sayi 43 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 43 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı
Adana Milletvekili
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
TIBBİ CİHAZ Sektörü
Büyüyor ve Gelişiyor
Sağlık ve İnsan Dergisi olarak kapak konularımıza apayrı bir önem
veriyoruz. Sağlık Bakanlığı işbirliği ile hazırladığımız kapak konularımıza
üniversitelerimiz, sektör paydaşları ve çeşitli ilgili kesimler katkıda bulunuyor. Böylelikle ortaya sağlığın her paydaşının faydalanabileceği güncel,
kapsamlı ve ilgi çekici kapak konuları çıkmış oluyor.
Temmuz 2015 sayımızın Kapak Konusu sağlık alanının vazgeçilmezlerinden olan TIBBİ CİHAZ alanına ayrıldı. Sağlık Bakanlığı İlaç ve Tıbbi
Cihaz Kurumu Başkanı Prof. Dr. Özkan ÜNAL’ın konu ile ilgili yazısını ilgi
ile okuyacaksınız. Tıbbi cihaz sektörünün önemli kuruluşlarından olan
Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) Genel Başkanı Metin
DEMİR Tıbbi Cihaz Sektörünün 2018 ve 2023 hedeflerini kaleme aldı. Yine
tıbbi cihaz üreticilerinin çatı organizasyonu olan Tüm Tıbbı Cihaz Üretici
ve Tedarikçileri Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) Genel Başkanı Kemal
YAZ tıbbi cihaz satış, reklam ve tanıtım yönetmeliği ile sektörün neler
kazanacağını aktardı. Av. Elvan Sevi FIRAT’ın yazısı da bu hususta önemli
bilgiler içeriyor. “Sektörden” sayfalarımızı da bu sayıda daha çok tıbbi
cihaz alanındaki yeniliklere ayırdık.
Son yıllarda ülkemizin başını ağrıtan en önemli sorunlarından biri de
uyuşturucu ve madde bağımlılığının giderek yaygınlaşması. Bu konuda
son 1 yıldan bu yana çok önemli çalışmalar yapılıyor ve adımlar atılıyor.
Bizzat Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun takibinde, Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı (UMAEP) kapsamında yürütülen çalışmalarda somut
adımlar da atılmaya başlandı. Bu kapsamda Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı “ALO 191” hizmete açıldı. Ayrıca bu konunun takibi
ile ilgili görev yapacak Narko Timlerin görev yapacakları illerin sayıları da
giderek artırılıyor. Bu konu hakkındaki haberleri Temmuz sayımızın hemen
ilk sayfalarında bulabileceksiniz.
Bu sayımızın önemli bir konusu da Organ Nakli oldu. Dergimizde, hayati
önem taşıyan bu konu ile ilgili farklı ve önemli haberler ve açıklamalar
bulabileceksiniz.
Röportaj, Sağlığımız İçin, Analiz, Bilim ve Sağlık, Dijital Sağlık, Sağlık ve
Güzellik, Film ve Gezelim Görelim bölümlerimiz yine dopdolu.
Sağlığın her alanında çalışan, yaşayan, insan sağlığına emek veren herkesin emeğine açık olan dergimizde oldukça nitelikli çalışmalar yer alıyor ve
özenle hazırladığımız sayfaları beğenileriniz bize gurur veriyor.
Hep daha güzel sayılarda buluşma dileğimizle Ramazan Bayramınızı
tebrik ediyor; sağlıklı ve huzurlu bir yaşam diliyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
/saglikinsandrg
Yıl: 4 Sayı: 43 • TEMMUZ 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
Ayşe Aydın
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54
Basım Tarihi: Temmuz 2015, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
04
Uyuşturucuya Karşı ‘Alo 191’
Türkiye’nin Büyüyen Sektörü:
08 Tıbbi Cihaz
34 Glüten ve Glüten İlişkili Hastalıklar
54
Yaz Mevsiminde Sizi Bekleyen
Tuzaklara Düşmeyin!
42
Kilo Kontrolünde Son Nokta
70
Botox ile İlgili
Merak Ettiğiniz Her Şey
78
GezelimGörelim: Kalkan
haber
UYUŞTURUCUYA KARŞI ‘ALO 191’
‘Alo 191’ Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı Hizmete Girdi
Uyuşturucu ile Mücadele Danışma
ve Destek Hattı “ALO 191” düzenlenen törenle hizmet vermeye başladı. Programa Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç, Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik,
Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay
Kılıç ve TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Prof.
Dr. Necdet Ünüvar katıldı. Program
öncesi uyuşturucu ile mücadele konusunda kısa bir film izlendi.
Başbakan Yardımcısı Arınç yaptığı
konuşmada, “İki konuya öncelikle
teşekkür etmek istiyorum. Bir tanesi
bu açılış toplantısına, parlamentomuzdaki yeni milletvekillerimiz çok
önem gösterdiler, içlerinde doktorlar,
eczacılar var. İkincisi, gerek birey, gerek toplum için çok önemli bir konu
uyuşturucu ile mücadele, değerli basınımız da bu açılışına destek verdi.
Geçtiğimiz Eylül ayından bu yana ka4
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
deme kademe uyuşturucu ile mücadele konusu gündemimize gelmişti.
En son Kasım ayında yaptığımız şura
toplantısıyla kademe kademe her
bakanlığımız üzerine düşen görevi fiilen yerine getirdi” şeklinde konuştu.
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ise, önümüzdeki süreçte uyuşturucu ile mücadelenin çok daha
farklı boyutlarla devam edeceğini
belirterek, “Avrupa’ya baktığımızda
dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımızda uyuşturucu ile mücadele ve
muhataplıkta Türkiye önemli bir noktada. Görev ve sorumluluklarımızı
başarabilirsek sigarayla mücadelede
yakaladığımız başarıyı bu alanda da
gerçekleştireceğiz. Yeter ki toplumun
güvenini sağlayalım, yeter ki toplum
güçlü bir biçimde sahiplensin.” ifadelerini kullandı.
Önümüzdeki süreçte sağlıklı yaşam
kültürünün teşviki ile ilgili yeni bir
eylem planı hazırladıklarını belirten
Müezzinoğlu, sağlıklı bir toplum olabilmenin temel dinamiklerinin güçlendirilmesiyle uyuşturucu ile olan
mücadelenin kolaylaşacağını ifade
etti.
Öncelikli Hedef Gençler
Uyuşturucu ile Mücadele Danışma
ve Destek Hattı; önleme, tedavi ve
rehabilitasyon mekanizmalarını destekleyerek güçlendirecek şekilde düzenlenmiştir. Öncelikli hedefi maddeyle tanışmamış kişilerin (özellikle
gençlerin) hem de madde kullanımı
olan ancak bağımlı hale gelmemiş
bireylerin korunmasıdır.
Danışma Hattı’nın hedef kitlesi:
• Çevresinde hiç kimsenin madde
kullanmadığı, yine de aile bireylerinin ileride de madde kullanımıyla hiç tanışmamaları için neler
yapabileceklerini öğrenmek isteyenler,
• Yakınlarından bir veya birkaçının
henüz madde kullanıp kullanmadığını bilmeyen ancak bunların riskli gruplarla birlikte olması
sebebiyle kullanma durumlarını
nasıl tespit edeceğini öğrenmek
isteyenler,
• Ailelerinde veya yakın çevrelerinden birilerinin madde kullandığını
ve bunlara nasıl yardımcı olabileceğini öğrenmek isteyenler,
• Kendisi madde kullanıcısı olup bırakmak isteyenler,
• Kendisi madde kullanıcısı olup o
an madde almadığı için yoksunluk
yaşayanlar,
• Madde kullanımını bırakıp tedavi
sonrasında çeşitli sıkıntı yaşayanlar,
• Uyuşturucu madde etkisinde ciddi
sağlık problemi yaşayan kişilerin
yanındakiler acil yardım almak için
bu hattı arayabilecek.
Danışma hattında çalışan personelimiz yukarıdaki her türlü duruma
yönelik bilgi sahibi olabilmeleri ve
doğru müdahale edebilmeleri amacıyla profesyonel bir eğitimden geçirilmiştir.
Eğitimler ülkemizde madde bağımlılığı alanında çalışan Psikiyatri uzmanı, halk sağlığı uzmanı, iletişim uzmanı gibi akademisyenler ile emniyet
personeli ve ilgili kurumlardaki uzmanlardan oluşan 40 kişilik bir ekip
tarafından verilmiştir.
Eğitim programı teorik ve pratik olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur.
Teorik kısımda yeterli teknik bilgi
kazandırılmış, pratik uygulamalar sayesinde de etkili danışmanlık hizmetinin nasıl verileceği öğretilmiştir.
Çağrı merkezi yazılımı ve takip programı oluşturulmuştur. Arayan kişilerin kimlik bilgileri alınmadan kişi
tarafından verilen bilgiler yazılıma
işlenmekte ve talebine uygun hizmet
sağlanmaktadır.
alacak, 2. Grup danışmanlık hizmeti
sunacak. Bunlarda kendi içinde hafif
ve zor vakaları yönetecek şekilde ayrılmıştır. Zor vakalara müdahale edecek Grup aynı zamanda arayan kişiye
dönüş yaparak destek olacaktır.
Arayan kişinin ihtiyacına yönelik operatörlerin irtibata geçeceği birimler
(Sosyal uyum merkezi, aile hekimleri,
psikiyatri klinikleri, AMATEM, işkur birimleri, sosyal yardımlaşma vakıfları,
belediyeler, narkotimler ve diğer kolluk birimleri vs.) sisteme tanımlanmış
olup gerektiği durumlarda, konu
hakkında görevlendirilmiş kişilerle
irtibata geçilmektedir.
Danışma hattı yazılımında sık sorulan
sorular ve verilecek cevaplar hazır
metin olarak yer almakta olup vaka
değerlendirilmesi de buradan yapılabilmektedir.
Danışma hattımızda 30’u çözümleyici, 100’ü çağrı personeli olmak üzere
toplam 130 kişi görev yapacaktır. Görev yapacak personel sosyolog, psikolog, çocuk gelişim uzmanı, hemşire gibi sağlık profesyonelleri ile diğer
fakülte mezunlarından oluşmaktadır.
Danışma hattında görev yapan operatörler 2 gruba ayrılmıştır. 1. Grup
doğrudan çağrıyı karşılayıp 182
üzerinden kliniklerden randevuyu
Özellikle ciddi bağımlı olan ve acil
durumlarla ilgili çağrılar doğrudan 2.
Gruptaki zor vakaları yöneten operatörlere yönlendirilecek, ihtiyaca göre
112, 155 veya ilgili tedavi klinikleriyle
irtibat sağlanmaktadır.
Hattımız canlı mesajlaşma ve görüntülü görüşme için hem yazılım hem
de donanım için hazır hale getirilmiş
olup operatörler yeterli tecrübeyi kazandıktan sonra (bu süre tahminen 6
aylık bir süredir) bu hizmeti vermeye
başlayacakdır.
Danışma hattımızın tedavi sonrası
sosyal uyum süreçlerini de takip etmesi hedeflenmektedir.
Özellikle irtibatta olacakları birimlerin (tedavi klinikleri, denetimli serbestlik büroları vb.) işleyiş şekilleri ve
süreçleri hakkında yerinde gözlem
yapma şansı yakalayarak doğrudan
bilgi sahibi olmaları sağlanmıştır.
Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve
Destek Hattı’nda gelinen Nokta
Danışma Hattı için 191 kısa numarası
tahsis edilmiş olup 7/24 esasına göre
çağrı karşılanmaya başlanmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
5
haber
NARKOTİMLER 18 PİLOT İLDE DAHA
GÖREVE BAŞLAYACAK
Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı (UMAEP) kapsamında 18 pilot ilde daha
narkotimlerin göreve başlayacağı bildirildi.
Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem
Planı (UMAEP) Yıllık değerlendirme
toplantısı, Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu Başkanı Necdet Ünüvar’ın
başkanlığında gerçekleştirildi. Ünüvar, Türkiye Halk Sağlığı Kurumunda
düzenlenen toplantı öncesi gazetecilere UMAEP kapsamında yapılan ve
devam eden faaliyetlere ilişkin bilgi
verdi.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu toplantı
salonunda yapılan toplantıda konuşan Ünüvar, uyuşturucunun sadece
Türkiye’ de değil, dünya içinde büyük
bir sorun olduğunu belirterek, “Türkiye nüfusu genç bir ülke, nüfusun yarısı 30 yaşın altında. Türkiye’de bu rakamlar Batıya kıyasla düşük olmasına
rağmen bir takım tedbirlerin olması
gerekiyordu” diye konuştu.
Ünüvar, Türkiye’deki uyuşturucu kullanım rakamlarının düşük olmasına
karşın acil eylem planına neden ihtiyaç duyulduğuna ilişkin, “Türkiye iki
6
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
açıdan risk altında birincisi Birleşmiş
Milletler Suç Ofisinin resmi verilerine
göre, yasa dışı afyon üretiminin yüzde 92.6’sı Afganistan’da üretiliyor ve
bu afyonun önemli geçiş güzergahlarından birisi Türkiye. İkincisi de Türkiye genç bir ülke, nüfusunun yarısı
30 yaşın altında. Hem genç bir nüfus
hem de geçiş güzergahında olması sebebiyle Türkiye’de bu rakamlar
Batı’ya göre oldukça düşük olmasına
rağmen birtakım tedbirlerin alınması
gerekiyordu” diye konuştu.
Uyuşturucuyla mücadele acil eylem
planı öncesindeki çalışmalar hakkında bilgi veren Ünüvar, 1. Uyuşturucu
ile Mücadele Şurası’nın yapıldığını
anımsattı. Eylem planı kapsamında
yapılan mevzuat düzenlemeler konusunda kısa, orta ve uzun vadeli
hedefler alındığına dikkati çeken
Ünüvar, “Kısa vadeli hedef 2014’ün
sonuna kadar, orta vadeli hedef
2015-2018 sonuna kadar, uzun vadeli
hedef ise 2018-2023 arasını kapsıyor.
Uzun vadeli hedef, 2023’e Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına ulaştığımız
vakit uyuşturucu meselesinin marjinal, yani toplum tarafından konuşulmaya değer atfedilemeyecek bir
problem zikredilecek bir boyuta getirilmesidir” şeklinde konuştu.
Sınır kapılarında uyuşturucu mücadelesi, Eylem planı kapsamında arz
ile mücadele faaliyetlerinde önemli
mesafeler alındığını, İçişleri Bakanlığının çeşitli birimleri, Emniyet Genel
Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
başta olmak üzere Adalet Bakanlığı,
Gümrük Müsteşarlığının gümrük ve
sınır kapılarında önemli mücadele
içerisinde olduklarını belirten Ünüvar, “2006’dan bu yana sınır kapılarımızda yakalanan uyuşturucu miktarı
bütün Avrupa Birliği ülkelerinin
toplamından daha fazla. Hatta son
2 yılda Avrupa Birliği ülkelerinin
toplamından 2 kat daha fazla diye
biliyorum. Dolayısıyla sınır kapılarında uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili çok
ciddi faaliyetlerde bulunuluyor” diye
konuştu.
18 İle Daha Narkotim Geliyor
18 ile daha narkotim geliyor Sokaklardaki uyuşturucu maddelerin dolaşımıyla ilgili eleştiri aldıklarını anlatan
Ünüvar, bu eleştiriyi gidermek adına
İçişleri Bakanlığı tarafından narkotim
projesinin hayata geçirildiğini söyledi.
Narkotimin, İstanbul, Ankara, İzmir,
Bursa, Adana, Mersin, Antalya, Konya, Diyarbakır, Samsun ve Erzurum
olmak üzere 11 pilot ilde, 11 Aralık
2014’te hayata geçirildiğini hatırlatan Ünüvar, şöyle konuştu: “Özel bir
eğitim aldılar. Bunlar boyu posu, iletişim yeteneği yüksek polis memurlarından oluşuyor. Zamanla psikolog,
sosyolog gibi sosyal alanda yetişmiş
arkadaşlarımız da narkotimlere geçecek. Bunu özellikle Sayın Başbakanımız talimatlandırdı ve konuyla ilgili
İçişleri Bakanlığımız çalışıyor. Bunun
çok başarılı olduğunu çok net olarak
ifade edebiliriz.”
Ünüvar, narkotimlerin 11 ilde yüksek
başarı gösterdiklerini ifade ederek,
“İkinci periyotta Gaziantep, Kocaeli,
Aydın, Balıkesir, Denizli, Elazığ, Eskişehir, Hatay, Kayseri, Malatya, Ma-
nisa, Osmaniye, Sakarya, Şanlıurfa,
Tekirdağ, Trabzon, Van, Yozgat olmak
üzere 18 ilde yakında ikinci etap narkotim faaliyetleri başlayacak” dedi.
Narkotimlerin sahada “ciddi” ölçüde
caydırıcı rol üstlendiğini kaydeden
Ünüvar, “11 Aralık 2014’ten 24 Haziran 2015’e kadar olan rakamlarda
gramaj olarak geçmişteki gramından
daha az bir yakalama var ama delil
anlamındaki adet olarak yüzde bin
234’lük bir artış var. Dolaşımlarda ilgili etkin ve aktif rol aldığını söyleyebilirim. Sokağa nüfuz etmiş durumda”
şeklinde konuştu.
Sağlık Bakanlığı ve Yeşilay’ın talep ile
mücadelede faaliyetlerini anımsatan
Ünüvar, 10 adet yeni ANATEM ve ÇEMATEM kurulması için özel izin alındığını söyledi.
Bu yıl sonuna kadar planlanan ve
yürütülen faaliyetleri aktaran Ünüvar, “Uyuşturucu ile mücadele eylem
planı aktif bir şekilde uygulanması
ve takibi yapılacak. Yüksek kurul yine
toplanacak. 2015 yılında uyuşturucu
ile mücadele de 2’nci şurasını yapacağız. Uyuşturucu ile ilgili mevzuat
biraz dağınık. Bunları bütüncül bir
şekilde ele alıp tarama çalışmasını
hayata geçireceğiz. Hayata geçirilecek ve 2014 -2018 dönemi uyuşturucu ile mücadele eylem planı devam
edecek, bu 3 yıllık olacak her yıl güncellenecek” diye konuştu.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
7
kapakkonusu
TÜRKİYE’NİN BÜYÜYEN SEKTÖRÜ:
TIBBİ CİHAZ
TC Sağlık Bakanlığı
İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı
gösteren firma sayısı, yeni ürün üretim kapasitesi ve pazar hacmi bakımından Türkiye’de hızla büyüyen ve
potansiyeli artan sektörlerden biridir
Tıbbi cihazlar sektörü, çok çeşitli
ürün ve teknolojileri kapsar. Hastalıkların teşhis ve tedavisi ile yaşam
kalitesinin yükseltilmesinde önemli
bir yere sahip olan tıbbi cihazlar; ileri
teknolojili ve geleneksel ürünler olarak gruplandırılabilir. İleri teknolojili
ürünler, tedaviye ve teşhise yönelik
kullanımlar için özel olarak dizayn
edilen nitelikli cihazlardan oluşurken,
daha geleneksel ürün pazarı ise çeşitli teşhis ve tedavi ürünlerini içerir.
Sektörde faaliyet gösteren firmalar
başta; ortopedi, tıbbi görüntüleme,
tıbbi gaz sistemleri, santrifüj, hastane bilgi sistemine yönelik donanım
ve yazılımlar, cerrahi aletler, kalp ve
damar cerrahisinde kullanılan tubing
set, kardiyopleji setleri, taş kırma
cihazları, ameliyat lambaları, anestezi cihazları, hasta başı monitörleri, elektrokoter, cerrahi aspiratörler,
röntgen cihazları, buhar ve kuru
hava sterilizatörleri olmak üzere farklı alanlarda üretim yapmaktadırlar.
Üretici firmalar ağırlık olarak; Ankara,
İzmir, İstanbul, Adana, Gaziantep ve
Samsun’da faaliyet göstermektedir.
Prof. Dr. Özkan ÜNAL
Dinamik yapıya sahip olan tıbbi cihazlar sektörü, dünya genelinde
en hızlı gelişen sektörlerin başında
gelmektedir. Ticaret hacmi açısından dünya ekonomisinde önemli bir
yere sahip olan tıbbi cihazlar sektörü,
Türkiye sanayisi içindeki konumunu
güçlendirmesine karşın, üretim ve
iç talebin karşılanabilirliği açısından
hala istenilen noktaya ulaşamamıştır.
Genel anlamda tıbbi cihaz firmalarının üretimleri, ulusal imalat sanayinin
yüzde 0.83’ünü, istihdamın da yüzde
0.81’ini oluşturmaktadır. Uzmanlara
göre tıbbi cihazlar sektörü; faaliyet
8
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Kurumu’nun desteklemiş olduğu
strateji ve politikalar ile tıbbi cihaz
sektörünün sağlık teknolojilerindeki
payının artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemizde üretim
yapan sanayiciler ile üniversiteler ve
sivil toplum örgütleri güçlü bir iş birliği içinde hareket ederek, sektörün
2023’de öngörülen ihracat hedeflerine ulaşması, sorunların çözümünün
kolaylaştırılması, kullanılan tıbbi cihaz kalitesi, güvenliği ve etkinliğinin
artırılması, Ar-Ge çalışmalarının uluslararası alanda rekabet edebilecek
seviyeye taşınması, tedaviye erişimin
hızlandırılması, etkin piyasa gözetim
ve denetiminin sağlanması amacı ile
mevzuat çalışmaları yürütülmektedir.
Üniversitelerde yetişen araştırmacıların tıbbi cihaz sektörüne katkısı kesinlikle yadsınamaz. Bu nedenle Türk
bilim insanlarının tıbbi cihaz endüstrileri ile ilişkili küresel araştırmalara
entegrasyonunun ve araştırmacıların uluslararası büyük ölçekli araştırma merkezlerindeki faaliyetlere
katılımının sağlanması önemlidir. Bu
bağlamda, akademisyenlerin bağlı
oldukları kurum ve kuruluşlar haricinde sektörün gelişimine yönelik
çalışmalarını teşvik eden düzenlemeler yaparak kamu, Üniversite ve özel
sektör arasında işbirliği ve koordinasyonun güçlendirilmesi hedeflerimiz
arasındadır.
Ürün kalitesi ve güvenilirliğin takibi,
etkin piyasa denetiminin artırılması,
hasta güvenliğinin sağlanması ve tıbbi cihaz ile ilgili strateji oluşturulması
açısından Ürün Takip Sistemi (ÜTS)
projesi çalışmalarımız devam etmekte olup, tıbbi cihazların ürün takip
numarası ile tekil bazda takibi yapılması hedeflenmektedir. Kurumumuz
tarafından vücuda implante edilen
tıbbi cihazların hasta üzerindeki
etkilerinin takip edilmesi ve kıyaslanması da ÜTS ile yapılacaktır. Söz
konusu ürünlerin etkileri izlenerek
kalite standartlarını sağlamayanlar
geri ödeme sisteminden çıkarılacak
ve elde edilen raporlar kamuoyu ile
paylaşılacaktır.
Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan 10. Kalkınma Planı kapsamında yayınlanan Sağlık Endüstrilerinde
Yapısal Dönüşüm Programı Eylem
Planında yer alan “Tıbbi Cihaz Sektör
Stratejisi Belgesi” Kurumumuz tarafından taslak olarak hazırlanmıştır.
Bu belgede belirlenen eylem planlarından bir tanesi, tıbbi cihaz üreticilerimizin üretim yetkinlik haritasının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu
kapsamda tıbbi cihaz üreticilerinin
üretim ve ar-ge kapasitesi, nitelikli
eleman istihdam durumu, teknoloji
yetkinlik durumu belirlenerek ülkemizde üretilebilecek stratejik ve katma değeri yüksek ürünlerin üretimi
sağlanacaktır. Böylece ülkemizdeki
tıbbi cihaz alanındaki cari açığın önüne geçilmesi hedeflenmektedir.
Ülkenin ihtiyaçları doğrulusunda gerekli ihtiyaç planlamaları yapıldıktan
sonra öncelikli alanlar belirlenecek
ve Sağlık Bakanlığı’nın önerileri doğrultusunda TÜBİTAK çağrıları belirlenecektir. Kamu Kurum ve Kuruluşları
tarafından verilen destek programları
incelenerek özellikle riskli sınıfa sahip
ve katma değeri yüksek tıbbi cihazların ülkemizde üretilebilmesi için yeni
destek programlarının geliştirilmesi
çalışmalarına katkı verilecektir.
Destek ve teşviklerin sektörün gelişimine etkisinin değerlendirilmesi ve
mevcut destek ve teşvik sistemlerindeki eksiklik ve yetersizliklerin tespit
edilmesi ve düzeltilmesi için “Kamu
destek programlarının ilaç ve tıbbi
cihaz sektörlerine ilişkin sonuçlarının
takip edilebilmesi ve değerlendirilebilmesi için bir sistem oluşturulacaktır” eylem planı kapsamında verilen
destek ve teşviklerin sonuçlarının izlenmesi sağlanacaktır. Ayrıca Kurumumuz web sayfasında farklı kurum ve
kuruluşlarca verilen destek ve teşvikleri gösteren “Teşvik bilgilendirme platformu” oluşturularak sektörün teşviklerden haberdar olması sağlanacaktır.
Tıbbi Cihazlarla ilgili veri birliğinin
sağlanması için ilgili kamu kurum ve
kuruluşları ile işbirliği yapılması plan-
lanmaktadır. Veri birliğini sağlamak
amacıyla “Sağlık Endüstrileri Yönlendirme Komitesi” oluşturma çalışmalarımda son aşamaya gelinmiştir.
Veri tabanlarının birbirleri ile uyumlu
çalışabilmesinin sağlanması kapsamında ortak bir veri paylaşım platformu oluşturulması planlanmaktadır. Ayrıca ÜTS projesi kapsamında
farklı kamu kurum ve kuruluşlarına
ait tıbbi cihazlarla ilgili verilerin standardizasyonu ve ilgili kurumlardaki
GTIP-MEDULA-TITUBB-MKYS veri tabanlarının birbirleri ile uyumlu çalışması yönünde entegrasyon çalışmaları yapılacaktır.
Tıbbi cihazların piyasaya arz edilmeden önce yönetmelik gerekliliklerine
göre yapılması zorunlu olan ve piyasaya arz sonrası piyasada güvenli
ürün dolaşımının sağlanması için
yapılan denetimlerde de gerekli olan
testlerin, Türkiye’deki hangi laboratuarlarda yapılabildiği bilgisini içeren
bir web yazılımı hazırlanarak tıbbi
cihazlara yapılan tüm testlerin ortak
bir platform üzerinde görülebilme
imkânı sağlanacaktır.
Sağlık Bakanlığı bünyesinde Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü Yatırım Modelleri Daire Başkanlığı kurulmuş ve
Sanayi İşbirliği (Offset) uygulamaları
ile ilgili mevzuatın hayata geçirilmesi
ile Off-Set alımları gerçekleşecektir.
Bu kapsamda ülkemizde üretimi olmayan tıbbi cihazların teknoloji transferi ile know-how bilgisinin ülkemize
getirilmesi sağlanacaktır.
Ülkemiz Avrupa Birliği (AB) müktesebatı gereği, ulusal mevzuatını AB
mevzuatına uyumlaştırmakla yükümlü olduğundan tıbbi cihazlarla ilgili yasal düzenlemelerin yasal
alt yapıları bire bir AB mevzuatıyla
uyumlaştırılmaktadır.
Buna göre tıbbi cihaz olarak tanımlanan tüm cihazlar piyasaya arz edilmeden önce uygunluk değerlendirme
işlemlerinden geçerek hasta, uygulayıcı ve üçüncü şahıslar için güvenli
ürün anlamına gelen CE İşaretini taşımak zorundadır. Tıbbi cihazlarda uygunluk değerlendirme işlemleri, üreticinin sorumluluğunda olup, sadece
mevzuat hükümlerine uygun olarak
uygunluk değerlendirme işlemlerine
tâbi tutulan ve şartları yerine getiren
ürünler piyasaya arz edilmektedir.
Tıbbi cihazlara ait klinik araştırmaların önemi son dönemde artmıştır.
Tıbbi cihaz klinik araştırmalarının
değerlendirilmesi için kurulan etik
kurullar ve devlet proje destekleri bu
konuya verilen önemi göstermektedir. Bu konuda “Tıbbi Cihaz Klinik
Araştırmaları Yönetmeliği” 6 Eylül
2014 tarihli ve 29111 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Ayrıca in vitro
tanı cihazları ile yapılan performans
değerlendirme çalışmaları ve doğrulama çalışmaları için yönetmelik hazırlıkları devam etmektedir.
Tıbbi Cihazların denetimi ile ilgili işlemler Kurumumuzun görev ve yetki
alanındadır. Tıbbi cihazlar, piyasaya
arz edildikten sonra Kurumumuzca
bunların piyasa gözetim ve denetimleri (PGD) yapılmaktadır. PGD çerçevesinde:
Ürünün piyasaya arzı veya dağıtımı
aşamasında veya ürün piyasada iken,
ürünün tabi olduğu teknik düzenlemeye uygun olarak üretilip üretilmediğini ve güvenli olup olmadığı
denetlenmekte, güvenli olmayan
ürünlerin güvenli hale getirilmesi
sağlanmakta ve gerektiğinde yaptırımlar uygulanmaktadır.
Kurumuzun Tıbbi Cihaz Uyarı sistemi birimi tarafından tıbbi cihazdan
kaynaklanan olumsuz olaylar takip
edilmektedir. Olumsuz olay bildirimleri; AB, FDA, DSÖ vb. kanallarından
alınmakta ve işlemler uluslararası boyutta çözümlenmektedir.
Türkiye tıbbi cihazlar pazarının 2015
yılında yaklaşık 3 milyar dolara ulaşması beklenmektedir. Küresel pazarda 32,6 milyar dolarlık ihracat rakamı
ile yüzde 20,2 ihracat payıyla ABD ilk
sırada yer alırken, Almanya 23 milyar dolarlık ihracat rakamı ve yüzde
14,2’lük payla ikinci sırada gelmektedir. Türkiye tıbbi cihazlar ihracatı
açısından Avrupa’da 18’inci, dünyada
ise 38’inci sırada yer almaktadır.
Gelişimini sürdüren Türkiye, henüz
küresel tıbbi cihaz ihracatında önemli bir noktada değildir. Ancak Türk
firmaları ve Türk ürünleri dünya pazarında yükselen bir değere sahiptir.
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu
olarak hedefimiz, 2023 hedefleri
doğrultusunda Türkiye’nin tıbbi cihaz sektöründe bölgesel merkez
olması ve Ülkemizde üretilen tıbbi
cihazların, tüm dünya pazarlarında
tercih edilen ürünler arasında ilk sıralarda yer almasıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
9
kapakkonusu
TIBBİ CİHAZ İHRACATINDA
2018 YILI HEDEFİ 2 MİLYAR DOLAR
2023 YILI HEDEFİ 5 MİLYAR DOLAR
Metin DEMİR
Türkiye Sağlık Endüstrisi
İşverenleri Sendikası (SEİS) Başkanı
Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri
Sendikası olarak, tıbbi cihaz sanayimizin gelişmesi, orta ve üstü teknolojik segmentlerde üretim yapabilir
olmak ve ihracat seviyemizi 2018 yılında 2 Milyar dolara ve 2023 yılında
5 Milyar dolara çıkarma hedefi için
çalışmaktayız.
Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu kararları ile Tıbbi Cihaz sektörü öncelikli
sektörler arasına alındıktan sonra tıbbi cihaz tüketimimizin %20 sini yerli
üretimle karşılama hedefi Onuncu
Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ülkemiz
politikalarına da girmiş ve bu hedefe
yönelik ekosistemin yaratılması için
eylem planları oluşturulmuştur.
10
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Sağlık harcamaları bütün dünyada
artarken, sağlık endüstrilerinde tüketici değil üretici olmak stratejik bir
karardır. Ülkelerin sağlık harcamaları
ile tıbbi cihaz ve ilaç üreticilerini destekleyerek tıbbi teknoloji alanında
üretime destek olmak ya da bu ürünlerin net ithalatçısı durumunu kabullenip bu kalemlere harcadığı bütçeyi
minimize etmek gibi iki politika ekseninden birini seçmekte olduğu görülmektedir. Tıbbi teknoloji alanında
ileride olan ABD, Japonya, Almanya
gibi ülkelerin sağlık harcaması, sağlık harcamalarının GSYH’ya oranı, bu
oran içinde tıbbi cihazlara ayrılan
oranlarda da OECD ortalamasının üstüne olduğu bilinmektedir. Tıbbi teknoloji alanında öncü bir üretici ülke
duruma gelmek için, tıbbi teknoloji
alanında üretim yapan şirketlerin
sermaye birikimi sağlamasına olanak
veren koşullar yaratarak, bu sermaye
birikiminin Ar-Ge’ye aktarılmasına
imkân sağlanması gerekmektedir.
Hem genel sağlık sigortası uygulaması, hem gelir artışına bağlı olarak
artan sağlık bilinci ve talebi ile ortalama yaşam süresi ve yaş ortalamasının giderek artması gibi nedenler
ile Türkiye’nin kişi başına sağlık harcamalarının artması beklenmektedir.
Artan bu sağlık talebinin salt ithalat
yolu ile karşılanmasının getireceği
yük bellidir. Bu nedenle sanayi politikalarında sağlık endüstrilerine verilen önem artmış, yatırımlara ve üretime teşvik ve destekler uygulamaya
konmuştur.
08/04/2015 tarihli ve 29320 sayılı
Resmî Gazete’de yayınlanan Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında
Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair
Karar kapsamında yüksek teknoloji
sanayi sınıfında yer alan ürünlerin
üretime yönelik yatırımlar, stratejik
yatırım kapsamında yer almış, sağlık
endüstrisi de sınıfta değerlendirilerek yerli/yabancı ayrımı yapılmak-
sızın tüm yatırımcıların ilaç üretimi
hususunda stratejik yatırımlardan
yararlanabilmesi sağlanmıştır. Söz
konusu karar ile ilaç ve tıbbi cihaz
sektörlerinde gerçekleştirilecek yatırımlar öncelikli yatırımlar kapsamına
alınmış olup 5. bölge teşviklerinden
yararlandırılacaklardır.
Tıbbi cihaz sektöründe üretimi desteklemek var olan üreticinin güçlenmesi ve üretimini bir üst teknoloji
segmentine taşımasını sağlamak
ve yeni yatırımların önünü açmak
için öngörülebilir bir iç pazar şartları gerekmektedir. Sektörümüzün
“geç ödemeler” sorunu kronik hale
gelmiştir. Kamu hastaneleri ve özel
hastaneler tıbbi malzeme ödemelerini SGK’dan 15 gün içerisinde avans
olarak almalarına rağmen bu hastanelerin tıbbi cihaz şirketlerine ödeme vadeleri 6 ay hatta 1 seneye kadar
uzamakta ve özellikle özel hastaneler
yüzde 40’lara varan iskontolar talep
etmektedir. Üniversite hastaneleri
ise çoğunlukla öngörülemez ödeme
vadeleri ile alım yaptıkları için pi-
yasa şartlarının üzerinde fiyatlar ile
rasyonel olmayan alımlar yapmaktadır. SGK’nın Tıbbi Cihaz şirketlerini
Medula’ya entegre ederek doğrudan
ödemelerini şirketlere yapmasını
sağlayacak düzenlemeler üzerinde
çalışılmaktadır.
Geç ödemeler sorunu dışında SEİS’in
Tıbbi Cihaz sektörünün ihracat amacına ulaşması için öncelik verdiği hedefleri şu şekilde özetlenebilir:
rine hastanelerin döner sermaye
paylarından ödedikleri hazine payında yerli malı kullanım oranları
kadar indirime gidilmesi gibi uygulamalarla teşvik edilmesi,
• Sağlık Teknolojisi Değerlendirme
ve Piyasa Gözetim ve Denetimin
aktif çalışması ve sektör temsilcilerinin bu kurumlarda aktif katılımının sağlanması,
ve Merkezi toplu alımlarda
• %8 -%18 olan KDV oranlarının tek • PPP
yerli malı alımının teşvik edilmesi,
bir KDV oranında birleştirilerek çö• S2B ve benzeri teknoloji transferi
zülmesi,
teknoloji envanteri çalışmala• Yerli ürünlerin dünya piyasaların- ve
rının
ulusallaşarak yaygınlaşması,
da ülke ve marka algısının yükseltilmesi
• Sanayi envanteri ve pazar duruilişkin verilerin toplanarak
• Offset uygulamaları ile teknoloji muna
yerli
üretici
ile paylaşılması,
transferinin sağlanması ve yerli
tıbbi cihaz üretiminin dolaylı ofset • Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
kapsamına alınması,
• Kamu
Hastanelerinde yerli malı
kullanımının teşvik edilmesi, KİK
mevzuatında düzenlendiği halde
amacına uygun şekilde uygulanamayan %15 fiyat avantajı ye-
Kurumu’nun yerli sanayi ile işbirliği içinde hareket ederek, sektörün
hedeflerinin gerçekleşmesi ve sorunlarının çözümü amacıyla yürüttüğümüz çalışmalara rehberlik
etmesi.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
11
kapakkonusu
TIBBİ CİHAZ ENDÜSTRİSİ İLE BİLİMSEL TOPLANTI
VE EĞİTSEL FAALİYETLERİN DESTEKLENMESİ
Av. Elvan Sevi FIRAT
teknolojiyi belirleyen ülkeler içinde
yer almak ve ülkemize sağlam bir
gelecek yaratabilmek için çalışılması
gerektiğini ifade ediyor.
Tıbbi cihaz sektörü özellikle 2007 yılından beri önemli yoğun şekilde hukuksal alt yapı değişiklikleri ile karşı
karşıya kaldı. Bakanlık ve Kurum bu
süreçte sektör temsilcilerinin görüşlerine “rağmen” hareket etme gayesinde olmadı diğer taraftan sağlık reformu, AB uyum planlanması, “global
bütçe” ihtiyaçları, sağlık sektörüne
bütünsel yaklaşımın bir felsefe olarak
devlet kurumları tarafından benimsenmesi ile sağlık sektörünün tüm
paydaşları açısından olduğu gibi tıbbi cihaz firmaları da değişen atmosferde zaman zaman zorluklar yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar.
