AVRUPA NSAN HAKLARI MAHKEMES LINGENS

Transkript

AVRUPA NSAN HAKLARI MAHKEMES LINGENS
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
LINGENS v. AVUSTURYA
(Başvuru No. 9815/82)
KARAR
STRASBOURG
8 Temmuz 1986
Lingens v. Avusturya Davasında
Mahkeme Tüzüğü 50. Maddesine istinaden oluşturulan Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Heyeti,
Başkan,
Bay R. Ryssdal,
Yargıçlar,
W. Ganshof van der Meersch, J. Cremona, G. Wiarda, Thor Vilhjalmsson, D.
Bindschedler-Robert, G. Lagergren, F. Gölcüklü, F. Matscher, J. Pinheiro Farinha, L. -E. Pettiti, B. Walsh, Sir Vincent Evans, R. Macdonald, C. Russo, R. Bernhardt, J.
Gersing, A. Spielmann
Daire Yazı İşleri Müdür Bay M.-A. EISSEN ve Daire Yazı İşleri Yardımcısı Bay H.
PETZOLD’ UN katılımları ile gerçekleştirilen 27 Kasım 1985 ve 23–24 Haziran 1986
tarihli müzakereler sonrasında, son müzakere tarihinde aşağıdaki kararı vermiştir.
USUL
1. Dava, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi’nin 32.
madde 1. parafrafi ile 47. Maddesinde belirtilen üç aylık sure zarfında 13 Aralık 1984
tarihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (Komisyon) tarafından ve daha sonar 28
0cak 1985 tarihinde Federal Avusturya Hükümeti (Hükümet) tarafından Mahkeme’ye
sunulmuştur. Dava 19 Nisan 1982 tarihinde Peter Michael Lingens adlı bir Avusturya
vatandaşının 25. Madde uyarınca Avusturya aleyhine Komisyona açtığı 9815/82 no’lu
başvuruya dayanmaktadır.
Komisyon’un talebi 44. ve 48. Maddeler ile Avusturya Devleti’nin Mahkeme’nin
zorunlu yetkisini (Madde 46) Kabul etmesine dair deklarasyonuna yöneliktir.
Hükümet’in başvurusu ise 48. Maddeye yöneliktir. Hükümet, davanın esaslarının,
davalı Devlet’in 10 Maddeden doğan yükümlülüklerini ihlal edip etmediğine yönelik
bir karar beklemiştir.
2. Mahkeme Tüzüğünün 33. Maddesinin 3 (d). fıkrasına yönelik yapılan soruşturma
sonucunda Bay Lingens duruşmalarda bulunmak istediğini belirtmiş ve kendisini
temsil edecek bir avukat atamıştır.
3. Yedi hakimden oluşan Daire, Avusturya Hakimi Bay. F. Matscher ve Mahkeme
Başkanı Bay G. Wiarden’ı içermektedir. 23 Ocak 1985 tarihinde, yazı işleri
müdürünün huzurunda, Mahkeme Başkanı diğer beş hakimi kura ile belirlemiştir. Bu
hakimler Bayan D. Bindschedler-Robert, Bay G. Lagergren, Sir Vincent Evans, Bay R.
Bernhardt ve Bay J. Gersing’dir.
4. Bay Wiarda Daire Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Yazı işleri yardımcısı aracılığı ile
Hükümet Görevlisi, Komisyon Delegesi ve Bay Lingens’in avukatı ile görüştükten
sonar, Mahkeme Başkanı:
— 11 Şubat 1985 tarihinde, bu aşamada dilekçe sunulmasının gerek olmadığına
karar vermiştir. (Mahkeme Tüzüğü 37. Madde 1. fıkra)
— 4 Temmuzda sözlü duruşmanın 25 Kasım 1985 tarihinde başlamasına karar
vermiştir. (Mahkeme Tüzüğü 27. Madde 1. fıkra)
30 Ocak’ta Başkan, başvurucu avukatının duruşmalar esnasında Almanca dilini
kullanmasına izin vermiştir. (Mahkeme Tüzüğü 37. Madde 3. fıkra)
5. 4 Mayıs 1985’te, Uluslar arası Basın Enstitüsü, Uluslar arası İnsan Hakları Yasal
Koruma Merkezi (Interights) aracılığı ile ictüzüğün 37. maddes 2. parafrafi uyarınca
yazılı gözlemlerini sunma izni istemiştir. Mahkeme Başkanı 6 Temmuz’da belirli
şartlar çerçevesinde bu isteği onaylamıştır.
6. 25 Eylül 1985 tarihinde, Daire, ictüzüğün 50. maddesi çerçevesinde genel kurul
lehine yetkilerinden derhal vazgeçme kararını vermistir.
13 Kasım tarihli dilekçesinde, başvurucu Sözleşme’nin 50. maddesi uyarınca
hazırladığı iddialarını mahkemeye sunmustur.
7. 30 Mayıs 1985’te Mahkeme Başkanlığına getirilen Bay Ryssdal Başkanlığında, 25
Kasım 1985 tarihinde Strasbourg’taki İnsan Hakları Binasında halka açık duruşmalar
başlamistir. Mahkeme duruşma öncesi hazırlık toplantısı düzenlemiştir.
Mahkeme Heyeti karşısında;
—Hükümet adına
Bay H. Türk, Hukuk Müşaviri, Memur
Dış işleri Bakanlığı,
Bay W. Okresek
Bay G. Felsenstein, Müşavir
Adalet Bakanlığı
—Komisyon adına
Bay H.G. SCHERMERS, Delege
—Başvurucu adına
Bay W. Masser, Rechtsanwalt, Avukat
Bay P.M LINGENS, Başvurucu
Mahkeme, Hükümet adına Bay Türk ve Bay Okresek, Komisyon adına Bay Schermers
ve Başvurucu adına Bay Masser ve başvurucu Bay Lingens’i dinlemiştir.
Bay Masser, 6 Aralık 1985 ve 17 Mart 1986 tarihlerinde, Mahkeme Başkanının
isteğine istinaden başvurucunun adilane tazmin iddialarını açıklayan belgeler
sunmuştur. Hükümet 18 Mart 1986 tarihinde yanıt vermiştir.
DAVANIN ESASI
8. 1931 doğumlu Avusturyalı bir gazeteci olan Bay Lingens, Profil adlı derginin
editörü olup, Viyana’da ikamet etmektedir.
I. Başvurucunun yazıları ve yazıların Ardalını
9. 9 Ekim 1975’te, yani Avusturya genel seçimlerinden dört gün sonra, Musevi
Dokümantasyon Merkezi Başkanı Simon Wiesenthal bir televizyona verdiği
röportajda, Avusturya Liberal Parti Başkanı Friedrich Peter’i İkinci Dünya Savaşı
sırasında ilk SS piyade tugayında görev yapmakla suçlamıştır. Bu birlik, bir kaç kez
Rusya’daki Alman hattının ötesine geçerek, sivilleri katletmiştir. Peter bu birliğin
mensubu olduğunu inkâr etmemiş, fakat birliğin yaptığı katliamlara hiçbir zaman
karışmadığını söylemiştir. Bunun üzerine Wiesenthal, böyle bir iddia bulunmadığını
belirtmiştir.
10. Ertesi gün eski başbakan ve halen Avusturya Sosyalist Parti Başkanı Bruno
Kreisky’e, televizyonda bu suçlamalar hakkında sorular sorulmuştur.
