkarılması için gerekli olan imla
maddesi delik miktarı 10 ve her delik için 60 kg patlayıcı
kullanıldığını düşünürsek, bir patlatmada 600 kg
patlayıcı kullanılmaktadır. 1 ton taş çıkarmak için gerekli olan patlayıcı miktarı ortalama 120 gr. dır. 2.500.000
ton agrega elde etmek için gerekli olan toplam
patlayıcı miktarı ise; 2.500.000 x 0,12 = 300 ton dur. Bu
da ortalama günde 1 ton patlayıcı kullanmak demektir. Patlamalar sırasında ortaya çıkan sarsıntı, yaklaşık
3 – 3,5 civarı şiddetinde deprem etkisi yaratmakta ve
yerleşim alanındaki yapılar zarar görmektedir. Çatlayan yapılar zaman zaman onarılmakta fakat patlamalar devam ettiği sürece çatlamalar da devam etmekte
(Resim–3.4.5.6.7.8) ve yapı taşıyıcı sisteminde, malzeme
yorulmaları gittikçe artmaktadır. Bu da yorulma sonucu
Resim-3
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
භ Patlamaların yapılara olan etkisinden çok burada
yaşayan halkın üzerindeki psikolojik etkisi de oldukça
yüksektir. 1999 körfez depreminin özellikle depremi
yaşayan insanlar başta olmak üzere ülkede yarattığı
sosyal ve psikolojik yıkımın açtığı yaralar telafisi olmayan düzeyde olduğu hepimizin yaşadığı bir gerçektir.
Bu nedenle yöre halkının ve özellikle çocukların, her
an patlama korkusu ile yaşamasının kesinlikle önüne
geçilmesi gerekir. Açıkçası göz göre göre halkın sağlığı
ile oynanmakta ve buna da seyirci kalınmaktadır.
භ Kalker ocağı yeri vadi niteliğinde ve dere yatağındadır.
Oldukça geniş ve dik bir yağış alanına sahiptir. Yoğun
yağış ve feyezan durumunda dere taşmakta, sel
şeklinde Pınarbaşı 65 sokaktan geçmektedir. Bu sırada
söz konusu ocakta kırılmış ve ihzar edilmiş olan agrega
ve by-pass gibi malzemeleri de (tresubat) sürükleyerek yolları ve yerleşim alanlarını doldurmaktadır. Her
yağmurda, belediyeler seferber olmakta, ocaktan gelen
bu tresubatı temizlemek için günlerce uğraşılmakta ve
Resim-4
Temmuz 2010 - 153 15
Şubeden
Resim-5
Resim-6
Resim-7
Resim-8
kaynaklar boşa harcanmaktadır.
භ 1996 yılında TC İzmir İli Mahalli Çevre Kurulu kararı
ile taş ve mıcır ocaklarının estetik kirlilik ve hava kirliliği
yarattığı, topografik yapıyı bozmaları gerekçesiyle faaliyetlerinden men edilmeleri akabinde, aynı alan içindeki
birçok taş ocağı ruhsatı iptal edilmiş ve küçük çaplı kireç
ocakların da çalışma ruhsatları aynı gerekçeyle yenilenmeyerek kapatılmıştır. Buna rağmen 02.08.2007 tarihinde 200.000 ton/yıl üretim için Ruhsat verilerek, daha
sonra 27.08.2009 tarihinde de 716 nolu ÇED gerekli
değildir kararı ile üretimin 445.000 ton/yıl’a çıkarılarak
çalışmasına izin verilmesi anlaşılır gibi değildir. Ayrıca
Bornova Belediye Başkanlığı Çevre Koruma ve Kontrol
Müdürlüğünün 20.01.2010 tarihli 117 sayılı yazısı ile
Ada Otomotiv Tur. Maden San. Tic. Ltd. Şti’ ye ait GSM
İşyeri açma ve Çalışma Ruhsatı iptal edildiği halde hala
çalışıyor olması da oldukça düşündürücüdür.
SONUÇ OLARAK;
Yazımın başında da belirttiğim gibi taş ve mıcır mesleğimizin vazgeçilmez malzemesidir. Ayrıca maden işletmek, üretim yapmak, ticari faaliyette bulunarak para kazanmak herkesin en tabii hakkıdır. Ancak bu faaliyetleri
yürütürken herkes çevre ve insanlara duyarlı olarak ve
bunun gereğini de yerine getirerek üretimini yapmak
16 Temmuz 2010 - 153
zorundadır. TMMOB Maden Mühendisleri Odası Kasım
Aralık 1997 Bülteninde, DEÜ Maden Müh. Bölümünden
Doç. Dr. Gürcan Konak bilimsel makalesinde; taş ocaklarının yerleşim birimlerine 3 km genişliğinde koruma
bantları oluşturulması gerektiğini belirtmektedir. Söz
konusu taş ocağının yerleşim alanına 100- 200 metre
yakınlıkta olduğu düşünülürse koruma bandı oluşturmak mümkün değildir. Çimento ve Beton üretimi için
üretilen hariç olmak üzere Pınarbaşı ve Belkahve Yörelerindeki toplam agrega üretimi yaklaşık 10.000.000
ton /yıl civarındadır. Kentin inşaat sektörü ihtiyacı olan
agreganın büyük kısmı bu yöreden karşılanmaktadır.
Küresel krizle inşaat sektöründe de yaşanan durgunluk
zaten aşırı agrega ihtiyacı doğurmamaktadır. Tabiidir
ki ihtiyacın sınırı yoktur. İhtiyaç doğsa bile başka kaynaklardan karşılanmalı veya toplum sağlığını etkilemeyecek şekilde önlemler alınarak üretim yapılmalıdır.
Toplum sağlığı ile oynamaya, Çevre ve doğayı katletmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Hiçbir yasa, yönetmelik,
kurum veya kuruluş çevre ve toplum sağlığının, toplum
çıkarlarının üstünde değildir. Bu nedenle söz konusu
taş ocağının faaliyetleri, bu konudaki her türlü önlem
alınacak şekilde, yasa ve yönetmelikler uygulanarak
yukarıda belirtilen etkileri tamamen ortadan kaldıracak
şekilde izin verilmeli ve denetlenmelidir. Aksi halde ruhsat iptal edilerek ocak faaliyeti durdurulmalıdır.
TMMOB’den
ANAYASA REFERANDUMU İLE İLGİLİ OLARAK TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak anayasa referandumu ile ilgili olarak 26
Temmuz 2010 tarihinde TMMOB örgütlülüğüne yönelik bir mesaj yayımladı.
Sevgili Arkadaşlar,
27 Mayıs‘ta başlayan TMMOB 41. Dönem Genel Kurul
açılış konuşmasının konu ile ilgili olan kısmında şunları söylemiştik:
Ülkemizde yıllardır bir ‘değişimden‘ söz ediliyor. ‘Normalleşiyoruz‘ derken görülüyor ki her gün yeni ‘olağanüstülük‘ ve ‘şok‘ içerisinde yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Oysa mesele değişimin kendisinden çok muhtevasında aranmalıdır. Muhtevasından bağımsız her
değişimin peşinden koşmanın kişilik bozukluğuna yol
açtığını gördük.
AKP‘nin bugün ‘değişim‘ dediği ‘yeniden yapılanmanın‘
miladı 12 Eylül darbesidir. O zaman da ‘huzur ve mutluluk‘ adına toplumu zor yoluyla ‘değiştirmeye‘ giriştiler.
Özünde 24 Ocak kararlarında ifade edilen piyasacılıkla,
gerici akımların güçlendirilmesi olan bu ‘değişimin‘, gelinen noktada AKP iktidarı ile temsil edilen bir piyasacı
ve gerici diktatörlüğe doğru geliştiğini görüyoruz.
Yaşanan tüm hengâmenin içerisinde yaşadığımız her
şey ülkemizin emperyalizmin ihtiyaçlarına uygun olarak yukarıdan aşağıya yeniden yapılandırılmasından
başka bir şey değildir. Soğuk Savaş politikalarına uygun
olarak düzenlenmiş ‘eski devletin‘ yerini ABD‘nin Ortadoğu politikalarına ve sermayenin küresel ihtiyaçlarına
uygun olarak yeniden yapılandırılan ‘yeni devlet‘ alıyor.
AKP iktidarında ‘milli irade‘ adı altında demokratik bütün kanallar kapatılarak tekelci bir iktidar yapılanması
kuruluyor. İktidarın Anayasa değişikliği de bunun bir
parçası olarak gündeme getirildi. Güya demokratikleşme adına yapılan bu değişikliklerde ne halk ne emek ve
meslek örgütleri hazırlanma sürecine dahil edilmedi.
“Kendi pişir kendin ye” anlayışından demokrasi ve özgürlük adına bir şeyin çıkması zaten mümkün değildir.
Değişiklikler de halkın, emekçilerin yani bizim değil, AKP
ihtiyaçlarının ürünüdür.
Emekçilerin ve ezilenlerin yeni bir anayasa ihtiyacı vardır. Yıllardır 12 Eylül faşist darbesinin ürünü anayasaya
karşı mücadele yürütüyoruz. Ama şimdi kalkıp kimse
bize “12 Eylül anayasası ile hesaplaşmanın yolu olarak
onun devamından başka bir şey olmayan AKP anayasasına evet” demeyi göstermesin.
12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan AKP
anayasasına da “hayır” diyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü bir
anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları
açılarak yapılabilir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
sonra da bunun için mücadele edeceğiz. Ve ancak bu
mücadelemizin sonucunda gerçekten demokratik ve
özgürlükçü bir anayasayı emekçiler kendi elleriyle yazacaktır. İşte TEKEL işçileri güvenceli çalışma ve insanca
yaşamın anayasasını sokakta yazdılar. AKP iktidarı ise
buna karşı güvencesizliğin ve sömürünün önündeki engelleri kaldırmak, hastaneleri, okulları, fabrikaları rahat
satabilmek için yargıyı kendi denetimi ve kontrolüne
almaya çalışıyor.
İhtiyacımız olan parasız eğitim ve sağlık, güvenceli çalışma ve insanca yaşam hakkının, her kültür ve kimliğin
özgürce ifade edilmesinin güvence altına alındığı, “bir
arada yaşamın anayasası” için mücadele edeceğiz.
Referandum günü olan 12 Eylül‘ü faşist darbeyle ve
onun izinde gelişen bugünkü sömürüye ve gericiliğe
karşı bir hesaplaşma gününe çevirmek TMMOB için çok
anlamlı olacaktır.
Sevgili Arkadaşlar,
1 Haziran 2010‘da kamuoyuna duyurduğumuz ve
Genel Kurul delegelerimizin oybirliği ile onayladığı
Sonuç Bildirimizin konu ile ilgili kısmında da şunlar
belirtilmişti:
Ülkemiz, yukarıdan aşağıya bürokratik dönüşümler,
aşağıdan yukarıya cemaat-tarikat ağlarıyla kuşatılmaktadır. Siyasi iktidar, her geçen gün anti demokratik
öğeleri biraz daha kökleştirmektedir. Bu kapsamda son
yıllarda siyasal gündemlerin önemli bir başlığı, yapılmak istenen anayasa değişiklikleri olmuştur. Süreç içerisinde anayasada birçok değişiklik yapılmıştır. Ancak
bu değişiklikler de 12 Eylül hukukunun ve karanlılığının
ülkemiz üzerinden kalkmasına olanak sağlamamıştır.
Yapılacak değişiklikler de 12 Eylül Anayasasının gerici
faşist niteliğini değiştirmeyecektir.
Anayasa değişiklikleri AKP iktidarının mutlaklaştırılması ve kamu varlıkları ve ülke kaynaklarının pazarlanması ve satışının önündeki hukuki engellerin kaldırılmasını
amaçlamaktadır. Öncelikli olarak biz, “12 Eylül Anayasasına hayır” derken, tuzağa düşmeksizin “Siyasal
iktidarın çıkar ve hedefleri doğrultusunda hazırlanan
anayasa değişikliklerine de hayır” diyoruz.
Ülkemizde darbe-demokrasi ikilemi yaratılarak neoliberal değişim sürecinin üstü örtülmektedir. Sistemin
yeni düzene uyum sağlayamayan eski kalıntılarının
tasfiye operasyonu, derin devlete, darbecilere karşı demokrasi zaferi gibi gösterilmektedir. Oysa darbecilikle
Temmuz 2010 - 153 17
TMMOB’den
mücadele 12 Eylül sistemi ile mücadeledir. Gericileşme,
neo-liberal politikalar, küresel kapitalizmin güç merkezlerinin güdümünde bir Türkiye, 12 Eylül düzeninin
bir sonucudur. Bu düzenle hesaplaşmadan darbecilikle,
darbecilerle hesaplaşılamaz.
Sevgili Arkadaşlar,
12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan AKP
anayasasına da “hayır” diyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü bir
anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları
açılarak yapılabilir. Demokratik katılım olanaklarının
önünü açmak üzere başta yüzde onluk seçim barajı,
siyasi partiler ve seçim yasaları olmak üzere toplumun
siyaset yapma olanaklarını engelleyen tüm yasaların
değiştirilmesi için bugüne kadar olduğu gibi bundan
sonra da mücadele edeceğiz. 12 Eylül gününe kadar hepimize bir büyük görev düşüyor. Odalarımız “12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan hiçbir anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız. Bu nedenle de AKP‘nin anayasa değişikliğine
‘Hayır‘ diyoruz” sözümüzü büyütmek ve gürleştirmek
için her türlü çabayı sürdürecektir. İl/İlçe Koordinasyon Kurullarımız, konu ile ilgili basın açıklaması, kapalı salon toplantıları, emek-meslek örgütlerinin yerel bileşenleri ve demokrasi güçleri ile birlikte kitlesel
basın açıklamaları, mitingler gerçekleştireceklerdir.
Oda ve Şube Yönetim Kurullarımızın, Oda ve TMMOB
delegelerimizin ve örgütlü üyelerimizin bu etkinlikleri büyütmek gibi bir sorumlulukları vardır.
Sevgili Arkadaşlar,
Sevgili Arkadaşlar,
Yönetim Kurulumuz; 10 Temmuz‘da gerçekleştirdiği
toplantıda referandum ile ilgili olarak 40 no‘lu kararı
aldı:
Şimdi “12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan
hiçbir anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız” deme
zamanıdır.
Anayasa değişikliği için 12 Eylül‘de yapılacak Referandumla ilgili olarak “12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan hiçbir anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız” başlıklı çalışmanın yürütülmesi konusunda Yürütme Kurulu‘na görev ve yetki verilmesine karar verildi.
Şimdi “AKP‘nin anayasa değişikliğine hayır” deme zamanıdır. MehmetSoğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
TMMOB 41. Dönem Yönetim Kurulu’na başarılar
diliyoruz.
18 Temmuz 2010 - 153
Şubeden
KARAYOLLARI ÖZELLEŞTİRİLİYOR;
MÜHENDİSLİĞİN UYGULAMA ALANLARI DARALTILIYOR
TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”
hakkında İnşaat Mühendisleri Odası tarafından tüm İMO Şubelerinde bir basın açıklaması yapıldı.
7 Temmuz 2010 tarihinde Şubemizde yapılan basın toplantısında Şube Yönetim Kurulu Başkanımız Tahsin Vergin, konuyla
ilgili basın açıklamasını okudu.
TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun” bir yandan karayollarımızda gerçekleştirilmesi düşünülen özelleştirmelerin önünü
açarken, diğer yandan mühendislik mesleğinin uygulama alanlarını daraltmaktadır.
Kanunun hedefi bellidir. Ulusal değerleri özelleştirme
adı altında ulusal, uluslararası büyük sermaye gruplarına peşkeş çekmek ve mühendislik mesleğinin
kamusal düzeydeki uygulama alanlarını daraltarak
mühendisleri güvencesiz çalışmaya mahkûm etmek.
AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, kamusal
alanı yeniden tanımlamaya ve yeni tanım çerçevesinde düzenlemeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda başlayan sürece, başta yatırımcı kuruluşlar olmak üzere
tüm kamu kurumları dahil edilmiştir. Kamu kurumları
tasfiye ya da özelleştirme kıskacına alınmış, bazı kurumlar tasfiye edilirken bazı kurumlar özelleştirilmiş
ancak genel anlamda kamusal alan daraltılmıştır.
Tercihte, uluslararası tekellerin ihtiyaç ve talepleri
belirleyici olmuştur. Köy Hizmetleri, İller Bankası, Bayındırlık Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü, DSİ
Genel Müdürlüğü ya tasfiye edilmiş ya da ilgi ve yetki
alanlarında küçülme gerçekleştirilmiştir.
Dünya Bankası ve IMF direktiflerinin özünü, kamunun bir bütün olarak üretim ve yatırımdan elini çekmesi, zaten sorunlu olan sosyal devlet uygulamalarının tamamen tasfiyesi, kamu personel sayısının
en alt seviyeye çekilmesi, genel bütçe içinde yatırım
harcamalarının en aza indirilmesi oluşturmaktadır ki,
1980’lerin ikinci yarısında başlayan ve AKP iktidarıyla
ivme kazanan bu süreç Türkiye’yi neoliberal politikaların laboratuar ülkesi haline getirmiş, Türkiye özelleştirmeci ülkeler listesinin ilk sıralarında yer almıştır.
Dikkat edilmeli ki, AKP iktidarı tarafından çıkarılan
kanunların, gerçekleştirilen yasa değişikliklerinin tek
bir hedefi bulunmaktadır: Özelleştirmeleri kolaylaştırmak, yasal engellerden kurtulmak, yasal yollara
başvurularak sürecin sekteye uğramasını baştan engellemek. Söylenmeli ki, AKP iktidarı ulusal değerlere
adeta “müflis tüccar” gibi yaklaşmakta, ancak ülkenin
yarattığı değerleri kolayca elden çıkartmak için “kılı
kırk yarmaya” çalışmaktadır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
TBMM’den iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla
geçen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” AKP iktidarının
özelleştirmeler konusunda ne kadar hassas ve kararlı
olduğunu gösteren bir belge niteliğindedir.