Söz konusu olan sağlık sektörü olduğunda ar-ge faaliyetlerinin önü
açılmadan, klinik araştırmalar desteklenip teşvik edilmeden bilimsel
gelişimin ve sanayileşmenin de pek
ilerlemeyeceği ortada. Teknolojik gelişimin ancak bilginin yayılması, paylaşılması, açıklanması, uygulanması
ile ulaşılabildiğini uzun uzadıya tartışmaya da gerek yok. Peki bu paylaşım hangi platformda, hangi sürede
ve nasıl olacak? TITCK’in 2014 yılında
yürürlüğe koyduğu Tıbbi Cihaz Satış,
Reklam ve Tanıtım Yönetmeliği’nde
(“Yönetmelik”) tıbbi cihazların tanıtımı kapsamında bilimsel bilgilerin
yayılmasına da etki edecek düzenlemeler getirdi. Yönetmeliğin Bilimsel ve Eğitsel Toplantılar başlıklı 21.
Maddesi’nin yürürlüğü 1 yıl ertelenmiş olduğu için bu hükümde yer
alan düzenlemeler 15 Mayıs 2015
yürürlüğe girdi. Bu hükmün yürürlüğe girmesi ile birlikte ilaç sektörünün
bugüne kadar muhatap olduğu bilimsel ve eğitsel faaliyetlerin TITCK’e
bildirilmesi yükümlülüğü hayata
girmiş oldu. Tıbbi cihaz üretici ve ithalatçıları bir süredir bu yeni düzeni
değerlendiriyor ve uyum sağlamak
için şirketleri içinde gerekli önlemleri alıyor, hazırlıkları yapıyor. TITCK de
şirketlere bu hazırlıklar sırasında yol
gösterici olması için bir duyuru yayınlayarak 21. Maddenin uygulaması ile ilgili daha detaylı bilgi verdi ve
bildirim sisteminin çalışma esaslarına
ilişkin bir kılavuz yayınladı. İlgili belgeler birlikte incelendiğinde bu kuralların ilaç sektörün halihazırda tabi
olduğu kurallara göre biraz daha esnek olduğu da gözlemleniyor. Bu da
gelecekte aynı alanda biraz daha katı
kuralların gelebileceğini gösteriyor.
Türkiye’nin hızlı bir biçimde büyüyen
tıbbi cihaz pazarının, ithalat düzenlemeleri, ihale sistemleri ile ilgili değişiklikler, tıbbi cihaz ulusal bilgi bankasının kurulması (TITUBB), TAREKS
kapsamında cihazların güvenliğinin
incelenmesi, tıbbi cihazların satışı,
dağıtımı ve tanıtımına ilişki mevzuat değişiklikleri gibi farklı konularda
önlerine konulan yeniliklere adapte
olması çok kolay olmasa da bugüne
kadar başarılı bir süreç izlendiğini
gözlemleyebiliyoruz. Tabi ki sorunlar
olabilir, ancak bunların çözümü için
de gayret gösteriliyor.
T.C. Sağlık Bakanlığının desteği ve
Sağlık Endüstrisi İşverenler Sendikası
(SEİS) işbirliği ile TTGV ‘ye hazırlattırılan “Dünyada ve Türkiye’de Tıbbi
Cihaz Sektörü ve Strateji Önerisi” başlıklı raporda açıklandığı üzere tıbbi
cihaz sektörünün 2023 yılına kadar
önemli hedefleri var. Bu raporda yer
alan yazılarında, hem dönemin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof Dr. Nihat
Tosun hem de diğer Sağlık Endüstrisi
İşverenler Sendikası (SEİS) tıbbi cihaz
sektörü hedeflerine ulaşabilmesi için
üniversite ve ancak sanayi işbirliğinin
önemine değiniyor ve özel sektörün,
araştırma kurumlarının ve düzenleyici kurumların birlikte hareketi ile
sektörün dışa bağımlılıktan kurtulup,
12
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Yönetmelik 21. Maddesi uyarınca
hakkında TITCK’e bilgi verilmesi gereken iki tip toplantı tanımlanıyor;
bilimsel toplantılar ve eğitsel faaliyetler.
Bilimsel faaliyetler Bilimsel bir konuda bilgi vermek amacıyla Sağlık Bakanlığı, sağlık meslek mensupları ile
sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz alanında çalışan
teknik elemanların ulusal ve uluslararası uzmanlık dernekleri, sağlık
kurum ve kuruluşları, üniversiteler,
hekim/diş hekimi/eczacı mesleki
örgütleri veya tıbbi cihaz satış merkezleri tarafından düzenlenen; yurt
içi veya yurt dışı kongreler, sempozyumlar, çalıştaylar, seminerler, kurslar
ve toplantılar bilimsel toplantı olarak
değerlendiriliyor. Tıbbi cihaz satış
merkezleri (Yönetmelik’te net bir tanım yok, ancak tıbbi cihaz satan her
şirket bu kapsama giriyor) bilimsel
toplantılara katılacak sağlık meslek
mensupları ile sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz
alanında çalışan tekniki elemanların
kayıt, konaklama ve ulaşım masraflarını Tıbbi Cihaz Satış, Reklam ve
Tanıtım Yönetmeliği’nin 21. maddesinde belirtildiği üzere (a) Toplantının, personelin uzmanlık veya görev
alanı ile ilgili olması, (b) bir kişinin
aynı yıl içerisinde en fazla 3 bilimsel
toplantıya katılması ve; bu üç desteğin sadece iki tanesinin, aynı satış
merkezi tarafından sağlanması ve en
fazla iki tanesinin yurt dışında yapılan toplantılarda kullanılması şartı
ile sağlanmasına imkan veriliyor. Bu
desteklerin doğrudan kişilere değil
toplantıyı düzenleyen organizasyon
Av. Elvan Sevi FIRAT
veya organizasyonlara yapılması öngörülüyor. Bu kişilere taksi parası için
de olsa hiçbir ödeme yapılamayacağı
anlamına gelip gelmediği net olmamakla birlikte toplantıya katılacak
kişiler aynı şehir sınırları içinde olsa
dahi organizasyon firmalarının toplantı alanına ulaşımla ilgili önlemleri
de almasını gerekli kılıyor.
Eğitsel faaliyetler ise tıbbi cihaz satış
merkezlerince düzenlenen/desteklenen tıbbi cihaz tanıtımını da içeren
eğitim ve bilgi paylaşımı toplantıları
olarak tanımlandı. Burada toplantıya
katılımın desteklenmesi ile ilgili bir
sayı sınırı bulunmamakla beraber zaten bu nitelikteki toplantıları en fazla
1 gün sürecek şekilde ve katılımcıların çalıştığı ilde olması gerektiği için
katılımcıların görev yerlerini değiştirmesini gerektirmeyeceği öngörülüyor. Her ne kadar çevre illerde çalışan
sağlık meslek mensupları ile sağlık
kurum ve kuruluşlarının bünyesinde
tıbbi cihaz alanında çalışan teknik
elemanlar da düzenlenen eğitsel faaliyetlere katılım sağlayabilmesine
imkan verilmiş ise de bu kişilere hiçbir şekilde herhangi bir masraf ödemesi yapılamayacağı için pratikte bu
kişilere bir destek verildiğinden de
söz etmek pek mümkün değil. Diğer
taraftan katılımcıların desteklenmesi
ya da desteklenmemiş olması çerçevesinde bir ayrım olmadığından, çevre illerden de katılım olsa, en azından
toplantı tamamlandıktan sonra katılım listesi TITCK’e sunulurken ilgililerin isimlerine ve kurumlarına yer vermek gerekiyor.
Tatil beldeleri ve kayak merkezlerinde bilimsel toplantı ve eğitsel faaliyet
düzenlenemeyecek/desteklenemeyecek tarih aralıklarında; yalnızca söz
konusu bölgelerde aktif olarak görev
yapan sağlık meslek mensupları ile
sağlık kurum ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi cihaz alanında çalışan
teknik elemanların katılım sağlayabileceği eğitsel toplantılar düzenlenebilecek. İlaç sektöründe mübalağa
ediyorum 100 senedir uygulanan bu
kuralın tıbbi cihaz sektörü açısından
da herkesin uyması gereken bir ilkeye dönüştürülmüş olması sevindirici.
Satış merkezlerinin desteğiyle, sağlık
meslek mensupları ile sağlık kurum
ve kuruluşlarının bünyesinde tıbbi
cihaz alanında çalışan teknik elemanların, konuşmacı, panelist, eğitimci, oturum başkanı, bildiri sunan
araştırmacı olarak katılım sağladıkları toplantılar için katılım sayısındaki
sınırlamanın uygulanmadığını da
belirtmek gerekli. Ayrıca tıbbi cihaz
klinik araştırmaları kapsamında yürütülen ve araştırmacı sayısının birden çok olduğu bilimsel çalışmaların,
yazılı veya sözlü sunumunun yapılacağı toplantılarda araştırmacılardan
yalnızca birisi bildiriyi sunmak üzere
desteklenebilecek, kimin destekleneceği konusunda karar verilirken
yazılı/sözlü sunumu/asılması da bildiri sunumu olarak değerlendirileceğinin dikkate alınması gerekecek.
Bildirim üç aşamalı; bir önceki yılın
sonunda, gelecek yıl yapılması planlanan toplantılar ve desteklenmesi
düşünülen kişilerin listesi sunulacak,
daha sonra yıl süresince ve bu toplantılar gerçekleşmeden en geç 15
gün öncesinde nihai başvuru yapılacak ve son olarak toplantı bittikten
en geç bir ay içinde nihai olarak katılmış olanlar, gerçekleşen masraflar
gibi tüm bilgileri içeren bildirim yapılacak.
Bunlardan birinci ön bildirimde bir
onay mekanizması olmamakla beraber, ikinci aşamadaki toplantı öncesi
bildirimde TITCK 10 gün içinde yanıt
vermez ise başvuru kabul edilmiş olacak. Hem ilaçların tanıtımı kapsamında desteklenen toplantıların inceleme/onay süresinin kısaltılmış olması
hem de Yönetmelik’te öngörülen bildirim/onay süresinin 10 gün olarak
belirlenmiş olması TITCK’in artık bu
başvuruları incelerken daha hızlı hareket edebildiğini ve konusuna daha
da hakim olduğunu gösteriyor.
Başvuru dilekçesinde muhtemel katılımcıların listesi (katılımcı adı soyadı,
T.C. kimlik numarası, sicil numarası,
uzmanlık alanı, ünvanı, çalıştığı kurum bilgileri, katılımcı/konuşmacı/
eğitimci gibi katılımcı statüsü vb.)
gibi bilgileri de içerecek olması kişisel verilerin korunması tartışmaları
da beraberinde getirse de, katılımcılara gönderilecek olan davet mektuplarında kendi katılım onaylarının
da olması ve bu mektuplarda verilen
bilgilerin resmi olarak talep edilmiş
olan bildirimde kullanılacağının ifa-
de edilmesi ile bu alandaki tartışmanın büyük oranda ortadan kalkacağı
belirtilebilir.
Kongre/sempozyum gibi bilimsel
toplantıların ve ürünlerin nitelikleri,
yararlı/zararlı etkileri, mekanizmaları gibi teknik bilgilerin paylaşıldığı
eğitsel toplantıların da sağlık mesleği mensupları açısından, mesleki
bilgi birikiminin arttırılması, daha
doğru uygulamalar ve tedaviler sunma becerisinin arttırılması açısından
çok önemli olduğu tartışmasız. Ama
bu konuda kötü örneklerin olduğu,
yaşandığı ve kongre ve toplantıların
gezi amaçlı etkinliklermiş gibi muamele gördükleri ve düzenlenmeleri
gerektiği de açık. Bu ortamda TITCK’e
çok iş düşüyor.
Bu kurallara uygun davranılmadığında ortaya çıkabilecek olan hukuki
riskler ve sorumluluklar ayrı bir tartışma konusu, ancak rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer yaptırım uygulanması
gereken bir haksızlık var ise, bu haksızlığın bertarafı için yeterince güçlü
yasal düzenlemeler var.
Bundan sonra verilen desteklerin kamuya açıklanması konusunda, ilaç
sektöründe olduğu gibi tıbbi cihaz
sektöründe de bir adım atılır mı göreceğiz. Ancak, TITCK’in müthiş bir
veriye sahip olduğu ve kullandığı
sistemler ile, hangi hastanede hangi sağık mesleği mensubunun kim
tarafından desteklendiği ve ne kadar reçeteleme/uygulama/ameliyat
yaptığının görülmesi ve tüm bunlar
arasında bir ilişki olup olmadığının
tespiti her geçen gün kolaylaşıyor. Bu
da bizleri daha şeffaf, güvensizliğin
daha az olduğu ve daha düzgün işleyen bir ekosisteme doğru ilerletiyor.
Diğer taraftan 2023 hedeflerine ulaşmak için daha çok bilmemiz, daha
çok çalışmamız, daha çok öğrenmemiz, daha çok çok olmamız gerekiyor. Tabi ki Amerika’yı yeniden
keşfetmeye gerek yok. Ama ülkesel
hedeflere ulaşabilmek için getirilen
kuralların sadece ithal edilmiş veya
herkes uyguluyor diye uygulanmış
olmaması da gerekiyor. Umarız ileride Almanya’ya rakip olan bir endüstrimiz olur. Gülümseyenler olduysa
sormak isterim… neden olmasın?
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
13
kapakkonusu
“TIBBİ CİHAZ SATIŞ, REKLAM VE TANITIM
YÖNETMELİĞİ” İLE SEKTÖRÜMÜZE “KURUMSAL
BİR KİMLİK” KAZANDIRILMIŞ OLACAK
Kemal YAZ
Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi
Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF)
Genel Başkanı
15 Mayıs 2014 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren
“Tıbbi Cihaz Satış, Reklam ve Tanıtım
Yönetmeliği” yaklaşık 2 yıl süren bir
ön hazırlık sonucunda tamamlanabilmiştir.
TÜMDEF olarak, bütün bu çalışmalarda birçok sektör kuruluşu gibi aktif
bir biçimde yer aldık ve her düzeyde
görüş ve önerilerimizi ileterek, katkı
vermeye çalıştık. Yönetmeliğin yürür14
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
lüğe girmesini takiben TİTCK-Türkiye
ilaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu başkanlığı
ile sürdürülen görüşmeler sonrasında, sektörün bir diğer önemli kurumu
olan SEİS-Sağlık Endüstrisi İşverenleri
Sendikası ile birlikte; çalışanların eğitim süreçlerinin yürütülmesi amacıyla, kurum tarafından görevlendirildik.
terek, 20.Ocak.2015 tarihine geldik.
Tüm hazırlıkların tamamlanıp, Gazi
ve Sakarya Üniversiteleri ile yapılan
protokoller ile Eğitim ve başvuru sürecinin tamamlandığının, Kurum tarafından duyurulduğu 20.Ocak.2015
tarihi ile yoğun bir çalışma temposu
içinde başarıyla bugünlere gelindi.
02 Temmuz 2014 tarihinde Kurum
ile TÜMDEF ve SEİS birlikteliği olarak
karşılıklı imzalanan bir protokol ile
çalışmalarımıza başladık. TÜMDEF
ve SEİS olarak, “TCESİS-Tıbbi Cihaz
Eğitim Sistemi” ortak bir platformu
biçiminde Eğitim materyallerinin hazırlanması, Uzaktan eğitim yöntemiyle yürütülecek süreç için Üniversite
belirlemek amacıyla çalışmaları yürü-
Başvurudan itibaren sınavın sonuçlandırılmasına kadar tüm süreç www.
tcesis.org internet sitesi üzerinden,
ve katılımcıların kendi tercihleri doğrultusunda Gazi ve Sakarya Üniversiteleri Uzaktan Eğitim Sistemleri teknik altyapıları kullanılarak başarıyla
ve hızlı bir biçimde yürütülmektedir.
Ayrıca; 0850-450 45 45 no ile TCESİS
Çağrı merkezi oluşturulmuş ve gün
boyu kesintisiz hizmet verilmektedir.
Bu süreçte Yönetmelikte yer alan,
özellikle geçici maddelerden yararlanma konusunda bazı sıkıntılı
durumlar oluştuğu tespit edilerek
kurum ile yürütülen görüşmeler
paralelinde, TİTCK tarafından 30.Nisan.2014 tarihli Sektör Temsilcileri
toplantısı “Yönetmelik revizyonu”
gündemli olarak yapılmış ve kurum
yetkililerinin yönetmelikteki sıkıntıya
neden olan maddelerin iyileştirilmesi
yönündeki olumlu iradeleri tüm katılımcılara pozitif bir etki yaratmıştır.
SM-Sorumlu Müdür, KDE-Klinik Destek Elemanı ve STE-Satış ve Tanıtım
Elemanı sertifikası için Eğitim başvurularının 14 000 kişiyi aştığı bugünlerde, internet üzerinden eğitimine
devam etme hakkını elde edenlerin
sayısı ise 5000 kişi üzerindedir. Belge uygunluğu incelemesi sürmekte
olan ve gruplar halinde eğitimlere başlatılacak kişi sayısı da 6000 e
yaklaşmıştır. Başvurusunu yapmakla
beraber, henüz belgelerini göndermeyi tamamlamadığı için beklemekte olanlar ise mevcut Yönetmelik’ te
değişiklik beklentisi içinde olduğunu
tahmin ettiğimiz grubu oluşturmaktadır.
Tamamlanan hazırlıklar sonucunda,
bugünlerde eğitimleri tamamlanmak üzere olan ilk dönem başvuru
sahiplerinin sınavları (tarihi belirlenmiş ve belki de şu anda duyurulmuş
olabilir) Temmuz ayının son haftası
içinde uzaktan eğitim yöntemi ile yapılacaktır.
Böylece; ilk dönem eğitimleri tamamlanarak sınavlarını da başarıyla
geride bırakmış yaklaşık 5000 kişi ile
tıbbi cihaz sektöründe çok önemli
bir dönüm noktası başarıyla geçilmiş
olacaktır.
Burada; Yönetmelik ile amaçlanan
noktalara birkaç cümleyle değinmekte yerinde olacaktır.
Yönetmeliğin
sektörümüze
en
önemli katkısı, bu işin bir kimliğinin
olmasının sağlanmasıdır. Sektörümüze “kurumsal bir kimlik” kazandırılmış
olacak ve bu işin her önüne gelenin
yapamayacağı ciddi bir iş olduğu tescillenecektir. Çünkü işimizin konusu
insan ve insan sağlığıdır.
Sektörde hizmet veren firmalar bazında oluşacak bu kurumsal kimlik,
çalışanlarımızın eğitim düzeyi, bilgi,
beceri ve teknik yeterliliklerinin de
belgelenmesi ile bir kez daha güçlenecek ve tıbbi cihaz sektörü, bu süreç
sonunda bugünkü düzeyinden daha
güçlü bir konumda, sağlık sistemi
paydaşlığını pekiştirmiş olacaktır.”
Bu çalışmalarda emeği geçen işveren, çalışan sektörümüzün tüm elemanlarına ve siz değerli sağlık sektörü basın elemanlarına bir kez daha
teşekkürlerimi ifade ederken, tüm
sağlık sektörünün Ramazan Bayramını tebrik eder, sağlık ve mutluluklar
temenni ederim.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
15
röportaj
Prof. Dr. Semih Baskan
“GÖRÜNTÜLEME SON YILLARDA BİZLER İÇİN
SADECE GENEL CERRAHİ ALANINDA DEĞİL,
HER ALANDA BÜYÜK UFUK AÇTI.”
Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı olarak görev yapan
Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde
açılmış ilk üniversitesi olan Ankara
Üniversitesi ile özdeşleşmiş isimlerden Prof. Dr. Semih Baskan, hekimlik
kariyerinin yanı sıra pek çok dernek
ve kurulda da görev almış bir hocamız. Bu faaliyetlere gönüllü katılımının nedenini ise tek cümleyle açıklıyor: “Birlikten kuvvet doğar.”
Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi
hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Geçen yıl Ağustos ayında, Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Kurucu De16
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
kanı olma yönünde bir teklif aldım.
Okulu ziyarete gittiğimde hakikaten
çok etkilendim. Daha önce gerek
Erciyes Üniversitesi gerekse Ankara
Üniversitesi’nde dekanlık yapmıştım.
Yepyeni bir kampus ve çağdaş görünümlü bir sağlık bilimleri binasıyla
karşılaştığım zaman etkilenmedim
demek imkansız. 60 öğrenci aldık; bu
öğrencilerin her biri için laboratuvarda ayrı ayrı mikroskoplarının olması,
her bir öğrenciye eşit olanakların
sağlanması, temel bilimler açısından
son derece önemliydi. Bildiğiniz gibi
temel bilimler 3 yılda yapılıyor, daha
sonra ihtisas sınıfları dediğimiz 4-56. sınıf eğitimleri hastanede gerçekleştiriliyor. 240 yataklı hastanemizin
inşaatına da başladık. Dolayısıyla öğrencilerimiz 4. yıla gelene kadar, gerçek anlamda eğitim yapacağımız bir
hastaneye de kavuşmuş olacağız. Bugünkü öğrencilerimiz 2020’de Okan
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin ilk mezunları olacaklar. Bununla ilgili olarak
Dünya Sağlık Örgütü’nün bir tanımı
var: 5 yıldızlı hekimler. Bu 5 yıldızı
şöyle açıklayayım: Hastayı bir birey
olarak ailesi ve toplumuyla birlikte
bütüncül bir yaklaşımla ele alan ve
yüksek nitelikli, kapsamlı, sürekli ve
kişisel bakım verebilen kişiler (Care
Provider). Sağladığı hizmeti sürdürürken hangi teknolojilerin maliyet
ve etik açıdan uygun olacağına karar
veren kişiler (Decision Maker). Sağlık-
lı yaşam için gerekenleri etkili bir
şekilde anlatarak bireyin sağlığını
korumasını ve geliştirmesini sağlayan iyi iletişimciler (Communicator).
Çalıştığı ortamdaki kişilerin güvenlerini kazanan, bireysel ve toplumsal
gereksinimler için arabuluculuk yapabilen, toplum adına girişim başlatabilen toplum önderleri (Community Leader). Hastaların ve toplumun
gereksinimlerini karşılamak üzere
bireyler ve kurumlarla uyumlu
çalışabilen, sağlık verilerini
uygun biçimde kullanan yönetici hekimler (Manager).
Biz, Okan Üniversitesi Tıp
Fakültesi öğrencilerimizi
Dünya Sağlık Örgütü’nün
bu 5 yıldızlı hekim kriterleri doğrultusunda yetiştirmeyi arzuluyoruz. Bir
örnek vermek gerekirse, genç
nüfusumuzda son yıllarda obezite bir sağlık sorunu. Obezite ile
ilgili çözüm önerilerini gene bizim
üretmemiz, gerek ailelere gerekse
gençlere önerileri ve önlemleri bizim
aktarmamız gerekir. Bu konuda biz
öğrencilerimizi yetiştiriyoruz.
Bunun yanı sıra Okan Üniversitesi ve
Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin
farklı bir özelliği var: Nitelikli İngilizce
eğitiminin yanı sıra “Kariyer, Yaşam
ve Happy Life” dediğimiz bir dersimiz
bulunuyor. Burada öğrencilerimizin
çok yönlü yetişmeleri için dans, müzik, ikinci yabancı dil (örneğin Rusça,
Çince veya Arapça) eğitimi veriliyor.
Bu kapsamda 55’in üzerinde grubumuz var.
Meme cerrahisi ile ilgili çalışmaları
ve radyolojik uygulamaları nasıl
konumlandırıyorsunuz?
1991 yılından beri bilfiil meme cerrahisi yapan biri olarak radyolojiyi
baş tacı ediyoruz. Eskiden hastalar,
memelerinde bir kitle fark ettiklerinde bize gelirlerdi ve biz onları öyle
değerlendirirdik. Ama özellikle ultrasonografinin ve mamografinin son
20 yıl içerisinde çok daha fazla kullanılır olması, buna son 10 yıl içerisinde MR’ın da eklenmesiyle inanılmaz
mesafeler kat ettik ve “kanserden
korkma, geç kalmaktan kork” sloganının en
güzel örneklerini hastalarımızda görmeye başladık.
Mamografide 2-3 şüpheli noktayı
görüp biyopsi alarak tanı koymak
önemli. Görüntüleme son yıllarda
bizler için sadece genel cerrahi alanında değil, her alanda büyük ufuk
açtı. Dolayısıyla meme ile uğraşan
biri olarak radyolojinin bizim olmazsa olmazımız olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Bize büyük kolaylıklar,
büyük avantajlar sağladı ve pek çok
insanın memesi de meme koruyucu
cerrahi ile muhafaza edilebilir hale
geldi. Eskiden yaptığımız işlem sadece mastektomi, yani bir organın feda
edilmesiyken, erken evrede yakaladığımız hastalarımızda uzun soluklu
ve iyi sonuçlar alabilir hale geldik.
Bunda da radyolojinin katkısı yadsınamaz.
Tiroid tarafı ile ilgili neler
söyleyebilirsiniz?
Tiroid için de hemen hemen aynısını
söyleyebiliriz. Yani ultrasonografinin
gündeme gelmesi bize büyük kolaylıklar getirdi. Tabii meme kanseriyle
tiroid kanserini birbiriyle kıyaslamak
doğru olmaz. Tiroid kanseri sonuçta
daha yüz güldürücü olabilir ama hangi evrede olursa olsun, ultrasonografi
ve tomografi başta olmak üzere radyoloji tiroidde de bize büyük kolaylıklar sağlamıştır, ufuk açmıştır diye
düşünüyorum.
Bunun yanı sıra ince iğne aspirasyon
cerrahisi ve onun getirdiği tanısal
kolaylıklar da çok önemli. Eskiden,
yani tiroidde her nodülü kanser olarak kabul edip ameliyat ettiğimiz
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
17
dönemlerde, Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde yılda 2000’in üzerinde
tiroid ameliyatı yaptığımız oluyordu.
Sonradan ince iğne aspirasyon cerrahisinin gündeme gelmesi ve çoğu
nodülün benign olduğunun görülmesiyle ameliyat sayımızda düşüş
oldu ve hastalarımızı gereksiz ameliyatlardan kurtarmış olduk.
Vakıf üniversitelerindeki tıp
fakültelerinin avantajlı ve dezavantajlı
yanları hakkında bilgi verebilir misiniz?
Geçen sene göreve başladıktan
sonra, Tıp Fakültelerinin Dekanlar
Konseyi’ni topladık. Türkiye’de 3 grup
var: Devlet üniversitesi tıp fakülteleri, vakıf üniversiteleri tıp fakülteleri,
Sağlık Bakanlığı ile birlikte çalışan tıp
fakülteleri (affiliate). Mevcut 26 tane
tıp fakültesinin yarısı İstanbul’da ve
bu tıp fakülteleri için üç ayrı Çalışma
Grubu oluşturuldu. Ben Vakıf Üniversiteleri Tıp Fakülteleri Çalışma Grubu
Başkanı oldum. Vakıf üniversitesi tıp
fakülteleri daha az sayıda öğrenci alıyor, dolayısıyla imkanlar daha fazla.
Ama tabii ki temel bilimlerin olmazsa
olmaz olduğuna inanan biriyim ve
temel bilimler eksik olduğu zaman
klinik bilimlerin de yeterli olmayacağını düşünüyorum. Başka deyişle,
öğrencilerin eksik yetişeceğini düşünüyorum. Temel bilimleri iyi aldıkları
takdirde bu çocukların iyi birer hekim
olarak yetişeceğini, Türkiye’nin daha
çok sayıda doktora ihtiyacının olduğunu hepimiz biliyoruz.
Türkiye’de son yıllarda yılda hekime
başvurma sıklığı yılda 8,3’e çıktı. Halbuki OECD ortalaması 6,2. Yani insanlar neredeyse 1,5 ayda bir hekime
gider oldular. Yılda milyonlarca tomografi, gereksiz MR da işin bir başka
boyutu. Bundan üç sene önce Oftalmoloji Başkanımız Prof. Dr. Süleyman
Kaynak Londra’da bir sunum yaptı ve
İngilizler çok şaşırdılar. 75 milyonluk
Türkiye’de 90 milyon kişi acil servise
başvurmuş. Bazı şeyleri abarttığımızı
düşünüyorum. Öğrencilerime de hep
aynı şeyi söylüyorum: Bir hastayı muayene edecekseniz o hastaya en az
20 dakika ayıracaksınız. Meme kanserli bir hasta geldiği zaman onun ilk
adet gördüğü yaştan son adet gördüğü yaşa kadar, doğurduğu çocuk
18
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
sayısına, emzirme sürelerine, ailedeki
meme kanseri vakalarına kadar her
şeyi soracaksınız. Bunları sorduğunuz zaman zaten 10 dakika geçiyor.
Bir 10 dakika da hastayı muayene etmeye ayırıyoruz. Dolayısıyla en az 20
dakikalık bir süremizi bir hastamıza
ayırmamız lazım. Günde 100 hasta
bakacak olursanız, burada birtakım
şeyleri eksik yapmış olursunuz diye
düşünüyorum.
Tıp eğitiminin olmazsa olmazlarıyla
da bunu birleştirdiğimiz zaman, çok
iyi bir anatomi, fizyoloji, patoloji gibi
temel bilimler eğitiminin üzerine
klinik bilimleri oturtan ve toplumun
öncelikle hastalanmaması, hastalandığı zaman tedavisi, daha sonra da
korunmasını ve takiplerini sağlayabilen hekimler yetiştirmemiz gerekir.
Ancak bu şekilde sağlıklı bir toplum
olabiliriz. Dünyada en çok antibiyotik
tüketen toplumlardan biriyiz ama ortada o kadar enfeksiyon hastalıkları
yok. Bunun altında, hekime gittiğiniz
zaman “bir tane de antibiyotik yazayım” gerçeği yatıyor. Bu yanlış bir uygulama.
Meme Dernekleri Federasyonu’yla ilgili
bir süreç var. Orada oynadığınız rolden
söz eder misiniz?
Federasyonu ben kurdum çünkü birlikten kuvvet doğar. Avrupa
Birliği’nde olduğu gibi, Türkiye’de
ilk öncülüğü patoloji dernekleriyle yapmış, Patoloji Dernekleri
Federasyonu’nu örnek almıştık. Aynı
işlevi yapan birden fazla derneğin bir
araya gelip daha güçlü hareket etmesini hedefliyoruz. Biz de 2007’de
bunu gerçekleştirdik. Şöyle örnek
vereyim: İstanbul Üniversitesi’nde
iki tane dernek var. Bir tanesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde, bir tanesi
Cerrahpaşa’da ve aynı işlevi yapıyor.
Bunların hepsini biz bir çatı altında toplayalım istedik. Dergilerimizi
çıkarttık, kongrelerimizi yapıyoruz.
Sağlık Bakanlığı ile birlikte eğitim ve
araştırma toplantıları düzenliyoruz.
Yani birlikten kuvvet doğar. Her birey
aynı şeyi yaptığı takdirde, bunun sektördeki firmalara da yansımaları olur.
Örneğin Siemens her üniversite derneğinin etkinliklerine ayrı ayrı katkıda bulunmak yerine, Meme Dernekleri Federasyonu’na çok daha etkili ve
güçlü katkı sağlayabilir.
PROF. DR. SEMİH BASKAN KİMDİR?
1971’de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Prof. Dr. Semih Baskan aynı yıl genel cerrahi ihtisasına başladı. 1976 yılında uzman,
1982’de aynı üniversitenin Genel Cerrahi bölümünde doçent, 1988’de
de profesör oldu. 2014 yılına kadar Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi olarak görevde bulunan Prof. Dr. Baskan, meslek yaşantısı boyunca
pek çok idari görev de yürüttü. 1985-1989 arasında Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, 1989-1991 arasında Erciyes Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dekanı, 1991-1997 arasında da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel
Cerrahi Anabilim Dalı Başkanlığı görevinden 2014 yılında emekli oldu.
Bunun yanı sıra çeşitli meslek örgütlerinde de rol üstlenen Prof. Dr. Semih
Baskan, Avrupa Birliği’yle uyum çalışmaları kapsamında, Türk Kardiyoloji
Derneği gibi pek çok uzmanlık derneğinin dahil olduğu Türk Tabipler
Birliği Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu’nu 1994 yılında kurdu ve
dokuz yıl Kurucu Başkan olarak bu görevde bulundu. Ayrıca Türk Cerrahi Derneği’nde Başkanlık ve Genel Sekreterlik yaptı. Türkiye’deki meme
hastalıkları derneklerini 2007 yılında bir araya getirerek Meme Dernekleri Federasyonu Başkanlığını kurdu ve bir süre bu görevi yaptı.
Eğitim odaklı pek çok önemli çalışmada da yer alan Prof. Dr. Semih Baskan, Sağlık Bakanlığı Yüksek Sağlık Şurası İlaç-Ruhsat Komisyonu, YÖK
Denklik Değerlendirme Komisyonu, Devlet Planlama Teşkilatı’nın 5 yıllık
kalkınma planlarında Sağlık Grup Başkanlığı gibi görevlerde bulundu.
Prof. Dr. Baskan 1 Eylül 2014’ten bu yana Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kurucu Dekanı olarak görev yapıyor.
Gelişim Yolunda
Bir Adım Daha İleri
Avrupa Patentli
Pronutra
Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir.
*Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre.
sektörden
‘SIFIR ENFEKSİYON’ HEDEFLENİYOR
Ebru ERDEN
3M Türkiye Sağlık Ürünleri Grubu
Ülke Direktörü
Hasta bakımıyla ilgili enfeksiyonlar,
hem hasta hem sağlık çalışanlarının
sağlığını tehdit eden, hasta ve hastanelerin maliyetlerini ciddi oranda
artıran çok ciddi ve önemli bir sorun.
Bu sorun sadece kısıtlı kaynakları
olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de görülüyor. Örneğin ABD’de,
hastanede tedavi gören her 20 hastadan 1’i hasta bakımıyla ilgili enfeksiyona yakalanıyor ve bu sayı yılda
1.7 milyon kişiyi buluyor.
Hasta bakımıyla ilgili enfeksiyonlar
kamu sağlığını tehdit ederken aynı
zamanda hastalara ve hastanelere de
büyük maddi yük getiriyor. Bu hastalar, enfekte olmayanlara kıyasla ortalama 2 kat daha uzun süre hastanede
kalıyor ve 2.8 kat daha fazla ödeme
20
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
yapıyor. Bir hastanın tedavisi için
yapılan masraf, 25.000 dolara kadar
varabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü verileri, Türkiye’de hastaların %12.5’inin
sağlıkla ilgili enfeksiyonlarla karşılaştığını gösteriyor. Hastane enfeksiyonları konusunda, Türkiye’de özellikle
son on yılda bilinç giderek artmaya
başladı. Bu çerçevede çalışmalar başlaması sevindirici olsa da bu konuda
alınacak çok yol olduğunu unutmamalıyız.
Türkiye’de hastane enfeksiyonlarının
önemi konusunda bilincin artması
için yoğun biçimde çalışıyoruz. Sağlık hizmetleriyle bağlantılı enfeksiyonları önlemeyi görev edindik. “Sıfır
enfeksiyon” hedefine ulaşma yolunda inovatif yaklaşıyla 3M, hastanın,
hastane kapısında girişinden, evdeki
bakımına kadar enfeksiyon risklerini
azaltmaya yönelik çözümler ve geniş
bir ürün yelpazesi sunuyoruz.
Damar İçi Kateterlerde
Enfeksiyon Kontrolü
Sağlık sisteminde en çok görülen invaziv uygulama olan Periferik Venöz
Kateter (PVK) uygulamasından kaynaklı komplikasyonlar çok sık görülür. Türkiye’de her yıl 20 milyondan
fazla Periferik Venöz Kateter kullanılıyor. Geleneksel Periferik Venöz
Kateter’in % 40’ı komplikasyonlara
neden oluyor ve tedavi tamamlanmadan yeni bir kateter ile değiştirilmeleri gerekiyor.
Ortalama 300 yataklı bir hastanede
PVK kaynaklı kan dolaşımı enfeksiyonu sayısı her yıl 2970 ve her bir
vakanın tedavi masrafı 14.400 TL
olarak düşünüldüğünde bir yılda
42.768.000 TL’lik bir tedavi maliyeti
oluşuyor. PVK kaynaklı komplikasyon
riskini azaltmak için venöz kateter
sabitleme ve değiştirme konusunda
INS yönergelerinin uygulanması ve
gelişmiş PVK sabitleme teknolojilerinin uygulanması önemli rol oynuyor.
Santral Venöz Kateterlerde (PVK) ise
bu komplikasyonlar beraberinde
ölüm riskini de getiriyor. Bu çerçevede % 2 kolarheksidin içeren 3M Tegaderm CHG Kateter Sabitleme Örtüsü
çözümünü sunuyoruz. 3M Tegaderm
CHG Kateter Sabitleme Örtüsü, kateter bölgesini korumak, kan dolaşımı
ilişkili enfeksiyon riskini azaltmak
ve daha iyi sonuçlar elde etmek için
klorheksidinin güçlü antimikrobik etkinliğini, kullanım kolaylığı ve şeffaf
Tegaderm örtü ile birleştiriyor. Uygulama sırasında kullanılan kulakçıklar,
el teması olmadan kolay ve doğru uygulamayı sağlayarak ciltte kontaminasyon oluşmasını engelliyor. Şeffaf
pencere düzenli ve kolay bir şekilde
kateter alanının gözlemlenmesine
yardımcı oluyor.
Bariyer Krem, bütünlüğü bozulmamış ciltler için, vücut sıvılarına karşı
benzersiz uzun süreli koruma sağlıyor. Cildi nemlendirirken inkontinans
nedeniyle gelişebilecek cilt hasarlarını önlüyor, risk altındaki cilt için uzun
süreli koruma sunuyor. Yetişkinler ve
çocukların yanı sıra zamanında doğmuş bebeklerde de kullanılabilen ve
ekonomik olan ürün, kolay emiliyor,
etkili bir bariyer oluşturuyor ve etkili
bir nemlendirici özelliğine sahip. Cavilon Ailesinin ürünlerden biri de 3M
Cavion Cildi Yakmayan Bariyer Film.
