dđn-dđyanet ve dđn görevlđlerđ

Transkript

dđn-dđyanet ve dđn görevlđlerđ
SOSYOLOJĐK AÇIDAN
DĐN-DĐYANET
VE
DĐN GÖREVLĐLERĐ
Doç. Dr. M. Cengiz YILDIZ
2013
SOSYOLOJĐK AÇIDAN
DĐN-DĐYANET VE DĐN GÖREVLĐLERĐ
Doç. Dr. M. Cengiz YILDIZ
ISBN: 978-605-63117-9-6
Kapak
Mehmet ÇELEBĐ
Yayına Hazırlayan:
Laçin Yayınları
0 352 222 19 40
Baskı:
Bizim Büro Basımevi
0 312 2229 99 28
Yazarla Đletişim:
Doç.Dr.M.Cengiz YILDIZ
Bingöl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü 12000 BĐNGÖL
0.426.2160012-15 (Santral) / 2440 (Dahili)
0.426.2150877 (Faks)
0.535.4689090 (Turkcell)
0.505.3241470 (AVEA Kamu)
http://www.bingol.edu.tr/akademisyen.asp?akademisyen_id=494
Google Talk: cengiz23
2
ÖNSÖZ
Din, tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün toplumların yaşamlarında az ya da çok
etkili olmuştur. Toplumların hayatında belli bir yeri olan dinin, örgütlenmesi ve din
hizmetlerinin yürütülmesinin, toplumdan topluma farklılaşması olası iken; değişim
süreci içinde bulunan toplumlarda bu hizmetlerin değişmesi de olağandır. Dini
hizmetlerin sunumunda izlenen yolların, günün değişen koşullarına paralel olarak
değişmesi, dinin mesajının daha geniş alanları etkilemesi olarak ele alınabilir. Din
hizmetlerinin yürütücüleri konumundaki din adamlarının / görevlilerinin; bireysel,
eğitsel, mesleki, kültürel durumları bu değişimde büyük bir öneme sahiptir.
Bu çalışma; din olgusunun toplumbilimsel analizini yapan, Türkiye’de din
bürokrasisinin oluşum evrelerini ele alan ve değişkenler arasındaki ilişkiden yola
çıkarak birtakım değerlendirmelerde bulunan; Diyanet Đşleri Başkanlığı’na bağlı olarak
görev yapan din görevlilerinin bireysel, toplumsal ve mesleki durumlarını,
problemlerini ve beklentilerini ortaya koymaya çalışan, bu amaçla birtakım değişkenler
arasında ilişki kurmayı hedefleyen ve bunlardan genellemelere ulaşmaya gayret eden
bir alan araştırmasıdır.
Konunun detaylı bir biçimde araştırılabilmesi için din görevlilerinin; yaş,
medeni–ailevi, mesken, coğrafi köken, öğrenim, baba mesleği ve çocuk sayısı gibi
durumları; kıdem ve ünvan durumları; mesleki süreç içinde mesleğin getirdiği
yükümlülükler ve din görevlileriyle ilgili yapılan eleştirilerin yoğunluğu, bu eleştirilerin
sebebi ve bu konuda değinilmesi gerekli birtakım görüşler; meslek bilincinin oluşumu
ile ilgili olarak, meslek etiği ve dini duyarlığın ön planda bulundurulma şartları ve
sıklığı; mesleğin ele alınış şekli ve ele alışı etkileyen birtakım faktörler; siyasi
yönelimlerin oluşumu ve bunu etkileyen unsurlar; kültürel yönden din görevlilerinin
genel bir görünümü; bilgi seviyesi ve bunun yanında toplumun bakış açısını belirleyen
unsurların neler olduğu; din görevlilerinin, vazifeli oldukları teşkilat hakkındaki kanaat
ve bilgi durumları; aylık maaş ve maaş dışındaki gelirin miktarı, özelliği ve bu
özelliklerin kişisel ve toplumsal hayata yansıma biçimi ve sınıfsal açıdan bulunulan
konum; meslek dışında dini aktivitelere karşı tutumları ve bunlara katılma oranları;
meslektaşlarla ilişkilerin niteliği gibi yönleri incelenmiş ve bazı genellemelere
gidilmeye çalışılmıştır.
Araştırma, iki bölümden oluşmaktadır. I.Bölüm’de, araştırmanın kuramsal
çerçevesi çizilmiş ve araştırmanın metodu hakkında bilgi verilmiştir. II. Bölüm’de ise,
alan araştırmasından elde edilen veriler üzerinde durulmuştur. Sonuç bölümünde, elde
edilen bilgilerle ilgili bazı genellemelere gidilmiş ve bir değerlendirme yapılmaya
gayret edilmiştir. Bibliyografyada, araştırmada yararlanılan kaynaklar, sistematik bir
şekilde verilmiştir.
3
Bu çalışma, “M. Cengiz YILDIZ, Din Görevlilerinin Sorunları ve Beklentileri
Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma: Elazığ Uygulaması, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Elazığ, 1999” künyeli doktora tezinin
gözden geçirilmiş halidir.
Bu çalışmayla ilgili olarak teşekkür edilmesi gereken kimseler bulunmaktadır.
Öncelikle, akademik hayatım boyunca desteğini gördüğüm ve görmeye devam ettiğim
hocam Prof. Dr. Mahmut ATAY’a, akademik yaşamımda emekleri bulunan hocalarım
Prof. Dr. H. Musa TAŞDELEN’e ve Doç. Dr. Đbrahim KIR’a sonsuz teşekkürler.
Her zaman yanımda olan annem ve babama, akademik hayatımın tüm kaygısını ve
sorumluluğunu benimle paylaşan eşime, kendilerine ayırabileceğim zamanı bana
yakınmadan veren oğluma ve kızıma, ilgileri ve sabırları için teşekkürler.
Doç. Dr. M. Cengiz YILDIZ
Temmuz 2013
[email protected]
4
Yazar Hakkında
Doç. Dr. M. Cengiz YILDIZ
Elazığ’da doğdu. Đlk ve orta öğrenimini Elazığ’da tamamladı. 1991 yılında, Fırat
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1992 yılında,
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak öğretmenlik yaptı. 1994 yılında, Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını,
1999 yılında, aynı enstitünün Sosyoloji Anabilim Dalı Kurumlar Sosyolojisi Bilim
Dalı’nda doktorasını tamamladı. 1992-2000 yılları arasında, Fırat Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 2000-2003
yılları arasında, Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde ve
2003-2011 yılları arasında Polis Akademisi Elazığ PMYO’da öğretim üyesi olarak
görev yaptı. Halen, Bingöl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde
öğretim üyesidir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Temel çalışma alanı kurumlar sosyolojisi ve yöntembilim olan yazarın, otuzu
aşkın uluslararası, ulusal makale ve bildirisi ile 6 kitap / kitap bölümü bulunmaktadır.
5
6
ĐÇĐNDEKĐLER
SAYFA
ÖNSÖZ ................................................................................................................................................ 3
ĐÇĐNDEKĐLER ....................................................................................................................................... 7
TABLO LĐSTESĐ ................................................................................................................................... 10
KISALTMALAR .................................................................................................................................... 13
I. BÖLÜM .............................................................................................................................................. 14
GĐRĐŞ ................................................................................................................................................. 14
1.Araştırmanın Konusu ...................................................................................................................... 16
2.Araştırmanın Amacı ......................................................................................................................... 17
3.Araştırmanın Kuramsal Çerçevesi ................................................................................................. 18
3.1.Sosyolojik Açıdan Din ..................................................................................................................... 18
3.2.Din–Toplum Đlişkileri ........................................................................................................................ 22
3.3.Dindarlık ve Toplumsal Yaşam ....................................................................................................... 25
3.4.Dindarlık ve Dini Cemaatler ............................................................................................................ 30
3.5.Dindarlık ve Modern Yaşam ........................................................................................................... 34
3.6.Dindarlık ve Medya ......................................................................................................................... 39
3.7.Din Bürokrasisi ................................................................................................................................ 41
3.7.1.Đslam ve Din Bürokrasisi .............................................................................................................. 43
3.7.2.Cumhuriyet Öncesinde Din Bürokrasisine Genel Bakış .............................................................. 48
3.7.3.Cumhuriyet Sonrası Türkiye’de Din Bürokrasisinin Oluşumu ...................................................... 51
3.8.Teşkilat Olarak Diyanet Đşleri Başkanlığı ........................................................................................ 59
3.8.1.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Kuruluşu ve Gelişimi ....................................................................... 59
3.8.2.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Teşkilat Yapısı, Kanunu, Statüsü, Görev ve Fonksiyonları, Din
Görevlilerinin Eğitimi, Verimliliği ve Đlgili Tartışmalar ................................................................ 68
3.8.2.1.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Teşkilat Yapısı, Kanunu ve Đlgili Tartışmalar ............................... 69
3.8.2.2.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Statüsü, Görev ve Fonksiyonları ve Đlgili Tartışmalar .................. 74
3.8.2.3.Din Görevlilerinin Öğrenim, Đtibar ve Verimliliği Đle Đlgili Veriler ve Tartışmalar ......................... 82
3.8.3.Eğitim Merkezleri ve Müfredat Programları ................................................................................. 88
3.9.Din Görevliliğine Hazırlayıcı Bir Eğitim Kurumu Olarak Đmam–Hatip Okulları/Liseleri .................... 92
3.9.1.Đmam–Hatip Okullarının Tarihsel Gelişimi ................................................................................... 92
3.9.2.Đmam–Hatip Okullarının Dini Yeterliliği, Müfredat Programı ve Đlgili Tartışmalar ......................... 97
3.10.Bir Yaygın Eğitim Kurumu Olarak Kur’an Kursları ........................................................................ 101
3.10.1.Kur’an Öğretiminin Tarihsel Gelişimi ve Kur’an Kurslarında Verilen Eğitimin Niteliği ................ 101
3.10.2.Resmi ve Özel Kur’an Kursları ................................................................................................... 107
3.11.Din Görevlisi Yetiştirmede Diğer Kurumlar ................................................................................... 109
3.11.1.Đlahiyat Fakülteleri ...................................................................................................................... 109
3.11.2.Đslami Đlimler Enstitüsü/Fakültesi ................................................................................................ 111
3.11.3.Yüksek Đslam Enstitüleri ............................................................................................................. 112
3.11.4.Đlahiyat Meslek Yüksekokulları ................................................................................................... 113
4.Araştırmanın Metodu ....................................................................................................................... 115
4.1.Araştırmanın Evren ve Örneklemi ................................................................................................... 116
4.2.Araştırmanın Sınırları ...................................................................................................................... 117
4.3.Bilgi Toplama Araçları ..................................................................................................................... 119
4.4.Analiz Teknikleri .............................................................................................................................. 120
II. BÖLÜM ............................................................................................................................................. 122
BULGULAR VE DEĞERLENDĐRME ................................................................................................... 122
1.Din Görevlilerinin Genel ve Mesleki Durumları ............................................................................. 122
1.1.Genel Durumları ............................................................................................................................. 122
1.1.1.Yaş Durumu ................................................................................................................................. 123
1.1.2.Medeni–Ailevi Durum ................................................................................................................... 124
7
1.1.3.Mesken Durumu .......................................................................................................................... 125
1.1.4.Coğrafi Köken ............................................................................................................................. 126
1.1.5.Öğrenim Durumu......................................................................................................................... 127
1.1.6.Baba Mesleği. ............................................................................................................................. 129
1.1.7.Çocuk Sayısı ............................................................................................................................... 130
1.2.Din Görevlilerinin Mesleki Durumları .............................................................................................. 131
1.2.1.Kıdem Durumu. ........................................................................................................................... 131
1.2.2.Ünvan Durumu. .......................................................................................................................... 132
1.2.3.Din Görevlilerinin Görev Yaptıkları Yerlere Göre Dağılımı .......................................................... 133
2.Mesleki Süreç Đçinde Din Görevlileri ............................................................................................. 134
2.1.Vaaz ve Hutbeler............................................................................................................................ 134
2.1.1.Vaaz ve Hutbelerin Seçimi ve Hazırlanması ............................................................................... 135
2.1.2.Merkezi Sistemle Vaaz Uygulaması............................................................................................ 138
2.1.3.Diyanet Đşleri Başkanlığı Tarafından Tavsiye Edilen Hutbelerin Değerlendirilme Biçimi............. 140
2.1.4.Tavsiye Edilen Hutbelerin Okunmamasından Dolayı Ortaya Çıkan Sorunlar ............................. 144
2.1.5.Muamelatla Đlgili Konuların Ele Alınış Biçimi ve Bu Konudaki Tartışmalar .................................. 146
2.2.Kur’an, Ezan, Mevlit, Hatim ve Cenaze Đle Đlgili Konular ................................................................ 148
2.2.1.Kur’an’ın Ezberlenmesi ve Bu Konudaki Çabalar ....................................................................... 149
2.2.2.Ezanın Okunması ve Bununla Đlgili Çabalar ................................................................................ 152
2.2.3.Mevlit, Hatim ve Cenaze Đle Đlgili Görüşler .................................................................................. 156
2.2.4.Kur’an Okuma Karşılığında Para Alınması Konusu .................................................................... 160
2.2.5.Hizmet Öncesi–Hizmet içi Eğitim Kurslarına Bakış Açısı ............................................................ 164
2.3.Din Görevlilerine Yöneltilen Eleştiriler ve Bu Eleştirilerin Yoğunlaştığı Alanlar .............................. 168
2.3.1.Eleştirileri Yönelten Kesim .......................................................................................................... 168
2.3.2.Eleştiriye Karşı Takınılan Tavır ................................................................................................... 169
2.3.3.Bir Üst Mercie Yapılan Şikâyetlerin Đçeriği .................................................................................. 170
3.Din Görevliliği Bilincinin Oluşumu ................................................................................................ 175
3.1.Din Görevlilerinde Mesleki Bilincin Oluşumu ve Mesleki Yaşamın Değerlendirilme Biçimi............ 176
3.1.1.Meslek Seçiminde Etkili Olan Faktörler....................................................................................... 177
3.1.2.Din Görevlilerinde Bulunması Gereken Özellikler ....................................................................... 180
3.1.3.Mesleki Tatmin Durumu .............................................................................................................. 183
3.1.3.1.Meslekten Memnuniyet Duymayı Sağlayan Unsurlar .............................................................. 184
3.1.3.2.Meslekten Memnuniyetsizliğin Nedenleri ................................................................................. 188
3.1.4.Din Görevliliği Dışında Bir Meslek Seçme Durumu ..................................................................... 190
3.1.5.Meslekten Ayrılma ve Mesleğin Gizlenilmesi Konusu ................................................................. 195
3.1.6.Mesleki Gereklerin Yerine Getirilmesi ve Halkın Đhtiyaçlarının Karşılanması.............................. 201
3.1.7.Din Görevlilerinin Toplumsal Đtibarı ............................................................................................. 205
3.1.8.Din Görevlileri ve “Halk Đslam’ı” ................................................................................................... 211
3.1.8.1.Baba Mesleğinin “Yerel Din Anlayışı”nın Oluşumuna Etkisi..................................................... 214
3.1.8.2.Din Görevlilerinin Çocuklarını Mesleki Yönlendirmelerinde “Dini Algılayış”ın Etkisi................. 216
3.1.8.3.Mekân Farklılığının “Dini Algı” Üzerindeki Etkisi ...................................................................... 221
3.1.9.Görev Yerlerinin Değerlendirilişi.................................................................................................. 225
3.1.10.Din Görevlilerinin Meslektaşlarını Değerlendirme Biçimleri ...................................................... 230
3.2.Din Görevlileri, Dini ve Ahlaki Anlayış ............................................................................................ 233
3.2.1.Dini ve Ahlaki Yönün Değerlendirilmesi ...................................................................................... 235
3.2.2.Meslekteki Dini ve Ahlaki Duyarlılık ............................................................................................ 236
3.2.3.Dindarlığın Đbadet Yeriyle Đlişkisi ................................................................................................. 238
3.2.4.”Dindar Đnsan” Kavramının Değerlendirilme Biçimi ..................................................................... 241
3.3.Din Görevlilerinin Siyasi Alanla Đlgili Görüşleri ............................................................................... 242
3.3.1.Siyasi Tercihte Ön Planda Tutulan Konular ................................................................................ 244
3.3.2.Din Görevlilerinin Laiklik Anlayışı ................................................................................................ 246
3.3.3.Din–Siyaset Đlişkilerinin Değerlendirilme Biçimi........................................................................... 248
8
3.4.Din Görevlilerinin Bilgilenme Durumu ............................................................................................. 250
3.4.1.Din Görevlilerinin Bilgi Seviyelerinin Oluşumunda Yazılı Kaynaklar ............................................ 252
3.4.1.1.Sahip Olunan Yazılı Kaynaklar ................................................................................................. 252
3.4.1.2.Çoğunlukla Đlgilenilen Yazılı Kaynaklar ..................................................................................... 253
3.4.1.3.Mesleki Süreli Yayınlar ............................................................................................................. 254
3.4.2.Meslekte Başarı Đçin Gerekli Bilgiler ............................................................................................ 258
3.4.3.Kazanılan Bilgilerin Yeterli Görülme Durumu .............................................................................. 261
3.4.4.Mesleki Bilgilerin Değişimi ........................................................................................................... 262
3.4.5.Mesleki Süreçte Đhtiyaç Duyulan Yeni Bilgiler .............................................................................. 264
3.4.6.Dini Bilgilerin Kazanılmasında Etkili Referans Çerçeveleri .......................................................... 266
3.4.7.Kur’an Ezberinin Değişimi ve Nedenleri ...................................................................................... 268
3.4.8.Fıkıhla Đlgili Konuların Değerlendirilmesi ...................................................................................... 271
3.5.Din Görevlilerinin Kültürel Yönelimleri ............................................................................................ 275
3.5.1.Din Görevlilerinin Boş Zamanlarını Değerlendirme Biçimleri ....................................................... 275
3.5.2.Din Görevlilerinin Hayatlarında Radyo ve Televizyonun Yeri ...................................................... 277
4.Din Görevlilerinin Bağlı Bulundukları Teşkilatla Đlgili Görüşleri ................................................. 281
4.1.Teşkilat Kanunu Hakkında Bilgilenme ............................................................................................ 281
4.2.Diyanet Đşleri Başkanlığı Teşkilatının Tabanıyla Đlişkilerinin Değerlendirilişi ................................... 285
4.3.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Fonksiyonları Hakkındaki Görüşler ................................................... 288
4.4.Türkiye’de Dini Yaşam Alanındaki Gelişmeler ve Bu Gelişmeler Karşısında Diyanet Đşleri
Başkanlığı’nın Konumu ......................................................................................................................... 292
5.Din Görevlilerinin Ekonomik Durumları ......................................................................................... 294
5.1.Din Görevlilerinin Ücretleri .............................................................................................................. 295
5.2.Alınan Ücretin Yeterlilik Durumu ..................................................................................................... 297
5.3.Maaş Dışı Gelirler ........................................................................................................................... 299
5.4.Gelirin Harcama Yeri ...................................................................................................................... 300
5.5.Gelirin Değerlendirilme Biçimi ......................................................................................................... 301
5.6.Din Hizmetleri Tazminatıyla Đlgili Görüşler ...................................................................................... 303
5.7.Refah Düzeyinin Algılanış Biçimi .................................................................................................... 305
5.8.Sahip Olunan Eşya ......................................................................................................................... 307
6.Mesleki Alan Dışında Din Görevlileri ............................................................................................. 308
6.1.Mesleki Alan Dışındaki Faaliyetler .................................................................................................. 309
6.1.1.Resmi Görev Dışında Yerine Getirilen Dini Hizmetler ................................................................. 310
6.1.2.Arkadaşlarla Đlişkiler ve Tartışılan Konular ................................................................................... 312
6.2.Din Görevlilerinin Dini Cemaatleri Değerlendirmeleri ve Dinin Anlatımı Đle Đlgili Görüşleri .............. 313
6.2.1.Dini Cemaatlerin Doğuşunun Đzahı .............................................................................................. 314
6.2.2.Dini Cemaatlerin Fonksiyonları .................................................................................................... 317
6.2.3.Değişimde Takip Edilecek Yöntem .............................................................................................. 319
6.2.4.Cuma Günüyle Đlgili Düşünceler .................................................................................................. 321
6.2.5.Alevilerin Diyanet Đşleri Başkanlığı’nda Temsil Edilmesi Konusu ................................................ 322
6.3.Din Görevlilerinin Dini Liderlik ve Dini Eğitim Konusundaki Görüşleri ............................................ 326
6.3.1.Din Görevlilerinin Liderlik Durumları ............................................................................................ 327
6.3.2.Din Görevlilerinin Dini Eğitim Konusundaki Görüşleri .................................................................. 330
6.3.2.1.Din Görevlilerinin Đmam–Hatip Liselerindeki Eğitimi Değerlendirme Biçimleri .......................... 331
6.3.2.2.Kur’an Kurslarına Bakış Açıları ................................................................................................. 332
6.3.2.2.1.Kur’an Kurslarında Verilen Eğitimin Değerlendirilmesi .......................................................... 332
6.3.2.2.2.Yaz Dönemi ve Diğer Dönemlerdeki Kur’an Kursları ............................................................. 334
6.3.2.3.Đlköğretim ve Ortaöğretimde Verilen Din Derslerinin Yeterliliği Hakkındaki Görüşler................ 335
SONUÇ ................................................................................................................................................. 337
KAYNAKLAR ..................................................................................................................................... 363
EK-1: TABLOLAR ................................................................................................................................ 376
EK-2: ANKET FORMU ......................................................................................................................... 399
9
TABLO LĐSTESĐ
SAYFA
Tablo 1: Yıllara Göre Diyanet Đşleri Başkanlığı’na Genel Bütçe Đçinde Ayrılan Paylar ......................... 376
Tablo 2: Başlangıcından Bugüne Diyanet Đşleri Başkanları ve Görev Süreleri .................................... 376
Tablo 3: 1995 Yıl Sonu Đstatistiklerine Göre Elazığ Genelinde Görev Yapan Din Görevlileri............... 376
Tablo 4: 1995 Yıl Sonu Đstatistiklerine Göre Elazığ Genelinde Görev Yapan Din Görevlilerinin
Đl ve Đlçelere Göre Dağılımı................................................................................................................... 377
Tablo 5: Din Görevlilerinin Yaş Durumuna Göre Dağılımı ................................................................... 377
Tablo 6: Din Görevlilerinin Medeni Durumlarına Göre Dağılımı ........................................................... 377
Tablo 7: Oturulan Evin Durumuna Göre Dağılım ................................................................................. 377
Tablo 8: Din Görevlilerinin Doğum Yerlerine Göre Dağılımı ................................................................ 377
Tablo 9: Din Görevlilerinin Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımı ......................................................... 378
Tablo 10: Din Görevlilerinin Baba Mesleklerine Göre Dağılımı ............................................................ 378
Tablo 11: Din Görevlilerinin Çocuk Sayılarına Đlişkin Dağılım .............................................................. 378
Tablo 12: Din Görevlilerinin Meslekteki Kıdemlerine Göre Dağılımı .................................................... 378
Tablo 13: Din Görevlilerinin Ünvanlarına Göre Dağılımı ...................................................................... 378
Tablo 14: Vaaz ve Hutbe Konularının Seçiminde Din Görevlilerinin Göz Önüne Alınmasını Đstedikleri
Konulara Đlişkin Dağılım ........................................................................................................... 379
Tablo 15: Merkezi Sistemle Vaaz Uygulamasıyla Đlgili Görüşlerin Dağılımı ......................................... 379
Tablo 16: DĐB Tarafından Tavsiye Edilen Hutbelerin Niteliği Đle Đlgili Görüşlerin Öğrenim Durumu
Değişkenine Göre Dağılımı...................................................................................................... 379
Tablo 17: DĐB Tarafından Tavsiye Edilen Hutbelerin Niteliği Đle Đlgili Görüşlerin Ünvan Değişkenine
Göre Dağılımı .......................................................................................................................... 379
Tablo 18: Tavsiye Edilen Hutbelerin Okunmamasından Dolayı Yaptırıma Maruz KalınıpKalınmadığına Đlişkin Dağılım .................................................................................................. 380
Tablo 19: Muamelatla Đlgili Bazı Ayetlerden Hutbe ve Vaazlarda Bahsedilmemesi Đçin Telkin OlupOlmadığına Đlişkin Dağılım ....................................................................................................... 380
Tablo 20: Kur’an’dan Yeterince Ezber Olmadığından Dolayı Din Görevlilerinin Kendilerini Rahatsız
Hissedip-Hissetmediklerine Đlişkin Dağılım .............................................................................. 380
Tablo 21: Din Görevlilerinin Kur’an’dan Ezberlerinin Çoğaltılması Đçin Bir Çaba Đçinde OlupOlmadıklarına Đlişkin Dağılımı .................................................................................................. 380
Tablo 22: Din Görevlilerinin Ezanın Okunması Đle Đlgili Görüşlerinin Dağılımı ..................................... 380
Tablo 23: Din Görevlilerinin Mevlit, Hatim ve Cenaze Gibi Dini Merasimler Đle Đlgili Görüşlerinin
Dağılımı ................................................................................................................................... 380
Tablo 24:Din Görevlilerinin Kur’an Okuma Karşılığında Para Alınması Đle Đlgili Görüşlerinin
Dağılımı ................................................................................................................................... 380
Tablo 25: Din Görevlilerini Tenkit Eden Kişilere Đlişkin Dağılım ........................................................... 381
Tablo 26: Din Görevlilerinin Kendilerine Yöneltilen Eleştirilere Karşı Takındıkları Tavırlara Đlişkin
Dağılım .................................................................................................................................... 381
Tablo 27: Din Görevlilerinden Şikâyet Durumunun Ünvan Değişkenine Göre Dağılımı ...................... 381
Tablo 28: Din Görevliliğini Seçmede En Önemli Nedene Göre Dağılım .............................................. 381
Tablo 29: Din Görevlilerinde Bulunması Gereken En Önemli Özelliklere Göre Dağılım ...................... 381
Tablo 30: Meslekte Başarı Đçin Din Görevlilerinin Sahip Olmaları Gereken Bilgilere Göre Dağılımı.... 382
Tablo 31: Din Görevlilerinin Meslekten Memnuniyetlerinin Yaş Durumu Değişkenine Göre Dağılımı . 382
Tablo 32: Din Görevlilerinin Meslekten Memnuniyetlerinin Öğrenim Durumu Değişkenine Göre
Dağılımı ................................................................................................................................... 382
Tablo 33: Din Görevlilerinin Meslekten Memnuniyetlerinin Ünvan Değişkenine Göre Dağılımı........... 382
Tablo 34: Din Görevlilerinin Meslekten Memnuniyetlerinin Aylık Maaş Değişkenine Göre Dağılımı ... 383
Tablo 35: Meslekten Memnuniyetin En Önemli Nedenine Đlişkin Dağılım ............................................ 383
Tablo 36: Din Görevliliği Mesleğinin Hoşlanılmayan Yanlarına Đlişkin Dağılım .................................... 383
Tablo 37: Seçilmek Đstenen Mesleğin Yaş Değişkenine Göre Dağılımı ............................................... 383
10
Tablo 38: Seçilmek Đstenen Mesleğin Ünvan Değişkenine Göre Dağılımı ........................................... 384
Tablo 39: Seçilmek Đstenen Mesleğe Đlişkin Dağılım ............................................................................ 384
Tablo 40: Din Görevlilerinin Meslekten Ayrılma Đsteğinin Yaş Değişkenine Göre Dağılımı .................. 384
Tablo 41: Din Görevliliğinden Ayrılma Đsteğinin Medeni Durum Değişkenine Göre Dağılımı ............... 385
Tablo 42: Din Görevliliğinden Ayrılma Đsteğinin Öğrenim Durumu Değişkenine Göre Dağılımı ........... 385
Tablo 43: Din Görevliliğinden Ayrılma Đsteğinin Ünvan Değişkenine Göre Dağılımı............................. 385
Tablo 44: Din Görevliliğinden Ayrılma Đsteğinin Aylık Maaş Durumu Değişkenine Göre Dağılımı........ 385
Tablo 45: Mesleğin Gizlenilme Đsteğine Đlişkin Dağılım ......................................................................... 386
Tablo 46: Halkın Dini Đhtiyaçlarını Karşılama Durumunun Ünvan Değişkenine Göre Dağılımı ............ 386
Tablo 47: Mesleğin Đtibarını Koruma Durumunun Ünvan Değişkenine Göre Dağılımı ......................... 386
Tablo 48: Din Görevlilerinin Toplumsal Đtibarlarının Nedenine Đlişkin Dağılım ...................................... 386
Tablo 49: Din Görevlilerinin Baba Mesleklerine Đlişkin Dağılım ............................................................ 386
Tablo 50: Çocuğun Hangi Mesleği Seçmesinin Đstendiğine Đlişkin Dağılım .......................................... 387
Tablo 51: Çocuğu ĐHL’ye Gönderme Đsteğiyle Đlgili Görüşlerin Dağılım ................................................ 387
Tablo 52: Din Görevlilerinin Doğum Yerlerine Göre Dağılımı ............................................................... 387
Tablo 53: Görev Yapılan Yerin Ele Alınış Biçiminin Aylık Maaş Durumu Değişkenine Göre Dağılımı . 387
Tablo 54: Din Görevlilerinin Meslektaşlarını Değerlendirme Biçimlerine Göre Dağılımı ....................... 388
Tablo 55: Din Görevlilerinin Dini ve Ahlaki Yaşayış Bakımından Kendilerini Algılama Biçimlerinin
Yaş Değişkenine Göre Dağılımı ............................................................................................... 388
Tablo 56: Din Görevlilerinin Mazeretsiz Olarak Göreve Gitmemeleri Halinde Hissettikleri veya
Düşündüklerine Göre Dağılımı ................................................................................................. 388
Tablo 57: Dindarlığın Camiyle Đlişkisine Göre Dağılım ......................................................................... 388
Tablo 58: Dindar Đnsan Tanımına Đlişkin Dağılım .................................................................................. 388
Tablo 59: Din Görevlilerinin Siyasal Tercihlerinde Göz Önüne Aldıkları Konulara Đlişkin Dağılım ........ 389
Tablo 60: Din Görevlilerinin Laiklik Konusundaki Görüşlerinin Dağılımı ............................................... 389
Tablo 61: Din Görevlilerinin Din-Siyaset Đlişkileri Konusundaki Görüşlerinin Dağılımı .......................... 389
Tablo 62: Din Görevlilerinin Sahip Oldukları Kitaplara Đlişkin Dağılımı ................................................. 389
Tablo 63: Din Görevlilerinin En Fazla Okudukları Yazılı Kaynaklara Göre Dağılımı ............................ 389
Tablo 64: Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’nin Okunma Durumunun Öğrenim Durumu
Değişkenine Göre Dağılımı ...................................................................................................... 390
Tablo 65: Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’nin Okunma Durumunun Ünvan Değişkenine
Göre Dağılımı ........................................................................................................................... 390
Tablo 66: Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’nin Đçeriğiyle Đlgili Görüşlerin Öğrenim Durumu
Değişkenine Göre Dağılımı ...................................................................................................... 390
Tablo 67: Din Görevlilerinin Mesleğinde Başarılı Olmaları Đçin Kazanmaları Gereken Bilgilere Göre
Dağılımı .................................................................................................................................... 391
Tablo 68: Meslekte Başarı Đçin Edinilen Bilgi Düzeyinin Yeterli Olmasının Öğrenim Durumu
Değişenine Göre Dağılımı ........................................................................................................ 391
Tablo 69: Göreve Başlanıldığı Zamanki Bilgi Durumu Đle Şimdiki Bilgi Durumu Arasındaki
Değişmeye Đlişkin Dağılım ........................................................................................................ 391
Tablo 70: Din Görevlilerinin Meslekte Đhtiyaç Duydukları Yeni Şeylere Đlişkin Dağılım ......................... 391
Tablo 71: Dini Bilgilerin Öğrenildiği Kaynaklara Đlişkin Dağılım............................................................. 391
Tablo 72: Kur’an Ezberinin Miktarına Đlişkin Dağılım ............................................................................ 392
Tablo 73: Mesleğe Girdikten Sonra Kur’an Ezberinin Değişme Durumunun Ünvan Değişkenine
Göre Dağılımı ........................................................................................................................... 392
Tablo 74: Din Görevlilerinin Sorulan Fıkıhla Đlgili Sorulara Cevap Verme Durumunun Ünvan
Değişkenine Göre Dağılımı ...................................................................................................... 392
Tablo 75: Çözülmesi Gereken Fıkıhla Đlgili Meselelerden Haberdar Olma Durumunun Öğrenim
Durumu Değişkenine Göre Dağılımı ........................................................................................ 392
Tablo 76: Din Görevlilerinin Boş Zamanlarını Değerlendiriliş Biçimine Göre Dağılımı ......................... 393
Tablo 77: Televizyonda Takip Edilen Programlara Đlişkin Dağılım ........................................................ 393
Tablo 78: Radyo ve Televizyondaki Dini Yayınların Değerlendiriliş Biçimine Đlişkin Dağılım ................ 393
11
Tablo 79: DĐB’in Teşkilat Kanunuyla Đlgili Bilgi Sahibi Olma Durumunun Yaş Değişkenine
Göre Dağılımı .......................................................................................................................... 393
Tablo 80: DĐB’in Teşkilat Kanunu Hakkında Bilgi Sahibi Olma Durumunun Ünvan Değişkenine Göre
Dağılımı ................................................................................................................................... 394
Tablo 81: Din Görevlilerinin Teşkilatın Tabanıyla Đlişkilerini Değerlendirmelerine Đlişkin Dağılım ........ 394
Tablo 82: DĐB’in Toplumdaki Dini Yönelişleri Kontrol Eden Devletin Bir Kurumu Olup-Olmadığına
Đlişkin Görüşlerin Dağılımı ........................................................................................................ 394
Tablo 83: DĐB’in Din Hizmetlerinin Gereklerine Göre Oluşmuş Olması Đle Đlgili Görüşlerin Öğrenim
Durumu Değişkenine Göre Dağılımı ........................................................................................ 394
Tablo 84: Türkiye’de Dini Hayat Alandaki Gelişmeye Đlişkin Görüşlerin Dağılımı ................................ 395
Tablo 85: Dini Gelişmede DĐB’in Etkisine Đlişkin Görüşlerin Dağılımı................................................... 395
Tablo 86: Din Görevlilerinin Aylık Maaşa Göre Dağılımı ...................................................................... 395
Tablo 87: Alınan Maaşın Yeterli Görülüp-Görülmemesine Đlişkin Dağılım ........................................... 395
Tablo 88: Din Görevlilerinin Maaş Dışı Gelirlerine Đlişkin Dağılım ........................................................ 395
Tablo 89: Kazancın En Çok Harcandığı Alana Đlişkin Dağılım ............................................................. 395
Tablo 90: Eldeki Fazla Paranın Değerlendiriliş Biçimine Đlişkin Dağılım .............................................. 396
Tablo 91: Din Hizmetleri Tazminatının Yeterlilik Durumuna Đlişkin Görüşlerin Dağılımı....................... 396
Tablo 92: Refah Düzeyinin Algılanma Biçiminin Maaş Değişkenine Göre Dağılımı ............................ 396
Tablo 93: Din Görevlilerinin Sahip Olunan Eşyaya Göre Dağılımı ....................................................... 396
Tablo 94: Din Görevlilerinin Resmi Görevleri Dışındaki Dini Hizmetlerine Đlişkin Dağılım ................... 396
Tablo 95: Din Görevlilerinin Arkadaşlarıyla Sohbetlerinde Değindikleri Konulara Đlişkin Dağılım ........ 397
Tablo 96: Dini Cemaatlerin Doğuşunun Đzah Ediliş Tarzına Göre Dağılım .......................................... 397
Tablo 97: Dini Cemaatlerin Toplumdaki Đşlevleriyle Đlgili Görüşlerin Dağılımı ...................................... 397
Tablo 98: “Đdeal Dönem” Olarak Ele Alınan Asr-ı Saadet’e Ulaşmak Đçin Đzlenmesi Gerekli Olan
Yollarla Đlgili Görüşlerin Dağılımı.............................................................................................. 397
Tablo 99: Din Görevlilerinin Cuma Günü Hakkındaki Görüşlerinin Dağılımı ........................................ 397
Tablo 100: Alevilerin DĐB’de Temsil Edilmesi Đle Đlgili Görüşlerin Dağılımı........................................... 398
Tablo 101: Din Görevlilerinin Đmam-Hatip Liselerindeki Eğitimle Đlgili Görüşlerine Đlişkin Dağılım ....... 398
Tablo 102: Din Görevlilerinin Kur’an Kurslarındaki Eğitim Durumunu Değerlendirme Biçimlerine
Göre Dağılımı .......................................................................................................................... 398
Tablo 103: Đmam-Hatip ve Müezzin-Kayyımların Yaz Dönemi Dışında Çocuklara Kur’an Dersi
Verme Durumlarına Göre Dağılımı .......................................................................................... 398
Tablo 104: Đlköğretim ve Ortaöğretimde Okutulan Din Derslerinin Yeterliliğiyle Đlgili Görüşlerin
Dağılımı ................................................................................................................................... 398
12
KISALTMALAR
age
agg
agm
Ank.
APK
AÜ
bkz.
C
CMUK
Çev.
DHS
DĐB
DĐBA
DĐR
DĐYK
DMK
GĐHS
ĐF
ĐH
ĐHL
Đst.
ĐÜ
KK
KKÖ
MEB
MK
MÜ
S
s.
SBE
SBF
ss.
TBMM
TDV
Üniv.
vb.
vd.
vs.
Yay.
:adı geçen eser
:adı geçen genelge
:adı geçen makale
:Ankara
:Araştırma Planlama ve Koordinasyon
:Ankara Üniversitesi
:bakınız
:cilt
:Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
:çeviren
:din hizmetleri sınıfı
:Diyanet Đşleri Başkanlığı
:Diyanet Đşleri Başkanı
:Diyanet Đşleri Reisliği
:Din Đşleri Yüksek Kurulu
:Devlet Memurları Kanunu
:genel idari hizmetler sınıfı
:ilahiyat fakültesi
:imam–hatip, imam–hatiplik
:imam–hatip lisesi
:Đstanbul
:Đstanbul Üniversitesi
:Kur’an kursu
:Kur’an kursu öğreticisi, Kur’an kursu öğreticiliği
:Milli Eğitim Bakanlığı
:müezzin–kayyım, müezzin–kayyımlık
:Marmara Üniversitesi
:sayı
:sayfa
:Sosyal Bilimler Enstitüsü
:Siyasal Bilgiler Fakültesi
:sayfalar arası
:Türkiye Büyük Millet Meclisi
:Türkiye Diyanet Vakfı
:üniversite, üniversitesi
:ve benzeri
:ve diğerleri
:ve saire
:yayını, yayınları, yayınevi
13
I. BÖLÜM
GĐRĐŞ
Toplumsal gerçekliğin önemli unsurlarından biri olan din, hemen her bireyin,
grubun veya toplumun davranışlarının belirlenmesinde az ya da çok etkili
olabilmektedir. Toplumsal yapının ve sosyal kurumların oluşumu ve değişiminde
birçok unsurun etkisi söz konusu iken, din de bu unsurlardan biri olarak ele alınabilir.
Dönemlere göre, toplumların yaşamında dinin etki derecesinde bir değişikliğin olması
mümkündür. Dinin toplum yaşamında etkisini yitirmesi durumunda, devreye daha
başka unsurların (doğaüstü güçler, sihir, büyü, ideoloji vs.) girme ihtimali
yükselmektedir. Toplumların, din olmadan da hayatiyetini devam ettirip–ettirmeyeceği
konusu, uzun tartışmaların ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Genel olarak, hiçbir
toplumun dinsiz veya en azından “kutsal olan”dan mahrum olarak yaşamayacağı
görüşünde birleşilmektedir.
Sosyal sistemin unsurlarından biri olan dinin, en önemli boyutlarından birinin
ayin (ibadet) olduğu görülmektedir. Beşeri veya Đlahi olarak adlandırılan dinlerin, belli
emirleri–yaptırımları bulunmaktadır. Bu emirlerin veya yaptırımların yerine
getirilebilmesi için, dinin belli birtakım kurallar çerçevesinde örgütlenmesi kaçınılmaz
olmaktadır. Dinlerin örgütlenme yapısının belirginleşmesinde, dini emirlerin /
yaptırımların etkisi göz ardı edilemez. Yaptırım ve emirlerin yoğunluk derecelerinin,
dinden dine değişmesi ihtimali vardır. Kimi dinler, hayatın sadece belli alanlarını
etkileme gücünde olabilirken, bazı dinlerin ise, daha geniş bir yaşam alanına müdahale
etmesi ihtimali bulunmaktadır.
Din kurumunun etkisinin, başka kurumlara yansıması da mümkündür. Dinin
etkileme alanı içinde olan kurumların; aile, ekonomi, siyaset–yönetim, eğitim, hukuk ve
boş zamanlar biçiminde sıralanması olasıdır. Bahsedilen kurumlardan, siyaset–yönetim
kurumunun dinle olan yakın ilişkisi; din–devlet münasebetleri konusunda farklı
birtakım uygulamaların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Din–devlet ilişkileriyle
ilgili; teokrasi, gallikanizm, liberalizm ve konkordato sistemi biçiminde, değişik
birtakım uygulamaların tarih boyunca ortaya çıktığı görülmüştür.
Din–devlet (siyaset–yönetim) ilişkileri açısından Türkiye uygulamasının, farklı
birtakım özellikler taşıdığı dikkat çekmektedir. Anayasa’da laiklik ilkesi bulunmasına
rağmen, din hizmetlerinin sunumunu devlet –Diyanet Đşleri Başkanlığı vasıtasıyla–
üstlenmiştir. Bu uygulama ise, değişik dönemlerde farklı boyutlarda eleştiri konusu
olmuştur. Türkiye’de din hizmetlerinin sunumuyla ilgili olarak faaliyet gösteren
Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın “kolları” hükmünde olan ve din hizmetlerinin halk
temelinde temsilini sağlayan ibadet yerlerinde (cami) vazifeli olan din görevlileri de,
değişik platformlarda ve boyutlarda tartışma konusu haline gelmişlerdir. Toplumun
tabanına daha rahat ulaşma imkânının varlığından ve ibadet yerlerinin –bir yönüyle–
“sosyal kontrol aracı” olma özelliğinden dolayı, din görevliliği ve din görevlilerinin
daha uzun süre tartışılacağı yargısına varılabilir.
14
Dini bürokrasinin değişik kademelerinde yer alan din görevlilerinin; onlara
atfedilen “stratejik konum”a uygun nitelikler taşımalarını belirleyen birtakım etkenlerin
varlığından söz edilebilir. Öncelikli olarak; din görevlilerinin, mesleki yaşam sırasında
karşılaşmış oldukları problem ve beklentilerin, yoğunlaşma alanlarının tespit edilmesi
bir gereklilik olarak ortada durmaktadır. Din görevliliği mesleğini yerine getirenlerin
(müftüler ve müftü yardımcıları da dâhil), karşı karşıya kaldıkları sorunların, yerine
getirilen işe ve ünvana bağlı olarak değişim göstermesi olası iken, yerleşim biriminin de
sorun ve beklentilerin yoğunluğu ve çeşitliliğinde belirleyici bir etkide bulunması
mümkündür. Bu alanda birtakım sorunların ortaya çıkmasında; alınan mesleki
formasyonun ve meslekte geçen sürenin etkisi olabileceği gibi, din görevlisinin bireysel
birtakım özelliklerinin etkisi de yadsınamaz.
Bir meslek grubu olma özelliği taşıyan din görevlilerinde, meslek ahlakının
oluşmasına bir gereklilik olarak bakılmaktadır. Din görevlilerinde; “ideal bir değer
sistemi” olarak ele alınan, dine uygun bir ahlakın oluşumu ve bu ahlakın toplumsal
alanda belli bir etki çevresi oluşturması da mümkündür. Bu etki, din görevlisinin
toplumsal prestijiyle ilgili olabilirken, bu durum aynı zamanda, din görevliliği
mesleğinin içselleştirilmesi ve bu mesleğin tatmin derecesi hakkında da bilgi
verebilmektedir.
Din görevliliği, “yerine getirilen iş” itibariyle, diğer birçok meslekten farklı bir
karakter taşımaktadır. Kutsallık düşüncesinin mesleğin tüm alanlarındaki etkisi,
tartışma götürmeyen bir gerçek olmasına rağmen, bu düşüncenin yoğunluk derecesinin
düşük düzeylerde oluşu; ya görevin “zoraki” yerine getirilmesini, ya da görevden
ayrılma fikrinin her an var olması sonucunu doğurabilir. Bu durum, din görevlilerinin
toplum gözünde prestijlerini düşürürken, din görevliliği mesleğini de, “istenilmeyen”
konumuna taşıyabilir.
Toplumda işbölümü ve uzmanlaşmanın hızla yaşandığı bir dönemde, din
görevliliğinin bu gelişmenin dışında kalması düşünülemez. Din görevlilerinin muhatabı
konumundaki insanların, karakter ve bilgi yönüyle heterojen bir yapı sergilemesi;
bahsedilen meslek grubunun sistemli “bilgilenme” ve “kültürlenme” süreçlerinden
geçmeleri gereğini açığa çıkarmaktadır. Dolayısıyla, din görevlilerinin, bilgi ve kültür
yönüyle “geniş” bir alandan haberdar olmaları gerekirken, karakter itibariyle de
“bütünleştirici” bir özellik taşımaları zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Din görevlileri üzerinde daha önceden yapılmış birtakım çalışmalar
bulunmaktadır. Bu çalışmaların –biri haricinde– hepsinin, ilahiyat formasyonuna sahip
kimseler tarafından yapıldığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla bu çalışmanın; genelde
sosyoloji ve özelde de –sosyoloji formasyonlu– din sosyolojisi alanında yapılan ilk
doktora çalışması olma özelliği taşıdığı söylenebilir.
Bu çalışmayı diğerlerinden ayıran bir başka yön; araştırmaya dâhil edilen din
görevlilerinin çeşitliliği ile ilgili olmaktadır. Çalışmaların çoğunda; genellikle cami
görevlileri (imam–hatip ve müezzin–kayyım) araştırmaya dâhil edilirken; yalnız bir
araştırmada imam–hatip ve müftüler, aynı araştırmacının bir başka çalışmasında, sadece
15
vaizler araştırma kapsamına dâhil edilmiştir. Bu araştırmada ise; vaizler, murakıplar,
Kur’an kursu öğreticileri, imam–hatipler, müezzin–kayyımlar, –din hizmeti sunanların
daha geniş bir çerçevede incelenmesini gerçekleştirmek amacıyla, din hizmetleri
sınıfında yer almamasına rağmen– müftüler ve müftü yardımcısı da araştırma
kapsamına alınmıştır.
1.Araştırmanın Konusu
Bu çalışma; din fenomeninin toplumbilimsel analizini yapan, Türk din
bürokrasisinin oluşum evrelerini ele alan ve birtakım değerlendirmelerde bulunan,
DĐB’e bağlı olarak görev yapan din görevlilerinin bireysel, toplumsal ve mesleki
durumlarını, problemlerini ve beklentilerini ortaya koymaya çalışan, bu amaçla
birtakım değişkenler arasında ilişki kurmayı hedefleyen ve bunlardan genellemelere
ulaşmaya gayret eden bir alan araştırmasıdır.
Bu konunun detaylı bir biçimde araştırılabilmesi için;
1.Din görevlilerinin mesleki ve toplumsal alandaki konumlarının anlaşılması için,
kişisel özellikleri olan; yaş, medeni–ailevi, mesken, coğrafi köken, öğrenim, baba
mesleği ve çocuk sayısı gibi durumlarının,
2.Meslek itibariyle, kıdem ve ünvan durumlarının genel görünümünün,
3.Mesleki süreç içinde, mesleğin getirdiği yükümlülüklerin ve din görevlileriyle
ilgili olarak yapılan eleştirilerin yoğunluğunun, bu eleştirilerin sebebinin ve bu konuda
değinilmesi gerekli birtakım görüşlerin,
4.Meslek bilincinin oluşumu ile ilgili olarak, meslek etiğinin ve dini duyarlığın
ön planda bulundurulma şartları ve sıklığının,
5.Mesleğin ele alınış şekli ve ele alışı etkileyen birtakım faktörlerin,
6.Siyasal yönelimlerin oluşumu ve bunu etkileyen unsurların,
7.Kültürel yönden din görevlilerinin genel bir görünümünün,
8.Toplumun bakış açısının belirlenmesinde önemli bir faktör olarak ele
alınabilen, bilgi seviyesi ve bunun yanında toplumun bakış açısını belirleyen unsurların
neler olduğunun,
9.Din görevlilerinin, vazifeli oldukları teşkilat hakkındaki kanaat ve bilgi
durumlarının,
10.Mesleki kanaatlerin oluşmasında etkili olan ve mesleğin toplum nezdinde bir
anlam kazanmasını sağlayan, aylık maaş ve maaş dışındaki gelirin miktarı, özelliği ve
bütün bu özelliklerin kişisel ve toplumsal hayata yansıma biçiminin ve sınıfsal açıdan
bulunulan konumun,
11.Din görevlilerinin, meslek dışında dini aktivitelere karşı tutumları ve bunlara
katılma oranlarının,
12.Meslektaşlarla ilişkilerin niteliğinin,
13.Toplumda yaygın olan birtakım tutum ve davranışların, bu mesleği yerine
getiren kimselerdeki yansımalarının bilinmesinin, konunun daha iyi anlaşılması
açısından ne derece önem arz edeceği açıkça ortaya çıkmaktadır.
16
Araştırma, iki bölümden oluşmaktadır. I.Bölüm’de, araştırmanın kuramsal
çerçevesi (din, din bürokrasisi, Diyanet Đşleri Başkanlığı, din görevlisi yetiştiren
kurumlar vs.) çizilmiş ve araştırmanın metodu hakkında bilgi verilmiştir.
II. Bölüm olan Bulgular’da (din görevlilerinin genel ve mesleki durumları,
mesleki süreç içinde din görevlileri, din görevliliği bilincinin oluşumu, din görevlileri
ve bağlı oldukları kurum, din görevlilerinin ekonomik durumları, mesleki alan dışında
din görevlileri vs.) ise, alan araştırmasından elde edilen veriler üzerinde durulmuştur.
Sonuç bölümünde, elde edilen bilgilerle ilgili bazı genellemelere gidilmiş ve bir
değerlendirme yapılmaya gayret edilmiştir. Bibliyografyada, araştırmada kullanılan
kaynaklar, sistematik bir şekilde verilmeye çalışılmıştır.
2.Araştırmanın Amacı
Bilimsel araştırmalarda, ulaşılmak istenen amaçlara göre üç farklı yaklaşım
sergilenebilir. Bunlar; durum saptamaya, ilişki aramaya ve varsayımı denemeye yönelik
yaklaşımlardır. Adı geçen yaklaşımlardan ilki, araştırmalar için veri sağlamaya
yararken, ikinci yaklaşımın söz konusu olduğu araştırmalarda, belli değişkenler
arasında ilişki aranmaya çalışılmaktadır. Diğer yaklaşımda ise, genelleyici bir özellik
sergilenir.
Bu araştırmada, yukarıda sözü edilen her üç yaklaşımdan da yararlanma yoluna
gidilmiştir. Din görevlilerinin mesleki ve toplumsal alandaki durumlarının ve din
görevlilerin bağlı oldukları teşkilatın farklı birtakım yönlerinin ortaya konulması
çabalarından dolayı betimleyici bir yaklaşımın izlendiği söylenebilir.
Belli birtakım değişkenler arasındaki ilişkileri ortaya koymak suretiyle, konunun
detaylı bir şekilde ele alınması amaçlanmıştır. Kimi bağımsız değişkenler (yaş, medeni
durum, doğum yeri, öğrenim durumu, ünvan, baba mesleği, çocuk sayısı, aylık maaş
durumu, maaş dışı gelir durumu, oturulan evin durumu, kıdem durumu vs.) açısından,
bağımlı değişkenlerin nasıl bir oransal dağılım gösterdikleri açıklanmaya çalışılmıştır.
Daha önceden yapılmış birtakım araştırmalar gözden geçirilmiş ve belli
konularda ortaya çıkan benzer sonuçlar karşılaştırılmaya çalışılmıştır. Bu sonuçların
yardımıyla belli genellemelere ulaşmak amaçlanmıştır.
Bu çalışmadan amaçlanan; din olgusunun sosyolojik analizini yapmak, din
bürokrasisi ve –özellikle– Türkiye’de din bürokrasinin oluşum evreleri üzerinde
birtakım değerlendirmelerde bulunmak, Türkiye’de din bürokrasisiyle yakından ilgili
kurumları betimsel olarak ortaya koymak, (I.Bölüm), DĐB teşkilatı içinde görev yapan
din görevlilerinin problem ve beklentilerini tespit etmek, problemlerle ilgili çeşitli
çözüm önerileri sunmak, din görevlilerinin bahsedilen alanlardaki durumlarıyla ilgili
birtakım çıkarımlara ulaşmak; bireysel, toplumsal ve mesleki yaşamdaki durumlarını
ortaya koymak, mesleki bilinçlenme durumları üzerinde birtakım değerlendirmelerde
bulunmak, Türkiye’deki resmi din bürokrasisinin günümüzdeki temsilcisi konumunda
bulunan DĐB’e bakış açısını ortaya koymaktır (II. Bölüm).
17
3.Araştırmanın Kuramsal Çerçevesi
3.1.Sosyolojik Açıdan Din
Din, Arapçada; yol, hüküm, mükâfat, itaat, hesap verme, saltanat, mülk, adalet,
adet, baş eğmek, ferman, hal, kaza, yönetme, günahlardan sakınma anlamlarına gelir.
Latincede religio; bağlamak ve cemaat anlamında kullanıldığı gibi, Allah’a hürmetle
karışık bağlılık anlamına da gelmektedir1.
Din sosyologlarının, dini daha çok iki bağlamda ele aldıkları görülmektedir.
Bunlardan bazıları, dinin muhtevasını baz alarak birtakım tanımlar yaparken, kimileri
ise daha çok dinin, birey ve toplum hayatındaki işlevlerini göz önünde bulundurarak bir
tanımlamaya gitmektedirler. Birinci şekliyle tanımlamaların daha çok “özsel”,
ikincilerin ise “fonksiyonel” tanımlar olarak adlandırılabileceği söylenebilir2.
Din, bazı bilim adamları tarafından özsel olarak ele alınmaktadır. Din; “kutsalın
yaşanması” olarak tarif edilmekte ve bu tanımın, bütün dinler için geçerli olduğu
belirtilmektedir3. Bu tanımın kısa ve basit olmasına karşın kullanışlı ve özlü bir tanım
olduğu söylenebilir. Yapılan din tanımlarından çoğunluğunun eksik bir yanının olduğu,
aynı zamanda, büyüyü de tanımlamış olduğu dikkat çekerken, bu ele alış için böyle bir
şeyin söz konusu olmadığı söylenebilir.
Dinleri anlamak için öncelikle bir sınıflama yapmak şarttır. Dinler iki başlık
altında ele alınabilir. Birincisi, insanın çaresizliğine paralel olarak ortaya çıkan ve daha
çok koruyucu bir fonksiyon üstlenen statik dinlerdir. Bunlar, daha çok cemiyet–halk
dinidir ve bir kapalılığı ifade eder. Đkincisi, –genelde “semavi” olarak adlandırılan–
vahiy kaynaklı dinamik dinlerdir. Bu dinler, bütün insanlığa açıktır. Hıristiyanlık ve
Đslamiyet buna örnek olarak verilebilir4.
Dinlerde bazı ortak yanlar olduğu tespit edilmiştir. Buna göre dinlerde; inanç
sistemi, seremoni (ibadet), tapınak, irrasyonel yan ve ümmet anlayışı vardır5. Bu ortak
yönlerden bazılarını, Durkheim’in tanımında görmek mümkündür.
Durkheim, dini şu şekilde tanımlar: “Din, ayrılmış, yasak edilmiş kutsal şeylerle
ilgili inanç ve eylemlerin öyle dayanışmalı bir sistemidir ki; bu inanç ve eylemleri kabul
edenleri ümmet (eglise) denen tinsel (manevi) bir kamu (communate) halinde
birleştirir”. O’na göre; “belirli bazı kutsal şeyler, bir sistemle birbirine düzenli bir
biçimde bağlı bulunur ve bu sistem başka hiçbir sisteme indirgenemeyecek olursa,
bunları karşılayan inanç ve törenlerin hepsi birden bir din meydana getirir”. Bu tanımın,
aynı zamanda büyüye de uygun düşmüş olduğu söylenebilir. Dinin inançlarını paylaşan
bir kamu (communate) vardır ve bu kamu, “ümmet” olarak da adlandırılmaktadır.
Büyüde de bir genellik vardır, ancak büyü, insanları kamusal olarak birbirine
1.Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, MÜ ĐFAV Yay., Đst., 1988, s.7
2.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, Đşaret Yay., Đst., 1993, s.24
3.Hans Freyer, Din Sosyolojisi, (Çev.: Turgut Kalpsüz), AÜ ĐF Yay., Ank., 1964, ss.31–32
4.Sezen, age, ss.8–9
5.Fügen Berkay, “Türk Toplumu Açısından Đslamiyet”, Sosyoloji Dergisi, Đst. Üniv. Ed. Fak. Yay., S:19–20
18
bağlayacak güçte değildir1. Bu teoriye göre; dinin kaynağı ve objesi toplum, yani
kolektif yaşamdır. Dini anlayışlar, toplumların karakterini yansıtır. Kutsal olan ya da
tanrı, toplumun kişilik kazanmasından başka bir şey değildir. Đnsanda tanrısallık fikrinin
ortaya çıkması, ancak toplum sayesinde olur. Fonksiyon itibariyle din, toplumda
dayanışma meydana getirir ve toplumun devamını sağlar. Toplum, varlığını devam
ettirdiği müddetçe din de olacaktır2.
Din, insanlık tarihi boyunca toplumların anlamlı bir bütünlük kazanmalarında
önemli bir rol oynarken, insanın evrende kendini evinde hissetmesini sağlayan bilişsel
ve normatif deneyim durumundadır3.
Comte, pozitivizm öncesi dinleri “gerici” ve “anarşik” olarak ele alır. Comte,
geliştirmiş olduğu “insanlık dini”nin ise, “ilerici” ve “örgütlü” olduğunu ifade eder.
Dini; “ahlaki disiplin” ve “toplumsal otorite” açısından gerekli bir unsur olarak görür.
Đnsanlık dininin üç ana kutsal doktrini; “aşk ilkesi, düzen temeli ve ilerleme amacı”na
dayanmaktadır4. Comte, ahlakın kaynağının din olduğunu söylerken; bazı sosyal
bilimciler ise, ahlaki ve toplumsal değerlere kutsallık atfedilmesinin sonucunda dinin
ortaya çıktığını belirtmektedirler.
Din, “var oluşa ilişkin çekirdek sorunlara en tutunumlu yanıtlar dizisini sağlayan
bir inanç sistemi” olarak da ele alınmaktadır5. Din bazen; “doğru ile yanlış arasında
ayrım yapan veya hayatın nihai sorunlarına cevap hazırlayan tabiatüstü bir kuvvete olan
inanç”6 olarak tanımlanırken, bazen de; “kültürel değer sisteminin, onu meşrulaştıran
ve bireyi motive eden merkezi bir” unsuru7 olarak ele alınmaktadır. Bu yaklaşımlarda
dinin, daha çok problemlerin çözüm kaynağı gibi ele alındığı ve mükemmel bir hayat
düzeninin oluşumu için uyulması gereken kurallar bütünü olarak görüldüğü
söylenebilir.
“Dinden, insanın kutsalla hayatî ilişkisini ve kutsalla çevrilmiş insanın cevabî
davranışlarını anlıyoruz”8 denilerek, daha çok dinin hayata geçirilmesi, yani dinin
eylem alanına taşınması olgusu üzerinde ağırlıklı olarak durulmaktadır. Din; insana
tesir eden kuvvetlere inanmanın yanında, bu inanmanın gereği olarak birtakım özel
davranışlarda bulunma olarak ele alınmaktadır9. Burada önemli olan, kazanılmış iman
ve inanç sistemi paralelinde davranmak, yani pratik kazanmaktır. Bu tanımın
1. N.Şazi Kösemihal, Durkheim Sosyolojisi, Remzi Kitabevi, Đst., 1971, s.104
2.Sezgin Kızılçelik, Sosyoloji Teorileri I, Mimoza Yay., Konya, 1992, s.121
3.Peter L. Berger–Brigitte Berger–Hansfried Kellner, Modernleşme ve Bilinç, Pınar Yay., Đst., 1985, s.92
4.Erol Özbilgen, Pozitivizm Kıskacında Türkiye, Ağaç Yay., Đst., 1994, ss.72–73
5.Mike Featherstone, Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, (Çev.: Mehmet Küçük), Ayrıntı Yay., Đst., 1996, s.195
6.Mahmut Tezcan, Türklerle Đlgili Stereotipler (Kalıp Yargılar) ve Türk Değerleri Üzerine Bir Deneme, AÜ Eğt.
Fak. Yay., Ank, 1974, s.181
7.Köktaş, age, s.38
8.Köktaş, age, s.26
9.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, Đşaret Yay., Đst., 1992, s.24
19
bağlayıcılığının da dinden dine değiştiği söylenebilir. Çünkü bazı dinler, sadece
inanmayla sınırlı kalmakta, dinin eylem alanındaki gerekleri ya hiç gerçekleşmemekte
ya da çok sınırlı bir biçimde yerine getirilmektedir. Günümüzdeki Hıristiyanlık
anlayışının, sadece birtakım kavramlara indirgenmesi, bireysel ve toplumsal düzeyde
bir yaptırım gerektirmemiş olması buna örnek olarak verilebilir. Kiliseler, “inancın
eyleme dönüşme merkezi” olarak ele alındığında, bu mekânlara olan ilginin azlığı,
dinin eylemsel boyutunun ne kadar düşük düzeyde kaldığını ortaya koymaktadır
denilebilir. Öte yandan; grup amaçlarının özel istekler üzerinde, duyguların ise organize
arzular üzerinde bir denetim sağlaması için dinin, dört fonksiyon üstlendiğini
belirtilmektedir. Öncelikli olarak, tabiatüstü inançlar bütünü vasıtasıyla, grupların amaç
ve üstünlüğü konusunda bir fikir verir. Đkinci olarak, ortak birtakım ayinler emretmek
suretiyle, kolektif bilincin canlı kalmasını sağlar. Üçüncü olarak, ortaya konulan
tabiatüstü şeyler sayesinde, bir değerler sistemi oluşur ve bu değerler sistemi
vasıtasıyla, insanların bir arada bulunması sağlanmış olur. Son olarak da, ödül ve ceza
kaynağını sağlaması yanında, toplumsal bütünleşmeye de katkıda bulunduğu
söylenebilir1.
Đnsanlardaki dine bağlanma duygusu, insanın bilimsel ve entelektüel hayatının
oluşumunda, insani faziletlerin gelişmesinde ve yeni medeniyetler kurulmasında önde
gelen faktörlerden biri olmuştur. Cazibesi ve gücüyle din, hâlâ dünya halklarının
hayatlarında en etkileyici bir öğedir2.
Brown; bir dinin özünün gerektiği gibi ortaya konulabilmesinin, ancak, o dinin
etkilerinin anlaşılmasıyla mümkün olacağını ve dinin “eylem hali”nin incelenmesi
gerektiğini belirtir. Đnsan hareketleri, daha çok duygular toplamının bir sonucudur.
Đnsanın elde ettiği “düşünsel kazanımlar”ın oluşumunda, dini “cult”lerin etkisi
büyüktür. Herhangi bir din incelenirken; ritler, tapınmalar, törenler ve dini eylemlerin
incelenmesi daha yerinde olur. Kimi toplumlarda, din ile toplumsal yapı arasında,
dolaysız bir ilişki olduğu bilinmektedir. Bu, daha çok karmaşık olmayan ve ilkel
dinlerde geçerli olurken, farklı mezheplerin olduğu ve değişik inanç kalıplarının
bulunduğu dinlerin yaşandığı toplumlarda ise, dinin toplumsal yapıyla ilişkisi dolaylı
olmaktadır. Genel olarak, hemen bütün dinlerde ortak olan yan, “tabi”liktir. Yani, dine
tabi olmaktır. Dinin toplumsal görevini yerine getirmesi, bu tabilikle mümkün olurken,
kişilerin dini açıdan canlı tutulmaları da buna bağlıdır. Hatta dinlerin, insan soyunun
“tabi”liğe olan eğiliminden dolayı ortaya çıktığı da söylenebilir. Kişi, bir inancı
paylaşırken, içten gelerek bir kutsala inanır ve bu kutsala tabi oluş, ferdin daha rahat
hareket etmesini sağlar. Çünkü görevin yerine getirilmiş olması, bir kutsal tarafından
himaye edildiği düşüncesini doğurur3.
Dinle toplum arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin ortaya çıkması, gelişmesi,
1.Dönmezer, age, s.263
2.I. Sarac (ed.), “The Irresistible Power of Religion”, The Fountain, Apr–Jun., Vol.2, No:14, 1996, ss.2–3
3.A.R.Radcliffe–Brown, “Din ve Toplum (1)”, (Çev.: Ünsal Oskay), AÜ SBF Dergisi, C:XXIII, Aralık 1968
20
niteliği ve sona ermesi gibi konulara din sosyolojisi açıklık getirmektedir. Din
sosyolojisinde; dini inançlar ve bunlardan doğan normların, doğru veya yanlış olup–
olmadığından çok, insanların bu normlara uymaları ve diğer kişilerden ayrılan yönleri
ele alınır1.
Din sosyolojisi; toplumsal grupların, soyut ve tabiatüstü olan inanca neden
ihtiyaç duydukları; dini inançların akrabalık, ekonomik durum ve sınıflaşmaya etkisinin
ne olduğu ve söz konusu sistemlerden ne derece etkilendikleri; dini hareketlerin
özellikleri ve bu hareketlerin başlamasına etki eden faktörlerin neler olduğu gibi
birtakım konuları incelemektedir2.
Weber’e göre din sosyolojisi, “esas itibariyle dinin mahiyeti ile değil, toplumsal
davranışın belli bir tarzının etkileri ve şartları ile ilgilenmelidir. Bunun anlaşılması da,
dış akışı çok yüksek derecede çeşitlilik gösterdiği için, bireyin öznel yaşantı, tasavvur
ve gayelerinden “anlam” olarak elde edilebilir. Dinî olarak motive olmuş davranış,
kendine özgü varlığında bu dünyaya yönelmiş bir davranıştır”. Wach, din sosyolojisinin
“din ve toplum arasındaki karşılıklı ilişkiler, etkiler, dini gruplaşma ve dini birlikler ve
bunların bireysel, tipolojik ve karşılaştırmalı olarak araştırılması”nı amaçladığını ileri
sürer. Mensching, din sosyolojisinin konusunun; “dinin, din dışı (profan) ve dini
cemaatlerle ilişkilerinin, çeşitli dini cemaatlerin birbirleriyle ilişkilerinin ve bu
cemaatlerin yapısının araştırılması” olduğunu belirtir. Yinger’e göre, geniş anlamıyla
din sosyolojisi; toplumun, kültürün ve şahsiyetin dini etkileyiş tarzlarının bilimsel
olarak araştırılmasıdır. Bu faktörler dinin kaynağına, öğretilerine ve uygulamalarına;
dini yaşayan grupların tiplerine, liderlik biçimlerine etki eder. Bunun yanında din
sosyolojisi; dinin toplumu, kültürü ve şahsiyeti etkileyiş biçimlerinin bilimsel olarak
araştırılmasıdır. Matthes ise, bir fenomen ve tecrübe bilimi olarak ele aldığı din
sosyolojisinin, daha çok, din ile toplum arasındaki karşılıklı ilişkileri, birbirine nasıl
etki ettiklerini ve böylece hangi spesifik kurum, değer ve davranış tarzlarının ortaya
çıktığını araştırdığını belirtir3.
Din sosyolojisi, “dinin toplum, toplumun da din üzerindeki karşılıklı etki ve
tepkileriyle dini grupları inceler”4. Sosyolojide din; insan davranışını çözmek için
“teorik problem” olarak ele alınmaktadır. Din ile diğer toplumsal yaşam alanları
arasındaki ilişkiler anlaşılmaya çalışılmakta ve ayrıca; dini rol, örgütlenme ve
davranışlara da bir açıklama getirilmeye gayret edilmektedir5.
Genel sosyoloji içerisinde din sosyolojisi, daha çok uç bir konu gibi görülmesine
rağmen, sosyologlardan bazıları dine büyük önem vermişler ve ortaya atmış oldukları
tezlerin çoğunu dine dayandırmışlardır. Din sosyologları, genelde, toplumdaki
1.Dönmezer, age, s.261
2.Dönmezer, age, s.264
3.Dönmezer, age, ss.17–21
4.Mehmet Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisi, AÜ ĐF Yay., Ank., 1963, s.39
5.Dönmezer, age, s.264
21
problemlerde dinin etkisini ortaya koymak için dinle ilgilenmişlerdir. Özellikle 20.
asrın ortalarındaki din sosyolojisi yaklaşımı, din kavramından çok, problemleri çözme
amacına yöneliktir1. Günümüzde kurumların özerkleşmesine karşılık; dinin de o oranda
siyaset, ekonomi, hukuk ve eğitim gibi unsurların dışında kalacağı ifade edilmesine
rağmen, etkileyici bir unsur olarak varlığını devam ettirdiği dikkat çekmektedir2.
3.2. Din–Toplum Đlişkileri
Dinler, insanların uyması için kurallar ortaya koymuş ve bunlara uyulması için de
birtakım yaptırımlar geliştirmişlerdir. Dine mensup olan kişi; bireysel ve toplumsal
hayatta dinin gereklerini yerine getirmek durumundadır. Din, insanlar arasındaki
ilişkileri düzenlemekle kalmaz, tabiatüstü ile insan arasındaki ilişkileri de düzenler.
Bir dinin toplumsal değeri; o dinin doğruluk veya yanlışlığından çok, toplumsal
mekanizmada etkin bir rol oynamasıyla ve o çağda geçerli olan düşüncelere katkıda
bulunmasıyla daha iyi ortaya çıkmaktadır. Hatta en ilkel dinlerin bile, çağdaş uygarlığın
oluşumuna katkıda bulunmuş olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekir3.
Toplumların farklılığına paralel olarak, dini emirler ve yaptırımların bir
farklılaşma gösterebilmesi olası bir durumdur4. “Đlahi din” olarak adlandırılan dinlerin
emirlerinin temelde aynı olduğu, ancak, toplumların durumuna göre, bu emir ve
yasakların sınırlarının değişebildiği görülmektedir. Peygamberlere gelen emirler
doğrultusunda insanların yapması gereken şeyler kimi zaman sınırlı olurken, bazı
peygamberlerin sunduğu dinin emirlerinin ise, sayıca fazla ve detaylı olduğu dikkat
çekmektedir.
Batı’da, dinle ilgili çalışmalar daha çok üç farklı alanda toplanmaktadır.
Bunlardan birincisi; dinlerin toplumsal olarak ortaya çıkışlarını içeren çalışmalar
(Spencer, Taylor, Marx, Durkheim), ikincisi; din ile din dışı (profan) arasındaki
karşılıklı etkilenmelerin konu edildiği çalışmalar (Weber, Wach, Mensching), üçüncüsü
ise; kilise gruplarının sosyal ve dini yaşamlarını ele alan çalışmalardır (Le Bras)5.
J.J.Rousseau; “başlangıçta, insanların Tanrılarından başka kralları, dine dayanan
yönetimlerinden başka yönetimleri yoktu”6 derken, dinin genel bir “toplumsal düzen
belirleyicisi” olduğuna vurgu yapmaktadır.
Bazı düşünürler, toplumların oluşumu ve gelişiminin tamamen din sayesinde
mümkün olduğunu belirtmektedirler. Dinin inşa ettiği birçok grup bulunduğunu ve dini
cemaatlerin de tamamen dine bağlı olarak ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Bunlara
1.James A. Beckford, Religion and Advanced Industrial Society, Ed: T. B. Bottomore and M. J. Mulkay, Unwin
Hyman, London, 1989, ss.16–17
2.Beckford, age, s.7
3.Radcliffe–Brown, agm
4.Radcliffe–Brown, agm
5.Köktaş, age, s.16
6.Süleyman Akdemir, Devletin Unsurları ve Kuvvetler Dengesi, Đz Yay., Đst., 1991, s.56
22
göre, toplumlardaki önemli değişme ve gelişmelerde, dinin telkin ve tavsiyeleri büyük
rol oynamıştır1. Bu görüşe göre, toplumda meydana gelen olaylarda temel faktör dindir.
Dinin gücü, insanları ortak bir yaşam sürdürmeye sevk eder. Ekonomi, hukuk, eğitim
gibi birçok faktör, dinin etkisiyle biçimlenmiştir2.
Sosyal norm olarak ele alınan din ve ahlak kuralları, üzerinde önemle durulan
konulardan biridir. Ahlak ve din kurallarının, çok yakın bir ilişki içinde olduğu ve
aralarındaki farkın da, daha çok yaptırım ve otorite düzeyinde gerçekleştiği
söylenebilir. Kapsam yönünden ise, bir benzerlik söz konusudur. Dini kurallar, daha
çok tabiatüstü bir yaptırımı esas almaktadırlar. Dinlerin, toplumsal hayata hitabı, ahlaka
göre dolaylı olmaktadır. Ahlak kuralları, dini kuralların hayat sürmesi ve yaygınlaşması
için rehberlik görevini üstlenirken, ahlak kurallarının kabul görmesi ise, dini
yaptırımlarla mümkündür. Bazı durumlarda da, ahlak ve din kurallarının bir çatışma
içine girdiği görülür3.
Din kuralları, yerleşik düzenlerin korunması için bir dayanak noktası
oluşturabilirler. Sosyal değişmelerin çok hızlı bir şekilde seyretmesi de, çoğu zaman
dinler sayesinde mümkün olmuştur. Toplumun bütünleşmesi konusunda din, çok
kapsayıcı bir konumda bulunur. Başka bir unsurun onun kadar bütünleşmede etkili
olduğunu söylemek güçtür4.
Marksist ekole göre din kuralları, daha çok toplum tarafından oluşturulmaktadır.
Buna göre, din; sosyo–ekonomik değişmelerden büyük ölçüde etkilenmekte ve çoğu
zaman değişmenin büyüklüğüne göre, onda da bir değişme olmaktadır5.
Dinin toplumdaki yeri konusu incelendiğinde, öncelikle ilkel kabilelerin örnek
olarak verildiği görülmektedir ki, bu örneğin bütün dinler ve toplumlar için ne derece
geçerli olduğu tartışma konusudur. Etki derecesi bir tarafa bırakılacak olursa, dinin,
hemen bütün dönemlerde bir “sosyal kontrol aracı” rolünde, toplum bütünleşmesine
katkıda bulunduğu söylenebilir. Merton, bu görüşü desteklerken, Young; dinin, sosyal
çatışmaya da yol açabileceğini belirtir. Weber ise, dinin; “toplumsal yapı unsurları”nın
değişmesinde etkili olduğunu belirtir. Esas olarak din; sosyal kontrol aracı olma işlevini
her zaman devam ettirmiştir. Toplumdaki hareketlerin meşru veya yasak olmasını
belirleyen en önemli faktörlerden birinin din kuralları olduğu da bilinen
gerçeklerdendir6. Öte yandan Mensching, kabilelerin kaynaşıp millet haline gelmesinde
ve milletlerin devlet oluşturmalarında en önemli faktörlerden birinin din olduğunu
1.Mustafa Aydın, Đslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay., Đst., 1991, s.22
2.Yümni Sezen, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar, MÜ ĐFV Yay., Đst., 1990 s.224
3.Dönmezer, age, s.266
4.Dönmezer, age, s.262
5.Ahmet N. Yücekök, Siyasetin Toplumsal Tabanı (Siyaset Sosyolojisi), AÜ SBF Yay., Ank., 1987, s.163
6.Dönmezer, age, ss.262–263
23
belirtmektedir1.
Dinin toplumsal işlevleri üç başlık altında toplanmaktadır. Bunlardan en önemlisi
“sembolik bütünleştirme” işlevidir ve bu işlev diğer birçok işlevi de kapsayacak
içeriktedir. Dinin işlevlerinden bir diğeri de “toplumsal kontrol”ü sağlamasıdır. Bu
kontrol, iç ve dış olmak üzere iki biçimde ele alınabilir. Dış kontrol, Weber’in
“meşrulaştırma” olarak ele aldığı işlevi icra eder. Birçok toplumda din, herhangi bir
gücün kullanılmasını haklı göstermesi yanında, onun açıklanmasını ve “rasyonalize”
edilmesini sağlamaktadır. Toplumun genel ahlakıyla ilgili birçok kurumun (evlilik,
çalışma yaşamı vb.), dinin meşrulaştırması sonucu işlevselliğini koruduğu söylenebilir.
Modern Batı toplumlarında geniş çapta bir sekülerleşme olmasına rağmen, birçok
kurumun halen dinin meşrulaştırıcı özelliğinden faydalandıklarını belirtilmektedir. Đç
kontrol ise, dini yaptırımların kişinin bilincinde “içselleşme”si sonucu oluşur.
Kuralların, kişinin vicdanında köklü bir yer edinmiş olması, dışarıdan gelen
yaptırımlardan daha az etkilenmesi anlamına gelmektedir. Dinin, sosyal yaşamda kabul
görmeyen birtakım davranışları önlemesi, en belirgin özelliğinden biri olmaktadır.
Dinin üçüncü bir fonksiyonunun da “toplumsal yapılandırma” olduğunu belirtilir2.
Kurumlaşan dinlerin toplumda; “zihniyet kazandırma”, “bütünleştirme”,
“denetleme”, “düzenleme”, “sosyalleştirme” ve “kuşaklar arası kültür taşıma” gibi ortak
birtakım işlevlerinin olduğu bilinmektedir. Bunun yanında geleneksel toplumlarda
dinin; “iktidarı meşrulaştırma” biçimindeki bir işlevinden de söz etmek mümkündür3.
Dinin meşrulaştırıcı işlevinin daha çok, liderliğin büyük değer taşıdığı ortamlarda
ortaya çıktığı söylenebilir. Bu durumda, dine saygılı olunduğunun belirtilmesi ya da
dini birtakım esasların kendi görüşlerini desteklediğinin belirtilmiş olması biçiminde bir
tutum geliştirilebilir.
Bir dinin, toplumdaki en önemli işlevlerinden biri de, inananlarına belli bir
“değerler sistemi” sunmasıdır. Her dinin böyle bir fonksiyona sahip olduğunu söylemek
yanlış olmaz. Ayrıca bazı dinlerin, dünya yaşamı karşısında olumlu bir tavır
sergiledikleri dikkat çekerken, bazılarının da dünyayı önemsemedikleri ve ona karşı
olumsuz bir tutum içinde oldukları görülmektedir4.
Dinin bir başka işlevi ise, toplumda bir örgütlenme sağlaması, cemaat teşkil edici
birtakım unsurları özünde barındırmasıdır. Yani, dinin birleştiriciliği unsurudur. Bunun
yanında, dinin ayırıcı ve toplumu bölücü fonksiyonu olduğu da söylenebilir. “Toplumu
düzenleyici normlar sistemi” sunmuş olması da, ayrı bir özellik olarak ortaya
çıkmaktadır. Dinin, bir “norm düzenleyici” olmasının, daha çok Đslam toplumlarında
geçerli olduğunu belirtilir. Bu yönüyle din, bir “kişilik” ve “zihniyet” oluşturmaktadır.
1.Gustave Mensching, Dini Sosyoloji, (Çev.: Mehmet Aydın), Tekin Kitabevi, Konya, 1994, s.31
2.M. Emin Köktaş, Siyasal Davranış ve Dindarlık, Vadi Yay., Đst, 1997, ss.13–15
3.Şükrü Karatepe, “Osmanlı’da Din–Devlet Đlişkisi”, Din–Devlet Đlişkileri Sempozyumu–Bildiriler, Beyan Yay.,
Đst., 1996
4.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.26–27
24
Dinin, toplumsal yapıyı koruması ve sürdürmesi de ayrı bir yön olarak ele alınabilir.
Dinin, esaslarını sunduktan sonra, belli bir düzeni koruması, bazı yönleriyle “tutucu bir
ideoloji” olarak ele alınabilir. Hâlbuki din, daha önceden radikal bir değişim ortaya
çıkarmıştı1. Dinin fonksiyonlarının daha çok zamana göre ortaya çıktığı ve bu
fonksiyonların birden fazla oldukları söylenebilir. Hatta dinler, toplumlar üzerinde belli
dönemlerde olumlu birtakım fonksiyonlar üstlenebilirken, aynı zamanda olumsuzluk
kaynağı da olabilirler.
Toplumların ortaya çıkışlarını, tamamen dini faktörlere bağlayan birtakım sosyal
bilimciler vardır. Bazılarına göre; devlet, sanat, hukuk gibi birçok unsurun din
tarafından oluşturulmuştur. Bazıları ise, insanların bütün davranışlarını ve sosyal
hareketliliği sağlayan temel etmenin din olduğu kanısındadır. Đnsanın akılla kendisini
kontrol etmesinin zor olduğunu ve burada devreye dinin girdiğini belirtilmekte ve dinin
toplumda huzuru ve insanların barış içinde yaşamasını sağlayan tek unsur olduğunu
ifade edilmektedir. Weber’in, kapitalizmin doğuşuyla ilgili olarak ortaya atmış olduğu
teori de burada zikredilebilir2. Weber, toplumda yaptırım gücü ya da baskı unsuru
olarak ele alınabilecek durumları ortaya çıkaran şeylerin ekonomik, politik vs. nedenler
olduğu anlayışına karşın, temel sebebin din olduğu görüşünü savunur3.
Toplumsal yapıda meydana gelen gelişmeler, dinde birtakım değişim isteklerinin
ortaya çıkmasında veya dinin aktif hale gelmesinde etkili olabilmektedir. Şehirleşme ve
sanayileşmenin gelişmesine paralel olarak, din olgusunun belirgin bir şekilde ortaya
çıkması anlamlı olmaktadır. Yeni birtakım konuların dini izahına ihtiyaç duyulması, bu
konuyla ilgili olarak ele alınabilir.
3.3.Dindarlık ve Toplumsal Yaşam
Dindarlık kısaca, bir dine ait emir ve yasakların az veya çok yerine getirilmesi
olarak tanımlanabilir. Dindarlıkla ilişkisi olması bakımından, dini deneyim (religious
experience) önemli bir unsur olarak görülmektedir.
Weber, dini deneyimi; kutsallığın sübjektif tecrübesi olarak ele almaktadır. Ona
göre, dini deneyimin bu tarzdaki tanımı; kutsalın anlaşılması, kavranması gibi konuların
objektif bir eksende değerlendirilebilmesi yönündeki güçlükten dolayıdır. Her şeyden
önce dini deneyim, o anın olağanüstü psikolojisi ile çevrelenmiştir. Örneğin, Püriten’in
(sofu, dini sade bir şekilde yaşayan, saf-halis dindar) sürekli bir huzur içinde
bulunması; psikolojik olarak olağanüstü bir his tarafından sağlam bir şekilde
çevrelenmesi ve bir obje gibi algılanmasından dolayıdır4.
1.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.26–31
2.Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, ss.44–46
3.Max Weber, Sosyoloji Yazıları, (Çev.: Taha Parla), Hürriyet Vakfı Yay., Đst., 1993, s.230
4.Max Weber, “The Social Psychology of the World Religions” In From Max Weber: Essay in Sociology. H.H.
Gerth and C. W. Mills (ed) New York: Oxford University Press. Originally: (1920) 1972 ‘Einleitung’ in GARS,
Vol. 1., 1946, ss.278–287
25
Dini deneyim yerine, dini hayat tabiri de kullanılabilir. Buna göre dini hayat;
taklit derecesinde olan iman hayatından başlayıp, her türlü dini duygu, düşünce,
uygulama vs.yi içinde barındıran geniş bir alana işaret eder1.
Dini deneyimin teorik, pratik ve sosyolojik olmak üzere üç boyutunun olduğunu
belirtilir. Teorik anlatımda bildirilen şeyler (emirler), daha çok dini uygulamalara yol
açar. Dini deneyimin pratik boyutları ise, ibadet sınırları içinde ele alınabilir. Sosyolojik
boyutta ise, dinin toplum üzerinde, toplumun da din üzerindeki etki–tepkisi ele alınır2.
Yapılan bir araştırmada, dindarlığın dört boyutunun varlığına dikkat çekilir.
Bunlar; züht (asceticism), öğreti (doctrine), ayinsel davranış ve dini gruplar biçiminde
sıralanabilir. Đnançta, kilisenin koymuş olduğu öğretinin tasdik edilmesi önemli iken,
züht aşamasında, Tanrı ile birlikteliğin önemi üzerinde durulmuştur3.
Bütün dinleri içine alabilecek dindarlık boyutları beş kategoride ele
alınabilmektedir. “Dini inanç boyutu”nda belli ilkelere uyma, “ibadet boyutu”nda ise,
dini pratikler yar almaktadır. “Dini deneyim boyutu”nda bir insanın, dini bir alan içine
girmesinden dolayı, farklı bir duygu kazanmış olması vurgulanırken, “dini bilgi
boyutu”nda ise, inancın temel öğretisi ve kutsal kitabın bilinmesi önem taşımaktadır.
Son boyut ise, “dinin etkileme boyutu”dur4. Sonuncusu, bütün boyutların bir
bileşkesidir ve en mükemmel boyut olarak da ele alınabilir. Bu boyutta, daha çok
“etkilenme” önem taşır. Bahsedilen dine mensup olmayan kişiye, o dini tanıtma
yanında, anlatan kişinin yaşantısı da önemli bir unsur olarak ele alınabilir. Đslam dini,
insanların teori ile pratik arasındaki dengeye dikkat etmelerini isterken, Kur’an’da
kişinin yapmadığı şeyi başka birine tavsiye etmemesinden bahsedilmektedir5.
Dini deneyimin anlaşılması, onun, denenmiş birtakım sübjektif durumlara göre
anlamlandırılmasına bağlıdır. Bu sübjektif anlama ulaşılması da, sosyal davranışa kadar
uzanan sübjektif değer sisteminin “ideal tip” şeklinde yapılanmasına bağlıdır6.
Batı’da yapılan deneye dayalı din sosyolojisi araştırmalarında, dindarlığın
boyutları konu edinilirken, genelde; kiliseye bağlılık, kiliseye gitmenin sıklığı veya dini
ayinlere katılma gibi durumlar ölçüt olarak alınmaktadır. Dindarlığı ölçerken tek bir
kriterin kullanılması, çoğu zaman eleştiri konusu olmuştur. Bazı din sosyologları, bu
konuya değinmişler ve “birçok araştırmacının, dindarlığı, yalnızca kiliseye gitmenin
sıklığı gibi, inancın uygulama yoğunluğu ve bir dizi gruba mensubiyetle ayırt edilebilen
inanç sayesinde birbirinden ayrılabilir bir fenomen olarak ele aldıkları”nı ifade
1.Mehmet Aydın, Din Felsefesi, Selçuk Yay., Đst., 1992, s.81
2.Taplamacıoğlu, age, ss.38–39
3.Köktaş, age, ss.51–52
4.Köktaş, age, ss.53–54
5.Saf Suresi, 2. ayet
6.Max Weber, Economy and Society, Edited by G. Roth and C. Wittich, New York: Bedminster Press,
Originally: (1921) 1976 Wirtschaft und Gesellschaft, ed. Johannes Winckelmann, Tübingen: Mohr., 1968, s.10
26
etmişlerdir1.
1960’lı yıllarda, birçok din sosyologu, tek yönlü din anlayışının veya tanımının
yeterli olmadığını belirtmiştir. Bu din sosyologlarına göre, bir insanın dindarlığı;
birbirinden ayrı çeşitli yönlerden oluşur. Dindarlığın bahsedilen boyutları ise,
birbirinden göreli olarak bağımsız bir durum sergiler. Bu görüşe göre bir boyut, bir
insanda çok kuvvetli olarak bulunabilirken, başka bir insanda bu boyut zayıf olabilir.
Durum böyle olunca da, dini davranışın bütün biçimlerinin ve her boyutunun ayrı ayrı
ele alınmadığı çalışmaların eksik kalmaya mahkûm olduğu söylenebilir. Bireysel
dindarlığın boyutlarını ortaya koymaya çalışılmış; “gerçek”, “şekilci”, “kenarda” ve
“kapalı (gizli, saklı)” dindar şeklinde bir tipoloji geliştirilmiştir. Bu tipolojinin
geliştirilmesine yardımcı olan ölçütler; kilisenin düzenli ritüellerine (ekmek–şarap ayini
ve günah çıkarma gibi) ve kilise organizasyonlarına katılma sıklığı ve cemaatle
ilgilenmedir. Ayrı bir dindarlık tipolojisine göre, insanlar; “koyu dindar”, “dini
pratikleri düzenli olarak yerine getiren”, “sadece hayatın doğum, ölüm, evlenme gibi
önemli alanlarındaki “geçiş ayinlerini” gözetenler ve “dini hayata kayıtsız ve yabancı
olanlar” şeklinde ayrılmaktadır. Katolikler arasında yapılan bir araştırma sonunda da,
dindarlar; Hıristiyan olmayanlar, seçimlik Hıristiyanlar, geleneksel Hıristiyanlar, aktif
Hıristiyanlar şeklinde kategorize edilmişlerdir. Ayrıca, dindarlık tipolojisi yapılırken;
“tutucu dindarlık”, “Protestan dindarlık”, “sekt dindarlık” ve “liberal dindarlık”
şeklinde bir ayırıma gidilmektedir2.
Türkiye’de yapılan bir araştırmada, insanlar dindarlık konusunda beş gruba
ayrılmaktadır. Buna göre; 1.Gayrı amil grup; daha çok namaz kılmayıp oruç tutmayan
ve cenaze namazları dışında hiçbir dini törene katılmayan insanlardan oluşur. 2.Đdare–i
maslahatçı grup (oportünist-fırsatçı) ise; bulunmuş olduğu grubun davrandığı gibi
davranır. Beraber bulunduğu insanların dini davranışlarına göre, bu kişiler dini bir tavır
sergilerler. 3.Dini bütün ve amil gruptaki insanlar ise; namaz ve oruç gibi dini görevleri
yerine getirirler. Đbadet dışında ise başka işlerle uğraşırlarken, orta derecede dini
yardımlarda bulunurlar. 4.Sofular; dünya ile alakalı görevlerini kapsayacak kadar dini
görevleri yerine getirirler. Yaşlı olan bu insanlar, nafile ibadet yapma yönünde bir
tutum içine girerler. Bu kişiler, yenilikleri eleştirmekle beraber engel de olmazlar.
5.Softalar ise; Đslam’ı ters anlamışlardır. Bu kişiler, toplum ve din için zararlı olarak ele
alınmaktadırlar. Bu gruba mensup olanlar her türlü yeniliği, haram ve günah
gördüklerinden reddederler3.
Bazı din sosyologları, dindarlık tipolojisi yaparken, “şiddetin azlığı–çokluğu” ve
“biçimi”ni esas almaktadırlar. Şiddetin azlığı ve çokluğuna göre dindarlar; ateşli
dindarlar, alaca dindarlar, mevsimine göre dindar, beynamaz olanlar, dine karşı ilgisiz
olanlar şeklinde ayrılırken, biçimine göre de; geleneksel halk dindarlığı, seçkinlerin
1.Köktaş, age, s.50
2.Köktaş, age, ss.49–51
3.Tezcan, age, ss.184–185
27
dindarlığı, laik dindarlık ve tranzisyonel dindarlık olarak ele alınmıştır1.