Ülke kamuoyu ne yazık ki adı geçen kanunla ilgili
farklı noktaları tartışma konusu yapmış, özellikle bölünmüş yollardaki hız sınırının artırılması gibi daha
popüler değişiklikler gündeme taşınmıştır. Bölünmüş
yolların neden olduğu trafik kazaları bir sorun olarak
karşımızda dururken, bölünmüş yollardaki kör noktalar sorunu henüz çözülmemişken araç hızını artırmanın yol açacağı sonuçlar ayrı bir tartışma konusudur
ancak kanunun temel hedefini gölgelemeyi başarmıştır.
Yasanın “Gelirler ve Muafiyetler” başlığı ile düzenlenen
bölümü(madde 11) Karayolları Genel Müdürlüğü’nün
niteliği noktasında oldukça dikkat çekicidir. Karayolları, kamu hizmeti veren bir kuruluş mu yoksa ticari
bir işletme midir? Yasa öyle düzenlenmiştir ki, kurum
adeta ticari işletme gibi tanımlamaktadır.
11. Maddede kurumun gelirleri sıralanırken, kurumun genel bütçedeki payı dışında, işletici şirket tarafından ödenen paylar, ücretli geçişlerden alınan ücretler, taşınmazlar ve tesisler için kira, kullanma ve ön
izin verilmesiyle elde edilecek gelirler, müteahhitlere
kiralanan araç ve gereçlerden elde edilecek bedeller
ve benzeri pek çok gelir kalemi belirtilmiş, Karayolları
özel bütçeli bir kurum gibi değerlendirilmiştir.
Yasanın 14. Maddesinde; 4046 sayılı Özelleştirme
Uygulamaları Hakkında Kanun’a atıfta bulunularak,
Temmuz 2010 - 153 19
Şubeden
“İşletme hakkı verilen veya devredilen karayollarında
geçiş ücretinin belirlenmesine ilişkin esas ve usuller
ile ücretsiz geçiş yapmasına izin verilecek olanlar sözleşmelerde düzenlenir” denilerek, otoyolların, köprülerin vb.’lerinin özelleştirme uygulamalarında karşılaşılan engeller bertaraf edilmek istenmiştir.
için milyarca liralık ulusal servet heba edilmiş, kentlilerin vergileriyle oluşturduğu kaynak alt üst geçitlere, havuzlara, lalelere harcanmıştır. Metro için alınan
iç ve dış kaynaklardan sağlanan krediler nedeniyle
kentliler borçlandırılmış, yerel yönetimler borç batağına çekilmiştir.
Yasanın 33. Maddesinde; ‘bedeli ödenmek şartıyla, gerçek ve tüzel kişilere Orman Bakanlığınca
izin verilebilir’ denilerek orman arazilerinin satışı
kolaylaştırılmış, kamu arazilerinin ve orman alanı
üzerinde bulunan kamu tesislerinin özelleştirilmesinin yolu açılmıştır. Aynı şekilde Karayolları Genel
Müdürlüğü’ne orman arazilerini istediği gibi kullanma yetkisi getirilmiştir ki, İstanbul’da üçüncü Boğaz
Köprüsü güzergâhının belli olmasıyla başlayan talana
yasal dayanak hazırlanmıştır.
Kanuna, başta Ankara ve İstanbul Belediye Başkanları
olmak üzere, beceriksiz yerel yöneticileri kurtarmak
amacıyla, “Büyükşehir belediyelerinin bu Kanunun
yürürlük tarihi itibarıyla yapımı devam etmekte olan
şehir içi raylı ulaşım sistemleri ve metro projeleri, Bakanlıkça devralınabilir” hükmü eklenmiş, adeta beceriksizlik ödüllendirilmiştir.
Bilindiği gibi İstanbul, Ankara gibi metropol kentlerde metro yapımı bir kangren haline gelmiş, yerel
yöneticiler metronun yaygınlaştırılmasına değil alt
ve üst geçitlerin çoğaltılmasına dayanan bir ulaşım
politikasını hayata geçirmiş, bırakalım yeni yatırımları, yarım kalan metro inşaatları dahi bitirilmemiştir.
Adana metro çalışması da bu açıdan bakıldığında İstanbul ve Ankara’daki kilitlenmeye benzer bir süreç
izlemiştir. Bir türlü bitirilemeyen metro çalışmaları
6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat
ve Görevleri hakkında Kanun” ayrıntılı incelemeye ihtiyacı olan, kendi ana hükümleri dışında ilgili başka
kurumların çalışmalarını düzenleyen kanunlarda da
değişiklikler gerçekleştiren bir metin olarak, inşaat
mühendisliğinin mesleki alanlarından biri olan karayolu ulaşımında yeni bir dönemin başladığının habercisidir.
İnşaat Mühendisleri Odası kamusal sorumluluğu
gereği adı geçen kanuna itiraz etmekte, toplumsal
çıkarları savunmaya devam edeceğini kamuoyuna
duyurmaktadır.
KOMİSYON
3. Toplantı
Temmuz
4. Toplantı
Ağustos
5. Toplantı
Eylül
6. Toplantı
Ekim
7. Toplantı
Kasım
8. Toplantı
Aralık
AFET VE DEPREM BİLİNCİNİ YAYGINLAŞTIRMA VE YAPI
STOĞUNU İYİLEŞTİRME KOMİSYONU
12.07.2010
09.08.2010
13.09.2010
11.10.2010
08.11.2010
13.12.2010
BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER KOMİSYONU
19.07.2010
16.08.2010
20.09.2010
18.10.2010
15.11.2010
20.12.2010
İŞÇİ SAGLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ KOMİSYONU
28.07.2010
25.08.2010
22.09.2010
27.10.2010
24.11.2010
22.12.2010
KAMU ÇALIŞANLARI KOMİSYONU
05.07.2010
02.08.2010
06.09.2010
04.10.2010
08.11.2010
06.12.2010
KENT SORUNLARINI İZLEME VE YATIRIMLARI
DEĞERLENDİRME KOMİSYONU
21.07.2010
18.08.2010
15.09.2010
20.10.2010
17.11.2010
15.12.2010
MÜTEAHHİT (YÜKLENİCİ) İNŞAAT MÜHENDİSLERİ
KOMİSYONU
07.07.2010
04.08.2010
01.09.2010
06.10.2010
03.11.2010
01.12.2010
SERBEST İNŞAAT MÜHENDİSLERİ (SİM) (PROJECİLER)
KOMİSYONU
05.07.2010
02.08.2010
06.09.2010
04.10.2010
08.11.2010
06.12.2010
SOSYAL VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLER KOMİSYONU
19.07.2010
16.08.2010
20.09.2010
18.10.2010
15.11.2010
20.12.2010
ŞANTİYECİLER KOMİSYONU
28.07.2010
25.08.2010
22.09.2010
27.10.2010
24.11.2010
22.12.2010
YAPI DENETİM KOMİSYONU
14.07.2010
11.08.2010
08.09.2010
13.10.2010
10.11.2010
08.12.2010
YASA VE YÖNETMELİKLER KOMİSYONU
26.07.2010
23.08.2010
27.09.2010
25.10.2010
22.11.2010
27.12.2010
20 Temmuz 2010 - 153
Şubeden
YARDIMCI KONTROL MÜHENDİSLERİNE DUYURU
Yapı Denetimi Hakkında Kanun kapsamında, Yapı Denetim sisteminde yer alan İnşaat Yönetimi (Şantiye Şefliği) uzmanlık eğitim programı ve Yardımcı Kontrol Elemanı Uzmanlık eğitimlere dair Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın bilgisi dışında düzenlenen eğitimlere katılım zorunluluğu olmadığına dair yazı içeriği aşağıdadır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Temmuz 2010 - 153 21
İMO’dan
BAŞBAKANLIK AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ BAŞKANLIĞI’NIN KARARI
GERİ ALINSIN
İMO Yönetim Kurulu’nun Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın koruma bandı ile ilgili kararı hakkında
7 Haziran 2010 tarihinde yaptığı açıklama.
Bugün basında yer alan haberlere göre, “Marmara
depreminin ardından Akyazı ilçesinin Fatih, Cumhuriyet ve Konualp Mahalleleri’nde Kuzey Anadolu Fay
hattının geçtiği 2 bin 850 metrelik hattın her iki tarafında 75’er metreden olmak üzere 150 metre genişliğinde koruma bandı, Başbakanlık Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı’nın kararıyla her iki taraf için 10’ar
metreye indirilmiştir.”
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın
bu kararı kelimenin tam anlamıyla “aymazlıktır”.
1999 yılı içerisinde gerçekleşen ve ülkemizde derin
acılar yaşatan 17 Ağustos ve 12 Kasım Depremleri sonrasında alınan tedbirlerin, aradan 10 yıl geçtikten sonra rafa kaldırılması, bilim adına şaşkınlık verici olduğu
kadar, insanlık adına da utanç vericidir. Söz konusu
yapı kısıtlamasının tek amacı, can güvenliğini korumak ve olası mal kayıplarını en aza indirmektir.
Hiçbir kurumun ve idari makamın insanların can güvenliğini açık biçimde tehlikeye atacak yönde bir karar
alma hakkı olamaz. Yeni rant alanları yaratmak, arsalara değer kazandırmak gibi gerekçelerle “can güvenliği”
hiçe sayılamaz. Can güvenliğinden daha değerli hiçbir
şey yoktur. Yapı ve imar konusunda karar verme ve uygulama konusunda yetkili makamların unutmaması
gereken en önemli gerçek Türkiye’nin depremselliği
yüksek bir ülke olduğudur.
Sözkonusu habere göre, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından Akyazı İlçesi ile
ilgili hazırlanan raporda, bölgede 10 yılda bir 6 şiddetinde bir deprem gerçekleşme riski % 83.8’dir. Daha
birkaç ay öncesinde Elazığ’da gerçekleşen 5,8 şiddetindeki depremde 42 yurttaşımız hayatını kaybetmişken, benzer bir deprem riski yüzde 83’ün üzerinde
olan bir bölgeyi yapılaşmaya açmak anlaşılır değildir.
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı
kendi raporuyla bile çelişmektedir.
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın
kuruluş amaçlarından başlıcası “afetlerin meydana
gelmesinden önce hazırlık ve zarar azaltma” yolunda tedbirler almaktır. Akyazı İlçesi ile ilgili verilen
bu karar, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı’nın kuruluş amaçlarına aykırıdır ve derhal
geri alınmalıdır. Kararın geri alınmaması, benzer yöndeki girişimleri arttıracak ve geri döndürülemez gelişmelere yaşanmasına neden olacaktır.
Yaşanan bu olay ne yazık ki, depremin kötü anılarının
hafızalardan silindiğini göstermektedir. Ama bizler
depremi unutmayacağız ve unutturmayacağız. Yurttaşlarımızın can ve mal güvenliğinin korunması için
gereken tüm tedbirlerin alınması, ülke çapında sağlık
ve nitelikli bir yapı denetim sisteminin hayata geçirilmesi için çabalarımızı sürdüreceğiz.
KENTSEL GASPLARIN YASALLAŞTIRILMASINI KINIYORUZ!
Belediye Kanununda yapılacak değişikliğe ilişkin İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp tarafından 18 Haziran 2010 tarihinde
yapılan basın açıklaması.
Son günlerde kamuoyunda büyük tartışmalara neden
olan “5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. Maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifi” bilim
insanlarının ve meslek odalarının itirazlarına rağmen
TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Söz konusu yasa
değişikliğini kamuoyunda bu denli tartışmalı kılan en
önemli faktör, başından itibaren “art niyetli” bir sürecin işlemesidir. Bu art niyet yasanın hazırlanmasından,
komisyon aşamalarına ve nihayetinde TBMM Görüşmelerine kadar yansımıştır. 2009 yılı Nisan ayında tek
bir fıkradan ibaret olan yasa değişikliği, son haliyle 14
fıkraya çıkartılmış ve kapsamı itibariyle de adeta kendi
başına bir yasa halini almıştır.
Kentleşme, planlama, imar ve yapı denetimi gibi konularda yapılması gereken ve öncelik derecesi çok daha
yüksek olan yasal düzenlemeler varken, 2005 yılında
22 Temmuz 2010 - 153
yürürlüğe girmiş Belediye Kanunu’nda değişikliğe gidiliyor olması, değişikliğin amacının “planlı ve güvenli
kentleşme” değil “rant alanlarının paylaşımı” olduğunu
göstermektedir.
“Kentsel Dönüşüm” uygulamaları göstermiştir ki, bu
konu, basit anlamda bir çevre düzenlemesine indirgenemeyecek kadar karmaşık bir sorundur. Sorunun
ekonomik, sosyolojik, kültürel, tarihsel, siyasal ve her
şeyden de öte insani boyutlarını göz ardı ederek geliştirilmeye çalışılan çözümler, sorunu çok daha trajik
boyutlara taşımaktadır. Dolayısıyla Kentsel Dönüşüm
Meselesini, Belediyeler Kanunu’nun bir maddesi içerisinde “halletmeye” çalışmak, hem hukuki hem de pratik olarak sorunludur. Bu “işgüzarlık”, sonu kestirilemeyen sosyal sonuçlara yol açabilir.
Yasa değişikliğinin en sorunlu yanlarından bir tanesi
İMO’dan
de, kapsamının belirsizliği ve ölçüsüzlüğüdür. 5393
Sayılı Belediye Kanunu’nun değişen 73. Maddesi açık
biçimde “kentin eskiyen kısımları” ile sınırlı iken, yasa
değişikliği, “üzerinde yapı olan ya da olmayan, imarlı
ya da imarsız” tüm alanları kentsel dönüşüm uygulamalarının hedefi haline getirmektedir. Belediye Meclislerine verilen bu ölçüsüz yetki, özellikle Büyükşehirlerde ölçüsüz bir “yağma” harekâtının başlamasına
neden olacaktır.
Yasa değişikliğinin tüm fıkralarına sirayet eden anlayış, kentsel dönüşüm uygulamasını tek başına belediyelerin inisiyatifine teslim etmektedir. Detaylı yasal
sınırlandırmalarla hak sahipleri “Belediyelerin insafına”
terk edilmektedir. Bu tek taraflılık o denli ileri gitmiştir
ki, mahkemeler bile devre dışı bırakılarak, süreç belediyelerin tek taraflı işlemleriyle tamamlanabilir hale
getirilmiştir.
AK Partili belediyelerin, özellikle de Büyükşehir Belediyelerinin ortak özellikleri hukuk tanımaz tutumlarıdır.
Mevcut yasa değişikliğiyle yapılmak istenen de yargıya intikal etmiş çok sayıda “kentsel düzenlemenin”
yargıdan kaçırılmasıdır. Kanun değişikliğinin Geçici
Maddesinde, yargılama süreci devam eden davalarda
da “bu kanun hükümlerinin uygulanacağı” esasının
yer alması hukuka doğrudan müdahale anlamına gelmektedir. Özellikle AK Partili Büyükşehir Belediyelerinin taraf olduğu çok sayıda kentsel dönüşüm davası
“oldubitti”ye getirilmektedir. AK Parti, hukuk kurallarını ve mahkeme kararlarını tanımaz tutumundan biran
önce vazgeçmelidir.
Kentsel Dönüşüm uygulamaları, yeni kentsel rant
alanları yaratmak, yeni zenginler türetmek amacıyla
değil, zor koşullarda kente tutunmaya çalışan yurttaşlarımızın yaşam koşullarının düzeltilmesi amacını
taşımalıdır.
İNSAN HAYATIYLA REKLÂM OLMAZ
DASK’ın reklam kampanyası ile ilgili olarak İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp tarafından yapılan basın açıklaması.22.06.2010
Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) tarafından hazırlanan, “Türkiye’de olabilecek en riskli depremde
nüfusun büyük çoğunluğu hayatta kalacak. Ya Evleri?”
başlıklı son iletişim kampanyası, deprem sorununu ele
alışı ve insan hayatına yaklaşımı ile hepimizde derin bir
kaygı ve üzüntü yaratmıştır. DASK tarafından hazırlanan iletişim kampanyasının odağında “depremlerde
can kaybının önemsiz bir oranda kaldığı, en büyük zararın ise konut kaybı olduğu” vurgusu yer almaktadır.
DASK’ın insan hayatını değersizleştiren bu yaklaşımı,
bugüne kadar depremlerde hayatını kaybeden on binlerce yurttaşımızın hatıralarına saygısızlık olduğu gibi,
depremlerin sonuçları açısından da oldukça yanıltıcıdır. Depremler, hiçbir maddi karşılıkla ölçülemeyecek
derin kişisel ve toplumsal yaralar açmaktadır.
DASK, kampanya temasının “araştırmalara” dayandığını iddia etmekte ve can kayıplarına ilişkin “olası rakamlar” kullanmaktadır. 17 Ağustos Depremi’nde yaşamını
kaybeden yurttaşlarımızın sayısı bile tartışmalı iken,
olası depremlerdeki can kayıplarına ilişkin istatistik
vermek, bilimsel etikle bağdaşmamaktadır. İnsan hayatını istatistik verilerine indirgeyerek değerlendiren
bu yaklaşım en hafif ifadeyle insanın kanını dondurmaktadır.