Cilde uygulandığında şeffaf koruyucu bir film oluşturarak cildi olağanüstü bir şekilde uzun süreli koruyan 3M
Cavion Cildi Yakmayan Bariyer Film
yetişkinler, çocuklar ve bir aylıktan
itibaren bebeklerde, birinci safha ya
da hafif akıntı olan ikinci safha bası
yara açılmalarında, idrar kaçaklarına
bağlı deri iltihabında, stoma, venöz
ülseri, yapışmaya bağlı travmada ve
yara çevresini koruyucu olarak kullanılabilir.
3M olarak, yenilikçi ürün ve yaklaşımları benimseyip geliştirerek “Sıfır enfeksiyon” hedefine ulaşmanın
mümkün olacağına inanıyoruz. Bu
doğrultuda, geniş bir yelpazede enfeksiyon önleme için bütünsel çözümler sunaraak; yapılan araştırma
sonuçları ile hastalar, doktorlar ve diş
hekimlerden gelen geribildirimleri
değerlendirerek sağlık alanında inovatif bakış açısıyla hayat kurtarmak
için çalışmalarına devam ediyoruz.Sıfır enfeksiyon hedefimizle, daha güvenli, sağlıklı ve mutlu bir geleceğe
adım adım yaklaşılıyoruz.
Basınç Ülseri
Hasta bakımıyla ilgili enfeksiyonlar
arasında hastaların yaşamını tehdit
edecek boyutlara ulaşan bir başka
sorun ise Basınç ülseri. Her yıl 60 bin
kişi inkontinans alakalı dermatit ve
yatak yarası olarak bilinen basınç ülseri kaynaklı komplikasyonlar nedeniyle ölüyor. Bunu tedavi etmek için
her yıl hastalar ve sağlık kurumları
11.5 milyar dolar harcıyor ve her yıl
2.5 milyon insanda yatak yarası olarak bilinen basınç ülseri oluşuyor.
Cildin uzun süre basınca maruz kalması zaman zaman nem ve sürtünmenin de oluşmasıyla deri ve alt
katmanlarda meydana gelen hasar
olarak tanımlayabileceğimiz Basınç
Ülserinin ve İnkontinans Alakalı
Dermatit’in önlenmesinin adımlarından biri de doğru cilt bakımı. Bu
konuda 3M, Cavilon Ailesi ile sağlık
profesyonellerine bir çözüm paketi
sunuyor. Hemşireler için uzun süreli
ve zorlu bir işlem olan hasta temizleme, hastalar için ise ileride yara açılmasını önlemek adına çok önemli bir
işlem. Hasta temizliği, nemlendirme
ve bariyer özelliğini tek bir ürün içerisinde sunan 3M Cavilon 3’ü 1 arada
inkontinans bakım mendili sadece
hastaların günlük temizliklerini sağlamıyor, aynı zamanda nemlendiriyor, ciltte sürtünme ve travmadan
kaynaklı yaraların açılmasını önlemek
üzere bariyer oluşturuyor. Özellikle
riskli hastalarda 3M Cavilon Dayanıklı
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
21
sektörden
RADYOLOJİDE SINIR TANINMAYACAK
Mehmet AYÇİN
Siemens Türkiye Sağlık
Görüntüleme Sistemleri
Pazarlama Yöneticisi
Teknoloji elbette her sektör açısından
son derece önemli ama özellikle sağlık sektöründeki faydaları tartışılmaz.
Çünkü teknolojik gelişmeler sağlık
sektörüne yansıdığında, bu durum
insan hayatını doğrudan etkiliyor. Biz
de Siemens olarak, geliştirdiğimiz sistemlerde teknolojinin kolaylaştırabileceği alanlara odaklanıyoruz.
Hastaların ve sağlık sektörü çalışanlarının yaşadıkları süreçleri kolaylaştırmak, daha kesin sonuçlara ulaşılmasına yardımcı olmak ve tedavi
süreçlerini hızlandırmak üzere yenilikler sunmaya devam ediyoruz. Global uzmanlığımızla, hasta güvenliğini
ve sağlığını ön planda tutarak daha
yüksek kalite, daha düşük işletme maliyetleri ve daha etkin medikal çıktılar
hedefiyle geliştirilen ürünlerin sadece Türkiye’de her gün 200 bin kişinin
hayatına dokunmasını sağlıyoruz.
Bu ürünlere görüntüleme özelinde
bakarsak, öncelikle manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi ve anjiyo
cihazlarına yoğun bir talep olduğunu
söyleyebiliriz. Hem yeni anjiyo modellerinde hem de tomografi tarafında hastaya verilen dozu minimize
eden ve görüntü kalitesini üst düzeye çıkaran yeni teknolojiler üzerinde
çalışıyor, geliştirdiğimiz ürünleri büyük bir güvenle pazara sunuyoruz.
Bunun dışında ultrason ve mamografi alanında da ciddi yatırımlar yapıyoruz. Bu alanda da Türkiye’de ilk
kablosuz ultrason cihazının satışını
gerçekleştirdik.
MR’da son yılların en önemli gelişmesi ise sessiz MR! Normalde MR cihazından çıkan gürültü, çekim sırasında
hastaları strese sokar. Hastaların dar
bir tünel içerisinde gürültüye uzun
süre maruz kalmaları gerekir. Kısacası
MR çekimi, hasta konforu için sıkıntılı
bir süreçtir. Bu yüzden biz de Siemens
olarak, MR konusundaki inovasyonlarımızda hastalarımızın konforunu
göz önünde bulundurduk. Günümüz
22
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
teknolojisinde hastalarımıza hem
daha kısa çekim süreleri hem de geniş bir alanda çok daha sessiz çekimler sunabiliyoruz. Üstelik bunu görüntülerin yüksek klinik kalitesinden
ödün vermeden gerçekleştiriyoruz.
Diğer bir deyişle, hasta konforu açısından fark yaratıyoruz. Son teknoloji
ile donatılmış Magnetom Aera cihazımız, yüksek verimlilikle mükemmel
MR görüntüleri çekiyor; 70 cm gantri
açıklığı, endüstrinin benzer cihazları
arasında en kısa tünel uzunluğu ve
sessiz MR teknolojimiz QuietSuite
özelliği ile hasta konforunu bir kademe daha yukarı taşırken görüntü
kalitesinde kendi segmentinde benzersiz performans sunuyor.
Öte yandan, Dual Enerji tarama tekniği sayesinde SOMATOM® Definition
Flash ve SOMATOM® Force bilgisayarlı tomografi (BT) sistemlerimiz, maddelerin kimyasal kompozisyonlarını
görüntüleyerek yeni bir sınıflandırma
dünyasının kapılarını açıyor. Dual
Enerji özelliğinin ilk başarılı klinik uygulaması, Dual Source BT’de gerçekleştirildi. Bu teknoloji, tanı ve tedavi
noktasında mevcut kapasiteyi ciddi
ölçüde artırırken, yeni olanaklara
da imkân veriyor. Dual Source, Dual
Enerji fonksiyonunu, geleneksel 120
kV’luk bir tarama (1-3) ile kıyaslanabilir bir dozda ve en yüksek değerli DE
bilgileri için optimum spektrum ayırımıyla günlük uygulamalarda kullanımını mümkün kılan tek teknik. FDA
onaylı 12 uygulamasıyla, 700’den fazla Dual Source BT makinesinde kurulu olan Dual Enerji fonksiyonu ile
gerçekleştirilen tarama sayısı, dünya
çapında hızla artıyor ve şu anda 800
bini geçen bu sayının gelecekte daha
yüksek hızlarda artmaya devam etmesi bekleniyor. Bu özellik, sürdürülebilir ve güvenilir tedavi kararlarının
alınabilmesi için doktorlara kesin tanısal güven sağlıyor.
Artis Zee gerekse Artis Q serilerimiz
anjiyo cihazı arayışında olan kamu,
üniversite ve özel hastaneler tarafından görüntü kalitesi ve kullanım kolaylıkları sebebiyle tercih ediliyor.
Enfeksiyon riskini ortadan kaldıran
dünyanın ilk ve tek kablosuz ultrason
cihazı Acuson Freestyle ve dijital mamografide tomosentez teknolojisi ile
erken teşhisi kolaylaştıran Mammomat Inspiration modelimiz de sağlık kuruluşlarında çok popüler olan
ürünlerimiz arasında yer almakta.
Elbette bunca cihaz için sağlık sektörüne özel yazılımlar da gerekiyor.
Yazılım konusunda syngo.via platformumuza artan bir talep bulunmakta.
Yeni uygulamalar ve fonksiyonlarla
donatılan Siemens syngo.via’daki en
son yenilik, yüksek düzeyde otomatikleştirilmiş ve standartlaştırılmış
uygulamalardan oluşan syngo.via
General Engine paketi. Bu paketteki
“Anatomical Range Presets” BT ve MR
görüntülerinde vücudun her bölgesini ayrı ayrı ele alıyor, görüntüleri
uygun şekilde düzenliyor ve vakanın
incelenmesi için detaylı görüntüler
sunuyor.
Siemens olarak, sağlık sektörünün
tüm cihaz, çözüm ve yazılım ihtiyaçlarına, inovasyon inancımız ve çalışmalarımız doğrultusunda karşılık
vermeyi sürdürüyoruz. Bunu yaparken de üstün teknolojimizi sektörün
en deneyimli ve yaygın servis ekibi
ile müşterilerimize sunarak fark yaratıyoruz.
SOMATOM® Force modelimizde uygulanan düşük doz ile de pediatrik
hastalarda ve zor hasta gruplarında
hızlı bilgisayarlı tomografiyi rutin taramanın güvenle kullanılan bir modeli haline getirdik.
Kardiyoloji ve girişimsel radyoloji
alanlarında da anjiyo sistemlerimiz
çok yoğun talep görmekte. Gerek
Mehmet AYÇİN
Esen TÜMER
Philips Sağlık ve Bakım Ürünleri
Türkiye Genel Müdürü
Dünyanın önde gelen sağlık teknolojileri üreticisi Philips, 2025 yılına
kadar her yıl 3 milyar insanın yaşam
kalitesini yükseltme hedefiyle yenilikçi çözümler ve teknolojiler üretmeye devam ediyor.
Sağlık bütünlüğünü korumak ve hasta bakımını iyileştirmek için sağlık ve
bakım ürünleri alanında yenilikçi çözümler geliştiren Philips, kurulduğu
ilk günden itibaren bugünün değil
geleceğin teknolojilerine yatırım yaparak, bu teknolojilerin gerçekleşmesine ve kullanıma sunulmasına
öncülük etmiştir. Bu öncülüğünü,
moleküler görüntülemede de gerçekleştirerek, Dijital PET-CT teknolojisinin inovasyonu ile onkolojide erken teşhiste önem arz eden, devrim
niteliğinde bir ilke daha imza atmıştır.
OS PET/CT, sektörde geleneksel analog dedektörler yerine yenilikçi dijital
silikon ışın çoğaltıcı (photomultiplier) dedektörlerin kullanıldığı ilk PET/
CT sistemidir. Dijital sistem, analog
sisteme kıyasla sensitivite kazancı,
volümetrik çözünürlük ve kantitatif
doğrulukta iki kata varan artış dâhil
olmak üzere büyük ilerlemeler sağlamaktadır. Bu radikal gelişmeler, yüksek görüntü kalitesini, daha güvenli
tanıları, daha iyi tedavi planlamasını
ve daha hızlı iş akışlarını da beraberinde getirir.
Önde gelen klinisyenlerle işbirliği
içinde geliştirilen Philips VEREOS Dijital PET/CT sistemi, hızlı ve doğru
tanı koymaya olanak sağladığı gibi
sektörden
“DÜNYANIN İLK DİJİTAL
PET-CT SİSTEMİNİ ÜRETTİK”
hasta takip ve bakımını daha iyi hale
getirmeyi hedefler. 2 milimetreye kadar lezyonları görüntüleyen sistem,
kanserli lezyonu kısa sürede teşhis
ederek, düşük dozlarda maksimum
görüntü kalitesi sunarak erken teşhiste önemli bir rol oynar.
Yeni VEREOS Dijital PET/CT sisteminin sağladığı kantitatif doğruluk ve
düşük dozlarda sunduğu maksimum
görüntü kalitesi, onkolojide erken tanıda, ileriye dönük önemli bir adım.
Amerika’da, kısa süre önce yapılan
bir ankete göre, hastalarını PET/CT’ye
sevk eden 10 doktordan 9’u analog
sistemle alınan görüntüler yerine VEREOS Dijital PET/CT görüntüleri tercih ettiklerini açıkladılar.
Tanısal görüntülemede, gerçekleştirdiği yenilikler ile lider kabul edilen
Philips, kanserin tespit ve teşhisinde
endüstrinin en iyi, en yeni ve en kapsamlı hibrit, SPECT ve PET ürün portföyünü sunmaktadır. Yeni ve kapsamlı onkoloji çözümleri, Philips’in eşsiz
perfomans ve klinik esneklik sağlayan sistemleri, onkoloji için önemli
bir klinik değer, hastalar için de erken
teşhis ve takipte daha iyi sonuçlar ve
yaşam kalitesi sağlamaktadır.
PET/CT taramaları, vücut içinde moleküler ve hücresel seviyede neler
olduğu konusunda derin bilgiler
veren üç boyutlu görüntülerdir. Muayeneden önce hastaya az miktarda
radyoaktif izleyici madde enjekte
edilir. Bu madde vücut dokusunda ve
organlarda toplanır ve ardından da
parçalanır. PET dedektörü parçalanma sürecinde vücuttan yayılan foton
çiftlerini yakalar ve görüntüyü oluşturur. Philips’in patentli ‘Dijital Foton
Sayımı’ teknolojisine dayanan VERESAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
23
haber
Prof. Dr. Alper Demirbaş:
“HER DÖRT SAATTE BİR, ORGAN NAKLİ
BEKLEYEN HASTAMIZI KAYBEDİYORUZ”
Bu yıl ilk kez İstanbul’da düzenlenen,
yurtiçinden ve yurtdışından organ
nakli olan çocuklarla ailelerinin katıldığı etkinlik kapsamında organ bağışında farkındalık yaratmak amacıyla
konferans düzenlendi. İngiltere,
Macaristan, Norveç ve Türkiye’den
bir araya gelen 30 nakilli çocuk, keyifli etkinliklerle zaman geçirmeye
başladı. Feyziye Mektepleri Vakfı Işık
Üniversitesi’nin düzenlediği kampın
ikinci gününde, organ bağışına dikkat çekmek ve farkındalık oluşturmak
için dünyaca ünlü organ nakli cerrahlarının konuşmacı olarak katıldığı
Türkiye’nin en kapsamlı organ bağışı
konferansı düzenlendi. FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyetinin katılımı
ve Işık Üniversitesi öğrencilerinin
başlattığı kampanya ile Şile ilçe sağlık
standında 70 kişi organ bağışı yaptı.
Her yıl geleneksel olarak Antalya’da
düzenlenen Uluslararası Organ Nakilli Çocuklar Kampı bu yıl 1-5 Temmuz
tarihleri arasında Işık Üniversitesi Şile
Kampüsünde gerçekleştirildi. Bu yılki
kampa; İngiltere, Norveç, Macaristan
24
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye’den İstanbul, İzmir, Trabzon, Konya, Adana,
Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi
şehirlerden de çocuklar ve aileleri katıldı. Böbrek, kalp ve karaciğer nakli
ile ikinci hayatlarına başlamış olan
şanslı çocuklar, kampta keyifli dakikalar geçirdi.
Başarılı Cerrahlar Organ Bağışının
Önemini Anlattı
‘Organ Nakli Konferansı’; FMV Işık
Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı
ve Üyeleri, akademik ve idari kadro,
öğrenciler, nakilli çocuklar ve ailelerinin katılımı ile halka açık olarak
gerçekleşti. Dünyaca ünlü karaciğer
nakli cerrahı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, böbrek naklinde dünya rekortmeni olan Prof. Dr. Alper Demirbaş,
Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini
gerçekleştiren cerrah Doç. Dr. Asım
Kutlu ve Türkiye’nin en genç profesör olmuş çocuk böbrek hastalıkları
uzmanı Prof. Dr. Ahmet Nayır; konferansta organ bağışının önemini vurguladı.
Türk Cerrahlar Kadar Kabiliyetli, Becerikli
ve Araştırmacı Cerrahlar Görmedim
2 bin 500’e yakın karaciğer nakli yapan Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, “Cerrahlar olarak bizler çok yoğun çalışıyoruz. Böyle olunca zaman zaman
hayatın bazı noktalarını kaçırıyoruz.
Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesine, böyle anlamlı bir organizasyona ima attıkları için çok teşekkür
ediyorum. Ben organ nakli cerrahıyım. Sanırım şuan dünyadaki en yaşlı
organ nakli cerrahıyım. Hala cebimde
ilk nakil yaptığım karaciğerin fotoğrafı mevcut. Hastalarımın isimlerini
hatırlayamıyorum ama onları ciğerlerinden tanıyabiliyorum. Türkiye’de
işler çok iyi gidiyor. Dünyanın her
bölgesinden sayısız cerrahla çalıştım
ve ağırlıklı olarak yurt dışında bulundum. Ama Türk cerrahlar kadar kabiliyetli, becerikli ve araştırmacı cerrahlar görmedim. Bu yıl yaklaşık 2500
karaciğer, 3000 kadar böbrek nakli
yapıldı… İstanbul, Antalya, İzmir, Erzurum, Kahramanmaraş, Gaziantep,
Urfa, Diyarbakır ve Ankara’da organ
nakli merkezlerimiz var. Çok iyi yetişen ekiplerimiz, ekipman desteğimiz
var; bu konuda bir şey yok” dedi.
Ölen Dört Hastadan
Üçünün Organları Bağışlanmıyor
Geçen sene yaklaşık bin 300 adet
beyin ölümü tespiti yapıldığını belirten Kalayoğlu, “Fakat son beş senede gerçekleşen beyin ölümlerinden
sonra ailelerin sadece yüzde 22-25’i
organ bağışı için onay verdi. Yani her
dört hastadan üçü organlarını bağışlamadan defnedildi. Sevgili misafirler
organ bağışı sevapların en büyüğüdür ama bu olgu kültürel ya da bazı
dini düşünceler nedeni ile destek
görmüyor; bunu aşmalıyız. Bu kadar
güzel organ nakli merkezimiz varken,
bu konuda başarılı çalışmalarımız
varken; bu eksikliğimizi gidermeliyiz.
Sizlere çok şey söyleyebilirim ama
en önemlisi organlarınızı bağışlayın”
diye konuştu.
Şimdiye Kadar 5 Binin Üzerinden Organ
Nakli Gerçekleştirdim
Dünyanın en çok böbrek nakli yapan
hekimlerinden Prof. Dr. Alper Demirbaş, şunları söyledi: “Türkiye’nin
gündemi çok yoğun. Ama bir atasözümüz var: Neremiz hastaysa bizim
canımız oradadır. Türkiye’de her gün
100 bin üzerinde kişinin ve ailelerinin canı, bir böbrek bir karaciğer ya
da kalp bulunabilir mi? sorusuyla
yanıyor. Bu nedenle organ nakli demek organ bağışı demek hayatın ta
kendisidir. Bu bin bir tane gündemin
içinde asla gündemden düşmemesi
gereken bir noktadır. Çünkü asıl olan
hayattır. Şimdiye kadar 5 binin üzerinden organ nakli gerçekleştirdim.
Bunun verdiği haz tahmin ediyorum
ki dünyadaki her hangi bir şeyin verebileceği hazdan çok çok daha fazladır. Çünkü insanlar ölmek üzereyken
yaşatıyorsunuz. Geçen gün bir böbrek nakli yaparken, 7 yıl önce böbrek
nakli yaptığımız bir hastamızın bitişik
ameliyathanede sezaryen ile doğum
yapıp anne olduğunu öğrendim. Bu
mutluluk başka hiçbir meslekte yoktur. Bir yandan organ nakli yapmak,
bir yandan organ nakli yapmış olduğunuz hastanın doğum yapması.”
Öldükten Sonra Organlarınızı
Bağışlayınız
Her Dört Saatte Bir, Organ Nakli Bekleyen
Hastamızı Kaybediyoruz
Yeterince organ nakli yapılamadığını
kaydeden Demirbaş, “Neden yapamıyoruz? Çünkü organ bulamıyoruz.
Bunun iki nedeni var: Birincisi ölmüş
kişilerin organlarını bağışlamak konusunda Türkiye’de yeterli bir kültür
yok. Organ, sadece ölünce bağışlanır
diye bir algı oluşması gerekiyor. Ama
Türkiye’de böyle bir algı oluşmadı
ve yıllarca da gelişmeyecek gibi görünüyor. O nedenle dünyada öldükten sonra en az organ bağışı yapan
ülkelerden biriyiz. Bunun alternatifi
ise yaşarken sevdiklerimize bir böbreğimizi ya da karaciğerimizin bir
kısmını bağışlamak. Bunu yapıyoruz
ama bunu yaptığımız için biz organ
naklinde geriyiz gibi bir algı oluşuyor,
böyle bir şey yok. İster ölmüş olan kişilerin; ister yaşayan kişilerin organlarıyla bir hayat kurtuluyorsa; o hayat
kurtulmuştur. Sizlere söyleyebileceğim bir tek şey var: Öldükten sonra
organlarınızı bağışlayınız” şeklinde
konuştu.
“Biz yaşarken de organlarımızı, bir
böbreğimizi, karaciğerimizin bir kısmını yakınlarımıza bağışlayabiliriz”
diyen Demirbaş, sözlerine şöyle devam etti: “Bunu yapmazsak ne oluyor
biliyor musunuz? Buraya oturduğumuzdan beri organ bulamadığımız
için bir hastamızı kaybettik. Her dört
saatte bir hastamızı kaybediyoruz.
Yani biz onlara kıyıyoruz. Biz çocuklara, analara, gelinlere kıyıyoruz.
Neden? Çünkü onları kurtarabilecekken; kurtaramıyoruz. Herkes bir
gün organ nakline ihtiyaç duyabilir.
Türkiye’de yüzde 10 oranında böbrek hastalığı var. Toplumun yaklaşık
yüzde10’unda Hepatit B taşıyıcılığı
var. Yani bu kişiler böbrek ve karaciğer nakli olmaya adaydır. O halde
kıymayalım bu insanlara. Organlarınızı bağışlayın. Yaşarken bağışlayın.
Öldükten sonra bağışlayın. Yaşatmak
için bağışlayın.”
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
25
“Günaydın” Demek İçin Bile 3 Kere Nefes
Almaları Gerekiyor
Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini
gerçekleştiren Doç. Dr. Asım Kutlu,
şunları söyledi: “Size Brezilyada yapılmış buzdan heykellerin içine organ
konulmuş bir fotoğrafı göstereceğim, ben akciğeri seçtim. Burada gerçekten buzlar eriyor ve geriye organlar kalıyor. Bir gün biz de eriyeceğiz
ve geriye hiçbir şey kalmayacak. Eğer
organlarımızı bırakabilirsek arkamızda, gerçekten bizim adımıza büyük
bir şey olur. Maalesef organ bekleyen
akciğer hastaları, böbrek nakli bekleyen hastalar gibi güzel konuşamıyorlar. Günaydın demek için bile 3 kere
nefes almaları gerekiyor. Bizi dinleyen genç arkadaşlara şunu söylemek
isterim ki; hep iyimser olmak lazım,
iyimser olanlar kazanacak hep. Çok
uzakta olan şeylere üzerinde çok çalışırsak bir gün ulaşabiliriz. Bizim de
Türkiye’de işleri yapma şeklimiz var,
bazı örneklerle batıdan farklı olarak
biz de kendi yöntemlerimizle çok
daha başarılı olabiliriz. Bazen çok demoralize olduğumuz zamanlar var,
olmamamız gerekir. Çünkü biz farklı
bir kültürün farklı sorun çözen insanlarıyız aslında.”
Akraba Evliliği Böbrek Hastalığı Sebebi
Türkiye’nin en genç profesör olmuş
Çocuk Nefroloğu Prof. Dr. Ahmet
Nayır, “Böbrek naklinin öneminin
yanında toplumumuzda nasıl bu
böbrek hastalıklarını azaltabiliriz,
bunun bilincini oluşturmamız lazım.
Türkiye’de nasıl hatalar yapıyoruz,
bunları bir kaç noktada belirtmek
istiyorum. Çünkü aramızda çok genç
arkadaşlar var. Onların bilgisi toplumda bir yayılım yapar ve bazı hataları belki azaltabiliriz. Bunlardan bir
tanesi bence akraba evliliği. Çünkü
Türkiye’de hala akraba evliliği % 2025 oranında oluyor ve akraba evliliği
ile bazı hastalıklar özellikle de böbrek hastalıkları daha sık görülebiliyor.
Anne baba sağlamken çocuklarda %
25 oranında böyle ölümcül hastalıklar ortaya çıkabiliyor” dedi.
İleride Organ Bekleyen
Hasta Sayısı Artacak
Anne karnındaki takiplerin iyi yapılması gerektiğine dikkat çeken Nayır, “Şöyle hatalar olabiliyor, çocukta
26
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
hayati bir hastalık tespit ediliyor, bu
aileye bildiriliyor ama aile bebeğini
aldırmayı kabul etmiyor ve çocuk bu
şekilde doğuyor. Ailede çok büyük
bir yıkım ve toplumda çok büyük sorunlar oluşturuyor” diye konuştu.
Emanetimize İyi Bakalım
Nayır, sözlerini şöyle tamamladı: “Çocuklarımız su içmiyor yanlış besleniyor ve iyi bir şekilde dinlenmiyorlar,
spor yapmıyorlar. Bunlarda ileride
böbrek hastalıklarını daha çok arttıracak. Çünkü ileri yaşlardaki böbrek
hastalıklarında biliyoruz ki hipertansiyon, damar sertliği ve özellikle diyabet çok önemli. Biz bunlara
toplumda dikkat etmezsek bu hastalıkların sayısı çok artacak ve ileride
organ bekleyen hasta sayısı artacak.
Türkiye için çok büyük bir sorun aynı
zamanda hep söylenen biz öldükten
sonra organlarımızı bağışlayalım. Bu
çok doğru bir olay ama bağışladığımız bedeninde sağlam olması lazım.
Yani biz emanetimize iyi bakalım ki,
bunu iyi bir şekilde devam ettirelim.
Biz organımızı bağışlıyoruz demenin
çok anlamı yok bunu vasiyetimiz diye
bildirmemiz lazım.”
“Nakilden önce haber, sonrasında da
haberci oldum”
Henüz 2,5 yaşındayken böbrek hastalığına yakalanan Sabah Gazetesi
Sağlık Editörü Didem Seymen, bu
kampın hem en küçük, hem de en
büyük çocuğu olduğunu söyledi.
Seymen, 15 yaşındayken böbreklerini kaybettiğini, 21’inde de nakil
olarak ikinci hayatına başladığını
belirterek, “O süre içinde eve diyaliz makinesi alındı. Her gece 14 saat
diyalize bağlandıktan sonra sabah
kalkıp okuluma gittim. Diyaliz makineme zor da olsa alıştım. Makineme
sevgilim diyordum” dedi.
Türkiye’de binlerce organ bekleyen
hastanın tek umudunun bağış olduğunu dile getiren Seyman, şunları
söyledi: “Organ nakli olmasaydım,
bugün karşınızda bu konuşmayı yapıyor olamayacaktım, muhtemelen
hayatta olamayacaktım. Şuan karşınızda annesinin ve doktorlarının tükenmeyen enerjileri ve çabalarıyla,
Ayşe Annesinin ‘Oğlumun organlarını bağışlıyorum doktor bey’ kararıyla ikinci hayatına merhaba demiş,
ve kendisini organ nakli ve bağışına
adamış bir genç duruyor. Tesadüfe
bakın ki o genç, eşiyle de Organ Nakilli Çocuklar Kampında tanışıyor. Biz
hayatımızın sonuna kadar kendimizi
organ bağışına adamış Işık dolu kocaman bir aileyiz. Ben de organlarımı
bağışladığımı sizlerin huzurunda bir
kez daha buradan vasiyet ediyorum.”
Esra Öz’e Teşekkür Plaketi
AB Organ Bağışı projesindeki göreviyle bu alandaki farkındalık oluşturmayı hedefleyen Sağlık ve İnsan
Dergisi Yayın Editörü Esra Öz, konferansa moderatör olarak katıldı. Öz,
konferansta konuşmacı olan başarılı
cerrahların çalışmaları hakkında bilgi
verdi. Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman
tarafından kendisine organ bağışı
konusunda yaptığı duyarlı çalışmalardan ötürü teşekkür plaketi takdim
edildi.
İlk Organ Bağışı 63 Yaşındaki Başkan Ve
Üyeden Geldi
Konferansın hemen ardından gerçekleştirilen Organ Bağışı Kampanyasının ilk organ bağışını FMV Işık
Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı
Prof. Dr. Sıddık Yarman ve Mütevelli
Heyeti Üyesi Cem Yurtbay organlarını bağışlayarak yaptı. Organ Bağışı
Kampanyasına bir saat içerisinde
yaklaşık 100 organ bağışçı katılarak
yaklaşık 600 organ bağışı yapıldı.
Ünleler de Organ Nakline Destek Verdi
Bu projede görevli olan Işık Üniversitesi öğrencileri, ünlülere ulaşarak
projeye destek mesajı vermelerini
istedi. Duyarlı ünlüler de çektikleri
videoları göndererek organ bağışı
çağrısı yaptı. Bu çağrılardan oluşan
video Organ Nakli Konferansına katılan yaklaşık 500 izleyici tarafından
büyük alkış aldı.
Haluk Bilginer, İlhan Şeşen, Serra Yılmaz, Hüseyin Avni Danyal, Burhan
Şeşen, Ata Demirer, Gürkan Uygun,
Ayda Aksel, Ayşenil Şamlıoğlu, Serra
Halis, Kemal Kuruçay, Ufuk Özkan,
Serkan Çağrı, Resul Dindar, Yeliz Akkaya, Lemi Filozof, Abidin Yerebakan,
Murat Okay, Gözde Okur, Ecem Üstündağ, Dr. Halit Yerebakan ve birçok
ünlü isim organ bağışına destek verdi.
haber
ORGAN BAĞIŞINDA ULUSLARARASI
İŞBİRLİKLERİ BAŞLIYOR
Uluslararası kapsamda organ bağışı işbirlikleri yapılması için hayata geçirilen Internaional
Transplant Network for Developing Countries projesi kapsamında, yenilikler ve neler yapılacağı
üzerine kararlar alınacak.
Bazı üniversite ve mesleki sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek
oluşturulan platform, Türkiye Organ
Nakli Vakfı öncülüğünde Internaional
Transplant Network for Developing
Countries projesini gerçekleştiriyor.
Platform, Türk profesyonellerin sahip
olduğu klinik deneyimi, sistem, organizasyon ve eğitim deneyimini International Transplant Network projesi
çerçevesinde paydaşlarla paylaşmak
ve uzun süreli sürdürülebilir bir işbirliği oluşturmak adına bu projeye ev
sahipliği yapıyor.
International Transplant Network
(ITN) toplantısı 11-13 Haziran tarihlerinde uluslararası katılımla İstanbul’da
gerçekleştirildi. 11 farklı ülkeden organ nakli temsilcilerinin katıldığı toplantıda, organ nakli alanında yapılan
çalışmalar anlatıldı. Yeni işbirlikleri ve
çözüm önerilerinin de konuşulduğu
toplantıda, kadavradan nakil yapmayan ülkeler Türkiye’nin çalışmaları
hakkında örnek olan çalışmaları olduğu üzerinde durdu.
Organ nakli ve bağışı gibi bilimsel
yönü kadar sosyal yönün de çok
önemli bir konuda uluslararası alanda işbirliğini sağlamayı planladıklarını söyleyen ITN Proje Koordinatörü
Dr. Ata Bozoklar, “Son dönemlerde
organ yetmezliği nedeniyle hayata
tutunmayı bekleyen 1 milyon civarındaki hasta için en iyi tedavi seçeneği olarak organ nakli, bilinen tüm
tıp uygulamaları içinde zirvedeki yerini halen koruyor. Buna rağmen tüm
dünyada organ kıtlığı sınırlayıcı bir
faktör olarak organ naklinde önemli
bir problem. Her yıl dünya genelinde yüz binden fazla hasta uygun bir
organ bulunamadığı için veya organ
nakli hizmetine erişemediği için hayatını kaybediyor. Gelişmekte olan
ülkelerin, yasal düzenlemeler, ulusal
organizasyonlar, eğitim aktiviteleri ve klinik transplantasyona ilişkin
çeşitli seviyelerdeki teknik yardım
ihtiyaçları olduğu bilinmektedir.
Bu noktadan hareketle gelişmekte
olan ülkelerde organ bağışı ve nakli
hizmetlerini başlatmak, geliştirmek
ve iyileştirmek için bir uluslararası
transplant ağı oluşturmak ve sürdürülebilir bir teknik yardım programını
uygulamak üzere bu proje hazırlandı. Yakın gelecekte projeye katılan
ülkelerin önereceği kuruluşlar ile bu
platform uluslararası temsil niteliğini
alacak” dedi.
Katılımcı ülkelerin organ naklindeki
uygulamalarını değerlendiren Türkiye Organ Nakli Vakfı Başkanı Eyüp
Kahveci, şu bilgileri verdi: “Projenin
birinci fazı olan çalıştayda birinci
grubu ağırlıyoruz. Davet edilen 14
Kafkas ve Orta Asya ülkelerinden 11’i
katıldı. Diğer ülkelerle ilgili bürokrat
işlemler devam ediyor. Organ nakli
konusunda bizden farklı seviyedeler,
ancak gelişim için teknik yardım ve
desteğe bizim gibi iş birliğine açık bir
ülkenin mutlaka desteğine ihtiyaçları
olduğunu gördük. Maalesef ülkelerin
genel sağlık düzeyini göz önüne aldığımızda organ naklinin sınırlı olduğu
ülkelerde çok fazla sayıda hastanın
hayatını kaybettiğini gördük. Tüm
ülkeler organ nakli işlemlerini geliştirmekte oldukça heyecanlı.”
Toplantıya katılan organ nakli temsilcilerinin anlattıklarından yönlendirici
bir uygulama görmediklerini dile ge-
tiren Kahveci, bazı farklılıklar tespit
ettiklerini ve bunların uygulanabilirliğini tartışacaklarını dile getirdi.
Organ kaçakçılığı ile ilgili oluşan yanlış algısının giderilmesi için yapılan
uygulamalarda, ülkemizdeki mevzuatlarda her hangi bir eksiklik olmadığını belirten Kahveci, “Uluslararası
bir konsensüs dökümanı olan İstanbul deklarasyonunun da ülkemizde
yapılmış olması bizim bu konuda yeterli seviyede farkındalığımızın olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda yasal
düzenlemelerimiz organ kaçakçılığı
konusunda oldukça katı ve diğer ülkelerden de edindiğimiz izlenimde
organ trafiğinin önlenmesi noktasında ciddi bir gayret içinde olmalarıdır”
diye konuştu.
Bazı ülkelerde uygulanan nüfus cüzdanı üzerine işaret konması uygulaması hakkında Kahveci şu yorumda
bulundu: “Nüfus cüzdanına işaret
konmasından yana değilim. Bu biraz
daha gönüllüyü deşifre edebiliyor.
Açık alanlarda bu işaretin görünmesi
insanları tedirgin edebilir. Sağlık Bakanlığının veri tabanına kaydedilmesi ve gerektiğinde kullanması daha
faydalı olacaktır.”
İnsanların bağış yapması için teşvik
etmenin faydalı olacağını düşündüğünü söyleyen Kahveci, ancak bunun
kesinlikle maddi olmadan bir takım
avantajlar sağlanarak yapılmasının
önemli olduğunu kaydetti.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
27
haber
ERMENİSTAN VE GÜRCİSTAN’DA ORGAN
NAKİLLERİNDE YENİ STRATEJİ GEREKİYOR
International Transplant Network (ITN) projesi kapsamında Türkiye’ye gelen Ermenistan ve Gürcistan organ
nakil koordinatörleri ülkelerinde kadavradan nakil için yeni strateji geliştirmeleri gerektiğini söylediler.
70 Ülkeyi kapsayan International
Transplant Network (ITN) projesinin
birinci fazının ilk etkinliği 11 farklı
ülkeden organ nakli profesyonellerinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirildi. Söz konusu toplantıda katılan ülkelerde organ bağışı ve nakli
alanında yapılan çalışmalar anlatıldı.
Yeni işbirlikleri, ihtiyaçlar, öncelikler
ve çözüm önerilerinin de konuşulduğu toplantıda, sınırlı sayıda canlıdan
nakil yapan ve kadavradan nakil yapmayan ülkeler Türkiye’nin bu alanda
örnek olan çalışmaları olduğu üzerinde durdu.
Türkiye Organ Nakli Vakfı öncülüğünde sivil bir platform tarafından
yürütülen International Transplant
Network for Developing Countries
(Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Uluslararası Organ Nakli Ağı) projesi kapsamında yurt dışından organ nakli
sorumluları gelerek deneyimlerini
paylaşıyorlar. Ermenistan ve Gürcistan organ nakli koordinatörleri hem
ülkelerindeki çalışmalar hem de söz
konusu proje hakkında görüşlerini
paylaştı.
28
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Ermenistan’da Sadece Canlıdan ve Sınırlı
Sayıda Nakil Yapılıyor
Kadavradan Organ Bağışı ile İlgili Bizi
Farklı Bir Reaksiyon Bekliyor
Ermenistan’da sadece canlıdan ve oldukça sınırlı sayıda nakil yapıldığını
ve bu durumda talebin sadece yüzde
10’nunu karşılayabildiklerini belirten
Ermenistan adına katılan Nefroloji
Uzmanı Prof. Dr. Ashot Sarkissian,
canlıdan nakili geliştirerek ve kadavradan nakli başlatarak daha fazla
hastaya organ nakli ile yaşam şansı
sunmaya çalıştıklarını söyledi.