Türkiye’de dinle ilgili araştırmalarda; insanların, belli bir konu etrafında bir
araya gelmelerinde, dinin etkili bir unsur olduğu ve bunun adeta “çimento” işlevini
gördüğü belirtilmektedir2. Türklerde dindarlığın belirtisinin “vallahi” ve “dinim hakkı
için” kelimeleri olduğu, bu kelimelerin kullanılmasıyla karşıdaki insanın güven
duymasının sağlandığı belirtilir. Ancak, bu sözcüklerin kullanımı, ülkemizin bazı
yörelerinde oluşmuş geleneksel alışkanlıklara dayalı olabileceği göz önünde
bulundurulduğunda, bunların ne derece dindarlık tayin edici özellikleri bulunacağı
konusu kuşkulu görünmektedir. Bazı araştırmalarda ise, Müslümanların beş vakit
namazı mümkün olduğunca camide kılmalarının, dindarlığın bir göstergesi olarak
algılandığı ortaya çıkmıştır. Oruç tutmak, şarap içmemek, adil olmak, zekât ve sadaka
vermek de dindarlıkla ilgili olarak sayılan kriterler arasındadır. Camilerin varlığı da,
dindarlığın bir göstergesi olarak ele alınabilmektedir3.
Bazı Batılı bilim adamları, Türkler arasında dindarlığın vermiş olduğu “dini
tolerans”tan ve “din özgürlüğü”nden bahsetmektedir. Müslüman Türkler arasındaki
hoşgörüye başka yerde rastlanmasının mümkün olmadığı belirtilmekte, bu Müslüman
toplumda, her dinden insanın mabedinin bulunduğu ve Müslümanların buna karşı
hoşgörülü oldukları belirtilir. Dindarlığın bir belirtisi de, şüphesiz “hoşgörü” tutumu
olarak belirmektedir. Birçok Batılı sosyal bilimci, Türklerin, kendi dinlerinden olmayan
insanlara karşı hiçbir zaman imanla ilgili baskılar uygulamadıklarını belirtirler. Bu
konu; “dini hoşgörü, Türkiye’nin örgüt ve yapısında temel öğelerden biridir” şeklinde
ifade edilmiştir. Öte yandan hayırseverlik, dinin emirlerinin bir gereği olarak ortaya
çıkmıştır ve dolayısıyla da bir dindarlık belirtisidir. Đslam’daki zekât, fitre ve sadaka
gibi yaptırımlar, hayırseverlik duygusunun somut bir göstergesidir. Yukarıda
belirtilenlere ilave olarak; vatanseverlik, konukseverlik, hayvan sevgisi, tabiat sevgisi,
mertlik, kahramanlık, dürüstlük, namus ve şeref, ağırbaşlılık, ciddiyet, vakar, saygı,
hürmet, sevgi, şefkat, disiplin, kanaatkârlık, tevekkül, temizlik gibi özelliklerin değişik
yabancı yazarlar tarafından dindarlığın göstergeleri arasında ele alındığı dikkat çeker4.
Köy, kasaba veya şehirlerdeki camilerin sayısıyla, dindarlık arasında bir bağlantı
bulunmaktadır. “Türk Köyünde Modernleşme Eğilimleri Araştırması” adlı eserde,
örneklemin %84.1’inde cami bulunduğu tespit edilmiştir. Kırsal kesimde namazların
düzenli olarak kılınmış olunmasına karşın, mesleklerdeki farklılaşmanın ve buna paralel
olarak meslekte geçirilen zamanın artması, namaz kılmayı olumsuz yönde
etkileyebilmektedir. Günümüzde, şehirlerde bir dindarlaşmadan bahsedilirken, bunun
daha çok cemaatler seviyesinde olduğu dikkat çekmektedir. Dindar partilerin oy
oranlarının yükselmesi de, ayrı bir kıstas olarak ele alınabilir. Kuşkusuz dindarlığın
1.Köktaş, age, s.49
2.Şerif Mardin, “2000’e Doğru Kültür ve Din”, (Çev.: Gülşat Aygen Tosun), Türkiye Günlüğü, S:13, Kış 1990
3.Tezcan, age, ss.25–28
4.Tezcan, age, ss.19–54
28
önemli bir boyutunu da, dini eğitim ve öğretim oluşturmaktadır. Ailede çocuğa dini
eğitim verilmesi, dindarlığın belirtilerinden biri olarak görülmektedir. Kur’an
kurslarında dini eğitim verilmesi ve çocuklara dini içerikli birtakım isimler konulması
da dindarlığın bir ölçüsü olarak ele alınabilir1.
Dindarlığın eğitsel boyutunu ilgilendiren dini içerikli kitaplar, dindarlıkla ilgili
bir ölçüt olarak ele alınacak olursa, özellikle 1950’li yılların başından itibaren bu
kitapların sayısında bir patlamanın olduğu söylenebilir. 1939’da, Türkiye’de basılan
birkaç bin kitaptan, ancak bir düzinesinin dinle ilgili olduğu, ancak, özellikle 1950’de
başlayan dini kitap alanındaki gelişmenin 1960’lı yılların sonunda çok yüksek bir
rakama ulaştığı belirtilmektedir2.
Kur’an, Müslüman ailelerin yaşadığı her evde genellikle bulundurulmaktadır.
Erzurum’da gecekondular üzerinde yapılan bir araştırmada (1974), ailelerin %87’sinin
evinde Kur’an bulunurken, %27’sinin evinde de Peygamberlerin hayatı ile ilgili
kitapların olduğu tespit edilmiştir. Başka bir araştırmada (1960) ise; köylerde en çok
Ahmediye, Muhammediye, Kur’an, Mızraklı Đlmihal ve Mevlit gibi kitapların mevcut
olduğu görülmüştür. DPT’nin yapmış olduğu köy araştırmasında (1970), kırsal
kesimdekilerin en çok ilgi duydukları kitapların dini eserler olduğu ortaya çıkmıştır.
Dini filmlerin rağbet görmesi de, dindarlığın belirtilerinden biri olarak ele
alınabilmektedir. Öte yandan, dini eylemlerin yerine getirilmesinde, birden fazla faktör
etkili olabilmektedir. Yaş, cinsiyet, yerleşme biçimi, eğitim durumu gibi özellikler buna
örnek olarak verilebilir. Yapılan araştırmalarda, yaşlıların gençlerden, kadınların ise
erkeklerden daha çok dini eylemleri gerçekleştirmekte oldukları tespit edilmiştir.
Ankara’da yapılan bir araştırmaya göre, aile başkanları ve eşlerinin yarısının namaz
kıldığı tespit edilirken, Kayadibi Köyü araştırmasının sonuçlarına göre; aile
başkanlarının %70.7’si ve eşlerinin %75.5’i namaz kılmaktadır. “Türk Köyünde
Modernleşme Eğilimleri Araştırması”nda, yaz aylarında erkeklerin %75’inin cuma
namazı kıldıkları sonucuna ulaşılmıştır. Cuma namazları, cemaatin birbirini görüp
buluşmasını sağlayan toplumsal bir fonksiyon üstlenmektedir. Dini bayramlar da bu
anlamda ele alınabilir. Gerçekleştirilen araştırmalar ışığında, beş vakit namaz ve
Đslam’ın diğer gereklerinin, gençlerden çok yaşlılar tarafından yerine getirildiği
görülmüştür. Bunun yanında kadınların, ibadet yeri olarak daha çok evi tercih ettikleri
dikkat çekmektedir. Türk toplumu üzerine gerçekleştirilen araştırmalardan elde edilen
bilgilere göre, oruç tutma ibadetinin, daha düzenli olarak yerine getirilmiş olduğu
söylenebilir. Köylerde toplumsal baskının daha fazla hissediliyor olması, buralarda oruç
tutma oranının yüksek çıkmasına etki edebilir. Yeni Mahalle’de hane halkı
başkanlarının %91.1’i, Kayadibi’nde ise, hane halkı başkanlarının %96.1’i düzenli oruç
tutmaktadır. Yine her iki yerde, kadınların tamamının düzenli oruç tuttuğu ortaya
çıkmıştır. Hac da, dindarlık açısından önemli bir ibadet olarak karşımıza çıkmaktadır.
1.Tezcan, age, ss.181–185
2.J.M.Landau, Türkiye’de Aşırı Akımlar, (Çev.: Erdinç Baykal), Turhan Kitabevi, Ank., 1978, ss.252–254
29
Borçlanıp Hac’ca gitmek dince caiz olmadığı halde, kimi insanların bu şekilde
davrandıkları görülmüştür. Çünkü toplumumuzda özellikle geleneksel eğilimlerin ağır
bastığı kesimlerde yer alanlar arasında, Hac’ca giden insanın toplumda itibarı yükselir
ve o insana, her türlü kötülükten arınmış, dürüst ve namuslu insan gözüyle bakılır1.
3.4.Dindarlık ve Dini Cemaatler
Dinin ilk olarak ortaya çıkışı, daha çok küçük oluşumlar içinde gerçekleşmiştir.
Bu oluşumlar, genelde dini cemaat olarak adlandırılmaktadır. Dinin kurulma sürecinde
olduğu ve temellerinin yeni yeni atıldığı böyle bir ortamda, küçük bir oluşumun varlığı,
belki de birçok din için geçerlidir. Zamanla din, daha geniş kitlelere ulaşmakta ve adeta
bir gizlilik ve gizemlilik içinde olan o dini oluşum, yerini daha geniş kitlelere
bırakmaktadır. Ancak, bu aşamadan sonra, bu küçük dini oluşumların ortadan kalktığını
söylemek imkânsızdır. Bu oluşumlar bazen, toplumun din anlayışını beğenmeyen
kimseleri barındırabilirken, bazen de yozlaşan bir dinin yenilenmesinde etkili
olabilmektedirler. Devletlerin dini koruduğu dönemlerde, bu oluşumların sayısında bir
azalma olabilmektedir. Ancak, tamamen ortadan kalktıklarını söylemek olanaksızdır.
Aile de bazen, böyle bir oluşum içinde ele alınabilmektedir. Her ne kadar aile, dini
bilinçlenmenin oluşmasında önemli bir yer işgal ediyorsa da, cemaat seviyesindeki bir
oluşumun verdiği bilince göre, birey üzerindeki etkisinin daha gerilerde olduğu
söylenebilir.
Sosyolojik anlamda cemaat, ortak bir iradeye sahiptir. Cemaatte birleştirici
unsurlar; din, inanç, örf ve adetler olmaktadır. Doğal dayanışmanın hâkim olduğu bu
oluşumlarda, çoğu zaman mülkiyet ortaktır. Toplumda ise, bireyin iradesi ve çıkarı ön
plandadır. Đnançtan çok doktrin önem taşır. Örf ve âdetin yerini ise, moda veya daha
başka unsurlar almıştır. Burada sözleşmeli bir dayanışma hâkimdir. Sözde durma ve
samimiyet, cemaatlerin ayakta kalmasında en önemli unsurlar olarak öne çıkarlar.
Cemaat (community, gemeinschaft, topluluk); “aynı inanç, değer ve davranış
kalıplarını benimsemiş, karşılıklı olarak yakın, içten, yüz yüze ve samimi ilişkilerle
birbirine bağlı insanlardan oluşan, topluma oranla görece, küçük, homojen insanlar
topluluğu”2 olarak tanımlanabilir. Yine, “müşterek hayatın bütün şartlarını paylaşan
insanlardan oluşan kapalı grup”3 olarak da ele alınmaktadır.
Tönnies’e göre, cemaatlerin oluşmasında esas unsur; cemaatteki insanların ruhsal
kıpırdanışları, hisleri, kanaatleri, bireysel eğilimleri, biri birlerine karşı hissi bağlılıkları,
sadakat ve sevgileridir4.
Cemaat; “egemenlik unsuru taşımayan bir toplum yapısı”5 biçiminde
1.Tezcan, age, ss.182–186
2.Ömer Demir–Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç Yay., Đst., 1992
3.A. Kurtkan Bilgiseven, Din Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, Đst., 1985, s. 266
4.Yümni Sezen, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar, s.18
5.Taplamacıoğlu, age, s.16
30
tanımlanırken, bu tanımın her türlü cemaati tam olarak kapsadığı söylenemez. Çünkü
cemaatler çoğu zaman toplum içinde birden fazla bulunabilir ve her biri, yaşamın bir
yönüyle ilgili birtakım esaslar sunma gayreti gösterebilirler. Durum böyle olunca, bir
bütün olarak cemaatlerin, yeni bir oluşum veya anlayış meydana getirme amacında
olmaları ihtimali artmaktadır. Bu yeni hareketin, eski olan birçok şeyi kısmen veya
tamamen değiştirme ya da eskimiş olan unsurlara yeni bir çehre kazandırıp sunma
amacı taşıması olasılığı bulunmaktadır.
Cemaatçi yapıların, daha çok aşağıdaki şekillerde meydana geldiği
görülmektedir.
A
………….
………….
………….
………….
B
oooooo
oooooo
oooooo
oooooo
C
o-o-o-o-oo-o-o-o-oo-o-o-o-oo-o-o-o-oo-o-o-o-o-
A tipi cemaatleşme, daha çok klanlarda görülmektedir. A’daki şekilde, her nokta
bir birey olarak kabul edilmekte ve kişinin yaşamı bu insanlar içinde geçmektedir.
Burada biricik varlık klandır ve yaşam çok sınırlıdır. Bireylerin klandan ayrı
davranmaları çok zordur. Buradaki gibi, ferdiyetin terk edilmesi uğruna oluşturulan
bütünlüğün, Đslam tarafından hoş görülmediği dikkat çekmektedir1.
B şeklinde ise; küçük küçük cemaatlerden oluşan bir cemaatçi yapı vardır. Bu
cemaat tipinde, birinci tipten ayrı olarak, küçük cemaatin telkin etmiş olduğu “biz”
düşüncesi yaygındır. Ancak burada, biz duygusu; tek ve bütünü kapsayan bir birliği
engellediği için, yine nispeten kapalı bir cemaat oluşmaktadır. Cemaatçi sosyal
bünyelerde, ırk şuuru ve parti taraftarlığı gibi konular, yapay birtakım ayrılıklar ortaya
çıkarabilir. Kişi, kendi cemaatini bütünü ile iyi görürken, kendi dışındaki cemaatleri de
tümü ile kötü olarak nitelendirebilmektedir2. Parti ya da ırk unsurunun esas alındığı
cemaatçi yapılarda, devamlı olarak bir dışlanmanın yaşanabileceği söylenebilir.
Şekil C’de, cemaat yapıları, daha çok tevhit fikrine uygun olarak oluşmuşlardır.
Sosyal bünye içinde kapalı cemaatler vücut bulamamakta, menfaat birliklerinden dolayı
bir organizasyon ağı oluşmaktadır. Oluşan organizasyon ağı, kişilerin büyük bir cemaat,
yani ulusal cemaat etrafında toplanmalarını sağlar3. Şekil C’ye göre; kişi, belli bir
cemaate mensup ise ve bu cemaat, diğer cemaatlerle birçok konuda bütünlük içindeyse,
topluma samimi cemaat ilişkileri hâkim olur. Öte yandan cemaatler, muhafazakârlığın
1.Bilgiseven, age, ss.298–299
2.Bilgiseven, age, s.300
3.Bilgiseven, age, s.300
31
ve değişime direnmenin odak noktası olarak ele alınabilmektedirler1. Cemaat, bir arada
yaşayabilmek için hangi değer yargılarını paylaşıyorsa, bunları kendilerine uygulayacak
bir otoriteyi de itirazsız kabul ediyor demektir2.
Cemaatleşme, cemaat haline gelme ya da toplum içinde cemaat oluşumu olarak
ele alınabilir. Geniş bir toplum içinde bulunan insanların; herhangi önemli bir nedenle
çok sıkı bir temas içinde bulunmaları, birbirinden haberdar olmaları ve ayrıca birtakım
düşünceler etrafında toplanmaları sonucunda cemaatleşme ortaya çıkar.
Cemaatleşmelerin bir kısmında, kan bağı önemini tamamen yitirebilir. Dini
cemaatleşme bunun en güzel örneğidir.
Günümüzdeki anlamıyla dini cemaat; “ortak bazı sınırlı manevi hedefler
etrafında toplanmış insan grubu” olarak tanımlanabilir3. Burada dini cemaat
kavramıyla, dinlerin kuruluş dönemlerindeki oluşumlardan çok, dinin yerleşmesi
aşamasından sonra, bu kurumda görülen deformasyon hareketlerine karşı kurulan veya
dini, topluma yeniden sunma gayreti içinde olan cemaatler anlatılmak istenmektedir. Bu
tür oluşumlar, dini daha samimi ve hayatın bütün yönlerini kapsayacak biçimde
yaşamak isteyen insanlar için bir çıkış yolu olabilir.
Cemaatleşme, bazen zararlı olabilir ve cemaat gettoya dönüşebilir. Cemaat, eğer
kendi içine kapanık, diğer cemaatlerle ilişkisini koparmış ve kendi dışında olanları
umursamayan bir tavır takınıyorsa, gettolaşma oluşmuş demektir. Cemaat, bir yerde
bireyin hür iradesini ve seçme haklarını korumak zorundadır4. Cemaat liderleri, bazen
kendi otoritesini korumak için, cemaate yanlış bilgi verebilir ve onları yanlış bir yola
sevk edebilirler.
Dini cemaatlerde, grup büyüyüp genişledikçe insanlar arasındaki bağların
biçimsel hale geldiği söylenebilir. Cemaat büyüdükçe insanların çoğu artık birbirini
tanıyamaz hale gelmekte ve cemaat üyelerinin birbiriyle ilişkileri kitle iletişim
araçlarıyla olmaktadır. Dini cemaat, devamlı en yüksek hedefe ulaşma amacındadır.
Cemaati oluşturan insanların nitelik ve nicelik yönünden gelişmeleri, cemaat
mensuplarının artan bir şevkle çalışmalarına neden olmaktadır. Đlk zamanlar, yalnızca
birkaç kişiden oluşan ve “merkezi otorite” olarak kabul edilen kimselerin ruh hali,
bütün cemaat mensuplarına yansır ve bu durum aynı şekilde devam eder. Zamanla
cemaatin büyümesi ve ilk halkayı oluşturan insanların sahneden çekilmesiyle, birlik,
daha çok yazılı metinler ve eğitsel birtakım araçlarla sağlanabilmektedir.
Dini oluşum veya cemaatlerin ilk plandaki hedefleri; kendi değerlerini muhafaza
etmek, şartların elverdiği ölçüde değerlerini yaymak, belli davranışların
gerçekleşmesini ve bunların kontrolünü sağlamaktır. Dini cemaatlerin, “denemeye açık
1.Oral Çalışlar, “Kapitalizmin Çıkar Hissi, Đnsanın Bireyci Doğasını Olumsuz Yönde Etkiliyor”, Yeni Dergi, S:3,
Haz.–Tem. 1994
2.Ercüment Özkan, “Cemaat Akılları Đpotek Altına Almamalı”, Yeni Dergi, S:3, Haz.–Tem. 1994
3.Aydın, age, s.129
4.Ali Bulaç, “Müslüman Müslüman’ın Aynasıdır”, Yeni Dergi, S:3, Haz.–Tem. 1994
32
olmayan” birtakım değerleri yayma amaçları da bulunmaktadır. Dini cemaatlerin
çoğunun, bir yönüyle, sosyal davranışların tümüne hitap edecek bir dünya görüşü
sunma amacında oldukları da söylenebilir. Bu durum, daha çok “kurtuluş dinleri” için
geçerli olabilmektedir. Dini cemaatlerin, din dışı alanları da etkileme amacında
oldukları bilinmektedir1.
Dini cemaatlerin, genel olarak bireyselliğin ön planda olmadığı ve bir birlik
oluşturma ruhunun hedeflendiği zamanlarda oluştuğu bir gerçektir. Bireysellik adına
meydana getirilmiş kutsal alanın ikinci plana atılması, cemaatin oluşumunu etkileyen en
önemli unsurlardandır2. Bir yönüyle cemaatler; kültürel ve sosyal anomi ve kimlik
bunalımı yaşayan toplumlarda, sivil bir demokratik örgütlenme biçiminde ortaya
çıkmışlardır. Bu cemaatler, dini–politik olduğu kadar resmi olmayan oluşumlardır.
Bunun yanında; tepki ve bazı görüşlerin reddedilmesi esasına göre kurulan cemaatler,
her zaman objektif olamayabilir, birçok açıdan eksikliklerini göremeyebilir, başka
cemaatleri ya da kişileri doğru bir şekilde algılamayabilirler.
Dinin temel esaslarına aykırı olmamak kaydıyla cemaatlerin oluşumu doğal
karşılanabilir. Ancak, dini esaslara aykırı ve birçok konuda yetersiz olan cemaatlerin,
dini temsil etme noktasında görüldükleri ve bundan dolayı da dine karşı bir
güvensizliğin oluşmasına neden oldukları söylenebilir.
Farklı dini cemaatlerin ortaya çıkması; sosyolojik, psikolojik ve epistemolojik
nedenlerden dolayı olmaktadır. Bireylerin coğrafi olarak yerleşim birimi, ekonomik
düzeyi ve eğitim seviyesi cemaate girmede önemlidir. Psikolojik açıdan kişinin iç
dünyası, duygusallık durumu ve hayata bakışı gibi konular cemaate girmede etkili
olurken, epistemolojik açıdan ise bireyin bilgi düzeyi, bilgilenme süreci ve imkânı
cemaate katılmada etkili olabilir.
Dini cemaatlerde kişinin hareketleri, düşünceleri bazı yönlerden cemaatten
bağımsız değildir. Kişi cemaate girerken, belli yaptırımları peşinen kabullenmiştir.
Kişiden devamlı olarak belli bir dinamizm, hareket, aksiyon istenilmektedir. Bu
yönüyle dini cemaatler, gelişme halindeki gruplaşmalar olarak ele alınabilir. Mensup
olunan dini cemaatin esaslarının reddedilmediği durumlarda, kişi birden fazla dini
cemaatin üyesi olabilir.
Bazı din sosyologlarına göre, Đslam dini yardımlaşmaya o kadar önem vermiştir
ki; yardımlaşmanın ele alındığı konular, Allah’a karşı yapılması gereken görevler kadar
geniştir. Yardım düşüncesi, dini cemaat oluşumunu hızlandıran bir unsur olarak
görülmektedir3.
Kur’an, küçük toplulukları reddetmemekle birlikte, büyük topluluğu, ulaşılması
gereken hedef olarak görmüştür. Hadislerde, ilahi yardımın cemaat üzerinde olduğu
1.Günter Kehrer, Din Sosyolojisi, (Çev.: Semahat Yüksel), Kubbealtı Neşriyat, Đst., 1991, ss.52–53
2.Yasin Aktay, “Verili Şartlara Uyum Gösterme Yarışı Hayır ve Takvada Yarışmanın Önüne Geçti”, Yeni Dergi,
S:3, Haz.–Tem. 1994
3.Yümni Sezen, Đslam Sosyolojisi, Turan Kültür Vakfı Yay., Đst., 1994., s.88
33
vurgulanırken, rahmetin cemaatte ve azabın ise ayrılıkta olduğu bildirilmiştir. Dini bir
cemaate katılan kişi, yeni değerler sistemi ile bütünleşir hale gelmektedir. Đslam’da,
cemaat bağının dini yapısının çok güçlü olduğu ifade edilir. “Cemaat bağı” yerine “kitle
duygusu” tabirinin kullanılmaması gerektiğini, çünkü Đslam’da dinin bir yaşam tarzı ve
yaşam koşulu anlamına geldiğini belirtir. Đslam’ın yalnızca bir din olmadığı, aynı
zamanda güçlü bir sosyal kimlik aracı olduğu da ifade edilmektedir1.
Đslam’daki kolektif hareketin en önemli yönünün; inananları birbirine bağlayan,
kendi kendisinin varlığının bilincine sahip olmasını sağlayan ve yine onu cemaat haline
getiren bağın varlığı olduğu belirtilir. Kişi, bilgi yönünden hangi aşamada olursa olsun,
bu bağın farkındadır ve kişi böyle bir cemaate mensup olmaktan dolayı huzurludur.
Mardin, kişinin doğrudan ve duygusal olan cemaat bağından destek bulduğunu belirtir2.
Kur’an’da belirtilen ve Đslam toplumu arasında yaygın olan cemaatlerin, oluşumu
ve adlandırılması çoğu zaman kabilevi unsurlara göre olmamaktadır. Kur’an’ın,
kabilevi unsurlara dayanmayan bir esas üzerinde cemaatlerden bahsetmesi ve kabilevi
esaslar dışında bir zemin üzerinde birleşmeyi istediği dikkat çeker3. Kur’an’ın, insanlar
arasındaki tek geçerli anlaşma yolunun kabileden geçtiği bir ortamda, daha çok inanç
birliğine dayanan ve kabile unsurunu da ihmal etmeyen bir cemaat yapısını idealize
ettiği söylenebilir.
Đslam tarihi incelendiğinde, dini kurumların oluşmaya başladığı dönemlerde ve
yükseliş dönemlerinde, cemaatlerin daha çok tarikatlar biçiminde geliştiği
görülmektedir. Đslam toplumlarında gerileme dönemlerinde ise, daha çok “kurtuluş”,
“ıslahat”, “ihya” hareketleri şeklinde örgütlenmeler olmuştur4.
Cemaatleşme, modern toplumlarda daha çok önem kazanmaktadır. Sanayi
toplumlarında birçok alanda, cemaat karakteri taşıyan grupların olduğu belirtilir5.
Modernleşmeyle birlikte dini duyguların uyanışa geçtiği görüşü de kabul görmektedir6.
Bu uyanış hareketleri, dini cemaatlerin oluşması açısından yaşamsal öneme sahiptir.
Şehirlerde dini cemaatlerin yaygın olması, bu oluşumların “moral değerlerin
yuvası” olmasıyla açıklanabilir. Dini cemaatler, şehir ortamında kişilerin, özellikle
ahlaki sorunlar karşısında “güçlü” olmalarını sağlayan bir güven telkin etmektedirler7.
3.5.Dindarlık ve Modern Yaşam
Batı’da sosyolojinin ortaya çıkması; burjuva ihtilalleri veya daha doğru bir
1.Yümni Sezen, Đslam Sosyolojisi, ss.56–86
2.Şerif Mardin, Din ve Đdeoloji, Đletişim Yay., Đst., 1993., ss.76–77
3.Rıdvan Seyyid, Đslam’da Cemaatler Kavramı, Endülüs Yay., Đst.,1991, ss.31–32
4.Đlhami Güler, “Ferdiyetin Ontolojik Önceliği ve Cemaatlerin Meşrutiyet Sınırı”, Yeni Dergi, S:3, Haz.–Tem.
1994
5.Yümni Sezen, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar, s.20
6.Türkdoğan, Orhan, “Günümüz Türk Sosyolojisinin Dinamikleri”, Türkiye Günlüğü, S:39, Mart–Nisan 95
7.Ali Yaşar Sarıbay, Postmodernite, Sivil Toplum ve Đslam, Đletişim Yay., Đst. 1994, s.203
34
deyişle endüstri ihtilaline bağlanmaktadır. Daha sonra sosyoloji, ortaya çıkışına sebep
olan bu unsuru inceleme yoluna gitmiştir. Endüstri devrimi ile ortaya çıkan sorunlar ve
ilişkilerde meydana gelen değişmeler, sosyolojinin çalışma alanını oluşturmaktadır1.
Din de, incelenen konuların başında gelmektedir. Günümüzde de din konusu, birçok
toplumbilimcinin ilgisini çekmiş ve sonuçta onu inceleme gereği duymuşlardır.
Dinin sosyal önemiyle ilgili, klasik sosyoloji teorilerinin belli başlı temalarından
biri, sosyal değişim süreci içinde dinin, diğer kurumlardan ayrılmaya doğru gittiğidir2.
Ancak, günümüz toplumlarındaki gelişmeler, bu görüşün tam olarak
desteklenemeyeceğini göstermektedir. Öte yandan din, bir yönüyle endüstri
devriminden sonra meydana gelen oluşumların anlaşılmasında önemli bir unsur olarak
ele alınmaktadır. Nasıl ki endüstri devrimi, sosyolojinin doğuşunu sağlamış ve
sosyoloji, birinci derecede endüstri konusunda yoğunlaşmışsa, ikinci derecede de
araştırma konusu din olmuştur3.
Yaygın olan bir görüşe göre, endüstrinin ortaya çıkması ile birlikte din olgusu
ikinci planda kalmış ve din “aşılmış”tır. Özellikle Comte, sosyolojinin ortaya
çıkmasıyla dinin aşıldığını belirtmektedir. Saint–Simon ve Marx da, bu görüşü
destekler düşünceler ileri sürmüşlerdir. Comte’un “yeni bir din” kurma düşüncesi;
sosyolojinin doğuşuyla, bilinen dinlerin sona erdiği görüşüne dayalıdır4. Comte, sosyal
statik unsurları içinde ele almış olduğu dinin, pozitif aşamada farklı bir anlam
kazanacağını belirtir. Din, görevini bitirip tarih sahnesinden çekildikten sonra, pozitif
felsefeye uygun olan bir dinin, yani “insanlık dini”nin yaygınlaşacağından bahseder5.
Buna karşılık Weber, ileri sürdüğü sekülerleşme kuramına göre; halkların
kiliseye karşı ilgisinin giderek azalacağını ve dolayısıyla da dinden uzaklaşılacağını ima
etmektedir6. Sosyal gerçeklikle din arasındaki karşılıklı ilişkiler üzerine yapılan çeşitli
araştırmalarda; her çevrede, şehir ve köyde, birtakım meslek gruplarında, siyasal
mensubiyete, yaş, eğitim ve toplumsal tabakaya göre farklı hızlarda kiliseye
mensubiyette bir azalma olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Weber, Yinger, Lenski,
Acquaviva, Luckman, Berger, Sorokin). Bazı bilim adamları; şehirleşme ve
sanayileşmeye özel önem verirken, bazıları ise; daha çok toplumsal hareketlilik
üzerinde durmuşlardır7. Bu düşünürlerin görüşleri, sosyolojik arenada bugün de
tartışma konusudur.
Modern sanayi toplumları olarak ele alınan Batı toplumlarında, mesleki ve
sosyo–ekonomik durum, dine karşı ilginin derecesinde etkili olmaktadır. Dinin; üst
1.Baykan Sezer, Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı, ĐÜ Ed. Fak. Yay., Đst., 1981, ss.14–15
2.Beckford, age, s.7
3.Sezer, age, ss.15–17
4.Sezer, age, s.15
5.Kızılçelik, age, s.66
6.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s.38
7.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, ss.15–16
35
tabakaların hareketlerini meşrulaştırıcı bir görevi olduğu ve işçi kesiminin dine karşı
ilgisiz kaldığı ifade edilmektedir. Böylesi bir durumun meydana gelmesinde kilisenin,
işçilerin istek ve beklentilerine cevap verememesinin etkili olduğunu belirtmektedir1.
Şehirleşmenin ortaya çıkmasıyla birlikte, kırsal kesimden kentsel alanlara doğru
büyük bir göç yaşanmıştır. Kent yaşamı, kırsal yaşama göre birçok konuda farklılık arz
etmiş olduğundan, cazibe merkezleri olma durumunu devamlı olarak korumuşlardır.
Şehirleşmeyle birlikte geleneksel dindarlık, yavaş yavaş önemini yitirmiş ve şehre özgü
bir din anlayışı oluşmaya başlamıştır. Dinlerin doğuş yerleri daha çok şehirler olurken,
daha sonra kırsal kesimde yaygınlaşmışlardır2. Şehirler önceleri, dinin ortaya çıkması
ve yaygınlaşmasında önemli bir mekân iken, günümüzde bu merkezlerin, dinlerin
yozlaşmasında büyük bir etki sahibi oldukları söylenebilir. Kırsal kesimde
modernleşme ve diğer yeni anlayışların etkisi daha geç yayıldığından bu yöreler, dinin
“saf” haliyle yaşandığı yerler olarak değerlendirilmektedirler.
Fransa’da yapılan bir araştırmaya göre, kentsel alanlarda dine karşı genelde bir
gevşeklik olmasına karşın, kırsal bölgelerde dini pratiklerin daha fazla yerine getirilmiş
olduğu dikkat çekmektedir3.
Sosyo–politik faktörler açısından bakıldığında, modern sanayi toplumlarında din
ile din dışı alan tamamen birbirinden ayrılmıştır. Din, daha çok kişisel bir seçim ve
vicdan işi olarak görülmektedir4. Kente özgü birtakım değişmeler yüzünden, dini
gereklerin hepsi yerine getirilemeyince din, daha çok “ahlakilik” şeklinde anlaşılmakta
ve bir vicdan sorunu olarak görülebilmektedir5.
Đnsanın inançlarındaki gerileme eğiliminin; teknik ilerleme ve rasyonel bir
planlamanın sonucu, ileri derecedeki sekülerleşmeden kaynaklandığı belirtilmektedir.
En muhafazakâr olarak bilinen ülkelerde bile sekülerleşmenin varlığından
bahsedilmektedir. Örneğin; Đngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, halkın %80’i
Allah’a inanmakla beraber, bunların %29’u Allah’ı bir şahıs olarak anlamakta, bunun
yanında %35’i ise, inancı bir “hayat hamlesi” veya “ruh çeşidi” olarak
algılamaktadırlar. Batı’da ortaya çıkan bu sekülerleşme, daha çok Rönesans’a
bağlanmaktadır. Rönesans; birçok alandaki dini norm, değer ve inanç sistemlerini
dışlamış ve bunların “kalıplaşmalarına” ve dünyevileşmelerine neden olmuştur6.
Protestan ahlakı ve kapitalizm ilişkisi ile ilgili olarak şunlar belirtilmektedir;
Kalvenizm öğretilerinin bir gereği olarak, kişi çalışmak suretiyle ekonomik bir başarı
elde etmekte ve zamanla çalışma azmini uyandıran bu inanç, bağımsız bir hal
almaktadır. Bu aşamadan sonra, bahsedilen değerlerden uzaklaşılmakta veya dinden
1.Ünver Günay, “Modern Sanayi Toplumlarında Din II”, Erciyes Üniv. ĐF Dergisi, S:4, 1987?
2.Ünver Günay, “Modern Sanayi Toplumlarında Din II”
3.Ünver Günay, “Modern Sanayi Toplumlarında Din–I”, Erciyes Üniv. ĐF Dergisi, S:3, 1986
4.Ünver Günay, “Modern Sanayi Toplumlarında Din II”
5.Tezcan, age, s.187
6.Orhan Türkdoğan, “Batı ve Türk Toplumunda Yeni Dinî Hareketler”, Kitap Dergisi, S:86, Şubat–Mart 1997
36
kaynağını alan bu anlayış ve inanç sisteminin reddedilmesi yoluna gidilmektedir.
Rönesans, kilisenin insanlara sunduğu temeller üzerinde yükseleceği yerde, daha çok
hümanist değerleri esas almış ve insanı, en mükemmel bir varlık olarak tanımlamıştır.
Bu anlayış sonucu; Tanrı’ya ihtiyacın kalmadığı ve insanın kendi kendine yeteceği
düşüncesi hâkim olmuştur. Bu düşünce, Aydınlanma Çağı düşünce sistemi ve
pozitivizmle tam olarak uyuşmaktadır1.
Batı düşüncesindeki sekülerizmin sonucu, soyut bir kavram ya da metafizik bir
yönelme olarak belirlenebilecek “sosyal ahlak” normları, dinin yerini almaya
başlamıştır. Dinin, kişinin yaşamına anlam katan ve ölümden sonra bir hayat beklentisi
içine girmesine yardım eden kişisel ve bunun yanında siyasal, ideolojik, kültürel ve
toplumsal kimliğin oluşumunu sağlayan bir kamusal işlevi vardır2. Ancak, sanayileşmiş
toplum olarak ele alınan ABD’nin, dindarlık bakımından da en yüksek düzeylerde
olduğu belirtilmektedir. Modernleşme sürecine paralel olarak, belli bir dindarlaşmanın
ve kiliseye devamın olduğu görülmektedir. ABD’deki dindarlaşma sürecinde göç,
sanayileşme, zencilerin durumu, orta sınıf ve modern yaşam tarzının olumlu veya
olumsuz birtakım etkilerde bulunduğu belirtilmektedir. Yapılan bir araştırmada,
Amerikan toplumunun, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, tedrici olarak
dindarlaştığı sonucuna varılmıştır. Buna göre, 19. yüzyıl boyunca; “militan
materyalist”, “ateist”, “serbest düşünür” ve “agnostik” olan toplum, bu yüzyılda bir
dindarlaşma sürecine girmiştir. Kiliseye devam sıklığında bir düşüşün göze çarpmasına
karşın, kiliseden bağımsız bir dindarlaşmanın, hissedilir derecede yüksek olduğu
tespitine ulaşılmıştır3. Buna göre kilise, daha çok siyasal yaşamdaki tercihlerde aktif rol
oynamaktadır4. Öte yandan; Hinduizm, Budizm ve Şintoizm gibi dinlerin yaygın
olduğu toplumlarda, dini bir canlanmadan bahsedilmekte ise de, “ölü kültür” olarak
adlandırılan bu dinlerin, insanları etkileme yönünden daha zayıf kaldıkları
bilinmektedir. Buna karşılık, Yahudilikte durum biraz farklıdır. Başka ırk ve dinden
insanlara kapalı olan bu dinin, bir yönüyle manevi öğretiden sıyrıldığı ifade
dilmektedir5.
Dünyanın belli başlı sanayileşmiş ülkelerinden olan Japonya’da, şehirleşme ve
modernleşme paralelinde, dine karşı bir ilgisizlik gözlemlenirken, bir yönüyle de
dindarlaşmanın boyutlarındaki bir artışa dikkat çekilmektedir. Yeni dini grupların
ortaya çıkması ve belli bir büyüklük kazanması buna örnek olarak verilebilir.
Geleneksel din anlayışının ortadan kalkmaya başladığı ve dini pratiklerin daha sınırlı
bir hale geldiği görülmektedir. Japon toplumu, her zaman geleneklerine sahip çıkan bir
toplum olarak bilinirken, din konusunda aynı şeyi söylemek imkânsızdır. 1965 yılında
1.Orhan Türkdoğan, “Batı ve Türk Toplumunda Yeni Dinî Hareketler”
2.Orhan Türkdoğan, “Batı ve Türk Toplumunda Yeni Dinî Hareketler”
3.Ünver Günay, “Modern Sanayi Toplumlarında Din–I”
4.M.Emin Köktaş, Din ve Siyaset–Siyasal Davranış ve Dindarlık, s.177
5.Ali Bulaç, Din ve Modernizm, Endülüs Yay., Đst., 1991, s.218
37
yapılan bir araştırmada, halkın %35’inin dinine bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak,
genelde sanayileşmenin, seküler bir hayat yaşanmasına neden olduğu söylenebilir1.
Global anlamda, dinin kritik yarım asrında (1934–1984), dinler arasında bir
karşılaştırma yapılmış ve hangi dinlerin en hızlı bir şekilde büyüdüğü tespit edilmeye
çalışılmıştır. Bu artışlar, dinlere göre şöyledir2: Budizm %63, Hinduizm %117,
Hıristiyanlık (genel) %47, Đslam %235, Judaizm %4, Katoliklik %70, Konfüçyanizm–
Taoizm %13, Ortodoks %36, Protestan %57, Şintoizm %152.
Dini kurumların sekülerleşmesi sonucunda, mevcut yapıya karşıt bir tutum
takınıldığı ve sonuçta birçok Batı ülkesinde, dini yaşam içine girme isteğinin kitleler
arasında tekrar yaygınlık kazanmaya başladığı belirtilir. Buna göre, yeniden
dindarlaşma veya dine yönelme denilen bu oluşum sonunda; “iktisadi devlet yönetimi
ve radikal ferdiyetçilik”, “dinden sapmalar, özellikle cin ve şeytanlarla uğraşan
alanlardan canlı sanatlara (edebiyat, şiir ve resim) yönelme” ve “cennet ve cehenneme
olan inançların yıkılması ve öteki dünyaya ait boşluk veya hiçlik korkusu sonucunda
kitlelerde nihilizm bilincinin ortaya çıkması” şeklinde sosyal eğilimler gelişme
göstermiştir3.
Gallup’un 1988 yılında yapmış olduğu bir araştırmada, görüşülenlerin %59’unun
örgütlenmiş bir dinden çok, bireysel dini anlayışları tercih ettikleri ortaya çıkmıştır. Bu
konuda, kiliseden şikâyet edilmektedir4. Bireyselleşme, sanayileşmeyle paralel olarak
meydana gelmiş ve kişiler dini pratiklerden ve dini yaşayıştan soyutlanmışlardır5.
Birçok olumlu özelliklerine rağmen, sanayi toplumlarında dinin gerçek yerini
bulamamasının en büyük nedenlerinden biri; modernleşmenin getirdiği rekabet
ortamında insanların mekanize olması, insancıl değerlerden uzaklaşması ve ruhsal
değerlere gereken zamanın ayrılmamasıdır. Japonlar, buna örnek olarak verilebilir.
Budizm’in, toplumsal yapıda belli birtakım yaptırımlar getirmemesi ve çalışma hayatını
etkilememesi bakımından, kabulü daha kolay olmaktadır. Đslam içinse, böyle bir şey
söylemek mümkün değildir6.
Modernliğin gerçek probleminin inanç noktasında olduğunu belirtilir.
Toplumların dinle bağlantısının koparılması sonucu, birtakım dünyevi anlam
sistemlerinin devreye girip bu problemleri çözme yolunda gayret gösterdiğini ileri
sürmektedir. Ancak, bunların manevi krizi çözemeyeceğini, dini bir canlanmanın
nesiller arası bir sürekliliği sağlayacağını ve mevcut sorunlara çözümün bu yolla
1.Ünver Günay, “Modern Sanayi Toplumlarında Din–I”
2.Ahmed Deedat, The Choice: Đslam and Christianity, IPCI, Republic of South Africa, 1993, s.133
3.Orhan Türkdoğan, “Batı ve Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler”. Ayrıca bkz. Lord Nortbourne, Modern
Dünyada Din, (Çev.: Şehabettin Yalçın), Đnsan Yay., Đst., 1995
4.John Naisbitt–Patricia Aburdene, Megatrends 2000, (Çev.:E.Güven), Form Yay., 1990, ss.249–251
5.Orhan Türkdoğan, “Batı ve Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler”
6.K. Olgun, “Islam in Japan”, The Fountain, Apr–Jun., Vol.2, No:18, 1997, ss.33–36
38
getirileceğini ifade etmektedir1. Özellikle Batı’da, dinde tabiatüstü inancının
yıkılmasının bir sonucu olarak, kültür ve değer sistemi sarsılmış, birtakım sosyal
patlamalar ve davranış bozuklukları meydana gelmiştir. Batı’da yaygın olan punk–
dazlak gibi alt kültür gruplarının sapma davranışları ve birtakım yeni dini hareketler bu
çeşit bir sekülerleşmeye örnek olarak verilebilir2.
Tüketim kültürüyle birlikte, kutsallığın karanlığa gömüleceği düşüncesi bir
yönüyle anlamsız gibi görünmektedir. Bu düşünce, birçok teoriye ters düşse bile,
gerçekler, bu noktada birleşilmesini gerekli kılmaktadır. Bunda, kutsalın çerçevesinin
daha geniş tutulmasının da etkisi olabilir. En küçük kutsallığı olan şeyler bile, bu
çerçeve içinde ele alınabilir. Tüketim kültürünün, ortadaki mallar açısından bir bolluk
veya çokluk gibi bir sonucu doğurması bile, kutsallığın tamamen ortadan kalkması için
yeter sebep olarak ele alınamaz3.
3.6.Dindarlık ve Medya
Đnsanın başka insanlara ulaşması ve aralarında bir ilişkinin kurulmasında, hiç
şüphesiz en önemli unsurlardan biri kitle iletişim araçları olmaktadır. Bu araçlar
vasıtasıyla insanlar, kendi düşüncelerini başkalarına “iletme” ve “kabul ettirme”
imkânına kavuşmaktadırlar. Bu araçlar sayesinde, kişilerin her türlü düşünce, duygu ve
davranışları diğer insanlara iletilmektedir.
Kitle iletişim araçları; görüş ve inançların biçimlenmesinde, yaşama
alışkanlıklarının değiştirilmesinde ve davranışların yönlendirilmesinde büyük öneme
sahiptirler4.
Đletişim araçları zamandan zamana değişebilmektedir. Bu araçlar; mektup,
ferman, kitap, dergi, gazete, ajanslar, radyo, TV, bilgisayar vb. biçiminde
sıralanabilirler. Medya kavramı, günümüzde daha çok gazete, radyo ve TV için
kullanılmaktadır.
Geçmişe göre günümüzde, mesajın kitlelere ulaşması daha kolay
gerçekleşmektedir. Gazete, dergi ve kitap; radyo ve TV’ye nazaran daha kalıcı unsur
olmanın yanında, radyo ve TV kadar etkili değildirler. Radyo ve TV’den gelen
mesajların alınması daha kolay olmaktadır. Bunun yanında günümüzde, artık yaşamın
bir parçası haline gelen bilgisayar ve bilgisayar ağlarının da (internet gibi) etkileme
açısından büyük bir öneme sahip olduğu belirtilmelidir. Özellikle günümüzde yaygın
hale gelen ve hem ulaşmış olduğu kitle ve hem de kısa zaman diliminde vermiş olduğu
mesaj açısından TV ve uydu sistemleri, uzun bir dönem boyunca verilen mesajların
toplamından daha fazla bilgi verme ve etkileme gücüne sahip olmuşlardır. Dünyanın
“küresel köy” haline gelmesinde temel etkili faktörlerden biri, bu iletişim araçlarıdır.
1.Featherstone, age, s.192
2.Orhan Türkdoğan, “Batı ve Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler”
3.Featherstone, age, ss.200–201
4.Korkmaz Alemdar–Raşit Kaya, Kitle Đletişiminde Temel Yaklaşımlar, Savaş Yay., Ank., 1983, s.48
39
Đnananlarına manevi tatmin verme ve kurtuluşa kavuşturma amacında olan
dinlerin, kitle iletişim araçlarından faydalandıkları bilinmektedir. Dinlerin birçoğu,
başka insanlara ulaşma ve dini mesajı onlara iletmeyi bir görev olarak
algılamaktadırlar. Daha büyük kitlelere ulaşılma imkânı olduğundan dolayı,
günümüzdeki birçok kitle iletişim aracının, dini mesajların yaygınlaşması için
kullanıldığı bilinmektedir.
Günümüzde kitle iletişim araçlarından bilgi almaya çalışan insanların durumu,
kabile toplumlarında din adamlarını dinlemek için toplanan insanlara benzetilmekte,
bütün insanlar, kitle iletişim araçları sayesinde “dünya köyü”nün üyeleri durumuna
geldikleri belirtilmektedir1.
Tüketim kültürünün üretilme araçlarından biri olan televizyonun, kutsalı
önemsizleştirici bir etkiye sahip olduğu ve seyredenlere bir “şenlik havası” verdiği ifade
edilmektedir. Taç giyme törenleri, krallık düğünleri, devlet cenaze törenleri gibi dini
faaliyetlerin televizyonda gösterilmesinin belli bir uzlaşma sağlayabileceği ve kutsallık
duygusunu yeniden kazandırabileceği yorumu yapılmaktadır. Geleneğin yeniden
canlandırmasından dolayı, televizyonun fonksiyonunun küçümsenmemesi gerektiği
üzerinde durulmaktadır2.
Gündelik hayatta, TV gibi birtakım iletişim araçlarının, yoğun bir heyecan
yaşanmasına neden olacağı, bu durumun “akışkan duyulanma” ortaya çıkaracağı ve bu
faaliyetlerle insanlar arasında bir “perçinlenme”nin söz konusu olacağı
belirtilmektedir3. Çünkü “bir konuşmayı konuşmacının huzurunda dinlemek, aynı
sözleri kendi özel dünyamıza gömülmüş halde, yalnız başımıza okumaktan tamamen
farklı bir duygu” vermektedir4.
Özellikle ABD’de teknolojinin sunmuş olduğu olanaklardan, din adamları
mümkün olduğunca yararlanmaya çalışmaktadırlar. Çünkü yüksek teknoloji, “dinin
yüksek iletişimi”ne hizmet etmektedir. Çoğu zamanlarını dini yayınlara ayıran, birçok
TV’nin kabarık bir seyirci kitlesi vardır. Protestan vaizlerin yoğun olarak
gerçekleştirdikleri bu dini programların, ister para kazanmak amacıyla ve isterse de
insanlardaki dini duyguları harekete geçirmek amacıyla yapılmış olsun, kendi
alanlarında büyük başarılar elde etmiş oldukları inkâr edilemez bir gerçektir. Đletişim
bilimcilere göre, “televizyonun eğitime yapabileceği hizmeti kavramada, vaizler
öğretmenlerden daha ileride”dirler5.
Amerika’da, 24 saat yayın yapan birçok dini TV kanalının olduğu bilinmektedir.
Vatikan’ın bir TV kanalı vardır. Bunun yanında, Avrupa’nın hemen birçok ülkesinde,
sırf dini yayın yapan TV kanalları faaliyet göstermektedir. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde,
1.Martin Esslin, TV Beyaz Camın Arkası, (Çev.: Murat Çiftkaya), Pınar Yay., Đst., 1991, ss.11–12
2. Featherstone, age, s.200. Ayrıca bkz. Sadık Yalsızuçanlar, Televizyon ve Kutsal, Timaş Yay., Đst., 1997
3.Featherstone, age, s.200
4.Esslin, age, s.11
5.Naisbitt–Aburdene, age, s.253
40
4 saatten az dini yayın yapan bir devlet TV’sinin bulunmadığı belirtilmektedir1. Öte
yandan, dini mesajın ulaştırılmasında, kitle iletişim araçlarının kullanılmasının olumsuz
birtakım etkileri de olabilir. Burada önemli olan, verilen mesajın niteliği ile iletişim
aracı arasında bir uyum olup–olmadığıdır. “Aracın kendisi mesajdır” ilkesi gereğince,
eğer mesajla iletişim aracı arasında bir uyum yoksa mesajda bir değişim ve
deformasyonun olması kaçınılmazdır2.
Günümüzde, gelişmiş kitle iletişim araçlarıyla insanlara ulaşmaya çalışan dini
teşkilat ve cemaatler vardır. Gazete, dergi, radyo ve televizyon, bunların başlıcaları
olarak ele alınabilir. Bu araçlar sayesinde, dini mesajın daha geniş kitlelere yayılma
imkânı sağlanmış olduğu gibi, teşkilat ve cemaat mensuplarıyla da aynı anda bir
iletişim kurulabilmektedir. Đnternet, dini mesajların iletilmesinde kullanılan en yeni
iletişim biçimi olarak, insanlığın gündemine girmiş bulunmaktadır.
3.7.Din Bürokrasisi
Bürokrasi; “her biri uzmanlaşmış bir fonksiyonu yerine getiren çok sayıda birey
arasındaki işbirliğinin sürekli örgütlenmesi”3 şeklinde tanımlanabilir. Yine, bürokrasi;
“uzmanlaşma esasına dayalı, hiyerarşik ilişki ve biçimsel kurallara göre düzenlenmiş
büyük ölçekli örgüt”4 biçiminde ele alınmaktadır.
Dursun, bürokrasi kavramını, “aynı amaca yönelmiş çok sayıda kişinin ve işin
fonksiyonel şekilde örgütlenmesiyle vücut bulan hiyerarşik yapıdaki örgüt”5 olarak
tanımlar.
Belli bir alanda örgütlenme ve uzmanlaşma, devlet yönetiminde olduğu gibi,
diğer birçok kurumda da olmaktadır. Din de, bu kurumlar içinde ele alınabilir. Dinin
belli kuralları gereği, bir yapı oluşmakta ve bu yapı zamanla çok karmaşık bir hal
kazanmaktadır. Bu karmaşıklığın giderilmesi için, belli bir örgütlenmenin varlığı
gerekli olmaktadır. Özellikle heterojen toplumlarda, bu örgütlenmenin varlığı ve işleyişi
çok daha büyük önem taşır.
Din, daima ilk doğduğu zamanki gibi basit bir yapıda kalmaz ve o dine
inananların sayısı arttıkça, bir kurallar bütününe ihtiyaç duyulur. Din, zamanla diğer
kurumlarla ilişki içine girer ve karşılıklı bir etkileşim yaşanır. Dine ait kurallar
paralelinde bir örgütlenme ve yönetim, artık bu aşamada kaçınılmaz olur. Oluşan bu
örgütlenme şekli daha çok “din bürokrasisi” kavramıyla ifade edilmektedir.
Din bürokrasisi kavramıyla, “din ve dini grupların bürokratik yöntemlerle
örgütlenmelerinden doğan yapı”1 kastedilmektedir. Bu çalışmada, din bürokrasisi
1.Mustafa Đskurt, “Diyanet Televizyonu”, I. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri (1–5 Kasım 1993) II, DĐB Yay.,
Ank., 1995
2.Yalçın Akdoğan, “Statükocu TRT ve Đslamcı Radyo–TV’ler”, Yeni Zemin, S:9, Eylül 1993
3.Sezgin Kızılçelik–Yaşar Erjem, Sosyoloji Terimler Sözlüğü, Göksu Matbaası, Konya, 1992
4.Demir–Acar, age
5.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.13
41
kavramı çerçevesinde, din alanındaki resmî örgütlenmeler yanında, bazen de özel dini
örgütlenmeler üzerinde durulacaktır. Bunun yanında din–devlet ilişkileri, ibadet edilen
yerlerin örgütlenişi ve bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan dini kurumlar ve
faaliyetleri, dini eğitim–öğretim faaliyetleri ve bunun gibi dinin etkisi altında olan
alanlar ele alınmaya çalışılacaktır. Ayrıca, din bürokrasisiyle yakından ilgili olması
bakımından, özellikle “Đslam ve Din Bürokrasisi” ve “Cumhuriyet Öncesinde Din
Bürokrasisine Genel Bakış” başlıkları altında, yargı ve fetva verme konularına da yeri
geldikçe değinilecektir.
Bir dinin örgütlenmesini, yani dini bürokrasinin oluşmasını gerekli kılan birtakım
unsurlardan söz edilebilir. Bu unsurlardan birincisi, dini örgütlerin büyüklüğüdür.
Dinler, ortaya çıktıkları ilk dönemlerdeki gibi sadeliğini koruyamazken, dine
inananların sayısı da aynı kalmaz. Zamanla, inananların sayısının artmasına paralel
olarak, örgütlenme kaçınılmaz bir hal alır. Büyüklük; bürokratik örgütlenmenin birinci
koşulu olarak ele alınır. Đkincisi, dinin genişleyici bir karakterde olmasıdır. Bir dine
inanan insanların, dinlerini yayma amacında olmaları, örgütlenmeyi kaçınılmaz
kılmaktadır. Üçüncüsü, dine karşı olan hareketlere tepki göstermek, saldırılara karşı
kendini korumak ve talepleri karşılamaktır. Din, örgütlenmek suretiyle, kendine karşı
olan hareketleri bertaraf eder. Dördüncüsü; dinin, sosyal hayatta oynadığı rolleri yerine
getirmesidir. Sosyal hayatta dinden kaynaklanan bazı kurum ve davranışlarda, sistemli
bir devamlılığın olması, dini örgütlenmeyle mümkündür. Bir dine inanan insanların
sosyalleştirilmesi, inananlar arasındaki birtakım olumuz durumların düzeltilmesi ve
belki de en önemlisi, ibadet ve ayinlerin yerine getirilmesi, örgütlenmiş bir dinle
gerçekleşir2.
Din bürokrasisi kavramı çerçevesinde, din–devlet ilişkileri de büyük bir önem
taşır. Din bürokrasisinin oluşumunda önemli bir yeri olan din–devlet ilişkilerinin
niteliğine göre, dört farklı yönetim tarzının oluşmuş olduğu görülmektedir. Bunlar;
teokrasi, gallikanizm, liberalizm (laiklik) ve konkordato (anlaşmalı) sistemi olarak
sıralanabilir. Devletin, dini kurallara göre yönetilmiş olduğu teokraside, devletin
benimsediği dine inananların, din ve vicdan hürriyeti konusunda herhangi bir
problemleri yoktur. Ancak, diğer dinlerden olanların dini hürriyetleri konusu
tartışılmaktadır. Bu sistemde daha çok, devlet ve din adamlarının hoşgörüsü nispetinde
dini bir özgürlük alanının oluştuğu görülmektedir3.
Devletin dine egemen olduğu gallikanizmde (Bizantinizm) ise, din ve vicdan
hürriyetinin sınırlarını, devletin felsefesi ve temel kuralları belirler. Devletin kurallarına
aykırı şeylerin yapılması söz konusu olmadığından, burada bir hürriyetten söz etmek
anlamsızdır4.
1.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.17
2.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.32–34
3.Ömer Faruk Harman, “Din”, ĐA, C:9, TDV Yay., Đst., 1994; Ayrıca bkz. Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yay.,
Đst., Tarihsiz
4.Harman, agm
42
Liberalizm olarak adlandırılan sistemde ise, devlet ve din, görünüşte ayrılmış bir
görüntü sergilemektedir. Ancak, din lehine bir gelişme olması ve devletin işleyişini
etkilemesi söz konusu olduğunda, devletin müdahalesi söz konusudur. Dolayısıyla, tam
bir din ve vicdan hürriyetinden çok, kısmî bir özgürlük mevcuttur. Bu sistemde
hürriyetler, devletin devamına zarar vermeme koşuluna bağlanmıştır1.
Dördüncü olarak konkordato sisteminde, bir ülkede yaşayan din önderleriyle bir
anlaşmaya varılmaktadır. Anlaşmanın tek taraflı bozulması halinde ise, bu durum,
devletler hukukuna aykırı sayılmaktadır2.
3.7.1.Đslam ve Din Bürokrasisi
Mezopotamya–Akdeniz havzasının, çoğu dönemlerde medeniyetlerin ortaya
çıkmasındaki rolü büyük olmuştur. Bu havzada ilginç olan bir başka yön ise, kurulmuş
olan medeniyet ve devletlerin çoğu zaman din ve kutsallıkla irtibatlı olmasıdır. Burada;
siyasal, ekonomik, bireysel, toplumsal vs. bütün alanlarda, devletin şekillendirici bir
konumda olduğu dikkat çekmektedir3. Bilinen ilahî dinlerin burada doğmuş olması da
tesadüfî değildir. Đslam kaynaklarında, peygamber gönderilmemiş hiçbir toplum
olmadığı belirtilmektedir. Günümüzdeki semavi dinlerin merkezinin burası olması, bu
bölgeye gelen peygamber sayısının da fazla olmasını akla getirmektedir. Yahudilik,
Hıristiyanlık ve Đslam dini, bu bölgeden doğmak suretiyle, dünyanın diğer bölgelerine
yayılmıştır. Günümüzde yaşayan haliyle, bu ilahî dinlerin ortaya çıktıkları dönemlerden
farklı bir şekilde yapılanmış ve örgütlenmiş oldukları görülmektedir.
Đslam ve din bürokrasisi başlığı altında; özellikle Đslam Peygamberi, Dört Halife,
Emevi ve Abbasi dönemlerindeki dini örgütlenmeye kısaca değinilecektir.
Đlk dönem Đslam toplumundaki sosyal örgütlenmede, kamu bürokrasisinden ayrı
bir din bürokrasisi yoktur. Toplumun gelişmesi ve farklılaşmasına paralel olarak, din
hizmeti veren kurumlar, belli bir örgütleşme içine girmişlerdir. Bu dönemdeki
örgütleşmelerin, birbirinden ayrı olmadığı söylenebilir. Toplumdaki din bürokrasisi
incelenirken siyasal, askerî, yönetsel, ekonomik alanlardaki örgütlenmeler üzerinde
durmak bir yönüyle kaçınılmaz olmaktadır4.
Đlk dönem Đslam toplumunda yasama, yürütme ve yargı görevlerinin yanı sıra,
halkın inanç ve ibadetleri ile ilgili fonksiyonlar, tek kişi tarafından yerine getirilmiştir.
Đktidarın meşru olmasının, ancak Allah’ın iradesine uygun hareket etmekle
gerçekleşeceğine inanılmaktadır. Durum böyle olunca, dinin düzenleme alanı içine
devlet de girmektedir. Uzun bir zaman, din ile devlet arasındaki bu uyum devam
etmiştir. Emeviler döneminde ise bu düzenin bozulduğu görülmektedir. Hilafet, bu
1.Harman, agm
2.Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisi, s.104
3.Ahmet Özcan, “Devlet, Gizli Devlet, Derin Devlet”, Değişim, S:49, Ekim 1997
4.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.125–126
43
dönemde, babadan oğula geçen saltanata dönüşmüştür. Din, bu dönemden sonra
iktidarın “meşrulaştırılma”sını sağlayan bir fonksiyon üstlenmektedir1.
Đslam’a göre Allah, insanlara yerine getirmesi için, birey ve toplum olarak
birtakım görevler vermiştir. Toplumun yerine getirmesi gerekli olan görevler, sivil ve
resmi teşkilatların faaliyet alanı içine girmektedir. Verilen görevlerin yerine getirilmesi
için, çeşitli dönemlerde birtakım kurumlar oluşmuştur. Devlet de, bu kurumlardan biri
olarak kabul edilirken, devletin asıl fonksiyonu insanlara hizmettir2.
Đslam devletinin fonksiyonları, birbirinden ayrılmamıştır. Đslam devletinde
kuvvetler ayrılığı ilkesi uygulanmamakta ve devlet başkanına bağlı olarak faaliyet
gösteren birimlerden her biri, birden fazla alanda fonksiyon yerine getirmektedir.
Bunun en somut örneği, Peygamber dönemidir3. Bu özelliğin zamanla değiştiği
görülür. Aynı eğitim kurumundan (medrese) yetişmiş olanlar, farklı alanlarda istihdam
edilmişlerdir.
Đslam’a göre din ile devlet, dünya ile ahiret işleri birbirinden ayrılmaz ve bütün
otorite, düzenleme ve uygulamaların temelinde Allah’ın iradesi bulunur. Bundan
dolayı, din hizmetlerinin devlet veya sivil kurumlar tarafından yerine getirilmesi, hiçbir
zaman problem oluşturmaz. Gerçek Đslam devleti; ilahi iradeye ters olan şeyleri kişilere
dayatmaz ve dini hiçbir zaman istismar etmez. Din hizmetleri, sivil kurumlarca da
yerine getirilse, hiçbir zaman bölünme, parçalanma, istismar gibi şeylere alet edilemez.
Çünkü her türlü iradenin üstünde Allah’ın iradesi bulunmaktadır4.
Đslam’da devlet, hukuk sistemini oluşturan bir kurum değildir. Devlet, daha çok
halkın ürettiği ve kendi isteğiyle kabul etmiş olduğu hukuk sistemlerini meşru bir hale
getiren ve çatışma durumunda, bir hakemler birliği oluşturmak suretiyle, bunun
çözümünü sağlayan bir oluşumdur5.
Đslam’ın doğuş dönemlerindeki örgütlenmede, siyasal ve yönetsel örgütlenme iç
içedir. Uzun yıllar boyunca da, siyasal ve yönetsel örgütlenme dinin esasları
çerçevesinde olmuştur. Peygamber’in sağlığında Đslam’a inananlar, hem dini bir cemaat
ve hem de siyasal bir topluluk görünümündedirler6. Buna göre, Đslam’ın ilk
dönemlerinde, yalnızca birtakım dini hizmetlerin yerine getirilmediği; toplumsal,
ekonomik, siyasal vs. alanlarda birtakım düzenlemelerin de yapılmış olduğu
görülmektedir. Bu geleneğin, daha sonraki Đslam devletlerinde de kısmen devam ettiği
söylenebilir. Ancak, bazı dönemlerde devlet, dini himayesine almış ve din, devletin
meşruiyet kazanmasında önemli bir unsur olarak görülmüştür.
1.Şükrü Karatepe, “Osmanlı’da Din–Devlet Đlişkisi”, Din–Devlet Đlişkileri Sempozyumu–Bildiriler, Beyan Yay.,
Đst., 1996
2.Hayreddin Karaman, “Din Hizmetleri ve Devlet”, Đzlenim, S: 21, Mayıs 1995
3.Şükrü Karatepe, Osmanlı Siyasi Kurumları, Đşaret Yay., Đst., 1989, ss.46–47
4.Karaman, agm
5.Süleyman Akdemir, Devletin Unsurları ve Kuvvetler Dengesi, Đz Yay., Đst., 1991, ss.71–72
6.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.107
44
Peygamber ve Dört Halife döneminde; dini, siyasal ve yönetsel yetkiler tek elde
toplanırken; Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise; cami faaliyetleri,
fetva, eğitim–öğretim vb. hizmetlerin yönetilmesi için sultana bağlı bir birimin
kurulması yoluna gidilmiştir1.
Đlk dönemlerde Peygamber, merkezde ve taşrada bazı kimseleri; kadı, imam,
komutan, müftü vs. vazifeleri yapmakla görevlendirmiştir. Abbasi döneminde; Bizans
ve Sasani devletlerinden etkilenilmiş ve onların örgütlenme biçimi kısmen alınmıştır.
Belli bir dönem, otoritesini kaybeden halifeler, otoritelerini yeniden elde etmişlerdir.
Ancak, zamanla yönetim görevi, vezir ve divan arasında paylaşılmış ve dini alanda da
bilim adamları sınıfı ön plana geçmiştir. Yürütmeyle ilgili işler, vezir ve divan
tarafından yerine getirilirken, bunun dışında kalan eğitim, adalet, yargı ve dini
hizmetler gibi alanlarda ise söz sahibi “ilmiye sınıfı” olmuştur. Bu tarihlerden sonra ise,
halifelik artık bir sembol haline gelmiş ve yetki alanı çok sınırlı kalmak suretiyle, diğer
Đslam devletlerine geçmiştir2.
Đslam’ın ilk dönemlerinde, cami hizmetleri olarak ele alınan, imamlık ve
hatipliğin daha çok Peygamber veya onun tayin ettiği kimseler tarafından yerine
getirilmiş olduğu görülmektedir. Đslam dinine inananların sayısının artması, ibadet
yerlerinin sayısının da artmasına neden olmuştur. Cami hizmetlerini görmek üzere
“suffa ashabı” olarak adlandırılan kişilerden yararlanma yoluna gidilmiştir. Dört halife
döneminde, merkez konumundaki camilerde, imam ve hatipliğin bizzat halifeler
tarafından, başka şehirlerde ise valiler veya valinin tayin etmiş olduğu kimseler
tarafından yerine getirildiği görülmektedir. Đkinci halife Ömer döneminden itibaren,
şehirlerdeki cami ve mescitlerin sayısı artmış ve bundan dolayı birçok yetişmiş
kimsenin cami ve mescitlerde görev yapması kaçınılmaz olmuştur3. Peygamber ve Dört
Halife döneminde; imamlık ve hatiplik görevlerinin aynı kişi tarafından yerine
getirilmiş olmasına karşın, Abbasilerde, bir görev bölüşümüne gidilmiş ve her camide
bir imam ve bir de hatip görev yapmıştır4.
Mescit ve caminin dini fonksiyonları; ibadet merkezi [namaz, dua, zikir, tövbe
etmek, itikâf (uzun süre ibadet etme)], dini eğitim merkezi [vaaz, nasihat ve sohbet,
Kur’an talimi, namaz talimi] olarak sıralanabilirken5; sosyal fonksiyonları ise; mesken
[talebe yurdu, misafirhane, kuşluk uykusu yeri], elçileri kabul yeri, hastane, sosyal
yardım merkezi [zekât, öşür, cizye, ganimet dağıtımı, askeri konularda yardım], adalet
merkezi [mahkeme salonu, hapishane], toplantı yeri [tebliğ, askeri konuların
tartışıldığı mekân, sıkıntıların tespiti] şeklinde sıralanabilir6.
1.Ramazan Buyrukçu, Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gücü, TDV Yay., Ank., 1995, s.30
2.Şükrü Karatepe, Osmanlı Siyasi Kurumları, ss.19–20
3.Buyrukçu, age, ss.28–30
4.Buyrukçu, age, s.34
5.Mustafa Ağırman, Mescid ve Fonksiyonları, Ravza Yay., Đst., 1997, ss.111–144
6.Buyrukçu, age, ss.145–182
45
Cami, yalnızca namaz kılmak için yapılan yer olarak anlaşılmamış; insanların
hayatında etkili olan siyasal, yönetsel ve toplumsal konularda bir “merkez” görevini
üstlenmiştir. Pedersen, mescit ve camilerin fonksiyonlarını izah ederken, iddialı bir
şekilde, bu mekânların “kutsal” mahiyetinden çok, sosyal ve siyasal yönünün ön planda
olduğunu ileri sürer1. Peygamber’in sağlığında yapılan camilerin çoğunluğunun, eğitim
amacıyla okul olarak kullanılmış olduğu dikkat çeker2.
Peygamber döneminde, dağınık olan ve aralarında belli başlı problemler bulunan,
Arap kabilelerini bir araya getirmek açısından mescitler, büyük bir önem taşır. Bu
mekânlarda toplanan insanlar, bilimsel, kültürel, siyasal, toplumsal, ekonomik, askeri
ve adli konularda fikir alış verişinde bulunmaktaydılar3. Đlk dönemler, devlete ait
birçok faaliyet, mescit ve camilerde yürütülürken, daha sonra devlete ait binalar
oluşturulmuştur4.
Đslam dininin; işleyiş itibariyle kiliseye benzer bir kurum oluşturmadığı, ruhban
sınıfının oluşmasına izin vermediği ve ibadet için mabedi şart koşmadığı belirtilir.
Đslam; keşişlik ve benzeri şeyleri teşvik etmemesi gibi nedenlerden dolayı, Yahudilik ve
Hıristiyanlığa göre daha sadedir5.
Daha çok dini bir mekân olarak algılanan mescit ve camilerde görev yapan
imam, hatip, müezzin, kayyım gibi kimseler; dini bir görev üstlenme yanında, siyasal–
yönetsel birtakım özelliklerinden dolayı kamu bürokratı gibi ele alınabilirler. Mescit ve
cami hizmetlerinin tam olarak bürokratikleşmesinin, Abbasiler döneminde olduğu
bilinmektedir. Mescit ve cami görevlileri, Abbasi devletinde siyasal ve yönetsel
örgütlenmenin çok gerisinde kalmışlar ve gerektiğinde bu hizmetleri yerine getirenler,
yöneticilerin bireysel çıkarları uğruna birtakım alanlarda görevlendirilmişlerdir6.
Yukarıdaki açıklamalara ilave olarak, kısaca fetva kurumu üzerinde
durulmasında da yarar vardır. Fetva; “Đslam hukuku ile ilgili bir sorunun, dini hukuk
kurallarına göre çözümünü açıklayan, şeyhülislam veya müftü tarafından verilebilen
belge”7 biçiminde tanımlanabilir. Đslam’ın ilk dönemlerinde, yaşamın her alanıyla ilgili
konular, öncelikli olarak Peygamber’e getirildiği gibi, fetva işleri de Peygamber
tarafından yürütülmüştür. Đkinci halife Ömer, kendisi fetva vermiş ve ayrıca, fetva
verebileceklerin isimlerini de halka ilan etmiştir. O dönemde fetva vermede, devletin
üst kademesinde bulunulma koşulundan çok, bilimsel–dini yeterlik göz önüne
1.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.109
2.Mücteba Uğur, Hicri Birinci Asırda Đslam Toplumu, Çağrı Yay., Đst., 1980, s.140
3.Ahmed Güner, “Asr–ı Saadet’te Mescitler/Camiler ve Fonksiyonları”, Bütün Yönleriyle Asr–ı Saadet’te Đslam,
Beyan Yay., C:4, Đst., 1994
4.Ahmet Önkal, “Asr–ı Saadet’te Đslam’a Davet Metodu”, Bütün Yönleriyle Asr–ı Saadet’te Đslam, Beyan Yay.,
C:2, Đst., 1994
5.Kürşat Demirci, “Mircea Eliade”, ĐA, C:11, TDV Yay., Đst., 1995
6.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.114
7.Türkçe Sözlük, C:1, Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 1988
46
alınmıştır. Dört halife döneminden sonra, dini işlerle siyasal–yönetsel işler birbirinden
ayrılmış ve fetva işleri, dini hizmet sunan bir kesim tarafından yerine getirilmiştir.
Emeviler döneminde ortaya çıkan ve Osmanlı devletinde “ilmiye sınıfı” olarak
adlandırılan bu kesim; yargı, fetva ve eğitim işlerinden sorumlu tutulmuştur1.
Peygamber devrinde sayılabilen 140 müftüden (fetva veren kişi)
bahsedilmektedir. Bu kişilerin aynı zamanda, adliye teşkilatının vazgeçilmez bir unsuru
olan, kadılık vazifesine de bakmış oldukları bilinmektedir2.
Đslam dininin yayılmağa başladığı ilk zamanlarda, eğitim–öğretim faaliyetlerinin,
okul veya belirli kurumlardan çok, bazı kimselerin girişimleriyle gerçekleşmiş olduğu
görülmektedir. Bu itibarla mescit ve camilerin, eğitim amaçlı olarak kullanıldığı dikkat
çeker. Zamanla buraya devam edenlerin sayısı artmış ve başlı başına yalnızca eğitim
işine tahsis edilen camiler oluşturulmuştur. Daha sonraları eğitim–öğretim faaliyetleri,
camilerin yakınında oluşturulan değişik kurumlarda ifa edilmiştir3.
Đslam dünyasında başlangıçta, mescit ve suffe, ilk eğitim yeri olarak ortaya
çıkarken, cami dışında ise eğitim merkezi olarak darü’l kurra’lar oluşmuştur. Suffe
olarak adlandırılan eğitim kurumunda ilk zamanlar, bizzat Peygamber tarafından ders
verilmiştir. Darü’l kurra’da da, din eğitiminin verildiği görülmüştür. Küttab olarak
adlandırılan yerlerde ise, dini bilgiden çok okuma–yazmaya yönelik bir eğitim
verilmektedir4. Suffe’de eğitim görenler, Peygamber tarafından belirlenen beldelere
gönderilmiş ve orada dinin öğretilmesiyle görevlendirilmişlerdir5.
Peygamber ve Dört Halife döneminde, eğitim faaliyetleri artarak devam etmiştir.
Önceleri yalnızca din bilimlerinin öğretilmiş olduğu camilerde, daha sonraları diğer
bilimlerin de öğretimine geçilmiştir. Emevi ve Abbasi dönemlerinde de bu faaliyetler
artarak devam etmiştir. Darü’l kurra’nın yanına, darü’l hadis denen eğitim–öğretim
merkezleri kurulmuştur. Bunun dışında, her biri değişik alanlarda eğitim veren çeşitli
kurumlar oluşmuştur. Darü’l ilm, darü’l hikme, beytü’l hikme bunlara örnek olarak
verilebilir. Eğitim–öğretim faaliyetlerinin daha sistemli bir hale gelmesini simgeleyen
medreseler ise, ilk olarak 960 yılında, Nişabur’da kurulmuştur. Bu kurumların daha
sonraları, Nizamülmülk tarafından oluşturulan Nizamiye Medreseleri adı altında daha
gelişmiş bir yapıya kavuşturulduğu bilinmektedir6.
1.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.115–116
2.Fahrettin Atar, “Asr–ı Saadet’te Adliye Teşkilatı”, Bütün Yönleriyle Asr–ı Saadet’te Đslam, Beyan Yay., C:3,
Đst., 1994
3.Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, AÜ ĐF Yay., Ank., 1988, s.15
4.Selahattin Parladır, “Asr–ı Saadet’te Eğitim”, Bütün Yönleriyle Asr–ı Saadet’te Đslam, Beyan Yay., C:4, Đst.,
1994
5.Suat Cebeci, Din Eğitimi Bilimi ve Türkiye’de Din Eğitimi, Akçağ Yay., Ank., 1996, s.25
6.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.123–125
47
3.7.2.Cumhuriyet Öncesi Din Bürokrasisine Genel Bakış
Cumhuriyet öncesindeki din bürokrasisi başlığı altında, daha çok Selçuklu ve
Osmanlı devletlerindeki dini örgütlenme ele alınmaya çalışılacaktır. Cumhuriyet
dönemindeki dini yapılanmayla ilgili olması bakımından, Osmanlı devletindeki yapıya
daha bir ağırlık verilecektir.
Peygamber döneminden sonra kurulan ve bazılarında hilafetin bulunduğu Đslam
devletlerinden söz edilebilir. Bunların başlıcaları; Emeviler, Abbasiler, Fatımiler,
Endülüs Emevileri1, Eyyubiler2 biçiminde sıralanabilir. Bunun yanında, belli başlı
Türk–Đslam devletlerinin de; Karahanlılar, Gazneliler, Samaniler, Harzemşahlar,
Selçuklular ve Osmanlılar olarak sıralanması mümkündür3. Türk–Đslam devletleri
içinde ilk etapta ele alınması gerekenler, Selçuklular ve Osmanlılardır.
Selçuklularda toplumsal ve dini yapı incelenirken; kent merkezleri ve “uç” sınır
bölgeleri ayrımının yapılması gereği ortaya çıkmaktadır. Uç; “Türk devletlerinde genel
olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad”dır4. Kent merkezleri ve
uçlardaki dini yapılanma, farklı biçimlerde oluşmuştur. Merkezde yaşayanlarla
“uç”larda yaşayanlar arasında kültürel, toplumsal, ekonomik, dini vs. alanlarda farklılık
bulunmaktadır. Merkezlerde, dini alanda, daha çok medreselerin büyük bir etkinlik
içinde oldukları görülmektedir. Büyük camiler, tekke ve zaviyelerin de bu bölgelerde
yoğun olarak bulundukları bilinmektedir. Şehir merkezlerinde daha çok Sünnî Đslam
anlayışı yaygındır5.
“Uç”lardaki insanların yerleşik hayata geçmesinde, özellikle tarikatların büyük
bir etkisi olmuştur. Bunun yanında, göçebe kültürünü devam ettiren, ancak, aynı
zamanda da Müslüman olanların temsil ettiği farklı bir Đslam anlayışı vardır. Daha çok
yerleşik kültürün etkisiyle şekillenen bu anlayış, “halk Đslam’ı” olarak
adlandırılmaktadır. Bu anlayışta; Şiî–Alevî ve heterodoks (kabul edilmiş din kurallarına
aykırı) inanç motiflerinin etkisi görülmektedir. Bu din anlayışının “uç”larda ve köylerde
yaygınlaşması, şehir merkezlerinde bulunan medreselerin etkisinin buralara kadar
varamamış olmasından kaynaklanmaktır. Bu dini anlayışın oluşumu, göçebe kültürüyle
yetişmiş insanların, yeni dine ne derece adapte olduklarını ortaya koyması bakımından
ilgi çekicidir. Yine, bu bölgelerdeki başka dinlerin kalıntılarının da, farklı bir din
anlayışının oluşumda etkili olduğu bilinmektedir6. Đslam’ın temel kaynağından oldukça
uzak, yeni sembol ve davranışların hâkim olduğu bu anlayıştan “yenileyici–
dönüştürücü” siyasal ve düşünsel bir hareketin hiçbir zaman ortaya çıkmamış olduğu
1.Geniş bilgi için bkz. Ziya Kazıcı, “Tarihi Seyri Đçinde Hilafet Müessesesi”, Bilim–Felsefe–Tarih, Hikmet
Neşriyat, Đst., 1991
2.Ayrıntılı bilgi için bkz. Ziya Kazıcı, Đslam Eğitim Tarihi, MÜ ĐFV Yay., Đst., 1995
3.Davut Dursun, Osmanlı Devleti’nde Siyaset ve Din, Đşaret Yay., Đst., 1989, s.76
4.Türkçe Sözlük, C:2, Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 1988
5.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.129–131
6.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.134–135
48
söylenebilir1.
Eğitim kurumunun sistemli hale gelişinin bir göstergesi olan medreseler,
Selçukluların Bağdat’ı ele geçirmesinden sonra yaygınlık kazanmıştır. Nizamülmülk,
Nişabur’da ilk olarak bir medrese oluşturduktan sonra, en önemli medreseyi Bağdat’ta
yaptırmıştır. Daha sonraları Đsfahan, Rey, Merv, Belh, Herat, Basra, Musul, Amul gibi
şehirlerde büyük medreseler inşa edilmiştir2.
Medrese üzerinde ayrıntılı durulmasının sebebi; belli bir zaman sonra siyaset,
yönetim, din, bilim, ekonomi gibi alanlardaki gelişmelerin odak noktasının bu eğitim
kurumları olmasıdır. O dönemlerde, medreseye alternatif olabilecek herhangi bir kurum
mevcut değildir. Bu tarihlerden sonradır ki, eğitim–bilim ve yönetim alanındaki birçok
yenilik ve keşif, Đslam dünyası dışına taşınmıştır.
Medreseler; dinle ilgili eğitim verdiği ve kamu bürokrasisinin eleman ihtiyacını
karşıladığı için dini organizasyon olarak ele alınabilir. Medreselerin vakıf yoluyla
yapılandığı ve daha çok “kitabî Đslam” olarak adlandırılan bir dini anlayışı benimsediği
görülmektedir. Halk arasında ise, genelde yerli kültürle dinin sentezi sonucunda
oluşmuş bir din anlayışı yaygındır. Daha çok tasavvuf ağırlıklı olan bu din anlayışı,
esnek bir yapıdadır ve kısa bir zaman içinde büyük bir yaygınlık kazanmıştır3.
Medreseler, kuruluş amaçlarına göre ihtisas medreseleri ve genel eğitim
medreseleri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Đhtisas medreselerinde, dini bilimler
yanında, fen alanındaki bilimlerde de bir uzmanlık kazandırılması amaçlanmıştır. Genel
eğitim medreselerinde ise; çeşitli konularda, genellikle pratik ve yüzeysel bilgiler
verilmektedir4.
Đslam dünyasında, birçok alanda uzman yetiştirmiş olmasından dolayı, kısa bir
zaman içinde çok sayıda medresenin açıldığı dikkat çekmektedir. Öyle ki; Đstanbul’un
fethinden 1800’lü yılların başına kadar sadece Đstanbul’da açılan medrese sayısı 500’ün
üzerindedir5. Đstanbul’un o zamanki nüfusu göz önüne alındığında bu, hayli yüksek bir
rakamdır.
Belli dönemlerde medreseler, bir “nispi darlık” ve “katılık” içinde olmuşlar ve bu
durum “Đslam’ın fikri durgunluğu”na neden olmuştur. Araştırma ruhunu geliştirme
yönü ve müspet bilgileri takip etme konusundaki eksiklikler, belli bir süreden sonra hep
devam etmiştir6.
Teşkilat açısından medrese sisteminin, Osmanlı döneminde en yüksek düzeye
çıktığı söylenebilir. Şeyhülislamın yönetim ve denetiminde, disiplinli bir şekilde, bu
kurumun varlığının devamı sağlanmıştır. Ulemanın (ilmiye sınıfı) ise, teşkilatlandığı ve
1.Ahmet S. Ertürk, “Türkiye’de Đslamî Hareketin Gelişim Süreci”, Dünya ve Đslam, S:3, Yaz 1990
2.Kazıcı, age, ss.43–44
3.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.132–133
4.Kazıcı, age, ss.88–95
5.Kazıcı, age, s.74
6.Fazlurrahman, Đslam, Selçuk Yay., Ank., 1993, s.7
49
ayrı bir sınıf oluşturduğu görülmektedir1.
Osmanlı devletinde Đslamiyet, devlete meşruiyet sağlarken, toplum içinde de
birleştirici bir rol oynamaktadır. Toplumdaki dengelerin oluşumu ve sürdürülmesi de
daha çok din yoluyla sağlanmaktadır2. Dini otoriteyi, resmi ulema ve aydın bürokratlar
temsil etmektedirler. Bu kişilerin bakış açısında, “resmi, kodlanmış ve kalıplaşmış” bir
Đslam anlayışı vardır3. Osmanlı’da din, adalet ve eğitimle ilgilenen kimselerin parasal
yönden geçimleri devlet tarafından sağlandığından, bürokrasinin içinde yer alan bu
insanlar, konumları dolayısıyla devlet tarafından kontrol edilmişlerdir. Devlet
yönetiminin isteği dışında birtakım söz ve davranışlarda bulunan kimseler ise
görevlerinden uzaklaştırılmışlardır4.
Osmanlı’da dinin, kamu bürokrasisinden ayrı olmaması ve önemli birtakım
yönetsel fonksiyonlar icra etmesi, temel olarak Đslam’ın teorik çerçevesinde yer alan
“tevhit” akidesinden dolayıdır. Bu anlayışın hemen hiç kesintiye uğramaksızın
Osmanlı’ya kadar gelmiş olduğu dikkat çeker5. Osmanlı devletinde Padişah, aynı
zamanda Đslam dünyasının halifesi kabul edilmektedir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır
seferinden sonra Osmanlı devletine geçen hilafet makamı, Cumhuriyet’in ilanından
sonra 3 Mart 1924’e kadar devam etmiştir.
Osmanlı’da resmî devlet bürokrasisi içinde din hizmetleri, “ilmiye sınıfı”
tarafından yürütülmüştür. Bu sınıf; eğitim, öğretim, sivil yargı, hukuksal ve dini
danışmanlık ve ayrıca camilerin yönetimi gibi işlerle uğraşmaktadır. Đlmiye örgütünün
görevleri üç gruba ayrılabilir. “Dini ve hukuksal danışmanlık” görevini şeyhülislam ve
müftüler; “eğitim ve öğretim” hizmetlerini medreseler; “yargılama ve yönetim”
hizmetlerini ise kadılar yerine getirmişlerdir6.
Şeyhülislamlık kurumu, günümüzdeki Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı
ve DĐB’in görevlerini yerine getiren bir konumdadır. Şeyhülislam ünvanı, bilgi
yönünden yüksek derecede bulunan fakih ve fetva verebilen âlimlere verilen bir
ünvandır. Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde ve Osmanlı’dan önceki Đslam
devletlerinde şeyhülislam kavramı, bir “tazim lafzı” olarak kullanılmış ve resmi bir
anlam ifade etmemiştir. Şeyhülislamlık ünvanı, ilk olarak Fatih Sultan Mehmet
döneminde kullanılmış ve “ulemanın reisi” olarak ele alınmıştır. Fatih döneminden
önce “başkent müftüsü” olarak bilinen kimseler, fetva vermekle görevlendirildikleri
halde, şeyhülislam olarak anılmamışlardır. Osmanlı’nın kuruluş dönemlerinden sonra
şeyhülislamlık kurumu, resmi bir boyut kazanmış ve şeyhülislam başkanlığında dini–
yönetsel bir yapılanmaya gidilmiştir7.
1.Fazlurrahman, age, s.256
2.Mümtaz’er Türköne, Osmanlı Modernleşmesinin Kökleri, Yeni Şafak Yay., Đst., 1995, s.39
3.Ahmet S. Ertürk, “Türkiye’de Đslamî Hareketin Gelişim Süreci”
4.Şerif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Đletişim Yay., Đst., 1992, s.193
5.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.144
6.Şükrü Karatepe, “Osmanlı’da Din–Devlet Đlişkisi”
7.M. Salih Arı, “Osmanlılarda Şeyhülislamlık Müessesesi”, Yüzüncü Yıl Üniv. ĐF Dergisi, S:1, C:1, 1994
50
Osmanlı’da, vakıf yoluyla camiler etrafında oluşan dini ve diğer kamu hizmetleri,
genelde gönüllü işbirliği ve dayanışma esasına göre gerçekleştirilmiştir1. Cami
hizmetlerinin işleyişinin, daha çok vakıflarla birlikte ele alınması gerekmektedir. Büyük
camilerde çoğu zaman imamlık ve hatiplik hizmeti, ayrı ayrı kişiler tarafından yerine
getirilmiştir. Küçük camilerde ise, bu iki görevin daha çok aynı kişi tarafından yerine
getirilmiş olduğu görülür2.
Đmamlık, vaizlik, müezzinlik, kayyımlık, sübyan mektebi öğretmenliği, hafızı–ı
kütüblük gibi görevler medrese çıkışlılara verilmiştir. Medreselerin ayrıcalıklı bir
mevkisi vardır ve sosyal hayatın hemen her alanında, hak ve güvence itibariyle en güçlü
makamda bulunanlar, medrese mezunlarıdır3.
Medreselerin yüksek bölümlerine devam etmek istemeyen kimselere, daha çok
cami görevi verilmiştir. Cami görevlisi olacak kişilerin pratik kazanmaları için büyük
bir çaba sarf edilmiştir. Özellikle, vaaz etme ve hitabetle ilgili olarak yılın belli
dönemlerinde köy ve kasabalara gidilmiş ve belli bir ücret karşılığı görev yapılmıştır4.
Kadıların taşradaki temsilcileri öncelikle müftülerdir. Kadılar, çoğu durumda
müftülerden fetva istemiştir. Osmanlı’da müftü, bir yönüyle kadının müşaviri gibidir.
Kadıların mahalle ve köy gibi yerlerdeki temsilcileri ise cami imamlarıdır. Đmamların
nikâh kıyma izinleri bulunmamaktadır. Ancak, kadıya ulaşma imkânı olmayan yerlerde,
kadıdan almış oldukları izinname ile nikâh işini yürütmüşlerdir5. Durumun böyle
olması, dinle ilgili olarak merkezî denetimin köylere kadar ulaşmış olduğu yorumunun
yapılmasına imkân tanımaktadır6. Ayrıca imam ve müezzinlerin, toplumun yönetim ve
asayişinde önemli bir etkiye sahip oldukları bilinmektedir7.
Gerek Osmanlı devleti ve gerekse diğer Đslam devletlerinde cami hizmetleri,
uzun bir süre, bu mekânların yakınına kurulan medreselerde yetişen kimseler tarafından
gönüllü olarak yerine getirilmiştir. Bundan dolayı, cami hizmetlerinin kurumlaşması ve
belli bir sisteme oturması gecikmiştir. Bunun yanında, vakıf sisteminin varlığı da,
kurumlaşmayı geciktiren nedenler içinde ele alınabilir8.
3.7.3.Cumhuriyet Sonrası Türkiye’de Din Bürokrasisinin Oluşumu
Bu başlık altında ele alınacak konular; kısaca din–devlet ilişkileri, dini
kurumların örgütlenmesi, Osmanlı devletinden miras olarak alınmış olması bakımından,
1.Hasan Akgündüz, “Teşkilat ve Đşleyiş Bakımından Osmanlı Medrese Sistemi: Klasik Dönem”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, S:80, Ekim 1992
2.Buyrukçu, age, s.34
3.Akgündüz, agm
4.Beyza Bilgin–Mualla Selçuk, Din Öğretimi–Özel Öğretim Yöntemleri, Akid Yay., Ank., 1991, s.5
5.Davut Dursun, Osmanlı Devleti’nde Siyaset ve Din, ss.195–197
6.Altay Ünaltay, Doğu’da ve Batı’da Din–Devlet Đlişkisi, Endülüs Yay., Đst., 1990, s.141
7.Ahmet Refik, Osmanlı’da Hoca Nüfuzu, Toplumsal Dönüşüm Yay., Đst., 1997, s.43
8.Buyrukçu, age, s.34
51
yargı ve eğitim–öğretim faaliyetlerinin oluşumu ve dinle ilgili diğer birkaç alanla sınırlı
olacaktır.
Cumhuriyet dönemi genelde, köklü yeniliklerin yapıldığı ve Batılılaşma
çabalarının devlet politikası haline geldiği bir dönem olarak ele alınmaktadır. Özellikle
Batı’da yaygınlık kazanan laiklik, Cumhuriyet dönemi devlet adamlarının en çok
üstünde durdukları konuların başında gelmektedir.
Başgil, Türkiye’nin din–devlet ilişkilerinin üç devre halinde ele alınabileceğini
belirtir. Buna göre; Osmanlı devletinin kuruluşundan (başka bir anlamda, Yavuz Sultan
Selim’in Halife ünvanı almasından)1 1839’a kadar olan dönem, “dine bağlı devlet”
dönemi olarak adlandırılabilir. Bu dönemden 1924’e kadar, yani Diyanet Đşleri
Başkanlığı’nın kuruluşuna kadar olan dönem “yarı dinî devlet” ve 1924’ten sonraki
dönem ise, “devlete bağlı din” dönemidir. Başgil, bu sürecin Avrupa’daki din–devlet
ilişkileri ve diğer toplumsal gelişmelere uygun olduğunu belirtir2.
Cumhuriyet döneminde yapılan yeniliklerin temelinin, aslında 19. yüzyılın son
çeyreğinde atıldığı söylenebilir. Cumhuriyet’in kuruluş esasları ile çakışan ve özellikle
Ziya Gökalp ve diğer birçok düşünürün eserleri, bu dönemde büyük ilgi görmüştür.