Kreisky, bu televizyon röportajından hemen önce Federal Başbakanlıkta Peter ile
buluşmuştur. Bu buluşma, yeni bir hükümet kurmak amacıyla parti liderleri arasında
yapılan normal bir görüşmedir. 5 Ekim seçimleri öncesinde Kreisky-Peter koalisyon
hükümeti kurulması ihtimaliyle oy istenmiş olduğundan, bu görüşme kamuoyunda
geniş yankı uyandırmıştır.
Kreisky televizyon mülakatında böyle bir koalisyon ihtimali bulunmadığını, çünkü
partisinin mutlak çoğunluğu elde ettiğini, ancak Peter’i içtenlikle desteklediğini
söylemiş, Wiesenthal’ın örgütünden ise "siyasi mafya", örgütün faaliyetlerinden de
"mafya yöntemleri" olarak söz etmiştir. Benzer ifadeler Kreisky’in ertesi gün mülakat
verdiği bir Viyana gazetesinde de yer almıştır.
11. Başvurucu Lingens işte tam bu bağlamda, Profil adlı Viyana dergisinde iki yazı
yayınlamıştır.
12. Birinci yazı, "Peter Hadisesi" başlığıyla 14 Ekim 1975 tarihinde yayınlanmıştır. Bu
yazı, yukarıdaki olaylarla ve özellikle SS piyade tugayının faaliyetleriyle ilgilidir.
Yazıda ayrıca, bu tugayda çarpışan kişiler aleyhine Graz’da açılan (ve daha sonra
düşen) ceza davasında, Peter’in oynadığı role dikkat çekilmektedir. Yazıda, Peter’in
masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunmasına rağmen, yine de geçmişi
nedeniyle Avusturya’da artık bir siyasetçi olarak kabul göremeyeceği sonucuna
varılmıştır. Başvurucu yazıya, Peter’i ve SS’nin eski üyelerini korumakla suçladığı
Kreisky’nin tutumunu eleştirerek devam etmiştir. Başvurucu öte yandan, Kreisky’nin
Wiesenthal’a yönelik eleştirileri konusunda ise, "bu eleştiriler başka birileri tarafından
yapılmış olsaydı, buna adi bir oportunism denirdi" demiş, fakat olaydaki şartların
daha karmaşık olduğunu, çünkü Kreisky’nin kendi söylediğine inandığını eklemiştir.
13. 21 Ekim 1975’te yayınlanan ikinci makalenin başlığı şöyledir: "Nazilerle uzlaşma,
fakat nasıl?" Bir kaç sayfalık yazıda, giriş ve altı bölüm vardır: Bu başlıklar şöyledir:
"‘Hala’ veya ‘Çoktan’", "Hepimiz masumuz", "Savunmasız insanları vurmak gerekli
miydi?", "Niçin hala tartışılan bir mesele?", "Helbich ve Peter" ve "Siyasi cehalet".
14. Lingens yazısının giriş bölümünde olayları hatırlatmış ve Kreisky’nin sözlerinin
kamuoyu üzerindeki etkisini vurgulamıştır. Lingens, Kreisky’i sadece Peter’i
desteklediği için değil, ama yakın geçmişte Avusturya siyasetinde yer alan eski
Nazilere kucak açan tavrı nedeniyle de eleştirmiştir.
15. Başvurucu Lingens, yazısının "‘Hala’ veya ‘Çoktan’" başlığı altında, bu tür
tavırlara bir kimsenin "realpolitik" gerekçesiyle karşı çıkamayacağını belirtmiştir.
Başvurucuya göre "bir kimsenin seçim kaygısıyla... Sadece mağdurlarından daha
uzun ömürlü olan Nazileri değil, ama onların mağdurlarını da dikkate alması için
yeterli zaman geçmiştir." Bununla birlikte, Hitler ve Eichmann ile birçok savaş
suçlusu yaratan Avusturya, geçmişiyle hesaplaşmamış, fakat sadece görmezlikten
gelmiştir. Bu politika, ülkeyi geleceğin faşist hareketinin eline teslim etme tehlikesi
doğurmuştur.
Başvurucu eski Başbakan ile ilgili olarak şunları söylemiştir: "Kreisky’nin davranışı
aslında rasyonel gerekçelerle değil, ama ahlakdışılık (immoral) ve şerefsizlik
(indignified) gibi, rasyonel olmayan gerekçelerle eleştirilebilir. Dahası böyle bir
davranış gereksizdir; çünkü Avusturyalılar, eski Nazilerin yardımını istemeden,
temerküz kampları sorununu önemsizleştirmeden veya Wiesenthal’ı Yahudi
aleyhtarlığını sömürmekle kötülemeden de geçmişleriyle uzlaşabilirlerdi.
Başvurucuya göre şaşırtıcı olan şey, bir kimsenin olayların üstünden otuz yıl sonra
"hala" bunlar hakkında konuşabilmesi değil, fakat tam tersine birçok kimsenin ceset
yığınlarının varlığına gözlerini "çoktan" kapatmış olmasıdır.
Başvurucu Lingens son olarak Kreisky’i, Nazi mağdurlarına olan yaklaşımındaki
nezaketsizlik nedeniyle eleştirmiştir.
16. Yazının ikinci bölümünde, genel olarak Avusturya halkının Nazilerin işledikleri
suçlara ve eski Nazilere karşı takındıkları tutum hakkında yorum yapılmıştır. Yazarın
görüşüne göre Avusturyalılar toplu suçluluk ve toplu masumiyet gibi felsefi bir
alternatifin ardına gizlenmekle, gerçek, elle tutulur ve değerlendirilebilir bir suçlulukla
yüzleşmekten kaçınmışlardır.
Başvurucu, sorumluluğun çeşitli türleri arasında uzun bir söylevden sonra, o tarihte
bile iyi ile kötü arasında seçim yapmanın gerçekten mümkün olduğunu vurgulamış ve
Nazilerle işbirliği yapmayan kişilerden örnekler vermiştir. Başvurucu şu sonuca
varmıştır: "Bruno Kreisky, Peter’i korumak için kullandığı kişisel itibarını, bütün
bunları ortaya çıkarmak ve daha iyi bir Avusturya için kullanmış olsaydı, bu ülkeye
otuz yıl sonra geçmişiyle ilgili en çok ihtiyacı olan şeyi, yani kendisine daha fazla
güven duygusunu kazandırmış olurdu".
17. Başvurucu Lingens yazısının üçte biri oranındaki üçüncü ve dördüncü bölümlerde,
toplu suçluluk bilincini yenme ve gerçek suçluluğun tespitini düşünme gereğini ele
almıştır.
Başvurucu, "Savunmasız insanları vurmak gerekli miydi?" başlığı altında, Üçüncü
Reich ordularındaki düzenli kuvvetler ile özel birimler arasında bir ayrım yapmış, özel
birimlere hiç kimsenin zorla katılmadığına, bu birimlere katılmak için gönüllü olmak
gerektiğine işaret etmiştir.
Başvurucu yazısının bundan sonraki bölümünde, ahlaki açıdan bakıldığında, suç
işleyen kişiler ile suç ortağı olarak görülebilecek kişiler arasında farkı vurgulamıştır.