Ülkelerinde organ bağışı ve nakline
yönelik kamuoyu tepkisinin olumlu
olduğunu kaydeden Sarkissian, bu
konuda tartışmalar olduğunu ancak
dini inanışla ilgili bir sorun yaşanmadığını söyledi. Sarkissian, sözlerine şöyle devam etti: “ Hristiyan bir
ülkeyiz ve halkın genel olarak bu
düşünce ile ilgili bir sorunu yok. Kadavradan organ bağışı ile ilgili bizi
farklı bir reaksiyon bekliyor. Biliyorsunuz, bir anne “çocuğuma böbrek
veriyorum” diye düşünürken diğer
durumda “benim çocuğumun organları bilinmeyen birine verilecek” diye
düşünüyorlar. Türkiye son 10 yıl içinde bu konuda gerçekten başarılıydı.
Burada olmamızın ana nedeni de bu,
bu uygulamayı daha önce yapmamış
ülkelerle tecrübelerin paylaşılması ile
başarılı bir sonuca ulaşmaları için gerekli sürenin kısaltılması. Türkiye’nin
bu işbirliği daveti bizi heyecanlandırdı ve mutlu olduk. Buradaki büyük
tecrübeden faydalanmak bizim için
bir fırsat.”
Sadece canlı donörden nakil yaparak,
3 milyon kişi de 10-15 gibi bir nakil
oranı olduğunu dile getiren Sarkissian, “ Talep ise 100-150 civarında, biz
bu talebin çok gerisindeyiz. Bu sadece canlı donörden yapılan nakil, böyle bir yönteme sahip olmamız iyi bir
şey ama, kötü olan ise kadavradan
organ nakli uygulamamızın olmaması, bu zayıf yönümüz. Uzun yıllardır
bu konu üzerinde çalışıyoruz. Türkiye
ve diğer ülkeler bu alanda zaten deneyimliler, bu tecrübelerin paylaşımı
ile biz de bu konudaki çalışmalarımıza devam edebileceğiz” dedi.
Organ Nakillerinin Çoğu Gürcistan
Dışında Yapıldı
Nüfusun Yüzde 60’ının Organ Bağışına
Karşı Değil
Gürcistan Transplantolojist Derneği
ve Gürcistan Sağlık Bakanlığı’nı temsilen katılan Organ Nakli Cerrahı Prof
Dr Gia Tomadze, ülkelerinde yapılan
çalışmalar hakkında şunları söyledi:
“Organ nakli çalışmalarına 1995’te
canlı donörden böbrek nakli başladık. Şuan sadece canlı donörlerle
ilgili bir programımız var, maalesef
kadavradan (ölüden) organ naklini
hayata geçiremedik. Kadavradan organ naklini engelleyen organizasyon
yapımız ve kamu tepkisi ile alakalı
birçok problem var. Gürcistan’daki
toplam organ nakli 200’den fazla,
bunların 38’i karaciğer, çoğu Gürcistan dışında operasyon geçirdi. Kalanlar ise böbrek nakli, operasyonları
Gürcistan’da gerçekleştirildi.”
“Canlıdan organ nakli donör oran
7.8” diyen Tomadze, “Derneğimiz
kamuoyunun tepkisini değerlendirmek için birçok faaliyet yürütüyor.
Aslında nüfusun yüzde 60’ının organ
bağışına karşı olamadığını keşfettik
ama uygulama da ve karar verilme
aşamasında problem çıktığını görüyoruz” dedi.
Yüzde 100 Canlı Nakil Yapıyoruz
Ülkesindeki organ bağışı ve nakli
aktivitelerinin güçlü ve zayıf yönleri
açısından değerlendirmede bulunan Tomadze, rakamların gerçekten
ilginç olduğunu ve en yüksek canlı
donör oranına sahip olduklarını belirtti. Tomadze, yüzde 100 canlı nakil
yaptıklarını ve kadavradan organ
nakli uygulamalarının olmadığını ve
bu yönlerinin zayıf yönleri olarak bu
alanda özel bir yapı oluşturmaları gerektiğini iletti.
Halkın kadavradan nakli reddetme
sebepleri hakkında özel bir araştırma
yapmaya çalıştıklarını söyleyen Tomadze, çıkan sonuca göre ilk sırada
cesedin uğrayacağı travma, ikinci sırada ise dini nedenler olduğunu kaydetti. Katılımcıların yüzde 60’ının dini
sebeplerden reddettiğini dile geitren
Tomadze, Ortodoks Hristiyan bir ülke
olduklarını ve aslında inandıkları dinin buna karşı olmadığını ve insanlarla konuşarak bilgilerini geliştirme
ihtiyaçları olduğunu belirtti.
Toplumsal farkındalığın artırılması
için faaliyetler yaptıklarını söyleyen
Tomadze, dört sene önce Avrupa Organ Bağışı günü organize ettiklerini
ancak durumun tatmin edici olmadığını dile getirdi. Bu konuda bir ulusal
strateji geliştirmeye ve uygulamaya
ihtiyaç duyduklarını ifade eden Tomadze, aksi takdir de herhangi bir sonuç elde edemeyeceklerini kaydetti.
Türkiye Sihirli Değnek
Türkiye’den davet aldıklarında ne hissettikleri ve gelmeden önceki beklentileri hakkında Tomadze, şunları
söyledi: “İlk duyduğumda sihirli bir
derneğin değerek bütün sorunları
çözeceğini düşündüm. Tabii ki gerçek hayatta böyle şeyler yok. Bütün
ülkelerin problemleri var ama bunlar
benzer problemler. Benim en büyük
isteğim “International Transplant
Network”un bir üstyapı kurumu olarak faaliyet gösterebilmesidir. Bunun
için sadece paraya ihtiyacımız yok bu
konuda her birimizin fon bulabilmek
için ayrı ayrı çabalaması gerekiyor. 70
ülke olduğunda bu ağın çalışabilmesi için destek bulmak daha da kolaylaşıyor.”
Türkiye Organ Nakli Vakfı Başkanı Dr.
Eyüp Kahveci ise şu değerlendirmede bulundu: “Söz konusu proje kapsamında her ne kadar 70 ülke var ise
de komşularımız bizim için ayrı bir
önem taşıyor. Yüzyıllardır aynı kültürün bir parçası olmanın verdiği sıcaklık ile Anadolu’nun dayanışma ve
yardımlaşma ruhu, organ bağışı ve
organ nakli gibi insan sağlığına hizmet eden kutsal bir alanda da itici bir
güç olacaktır. Büyük bir ülke olarak
bu alandaki tecrübelerimizi, bilgi ve
birikimlerimizi komşularımızla paylaşmak ve karşılıklı bilimsel işbirliğini
geliştirmek için imkanlarımızı kullanacağız.“
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
29
haber
KANSER HÜCRELERİNİ YERÇEKİMSİZ ORTAMDA
“UÇURUP” BİRBİRİNDEN AYIRMAYI BAŞARDILAR
Başarılı çalışmalarıyla adlarından sıkça söz ettiren Stanford Üniversite’sindeki Türk bilim
insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde Durmuş, kanser hücrelerini yerçekimsiz bir ortam
meydana getirerek “uçurup” birbirinden ayırmayı başardı.
Stanford Üniversitesi’nce biyomühendis ve genetikçilerden oluşan
bir ekip, mıknatıslar arasında tek bir
canlı hücreyi yerçekimsiz ortamda
“uçurabilen” ve yoğunluğunu çok
hassas bir şekilde ölçebilen bir cihaz
geliştirdi. Bu ölçümler, basit bir kan
testiyle kanserli hücreleri ayırt etmek
ve hücrelerin kanser ilaçlarına hassasiyetini tarayan çok hızlı teknikler
kullanmak için kullanılıyor. Stanford
Üniversite’sindeki Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde
Durmuş, Proceedings of the National
Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yayımlanan çalışmalarıyla bilim
dünyasında geniş yankı uyandırdı.
Dünya’nın en iyi bilim dergilerinden
Science ve New Scientist de bu çalışmayı kendi sitelerinden duyurdu.
Manyetizma 1- Yer Çekimi 0
Daha önce bilim insanlarının kurbağa gibi canlıları havaya kaldırmak için
çalıştığını duymuştuk. Hatta bu uçan
kurbağa deneyi kendi yazarına bir Ig
Nobel Ödülü kazandırmıştı: (http://
youtu.be/A1vyB-O5i6E ) İşte bu manyetik prensibi kullanarak yeni bir buluşa imza atıldı. Hücreleri yerçekimsiz bir ortam yaratarak “uçurup” birbirinden ayırmayı
başaran Stanford Üniversitesi’nden Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr.
Gözde Durmuş buluşlarını anlattı.
Meme Kanseri Hücreleri Diğer Kanser
Türlerine Göre Daha Hafif
Doku mühendisliği için mıknatıslar
kullanarak küçük doku parçalarını
işlemek ve birleştirmek için yeni yollar aradıklarını ve sonucun başarılı
olduğunu söyleyen Dr. Durmuş, bu
buluşun geniş uygulamalarını şöyle
anlatıyor: “Geliştirdiğimiz bu aletle
her hücrenin kendine has bir man30
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
yetik özelliği olduğunu gösterdik.
Kırmızı kan hücresi, beyaz kan hücresi, kanser hücresi, bakteri hücresi;
hepsinin kendine özgü bir manyetik
hassasiyeti var. Ayrıca, kanser hücreleri de kendi aralarında çok farklı
özellikler gösteriyorlar. Örneğin, bu
çalışmamızla meme kanseri hücrelerinin diğer kanser türlerine göre
daha hafif ve daha az manyetik hassasiyeti olduğunu gösterdik. Ayrıca,
değişik kolon kanseri hücrelerinde
ilginç noktalar gözlemledik. Örneğin,
kökenleri farklı olan kolon kanseri
hücreleri (adenocarcinoma ve carcinoma), geliştirdiğimiz alette farklı
yoğunluk ve manyetik hassasiyet
gösterdi. Bu çalışmamızda diğer bir
teknolojik atılım ise geliştirdiğimiz
alet sayesinde ilaçların hücreler üzerindeki etkisini çok hızlı bir şekilde
tarayabiliyoruz. Bu teknik ilaç tarama
çalışmalarını da hızlandırabilir”
Kanserin Erken Teşhisi için Ucuz, Hızlı,
Taşınabilir ve Cep Telefonuyla Uyumlu
Test Geliyor
Dr. Gözde Durmuş, bu teknolojinin
tıptaki uygulamalarını söyle anlattı:
“Kandaki kanser hücrelerinin tespitinde ve diğer sağlıklı hücrelerin
ayrıştırılmasında kullanılıyor. Örneğin, bu aleti kullanarak basit bir kan
testiyle milyarlarca kan hücresi arasından çok nadir görülen kanserli
hücreleri çok hızlı bir şekilde yani 20
dakikadan az bir sürede tespit edebiliyoruz. Aynı zamanda ayrıştırılan
bu hücrelerin farklı ilaçlara karşı nasıl
davrandıklarını da bu “sıvı biyopsi”
teknolojisi sayesinde hızlıca tespit
etmemiz mümkün oluyor. “Sıvı biyopsi” sıklıkla yapılabilir, gerektikçe
tekrarlanabilen daha hızlı ve ağrısız
bir yöntem. Böylelikle, hastaların ve
hastalığının seyrinin sürekli takibini
kolaylaştırıp; doğru ilaçla tedavi edilme şansını artıracağını düşünüyoruz.
Geliştirdiğimiz bu teknolojinin, özel-
likle kanser tedavisinde hızla önem
kazanan “kişiye özel tedavi (personalized medicine)” uygulamalarını
daha da ileriye taşıyacak. Buluşumuzun diğer büyük bir avantajı da ucuz,
kullanımı kolay ve taşınabilir olması.
Böylelikle ister hastanedeki klinik laboratuvarlarda ister hastanın evinde
kolayca kullanılabilen testler geliştirebiliyoruz.“
Bu tekniğin aynı zamanda daha güvenilir teşhis testlerine imkan vereceğinin altını çizen Dr. Demirci, şunları
ekledi: “Kanser hücreleri çok çeşitli ve
heterojen. Günümüzde tıp dünyasında kanser hücrelerini kandan ayırmaya çalışan tüm teknikler, bu hücreleri
antikorla yakalamaya ve ayırmaya
çalışıyor. Fakat hücrelerin hepsinde
aynı antikorlar bulunmayabilir. Bu
sebeple kanser hücrelerinin kandan
teşhisi ve ayrıştırılması zor bir konu.
Geliştirdiğimiz bu yeni teknik sayesinde antikorlara bağlı kalmadan da
kanser hücrelerini kandan çok hızlı
bir şekilde tespit edip ayırabileceğimizi gösterdik. Cihazı hızlı ve taşınabilir tanı testi olarak cep telefonu
kameraları ile birleştiriyoruz, bu sayede kanserin yanı sıra Akdeniz anemisi gibi hastalıkların da hızlı teşhisi
ve hastalığın sürekli takibi üzerine
yoğunlaşıyoruz.”
haber
Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ:
“TÜRKİYE’DEKİ ANESTEZİ UZMANLARININ ESA’YA
DAHA YOĞUN KATILIMINI BEKLİYORUZ”
30 Mayıs- 2 Haziran 2015 tarihlerinde gerçekleştirilen ESA 2015 kongresinde Türk anesteziyoloji camiasını da
yakından ilgilendiren en önemli gelişmelerden biri ESA tüzüğünün değiştirilmesi çalışmaları oldu.
“ Daha Adil Bir Seçim İçin
ESA (Euroanaesthesia) Tüzüğü Değişmeli“
ESA tüzüğünün değiştirilmesi amacıyla geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilen Almanya, Belçika ve bazı diğer
ülkelerden üyelerin verdiği değişiklik
önerileri hakkında yoğun tartışmalar
hem ESA Konsül toplantısında hem
de ESA Genel kurulunda en önemli
başlık olarak gündemde yer aldı. Söz
konusu değişiklik isteği ; “ bütün seçim mekanizmalarının sadece genel
kurul esnasında yapılıyor olması ve
buna bağlı olarak temsiliyet anlamında büyük üyelere ve kongrenin
yapıldığı yerlerdeki üye çoğunluğuna avantaj sağlıyor olmasının“ adil
olmadığını düşündüğümüz için savunduk. Tüzük değişikliği tartışmaları esnasında ESA Yönetim Kurulu
tarafından görevlendirilen TARD
32
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Genel Sekreteri Prof. Dr. Zekeriyya
Alanoğlu’nun da ESA Konsül üyesi
olarak görevlendirildiği “Tüzük çalışma grubunun” hazırladığı alternatif
tüzük değişikliği önerisi her platformda görüşüldü.
Bu öneri üye sayısının yüksek olduğu
ülkelere ağırlıklandırılmış oy hakkı
verilmesini ancak bunun yanında
üye sayısı ne kadar az dahi olsa her
ülkeye en az bir oy hakkı verilmesini içermektedir. Her iki öneri yoğun
tartışmalar altında genel kurulda ele
alındı ve yeterli çoğunluk oyunu alamadıkları için kabul edilmediler. Bu
şekilde şu an geçerli olan tüzük yürürlükte olmaya devam edecektir. Şu
an geçerli tüzüğe göre her üye ülkenin şeçme hakkı eşittir ve aynı oy kullanma hakkına sahiptir. Bunun yanında gelecek dönemlerde özellikle ESA
karar alma mekanizmalarında daha
etkin rol alınabilmesi için ülkemiz
Anestezi Uzmanlarının daha yoğun
olarak ESA üyeliklerini gerçekleştirmeleri büyük önem arz etmektedir.
Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ
“ Türkiye En Çok Ceea Kursu
Düzenleyen Ülke “ Oldu
TARD Başkanı Prof. Dr. Alkış CEEA
komite üyeliğine seçildi
Avrupa’da Anesteziyoloji için Sürekli
Tıp Eğitimi Komitesi (CEEA) Avrupa
Anesteziyoloji Derneği (ESA) ve Dünya Anesteziyolojistleri Dernekleri Federasyonunun (WFSA) birleşik bir komitesi olup, Anesteziyoloji alanında
geliştirme kursları organize etmekle
görevlidir.
CEEA yaklaşık 100 merkezde, bölgesel olarak sürekli tıp eğitimini sürdürmektedir. Tüm bu merkezlerde 6
kurstan oluşan bir eğitim programı
standart ve sürekli güncellenen bir
çerçevede yürütülmektedir.
Bu kurslar tüm ülkelerdeki anesteziyoloji uzmanlarına yönelik olup,
anestezi, yoğun bakım, acil tıp ve ağrı
konularını içermektedir.
Avrupa’da Sürekli Anesteziyoloji Eğitimi komitesi genel kurulu da
Euroanaesthesia 2015 esnasında
gerçekleştirildi. Bu toplantı esnasında alınan geri bildirimlere göre son
dönemde Türkiye en çok CEEA kursu
düzenleyerek bu anlamda Avrupa
çerçevesinde önemli bir başarı elde
etmiştir. Bu başarıya paralel olarak
Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Derneği Başkanı Prof. Dr. Neslihan
Alkış CEEA komite üyeliğine CEEA
Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda seçilmiştir. Bu şekilde kurs
sayısı ile öne çıkan ülkemizin komite
çalışmalarında da önemli bir şekilde
temsil edilmesi söz konusu olacaktır.
Akman özellikle ülkemizde yeni kabul edilmiş olan Çekirdek Müfredat
ve 5 yıllık eğitim süresi üzerinden hazırladığı ve TARD Yönetim Kurulu’nun
onayladığı sunum toplantı boyunca
bu genç meslektaşlarımız tarafından
kongre katılımcıları ile paylaşılmıştır.
Bu anlamda Ulusal Standımıza uğrayan pek çok katılımcıya Türkiye’deki
Anesteziyoloji Eğitim Standartları
hakkında bilgilendirme yapılmış,
daha önceki ve gelecek dönemlerde
ülkemizde yapılmış olan ve yapılacak
olan toplantılar ve eğitim faaliyetleri
hakkında bilgi aktarımı yapılmıştır.
Bu yılki kongrede ülkemizden birçok bilim adamı kongrenin bilimsel
içeriğine katkıda bulunmuştur. Bu
anlamda meslektaşlarımızın artan
katkıları ve sağladıkları yoğun mesai
ülkemizin uluslararası platformdaki temsiliyet açısından büyük önem
arz etmiştir. Gelecek yıllardaki toplantılarda bu artış eğiliminin devam
etmesi ülkemizin hak ettiği akademik seviyenin yansıtılması açısından
anlamlıdır. Benzer şekilde ülkemizdeki araştırmacıların ürettiği bilimsel
araştırmalar Euroanaesthesia 2015
toplantısında uluslararası araştırmacıların görüşlerine ve değerlendirmelerine bilimsel sunumlar şeklinde
sunulmuştur ve olumlu pek çok geri
dönüş alınmıştır.
Gelecek yıllarda organize edilecek
olan Euroanaesthesia toplantılarından birisinin İstanbul’da yapılması
için daha önceki dönemlerde yapılan girişimlere devam edilmiş ve
ESA merkez ofisten bir değerlendirme ekibinin ülkemizi ziyaret edeceği ve fiziksel şartları inceleyerek bir
karar oluşturacağı öğrenilmiştir. Bu
anlamda yıllardır bir engel olarak
ifade edilen KDV ödentisi sorunu
ESA’nın KDV yükümlüsü haline gelmesi ve ülkemiz ile Belçika Krallığı
arasındaki Çifte Vergilendirmenin
Engellenmesine Dair Anlaşma’nın
ESA yetkililerine sunulması çerçevesinde aşılmış olarak gözükmektedir.
Ayrıca şu anki ESA Yönetim Kurulu
üyeleri ile kongre öncesi ve sırasında
temaslar kurulmuş, kendi isteklerine
istinaden daha önce TARD olarak sunulmuş olan motivasyon mektubu
hatırlatılmış, ülkemizin ve özellikle
İstanbul’un avantajlarının altı çizilmiş, ESA seçilmiş Başkanı ile birebir
temaslar sağlanmış, ESA Yönetim
Kurulu’nda yeniden seçilmiş olan
veznedar ve üyelere bu konudaki
bilgilendirmeler yapılmış olumlu
görüşler alınmıştır. Bu veriler ışığında önümüzdeki yıllarda bu önemli
toplantının Türkiye’de yapılma ihtimali her zamankinden daha yüksek
olarak değerlendirilmektedir.
Euroanaesthesia 2015 toplantısı esnasında ESA tarafından yürütülmekte
olan çok merkezli çalışmalar ile ilgili
değerlendirme toplantıları yapılmış
ve ülkemiz bu toplantılarda ulusal
koordinatörlerimiz ve araştırmacılarımız tarafından temsil edilmişlerdir.
Yeni dizayn edilmiş olan çalışmalar
en kısa zamanda ulusal araştırmacılarımızın dikkatine sunulacaktır.
Euroanaesthesia Toplantılarından Birini
Türkiye’de Yapmayı Hedefliyoruz
Euroanaesthesia toplantılarında her
sene düzenlenen Ulusal Stantlar konsepti bu yıl ilk kez Asistan Eğitim Standartlarının sunulduğu bir platforma
dönüştürülmüştür. Bu konsept daha
açıklanmadan önce TARD tarafından
yapılan bir değerlendirme sonucunda ülkemizi Ulusal Stantta temsil etmek üzere 4 Araştırma Görevlisi tespit edilmiştir. Bu araştırma Görevlileri
Dr. Yasemin Dark, Dr. Merve Kocaoğlu, Dr. Gülsüm Karabulut ve Dr. Necip
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
33
sağlığımıziçin
GLÜTEN
VE GLÜTEN İLİŞKİLİ HASTALIKLAR
Prof. Dr. Tufan KUTLU
İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Gastroenteroloji Hepatoloji
ve Beslenme Bilim Dalı
Glüten ilişkili hastalık denildiğinde
ilk akla gelen ve en yaygın olarak tanınan hastalık “Çölyak” hastalığıdır.
İlk tanımı eski Romalılar zamanında
Arateus tarafından yapılmış olmasına
rağmen Çölyak hastalığının ayrıntılı
tanımı 1888 yılında Samuel Gee tarafından yapılmıştır. Glüten ilişkili ikinci hastalık “glüten alerjisi”dir. En sık
alerjiye neden olan besinler arasında
adının çok sık geçmesine rağmen
glüten alerjisi o kadar da sık görülmemektedir. Son yıllarda tanımlanan
çölyak olmayan glüten duyarlılığı ise
erişkinlerde % 6’ya varan sıklıkta görüldüğü ve çok sayıda farklı belirtiler
34
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
verebileceği bildirilmiştir. Bu üç hastalığın haricinde glütenin çeşitli nörolojik hastalıklar ve otizmle de ilişkisi olabileceği de öne sürülmüştür.
Çölyak hastalığı nedir?
Çölyak hastalığı, duyarlı kişilerde glüten içeren gıdaların alınmasından
belli bir süre sonra ortaya çıkan bir
hastalıktır. Glüten buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan bir protein olup günümüzde çok sayıda besin
maddesinin içinde bulunmaktadır.
Hastalıktan sorumlu olan glütenin
içinde bulunan gliadin adı verilen
parçadır. Günümüzde çölyak hastalığının genetik (kalıtımsal) ve çevresel
faktörlerin katılımı ile oluşan bir hastalık olduğu kabul edilmektedir.
Çölyak hastalığının sıklığı ülkeden
ülkeye değişmekte ise de genelde,
yurdumuzdakine benzer bir şekilde,
1/100-200 civarında olduğu tahmin
edilmektedir. Yapılan çalışmalar has-
talığın sıklığının giderek arttığını da
göstermiştir. Bazı toplumlarda 1/5060 oranı dahi bildirilmiştir. Hastalığın
bazı risk gruplarında (hastaların yakın akrabaları, jüvenil diyabet, Down
sendromu…) normal kişilere oranla
daha sık olduğu gösterilmiştir. Bazı
HLA doku gruplarına (HLA DQ2 ve
Prof. Dr. Tufan KUTLU
DQ8) sahip kişilerde hastalığın daha
sık olduğu bilinmektedir. Değişik ülkelerde yapılan çalışmalar çölyaklı
olguların birinci dereceden akrabalarında hastalığın sıklığının % 1 ile %
20, jüvenil diyabetli olgularda % 1 ile
% 16, Down sendromlularda ise % 1
ile % 18 arasında değiştiğini göstermiştir.
Çölyak hastalığında belirtiler nelerdir?
Unlu gıdalara ne kadar erken başlanırsa hastalık belirtileri o kadar erken ortaya çıkar ve tanı çoğunlukla
altıncı ay ile iki yaş arasında konur.
Hastalığın daha iyi tanınması ve ince
bağırsak biyopsisinin yaygınlaşması
ile ilk tanı yaşı 1960’lı yıllardan sonra
giderek küçülmüştür. Eğer iki yaşına
kadar hastalık tanınamaz ise hastalığın tanısı erişkin yaşlara kadar gecikebilir. Son yıllarda anne sütü ile
beslemenin artması, katı gıdaların,
özellikle de glütenin diyete daha geç
girmesi ile hastalığın başlangıcının
daha ileri yaşlara kayabildiği bildirilmiştir.
İlk iki yaşta tanı alan hastalar genellikle ishal, karın şişliği, kusma, iştahsızlık, büyüme geriliği gibi belirtilerle hekime başvururlar. Bu hastalar
genelde huysuz ve zor ilişki kurulan
çocuklardır. Küçük bir hasta grubu
ise, ağır sıvı kaybı veya şoka kadar
gidebilen ishal ile karşımıza gelebilir
ve bu durum “Çölyak krizi” olarak adlandırılır.
Başka ne gibi belirtiler tespit
edilebilmektedir?
İlk iki yaştaki çocuklarda, başka bir
bulgu olmaksızın, dışkılama alışkanlığında değişme, iştahsızlık, kilo alımında azalma gibi belirtilerin varlığında çölyak hastalığı akla gelmelidir.
D vitamini emilimindeki bozukluğa
bağlı olarak süt çocuklarında rahitis
hastalığın tek bulgusunu oluşturabi-
lir. Çölyak hastalarında diş mine bozuklukları ve ağızda yineleyen yaralar
da tespit edilebilmektedir. Düşük kalsiyum ve magnezyuma bağlı olarak
kasılma nöbetleri ve kanda protein
düşüklüğüne bağlı olarak yüzde ve
bacaklarda şişlik oluşabilir. Çomak
parmak, düzleşmiş dil, uzun kirpikler,
dişlerin oluşumunun ve motor gelişimin geri kalması diğer nadir bulgulardır. Çölyak hastalığı geç çocukluk
çağında kusma, karın ağrısı ve kabızlık gibi bulgularla da ortaya çıkabilir.
Çölyak hastalığında demir eksikliğine
bağlı kansızlık hastaların en az yarısında bildirilmiştir.
Boyun uzamaması da
bir Çölyak belirtisi midir?
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde takip
ettiğimiz hastaların % 60’ının başvuru sırasında kısa boylu olduğu
tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalar
büyüme geriliği gösteren çocukların
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
35
%5-20’sinde nedenin çölyak hastalığı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu
nedenle kısa boylu çocuklarda kan
testleri ile tarama yapılarak şüpheli
olgulara ince barsak biyopsisi yapılması gereği ortaya çıkmaktadır.
Çölyak hastalığı tanısında ince barsak
biyopsisi en önemli ve gerekli bir tanı
aracıdır. Hastalık şüphesi olan kişilerden kan alınarak doku transglutaminaz antikorları ve anti-endomizyum
antikorları araştırılmakta ve pozitif
bulunanlara ince barsak biyopsisi
yapılmaktadır. Biyopsi yapılmadan
hastaların diyete konması doğru bir
uygulama değildir.
Tedavi süreci nasıl?
Glütenin hastalığın gelişimindeki
rolü anlaşıldığı günden itibaren, çölyak hastalığı tedavisinde glütensiz diyet tedavinin en önemli kısmını oluşturmuştur. Glütensiz diyette buğday,
arpa, çavdar ve yulaf unu içeren her
türlü besin maddesinin yenilmesi yasaklanır. Mısır ve pirinç zararlı olmayıp diğerlerinin yerine kullanılabilir.
Glütensiz diyet ile klinik ve histolojik
bozukluklar düzelene kadar çölyak
hastalarında saptanan çeşitli vitamin,
mineral ve eser element eksiklikleri
yerine konmalıdır.
Glütenin diyetten çıkarılması ile
hastalarda kısa süre içinde düzelme
gözlenir. İnce bağırsaktaki histolojik
bozukluklar ortalama 6 ay içinde düzelir. Eğer mukozada düzelme olmazsa en önemli neden diyete tam olarak uyulmamasıdır. Diyete uyulduğu
halde düzelme yoksa tanı şüphe ile
karşılanmalıdır.
Günümüzde, tüm çölyak hastalarının
glütensiz diyete tam olarak uyması
ve ömür boyu sürdürmesi gerektiği
konusunda fikir birliği vardır. Diyetine uymayan çölyak hastaları beslenme ile ilgili çeşitli problemler (boy
kısalığı, çeşitli vitamin eksiklikleri,
rahitis, osteomalazi), otoimmun hastalıklar ve hastalarda ince bağırsak
lenfoması gelişebildiği gösterilmiştir.
Glüten (un) alerjisi nedir?
Amerika Birleşik Devletleri’nde en
sık alerji nedenlerinden bir olarak
tanımlanmasına rağmen (toplumda
36
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
% 0.5-9 arasında bildirilmiştir) hekim
tarafından tanı konanların sıklığı erişkinlerde % 0.4, çocuklarda ise % 0.4-1
arasında bildirilmiştir. Hemen ortaya
çıkan aşırı duyarlılık reaksiyonu (anjioödem, şok) veya geç başlayan deri
bulguları (döküntü, ürtiker), sindirim
sistemi (kusma, ishal) veya solunum
sistemi belirtileri (rinit, bronşit, astım)
görülebilir. Tanıda kanda spesifik IgE
bakılabileceği gibi cilt testleri ile de
tanı konabilir. En doğru tanı yöntemi
ise diyetten unlu gıdaların çıkarılması
ile iyileşme olması tekrar verildiğinde
ise belirtilerin tekrarlaması ile gerçekleştirilen açık uyarı testidir. Çocuklarda yapılan geniş bir çalışmanın
sonuçlarına göre un alerjisi 4 yaşta
% 29, 8 yaşta % 56, 12 yaşta ise % 65
iyileşir.
dan tanımlanmış olan bir deri hastalığıdır. Kaşıntılı papüloveziküler lezyonlarla ortaya çıkar. Sıklığı değişik
çalışmalarda 100.000 de 1.2 ile 39.2
arasında bildirilmiştir. Barsak hastalığı ile birlikte olabileceği 1966 yılında
bildirilmiştir. Patogenezi iyi bilinmese de glütenin diyetten çıkarılması
ile lezyonlar iyileşebilmektedir. Tanı
amacı ile araştırılan doku transglutaminaz ve anti-endomizyum antikorları pozitif olup ince barsak biyopsisinde hastaların % 60-75’inde
çölyak hastalığına benzer şekilde villus atrofisi saptanır, % 90’ında ise HLA
DQ2 ve DQ8 pozitif bulunur. Sonuçta
dermatitis herpetiformisin çölyak
hastalığının deri belirtileri ile ortaya
çıkan şekli olarak kabul edilmesi söz
konusudur.
Çölyak olmayan glüten duyarlılığından
bahseder misiniz?
Glüten ataksisi
Çölyak olmayan glüten duyarlılığı, çölyak hastalığına benzer klinik
yakınmaları olan hastalarda çölyak
hastalığı ile uyumlu olmayan serolojik bulgular (doku transglutaminaz
ve anti-endomizyum antikorları negatif ) ve eğer yapılırsa ince barsak
biyopsisinin normal olması yanında
negatif glüten spesifik IgE bulunması ve hastaların glütensiz diyetle
yakınmalarının iyileşmesi durumudur. Bu olguların % 50’sinde ailede
çölyak hastalığı saptanabilir. İlk kez
30 yıl önce tanımlanmasına rağmen
hastalığın güncel tanımı Sapone tarafından ayrıntılı olarak yapılmıştır.
Ayrıntılı epidemiyolojik çalışmalar
bulunmamasına rağmen sıklığının
% 3-6 arasında değiştiği tahmin edilmektedir.
Hastalığın patogenezi iyi bilinmese
de belirtiler glüten alımı ile başlamakta ve diyetten çıkarılması ile
kaybolmaktadır. Tanı da böylelikle
konabilmektedir. Hastalığın en sık
rastlanan klinik belirtileri karın ağrısı, karın şişkinliği, gaz, ishal veya
kabızlıktır. Bunlar haricinde yorgunluk, bacak ağrıları, baş ağrısı,
döküntü ve depresyon bulguları da
görülmektedir.
Dermatitis herpetiformis
İlk kez 1884 yılında Duhring tarafın-
Glüten ataksisi, nedeni olmadan ortaya çıkan sporadik bir ataksi olup,
tüm ataksilerin % 32-41’ini oluşturur.
Hastalarda antigliadin antikorları pozitif olup bazı olgularda ince bağırsak
biyopsisinde villus atrofisi de eşlik
edebilir. Genellikle 50 yaşından sonra
görülmektedir.
Otizm
Otizm, yaşamın ilk üç yılı içinde ortaya çıkan ve yaşam boyu devam eden,
sosyal etkileşim, sözel ve sözel olmayan iletişimde problemler, tekrarlayıcı davranış ve kısıtlı ilgi alanları ile
kendini gösteren, karmaşık gelişimsel bir bozukluktur. Günümüzde sıklığının 1.000 kişide 11,3’e ulaştığı bildirilmiştir. Gerçek nedeni iyi bilinmez.
Otistik çocukların bir kısmının bağırsak geçirgenliğinin artmış olduğu ve
kazein ve glüten gibi bazı besinlerin
hastalığın oluşmasından sorumlu
olabileceği öne sürülmüştür. Bu nedenle ailelerin % 21-66’sının glüten
ve kazein içermeyen diyet denedikleri anlaşılmıştır. Ancak 1970 yılından itibaren bu konuda yayınlanmış
24 makale incelendiğinde sadece
4’ünde bilimsel kanıt (düşük düzeyde) gözlenebilmiştir. Diyetin beslenme üzerine olumsuz etkileri de göz
önüne alındığında bu tür diyetlerin
ancak alerji/intolerans gösterilebildiği durumlarda uygulanması gerektiği
sonucuna varılmıştır.
haber
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDEN
SAĞLIK EKONOMİSİ VE SAĞLIK FİNANSMANI
YÜKSEK LİSANS PROGRAMI
Hacettepe Üniversitesi bünyesinde Sağlık Ekonomisi
ve Sağlık Finansmanı Yüksek Lisans Programı başlatıldı. Washington Üniversitesi ile araştırma ortaklığı
yapılan program, Harvard, Liverpool, Eötvös Lorand
ve Londra Ekonomi Okulu gibi dünyanın prestijli üniversitelerinin katkılarıyla oluşturuldu.
Hacettepe Üniversitesi bünyesinde Sağlık Ekonomisi
ve Sağlık Finansmanı Yüksek Lisans Programı başlatıldı. İkinci öğretim tezsiz olarak eğitim verecek olan
program kapsamında Hacettepe ve Washington
üniversiteleri araştırma ortaklığı imzaladı. Programa
ayrıca Harvard, Liverpool, Eötvös Lorand ve Londra
Ekonomi Okulu gibi dünyanın prestijli üniversiteleri
katkıda bulundu.
Mezun olan öğrencilerini sağlık sisteminde yer alan
kamu kurumu ve özel sektör kuruluşlarından yönetici, planlamacı, karar verici ya da politika belirleyici
olarak görev yapmaya hazırlamayı amaçlayan programın süresi 3 yarıyıldan (1,5 yıl) oluşacak. Programdan mezun olanlar sağlık sistemi içinde bulunan
kurum ve kuruluşların yanı sıra Maliye Bakanlığı,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu gibi bakanlık ve
kuruluşların ilgili birimlerinde aktif olarak görev yapabilecek ve yönetimsel görevler üstlenebilecekler.
Ayrıca ilaç, tıbbi cihaz, tıbbi malzeme firmalarının
pazara erişim bölümleri ve ulusal ve uluslararası
Sağlık Teknolojisi Değerlendirme yapılarında görev
alabilecekler.
Eğitim dili İngilizce olan programa katılanlar, Sağlık
Sonuç Araştırmaları, İktisat Teorisi, Sağlık Ekonomisinde Temel İstatistik, Sağlık Ekonomisi ve Finansmanında Epidemiyoloji, Sağlık Finansmanına Giriş,
Sağlık Ekonomisine Giriş, Sağlık Teknolojisi Değerlendirmelerine Giriş, Sağlıkta Etik ve Bilimsel Yayın
Değerlendirme gibi dersler alacak. Yurt içi ve yurtdışından önemli eğitimci ve uzmanların akademik kadrosunu oluşturduğu programın koordinatörlüğünü
ise Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Bülent Gümüşel ve Washington Üniversitesi
Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir Keskinaslan üstleniyor.
Sağlık sektörü ve endüstrisinde çalışan ya da çalışmak isteyen, fakülte ve yüksekokulların en az dört
yıllık bölümlerinden mezun olanların kabul edildiği
programda ALES (Akademik Personel ve Lisansüstü
Eğitimi Giriş Sınavı) ve yabancı dil sınavı ön koşul olarak aranmıyor. Eğitim süresi boyunca İngilizce olarak
gerçekleşecek derslerde simultane çeviri hizmeti de
sunuluyor.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
37
analiz
SAĞLIK OKURYAZARLIĞI
Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU
Sağlık okuryazarlığı nedir?
Uzun yıllardır bu konunun öneminin
Türkiye’de anlaşılması ve kabul edilebilmesi için büyük bir çaba harcandı. Özellikle son yıllarda değişmekte
olan sağlık sistemi tüm toplumun
sağlık okuryazarlık düzeyinin iyileştirilmesi gerekliliğini açık bir biçimde de ortaya koydu. Aslında şöyle
söylersek hiç de yanlış olmaz sağlık
okuryazarlığı sağlığın en temel belirleyicisidir.