Özellikle din alanındaki birtakım değişimleri içeren eserler –yeni bir anlayış getirmiş
olduğu kabul edildiğinden–, hem devlet adamları ve hem de aydın–ulema tarafından
büyük bir ilgiyle takip edilmiştir.
Osmanlı devletindeki yenileşme düşüncesi, aslında Tanzimat’tan önce de
gündemdedir. 1699’da yapılan Karlofça Anlaşması, Batı’ya yönelişin ve Batı’nın
üstünlüğünün ilk tescili olarak ele alınabilir. Tanzimat, birçok yeniliğin başlangıç
noktası olması bakımından önemlidir. Devletin kurtuluş çareleri sıralanırken bunlardan
biri de; din alanında yeni bir anlayışın oluşturulması, hatta dinde reform yapılmasıdır.
Bu düşünce, aydınlar tarafından daha yoğun olarak savunulmaktadır.
Tanzimat’ın ilanından sonra, bu fermanın bir gereği olarak, şer’i mahkemelerin
yanına ticaret ve nizamiye mahkemeleri kurulmak suretiyle, alternatif kurumlar
oluşturulmuştur. Meşrutiyet’ten sonra, kısmen de olsa şer’i mahkemelerin yetkilerinde
bir artış olmasına karşın, Mart 1917’den sonra şer’i mahkemeler ve bunlara bağlı olan
kurumlar Adliye Nezaretine bağlanmıştır. Şeyhülislamlığın fetva verme yetkisi de, bu
nezarete bağlı bir meclis tarafından yerine getirilmiştir. Şeyhülislamlıktan alınan yargı
yetkisi, 16 Mart 1920’de tekrar geri verilmiştir3.
1921 yılında geçici olarak hazırlanan Teşkilat–ı Esasîye Kanunu’nda Đslam,
“kanun üstü bir kıymet” olarak ele alınmış ve ilk Millet Meclisi’nin görevleri arasına
“şer’i hükümlerin yürütülmesi” konusu da ilave edilmiştir. Türkiye devletinin dininin
Đslam olduğu ibaresi, 29 Ekim 1923 ve 20 Nisan 1924 tarihli anayasalarda da yer
1.Bu konu için bkz. Mustafa Alkan, Osmanlılarda Hilafet, Çağlayan Yay., Đzmir, 1997
2.Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, Yağmur Yay., Đst., 1991, ss.192–200. Ayrıca bkz. Ali Bulaç, “Bilgi Çağına
Girerken Din–Devlet Đlişkileri Nasıl Olmalı”, Din–Devlet Đlişkileri Sempozyumu–Bildiriler, Beyan Yay., Đst.,
1996 ve H.Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din–Devlet Đlişkileri, C:1, Risale Yay., Đst., 1989
3.Gotthard Jaschke, Yeni Türkiye’de Đslamlık, (Çev.:Hayrullah Örs), Bilgi Yayınevi, Ank., 1972, ss.22–23
52
almıştır. Şer’iye Vekâleti, 1924 yılına kadar konumunu korumuş ve Osmanlı’daki
şeyhülislamlığa benzer bir yapıda görev icra etmiştir. Ancak, yaptırım olarak
Osmanlı’dakinden daha az fonksiyon yüklenmiştir1. 3 Mart 1924 tarihinde; Şer’iye ve
Evkaf ve Erkan–ı Harbiye–i Umumiye Vekâletlerinin Đlgasına Dair Kanun, Tevhid–i
Tedrisat Kanunu, Hilafetin Đlgasına ve Hanedan–ı Osmanî’nin Memalik–i Haricine
Çıkarılmasına Dair Kanun ve Mehakim–i Şer’iyenin Đlgasına ve Mehakim Teşkilatı’na
Ait Ahkâm–ı Muaddil Kanunları çıkarılmıştır. Bu girişimler, ulusal egemenliği temel
ilke olarak alan Cumhuriyet’in, kendine ait bir hukuksal yapı oluşturma çabalarının en
önemli kilometre taşlarını teşkil etmektedir2. 3 Mart 1924’te alınan kararlarla, din
adamlarının negatif etkisinden uzak bir şekilde, bir sistem oturtulmaya çalışılmıştır3.
Cumhuriyet yöneticileri için, yeni kurulacak Cumhuriyet’te, dinin yeri
konusunda üç alternatif bulunmaktaydı. Bunlar; dinin yok sayılması, dini
örgütlenmenin serbest bırakılması ve devletin laik olmasına rağmen din hizmetlerinin
devlet tarafından yerine getirilmesi biçiminde sıralanabilir. Bunlar arasında dinin, kamu
bürokrasisi tarafından kontrol altına alınmasını öngören üçüncü görüş benimsenmiş ve
bunun bir gereği olarak DĐB kurulmuştur4. Bu durumun, laikliğe ne derece uygun
olduğu tartışılmakla birlikte, bunun Türklerin tarihsel tecrübesine ve bir yönüyle de
Đslami geleneğe pek de yabancı bir uygulama olmadığı ifade edilmektedir5.
3 Mart 1924’te, 429 sayılı kanunla kaldırılan Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin
yerine DĐB kurulmuştur. Din işleri ise; “itikat”, “ibadet hükümleri” ve “dini kurumların
yönetim ve düzenlenmesi” ile sınırlı tutulmuştur. Osmanlı devletinde, din bürokrasisi
içinde ele alınabilen bütün eğitim kurumları ise, Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim
Bakanlığı) bağlanmıştır6.
Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılıp, yerine DĐB’in kurulması, din alanında
yapılmış önemli bir reform gibi ele alınmaktadır. Çünkü o zamana kadar dinin; itikat,
ibadet ve ahkâm (hüküm) boyutu tek elde toplanırken, bu tarihten sonra dinin itikat ve
ibadet boyutunun DĐB tarafından, ahkâm boyutunun ise TBMM tarafından yerine
getirilmesi öngörülmüştür. Ahkâm boyutunun TBMM’ye verilmesi, bu fonksiyonun
devre dışı bırakılması gibi bir sonuç ortaya çıkarmıştır7.
“Diyanet Đşleri modeli, hem geleneksel uygulamalara uygun, hem de Müslüman
kitleyi rejim için tehlike olmayacak sınırlar içerisinde tutmanın en güvenlikli yolu
1.Başgil, age, ss.192–202
2.Đştar B. Tarhanlı, Müslüman Toplum, “Laik” Devlet, Türkiye’de Diyanet Đşleri Başkanlığı, Afa Yay., Đst., 1993,
ss.15–18
3.Preston Hughes, Atatürkçülük ve Türkiye’nin Demokratikleşme Süreci, (Çev.: Rabia Süer), Milliyet Yay., Đst.,
1993, s.53. Ayrıca bkz. Kurt Steinhaus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, Sander Yay., Đst, 1973
4.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.179
5.S.Hayri Bolay–Mümtaz’er Türköne, Din Eğitimi Raporu, Ankara Merkez ĐHL Öğrencileri ve Mezunları Vakfı
Yay., Ank., 1995, s.29; Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, Ark Yay., Ank., 1994, ss.4–5
6.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.178
7.Kadir Canatan, “Batı–Merkezli Bir Kavram Olarak Laiklik”, Sözleşme, S:5, Mart 1998
53
olarak düşünülmüştür. Görev ve fonksiyonlarındaki azalmalara rağmen, Diyanet
Đşleri’nin devletin merkezi bürokrasisi içindeki yeri ile şeyhülislamlığın konumu bir
takım benzerlikler”1 arz etmektedir.
Cumhuriyet yöneticileri, din bürokrasisinin içinde ele alınabilecek olan, ancak,
farklı işlevler yüklenmiş bulunan kurumları birbirinden ayırmaya gayret etmişlerdir.
DĐB’in kurulmasıyla dini örgütlenme, Adalet Bakanlığı’nın kurulmasıyla yargısal
örgütlenme, Tevhid–i Tedrisat’ın kabul edilmesiyle de eğitim alanında bir ayrıma
gidilmiş ve bazı değişimlere uğrasa da, Peygamber döneminden beri süregelen din
bürokrasisi alanındaki bütünlük parçalanmıştır. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin eleman
ihtiyacını karşılayan medreseler Maarif Vekâleti’ne bırakılmıştır. Maarif Vekâleti, yurt
genelinde 450’e yakın medreseyi, Tevhid–i Tedrisat Kanunu’nun kabul edilmesinden
yaklaşık bir hafta sonra kapatmıştır2.
Yargı alanındaki değişimlerin önemli noktalarından birini; 1926 yılında,
Đsviçre’den Medeni Kanunun ve Đtalya’dan Ceza Kanunu’nun alınması oluşturmaktadır.
Bu tarihten sonra, hukuk alanında dinden kaynaklanan bütün hükümler değişmiş
olmaktadır3. Hukuk devleti kavramı ele alınırken; dinin, hukuk devleti düşüncesi ile
çatışma halinde olduğu, çünkü başka inançlardaki insanların haklarının bu yüzden ihlal
edildiği belirtilmiştir4.
13 Haziran 1931 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren
kanunla, bütün cami ve mescitlerin yönetimi ve buraların görevlileri Evkaf Umum
Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Bu kanun vakıfları kapsadığından, Dini Müesseseler
Müdürlüğü ve Levazım Müdürlüğü, personel ve kadrosuyla birlikte Evkaf Umum
Müdürlüğü’ne geçmiştir. Bu kanunla, DĐB’in yetkilerinin daraltılmış olduğu
görülmektedir. Bu kanun çerçevesinde, cami ve mescitlerin “hakiki ihtiyaca” göre
belirlenmesi sağlanacak ve birleştirilmesi mümkün olan görevler birleştirilecektir. Bu
haliyle DĐB’in, ihtiyacı olan elemanı sağlama yününden yetkilerinin daraltılmış olduğu
ifade edilmektedir5. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde DĐB teşkilatında medrese
hocalarından bazılarının (dersiam) görev aldıkları bilinmektedir. Dersiamlar, taşrada
konum itibariyle müftü ve müftü yardımcısından sonra üçüncü sırada
bulunmaktadırlar6. Yeni teşkilat kurulurken eskisinden tam olarak soyutlanamadığı
dikkat çekerken, bu duruma daha çok eleman sıkıntısının neden olduğu söylenebilir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, çeşitli alanlardaki değişimlerde bazen din
adamlarının yardımına başvurulmuştur. Din adamlarına atfedilen itibardan, bazı
değişimlerin gerçekleştirilmesi amacıyla yararlanılma yoluna gidildiği de bilinmektedir.
1.Şükrü Karatepe, “Osmanlı’da Din–Devlet Đlişkisi”
2.Jaschke, age, ss.22–23
3.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.187
4.Yümni Sezen, Hümanizm ve Atatürk Devrimleri, Ayışığı Kitapları, Đst., 1997, s.296
5.Tarhanlı, age, ss.42–44
6.Mehmet Đpşirli, “Dersiam”, ĐA, C:9, TDV Yay., Đst., 1994
54
Bu gibi sebeplerden dolayı, din adamlarının itibarlarının bu dönemden sonra düşmüş
olduğu sonucuna bazı araştırmacılar dikkat çekmektedirler1. Öte yandan Cumhuriyet
idaresinin ilk yıllarında tarikatlarla ilgili olarak alınan en önemli karar, bu kurumların
1925 yılında kapatılmasıdır. Bu meyanda; “cami Đslam’ı” ve “ulema”ya karşı direkt bir
karşı çıkıştan kaçınılmıştır. Bu hizmetlere, yeni düzenlemede, devletin denetiminde
kalmak şartıyla izin verilmiştir. Dini alandaki değişim sürecinde, Şeyh Said (1925) ve
Menemen (1930) vakalarının; yasaklanmış olan tarikatların2 etkisinin tamamen yok
edilmesi için gerekçe olarak kullanıldığı da ifade edilmektedir3.
Cumhuriyet’ten sonraki dönemlerde, dine karşı takınılan tutum farklı olmuştur.
Bu uygulamalar ise, genellikle halkın tepkisine neden olmuştur. Öyle ki, CHP, 1941’de
silahlı kuvvetlerde askerî vaizin görev yapmasına izin vermiştir. Din konusunda başka
ödünler verilmekle beraber, halk, bu yapılanların samimi olmadığının farkındadır ve bu
tavrını, 1950’de DP’yi büyük bir çoğunlukla başa getirmesiyle ortaya koymuştur4.
CHP’nin din ve laiklik ile ilgili görüşlerinin, 1950 seçimlerine kadar
yumuşamaya devam ettiği görülmektedir. 24 Aralık 1946’da, dini eğitim konusu
Meclis’te görüşülmüş ve CHP milletvekillerinin, o günkü siyaset gereği, dini eğitimin
olması yönünde görüş bildirdikleri görülmüştür5. 1947 sonlarında gerçekleştirilen CHP
Kurultayı’nda; din eğitimine izin verilmesi, ibadet yerlerinin bakım ve onarımının
sağlanması ve özellikle din görevlilerinin mevcut konumlarının yükseltilmesi konuları
üzerinde ısrarla durulduğu dikkat çekmektedir6.
1947 yılında Hac’ca gideceklere, ilk defa hükümet tarafından döviz tahsis
edilmiş, 1949’da ilkokul 4. ve 5. sınıflara, isteğe bağlı olarak din dersleri konulmuştur.
Yüksek düzeyde din adamı yetiştirilmesini hedef alan ve Ankara Üniversitesi’ne bağlı
olarak kurulan ilahiyat fakültesinin kadrolarını düzenleyen kanun da, 1949’da kabul
edilmiştir. 1948 yılında, “hızlandırılmış imam–hatip kursları” adı altında, on ay süren
iki ayrı kurs Ankara ve Đstanbul’da açılmış ve bunu diğer illerdeki kurslar takip etmiştir.
Yine Mart 1950’de, sanat değeri olan ve Türk büyüklerine ait türbelerin açılmasına izin
verilmiştir. Kurumsal alandaki düzenlemelere ilave olarak, bunların halk nazarında
olumlu bir değişme biçiminde algılanmasını sağlamak amacıyla Şemsettin Günaltay,
Ocak 1949’da başbakanlığa getirilmiştir. Temmuz 1945 yılından, Demokrat Parti’nin
iktidara gelme tarihi olan 22 Mayıs 1950’ye kadar kurulmuş olan 24 partinin hemen
hepsi, dine önem veren bir görüntü sergilemeyi tercih etmişlerdir7. Günümüz Türk
1.Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyat Vakfı Yay., Đst., 1993, s.231
2.Tekke ve zaviyeler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Bayram Sakallı, “Tekke, Zaviye ve Türbelerin Türk
Toplumundaki Rolleri, Kapatılmaları ve Tepkiler”, Türkiye Günlüğü, S:29, Temmuz–Ağustos 1994 ve ayrıca
Abdurrahman Güzel, Tekke ve Zaviyelerin Đslam Düşüncesindeki Yeri, Kemalist Atılım Birliği Yay., Ank., 1992
3.Sitembölükbaşı, age, s.110
4.Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yay., Đst., 1996, ss.362–363 ve ayrıca bkz. Bernard Lewis,
Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev.: Metin Kıratlı), Türk Tarih Kurumu Yay., Ank., 1993, ss.397–436
5.Tarhanlı, age, s.23
6.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.192
7.Tarhanlı, age, ss.23–25
55
siyasal yaşamının, belki de en büyük çıkmazının böyle bir tercih ya da değişim olduğu
söylenebilir. Partilerin, dini hassasiyete sahip olmamalarına rağmen oy kaygısıyla dini
kullandıkları ve bunda başarı sağladıkları tarihin kaydettiği bir gerçek olarak karşımıza
çıkmaktadır. Öte yandan Dursun, Türkiye’de din bürokrasisi alanında en “şanssız” ve
“güçsüz” dönemin, Tek Parti dönemi olduğunu vurgulayarak, din bürokrasisinin önemli
unsurları sayılabilen birçok kurumun ortadan kaldırılmış olduğunu belirtir1. Çok partili
hayata geçişle birlikte devletin din politikası konusunda yumuşama olduğu
gözlenmiştir. Buna karşılık DĐB, uzun yıllar “dini hayatı kontrol ve denetleme aracı”
olarak görülmüştür2.
Hızlandırılmış imam–hatip kurslarının din adamı yetiştirmede çok yetersiz
kaldığı belirtilerek, 1951 yılı içinde Ankara, Đstanbul, Adana, Isparta, Maraş, Konya ve
Kayseri’de imam–hatip okulları açılmıştır. Eylül 1956’da, ortaokulların ilk iki yıllık
programına din dersleri konulmuştur. Yine 1959’da, Yüksek Đslam Enstitüsü kurulması
ve bu kurumların kadrolarının düzenlenmesi yoluna gidilmiştir3.
DP iktidara gelince ezan aslına uygun olarak okunmaya başlanmış, radyoda ilk
defa dinle ilgili sohbet yapılmış, hacca gidecek olanlara döviz tahsis edilmiştir. Her ne
kadar, yapılan bu çalışmalar din ve dindarın lehine gibi görülmüşse de, devletin din
üzerindeki egemenliği ve din üzerindeki denetimi devam etmiştir4. Öte yandan DP,
iktidara geldikten sonra dengeli bir siyaset izlemiş ve dindar bir görüntü sergilemeye
çalışmıştır. Ancak buna rağmen DP’nin, dini konuda hassas olduğu ve birçok konuda
dindarlara taviz vermiş olduğu bazı kaynaklarda dile getirilmektedir5. DP’nin ezan
konusunda yapmış olduğu düzenlemede ezanın Arapça okunması zorunlu değildir.
Burada tercih, yalnızca ezan okuyana bırakılmıştır6. Belli bir şekilde okunması
zorunluluğunun getirilmemiş olması, oluşacak tepkileri önlemek içindir. Diğer bir
deyişle, ezanın Türkçe okunması ihtimali her zaman var olmuştur. Mardin, ezanın
Arapça okunmasıyla ilgili olarak halktan gelen talepleri “volk Đslam’a dönüş”7 olarak
yorumlamaktadır.
Dini alanda meydana gelen somut değişmelerden biri de camilerle ilgilidir.
1950–1960 yılları arasında, yani DP’nin iktidarı sırasında yapılan cami sayısı 15.000
dolayındadır8. DP döneminde, orduda belli dini vazifeleri yerine getirmek için din
görevlileri vazifelendirilmişlerdir9. Yine bu dönemde TBMM’de, DĐB’in özerk
1.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.191
2.Đlhan Kutluer, Erdemli Toplum ve Düşmanları, Đz Yay., Đst., 1996, s.71
3.Tarhanlı, age, s.27
4.Davut Dursun, “Din–Devlet Đlişkilerinin 70 Yıllık Macerası”, Yeni Zemin, S:2, Şubat 1993
5.Bu konu için bkz. Emin Türk Eliçin, Kemalist Devrim Đdeolojisi, Sarmal Yay., Đst., 1996
6.Ahmad, age, s.363
7.Şerif Mardin, Din ve Đdeoloji, Đletişim Yay., Đst., 1993, ss.143–156
8.J.M.Landau, Türkiye’de Aşırı Akımlar, (Çev.: Erdinç Baykal), Turhan Kitabevi, Ank., 1978, s.248
9.Ahmet Taner Kışlalı, Force Politiques Dans La Turquie Moderne, Publication de la Faculté des Sciences de
l’Université d’Ankara, Ank., 1968, s.174
56
olmasını sağlayacak birtakım önergeler ve kanun tekliflerinin tartışılmış olduğu
görülmektedir. DĐB’in radyo kurmasına izin verilmesi, DĐB’in eleman ihtiyacının
karşılanması için orta, lise ve yüksekokul açması, vakıfların DĐB’e devredilmesi gibi
konular da tartışılan konular arasında yer almaktadır. Bütün bu tasarılar toplumdan
yeterli desteği bulamayınca, DP de bu konularda sessiz kalmayı tercih etmiştir. Din
bürokrasisi açısından, DP’nin faaliyetleri çok sınırlı bir alana hitap ederken, genel
anlamda din bürokrasisine karşı takınılan tavrın CHP’den kesin çizgilerle
farklılaşmadığı dikkat çeker1.
1960 darbesinden sonra, dinle ilgili konularda kesin bir yasaklamaya gidilmediği
görülmüştür. Hatta 1960–1964 yılları arasında 6.000’den fazla cami yapılmıştır. 1960’lı
yılların sonlarına doğru, DĐB’e bağlı 10.000 KK varken, özellikle yaz aylarında bu sayı
–camilerde düzenlenen yaz Kur’an kurslarıyla birlikte– 40.000’lere yükselmiştir2.
Cumhuriyet’ten sonra uzun yıllar boyunca, Doğu ve Güneydoğu’da faaliyet
gösteren ve aynı zamanda gayrı resmi statüde olan birçok medresenin varlığı dikkat
çeker. Öyle ki, Doğu Anadolu’da bir ara medrese olmayan köy yok gibidir. Đmam–
hatipler ve ilahiyat fakülteleri açıldıktan sonra medreselerin çoğu kapanma durumuna
gelmiş ve kırsal kesimdeki din eğitimi faaliyetleri son bulmuştur3.
1960’lı yıllardan sonra, yeni imam–hatip okulları ve yüksek Đslam enstitüleri
açılmış, DĐB’in güçlendirilmesi ve bütün köylere din görevlisi atanması yoluna
gidilmiştir. Bütün bu yapılanlar, din–devlet ilişkilerindeki güvensizliği kesinlikle
değiştirmemiştir4. Din–devlet ilişkilerindeki yapının aynı kaldığı, 1960 ihtilalinden
sonra da gözlemlenmektedir. 1960 darbesini yapan Milli Birlik Komitesi, din
konusunda, halka ters düşmek istememiş, Türk milletinin bağımsızlığı ve kurtuluşunda
din adamlarının önemli bir yere sahip olduğunu belirtmiştir. 1960 darbesinden sonra
kurulan hükümet, dinde birçok hurafe olduğunu gerekçe göstererek, birtakım yeni
kararlar almıştır. Bu amaçla, cuma hutbelerinin hurafelerden uzak olması için, DĐB’e
“hutbeler” kitabı hazırlattırılmıştır. Din derslerinin öğretilmesi için, din adamlarının
vazifelendirilmesi kararlaştırılmış ve dinin siyasal amaçla kullanılmaması için birtakım
kararlar alınmıştır5. 1924 yılından beri uygulanagelen Anayasa, 1961 yılında Milli
Birlik Komitesi’nin çalışmaları neticesinde değiştirilmiştir. Bu Anayasa’da da, din
bürokrasisi açısından farklı şeyler bulunmamaktadır. DĐB’in özerkleşmesi, bu dönemde
de tartışılmıştır. Ancak, özerkliğe bağlı olarak, siyasal bir gücün oluşması ihtimali göz
önünde bulundurulmuş ve bu konuda eskiden var olan kanunların olduğu gibi yeni
Anayasa’da yer alması yönünde karar alınmıştır6.
1.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.191–201
2.Landau, age, ss.250–252
3.Halil Gönenç, Altınoluk, S:94, Aralık 1993
4.Davut Dursun, “Din–Devlet Đlişkilerinin 70 Yıllık Macerası”
5.Ahmad, age, ss.372–374
6.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.202–204
57
1961 Anayasası’nın hazırlık aşamasında, dini bir düzenleme getirmenin
amaçlandığı ve DĐB’in yapısında köklü birtakım değişikliklerin (örneğin; Alevilerin de
DĐB’de temsil edilmesi gibi) yapılmasının düşünüldüğü, ancak, toplumun sert tepkisiyle
karşılaşıldığı için bu yeniliklerden vazgeçildiği görülmektedir1.
1960’lı yıllardan sonra, AP döneminde, komünizm bir tehlike olarak görülmüş ve
bunu önlemek için daha çok din ve din adamları kullanılmaya çalışılmıştır2. 1965
seçimlerinden Adalet Partisi’nin başarılı bir şekilde çıkması, dindar çevreler tarafından
olumlu olarak karşılanırken bu durum, din alanındaki birtakım değişmelere zemin
hazırlamıştır3.
1965 yılında, din bürokrasisi açısından önemli olan gelişmelerden biri; DĐB
Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un kabul edilmesidir. Bu kanunla DĐB, daha
güçlü bir yapıya kavuşmuştur. Özellikle, din görevlerinin özlük hakları ile ilgili olumlu
birtakım kararlar alınmıştır. 1980 darbesi sonrası hazırlanan Anayasa’da ise, din
bürokrasisi açısından önemli konuların yer almadığı dikkat çekmektedir4.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra, DĐB’in etkinliğinin, sağlanan parasal
imkânlardan dolayı artmış olduğu görülmektedir. Bu hareketlerin; daha çok mevcut
durumu korumaya yönelik tedbirler olduğu5, toplumsal birliğin tesis edilmesi ve halk
katında meşruiyet sağlamak için yapıldığı ifade edilmektedir6.
1982 Anayasası’na göre, Din Bilgisi ve Ahlak Dersleri ortaöğretimde zorunlu
tutulmuştur. Bu kararla; gençlerin, komünizm gibi düşüncelere kapılmalarını önlemek
amaçlanmıştır. Yeni imam–hatip okullarının açılmasına izin verilmemesi, bu okulların
şube şeklinde eklemelerle çoğalmasına neden olmuştur. 1982 Anayasası’nda da, din–
devlet ilişkilerindeki yapının aynen korunmuş olduğu söylenebilir7. Farklı birtakım
tutumlar ortaya çıkmasına rağmen, bu yapının, günümüzde de aynen devam ettiği
söylenebilir8.
Din alanındaki önemli değişmelerle ilgili olarak Mardin, Cumhuriyet döneminde,
ilmiye sınıfının ve tarikatların devreden çıkarılması yoluyla, dinin iki önemli
dayanağının ortadan kaldırılmış olduğunu ve DĐB’in kurulmasıyla da etkisini gösteren
dini faaliyetlerin denetim altına alındığını belirtir9. Kışlalı ise, Đslam’ın özellikle
1.Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, Đletişim Yay., Đst., 1991, ss.128–129
2.Ahmad, age, s.378
3.Kışlalı, age, s.175
4.Davut Dursun, Din Bürokrasisi, ss.204–207
5.Levent Köker, “Türkiye’de Demokrasinin “Dünü, Bugünü ve Yarını”:Bir Eleştiri”, Türkiye Günlüğü, S:13, Kış
1990
6.Yalçın Akdoğan, “Resmi Đdeolojinin Kalkanı Olarak Laiklik ve Keyfiliğin Kurumsallaşması”, Sözleşme, S:5,
Mart 1998
7.Davut Dursun, “Din–Devlet Đlişkilerinin 70 Yıllık Macerası”
8.Akdoğan, agm
9.Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, s.123
58
azgelişmiş ülkelerde baskın bir yer edindiğini, ancak bunun yanında, Türkiye’de olduğu
gibi birtakım yapısal değişikliklere maruz kaldığını belirtir. Sonuçta dinin, politik
hayatta belirleyici bir rol oynadığını ifade etmektedir1. Cumhuriyet dönemindeki dinle
ilgili tavırları şu cümlelerle anlatmaktadır: “Kemalist elitin, din konusundaki hassasiyeti
ve laikliği çok katı bir biçimde uygulamaya yönelmesinin nedeni, Đslamiyet’i bir karşı–
ideoloji olarak görmeleridir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki devrimlerin çoğu, yapısal
değişiklikler yerine, Türk toplumundaki değer sistemini değiştirmeye yöneliktir”2.
Din bürokrasisi alanında belirgin bir ayrışmanın olmasını sağlayan laikliğin, asıl
amaçlarından birinin; din adamlarının Cumhuriyet’in varlığına verebilecekleri zararı
önlemek olduğu ifade edilmektedir3.
Batılı bazı bilim adamları, Kemalist hareketin kırsal kesimde tam olarak başarılı
olamadığını, merkezden ve şehirlerden uzaklaştıkça devrimin etkisinin azaldığını
belirtirken4; Ahmad, Atatürk’ün dini kurumlara el atarken çok ihtiyatlı olduğunu,
bunun yanında Cumhuriyet’in geleceğinin tehlikede olacağı zaman, din konusunda çok
kesin bir tavır sergilendiğini ve daha çok laikçi politikalar izlendiğini belirtir5. Din
bürokrasisinin farklı ellerde toplanmasını sağlayan laikliğin, Türkiye’de her zaman
zayıf kalacağı, çünkü devletin yapısı içinde dinle ilgili görevlerin olmasının, tam laik
olmayı engellediği görüşü de yaygın olarak dile getirilmektedir6.
3.8.Teşkilat Olarak Diyanet Đşleri Başkanlığı
Bu başlık altında, Türkiye Cumhuriyeti’nde 75 yıldan bu yana din işlerinin
yürütülmesi görevini yerine getiren DĐB’in; kuruluş ve gelişimi, teşkilat yapısı ve
teşkilat kanunu, DĐB’in konumu, görev ve fonksiyonları, din görevlilerinin eğitim
durumları ve yeterlilikleri, din görevlilerinin çalışmalarını sınırlayan birtakım
mevzuatlar ve hizmet içi eğitim merkezleri ile ilgili kısaca bilgi verilecek ve teşkilatla
ilgili birtakım tartışmalara ele alınacaktır.
3.8.1.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Kuruluşu ve Gelişimi
Daha önce de bahsedildiği gibi, Osmanlı devletinde din işleri, şeyhülislamlık
makamı tarafından yürütülmekteydi. Bu kurum, çok geniş bir alana hükmetmiştir.
Eğitim hizmetlerinden yargı hizmetlerine, fetva hizmetlerinden ibadet yerlerinin
yönetimine kadar birçok alanda bu kurum etkili olmuştur. Bu makamın, hiç kuşkusuz
DĐB’e göre daha geniş yetkileri bulunmaktaydı. Günümüzdeki Vakfılar Genel
1.Kışlalı, age, s.168
2.Köktaş, age, s. 60
3.Yümni Sezen, Türk Toplumunun Laiklik Anlayışı, MÜ ĐFAV Yay., Đst., 1993, s.4
4.Landau, age, ss.244–245
5.Ahmad, age, s.362
6.Yümni Sezen, Hümanizm ve Atatürk Devrimleri, s.295
59
Müdürlüğü, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, Anayasa Mahkemesi gibi
kurumların görevleri bu makamda toplanmaktaydı.
3 Mart 1924 tarihinde Cumhuriyet döneminin din–devlet ilişkilerini belirleyen
önemli birtakım kararlar alınmıştır. Bunlardan biri de, din işlerinin yürütülmesi için bir
teşkilat ve vakıfların yönetimi için bir müdürlüğün kurulmasını öngören 429 sayılı
kanundur.
429 sayılı kanun; “Türkiye Cumhuriyeti’nde muamelât–ı nâsa dair olan ahkâmın
teşri ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği Hükümete ait olup,
dini mübîni Đslam’ın bundan maada itikadat ve ibadata dair bütün ahkâmın ve
mesalihinin tedviri ve müessesatı diniyenin idaresi için Cumhuriyetin makarrında bir
(Diyanet Đşleri Reisliği) makamı tesis edilmiştir” şeklindedir. Aynı kanunun 3.
maddesinde; “Diyanet Đşleri Reisi, Başvekil’in inhası üzerine Reisicumhur tarafından
nasbolunur” denilerek, tayin şekli konusunda açıklayıcı bilgi verilmiştir1.
429 sayılı kanun gerekçesi ise şudur: “Din ve ordunun siyaset cereyanları ile
alakadar olması birçok mezahiri dairdir. Bu hakikat bütün medeni milletler ve
hükümetler tarafından bir düstur–u esasî olarak kabul edilmiştir”. Böylece, din işleriyle
ilgili olarak yasama ve yürütme, TBMM ve onun oluşturduğu hükümete bırakılırken,
Đslam dininin inanç ve ibadetleriyle ilgili hüküm ve işlerinin yerine getirilmesi ve dini
kuruluşların yönetimi de DĐB’e verilmiştir2. Bu kanunla, dinin siyasal ve toplumsal
alandaki etkisinin azaltılması amaçlanmıştır. Din, bu sayede vicdanlarda kalacak,
devleti ve siyaseti etkilemeye başladığı andan itibaren de devletin müdahalesi söz
konusu olacaktı3. DĐB’e, Đslam dininin hukuk kurallarının (muamelat–ı nass) dışında
kalan inanç ve ibadetlerle ilgili olan kısımlarının yönetimi verilmiştir4.
Bu kanuna göre DĐBA, başbakan tarafından önerilecek ve cumhurbaşkanı
tarafından atanacaktır. Teşkilat, başbakanlığa bağlı olurken, bütçesi de
başbakanlığınkine dâhildir. Teşkilat için, ileride bir nizamname hazırlanacaktır. Tüm
ülke genelindeki cami ve mescitler ile burada görev yapan imam, hatip, vaiz, müezzin,
kayyım ve diğer hizmetliler DĐB’e bağlıdır. Bu görevlilerin başı ise DĐBA’dır. Đl ve ilçe
müftülerinin başvuru yeri DĐB’dir5. 429 sayılı kanunun 5. maddesinde; “cevami ve
mesacidi şerifenin ve tekaya ve zevayanın idaresine, imam, hatip, vaiz, şeyh ve
müezzin ve kayyımların ve sair müstahdeminin tayin ve azillerine Diyanet Đşleri Reisi
1.Diyanet Aylık Dergi, S:39, Mart 1994. Diyanet Đşleri Başkanlığı ile ilgili olarak ayrıca bkz. Đştar B. Tarhanlı,
Müslüman Toplum, “Laik” Devlet, Türkiye’de Diyanet Đşleri Başkanlığı, Afa Yay., Đst., 1993; Đştar B. Tarhanlı,
“Laik Türkiye Devletinde Diyanet Đşleri Başkanlığı”, Bilgi ve Hikmet, S:1, Kış 1993; Đştar B. Tarhanlı,
Türkiye’de Diyanet, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, Đst., 1995; Đştar B. Tarhanlı, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Diyanet
Đşlerinin Düzenlenmesi”, Din–Devlet Đlişkileri Sempozyumu–Bildiriler”, Beyan Yay., Đst., 1996; Mehmet Bulut,
Kuruluş Yıllarında Diyanet Đşleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri (Kuruluşunun 70. Yılı Münasebetiyle)”, Diyanet
Đlmi Dergi, C:30, S:3, Temmuz–Ağustos–Eylül 1994
2.I. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri (1–5 Kasım 1993), C:1, DĐB Yay., Ank, 1995, s.XI
3.Đştar B. Tarhanlı, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Diyanet Đşlerinin Düzenlenmesi”
4.Đrfan Yücel, “Diyanet Đşleri Başkanlığı”, ĐA, C:9, TDV Yay., Đst., 1994
5.Jaschke, age, ss.57–58
60
memurdur”1 denilmek suretiyle de cami, mescit ve bunların dışındaki bütün dini
kurumlar ve dinle ilgili faaliyette bulunan kimselerin yaptığı görevlerin hepsinin, bu
kanunla denetim altına alınmaya çalışıldığı görülmektedir.
3 Mart 1924’te hazırlanan kanunun, “alelacele” çıkarılmış olduğu dikkat
çekmektedir. Çünkü kanunda teşkilatın yapısı tam olarak belirlenmemiştir. 429 sayılı
kanunun kabulünden sonra, uzun bir zaman, teşkilatın yönetsel yapısıyla ilgili
çalışmalar yapılmamıştır. Daha çok, DĐB bütçesiyle ilgili birtakım açıklamalar
getirilmiştir. 1927 yılı bütçesinde, DĐB’in yönetsel yapısıyla ilgili geniş bilgi
verilmiştir. 1929 yılında, DĐB görevlilerinin sürekli maaşlı memur kadrolarında olduğu
belirtilmiş ve yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, 1452 sayılı devlet memurları
maaşıyla ilgili kanundaki Diyanet’le ilgili cetvelin, DĐB teşkilat kanunu olarak kabul
edilmesine karar verilmiştir2. DĐB’in uzun yıllar, “bütçe ve barem kanunlarında
gösterilen kadro ve idarî yapıya göre”3 hizmet vermeye çalışmış olduğu görülmektedir.
20.11.1926’da, DĐB teşkilatı içinde yer alan; cüzhan, devirhan, buharihan,
müslimhan, vaizhan, şifahan, şeyhülkurra, muvakkıthan, mahyacı ve buna benzer
birtakım kadrolar kaldırılmış ve din hizmetlerinin yürütülmesinde yalnızca ĐH ve MK
kadroları kalmıştır4.
13 Haziran 1931’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren kanuna göre,
bu tarihten itibaren bütün cami ve mescitlerin yönetimi ve görevliler, Evkaf Umum
Müdürlüğü’ne geçmiştir. Bu kanun vakıfları da kapsadığından, Dinî Müesseseler
Müdürlüğü ve Levazım Müdürlüğü, personel ve kadrosuyla birlikte (26 vaiz, 4081 cami
görevlisi) Evkaf Umum Müdürlüğü’ne geçmiştir. Bu kanunla, DĐB’in yetkilerinin
daraltılmış olduğu görülmektedir. Buna göre, cami ve mescitlerin “hakiki ihtiyaca” göre
belirlenmesi sağlanacak ve birleştirilmesi mümkün olan görevler birleştirilecektir. Bu
haliyle DĐB, ihtiyacı olan elemanı almada bir ölçüde yetkili olamamaktadır5. Bu kanun,
23.03.1950’ye kadar yürürlükte kalmıştır6.
DĐB, 14.06.1935 tarihinde çıkarılan, “Diyanet Đşleri Reisliği Teşkilat ve
Vazifeleri Hakkında Kanun”la ilk teşkilat kanununa (2800 sayılı kanun) kavuşmuştur.
Bununla; teşkilat yapısı, kadro durumu, merkez ve taşra görevlilerinin nitelik ve tayin
şekilleri gösterilirken7, 11.11.1937 tarih ve 7647 sayılı “Diyanet Đşleri Reisliği
Teşkilatının Vazifelerini Gösterir Nizamname” ile de, görevler konusuna açıklık
1.Diyanet Aylık Dergi, S:39, Mart 1994
2.Đştar B. Tarhanlı, “Laik Türkiye Devletinde Diyanet Đşleri Başkanlığı”
3.Yücel, agm
4.Abdullah Manaz, Atatürk Reformları ve Đslam, Akademi Kitabevi, Đzmir, 1995, s.146
5.Tarhanlı, age, ss.42–44
6.Yücel, agm
7.Đştar Tarhanlı, “Laik Türkiye Devletinde Diyanet Đşleri Başkanlığı”
61
getirilmiştir. 1950 yılına kadar 429 sayılı kanunun sınırlandırmış olduğu dar alanda
hizmet verilmeye çalışılmıştır1.
14 Haziran 1935 tarihinde kabul edilen kanunla, müftülerin atanmasında seçim
yönteminin kullanılması kararlaştırılmıştır. Buna göre herhangi bir yerin müftülük
kadrosu boşalınca illerde vali, ilçelerde ise kaymakamın başkanlığında oluşan ve o
yerdeki dersiam, vaiz, imam ve hatipler ve ayrıca belediye üyelerinin oluşturmuş
olduğu bir kurul, “ilim ve fazilet” sahibi olan üç kişiyi gizli oyla tespit eder. Müftü, bu
üç kişi arasından DĐBA tarafından atanır. Bu uygulama 1950’ye kadar devam etmiş, bu
tarihten sonra merkezi atama yolu tercih edilmiştir. Ancak, bu tarz seçim siteminin,
cemaat esasını getireceği ve bunun Atatürk ilke ve inkılâplarına ters düşeceği biçiminde
bir endişe oluşmuş ve bu yolla Đslam’da olmayan ruhban sınıfının ortaya çıkacağı ifade
edilmiştir. Buna benzer bir uygulamanın, DĐBA seçimi için de yapılması konusundaki
görüşmeler uzun süre devam etmiş ve sonuçta DĐBA’nın, Başbakanın teklifi ve
Cumhurbaşkanının da tasdik ettiği Bakanlar Kurulu Kararı’yla seçilmesi
öngörülmüştür. Din Đşleri Yüksek Kurulu üyelerinin ise DĐBA’nın teklifi, Başbakanın
bildirmesi ve Bakanlar Kurulu’nun atamasıyla gerçekleşmesi kararlaştırmıştır. Yine,
DĐB’e ilk olarak bir başkan yardımcısı atanması, 11 Temmuz 1939 tarihli Resmi
Gazete’de böyle bir kararın yayınlanmasından sonra mümkün olmuştur2.
CHP, 1950 seçimlerine yaklaşırken dine karşı olan katı tutumunu kısmen terk
ederek, DĐB’le ilgili birtakım olumlu kararlar almıştır. 2800 sayılı kanuna birtakım
eklemeler yapılmak suretiyle, 5634 sayılı kanun 29.04.1950 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Daha önceden “Diyanet Đşleri Reisliği” olan teşkilatın adı, “Diyanet Đşleri
Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir. Teşkilat dâhilindeki bazı birimlerin de adı
değiştirilmiş ve bazı yeni birimler eklenmiştir. Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne 1931
yılında verilen cami ve mescit görevlilerinin kadroları yine DĐB’e nakledilmiştir.
Kadrosuz olarak köy ve kasabalarda imamlık yapma da, başkanlığın ve müftülüğün
iznine bağlanmış ve teşkilata 941 kadro tahsis edilmiştir3.
DP döneminde, yani Mayıs 1950–Mayıs 1960 tarihleri arasında, DĐB
mevzuatında ciddi hiçbir değişikliğin olmadığı dikkat çekmektedir4. Bu dönemde,
ibadet yerlerini ilgilendiren ve 1955 yılında kabul edilen, Gayrı Menkul Kiraları
Hakkında Kanun’un 1. maddesi 2. fıkrası ile mabetlerin kiraya verilemeyeceği ve ibadet
dışında herhangi bir amaçla kullanılamayacağı hükmü getirilmiştir5.
1960’dan sonra oluşturulan hükümetler dine karşı açık bir tavır almadıkları gibi,
DĐB’in iyileştirilmesine yönelik önemli kararlara imza atmışlardır. Bu konu ile ilgili
olarak Savcı’nın şu görüşleri dikkat çekicidir: “1961 seçimlerinden sonraki koalisyon
1.Yücel, agm
2.Tarhanlı, age, ss.45–55
3.Yücel, agm
4.Tarhanlı, age, s.48
5.Tarhanlı, age, s.141
62
hükümetleri, din duygusu ile dolu kamuoyunu tatmin etmek için (Diyanet Đşleri
Başkanlığı’nın) örgüt, görev ve yetki alanlarını pek fazla genişlettiler”1.
13 Şubat 1962’de hazırlanan Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi’nde
(MEHTAP), merkez ve taşradaki müftülüklerin genel bütçeden maaş almaları
benimsenmiş, ancak, bunun imam, hatip ve diğer cami görevlileri için kabul edilemez
olduğu belirtilmiştir. Bu rapora göre; ibadet ve cami hizmetlerini yerine getirenlerin,
Đslam geleneklerine göre mahalli topluluklarda dini bilgiye sahip olanlar içinden
seçilmesi daha uygundur ve bu görevin başlı başına geçim kaynağı sayılması doğru
değildir. Buna göre; imam, hatip ve diğer cami görevlilerinin memur sayılmasının ve
“genel idare” içinde görülmesinin, laik devlet ilkelerine uymayacağı belirtilmiştir. Yine,
bu kimselere aylık verilmesinin, devleti büyük bir mali külfete sokacağı da ifade
edilmiştir. DĐB’in yapılandırılması ve Cumhuriyet döneminde önemli tartışmalara
kaynaklık etmesi, bu kurumun “ideolojik bir araç” olarak kullanılmak istendiğini açıkça
göstermektedir2. Bu dönemde, hükümetler dini, çoğu zaman belli menfaatlerin
sağlandığı bir alan gibi görmüşlerdir. Dini gelişmeye destek olacağı endişesiyle, bu
kurumun (DĐB) düzenli bir şekilde işlemesi engellenmiş, ancak, oy kaygısından dolayı
da birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Bu düzenlemeler, daha çok kadro verilmesi ve
bütçenin belirlenmesiyle ilgili olmaktadır.
DĐB teşkilatıyla ilgili birtakım düzenlemeleri içeren bir tasarı, 1963 yılında
Meclis’e sunulmuştur. Uzun tartışmalara neden olan bu tasarı, 23 Mart 1964 tarihinde
Meclis Başkanlığı’na gönderilmiş ve 15 Ağustos 1965 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
633 sayılı Diyanet Đşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un
dayandığı temel ilkeler; genel idare içinde yer alan DĐB’in görev ve yetkilerini belirtme
ve Başkanlığın mevzuatını ve ihtiyaçlarını tek bir kanunda toplama şeklindedir. Bunun
yanında teşkilat mensuplarının problemlerini çözmek ve teşkilatı gençler için cazip hale
getirmek amaçlanmıştır. Din işleri görevlilerinin, bilgi seviyelerinin arttırılması, hurafe
ve taassubun ortadan kaldırılıp, halkın dini inançlarında birlik sağlanması hedefler
arasında yer almaktadır. Bu arada, ihtiyaçlar karşılanıncaya kadar, bucak ve köy
camileri için her yıl 2000 imam–hatip kadrosu verilmesi kabul edilmiştir. Yine, merkez
teşkilatına 203, taşra teşkilatına da 19.490 kadro verilmiştir. DĐB’in, 12.283 olan kadro
sayısı bu tarihten sonra 31.976 olmuştur. Kabul edilen bu yasanın gereği olarak, Din
Đşleri Yüksek Kurulu oluşturulmuştur. Ayrıca Dinî Hizmetler ve Din Görevlilerini
Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı kurulmuştur. Bir teftiş kurulunun oluşturulması da bu
dönemde gerçekleşmiştir3. 15 Eylül 1967’de, Diyanet Đşleri Başkanlığı Cami
Görevlileri Yönetmeliği çıkarılmıştır4.
1.Tarhanlı, age, s.48
2.Doğan Duman, Demokrasi Sürecinde Türkiye’de Đslamcılık, Dokuz Eylül Yay., Đzmir, 1997, ss.158–159
3.Tarhanlı, age, s.51
4.Tarhanlı, age, ss.111–116
63
Araştırma Plan ve Program Bütçe Başmüşavirliği, Dinî Hizmetler ve Din
Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi bünyesinde Dış Hizmetler Müdürlüğü 1971 yılında
kurulurken, Hac Đşleri Müdürlüğü 1976 yılında oluşturulmuştur. 1978 yılında,
Araştırma Plan ve Program Bütçe Başmüşavirliği, Araştırma ve Planlama Dairesi’ne
dönüştürülmüş, Dinî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi ise, Din
Hizmetleri Dairesi ve Olgunlaştırma Dairesi adıyla ikiye ayrılmıştır. Ayrıca bu tarihte,
Koordinasyon ve Değerlendirme Dairesi ve Yurt Dışı Din Hizmetleri Müşavirliği
kurulmuştur. Başkanlık bünyesinde, eğitim merkezleri, 1973 yılından sonra açılmaya
başlamıştır1.
1973 yılında, eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı kadrosu tahsis edilmiş ve ilk
olarak Bolu’da bir “eğitim merkezi” oluşturulmuştur. 1975 tarihinde, Ankara ve
Đstanbul’da olmak üzere, iki ayrı yerde eğitim merkezi kurulmuştur. 1978’de, “Yurtdışı
Din Hizmetleri Müşavirliği” kurulmuş ve 10 kadro tahsis edilmiştir. 1978 yılında, ilk
olarak deneme niteliğinde Hac seferleri düzenlenmiş ve başarılı olunmuştur. 1979’da
ise, Hac Dairesi Başkanlığı kurulmuştur2.
DĐB’in örgütlenmesiyle ilgili olarak, TBMM’nde kabul edilen ve birtakım
değişiklikleri içeren 1893 sayılı kanun, 6 Mayıs 1975 tarihinde Cumhurbaşkanı’na
sunulmuş, ancak, Cumhurbaşkanı bu kanunu tekrar görüşülmek üzere Meclis’e geri
göndermiştir. Bunun üzerine, 26 Nisan 1976’da hazırlanan 1982 sayılı kanun teklifi
TBMM’de kabul edilmiş ve tekrar Cumhurbaşkanı’na sunulmuştur. 1982 sayılı kanun
da geri gönderilince, TBMM Genel Kurulu, bir kanunun iki defa geri
gönderilemeyeceğine ilişkin karar almıştır. Ancak, böyle bir karar alınması için mevcut
kanunda herhangi bir değişiklik olmaması şartı bulunmaktadır. Hâlbuki ikinci defa
teklif edilen kanunda birtakım değişiklikler yer almıştır. Daha sonra, 1779 sayılı kanuna
göre yayınlanması öngörülen kanun, 11 Mayıs 1979 tarihli Resmi Gazete’de
yayınlanmıştır. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası
açmıştır. Anayasa Mahkemesi ise, Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilen kanunun
aynı şekilde kabul edilmesi için herhangi bir değişiklik yapılmama şartının olduğunu
belirtmiş ve ilgili kanun Anayasa’ya aykırı bulunarak 18 Aralık 1979’da iptal
edilmiştir. Sözü edilen iptal kararının, yayınlandıktan bir yıl sonra yürürlüğe girmesi
kararlaştırılmış ve 11 Mayıs 1980’de Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Bir yıl sonra,
yani 11 Mayıs 1981’de, bu iptal kararı yürürlüğe girmiştir. Bu kararın Resmi Gazete’de
yayınlanmasından sonra da, hiçbir yeni düzenlemeye gidilmemiştir3.
1982 sayılı kanunun iptal edilmesinden önce mevcut olan 633 sayılı kanunun,
iptal üzerine yürürlüğe gireceği hükmü, bazı kimselerce benimsenmiş olmasına rağmen,
bu görüş Anayasa’ya aykırı bulunmuştur. Danıştay’ın, 24 Mayıs 1971 tarihli bir kararı
bu görüş doğrultusundadır. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bir kanundan önce
1.Yücel, agm
2.Tarhanlı, age, ss.52–54
3.Đştar Tarhanlı, “Laik Türkiye Devletinde Diyanet Đşleri Başkanlığı”
64
mevcut bulunan kanun hükümlerinin, tekrar yürürlüğe giremeyeceği hükmü genel kabul
görmektedir1. Bu tarihten sonra, Başkanlık; 18.07.1984 tarihli ve 190 sayılı kanun
hükmünde kararname ve 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun’a göre düzenlenmiştir2. Uzun bir süre DĐB, özel bir teşkilat kanunundan
mahrum bir şekilde yaşamını devam ettirmiş ve bu eksiklik günümüze kadar gelmiştir.
Anayasa’ya aykırı bir şekilde Bakanlar Kurulu Kararnameleri çıkarılması ve birtakım
yönetsel düzenlemeler yapılmak suretiyle, kurumun işleyişinin devam ettirilmeye
çalışılmasının, teşkilatın meşruiyetine gölge düşürdüğü söylenebilir.
24.03.1977 tarihinde kabul edilen 2088 sayılı yasa ile imam–hatip okulu mezunu
bulunmadığı için, vekâleten görev yapan 12.000 ilkokul mezunu imam–hatipliğe
asaleten atanmıştır. Bu haliyle de, 633 sayılı kanunun öngörmüş olduğu nitelik prensibi
zedelenmiştir. 1982 sayılı kanunla, birtakım yenilikler getirilmesi öngörülmüştür ki,
bunlardan biri de din hizmetleri sınıfının Memurin Muhakematı Hakkında Kanun’a tabi
olması ile ilgilidir. Bu kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğinden dolayı,
bu madde de hükümsüz sayılmıştır. Oluşan yasal boşluğu doldurmak için hazırlanan
birçok tasarı kanunlaşmayı beklemektedir3.
1982 Anayasası’nda, kurumun mevcut yapısı korunurken, görevleri arasına
“laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasal görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve
milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç” edinme ile ilgili madde de eklenmiş, ancak,
teşkilata ait özel kanun Meclis’ten geçip yürürlüğe girmediğinden, bu karar da boşlukta
kalmıştır4.
1973 yılında Sayıştay, köy imam–hatiplerinin aylıklarının gelir vergisinden
istisna edilmesine karar vermiştir. Yine 1990 yılında, din görevlilerinin aylıklarında
büyük bir iyileştirme yapılmıştır. Ayrıca, DĐB’de görev yapanların yaş haddinden
(emeklilik yaşı olan 65 yaşından) 5 yıl daha fazla görev yapılabileceğine karar
verilmiştir5.
1970 ile 1990 yılları arasında, DĐB ile ilgili olarak yapılan birtakım
düzenlemelerin yalnızca biri dışında hepsi, kurumun yapısından çok yürütme yönü ile
ilgili olmuştur. Kurumun yapısıyla ilgili olarak yapılan düzenleme ise, iptal edilen 1982
sayılı kanundur6.
9 Nisan 1990’da, Bakanlar Kurulu tarafından, “633 sayılı Diyanet Đşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında 416 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname” çıkarılmıştır. Bu kararname,
“Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkında Bazı Kanunlarda Değişiklik
1.Đştar Tarhanlı, “Laik Türkiye Devletinde Diyanet Đşleri Başkanlığı”
2.Yücel, agm
3.Yücel, agm
4.Mevlüt Özcan, Din Görevlisinin El Kitabı, Sabır Yay., Đst., 1989, s.42
5.Tarhanlı, age, ss.123–124
6.Tarhanlı, age, ss.61–62
65
Yapılmasına Dair Yetki Kanunu”na dayanılarak çıkarılmıştır. Kanun hükmündeki bu
kararname, 9 Nisan 1990 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Yalnız, 1 Şubat 1990 tarihinde Anayasa Mahkemesi, “Yetki Kanunu” olarak bilinen
kanunu iptal etmiş ve bu iptalin üç ay sonra yürürlüğe gireceğine karar vermiştir. Bu
surette alınmış olan 416 sayılı kanun hükmünde kararname de hukuksal bir dayanaktan
mahrum kalmıştır1. 1980 yılındaki iptal kararından sonra, DĐB teşkilatı ile ilgili
herhangi bir çalışma yapılmamış olması dikkat çekerken, yapılması gereken şey; önceki
kanun ve kanun hükmünde kararnamelerden de yararlanmak suretiyle, teşkilat
kanununun en kısa zamanda çıkarılması olmalıdır. Yürürlükten kalkmış olan bir kanuna
dayanılarak çıkarılan kanun hükmündeki kararnamelerle, bir kurumda yürütme işlerinin
gerçekleştirilmesinin, Anayasa’ya ne derece uygun olduğu tartışmalı bir konudur.
1965 yılında kurulan ve DĐB’in en yüksek karar ve danışma organı olan DĐYK,
kuruluşundan sonra iki defa feshedilmiştir. Bu kurul, 1970 yılındaki fesihten sonra 15
yıl, yani 1985 yılına kadar, herhangi bir fonksiyon görmemiştir2. En son 1978 yılında
yapılan bir seçimle kurul oluşturulmuş, ancak, daha sonra kurul üyelerinin başka
görevlere gelmeleri ya da emekli olmalarından dolayı gerektiği gibi fonksiyon icra
edememiştir. 12.04.1990 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan kararnameye göre,
kurulun seçim esasları ve görevlerinin çerçevesi yeniden çizilmiştir3. 14.04.1992
tarihinde ise, DĐYK yeniden toplanmıştır4.
1955, 1965, 1970, 1983, 1990 ve 1991’de DĐB’e büyük oranda kadro tahsis
edilmiştir. Diğer yönetsel birimlere göre, DĐB için ayrıcalıklı bir tutum sergilenmiş
olduğu dikkat çekmektedir5.
Kuruluşundan bu yana DĐB’e, genel bütçeden ayrılan paylar farklı olmuştur6
(Tablo 1). Birkaç yıl, DĐB bütçesinin, genel bütçe içindeki payı yüksek olmuştur. Bu
paylar 1966’da %1.89, 1967’de %1.78, 1990’da %1.23, 1991 yılında %1.16 ve 1965’te
%1.15’e karşılık gelmektedir. DĐB’e büyük bir oranda bütçe ayrılması, ilk olarak
1965’te olurken, bunun daha çok yaklaşan seçimlerden dolayı yapıldığı söylenebilir.
1965 yılında onaylanan DĐB bütçesi üzerinde, hemen bütün partilerin hemfikir oldukları
dikkat çekmektedir. Yine, teşkilat kanununun yenilenmesi gibi konular, yoğun olarak
bu dönemlerde gündeme gelmiştir. CHP’nin, 1945 yılında dini kurumlara karşı aldığı
ılımlı tavır gibi, 1965 seçimleri öncesinde de birçok parti, dini kurumlara karşı ılımlı bir
tutum sergilemiştir7.
1.Tarhanlı, age, ss.68–69
2.Lütfi Doğan, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
3.Diyanet Aylık Dergi, S:17, Mayıs 1992; Seyfettin Erşahin, “Bilinen–Bilinmeyen Yönleriyle Diyanet”, Diyanet
Aylık Dergi, S:11, Kasım 1991
4.Diyanet Aylık Dergi, S:17, Mayıs 1992
5.Tarhanlı, age, ss.111–116
6.Tarhanlı, age, ss.137–138
7.Tarhanlı, age, ss.138–139
66
Devlet bütçesi içerisinde, silahlı kuvvetlerden sonra en büyük pay DĐB’e
ayrılmaktadır. Diğer bir deyişle, beş bakanlığın toplam bütçesi kadar DĐB’e pay
ayrılmaktadır1. DĐB’in 1994 bütçesi gözden geçirilecek olursa, ayrılan bütçenin
%98.7’sinin cari giderler için harcandığı görülür. Bütçenin %0.9’u yatırım harcamaları,
%0.4’ü de transfer harcamaları için kullanılmaktadır2. Yatırım ve transfer harcamaları
için ayrılan bütçenin az olması, birtakım faaliyetlerin aksamasına neden olurken, oluşan
bütçe açığı, daha çok TDV’den gelen kaynaklarla kapatılmaya çalışılmaktadır.
DĐB’in yapısı incelenirken, değinilmesi gerekli olan bir husus da Türkiye
Diyanet Vakfı olmaktadır. TDV, 1975 yılında, DĐB’in faaliyetlerine destek amacıyla,
dönemin DĐBA Dr. Lütfi Doğan, Tayyar Altıkulaç, Yakup Üstün ve Ahmet Uzunoğlu
tarafından kurulmuştur. Vakfın kuruluş amacının belirtildiği vakıf senedinde, toplum
için yararlı işlerin yapılmasının amaçlandığı ve özellikle de din hizmetlerinin ağırlıklı
olarak ele alınacağı belirtilmiştir. DĐB bütçesinin yetersiz kaldığı durumlarda, TDV’nin
devreye girdiği ve özellikle de parasal yönden destek sağladığı görülmektedir3. DĐB’in
mal “iktisap” (kazanma) edememesinden dolayı, hibe edilen mallar önceleri dernek,
köy tüzel kişiliği ya da şahısların mülkiyetinde kalmakta iken, TDV kurulduktan sonra,
bu malların mülkiyeti TDV’ye geçmiştir4.
Türkiye Diyanet Vakfı’nda; 1 genel müdür ve 2 genel müdür yardımcısı
bulunmaktadır. Diğer birimler; Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Araştırma
Planlama ve Koordinasyon Müşavirliği, Basın–Yayın ve Halkla Đlişkiler Müdürlüğü,
Dış Hizmetler ve Bağlı Kuruluşlar Koordinatörlüğü, Dış Đlişkiler Müdürlüğü,
Koordinasyon ve Đdare Müdürlüğü, Hac ve Umre Muhasebe Müdürlüğü, Bilgi Đşlem
Müdürlüğü, Levazım Müdürlüğü, Personel ve Đdari Đşler Müdürlüğü, Đnşaat Müdürlüğü,
Vakıf Muhasebe Müdürlüğü, Emlak Müdürlüğü, Eğitim ve Kültür Müdürlüğü, Yayın
Danışma Kurulu, Yayın–Matbaacılık ve Ticaret Đşletmesi, Yurtlar ve Sosyal Tesisler
Müdürlüğü, Đslam Araştırmaları Merkezi (ĐSAM), 29 Mayıs Tıp Đşletmesi, GĐNTAŞ,
KOMAŞ, TEMSAŞ, DĐVANTAŞ, Vakıf Fuarcılık Ltd., VETAŞ Vakıf Özel Eğitim ve
Öğretim Tesisleri Ticaret ve Sanayi AŞ, Ankara Sosyal Tesisler Müdürlüğü, Ankara
Kız Öğrenci Yurdu Müdürlüğü, Bursa Erkek Öğrenci Yurdu Müdürlüğü, Kastamonu
Kız Öğrenci Yurdu Müdürlüğü, Kayseri Kız Öğrenci Yurdu Müdürlüğü, Konya Erkek
Öğrenci Yurdu Müdürlüğü, Vakıf Đl Şube Müdürlükleri ve Đlçe Şubeleri
Müdürlükleri’nden oluşmaktadır5.
Bu vakfa koşullu olarak yapılan bağışlar, bağış yapanın isteğine göre
harcanmaktadır. Vakfın, doğal başkanı DĐBA olurken, illerde ve ilçelerde ise müftüler
şube başkanı olmaktadırlar. Vakfın, Türkiye genelinde 900’ü aşkın şubesi
1.Kadir Canatan, Din ve Laiklik, Đnsan Yay., Đst., 1997, s.37
2.Diyanet Aylık Dergi, S:39, Mart 1994
3.Ahmet Uzunoğlu, “Diyanet Vakfı”, ĐA, C:9, TDV Yay., Đst., 1994
4.Yakup Üstün, “Türkiye Diyanet Vakfı Niçin, Nasıl Kuruldu”, Diyanet Aylık Dergi, S:39, Mart 1994
5.Đnternet adresi: http://www.diyanet.gov.tr/tdvgmerk.htm, erişim tarihi: Aralık 1998
67
bulunmaktadır. Vakfın, yurt çapında önemli miktarda gayrı menkulleri bulunmakta ve
bunlar daha çok DĐB hizmetinde kullanılmaktadır. Mevcut gayrı menkuller ya bağış ya
da satın alma yoluyla elde edilmiştir. Vakıf; 1431 cami, 744 Kur’an kursu, 240
müftülük binası, 28 ĐHL, 4 eğitim merkezi, 578 lojman, 195 dükkân, 133 büro, 23 depo,
6 yayınevi, 115 yurt binası, 32 sosyal tesis, 1722 arsa, 368 parsel arazi ve 288 çıplak
mülkiyete sahiptir1.
Vakfın faaliyetleri; 1.Hac ve Umre seferleri düzenleme, 2.Kutlu Doğum Haftası
faaliyetleri, 3.Dini yayınlar fuarı açma, 4.Orta ve yüksek öğrenimde okuyan öğrencilere
burs temin etme, 5.Öğrenci yurtları açma, 6.Yoksullara, hastalara, düşkünlere yardım
etme, 7.Dış ülkelerde değişik alanlarda faaliyetler gerçekleştirme, 8.Đslam
Ansiklopedisi’ni hazırlama, 9.Đslam Araştırmaları Merkezi (ĐSAM) faaliyetleri,
10.Ticarî amaçlı faaliyetler şeklinde sıralanabilir2.
TDV’nin kültür ve yayın hizmetleri içinde; basılı, sesli ve görüntülü yayın
hizmetleri, dini yayınlar fuarı ve kitap sergileri bulunmaktadır3. ĐSAM’ın yapmış
olduğu en önemli faaliyetlerden biri; 35 cilt ve 24.000 maddeden oluşan ve yaklaşık
1.000’den fazla yerli ve yabancı yazarın katkıda bulunduğu Đslam Ansiklopedisi’nin
yayınlanmasıdır4.
TDV’nin hizmetleri dört alanda yoğunlaşmaktadır. Bunlar; 1.Vatandaşlara sağlık
ve diğer birçok alanda yapılan yardımlar, 2.DĐB hizmetlerinin desteklenmesine yönelik
olarak yapılan yardımlar, 3.Yurtiçi ve yurtdışında inşaat gideri için yapılan yardımlar,
4.Özel ve resmi birtakım kurumlara yapılan yardımlardır. DĐBA’nın Diyanet Aylık
Dergi’de yer alan röportajında verdiği rakamlara göre, vakfın büyük bir maddi
potansiyele sahip olduğu anlaşılmaktadır5.
3.8.2.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Teşkilat Yapısı, Kanunu, Statüsü, Görev
ve Fonksiyonları, Din Görevlilerinin Eğitimi, Verimliliği ve Đlgili Tartışmalar
DĐB ile ilgili kuruluşundan beri devam edegelen birtakım tartışmalar
bulunmaktadır. Bu tartışmalar;
a.DĐB’in teşkilat yapısı ve teşkilat kanunu,
b.DĐB’in statüsü, görev ve fonksiyonları,
c.DĐB’deki din görevlilerinin eğitim durumu ve verimliliği çevresinde
yoğunlaşmaktadır. Bahsedilen bu tartışmalara kısaca değinme gereği ortaya
çıkmaktadır.
1.Uzunoğlu, agm
2.Ahmet Uzunoğlu, agm. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Đnternet adresi: http://www.diyanet.gov.tr/tdvfal.htm
3.Đnternet adresi: http://www.diyanet.gov.tr/tdvfal.htm, erişim tarihi: Aralık 1998
4.Đnternet adresi: http://www.diyanet.gov.tr/isam.htm, erişim tarihi: Aralık 1998
5.Bu konu için bkz. Diyanet Aylık Dergi, S:48, Aralık 1994; Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın
Konuşmaları Makaleleri (1995–1996) II, DĐB Yay., Ank., 1996, ss.57–62
68
3.8.2.1. Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Teşkilat Yapısı, Kanunu ve Đlgili
Tartışmalar
1924 yılında çıkarılan ve DĐB’in kuruluşu ile ilgili 429 sayılı kanunda, belli
dönemlerde birtakım değişikliklere gidilmiştir. Bu değişikliklerin, kurumun temel
yapısını etkileyebilecek türden olmadığı bilinmektedir. Ancak, şu nokta belirtilmelidir
ki, önem derecesi büyük veya küçük olsun yapılan değişiklikler, yoğun tartışmaların
yaşanmasına sebep olmuştur.
633 sayılı kanunun 1. maddesinde, DĐB’in görevleri; “Đslam dininin inançları,
ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek ve din konusunda toplumu aydınlatmak
ve ibadet yerlerini yönetmek”1 olarak belirlenmiştir. DĐB’in en son teşkilat yapısı,
18.07.1984 tarih ve 190 sayılı kanun hükmünde kararname ve 3046 sayılı Bakanlıkların
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a göre düzenlenmiştir2.
1924 yılında kurulan DĐB’in3, önceleri basit bir teşkilat yapısı bulunmaktadır. Đlk
zamanlardaki DĐB’in merkez teşkilatı; Reis, Heyet–i Müşavere, Memurin–i
Merkeziye’den meydana gelirken, taşra teşkilatı ise müftülüklerden oluşmaktadır.
DĐB’in kuruluşunda, teşkilatla ilgili bir nizamname hazırlanacağı belirtilmiş olmasına
rağmen, uzun yıllar böyle bir çalışma yapılmamıştır. 1935 yılında kabul edilen bir
kanunla, merkez teşkilatıyla ilgili birtakım ayrıntılı bilgiler verilmesine karşın, teşkilatla
ilgili en ayrıntılı ve sistemli bilgiler, 1965 yılında kabul edilen 633 sayılı kanunda yer
almıştır. Weber’in ele aldığı “bürokratik örgüt” özellikleri bu kanunda açıkça
görülmektedir4. Bugünkü haliyle teşkilat yapısı, kapsama alanı itibariyle çok geniştir ve
görevler en küçük ayrıntısına kadar belirlenmiştir. Bu durum, şüphesiz faaliyetlerin
kolayca yerine getirilmesinde etkili olmaktadır.
DĐB’in bugünkü (1997 yılı) teşkilat yapısı gelişmiş ve teşkilatın faaliyetleri
oldukça çeşitlilik kazanmıştır. DĐB’in Merkez Teşkilatı; Başkanlık Makamı, Ana
Hizmet Birimleri, Danışma ve Denetim Birimleri ve Yardımcı Birimlerden
oluşmaktadır. Bunlar, kısaca şu şekilde sıralanabilir:
a.Başkanlık Makamı’nda;
1 başkan ve 5 başkan yardımcısı bulunmaktadır
b.Ana Hizmet Birimleri içerisinde;
1.Din Đşleri Yüksek Kurulu,
2.Mushafları Đnceleme Kurulu,
3.Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığı,
4.Din Eğitimi Dairesi Başkanlığı,
1.T.C.Diyanet Đşleri Başkanlığı, DĐB Yay., Ank., 1997, s.3
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, DĐB Yay., Ank., 1997, ss.XIII
3.DĐB’in kurulduğu zamanki adı, Diyanet Đşleri Reisliği’dir. 29.04.1950 tarihinde kabul edilen bir kanunla
teşkilatın Diyanet Đşleri Reisliği olan adı değiştirilmiş ve Diyanet Đşleri Başkanlığı olmuştur. Bu konu için bkz.
Tarhanlı, age, ss.46–47
4.Bekir Demirkol, Diyanet Đşleri Başkanlığı’na Bağlı Đmam ve Müftülerin Liderlik Davranışları (Basılmamış
Doktora Tezi), AÜ SBE, Ank., 1996, ss.96–99
69
5.Hac Dairesi Başkanlığı,
6.Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı,
7.Dış Đlişkiler Dairesi Başkanlığı bulunmaktadır.
c.Danışma ve Denetim Birimleri içinde;
1.Teftiş Kurulu,
2.Hukuk Müşavirliği,
3.Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı yer almaktadır.
d.Yardımcı Birimler ise;
1.Personel Dairesi Başkanlığı,
2.Đdari ve Mali Đşler Dairesi Başkanlığı,
3.Döner Sermaye Đşletme Müdürlüğü,
4.Sivil Savunma Uzmanlığı,
5.Protokol, Basın ve Halkla Đlişkiler Müdürlüğü,
6.Bilgi Đşlem Merkezi Müdürlüğü
7.Araştırma, Geliştirme ve Dokümantasyon Merkezi (AR–GED)’nden
oluşmaktadır.
Taşra Teşkilatı; il ve ilçe müftülükleri ile eğitim merkezlerinden oluşmaktadır.
a.Đl teşkilatında;
1.Đl müftüsü,
2.Müftü yardımcısı,
3.Vaiz,
4.Şube müdürü,
5.Kur’an kursları müdürü,
6.Murakıp,
7.Şef,
8.Memur,
9.Kur’an kursu öğreticisi,
10.Đmam–hatip,
11.Müezzin–kayyım,
12.Çeşitli ünvanlardaki diğer memurlar bulunmaktadır.
b.Đlçe teşkilatında;
1.Đlçe müftüsü,
2.Vaiz,
3.Şef,
4.Memur,
5.Kur’an kursu öğreticisi,
6.Đmam–hatip,
7.Müezzin–kayyım,
8.Çeşitli ünvanlardaki diğer memurlar vardır.
c.Eğitim merkezi müdürlüklerinde;
1.Eğitim merkezi müdürü,
70
2.Öğretmen,
3.Uzman,
4.Şef,
5.Memur,
6.Çeşitli ünvanlardaki diğer memurlar bulunmaktadır.
Yurtdışı teşkilatında; büyükelçilik nezdinde Din Hizmetleri Müşavirlikleri;
başkonsolosluk nezdinde ise Din Hizmetleri Ataşelikleri bulunmaktadır. Bu teşkilatta
ise;
1.Din Hizmetleri Müşaviri veya Din Hizmetleri Ataşesi,
2.Din Hizmetleri Müşavir Yardımcısı veya Din Hizmetleri Ataşe Yardımcısı,
3.Đdari Ataşe,
4.Sosyal yardımcı kadroları bulunmaktadır1.
DĐB’in yürüttüğü kamu hizmetleri ise şunlardır:
1.Din hizmetleri,
2.Đrşat hizmetleri,
3.Eğitim hizmetleri,
4.Hac hizmetleri,
5.Yayın hizmetleri,
6.Yurtdışı hizmetleri,
7.Denetim hizmetleri,
8.Personel hizmetleri,
9.Yatırım hizmetleri2.
Yürütülen kamu hizmetlerinin alanının çok geniş olduğu dikkat çekerken, bu
hizmetlerle, “halkın din konusunda aydınlatılması” hedeflenmektedir.
1996 rakamlarına göre, DĐB’in; 861 il ve ilçe müftüsü, 91 müftü yardımcısı, 482
vaiz ve cezaevi vaizi, 53.806 imam–hatip, 9.656 müezzin–kayyım ve 5.202 KKÖ
bulunmaktadır. Yurtdışında ise 968 eleman görev yapmaktadır. Eğitim merkezlerindeki
toplam eleman sayısı 187’dir. Bütün personelle birlikte toplam sayı 76.087 olmaktadır.
Bunun yanında münhal (boş) olan kadro sayısı ise 12.504’tür. Boş olan kadronun genel
kadro içindeki oranı da %14.11’e karşılık gelmektedir3.
1996 yılı itibariyle Türkiye’de 71.293 cami bulunmaktadır. KK sayısı 6.387 olup,
öğrenci sayısı 180.831’dir. Bu KK’lerde 6.874 KKÖ görev yapmaktadır. Camilerin
%11.38’i kadrosuz iken, KK’lerin de 1.146’sı öğretime kapalı bulunmaktadır4. Cami
sayısı her yıl, yaklaşık olarak 1.500 dolayında artmaktadır5.
1.T.C.Diyanet Đşleri Başkanlığı, DĐB Yay., Ank., 1997, ss.7–9; Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri,
ss.XIII–XI
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1998 Yılı Çalışma Programı, DĐB Yay., Ankara, 1998, ss.1–3, Bu konuda ayrıca bkz.
Đrfan Yücel, agm; Abdullah Ceyhan, “Başkanlık Teşkilatı, Görevleri ve Yaptıkları Hizmetler”, Diyanet Aylık
Dergi, S:39, Mart 1994
3.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.7, 35 ve 57. Bu konuda ayrıca bkz. Halit Güler, “Diyanet
Đşleri Başkanlığı Yeniden Yapılanmalı”, Diyanet Aylık Dergi, S:57, Eylül 1995
4.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.91, 94, 105
5.Yücel, agm
71
1924 yılından beri DĐBA görevini 17 kişi yerine getirmiştir1 (Tablo 2). DĐBA
görevine getirilen kişilerden 3’ü görevdeyken vefat etmiş, 7’si emekli olmuş, 3’ü kendi
isteğiyle görevden ayrılmış, birisi ise başka göreve tayin edilmiştir. DĐBA olan kişilerin
görevde kalma süreleri de farklı olmuştur. En uzun süreli görev yapan Mehmet Rıfat
Börekçi’dir. Börekçi, 17 yıl görev yapmıştır. 9 ay gibi kısa bir süre görev yapan DĐBA
ise, Ömer Nasuhi Bilmen olmuştur2.
1924 yılında ilki yapılan ve 1965 yılında da gözden geçirilerek kabul edilen
teşkilat kanununun daha da geliştirilmesi için 1975 yılında çalışma başlatılmış, ancak,
hazırlanan bu kanun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bunun yerine
yenisi hazırlanmayınca, teşkilat, yasal bir dayanaktan yoksun bir şekilde varlığını
sürdürmüştür. Bu durumla ilgili olarak kamuoyunda birçok tartışma yapılmıştır. Bu
tartışmalar bugün de devam etmektedir.
Tarhanlı, DĐB teşkilatıyla ilgili iptal edilen kanunun yerine yenisinin
getirilmemesinin, teşkilatta yürütmeyle ilgili kararların hukuka aykırı olmasına neden
olduğunu belirtir. Diyanet Đşleri Başkanlığı Görev ve Çalışma Yönetmeliği ve bundan
başka hazırlanmış olan yönergelerin “yetki gaspı” olarak ele alınabileceğini ve adı
geçen yönetmelik ve birçok yönerge için her zaman iptal davası açma ihtimalinin
olduğunu ileri sürmektedir3.
DĐB’in daha çok yönetmeliklerle idare edilmeye çalışılması, bu kurumun,
siyasilerin baskılarına açık bir hale gelmesine neden olmaktadır. Daha çok
yönetmeliklerle idare edilmeye çalışılan bir kurumda, tam bir verimliliğin
sağlanabileceğini söylemek zordur4.
1986 yılında, DĐB Disiplin Amirleri Yönetmeliği çıkarılırken DĐB’in özel
kanununun değil, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun dayanak olarak gösterilmiş
olması da, bu kurumun yasal bir dayanaktan yoksul olduğunun açık bir delilidir.
Personele uygulanacak olan disiplin esasları yasal dayanaktan mahrum olduğu için,
daha çok bu boşluklar birtakım idari işlemlerle kapatılmaya çalışılmaktadır. Din
görevlilerine özgü birtakım hizmetlerle ilgili olarak doğabilecek disiplin cezaları
düzenlenmemiştir5.
Günümüzde, 18.07.1984 tarih ve 190 sayılı kanun hükmünde kararname ve 3046
sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a göre düzenlenen6 DĐB’in
konumu ile ilgili birçok tartışma yapılmakta ve konuyla ilgili rahatsızlıklar dile
getirilmektedir. Diyanet Đşleri eski başkanları ve şu andaki başkan, teşkilat kanunu ile
ilgili çalışmaların yapılmasının gerekliliği üzerinde durmaktadırlar. DĐBA Mehmet Nuri
1.Yücel, agm, www.diyanet.gov.tr
2.Diyanet Aylık Dergi, S:39, Mart 1994; Özcan, age, s.43
3.Tarhanlı, age, s.75
4.Tarhanlı, age, s.126
5.Tarhanlı, age, 1993, s.125
6.Yücel, agm
72
Yılmaz, 1965’lerde çıkarılan bir mevzuatla hizmet vermenin birçok zorlukların ortaya
çıkmasına neden olduğunu ifade etmektedir1. DĐB’in teşkilat kanunu ile ilgili
çalışmaların geciktirilmeden çıkarılması gerektiği, birçok araştırmacı tarafından da
ısrarla dile getirilmektedir2.
DĐBA görevinde bulunmuş olan Yazıcıoğlu, teşkilat kanunun olmamasının,
teşkilatın “elini kolunu” bağladığını belirterek, birtakım hedeflere ulaşmaya engel olan
DĐB kanununun bir an önce çıkarılmasını istemektedir. Aynı zamanda, teşkilat kanunu
yanında, teşkilat yapısının da birtakım köklü değişimlere ihtiyacı olduğunu ifade
etmektedir3.
Diyanet Đşleri eski başkanlarından Altıkulaç, DĐB’in tam olarak hizmet
verebilmesi için teşkilat yapısında değişiklik yapılmasının pek de önemli olmadığını,
önemli olan şeyin, yetişmiş insan unsuru olduğunu belirtmektedir. Ancak, bunun
yanında bazı reorganizasyonlara gidilmesinin de kaçınılmaz olduğunu ifade
etmektedir4.
DĐB’in teşkilat kanunundaki bir ayrıntı da tartışma konusu olmuştur. 633 sayılı
kanunda DĐB’in, Đslam dininin “ibadet, itikat ve ahlak” esasları ile ilgili işlerini
yürüteceği belirtilmiş ve bunun yanında, kanunun 2. maddesinde “din konusunda halkı
aydınlatmak” ibaresi yer almıştır. Dinin bir bütün olduğu ve bunun içinde “muamelat”
kısmının da bulunduğu göz önüne alındığında, din konusunda halkın aydınlatılmasının
hedeflendiği bir durumda, yerine getirilmesi hedeflenen işlerin arasına, muamelat
konusunun dâhil edilmemiş olmasının, bir çelişki gibi algılandığı ileri sürülmüştür5.
22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet Đşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun üzerinde uzun zamandan beri devam eden çalışmalar sonuçlandırılmış
ve “Diyanet Đşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Đle Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, 13.07.2010 tarihli Resmi Gazete’de
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
3.8.2.2.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Statüsü, Görev ve Fonksiyonları ve
Đlgili Tartışmalar
Bu başlık altında DĐB’in statüsü, yerine getirmiş olduğu görev ve fonksiyonlarına
değinilecek ve daha sonra bu konulardaki tartışmalara yer verilecektir.
DĐB’in statüsü ve yerine getirdiği görev, 1982 Anayasası’nın 136. maddesinde
şöyle belirtilmiştir: “Genel idare içinde yer alan Diyanet Đşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi
1.Diyanet Aylık Dergi, S:87, Mart 1988; Diyanet Aylık Dergi, S:11, Kasım 1991; Hakses, S:324, Aralık 1991;
Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1992–1994) II, ss.95–96 ve s.278
2.Ayrıntılı bilgi için bkz. Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, ss.413–435; I. Din Şurası Tebliğ ve
Müzakereleri I, s.65; Hakses, S:324, Aralık 1991; Diyanet Aylık Dergi, S:87, Mart 1998; Diyanet Aylık Dergi,
S:11, Kasım 1991
3.Diyanet Aylık Dergi, S:11, Kasım 1991; Đzlenim, S:21, Mayıs 1995
4.Diyanet Aylık Dergi, S:11, Kasım 1991
5.Hakses, S:321, Eylül 1991
73
doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine
getirir”1. DĐB, 1924 Anayasası’ndan beri fiilen, 1961 ve 1982 Anayasalarıyla da,
Anayasa’nın bir gereği olarak “genel idare” içinde yer almıştır2. Bu haliyle, DĐB’in
hizmetlerinin sınırları çizilmiş ve bu görev alanının dışına çıkması Anayasa’ya aykırı
bulunmuştur.
1924 yılında kabul edilen yasayla DĐB’in, “dini mübini Đslam’ın (teşri ve infası
TBMM’ye ait olan muamelatı nasa dair olan ahkâm dışında) itikadat ve ibadata dair
bütün ahkâm ve mesalihinin tedviri ve müessesatı diniyenin idaresi için”3 kurulduğu
belirtilmiştir. Daha sonraları teşkilat kanununun değişmesiyle birlikte, görevlerle ilgili
birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Görevlerle ilgili bu değişiklikler, zaman zaman
birtakım eleştirilere sebep olmuştur. Teşkilatın şu anda resmi olarak dayandığı 633
sayılı kanun hazırlanırken, teşkilatın görevleri ile ilgili kısmına büyük eleştiriler gelmiş
ve dinin önemli bir bölümü olan “ahlak” yönünün görmezlikten gelindiği ifade
edilmiştir. Özellikle Đstanbul’da görev yapan vaizler, bu konuya büyük tepki
göstermişlerdir4. DĐB’in görevleri, 633 sayılı kanunda; “Đslam dininin inançları, ibadet
ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda halkı aydınlatmak ve ibadet
yerlerini yönetmek”5 olarak belirlenmiştir. DĐB’e bağlı olarak çalışan il ve ilçe
müftülükleri ve bu müftülüklerde görevli bütün elemanların görevleri de, en ince
ayrıntısına kadar belirlenmiştir6. Görev alanı sınırlarının belirlenmiş olması, DĐB
teşkilatının eleştirilmesine de neden olmuştur. Kimi eleştirilerde, DĐB ve DĐBA’nın
birçok konuda, görev alanının dışına çıktığı ve nihayetinde devlet memuru olan
birisinin belli şeyleri söylememesi gerektiği belirtilirken, bazı kesimler tarafından da,
kurumun ve kurumun başındaki kişinin birçok konuda sessiz kaldığı ve gündemdeki
konularla ilgili açıklamalarda bulunmadığı ifade edilmektedir.
DĐB, 1924 yılında meşihat ve hilafet makamlarını üstlenmiş olarak kurulmuştur.
DĐB’in gerçek statüsü de budur. Ancak, siyasal iktidarlar, gerçek görevini yerine
getirme konusunda DĐB’e destek vermedikleri gibi, yasalarla “korkutma” yoluna
gitmişlerdir7.
DĐB’in; “genel idare” düzenlemesi kapsamından çıkarılması ve doğrudan
Cumhurbaşkanına bağlanması düşüncesi genel kabul görmektedir. Bu konu, 1982
1.Đştar B. Tarhanlı, Türkiye’de Diyanet, s.46. Ayrıca bkz. Canatan, age, s.20
2.Hamdi Mert, “Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Türkiye’nin Manevi Hayatındaki Yeri, Resmi Statü ve
Fonksiyonu”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, DĐB Yay., Ank., 1991
3.Đştar B. Tarhanlı, Türkiye’de Diyanet, s.9
4.Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Đştar B. Tarhanlı, Türkiye’de Diyanet, ss.9–19; Tarhanlı, age, ss.69–102
5.Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, DĐB Yay., Ank., 1989, K–1/1
6.Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, K–1/1–K–1/4; Ahmet Uzunoğlu, Diyanet
Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, Đrfan Mat., Đst., 1978, ss.61–70
7.Musa K.Yılmaz, “Diyanet, Din Aleyhindeki Yayınlara Cevap Vermelidir”, I. Din Şurası, Tebliğ ve Müzakereler
II, DĐB Yay., Ank., 1995
74
Anayasası’nın hazırlandığı dönemde gündeme gelmiş, tartışılmış ve kabul görmüş
olmasına rağmen, her nedense mevcut konumun devamından yana tavır alınmıştır1. 1–5
Kasım 1993 tarihleri arasında yapılan I. Din Şurası’nda da; DĐB’in, daha iyi hizmet
verebilmesi için, Cumhurbaşkanlığı makamına bağlanmak suretiyle, özerk bir yapıya
kavuşması gerektiği vurgulanmıştır. Bu suretle, siyaset üstü bir yapıya kavuşmasının
sağlanacağı belirtilmiştir2.
DĐB’in “genel idare” dışına çıkarılabilmesi ve bu kurumun faaliyetlerinin sivil
toplum örgütleri tarafından yerine getirilmesi için, bir Anayasa değişikliği
gerekmektedir. Bunun yanında, Siyasal Partiler Kanunu’ndaki, DĐB’in “genel idare”
dışına çıkarılmasının bir siyasal parti tarafından teklif edilmesinin, siyasal partinin
kapatılması için bir gerekçe olacağı biçimindeki 89. maddesinin de kaldırılması
gerekmektedir3.
Şeyhülislamlıktan meşihata, meşihattan DĐR’e ve nihayet DĐB’e geçişte,
salahiyetlerde büyük bir daralma olduğu açıkça görülmektedir4. Salahiyetlerde bir
daralmaya karşın, teşkilat yapısının mükemmele doğru gittiği görülmektedir. Basit olan
yapı, karmaşık bir hal alırken, hizmetlerde en ince ayrıntısına kadar her şey düşünülmüş
ve değişik alanlardaki boşluklar mümkün olduğunca doldurulmaya çalışılmıştır.
DĐB kurumunun, genel idare içinde yer almasının, devletin dine müdahalesi gibi
algılanması yanında, din hizmetleri giderlerinin devlet bütçesinden karşılanması da,
laiklik ihlali olarak değerlendirilmiştir. Bu gerekçelerden dolayı, 657 sayılı DMK’nın
36. maddesindeki din hizmetleri sınıfıyla ilgili hükümlerin ve 633 sayılı kanunun,
laikliğe aykırı olduğu ileri sürülerek, bu maddelerin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki görüşü şöyledir: “Diyanet Đşleri
Başkanlığı’nın, dinî bir teşkilat değil, genel idare içinde yer almış idarî bir teşkilat
olduğu, Başkanlığın Anayasa’da yer almasının ve mensuplarının memur sayılarak
maaşlarının bütçeden karşılanmasının devletin din işlerini yürüttüğü anlamına
gelmediği, dinin devletçe denetiminin yürütülmesinin, din işlerinde çalışacak kişilerin
yetenekli şekilde yetiştirilerek dini taassubun önlenmesi ve dinin toplum için manevî bir
disiplin olmasının sağlanması gibi ülke koşullarının zorunlu kıldığı ihtiyaçlara uygun
bir çözüm yolu bulmak amacını” taşımaktadır5. Yukarıdaki ifadede; DĐB’de
çalışanların memur sayılıp maaşlarının bütçeden karşılanmasının, devletin din işlerini
yürütmediği anlamına geldiği belirtilirken, “dinin devletçe denetiminin yürütülmesi”
cümlesinin yer alması da, bir çelişki gibi algılanmaktadır.
1.Mert, agm
2.Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1995–1996) II, ss.197–198; DĐB için
hazırlanan bir kanun tasarısı için bkz. Ali Fuat Başgil, age, ss.315–331
3.Tarhanlı, age, s.177; Đzlenim, S:21, Mayıs 1995
4.Hüseyin Ayan, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, s.425
5.15.06.1972 tarih ve 14.216 sayılı Resmi Gazete’deki 1970/53–K:1971/76 sayılı karar için bkz. Đrfan Yücel,
agm; Hamdi Mert, agm
75
DĐB’in, laiklik ilkesi doğrultusunda görev yüklenmesinin belirtilmiş olmasının,
laik bir ülkede bulunmaması gereken bir kurumun meşruluk kazanmasına ve çelişkili
gibi görünen durumun ortadan kalkmasına neden olduğu ileri sürülmektedir. DĐB
yoluyla, dinin devlet tarafından denetimi sağlandığı gibi, bizzat dinin laikleştirildiği de
yapılan eleştirilerdendir. DĐB’in, 1924’te kurulmasına ilişkin 429 sayılı kanunla; dinin
ahkâm boyutunun TBMM’ye verilmiş olduğu, dinin yasayla ikiye bölündüğü ve devlet
ile DĐB arasında paylaşılmış olduğu ifade edilmiştir. Buna göre, DĐB’e ibadet işlerini
düzenleme görevi verilirken, ahkâm boyutu da devlete verilmiştir1. Ayrıca, DĐB’in
devletin “özel laiklik anlayışının bekası” için kurulduğu belirtilmektedir2.
Bu arada DĐB’in, üç önemli özelliğine dikkat çekilmektedir. Bunlardan birincisi;
bağımlılık, yani devlete ideolojik, parasal ve yönetsel açıdan bağımlı olması, ikincisi;
zenginlik, devletin en çok bütçe ayırdığı kurumlarından biri olması ve parasal yönden
büyük bir zenginlik içinde bulunması, üçüncüsü ise; yetersizlik, personel ve kadro
yönünden büyük bir orana sahip olmasına rağmen, mesleki formasyon ve bilgi
yönünden büyük bir yetersizliğin olmasıdır. 1990 yılındaki bütçe hesaplarına göre,
DĐB’e ve MEB Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne ayrılan paranın yanında, Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden yapılan katkılar da göz önüne alındığında, silahlı
kuvvetlere ayrılan bütçeden sonra en büyük bütçe, din işlerine ayrılmaktadır. Beş
bakanlığa ayrılan bütçe kadar din işlerine kaynak aktarılmaktadır3.
DĐB’in asıl görevi; hayatın her döneminde, Đslam diniyle ilgili olarak hizmetleri
yaptırmak ve organize etmek olmalıdır. Ayrıca “konuşan” bir DĐB, en fazla arzu edilen
konuların başında gelmektedir4. ĐF’lerin dekanlarının katılmış olduğu bir toplantıda,
DĐB’in klasik bir yöntem kullanarak fonksiyonlarını yerine getirmeye çalıştığı
belirtilerek bu durum eleştirilmiştir. Bu toplantıda aynı zamanda, hizmetlerin cami
dışında da yapılmasının gerekleri üzerinde durulmuştur5. DĐB’in, 90 bine yaklaşan
personeli ve trilyonları bulan bütçesiyle, sadece ezan okuyup namaz kıldıranların
bulunduğu bir müessese olmaktan kurtarılması gerektiği belirtilmektedir. Asıl görevi,
dinle ilgili hizmetleri yaptırmak ve organize etmek olan DĐB, “genel idare” içinde öyle
bir yere oturtulmuştur ki, dinle ilgili gelişmelere adeta seyirci kalmaktadır6.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı’nın hazırlamış olduğu,
Laiklik ve Atatürk’ün Laiklik Politikası adlı raporda, DĐB’in “genel idare”den
ayrılmasının meydana getireceği sorunlar şu şekilde sıralanmıştır:
“1.Ayrılması, halkta huzursuzluk yaratabilir ve bu hareket cahil ortamda dinsizlik
diye nitelenebilir.
1.Canatan, age, s.21
2.D.Mehmet Doğan, Kemalizm, Ağaç Yay., Đst., 1992, s.73
3.Canatan, age, s.37–38; Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, s.427
4.Musa K. Yılmaz, agm
5.Diyanet Aylık Dergi, S:67, Temmuz 1996
6.Musa K. Yılmaz, agm
76
2.Özel din öğretimi altında birtakım boş ve yanlış inançlar öğretilmeye
girişilebilir. Hâlbuki halkın inanma gereksinimini doyuracak ve tatmin edecek
kurumlar, uygar devlet tarafından bilimin ışığı altında korunacak ve aynı zamanda
kontrol edilecek olursa, bu sakıncalar ortadan kalkacak ve din, boş inançlar
karanlığından kurtularak gerçek nurunu ruhlara saçabilecektir.