DASK’ın kampanyası, ülkemizdeki konutların güvensizliğini açık biçimde ortaya koymakla birlikte, çözüm
noktasında eksik kalmaktadır. Zorunlu Deprem Sigortası uygulaması, önlem bilincinin geliştirilmesi ve
maddi kayıpların telafisi açısından önemli bir uygulamadır ve yaygınlaştırılmalıdır. Bununla birlikte konutları güvenli hale getirmenin asıl yolu, sağlıklı, nitelikli
ve etkin bir yapı denetim uygulamasını tüm yurtta hayata geçirmektir.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
İnsan hayatını değersizleştirerek reklâm yapmak doğru değildir. Deprem tehdidini, bir gelir kapısı olarak
gören anlayıştan kurtulmak gerekmektedir. DASK,
kâr amacı güden bir sigorta şirketi gibi değil, kuruluş
amacına ve toplumsal sorumluluğuna uygun biçimde davranmalıdır. Halkı yanlış yönlendiren bu iletişim
kampanyası derhal geri çekilmelidir.
Temmuz 2010 - 153 23
Şubeden
İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak örgütlülük düzeyini artırmak, daha çok üyeye ulaşmak, üyelerimizin
sıkıntılarını tespit etmek ve çözüm yolları aramak, en önemlisi de üyeleriyle daha fazla bütünleşen bir İnşaat Mühendisleri Odası için 42. dönemde yapı denetim kuruluşlarında işyeri temsilcilikleri oluşturulmaya başlanmıştır.
Yapı denetim kuruluşlarında Mayıs-Haziran-Temmuz aylarında yapılan seçimlerde İşyeri Temsilcisi ve Temsilci Yardımcısı seçilen üyelerimizi kutlar, Şubemizin çalışmalarına verecekleri katkılardan dolayı teşekkür ederiz.
Yapı denetim kuruluşlarında işyeri temsilci seçimleri devam etmekte olup, çalıştığı yapı denetim kuruluşlarında
işyeri temsilciliği oluşturmak isteyen üyelerimizin Şubemizin örgütlenme birimi ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.
YAPI DENETİM KURULUŞLARI İŞYERİ TEMSİLCİLERİ
Acar Yapı Denetim Ltd. Şti.
Atayol Yapı Denetim Ltd. Şti.
Hamza Şahin Yapı Denetim Ltd. Şti.
İzbay Yapı Denetim Ltd. Şti.
24 Temmuz 2010 - 153
İŞ YERİ
TEMSİLCİ
TEMSİLCİ
YARDIMCISI
ACAR YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Veli ŞENGÜL
Barış YAZICI
ATAYOL YAPI DENETİM TİC. LTD. ŞTİ.
Hilal YALIKLI
Süleyman ERSOY
AVRASYA YAPI DENETİM A.Ş.
Devrim HAMARAT
EGD YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Nurcan UĞUR
Yiğit AKPINAR
ELSA YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Osman SELÇUK
Sercan SÖNMEZ
HAMZA ŞAHİN YAPI DENETİM LTD. ŞTİ
Duygu IŞIKLI
İsmail KÖYMEN
İLKAY YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Nil Alev ERALTAN
Bager SANDALCI
İZBAY YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Nail KOCABAŞ
Ömür YILDIRIM
KORDELYA YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Betül KESKİN
Uğur ÇELİK
MİLENYUM YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Güneş KARAKAYA
RODOPLU YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Erkin AKGÜNLÜ
TEPEKULE YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Ertuğ AK
YAĞMUR YAPI DENETİM LTD. ŞTİ.
Hüseyin ÖZBAYER
Elsa Yapı Denetim Ltd. Şti.
Milenyum Yapı Denetim Ltd. Şti.
Cem YAPRAK
İlkay Yapı Denetim Ltd. Şti.
Tepekule Yapı Denetim Ltd. Şti.
İncelemeler
27 ŞUBAT 2010 ŞİLİ DEPREMİNDE
BETONARME PERDE DUVARLI ÇOK KATLI YAPI HASARI
Derleyen: Nejat BAYÜLKE
Güney Amerika’da Büyük Okyanus kıyısında Şili’de 8.8
büyüklüğündeki 27 Mart 2010 depreminden çok sayıda çok katlı yapı etkilendi. Ancak az sayıda çokkatlı yapı
yıkıldı yada onarılmaz boyutta hasar gördü. Bu yazı,
ABD’de bu depremi inceleyenlerin PEER, SEAOC ve
LATBDC (*) sitelerindeki resim ve diğer bilgilerin Türk
İnşaat Mühendisliğine aktarılmasının yararlı olacağı düşüncesi ile yazılmıştır.
ÇOK KATLI YAPILAR
Türkiye’de bir zamanlar çoğunlukla 5-6 katlı apartmanlar ve işyerleri yapılırken yaklaşık 15-20 yıldır kat adetleri 15-30 ve daha da yüksek olan yapılar çok yaygın bir
biçimde yapılmakta. Bu çok katlı yapılarımız şu ana kadar ciddi (çok şiddetli) bır deprem yaşamadı.
Şili’de gerek 1985 gerekse 2010 depreminde “çok katlı
yapılar çok önemli iki şiddetli deprem sınavından geçti. Türkiye, Şili’deki gibi Richter ölçeğine göre 8.8 büyüklüğünde bir deprem olması beklenmesede, 7.0 - 7.5
büyüklüğünde depremlerle zorlanacak bir deprem ülkesidir. Büyük depremlerimiz bu çok katlı yapılarımızı
yakın bir gelecekte deneyecek. Özellikle 7.0 7.5 büyüklüğünde deprem beklenen Marmara Denizi çevresinde
yapılmış çok sayıda çok katlı yapılarımızın karşılaşacağı
deprem şiddeti ve bu depremler karşısındaki davranışları ve bu depremlere dayanacak biçimde tasarlanmaları
konusunda Şili depremlerinden öğrenilecekler vardır.
Şekil-1 Tayvan 1999 depreminden çok katlı yapı hasarı
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Bu arada 1999 yılında Taiwan’da olan bir başka depremden etkilenmiş hasar görmüş hatta yıkılmış çok sayıda
“çok katlı” yapılardan da öğrenilecekler var. Çok katlı
yapıların zemin kat köşe kolonlarına çok büyük basınç
kuvvetleri gelebilir: Şekil-1.
Çokkatlı yapı yatay deprem yükleri altında genellikle
“eğilme” davranışı gösteren yapı. 8-10 katın üzerindeki
yapılar eğilme davranışı gösterir. Davranış yapının zemine bir ankastre kiriş davranışı gibidir. Üst katlara gidildikçe yatay ötelenme ve şekil değiştirme. Katlararası
ötelenme oranları üst katlarda hızla artar. Eğilme tipinde
olmayan yapı “kesme” tipi yapıdır. Yatay yük altında en
büyük kat arası ötelenme zemin kattadır ve üst katlara
doğru kat arası ötelenme miktarı giderek azalır.
Eğilme tipi yapının zemin katında eğilme momenti
daha önemlidir. Yapı çok yüksek olduğu için zemin katta
büyük eğilme momenti yaratacak yatay yük küçüktür.
Kesme tipi yapı yüksek olmadığı için yatay yük altında
zemin katta büyük eğilme momentleri olması için çok
daha büyük yatay yükler gerekir. Bu büyük yatay yükler ise eğilme momentinin kritik bir eşiğe gelmesinden
önce kesme dayanımı aşan boyutlara ulaşır. Bu nedenle
“kesme” tipi yapıda zemin katta kesme dayanımı önemlidir.
Çok katlı yapıların bir başka özelliği yatay yükler etkisinde zemin katlarında büyük basınç ve çekme kuvvetleri
oluşmasıdır (Şekil-2)
Şekil-2 Çok katlı yapılarda deprem yatay yükleri zemin
katta büyük eğilme momentleri ve çekme ve basınç
kuvvetleri oluşturur
Temmuz 2010 - 153 25
İncelemeler
UZAK DEPREMLER
Deprem yer hareketleri değişik periyot ve genlikte pek
çok sinüsoidal titreşimlerden oluşur. Yer hareketinin
“kısa “ periyotlu bileşenleri deprem merkezinden uzaklaşınca hızla sönerken, “uzun” periyotlu bileşenler çok
uzaklara gidebilir (Şekil-3) “yüksek” yapıların uzak depremlerden daha çok etklenmesi beklenir. Yüksek yapıların öz titreşim periyotları da uzundur. Çok katlı yapıların
uzak depremlerden daha çok etkilenmesinin nedeni
deprem kuvvetli yer hareketinin ve yapının periyot özellikleridir..
Richter ölçeğine göre 8.8 büyüklüğündeki Depremin
merkezinden 105 km uzakta olan Concepcion kentinde yer hareketinin uç ivmesi 0.6 g kadar ölçülmüştür.
Oysa 7.2 büyüklüğündeki 12 Kasım 1999 depreminde
hareket eden faydan 3-5 km kadar uzakta olan Düzce’de
ölçülen yer hareketinin uç ivmesi 0.5 g kadardır. Şili’deki
betonarme perde duvarlı yapılarda gözlenen deprem
hasarında, olağanüstü büyük deprem kuvvetleri ile zorlanmış olmalarının da büyük katkısı vardır.
HASAR VE ALINACAK DERSLER
ŞİLİ’de 1985 depreminde gözlenen çok katlı betonarme yapı dayanım ve deprem davranışlarından Sözen
(1989) tarafından aşağıdaki perde duvarı ile ilgili tasarım
önerisi geliştirilmiştir. Perde duvarlı yapıların yükseklik/
en yada boy oranına bağlı olarak yatay ötelenmelerinin
belli miktarda olması için gereken perde duvar alanları
çıkarılmıştır Şekil-5
Şekil-3 Deprem kuvvetli yer hareketi hakim
periyodunun mesafe ve deprem mağnitüdü ile
değişimi
Bu durum ŞİLİ depremindede gözlenmiştir. Depremin
merkezinden hemen 250 km kadar uzakta olan Başkent
Santiago’da çok sayıda çok katlı yapıda hasar olması
deprem yer hareketinin ve çok katlı yapıların özelliklerinin bir sonucudur.
8.8 büyüklüğündeki depremin kuvvetli yer hareketi
yüzlerce km uzakta da hasar yapacak genlikte olmuştur.
1985’de olan Şili depreminden farklı olmayan 2010 depreminin ivme kaydının süresi yine 1985 depreminde
olduğu gibi çok uzundur (Şekil-4).
Şekil-4 1985 Şili ve 1940 El Centro (ABD) Depremlerin
kuvvetli yer hareketlerinin karşılaştırılması
26 Temmuz 2010 - 153
Şekil-5 Çok katlı yapılar için tasarım perde duvar miktarları (Sözen 1989)
ŞİLİ de çok katlı yapı tasarımında Yönetmelikde kat ve
kütle düzensizlikleri dikkate almamaktadır. Perde duvarların uçlarında çok iyi sarılmış uç elemanı ya da uç donatısı koşulları da yoktur. Buna karşılık deprem tasarım
yükleri altında kat ötelenme oranı 0.002 h dir. Perde duvarlı yapı için R = 6.0 düşünülürse izin verilen limit ötelenme oranı %1.2 gibi olup Türkiye deprem yönetmeliğine göre % 2 olan değerden daha azdır. Bu yaklaşım
daha çok perde alanı gerektiği anlamına gelmekte ve uç
elemanı yapmamak daha çok perde alanı ile giderilmektedir. Daha çok perde alanı narin perdeler yapılmasına
ve narin perdelerin de düzlem dışına burkulmasına neden olabilmektedir.
Perde duvarlar düzlemleri doğrultusunda çok rijit olmalarına karşılık dik yönde çok ince ve narindir. Bu durum perdelerin düzlem dışına burkulmalarına neden
olabilmektedir (Şekil-6).Perde uçlarında büyük çekme
ve basınç kuvvet çifti oluşturan eğilme momentlerinin
yaratacağı kalıcı hasar daha sonra duvarın kısa yönde
burkulmasına neden olmaktadır.
İncelemeler
Şekil-9 Eğilme Momentinde dolayı Perde uç donatısı
kopması ve donatı burkulması.
Uç donatılarına sargı donatısı yerleştirme biçimi yeterli
olmamış
Şekil-6 İnce Perde duvarlarda düzlem dışına burkulma
2010 ŞİLİ DEPREMİNDEN BETONARME PERDE
DUVAR HASAR ÖRNEKLERİ
Şili 2010 depreminde gözlenmiş tipik perde duvar hasarı örnekleri aşağıda verilmektedir.
Şekil-10 Eğilme Momentinden dolayı Perde uç donatısı
Burkulması.Uçdonatıları etriye ile sarılı değil gövde
yatay donatılarının perde ucunda 90 derece bükülmüş
olması . Boyuna donatıları yeteri kadar sarmamış
Şekil-7 Betonarme Perdede Basınç kırılması.
Şekil-8 Betonarme perde Yanal Burkulma kırılması
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Şekil-11 Birbirine çok yakın iki perde arasında
“bağ kirişi” gibi zorlanmış döşeme kenarlarında eğilme
çatlakları
Temmuz 2010 - 153 27
İncelemeler
Şekil-12 Zemin katta küçültülmüş perde. Perdelerinde
büyük hasara karşı yıkılmamış yapı. İleri düzeyde perde
hasarı ile azalmış taşıma gücü yapı ağırlığı ve kullanım
yüklerini taşımak için yeterli olduğu için tümü ile
yıkılma olmamış
larla konulması gerektiği görülmektedir.
7-Zemin katlarda perde duvar kalınlıklarının en az 25
hatta 30 cm genişlikte olmalıdır.
8-Perde uç elemanı ve gövde donatılarının kat geçişlerinde yeterli bindirme boyları olmalı
9-Zemin ya da bütün katlarda hiçbir şekilde perde duvar
en kesitleri kısaltılmamalı. Taşıyıcı sistemin rijitliğinde
büyük değişme olmadan sürekliliği sağlanmalıdır.
10-Çok sayıda betonarme perde duvarda çok ileri düzeyde basınç, eğilmeden dolayı basınç ve çekme kırılması ve perdenin kısa yönünde yanal eğilme momenti
kırılması olmasına karşın yıkılan perde duvarlı yapı sayısı
4 ve ağır hasar gördüğü için yıkılacak yapı sayısının da
ön belirlemelere göre 50 kadar olduğu sanılmaktadır.
Az sayıda binanın göçmüş olmasının nedeni çok ileri
düzeyde hasarla birlikte düşey yük taşıma gücü azalan
perdelerin geriye kalan düşey yük taşıma güçleri yapının kendi ağırlığı ve kullanımdan kaynaklanan düşey
yüklerden yine de daha büyük olmasıdır.
SONUÇ
Betonarme perde duvarlı yapıların 2010 Şili depremindeki davranışlarından öğrenilenlerin Türkiye’de tasarlanan ve inşaa edilen çok katlı yapılarda dikkate alınması
hatırlatılır.
Şekil-13 Çokkatlı Yapının yüzeye çok yakın radye
temelinde dönme
DAHA YÜKSEK DAYANIMLI PERDE DUVARLAR NASIL
OLMALI?
Yapılan ilk ve genellikle gözlemsel ve niteliksel değerlendirmelere göre perde duvarlardaki hasar nedenleri
ve daha yüksek dayanımlı perdeler için, bir çoğu daha
öncede bilinen, gerekenler şöyle sıralanabilir.
1-Çok katlı yapıların zemin katlarında genişliği 20 hatta
17.5 cm olan çok ince perde duvarlar yapılmıştır.
2-Perde duvarların uçlarında oluşan büyük çekme ve basınç kuvvetlerini taşıyacak donatılar miktar olarak azdır
3-Perde uç donatıları arasındaki beton aralığı çok azdır.
4- Bu perde uç donatıları ayrı etriyelerle sarılmamış; perde gövde yatay donatıları perde uçlarında 90o derece
bükülerek etriye gibi kullanılmak istenmiştir.
5-Uçları 90o derece bükülmüş etriyeler hep açılmıştır.
6-Projelerde. perdelerin her iki yüzündeki donatıları
birbirine bağlayan “çirozların” sık konulması belirtilmiş
olmasına karşın uygulamada ya hiç ya da çok az “çiroz”
kullanıldığı gözlenmiştir.
6-Perde uç donatılarının yaklaşık perde kalınlığı kadar
aralıkla konulmuş etriyelerle sarılması yetersiz kalmıştır.
Bu bölümdeki etriyelerin 10 cm’den de daha az aralık28 Temmuz 2010 - 153
(*) PEER: Pacific Eartquake Engineering Research Center; EERI: Earthquake Engineering Research Institute,
LATBDC :Los Angeles Tall Buildings Design Council
Sözen, M. A. (1989) “Orta Yükseklikte Betonarme Yapıların Depreme Karşı Tasarımında Şili Formülü” İnşaat Mühendisleri Odası X uncu Teknik Kongre Bildiriler Kitabı,
Cilt-II, Sayfa 283–314
Beton
HAZIR BETONDA G İŞARETİ
İrfan KADİROĞLU
İnşaat Mühendisi
Hazır betonda G İşareti dönemi 1 Temmuz 2010 itibarı ile
başladı. Bu tarihten itibaren G işareti olmadan hazır beton üretimi yapılamayacaktır.
“G İşareti”, Ülkemizde “CE”ye tabi olmayan yapı malzemelerinin piyasaya arzında zorunlu olan bir işarettir ve malzemeye, malzemeye iliştirilen bir etikete, malzemenin
ambalajına veya malzemeye ait ticari belgelere iliştirilerek kullanılır. “CE” ve “G” işaretleri birer kalite işareti değil, temel şartların sağlandığı bir güvenlik işareti olarak
algılanmalıdır.