Dünya Sağlık Örgütü ‘’sağlığın korunması ve sürdürülmesi için bireylerin
sağlık bilgisine ulaşma, anlama ve
kullanma becerilerini’’ sağlık okuryazarlığı olarak tanımlıyor. Daha ayrıntılı bir tanım yapacak olursak da; şöyle
38
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
söyleyebiliriz, ‘’bireysel olarak sağlıkla ilgili uygun kararların verilmesi için
gereken sağlık bilgisini ve hizmetlerini elde etme, algılama, isteğinin ve
kapasitesinin düzeyi’’dir.
Sağlık okuryazarlığı bununla da sınırlı değil sadece anlama kapasitesi
demek yeterli değil. Sağlık bakımı
ile ilgili kuralları uygulama, tıbbi bazı
broşür ve yazılı bilgiyi, reçete edilen
ilaçlara ilişkin talimatları, randevuları, doktorların açıklamalarını, hastanelerdeki onam formlarını anlama,
mevcut sağlık sistemine entegre olmayı da kapsamaktadır. Bir anlamda
sağlıklarını koruyarak bireylerin yaşam kalitesini iyileştirmektir temel
hedef ve bu aslında sağlık sistemini
de dolaylı bir biçimde hem etkilemekte ve hem de gelişmesine ya da
sağlık sisteminin açmazlarının artmasına neden olmaktadır.
Sağlık okuryazarlığında dünyada ve
Türkiye’de durum nasıl?
Sağlık Sistemi Karmaşık
• Modern
sağlık sistemi, hizmetten yararlananlar ve yararlanacak
olanlar için son derecede karmaşık
aslında. Bireylerin sağlık sorunları
ve verilen hizmetle ilgili olarak bilgilenmeleri, hasta ve hizmet alan
sağlık hizmetinin bir anlamda tüketicisi olarak sorumluluklarını ve
haklarını bilmeleri, sağlık ile ilgili
kararlar verebilmeleri gibi çeşitli rolleri var. Ve bu koşullarda işin
tuhaf yanı hastaların bu konularda
bilgi ve yeterlilik sahibi oldukları
var sayımı ile sektörde hizmet üretiliyor.
Sağlıkla ilgili bilgileri iletmek oldukça
da zordur. Bunun nedenleri arasında;
• Tanı koyma sürecinin karmaşıklığı,
• Sürekli yenilenen ve büyüyen
araştırma bulguları,
• Sınırlı okuryazarlık düzeyi,
• Kültürel farklılıklar,
• Yaşa bağlı fiziksel ve bilişsel değişiklikler,
• Dinleme, öğrenme ve hatırlamayı
etkileyen duygusal durumlar sayılabilir.
Bunlara ek olarak bu iletişimin ideal
şartlarda olmaması, durumu daha
da zorlaştırmaktadır. (Hekim-hasta
ilişkisi için ayrılan sürenin yetersizliği,
hastanın veya bilgi almak isteyenin
içinde bulunduğu durum-korku, ağrı,
v.b)
• Sağlık okuryazarlığı ile ilgili çalış-
malar 1950’lerde başlamıştır. Bu
çalışmalar aşağıdaki gibi özetlenebilir:
olduğu bilinmektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe sağlık okuryazarlığında da doğrusal olarak bir artış
beklenmektedir.
Bu alan gelişirse neler değişir?
Koruyucu sağlık hizmetlerinden daha
fazla yararlanabilecektir bireyler. Dolayısı ile pek çok hastalık daha ortaya
çıkmadan önlenebilir olacaktır.
Semptometik dönemlerinde hastalıkların farkındalık artacağından
tedavi arama ya da tanı arama davranışı gecikmeyecektir hastaların ne
kadar yaşamsal bir önemi var bunun.
Çünkü erken tanı pek çok hastalıkta
hayat kurtarıcı.
Bireylerin sağlık durumlarına ilişkin
kendilerini algılamalarını değerlendirmelerini kolaylaştıracaktır.
• 1950-1970:
Tıbbi önerilere, talimatlara uymalarını sağlayacaktır. Öz bakım için
bireyleri motive edecektir. Sağlık
harcamalarında azalmaya katkı sağlayacaktır. Hem bireysel hem de devletin harcamalarında.
• 1970-1980:
Sağlık hizmetlerindeki olumlu ve
olumsuz koşulların değerlendirilmesine katkı sağlayacaktır.
Global perspektif-3.
dünya ülkelerinde gebelik eğitimi,
cahillik toplum sağlığını etkileyen
konu,
Sosyoekonomik düzey-sağlık düzeyi çalışmaları, eğitim düzeyi ile sağlıklı olma arasındaki ilişki,
• 1980-1990: RWJ Foundation sağlık
okuryazarlığı ölçme projesi, sağlık
okuryazarlığı ile sağlık sonuçları
arasındaki ilişki çalışmaları,
• 1990- : Sağlık okuryazarlığı düzeyi
ile sağlık sonuçları arasındaki ilişkinin önemi, AMA raporu, IoM Raporu, DSÖ raporu.
• 2000 yılından sonra da Türkiye’de
çeşitli araştırmalar ve raporlar yayınlanmıştır. Sağlık Bakanlığı ve
bazı STK’lar konuya daha fazla
önem vermeye başlamıştır. Buna
ilişkin akademik ilgi de artmış, TÜBİTAK destekli bazı projeler üretilmiş ve etkileyici sonuçları kamu ile
paylaşılmıştır. Kaldı ki, son yıllarda
ülkemizde yapılan araştırmalar
bize şunu söylemektedir; ‘’fiziksel
ve psikolojik açıdan sağlıklı olma
ile okuryazarlık arasında önemli
bir ilişki vardır. Özellikle de kadın
okuryazarlığındaki artışın ailenin
sağlığı üzerinde ciddi etkilerinin
Ve en dikkat çekici olanı da ömür
beklentisinde artışa ve ölüm oranlarında azalmaya katkı sağlayacaktır.
Haberleri okurken neler yapılmalı?
En can yakan tarafı da bu konunun
sanırım. Sadece haberleri okurken
değil son yıllarda istenmedik ve gereksiz bir biçimde artış gösteren
görsel medyadaki yayınların hiç bir
kontrolü söz konusu değil. Genellikle sağlık haberleri medyada zaman
zaman infial yaratabilecek ya da boşluk doldurmak amacı ile kullanılıyor.
Örneğin geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir haber çok çarpıcı idi bu anlamda ben de sosyal medyada buna
tepki gösterdim. İleri yaş elliliklerinde
baba ya da anne olmanın özendirildiği haberler ya da menşei bilinmeyen
yurt dışı kaynaklı haberler kedi sahiplerinin şizofren olabileceği gibi.
Bunlar sağlık okur yazarlığı düzeyi
düşük toplumlarda dikkat çeken ve
akılda kalıp olumsuz etkisi olan haberler.... Sektörde yıllarca hakkıyla
emek veren medya mensuplarını ta-
bii ki tenzih ediyorum burada ancak,
ne editoryal anlamda ne de muhabir
anlamında gereken özen yeterince
gösterilmiyor.
Sosyal medya ve sağlık okuryazarlığı
bağlantısı nasıl? Nelere dikkat etmek
gerekir?
Sosyal medya artık içinde olduğumuz dijital devrim çağında yadsınamaz bir gerçeklik. Üstelik ciddi bir iletişim mecrası artık. Sağlık iletişiminin
en hızlı gerçekleştiği alan ve bilinmesi gereken bir önemli nokta da sosyal
medya açısından iletilen yanlış sağlık
haberleri ya da bilgisi hemen eleştirel
olarak hak ettiği tepkiyi alıyor. Yani
hızlı bir biçimde gerçekleşiyor iletişim. Bu açıdan zaten belirli düzeyde
bir sağlık okuryazarlığı gerektiriyor.
Ayrıca doktorlarımızın ve hastanelerimizin hem kurumsal kimlik hem de
işlevsel, etkileşimli ve eleştirel sağlık
okuryazarlığı açısından en başarılı
kullanabilecekleri alan sosyal medya.
Profesyonellerin özellikle kullanmaları gerektiğini düşünüyorum. Bunun
dışında kalmak saydığım tüm sağlık
okuryazarlığı çeşitlerinin dışında kalmak anlamına geliyor...
Sağlık iletişimi açısından bu alanın
gelişmesi neleri etkiler?
Sağlık iletişimi açısından sağlık okuryazarlığı kapasitesi düzeyinin yüksek olması iletilen mesajların, sağlık
bilgisinin, hastalıklara ve sağlığa vb
pek çok uygulama, öneri ve girişimlerin kolay hızlı olarak aktarılmasını
sağlayacaktır. Sağlık iletişiminin işini
Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
39
kolaylaştıracak bir hasta profili ve
toplum profili yaratacaktır. Şöyle düşünelim; temel sağlık bilgisi, hastalıklara ve sağlığa dair farkındalığı yeterli
düzeyde olmayan bir toplumda sağlık iletişimi ne derecede istenildiği
düzeyde gerçekleşebilir. Gerçekte
sağlık okuryazarlığı bu durumda bir
sağlık iletişimi alanı ya da sağlık iletişiminin alt yapısıdır. Buna biz 3. Kuşak
sağlık okuryazarlığı diyoruz. Sağlık
iletişimine eleştirel bakabilmek, ancak bunun için de sağlık okuryazarlığı temel. Bir anlamda sağlık iletişiminin sağlamasını yapan bir kaynak
sağlık okuryazarlığı. Yani topluma ne
verirseniz toplum onu alır anlayışını
değiştirebilecek bir değer sağlık iletişimi açısından.
Hastalar açısından bu alan neden
önemlidir?
Sağlık durumu, bireysel özelliklerden davranış biçimlerinden etkilenmektedir. Ayrıca önemli ölçüde de
toplumun ve bireylerin genel sosyoekonomik yapısından ve kültürel koşullardan da etkilenmektedir. Örneğin aşırı alkol tüketimi, sigara ya da
madde kullanımı. Dengesiz ve yanlış
beslenme ile ilintili obezite sorunları
gibi toplumu etkileyen çeşitli sağlıksız davranışlar sağlık okur yazarlığının yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Yani sağlık okuryazarlığının
yetersizliği bu noktada bireysel değil
toplumsala dönüşmektedir. Dolayısı ile sağlık okuryazarlığı aslında bir
sağlık eğitimi sorunudur. Ya da etkili,
başarılı bir sağlık eğitiminin olumlu bir sonucudur. Ancak ülkemizde
sağlık eğitimi profesyonel meslek
edinme alanında akademik olarak
yapılmakta, sağlık eğitimi temel eğitim ve erken çocukluk döneminden
başlaması gereken bir eğitim. Sağlık
okuryazarlığında istediğimiz noktada olmayışımızın da en önemli
nedeni bu aslında. Dolayısı ile şöyle
söylersem hiç de ileri bir açıklama
olmaz bu sağlık okuryazarlığı bir gelişmişlik göstergesi. Doğru bir hasta
hekim ilişkisi kurulması ve sürdürülmesinde çok etkili. Bu da tedavilerin
başarı düzeyini etkileyecektir. Sağlık
okuryazarlığı bu anlamda sağlık politikaları içindeymiş gibi düşünülse
bile gerçekte bir sosyal politika hedefi aslında...
Sağlık harcamalarını etkiler mi?
Sağlık harcamalarını hem doğrudan
hem de dolaylı bir biçimde etkilemektedir. Başta da söylemiştik doğru
semptomal dönem yaklaşımları ilaç
ve tedavi harcamalarında azalmayı
sağlayacaktır. Sağlıklı olma ihtimalini
bireylerin artacağından kümülatif bir
biçimde genel olarak sağlık harcamalarını azaltabileceğinden sağlığa yatırıma dönüşebilecek bir arka planı da
bulunmaktadır.
Bu konuda neler yapılmalı?
Medya okuryazarlığından da ayrı
düşünülmemelidir. Çünkü sağlık
okuryazarlığı bir tür medya okuryazarlığıdır. Genel olarak iletişim için
medya okur yazarlığı ne denli önemli
ise sağlık okur yazarlığı da aynı kapsamdadır. Medya okuryazarlığı bilindiği gibi bir 21. Yüzyıl eğitimi anlayışıdır. Medyayı anlamak, analiz etmek
ve ulaşmak, tarafsızlığını talep etmek
için önemlidir. Sağlık okuryazarlığı
da sağlığı ve sağlık bilgisini anlamak
ve ulaşmak için önemlidir. Temel eğitimde erken çocukluk eğitiminde vaz
geçilmez olmalıdır. Henüz bir akademik oluşum yeterli değildir. Bazı
üniversitelerin iletişim fakültelerinde
bireysel çabalarla sürdürülmektedir.
Ancak bu da yeterli değildir, sağlık
bilimleri ve tıp fakültelerinde alanda
zorunlu ve uygulamalı dersler arasında yer alması gerekmektedir.
40
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
sağlığımıziçin
KİLO KONTROLÜNDE SON NOKTA
Özel bir diyet ile özel bir spor bir araya gelirse...
Obezite başta olmak üzere çeşitli hastalıkların tanı desteği ve kişisel tıp çalışmaları üzerine
araştırmalarını sürdüren Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
Başkanı Prof. Dr. Meltem Yalınay, kangoo jumps ile hem eğlenip hem de spor yapmanın
mümkün olduğunu söylüyor.
TOLGA GÜNCE
Uluslararası Kangoo Jumps Eğitmeni
Prof. Dr. MELTEM YALINAY
KANGOOJUMPS
42
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
ÖZEL BİR DİYET
KANGOOJUMPS
Çağımızın en önemli sorunu obezite konusunda bağırsak mikrobiyotası ne önem taşır? Bu
mikroorganizmaların analizi konusunda tıbbi yöntemlerle biz hangi noktalardayız? Kişiye
yönelik yaklaşım bu yöntemlerle nasıl sağlanır? Biz ekibimizle neyi hedefliyoruz?
Prof. Dr. Meltem YALINAY
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Moleküler Mikrobiyoloji alanının
amacı nedir?
Tanısal moleküler mikrobiyoloji alanının amacı, tanısı zor konulan hastalıklarda mikroorganizmanın DNA’sını
tespit etmek kaydıyla genetik olarak
tanı koymaktır. Bu, viral hastalıklarda,
zor üreyen bakterilerde, kültürünü
zor elde edebildiğimiz mikroorganizmaların tanımlanmasında bize avantaj sağlar ve dünyada da popülaritesi
çok yüksek bir tanı alanı olarak yer
almaktadır.
Moleküler mikrobiyoloji tekniklerini
kullanarak çalıştığınız konular neler?
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi’nin Moleküler Mikrobiyo-
loji Tanı Laboratuvarı’nı yönetiyorum.
Moleküler mikrobiyoloji tekniklerini
kullanarak, şu anda en yoğun çalıştığımız projeler özellikle bağırsak bakterileri analizi ile ilişkili olanlar.
Bütün hastalıklar bağırsakta başlar
Üzerinde önemle durduğumuz bağırsaktaki mikroorganizma topluluğunun analizi aslında Hipokrat zamanından beri vurgulanmakta olan bir
konu. Hipokrat’ın bir sözü var; bütün
hastalıklar bağırsakta başlar diyor.
Kanser süreçleri, yaşlanma, hipertansiyon, depresyon, günümüzün
önemli hastalıklarından bir tanesi
obeziteye yol açan alt endokrin sebeplerini oluşturan metabolik sendrom, tip 2 diyabet gibi hastalıkların
aslında bağırsakta bulunan bakterilerin oranlarının değişikliği ile ilişkili
olduğu, üzerinde önemle çalışılan
bir alan ve yapılan çalışmalar bize,
bağırsak normal florasındaki popülasyondaki dengesizliklerin, kişide
biraz önce bahsedilen hastalıklara
çok ciddi zemin hazırlayabildiğini
gösteriyor.
Biliyorsunuz, insan genom projesi
tamamlandı ve bu sayede vücudumuzda ne olup ne bittiğini anlamamızda ve yapılan araştırmalar adına
çok ciddi bir alt veriye sahip olduk.
Bu çok kıymetli. Günümüzde oldukça yoğun çalışılan bir diğer alan ise
insan mikrobiyom projesi, yani mikropların genetiğinde neler oluyor ve
biz bu genler yoluyla onları ne kadar,
nasıl teşhis edebiliriz, oranlarını görebilir miyiz gibi. Bağırsakta bulunan
mikroorganizma grubuna, bağırsak
mikrobiyotası diyoruz yani bağırsakta bulunan bağırsak mikroorganizma
topluluğu. Biz bunları alıp, tek tek
ekip mikrobiyoloji kültür yöntemlerini uygulayabiliriz. Ancak bunu
gerçekleştirmek çok zor olur çünkü
burada yer alan mikrop topluluğu,
insanın toplam hücre sayısından on
kat daha fazladır.
Bu alanda yapılan çalışmalar, örneğin
bağırsak rektum kanserlerinin bazı
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
43
mikroorganizma oranlarının değişikliği ile eşlik ettiğini, yani örneğin bazı
mikroorganizmaların daha fazlalaştığını göstermektedir. Yine karaciğer
yağlanmasında, obezitede bir bakteri
tanımlandı ve bu bakterinin oranının
önemli ölçüde değiştiği gözlendi.
Peki bu bilgiler bize nasıl bir ufuk
açar? Söz konusu bakterilerin bir
takım parçalanma ürünleri oluyor,
asitik bir takım ürünler çıkartıyor ve
vücuttaki ileti sistemlerine etki edebiliyor. Örneğin bir sinir yolağına ya
da hücrenin döngüsüne etki edebiliyor, bu suretle endokrin dengeler değişebiliyor veya sinir iletisindeki bazı
salgılar değişebiliyor. Günümüzde
deşifre edilmiş, adı konmuş bazı mikroplar var artık, bazı hastalıklardan
bazı mikroplar sorumlu tutulabiliyor.
Hastalık yoktur hasta vardır
Kişinin mikroorganizma oranlarını
tespit etmek, o kişiye yönelik tedaviyi
de getirir mi?
Herkesin kendi genetik dizilimleri,
vücudundaki bakterilerin oranı ve
genel bağışıklık sistemi birbirinden
farklıdır. Oysa biz hastalara bir sürü
tedaviler öneriyoruz, antibiyotikler
veriyoruz; ama artık tıbbın gittiği bir
yön var, kişisel tıp. Adım adım gidilen nokta, kişiyi deşifre etmek ve ona
uygun beslenme, ilaç önermek. Öyle
görünüyor ki, önümüzdeki on yıl içerisinde bağırsak flora analizi yaparak,
bağırsaktaki bakterilerin oranını görebileceğiz ve bağırsak florasıyla kişinin hangi hastalıklara maruz kalma
olasılığı olduğunu tahmin ederek,
birçok hastalığın gidişatı hakkında
bilgi sahibi olabileceğiz.
Bunun tedaviye katkısına gelince,
bu oranlar belirlendiğinde bakteriler üzerinde oynayarak kişiye nasıl
destek verebileceğimizi, ön tanıyı
kuvvetlendirecek şekilde, bu profilin
ne gibi hastalıklara yol açabileceğini
saptayabileceğiz.
Günümüzde probiyotik ve prebiyotik adını verdiğimiz desteklerle
hâlihazırda tedaviye katkı sağlanmakta. Probiyotik, seçilmiş bakterilerin belli konsantrasyonda hazırlanmasıyla oluşturulmuş formüller.
Prebiyotikler ise, bu bakterilerin ço44
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
ğalmasını sağlayacak lifli bir takım
preparatlar. Gıdalar yoluyla doğal
olarak da alınabilir. Prebiyotik, bağırsakta öyle lifli alt bir zemin oluştursun ki, sevdiğimiz insan sağlığına
faydalı probiyotik bakteriler çoğalsın.
Peki bakteriler bağırsağımıza ne zaman yerleşiyor diye soracak olursak,
diyebiliriz ki aslında biz ananemizin
yedikleriyiz. Eskiden bebeklerin tamamen steril doğdukları düşünülürdü ama artık biliniyor ki bebek bir
flora ile doğuyor. En azından hamilelik döneminde annenin yediğine
içtiğine daha özen göstermesi, bebek doğduktan sonra da buna dikkat
edilmesi, bebeğin bağırsak florasının
düzgün şekilde oluşmasına büyük
katkı sağlıyor. Ayrıca prebiyotik desteğin yine bu dönemde başlamasının
çok daha yararlı olacağı ve böylelikle
sağlıklı bakterilerin bebeğin bağırsağında yerleşmesinin kolaylaşacağı
bir gerçektir.
Doğru beslenme nasıl katkı sağlar?
Aslında doğada bu sistemlerin çoğu
var. Gıdalardan lahana, soğan, sarımsak gibi besinlerin olumlu katkısı,
buradaki popülasyonu artırıcı etkileri
var. Ama doğru beslenmekte güçlük
çektiğimiz için destek gerekiyor. Bu
noktada nutrigenomik kavramına değinmek istiyorum, yani besinlerin genetiği, genetiğin besinlere etkisine.
Hücrelerimiz çoğalırken DNA’mız yoruluyor, DNA’nın korunmasının, kırıkların azalmasının nasıl sağlanacağı ve
DNA tamir mekanizmaları üzerinde
çalışmalar yapılıyor. Bu anlamda kanseri de engelleyen bazı kendini ispat
etmiş gıdalar var; yeşil çay, brokoli,
kırmızı şarap, domates, nar, kara lahana vs. gibi. Ancak elbette ne yaparsak
denge halinde yapmamız gerekiyor.
Yapraklar koyulaştıkça antioksidan
etkisi artar. Hücrelerimiz bölünürken
ya da hastalık sırasında mikroplarımız çoğalırken toksik oksijen radikaller oluşur, bir parçalanma ürünüdür
bu. Oksijenin bize, sağlıklı hücrelerimize zarar verme potansiyeli olan
bir formu. Antioksidanların bunları
nötrleyici etkisi vardır. Bu gıdaları almaya devam etmek, korumayı sağlar.
C vitamininin de böyle bir etkisi var. C
vitamini, selenyum gibi bazı destekleri de almak lazım sisteme.
Normal sağlıklı bir sistem kendini iyileştirir. O yüzden dengeli beslenmenin sağlanması aslında çok yeterlidir.
Bu neye yarar? Lifli besinler, sanki bir
örtü gibi, bağırsakta iyi bakterilerin
tutunmasını kolaylaştırır. Probiyotik
bakterileri, insan yaşamına faydalı
bakteriler olarak adlandırılabiliriz.
Hatta biliyorsunuz yoğurtlara katılmış halde olanları da var. Tabii kişisel
farklılıklardan dolayı, kişinin bağırsaklarındaki bakterilerin hangisi az
hangisi çok bilmediğinizden, ne derece faydalı tesir alabileceğimiz daha
tam net değil.
Moleküler yöntemlerle, mikroorganizmanın genetik analiziyle bunlar
tespit ediliyor. Bakteri oranları tespit
edildiğinde, bu profilin ne gibi hastalıklara yol açabileceğini, bir ön tanıyı, kişinin hangi hastalıklara maruz
kalma olasılığı olduğunu görme ve
kişiye nasıl bir bakteri desteğinde
bulunulacağını belirleme şansımız
oluyor. Bu yöntem aynı zamanda günümüzde özellikle bazı hastalıklarda
artık klişe tedavilerle tıkandığımız
durumlara büyük fayda sağlayacak.
Bizim uzmanlaştığımız, projelendirmeye çalıştığımız alan bu. Hastaneden iki gastroentrolog arkadaşım
Prof. Dr. Tarkan Karakan, Prof. Dr.
Mehmet İbiş ve asistanlarımla beraber mikrobiyota konusunda bir ekip
olarak çalışıyoruz ancak ekibimiz sadece biz doktorlarla sınırlı değil. Bu
programın en önemli kısımlarından
birini yürütecek özel bir spor eğitmeni Tolga Günce.
Tüm bu çalışmalarla son hedef, kişisel
tıp. Güncel yaklaşım, kişinin profilini
ortaya koyup, kişisel tanı ve kişisel tedaviyi uygulayabilmektir. Obezite ve
kilo kontrolü çok güncel yoğun ilgi
gören bir sağlık alanı ve bu konuda
hedeflediğimiz bağırsak mikrobiyotasına yönelik çalışmalarla kişiye yönelik çok özel diyetlerin belirlenmesine olanak sağlayacak. Ancak kilo
kontrolünde hareket mutlaka gerekli
ve burada da ekip olarak amacımız
bu paket içinde bedeni koruyacak
çok eğlenceli özel bir sporla bu programı tamamlamak...
ÖZEL BİR SPOR
KANGOOJUMPS
Fit Olmak Hiç Bu Kadar Eğlenceli Olmamıştı
Tolga GÜNCE
Uluslararası Kangoo Jumps Eğitmeni
Kangoo Jumps’ın yaş gruplarına ve
tercihlere göre çeşitli programları
vardır:
1- Kangoo Power : Gelişmiş aerobik
ve fitness programı
tentli IPS (Impact Protection System)
sistemi ile çarpma etkisini %80 kadar
azaltmakta ve dolayısıyla omurga, diz
ve bilekleri korumaktadır.
2- Kangoo Dance : Koreografik dans
Kangoo Jumps Nedir?
Kangoo Jumps 14 yıllık bilimsel bir
araştırmanın sonucu olarak geliştirilmiş ve rebound sistemine sahip
özel botlar ile yapılan bir kardiyo
çalışmasıdır. Kangoo Jumps’ın en
büyük avantajlarından biri pek çok
amaçla kullanılabilmesinin yanı sıra
6-90 arasında çok geniş bir yaş grubuna hitap ediyor olmasıdır.
Kangoo Jumps vücuttaki yağ oranını azaltan, kol, bacak, kalça, karın ve
baseni sıkılaştıran, esnekliği artıran,
tüm kasları güçlendiren, kalp için aerobik etkisi yaratan, vücudu yorgun
olduğunda canlandıran ve kişiyi sağlıklı ve fit yapan bir egzersizdir.
Kangoo Jumps yapan kişiler daha
uzun süre çalıştıklarını, daha iyi uyuduklarını, daha az gergin ve huzursuz
hissettiklerini fark ederler. Etkisi sadece psikolojik değildir, çünkü yerçekimine karşı, kas-iskelet sistemine
baskı yapmadan yukarı-aşağı sıçrama hareketi şu ana kadar geliştirilmiş
olan en faydalı aerobik egzersizidir.
3- Kangoo Discovery : 6-16 yaş arası
çocuk ve gençler için
4- Kangoo Boot Camp : Askeri eğitim tarzında yapılan kardiyo çalışmasıdır
Ayrıca Kickbox kullanılarak yapılan
Kangoo-Power hareketleri ve düz koşuyu da içermektedir
Kangoo Jumps’ı Kimler Yapamaz?
Rebound sistemi
Rebound sistemi yerçekimi, hızlanma ve yavaşlama kuvvetlerinin birleşimine dayanır. Hızlandığımızda
yerçekimi kuvveti artar, yavaşladığımızda azalır.
İnsan vücudunun yerçekimi değişikliğine uyum sağlama becerisi olduğunu teyit etmiş bulunan NASA;
Kangoo Jumps’ı “İnsanoğlunun icat
ettiği en etkili ve verimli spor aktivitesi” olarak adlandırmıştır.
Çarpma kuvveti ile ilgili yapılan bilimsel araştırmalar, koşu ya da yürüyüş
yapanların ilk yılında yaralanma oranının %27 ile %70 arasında olduğunu
göstermiştir. Kangoo Jumps ise, pa-
Spor hekimleri, fizyoterapistler, göz
doktorları, pediatristler, ortopedistler
gibi sağlık alanındaki pek çok uzman,
etkili bir güç ve kondisyon ürünü olduğunu belirterek Kangoo Jumps’ı
önermektedirler. Ancak, hamilelerin,
çeşitli omurga rahatsızlığı olanlar ve
yeni ameliyat olanların yapması sakıncalıdır.
Kangoo Jumps ile Kilo ve Kas Kontrolü
Kangoo Jumps ile kilo vermek lenfatik sistem ile ilişkilidir. Yeterince hareket etmezsek yüksek seviyede toksin
lenf sistemine dolar ve hücrelerimizi
zehirler. Bazı bölgelerde ise lenf sıvısı selülite dönüşür. Araştırmalar, lenf
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
45
sistemimizin etkisi azaldığında metabolizma hızımızın da düştüğünü
göstermiştir. Kangoo Jumps’ı düzenli
kullandığımızda metabolizma hızımız artacak ve kas elastikiyeti gelişecektir.
Kangoo Jumps ile fazla kilosu olanlar
yağ yakar, kilo verir. Kilo fazlası olmayanlar ise kas yapar ve kaslarını geliştirir. Bölgesel zayıflama için Kangoo
Boot Camp programı uygulanır. Bu
programda Kangoo Power sonrası 1520 dakika yer hareketleri ile yağ yakmak için istediğimiz bölge çalıştırılır.
Kangoo Jumps Egzersiz Süresi
Her seans 45-60 dakika olmak üzere
önerilen süre haftada 3-4 gündür.
Kangoo Jumps Botları
İsteyen gittiği spor merkezindeki
Kangoo Jumps eğitimi almış sertifikalı eğitmenden satın alabilir veya
kiralayabilir. Eğitmen kişinin vücuduna, kilosuna, yapacağı programa
göre kullanması gereken botu seçer.
Eğitmenin önerisi dışında temin edilen botlar sakatlanmalara sebep olabilir.
Yetişkinler için olan Kangoo Jumps
XR3 botlar 200-250 Euro civarındadır. Yedek parçaları da yine eğitmen
tarafından temin edilebilir, değiştirilebilir.
Kangoo Jumps
• Yerçekimi
kuvvetinde ekstra bir
artış sağlayarak kas ve iskelet sistemini güçlendirir.
46
• Sert zeminde egzersiz yapıldığın-
da eklemlerde oluşan kronik yorgunluk ve rahatsızlıklar yaşanmaz.
• Vücut duruşunu düzeltir ve kasyağ oranını dengeler.
• Ciğerlerin
solunum kapasitesini
artırır, kondisyonu yükseltir.
• Dokuların
ihtiyacı olan oksijen
miktarı ile mevcut oksijen arasında daha iyi bir denge sağlar.
sini gerektiren durumlar için çok
önemlidir.
• Eklemlerdeki propriyo reseptörler
arasındaki koordinasyonu, beyine
gelen ve beyinden çıkan sinir sinyallerinin aktarımını, kas liflerinin
duyarlılığını artırır.
• Beynin içkulaktaki vestibül aygıta
duyarlılığını artırarak dengeyi sağlar.
• Egzersiz sırasında yükselen atar- • Boyun, sırt, baş ağrıları ve egzersiz
damar basıncını düşürür. Yorucu
bir aktivite sonrası anormal seyreden kan basıncının daha hızlı normale dönmesini sağlar.
• Egzersiz sonrasında bile metabo-
lizma 24 ile 48 saat boyunca çalışmaya devam eder.
yapmamaya bağlı olarak gelişen
diğer ağrılardan kurtulmayı kolaylaştırır.
• Sindirim
ve boşaltım sistemini
güçlendirir.
• Daha derin ve kolay uyumayı sağlar.
• Kardiyovasküler sistemde damar- • Zihinsel performansı artırır ve öğlarda biriken kan hacmini düşürerek, ödemi engeller.
renme sürecine olumlu katkı sağlar.
lar.
azaltır.
rid seviyelerini düşürüp, HDL(iyi
kolesterol) seviyesini yükselterek
kalp rahatsızlıklarına yakalanma
riskini azaltır.
temi ve karın bölgesi ile ilgili rahatsızlıkları en aza indirir.
• Kalbi ve diğer kasları güçlendire- • Kadınların adet dönemi sancılarını
rek daha verimli çalışmalarını sağsonrası gevşemiş olan
• Dinlenme sırasındaki kalp atışları- • Doğum
kasların kuvvetlenmesini sağlar.
nın daha yavaş olmasını sağlar.
• LDL (kötü kolesterol) ve triglise- • Soğuk algınlığı, alerji, sindirim sis-
• Yaşlanma
sürecinde kas yitimini
(atropi) yavaşlatır.
• Doku onarımını sağlar.
• Kişi; kontrol duygusu ve özgüven
• Dayanıklılık için gerekli olan kas kazanır.
hücrelerindeki mitokondri sayısını
artırır.
• Vücudun alkali rezervini artırır ki
bu da uzun süre efor sarf edilme-
Bu şekilde özel bir diyet ve özel
bir sporu bir araya getirerek kilo
kontrolünde son noktayı koymayı
hedefliyoruz.
Prof. Dr. Meltem YALINAY
Tolga GÜNCE - Uluslararası Kangoo Jumps Eğitmeni
TED Ankara Koleji’nde orta lise eğitimini takiben, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Mikrobiyoloji ve Klinik
Mikrobiyoloji uzmanlık, Tıbbi Biyoloji ve Genetik doktora eğitimlerini tamamladım. Moleküler Mikrobiyoloji ile
ilgilenmekteyim. Klimud Tanısal Moleküler Mikrobiyoloji
Çalışma Grubu Başkanlığını sürdürmekteyim. Şu an özel
olarak ilgilendiğim alan bağırsak mikrobiyota analizleri
ve obezite başta olmak üzere çeşitli hastalıklarla ilişkisinin
ortaya konmasıdır. Ayrıca World Regression Institute’den
Klinik Regresyon Terapistliği uluslararası sertifikası ve düşünme terapisi üzerine eğitimler aldım. Halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı Başkanlığı yapmakta ve uluslararası bir programda
Klinik Psikoloji doktorası eğitimini sürdürmekteyim.
Jeoloji mühendisi ve eski bir basketbolcuyum. Uzunca bir
süre ticaretle uğraştım ama 2012 yılında Kıbrıs’da Tatiana
Petricia Demiralp ve Halil Günce’den aldığım eğitim sonrasında bu muhteşem sporu iş edindim ve yayılması için
çeşitli spor salonlarında instructor olarak dersler vermeye
başladım. Geçen sene aldığım eğitimle de şu an Türkiye’deki tek trainer lisansına sahip eğitmen oldum. Artık
Kangoo Jumps, benim için sadece bir spor ya da iş değil; yaşam tarzı haline geldi ve bu , hem eğlenceli, hem
sağlıklı sporu tanıtmak ve büyük bir Kangoo Jumps ailesi
oluşturmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Spor
yapmayı zorunluluk olmaktan çıkarıp eğlenceli hale getiren bu aktiviteye herkesi bekliyoruz. “Fit olmak hiç bu
kadar eğlenceli olmamıştı.”
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
haber
TIP EĞİTİMİNDE HİKÂYENİN GÜCÜ
Cengiz YAKINCI
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi
Dünya Tıp Eğitimi Federasyonu tıp
eğitiminin amacını “Hasta için ve
toplum için kaliteli, koruyucu, tedavi
edici hizmet vermeyi sağlayacak; bilgi, beceri, değer ve davranış biçimlerinde yetenekli ve yeterli hekimler
yetiştirmek” şeklinde açıklamaktadır.
Tıp eğitiminin amacına ulaşabilmesi
için eğitim sürecinin daha etkin ve
verimli hale getirilmesi gerekir. Bu
48
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
eğitim, uzun yıllar süren, zorlu ve
emek isteyen bir süreçtir. Eğitim sırasında verilen bilgilerin yoğunluğu
öğrenenlerin zihinlerinde karmaşaya
neden olabilmekte ve çoğu zaman
öğrenildiği zannedilen bilgiler unutulmaktadır. Bu sorun, öğrenmeyi
eğlenceli hâle getirip yaşam boyu
öğrenmeyi özendirecek yöntemleri
kullanmakla çözülebilir.
Tıp eğitimi sırasında verilen bilgiler
günlük hayattaki olaylarla ilişkilendirilmediğinde çoğu zaman bu eğitimi alan öğrenciler, verilen bilgileri
sadece sınav için ezberleyip sınav
sonrası unutulan soyut kavramlara
dönüştürmektedirler.
Öğrenmeyi
*
kolaylaştırıcı ve unutmayı engelleyici
yöntemlere başvurmakla bilgiler somutlaştırılabilir. Bu aşamada motive
edici ve öğrenme isteğini artırıcı yönlerinden dolayı hikâye metinlerinden
yararlanılabilir.
Öğrenciler genellikle gerçek hayatta
yaşadıkları olaylarla ilgili sabit fikirlere ve inançlara sahiptir. Zihinlere
yerleşmiş ön yargılar öğrenenlerin
geleneksel yöntemlerle verilen kavramlara karşı güçlü bir direnç göstermelerine neden olmaktadır. Alışılmış
yöntemlere karşı geliştirilen bu olumsuz tutumlar, öğrenme ortamlarında
tek başına geleneksel yöntemlerin
kullanılmasının yeterli olamayacağı-
nı da göstermektedir. Bu yazımızda,
tıp eğitimi için faydalı olabilecek bir
metot sunulmaktadır. Bu çalışma, tıp
eğitiminde hikâyelerin kullanılmasıyla yapılacak olan öğretimin, öğrencilere konu ve kavramlar hakkında fikir
üretebilme şansı vereceğine, hayal
güçlerini harekete geçireceğine ve
bilgilerin akılda kalıcılığının arttırılacağına vurgu yapmaktadır.
Hikâyenin Eğitimde Kullanılması
Dilimize Arapçadan geçmiş olan
hikâye sözcüğü, bir olayın sözlü ya
da yazılı olarak anlatılması şeklinde
tanımlanmaktadır. Edebi anlamda
gerçek ya da tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü olarak ifade edilen
kelimenin İngilizce karşılığı “story”;
Türkçe karşılığı ise “öykü” dür.
Hikâye metinlerinden farklı düzeydeki öğrenme ortamlarında faydalanılmaktadır. Özellikle ilköğretim
düzeyindeki öğrencilerin ders etkinliklerinde hikâyeler başvurulan
önemli kaynaklar arasında yer alır.
Ancak bu yöntem yaş grubuyla sınırlandırılabilecek bir yöntem olarak görülmemelidir. Hikâye metinlerinden
üniversite düzeyindeki öğrencilerin
öğretim faaliyetlerinde de yararlanılabilir. Bu metinler yoluyla yapılan
öğretim, her yaş grubu için uygun ve
etkin bir öğrenme yöntemidir.