3.Kurulacak dernekler, cemaatler arasında mezhep anlaşmazlıkları olasılığını da
bir oranda önlemiş olacaktır”1.
Mert, Osmanlı devletinde şeyhülislamlara büyük yetki verildiğini ve devletle
ilgili birçok meselede devamlı görüşlerinin alınmış olduğunu belirterek, bugün
DĐB’den; verilmiş olan resmi yetki ve sorumluluk dışında bir şeyler beklemesinin
nedeninin, şuur altında böyle bir düşüncenin yatmış olmasından kaynaklanabileceğini
belirtir2.
Başlangıcından beri DĐB ile ilgili birtakım değerlendirmeler yapılmıştır.
Bunlardan birincisi; laik bir devletin dinle ilgilenmesinin doğru olamayacağı
yönündedir. Bundan dolayı devlet, dinden elini çekmeli ve din işleri özerk olmalıdır.
Đkincisi, halkının hemen tamamının Müslüman olduğu bir ülkede, DĐB gibi bir
teşkilatın olmasının kaçınılmaz olduğu şeklindeki görüştür. Bu görüşe göre, devlet dine
ilgisiz kalamaz ve halkın ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Üçüncü görüşe göre;
devlete bağlı bir teşkilat olan DĐB ve bu teşkilatın başı olan DĐBA her konuda görüş
bildiremez. Çünkü teşkilat “genel idare” içinde yer almaktadır ve teşkilatın başkanı da
devlet tarafından atanmıştır. Teşkilat, ancak getirilen sınırlamalar çerçevesinde
faaliyette bulunabilir ve DĐBA da yine belli sınırlar dâhilinde konuşabilir. Dördüncü
görüşe göre ise; devlet laik de olsa, halkın dini ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır.
Din, bireyin iç âlemini, devlet ise dış ilişkilerini düzenlemek için vardır. Bu görüşten
hareket edilerek, devletin dine karşı lakayt kalması düşünülemeyeceği gibi, bu iki unsur
birbirine rakip ya da birbiriyle ilgisiz olamayacaklardır. Buna göre, din işlerinin
yapılanmasında ideal olan yol, teşkilatın özerk bir yapıda olması ve siyasal otoritenin
etki alanının dışına çıkarılmasıdır3.
Bugüne kadar DĐB’le ilgili, 20 kadar hukuksal düzenleme yapılmıştır. Son
zamanda yapılan tartışmalar; daha çok din hizmetlerinin cemaatlere bırakılıp–
bırakılmaması, Alevilerin teşkilatta temsil edilip–edilmemeleri, DĐB’in mevcut
yapısının korunması ya da özerk hale getirilmesi üzerinde odaklanmaktadır4. Bunun
yanında, DĐB’in parasal giderlerinin nasıl karşılanacağı da tartışma konusu olmuştur.
Osmanlı döneminde vakıflardan elde edilen gelirlerle din hizmetleri gerçekleştirilirken,
vakıf mallarının çoğuna el konulmuş ve bunlar Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde
1.Tarhanlı, age, s.170
2.Hamdi Mert, agm, ayrıca bkz. Kemal Güran, “Diyanet Đşleri Başkanlığı Özerk Olmalı mı?”, Diyanet Aylık
Dergi, S:57, Eylül 1995
3.Güran, agm. Bu konu için ayrıca bkz. Tarhanlı, age, s.167
4.A.Keskin, “Nasıl Bir Diyanet”, Türkiye Günlüğü, S:35, Tem–Ağt 1995
77
toplanmışlardır. Buna göre, mevcut 80.000 caminin giderlerinin cemaatten
karşılanması, ayrı bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Din görevlilerinin, cami
cemaatinden devamlı olarak parasal yardım talebinde bulunması gibi bir durumla karşı
karşıya gelinmesi söz konusu olabilir. Giderler konusu ele alınıp sağlıklı bir temele
oturtuluncaya kadar, DĐB’in özerkleştirilmesi ya da daha değişik bir yapıya
kavuşturulması çabalarının yarardan çok zarar getireceği ifade edilmektedir1.
DĐB’in konumu için en tutarlı yol; özerkleştirilmesi ve hükümetlerin
müdahalesinden uzaklaştırılmasıdır. DĐB’in faaliyetleri; camilerin organizasyonu, yeni
cami yapımı, eski eserlerin korunması, dini eğitim ve yayın ile sınırlandırılırken, vaaz
ve hutbeler din görevlilerinin inisiyatifinde olmalıdır. Camilerin de, devlet dairesi
görünümünden sıyrılması ve halkın “doğal merkezi mekânları” haline getirilmesi
görüşü ileri sürülmektedir2. Yine, camilerin Osmanlı devletinde olduğu gibi mütevelli
heyetlerinin yönetiminde bulunmaları da sıralanan teklifler arasında yer almaktadır3.
DĐB’in özerk bir yapıya kavuşması; teşkilatın, her an değişen “hava” ve
politikanın baskısından kurtulması anlamına gelecektir. Teşkilat, bu sayede kendine
hâkim bir yapı kazanacaktır. Bu uygulamadan, teşkilat yanında, devletin de faydası
olacaktır. Çünkü bu sayede laiklik ilkesinin gerçekleşmesi yolunda bir adım atılmış
olacaktır. Vakıflar, DĐB’e bağlandığı takdirde, teşkilat parasal yönden bir rahatlığa
kavuşacaktır. Hatta vakıfların DĐB’e bağlanması, halkın yeni birtakım vakıflar
kurmasına neden olacağı gibi, teşkilata karşı bir güvenin oluşması da sağlanacaktır4.
Vakıfların DĐB’e verilmesi düşüncesi genel kabul görmesine rağmen, böyle bir
durumun hem Anayasa’ya ve hem de diğer birtakım mevzuatlara aykırı olduğu
bilinmektedir5.
DĐB’in özerkleşmesi konusu ele alındığında, vakıfların durumunun mutlaka
gündeme getirilmesi gerekir. Çünkü Evkaf ve Şer’iye Vekâleti bir bütün iken, daha
sonraları şer’i işler ve vakıf işleri birbirinden ayrılmıştır ve ikisinin ayrı durması bir
eksiklik gibi algılanmaktadır. Günümüzde, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün görevleri
arasında, camilerin bakım ve onarımı da bulunurken6, bu görevin hakkıyla yerine
getirilmiş olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu müdürlüğe bağlı olan ve daha çok
dini amaçlı olarak ortaya çıkan vakıf mallarının amacı dışında kullanılmakta olduğu da
bilinen gerçeklerdendir.
I. Din Şurası’nda, DĐB’le ilgili olarak alınan kararlarda; DĐB’in Teşkilat
Kanunu’nun bir an önce çıkarılması, DĐB’e; YÖK ve TRT’de olduğu gibi özerklik
verilmesi, DĐBA’nın seçim esasına göre belirlenmesi ve DĐB’in, Cumhurbaşkanlığı
1.Đzlenim Dergisi, S:21, Mayıs 1995
2.Ahmet Özcan, “Devlet, Diyanet ve Laiklik”, Değişim, S:42, Mart 1997
3.Đhsan Eliaçık, “Toplumsal Dinamizmin Merkezi Olarak Cami”, Değişim, S:42, Mart 1997
4.Başgil, age, ss.220–223
5.Mert, agm
6.Đsmail Kara, Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye, Kitabevi, Đst., 1998, ss.89–90
78
makamına bağlanması öngörülmüştür1. DĐB’in statüsü konusunda ortaya atılan
tekliflerden biri de, MEB’de bir din hizmetleri müsteşarlığı kurulması ve din
hizmetlerinin bir genel müdürlüğe bağlanması biçimindedir2.
DĐBA görevini yürütmüş olan Yazıcıoğlu; DĐB’i, şeyhülislamlık makamının bir
devamı gibi görmekte ve DĐB’in lağvedilmesiyle bir boşluğun oluşacağını ve bunun da
Türkiye şartlarına uygun olmayacağını belirtmektedir. Bunun yerine DĐB, özerk bir
hale getirilmeli ve siyaset dışında tutulmalıdır3 demektedir.
Yazıcıoğlu, DĐB’in, Türk halkını ne kadar memnun etmiş olduğunu görebilmek
için, dini cemaatleşmelere bakmanın yeterli olduğunu ileri sürmektedir. DĐB’in, dini
hayatı “kuşatamadığı” için dini cemaatlerin oluşmuş olduğunu belirtmektedir.
Yazıcıoğlu, dini cemaatlerde resmiyetin, soruşturmaların ve fezlekelerin olmamasını,
onların en önemli yanları olarak ortaya koymaktadır. Bu cemaatlerdeki insanların
gönüllü ve karşılıksız hizmet ettiklerini belirterek, DĐB mensuplarının eksikliğinin, bu
gönüllülük ve karşılıksız görev yapma anlayışı olduğunu ifade etmektedir4. DĐB
teşkilatının görevini eksiksiz olarak yerine getirmesi için, hiçbir baskı altında kalmadan,
dinle ilgili konularda “en üst makam” olarak kendisini kabul ettirmesi gereklidir
demektedir5. DĐB, yurtdışında da yetersiz kalmış olduğundan, orada da birçok dini
cemaatin oluştuğunu söylemektedir6.
Yazıcıoğlu, Anayasa’nın DĐB’e vermiş olduğu görevle mevcut yapının çeliştiğini
belirtmektedir. DĐB’in, her türlü siyasal görüş ve düşünceden bağımsız olarak görev
yapması gerektiği Anayasa’da var olduğu halde, bu kurumu bir siyasal partiye mensup
bakana bağlamanın bir çelişki olduğunu, bundan dolayı da kurum içinde siyasal bir
baskının oluştuğunu dile getirmektedir. Kamuoyunda dile getirilen, DĐB’e “devletin
telkini var” gibi düşüncelerin, DĐB’in mevcut yapısı ve statüsü devam ettikçe olacağını
ifade etmektedir7.
Altıkulaç, DĐB’in aynı kalmaması gerektiğini, ancak, bununla beraber cemaatlere
bırakılmasının da doğru bir uygulama olmayacağını ifade etmektedir. Cemaatlere
bırakıldığı takdirde, daha başka rahatsızlıkların ortaya çıkacağını belirtmektedir. Ona
göre, DĐB’in, daha itibarlı bir kurum haline getirilmesi ve personelinin ilim adamlarıyla
takviye edilmesi gerekmektedir. Böylelikle devlete, halka ve cemaatlere karşı daha
etkili olunabilir. Đdeal olan yol ise; Din Đşleri Yüksek Kurulu’nun (DĐYK) teşkilatlı bir
şekilde, DĐB temsilcilerinin çoğunlukta olduğu, dini cemaat üyelerinin ve ayrıca dini
eğitim kurumlarında çalışmakta olan öğretim üyelerinin de bulunduğu bir kurulun
1.Güran, agm
2.Tarhanlı, age, s.171
3.Đzlenim, S:21, Mayıs 1995
4.Altınoluk, S:93, Kasım 1993
5.Hakses, S:316, Nisan 1991
6.Sabri Hizmetli, “Yurtdışına Yönelik Dini Yayınlar”, I. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri II
7.Altınoluk, S:93, Kasım 1993
79
DĐBA’yı seçmesidir. Gelen hükümetlerin isteklerine göre DĐBA’nın değişmesini
önlemek için, DĐBA’nın görevden alınma şartlarının çok ağır olması gerekmektedir.
Yani, DĐBA’nın göreve seçimle gelip yine seçimle gitmesi esas alınmalı ve görevde
kusuru olanlar görevinde bekletilmemelidir1 biçiminde görüşlerini dile getirmektedir.
DĐBA Yılmaz, kurumun başına seçimle gelinmesi üzerinde ısrarla durmaktadır2.
Statüsü belirlenmeden DĐB’in iyi bir şekilde hizmet vermesi mümkün değildir.
Bugünün şartlarında en ideal olan çözümün özerklik olduğunu ifade etmektedir.
Diyanet Đşleri Eski Başkanı (Dr.) Doğan, statünün belirlenmesi ve mevzuatın yeniden
düzenlenmesinin gerekliliği üzerinde önemle durmaktadır3. Güler, DĐB’in özerk olması
ve kurumun istihdam edeceği elemanı kendisinin yetiştirmesi gerektiğini belirtmektedir.
Ona göre, gerekirse, Tevhid–i Tedrisat Kanunu değiştirilmelidir4.
Karaman, DĐB’in bugünkü konumunun savunulamayacağını, ancak, bu görevin
dini gruplara verilmesinin de asla isabetli bir durum olmadığını belirtir. Diyanet işleri
için yapılacak yenilenmenin asla aceleye getirilmemesi gerektiğini ifade eder. Dini,
anarşi ve karmaşadan kurtarmak için teşkilatlanma şarttır. Đslam toplumlarında,
toplumun ibadetlerinin yerine getirilmesi için bir teşkilatın, siviller ya da devlet
tarafından kurulması bir çelişki değildir. Din işlerinin devlete bağlı olması, çoğu zaman
siyasal iktidarlarca politikaya alet edilirken, cemaatlere bırakılan din hizmetleri de
büyük bölünmelere sebebiyet verebilir. Çözüm ise; devletin nezaretçi olduğu bir
yapıdır. Cami cemaatleri, dini cemaatler, imam–hatip okulları ve ilahiyat
fakültelerinden bir kurucu meclis teşekkül ettirilmeli ve sivil bir kurum olarak bir
nizamname hazırlanmalıdır. Bu sivil kurum; yönetsel, bilimsel ve parasal yönden özerk
bir yapıda olurken, giderlerin karşılanması için ya vakıfların bir kısmının ayrılması ya
da isteyenden “din hizmetleri vergisi” alınması gerekir5. Özdemir ise, devletin din
işlerine parasal destek vermesinin normal bir hareket olduğunu belirtmektedir. Halkının
çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede, devletin din hizmetlerine kaynak
ayırmasını, devletin görevleri arasında saymaktadır6.
Din işlerinin devlet kontrolü dışında bulunmasının, Atatürk’ün hedeflemiş
olduğu uygarlık düzeyine ulaşmada bir engel olduğu ifade edilirken; din işlerinin devlet
kontrolünde devam ettirilmesinin, tamamen laik devlet yapısını koruma ve dinin devlet
işlerine karışmasını önleme amaçlı olduğu da belirtilmiştir. Bunun yanında DĐB’in,
genel idare içinde yer almasının, dinin boş inançlardan kurtarılmasına yardımcı olacağı
ve dini vicdanlarda tutmanın en sağlam yolu olduğu vurgulanmıştır. DĐB’le ilgili
olarak; bir kesim, devletin dinle ilgilenmesini, devletin dini himaye ettiği manasında ele
1.Đzlenim, S:21, Mayıs 1995
2.DĐBA ile yapılan röportaj için bkz. Aksiyon, S:152, 1–7 Kasım 1997
3.Hakses, S:316, Nisan 1991; Hakses, S:324, Aralık 1991; Diyanet Aylık Dergi, S:11, Kasım 1991
4.Halit Güler, “Diyanet Đşleri Başkanlığı Yeniden Yapılanmalı”, Diyanet Aylık Dergi, S:57, Eylül 1995
5.Hayrettin Karaman, Laik Düzende Dini Yaşamak, Đz Yay., Đst., 1997, ss.203–206
6.Hikmet Özdemir, Yeni Zemin, S:2, Şubat 1993
80
almaktadır. Başka bir kesim ise, devletin bu yolla dinin gelişmesi ve yaygınlaşmasını
engellemeye çalıştığını ve kendi kontrolü dışında bir din anlayışının oluşmasını
istemediğini ifade etmektedir1.
Hatemi, DĐB’in lağvedilmesi ve dini hizmetlerin dini cemaatlere bırakılmasının
ABD’de olduğu gibi yüzlerce mezhep ya da dini inanç grubunun ortaya çıkmasına
neden olabileceğini belirtir. En uygun olan biçimin, 1980 öncesi üniversiteler ya da
1971 öncesi TRT gibi özerklik olduğunu belirtir2. Hüsrev Hatemi ise, DĐB’in
lağvedilmesini isteyen kimselerin yorum ve ölçü hatasına düştüklerini belirtir. Ona
göre, diyanet işlerinin devletten alınıp halka verilmesi, tarikat ve cemaatlerin işlevsel
hale gelmesine ve dinin yerini ayrıntıların almasına neden olabilir3.
DĐB’in konumu, birçok yabancı yazarın da ilgisini çekmiştir. Bunlar, DĐB’in
“ideolojik bağımlılığı” üzerinde durmuş ve bu kurumun vermiş olduğu fetvaların dini
gerekçelerinin ya çok zayıf ya da hiç olmadığını belirtmişlerdir4. DĐB’in kurulmasıyla
devletin dine müdahalesinin daha da kolaylaştığı belirtilerek; Đslam dininin ve
temsilcilerinin siyasal, toplumsal ve kültürel alandaki güçleri ve yetkilerinin bu sayede
sınırlandırıldığı ifade edilmiştir. Böylece Đslam dini; inanç ve ibadet yönüyle
sınırlandırılmış ve Đslam, modern ulus devletteki dinin rolüne indirgenmeye
çalışılmıştır5.
Keskin, Alevi–Sünni herkesin Müslüman olarak kabul edildiğini, DĐB’in de
mezhebi, tarikatı, cemaati, meşrebi, felsefi görüşü ne olursa olsun Đslam dinine bağlı
olan her Müslüman için kurulduğunu belirtir. Türkiye’de din hizmetlerinin cemaatlere
bırakılmasının sakıncalı olacağını vurgular. Ona göre, Đslam’da “cemaatler” yoktur,
“cemaat” vardır. Cemaatler kavramıyla, daha çok Müslüman toplum içerisinde yaşayan
gayrimüslimler anlatılmak istenir. Ülke nüfusunun %99’unun Müslüman olduğu
Türkiye’de, devletin kendisini din hizmetlerinden ayrı saymasının kabul edilemez
olduğu vurgulanmaktadır. Din işlerinin cemaatlere bırakılması, zaten mevcut olan
ihtilafları daha da artıracaktır. Böylesi bir uygulamayla, mabetlerin ayrılması gibi bir
durumdan da öte, dini alandaki birlik ve beraberlik ortadan kalkacaktır. Batı ülkelerinde
yaşayan Müslüman toplulukların, farklı cemaatler halinde farklı camilerde toplanmaları
ve suni bir ihtilafın oluşması buna örnek olarak verilebilir. Sonuç olarak DĐB, anayasal
bir kurum olarak varlığını sürdürmeli ve özerk hale getirilmelidir6 demektedir.
Keskin, birkaç bürokratik atama dışında, DĐB’in vasıta olarak kullanılmak
suretiyle, dini faaliyetlere karşı müdahalelerin olmadığını ifade eder. Ayrıca,
1.Tarhanlı, age ss.167–178
2.Hüseyin Hatemi, Batılılaşma, Bir Yay., 1987, s.63
3.Hasan Hüsrev Hatemi, “Diyanet Đşleri Başkanlığı ve Diyanet Đşleri Teşkilatının Önemi”, Türkiye Günlüğü,
S:29, Temmuz–Ağustos 1994
4.Canatan, age, s.37
5.Duman, age, s.24
6.Keskin, agm
81
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, dine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenen birtakım
reformların, DĐB değil de başka kurumlar kullanılmak suretiyle yapılmaya çalışıldığını
belirtirken1 bu görüşün tam olarak doğru olduğu söylenemez. Çünkü örneğin; ezanın
Türkçe okutulması ve ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi faaliyetlerinde, DĐB’in etkisi de
büyük oranda olmuş ve bu uygulamalar 18 yıl devam etmiştir.
Kara, din işlerinin cemaatlere bırakılmasını isteyenlerin, bu görüşlerinin temelsiz
olduğunu belirtmektedir. Çünkü Türkiye’deki dini cemaatlerin varlığı devlet tarafından
tanınmamıştır2. Bu durumda yapılan tekliflerin temelsizliği ortaya çıkmaktadır.
Dini cemaatlerin bugünkü parasal durumları itibariyle, DĐB’in yerine getirdiği
hizmetlerin altından kalkıp kalkamayacağı şüphelidir, hatta mümkün görünmemektedir.
Bunun yanında, DĐB’in, bir “devlet dairesi” görüntüsü vermesi olumsuz bir puan olarak
ortada durmaktadır3.
DĐB’in statüsüne bağlı olarak, protokoldeki yeri de tartışılan konular arasındadır.
DĐBA görevini yürütmüş olan Dr. Doğan, DĐB’in protokoldeki yerinin belirlenmesinin
büyük bir anlam taşıdığını ifade ederken4, Mert; Cumhuriyet döneminin başlarında,
DĐB’in protokoldeki yerinin çok yükseklerde olduğunu belirtmektedir. Bu dönemde,
DĐBA’ya ilk makam arabası ve bakanları temsil eden kırmızı plaka verilmiştir.
DĐBA’nın maaşı, başbakan müsteşarından fazla iken, protokoldeki yeri de o ölçüdedir.
DĐBA, bugün protokolde olması gereken yerde olmadığı gibi, il ve ilçe müftüleri için de
durum aynıdır. DĐB’in diğer personeli de, emsallerinden daima geridedir5.
3.8.2.3.Din Görevlilerinin Öğrenim, Đtibar ve Verimliliğiyle Đlgili Veriler ve
Tartışmalar
DĐB tarafından yayınlanan “Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri” adlı
eserde, teşkilat mensuplarının sayısı ve öğrenim durumları şu şekilde verilmiştir;
Đlkokul: 4.500 kişi (%5.92),
Orta, Lise ve dengi okul: 5.967 kişi (%7.84),
Đmam–hatip lisesi: 52.625 kişi (%69.17),
Yüksek öğrenim: 12.995 kişi, (%17.07); (3.287 kişi, (%4.32) dini yüksek
öğrenim; 9.708 kişi, (%12.75) yüksek öğrenim)6.
DĐB’deki yüksek okul mezunlarının oranı göz önüne alındığında, teşkilatta
öncelikli olarak eğilinmesi gereken konunun öğrenim düzeyi ve mesleki formasyon
olduğu ortaya çıkmaktadır7. ĐHL mezunlarının çokluğu dikkat çekerken, bu okuldan
1.Keskin, agm
2.Kara, age, ss.88–91
3.Hikmet Özdemir, Yeni Zemin, S:2, Şubat 1993
4.Diyanet Aylık Dergi, S:11, Kasım 1991
5.Mert, agm
6.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, ss.8–9
7.Sakıb Yıldız, “Vaaz ve Hutbelerle Camilerde Din Eğitimi, Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Rolü”, Türkiye 1. Din
Eğitimi Semineri
82
mezun olanların mesleki formasyonu ne derece kazanmış oldukları tartışmalıdır.
Önceki yıllarda, ilkokul mezunu olanlar çoğunlukta iken, bu oranda büyük bir düşme
olmuştur. Bunda, emekli olma ya da ortaokul ve lise/ĐHL’nin dışarıdan bitirilmesinin
büyük bir rolünün olduğu söylenebilir.
DĐB personelinin öğrenim düzeyini yükseltmek için birtakım uygulamalara
başvurulmaktadır. Bunlardan, 26.10.1988 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan
yönetmeliğe göre;
1.Müftü, müftü yardımcısı, vaiz ve murakıp olacakların, dini yüksek öğrenim
mezunu olmaları,
2.KKÖ, ĐH ve GĐH sınıfında memur olacakların ĐHL ya da dini yüksek öğrenim
mezun olmaları,
3.MK’lerin en az ilkokul mezunu ve hafız olmaları (ĐHL mezunu olanlardan MK
için hafızlık aranmamakta) koşulu getirilmiştir1.
Din görevlilerinin mesleki formasyon kazanamamasında etkili olan unsurlardan
birinin, DĐB’in kendi elemanını yetiştirecek okullar açamaması olduğu ileri
sürülmektedir. Buna göre, Tevhid–i Tedrisat Kanunu engeline takılan tek alan, din
eğitimi ve öğretimi alanıdır. Sağlık, maliye, tapu ve kadastro, askeriye, polis okulları,
Tevhid–i Tedrisat Kanunu’na aykırı olarak varlıklarını sürdürürken, din alanında böyle
bir teşebbüse izin verilmemektedir. Din görevlilerinin yetişmesi için okullar açılmasa
bile, MEB’le işbirliğine gidilmesi ve mesleki formasyon açısından kendisini geliştirmiş
din görevlilerinin yetiştirilmeleri teklif edilmiştir2.
Din görevlilerinin bilgi düzeylerinin yükseltilmesi için, DĐB tarafından yıl içinde
hizmet içi eğitim kursları düzenlenirken, bunun yanında müftülüklerin de bizzat
düzenledikleri kurslar bulunmaktadır. DĐBA görevini yürüten Yazıcıoğlu döneminde
başlayan çalışmalarla, din görevlilerinin ĐMYO’larda okumaları sağlanmıştır3.
ĐMYO’ları kazanan kimseler, mümkün olduğunca kazandığı il emrine tayin edilmekte,
ancak, bu uygulama birçok problemi de beraberinde getirmektedir4. ĐMYO’ların açık
öğretim şeklinde faaliyet göstermemesi pek çok sorunun yaşanmasına neden
olmaktadır5. Bu okulların açık öğretim haline getirilmesi, devamsızlık konusuna bir
çözüm olabilir. Ayrıca, ĐMYO’ların süresinin birkaç dönem daha artırılması yoluna
gidilebilir.
Din görevlilerinin öğrenim düzeylerinin düşük görülmesinde ve bilgi–mesleki
formasyon açısından yetersiz kalınmasında etkili olan uygulamalardan biri de,
24.03.1977 tarihinde kabul edilen 2088 sayılı yasadır. Bu yasa gereğince, yeterli sayıda
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, Y–6/4, Y–13/1
2.Kemal Güran, “Đmam–Hatip Lisesi Mezunlarının Đstihdamı Đle Đlgili Problemler”, Türkiye 1. Din Eğitimi
Semineri
3.Bkz. Diyanet Aylık Dergi, S:12, Aralık 1991 ve Hakses, S:324, Aralık 1991
4.M. Nuri Yılmaz, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
5.M. Said Yazıcıoğlu, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
83
ĐHL mezunu bulunmadığından, vekâleten görev yapan 12.000’i ilkokul mezunu, 14.000
kişi ĐH’ye asaleten atanmıştır1.
Din görevlilerinin bilgi ve beceri durumları, değişik platformlarda ele alınmakta
ve din görevlilerinin günün şartlarına göre yetiştirilmelerinin gereği üzerinde
durulmaktadır2. DĐB’in, mevcut ĐH’lerden en az 52.500’üne üniversite öğrenimini
zorunlu hale getirme projesi gündemdedir. YÖK’le yapılan anlaşmaya göre, açık
öğretim yoluyla din görevlilerinin öğrenimlerini tamamlama imkânı sağlanacak ve YĐE
ile ĐF’lerden mezun olanların lisansüstü eğitim yapmaları imkânları hazırlanacaktır3.
Toplumdaki değişimlerin yakalanması ve toplum nezdinde etkili olunabilmesi
için, din görevlilerinin özellikle bilgi yönünden belli bir düzeye ulaşmaları
gerekmektedir. Bunun yanında, mesleğin beceri isteyen bir yönü mevcuttur ve ayrıca,
dini açıdan belli bir yaşam düzeyinin sürdürülüyor olmasının büyük bir önemi
bulunmaktadır4.
Din görevlilerinin verimliliğinin düşmesine neden olan faktörlerden biri, cami ve
lojman açısından ortaya çıkan birtakım sorunların çözümlenememiş olmasıdır.
Camilerle birlikte lojman yapımının ihmal edilmesi, özellikle kırsal bölgelerde görev
yapılmasını zorlaştırmakta ve hatta imkânsız kılmaktadır5.
Kırsal bölgelerde, hububattan verilen zekât ve öşür, din görevlilerine de
dağıtılabilmektedir6. Zekât ve öşür verilmesi, din görevlilerinin toplum nazarındaki
statü ve prestijini düşürmektedir. Böylesi bir ortamda, din görevlisinin toplumda lider
konumunda bulunması ve toplumda söz sahibi olması zorlaşmaktadır.
Resmiyete geçirilmek koşuluyla, din görevlilerine nikâh kıyma imkânlarının
verilmesinin, onların itibarını yükselteceği ve verimliliklerini etkileyebileceği ifade
edilmektedir. Bu uygulama, millet–devlet kucaklaşmasının yollarını açacağından
önemli görülmektedir7.
Din ve dünyayla ilgili konularda, eskiden din görevlilerine daha çok müracaat
edilmiş olduğu bilinmektedir. Günümüzde ise, din görevlilerine başvuranların sayısı
gittikçe azalmaktadır. Din görevlisinin bilgi seviyesinin düşüklüğü, burada büyük bir
etken gibi görünmektedir. Din görevlilerinin insanlarla yeterli bir diyalog kuramamaları
da bunda etkili olmaktadır. Ayrıca, din görevlilerinin yaşam tarzlarının olumsuz
birtakım unsurlar taşımış olması ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerekir8.
1.Đrfan Yücel, agm; Seyfettin Akdoğan, “Đmam–Hatip Liseleri Đle Đlgili Görüş ve Teklifler”, 1. Din Eğitimi
Semineri
2.Bu konu için bkz., I. Din Şurası, Tebliğ ve Müzakereleri (1–5 Kasım 1993) I, s.65
3.Nevin Bilgin, Yeni Yüzyıl, 14.10.1997
4.Đsmet Ersöz, “Üstün Vasıflı Din Görevlisi Đhtiyacı ve Yetiştirilmesi”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri
5.Ali Şafak, “Hakkari ve Civarında Halkın Dini ve Ahlaki Yaşayışı Üzerine Bir Araştırma”, Çeşitli Konular,
Atatürk Üniv., IV. Kitap, 1978
6.Şafak, agm
7.Cüneyt Đlsever, “Demokrasi Đçin Gerekli ve Yeterli Koşullar”, Liberal Düşünce Dergisi, S:6, Bahar 1997
8.Şafak, agm
84
Din görevlilerinin, bilgi ve mesleki formasyon yönünden düşük bir düzeyde
oldukları, DĐB mensubu olan veya olmayan birçok kimse tarafından dile
getirilmektedir. Buna rağmen, din görevlilerine duyulan güven devam etmektedir.
TÜSĐAD’ın hazırlamış olduğu “Türk Toplumunun Değerleri” adlı raporda, silahlı
kuvvetlerden sonra en fazla güven duyulanın; din kurumu ve din adamları olduğu
görülmüştür (%92)1.
Din görevlilerinin toplumdaki itibarının düşüş göstermesine karşılık, dinden
kaynaklanan bir itibar ve saygı söz konusudur. Özellikle kırsal kesimde, din görevlisine
“en güvenilir kişi” gözüyle bakılmaktadır. Yapılan bir araştırmada, kişilerin gözündeki
“en önemli şahsiyet”in kim olduğu sorulmuş ve din görevlisinin %60 oranında tercih
edildiği görülmüştür2.
DPT’nin yaptırdığı ve 1971 yılında yayınlanan, “Türk Köyünde Modernleşme
Eğilimleri Araştırması”nda, herhangi bir işin çözümü için din görevlisine başvuranların
oranının %31.4 olduğu tespit edilmiştir. Din görevlisine başvuranların oranı; öğretmen,
muhtar ve diğer mercilere başvuranlardan daha yüksek çıkmıştır3. Yapılan bir başka
araştırmaya göre ise, köyde aile hayatıyla ilgili konularda en etkili kişinin din görevlisi
olduğu görülmüştür (%63.6)4.
Toplumda birtakım doğal felaketlerin önlenmesi, bazı olayların yorumlanması,
güç birtakım sorunların çözümü gibi konularda bazı kimselerin yardımına başvurulması
yaygındır. Böylesi durumlarda din adamları devreye girmektedirler. Bu da, onların
toplumsal konumlarının yüksek olmasında büyük bir etkiye sahiptir5.
Din hizmetlerini yürütenlerden daha fazla yararlanılması ile ilgili olarak, Osmanlı
devletinin son dönemlerinde ilginç bir uygulama gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. 1896
yılında, hem ĐH ve hem de öğretmen yetiştirmek için birtakım okulların açılmaya
çalışıldığı görülmektedir. Buradan mezun olan kişilerin hem ĐH ve hem de öğretmen
olmaları hedeflenmiştir. Bunun yanında, ĐH’lerin, bir formasyon kursuna tabi tutulması
gibi projelerin varlığından da söz edilmektedir6.
Kurtuluş Savaşı sırasında ve daha sonraki dönemlerde din adamlarının büyük bir
fonksiyon üstlendikleri görülmektedir. Bunun yanında, ilk mecliste din adamlarının
sayısal çokluğu dikkat çekmektedir7. Buna karşılık, Cumhuriyet’in kurulmasından
1.Fikret Karaman, “Din Görevlileri ve Hizmette Verimlilik”, Diyanet Aylık Dergi, S:37, Ocak 1994
2.Musa Taşdelen, Göçerlerin Şehirleşmesi (Beritanlı Aşireti Örneği), Turan Yay., Đst., 1997, s.111
3.Tezcan, age, s.157
4.Nermin Erdentuğ, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Eğitim ve Kültür Münasebetleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank.,
1981, s.84
5.Tezcan, age, s.188
6.Bayram Kodaman, Abdulhamid Devri Eğitim Sistemi, Türk Tarih Kurumu Yay., Ank., 1991, s.156
7.Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadelede Din Adamları I–II, DĐB Yay., Ank., 1997; aynı
yazar, “Milli Mücadelede Din Adamları”, Diyanet Aylık Dergi, S:28, Nisan 1993; “Müdafaa–i Hukuk
Cemiyetlerinde Görev Alan Din Adamları”, Diyanet Aylık Dergi, S:28, Nisan 1993; “Đlk Meclis’in Din Adamı
85
sonra, bazı dönemlerde din görevlileri; Batılılaşma ve ilerlemenin önündeki en büyük
engel gibi görülmüşlerdir1. Bu tutum, onların itibarlarının azalmasına ve zamanla da
toplum tarafından küçük görülmesine neden olmuştur.
Din görevlilerinin verimliliğini etkileyen unsurların başında ücret konusu
gelmektedir. Din görevlilerine, uzun süre çok düşük ücretler ödenmiştir. Bu durum; din
görevliliğini, ancak başka bir alanda başarılı olamayanlar ya da bu işi gönüllü olarak
yapanlar üstlenmektedirler biçiminde birtakım yorumların yapılmasına yol açmıştır2.
Din görevliliği maaşıyla geçimini temin edemeyenler genellikle ek iş yaparlarken,
böylesi bir uygulama onların, mesleğin gereklerini tam olarak yerine getirmelerine
engel olmaktadır.
Din görevlilerinin verimliliklerinde önemli görülen konulardan biri kadro
problemidir. Ülkemizde cami görevlisi bazında, büyük bir ihtiyacın olduğu dikkat
çekmektedir. DĐB’in 1996 verilerine göre; 8612 ĐH, 855 MK, 646 KKÖ, 227 murakıp
ve 1075 vaiz kadrosu boştur. Toplam boş kadro ise 12.504’tür ve genel toplam içinde
bu oran %14.11 olmaktadır3. Değişik platformlarda, kadro yetersizliğinin din
hizmetlerini büyük çapta engellediği vurgulanmıştır4.
Din hizmetlerini olumsuz etkileyen birçok sebep sayılabilir. Bunlar; din
görevlilerinin başında yeterli bir yönetsel kadro bulunmaması, görevlilerin görevini
ihmal etmesi, mabetlerin temiz olmaması, din görevlilerinin halk üzerinde olumlu bir
imaj bırakmamış olması gibi faktörlerdir. Birçok yerde cami temizliği, kişiler üzerinde
olumsuz bir tesir bırakırken, görevlilerin kıyafet temizliğinin olmaması da ayrı bir
olumsuz neden olarak ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlar, halkta; mabetlere ve ibadete
karşı bir soğukluğun oluşmasına neden olabilmektedir5.
Altıkulaç, cami hizmetlerinin oluşmasında halkın desteğinin göz ardı
edilemeyeceğini ve bütün olumsuzluklara rağmen, diğer Đslam ülkelerine nazaran cami
hizmetlerinin hiç de kötü bir durumda olmadığını belirtir6.
Din görevlilerinin toplumda her kesime hitap etmeleri için DĐB; il ve ilçe
müftülüklerinde kadın din hizmetlisi bulundurmayı kararlaştırmıştır. Kadınların erkek
din görevlilerden çekinmiş olmaları, böyle bir karar alınmasında etkili olmuştur. Bu
yolla kadınların, bilgisiz olan kimselere gitmesi önlenecek ve dini kaynağından
öğrenmesi sağlanacaktır7.
Milletvekilleri”, Diyanet Aylık Dergi, S:28, Nisan 1993; Lütfullah Bingöl, “Milli Mücadele’de (1918–1923) ve
Erzurum’da Din Adamlarının Hizmetleri”, Çeşitli Konular, Atatürk Üniv., IV. Kitap, 1978
1.Bülent Koçoğlu, “Türkiye’de Dini Tedrisat ve Đlahiyat Fakülteleri”, Parantez, Đlkbahar 1995
2.Đzlenim, S:21, Mayıs 1995
3.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.7
4.S.Yıldız, agm
5.Şafak, agm
6.Đzlenim, S:21, Mayıs 1995
7.Milliyet, 11.02.1997
86
Özetle, cami görevlilerinin kendinden bekleneni verememelerinin nedenleri;
eğitim durumunun yetersizliği, ekonomik zorluklar olurken bunun yanında, birtakım
mevzuatlar da etkili olabilmektedir1. Burada, din görevlilerini ilgilendiren Memurin
Muhakemat Kanunu’na kısaca göz atmak gereği ortaya çıkmaktadır.
1871 yılında kabul edilen Memurin Muhakematına Dair Nizamname ile
memurların yargılanmalarının yalnızca idare tarafından yapılması kararlaştırılmıştır.
1914 yılında kabul edilen Memurin Muhakematı Kanunu ise, yine önsoruşturmayı
idareye vermekte ve ihtiyaç halinde adliye mahkemelerinin devreye girmesini
öngörmektedir. Bugün uygulanan Memurin Muhakematı Kanunu’na göre bir memur,
işlediği bir suçtan dolayı, önce yönetsel makamlarca soruşturmaya tabi tutulmakta ve
bu soruşturmanın sonucuna göre, kişi ya suçsuz bulunup soruşturma düşmekte ya da
adli makamlara sevk edilmektedir. Kanunda; önsoruşturma ile ilgili yapılması gerekli
olan şeyler, sonuç kararının hangi idare makamlarınca verileceği, memurun adli
makamlarca yargılanmasında nasıl bir yol izleneceği konusunda ayrıntılı birtakım
bilgiler bulunmaktadır2.
Bu kanunun, günümüzün koşullarına göre eskimiş olduğu birçok kimse
tarafından dile getirilmiş olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi, bu kanunun iptali için
açılmış olan birçok davayı reddetmiştir. Batı ülkelerinin ancak birkaçında bu türden bir
kanun bulunmaktadır. Anayasa’nın genel hükümleri gereği de, bu kanunun kaldırılması
en geçer yol gibi görünmektedir3.
Bu kanunun, Anayasa’ya aykırı olduğu dile getirilmesine rağmen hâlâ
korunmaya çalışılması, “memur devleti” kavramını akla getirirken, DĐB’de çalışan
memurların bu kanun kapsamına alınmamış olması da, ayrı bir çelişkiyi açığa
çıkarmaktadır. DĐB’de çalışanların bu kanuna dâhil edilmesi için birçok çalışma
yapılmış, ancak bir sonuç alınmamıştır.
Bir memurun suç işlemesi halinde, yargılanması için önce Đl Disiplin Kurulu’nun
onayı gerekmektedir. Eğer kurul iddiayı ciddi bulmazsa, memurun yıpranmaması için
yargı önüne çıkması engellenmektedir. Ancak, din görevlileri hakkında ciddiyetten
uzak bir iftira atılmış olması bile, onların hâkim önüne çıkması için bir gerekçe
oluşturmaktadır. Bu yüzden din görevlilerinin toplum önündeki itibarı da düşmektedir4.
Din görevlileri, özlük hakları itibariyle DMK’ya tabi iken, devlet memurlarının
“idari tahkikat yapılmaksızın tutuklanmamaları” hakkına sahip değillerdir. Eskişehir’de
CMUK hükümlerini ihlal eden ve bundan dolayı da Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne
sevk edilen bir vaizin durumundan sonra bu kanunun aksaklıkları açıkça gözlenmiştir5.
1.Abdurrahman Çetin, Altınoluk, S:112, Haziran 1995
2.Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi–Anayasa Hukukuna Giriş, Say Yay., Đst., 1988, ss.423–424; “Memur”,
Meydan Larousse, Büyük Lügat ve Ansiklopedi, Sabah Yay., C:13; Ahmet Uzunoğlu, Diyanet Đşleri Başkanlığı
Mevzuatı, ss.549–555; Ayrıca bkz. Bahir Sorguç, Disiplin ve Đdari Soruşturma, MEB Yay., Đst., 1992
3.Tanilli, age, ss.423–424
4.Akit, 26.02.1997
5.Zaman, 20.01.1993
87
DĐB ile ilgili olarak hazırlanan 1982 sayılı kanunun Anayasa Mahkemesi
tarafından 18.12.1979’da iptal edilmesi, din görevlilerinin Memurin Muhakemat
Kanunu’na tabi olmalarını engellemiştir. Hazırlanan bu kanunun 23. maddesinin d
bendine göre; “Diyanet Đşleri Başkanlığı teşkilatında çalışan müftü, vaiz, murakıp,
Kur’an kursu öğreticisi ve imam–hatip gibi personelin görevlerinden doğan veya
görevlerinin yapılması sırasında işledikleri suçlardan dolayı yargılanmaları, Memurin
Muhakematı Hakkında Kanun hükümlerine göre yapılır” şeklindedir. Ancak, bu kanun
iptal edildiğinden, yine eski kanuna göre hükmedilmekte ve din görevlileri devlet
memuru sayılmamaktadırlar1.
Din görevlileri için getirilmek istenen uygulamalardan biri, milletvekilliği veya
belediye başkanlığı seçimi için görevden istifa ettikten sonra tekrar göreve
dönememeleriyle ilgilidir. Buna göre; DĐB’de başkan, başkan yardımcısı, DĐYK üyesi,
teftiş kurulu üyesi, müftü ve müftü yardımcısı ve din hizmeti sınıfındaki diğer
görevliler aday olmaları halinde, bu görevlerine tekrar dönemeyeceklerdir2. Böylesi bir
uygulamanın, siyasetten uzak kalmak amacına yönelik olarak yapılmaya çalışıldığı
söylenebilir.
3.8.3.Eğitim Merkezleri ve Müfredat Programları
Din görevlilerinin verimliliği ile yakından ilgili olmasına rağmen, hizmet öncesi
ve hizmet içi eğitimle ilgili bilgilerin ayrı bir başlık altında verilmesi uygun
görülmüştür.
Çağımız teknoloji ve bilgi çağı olduğundan, toplumlar büyük bir değişim süreci
içinde bulunmaktadırlar. Bu değişim sürecinden olumsuz etkilenmemek için, değişimin
zaman geçirilmeden takip edilmesi gerekmektedir. Bu değişim, dini algılayışlarda da
birtakım farklılaşmaların oluşmasına neden olmaktadır. Bu aşamada, din görevlilerine
de büyük görevler düşmektedir. Verilen cami hizmetlerinin daha da etkili olması için,
bu değişmelerin takip edilmesi gerekir. Kendini günün değişen koşullarına uyarlamayan
bir din görevlisinin mesajını tam olarak vermesi mümkün olmadığı gibi, itibar kaybının
olacağı da muhakkaktır. Din görevlisinin mesajını verirken olumsuz birtakım
durumlarla karşılaşma ihtimalinin düşürülebilmesi için, değişimlerin izlenmesi
gerekmektedir. Söz edilen gelişmenin yakalanması konusunda hizmet içi eğitim
faaliyetlerinin etkisi büyük olmaktadır.
Hizmet içi eğitim; “bireylere mesleklerinde daha başarılı olmalarını sağlayacak
gerekli bilgi, beceri ve tutumlar kazandırmak amacıyla yapılan planlı eğitim
faaliyetleri” olarak tanımlanabileceği gibi3, “çalışan kimselerin işleriyle ilgili beceri ve
yeteneklerini geliştirmeye yarayacak yeni bilgileri sürekli bir program çerçevesinde
1.Tarhanlı, age, s.109
2.Akit, 26.02.1997
3.Halil Đbrahim Yalın, “Hizmetiçi Eğitim Var Olan ya da Đleride Çözümlenmesi Gerekecek Bir Problemi Çözmek
Đçin Yapılır”, Milli Eğitim Dergisi, S:133, Ocak–Şubat–Mart 1997
88
kazanmak fırsatı sağlayan etkinlikler”1 olarak da ele alınabilir.
Đnsanları etkilemede, yeni metot ve tekniklerin ortaya çıktığı bir ortamda, bu
gelişmelerin hizmet içi eğitim faaliyetleri sayesinde sistemli bir şekilde öğrenilme şansı
bulunmaktadır2. Hizmet içi eğitim, değişik biçimlerde adlandırılmaktadır. Bunlar; iş’te
öğretim, personel geliştirme, personel yenileştirme, insan kaynaklarının geliştirilmesi,
sürekli eğitim, profesyonel gelişme, profesyonel ilerleme3 şeklinde sıralanabilir.
Hizmet içi eğitimin birkaç çeşidi vardır. Bunlar; stajyer eğitimi, geliştirme eğitimi,
yükseltme eğitimi, alan değiştirme eğitimi4 şeklinde farklılaşmaktadırlar.
Hizmet içi eğitimin amaçları; personelin gerekli bilgi, beceri ve tutumları
kazanmasını sağlamak, personelin yeteneklerini tespit etmek ve ayrıca onları istenilen
yönde geliştirmek, personelin moralini yükseltip motive etmek, personelde güven
duygusunu geliştirip hizmet içinde yükselmesine imkân sağlamak, personelin görev,
yetki ve sorumluluklarının artmasını sağlamak, personelin araştırma yapma isteğini
geliştirmek, üretilen hizmet ya da görevlerin verimliliğini artırmak, personelin çalıştığı
kurumun saygınlığının artırılmasını sağlamak5 olarak ele alınabilir.
Hizmet içi eğitimle ilgili olarak yapılan etkinlikler; kurslar, özel amaçlı serbest
seminerler, konferanslar, geziler, bireysel çalışma programları, danışmanlık, gösteri ve
sergiler, uzun süreli araştırma ve geliştirme için hizmet içi eğitim, meslek içi ve meslek
dışı alternatif hizmet içi metotları geliştirme, hizmet içi personeli yetiştirme
programları6 şeklinde sıralanabilir.
Türkiye’de hizmet içi eğitimle ilgili çalışmalar, yaygın olarak, 1960’lı yıllarda
başlamıştır. 657 sayılı DMK’nın 215. maddesinde, kurumlarda hizmet içi eğitimi
yürütecek birimlerin kurulması ve yaygınlaşmasından söz edilmektedir7.
Türkiye’de hizmet içi eğitim; örgütsel, yönetsel, finansal vs. engellerle karşı
karşıyadır. Hizmet içi eğitimde ilgili kurumun; yönetim biçimi, eğitim yöneticileri ve
uygulamaları, eğitime katılanların nitelikleri ve çevrenin etkisi olumsuz faktörler olarak
ele alınabilir8. Hizmet içi eğitimde görev alan uzman ve öğreticilere verilen ders
ücretlerinin düşük olması, bu kimselerin görevlendirilmesini güçleştirmektedir.
Kurumlar arasında koordinasyon ve işbirliğinin yetersiz olması, birtakım sorunlar
1.Hakan Sunay–Yasemin Sunay–Aynur Çılga, “Beden Eğitim Öğretmenlerine Yönelik Hizmetiçi Eğitim
Programlarının Değerlendirilmesi”, Milli Eğitim Dergisi, S:134, Nisan–Mayıs–Haziran 1997
2.H. Cevri Aslangil, “Hizmetiçi Eğitimin Lüzumu”, Çağdaş Eğitim, S:185, Şubat 1993
3.Servet Özdemir, “Her Organizasyon Hizmetiçi Eğitim Yapmak Zorundadır”, Milli Eğitim Dergisi, S:133,
Ocak–Şubat–Mart 1997
4.Nurdan Koçak, “Okulöncesi Eğitimde Hizmetiçi Eğitim”, Milli Eğitim Dergisi, S:133, Ocak–Şubat–Mart 1997
5.Koçak, agm; Ali Kuyaksil, “Personel Eğitimi ve Türkiye”, Türk Đdare Dergisi, S:409, Aralık 1995
6.Leyla Özyürek, Öğretmenlere Yönelik Hizmet–Đçi Eğitim Programlarının Etkinliği, AÜ Eğitim Fak. Yay.,
Ank., 1981, ss.25–26
7.Đnayet Pehlivan, “Türkiye’de Ulusal Kalkınma ve Kurumsal Verimliliğin En Önemli Araçlarından Biri
Hizmetiçi Eğitimdir”, Milli Eğitim Dergisi, S:133, Ocak–Şubat–Mart 1997
8.Şule Açıkalın, “Özel ve Kamu Kuruluşlarında Hizmet Đçi Eğitimin Engelleri”, Hacettepe Üniv., Eğt. Fak.
Dergisi, S:6, 1991
89
doğururken, kurslarda görev alan kimselerin nitelikli olmaması da ayrı bir problemdir.
Bu kimselerin en az üniversite mezunu olması şarttır1.
Yapılan bir araştırmaya göre, hizmet içi eğitimi engelleyen birtakım olumsuz
faktörler belirlenmiştir. Bu faktörler; kaynak sıkıntısı, fiziksel mekânın yetersizliği,
araç–gereç–beslenme–barınma problemleri, yetkililerin eğitimin faydasına inanmaması,
yükselmelerde hizmet içi eğitimin dikkate alınmaması, eğitimin; kurumun ve kişinin
ihtiyaçlarına cevap vermemesi, eğitime katılacaklara amirlerce güçlük çıkarılması,
eğitici–öğretici personelin yetersizliği, eğitim biriminin kurum yapısı içinde uygun
yapıda kurulmamış olması, kurumun belli bir eğitim politikasının olmayışı, verilen
bilgilerin iş yaşamında kullanılabilir nitelikte olmaması, eğitime katılanların sosyal ve
ekonomik problemlerinin çokluğu, eğitime katılanların yeteneklerinin sınırlı olması,
grup içinde kendini rahat hissetmeme, kullanılan öğretim tekniklerinin uygun
olmaması, sınavlarda başarısız olma korkusu, eğitime katılan grupların homojen
olmayışı2 biçiminde sıralanmaktadır.
Birçok teşkilatta hizmet içi eğitim, ciddi bir faaliyet gibi algılanmamaktadır.
DĐB’de de bu faaliyetin gereğince yerine getirilmediği dikkat çeker. DĐB teşkilatında
görevlilerin çoğunun lise ve dengi okul mezunu olduğu görülmektedir ki, böylesi bir
durumda hizmet içi eğitim faaliyetlerinin önemi daha da artmaktadır.
Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma
Yönergeleri’nde, eğitim merkezlerinin kuruluş amacı şu şekilde belirlenmiştir:
“Başkanlık hizmetlerinin en iyi şekilde yürütülmesi için kuruluşun her kademesinde
görevli personelin eğitilmesini ve mesleğe intibakını sağlamak, verimliliğini artırmak
ve daha üst görevlere hazırlamak amacıyla kurulan Eğitim Merkezlerinin görevi,
Başkanlıkça hazırlanan eğitim programlarını uygulamaktır”3. Bu yönergede hizmet içi
eğitimin uygulanmasıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilirken, “Diyanet Đşleri Başkanlığı
Mevzuatı” ve “Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi”nde de hizmet içi eğitimle ilgili
geniş bilgiler yer almıştır4. Türkiye’nin on bölgeye ayrılması suretiyle, her bölgede
hizmet içi eğitim verilen kurslar oluşturmak ve bunları her zaman aktif halde tutmak,
ihtiyaç duyulan konuların başında gelmektedir5.
DĐB’e bağlı olarak eğitim faaliyetlerinde bulunan, 8 adet eğitim merkezi vardır.
Bunlar; Elazığ Harput, Kastamonu, Antalya Gebizli, Đstanbul Haseki, Manisa M. Salih
Okutan, Bolu, Trabzon Akçaabat Darıca, Konya Selçuk Eğitim Merkezleridir6.
Başkanlığın ilk eğitim merkezi Bolu’da 1973’te açılmıştır. Daha sonra; Ankara,
Đstanbul, Elazığ, Antalya, Kastamonu, Manisa, Konya ve Bolu’da eğitim merkezleri
1.A.Haydar Taymaz, Yasemin Sunay, Tufan Aytaç, “Hizmetiçi Eğitimde Koordinasyon Sağlanması Toplantısı”,
Milli Eğitim Dergisi, S:133, Ocak–Şubat–Mart 1997
2.Açıkalın, agm
3.Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, DĐB Yay., Ank., 1985
4.Bu konu için bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, ss.51–53; Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, Y–
17/1–Y–17/18 ve G–87/1–G–87/8
5.Lütfi Doğan, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
6.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.50
90
hizmete girmiştir. Đstanbul ve Konya Eğitim Merkezlerinde, lisansüstü eğitim görme
imkânı vardır1. Đstanbul Haseki, Konya Selçuk Eğitim Merkezlerindeki ihtisas kursları
30 ay iken, Ankara Eğitim Merkezi’ndeki yabancı dil ağırlıklı hizmet içi eğitim kursu
ise 4 ay sürmektedir2. Bu eğitim merkezlerinde; müftü, vaiz, KKÖ, ĐH ve MK’ler için
hizmet öncesi ile bu görevlilerin hizmet içi eğitim ve ihtisas eğitimi görmeleri
sağlanmakta, müftü seminerleri de düzenlenmektedir3. Mevcut eğitim merkezlerinin
yatak kapasitesi, 140 ile 250 arasında değişmektedir4.
1981–1991 yılları arasında düzenlenen toplam 268 hizmet içi eğitim kursuna
37.124 elemanın katılması sağlanmıştır. 1994 yılında, müftülükler tarafından
düzenlenen hizmet içi eğitim kurslarına 7095, eğitim merkezleri tarafından düzenlenen
kurslara 551, toplam 7646 kişi katılmıştır5. 1996 yılında, eğitim merkezlerindeki 31
kursa 1698 kişi katılırken, müftülükler tarafından düzenlenen 823 kursa ise 12.330 kişi
katılmıştır6.
Yapılan hizmet içi eğitim kursları; mahallinde olan ve bölgesel olan biçiminde
ikiye ayrılabilir. Bölgesel olarak adlandırılan kurslar, DĐB tarafından organize edilirken,
mahallinde olan kursları ise müftülükler düzenlemektedir. Bölgesel olan hizmet içi
eğitim kursu daha geniş kapsamlı olup, bunun için bütçe ayrılması gerekmektedir.
Katılanların yolluk ve yevmiyeleri teşkilat tarafından karşılanmaktadır. Bunun yanında,
mahallinde düzenlenen hizmet içi eğitim kursunda böyle bir durum söz konusu değildir.
Bu arada, hizmet içi eğitim kursunun yapılması için ödenek ayrılmaması, din
görevlilerinin sistemli bir şekilde kurstan geçirilmesini önlemektedir.
Eğitim merkezlerindeki faaliyetler; hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim olarak
ikiye ayrılmaktadır. Đllerde hizmet içi ve hizmet öncesi kurs verilirken, ilçelerde ise
sadece hizmet içi eğitim kursu verilmesi amaçlanmıştır. Hizmet öncesi kurslar, yani din
görevlisi sınavını kazandığı halde daha göreve başlamamış olanlar için kurs süresi, en
az bir hafta ve en çok altı hafta olarak belirlenmiştir. Kurs sonunda bir sınav yapılmakta
ve yeterli görülenler, tayin onayı gelmiş olduğu takdirde, göreve başlatılmaktadırlar.
Sınav sonunda başarılı olamayanların, tayin onayı gelmişse göreve başlamaları, devamlı
surette gözetim altında tutulmaları koşuluna bağlanmıştır. Bu durumdaki görevlilerin,
açılacak olan bir sonraki eğitim kursuna tabi tutulmaları sağlanacaktır7. Bu konuyla
ilgili olarak DĐB, yeni bir karar alma aşamasındadır. Buna göre, hizmet içi eğitimde
başarılı olamayanlar göreve başlatılmayacak, başarılı oluncaya kadar hizmet öncesi
eğitim kursuna devam edeceklerdir8.
1.Yücel, agm
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetiçi Eğitim Projesi (1992–1995), DĐB Yay., Ank., 1992, s.12
3.Fahri Demir, “Din Hizmetleri, Din Eğitimi ve Đrşad Metodu”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri
4.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetiçi Eğitim Projesi (1992–1995), ss.1–3
5.Suat Cebeci, Din Eğitimi Bilimi ve Türkiye’de Din Eğitimi, Akçağ Yay., Ank., 1996, s.204
6.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.81
7.Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, s.51
8.Sami Uslu (DĐBA Yard.), 01.02.1997 Kanal 7, “Mayın Tarlası” Programı
91
3.9.Din Görevliliğine Hazırlayıcı Bir Eğitim Kurumu Olarak Đmam–Hatip
Okulları/Liseleri
DĐB’de görev yapan elemanların büyük bir kısmının imam–hatip okulu/lisesi
mezunu olduğu, DĐB verilerinden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla imam–hatip okulları, din
görevlilerinin yetişmesinde büyük bir önem taşımaktadır. Bu durumda, imam–hatip
okullarının incelenmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
3.9.1.Đmam–Hatip Okullarının Tarihi Gelişimi
Osmanlı devletinde, dini eğitim yapılan medreselerde, din adamı yanında, başka
mesleklere yönelik elemanlar da yetiştirilmiştir. 3 Mart 1924’te, medreseler
kapatıldıktan sonra din adamı ihtiyacı ortaya çıkmış ve Tevhid–i Tedrisat Kanunu’nun
bir gereği olarak, imam–hatip yetiştiren okullar açılmıştır. 1924’te 29 imam–hatip
okulu açılırken, bu tarihten sonra okulların sayısında düşme olmuştur1. Đmam–hatip
okullarının sayısı; 1923–1924 döneminde 29, 1924–1925 döneminde 26, 1925–1926
döneminde 20, 1926–1927 döneminden itibaren ikiye düşmüş ve 1930 yılında bu
okullar kapatılmıştır2. Diğer bütün okul ve eğitim kurumlarına büyük bir destek
verilirken bu okullardan destek kesilmiştir3. Bunun yanında, imam–hatip okulunu
bitirenlerin mesleklerinde terfi etmeleri ya da sahalarında ilerlemelerinin önünde büyük
engeller vardır. Ücretler çok düşük bir düzeyde iken, diğer meslekler din görevliliğinin
yanında üstün görülmekte ve teşvik edilmektedir4. Bu gibi sebepler de, imam–hatip
okullarının kısa bir süre içinde kapanmalarında etkili olmuştur.
3 Mart 1924’de kabul edilen yasayla, Şer’iye ve Evkaf Nezareti kaldırıldığında,
479 medrese ve bu kurumlarda öğrenim gören 18.000 civarında öğrenci bulunmaktaydı.
Öğrenci sayısının bu derece az olmasının nedeni, çoğu medresenin o tarihlerde atıl
halde bulunmasıdır. Bunun yanında, çıkan kanundan etkilenen yaklaşık 70.000
civarında da vakıf bulunmaktaydı5.
1924’te açılan bu okulların öğretim süresi 4 yıl olarak kararlaştırılmıştır. Bu
okulların öğrencileri, daha önce kapatılan “irşad medreseleri” ve “taşra
medreseleri”nden oluşmaktadır. Bu okullara alınan öğrenciler, seviye tespit sınavına
tabi tutulmuş olduklarından, daha önce medreselerde okuyan, ancak, medreselerin
kapatılmasıyla öğrenimine devam edemeyen öğrenciler 1923–1924 öğretim yılında
mezun olma imkânına kavuşmuşlardır6.
1.Sitembölükbaşı, age, s.80; “Đmam–Hatip Đmaj Araştırması”, Altınoluk, S:116, Ekim 1995; Mustafa Öcal,
Đmam–Hatip Liseleri ve Đlköğretim Okulları, Ensar Vakfı Yay., Đst., 1994, ss.25–38. Bu konu ile ilgili ayrıntılı
bilgi için bkz. Hulusi Yavuz, Osmanlı Devleti ve Đslamiyet, Đz. Yay., Đst., 1991, ss.149–205; Richard Tapper,
Çağdaş Türkiye’de Đslam, (Çev.: Özden Arıkan), Sarmal Yay., Đst., 1993
2.Hasan–Ali Yücel, Türkiye’de Orta Öğretim, Kültür Bak. Yay., Ank., 1994, s.53
3.Vedat Sağlam, Eğitim, Siyaset ve Din, Đnsan Yay., Đst., 1996, s.68
4.Sitembölükbaşı, age, s.80
5.Bolay vd., age, ss.46–47
6.Ahmet Ünsür, “Đmam–Hatip Liselerinin Tarihçesi”, Đzlenim, S:38, Ekim 1996; Ahmet Dilaver, “Türk Eğitim
Sistemi ve Đmam–Hatip Liseleri”, Đzlenim, S:38, Ekim 1996
92
Ülkemizde 1930’dan 1949 yılına kadar süren zaman içinde, gerek örgün ve
gerekse yaygın olarak hiçbir din eğitiminin verilmediği dikkat çeker. Bu ortamda halk,
din ihtiyacını başka kanallardan karşılama yoluna gitmiştir. Yine, 1930–1949 yılları
arasında din görevlisi yetiştiren hiçbir kurum faaliyette bulunmamıştır. Örgün ve yaygın
din eğitimi verilmemesinin bir sonucu olarak, din alanında birçok hurafenin ortaya
çıktığı dikkat çekmektedir1.
ĐF’nin ve imam–hatiplerin kapanmasından sonra din eğitimi verecek kimse
bulunamaması ve verilen eğitimin beklentilere cevap verememesi gibi nedenlerden
dolayı, din dersleri ortaöğretim kurumlarında 1925–1927 arasında, kent ilkokullarında
1930’da, köy ilkokullarında ise 1939 yılında kaldırılmıştır2. Köy ilkokullarından din
dersleri daha geç kaldırılırken, kırsal kesimin daha muhafazakâr–tutucu olduğunun
farkında olunarak, gelecek tepkilerin önlenmesi amaçlanmıştır.
1948’de halkın baskılarına dayanamayan ve oy kaygısında olan CHP, “ölü
yıkayıcısı” yetişmesi için 10 aylık olmak üzere imam–hatip kursları açmıştır3. Kursta
belli bir müfredatın takip edilmemesi, devam edenlerin bilgi düzeylerinin farklı olması,
sürenin kısıtlı olması ve genel kültür derslerinin de programda bulunması gibi
nedenlerden dolayı pek başarı sağlanamamış ve 1949 yılı sonuna kadar ancak 50 kişiye
diploma verilebilmiştir4. DP döneminde ise, 1951’de ilk olarak 7 imam–hatip okulu
açılırken, bundan sonra 1953–1954’te 8, 1954–1955’te 2, 1962–1963’te 7, 1965–
1966’da 4, 1966–1967’de 18, 1968–1969’da 11, 1969–1970’de 2, 1970–1971’de 1 okul
açılmıştır5.
1948’de açılan imam–hatip kurslarının, mesleki din eğitimi alanında başarısız
olması, birtakım arayışlar içine girilmesine neden olmuş ve 1951 tarih ve 6021 sayılı
Müdürler Komisyonu kararı ile imam–hatip okulları açılmıştır. Bu okulların birinci
devresi 4, ikinci devresi ise 3 yıldır. 7 il merkezinde açılan bu okulların ilk devresini
bitiren “imam–hatip okulu birinci devre diploması”, ikinci devresini bitiren ise “imam–
hatip okulu ikinci devre diploması” almaktadır. Bu sistem, 1971 yılına kadar
uygulanmıştır. Derslerin ağırlık oranı ise şöyledir: Birinci devre mesleki dersler %43,
kültür dersleri %57, Đkinci devre mesleki dersler %40, kültür dersleri %606. Đmam–
hatip okullarının öğretmenleri daha çok, imam–hatip kurslarında da öğretmen olan
medrese kökenli kimselerdir7. Din görevlilerinin eğitimlerini üstlenecek elemanların
bulunmamasının, böyle bir yola başvurmayı gerekli kılmış olduğu söylenebilir.
1.Halis Ayhan, “Genel Öğretim Đçinde Đmam–Hatip Liselerinin Yeri ve Önemi”, Đzlenim, S:38, Ekim 1996
2.Niyazi Altunya, Eğitim Sorunumuza Kuşbakışı, Ürün Yay., Ank, 1997, ss.108–109
3.Rasih Yılmaz–Ahmet Dinç, “Kuruluşunun 45. Yılında Đmam–Hatipler: Ölü Yıkayıcısı Değiliz”, Aksiyon, 4–10
S:13, Mart 1995; Ayrıca bkz. Sadık Albayrak, Türkiye’de Din Kavgası, Şamil Yay., Đst., 1984, ss.255–258
4.Sitembölükbaşı, age, s.81
5.Sağlam, age, s.70
6.Dilaver, agm
7.Ünsür, agm
93
Bu okullarda öğrenim gören öğrenciler, lisenin üç sınıfının bütün derslerinden
sorumlu tutulmuşlardır. Đmam–hatip okulları, 1958 yılında ilk mezunlarını vermişlerdir.
1969 yılında çıkarılan bir kanunla da, 6 fark dersine girilmek suretiyle mezunlara lise
diploması verilmiştir1. Đmam–hatip okulunun ilk bölümünden mezun olanlar, istedikleri
takdirde, köylerde ĐH olarak görev alabilmekteydiler. Đmam–hatip okulunun ikinci
bölümünden mezun olan ve fark derslerini verip lise diploması alanlar ĐF’ye kabul
edilirken, YĐE’lere fark derslerini vermeksizin de girebilmişlerdir. Đmam–hatip
okulunun ikinci bölümünün bazı şehirlerde olmaması, bu okullardan mezun olanların
yüksekokul veya üniversiteye girmelerini bir ölçüde engellemiştir2.
DĐB teşkilatına, din görevlisi olarak imam–hatip okulu mezunu alınması
şeklindeki düzenleme, 1962 yılında gerçekleştirilmiş3, ancak, bunun için bir
mecburiyet getirilmemiş, sadece bu kimselerin öncelikli olarak tercih edileceği
belirtilmiştir. 1965 yılından sonra ise, DĐB teşkilatında çalışmak isteyenlerin, en az
imam–hatip okulu 1. devre mezunu olma şartı getirilmiştir4.
1970 yılında toplanan 8. Milli Eğitim Şurası’nda, imam–hatip okullarının orta
kısmının kapatılması kararı alınmış, ancak bu karar hayata geçirilememiştir. 12 Mart
1971 darbesinden sonra imam–hatipler ortaokuldan ayrılmış, 1974 yılında ise, CHP ile
koalisyon kuran Milli Selamet Partisi’nin şart koşmasıyla da, yeniden bu okullar
birleştirilmiştir5.
1971 yılında Talim ve Terbiye Kurulu’nun 225 sayılı kararı ile imam–hatip
okulları ortaokula dayalı ve eğitim süresi 4 yıl olarak değiştirilmiştir. Đmam–hatip
okullarının sayısı bu tarihte 72’dir. 1971’den sonra derslerin ağırlığı; kültür dersleri
%60.5, meslek dersleri %39.5 şeklinde olmuştur. 1973 tarihinden sonra, ortaokuldan
mezun olan öğrencilerin lise öğrenimine imam–hatip okullarında başlaması olanağı
sağlanmıştır6.
1970–1971 döneminde, bu okullarda 49.146 öğrenci öğrenim görürken7, 1995–
1996 yılı rakamlarına göre Türkiye genelinde klasik olarak eğitim veren 461 ĐHL’de
toplam 468.862 öğrenci öğrenim görmektedir. Yine, çok programlı lise olarak hizmet
veren 31 ĐHL’de, 3.683 öğrenci öğrenimine devam etmektedir8.
Đmam–hatip okulları 1961’e kadar, Milli Eğitim sistemi içinde, bazen özel eğitim
kurumlarına ve bazen de ortaöğretim kurumlarına bağlı kalmıştır. 1961’den sonra Din
Eğitimi Daire Başkanlığı’na bağlanmış ve bu başkanlık 1964’te, Din Eğitimi Genel
1.Dilaver, agm
2.Sitembölükbaşı, age, ss.82–83
3.Ahmet Şişman, Đzlenim, S:38, Ekim 1996
4.Güran, agm
5.Altunya, age, ss.107–108
6.Dilaver, agm
7.Sağlam, age, s.70
8.Ünsür, agm
94
Müdürlüğü olmuştur. 1983’te bu müdürlük, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü halini
almıştır1.
1971–1973 arasında, hiçbir imam–hatip okulunun açılmadığı dikkat çekmektedir.
1973 yılında kabul edilen Milli Eğitim Temel Kanunu ile imam–hatip okullarının adı
imam–hatip lisesi (ĐHL) olarak değiştirilmiştir. Meslek dersleri ile kültür dersleri
arasında, 1971’den itibaren uygulanan 40/60’lık oran da korunmuştur2.
ĐF’ler, uzun yıllar imam–hatip okulu çıkışlı öğrenci kabul etmemiştir. 1973
tarihinde, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu kabul edilerek yürürlüğe girmiş ve
bundan sonra ĐHL mezunları, YĐE dışındaki sınırlı birtakım yüksek öğretim
kurumlarına girmeye başlamışlardır3. 1983 yılından sonra, Milli Eğitim Temel
Kanunu’nun 31. maddesi gereğince, diğer meslek okulları gibi, bu okul mezunları da
istedikleri branşları seçme imkânına kavuşmuşlardır. Bu tarihten sonra, ĐHL’den mezun
olanların birtakım fakültelere girebildikleri görülmüştür. 1987–88 öğretim yılından
itibaren, Haftalık Ders Dağıtım Çizelgelerinde, “esnek sistem”e geçilmiş ve bu sayede
edebiyat ve sosyal kolların yanı sıra fen ve matematik dersleri de alınmıştır. Böylece
ĐHL mezunları, yüksek öğretim kurumlarının çok çeşitli bölümlerine girme imkânı elde
etmişlerdir. 1991–1992 yılından itibaren Ders Geçme ve Kredi Sistemine geçilmiştir.
1993–1994 öğretim yılı mezunlarına alan diploması verilmesi gerekirken, ders geçme
ve kredi sistemine aykırı bir biçimde, bu mezunlara “sosyal bilimler ve edebiyat kolu”
diploması verilmiştir. Bu uygulama günümüzde de devam etmekte iken, durumun
düzeltilmesi için yargı yoluna gidilmiş, ancak ders geçme ve kredi sistemi uygulamadan
kaldırılmıştır4.
ĐHL’lerin orta kısmının kapatılması konusu, uzun bir süre gündemi meşgul etmiş
ve bu konuda birçok tartışma olmuştur. Bu okulların orta kısımlarının kapatılmasının,
yeterlilik açısından büyük bir sorun ortaya çıkaracağı ve ortaokuldan sonra devam
edenlerin sayısında bir düşme olacağı, yapılan eleştiriler arasında yer almaktadır5.
Uzun yıllar, üzerinde büyük tartışmaların yapıldığı, ilköğretimin sekiz yıla çıkarılması
ve kesintisiz olması konusunda 1997 yılında yoğun bir çalışma başlatılmış ve
ilköğretimin sekiz yıl ve kesintisiz olması yönündeki kanun kabul edilmiştir. Bu kanun
(4306 sayılı), 18.07.1997 tarih ve 22.084 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir. 1997–1998 öğretim yılından itibaren ilköğretim sekiz yıl ve
kesintisiz olurken, diğer okullarda olduğu gibi, ĐHL’lerin de orta kısımları kapatılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, din hizmetlerini bir kamu hizmeti olarak mütalaa
etmekte ve bunu, DĐB’e bağlı olarak görev yapan din hizmetleri personeli ile
gerçekleştirmektedir. Din görevliliği, ĐHL’yi bitirmekle kazanılmadığı gibi, din
1.Akyol, age, s.19
2.Ünsür, agm
3.Mustafa Öcal, “ĐHL Mezunlarının Yüksek Öğrenime Yönelme Nedenleri”, Đzlenim, S:38, Ekim 1996
4.Dilaver, agm
5.Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Öcal, age, ss.171–174
95
görevlisi olmak için ĐHL’li olmak gerekli, ancak, yeterli değildir. Din görevlisi olmak
için, DĐB tarafından bir kadroya atanmak gerekmektedir. DĐB tarafından yeterli görülen
kimse, din görevlisi olmaya hak kazanır. ĐHL, bu yönüyle sadece din adamı yetiştiren
değil, din eğitimi veren bir kurum olma görünümü kazanmaktadır. ĐHL’ler “eğitim
hakkı”na dayalı olarak, devletin tekeline aldığı din eğitimini veren kurumlar olarak ele
alınabilir. Đmam–hatip okulu modelinin, din eğitimi ihtiyacına getirilmiş bir “Türk
çözümü” olduğu söylenebilir. Đslam ülkelerinin hiçbirinde, bu çeşit okullar mevcut
değildir. Đmam–hatip okullarının, yerine getirdiği işlevler bakımından, Batı’daki kilise
okullarına benzetilebileceği söylenebilir. Ancak, yine de tam olarak bu okullarla
örtüşmemektedir. Batı’daki kilise okullarının müfredatlarında genel formasyon
bulunmakta, ancak bunun yanında, din eğitimi daha yoğunluklu olmakta ve “dini
pratiklerin” yerine getirilmesi zorunluluk olarak görülmektedir. Branş dersleri, dini
bakımdan kendini mükemmel bir şekilde yetiştirmiş kimseler tarafından verilirken, fen
ve sosyal bilimler gibi derslerde ise, yine dini birtakım telkinler ön planda
tutulmaktadır1.
Eski medreselerle karşılaştırıldığında, ĐHL’lerin din eğitimi veren okullar
olmadığı görülmektedir. ĐHL’lerde verilen eğitim; dini eğitimden çok, “ağırlıklı din
kültürü bilgisiyle desteklenmiş klasik lise eğitimi” olmaktadır. Bu okuldan mezun olup
din görevlisi olan kişilerin çoğunun, imam–hatip okuluna başlamadan önce veya burayı
bitirdikten sonra klasik yöntemle eğitim almış oldukları dikkat çekmektedir2.
Tüm ĐHL’lerin Türkiye’de ortaöğretim içindeki yeri, yaklaşık %13 civarında
iken3, imam–hatip okullarının sayısı ve nitelikleri şöyle sıralanabilir; ĐHO 402,
Anadolu ĐHO (Müstakil) 6, Anadolu ĐHO (ĐHL bünyesinde) 49, çok programlı lise
(ĐHL bünyesinde) 6, yabancı dil ağırlıklı program uygulayan (ĐHL bünyesinde) 2, şube
olarak faaliyet gösteren 60, açılmaya hazır bekleyen 20, Hollanda’da 1, Azerbaycan’da
54. Đmam–hatip okulları, yaptıranlar esas alınarak şöyle sınıflandırılabilir: Özel vakıf,
dernek ve mahalli kuruluşlarca yapılan 264, devlet tarafından yapılan 39, devlet–millet
işbirliğiyle yapılan 77, geçici olarak ĐHL’ye tahsis edilen 22. Toplam ĐHL sayısı ise
4025 olmaktadır.
3.9.2.Đmam–Hatip Okullarının Dini Yeterliliği, Müfredat Programı ve Đlgili
Tartışmalar
Din eğitimi veya “ağırlıklı din kültürü bilgisiyle desteklenmiş klasik lise eğitimi”
veren okullar olarak ele alınabilecek olan imam–hatip okullarının açılması,
yaygınlaşması, müfredat programı, yeterliliği, mezunlarının başka alanlara yönelmeleri,
1.Bolay vd., age
2.Beşir Ayvazoğlu, “Đmam–Hatipli”, Aksiyon, S:122, 5–11 Nisan 1997
3.Ahmet Şişman, agm
4.Yılmaz–Dinç, agm
5.Sağlam, age, s.79; Yılmaz–Dinç, agm; Zaman, 25.03.1997
96
kapalı olan imam–hatiplerin durumu gibi konularla ilgili tartışmalar uzun süreden beri
devam edegelmektedir.
Öncelikli olarak şu belirtilmelidir ki; 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun
32. maddesinde imam–hatip okulları için, “imamlık, hatiplik ve Kur’an kursu
öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek
üzere Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan ortaöğretim sistemi içinde hem mesleğe, hem
de yüksek öğretime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır”1 şeklinde
bir tanımlama getirilmiştir.
Đmam–hatip okullarının amaçları “Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan, ortaöğretim
sistemi içinde, hem mesleğe hem de yükseköğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan
imam–hatip liselerinin amaçları; imamlık, hatiplik ve Kur’an kursu öğreticiliği gibi dini
hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli en az lise seviyesinde genel ve mesleki
öğrenim görmüş elemanlar yetiştirmek”2 olarak belirlenmiştir.
Đlkokuldan başlayarak daha sonra ĐHL’den mezun olan bir öğrenci bütün öğrenim
hayatı boyunca 1900 saatlik din dersi eğitimi alırken, Almanya’da 11 yıl sonunda
normal bir eğitim kurumundan mezun olan bir kişi 1320 saat din dersi almaktadır3. Bu
sonuçlardan anlaşılacağı gibi, ĐHL’yi bitirip din görevlisi olmaya hak kazanan bir
kişinin aldığı meslek dersleri yetersiz olurken, imam–hatip okulları da din görevlisi
yetiştiren okullar olarak ele alınamazlar.
Đmam–hatip okullarından mezun olanların büyük bir kısmının, mesleğine uygun
okullarda okumadıkları ve din görevliliğini seçenlerin az sayıda olduğu ifade edilmek
suretiyle, bu okulların sayılarının sınırlandırılması ve yeni yapılmış olanların da
açılmaması yönünde bir görüş yaygındır. Bunun karşısında, imam–hatip okullarının
açılma gayesinin din görevlisi yetiştirme olduğu, ancak, günümüzde bu okullara daha
çok dinin öğrenilmesi amacıyla gidilmiş olduğu da, belirtilen konular arasında yer
almaktadır.
Đmam–hatip okulları, kuruluşundan 1973’e kadar olan zamanda, orta ve lise
şeklinde ayrılmamışlardır. Bu okullar, ortaöğretim okullarından ayrı bir statüde olmak
koşuluyla açılmıştır. 1926 yılında çıkarılan MEB Teşkilat Kanunu’nda bu okullardan
bahsedilmemesi, bu okulların farklı okullar olduğunu göstermektedir. 1948’deki imam–
hatip kurslarıyla ilgili düzenleme hariç tutulacak olursa, imam–hatiplerle ilgili
gelişmeler, Tevhid–i Tedrisat Kanunu’nun 4. maddesi ihlal edilerek gerçekleştirilmiştir.
Bunun yanında, 1973 tarihli Milli Eğitim Temel Kanunu’nun, Tevhid–i Tedrisat’la
ortadan kaldırılan, ancak, daha sonra bu kanunun ihlal edilmesiyle ortaya çıkarılan
“ikilemi” yasal hale getirdiği4 de, bu konuda yapılan önemli eleştirilerdendir.
1.Halil Haksever, “Đmam–Hatip Liselerinde Program Sorunu ve Çözümü”, Zaman, 5–7.10.1996; S.Hayri Bolay
vd., age, s.148; Mustafa Öcal, “ĐHL Mezunlarının Yüksek Öğrenime Yönelme Nedenleri”
2.Bolay vd., age
3.Bolay vd., age
4.Altunya, age, s.117
97
Buna karşın, tek elden yönlendirilmeye çalışılan eğitim sistemine bir tepki
olarak, halkın imam–hatip okullarını açmış olduğu ifade edilmektedir1.
DĐB teşkilatındaki kadro yetersizliğinden dolayı imam–hatip okullarının
kapanması değil, yenilerinin açılması gereği üzerinde durulmuş ve halk tarafından
yapılan bu okulların kapatılmasının, halkın devlete olan güveninin sarsılmasına sebep
olacağı belirtilmiştir2. Đmam–hatip okullarının yasal dayanakları olarak şunlar
sıralanmaktadır: Tevhid–i Tedrisat ve Teşkilat–ı Esasiye Kanunu, Anayasa, Milli
Eğitim Temel Kanunu, Birleşmiş Milletler Anlaşması ve Đnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi, Paris Yasası3.
Đmam–hatip okullarının çoğunluğu şehirlerde olmasına rağmen, en fazla rağbet
gösterenler kırsal kökenli insanlardır. Bu, en çok tartışılan konuların başında
gelmektedir4. Zamanla şehirdeki her kesimden insanlar da, çocuklarını ĐHL’lere
göndermişlerdir5.
Đmam–hatip okulu mezunları üzerinde yapılan araştırmada, meslekleri ile ilgili
alana yönelmemelerine sebep olarak; kendilerini mesleki formasyona sahip
görmemeleri ve manevi bir sorumluluktan kaçmaları, din görevliliği ile ilgili olarak
kendilerini çok genç hissetmeleri, dini ihtiyaç ve sorulara cevap verememe endişesi
gösterilmektedir6. Bunun yanında, DĐB’e, din görevlisi alınması için kadro verilmemesi
önemli bir sebep olarak belirmektedir. Birkaç yıl aralıkla, belli sayıda din görevlisi DĐB
tarafından alınmaktadır. Din görevliliğinin meslek olarak benimsenmemesindeki
önemli faktörlerden biri de, ücret konusu olarak ele alınabilir. Din görevlilerinin,
“namaz kıldırma memuru” olarak algılanmasının da, mesleğin tercih edilmemesinde
büyük bir rolü olduğu söylenebilir.
Đmam–hatip okullarının açılması konusunda sağ ve sol partilerin bazen
birbirleriyle adeta yarışmış oldukları görülürken, iktidardaki hükümetler, hem sol ve
hem de sağ seçmeni yanlarına almak için, bu okullarda “aydın din adamı”
yetiştireceklerini belirtmişler7 ve bu konuda büyük çabalar harcamışlardır. Đnşa edilen
bu okulların önemli bir kısmı halk tarafından yaptırılmaktadır. Yapılan istatistiklere
göre imam–hatip okullarına halkın katkısı %908 oranında gerçekleşmektedir.
ĐHL’de okuyan öğrencilerin velileri üzerinde, MEB tarafından yapılan bir
araştırmada; velilerin %54.76’sı lise tahsili yanında dini bilgilerin alınması için
çocuklarını gönderdiklerini belirtmişlerdir. Öte yandan %19.36’lık kesim, ĐHL’lerin
1.Yılmaz–Dinç, agm
2.Seyfettin Akdoğan, “Đmam–Hatip Liseleri Đle Đlgili Görüş ve Teklifler”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri
3.Öcal, age, ss.55–57
4.Sitembölükbaşı, age, 1995, s.86
5.Hüseyin Algül, “Kısa Tarihçesiyle Dini ve Milli Hayatımızda ĐHL’lerin Önemi”, Yeni Şafak, 16.06.97
6.Güran, agm
7.Sağlam, age, s.70
8.Yılmaz–Dinç, agm
98
diğer liselere göre daha emin ve kaliteli olduğunu, %10.50’lik kesim ise çocuğunun ĐH
ve %8.77’si KKÖ olması için göndermiş olduklarını belirtmişlerdir. ĐHL öğrencileri
üzerinde, 1993’te yapılan bir araştırmada ise; öğrencilerin %12.7’si imam–hatip
okuluna ailesinin tercihi olduğu için, %78.2’si de kendi isteğiyle geldiklerini
belirtmişlerdir. Öğrencilerin %72’si ise, üniversiteye girip bir meslek sahibi olmayı
düşündüklerini belirtmişlerdir. Bu öğrenciler arasında, ĐF veya Đslami ilimlerle ilgili bir
okula girmek istediklerini belirtenlerin oranı ise %21 olarak gerçekleşmiştir. Çocuklara
“idealinizdeki meslek nedir?” sorusu sorulmuş ve sırasıyla şu cevaplar alınmıştır: %23
öğretmenlik, %18 kaymakamlık, %15 subaylık, %11 üniversitede öğretim üyeliği, %8
müftülük–vaizlik, %7 doktorluk, %4 ticaret, %3 ĐH. Öğrencilere, ĐHL mezunlarıyla
diğer lise mezunları arasındaki en önemli fark sorulmuş ve bu soruya öğrenciler; %43
oranında ĐHL mezunlarının daha bilgili ve kültürlü olduklarını, %51 ise ĐHL
mezunlarının daha dindar ve manevi değerlere bağlı olduklarını belirtmişlerdir. Đmam–
hatip liselerinin yeterli olup olmadığı sorusuna ise, öğrencilerin %95’i, öğretmenlerin
ise %97’si yetersiz cevabını vermiştir. %91.5’lik bir oran, devletin imam–hatip
okullarına gereken ilgiyi göstermediği, devletin ve diğer eğitim kurumlarının
kendilerine bakışlarının olumsuz olduğu görüşündedir. Öğrenci, öğretmen, yönetici ve
veliler, genel olarak ĐHL’leri, din adamı yetiştiren kurum olarak değil, “dini kültür
takviyeli” eğitim kurumları olarak görmektedirler1.
ĐHL’lerde okuyan öğrencilerin diğer okullardaki öğrencilere göre, kötü
alışkanlıklar edinme ihtimalinin daha düşük olduğu ve ĐHL mezunlarının yeteneklerini
daha iyi kullanabilen gençler olduğu ileri sürülmektedir2. Anarşi ve huzursuzluk
dönemlerinde imam–hatipli öğrencilerin bu ortam içine girmeden kendilerini
korumaları, bir yönüyle bu okullara karşı bir rağbetin oluşmasını sağlamıştır. Bir başka
deyişle, imam–hatip okullarının itibar görmesinde, diğer okulların ortaya koydukları
olumsuz neticeler etkili olmuştur3. 1960 ihtilalinden sonra ortaya çıkan öğretmen
açığını kapatmak için 4–6 yıl süreyle uygulanan “yedek subay öğretmenlik”te en
başarılı ve en iyi uyum sağlayan kimselerin ĐHL çıkışlılar oldukları ifade edilmektedir4.
1980 yılından 1992 yılına kadar elde edilen bulgulara, verimlilik açısından bakılmış ve
ĐHL mezunlarının diğer okullara göre daha verimli oldukları (%97) görülmüştür5.
Đmam–hatip okulu öğrencileri ve özellikle de kız öğrenciler, toplumun
kendilerinden bekledikleri roller bakımından “baskı altında tutulan bir gençlik” grubunu
teşkil etmektedirler. Bu insanlardan, devamlı olarak “en iyi” tutum ve davranışlar
sergilemeleri beklenmektedir. Bu düşünce, daha çok; “dini öğrenen, her şeyin en iyisini
1.“Đmam–Hatip Đmaj Araştırması”, Altınoluk, S:116, Ekim 1995
2.Ayhan, agm
3.Ahmet Şişman, agm
4.Bolay vd., age
5.Öcal, age, ss.97–98
99
yapar” inancından kaynaklanmaktadır1. Đmam–hatiplilerin, bu okuldan mezun
olduklarını gizledikleri ve birçok konuda çekindikleri belirtilirken, bu okulları bitirmiş
olmanın ve daha fazla şey kazanmış olunduğunun bilincinde olarak, farklı davranmaları
gerektiği ifade edilmiştir2. Çocuk, imam–hatipli kimliğine sahip olduktan sonra, birçok
alanda hareket sahası daralmakta ve medyanın, çevrenin vs. baskısını üzerinde
hissetmektedir. Đmam–hatiplinin, belli bir bilinçlenme dönemine kadar, bu sıkıntıyı
çektiği ileri sürülmektedir3.
Meslek lisesi mezunları olarak, ĐHL öğrencilerinin %50.15’i mezuniyet alanları
ile ilgili meslekleri seçmektedirler. Endüstri meslek lisesi mezunlarının %29’u, teknik
lise mezunlarının %24.4’ü, kız meslek lisesi mezunlarının %10.3’ü, ticaret lisesi
mezunlarının %23’ü mezuniyet alanları ile ilgili meslekler seçmektedirler4. ĐHL
mezunlarının, kendi alanlarıyla ilgili iş bulabilmeleri halinde, bu rakamın daha da
yüksek olacağı ileri sürülmektedir5.
ÖSYM’nin 1995 yılındaki verilerine göre, yükseköğretime kayıt yaptıran ĐHL
mezunlarının oranı şöyledir: Açıköğretim %45, Đdari Bilimler %12, Sosyal ve Edebiyat
%28, Fen %7, Tıp %1, Mühendislikler %3, Lisan %1, Hukuk ve Siyasal %3. 1995
verilerine göre yüksek öğrenime giren imam–hatipli sayısı 21.009’dur6. ÖSYM’nin
1989 verilerine göre, üniversiteye yerleşen öğrencilerin %5.5’i imam–hatip mezunudur.
Bunun %3’ü örgün eğitime, %2.5’i ise Açıköğretim Fakültesi’ne kayıt yaptırmaktadır7.
Đmam–hatip okullarındaki dersler ile müfredat programı ve kitaplar, MEB Talim
ve Terbiye Kurulu tarafından belirlenmekte ve onaylanmaktadır8. Đmam–hatip
okullarının ortaokul kısmında, diğer ortaokullarda okutulan 36 saatlik derslerin hepsi
okutulduğu gibi, buna ek olarak 5 saat Kur’an, 3 saat Arapça okutulmaktadır. Đmam–
hatip okullarının lise kısmında, dört yıl boyunca haftalık olarak verilen 151 saatin,
ancak 61 saati din eğitimiyle ilgili olmaktadır. Dolayısıyla, ĐHL müfredat programında
din eğitimi ile ilgili derslerin oranı %43.9 olmaktadır. Yine, bu okullarda okutulan
kültür derslerinin toplamı, genel liselerdeki edebiyat kolu programındaki derslere
eşittir9. MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nun, 28.05.1996 ve 206 sayılı kararı gereğince,
ĐHL’lerde okuyanlar, fen alanında yeterince ders alamamakta ve bu da değişik
problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır10.
1.Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, “Đmam–Hatipli Kız Öğrencilerin Tutum ve Rol Beklentileri–Annelik Modeli
Etrafında Bir Analiz”, Đzlenim, S:38, Ekim 1996
2.Akyol, age, s.24
3.Beşir Ayvazoğlu, “Đmam–Hatipli”, Aksiyon, S:122, 5–11.04.1997
4.Rasih Yılmaz, “Partiye Değil, Millete Aitiz”, Zaman, 25.03.1997
5.Öcal, age, ss.94–96
6.“Đmam–Hatip Mezunları Hangi Yüksek Öğrenim Programlarını Kazanıyor?”, Đzlenim, S:38, Ekim 1996
7.Öcal, age, ss.119–120
8.Öcal, age, ss.75–80
9.Bolay vd., age, s.163
10.Halil Haksever, “Đmam–Hatip Liselerinde Program Sorunu ve Çözümü”, Zaman, 5–7.10.1996
100
ĐHL’lerdeki programla ilgili olarak; meslek dersleri ve meslek dersleri adı altında
verilen bazı derslerin gözden geçirilmesi ve bazı derslerin birleştirilmeleri teklif
edilmiştir. Bunun yanında, meslek derslerine giren öğretmenlerin yetiştiği kurumların,
müfredat programında bir düzenlemenin yapılması gereği üzerinde de durulmaktadır1.
3.10. Yaygın Bir Eğitim Kurumu Olarak Kur’an Kursları
Đslam ülkeleri içinde, belki de yalnızca Türkiye’ye has olan bir kurum vardır ki, o
da Kur’an kurslarıdır. Kur’an öğretiminin hedef olarak alındığı bu kurslarda, Kur’an
dışındaki birtakım derslerin verilmesi ve bu yolla mezunlara ortaokul diploması
verilmesi de bir dönem gündeme gelmiştir. Bütün bunların yanında, bu kursların
fiziksel, eleman ve müfredat açısından çok yetersiz olduğu ve eğitimin çok zor şartlarda
verildiği söylenebilir. Ayrıca, KK olarak kullanılan birtakım müstakil binaların varlığı
da dikkat çekmektedir.