Başvurucuya göre Avusturya, kendi Nazilerini daha önce, daha çabuk ve tamamen
yargılamış olsaydı, kendi geçmişine komplekslerinden uzak bir biçimde, daha sakin
ve daha güvenle bakma imkanına sahip olabilirdi. Başvurucu, daha sonra bunun
mümkün olamamasının sebeplerini göstermiş ve Wiesenthal’ı "mafya"ya mensup
olduğu isnadına karşı savunmuştur. Başvurucu son olarak, bunca yıldan sonra
bağışlayıcılık gösterme ihtimali üzerinde durmuş ve şu sonuca varmıştır: "Her toplum
bağışlayıcılık gösterebilir; fakat ortada duran katilleri aklamak ve açık suçluluğu
gizlemek, saklamak veya inkâr etmek suretiyle, hukuk ile sağlıksız bir ilişkiyi
sürdüremez."
18. Başvurucu Lingens yazısının beşinci bölümünde, Peter hadisesini, Avusturya Halk
Partisi liderlerinden Helbich ile ilgili daha çok ekonomik nitelikteki bir ilişkiyle
karşılaştırmış ve Kreisky’nin bu iki olaya karşı tutumunu mukayese etmiştir. Yazar,
birinci olaydaki şartların Peter’i parlamento üyesi, bir politikacı ve bir hükümet üyesi
olma niteliğinden çıkardığını savunmuş ve şöyle devam etmiştir: "Bu siyasal ahlakın
asgari bir gereğidir". Başvurucuya göre olaydaki yakışıksızlık (monstrosity),
Wiesenthal’ın bu meseleyi gündeme getirmesi değil, ama Kreisky’nin meseleyi örtbas
etmek istemesidir.
19. Yazı, liderleri arasında eski Nazilere yer verdikleri gerekçesiyle siyasal partileri
genel olarak eleştiren bir bölümle sona ermiştir. Başvurucu’ya göre Peter, suçunu
kabul ettiğini göstermek için değil, ama Kreisky tarafından daha önce bilinmeyen
böyle bir özelliğe sahip olduğunu kanıtlamak için istifa etmelidir.
II. Kreisky tarafından açılan şahsi ceza davaları (private prosecution)
20. Eski Başbakan 29 Ekim ve 12 Kasım 1975 tarihlerinde, Lingens aleyhine iki tane
şahsi ceza davası açmıştır. Kreisky, yukarıda özetlenen yazılardaki bazı bölümlerin
hakaret (defamatory) niteliğinde olduğunu düşünmüş ve Avusturya Ceza Kanununun
111. maddesine dayanmıştır. Bu madde şöyledir:
"1. Bir kimseyi üçüncü kişilerin gözünde itibarsız bir karaktere sahip olmakla veya
şeref ve ahlaka aykırı tutum almak veya davranışta bulunmakla ve onu itibarsız
kılacak veya küçük düşürecek şekilde alenen suçlayan bir kimse, altı aya kadar hapis
veya para cezasına mahkûm olur.
2. Bu suçu basılı araçlarla veya kamunun geniş bir kesiminin bu hakareti öğrenmesini
sağlayacak başka bir şekilde yayan bir kimse, bir yıla kadar hapis veya para cezasına
mahkûm olur.
3. Beyanın doğruluğunun ispat edilmesi halinde, beyanda bulunan kimseye ceza
verilmez. Birinci fıkrada tanımlanan fiili işleyen kimsenin, beyanının doğru olduğunu
farz etmesi için yeterli sebep bulunduğunu ortaya koyan şartların varlığı halinde,
sorumlu tutulmaz."
Ceza Kanununun 112. maddesine göre, "beyanda bulunan kimse, beyanının
doğruluğunu veya iyi niyetli olduğunu savunmadıkça, gerçekliğe ve iyi niyete ilişkin
delil kabul edilmez..."
A. Birinci yargılama
1. Viyana Bölge Mahkemesi kararı
21. Viyana Bölge Mahkemesi 26 Mart 1979’da Lingens’i, "adi bir oportunism",
"ahlakdışılık" ve "şerefsizlik" tabirlerini kullandığı gerekçesiyle, hakaretten
(defamation) suçlu bulmuştur. Ancak bu mahkeme, "siyaset ahlakının asgari
gerekleri", "yakışıksızlık" gibi tabirlerin, kullanıldıkları bağlam içinde hakaret niteliğine
sahip olmadıkları sonucuna varmıştır. Bu mahkeme, sanığın siyasal meseleler
üzerinde siyasetçileri siyasal yönden eleştirme amacıyla hareket etmesini ve
siyasetçilerden de diğer bireylere göre daha fazla hoşgörü göstermelerinin
beklenmesi için gibi hafifletici nedenleri dikkate alarak, başvurucuya 20,000 Şilin
para cezası vermiştir. Sanığın iyi niyetli olduğunu göz önünde bulunduran mahkeme,
Kreisky’e tazminat ödenmesine hükmetmemiş, fakat kendisinin talebi üzerine şikâyet
konusu yazının yer aldığı yayının müsaderesine ve bu kararın yayınlanmasına karar
vermiştir.
22. Bölge Mahkemesi, uzun gerekçeli kararında, ilk önce şikâyet konusu pasajların
her birinin objektif açıdan hakaret içerip içermediğini incelemiştir. Bu mahkeme "adi
oportunism", "ahlakdışılık" ve "şerefsizlik" tabirlerinin hakaret niteliğinde olduğu ve
doğrudan veya dolaylı olarak Kreisky’nin kişiliğini hedef aldığı, oysa "siyasal ahlakın
asgari gerekleri" ve "yakışıksızlık" kelimelerinin ise siyasal eleştirinin kabul edilebilir
sınırlarını aşmadığı sonucuna varmıştır.
Başvurucu Lingens’e göre, ilk üç tabir değer yargısı olduğu için, Ceza Kanununun
111. maddesine aykırı değildir. Bölge Mahkemesine göre ise, eski Başbakan’ın
davranışlarıyla ilgili olarak kendisi aleyhine çıkarılan sonuçlar, bu maddenin
kapsamına girmektedir. Yine bu mahkemeye göre, sanık ifade özgürlüğüne de
dayanamaz; çünkü Anayasanın ilgili hükümleri ve Sözleşme’nin 10. maddesi bu hakkı
sınırlandırma yetkisi vermektedir. Bu hak ile özel yaşama ve kişilerin itibarlarına
saygı gösterilmesi hakkı arasında adil bir denge kurulmalıdır. Mevcut olayda ise
başvurucu, izin verilebilir sınırların ötesine geçmiştir.
23. Kreisky’nin şahsi ceza davası yolunu kullanmasıyla ilgili olarak ise mahkeme,
Kreisky’nin Federal Hükümetin Başbakanı sıfatı dolayısıyla değil, fakat bir siyasetçi ve
parti başkanı sıfatı dolayısıyla eleştirildiğine işaret etmiştir. O nedenle Ceza
Kanununun 117(2). Fıkrası olayda uygulanmaz; bu hüküm bir kamu görevlisine karşı
yapılan hakareti, bu kamu görevlisinin izniyle açılan bir kamu davası vasıtasıyla
cezalandırılmasına imkân vermektedir; savcılık harekete geçmeyi reddetmedikçe, bu
kamu görevlisi şahsi dava açamaz.