İnsanoğlunun her dönemde ilgisini
çeken bir tür olan hikâyeler, eğitimin
vazgeçilmez araçları olarak kullanılmış, semavî dinlerin kutsal kitaplarında bile “kıssa” sözcüğü ile ifade edilen
hikâyeler yoluyla insanların eğitilmesi hedeflenmiştir. Kur’an-ı Kerim, İncil
ve Tevrat’ta yer alan hikâyeler yoluyla
insanlığa geçmiş kavimlerin yaşantıları anlatılmıştır.
Bu yaşantılardan dersler çıkarılarak
benzer hataların yinelenmemesi istenmiştir. Sadece kutsal kitaplarda
değil insanları güldürmek için anlatılan fıkralar ile kahramanları bitkiler
ve hayvanlar olan fabllarda da kısa
öyküler anlatılarak sonunda hem güldürme, hem düşündürme, hem de
toplumu eğitme amacı güdülmüştür.
Kültürümüzde önemli bir yere sahip
olan Nasrettin Hoca fıkralarında da
nükteli bir anlatım biçimini kullanı-
larak dinleyenlerin anlatılanları kolay
kavramaları sağlanmış ve fıkra içerisine gizlenmiş olan mesajın içeriğinin
zihinlere kazınmasına fırsat sunulmuştur.
Dünya edebiyatında La Fontaine
ve Ezop masallarının eğitimdeki işlevinin ne derece büyük olduğu
tartışmasız bir gerçektir. Sadece
bizim ülkemizde değil dünyanın
farklı coğrafyalarında binlerce insanın tanıdığı, mutasavvıf Mevlâna
Celâleddin-i Rumî’nin büyük eseri
olan Mesnevî’de de çok sayıda hikâye
bulunmaktadır. Mevlâna, bu eserinde
maddi dünya ve manevi âlem ile ilgili
meselelere çözüm önerileri sunarken
kısa hikâyeler kullanır. Temsili kahramanlar ve hikâyeler yoluyla, olayların
akılda kalıcılığını artırıp dinleyene ve
okuyana anlatılanları unutma fırsatı
vermeden mesajın akılda kalıcılığını
kesinleştirmek ister.
Hikâyeler tarih boyunca gerek dinsel öğretilerin sunulmasında, gerek
insani değerlerin aşılanmasında, gerekse eğitim ortamlarındaki bilimsel
bilgilerin aktarılmasında ilk başvuru
kaynağı olmuştur. Günümüzde de
bir eğitim ve öğretim metodu olarak
hikâyelerden faydalanılmaya devam
edilmektedir. Hikâye metinleri bu
güçlerini iki özelliklerine borçludur.
Bunlar benzetim (simülasyon) sunma
ve ilham verme özellikleridir. Hikâye
metinleri simülasyon özellikleri ile kişileri eyleme yöneltir.
Hikâye dinleme işi, pasif bir iş gibi görünse de temelde durağan olmayan,
aktif zihinsel süreç gerektiren önemli
bir eylemdir. Hikâye dinlerken öğrenilen yeni olaylar ve bilgiler, zihinsel
bir canlandırma ile geçmiş yaşantılar ve bilgilerle karşılaştırılıp eskiler
ve yeniler arasında anlamlı bağlar
kurulur, benzer ve farklı yönler tespit edilerek yeni zihinsel kodlamalar
yapılır. Bu süreç oldukça aktif ve dikkat gerektiren bir süreçtir. Hikâyeler,
bir diğer özellikleri olan ilham verme
özelliği ile öğrenenlerin hayal güçlerini geliştirir. Farklı durumlar karşısında yeni tepkiler geliştirebilmeyi,
farklı çözüm yolları sunabilmeyi,
seçenekler geliştirebilmeyi sağlar.
Öğrenme ortamında salt örnek verme şeklinde yapılan bir öğretme fa-
aliyeti ile hikâye anlatılarak yapılan
bir öğrenme faaliyeti arasında büyük
bir fark vardır. Örnek verirken soyut
kalan kavramlar; hikâyelerdeki renkli anlatımlar, zengin dekor unsurları,
semboller ve günlük hayatla ilişkilendirilen teorik bilgiler yoluyla somutlaştırılır, böylece anlatılanların ve
bilgilerin kolaylıkla hafızaya alınması
ve kalıcılığı sağlanır. Öğrenciler duygusal olarak aktif hale geldikleri için
öğrenme anlamlı hale gelir.
Hikâyelerle yapılan öğretimle konular günlük hayatla ilişkilendirilerek
teorik bilgi ile pratik bilgi arasında
bir köprü kurulmuş olur. İki unsur
arasında kurulan köprü sayesinde
öğrencilerin zihinlerindeki kavram
yanılgılarının giderilmesi kolaylaşır.
Gözlemlenen bu duruma Demircioğlu tarafından yapılan çalışmada
da rastlanmaktadır. Bu çalışma, açıklayıcı hikâyeler kullanılarak yapılan
öğrenmede öğretmen adaylarının
sahip oldukları kavram yanılgılarını
bilimsel gerçeklere dönüştürebilmeyi başardıklarını ve anlamlı öğrenmeyi sağladıklarını ortaya koymuştur.
Ramsden’in yaptığı araştırmada da
kimyasal değişme ve kimyasal reaksiyonlarda kütlenin korunumu gibi
kavramların öğretilmesinde açıklayıcı hikâyelerle yapılan öğretme
faaliyetlerinin kavramların anlamlı
bir şekilde öğrenilebilmesine olanak
sağladığı görülmüştür. Adı geçen çalışmada öğrencilerin fiziksel ve kimyasal değişim ile ilgili sahip oldukları
kavram yanılgılarını gidermede açıklayıcı hikâyelerin etkili olduğu, açıklayıcı hikâye yönteminin kullanımı ile
birlikte öğrencilerin kavram yanılgılarının büyük oranda giderildiği de
tespit edilmiştir.
Tıp Eğitiminde Hikâye
Hikâye metinleri sadece sosyal, sanatsal ve edebi konularla ilgili bilgi
ve becerilerin kazandırılmasında yararlanılan metinler değildir. Yapılan
araştırmalarda görüldüğü gibi kimya,
fizik, biyoloji, matematik gibi sayısal
ve teknik ağırlıklı alanların bilgilerinin verilemesinde de bu metinlerden
yararlanılabilir. Genel kanı olarak “tıp
bilimi” ile “hikâye” kavramı birbiri ile
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
49
ilişkilendirilemeyen kavramlar olarak
algılanmaktadır. Oysaki tıp ve hikâye
sürekli etkileşim içerisinde olmuştur.
Birçok hikâye ve romanda kahramanların geçirdikleri veya yaşadıkları
hastalıklar yoluyla, hastalık belirtileri,
tedavi şekilleri, tıp ile ilgili kavramlar
konu edilmiş ve kurgusal metin içerisinde okuyucuların olaylarla beraber
farkında olmadan hastalıklarla ilgili
bilgi sahibi olmaları sağlanmıştır.
Ünlü yazar Charles Dickens tarafından 1837 yılında yayımlanan “Bay
Pickwick’in Serüvenleri” adlı kitapta
karakterlerden biri olan Joe, şişman
ve uyku problemleri olan bir kişi
olarak tasvir edilmekte, arada bir yaşadığı solunum durmalarından söz
edilmektedir. Bu kitaptan sonra karakterden ilham alınarak tıkayıcı uyku
apne sendromu “Pickwick sendromu”
olarak isimlendirilmiştir.
Hikâyelerde olay kurgusunun bir
unsuru olarak verilecek tıp terimleri,
kavramları ya da bilgileri öğrenmenin eğlenceli olmasını sağlayacağı
gibi öğrenme süresinin kısalmasına
da fırsat tanır. Örneğin; kuduz hastalığı ortaya çıkış şeklinden başlanarak,
belirtileri ve tedavi şekilleri; kahramanlar, mekân, zaman, olay kurgusu
gibi hikâyeye ait unsurlarla öyküleştirilip merak ve heyecan unsuru katılarak etkili şekilde sunulabilir. Bu yöntemle öğrenmenin hem keyif verici,
hem sürükleyici hem de akılda kalıcı
olması sağlanmış olur.
Tıp eğitiminde kullanılabilecek
hikâye çeşitleri üç grupta incelenebilir. Bunlardan ilki tıbbî hikâyeler (Medical Storylines)’dir. Bu hikâyelerde
okuyucular metni okuduklarında adı
geçen hastalıkla ilgili tüm bilgilere
ulaşabilirler. Hikâyeyi okuyan kişiler
başka bir kaynağa gerek duymadan
o hastalıkla ilgili her şeyi kolaylıkla
öğrenebilir. Bu şekilde hazırlanan
hikâyeler gerçek olaylardan esinlenerek yazılabileceği gibi tamamen kurgusal da olabilir.
Tıp eğitiminde kullanılabilecek
bir diğer hikâye kullanım yöntemi
“akılda kalıcı anekdotlar ve öğretici
hikâyelerin anlatıldığı yöntem”dir.
Bu yöntem, çoğunlukla klasik ders
50
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
anlatımının başında öğrencilerin
derse odaklanmalarını sağlamak için
konu ile ilgili bir hikâyenin anlatılması şeklinde yapılır. Bu tarz bir anlatım
sadece dersin başında değil, öğrencilerin dikkat ve ilgilerinin dağıldığının hissedildiği anlarda da yapılarak
dikkatin yeniden derse odaklanması
sağlanabilir.
Tıp eğitiminde kullanılan hikâye
anlatım yöntemlerinden üçüncüsü
“Fabl tipi hikâyelerin anlatılması” dır.
Bu yöntem ile bir hastalık, bir organ,
bir doku ya da bir kan hücresi kişileştirilerek kendi durumunu kendisinin
anlatması sağlanır. Bu yöntem “Fabl
hikâyeleri” (Medical Fabls) olarak da
adlandırılır. Seçilen yöntemle öğrencinin zihinsel canlandırma yapması sağlanarak, bilgilerin daha kalıcı,
daha eğlenceli şekilde öğrenilmesi
sağlanır. Örneğin; bir karaciğer veya
böbreğin kendisi ile ilgili bir hastalığı anlatması veya bir kan hücresinin
lösemi hastalığını başından geçen
bir hikâye şeklinde anlatması, öğrencinin dinlediği metni resim olarak hafızasına kaydetmesini sağlayıp öğrenilen bilginin kalıcılığını artırmış olur.
Bu şekilde yapılan bir öğrenim bilginin unutulmasının da önüne geçer.
Hikâyenin tıp eğitiminde kullanılması tıp etiğinin yerleşmesinde, iletişim
becerilerinin, özellikle hasta doktor
iletişiminin sağlıklı bir şekilde gelişmesinde ve kalıcı olmasında çok büyük katkı sağlayacağı göz ardı edilmemelidir.
Sonuç
Sosyal bir varlık olan insan; duyguları, düşünceleri ve bilgileri ile toplum
içerisindeki yerini almakta ve sahip
olduğu bu özellikler ile sosyal hayattaki değerini belirlemektedir. Nefes
aldığı her an yeni şeyler öğrenen insan, öğrendiklerinin bir kısmını geçici
bir süre kullanıp zihninden uzaklaştırırken bir kısmını kalıcı kılmaktadır.
Bireyler edindikleri bilgilerin zihinde
kalıcı olarak depolanıp depolanmayacağına karar verirken bilgilerin
kendileri için taşıdığı önem derecesine dikkat ederler. Sosyal statüyü arttıracak, ruhsal, duygusal ve sanatsal
yönü geliştirecek, iş hayatında başa-
rılı olmayı sağlayacak bilgiler, bireylerin yaşantılarına olumlu yönde katkı
sağladıkları için bu bilgilerin kalıcı
olması arzu edilir.
Bilgilerin öğrenilmesinde öğrenme
ortamlarının etkin kılınmasının yanında, öğrenmeyi talep eden ve öğreten kişilerin de ruhsal ve fiziksel
açıdan hazır olması beklenir. Uygun
öğrenme ortamlarının yaratıldığı bir
mekânda her iki taraf öğrenme için
hazırsa bilgilerin öğretici tarafından
sunulması kolaylaşır, öğrenen ikna
olup verilenleri onaylar ve öğrenme
kolaylıkla gerçekleşir. Öğretici, bilgilerinden eminse kabullenme kolay;
bilgilerinden emin değilse kabullenme zor olur. Öğretilenlerin hayatla
bağlantılı olması, bilgilerin kalıcı olmasını kolaylaştıracak bir unsurdur.
Meslekî becerilerde kullanılacak bilgiler kişinin hayatında önemli bir
yere sahip olduğundan bu alanla ilgili bilgilerin sunulması sırasında en
kalıcı ve en organize öğrenme yöntemlerinin kullanılması önerilir. Son
yıllarda eğitim ortamlarında öğrenmeyi kalıcı kılmak için farklı teknik
ve yöntemler kullanılmaktadır. Bu
yöntemlerden biri de hikâyeler yoluyla öğretim yöntemidir. Hikâyelerle
eğitim bireylere; bilgiyi yorumlama,
bulguları değerlendirme, kendi düşüncelerini oluşturma ve fikirlerini
sunma fırsatı sağlar.
Tıp eğitiminde anlaşılması zor, akılda
kalıcılığı güç konuların hikâye metinleri ile anlatılması, öğrenmeye olan
ilgiyi arttırıp keyif alarak öğrenmeye
yardımcı olurken, hekimlerin insanî
değerleri özümsemelerini sağlayarak hastaları daha iyi anlayan, onlarla
empati kurabilen kişiler olmalarına
da imkân sağlamakta ve öğrenilen
bilgilerin kalıcılığını arttırmaktadır.
Alanın içeriğine uygun, amaca hizmet eden, iyi kurgulanmış hikâye
metinleri yoluyla tıp eğitiminde kalıcı öğrenme sağlanabileceği gibi,
tıp eğitiminin önemli problemlerden
biri olan ezberci eğitim anlayışını da
ortadan kaldırabilecek bir yöntem
olabilir.
* Bu yazı Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisinde yayınlanmıştır.
haber
NUTRİCİA’DAN EMZİREN ANNELERE ÖZEL:
LACTAMİL
Nutricia Anne Bebek Beslenmesi, sağlıklı bir hayat sürdürülmesinde
kritik öneme sahip olan “İlk 1000 Gün Beslenmesi” hakkındaki bilinçlendirme çalışmalarına devam ediyor. Emziren anneler için özel olarak
geliştirdiği Lactamil Sütlü İçecek’i tanıttı. Nutricia Anne Bebek Beslenmesi, ilk 1000 günde hamilelikten sonra en önemli dönem olan emzirme döneminde, anne beslenmesinin bebeğin ideal gelişimi üzerindeki önemli etkileri konusunda faydalı bilgiler verdi.
Toplantıda konuşma yapan Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal
Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner, anne sütünün önemine dikkat çekerken, Diyetisyen ve Beslenme Uzmanı Zeynep Köse, anne sütünün ve
bebeğin gelişiminin anne beslenmesiyle nasıl değişiklik gösterebileceğine
dair bilgi paylaşımında bulundu.
İlk 6 Ayda Sadece Anne Sütü
Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF doğumdan sonraki ilk 6 ayda bebeklerin sadece
anne sütü ile beslenmesini önerir. İlk 6 ayda anne sütü ile beslenip 2 yaşına kadar emzirmeye devam etmek, tamamlayıcı besinlere belli prensiplere göre geçmek, sağlıklı
büyüme ve gelişmeyi sağladığı gibi, gelecekte oluşabilecek birçok sağlık sorununun da
önlenmesini sağlar.
Anne Sütündeki Vitamin ve Mineraller Bebek İçin Önemli
Emzirme döneminde, vitamin ve mineraller anne sütünden bebeğe geçerve bebeğin gelişiminde önemli
rol oynar. Bu sebeple annenin yeterli ve çeşitli beslenmesi gerekir. Annenin, emzirme boyunca enerji,
vitamin, mineral ve protein yönünden zengin besinlerin tüketimini artırması ve bol sıvı alması anne
sütüne olumlu etki eder.
Tüm emzirme dönemi boyunca, her gün bir bardak
Lactamil; emziren annelerin beslenmesine destek
olur. İyi beslenen annenin sütüyle bebeğinin gelişimi
ideal olur.
Anne yeterli protein, yağ, karbonhidrat ve çoğu vitamin
ve minerali dengeli alabiliyorsa iyi bir emzirme sağlayabiliyordur. Anne sütündeki A vitamini, B1, B2, B12,
C, D, iyot ve omega 3 değerleri doğrudan annenin
beslenmesindeki alım ile ilişkilidir. Doğumdan
sonra çocukta fiziksel gelişim, zekâ gelişimi, bağışıklık gelişimi ve sindirim sistemi olgunlaşması
mucizeleri gerçekleşir.
Anne sütünün kısa dönem faydalarına bakıldığında gastrointestinal ve solunum enfeksiyonları ve
alerjiye karşı koruma sağladığını, uzun dönem faydalarına bakıldığında ise anne sütü ile beslenen bebeklerin düşük obezite, diabet insidansı, kolesterol ve
kan basıncına sahip olduklarını ve zekâ testlerinde daha
iyi skorlara ulaştıkları gözlemleniyor. Yapılan araştırmalara göre bir yaşına kadar anne sütüyle beslenen bebeklerin
bağışıklığı yüzde 40 ve zeka gelişimi yüzde 30 artıyor.
52
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Dr. Sertaç DOĞANAY
Cilt Kanserini Teşhis Eden Akıllı Uygulama
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
8-13 Haziran 2015 tarihleri arasında
Kanada’da gerçekleştirilen ve hala
devam etmekte olan Dünya Dermatoloji Kongresi’nde, cilt kanserini
teşhis eden yeni bir akıllı telefon uygulaması tanıtıldı. The Digital Health
Hub’ın direktörü Maryam Sadeghi,
MoleScope uygulamasını ve cihazını
Simon Fraser Üniversitesi’nde doktora tezini hazırlarken tasarlamış.
Sadeghi “Bu uygulama, doktorların
klinikte sahip oldukları sisteme hastaların erişimini sağlıyor.” şeklinde
konuştu. Bu uygulama sayesinde
artık vücudunuzda gördüğünüz bir
lekenin kanser tehlikesi barındırıp
barındırmadığını anlamak için aylarca beklemek zorunda kalmayacak ve
telefonunuzun kamerasını kullanarak çok kısa bir süre içinde muayene
sonucunuzu öğrenebileceksiniz.
Yaz mevsiminin içinde olduğumuz
şu günlerde size özellikle bu mevsimi
ilgilendiren birkaç önemli teknolojik
gelişmeyi aktaracağım. Daha fazlasını dijital sağlık teknolojileri, ilaç
ve sağlık sektörünün sosyal medya
ve dijital pazarlama uygulamalarını
günlük haber tarzında paylaştığımız
tekdozdijital.com’dan okuyabilirsiniz.
Cilt Kanserinden Koruyan Akıllı Bikini
Güneşin zararlı etkilerini bilmeyenimiz yok artık ve bunlardan korunmak için de başta çok fazla güneşte
kalmamak olmak üzere alınması gereken birçok önlem olduğunun da
farkındayız. Fakat nedense ne kadar
uyarı yapılsa da, özellikle kadınlar
güneşe maruz kalmaktan geri durmuyorlar. Cilt kanseri gibi hızla ilerleyen bir kanser tipine davetiye çıkaran
bu davranışı engellemek amacıyla,
Fransa’nın Mulhouse bölgesinde
tekstil ürünleri imal eden Spinali Design adlı Fransız şirketi, üzerine yerleştirilen sensör sayesinde fazla güneş altında kalındığında kişiyi uyaran
bir bikini üretti.
Bu akıllı bikini, akıllı telefon ve tabletlerinizle senkronize bir şekilde
çalışarak size güneş ışınlarının derecesini bildiriyor. Vücudunuz haddinden fazla güneş ışığına maruz kalıyorsa da size sinyaller yoluyla güneş
kremi sürmeniz konusunda uyarıda
bulunuyor. Bu sinyallerin sıklığı, deri
tipine ve güneş ışığının yoğunluğuna göre değişiyor. 1 santimetreden
daha küçük bir çapa sahip sensör,
198 dolardan satışa çıkarıldı. %100
Fransız yapımı olan ürünün çocuklar
için de şapka versiyonu çıkacak. Bu
şapka ise ailelere çocuklarının, sahilde ya da denizde uzun süre şapkasını
çıkarması halinde uyarı gönderecek.
3D Baskı Teknolojisi, İnsan Derisi Üretti
Akıllı teknolojilerin insan sağlığıyla ilişkisi inkar edilemez bir boyutta
artık. Bu nedenle her çıkan teknolojinin mutlaka sağlık adına bir yenilik
getiriyor olması da şaşırtıcı değil. Bu
yeniliklerden biri de uzun zamandır üzerinde konuşulan 3D baskı
teknolojisi. Dünyaca ünlü kozmetik
markası L’Oréal de, uzun zamandır
laboratuvarlarında yürüttüğü insan
derisi üretme projesini, 3D baskı teknolojisiyle yeni bir noktaya taşımaya
hazırlanıyor.
İnsanlar ve hayvanlar üzerinde kozmetik deneyler yapmak istememesi
sebebiyle kendi patentli derisini üretmeye başlayan firma, Episkin adını
verdiği derinin üretimini daha hızlı
ve kolay hale getirmek için kolları
sıvadı. L’Oréal, insan deri dokusunun
3D baskı ile çoğaltılması konusunda
çalışmalar yürüten biyobaskı şirketi
Organovo ile birlikte bir üretim hattı
kurdu. Burada 3D biyobaskı teknolojisiyle, insan derisinin hücre yapısını
dijitalsağlık
DİJİTAL SAĞLIK ALANINDA
GEÇTİĞİMİZ AYDA NELER OLDU?
daha hızlı bir şekilde taklit etmek
mümkün hale geldiğinden üretim
de daha hızlı gerçekleşiyor olacak.
Bu teknoloji; aynı zamanda yanık
tedavisi için de umut vaat ediyor. Bu
teknoloji aktif olarak kullanılmaya
başlandığında hem denek hayvan
uygulaması bir son bulmuş hem de
ağır yanık tedavileri için oldukça
önemli bir adım atılmış olunacak.
Bir Biyonik Koldan Beklenenden
Çok Daha Fazlası
İngiltere’de 337 mekanik parçadan
oluşan ve kas hareketlerini algılayarak parmakları oynatmayı sağlayan
bir biyonik kol geliştirildi. Doğuştan
kolu olmayan 29 yaşındaki bir moda
tasarımcısı olan Nicky Ashwell için
geliştirilen kol, neredeyse gerçek bir
kol kadar işlevsel. Ashwell, kendisine
özel üretilen bu kol sayesinde tüm
gündelik işlerini, herkes gibi son derece kolay bir şekilde hallederken
bununla da kalmayarak hiçbir eksiklik hissetmeksizin spor da yapabiliyor. Formula 1 teknolojisiyle üretilen
biyonik kolu sayesinde Ashwell’in
yapabildikleri arasında çatal bıçak
kullanmak, dikiş iğnesi deliğine iplik
geçirmek ve bisiklete binmek de var.
Bebionic adlı protez kol; Steeper
isimli şirket tarafından 25 farklı tasarımcının ortak çalışmasıyla ortaya
çıkarılmış bir proje. Formula 1 yarış
arabalarının teknoloji prensipleriyle
üretilen kolun, 337 mekanik parçası,
kullanıcısının kas hareketlerini algılayıp mikroişlemciler yardımıyla parmakların hareket etmesini sağlıyor.
Buraya kadar her şey gerçekten son
derece takdire şayan ancak fiyatını
duyduğunuzda hem bu fiyat ona
değer diyecek hem de çok pahalı bulacaksınız. Bebionic kolun fiyatı; tam
tamına 1 milyon sterlin yani 4 milyon
300 bin TL.
Bir sonraki sayıda görüşmek üzere,
hepinize harika bir yaz diliyorum.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
53
sağlığımıziçin
YAZ MEVSİMİNDE SİZİ BEKLEYEN
TUZAKLARA DÜŞMEYİN!
Dyt. Figen Fişekçi ÜVEZ
Çetin geçen bir kışın ardından nihayet yaz geldi. Sanırım bu sefer daha
bir özlemle bekledik yazı. Kışın hareketsiz kaldık, soğuk havada metabolizmamız yavaşladı, daha çok yemek
yedik… Güneş yüzünü gösterdi şimdi arınma temizlenme zamanı.
Yaz mevsimi hareketliliğin arttığı,
taze sebze ve meyvelerin daha çok
olduğu bir dönem. Bu dönemi iyi değerlendirmekte fayda var. Bu arınmayı yaparken özellikle dikkat etmemiz
gerekenler şeyler de var.
Su Tüketimine Dikkat
Özellikle sıcak havalarda tercih etmemiz gereken en önemli içecek su.
Günde en az 2-3 L su içmek gerekiyor. Eğer su içmekten hoşlanmıyorsanız sürahinize limon dilimi, nane
ve yaz meyvelerinden ilave ederek tatlandırabilirsiniz.
54
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Öğün Atlamayın
Uzun süre aç kalmak yani öğün atlamak metabolizmayı yavaşlatır, yazın dışarılarda vakit geçirirken öğün
saatlerinizi atlamayın ve düşen kan
şekerinizi tatlı içeceklerle karşılamayın. Ana öğünleriniz mutlaka olsun.
Sabah kahvaltınızı mutlaka yapın.
Light İçeceklere Dikkat Edin
Light içecekler kaloriden sizi korusa da katkı maddelerini düşünecek
olursak bize uzun vadede sıkıntı yaratabilir, su veya maden suyu ile hazırladığımız taze meyveli içecekler iyi
bir alternatif.
Yaz Tuzaklarına Dikkat Edin:
Özellikle açık büfe tatiller, davetler,
düğünler yazın en eğlenceli yanları
ama kaloriler konusunda tehlikeli bir
dönem. Dengeyi iyi kurmak gereki-
yor. Eğer akşam kaçıracaksak gün
içinde hafif zeytinyağlılarla geçirmek
anlamlı olabilir. Küçük kaçamakları,
karbonhidrat haklarını, birkaç top
dondurmayı daha aktif olunan gündüz saatlerinde tercih edebilirsiniz.
Örneğin öğle yemeğinde makarna
yiyen kişi, akşam karbonhidratsız
ızgara etli bir salata ile dengeyi sağlayabilir. Açık büfeler çok tehlikeli
olarak düşünülse de aslında diyet
yapanlar için de salatalar, zeytinyağlılar, ızgaralar gibi çok sayıda seçenek
içeriyor. Denge sağlanabilirJ
Ve tabiî ki güneşin eğik geldiği saatlerde veya akşam saatlerinde hareket
etmeyi unutmayın.
Yaz mevsiminin değerli besinlerini
mutlaka yiyin, hepsinin ayrı faydaları
var bedenimiz için…
Doğanın Yaz Mucizesi Sebzeler
Enginar:
• İçeriğindeki silimarin maddesi sayesinde karaciğeri temizliyor.
• Hazımsızlığa iyi geliyor.
Meyveler:
• Büyük bir enginar 9 g lif içeriyor. Kayısı:
• Kan yağları üzerinde olumlu etki- • Lif, A vitamini
leri bulunuyor.
ve potasyumdan
zengin. Ayrıca çeşitli faydalar sağlayan fitositerolleri içeriyor.
Bamya:
• En önemli antioksidan olan glu-
Kiraz:
• Potasyum ve lif oranı yüksek.
• Lif içeriği açısından kuru baklagil- • Kansere karşı etkili olan kuersetin
lerle yarışıyor.
ile bir başka koruyucu olan elajik
• 1 kâse pişmiş bamyada 4 g lif bu- asit içeriyor.
tatyon içeriyor.
lunuyor.
• Sebze olmasına rağmen protein
içeriği çok yüksek.
• Kalsiyum,
magnezyum, potasyum, A ve K vitamini ile folik asitten zengin.
Semizotu:
Üzüm:
vitamini içeriyor.
• İçeriğinde ayrıca kalsiyum, magnezyum ve A vitamini bulunuyor.
Kabak:
• Yüksek su ve lif içeriği nedeniyle zayıflama diyetlerinin vazgeçilmezi.
Domates:
• Kansere
karşı koruyucu likopen
açısından çok zengin.
• Çok iyi bir C vitamini kaynağı.
• Göz sağlığı için önemli olan lutein
Ananas:
• Kabuğunda kırmızı şarap içerisin- • Hazımsızlığın giderilmesinde, yade bulunan ve kalp sağlığı için çok
önemli olan resveratrol maddesi
bulunuyor.
• Yeşil yapraklı herhangi bir sebze- • Glisemik
den daha fazla omega-3 içeriyor.
Dyt. Figen Fişekçi ÜVEZ
• Potasyum, magnezyum, C, A ve K
indeksi yüksek olduğu
için porsiyonları az tutmak gerekiyor.
• Çekirdekleri ile yenildiğinden antioksidan bombasına dönüşüyor.
raların kapanmasında, iltihaplanmaların azaltılmasında yardımcı
olan bromealin isimli maddeyi
içeriyor.
• 1 kâse ananasta, kan şekerini düzenleyen deri, kemik ve kıkırdak
oluşumunu sağlayan manganezden yeterli miktarda bulunuyor.
Ayrıca iyi bir ödem çözücüdür.
Şeftali:
Çilek:
• Düşük kalorili bir meyve.
• Sağlık için faydalı antikanserojen • Kalsiyum, magnezyum ve potasve antimikrobik öğeler içeriyor.
yum ve bol miktarda C vitamini
içeriyor.
• İçerisinde tümör gelişimini engelleyen elajik asit mevcut
içeriyor.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
55
kurumlarımız
TÜRKİYE ESRU
(ÜROLOJİ ASİSTANLAR BİRLİĞİ)
Dr. Selçuk SARIKAYA
Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Üroloji Kliniği
Türkiye ESRU Başkanı
ESRU Seçilmiş Başkanı
Türkiye ESRU, Türkiye’de görev yapan tüm üroloji asistan hekimlerini kapsayan, üroloji alanında asistan hekimlere yönelik faaliyetler
düzenleyen, asistan hekimlerin çalışma şartları ve sorunlarını tespit ederek bunları çeşitli platformlarda dile
getiren, Türk Üroloji Derneği’nin bir
alt kolu olarak görev yapan, üroloji
asistan hekim birliğidir. Resmi olarak
2008 yılında Türk Üroloji Derneği yönetim kurulunda alınan karar ile görevine başlamıştır. Türkiye’de üroloji
asistan hekim faaliyetleri ilk olarak,
1996 yılında Avrupa Üroloji Asistanlar Birliği(ESRU)’ne iki asistan hekimin temsilci olarak gönderilmesi ile
başlamış ve sonrasında faaliyetlerine
devam etmiştir. Türkiye ESRU’nun
kuruluşu ile birlikte asistan hekim faaliyetleri oldukça hız kazanmış, Türk
üroloji asistan hekimleri ulusal ve
uluslar arası platformlarda önemli faaliyet ve başarılara imza atmıştır.
Türkiye’de üroloji asistan hekim faaliyetleri, çeşitli illerde düzenlenen
organizasyon ve kurslar, ulusal ve
uluslar arası kongrelerde düzenlenen
özel oturumlar, canlı cerrahi eğitimleri ile hızlı ve faydalı bir şekilde devam etmektedir. Özellikle belirli merkezlerde düzenlediğimiz canlı cerrahi
kursları, asistan hekimlerin eğitiminde ve pratik beceri kazanımında oldukça önemli rol oynamıştır.
56
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Üroloji ihtisası, Türkiye’nin hemen
her ilinde bulunan üniversite hastaneleri ve eğitim araştırma hastanelerinde 5 yılı kapsayan bir süreçte verilmektedir. Asistan hekimler, eğitim
sürecinde hem teorik hem de pratik
olarak eğitim almakta, aldıkları eğitim ile cerrahi becerilerini geliştirmektedirler. Eğitim sürecinde, teknik
imkansızlıklar, öğretim üyelerinin azlığı ve alt branş çalışma sistemlerinin
her klinikte tam anlamıyla uygulanamaması sebebiyle çeşitli eksiklikler oluşabilmektedir. Bu eksiklikler,
Türkiye ESRU ve Türk Üroloji Derneği
tarafından düzenlenen ortak faaliyetler ve bilimsel aktiviteler ile giderilmekte, üroloji asistanlarının her alt
branşa yönelik ayrıntılı eğitim alması
ve pratik becerilerini geliştirmesi sağlanmaktadır.
Türkiye ESRU, Türk Üroloji Derneği
ile düzenlediği ortak bilimsel faaliyetlerin yanı sıra, temsilcileri ile
Türk üroloji asistanlarını uluslar arası
platformda en iyi şekilde temsil etmektedir. Avrupa Üroloji Asistanlar
Birliği(ESRU), Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen ve kendi ülkelerini
temsil eden üroloji asistan hekimlerinden oluşmaktadır. Türkiye ESRU
ülkemizi temsil amacıyla birlik faaliyet ve toplantılarına iki asistan hekimi temsilci olarak görevlendirmektedir. Türk üroloji asistan hekimleri,
Avrupa çapında yapılan faaliyet ve
organizasyonlarda, günümüze kadar Avrupa Üroloji Asistanlar Birliği
yönetiminde aktif rol alarak söz sahibi olmuştur. Temsile başlanan yıl
olan 1996 yılından günümüze kadar
Dr. Selçuk Keskin, Dr. Mesrur Selçuk
Sılay ve Dr. Zafer Tandoğdu, çeşitli
dönemlerde Avrupa Üroloji Asistanla Birliği(ESRU) başkanı olarak görev
yapmıştır. 2015 yılı mart ayı içinde
Avrupa Üroloji Derneği(EAU)’nin
Madrid’te düzenlediği kongrede
yapılan son seçimde, Dr.Selçuk Sarıkaya oy birliği ile birlik başkanlığına
seçilmiş, 2016-2017 dönemleri arasında başkan olarak görev yapması
kararlaştırılmıştır.
Ulusal ve uluslararası yapılan faaliyetlerde, Türkiye bugüne kadar aktif
rol oynamış ve tüm Avrupa üroloji
asistan hekimlerinin eğitim faaliyetlerine yönelik önemli projelerde
aktif rol üstlenmiştir. Bundan sonraki dönemde de Türk Üroloji’si, Türk
Üroloji Derneği ve Türkiye ESRU’nun
katkıları ve üroloji asistan hekimlerin
eğitim faaliyetlerine yönelik proje
ve çalışmalar ile gelişmeye devam
edecektir. Türk Üroloji’si, geçmişte
olduğu gibi önümüzdeki dönemde
de Avrupa Üroloji’sine yön vermeye
devam edecektir.
Dr. Selçuk SARIKAYA
sağlığımıziçin
ÇOCUĞUNUZ YAKICI MADDE İÇERSE
Dr. Enver Mahir GÜLCAN
Acıbadem Maslak ve Kadıköy Hastanesi
Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve
Beslenme Uzmanı
Sıvı korozif maddeler çoğunlukla
küçük çocuklar tarafından yanlışlıkla
su zannedilerek içilebildiği gibi erişkinler tarafından intihar amacıyla da
alınabilirler.
Alkali ve asit yapıda olan yakıcı maddelerden alkali olanlar genellikle çok
güçlü alkaliler olduğundan özellikle
yemek borusunda ciddi yanıklar ve
nadiren de olsa delinmelere yol açabilir, iyileştikten sonra yemek borusunda darlıklara, yapışıklıklara neden
olabilir. Asitler daha çok mide yanıklarına yol açar ve komplikasyon olarak da mide çıkım darlıkları yapabilir.
58
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Özofagusta en çok yanık oluşturan
korozif madde gibi yağ çözücülerdir. Ülkemizde son yıllardaki ciddi
özofagus yanığı ve darlığının en sık
nedeni sodyum hidroksit içeren yağ
çözücülerdir. Bunların ev temizliğinde kullanımları yanlışlıkla içilmelerini
yaygınlaştırmıştır. Yağ çözücüler, sodyum hidroksit içerdiklerinden önemli
yanıklara yol açmaktadır. İkinci sıklıkta özofagus hasarına yol açan madde
(HCL içeren) tuz ruhudur. Evlerde en
sık içilen korozif madde olan çamaşır
suyu, özofagusta yanık oluşturmasına rağmen darlığa neden olmamaktadır.
etki yapabilir, ayrıca solunum yollarına, göze ve deriye de zarar verebilirler. Erken dönemde yemek borusu
veya midede delinme ortaya çıkabilir
ve bu durum şok tablosu ile ölüme
yol açabilir. Bazen haftalar sonra yemek borusu veya mide çıkışında dar-
Erken Dönemde Yemek Borusu Veya
Midede Delinme Ortaya Çıkabilir
Sıvı veya toz halindeki bu maddeler
ağız yoluyla alındıklarında ağız içi,
yemek borusu ve mide üzerine yakıcı
Dr. Enver Mahir GÜLCAN
lık gelişip yutmada zorluk ve bunun
sonucunda beslenme bozukluğu
ortaya çıkabilir. Bu durumda darlığı ortadan kaldırmaya yönelik uzun
süreli cerrahi girişimler gerekebilir.
Bazen başarısız kalabilen bu girişimler sonrasında ya mideye delik açarak
beslenme sağlanabilir ya da zor bazı
ameliyatlar gerekir.
Basit bir dikkatsizlik sonrasında
hem çocuk hem de aile günlerce
hastanede acı dolu günler geçirmek
zorunda kalabilir. Bu duruma engel
olabilmek genellikle anne ve babaların elindedir.
Sağlık Kuruluşuna Ulaşana Kadar
Yapılması Gerekenler
Yakıcı madde içilmesinde ilk yardım
zarar olup
olmadığı
harici muayene ile anlaşılamaz. Dudak
ve ağız içinde harabiyet olmasa bile
yemek borusu ve/veya
midede ağır derecede
yanıklar bulunabilir. Bu
durumun anlaşılabilmesi
için yakıcı madde içen bu
çocuklara kesinlikle endoskopik inceleme (yemek
borusu ve midenin içini
gösteren özel bir inceleme) yapılmalıdır. Bu girişim
sonrasında yemek borusu ve/
veya midede yanık ve harabiyet
saptanırsa bu çocukların hastaneye
Yanlışlıkla bu maddelerin içilmesi durumunda çocuk kesinlikle kusturulmamalıdır.