3.10.1.Kur’an Öğretiminin Tarihi Gelişimi ve Kur’an Kurslarında Verilen
Eğitimin Niteliği
Her ilahi dinin emirlerinin toplanmış olduğu suhuflar veya kitaplar vardır. Đslam
dininin emirlerinin toplandığı Kur’an da son ilahi kitaptır. Bu ilahi kitabın emirlerinin
insanlar tarafından yerine getirilmesi yanında, fazlaca okunması ve öğretilmesi2 de
emredilmiştir. Kuran’ın okunması ve öğretilmesinin Đslam Peygamberi tarafından
tavsiye edilmesinin3 de ayrı bir anlamı bulunmaktadır. Kur’an’ın, bu dine inananlar
tarafından yoğun bir şekilde okunması ve öğretilmesi, bu faaliyetin zamanla sistemli bir
hale gelmesine ve hatta bu faaliyetlerin bir sanat olarak ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Kur’an öğretimi belli bir dönem, genel eğitim ve öğretimin ilk basamağı olarak
ele alınmıştır. Kur’an öğretimi, zaten dini eğitimin odak noktasını teşkil etmektedir.
Đslam dininin doğuşundan hemen sonra oluşmuş olan “küttab” ve “daru’l kurra”,
Kur’an’ın ilköğretim yeri olarak ele alınabilir4. Bu gibi yerler, darül–Kur’an veya
darülhüffaz olarak da adlandırılmaktadır5. Bu tarihlerden sonra Kur’an öğretimi, hem
adı geçen yerlerde ve hem de başka birtakım kurumlarda yapılmıştır. Medreselerin
1.Ahmet Şişman, Đzlenim, S:38, Ekim 1996; Din eğitimi veren okullarla ilgili olarak bkz. Ömer Okutan, Din
Eğitimi Okulları Planlaması Đle Đlgili Rapor, MEB Yay., Ank., 1971
2.Bu konu için bkz. Kur’an, Ali Đmran (3)/113; Enfal (8)/2; Neml (27)/92; Fatır (35)/29–30; Müzemmil (73)/4,
20; Kıyamet (75)/17, 18; Daha fazla bilgi için bkz. Ali Bulaç, Kur’an–ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Birim Yay.,
Đst., 1992, Đndeks “Kur’an” maddesi.
3.Bu konu için bkz. Đbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi–Kütüb–i Sitte, Akçağ Yay., Đst., 1993, C:16, s.513; C:3,
ss.343–345; C:3, ss.319–368; C:2, ss.128–129; C:17, s.77; C:11, s.92; C:17, s.251
4.Ziya Kazıcı, Anahatlarıyla Đslam Eğitim Tarihi, MÜ ĐFV Yay., Đst., 1995, ss.19–20; M. Faruk Bayraktar, Eğitim
Kurumu Olarak Kur’an Kursları Üzerine Bir Araştırma, Yıldızlar Mat., Đst., 1992, ss.3–4; Abdurrahman Çetin,
“Kur’an Öğretim Tarihi ve Öğretim Kurumları”, Uludağ Üniv., ĐF Dergisi, S:1, C:1, Yıl:1, 1986
5.Nebi Bozkurt, “Darülkurra”, ĐA, C:8, TDV Yay., Đst., 1994
101
sistemli bir şekilde oluşmaya başlaması ile, Kur’an öğrenme ve öğretme bir uzmanlık
alanına dönüşmüştür.
Ülkemizde Cumhuriyet’le birlikte Kur’an öğretimi biraz gerilemişse de, daha
sonraki yıllarda bu faaliyet devam etmiştir. Cumhuriyet döneminde yapılan harf
inkılâbı, Kur’an okuyanların sayısında bir düşmeye sebep olurken, bu tarihten sonra
bahsedilen faaliyeti yerine getirecek bir kurum oluşmuştur. Bu kurum Kur’an kursudur
(KK).
Cumhuriyet’in ilk yıllarında MEB, Tevhid–i Tedrisat Kanunu’na dayanarak
KK’leri kendi bünyesine almaya çalışmış, ancak dönemin DĐBA Börekçi buna karşı
çıkmış ve bu kursların DĐB içinde “meslek okulu” olarak hizmet vermelerini
sağlamıştır1.
Cumhuriyet döneminin ilk KK açma çabaları, 1930 yılında gerçekleşmiştir. Bu
tarihten sonra kursların sayısında bir artma olmuştur. Açılan bu kurslar resmi iken,
halkın açmaya teşebbüs ettiği “fahri” KK’lere ise izin verilmemiştir. Fahri olarak KK
açılması faaliyetleri, CHP’nin iktidarda olduğu 1945 yılında başlamıştır. Bu dönemde,
fahri KK’lerin sayısında büyük bir artış olmuştur. Bu dönemde, resmi KK açılması için,
bir bina temin edilmesi yeterlidir. Daha sonra DĐB, bu kurslara bir görevli tayin
etmektedir. Görevlendirilecek kişinin imam–hatip okulu II. devre mezunu olması
gerekirken, ihtiyaç halinde I. devre mezunları da kabul edilmiştir. Kursa devam edecek
öğrencilerin, en az ilkokul mezunu olması ya da okuma–yazma bildiğini belgelemesi
gerekmektedir. 1950’li yıllarda KK’den mezun olanlar müftü, vaiz ve ĐH olabilmekte
iken, daha sonraları mezunların müftü ve vaiz olarak atanması uygulamasından
vazgeçilmiştir. Ancak, uzun bir süre KK mezunları, ĐH olarak kabul edilmişlerdir2. Bu
uygulama, ĐH’lerin öğrenim düzeylerinin düşük çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.
KK’ler, imam–hatip okullarına hazırlayıcı bir kurum olarak da ele alınabilirler.
Çünkü imam–hatip öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada, imam–hatip okuluna
gelmeden önce KK’ye gidenler %21.94, camideki kursa gidenler %43.59, her ikisine
gidenler %22.34 olmuştur. KK’ye ve camideki kursa gidenlerin toplam oranı %87.87
olmaktadır3.
1951’den sonra da yoğun bir şekilde KK açılmıştır. Bu kurslar, DĐB tarafından
açılmakta ve MEB tarafından denetlenmektedir4. KK’ler ve imam–hatip okullarının
açılmasıyla birlikte, bunlara paralel olarak birçok derneğin kurduğu görülmektedir. Bu
dernekler, faaliyetteki bir okulun veya kursun devam etmesini sağladıkları gibi, yeni
okul ve kursların açılmasına da önayak olmaktadırlar. 1951’den sonra, kurulan KK ve
imam–hatip okulu derneği sayısında büyük artışlar olmuştur. Örneğin 1951–1952
1.Cebeci, age, s.199
2.Sitembölükbaşı, age, ss.88–90; Ayrıca bkz. H. Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din–Devlet Đlişkileri, C:2,
Risale Yay., Đst., 1990, s.262
3.Mehmet Emin Ay, Din Eğitiminde Mükafat ve Ceza, Nil Yay., Đzmir, 1994, s.189
4.Altunya, age, s.108
102
döneminde 1 imam–hatip derneği varken, 1959–1960 döneminde 35 imam–hatip
okuluna karşılık 33 yardım derneği vardır. Yine, 1951’de 9 KK Derneği varken,
1960’da bu sayı 202 olmuştur1.
Türkiye’de dernekleşme hızına bakılacak olursa, KK ve imam–hatip okulu
çevresinde oluşan derneklerin, büyük hızda geliştikleri dikkat çeker. Din amaçlı
dernekler; cami yaptırma dernekleri, fahri KK’lere yardım dernekleri, imam–hatip
okulu yardım dernekleri, din görevlileri yardımlaşma dernekleri ve biraz farklı amaçlı
olan Đslam’ı yüceltme ve ilahiyatla ilgili dernekler biçiminde sıralanabilirler. Đmam–
hatip okulu derneklerine göre, KK dernekleri daha hızlı gelişmiştir. Çünkü imam–hatip
okullarının yapımı, KK’lere göre daha fazla zaman almakta ve finansman açısından da
büyük bir maliyet oluşturmaktadır. Đmam–hatip okulu derneklerinin KK derneklerine
ulaşma hızı ancak 1965’lerde gerçekleşmiştir2.
KK’lerde 1 yıllık (Kur’an okuma ve dini bilgiler öğretimi) ve 3 yıllık (hafızlık)
şeklinde iki farklı öğretim uygulanmaktadır. KK’ler Milli Eğitim Sistemi içinde yer
almadığından dolayı, örgün eğitim kurumu olarak kabul edilmemekte ve buralardan
alınan belgelerin de resmi bir değeri bulunmamaktadır. Yalnızca son dönemde çıkan bir
yasayla, DĐB’de çalışan ve aynı zamanda hafız olanlara bir derece verilmesi
sağlanmıştır. Bu gelişmeye rağmen, KK’lerin statüsü değişmemiş ve örgün eğitim
kurumları içine dâhil edilmemiştir3.
KK’de yürütülen Kur’an öğretimi dışında, camilerde de Kur’an öğretilmektedir.
1980 yılında alınan bir kararla, yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün vatandaşlara
Kur’an öğretilmesi amaçlanmıştır. Böylesi bir uygulama, KK olmayan yerlerde Kur’an
öğretimini mümkün kılarken, daha çok gizli Kur’an öğretiminin önlenmesi
amaçlanmıştır4.
Đlköğretimin sekiz yıl ve kesintisiz olması yönündeki 4306 sayılı kanun,
18.07.1997 tarih ve 22.084 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Böylece, KK’lerin faaliyet alanlarında bir daralma olmuştur. Yeni yasaya göre, KK’lere
ancak 8 yılsonunda, yani, 14–15 yaşlarında gidilebilecektir. Hafızlık uygulamalarının
da, bu kanundan olumsuz etkilendiği görülmüştür.
29.05.1998 tarih ve B.02.1.DĐB.0.72.00.03/015–544 sayılı yazıda, Kur’an
Kursları Yönetmeliği’nin 8. maddesinin 1. paragrafındaki, “okulların tatil olduğu yaz
aylarında isteyen öğrencilere Kur’an–ı Kerim’i öğretmek ve dini bilgiler vermek üzere
yaz kursları düzenlenir” ve 15. maddenin b fıkrası olan “en az ilkokul mezunu olmak,
(ilkokul mezunu olmayıp da mecburi öğrenim çağını geçmiş olanlardan Türk harfleri ile
okur–yazar olanlar kurslara kayıt ve kabul edilirler)” hükümlerinin Danıştay tarafından
1.Sitembölükbaşı, age, ss.87–89
2.Ahmet N. Yücekök, Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo–Ekonomik Tabanı (1946–1968), AÜ SBF Yay.,
Ank., 1971, ss.130–229
3.Cebeci, age, s.199
4.Hamdi Mert, “Yaygın Eğitimde Din Eğitimi”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri
103
durdurulduğu ve diğer maddelerinin tamamen yürürlükte olduğu1, DĐB tarafından
bütün müftülüklere bildirilmiştir. Bu da, Yönetmeliğin 9. maddesi olan, “camilerde
Kur’an öğretimi” maddesinin yürürlükte olduğu, KK’lerin camide faaliyet göstermek
suretiyle bütün yıl boyunca açık olacağı ve her yaştan öğrencinin kabul edileceği
anlamına gelmektedir.
DĐB dışında kalan fahri KK’lerin kapatılması için, son zamanda birtakım
çalışmalar yapılmıştır. Hazırlanan yönetmeliğe göre dernekler, vakıflar ve kişiler KK
açamayacaklardır. 1990 tarihinde hazırlanan yönetmeliğe benzeyen bu yönetmelik
(1997), KK’lerin denetiminin DĐB ve MEB müfettişlerince ortaklaşa veya müstakil
olarak yapılmasını öngörmektedir. Yeni yönetmeliğe göre, bu KK’ler ya kapatılacak ya
da devletçe el konularak DĐB’e devredilecektir. Buna göre bir il, ilçe, kasaba ya da
köyde KK’nin açılması DĐB’in izniyle olacaktır. Zorunlu olarak KK’lerde; Türkçe,
Vatandaşlık Bilgisi, T.C. Đnkılâp Tarihi dersleri ve seçmeli olarak da Giyim, Yüzme,
Tenis, Konfeksiyon, Temizlik; kızlar için ise Yemek Hazırlama ve Pişirme, Uygulamalı
Anne Eğitimi gibi dersler verilecektir2.
DĐB’in 1996 verilerine göre, öğretime açık 5.241 resmi KK varken, öğretime
kapalı olan resmi KK sayısı 1.146’dır. Bu kurslardaki KKÖ’lerin sayısı (erkek ve
bayan) 6.874, “yüzüne çalışan” öğrenci sayısı 158.446, “hıfza çalışan” öğrenci sayısı
22.385, camilerde yaz kursuna devam eden öğrenci sayısı 1.526.466, akşam kurslarına
devam eden öğrenci sayısı ise 28.074’dır3. 1996 yılında, “yüzünden okuma” belgesi
alan öğrenci sayısı 120.979, “hafızlık” belgesi alan öğrenci sayısı da 4.576 olmuştur.
KK’lere devam edenler arasında, kızların oranı %64.78 iken, erkeklerin oranı %35.22
olmaktadır4.
DĐB’in bölge yatılı ve bölge yatılı niteliğinde KK’leri de mevcuttur. Bunlar;
Adıyaman, Antalya, Bitlis, Bolu, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Isparta,
Đçel, Đstanbul, Đzmir, Kırşehir, Konya, Mardin, Ordu, Sakarya, Siirt, Tokat, Şanlıurfa,
Van ve Zonguldak’ta bulunmaktadırlar. Bunların yatak kapasitesi ise, 100 ile 200
arasında değişmektedir5.
KK’leri, yaptıranlara göre sınıflamak gerekirse; KK’lerin %90.96’sının mülkiyeti
halka ait iken, bu binalar halk tarafından inşa edilmektedir. %9.04’ünün mülkiyeti halka
ait değilken, kurs binalarının yapılması ve döşenmesi halk tarafından
gerçekleştirilmiştir6.
1.Ayrıntılı bilgi için bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Kur’an Kursları Yönetmeliği, DĐB Yay., Ank., 1991; Diyanet
Đşleri Başkanlığı Kur’an Kursları Yönergesi, DĐB Yay., Ank., 1995; Diyanet Đşleri Başkanlığı Kur’an Kursları
Müfredatı, DĐB Yay., Ank, Tarihsiz; Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, DĐB Yay., Ank, 1989, Y–10/1–Y–10/10
arası ve G–78/1–G–78/29 arası
2.Yeni Şafak, 02.05.1997; Milliyet, 19.03.1997
3.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.105. Ayrıca bkz. Diyanet Aylık Dergi, S:35, Kasım 1993;
Radikal, 18.03.1997
4.Öcal, age, s.162
5.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetiçi Eğitim Projesi (1992–1995), ss.1–3
6.Öcal, age, s.169
104
KK’ye devam ederek hafız olmak, Kur’an okumayı öğrenmek ve dini bilgi
edinmek amacıyla gelenlerin %72.5’i, kendi isteğiyle buraları tercih ettiklerini
belirtmişlerdir1. Kendi isteğiyle gelenlerin oranının bu derece yüksek olması, bu gibi
kurumlardaki din görevlilerine büyük görevler yüklemektedir.
Yapılan bir araştırmaya göre; KK’ye devam eden öğrencilerin %92’si, KK’ye
devam etmelerinden memnun olduklarını belirtmişlerdir. %84.89’luk bir grup ise bütün
derslere isteyerek devam ettiklerini belirtmişlerdir. Bunun yanında, öğrencilerin
KK’lerdeki eğitim–öğretimi yeterli görmediği ve başka bir eğitim kurumuna gitmek
istediğini belirtenlerin oranı %70 civarında olmuştur. Yine öğrencilerin büyük bir
çoğunluğunun, KK öğrencisi olduklarını belirtmekten memnuniyet duydukları dikkat
çekmektedir. Bu kurumların eğitim açısından olumsuz yönlerinden biri, sınıfların
kalabalık olmasıdır. Ayrıca, bu kurslarda sadece Kur’an okutulması ve ezberletilmesi
yeterli olmamaktadır2.
Ay, KK’lerde ve yaz aylarında camilerde gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretimi
ile ilgili belli başlı problemler ve bu problemlerin hangi faktörlerden kaynaklandığını
geniş bir biçimde ele almaktadır. Bu faktörlerden ilki; öğreticilerin hatalı tutum ve
davranışlarıdır. Öğrenci–öğretici diyalogunun istenen seviyede olmaması, kuruma karşı
bir iticilik oluşmasına neden olmaktadır. Kur’an ve dini bilgilerin öğrenildiği bu
kurumlarda, dayağa ve zorlamaya başvurulması; kişilerin, daha sonraki yaşamında
Kur’an’ı okumaya karşı bir isteksizliğin oluşmasına yol açabilmektedir. Bunun tek
nedeni de, öğretici konumundaki kişidir. Dayak ve zorlamayla öğretme, hem Đslami
eğitim sistemine ve hem de günümüz pedagoji anlayışına terstir. Yapılan araştırmanın
sonuçlarına göre; hafızlık esnasında zor kullanılmasını, öğrencilerin %73’ü ve
öğreticilerin ise %63.2’si yanlış olarak görmektedir. KK’lerle ilgili yönetmelikte yer
almasına rağmen, öğreticiler öğrencilere Kur’an mealini okutmamaktadırlar. Aynı
araştırma sonuçlarına göre; KKÖ’lerin %57.54’ünün, Kur’an’ın mealini baştan sona
okumadıkları anlaşılmıştır. Yine, öğrencilerin %97’si ezberletilen dua, ayet ve surelerin
meallerinin kendilerine okutulmadığını ifade etmişlerdir. 1985 ve 1986’da yapılan
farklı iki araştırmaya göre, öğrenciler Kur’an mealinin seçmeli ders olarak okutulmasını
isterlerken, başka bir araştırmaya göre de, öğretici ve öğrenciler, Kur’an meali dersinin
okutulması konusunda hemfikirdirler. Öğreticilerin önemli bir eksikliği, tahsil
seviyelerinin ĐHL’yle sınırlı olmasıdır. Bu görevde bulunan kimselerin en az ĐF veya
ĐMYO mezunu olması gerekir. Bu öğreticilerin hizmet içi eğitim kurslarına katılma
oranının düşük (%44.3) olması da, genel bir eksiklik olarak ele alınabilir. Öğretici
olarak görev yapan bu kişilerin, ĐMYO’ya alınmalarında bir kolaylığın sağlanması,
problemin çözümü için bir adım niteliğinde olabilir3.
1.Mehmet Emin Ay, “Öğrenci Gözüyle Yaygın Din Eğitimi ve Öğretimi Kurumları”, Uludağ Üniv. ĐF Dergisi,
S:4, C:4, Yıl:4, 1992
2.Ay, agm
3.Ay, agm
105
Kurs idaresinin hatalı tutumlarının, öğrencilerin olumsuz etkilenmelerinde büyük
bir yere sahip olduğu söylenebilir. Öğrencilerin %4.89’u idarenin kendilerine oyun
oynamaya izin vermediğini belirtmişlerdir. Çağdaş eğitim anlayışı ve Sünnet’in oyuna
değer vermiş olduğu göz önüne alınırsa, oyun oynamaya imkân verilmediği takdirde
sapma davranışlarının sergileneceği bir gerçektir1. Öğrencilerin uyumunun
kolaylaşması için “rehberlik” adı altında bir dersin konulması, öğrenciler ve öğreticiler
tarafından teklif edilmiştir. Eğitim esnasında konferans, seminer, gezi, video, sinema ve
tiyatro gibi etkinlikler yapılması, öğrencinin başarısını etkileyebilecek önemli
faaliyetler olarak ele alınmaktadır. KKÖ ve cami görevlilerinin; öğrencilerin
mükâfatlandırılması konusunda daha duyarlı olmaları, başarının yükselmesinde büyük
bir yere sahipken; dayak, azarlama ve hakaret gibi fiillerin en aza düşürülmesi ve hatta
ortadan kaldırılması gerekir. Bu kurumların daha iyi bir eğitim düzeyini
yakalayabilmeleri için yapılacak araştırmaların, DĐB’e rehberlik edeceği şüphesizdir.
KK’lerin fiziksel kapasite olarak yetersiz olmaları da, bu kuruluşlara devam eden
öğrencilerin olumsuz etkilenmelerinde büyük bir role sahiptir. Kur’an kurslarına ve yaz
aylarında camilerde devam edilen kurslara olan yoğun talep, ister istemez fiziksel
mekânın yetersiz kalmasına neden olmaktadır2.
KK’lerin daha verimli olabilmeleri için, dini alandaki uzmanlar tarafından bazı
teklifler yapılmaktadır. Bunlar; KK’den mezun olanlara ortaokul bitirme hakkının
verilmesi3, hafızlığın 4 seneye (2 yıl hafızlık, 2 yıl Arapça öğretimi) çıkarılması, 4
yılsonunda gitmek isteyenlerin ĐHL’ye gitmesinin sağlanması, resmi ve özel KK’lerin
belli bir statüye kavuşturulması biçimindedir4.
KK’leri bitirenlere ilköğretimin ikinci basamağı olan ortaokul diploması
verilememesinin nedenleri arasında; binaların ve KKÖ’lerin yetersizliği, fiziksel mekân
ve müfredat gibi eksiklikler büyük bir role sahiptir. Nitekim 1996 DĐB verilerine göre;
KK’lerin %73.80’i 20–50 öğrenci, %18.53’ü 51–99 öğrenci, %6.07’si 100–200 öğrenci,
%1.60’ı da 200 üzeri öğrenci kapasitesine sahiptir5.
KK’lerin fiziksel durumunun ve öğreticilerin formasyonlarının geliştirilmesi
amacıyla getirilen önerilerden bazıları; KKÖ’lerin, yükseköğrenim görmüş ve
pedagojik formasyonu olanlar içinden seçilmesi, KK’lerde yan ödeme ve ders ücreti
imkânlarının sağlanması, yeterli yönetici ve hizmetli kadrosu verilmesi biçiminde
sıralanabilir6.
KK’lerin (gündüzlü ve yatılı) genel olarak problemleri ise; öğreticilerin sert,
öğrencilerin ve kurs idaresinin yanlış tutumu, diğer personelin gereksiz müdahalesi,
1.Ay, agm
2.Ay, agm
3.Konu ile ilgili tartışmalar için bkz. Diyanet Aylık Dergi, S:6, Haziran 1991
4.Ali Özek, “Đmam–Hatip Liseleri ve Ehliyetli Din Đşleri Görevlisi Yetiştirme Đşi”
5.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.110
6.Ethem Ruhi Fığlalı, “Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Eğitim ve Yayın Hedefleri”
106
araç–gereç yetersizliği, dinlenme zamanının azlığı, yemeklerin kalitesizliği, oyun alanı
ve bahçenin olmaması1 şeklinde sıralanabilir.
3.10.2.Resmi ve Özel Kur’an Kursları
1945 yılında fahri (gönüllü ve karşılıksız) KK’lerin açılmasına izin verildiğinde,
bu kursların sayısında büyük bir artışın olduğu görülmüştür. Hayır yapmak isteyen
kimseler birleşmiş ve KK açma yoluna gitmişlerdir. Bu KK’lerin giderlerinin
karşılanması ve hizmetlerin daha iyi yürütülmesi için de dernekler kurulmuştur. Öyle
ki, dernek sayıları bazen KK’lerden daha fazla olmuştur.
Resmi KK’ler, 1945 tarihinden önce açılmış olmasına rağmen, fahri KK’lerin
sayısı, kısa sürede büyük rakamlara ulaşmıştır. Örneğin; 1968 yılı ele alınacak olursa,
resmi KK’lerin sayısı 995 iken, fahri KK’lerin sayısı 2510’dur2. Resmi KK’lerden çok
fahri KK açılmasında, DĐB’in kurs açılması için istediği koşulların yerine
getirilememesi, neden olarak gösterilebilir.
1945 yılında, bireysel veya dini oluşumlar adına, birçok KK’nin açıldığı dikkat
çekmektedir. Süleyman Hilmi Tunahan’ın başını çektiği grup, bu yıllarda KK açma ve
Kur’an öğretme faaliyetlerinde öne çıkmaktadır. 1946 yılından sonra, grubun çalışma
alanı daha da genişlemiştir3. Tek parti döneminin ardından, dini alanda meydana gelen
boşluğu, en iyi değerlendirenin bu grup olduğu söylenebilir4. 1948–1965 yılları
arasında, bu hareket büyük bir ilerleme kaydetmiştir5. 12 Mart’la gelen askeri yönetim,
17.10.1971’de Kur’an Kursları Yönetmeliği’ni değiştirmiş ve KK’lerden önemli bir
kısmı (yaklaşık 2500 tanesi) DĐB’e bağlanmıştır. 1980 askeri darbesinden sonra da, bu
kursların MEB’e bağlanması yönünde birtakım çalışmalar yapılmıştır6.
Kurslarda yetişenler, ilk zamanlar daha çok DĐB’in KK’lerinde görev almışlardır.
Fahri KK’leri bitirenler ĐH, MK, vaiz, KKÖ ve müftü olarak görev yapmışlardır7. 1965
yılında, 633 sayılı DĐB Teşkilatı Kanunu çıktıktan sonra, DĐB’de görev almak için ĐHL
veya ĐF mezunu olma koşulu getirilince, bu kurslardan mezun olanlar, bu tarihten sonra,
başka alanlara yönelmişlerdir. Grup, 1966 yılı ocak ayında, “Türkiye Kur’an Kursları
Kurma, Koruma ve Đdame Ettirme Dernekleri Federasyonu”nu kurmuştur8.
Grup, 1975 yılında alınan yeni bir kararla, metot değiştirme yoluna gitmiş, yeni
kurs ve pansiyonlar açmaya başlamıştır. Günümüzde bu kurs ve pansiyonlar, “Kurs ve
1.Bayraktar, age, ss.128–129
2.Ahmet N. Yücekök, Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo–Ekonomik Tabanı (1946–1968), Ekler Bölümü–
1968 Yılı
3.Ruşen Çakır, Ayet ve Slogan, Metis Yay., Đst., 1994, s.130
4.Atacan, agm
5.Ahmet Turan, “Süleymancılık”, Ondokuz Mayıs Üniv. ĐF Dergisi, S:9, Yıl:1997
6.Çakır, age, s.131; Atacan, agm
7.Atacan, agm
8.Çakır, age, ss.130–132
107
Okul
Talebelerine Yardım Dernekleri Federasyonu” adı altında faaliyet
göstermektedir1. 1981 yılı rakamlarına göre Türkiye’de, “Kurs ve Okul Talebelerine
Yardım Dernekleri Federasyonu” adı altında faaliyet gösteren 2.000 yurt ve/veya
pansiyon bulunmaktadır. Bu rakamın, daha da yüksek olabileceği tahmin edilirken, DĐB
mensuplarının, bu gruba karşı çok da hoşgörülü olmayan bir tavır takındıkları dile
getirilmektedir2.
Yazıcıoğlu, grubun, KK’leri pansiyona dönüştürmeden önce, öğrenciyi 7–8 ay
yetiştirdiklerini, ancak, daha sonra öğrenciyle ortaokuldan lise son sınıfa kadar
ilişkilerini kesmediklerini belirterek, devletin dini cemaatlerle barışması gerektiğini
ifade eder. Ona göre, dini cemaatlerin intizamlı bir şekilde hazırlanmış olan
yurtlarından Türkiye için hiçbir zaman zarar gelmez3. Ertürk’e göre grup, “toplumu
yönlendirme” iddiasında bulunmamakta, daha çok “topluma karşı korunma”
noktasından hareket etmektedir4.
Belli bir tarikat ya da dini oluşuma bağlı olmayıp, bireysel olarak açılan fahri
KK’lerden de bahsedilmektedir. Daha çok birtakım ev ve işyerleri kullanılarak açılan
bu kursların sayısının, DĐB’e bağlı olan KK’lerin yarısı kadar olduğu ifade
edilmektedir5. Bu şekilde açılan kurslar, 1997 yılı içinde çıkan bir kanunun gereği
olarak ya kapatılmış ya da uygun koşulları taşıyanlar DĐB’e bağlanmışlardır.
Mert, gizli din eğitimi vermeye gerek olmadığını, zaten bu işi DĐB’in en iyi
şekilde yaptığını belirterek, bu faaliyetlerde; parasal, siyasal ve ideolojik birtakım
hesapların bulunduğunu ifade etmektedir. Ayrıca, Kur’an öğretimi faaliyetinde bulunan
bu kuruluşların binalarının hazineye devredilmesini ve buralarda devletin eğitim–
öğretim faaliyetlerinde bulunmasının mutlaka gerekli olduğunu belirtmektedir6.
3.11.Din Görevlisi Yetiştirmede Diğer Kurumlar
DĐB’de görevli personelin, daha çok imam–hatip okulu/lisesi mezunu oldukları
ve bu kişilerin çoğunluğunun, imam–hatip okulundan önce KK’ye gittikleri yukarıda
belirtilmişti. Đmam–hatip okulunda öğretici konumunda bulunan ve ayrıca DĐB
kadroları içinde yer alan kimselerin yetiştikleri yükseköğretim kurumlarının da, kısaca
bilinmesinde yarar görülmektedir. Bilindiği gibi, DĐB’de birtakım kadrolara (örneğin;
müftü, vaiz, eğitim merkezi müdürü ve öğretmeni, murakıp) atanabilmek için,
yüksekokul bitirme şartı bulunmaktadır.
Bu başlık altında; ilahiyat fakülteleri (ĐF), yüksek Đslam enstitüleri (YĐE), Đslami
ilimler enstitüsü/fakültesi (ĐĐE) ve ilahiyat meslek yüksek okulları (ĐMYO) kısaca ele
1.Turan, agm
2.Hamdi Mert, “Yaygın Eğitimde Din Eğitimi”
3.M. Said Yazıcıoğlu, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
4.Ahmet S. Ertürk, “Türkiye’de Đslamî Hareketin Gelişim Süreci”, Dünya ve Đslam, S:3, Yaz 1990
5.Öcal, age, s.165; Radikal, 18.03.1997
6.Hamdi Mert, “Yaygın Eğitimde Din Eğitimi”
108
alınmaya çalışılacaktır.
3.11.1.Đlahiyat Fakülteleri
Tevhid–i Tedrisat Kanunu’nun bir gereği olarak, 1924 yılında Đstanbul
Darülfünun’da bir ĐF kurulmuştur. Ancak, belli sebeplerden dolayı (o dönemin ĐF
öğretim üyelerinin hazırlamış oldukları din alanında birtakım reformları içeren “reform
programı”1 adlı rapor, halkın itibar göstermemesi, öğrencisizlik vs. nedenlerle), fakülte
1933 yılında kapanmıştır. Önceleri, ĐF’ye karşı halkın büyük bir ilgisi varken, 1928
yılında yayınlanan rapordan sonra, bu fakülteye karşı olan ilgi azalmış ve halkın bakışı
değişmiştir2. Bu fakültenin öğretim süresi 3 yıl olarak belirlenmiştir3.
ĐF kapatıldıktan sonra, uzun bir süre, yüksek din eğitimi verecek okulların
açılması konusu gündemi meşgul etmiştir. 1948 yılında, CHP meclis grubunda,
birtakım dini kurumlar yanında, bir ĐF’nin kurulması da ele alınmıştır. Dönemin DĐBA
Akseki’nin, bu konudaki ısrarlı çalışmaları neticesinde, 1949 yılında AÜ’ye bağlı
olarak bir ĐF kurulmuştur4. ĐF’nin açılmasında, ilkokullara konan din derslerini verecek
kimsenin bulunmamasının büyük bir etkisinin olduğu bilinmektedir5. Öğretim süresi 4
yıl olan ve 1971 yılına kadar yalnızca lise çıkışlı öğrencileri kabul eden bu fakülte, orta
dereceli meslek okullarının meslek lisesine dönüştürülmesinden sonra, bütün lise ve
meslek lisesi mezunlarını kabul etmiştir6.
AÜ’ye bağlı olarak hizmet veren ĐF’nin, ilk zamanlar birçok sorununun olduğu
dikkat çekmektedir. Bunlar; öğretim elemanı, ders kitabı ve kütüphane eksiklikleri
olarak sıralanmaktadır. Zamanla ĐF’nin eksiklikleri giderilmiş, 1953 yılında fakültede
“Türk–Đslam Sanatları Tarihi Enstitüsü”, 1956 yılında ise, “Đslam Đlimleri Enstitüsü”
kurularak belli uzmanlaşma alanları oluşturulmaya çalışılmıştır7. AÜ ĐF’nin zamanla
eksikliklerini gidermiş olduğu görülürken, günümüzde Türkiye genelinde bulunan
ĐF’lerin öğretim elemanlarının yetişmesinde bu fakültenin büyük bir rolü olduğu dikkat
çekmektedir.
ĐF’lere ÖSYS sınavı ile girilirken, öğretim süresi 1+4 yıldır. Bu fakültelerde,
öğretim yılı başında “muafiyet sınavı” açılmakta ve bu sınava, hangi okuldan mezun
olursa olsun herkes girebilmektedir. Bu sınavdan başarılı olan öğrenciler “hazırlık
1.Suat Cebeci, age, EK: II
2.Cebeci, age, ss.164–165
3.Mustafa Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”
4.Cebeci, age, ss.164–165
5.Sitembölükbaşı, age, s.91
6.Mustafa Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”. Bkz. Mustafa Öcal, “Öğrencilerin Tercihleri Bakımından,
Öğretmen Yetiştiren Yükseköğretim Kurumları Arasında Đlahiyat Fakültelerinin Yeri”, Uludağ Üniv. ĐF Dergisi,
S:2, C:2, Yıl:2, 1987; Mustafa Öcal, “Öğrencilerin “Tercih Gerekçeleri Bakımından” Öğretmen Yetiştiren
Yükseköğretim Kurumları Arasında Đlahiyat Fakültelerinin Yeri II–Yorumlar”, Uludağ Üniv. ĐF Dergisi, S:4,
C:4, Yıl:4, 1992
7.Sitembölükbaşı, age, s.94–95
109
sınıfı”nı okumadan 1. sınıfa devam etmektedirler. Bu sınava girmeyenler ve sınava
girip başarılı olamayanlar ise, haftada 20 saat Arapça ve 5 saat Kur’an dersi almak
suretiyle 1 yıl hazırlık sınıfı okumaktadırlar. Hazırlık sınıfını bitiren öğrenciler, bir
sonraki yıl muafiyet sınavını kazananlarla birlikte 1. sınıfa başlamaktadırlar1.
ĐF’lerde 3 akademik bölüm, bunlara bağlı anabilim ve bunların da bilim dalları
bulunmaktadır. Bu bölümler, genel olarak akademik branşlaşma açısından geçerlidir.
Yoksa seçmeli dersler dışında, alınan dersler bakımından bir ayrım yapılmamakta ve
mezun olanlara tek tip diploma verilmektedir. Bu üç temel akademik bölüm; Temel
Đslam Bilimleri Bölümü, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü, Đslam Tarihi ve Sanatları
Bölümü olarak sıralanabilir2.
ĐF’lerde dört yıl boyunca okutulan derslerden; meslek derslerinin oranı %39.5,
kültür derslerinin oranı ise %30 civarındadır. Geriye kalan dersler yükseköğretim
kurumlarında okutulan ortak dersler, yaklaşık on ders ise öğretmenliğe yönelik olarak
verilen derslerdir. Türkiye genelinde, ihtisas derslerinin bu kadar az olduğu başka
fakültelerin olmadığı dikkat çekmektedir. ĐF’ler, 1989 yılında öğretmen yetiştiren
kurumlar içine dâhil edilmiştir3. 1998 yılı verilerine göre; Ankara, Atatürk,
Cumhuriyet, Çanakkale, Çukurova, Dicle, Dokuz Eylül, Erciyes, Fırat, Harran, Đnönü,
Đstanbul, Sütçü Đmam, Karadeniz Teknik, Marmara, Ondokuz Mayıs, Sakarya, Selçuk,
Uludağ, Süleyman Demirel, Yüzüncü Yıl üniversitelerinde olmak üzere toplam 21 adet
ĐF bulunmaktadır4.
ĐF’ler, belli bilim dallarında uzmanlık kazandırmadığı gibi, belli istihdam
alanlarına yönelik olarak da düzenlenmemiştir. 1991–1992 öğretim yılından itibaren
uygulamaya konan, seçmeli derslerin sayısının artırılması ve bu seçmeli derslerde
gruplandırmaya gidilmesi uygulaması, tam yeterli olmasa bile, belli bir alanda
yoğunlaşmak isteyenler için büyük olanaklar sağlamıştır5. 1998 verilerine göre, ĐF
bünyesinde olan ve yalnızca “ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni”
yetiştiren 9 bölüm bulunmaktadır. Bu bölümler; Ankara, Atatürk, Çukurova, Dokuz
Eylül, Erciyes, Marmara, Ondokuz Mayıs, Selçuk, Uludağ üniversitelerine bağlı ĐF’ler
içinde yer almaktadırlar6.
ĐF’lerde eğitimle ilgili genel problemler; farklı din eğitimi almış öğrencilerin bir
sınıfta ders işlemeleri, sınıfların oldukça kalabalık olması, öğrencilerin bireysel
problemleri, derslerin çok çeşitli olmasından dolayı din alanındaki çalışmalarda bir
yoğunlaşmanın olmaması, 5 yıllık öğrenim süresinin uzun olması (müfredat
1.Mustafa Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”; Ramazan Buyrukçu, age, ss.94–99 ve ss.103–106
2.Cebeci, age, ss.168–171
3.Bolay vd., age, ss.166–168; Mustafa Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”
4.ÖSYM 1998 Đkinci Basamak Kılavuzu, Ank., 1998
5.Đbrahim Kâfi Dönmez, “Din Görevlisi Yetiştirmeye Yönelik Yüksek Öğretim Programlarının Önemi ve Đlahiyat
Meslek Yüksek Okulları Hakkında Bir Değerlendirme”, I. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri II
6.ÖSYM 1998 Đkinci Basamak Kılavuzu
110
programlarındaki bir düzenlemeyle bu süre 4 yıla indirilebilir), din eğitiminin
gerektirdiği uygulamalı eğitimin hayata geçirilememesi olarak sıralanabilir1. Bunun
yanında, yüksek din eğitimi veren kurumlarda takip edilen klasik eğitim anlayışının terk
edilmesi ve müfredatın yenilenmesi gereği2 üzerinde durulurken, bir başka yerde ise,
özellikle bazı derslerin aktarılmasında yeni metotların geliştirilmemesinin ve güncel
olayların anlaşılması bakımından, birtakım sosyal derslerin yoğunluklu olarak
verilmemesinin eksikliği dile getirilmiştir3. Karaman, ĐF’lerin müfredatının
yetersizliğinden söz etmekte ve yapılan çalışmalarda, tarihsel konulardan çok, günümüz
meselelerinin ele alınmasının isabetliliği üzerinde durmaktadır4.
3.11.2.Đslami Đlimler Enstitüsü/Fakültesi
Đstanbul Darülfünunu’na bağlı ĐF 1933’te kapatıldığında, bunun yerine Đstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Đslami ilimler enstitüsü (Đslam tetkikleri
enstitüsü) kurulmuş, ancak, bu enstitü 1936 yılında kapatılmıştır5.
1933 yılından sonra, ĐĐE’deki elemanların bir kısmı başka görevlere atanmış ve
bir kısmı da emekliye ayrılmıştır. Bu enstitü kapatıldıktan sonra, edebiyat fakültesi
programına “Đslam Dini ve Felsefesi” adlı bir ders eklenmiştir6. Üç yıl gibi kısa bir süre
açık kalan bu enstitünün faaliyetleriyle ilgili pek bilgi bulunamamaktadır. Ancak, bu
enstitünün, ĐF’de bulunan elemanlardan oluştuğu ve yine benzer bir müfredat programı
takip etmiş olduğu söylenebilir. Zaten, ĐF döneminde öğretim üyelerince hazırlanan
reform programından sonra, halkın bu kurumlara olan ilgisi azalmıştır.
1971–1972 döneminde Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne bağlı ve 5 yıl süreli
Đslami ilimler fakültesi açılmıştır. O yıllarda YĐE’ler, sadece imam–hatip okulu
mezunlarını alırken, Đslami ilimler fakültesi ise, lise mezunlarını da kabul etmiştir7.
Đmam–hatip okulu ve diğer meslek okullarının, meslek lisesi haline dönüştürülmesinden
sonra, bu enstitüye bütün orta dereceli okul mezunları alınmıştır8. 1982 yılında,
Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne bağlı YĐE, Đslami ilimler fakültesine dâhil edilmiş ve
bu da daha sonra ĐF’ye dönüştürülmüştür9.
1.Şerafettin Gölcük, “Fakültelerde Din Eğitiminin Problemleri”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri
2.Ekrem Sarıkçıoğlu, “Yüksek Din Eğitiminde Eksiklikler”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri
3.Ziya Kazıcı, “Fakültelerde Din Eğitimi”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri
4.Hayrettin Karaman, Laik Düzende Dini Yaşamak, Đz Yay., Đst., 1997, s.320
5.Sağlam, age, s.67; Sitembölükbaşı, age, ss.90–91; Cebeci, age, s.164
6.Mustafa Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”
7.Cebeci, age, s.167
8.Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”
9.Cebeci, age, s.167; Buyrukçu, age, ss.102–103
111
3.11.3.Yüksek Đslam Enstitüleri
DP döneminde imam–hatip okullarının açılması ve din derslerinin ortaöğretim
kurumlarına konulması, ĐF’lerin yetersiz kalmasına ve öğretmen ihtiyacının ortaya
çıkmasına neden olmuştur. 1959–1960 döneminde, MEB’e bağlı olarak, Đstanbul’da ilk
YĐE açılmış ve bu tarihten sonra da; 1962–1963’de Konya’da, 1965–1966’da
Kayseri’de, 1966–1967’de Đzmir’de, 1969–1970’de Erzurum’da, 1975–1976’da
Bursa’da, 1976–1977’de Samsun’da ve 1979–1980’de Yozgat’ta YĐE açılmıştır1.
Yozgat’taki YĐE çeşitli sebeplerden dolayı, 1980–1981 öğretim yılı sonunda
kapatılmıştır2. YĐE’lerin öğretim süresinin, 4 yıl olması öngörülmüştür3.
Đmam–hatip okullarının ikinci devresinden mezun olan, ancak, fark derslerini
verip de lise diploması almayan kişiler, uzun bir süre, ĐF de dâhil birçok yüksekokula
giremezken, YĐE’lere kabul edilmişlerdir4. Đmam–hatip okulu mezunları dışındaki okul
mezunları, bu enstitülere alınmamışlardır5.
YĐE’lerin asıl amacı; Đslam dini ve Đslam ilimlerini öğretecek, imam–hatip okulu
ve diğer okullarda dini konularda öğretmenlik yapacak, DĐB’de müftü ve vaiz olacak,
Đslam alanında araştırmalarda bulunacak elemanlar yetiştirmektir. En önemli gaye ise,
imam–hatip okulu mezunlarına yükseköğretim olanağı sağlanmış olmasıdır. YĐE’lerin
amaç ve müfredat programlarının ĐF’yle çakıştığı dikkat çekmektedir.
Görevlendirilecek, ünvana sahip yeterli eleman olmadığı bilindiğinden, yeni ĐF açılması
yoluna gidilmemiştir. Buna karşın, akademik ünvanı olmayan kimselerin YĐE’lerde
öğretmenlik yapmaları imkânı olduğundan, ĐF’den çok YĐE tercih edilmiştir. Zaten
daha sonraları, bu kurumların öğretim kadrosu ve müfredat programının istenen
düzeyde olmadığı ortaya çıkmıştır6.
YĐE’lerde, kurulduğundan beri birçok problemin varolduğu ve yeni birtakım
düzenlemelerin yapılması gerektiği üzerinde durulmuştur. Bunlar; YĐE’lerin kuruluş
kanununun olmaması, bu kurumlarda görev yapacakların atamalarında belli bir sistemin
takip edilmemesi ve mevcut elemanların ihtisas yapamamaları ile ilgili problemler
biçiminde ele alınırken, bunun yanında, bina ve kitap–kütüphane ile ilgili sorunlara da
dikkat çekilmiştir7.
Başgil’in “Din ve Laiklik” adlı eserinde, YĐE’lere ait teşkilat projesi yer
almaktadır. Buna göre; YĐE’de hem bilimsel çalışma yapılacak ve hem de gerekli olan
din görevlisi ihtiyacının karşılanması sağlanacaktır. Bu okullardan mezun olanların;
ĐHL’lerde meslek derslerine, diğer okullarda ise din derslerine girmeleri, DĐB’de müftü
1.Cebeci, age, ss.166–167
2.Mustafa Öcal, “ĐHL Mezunlarının Yüksek Öğrenime Yönelme Sebepleri”, Đzlenim, S:38, Ekim 1996
3.Mustafa Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”
4.Sitembölükbaşı, age, s.82
5.Mustafa Öcal, “Đlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”
6.Sitembölükbaşı, age, ss.96–97
7.Bu konuyla ilgili olarak bkz. Halis Ayhan, “Yüksek Đslam Enstitülerinde Din Eğitimi ve Problemleri”
112
ve vaiz olarak görev almaları ve öğretim üyesi olarak yetişmeleri amaçlanmıştır1.
YĐE’lerle ilgili olarak, Başgil’in 1949’da geliştirdiği projeye benzer olarak, bu okullar
10 yıl sonra açılırken, Başgil, MEB tarafından YĐE’nin müdürlüğüne getirilmek
istenmiş, ancak Başgil, bunu kabul etmemiştir. Aynı tarihlerde Baltacıoğlu da, Başgil’in
projesine benzeyen bir teklifte bulunmuştur2.
1981 yılındaki hükümetin hazırladığı, “Türkiye’de Din Eğitimi ve Din Đstismarı”
adlı raporda, Đlahiyat fakülteleri yanında, 7 YĐE ve bir adet Đslami ilimler fakültesinden
bahsedilmektedir. Bu okulları bitirenlerin MEB’de görev aldıkları ifade edilirken,
ĐHL’lerde meslek dersi öğretmeni, diğer ortaöğretim kurumlarında din dersi öğretmeni
ve DĐB’de müftü, vaiz, murakıp ve gerektiğinde de cami görevlisi ve KKÖ olarak görev
yaptıkları belirtilmiştir3.
YĐE’ler yüksekokul statüsünde olduklarından, lisansüstü öğretim yapma
imkânları bulunmamaktaydı. 1970’li yılların sonunda bu durum, hem öğrenciler ve hem
de öğretim elemanları tarafından eleştirilmiş ve hatta dersler boykot edilmiştir. Bu
tartışmalar sonunda bütün YĐE’ler, 1982 yılında çıkarılan 2547 sayılı YÖK kanunu
gereğince ĐF’lere dönüştürülmüşlerdir. Bu okullar, 1982–1983 öğretim yılından itibaren
ĐF olarak hizmet vermişlerdir4.
3.11.4.Đlahiyat Meslek Yüksekokulları
ĐMYO, ilk olarak 1989–1990 öğretim yılında, YÖK ve DĐB arasında ortak bir
düzenleme sonunda, Đstanbul ve Đzmir’de ĐF bünyesinde açılmıştır. Bu okula girecek
olanlarda; ĐHL mezunu olma ve DĐB’de en az iki yıl görev yapma koşulu aranmaktadır.
Bu okullar, din görevlilerinin dini alandaki bilgilerini zenginleştirmeye yönelik olarak
açılmalarına rağmen, dersler; alan, pedagojik formasyon ve genel kültür şeklinde üçlü
bir kategoride verilmektedir5.
ĐMYO’ların, kademeli olarak, ĐF olan her üniversite bünyesinde açılması
öngörülmüştür. Öğrenim süresi iki yıl olan bu yüksekokullar; mesleki alanda pratik
uzmanlık sağlamayı, pedagojik formasyon kazandırmayı ve metot bilgisi vermeyi,
özellikle ĐH ve KKÖ yetiştirmeyi hedeflemektedir6.
Önlisans düzeyinde eğitim veren bu okulların7, 1993–1994 öğretim yılında sayısı
5 iken, okuyan öğrenci sayısı 115 kız, 374 erkek olmak üzere toplam 489 olmuştur1.
1996’da ĐMYO’ların sayısı 6’ya ulaşmıştır2.
1.Başgil, age, ss.223–226, ss.299–314. Ayrıca bkz. Halis Ayhan, agm; Buyrukçu, age, ss.94–99 ve ss.99–102
2.Sitembölükbaşı, age, ss.95–96
3.Abdurrahman Dilipak, Bu Din Benim Dinim Değil, Đşaret/Ferşat Yay., Đst., 1990, ss.134–134
4.Cebeci, age, s.167. Ayrıca bkz. Fehmi Yavuz, Din Eğitimi ve Toplumumuz, Sevinç Mat., Ank., 1969, ss.58–65
5.Cebeci, age, s.171; Mustafa Tavukçuoğlu, “Avusturya ve Türkiye’deki Đlahiyat Yüksek Okulları ve Bazı
Teklifler”, Eğitim Dergisi, S:4, Nisan–Mayıs–Haziran 1993
6.Tavukçuoğlu, agm
7.Bolay vd., age, s.168
113
ĐMYO’ların açılış gayesi, DĐB mensuplarının bilgi düzeyinin yükseltilmesi iken,
bu hedefin tutturulduğu söylenemez3. Bu okulların gereken ilgiyi görebilmeleri için,
DĐB personeli dışından da öğrenci alınması, DĐB’de din görevlisi olunması için, bu
okulları bitirme koşulunun getirilmesi gerekmektedir4. DĐBA Yılmaz, yapılacak olan
KKÖ sınavına, sadece ĐMYO mezunlarının alınması gibi bir düşüncelerinin olduğunu
belirtmektedir5.
ĐMYO’ların cazip hale gelmeleri için; DĐB mensuplarının tayin işlemlerinde
kolaylık sağlanması, bu okulların ekstern hale getirilmesi (mesleki okullar olarak ele
alınmış olduklarından, teorik dersler ekstern uygulamasıyla verilebilirken, pratik dersler
için de DĐB’in eğitim merkezleri ve ĐF’lerle ĐMYO’ların öğretim elemanlarından
yararlanılabilir), teorik derslerde DĐB ve YÖK arasında işbirliği yapılmak suretiyle,
birtakım yayın faaliyetlerinde bulunulması ve bu kurumdan mezun kimselerin elde
ettikleri hakların, mevzuata yansıtılması gerekir6. 1996 yılında, bu okullarda
okuyabilmek için mevcut bulunan, mesleğinde iki yıl çalışmış olma şartı kaldırılmıştır.
ĐMYO’lardan mezun din görevlilerinin; bilgi ve becerilerinin yükselmesi
yanında, maaş ve özlük haklarında bir iyileşme olacağı ve bozulan imam–öğretmen
dengesinin; öğrenim düzeyi, maaş, kadro, statü, bilgi ve kültür açısından düzeleceği
ifade edilmektedir7.
Din görevlisi yetiştirmeyi amaçlayan bu okullarda; ĐH bölümü, sesi düzgün
olanların tercih edilmesi suretiyle kurulabilecek olan MK bölümü, KKÖ bölümü,
vaizlik bölümü ve ayrıca dini araştırmalar bölümü şeklinde bir ayrıma gidilebilir. Dini
araştırmalar bölümünde, neşriyat alanında çalışabilecek ve radyo–televizyonda program
ve konuyla ilgili alan araştırması yapabilecek elemanlar yetiştirilebilir. Din dersi
öğretmenliği bölümü mezunlarının da, ilkokullarda din dersleri verebilecekleri ifade
edilmektedir8.
Yazıcıoğlu, DĐB’deki sıkıntının en büyük nedenlerinden birinin, hizmet veren
kadroların eğitim seviyesinin düşüklüğü olduğunu ifade ederken, ĐMYO’ların, eğitim
seviyesini yükseltmeye yönelik olarak açıldığını belirtir. Ona göre, bu okulların eksik
yönlerinden biri, açıköğretim biçiminde düzenlenmemeleridir. Yine, bu okulların
müfredat programıyla ilgili, ne DĐB’den ve ne de ĐF’lerden bilgi alınmadığını ifade
1.Cebeci, age, s.171
2.Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1995–1996) II, s.556; ÖSYM 1998
Đkinci Basamak Kılavuzu
3.Bolay vd., age, ss.168–169
4.Cebeci, age, s.171
5.Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1995–1996) II, s.557
6.Đbrahim Kâfi Dönmez, agm. Ayrıca bkz. Hakses, S:328, Nisan 1992
7.Mehmet Bulut, “Vasıflı Din Görevlisi Yetiştirme Gayretleri ve Türkiye’de Đlahiyat Meslek Yüksekokulları”,
Diyanet Đlmi Dergi, C:28, S:4, Ekim–Kasım–Aralık 1992
8.Tavukçuoğlu, agm
114
eder1. Mevcut ve açılacak ĐMYO’ların daha başarılı olabilmesi ve kuruluş amacını
yerine getirmesi için, YÖK’ün; DĐB ve ĐF’lerle işbirliğine geçmesi gerektiği dile
getirilmektedir2.
Tavukçuoğlu, Avusturya’da ĐF’lerin üniversitelere bağlı olarak hizmet verdiğini,
ilahiyat yüksekokullarının ise kiliseye bağlı bulunduğunu belirtmektedir. Bu
yüksekokulların eğitim–öğretim süresi 5 yıl olurken, ĐF’ler de aynı sürede mezun
vermektedirler. Bu iki okulun programlarında büyük benzerlikler vardır. Her iki okulun
da; ilahiyat alanındaki araştırmaları ortak yürütmek, kiliseye ait hizmetleri yerine
getirmek, din dersi öğretmeni ve papaz yetiştirmek ve dini tebligatta bulunmak gibi
amaçları bulunmaktadır. Yüksekokul ve fakültelerde ders veren öğretim elemanlarının
tayininde devletin hiçbir etkisi yoktur3.
Öğrenim süresi iki yıl olan Açıköğretim Sosyal Bilgiler programının dört yıla
çıkarılmasının gerekliliği üzerinde de durulmuştur4. 1991 yılında, DĐB personelinin
yararlanması için açılan Açıköğretim programına, yaklaşık 50.000 kişinin kayıt
yaptırması beklenirken, bu sayının çok düşük düzeyde kaldığı dikkat çekmektedir5.
Son birkaç yıldan beri, ĐMYO’lara öğrenci alınmamaktadır. Açıköğretim Đlahiyat
Önlisans programı ise, 2002 yılından itibaren, sınavsız girilecek hale getirilmiştir.
4.Araştırmanın Metodu
Metot (yöntem); araştırmanın oluşturulması ile ilgili zihinsel süreç ya da
araştırmanın amacını gerçekleştirebilmek için kullanılan genel yaklaşım6 olarak
tanımlanabilir. Dolayısıyla, bir araştırmanın bilimsel olup–olmadığı, araştırmada takip
edilen yöntemle ilgili olmaktadır. Bununla birlikte, araştırma yöntemlerinin
gerçekleştirilmesinde kullanılan teknikler de, bilimsellik açısından büyük bir öneme
sahiptir.
Durkheim, sosyal olayların incelenmesinde peşin fikirlerden kurtulmanın
gerekliliği üzerinde durarak, olayların dış niteliklerine dayanan tanımlarının
yapılmasının önemine değinirken7, incelemelerde objektif olunması da, ayrıca değer
verilmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle sosyal bilimlerde, yöntem konusunda iki farklı yol izlenmektedir.
Bunlardan biri niteleyici (kalitatif), diğeri de niceleyici (kantitatif) yaklaşımdır. Kalitatif
1.M. Said Yazıcıoğlu, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
2.Tavukçuoğlu, agm
3.Tavukçuoğlu, agm
4.M. Said Yazıcıoğlu, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
5.DĐB mensuplarının yararlanabilmeleri için açılan açıköğretim programı ile ilgili olarak bkz. Diyanet Aylık
Dergi, S:12, Aralık 1991. DĐB mensuplarının eğitimin düzeyinin yükseltilmesinin gerekirliği üzerine düşünceler
için bkz. Diyanet Aylık Dergi, S:57, Eylül 1995
6.Orhan Türkdoğan, Bilimsel Değerlendirme ve Araştırma Metodolojisi, MEB Yay., Đst., 1995, s.167
7.Emile Durkheim, Sosyolojik Metodun Kuralları (Çev.: Enver Aytekin), Sosyal Yay., Đst., 1994, ss.67–68.
Ayrıca bkz. H. Yıldırım Celkan, Ziya Gökalp’ın Eğitim Sosyolojisi, MEB Yay., Đst., 1990, ss.18–19
115
yaklaşım; düşünce ve varsayımların geliştirilmesinde kullanılırken, kantitatif yaklaşım;
varsayımların geçerliğini test etmede kullanılır. Bir araştırmadan, daha sağlıklı sonuçlar
alınması için her iki yaklaşımın tekniklerinden yararlanılması bir gerekliliktir1.
Yapılan bu araştırmada, yukarıda bahsedilen her iki yaklaşımdan da
faydalanıldığı söylenebilir. Din görevlileri ve bunların bağlı olduğu teşkilat ile ilgili
istatistiksel bilgiler kullanılırken, ayrıca formel –anket formu– ve enformel görüşmeler
ve ayrıca kişisel gözlemler, araştırmanın gerçekleştirilmesi ve sonuçların elde
edilmesinde önemli fonksiyonlar üstlenmişlerdir. Değişkenler arasında ilişki kurulmuş
ve ayrıca, önceden yapılan çeşitli araştırmaların ele alınması neticesinde, mevcut
sonuçların karşılaştırılması mümkün olmuştur. Bu faaliyet, kantitatif yaklaşıma örnek
olarak verilebilir.
Bir araştırma, ulaşılmak istenen bilginin türüne göre üç farklı biçimde
gerçekleştirilebilmektedir. Bunlar; durum saptama (betimleme, tasvir etme), ilişki
arama (açıklama) ve varsayımı deneme (genelleme) şeklinde olabilir. Durum saptayıcı
araştırmalar, daha çok ilişki arayan araştırmalar için veri sağlamaya yararlar. Đlişki
arayan araştırmalarda, olaylar arasında gözlenen ve eğilim niteliğinde olan ilişkilerden
yola çıkılarak, varsayımlar oluşturulmaya çalışılır. Bu araştırmalar sonunda
genellemelere ulaşılamaz ve bu tür araştırmalar açıklayıcı bir özellik taşırlar. Elde
edilen varsayımlardan belli genellemelere ulaşmak ise, bilimin en önemli amaçlarından
biri olmaktadır2. Bahsedilen her üç durumun da, bu araştırmada görülebildiğini
söylemek mümkündür.
4.1.Araştırmanın Evren ve Örneklemi
Bilimsel araştırmalarda evrenin (bir gözlem alanına giren obje ya da bireylerin
tümü) ele alınması, parasal ve zaman açısından çoğu kez mümkün olamamaktadır.
Evrenin tamamının incelenmesi, araştırmacı için birçok güçlüğün oluşmasına neden
olmaktadır. Böylesi bir durumda, örneklem seçilmesi yoluna gidilmektedir. Kütleden
örnek seçilmesi ve seçilen örnekte bulunan değerlerden yararlanarak kütle parametreleri
(değişken nicelik) hakkında tahminlerde bulunma işlemi, “örnekleme” olarak
adlandırılmaktadır3.
Örneklem seçiminde, “basit tesadüfî örneklem”, özellikle başvurulan
tekniklerden biri olmaktadır. Basit tesadüfî örneklem, kütledeki her birimin örnekleme
girme şansının eşit olduğu ve örneklemin tek aşamada seçildiği karmaşık olmayan bir
1.Mahmut Atay, Keban Barajı Nedeniyle Elazığ’ın 1800 Evler Mahallesi’ne Göç Edenlerin Kentlileşme Sorunları
(Basılmamış Doktora Tezi), Elazığ, 1985, ss.7–8. Ayrıca bkz. Mustafa Aksoy, “Türk Sosyolojisinde –ve Sosyal
Bilimlerinde– Metodoloji Anlayışına Đlişkin Bir Kritik”, Türkiye Günlüğü, S:35, Temmuz–Ağustos 1995; Zeki
Erdoğmuş, Kırsal Bölgelerden Ankara, Kıbrıs–Bayraktar Đlkokulu Gecekondu Bölgesine Göç ve Göçedenlerin
Kentlileşmesi, Hacettepe Üniv. Yay., Ank., 1977, ss.9–11; Kayhan Mutlu, “Bir Dindarlık Ölçeği (Sosyolojide
Yöntem Üzerine Bir Çalışma)”, Đslami Araştırmalar, C:3, S:4, Ekim 1989
2.Muzaffer Sencer, Toplumbilimlerinde Yöntem, Beta Yay., Đst., 1989, ss.25–28
3.Uğur Korum, Đstatistiğe Giriş, AÜ SBF Yay., Ank., 1981, ss.129–131
116
tekniktir1. Bu örneklem seçme tekniğinin kullanılacağı zaman, evrenin homojen
olmasına dikkat edilmesi gerekirken2, evrende birkaç tabaka bulunması halinde
“tabakalı tesadüfî örneklem tekniği” kullanılır ve bu sayede her tabakanın örneklemde
temsil edilme imkânı doğar.
Bu araştırmanın evrenini (Tablo 3); Elazığ il, ilçe ve köylerinde DĐB’e bağlı
olarak görev yapan din görevlileri oluşturmaktadır. Örneklem grubu seçilirken, din
görevlileri içinde farklı görevleri icra edenler (müftü, vaiz, murakıp, KKÖ, ĐH, MK)
göz önünde bulundurulmuş ve bunun için uygun olan tekniklerden, tabakalı tesadüfî
örneklem tekniğinin kullanılması kararlaştırılmıştır. Örneklemin evren içindeki oranı
%18.87’dir.
Örneklem grubu seçilirken, din görevlilerinin dağılım oranları esas alınmıştır.
Evrenin (Tablo 4) %81.63’ünü ĐH’ler, %11.57’sini MK’ler, %4.4’ünü KKÖ’ler,
%1.5’ini müftüler, %0.88’ini vaizler ve %0.25’ini de murakıplar oluşturmaktadır.
Đlçelerden; Baskil’de 14, Ağın’da 8, Alacakaya’da 5, Arıcak’da 5, Karakoçan’da 14,
Keban’da 9, Kovancılar’da 18, Maden’de 10, Palu’da 13, Sivrice’de 13 olmak üzere
toplam 109 din görevlisi, merkez köylerde görev yapan 12 ve şehir merkezinde görevli
29 kişi örnekleme dâhil edilmiştir.
Evren olarak Elazığ ilinin seçilmesinin birtakım nedenleri bulunmaktadır.
Araştırmacının görev yerinin bu il olmasından dolayı, örneklem grubunun daha
yakından incelenebilmesi imkânı doğmuştur. Bu ilin seçilmesi, zaman açısından
avantajlı olurken, ulaşım ve parasal yönden de birçok kolaylıklar sağlanmıştır.
4.2.Araştırmanın Sınırları
Araştırma, Diyanet Đşleri Başkanlığı’na bağlı olarak Elazığ il, ilçe ve köylerinde
görev yapan müftüler, vaizler, murakıplar (denetçi), KKÖ’ler, ĐH’ler ve MK’ler
üzerinde gerçekleştirilmiştir. Aynı görevleri icra etme ihtimali olan, ancak, DĐB
mensubu olmayan kişiler araştırma dışında tutulmuştur.
DĐB teşkilatında çalışan ve GĐHS içinde yer alan; şube müdürü, Kur’an kursu
müdürü, uzman–şef, ayniyat–teberrukat saymanı, mutemet, memur, daktilograf, veri
hazırlama ve kontrol işleri görevlisi ve şoför araştırma dışında tutulmuştur. Yine, DĐB
taşra teşkilatında istihdam edilen; Sağlık Hizmetleri Sınıfı (SHS), Teknik Hizmetler
Sınıfı (THS) ve Yardımcı Hizmetler Sınıfı (YHS) mensupları araştırmaya dâhil
edilmemiştir.
DĐB’e bağlı olan eğitim merkezi ve merkez teşkilatındaki; Đdari Personel,
Eğitim–Öğretim Sınıfı (EÖS), Din Hizmetleri Sınıfı (DHS), Teknik Hizmetler Sınıfı
(THS) ve Yardımcı Hizmetler Sınıfına (YHS) dâhil olanlar ve yurtdışı teşkilat
mensupları da araştırma kapsamı dışında tutulmuştur.
Bu araştırmada; DĐB’de çalışan ve Din Hizmetleri Sınıfı’nda (DHS) yer alan
1.Uğur Korum, age, s.132
2.Birsen Gökçe, Toplumsal Bilimlerde Araştırma, Savaş Yay., Ank., 1988, s.80
117
imam–hatip, müezzin–kayyım, Kur’an kursu öğreticisi, vaiz ve murakıp için “din
görevlisi” tabiri kullanılacaktır. Bunun yanında, Genel Đdare Hizmetleri Sınıfı’nda
(GĐHS) yer almasına rağmen, müftüler ve müftü yardımcısı için de din görevlisi ifadesi
kullanılacaktır.
“Cami görevlisi” tabiriyle imam–hatip, müezzin–kayyım ve vaizler kastedilirken,
Kur’an kurslarında görev yapanlar için Kur’an kursu öğreticisi (KKÖ) tabiri
kullanılmıştır. Bunun yanında, KKÖ’lerin camilerde açılan Kur’an kursu programlarına
katılabilmeleri durumu ve cami görevlisi olarak ele alınan imam–hatip ve müezzin–
kayyımların, camide Kur’an kursu programına katılması durumu da araştırmada göz
önünde bulundurulmuştur.
Đmam–hatip okulu ve imam–hatip lisesi yerine, bazı durumlarda ĐHL biçiminde
kısaltmaya gidilmiştir.
Şehir merkezinde görev yapan cami görevlileriyle görüşmeler, daha çok vakit
namazlarından sonra gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamına alınanlarla, özellikle
öğlen ve ikindi, bazı durumlarda da akşam ve yatsı namazı saatlerinde camide
görüşülmüştür. Müftülük, eğitim merkezi ve Kur’an kurslarında, genellikle hafta içi ve
mesai saati içinde görüşmeler yapılmıştır.
Alan araştırmasının gerçekleştirilebilmesi için, Elazığ Müftülüğü’nün yazılı izni
beklenmiş ve müftülüğün 27.11.1996 tarih ve B.02.1.DĐB.4.23.00.01/032–465 sayılı
yazısından sonra çalışmalara başlanabilmiştir. Saha araştırması ile ilgili çalışmalar,
1996 yılı Kasım ayında başlayıp 1997 yılı Mart ayında sonuçlanırken, anketlerin büyük
çoğunluğu, il ve ilçe müftülüklerinin Kasım ayındaki rutin toplantılarda
doldurulmuştur. Bu tarihten sonra da, gerektiğinde müftülük, eğitim merkezi, Kur’an
kursu ve cami görevlileriyle birtakım görüşmeler gerçekleştirilmiştir.
Anket formu hazırlanırken daha önceden yapılan araştırmalardan yararlanılmış,
araştırmamızın diğer araştırmalardan birtakım konularda farklılaşmasından dolayı, yeni
soruların ankete eklenmesi gerekli hale gelmiştir. Sorular içinde seçim yapılırken, bazı
sorular birleştirilmiş, bunun dışında kalanlar ise anket formuna alınmamıştır. Yaklaşık
200 soru içinden, din görevlilerini ilgilendiren 85 soru seçilmiştir.
Anket soruları hazırlandıktan sonra hemen dağıtılmamış, öncelikli olarak 15 kişi
üzerinde pilot çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmayla, ulaşılan bilgiler ışığında bazı
sorular kısaltılmış, bazılarının ifade şekli değiştirilmiş ve bazı seçenekler de
birleştirilmiştir. Bu işlemin gerçekleştirilmesinde, sadece anket formlarının durumu
esas alınmamış, birtakım enformel görüşmeler de göz önünde bulundurulmuştur. Pilot
çalışmada elde edilen anket formları değerlendirmeye alınmazken, anket formu verilen
din görevlileri de örneklem dışında tutulmuşlardır.
Gerek anket formunun doldurulması işlemlerinde ve gerekse de enformel
görüşmelerde, din görevlilerinin araştırmacıya yönelik tutumları aynı olmamıştır. Bazı
din görevlileri (müftü, ĐH, MK, KKÖ), devlet memuru olma durumunu göz önünde
bulundurarak, bilgi vermekten kaçınırken, bazıları da anket formuna adını yazmak
suretiyle çekinmediklerini göstermeye çalışmışlardır. Kimi din görevlileri, müftülükten
118
alınan resmi izin belgesini gördükten sonra, anket formunu doldurmaya veya
araştırmacıyla görüşmeye başlamışlardır.
Enformel görüşmelerde ve anket formlarının doldurulması esnasında bazı din
görevlileri, yapılan araştırmayı; özlük haklarının tespit edilmesi ve düzeltilmesiyle ilgili
bir faaliyet olarak değerlendirmişlerdir. Bu araştırmanın, bilimsel bir amaç taşıdığı ve
araştırma sonuçlarının; problem ve beklentilerin tespit edilmesi ve birtakım öneriler
getirmesi yönüyle değer taşıdığı, din görevlilerine, araştırmacı tarafından ifade
edilmeye çalışılmıştır.
Alan araştırmasının (anket, enformel görüşmeler, gözlemler vs.) gerçekleştirilmesinde, araştırmacıya yardımcı olacak birtakım elemanlar (anketör vs.)
kullanılmamış, yalnızca, il ve ilçe müftülüklerinde görevli birkaç personelle irtibata
geçilmek suretiyle, anket formlarının daha düzenli bir şekilde uygulanması ve
zamanında araştırmacıya ulaştırılması sağlanmıştır. Bunun yanında, birtakım resmi
verilerin elde edilmesinde ve personelin genel durumuyla ilgili bilgi ediminde bu
kişilerin katkıları olmuştur.
4.3.Bilgi Toplama Araçları
Saha araştırması esnasında, din görevlilerinin; kişisel, toplumsal ve mesleki
durumlarına, problem ve beklentilerine ilişkin olarak anketteki sorular yöneltilmiş,
bunun yanında enformel görüşmeler de gerçekleştirilmiştir. Personelin, müftülüklerde
ayda bir yapılan toplantılarına (sadece il merkezindekine) iştirak edilmiş ve Harput’taki
eğitim merkezinde derslere girilerek, yapılan uygulamaları gözleme olanağı elde
edilmiştir.
Đlçelere –Alacakaya ve Arıcak hariç–, araştırmacı tarafından anket formları bizzat
götürülmüştür. Hangi din görevlisine anket formu verileceği ve görev yerlerine göre
nasıl bir dağılımın yapılacağı, ilçe müftüleriyle –müftü yoksa yerine vekâlet eden
kişiyle– görüşülerek kararlaştırılmıştır. Alacakaya ve Arıcak ilçelerine, ulaşım ve
emniyet problemlerinden dolayı gidilememiş, ancak telefonla birkaç kez görüşme
gerçekleştirilmiştir. Anketler toplanırken de, çoğu ilçeye bizzat araştırmacı tarafından
gidilmiştir. Gidilemeyen ilçelerdeki anketler, ilçe müftülüğü tarafından Elazığ
Müftülüğü’ne ulaştırılmıştır.
Đl müftüsü, il müftü yardımcısı, KK müdürü, şube ve personel müdürleriyle
birkaç kez enformel görüşme gerçekleştirilmiş; bunun yanında, gidilen ilçelerde müftü
bulunduğu takdirde müftüyle, müftünün olmadığı durumlarda da vekalet eden kişiyle
görüşmeler yapılmıştır. Harput’ta bulunan eğitim merkezine, hizmet içi eğitim yapıldığı
iki dönemde gidilmiş; yönetici, öğretici ve kursiyerlerle görüşülmüştür. Harput’ta yer
alan ve öğrenim gören öğrenci sayısı fazla olan KK’de, yönetici ve öğreticilerle uzun
görüşmeler gerçekleştirilmiştir.
Şehir merkezinde görev yapan din görevlilerine anket, bizzat araştırmacı
tarafından ulaştırılmış ve anket formunun doldurulmasından sonra uzun görüşmeler
yapılmıştır. Cami hizmetini gerçekleştiren ĐH, MK ve vaizlerle, özellikle vakit
119
namazlarından sonra enformel görüşmeler yapılırken, Din Görevlileri Derneği
yetkilileriyle de ilişki kurulmuştur. Emekli olan müftü, vaiz, KKÖ, ĐH ve MK’lerle
uzun görüşmeler yapılırken, özellikle ek iş yapan din görevlileriyle işyerlerinde
görüşülmüştür.
Belli sorulara verilebilecek cevapların özelliğinden dolayı, açık uçlu soru sorma
yoluna gidilmiş ve bu amaçla 17 adet açık uçlu soru hazırlanmıştır. Geriye kalan 68
soru için belli seçenekler oluşturulmuştur.
DĐB teşkilatı ve teşkilat görevlileriyle ilgili olarak, öncelikle Elazığ müftü ve
müftü yardımcısıyla irtibata geçilmiş ve 1995 yılsonu ayrıntılı verileri, araştırmacı
tarafından müftülük arşivinden elde edilmiştir. Bunun yanında, DĐB’in her yıl
hazırladığı yılsonu istatistiklerinden de büyük ölçüde yararlanılmıştır.
Araştırmacı tarafından, DĐB’e birkaç kez gidilmiş ve özellikle APK Dairesi
Başkanlığı’yla irtibata geçilmiştir. Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı’nda birçok konuda
araştırmacıya yardımcı olunmuş, kaynak ve veri açısından büyük katkılar sağlanmıştır.
DĐB’in Kitap Satış Merkezi’nden (Ankara) birçok kaynak elde edilmiş ve DĐB Merkez
Kütüphanesi’nden de yararlanılma yoluna gidilmiştir.
4.4.Analiz Teknikleri
Anket formu hazırlanırken, soruların bilgisayar formatında olmasına dikkat
edilmiştir. Her soruya bir numara verilirken, seçenekler de numaralandırılmıştır.
Toplanan anket formlarındaki veriler, öncelikli olarak Excel uygulama programı
kullanılmak suretiyle bilgisayara işlenmiştir. Daha sonra Excel’e işlenen verilerin
dağılımı, SPSS istatistik programı kullanılmak suretiyle ortaya konulmuştur. Öncelikli
olarak, basit dağılım tabloları oluşturulmuş, bu tablolardan yararlanmak suretiyle,
bağımsız değişkenlerin hangi bağımlı değişkenlerle ilişkisinin olabileceği tespit
edilmiştir. Anlamlı ilişkilerin olabileceği 7 bağımsız değişken belirlenmiş ve bununla
diğer değişkenler arasında çapraz ilişki aranmıştır. Toplam, 113 çapraz (cross,
contingency veya birlikte değişim) tablo oluşturulmuş ve bunlardan anlamlı olanlar
tespit edilerek, bu tablolar yorumlanmaya çalışılmıştır.
Çapraz tablolar oluşturulurken, tablolardaki serbestlik derecesi (SD), ki–kare
2
(X ) ve güven düzeyini (p) gösteren değerler bilgisayardan alınmış, ancak, bu değerler
kullanılmamıştır. Bu değerlerin geçerli olabilmesi için, birtakım koşulların var olması
gerektiği bilinmektedir. Çapraz tablolardaki değerlerin anlamlı olabilmesi için, tabloda
bir kutucuğun boş ya da kutucuğun beklenen sıklık değerinin 1’den küçük olmaması
gerekmektedir. Yine, beklenen sıklıkların 1/5’inden çoğunun 3 ya da 5 değerinden
küçük olmaması koşulu bulunmaktadır. Elde edilen hemen her tabloda, “cevap yok” ve
“başka” seçeneği de yer aldığından, bu tür tabloların neredeyse tamamına yakınında,
boş ya da beklenen sıklık değeri 1’den az olan kutucuklar yer almıştır. Bir soruya
birden fazla cevap verilmesi de ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
2
durumda, elde edilen değerleri (SD, X ve p) kullanma imkânı yoktur. Bu ise, çapraz
tabloların yorumlanamayacağı anlamına gelmez. Bazen başvurulan tekniklerden biri
120
2
olan, benzer cevapların birleştirilmesi ve böylece X değerinin yükseltilmesi de
güvenilir sonuçlar vermeyebilir. Çünkü seçeneklerin birleştirilmesi şeklindeki
uygulama, ancak, Likert Ölçeği kullanıldığı takdirde güvenilir sonuçlar
verebilmektedir.
Sosyal bilim alanındaki araştırmalarda, elde edilen bulguların sistematik bir
şekilde ele alınması, –güvenirlik ve geçerlilik ölçülerine uygun olarak–
gerçekleştirilmek istenen amaçlar çerçevesinde çözümlenmesi ve belli değişkenler
arasındaki ilişkilerin yakalanması büyük bir aşama olarak değerlendirilmektedir. Bu
anlayışa uygun olarak, elde edilen verilerin oluşturduğu tablolar yorumlanırken,
bağımsız değişkenlerin yüzdeleri esas alınmış ve buna göre oransal açıdan bir azalma
ya da artışın olup–olmadığı öğrenilmeye çalışılmıştır. Basit dağılım tabloları, belli bir
sistem dâhilinde verilmiş ve belli alanlarda yoğunlaşmaların sebepleri ve sonuçları ele
alınarak birtakım çıkarımlara gidilmiştir.
Tablolar yorumlanırken, sayısal büyüklüklerin (%) verilmesi yanında, gerektiği
zaman da; “büyük çoğunluk”, “çoğunluk”, “yarıdan fazla”, “yarıya yakın”, “çok az” ve
“bazıları” gibi belli ifadelerin kullanımı yoluna gidilmiştir.
Anket formunda yer alan 17 açık uçlu soruya verilen yanıtlar bilgisayara
işlenmemiş, bunlar daha sonra tablo haline getirilmiştir. Açık uçlu sorulara ve bazı
soruların “başka” seçeneğine verilen ve özgün yanları olan bazı yanıtlar, kimi zaman
tırnak içinde verilmiştir. Açık uçlu sorulara verilen cevaplar aynen alınmış, anlam
düşüklüğü olan cümleler ise araştırmacı tarafından düzeltilmiştir.
121
II. BÖLÜM
BULGULAR VE DEĞERLENDĐRME
Bu bölümde, araştırma sonuçlarından elde edilen veriler ele alınmış ve belli bir
kategoride yoğunlaşmanın sebepleri ve sonuçları üzerinde durulmuştur. Gerekli
durumlarda, konuyla ilgili çok kısa bir kavramsal çerçeve sunulmuş ve bu doğrultuda
birtakım yorumlarda bulunma imkânı doğmuştur. Elde edilen verilerdeki eğilim ele
alınarak, bu konuda benzer birtakım araştırma sonuçlarıyla karşılaştırma yoluna
gidilmiş ve bazı genellemelere ulaşılmıştır.
Cevaplar arasında çok sık olmasa da “yorum yok” şeklindeki cevaplara
rastlanmaktadır. Bazı konulardaki (teşkilatın konumu, siyasal konular vs.) sorulara, din
görevlilerinin daha çok geçiştirme türünden cevaplar verdikleri dikkat çekmektedir.
“Yorum yok” yanıtı yanında, bazı soruların cevaplandırılmamış olduğu görülmektedir.
Bazı açık uçlu sorularda büyük benzerlikler tespit edilmiştir. Din görevlilerinin anket
formunu doldururken rahat hareket edemedikleri ve meslektaşlarının anket formlarına
bakmak suretiyle birbirinden etkilendikleri dikkat çekmektedir. Farklı cevaplar vermek
suretiyle, kimliğin ortaya çıkacağı endişesini taşıyanlar, böyle bir yola başvurmuş
olabilirler. Bazı din görevlilerinin, anket formunu, bilgiyi ölçen bir araç olarak
nitelendirdikleri ve bundan dolayı anket formunu doldurma konusunda çekingen
davranmış olabilecekleri sonucuna da varılmıştır.
1.Din Görevlilerinin Genel ve Mesleki Durumları
Bu başlık altında, din görevlilerinin; yaş, medeni–ailevi, mesken, coğrafi köken,
öğrenim, baba mesleği, çocuk sayısı, kıdem, unvan, görev yapılan yere ilişkin
durumları ele alınmış ve birtakım değerlendirmelerde bulunulmuştur.
1.1.Genel Durumları
Kişiler, belli ve ayırt edici birtakım niteliklere göre kategorileştirilmektedirler.
Bu nitelikler; yaş, cinsiyet, ırksal özellikler, meslek, grup, dernek, örgüt, birtakım farklı
davranış şekilleri1, doğum yeri, baba mesleği, çocuk sayısı, medeni durum gibi
faktörler olarak sıralanabilir. Buna göre, din görevlileri hakkında birtakım yorumlarda
bulunma ve belli varsayımlar oluşturmak için, örnekleme girenlerin; yaş, medeni–ailevi
durum, mesken durumu, coğrafi köken, öğrenim durumu, baba mesleği ve çocuk
sayısının bilinmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
1.Mahmut Tezcan, Kültür ve Kişilik (Psikolojik Antropoloji), Bilim Yay., Ank., 1987, s.108
122
1.1.1.Yaş Durumu
Yaş, kişilerin toplumdaki konumlarını belirleyen ve buna göre, birtakım rollerin
gereklerinin yerine getirilmesini sağlayan önemli faktörlerden biri olarak kabul
edilmektedir. Din görevlilerinin, 657 sayılı DMK’ya tabi oldukları ve 18 yaşın altında
devlet memuru olamayacakları durumu göz önünde bulundurulursa, yaşın önemi daha
da artmaktadır. 18 yaş, reşit olma (olgun) anlamında ele alınmakta iken, bu yaşa gelen
kişinin yasal yönden bir bağımsızlık kazandığı ve bir velinin vesayetinden kurtulmuş
olduğu söylenebilir. Yaş durumu incelenirken; 20–30 yaşları arasında olanlar “genç”,
31–40 yaşları arasındakiler “yetişkin”, 41–50 yaşları arasında olanlar “orta yaş”, 51
yaşın üzerinde olanlar da “yaşlı” kategorisinde ele alınmıştır.
Din görevlilerinin en çok (%36) 31–40 yaşları arasında oldukları gözlenmektedir
(Tablo 5). Bu oranı, 26–30 yaş grubunda yer alanlar izlemektedir (%32). Orta yaş
grubunda kabul edilebilecek olan 41–50 yaş arasındakilerin oranı da
küçümsenemeyecek bir büyüklüğe (%18.7) ulaşmaktadır. Buna göre, din görevlilerinin
büyük çoğunluğunun (%77.4), çalışma dönemi itibariyle, en verimli dönemde
bulundukları söylenebilir.
Mesleki verimlilik açısından bakıldığında; din görevlileri, hem fiziksel ve hem de
zihinsel açıdan mesleğin birtakım kazanımlarını elde etme konusunda, avantajlı bir
konumda oldukları görülmektedir. Buna göre din görevlilerinin, yerine getirdikleri
hizmetler açısından, güdüleyici birtakım özelliklere sahip oldukları söylenebilir.
Yaşın ve buna bağlı olarak da olgun bir görüntü sergilemenin, çevreyi etkileme
açısından büyük bir önemi vardır. Din görevliliğinde bu konu daha da önem
kazanmaktadır. Din görevlilerinden yaşça küçük olanlar, toplum tarafından yoğun bir
kontrolle karşı karşıya bulunmalarına karşın, yaşça büyük olanlar veya fiziksel
görünüm itibariyle olgun bir yapıda bulunanların, bu konuda daha rahat hareket
edebilecekleri söylenebilir.
Din görevlisi (özellikle ĐH, MK ve KKÖ) olunabilmesi için, ĐHL’yi bitirmenin
yeterli olması, yaş düzeyinin düşük olmasında büyük bir etkiye sahip olmaktadır. Bu
meslekler için, belli bir yükseköğretim kurumundan mezun olma koşulu yokken; müftü,
vaiz ve murakıplık için, dini yükseköğretim kurumunu bitirme şartı bulunmaktadır.
Seviyenin orta yaşlarda olması, mesleki formasyonun gereklerinin yerine
getirilmesinde büyük avantajlar sağlayabilirken, yaşı küçük olan ve dolayısıyla da
görev süresi az olanlarda, mesleki deneyimin olmayışı, bir dezavantaj olarak ele
alınabilir. Din görevliliği mesleğine ait birtakım pratiklerin, eksiksiz bir şekilde yerine
getirilmesi, ancak, meslekte belli bir deneyim kazanılmasıyla mümkün olabilmektedir.
Meslek dışı tutum ve davranışlarda, kişi, zamanla çevresinden görmüş olduğu farklı
anlayış ve uygulamalar sayesinde, en gerçekçi davranışın bulunması gibi bir seçeneğe
sahip olacaktır.
1996 yılsonu istatistiklerine göre, DĐB teşkilatında görev yapan personelin
%80.38’inin 18–41 yaş arasında oldukları dikkat çekerken, bu rakamın yarısına
yakınının, 3–10 yıl arasında görev yaptıkları1 ve bundan dolayı da belli bir birikim ve
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.11
123
deneyime sahip oldukları söylenebilir. 1988 yılı verilerine göre, DĐB’de çalışanların yaş
ortalaması 31’dir1.
Yukarıda sözü edilen dağılımın, 657 sayılı DMK’ya tabi devlet memurlarının yaş
ortalamasına yakın olduğu dikkat çekmektedir. 1991 yılı rakamlarına göre, Türkiye
genelinde görev yapan memurların %52’sinin 35 yaşın altında oldukları görülmüştür2.
Yaşça genç olunmasının, özellikle çalışılan kurum açısından, birtakım avantajlar
sağlayabileceği söylenebilir.
1.1.2.Medeni–Ailevi Durum
Din görevlilerinin medeni durumlarının bilinmesi; kişisel, toplumsal ve mesleki
birtakım problemlerin ortaya konulması ve çözüm önerileri getirilmesine yardımcı
olabilir.
Örnekleme dâhil olan din görevlilerinin büyük bir çoğunluğunun (%90) evli
olduğu görülmüştür (Tablo 6). Az sayıdaki (%9.3) din görevlisinin bekâr olduğu dikkat
çekmektedir. Boşanmış olanların oranı da yok denecek kadar (%0.7) azdır. Yaş olarak,
25’in altında olan din görevlilerinin hepsi bekârdır.
Din görevlilerinin, toplumumuzda geçerli evlilik yaşından daha küçük yaşta
evlendikleri dikkat çekmektedir3. Din görevliliği için, ĐHL’den sonra başka bir okul
bitirme şartının aranmaması, genç yaşta meslek sahibi olunmasına ve dolayısıyla erken
yaşta evlenilmesine neden olmaktadır. Toplumumuzda yaygın olan, bir meslek sahibi
olduktan sonra evlenme şeklindeki geleneksel davranış burada ortaya çıkmaktadır.
2002 yılından itibaren, her türlü din görevliliği için dini yükseköğretim mezunu
olma koşulu getirilmiştir.
DĐB’in 1996 yılsonu istatistiklerinde (teşkilatın genelinin); evli olanlar %94.45,
bekâr olanlar %5.26 ve dul olanlar da %0.28’lik bir orana sahiptir. Merkez teşkilatında,
evli olanların oranı %98.18 iken, taşra teşkilatında medeni durumla ilgili oran, teşkilatın
genelinin oranına çok yakındır4. Alan araştırmasından elde edilen sonuçlarla, DĐB
verilerinin birbirine yakın oldukları görülmüştür. Bekâr oranının nispeten yüksek
çıkmasında, 1996 ve 1997 yıllarında, yeni din görevlisi alımının etkisi olduğu ifade
edilebilir.
657 sayılı DMK’ya tabi olan memurlar üzerinde yapılan bir araştırmada, evlilerin
oranı %82.3 çıkmıştır5. Bu veriler, belli bir meslek sahibi olanların, kısa sürede
evlenme eğilimi içine girdiklerini göstermektedir.
1.Diyanet Gazetesi, Sayı:351, Mayıs 1988’den aktaran, Mustafa Köylü, Din Görevlilerinin Mesleki Problemleri
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ondokuz Mayıs Üniv. SBE, Samsun, 1989, s.38
2.Ömer Aytaç, Sosyoloji Açısından Kamu Bürokrasisinde Memurlar ve Memurluk Bilinci (Elazığ Uygulaması)
(Basılmamış Doktora Tezi), Fırat Üniv. SBE, Elazığ, 1996, s.52
3.Din görevlilerinin yarısından fazlası (%55.3), 20 yaşına ulaşmadan evlenmektedir. 25 yaşına gelindiğinde ise
din görevlilerinin %92.8’inin evlendikleri görülmektedir. Geniş bilgi için bkz. Durmuş Tatlılıoğlu, Din
Görevlilerinin Sosyo–Ekonomik Yapılarına Sosyolojik Bir Yaklaşım (Sivas Đli Örneği) (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), Cumhuriyet Üniv., SBE, Sivas, 1989, ss.84–85
4.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.11, 29, 40
5.Aytaç, age, s.169
124
1.1.3.Mesken Durumu
Kişilerin sosyo–ekonomik durumlarının belirlenmesinde, konut sahibi olunması
önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Ev sahibi olma, kişilerin parasal yönden
düzeylerini ortaya koyarken, gelirden tasarruf etme konusunda da bilgi verebilmektedir.
Günümüzde yaygınlaşan, yapı kooperatifi şeklindeki oluşumlar, özellikle “orta sınıf”
olarak tabir edilen kesimin ve dar gelirli insanların ev sahibi olmasına olanak
sağlamıştır.
Oturulan evin kendi mülkü olduğunu belirtenlerin oranı %24’tür (Tablo 7). Bu
oran, sorunun sorulma şekline göre bir değişme gösterebilir. Çünkü soruda kişinin o
andaki evinin durumu sorulmuş, ayrıca evinin olup–olmadığı sorulmamıştır. Evinin
olup–olmadığının öğrenilmeye çalışıldığı bir soru sorulması durumunda, bu oranın daha
yüksek çıkabileceği söylenebilir.
Verilerine göre, din görevlilerinin %76’sının kendi evinde oturmadığı ortaya
çıkmaktadır. Cami lojmanında oturanların oranının yüksek (%40.7) çıkmasında, köy ve
kasabalarda görev yapan din görevlilerinin oranının yüksek olması (%67) ve bundan
dolayı da örneklemdeki en büyük tabakayı teşkil etmesinin büyük etkisi vardır. Köy ve
kasabaların büyük çoğunluğunda cami lojmanı bulunmaktadır. Đlçelerde ise, şehir
merkezine oranla lojman sayısının daha fazla olduğu görülmektedir.
Bunun yanında köy, kasaba ve küçük ilçelerde cami ve KK görevlileri için
lojman yapılması zorunlu bir durum gibi algılanmaktadır. Çünkü küçük yerleşim
yerlerinde kiralık ev bulamama problemi mevcuttur. Elazığ il merkezinde görev yapan
din görevlileriyle yapılan görüşmelerde, çok az sayıda din görevlisinin lojmanda
oturduğu tespit edilmiştir.
DĐB’in 1996 verilerine bakıldığında, köy ve kasabalarda lojmanı olan camilerin
oranı %54.75 olmaktadır. Đl ve ilçe merkezlerinde yer alan camilere ait lojmanların
oranı ise %42.21’dir1. “Merkez” olarak ele alınan yerleşim birimlerinde lojman
oranının yüksek çıkmasında, ilçelerin şehir merkezleriyle, aynı kategoride ele
alınmasının etkisi yadsınamaz.
Sivas il merkezinde yapılan bir araştırmada, din görevlilerinden kirada
oturanların oranı %48.5, lojmanda oturanların oranı %10, kendi evinde oturanların
oranı %38.5 ve babasının evinde oturanların oranının ise %3 olduğu tespit edilmiştir2.
Bu araştırma, il merkezinde yapıldığından, lojmanda oturanların oranı düşük çıkmıştır.
Cami lojmanlarının il merkezinde az olduğu, ilçe merkezinde kısmen arttığı, kasaba ve
köylerin ise çoğunda bulunduğu biçimindeki görüş böylece desteklenmiş olmaktadır.