G İşareti ile ilgili hükümleri düzenleyen “Yapı Malzemelerinin Tabi Olacağı Kriterler Hakkında Yönetmelik” (kısaca
“G İşareti Yönetmeliği”), Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından 26.06.2009 tarih ve 27270 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanmıştır. Ayrıca, bu Yönetmeliğin uygulama esaslarını belirleyen “Yapı Malzemelerinin Tabi Olacağı Kriterler
Hakkında Yönetmeliğe Göre Uygunluk Teyit Sistemlerinin
Uygulanmasına Dair Tebliğ” (kısaca “G Uygulama Tebliği”)
06.02.2010 tarih ve 27485 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
Söz konusu Yönetmelik ve Tebliğ, 4703 sayılı “Çerçeve Kanun” ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye
dayanılarak hazırlanmıştır.
Yönetmelik’te “G’ye tabi yapı malzemeleri”, bina ve diğer
inşaat mühendisliği işlerini içeren yapı işlerinde kalıcı
olarak kullanılan ve “CE’ye tabi olmayan ürünler” olarak
tanımlanmaktadır. Genel olarak G belgesi ülkemizde
Avrupa’ya göre daha riskli olan ürünleri kapsamaktadır.
Beton ve inşaat demiri, bu tanıma giren yüzlerce malzeme içinde en önemlileri olarak ön plana çıkmaktadır.
Ürünün G İşareti ile beyan edilecek performans değerleri,
tabi olduğu ulusal standarda (veya standardın bulunmaması durumunda ise bir ulusal teknik onaya) göre uygunluğu değerlendirilerek teyit edilmektedir. Ulusal standarda göre yapılacak değerlendirme, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı tarafından ilgili ürün bazında görevlendirilen
“Uygunluk Değerlendirme Kuruluşları”nca “G Uygunluk
Belgesi” verilmesi şeklinde gerçekleştirilmektedir.
Beton, TS EN 206-1 Standardı kapsamında “G Uygunluk Belgesi”ne tabidir. G İşareti Yönetmeliğine göre betonun uygunluk teyit sistemi “1+” olup, bu sistem tam
ürün belgelendirilmesini kapsamaktadır. “1+” uygunluk
Üretim kontrol sisteminin oluşturulması
Üretim kontrol sisteminin denetimi
Beton sınıflarında başlangıç tip deneyleri
Üretim kontrol sisteminin periyodik denetimi (en az yılda 1)
Habersiz ürün denetimi (en az yılda 3)
Otokontrol deney sonuçlarının değerlendirilmesi
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
teyit sistemine göre hazır beton üreticisinin ve denetleme kurumunun sorumlulukları aşağıdaki tablodadır.
Hazır beton üreticisinin TS EN 206-1 Standardı kapsamında kuracağı üretim kontrol sistemi, denetleme kurumu
tarafından ilk sistem denetimine tabi tutulmakta ve her
bir beton sınıfında başlangıç tip deneyleri yapılmaktadır. Eğer tesisin uygunsuzluğu yoksa veya tespit edilen
uygunsuzluklar belirtilen sürede giderilmiş ve tip deneyi
sonuçları uygun ise o hazır beton tesisi için “G Uygunluk
Belgesi” düzenlenmektedir. Düzenlenen G Uygunluk Belgesi bir yıl geçerlilik süresine sahiptir ve normal olarak
yılda bir sistem denetiminden geçirilerek geçerlilik süresi uzatılabilmektedir. Ayrıca G Belgelendirmesinin en
önemli hususlarından biri olan habersiz ürün denetimleri, belgelendirme sonrası yıl içinde her bir üretim tesisinde en az yılda üç kez yapılmaktadır. Tesis ve
ürün denetimlerinde başarılı olan tesislerin belge geçerlilik süreleri birer yıl halinde uzatılmaktadır.
Yönetmeliğe göre 01.07.2010 tarihinden itibaren betonun piyasaya arzı için G İşareti zorunlu hale gelecektir. Bu
tarihten önce de beton G İşareti taşıyabilir.
G İşareti Yönetmeliği’ne tabi yapı malzemeleri, zorunlu
yürürlük tarihi olan 01.07.2010’den sonra Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı tarafından piyasa gözetimi ve denetimine tabi tutulacaktır. Eğer bir ürün G İşareti taşımadan
piyasaya arz edilmişse, üretici Bakanlık tarafından önce
uyarılır, belirtilen süre içerisinde belge alınmaz ise idari
para cezası ve ürünün piyasaya arzının durdurulması gibi
yaptırımlar uygulanır.
01.07.2010’dan sonra betonda G İşareti olmadan piyasaya ürün arzı söz konusu değildir; dolayısıyla betonda tek
zorunlu belge “G Uygunluk Belgesi” olmuştur.
G Uygunluk Belgesi, zorunlu olmasının yanı sıra beton
kullanıcıları tarafından beton alımında çok önemli bir tercih nedeni olmalıdır. Yapılan denetimler salt bir denetim
olarak düşünülmemeli, üreticilerin daha verimli bir üretimle kalitelerini yükselttikleri bir süreç olarak kabul görmelidir. Ayrıca bu belge ile haksız rekabetin önleneceği
de unutulmamalıdır.
Hazır betonda G İşareti uygulaması sektörümüz için hayırlı olsun...
Kaynak:
“Türkiye Hazır Beton Birliği”, www.thbb.org .
Hazır Beton Üreticisi
Denetleme Kurumu
√
-
√
√
√
√
√
Temmuz 2010 - 153 29
Prefabrik
´%(721$50(35()$%5ú.$6<21'$621'(1(<6(/9(.85$06$/
d$/,û0$/$5ú/(*h1&(/*(/úû0(/(5µ
Türkiye Prefabrik Birliği - İTÜ-Steelab Uluslararası Çalıştayı
İstanbul Teknik Üniversitesi 14 Haziran 2010,Taşkışla, İstanbul
Soner BİLGE
İnşaat Yüksek Mühendisi
Sadık Can GİRGİN
İnşaat Yüksek Mühendisi
Türkiye Prefabrik Birliği ve İTÜ Yapı ve Deprem Mühendisliği Laboratuvarı (STEELab) tarafından düzenlenen “Betonarme Prefabrikasyonda Son Deneysel ve Kuramsal Çalışmalar ile Güncel Gelişmeler”
Uluslararası Çalıştayı prefabrik sektör temsilcileri, üniversitelerden araştırmacılar ile İtalya, Slovenya, Yeni
Zelanda’dan araştırmacıların katılımı ile 14 Haziran
2010’da gerçekleştirildi.
Türkiye Prefabrike Birliği Başkanı Buğra KÜÇÜKKAYALAR açılış konuşmasında, ülkemizdeki sanayi yapılarının % 85’inin betonarme prefabrikasyon teknolojisi
ile yapıldığına değinerek sanayi yapılarının deprem
dayanımının ulusal sanayi varlığımızın güvenliği açısından önemini vurgulamıştır. Bu konuda yapılmakta
olan Ar-Ge çalışmalarının çalıştayda ele alınacağını
anlatan KÜÇÜKKAYALAR, etkin araştırma gücünün
sinerji yaratmak üzere bir araya getirilmesinin de
büyük önem kazandığına işaret etmiş ve ulusal ve
uluslararası ortak girişimler gerçekleştirilmesinin giderek daha çok benimsenmekte olduğunu belirtmiştir. KÜÇÜKKAYALAR bu kapsamda, Türkiye Prefabrik
Birliği’nin de uzun süredir ülkemizin çeşitli araştırma
kuruluşları ile birlikte önemli araştırmalara önayak olduğunu ve destek verdiğini vurguladı.
yerleştirilmesi ile geliştirilen hibrit sistemler konusunda yapılmış deneysel ve analitik çalışmalarla ilgili bilgiler verildi,
Prefabrik kolonlarda narinlik etkisi ve aderans
göçmesi göz önüne alınarak Slovenya’da elde
edilen analitik model ve modelin temel-kolon
birleşimi numunesinde gerçekleştirilen deneysel
çalışma ile karşılaştırılması verildi.
İkinci oturumunda ülkemizde prefabrik kolonkiriş birleşimlerine yönelik gerçekleştirilen bazı
deneysel çalışmalar hakkında sunumlar gerçekleştirildi;
ODTÜ’de kolon-kiriş birleşimlerine yönelik yapılan
deneysel çalışmalarda 7 adet ard-çekmeli birleşim
bölgesi ile ilgili çalışmalar aktarıldı.
Kocaeli ve Boğaziçi Üniversiteleri’nde hibrit ve yerinde dökme prefabrik betonarme kolon-kiriş birleşimlerinin sismik tasarımında etkin detayların
elde edilmesi amacı ile gerçekleştirilen deneysel
çalışmalar hakkında bilgi verildi.
İTÜ’de gerçekleştirilen ardgermeli birleşim deneyleri ile ilgili çalışmalardan da bilgiler verildi.
Yapı Merkezi deneysel çalışmalarında üç boyutlu
prototip bir prefabrik yapı modeli üzerinde gerçekleştirilen deneyler aktarıldı.
Yapısal modelleme ve yeni tasarım esaslarının yer
aldığı üçüncü oturumda;
Eğik eğilme etkisi altındaki tekil temeller ve ikinci
mertebe etkilerinin göz önüne alınarak kolon narinlik hesaplarının doğrusal olmayan analizle gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalar konusunda
bilgiler verildi.
Son oturumda gerçekleştirilen panel bölümünde
prefabrik yapıların tasarımında ve uygulamalarında
gelecekte göz önüne alınması gereken hususlar konusundaki bazı öneri ve görüşler ise;
Dört oturumdan oluşan çalıştayın konu başlıkları şu
şekilde yer aldı:
Prefabrikasyonda Uluslararası Çalışmalar
Türkiye’de Gerçekleştirilen Bazı Deneysel Çalışmalar
Yapısal Modelleme ve Yeni Tasarım Esasları
Panel/Tartışma
Çalıştayın ilk oturumunda;
Türkiye’den İstanbul Teknik Üniversitesi ve Türkiye
Prefabrik Birliği olmak üzere 8 Avrupa Birliği üyesi
ülkesinin yer aldığı AB Projesi “SAFECAST” hakkında bilgiler verildi. Proje kapsamında prefabrik
kolon-kiriş, döşeme-kiriş, kolon-temel ve cephe
panosu-kolon birleşimlerinin sismik tasarımı ile
ilgili çalışmaların gerçekleştirildiği aktarıldı.
Yeni Zelanda’da prefabrik yapılarda kolon-kiriş
birleşimlerinin tasarımında ardgerme tekniği ve
takılıp sökülebilen enerji sönümleyici cihazların
30 Temmuz 2010 - 153
Ar-ge çalışmalarının arttırılması,
Yüksek yapılarda prefabrikasyon uygulamalarının
arttırılmasına yönelik çalışmaların yapılması,
Prefabrik yapı elemanlarının ve yapıların tasarımındaki yönetmeliklerin günümüz şartlarına
uygun hale getirilmesi, stabilite kontrolleri ile bir-
Prefabrik
leşim detayları ile ilgili maddelerin yer almasının
gerekliliği,
Prefabrikasyon sektörü içerisinde projelendirmede ve yapımda çalışan teknik personel için sertifikalandırma yapılabileceği,
şeklinde sıralanabilir.
Ayrıca programa ek olarak Prof. Dr. Matej FISCHINGER
(Slovenya) tarafından Şili Depremi ile ilgili bir sunum
gerçekleştirildi.
Kaynak : http://www.prefab.org.tr/ (Türkiye Prefabrike Birliği)
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Temmuz 2010 - 153 31
İş Sağlığı ve Güvenliği
İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK
BİRİMLERI HAKKINDA YÖNETMELİK UYGULAMALARINA TMMOB
TARAFINDAN AÇILAN DAVALARDA DANIŞTAY TARAFINDAN YÜRÜTMEYİ
DURDURMA KARARLARI VERİLDİ
Alpaslan ERTÜRK
Öğr. Gör. Maden Yük Müh. İş Güvenliği Uzmanı(A) (DEÜ Mühendislik Fak. Maden Müh. Böl.)
“İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve
Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik” uygulamalarina ilişkin olarak Türk Tabipleri Birliği tarafından açılan
davada Danıştay Onuncu Dairesi 29.03.2010 tarihli 2010/696 Esas Nolu ara kararla bazı maddelerin
yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti. Bu kararı
daha önceki yazımızda sizlerle paylaşmıtık.
Bu kararın ardından aynı süreçte devam etmekte olan
ve aynı Yönetmelik hakkında TMMOB Maden Mühendisleri Odası ve TMMOB Makina Mühendisleri Odası
tarafından açılan davalarda da benzer sonuçlar alındı;
TMMOB Maden Mühendisleri Odası tarafından açılan
davada “E:2009/13775 sayılı ara karar ile ilgili Yönetmeliğin, 4/b., 4/c., 35.,40.,41.,42.,44.,47.,48.,54.
maddeleri ile 56. Maddenin 1/a-3, 1/b-2, 1/b-4,
1/c-1, ve 1/c-2 alt bentlerinin yürütülmesinin durdurulmasına, anılan Yönetmeliğin dava konusu diğer
madde ve düzenlemelerine ilişkin yürütmenin durudurulması isteminin reddine, …….. 16/04/2010 tarihinde
oybirliğiyle karar verilmiştir.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası tarfından açılan
davada “E:2009/13770 sayılı ara karar ile ilgili Yönetmeliğin, 4.maddesinin c bendinin, 40. maddesinin, 42.
maddesinin 2. bendinde geçen “işyeri hekimliği ve
iş güvenliği uzmanlığı eğitim kurumu yetki belgesi”
ibaresinin, 47.maddesinin 1. fıkrasının b bendinde
geçen; “en az üçyıl(A) sınıfı iş güvenliği uzmanlığı belgesi ile iş güvenliği alanında görev yaptığını belgeleyen” ibaresinin ve 1. fıkrasının ç bendi
ve 2.fıkrasının, 54. maddesinin birinci fıkrasında
geçen “Teorik eğitimin en fazla üçte ikisi uzaktan
eğitimyöntemi kullanılarak da verilebilir” ibaresinin ve 56. Maddesinin 1. Fıkrasının b bendinin yürütülmesinin durdurulmasına, anılan Yönetmeliğin
dava konusu diğer madde ve düzenlemelerine ilişkin
yürütmenin durudurulması isteminin reddine, ……..
16/04/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir.
Sonuç olarak ülkemizde iş kazaları can almaya devam ederken, mevzuatta yaşanan karmaşa da devam etmektedir. Bu süreci sonlandırmaya yönelik
olarak hazırlanan Yasa ve yeni Yönetmeliklerin de
benzer sonuçlarla karşılaşabileceğini tahmin etmek
hiç de zor değildir.
İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ KONUSU
KAMUSAL SORUMLULUKLA ELE ALINMALIDIR!
TBMM’nde “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” içeriğinde İş Sağlığı ve İş Güvenliği konusu
da gündemde görüşmeye açılacak kanun teklifleri arasındadır.
Bu kanun teklifi incelendiğinde, TMMOB ve bağlı Odaların kapsam dışına çıkarıldığı da görülmektedir.
Konuyla ilgili İnşaat Mühendisleri Odası tarafından bir önerge hazırlanarak milletvekillerine gönderilmiştir. Yine
aynı konuyla ilgili olarak İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanarak üyelerimiz tarafından TBMM Başkanlığı ile TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na fakslanan metin aşağıdadır.
Türkiye son yıllarda birbiri ardına yaşanan iş kazalarıyla sarsılmaktadır. Tuzla Tersanesi ve maden ocakları başta olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanında
yaşanan iş kazalarında her yıl yüzlerce kişi hayatını yitirirken, binlerce kişi ise sakat kalmaktadır. Kazaların
yaşandığı işyerlerinin ortak noktası, iş güvenliğinin
göz ardı edildiği, denetimin uygulanmadığı, sendikalaşmanın olmadığı ve taşeronluğun yaygınlaştığı
işletmeler olmalarıdır. Kamu işletmeciliği anlayışının
gerilemesi, özelleştirmeler ve sendikalaşma oranının
32 Temmuz 2010 - 153
düşmesi, işçi sağlığı ve işyeri güvenliği konusunun
kronik bir sorun haline dönüşmesine neden olmuştur.
İşyeri güvenliğinin ve sağlıklı çalışma koşullarının
sağlanması kamusal bir sorumluluktur. İşçi sağlığının
ve iş güvenliğinin sağlanması için gerekli yasal ve idari düzenlemeleri yapmak ve alınan tedbirlerin uygulanmasını sağlamak hükümetin sorumluluğundadır.
Ne yazık ki, AK Parti Hükümeti, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki sorumluluklarını yerine getirmediği
İş Sağlığı ve Güvenliği
gibi, bu konudaki yasal düzenlemeleri bile “daha geri
noktaya” götürmeye çalışmaktadır.
Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu, 2003
yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Yasası’yla düzenlenmiştir. Yasa, işveren tarafından kurulan “İş Sağlığı
ve Güvenliği Kurulu”, hekimlerden oluşan “İşyeri Sağlık Birimi” ve “İş güvenliğiyle görevli mühendis veya
teknik elemanlar” eliyle sağlıklı ve güvenli bir çalışma
düzeninin oluşturulmasını öngörmüştür. Yasa, Türk
Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği’ni (TMMOB) söz konusu çalışma düzeninin etkin bir katılımcısı olarak tanımlamıştır.
Ne var ki, bu konuda hazırlanan uygulama yönetmelikleri, yasada yer alan hükümleri karşılamamıştır.
Yasaya karşı olan bu yönetmelikler, TMMOB tarafından açılan davalar sonucunda iptal edilmişlerdir. Hükümet, yasaya uygun yönetmelikler yapmak yerine,
yasayı yönetmeliklere uydurma yoluna yönelmiştir.
4857 Sayılı İş Kanunu’nun işçi sağlığı ve iş güvenliğine
ilişkin maddelerini değiştirmek için hazırlanan yasa
teklifi, tüm itirazlarımıza rağmen komisyonlardan geçirilerek Genel Kurul gündemine getirilmiştir.