24. Bölge Mahkemesi daha sonra gerçeğin ispatı meselesini (bk. yukarıda parag. 20)
ele almıştır. Başvurucu, "adi oportunism" tabirini kullanmasını haklı kılacak bir delil
sunmadığından, mahkeme bu durumun başvurucunun mahkumiyeti için yeterli
olduğu sonucuna varmıştır.
Sanık "ahlakdışılık" ve "şerefsizlik" kelimelerini ise, Wiesenthal’ın faaliyetlerinden
mafya tipi faaliyetler olarak söz eden Kreisky’nin, Nazi vahşetini önemsiz gösteren ve
Gestapo ile işbirliği yaptığını ima eden tutumuyla bağlantılı olarak kullanmıştır. Bölge
Mahkemesi bu son nokta hakkında, benzer iddialarda bulunduğu için hakaretten
suçlu bulunan bir gazeteciyle ilgili olarak Lingens tarafından sunulan bir mahkeme
kararını delil olarak kabul etmiştir.
Bölge Mahkemesi Kreisky’nin "mafya yöntemleri" ve "mafya"dan söz etmesiyle ilgili
olarak ise, bu terimlerin normal şartlarda örgütlü suç işlemeyi ifade ettiğine, ancak
bazen değişik anlamlarda da kullanıldığına işaret etmiştir. Bir kimse şahsi davacı
tarafından ileri sürülen bir argümanı kabul etmese bile, şahsi davacının "mafya"
anlayışı geçerli olabilir ve incelenmeyi hak edebilir. Davacının kendi iddialarının
gerçekliğini kanıtlaması gerekmez; ama Lingens’in kendi iddialarının gerçekliğini
kanıtlaması gerekir. Wiesenthal’ın bizzat kendisi, bazı hedeflere ulaşmak için çeşitli
çapraşık işlerle bir örgütün desteğini aldığını kabul etmiştir. Dahası, eski Başbakanın
beyanları (bk. yukarıda parag. 10), kendisinin de kullanabileceği türden silahları
kullanan siyasal muhalifleriyle arasındaki bir siyasal mücadele bağlamında söylenmiş
sözler olarak görülmelidir. Bu açıdan bakıldığında söz konusu beyanlar, ahlaktan
veya şereften yoksunluğu göstermemiştir; bunlar siyasetin itişmeleri arasında
olağandışı sayılmayan, muhtemel bir savunma oluşturmuştur.
Bölge Mahkemesine göre, aslında Kreisky’nin, Nazi mağdurlarına ve Nazi
işbirlikçilerine karşı tutumu, açıklıktan uzak ve muğlaktır; Kreisky’nin tutumu farklı
sonuçların çıkarılmasına imkan veren bir tutum olarak görünmektedir. Bu nedenle
Kreisky’nin bu tutumunun mümkün olan tek yorumunun, sanığın yorumu olduğu
kanıtlamak, mantıken mümkün değildir.
2. Viyana Üst Mahkemesine Başvuru
25. Bu karara karşı hem Kreisky ve hem de Lingens Viyana Üst Mahkemesine
başvurmuşlardır. Üst Mahkeme 30 Kasım 1979’da, davanın esasına girmeden, Ceza
Usul Kanununun 117. maddesi hükümlerine rağmen eski Başbakanın şahsi bir dava
açma hakkı bulunup bulunmadığı meselesi üzerinde yeterince durmadığı
gerekçesiyle, Bölge Mahkemesinin kararını bozmuştur.
B. İkinci yargılama
1. Viyana Bölge Mahkemesinin kararı
26. Üst Mahkemenin dosyayı geri gönderdiği Viyana Bölge Mahkemesi, 1 Nisan
1981’de kararını vermiştir.
Bölge Mahkemesi, eski Başbakan tarafından söylenen sözlerin söylediği koşulları
inceledikten sonra, Kreisky’nin resmi sıfatı dolayısıyla değil ama üçüncü bir kişiyi
korumakla kendini yükümlü hisseden bir parti başkanı ve özel şahıs sıfatıyla
eleştirildiği sonucuna varmıştır. Bölge Mahkemesi buradan, Kreisky’nin şahsi dava
açma hakkı bulunduğu sonucunu çıkarmıştır.
Bölge Mahkemesi, başvurucu Lingens’e isnad edilen fiillerin kanuniliği ile ilgili olarak,
26 Mart 1979 tarihli kararındaki görüşünü tekrarlamıştır.
Bölge Mahkemesi, savunma tarafının haklılığı ile ilgili olarak, sanığın "adi oportunism"
tabirinin doğruluğuyla ilgili her hangi bir delil sunmadığını tekrar belirtmiştir.
"Ahlakdışılık" ve "şerefsizlik" tabirleriyle ilgili olarak sanığın gösterdiği deliller ise,
sadece Wiesenthal’ın Nazilerle işbirliği yaptığı iddialarıyla ilgilidir; ancak bunlar
konuyla ilgili değildir; çünkü Kreisky bu ifadeleri söz konusu yazının çıkmasından
sonra sarf etmiştir.
Bölge Mahkemesi bu ifadelerin, Başbakanın diğer davranışlarına ve tutumuna karşı
yöneltildiği konusunda ise, eski tespitlerini değiştirmeden görüşünü sürdürmüştür. Bu
mahkeme başvurucu Lingens’in eleştirilerinin, Kreisky’nin Wiensethal’a sözlü olarak
saldırması meselesinin çok ötesine geçtiğini kabul etmiştir. Kreisky’nin başvurucuya
karşı dava açabilmesi, fakat kendisine karşı Wiesenthal tarafından hakaret davası
açılamaması,
yürürlükteki
mevzuatın
yasama
dokunulmazlığı
konusundaki
hükümlerinin bir gereğidir. Başvurucunun beyanlarının doğruluğunu ispat etme
yükümlülüğü de hukuka dayanmaktadır; ispat külfetini hafifletmek mahkemelere
değil, yasama organına düşmektedir. Bazı siyasetçilerin hoşgörüsüz ve ihtilafçı tutum
takınmalarından da, Bölge Mahkemesi sorumlu değildir.
Bu nedenle Bölge Mahkemesi, ilk kararındaki (bk. yukarıda parag. 21) aynı cezayı
vermiştir.
2. Viyana Üst Mahkemesine başvuru
27. Davanın her iki tarafı da bu karara karşı Viyana Üst Mahkemesine
başvurmuşlardır. Bu mahkeme 29 Ekim 1981 tarihinde verdiği kararla, başvurucuya
verilmiş olan para cezasını 15,000 Şilin’e indirmiş, fakat diğer tüm yönlerden Bölge
Mahkemesinin verdiği hükmü onaylamıştır.
28. Kreisky, özel yaşam ile siyasal yaşama farklı kriterler uygulanması gerektiği
görüşüne karşı çıkmış, itibarlarının korunması bakımından siyasetçiler ile özel
şahıslara aynı şekilde muamele edilmesi gerektiğini savunmuştur.
Ancak Üst Mahkeme, Ceza Kanununun 111. maddesinin, bir kimsenin sadece sosyal
ortamdaki itibarına uygulanabilir olduğuna işaret etmiştir. Bu mahkemeye göre
siyasetçiler bakımından bu sosyal ortam, kamuoyudur. Siyasal tartışmalarda, yasama
dokunulmazlığının koruması altında sık sık hakarette bulunulması, bu alandaki
beyanların özel yaşamla ilgili kriterlerle değerlendirilemeyeceği izlenimini
vermektedir. O halde siyasetçiler, daha geniş bir hoşgörü göstermelidirler. Genel
olarak siyasal tartışmalarda yapılan eleştiriler, özel yaşama dokunmadıkça, kişinin
itibarını etkilemez. Mevcut olayda "siyasi ahlakın asgari gerekleri" ve "yakışıksızlık"
tabirleri özel yaşama dokunmamıştır. O halde Kreisky’nin başvurusu reddedilmelidir.
