sayi 43 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 43 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Yunus SÖYLET Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN TIBBİ CİHAZ Sektörü Büyüyor ve Gelişiyor Sağlık ve İnsan Dergisi olarak kapak konularımıza apayrı bir önem veriyoruz. Sağlık Bakanlığı işbirliği ile hazırladığımız kapak konularımıza üniversitelerimiz, sektör paydaşları ve çeşitli ilgili kesimler katkıda bulunuyor. Böylelikle ortaya sağlığın her paydaşının faydalanabileceği güncel, kapsamlı ve ilgi çekici kapak konuları çıkmış oluyor. Temmuz 2015 sayımızın Kapak Konusu sağlık alanının vazgeçilmezlerinden olan TIBBİ CİHAZ alanına ayrıldı. Sağlık Bakanlığı İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Prof. Dr. Özkan ÜNAL’ın konu ile ilgili yazısını ilgi ile okuyacaksınız. Tıbbi cihaz sektörünün önemli kuruluşlarından olan Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) Genel Başkanı Metin DEMİR Tıbbi Cihaz Sektörünün 2018 ve 2023 hedeflerini kaleme aldı. Yine tıbbi cihaz üreticilerinin çatı organizasyonu olan Tüm Tıbbı Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) Genel Başkanı Kemal YAZ tıbbi cihaz satış, reklam ve tanıtım yönetmeliği ile sektörün neler kazanacağını aktardı. Av. Elvan Sevi FIRAT’ın yazısı da bu hususta önemli bilgiler içeriyor. “Sektörden” sayfalarımızı da bu sayıda daha çok tıbbi cihaz alanındaki yeniliklere ayırdık. Son yıllarda ülkemizin başını ağrıtan en önemli sorunlarından biri de uyuşturucu ve madde bağımlılığının giderek yaygınlaşması. Bu konuda son 1 yıldan bu yana çok önemli çalışmalar yapılıyor ve adımlar atılıyor. Bizzat Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun takibinde, Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı (UMAEP) kapsamında yürütülen çalışmalarda somut adımlar da atılmaya başlandı. Bu kapsamda Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı “ALO 191” hizmete açıldı. Ayrıca bu konunun takibi ile ilgili görev yapacak Narko Timlerin görev yapacakları illerin sayıları da giderek artırılıyor. Bu konu hakkındaki haberleri Temmuz sayımızın hemen ilk sayfalarında bulabileceksiniz. Bu sayımızın önemli bir konusu da Organ Nakli oldu. Dergimizde, hayati önem taşıyan bu konu ile ilgili farklı ve önemli haberler ve açıklamalar bulabileceksiniz. Röportaj, Sağlığımız İçin, Analiz, Bilim ve Sağlık, Dijital Sağlık, Sağlık ve Güzellik, Film ve Gezelim Görelim bölümlerimiz yine dopdolu. Sağlığın her alanında çalışan, yaşayan, insan sağlığına emek veren herkesin emeğine açık olan dergimizde oldukça nitelikli çalışmalar yer alıyor ve özenle hazırladığımız sayfaları beğenileriniz bize gurur veriyor. Hep daha güzel sayılarda buluşma dileğimizle Ramazan Bayramınızı tebrik ediyor; sağlıklı ve huzurlu bir yaşam diliyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ /saglikinsandrg Yıl: 4 Sayı: 43 • TEMMUZ 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına Ayşe Aydın /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com [email protected] Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54 Basım Tarihi: Temmuz 2015, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. 04 Uyuşturucuya Karşı ‘Alo 191’ Türkiye’nin Büyüyen Sektörü: 08 Tıbbi Cihaz 34 Glüten ve Glüten İlişkili Hastalıklar 54 Yaz Mevsiminde Sizi Bekleyen Tuzaklara Düşmeyin! 42 Kilo Kontrolünde Son Nokta 70 Botox ile İlgili Merak Ettiğiniz Her Şey 78 GezelimGörelim: Kalkan haber UYUŞTURUCUYA KARŞI ‘ALO 191’ ‘Alo 191’ Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı Hizmete Girdi Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı “ALO 191” düzenlenen törenle hizmet vermeye başladı. Programa Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ve TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar katıldı. Program öncesi uyuşturucu ile mücadele konusunda kısa bir film izlendi. Başbakan Yardımcısı Arınç yaptığı konuşmada, “İki konuya öncelikle teşekkür etmek istiyorum. Bir tanesi bu açılış toplantısına, parlamentomuzdaki yeni milletvekillerimiz çok önem gösterdiler, içlerinde doktorlar, eczacılar var. İkincisi, gerek birey, gerek toplum için çok önemli bir konu uyuşturucu ile mücadele, değerli basınımız da bu açılışına destek verdi. Geçtiğimiz Eylül ayından bu yana ka4 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 deme kademe uyuşturucu ile mücadele konusu gündemimize gelmişti. En son Kasım ayında yaptığımız şura toplantısıyla kademe kademe her bakanlığımız üzerine düşen görevi fiilen yerine getirdi” şeklinde konuştu. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ise, önümüzdeki süreçte uyuşturucu ile mücadelenin çok daha farklı boyutlarla devam edeceğini belirterek, “Avrupa’ya baktığımızda dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımızda uyuşturucu ile mücadele ve muhataplıkta Türkiye önemli bir noktada. Görev ve sorumluluklarımızı başarabilirsek sigarayla mücadelede yakaladığımız başarıyı bu alanda da gerçekleştireceğiz. Yeter ki toplumun güvenini sağlayalım, yeter ki toplum güçlü bir biçimde sahiplensin.” ifadelerini kullandı. Önümüzdeki süreçte sağlıklı yaşam kültürünün teşviki ile ilgili yeni bir eylem planı hazırladıklarını belirten Müezzinoğlu, sağlıklı bir toplum olabilmenin temel dinamiklerinin güçlendirilmesiyle uyuşturucu ile olan mücadelenin kolaylaşacağını ifade etti. Öncelikli Hedef Gençler Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı; önleme, tedavi ve rehabilitasyon mekanizmalarını destekleyerek güçlendirecek şekilde düzenlenmiştir. Öncelikli hedefi maddeyle tanışmamış kişilerin (özellikle gençlerin) hem de madde kullanımı olan ancak bağımlı hale gelmemiş bireylerin korunmasıdır. Danışma Hattı’nın hedef kitlesi: • Çevresinde hiç kimsenin madde kullanmadığı, yine de aile bireylerinin ileride de madde kullanımıyla hiç tanışmamaları için neler yapabileceklerini öğrenmek isteyenler, • Yakınlarından bir veya birkaçının henüz madde kullanıp kullanmadığını bilmeyen ancak bunların riskli gruplarla birlikte olması sebebiyle kullanma durumlarını nasıl tespit edeceğini öğrenmek isteyenler, • Ailelerinde veya yakın çevrelerinden birilerinin madde kullandığını ve bunlara nasıl yardımcı olabileceğini öğrenmek isteyenler, • Kendisi madde kullanıcısı olup bırakmak isteyenler, • Kendisi madde kullanıcısı olup o an madde almadığı için yoksunluk yaşayanlar, • Madde kullanımını bırakıp tedavi sonrasında çeşitli sıkıntı yaşayanlar, • Uyuşturucu madde etkisinde ciddi sağlık problemi yaşayan kişilerin yanındakiler acil yardım almak için bu hattı arayabilecek. Danışma hattında çalışan personelimiz yukarıdaki her türlü duruma yönelik bilgi sahibi olabilmeleri ve doğru müdahale edebilmeleri amacıyla profesyonel bir eğitimden geçirilmiştir. Eğitimler ülkemizde madde bağımlılığı alanında çalışan Psikiyatri uzmanı, halk sağlığı uzmanı, iletişim uzmanı gibi akademisyenler ile emniyet personeli ve ilgili kurumlardaki uzmanlardan oluşan 40 kişilik bir ekip tarafından verilmiştir. Eğitim programı teorik ve pratik olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur. Teorik kısımda yeterli teknik bilgi kazandırılmış, pratik uygulamalar sayesinde de etkili danışmanlık hizmetinin nasıl verileceği öğretilmiştir. Çağrı merkezi yazılımı ve takip programı oluşturulmuştur. Arayan kişilerin kimlik bilgileri alınmadan kişi tarafından verilen bilgiler yazılıma işlenmekte ve talebine uygun hizmet sağlanmaktadır. alacak, 2. Grup danışmanlık hizmeti sunacak. Bunlarda kendi içinde hafif ve zor vakaları yönetecek şekilde ayrılmıştır. Zor vakalara müdahale edecek Grup aynı zamanda arayan kişiye dönüş yaparak destek olacaktır. Arayan kişinin ihtiyacına yönelik operatörlerin irtibata geçeceği birimler (Sosyal uyum merkezi, aile hekimleri, psikiyatri klinikleri, AMATEM, işkur birimleri, sosyal yardımlaşma vakıfları, belediyeler, narkotimler ve diğer kolluk birimleri vs.) sisteme tanımlanmış olup gerektiği durumlarda, konu hakkında görevlendirilmiş kişilerle irtibata geçilmektedir. Danışma hattı yazılımında sık sorulan sorular ve verilecek cevaplar hazır metin olarak yer almakta olup vaka değerlendirilmesi de buradan yapılabilmektedir. Danışma hattımızda 30’u çözümleyici, 100’ü çağrı personeli olmak üzere toplam 130 kişi görev yapacaktır. Görev yapacak personel sosyolog, psikolog, çocuk gelişim uzmanı, hemşire gibi sağlık profesyonelleri ile diğer fakülte mezunlarından oluşmaktadır. Danışma hattında görev yapan operatörler 2 gruba ayrılmıştır. 1. Grup doğrudan çağrıyı karşılayıp 182 üzerinden kliniklerden randevuyu Özellikle ciddi bağımlı olan ve acil durumlarla ilgili çağrılar doğrudan 2. Gruptaki zor vakaları yöneten operatörlere yönlendirilecek, ihtiyaca göre 112, 155 veya ilgili tedavi klinikleriyle irtibat sağlanmaktadır. Hattımız canlı mesajlaşma ve görüntülü görüşme için hem yazılım hem de donanım için hazır hale getirilmiş olup operatörler yeterli tecrübeyi kazandıktan sonra (bu süre tahminen 6 aylık bir süredir) bu hizmeti vermeye başlayacakdır. Danışma hattımızın tedavi sonrası sosyal uyum süreçlerini de takip etmesi hedeflenmektedir. Özellikle irtibatta olacakları birimlerin (tedavi klinikleri, denetimli serbestlik büroları vb.) işleyiş şekilleri ve süreçleri hakkında yerinde gözlem yapma şansı yakalayarak doğrudan bilgi sahibi olmaları sağlanmıştır. Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı’nda gelinen Nokta Danışma Hattı için 191 kısa numarası tahsis edilmiş olup 7/24 esasına göre çağrı karşılanmaya başlanmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 5 haber NARKOTİMLER 18 PİLOT İLDE DAHA GÖREVE BAŞLAYACAK Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı (UMAEP) kapsamında 18 pilot ilde daha narkotimlerin göreve başlayacağı bildirildi. Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı (UMAEP) Yıllık değerlendirme toplantısı, Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu Başkanı Necdet Ünüvar’ın başkanlığında gerçekleştirildi. Ünüvar, Türkiye Halk Sağlığı Kurumunda düzenlenen toplantı öncesi gazetecilere UMAEP kapsamında yapılan ve devam eden faaliyetlere ilişkin bilgi verdi. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu toplantı salonunda yapılan toplantıda konuşan Ünüvar, uyuşturucunun sadece Türkiye’ de değil, dünya içinde büyük bir sorun olduğunu belirterek, “Türkiye nüfusu genç bir ülke, nüfusun yarısı 30 yaşın altında. Türkiye’de bu rakamlar Batıya kıyasla düşük olmasına rağmen bir takım tedbirlerin olması gerekiyordu” diye konuştu. Ünüvar, Türkiye’deki uyuşturucu kullanım rakamlarının düşük olmasına karşın acil eylem planına neden ihtiyaç duyulduğuna ilişkin, “Türkiye iki 6 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 açıdan risk altında birincisi Birleşmiş Milletler Suç Ofisinin resmi verilerine göre, yasa dışı afyon üretiminin yüzde 92.6’sı Afganistan’da üretiliyor ve bu afyonun önemli geçiş güzergahlarından birisi Türkiye. İkincisi de Türkiye genç bir ülke, nüfusunun yarısı 30 yaşın altında. Hem genç bir nüfus hem de geçiş güzergahında olması sebebiyle Türkiye’de bu rakamlar Batı’ya göre oldukça düşük olmasına rağmen birtakım tedbirlerin alınması gerekiyordu” diye konuştu. Uyuşturucuyla mücadele acil eylem planı öncesindeki çalışmalar hakkında bilgi veren Ünüvar, 1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası’nın yapıldığını anımsattı. Eylem planı kapsamında yapılan mevzuat düzenlemeler konusunda kısa, orta ve uzun vadeli hedefler alındığına dikkati çeken Ünüvar, “Kısa vadeli hedef 2014’ün sonuna kadar, orta vadeli hedef 2015-2018 sonuna kadar, uzun vadeli hedef ise 2018-2023 arasını kapsıyor. Uzun vadeli hedef, 2023’e Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına ulaştığımız vakit uyuşturucu meselesinin marjinal, yani toplum tarafından konuşulmaya değer atfedilemeyecek bir problem zikredilecek bir boyuta getirilmesidir” şeklinde konuştu. Sınır kapılarında uyuşturucu mücadelesi, Eylem planı kapsamında arz ile mücadele faaliyetlerinde önemli mesafeler alındığını, İçişleri Bakanlığının çeşitli birimleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı başta olmak üzere Adalet Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığının gümrük ve sınır kapılarında önemli mücadele içerisinde olduklarını belirten Ünüvar, “2006’dan bu yana sınır kapılarımızda yakalanan uyuşturucu miktarı bütün Avrupa Birliği ülkelerinin toplamından daha fazla. Hatta son 2 yılda Avrupa Birliği ülkelerinin toplamından 2 kat daha fazla diye biliyorum. Dolayısıyla sınır kapılarında uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili çok ciddi faaliyetlerde bulunuluyor” diye konuştu. 18 İle Daha Narkotim Geliyor 18 ile daha narkotim geliyor Sokaklardaki uyuşturucu maddelerin dolaşımıyla ilgili eleştiri aldıklarını anlatan Ünüvar, bu eleştiriyi gidermek adına İçişleri Bakanlığı tarafından narkotim projesinin hayata geçirildiğini söyledi. Narkotimin, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, Antalya, Konya, Diyarbakır, Samsun ve Erzurum olmak üzere 11 pilot ilde, 11 Aralık 2014’te hayata geçirildiğini hatırlatan Ünüvar, şöyle konuştu: “Özel bir eğitim aldılar. Bunlar boyu posu, iletişim yeteneği yüksek polis memurlarından oluşuyor. Zamanla psikolog, sosyolog gibi sosyal alanda yetişmiş arkadaşlarımız da narkotimlere geçecek. Bunu özellikle Sayın Başbakanımız talimatlandırdı ve konuyla ilgili İçişleri Bakanlığımız çalışıyor. Bunun çok başarılı olduğunu çok net olarak ifade edebiliriz.” Ünüvar, narkotimlerin 11 ilde yüksek başarı gösterdiklerini ifade ederek, “İkinci periyotta Gaziantep, Kocaeli, Aydın, Balıkesir, Denizli, Elazığ, Eskişehir, Hatay, Kayseri, Malatya, Ma- nisa, Osmaniye, Sakarya, Şanlıurfa, Tekirdağ, Trabzon, Van, Yozgat olmak üzere 18 ilde yakında ikinci etap narkotim faaliyetleri başlayacak” dedi. Narkotimlerin sahada “ciddi” ölçüde caydırıcı rol üstlendiğini kaydeden Ünüvar, “11 Aralık 2014’ten 24 Haziran 2015’e kadar olan rakamlarda gramaj olarak geçmişteki gramından daha az bir yakalama var ama delil anlamındaki adet olarak yüzde bin 234’lük bir artış var. Dolaşımlarda ilgili etkin ve aktif rol aldığını söyleyebilirim. Sokağa nüfuz etmiş durumda” şeklinde konuştu. Sağlık Bakanlığı ve Yeşilay’ın talep ile mücadelede faaliyetlerini anımsatan Ünüvar, 10 adet yeni ANATEM ve ÇEMATEM kurulması için özel izin alındığını söyledi. Bu yıl sonuna kadar planlanan ve yürütülen faaliyetleri aktaran Ünüvar, “Uyuşturucu ile mücadele eylem planı aktif bir şekilde uygulanması ve takibi yapılacak. Yüksek kurul yine toplanacak. 2015 yılında uyuşturucu ile mücadele de 2’nci şurasını yapacağız. Uyuşturucu ile ilgili mevzuat biraz dağınık. Bunları bütüncül bir şekilde ele alıp tarama çalışmasını hayata geçireceğiz. Hayata geçirilecek ve 2014 -2018 dönemi uyuşturucu ile mücadele eylem planı devam edecek, bu 3 yıllık olacak her yıl güncellenecek” diye konuştu. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 7 kapakkonusu TÜRKİYE’NİN BÜYÜYEN SEKTÖRÜ: TIBBİ CİHAZ TC Sağlık Bakanlığı İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı gösteren firma sayısı, yeni ürün üretim kapasitesi ve pazar hacmi bakımından Türkiye’de hızla büyüyen ve potansiyeli artan sektörlerden biridir Tıbbi cihazlar sektörü, çok çeşitli ürün ve teknolojileri kapsar. Hastalıkların teşhis ve tedavisi ile yaşam kalitesinin yükseltilmesinde önemli bir yere sahip olan tıbbi cihazlar; ileri teknolojili ve geleneksel ürünler olarak gruplandırılabilir. İleri teknolojili ürünler, tedaviye ve teşhise yönelik kullanımlar için özel olarak dizayn edilen nitelikli cihazlardan oluşurken, daha geleneksel ürün pazarı ise çeşitli teşhis ve tedavi ürünlerini içerir. Sektörde faaliyet gösteren firmalar başta; ortopedi, tıbbi görüntüleme, tıbbi gaz sistemleri, santrifüj, hastane bilgi sistemine yönelik donanım ve yazılımlar, cerrahi aletler, kalp ve damar cerrahisinde kullanılan tubing set, kardiyopleji setleri, taş kırma cihazları, ameliyat lambaları, anestezi cihazları, hasta başı monitörleri, elektrokoter, cerrahi aspiratörler, röntgen cihazları, buhar ve kuru hava sterilizatörleri olmak üzere farklı alanlarda üretim yapmaktadırlar. Üretici firmalar ağırlık olarak; Ankara, İzmir, İstanbul, Adana, Gaziantep ve Samsun’da faaliyet göstermektedir. Prof. Dr. Özkan ÜNAL Dinamik yapıya sahip olan tıbbi cihazlar sektörü, dünya genelinde en hızlı gelişen sektörlerin başında gelmektedir. Ticaret hacmi açısından dünya ekonomisinde önemli bir yere sahip olan tıbbi cihazlar sektörü, Türkiye sanayisi içindeki konumunu güçlendirmesine karşın, üretim ve iç talebin karşılanabilirliği açısından hala istenilen noktaya ulaşamamıştır. Genel anlamda tıbbi cihaz firmalarının üretimleri, ulusal imalat sanayinin yüzde 0.83’ünü, istihdamın da yüzde 0.81’ini oluşturmaktadır. Uzmanlara göre tıbbi cihazlar sektörü; faaliyet 8 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun desteklemiş olduğu strateji ve politikalar ile tıbbi cihaz sektörünün sağlık teknolojilerindeki payının artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemizde üretim yapan sanayiciler ile üniversiteler ve sivil toplum örgütleri güçlü bir iş birliği içinde hareket ederek, sektörün 2023’de öngörülen ihracat hedeflerine ulaşması, sorunların çözümünün kolaylaştırılması, kullanılan tıbbi cihaz kalitesi, güvenliği ve etkinliğinin artırılması, Ar-Ge çalışmalarının uluslararası alanda rekabet edebilecek seviyeye taşınması, tedaviye erişimin hızlandırılması, etkin piyasa gözetim ve denetiminin sağlanması amacı ile mevzuat çalışmaları yürütülmektedir. Üniversitelerde yetişen araştırmacıların tıbbi cihaz sektörüne katkısı kesinlikle yadsınamaz. Bu nedenle Türk bilim insanlarının tıbbi cihaz endüstrileri ile ilişkili küresel araştırmalara entegrasyonunun ve araştırmacıların uluslararası büyük ölçekli araştırma merkezlerindeki faaliyetlere katılımının sağlanması önemlidir. Bu bağlamda, akademisyenlerin bağlı oldukları kurum ve kuruluşlar haricinde sektörün gelişimine yönelik çalışmalarını teşvik eden düzenlemeler yaparak kamu, Üniversite ve özel sektör arasında işbirliği ve koordinasyonun güçlendirilmesi hedeflerimiz arasındadır. Ürün kalitesi ve güvenilirliğin takibi, etkin piyasa denetiminin artırılması, hasta güvenliğinin sağlanması ve tıbbi cihaz ile ilgili strateji oluşturulması açısından Ürün Takip Sistemi (ÜTS) projesi çalışmalarımız devam etmekte olup, tıbbi cihazların ürün takip numarası ile tekil bazda takibi yapılması hedeflenmektedir. Kurumumuz tarafından vücuda implante edilen tıbbi cihazların hasta üzerindeki etkilerinin takip edilmesi ve kıyaslanması da ÜTS ile yapılacaktır. Söz konusu ürünlerin etkileri izlenerek kalite standartlarını sağlamayanlar geri ödeme sisteminden çıkarılacak ve elde edilen raporlar kamuoyu ile paylaşılacaktır. Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan 10. Kalkınma Planı kapsamında yayınlanan Sağlık Endüstrilerinde Yapısal Dönüşüm Programı Eylem Planında yer alan “Tıbbi Cihaz Sektör Stratejisi Belgesi” Kurumumuz tarafından taslak olarak hazırlanmıştır. Bu belgede belirlenen eylem planlarından bir tanesi, tıbbi cihaz üreticilerimizin üretim yetkinlik haritasının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda tıbbi cihaz üreticilerinin üretim ve ar-ge kapasitesi, nitelikli eleman istihdam durumu, teknoloji yetkinlik durumu belirlenerek ülkemizde üretilebilecek stratejik ve katma değeri yüksek ürünlerin üretimi sağlanacaktır. Böylece ülkemizdeki tıbbi cihaz alanındaki cari açığın önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Ülkenin ihtiyaçları doğrulusunda gerekli ihtiyaç planlamaları yapıldıktan sonra öncelikli alanlar belirlenecek ve Sağlık Bakanlığı’nın önerileri doğrultusunda TÜBİTAK çağrıları belirlenecektir. Kamu Kurum ve Kuruluşları tarafından verilen destek programları incelenerek özellikle riskli sınıfa sahip ve katma değeri yüksek tıbbi cihazların ülkemizde üretilebilmesi için yeni destek programlarının geliştirilmesi çalışmalarına katkı verilecektir. Destek ve teşviklerin sektörün gelişimine etkisinin değerlendirilmesi ve mevcut destek ve teşvik sistemlerindeki eksiklik ve yetersizliklerin tespit edilmesi ve düzeltilmesi için “Kamu destek programlarının ilaç ve tıbbi cihaz sektörlerine ilişkin sonuçlarının takip edilebilmesi ve değerlendirilebilmesi için bir sistem oluşturulacaktır” eylem planı kapsamında verilen destek ve teşviklerin sonuçlarının izlenmesi sağlanacaktır. Ayrıca Kurumumuz web sayfasında farklı kurum ve kuruluşlarca verilen destek ve teşvikleri gösteren “Teşvik bilgilendirme platformu” oluşturularak sektörün teşviklerden haberdar olması sağlanacaktır. Tıbbi Cihazlarla ilgili veri birliğinin sağlanması için ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği yapılması plan- lanmaktadır. Veri birliğini sağlamak amacıyla “Sağlık Endüstrileri Yönlendirme Komitesi” oluşturma çalışmalarımda son aşamaya gelinmiştir. Veri tabanlarının birbirleri ile uyumlu çalışabilmesinin sağlanması kapsamında ortak bir veri paylaşım platformu oluşturulması planlanmaktadır. Ayrıca ÜTS projesi kapsamında farklı kamu kurum ve kuruluşlarına ait tıbbi cihazlarla ilgili verilerin standardizasyonu ve ilgili kurumlardaki GTIP-MEDULA-TITUBB-MKYS veri tabanlarının birbirleri ile uyumlu çalışması yönünde entegrasyon çalışmaları yapılacaktır. Tıbbi cihazların piyasaya arz edilmeden önce yönetmelik gerekliliklerine göre yapılması zorunlu olan ve piyasaya arz sonrası piyasada güvenli ürün dolaşımının sağlanması için yapılan denetimlerde de gerekli olan testlerin, Türkiye’deki hangi laboratuarlarda yapılabildiği bilgisini içeren bir web yazılımı hazırlanarak tıbbi cihazlara yapılan tüm testlerin ortak bir platform üzerinde görülebilme imkânı sağlanacaktır. Sağlık Bakanlığı bünyesinde Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü Yatırım Modelleri Daire Başkanlığı kurulmuş ve Sanayi İşbirliği (Offset) uygulamaları ile ilgili mevzuatın hayata geçirilmesi ile Off-Set alımları gerçekleşecektir. Bu kapsamda ülkemizde üretimi olmayan tıbbi cihazların teknoloji transferi ile know-how bilgisinin ülkemize getirilmesi sağlanacaktır. Ülkemiz Avrupa Birliği (AB) müktesebatı gereği, ulusal mevzuatını AB mevzuatına uyumlaştırmakla yükümlü olduğundan tıbbi cihazlarla ilgili yasal düzenlemelerin yasal alt yapıları bire bir AB mevzuatıyla uyumlaştırılmaktadır. Buna göre tıbbi cihaz olarak tanımlanan tüm cihazlar piyasaya arz edilmeden önce uygunluk değerlendirme işlemlerinden geçerek hasta, uygulayıcı ve üçüncü şahıslar için güvenli ürün anlamına gelen CE İşaretini taşımak zorundadır. Tıbbi cihazlarda uygunluk değerlendirme işlemleri, üreticinin sorumluluğunda olup, sadece mevzuat hükümlerine uygun olarak uygunluk değerlendirme işlemlerine tâbi tutulan ve şartları yerine getiren ürünler piyasaya arz edilmektedir. Tıbbi cihazlara ait klinik araştırmaların önemi son dönemde artmıştır. Tıbbi cihaz klinik araştırmalarının değerlendirilmesi için kurulan etik kurullar ve devlet proje destekleri bu konuya verilen önemi göstermektedir. Bu konuda “Tıbbi Cihaz Klinik Araştırmaları Yönetmeliği” 6 Eylül 2014 tarihli ve 29111 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Ayrıca in vitro tanı cihazları ile yapılan performans değerlendirme çalışmaları ve doğrulama çalışmaları için yönetmelik hazırlıkları devam etmektedir. Tıbbi Cihazların denetimi ile ilgili işlemler Kurumumuzun görev ve yetki alanındadır. Tıbbi cihazlar, piyasaya arz edildikten sonra Kurumumuzca bunların piyasa gözetim ve denetimleri (PGD) yapılmaktadır. PGD çerçevesinde: Ürünün piyasaya arzı veya dağıtımı aşamasında veya ürün piyasada iken, ürünün tabi olduğu teknik düzenlemeye uygun olarak üretilip üretilmediğini ve güvenli olup olmadığı denetlenmekte, güvenli olmayan ürünlerin güvenli hale getirilmesi sağlanmakta ve gerektiğinde yaptırımlar uygulanmaktadır. Kurumuzun Tıbbi Cihaz Uyarı sistemi birimi tarafından tıbbi cihazdan kaynaklanan olumsuz olaylar takip edilmektedir. Olumsuz olay bildirimleri; AB, FDA, DSÖ vb. kanallarından alınmakta ve işlemler uluslararası boyutta çözümlenmektedir. Türkiye tıbbi cihazlar pazarının 2015 yılında yaklaşık 3 milyar dolara ulaşması beklenmektedir. Küresel pazarda 32,6 milyar dolarlık ihracat rakamı ile yüzde 20,2 ihracat payıyla ABD ilk sırada yer alırken, Almanya 23 milyar dolarlık ihracat rakamı ve yüzde 14,2’lük payla ikinci sırada gelmektedir. Türkiye tıbbi cihazlar ihracatı açısından Avrupa’da 18’inci, dünyada ise 38’inci sırada yer almaktadır. Gelişimini sürdüren Türkiye, henüz küresel tıbbi cihaz ihracatında önemli bir noktada değildir. Ancak Türk firmaları ve Türk ürünleri dünya pazarında yükselen bir değere sahiptir. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu olarak hedefimiz, 2023 hedefleri doğrultusunda Türkiye’nin tıbbi cihaz sektöründe bölgesel merkez olması ve Ülkemizde üretilen tıbbi cihazların, tüm dünya pazarlarında tercih edilen ürünler arasında ilk sıralarda yer almasıdır. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 9 kapakkonusu TIBBİ CİHAZ İHRACATINDA 2018 YILI HEDEFİ 2 MİLYAR DOLAR 2023 YILI HEDEFİ 5 MİLYAR DOLAR Metin DEMİR Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) Başkanı Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası olarak, tıbbi cihaz sanayimizin gelişmesi, orta ve üstü teknolojik segmentlerde üretim yapabilir olmak ve ihracat seviyemizi 2018 yılında 2 Milyar dolara ve 2023 yılında 5 Milyar dolara çıkarma hedefi için çalışmaktayız. Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu kararları ile Tıbbi Cihaz sektörü öncelikli sektörler arasına alındıktan sonra tıbbi cihaz tüketimimizin %20 sini yerli üretimle karşılama hedefi Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ülkemiz politikalarına da girmiş ve bu hedefe yönelik ekosistemin yaratılması için eylem planları oluşturulmuştur. 10 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Sağlık harcamaları bütün dünyada artarken, sağlık endüstrilerinde tüketici değil üretici olmak stratejik bir karardır. Ülkelerin sağlık harcamaları ile tıbbi cihaz ve ilaç üreticilerini destekleyerek tıbbi teknoloji alanında üretime destek olmak ya da bu ürünlerin net ithalatçısı durumunu kabullenip bu kalemlere harcadığı bütçeyi minimize etmek gibi iki politika ekseninden birini seçmekte olduğu görülmektedir. Tıbbi teknoloji alanında ileride olan ABD, Japonya, Almanya gibi ülkelerin sağlık harcaması, sağlık harcamalarının GSYH’ya oranı, bu oran içinde tıbbi cihazlara ayrılan oranlarda da OECD ortalamasının üstüne olduğu bilinmektedir. Tıbbi teknoloji alanında öncü bir üretici ülke duruma gelmek için, tıbbi teknoloji alanında üretim yapan şirketlerin sermaye birikimi sağlamasına olanak veren koşullar yaratarak, bu sermaye birikiminin Ar-Ge’ye aktarılmasına imkân sağlanması gerekmektedir. Hem genel sağlık sigortası uygulaması, hem gelir artışına bağlı olarak artan sağlık bilinci ve talebi ile ortalama yaşam süresi ve yaş ortalamasının giderek artması gibi nedenler ile Türkiye’nin kişi başına sağlık harcamalarının artması beklenmektedir. Artan bu sağlık talebinin salt ithalat yolu ile karşılanmasının getireceği yük bellidir. Bu nedenle sanayi politikalarında sağlık endüstrilerine verilen önem artmış, yatırımlara ve üretime teşvik ve destekler uygulamaya konmuştur. 08/04/2015 tarihli ve 29320 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar kapsamında yüksek teknoloji sanayi sınıfında yer alan ürünlerin üretime yönelik yatırımlar, stratejik yatırım kapsamında yer almış, sağlık endüstrisi de sınıfta değerlendirilerek yerli/yabancı ayrımı yapılmak- sızın tüm yatırımcıların ilaç üretimi hususunda stratejik yatırımlardan yararlanabilmesi sağlanmıştır. Söz konusu karar ile ilaç ve tıbbi cihaz sektörlerinde gerçekleştirilecek yatırımlar öncelikli yatırımlar kapsamına alınmış olup 5. bölge teşviklerinden yararlandırılacaklardır. Tıbbi cihaz sektöründe üretimi desteklemek var olan üreticinin güçlenmesi ve üretimini bir üst teknoloji segmentine taşımasını sağlamak ve yeni yatırımların önünü açmak için öngörülebilir bir iç pazar şartları gerekmektedir. Sektörümüzün “geç ödemeler” sorunu kronik hale gelmiştir. Kamu hastaneleri ve özel hastaneler tıbbi malzeme ödemelerini SGK’dan 15 gün içerisinde avans olarak almalarına rağmen bu hastanelerin tıbbi cihaz şirketlerine ödeme vadeleri 6 ay hatta 1 seneye kadar uzamakta ve özellikle özel hastaneler yüzde 40’lara varan iskontolar talep etmektedir. Üniversite hastaneleri ise çoğunlukla öngörülemez ödeme vadeleri ile alım yaptıkları için pi- yasa şartlarının üzerinde fiyatlar ile rasyonel olmayan alımlar yapmaktadır. SGK’nın Tıbbi Cihaz şirketlerini Medula’ya entegre ederek doğrudan ödemelerini şirketlere yapmasını sağlayacak düzenlemeler üzerinde çalışılmaktadır. Geç ödemeler sorunu dışında SEİS’in Tıbbi Cihaz sektörünün ihracat amacına ulaşması için öncelik verdiği hedefleri şu şekilde özetlenebilir: rine hastanelerin döner sermaye paylarından ödedikleri hazine payında yerli malı kullanım oranları kadar indirime gidilmesi gibi uygulamalarla teşvik edilmesi, • Sağlık Teknolojisi Değerlendirme ve Piyasa Gözetim ve Denetimin aktif çalışması ve sektör temsilcilerinin bu kurumlarda aktif katılımının sağlanması, ve Merkezi toplu alımlarda • %8 -%18 olan KDV oranlarının tek • PPP yerli malı alımının teşvik edilmesi, bir KDV oranında birleştirilerek çö• S2B ve benzeri teknoloji transferi zülmesi, teknoloji envanteri çalışmala• Yerli ürünlerin dünya piyasaların- ve rının ulusallaşarak yaygınlaşması, da ülke ve marka algısının yükseltilmesi • Sanayi envanteri ve pazar duruilişkin verilerin toplanarak • Offset uygulamaları ile teknoloji muna yerli üretici ile paylaşılması, transferinin sağlanması ve yerli tıbbi cihaz üretiminin dolaylı ofset • Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz kapsamına alınması, • Kamu Hastanelerinde yerli malı kullanımının teşvik edilmesi, KİK mevzuatında düzenlendiği halde amacına uygun şekilde uygulanamayan %15 fiyat avantajı ye- Kurumu’nun yerli sanayi ile işbirliği içinde hareket ederek, sektörün hedeflerinin gerçekleşmesi ve sorunlarının çözümü amacıyla yürüttüğümüz çalışmalara rehberlik etmesi. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 11 kapakkonusu TIBBİ CİHAZ ENDÜSTRİSİ İLE BİLİMSEL TOPLANTI VE EĞİTSEL FAALİYETLERİN DESTEKLENMESİ Av. Elvan Sevi FIRAT teknolojiyi belirleyen ülkeler içinde yer almak ve ülkemize sağlam bir gelecek yaratabilmek için çalışılması gerektiğini ifade ediyor. Tıbbi cihaz sektörü özellikle 2007 yılından beri önemli yoğun şekilde hukuksal alt yapı değişiklikleri ile karşı karşıya kaldı. Bakanlık ve Kurum bu süreçte sektör temsilcilerinin görüşlerine “rağmen” hareket etme gayesinde olmadı diğer taraftan sağlık reformu, AB uyum planlanması, “global bütçe” ihtiyaçları, sağlık sektörüne bütünsel yaklaşımın bir felsefe olarak devlet kurumları tarafından benimsenmesi ile sağlık sektörünün tüm paydaşları açısından olduğu gibi tıbbi cihaz firmaları da değişen atmosferde zaman zaman zorluklar yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Söz konusu olan sağlık sektörü olduğunda ar-ge faaliyetlerinin önü açılmadan, klinik araştırmalar desteklenip teşvik edilmeden bilimsel gelişimin ve sanayileşmenin de pek ilerlemeyeceği ortada. Teknolojik gelişimin ancak bilginin yayılması, paylaşılması, açıklanması, uygulanması ile ulaşılabildiğini uzun uzadıya tartışmaya da gerek yok. Peki bu paylaşım hangi platformda, hangi sürede ve nasıl olacak? TITCK’in 2014 yılında yürürlüğe koyduğu Tıbbi Cihaz Satış, Reklam ve Tanıtım Yönetmeliği’nde (“Yönetmelik”) tıbbi cihazların tanıtımı kapsamında bilimsel bilgilerin yayılmasına da etki edecek düzenlemeler getirdi. Yönetmeliğin Bilimsel ve Eğitsel Toplantılar başlıklı 21. Maddesi’nin yürürlüğü 1 yıl ertelenmiş olduğu için bu hükümde yer alan düzenlemeler 15 Mayıs 2015 yürürlüğe girdi. Bu hükmün yürürlüğe girmesi ile birlikte ilaç sektörünün bugüne kadar muhatap olduğu bilimsel ve eğitsel faaliyetlerin TITCK’e bildirilmesi yükümlülüğü hayata girmiş oldu. Tıbbi cihaz üretici ve ithalatçıları bir süredir bu yeni düzeni değerlendiriyor ve uyum sağlamak için şirketleri içinde gerekli önlemleri alıyor, hazırlıkları yapıyor. TITCK de şirketlere bu hazırlıklar sırasında yol gösterici olması için bir duyuru yayınlayarak 21. Maddenin uygulaması ile ilgili daha detaylı bilgi verdi ve bildirim sisteminin çalışma esaslarına ilişkin bir kılavuz yayınladı. İlgili belgeler birlikte incelendiğinde bu kuralların ilaç sektörün halihazırda tabi olduğu kurallara göre biraz daha esnek olduğu da gözlemleniyor. Bu da gelecekte aynı alanda biraz daha katı kuralların gelebileceğini gösteriyor. Türkiye’nin hızlı bir biçimde büyüyen tıbbi cihaz pazarının, ithalat düzenlemeleri, ihale sistemleri ile ilgili değişiklikler, tıbbi cihaz ulusal bilgi bankasının kurulması (TITUBB), TAREKS kapsamında cihazların güvenliğinin incelenmesi, tıbbi cihazların satışı, dağıtımı ve tanıtımına ilişki mevzuat değişiklikleri gibi farklı konularda önlerine konulan yeniliklere adapte olması çok kolay olmasa da bugüne kadar başarılı bir süreç izlendiğini gözlemleyebiliyoruz. Tabi ki sorunlar olabilir, ancak bunların çözümü için de gayret gösteriliyor. T.C. Sağlık Bakanlığının desteği ve Sağlık Endüstrisi İşverenler Sendikası (SEİS) işbirliği ile TTGV ‘ye hazırlattırılan “Dünyada ve Türkiye’de Tıbbi Cihaz Sektörü ve Strateji Önerisi” başlıklı raporda açıklandığı üzere tıbbi cihaz sektörünün 2023 yılına kadar önemli hedefleri var. Bu raporda yer alan yazılarında, hem dönemin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof Dr. Nihat Tosun hem de diğer Sağlık Endüstrisi İşverenler Sendikası (SEİS) tıbbi cihaz sektörü hedeflerine ulaşabilmesi için üniversite ve ancak sanayi işbirliğinin önemine değiniyor ve özel sektörün, araştırma kurumlarının ve düzenleyici kurumların birlikte hareketi ile sektörün dışa bağımlılıktan kurtulup, 12 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Yönetmelik 21. Maddesi uyarınca hakkında TITCK’e bilgi verilmesi gereken iki tip toplantı tanımlanıyor; bilimsel toplantılar ve eğitsel faaliyetler. Bilimsel faaliyetler Bilimsel bir konuda bilgi vermek amacıyla Sağlık Bakanlığı, sağlık meslek mensupları ile sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz alanında çalışan teknik elemanların ulusal ve uluslararası uzmanlık dernekleri, sağlık kurum ve kuruluşları, üniversiteler, hekim/diş hekimi/eczacı mesleki örgütleri veya tıbbi cihaz satış merkezleri tarafından düzenlenen; yurt içi veya yurt dışı kongreler, sempozyumlar, çalıştaylar, seminerler, kurslar ve toplantılar bilimsel toplantı olarak değerlendiriliyor. Tıbbi cihaz satış merkezleri (Yönetmelik’te net bir tanım yok, ancak tıbbi cihaz satan her şirket bu kapsama giriyor) bilimsel toplantılara katılacak sağlık meslek mensupları ile sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz alanında çalışan tekniki elemanların kayıt, konaklama ve ulaşım masraflarını Tıbbi Cihaz Satış, Reklam ve Tanıtım Yönetmeliği’nin 21. maddesinde belirtildiği üzere (a) Toplantının, personelin uzmanlık veya görev alanı ile ilgili olması, (b) bir kişinin aynı yıl içerisinde en fazla 3 bilimsel toplantıya katılması ve; bu üç desteğin sadece iki tanesinin, aynı satış merkezi tarafından sağlanması ve en fazla iki tanesinin yurt dışında yapılan toplantılarda kullanılması şartı ile sağlanmasına imkan veriliyor. Bu desteklerin doğrudan kişilere değil toplantıyı düzenleyen organizasyon Av. Elvan Sevi FIRAT veya organizasyonlara yapılması öngörülüyor. Bu kişilere taksi parası için de olsa hiçbir ödeme yapılamayacağı anlamına gelip gelmediği net olmamakla birlikte toplantıya katılacak kişiler aynı şehir sınırları içinde olsa dahi organizasyon firmalarının toplantı alanına ulaşımla ilgili önlemleri de almasını gerekli kılıyor. Eğitsel faaliyetler ise tıbbi cihaz satış merkezlerince düzenlenen/desteklenen tıbbi cihaz tanıtımını da içeren eğitim ve bilgi paylaşımı toplantıları olarak tanımlandı. Burada toplantıya katılımın desteklenmesi ile ilgili bir sayı sınırı bulunmamakla beraber zaten bu nitelikteki toplantıları en fazla 1 gün sürecek şekilde ve katılımcıların çalıştığı ilde olması gerektiği için katılımcıların görev yerlerini değiştirmesini gerektirmeyeceği öngörülüyor. Her ne kadar çevre illerde çalışan sağlık meslek mensupları ile sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz alanında çalışan teknik elemanlar da düzenlenen eğitsel faaliyetlere katılım sağlayabilmesine imkan verilmiş ise de bu kişilere hiçbir şekilde herhangi bir masraf ödemesi yapılamayacağı için pratikte bu kişilere bir destek verildiğinden de söz etmek pek mümkün değil. Diğer taraftan katılımcıların desteklenmesi ya da desteklenmemiş olması çerçevesinde bir ayrım olmadığından, çevre illerden de katılım olsa, en azından toplantı tamamlandıktan sonra katılım listesi TITCK’e sunulurken ilgililerin isimlerine ve kurumlarına yer vermek gerekiyor. Tatil beldeleri ve kayak merkezlerinde bilimsel toplantı ve eğitsel faaliyet düzenlenemeyecek/desteklenemeyecek tarih aralıklarında; yalnızca söz konusu bölgelerde aktif olarak görev yapan sağlık meslek mensupları ile sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz alanında çalışan teknik elemanların katılım sağlayabileceği eğitsel toplantılar düzenlenebilecek. İlaç sektöründe mübalağa ediyorum 100 senedir uygulanan bu kuralın tıbbi cihaz sektörü açısından da herkesin uyması gereken bir ilkeye dönüştürülmüş olması sevindirici. Satış merkezlerinin desteğiyle, sağlık meslek mensupları ile sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz alanında çalışan teknik elemanların, konuşmacı, panelist, eğitimci, oturum başkanı, bildiri sunan araştırmacı olarak katılım sağladıkları toplantılar için katılım sayısındaki sınırlamanın uygulanmadığını da belirtmek gerekli. Ayrıca tıbbi cihaz klinik araştırmaları kapsamında yürütülen ve araştırmacı sayısının birden çok olduğu bilimsel çalışmaların, yazılı veya sözlü sunumunun yapılacağı toplantılarda araştırmacılardan yalnızca birisi bildiriyi sunmak üzere desteklenebilecek, kimin destekleneceği konusunda karar verilirken yazılı/sözlü sunumu/asılması da bildiri sunumu olarak değerlendirileceğinin dikkate alınması gerekecek. Bildirim üç aşamalı; bir önceki yılın sonunda, gelecek yıl yapılması planlanan toplantılar ve desteklenmesi düşünülen kişilerin listesi sunulacak, daha sonra yıl süresince ve bu toplantılar gerçekleşmeden en geç 15 gün öncesinde nihai başvuru yapılacak ve son olarak toplantı bittikten en geç bir ay içinde nihai olarak katılmış olanlar, gerçekleşen masraflar gibi tüm bilgileri içeren bildirim yapılacak. Bunlardan birinci ön bildirimde bir onay mekanizması olmamakla beraber, ikinci aşamadaki toplantı öncesi bildirimde TITCK 10 gün içinde yanıt vermez ise başvuru kabul edilmiş olacak. Hem ilaçların tanıtımı kapsamında desteklenen toplantıların inceleme/onay süresinin kısaltılmış olması hem de Yönetmelik’te öngörülen bildirim/onay süresinin 10 gün olarak belirlenmiş olması TITCK’in artık bu başvuruları incelerken daha hızlı hareket edebildiğini ve konusuna daha da hakim olduğunu gösteriyor. Başvuru dilekçesinde muhtemel katılımcıların listesi (katılımcı adı soyadı, T.C. kimlik numarası, sicil numarası, uzmanlık alanı, ünvanı, çalıştığı kurum bilgileri, katılımcı/konuşmacı/ eğitimci gibi katılımcı statüsü vb.) gibi bilgileri de içerecek olması kişisel verilerin korunması tartışmaları da beraberinde getirse de, katılımcılara gönderilecek olan davet mektuplarında kendi katılım onaylarının da olması ve bu mektuplarda verilen bilgilerin resmi olarak talep edilmiş olan bildirimde kullanılacağının ifa- de edilmesi ile bu alandaki tartışmanın büyük oranda ortadan kalkacağı belirtilebilir. Kongre/sempozyum gibi bilimsel toplantıların ve ürünlerin nitelikleri, yararlı/zararlı etkileri, mekanizmaları gibi teknik bilgilerin paylaşıldığı eğitsel toplantıların da sağlık mesleği mensupları açısından, mesleki bilgi birikiminin arttırılması, daha doğru uygulamalar ve tedaviler sunma becerisinin arttırılması açısından çok önemli olduğu tartışmasız. Ama bu konuda kötü örneklerin olduğu, yaşandığı ve kongre ve toplantıların gezi amaçlı etkinliklermiş gibi muamele gördükleri ve düzenlenmeleri gerektiği de açık. Bu ortamda TITCK’e çok iş düşüyor. Bu kurallara uygun davranılmadığında ortaya çıkabilecek olan hukuki riskler ve sorumluluklar ayrı bir tartışma konusu, ancak rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer yaptırım uygulanması gereken bir haksızlık var ise, bu haksızlığın bertarafı için yeterince güçlü yasal düzenlemeler var. Bundan sonra verilen desteklerin kamuya açıklanması konusunda, ilaç sektöründe olduğu gibi tıbbi cihaz sektöründe de bir adım atılır mı göreceğiz. Ancak, TITCK’in müthiş bir veriye sahip olduğu ve kullandığı sistemler ile, hangi hastanede hangi sağık mesleği mensubunun kim tarafından desteklendiği ve ne kadar reçeteleme/uygulama/ameliyat yaptığının görülmesi ve tüm bunlar arasında bir ilişki olup olmadığının tespiti her geçen gün kolaylaşıyor. Bu da bizleri daha şeffaf, güvensizliğin daha az olduğu ve daha düzgün işleyen bir ekosisteme doğru ilerletiyor. Diğer taraftan 2023 hedeflerine ulaşmak için daha çok bilmemiz, daha çok çalışmamız, daha çok öğrenmemiz, daha çok çok olmamız gerekiyor. Tabi ki Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Ama ülkesel hedeflere ulaşabilmek için getirilen kuralların sadece ithal edilmiş veya herkes uyguluyor diye uygulanmış olmaması da gerekiyor. Umarız ileride Almanya’ya rakip olan bir endüstrimiz olur. Gülümseyenler olduysa sormak isterim… neden olmasın? SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 13 kapakkonusu “TIBBİ CİHAZ SATIŞ, REKLAM VE TANITIM YÖNETMELİĞİ” İLE SEKTÖRÜMÜZE “KURUMSAL BİR KİMLİK” KAZANDIRILMIŞ OLACAK Kemal YAZ Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) Genel Başkanı 15 Mayıs 2014 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Tıbbi Cihaz Satış, Reklam ve Tanıtım Yönetmeliği” yaklaşık 2 yıl süren bir ön hazırlık sonucunda tamamlanabilmiştir. TÜMDEF olarak, bütün bu çalışmalarda birçok sektör kuruluşu gibi aktif bir biçimde yer aldık ve her düzeyde görüş ve önerilerimizi ileterek, katkı vermeye çalıştık. Yönetmeliğin yürür14 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 lüğe girmesini takiben TİTCK-Türkiye ilaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu başkanlığı ile sürdürülen görüşmeler sonrasında, sektörün bir diğer önemli kurumu olan SEİS-Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası ile birlikte; çalışanların eğitim süreçlerinin yürütülmesi amacıyla, kurum tarafından görevlendirildik. terek, 20.Ocak.2015 tarihine geldik. Tüm hazırlıkların tamamlanıp, Gazi ve Sakarya Üniversiteleri ile yapılan protokoller ile Eğitim ve başvuru sürecinin tamamlandığının, Kurum tarafından duyurulduğu 20.Ocak.2015 tarihi ile yoğun bir çalışma temposu içinde başarıyla bugünlere gelindi. 02 Temmuz 2014 tarihinde Kurum ile TÜMDEF ve SEİS birlikteliği olarak karşılıklı imzalanan bir protokol ile çalışmalarımıza başladık. TÜMDEF ve SEİS olarak, “TCESİS-Tıbbi Cihaz Eğitim Sistemi” ortak bir platformu biçiminde Eğitim materyallerinin hazırlanması, Uzaktan eğitim yöntemiyle yürütülecek süreç için Üniversite belirlemek amacıyla çalışmaları yürü- Başvurudan itibaren sınavın sonuçlandırılmasına kadar tüm süreç www. tcesis.org internet sitesi üzerinden, ve katılımcıların kendi tercihleri doğrultusunda Gazi ve Sakarya Üniversiteleri Uzaktan Eğitim Sistemleri teknik altyapıları kullanılarak başarıyla ve hızlı bir biçimde yürütülmektedir. Ayrıca; 0850-450 45 45 no ile TCESİS Çağrı merkezi oluşturulmuş ve gün boyu kesintisiz hizmet verilmektedir. Bu süreçte Yönetmelikte yer alan, özellikle geçici maddelerden yararlanma konusunda bazı sıkıntılı durumlar oluştuğu tespit edilerek kurum ile yürütülen görüşmeler paralelinde, TİTCK tarafından 30.Nisan.2014 tarihli Sektör Temsilcileri toplantısı “Yönetmelik revizyonu” gündemli olarak yapılmış ve kurum yetkililerinin yönetmelikteki sıkıntıya neden olan maddelerin iyileştirilmesi yönündeki olumlu iradeleri tüm katılımcılara pozitif bir etki yaratmıştır. SM-Sorumlu Müdür, KDE-Klinik Destek Elemanı ve STE-Satış ve Tanıtım Elemanı sertifikası için Eğitim başvurularının 14 000 kişiyi aştığı bugünlerde, internet üzerinden eğitimine devam etme hakkını elde edenlerin sayısı ise 5000 kişi üzerindedir. Belge uygunluğu incelemesi sürmekte olan ve gruplar halinde eğitimlere başlatılacak kişi sayısı da 6000 e yaklaşmıştır. Başvurusunu yapmakla beraber, henüz belgelerini göndermeyi tamamlamadığı için beklemekte olanlar ise mevcut Yönetmelik’ te değişiklik beklentisi içinde olduğunu tahmin ettiğimiz grubu oluşturmaktadır. Tamamlanan hazırlıklar sonucunda, bugünlerde eğitimleri tamamlanmak üzere olan ilk dönem başvuru sahiplerinin sınavları (tarihi belirlenmiş ve belki de şu anda duyurulmuş olabilir) Temmuz ayının son haftası içinde uzaktan eğitim yöntemi ile yapılacaktır. Böylece; ilk dönem eğitimleri tamamlanarak sınavlarını da başarıyla geride bırakmış yaklaşık 5000 kişi ile tıbbi cihaz sektöründe çok önemli bir dönüm noktası başarıyla geçilmiş olacaktır. Burada; Yönetmelik ile amaçlanan noktalara birkaç cümleyle değinmekte yerinde olacaktır. Yönetmeliğin sektörümüze en önemli katkısı, bu işin bir kimliğinin olmasının sağlanmasıdır. Sektörümüze “kurumsal bir kimlik” kazandırılmış olacak ve bu işin her önüne gelenin yapamayacağı ciddi bir iş olduğu tescillenecektir. Çünkü işimizin konusu insan ve insan sağlığıdır. Sektörde hizmet veren firmalar bazında oluşacak bu kurumsal kimlik, çalışanlarımızın eğitim düzeyi, bilgi, beceri ve teknik yeterliliklerinin de belgelenmesi ile bir kez daha güçlenecek ve tıbbi cihaz sektörü, bu süreç sonunda bugünkü düzeyinden daha güçlü bir konumda, sağlık sistemi paydaşlığını pekiştirmiş olacaktır.” Bu çalışmalarda emeği geçen işveren, çalışan sektörümüzün tüm elemanlarına ve siz değerli sağlık sektörü basın elemanlarına bir kez daha teşekkürlerimi ifade ederken, tüm sağlık sektörünün Ramazan Bayramını tebrik eder, sağlık ve mutluluklar temenni ederim. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 15 röportaj Prof. Dr. Semih Baskan “GÖRÜNTÜLEME SON YILLARDA BİZLER İÇİN SADECE GENEL CERRAHİ ALANINDA DEĞİL, HER ALANDA BÜYÜK UFUK AÇTI.” Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı olarak görev yapan Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde açılmış ilk üniversitesi olan Ankara Üniversitesi ile özdeşleşmiş isimlerden Prof. Dr. Semih Baskan, hekimlik kariyerinin yanı sıra pek çok dernek ve kurulda da görev almış bir hocamız. Bu faaliyetlere gönüllü katılımının nedenini ise tek cümleyle açıklıyor: “Birlikten kuvvet doğar.” Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Geçen yıl Ağustos ayında, Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Kurucu De16 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 kanı olma yönünde bir teklif aldım. Okulu ziyarete gittiğimde hakikaten çok etkilendim. Daha önce gerek Erciyes Üniversitesi gerekse Ankara Üniversitesi’nde dekanlık yapmıştım. Yepyeni bir kampus ve çağdaş görünümlü bir sağlık bilimleri binasıyla karşılaştığım zaman etkilenmedim demek imkansız. 60 öğrenci aldık; bu öğrencilerin her biri için laboratuvarda ayrı ayrı mikroskoplarının olması, her bir öğrenciye eşit olanakların sağlanması, temel bilimler açısından son derece önemliydi. Bildiğiniz gibi temel bilimler 3 yılda yapılıyor, daha sonra ihtisas sınıfları dediğimiz 4-56. sınıf eğitimleri hastanede gerçekleştiriliyor. 240 yataklı hastanemizin inşaatına da başladık. Dolayısıyla öğrencilerimiz 4. yıla gelene kadar, gerçek anlamda eğitim yapacağımız bir hastaneye de kavuşmuş olacağız. Bugünkü öğrencilerimiz 2020’de Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin ilk mezunları olacaklar. Bununla ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün bir tanımı var: 5 yıldızlı hekimler. Bu 5 yıldızı şöyle açıklayayım: Hastayı bir birey olarak ailesi ve toplumuyla birlikte bütüncül bir yaklaşımla ele alan ve yüksek nitelikli, kapsamlı, sürekli ve kişisel bakım verebilen kişiler (Care Provider). Sağladığı hizmeti sürdürürken hangi teknolojilerin maliyet ve etik açıdan uygun olacağına karar veren kişiler (Decision Maker). Sağlık- lı yaşam için gerekenleri etkili bir şekilde anlatarak bireyin sağlığını korumasını ve geliştirmesini sağlayan iyi iletişimciler (Communicator). Çalıştığı ortamdaki kişilerin güvenlerini kazanan, bireysel ve toplumsal gereksinimler için arabuluculuk yapabilen, toplum adına girişim başlatabilen toplum önderleri (Community Leader). Hastaların ve toplumun gereksinimlerini karşılamak üzere bireyler ve kurumlarla uyumlu çalışabilen, sağlık verilerini uygun biçimde kullanan yönetici hekimler (Manager). Biz, Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerimizi Dünya Sağlık Örgütü’nün bu 5 yıldızlı hekim kriterleri doğrultusunda yetiştirmeyi arzuluyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, genç nüfusumuzda son yıllarda obezite bir sağlık sorunu. Obezite ile ilgili çözüm önerilerini gene bizim üretmemiz, gerek ailelere gerekse gençlere önerileri ve önlemleri bizim aktarmamız gerekir. Bu konuda biz öğrencilerimizi yetiştiriyoruz. Bunun yanı sıra Okan Üniversitesi ve Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin farklı bir özelliği var: Nitelikli İngilizce eğitiminin yanı sıra “Kariyer, Yaşam ve Happy Life” dediğimiz bir dersimiz bulunuyor. Burada öğrencilerimizin çok yönlü yetişmeleri için dans, müzik, ikinci yabancı dil (örneğin Rusça, Çince veya Arapça) eğitimi veriliyor. Bu kapsamda 55’in üzerinde grubumuz var. Meme cerrahisi ile ilgili çalışmaları ve radyolojik uygulamaları nasıl konumlandırıyorsunuz? 1991 yılından beri bilfiil meme cerrahisi yapan biri olarak radyolojiyi baş tacı ediyoruz. Eskiden hastalar, memelerinde bir kitle fark ettiklerinde bize gelirlerdi ve biz onları öyle değerlendirirdik. Ama özellikle ultrasonografinin ve mamografinin son 20 yıl içerisinde çok daha fazla kullanılır olması, buna son 10 yıl içerisinde MR’ın da eklenmesiyle inanılmaz mesafeler kat ettik ve “kanserden korkma, geç kalmaktan kork” sloganının en güzel örneklerini hastalarımızda görmeye başladık. Mamografide 2-3 şüpheli noktayı görüp biyopsi alarak tanı koymak önemli. Görüntüleme son yıllarda bizler için sadece genel cerrahi alanında değil, her alanda büyük ufuk açtı. Dolayısıyla meme ile uğraşan biri olarak radyolojinin bizim olmazsa olmazımız olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Bize büyük kolaylıklar, büyük avantajlar sağladı ve pek çok insanın memesi de meme koruyucu cerrahi ile muhafaza edilebilir hale geldi. Eskiden yaptığımız işlem sadece mastektomi, yani bir organın feda edilmesiyken, erken evrede yakaladığımız hastalarımızda uzun soluklu ve iyi sonuçlar alabilir hale geldik. Bunda da radyolojinin katkısı yadsınamaz. Tiroid tarafı ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Tiroid için de hemen hemen aynısını söyleyebiliriz. Yani ultrasonografinin gündeme gelmesi bize büyük kolaylıklar getirdi. Tabii meme kanseriyle tiroid kanserini birbiriyle kıyaslamak doğru olmaz. Tiroid kanseri sonuçta daha yüz güldürücü olabilir ama hangi evrede olursa olsun, ultrasonografi ve tomografi başta olmak üzere radyoloji tiroidde de bize büyük kolaylıklar sağlamıştır, ufuk açmıştır diye düşünüyorum. Bunun yanı sıra ince iğne aspirasyon cerrahisi ve onun getirdiği tanısal kolaylıklar da çok önemli. Eskiden, yani tiroidde her nodülü kanser olarak kabul edip ameliyat ettiğimiz SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 17 dönemlerde, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yılda 2000’in üzerinde tiroid ameliyatı yaptığımız oluyordu. Sonradan ince iğne aspirasyon cerrahisinin gündeme gelmesi ve çoğu nodülün benign olduğunun görülmesiyle ameliyat sayımızda düşüş oldu ve hastalarımızı gereksiz ameliyatlardan kurtarmış olduk. Vakıf üniversitelerindeki tıp fakültelerinin avantajlı ve dezavantajlı yanları hakkında bilgi verebilir misiniz? Geçen sene göreve başladıktan sonra, Tıp Fakültelerinin Dekanlar Konseyi’ni topladık. Türkiye’de 3 grup var: Devlet üniversitesi tıp fakülteleri, vakıf üniversiteleri tıp fakülteleri, Sağlık Bakanlığı ile birlikte çalışan tıp fakülteleri (affiliate). Mevcut 26 tane tıp fakültesinin yarısı İstanbul’da ve bu tıp fakülteleri için üç ayrı Çalışma Grubu oluşturuldu. Ben Vakıf Üniversiteleri Tıp Fakülteleri Çalışma Grubu Başkanı oldum. Vakıf üniversitesi tıp fakülteleri daha az sayıda öğrenci alıyor, dolayısıyla imkanlar daha fazla. Ama tabii ki temel bilimlerin olmazsa olmaz olduğuna inanan biriyim ve temel bilimler eksik olduğu zaman klinik bilimlerin de yeterli olmayacağını düşünüyorum. Başka deyişle, öğrencilerin eksik yetişeceğini düşünüyorum. Temel bilimleri iyi aldıkları takdirde bu çocukların iyi birer hekim olarak yetişeceğini, Türkiye’nin daha çok sayıda doktora ihtiyacının olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye’de son yıllarda yılda hekime başvurma sıklığı yılda 8,3’e çıktı. Halbuki OECD ortalaması 6,2. Yani insanlar neredeyse 1,5 ayda bir hekime gider oldular. Yılda milyonlarca tomografi, gereksiz MR da işin bir başka boyutu. Bundan üç sene önce Oftalmoloji Başkanımız Prof. Dr. Süleyman Kaynak Londra’da bir sunum yaptı ve İngilizler çok şaşırdılar. 75 milyonluk Türkiye’de 90 milyon kişi acil servise başvurmuş. Bazı şeyleri abarttığımızı düşünüyorum. Öğrencilerime de hep aynı şeyi söylüyorum: Bir hastayı muayene edecekseniz o hastaya en az 20 dakika ayıracaksınız. Meme kanserli bir hasta geldiği zaman onun ilk adet gördüğü yaştan son adet gördüğü yaşa kadar, doğurduğu çocuk 18 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 sayısına, emzirme sürelerine, ailedeki meme kanseri vakalarına kadar her şeyi soracaksınız. Bunları sorduğunuz zaman zaten 10 dakika geçiyor. Bir 10 dakika da hastayı muayene etmeye ayırıyoruz. Dolayısıyla en az 20 dakikalık bir süremizi bir hastamıza ayırmamız lazım. Günde 100 hasta bakacak olursanız, burada birtakım şeyleri eksik yapmış olursunuz diye düşünüyorum. Tıp eğitiminin olmazsa olmazlarıyla da bunu birleştirdiğimiz zaman, çok iyi bir anatomi, fizyoloji, patoloji gibi temel bilimler eğitiminin üzerine klinik bilimleri oturtan ve toplumun öncelikle hastalanmaması, hastalandığı zaman tedavisi, daha sonra da korunmasını ve takiplerini sağlayabilen hekimler yetiştirmemiz gerekir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir toplum olabiliriz. Dünyada en çok antibiyotik tüketen toplumlardan biriyiz ama ortada o kadar enfeksiyon hastalıkları yok. Bunun altında, hekime gittiğiniz zaman “bir tane de antibiyotik yazayım” gerçeği yatıyor. Bu yanlış bir uygulama. Meme Dernekleri Federasyonu’yla ilgili bir süreç var. Orada oynadığınız rolden söz eder misiniz? Federasyonu ben kurdum çünkü birlikten kuvvet doğar. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi, Türkiye’de ilk öncülüğü patoloji dernekleriyle yapmış, Patoloji Dernekleri Federasyonu’nu örnek almıştık. Aynı işlevi yapan birden fazla derneğin bir araya gelip daha güçlü hareket etmesini hedefliyoruz. Biz de 2007’de bunu gerçekleştirdik. Şöyle örnek vereyim: İstanbul Üniversitesi’nde iki tane dernek var. Bir tanesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde, bir tanesi Cerrahpaşa’da ve aynı işlevi yapıyor. Bunların hepsini biz bir çatı altında toplayalım istedik. Dergilerimizi çıkarttık, kongrelerimizi yapıyoruz. Sağlık Bakanlığı ile birlikte eğitim ve araştırma toplantıları düzenliyoruz. Yani birlikten kuvvet doğar. Her birey aynı şeyi yaptığı takdirde, bunun sektördeki firmalara da yansımaları olur. Örneğin Siemens her üniversite derneğinin etkinliklerine ayrı ayrı katkıda bulunmak yerine, Meme Dernekleri Federasyonu’na çok daha etkili ve güçlü katkı sağlayabilir. PROF. DR. SEMİH BASKAN KİMDİR? 1971’de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Prof. Dr. Semih Baskan aynı yıl genel cerrahi ihtisasına başladı. 1976 yılında uzman, 1982’de aynı üniversitenin Genel Cerrahi bölümünde doçent, 1988’de de profesör oldu. 2014 yılına kadar Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak görevde bulunan Prof. Dr. Baskan, meslek yaşantısı boyunca pek çok idari görev de yürüttü. 1985-1989 arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, 1989-1991 arasında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı, 1991-1997 arasında da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanlığı görevinden 2014 yılında emekli oldu. Bunun yanı sıra çeşitli meslek örgütlerinde de rol üstlenen Prof. Dr. Semih Baskan, Avrupa Birliği’yle uyum çalışmaları kapsamında, Türk Kardiyoloji Derneği gibi pek çok uzmanlık derneğinin dahil olduğu Türk Tabipler Birliği Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu’nu 1994 yılında kurdu ve dokuz yıl Kurucu Başkan olarak bu görevde bulundu. Ayrıca Türk Cerrahi Derneği’nde Başkanlık ve Genel Sekreterlik yaptı. Türkiye’deki meme hastalıkları derneklerini 2007 yılında bir araya getirerek Meme Dernekleri Federasyonu Başkanlığını kurdu ve bir süre bu görevi yaptı. Eğitim odaklı pek çok önemli çalışmada da yer alan Prof. Dr. Semih Baskan, Sağlık Bakanlığı Yüksek Sağlık Şurası İlaç-Ruhsat Komisyonu, YÖK Denklik Değerlendirme Komisyonu, Devlet Planlama Teşkilatı’nın 5 yıllık kalkınma planlarında Sağlık Grup Başkanlığı gibi görevlerde bulundu. Prof. Dr. Baskan 1 Eylül 2014’ten bu yana Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı olarak görev yapıyor. Gelişim Yolunda Bir Adım Daha İleri Avrupa Patentli Pronutra Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir. *Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre. sektörden ‘SIFIR ENFEKSİYON’ HEDEFLENİYOR Ebru ERDEN 3M Türkiye Sağlık Ürünleri Grubu Ülke Direktörü Hasta bakımıyla ilgili enfeksiyonlar, hem hasta hem sağlık çalışanlarının sağlığını tehdit eden, hasta ve hastanelerin maliyetlerini ciddi oranda artıran çok ciddi ve önemli bir sorun. Bu sorun sadece kısıtlı kaynakları olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de görülüyor. Örneğin ABD’de, hastanede tedavi gören her 20 hastadan 1’i hasta bakımıyla ilgili enfeksiyona yakalanıyor ve bu sayı yılda 1.7 milyon kişiyi buluyor. Hasta bakımıyla ilgili enfeksiyonlar kamu sağlığını tehdit ederken aynı zamanda hastalara ve hastanelere de büyük maddi yük getiriyor. Bu hastalar, enfekte olmayanlara kıyasla ortalama 2 kat daha uzun süre hastanede kalıyor ve 2.8 kat daha fazla ödeme 20 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 yapıyor. Bir hastanın tedavisi için yapılan masraf, 25.000 dolara kadar varabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü verileri, Türkiye’de hastaların %12.5’inin sağlıkla ilgili enfeksiyonlarla karşılaştığını gösteriyor. Hastane enfeksiyonları konusunda, Türkiye’de özellikle son on yılda bilinç giderek artmaya başladı. Bu çerçevede çalışmalar başlaması sevindirici olsa da bu konuda alınacak çok yol olduğunu unutmamalıyız. Türkiye’de hastane enfeksiyonlarının önemi konusunda bilincin artması için yoğun biçimde çalışıyoruz. Sağlık hizmetleriyle bağlantılı enfeksiyonları önlemeyi görev edindik. “Sıfır enfeksiyon” hedefine ulaşma yolunda inovatif yaklaşıyla 3M, hastanın, hastane kapısında girişinden, evdeki bakımına kadar enfeksiyon risklerini azaltmaya yönelik çözümler ve geniş bir ürün yelpazesi sunuyoruz. Damar İçi Kateterlerde Enfeksiyon Kontrolü Sağlık sisteminde en çok görülen invaziv uygulama olan Periferik Venöz Kateter (PVK) uygulamasından kaynaklı komplikasyonlar çok sık görülür. Türkiye’de her yıl 20 milyondan fazla Periferik Venöz Kateter kullanılıyor. Geleneksel Periferik Venöz Kateter’in % 40’ı komplikasyonlara neden oluyor ve tedavi tamamlanmadan yeni bir kateter ile değiştirilmeleri gerekiyor. Ortalama 300 yataklı bir hastanede PVK kaynaklı kan dolaşımı enfeksiyonu sayısı her yıl 2970 ve her bir vakanın tedavi masrafı 14.400 TL olarak düşünüldüğünde bir yılda 42.768.000 TL’lik bir tedavi maliyeti oluşuyor. PVK kaynaklı komplikasyon riskini azaltmak için venöz kateter sabitleme ve değiştirme konusunda INS yönergelerinin uygulanması ve gelişmiş PVK sabitleme teknolojilerinin uygulanması önemli rol oynuyor. Santral Venöz Kateterlerde (PVK) ise bu komplikasyonlar beraberinde ölüm riskini de getiriyor. Bu çerçevede % 2 kolarheksidin içeren 3M Tegaderm CHG Kateter Sabitleme Örtüsü çözümünü sunuyoruz. 