2/712 Esas Numaralı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı bir Torba Yasanın 10,11 ve 12. Maddelerin yer alan değişikliklerle
birlikte, Sağlık Bakanlığı, TTB ve TMMOB sürecin tamamen dışında bırakılarak, işyeri sağlık ve güvenliği
konusundaki tüm yetkiler Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’na verilmektedir. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olan TTB ve TMMOB’nin kendi
uzmanlık alanlarındaki birikim, sorumluluk ve yetkileri görmezden gelinmektedir.
Yasada, işyeri güvenliğinin sağlanması için gerekli
tedbirlerin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi için yetkili olan mühendisler yerine tüm teknik
elemanları içeren “iş güvenliği uzmanlığı” tanımının
yapılması, sürecin sağlıklı işleyişini sıkıntıya sokmaktadır.
Söz konusu yasa değişikliğinin en can alıcı noktalarından birisi de, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı
ile diğer teknik ve sağlık personeline eğitiminin özel
işletmelerce yapılmasına olanak sağlanmasıdır. Böylelikle iş güvenliği konusunda çalışacak hekim ve uzmanların eğitimi özel sektöre devredilerek “kar kapısı”
haline dönüştürülmektedir. “Özelleştirmeler” ve “aşırı
kar hırsı”, iş kazalarındaki artmasındaki en önemli nedenler arasında sayılırken, “işçi sağlığı ve iş güvenliği”
konusunun bile piyasalaştırılmaya çalışılması bilimle,
akılla ve vicdanla açıklanabilir bir durum değildir.
Sağlıklı ve güvenli bir çalışma düzeninin kurulmasının kamusal bir sorumluluk olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu konu, karlılık mantığı üzerine kurulmuş
ticari işletmelerin sorumluluğuna bırakılmamalıdır.
Kamu yararını gözeten ve kamusal nitelikleri öne çıkan emek ve meslek odaları, bu sürecin etkin özneleri
olmalıdır.
2/712 Esas Numaralı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin 10, 11 ve 12. maddeleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorununun kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu
değişiklikler yasalaştığı takdirde “iş kazaları” ve “iş
güvenliği” sorunu giderek büyüyecektir. Yasa değişikliği teklifi reddedilmelidir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği
konusundaki uygulama yönetmelikleri, TMMOB, TTB
ve sendikaların da taraf olduğu komisyonlar eliyle hazırlanmalıdır.
İMO TARAFINDAN HAZIRLANAN DEĞİŞİKLİK ÖNERGELERİ
TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA
Görüşülmekte olan Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 10 uncu maddesinin (a) ve (c)
bentlerinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
“a) İşlerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapmak üzere Bakanlıkça ve/veya Bakanlıkça yetkilendirilmiş kamu kurumları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca belgelendirilmiş hekimler,
işyeri hekimini; mühendisler iş güvenliği mühendisini,”
“c) İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapacak
işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının eğitimlerini
veren kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının yanı sıra Bakanlıkça yetkilendirilen kamu kurum ve
kuruluşları ve Türk Akreditasyon Kurumu veya Avrupa
Birliği ile çok taraflı tanıma anlaşmaları imzalamış akreditasyon kuruluşlarından akredite edilmiş Personel
Belgelendirme kurum ve kuruluşları, eğitim kurumunu,”
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Gerekçe
Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin 10. maddesinin (a) ve (c) fıkralarına ilişkin değişiklik önerisi, Anayasanın 138 inci maddesi, 5544 sayılı
Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu, 6235 sayılı TMMOB
Kanunu, 6023 sayılı TTB Kanunu ile uyumun sağlanmasının yanı sıra, kamu kurumu niteliğindeki ilgili meslek
odalarının iş sağlığı ve iş güvenliği alanlarındaki bilgi ve
deneyimlerinden azami oranda yararlanılmasını teminen meslek odalarına eğitim ve belgelendirme olanağı
sağlanması amacıyla verilmiştir.
Ayrıca iş sağlığı ve güvenliği gibi “can alıcı” nitelikteki bir
konuda eğitim ve belgelendirmenin “kar” amaçlı ticari
kuruluşlar tarafından yapılmasının yaratacağı ciddi sorunlara yol açacağı ve eğitimde nitelik kaybı yaşanacağı
dikkate alınarak bu kuruluşlar teklif önerisinden kaldırılmıştır.
Temmuz 2010 - 153 33
İş Sağlığı ve Güvenliği
TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA
tiğinde diğer teknik elemanı
Görüşülmekte olan Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 11 inci maddesinin ilk fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
görevlendirmekle,
“işyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin nitelikleri, ortak sağlık ve güvenlik
birimlerinden hizmet alınmasına ilişkin hususlar, bu birimlerde bulunması gereken araç, gereç ve teçhizat ile
görevlendirilecek işyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi
ve diğer sağlık personelinin nitelikleri, sayısı, işe alınmaları, görev, yetki ve sorumlulukları, çalışma şartları,
görevlerini nasıl yürütecekleri, eğitimleri ve belgelendirilmeleri ile eğitim kurumları ile belgelendirme kurumlarının yetkilendirilmeleri, işyeri hekimi ve iş güvenliği
mühendisi eğitim programlarının ve bu programlarda
görev alacak eğiticilerin niteliklerinin belirlenmesi ve
belgelendirilmeleri ile eğitimlerin sonunda yapılacak
sınavlar Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipleri Birliği ve Türk
Mimar Mühendis Odaları Birliğinin görüşleri alınarak
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Gerekçe
4857 sayılı İş Kanunu’nun yayımlandığı 2003 yılından
bugüne bu kanuna bağlı olarak çıkartılan yönetmelikler
konusunda uygulama birliği sağlanamamıştır. Katılımcı
demokrasinin gereği olarak anılan yönetmeliklerin TTB
ve TMMOB ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca
müştereken çıkarılması gerekmektedir. Böylelikle kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bilgi ve deneyimlerinden en üst düzeyde yararlanılabilecek ayrıca
toplumsal uzlaşma kültürüne katkıda bulunulacaktır.
İş sağlığı ve güvenliği gibi kamuoyunu doğrudan ilgilendiren bir alanda eğitim ve denetim uygulamalarının
yaygınlaştırılması ile niteliğin yükseltilmesi sağlanacaktır.
TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA
4857 sayılı İş Kanununun 81 inci maddesinin birinci ve
ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesi arz ederiz.
“İşverenler, işçi çalıştırdıkları işyerlerinde alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin belirlenmesi ve
uygulanmasının izlenmesi, iş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi, işçilerin ilk yardım ve acil tedavi ile
koruyucu sağlık ve güvenlik hizmetlerinin yürütülmesi
amacıyla, işyerindeki işçi sayısı, işyerinin niteliği ve işin
tehlike sınıf ve derecesine göre;
a) İşyeri sağlık ve güvenlik birimi oluşturmakla,
b) Bir veya birden fazla işyeri hekimi ile gereğinde diğer
sağlık personelini görevlendirmekle,
c) Bir veya birden fazla iş güvenliği mühendisi ile gerek-
34 Temmuz 2010 - 153
yükümlüdürler. İşyeri hekimleri ile iş güvenliği mühendislerinin sözleşmeleri mevzuattan veya sözleşmeden
doğan haklarını takip veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işveren aleyhine idari veya adli makamlara
başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmış
olmaları nedeni ile fesih edilemez.
30 işçiden az işçi çalıştıran işverenler, bu yükümlülüklerinin tamamını veya bir kısmını, bünyesinde çalıştırdığı
ve bu maddeye dayanılarak çıkarılacak yönetmelikte
belirtilen vasıflara sahip personel ile yerine getirebileceği gibi, işletme dışında kurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alarak da yerine getirebilir. Bu
şekilde hizmet alınması işverenin sorumluklarını ortadan kaldırmaz. 30 işçiden fazla işçi çalışan işverenler bu
yükümlülüklerini, işyerinde oluşturulan işyeri sağlık ve
güvenlik birimi aracılığı ile yerine getirmek zorundadırlar. İşyerinde alt işveren çalıştırılması durumunda işçi
sayısı alt işverenin işçileri de dahil edilerek hesaplanır.”
Gerekçe
Yapılan değişiklik ile ülkemizce imzalanmış olan (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı ile ILO sözleşmelerinin hükümlerinin yerine getirilmesi amaçlanmıştır.
TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA
Görüşülmekte olan Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 12. Maddesinin (m) bendinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
“m) İşyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi, diğer teknik
ve sağlık personel ile işçilere eğitim vermek için Türk
Akreditasyon Kurumu veya Avrupa Birliği ile çok taraflı
tanıma anlaşmaları imzalamış akreditasyon kuruluşlarından akredite edilmiş Personel Belgelendirme kurum
ve kuruluşları ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerini,
belge vermek üzere kamu kurumlarını ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını yetkilendirmek,
gerektiğinde yetkilerini iptal etmek, hizmetin etkin
ve verimli bir şekilde verilip verilmediğinin kontrol ve
denetimini sağlamak, işyeri hekimi ve iş güvenliği mühendisinin eğitimleri sonundaki sınavları yapmak ve
yaptırmak, ”
Gerekçe
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun 12. maddesinin birinci
fıkrasına (l) bendinden sonra gelmek üzere eklenen (m)
bendine ilişkin değişiklik önerisi, Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin 10. maddesinin
(a) ve (c) fıkralarına ilişkin değişiklik önerisine bağlı olarak, Bakanlığın görev tanımlarının ilgili fıkralarla uyumunun sağlanması amacıyla verilmiştir.
Vergi
MÜKELLEF OLMA BİLİNCİ
Doğan ÖZTÜRK
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
(İMO İzmir Şubesi Mali Danışmanı)
MÜKELLEFİN VERGİ KANUNLARINA KARŞI HAKLARI
VE SORUMLULUKLARI
Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu
terettüb eden (düşen) gerçek veya tüzel kişidir.
1. Tam mükellef; Türkiye’de ikamet eden kişiler ile yurtdışında Türk devleti adına çalışan kişi ve müesseselerdir.
2. Dar mükellef; Türkiye’de ikamet etmeyip 6 aydan fazla
Türkiye’de bulunan kişiler.
HAKLARI
A - Defter ve Belgelerin Usulüne Uygun Olarak İstenmesini İsteme Hakkı
B- Kimlik Gösterilmesini İsteme Hakkı
C- Vergi İncelenmesine Alınmanın Hukuki Dayanağının
İstenmesi Hakkı
D- İncelemenin Kendi İşyerinde Yapılmasını İsteme Hakkı
Vergi mükellefleri, VUK’un 139. maddesi uyarınca, vergi
incelemesinin kendi işyerinde yapılmasını isteme hakkına sahiptir.
E- Vergi İncelemesinin Konusunun Bildirilmesini İsteme
Hakkı
(VUK md. 140/1). Bu hem VUK’un hükmü gereğidir,
hem de Bilgi Edinme Kanunu’nun doğal bir uzantısıdır
İncelemenin konusunu bildirmenin kapsamına şu konular girer:
(İnceleme ile ilgili görev yazısını yazan makam, yazının
tarihi ve sayısı)
(Olağan vergi incelemesi, ihbara dayalı vergi incelemesi,
karşıt inceleme vb.),
- (GV, KV, KDV, Damga Vergisi, ÖTV, Gider Vergileri vb.).
- (01.01.2007 - 31.12.2009 arası dönem gibi).
J- İnceleme Nedeniyle Alınan Defter ve Belgelerden
Yararlanma Hakkı
K- Tutanak Tutulması Sırasında Yasal Haklarının Anımsatılmasını İsteme Hakkı
Nezdinde İnceleme yapılan mükellefe son tutanak alınması sırasında Tarhiyat Öncesi Uzlaşma kurumundan yararlanıp, yararlanmayacağı hususunun sorulması gerekir.
Bu VUK’un uzlaşmaya yönelik maddelerinin zorunlu bir
sonucudur. Bu çerçevede mükellefe Uzlaşma ve Tarhiyat
Öncesi Uzlaşma kurumlarının anlatılması gerekir. Bu anlatım sırasında mükellefin olumlu ya da olumsuz etki altında kalmaması için yansızlığı özen gösterilmesi ve olabildiğince yorum ve güdülemeden kaçınılması gerekir.
L- Vergi İncelemesinin Bittiğine İlişkin Resmi Bir Yazıyı İsteme Hakkı
Vergi incelemesi bittiğinde, bunun yapıldığını gösteren bir resmi yazı mükellefe verilir (VUK md. 140/3).
M- Vergi İnceleme Raporlarının Hukuka Uygun Yolla
Tebliğini İsteme Hakkı
Mükellefler, vergi incelemesi sonucu düzenlenen vergi
inceleme raporlarının kendilerine VUK hükümlerine uygun şekilde tebliğ edilmesini isteme hakkına sahiptirler.
N- Arama Kararının Bir Örneğini İsteme Hakkı
Aramalı vergi incelemesi, Sulh Ceza Mahkemesi yargıçlığından arama kararı alınmasını zorunlu kılmaktadır. Arama kararı olmadıkça mükellefin veya mükellefle ilgili bulunan kişi, kurum ve kuruluşlarda, mükellefin evinde ve
üzerinde arama yapılamaz. Aramaya başlamadan önce,
arama kararının arama yapılacak adreslere ulaşıldığında
mükellefe veya vekillerine bir örneğinin verilmesi gerekir.
F- Resmi Çalışma Saatleri Dışında Vergi İncelemesi Yapılmamasını İsteme Hakkı
VUK’un 140/2. maddesi uyarınca,
O- Aramada El Konulan Defter ve Belgelerin Ayrıntılı Tespitini ve Bilgisayarın Hard Disklerinin Yedeklemesinin Kurallara Uygun Yapılmasını İsteme Hakkı
G- Vergi İncelemesinin İşyeri Etkinliklerini Aksatmamasını İsteme Hakkı
VUK’un 140/2. maddesi hükmü gereğidir.
Arama çok özel ve hukuken çok ağır bir durumdur. Kişinin
küçük dünyasına devletin el atma hareketidir. Bu yönüyle
birey özgürlüklerini zedeleyici bir yanı vardır. Bu bakımdan
aramada el konulan her türlü defter ve belgenin ayrıntılı
olarak tutanaklara geçirilmesine dikkat etmek gerekir. Bilgisayarların veri depolarının (hard disklerinin) teknolojik
ve hukuk kurallarına uygun biçimde ve mutlaka mükellefin teknik ekibinin de bulunduğu bir ortamda yedeklenmesi ve bu yedeklerin delil niteliğinin mahkeme aşamasında kabul için güvenlik altına alınması gerekir. Mükellefin tüm bu süreçlerde hukukun tüm unsurlarına uygun
davranılmasını isteme hakkı vardır. İnceleme elemanlarının da, mükellefin bu hakkına saygı göstermesi beklenir.
H- Vergi İnceleme Tutanaklarına Kendi Görüşlerinin Yazılmasını İsteme Hakkı
VUK’un 141. maddesi uyarınca
I- Tutanakların Bir Örneğini İsteme Hakkı
İmzaladığı vergi inceleme tutanağının bir örneği mükellefe veya vekiline verilir. Bu VUK’un 141. maddesi gereği
zorunludur.
İ- Tutanakları İmzaladıktan Sonra El Konulan Defter ve
Belgeleri İsteme Hakkı
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Ö- Arama Yoluyla El Konulan Defter Ve Belgelerin AyrışTemmuz 2010 - 153 35
Vergi
tırmasının Kendi Gözetimi ve Katılımı Altında Yapılmasını
İsteme Hakkı
Arama yoluyla el konulan defter ve belgelerin konulduğu mühürlü torbaların açılması ve ayrıştırılması sırasında
mutlaka mükellefin veya vekilinin hazır bulunması gerekir. Torba mühürlerinin bozulmasının (fekkinin) mükellefin veya vekilinin kontrollünden sonra yapılması önemlidir. Tüm bu işlemlerin de tutanağa kaydedilmesi gerekir.
El konulan bilgisayar veya yedeklenmiş veri depolarının
(hard disklerini) açılması, şifrelerinin kırılması ve hard
disklerdeki verilerin kağıt ortamına aktarılması sırasında
mükellef veya vekili hazır bulunur. Yazıcıdan çıkan tüm
belgelerin her bir sayfası mükellef veya vekili tarafından
imzalanır ve kaşelenir. Böylelikle, somutlanan bilgilere
mükellefin dışında hiç kimsenin bir bilgi eklemesinde
bulunmadığı hukuken saptanmış olur (VUK md. 143).
El konulan defter, belge ve bilgisayar ortamlarının açılması, ayrıştırılması ve kağıt ortamına basılması sırasında
mükellefin veya vekilinin ve teknik adamlarının da hazır
bulundurulması; tüm yapılan işlemlerin tutanaklara yazılması ileride ortaya çıkması olası boş ve gereksiz hukuki
tartışmaları en başından ortadan kaldırır. Ayrıca, mükellefin hukukunu korur.
Ü- Vergisinin Doğru Hesaplanmasını İsteme Hakkı
VUK’un gerek 3. maddesi uyarınca ve gerekse 134. maddesi uyarınca vergisinin vergiyi doğuran olaydan başlayarak doğru hesaplanmasını istemek hakkına sahiptir.
VUK’un 134. maddesi uyarınca, vergi incelemesinden
amaç; ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır.
V- İnceleme Sırasında Meslek Mensubunu (YMM,
SMMM, SM) Yanında Bulundurmayı İsteme Hakkı
3568 sayılı Yasa kapsamında faaliyet gösteren YMM,
SMMM ve SM mensuplarının yapılan incelemenin mükellefin bulunması gereken her aşamasında mükellef istediği takdirde bulunmaları olanaklıdır. Bu mükellefin hukukunun korunması bakımından önemlidir.