29. Üst Mahkeme daha sonra Lingens’in üst başvuru gerekçelerini ele almış ve
Kreisky’nin hangi sıfatı dolayısıyla başvurucu tarafından eleştirildiğine karar
verebilmek için, ilk derece mahkemesi tarafından toplanan bütün delilleri incelemiştir.
Bu mahkeme de, Kreisky’nin hem bir parti lideri ve hem de özel şahıs sıfatı
dolayısıyla eleştirildiği sonucuna varmıştır.
Üst Mahkemeye göre "adi oportunism" ifadesi, bu ifadenin atfedildiği kimsenin ahlaki
kaygılardan tamamen uzak bir biçimde, özel bir amaçla hareket ettiği anlamına
gelmektedir; işte bu ifadenin bizzat kendisi, Kreisky’nin itibarına bir saldırı
oluşturmaktadır. "Bu eleştiriler başka birileri tarafından yapılmış olsaydı"
kelimelerinin kullanılmış olması (bk. yukarıda parag. 12), başvurucunun eleştirilerini
geri aldığı anlamına gelmez. Davalı bu sözlerinin doğruluğunu kanıtlayamadığı için,
ilk derece mahkemesi kendisini suçlu bulmakta haklıdır.
Başvurucuya göre, "ahlakdışılık" ve "şerefsizlik" tabirleri, hiç kuşkusuz kendisinin
kişisel değer yargısı olup, Sözleşme’nin 10. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünü kullanırken söylenen sözler olduğunu ileri sürmüştür. Üst Mahkeme bu
savunmayı kabul etmemiştir. Bu mahkemeye göre Avusturya hukuku, bireylere
değer yargılarını diledikleri gibi formüle etme hakkı vermemiştir; Sözleşme’nin 10.
maddesi, başkalarının itibarının korunması gibi sebeplerle, hukuk tarafından
düzenlenmiş kısıtlamalar koyma yetkisi vermektedir. Ayrıca basının görevi bilgi
vermektir; verilen bilginin yorumlanması, öncelikle okuyucuya bırakılmalıdır. Eğer bir
gazetecinin kendisi bir görüş açıklıyorsa, kişilerin itibarını korumak için, ceza
hukukunun getirdiği sınırlar içinde kalmalıdır. Ancak mevcut olayda durum böyle
değildir. Beyanlarının doğruluğunu ispat külfeti Lingens’e düşmektedir; oysa Lingens
davacı aleyhindeki değer yargılarını, yargılarının dayandığı maddi olaylardan
ayıramaz. Kreisky, Wiesenthal’ın "mafya yöntemleri" kullandığına bizzat kanaat
getirmiş olduğundan, ahlakdışı veya şerefsiz bir şekilde hareket etmekle suçlanamaz.
30. Üst Mahkemenin bu kararı, Lingens’e ve yayıncısına verilen fer’i cezanın
gerektirdiği şekilde, 22 Şubat 1982 tarihli Profil dergisinde yayınlanmıştır.
KOMİSYON’DAKİ YARGILAMA
31. Lingens, 19 Nisan 1982 tarihinde Komisyona yaptığı başvuruda, Ceza Kanunun
111(2). fıkrasına göre, basın yoluyla hakaretten mahkum olması nedeniyle şikayetçi
olmuştur.
32. Komisyon 5 Ekim 1983’te başvuruyu kabul edilebilir bulmuştur. Komisyon 11
Ekim 1984 tarihli raporunda oybirliğiyle Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiği
sonucuna varmıştır.
[Dava, süresi içinde Mahkeme’nin önüne getirilmiştir].
KARAR GEREKÇESİ
I. Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlali iddiası
34. Sözleşme’nin 10. maddesi şöyledir:
"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi
olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve
düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde Devletin
radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel
değildir.
2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi
gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya
düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref
ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargı organının
otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli
bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi
tutulabilir."
Lingens, tartışma konusu mahkeme kararlarının, demokratik bir toplumun temel
prensipleriyle bağdaşmayacak ölçüde ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.
Komisyon da bu sonuca varmıştır. Hükümetin savunmasına göre ise tartışma konusu
ceza, Kreisky’nin itibarının korunması için gereklidir.
35. Başvurucunun ifade özgürlüğünü kullanmasına "kamu makamları tarafından
müdahale" edildiği konusunda bir tereddüt yoktur. Bu müdahale, başvurucunun
hakaretten, Viyana Bölge Mahkemesi tarafından 1 Nisan 1981’de mahkum edilmesi
ve bu mahkumiyetin Viyana Üst Mahkemesi tarafından 29 Ekim 1981’de onaylanması
sonucu meydana gelmiştir (bk. yukarıda parag. 26 ve 27).
Bu tür bir müdahale, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasının gereklerini yerine
getirmedikçe, Sözleşme’ye aykırı düşer. O halde bu müdahalenin " hukuken
öngörülmüş" olup olmadığı, 10. maddenin 2. fıkrasındaki meşru amaçlardan birine
sahip olup olmadığı ve bu amaçlar bakımından "demokratik bir toplumda gerekli" bir
müdahale olup olmadığı belirlenmelidir (bk. en yakın tarihli karar olarak 25.03.1985
tarihli Barthold kararı, parag. 43).
36. Mahkeme bunlardan ilk ikisiyle ilgili olarak, söz konusu mahkumiyetin hiç
tartışmasız Avusturya Ceza Kanununun 111. maddesine dayandığı (bk. yukarıda
parag. 21); bu mahkûmiyetin "başkalarının haklarını veya itibarlarını" korumak için
verilmemiş olduğunu ve başka bir amacı bulunduğunu düşünmek için bir sebep
bulunmadığı (Sözleşme md. 18) konusunda, Komisyon ve Hükümetin görüşüne
katılmaktadır. Bu nedenle mahkûmiyet "hukuken öngörülmüş" olup, Sözleşme’nin
10(2). Fıkrası bakımından meşru bir amaca sahiptir.
37. Komisyon, Hükümet ve başvurucu, yaptıkları sunuşlarda, müdahalenin yukarıda
sözü edilen amacı gerçekleştirmek için "demokratik bir toplumda gerekli" olup
olmadığı sorunu üzerinde yoğunlaşmışlardır.
Başvurucu, siyaset yazarı bir gazeteci olarak, kendisinin çoğulcu bir toplumdaki
rolünü ön plana çıkarmıştır. Başvurucu bu itibarla, Kreisky’nin Wiesenthal’i kınaması
(bk. yukarıda parag. 10) hakkında görüşlerini ifade etme görevi olduğunu
düşünmüştür. Başvurucu ayrıca Komisyon gibi, muhaliflerine saldırmaya bizzat alışık
bir politikacının, başkalarından daha şiddetli eleştiriler beklemesi gerektiğini
belirtmiştir.