3M Tegaderm CHG Kateter Sabitleme Örtüsü, kateter bölgesini korumak, kan dolaşımı ilişkili enfeksiyon riskini azaltmak ve daha iyi sonuçlar elde etmek için klorheksidinin güçlü antimikrobik etkinliğini, kullanım kolaylığı ve şeffaf Tegaderm örtü ile birleştiriyor. Uygulama sırasında kullanılan kulakçıklar, el teması olmadan kolay ve doğru uygulamayı sağlayarak ciltte kontaminasyon oluşmasını engelliyor. Şeffaf pencere düzenli ve kolay bir şekilde kateter alanının gözlemlenmesine yardımcı oluyor. Bariyer Krem, bütünlüğü bozulmamış ciltler için, vücut sıvılarına karşı benzersiz uzun süreli koruma sağlıyor. Cildi nemlendirirken inkontinans nedeniyle gelişebilecek cilt hasarlarını önlüyor, risk altındaki cilt için uzun süreli koruma sunuyor. Yetişkinler ve çocukların yanı sıra zamanında doğmuş bebeklerde de kullanılabilen ve ekonomik olan ürün, kolay emiliyor, etkili bir bariyer oluşturuyor ve etkili bir nemlendirici özelliğine sahip. Cavilon Ailesinin ürünlerden biri de 3M Cavion Cildi Yakmayan Bariyer Film. Cilde uygulandığında şeffaf koruyucu bir film oluşturarak cildi olağanüstü bir şekilde uzun süreli koruyan 3M Cavion Cildi Yakmayan Bariyer Film yetişkinler, çocuklar ve bir aylıktan itibaren bebeklerde, birinci safha ya da hafif akıntı olan ikinci safha bası yara açılmalarında, idrar kaçaklarına bağlı deri iltihabında, stoma, venöz ülseri, yapışmaya bağlı travmada ve yara çevresini koruyucu olarak kullanılabilir. 3M olarak, yenilikçi ürün ve yaklaşımları benimseyip geliştirerek “Sıfır enfeksiyon” hedefine ulaşmanın mümkün olacağına inanıyoruz. Bu doğrultuda, geniş bir yelpazede enfeksiyon önleme için bütünsel çözümler sunaraak; yapılan araştırma sonuçları ile hastalar, doktorlar ve diş hekimlerden gelen geribildirimleri değerlendirerek sağlık alanında inovatif bakış açısıyla hayat kurtarmak için çalışmalarına devam ediyoruz.Sıfır enfeksiyon hedefimizle, daha güvenli, sağlıklı ve mutlu bir geleceğe adım adım yaklaşılıyoruz. Basınç Ülseri Hasta bakımıyla ilgili enfeksiyonlar arasında hastaların yaşamını tehdit edecek boyutlara ulaşan bir başka sorun ise Basınç ülseri. Her yıl 60 bin kişi inkontinans alakalı dermatit ve yatak yarası olarak bilinen basınç ülseri kaynaklı komplikasyonlar nedeniyle ölüyor. Bunu tedavi etmek için her yıl hastalar ve sağlık kurumları 11.5 milyar dolar harcıyor ve her yıl 2.5 milyon insanda yatak yarası olarak bilinen basınç ülseri oluşuyor. Cildin uzun süre basınca maruz kalması zaman zaman nem ve sürtünmenin de oluşmasıyla deri ve alt katmanlarda meydana gelen hasar olarak tanımlayabileceğimiz Basınç Ülserinin ve İnkontinans Alakalı Dermatit’in önlenmesinin adımlarından biri de doğru cilt bakımı. Bu konuda 3M, Cavilon Ailesi ile sağlık profesyonellerine bir çözüm paketi sunuyor. Hemşireler için uzun süreli ve zorlu bir işlem olan hasta temizleme, hastalar için ise ileride yara açılmasını önlemek adına çok önemli bir işlem. Hasta temizliği, nemlendirme ve bariyer özelliğini tek bir ürün içerisinde sunan 3M Cavilon 3’ü 1 arada inkontinans bakım mendili sadece hastaların günlük temizliklerini sağlamıyor, aynı zamanda nemlendiriyor, ciltte sürtünme ve travmadan kaynaklı yaraların açılmasını önlemek üzere bariyer oluşturuyor. Özellikle riskli hastalarda 3M Cavilon Dayanıklı SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 21 sektörden RADYOLOJİDE SINIR TANINMAYACAK Mehmet AYÇİN Siemens Türkiye Sağlık Görüntüleme Sistemleri Pazarlama Yöneticisi Teknoloji elbette her sektör açısından son derece önemli ama özellikle sağlık sektöründeki faydaları tartışılmaz. Çünkü teknolojik gelişmeler sağlık sektörüne yansıdığında, bu durum insan hayatını doğrudan etkiliyor. Biz de Siemens olarak, geliştirdiğimiz sistemlerde teknolojinin kolaylaştırabileceği alanlara odaklanıyoruz. Hastaların ve sağlık sektörü çalışanlarının yaşadıkları süreçleri kolaylaştırmak, daha kesin sonuçlara ulaşılmasına yardımcı olmak ve tedavi süreçlerini hızlandırmak üzere yenilikler sunmaya devam ediyoruz. Global uzmanlığımızla, hasta güvenliğini ve sağlığını ön planda tutarak daha yüksek kalite, daha düşük işletme maliyetleri ve daha etkin medikal çıktılar hedefiyle geliştirilen ürünlerin sadece Türkiye’de her gün 200 bin kişinin hayatına dokunmasını sağlıyoruz. Bu ürünlere görüntüleme özelinde bakarsak, öncelikle manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi ve anjiyo cihazlarına yoğun bir talep olduğunu söyleyebiliriz. Hem yeni anjiyo modellerinde hem de tomografi tarafında hastaya verilen dozu minimize eden ve görüntü kalitesini üst düzeye çıkaran yeni teknolojiler üzerinde çalışıyor, geliştirdiğimiz ürünleri büyük bir güvenle pazara sunuyoruz. Bunun dışında ultrason ve mamografi alanında da ciddi yatırımlar yapıyoruz. Bu alanda da Türkiye’de ilk kablosuz ultrason cihazının satışını gerçekleştirdik. MR’da son yılların en önemli gelişmesi ise sessiz MR! Normalde MR cihazından çıkan gürültü, çekim sırasında hastaları strese sokar. Hastaların dar bir tünel içerisinde gürültüye uzun süre maruz kalmaları gerekir. Kısacası MR çekimi, hasta konforu için sıkıntılı bir süreçtir. Bu yüzden biz de Siemens olarak, MR konusundaki inovasyonlarımızda hastalarımızın konforunu göz önünde bulundurduk. Günümüz 22 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 teknolojisinde hastalarımıza hem daha kısa çekim süreleri hem de geniş bir alanda çok daha sessiz çekimler sunabiliyoruz. Üstelik bunu görüntülerin yüksek klinik kalitesinden ödün vermeden gerçekleştiriyoruz. Diğer bir deyişle, hasta konforu açısından fark yaratıyoruz. Son teknoloji ile donatılmış Magnetom Aera cihazımız, yüksek verimlilikle mükemmel MR görüntüleri çekiyor; 70 cm gantri açıklığı, endüstrinin benzer cihazları arasında en kısa tünel uzunluğu ve sessiz MR teknolojimiz QuietSuite özelliği ile hasta konforunu bir kademe daha yukarı taşırken görüntü kalitesinde kendi segmentinde benzersiz performans sunuyor. Öte yandan, Dual Enerji tarama tekniği sayesinde SOMATOM® Definition Flash ve SOMATOM® Force bilgisayarlı tomografi (BT) sistemlerimiz, maddelerin kimyasal kompozisyonlarını görüntüleyerek yeni bir sınıflandırma dünyasının kapılarını açıyor. Dual Enerji özelliğinin ilk başarılı klinik uygulaması, Dual Source BT’de gerçekleştirildi. Bu teknoloji, tanı ve tedavi noktasında mevcut kapasiteyi ciddi ölçüde artırırken, yeni olanaklara da imkân veriyor. Dual Source, Dual Enerji fonksiyonunu, geleneksel 120 kV’luk bir tarama (1-3) ile kıyaslanabilir bir dozda ve en yüksek değerli DE bilgileri için optimum spektrum ayırımıyla günlük uygulamalarda kullanımını mümkün kılan tek teknik. FDA onaylı 12 uygulamasıyla, 700’den fazla Dual Source BT makinesinde kurulu olan Dual Enerji fonksiyonu ile gerçekleştirilen tarama sayısı, dünya çapında hızla artıyor ve şu anda 800 bini geçen bu sayının gelecekte daha yüksek hızlarda artmaya devam etmesi bekleniyor. Bu özellik, sürdürülebilir ve güvenilir tedavi kararlarının alınabilmesi için doktorlara kesin tanısal güven sağlıyor. Artis Zee gerekse Artis Q serilerimiz anjiyo cihazı arayışında olan kamu, üniversite ve özel hastaneler tarafından görüntü kalitesi ve kullanım kolaylıkları sebebiyle tercih ediliyor. Enfeksiyon riskini ortadan kaldıran dünyanın ilk ve tek kablosuz ultrason cihazı Acuson Freestyle ve dijital mamografide tomosentez teknolojisi ile erken teşhisi kolaylaştıran Mammomat Inspiration modelimiz de sağlık kuruluşlarında çok popüler olan ürünlerimiz arasında yer almakta. Elbette bunca cihaz için sağlık sektörüne özel yazılımlar da gerekiyor. Yazılım konusunda syngo.via platformumuza artan bir talep bulunmakta. Yeni uygulamalar ve fonksiyonlarla donatılan Siemens syngo.via’daki en son yenilik, yüksek düzeyde otomatikleştirilmiş ve standartlaştırılmış uygulamalardan oluşan syngo.via General Engine paketi. Bu paketteki “Anatomical Range Presets” BT ve MR görüntülerinde vücudun her bölgesini ayrı ayrı ele alıyor, görüntüleri uygun şekilde düzenliyor ve vakanın incelenmesi için detaylı görüntüler sunuyor. Siemens olarak, sağlık sektörünün tüm cihaz, çözüm ve yazılım ihtiyaçlarına, inovasyon inancımız ve çalışmalarımız doğrultusunda karşılık vermeyi sürdürüyoruz. Bunu yaparken de üstün teknolojimizi sektörün en deneyimli ve yaygın servis ekibi ile müşterilerimize sunarak fark yaratıyoruz. SOMATOM® Force modelimizde uygulanan düşük doz ile de pediatrik hastalarda ve zor hasta gruplarında hızlı bilgisayarlı tomografiyi rutin taramanın güvenle kullanılan bir modeli haline getirdik. Kardiyoloji ve girişimsel radyoloji alanlarında da anjiyo sistemlerimiz çok yoğun talep görmekte. Gerek Mehmet AYÇİN Esen TÜMER Philips Sağlık ve Bakım Ürünleri Türkiye Genel Müdürü Dünyanın önde gelen sağlık teknolojileri üreticisi Philips, 2025 yılına kadar her yıl 3 milyar insanın yaşam kalitesini yükseltme hedefiyle yenilikçi çözümler ve teknolojiler üretmeye devam ediyor. Sağlık bütünlüğünü korumak ve hasta bakımını iyileştirmek için sağlık ve bakım ürünleri alanında yenilikçi çözümler geliştiren Philips, kurulduğu ilk günden itibaren bugünün değil geleceğin teknolojilerine yatırım yaparak, bu teknolojilerin gerçekleşmesine ve kullanıma sunulmasına öncülük etmiştir. Bu öncülüğünü, moleküler görüntülemede de gerçekleştirerek, Dijital PET-CT teknolojisinin inovasyonu ile onkolojide erken teşhiste önem arz eden, devrim niteliğinde bir ilke daha imza atmıştır. OS PET/CT, sektörde geleneksel analog dedektörler yerine yenilikçi dijital silikon ışın çoğaltıcı (photomultiplier) dedektörlerin kullanıldığı ilk PET/ CT sistemidir. Dijital sistem, analog sisteme kıyasla sensitivite kazancı, volümetrik çözünürlük ve kantitatif doğrulukta iki kata varan artış dâhil olmak üzere büyük ilerlemeler sağlamaktadır. Bu radikal gelişmeler, yüksek görüntü kalitesini, daha güvenli tanıları, daha iyi tedavi planlamasını ve daha hızlı iş akışlarını da beraberinde getirir. Önde gelen klinisyenlerle işbirliği içinde geliştirilen Philips VEREOS Dijital PET/CT sistemi, hızlı ve doğru tanı koymaya olanak sağladığı gibi sektörden “DÜNYANIN İLK DİJİTAL PET-CT SİSTEMİNİ ÜRETTİK” hasta takip ve bakımını daha iyi hale getirmeyi hedefler. 2 milimetreye kadar lezyonları görüntüleyen sistem, kanserli lezyonu kısa sürede teşhis ederek, düşük dozlarda maksimum görüntü kalitesi sunarak erken teşhiste önemli bir rol oynar. Yeni VEREOS Dijital PET/CT sisteminin sağladığı kantitatif doğruluk ve düşük dozlarda sunduğu maksimum görüntü kalitesi, onkolojide erken tanıda, ileriye dönük önemli bir adım. Amerika’da, kısa süre önce yapılan bir ankete göre, hastalarını PET/CT’ye sevk eden 10 doktordan 9’u analog sistemle alınan görüntüler yerine VEREOS Dijital PET/CT görüntüleri tercih ettiklerini açıkladılar. Tanısal görüntülemede, gerçekleştirdiği yenilikler ile lider kabul edilen Philips, kanserin tespit ve teşhisinde endüstrinin en iyi, en yeni ve en kapsamlı hibrit, SPECT ve PET ürün portföyünü sunmaktadır. Yeni ve kapsamlı onkoloji çözümleri, Philips’in eşsiz perfomans ve klinik esneklik sağlayan sistemleri, onkoloji için önemli bir klinik değer, hastalar için de erken teşhis ve takipte daha iyi sonuçlar ve yaşam kalitesi sağlamaktadır. PET/CT taramaları, vücut içinde moleküler ve hücresel seviyede neler olduğu konusunda derin bilgiler veren üç boyutlu görüntülerdir. Muayeneden önce hastaya az miktarda radyoaktif izleyici madde enjekte edilir. Bu madde vücut dokusunda ve organlarda toplanır ve ardından da parçalanır. PET dedektörü parçalanma sürecinde vücuttan yayılan foton çiftlerini yakalar ve görüntüyü oluşturur. Philips’in patentli ‘Dijital Foton Sayımı’ teknolojisine dayanan VERESAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 23 haber Prof. Dr. Alper Demirbaş: “HER DÖRT SAATTE BİR, ORGAN NAKLİ BEKLEYEN HASTAMIZI KAYBEDİYORUZ” Bu yıl ilk kez İstanbul’da düzenlenen, yurtiçinden ve yurtdışından organ nakli olan çocuklarla ailelerinin katıldığı etkinlik kapsamında organ bağışında farkındalık yaratmak amacıyla konferans düzenlendi. İngiltere, Macaristan, Norveç ve Türkiye’den bir araya gelen 30 nakilli çocuk, keyifli etkinliklerle zaman geçirmeye başladı. Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesi’nin düzenlediği kampın ikinci gününde, organ bağışına dikkat çekmek ve farkındalık oluşturmak için dünyaca ünlü organ nakli cerrahlarının konuşmacı olarak katıldığı Türkiye’nin en kapsamlı organ bağışı konferansı düzenlendi. FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyetinin katılımı ve Işık Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı kampanya ile Şile ilçe sağlık standında 70 kişi organ bağışı yaptı. Her yıl geleneksel olarak Antalya’da düzenlenen Uluslararası Organ Nakilli Çocuklar Kampı bu yıl 1-5 Temmuz tarihleri arasında Işık Üniversitesi Şile Kampüsünde gerçekleştirildi. Bu yılki kampa; İngiltere, Norveç, Macaristan 24 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye’den İstanbul, İzmir, Trabzon, Konya, Adana, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi şehirlerden de çocuklar ve aileleri katıldı. Böbrek, kalp ve karaciğer nakli ile ikinci hayatlarına başlamış olan şanslı çocuklar, kampta keyifli dakikalar geçirdi. Başarılı Cerrahlar Organ Bağışının Önemini Anlattı ‘Organ Nakli Konferansı’; FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı ve Üyeleri, akademik ve idari kadro, öğrenciler, nakilli çocuklar ve ailelerinin katılımı ile halka açık olarak gerçekleşti. Dünyaca ünlü karaciğer nakli cerrahı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, böbrek naklinde dünya rekortmeni olan Prof. Dr. Alper Demirbaş, Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini gerçekleştiren cerrah Doç. Dr. Asım Kutlu ve Türkiye’nin en genç profesör olmuş çocuk böbrek hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ahmet Nayır; konferansta organ bağışının önemini vurguladı. Türk Cerrahlar Kadar Kabiliyetli, Becerikli ve Araştırmacı Cerrahlar Görmedim 2 bin 500’e yakın karaciğer nakli yapan Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, “Cerrahlar olarak bizler çok yoğun çalışıyoruz. Böyle olunca zaman zaman hayatın bazı noktalarını kaçırıyoruz. Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesine, böyle anlamlı bir organizasyona ima attıkları için çok teşekkür ediyorum. Ben organ nakli cerrahıyım. Sanırım şuan dünyadaki en yaşlı organ nakli cerrahıyım. Hala cebimde ilk nakil yaptığım karaciğerin fotoğrafı mevcut. Hastalarımın isimlerini hatırlayamıyorum ama onları ciğerlerinden tanıyabiliyorum. Türkiye’de işler çok iyi gidiyor. Dünyanın her bölgesinden sayısız cerrahla çalıştım ve ağırlıklı olarak yurt dışında bulundum. Ama Türk cerrahlar kadar kabiliyetli, becerikli ve araştırmacı cerrahlar görmedim. Bu yıl yaklaşık 2500 karaciğer, 3000 kadar böbrek nakli yapıldı… İstanbul, Antalya, İzmir, Erzurum, Kahramanmaraş, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır ve Ankara’da organ nakli merkezlerimiz var. Çok iyi yetişen ekiplerimiz, ekipman desteğimiz var; bu konuda bir şey yok” dedi. Ölen Dört Hastadan Üçünün Organları Bağışlanmıyor Geçen sene yaklaşık bin 300 adet beyin ölümü tespiti yapıldığını belirten Kalayoğlu, “Fakat son beş senede gerçekleşen beyin ölümlerinden sonra ailelerin sadece yüzde 22-25’i organ bağışı için onay verdi. Yani her dört hastadan üçü organlarını bağışlamadan defnedildi. Sevgili misafirler organ bağışı sevapların en büyüğüdür ama bu olgu kültürel ya da bazı dini düşünceler nedeni ile destek görmüyor; bunu aşmalıyız. Bu kadar güzel organ nakli merkezimiz varken, bu konuda başarılı çalışmalarımız varken; bu eksikliğimizi gidermeliyiz. Sizlere çok şey söyleyebilirim ama en önemlisi organlarınızı bağışlayın” diye konuştu. Şimdiye Kadar 5 Binin Üzerinden Organ Nakli Gerçekleştirdim Dünyanın en çok böbrek nakli yapan hekimlerinden Prof. Dr. Alper Demirbaş, şunları söyledi: “Türkiye’nin gündemi çok yoğun. Ama bir atasözümüz var: Neremiz hastaysa bizim canımız oradadır. Türkiye’de her gün 100 bin üzerinde kişinin ve ailelerinin canı, bir böbrek bir karaciğer ya da kalp bulunabilir mi? sorusuyla yanıyor. Bu nedenle organ nakli demek organ bağışı demek hayatın ta kendisidir. Bu bin bir tane gündemin içinde asla gündemden düşmemesi gereken bir noktadır. Çünkü asıl olan hayattır. Şimdiye kadar 5 binin üzerinden organ nakli gerçekleştirdim. Bunun verdiği haz tahmin ediyorum ki dünyadaki her hangi bir şeyin verebileceği hazdan çok çok daha fazladır. Çünkü insanlar ölmek üzereyken yaşatıyorsunuz. Geçen gün bir böbrek nakli yaparken, 7 yıl önce böbrek nakli yaptığımız bir hastamızın bitişik ameliyathanede sezaryen ile doğum yapıp anne olduğunu öğrendim. Bu mutluluk başka hiçbir meslekte yoktur. Bir yandan organ nakli yapmak, bir yandan organ nakli yapmış olduğunuz hastanın doğum yapması.” Öldükten Sonra Organlarınızı Bağışlayınız Her Dört Saatte Bir, Organ Nakli Bekleyen Hastamızı Kaybediyoruz Yeterince organ nakli yapılamadığını kaydeden Demirbaş, “Neden yapamıyoruz? Çünkü organ bulamıyoruz. Bunun iki nedeni var: Birincisi ölmüş kişilerin organlarını bağışlamak konusunda Türkiye’de yeterli bir kültür yok. Organ, sadece ölünce bağışlanır diye bir algı oluşması gerekiyor. Ama Türkiye’de böyle bir algı oluşmadı ve yıllarca da gelişmeyecek gibi görünüyor. O nedenle dünyada öldükten sonra en az organ bağışı yapan ülkelerden biriyiz. Bunun alternatifi ise yaşarken sevdiklerimize bir böbreğimizi ya da karaciğerimizin bir kısmını bağışlamak. Bunu yapıyoruz ama bunu yaptığımız için biz organ naklinde geriyiz gibi bir algı oluşuyor, böyle bir şey yok. İster ölmüş olan kişilerin; ister yaşayan kişilerin organlarıyla bir hayat kurtuluyorsa; o hayat kurtulmuştur. Sizlere söyleyebileceğim bir tek şey var: Öldükten sonra organlarınızı bağışlayınız” şeklinde konuştu. “Biz yaşarken de organlarımızı, bir böbreğimizi, karaciğerimizin bir kısmını yakınlarımıza bağışlayabiliriz” diyen Demirbaş, sözlerine şöyle devam etti: “Bunu yapmazsak ne oluyor biliyor musunuz? Buraya oturduğumuzdan beri organ bulamadığımız için bir hastamızı kaybettik. Her dört saatte bir hastamızı kaybediyoruz. Yani biz onlara kıyıyoruz. Biz çocuklara, analara, gelinlere kıyıyoruz. Neden? Çünkü onları kurtarabilecekken; kurtaramıyoruz. Herkes bir gün organ nakline ihtiyaç duyabilir. Türkiye’de yüzde 10 oranında böbrek hastalığı var. Toplumun yaklaşık yüzde10’unda Hepatit B taşıyıcılığı var. Yani bu kişiler böbrek ve karaciğer nakli olmaya adaydır. O halde kıymayalım bu insanlara. Organlarınızı bağışlayın. Yaşarken bağışlayın. Öldükten sonra bağışlayın. Yaşatmak için bağışlayın.” SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 25 “Günaydın” Demek İçin Bile 3 Kere Nefes Almaları Gerekiyor Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini gerçekleştiren Doç. Dr. Asım Kutlu, şunları söyledi: “Size Brezilyada yapılmış buzdan heykellerin içine organ konulmuş bir fotoğrafı göstereceğim, ben akciğeri seçtim. Burada gerçekten buzlar eriyor ve geriye organlar kalıyor. Bir gün biz de eriyeceğiz ve geriye hiçbir şey kalmayacak. Eğer organlarımızı bırakabilirsek arkamızda, gerçekten bizim adımıza büyük bir şey olur. Maalesef organ bekleyen akciğer hastaları, böbrek nakli bekleyen hastalar gibi güzel konuşamıyorlar. Günaydın demek için bile 3 kere nefes almaları gerekiyor. Bizi dinleyen genç arkadaşlara şunu söylemek isterim ki; hep iyimser olmak lazım, iyimser olanlar kazanacak hep. Çok uzakta olan şeylere üzerinde çok çalışırsak bir gün ulaşabiliriz. Bizim de Türkiye’de işleri yapma şeklimiz var, bazı örneklerle batıdan farklı olarak biz de kendi yöntemlerimizle çok daha başarılı olabiliriz. Bazen çok demoralize olduğumuz zamanlar var, olmamamız gerekir. Çünkü biz farklı bir kültürün farklı sorun çözen insanlarıyız aslında.” Akraba Evliliği Böbrek Hastalığı Sebebi Türkiye’nin en genç profesör olmuş Çocuk Nefroloğu Prof. Dr. Ahmet Nayır, “Böbrek naklinin öneminin yanında toplumumuzda nasıl bu böbrek hastalıklarını azaltabiliriz, bunun bilincini oluşturmamız lazım. Türkiye’de nasıl hatalar yapıyoruz, bunları bir kaç noktada belirtmek istiyorum. Çünkü aramızda çok genç arkadaşlar var. Onların bilgisi toplumda bir yayılım yapar ve bazı hataları belki azaltabiliriz. Bunlardan bir tanesi bence akraba evliliği. Çünkü Türkiye’de hala akraba evliliği % 2025 oranında oluyor ve akraba evliliği ile bazı hastalıklar özellikle de böbrek hastalıkları daha sık görülebiliyor. Anne baba sağlamken çocuklarda % 25 oranında böyle ölümcül hastalıklar ortaya çıkabiliyor” dedi. İleride Organ Bekleyen Hasta Sayısı Artacak Anne karnındaki takiplerin iyi yapılması gerektiğine dikkat çeken Nayır, “Şöyle hatalar olabiliyor, çocukta 26 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 hayati bir hastalık tespit ediliyor, bu aileye bildiriliyor ama aile bebeğini aldırmayı kabul etmiyor ve çocuk bu şekilde doğuyor. Ailede çok büyük bir yıkım ve toplumda çok büyük sorunlar oluşturuyor” diye konuştu. Emanetimize İyi Bakalım Nayır, sözlerini şöyle tamamladı: “Çocuklarımız su içmiyor yanlış besleniyor ve iyi bir şekilde dinlenmiyorlar, spor yapmıyorlar. Bunlarda ileride böbrek hastalıklarını daha çok arttıracak. Çünkü ileri yaşlardaki böbrek hastalıklarında biliyoruz ki hipertansiyon, damar sertliği ve özellikle diyabet çok önemli. Biz bunlara toplumda dikkat etmezsek bu hastalıkların sayısı çok artacak ve ileride organ bekleyen hasta sayısı artacak. Türkiye için çok büyük bir sorun aynı zamanda hep söylenen biz öldükten sonra organlarımızı bağışlayalım. Bu çok doğru bir olay ama bağışladığımız bedeninde sağlam olması lazım. Yani biz emanetimize iyi bakalım ki, bunu iyi bir şekilde devam ettirelim. Biz organımızı bağışlıyoruz demenin çok anlamı yok bunu vasiyetimiz diye bildirmemiz lazım.” “Nakilden önce haber, sonrasında da haberci oldum” Henüz 2,5 yaşındayken böbrek hastalığına yakalanan Sabah Gazetesi Sağlık Editörü Didem Seymen, bu kampın hem en küçük, hem de en büyük çocuğu olduğunu söyledi. Seymen, 15 yaşındayken böbreklerini kaybettiğini, 21’inde de nakil olarak ikinci hayatına başladığını belirterek, “O süre içinde eve diyaliz makinesi alındı. Her gece 14 saat diyalize bağlandıktan sonra sabah kalkıp okuluma gittim. Diyaliz makineme zor da olsa alıştım. Makineme sevgilim diyordum” dedi. Türkiye’de binlerce organ bekleyen hastanın tek umudunun bağış olduğunu dile getiren Seyman, şunları söyledi: “Organ nakli olmasaydım, bugün karşınızda bu konuşmayı yapıyor olamayacaktım, muhtemelen hayatta olamayacaktım. Şuan karşınızda annesinin ve doktorlarının tükenmeyen enerjileri ve çabalarıyla, Ayşe Annesinin ‘Oğlumun organlarını bağışlıyorum doktor bey’ kararıyla ikinci hayatına merhaba demiş, ve kendisini organ nakli ve bağışına adamış bir genç duruyor. Tesadüfe bakın ki o genç, eşiyle de Organ Nakilli Çocuklar Kampında tanışıyor. Biz hayatımızın sonuna kadar kendimizi organ bağışına adamış Işık dolu kocaman bir aileyiz. Ben de organlarımı bağışladığımı sizlerin huzurunda bir kez daha buradan vasiyet ediyorum.” Esra Öz’e Teşekkür Plaketi AB Organ Bağışı projesindeki göreviyle bu alandaki farkındalık oluşturmayı hedefleyen Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü Esra Öz, konferansa moderatör olarak katıldı. Öz, konferansta konuşmacı olan başarılı cerrahların çalışmaları hakkında bilgi verdi. Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman tarafından kendisine organ bağışı konusunda yaptığı duyarlı çalışmalardan ötürü teşekkür plaketi takdim edildi. İlk Organ Bağışı 63 Yaşındaki Başkan Ve Üyeden Geldi Konferansın hemen ardından gerçekleştirilen Organ Bağışı Kampanyasının ilk organ bağışını FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman ve Mütevelli Heyeti Üyesi Cem Yurtbay organlarını bağışlayarak yaptı. Organ Bağışı Kampanyasına bir saat içerisinde yaklaşık 100 organ bağışçı katılarak yaklaşık 600 organ bağışı yapıldı. Ünleler de Organ Nakline Destek Verdi Bu projede görevli olan Işık Üniversitesi öğrencileri, ünlülere ulaşarak projeye destek mesajı vermelerini istedi. Duyarlı ünlüler de çektikleri videoları göndererek organ bağışı çağrısı yaptı. Bu çağrılardan oluşan video Organ Nakli Konferansına katılan yaklaşık 500 izleyici tarafından büyük alkış aldı. Haluk Bilginer, İlhan Şeşen, Serra Yılmaz, Hüseyin Avni Danyal, Burhan Şeşen, Ata Demirer, Gürkan Uygun, Ayda Aksel, Ayşenil Şamlıoğlu, Serra Halis, Kemal Kuruçay, Ufuk Özkan, Serkan Çağrı, Resul Dindar, Yeliz Akkaya, Lemi Filozof, Abidin Yerebakan, Murat Okay, Gözde Okur, Ecem Üstündağ, Dr. Halit Yerebakan ve birçok ünlü isim organ bağışına destek verdi. haber ORGAN BAĞIŞINDA ULUSLARARASI İŞBİRLİKLERİ BAŞLIYOR Uluslararası kapsamda organ bağışı işbirlikleri yapılması için hayata geçirilen Internaional Transplant Network for Developing Countries projesi kapsamında, yenilikler ve neler yapılacağı üzerine kararlar alınacak. Bazı üniversite ve mesleki sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek oluşturulan platform, Türkiye Organ Nakli Vakfı öncülüğünde Internaional Transplant Network for Developing Countries projesini gerçekleştiriyor. Platform, Türk profesyonellerin sahip olduğu klinik deneyimi, sistem, organizasyon ve eğitim deneyimini International Transplant Network projesi çerçevesinde paydaşlarla paylaşmak ve uzun süreli sürdürülebilir bir işbirliği oluşturmak adına bu projeye ev sahipliği yapıyor. International Transplant Network (ITN) toplantısı 11-13 Haziran tarihlerinde uluslararası katılımla İstanbul’da gerçekleştirildi. 11 farklı ülkeden organ nakli temsilcilerinin katıldığı toplantıda, organ nakli alanında yapılan çalışmalar anlatıldı. Yeni işbirlikleri ve çözüm önerilerinin de konuşulduğu toplantıda, kadavradan nakil yapmayan ülkeler Türkiye’nin çalışmaları hakkında örnek olan çalışmaları olduğu üzerinde durdu. Organ nakli ve bağışı gibi bilimsel yönü kadar sosyal yönün de çok önemli bir konuda uluslararası alanda işbirliğini sağlamayı planladıklarını söyleyen ITN Proje Koordinatörü Dr. Ata Bozoklar, “Son dönemlerde organ yetmezliği nedeniyle hayata tutunmayı bekleyen 1 milyon civarındaki hasta için en iyi tedavi seçeneği olarak organ nakli, bilinen tüm tıp uygulamaları içinde zirvedeki yerini halen koruyor. Buna rağmen tüm dünyada organ kıtlığı sınırlayıcı bir faktör olarak organ naklinde önemli bir problem. Her yıl dünya genelinde yüz binden fazla hasta uygun bir organ bulunamadığı için veya organ nakli hizmetine erişemediği için hayatını kaybediyor. Gelişmekte olan ülkelerin, yasal düzenlemeler, ulusal organizasyonlar, eğitim aktiviteleri ve klinik transplantasyona ilişkin çeşitli seviyelerdeki teknik yardım ihtiyaçları olduğu bilinmektedir. Bu noktadan hareketle gelişmekte olan ülkelerde organ bağışı ve nakli hizmetlerini başlatmak, geliştirmek ve iyileştirmek için bir uluslararası transplant ağı oluşturmak ve sürdürülebilir bir teknik yardım programını uygulamak üzere bu proje hazırlandı. Yakın gelecekte projeye katılan ülkelerin önereceği kuruluşlar ile bu platform uluslararası temsil niteliğini alacak” dedi. Katılımcı ülkelerin organ naklindeki uygulamalarını değerlendiren Türkiye Organ Nakli Vakfı Başkanı Eyüp Kahveci, şu bilgileri verdi: “Projenin birinci fazı olan çalıştayda birinci grubu ağırlıyoruz. Davet edilen 14 Kafkas ve Orta Asya ülkelerinden 11’i katıldı. Diğer ülkelerle ilgili bürokrat işlemler devam ediyor. Organ nakli konusunda bizden farklı seviyedeler, ancak gelişim için teknik yardım ve desteğe bizim gibi iş birliğine açık bir ülkenin mutlaka desteğine ihtiyaçları olduğunu gördük. Maalesef ülkelerin genel sağlık düzeyini göz önüne aldığımızda organ naklinin sınırlı olduğu ülkelerde çok fazla sayıda hastanın hayatını kaybettiğini gördük. Tüm ülkeler organ nakli işlemlerini geliştirmekte oldukça heyecanlı.” Toplantıya katılan organ nakli temsilcilerinin anlattıklarından yönlendirici bir uygulama görmediklerini dile ge- tiren Kahveci, bazı farklılıklar tespit ettiklerini ve bunların uygulanabilirliğini tartışacaklarını dile getirdi. Organ kaçakçılığı ile ilgili oluşan yanlış algısının giderilmesi için yapılan uygulamalarda, ülkemizdeki mevzuatlarda her hangi bir eksiklik olmadığını belirten Kahveci, “Uluslararası bir konsensüs dökümanı olan İstanbul deklarasyonunun da ülkemizde yapılmış olması bizim bu konuda yeterli seviyede farkındalığımızın olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda yasal düzenlemelerimiz organ kaçakçılığı konusunda oldukça katı ve diğer ülkelerden de edindiğimiz izlenimde organ trafiğinin önlenmesi noktasında ciddi bir gayret içinde olmalarıdır” diye konuştu. Bazı ülkelerde uygulanan nüfus cüzdanı üzerine işaret konması uygulaması hakkında Kahveci şu yorumda bulundu: “Nüfus cüzdanına işaret konmasından yana değilim. Bu biraz daha gönüllüyü deşifre edebiliyor. Açık alanlarda bu işaretin görünmesi insanları tedirgin edebilir. Sağlık Bakanlığının veri tabanına kaydedilmesi ve gerektiğinde kullanması daha faydalı olacaktır.” İnsanların bağış yapması için teşvik etmenin faydalı olacağını düşündüğünü söyleyen Kahveci, ancak bunun kesinlikle maddi olmadan bir takım avantajlar sağlanarak yapılmasının önemli olduğunu kaydetti. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 27 haber ERMENİSTAN VE GÜRCİSTAN’DA ORGAN NAKİLLERİNDE YENİ STRATEJİ GEREKİYOR International Transplant Network (ITN) projesi kapsamında Türkiye’ye gelen Ermenistan ve Gürcistan organ nakil koordinatörleri ülkelerinde kadavradan nakil için yeni strateji geliştirmeleri gerektiğini söylediler. 70 Ülkeyi kapsayan International Transplant Network (ITN) projesinin birinci fazının ilk etkinliği 11 farklı ülkeden organ nakli profesyonellerinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirildi. Söz konusu toplantıda katılan ülkelerde organ bağışı ve nakli alanında yapılan çalışmalar anlatıldı. Yeni işbirlikleri, ihtiyaçlar, öncelikler ve çözüm önerilerinin de konuşulduğu toplantıda, sınırlı sayıda canlıdan nakil yapan ve kadavradan nakil yapmayan ülkeler Türkiye’nin bu alanda örnek olan çalışmaları olduğu üzerinde durdu. Türkiye Organ Nakli Vakfı öncülüğünde sivil bir platform tarafından yürütülen International Transplant Network for Developing Countries (Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Uluslararası Organ Nakli Ağı) projesi kapsamında yurt dışından organ nakli sorumluları gelerek deneyimlerini paylaşıyorlar. Ermenistan ve Gürcistan organ nakli koordinatörleri hem ülkelerindeki çalışmalar hem de söz konusu proje hakkında görüşlerini paylaştı. 