Y- İnceleme Sırasında Ve Sonrasında Vergi Mahremiyetini
İsteme Hakkı
Z- Kendisine, Kurumuna ve Kurum Çalışanlarına Özen-Li
Davranılmasını İsteme Hakkı
ÖDEVLERİ
P- Aramada El Konulan Belgelerden Vergi İle İlgili Olmayanlarını İsteme Hakkı
İncelenmek üzere arama yoluyla el konulan belgelerden
vergi ile ilgili olmayan kişisel ve özel mektup ve diğer
belgeler tutanak karşılığında ayrıştırma sırasında mükellefe veya vekiline iade edilir (VUK md. 144).
R- Arama ile El Konulan Defter, Belge ve Bilgisayarların
İyi Korunmasını İsteme Hakkı
Arama sonucu el konulan defter ve belgeler ile bilgisayarların iyi saklanması gerekir. Bunların iyi saklanmamasından dolayı mükellefin uğrayacağı zararların vergi
idaresi tarafından karşılanması gerekir (VUK md. 143).
S- Vergi İncelemesinin Öncelikle Bitirilmesini İsteme
Hakkı
Aramalı yapılan vergi incelemesi, çabukça ve her işten
öncelikle bitirilir. Mükellef aramalı yapılan vergi incelemesinin bir an önce bitirilmesini inceleme elemanından
isteyebilir.
Ş- Mükellefin El Konulan Defter, Belge Ve Kayıtlardan
Yararlanım Hakkı
Mükellef beyannamesini düzenlemek için gerekli bilgileri defter ve belgelerden yukarıdaki fıkra hükmü dairesinde çıkarılabilir. Mükellefin bu husustaki yazılı isteği
yetkililerce derhal yerine getirilir (VUK md. 144).
T- Kayıtların İşlenmesi İçin Ek Süre İsteme Hakkı
U- İhbarın Doğru Çıkmaması Sonucunda Muhbirin Adını
İsteme Hakkı
İhbar üzerine yapılan aramada ihbar sabit olmazsa nezdinde arama yapılan kimse muhbirin adının bildirilmesini isteyebilir, bu takdirde, vergi dairesi muhbirin ismini
bildirmeye mecburdur (VUK md. 142).
36 Temmuz 2010 - 153
İşe Başlama :
İşe Başlamayı Bildirmek Zorunda Olanlar;
1-Ticaret ve sanat erbabı;
2-Serbest meslek erbabı;
3-Kurumlar vergisi mükellefleri;
4-Kollektif ve adi şirket ortaklarıyla, komandit şirketlerin
komandite ortakları.
Adres Değişikliğini Bildirme:
İş Değişikliğini Bildirme:
1-Yeni bir vergiye tabi olmak
2-Mükellefiyet şeklinde değişiklik
3-Mükellefiyetten muaflığa geçmek
İşi Bırakmayı Bildirme:
1-Tasfiye, iflas halleri de işi bırakma sayılır.
2-Tasfiye ve iflas kararlarının ilanıyla kapanma kabul edilir.
3-Ölüm de işi bırakma hükmündedir.
Defter Tutma
Defter tutmak zorunda olanlar:
1.Ticaret ve sanat erbabı;
2. Ticaret şirketleri;
3. İktisadi kamu müesseseleri;
4. Dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler;
5. Serbest meslek erbabı;
6. Çiftçiler.
İktisadi kamu müesseseleriyle dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler defter tutma bakımından tüccarların tabi
oldukları hükümlere tabidirler.
Defter Tutmak Zorunda Olmayanlar:
1- Gelir vergisinden muaf olan esnaf ve gerçek usulde
vergiye tabi olmayan çiftçiler.
2- Gelir Vergisi Kanununa göre kazançları basit usulde
tespit edilenler.
Vergi
3- Kurumlar vergisinden muaf olan;
tƞLUƌTBEƌLBNVNàFTTFTFMFSƌ
t%FSOFLWFWBL‘øBSBBƌUƌLUƌTBEƌƌǵMFUNFMFS
Vesikalar
Vergi mükellefleri, Vergi Usul Kanunu uyarınca aşağıda
açıklanan belgeleri düzenlemek ve kullanmak zorundadır. Mükellefler kullanacakları belgeleri “Vergi Usul Kanunu Uyarınca Vergi Mükellefleri Tarafından Kullanılan Belgelerin Basım ve Dağıtımı Hakkında Yönetmelik” hükümlerine göre Defterdarlıklarla anlaşmalı olan matbaalara
bastırarak veya anlaşmalı matbaalar dışındaki matbaalardan temin etmeleri halinde bunları notere onaylatarak
kullanmak zorundadırlar.
Fatura; Sevk İrsaliyesi; İrsaliyeli Fatura; Perakende Satış
Vesikaları; Gider Pusulası; Müstahsil Makbuzu; Serbest
Meslek Makbuzu; Taşıma İrsaliyesi; Yolcu Listeleri; Günlük
Müşteri Listeleri;Adisyon; Reçete; Ambar Tesellüm Fişi;
Döviz Alım ve Satım Belgesi; Dekontlar;Sigorta Poliçesi;
Sigorta Komisyon Gider Belgesi.
Mükelleflerin Muhafaza ve İbraz Ödevleri:
Vergi Usul Kanununa göre defter tutmak mecburiyetinde
olanlar, tuttukları defterleri ve belgeleri ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak 5 yıl süre ile
muhafaza edeceklerdir
tMükellefin Sosyal Güvenlik Kurumu Karşısındaki Hakları
Ve Sorumlulukları
Her mükellef işyerinin sgk bildirmek sorumluluğuna sahiptir.
Mükellef 5510 sayılı yasa çıkmadan önce ssk ise açmış olduğu işyerinde sosyal güvence olarak SSK’sını yürütebilir
ayrıca bağkurlu olmasına gerek yoktur. Şayet ssk değil ise
otomatik olarak bağkurlu olur.
Mükellef her ay hizmet bildirimi beyanını , eksik gün beyanını vermekle mükelleftir.
İş kazaları ile ilgili bildirim yapmalıdır.
İşini bıraktığını bildirmekle mükelleftir.
Adına çıkan aylık ssk ödemelerini yapmakla sorumludur.
Mükellef 5510 sayılı yazı kanunla emeklilik hakkına sahiptir.Kanunda yazılı süreler dolduğunda
Emekliliği hak eder.
Adına salınan ödeme emri ceza ihbarnamelerinde gösterilen sürelerde yanıt vermek mal bildiriminde
Bulunmakla mükelleftir.
Defter ve belgelerinin incelenmesi söz konusu olduğunda bunu yazılı olarak talep etmek ve talebi ilgili
Zamanında yerine getirmekle mükelleftir.
İş yerinde sağlıklı ve iş güvenliğine tabi bir ortam yaratmakla mükelleftir.
Her işçiye işçi özlük dosyası hazırlanmasından sorumludur.
Tehlikeli işlerde çalışan işçilerle ilgili iş kanununun yüklediği sorumluluklarda hassasiyet
Göstermekle mükelleftir.Alınması gerekli sağlık raporlarını almak bonservisleri kontrol etmek vs.
İş akit başlangıç ve bitişlerinde iş kanunu hükümleri dışında hareket etmemekle yükümlüdür.
İşe başlama ve bitiş önelleri yani ihbar önelleri, ücretli
izin, kıdem tazminatı gibi hususlarda 4857 Sayılı iş kanuİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
nuna uymakla yükümlüdür.
Mükellefin Diğer Vergi Kanunları Karşısındaki Hakları ve
Sorumlulukları
Maalesef vergi kanunlarımız KDV , kurumlar ve gelir vergisinden ibaret değildir.
Damga Vergisi Kanunu, Özel Tüketim Vergisi Kanunu,
Amme Alacakları Kanunu, Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu, Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Gider Vergisi Kanunu,
Emlak Vergisi Kanunu, Haçlar Kanunu, Belediye Gelirleri
Kanunu... diye uzayıp giden bir settir.
Malumdur ki kanunlar sorumsuz, tüzel kişilikler ve gerçek kişiler ise kanunlardan sorumludur.
Gerek gerçek kişi gerekse tüzel kişiliklerde sorumluluk sahibi yönetim kurulu üyelerinin asli görevleri , dünyadaki
rekabetçi şartlarla mücadele , ülkeye teknolojinin getirilmesi, ticari kar, sosyal refah, ülke refahı ve istihdama katkı
koymak gibi önemli sorumlulukları varken , birde bu kanunları takip etmek elbette olası ve kolay bir iş değildir.
Burada meslek kuruluşları ve bu konularda hizmet veren
odalar (TÜRMOB – BAROLAR BİRLİĞİ ) büyük sorumluluklar düşmektedir. Mükellef sıfatlı kimsenin yapması gereken OLMAZ İSE OLMAZ HUSUS ŞUDUR: Ticari hayata atılırken İYİ BİR HUKUK MÜŞAVİRİ ve İYİ BİR MALİ MÜŞAVİR
seçmek olacaktır.
Bu seçimleri yaptıktan sonra önüne gelen tüm bürokrasi işlemlerinde bu ekibi iyi kullanmak ve ekibin sunduğu
bilgiyi okuyup ve yönünü ona göre dönmektir.En acı günümüzde dahi bu böyledir.Babamız vefat eder veraset ve
intikal vergisi ile işlem takvimi yürümeye başlar.Yurtdışına ihracat yaparız 3065 sayılı KDV kanunu ve ihraç kayıtlı
teslimler gündeme gelir , görüldüğü gibi bu kanunları bir
kişinin bilmesi ve yenilenen bu kanunları gün ve gün takip etmesi kolay bir iş değildir.
Meslek kuruluşlarının işlevi ise yine üyelerine müşavirlik
hizmeti veren kurum ve kuruluşlar ile direk olarak , üyelerinin muhatap olacağı resmi ve özel kuruluşlarla toplantılar yaparak bu kuruluşlarla ilgili ilişkileri üst seviyede
tutmak ve üyesi ile kuruluşları tanıştırmak olacaktır.
Ülkemizde her birey gözlerini dünyaya bir borç ile açmaktadır.Çok çalışmak ve bu borçlardan kurtulmak için
, performansımızın boşa gitmemesi ve ayrıca bir kazaya
uğramamız gerekmektedir. Mükellef zaten yukarda bahsettiğim gibi ticaretin ağır şartları ile karşı karşıya iken birde kendisine bürokrasiden vergi ve sgk kanunlarından bir
ceza kaza gelmemesi için asgari olarak yukarıda yazdıklarımızdan bir parça haberimiz olması yada iyi bir müşavir
gurubundan destek almamız gerekmektedir. Ülkemizde
BEYAN sistemi geçerlidir. Devlet mükellefinden beyanını alıp arkasından bu beyanın sıhhatli olup olmadığını
araştırmaktadır.O sebepten dolayı bu işin içinde olan biri
olarak siz değerli oda üyelerimize tavsiyem BEYANINIZI
yapmadan lütfen bir müşavirden destek almanız yönündedir.
Sözleri bir hoca nasihatı ile bitirmek istiyorum.
Nasreddin Hoca Hesabı testi kırılmadan şaplağı yemek
her zaman hayrımıza olacaktır. Lakin testi kırıldıktan sonraki şaplak sayısı her zaman kırılmadan öncekinden fazladır.
Temmuz 2010 - 153 37
Sağlık
DEPREM GERÇEĞİ VE SAĞLIK
Dr. Fatih SÜRENKÖK
Her 17 Ağustos bize deprem ile birlikte yaşama ve gerekli önlemleri almamız gerçeğini bir kez daha hatırlatır.
Gerekli açıklamalar yapılır; devletin yetkilileri alınan ve
alınmakta olan tedbirler ile görevlerini iyi yaptıklarını
söylerken, nedense meslek örgütleri alınan önlemlerin
ne kadar yetersiz olduğunu vurgular.
ki sağlık çalışanlarının afet senaryoları ile ilgili bilgi ve
organizasyonları iyi iken başta hekimler olmak üzere
diğer sağlık çalışanlarının bilgi ve katılımı yetersiz. Bu
konuda Türk Tabipleri Birliği’nin hekimlerle ve Marmara
Üniversitesinin de yönetici hemşireler ile yaptığı çalışmalar gerçeği göstermekte.
Deprem gerçeğinde sağlığın iki önemli yönü vardır.
1-Bu hizmetin verileceği binaların depreme dayanıklılığı
2-Deprem anındaki sağlık hizmetinin organizasyonu
Türk Tabipleri Birliği tarafından yapılan araştırmada,
yataklı tedavi kurumlarında görevli hekimlerin yüzde
9.6’sının “Çalıştıkları hastanenin olağan dışı duruma hazır olduğu”, yüzde 73.3’ünün ise “hazır olmadığı” görüşünü taşıdığı bildirildi Olağan dışı durumlara karşı tüm
sağlık kuruluşları ve çalışanlarının hazırlıklı ve donanımlı olmalarının önemine işaret edilen çalışmada, “Hazırlıklı olmak, fiziksel açıdan güvenli bir binada hizmet
vermekten, olağan dışı durumda kullanılacak tıbbi malzemenin depolanmasına, kriz anında nasıl işlev göreceğini, görev tanımını ve ne yapacağını bilmekten, bunun
tatbikatlarını yapmış olmaya dek uzanan bir yelpazeyi
kapsaması gerektiği” ve “Hazır olmanın sağlık sisteminin vereceği hizmetin niteliğini yükseltip, acil duruma
yanıt verme süresini kısaltacağını, sağlık çalışanlarının
bu süreçteki yetersizlikler nedeniyle ek bir travma yaşamalarını da en aza indirgeyeceği” belirtildi.
1-İzmir İlindeki Hastanelerin Depreme Dayanıklılığı
Doğal afet sırasında toplumun sağlık sorununun giderilmesi temel amaçlardan biridir. Bu nedenle sağlık
hizmeti veren hastane binalarının gerek deprem anına,
gerekse depremden sonraki olağanüstü duruma hazır
olması gerekmektedir. İlimizdeki hastanelerin önemli
bir kısmı “Deprem Yönetmeliği”nden önce yapıldığından depreme dayanıklılığı yetersizdir.
Dünya Bankası adına Toplu Konut İdaresi Proje Uygulama Biriminin, İngiliz Laing-Owen Williams şirketine
yaptırdığı “Deprem Dayanım Araştırması”nın ardından
İstanbul’daki 26, İzmir’deki 30 hastaneye bağlı toplam
644 bina hakkında rapor hazırlandı. 1998 yılında başlatılan çalışmada hastanelerin zemin etütleri yeniden
yapılırken, projeleri incelendi. Bu inceleme sonucunda
İzmir’de incelenen 30 hastanenin (Devlet, SSK, belediye, ordu ve üniversitelere bağlı) 321 binasının yüzde 70’inin depreme dayanaklı olmadığı 225 binanın
güçlendirilmesi gerektiği ortaya çıktı. Bu incelemenin
sonucunda deprem güçlendirilmesi ya da binaların yıkılarak yeniden yapılması için öngörülen bütçe hiçbir
zaman oluşturulmadı. Geçen 12 yıl içinde geçirdiğimiz
Marmara, Elazığ deprem deneyimleri bile yeterince
ders oluşturmadı ki bu konuda yeterince önlem alınmadı. Sadece yeni yapılan binalar deprem yönetmeliğine
uygun olarak yapıldı
Şu anda İzmir metropolündeki hastanelerde 20 bine
yakın sağlık çalışanı, 8 bine yakın yatan hasta -refakatçileri ile 13 bini bulabilir-, 40 bine yakın ayaktan sağlık
hizmeti için hastaneye başvuran hasta olduğu düşünülürse, bu çürük yapılarda 70 bin kişinin barındığı gerçeği ortaya çıkar.
Bu binaların bir afet sırasında hizmet vermesi bir yana
afetin kaynağı olduğu kesindir.
2-Deprem Anındaki Sağlık Hizmetinin
Organizasyonu
Bu konu binaların dayanıklılığına oranla daha iyi durumda. Ancak bu konunun özelikle çalışanlar açısından
pratik uygulaması çok iyi değil. Yönetici durumunda38 Temmuz 2010 - 153
Çalışmaya katılan hekimlerin yüzde 15.1’i çalıştıkları
hastanenin “Olağan dışı Durum Risk Analizi”nin yapıldığını ifade etti. Bu soruya hekimlerin yüzde 26.9 “Hayır”,
yüzde 57.2’si ise “Bilmiyorum” yanıtını verdi. Çalışmaya
katılan hekimlerin yüzde 36.5’i görev yaptıkları hastanenin “Hastane Afet Planı” olduğunu belirtti. Bu soruya “Hastane afet planı yok” yanıtını verenlerin oranı ise
yüzde 16.7. Hekimlerin yüzde 45.7’si de çalıştığı hastanede afet planı olup olmadığını bilmiyor.
Çalışmaya katılan hekimlerin yüzde 16.3’ü görev yaptıkları hastanede “Hastane Afet Planı Eğitimi” verildiğini
bildirdi. Bu soruya, “Hastane afet planı eğitimi yapılmadı” yanıtını verenlerin oranı da yüzde 63 oldu. Hekimlerin yüzde 19.8’i çalıştığı hastanede afet planı eğitimi
verilip verilmediğini bilmiyor.
Hekimlerin yüzde 13.1’i çalıştıkları hastanede “Hastane
Afet Planı Tatbikatı” yapıldığını belirtti. “Hastane afet
planı tatbikatı yapılmadı” yanıtını verenler ise yüzde
64.4 oranında. Hekimlerin yüzde 20.3’ü çalıştığı hastanede afet planı tatbikatı yapılıp yapılmadığını bilmiyor.