Hükümet ise, ifade özgürlüğünün, ulusal mahkemelerin takdir hakkını kullanmalarını
ve siyasal tartışmanın kişisel hakarete dönüşmemesini sağlayacak kararlar
vermelerini engellemediğini savunmuştur. Hükümet, Lingens tarafından kullanılan
bazı ifadelerin (bk. yukarıda parag. 12 ve 15) sınırları aştığını iddia etmiştir. Dahası,
başvurucu görüşlerini hiçbir sansüre tabi olmadan kamuoyuna anlatma imkanı
bulabilmiştir; o halde daha sonra kendisine verilen ceza, izlenen meşru amaçla
orantısız değildir.
Yine Hükümet mevcut olayda, ifade özgürlüğü ile özel yaşama saygı hakkı gibi,
Sözleşme’de yer alan iki hakkın çatıştığını ileri sürmüştür. Hükümetin dediğine göre,
Komisyon’un bu haklardan birincisinin geniş yorumunu benimsemiş olması, ikinci
hakkın korunmasına yeterli imkan bırakmamıştır.
38. Mahkeme bu son nokta ile ilgili olarak, Lingens’in aleyhine hükmedilen sözlerin,
Kreisky’in Wiesenthal’a yönelik bazı aleni eleştirilerle (bk. yukarıda parag. 10) ve
Kreisky’nin bir politikacı olarak Nasyonal Sosyalizme ve eski Nazilere karşı tavrıyla
(bk. yukarıda parag. 14) ilgili olduğunu kaydeder. O halde bu olayda Sözleşme’nin
10. maddesini, 8. maddenin ışığında yorumlamak gerekmez.
39. Sözleşme’nin 10. maddesi bakımından "gerekli" sıfatı, "toplumsal bir ihtiyaç
baskısının" varlığını ifade eder (bk. yukarıda geçen Barthold kararı, parag. 55).
Sözleşmeci Devletler böyle bir ihtiyacın var olup olmadığını değerlendirirken, belirli
bir takdir alanına sahiptirler (aynı yer); ancak, hem mevzuatı ve hem de bağımsız
mahkemeler tarafından verilmiş olsa da, bu mevzuatı uygulayan kararları kapsayan
takdir alanı, bir Avrupa denetimiyle el ele yürür (bk. 26.04.1979 tarihli Sunday Times
kararı, parag. 59). O halde Mahkeme, "kısıtlamanın" veya "cezanın" Sözleşme’nin 10.
maddesiyle korunan ifade özgürlüyle bağdaşır olup olmadığı konusunda nihai kararı
verme yetkisine sahiptir (aynı yer).
40. Mahkeme denetim yetkisini kullanırken, tartışma konusu mahkeme kararlarını
tek başlarına ele almakla yetinemez; başvurucuya karşı yazılan yazılar ile bunların
yazıldıkları bağlam dahil olmak üzere, bu kararlara olayın bütünselliği içinde bakmak
zorundadır (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte 07.12.1976 tarihli Handyside
kararı, parag. 50). Mahkeme söz konusu müdahalenin "izlenen meşru amaçla
orantılı" olup olmadığını ve bu kararları haklı kılmak için Avusturya mahkemeleri
tarafından gösterilen gerekçelerin "ilgili ve yeterli" olup olmadığını belirlemek
zorundadır (bk. yukarıda geçen Barthold kararı, parag. 55).
41. Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme’nin 10(1). fıkrasında güvence altına alınan
ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu
toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından
birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme’nin 10(2). fıkrasının
sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez
görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı
gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar,
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın
"demokratik toplum" olmaz (bk. yukarıda geçen Handyside kararı, parag. 49).
Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler ayrı bir öneme sahiptir. Basının, "başkalarının
itibarlarını korumak" gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte, kamunun
menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve
fikirleri iletmek, yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve
fikirleri iletme görevi yoktur; halkın da bunları edinme hakkı da vardır (bk.
ayrıntılarda farklılıklarla birlikte yukarıda geçen Sunday Times kararı, parag. 30). Bu
bağlamda Mahkeme, Viyana Üst Mahkemesinin kararında geçen, basının görevi haber
vermek olup bunların yorumu öncelikle okuyuculara bırakılmalıdır (bk. yukarıda
parag. 29), şeklindeki görüşü kabul edememektedir.
42. Dahası basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını
tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkanı verir. Daha genel olarak siyasal
tartışma özgürlüğü, Sözleşme’nin her noktasına egemen olan demokratik toplum
kavramının tam da merkezinde yer alır.
O halde, bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa
yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak,
her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın
yakın denetimine açar; bu nedenle daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır. Hiç
kuşku yok ki, Sözleşme’nin 10(2). fıkrası, başkalarının, yani bütün bireylerin
itibarının korunmasına imkan verir; bu koruma, siyasetçileri şahsi sıfatları dışında
hareket ettikleri zaman da içine alır. Ancak bu gibi durumlarda söz konusu
korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı
olarak tartılmalıdır.
43. Başvurucu, Profil adlı Viyana dergisinde yayınlanan iki yazısında, o tarihte
Federal Hükümetin Başbakanı olan Kreisky’e yönelik "adi oportunism", "ahlakdışılık"
ve "şerefsizlik" gibi ifadeleri kullandığı için mahkum edilmiştir (bk. yukarıda parag.
12-19). Bu yazılar, Nasyonal Sosyalizme ve eski Nazilerin ülke yönetimine
katılmalarına ilişkin genel olarak Avusturyalıların ve özel olarak da Başbakanın
tavırlarıyla alakalı ateşli tartışmaları ortaya atan, Avusturya’da halkın ilgilendiği
siyasal meseleleri ele almıştır. Bir bütün olarak bakınca, yazıların içeriği ve üslubu bir
hayli dengelidir; fakat özellikle yukarıda belirtilen ifadelerin yazıda kullanılması,
Kreisky’nin itibarını zedeler görünmektedir.
Ne var ki olay, Kreisky’nin bir siyasetçi sıfatıyla ilgili olduğundan, bu yazıların
yazıldığı ortama bakılması gerekir. Bu yazılar Ekim 1975 seçimlerinden hemen sonra
çıkmıştır. Seçimler öncesinde birçok Avusturyalı, Kreisky’nin partisinin mutlak
çoğunluğu kaybedeceğini ve Hükümet kurabilmek için Peter’in partisiyle bir koalisyon
oluşturacağını düşünmüştür. Seçimlerden sonra Wiesenthal, Peter’in Nazi geçmişiyle
ilgili açıklamalarda bulununca, Başbakan da Peter’i savunmuş ve kendisini
kötüleyenlerin faaliyetlerini "mafya yöntemleri" olarak tanımlamak suretiyle onlara
saldırmıştır; işte bunun üzerine Lingens sert bir tepki göstermiştir (bk. yukarıda
parag. 9 ve 10).
O halde tartışma konusu ifadeler, seçim sonrası siyasal tartışma ortamı içinde ele
alınmalıdır. Viyana Bölge Mahkemesinin 26 Mart 1979 tarihli kararında da belirttiği
gibi (bk. yukarıda parag. 24), bu mücadele sırasında her biri kendi elindeki silahı
kullanmıştır; bunlar siyasetin o sert itişip kakışmasında olağandışı değildir.
Başvurucuya verilen ceza ve buna dair ulusal mahkemelerin gerekçeleri, Sözleşme
bakımından değerlendirilirken, bu koşullar göz ardı edilmemelidir.