“Başka” seçeneğini işaretleyenlerden 2 kişi, kapanmış olan ilköğretim okulunun
lojmanında oturduklarını belirtirken, 1 kişi “babamın evi” ve köyde görev yapan bir din
görevlisi de “şahıs evi” biçiminde cevap vermiştir. “Lojman” kelimesine tam aşina
olunmadığından dolayı, oturulan meskeni “cami evi” olarak tanımlayanların oranı %7
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.91
2.Tatlılıoğlu, s.120
125
civarındadır.
1.1.4.Coğrafi Köken
Din görevlilerinin, mesleki verimlilikleri ve toplumsal konumlarını etkilemesi
bakımından, doğum yeri belirleyici bir etkiye sahiptir. Kişilerin ileriki yaşamlarında
belli bir dünya görüşünü paylaşmaları, büyük ölçüde çevreyle ilgili olurken, doğum
yeri, ileride değişmesi güç birtakım anlayışların oluşumuna zemin hazırlayabilmektedir.
Kişilerin tutum, karakter ve davranışları uzun bir zaman diliminde oluşmakta
iken, çevre faktörlerinden biri olarak ele alınan, doğum yerinin toplumsallaşmaya
katkısı da hiçbir zaman inkâr edilemez.
Kasaba, kırsal özelliklerini yitirmemiş yerleşim birimi olarak ele alındığında, din
görevlilerinin %63.9’unun kırsal kökenli oldukları söylenebilir (Tablo 8). Doğum yeri
dağılımında, en büyük oranı (%39.3) köy (ilçeye bağlı) oluştururken; bu yerleşim
yerlerinin, merkezlere uzak yerleşimler olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, bu yerleşim
yerlerinin, diğerlerine oranla daha “kapalı” bir özellik sergilemesi, bahsedilen yerleşim
yerlerinde yetişen insanların da, diğerlerine göre, değişimlere daha kapalı olmaları
ihtimali bulunmaktadır. Değişimlere kapalı olma durumunun, birçok alanda olduğu
gibi, din görevliliğinde de mesleki formasyonun tam olarak kazanılamaması sonucunu
doğuracağı söylenebilir.
Resmi kayıtlardaki doğum yerleri ele alınacak olursa, şehir doğumluların
oranının daha yüksek çıkacağı söylenebilir. Sağlık açısından doğumların, merkezi
yerlerde yapılması eğiliminin artmış olması, kişilerin bu yerlerde nüfus kaydının
yapılmasına neden olmakta ve bu da, doğum yerinin şehir olarak görülmesi sonucunu
doğurabilmektedir.
Đl ve bölge bazında, doğum yerlerinin farklılaşması, mesleki verimliliği
etkileyebilecek bir faktör olabilir. Başka bir ilden veya bölgeden gelmiş olan kişilerin, o
bölge insanının kültür kodlarına yabancı kalma ihtimali varken; bu durum bireysel,
toplumsal ve mesleki açıdan birtakım sorunların oluşmasına kaynaklık edebilir.
Kırsal veya kentsel alana has birtakım anlayışlar, ileriki yaşamda seçilmek
istenen mesleğin belirlenmesinde etkili olabilmektedir. Kentsel alanın heterojen
kültürünün etkisi altında kalan kişiler, meslek seçerken en uygun verimliliği ve kişisel
yeteneği devre dışı bırakmazlarken, kırsal kesimde böylesi bir durumun tam olarak göz
önünde bulundurulduğunu söylemek güçtür.
Kırsal alanda, değişimin öncüsü olarak birkaç meslek temsilcisi (öğretmen, din
görevlisi, doktor, hemşire, sağlık memuru vs.) ön plandadır ve bunların dünya görüşleri
ile meslekleri, itibar gösterilmesi gereken bir konumdadır. Dolayısıyla, kırsal bölgedeki
insanların geleneksel çizgiyi dışlayıp, baba mesleği dışında bir meslek seçmeleri söz
konusu olduğunda, bu seçimin genelde; öğretmen, din görevlisi, doktor, hemşire, sağlık
memuru gibi mesleklerle sınırlı kalabileceği söylenebilir. Bu konuda, araştırmacının
kırsal kesimdeki öğretmenlik deneyimleri, bu görüşü doğrular niteliktedir. Ancak,
bahsedilen sınırlı sayıda meslek seçme isteğinin; ulaşım ve kitle iletişim araçlarının
126
çoğalması gibi nedenlerden dolayı, kısmen değişime uğramış olduğu ifade edilebilir.
1.1.5.Öğrenim Durumu
Günümüzün “bilgi çağı” olarak adlandırılması; eğitim–öğretim ve bilgilenmenin
önemini ortaya koyması bakımından anlamlıdır. Artık, toplumlar ya da devletler askeri
veya ekonomik yönden çok, bilgi gücüyle bir sıralamaya tabi tutulmaktadır. Bilgiyi
elinde tutan, birçok alandaki liderliği de elinde tutmayı başarabilmektedir. Şu anda
dünyanın en zengin kuruluşu, ne bir sanayici ve ne de bir silah pazarlayıcısıdır. Bu,
bilgisayar işletim sistemi programı üretiminin %80’ini elinde bulunduran bir kuruluştur.
Üzerine bilginin kaydedildiği CD’nin değeri çok düşük bir miktarda iken, o CD’nin
değerini artıran içindeki bilgi olmaktadır.
Gelişmek veya gelişme düzeyini korumak isteyen ülke veya kişiler, devamlı
olarak nasıl yeni bilgi oluşturacaklarını düşünmekte ve bu konu üzerinde uzun vadeli
planlar yapmaktadırlar. Bilginin bu derece değerli olması, insanlara sağlamış olduğu
kolaylıktan dolayıdır.
Đnsanların gözünde bilginin bu derece önemli olduğu bir ortamda, bu olgunun
göz ardı edilmesi suretiyle bir yaşam sürdürülmesi, ancak, kapalı toplumlara has bir
özellik olmaktadır.
Đnsanlarla çok yakın temasa geçmeyi gerekli kılan din görevliliği mesleğinde,
muhatap olunan kişileri etkileme açısından, birtakım gelişmelerin takip edilmesi
gereklidir.
Öğrenim düzeyi açısından en büyük kategoriyi (%67.3) oluşturanlar, ĐHL
mezunlarıdır (Tablo 9). Bunu %23.3 ile yüksekokul/üniversite mezunları takip
etmektedir.
Burada bilinmesi gerekli olan bir nokta; ĐHL ve yüksekokul/üniversite mezunu
olduklarını söyleyenlerin bir bölümünün, bu okullardaki örgün eğitim sürecinden
geçerek mezun olmadıkları hususudur. ĐHL’yi dışarıdan bitirenlerin oranının, hiç de
küçümsenemeyecek bir oranda olduğu, saha araştırması esnasında yapılan enformel
görüşmelerden anlaşılmıştır.
Yüksekokul/üniversite mezunlarının sadece bir kısmının örgün eğitimden geçtiği,
önemli bir kesiminin ise, örgün olmayan eğitim kurumlardan mezun oldukları
görülmüştür (Açıköğretim Fakültesi gibi). DĐB’in 1996 verileri de, bu görüşü destekler
mahiyettedir. DĐB verilerine göre, yükseköğrenim görenlerin oranı %17.07’dir.
Bunların da, ancak %4.32’si dini yükseköğretim kurumlarından mezundur1. Geriye
kalan %12.75’lik oranın tamamının, Açıköğretim Fakültesi mezunu olduğu her ne
kadar belirtilmemişse de, önemli bir kısmının bahsedilen öğretim kurumunu bitirdiği
ifade edilebilir.
Saha araştırmasından elde edilen verilere göre; ilkokul mezunu olanlar, %1.3,
orta–lise–dengi okul mezunu olanlar %8, ĐHL mezunları %67.3 iken, DĐB verilerinde;
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, ss.8–9
127
ilkokul mezunu olanlar %5.92, orta–lise–dengi okul mezunu olanlar %7.84, ĐHL
mezunu olanlar ise %69.17 oranına sahiptir1.
Açıköğretim Fakültesinden mezun olmanın, yükseköğretim kurumu mezunu
sayılmak için ne derece yeterli olduğu, ayrı bir tartışma konusudur. Bu konuda yapılan
plan ve programlar mükemmel bir yapı arz ederken, uygulama aşamasında birçok
eksikliğin olduğu ve alınan formasyonun gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu dikkat
çekmektedir.
Köyde veya ilçede görevli olmak, Açıköğretim Fakültesine devam etmede bir
engel olarak görülmemektedir. Köyde görev yapmasına rağmen, birçok kişinin,
Açıköğretim Fakültesinin çeşitli bölümlerine devam ettiği ve mezun olduğu dikkat
çekmektedir. Bahsedilen öğretim kurumuna devam etmenin birinci amacı, meslekte
derece ve kademe alınmasıdır. Önceleri, Açıköğretim Fakültesini bitirenlere, görevde
derece ve kademe verilmezken, bugünkü uygulamada, bu fakülteden mezun olanlara
derece ve kademe verilmektedir.
Din görevlilerine mahsus olarak başlatılan, “Açıköğretim Sosyal Bilimler
Bölümü” uygulamasına başlandığı ilk yıl, 11 bin kişi kayıt yaptırırken, bu sayı
günümüzde çok düşmüştür2. Bu program mezunlarına, derece ve kademe verilmesine
rağmen, yine de gereken ilgi gösterilmemektedir.
ĐHL’nin dışarıdan bitirilmesi durumu da, yukarıdaki açıklamalara benzer bir
özellik taşımaktadır. ĐHL’yi dışarıdan bitirmek için başvuran kimselerin, çok kısa
sürede (bir hafta) mezun olduğu bir durumda, mevcut eğitim düzeyinin günün
koşullarına uygun olduğunu söylemek güçtür. Son birkaç yıldan beri, lisenin dışarıdan
bitirilmesi şeklindeki yanlış uygulamadan vazgeçilmiş ve bunun yerine, açık öğretim
lisesi uygulaması başlatılmıştır.
Araştırma kapsamındaki din görevlilerinden birisi (müftü), Mısır El–Ezher
Üniversitesi mezunu olduğunu belirtirken, birisi de (müftü) Haseki Eğitim
Merkezi’nden mezundur. Medrese eğitimi aldığını belirtenlerin sayısı 20’nin
üzerindedir. Mezuniyet durumu ortaya konurken, daha çok resmi öğretim kurumları
esas alınmıştır.
1969’da yayınlanan bir araştırmada, Türkiye’deki 60 bin din görevlisinden
%91.6’sının okuma–yazma bilmediği ortaya çıkmıştır3. Okuma–yazma bilmeyenlerin
oranının yüksek çıkmasına; din görevlilerinden birçoğunun medrese mezunu olması,
Osmanlıca ve Arapça bilmesi, buna karşın Türkçe okuma ve yazmaya vakıf olamaması
neden olarak gösterilebilir.
DĐB’de görev alanların öğrenim durumuna göz atıldığında, büyük bir değişimin
yaşandığı görülür. 1971 yılından sonra yükseköğrenim görmüş olan görevlilerin artış
oranları; Müftülerde %300, vaizlerde %240 ve ĐH’lerde %380 olurken, ilkokulu
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, ss.8–9
2.M. Said Yazıcıoğlu, 01.02.1997, Kanal 7 “Mayın Tarlası” Programı
3.Tezcan, age, s.188
128
bitirenlerin sayısındaki düşme ise, müftülerde %360, vaizlerde %190 oranında
gerçekleşmiştir1.
1.1.6.Baba Mesleği
Baba mesleği, kişinin ileriki yaşamında seçeceği mesleğin belirlenmesi açısından
büyük bir önem taşır. Baba, mesleğinin gereklerini yerine getirirken, farkında
olmaksızın aile ortamında, bu paralelde birtakım davranışlar sergiler. Bu davranışlardan
en çok etkilenenler çocuklar olmaktadır. Mesleğin gerektirmiş olduğu tutum ve
davranışlara karşı, aile içinde olumlu bir yaklaşım sergilenmesi, o mesleğin aile fertleri
tarafından sevilmesine ve dolayısıyla da, ileriki yaşamda tercih edilmesine neden
olabilir. Meslek hakkında olumlu bir kanaatin oluşması; mesleğin parasal getirisi,
toplumdaki prestijinin düzeyi, meslek dışı faaliyetlere fırsat vermesi ve en önemlisi de,
kişinin bilgi ve becerilerine uygun olması ile yakından ilgilidir.
Baba mesleği açısından en büyük grubu, %42.7 oranıyla mesleği “çiftçi” olanlar
oluşturmaktadır (Tablo 10). Bunu, %20 ile işçi grubu izlerken, din görevlisi olanların
oranı %16’da kalmaktadır.
Büyük bir kesimin baba mesleğinin çiftçi olması, din görevlilerinin babalarının
öğrenim düzeyleri hakkında bilgi vermektedir. Buna göre, babaların öğrenim
düzeylerinin düşük olduğu söylenebilir.
Yapılan bir araştırmada, din görevlilerinin baba meslekleri şöyle tespit edilmiştir;
%49.2 çiftçi, %21.5 işçi, %11.5 memur, %10 ĐH, %1.5 MK, %6.3 başka. Din
görevlilerinin babalarının eğitim düzeyleri de şu şekilde bir dağılım göstermiştir: Okur–
yazar olmayanlar %15.4, ilkokul mezunu %71.5, ortaokul mezunu %5.4 ve lise mezunu
%7.7’dir. Yüksekokul mezunu olanlara ise rastlanmamıştır2.
Mesleklerin dağılımı ele alındığında, baba mesleklerine karşı itibarın yüksek
düzeyde olmadığı görülmektedir. Baba mesleğinin çiftçi olarak belirtildiği kategori
incelendiğinde, meslek açısından dikey bir hareketlilikten söz etmek mümkündür.
Đşçi kavramıyla, genelde örgütlü bir üretim işinde çalışanlar kastedilmektedir.
Örgütlü işlerde çalışmayan, ancak, kol gücüne dayalı birtakım hizmetleri yerine
getirenler ise daha çok “serbest” kategorisinde toplanmaktadırlar. Bunun yanında, resmi
kurumlarda (KĐT) işçi olarak çalışma, din görevlilerince bir avantaj olarak ele
alınmaktadır. Din görevlileri, KĐT’lerdeki işçi kadrosuna geçme konusunda olumlu bir
tavır sergilemektedirler. Bunun en büyük nedeni, mesleğin getirisinin yüksek olmasıdır.
Yapılan enformel görüşmelerden anlaşıldığına göre, din görevliliği mesleği,
öncelikli olarak istenen meslek değildir. Nitekim anket formunda, “bu mesleğe
girmeden önce size istediğiniz bir mesleğe girme imkânı verilseydi hangisini
seçerdiniz?” şeklindeki 51. soruya verilen cevaplarda %44, bu meslek dışında bir
meslek seçeceğini belirtmiştir. Bu oran, meslekten memnuniyet derecesinin düşük
1.Diyanet Gazetesi, S:302, Nisan 1984
2.Tatlılıoğlu, age, ss.108–113
129
olması anlamına gelmektedir.
Başka seçeneğine, bir kişi “seyyar satıcı”, iki kişi “fahri imam”, bir kişi “harp
malûlü–gazi” ve bir kişi ise “inşaatçı” cevabını vermiştir.
1.1.7.Çocuk Sayısı
Çocuk sayısı, aileyle ilgili konularda bilgi edinilmesinde büyük bir öneme
sahiptir. Mevcut aile tiplerinin, “geleneksel” veya “modern” şeklinde
değerlendirilmesinde, ailedeki çocuk sayısı da esas alınabilmektedir. Buna göre, din
görevlilerinin çocuk sayılarının dağılımının ele alınması, birtakım değerlendirmelerde
bulunabilmek için gerekli görülmüştür.
Çocuk sahibi olanların en fazla “2 çocuk” seçeneğinde yoğunlaştıkları (%24)
görülmektedir (Tablo 11). Bunu, %16.7 ile 3 ve 4 çocuk sahibi olanlar izlemektedir.
Çocuk sayısının artmasına paralel olarak oranlarda düşme gerçekleşmektedir. 5 çocuklu
olanların oranı %10.7, 6 çocuk sahibi olanların oranı %4, 7 çocuk sahibi olanların oranı
ise %1.3 olmuştur. 14 kişi evli olmadığı için bu soruyu işaretlemezken, 4 kişi cevap
vermemiştir. 3 kişi ise “çocuk yok” cevabını vermiştir.
DĐB verilerinde (1996); 1 çocuğu olanlar %16.83, 2 çocuğu olanlar %36.84, 3
çocuğu olanlar %19.09, 4 çocuğu olanlar 8.92, 5 ve daha fazla çocuğu olanlar %6.2,
çocuğu olmayanlar ise %12.09’luk bir orana sahiptirler1. DĐB’in verileri ile bu
araştırmanın verileri arasında çocuk sayısı bakımından bir farklılaşmanın olması, yerel
birtakım faktörlerle açıklanabilir.
Az çocuk sahibi olma, endüstri toplumunun bir gereği olarak ele
alınabilmektedir. Modern toplum veya sanayi toplumlarında, kişiler daha rahat bir hayat
sürebilmek ve ayrıca çocuğa gerekli olan eğitimi vermek amacıyla, az çocuk sahibi
olmayı yeğlemektedirler2. Modern toplumlara özgü niteliklerin görüldüğü, ancak
bununla birlikte, geleneksel değerlerin de ön planda olduğu bir aşamadan geçen
toplumumuzda, çocuk sayısındaki büyük farklılaşmalar, geçişli bir durumun işareti
olarak kabul edilebilir.
Gelişmekte olan ülkelerde, kırsal kesimde üretim daha çok insan gücüne
dayanmış olduğundan, bu ihtiyacı karşılayacak en kolay çözüm yolu, çok çocuk sahibi
olmaktır. Bunun yanında, azgelişmiş ülkelerde çocuk ölümlerinin çok olması da, çok
çocuk eğilimini besleyen nedenlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır3. Modern
toplumlarda, durum değişmekte ve makineleşmeye geçişle birlikte, işgücüne olan
ihtiyaç azalmakta ve bu nedenle de çocuk sayısı azalma eğilimi göstermektedir. Bunun
yanında, doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi de, çocuk sayısının düşmesinde etkili
olmuştur.
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.11 ve 40
2.Ümid Meriç Yazan, “Đleri Endüstri Toplumlarında Aile Kurumu Üzerine Bir Araştırma”, Aile Yazıları 1–Temel
Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç (Der: Beylü Dikeçligil–Ahmet Çiğdem), Aile Arş. Kur. Yay., Ank., 1991
3.Atay, age, s.61.
130
Çocuk sayısının, eğitimle de yakından ilgisinin olduğu bilinmektedir. Eğitim
sahibi kişiler, yetiştirebilecekleri ve bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olma yönünde
davranış sergilerken, eğitim düzeyi düşük olanların, daha çok kaderci (fatalist) bir
tutum sergiledikleri söylenebilir1.
1.2.Din Görevlilerinin Mesleki Durumları
Din görevlilerinin kişisel durumları yanında, mesleki birtakım yönlerinin
betimsel olarak ele alınması da gerekli bir konu olmaktadır. Meslekle ilgili olarak, belli
bağımsız değişkenlerle karşılaştırmalara gidilmesi yoluna, ileriki bölümlerde
başvurulmuştur. Meslek durumu ile ilgili olarak kıdem, ünvan ve din görevlilerinin il
genelindeki dağılımı ele alınmaya çalışılmıştır.
1.2.1.Kıdem Durumu
Meslekte geçirilen süre, verimlilik açısından büyük bir önem taşımaktadır. Kişi,
meslekte yeni olduğu zamanlarda birtakım eksiklik ve hatalar gösterebilirken, zamanla
bu hata ve eksiklikler azalmakta ve kişi alanında uzmanlaşmaktadır. Mesleki birtakım
problemlerin çözümüyle ilgili, zamanla bir güven kazanılmakta ve bu durum
verimliliğin artışında etkili olabilmektedir. Toplumların farklılaşmalarına paralel olarak,
meslekler de karmaşık bir yapı kazanmakta ve uzmanlaşma gerekli hale gelmektedir.
Bununla birlikte, meslekte çalışılan süre arttıkça, birtakım kazanımlar edinilmekte ve
kişi,
çeşitli
toplumsal
alanlarda,
mesleğin
kazandırdığı
davranışları
sergileyebilmektedir. Kıdem süresinin artışına paralel olarak, meslekteki ayrıntıların
öğrenildiği ve mesleğin bir bütün olarak ele alındığı söylenebilir.
Kıdem açısından 6–10 yıl arasında görev yapanların oranının en büyük kategoriyi
(%30.7) oluşturduğu görülmektedir (Tablo 12). 1–5 yıl arası ile 16–20 yıl arasında
görev yapanların oranları %16.7 olmuştur. Bunları, 11–15 yıl arasında görev yapanlar
(%14.7) ve 21–25 yıl arasında görev yapanlar (%12.7) izlemektedir. 1 yıldan az ve 26–
30 yıl arasında görev yapanların oranı %3.3 olurken, 31 yıl ve üzerinde görev
yapanların sayısı sadece 2’dir. Bir kişi ise, yanıt vermemiştir.
Yukarıdaki verilere göre; din görevlilerinin, mesleklerinin gereklerini yerine
getirme noktasında, yeterli bir mesleki deneyime sahip oldukları söylenebilir. Buna
karşın, bir yıldan az ve 1–5 yıl arasında görev yapanların deneyimli olarak
nitelendirilmeleri doğru bir değerlendirme olarak ele alınamaz.
DĐB’de, yeni din görevlisi ataması işlemlerinde birtakım yanlış uygulamaların
olduğu ifade edilebilir. Yapılan yeterlik sınavını kazanan adayların, belli bir süre
deneyimli olanların yanında “stajyer” olarak bulunmaları gerekli iken, kadro
yetersizliğinden dolayı bu işlem gerçekleştirilememektedir. Sınavı kazanan kişiler, belli
bir stajyer eğitimi almadan görev yerine gitmekte ve bu durum da, ister istemez birçok
eksikliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
1.Atay, age, s.61
131
Belli bir mesleki deneyime sahip olma yanında, gerek meslek ve gerekse de
toplumsal alanda meydana gelen değişmelerin takip edilmesi de önemli bir konudur.
Meslek alanında özellikle; bilgiyi kazanma, bilgiyi aktarma ve insanlarla iletişim kurma
konusunda yeni gelişmelerin öğrenilmesi hedeflenmelidir. Bu arada, mesleğin prestijini
yükseltecek fırsatların kollanması da önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Meslekteki kıdem durumu yanında; din görevlileri, muhatap oldukları
kimselerden gelecek sorular ve beklentilerle de bir motivasyon kazanacak, bilgi
düzeylerinin artması ve yerine getirilen pratiklerin mükemmele ulaşması için çaba
harcayacaklardır. Bundan dolayı, din görevlisinin görev yaptığı çevre, mesleğin
gereklerinin eksiksiz yerine getirilmesinde etkin bir rol oynamaktadır.
Din görevlileri üzerinde yapılan bir araştırmada, mesleki gelişme ile ilgili olarak,
üç farklı alan tespit edilmiştir. Bunlar; mesleki formasyon, mesleki uygulama ve
meslekte olgunlaşma olarak ele alınmaktadır1. Mesleki formasyon ile ilgili alanda,
görev için gerekli olan bilgilerin öğrenilmesi; mesleki uygulamada, birtakım pratiklerin
yerine getirilmesi konusunda yeni gelişmelerin takip edilmesi; meslekte olgunlaşma
alanında ise, ancak uzun bir zaman diliminde kazanılması mümkün olan birtakım tutum
ve davranışların ele alınması mümkündür.
1.2.2.Ünvan Durumu
Günümüzde mesleki alandaki en önemli olgulardan birinin, uzmanlaşma olduğu
görülmektedir. Toplumsal yapı ve yerine getirilen görev ve sorumlukların karmaşık
yapıda olmadığı durumlarda, uzmanlaşma ihtiyacı hissedilmezken, günümüzde
uzmanlaşma kaçınılmaz bir gereklilik olarak algılanmaktadır.
Uzmanlaşma, kırsal–kentsel ayrımına göre bir farklılaşma gösterebilir. Kırsal
alandaki faaliyetlerde tam olarak heterojen bir yapı ve farklılaşmış görevler
bulunmadığından veya çok az bulunduğundan, uzmanlaşma bazen gerekli olmayabilir.
Đstihdam etmiş olduğu personel sayısı ve vermiş olduğu hizmetler açısından
“büyük” olarak addedilebilecek bir yapıda bulunan DĐB’de, hizmetlerin yerine
getirilmesi amacıyla bir görev alanı farklılaşması ve uzmanlaşma söz konusu
olmaktadır.
Örneklem grubu içinde yer alan din görevlilerinin ünvana göre dağılımı ele
alındığında (Tablo 13); ĐH’lerin %71.3, MK’lerin %13.3, KKÖ’lerin %8.7, müftülerin
%5.3 ve vaizlerin de %1.3 oranına sahip oldukları görülmektedir (15 Kasım 1998 tarihi
itibariyle il merkezinde hiçbir vaiz bulunmamaktadır. Vaizlerin hepsi emekli olmuştur).
Araştırmada il müftü yardımcısı da, “müftü” kategorisi içinde ele alınmıştır.
Đl merkezi, ilçe merkezi, merkez köy ve ilçelere bağlı köylerde belirlenen
kategoriler üzerinde, büyüklük oranında anket yapılması planlanmış, ancak, bu işlem
bizzat araştırmacı tarafından yapılmadığı için, belli kategorilerdeki sayılarda küçük
çapta sapmalar olabilmiştir. Anket formu verilen din görevlilerinin sayılarındaki bu
1.Buyrukçu, age, s.230
132
küçük sapmanın, araştırmanın sonuçlarını etkileyebilecek boyutlarda olmadığı
söylenebilir.
Anket formu doldurulma işlemi sırasında murakıplara (denetçi) ulaşılamamış,
ancak, daha sonra murakıplarla enformel görüşmeler gerçekleştirilmiştir. (Murakıplar;
cami ve cami personeli yanında KK’leri denetleme ve bağlı olunan müftü veya mülki
amirin, soruşturulmasını istediği personelin soruşturmasını yapmakla görevlidirler1).
Teşkilat içinde, bir ünvana sahip olan her kişinin, sınırları belli olmak koşuluyla
çeşitli yetki ve sorumlulukları bulunmaktadır. Belli bir kadroyu işgal eden kimsenin
yetki ve sorumlulukları, DĐB’e ait “Mevzuat”ta ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır2.
Bu arada, din görevlilerine verilen ünvanlar arasında geçişler de olabilmektedir.
Müftü, vaiz ve murakıplık için dini yükseköğretim mezunu olma koşulu aranırken,
mesleki süreç içinde belli bir yüksekokuldan mezun olunması durumunda, mesleki
konumda da bir yükselme söz konusu olabilmektedir. Yalnız bu durum, DĐB teşkilatı
içinde çok yaygın olarak görülmemektedir. Açıköğretim Fakültesi veya başka bir
yükseköğretim kurumundan mezun olma, teşkilatta yer alan ve GĐHS olarak
nitelendirilen bir kadroya (şef, şube müdürü vs.) atanma için gerekli olmaktadır. Ancak,
bütün bunların gerçekleşmesi, o alanda boş bir kadronun var olmasına bağlıdır.
Kadro yetersizliği, DĐB teşkilatının en önemli sorunlarında biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. 1996 yılı rakamlarına göre, teşkilat genelindeki boş kadro sayısı
12.504’tür. Bu rakam, personel sayısının %14.11’ine denk düşmektedir. Boş din
görevlisi kadrolarının dağılımı ise şöyledir: 8.612 ĐH, 1.075 vaiz, 855 MK, 646 KKÖ,
227 murakıp, 69 müftü, 4 müftü yardımcısı3.
1.2.3.Din Görevlilerinin Görev Yaptıkları Yerlere Göre Dağılımı
1995 yılsonu istatistiklerine göre, il genelinde görev yapan din görevlilerinin
sayısı 795’tir. Din görevlilerinin coğrafi yönden dağılımında, en büyük oranın ilçelere
bağlı köylerde yoğunlaştığı dikkat çekmektedir.
Đl geneli esas alındığında, din görevlilerinin; %45.15’inin ilçelere bağlı köylerde,
%19.37’sinin il merkezinde, %18.11’inin merkez köylerde, %13.58’inin ilçe
merkezinde, %3.77’sinin ise kasabalarda görev yaptığı görülmektedir. Kasaba da kırsal
bölge olarak ele alındığında, Elazığ genelindeki din görevlilerinin %67.04’ünün kırsal
kesimde görev yaptıkları açığa çıkmaktadır.
Đl ve ilçelere göre dağılım esas alındığında, din görevlilerinin; %37.48’si il
merkezi ve merkez köylerinde, %11.69’u Kovancılar’da, %9.18’i Baskil’de, %8.67’si
Karakoçan’da, %8.17’si Sivrice’de, %6.54’ü Palu’da, %6.16’sı Maden’de, %4.02’si
Keban’da, %3.27’si Ağın’da, %2.89’u Arıcak’ta ve %1.88’inin de Alacakaya’da görev
yaptıkları dikkat çekmektedir.
1.Geniş bilgi için bkz. Ahmet Uzunoğlu, Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, ss.170–179
2.Ayrıntılı bilgi için bkz. DĐB, Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı; Uzunoğlu, age
3.Bu konu için bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.7
133
Đl ve ilçelere göre din görevlilerinin dağılımları yanında, bu yerleşim yerlerindeki
boş kadrolar ve ihtiyaçlar da büyük bir öneme sahiptir. Müftülüğün 1995 yılı verilerine
göre; merkez ve bağlı köylerde 26, Ağın’da 8, Alacakaya’da 7, Arıcak’ta 10, Baskil’de
7, Karakoçan’da 11, Keban’da 7, Kovancılar’da 10, Maden’de 17, Palu’da 18,
Sivrice’de 4 olmak üzere, toplam 125 boş kadro bulunmaktadır. Bunun yanında yeni
inşa edilen ve kadro verilmeyen cami ve KK’ler de göz önüne alındığında, bu ihtiyacın
günümüzde daha büyük bir rakama ulaştığı söylenebilir.
2.Mesleki Süreç Đçinde Din Görevlileri
Kişinin seçmiş olduğu meslek, çoğu zaman, onun kendine özgü ve diğer
insanlardan ayrılan temel yapısı hakkında birtakım bilgiler verebilmektedir. Kişiler,
daha çok ilgisini çeken, yeteneği olan alanlarda faaliyette bulunmak isterler. Đlgi
çekmeyen ve o alanda bir yeteneğin olmadığı mesleklerdeki faaliyetlerin, optimal
verimlilik açısından düşük kalacağı söylenebilir.
Mesleki süreçte, kişilerin verimliliklerine etki eden faktörler çok farklı
biçimlerde ortaya çıkabilirler. Yönetici konumunda bulunan kimselerin tutum ve
davranışları, mesleğin çalışma koşullarının zor veya kolay oluşu, toplumun mesleğe
atfetmiş olduğu değer, meslekteki statü yükselmesinin sistematik oluşu gibi faktörler
verimliliği etkileyebilme gücüne sahiptir.
Din görevlileri, insanlarla en çok etkileşimde bulunan bir meslek grubunda yer
almaktadırlar. Özellikle, cami ve KK hizmetini yerine getirenler, toplumla çok yakın
temasta bulunmaktadırlar. Dolayısıyla, din görevlilerinin meslekteki durumları, toplum
tarafından yakın bir gözleme tabi tutulmakta ve gerektiğinde eleştiride bulunulmaktadır.
Din görevlilerini; memurlar veya bürokratlardan ayıran temel faktör, onların
kutsal bir görevi yerine getiriyor olmalarıdır. Böyle bir görev, onların insanlarla belli
bir saygı esasına dayanan ve çok yakın, aynı zamanda içtenlikli ilişkiler geliştirmelerini
zorunlu kılmaktadır. Bürokraside yaygın olan bir kanaate göre, halktan uzaklaşmanın
derecesine bağlı olarak, kişilerin itibarı ve onlara karşı olan saygı artmaktadır. Bu
durumun, din görevliliği mesleği için geçerli olduğunu söylemek güçtür1.
Bu başlık altında; vaaz, hutbe, Kur’an’ın okunması ve ezberlenmesi, ezan,
Mevlit, hatim ve din görevlileri ile ilgili olarak yapılan eleştiriler ele alınmaya
çalışılacaktır.
2.1.Vaaz ve Hutbeler
Dilin belli başlı üç fonksiyonunun olduğu dikkat çekmektedir. Bunlar; 1.Đnsanlar
arasında iletişimi, bilgi alış–verişini ve kültürün yeniden üretimini sağlaması, 2.Sosyal
bütünleşmede etkili olması ve eylemleri koordine etmesi, 3.Sosyalleşme yönünde etkili
olması biçiminde sıralanabilirken2, vaaz ve hutbe faaliyetlerinde temel unsur dil
olmaktadır.
1.Bekir Demirkol, “Vaizlerin Ehliyetleri ve Mesleğe Yatkınlıkları Üzerine Deneysel Bir Araştırma”, AÜ ĐF
Dergisi, C:XXX1
2.Erhan Atiker, Bireyselleşme ve Toplumsal Farklılaşma, ĐÜ Ed. Fak. Yay., Đst., 1995, s.41
134
Vaaz; “cami, mescit gibi yerlerde yapılan dini konuşma” ya da “bir kimseye,
kalbini yumuşatacak, kendisini iyiliğe götürecek biçimde söz söyleme”1 şeklinde
tanımlanırken, hutbe ise; “cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve
verilen öğüt”2 olarak ele alınmaktadır.
Đslam’ın ilk döneminden itibaren, insanlara dinle ilgili gerekli bilgiler
anlatılırken, dinin gerekleri, anlatan kimseler tarafından da yaşanmış ve böylece dine
inananların sayısı hızla artmıştır. Sözlü anlatım, insanları etkileme aracı olarak
kullanılırken, Kur’an3, insanlara vaaz ve nasihat etme üzerinde durmaktadır. Bunun
yanında Peygamber de4, birçok yerde nasihat etmenin önemine değinmektedir.
Đslam dininin anlatımında; vaaz, hutbe ve eğitim–öğretim faaliyetleri büyük bir
yer tutarken, yapılan bu faaliyetler, yaygın din eğitimi çerçevesinde ele alınmaktadır.
Vaaz ve hutbelerde; kimin konuşacağı (kaynak), hitap edilecek kimselerin kimler
olduğu (muhatap), nerede konuşulacağı (mekân), niçin konuşacağı (amaç), ne
konuşulacağı (konu ve hazırlık) ve nasıl konuşulacağı (metot) konularının önemli bir
yere sahip olduğu bilinmektedir5.
Hutbe, sadece belli günlere özgü (cuma ve bayramlar) bir faaliyet olduğundan,
yaygınlık açısından daha dar bir alanı kapsamaktadır. Cuma ve bayram günlerinde,
camilerdeki insan sayısının fazlalığı ise, bu faaliyeti oldukça önemli kılmaktadır.
Bu başlık altında; vaaz ve hutbelerin seçilmesi ve hazırlanması ile ilgili görüşler,
merkezi sistemle vaaz konusundaki düşünceler, DĐB tarafından okunması tavsiye edilen
hutbelerin değerlendiriliş biçimi, DĐB tarafından okunması tavsiye edilen hutbelerin
okunmamasından dolayı ortaya çıkan sorunlar, muamelatla (Kur’an’da, insanın;
insanlara ve çevresindekilere karşı nasıl davranacağını belirten ayetler, bu konuda
Peygamberin uygulamaları ve mezheplerin hükümleri) ilgili ayetlerin–konuların
işlenmemesi ile ilgili telkinin var olup–olmadığı konusundaki görüşler ele alınmaya
çalışılmıştır.
2.1.1.Vaaz ve Hutbelerin Seçimi ve Hazırlanması
Vaazın amacı; “cami, mescit ve toplu ibadet yapılan yerlerde, halkı; Đslam
dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili konularda aydınlatmak suretiyle dini
kültürlerini artırmak, Allah ve Peygamber sevgisini, hak, adalet ve fazilet duygusunu
kalplere yerleştirmek ve dini şuurlarını geliştirmek”6 biçiminde belirlenmiştir.
1.Türkçe Sözlük, C:2, Türk Dil Kurumu Yay.
2.Türkçe Sözlük, C:1, Türk Dil Kurumu Yay.
3.Bu konu için bkz. Kur’an, Nisa (4)/58, 63; Al–i Đmran/(3), 104, 138; Nahl (16)/90, 125; Zariyat (51)/55
4.Bkz. Ahmet Çekin, Günümüzde Vaizlik ve 1992 Yılı Vaaz Risalelerinin Đncelenmesi (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), AÜ. SBE , Ank., 1995, ss.14–18
5.Mehmet Yaşar, Günümüz Cuma Hutbelerinin Din Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), AÜ. SBE , Ank., 1995, s.44
6.Uzunoğlu, age, s.132
135
Cuma günleri ve iki dini bayramda okunan hutbenin amacı ise; dini bilgilerin bir
topluluğa etkili ve güzel bir biçimde anlatılması ve böylece kişilerde birtakım davranış
değişikliği oluşturmaktır1.
Cami görevlerinden hatiplik, her zaman üzerinde durulan konulardan biri
olmuştur. Hatta hatiplik, çoğu zaman imamlıktan ayrı bir meslek olarak ele alınmış2 ve
bu alanda bir uzmanlaşmanın olması için çaba sarf edilmiştir. Osmanlı döneminde,
medrese öğrencileri özellikle hitabet konusunda tecrübe kazanmak için, “üç aylar”
denilen zamanlarda değişik camileri dolaşmış3 ve farklı çevrelerdeki insanlarla
karşılaşmak suretiyle, alanında uzmanlaşmaya gayret etmişlerdir.
Müftülüğün vaaz uygulamasında, üç aylık planlara göre hareket edilmektedir.
Bütün yıl boyunca, öğlen namazından önce vaaz verilmektedir. Ramazan ayında ve
farklı zamanlardaki kutsal gün ve gecelerde, bu faaliyetlerde bir artış olmaktadır.
Ramazan ayında, her gün üç vakit namazından (öğle, ikindi, yatsı) önce vaaz
verilmektedir.
DĐB’in yaygın din eğitiminin önemli unsurlarından olan, vaaz ve hutbe
konularının seçiminde, nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda din görevlilerinin
görüşlerinin öğrenilmesi amacıyla onlara; “vaaz ve hutbe konularının seçimi ve
hazırlanmasında ne gibi hususların öncelikle göz önüne alınmasını istersiniz?” şeklinde
soru sorulmuştur (Tablo 14).
Verilen yanıtların birden fazla olması, din görevlilerinin vaaz ve hutbelerin
seçiminde göz önüne alınmasını istedikleri konuların çok olmasıyla açıklanabilir.
Sorulara tek seçenekle cevap verilmesi, özellikle dile getirildiği halde, birçok seçeneğin
işaretlenmesi, hutbe ve vaazların seçimi ve konusuyla ilgili olarak yoğun bir arayış
içinde olunduğunu akla getirmektedir.
Hutbe ve vaaz konularının seçiminde, cemaatin düzeyinin öncelikli olarak ele
alınmasının gerekli olduğunu belirtenlerin oranı %50.6’dır. Cemaatin beklentilerinin ele
alınmasını isteyenlerin oranı da %46.6’ya karşılık gelmektedir. Güncel konuların
işlenmesi gerektiğini belirtenler %20.6, imanla ilgili konuların ele alınmasını isteyenler
%20.6, ibadetle ilgili konulara vurgu yapılmasını isteyenler %12, ahiretle ilgili konuları
isteyenler %8.6, fıkıhla ilgili konuların ele alınmasını isteyenler %7.3, diğer dinlerin ele
alınmasını isteyenlerin oranı ise %2 olmuştur. Cevap vermeyenler %1.3’e karşılık
gelirken, “başka” seçeneğine cevap veren 1 kişi ise, daha çok ahlak ve vicdani
sorumlulukla ilgili konulardan bahsedilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Cemaatin, verilen vaaz ve hutbelerden memnun olması, vurgulanan konuların
başında gelmektedir. Cemaatin camiden memnun ayrılmasını etkileyen birçok faktör
bulunmasına karşılık, vaaz ve hutbelerin verimli olması; anlatılan konuların
1.Selahattin Parladır, “Hitabet ve Mesleki Uygulama Đle Đlgili Bazı Meseleler”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri
Semineri
2.Beyza Bilgin, Din Öğretimi–Özel Öğretim Yöntemleri, Akid Yay., Ank., 1991, s.12
3.Bilgin, age, s.5
136
dinleyenlerin bilgi, kültür ve anlayış seviyesine uygun olmasıyla ilgilidir. Cemaatin
bilgi, kültür ve anlayış düzeyinin üstünde olan vaaz ve hutbeler, sıkıcı olması yanında,
etkileme açısından da düşük bir düzeyde kalmakta ve dolayısıyla kişilerin camilere
karşı olan bakışları da değişebilmektedir. Camilerin, DĐB’in bir uzantısı olması gerçeği
bilinmiş olduğundan, DĐB teşkilatına karşı da farklı bir tavır takınılabilir.
Yalnızca cuma ve bayram namazları için camiye gelen kimselerin olduğu bir
ortamda, daha hassas davranılması gerekliliktir. Bahsedilen zaman dilimlerinde camiye
gelen kimselerin, diğer cemaate göre, birçok konuya daha yabancı olması ve
dolayısıyla, en küçük bir hatadan olağanüstü bir şekilde etkilenmesi söz konusu
olabilmektedir.
Müftülüklerde yapılan aylık toplantılarda, o ay içindeki hutbe konuları din
görevlilerine bildirilmekte ve gerekli konularda aydınlatıcı bilgiler verilmektedir.
Ayrıca, önemli görülen bazı hususlarda yazılı bilgiler sunulmaktadır.
Araştırma kapsamına alınanlarla yapılan enformel görüşmelerde, cemaate Đslami
bilinç veren hutbe ve vaazların çok az olduğu belirtilmiş, bu konu yoğun olarak
eleştirilmiştir. Hutbe ve vaaz verilirken, belli bir sistemin takip edilmemesi, eleştiri
konusu olmuş, cemaatin ihtiyacı olan ilmihal bilgilerinin verilmesi, gerekli bir durum
olarak ele alınmıştır. Bunun yanında, Đslam dininin, bütün problemlere cevap veren bir
sistem olduğunu vurgulayan hutbe ve vaazların hazırlanmasının gereği üzerinde
durulmuştur.
Din görevlileri, Đslam dinini anlatırken, cemaat üzerinde etkili olan birtakım
metot ve tekniklerin kullanılmasının gereği üzerinde durmuşlardır. Zamana uygun
olmayan yöntem ve teknikler üzerinde ısrarla durmanın yanlış anlaşılmalara neden
olacağı ve bu yanlış anlamanın dine mal edileceği ifade edilmiştir. Belli bir tekniğin
kullanımından çok, bir durumun karşıdakilere en iyi şekilde nasıl telkin edileceğinin
önemli olduğu dile getirilmiştir. Bu kimseler, gerektiğinde birden fazla yola
başvurulabileceğini belirtmektedirler. Özellikle vaazlarda, birçok hususa değinmenin
yarar getirmeyeceğini, bazı durumlarda özlü konuşmanın daha etkili olacağını ifade
etmişlerdir. Peygamber’in Sünnet’inin gereği olarak, dinin anlatımında, insan ve
topluluğa göre, farklı metot ve tekniklerin kullanılmasının önemi vurgulanmıştır. Din
anlatılırken, daha çok müjdeleyici olan hususların anlatılması, buna karşın, birtakım
cezalandırıcı durumların (cehennem vs.) hatırlatılmasının gereksizliği ortaya
konulmuştur. Dinle ilgili terminoloji kullanılırken çok hassas davranılmasının gereği,
üzerinde durulan bir başka konudur. Vaaz ve hutbelerde; anlatılan konuların
gereklerinin yerine getirilmesinin önemi üzerinde durulurken, birtakım dini emirlerin
art arda sıralanmasının gereksizliğine inananların çokluğu dikkat çekmektedir. “Önemli
olan, cemaatle bütünleşme ve onların dünyalarını paylaşmadır” biçiminde ifadeler dile
getirilmiştir.
Vaizlerin izledikleri metotla ilgili, çeşitli eleştiriler yapılmaktadır. Kısakürek,
kürsüdeki vaizlerin yanlış metot izlemeleri neticesinde, insanların, mabetlere karşı bir
soğukluk içinde bulunduklarını belirtir. Vaizlerin dini bilgiler yanında, irfan, edep,
137
terbiye, zarafet, derinlik, telkin, tebliğ vs. sanatları kazanmalarının mutlaka gerekli
olduğunu, cemaate bağırır gibi vaaz vermenin dini üslupla ilgisinin olamayacağını ifade
etmektedir1.
2.1.2.Merkezi Sistemle Vaaz Uygulaması
Yaygın dini eğitim alanında önemli fonksiyonlar üstlenen vaizlerle ilgili, DĐB
teşkilatında kadro açısından büyük bir sıkıntı yaşanmaktadır. Teşkilatta mevcut
vaizlerin oranı, toplam vaiz kadrosu içinde %30.95 olurken, bu alandaki boş kadronun
oranı da %69.04’e karşılık gelmektedir2. Dolayısıyla, toplam kadronun 2/3’sinden
fazlası boş bulunmaktadır. Vaiz ihtiyacının büyük rakamlara ulaşması karşısında
teşkilat, değişik yollara başvurmaktadır. Bu yollardan biri, merkezi sistemle vaaz
uygulamasıdır. Merkezi sistemle vaaz uygulaması, vaiz alanındaki kadro boşluğuna tam
olarak bağlanamasa bile, yine de böyle bir uygulamanın başlatılması büyük bir
aşamadır denebilir. Teknolojinin imkânlarından yararlanma isteğinin de, böyle bir
uygulamanın başlatılmasında etkili olduğu ifade edilebilir. Din görevlilerine; “merkezi
sistemle vaaz konusundaki görüşleriniz nelerdir?” biçiminde açık uçlu soru
yöneltilmiştir (Tablo 15).
Merkezi sistemle vaaza olumsuz bakanların çokluğu (%51.3) dikkat çekmektedir.
Merkezi sistemle vaaz konusunda, olumlu bir tavır sergileyenlerin oranı ise %39.3
olmuştur. Merkezi sistemin yaygın olmadığı yerlerde görev yapan din görevlileri, bu
soruyu cevaplamama yönünde (%8) tavır sergilemişlerdir. Merkezi sistem
uygulamasıyla ilgili olarak olumlu veya olumsuz görüş bildirme yanında, önemli
birtakım saptamalarda bulunanların görüşlerinin de, “başka” seçeneği altında (%21.3)
ele alınması uygun görülmüştür.
Alan araştırması esnasında, il genelinde vaiz sıkıntısının had safhada olduğu
dikkat çekmiştir. Đlçelerde, vaaz vermek için bazen, ĐHL öğretmenlerinden yararlanma
yoluna gidilmektedir.
Merkezi sistemle vaaz uygulaması konusunda olumsuz bir tutum içinde olanlar
şu konuların altını çizmişlerdir;
a.Cemaate, yöreye, seviyeye göre hitap etmenin gereği üzerinde durulmuştur.
Onlara göre, her cemaatin farklı bilgilere ihtiyacı vardır. Dolayısıyla, din görevlilerinin,
kendi bölgelerindeki insanların sorunları ve dini bilgilerini göz önüne alarak vaaz
vermeleri isteği ortaya çıkmıştır.
b.Merkezi sistemle verilen vaazı dinleyen insanlar, farklı kültür yapısına sahip
olduklarından, vaaza karşı bir ilgisizlik olabilmektedir. Din görevlilerine göre,
camilerdeki cemaatin bile, farklı beklentileri ve ilgileri bulunmaktadır. Bu ilgi ve
beklentilerin din görevlisi tarafından tespit edilmesi ve buna göre vaaz konusu
seçilmesinin önemi üzerinde durulmuştur.
1.N. Fazıl Kısakürek, Đdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yay., Đst., 1986, ss.329–330
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.7
138
c.Merkezi sistemle verilen vaazın, din görevlilerinin aktif bir konumda
bulunmalarına, kitap okumalarına ve bir konu üzerinde yoğunlaşmalarına engel
olduğuna dikkat çekilmiştir. Din görevlilerinin kendilerini yenilemelerinin, bu sistem
yüzünden engellenmiş olduğu belirtilmiştir.
d.Cemaat üzerinde etkili ve verimli olunması için, bütün cemaatin vaizi görmesi
gerektiği belirtilerek, vaizin cemaatle göz göze gelmesi halinde vaazın daha etkili
olacağı ileri sürülmüştür.
e.Merkezi vaaz sisteminin, din görevlilerinin mesleki alandaki yetersizliğinin bir
göstergesi olduğu ifade edilmiştir.
f.Bu sistemle vaaz eden kişinin, birtakım yanlış görüşlere sahip olması
durumunda, o görüşün daha fazla yaygınlık kazanmasına neden olunacağı ileri
sürülmüştür.
Merkezi sistemle vaaz konusuna olumlu bakanlar ise;
a.Özellikle mahalle ve köy camilerindeki din görevlilerinin yetersizliğinden
doğan boşluğun, bu sistem sayesinde ortadan kalkacağı,
b.Bu uygulamanın, vaazlarda bir bütünlüğün oluşmasını ve verilen vaazın herkes
tarafından aynı anda duyulmasını sağladığı,
c.Teknolojinin birçok alanda olduğu gibi, din alanında da hizmet etmesinin
gerekli bir durum olduğu,
d.Bir din görevlisinin, kendi öğrenim düzeyinden yüksek olanlara vaaz
etmesinin, bu sistem sayesinde engellendiği,
e.Vaaz verme konusundaki yanlış ve eksik uygulamaların ortadan kalkacağı,
f.Daha iyi bir uygulama mevcut olmadığı için, bu uygulamaya olumlu bakılması
gerektiği,
g.Yapılan vaazlarda her zaman aynı vaizin değil, değişik vaizlerin vaaz etmesi
gerektiğini ifade etmişlerdir.
Merkezi sistemle vaaz uygulamasının sürekli hale getirilmemesi ve gerektiği
zaman kullanılması gerektiği belirtilerek, bu sistemin, vaiz olmadığı durumlarda
kullanılmasının daha yararlı olacağı vurgulanmıştır. Bu sistem kullanıldığında, mutlaka
ehliyetli bir vaizin seçilmesi istenmektedir. Camilerde, vaaz verme yeteneği olanların
bulunması durumunda, bu sistemin kullanılmaması ve isteyen görevlinin kendisinin
vaaz vermesine izin verilmesi teklif edilmiştir.
ĐH ve MK’lerin vaaz vermelerinin ancak müftünün izniyle gerçekleşmesi1,
merkezi sistemin, uygulama açısından daha yaygın olarak kullanılmasına yol
açabilmektedir.
Merkezi sistemle vaaz yanında, görüntülü vaaz konusu da gündeme gelmiştir. Bir
kesim, bu şekildeki bir uygulamanın devletin bütünlüğü açısından gerekli olduğunu
vurgulamaktadır. Bahsedilen bu projeye göre, her camiye büyük ekranlı bir televizyon
1.Bu konu için bkz. DĐB, Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, 63. madde 3. bend; DĐB
Genelgesi 1995/1, s.11
139
konulacak ve Türkiye’nin her tarafından aynı anda ve aynı kişinin vaazının dinlenmesi
ve seyredilmesi sağlanacaktır1.
DĐB’in, 1996 verileri esas alındığında, taşra teşkilatında yapılan toplam vaaz
sayısı 366.879 olmuştur. Türkiye genelinde cami sayısının 71.293 olduğu göz önüne
alınırsa, yapılan vaaz sayısının çok yetersiz kaldığı söylenebilir. Sadece cuma namazları
öncesinde vaaz verildiği göz önünde bulundurulduğunda, bir camide yıl boyunca
verilen ortalama vaaz sayısının 10 olduğu görülmektedir2. Vaizlerin daha çok il ve ilçe
merkezlerinde görev yaptıkları bilindiğinden, kırsal kesimde bu hizmetin yok denecek
kadar az yerine getirilmiş olduğu söylenebilir. Yalnız, belli aylar ve günlerde
oluşturulan “irşat ekipleri”nin kırsal kesime gitme ve vaaz faaliyetinde bulunma
ihtimali bulunmaktadır. Bu durumda, merkezi sistemle vaaz vermenin önemi açıkça
ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, merkezi sistemle vaaz uygulaması için gerekli olan teknik
altyapının da, birçok yerde olmadığı dikkat çekmektedir.
DĐB, teşkilat içindeki vaiz açığının giderilebilmesi için, teşkilat dışından çeşitli
kimselerin cami ve mescitlerde vaaz etmelerine imkân tanımıştır3. Bu uygulamada,
inisiyatifin daha çok müftülüklere bırakıldığı görülmektedir.
2.1.3.Diyanet Đşleri Başkanlığı Tarafından Tavsiye Edilen Hutbelerin
Değerlendirilme Biçimi
DĐB’in, yaygın din eğitimi alanındaki faaliyetlerinden biri olarak ele alınan
“hutbe”lerin; biçimi, içeriği, hazırlanış ve okunuş şekli ile ilgili olarak birtakım
tartışmaların olduğu bilinmektedir. Peygamber dönemi esas alınmak suretiyle, birtakım
değerlendirmeler yapılmakta ve neticede bu alanda birtakım yanlış uygulamaların ve
eksikliklerin olduğu kanaatine varılmaktadır.
Ülkemizde cuma namazına gitme oranı oldukça yüksektir. Yapılan bir
araştırmada, halkımızın 3/4’ünden fazlasının cuma namazı kıldığı tespit edilmiştir4.
Başka bir araştırmada da, cuma namazı kılanların oranı %81.8 olmuştur5. Bu durumda,
büyük ilgi gösterilen cuma namazına devam edenlere dini birtakım bilgilerin ideal
anlamda verilmesi önem kazanmaktadır. Vaaz ve hutbelerin, ilgi çekici ve doyurucu
olması büyük bir önem taşır. Vaazın, cuma namazından önce verilmesi ihtimali göz
önüne alındığında, hutbenin vaaza göre öneminin daha da fazla olduğu ifade edilebilir.
Hutbeyle ilgili olarak, DĐB’in birçok kez açıklamalarda bulunduğu dikkat
çekmektedir. Bu açıklamalarda, verilecek hutbeyle ilgili olarak en ince ayrıntısına kadar
1.Bu konu için bkz. Güngör Mengi, “Uydu Đle Vaaz”, Sabah, 13.10.1997
2.DĐB, Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, ss.95–96 ve s.101
3.Bu konuda geniş bilgi için bkz. DĐB, Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, Ank., 1985,
ss.58–59
4.M.Cengiz Yıldız, “Kahvehanelerin Sosyal Hayattaki Yeri”, Fırat Üniv. Sos. Bil. Der., C:8, S:2, Yıl:1996
5.Abdurrahman Güneş, Dini Hayatın Sosyolojik Tahlili, (Basılmamış Doktora Tezi), Đnönü Üniv. SBE, Malatya,
1997, s.71
140
bilgiler sıralanmıştır1.
Müftülüğün hutbe konusundaki asıl uygulaması, din görevlilerinin kendilerinin
hutbe hazırlamalarının sağlanmasıdır. Hazırlanan bu hutbelerin, il veya ilçe müftüsü
veyahut müftünün yetkili kıldığı kimseler tarafından parafe edilmesi gereği vardır. Bu
şekildeki uygulamanın, pek yaygınlık kazanmamış olduğu dikkat çekmektedir. Yapılan
bir araştırmada, din görevlilerinin hutbe hazırlamaları ile ilgili uygulamada, başarının
istenen düzeyde olmadığı dikkat çekmektedir2. Bu uygulamanın, bir yarış halinde
gerçekleşebilmesi için, konusunda birinci gelen hutbenin çoğaltılması ve o ildeki tüm
camilerde okutulması öngörülmüştür3. DĐB bazen de, önemli gördüğü bazı konularda
hutbe hazırlamakta ve bu hutbeleri müftülüklere faksla ulaştırıp, camilerde okunmasını
sağlamaktadır4.
Din görevlilerinin öğrenim düzeyi ve mesleki deneyimleri, bu uygulamanın
başarısız olmasında etkili olurken, DĐB, birtakım hutbelerin okunmasını tavsiye
etmektedir. Bunlar, öncelikli olarak DĐB’in yayınladığı kitaplar olmaktadır. Bu
içerikteki kitapların sayısı 20’ye yakındır5.
Hutbe içeren kitapların yanı sıra, DĐB’in aylık olarak çıkardığı “Diyanet Aylık
Dergi”nin her sayısında dört adet hutbe bulunmaktadır. Bu hutbeler, daha rahat
kullanılabilmesi için derginin ortasında yer almaktadır. Diyanet Aylık Dergi’den önce
çıkan Diyanet Gazetesi’nde de, aynı şekilde cuma ve bayram hutbeleri bulunmaktadır.
Din Görevlileri Kültür Vakfı Yayını olarak çıkan “Hakses Aylık Dergi”de de,
dört adet hutbe bulunmaktadır. Hakses’de yer alan hutbelerde yazarın adı mevcutken,
Diyanet Aylık Dergi’de yazar belli değildir.
Tavsiye edilen bu hutbelerin, din görevlileri ve dinleyenler üzerinde nasıl bir etki
yaptığının bilinmesi, hutbelerle ilgili birtakım çalışmaların ve iyileştirme faaliyetlerinin
yapılmasına olanak sağlayabilir. Bu başlık altında, din görevlilerinin, hutbeler
konusundaki görüşleri ele alınmaya çalışılacaktır. Bu konuyla ilgili, birtakım
araştırmalardan da yararlanma yoluna gidilecektir.
Hutbelerin “çok etkili” olduğunu belirtenlerin oranı, öğrenim düzeyi yükseldikçe
düşmektedir (Tablo 16). Öğrenim durumunun yükselmesi, farklı alanlarda birçok
bilginin elde edilmesini gerekli kılmaktadır. Din görevlisi misyonu bulunan kimselerin
de, dini alanda bilgi edinmesi kaçınılmaz olmakta ve değerlendirme biçimlerinde
birtakım farklılaşmalar yer alabilmektedir.
1.Bu konu için bkz. DĐB Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri; Diyanet Đşleri Başkanlığı
Mevzuatı; Ahmet Uzunoğlu, Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı; Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1
2.Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Yaşar, Günümüz Cuma Hutbelerinin Din Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), AÜ SBE , Ank., 1995, s.4
3.Bkz. DĐB’in, 26.10.1993/1523 tarih ve B.02.1.DĐB.0.12.00.01/235 sayılı yazısı
4.Yaşar, age, s.54
5.Bkz. Mehmet Bulut, “Diyanet Đşleri Başkanlığı Yayınları Bibliyografyası (1924–1997)”, Diyanet Đlmi Dergi,
C:33, S:4, Ekim–Kasım–Aralık 1997; Kemal Güran, Hatiplere Hutbeler (3 Cilt), TDV Yay., Ank., 1997
141
Hutbelerin değerlendirilme biçiminde değişik kriterler ele alınabilir. Ancak, en
geçerli olan değerlendirme biçimi, bu konuya bütün olarak bakabilmektir. Konuya
bütün olarak bakılmasının, öğrenim durumuyla da ilgisi olduğu göz önüne alındığında,
hutbelerin değerlendirilme biçiminde, öğrenim durumuna göre bir farklılaşmanın
olması doğaldır.
DĐB tarafından tavsiye edilen hutbelerin, “cemaati etkilemekten ve yeni bilgiler
vermekten uzak” olduğunu belirtenlerin oranında, öğrenim durumunun yükselmesine
karşılık, bir düşme gerçekleşmektedir.
“Gereksiz konular işleniyor” biçiminde cevap verenlerin oranında, öğrenim
durumunun yükselmesine paralel olarak bir düşme görülmektedir. Genel olarak
öğrenim durumu yüksek olanların, teşkilat içinde “yöneten” konumunda olduğu
varsayıldığında, bu kimselerin “gereksiz konular işleniyor” şeklinde katı bir ifade ile
yanıt vermeleri biraz güçleşmektedir. Bu şekilde cevap verme yerine, daha çok “başka”
seçeneği adı altında görüşlerin bildirilmesi uygun görülmüştür.
Mevcut seçenekler dışında, birtakım görüşlerin açıklanmasını gerekli görenler,
“başka” seçeneğini tercih etmişlerdir. “Başka” seçeneğini tercih edenlerin oranı %21.3
olurken, öğrenim durumunun artmasına paralel olarak, hutbelerle ilgili alternatif
öneriler sunanların oranının arttığı görülmektedir. “Başka” seçeneğini işaretleyip,
birtakım öneriler sunanlardan; %2.6’lık kesim, hutbeleri “vasat” olarak
değerlendirirken, %5.3’lük bir oran, görevlinin kendisinin hazırlaması yönünde bir
tutum sergilenmesi gerektiğini, %6’lık bir kesim, hutbelerde aynı konunun işlendiğini
ve güncel konulara ağırlık verilmesini, %4’lük bir oran ise, hutbelerin geniş kapsamlı
olmasını ve insanları etkileyebilecek bir nitelikte olmasını istemektedir.
Geri kalan %3.3’lük oranındaki bir kesim ise; hutbelerin resmi ideolojinin
etkisinden kurtarılması gerektiğini, gereksiz ve etkisiz birçok konunun ayıklanmasını,
günümüzle “Asr–ı Saadet”in karşılaştırılmasını, muamelatla ilgili birtakım ayetlerin
hutbelerde ele alınması gerektiğini, hutbe hazırlanırken bölgeler ve kırsal–kentsel
şeklinde bir sınıflamaya gidilmesini ve halkın düzeyine mümkün olduğunca inilmesi
gerektiğini belirtmişlerdir. Üç bayan din görevlisi, cuma namazına gitmedikleri için
herhangi bir görüş sahibi olmadıklarını belirtmişlerdir.
“Başka” seçeneğine cevap verenlerin de, hutbelerin niteliği ile ilgili birtakım
beklentileri ve olumsuz kanaatleri olduğu varsayıldığında, hutbelerden memnun
olmayanların veya hutbelerle ilgili birtakım alternatif önerileri olanların oranının
%80’den fazla olduğu görülmektedir.
Din görevlileri üzerinde yapılan bir araştırmada, hutbenin din görevlileri
tarafından hazırlanması gerektiği ve kendilerinin hutbe hazırlayabilecekleri belirtilmiş
olmasına rağmen, bu konuda bir çabanın olmadığı ve daha çok hazır hutbenin
okunduğu görülmüştür. Bu durum ise, bir çelişki olarak nitelendirilmiştir1.
DĐB tarafından tavsiye edilen hutbelerin, ünvana göre gösterdiği farklılaşma,
1.Buyrukçu, age, s.171
142
hutbelerin niteliğinin değişmesi ile ilgili birtakım çalışmalara kaynaklık edebilir.
Ünvana göre hutbelerin değerlendirilme biçimi arasındaki ilişkiye bakıldığında,
hiçbir müftünün, hutbeleri “çok etkili” görmediği ortaya çıkmaktadır (Tablo 17).
Hutbelerle ilgili, daha çok bir beklenti içinde olunurken, müftülerin %37.5’i hutbelerle
ilgili olumsuz bir tutum sergilemiştir.
ĐH’lerin %62.6’sı hutbelerin niteliği ile ilgili olumsuz bir tavır içindeyken,
%18.7’si ise, “başka” seçeneğinde değişik birtakım görüşler ileri sürmektedir.
KKÖ’lerin %69.2’si ve MK’lerin de %70’i hutbelerin niteliği konusunda iyimser
değildir. Vaizlerden birisi, olumsuz görüş bildirirken, birisi de “çok etkili” cevabını
vermiştir.
“Cemaati etkilemekten ve yeni bilgiler vermekten uzak” biçiminde cevap
vermede, DĐB tarafından tavsiye edilen kitaplardaki hutbelerin ele alınış biçimi ve belli
birtakım kavramların sürekli kullanılmış olması etkili olabilir. Ayrıca “Diyanet” ve
“Hakses” dergilerindeki hutbelerin, alışılmış usulde olması da, böyle bir görüşün
oluşmasına etki edebilir. Hazırlanan bu hutbelerde, özellikle belli konulara
değinilmesinden kaçınılmış olması, birçok hutbenin aynı formda olması sonucunu
doğurabilmektedir.
Hutbelerin, ünvan değişkenine göre çok belirgin bir farklılaşma göstermediği
dikkat çeker. Genel bir kanaat olarak, hutbelerle ilgili bir düzenlemenin yapılması
istenmektedir. Bu konuyla ilgili kanaat, her düzeydeki din görevlisi tarafından
paylaşılmaktadır.
Bazı din görevlileri, hutbelerin cemaatin seviyesine göre düşük olduğunu
belirtmişlerdir. Hutbelerin “suya sabuna dokunmayan” cinsten olduğu ve bazen de
hutbeleri çekinerek okudukları din görevlilerince ifade edilmiştir.
Yaşın artmasına paralel olarak, DĐB tarafından tavsiye edilen hutbelerin “iyi”
olduğunu söyleyenlerin oranında bir artış dikkat çekmektedir. Görev süresinin
artmasına koşut olarak, hutbeler hakkında iyimser bir görüş belirtilmesi; hutbelerden
memnuniyet duymaktan çok, bu durumun kanıksanmasıyla açıklanabilir. Genç ve
mesleki deneyimi az olanların, bazı konularda daha kesin ve kararlı cevap verdikleri
dikkat çekerken, yaşlı ve mesleğinde tecrübeli olanların, daha çok temkinli konuşmayı
tercih ettikleri ve birtakım sorulara net cevap vermekten kaçındıkları görülmektedir.
Yapılan bir araştırmada, din görevlilerinin seçilen hutbe konularında cemaatin
ihtiyaç ve şartlarını göz önüne alma eğiliminde (%64) oldukları ortaya çıkmıştır1. Yine
din görevlileri; siyasal birtakım etkilerle oluşma ihtimali olan konuların, hutbelerde ele
alınmasıyla ilgili, olumsuz bir tavır içindedirler. Bazı konuların, camide işlenmesinin
gereksizliği üzerinde durmuşlardır2.
DĐB’de, vaaz ve hutbelerle ilgili birtakım “iyileştirme” teklifleri doğrultusunda
çalışmalar yapılmaktadır. Hutbe ve vaazların mümkün olduğunca sosyal içerikli olması,
1.Yaşar, age, s.64
2.Yaşar, age, s.70
143
bir irşat coğrafyası hazırlanıp, ihtiyaca göre çok geniş kapsamlı bir faaliyet başlatılması
öngörülmüştür1.
2.1.4.Tavsiye Edilen Hutbelerin Okunmamasından Dolayı Ortaya Çıkan
Sorunlar
DĐB’in, hutbelerle ilgili politikasının, tam olarak belirginleşmiş olduğu
söylenebilirse de, özellikle uygulamada birtakım sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz
olmaktadır. Yönerge ve genelgeler mevcut olmasına rağmen, bazen aksine hareket
edilebilmektedir. Bahsedilen çerçevede hareket etmeyenlerle ilgili, müftülüklerin nasıl
bir tutum sergiledikleri ve din görevlilerine ne tür yaptırımlar uygulandığı, üzerinde
durulması gereken önemli konulardandır.
DĐB’in, hutbelerin hazırlanması ve okunması ile ilgili bir çerçeve sunmuş
olmasının, belli gerekçeleri bulunmaktadır. Bunların başında, din görevlilerinin bilgi
düzeylerinin düşük olması gelmektedir. Ayrıca, birtakım siyasal arayışların bulunması
da, yaptırımları gerekli kılmıştır denilebilir.
DĐB’in, belli konularda hutbe okunmasını zorunlu kıldığı şeklindeki eleştirilere
karşın, DĐBA Yılmaz, din görevlilerine tek tipte hazırlanmış hutbeler göndermediklerini
ve hutbeleri herkesin kendisinin hazırlamasını teşvik ettiklerini belirtmektedir. Ancak
sonuçta, hazırlanan hutbelerin dine uygun olmayan bir tarzda oluştuğunu ve hazırlayan
kişinin hislerinin de hutbeye karıştığını ifade etmektedir. Siyasal içerikli gazetelerden
faydalanmak suretiyle hazırlanan hutbelerin okunmasının, birtakım hoşnutsuzluklara
neden olduğunu beyan etmektedir. Bu şekildeki fiillerden sonra, DĐB’in okunmasını
teklif ettiği veya kişinin hazırlayıp müftülükçe parafe edilen hutbelerin okunmasının
kararlaştırıldığını belirtmektedir2.
Tavsiye edilen hutbeleri okumadığından dolayı, yaptırıma maruz kalmadıklarını
söyleyenlerin oranı %64.6 olurken, “evet” cevabı verenlerin oranı %5.3 olmuştur
(Tablo 18). Bu soru, yalnızca ĐH’lere (107 kişi, örneklemin %71.3’ü) sorulduğundan,
yanıt vermeyenlerin oranı yüksek (%30) bir düzeyde çıkmıştır.
“Evet” cevabı verenlerin görüşleri, şu şekilde bir dağılım göstermektedir:
“Kanunlar çerçevesinde konuşmamız için uyarıda bulunulmaktadır”, “şu ana kadar
bana yaptırım uygulanmadı, ama uygulananları biliyoruz”, “bu konuda
engellenmekteyiz”, “savunmam alındı ve bu da sicilimin bozulmasına sebep oldu”,
“tavsiye edilen hutbeleri okumadığımdan dolayı eleştirildim”, “uyarıldım”, “eski
amirim tarafından kınandım”. Bunun yanında, herhangi bir yaptırıma maruz
kalmadıklarını, ancak, bu hutbeleri zorunlu olarak okumaktan başka bir çıkış yolu
olmadığını belirtenler de bulunmaktadır.
Hutbelerin hangi konularda olacağı, her ay rutin olarak, il ve ilçe müftülüklerinde
yapılan toplantılarda belirlenmektedir. Din görevlilerinden, bu konuyla ilgili hutbe
1.Hamdi Mert, “Yaygın Eğitimde Din Eğitimi”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri
2.M. Nuri Yılmaz, Altınoluk, S:93, Kasım 1993
144
hazırlamaları veya birtakım kaynaklardan yararlanmaları tavsiye edilmektedir. Bazen,
belirlenen hutbe konuları dışında hutbe okuyanlar olabilmektedir. Müftülükler, bu
kimseler hakkında resmi işlem yapmamakta, ancak, o din görevlisinin gayrı resmi
olarak uyarılması yoluna başvurulmaktadır.
Müftülüklerin verdikleri bilgilere göre, yazılı hutbe verilmesi kararlaştırılmış
iken, bazen yazılı bir metne bağlı olmasızın (irticalen) hutbe verenler bulunmaktadır.
Bu şekilde davrananlara, resmi bir işlem yapmaktan çok, birtakım uyarılarda
bulunulmaktadır. Bir metne bağlı olmaksızın hutbe okunmasının, birçok hatalı durumun
ortaya çıkmasına neden olduğu belirtilmiştir. Din görevlilerinin bilgi düzeyinin düşük
olmasının, irticalen hutbe verilmesini engelleyen önemli nedenler arasında yer aldığı da
ifade edilmektedir.
Hutbenin ne kadar zamanda okunacağı, DĐB tarafından ayrıntılı bir şekilde
belirtilmiştir. Prensip olarak hutbenin, Arapça bölümler dâhil olmak üzere, süre olarak
10 dakikayı aşmaması esas alınmıştır1.
Müftülükler, çeşitli gazetelerde yayınlanan “hutbe” adı altındaki yazıların, hiçbir
zaman kendileri için referans olmadığını belirtmişlerdir. Bu türden hutbelerin,
müftülükçe aylık olarak belirlenen hutbe konularıyla çakışmadığı da ifade edilmiştir.
Din görevlileriyle ilgili bir araştırmada; hutbeleri irticalen okuyanların oranı
%2.7, hazırlanan kısa özetlere bakılarak irticalen okuyanlar %14.8, hutbe kitaplarından
okuyanlar %35.5, hutbeyi kendileri yazarak okuyanlar %42, cevap vermeyenler %4.8
olmuştur2. Başka bir araştırmada ise; hutbeyi kendisi hazırlayanlar %42, kitap veya
dergilerden alanlar %40, irticalen hutbe verenler %18 olmuştur3.
Hutbeler hakkında, din görevlilerinin görüşleri ve eleştirileri yanında, halkın da
bu konudaki düşünceleri büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü cami hizmetlerinde esas
unsur halktır ve halkın cami hizmetleriyle ilgili düşünceleri, bu konudaki faaliyetleri
yönlendirebilecek bir nitelik taşımaktadır.
Din görevlileri ile ilgili bir başka araştırmada, cemaate hutbelerin ne kadar
faydalı olduğu sorulmuş ve %40 “çok faydalı” cevabını vermiştir. %17 “yarı yarıya
faydalı”, %25 “çok az faydalı”, %18 “hiç faydası yok” biçiminde yanıtlamıştır4. Bu
sonuçlara göre, cemaatin %60’ının hutbelerden memnun olmadıkları görülmektedir.
Verilen hutbenin günümüz hayat tarzı ve şartlarına uygunluğu konusunda; %33
“uygun”, %13 “yarı yarıya uygun”, %9 çok az uygun, %45 ise “uygun değil” cevabı
verilmiştir5. Bu sonuçlara göre, cemaatin 2/3’si, hutbelerin günümüz yaşam tarzı ve
koşullarına uygun olmadığı görüşünü paylaşmaktadır.
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, s.11
2.Sükrü Keyifli, Urfa ve Yöresinde Yaygın Din Eğitimi (Đmamların Mesleki Đmkanları ve Problemleriyle Đlgili
Alan Araştırması), (Basılmamış Doktora Tezi), AÜ SBE, Ank., 1997, s.208
3.Yaşar, age, s.73
4.Yaşar, age, s.82
5.Yaşar, age, s.84
145
2.1.5.Muamelatla Đlgili Konuların Ele Alınış Biçimi ve Bu Konudaki
Tartışmalar
Đslam dininin emirleri birkaç konu başlığı altında ele alınabilir. Bunlar; inançla
(imanla) ilgili olanlar, amelle ilgili olanlar, ahlakla ilgili olanlar biçiminde ayrılabilir.
Ameli hükümler de, kendi içinde; ibadet, muamelat ve ukubat (ceza hukuku konuları)
biçiminde bir tasnife tabi tutulabilir. Muamelatla ilgili konular, daha çok insanın diğer
insanlara ve çevresindeki diğer varlıklara karşı nasıl davranacağını içerir. Muamelat
denilen bu alanın içine; aile hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku, bireylerle yöneticiler
(devlet) arasındaki ilişkiler, devletler hukuku, iktisat hukuku gibi konular girer1.
Muamelat; “Đslam’da, inanç ve ibadet dışında kalan, bireylerin birbirleriyle ve
toplumla, toplumların başka toplumlarla olan ilişkilerini düzenleyen hükümlerini ifade
eden bir fıkıh terimi”2 biçiminde tanımlanabilir.
Đslamiyet’te iki türlü emir vardır. Bunlar; ibadetle ilgili olan “tamamlanmış
emirler” ve muamelatla ilgili olan “tamamlanmamış emirler”dir. Tamamlanmamış
emirler, daha çok müdahaleye açık bir özellik taşır. Bu müdahale ise, daha çok akılla
olur. Đslamiyet’in tamamlanmamış emirlerinin, zamanın değişmesine paralel olarak
değişmesi mümkündür. Bu emirler bazen “inanç katılığına” bürünebilir, bir tutuculuk
ve mutaassıplık biçiminde ortaya çıkabilir3.
Tamamlanmış emirler üzerinde, genel olarak bir uyum söz konusu iken, diğer
emirlerin günümüz koşullarına uyarlanması ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. Bu
alandaki tartışma konusu ve sayısı oldukça fazladır4.
Bu tartışmalarda, DĐB’in de önemli bir konumda olduğu bilinmektedir.
Türkiye’de, dini temsil eden resmi bir kurum olarak DĐB’in bu tartışmalara katılması ve
görüşü belirtmesi, ele alınan konuya göre değişebilmektedir.
DĐB’e bağlı olarak faaliyette bulunan ve yaygın din eğitimi faaliyetlerinin
merkezi konumunda olan camilerle ilgili tartışmaların yapıldığı bilinmektedir. Bu
tartışmalardan biri de, muamelatla ilgili konulardan, vaaz ve hutbelerde bahsedilmemesi
için telkin veya yaptırım olup–olmadığıdır.
Muamelatla ilgili bazı ayetlerden vaaz ve hutbelerde bahsedilmemesi için,
telkinin var olup–olmadığı ile ilgili soru, yalnızca ĐH ve vaizlere sorulmuş olduğundan
cevap vermeyenlerin oranı yüksek (%28.6) çıkmıştır (Tablo 19). DĐB tarafından tavsiye
edilen hutbelerin okunmamasından dolayı, din görevlilerinin herhangi bir yaptırıma
maruz kalıp–kalmamalarıyla ilgili soru da, yalnızca ĐH’lere sorulduğundan, orada da
cevap vermeyenlerin oranı yüksek çıkmıştı.
1.Çekin, age, ss.89–91. Ayrıca bkz. “Muamelat”, Đslami Bilgiler Ansiklopedisi, C:3, Hikmet Neşriyat, Đst., 1993
2.”Muamelat”, Đslami Bilgiler Ansiklopedisi, C:3, Hikmet Neşr., Đst., 1993
3.Fügen Berkay, “Türk Toplumu Açısından Đslamiyet”, Sosyoloji Dergisi, Đst. Üniv. Ed. Fak. Yay., S:19–20
4.Ayrıntılı bilgi için bkz. Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1992–1994)I,
Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1995–1996) II, Diyanet Đşleri Başkanı
Mehmet Nuri Yılmaz’ın Röportajlar, Basın Açıklamaları, Sempozyum ve Panel Konuşmaları, Protokol
Konuşmaları, Konferans ve Makaleleri, Ank., 1995; Diyanet Aylık Dergi, S:87, Mart 1998
146
Đlgili soruya “hayır” biçiminde cevap verenlerin oranı %60.6 iken, “evet”
diyenler 10.7’lik bir orana sahiptir.
Muamelatla ilgili ayetlerin okunmamasıyla ilgili telkin olduğunu belirtenlerin
azımsanmayacak bir orana ulaşması, böyle bir uygulamanın varlığını akla
getirmektedir. Telkin olmadığını belirten din görevlilerinin, bu yöndeki ayetleri veya
konuları dile getirme konusunda bir çabası olmayanlardan meydana geldiği de ifade
edilebilir. Daha çok, tavsiye edilen hutbeleri okuyan ve çerçevesi çizilmiş konularda
vaaz verenlerin böyle bir yaptırımla karşılaşmamış olmaları ihtimali bulunmaktadır.
“Evet” seçeneğine cevap verenlerin yanında, ĐH’ler dışındaki din görevlilerinin
de, bu konuda anket formuna birtakım ifadeler yazdıkları dikkat çekmektedir.
ĐH’lerin bu soruya verdikleri cevaplardan bazıları şu şekildedir;
“Hatiplerin ve vaizlerin konuşmaları yönetimlerin çizmiş olduğu kalıplar içinde
olmaktadır”,
“Siyasal konuları dile getirmek yasak”,
“Maide Suresi’nin bazı ayetleri”,
“Faizle ilgili ayetler”,
“Siyasetle ilgili bazı ayetler”,
“Yönetimle ilgili ayetlerin okunmaması için telkin var”,
“Bazı ayet ve hadislerin okunmaması yönünde telkin var”.
Yapılan enformel görüşmelerde din görevlileri, muamelatla ilgili bazı ayet ve
hadislerin okunmamasıyla ilgili olarak kendilerine herhangi telkinde bulunulmadığını,
ancak, bazı konulara değinmelerinin “kendileri için iyi olmayacağını” bildikleri için, bu
konuda sessiz kalmayı yeğlediklerini belirtmişlerdir. Telkin olmadığı halde, bazı
konulara girmekten çekindikleri vurgulanmıştır. Resmi ideolojinin ve hükümetlerin,
bazı icraatlarının eleştirilmesi gibi konulara girmemeye özen gösterdiklerini
belirtmişlerdir. Din görevlilerinin yasal yönden, diğer memurlardan ve sendikalı
çalışanlardan farklı olduğunu ifade etmişler ve yargıya intikal eden herhangi bir
konuda, kendilerini koruyacak yasal düzenlemelerin yetersiz olduğunun bilinci içinde
hareket ettiklerini ileri sürmüşlerdir.
Kendileriyle görüşülen müftüler, muamelatla ilgili olarak hiçbir telkinin
olmadığını belirterek, bu konuda din görevlilerinin yanlış birtakım kanaatlere sahip
olmasının, tamamen bilgisizlikten ve üslup hatasına düşmelerinden kaynaklandığını
belirtmişlerdir. Oluşan yanlış kanaatler sonucunda da, bazı kişilerin ve teşkilatın zan
altında kaldığı ifade edilmiştir.
Din görevlilerinin, bu konuda ciddi bir takibe maruz kalmadıklarından dolayı, bir
serbestlik havasının oluştuğunu belirtenler de vardır. Bunun yanında, muamelatla ilgili
ayetleri okuma durumunun, din görevlilerinin görev yerine göre değiştiği ifade
edilmiştir. Bazı din görevlilerinin, muamelatla ilgili ayetleri bilinçli olarak okudukları
ve her türlü yaptırımı göze aldıkları ifadelerden anlaşılmaktadır.
633 sayılı DĐB Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 25. maddesinde
belirtilen; “Diyanet Đşleri Başkanlığı kuruluşunun her derecesinde görev alan personel,
147
memurin kanununun hizmetliler için yasak ettiği siyasi faaliyetten başka, dini görev
içinde veya bu görevin dışında her ne suretle olursa olsun, siyasi partilerden herhangi
birini veya onların tutum ve davranışlarını övemez ve yeremez. Bu gibi hareketleri
tahkikatla sabit olanların, ilgili ve yetkili mercilerce işine son verilir”1 şeklindeki
maddenin, din görevlileri tarafından değişik yorumlanmasının birtakım yanlış
düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olduğu söylenebilir.
2.2.Kur’an, Ezan, Mevlit, Hatim ve Cenaze Đle Đlgili Konular
Kur’an, son ilahi din olan Đslam dininin kutsal kitabıdır. Bahsedilen kitapta geçen
emirlerin, inananlar tarafından yerine getirilmesi dinin gereğidir. Bunun yanında, bu
ilahi kitabın okunması da bahsedilen emirler arasında yer almaktadır2. Peygamberin
tavsiyeleri de, bu yöndedir3.
Din görevliliğinde, öğrenilmesi gerekli olan temel konuların başında Kur’an
gelmektedir. Çünkü yerine getirilen dini hizmetlerin çoğunda; Kur’an’ın okunması–
okutulması, meal veya tefsirinin okunması, Kur’an’la ilgili bilimlerin öğrenilmesi gibi
konular büyük bir yer tutmaktadır.
Cami hizmetlerini yerine getiren ĐH ve MK’lerin; Kur’an’ın tamamını veya bir
kısmını ezberlemiş olmaları, mesleki açıdan büyük bir öneme sahipken, Kur’an
okumada tecvid (harflerinin mahreç / seslendirme ve sıfatlarına uymak suretiyle
Kur’an’ı hatasız okumak) kurallarına uyma da önemli hususlar arasında yer almaktadır.
Din görevlilerinin –özellikle müftü ve vaizlerin– Kur’an’dan ezber bilgileri yanında,
meal ve tefsir bilgileri de mesleki yönden gerekli bir unsur olmaktadır. KKÖ’ler,
Kur’an’ı öğreten konumunda bulunduklarından, bu görevlilerin de, Kur’an’la ilgili pek
çok konuda bilgi sahibi olmaları gereklidir.
Bu başlık altında ele alınacak konulardan biri de ezandır. Ezan, Đslam dininin
işaretlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bir bölgedeki insanların Đslam dinine
mensup olup–olmadıkları, bir yönüyle, okunan ezanla anlaşılabilmektedir.
Đslam’da ibadet saatlerini bildirmenin bir gereği olarak ezan okunmaktadır. Bu
uygulama, diğer dinlerin kullanmış oldukları “bildirim” araçlarından oldukça farklıdır
ve bir anlamda orijinal bir uygulamadır.
Ezanın ne zaman, nasıl, hangi şartlarda okunacağı ile ilgili birçok konu, birtakım
eserlerde yer almaktadır. Daha çok “ibadete davet edici” bir nitelik taşıyan ezanın,
insanları etkileyici bir formda okunması önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu alanda, belli makamların belli vakitlerde okunması, özellikle Türkler arasında
yaygın olarak uygulanagelmiştir.
Değinilen konulardan biri Mevlit’tir. Mevlit, Đslam Peygamberinin doğumu,
hayatı ve vasıflarını ele alan bir mesnevidir. Bu mesnevinin okunduğu dini törenler de,
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, K–1/5
2.Bkz. Ali Bulaç, Kur’an–ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Birim Yay., Đst., 1992, Đndeks “Kur’an” maddesi.
3.Bkz. Đbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi–Kütüb–i Sitte, C:3, Akçağ Yay., Đst., 1993, Đndeks “Kur’an” maddesi
148
Mevlit olarak adlandırılmaktadır. Bu dini törenler; kutsal gecelerde, ölüm olaylarından
sonra vs. zamanlarda gerçekleşmektedir.
Mevlit şeklindeki dini törenler, toplumumuzda yaygın bir biçimde uygulama
alanı bulurken, din görevlileri, Mevlit törenlerinde görev almakta; Kur’an, Mevlit ve
ilahi okumaktadırlar. Bu alanda, din görevlilerinin nasıl bir tutum sergiledikleri ve bu
konuda nasıl düşündükleri, incelenmesi gerekli bir husus olmaktadır.
Değinilecek konulardan biri, Kur’an’ın baştan sona okunması faaliyeti olan
“hatim”dir. Kur’an’ı ezberlemiş olanların (hafız), daha rahat Kur’an okumaları (tilavet)
söz konusu iken, Kur’an’ı ezberlemeyenler, Kur’an’a bakmak (yüzünden) suretiyle bu
dini faaliyeti yerine getirmektedirler.
Kur’an’ın baştan sona okunması şeklindeki dini uygulama, daha çok Ramazan
(Hicri) ayında yapılırken, bunun dışında birtakım olağanüstü durumlarda da (ölüm,
sevince neden olan bir durumda, birtakım sıkıntılı zamanlarda vs.) bu dini faaliyet icra
edilmektedir. Bu faaliyette de, din görevlilerinin aktif görev aldıkları bilinmektedir.
Din görevlilerini ilgilendiren başlıklardan biri de, bir kişinin ölümünden
defnedilmesine kadarki uygulamaları içeren ve genel olarak “cenaze işlemleri” olarak
adlandırılan konudur. Cenaze merasiminin yerine getirilmesinde, özel olarak bilinmesi
gerekli birtakım konular vardır. Bundan dolayı, cenaze işlemlerinin
gerçekleştirilmesinde din görevlilerine büyük bir görev düşmektedir. Burada cenaze
merasimi yerine, bazen kısaca “cenaze” terimi kullanılacaktır.
2.2.1.Kur’an’ın Ezberlenmesi ve Bu Konudaki Çabalar
Kur’an’ın okunması ve ezberlenmesi ile ilgili, Đslam Peygamberi’nin birçok
tavsiyesi bulunmaktadır. Peygamber döneminde, Kur’an’ın bir bütün olarak yazılı hale
getirilmesi (kitaplaştırılması) gerçekleşmemiş, bu faaliyetler daha sonraki dönemlerde
hızlanmıştır. Bu arada, Kur’an emirlerinin öğrenilmesinin gerekli olduğu durumlarda, o
dönemde sayıları fazla olan “hafız”lara başvurulmuştur. Peygamberin, Kur’an’ın
ezberlenmesi konusundaki tavsiyeleri ve bu konuda mezheplerin uygulamaları birçok
eserde1 yer almaktadır.
Kur’an’ın ezberlenmesi, din görevliliğini icra etmede önemli bir yere sahiptir.
Kur’an bilgisinin zayıf olması, mesleğin birçok gereğinin yerine getirilmesini
engelleyebilecek bir nitelik taşımaktadır. Müftülükler, bu gerçeğin farkında
olduklarından, din görevlilerinin Kur’an bilgilerinin geliştirilmesi için birtakım
uygulamalara başvurmaktadırlar.
Din görevlilerine; mesleki formasyon kazanmış oldukları eğitim kurumunda,
hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim sırasında Kur’an’la ilgili bilgiler verilmesine
rağmen, yine de bilinmesi gerekli olan birçok şeyin öğrenilmediği ve bu şekilde
mesleğin sürdürülmüş olduğu dikkat çekmektedir.
1.Bkz. Canan, age, C:2, s.134; Riyazüs’Salihin, C:2, DĐB Yay., Ank., Tarihsiz, ss.344–345. Ayrıca bkz. Vehbe
Zuhayli, Đslam Fıkhı Ansiklopedisi, C:2, Risale Yay., Đst., 1994, s.208 vd.
149
Din görevlilerinin, mesleğin gereklerini yerine getirirken, birtakım bilgilere sahip
olmamalarından dolayı rahatsızlık duyup–duymamaları, bu eksikliğin giderilmeye
çalışılması isteği ile ilgili birtakım bilgiler verebilecek niteliktedir.
Kur’an’dan yeterince ezber olmamasından dolayı, “sık sık” rahatsızlık duyanların
oranı %31.3 olmaktadır (Tablo 20). “Bazen” rahatsızlık duyanların oranı ise %46.7
olmuştur. “Hiçbir zaman” rahatsızlık duymadığını belirtenler %8.7 oranında iken, bu
soruya cevap vermeyenlerin oranı da %13.3 (hafız olanlar %12’lik orana sahiptir)
olmuştur.
Din görevlilerinin, mesleki bilgilerinin yetersizliğinden dolayı bir rahatsızlık
duymaları, onların mesleki bilinçlerinin dışavurumu olarak algılanabilir. Bu durumdan
dolayı rahatsızlık duyup, herhangi bir faaliyette bulunma ve bu faaliyetin yoğunluğu,
din görevlileri açısından son derece önemli addedilmektedir.
Mesleğin birtakım gereklerinin yerine getirilmesi esnasında, karşıdaki insanlara
yeterli ölçüde yararlı olamama, bir rahatsızlık nedenidir. Öte yandan, manevi bir
görevin tam olarak yerine getirilememiş olmasının da, bu hoşnutsuzlukta rol oynadığı
söylenebilir.
Kur’an’dan yeterince ezberin olmamasından dolayı –sık sık ve bazen– rahatsızlık
duyan kimselerin oranının toplam %78 olduğu ele alınacak olursa, bu alanda mesleki
bilgi durumu kendiliğinden ortaya çıkar.
Yeterince Kur’an ezberi olmamasından dolayı, hiçbir zaman rahatsızlık
duymayanların (%8.7), bu konuda bir eksiklik içinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Bazı
din görevlileri, mesleki süreç içinde Kur’an’ı ezberleme konusunda sistemli bir yol
izlemekte ve yüksek miktarda ezber yapabilmektedirler. Enformel görüşme yapılan ve
hafız olmayan bazı din görevlileri, bu konuda hafızlarla boy ölçüşebilecek durumda
olduklarını ileri sürmüşlerdir.
Kur’an’dan yeterince ezber olmadığından dolayı, kendini rahatsız hissettiklerini
belirtenlerin oranı, yaşın artışına paralel olarak düşmektedir. Buna karşın, hiçbir zaman
kendini rahatsız hissetmediğini belirtenlerin oranının, yaş arttıkça yükseldiği dikkat
çekmiştir. Bu durumun, uzun yıllar görev yapmanın getirmiş olduğu zorunluluktan
dolayı, gerekli birtakım bilgileri öğrenme ve bundan dolayı da kendini rahat
hissetmeyle ilgili olduğu söylenebilir. Ayrıca bu konunun, mesleğin benimsenmesiyle
ilgili olduğu da ileri sürülebilir.