Soruları yanıtlayan hekimlerin yüzde 9.6’sı “Çalıştıkları
hastanenin olağan dışı duruma hazır olduğunu”, yüzde
73.3’ü ise “hazır olmadığını” bildirdi. Hekimlerin yüzde
15.4’ü de buna “bilmiyorum” yanıtını verdi.
Yönetici hemşirelerle yapılan çalışmada da genel olarak
olağan dışı durumlara hazırlık için daha fazla eğitim ve
teçhizata ihtiyaç duyulduğu vurgulanmış ve bu durumlarda kullanılmak üzere daha fazla insan ve ekonomik
Sağlık
kaynağa ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır.
Görüldüğü gibi binaların depreme dayanıklılığı yetersiz
olduğu gibi, içinde yaşayan,çalışan ve olağan dışı durumda topluma hizmet vereceklerin organizasyonu da
yetersiz.
SONUÇ
Deprem ile bir arada yaşamak zorunda olan kentler öncelikle toplu yaşam alanlarında iyileştirme yapmışlar,
hastaneleri de bu konuda en öne koymuşlardır.
California, 1984 depreminden sonra hastanelerdeki
tüm tıbbi cihazların depremden zarar görmeyecek şekilde sabitlenmesi için kural koydu. Bunun gibi çok basit kurallar bile maalesef ilimizde uygulanmıyor
Acaba bu konuda gereğini yapmayan yönetici görevini
kötüye kullanmış olmuyor mu?
Bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmak gerekmez mi?
Bir Japon atasözü ile bitirmek istiyorum; “Afet tam da
unutulduğu anda kapımızı çalar!”
KAYBETTİKLERİMİZ
Halil KÖMÜRCÜ (1952-2010)
1977 yılında Ege Üniversitesi’nden
mezun olan üyemiz
24 Haziran 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Ahmet AKINCI (1940-2010)
1967 yılında University Of Waterloo’dan
mezun olan üyemiz
20 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Üyelerimizin ailelerine, dostlarına ve
meslektaşlarımıza başsağlığı diliyoruz.
Üyemiz İbrahim YAVAŞÇA’nın eşi
Hürsen YAVAŞÇA
6 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir.
BULMACA ÇÖZÜMLERİ
Kare Bulmaca
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
M
U
T
A
B
A
K
A
T
2
A
R
A
S
A
A
L
E
T
3
Y
A
R
A
U
K
A
L
A
4
A
A
B
E
Y
K
A
R
5
L
A
K
B
A
H
A
L
6
A
N
B
E
R
E
H
A
7
N
K
A
D
I
N
S
I
8
M
E
R
S
G
E
Z
9
A
C
A
R
K
E
N
A
R
7 5 4 8 2 1 6 3 9
9 3 2 7 6 4 5 8 1
1 6 8 5 9 3 7 2 4
3 4 9 2 5 6 8 1 7
5 2 6 1 7 8 9 4 3
8 7 1 4 3 9 2 5 6
6 1 5 3 8 7 4 9 2
4 8 7 9 1 2 3 6 5
2 9 3 6 4 5 1 7 8
Sudoku (Zor)
8 3 7 5 2 4 9 1 6
9 6 2 1 8 7 5 3 4
4 5 1 3 6 9 8 2 7
5 1 3 4 9 2 6 7 8
2 8 4 7 5 6 1 9 3
6 7 9 8 3 1 4 5 2
3 2 6 9 1 8 7 4 5
1 4 8 2 7 5 3 6 9
7 9 5 6 4 3 2 8 1
Sudoku (Çok zor)
8 3 7 5 2 4 9 1 6
9 6 2 1 8 7 5 3 4
4 5 1 3 6 9 8 2 7
Üyemiz Fikret REİS’in annesi
Bedriye REİS
25 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir.
5 1 3 4 9 2 6 7 8
2 8 4 7 5 6 1 9 3
6 7 9 8 3 1 4 5 2
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
E
L
A
L
E
M
R
A
Sudoku (Kolay)
Üyelerimiz Mustafa DÜZGÜN’ün babası,
Vicdan Çağlar DÜZGÜN’ün kayınbabası
Ahmet DÜZGÜN
21 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Üyelerimizin acısını paylaşır,
kendisine ve yakınlarına başsağlığı dileriz.
10
3 2 6 9 1 8 7 4 5
1 4 8 2 7 5 3 6 9
7 9 5 6 4 3 2 8 1
Temmuz 2010 - 153 39
Hukuk
KOOPERATİFLER YASASI’NDA YAPILAN 13 HAZİRAN 2010 TARİHLİ
DEĞİŞİKLİKLER ÜZERİNE
Avukat Baki OKAN
Yapı Kooperatifleri, özellikle Kooperatifler Yasası’nın
yürürlüğe girdiği 1969 yılından bu yana, ana kuruluş
amaçları da dikkate alındığında, planlı ve bilinçli uygulamalarla bulundukları bölgenin konut ve diğer
benzeri gereksinimlerinin karşılanmasına önemli katkı
sağlayan kuruluşlar olmuşlardır. Bu bağlamda, başta
inşaat sektörü olmak üzere ülke ekonomisi açısından
da olumlu bir ivme kazandırdıkları, özellikle konut yapı
kooperatiflerinin az ve orta gelirlilerin konut edinmelerinde ve ülkemiz konut açığının kapatılmasındaki ve
giderek gözlemlenen küçük sanayi ve ticaret alanlarının oluşturulmasındaki rolleri yadsınamaz.
Kuşkusuz bu olumlu yönleri yanı sıra kimi olumsuz ve
sakıncalı durumlardan da sözetmek gerekir. Sözgelimi,
imar ve şehircilik mevzuat ve ilkelerine aykırı uygulamalar bu sakıncaların başında gelmektedir. Bu duruma yapı kooperatiflerinde alınan hatalı kararların ve
denetim eksikliklerinin sebep olduğu ve bu nedenle
kooperatif ortaklarının zarar görmesi yanında sağlıklı
yapılaşma yönünden de sakıncalar taşıdığı söylenebilir.
Kooperatifler Kanunu’nun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına ilişkin 5983 sayılı Yasa, 13 Haziran 2010
günlü 27610 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. Yapılan bu son değişiklikleri incelediğimizde birkaç başlıkta toplandığını görüyoruz.
Bunlardan ilki; kooperatif organları başlıklı beşinci
bölümde genel kurul seçimlerine ilişkin “oy hakkı”
başlığını taşıyan 48. maddeye eklenen fıkradır. Kooperatiflerin yönetim ve denetim kurulu üyelerinin seçilmesine ilişkin olan bu maddeye eklenen yeni fıkra,
ortak sayısı 500’den fazla olan kooperatiflerin ve üst
kuruluşlarının genel kurul toplantılarındaki yönetim
ve denetim kurulu seçimlerinin, gizli oy açık tasnif ilkesine göre yapılacağını hükme bağlamaktadır. Ancak,
esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri bu
yükümlülükten ayrık tutulmuştur. Bu yeni düzenleme
ile, ortak sayısı 500’den az olan kooperatifleri ve üst kuruluşlarını etkilememektedir. Özetle, kooperatif ortaklarının özgür iradeleri ile herhangi bir etki altında kalmadan oy kullanabilmeleri, böylece genel kurullarda
ortaya çıkacak iradenin daha katılımcı ve demokratik
bir şekilde gerçekleşmesinin amaçlandığı söylenebilir.
Öte yandan, kooperatiflerin yönetim ve denetim kurulu seçimlerinde her ortak, en fazla bir ortağı temsilen
oy kullanabilecektir.
Yasanın 81 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere;
“Amacına ulaşılarak dağılma sürecine girmiş olan kooperatiflerden çıkan veya çıkarılan ortağın konutu veya
işyeri çıkma veya çıkarılma sebebiyle geri alınamaz;
40 Temmuz 2010 - 153
ancak, bu eski ortaklar daha sonra oluşabilecek tasfiye
masraflarına katılırlar.” cümlesi eklenmiştir.
Söz konusu değişiklik, amacına ulaşarak dağılma sürecine girmiş kooperatiflerde çıkan veya çıkarılan ortakların konutunun kooperatiflerce geri alınmasını ve
bu nedenle ortakların zarar görmelerini önlemeye yöneliktir. Bu değişiklik ile anayasal bir ilke olan mülkiyet
hakkına uygun bir hüküm eklendiği de söylenebilir.
Kooperatifler Yasası’ndaki bu son değişikliğin en
önemlileri Teftiş ve Denetleme başlığını taşıyan 90.
maddenin tamamında yapılan ve Ek 1. maddenin 2.
fıkrasındaki değişikliktir.
90. maddedede yapılan en esaslı değişikliği açıklamadan önce madde metninde son değişiklik ile getirilen
yeni hükümde önceki madde metnindeki “Ticaret Bakanlığı” yerine “İlgili Bakanlık” sözcüğü yeralmıştır. Ek
1. maddenin 2. fıkrasındaki değişiklik ile bu konudaki
İlgili bakanlığın hangi bakanlıkları ifade ettiği açıklanmıştır. Gelinen noktada, yapılan değişiklikler ile
birlikte, kooperatiflerin denetimi üç Bakanlık arasında
paylaştırılmıştır.
“İlgili bakanlık deyiminden, bu Kanun kapsamındaki tarımsal amaçlı kooperatifler ve üst kuruluşları için Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı, yapı kooperatifleri ve üst kuruluşları için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve diğer kooperatifler ve üst kuruluşlar için ise Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
anlaşılır.”
Görüldüğü gibi, bu değişikliklerle yapı kooperatiflerinin denetimi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’ndan alınarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na devredilmiş oldu.
Kanımızca yasada yapılmak istenen ve amaçlanan da
temelde bu değişikliği sağlamaktı.
Yasa değişikliği ile ilgili gerekçeye bakıldığında bu değişikliğin başka anlamları da var elbette. Gerekçede bu
amaç şöyle ifade edilmiş;
“…Bu bağlamda yapı kooperatiflerinin bölgenin nazım ve stratejik gelişme planlarına göre belirlenen konut, sanayi ve benzeri arazi kullanım kararlarına uygun
alanlarda kurulması ve yapılaşmanın sosyal donatı
alanları, altyapı gibi hizmetlerle birlikte imar mevzuatına uygun olarak tamamlanması sağlandığında planlı
kentleşme sürecinde de etkin rol oynayacakları açıktır.
Arazi tahsisi de dahil olmak üzere plamlamadan projelendirmeye, ruhsattan kat mülkiyetine geçiş ve
kooperatifin feshine kadar geçen süreçte yapı kooperatiflerinin mahalli teşkilatları da bulunan merkezi
idare birimince sürekli kontrol altında tutulmasıyla,
vatandaşların kooperatiflere olan güveninin yeniden
kazandırılması, dar gelirlilerin konut sahibi olması ilk
tesis maliyetinin yüksek olmasından dolayı ticari faa-
Hukuk
liyetlere katılamayan vatandaşların ticari faaliyetlere
katılmasının özendirilmesinin gerçekleşeceği değerlendirilmektedir.
Belirtilen sebeplerle,yapı kooperatiflerine ilişkin görevlerin yapılaşma ve şehircilikle ilgili görevleri yapmak ile görevli Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca yapılmasının uygun olacağı değerlendirilmiş ve bu görevlerin Bayındırlık ve İskan Bakanlığına devredilmesi
maksadıyla….değişiklik yapılması öngörülmüştür.”
Teftiş ve denetlemeye ilişkin 90. madde değişiklikten
önce aşağıdaki gibidir;
“Ticaret Bakanlığı, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin ve Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin işlem ve hesaplarını ve varlıklarını
müfettişlere veya kooperatif kontrolörlerine denetlettirebilir.
Kontrolörlerin seçilme ve çalışma şekli ile görev ve yetkileri tüzükle tespit olunur.
Bu teşekküller denetim sonucuna göre Ticaret Bakanlığınca verilecek talimata uymak zorundadırlar.
Kooperatifler ve üst kuruluşlarına kredi veren kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve ilgili bakanlıklar;
verilen kredilerin açılış gayesine uygun olarak kullanılıp
kullanılmadığı, plan ve projesine uygunluğu, teknik özellikleri ve kalite açısından denetleyebilirler.
Kooperatiflerde ve üst kuruluşlarında görevli bulunanlar bu kuruluşlara ait mal, para ve para hükmündeki
kağıtları ve gizli de olsa bunlarla ilgili defter ve belgeleri
istenildiğinde müfettişlere, kooperatif kontrolörlerine ve
kredi kuruluşlarının denetim görevlilerine göstermek,
saymasına ve incelemesine yardımda bulunmak, istenilen bilgileri gerçeğe uygun ve eksiksiz olarak vermek ve
doğru beyanda bulunmakla yükümlüdürler.”
90. maddede yapılan en köklü ve hukuken kayda değer değişiklik ise;
“Yapılan denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye
Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka
açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlık, kamu yararı ve hizmet gerekleri
dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde
ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilir. Bu durumda ilgili Bakanlık, bir yıl içerisinde olağanüstü genel kurul toplantısının yapılması için
gerekli tedbirleri alır.” hükmüdür.
Bu değişiklik kanun tasarısında bulunmadığından gerekçesini bilmek mümkün olamamıştır. Ancak önerge
ile eklenen madde TBMM de çok tartışılmış olup tartışmaların uygulamada devam edeceği düşünülmektedir.
90. maddeki değişikliğin uygulamada yaratabileceği
çok önemli sorunları görmek için hukuk bilgisi gerekmediği açıktır. Gerçekten, yasa maddesindeki değişik-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
liklerde belirtilen koşulların varlığı halinde Bakanlığa
kooperatiflerin yönetim kurulu üyeleri ve üst düzey
yöneticilerinin görevlerine son verme yetkisi verilmektedir. Bu yetkinin kullanılması sırasında ilgili bakanlıkça objektif özen gösterilmesi gereği sadece bir beklenti olmaktan çıkarılmalı ve bir hukuki zorunluluktur.
Öte yandan daha önemli gördüğüm diğer bir sakınca
ise, tedbir niteliğindeki bu görevden alma halinde oluşacak yönetim boşluğunun ne şekilde giderileceği ve
buna ilişkin olarak değişiklik metninde hiçbir açıklık
olmayışıdır. Yönetim kurulunun/üst düzey yöneticilerin görevden alınmaları halinde, Kanun ile açıkça yetki verilmemiş olduğu için ilgili bakanlığın bu boşluğu
atama yoluyla doldurması hukuken mümkün görülmemektedir. O zaman kooperatifin yönetim kurulu
yedek üyelerince bu boşluğun giderilmesi söz konusu
olabilir mi? Ya da diğer bir olasılık olarak, kooperatife mahkemece kayyım atanması yolu mu izlenecektir.
Söz konusu değişiklik metninden anlaşılamayan bu
sorunların giderilmemesi uygulamada tartışmaları da
getirecektir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre ( Kooperatifçilik Strateji Belgesi 2010-2014) Ülkemizde 87.869
kooperatif, 619 Birlik, 6 Merkez Birliği faaliyet göstermektedir. Bu kooperatiflerin yaklaşık 8.500.000 ortağı bulunmaktadır. Konut Yapı Kooperatifi sayısı ise
59.129, Birlik 363, Merkez Birliği ise 3 dür. Konut Yapı
Kooperatifi ortak sayısı ise 2.150.860 dır. Konut yapı
kooperatifleri yasanın yayımı tarihi olan 13 Haziran
2010 tarihinden itibaren, altı ay sonra Bayındırlık ve
İskan Bakanlığı’na devredilecektir.
Kooperatifler Yasasında yapılan bu son değişikliklerin
uygulamadaki sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.
Temmuz 2010 - 153 41
Üyelerimizden
VAHİM TABLO KARŞISINDA ACİLEN YAPABİLECEKLERİMİZ
İnş. Müh. Abdulah İNCİR
7-8 Aralık 2009 tarihinde İzmir Afet Riskini Azaltma
Sempozyumu’nda sunulan bildiride, yapı envanteri yapılan
3 pilot bölgedeki 1490 binanın değerlendirilmesi şöyle idi.
İncelenen Binaların Kalitesi
İnşaat Kalitesi
Bina Sayısı
Yüzde
Zayıf
674 bina
%45
Orta
777 bina
%52
39 bina
% 3
İyi
İncelenen yapı türü
Yapı Türü
Bina Sayısı
Yüzde
Betonarme
1219 bina
%82
Yığma yapı
268 bina
%18
3
% 3
Diğer
Bu konuda acilen yapılması gerekenlerden bazıları aşağıdaki gibi özetlenebilir.
Betonarme binalarda kullanılan beton türü
Beton Türü
Bina Sayısı
Yüzde
Hazır beton
131
%12
El ile dökülen
979
%88
Yukarıda incelemesi yapılan binaların elde edilen onaylı
projeleri tetkik edilmiş, projesi olmayanların durumu gözlemle saptanmıştır. Yapılan çalışmada amaç, mevcut binaların gözlem neticesinde değerlendirilmesi ve yapım kalitesi
hakkında bilgi sahibi olmaktı. Tıpkı Radius Projesinde olduğu gibi. 1999 yılında tamamlanan Radius Projesi kapsamında 217.824 bina incelenmiş ve binalar aşağıdaki şekilde
sınıflandırılmıştı.
Yapı Türü
Bina Sayısı
İyi kalitede
Yüzde
40.767
%18
Orta kalitede
123.564
%57
Kötü kalitede
53.493
%25
Toplam
217.824
Radius Projesi ve tarafımızdan yapılan 3 pilot bölgedeki
bina envanteri mevcut binaların deprem karşısındaki performanslarının güvenli olmadığı sonucunu vermektedir.
Mevcut yapılarımızın büyük çoğunluğunun bugünkü koşullarda depreme karşı yetersiz oluşlarının nedenlerini aşağıda sıralamıştır.