44. Viyana Üst Mahkemesi, kendisine son yapılan başvuru üzerine, Lingens’i bir para
cezasına mahkum etmiş, ayrıca Profil dergisinin ilgili sayılarının müsadere edilmesine
ve hükmün de yayınlanmasına karar vermiştir (bk. yukarıda parag. 21, 26, 27).
Hükümetin de işaret ettiği gibi, tartışma konusu yazılar, bu sırada çoktan geniş bir
çevreye yayılmış, bu nedenle verilen ceza, yazarın kendisini ifade etmesini
engellememiştir. Ancak Komisyon’un haklı olarak belirttiği gibi, bu cezalar yine de,
gelecekte tekrar bu eleştirilerde bulunma cesaretini kırıcı türden bir sansür anlamına
gelmektedir. Siyasal tartışma bağlamında verilen böyle bir cezanın, gazetecileri
toplumun yaşamını etkileyen sorunların aleni tartışmaların a katkıda bulunmaktan
caydırma ihtimali vardır. Bu tür bir yaptırım, yine aynı sebeple, basını bilgi sağlama
ve kamuoyu bekçiliğinde bulunma görevini yerine getirmesini engeller (bk.
ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, yukarıda geçen Barthold kararı, parag. 58).
45. Avusturya mahkemeleri ilk olarak, Lingens’in aleyhinde görülen sözlerin, objektif
olarak hakaret içerip içermediğini karara bağlamaya girişmişlerdir; bu mahkemeler
"adi oportunism", "ahlakdışılık" ve "şerefsizlik" gibi sözlerin, gerçekten hakaret
niteliğinde olduğu sonucuna varmışlardır (bk. yukarıda parag. 21).
Davalı ise, söz konusu tabirlerin ifade özgürlüğünü kullanırken dile getirilen birer
değer yargısı olduğu savunmuştur (bk. yukarıda parag. 22 ve 29). Komisyon gibi
Mahkeme de bu görüşe katılmaktadır. Aslında başvurucunun sözleri, o tarihte Federal
Hükümetin Başbakanı olan Kreisky’nin benimsediği tutuma karşı yöneltilmiştir. Söz
konusu olan başvurucunun haber dağıtma hakkı değil, fakat düşünce ve fikirlerini
iletme özgürlüğüdür; buna rağmen Sözleşme’nin 10(2). fıkrasında yer alan
kısıtlamalar, olayda uygulanabilir.
46. Ulusal mahkemeler daha sonra Ceza Kanununun 111(3). fıkrası gereğince,
davalının beyanlarının doğruluğunu kanıtlayıp kanıtlayamadığını tespit etmeye
girişmişlerdir (bk. yukarıda parag. 20). Bu mahkemeler esas itibarıyla Kreisky’nin
davranışını değerlendirmenin bir çok yolu olduğu ve diğer bütün yorumların dışında
tek bir yorumun doğru olduğunun mantıksal olarak kanıtlanamayacağı görüşüyle,
başvurucunun hakaretten suçlu olduğu sonucuna varmışlardır (bk. yukarıda parag.
24, 26 ve 29).
Mahkeme’nin görüşüne göre, maddi yargılar ile değer yargıları arasında dikkatlice bir
ayrım yapılması gerekir. Olayların varlığı kanıtlanabilir, fakat değer yargılarının
doğruluğu ispata elverişli değildir. Bu bağlamda Mahkeme, Lingens’in değer
yargılarını dayandırdığı olayların varlığı üzerinde bir tartışma bulunmadığını ve ayrıca
kendisinin iyi niyetli olduğundan da kuşku duyulmadığını (bk. yukarıda parag. 21)
kaydeder.
Böyle bir durumda gazeteciler, Ceza Kanununun 111(3). fıkrasıyla birlikte okunan
111(2). fıkrası gereğince, beyanlarının doğruluğunu kanıtlayamadıkça, aynı
maddenin 1. fıkrasında belirtilen haller bakımından, mahkumiyetten kurtulamazlar
(bk. yukarıda parag. 20).
Bu şartın değer yargıları bakımından yerine getirilmesi imkansız olup, böyle bir şart,
Sözleşme’nin 10. maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın temel bir unsuru
olan düşünce özgürlüğünü ihlal eder.
Viyana Bölge Mahkemesi 1 Nisan 1981 tarihli kararında (bk. yukarıda parag. 26) bu
konudaki ispat külfetinin kanunun bir gereği olduğunu ve bu külfeti hafifletmenin
mahkemelere değil ama yasa koyucuya düştüğünü belirtmiştir. Bu bağlamda
Mahkeme, Sözleşme’nin ihlalinden hangi ulusal makamın sorumlu olduğunu
belirtmesi gerekmediğine işaret etmektedir (bk. diğerleri arasında, 13.07.1983 tarihli
Zimmermann ve Steiner kararı, parag. 32).
47. Yukarıda anlatılanlardan, Lingens’in ifade özgürlüğünü kullanılmasına yapılan
müdahalenin "başkalarının... itibarlarının korunması için... demokratik bir toplumda
gerekli" bir müdahale olmadığı, izlenen meşru amaçla orantılı olmadığı
anlaşılmaktadır. Buna göre Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
II. Sözleşme’nin 50. maddesinin uygulanması
48. Sözleşme’nin 50. maddesi şöyledir:
"Mahkeme, Sözleşmeci Tarafların resmi makamları veya diğer makamları tarafından
verilen bir kararın veya yapılan tasarrufun tamamen ya da kısmen bu Sözleşmeyle
üstlendiği yükümlülüklere aykırı olduğu sonucuna varırsa, ve bu Sözleşmeci Tarafın iç
hukuku, bu karar veya tasarrufun sonuçlarını kısmen onarmaya imkan veriyorsa ve
gerekli gördüğü zarara uğrayan tarafa adil bir karşılık ödenmesine hükmedebilir."
49. Yazı işlerinin aldığı 18 Kasım 1985 tarihli yazıya göre başvurucu, maddi anlamda
bir adil karşılık talep etmiştir. Hükümet ise 25 Kasım 1985 tarihli duruşmada, olayda
bir ihlal bulunmadığını savunmakla birlikte, başvurucunun bu konudaki taleplerinden
bazılarına katılmış, diğer bazıları için ayrıntı istemiştir. Lingens bu ayrıntıları 6 Kasım
1985 ve 17 Mart 1986 tarihlerinde sunmuş, Hükümet 18 Martta görüşünü
bildirmiştir. Komisyon ise 22 Nisanda görüş bildirmiştir.
Buna göre sorun karara hazırdır (bk. Mahkeme (Eski) İçtüzüğü md. 53(1)).
50. Başvurucu ilk önce, Viyana Üst Mahkemesi tarafından aleyhine hükmedilen
15,000 Şilin para cezası ile 30,600 Şilin masrafın (bk. yukarıda parag. 27) kendisine
geri ödenmesini talep etmiştir. Gerçekten de bu miktarlar, Mahkeme’nin ifade
özgürlüğüne aykırı bulduğu karar ile doğrudan bağlantılı olduğu için, başvurucu
bunları geri almayı hak etmiştir (bk. ayrıntılarda farklılıklarla birlikte 25.03.1983
tarihli Minelli kararı, parag. 47). Dahası, bu konuda Hükümet de itirazda
bulunmamıştır.