Belli bir şeyin eksikliğinden dolayı rahatsızlık duyma, o alanda yeni bir hamle
yapmayı ve belli bir hedefe yükselmeyi gerekli kılabilir. Ancak, hedeflenen noktanın
ideal bir boyut sergilemesinin kaçınılmaz olması gerekmektedir. Kur’an’dan yeteri
miktarda ezber sahibi olmama ve bu durumdan rahatsızlık duyma, bu konuda birtakım
faaliyetlerin yapılmasını gerekli hale getirebilir. Dolayısıyla, din görevlilerinin, Kur’an
ezberlerinin miktarını yükseltme konusundaki çabalarının ele alınması, bizlere, bu
alanda ideal bir seviyenin tespit edilmesi ile ilgili birtakım bilgiler verecektir.
Belli bir çabanın varlığı ile ilgili “evet” diyenlerin oranı %23.3 olmuştur (Tablo
21). Çaba sarf etmeyenlerin oranı %63.3’tür. Hafız olan %12’lik kesim yanında, %1.3’
150
lük oran da bu yöndeki soruyu yanıtlamamıştır.
Bir önceki verilerde, Kur’an’dan ezberin yeterince olmamasından dolayı, din
görevlilerinin kendilerini rahatsız hissedip–hissetmedikleri ele alınmaya çalışılmıştı.
Bazen ve sıkça rahatsız olduğunu belirtenlerin toplamı %78 oranında bir dağılım
sergilemişti. Rahatsız hissetmeye karşın, ezberlerin çoğaltılması çabası içinde olanların
oranı ise %23.3’tür. Bu durumda; din görevlilerinin yarısından fazlasının, mevcut bilgi
düzeylerinden memnun olmadıkları, buna karşın, bilgi birikimlerini arttırma yönünde
bir çaba içine girmedikleri ifade edilebilir.
Din görevlilerinin, kendilerini Kur’an bilgisi yönünden yetersiz görmeleri ve bu
durumdan dolayı rahatsızlık duymaları, onların manevi bir sorumluluk taşımış
olduklarını gösterirken, eksiklerini gidermek için belli bir çaba içine girmemeleri de
mesleki bilincin tam oluşmadığı biçiminde yorumlanabilir. Meslekten memnuniyet
durumunun da, bu konuda etkili olduğu söylenebilir.
Din görevlilerinin, mesleki bilgilerini artırma ile ilgili fırsatlara yeterince sahip
oldukları bilinen gerçeklerdendir. Özellikle cami hizmetini yürüten ĐH, MK ve
vaizlerin, günün belli saatleri dışında serbest zamanları bulunmaktadır. Kur’an
ezberleme faaliyetlerinin, bahsedilen zamanlarda yapılması ihtimali bulunmaktadır.
Din görevlilerinden bazıları, Kur’an’dan ezber miktarının artırılması konusunda
niyetlerinin olduğunu, ancak, birtakım olumsuz durumların bu konuda kendilerinin
isteklerini kırdığını belirtmişlerdir. Bu olumsuz durumlardan biri, ezberlenen şeylerin
veya öğrenilen bilgilerin aktarılması için uygun ortamın yokluğudur. Özellikle, kırsal
bölgelerde görev yapan din görevlileri, böyle bir sıkıntının varlığından
bahsetmektedirler. Muhatap oldukları kimselerin sayısının az olması ve bu kimselerin
bilgi düzeylerinin düşüklüğü, öğrenilen bilgileri aktarma olasılığını ortadan
kaldırmaktadır.
Kişilerin, bir meslek edinmelerinden sonra, o mesleğin gerektirdiği koşullara
uymaları zamanla kaçınılmaz olmaktadır. Meslekle tam olarak bütünleşememe ve
mesleğin benimsenmesinin uzun bir zaman alması gibi olumsuz şartlara rağmen, bu
sorunlar zamanla ortadan kalkmakta ve kişi için, eğer başka bir mesleğe geçiş söz
konusu değilse, meslekle bütünleşme söz konusu olabilmektedir. Bu bütünleşme,
mesleki bilgilerin zamanla artmasına yol açabilir. Din görevliliği mesleğine atfedilen
kutsal değer de göz önünde bulundurulduğunda, bu uyumun daha da erken olabileceği
söylenebilir.
Kur’an’dan ezber miktarının arttırılması konusunda “evet” biçiminde yanıt
verenlerin gösterdikleri çabalara ait ifadeler aşağıdaki gibi sıralanabilir;
“Genellikle sabah namazı öncesinde ezber yaparım”,
“Günlük ezber ve tekrar yaparım”,
“Fırsat buldukça ezber yaparım”,
“Vakit bulduğum zaman kısa ezberler yaparım”,
“Boş zamanlarda ezber yapmaya çalışırım”,
“Her cüzden belli yerleri ezberlerim”,
151
“Kendi çabamla Kur’an’dan değişik yerleri ezberliyorum”,
“Çocuklara Kur’an öğretirken, kendi ezberlerimi de yeniliyorum”,
“Kaset ve radyodan dinleyerek ezberleme şeklinde bir yol izlerim”,
“Đlk yıllarda sabahları yarım sayfa ezberlerdim”,
“Eski ezberleri tekrarlıyorum”,
“Mealiyle beraber ezberlemeye gayret ediyorum”,
“Haftanın bir gününü ezberlerin tekrarı ve çoğaltılması için ayırıyorum”.
Kur’an’dan ezber miktarının artırılması ile ilgili olarak DĐB’in birtakım projeleri
bulunmaktadır. DĐB’in 05.01.1998 tarih ve B.02.1.DĐB.0.72.00.03/01 sayılı yazısında,
bu konuyla ilgili uygulamalar hakkında bilgi verilmektedir. Buna göre, yapılan aylık
toplantılarda, din görevlilerinin 2 sayfa Kur’an ezberlemeleri için belli bir yer
belirlenecek (özellikle 30. Cüz–Neb’e Suresi’nden başlamak üzere) ve bir sonraki aylık
toplantıda bu ezberler kontrol edilecektir. Ezber kontrolünün, müftü veya müftünün
görevlendireceği kimseler tarafından yapılması sağlanacaktır. Bu uygulamanın, bütün il
ve ilçelerde yapılması öngörülmüştür. Müftülüğün uygulamasında, yapılan mülakatla
ĐH’ler, Kur’an bilgilerine göre dört kategoriye (A, B, C, D) ayrılırken, hafız ve MK’ler
farklı kategorilerde ele alınmaktadır. Belirlenen düzeye göre, Kur’an’dan hangi
bölümün ezberleneceği ve nasıl bir yöntem uygulanacağı tespit edilmektedir.
Bu uygulamada başarılı olmayanların, ileride gerçekleştirilecek hizmet içi
eğitime öncelikli olarak alınmaları yolunda bir çaba gösterilmesi de planlanmıştır.
Uygulamada genel olarak başarı sağlandığı belirtilirken, bazı din görevlilerinin
performans açısından düşük düzeyde kaldıkları ifade edilmiştir.
2.2.2.Ezanın Okunması ve Bununla Đlgili Çabalar
Ezan terim olarak, farz namazların vaktinin geldiğini, belli birtakım sözlerle
Đslam dinine inananlara duyurmayı anlatır1. Ezanla ilgili Kur’an’da çeşitli bilgiler yer
alırken2, Peygamber’in de bu konuyla ilgili çok çeşitli sünnetleri ve hadisleri3
bulunmaktadır.
Ezanın okunması konusunda belli nasslar (kesin yargı) mevcuttur, ancak, nasıl
okunacağıyla ilgili kesin kurallar bulunmamaktadır. Peygamber’in, ezanın uzun
okunması ile ilgili tavsiyeleri bulunurken4, belli makamlarda okunması ile ilgili bir
çerçeve çizilmemiştir. Ezan okuma görevinin Bilal Habeşi’ye verilmesinin en önemli
nedeninin, ses güzelliğinden dolayı olduğu söylenebilir.
“Arap makamı” olarak adlandırılan okuyuş biçimi, Türk toplumunda pek yaygın
değildir. Buna karşılık, Türklerin kendine özgü okuyuş biçimleri bulunmaktadır.
1.Abdurrahman Çetin, “Ezan”, ĐA, C:12, TDV Yay., Đst., 1995
2.Kur’an, Maide (5)/58; Araf (7)/44; Tevbe (9)/3; Cuma (62)/9
3.Canan, age, C:7, ss.445–496. Ayrıca bkz. “Ezan”, Đslami Bilgiler Ansiklopedisi, C:1; Mustafa Kılıç, “Đslam
Kültür Tarihinde Musiki: Başlangıçtan Emevilerin Sonuna Kadar”, AÜ ĐF Dergisi, C:XXXI, 1989
4.Canan, age, C:7, ss.445–496; Riyazüs’Salihin, C:2, ss.367–373
152
Türk okuyuşuna göre; sabah ezanı dilkeşhâveran veya saba, öğlen ezanı hicaz,
ikindi ezanı hüseyni veya uşşak bazen de beyati, akşam ezanı segâh ve yatsı ise rast
makamında olmalıdır. Güneşin her namaz vaktinde farklı konumlarda bulunması,
insanların ruhunu etkilemekte ve bu ruh haline uygun ezan okumanın önemi ortaya
çıkmaktadır1.
Musiki alanında önemli şahsiyetlerden biri olan Sezgin; Kur’an tilavetinde
olduğu gibi, ezan okumada da tecvit ve mahreç kurallarına uyulmasının şart olduğunu
belirtir. Sezgin, makam ve mahreç itibariyle yanlış okunan ezanı “folklorik ezan” ya da
“köy ezanı kültürü” şeklinde adlandırmaktadır. Arap musikisinin taklidiyle okunan
ezanı da “arabesk ezan” olarak nitelendirmektedir. Bu alanda uzman olan Yavaşça ise;
Arap üslubunun Türklerin ezan okuma tarzını etkilediğini ve Türklerin kendilerine ait
eski kuralların tamamıyla terk edildiğini belirtir. Ezan, O’na göre, din alanındaki
musikinin cami musikisine giren bir formudur. Ezan konusundaki yozlaşmanın, daha
çok hoparlör kullanılmasıyla ortaya çıktığını belirtmekte ve ezan okumada minarenin
terk edilmesinin de bu yozlaşmada önemli bir etken olduğunu ifade etmektedir. Bir
görüşe göre, Türkler arasında yaygın olan geleneksel ezan okumanın ortadan
kalkmasına, 18 yıllık (1932–1950) Türkçe ezan okumanın çok büyük etkisi olmuştur.
Günümüzde okunan ezan, 1950’lerden sonra oluşan birikimin sonucu gibi ele
alınmaktadır. Ayrı bir görüş de, 1950’lerden sonra görülmeye başlanan göç sonucunda
meydana gelen kentleşmenin, müzik estetiği alanında eskiye özgü olan inceliği ve
hassaslığı götürdüğü yönündedir2.
DĐBA Yılmaz, camilerde görevli MK’lere 1976 yılından bu yana “ezan kursu”
düzenlediklerini ve MK’lere kurs verenlerin; sedası güzel, makam bilen kimseler
olduklarını ifade etmektedir. Bu amaçla “hizmet içi eğitim kursları” düzenlendiğini,
ancak, ödenek yokluğunun bu tür çalışmaları aksattığını belirtmektedir3.
Đbadete çağıran bir “araç” olması, ezanın önemini artırırken, din görevlilerinin bu
konudaki görüşleri ve mevcut durumun ortaya konulması, sorun oluşturan alanlarla
ilgili birtakım çözüm önerileri geliştirmeyi mümkün kılabilir.
Ezanın makamla okunmasını isteyenlerin oranı %79.3 iken, sade (uzatmadan ve
belli bir makamı takip etmeden) okunmasını isteyenlerin oranı ise %9.3 olarak
gerçekleşmiştir (Tablo 22). Cevap vermeyenler, %6.6’lık bir orana karşılık gelirken,
“başka” seçeneğini yanıtlayanların oranı da %12.6 olmuştur.
Büyük çoğunluk, ezanın makamlı olarak okunması yönünde görüş bildirirken, bu
formda ezan okunmanın kulağa hoş geleceği ve dolayısıyla da, camiye ve ibadete karşı
gösterilen saygının artacağını ifade etmişlerdir.
Türkler arasında geçmişten gelen bir uygulama olan, ezanın değişik makamlarda
okunmasının, his dünyasını etkileyebileceği ve bundan dolayı da camiye olan ilginin
1.Yalçın Çetinkaya, “Ezanın Canına Okunuyor”, Aksiyon, S:31, 8–14 Temmuz 1995
2.Yalçın Çetinkaya, agm
3.Yalçın Çetinkaya, agm
153
artacağı belirtilmiştir. Ezan, namaza çağrı niteliği taşıdığından, makamla okunmasının
önemi artmaktadır. Makamla okunması durumunda, namaza karşı ilgisiz olanların bile
büyük oranda etkilenebilecekleri ileri sürülmüştür.
“Beste”, sözlerin belli melodiler kullanılmak suretiyle makamlandırılması olarak
ele alınabilir. Ses estetiğinin oluşumunda sözden (güfte) çok bestenin etkili olduğu
bilinmektedir. Bu durumda, ezanın belli tarz ve makamlarda okunmasının, insanlar
üzerinde etkili olacağı söylenebilir.
Din görevlileri arasında, güzel bir şekilde okunmayan ezanın; ibadetin manevi
yönünü, inceliğini ve estetiğini rencide ettiği görüşü yaygındır.
Din görevlilerinin bazılarının, ezanın makamla okunmasıyla ilgili belli bir
kabiliyete sahip olmadıkları ifade edilmiş ve bu konuda bir zorlamaya gidilmesinin
gereksizliği vurgulanmıştır. Bazı din görevlilerinin bu konu üzerinde ısrarla durmaları,
kendilerinin bu alandaki eksikliklerini dile getirmiş olma ihtimalini düşündürmektedir.
Makamla okunurken, ezan metnindeki kelime ve harflerinin doğru bir şekilde
seslendirilmesinin de, önemli bir konu olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca, metindeki
kelimelerin manasının bilinmesi, okumada ayrı bir derinliğin yakalanmasını
sağlayabilir.
Günümüz insanının yoğun çalışma temposu içinde bulunduğu ve birçok sesin
etkisi altında olduğu vurgulanarak, bundan dolayı makamla okumanın daha da önem
kazanacağı ileri sürülmüştür.
Ezanın belli vakitlerde belli makamlarla okunması tasvip edilmesine rağmen; en
güzel usulün, ezanın Arapça aslına uygun şekilde okunması olduğu vurgulanmıştır.
Bazı din görevlileri, Türkler arasında yaygın olan ve değişik zamanlarda değişik
makamlarda ezan okunması uygulamasının sonradan ortaya çıktığını, gerçek ve
mükemmel okuma biçiminin ise, Araplarda yaygın olduğunu ifade etmişlerdir.
Bahsedilen makamların (dilkeşhâveran, saba, hicaz, hüseyni, uşşak, beyati, segâh, rast),
daha çok müziği/sanat müziğini çağrıştırmasının, ezanın belli makamlarda okunması
konusunda olumsuz bir görüş sahibi olunması sonucunu doğurabildiği söylenebilir.
Ezanın sade okunması taraftarı olan din görevlilerinden bazıları, müftülüklerce
düzenlenen ezan kurslarında belli vakitlerde belli makamlarda ezan okunmasının
öğretimini eleştirmişlerdir. Ezanın saf ve sade okunuş biçiminin öğretilmesi
gerektiğinin vurgulanmaya çalışıldığı dikkat çekmektedir. Bunun yanında, DĐB’in
birçok konuda olduğu gibi bu alanda da eksikliğinin olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır.
Özellikle seminer, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim kurslarında bu konuya yeterince
eğilinmediği vurgulanmıştır.
Müftülüğün, ezanın daha iyi okunmasıyla ilgili birtakım faaliyetlerde bulunduğu
dikkat çekmektedir. Ezan okuma konusunda tecrübe sahibi olan bir din görevlisi,
Manisa Eğitim Merkezi’nde (Ağustos 1998 itibariyle) ezan kursunda bulunmaktadır.
Bu kişinin, kursun bitiminden sonra, din görevlilerine ezanla ilgili kurs vermesi
planlanmıştır.
Ezan okurken, teganni (şarkı gibi okuma veya sesi boğazda titretmek,
dalgalandırmak) yapmadan okunması, özellikle vurgulanan konuların başında
gelmektedir. Teganni, iki ayrı manaya gelmektedir. Birinci manası, Kur’an’ın ahenkli
154
bir şekilde okunması, ikincisi ise; Kur’an’ın, tecvid kurallarına aykırı olarak, kelimeleri
değiştirecek ve manasını bozacak şekilde okunmasıdır1. Đkinci şekilde okunması, hiçbir
zaman uygun görülmemiştir. Đslam Peygamberi’nin, Kur’an’ın –birinci manada–
tegannili bir şekilde okunması ile ilgili tavsiyeleri, bir yönüyle ezan için de geçerli
olmaktadır. Çünkü Peygamber, ayrı bir yerde ezanın yüksek ve gür sesle okunmasını
tavsiye etmiştir. Tegannili bir okuyuşta, bazı harf veya kelimelerin eklenmesi ya da
çıkarılmasından özellikle kaçınılması tavsiye edilmiştir2. Buna göre, din görevlilerinin
teganni kelimesini daha çok, ikinci anlamında ele almış oldukları söylenebilir.
Makamla veya sade okunması ile ilgili görüşlerin yanında, üzerinde özellikle
durulan konulardan biri, ezan okumada kullanılan hoparlörlerin ses düzeniyle ilgilidir.
Hoparlörlerin ses ayarlarının gelişigüzel alçaltılıp–yükseltilmesi ve bu tutumun ideal bir
davranış olarak görülmesi eleştirilen noktalardandır. Elektronik cihazlar kullanılmak
suretiyle ezan okunmasının, sesin aktif olarak kullanılmamasına (sesin
tembelleşmesine) neden olduğu söylenebilir. Elektronik cihazların kullanılması,
minarenin şerefesinden ezan okumayı büyük oranda engellediğinden, sesin gerektiği
şekilde kullanılması bu yüzden güçleşmektedir.
Alan araştırması sırasında, ezan okumak için bazen minarenin şerefesine
çıkıldığı, ancak, bunun yanında yaygın olarak, mikrofonun minarenin belli bir yerine
(birkaç merdiven yukarıya) konulmuş olduğu gözlemlenmiştir. Ancak, DĐB, ezanın
minareden ezan okunmasını esas almaktadır3.
MK’lerin ezanı yanlış ve gelişigüzel okumasında, cemaatin de büyük etkisinin
olduğu söylenebilir. Yapılan yanlışa cemaat tarafından tepki gösterilmemesi, bu
uygulamanın doğru gibi algılanmasına yol açarken, din görevlisinin ezan okuyuşunu
düzeltmesi, bu yüzden mümkün olamamaktadır.
Ezan konusunda alınması gerekli olan tedbirlerden biri, yapılan sınavlarda ses
konusu üzerinde hassasiyetle durulmasıdır. Özellikle şehir merkezlerinde görev yapan
MK’lerin, bu konuda daha titiz bir sınavdan geçirilmesi gerekmektedir. Ezan okuma
konusunda gerekli bilgilerin öğrenileceği yerler yok denecek kadar azdır. MK’lerden
ses açısından yetersiz olanların, başka görevlere atanmaları şeklinde bir uygulamanın
başlatılması, alınacak tedbirler arasında zikredilebilir.
DĐB’in ezan konusunda, birtakım çalışmaları bulunurken, ezan okuma öğrenimi
aşamasında, teyp bantlarının –DĐB tarafından– temin edilmesi teklif edilmiştir.
Özellikle şehir merkezlerinde aynı anda ve tek tip ezan okunmasının sağlanması, genel
kabul görmezken, bu konu basın–yayın organlarında değişik zamanlarda
tartışılmaktadır.
“Başka” seçeneği altında yanıt veren bir kişi, insanların camiye karşı ilgilerinin
artırılması için, –ezanın okunmasıyla ilgili– her türlü çabanın gösterilmesini istemiştir.
1.Bkz. Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nun Yay., Đst., 1997, ss.47–56; Abdurrahman
Ceziri, Dört Mezhebe Göre Đslam Fıkhı, C:1, Çağrı Yay., Đst., 1993, s.431; Muhammed Atıf, Đslam Fıkhı, C:5,
Nehir Yay., Đst., 1994, s.429
2.Riyazüs’Salihin, C:2, s.347 ve s.369
3.Bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, s.12
155
Din görevlilerinden birkaçı ise, böyle bir soru sorulmasının gereksizliği üzerinde
durmuşlardır.
DĐB’in hazırlamış olduğu, “Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu
Araştırma Raporu”nda, ezanın okunmasıyla ilgili (%38.3 “müezzinin musiki bilgisi
yok, güzel okuyamıyor”, %11.2 “hoparlör çok açılıyor, ezan anlaşılmıyor”, %8.3
“camiler birbirine çok yakın olduğu için sesler birbirine karışıyor ve rahatsızlık
veriyor”, %3.9 “sabah namazlarında şehir daha sessiz olduğu için, hoparlör öğle ezanı
gürültüsü ayarında oluyor ve yüksek ses rahatsız ediyor”, %0.8 “yukarıdakilerin
hepsine katılıyorum”. Bunun yanında, ezanın görevli olmayanlara –özellikle de sesi iyi
olmayanlara ve çocuklara– okutulması da eleştiri konusu olmuştur) olarak halkın
yaklaşık 2/3’sinin, olumsuz tavır sergiledikleri görülmüştür1. Bu durum, ezanı okuyan
kimselerin (birden fazla görevlinin olduğu camilerde MK, tek görevli olan camilerde
ise ĐH), bahsedilen konuda köklü bir eğitime ihtiyaçları olduğunu akla getirmektedir.
2.2.3.Mevlit, Hatim ve Cenaze Đle Đlgili Görüşler
Mevlit; Đslam Peygamberi’nin doğum günü olarak anlaşıldığı gibi, Peygamber’in
doğum yılı münasebetiyle yapılan merasimler Mevlit olarak adlandırılmaktadır. Bu dini
törenler, önceleri yalnızca Peygamber’in doğumu münasebetiyle düzenlenirken daha
sonraları; diğer kutsal gecelerde, doğum ve ölüm vakalarında, sünnet olmada, nikâh
kıymada, göreve başlamada, bir okuldan mezun olmada, Hacca gidiş–gelişlerde,
Kur’an’ın hatmedilmesi gibi durumlarda da uygulama alanı bulmuştur. Bu törenlerde,
Süleyman Çelebi tarafından kaleme alınan Mevlit kitabı (Vesiletün–Necat), Kur’an’dan
sureler2 ve birtakım ilahiler okunmaktadır.
XV. yüzyılda, Süleyman Çelebi tarafından yazılan Mevlit, mevcut Mevlit
kitapları içinde en çok ilgi görenlerden biri olmuştur. Süleyman Çelebi’nin Mevlidinden
önce ve sonra birçok Mevlit kitabının yazıldığı dikkat çeker3.
Mevlit törenlerinin, özellikle bazı toplumlarda uygulanması ve önemsenmesi ile
ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. Buna göre, anadilin Arapça olmadığı toplumlarda, dini
ritüellerin daha da “inceldiği”, “kalabalıklaştığı” ve kutsallık atfedilen unsurların
çoğaldığı ifade edilmektedir. Bu uygulamada, bilinmeyen bir dille ibadet yapılmasının
etkili olduğu ifade edilmektedir. Hatta gelenekler ve örflere karşı da bir kutsiyet
atfedilmektedir. Arapça bilen Müslüman toplumlarda; dinin, daha çok “rasyonel
formları” ve “selefi yorumları” güçlü iken, Arap dışı toplumlarda, mistik unsurların
daha çok yaygınlık kazandığı görülmektedir. Gelenek, örf, velilerin menkıbeleri ve
diğer bazı dini ritüeller, daha çok “halk Đslam’ı” olarak adlandırılmaktadır. Mevlit de,
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu, s.19 ve s.22
2.Mevlidin toplumsal hayattaki yeri, bu dini törene olan ilginin cinsiyete göre nasıl bir farklılaşma gösterdiği,
Hıristiyanlıktaki birtakım törenlerle karşılaştırılması gibi konular için bkz. Nancy Tapper–Richard Tapper,
“Peygamber’in Doğumu: Türk Đslam’ında Ritüel ve Cinsiyet (Antropolojik Bir Bakış)” (Çev.: Hülya Küçük),
Türkiye Günlüğü, S:40, Mayıs–Haziran 1996
3.Neşet Çağatay, “Đslam’da Mevlid Okutma Geleneği”, Güncel Konular Üzerine Makaleler, Türk Tarih Kurumu
Yay., Ank., 1995. Ayrıca bkz. Osman Çetin, “Tarihte Đlk Resmi Mevlid Merasimleri”, Uludağ Üniv. ĐF Dergisi,
S:2, C:2, Yıl:2, 1987
156
halk Đslam’ının önemli unsurlarından biri olarak kabul edilebilir1. “Halk Đslam’ı” veya
“volk Đslam”ın birtakım uygulamalarının yaygınlık kazanmasında, bilgi seviyesi
yetersiz olan din görevlilerinin etkisi büyük olurken2, Mevlit törenlerinin icra
edilmesinde, din görevlileri aktif rol oynamaktadırlar.
Hatim; Kur’an’ın baştan sona kadar okunması olarak ele alınabilir. Peygamber
döneminden itibaren, Kur’an’ın ezberlenmesi ve dolayısıyla sık sık hatmedilmesi
yaygın bir gelenek olarak uygulama alanı bulmuştur. “Asr–ı Saadet” olarak adlandırılan
dönemde, Kur’an’ın hatmedilmesi o kadar yaygındır ki, Kur’an’ı günde iki defa
hatmedenlerden bahsedilmektedir3.
Hatim merasimleri, Peygamber döneminden günümüze dek devam edegelmiştir.
Bu dini ritüel, “hayırlı” bir olayın sonrasında veya bir “sıkıntı” durumunda yaygın
olarak icra edilmektedir. Mevlit törenleri ise, Peygamber’den sonra ortaya çıkan bir
uygulama (bidat) olarak kabul edilmektedir.
Mevlit okuma veya okutma, halkımız arasında yaygın olarak yerine
getirilmektedir. Bunun yanında, “hatim indirme” biçimindeki dini törenler de yaygındır.
Yapılan bir araştırmada; ailelerin %43’ünün yılda bir kez, %19’unun birkaç yılda bir
kez Mevlit okuttukları ortaya çıkmıştır4. Dini bir tören olarak ele alınan Mevlit okuma
ve okutmanın, dince uygun olmadığının özellikle vurgulandığı eserler de mevcuttur5.
Kur’an’ın, hafızlar tarafından cemaat karşısında okunması, Đslami literatürde
“mukabele” olarak tanımlanmaktadır. Bu merasimler, daha çok Ramazan ayında cami,
mescit ve evlerde yapılmaktadır6.
Din görevlilerinin, yerine getirdikleri dini ritüellerden biri de cenaze merasimidir.
Bir kişi için, ölümden sonra yapılan işlemler, dini uygulamalar arasında önemli bir yere
sahiptir7.
Cenaze işlemleriyle ilgili bilgiler, özellikle hadis ve fıkıh kitaplarında yer alırken,
1.Mümtaz’er Türköne, Osmanlı Modernleşmesinin Kökleri, ss.40–41
2.Tezcan, age, s.188
3.Buyrukçu, age, s.193
4.Đbrahim Yasa, Yirmibeş Yıl Sonra Hasanoğlan Köyü–Karşılaştırmalı Bir Toplumbilimsel Araştırma, AÜ SBF
Yay., Ank., 1969, s.248
5.Bunun için bkz. Özcan, age, ss.594–612
6.Buyrukçu, age, s.193; Bunun için ayrıca bkz. Riyazüs’Salihin, C:2, ss.344–345
7.Genel olarak cenaze merasiminden birkaç gün sonra, “iskat–ı salât” ve “iskat–ı savm” veya kısaca “devir”
işlemleri yapılmaktadır. Bu; ölen kişinin sağlığında gücü yetmemesi veya ihmal etmesiyle kazaya kalan namaz,
yemin ve oruç borçları için bir sadaka verme işlemidir. Devir işleminde, kazaya kalan her bir vakit namaz, yemin
ve her bir gün farz orucu için bir sadakanın verilmesi esas alınmıştır. Ancak, uygulamanın bu şekilde olması,
verilecek paranın büyük bir miktara karşılık gelmesi sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla, bundan kaçınmak
için, fakirler ve sadaka veren arasında paranın karşılıklı alınıp verilmesi ve bu sayede verilecek para miktarının
düşürülmesi amaçlanmaktadır. Iskat–ı salât ve ıskat–ı savm, Hanefi mezhebince “caiz” olarak görülürken, devir
şeklindeki bir uygulama, “hile” olarak ele alınmaktadır. Devir işlemlerinin, ancak, çok fakir olan kimseler için
yapılması uygun görülmüştür. Devir işlemlerinin yürütülmesinin, din görevlilerinin vazifeleri arasında olmadığı,
DĐB tarafından belirtilmiştir. Din görevlilerinin, bunun gibi dini faaliyetlerde bulunmadan çok, kişilere yol
göstermekle vazifeli oldukları ifade edilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı
Mevzuatı, G–70/3. Ayrıca bkz. Vehbe Zuhayli, Đslam Fıkhı Ansiklopedisi, C:2, ss.257–258; Đslami Bilgiler
Ansiklopedisi, C:2, Hikmet Neşriyat.
157
bu işlemlerin yapılması, ayrı bir bilgi birikimini gerektirmektedir. Bu dini faaliyetlerin
yerine getirilmesinde, din görevlilerine büyük görevler düşmektedir.
Mevlit, hatim ve cenaze ile ilgili olarak din görevlilerine sorulan soruya verilen
yanıtlarda (Tablo 23), din görevlilerinin %42.6’sı, bu hizmetlerden ücret alınmamasını
istemiş, %33.3’ü ise ücret alınabileceğini ifade etmiştir. %5.3’lük bir oran, bu soruyu
yanıtsız bırakmıştır. Yanıtları, “başka” seçeneği adı altında ele alınanların oranı ise %32
olmuştur.
Mevlit, hatim ve cenaze ile ilgili olarak genel anlamda bir soru sorulmuş, ancak,
din görevlilerinin önemli bir kısmı, bu soruya ücretle irtibatlı olarak cevap vermişlerdir.
Bunun yanında, farklı birtakım kriterlerin, verilen yanıtlarda göz önüne alındığı dikkat
çekmektedir. Din görevlilerinin bu konudaki düşünceleri, şu başlıklar altında ele
alınabilir.
a.Ücret: Bu törenler aslından çıkarılıp, para kazanma aracı haline
getirilmişlerdir. Bu törenleri; birçok din görevlisi, ticaret ve geçim kaynağı gibi
görmektedir.
Mutlaka para alınacaksa, Mevlit ve cenaze işlemlerinden alınması gerekir.
Ancak, Kur’an’ın hatmedilmesinden kesinlikle para alınmamalıdır.
Bu dini faaliyetlerin yerine getirilmesi karşılığında, din görevlilerine, hak etmiş
oldukları ücret verilmelidir. Din görevlisinin memnun edilmesi esas alınmalıdır.
Din görevlisi, insanların parasal durumuna göre ücret alabilir. Yoksa insanlarda,
din görevlisinin bu işi yapmaya mecbur olduğu biçiminde bir kanaat uyanır ve itibarı
düşer. Eğer kişi gerçekten fakir ise, bu işlemlerin ücretsiz yapılması lazımdır.
DĐB; hatim, Mevlit ve cenaze işlemlerinin görev bilinci içinde yapılmasını ve bu
işte Allah rızasının göz önünde bulundurulmasını istemektedir. Bu vazifeler
karşılığında ücret talep edilmesi, görevde etkili ve başarılı olmayı önleyen ve halkın
güvenini sarsan davranışlar olarak ele alınmaktadır1. Ancak, Mevlit okutan kimseden
para alınması ve caminin giderleri için harcanması, din görevlilerinden istenmektedir2.
Alan araştırması sırasında, din görevlilerinden bazılarının; Mevlit, hatim ve
cenaze işlemlerini “ek iş” gibi algıladıkları görülmüştür. Hatta bazı din görevlileri,
meslektaşlarından bir kısmının bu faaliyetler için bir “rayiç fiyat” oluşturduklarını
belirtmişlerdir. Ele geçen maaş miktarının az olmasının, böyle bir anlayışın oluşmasına
neden olduğu söylenebilir.
b.Đnsanların bilgilendirilmesi: Đnsanların, yukarıda söz edilen törenler hakkında
doğru bir şekilde bilgilendirilmeleri gerekir. Cemaatin çoğu; Mevlit gibi, dinin özünden
olmayan konulara önem vermekte ve diğer ibadetlere yeterince ilgi göstermemektedir.
Bu dini merasimlerin, farz ibadet gibi algılanması yanlıştır. Öncelikli olarak, farz
ibadetlerin yapılması gerekir. Bu konuların, dinin en önemli vecibeleriymiş gibi
sunulması, dinin anlaşılmasına mani olmaktadır.
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, s.13
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, s.77; Dinle ilgili olarak
faaliyet gösterenlerin, yaptıkları iş karşılığında ücret almaları tutumunun eleştirisi; bu konuda Yahudi ve
Hıristiyan din adamlarının tutumlarının yoğunlaştığı alanlarla ilgili olarak bkz. Kur’an, Tevbe (9) / 34–35
158
Bahsedilen dini merasimler, bir anlamda halkın ihtiyacıdır. Din görevlilerinin, bu
konuda üstüne düşen görevleri, gerektiği biçimde yerine getirmeleri elzemdir.
Mevlit’i, yaygın hale getirmek yersizdir. Kur’an’ı, herkesin okumaya çalışması
gerekir. Bu şekildeki dini törenlerden çok, eğitim ve ibadet konularına önem
verilmelidir. Bu dini törenlerin yerine getirilme biçiminin, din görevlileri dışındaki
kimseler tarafından bilinmesi bir gerekliliktir.
Din görevlilerinin, Kur’an’la ilgili bilgilerinin yeterince gelişebilmesi için, her
gün bir cüz okumaları gerekmektedir.
Bu konudaki görüşler, dinle ilgili birçok eserde belirtilmiştir. Uygun olan
davranış, sahih birtakım kitaplara göre davranılmasıdır.
Bahsedilen dini davranışların yerine getirilmesi ve karşılığında ücret alınmasının,
bazı din görevlilerini büyük ölçüde rahatsız ettiği dikkat çekmektedir. Din
görevlilerinin, bu faaliyetleri yerine getirme konusunda “tek merci” gibi algılanmasının
önlenebilmesi için, halkın bilgilenmesinin istenilmiş olma ihtimali büyüktür.
c.Dinin gerçek anlamda bilinmesi fırsatının oluşumu: Bu faaliyetler,
insanların bir araya gelmesi için bir fırsat olarak ele alınmalıdır. Bu sayede insanlara,
“gerçek Đslam” anlatılmış olur. Bu törenlerde, insanların aynı çatı altında toplanması
sağlanmaktadır. Söz konusu törenlerin, “dine hizmet” için bir araç olarak kullanılması
uygun olurken, kişilerin manevi duygularının gelişmesi de bu sayede sağlanmış olur.
Mevlit, Peygamber için bir methiyedir, okunması faziletlidir. Ancak, insanların
dini görevlerinin, bu merasimlerle gereğince yerine getirilmiş olduğu düşüncesinin
oluşması engellenmelidir. Bu merasimler, dua etmede bir vesile olarak ele alınabilirler.
Ahireti ve ölümü hatırlattığından dolayı, cenaze işlemlerine katılmak gerekir.
Din hizmetinin gereğince yapılması ve insanlara dinle ilgili bilgilerin aktarılması
konusunda belli vazifeleri yerine getiren din görevlilerinin, bahsedilen dini törenleri bir
vesile gibi ele almış olma ihtimalleri bulunmaktadır. Buna göre, din görevlilerinin
parasal gelir yanında, manevi bir kazanç sağlama düşüncesinde oldukları ileri
sürülebilir.
d.Đtibar: Bu gibi faaliyetler, din görevlilerinin itibarını düşürdüğünden, ücret
karşılığı yapılması doğru değildir. Bir din görevlisi; Mevlit, hatim ve cenaze törenine
iştirak ederken görevinin şeref ve haysiyetini her şeyin üstünde tutmalıdır. Maddiyata
karşı bir zaaf içinde olmamalıdır.
Din görevlilerinden bazıları, kimi dini faaliyetler karşılığında ücret alınmasının;
insanlarda, din görevlilerine parayla her türlü işin yaptırılabileceği düşüncesinin
oluşmasına neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bununla birlikte, toplum üzerinde söz
sahibi olma durumunun da yitirildiği ifade edilmiştir. Bu anlayış; din görevlilerini, ücret
karşılığı görev icra eden “memur”lara dönüştürmektedir.
e.Zorunluluk: Din görevlilerinin, bu faaliyetleri yerine getirme konusunda, bir
mecburiyetlerinin olmadığının bilinmesi gerekir. Ancak, her din görevlisi, bu alanda
bilgi sahibi olmalıdır. Cenazeyi yıkamak, din görevlileri için bir zorunluluk gibi
algılanmaktadır. Hâlbuki bu işlemlerin, ölen kişinin akrabaları tarafından yapılabilmesi
mümkündür. Bahsedilen bu dini faaliyetin, her insan tarafından yerine getirilmesi
davranışının yaygınlaştırılması gerekir.
159
Yukarıda adı geçen dini faaliyetlerin yerine getirilmesi, DĐB’e bağlı din
görevlilerinin vazifeleri arasında yer almamasına rağmen, toplum; bu faaliyetleri, din
görevlilerinin yapması gereken işler arasında görmektedir. Bu görevlerin yerine
getirilmemesi, bazen, din görevlilerinin amirlerine şikâyet edilmesine bile neden
olabilmektedir. Bahsedilen dini faaliyetler, yaygın ve örgün din eğitimi sayesinde,
toplumun büyük bir kısmı tarafından öğrenilebilecek bir özellik taşımaktadır.
f.Dinde sonradan ortaya çıkan uygulamalar (bidat): Bu törenlerin icra
edilmesi esnasında, dinle ilgisi olmayan birtakım uygulamaların ilave edilmesi sonucu
hurafelerin oluştuğu da bilinen gerçeklerdendir. Özellikle, Mevlit ve cenaze
törenlerinde birçok hurafe bulunmaktadır. “Mevlit bidati”nin bu derece yaygınlaşması
bile, bu durumlardan rahatsız olmak için yeterli neden sayılmalıdır.
Bahsedilen törenler, güzel adetler (bidat–ı hasene) olarak görülmelidir. Dini
açıdan önemli bir boşluk, bu sayede doldurulmuş olmaktadır. Dünya hayatında dinin
temel birtakım gereklerini yerine getirme yönünden önemli bir çaba sarf etmeyen
insanlar için bu törenler, öldükten sonra kişiyi kurtarma tedbirleri olarak ele
görülmektedir.
Bu törenler, bidat olarak ele alınabilirken, uygulamaların dine karşı bir yönünün
olmadığı yaygın olarak bilinmekte ve dinle ilgili eserlerde bu gibi konulara
rastlanmamaktadır. Đyi bir inceleme sonunda, bu türden faaliyetlere Asr–ı Saadet’ten bir
referans bulunacağı söylenebilir. Dinde, yapılması mutlaka gerekli olan birtakım
emirlerin (farz, vacip) dışındaki alanda (sünnet, nafile vs.), belli bir sınırlama yoktur ve
daha çok bu alanda; kişiye, yöreye, zamana, şartlara vs. göre değişik tutumlar
sergilemek mümkün olabilmektedir.
“Başka” seçeneğinde ele alınan ve ilginç yanları bulunan yanıtlardan bazıları şu
biçimde sıralanabilir;
“Mevlit bir dua ve na’tten ibarettir. Bu sebeple, kişinin Mevlit okutmakla cenneti
garanti altına aldığı gibi bir düşünceye sahip olması yanlıştır. Kur’an, asıl tefekkür etme
ve amel için indirilmiştir. Tefekkürsüz, amelsiz hatmin faydası yoktur. Mevlit, hatim ve
cenaze işlerinin din görevlileri tarafından yapılması ve mukabilinde ücret alınması din
görevlilerinin itibar kaybına sebep oluyor”,
“Kur’an’ın “ölü kitabı” olmadığı anlatılmalıdır”,
“Bu unsurların, din görevlisi için geçim vesilesi yapılması iyi değildir”,
“Fakir ve zengin ayrımı yapmadan bu işlemler yerine getirilmeli”,
“Çoğu gösteri amacıyla yapılıyor”,
“Düzenli bir cenaze yıkama yeri olmalıdır”,
“Bu işlerin özel görevlileri olmalıdır”,
“Dini olan her şeye saygım vardır”.
Din görevlileri tarafından Kur’an okuma karşılığında para alınması konusu da,
toplumda sık sık tartışılan bir özellik arz etmektedir. Bununla ilgili görüşlerin ele
alınması ve birtakım değerlendirmelerde bulunulmasında yarar vardır.
2.2.4.Kur’an Okuma Karşılığında Para Alınması Konusu
Đslam dininin kutsal kitabı Kur’an, nazil olduğu dönemden itibaren, bu dinin
160
müntesipleri tarafından okunmakta ve emirleri yerine getirilmektedir. Kur’an’ın
öğrenilmesi, öğretilmesi ve okunması; Peygamber tarafından ve sonraki dönemlerde
ortaya çıkan mezheplerin temsilcileri tarafından tavsiye edilmesine rağmen, Kur’an
okumasını bilmeyen Müslümanlar daima var olagelmişlerdir. Bu durum karşısında,
Kur’an’ı başkalarına okutmak biçiminde bir uygulama başlamıştır.
Başkalarına Kur’an okutma geleneği; özellikle Ramazan aylarında, sevinçli
durumlarda, sıkıntılı birtakım zamanlarda, birinin ölümü durumunda ya da sonrasında
gerçekleşebilmektedir.
Kur’an’ın başkalarına okutulması ve buna bağlı olarak ücret alınıp–alınmaması
ile ilgili Peygamber’in Hadisleri ve mezheplerin görüşlerinin varlığı, Peygamber
dönemi ve daha sonraki dönemlerde, bu yöndeki uygulamaların mevcudiyetini akla
getirmektedir.
Kur’an okumanın öğrenilmemesi ve buna karşılık bazı kimselere okutulmasının,
Mevlit okutma geleneğine paralel olarak geliştiği söylenebilir. Çünkü Mevlit olarak
adlandırılan dini faaliyetlerde, Peygamber’i yücelten naatlar yanında, Kur’an’dan bazı
bölümler ve ilahiler de okunmaktadır.
Kur’an öğretimi karşılığında para alınmaması, Peygamber’in tavsiyeleri arasında
yer almaktadır1. Bazı durumlarda ise, Kur’an öğretimi karşılığında para alınabileceği
belirtilmiştir. Ücretle Kur’an öğretimi ile ücretle Kur’an okunması konularına aynı
şekilde yaklaşılmamaktadır. Ücretle Kur’an öğretiminin, ücretle okumaya göre daha
uygun olduğu yönünde görüşler bulunmaktadır. Kur’an okunması karşılığında para
alınması ile ilgili, mezhepler arasında kesin bir görüş birliği bulunmazken, bazı
otoritelere göre Kur’an’ın ücretle okunması uygun değildir2. Hatta Hanefi mezhebi
imamlarınca, yalnızca bu konuyu ele alan eserler yazılmıştır3.
Din görevlileri, Kur’an’ın ücretle okunması konusunda, öncelikli olarak
başvurulan bir konumda bulunmaktadırlar. Dolayısıyla da, din görevlilerinin bu konuya
karşı nasıl bir yaklaşım içinde olduklarının bilinmesi, bunların mesleki durumlarıyla
ilgili birtakım görüşlerin ileri sürülmesine yardımcı olabilir.
Kur’an okunması karşılığında para alınmaması yönünde görüş bildirenler %62,
bu konuda olumlu bir tutum içinde olanlar %21.3, hediye olarak alınabileceğini
belirtenler %10, cevap vermeyenler %3.3 biçiminde bir dağılım göstermektedir (Tablo
24). “Başka” seçeneği başlığı altında ele alınabilecek olanlar ise, %18’lik bir orana
sahiptir. Din görevlilerine bu konuda yöneltilen soru açık uçlu olduğundan, olumlu
veya olumsuz olarak verilen cevaplar yanında, birtakım açıklamalarda da
bulunulmuştur. Bu görüşlerin, “başka” seçeneği altında ele alınması uygun
görülmüştür. Bu soruya, “alınmamalıdır”, “alınmalıdır”, “karşıyım” veya “caiz
değildir” şeklinde kısa yanıtlar verenlerin oranı da yüksektir.
Para alınmaması yönünde görüş bildirenlerin çoğunluğu, bu davranışın din
1.Đbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, C:17, s.252
2.Bkz. Beşer, age, ss.60–92; Canan, age, C:17, s.252; Özcan, age, ss.546–561
3.Beşer, age, ss.60–92
161
açısından uygun olmadığı kanaatini taşımaktadırlar. Bunun yanında, cevap olarak,
mezheplerin görüşlerini yazanlar da bulunmaktadır. Din görevlilerinin, bu konuları
kapsamına alan ve dini alanda otorite olarak kabul edilen kimselerin eserlerini gözden
geçirmiş oldukları, verdikleri yanıtlardan anlaşılmaktadır.
Dini birtakım hizmetler karşılığında ücret alınmaması yönünde görüş
bildirenlerin bir kısmı, para almanın; hem meslek ve hem de kişilik yönünden prestijin
düşmesine neden olduğu görüşündedir. Bahsedilen din hizmetinin para karşılığı yerine
getirilmesinin, insanlarda; din görevlilerinde paraya karşı bir eğilimin olduğu biçiminde
bir düşüncenin oluşumuna zemin hazırladığı ileri sürülmüştür.
Halkın, din görevlilerine olan ihtiyacının, ancak, bir Mevlitte veya cenazede
hissedildiği belirtilerek; kişilerde, din görevlisine parayla her isteğin kabul
ettirilebileceği inancının yaygın olduğu ifade edilmiştir.
Kur’an’ın parayla okunmasına olumsuz bakanların, üzerinde durdukları
konulardan biri de “pazarlık”tır. Parayla Kur’an okunmasıyla ilgili olarak pazarlık
yapılması, din görevlileri hakkında olumsuz bir imajın oluşmasına neden
olabilmektedir. Hatta bazı din görevlilerinin ifade etmiş oldukları gibi, bu konu (Mevlit,
cenaze, hatim için belli bir “rayiç fiyat” oluşturulmuş olduğu) halk arasında alay konusu
bile olabilmektedir.
Para alınması konusunda olumlu görüşe sahip olanlardan bir kısmı, para
alınmasını pazarlık yapmama şartına bağlamıştır. Pazarlık yapmanın, din görevlilerinin
hem meslek ve hem de kişiliğini zedeleyeceğinin bilincinde olanlar, bu şekilde cevap
verme ihtiyacı duymuş olabilirler. Verilen ücretle ilgili, belli bir miktarın olduğu
yönünde birtakım görüşler bulunmaktaysa da, miktarı belirleyen faktörün, Kur’an veya
Mevlit okutan kişinin parasal durumu olduğu söylenebilir. Bu konuda, manevi bir
sorumluluktan kurtulma ve din görevlisinin memnun edilmesi temel faktör olarak
görüldüğünden, yüksek miktarda para verilmesinden kaçınılmamaktadır. Hatta okunan
Kur’an’ın veya Mevlidin, verilen ücret oranında kabul edileceği biçiminde yaygın bir
anlayış bulunmaktadır1.
Araştırma kapsamına dâhil edilen din görevlilerinin çoğunluğunun, kırsal
kesimde vazifeli olduğu bilinmektedir. Kur’an’ın parayla okunmasıyla ilgili, daha çok
büyük yerleşim yerlerinde bir talebin olması ve dolayısıyla çoğu din görevlisine, bu
yönde bir isteğin gelmemesi, bu konuda olumsuz bir tavrın takınılmasına neden olabilir.
Kur’an ve Mevlit okutma konularında, din görevlilerine zorunlu olarak görev
verildiği durumlar da olmaktadır. Gerçekleştirilecek bir Mevlit töreninde, dışarıdan
birileri getirilmiş olsa bile, cami görevlileri de, bu törene iştirak etme durumunda
kalmaktadırlar. Bu durum, birçok din görevlisinin bu törenlere ister–istemez iştirak
etmesini gerekli kılabilmektedir.
Israr edilmesi durumunda, din görevlisinin para alabileceği belirtilmiş olmasına
rağmen, bu görüşün gerçeği tam olarak yansıtmadığı söylenebilir. Çünkü Mevlit, hatim,
Yasin okuma gibi faaliyetlerde, din görevlisi kendisine belli miktarda para verileceğini
bilmekte ve ona göre davranmaktadır. Kur’an okutan kişi de, din görevlisinin bu işi
1.Özcan, age, s.612
162
ücretsiz olarak yapmayacağını düşünmektedir. Dolayısıyla iki taraf arasında
“görülmeyen bir anlaşma”nın var olduğu söylenebilir1.
Din görevlisinin ihtiyacı olması durumunda, para alınmasının uygun olabileceği
belirtilmiştir. Genel olarak, devlet memurlarının maaş durumları göz önünde
bulundurulduğunda, parayla ilgili bir ihtiyacın her zaman olacağı tahmin edilebilir. Din
görevlileri de, 657 sayılı DMK’ya tabidirler ve ücret konusunda diğer memurlara yakın
bir ücret almaktadırlar.
Đhtiyaç olması halinde paranın alınabileceği biçiminde bir yanıtın verilmiş
olması, Đslam hukuku (fıkıh) açısından belirgin bir bilgisizliğin din görevlileri arasında
yaygın olduğunu göstermektedir. Çünkü Đslam fıkhına göre, bir konuda aşırı ihtiyaç
halinde “haram” addedilen şeyler alınır veya hüküm verilir. Bahsedilen bu hususlar, çok
özel olup sayısı azdır. Buna göre; birçok eserde, para karşılığı Kur’an okuma genellikle
tasvip edilmezken, ya belirtildiği gibi davranılmak istenmemekte ya da kişisel birtakım
yorumlarla hareket alanı genişletilmeye çalışılmaktadır.
Zamanın harcanmasına neden olduğu için, bu işlerin karşılığında para
alınabileceğini belirten din görevlileri bulunmaktadır. Bu düşüncenin, fıkıhtaki
hükümlerin esas alınması sonucunda ortaya çıkmış olduğu söylenebilir2. Ancak,
özellikle ĐH’lerin dini gece ve günlerde yapılan faaliyetlere katılması onların görevleri3
arasında yer almaktadır.
Bir kısım din görevlisi, “karşılıklı rıza”nın olması halinde, para alınabileceğini
ifade etmiştir. Kur’an okuyanın ve para verenin karşılıklı memnuniyetlerinin olması,
yapılan işi meşru gibi göstermektedir. Bu durumda, tamamıyla kişisel bir tatminin
sağlanmaya çalışıldığı, dini faaliyetlerin manevi boyutunun ise görmezden gelindiği
dikkat çekmektedir.
Para alınmasına olumlu yaklaşanlardan bazıları, bu dini faaliyetlerin, bir meslek
gibi algılanmasının yanlış olduğunu ve meslek gibi algılanmaması koşuluyla para
alınabileceği ifade etmişlerdir.
Verilen şeyin hediye olması durumunda, Kur’an okuma karşılığı para
alınabileceği ifade edilmiştir. Bununla ilgili birtakım eserlerde referanslar
bulunmaktadır4. Yalnız bu, çok yaygın bir görüş olarak ele alınmamıştır. Bu davranışta,
Kur’an okuyanın memnun edilmesinin esas alındığı dikkat çekmektedir.
Para ile Kur’an okutmanın ekonomik olmaktan çok, psikolojik ve itikatla ilgili
olduğu belirtilmektedir. Bu şekilde Kur’an okutan kimseler, hiçbir dini vecibeyi yerine
getirmeseler bile, bu davranışlarıyla bir rahatlık kazanmaktadırlar. Đnançla ilgili
bilgisizlik, kişilerin bu şekilde davranmalarına neden olabilmektedir. Kur’an’da geçen
Yahudi ve Hıristiyan din adamlarının para kazanma tutumları ile para karşılığı Kur’an
okuma durumu karşılaştırılmakta ve bu durum, onları taklit biçiminde ele alınmaktadır.
1.Bkz. Özcan, age, ss.552–553
2.Bkz. Özcan, age, ss.546–561
3.Bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, ss.71–72
4.Mehmet Talu, Dini Meselelerimiz, C:1, Fatih Kitabevi, Đst., 1997, ss.534–535
163
Aynı şekilde, bu tutumun Kur’an’da eleştirildiği de görülmektedir1.
Bazı din görevlilerinin, birtakım dini merasimlerle ilgili olarak (Mevlit, hatim,
nikâh, Yasin, cenaze, devir vs.) uzmanlık elde ettikleri ve kimilerine bu konuda hiç
teklif gitmemiş olduğu da, ifade edilen görüşler arasında yer almaktadır.
“Başka” seçeneği içinde ele alınan ve farklı birtakım yanları olan görüşler
bulunmaktadır. Bu görüşlerden biri; her insanın, Kur’an okumayla ilgili ihtiyacının
karşılanması için çaba sarf edilmesi gerektiği biçimindedir. Bunun için de, din
görevlilerine büyük vazifeler düştüğü belirtilmiştir. Yapılan çalışmalarda, manevi bir
karşılık almanın yeterli olduğu ifade edilmiştir. Okunan Kur’an’dan manevi bir karşılık
alınması gerektiği biçimindeki görüşün, insanlara anlatılmasının gerekliliği üzerinde
durulmuştur.
“Başka” başlığı altında ele alınan ve ilgi çekici olan birtakım görüşleri şu şekilde
sıralamak mümkündür;
“Para alınmalı, çünkü din görevlisi bu işleri yaparken bir emek harcamakta ve
diğer işleri geri kalmaktadır”,
“Hocaya sadaka verir gibi bir tutum vardır. Bundan dolayı bu işten uzak
duruyorum”,
“Şafii mezhebinde para alınması, hatta pazarlık yapılması caizdir. Ancak, Hanefi
mezhebinde caiz değildir”,
“Ücret alınması, din görevlisinin vermek isteği mesajın alınmasını
engellemektedir”.
“Aldığım ücreti olduğu gibi öğrencilere harcıyorum”,
“Temel geçim vasıtası yapılmamalıdır”,
2.2.5.Hizmet Öncesi–Hizmet Đçi Eğitim Kurslarına Bakış Açısı
Din görevlilerinin mesleki bilgi düzeyleriyle ilgili olarak, hizmet öncesi ve
hizmet içi eğitim faaliyetleri büyük bir önem taşımaktadır. Hizmet öncesi eğitim, din
görevliliği sınavı kazanıldıktan sonra gerçekleştirilen bir hazırlık çalışmasıdır. Hizmet
içi eğitim ise, din görevliliği mesleği süresince belli aralıklarla gerçekleştirilmektedir.
Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimle ilgili olarak daha önce birtakım bilgiler verilmişti.
Hizmet öncesi eğitim, yeni göreve başlayacak olan din görevlilerinin birçok
alandaki eksik bilgilerini tamamlamak veya yanlış bilinenlerini düzeltmek için
verilmektedir. Hizmet içi eğitim, mesleki süreç içerisinde, eksikliği hissedilen ve yeni
gelişmeler ışığında öğrenilmesi gerekli olan ve unutulan bilgileri vermeyi
amaçlamaktadır. Ayrıca, bu sayede, din görevlileri arasında sık sık gerçekleşemeyen
görüşme imkânı da sağlanmaktadır. Bu eğitim faaliyetleriyle birlikte, mesleki alanda bir
canlanma olacağı beklentisi bulunmaktadır.
Hizmet öncesi ve özellikle de hizmet içi eğitimde, bazı yeniliklerin verilmesi
çoğu zaman amaçlanmaktadır. Ancak, bu yeniliklere karşı personelin tutumunun farklı
olması da olağandır. Personelin (iş gören), gösterme ihtimali olan tutumlar; “etkin
direnme” (reddetme), “edilgin direnme” (yavaşlatma), “umursamazlık” (soğukluk),
1.Mehmet Talu, ss.534–535
164
“benimseme” (destek verme), “etkin benimseme” (işe coşkulu bir biçimde sarılma)1
biçiminde ele alınabilir.
Yapılan bu araştırmada, din görevlilerine hizmet içi eğitimle ilgili soru sorulma
yoluna gidilmemiş, ancak Harput’ta bulunan Eğitim Merkezi’ne gidilmek suretiyle
birtakım bilgiler elde edilmeye çalışılmıştır. Bunun yanında, din görevlilerine
uygulanan anketten sonra ve farklı zamanlarda yapılan enformel görüşmelerde de bu
konuya değinilmiştir.
Müftülükten alınan bilgilere göre, 1997 ve 1998 yılı içinde, mahallinde üç dönem
hizmet içi eğitim kursu düzenlenmiştir. 45–55 gün arası devam eden bu kurslardan her
birine, yaklaşık 80 din görevlisi katılmıştır.
Eğitim Merkezi’ndeki görevlilerle görüşme yoluna gidilmiş ve kurumun işleyişi,
problemleri vs. konularında bazı bilgiler derlenmeye çalışılmıştır. Eğitim Merkezi’nde,
görüşme yapılan tarihte 54 personel (daha çok memur) bulunmaktaydı. Son dönemde,
DĐB’den gelen talimat gereğince, bu çalışanlardan bir kısmının kurumlar arası geçiş
yapmak suretiyle başka devlet kurumlarına geçmeleri istenmiştir. Alınan bilgilere göre,
eğitim merkezinin en çok aktif olduğu dönemler, yılın üç veya dört ayını
geçmemektedir.
Araştırma yapılan dönemde, mahalli olarak yapılan hizmet öncesi eğitim
kursunda göreve başlayacak olan 70 din görevlisi bulunmaktaydı. Kursiyerler için üç
sınıf oluşturulmuş ve her sınıfta 23 kişinin kurs görmesi sağlanmıştır. Ödenek
olmadığından dolayı, her din görevlisi adayından 12 milyon alınmış (1997) ve bu yolla
kurs giderleri finanse edilmeye çalışılmıştır.
Hizmet öncesi eğitim kursu sonunda, din görevlileri adayları sınava tabi
tutulmaktadırlar. Başarılı olmayan kursiyerlerin, mümkün olduğu takdirde, bir sonraki
kursa öncelikli olarak alınması yönünde bir eğilim bulunmaktadır.
Hizmet öncesi eğitim kursu, üç aşamada ele alınabilmektedir. Bunlar; temel
eğitim, hazırlayıcı eğitim ve staj eğitimi biçiminde sıralanabilirler. Bunlardan;
Temel eğitim, ilk 10 günü kapsamaktadır. Bu eğitim süresinde kursiyerlere
Đnkılâp Tarihi, Milli Güvenlik, Tasarrufu Teşvik, Türkçe ve Edebiyat dersleri
verilmektedir. Bu derslerin ders notları, DĐB tarafından hazırlanmakta ve eğitim
merkezlerine gönderilmektedir.
Hazırlayıcı eğitimin süresi ise 30 gün olmaktadır. Bu süre içinde; Kur’an
(tashih–i huruf, ezber, yüzünden okuma), Dini Bilgiler (fıkıh), Cemaatle Đlişkiler (adab–
ı muaşeret), Hitabet, Teçhiz–Tekfin, Mevzuat Bilgisi dersleri verilmektedir.
Staj eğitiminin en kısa süresi 6 ay olmaktadır. Normalde din görevlisinin bir
camide ikinci görevli olarak bulunması ve bu süre içinde eksikliklerinin tecrübeli
kimseler tarafından tespit edilip giderilmesi ve bundan sonra da kadroya atanması
(asaletinin tasdik olması) gerekmektedir. Ancak, eleman eksikliğinden dolayı böyle bir
uygulama gerçekleştirilememektedir. Din görevlisi, temel ve hazırlayıcı eğitim aldıktan
sonra görev yerine gitmektedir.
1.Đ. Ethem Başaran, Yönetimde Đnsan Đlişkileri–Yönetsel Davranış, Kadıoğlu Mat., Ank., 1992, s.311
165
Enformel görüşme yapılan müftüler, hizmet içi eğitimin daha yaygın hale
getirilmesi taraftarıdırlar. Müftüden başlamak suretiyle, en düşük din görevlisine
varıncaya kadar herkesin bu kurslara katılmasının zorunlu hale getirilmesi istenmiştir.
Bunun yanında, Hizmet Đçi Eğitim Yönetmeliği’nin değişmesi gerektiği ısrarla
vurgulanmıştır. Eğitim merkezlerinin, müftülüklerle çok sıkı işbirliği yapması halinde,
bu merkezlerden çok daha verimli bir şekilde faydalanılacağı ifade edilmiştir.
Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim faaliyetlerine ödenek ayrılmaması, en çok
şikâyet edilen konuların başında gelmektedir. Bu faaliyet için ayrılan ödeneğin, bir defa
için bile yeterli olmayacağı belirtilmiştir.
Eğitim merkezlerindeki öğretici sayısının az olduğu ve bilgi yönünden takviye
edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Müftülerin çoğunluğu, eğitim merkezlerinin bütün
illerde oluşturulması gerektiği görüşündedir. Bu merkezlerin belli illerde bulunması,
hizmet öncesi ve hizmet içinde birçok faaliyetin gerçekleştirilmesini engellemektedir.
Bu kurslarda, “öğretici” konumunda olan görevlilerin seçiminde, çok hassas
davranılması istenmiştir. Özellikle, DĐB–üniversite işbirliği eksikliğinin bu noktada
hissedilmiş olduğu dikkat çekmektedir.
Görüşmeye tabi tutulan din görevlileri, özellikle cami görevlilerinin (ĐH, MK ve
vaiz) düzenli olarak kurstan geçirilmeleri yönünde görüş bildirmişlerdir. Hizmet içi
eğitim kurslarının devamlı olmasının, kişinin kendisini sürekli olarak bir öğrenme
süreci içinde hissetmesini sağladığı ileri sürülmüştür. Yolluk ve yevmiye verilmesi
şartıyla, hizmet içi eğitim kurslarının her yıl yapılmasına olumlu gözle bakılmaktadır.
Bazı din görevlileri, hizmet öncesi–hizmet içi eğitimde ihtiyaçların, kişinin
kendisi tarafından karşılanması gerektiğini belirtmişlerdir. Kişinin, masrafını kendisinin
karşılamasının, işin ciddiyetle takip edilmesine neden olacağı edeceği ifade edilmiştir.
Din görevlilerinden bir kısmı, bu kursların ciddi tutulması halinde, ĐHL’de birkaç yılda
öğrenilen bilgilerin bu zaman içinde elde edilebileceğini belirtmişlerdir.
Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim kurslarında başarılı olanlara, memuriyette
derece/kademe ve ödül verilmesi halinde, verimin daha yüksek çıkacağı ifade
edilmiştir.
Eğitim merkezinde bulunan din görevlisi adaylarının bir kısmının, hizmet öncesi
eğitimi ciddi bir faaliyet gibi görmedikleri dikkat çekmektedir. Hatta bir kısım din
görevlisi adayı, eğitim merkezinde bulunmayı “tatil” gibi ele almış ve bu kursların belli
formaliteleri yerine getirmek için açılmış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yine, enformel
görüşme yapılan din görevlileri de, benzer kanaatleri paylaşmaktadırlar. Bu anlayışın
yaygınlığına göre, hizmet içi eğitim kursundaki verimin düşük seviyelerde kalacağı
söylenebilir.
Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim kurslarında, en çok eksikliği hissedilen
konuların başında “Kur’an ezberi”nin geldiği, öğreticiler tarafından ifade edilmiştir.
Ezberin miktarı ve doğru ezberlenmesi, din görevliliği mesleğinin gereklerinin yerine
getirilmesinde önemli etkenler olarak ele alınmaktadır. Ancak, Kur’an ezberinin istenen
düzeyde olabilmesi için, belli bir zamana ihtiyaç bulunmaktadır. Hizmet öncesi veya
hizmet içi eğitim kursları, ezber miktarının artırılması konusunda kısmi bir başarı
sağlayabilecek durumdadırlar. Bu alanda belli bir standardın tutturulabilmesi için, kurs
166
sürelerinin uzatılması, gerekli bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yapılan bir araştırmada, din görevlilerinin %70.47’sinin hizmet içi eğitim
kursuna katılmadığı, %29.53’ünün ise bu kurslara katılmış olduğu tespit edilmiştir1. Bu
sonuçlara bakılarak; din görevlilerinin, mesleklerinin gereklerini “tam” yerine
getirmelerinde etkili olan birtakım bilgilerin verilmesi hedefine yönelen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin, çok düşük bir düzeyde gerçekleştiği söylenebilir. Bu durum, din
görevlilerinin meslekteki memnuniyetlerini etkileyebilmekte ve verimliliğin düşmesine
neden olabilmektedir. DĐB’in yapması gereken, din görevlilerinin sistemli bir şekilde
hizmet içi eğitim kurslarından geçirilmesi amacıyla birtakım tedbirlerin alınması
(yaptırım uygulanması, ödüllendirme vs.) olmalıdır. Ayrıca, gerek şehir içi ve gerekse
şehirlerarası nakillerde, hizmet içi eğitim kursundan alınan puanların göz önüne
alınması biçiminde bir uygulama başlatılabilir.
Aynı araştırmanın sonuçlarına göre, din görevlilerinin 2/3’si, hizmet içi eğitimin
“oldukça faydalı” olduğunu, %30.67’si “orta derecede” yararlı olduğunu, çok az bir
oran da yararı olmadığını belirtmiştir2. Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim
kurslarındaki birtakım eksikliklere rağmen, yine de devam edenlerin büyük bir kısmı
memnuniyet duymaktadır. Görevin icra edilmesi esnasında mesleki bilgi eksikliğinin
hissedilmiş olması, böyle bir eğitim faaliyetine olumlu yaklaşılmasını sağlayabilir.
Eğitim kurslarında verilen derslere, din görevlilerinin yaklaşım biçimleri, ele
alınması gerekli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan bir araştırmada, en çok
ihtiyacı hissedilen konuların hangileri olduğu ele alınmıştır. Buna göre; %22.4
Kur’an’la ilgili bilgi, %50.6 dini birtakım bilgiler (hadis, tefsir, akaid, fıkıh vs.), %11.3
metot bilgisi, %12.5 beşeri ilişkilerle ilgili bilgilere ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır3.
Bir başka araştırmada da, sırasıyla; Kur’an’la ilgili bilgiler, dini bilgiler, metot bilgisi
ve güncel sorunlarla ilgili bilgilerin elde edilmesi gereği üzerinde durulmuştur4. Din
görevlilerinin eksikliğini hissettikleri bilgiler böyle bir dağılım ortaya koyarken, eksik
bilgilerin kısa bir sürede verilebilmesi şüphelidir. Çünkü özellikle Kur’an’la ilgili
bilgilerin içine; tecvid bilgisi, ezber bilgisi ve Kur’an’ı anlama bilgisi gibi konular
girmektedir ve bunların kısa bir sürede verilmesi adeta imkânsızdır. Kısaca, “dini
bilgiler” başlığı altında alınan kısımda, değişik birçok alan bulunmaktadır ve her biri
değişik bir uzmanlaşmayı gerekli kılmaktadır. Din görevlisi, öğrenim gördüğü okuldan
tam formasyon alamadan mezun olduğunun farkına, bu aşamada varabilmektedir.
Dolayısıyla, din görevlilerinin birçok bilgiye ihtiyaçlarının olduğu bir ortamda, onlara
kısa bir zamanda çok çeşitli bilgilerin verilmesi güçtür. Yapılması gereken, din
görevlilerine bireysel bilgilenme yollarının öğretilmesi ve bilginin edinilmesi için
birtakım yaptırımların (sınav, nakil, derece verme, ödüllendirme vs.) uygulanmasıdır.
Ayrıca, yetenek isteyen çeşitli alanlardaki eksikliklerin, ancak, pratik yapmak suretiyle
1.Köylü, age, s.116
2.Köylü, age, s.117
3.Keyifli, age, s.194
4.Köylü, age, s.118
167
azaltılabileceği söylenebilir.
2.3.Din Görevlilerine Yöneltilen Eleştiriler ve Bu Eleştirilerin Yoğunlaştığı
Alanlar
Mesleğin gereklerinin yerine getirilmesi sırasında, hiç şüphesiz din görevlileri,
birtakım eleştirilere maruz kalmaktadırlar. Yapılan eleştiriler, çeşitli sebeplerden
kaynaklanabilmektedir. Yapılan eleştirilerin hangi alanlarda yoğunlaştığı, daha çok
kimlerin eleştiride bulunduğu, din görevlilerinin yapılan eleştiriye karşı takınmış
oldukları tutumun ne olduğu, din görevlilerinin amiri konumundaki kimselere yapılan
şikâyetlerin mahiyetinin neler olduğu konuları, üzerinde durulmaya değer görülmüştür.
Yapılan şikâyet ve eleştirilerin haklı olup–olmaması da, konunun ayrı bir boyutunu
oluşturmaktadır.
Yukarıda bahsedilen konularla ilgili olarak, din görevlilerine birtakım sorular
yöneltilmiş ve verdikleri yanıtlar birtakım dağılımlarla gösterilmeye çalışılmıştır.
2.3.1.Eleştirileri Yönelten Kesim
Belli bir mesleği yerine getiren kişilerin eleştirilmesi, o meslek alanında birtakım
eksikliklerin olduğunu ilk anda akla getirmektedir. Eleştiriler, mesleğin gereklerinin
tam olarak yerine getirilmesi için çaba harcanmasının itici bir gücü de olabilmektedir.
Meslekle ilgili olarak tenkitte bulunanların kimlikleri, bu kimselerin bilgi
durumları, eleştiri nedenleri, eleştirideki ciddiyet veya samimiyetleri vs., eleştirinin göz
önüne alınmasında etkili olacaktır.
Eleştiride, çeşitli kişisel özelliklerin yanı sıra, mesleki birtakım eksikliklerin de
etkili olduğu söylenebilir. Eleştirinin kişisel veya meslekle ilgili olduğunun bilinmesi,
yapılan eleştirinin değerlendirilme biçimine etki edebilmektedir.
Din görevlilerini en çok (%55.3) eleştiren kimselerin, “tenkitçi” bir karaktere
sahip kimseler olduğu ortaya çıkmaktadır (Tablo 25). Yarıdan fazla din görevlisinin bu
şekilde cevap vermesi, yapılan eleştirilerin haksız olduğunu akla getirmektedir. Eleştirel
bir yapıda olan kişiler, bu tutumlarını hayatın her alanında gösterme eğiliminde
olabilirler. Eleştirmek ve hatta bu tutumu daha da ileri götürmek, bazı insanların
hayatının ayrılmaz bir parçası gibi ele alınabilirken, bu durum çoğu zaman, eleştirinin
yeri ve dozunun yanlış olması ihtimalini de akla getirmektedir.
Tenkit etmede ikinci sırayı (%33.3), “dinle ilgisi olmayanlar”ın aldığı dikkat
çekmektedir. Yukarıda bahsedildiği şekliyle, bu eleştiride daha çok, eleştirel bir
karaktere sahip olmanın etkin bir biçimde rolü olduğu söylenebilir.
Bir alanla az–çok ilgisi olan kimselerin, o alanı tenkit etmeleri ve eleştiriyi ileri
götürmeleri bir haklılık payının olduğunu akla getirebilir. Çünkü bireyler genel olarak
bulundukları konumu veya alanı, kusursuz bir şekilde görmek isteyebilirler. Bir alanda
veya konumda en küçük bir eksikliğin veya hatanın olmamasına özen göstermek,
sonuçta o alanda mükemmele ulaşmaya neden olabilir. Ancak, alan dışında
bulunanların veya bu konuyla doğrudan ilgisi olmayanların eleştiri yöneltmeye hakları
yoktur. Bir konuya vakıf olamama, onunla ilgili birtakım önyargıların oluşum hızını ve
önyargı çeşitlerini artırabilirken, eleştiride bulunanların, objektif bakış açısını yakalaya168
mamalarına da etki edebilir.
Araştırmada, kendilerini eleştirmeyenlerin olduğunu belirtenlerin oranı %10.6
olmuştur. Eleştiri yöneltilmemesi, uyumlu bir çevreyi akla getirirken, din görevlisinin
her alanda dengeli hareket etmesi de, bu sonucun ortaya çıkmasında etkilidir denebilir.
Bunun yanında; görev yapılan yerin nüfus yönüyle homojen veya heterojen yapısı,
toplumun bu göreve atfetmiş olduğu değer vs. etkenlerin de eleştiride etkisi
yadsınamaz.
Eleştirilerden bir kısmı, bilgi ve yaşantı yönünden din görevlilerinden üstün
vasıflara sahip olanlar tarafından yöneltilmiştir. Bunların oranı %5.3’tür. Bu durum;
tenkit eden kimseye bir haklılık payı vermekte, eleştiri yapıcı bir nitelik taşımakta ve
mesleğin daha iyi ifa edilmesi yolunda bir adım atılmasına neden olabilmektedir.
Meslektaşları tarafından eleştirildiklerini belirtenlerin oranı %2 olmuştur. Az da
olsa, din görevlisi meslektaşını eleştirenler bulunmaktadır. Meslekteki hata veya
eksikliklerle ilgili birtakım eleştiriler olabilirken, kişisel birtakım faktörler de bunda
etkili olabilir.
“Başka” seçeneği altında cevap verenlerin oranı %2.6 olarak gerçekleşmiştir. Bu
şekilde yanıt verenlerden bir kişi, “dini bilmeyen” ve “kulaktan dolma” bilgiye sahip
olanların eleştiride bulunduklarını belirtmiş; diğeri ise, “kişi namaz kılmaz, ama ezan
niye okunmadı diye yakınır” biçiminde cevap vermiştir. Dinin emirlerinin, hiyerarşik
yapısını (farz, vacip, sünnet) bilmeyen kimselerin, özellikle cami görevlilerine
“sataşma”yı adet haline getirmiş oldukları ifade edilmiştir.
Din görevlilerini sevmeyen kimselerin tenkitte bulunduğunu belirten bir kişi ise,
“yüzüme karşı tenkit eden olmadı. Ama tenkide konu olabilecek bütün durumları
düşünüp ona göre tedbir alıyorum” biçiminde yanıt vermiştir.
2.3.2.Eleştiriye Karşı Takınılan Tavır
Mesleklerle ilgili olarak yapılan eleştiriler, doğal bir durum olarak ele alınabilir.
Bu sayede, dış dünyaya kapalı olunan birtakım konularda değişim gerçekleşebilir ve bu
da meslekte birçok yönden güncelin yakalanmasına yardım edebilir.
Eleştirinin yapıcı olması yanında, değişim için motor görevini üstlenen eleştirinin
dikkate alınması da ayrı bir öneme sahiptir. Birtakım eleştirilerde bulunma, günümüz
toplumlarında geçerli değerler olan “demokrasi” ve “insan hakları”nın da bir gereği gibi
ele alınabilmektedir.
Din görevliliği mesleğini yürüten kimselerin, eleştirilere karşı sergiledikleri
tutum, onların mesleki konumlarına, bilgilerine, kişilik yapılarına vs. göre
farklılaşabilir.
Din görevlilerinin yaklaşık 1/5’inin birden fazla seçenekle yanıt verdikleri
görülmüştür (Tablo 26). Buna göre, yapılan eleştiri karşısında çeşitli tutumlar
sergilenmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Din görevlilerinin %19.3’ü; bilgi ve samimiyete
göre, eleştiren kişiyi dikkate aldıklarını ve eleştirilen bir yön olduğunda düzeltme
yoluna gittiklerini belirtmek suretiyle, iki seçeneğe birden cevap vermişlerdir.
Din görevlilerinin %60’ı, eleştirenlerin bilgi ve samimiyetine göre eleştiriyi
dikkate aldıklarını belirtirken, %56’lık oran da eleştirilen yönün (eksik veya hata)
169
düzeltilmesi yoluna gittiklerini ileri sürmüşlerdir. Çok az orandaki (%2) din görevlisi,
“önemsemem” şeklinde cevap verirken, iki kişi de soruyu yanıtlamamıştır.
Daha önceki verilere göre, daha çok “bilgi ve yaşantı olarak daha üstün kişiler”
ve “meslektaşlar”ın eleştirilerinin dikkate alınacağı ifade edilebilir. Bu şekilde cevap
verenlerin oranı %7.3 olmaktadır. Dolayısıyla, dikkate alınan eleştirilerin oranının çok
düşük düzeyde kaldığı söylenebilir.
Eleştiride bulunan kimsenin, eleştirdiği konularla ilgili eksik veya hatalı bir
bilgilenme içinde bulunması, eleştirinin haklılık payını ortadan kaldırırken, çoğu zaman
bu tür eleştirilere karşılık verilmesi de gerekmez. Eleştiri yapılan konuya bir bütün
olarak bakmamak ve mevcut şartları göz önünde bulundurmamak, eleştiride hedef
sapmasına neden olabilir. Bu ise sonuçta, aynı kişinin haklı olsa bile, birtakım konulara
eleştirel yaklaşmasının önünde bir engel oluşturmakta ve yapılan eleştirilerde bir güven
sorununun yaşanmasına neden olmaktadır.
Eleştirilen bir yönünün olması halinde bunu düzeltme yoluna gideceklerini
belirtenlerin (%56), bu şekilde cevap vermeleri, “mesleki bir ahlak”ın oluşmasıyla
açıklanabilir. Eleştiride, olumlu veya olumsuz birtakım düşünceler ileri sürülebilir. Her
iki duruma göre –eleştirinin haklılığı göz önünde bulundurularak–, karşıdakini takdir
etme biçimindeki bir davranış, mesleki olgunluk olarak değerlendirilebilir.
Đş veya meslek ahlakı, “verimliliğin itici gücü”1 biçiminde ele alınmakta ve
burada; kişisel, mesleki ve kurumsal açıdan bir verimlilik kaçınılmaz olmaktadır. Bu
suretle yapılan eleştirilerin, hiçbir şekilde karşılıksız kalmayacağı bilinci içinde
olunması; kişisel, mesleki ve kurumsal bir itibar yükselmesine de neden olabilir.
Eleştirinin yapılmasını önemsemeyenlerin (%2), kişilik olarak çevresini dikkate
almayan bir yapıda oldukları söylenebilir. Görevin yerine getirildiği çevrenin dikkate
alınmaması, verimsizliğe ve huzursuzluğa neden olabilecek birtakım durumların ortaya
çıkmasına zemin hazırlayabilir.
2.3.3. Bir Üst Mercie Yapılan Şikâyetlerin Đçeriği
Din görevlilerinin eleştirilmesi ve bununla da yetinilmeyerek bir üst mercie
şikâyet edilmesi de söz konusudur. Araştırma kapsamına alınan din görevlilerinin
tamamının (müftüler ve müftü yardımcısı hariç) amirleri, il ve ilçe müftülüklerindeki
yöneticilerden oluşmaktadır. Đlçe müftülerinin amiri il müftüsü olurken, il müftüsününki
ise “mülki amir” konumundaki vali ve DĐBA’daki yöneticilerdir. Bu başlık altında, din
görevlileriyle ilgili olarak daha çok müftülüklere yapılan şikâyetler ele alınmaya
çalışılacaktır.
Din görevlisinin eleştirilmesi ve şikâyet edilmesinin daha çok kişisel veya
mesleki problemler çerçevesinde olduğu daha önce belirtilmişti. Şikâyet mercii olan
müftülüklere; hem sözlü ve hem de yazılı birtakım başvuruların olduğu bilinmektedir.
Bu şikâyetlerin değerlendirilme biçimi de (uyarı, ceza, nakil vs.) değişebilmektedir.
Din görevlilerinin şikâyet edilmesi, onların hatalı veya eksik taraflarının olduğu
biçiminde bir düşünceyi akla getirmektedir. Bunun yanında; amirlerin tutumları, izlenen
1.Orhan Türkdoğan, Đşçi Kültürünün Yükselişi (Đş Ahlakı), Timaş Yay., Đst., 1998, s.113
170
resmi prosedür vs., şikayetlerin ciddi ve objektifliği hakkında bilgi verebilecek bir
mahiyet taşımaktadır.
Đlgili verilere göre (Tablo 27), din görevlileriyle ilgili şikayetlerin fazlasıyla var
olduğu (%72.6) anlaşılmaktadır. Meslektaşlarıyla ilgili şikâyetlerin varlığının bizzat din
görevlileri tarafından tescil edilmesi, önemli bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
konuda cami cemaatinin görüşleri elbette önemlidir, ancak, bu görüşlerin objektif
olmama ihtimali de bulunmaktadır.
Şikayetin olmadığı yönünde cevap verenlerin %24.6 oranına ulaşması, din
görevlilerinden bazılarının; daha çok homojen, uyumlu, hoşgörünün yaygın olduğu
ortamlarda görev yaptıklarını akla getirmektedir. Şikâyetlerin sayısı ve niteliği ile ilgili
yeterince bilgi sahibi olmama da, bu şekilde bir yanıtın verilmesinde etkili olabilir.
Cevap vermeyenlerin oranı %2.6’dır. Anket formlarının amirlerce görülmesi
ihtimalini göz önünde bulunduran din görevlilerinin, cevap verme konusunda çekingen
davranmış olabilecekleri düşünülebilir.
Şikâyet olduğunu belirtenler, birden fazla konuya değinmişlerdir. Bu durum,
şikâyetlerin çeşitliliği hakkında bilgi verirken, din görevlilerinin uyum derecesi
hakkında da görüş sahibi olmayı sağlamaktadır.
Şikâyetler, ünvan değişkenine göre değerlendirildiğinde, belirgin bir farklılaşma
görülmemesine rağmen, yine de unvan değişkeninin bu şekilde bir görüş bildirmede
etkili olduğu söylenebilir. “Şikâyet var” biçiminde görüş bildirenlerin oranının, ünvanın
yükselmesine paralel olarak arttığı görülmektedir. Yönetici olmanın, kurumsal yapının
işleyişi hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirmesi, bu sonucu doğurabilir.
Din görevlilerinin şikayet edilmesi ve daha sonraki aşamalarda, birtakım gayrı
resmi veya resmi prosedür takip edilmektedir. Öncelikli olarak, sözlü veya yazılı
olmasına göre şikâyet ele alınmaktadır. Sözlü şikâyetler, tahkikat aşamasını bir yönüyle
engeller niteliktedir. Yazılı şikâyetler, daha sağlıklı bir sonuç alınmasında etkili
olabilmektedir.
Şikâyet durumunda murakıp, müftü tarafından görevlendirilmekte ve öncelikli
olarak şikâyet eden kişiyle görüşme sağlanmaktadır. Din görevlisiyle de, ayrıca
görüşülmektedir. Murakıp, din görevlisinin görev yaptığı çevrede birtakım bilgiler
edinir ve bu bilgileri müftüye sunar. Murakıbın yaptığı tahkikat sonunda; idari, adli
veya hiçbir öneme sahip olmayan bir durumla karşılaşılabilir. Tahkikat sonunda kesin
bir şeye rastlanmaması durumunda, mevcut dosya saklanır ve işleme konmaz.
Yönetsel bir konuda suça rastlanması halinde, müftülükçe birtakım
düzenlemelere başvurulmakta, hem din görevlisinin ve hem de şikâyetçi olanın mağdur
edilmemesi sağlanmaktadır. Adli bir durum karşısında, gerekli işlemler
başlatılmaktadır.
Murakıplar, din görevlilerinin şikâyet edilmesi aşamasında tahkikat yapmada rol
oynadıkları gibi, yıl boyunca belli aralıklarla camileri teftiş etmektedirler. Günde en az
1, haftada ise 10 caminin denetimi öngörülmektedir. Denetimler sırasında, gerekirse,
din görevlilerinin mesleki durumu, cami ve çevreyle ilgili olarak müftülüğe bilgi
verilmektedir. Belediye sınırları içindeki camiler her zaman denetlenebilirken, belediye
sınırları dışındaki camilerin denetimi için, il valiliğinin onayı gerekmektedir. Personel
171
sayısı az olduğundan, ilçede murakıp bulundurulmasına ihtiyaç görülmemiştir. Đhtiyaç
olsa bile, bu alanda büyük bir kadro sıkıntısının olduğu söylenebilir. Elazığ
Müftülüğü’nde sadece iki murakıbın olması, bu sıkıntının göstergesi olarak ele
alınabilir.
Murakıplık konusu ele alındığında, değinilmesi gerekli olan diğer bir husus da,
DĐB’in teftiş sistemi, müfettişler ve müfettiş–murakıp ilişkisi olmaktadır. DĐB’de
müfettiş olarak 62 personel bulunmaktadır. Öncelikli olarak, bu sayının çok yetersiz
olduğu belirtilmelidir. Bunun yanında, müfettiş ve murakıp şeklindeki ayrım, ister
istemez birtakım sorunların meydana gelmesine neden olmaktadır. Murakıplık
statüsünün yeniden düzenlenmesi ve maddi yönünün iyileştirilerek, teftiş sistemi içinde
ele alınması gerekli bir durum olmaktadır. Sadece din görevlileriyle ilgili
soruşturmalarda devreye giren müfettişlerin, özellikle rehberlik ve problemlerin tespiti
gibi konularda daha aktif bir konumda olmaları sağlanabilir1.
Müftüler, genellikle din görevlileriyle ilgili olarak yapılan şikâyetlerin yersiz ve
daha çok kasıtlı olduğu görüşündedirler. En çok şikâyet edilen konu, göreve devamla
ilgili olmaktadır. Kur’an ve ezan okunmasıyla ilgili olarak da şikâyetler mevcuttur.
Şikâyetlerde, dini bilgiye sahip olmayan kimselerin çoğunlukta olduğu ifade
edilmektedir.
Yapılan şikâyetlerin çoğunluğunda, din görevlilerinin üslup hatalarının söz
konusu olduğu ifade edilmiştir. Belli bir siyasal eğilime sahip olma şikâyete sebep
olabileceği gibi, din görevlisinin bilgi eksikliği ve birtakım insanları zan altında
bırakması da şikâyetlerde etkili olabilmektedir. Bunun yanında, özellikle kırsal kesimde
çeşitli nedenlerle (siyasal, parasal vs.) taraf tutma da, şikâyet konuları arasında
sayılmaktadır.
Yapılan görüşmelerde; murakıplar, din görevlilerinin, en çok görevin ihmal
edilmesinden dolayı, müftülüklere şikâyet edildiklerini belirtmişlerdir. Cami derneği ile
din görevlisi arasında birtakım problemlerin varlığına da dikkat çekilmiştir. Cami
derneklerindeki kimselerin, çoğu zaman haksız yere din görevlisinin görev alanına
müdahale ettikleri ifade edilmiştir. Dernek yetkilileri, kendilerini caminin sahibi gibi
gördüklerinden, her türlü tasarruf yetkisinin de kendilerinde olduğunu
düşünmektedirler. Bu da, ister istemez din görevlileri ile dernek yetkilileri arasında
anlaşmazlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır2.
Bireysel meselelerden dolayı şikayet olduğunu belirtenlerin oranı %6.4’tür.
Siyasal nedenlerle şikâyet edildiğini belirtenlerin de aynı oranda bir dağılım
gösterdikleri açığa çıkmaktadır. Bu konuda, hem din görevlisinin ve hem de çevredeki
insanların belli bir hoşgörüye sahip olmalarının, bu türden şikâyetlerin azalmasında
etkili olabileceği ifade edilebilir.
Mesleki bilgisizliğin, şikayet konusu olduğunu ifade edenlerin oranı %12.8’dir.
Din görevlilerinin itibarlarında bir azalmadan söz edilmesine rağmen, yine de din
1.Ahmet Keskin, Diyanet Đşleri Başkanlığı Teftiş Sisteminin Yapısı ve Đşleyişi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
AÜ SBE, Ank., 1995, ss.99–102
2.Bkz. Özcan, age, ss.590–593
172
alanında “lider” olarak kabul edilmektedirler. Đtibarın azalmasında, bilgi düzeyinin
etkisi büyüktür. Buna rağmen, herhangi bir dini konuda görüş alınma isteğinde, ilk
başvurulan kimseler yine din görevlileri olmaktadır. Şikâyet, bilginin arttırılmasında,
“motive edici” bir unsur da olabilir.
Göreve düzenli bir şekilde devam edilmemesi, şikayetler arasında önemli bir yer
tutmaktadır (%21.1). Bunun yanında, göreve gelmediğini haber verememeden dolayı
yapılan şikayetin oranı da %7.3 olarak gerçekleşmiştir. Yine, caminin zamanında
açılmaması (%8.2), şikayet konuları arasında yer almaktadır. Đzinli olarak bir yere
gitmenin bile, şikayet konusu olduğunu belirtenlerin oranı da %5.5’tir. Ezanın
zamanında okunmamasının şikayet konusu olduğunu belirtenler ise %9.1 oranındadır.
Daha çok cami hizmetlerini yerine getiren din görevlilerinin, her namaz saatinde
görev yerinde olma zorunluluğu; meslek dışında belli bir alanda çaba gösterme, ziyaret
ve çeşitli faaliyetlerin yarım kalmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla, din
görevlilerinin her namaz vaktinde görev yerinde bulunmaları biraz güçleşmekte ve
göreve gelememe, ister istemez cami cemaatinin tepkisine neden olmaktadır. Göreve
devamla ilgili problemlerin, toplam olarak %36.6’lık bir değere karşılık geldiği
görülmektedir. Đzinli olarak görevden ayrılma konusu ve ezanın zamanında
okunmaması da, göreve devam konusu içinde ele alındığında, bu oran %51.2’ye
erişmektedir.
Din görevlilerinin göreve devamı ile ilgili olarak, çeşitli tedbirlerin alınması
mümkündür. Öncelikli olarak, büyük köy ve kasabalardaki camilere, il ve ilçelerde
olduğu gibi birden fazla din görevlisi atanabilir. Bunun dışında, tek bir cami ve
görevlinin olduğu yerleşim yerlerindeki bazı kimselerin (muhtar, köy ihtiyar meclisi,
öğretmen vs.), din görevlilerinin göreve devamı, izinleri vs. konularda yeterince
bilgilendirilmeleri sağlanabilir1. Din görevlilerinin izin günlerinin, caminin uygun olan
bir yerine asılması biçimindeki uygulamanın yaygınlaştırılması da, bilgilendirmede
etkili olabilir2.
Din görevlileri, mesleklerinin eleştiriye çok açık olduğunu ve herkesin din
görevlilerini eleştirme hakkını kendinde bulduğunu belirtmişlerdir. En küçük bir olayın
bile, eleştiri konusu olduğunu ve bu durumun din görevliliği mesleğini çok sıkıcı bir
hale getirdiği ifade edilmiştir.
Yapılan gözlemlerden anlaşıldığı kadarıyla; cami cemaati, din görevlilerince bir
“baskı unsuru” olarak algılanmaktadır. Hâlbuki cami cemaati, “hoşgörü”nün ve
“hataları görmezlikten gelme”nin temsilcisi olmalıdır. Cami cemaatinin psikolojisinin,
din görevlisinin vazifesini severek ve isteyerek yapmasında etkisinin çok büyük olduğu
dikkat çekmektedir.
Cami cemaatinin, din görevlisini herhangi bir konuda uyarırken, bunu onur kırıcı
bir biçimde yaptığı ve ilişkilerde saygı ve sevgi unsurunun göz ardı edildiği ifade
1.Din görevlilerinin; muhtar ve öğretmenle ilişkilerinin iyi olduğu yapılan bir araştırmadan anlaşılmıştır. Bkz.
Köylü, age, s.88
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, s.81’de bu konuyla ilgili
bilgi verilmektedir.
173
edilmektedir. Cemaatin, bazı konularda, çok mutaassıp tavırlar sergilediği belirtilmiştir.
Din görevlileri, kendilerinin ahlak ve bilgi yönünden eleştirilmelerine mantıklı olarak
bakarlarken, bireysel birtakım durumların eleştiri konusu olmasını ise eleştirmişlerdir.
Din görevlileri, özellikle yaşlı cemaat tarafından çok eleştirildiklerini belirterek,
yaşlıları ikna etmenin zorluklarından bahsetmişlerdir. Yapılan gözlemlere göre, emekli
ve yaşlı olanlar evde oturma yerine, cami, çay ocağı, köy odası vb. mekânları tercih
etmektedirler. Bu kimseler, bazen vakit namazından yarım saat, hatta 45 dakika önce
camiye gitmektedirler. Caminin kapalı olması durumunda ise, din görevlisinin
eleştirilmesi ve şikâyet edilmesi söz konusu olmaktadır.