28 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Ermenistan’da Sadece Canlıdan ve Sınırlı Sayıda Nakil Yapılıyor Kadavradan Organ Bağışı ile İlgili Bizi Farklı Bir Reaksiyon Bekliyor Ermenistan’da sadece canlıdan ve oldukça sınırlı sayıda nakil yapıldığını ve bu durumda talebin sadece yüzde 10’nunu karşılayabildiklerini belirten Ermenistan adına katılan Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Ashot Sarkissian, canlıdan nakili geliştirerek ve kadavradan nakli başlatarak daha fazla hastaya organ nakli ile yaşam şansı sunmaya çalıştıklarını söyledi. Ülkelerinde organ bağışı ve nakline yönelik kamuoyu tepkisinin olumlu olduğunu kaydeden Sarkissian, bu konuda tartışmalar olduğunu ancak dini inanışla ilgili bir sorun yaşanmadığını söyledi. Sarkissian, sözlerine şöyle devam etti: “ Hristiyan bir ülkeyiz ve halkın genel olarak bu düşünce ile ilgili bir sorunu yok. Kadavradan organ bağışı ile ilgili bizi farklı bir reaksiyon bekliyor. Biliyorsunuz, bir anne “çocuğuma böbrek veriyorum” diye düşünürken diğer durumda “benim çocuğumun organları bilinmeyen birine verilecek” diye düşünüyorlar. Türkiye son 10 yıl içinde bu konuda gerçekten başarılıydı. Burada olmamızın ana nedeni de bu, bu uygulamayı daha önce yapmamış ülkelerle tecrübelerin paylaşılması ile başarılı bir sonuca ulaşmaları için gerekli sürenin kısaltılması. Türkiye’nin bu işbirliği daveti bizi heyecanlandırdı ve mutlu olduk. Buradaki büyük tecrübeden faydalanmak bizim için bir fırsat.” Sadece canlı donörden nakil yaparak, 3 milyon kişi de 10-15 gibi bir nakil oranı olduğunu dile getiren Sarkissian, “ Talep ise 100-150 civarında, biz bu talebin çok gerisindeyiz. Bu sadece canlı donörden yapılan nakil, böyle bir yönteme sahip olmamız iyi bir şey ama, kötü olan ise kadavradan organ nakli uygulamamızın olmaması, bu zayıf yönümüz. Uzun yıllardır bu konu üzerinde çalışıyoruz. Türkiye ve diğer ülkeler bu alanda zaten deneyimliler, bu tecrübelerin paylaşımı ile biz de bu konudaki çalışmalarımıza devam edebileceğiz” dedi. Organ Nakillerinin Çoğu Gürcistan Dışında Yapıldı Nüfusun Yüzde 60’ının Organ Bağışına Karşı Değil Gürcistan Transplantolojist Derneği ve Gürcistan Sağlık Bakanlığı’nı temsilen katılan Organ Nakli Cerrahı Prof Dr Gia Tomadze, ülkelerinde yapılan çalışmalar hakkında şunları söyledi: “Organ nakli çalışmalarına 1995’te canlı donörden böbrek nakli başladık. Şuan sadece canlı donörlerle ilgili bir programımız var, maalesef kadavradan (ölüden) organ naklini hayata geçiremedik. Kadavradan organ naklini engelleyen organizasyon yapımız ve kamu tepkisi ile alakalı birçok problem var. Gürcistan’daki toplam organ nakli 200’den fazla, bunların 38’i karaciğer, çoğu Gürcistan dışında operasyon geçirdi. Kalanlar ise böbrek nakli, operasyonları Gürcistan’da gerçekleştirildi.” “Canlıdan organ nakli donör oran 7.8” diyen Tomadze, “Derneğimiz kamuoyunun tepkisini değerlendirmek için birçok faaliyet yürütüyor. Aslında nüfusun yüzde 60’ının organ bağışına karşı olamadığını keşfettik ama uygulama da ve karar verilme aşamasında problem çıktığını görüyoruz” dedi. Yüzde 100 Canlı Nakil Yapıyoruz Ülkesindeki organ bağışı ve nakli aktivitelerinin güçlü ve zayıf yönleri açısından değerlendirmede bulunan Tomadze, rakamların gerçekten ilginç olduğunu ve en yüksek canlı donör oranına sahip olduklarını belirtti. Tomadze, yüzde 100 canlı nakil yaptıklarını ve kadavradan organ nakli uygulamalarının olmadığını ve bu yönlerinin zayıf yönleri olarak bu alanda özel bir yapı oluşturmaları gerektiğini iletti. Halkın kadavradan nakli reddetme sebepleri hakkında özel bir araştırma yapmaya çalıştıklarını söyleyen Tomadze, çıkan sonuca göre ilk sırada cesedin uğrayacağı travma, ikinci sırada ise dini nedenler olduğunu kaydetti. Katılımcıların yüzde 60’ının dini sebeplerden reddettiğini dile geitren Tomadze, Ortodoks Hristiyan bir ülke olduklarını ve aslında inandıkları dinin buna karşı olmadığını ve insanlarla konuşarak bilgilerini geliştirme ihtiyaçları olduğunu belirtti. Toplumsal farkındalığın artırılması için faaliyetler yaptıklarını söyleyen Tomadze, dört sene önce Avrupa Organ Bağışı günü organize ettiklerini ancak durumun tatmin edici olmadığını dile getirdi. Bu konuda bir ulusal strateji geliştirmeye ve uygulamaya ihtiyaç duyduklarını ifade eden Tomadze, aksi takdir de herhangi bir sonuç elde edemeyeceklerini kaydetti. Türkiye Sihirli Değnek Türkiye’den davet aldıklarında ne hissettikleri ve gelmeden önceki beklentileri hakkında Tomadze, şunları söyledi: “İlk duyduğumda sihirli bir derneğin değerek bütün sorunları çözeceğini düşündüm. Tabii ki gerçek hayatta böyle şeyler yok. Bütün ülkelerin problemleri var ama bunlar benzer problemler. Benim en büyük isteğim “International Transplant Network”un bir üstyapı kurumu olarak faaliyet gösterebilmesidir. Bunun için sadece paraya ihtiyacımız yok bu konuda her birimizin fon bulabilmek için ayrı ayrı çabalaması gerekiyor. 70 ülke olduğunda bu ağın çalışabilmesi için destek bulmak daha da kolaylaşıyor.” Türkiye Organ Nakli Vakfı Başkanı Dr. Eyüp Kahveci ise şu değerlendirmede bulundu: “Söz konusu proje kapsamında her ne kadar 70 ülke var ise de komşularımız bizim için ayrı bir önem taşıyor. Yüzyıllardır aynı kültürün bir parçası olmanın verdiği sıcaklık ile Anadolu’nun dayanışma ve yardımlaşma ruhu, organ bağışı ve organ nakli gibi insan sağlığına hizmet eden kutsal bir alanda da itici bir güç olacaktır. Büyük bir ülke olarak bu alandaki tecrübelerimizi, bilgi ve birikimlerimizi komşularımızla paylaşmak ve karşılıklı bilimsel işbirliğini geliştirmek için imkanlarımızı kullanacağız.“ SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 29 haber KANSER HÜCRELERİNİ YERÇEKİMSİZ ORTAMDA “UÇURUP” BİRBİRİNDEN AYIRMAYI BAŞARDILAR Başarılı çalışmalarıyla adlarından sıkça söz ettiren Stanford Üniversite’sindeki Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde Durmuş, kanser hücrelerini yerçekimsiz bir ortam meydana getirerek “uçurup” birbirinden ayırmayı başardı. Stanford Üniversitesi’nce biyomühendis ve genetikçilerden oluşan bir ekip, mıknatıslar arasında tek bir canlı hücreyi yerçekimsiz ortamda “uçurabilen” ve yoğunluğunu çok hassas bir şekilde ölçebilen bir cihaz geliştirdi. Bu ölçümler, basit bir kan testiyle kanserli hücreleri ayırt etmek ve hücrelerin kanser ilaçlarına hassasiyetini tarayan çok hızlı teknikler kullanmak için kullanılıyor. Stanford Üniversite’sindeki Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde Durmuş, Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yayımlanan çalışmalarıyla bilim dünyasında geniş yankı uyandırdı. Dünya’nın en iyi bilim dergilerinden Science ve New Scientist de bu çalışmayı kendi sitelerinden duyurdu. Manyetizma 1- Yer Çekimi 0 Daha önce bilim insanlarının kurbağa gibi canlıları havaya kaldırmak için çalıştığını duymuştuk. Hatta bu uçan kurbağa deneyi kendi yazarına bir Ig Nobel Ödülü kazandırmıştı: (http:// youtu.be/A1vyB-O5i6E ) İşte bu manyetik prensibi kullanarak yeni bir buluşa imza atıldı. Hücreleri yerçekimsiz bir ortam yaratarak “uçurup” birbirinden ayırmayı başaran Stanford Üniversitesi’nden Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde Durmuş buluşlarını anlattı. Meme Kanseri Hücreleri Diğer Kanser Türlerine Göre Daha Hafif Doku mühendisliği için mıknatıslar kullanarak küçük doku parçalarını işlemek ve birleştirmek için yeni yollar aradıklarını ve sonucun başarılı olduğunu söyleyen Dr. Durmuş, bu buluşun geniş uygulamalarını şöyle anlatıyor: “Geliştirdiğimiz bu aletle her hücrenin kendine has bir man30 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 yetik özelliği olduğunu gösterdik. Kırmızı kan hücresi, beyaz kan hücresi, kanser hücresi, bakteri hücresi; hepsinin kendine özgü bir manyetik hassasiyeti var. Ayrıca, kanser hücreleri de kendi aralarında çok farklı özellikler gösteriyorlar. Örneğin, bu çalışmamızla meme kanseri hücrelerinin diğer kanser türlerine göre daha hafif ve daha az manyetik hassasiyeti olduğunu gösterdik. Ayrıca, değişik kolon kanseri hücrelerinde ilginç noktalar gözlemledik. Örneğin, kökenleri farklı olan kolon kanseri hücreleri (adenocarcinoma ve carcinoma), geliştirdiğimiz alette farklı yoğunluk ve manyetik hassasiyet gösterdi. Bu çalışmamızda diğer bir teknolojik atılım ise geliştirdiğimiz alet sayesinde ilaçların hücreler üzerindeki etkisini çok hızlı bir şekilde tarayabiliyoruz. Bu teknik ilaç tarama çalışmalarını da hızlandırabilir” Kanserin Erken Teşhisi için Ucuz, Hızlı, Taşınabilir ve Cep Telefonuyla Uyumlu Test Geliyor Dr. Gözde Durmuş, bu teknolojinin tıptaki uygulamalarını söyle anlattı: “Kandaki kanser hücrelerinin tespitinde ve diğer sağlıklı hücrelerin ayrıştırılmasında kullanılıyor. Örneğin, bu aleti kullanarak basit bir kan testiyle milyarlarca kan hücresi arasından çok nadir görülen kanserli hücreleri çok hızlı bir şekilde yani 20 dakikadan az bir sürede tespit edebiliyoruz. Aynı zamanda ayrıştırılan bu hücrelerin farklı ilaçlara karşı nasıl davrandıklarını da bu “sıvı biyopsi” teknolojisi sayesinde hızlıca tespit etmemiz mümkün oluyor. “Sıvı biyopsi” sıklıkla yapılabilir, gerektikçe tekrarlanabilen daha hızlı ve ağrısız bir yöntem. Böylelikle, hastaların ve hastalığının seyrinin sürekli takibini kolaylaştırıp; doğru ilaçla tedavi edilme şansını artıracağını düşünüyoruz. Geliştirdiğimiz bu teknolojinin, özel- likle kanser tedavisinde hızla önem kazanan “kişiye özel tedavi (personalized medicine)” uygulamalarını daha da ileriye taşıyacak. Buluşumuzun diğer büyük bir avantajı da ucuz, kullanımı kolay ve taşınabilir olması. Böylelikle ister hastanedeki klinik laboratuvarlarda ister hastanın evinde kolayca kullanılabilen testler geliştirebiliyoruz.“ Bu tekniğin aynı zamanda daha güvenilir teşhis testlerine imkan vereceğinin altını çizen Dr. Demirci, şunları ekledi: “Kanser hücreleri çok çeşitli ve heterojen. Günümüzde tıp dünyasında kanser hücrelerini kandan ayırmaya çalışan tüm teknikler, bu hücreleri antikorla yakalamaya ve ayırmaya çalışıyor. Fakat hücrelerin hepsinde aynı antikorlar bulunmayabilir. Bu sebeple kanser hücrelerinin kandan teşhisi ve ayrıştırılması zor bir konu. Geliştirdiğimiz bu yeni teknik sayesinde antikorlara bağlı kalmadan da kanser hücrelerini kandan çok hızlı bir şekilde tespit edip ayırabileceğimizi gösterdik. Cihazı hızlı ve taşınabilir tanı testi olarak cep telefonu kameraları ile birleştiriyoruz, bu sayede kanserin yanı sıra Akdeniz anemisi gibi hastalıkların da hızlı teşhisi ve hastalığın sürekli takibi üzerine yoğunlaşıyoruz.” haber Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ: “TÜRKİYE’DEKİ ANESTEZİ UZMANLARININ ESA’YA DAHA YOĞUN KATILIMINI BEKLİYORUZ” 30 Mayıs- 2 Haziran 2015 tarihlerinde gerçekleştirilen ESA 2015 kongresinde Türk anesteziyoloji camiasını da yakından ilgilendiren en önemli gelişmelerden biri ESA tüzüğünün değiştirilmesi çalışmaları oldu. “ Daha Adil Bir Seçim İçin ESA (Euroanaesthesia) Tüzüğü Değişmeli“ ESA tüzüğünün değiştirilmesi amacıyla geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilen Almanya, Belçika ve bazı diğer ülkelerden üyelerin verdiği değişiklik önerileri hakkında yoğun tartışmalar hem ESA Konsül toplantısında hem de ESA Genel kurulunda en önemli başlık olarak gündemde yer aldı. Söz konusu değişiklik isteği ; “ bütün seçim mekanizmalarının sadece genel kurul esnasında yapılıyor olması ve buna bağlı olarak temsiliyet anlamında büyük üyelere ve kongrenin yapıldığı yerlerdeki üye çoğunluğuna avantaj sağlıyor olmasının“ adil olmadığını düşündüğümüz için savunduk. Tüzük değişikliği tartışmaları esnasında ESA Yönetim Kurulu tarafından görevlendirilen TARD 32 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Genel Sekreteri Prof. Dr. Zekeriyya Alanoğlu’nun da ESA Konsül üyesi olarak görevlendirildiği “Tüzük çalışma grubunun” hazırladığı alternatif tüzük değişikliği önerisi her platformda görüşüldü. Bu öneri üye sayısının yüksek olduğu ülkelere ağırlıklandırılmış oy hakkı verilmesini ancak bunun yanında üye sayısı ne kadar az dahi olsa her ülkeye en az bir oy hakkı verilmesini içermektedir. Her iki öneri yoğun tartışmalar altında genel kurulda ele alındı ve yeterli çoğunluk oyunu alamadıkları için kabul edilmediler. Bu şekilde şu an geçerli olan tüzük yürürlükte olmaya devam edecektir. Şu an geçerli tüzüğe göre her üye ülkenin şeçme hakkı eşittir ve aynı oy kullanma hakkına sahiptir. Bunun yanında gelecek dönemlerde özellikle ESA karar alma mekanizmalarında daha etkin rol alınabilmesi için ülkemiz Anestezi Uzmanlarının daha yoğun olarak ESA üyeliklerini gerçekleştirmeleri büyük önem arz etmektedir. Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ “ Türkiye En Çok Ceea Kursu Düzenleyen Ülke “ Oldu TARD Başkanı Prof. Dr. Alkış CEEA komite üyeliğine seçildi Avrupa’da Anesteziyoloji için Sürekli Tıp Eğitimi Komitesi (CEEA) Avrupa Anesteziyoloji Derneği (ESA) ve Dünya Anesteziyolojistleri Dernekleri Federasyonunun (WFSA) birleşik bir komitesi olup, Anesteziyoloji alanında geliştirme kursları organize etmekle görevlidir. CEEA yaklaşık 100 merkezde, bölgesel olarak sürekli tıp eğitimini sürdürmektedir. Tüm bu merkezlerde 6 kurstan oluşan bir eğitim programı standart ve sürekli güncellenen bir çerçevede yürütülmektedir. Bu kurslar tüm ülkelerdeki anesteziyoloji uzmanlarına yönelik olup, anestezi, yoğun bakım, acil tıp ve ağrı konularını içermektedir. Avrupa’da Sürekli Anesteziyoloji Eğitimi komitesi genel kurulu da Euroanaesthesia 2015 esnasında gerçekleştirildi. Bu toplantı esnasında alınan geri bildirimlere göre son dönemde Türkiye en çok CEEA kursu düzenleyerek bu anlamda Avrupa çerçevesinde önemli bir başarı elde etmiştir. Bu başarıya paralel olarak Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği Başkanı Prof. Dr. Neslihan Alkış CEEA komite üyeliğine CEEA Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda seçilmiştir. Bu şekilde kurs sayısı ile öne çıkan ülkemizin komite çalışmalarında da önemli bir şekilde temsil edilmesi söz konusu olacaktır. Akman özellikle ülkemizde yeni kabul edilmiş olan Çekirdek Müfredat ve 5 yıllık eğitim süresi üzerinden hazırladığı ve TARD Yönetim Kurulu’nun onayladığı sunum toplantı boyunca bu genç meslektaşlarımız tarafından kongre katılımcıları ile paylaşılmıştır. Bu anlamda Ulusal Standımıza uğrayan pek çok katılımcıya Türkiye’deki Anesteziyoloji Eğitim Standartları hakkında bilgilendirme yapılmış, daha önceki ve gelecek dönemlerde ülkemizde yapılmış olan ve yapılacak olan toplantılar ve eğitim faaliyetleri hakkında bilgi aktarımı yapılmıştır. Bu yılki kongrede ülkemizden birçok bilim adamı kongrenin bilimsel içeriğine katkıda bulunmuştur. Bu anlamda meslektaşlarımızın artan katkıları ve sağladıkları yoğun mesai ülkemizin uluslararası platformdaki temsiliyet açısından büyük önem arz etmiştir. Gelecek yıllardaki toplantılarda bu artış eğiliminin devam etmesi ülkemizin hak ettiği akademik seviyenin yansıtılması açısından anlamlıdır. Benzer şekilde ülkemizdeki araştırmacıların ürettiği bilimsel araştırmalar Euroanaesthesia 2015 toplantısında uluslararası araştırmacıların görüşlerine ve değerlendirmelerine bilimsel sunumlar şeklinde sunulmuştur ve olumlu pek çok geri dönüş alınmıştır. Gelecek yıllarda organize edilecek olan Euroanaesthesia toplantılarından birisinin İstanbul’da yapılması için daha önceki dönemlerde yapılan girişimlere devam edilmiş ve ESA merkez ofisten bir değerlendirme ekibinin ülkemizi ziyaret edeceği ve fiziksel şartları inceleyerek bir karar oluşturacağı öğrenilmiştir. Bu anlamda yıllardır bir engel olarak ifade edilen KDV ödentisi sorunu ESA’nın KDV yükümlüsü haline gelmesi ve ülkemiz ile Belçika Krallığı arasındaki Çifte Vergilendirmenin Engellenmesine Dair Anlaşma’nın ESA yetkililerine sunulması çerçevesinde aşılmış olarak gözükmektedir. Ayrıca şu anki ESA Yönetim Kurulu üyeleri ile kongre öncesi ve sırasında temaslar kurulmuş, kendi isteklerine istinaden daha önce TARD olarak sunulmuş olan motivasyon mektubu hatırlatılmış, ülkemizin ve özellikle İstanbul’un avantajlarının altı çizilmiş, ESA seçilmiş Başkanı ile birebir temaslar sağlanmış, ESA Yönetim Kurulu’nda yeniden seçilmiş olan veznedar ve üyelere bu konudaki bilgilendirmeler yapılmış olumlu görüşler alınmıştır. Bu veriler ışığında önümüzdeki yıllarda bu önemli toplantının Türkiye’de yapılma ihtimali her zamankinden daha yüksek olarak değerlendirilmektedir. Euroanaesthesia 2015 toplantısı esnasında ESA tarafından yürütülmekte olan çok merkezli çalışmalar ile ilgili değerlendirme toplantıları yapılmış ve ülkemiz bu toplantılarda ulusal koordinatörlerimiz ve araştırmacılarımız tarafından temsil edilmişlerdir. Yeni dizayn edilmiş olan çalışmalar en kısa zamanda ulusal araştırmacılarımızın dikkatine sunulacaktır. Euroanaesthesia Toplantılarından Birini Türkiye’de Yapmayı Hedefliyoruz Euroanaesthesia toplantılarında her sene düzenlenen Ulusal Stantlar konsepti bu yıl ilk kez Asistan Eğitim Standartlarının sunulduğu bir platforma dönüştürülmüştür. Bu konsept daha açıklanmadan önce TARD tarafından yapılan bir değerlendirme sonucunda ülkemizi Ulusal Stantta temsil etmek üzere 4 Araştırma Görevlisi tespit edilmiştir. Bu araştırma Görevlileri Dr. Yasemin Dark, Dr. Merve Kocaoğlu, Dr. Gülsüm Karabulut ve Dr. Necip SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 33 sağlığımıziçin GLÜTEN VE GLÜTEN İLİŞKİLİ HASTALIKLAR Prof. Dr. Tufan KUTLU İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Gastroenteroloji Hepatoloji ve Beslenme Bilim Dalı Glüten ilişkili hastalık denildiğinde ilk akla gelen ve en yaygın olarak tanınan hastalık “Çölyak” hastalığıdır. İlk tanımı eski Romalılar zamanında Arateus tarafından yapılmış olmasına rağmen Çölyak hastalığının ayrıntılı tanımı 1888 yılında Samuel Gee tarafından yapılmıştır. Glüten ilişkili ikinci hastalık “glüten alerjisi”dir. En sık alerjiye neden olan besinler arasında adının çok sık geçmesine rağmen glüten alerjisi o kadar da sık görülmemektedir. Son yıllarda tanımlanan çölyak olmayan glüten duyarlılığı ise erişkinlerde % 6’ya varan sıklıkta görüldüğü ve çok sayıda farklı belirtiler 34 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 verebileceği bildirilmiştir. Bu üç hastalığın haricinde glütenin çeşitli nörolojik hastalıklar ve otizmle de ilişkisi olabileceği de öne sürülmüştür. Çölyak hastalığı nedir? Çölyak hastalığı, duyarlı kişilerde glüten içeren gıdaların alınmasından belli bir süre sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Glüten buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan bir protein olup günümüzde çok sayıda besin maddesinin içinde bulunmaktadır. Hastalıktan sorumlu olan glütenin içinde bulunan gliadin adı verilen parçadır. Günümüzde çölyak hastalığının genetik (kalıtımsal) ve çevresel faktörlerin katılımı ile oluşan bir hastalık olduğu kabul edilmektedir. Çölyak hastalığının sıklığı ülkeden ülkeye değişmekte ise de genelde, yurdumuzdakine benzer bir şekilde, 1/100-200 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Yapılan çalışmalar has- talığın sıklığının giderek arttığını da göstermiştir. Bazı toplumlarda 1/5060 oranı dahi bildirilmiştir. Hastalığın bazı risk gruplarında (hastaların yakın akrabaları, jüvenil diyabet, Down sendromu…) normal kişilere oranla daha sık olduğu gösterilmiştir. Bazı HLA doku gruplarına (HLA DQ2 ve Prof. Dr. Tufan KUTLU DQ8) sahip kişilerde hastalığın daha sık olduğu bilinmektedir. Değişik ülkelerde yapılan çalışmalar çölyaklı olguların birinci dereceden akrabalarında hastalığın sıklığının % 1 ile % 20, jüvenil diyabetli olgularda % 1 ile % 16, Down sendromlularda ise % 1 ile % 18 arasında değiştiğini göstermiştir. Çölyak hastalığında belirtiler nelerdir? Unlu gıdalara ne kadar erken başlanırsa hastalık belirtileri o kadar erken ortaya çıkar ve tanı çoğunlukla altıncı ay ile iki yaş arasında konur. Hastalığın daha iyi tanınması ve ince bağırsak biyopsisinin yaygınlaşması ile ilk tanı yaşı 1960’lı yıllardan sonra giderek küçülmüştür. Eğer iki yaşına kadar hastalık tanınamaz ise hastalığın tanısı erişkin yaşlara kadar gecikebilir. Son yıllarda anne sütü ile beslemenin artması, katı gıdaların, özellikle de glütenin diyete daha geç girmesi ile hastalığın başlangıcının daha ileri yaşlara kayabildiği bildirilmiştir. İlk iki yaşta tanı alan hastalar genellikle ishal, karın şişliği, kusma, iştahsızlık, büyüme geriliği gibi belirtilerle hekime başvururlar. Bu hastalar genelde huysuz ve zor ilişki kurulan çocuklardır. Küçük bir hasta grubu ise, ağır sıvı kaybı veya şoka kadar gidebilen ishal ile karşımıza gelebilir ve bu durum “Çölyak krizi” olarak adlandırılır. Başka ne gibi belirtiler tespit edilebilmektedir? İlk iki yaştaki çocuklarda, başka bir bulgu olmaksızın, dışkılama alışkanlığında değişme, iştahsızlık, kilo alımında azalma gibi belirtilerin varlığında çölyak hastalığı akla gelmelidir. D vitamini emilimindeki bozukluğa bağlı olarak süt çocuklarında rahitis hastalığın tek bulgusunu oluşturabi- lir. Çölyak hastalarında diş mine bozuklukları ve ağızda yineleyen yaralar da tespit edilebilmektedir. Düşük kalsiyum ve magnezyuma bağlı olarak kasılma nöbetleri ve kanda protein düşüklüğüne bağlı olarak yüzde ve bacaklarda şişlik oluşabilir. Çomak parmak, düzleşmiş dil, uzun kirpikler, dişlerin oluşumunun ve motor gelişimin geri kalması diğer nadir bulgulardır. Çölyak hastalığı geç çocukluk çağında kusma, karın ağrısı ve kabızlık gibi bulgularla da ortaya çıkabilir. Çölyak hastalığında demir eksikliğine bağlı kansızlık hastaların en az yarısında bildirilmiştir. Boyun uzamaması da bir Çölyak belirtisi midir? Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde takip ettiğimiz hastaların % 60’ının başvuru sırasında kısa boylu olduğu tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalar büyüme geriliği gösteren çocukların SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 35 %5-20’sinde nedenin çölyak hastalığı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle kısa boylu çocuklarda kan testleri ile tarama yapılarak şüpheli olgulara ince barsak biyopsisi yapılması gereği ortaya çıkmaktadır. Çölyak hastalığı tanısında ince barsak biyopsisi en önemli ve gerekli bir tanı aracıdır. Hastalık şüphesi olan kişilerden kan alınarak doku transglutaminaz antikorları ve anti-endomizyum antikorları araştırılmakta ve pozitif bulunanlara ince barsak biyopsisi yapılmaktadır. Biyopsi yapılmadan hastaların diyete konması doğru bir uygulama değildir. Tedavi süreci nasıl? Glütenin hastalığın gelişimindeki rolü anlaşıldığı günden itibaren, çölyak hastalığı tedavisinde glütensiz diyet tedavinin en önemli kısmını oluşturmuştur. Glütensiz diyette buğday, arpa, çavdar ve yulaf unu içeren her türlü besin maddesinin yenilmesi yasaklanır. Mısır ve pirinç zararlı olmayıp diğerlerinin yerine kullanılabilir. Glütensiz diyet ile klinik ve histolojik bozukluklar düzelene kadar çölyak hastalarında saptanan çeşitli vitamin, mineral ve eser element eksiklikleri yerine konmalıdır. Glütenin diyetten çıkarılması ile hastalarda kısa süre içinde düzelme gözlenir. İnce bağırsaktaki histolojik bozukluklar ortalama 6 ay içinde düzelir. Eğer mukozada düzelme olmazsa en önemli neden diyete tam olarak uyulmamasıdır. Diyete uyulduğu halde düzelme yoksa tanı şüphe ile karşılanmalıdır. Günümüzde, tüm çölyak hastalarının glütensiz diyete tam olarak uyması ve ömür boyu sürdürmesi gerektiği konusunda fikir birliği vardır. Diyetine uymayan çölyak hastaları beslenme ile ilgili çeşitli problemler (boy kısalığı, çeşitli vitamin eksiklikleri, rahitis, osteomalazi), otoimmun hastalıklar ve hastalarda ince bağırsak lenfoması gelişebildiği gösterilmiştir. Glüten (un) alerjisi nedir? Amerika Birleşik Devletleri’nde en sık alerji nedenlerinden bir olarak tanımlanmasına rağmen (toplumda 36 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 % 0.5-9 arasında bildirilmiştir) hekim tarafından tanı konanların sıklığı erişkinlerde % 0.4, çocuklarda ise % 0.4-1 arasında bildirilmiştir. Hemen ortaya çıkan aşırı duyarlılık reaksiyonu (anjioödem, şok) veya geç başlayan deri bulguları (döküntü, ürtiker), sindirim sistemi (kusma, ishal) veya solunum sistemi belirtileri (rinit, bronşit, astım) görülebilir. Tanıda kanda spesifik IgE bakılabileceği gibi cilt testleri ile de tanı konabilir. En doğru tanı yöntemi ise diyetten unlu gıdaların çıkarılması ile iyileşme olması tekrar verildiğinde ise belirtilerin tekrarlaması ile gerçekleştirilen açık uyarı testidir. Çocuklarda yapılan geniş bir çalışmanın sonuçlarına göre un alerjisi 4 yaşta % 29, 8 yaşta % 56, 12 yaşta ise % 65 iyileşir. dan tanımlanmış olan bir deri hastalığıdır. Kaşıntılı papüloveziküler lezyonlarla ortaya çıkar. Sıklığı değişik çalışmalarda 100.000 de 1.2 ile 39.2 arasında bildirilmiştir. Barsak hastalığı ile birlikte olabileceği 1966 yılında bildirilmiştir. Patogenezi iyi bilinmese de glütenin diyetten çıkarılması ile lezyonlar iyileşebilmektedir. Tanı amacı ile araştırılan doku transglutaminaz ve anti-endomizyum antikorları pozitif olup ince barsak biyopsisinde hastaların % 60-75’inde çölyak hastalığına benzer şekilde villus atrofisi saptanır, % 90’ında ise HLA DQ2 ve DQ8 pozitif bulunur. Sonuçta dermatitis herpetiformisin çölyak hastalığının deri belirtileri ile ortaya çıkan şekli olarak kabul edilmesi söz konusudur. Çölyak olmayan glüten duyarlılığından bahseder misiniz? Glüten ataksisi Çölyak olmayan glüten duyarlılığı, çölyak hastalığına benzer klinik yakınmaları olan hastalarda çölyak hastalığı ile uyumlu olmayan serolojik bulgular (doku transglutaminaz ve anti-endomizyum antikorları negatif ) ve eğer yapılırsa ince barsak biyopsisinin normal olması yanında negatif glüten spesifik IgE bulunması ve hastaların glütensiz diyetle yakınmalarının iyileşmesi durumudur. Bu olguların % 50’sinde ailede çölyak hastalığı saptanabilir. İlk kez 30 yıl önce tanımlanmasına rağmen hastalığın güncel tanımı Sapone tarafından ayrıntılı olarak yapılmıştır. Ayrıntılı epidemiyolojik çalışmalar bulunmamasına rağmen sıklığının % 3-6 arasında değiştiği tahmin edilmektedir. Hastalığın patogenezi iyi bilinmese de belirtiler glüten alımı ile başlamakta ve diyetten çıkarılması ile kaybolmaktadır. Tanı da böylelikle konabilmektedir. Hastalığın en sık rastlanan klinik belirtileri karın ağrısı, karın şişkinliği, gaz, ishal veya kabızlıktır. Bunlar haricinde yorgunluk, bacak ağrıları, baş ağrısı, döküntü ve depresyon bulguları da görülmektedir. Dermatitis herpetiformis İlk kez 1884 yılında Duhring tarafın- Glüten ataksisi, nedeni olmadan ortaya çıkan sporadik bir ataksi olup, tüm ataksilerin % 32-41’ini oluşturur. Hastalarda antigliadin antikorları pozitif olup bazı olgularda ince bağırsak biyopsisinde villus atrofisi de eşlik edebilir. Genellikle 50 yaşından sonra görülmektedir. Otizm Otizm, yaşamın ilk üç yılı içinde ortaya çıkan ve yaşam boyu devam eden, sosyal etkileşim, sözel ve sözel olmayan iletişimde problemler, tekrarlayıcı davranış ve kısıtlı ilgi alanları ile kendini gösteren, karmaşık gelişimsel bir bozukluktur. Günümüzde sıklığının 1.000 kişide 11,3’e ulaştığı bildirilmiştir. Gerçek nedeni iyi bilinmez. Otistik çocukların bir kısmının bağırsak geçirgenliğinin artmış olduğu ve kazein ve glüten gibi bazı besinlerin hastalığın oluşmasından sorumlu olabileceği öne sürülmüştür. Bu nedenle ailelerin % 21-66’sının glüten ve kazein içermeyen diyet denedikleri anlaşılmıştır. Ancak 1970 yılından itibaren bu konuda yayınlanmış 24 makale incelendiğinde sadece 4’ünde bilimsel kanıt (düşük düzeyde) gözlenebilmiştir. Diyetin beslenme üzerine olumsuz etkileri de göz önüne alındığında bu tür diyetlerin ancak alerji/intolerans gösterilebildiği durumlarda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. haber HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDEN SAĞLIK EKONOMİSİ VE SAĞLIK FİNANSMANI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI Hacettepe Üniversitesi bünyesinde Sağlık Ekonomisi ve Sağlık Finansmanı Yüksek Lisans Programı başlatıldı. Washington Üniversitesi ile araştırma ortaklığı yapılan program, Harvard, Liverpool, Eötvös Lorand ve Londra Ekonomi Okulu gibi dünyanın prestijli üniversitelerinin katkılarıyla oluşturuldu. Hacettepe Üniversitesi bünyesinde Sağlık Ekonomisi ve Sağlık Finansmanı Yüksek Lisans Programı başlatıldı. İkinci öğretim tezsiz olarak eğitim verecek olan program kapsamında Hacettepe ve Washington üniversiteleri araştırma ortaklığı imzaladı. Programa ayrıca Harvard, Liverpool, Eötvös Lorand ve Londra Ekonomi Okulu gibi dünyanın prestijli üniversiteleri katkıda bulundu. Mezun olan öğrencilerini sağlık sisteminde yer alan kamu kurumu ve özel sektör kuruluşlarından yönetici, planlamacı, karar verici ya da politika belirleyici olarak görev yapmaya hazırlamayı amaçlayan programın süresi 3 yarıyıldan (1,5 yıl) oluşacak. Programdan mezun olanlar sağlık sistemi içinde bulunan kurum ve kuruluşların yanı sıra Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu gibi bakanlık ve kuruluşların ilgili birimlerinde aktif olarak görev yapabilecek ve yönetimsel görevler üstlenebilecekler. Ayrıca ilaç, tıbbi cihaz, tıbbi malzeme firmalarının pazara erişim bölümleri ve ulusal ve uluslararası Sağlık Teknolojisi Değerlendirme yapılarında görev alabilecekler. Eğitim dili İngilizce olan programa katılanlar, Sağlık Sonuç Araştırmaları, İktisat Teorisi, Sağlık Ekonomisinde Temel İstatistik, Sağlık Ekonomisi ve Finansmanında Epidemiyoloji, Sağlık Finansmanına Giriş, Sağlık Ekonomisine Giriş, Sağlık Teknolojisi Değerlendirmelerine Giriş, Sağlıkta Etik ve Bilimsel Yayın Değerlendirme gibi dersler alacak. Yurt içi ve yurtdışından önemli eğitimci ve uzmanların akademik kadrosunu oluşturduğu programın koordinatörlüğünü ise Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Gümüşel ve Washington Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir Keskinaslan üstleniyor. Sağlık sektörü ve endüstrisinde çalışan ya da çalışmak isteyen, fakülte ve yüksekokulların en az dört yıllık bölümlerinden mezun olanların kabul edildiği programda ALES (Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı) ve yabancı dil sınavı ön koşul olarak aranmıyor. Eğitim süresi boyunca İngilizce olarak gerçekleşecek derslerde simultane çeviri hizmeti de sunuluyor. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 37 analiz SAĞLIK OKURYAZARLIĞI Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU Sağlık okuryazarlığı nedir? Uzun yıllardır bu konunun öneminin Türkiye’de anlaşılması ve kabul edilebilmesi için büyük bir çaba harcandı. Özellikle son yıllarda değişmekte olan sağlık sistemi tüm toplumun sağlık okuryazarlık düzeyinin iyileştirilmesi gerekliliğini açık bir biçimde de ortaya koydu. Aslında şöyle söylersek hiç de yanlış olmaz sağlık okuryazarlığı sağlığın en temel belirleyicisidir. Dünya Sağlık Örgütü ‘’sağlığın korunması ve sürdürülmesi için bireylerin sağlık bilgisine ulaşma, anlama ve kullanma becerilerini’’ sağlık okuryazarlığı olarak tanımlıyor. Daha ayrıntılı bir tanım yapacak olursak da; şöyle 38 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 söyleyebiliriz, ‘’bireysel olarak sağlıkla ilgili uygun kararların verilmesi için gereken sağlık bilgisini ve hizmetlerini elde etme, algılama, isteğinin ve kapasitesinin düzeyi’’dir. Sağlık okuryazarlığı bununla da sınırlı değil sadece anlama kapasitesi demek yeterli değil. Sağlık bakımı ile ilgili kuralları uygulama, tıbbi bazı broşür ve yazılı bilgiyi, reçete edilen ilaçlara ilişkin talimatları, randevuları, doktorların açıklamalarını, hastanelerdeki onam formlarını anlama, mevcut sağlık sistemine entegre olmayı da kapsamaktadır. Bir anlamda sağlıklarını koruyarak bireylerin yaşam kalitesini iyileştirmektir temel hedef ve bu aslında sağlık sistemini de dolaylı bir biçimde hem etkilemekte ve hem de gelişmesine ya da sağlık sisteminin açmazlarının artmasına neden olmaktadır. Sağlık okuryazarlığında dünyada ve Türkiye’de durum nasıl? Sağlık Sistemi Karmaşık • Modern sağlık sistemi, hizmetten yararlananlar ve yararlanacak olanlar için son derecede karmaşık aslında. Bireylerin sağlık sorunları ve verilen hizmetle ilgili olarak bilgilenmeleri, hasta ve hizmet alan sağlık hizmetinin bir anlamda tüketicisi olarak sorumluluklarını ve haklarını bilmeleri, sağlık ile ilgili kararlar verebilmeleri gibi çeşitli rolleri var. Ve bu koşullarda işin tuhaf yanı hastaların bu konularda bilgi ve yeterlilik sahibi oldukları var sayımı ile sektörde hizmet üretiliyor. Sağlıkla ilgili bilgileri iletmek oldukça da zordur. Bunun nedenleri arasında; • Tanı koyma sürecinin karmaşıklığı, • Sürekli yenilenen ve büyüyen araştırma bulguları, • Sınırlı okuryazarlık düzeyi, • Kültürel farklılıklar, • Yaşa bağlı fiziksel ve bilişsel değişiklikler, • Dinleme, öğrenme ve hatırlamayı etkileyen duygusal durumlar sayılabilir. Bunlara ek olarak bu iletişimin ideal şartlarda olmaması, durumu daha da zorlaştırmaktadır. (Hekim-hasta ilişkisi için ayrılan sürenin yetersizliği, hastanın veya bilgi almak isteyenin içinde bulunduğu durum-korku, ağrı, v.b) • Sağlık okuryazarlığı ile ilgili çalış- malar 1950’lerde başlamıştır. Bu çalışmalar aşağıdaki gibi özetlenebilir: olduğu bilinmektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe sağlık okuryazarlığında da doğrusal olarak bir artış beklenmektedir. Bu alan gelişirse neler değişir? Koruyucu sağlık hizmetlerinden daha fazla yararlanabilecektir bireyler. Dolayısı ile pek çok hastalık daha ortaya çıkmadan önlenebilir olacaktır. Semptometik dönemlerinde hastalıkların farkındalık artacağından tedavi arama ya da tanı arama davranışı gecikmeyecektir hastaların ne kadar yaşamsal bir önemi var bunun. Çünkü erken tanı pek çok hastalıkta hayat kurtarıcı. Bireylerin sağlık durumlarına ilişkin kendilerini algılamalarını değerlendirmelerini kolaylaştıracaktır. • 1950-1970: Tıbbi önerilere, talimatlara uymalarını sağlayacaktır. Öz bakım için bireyleri motive edecektir. Sağlık harcamalarında azalmaya katkı sağlayacaktır. Hem bireysel hem de devletin harcamalarında. • 1970-1980: Sağlık hizmetlerindeki olumlu ve olumsuz koşulların değerlendirilmesine katkı sağlayacaktır. Global perspektif-3. dünya ülkelerinde gebelik eğitimi, cahillik toplum sağlığını etkileyen konu, Sosyoekonomik düzey-sağlık düzeyi çalışmaları, eğitim düzeyi ile sağlıklı olma arasındaki ilişki, • 1980-1990: RWJ Foundation sağlık okuryazarlığı ölçme projesi, sağlık okuryazarlığı ile sağlık sonuçları arasındaki ilişki çalışmaları, • 1990- : Sağlık okuryazarlığı düzeyi ile sağlık sonuçları arasındaki ilişkinin önemi, AMA raporu, IoM Raporu, DSÖ raporu. • 2000 yılından sonra da Türkiye’de çeşitli araştırmalar ve raporlar yayınlanmıştır. Sağlık Bakanlığı ve bazı STK’lar konuya daha fazla önem vermeye başlamıştır. Buna ilişkin akademik ilgi de artmış, TÜBİTAK destekli bazı projeler üretilmiş ve etkileyici sonuçları kamu ile paylaşılmıştır. Kaldı ki, son yıllarda ülkemizde yapılan araştırmalar bize şunu söylemektedir; ‘’fiziksel ve psikolojik açıdan sağlıklı olma ile okuryazarlık arasında önemli bir ilişki vardır. Özellikle de kadın okuryazarlığındaki artışın ailenin sağlığı üzerinde ciddi etkilerinin Ve en dikkat çekici olanı da ömür beklentisinde artışa ve ölüm oranlarında azalmaya katkı sağlayacaktır. Haberleri okurken neler yapılmalı? En can yakan tarafı da bu konunun sanırım. Sadece haberleri okurken değil son yıllarda istenmedik ve gereksiz bir biçimde artış gösteren görsel medyadaki yayınların hiç bir kontrolü söz konusu değil. Genellikle sağlık haberleri medyada zaman zaman infial yaratabilecek ya da boşluk doldurmak amacı ile kullanılıyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir haber çok çarpıcı idi bu anlamda ben de sosyal medyada buna tepki gösterdim. İleri yaş elliliklerinde baba ya da anne olmanın özendirildiği haberler ya da menşei bilinmeyen yurt dışı kaynaklı haberler kedi sahiplerinin şizofren olabileceği gibi. Bunlar sağlık okur yazarlığı düzeyi düşük toplumlarda dikkat çeken ve akılda kalıp olumsuz etkisi olan haberler.... Sektörde yıllarca hakkıyla emek veren medya mensuplarını ta- bii ki tenzih ediyorum burada ancak, ne editoryal anlamda ne de muhabir anlamında gereken özen yeterince gösterilmiyor. Sosyal medya ve sağlık okuryazarlığı bağlantısı nasıl? Nelere dikkat etmek gerekir? Sosyal medya artık içinde olduğumuz dijital devrim çağında yadsınamaz bir gerçeklik. Üstelik ciddi bir iletişim mecrası artık. Sağlık iletişiminin en hızlı gerçekleştiği alan ve bilinmesi gereken bir önemli nokta da sosyal medya açısından iletilen yanlış sağlık haberleri ya da bilgisi hemen eleştirel olarak hak ettiği tepkiyi alıyor. Yani hızlı bir biçimde gerçekleşiyor iletişim. Bu açıdan zaten belirli düzeyde bir sağlık okuryazarlığı gerektiriyor. Ayrıca doktorlarımızın ve hastanelerimizin hem kurumsal kimlik hem de işlevsel, etkileşimli ve eleştirel sağlık okuryazarlığı açısından en başarılı kullanabilecekleri alan sosyal medya. Profesyonellerin özellikle kullanmaları gerektiğini düşünüyorum. Bunun dışında kalmak saydığım tüm sağlık okuryazarlığı çeşitlerinin dışında kalmak anlamına geliyor... Sağlık iletişimi açısından bu alanın gelişmesi neleri etkiler? Sağlık iletişimi açısından sağlık okuryazarlığı kapasitesi düzeyinin yüksek olması iletilen mesajların, sağlık bilgisinin, hastalıklara ve sağlığa vb pek çok uygulama, öneri ve girişimlerin kolay hızlı olarak aktarılmasını sağlayacaktır. Sağlık iletişiminin işini Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 39 kolaylaştıracak bir hasta profili ve toplum profili yaratacaktır. Şöyle düşünelim; temel sağlık bilgisi, hastalıklara ve sağlığa dair farkındalığı yeterli düzeyde olmayan bir toplumda sağlık iletişimi ne derecede istenildiği düzeyde gerçekleşebilir. Gerçekte sağlık okuryazarlığı bu durumda bir sağlık iletişimi alanı ya da sağlık iletişiminin alt yapısıdır. Buna biz 3. Kuşak sağlık okuryazarlığı diyoruz. Sağlık iletişimine eleştirel bakabilmek, ancak bunun için de sağlık okuryazarlığı temel. Bir anlamda sağlık iletişiminin sağlamasını yapan bir kaynak sağlık okuryazarlığı. Yani topluma ne verirseniz toplum onu alır anlayışını değiştirebilecek bir değer sağlık iletişimi açısından. Hastalar açısından bu alan neden önemlidir? Sağlık durumu, bireysel özelliklerden davranış biçimlerinden etkilenmektedir. Ayrıca önemli ölçüde de toplumun ve bireylerin genel sosyoekonomik yapısından ve kültürel koşullardan da etkilenmektedir. Örneğin aşırı alkol tüketimi, sigara ya da madde kullanımı. Dengesiz ve yanlış beslenme ile ilintili obezite sorunları gibi toplumu etkileyen çeşitli sağlıksız davranışlar sağlık okur yazarlığının yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Yani sağlık okuryazarlığının yetersizliği bu noktada bireysel değil toplumsala dönüşmektedir. Dolayısı ile sağlık okuryazarlığı aslında bir sağlık eğitimi sorunudur. Ya da etkili, başarılı bir sağlık eğitiminin olumlu bir sonucudur. Ancak ülkemizde sağlık eğitimi profesyonel meslek edinme alanında akademik olarak yapılmakta, sağlık eğitimi temel eğitim ve erken çocukluk döneminden başlaması gereken bir eğitim. Sağlık okuryazarlığında istediğimiz noktada olmayışımızın da en önemli nedeni bu aslında. Dolayısı ile şöyle söylersem hiç de ileri bir açıklama olmaz bu sağlık okuryazarlığı bir gelişmişlik göstergesi. Doğru bir hasta hekim ilişkisi kurulması ve sürdürülmesinde çok etkili. Bu da tedavilerin başarı düzeyini etkileyecektir. Sağlık okuryazarlığı bu anlamda sağlık politikaları içindeymiş gibi düşünülse bile gerçekte bir sosyal politika hedefi aslında... Sağlık harcamalarını etkiler mi? Sağlık harcamalarını hem doğrudan hem de dolaylı bir biçimde etkilemektedir. Başta da söylemiştik doğru semptomal dönem yaklaşımları ilaç ve tedavi harcamalarında azalmayı sağlayacaktır. Sağlıklı olma ihtimalini bireylerin artacağından kümülatif bir biçimde genel olarak sağlık harcamalarını azaltabileceğinden sağlığa yatırıma dönüşebilecek bir arka planı da bulunmaktadır. Bu konuda neler yapılmalı? Medya okuryazarlığından da ayrı düşünülmemelidir. Çünkü sağlık okuryazarlığı bir tür medya okuryazarlığıdır. Genel olarak iletişim için medya okur yazarlığı ne denli önemli ise sağlık okur yazarlığı da aynı kapsamdadır. Medya okuryazarlığı bilindiği gibi bir 21. Yüzyıl eğitimi anlayışıdır. Medyayı anlamak, analiz etmek ve ulaşmak, tarafsızlığını talep etmek için önemlidir. Sağlık okuryazarlığı da sağlığı ve sağlık bilgisini anlamak ve ulaşmak için önemlidir. Temel eğitimde erken çocukluk eğitiminde vaz geçilmez olmalıdır. Henüz bir akademik oluşum yeterli değildir. Bazı üniversitelerin iletişim fakültelerinde bireysel çabalarla sürdürülmektedir. Ancak bu da yeterli değildir, sağlık bilimleri ve tıp fakültelerinde alanda zorunlu ve uygulamalı dersler arasında yer alması gerekmektedir. 40 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 sağlığımıziçin KİLO KONTROLÜNDE SON NOKTA Özel bir diyet ile özel bir spor bir araya gelirse... Obezite başta olmak üzere çeşitli hastalıkların tanı desteği ve kişisel tıp çalışmaları üzerine araştırmalarını sürdüren Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Meltem Yalınay, kangoo jumps ile hem eğlenip hem de spor yapmanın mümkün olduğunu söylüyor. TOLGA GÜNCE Uluslararası Kangoo Jumps Eğitmeni Prof. Dr. MELTEM YALINAY KANGOOJUMPS 42 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 ÖZEL BİR DİYET KANGOOJUMPS Çağımızın en önemli sorunu obezite konusunda bağırsak mikrobiyotası ne önem taşır? Bu mikroorganizmaların analizi konusunda tıbbi yöntemlerle biz hangi noktalardayız? Kişiye yönelik yaklaşım bu yöntemlerle nasıl sağlanır? Biz ekibimizle neyi hedefliyoruz? Prof. Dr. Meltem YALINAY Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Moleküler Mikrobiyoloji alanının amacı nedir? Tanısal moleküler mikrobiyoloji alanının amacı, tanısı zor konulan hastalıklarda mikroorganizmanın DNA’sını tespit etmek kaydıyla genetik olarak tanı koymaktır. Bu, viral hastalıklarda, zor üreyen bakterilerde, kültürünü zor elde edebildiğimiz mikroorganizmaların tanımlanmasında bize avantaj sağlar ve dünyada da popülaritesi çok yüksek bir tanı alanı olarak yer almaktadır. Moleküler mikrobiyoloji tekniklerini kullanarak çalıştığınız konular neler? Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin Moleküler Mikrobiyo- loji Tanı Laboratuvarı’nı yönetiyorum. Moleküler mikrobiyoloji tekniklerini kullanarak, şu anda en yoğun çalıştığımız projeler özellikle bağırsak bakterileri analizi ile ilişkili olanlar. Bütün hastalıklar bağırsakta başlar Üzerinde önemle durduğumuz bağırsaktaki mikroorganizma topluluğunun analizi aslında Hipokrat zamanından beri vurgulanmakta olan bir konu. Hipokrat’ın bir sözü var; bütün hastalıklar bağırsakta başlar diyor. Kanser süreçleri, yaşlanma, hipertansiyon, depresyon, günümüzün önemli hastalıklarından bir tanesi obeziteye yol açan alt endokrin sebeplerini oluşturan metabolik sendrom, tip 2 diyabet gibi hastalıkların aslında bağırsakta bulunan bakterilerin oranlarının değişikliği ile ilişkili olduğu, üzerinde önemle çalışılan bir alan ve yapılan çalışmalar bize, bağırsak normal florasındaki popülasyondaki dengesizliklerin, kişide biraz önce bahsedilen hastalıklara çok ciddi zemin hazırlayabildiğini gösteriyor. Biliyorsunuz, insan genom projesi tamamlandı ve bu sayede vücudumuzda ne olup ne bittiğini anlamamızda ve yapılan araştırmalar adına çok ciddi bir alt veriye sahip olduk. Bu çok kıymetli. Günümüzde oldukça yoğun çalışılan bir diğer alan ise insan mikrobiyom projesi, yani mikropların genetiğinde neler oluyor ve biz bu genler yoluyla onları ne kadar, nasıl teşhis edebiliriz, oranlarını görebilir miyiz gibi. Bağırsakta bulunan mikroorganizma grubuna, bağırsak mikrobiyotası diyoruz yani bağırsakta bulunan bağırsak mikroorganizma topluluğu. Biz bunları alıp, tek tek ekip mikrobiyoloji kültür yöntemlerini uygulayabiliriz. Ancak bunu gerçekleştirmek çok zor olur çünkü burada yer alan mikrop topluluğu, insanın toplam hücre sayısından on kat daha fazladır. Bu alanda yapılan çalışmalar, örneğin bağırsak rektum kanserlerinin bazı SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 43 mikroorganizma oranlarının değişikliği ile eşlik ettiğini, yani örneğin bazı mikroorganizmaların daha fazlalaştığını göstermektedir. Yine karaciğer yağlanmasında, obezitede bir bakteri tanımlandı ve bu bakterinin oranının önemli ölçüde değiştiği gözlendi. Peki bu bilgiler bize nasıl bir ufuk açar? Söz konusu bakterilerin bir takım parçalanma ürünleri oluyor, asitik bir takım ürünler çıkartıyor ve vücuttaki ileti sistemlerine etki edebiliyor. Örneğin bir sinir yolağına ya da hücrenin döngüsüne etki edebiliyor, bu suretle endokrin dengeler değişebiliyor veya sinir iletisindeki bazı salgılar değişebiliyor. Günümüzde deşifre edilmiş, adı konmuş bazı mikroplar var artık, bazı hastalıklardan bazı mikroplar sorumlu tutulabiliyor. Hastalık yoktur hasta vardır Kişinin mikroorganizma oranlarını tespit etmek, o kişiye yönelik tedaviyi de getirir mi? Herkesin kendi genetik dizilimleri, vücudundaki bakterilerin oranı ve genel bağışıklık sistemi birbirinden farklıdır. Oysa biz hastalara bir sürü tedaviler öneriyoruz, antibiyotikler veriyoruz; ama artık tıbbın gittiği bir yön var, kişisel tıp. Adım adım gidilen nokta, kişiyi deşifre etmek ve ona uygun beslenme, ilaç önermek. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki on yıl içerisinde bağırsak flora analizi yaparak, bağırsaktaki bakterilerin oranını görebileceğiz ve bağırsak florasıyla kişinin hangi hastalıklara maruz kalma olasılığı olduğunu tahmin ederek, birçok hastalığın gidişatı hakkında bilgi sahibi olabileceğiz. Bunun tedaviye katkısına gelince, bu oranlar belirlendiğinde bakteriler üzerinde oynayarak kişiye nasıl destek verebileceğimizi, ön tanıyı kuvvetlendirecek şekilde, bu profilin ne gibi hastalıklara yol açabileceğini saptayabileceğiz. Günümüzde probiyotik ve prebiyotik adını verdiğimiz desteklerle hâlihazırda tedaviye katkı sağlanmakta. Probiyotik, seçilmiş bakterilerin belli konsantrasyonda hazırlanmasıyla oluşturulmuş formüller. Prebiyotikler ise, bu bakterilerin ço44 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 ğalmasını sağlayacak lifli bir takım preparatlar. Gıdalar yoluyla doğal olarak da alınabilir. Prebiyotik, bağırsakta öyle lifli alt bir zemin oluştursun ki, sevdiğimiz insan sağlığına faydalı probiyotik bakteriler çoğalsın. Peki bakteriler bağırsağımıza ne zaman yerleşiyor diye soracak olursak, diyebiliriz ki aslında biz ananemizin yedikleriyiz. Eskiden bebeklerin tamamen steril doğdukları düşünülürdü ama artık biliniyor ki bebek bir flora ile doğuyor. En azından hamilelik döneminde annenin yediğine içtiğine daha özen göstermesi, bebek doğduktan sonra da buna dikkat edilmesi, bebeğin bağırsak florasının düzgün şekilde oluşmasına büyük katkı sağlıyor. Ayrıca prebiyotik desteğin yine bu dönemde başlamasının çok daha yararlı olacağı ve böylelikle sağlıklı bakterilerin bebeğin bağırsağında yerleşmesinin kolaylaşacağı bir gerçektir. Doğru beslenme nasıl katkı sağlar? Aslında doğada bu sistemlerin çoğu var. Gıdalardan lahana, soğan, sarımsak gibi besinlerin olumlu katkısı, buradaki popülasyonu artırıcı etkileri var. Ama doğru beslenmekte güçlük çektiğimiz için destek gerekiyor. Bu noktada nutrigenomik kavramına değinmek istiyorum, yani besinlerin genetiği, genetiğin besinlere etkisine. Hücrelerimiz çoğalırken DNA’mız yoruluyor, DNA’nın korunmasının, kırıkların azalmasının nasıl sağlanacağı ve DNA tamir mekanizmaları üzerinde çalışmalar yapılıyor. Bu anlamda kanseri de engelleyen bazı kendini ispat etmiş gıdalar var; yeşil çay, brokoli, kırmızı şarap, domates, nar, kara lahana vs. gibi. Ancak elbette ne yaparsak denge halinde yapmamız gerekiyor. Yapraklar koyulaştıkça antioksidan etkisi artar. Hücrelerimiz bölünürken ya da hastalık sırasında mikroplarımız çoğalırken toksik oksijen radikaller oluşur, bir parçalanma ürünüdür bu. Oksijenin bize, sağlıklı hücrelerimize zarar verme potansiyeli olan bir formu. Antioksidanların bunları nötrleyici etkisi vardır. Bu gıdaları almaya devam etmek, korumayı sağlar. C vitamininin de böyle bir etkisi var. C vitamini, selenyum gibi bazı destekleri de almak lazım sisteme. Normal sağlıklı bir sistem kendini iyileştirir. O yüzden dengeli beslenmenin sağlanması aslında çok yeterlidir. Bu neye yarar? Lifli besinler, sanki bir örtü gibi, bağırsakta iyi bakterilerin tutunmasını kolaylaştırır. Probiyotik bakterileri, insan yaşamına faydalı bakteriler olarak adlandırılabiliriz. Hatta biliyorsunuz yoğurtlara katılmış halde olanları da var. Tabii kişisel farklılıklardan dolayı, kişinin bağırsaklarındaki bakterilerin hangisi az hangisi çok bilmediğinizden, ne derece faydalı tesir alabileceğimiz daha tam net değil. Moleküler yöntemlerle, mikroorganizmanın genetik analiziyle bunlar tespit ediliyor. Bakteri oranları tespit edildiğinde, bu profilin ne gibi hastalıklara yol açabileceğini, bir ön tanıyı, kişinin hangi hastalıklara maruz kalma olasılığı olduğunu görme ve kişiye nasıl bir bakteri desteğinde bulunulacağını belirleme şansımız oluyor. Bu yöntem aynı zamanda günümüzde özellikle bazı hastalıklarda artık klişe tedavilerle tıkandığımız durumlara büyük fayda sağlayacak. Bizim uzmanlaştığımız, projelendirmeye çalıştığımız alan bu. Hastaneden iki gastroentrolog arkadaşım Prof. Dr. Tarkan Karakan, Prof. Dr. Mehmet İbiş ve asistanlarımla beraber mikrobiyota konusunda bir ekip olarak çalışıyoruz ancak ekibimiz sadece biz doktorlarla sınırlı değil. Bu programın en önemli kısımlarından birini yürütecek özel bir spor eğitmeni Tolga Günce. Tüm bu çalışmalarla son hedef, kişisel tıp. Güncel yaklaşım, kişinin profilini ortaya koyup, kişisel tanı ve kişisel tedaviyi uygulayabilmektir. Obezite ve kilo kontrolü çok güncel yoğun ilgi gören bir sağlık alanı ve bu konuda hedeflediğimiz bağırsak mikrobiyotasına yönelik çalışmalarla kişiye yönelik çok özel diyetlerin belirlenmesine olanak sağlayacak. Ancak kilo kontrolünde hareket mutlaka gerekli ve burada da ekip olarak amacımız bu paket içinde bedeni koruyacak çok eğlenceli özel bir sporla bu programı tamamlamak... ÖZEL BİR SPOR KANGOOJUMPS Fit Olmak Hiç Bu Kadar Eğlenceli Olmamıştı Tolga GÜNCE Uluslararası Kangoo Jumps Eğitmeni Kangoo Jumps’ın yaş gruplarına ve tercihlere göre çeşitli programları vardır: 1- Kangoo Power : Gelişmiş aerobik ve fitness programı tentli IPS (Impact Protection System) sistemi ile çarpma etkisini %80 kadar azaltmakta ve dolayısıyla omurga, diz ve bilekleri korumaktadır. 2- Kangoo Dance : Koreografik dans Kangoo Jumps Nedir? Kangoo Jumps 14 yıllık bilimsel bir araştırmanın sonucu olarak geliştirilmiş ve rebound sistemine sahip özel botlar ile yapılan bir kardiyo çalışmasıdır. Kangoo Jumps’ın en büyük avantajlarından biri pek çok amaçla kullanılabilmesinin yanı sıra 6-90 arasında çok geniş bir yaş grubuna hitap ediyor olmasıdır. Kangoo Jumps vücuttaki yağ oranını azaltan, kol, bacak, kalça, karın ve baseni sıkılaştıran, esnekliği artıran, tüm kasları güçlendiren, kalp için aerobik etkisi yaratan, vücudu yorgun olduğunda canlandıran ve kişiyi sağlıklı ve fit yapan bir egzersizdir. Kangoo Jumps yapan kişiler daha uzun süre çalıştıklarını, daha iyi uyuduklarını, daha az gergin ve huzursuz hissettiklerini fark ederler. Etkisi sadece psikolojik değildir, çünkü yerçekimine karşı, kas-iskelet sistemine baskı yapmadan yukarı-aşağı sıçrama hareketi şu ana kadar geliştirilmiş olan en faydalı aerobik egzersizidir. 3- Kangoo Discovery : 6-16 yaş arası çocuk ve gençler için 4- Kangoo Boot Camp : Askeri eğitim tarzında yapılan kardiyo çalışmasıdır Ayrıca Kickbox kullanılarak yapılan Kangoo-Power hareketleri ve düz koşuyu da içermektedir Kangoo Jumps’ı Kimler Yapamaz? Rebound sistemi Rebound sistemi yerçekimi, hızlanma ve yavaşlama kuvvetlerinin birleşimine dayanır. Hızlandığımızda yerçekimi kuvveti artar, yavaşladığımızda azalır. İnsan vücudunun yerçekimi değişikliğine uyum sağlama becerisi olduğunu teyit etmiş bulunan NASA; Kangoo Jumps’ı “İnsanoğlunun icat ettiği en etkili ve verimli spor aktivitesi” olarak adlandırmıştır. Çarpma kuvveti ile ilgili yapılan bilimsel araştırmalar, koşu ya da yürüyüş yapanların ilk yılında yaralanma oranının %27 ile %70 arasında olduğunu göstermiştir. Kangoo Jumps ise, pa- Spor hekimleri, fizyoterapistler, göz doktorları, pediatristler, ortopedistler gibi sağlık alanındaki pek çok uzman, etkili bir güç ve kondisyon ürünü olduğunu belirterek Kangoo Jumps’ı önermektedirler. Ancak, hamilelerin, çeşitli omurga rahatsızlığı olanlar ve yeni ameliyat olanların yapması sakıncalıdır. Kangoo Jumps ile Kilo ve Kas Kontrolü Kangoo Jumps ile kilo vermek lenfatik sistem ile ilişkilidir. Yeterince hareket etmezsek yüksek seviyede toksin lenf sistemine dolar ve hücrelerimizi zehirler. Bazı bölgelerde ise lenf sıvısı selülite dönüşür. Araştırmalar, lenf SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 45 sistemimizin etkisi azaldığında metabolizma hızımızın da düştüğünü göstermiştir. Kangoo Jumps’ı düzenli kullandığımızda metabolizma hızımız artacak ve kas elastikiyeti gelişecektir. Kangoo Jumps ile fazla kilosu olanlar yağ yakar, kilo verir. Kilo fazlası olmayanlar ise kas yapar ve kaslarını geliştirir. Bölgesel zayıflama için Kangoo Boot Camp programı uygulanır. Bu programda Kangoo Power sonrası 1520 dakika yer hareketleri ile yağ yakmak için istediğimiz bölge çalıştırılır. Kangoo Jumps Egzersiz Süresi Her seans 45-60 dakika olmak üzere önerilen süre haftada 3-4 gündür. Kangoo Jumps Botları İsteyen gittiği spor merkezindeki Kangoo Jumps eğitimi almış sertifikalı eğitmenden satın alabilir veya kiralayabilir. Eğitmen kişinin vücuduna, kilosuna, yapacağı programa göre kullanması gereken botu seçer. Eğitmenin önerisi dışında temin edilen botlar sakatlanmalara sebep olabilir. Yetişkinler için olan Kangoo Jumps XR3 botlar 200-250 Euro civarındadır. Yedek parçaları da yine eğitmen tarafından temin edilebilir, değiştirilebilir. Kangoo Jumps • Yerçekimi kuvvetinde ekstra bir artış sağlayarak kas ve iskelet sistemini güçlendirir. 46 • Sert zeminde egzersiz yapıldığın- da eklemlerde oluşan kronik yorgunluk ve rahatsızlıklar yaşanmaz. • Vücut duruşunu düzeltir ve kasyağ oranını dengeler. • Ciğerlerin solunum kapasitesini artırır, kondisyonu yükseltir. • Dokuların ihtiyacı olan oksijen miktarı ile mevcut oksijen arasında daha iyi bir denge sağlar. sini gerektiren durumlar için çok önemlidir. • Eklemlerdeki propriyo reseptörler arasındaki koordinasyonu, beyine gelen ve beyinden çıkan sinir sinyallerinin aktarımını, kas liflerinin duyarlılığını artırır. • Beynin içkulaktaki vestibül aygıta duyarlılığını artırarak dengeyi sağlar. • Egzersiz sırasında yükselen atar- • Boyun, sırt, baş ağrıları ve egzersiz damar basıncını düşürür. Yorucu bir aktivite sonrası anormal seyreden kan basıncının daha hızlı normale dönmesini sağlar. • Egzersiz sonrasında bile metabo- lizma 24 ile 48 saat boyunca çalışmaya devam eder. yapmamaya bağlı olarak gelişen diğer ağrılardan kurtulmayı kolaylaştırır. • Sindirim ve boşaltım sistemini güçlendirir. • Daha derin ve kolay uyumayı sağlar. • Kardiyovasküler sistemde damar- • Zihinsel performansı artırır ve öğlarda biriken kan hacmini düşürerek, ödemi engeller. renme sürecine olumlu katkı sağlar. lar. azaltır. rid seviyelerini düşürüp, HDL(iyi kolesterol) seviyesini yükselterek kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskini azaltır. temi ve karın bölgesi ile ilgili rahatsızlıkları en aza indirir. • Kalbi ve diğer kasları güçlendire- • Kadınların adet dönemi sancılarını rek daha verimli çalışmalarını sağsonrası gevşemiş olan • Dinlenme sırasındaki kalp atışları- • Doğum kasların kuvvetlenmesini sağlar. nın daha yavaş olmasını sağlar. • LDL (kötü kolesterol) ve triglise- • Soğuk algınlığı, alerji, sindirim sis- • Yaşlanma sürecinde kas yitimini (atropi) yavaşlatır. • Doku onarımını sağlar. • Kişi; kontrol duygusu ve özgüven • Dayanıklılık için gerekli olan kas kazanır. hücrelerindeki mitokondri sayısını artırır. • Vücudun alkali rezervini artırır ki bu da uzun süre efor sarf edilme- Bu şekilde özel bir diyet ve özel bir sporu bir araya getirerek kilo kontrolünde son noktayı koymayı hedefliyoruz. Prof. Dr. Meltem YALINAY Tolga GÜNCE - Uluslararası Kangoo Jumps Eğitmeni TED Ankara Koleji’nde orta lise eğitimini takiben, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanlık, Tıbbi Biyoloji ve Genetik doktora eğitimlerini tamamladım. Moleküler Mikrobiyoloji ile ilgilenmekteyim. Klimud Tanısal Moleküler Mikrobiyoloji Çalışma Grubu Başkanlığını sürdürmekteyim. Şu an özel olarak ilgilendiğim alan bağırsak mikrobiyota analizleri ve obezite başta olmak üzere çeşitli hastalıklarla ilişkisinin ortaya konmasıdır. Ayrıca World Regression Institute’den Klinik Regresyon Terapistliği uluslararası sertifikası ve düşünme terapisi üzerine eğitimler aldım. Halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanlığı yapmakta ve uluslararası bir programda Klinik Psikoloji doktorası eğitimini sürdürmekteyim. Jeoloji mühendisi ve eski bir basketbolcuyum. Uzunca bir süre ticaretle uğraştım ama 2012 yılında Kıbrıs’da Tatiana Petricia Demiralp ve Halil Günce’den aldığım eğitim sonrasında bu muhteşem sporu iş edindim ve yayılması için çeşitli spor salonlarında instructor olarak dersler vermeye başladım. Geçen sene aldığım eğitimle de şu an Türkiye’deki tek trainer lisansına sahip eğitmen oldum. Artık Kangoo Jumps, benim için sadece bir spor ya da iş değil; yaşam tarzı haline geldi ve bu , hem eğlenceli, hem sağlıklı sporu tanıtmak ve büyük bir Kangoo Jumps ailesi oluşturmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Spor yapmayı zorunluluk olmaktan çıkarıp eğlenceli hale getiren bu aktiviteye herkesi bekliyoruz. “Fit olmak hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.” SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 haber TIP EĞİTİMİNDE HİKÂYENİN GÜCÜ Cengiz YAKINCI İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dünya Tıp Eğitimi Federasyonu tıp eğitiminin amacını “Hasta için ve toplum için kaliteli, koruyucu, tedavi edici hizmet vermeyi sağlayacak; bilgi, beceri, değer ve davranış biçimlerinde yetenekli ve yeterli hekimler yetiştirmek” şeklinde açıklamaktadır. Tıp eğitiminin amacına ulaşabilmesi için eğitim sürecinin daha etkin ve verimli hale getirilmesi gerekir. Bu 48 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 eğitim, uzun yıllar süren, zorlu ve emek isteyen bir süreçtir. Eğitim sırasında verilen bilgilerin yoğunluğu öğrenenlerin zihinlerinde karmaşaya neden olabilmekte ve çoğu zaman öğrenildiği zannedilen bilgiler unutulmaktadır. Bu sorun, öğrenmeyi eğlenceli hâle getirip yaşam boyu öğrenmeyi özendirecek yöntemleri kullanmakla çözülebilir. Tıp eğitimi sırasında verilen bilgiler günlük hayattaki olaylarla ilişkilendirilmediğinde çoğu zaman bu eğitimi alan öğrenciler, verilen bilgileri sadece sınav için ezberleyip sınav sonrası unutulan soyut kavramlara dönüştürmektedirler. Öğrenmeyi * kolaylaştırıcı ve unutmayı engelleyici yöntemlere başvurmakla bilgiler somutlaştırılabilir. Bu aşamada motive edici ve öğrenme isteğini artırıcı yönlerinden dolayı hikâye metinlerinden yararlanılabilir. Öğrenciler genellikle gerçek hayatta yaşadıkları olaylarla ilgili sabit fikirlere ve inançlara sahiptir. Zihinlere yerleşmiş ön yargılar öğrenenlerin geleneksel yöntemlerle verilen kavramlara karşı güçlü bir direnç göstermelerine neden olmaktadır. Alışılmış yöntemlere karşı geliştirilen bu olumsuz tutumlar, öğrenme ortamlarında tek başına geleneksel yöntemlerin kullanılmasının yeterli olamayacağı- nı da göstermektedir. Bu yazımızda, tıp eğitimi için faydalı olabilecek bir metot sunulmaktadır. Bu çalışma, tıp eğitiminde hikâyelerin kullanılmasıyla yapılacak olan öğretimin, öğrencilere konu ve kavramlar hakkında fikir üretebilme şansı vereceğine, hayal güçlerini harekete geçireceğine ve bilgilerin akılda kalıcılığının arttırılacağına vurgu