1 - Kaçak inşaatlar
2 - Yetersiz uygulamalar
3 - Yetersiz yönetmelikler
Bu olumsuzluklar bugüne kadar dile getirilmiş, çeşitli platformlarda tartışılmıştır. Ancak şimdiye kadar mevcut yapılarımızın iyileştirilmesi (depreme karşı performanslarının
arttırılması) konusunda yeterli çalışmalar yapılmamış ve
42 Temmuz 2010 - 153
önemli bir planlama gerçekleştirilememiştir.
1 – İzmir İlinin tamamında yapı envanteri yapılmalı, binalarımız hakkında gerçek bilgi edinilmelidir.
2 – Yapılan bu yeni envanter bilgileri ışığında 1999 yılında
yapılmış olan Radius Projesi yenilenmeli, güncelleştirilmelidir.
3 – Yukarıda elde edilen bilgiler çerçevesinde İzmir Afet
Riskini Azaltma Eylem Planı yeniden yapılmalıdır. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve merkezi yönetimin eşgüdümünde
üniversiteler, sivil meslek kuruluşları ve ilgili kurumlar desteğinde, bu planın gerçekleşmesi sağlanmalıdır.
4 – Halkımız bilinçlendirilmeli, herkes oturduğu binanın
depreme karşı performansı hakkında gerekli tedbirlerin
alınması konusunda bilgilendirilmelidir.
5 – Güçlendirilmesi gereken binalar için vatandaşlara destek verilmeli, güçlendirme yapım işi özendirilmelidir.
6 – Mevcut yapı stoğumuzun büyük bir kısmını kaçak binalar teşkil etmektedir. Bu nedenle kaçak yapıların güçlendirilmesi de söz konusu olmalıdır. Kaçak yapılar için de kredi
desteği verilmeli ancak, bu olayın imar affı anlamına gelmediği de açıklanmalıdır.
7 – Binası depreme karşı zayıf olan, güçlendirilmesi ekonomik olmayan yapılar en kısa zamanda boşaltılarak kentsel
dönüşüm projeleri üretilmelidir.
8 – Mevcut yapı stokumuzun zayıf kalitede olmasının nedenlerinden biri de yetersiz uygulamalardır. Uygulamayı
yapan mühendislere, ustalara mutlaka meslek içi eğitim
kursları verilmeli, sertifikası olmayan yapı ustalarının inşaatta çalışması engellenmelidir.
9 – Bu iş ancak kentteki tüm resmi ve özel ilgili kurumların
birbirine destek vermeli ve halkla bütünleşip bir seferberlik
ruhu ile hareket edilmelidir. Böyle bir çalışma ile kendimizi,
çocuklarımızı torunlarımızı kentimizi ve geleceğimizi kurtarabileceğimiz asla unutulmamalıdır.
genç-İMO
MAYIS-HAZİRAN 2010 genç-İMO İZMİR ETKİNLİKLERİ
22-23.05.2010- VII. Geleneksel Kısır-Mısır Şenliği
01.05.2010- 1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlamaları
1 Mayıs İşçi Bayramını öğrenci arkadaşlarımızın katılımıyla kutladık. Diğer meslek odaları öğrenci örgütlenmelerinin de katıldığı kutlamalarda, hepimiz
TMMOB bayrağı altında toplandık. Yaşasın özgürce
kutlanan 1 Mayıslar.
Geleneksel Kısır-Mısır günümüz yedinci yaşına şenliğe dönüşerek girdi. İki gün süren Kısır-Mısır Şenliğimizin programında film gösterimi, spagetti köprü
yarışması, şiir dinletisi, öğrenci sunumları, genç mühendisler forumu ve Kısır-Mısır Gecesi vardı.
22 Mayıs Cumartesi günü şenliğimiz Die Welle (Dalga) adlı film gösterimiyle başladı. Film gösterimi ve
filme dair tartışmaların ardından programda Spagetti
Köprü Yarışması vardı. 3er kişilik 6 ekibin katıldığı yarışmada silikon yapıştırıcılar ve spagetti kullanılarak
yapılan köprülere yüklemeler yaptık. Birinciliği Latife
DOĞAN, Emre KAÇAROĞLU ve Onur UTKU AKGÖL’ün
takımı kazandı. İnşa ettikleri 52 cm açıklığa sahip 280
gr ağırlığındaki köprüleri yaklaşık olarak 3 kg taşıdı.
08.05.2009- Gemi Mühendisleri Odası 4. İzmir
Kayıkları Yarışı
Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin bu yıl dördüncüsünü düzenlediği İzmir Kayıkları Yarışı’na 8
genç-İMO üyesiyle katılan Doruk CİRİT kaptanlığındaki Halikarnas adlı ekibimiz 1. olmuştur. Bir sonraki
yarışı sabırsızlıkla beklerken, İzmir’in değerlerinden
olan İzmir Kayıklarını yaşattıkları için Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesine teşekkür ederiz.
Spagetti Köprü Yarışması takımları ve sonuçları aşağıdaki gibidir;
Şenliğin ilk günü 22 Mayıs Cumartesi gecesi düzenlenen Can Yücel Şiir Dinletisi ile de son bulmuştur. 23
Mayıs Pazar günü şenliğimiz ikinci gününe BÜYAP
Çelik Köprü Yarışması’na katılan Dokuz Eylül ve Ege
Üniversiteleri ekiplerinin sunumlarıyla başlamış arkasından İnşaat Mühendislerinin Çalışma Alanları konulu genç mühendisler forumuyla devam etmiştir.
23 Mayıs Pazar akşamı şenliğin kapanış etkinliği olarak düzenlenen Kısır-Mısır Gecesi Alpay Erdem’in
Hasta Ruh adlı stand-up gösterisiyle başlamış, ardından Celal Bayar Üniversitesi öğrencilerinin kurmuş
olduğu Betonarmy adlı grubun konseriyle devam
etmiştir. VII. Kısır-Mısır şenliği halat çekme yarışmaları, halk oyunları gösterisi ve halaylar gibi etkinliklerle
süren geceyle son bulmuştur.
Her yıl çok koşup, çok yorulduktan sonra sezonu kapattığımız etkinlik olan Kısır-Mısır Şenliği’nde önümüzdeki yıl da görüşmek üzere.
Takım
Ecem BARAN-Belemir ÜNLÜ-Gürkan GÜR
Ağırlık
Açılık (cm)
Taşıdığı Yük (gr)
F (Yük/Köprü
Ağırlığı)
360
45
1940
5,39
Gamze SÜDCÜ-Halil KÜPÇÜ-Ender KILINÇ
200
52
1500
7,5
Tuğçe Zeynep KEYİK-Kemal Erdem ÜREK-Hilmi EROĞLU
300
50
2100
7
Özgür YETİŞ-Ahmet ÖZÜN-Berk ÇETİN
220
52
310
1,4
Latife DOĞAN-Emre KAÇAROĞLU-Onur Utku AKGÖL
280
52
2940
10,5
Abdurrahman GÜLDEN-Kubilay TUNA-Alican TABEL
210
52
1680
8
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Temmuz 2010 - 153 43
genç-İMO
44 Temmuz 2010 - 153
Kültür ve Sanat
AYDINLIĞA MEKTUPLAR
(1928-1937)
Güney DİNÇ
Yapı Kredi Yayınları
Aydınlığa Mektuplar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında gazetelere
gönderilen okur mektuplarından yapılmış bir seçki. Birbiri ardına
devrimlerin gerçekleştiği, eski yaşam biçimlerinin kurumlarıyla
birlikte geride bırakılıp yenilerinin oluşturulduğu bir dönemin
eğilimlerini, sorunlarını ve hatta bizim dönemimizle benzerliklerini halkın kaleminden yansıtan mektuplar,1928-1937 yılları
arasında yayımlanmış binlerce gazeteyi tarayan Güney Dinç’in
titiz çalışması sonucunda bu kitapta bir araya getirildi.
Altı ana başlık altında halkın, dönüşüm ve değişim dönemine,
kadın erkek ilişkilerine, çalışma yaşamına, hukuki süreçlere ve
kent yaşamına dair sorunlarını ve düşüncelerini yansıtan, eğlenceli, şaşırtıcı ve düşündürücü bir seçki sunuyoruz sizlere.
POST-MODERN CİHAD
İsmail SAYMAZ
Kalkedon Yayınevi
Bir tarikatı soruşturmasıyla başladı her şey, 1998’de Şırnak’ın
İdil ilçesinde, dönemin dokunulmazı olan JİTEMi soruşturan
Başsavcı İlhan Cihaner, 10 yıl sonra bu dönemin dokunulmazı haline gelen tarikatları mercek altına aldı. Önce İsmailağa
tarikatını, sonra Gülen Cemaatini soruşturmaya koyuldu.
Erzincanda, tarikat medresesinden çekilen telefon hattının
ucu, İstanbulda bir iş adamının evinde ve Ankarada bakanlık
katında çıkınca savaşın işaret fişeği atılmış oldu. Kentte baraj
gölünde bulunan mühimmat, Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal eliyle darbe soruşturmasına evrilirken; imzasız ihbarları saf değiştiren muhbirler, şaibeli gizli (!)
tanıkları suikastçı keneler izledi. Ve üç ay içerisinde Türkiyede
birçok ilke tanık olundu: Önce, Cihanerin tarikat soruşturmasında görev alan jandarma istihbaratçılar tutuklandı. Ardından MİT basıldı; devlet, kendi kendisiyle silahlı çatışmanın
eşiğinden döndü. Savcı Osman Şanal, 3. Ordu Komutanlığının kapısına kadar geldiğinde, şehrin diğer ucunda tanklar
yürüyordu. En son, adliyeye operasyon düzenlenip Cihaner
tutuklandı. Bu, sadece Cihanere karşı Şanalın, Erzincana karşı
Erzurumun savaşından ibaret değildi. Jandarma ve MİTe karşı
polisin, Adalet Bakanlığına karşı Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun savaşı oldu. Bu savaşta, tarikatlar sivil toplum örgütü sayıldı, yolsuzluklar demokrasi paketine sokuldu, polis
eliyle toplumsal barış sağlandı! Erzincan davası haberleriyle
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
13. Metin Göktepe Jüri özel ödülünü alan Gazeteci İsmail Saymaz, bu toz duman içinde, 14
klasör ve 10 bini aşkın evrakı tarayıp gerçeği
aradı. Erzincan-Erzurum hattında uç verip İstanbul ve Ankarayı sarsan savaşın kodlarını
çözdü.
Temmuz 2010 - 153 45
Kültür ve Sanat
15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi
1970 yılında AP, GP ve CHP’nin desteklediği bir yasa
tasarısı ile sendikalar yasasında ciddi bir değişikliğe
gidilmek istendi. Yasanın temel amacı Türkiye’de Türkİş’ten başka sendika bırakmamaktı. Bu amacı açığa vuran en net ifade, dönemin AP’li Çalışma Bakanı Seyfi
Öztürk tarafından Türk-İş’in 8. Genel Kurul’unda dile
getirilmişti: ‘ Yeni değişiklik tasarısı ile birlikte DİSK’in
canına ot tıkanacaktır. DİSK varken genel grev hakkı
tanımamız mümkün değildir.’
Yasa tasarısı ile birlikte işçilerin sendika seçme özgürlüğü elinden alınıyordu. DİSK’in sendikal örgütlenmesinin önü tamamen kapanıyordu. Bu süreçte CHP
bazı milletvekilleri hariç, yasa tasarısının oylamasında
evet oyu kullanmışlardı. Bu dönemde CHP genel sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkanı ise İsmet İnönü idi.
Olayların başlaması ve çok büyük boyutlara ulaşması
üzerine CHP tutum değiştirecek TİP’ten bağımsız olarak Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapacaktı.
Bu davranış tarzı o dönemin CHP’sinin siyasal durumunu ve sınıf hareketine bakışını anlamak açısından
çok önemliydi. Yasa tasarısı verilen tepkilere rağmen
meclisten geçerek 11 Haziran 1970 tarihinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından onaylanarak yasalaşmıştı. Bu gelişmeler üzerine TİP milletvekilleri yasayı
Anayasa Mahkemesine götürmüştü.
15 Haziran 1970 günü işçiler işbaşı yapmayarak, İstanbul-Kocaeli hattından işçi eylemleri başladı. Kısa
sürede eylemcilerin sayısı çok önemli sayılara ulaşmaya başlamıştı. Tahmini rakam olarak 200 kadar büyük
fabrikadan 150 bin civarı işçi İstanbul’da yürüyüşe
geçmişti. Ankara ve İzmir’de de DİSK’e bağlı işçiler
genel greve geçmişti. Dört temel yürüyüş kolundan
İstanbul’un merkezine yürüyen işçilerin kent merkezinde birleşmesini engellemek için her türlü yöntem
deneniyordu. Bu yüzden çıkan çatışmalarda 3 işçi hayatını kaybetti. Kartal yürüyüş kolundan gelen işçiler
Demirel’in kardeşlerine ait fabrikaları ve AP binasını
tahrip etmişlerdi.
16 Haziran 1970 günü AP hükümeti sıkıyönetim ilan
etti. Sıkıyönetim ilanı ile beraber o zamana kadar polis ile çatışan işçiler artık
askerle karşı karşıya gelecekti. Çatışmaların ikinci
gününde işçi ölümlerinin
duyulması üzerine DİSK
başkanı Kemal Türkler
radyodan sonradan çok
tartışılacak şu anonsunu yapacaktı: ‘Anayasal
haklarınız için direndi46 Temmuz 2010 - 153
niz. Direniyorsunuz.
Anayasamız, her türlü
toplantı ve yürüyüşlerin silahsız ve saldırısız olacağını emreder.
Bizler Anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuzdan, hiçbir hareketimiz anayasaya
aykırı olamaz. Ne var ki, bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler çeşitli kılıklara bürünerek girebilirler.
Hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk ordusunun bir
mensubuna kötü maksatla taş atabilir, tahrikler yapabilir. DİSK Genel Başkanı olarak sizi uyarıyorum”
Bu anonstan sonra eylemler hızla son bulacaktı. Sendikalarının arkalarında olmadığını düşünen işçilerin
eylemlerine güveni kalmamıştı. Birçok açıdan bu olayı
analiz edenler DİSK ve Türkiye Devrimci Hareketinin
bu süreçte sınıfın arkasında kaldığı yorumunda birleşmektedir. Bu yüzden Kemal Türkler’in bu anonsu yapmak zorunda kaldığı düşünülmektedir.
Anayasa Mahkemesi TİP ve CHP’nin yaptığı itirazları 8
Şubat 1972 günü karara bağlayıp, değişiklikleri anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir.
Türkiye devrimci hareketinde o zamana kadar süren
‘Demokratik Devrim mi? Sosyalist Devrim mi?’ tartışması pek çok kişi için sosyalist devrimciler lehine kapanmış oluyordu.
15-16 Haziran direnişlerinin sanata en
bilinen yansıması
‘Zengin
Mutfağı’
filmi ile olmuştu.
Filmdeki
olaylar
15-16 Haziran direnişi sırasında geçmektedir.
Filmin
önemli bir kısmı
malikânenin mutfağında geçmektedir.
Solcu sendikalara
saldıran dövme ve
yıldırma gibi eylemlerde bulunan
kişiler malikânedeki
köpeklere benzetilmektedir. Hakkını
arayan her kişi komünist ajan ve bölücü olarak itham edilmektedir. Filmin sonunda Lütfü Usta (Şener Şen) şaşırtıcı
düzeyde değişerek bilinçli bir işçi olmaktadır.
Kültür ve Sanat
ĞQă0K7XāUXO%$Ă7$1
)ÖNUDODU
*HQHWLN3URMHOHU<DUÖüPDVÖ
!" # $ # %
!"#
&
'( ) #
*
+
, " ""
, #" % .
/ / +#
'( ) ) #
*
+
,
)
""
))
#.
0%"
01#"2",
$#&'0""3.
2"
&
'( , " +#4%
#
.
(
#++
)#2"5
'(3.
2"&'/4#4,",.
7RSUDN1XPXQHVL
) ) :;<
4)4))
0#+ =+
4)4))#0+(
" #1)
41##
( 4) & '= %#"#
)"
4
.
8
=
.ÖUPÖ]Ö,üÖN
/ # " % , +
+
/
',),",#"+
".
# 6" , , +
+
6+
+
, "
+ 6
# /
7
,
"8
#
'#"%")+
""%.
("'0",%#("""
%9#.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Temmuz 2010 - 153 47
Oyun
İnş. Müh. Ali İhsan ARGIT
KARE BULMACA
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SUDOKU (Kolay)
5
1
2
3
3
7
6
5
4
10
!"
#!$%
#
# &' *
'
+
#
, % ! ! '
#
' ' -
! .
/%!012
!
-
!-
0+-
3*
4 5
! ' ' * 2*! %0
622+*
-7"
*
"#
89
'* ! ' :
:
#
2
;-
<
*
!*
9
-!''
#
*! :
* :
0
#$"*'
'*
'+
*
" ' ! #
,
*!
*
.%#0
5
12
=
*2
#
04&
'
*'
0 ! 5 6
+
* : :
-
7<
!>'!5?*!
*'
!!
8
*
!5!
@A
*
48 Temmuz 2010 - 153
8
8
9
5
7
9
2
6
6
1
6
7
SUDOKU ( orta )
6
9
5
3
8
2
2
2
3
6
1
9
4
4
6
8
4
4
7
9
5
7
9
1
3
7
9
4
9
8
1
4
1
6
7
9
6
8
6
3
8
4
6
5
1
3
4
9
4
2
6
1
8
4
SUDOKU ( zor )
7
1
2
4
7
3
5
8
4
7
8
9
7
3
6
8
2
9
2
5
3
2
Çözümleri Sayfa 35’de

Benzer belgeler