Bu yakıcı maddeler yemek borusundan geçerken, çok kısa sürede zarar
verebilmektedir. Kusturma sırasında
tekrar yemek borusu ile temas eden
yakıcı maddenin oluşturduğu zarar
artar. Ayrıca kusma bu maddelerin
solunum yolları ve akciğerlere kaçmasına ve orada da hasar oluşturmasına yol açabilir. Böyle bir durumda içilen maddeyi sulandırmak için
çocuğa az miktarda su verilebilir,
ancak bu da kusmaya yol açabilir.
Bu nedenle çocuğa hiçbir şey yedirilmemeli, içirilmemeli ve kusturulmamalıdır.
Göz veya deri korozif maddeyle temas etmişse bol miktarda su ile en az
15 dakika yıkanarak temizlenmelidir.
Yakıcı madde içen veya içtiğinden
şüphe edilen çocuk, içilen madde örneği ile birlikte hiç zaman kaybetmeden çocuk gastroenteroloji bölümü
olan tam teşekküllü bir sağlık kuruluşuna götürülmelidir.
Tanı ve Tedavi
Yakıcı madde içme şüphesi ile acil
servise getirilen çocuklar solunum ve
sindirim sisteminin ayrıntılı muayenesi yapıldıktan sonra gözlem altına
alınırlar. Yakıcı madde içen çocukların yemek borusu veya midelerinde
yatırılarak süratle tedavisi gerekmektedir. İlave olarak solunum yolları ve
akciğerlerde de zarar oluşmuşsa erken dönemde antibiyotik tedavisine
başlanmalı ve solunum desteği verilmelidir. Bu şekilde yanlışlıkla içilen
yakıcı maddelerin vereceği zarar en
az düzeye indirilebilir. Erken teşhis ve
uygun tedavinin hayat kurtaracağı
unutulmamalıdır.
Koruyucu Önlemler
Çamaşır suyu, kezzap, çamaşır ve bulaşık makinesi deterjanı, yağ çözücü,
kireç sökücü, lavabo-aç ve benzerleri
gibi gündelik yaşamda çok sık kullanılan asit veya alkali maddeler yanında benzin, gazyağı gibi sıvı yakıtlar
çocukların ulaşamayacağı, güvenli
yerlerde ve çocuklar tarafından açılması zor kaplarda saklanmalıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
59
analiz
NEDEN AİLE HEKİMLİĞİ?
KANSER TARAMALARI VE AİLE HEKİMLERİNİN ROLÜ
Dr. Akif Emre EKER
Neden Aile Hekimliğine İhtiyaç
Doğmuştur?
1900’lü yılların başların da tıp da
branşlaşmanın,
uzmanlaşmanın,
tıbbi bilgi birikimi ve tıbbi teknolojinin artması ve bunun yanında aşılar, sağlıklı su ve çevre koşullarının
değişmesi sonucu; Beklenen yaşam
sürelerindeki artış, kişilerinin bireysel
olarak tıbbi bakım aldıkları sürelerin
artmaya başlaması peşi sıra bir takım
sorunları da gündeme getirmiştir.
Bu aşırı uzmanlaşma ve teknolojideki artış beraberinde kapsamlı ve sürekli bakım sunamama, uzmanlar ve
uzmanlık dalları arasında koordinasyon problemi, sürekli tıp eğitiminde
zorluklar hastalıkların yapısındaki
değişiklik, ölüm nedenlerinin farklılaşması, davranış bilimlerinin gelişimi ve yeni yaklaşım modelleri, yeni
bir uzmanlık alanı arayışını artırmıştır.
Artık tüm bu gelişmelerin ve değişimlerin sonucunda; Hastalar kendilerini
bir organ veya bir vaka olarak değil,
bir bütün olarak ele alan hekim ihtiyacı hissetmeye başladılar. Uzmanlık
60
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
alanlarının artmasıyla birlikte; Kişiler
hasta olarak değil hastalık olarak ele
alınmaya başladı (Acile başvuran MI’lı
hasta, 312 de yatan karın ağrılı hasta,
grafisi çekilecek kırık vakası)
Kişileri içinde bulunduğu biyolojik,
sosyal ve psikolojik yönden ele alacak bir tıp disiplini ihtiyacı doğdu.
Sağlığın “insanın ruhsal, bedensel ve
sosyoekonomik yönden tam bir iyilik
halinde olması” İnsanın sosyal, kültürel, ekonomik, ruhsal ve biyolojik
çevresiyle birlikte düşünülmesi, Etkili bir sağlık eğitimi yürütebilmek ve
maliyet etkin bir sağlık sunumunun
yapılabilmesi için doğan ihtiyaçlar ve
gereksinimler neticesin de “Aile Hekimliği” doğmuştur.
Aile hekimi; Bireylerin ve aile fertlerinin yerleşim yerlerine yakın ilk başvuracakları (kolay ulaşılabilirlik) Kişiye
yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile
birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini, yaş,
cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın, Her kişiye kapsamlı ve devamlı
olarak vermekle yükümlü, gerektiği
ölçüde gezici sağlık hizmeti veren
ve tam gün esasına göre çalışan aile
hekimliği uzmanı veya bakanlığın
öngördüğü eğitimleri alan tabipleridir. Aslında bu tanım Dünya da kabul
görmüş evrensel Aile hekimliğinin
nasıl olması gerektiğini de açıklaması
bakımından çok önemlidir. Maalesef
gelmiş olduğumuz noktada, bu tanımda geçen temel evrensel ilkeler
göz ardı edilmektedir.
Aile hekimliğinin temel evrensel tanımı
ve kurallarına maddeler halinde
bakacak olursak;
1-Kişiye Yönelik yaklaşım (Bireysel
yaklaşım)
2- Sağlıkla ilk tıbbi temas noktası
(Yaş, cinsiyet ve özelliklerden bağımsız tüm sağlık sorunları)
3-Kolay Ulaşılabilirlik (coğrafi anlamda değil, ekonomik ve kültürel anlamda da ulaşılabilirlik)
4- Kapsamlı Bakım (koruyucu, tedavi ve rahabilite edici )
5- Bütüncül yaklaşım (Biyopsikososyal yaklaşım)
6- Süreklilik (Ana rahminden, ölüm
anına kadar sürekli)
7- Gizlilik ve yakınlık
8- Savunuculuk
9- Özgün bir görüşme modeli ve klinik karar verme süreci
10-Aile ve Toplum tabanlı yönetim
11-Sağlık kaynaklarının etkili kullanımı (maliyet etkin sağlık sunumu)
2005 yılında Ülkemizde Aile Hekimliği uygulamasının başlamasıyla birlikte; Tasarıdan pilot uygulamaya,
pilot uygulamadan uygulamaya ve
uygulamadan başarıya giden yolda
yapılacak daha birçok şey var. Daha
yol almamız gereken koruyucu hekimlik uygulamalarının daha da yukarılara çekilmesi, bulaşıcı olmayan
hastalıklar ve özellikle kanser taramaları noktasında mesafeler var. Yaygın kardiyovasküler hastalıklar, diğer
kronik hastalık bakımları ve takipleri,
bağımlılıklar ve psikolojik ve sosyal
destekler noktasında gelişmemiz gerek. İzleme ve takip yöntemleri standartlaştırılmalı, Kalite geliştirilmeye
önem verilmeli, engin bir veri havuzuna sahip birinci basamak araştırmalarına yoğunlaşılmalıdır.
Tüm yukarıda sayılan iş ve işlemler
yanında son zamanlar da aile hekimlerine yüklenen yeni görev tanımları
olmuştur. Ülkemizde ki hekim sayısının yetersizliği sonucu bir hekimin
yapabileceğinden çok fazla iş yükü
verilmiştir. Gelişmiş ülke uygulamalarına baktığımız da birinci basamağın
kullanılabilirliği birçok ülke modelinde % 80 den yukarı başarılı ülke modellerinde % 90-95 seviyelerindedir.
Çünkü başarılı ülke modellerinde,
sağlık politikasına yön verenler şunu
çok iyi bilirler ki; ’’Bir ülke de esas
olan, kişiler hasta olduktan sonra
onları tedavi edici yatırımlar yapmak
veya politikalar geliştirmek değildir.
Esas olan insanların hasta olmamaları için gerekli tedbirleri almak yani
birincil korumayı sağlamak, periyodik sağlık tarama programlarını geliştirmek ve koruyucu hekimlik uygulamalarını sağlık sisteminin merkezine
yerleştirmektir.
Bir kişinin hastalığı ile ilgili teşhis, tanı
ve tedavi dönemindeki ve sonraki iyileştirme dönemindeki maliyetleri ile
önlenebilir hastalıklarının erken tespiti için yapılan koruyucu hizmet maliyetlerini karşılaştırdığınız da, rakamlar yoruma gerek kalmaksızın yalın
olarak ortaya çıkacaktır. Ülke modeli
olarak bizim için hedef, bu rakamları
ve felsefeyi yakalamak olmalıdır. Sürdürülebilir bir sağlık hizmet sunumu
için bu elzemdir.
İşte bu gün bu kapsam da yani periyodik Sağlık taramaları kapsamında
yapılan Kanser taramalarından ve
Aile hekimlerinin bu taramalardaki
rolünden bahsetmek istiyorum.
Periyodik Sağlık Muayenesi;
Halen henüz bir hastalık belirtisi göstermeyen sağlıklı kişilerin, tarama
muayene ve testleri ile, danışmanlık
ve sağlık eğitimi yoluyla, sağlıklarının korunmasına katkıda bulunmak
amacıyla yapılan düzenli sağlık kontrolüdür.
PSM; Başvuran kişiler için, risk faktörlerine göre biçimlendirilmiş, kanıta
dayalı olarak yapılandırılmış, spesifik,
etkin, uygulanabilir ve kabul edilebilir bir izlem programıdır. PSM ile, hem
birey için gerekli görülen sağlıkla ilgili uygulamaların güvenceye alınması,
hem de sık karşılaşılan gereksiz test
ve müdahalelerin de önüne geçilmesi hedeflenmektedir.
PSM‘leri bir başka biçimde ise, bireylere, cinsiyet ve yaş gruplarına uygun
olarak, o toplumda mortalite ve morbiditeyi en fazla etkileyen hastalıkların
risk faktörlerine yönelik, kanıta dayalı
muayene ve tarama testlerinin uygulanması olarak açıklanabilir. Danışmanlık ve hasta eğitimi hizmetlerini
ve bağışıklamayı da içeren bir hizmet
sunumunu bir arada içermektedir.
Periyodik sağlık taramaları için aşağıdaki
özellikler önemlidir:
şan, klinik görünümü, tedavisi ve
yaklaşımı birbirinden farklı olan bir
hastalıklar grubudur.
Kanserin kontrol altına alınması noktasında önceliklerin belirlenebilmesi
için, kanser yükünün insidans (ortaya
çıkan yeni vakalar) ve ölüm sayısı cinsinden tahmin edilmesi gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı
istatistiklere göre, Türkiye’de de tüm
dünyada olduğu gibi kanser görülme
oranlarında bir artış söz konusudur…
2004 yılında kanser insidansları kadınlar için yüz binde 142, erkeklerde
yüz binde 236 iken, en son yayımlanan 2009 istatistiklerine göre bu
oranlar kadınlarda yüz binde 179’a
erkeklerde yüz binde 269’a çıkmış
durumdadır. En son resmi verilere
göre ülkemizde her yıl yaklaşık 97 bin
erkek, 62 bin kadın kansere yakalanmaktadır. Kanser hem dünyada hem
de ülkemizde sebebi bilinen ölümler
sıralamasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebi
olması açısından önemli bir toplum
sağlığı problemidir.
2002 yılında ülkemizde kanserden
ölümler tüm ölümlerin % 12’sini oluşturmaktayken bu oran 2009’da % 21’e
çıkmıştır. Ve giderek artmaktadır. Kanser %90 çevresel,%10 oranında ise
genetik faktörlere bağlı oluşmaktadır.
1- Kanserin özellikle ortaya çıkışının
önlenebilmesi
2- Taramalarla ölümün yok edilebilmesi
1- Erken tanının, klinik sonuçları iyileştireceği bilimsel olarak kanıtlanmış olmalıdır.
3- Erken teşhis edildiğinde tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabilmesi,
2- Hedef hastalığın yol açtığı rahatsızlıklar, erken müdahaleyi gerekli
kılıyor olmalıdır.
4- Erken teşhis ile maliyet etkin bir
sağlık hizmet sunumunun yapılabilmesini göz önüne alırsak ‘’Kanser Tarama Programları’’ Periyodik
Sağlık Taramaları kapsamında gereklidir ve önemi her geçen gün
artmaktadır.
3- Maliyet, doğru sonuç verme ve
kabul edilebilirlik bakımından yeterli olmalıdır.
Kısaca yukarıda bahsedilenler ışığında; Periyodik sağlık taramalarının
planlanması ve taramaların yapılabilmesinin ön koşulu ‘’ Attığımız Taş, Ürküttüğümüz Kurbağaya Değmelidir’’
Ülkemizde Kanser ve Kanser taramaları;
Kanser; Değişik organlarda hücrelerin kontrolsüz çoğalmasından olu-
Tüm dünyada kanser vakalarında görülen artışın en temel sebebi, nüfus
yapısının yaşlı nüfusa doğru kayması
olarak görülmektedir. Bununla birlikte madde ve tütün kullanımındaki
artış, Kent hayatının getirmiş olduğu
hareketsiz yaşam, Sağlıksız beslenme
davranışları en önemli risk faktörleri
olarak karşımıza çıkmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
61
Sağlık Bakanlığı, kanser taramalarına
erişimi kolaylaştırmak ve halkımızın
kanser taramalarına katılımını artırmak amacı ile hizmeti halkımızın bir
anlamda ayağına götürmeyi planlayarak uygulamaya koymuştur. Bu
planlamalarda Aile Hekimliği sistemi
ve Aile Hekimleri devreye girmesi
hedeflenmiştir. Bu plana göre Aile
Hekimi hedef yaş gurubundaki kendisine kayıtlı vatandaşlarla birebir
temasa geçerek onları kanser taramasına davet edecektir. Planlama
doğrultusunda; Kanser taramalarına
aile hekimliği sisteminin bütünleşmiş
olması önemli bir adım olarak görülmektedir.
Bu şekilde sahada, halkla ilk temas
noktasını oluşturan, bireylerin sağlığının ve dolayısıyla halk sağlığının
korunması ve geliştirilmesi açısından
çok önemli görevler üstlenen aile
hekimlerinin kanserden korunma ve
kansere karşı bilinçlenme yolunda
da halkımızın hizmetinde olmaları
hedeflenmiştir. Ancak eksik bırakılan
sac ayağı kişilere kendi sağlıklarıyla
ilgili bir sorumluluk verilmemiştir.
Bu şu ana kadar paylaşılanlar ışığın da;
Ülkemizde yapılacak ve yapılmakta
olan periyodik sağlık taramaları kapsamında ele alınan kanser taramaları,
aile hekimlerinin görevleri ve görev
tanımına giren işler değerlendirildiğinde primer ve asli görevleri arasında yer almaktadır. Bu konuda birinci
basamak çalışanlarına büyük iş düşmektedir ve bizler bu üzerimize düşen sorumluluğu farkındayız. Bu rol
çerçevesinde; Aile Hekimleri büyük
oranda hizmet içi eğitimleri alarak,
kanser taramaları konularında çalışmalara başladılar ve KETEM’leri desteklemeye başladılar.
En son THSK Kanser Daire Başkanlığı
bünyesinde yapılan değerlendirmede, Türkiye genelinde KETEM’lerin,
aile hekimlerinin verdiği destekle,
tarama çalışmalarının sevindirici şekilde artmış olduğu görmekteyiz.
Aile Hekimlerinin Toplum Temelli
Kanser taramalarına katılımları ile ve
verdikleri destek neticesin de, özellikle 2013 yılından itibaren hedeflenen rakamlara ulaşmada ki artış
dikkat çekicidir. Organizasyonun iyi
62
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
yapılandırıldığı TSM ve KETEM lerin
iyi çalıştığı ve farkındalığın oluştuğu
illerde veriler değerlendirildiğinde, il
genelinde verilerdeki artış oldukça
dikkat çekicidir.
Aile Hekimlerinin Kanser Tarama
Programında Rolü Nedir?
diye bakacak olursak;
1-Programın topluma anlatılmasında, aktarılmasında ve katılımın
arttırılmasında,
2- Programa katılacak olan hedef nüfusun davet edilmesinde,
3-ASM şartlarında yapılacak taramaların yapılmasında
4-Kayıtların tutulmasında ve veri tabanına iletilmesinde
sağlıklarıyla ilgili olan bu konuda
herhangi bir yükümlülüğünün olmaması – Hukuki Sorunlar?
6- Sağlık okuryazarlığının henüz istenilen seviyeye ulaşmamış olması,
7- Yetersiz ‘’ insan kaynağı ‘’ ( Yardımcı personel, radyolog, patolog
teknisyen v.b)
8- Hasta takip sisteminin ve entegrasyonun tam olarak oturmaması.
9-Konunun ilgili tüm paydaşlarca
yeteri kadar sahiplenilmemesi.
10-Birinci basamak sağlık hizmetlerinin halen ilgili tüm kurum ve kuruluş ile vatandaş gözünde sadece tedavi edici hizmet (poliklinik
hizmetleri) olarak görülmesi.
5-Tarama sonuçlarının hedef nüfusa
iletilmesinde,
Taramalarla İlgili Yaşanan Sorunların
Çözüm Önerileri;
6-Sonuçların değerlendirilmesinde
ve şüpheli vakaların ileri basamak
sağlık kuruluşlarına yönlendirilmesinde, anahtar fonksiyona sahiptirler.
1- Tüm paydaşlar da ve halkımızda
farkındalığın artırılması, konunun
önemine binaen ilgili her kesimce
sahiplenilmesi.
Bu nedenlerle Aile Hekimleri tarama
programlarının mutlaka bir parçası
olmalı ve Aile Hekimleri bu konuda
desteklenmelidir..
Bu Taramalarla İlgili Olarak Yaşanan
Genel Sorunlar;
1- Birçok Aile Sağlığı Merkezlerinin (
ASM ) halen fiziki şartlarının taramalar için uygun olmaması.
2- Aile hekimlerinin iş yükünün bir
hekimin ve bir aile sağlığı çalışanın iş yükü çok fazla aşar şekilde
planlanmış olması, Aile hekimliği
tıp disiplini dışında çok geniş bir
görev tanımının yapılmış olması.
3- Aile Hekimi olarak bizlerin, performansa tabii iş ve işlemlerin takibinin çokluğu ve zorluğu.
(Gebe, bebek, çocuk,15-49 yaş,
lohusa izlemleri, bağışıklama çalışmaları)
4- Bazı perifer bölgelerde ulaşım
zorlukları, iklim ve coğrafik dağılımda sıkıntılar.
5- Bu tip tarama programlarının tek
başına sağlık çalışanı sorumluluğu üzerinden yapılamaya çalışılması, vatandaşlarımızın kendi
2- Personel eksikliğinin giderilmesi,
yetersiz insan kaynağının verimli
kullanılması.
3- Ulaşım - Kolay ulaşılabilirlik sistematiğinin kurgulanması.
4- Hizmet İçi eğitimlerin artırılması.
5- Gerekirse özel sağlık kuruluşları
ve Üniversitelerle iş birliği yapılması veya hizmet satın alımı modelinin geliştirilmesi.
6- Kişilerin hizmete ulaşımını artıracak tedbirlerin alınması ( taşıma
sistemi )
7- Farkındalığı artıracak etkinliklerin
düzenlenmesi.
8- Kamu spotları, ilanlar ve broşürler.
9-Uygulayıcı olan ve danışmanlık
veren Aile Hekimleri üzerindeki iş
yükünün azaltılması.
10-
Birinci basamak sağlık hizmet
sunumunun daha çok bir koruyucu ve önleyici sağlık hizmeti
olduğunun bilinmesine yönelik
çalışmalar.
11-AHBS ve HSBS den sonuçların ortak havuz da görünmesi,
12-Kalite denetimlerinin yapılaması,
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
röportaj
Sofralara Çiçek Açtıran
Jinekolog
Hem jinekolog hem genel cerrahi uzmanı olan Op. Dr. Ebru Zülfikaroğlu, hobisi ile hem çok zevkli
ve eğlenceli sofralar tasarlarken aynı zamanda da profesyonel düzeyde fotoğraf çekimleri ile
sosyal medyada ilgiyle takip ediliyor.
64
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Hayatın koşturmacası içerisinde yaşadığımız anların güzelliğini unutuyoruz. Bu süreçte de ilham veren
sosyal medya hesaplarını takip ettiğimizde enerjimiz yükselir. Mutfakta
çiçek açtıran ve paylaşımları ile pozitif enerji vererek merakla takip edilen
Op. Dr. Ebru Zülfikaroğlu, “Anı yaşamak ve her günü en güzel günümüz
gibi yaşamak kendimize yapacağımız
en büyük yatırım diye düşünüyorum”
diyor.
Hobisinin mesleğine ve hayatına
olan katkısını anlatan Op. Dr. Ebru
Zülfikaroğlu, soruları yanıtladı.
Hobiniz nedir ve ne kadar süredir
yapıyorsunuz?
Fotoğraf çekmek en büyük hobilerimden biridir. Kendimi bildim bileli
çok keyif alarak uyguluyorum.
Hobinizin mesleğinize katkısı oluyor mu?
Jinekoloğum ve spesifik uzmanlık
alanım genital estetik yani estetik
kaygılar taşıyan hastalarımın sorunlarına cevap buluyorum. Bu açıdan
bakacak olursak fotoğrafçılık da görselliğin ön planda olduğu bir hobi bu
anlamda kesinlikle pozitif etkilenmeler oluyor.
Neden bu hobiyi seçtiniz?
Açıkçası bu hobiyi seçmedim zaman
içinde kendiliğinden kendini ön plana çıkardı ve benim için tutku haline
dönüştü.
Yaptığınız hobi size ne hissettiriyor?
Çok keyif alıyorum ve derin bir tutkuyla yapıyorum. Yaşama enerjimin
arttığını söyleyebilirim ve bir tür kişisel terapi uygulaması olarak görüyorum.
Bu kadar zevkli konseptler oluşturmak
için neler önerirsiniz?
Aslında bu konseptler benim görsel
hafızamın kendini ifade şekli olarak
yorumlayabiliriz. Hayatta zaman içinde deneyimlediğim pek çok şeyin
bir fotoğrafa dökülmüş hali. Tabi en
önemli detay kullandığınız ürünlerin
ortak bir mesajını yakalamak gerekir.
Sonraki detaylar kendiliğinden ortaya çıkıyor zaten.
Sizin için mutfakta olmazsa olmazlar
nelerdir?
Tabi ki sevgi. Küçük bir oğlum var ve
ona en keyifli aile ortamını yaratma
çabasındayım. İnsanın çocukluk dönemi son derece önemli. Bu anlamda
mutfakta geçirdiğiniz her sevgi dolu
saat de bu döneme en güzel katkıyı
oluşturacaktır.
Bir gün önceden mi sofra düzenine karar
veriyorsunuz, yoksa sabah kalktığınız da
içinizden geldiği gibi mi düzenliyorsunuz?
Çoğu zaman sabah kalktığımda
üzerimdeki enerjiyle anlık oluşuyor.
Enerjisi günün erken saatlerinde
daha yüksek olan bir insanım. Her
sabah mutlaka pilates ve kardiyo da
yaparım. Çoğu zaman spor yaparken
sofra düzeni de kafamda şekilleniyor
desem doğru olur.
Sofra tasarımlarınız için ilham alıyor
musunuz?
Dekorasyon ve modaya oldum olası
çok ilgiliyimdir. Aslında bunların her
biri birbiriyle ilintili birini diğerinden
kolay kolay ayıramayacağınız konular. Kahvaltı da benim için en önemli
öğünlerden biri. Gün içindeki yüksek
enerji ve tempomu kahvaltı sayesinde oluşturabiliyorum. Bu dataları bir
araya getirdiğimizde bu sofraları o
günkü kendimi ifade etme şeklim
olarak yorumlayabiliriz.
Aynı takımı birden çok farklı şekilde
sunum için kullanıyorsunuz ve her
seferinde sanki başka bir takımmış gibi
duruyor. Bu işin sırrı nedir?
Çok dikkatlisiniz ve çok iyi gözlem
yapıyorsunuz Esra Hanım. Kullandığım her ürünün belli bir enerjisi var
çoğu zaman vintage, etnik, pastel ve
eğlenceli sempatik ürünler olarak sınıflandırabilirim. Kullandığım farklı
ama küçük bir detay tüm fotoğrafın
verdiği imajı kolayca değiştirebiliyor.
Bunları yakalamak da benim için çok
keyifli bir ayrıntı gerçekten.
En çok dikkat ettiğiniz sunum detayı
nedir?
Sunumda kullandığım ürünlerin ortak renk ve enerjileri olmasına özen
gösteririm. Sadece renkleri uysa da
son derece uyumsuz olabilen pek
çok ürün olabiliyor.
Özellikle hafta içi en sık atlanan ya da
ayaküstü geçiştirilen öğün olan kahvaltı
için yoğun iş temponuzda nasıl vakit
buluyorsunuz? Bu konuda tavsiyeleriniz
nelerdir?
Kahvaltı benim olmazsa olmazımdır.
Bir inşaatın temeli ne kadar önemliyse kahvaltı da günümü şekillendirmek için en önemli temeldir benim
için. Hayata oldukça pozitif bakan bir
insanım ve herkese ve her şeye nasıl güzel enerjiyle yaklaşırsanız aynı
enerjiyle geri dönüş olduğunu bilen
bir insanım. Anı yaşamak ve her günü
en güzel günümüz gibi yaşamak kendimize yapacağımız en büyük yatırım
diye düşünüyorum. Kahvaltıyı da o
yüzden o gününüze yapacağınız en
güzel yatırım olarak görüyorum.
İnsan hobisini bile nasıl bu kadar
mükemmel bir şekilde hayata geçirip ve
istikrarlı şekilde sürdürür?
Tabi burada Instagram’da binlerce insana ulaşmanın verdiği bir durum da
söz konusu. Onların da paylaştığım
sunumlarıma yorumları gün içindeki
enerjimi daha da yükseltmeme neden oluyor ve beni çok mutlu ediyor.
Gün içinde beni besleyen bir süreç
gelişmiş oluyor. Bu da böyle bir istikrar oluşmasına zemin hazırlıyor.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1971’de Mut’da doğdum. 1989’da
TED Ankara Kolejini, 1995’de Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdim.
2001’de Numune Hastanesinde Genel Cerrahi Uzmanlığını, 2004’de Zekai Tahir Burak Hastanesinde Kadın
Doğum Uzmanlığını aldım. 20012002 yıllarında Yale Üniversitesi Reprodüktif Endokrinoloji ünitesinde
‘İmplantasyonda HOX A10 genin ekspresyonu’ ile ilgili moleküler düzeyde
çalışmalarda bulundum.
Zekai Tahir Burak Hastanesinde Perinatoloji (Yüksek Riskli Gebelik), İnfertilite (Kısırlık), IVF (Tüp Bebek), Menopoz, Jinekoloji ve Endoskopik Cerrahi
ünitelerinde çalıştım. 2009- 2010 yıllarında CISED’in eğitim programına
katılarak Cinsel Terapist oldum. Genel Cerrahi uzmanı Doçent Dr. Barış
Zülfikaroğlu ile evliyim. Can adında
bir oğlum var. Halen Ankara’da kendi
kliniğimde hastalarıma hizmet veriyorum.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
65
haber
6. ULUSAL TIBBI ETİK PROJE
YARIŞMASI SONUÇLANDI
Genetik ve Etik Sempozyumu ile birlikte 6. Ulusal Tıbbı Etik Proje Yarışması Ödül Töreni gerçekleştirildi. Gazi
Üniversitesi İngilizce Tıp Fakültesi 5.
sınıf öğrencisi Hande Atalay bu yıl yarışmanın birincisi oldu. Yüzlerce proje arasından finale kalan 15 proje ise
“Genetik ve Etik” kitap olarak basıldı.
Genetik ve Etik konusunda tam bir
bilimsel şölen olarak geçen sempozyum ve ödül töreninde, Genetik ve
Etik alanının önde gelen isimlerinin
birbirinden ilginç konuşmaları ve
konferansları yer aldı.
Ulusal Tıbbi Etik Proje Yarışması Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve
Etik Anabilim Dalı tarafından 6 yıldan
beri düzenleniyor. Bu yıl yarışmanın
konusu olarak Genetik ve Etik konusu
seçildi. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı
Başkanı Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu
konuyla ilgilli şu bilgileri verdi:
Dünyada ve Türkiye’de ilk kez Gazi
Üniversitesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi
Anabilim Dalı tarafından düzenlenen
tıbbi etik proje yarışması, uygulamalı
bilimsel bir etkinlik olan tıp alanında
etik sorunları fark etme ve çözüm
önerileri geliştiren projeler üretmeye
teşvik etmesi nedeniyle öğrenciler
arasında ve toplumda heyecanla karşılanmıştır. Yarışmaya tıp fakültesi öğrencilerinin yanı sıra tıp etiği ile ilgili
olabilecek hukuk, moleküler biyoloji,
mühendislik, psikoloji, hemşirelik..
gibi bölümlerden lisans düzeyinde
öğrenim gören üniversite öğrencileri
de katılmaktadır. Amaç; öğrencilerin
mesleki yaşantılarında karşılaşabilecekleri etik sorunlar konusunda
farkındalık oluşturmak ve etik ikilemlerde çözüm önerileri geliştirebilmelerini sağlamaktır. Yaşamın tüm alanlarında gelecek kuşakları oluşturan
ve meslekleri aracılığıyla geleceği biçimlendirecek olan üniversite öğrencilerinin, uygulamada etik sorunları
fark etmesi ve çözüm önerileri geliştirmesi yoluyla etik değerleri benimsenmesi sağlanabilir. Ulusal Tıbbi Etik
Yarışması bu amacı gerçekleştirmek
yolunda önemli bir işlev görmektedir. Kanser ve Etik; Obezite ve Etik;
66
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Estetik ve Etik; Organ Nakli ve Etik
yarışmalarından finale kalan seçilmiş
projeler kitap olarak basılmıştır. Yarışmada dereceye giren öğrencilere
yurtiçi ve yurt dışında bir çok kariyer
fırsatları doğmuştur.
Ulusal olarak düzenlediğimiz bu yarışmanın uluslararası yapılması için
yurtdışından bazı üniversitelerden
öneriler gelmiştir. Giderek katılım ve
ilginin arttığı gözlenmektedir. Gençlerin yaratıcı düşüncelerinin, bilimsel
/ etik bicimde gelişmesi amacıyla
düzenlenen bu yarışmanın tüm toplumsal kesimlere olumlu etkileriyle
yansımasını dileriz.
Ödüller
Yarışma birincisi: Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 21 günlük staj
ve ABD’ye gidiş-dönüş uçak bileti
Yarışma ikincisi: iPad
Yarışma üçüncüsü: Netbook
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
dijitalsağlık
DİJİTAL PAZARLAMA TARİHÇESİ VE TÜRK İLAÇ
SEKTÖRÜNDE DİJİTAL UYGULAMALAR NASIL İLERLEDİ?
Selim SARIYERLİ
Dijital Pazarlama Uzmanı
Her ne kadar dijital çağın başlangıcı
1973 senesinde Martin Cooper tarafından icat edilen cep telefonuna ve
1990’dan itibaren 2G teknolojisi ve
SMS (short message services) yani
kısa mesaj pazarlamasının ortaya çıkmasını sağladı.
1995 senesinde ilk arama motorları olan Yahoo ve Altavista ile dijital
pazarlama yolculuğu, ilk olarak SEO
( Search Engine Optimisation) yani
arama motoru optimizasyonundan
bahsedilmeye başlandı, ilk arama
motorlarında bu konuda site sahipleri arama sonuçlarında daha üst sıralarda çıkmak için çeşitli algoritma
şaşırtmacaları kullandılar (Black Hat
SEO), Google bu konuda 1998 sonlarına doğru bir üniversite tezi olarak
68
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
çıkmış ancak kodlama tekniğindeki
bir özellikten dolayı gelişen bir arama
motoru haline gelmiştir.
Blogların Gelişimi
1998 yılı itibariyle Google’ın çıkmasıyla birlikte PPC (pay per click) tıklama başına ödeme pazarlaması yani
farklı sitelerde reklamlara tıklandıkça reklam veren şirketlerin ödeme
yaptığı pazarlama yöntemi ortaya
çıktı, ilk zamanlarda her ne kadar
web siteleri bloglar gibi kullanılma
mantığında olsa da çift yönlü olmayan bir mantıkla çalışmaktadır, 1999
senesinde blogger.com sitesi açılmasına rağmen ilk blog yazarı Jason
Kuttke’dir, kendisi 1998 de ilk yazılarını yazmaya başlar, Türkiye’de ise
ilk blog sitesi 2005 senesinde açılan
blogcu.com’dur.
2003 itibariyle e-mail yoluyla pazarlama da dijital kanallar arasına giren
bir pazarlama yöntemi olarak ortaya
çıktı, ancak bu pazarlama yöntemini
spam yani zararlı e-posta gönderme
yöntemine çeviren ilk internet kullanıcısı Jeremy Janes 2004 senesinde
Virginia eyaletinde 9 yıl hapse mahkum oldu. Spam e-posta otoriteler
tarafından ilk olarak bu olayla dolandırıcılık kanalı olarak değerlendirilmeye başlandı.
Selim SARIYERLİ
3G ve Mobil İnternet
Yine 2003 yılında sırasıyla Linkedin,
MySpace ve Facebook ile birlikte
sosyal medya ortaya çıktı, bu dijital
pazarlamacılar için bir devrim niteliğindeydi, çünkü bu medya sayesinde
kitlesel pazarlama yöntemlerinden
kişisel pazarlama yöntemlerine geçişin yolu açılmış oldu.
2007 senesi itibariyle 3G teknolojisinin ortaya çıkışı mobil kanal kullanımının hızlı bir ivmeye girmesine sebep oldu. 2012 senesi itibariyle 113.9
milyona ulaşan mobil internet kullanıcısı sayısı bu durumun bir sonucu
olarak görülebilir.
2000’li yılların başı itibariyle internetin yaygınlaşması ile dijital pazarlama
daha da bir önem kazandı, internet
sayesinde yepyeni bir iletişim kanalı
ortaya çıktı ve müşteriler ile bağ kurma konusunda şirketler yepyeni bir
yöntemle tanıştılar.
Müşterilerle bağ kurmanın yanında,
pazarlamacılar çift yönlü iletişimin
önemini anlamaya başladılar, bu sayede ürünleri ile ilgili geri bildirimler
alabilme şansını yüzyüze bir iletişim
olmasa da gözlemleyebilme şansını
elde ettiler. Gelişen teknolojik altyapılar sayesinde de bu çift yönlü ileti-
şimi ölçümleyebilir hale geldiler, bu
da pazarlamacılara yeni strateji geliştirme yönünde büyük bir yol açtı.
Türk İlaç Sektörü ve Dijital Uygulamalar
Türk ilaç sektöründeki dijital uygulamalara baktığımızda genelde saha
ekiplerinin esnekliğini arttırıcı projelerin ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en başında da CRM’i
düşünebiliriz, çünkü saha ekiplerinin
belki de en eskiden beri ziyaretlerini
ilk önce laptopları üzerinde kullanılan
veya el cihazlarıyla kullanılan programlar aracılığıyla kaydettiklerini hepimiz görmüşüzdür, bu aşamadaki
inisiyatifi aslında bir pazarlama aracı
olarak değerlendirmek pek mümkün değildir, ancak tablet üzerinden
tanıtımın başladığı dönem itibariyle
elektronik tanıtım (e-detailing) kavramının ortaya çıktığına son 4 senedir şahit olmaktayız. Peki ya internet
siteleri, mobil uygulamalar, web canlı
yayınları, yükseltilmiş gerçeklik (augmented reality).
Internet siteleri dışında kalan dijital
uygulamalar son üç-dört senedir ortaya çıkmış olsa da, şirketlerin web
sitelerinin internette yer alması daha
uzun bir geçmişe dayanır, son senelerde özellikle sosyal medya üzerinden de kurumsal sayfalar oluşturmaya başladığını görüyoruz.
Önümüzdeki dönemlerde dijital kanalların kullanımının daha da artacağını öngörmekle beraber, tanıtım
ilkeleri çerçevesinde sağlık çalışanlarının kullanımının da daha da artacağı çok belirgin olarak anlaşılmaktadır.”
SELİM SARIYERLİ KİMDİR?
Galatasaray Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi Yönetim Bilişim Sistemleri, Galatasaray Üniversitesi Executive MBA mezunu ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde
Yönetim ve Organizasyon Doktora çalışmalarına devam etmektedir.
İş hayatının ilk 5 senesinde IT alanında çeşitli sektörlerde çalışmış, sonraki
10 sene ilaç sektöründe İş Zekası ve Dijital Pazarlama üzerine uzmanlaşmıştır, şu anda yine bir ilaç firmasında Dijital Projeler üzerine Danışmanlık
yapmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
69
sağlıkgüzellik
BOTOX İLE İLGİLİ
MERAK ETTİĞİNİZ HER ŞEY
Prof. Dr. Pelin KOÇYİĞİT
Ankara Üniversite Tıp Fakültesi
Deri ve Zührevi Hastalıklar
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Sabah uyandınız, aynaya baktığınızda yüzünüzde çizgiler oluştuğunu
gördünüz. Moraliniz bozuldu. Yaşlanıyor muyum diye içinizden geçirdiniz. Yüzünüzde oluşan kırışıklıklardan
rahatsız olmaya başladınız. Çizgileri
görmemek için ne yapabilirim diye
düşünürken, botox aklınıza geldi ve
internete bakınca kafanız karıştı. Botox ile ilgili çok farklı yorumlarla karşılaştınız. Peki aslında işin doğrusu
nedir?
Botox nedir?