yapmaktadır. Hikâyenin Eğitimde Kullanılması Dilimize Arapçadan geçmiş olan hikâye sözcüğü, bir olayın sözlü ya da yazılı olarak anlatılması şeklinde tanımlanmaktadır. Edebi anlamda gerçek ya da tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü olarak ifade edilen kelimenin İngilizce karşılığı “story”; Türkçe karşılığı ise “öykü” dür. Hikâye metinlerinden farklı düzeydeki öğrenme ortamlarında faydalanılmaktadır. Özellikle ilköğretim düzeyindeki öğrencilerin ders etkinliklerinde hikâyeler başvurulan önemli kaynaklar arasında yer alır. Ancak bu yöntem yaş grubuyla sınırlandırılabilecek bir yöntem olarak görülmemelidir. Hikâye metinlerinden üniversite düzeyindeki öğrencilerin öğretim faaliyetlerinde de yararlanılabilir. Bu metinler yoluyla yapılan öğretim, her yaş grubu için uygun ve etkin bir öğrenme yöntemidir. İnsanoğlunun her dönemde ilgisini çeken bir tür olan hikâyeler, eğitimin vazgeçilmez araçları olarak kullanılmış, semavî dinlerin kutsal kitaplarında bile “kıssa” sözcüğü ile ifade edilen hikâyeler yoluyla insanların eğitilmesi hedeflenmiştir. Kur’an-ı Kerim, İncil ve Tevrat’ta yer alan hikâyeler yoluyla insanlığa geçmiş kavimlerin yaşantıları anlatılmıştır. Bu yaşantılardan dersler çıkarılarak benzer hataların yinelenmemesi istenmiştir. Sadece kutsal kitaplarda değil insanları güldürmek için anlatılan fıkralar ile kahramanları bitkiler ve hayvanlar olan fabllarda da kısa öyküler anlatılarak sonunda hem güldürme, hem düşündürme, hem de toplumu eğitme amacı güdülmüştür. Kültürümüzde önemli bir yere sahip olan Nasrettin Hoca fıkralarında da nükteli bir anlatım biçimini kullanı- larak dinleyenlerin anlatılanları kolay kavramaları sağlanmış ve fıkra içerisine gizlenmiş olan mesajın içeriğinin zihinlere kazınmasına fırsat sunulmuştur. Dünya edebiyatında La Fontaine ve Ezop masallarının eğitimdeki işlevinin ne derece büyük olduğu tartışmasız bir gerçektir. Sadece bizim ülkemizde değil dünyanın farklı coğrafyalarında binlerce insanın tanıdığı, mutasavvıf Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin büyük eseri olan Mesnevî’de de çok sayıda hikâye bulunmaktadır. Mevlâna, bu eserinde maddi dünya ve manevi âlem ile ilgili meselelere çözüm önerileri sunarken kısa hikâyeler kullanır. Temsili kahramanlar ve hikâyeler yoluyla, olayların akılda kalıcılığını artırıp dinleyene ve okuyana anlatılanları unutma fırsatı vermeden mesajın akılda kalıcılığını kesinleştirmek ister. Hikâyeler tarih boyunca gerek dinsel öğretilerin sunulmasında, gerek insani değerlerin aşılanmasında, gerekse eğitim ortamlarındaki bilimsel bilgilerin aktarılmasında ilk başvuru kaynağı olmuştur. Günümüzde de bir eğitim ve öğretim metodu olarak hikâyelerden faydalanılmaya devam edilmektedir. Hikâye metinleri bu güçlerini iki özelliklerine borçludur. Bunlar benzetim (simülasyon) sunma ve ilham verme özellikleridir. Hikâye metinleri simülasyon özellikleri ile kişileri eyleme yöneltir. Hikâye dinleme işi, pasif bir iş gibi görünse de temelde durağan olmayan, aktif zihinsel süreç gerektiren önemli bir eylemdir. Hikâye dinlerken öğrenilen yeni olaylar ve bilgiler, zihinsel bir canlandırma ile geçmiş yaşantılar ve bilgilerle karşılaştırılıp eskiler ve yeniler arasında anlamlı bağlar kurulur, benzer ve farklı yönler tespit edilerek yeni zihinsel kodlamalar yapılır. Bu süreç oldukça aktif ve dikkat gerektiren bir süreçtir. Hikâyeler, bir diğer özellikleri olan ilham verme özelliği ile öğrenenlerin hayal güçlerini geliştirir. Farklı durumlar karşısında yeni tepkiler geliştirebilmeyi, farklı çözüm yolları sunabilmeyi, seçenekler geliştirebilmeyi sağlar. Öğrenme ortamında salt örnek verme şeklinde yapılan bir öğretme fa- aliyeti ile hikâye anlatılarak yapılan bir öğrenme faaliyeti arasında büyük bir fark vardır. Örnek verirken soyut kalan kavramlar; hikâyelerdeki renkli anlatımlar, zengin dekor unsurları, semboller ve günlük hayatla ilişkilendirilen teorik bilgiler yoluyla somutlaştırılır, böylece anlatılanların ve bilgilerin kolaylıkla hafızaya alınması ve kalıcılığı sağlanır. Öğrenciler duygusal olarak aktif hale geldikleri için öğrenme anlamlı hale gelir. Hikâyelerle yapılan öğretimle konular günlük hayatla ilişkilendirilerek teorik bilgi ile pratik bilgi arasında bir köprü kurulmuş olur. İki unsur arasında kurulan köprü sayesinde öğrencilerin zihinlerindeki kavram yanılgılarının giderilmesi kolaylaşır. Gözlemlenen bu duruma Demircioğlu tarafından yapılan çalışmada da rastlanmaktadır. Bu çalışma, açıklayıcı hikâyeler kullanılarak yapılan öğrenmede öğretmen adaylarının sahip oldukları kavram yanılgılarını bilimsel gerçeklere dönüştürebilmeyi başardıklarını ve anlamlı öğrenmeyi sağladıklarını ortaya koymuştur. Ramsden’in yaptığı araştırmada da kimyasal değişme ve kimyasal reaksiyonlarda kütlenin korunumu gibi kavramların öğretilmesinde açıklayıcı hikâyelerle yapılan öğretme faaliyetlerinin kavramların anlamlı bir şekilde öğrenilebilmesine olanak sağladığı görülmüştür. Adı geçen çalışmada öğrencilerin fiziksel ve kimyasal değişim ile ilgili sahip oldukları kavram yanılgılarını gidermede açıklayıcı hikâyelerin etkili olduğu, açıklayıcı hikâye yönteminin kullanımı ile birlikte öğrencilerin kavram yanılgılarının büyük oranda giderildiği de tespit edilmiştir. Tıp Eğitiminde Hikâye Hikâye metinleri sadece sosyal, sanatsal ve edebi konularla ilgili bilgi ve becerilerin kazandırılmasında yararlanılan metinler değildir. Yapılan araştırmalarda görüldüğü gibi kimya, fizik, biyoloji, matematik gibi sayısal ve teknik ağırlıklı alanların bilgilerinin verilemesinde de bu metinlerden yararlanılabilir. Genel kanı olarak “tıp bilimi” ile “hikâye” kavramı birbiri ile SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 49 ilişkilendirilemeyen kavramlar olarak algılanmaktadır. Oysaki tıp ve hikâye sürekli etkileşim içerisinde olmuştur. Birçok hikâye ve romanda kahramanların geçirdikleri veya yaşadıkları hastalıklar yoluyla, hastalık belirtileri, tedavi şekilleri, tıp ile ilgili kavramlar konu edilmiş ve kurgusal metin içerisinde okuyucuların olaylarla beraber farkında olmadan hastalıklarla ilgili bilgi sahibi olmaları sağlanmıştır. Ünlü yazar Charles Dickens tarafından 1837 yılında yayımlanan “Bay Pickwick’in Serüvenleri” adlı kitapta karakterlerden biri olan Joe, şişman ve uyku problemleri olan bir kişi olarak tasvir edilmekte, arada bir yaşadığı solunum durmalarından söz edilmektedir. Bu kitaptan sonra karakterden ilham alınarak tıkayıcı uyku apne sendromu “Pickwick sendromu” olarak isimlendirilmiştir. Hikâyelerde olay kurgusunun bir unsuru olarak verilecek tıp terimleri, kavramları ya da bilgileri öğrenmenin eğlenceli olmasını sağlayacağı gibi öğrenme süresinin kısalmasına da fırsat tanır. Örneğin; kuduz hastalığı ortaya çıkış şeklinden başlanarak, belirtileri ve tedavi şekilleri; kahramanlar, mekân, zaman, olay kurgusu gibi hikâyeye ait unsurlarla öyküleştirilip merak ve heyecan unsuru katılarak etkili şekilde sunulabilir. Bu yöntemle öğrenmenin hem keyif verici, hem sürükleyici hem de akılda kalıcı olması sağlanmış olur. Tıp eğitiminde kullanılabilecek hikâye çeşitleri üç grupta incelenebilir. Bunlardan ilki tıbbî hikâyeler (Medical Storylines)’dir. Bu hikâyelerde okuyucular metni okuduklarında adı geçen hastalıkla ilgili tüm bilgilere ulaşabilirler. Hikâyeyi okuyan kişiler başka bir kaynağa gerek duymadan o hastalıkla ilgili her şeyi kolaylıkla öğrenebilir. Bu şekilde hazırlanan hikâyeler gerçek olaylardan esinlenerek yazılabileceği gibi tamamen kurgusal da olabilir. Tıp eğitiminde kullanılabilecek bir diğer hikâye kullanım yöntemi “akılda kalıcı anekdotlar ve öğretici hikâyelerin anlatıldığı yöntem”dir. Bu yöntem, çoğunlukla klasik ders 50 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 anlatımının başında öğrencilerin derse odaklanmalarını sağlamak için konu ile ilgili bir hikâyenin anlatılması şeklinde yapılır. Bu tarz bir anlatım sadece dersin başında değil, öğrencilerin dikkat ve ilgilerinin dağıldığının hissedildiği anlarda da yapılarak dikkatin yeniden derse odaklanması sağlanabilir. Tıp eğitiminde kullanılan hikâye anlatım yöntemlerinden üçüncüsü “Fabl tipi hikâyelerin anlatılması” dır. Bu yöntem ile bir hastalık, bir organ, bir doku ya da bir kan hücresi kişileştirilerek kendi durumunu kendisinin anlatması sağlanır. Bu yöntem “Fabl hikâyeleri” (Medical Fabls) olarak da adlandırılır. Seçilen yöntemle öğrencinin zihinsel canlandırma yapması sağlanarak, bilgilerin daha kalıcı, daha eğlenceli şekilde öğrenilmesi sağlanır. Örneğin; bir karaciğer veya böbreğin kendisi ile ilgili bir hastalığı anlatması veya bir kan hücresinin lösemi hastalığını başından geçen bir hikâye şeklinde anlatması, öğrencinin dinlediği metni resim olarak hafızasına kaydetmesini sağlayıp öğrenilen bilginin kalıcılığını artırmış olur. Bu şekilde yapılan bir öğrenim bilginin unutulmasının da önüne geçer. Hikâyenin tıp eğitiminde kullanılması tıp etiğinin yerleşmesinde, iletişim becerilerinin, özellikle hasta doktor iletişiminin sağlıklı bir şekilde gelişmesinde ve kalıcı olmasında çok büyük katkı sağlayacağı göz ardı edilmemelidir. Sonuç Sosyal bir varlık olan insan; duyguları, düşünceleri ve bilgileri ile toplum içerisindeki yerini almakta ve sahip olduğu bu özellikler ile sosyal hayattaki değerini belirlemektedir. Nefes aldığı her an yeni şeyler öğrenen insan, öğrendiklerinin bir kısmını geçici bir süre kullanıp zihninden uzaklaştırırken bir kısmını kalıcı kılmaktadır. Bireyler edindikleri bilgilerin zihinde kalıcı olarak depolanıp depolanmayacağına karar verirken bilgilerin kendileri için taşıdığı önem derecesine dikkat ederler. Sosyal statüyü arttıracak, ruhsal, duygusal ve sanatsal yönü geliştirecek, iş hayatında başa- rılı olmayı sağlayacak bilgiler, bireylerin yaşantılarına olumlu yönde katkı sağladıkları için bu bilgilerin kalıcı olması arzu edilir. Bilgilerin öğrenilmesinde öğrenme ortamlarının etkin kılınmasının yanında, öğrenmeyi talep eden ve öğreten kişilerin de ruhsal ve fiziksel açıdan hazır olması beklenir. Uygun öğrenme ortamlarının yaratıldığı bir mekânda her iki taraf öğrenme için hazırsa bilgilerin öğretici tarafından sunulması kolaylaşır, öğrenen ikna olup verilenleri onaylar ve öğrenme kolaylıkla gerçekleşir. Öğretici, bilgilerinden eminse kabullenme kolay; bilgilerinden emin değilse kabullenme zor olur. Öğretilenlerin hayatla bağlantılı olması, bilgilerin kalıcı olmasını kolaylaştıracak bir unsurdur. Meslekî becerilerde kullanılacak bilgiler kişinin hayatında önemli bir yere sahip olduğundan bu alanla ilgili bilgilerin sunulması sırasında en kalıcı ve en organize öğrenme yöntemlerinin kullanılması önerilir. Son yıllarda eğitim ortamlarında öğrenmeyi kalıcı kılmak için farklı teknik ve yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemlerden biri de hikâyeler yoluyla öğretim yöntemidir. Hikâyelerle eğitim bireylere; bilgiyi yorumlama, bulguları değerlendirme, kendi düşüncelerini oluşturma ve fikirlerini sunma fırsatı sağlar. Tıp eğitiminde anlaşılması zor, akılda kalıcılığı güç konuların hikâye metinleri ile anlatılması, öğrenmeye olan ilgiyi arttırıp keyif alarak öğrenmeye yardımcı olurken, hekimlerin insanî değerleri özümsemelerini sağlayarak hastaları daha iyi anlayan, onlarla empati kurabilen kişiler olmalarına da imkân sağlamakta ve öğrenilen bilgilerin kalıcılığını arttırmaktadır. Alanın içeriğine uygun, amaca hizmet eden, iyi kurgulanmış hikâye metinleri yoluyla tıp eğitiminde kalıcı öğrenme sağlanabileceği gibi, tıp eğitiminin önemli problemlerden biri olan ezberci eğitim anlayışını da ortadan kaldırabilecek bir yöntem olabilir. * Bu yazı Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisinde yayınlanmıştır. haber NUTRİCİA’DAN EMZİREN ANNELERE ÖZEL: LACTAMİL Nutricia Anne Bebek Beslenmesi, sağlıklı bir hayat sürdürülmesinde kritik öneme sahip olan “İlk 1000 Gün Beslenmesi” hakkındaki bilinçlendirme çalışmalarına devam ediyor. Emziren anneler için özel olarak geliştirdiği Lactamil Sütlü İçecek’i tanıttı. Nutricia Anne Bebek Beslenmesi, ilk 1000 günde hamilelikten sonra en önemli dönem olan emzirme döneminde, anne beslenmesinin bebeğin ideal gelişimi üzerindeki önemli etkileri konusunda faydalı bilgiler verdi. Toplantıda konuşma yapan Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner, anne sütünün önemine dikkat çekerken, Diyetisyen ve Beslenme Uzmanı Zeynep Köse, anne sütünün ve bebeğin gelişiminin anne beslenmesiyle nasıl değişiklik gösterebileceğine dair bilgi paylaşımında bulundu. İlk 6 Ayda Sadece Anne Sütü Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF doğumdan sonraki ilk 6 ayda bebeklerin sadece anne sütü ile beslenmesini önerir. İlk 6 ayda anne sütü ile beslenip 2 yaşına kadar emzirmeye devam etmek, tamamlayıcı besinlere belli prensiplere göre geçmek, sağlıklı büyüme ve gelişmeyi sağladığı gibi, gelecekte oluşabilecek birçok sağlık sorununun da önlenmesini sağlar. Anne Sütündeki Vitamin ve Mineraller Bebek İçin Önemli Emzirme döneminde, vitamin ve mineraller anne sütünden bebeğe geçerve bebeğin gelişiminde önemli rol oynar. Bu sebeple annenin yeterli ve çeşitli beslenmesi gerekir. Annenin, emzirme boyunca enerji, vitamin, mineral ve protein yönünden zengin besinlerin tüketimini artırması ve bol sıvı alması anne sütüne olumlu etki eder. Tüm emzirme dönemi boyunca, her gün bir bardak Lactamil; emziren annelerin beslenmesine destek olur. İyi beslenen annenin sütüyle bebeğinin gelişimi ideal olur. Anne yeterli protein, yağ, karbonhidrat ve çoğu vitamin ve minerali dengeli alabiliyorsa iyi bir emzirme sağlayabiliyordur. Anne sütündeki A vitamini, B1, B2, B12, C, D, iyot ve omega 3 değerleri doğrudan annenin beslenmesindeki alım ile ilişkilidir. Doğumdan sonra çocukta fiziksel gelişim, zekâ gelişimi, bağışıklık gelişimi ve sindirim sistemi olgunlaşması mucizeleri gerçekleşir. Anne sütünün kısa dönem faydalarına bakıldığında gastrointestinal ve solunum enfeksiyonları ve alerjiye karşı koruma sağladığını, uzun dönem faydalarına bakıldığında ise anne sütü ile beslenen bebeklerin düşük obezite, diabet insidansı, kolesterol ve kan basıncına sahip olduklarını ve zekâ testlerinde daha iyi skorlara ulaştıkları gözlemleniyor. Yapılan araştırmalara göre bir yaşına kadar anne sütüyle beslenen bebeklerin bağışıklığı yüzde 40 ve zeka gelişimi yüzde 30 artıyor. 52 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Dr. Sertaç DOĞANAY Cilt Kanserini Teşhis Eden Akıllı Uygulama Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu 8-13 Haziran 2015 tarihleri arasında Kanada’da gerçekleştirilen ve hala devam etmekte olan Dünya Dermatoloji Kongresi’nde, cilt kanserini teşhis eden yeni bir akıllı telefon uygulaması tanıtıldı. The Digital Health Hub’ın direktörü Maryam Sadeghi, MoleScope uygulamasını ve cihazını Simon Fraser Üniversitesi’nde doktora tezini hazırlarken tasarlamış. Sadeghi “Bu uygulama, doktorların klinikte sahip oldukları sisteme hastaların erişimini sağlıyor.” şeklinde konuştu. Bu uygulama sayesinde artık vücudunuzda gördüğünüz bir lekenin kanser tehlikesi barındırıp barındırmadığını anlamak için aylarca beklemek zorunda kalmayacak ve telefonunuzun kamerasını kullanarak çok kısa bir süre içinde muayene sonucunuzu öğrenebileceksiniz. Yaz mevsiminin içinde olduğumuz şu günlerde size özellikle bu mevsimi ilgilendiren birkaç önemli teknolojik gelişmeyi aktaracağım. Daha fazlasını dijital sağlık teknolojileri, ilaç ve sağlık sektörünün sosyal medya ve dijital pazarlama uygulamalarını günlük haber tarzında paylaştığımız tekdozdijital.com’dan okuyabilirsiniz. Cilt Kanserinden Koruyan Akıllı Bikini Güneşin zararlı etkilerini bilmeyenimiz yok artık ve bunlardan korunmak için de başta çok fazla güneşte kalmamak olmak üzere alınması gereken birçok önlem olduğunun da farkındayız. Fakat nedense ne kadar uyarı yapılsa da, özellikle kadınlar güneşe maruz kalmaktan geri durmuyorlar. Cilt kanseri gibi hızla ilerleyen bir kanser tipine davetiye çıkaran bu davranışı engellemek amacıyla, Fransa’nın Mulhouse bölgesinde tekstil ürünleri imal eden Spinali Design adlı Fransız şirketi, üzerine yerleştirilen sensör sayesinde fazla güneş altında kalındığında kişiyi uyaran bir bikini üretti. Bu akıllı bikini, akıllı telefon ve tabletlerinizle senkronize bir şekilde çalışarak size güneş ışınlarının derecesini bildiriyor. Vücudunuz haddinden fazla güneş ışığına maruz kalıyorsa da size sinyaller yoluyla güneş kremi sürmeniz konusunda uyarıda bulunuyor. Bu sinyallerin sıklığı, deri tipine ve güneş ışığının yoğunluğuna göre değişiyor. 1 santimetreden daha küçük bir çapa sahip sensör, 198 dolardan satışa çıkarıldı. %100 Fransız yapımı olan ürünün çocuklar için de şapka versiyonu çıkacak. Bu şapka ise ailelere çocuklarının, sahilde ya da denizde uzun süre şapkasını çıkarması halinde uyarı gönderecek. 3D Baskı Teknolojisi, İnsan Derisi Üretti Akıllı teknolojilerin insan sağlığıyla ilişkisi inkar edilemez bir boyutta artık. Bu nedenle her çıkan teknolojinin mutlaka sağlık adına bir yenilik getiriyor olması da şaşırtıcı değil. Bu yeniliklerden biri de uzun zamandır üzerinde konuşulan 3D baskı teknolojisi. Dünyaca ünlü kozmetik markası L’Oréal de, uzun zamandır laboratuvarlarında yürüttüğü insan derisi üretme projesini, 3D baskı teknolojisiyle yeni bir noktaya taşımaya hazırlanıyor. İnsanlar ve hayvanlar üzerinde kozmetik deneyler yapmak istememesi sebebiyle kendi patentli derisini üretmeye başlayan firma, Episkin adını verdiği derinin üretimini daha hızlı ve kolay hale getirmek için kolları sıvadı. L’Oréal, insan deri dokusunun 3D baskı ile çoğaltılması konusunda çalışmalar yürüten biyobaskı şirketi Organovo ile birlikte bir üretim hattı kurdu. Burada 3D biyobaskı teknolojisiyle, insan derisinin hücre yapısını dijitalsağlık DİJİTAL SAĞLIK ALANINDA GEÇTİĞİMİZ AYDA NELER OLDU? daha hızlı bir şekilde taklit etmek mümkün hale geldiğinden üretim de daha hızlı gerçekleşiyor olacak. Bu teknoloji; aynı zamanda yanık tedavisi için de umut vaat ediyor. Bu teknoloji aktif olarak kullanılmaya başlandığında hem denek hayvan uygulaması bir son bulmuş hem de ağır yanık tedavileri için oldukça önemli bir adım atılmış olunacak. Bir Biyonik Koldan Beklenenden Çok Daha Fazlası İngiltere’de 337 mekanik parçadan oluşan ve kas hareketlerini algılayarak parmakları oynatmayı sağlayan bir biyonik kol geliştirildi. Doğuştan kolu olmayan 29 yaşındaki bir moda tasarımcısı olan Nicky Ashwell için geliştirilen kol, neredeyse gerçek bir kol kadar işlevsel. Ashwell, kendisine özel üretilen bu kol sayesinde tüm gündelik işlerini, herkes gibi son derece kolay bir şekilde hallederken bununla da kalmayarak hiçbir eksiklik hissetmeksizin spor da yapabiliyor. Formula 1 teknolojisiyle üretilen biyonik kolu sayesinde Ashwell’in yapabildikleri arasında çatal bıçak kullanmak, dikiş iğnesi deliğine iplik geçirmek ve bisiklete binmek de var. Bebionic adlı protez kol; Steeper isimli şirket tarafından 25 farklı tasarımcının ortak çalışmasıyla ortaya çıkarılmış bir proje. Formula 1 yarış arabalarının teknoloji prensipleriyle üretilen kolun, 337 mekanik parçası, kullanıcısının kas hareketlerini algılayıp mikroişlemciler yardımıyla parmakların hareket etmesini sağlıyor. Buraya kadar her şey gerçekten son derece takdire şayan ancak fiyatını duyduğunuzda hem bu fiyat ona değer diyecek hem de çok pahalı bulacaksınız. Bebionic kolun fiyatı; tam tamına 1 milyon sterlin yani 4 milyon 300 bin TL. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere, hepinize harika bir yaz diliyorum. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 53 sağlığımıziçin YAZ MEVSİMİNDE SİZİ BEKLEYEN TUZAKLARA DÜŞMEYİN! Dyt. Figen Fişekçi ÜVEZ Çetin geçen bir kışın ardından nihayet yaz geldi. Sanırım bu sefer daha bir özlemle bekledik yazı. Kışın hareketsiz kaldık, soğuk havada metabolizmamız yavaşladı, daha çok yemek yedik… Güneş yüzünü gösterdi şimdi arınma temizlenme zamanı. Yaz mevsimi hareketliliğin arttığı, taze sebze ve meyvelerin daha çok olduğu bir dönem. Bu dönemi iyi değerlendirmekte fayda var. Bu arınmayı yaparken özellikle dikkat etmemiz gerekenler şeyler de var. Su Tüketimine Dikkat Özellikle sıcak havalarda tercih etmemiz gereken en önemli içecek su. Günde en az 2-3 L su içmek gerekiyor. Eğer su içmekten hoşlanmıyorsanız sürahinize limon dilimi, nane ve yaz meyvelerinden ilave ederek tatlandırabilirsiniz. 54 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Öğün Atlamayın Uzun süre aç kalmak yani öğün atlamak metabolizmayı yavaşlatır, yazın dışarılarda vakit geçirirken öğün saatlerinizi atlamayın ve düşen kan şekerinizi tatlı içeceklerle karşılamayın. Ana öğünleriniz mutlaka olsun. Sabah kahvaltınızı mutlaka yapın. Light İçeceklere Dikkat Edin Light içecekler kaloriden sizi korusa da katkı maddelerini düşünecek olursak bize uzun vadede sıkıntı yaratabilir, su veya maden suyu ile hazırladığımız taze meyveli içecekler iyi bir alternatif. Yaz Tuzaklarına Dikkat Edin: Özellikle açık büfe tatiller, davetler, düğünler yazın en eğlenceli yanları ama kaloriler konusunda tehlikeli bir dönem. Dengeyi iyi kurmak gereki- yor. Eğer akşam kaçıracaksak gün içinde hafif zeytinyağlılarla geçirmek anlamlı olabilir. Küçük kaçamakları, karbonhidrat haklarını, birkaç top dondurmayı daha aktif olunan gündüz saatlerinde tercih edebilirsiniz. Örneğin öğle yemeğinde makarna yiyen kişi, akşam karbonhidratsız ızgara etli bir salata ile dengeyi sağlayabilir. Açık büfeler çok tehlikeli olarak düşünülse de aslında diyet yapanlar için de salatalar, zeytinyağlılar, ızgaralar gibi çok sayıda seçenek içeriyor. Denge sağlanabilirJ Ve tabiî ki güneşin eğik geldiği saatlerde veya akşam saatlerinde hareket etmeyi unutmayın. Yaz mevsiminin değerli besinlerini mutlaka yiyin, hepsinin ayrı faydaları var bedenimiz için… Doğanın Yaz Mucizesi Sebzeler Enginar: • İçeriğindeki silimarin maddesi sayesinde karaciğeri temizliyor. • Hazımsızlığa iyi geliyor. Meyveler: • Büyük bir enginar 9 g lif içeriyor. Kayısı: • Kan yağları üzerinde olumlu etki- • Lif, A vitamini leri bulunuyor. ve potasyumdan zengin. Ayrıca çeşitli faydalar sağlayan fitositerolleri içeriyor. Bamya: • En önemli antioksidan olan glu- Kiraz: • Potasyum ve lif oranı yüksek. • Lif içeriği açısından kuru baklagil- • Kansere karşı etkili olan kuersetin lerle yarışıyor. ile bir başka koruyucu olan elajik • 1 kâse pişmiş bamyada 4 g lif bu- asit içeriyor. tatyon içeriyor. lunuyor. • Sebze olmasına rağmen protein içeriği çok yüksek. • Kalsiyum, magnezyum, potasyum, A ve K vitamini ile folik asitten zengin. Semizotu: Üzüm: vitamini içeriyor. • İçeriğinde ayrıca kalsiyum, magnezyum ve A vitamini bulunuyor. Kabak: • Yüksek su ve lif içeriği nedeniyle zayıflama diyetlerinin vazgeçilmezi. Domates: • Kansere karşı koruyucu likopen açısından çok zengin. • Çok iyi bir C vitamini kaynağı. • Göz sağlığı için önemli olan lutein Ananas: • Kabuğunda kırmızı şarap içerisin- • Hazımsızlığın giderilmesinde, yade bulunan ve kalp sağlığı için çok önemli olan resveratrol maddesi bulunuyor. • Yeşil yapraklı herhangi bir sebze- • Glisemik den daha fazla omega-3 içeriyor. Dyt. Figen Fişekçi ÜVEZ • Potasyum, magnezyum, C, A ve K indeksi yüksek olduğu için porsiyonları az tutmak gerekiyor. • Çekirdekleri ile yenildiğinden antioksidan bombasına dönüşüyor. raların kapanmasında, iltihaplanmaların azaltılmasında yardımcı olan bromealin isimli maddeyi içeriyor. • 1 kâse ananasta, kan şekerini düzenleyen deri, kemik ve kıkırdak oluşumunu sağlayan manganezden yeterli miktarda bulunuyor. Ayrıca iyi bir ödem çözücüdür. Şeftali: Çilek: • Düşük kalorili bir meyve. • Sağlık için faydalı antikanserojen • Kalsiyum, magnezyum ve potasve antimikrobik öğeler içeriyor. yum ve bol miktarda C vitamini içeriyor. • İçerisinde tümör gelişimini engelleyen elajik asit mevcut içeriyor. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 55 kurumlarımız TÜRKİYE ESRU (ÜROLOJİ ASİSTANLAR BİRLİĞİ) Dr. Selçuk SARIKAYA Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği Türkiye ESRU Başkanı ESRU Seçilmiş Başkanı Türkiye ESRU, Türkiye’de görev yapan tüm üroloji asistan hekimlerini kapsayan, üroloji alanında asistan hekimlere yönelik faaliyetler düzenleyen, asistan hekimlerin çalışma şartları ve sorunlarını tespit ederek bunları çeşitli platformlarda dile getiren, Türk Üroloji Derneği’nin bir alt kolu olarak görev yapan, üroloji asistan hekim birliğidir. Resmi olarak 2008 yılında Türk Üroloji Derneği yönetim kurulunda alınan karar ile görevine başlamıştır. Türkiye’de üroloji asistan hekim faaliyetleri ilk olarak, 1996 yılında Avrupa Üroloji Asistanlar Birliği(ESRU)’ne iki asistan hekimin temsilci olarak gönderilmesi ile başlamış ve sonrasında faaliyetlerine devam etmiştir. Türkiye ESRU’nun kuruluşu ile birlikte asistan hekim faaliyetleri oldukça hız kazanmış, Türk üroloji asistan hekimleri ulusal ve uluslar arası platformlarda önemli faaliyet ve başarılara imza atmıştır. Türkiye’de üroloji asistan hekim faaliyetleri, çeşitli illerde düzenlenen organizasyon ve kurslar, ulusal ve uluslar arası kongrelerde düzenlenen özel oturumlar, canlı cerrahi eğitimleri ile hızlı ve faydalı bir şekilde devam etmektedir. Özellikle belirli merkezlerde düzenlediğimiz canlı cerrahi kursları, asistan hekimlerin eğitiminde ve pratik beceri kazanımında oldukça önemli rol oynamıştır. 56 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Üroloji ihtisası, Türkiye’nin hemen her ilinde bulunan üniversite hastaneleri ve eğitim araştırma hastanelerinde 5 yılı kapsayan bir süreçte verilmektedir. Asistan hekimler, eğitim sürecinde hem teorik hem de pratik olarak eğitim almakta, aldıkları eğitim ile cerrahi becerilerini geliştirmektedirler. Eğitim sürecinde, teknik imkansızlıklar, öğretim üyelerinin azlığı ve alt branş çalışma sistemlerinin her klinikte tam anlamıyla uygulanamaması sebebiyle çeşitli eksiklikler oluşabilmektedir. Bu eksiklikler, Türkiye ESRU ve Türk Üroloji Derneği tarafından düzenlenen ortak faaliyetler ve bilimsel aktiviteler ile giderilmekte, üroloji asistanlarının her alt branşa yönelik ayrıntılı eğitim alması ve pratik becerilerini geliştirmesi sağlanmaktadır. Türkiye ESRU, Türk Üroloji Derneği ile düzenlediği ortak bilimsel faaliyetlerin yanı sıra, temsilcileri ile Türk üroloji asistanlarını uluslar arası platformda en iyi şekilde temsil etmektedir. Avrupa Üroloji Asistanlar Birliği(ESRU), Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen ve kendi ülkelerini temsil eden üroloji asistan hekimlerinden oluşmaktadır. Türkiye ESRU ülkemizi temsil amacıyla birlik faaliyet ve toplantılarına iki asistan hekimi temsilci olarak görevlendirmektedir. Türk üroloji asistan hekimleri, Avrupa çapında yapılan faaliyet ve organizasyonlarda, günümüze kadar Avrupa Üroloji Asistanlar Birliği yönetiminde aktif rol alarak söz sahibi olmuştur. Temsile başlanan yıl olan 1996 yılından günümüze kadar Dr. Selçuk Keskin, Dr. Mesrur Selçuk Sılay ve Dr. Zafer Tandoğdu, çeşitli dönemlerde Avrupa Üroloji Asistanla Birliği(ESRU) başkanı olarak görev yapmıştır. 2015 yılı mart ayı içinde Avrupa Üroloji Derneği(EAU)’nin Madrid’te düzenlediği kongrede yapılan son seçimde, Dr.Selçuk Sarıkaya oy birliği ile birlik başkanlığına seçilmiş, 2016-2017 dönemleri arasında başkan olarak görev yapması kararlaştırılmıştır. Ulusal ve uluslararası yapılan faaliyetlerde, Türkiye bugüne kadar aktif rol oynamış ve tüm Avrupa üroloji asistan hekimlerinin eğitim faaliyetlerine yönelik önemli projelerde aktif rol üstlenmiştir. Bundan sonraki dönemde de Türk Üroloji’si, Türk Üroloji Derneği ve Türkiye ESRU’nun katkıları ve üroloji asistan hekimlerin eğitim faaliyetlerine yönelik proje ve çalışmalar ile gelişmeye devam edecektir. Türk Üroloji’si, geçmişte olduğu gibi önümüzdeki dönemde de Avrupa Üroloji’sine yön vermeye devam edecektir. Dr. Selçuk SARIKAYA sağlığımıziçin ÇOCUĞUNUZ YAKICI MADDE İÇERSE Dr. Enver Mahir GÜLCAN Acıbadem Maslak ve Kadıköy Hastanesi Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Uzmanı Sıvı korozif maddeler çoğunlukla küçük çocuklar tarafından yanlışlıkla su zannedilerek içilebildiği gibi erişkinler tarafından intihar amacıyla da alınabilirler. Alkali ve asit yapıda olan yakıcı maddelerden alkali olanlar genellikle çok güçlü alkaliler olduğundan özellikle yemek borusunda ciddi yanıklar ve nadiren de olsa delinmelere yol açabilir, iyileştikten sonra yemek borusunda darlıklara, yapışıklıklara neden olabilir. Asitler daha çok mide yanıklarına yol açar ve komplikasyon olarak da mide çıkım darlıkları yapabilir. 