51. Başvurucu, hükmün Profil dergisinde yayınlanması şeklindeki fer’i cezanın bir
sonucu olarak katlandığı masraflar için (bk. yukarıda parag. 21 ile birlikte parag. 30),
o tarihte geçerli olan ilan tarifesi üzerinden 40,860 Şilin talep etmiştir.
Hükümet bu miktarın, ilk olarak kar kaybını ve ikinci olarak da gerçek maliyeti
içerdiğini belirtmiş, Sözleşme’nin 50. maddesi bakımından bunlardan sadece
ikincisinin dikkate alınması gerektiğini iddia etmiştir.
Mahkeme, 29 Ekim 1981 tarihli hükmün yerine dergide çıkabilecek bir ilan ücretinden
Lingens’in elde edebileceği karın ne kadar olacağı konusunda bir spekülasyonda
bulunamaz. Fakat Mahkeme, başvurucunun bu yolla bir miktar kazanç kaybına
uğrayabileceği ihtimalini de görmezlikten gelemez. Ayrıca, hiç kuşkusuz söz konusu
hükmün yayınlanmasından doğan bir masraf da mevcuttur.
Yukarıdaki giderler tam olarak hesaplanmaya elverişli değildir. Mahkeme bir bütün
olarak hakkaniyet esasına göre değerlendirerek, Lingens’e bu başlık altında 25,000
Şilin ödenmesine hükmeder.
52. Başvurucu Viyana Bölge Mahkemesi ile Üst Mahkemesinde yaptığı savunma
masrafları için ödediği 54,938 Şilinin kendisine geri ödenmesini istemiştir. Söz
konusu davalar, Mahkeme tarafından tespit edilen ihlallerin meydana gelmesini
önlemek veya gidermek üzere yapıldığı için, bu talep dikkate alınmayı hak etmektedir
(bk. yukarıda geçen Minelli kararı, parag. 45). Ayrıca talep edilen miktar da makul
olduğundan, başvurucuya ödenmelidir.
53. Sözleşme organları önündeki ücretler ve masraflar konusunda ise, bu bağlamda
adli yardım almayan Lingens, önce 197,033 Şilin talep etmiştir. Hükümet bunu hem
aşırı gördüğü için miktarına ve hem de miktarı hesaplama yöntemine karşı çıkmıştır.
Daha sonra başvurucunun avukatı 189,305 Şilinlik bir hesap pusulası göndermiştir.
Mahkeme bu bağlamda, Hükümet ve başvurucunun iddia ve savunmalarını
desteklemek için dayandıkları ulusal tarife veya kriterlerle bağlı olmadığını, fakat
hakkaniyete uygunluk esasına göre bir takdir yetkisi kullandığını hatırlatır (bk.
diğerleri arasında 21.06.1983 tarihli Eckle kararı, parag. 35). Mevcut davada
masrafların gerçekten ve gerekli olarak yapıldığı konusunda bir itirazda
bulunulmamıştır. Tartışılan tek mesele, bunun miktar olarak makul olup olmadığıdır.
Mahkeme bu konuda Hükümetin çekincelerine katılmakta ve başvurucuya söz konusu
masraflar bakımından 130,000 Şilin hükmedilmesinin uygun olduğunu kabul
etmektedir.
54. Lingens son olarak, önce Komisyon ve daha sonra da Mahkeme önündeki
yargılama için yaptığı yolculuk ve iaşe giderleri için 29,000 Şilin talep etmiştir.
Başvurucular Komisyon huzuruna çıkabilirler (Komisyon İçtüzüğü md 26(3)); olayda
böyle olmuştur. Başvurucuların Mahkeme önünde taraf ehliyeti bulunmamakla
birlikte, Mahkeme (Eski) İçtüzüğünün 20 maddesi ve 33(3)(d) bendi gereğince bazı
koşullarda yargılamada yer alabilirler. Dahası, onların Mahkeme’ye gelmeleri hiç
kuşkusuz önemlidir; çünkü Mahkeme, kendisini etkileyen meseleler hakkında,
yerinde görüş elde etme imkanı bulur (bk. 10.03.1980 tarihli König kararı, parag.
26). Lingens’in bu başlıkta talep ettiği miktar gayri makul değildir.
55. Sözleşme’nin 50. maddesine göre Lingens için hükmedilen toplam miktar
284,538 Şilindir.
BU GEREKÇELERLE MAHKEME OYBİRLİĞİYLE,
1. Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine;
2. Avusturya Cumhuriyetinin başvurucuya "adil karşılık" olarak toplam 284,538 Şilin
ödemesine
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar 8 Temmuz 1986 tarihinde Strasbourg İnsan Hakları Binasında
gerçekleştirilen halka açık duruşmada İngilizce ve Fransızca dilinde tanzim edilmiştir.
Rolv RYSSDAL
Başkan
Yazı İşleri Müdürü Adına
Jonathan L. SHARPE
Mahkeme Kayıt Bolumu Başkanı
Sözleşme’nin 51. Maddesinin 2. Paragrafı ve AİHM İçtüzüğünün 53. Maddesinin 2.
Paragrafı uyarınca, Yargıç Thor Vilhjalmsson’un farklı gerekçeyle aynı yöndeki oy
görüşü karara eklenmiştir.
Lingens v. Avusturya Kararı
Aynı Yöndeki Thor Vilhjalmsson’un Görüşü
Bu davada, meslektaşlarıma çekinceli olarak katılıyorum. Sözleşmenin 10.
maddesinin ihlali kararında sunulan gerekçelere yönelik olarak aşağıdaki yorumları
yapıyorum.
29. paragrafın ilk alt paragrafında, Viyana Temyiz Mahkemesi’nin Bay Lingens’in Bay
Kreisky’yi hem bir siyasi parti lideri hem de bir birey olarak eleştirdiği sonucuna
varıldığı belirtiliyor. Bunu akılda tutarak, Kararın 38. paragrafının son kısmı ile aynı
görüşü paylaşmakta zorlandığımı belirtmek isterim. Yine de, diğer hakimler gibi
Sözleşmenin 10.maddesinin bu davada yorumlanması görüşündeyim. Bu, özel
yaşama saygı hakkı ile birlikte (Madde 8’de belirtilen) davanın konusu olan kişilerin
itibarlarının korunması adına demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün
kısıtlanması ve cezaya tabi tutulabilirliğine yönelik bir etmen olarak ele alınmaktadır.
38. paragrafı takip eden bölümlerden Mahkemenin bunu değerlendirdiği
anlaşılmaktadır. Belirtildiği gibi, 47. paragrafın sonuçları ve kararın hüküm fıkrası ile
aynı görüşü paylaşmaktayım.

Benzer belgeler

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ MALONE – BİRLEŞİK

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ MALONE – BİRLEŞİK her birinin objektif açıdan hakaret içerip içermediğini incelemiştir. Bu mahkeme "adi oportunism", "ahlakdışılık" ve "şerefsizlik" tabirlerinin hakaret niteliğinde olduğu ve doğrudan veya dolaylı o...

Detaylı

Radio Twist v. Slovakya

Radio Twist v. Slovakya doğrudan veya dolaylı olarak Kreisky’nin kişiliğini hedef aldığı, oysa "siyasal ahlakın asgari gerekleri" ve "yakışıksızlık" kelimelerinin ise siyasal eleştirinin kabul edilebilir sınırlarını aşmad...

Detaylı