Botox; Clostridium botulinum bakterisine ait bir nörotoksin olan ‘botulinum toksin’in ticari preparat adıdır.
Botulinum toksin, kasları uyaran sinir
uçlarında uyarı oluşumunu engelleyerek kasların kasılmasını geçici
olarak zayıflatır. Bu durum botulismus denilen besin zehirlenmesinde
ölüme kadar götürebilecek bir kas
felci oluşturabilirken botulinum toksinden elde edilen ve tedavi amacıyla kullanılan preparatlarda toksin
sadece enjekte edildiği kas içerisinde
etki gösterir ve herhangi bir sistemik
yan etki oluşturmaz. Bu sayede botulinum toksini günümüzde istemsiz
kas kasılmalarının görüldüğü birçok
nörolojik hastalığın yanı sıra kozmetik amaçlı da yaygın olarak kullanılan
bir ajan haline gelmiştir. Günümüzde
botox uygulamaları kozmetik işlemler arasında tüm dünyada en üst basamaklarda yer almaktadır.
70
malarının toksin ile zayıflatılması mimikler sırasında kırışıklık oluşmasını
engellerken aynı zamanda oluşmuş
kırışıklıkların da azalmasını sağlar.
Kırışıklıkların azaltılması yüze daha
genç ve canlı bir görünüm kazandırır.
Botox hangi bölgelerde kullanılır?
Botox’un kırışıklık giderilmesi amacıyla en çok kullanıldığı ve en iyi sonuçların alındığı bölge alın, kaşların
arası ve göz çevresini içeren yüzün
üst bölümüdür. Yüzün alt bölümleri
ve boyunda da kullanılabilmekle birlikte bu bölgelerde genellikle diğer
kozmetik uygulamalar daha iyi sonuçlar vermektedir.
Botox’un etkisi ne kadar sürede
ortaya çıkar?
Botox’un etkisi işlemden yaklaşık
olarak 3 gün sonra başlayıp 2 hafta
içerisinde maksimuma ulaşır. Etkinliğin yavaş yavaş ortaya çıkması ani
dramatik bir değişim olmaması açısından avantajlıdır.
Botox’un etkisi ne kadar sürer?
Botox’un etkinliği uygulama şekli, uygulanan preparatın özellikleri,
kişinin kas yapısı ve kırışıklıkların
durumuna bağlı olarak yaklaşık 3-8
ay kadar devam eder. Genellikle ilk
uygulamalarda etkinlik süresi daha
kısadır. Tekrarlayan uygulamalarla etkinliğin uzadığı görülmektedir.
Botox uygulaması tecrübeli bir hekim tarafından doğru bölgelere, doğru miktarlarda yapıldığında böyle bir
sonuç söz konusu değildir.
Botox uygulamasından sonra yüzde şişlik
olur mu?
Botox uygulamaları sıklıkla dolgu
uygulamaları ile karıştırılmaktadır.
Ancak botoxun yüzde şişlik oluşturacak herhangi bir etkisi yoktur. Ayrıca
botox uygulamaları duyu kaybına da
neden olmaz.
Botox uygulamasından sonra günlük
hayatıma devam edebilir miyim?
Botox uygulaması günlük aktiviteleri
engelleyecek bir işlem değildir.
Botox derin kırışıklıklarda işe yarar mı?
Derin kırışıklıkları olan kişilerde botox yeterince tatmin edici bir sonuç
veremez. Bu tür durumlarda istenen
sonuçlar ancak birkaç kozmetik uygulamanın ve sıklıkla cerrahi kozmetik uygulamaların da yapılmasıyla
elde edilebilir.
Botox uygulaması ne kadar
tekrarlanabilir?
Botox uygulaması için bir engel yoksa istenildiği kadar tekrarlanabilir.
Botox’un kırışıklık tedavisindeki
etkisi nedir?
Botox’un etkisi geçtikten sonra
kırışıklıklar daha fazla artar mı?
Kırışıklıkların oluşumunu sağlayan en
önemli sebep o bölgedeki kasların
kasılmasıdır. Mimik kaslarının kasıl-
Bu doğru değildir. Hatta düzenli uygulamalardan sonra mevcut kırışıklıkların derinliği azalmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Botox dizilere konu olan mimiklerdeki
ifadesizliğe neden olur mu?
Prof. Dr. Pelin KOÇYİĞİT
Botox uygulamasının
yan etkileri nelerdir?
Botox uygulamasından sonra enjeksiyon yerlerinde geçici bir kızarıklık
olabilir. Ayrıca bazı hastalarda başağrısı, mide bulantısı gibi yine geçici
olan bulgular nadir olarak görülebilmektedir. Doğru teknikle yapılmayan
enjeksiyonlarda veya enjekte edilen
toksinin etraf dokuda istenenden
fazla yayılması durumunda göz kapağında düşme, kaş kenarlarının aşırı
yükselmesi, donuk görünüm, göz
çevresinde ödem gibi istenmeyen
bazı sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu yan
etkiler genellikle haftalar veya birkaç
ay içerisinde geriler. Kozmetik amaçlı
botulinum toksin uygulamalarında
ciddi yan etki hemen hiç görülmemektedir. Burada uygulama yaptıracak olan kişilerin özellikle dikkate
alması gereken nokta doğru preparatın kullanılarak, tecrübeli bir hekim
tarafından doğru enjeksiyonun yapılmasıdır. Bu nedenle hekim seçimi
büyük önem taşımaktadır.
Botox uygulamaları ağrılı mıdır?
Botox uygulamaları çok ince uçlu
enjektörlerle yapılmakta ancak yine
de bir miktar ağrılı olabilmektedir.
Bazı hekimler uygulama öncesi topikal anestezik uygulamakla birlikte
çoğunlukla buna gerek kalmamakta,
işlem sırasında yapılan buz uygulamaları ile çoğu hasta enjeksiyonları
rahatlıkla tolere etmektedir.
Botox herkese uygulanabilir mi?
Botox uygulamaları botulinum toksinine karşı alerjisi olduğu bilinen kişilere, myastenia gravis gibi nörolojik
hastalıkları olanlara, özellikle uygulama bölgesini tutan kas güçsüzlüğü
durumlarında, uygulama bölgesinde
yapılacak cerrahi işlemler öncesinde
ve kanama-pıhtılaşma sorunu olanlarda uygulanmamalıdır.
Botox gebelikte uygulanabilir mi?
Botox’un gebelik döneminde uygu-
lanmasının gebeliğin seyri veya fötus
üzerinde olumsuz bir etkisi gösterilmemiştir. Ancak yine de gebelik döneminde uygulanması tercih edilmemelidir.
Herhangi bir ilaç kullanımı botox
uygulamasına engel midir?
Kozmetik uygulamalarda kullanılan
dozlar genellikle diğer ilaçlarla ciddi
bir etkileşime neden olmaz. Ancak
aminoglikozid, siklosporin, kalsiyum
kanal blokerleri, kas gevsetici ilaçlar
ve antikolinerjik ilaçların yüksek dozlarda botulinum toksininin etkinliğini
artırabileceği bilinmektedir dolayısıyla işlem öncesinde kullanılan ilaçlar hekime bildirilmelidir.
Botox ile ilgili medyada yer alan
haberlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Okuyucular botox ile ilgili haberleri
okuduğunda nasıl yaklaşmalıdır?
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
71
haber
TATİLDE KİLO ALIMINI
ENGELLEMEK ELİNİZDE
Dr. Dyt. Yonca SEVİM
Beslenme Danışmanı
Tatile çıkmadan mide hacmini küçültmek ve fazla kilolara dur demek
mümkün. Porsiyon miktarına dikkat
ederek, sağlıklı gıda seçimi yapmak
hem mide hacminin büyümesini engelliyor hem de kilo alımının önüne
geçiyor.
Mide hacminin arttığı nasıl anlaşılır?
Yemek yedikten sonra doygunluk
hissine ulaşmakta güçlük çekiyor,
porsiyonlar herkesinkinden büyük
olduğu halde doymuyor ve kilonuz
uzun süredir olması gerekenden fazla ise mide hacminiz artmış olabilir.
Tatilden kilo almadan dönmenin
yolu da doğru miktarlarda, uygun
besinleri tüketerek midenin küçültülmesinden geçmektedir.
Mide hacmini küçültmek elinizde
Mide içeriğine göre esneyebilen ve
büyüyüp genişleyebilen bir organ
olduğu için yanlış ve aşırı beslenmeden kaçınılmalıdır. Normal porsiyonların yetersiz geldiği durumlarda
midede gerginlik olacağı ve doluluk
hissine ulaşılamayacağı bilinmelidir.
Fazla yemekle büyüyen hacmini küçültmek ise mümkündür. Mide doğru
uygulamalarla yine elastikiyeti sayesinde kısmı küçülmelere gidebilir.
Önemli olan zamanında müdahale
edilmesidir. Bunun için alınması gereken önlemler şunlardır:
Öğün sayıları artırılmalı
Sık beslenme planı uygulanmalıdır.
Çok acıkmadan, genellikle 3-4 saatlik
aralıklarla beslenildiğinde mide daha
72
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
çabuk gerildiğini hissedip, otokontrolünüzle yemeğe son vermenizi
sağlayacaktır.
Çorba, cacık ve meşrubatı aynı öğünde
buluşturmayın
Aynı öğün içinde çorba, cacık, ayran,
meşrubat veya asitli içecek gibi birden fazla sıvı alırken aynı zamanda
o öğünde yemekler de azaltmadan
tüketiliyorsa mide çok fazla şişip, gerilir ve mide hacmi artar. Zamanla bu
hacme alışan mide büyümektedir.
Sofraya oturmadan doygunluk hissine
ulaşmak için…
Yeteri kadar yenilmesine rağmen
doygunluk hissi oluşmuyorsa ve ardından birden şişkinlik şikayetleri
geliyorsa dikkatli olunmalıdır. Sindirim uzun bir işlemdir ve tokluk sinyali beyne geç iletilir. Bunun için uygulanması gereken pratik çözümler
şunlardır:
• Ana yemeği yemeden 30 dakika
önce alınan 2 adet ceviz veya 5
fındık ya da badem, sindirim sinyallerini yemekten önce başlatacak ve böylece gerekli miktarda
yediğinizde durmanız gerektiğinizi hissedeceksiniz.
• Yemeğe salata ile başlamak ve 1
bardak su içmek midenizde istenilen hacim artışını sağlayacak ve
doluluk hissi daha çabuk gelecektir. Yemeği yerken de biraz yemek
ve biraz salata sırasıyla tükettiğinizde salatasız bir öğüne kıyasla
daha az kalori alıp daha kolay doyacaksınız.
• Tüm
önerilere uydunuz, yarım
saat önce ceviz yediniz ve öğüne
önce salata ile başladınız ama tabağınızdakiler bitti ve hala aç mı
hissediyorsunuz? İşte buradaki çözüm ise yarım bardak su içmek ve
bir ayağa kalkıp oturmaktır. Böylece midenizin dolduğunu hissedeceksiniz.
Mideye doygunluk hissi veren
gıdalar tüketilmeli
Posa içeriği yüksek gıdalar kalori açısından daha düşüktür. Bu gıdalar, kısa
sürede doygunluk ve midede doluluk sağlayacak ve sizi daha uzun süre
tok tutacaktır. Çiğ sebzeler, özellikle
koyu yeşil yapraklı olanlar, meyveler,
tam tahıllar, kuru baklagiller ve yağlı
tohumlar; ceviz, fındık ve badem gibi
öğünlerinizi bu gruplarla desteklerseniz boş kalori kaynaklarından doğal olarak uzak durmuş olursunuz.
Fazla yemek yemenize neden olan
faktörlere dikkat
• Yemek yerken sürekli konuşmak
midenin hava ile dolmasına neden
olur ve hazımsızlık problemlerini
tetikler.
• Televizyon izlerken dikkatiniz dağıldığı için ne ve ne kadar yediğinizi anlamadan normalden fazla
yiyebilirsiniz.
• Ayakta yemek yerken ise genelde
koşturmaca ve acele içinde olunduğu için normalden fazla yemek
tüketilebilir. Bu ayrıca hazımsızlık
sorunlarına da yol açabilir.
Tüm bu uygulamalara dikkat edilirse
mide gereksiz yere büyümez, büyümüş olan mide de zamanla küçülür.
Bu konuda bir beslenme uzmanından yardım almak ve tecrübelerinden yararlanmak hayat standardınızı
epey yükseltecektir. Ayrıca değişim
kararı almak motivasyonunuzu ve
asıl önemli olan değerleri görmenizi
sağlayacaktır.
haber
SAĞLIK
HABERCİLİĞİ
BİR UZMANLIK
ALANIDIR
Türkiye’de ilk defa, sağlık haberciliği alanında çalışan iletişim fakültesi
akademisyenleri, sağlık muhabirleri
ve bürokratlarla bu alanda yaşanan
sorunlar ve çözüm önerilerinin değerlendirildiği kitap “Sağlık Haberlerine Farklı Bakış” adıyla yayınlandı.
“Kitapta 49 bürokrat, akademisyen
ve gazeteci bir araya geldi, Sağlık Editörü ve Biyolog Esra Öz yazdı. Öz, dört
yılı aşkın bir süredir, üzerinde çalıştığı
“Sağlık Haberciliğine Yön Verenler”
yazı dizisi ile Türkiye’de ilk defa bu
alanda çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve
bürokratlarla sorunları ve çözüm
önerilerini içeren röportajlar yaptı.
Bu çalışmayı, sağlık iletişimi ve sağlık haberciliğinin geliştirilerek, sağlık
okuryazarlığı ve medyanın bilinçlendirilmesi için hazırlayan Öz, hayatımızın temel taşı olan sağlığın medyadaki yerini belirlemek için yaptığı
bu çalışma ile temellerinin atılacağı
sağlık haberciliğinin uzmanlaşmasında bir katkı sağlamayı hedefliyor.
Sağlık Haberciliğinde Uzmanlık
Neden Gerekli
“Sağlık haberciliği, gazetecilik mesleğine adım atar atmaz, haber yazmayı
öğrenirken yapılacak bir iş değildir”
diyen Öz, sağlık haberlerinin emin ellerde olması gerektiğini vurguluyor.
Haberler, alanında uzman sağlık
habercileri tarafından yapılmıyorsa
“İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?” sorusunun akla geldiğini belirten Öz,
“Uzmanlaşma için gazetecilerin hakkını savunmak ve onların arkasında
durulması gerekiyor. Akademik cami74
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
anın çalışmaları eşliğinde sağlık habercilerinin tecrübelerini paylaşarak
bir araya gelmesi ile güzel işlere imza
atılacağına inanıyorum. Doğru, etik
ve güvenilir sağlık haberleri, sağlıklı
bir yaşam için olmazsa olmazdır. Sağlık Bakanı ve Meclis Sağlık Komisyon
Başkanı da bu çalışmaya destek vererek bu alanda yapılacak çalışmaların
öneminin üzerinde duruyorlar” dedi.
Sağlık Haberciliği Bir Uzmanlık Alanı
Olarak Kabul Edilmeli
Sağlık haberciliğinin uzmanlık alanı
olması adına çabaları sonucu ortaya
çıkan bu kitabın, ilk çalışmalarına
yaklaşık 4 yıl önce başlayan Öz,
şunları söyledi: “Sağlık haberciliği ve
iletişimi üzerine çalışan hocalarımıza
ulaşarak, bu alana emek vermiş
meslektaşlarımla görüştüm. Bu
kitap, sağlık haberciliğinde bir
dönemin bakış açısını ortaya
koymaktadır. Gazeteciler haber
yaparken nelere dikkat ediyor,
akademisyenler bu alanda yapılan
çalışmaları nasıl değerlendiriyor,
bilinçli bir adım atılması için öncülük
edecek görüşler yer alıyor.”
Her Bilimsel Çalışmanın Haber Olmamalı
Sağlık haberciliğinde önemli olan
noktanın bilimsel çalışmaların ışığında sade bir dille doğru bilgileri aktarmak olduğunu belirten Öz, “İşte bu
noktada zamanla öğrenilen gerçeklerden birisi, her bilimsel çalışmanın
haber olamayacağı, olmaması gerektiğidir. Bu ve bunun gibi birçok bilgi
gazeteciler tarafından yaşanarak öğ-
reniliyor. Bunların başta kuralı olsa
ne güzel olur değil mi? Bu işi yapmak
isteyen muhabire “Bunlara dikkat et.”
demek, yol haritası sunarak, daha da
kaliteli haberlere imza atmayı sağlamak mümkün” dedi.
Medya Kuruluşlarında Uzman Sağlık
Muhabirlerine Yer Açılmalı
Sağlık haberciliğinin kuralları oluşturulduğunda sağlık alanında çok fazla
yanlış haber ile karşılaşılmayacağını
kaydeden Öz, “Üzücü bir nokta da
insanlar her haberi doğru olarak algılıyor. Mesela, doğal olana sevgi ve
inanç insanları hata yapmaya daha
fazla yaklaştırıyor. Her gün okuduğumuz sağlık haberlerindeki yanlışları
gördükçe bu alandaki uzmanlaşmanın ne derece elzem olduğunu daha
iyi anlıyorum. Sağlık okuryazarlığının
gelişmesi ve insanların bilinçlenmesi için öncelikle medya kuruluşlarında uzman sağlık muhabirlerine
yer açılmalı ve sağlık muhabirlerine,
ajans muhabirlerine, çeviri yapan ve
istihbaratta yer alan gazetecilere de
eğitim verilmeli. Çeviri haberlerinin
yanlışlarla dolu aktarılması ve ajans
muhabirlerinin yaptığı bazı haberler
insanları boşuna umutlandırarak, büyük hayal kırıklığı yaşatması engellenebilir. Ayrıca gazetecilik gün geçtikçe kan kaybediyor ve güven sorunu
yaşanıyor. Sağlık haberciliğinde ise
bu çok daha fazla hissediliyor” diye
konuştu.
Esra Öz Kimdir
5 yıl süre ile Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştığı Sağlık Dergisi’nde yeni-
liklere açık, araştırmalarına devam
etti. Daha önce yapılmamışı yapmak
istediği için hayata gözlemleyerek
bakıyor. Hazırladığı “Tıbbın Duayenleri”, “Hayatı Keşfeden Biyologlar”,
“Dünya’da Türk Hekimleri ve Başarı
öyküleri” ve Nörobilim ile ilgili röportaj ve haber serileri sağlık camiası tarafından büyük ilgiyle takip
ediliyor. 2012 yılında Sağlık Bakanlığı Sosyal Medya hesaplarının kurulumu ve yönetiminde danışmanlık
yaptı. 2013 yılında Med-Index sitesinin kurucusu ve Yayın Yönetmeni
olarak çalıştı. 2014 yılı Nisan ayında
Technical Assistance For Alignment
İn Organ Donation Project (Organ
Bağışında Uyum için Teknik Yardım
Projesi) Senior Communication Expert (Kıdemli İletişim Uzmanı) olarak
organ bağışı haberlerinin işlenmesi
üzerine medya çalıştayları düzenliyor. Aynı zamanda 2014 Ekim ayından itibaren Sağlık ve İnsan Dergisi
Yayın Editörü olarak çalışmalarını
sürdürüyor. Şubat 2015 tarihinden
itibaren TRT Kent Radyo Ankara›da
Sağlık Gündemi programını hazırlayıp sunuyor.
Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği
tarafından düzenlenen “Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi” kapsamında “AB Organ Bağışı 2.
Medya Çalıştayı”nı organize etti ve
toplantıda medyanın rolü ele alındı.
koku almanın bilimsel yönlerini eğlenceli bir dille işlerken, kokunun cinselliğe ve insan ilişkilerine etkisi, hastalıklar, parfümün gizemli dünyasını
ve kokuyla ilgili daha birçok konuyu
ele aldı.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu öncülüğünde Dr. Dyt. Alev Keser ve Yrd.
Doç. Dr. Filiz Yıldırım editörlüğünde
Ankara Üniversitesi Yayınlarından çıkan “Sağlık Okuryazarlığı” kitabında
“Sağlık Habercisi Gözünden Sağlık
Okuryazarlığı” bölümünü yazdı.
“AB Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi” kapsamında “Ulan
İstanbul”, “Arka Sokaklar”, “Kaçak”,
“Hayat Yolunda” ve “Kocamın Ailesi”
setlerinde Türkiye’deki organ bağışı
ve nakillere ilişkin bilgi verilmesini
organize etti.
“AB Organ Bağışı 3. Medya
Çalıştayı”nı düzenleyerek Sağlık Bakanlığı ve AB yetkililerinin, organ bağışında farkındalığın artırılabilmesi
için medya temsilcilerini ziyaret edilmesini organize etti. Show TV, CNN
Türk, KANAL D, Star TV, NTV, Fox TV,
TGRT Haber, Kanal 24, Hürriyet Gazetesi, Star Gazetesi, Akşam Gazetesi
ve Türkiye Gazetesi’nin yöneticileri
ile görüşüldü.
Türkiye’de ilk defa “Kokuyla Keşfet”
adıyla koku kitabı yayınladı. Kitapta,
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
75
film
MR. NOBODY (BAY HİÇKİMSE)
Dr. Mahir ATALA
Şu anki yaşadığın hayat bambaşka
bir hayat olabilir miydi?
Bambaşka bir hayatta başka birisi
ile evli, başka bir işte çalışıyor, başka kişilerle arkadaşlık ediyor olabilir
miydik?
Hayatta yaşadığımız her şeyin yaptığımız seçimlerle şekillendiği düşüncesinden yola çıkarak kurgulanmış
bu filmde, kendi hayatının bir çok
dönüm noktasında iki farklı seçenekten birisini defalarca seçebilme
fırsatı bulmuş bir karakterimiz var.
76
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Hikayemiz bir güvercinin koşullu
öğrenme süreci ile başlıyor, bununla ilgili kısa bilgi verildikten
sonra ana karakterimiz Nemo’yu
bir morgda gözleri hayretle açık şekilde görüyoruz. Nemo ölü ve söylediği ilk şey “Bunu hak edecek ne
yaptım ben?” Hemen ardından kendisini araba içinde suda boğulurken gören Nemo küvette uyanıyor.
Başında elinde silahla bekleyen birisi
onu kafasından vuruyor. Üç kez ölen
karakterimiz bir doktorun karşısında
yaşı 117 yaşında ve kafası hayli karışık bir şekilde duruyor. Adı sorulduğunda “Nemo Hiçkimse” diye
cevaplıyor. Bu noktada Nemo’nun
ölümlü son kişi olduğunu öğren-
mesi ve tarihin 2092 olduğunu anlaması ile de hikayemiz anlatıma
başlıyor. Tabi ki yeniden dördüncü
kez başka bir evin içinde farklı bir eş
ile farklı çocuklara sahip bir şekilde
uyanarak.
Son ölümlü iken nasıl oluyor da
ölümsüz gibi duruyor sorusu ile dikkatle izlemeye başlıyoruz. Nemo bir
şekilde ölümsüzlük geni aşısını olamamış ve son ölümlü insan olarak
bir televizyon programında herkes
onun öleceği anı canlı olarak izlemeyi bekliyor. Bir hastanede ölüm
döşeğinde yatan karakterimiz hayatını bir gazeteciye anlatıyor ve bu
anlatımla Nemo’nun anılarına da şahit olmaya başlıyoruz. Aklımıza soru
atan ve cevabını aratan bu sahneler
ilgimizi çekmeyi başarıyor ve ilgimizi canlı tutacak bir çok sahne de ard
arda gelmeye başlıyor. Nemo bunu
hakedecek ne yapmış olabilirdi ve
nasıl? Nemo neyi hakediyor?
Nemo’nun hayatının dönüm noktası ve herşeyin başlangıcı olarak gördüğü ilk an bir tren istasyonunda
geçiyor. Nemo 9 yaşında ve annesi
ile babasının ayrılmaya karar vermesi
üzerine ikisinden birisini seçmek
zorunda. Acaba O, tren istasyonunda babasının yanında mı kalmalı
yoksa annesi ile trene mi binmeli.
Nemo’nun seçimi iki farklı hayatı
onun karşısına çıkaracak diye düşünüyorken, filmi izledikçe bu seçimin
o an için iki seçenekten birisi olduğunu zamanla daha bir çok seçim
anı ile yüzleşeğini ve bir çok farklı
hayatın ihtimaline kapılar açacağını
görüyoruz.
Nemonun gözünden hayatı izlerken
farklı hayatlar içinde benzerlikleri de
görüyoruz. Film içinde Nemo defalarca ölüyor. Her seferinde farklı bir
hayata uyanırken biz de bu seçimlerin ne kadar çok olasılığın kapısını
açtığına Nemo ile şahitlik ediyoruz.
Hayatta her şey bizim kontrolümüzde değil ve her zaman seçim hakkımız bulunmuyor. Buna rağmen
filmi izlerken kendi seçimlerimizle
farkında olmadan bizim kontrolümüzde olmayan kısmını da şekillendirebileceğimiz düşüncesi oluşuyor. Filmde sadece seçim-kader
ilişkisi açısından olaya bakılmamış
çok daha karmaşık bir ilişki basite
indirgenmeye çalışılmış. Zaman,
mekan ve sizin dışınızdaki diğer
insanlar ile onların seçimlerinin ortaya koyduklarını etraflıca ele alıp
anlatabilmeyi başarmış görünüyor.
Her seçimle faklı bir hayatı yaşarken insanın nelere evet dediği
ve nelere hayır dediği dolayısı ile
neleri kazanıp neleri kaybetmiş
olabileceğini de Nemo karakteri
üzerinden gözlemliyoruz. Yaptığı
evlilikler, sahip olduğu çocuklar ve
farklı yaşam tarzları ile bunlara şahit oluyoruz.
İnsan tekrar seçim hakkına sabip
olunca ne yapar? Evet en iyi olan
hayatı yaşamaya çalışır ve en doğru seçimi yapmak için tekrar dener
diye düşünüyoruz ama nedir iyi
yada doğru olan? Filmde insanların yeniden aynı şansa sahip olsa
ve bundan zarar göreceğini bilse
bile aynı şeyi seçebileceği gerçeğini de yan karakterlerle görüyoruz.
Bu olgu, insanların seçim yaparken
sadece basit bir var-yok, faydalı-zararlı, iyi-kötü denklemi ile hareket
etmediğini duyguların da işin içinde hatırı sayılır derecede var olduğunun kanıtı gibi. Nemo’nun yapmaya çalıştığı şeyin onun için en iyi
olanı bulmaya çalışmak olduğunu
düşünürken bir aşk hikayesinin de
içinde buluyoruz kendimizi. Aşk
evrendeki en güçlü duygu dedirtiyor bize.
Tekrar seçim hakkına sahip olunca
çok daha iyisini mi yapacağız sorunun cevabı 2009 yapımı, senaryonun da sahibi Jaco van Dormael’in
yönettiği filmimize göre herkes için
farklılık arzediyor.
Yaşanan hayatlar farklı olsa da seçimlerin aynı anlamı taşıyacağı da
film içinde yaşlı Nemo tarafından
dile getiriliyor. Yani seçmek bizim
için bir “anlamlandırma”.
Kendi hayatlarımızda yaptığımız
seçimlerimizin benzerliği ile filme
kapılmışken Nemo’nun ölüm saatinde kendimizi buluyoruz. Tam
ölüm saati geldiğinde Nemo için
zaman duruyor, Nemo’nun nefesi
kesiliyor ve gözleri kapanıyor. Nemo
öldü ama sonra gözlerini açıyor
ve hayatındaki ilk seçimini yapmak
zorunda kaldığı o tren istasyonuna
yani 9 yaşındaki haline geri gitmeye
başlıyor. Belki yeniden seçim yapabileceğinden belki de kafası karışıkken olan biteni anlamaya başladığından; yüzü gülerek zamanda
geriye doğru gitmeye başlıyor.
Belki de en iyiyi seçme çabası sonuç vereceğinden ve aradığı aşka
kavuşacağından gülücükler kahkalara dönüşüyor.
Filmimiz sonsuz olasıkların yeniden
şekilleneceği o anı aklınızda bırakıp
böylece bitmiş oluyor. Tekrar tekrar
117 yaşına kadar nasıl geldiğini de
orada anlamış oluyoruz. Bu bir zamanda yolculuk ama madde ile zaman arasında tam Nemo’nun ölüm
anında oluşan bilinmez bir sır var.
Filmin önermesinin saklı olduğu
sahne Nemo’nun kendisini filmin
sonunda yeniden ve son kez 9 yaşında tren istasyonunda bulduğu
an. Filmin başında anne yada babasını seçmesi gerektiğini düşünürken üçüncü ihtimali bize gösteren
bu sahnede Nemo tren isyasyonuna
dik bir yoldan tek başına gitmeye
başlıyor. Yani anne yada babasından hiçbirisini seçmemiş oluyor. Bu
sahne film içinde geçen bir cümle
ile daha anlamlı “Seçim yapmadığın sürece, kalan olasılıkların hepsi
mümkündür.” Bu anlam ile “filmi
tekrar izlemeliyim” diyerek kendi
hayatınızdaki seçimlerimizle başbaşa kalıyoruz. Herkese anlamlı seçimler, iyi seyirler diliyorum.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
77
gezelimgörelim
EFSANE GÜZELLER
İLE KALKAN’DA HAFTASONU!
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği
ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı
Dünyaca Ünlü Patara Sahillerine Tepeden Bakan, Ormanın İçine Yuvalanmış Tamamen Doğayla Baş Başa
Bir Sanat Eseri..
talarına bile restaurant, restoran.. vb
isimler verilirken. Bu isim ve yarattığı
ironi hoşuma gitti. Gözlerimi manzaradan alamazken, duvarlardaki efsane güzeller dikkatimi çekti. BB, Audrey Heupborn, Norma Jean (MM),
Grace Kelly, Bette Davis.
Gökyüzünden Patara’yı seyrederek
büyülendiğim Locanda’dan ayrılmak
istemezken, odama doğru
Geçen hafta sonu derinlemesine dinlenebildiğim çok özel ve güzel bir yer
keşfettim!
Ankara ve İstanbul’dan her
gün uçakla gidilebilen uluslar arası Dalaman havalimanına indikten 1 saat sonra dünyaca ünlü
Patara sahillerine tepeden bakan, ormanın içinde tamamen doğayla baş
başa bir sanat eseriyle karşılaştım.
Burayı tanımlamak zor, çünkü çok
boyutlu bir güzellik.
Ana yoldan ayrılıp, vahşi ormanın
içinde tepelere doğru tırmanmaya
başladığınızda, “nereye gidiyorum?,
doğru yolda mıyım?..” gibi sorular
kafanızdayken, dev ağaçların serinliği ve başdöndüren orman çiçekleri
kokularıyla ilerliyorsunuz. Yeşilin her
tonunu görerek, tepeye tırmandığınızda ağaçların arasında taş bir
binaya ulaşacaksınız. Taş binanın arkasındaki düzlüğe arabayı parkedip
indiğimde, “aman Tanrım! Yok böyle
bir güzellik! Patara kumsalı boylu boyunca ayaklarınızın altında…
Gözlerimi bu güzellikten alamazken,
mis gibi bir Türk kahvesi geliyor. Kahve fincanındaki estetikle algılamaya
başladığım çok özel bir mekandayım.
Locanda’dayım. J (İngilizce okuyun,
lokanta!) Geleneksel Kasaba lokan78
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Sadelik, masumiyet ve zerafetin bileşimiyle, kusursuz kuğu boynunu
anımsatan zarif terasında, gece onun
içi yıldız dolu siyah gözlerini anımsatan gökyüzünü izleyebileceğiniz
özel bir yer, Audrey
Hepburn.
yönlendirildim. Biraz ilerde sağ yanda
işte odanız dedikleri yere baktığımda
hayranlıkla çakılıp, kaldım. Patara’ya
bakan tamamen cam bir duvarın arkasında, sanatsal bir tasarımla oluşmuş, tablo kadar güzel oldukça geniş
studyo tipi bir villa, Bette Davis.
Tüm eşyalar, renkler ve objeler efsane
bir güzel düşünülerek tasarlanmış,
hersey onun için seçilmiş. Merkezde
ve tepedeki en görünür villa, sereserpe, doğal umursamaz ve kendinden,
güzelliğinden emin, başka güzelliklerin tadını çıkarmak üzere (Patara
sahili)yerleşmiş.., “Ve Allah kadını yarattı!” filmindeki BB’u hissedeceğiniz,
Brigitte Bardot!
Daha yanda ilerde gözlerden uzak bir
başka görkemli efsane, Norma Jean.
Sadece bu villa da aynanın kenarında
ve sadece bir koltukta,villaya ilham
veren efsanenin görselliği de yansıyor. Efsane MM..
Garace Kelly, kusursuz güzelliğin sadelikle yansıdığı renklerin bile onu
yansıttığı bir başka mükemmel oluşum.
Gökyüzünün simsiyah zemininde
bu kadar çok ve parlak yıldız olduğunu hayal etmek bile zor. Gaz lambalarıyla ve mumlarla aydınlatılan,
ışık kirliliği olmayan bu yerde gece
yıldızlar…
Locanda’da dünyaca ünlü bir şefin
sizin için hazırladığı muhteşem lezzetler. Portakalın, ızgara yapılmış
taptaze deniz balığına bu kadar
yakışacağını, ahtapot ızgaralarının
“İspanyol” halinin böyle bir lezzet
bombardımanı yaratacağını düşünmezdim. Efsane güzellerle; estetik,
sanat, güzellik, hoşluk ve konforun
doğayla buluştuğu yerde, hiç plastik
görmeden yöresel unsurların kalite
olarak yansıdığı bu yerde tamamen
doğanın seslerinde derinlemesine
dinlenip, Kalkan’ın turkuaz maviliklerinde kaybolarak yüzmek ve sonra 1
saat uçarak Ankara’ya dönmek…
Galiba fazla film seyredip, rüya gördüm!..
Yöreye ait taşlar ve ağaçlardan yapılmış, biri diğerini görmeyen, doğaya
gömülmüş olarak içinde yaşadığın
ortamın her noktasından dünyanın
en güzel manzarasını seyrederek kalabileceğin villalar (odalar) mevcut.
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
79
kitap
HEMŞİRELİK ANILARI
2003 yılından itibaren Türkiye sağlık sisteminin ve sağlık harcamalarının gelişimini (1.bölüm), Türkiye ilaç sektörünün değerlendirilmesini (2.bölüm), 2002-2014
Döneminde Türkiye ilaç sektörünü etkileyen gelişmeleri (3. bölüm), Türkiye’de ilaç
finansmanı, fiyatlandırma ve geri ödemesi sistemini (4. bölüm), Türkiye ilaç harcamalarının gelişimini (5. bölüm), ilaç sektör analizini (6.bölüm) ve ilaç sektörünün stratejisi ve hedeflerini (7. bölüm) bulmak mümkündür.
“Türkiye İlaç Sektörü Analizi” kitabı ile Türkiye’deki ilaç sektörü ve finansmanı ile
ilgili önemli bir boşluğun doldurulacağını, ilaç sektörünün mali boyutunun daha
iyi anlaşılacağını, tüm ilgililerin daha sağlıklı analiz yapacağını ve karar alma
noktasında olanlara da yardımcı olacağını düşünüyorum.
Yazarlar:
Bu vesile ile çalışmanın daha sonra yapılacak ileri araştırmalara rehberlik etmesiProf.Dr. Cengiz Yakıncı
ni temenni ediyorum.
Doç. Dr. Şafak Dağhan
Yayınevi: Akademisyen Kitabevi
OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE YARATICILIK VE GELİŞTİRİLMESİ
Yüzyıllar boyunca güzel sanatlar ile iç içe geçmiş bir kavram olarak ele alınan yaratıcılık,
günümüzde özellikle erken çocukluk döneminde bilişsel yeteneklere olan olumlu etkisiyle,
birçok araştırmaya konu olmaktadır. Peki, nedir yaratıcılık? Zekâ gibi geliştirilebilen bir şey
midir? Yaratıcılık doğuştan mı gelir, yoksa zamanla gerekli egzersiz ve çalışmalarla desteklenebilen bir şey midir? Çevre, okul ve ebeveyn tutumları yaratıcılık becerileri üzerinde etkili
midir? Etkiliyse, bu etkileri pozitif ya da negatif biçimde kontrol altına almak mümkün müdür? Yaratıcılığı geliştirmek için neler yapılmalıdır? Yaratıcılığı geliştirirken zekâ da gelişebilir mi?
Yazar Adı: Z. Deniz Aktan
Sayfa Sayısı: 142
Baskı Yılı: 2015
Tüm bu soruların karanlığına bir ışık tutmayı planlayan bu kitabın amacı; yaratıcılık becerilerini geliştirmeye yönelik çeşitli faaliyetleri okuyucuya tanıtmak, bu faaliyetlerin öğretmenler ve ebeveynler tarafından nasıl hazırlanacağını anlatmak ve yaratıcılığı geliştirmeye
yönelik faaliyetleri kâğıt ve kaleme dahi ihtiyaç duymadan günlük hayata dâhil etmeye
yardımcı olmaktır.
10 ADIMDA MUTLU HAYAT
Mutlu bir hayat sürme konusunda başkalarıyla olan etkileşim ve ilişkilerimiz kritik
rol oynasa da, birincil önceliğimiz kendimizle iyi bir ilişkiye sahip olmak olmalıdır. Eğer özsaygıdan yoksunsak, dışarıya, başka insanların tanımak ve güvenmek
isteyeceği bir insan görüntüsü yansıtmamıza olanak yoktur. İyi bir özgörünüm
yaratmak ve bu görüntüyü dış dünyaya yansıtmak, başarı ve mutluluğumuz konusundaki en önemli unsurdur.
Yazar Adı : Dale Carnegie
Sayfa Sayısı: 296
Baskı Yılı : 2015
Yayınevi : Nemesisi Kitap
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
SAĞLIK ve İNSAN / TEMMUZ 2015
Kendinize inanın! Kabiliyetlerinize inancınız olsun! Kendi güçlerinize duyacağınız
mütevazı ve bir yandan da makul güven olmaksızın, başarılı ya da mutlu olamazsınız.
‘10 Adımda Mutlu Bir Yaşam’ mümkün!

Benzer belgeler