58 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Özofagusta en çok yanık oluşturan korozif madde gibi yağ çözücülerdir. Ülkemizde son yıllardaki ciddi özofagus yanığı ve darlığının en sık nedeni sodyum hidroksit içeren yağ çözücülerdir. Bunların ev temizliğinde kullanımları yanlışlıkla içilmelerini yaygınlaştırmıştır. Yağ çözücüler, sodyum hidroksit içerdiklerinden önemli yanıklara yol açmaktadır. İkinci sıklıkta özofagus hasarına yol açan madde (HCL içeren) tuz ruhudur. Evlerde en sık içilen korozif madde olan çamaşır suyu, özofagusta yanık oluşturmasına rağmen darlığa neden olmamaktadır. etki yapabilir, ayrıca solunum yollarına, göze ve deriye de zarar verebilirler. Erken dönemde yemek borusu veya midede delinme ortaya çıkabilir ve bu durum şok tablosu ile ölüme yol açabilir. Bazen haftalar sonra yemek borusu veya mide çıkışında dar- Erken Dönemde Yemek Borusu Veya Midede Delinme Ortaya Çıkabilir Sıvı veya toz halindeki bu maddeler ağız yoluyla alındıklarında ağız içi, yemek borusu ve mide üzerine yakıcı Dr. Enver Mahir GÜLCAN lık gelişip yutmada zorluk ve bunun sonucunda beslenme bozukluğu ortaya çıkabilir. Bu durumda darlığı ortadan kaldırmaya yönelik uzun süreli cerrahi girişimler gerekebilir. Bazen başarısız kalabilen bu girişimler sonrasında ya mideye delik açarak beslenme sağlanabilir ya da zor bazı ameliyatlar gerekir. Basit bir dikkatsizlik sonrasında hem çocuk hem de aile günlerce hastanede acı dolu günler geçirmek zorunda kalabilir. Bu duruma engel olabilmek genellikle anne ve babaların elindedir. Sağlık Kuruluşuna Ulaşana Kadar Yapılması Gerekenler Yakıcı madde içilmesinde ilk yardım zarar olup olmadığı harici muayene ile anlaşılamaz. Dudak ve ağız içinde harabiyet olmasa bile yemek borusu ve/veya midede ağır derecede yanıklar bulunabilir. Bu durumun anlaşılabilmesi için yakıcı madde içen bu çocuklara kesinlikle endoskopik inceleme (yemek borusu ve midenin içini gösteren özel bir inceleme) yapılmalıdır. Bu girişim sonrasında yemek borusu ve/ veya midede yanık ve harabiyet saptanırsa bu çocukların hastaneye Yanlışlıkla bu maddelerin içilmesi durumunda çocuk kesinlikle kusturulmamalıdır. Bu yakıcı maddeler yemek borusundan geçerken, çok kısa sürede zarar verebilmektedir. Kusturma sırasında tekrar yemek borusu ile temas eden yakıcı maddenin oluşturduğu zarar artar. Ayrıca kusma bu maddelerin solunum yolları ve akciğerlere kaçmasına ve orada da hasar oluşturmasına yol açabilir. Böyle bir durumda içilen maddeyi sulandırmak için çocuğa az miktarda su verilebilir, ancak bu da kusmaya yol açabilir. Bu nedenle çocuğa hiçbir şey yedirilmemeli, içirilmemeli ve kusturulmamalıdır. Göz veya deri korozif maddeyle temas etmişse bol miktarda su ile en az 15 dakika yıkanarak temizlenmelidir. Yakıcı madde içen veya içtiğinden şüphe edilen çocuk, içilen madde örneği ile birlikte hiç zaman kaybetmeden çocuk gastroenteroloji bölümü olan tam teşekküllü bir sağlık kuruluşuna götürülmelidir. Tanı ve Tedavi Yakıcı madde içme şüphesi ile acil servise getirilen çocuklar solunum ve sindirim sisteminin ayrıntılı muayenesi yapıldıktan sonra gözlem altına alınırlar. Yakıcı madde içen çocukların yemek borusu veya midelerinde yatırılarak süratle tedavisi gerekmektedir. İlave olarak solunum yolları ve akciğerlerde de zarar oluşmuşsa erken dönemde antibiyotik tedavisine başlanmalı ve solunum desteği verilmelidir. Bu şekilde yanlışlıkla içilen yakıcı maddelerin vereceği zarar en az düzeye indirilebilir. Erken teşhis ve uygun tedavinin hayat kurtaracağı unutulmamalıdır. Koruyucu Önlemler Çamaşır suyu, kezzap, çamaşır ve bulaşık makinesi deterjanı, yağ çözücü, kireç sökücü, lavabo-aç ve benzerleri gibi gündelik yaşamda çok sık kullanılan asit veya alkali maddeler yanında benzin, gazyağı gibi sıvı yakıtlar çocukların ulaşamayacağı, güvenli yerlerde ve çocuklar tarafından açılması zor kaplarda saklanmalıdır. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 59 analiz NEDEN AİLE HEKİMLİĞİ? KANSER TARAMALARI VE AİLE HEKİMLERİNİN ROLÜ Dr. Akif Emre EKER Neden Aile Hekimliğine İhtiyaç Doğmuştur? 1900’lü yılların başların da tıp da branşlaşmanın, uzmanlaşmanın, tıbbi bilgi birikimi ve tıbbi teknolojinin artması ve bunun yanında aşılar, sağlıklı su ve çevre koşullarının değişmesi sonucu; Beklenen yaşam sürelerindeki artış, kişilerinin bireysel olarak tıbbi bakım aldıkları sürelerin artmaya başlaması peşi sıra bir takım sorunları da gündeme getirmiştir. Bu aşırı uzmanlaşma ve teknolojideki artış beraberinde kapsamlı ve sürekli bakım sunamama, uzmanlar ve uzmanlık dalları arasında koordinasyon problemi, sürekli tıp eğitiminde zorluklar hastalıkların yapısındaki değişiklik, ölüm nedenlerinin farklılaşması, davranış bilimlerinin gelişimi ve yeni yaklaşım modelleri, yeni bir uzmanlık alanı arayışını artırmıştır. Artık tüm bu gelişmelerin ve değişimlerin sonucunda; Hastalar kendilerini bir organ veya bir vaka olarak değil, bir bütün olarak ele alan hekim ihtiyacı hissetmeye başladılar. Uzmanlık 60 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 alanlarının artmasıyla birlikte; Kişiler hasta olarak değil hastalık olarak ele alınmaya başladı (Acile başvuran MI’lı hasta, 312 de yatan karın ağrılı hasta, grafisi çekilecek kırık vakası) Kişileri içinde bulunduğu biyolojik, sosyal ve psikolojik yönden ele alacak bir tıp disiplini ihtiyacı doğdu. Sağlığın “insanın ruhsal, bedensel ve sosyoekonomik yönden tam bir iyilik halinde olması” İnsanın sosyal, kültürel, ekonomik, ruhsal ve biyolojik çevresiyle birlikte düşünülmesi, Etkili bir sağlık eğitimi yürütebilmek ve maliyet etkin bir sağlık sunumunun yapılabilmesi için doğan ihtiyaçlar ve gereksinimler neticesin de “Aile Hekimliği” doğmuştur. Aile hekimi; Bireylerin ve aile fertlerinin yerleşim yerlerine yakın ilk başvuracakları (kolay ulaşılabilirlik) Kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini, yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın, Her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti veren ve tam gün esasına göre çalışan aile hekimliği uzmanı veya bakanlığın öngördüğü eğitimleri alan tabipleridir. Aslında bu tanım Dünya da kabul görmüş evrensel Aile hekimliğinin nasıl olması gerektiğini de açıklaması bakımından çok önemlidir. Maalesef gelmiş olduğumuz noktada, bu tanımda geçen temel evrensel ilkeler göz ardı edilmektedir. Aile hekimliğinin temel evrensel tanımı ve kurallarına maddeler halinde bakacak olursak; 1-Kişiye Yönelik yaklaşım (Bireysel yaklaşım) 2- Sağlıkla ilk tıbbi temas noktası (Yaş, cinsiyet ve özelliklerden bağımsız tüm sağlık sorunları) 3-Kolay Ulaşılabilirlik (coğrafi anlamda değil, ekonomik ve kültürel anlamda da ulaşılabilirlik) 4- Kapsamlı Bakım (koruyucu, tedavi ve rahabilite edici ) 5- Bütüncül yaklaşım (Biyopsikososyal yaklaşım) 6- Süreklilik (Ana rahminden, ölüm anına kadar sürekli) 7- Gizlilik ve yakınlık 8- Savunuculuk 9- Özgün bir görüşme modeli ve klinik karar verme süreci 10-Aile ve Toplum tabanlı yönetim 11-Sağlık kaynaklarının etkili kullanımı (maliyet etkin sağlık sunumu) 2005 yılında Ülkemizde Aile Hekimliği uygulamasının başlamasıyla birlikte; Tasarıdan pilot uygulamaya, pilot uygulamadan uygulamaya ve uygulamadan başarıya giden yolda yapılacak daha birçok şey var. Daha yol almamız gereken koruyucu hekimlik uygulamalarının daha da yukarılara çekilmesi, bulaşıcı olmayan hastalıklar ve özellikle kanser taramaları noktasında mesafeler var. Yaygın kardiyovasküler hastalıklar, diğer kronik hastalık bakımları ve takipleri, bağımlılıklar ve psikolojik ve sosyal destekler noktasında gelişmemiz gerek. İzleme ve takip yöntemleri standartlaştırılmalı, Kalite geliştirilmeye önem verilmeli, engin bir veri havuzuna sahip birinci basamak araştırmalarına yoğunlaşılmalıdır. Tüm yukarıda sayılan iş ve işlemler yanında son zamanlar da aile hekimlerine yüklenen yeni görev tanımları olmuştur. Ülkemizde ki hekim sayısının yetersizliği sonucu bir hekimin yapabileceğinden çok fazla iş yükü verilmiştir. Gelişmiş ülke uygulamalarına baktığımız da birinci basamağın kullanılabilirliği birçok ülke modelinde % 80 den yukarı başarılı ülke modellerinde % 90-95 seviyelerindedir. Çünkü başarılı ülke modellerinde, sağlık politikasına yön verenler şunu çok iyi bilirler ki; ’’Bir ülke de esas olan, kişiler hasta olduktan sonra onları tedavi edici yatırımlar yapmak veya politikalar geliştirmek değildir. Esas olan insanların hasta olmamaları için gerekli tedbirleri almak yani birincil korumayı sağlamak, periyodik sağlık tarama programlarını geliştirmek ve koruyucu hekimlik uygulamalarını sağlık sisteminin merkezine yerleştirmektir. Bir kişinin hastalığı ile ilgili teşhis, tanı ve tedavi dönemindeki ve sonraki iyileştirme dönemindeki maliyetleri ile önlenebilir hastalıklarının erken tespiti için yapılan koruyucu hizmet maliyetlerini karşılaştırdığınız da, rakamlar yoruma gerek kalmaksızın yalın olarak ortaya çıkacaktır. Ülke modeli olarak bizim için hedef, bu rakamları ve felsefeyi yakalamak olmalıdır. Sürdürülebilir bir sağlık hizmet sunumu için bu elzemdir. İşte bu gün bu kapsam da yani periyodik Sağlık taramaları kapsamında yapılan Kanser taramalarından ve Aile hekimlerinin bu taramalardaki rolünden bahsetmek istiyorum. Periyodik Sağlık Muayenesi; Halen henüz bir hastalık belirtisi göstermeyen sağlıklı kişilerin, tarama muayene ve testleri ile, danışmanlık ve sağlık eğitimi yoluyla, sağlıklarının korunmasına katkıda bulunmak amacıyla yapılan düzenli sağlık kontrolüdür. PSM; Başvuran kişiler için, risk faktörlerine göre biçimlendirilmiş, kanıta dayalı olarak yapılandırılmış, spesifik, etkin, uygulanabilir ve kabul edilebilir bir izlem programıdır. PSM ile, hem birey için gerekli görülen sağlıkla ilgili uygulamaların güvenceye alınması, hem de sık karşılaşılan gereksiz test ve müdahalelerin de önüne geçilmesi hedeflenmektedir. PSM‘leri bir başka biçimde ise, bireylere, cinsiyet ve yaş gruplarına uygun olarak, o toplumda mortalite ve morbiditeyi en fazla etkileyen hastalıkların risk faktörlerine yönelik, kanıta dayalı muayene ve tarama testlerinin uygulanması olarak açıklanabilir. Danışmanlık ve hasta eğitimi hizmetlerini ve bağışıklamayı da içeren bir hizmet sunumunu bir arada içermektedir. Periyodik sağlık taramaları için aşağıdaki özellikler önemlidir: şan, klinik görünümü, tedavisi ve yaklaşımı birbirinden farklı olan bir hastalıklar grubudur. Kanserin kontrol altına alınması noktasında önceliklerin belirlenebilmesi için, kanser yükünün insidans (ortaya çıkan yeni vakalar) ve ölüm sayısı cinsinden tahmin edilmesi gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı istatistiklere göre, Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi kanser görülme oranlarında bir artış söz konusudur… 2004 yılında kanser insidansları kadınlar için yüz binde 142, erkeklerde yüz binde 236 iken, en son yayımlanan 2009 istatistiklerine göre bu oranlar kadınlarda yüz binde 179’a erkeklerde yüz binde 269’a çıkmış durumdadır. En son resmi verilere göre ülkemizde her yıl yaklaşık 97 bin erkek, 62 bin kadın kansere yakalanmaktadır. Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebi olması açısından önemli bir toplum sağlığı problemidir. 2002 yılında ülkemizde kanserden ölümler tüm ölümlerin % 12’sini oluşturmaktayken bu oran 2009’da % 21’e çıkmıştır. Ve giderek artmaktadır. Kanser %90 çevresel,%10 oranında ise genetik faktörlere bağlı oluşmaktadır. 1- Kanserin özellikle ortaya çıkışının önlenebilmesi 2- Taramalarla ölümün yok edilebilmesi 1- Erken tanının, klinik sonuçları iyileştireceği bilimsel olarak kanıtlanmış olmalıdır. 3- Erken teşhis edildiğinde tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabilmesi, 2- Hedef hastalığın yol açtığı rahatsızlıklar, erken müdahaleyi gerekli kılıyor olmalıdır. 4- Erken teşhis ile maliyet etkin bir sağlık hizmet sunumunun yapılabilmesini göz önüne alırsak ‘’Kanser Tarama Programları’’ Periyodik Sağlık Taramaları kapsamında gereklidir ve önemi her geçen gün artmaktadır. 3- Maliyet, doğru sonuç verme ve kabul edilebilirlik bakımından yeterli olmalıdır. Kısaca yukarıda bahsedilenler ışığında; Periyodik sağlık taramalarının planlanması ve taramaların yapılabilmesinin ön koşulu ‘’ Attığımız Taş, Ürküttüğümüz Kurbağaya Değmelidir’’ Ülkemizde Kanser ve Kanser taramaları; Kanser; Değişik organlarda hücrelerin kontrolsüz çoğalmasından olu- Tüm dünyada kanser vakalarında görülen artışın en temel sebebi, nüfus yapısının yaşlı nüfusa doğru kayması olarak görülmektedir. Bununla birlikte madde ve tütün kullanımındaki artış, Kent hayatının getirmiş olduğu hareketsiz yaşam, Sağlıksız beslenme davranışları en önemli risk faktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 61 Sağlık Bakanlığı, kanser taramalarına erişimi kolaylaştırmak ve halkımızın kanser taramalarına katılımını artırmak amacı ile hizmeti halkımızın bir anlamda ayağına götürmeyi planlayarak uygulamaya koymuştur. Bu planlamalarda Aile Hekimliği sistemi ve Aile Hekimleri devreye girmesi hedeflenmiştir. Bu plana göre Aile Hekimi hedef yaş gurubundaki kendisine kayıtlı vatandaşlarla birebir temasa geçerek onları kanser taramasına davet edecektir. Planlama doğrultusunda; Kanser taramalarına aile hekimliği sisteminin bütünleşmiş olması önemli bir adım olarak görülmektedir. Bu şekilde sahada, halkla ilk temas noktasını oluşturan, bireylerin sağlığının ve dolayısıyla halk sağlığının korunması ve geliştirilmesi açısından çok önemli görevler üstlenen aile hekimlerinin kanserden korunma ve kansere karşı bilinçlenme yolunda da halkımızın hizmetinde olmaları hedeflenmiştir. Ancak eksik bırakılan sac ayağı kişilere kendi sağlıklarıyla ilgili bir sorumluluk verilmemiştir. Bu şu ana kadar paylaşılanlar ışığın da; Ülkemizde yapılacak ve yapılmakta olan periyodik sağlık taramaları kapsamında ele alınan kanser taramaları, aile hekimlerinin görevleri ve görev tanımına giren işler değerlendirildiğinde primer ve asli görevleri arasında yer almaktadır. Bu konuda birinci basamak çalışanlarına büyük iş düşmektedir ve bizler bu üzerimize düşen sorumluluğu farkındayız. Bu rol çerçevesinde; Aile Hekimleri büyük oranda hizmet içi eğitimleri alarak, kanser taramaları konularında çalışmalara başladılar ve KETEM’leri desteklemeye başladılar. En son THSK Kanser Daire Başkanlığı bünyesinde yapılan değerlendirmede, Türkiye genelinde KETEM’lerin, aile hekimlerinin verdiği destekle, tarama çalışmalarının sevindirici şekilde artmış olduğu görmekteyiz. Aile Hekimlerinin Toplum Temelli Kanser taramalarına katılımları ile ve verdikleri destek neticesin de, özellikle 2013 yılından itibaren hedeflenen rakamlara ulaşmada ki artış dikkat çekicidir. Organizasyonun iyi 62 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 yapılandırıldığı TSM ve KETEM lerin iyi çalıştığı ve farkındalığın oluştuğu illerde veriler değerlendirildiğinde, il genelinde verilerdeki artış oldukça dikkat çekicidir. Aile Hekimlerinin Kanser Tarama Programında Rolü Nedir? diye bakacak olursak; 1-Programın topluma anlatılmasında, aktarılmasında ve katılımın arttırılmasında, 2- Programa katılacak olan hedef nüfusun davet edilmesinde, 3-ASM şartlarında yapılacak taramaların yapılmasında 4-Kayıtların tutulmasında ve veri tabanına iletilmesinde sağlıklarıyla ilgili olan bu konuda herhangi bir yükümlülüğünün olmaması – Hukuki Sorunlar? 6- Sağlık okuryazarlığının henüz istenilen seviyeye ulaşmamış olması, 7- Yetersiz ‘’ insan kaynağı ‘’ ( Yardımcı personel, radyolog, patolog teknisyen v.b) 8- Hasta takip sisteminin ve entegrasyonun tam olarak oturmaması. 9-Konunun ilgili tüm paydaşlarca yeteri kadar sahiplenilmemesi. 10-Birinci basamak sağlık hizmetlerinin halen ilgili tüm kurum ve kuruluş ile vatandaş gözünde sadece tedavi edici hizmet (poliklinik hizmetleri) olarak görülmesi. 5-Tarama sonuçlarının hedef nüfusa iletilmesinde, Taramalarla İlgili Yaşanan Sorunların Çözüm Önerileri; 6-Sonuçların değerlendirilmesinde ve şüpheli vakaların ileri basamak sağlık kuruluşlarına yönlendirilmesinde, anahtar fonksiyona sahiptirler. 1- Tüm paydaşlar da ve halkımızda farkındalığın artırılması, konunun önemine binaen ilgili her kesimce sahiplenilmesi. Bu nedenlerle Aile Hekimleri tarama programlarının mutlaka bir parçası olmalı ve Aile Hekimleri bu konuda desteklenmelidir.. Bu Taramalarla İlgili Olarak Yaşanan Genel Sorunlar; 1- Birçok Aile Sağlığı Merkezlerinin ( ASM ) halen fiziki şartlarının taramalar için uygun olmaması. 2- Aile hekimlerinin iş yükünün bir hekimin ve bir aile sağlığı çalışanın iş yükü çok fazla aşar şekilde planlanmış olması, Aile hekimliği tıp disiplini dışında çok geniş bir görev tanımının yapılmış olması. 3- Aile Hekimi olarak bizlerin, performansa tabii iş ve işlemlerin takibinin çokluğu ve zorluğu. (Gebe, bebek, çocuk,15-49 yaş, lohusa izlemleri, bağışıklama çalışmaları) 4- Bazı perifer bölgelerde ulaşım zorlukları, iklim ve coğrafik dağılımda sıkıntılar. 5- Bu tip tarama programlarının tek başına sağlık çalışanı sorumluluğu üzerinden yapılamaya çalışılması, vatandaşlarımızın kendi 2- Personel eksikliğinin giderilmesi, yetersiz insan kaynağının verimli kullanılması. 3- Ulaşım - Kolay ulaşılabilirlik sistematiğinin kurgulanması. 4- Hizmet İçi eğitimlerin artırılması. 5- Gerekirse özel sağlık kuruluşları ve Üniversitelerle iş birliği yapılması veya hizmet satın alımı modelinin geliştirilmesi. 6- Kişilerin hizmete ulaşımını artıracak tedbirlerin alınması ( taşıma sistemi ) 7- Farkındalığı artıracak etkinliklerin düzenlenmesi. 8- Kamu spotları, ilanlar ve broşürler. 9-Uygulayıcı olan ve danışmanlık veren Aile Hekimleri üzerindeki iş yükünün azaltılması. 10- Birinci basamak sağlık hizmet sunumunun daha çok bir koruyucu ve önleyici sağlık hizmeti olduğunun bilinmesine yönelik çalışmalar. 11-AHBS ve HSBS den sonuçların ortak havuz da görünmesi, 12-Kalite denetimlerinin yapılaması, C M Y CM MY CY CMY K röportaj Sofralara Çiçek Açtıran Jinekolog Hem jinekolog hem genel cerrahi uzmanı olan Op. Dr. Ebru Zülfikaroğlu, hobisi ile hem çok zevkli ve eğlenceli sofralar tasarlarken aynı zamanda da profesyonel düzeyde fotoğraf çekimleri ile sosyal medyada ilgiyle takip ediliyor. 64 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Hayatın koşturmacası içerisinde yaşadığımız anların güzelliğini unutuyoruz. Bu süreçte de ilham veren sosyal medya hesaplarını takip ettiğimizde enerjimiz yükselir. Mutfakta çiçek açtıran ve paylaşımları ile pozitif enerji vererek merakla takip edilen Op. Dr. Ebru Zülfikaroğlu, “Anı yaşamak ve her günü en güzel günümüz gibi yaşamak kendimize yapacağımız en büyük yatırım diye düşünüyorum” diyor. Hobisinin mesleğine ve hayatına olan katkısını anlatan Op. Dr. Ebru Zülfikaroğlu, soruları yanıtladı. Hobiniz nedir ve ne kadar süredir yapıyorsunuz? Fotoğraf çekmek en büyük hobilerimden biridir. Kendimi bildim bileli çok keyif alarak uyguluyorum. Hobinizin mesleğinize katkısı oluyor mu? Jinekoloğum ve spesifik uzmanlık alanım genital estetik yani estetik kaygılar taşıyan hastalarımın sorunlarına cevap buluyorum. Bu açıdan bakacak olursak fotoğrafçılık da görselliğin ön planda olduğu bir hobi bu anlamda kesinlikle pozitif etkilenmeler oluyor. Neden bu hobiyi seçtiniz? Açıkçası bu hobiyi seçmedim zaman içinde kendiliğinden kendini ön plana çıkardı ve benim için tutku haline dönüştü. Yaptığınız hobi size ne hissettiriyor? Çok keyif alıyorum ve derin bir tutkuyla yapıyorum. Yaşama enerjimin arttığını söyleyebilirim ve bir tür kişisel terapi uygulaması olarak görüyorum. Bu kadar zevkli konseptler oluşturmak için neler önerirsiniz? Aslında bu konseptler benim görsel hafızamın kendini ifade şekli olarak yorumlayabiliriz. Hayatta zaman içinde deneyimlediğim pek çok şeyin bir fotoğrafa dökülmüş hali. Tabi en önemli detay kullandığınız ürünlerin ortak bir mesajını yakalamak gerekir. Sonraki detaylar kendiliğinden ortaya çıkıyor zaten. Sizin için mutfakta olmazsa olmazlar nelerdir? Tabi ki sevgi. Küçük bir oğlum var ve ona en keyifli aile ortamını yaratma çabasındayım. İnsanın çocukluk dönemi son derece önemli. Bu anlamda mutfakta geçirdiğiniz her sevgi dolu saat de bu döneme en güzel katkıyı oluşturacaktır. Bir gün önceden mi sofra düzenine karar veriyorsunuz, yoksa sabah kalktığınız da içinizden geldiği gibi mi düzenliyorsunuz? Çoğu zaman sabah kalktığımda üzerimdeki enerjiyle anlık oluşuyor. Enerjisi günün erken saatlerinde daha yüksek olan bir insanım. Her sabah mutlaka pilates ve kardiyo da yaparım. Çoğu zaman spor yaparken sofra düzeni de kafamda şekilleniyor desem doğru olur. Sofra tasarımlarınız için ilham alıyor musunuz? Dekorasyon ve modaya oldum olası çok ilgiliyimdir. Aslında bunların her biri birbiriyle ilintili birini diğerinden kolay kolay ayıramayacağınız konular. Kahvaltı da benim için en önemli öğünlerden biri. Gün içindeki yüksek enerji ve tempomu kahvaltı sayesinde oluşturabiliyorum. Bu dataları bir araya getirdiğimizde bu sofraları o günkü kendimi ifade etme şeklim olarak yorumlayabiliriz. Aynı takımı birden çok farklı şekilde sunum için kullanıyorsunuz ve her seferinde sanki başka bir takımmış gibi duruyor. Bu işin sırrı nedir? Çok dikkatlisiniz ve çok iyi gözlem yapıyorsunuz Esra Hanım. Kullandığım her ürünün belli bir enerjisi var çoğu zaman vintage, etnik, pastel ve eğlenceli sempatik ürünler olarak sınıflandırabilirim. Kullandığım farklı ama küçük bir detay tüm fotoğrafın verdiği imajı kolayca değiştirebiliyor. Bunları yakalamak da benim için çok keyifli bir ayrıntı gerçekten. En çok dikkat ettiğiniz sunum detayı nedir? Sunumda kullandığım ürünlerin ortak renk ve enerjileri olmasına özen gösteririm. Sadece renkleri uysa da son derece uyumsuz olabilen pek çok ürün olabiliyor. Özellikle hafta içi en sık atlanan ya da ayaküstü geçiştirilen öğün olan kahvaltı için yoğun iş temponuzda nasıl vakit buluyorsunuz? Bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir? Kahvaltı benim olmazsa olmazımdır. Bir inşaatın temeli ne kadar önemliyse kahvaltı da günümü şekillendirmek için en önemli temeldir benim için. Hayata oldukça pozitif bakan bir insanım ve herkese ve her şeye nasıl güzel enerjiyle yaklaşırsanız aynı enerjiyle geri dönüş olduğunu bilen bir insanım. Anı yaşamak ve her günü en güzel günümüz gibi yaşamak kendimize yapacağımız en büyük yatırım diye düşünüyorum. Kahvaltıyı da o yüzden o gününüze yapacağınız en güzel yatırım olarak görüyorum. İnsan hobisini bile nasıl bu kadar mükemmel bir şekilde hayata geçirip ve istikrarlı şekilde sürdürür? Tabi burada Instagram’da binlerce insana ulaşmanın verdiği bir durum da söz konusu. Onların da paylaştığım sunumlarıma yorumları gün içindeki enerjimi daha da yükseltmeme neden oluyor ve beni çok mutlu ediyor. Gün içinde beni besleyen bir süreç gelişmiş oluyor. Bu da böyle bir istikrar oluşmasına zemin hazırlıyor. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? 1971’de Mut’da doğdum. 1989’da TED Ankara Kolejini, 1995’de Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdim. 2001’de Numune Hastanesinde Genel Cerrahi Uzmanlığını, 2004’de Zekai Tahir Burak Hastanesinde Kadın Doğum Uzmanlığını aldım. 20012002 yıllarında Yale Üniversitesi Reprodüktif Endokrinoloji ünitesinde ‘İmplantasyonda HOX A10 genin ekspresyonu’ ile ilgili moleküler düzeyde çalışmalarda bulundum. Zekai Tahir Burak Hastanesinde Perinatoloji (Yüksek Riskli Gebelik), İnfertilite (Kısırlık), IVF (Tüp Bebek), Menopoz, Jinekoloji ve Endoskopik Cerrahi ünitelerinde çalıştım. 2009- 2010 yıllarında CISED’in eğitim programına katılarak Cinsel Terapist oldum. Genel Cerrahi uzmanı Doçent Dr. Barış Zülfikaroğlu ile evliyim. Can adında bir oğlum var. Halen Ankara’da kendi kliniğimde hastalarıma hizmet veriyorum. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 65 haber 6. ULUSAL TIBBI ETİK PROJE YARIŞMASI SONUÇLANDI Genetik ve Etik Sempozyumu ile birlikte 6. Ulusal Tıbbı Etik Proje Yarışması Ödül Töreni gerçekleştirildi. Gazi Üniversitesi İngilizce Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi Hande Atalay bu yıl yarışmanın birincisi oldu. Yüzlerce proje arasından finale kalan 15 proje ise “Genetik ve Etik” kitap olarak basıldı. Genetik ve Etik konusunda tam bir bilimsel şölen olarak geçen sempozyum ve ödül töreninde, Genetik ve Etik alanının önde gelen isimlerinin birbirinden ilginç konuşmaları ve konferansları yer aldı. Ulusal Tıbbi Etik Proje Yarışması Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı tarafından 6 yıldan beri düzenleniyor. Bu yıl yarışmanın konusu olarak Genetik ve Etik konusu seçildi. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu konuyla ilgilli şu bilgileri verdi: Dünyada ve Türkiye’de ilk kez Gazi Üniversitesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı tarafından düzenlenen tıbbi etik proje yarışması, uygulamalı bilimsel bir etkinlik olan tıp alanında etik sorunları fark etme ve çözüm önerileri geliştiren projeler üretmeye teşvik etmesi nedeniyle öğrenciler arasında ve toplumda heyecanla karşılanmıştır. Yarışmaya tıp fakültesi öğrencilerinin yanı sıra tıp etiği ile ilgili olabilecek hukuk, moleküler biyoloji, mühendislik, psikoloji, hemşirelik.. gibi bölümlerden lisans düzeyinde öğrenim gören üniversite öğrencileri de katılmaktadır. Amaç; öğrencilerin mesleki yaşantılarında karşılaşabilecekleri etik sorunlar konusunda farkındalık oluşturmak ve etik ikilemlerde çözüm önerileri geliştirebilmelerini sağlamaktır. Yaşamın tüm alanlarında gelecek kuşakları oluşturan ve meslekleri aracılığıyla geleceği biçimlendirecek olan üniversite öğrencilerinin, uygulamada etik sorunları fark etmesi ve çözüm önerileri geliştirmesi yoluyla etik değerleri benimsenmesi sağlanabilir. Ulusal Tıbbi Etik Yarışması bu amacı gerçekleştirmek yolunda önemli bir işlev görmektedir. Kanser ve Etik; Obezite ve Etik; 66 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Estetik ve Etik; Organ Nakli ve Etik yarışmalarından finale kalan seçilmiş projeler kitap olarak basılmıştır. Yarışmada dereceye giren öğrencilere yurtiçi ve yurt dışında bir çok kariyer fırsatları doğmuştur. Ulusal olarak düzenlediğimiz bu yarışmanın uluslararası yapılması için yurtdışından bazı üniversitelerden öneriler gelmiştir. Giderek katılım ve ilginin arttığı gözlenmektedir. Gençlerin yaratıcı düşüncelerinin, bilimsel / etik bicimde gelişmesi amacıyla düzenlenen bu yarışmanın tüm toplumsal kesimlere olumlu etkileriyle yansımasını dileriz. Ödüller Yarışma birincisi: Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 21 günlük staj ve ABD’ye gidiş-dönüş uçak bileti Yarışma ikincisi: iPad Yarışma üçüncüsü: Netbook Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... dijitalsağlık DİJİTAL PAZARLAMA TARİHÇESİ VE TÜRK İLAÇ SEKTÖRÜNDE DİJİTAL UYGULAMALAR NASIL İLERLEDİ? Selim SARIYERLİ Dijital Pazarlama Uzmanı Her ne kadar dijital çağın başlangıcı 1973 senesinde Martin Cooper tarafından icat edilen cep telefonuna ve 1990’dan itibaren 2G teknolojisi ve SMS (short message services) yani kısa mesaj pazarlamasının ortaya çıkmasını sağladı. 1995 senesinde ilk arama motorları olan Yahoo ve Altavista ile dijital pazarlama yolculuğu, ilk olarak SEO ( Search Engine Optimisation) yani arama motoru optimizasyonundan bahsedilmeye başlandı, ilk arama motorlarında bu konuda site sahipleri arama sonuçlarında daha üst sıralarda çıkmak için çeşitli algoritma şaşırtmacaları kullandılar (Black Hat SEO), Google bu konuda 1998 sonlarına doğru bir üniversite tezi olarak 68 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 çıkmış ancak kodlama tekniğindeki bir özellikten dolayı gelişen bir arama motoru haline gelmiştir. Blogların Gelişimi 1998 yılı itibariyle Google’ın çıkmasıyla birlikte PPC (pay per click) tıklama başına ödeme pazarlaması yani farklı sitelerde reklamlara tıklandıkça reklam veren şirketlerin ödeme yaptığı pazarlama yöntemi ortaya çıktı, ilk zamanlarda her ne kadar web siteleri bloglar gibi kullanılma mantığında olsa da çift yönlü olmayan bir mantıkla çalışmaktadır, 1999 senesinde blogger.com sitesi açılmasına rağmen ilk blog yazarı Jason Kuttke’dir, kendisi 1998 de ilk yazılarını yazmaya başlar, Türkiye’de ise ilk blog sitesi 2005 senesinde açılan blogcu.com’dur. 2003 itibariyle e-mail yoluyla pazarlama da dijital kanallar arasına giren bir pazarlama yöntemi olarak ortaya çıktı, ancak bu pazarlama yöntemini spam yani zararlı e-posta gönderme yöntemine çeviren ilk internet kullanıcısı Jeremy Janes 2004 senesinde Virginia eyaletinde 9 yıl hapse mahkum oldu. Spam e-posta otoriteler tarafından ilk olarak bu olayla dolandırıcılık kanalı olarak değerlendirilmeye başlandı. Selim SARIYERLİ 3G ve Mobil İnternet Yine 2003 yılında sırasıyla Linkedin, MySpace ve Facebook ile birlikte sosyal medya ortaya çıktı, bu dijital pazarlamacılar için bir devrim niteliğindeydi, çünkü bu medya sayesinde kitlesel pazarlama yöntemlerinden kişisel pazarlama yöntemlerine geçişin yolu açılmış oldu. 2007 senesi itibariyle 3G teknolojisinin ortaya çıkışı mobil kanal kullanımının hızlı bir ivmeye girmesine sebep oldu. 2012 senesi itibariyle 113.9 milyona ulaşan mobil internet kullanıcısı sayısı bu durumun bir sonucu olarak görülebilir. 2000’li yılların başı itibariyle internetin yaygınlaşması ile dijital pazarlama daha da bir önem kazandı, internet sayesinde yepyeni bir iletişim kanalı ortaya çıktı ve müşteriler ile bağ kurma konusunda şirketler yepyeni bir yöntemle tanıştılar. Müşterilerle bağ kurmanın yanında, pazarlamacılar çift yönlü iletişimin önemini anlamaya başladılar, bu sayede ürünleri ile ilgili geri bildirimler alabilme şansını yüzyüze bir iletişim olmasa da gözlemleyebilme şansını elde ettiler. Gelişen teknolojik altyapılar sayesinde de bu çift yönlü ileti- şimi ölçümleyebilir hale geldiler, bu da pazarlamacılara yeni strateji geliştirme yönünde büyük bir yol açtı. Türk İlaç Sektörü ve Dijital Uygulamalar Türk ilaç sektöründeki dijital uygulamalara baktığımızda genelde saha ekiplerinin esnekliğini arttırıcı projelerin ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en başında da CRM’i düşünebiliriz, çünkü saha ekiplerinin belki de en eskiden beri ziyaretlerini ilk önce laptopları üzerinde kullanılan veya el cihazlarıyla kullanılan programlar aracılığıyla kaydettiklerini hepimiz görmüşüzdür, bu aşamadaki inisiyatifi aslında bir pazarlama aracı olarak değerlendirmek pek mümkün değildir, ancak tablet üzerinden tanıtımın başladığı dönem itibariyle elektronik tanıtım (e-detailing) kavramının ortaya çıktığına son 4 senedir şahit olmaktayız. Peki ya internet siteleri, mobil uygulamalar, web canlı yayınları, yükseltilmiş gerçeklik (augmented reality). Internet siteleri dışında kalan dijital uygulamalar son üç-dört senedir ortaya çıkmış olsa da, şirketlerin web sitelerinin internette yer alması daha uzun bir geçmişe dayanır, son senelerde özellikle sosyal medya üzerinden de kurumsal sayfalar oluşturmaya başladığını görüyoruz. Önümüzdeki dönemlerde dijital kanalların kullanımının daha da artacağını öngörmekle beraber, tanıtım ilkeleri çerçevesinde sağlık çalışanlarının kullanımının da daha da artacağı çok belirgin olarak anlaşılmaktadır.” SELİM SARIYERLİ KİMDİR? Galatasaray Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi Yönetim Bilişim Sistemleri, Galatasaray Üniversitesi Executive MBA mezunu ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde Yönetim ve Organizasyon Doktora çalışmalarına devam etmektedir. İş hayatının ilk 5 senesinde IT alanında çeşitli sektörlerde çalışmış, sonraki 10 sene ilaç sektöründe İş Zekası ve Dijital Pazarlama üzerine uzmanlaşmıştır, şu anda yine bir ilaç firmasında Dijital Projeler üzerine Danışmanlık yapmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 69 sağlıkgüzellik BOTOX İLE İLGİLİ MERAK ETTİĞİNİZ HER ŞEY Prof. Dr. Pelin KOÇYİĞİT Ankara Üniversite Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sabah uyandınız, aynaya baktığınızda yüzünüzde çizgiler oluştuğunu gördünüz. Moraliniz bozuldu. Yaşlanıyor muyum diye içinizden geçirdiniz. Yüzünüzde oluşan kırışıklıklardan rahatsız olmaya başladınız. Çizgileri görmemek için ne yapabilirim diye düşünürken, botox aklınıza geldi ve internete bakınca kafanız karıştı. Botox ile ilgili çok farklı yorumlarla karşılaştınız. Peki aslında işin doğrusu nedir? Botox nedir? Botox; Clostridium botulinum bakterisine ait bir nörotoksin olan ‘botulinum toksin’in ticari preparat adıdır. Botulinum toksin, kasları uyaran sinir uçlarında uyarı oluşumunu engelleyerek kasların kasılmasını geçici olarak zayıflatır. Bu durum botulismus denilen besin zehirlenmesinde ölüme kadar götürebilecek bir kas felci oluşturabilirken botulinum toksinden elde edilen ve tedavi amacıyla kullanılan preparatlarda toksin sadece enjekte edildiği kas içerisinde etki gösterir ve herhangi bir sistemik yan etki oluşturmaz. Bu sayede botulinum toksini günümüzde istemsiz kas kasılmalarının görüldüğü birçok nörolojik hastalığın yanı sıra kozmetik amaçlı da yaygın olarak kullanılan bir ajan haline gelmiştir. Günümüzde botox uygulamaları kozmetik işlemler arasında tüm dünyada en üst basamaklarda yer almaktadır. 70 malarının toksin ile zayıflatılması mimikler sırasında kırışıklık oluşmasını engellerken aynı zamanda oluşmuş kırışıklıkların da azalmasını sağlar. Kırışıklıkların azaltılması yüze daha genç ve canlı bir görünüm kazandırır. Botox hangi bölgelerde kullanılır? Botox’un kırışıklık giderilmesi amacıyla en çok kullanıldığı ve en iyi sonuçların alındığı bölge alın, kaşların arası ve göz çevresini içeren yüzün üst bölümüdür. Yüzün alt bölümleri ve boyunda da kullanılabilmekle birlikte bu bölgelerde genellikle diğer kozmetik uygulamalar daha iyi sonuçlar vermektedir. Botox’un etkisi ne kadar sürede ortaya çıkar? Botox’un etkisi işlemden yaklaşık olarak 3 gün sonra başlayıp 2 hafta içerisinde maksimuma ulaşır. Etkinliğin yavaş yavaş ortaya çıkması ani dramatik bir değişim olmaması açısından avantajlıdır. Botox’un etkisi ne kadar sürer? Botox’un etkinliği uygulama şekli, uygulanan preparatın özellikleri, kişinin kas yapısı ve kırışıklıkların durumuna bağlı olarak yaklaşık 3-8 ay kadar devam eder. Genellikle ilk uygulamalarda etkinlik süresi daha kısadır. Tekrarlayan uygulamalarla etkinliğin uzadığı görülmektedir. Botox uygulaması tecrübeli bir hekim tarafından doğru bölgelere, doğru miktarlarda yapıldığında böyle bir sonuç söz konusu değildir. Botox uygulamasından sonra yüzde şişlik olur mu? Botox uygulamaları sıklıkla dolgu uygulamaları ile karıştırılmaktadır. Ancak botoxun yüzde şişlik oluşturacak herhangi bir etkisi yoktur. Ayrıca botox uygulamaları duyu kaybına da neden olmaz. Botox uygulamasından sonra günlük hayatıma devam edebilir miyim? Botox uygulaması günlük aktiviteleri engelleyecek bir işlem değildir. Botox derin kırışıklıklarda işe yarar mı? Derin kırışıklıkları olan kişilerde botox yeterince tatmin edici bir sonuç veremez. Bu tür durumlarda istenen sonuçlar ancak birkaç kozmetik uygulamanın ve sıklıkla cerrahi kozmetik uygulamaların da yapılmasıyla elde edilebilir. Botox uygulaması ne kadar tekrarlanabilir? Botox uygulaması için bir engel yoksa istenildiği kadar tekrarlanabilir. Botox’un kırışıklık tedavisindeki etkisi nedir? Botox’un etkisi geçtikten sonra kırışıklıklar daha fazla artar mı? Kırışıklıkların oluşumunu sağlayan en önemli sebep o bölgedeki kasların kasılmasıdır. Mimik kaslarının kasıl- Bu doğru değildir. Hatta düzenli uygulamalardan sonra mevcut kırışıklıkların derinliği azalmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Botox dizilere konu olan mimiklerdeki ifadesizliğe neden olur mu? Prof. Dr. Pelin KOÇYİĞİT Botox uygulamasının yan etkileri nelerdir? Botox uygulamasından sonra enjeksiyon yerlerinde geçici bir kızarıklık olabilir. Ayrıca bazı hastalarda başağrısı, mide bulantısı gibi yine geçici olan bulgular nadir olarak görülebilmektedir. Doğru teknikle yapılmayan enjeksiyonlarda veya enjekte edilen toksinin etraf dokuda istenenden fazla yayılması durumunda göz kapağında düşme, kaş kenarlarının aşırı yükselmesi, donuk görünüm, göz çevresinde ödem gibi istenmeyen bazı sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu yan etkiler genellikle haftalar veya birkaç ay içerisinde geriler. Kozmetik amaçlı botulinum toksin uygulamalarında ciddi yan etki hemen hiç görülmemektedir. Burada uygulama yaptıracak olan kişilerin özellikle dikkate alması gereken nokta doğru preparatın kullanılarak, tecrübeli bir hekim tarafından doğru enjeksiyonun yapılmasıdır. Bu nedenle hekim seçimi büyük önem taşımaktadır. Botox uygulamaları ağrılı mıdır? Botox uygulamaları çok ince uçlu enjektörlerle yapılmakta ancak yine de bir miktar ağrılı olabilmektedir. Bazı hekimler uygulama öncesi topikal anestezik uygulamakla birlikte çoğunlukla buna gerek kalmamakta, işlem sırasında yapılan buz uygulamaları ile çoğu hasta enjeksiyonları rahatlıkla tolere etmektedir. Botox herkese uygulanabilir mi? Botox uygulamaları botulinum toksinine karşı alerjisi olduğu bilinen kişilere, myastenia gravis gibi nörolojik hastalıkları olanlara, özellikle uygulama bölgesini tutan kas güçsüzlüğü durumlarında, uygulama bölgesinde yapılacak cerrahi işlemler öncesinde ve kanama-pıhtılaşma sorunu olanlarda uygulanmamalıdır. Botox gebelikte uygulanabilir mi? Botox’un gebelik döneminde uygu- lanmasının gebeliğin seyri veya fötus üzerinde olumsuz bir etkisi gösterilmemiştir. Ancak yine de gebelik döneminde uygulanması tercih edilmemelidir. Herhangi bir ilaç kullanımı botox uygulamasına engel midir? Kozmetik uygulamalarda kullanılan dozlar genellikle diğer ilaçlarla ciddi bir etkileşime neden olmaz. Ancak aminoglikozid, siklosporin, kalsiyum kanal blokerleri, kas gevsetici ilaçlar ve antikolinerjik ilaçların yüksek dozlarda botulinum toksininin etkinliğini artırabileceği bilinmektedir dolayısıyla işlem öncesinde kullanılan ilaçlar hekime bildirilmelidir. Botox ile ilgili medyada yer alan haberlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Okuyucular botox ile ilgili haberleri okuduğunda nasıl yaklaşmalıdır? SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 71 haber TATİLDE KİLO ALIMINI ENGELLEMEK ELİNİZDE Dr. Dyt. Yonca SEVİM Beslenme Danışmanı Tatile çıkmadan mide hacmini küçültmek ve fazla kilolara dur demek mümkün. Porsiyon miktarına dikkat ederek, sağlıklı gıda seçimi yapmak hem mide hacminin büyümesini engelliyor hem de kilo alımının önüne geçiyor. Mide hacminin arttığı nasıl anlaşılır? Yemek yedikten sonra doygunluk hissine ulaşmakta güçlük çekiyor, porsiyonlar herkesinkinden büyük olduğu halde doymuyor ve kilonuz uzun süredir olması gerekenden fazla ise mide hacminiz artmış olabilir. Tatilden kilo almadan dönmenin yolu da doğru miktarlarda, uygun besinleri tüketerek midenin küçültülmesinden geçmektedir. Mide hacmini küçültmek elinizde Mide içeriğine göre esneyebilen ve büyüyüp genişleyebilen bir organ olduğu için yanlış ve aşırı beslenmeden kaçınılmalıdır. Normal porsiyonların yetersiz geldiği durumlarda midede gerginlik olacağı ve doluluk hissine ulaşılamayacağı bilinmelidir. Fazla yemekle büyüyen hacmini küçültmek ise mümkündür. Mide doğru uygulamalarla yine elastikiyeti sayesinde kısmı küçülmelere gidebilir. Önemli olan zamanında müdahale edilmesidir. Bunun için alınması gereken önlemler şunlardır: Öğün sayıları artırılmalı Sık beslenme planı uygulanmalıdır. Çok acıkmadan, genellikle 3-4 saatlik aralıklarla beslenildiğinde mide daha 72 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 çabuk gerildiğini hissedip, otokontrolünüzle yemeğe son vermenizi sağlayacaktır. Çorba, cacık ve meşrubatı aynı öğünde buluşturmayın Aynı öğün içinde çorba, cacık, ayran, meşrubat veya asitli içecek gibi birden fazla sıvı alırken aynı zamanda o öğünde yemekler de azaltmadan tüketiliyorsa mide çok fazla şişip, gerilir ve mide hacmi artar. Zamanla bu hacme alışan mide büyümektedir. Sofraya oturmadan doygunluk hissine ulaşmak için… Yeteri kadar yenilmesine rağmen doygunluk hissi oluşmuyorsa ve ardından birden şişkinlik şikayetleri geliyorsa dikkatli olunmalıdır. Sindirim uzun bir işlemdir ve tokluk sinyali beyne geç iletilir. Bunun için uygulanması gereken pratik çözümler şunlardır: • Ana yemeği yemeden 30 dakika önce alınan 2 adet ceviz veya 5 fındık ya da badem, sindirim sinyallerini yemekten önce başlatacak ve böylece gerekli miktarda yediğinizde durmanız gerektiğinizi hissedeceksiniz. • Yemeğe salata ile başlamak ve 1 bardak su içmek midenizde istenilen hacim artışını sağlayacak ve doluluk hissi daha çabuk gelecektir. Yemeği yerken de biraz yemek ve biraz salata sırasıyla tükettiğinizde salatasız bir öğüne kıyasla daha az kalori alıp daha kolay doyacaksınız. • Tüm önerilere uydunuz, yarım saat önce ceviz yediniz ve öğüne önce salata ile başladınız ama tabağınızdakiler bitti ve hala aç mı hissediyorsunuz? İşte buradaki çözüm ise yarım bardak su içmek ve bir ayağa kalkıp oturmaktır. Böylece midenizin dolduğunu hissedeceksiniz. Mideye doygunluk hissi veren gıdalar tüketilmeli Posa içeriği yüksek gıdalar kalori açısından daha düşüktür. Bu gıdalar, kısa sürede doygunluk ve midede doluluk sağlayacak ve sizi daha uzun süre tok tutacaktır. Çiğ sebzeler, özellikle koyu yeşil yapraklı olanlar, meyveler, tam tahıllar, kuru baklagiller ve yağlı tohumlar; ceviz, fındık ve badem gibi öğünlerinizi bu gruplarla desteklerseniz boş kalori kaynaklarından doğal olarak uzak durmuş olursunuz. Fazla yemek yemenize neden olan faktörlere dikkat • Yemek yerken sürekli konuşmak midenin hava ile dolmasına neden olur ve hazımsızlık problemlerini tetikler. • Televizyon izlerken dikkatiniz dağıldığı için ne ve ne kadar yediğinizi anlamadan normalden fazla yiyebilirsiniz. • Ayakta yemek yerken ise genelde koşturmaca ve acele içinde olunduğu için normalden fazla yemek tüketilebilir. Bu ayrıca hazımsızlık sorunlarına da yol açabilir. Tüm bu uygulamalara dikkat edilirse mide gereksiz yere büyümez, büyümüş olan mide de zamanla küçülür. Bu konuda bir beslenme uzmanından yardım almak ve tecrübelerinden yararlanmak hayat standardınızı epey yükseltecektir. Ayrıca değişim kararı almak motivasyonunuzu ve asıl önemli olan değerleri görmenizi sağlayacaktır. haber SAĞLIK HABERCİLİĞİ BİR UZMANLIK ALANIDIR Türkiye’de ilk defa, sağlık haberciliği alanında çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve bürokratlarla bu alanda yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerinin değerlendirildiği kitap “Sağlık Haberlerine Farklı Bakış” adıyla yayınlandı. “Kitapta 49 bürokrat, akademisyen ve gazeteci bir araya geldi, Sağlık Editörü ve Biyolog Esra Öz yazdı. Öz, dört yılı aşkın bir süredir, üzerinde çalıştığı “Sağlık Haberciliğine Yön Verenler” yazı dizisi ile Türkiye’de ilk defa bu alanda çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve bürokratlarla sorunları ve çözüm önerilerini içeren röportajlar yaptı. Bu çalışmayı, sağlık iletişimi ve sağlık haberciliğinin geliştirilerek, sağlık okuryazarlığı ve medyanın bilinçlendirilmesi için hazırlayan Öz, hayatımızın temel taşı olan sağlığın medyadaki yerini belirlemek için yaptığı bu çalışma ile temellerinin atılacağı sağlık haberciliğinin uzmanlaşmasında bir katkı sağlamayı hedefliyor. Sağlık Haberciliğinde Uzmanlık Neden Gerekli “Sağlık haberciliği, gazetecilik mesleğine adım atar atmaz, haber yazmayı öğrenirken yapılacak bir iş değildir” diyen Öz, sağlık haberlerinin emin ellerde olması gerektiğini vurguluyor. Haberler, alanında uzman sağlık habercileri tarafından yapılmıyorsa “İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?” sorusunun akla geldiğini belirten Öz, “Uzmanlaşma için gazetecilerin hakkını savunmak ve onların arkasında durulması gerekiyor. Akademik cami74 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 anın çalışmaları eşliğinde sağlık habercilerinin tecrübelerini paylaşarak bir araya gelmesi ile güzel işlere imza atılacağına inanıyorum. Doğru, etik ve güvenilir sağlık haberleri, sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmazdır. Sağlık Bakanı ve Meclis Sağlık Komisyon Başkanı da bu çalışmaya destek vererek bu alanda yapılacak çalışmaların öneminin üzerinde duruyorlar” dedi. Sağlık Haberciliği Bir Uzmanlık Alanı Olarak Kabul Edilmeli Sağlık haberciliğinin uzmanlık alanı olması adına çabaları sonucu ortaya çıkan bu kitabın, ilk çalışmalarına yaklaşık 4 yıl önce başlayan Öz, şunları söyledi: “Sağlık haberciliği ve iletişimi üzerine çalışan hocalarımıza ulaşarak, bu alana emek vermiş meslektaşlarımla görüştüm. Bu kitap, sağlık haberciliğinde bir dönemin bakış açısını ortaya koymaktadır. Gazeteciler haber yaparken nelere dikkat ediyor, akademisyenler bu alanda yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyor, bilinçli bir adım atılması için öncülük edecek görüşler yer alıyor.” Her Bilimsel Çalışmanın Haber Olmamalı Sağlık haberciliğinde önemli olan noktanın bilimsel çalışmaların ışığında sade bir dille doğru bilgileri aktarmak olduğunu belirten Öz, “İşte bu noktada zamanla öğrenilen gerçeklerden birisi, her bilimsel çalışmanın haber olamayacağı, olmaması gerektiğidir. Bu ve bunun gibi birçok bilgi gazeteciler tarafından yaşanarak öğ- reniliyor. Bunların başta kuralı olsa ne güzel olur değil mi? Bu işi yapmak isteyen muhabire “Bunlara dikkat et.” demek, yol haritası sunarak, daha da kaliteli haberlere imza atmayı sağlamak mümkün” dedi. Medya Kuruluşlarında Uzman Sağlık Muhabirlerine Yer Açılmalı Sağlık haberciliğinin kuralları oluşturulduğunda sağlık alanında çok fazla yanlış haber ile karşılaşılmayacağını kaydeden Öz, “Üzücü bir nokta da insanlar her haberi doğru olarak algılıyor. Mesela, doğal olana sevgi ve inanç insanları hata yapmaya daha fazla yaklaştırıyor. Her gün okuduğumuz sağlık haberlerindeki yanlışları gördükçe bu alandaki uzmanlaşmanın ne derece elzem olduğunu daha iyi anlıyorum. Sağlık okuryazarlığının gelişmesi ve insanların bilinçlenmesi için öncelikle medya kuruluşlarında uzman sağlık muhabirlerine yer açılmalı ve sağlık muhabirlerine, ajans muhabirlerine, çeviri yapan ve istihbaratta yer alan gazetecilere de eğitim verilmeli. Çeviri haberlerinin yanlışlarla dolu aktarılması ve ajans muhabirlerinin yaptığı bazı haberler insanları boşuna umutlandırarak, büyük hayal kırıklığı yaşatması engellenebilir. Ayrıca gazetecilik gün geçtikçe kan kaybediyor ve güven sorunu yaşanıyor. Sağlık haberciliğinde ise bu çok daha fazla hissediliyor” diye konuştu. Esra Öz Kimdir 5 yıl süre ile Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştığı Sağlık Dergisi’nde yeni- liklere açık, araştırmalarına devam etti. Daha önce yapılmamışı yapmak istediği için hayata gözlemleyerek bakıyor. Hazırladığı “Tıbbın Duayenleri”, “Hayatı Keşfeden Biyologlar”, “Dünya’da Türk Hekimleri ve Başarı öyküleri” ve Nörobilim ile ilgili röportaj ve haber serileri sağlık camiası tarafından büyük ilgiyle takip ediliyor. 2012 yılında Sağlık Bakanlığı Sosyal Medya hesaplarının kurulumu ve yönetiminde danışmanlık yaptı. 2013 yılında Med-Index sitesinin kurucusu ve Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. 2014 yılı Nisan ayında Technical Assistance For Alignment İn Organ Donation Project (Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi) Senior Communication Expert (Kıdemli İletişim Uzmanı) olarak organ bağışı haberlerinin işlenmesi üzerine medya çalıştayları düzenliyor. Aynı zamanda 2014 Ekim ayından itibaren Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü olarak çalışmalarını sürdürüyor. Şubat 2015 tarihinden itibaren TRT Kent Radyo Ankara›da Sağlık Gündemi programını hazırlayıp sunuyor. Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği tarafından düzenlenen “Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi” kapsamında “AB Organ Bağışı 2. Medya Çalıştayı”nı organize etti ve toplantıda medyanın rolü ele alındı. koku almanın bilimsel yönlerini eğlenceli bir dille işlerken, kokunun cinselliğe ve insan ilişkilerine etkisi, hastalıklar, parfümün gizemli dünyasını ve kokuyla ilgili daha birçok konuyu ele aldı. Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu öncülüğünde Dr. Dyt. Alev Keser ve Yrd. Doç. Dr. Filiz Yıldırım editörlüğünde Ankara Üniversitesi Yayınlarından çıkan “Sağlık Okuryazarlığı” kitabında “Sağlık Habercisi Gözünden Sağlık Okuryazarlığı” bölümünü yazdı. “AB Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi” kapsamında “Ulan İstanbul”, “Arka Sokaklar”, “Kaçak”, “Hayat Yolunda” ve “Kocamın Ailesi” setlerinde Türkiye’deki organ bağışı ve nakillere ilişkin bilgi verilmesini organize etti. “AB Organ Bağışı 3. Medya Çalıştayı”nı düzenleyerek Sağlık Bakanlığı ve AB yetkililerinin, organ bağışında farkındalığın artırılabilmesi için medya temsilcilerini ziyaret edilmesini organize etti. Show TV, CNN Türk, KANAL D, Star TV, NTV, Fox TV, TGRT Haber, Kanal 24, Hürriyet Gazetesi, Star Gazetesi, Akşam Gazetesi ve Türkiye Gazetesi’nin yöneticileri ile görüşüldü. Türkiye’de ilk defa “Kokuyla Keşfet” adıyla koku kitabı yayınladı. Kitapta, SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 75 film MR. NOBODY (BAY HİÇKİMSE) Dr. Mahir ATALA Şu anki yaşadığın hayat bambaşka bir hayat olabilir miydi? Bambaşka bir hayatta başka birisi ile evli, başka bir işte çalışıyor, başka kişilerle arkadaşlık ediyor olabilir miydik? Hayatta yaşadığımız her şeyin yaptığımız seçimlerle şekillendiği düşüncesinden yola çıkarak kurgulanmış bu filmde, kendi hayatının bir çok dönüm noktasında iki farklı seçenekten birisini defalarca seçebilme fırsatı bulmuş bir karakterimiz var. 76 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Hikayemiz bir güvercinin koşullu öğrenme süreci ile başlıyor, bununla ilgili kısa bilgi verildikten sonra ana karakterimiz Nemo’yu bir morgda gözleri hayretle açık şekilde görüyoruz. Nemo ölü ve söylediği ilk şey “Bunu hak edecek ne yaptım ben?” Hemen ardından kendisini araba içinde suda boğulurken gören Nemo küvette uyanıyor. Başında elinde silahla bekleyen birisi onu kafasından vuruyor. Üç kez ölen karakterimiz bir doktorun karşısında yaşı 117 yaşında ve kafası hayli karışık bir şekilde duruyor. Adı sorulduğunda “Nemo Hiçkimse” diye cevaplıyor. Bu noktada Nemo’nun ölümlü son kişi olduğunu öğren- mesi ve tarihin 2092 olduğunu anlaması ile de hikayemiz anlatıma başlıyor. Tabi ki yeniden dördüncü kez başka bir evin içinde farklı bir eş ile farklı çocuklara sahip bir şekilde uyanarak. Son ölümlü iken nasıl oluyor da ölümsüz gibi duruyor sorusu ile dikkatle izlemeye başlıyoruz. Nemo bir şekilde ölümsüzlük geni aşısını olamamış ve son ölümlü insan olarak bir televizyon programında herkes onun öleceği anı canlı olarak izlemeyi bekliyor. Bir hastanede ölüm döşeğinde yatan karakterimiz hayatını bir gazeteciye anlatıyor ve bu anlatımla Nemo’nun anılarına da şahit olmaya başlıyoruz. Aklımıza soru atan ve cevabını aratan bu sahneler ilgimizi çekmeyi başarıyor ve ilgimizi canlı tutacak bir çok sahne de ard arda gelmeye başlıyor. Nemo bunu hakedecek ne yapmış olabilirdi ve nasıl? Nemo neyi hakediyor? Nemo’nun hayatının dönüm noktası ve herşeyin başlangıcı olarak gördüğü ilk an bir tren istasyonunda geçiyor. Nemo 9 yaşında ve annesi ile babasının ayrılmaya karar vermesi üzerine ikisinden birisini seçmek zorunda. Acaba O, tren istasyonunda babasının yanında mı kalmalı yoksa annesi ile trene mi binmeli. Nemo’nun seçimi iki farklı hayatı onun karşısına çıkaracak diye düşünüyorken, filmi izledikçe bu seçimin o an için iki seçenekten birisi olduğunu zamanla daha bir çok seçim anı ile yüzleşeğini ve bir çok farklı hayatın ihtimaline kapılar açacağını görüyoruz. Nemonun gözünden hayatı izlerken farklı hayatlar içinde benzerlikleri de görüyoruz. Film içinde Nemo defalarca ölüyor. Her seferinde farklı bir hayata uyanırken biz de bu seçimlerin ne kadar çok olasılığın kapısını açtığına Nemo ile şahitlik ediyoruz. Hayatta her şey bizim kontrolümüzde değil ve her zaman seçim hakkımız bulunmuyor. Buna rağmen filmi izlerken kendi seçimlerimizle farkında olmadan bizim kontrolümüzde olmayan kısmını da şekillendirebileceğimiz düşüncesi oluşuyor. Filmde sadece seçim-kader ilişkisi açısından olaya bakılmamış çok daha karmaşık bir ilişki basite indirgenmeye çalışılmış. Zaman, mekan ve sizin dışınızdaki diğer insanlar ile onların seçimlerinin ortaya koyduklarını etraflıca ele alıp anlatabilmeyi başarmış görünüyor. Her seçimle faklı bir hayatı yaşarken insanın nelere evet dediği ve nelere hayır dediği dolayısı ile neleri kazanıp neleri kaybetmiş olabileceğini de Nemo karakteri üzerinden gözlemliyoruz. Yaptığı evlilikler, sahip olduğu çocuklar ve farklı yaşam tarzları ile bunlara şahit oluyoruz. İnsan tekrar seçim hakkına sabip olunca ne yapar? Evet en iyi olan hayatı yaşamaya çalışır ve en doğru seçimi yapmak için tekrar dener diye düşünüyoruz ama nedir iyi yada doğru olan? Filmde insanların yeniden aynı şansa sahip olsa ve bundan zarar göreceğini bilse bile aynı şeyi seçebileceği gerçeğini de yan karakterlerle görüyoruz. Bu olgu, insanların seçim yaparken sadece basit bir var-yok, faydalı-zararlı, iyi-kötü denklemi ile hareket etmediğini duyguların da işin içinde hatırı sayılır derecede var olduğunun kanıtı gibi. Nemo’nun yapmaya çalıştığı şeyin onun için en iyi olanı bulmaya çalışmak olduğunu düşünürken bir aşk hikayesinin de içinde buluyoruz kendimizi. Aşk evrendeki en güçlü duygu dedirtiyor bize. Tekrar seçim hakkına sahip olunca çok daha iyisini mi yapacağız sorunun cevabı 2009 yapımı, senaryonun da sahibi Jaco van Dormael’in yönettiği filmimize göre herkes için farklılık arzediyor. Yaşanan hayatlar farklı olsa da seçimlerin aynı anlamı taşıyacağı da film içinde yaşlı Nemo tarafından dile getiriliyor. Yani seçmek bizim için bir “anlamlandırma”. Kendi hayatlarımızda yaptığımız seçimlerimizin benzerliği ile filme kapılmışken Nemo’nun ölüm saatinde kendimizi buluyoruz. Tam ölüm saati geldiğinde Nemo için zaman duruyor, Nemo’nun nefesi kesiliyor ve gözleri kapanıyor. Nemo öldü ama sonra gözlerini açıyor ve hayatındaki ilk seçimini yapmak zorunda kaldığı o tren istasyonuna yani 9 yaşındaki haline geri gitmeye başlıyor. Belki yeniden seçim yapabileceğinden belki de kafası karışıkken olan biteni anlamaya başladığından; yüzü gülerek zamanda geriye doğru gitmeye başlıyor. Belki de en iyiyi seçme çabası sonuç vereceğinden ve aradığı aşka kavuşacağından gülücükler kahkalara dönüşüyor. Filmimiz sonsuz olasıkların yeniden şekilleneceği o anı aklınızda bırakıp böylece bitmiş oluyor. Tekrar tekrar 117 yaşına kadar nasıl geldiğini de orada anlamış oluyoruz. Bu bir zamanda yolculuk ama madde ile zaman arasında tam Nemo’nun ölüm anında oluşan bilinmez bir sır var. Filmin önermesinin saklı olduğu sahne Nemo’nun kendisini filmin sonunda yeniden ve son kez 9 yaşında tren istasyonunda bulduğu an. Filmin başında anne yada babasını seçmesi gerektiğini düşünürken üçüncü ihtimali bize gösteren bu sahnede Nemo tren isyasyonuna dik bir yoldan tek başına gitmeye başlıyor. Yani anne yada babasından hiçbirisini seçmemiş oluyor. Bu sahne film içinde geçen bir cümle ile daha anlamlı “Seçim yapmadığın sürece, kalan olasılıkların hepsi mümkündür.” Bu anlam ile “filmi tekrar izlemeliyim” diyerek kendi hayatınızdaki seçimlerimizle başbaşa kalıyoruz. Herkese anlamlı seçimler, iyi seyirler diliyorum. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 77 gezelimgörelim EFSANE GÜZELLER İLE KALKAN’DA HAFTASONU! Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Dünyaca Ünlü Patara Sahillerine Tepeden Bakan, Ormanın İçine Yuvalanmış Tamamen Doğayla Baş Başa Bir Sanat Eseri.. talarına bile restaurant, restoran.. vb isimler verilirken. Bu isim ve yarattığı ironi hoşuma gitti. Gözlerimi manzaradan alamazken, duvarlardaki efsane güzeller dikkatimi çekti. BB, Audrey Heupborn, Norma Jean (MM), Grace Kelly, Bette Davis. Gökyüzünden Patara’yı seyrederek büyülendiğim Locanda’dan ayrılmak istemezken, odama doğru Geçen hafta sonu derinlemesine dinlenebildiğim çok özel ve güzel bir yer keşfettim! Ankara ve İstanbul’dan her gün uçakla gidilebilen uluslar arası Dalaman havalimanına indikten 1 saat sonra dünyaca ünlü Patara sahillerine tepeden bakan, ormanın içinde tamamen doğayla baş başa bir sanat eseriyle karşılaştım. Burayı tanımlamak zor, çünkü çok boyutlu bir güzellik. Ana yoldan ayrılıp, vahşi ormanın içinde tepelere doğru tırmanmaya başladığınızda, “nereye gidiyorum?, doğru yolda mıyım?..” gibi sorular kafanızdayken, dev ağaçların serinliği ve başdöndüren orman çiçekleri kokularıyla ilerliyorsunuz. Yeşilin her tonunu görerek, tepeye tırmandığınızda ağaçların arasında taş bir binaya ulaşacaksınız. Taş binanın arkasındaki düzlüğe arabayı parkedip indiğimde, “aman Tanrım! Yok böyle bir güzellik! Patara kumsalı boylu boyunca ayaklarınızın altında… Gözlerimi bu güzellikten alamazken, mis gibi bir Türk kahvesi geliyor. Kahve fincanındaki estetikle algılamaya başladığım çok özel bir mekandayım. Locanda’dayım. J (İngilizce okuyun, lokanta!) Geleneksel Kasaba lokan78 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Sadelik, masumiyet ve zerafetin bileşimiyle, kusursuz kuğu boynunu anımsatan zarif terasında, gece onun içi yıldız dolu siyah gözlerini anımsatan gökyüzünü izleyebileceğiniz özel bir yer, Audrey Hepburn. yönlendirildim. Biraz ilerde sağ yanda işte odanız dedikleri yere baktığımda hayranlıkla çakılıp, kaldım. Patara’ya bakan tamamen cam bir duvarın arkasında, sanatsal bir tasarımla oluşmuş, tablo kadar güzel oldukça geniş studyo tipi bir villa, Bette Davis. Tüm eşyalar, renkler ve objeler efsane bir güzel düşünülerek tasarlanmış, hersey onun için seçilmiş. Merkezde ve tepedeki en görünür villa, sereserpe, doğal umursamaz ve kendinden, güzelliğinden emin, başka güzelliklerin tadını çıkarmak üzere (Patara sahili)yerleşmiş.., “Ve Allah kadını yarattı!” filmindeki BB’u hissedeceğiniz, Brigitte Bardot! Daha yanda ilerde gözlerden uzak bir başka görkemli efsane, Norma Jean. Sadece bu villa da aynanın kenarında ve sadece bir koltukta,villaya ilham veren efsanenin görselliği de yansıyor. Efsane MM.. Garace Kelly, kusursuz güzelliğin sadelikle yansıdığı renklerin bile onu yansıttığı bir başka mükemmel oluşum. Gökyüzünün simsiyah zemininde bu kadar çok ve parlak yıldız olduğunu hayal etmek bile zor. Gaz lambalarıyla ve mumlarla aydınlatılan, ışık kirliliği olmayan bu yerde gece yıldızlar… Locanda’da dünyaca ünlü bir şefin sizin için hazırladığı muhteşem lezzetler. Portakalın, ızgara yapılmış taptaze deniz balığına bu kadar yakışacağını, ahtapot ızgaralarının “İspanyol” halinin böyle bir lezzet bombardımanı yaratacağını düşünmezdim. Efsane güzellerle; estetik, sanat, güzellik, hoşluk ve konforun doğayla buluştuğu yerde, hiç plastik görmeden yöresel unsurların kalite olarak yansıdığı bu yerde tamamen doğanın seslerinde derinlemesine dinlenip, Kalkan’ın turkuaz maviliklerinde kaybolarak yüzmek ve sonra 1 saat uçarak Ankara’ya dönmek… Galiba fazla film seyredip, rüya gördüm!.. Yöreye ait taşlar ve ağaçlardan yapılmış, biri diğerini görmeyen, doğaya gömülmüş olarak içinde yaşadığın ortamın her noktasından dünyanın en güzel manzarasını seyrederek kalabileceğin villalar (odalar) mevcut. SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 79 kitap HEMŞİRELİK ANILARI 2003 yılından itibaren Türkiye sağlık sisteminin ve sağlık harcamalarının gelişimini (1.bölüm), Türkiye ilaç sektörünün değerlendirilmesini (2.bölüm), 2002-2014 Döneminde Türkiye ilaç sektörünü etkileyen gelişmeleri (3. bölüm), Türkiye’de ilaç finansmanı, fiyatlandırma ve geri ödemesi sistemini (4. bölüm), Türkiye ilaç harcamalarının gelişimini (5. bölüm), ilaç sektör analizini (6.bölüm) ve ilaç sektörünün stratejisi ve hedeflerini (7. bölüm) bulmak mümkündür. “Türkiye İlaç Sektörü Analizi” kitabı ile Türkiye’deki ilaç sektörü ve finansmanı ile ilgili önemli bir boşluğun doldurulacağını, ilaç sektörünün mali boyutunun daha iyi anlaşılacağını, tüm ilgililerin daha sağlıklı analiz yapacağını ve karar alma noktasında olanlara da yardımcı olacağını düşünüyorum. Yazarlar: Bu vesile ile çalışmanın daha sonra yapılacak ileri araştırmalara rehberlik etmesiProf.Dr. Cengiz Yakıncı ni temenni ediyorum. Doç. Dr. Şafak Dağhan Yayınevi: Akademisyen Kitabevi OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE YARATICILIK VE GELİŞTİRİLMESİ Yüzyıllar boyunca güzel sanatlar ile iç içe geçmiş bir kavram olarak ele alınan yaratıcılık, günümüzde özellikle erken çocukluk döneminde bilişsel yeteneklere olan olumlu etkisiyle, birçok araştırmaya konu olmaktadır. Peki, nedir yaratıcılık? Zekâ gibi geliştirilebilen bir şey midir? Yaratıcılık doğuştan mı gelir, yoksa zamanla gerekli egzersiz ve çalışmalarla desteklenebilen bir şey midir? Çevre, okul ve ebeveyn tutumları yaratıcılık becerileri üzerinde etkili midir? Etkiliyse, bu etkileri pozitif ya da negatif biçimde kontrol altına almak mümkün müdür? Yaratıcılığı geliştirmek için neler yapılmalıdır? Yaratıcılığı geliştirirken zekâ da gelişebilir mi? Yazar Adı: Z. Deniz Aktan Sayfa Sayısı: 142 Baskı Yılı: 2015 Tüm bu soruların karanlığına bir ışık tutmayı planlayan bu kitabın amacı; yaratıcılık becerilerini geliştirmeye yönelik çeşitli faaliyetleri okuyucuya tanıtmak, bu faaliyetlerin öğretmenler ve ebeveynler tarafından nasıl hazırlanacağını anlatmak ve yaratıcılığı geliştirmeye yönelik faaliyetleri kâğıt ve kaleme dahi ihtiyaç duymadan günlük hayata dâhil etmeye yardımcı olmaktır. 10 ADIMDA MUTLU HAYAT Mutlu bir hayat sürme konusunda başkalarıyla olan etkileşim ve ilişkilerimiz kritik rol oynasa da, birincil önceliğimiz kendimizle iyi bir ilişkiye sahip olmak olmalıdır. Eğer özsaygıdan yoksunsak, dışarıya, başka insanların tanımak ve güvenmek isteyeceği bir insan görüntüsü yansıtmamıza olanak yoktur. İyi bir özgörünüm yaratmak ve bu görüntüyü dış dünyaya yansıtmak, başarı ve mutluluğumuz konusundaki en önemli unsurdur. Yazar Adı : Dale Carnegie Sayfa Sayısı: 296 Baskı Yılı : 2015 Yayınevi : Nemesisi Kitap 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015 Kendinize inanın! Kabiliyetlerinize inancınız olsun! Kendi güçlerinize duyacağınız mütevazı ve bir yandan da makul güven olmaksızın, başarılı ya da mutlu olamazsınız. ‘10 Adımda Mutlu Bir Yaşam’ mümkün!