Toplumla fazla bütünleşme gerçekleşmediğinden dolayı, şikayetlerin olduğunu
belirtenler %8.2’ye karşılık gelmektedir. Görüşülen bazı müftüler, din görevlilerinin
toplumla bütünleşme açısından zayıf bir durumda bulunduklarını ve bunun sonucunda
da, en küçük bir hatanın şikâyet konusu olarak ele alındığını belirtmişlerdir. Görev
yapılan yerle ilgili olarak; insanların örf, adet ve geleneklerine uyulmadığından dolayı,
şikayette bulunulduğunu ifade edenler ise %5.5 oranındadır. Bu durumun otaya
çıkmasında; halkın birtakım örf ve adetleri, dinin bir gereğiymiş gibi algılamalarının
etkisinin olacağı söylenebilir.
Mesleğe uygun hareket edilmemesinden dolayı, şikayet olduğunu ifade edenlerin
oranı %16.5 olarak gerçekleşmiştir. Din görevliliği mesleğini icra edenlerin,
insanlardan farklı davranması gerektiği konusunda yaygın bir görüş bulunmaktadır. Bu
durumda, din görevlilerinin en küçük bir hatası, ihmali ya da yanlış anlaşılabilecek bir
hareketi, eleştiri konusu olmakta ve amirlere şikâyet edilmektedir. Halkın, din
görevlisini mükemmel ve “varlığın sırrını keşfetmiş”1 insan tipi olarak görme
beklentisinin gerçekleşmemesi, şikâyet konusu olarak ele alınabilmektedir.
Görüşülen din görevlileri, halkın büyük bir bilgisizlik içinde olduklarını
belirtmişlerdir. Özellikle giyim konusunda, bu bilgisizliğin açıkça görüldüğüne dikkat
çekmektedirler. Din görevlisinin, yaz mevsiminde bile ceket giymesi–kısa kol gömlek
giymemesi, takke takması gerektiği görüşünde olan insanların sayısının çokluğu dile
getirilmektedir2. Araştırmacının kırsal bölgedeki öğretmenlik deneyimleri, bu şekilde
bir anlayışın yaygın olduğunu destekler niteliktedir. Hatta din görevlilerinin; bisiklet ya
da motosiklete binmesi, futbol oynaması ve çeşitli boş zaman etkinliklerini
gerçekleştirmeleri eleştiriye, hatta şikâyete neden olabilmektedir. Đnsanlar, din
görevlilerini; teknolojinin yararlarından “faydalanmaması gereken kişiler” olarak
görmektedirler. Hatta din görevlisinin evindeki eşyaların bile, cami cemaatinin
eleştirisine neden olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, din görevlilerinin bireysel
durumlarının eleştiri konusu olduğunu belirtenlerin toplam oranı (başka seçeneği de
dâhil) %20 civarında iken, çevre ile uyumsuzluk problemi içinde olanlar %42.12’dir3.
Caminin temizliğiyle ilgili şikayetlerin olduğunu belirtenlerin oranı %6.4’tür.
1.Demirkol, agm
2.Benzer konular için bkz. Şafak, agm
3.Köylü, age, ss.73–76
174
Yapılan ayrı bir çalışmada, bu oran daha yüksek çıkmıştır1. Đl ve ilçe müftülüklerinde
yönetici konumunda olanlarla yapılan enformel görüşmelerde de, benzer bir şikayetin
varlığından bahsedilmiş ve din görevlilerinden bir kısmının temizlik konusunda hassas
davranmadıkları ifade edilmiştir.
3.Din Görevliliği Bilincinin Oluşumu
Bilinç (şuur); “bir şeyi anlama, tanıma ve kavrama gücü; kendi varlığından,
benliğinden haberdar olma hissi”2 biçiminde tanımlanabilir. Genel anlamda bilinç;
“bireyin her türlü bilgi, düşünce ve davranışlarını organize eden zihin durumu”3
biçiminde ele alınmaktadır. Đnsanın, toplum içinde yer aldığı gerçeğinden hareket
edildiğinde, bilinç kavramı geniş bir boyut ve sosyal bir içerik kazanmaktadır4.
Dolayısıyla bilinç, insan yaşamında etkili olan birtakım olaylar ve değişimlerle ilgili
bilgi birikimidir denilebilir.
Bilinçlilik (consciousness) ise; “insanın amaçlı bir etkinliği, toplumsal
gelişmenin yasalarına uygun olarak gerçekleştirmesi durumu”5 biçiminde
tanımlanabilir.
Meslek; “belli bir eğitimle kazanılan, kuralları toplumca benimsenmiş ve kazanç
elde etmek için yürütülen, sistemli faaliyetler bütünü”6 olarak tanımlanmaktadır.
Meslek, her zaman geçim vasıtası olarak algılanmayabilir. Meslekten belli bir tatmin
sağlanması önemli bir faktör olurken, bu, bazen parasal unsurların önüne geçebilir.
Dolayısıyla, mesleklerin parasal getiri noktasının esas alınması suretiyle bir
genellemeye gidilmesi her zaman doğru olmayabilir.
Mesleğin seçimi ya da tercih edilmesini, çeşitli unsurlar belirleyebilmektedir.
Ancak, en önemli unsurun, kişinin; “çeşitli özelliklere ne derecede sahip olduğu
konusunda kendini değerlendirmesi” olduğu söylenebilir. Bu durum, genel anlamda
“benlik” şeklinde ele alınmaktadır. Bunun yanında, kişinin “çeşitli özelliklere ne
derecede sahip olmak istediği açısından kendini değerlendirmesi” de “ideal benlik” adı
altında ele alınmaktadır. Mevcut “benlik” ile “ideal benlik” arasında ve meslekle “ideal
benlik” arasındaki mesafenin az olmasına göre, meslekle uyuşma ya da meslekten
“hoşnut olma” gerçekleşebilmektedir7. Böyle bir uyumun, belli bir zaman sonra kişide,
meslekle ilgili bir bilincin oluşmasını sağladığı söylenebilir.
Mesleki bilinçle ilgili olarak, “iş doyumu”ndan bahsetme gereği ortaya
çıkmaktadır. Đş doyumu, kısaca; “iş görenlerin halen sahip oldukları iş rollerine dönük
1.Köylü, age, s.76
2.D. Mehmed Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Rehber Yay., Ank., 1990
3.Demir–Acar, age
4.Erol Göka, “Bilinç”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, C:1, Risale Yay., Đst., 1990
5.Özer Ozankaya, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü, Savaş Yay., Ank., 1984
6.Sıtkı Akbaba, “Kendini Değerlendirme Türü Ölçeklerin Kullanılmasının Bireylerin Đlgi ve Yeteneklerinin
Farkına Varmaları Üzerindeki Etkisi”, Akademik Araştırmalar, Yıl:1, S:5, Yaz 1997
7.Y. Kuzgun Meyvacıoğlu, “Benlik ve Đdeal Benlik Kavramlarının “Tercih Edilen Meslek” Kavramı Đle Đlişkisi”,
AÜ Eğt. Bil. Fak. Dergisi, C:16, S:1, Yıl:1983
175
duygusal yönelimleri” şeklinde tanımlanabileceği gibi, “iş görenin, işine karşı
gösterdiği duygusal bir tepki”1 olarak da ele alınabilir. Yapılan işten, belli bir tatmin
sağlanmasını etkileyen birçok faktör söz konusudur. Bu faktörlerin hepsinin, iş
doyumunu etkilediği söylenebilir.
Din görevlilerinde, meslek bilinci oluşumunun konu edildiği bu başlık altında;
mesleki bilinç oluşumunu etkileyebilecek birtakım faktörler ele alınmaya çalışılmıştır.
Bu amaçla; mesleğin seçiminde etkili olan faktörler, din görevlisinde mesleki açıdan
olması gerekli özellikler, mesleğin tatmin edici ve tatminsizliğe neden olan yönleri,
başka bir meslek seçme durumu, mesleğin optimum verimlilikle yerine getirilmesi ve
halkın ihtiyaçlarının karşılanması, mesleğin herhangi bir nedenden dolayı gizlenilmesi
ve meslekten ayrılma isteği, toplumun bu meslek sahiplerine atfettiği itibar, baba
mesleğinin “yerel din” anlayışının oluşumuna etkisi, çocukların mesleki olarak
yönlendirilme biçimi, mekansal farklılığın dini algılamaya etkisi, görev yerinin ve
meslektaşların değerlendirilme biçiminin incelenmesine gerek duyulmuştur.
Din görevlisinin mesleki bilinciyle ilgili olarak ayrıca; meslekteki ahlaki ve dini
duyarlığın derecesi, dindarlığın algılanış durumu, ahlaki ve dini olarak kişilerin
kendilerini değerlendirme biçimleri ele alınmıştır.
Siyasal bilincin oluşumu, daha çok meslekle irtibatlı olarak ele alınmaya
çalışılmıştır. Burada; din görevlilerinin sahip oldukları laiklik anlayışı; siyasal tercihi
etkileyen unsurlar; din–devlet ilişkilerini algılayış biçimi üzerinde durulmuştur.
Din görevliliği mesleğindeki “iş doyumu”nun bir göstergesi olabilecek
unsurlardan; sahip olunan ve ilgilenilen yazılı kaynaklar; mesleki yayınların takip
edilme durumu ele alınmaya gayret edilmiştir. Ayrıca; din görevlilerinin boş zaman
etkinlikleri; günümüzde yaygın olarak kullanılan kitle iletişim araçlarından radyo ve
televizyonla ilişkilerin hangi boyutlarda olduğu, incelenmiştir.
Mesleğin benimsenmesinde bir ölçüt olarak ele alınabilecek olan bilgi durumu
içinde; mesleğin başarı grafiğinin yükselmesinde gerekli bilgi çeşitleri; kazanılmış
bilgilerin yeterli olma durumu; mesleki bilgilerin değişme durumu; ihtiyaç duyulan yeni
bilgiler; dini–mesleki bilgilerin oluşumunda etkili referans noktaları; Đslam’ın hukuksal
yönüyle (fıkıh) ilgili düşüncelerin değerlendirilmesi uygun görülmüştür. Din
görevlilerinin kültürel yönelimleri üzerinde de ayrıca durulmuştur.
3.1.Din Görevlilerinde Mesleki Bilincin Oluşumu ve Mesleki Yaşamın
Değerlendirilme Biçimi
Meslekler, “kurumlaşmış faaliyet biçimi” olarak ele alınabilir. Meslek; sosyal ve
bireysel alanda merkezi bir öneme sahiptir. Bir faaliyetin, meslek olarak ele
alınabilmesi için; tekniği, uygulanış biçimi, sunulan imkânları, belli bir değere karşılık
gelmesi, toplum tarafından kabul görmesi ve kurumsallaşan birtakım değerleri olması
gerekmektedir. Bir mesleğin belli bir süre devam ettirilmesi, bireylerin dünya görüşü ve
yaşamı algılayış tarzlarının oluşumuna yardımcı olur. Meslek sınırlarının belli bir
1.Ali Balcı, “Đş Doyumu ve Eğitim Yönetimine Uygulanması”, AÜ Eğt. Bil. Fak. Dergisi, C:16, S:1, Yıl:1983
176
mantığının olması, insan davranışlarının da ona göre oluşumunu gerekli kılmaktadır1.
Mesleğe özgü birtakım davranışlar, zamanla yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak
algılanabilir ve kişiliğin belli bir çizgide oluşmasını sağlayabilir.
Bireylerde mesleki bilincin ve meslek ahlakının oluşması, belli bir süre zarfında
gerçekleşir. Mesleki koşulların bireyi kuşatma derecesi, bilincin oluşum hızını ve
niteliğini gösteren bir unsur olarak ele alınabilir.
Toplumda yaygınlığı fazla olmayan ve uç gruba hitap eden mesleklerde, birtakım
ahlak esaslarının oluşumu belli bir süreyi alabilir. Ancak, yaygınlığı olan mesleklerde
oluşan ahlak, daha köklü bir özellik taşır ve meslekte geçen süreye paralel olarak, belli
bir davranış örüntüsü oluşur.
Din görevliliğinin, Đslam dünyasında bir meslek olarak görülmemesi ve daha çok
manevi bir karşılık gözetilerek yapılması, onun, uzun bir süre meslekler içinde ele
alınmasını önlemiştir. Ancak bu; din görevliliği vazifesini yapanlarda belli bir bilincin
ya da ahlak kurallarının oluşmaması anlamında ele alınmamalıdır. Çünkü din
hizmetlerinin yerine getirilmesi, dini birtakım kuralların yanında, belli bir ahlaka sahip
olmayı da gerekli kılabilmektedir. Dini hizmetlerin yerine getirilmesi görevi, belli
tutum ve davranışların oluşumuna imkân verir. Bu hizmetlerin gerekli kıldığı birtakım
bilgilerin, “Müslüman” olarak kabul edilen herkes tarafından bilinmesi amaçlanmıştır.
Dini hizmetlerin yürütülmesi konusunda, “en yetkili” kimselerin özellikleri
ortaya konulmuştur. Dini hizmetlerin yerine getirilmesi sürecinde, ancak, çok uzun bir
zaman diliminden sonra uzmanlaşmaya gidildiği ve bu hizmetleri yerine getirmenin, bir
meslek gibi algılandığı dikkat çekmektedir.
Din hizmetlerinin yürütülmesinde, DĐB’in kurulması önemli bir aşamayı
oluşturmaktadır. Bu teşkilatın kurulmasıyla, din hizmetleri bürokratik bir yapı
içerisinde ele alınmaya başlanmıştır. Anayasal bir teşkilat olarak DĐB’in kurulması,
ister istemez, bu alanda görev yapanların davranış tarzı ve tutumlarında bir değişmenin
meydana gelmesine neden olmuştur. Hatta öyle ki; din görevlilerinde, “bürokratik
örgütün bir üyesi olma”2 bilinci, manevi ağırlığı olan bir görevi yerine getirmenin
önüne geçebilmiştir.
Bu aşamada, din görevlilerinde meslek bilincinin oluşmasıyla ilgili olarak
oluşturulan konu başlıkları ele alınıp, birtakım genellemelere ulaşılmaya çalışılacaktır.
3.1.1.Meslek Seçiminde Etkili Olan Faktörler
Meslek seçimi; “bireyin kendisine açık meslekleri, çeşitli yönleri ile
değerlendirip, kendi gereksinmeleri açısından istenilir yönleri çok, istenmeyen yönleri
az olan birine yönelmeye karar vermesi”3 biçiminde tanımlanabilir.
Her meslekte olduğu gibi, din görevliliğinin seçiminde de kuşkusuz birtakım
faktörler etkilidir. Seçilen mesleğin verimliliğinin, kişinin ulaşmak istediği hedefe
1. Aytaç, age, s.37
2.Demirkol, age, s.170
3.Akbaba, agm
177
yakınlığı ölçüsünde olacağı söylenebilir. Birtakım zorlama nedenlerle yapılan bir
meslek seçimi, hem iş gören ve hem de hizmet edilen kişi/kurum açısından birçok
sakıncalar doğurabilir.
Belli bir iş kolunda, “ideal” olana yaklaşma veya “ideal”den uzaklaşma,
çalışanlarla yakından ilişkili bir durumdur. Bir teşkilat veya iş kolunda yazılı birtakım
kuralların mükemmel bir şekilde belirlenmiş olması, o alanda her zaman başarının
yakalanacağı anlamına gelmez. Çalışanların meslekle uyum içinde olmaları, verimlilik
açısından en önemli unsurlar arasında yer almaktadır.
Din görevlilerinin meslek seçiminde hangi faktörlerin etkili olduğunun bilinmesi,
mesleğin şu anki verimlilik durumunun anlaşılabilmesine ışık tutabilir.
Din görevlileri, ilgili soruya birden fazla seçenekle yanıt verme yönünde bir
tutum sergilemişlerdir (Tablo 28). Bu, din görevlilerinin birey olarak meslek seçmede
birden fazla faktörün etkisi altında kaldıklarını göstermektedir.
Din görevliliği mesleğinin seçiminde, dini hissiyatın etkili olduğunu belirtenlerin
oranı %60.6’dır. Eğitimine uygun olduğu için, din görevliliği mesleğini seçtiğini
belirtenlerin oranı ise %26.6’ya karşılık gelmektedir. Meslek seçiminde aile ve çevrenin
yönlendirdiğini belirtenler %14.6, daha iyi bir iş bulamadığından dolayı tercih
ettiklerini belirtenler %8, toplumdaki saygınlığından dolayı seçtiğini belirtenler ise
%7.3 oranındadır. %2.6’lık bir oran bu soruyu yanıtsız bırakmıştır. Araştırma
kapsamına alınan hiçbir din görevlisi, “iyi bir kazanç sağlaması” biçimindeki seçeneği
işaretlememiştir.
Dini hissiyattan dolayı mesleğin seçilmiş olduğunun belirtilmesi, din görevliliği
mesleği ve DĐB teşkilatı için olumlu bir durum gibi algılanabilir. Çünkü dini bir
hassasiyetin olması, mesleğin daha sevilerek ve içten yapılmasını sağlayabilir. Mesleğin
sevilerek ve içten yapılması ise, verimliliğin optimum düzeyde olması anlamına
gelmektedir. Din görevlilerinin, günümüz toplumundaki itibarının düşük olduğu dikkat
çekerken, teşkilattaki birtakım sorunların, verimliliğin alt düzeyde gerçekleşmesine
neden olduğu söylenebilir. Dolayısıyla mesleği, “dini bir hassasiyetten dolayı” seçtiğini
belirten din görevlilerinin, olumsuz birtakım unsurları göz önünde bulundurmak
suretiyle yanıt verme yoluna gitmiş oldukları ihtimali akla gelmektedir.
Din görevlilerinin, yerine getirdikleri vazife itibariyle “manevi” bir sorumluluğu
yüklenmekten dolayı bir memnuniyet duydukları söylenebilir. Bu durum, daha çok
“güdülenme” veya “motivasyon”1 kavramıyla ilgili olarak ele alınabilir.
Mesleğe girdikten sonra, birtakım güçlüklerin farkına varılması, kişilerdeki
mesleki “ideal”in kaybolmasına neden olabilir.
Mesleğin; kişinin eğitimine uygun olması, mesleki bir hedefin mevcudiyetiyle
açıklanabilir. Din görevlilerinin büyük çoğunluğunun, ĐHL mezunu olduğu
bilinmektedir. Din görevliliği mesleğini tercih eden ĐHL öğrencilerinin oranının da
düşük (%11) bir düzeyde olduğu dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, eğitime uygun
olduğundan dolayı, din görevliliği mesleğinin seçildiği biçimindeki ifade, “daha iyi bir
1.Đ. Ethem Başaran, Yönetimde Đnsan Đlişkileri–Yönetsel Davranış, s.161
178
iş bulamama” yanıtına yakın bir anlamda ele alınmıştır. Koşulların elvermesi halinde,
daha başka mesleklerin seçilme ihtimalinin yüksek olduğu söylenebilir.
Aile ve çevrenin yönlendirmesi, din görevliliği mesleğinin tercih edilmesi
aşamasından çok, ĐHL’ye başlama döneminde gerçekleşmektedir. Kişi, ĐHL’ye başlama
döneminde, ailenin ve çevrenin etkisinde kalabilmektedir. Okulun bitiminde,
yükseköğretim kurumlarına girilememesi veya daha başka bir meslek bulunamaması
halinde din görevliliği, kişiler için mesleki yönden bir çıkış yolu olabilmektedir. Ayrıca,
toplumda ĐHL mezunu kimselere, potansiyel din görevlisi gözüyle bakıldığı ve bu okul
mezunlarının “hoca” olarak adlandırıldıkları dikkat çekmektedir.
Din görevlilerinin %8’inin, “daha iyi bir iş bulamama” biçimindeki seçeneğe
yanıt verdiği dikkat çekmektedir. Anket formundaki, “bu mesleğe girmeden önce size
istediğiniz bir mesleğe girme imkânı verilseydi hangisini seçerdiniz?” biçimindeki
soruya, din görevlilerinin %52’si “başka bir mesleği seçmezdim” biçiminde yanıt
vermiştir. %44’lük bir oran ise, başka meslekleri tercih edeceğini belirtmiştir.
Dolayısıyla, verilen cevaplar arasında bir çelişkinin varlığı ilk anda akla gelmektedir.
Ancak, “aile ve çevrenin yönlendirmesi”, “daha iyi bir iş bulamama” ve “eğitimime
uygun olması” biçimindeki cevaplar, bir memnuniyetsizliği veya en azından “şartların
zorlaması”nı da içerdiğinden, verilen yanıtlar arasında bir uyumun olduğu söylenebilir.
“Toplumdaki saygınlığı”ndan dolayı mesleği seçtiklerini belirtenler %7.3’tür.
Ancak, yalnızca bu seçeneği işaretleyenlerin sayısı üç kişidir (%2). Dolayısıyla, sadece
bu nedenden dolayı mesleğin seçilmiş olma durumu, uç bir düşünce olarak
değerlendirilebilir. Meslek seçiminde birtakım unsurlar etkili olurken, toplumdaki
itibar; ancak, “tali neden” konumunda kalmaktadır. Çünkü mesleğin yüksek bir
itibarının varlığı, başka birtakım faktörlere (parasal getiri, yönetici konumu olması,
stratejik bir öneme sahip olması vs.) bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, din
görevliliği mesleğinin belli bir itibarının varlığı, bağımsız bir durum biçiminde ortaya
çıkmamakta, bu itibar daha çok toplumun dine atfettiği değerden kaynaklanmaktadır.
Mesleği seçmede etkili olan faktörlere göre oluşturulan bir dağılımda; din
görevlilerinin %74.02’sinin mesleklerini kendi isteğiyle, %11.81’inin ailesinin
isteğiyle, %10.63’ünün ise başka bir okula devam etme imkânı olmadığından dolayı
seçmiş oldukları görülmüştür. Toplumda değer verilen bir meslek olduğundan dolayı,
seçtiğini belirtenler ise sadece 2 kişidir (%0.79)1. Dolayısıyla, bu mesleğin toplum
nezdinde fazla bir itibara sahip olmadığı, din görevlileri tarafından da
vurgulanmaktadır. Ayrı bir çalışmada ise, din görevliliği mesleğinin seçiminde, ailenin
ve yakınların etkisinin büyük oranda (%88.1) olduğu görülmüştür2.
Başka bir araştırmada, din görevlilerinin mesleklerini tercih nedenleri ele
alınmıştır. Buna göre; din görevlilerinin %56.8’i “dini konularda insanlara yardımcı
olmam”, %21’i “dini bilgi vererek sevap kazanmam”, %14.4’ü “ibadetlerimi düzenli
yapmamı sağlaması”, %4.1’i ise “geçimimi sağlıyor olması” biçiminde cevap
1.Köylü, age, ss.42–43
2.Tatlılıoğlu, age, ss.114–115
179
vermişlerdir1. Buna göre din görevliliğinin, “geçim sağlama”dan çok, manevi bir
kazanç için yapıldığı ortaya çıkmaktadır.
Din görevliliğinin seçiminde etkili olan faktörler yanında, din görevliliğinde
bulunması gereken özelliklere göre nasıl bir yoğunlaşmanın olduğunun bilinmesi de,
değerlendirme açısından birtakım yararlar sağlayabilir.
3.1.2.Din Görevlilerinde Bulunması Gereken Özellikler
Bir mesleği yerine getiren kimselerde, belli birtakım özelliklerin olması
kaçınılmaz bir durumdur. Mesleğin seçimi ile ilgili kişiyi motive eden faktörlerin
bilinmesi, mesleğin tam olarak performe edilmesi hakkında çeşitli bilgiler verebilir.
Mesleğin yerine getirilmesi ile ilgili olarak, belli bir bilgi birikiminin varlığı
tartışmasız kabul edilen gerçeklerdendir. Çünkü yapılan meslekten verim alınması,
ancak, bilgi birikimiyle ilgilidir. Sanayinin gelişmesine paralel bir şekilde, meslekler
alanında bir uzmanlaşmanın ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Uzmanlaşma, mesleği
tam bir bilinçlilik hali içinde ve kaba kol gücü harcanmadan yapılmasını sağlamaktadır.
Uzmanlaşma, aynı zamanda, meslekle ilgili ortaya çıkabilecek hataların düşük düzeyde
gerçekleşmesini sağlayabilir.
Diğer mesleklerde olduğu gibi, din görevliliğinde de mesleki bilgilerin
kazanılması, verimlilik açısından değer taşımaktadır. Din görevliliği; toplumla iyi
ilişkiler kurma, insanlara belli konularda önderlik yapmanın gerekli oluşu gibi
nedenlerden dolayı, diğer birtakım mesleklerden ayrılmaktadır. Din görevliliğinde,
diğer mesleklerden fazla olarak, bir “manevi boyut” bulunmaktadır. Diğer mesleklerde,
“iş ahlakı” ya da “meslek ahlakı” olarak ele alınan faktörün, din görevliliğinde daha
yoğun bir halde bulunması gerektiği söylenebilir. Đş ahlakının oluşmasında referans
noktası da, diğer mesleklere göre farklılaşabilmektedir. Diğer mesleklerde iş ahlakının
oluşumunda; kuruma ait yazılı kurallar, yasalar, gelenek–görenekler, ilahi yaptırımlar,
kişisel birtakım düşünceler vs. etkili iken, din görevliliğinde ise, daha çok ilahi birtakım
emir ve yasakların etkili olması beklentisi bulunmaktadır.
Meslek seçiminde etkili olan unsurların bilinmesi, din görevliliğinin diğer
mesleklerden birtakım farklarının ya da diğer mesleklerle benzer yönlerinin ortaya
çıkmasını ve dolayısıyla çeşitli değerlendirmeler yapılmasını mümkün kılmaktadır.
Din görevlisinde olması gereken özellikler ele alınırken, birden fazla unsura
vurguda bulunulduğu dikkat çekmektedir (Tablo 29). “Dine hizmet etmeyi en önemli
amaç olarak görmek” en fazla (%54) ele alınan unsur olmuştur. “Her konuda topluma
örnek olmak” biçiminde yanıt verenler %50.6 olarak gerçekleşmiştir. %20’lik oran
“dini konuda bilgili olmak” şeklinde ve “Arapça bilmek, hafız olmak ve Kur’an’ı çok
iyi okumak” biçiminde cevap verenlerin (%13.3), daha çok bilgiyi ön planda tutmuş
oldukları dikkat çekmektedir.
Dine hizmet etmenin üstün tutulması, meslekteki tatmin noktası hakkında bir
fikir verebilmektedir. Din görevlilerinin bu bilinçte olmaları, onların hizmet verdikleri
cemaate karşı hoşgörülü davranmalarına yol açabilir. Böyle bir davranış, Đslam dininin
1.Keyifli, age, s.125
180
emirlerinin yaşanması ve yayılması faaliyeti (tebliğ, irşat, cihat) ile yakından
bağlantılıdır. Dini alanda hizmet vermenin “Peygamber mesleği”1 olarak ele alınması,
birçok problemin görmezden gelinmesine ve din görevliliğine olumlu bir değer
atfedilmesine neden olabilir.
“Her konuda topluma örnek olmak” biçimindeki yanıtın da, dini bir içerik
taşıdığı dikkat çekmektedir. Burada, üstü kapalı olarak, dini bir liderliğin (Peygamber
mesleği) vermiş olduğu manevi tatmin vurgulanmaya çalışılmıştır. Din görevlilerinin
insanlara örnek olması, daha çok dini yaşantı ve ahlak yönündendir. Ancak böyle bir
bakış açısı; dini yaşantı ya da ahlaki bakımdan eksikliği görülen ya da eksikliği
olmamasına rağmen toplum tarafından yanlış algılama sonucunda bir değerlendirmeye
tabi tutulan din görevlilerinin, eleştiri konusu olmalarına ve bir üst makama şikâyet
edilmelerine yol açmaktadır. Bu tutum, insanların dini esaslar olarak algıladıkları
birtakım bidatler için de geçerlidir.
Din görevlisinin, Arapça ve Kur’an hakkında yeterince bilgiye sahip olması,
mesleğin gereği gibi ele alınmasının nedenidir denebilir. Öncelikle bilginin, mesleğin
tam performe edilmesi için önkoşul olduğu kavranmalıdır. Bilim öğrenilmesinin, dinin
bir emri olması da, bu şekilde bir yanıt verilmesine zemin hazırlayabilir. Din
görevlilerinin toplumdaki itibar veya prestijlerinin korunması ya da yükselmesinin,
ancak, bu yolla gerçekleşeceğinin bilinmesi de, bilginin gerekliliği üzerinde durmaya
neden olabilir.
Bilgi, günümüzde ayrıcalıklı bir yerde durmanın koşullarından biri gibi
algılanmaktadır. Bilginin yoğunluğuna paralel olarak, itibar ve parasal gücün de arttığı
söylenebilir. Zamanla, bu unsurlar birbirinden etkilenmekte, biri diğerinin önkoşulu
olabilmektedir.
“Başka” seçeneğinde; bir kişi, din görevlilerinin mutlaka zengin olması
gerektiğini, biri ise; Đslam dininin, bütünsel açıdan kavranması ve din konusunda
“tavizsiz” olmanın gerekliliği üzerinde durmuştur. Bunun için de, yine bilginin önem
kazandığı ifade edilmiştir.
Enformel görüşme gerçekleştirilen din görevlileri, genel anlamda
meslektaşlarının görevlerine karşı bir “soğukluk” içinde olduklarını belirtmişlerdir.
Görevde samimi olunması durumunda, çok daha önemli hizmetlerin yerine getirileceği
belirtilmiştir.
Din görevliliğinin icra edilmesinde, öncelikli olarak “Allah rızası”nın göz önünde
bulundurulmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Onlara göre; mesleğe, “kazanç kapısı”
gibi bakılması, mesleğin değerini düşürdüğü gibi, din görevlilerinin itibar kaybına
uğramasına da neden olmaktadır. “Temsil”in, mesleğin en önemli unsurlarından biri
olduğu ifade edilmiştir. Din görevlisinin şahsında; bir teşkilat ve dolayısıyla Đslam
dininin temsil edildiğinin bilincinde olunması istenmiştir.
Müftülerden çoğu, din görevliliğini bir “kamu hizmeti” gibi algılamanın
yanlışlığı üzerinde durmuşlardır. Onlara göre, din görevliliği birçok yönüyle
memuriyetten farklıdır. Her şeyden önce, din hizmetinin belli bir kutsallığı
1.Keyifli, age, s.127
181
bulunmaktadır ve mesleğin yerine getirilmesi esnasında fedakârlığın olmaması, din
görevliliği mesleğinin performansını düşürmektedir. Ancak, araştırma kapsamına
alınanların belirttiklerine göre; bazıları, din görevliliğini “geçim mesleği” gibi görmekte
ve bu göreve memuriyetten farklı bir gözle bakmamaktadırlar. Đfade edildiği kadarıyla,
din görevliliği sınavına, alınacak kişilerin yaklaşık dört katı başvuru olmuştur. Önemli
bir kesimin, din görevlisi olduktan sonra başka bir kuruma geçmeyi planladığı
belirtilmiştir. Bu yönüyle din görevliliği, “geçiş mesleği” gibi algılanmaktadır.
Din görevliliğinde hangi alanda hizmet veriliyorsa, o alanda bilgi sahibi
olunmasının istendiği dikkat çekmektedir. Örneğin; KKÖ’lerin; Arapça, hafızlık
öğretimi ve Kur’an konularında, ĐH’lerin hitabet, fıkhi bilgiler, ezber, ezan vs.
alanlarında, MK’lerin ezan, ezber vs. konularında bilgili olmaları gerekmektedir.
Dolayısıyla, mesleği ilgilendiren alanlarda bilgi sahibi olunması gerektiği biçiminde
yaygın bir kanaat bulunmaktadır.
Daha çok, parasal ve mesleki birtakım sorunların, din görevliliğindeki manevi
boyutun her zaman göz önünde bulundurulmasını engelleyebileceği söylenebilir.
Mesleki ve dini bilgilerin öğrenilmesinin gereği üzerinde duranların oranı büyük
bir çoğunluğu (%92.6) teşkil etmektedir (Tablo 30). Bu şekilde bir cevap verilmiş
olması, doğal karşılanmalıdır. Çünkü dini bilgilerin öğrenilmesi, din görevliliği
mesleğinin bir gereğidir. Dinle ilgili bilgilerin, kendini Müslüman olarak gören herkes
tarafından öğrenilmesi, dince “farz–ı ayn” olarak kabul edilmesine rağmen, bu konuda
ihmalkâr bir tutum sergilendiği, temel ve basit birtakım dini bilgilerin bile
öğrenilmediği görülmektedir. Müftülüklere sorulan çok basit soruların varlığı, bu
görüşün kanıtı olarak ele alınabilir.
Mahalle veya köy camilerindeki din görevlilerinin, “bilgilenilen” kimseler olma
durumu, uzun bir süre devam etmiş, ancak, birtakım değişimlerden sonra, din
görevlilerinin yerine getirdikleri bu fonksiyon değişime uğramıştır. Din görevlisi olma
şartlarının ve bilgi düzeyinin değişmesi sonucu, “bilgilenme yeri” konusunda bir
“kayma” yaşanmış ve insanlar, dinle ilgili alandaki ihtiyaçlarını başka kaynaklardan
(tarikat, dini cemaat, kitap, basın–yayın organları vs.) karşılamaya başlamışlardır.
Din görevlilerinin, özellikle dini–mesleki bilgilere değinmiş olmaları, bu alanda
bir eksikliğin varlığını akla getirmektedir. Çünkü anket formunun 25. sorusuna verilen
yanıtlardan anlaşıldığı kadarıyla, din görevlilerinin %80.7’si, bilgi konusunda kendisini
yeterli olarak görmemektedir.
Kültürel, ahlaki ve toplumsal hayatla ilgili bilgilerin edinilmesini gerekli
görenlerin oranı %34.6 olmuştur. Böyle bir yanıtın verilmesi, bu alandaki bilgi–kültür
açığını ortaya koymaktadır. Toplumun değişmesine paralel olarak ortaya çıkan
değerlerin, özellikle din görevliliği mesleğini icra edenler tarafından bilinmesi,
toplumla bütünleşme açısından büyük bir öneme sahiptir. Din görevlisi, vazifeli olduğu
çevrede “hâkim değer”in farkında olmalı ve ona göre bir tutum sergilemelidir. Oluşan
birtakım önyargıları, –dini literatürdeki adıyla– bidatleri, gelenek–görenekleri dikkate
almalı ve değiştirilmesi gerekli olan anlayışlar için, bütüncül bir bakış açısıyla olaylara
yaklaşmalıdır.
182
Fen bilimlerinin öğrenilmesi üzerinde duranların oranı %17.3 olmuştur. Çoğu
zaman lider konumunda görülen din görevlilerinin, bütüncül bir bilgiye sahip olmaları,
pozitif bilimlerden ansiklopedik düzeyde de olsa haberdar olmaları gerekmektedir. Bu
alandaki bilgi eksikliği, mesajın aktarılmasına engel olabilecek bir durum arz
etmektedir.
“Başka” seçeneği altında cevap veren (%8) din görevlilerinden bir kısmı, halktan
gelen sorulara cevap verebilecek bir bilgiye sahip olunmasının gereği üzerinde
durmuştur. Bunun yanında, din ve siyaset konularında bilgi sahibi olunmasının gereği
vurgulanmıştır. Cemaatle iyi geçinilmesi için gerekli olan bilgilerden bahsedilirken, her
zaman halkın bilgisinden daha fazla bilgiye sahip olunması istenmiştir. Đbadetleri ve –
özellikle de– namazı eksiksiz yerine getirebilecek oranda bilgi sahibi olunmasının
gereği üzerinde durulmuştur. Bunun yanında, kişinin “helal–haram dengesi”ni göz
önünde bulundurmaya yetecek bir bilginin olması gerektiğini belirtenler de vardır. Dini
alanı ilgilendiren bütün bilimlerin az ya da çok bilinmesi gerektiği belirtilmiştir. Dini
bilgilerin öğrenilmesinden sonra, bunların hayata geçirilmesinin gereği üzerinde
özellikle durulmuştur. Din hizmetlerinin yürütülmesinde, “metot”un büyük bir önem
taşıdığı vurgulanmış, metot bilgisindeki eksikliğin, görevin tam olarak ifa edilmesine
engel teşkil edeceği belirtilmiştir.
Verilen bazı cevaplarda, bir Müslüman’ın bilmesi gereken şeylerin (bu, “her
Müslüman dininin görevlisidir” biçimimde ifade edilmiştir), din görevlisi tarafından
bilinmesinin zorunluluğundan bahsedilmiştir. Hâlbuki –her Müslüman’ın bilmesi
gereken bilgilerin yanında–, din görevlisinin bu konuda daha ileri ve uzmanlık
seviyesinde bir bilgiye sahip olması gerekmektedir. Böyle olmaması, din görevlilerini;
kendi mesleklerinin, herkes tarafından yapılabilirliği görüşüne götürür ki, bu da
mesleğin küçümsenmesine ve gereken değerin atfedilmemesine yol açabilir.
Dinin ilk kaynağından öğrenilmesi de, ayrı bir konu olarak ortaya çıkmıştır.
Mesleki ve diğer alanlardaki bilgilerin önemine değinilirken, yükseköğretim
kurumlarına bir özlem duyulduğu dikkat çekmektedir.
3.1.3.Mesleki Tatmin Durumu
Mesleki tatmin; “bir iş görenin, işini ya da iş yaşamını değerlendirmesi
sonucunda duyduğu haz ya da ulaştığı olumlu duygusal durum”1 biçiminde
tanımlanabilir.
Mesleki tatmin, yerine getirilen görevin ya da yapılan “iş”in verimliliğinin bir
önkoşulu gibi ele alınmaktadır. Mesleki tatmini etkileyen unsurlar; çevresel, bireysel,
parasal, eğitsel vs. olabilir.
Meslekteki tatminin bir sonucu olan verimlilik ise; “üretilen mal ve hizmetlerin
miktarı ile bu üretimde kullanılan faktörler arasındaki ilişki” ya da “girdiler toplamının
çıktılara oranı” biçiminde ele alınmaktadır. Verimliliği etkileyen birçok “temel unsur”
bulunmaktadır. Bunlar;
1.Đşyerindeki tutumlar (çalışma isteği, mesleklere yatkınlık),
1.Đ. Ethem Başaran, Örgütsel Davranış, Gül Yay., Ank., 1991, s.198
183
2.Yetenek düzeyi,
3.Đşgücü (iş gören)–yönetim ilişkileri,
4.Verimlilik yönetimi (kaynakların etkin kullanımı),
5.Đşgücünün etkenliği (planlama),
6.Girişimcilik1 olarak sıralanabilir. Bireysel temelde bir mesleğe atfedilen değer,
zamanla birçok kimse tarafından paylaşılmakta ve bu, meslek hakkında genel veya
sosyal bir yargının oluşmasına neden olmaktadır. Mesleğe, toplumun atfetmiş olduğu
olumsuz değer, bireysel isteği etkileyebilir ve bireyin mesleğe karşı sergilediği olumlu
tutumu etkisiz hale getirebilir.
Mesleki tatmin, iş yaşamında geçirilen süre ile de ilişkilidir. Mesleğin olumlu
birtakım yanları yanında, olumsuz taraflarının olabilmesi de mümkündür. Olumsuz
olarak ele alınan yanlar, mesleki süreçte kanıksanabilir ve bunun sonucunda mesleğe
“pozitif” bir anlam yüklenebilir.
3.1.3.1.Meslekten Memnuniyet Duymayı Sağlayan Unsurlar
Din görevliliğinde, kişinin memnuniyet derecesine etki edebilen birtakım
etkenlerin olması doğaldır. Farklı değişkenlerin memnuniyete ne derece etki ettiğinin
bilinmesi, bu alanda birtakım çözüm önerilerinin ortaya konulmasını mümkün hale
getirmektedir. Yaş, yerine getirilen meslekten tam tatmin sağlanması veya en azından
memnun olunabilmesini etkileyen nedenler içinde ele alınabilir.
Yaşın artışına paralel olarak memnuniyette bir artış olduğu dikkat çekmektedir
(Tablo 31). Yaşın artışıyla birlikte, meslekteki “incelikler”in bilinmesi mümkün hale
gelmekte ve bu memnuniyet nedenlerinden biri olabilmektedir. Meslekten memnuniyet
duyulması, meslekle kurulan özdeşleşimle yakından ilişkilidir. Bu özdeşleşimde, kişinin
manevi alandaki birtakım özelliklerinin (dindarlık, irşat–tebliğ alanında hizmet verme
düşüncesi vs.) etkili olabileceği söylenebilir.
Meslekten “kısmen memnun” olanların oranında, belirgin bir farklılaşma ortaya
çıkmazken; bu durum, meslekle bütünleşme konusunda birtakım aksaklıkların olduğu
düşüncesini akla getirmektedir. “Kısmen memnun” ve “memnun değil” biçiminde
cevap verenlerin toplamı %36’dır. Her mesleğin yerine getirilmesi sürecinde birtakım
sorunların yaşanması olağan bir durumken, bu sorunların değişik faktörlerden
kaynaklanma ihtimali bulunmaktadır. Sorunların çözümünün imkân ve önem derecesi,
o sorunlarla ilgili yargıların zamanla değişmesine ya da ortadan kalkmasına neden
olabilir.
Din görevliliğine başlama yaşının, diğer mesleklere göre düşük olduğuna daha
önce değinilmişti. Yaşın değişmesine paralel olarak kıdem durumu da farklılaşmaktadır.
Göreve başlanılan ilk dönemlerde, kişilerin yoğun olarak sorunlarla karşı karşıya
kalmaları mümkündür. Zamanla bu sorunlara bir çözüm getirilmekte ya da problemlerin
“kanıksanması” yoluna gidilmektedir.
Alan araştırması yapılan dönemde, yeni göreve başlayan din görevlisi az
1.Müzeyyen Güler, “Endüstride Verimlilik ve Đşçi Eğitim”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik
Gelişmeler, Sosyoloji Derneği Yay., Ank., 1994
184
sayıdaydı. 1992 yılında yapılan sınavı kazanan din görevlileri adayları, ancak 1996
veya 1997 yılı içinde göreve başlayabilmişlerdir. Dolayısıyla, daha küçük yaşlardaki
din görevlilerinin oranının düşük çıkması bununla açıklanabilir.
DĐB’in, cami görevlileri üzerinde yaptırdığı bir anketin sonuçlarına göre;
görevinden “çok memnun” olanlar %28.4, “memnun” olanlar ise %58.2 iken, “memnun
değilim” biçiminde cevap verenler %10.2, “hiç memnun değilim” şeklinde görüş
belirtenler ise %3.2 oranına karşılık gelmektedir1. Bir başka araştırma sonucunda, din
görevlilerinin; %46.6’sı “memnunum”, %25.2’si “oldukça memnunum”, %18.9’u
“biraz memnunum” ve %9.05’inin de “memnun değilim” cevabını verdikleri dikkat
çekmektedir2. DĐB’in sonuçlarından, memnuniyetsizlik oranının düşük çıkmasında,
anketin çalışılan kurum tarafından yapılmış olmasının etkisi göz ardı edilmemelidir.
Yaş, meslekteki hizmet süresiyle doğrudan ilgili bir konudur. Meslekteki hizmet
süresinin fazla olması, kişinin yaptığı işe atfettiği değeri etkileyebilmektedir.
“Meslekteki deneyim”i fazla olan kimseler, problemlerini “üst”lerine iletme konusunda
daha rahat davranmakta ve bunun sonucunda mesleki deneyimin önemi açığa
çıkmaktadır. Bütün bu unsurlar, iş doyumunu ve iş verimliliğini etkileyebilecek bir
özellik taşımaktadır3.
Mesleki tatmin veya meslekten memnuniyet duymayı etkileyebilen faktörlerden
birinin, öğrenim durumu olabileceği ifade edilebilir. Đlgili dağılımda (Tablo 32),
oranların belirgin olarak bir aralıkta yoğunlaşmadıkları görülmektedir. Ancak, öğrenim
durumunun yükselmesine bağlı olarak memnuniyetin bir derece düştüğü söylenebilir.
Bu yönde gerçekleşen eğilimde, öğrenim durumuna uygun bir kadroya veya göreve
getirilmemenin etkisi olabilir. Mesleğin yerine getirilmesi esnasında öğrenim durumunu
yükseltmeye yönelik birtakım çabaların olduğu bilinmektedir. Lise ya da ĐHL mezunu
olmayanlar, bu okulları dışarıdan bitirmeye çalışırken, diğerlerinin yükseköğretimin
bazı bölümlerine (Açıköğretim Fakültesi veya diğer yüksekokul/fakülteler) devam etme
biçiminde çaba gösterdikleri bilinmektedir. Öte yandan, öğrenim durumunun
değişmesiyle birlikte, meslekte bir değişim beklentisi içerisine girilmektedir. Bu şekilde
bir yükselmenin olabilmesi ise, ancak, o alanda bir kadro tahsisiyle ilgilidir.
DĐB teşkilatı içinde, öğrenim durumunun yükselmesine paralel olarak, ünvanın
da yükselmesi şeklindeki uygulamada aksaklıkların bulunduğunu söylemek
mümkündür. Çünkü DĐB’de diğer kurumlarda olduğu gibi, görev hiyerarşisinde çok
fazla bir çeşitlilik bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bir okuldan mezun olmanın getirmiş
olduğu avantaj, göreve tam olarak yansıtılmamakta, sadece meslekteki derece veya
kademenin yükselmesi biçiminde bir etki yapabilmektedir.
Öğrenim durumunun düşmesiyle orantılı olarak meslekten memnuniyetin artması
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Cami Görevlileri Anket Değerlendirme Sonuçları (Yayınlanmamış), Ank., Ağustos
1995
2.Köylü, age, s.46; Ayrıca bkz. Mustafa Köylü, “Din Görevlilerinin Mesleki Problemleri”, Ondokuz Mayıs Üniv.
Đlahiyat Fak. Dergisi, S:5, Samsun, 1991
3.Müzeyyen Güler, Endüstri Đşçilerinin Đş Doyumu ve Đş Verimine Depresyon, Kaygı ve Diğer Bazı
Değişkenlerin Etkisi, (Basılmamış Doktora Tezi), Hacettepe Üniv. SBE, Ank., 1990, ss.223–232; Müzeyyen
Güler, “Đşçi Moralinin Önemi ve Verimlilik”, Hacettepe Üniv. ĐĐBF Dergisi, C:XIV, S:1, Temmuz 1996
185
ise, öğrenim durumunun –düşük– seviyesine göre mesleğe yüksek bir değer
atfedilmesiyle açıklanabilir. Günümüzde, üniversite/yüksekokul mezunlarının bile iş
bulmada zorlandıkları ve uzun bir süre işsiz kaldıkları bilinmektedir. Bu bakış açısıyla
yaklaşıldığında, öğrenim durumunun düşüklüğüne paralel olarak memnuniyetin
artması, normal bir tutum gibi ele alınmalıdır. Bu durumda, sahip olunan konuma
“kanaat etme”, belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Meslekten memnuniyetle ünvan durumu arasındaki ilişkide (Tablo 33), çok
belirgin bir farklılaşmanın olmadığı görülmektedir. Ünvana göre büyük çaplı oransal bir
değişim göze çarpmazken, meslek içinde yerine getirilen farklı görevlerin,
memnuniyette etkili olduğu ifade edilebilir. Öte yandan, yapılan işe göre, bir “davranış
biçimi”nin1 ortaya çıkması gerçeğinde olduğu gibi, yapılan işe göre problem alanlarının
farklılaşma eğilimi göstermesi de olağandır. Müftü; il veya ilçede DĐB’e bağlı olarak
din hizmetlerini yerine getiren personelin amiri konumunda bulunmaktadır. Müftü
statüsünde bulunan kimselerin, teşkilatta uzun bir süre ve daha çok yönetici konumunda
hizmet vermeleri, memnuniyetin yüksek çıkmasında etkili olabilir. Daha çok kentsel
bölgede hizmet etmenin de, böyle bir durumun ortaya çıkmasında etkili olduğu
söylenebilir.
Burada en çok ele alınması gerekli olan din görevlileri ĐH’ler olmaktadır. Çünkü
kırsal bölgede görev yapanlar daha çok ĐH’lerdir. Dolayısıyla, kırsal kesimde
yaşamanın getirmiş olduğu birtakım güçlüklerle karşılaşmaları doğal karşılanmalıdır.
Bu güçlüklerin neler olduğu ile ilgili görüşler, 3.1.9. başlığı altında verilmeye
çalışılmıştır.
KK’de öğreticilik yapmak, bazı din görevlileri (ĐH ve MK) tarafından tercih
edilmektedir. Çünkü bu görevlilerin belli bir çalışma saatleri bulunmakta ve cami
hizmeti yapanlara göre izin konusunda daha avantajlı olmaktadırlar. KKÖ’lerin
“memnun değilim” biçimindeki yanıtlarına hiç rastlanmaması bununla açıklanabilir.
Bunun yanında; KKÖ’lerin, “kısmen memnunum” şeklinde cevap vermeleri,
KK’lerdeki birtakım eksiklikler (bina yetersizliği, ders ücretleri vs.) ve yanlış
uygulamalardan kaynaklanabilir2.
MK’lerin ĐH’lere göre, görevin getirmiş olduğu güçlüklerden daha az etkilenmiş
oldukları söylenebilir. Kırsal bölgede görev yapan MK bulunmamaktadır. Dolayısıyla,
kırsal bölgelerde görev yapılmaması, ilgili dağılımın gerçekleşmesinde etkili olabilir.
Yerine getirilen dini görevin karşılığında alınan ücret, göreve belli bir değer
atfedilmesine neden olabilmektedir. Aylık maaşa3 göre, meslekten memnuniyet
durumunun birlikte ele alındığı dağılımda (Tablo 34), maaşın artışına paralel olarak
memnuniyet duyduklarını belirtenlerin oranının arttığı görülmektedir.
1.Đlhan Erdoğan, Đşletmelerde Davranış, Đst. Üniv. Yay., Đst, 1987, s.85
2.Görev yapılan yerin olumsuz yönlerinin kişinin iş verimliliğini olumsuz etkilemesi ile ilgili olarak bkz. Güler,
age, s.221
3.Kasım 1996 yılı itibariyle din görevlilerinin %72’sinin aylık maaşı, 200–250$ veya 300–375 Alman Markı’na
karşılık gelmektedir. Din görevlilerinin %20.7’sinin maaşının ise 260–300$ veya 390–450 Alman Markı’na
karşılık geldiği görülmüştür.
186
26 milyon ve daha çok maaş alanlar arasında “memnun değilim” şeklinde bir
cevaba rastlanmamış olması, maaşın memnuniyette etkili bir faktör olabildiğini
göstermektedir. “Kısmen memnunum” biçiminde cevap vermiş olanların oranının,
maaşın artışına paralel olarak azalması da, bu yöndeki görüşümüzü desteklemektedir.
Enformel görüşmelerden elde edilen bilgilere göre; din görevlileri, mesleğin
getirisinden tam olarak memnun olmamakta, ancak, genel bir işsizliğin olması gerçeği
karşısında, kabul eder bir tavır takınmaktadırlar. Özellikle kırsal kesimde görev yapan
din görevlilerinde, bu yöndeki görüşlere rastlamak mümkündür. Đl, ilçe ve beldelere
göre, kırsal kesimde geçimin nispeten kolay olmasını etkileyen unsurların (lojmanın
varlığı, küçük çapta tarım ve hayvancılık yapma vs.) mevcut olması, bu şekilde yanıtlar
verilmesini sağlayabilir.
Din görevlilerinin, daha çok 20–30 milyon maaş kategorisinde yoğunlaşmaları
(%92.7), benzer bir yaşam standardının varlığını akla getirmektedir. Bu duruma göre,
memnuniyet derecelerinin birbirine yakın olması da kaçınılmazdır.
Meslekten memnuniyetin nedenleri arasında aylık ücretin etkili olduğu
söylenebilirse de, memurlar üzerinde yapılan bir araştırmada, aylık ücretin, meslekten
memnuniyete etkisinin yok denecek kadar düşük bir düzeyde (%0.8) olduğu
görülmüştür1. Yalnız bu sonucun, sorunun sorulma tarzına göre değişmesi ihtimali
bulunmaktadır. Meslekten memnuniyette en çok hangi unsurun etkili olduğuna ilişkin
soru sorulması, bu şekilde bir sonuç alınmasına yol açmıştır. “Ücret ve yan gelirin iyi
olması”ndan dolayı memnuniyet duyduğunu belirten hiçbir din görevlisine
rastlanmamıştır.
“Manevi tatmin”in en önemli sebep olduğunu belirtenlerin oranı %68.6 olarak
gerçekleşmiştir (Tablo 35). Ücret ve yan gelirin iyi olduğu biçimindeki seçeneğe cevap
verilmemesi, ücretin tatmin edicilikten uzak bulunduğunu göstermektedir. Yapılan
enformel görüşmelerde de, din görevlileri meslek itibariyle manevi bir rahatlık içinde
olduklarını belirtmişlerdir. Bu yönüyle, mesleği hiçbir mesleğe değişmeyeceklerini
belirtmişlerdir. Bununla birlikte, meslekle ilgili birtakım iyileştirmelerin en kısa
zamanda yapılması gereğini de sözlerine eklemişlerdir.
Oran açısından ikinci büyüklüğü, “itibarın büyük olması” şeklindeki yanıt
(%13.3) oluşturmaktadır. Sadece, “itibarın yüksek olması” seçeneğini işaretleyenlerin
oranı ise %7.3’tür.
“Yeteneğimi sergileme imkânı tanıması” biçiminde cevap verilmesi (%10),
tamamen psikolojik bir durum olarak değerlendirilebilir. Belli birtakım yetenek ve
ilgilerin (ezan okuma, Kur’an’ı makamla okuma, cemaate hitap etme, öğrenilmiş olan
bilgilerin başka insanlara aktarılması vs.) sergilenme imkânı bulunması, bireyin
psikolojik bir rahatlamaya kavuşmasına neden olurken, bunun meslek alanında
gerçekleşmesi, verimliliğin artmasını sağlayabilir. “Cemaat ortamının hoşnutluk
vermesi” şeklindeki yanıt da (%8.6), benzer bir durumla açıklanabilir. Cemaat
1.Aytaç, age, s.72
187
oluşturmanın, Peygamber tarafından tavsiyesi1, böylesi bir düşüncenin geliştirilmesini
sağlamış olabilir. Kişi, birçok problemle karşı karşıya kalmış olsa bile, cemaat
ortamında bir huzur bulabilmektedir. Cemaatle yapılan ibadetlerin, bireysel ibadete
göre daha faziletli olmasının belirtilmesi2, bu konuda bazı davranışların sürekliliğini
gerekli kılabilir.
Özellikle cami hizmetlerini yerine getiren kimselerin, cemaatle bir samimiyet
kurmaları mümkündür. Cami cemaatiyle kurulan samimiyetin derecesine göre,
meslekle bütünleşmenin üst düzeyde gerçekleşebileceği söylenebilir.
“Mesleğin güvenli olması”ndan dolayı memnuniyet duyanların oranı %6.6 olarak
gerçekleşmiştir. Din görevlilerinin, 657 sayılı DMK’ya tabi olması ve sürekli bir
gelirinin bulunması, bu şekilde bir tutum takınılmasında etkili olabilir. Meslekle ilgili
“kaygı düzeyi”3, verimliliği etkileyen unsurlardan biri olarak ele alınabilir. Ayrıca,
görev yapılan yerin kırsal veya kentsel bölge olmasına göre, mesleğe bir değer
atfedilmesi mümkündür Kırsal kesimde görülen terör olaylarının varlığı, bakış açısında
önemli bir ölçüt olarak ele alınabilmektedir.
Din görevlilerinin %4’lük bir kesimi, “boşta gezmekten iyidir” biçiminde cevap
vermiştir. Böylesi bir yanıt, meslekten tatmin sağlanamadığını akla getirmektedir. Bu
görüşe mensup olan din görevlilerinin, imkân bulunması halinde görevden ayrılma
biçiminde bir davranış geliştirecekleri söylenebilir. Bu görüşün yaygınlık derecesine
göre, meslekteki verimlilik ve bilgi düzeyinin değişmesi mümkündür. Görüşmeye tabi
tutulan müftüler, bilgi eksikliği ve mesleği benimsemeksizin ifa etme biçimindeki
davranışın, bu anlayıştan kaynaklandığını belirtmişlerdir.
%2.6’lık bir kesim, “başka” seçeneği ile cevap vermeyi tercih etmiştir. Bu
seçenekte; “başka imkân” olmaması, “din adamı” olunması ve “dindarca yaşamayı”
sağlaması gibi nedenler memnuniyetin sebebi olarak gösterilmiştir. Mesleğin rahat
olduğu, “dünya ve ahiret dengesini” sağladığı da belirtilen konulardandır. Đslam dininin
öğrenilip öğretilmesine vesile olunduğundan dolayı, bir memnuniyet duyulduğu
görülmektedir.
Bu soruya verilen yanıtlarda, kısmen bir çelişkinin varlığı dikkat çekmektedir.
Mesleğin itibarının yüksek olması, manevi yönden tatmin edici olması, güvenli olması
ve cemaat ortamının hoşnutluk vermesi biçiminde görüşler belirtilirken, aynı zamanda,
“boşta gezmekten iyidir” seçeneği de işaretlenmiştir. Seçeneklere bakıldığında, bu
şekilde cevap veren din görevlilerinin meslekten memnun oldukları görülmekte, ancak,
“boşta gezmekten iyidir” biçimindeki yanıtla da, mesleğin memnun olunmayan
yönlerine vurgu yapıldığı ortaya çıkarmaktadır.
3.1.3.2.Meslekten Memnuniyetsizliğin Nedenleri
Her mesleğin sevilen, memnun kalınan birtakım yönlerinin yanı sıra, hoşlanıl-
1.Canan, age, C:6, s.200, ss.262–263; C:8, ss.249–250, ss.255–264
2.Canan, age, C:8, ss.245–254
3.Müzeyyen Güler, “Đşçi Moralinin Önemi ve Verimlilik”
188
mayan yanlarının bulunması da mümkündür. Hoşlanılmayan durumlar; kişinin
karakterinden kaynaklanabileceği gibi, amirlerin tutumlarından, yapılan işin
niteliğinden, meslektaşların tutumlarından, çevrenin mesleğe atfetmiş olduğu olumsuz
değerlerden vs. kaynaklanabilir.
Din görevliliği mesleğinin de, hiç şüphesiz hoşlanılmayan birtakım yönlerinin
olması kaçınılmazdır. Din hizmetleri faaliyetlerinin yerine getirilmesinde, manevi bir
haz veya tatmin duyulduğu daha önce belirtilmişti. Bu manevi haz, hoşlanılmayan
birtakım durumlara karşı tavır almamayı veya hoşlanılmayan durumların
kanıksanmasını gerekli kılabilir. Bu konuda açık seçik olarak görülebilen negatif
yönlerin bilinmesinde yarar bulunmaktadır.
Bu soruya birden çok seçenekle cevap verilmesi (Tablo 36), hoşlanılmayan
durumların çokluğunu akla getirmektedir. Çoğunluk (%75), bir seçenekle cevap
verirken, geriye kalanlar ise, birden fazla seçenekle yanıt vermeyi yeğlemişlerdir.
Mesleğin bazı insanlar tarafından küçümsendiğini belirtenler, en büyük orana
(%28.6) sahiptirler. Din görevlilerinin toplumdaki saygınlıklarının çeşitli nedenlerle
düşmüş olması, mesleğe, alaylı bir tutumla yaklaşılmasına yol açabilmektedir. Bu bakış
açısının oluşumunda; din görevlilerinin bireysel ve mesleki açıdan birtakım negatif
tutumlarının etkisi söz konusu olabilir. Din görevlilerinin bağlı bulundukları teşkilatın
çeşitli uygulamaları, görev yapanlar üzerinde negatif yönde bir tutuma yol açabilir.
Halkın; teşkilata ve din görevlilerine güvenmemesi de, böyle bir sonucun çıkmasında
etkili olabilir. Kişilere, sosyal yapı içerisinde işgal ettiği yere göre, bir “fonksiyonel
statü”1 atfedilmesi verimliliği arttırmaktadır. Mesleki süreçteki “hiyerarşik statü”
(müdür, şef, derece, kademe vs.) de, verimliliği etkileyebilecek bir özellik taşımaktadır.
DĐB’in, 1011 kişi üzerinde gerçekleştirdiği “Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri
Kamuoyu Araştırma Raporu”nun sonuçları da bu yöndedir. DĐB’in verdiği hizmetlere
güvenmeyen %10’luk bir kesimin, güvenmeme sebepleri ele alınmış ve ilginç sonuçlara
varılmıştır. Buna göre; %48.2’lık bir kesim, “Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın bağımsız
olmayışı; dolayısı ile siyasilerin ve rejimin güdümünde görev yapması”, %18.4
“görevlilerin yetersiz, liyakatsiz olması ve siyasi faaliyetler içinde bulunması”, %7
DĐB’in “dini meselelerde etkinliğinin ve yaptırım gücünün olmaması” biçiminde cevap
vermişlerdir. Geriye kalanlar da; DĐB yayınlarının dini bilgi açısından yetersizliğini,
DĐB’in dini “istismar etmesi”ni, dini cemaat ve mezheplere hizmet vermemesini
güvenmeme sebepleri arasında ele almışlardır2.
Yükselme imkânının olmayışı, meslekte bir çaba gösterilmesini frenleyen
unsurlardan biri olarak ele alınmaktadır. “Yükselme imkânı az” biçiminde yanıt
verenlerin oranı %24 olmuştur. Bu durumda, öğrenim düzeyinin yükselmede dikkate
alınmadığı ifade edilebilir. Din görevlilerinin, makam ve terfi yönünden birtakım
sıkıntılar içinde oldukları, yapılan görüşmelerden anlaşılmaktadır. Göreve başlandıktan
sonra, makam ve terfiin yapılmasını gerekli kılan birçok çabanın olmasına rağmen, bu
alanda bir ilerleme sağlanamamaktadır. DĐB teşkilatında; makam ve terfi alanındaki
1.Sabuncuoğlu, age, s.93
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu (Basılmamış), Ank., Mart 1996
189
mevcut sıkıntılar, hiyerarşik yapılanmadaki ünvanlarda çeşitlilik bulunmamasından
kaynaklanmaktadır.
Öte yandan, “sıkça cemaatle karşı karşıya gelinmesi”ni, hoşnutsuzluk nedeni
olarak ele alanların oranı %13.3 olmuştur. Cemaatle uyum konusunda, daha önce
birtakım bilgiler verilmişti. Din görevlileri ile cami cemaati arasındaki bilgi, anlayış,
yaş, örf–adet, yaşantı vs. farkları, uyumsuzluğun nedeni gibi ele alınabilir. Din
görevlileriyle ilgili yapılan bazı çalışmalarda1, bu konu üzerinde durulduğu dikkat
çekmektedir.
Meslekte “hoşlanmadığım konu yok” biçiminde yanıt verenler %4’e karşılık
gelmektedir. Meslekte belli bir sürenin geçirilmesi, adaptasyonun tam olmasını
sağlayabilirken, birtakım sorunların görmezden gelinmesini gerekli kılabilir.
Amirlerin tutumlarından rahatsız olduklarını belirtenlerin oranı %6’dır. Đtibarın
düşüklüğünden dolayı hoşnut olmadıklarını belirtenler %3.3 olmuştur. Yıpratıcı ve
sıkıcı bir meslek olduğunu belirtenler %2 oranına sahipken, meslekteki arkadaşlarla
geçimsizliği hoşnutsuzluk nedeni gibi gösterenlerin oranı %1.3 olarak gerçekleşmiştir.
Yanıt vermeyenler %2’dir. “Başka” seçeneğine cevap verenler ise %9.3’e
karşılık gelmektedir. “Başka” seçeneği içinde yanıt verip, cami hizmetini yerine
getirenlerden bir kısmı, memnuniyetsizliğe sebep olarak “cemaatsizlik”i
göstermektedir. Đki kişi ise, mevcut kanunların görev alanını çok sınırladığını
belirtmiştir. Bu görüş, “görevin sınırlandırılması” biçiminde formüle etmiştir.
Bazı din görevlileri, yerine getirmiş oldukları hizmetleri bir meslek gibi telakki
etmediklerinden dolayı, görüş bildirmeyi gereksiz gördüklerini ifade etmişlerdir.
Meslekte yapılan “iş”in; “tekdüze” olması; insanın üretim gücünün
zayıflamasına, amaçta belirsizliğe düşülmesine, çalışılan kuruma yabancılaşmaya,
bıkkınlık ve yorgunluğa, yönetime katılımın gerçekleşememesine ve iş doyumunun
düşmesine etki edebilmektedir2. Dolayısıyla, cami hizmetini yerine getiren, özellikle
ĐH ve MK’lerin, bu duruma maruz kalmaları ihtimali daha yüksek olabilmektedir.
Geçim endişesinden dolayı, “Allah’ın tüm emirlerinin açıklanamaması”
memnuniyetsizlik nedeni gibi algılanmıştır. Ayrıca, yeterli ücret olmamasından dolayı
kitap, dergi, gazete vs. yayınlara para ayrılamadığı da ileri sürülen görüşlerdendir.
Bu konuyla ilgili, “başka” seçeneği altında cevap verenlerin görüşleri, kendi
ifadeleriyle şu biçimde verilebilir:
“Đslam’ı bilmeyenlerin, “biliyorum” iddiasında olmaları ve hurafeleri hakikatmiş
gibi savunanlardan hoşlanmıyorum”,
“Kurum içinde hak hukuk arama şansı söz konusu değildir”,
“Camide halktan yardım istenmesi”.
3.1.4.Din Görevliliği Dışında Bir Meslek Seçme Durumu
Her insanın idealinde, bir meslek bulunmaktadır. Bu ideale ulaşma ise, şartların
uygunluğu ile yakından ilgilidir. Kişinin “ideal meslek”e ulaşmasını engelleyen
1.Keyifli, age, s.128–132; Köylü, age, ss.73–80, ss.102–103, ss.179–190
2.Konuyla ilgili olarak bkz. Đ. Ethem Başaran, Örgütsel Davranış, ss.194–195; Sabuncuoğlu, age, s.57
190
nedenler; kişisel birtakım özelliklerden (bilgi ve yetenek durumu, eğitim durumu,
maddi durum vs.) kaynaklanabileceği gibi, toplumsal birtakım faktörlerden (çevrenin–
ailenin baskısı, çevre ve ailenin mesleklere bakış açısı vs.) dolayı da ortaya çıkabilir.
Kişinin, belli bir mesleği, kendisi için “ideal meslek” olarak seçmesi, kişilik
özellikleri yanında, o mesleğin toplum katındaki değeriyle de yakından ilgilidir.
Bireyin meslek seçimi konusunda, her zaman yüksek bir hedef belirlemesi
doğaldır. Çünkü hiç kimse, meslek itibariyle düşük konumda olan ve aynı zamanda
ücret bakımından aşağı düzeyde bulunan bir mesleği tercih etmez.
Mesleğin seçiminde aile ortamı ve toplumsal değerler önemli bir etkiye sahiptir.
Serbest çalışan, ticaretle uğraşan ve buna paralel olarak, gelir yönünden “üst” düzeyde
sayılan bir kimsenin çocuğunun, belli birtakım meslekleri seçmesi beklenmektedir.
Yine, bir memur çocuğu da, yetişmiş olduğu ortamın etkilerini, hayatının her alanında
gösterme gayreti içinde olacaktır.
Başka bir mesleğin, imkân verilmesi durumunda seçilmek istenmesi, mesleki
doyumun niteliği hakkında bir fikir verebilmektedir.
Din görevlilerinin mesleki tatmin durumları veya ideallerindeki mesleklerin neler
olduğunun araştırılması, onların bu alandaki zihniyet yapıları hakkında bilgi
edinilmesini sağlayabilir.
“Bu mesleğe girmeden önce size istediğiniz bir mesleğe girme imkânı verilseydi
hangi mesleği seçerdiniz?” biçimindeki soruya verilen yanıtların yaşla ilgisi bulunduğu
varsayımından edilmiş ve buna göre bir dağılım (Tablo 37) oluşturulmuştur. Burada,
“başka bir mesleği seçmezdim” diyenlerin oranı artmaktadır. Yine “başka” seçeneği
içinde cevap verenlerin oranı, yaşın artmasına paralel olarak azalmıştır.
Başka bir meslek seçmeyeceğini belirtenler %52 oranına karşılık gelirken, din
görevliliği dışında bir meslek seçme eğilimindekilerin oranı ise %44 olarak
gerçekleşmiştir.
“Başka bir mesleği seçmezdim” biçiminde cevap verenlerin oranı 21–25 yaşları
arasında %38.5 olurken, bu oran 51–60 yaşları arasında %83.3’e yükselmektedir. Yaşın
artmasına paralel olarak; meslekle bütünleşme, başka bir mesleğe “ideal meslek”
gözüyle bakılmasını engelleyebilir. Bunun yanında, ileri yaşlardaki din görevlilerinde,
yerine getirilen mesleğe pozitif bir değer yüklenildiği ve dolayısıyla mesleki tatminin
arttığı ifade edilebilir.
Daha önceki verilerin değerlendirilmesinde de ele alındığı gibi, din görevliliğinin
diğer mesleklerden ayrılmasını gerektiren bir yönü vardır ki, o da “manevi
sorumluluk”tur. Bu nedenden dolayı, başka meslekleri seçme oranı düşük olabilir.
Đleride görüleceği gibi, meslekten ayrılma konusunda olumsuz bir tutum içinde olanlar
%52.7 oranına karşılık gelmektedir. Buna göre, mesleğin yerine getirilmesinde birtakım
olumsuz durumlarla karşılaşılmasına rağmen, mesleki bir tatmin vardır ve bu da
genelde manevi bir görevin yerine getirilmesinden kaynaklanmaktadır denilebilir. Din
görevliliği mesleğinin seçimi ve devam ettirilmesinde, manevi yön etkin bir biçimde
kendini hissettirirken, parasal yön daha çok “tali” bir konumda bulunmaktadır.
“Başka” seçeneği altında cevap veren ve imkan olması halinde bir meslek
191
seçeceğini belirtenlerin oranı, 20 yaş ve aşağısında %100 olurken, 51–60 yaşları
arasında %16.7’ye düşmektedir.
Din görevlilerine yöneltilen soru, “bu mesleğe girmeden önce” biçiminde
düzenlenmesine rağmen, değerlendirmelerini daha çok “şu anki” duruma göre
yaptıkları söylenebilir. Bu durumda, din görevlilerinin mesleğe atfettikleri değerin
devreye girdiği söylenebilir.
Bu soruya yanıt vermeyenlerin oranı %4’tür. Belli bir mesleğin hedef olarak
seçilmemesi durumu, cevap verilmemesinde etkili olabilir.
Kişilerin görev yaptıkları kurumdaki ünvanları, onların değişik birtakım
tercihlerde bulunmasına neden olabilmektedir. Yetki, sorumluluk ve işin niteliği,
ünvanla doğrudan bir ilişki içindedir ve bu da mesleki uyumda etkili bir unsurdur.
Seçilmek istenen meslekle ünvan durumu arasında (Tablo 38), belirgin bir
oransal artış ya da azalış olmamasına karşılık, ünvanların genel özelliklerine göre bir
yoğunlaşma dikkat çekmektedir.
“Din görevlisi” başlığı altında ele alınan ve DĐB’e bağlı olarak din hizmetlerini
yürüten “kamu görevlileri”nin yerine getirdikleri görevler, bazen kesin sınırlarla
ayrılmaktadır. Müftü; il veya ilçedeki DHS ve diğer sınıflardaki çalışanların amiri
durumundadır ve din hizmetlerine direkt ve sürekli olarak (cami, KK, irşat ekibi vs.)
katılması her zaman mümkün değildir. Bu konumda olan kimselerin, daha üst
düzeydeki bir meslek seçme yönünde görüş bildirmeleri doğal olarak azalmaktadır.
Başka bir mesleği seçmek istemeyen müftüler %62.5, başka bir meslek seçebileceğini
belirtenler %37.5 oranına karşılık gelmektedir.
Vaizler, hiyerarşik olarak müftülerden sonra gelmekte ve yaptıkları görev daha
çok “vaaz verme”yle sınırlı kalmaktadır. Hiyerarşik yönden, “üst” sayılabilecek bir
konumda olmalarına rağmen, vaizlerin ücretlerinin çok düşük bir miktarda kaldığı
dikkat çekmektedir. Bu yön ise, başka bir meslek seçiminde itici bir güç olabilir. Ücret
yanında, ünvanın “yükselmesi” esas alınarak, daha fazla dini hizmette bulunma isteği
de, vaizlerin başka meslek seçmelerinde etkili olabilir. Vaizlerde, başka bir meslek
seçme isteği konusunda olumlu ve olumsuz görüş bildirenlerin oranı aynıdır (%50).
Bunun yanında, sadece iki vaizin örnekleme dâhil edilmesi, bu konuda kesin bir yargıda
bulunulmasını engelleyebilecek niteliktedir.
Daha önce de belirtilmiş olduğu gibi, din görevlileri içinde en büyük oranı ĐH’ler
oluşturmakta ve DĐB’in din hizmetlerinin köylere kadar ulaşmasını da, yine ĐH’ler
gerçekleştirmektedirler. Dolayısıyla, yapılan görev itibariyle, ĐH’lerin DĐB teşkilatının
“gövdesi” hükmünde oldukları söylenebilir. Büyük bir kısmı kırsal kesimde görev
yapan ĐH’lerin, değişik problemlerle karşılaşma ihtimalleri daha yüksektir. ĐH’ler
arasında “başka bir mesleği seçmezdim” diyenlerin oranı %44.9 olurken, başka meslek
seçme yönünde görüş bildirenler ise %50.5’tir.
ĐH’lerin seçmek istedikleri meslek kategorisi içine KKÖ de girmektedir.
KK’lerin daha çok büyük yerleşim yerlerinde görev yapmaları ve KKÖ’lerin belli bir
çalışma gün ve saatinin olması, bu yönde bir görüşün oluşumuna kaynaklık edebilir.
Bunun dışında, birçok mesleğin seçilmek istendiği görülmüştür.
192
KKÖ’lerde başka bir mesleği seçme oranı düşük düşüktür (%30.8). Meslekten
memnuniyeti ifade eden, “başka bir mesleği seçmezdim” biçiminde yanıt verenler ise
%69.2 oranında gerçekleşmiştir. KKÖ’nün, özellikle ĐH ve MK’ler tarafından
“seçilmek istenen meslek” konumunda olduğu dikkat çekmektedir. Cami hizmetlerinin,
KK hizmetlerine oranla güç birtakım yanlarının olması, böyle bir yanıtın verilmesine
neden olabilir. Bunun yanında, yapılan görüşmelerden anlaşıldığı kadarıyla, cami
hizmeti esnasında yaşlı insanlarla muhatap olunması, en çok şikâyet edilen konular
arasında yer almaktadır. KKÖ’ler ise, –daha çok “çocuk” denebilecek yaşta olan– belli
yaştaki kişilerle muhatap olmaktadırlar. Dolayısıyla da, “hâkimiyet alanı” bakımından
daha geniş yetkilere sahiptirler. KKÖ’nün seçilmek istenmesinde, bu faktörün de göz
ardı edilmemesi gerekir.
Başka bir mesleğe geçme isteğinin en az olduğu (%20) din görevlisi kategorisini
MK’ler oluşturmaktadır. Buna karşılık, başka bir mesleği seçmek istemeyenlerin oranı
%75 olmaktadır. Daha önce ifade edildiği gibi, cami hizmetleri alanında en büyük
sorumluluk ĐH’lere düşmektedir. MK’ler, cami hizmetlerinde daha çok “yardımcı”
konumunda olduklarından, mesleki problemlerle karşılaşma ihtimalleri ĐH’lere göre
daha azdır.
Yapılan vazifenin niteliğine (yetki, sorumluluk vs.) göre, bir “mesleki
yükümlülük”ün oluşması mümkündür. Dolayısıyla, bu alanda din görevlileri (özellikle
ĐH’lerle diğer din görevlileri) arasında belirgin bir fark oluşmaktadır.
“Bu mesleğe girmeden önce, size istediğiniz bir mesleğe girme imkânı verilseydi
hangisini seçerdiniz?” biçimindeki soruya verilen yanıtlar; mesleklere göre dağılımın ne
şekilde gerçekleştiği, bireyler açısından veya toplumsal açıdan popüler olan mesleklerin
neler olduğu hakkında bilgi verebilmektedir. Bunun yanında, din görevliliği içinde nasıl
bir hiyerarşik yükselme isteğinin olduğu da ortaya çıkacaktır.
Seçilmek istenen meslek konusunda birden çok cevap verilmiştir (Tablo 39).
Buna göre, din görevlilerinin farklı birkaç alanda meslek seçme yönünde davranış
geliştirmiş oldukları söylenebilir.
Başka meslek seçebileceğini belirtenlerin ve seçmek istedikleri mesleklerin
oransal dağılımı şu şekilde gerçekleşmiştir; öğretmen–eğitimci %42.4, kamu yönetimi–
hukuk 19.6, serbest meslek %16.6, müftü–vaiz %16.6, doktor–eczacı %15.1, KKÖ
%12.1, DĐB dışında bir meslek %12.1, gazeteci–araştırmacı %6, polis %4.5. Ayrıca,
seçilmek istenen meslek yanında, açıklayıcı birtakım bilgilerin verilmiş olduğu dikkat
çekmektedir.
Başka bir çalışmada, istenen meslek dağılımı söyle olmuştur; %38.5 öğretmen,
%23.3 hukukçu, %13.8 doktor, %9.2 subay, %6.2 yönetici, %9.3 diğer1.
Örneklem grubundan da anlaşılacağı gibi, araştırma kapsamına alınan din
görevlilerinin büyük çoğunluğu ĐH’dir. ĐH’lerin büyük bir kısmının kırsal bölgede
görev yaptıklarına daha önce değinilmişti. Dolayısıyla, kırsal kesimde görev yapan din
görevlilerinin, kendilerini her yönüyle karşılaştırma imkânı bulduğu kimseler,
genellikle öğretmenler olmaktadır. Özlük hakları ve ücret yönüyle öğretmenler, din
1.Tatlılıoğlu, age, s.115
193
görevlilerinden daha avantajlı bir durumda bulunmaktadırlar. Bunun yanında, din
görevlilerinin eğitim düzeyinin öğretmene göre düşük olması, küçük bir yerleşim
yerinde bile dengenin din görevlisi aleyhine bozulması sonucunu doğurmaktadır1.
Araştırmacının kırsal bölgedeki öğretmenlik deneyimi de, bu olguyu destekler
niteliktedir.
Din görevlilerinin genelde öğretmenlik mesleğiyle özdeşim kurmaları dikkat
çekerken; icra ettikleri görevin, “eğitimin bir çeşidi” gibi ele alınması da, böyle bir
benzerliğin kurulmasında etkili olabilir. Zaten, cami hizmetleri, çoğu zaman “yaygın
eğitim”2 adı altında ele alınmaktadır.
Din görevlilerinin öğretmenliği tercihlerinde genelde, çocuklarla “ilgilenme” esas
alınmış ve “insanlara hizmet” edilebilecek bir meslek olması özellikle belirtilmiştir.
Öğretmenliğin, KK’lerde veya MEB’de olabileceği ifade edilmiştir. Camide verilen
dini hizmetlere, insanların “gönüllü katılımı” söz konusu iken, okuldaki faaliyetlere
katılım, birtakım “yaptırım”larla gerçekleşmektedir. Camideki yaygın eğitimde
katılımın “gönüllülüğe” dayanması, eğitim faaliyetini gerçekleştirenlerin bazı konularda
yaptırım gücünü sınırlayabilmektedir. Dolayısıyla öğretmenlik tercihinde, geniş bir
kitleye ve formel bir biçimde hizmet sunmanın amaçlanmış olduğu söylenebilir.
Araştırma sırasında, öğretmenliği tercih edeceklerini belirtenlerin çoğunluğu, “din
kültürü ve ahlak bilgisi” öğretmenliğini işaretlemişlerdir.
Bir “serbest meslek”in seçilmesi, genelde parasal yönde bir arayış içinde
olunduğuna işarettir. Yine “doktor–eczacı” gibi mesleklerin tercihinde de, böylesi bir
yaklaşımın esas alındığı dikkat çekmektedir. Bu mesleklerin parasal ve itibar yönünün
de yüksek olduğu söylenebilir. “Kamu yönetimi–hukuk” mesleğinin seçilmesi, daha
çok prestijden kaynaklanabilirken, parasal yönünün de göz ardı edilemeyeceği
söylenebilir
Seçilmek istenen meslek, ünvanlara göre de bir farklılaşma gösterebilmektedir.
Örneğin; MK ya da ĐH görevini yürütenlerden bazıları KKÖ’yü tercih etmişler; KKÖ,
vaiz ve müftüler ise, din görevliliği dışında bir mesleğe özlem duymuşlardır. Din
görevliliği içinde ele alınan, ancak, yüksek bir hiyerarşik konuma sahip olan din
görevlilikleri de (müftü, vaiz, KKÖ) “istenen meslekler” grubunda (toplam %28.7) yer
almaktadır. Özellikle ĐH’ler ve MK’ler, yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı, bu
şekilde bir yanıt verilmiş olabilirler. Genel olarak bu tercihlerde, “yüksek ünvan” ve
ücret faktörleri etkilidir. Öte yandan, “daha rahat” bir görevi icra etme durumu da tercih
nedeni olabilmektedir.
“DĐB teşkilatı dışında bir meslek” biçiminde yanıt verenlerin oranı %12.1
olmuştur. Teşkilata karşı oluşan birtakım önyargıların mevcudiyeti, meslektaşlar veya
amirlerle olan birtakım anlaşmazlıklar, bu şekilde bir düşüncenin oluşumuna zemin
hazırlayabilir.
“Gazeteci–araştırmacı” biçiminde yanıt verenler %6’lık bir orana karşılık
1.Bunun için bkz. Đ. Kâfi Dönmez, “Din Görevlisi Yetiştirmeye Yönelik Yükseköğretim Programlarının Önemi
ve Đlahiyat Meslek Yüksek Okulları Hakkında Bir Değerlendirme”, I. Din Şurası, C:1
2.Bunun için bkz. Keyifli, age
194
gelirken, “polis”liği seçmek isteyenlerin oranı %4.5 olmaktadır. Değişik birtakım
ilgilere sahip olan din görevlilerinin, bahsedilen meslekleri seçme yönünde bir tutum
sergileyebilecekleri düşünülebilir.
“Đnsanlara faydalı olabilecek bir meslek”in istenmiş olması, din görevliliği
mesleğinin bilinçli bir biçimde yerine getirilmediğini düşündürmektedir. Bunun
yanında, “topluma hizmet etme” düşüncesinde olan bazı din görevlileri için, meslek
ayrımı pek de önemli değildir. Dini vazifelerin rahatça yerine getirilebileceği meslekler
özellikle tercih edilmiştir1.
Din görevlilerinden bazıları, imkân verilmesi halinde, daha üst düzeyde bir din
hizmeti yapabileceklerini ifade etmişlerdir. Buna karşın, genel olarak çocuklar için, din
görevliliği dışındaki mesleklerin seçilmesi yönünde bir tutum geliştirildiği
görülmektedir.
Bayan KKÖ’lerden birisi, “iş kadınlığı”nı, “ideal meslek”lerden biri olarak
görmüştür. Böyle bir değerlendirme, ekonomik zihniyetin değişimine bir örnek olarak
verilebilir. Toplumumuzda yaygın olan kanaate göre; iş yapan ve gelir getiren kişi
erkek iken, bayan ise genelde ev işleriyle uğraşır. Dini bir kimliği ön planda olduğu
bilinen bayan KKÖ’nün bu düşüncesi, toplumda yaygınlığı olmayan veya yaygınlık
kazanma yolunda olan değerlerin varlığıyla açıklanabilir.
3.1.5.Meslekten Ayrılma ve Mesleğin Gizlenilmesi Konusu
Meslekten memnuniyet durumunu ifade eden, “bu mesleğe girmeden önce size
istediğiniz bir mesleğe girme imkânı verilseydi hangisini seçerdiniz?” biçimindeki
soruyla ilgili konular, bir önceki başlık altında incelenmişti. Yine, mesleki
memnuniyetle ilgili olarak “meslekten ayrılma” konusuna değinilecektir. Bunun
yanında, toplumun mesleğe bakış açısını ve din görevlilerinin, buna tepkisini ifade eden
“mesleğin gizlenilmesi” konusu ele alınacaktır.
Belli bir mesleğin gereğini yerine getiren kimselerin tümüyle meslekten memnun
olmaları, her zaman olanaklı değildir. Bazı insanlar, mesleklerinden olağanüstü
derecede memnuniyet duyabilirken, bazıları içinse mesleğin cazip yönleri
bulunmayabilir.
Mesleğin, kişinin nezdinde değer kaybına uğraması, o işteki verimliliğin
düşmesine neden olurken, birtakım alternatif görev veya işler aranmaya başlanabilir.
Kişinin gözünde mesleğin değer kaybetmesi; parasal, psikolojik, toplumsal birtakım
nedenlerden kaynaklanabilmektedir.
Kişide, bir meslekle ilgili yargılar, mesleğe başlamadan önce oluşmakta ve bu
aşamada mesleğe daha çok pozitif bir anlam yüklenmektedir. Mesleğe girmeden önce
de, birtakım olumsuz imajların edinilmesi mümkündür. Buna rağmen, kişinin o mesleği
seçmesi, birtakım “zorlamalar” (maddi sıkıntı, çevre ve ailenin etkisi vs.) neticesinde
olabilir.
Mesleki bir tatminsizlik veya memnuniyetsizlik, meslekte belli bir süre
geçirilmesinden sonra da meydana gelebilir. Mesleğin önceden görülmeyen birtakım
1.Buyrukçu, age, ss.287–288
195
negatif yanları, belli bir zaman diliminden sonra ortaya çıkabilmektedir. Olumsuz
durumlar; kişide anlayış değişmelerini takiben gerçekleşebileceği gibi, kişinin dışındaki
birtakım etkenlerden de (amirler, meslektaşlar, aile–çevre, eğitim durumu vs.)
kaynaklanabilir.
Görevden ayrılmanın, birtakım değişkenlerle ilgisi olabileceği gerçeğinden
hareketle, çeşitli dağılımlar oluşturulmaya gayret edilmiştir. Din görevliliğinden
ayrılma isteğiyle, yaş durumu arasındaki bağıntı aranmış (Tablo 40) ve yaşla meslekten
ayrılma isteği arasında belirgin bir ilişkinin olduğu ortaya çıkmıştır.
Meslekten “hiçbir zaman” ayrılmama yönünde görüş bildirenler %52.7
oranındadır. “Bazen” ayrılma isteğinde olanlar %39.3, “çoğu zaman” ayrılmayı
düşünenler ise %8 olarak gerçekleşmiştir.
Görevden ayrılma isteğinde olmayanların oranı, yaşın yükselmesine paralel
olarak artmaktadır. 21–25 yaşları arasındakilerde bu oran %38.5 olarak gerçekleşirken,
51–60 yaşları arasındaki din görevlilerinde %100’e yükselmiştir. Bu durum, uzun süre
bir görevi ifa etme sonunda, meslekle bütünleşme ve mesleğin olumsuz yönlerinin göz
ardı edilmesi ihtimalini akla getirmektedir. Belli bir yaştan sonra görevden ayrılmak,
kişinin birçok problemle karşı karşıya gelmesi ihtimalini yükseltebilir. Meslekten
ayrıldıktan (istifa veya kurumlar arası geçiş) sonra, yeni işe uyum sağlama, belirsiz bir
durum olarak ortaya çıkarken, uzun yıllar meslekte kazanılan tecrübenin “atıl kalması”
ihtimali de bulunmaktadır.
Meslekten ayrılma konusunu “bazen” düşünenlerin oranı 20 yaş ve aşağısında
%100 olarak gerçekleşirken, bu oran 41–50 yaşında %35.7’ye düşmektedir. 51–60
yaşları arasında yer alanlar bu seçeneği işaretlememişlerdir. 41–50 yaş ve 51–60 yaş
arasında olanlarda, “çoğu zaman” ayrılma yönünde görüş bildirenlere ise
rastlanmamıştır.
“Çalışma çağı” olarak adlandırılan ve daha çok 20–65 yaşları arasını kapsayan
dönemin birtakım alt kategorileri bulunmaktadır. Öncelikle, mesleğe bir “hazırlık
dönemi” olmakta ve bu dönemde yeteneklerin devreye girmesi sonucunda, mesleğin
seçimine karar verilmektedir. “Yetişme dönemi”, meslekle ilgili ilk deneyimlerin
oluştuğu dönemdir ve mesleğe yönelik bir uzmanlaşma ön plandadır. “Uzmanlaşma
çağı” ise, mesleğe başladıktan sonraki ilk 5–10 yılı kapsar ve bu dönemde uygun
koşulların olması halinde verimlilik en üst düzeye ulaşabilir. “Sürdürülme dönemi”,
verimliliğin düşürülmeden sürdürülmesi aşamasıdır ve kişi elde etmiş olduğu
deneyimlere göre, bir davranış örüntüsü oluşturma konusunda en ileri düzeyde
bulunmaktadır1. Bu yaş sınırları göz önünde bulundurulduğunda, verimlilik ve mesleki
doyum konusunda belli bir düzeyin yakalanmasının, meslekten ayrılmayı engellediği
söylenebilir.
Meslekten ayrılmada, iki farklı yol takip edilmektedir. Bunlardan birincisi
“istifa” diğeri de “kurumlar arası nakil”dir. Đstifa etme biçimindeki usule, genelde özel
kuruma geçme, ticaret veya serbest mesleğe atılma durumlarında rastlanmaktadır.
Elazığ Müftülüğü’nden alınan bilgilere göre, 1996–1998 yılları arasında, bu şekilde
1.Đ. Ethem Başaran, Örgütsel Davranış, ss.58–63
196
görevden ayrılan yaklaşık 10 kişi bulunmaktadır. Bu rakam, başka türden ayrılmalara
göre daha azdır.
Kurumlar arası geçiş işlemleri ise, genellikle uzun bir zaman alırken, birtakım
bürokratik işlemler sonucunda gerçekleşmektedir. Kurumlar arası nakilde, din görevlisi
geçiş yapacağı kurumla ilişki kurmakta ve gerekli olan koşulları yerine getirmektedir.
Başvurusunun kabul edilmesi durumunda, ilgili kurum DĐB’den kişiyle ilgili
“muvafakat belgesi” istemektedir. Muvafakat verilmesi halinde, kişinin ilgili kuruma
geçişi sağlanmış olmaktadır.
Alınan bilgilere göre; Elazığ’da 1996 yılı içinde 16 kişi, 1997 yılı içinde 25 kişi
ve 1998 yılı içinde (31 Temmuz’a kadar) 2 kişi başka kurumlara geçiş yapmıştır.
DĐB, 1997’den sonra, başka kurumlara geçiş işlemlerini daha titiz bir biçimde
yerine getirmeye başlamıştır. Bu tarihten sonra geçişler, ancak “özel izin”le
olabilmektedir.
Bazı müftüler ve din görevlileri, DĐB’in kurumlar arası geçişe izin vermesi
durumunda, büyük oranda bir geçiş olacağını belirtmişlerdir. Daha iyi bir iş imkânının
olmadığının bilinmesi, birçok kişinin görevden ayrılmasını engellemektedir. Din
görevliliğinden ayrılmak isteyenlerin, daha çok mesleğin “manevi” boyutunu göz ardı
edenler olduğu ifade edilmiştir. Anket formu sonuçlarının hatırlatıldığı bazı din
görevlileri, anket formuna “memnunum” yazılmasının, kısmen, kurum çalışanlarındaki
çekingenlikten kaynaklanabileceğini belirtmişlerdir.
DĐB’in, teşkilat mensupları üzerinde yapmış olduğu anket sonuçlarına göre; işi
ve teşkilatı değiştirmek istemeyenler %68.2, teşkilatı değil işi değiştirmek isteyenler
%11.9, şimdiki gelir ve konumdan daha iyi iş bulunması halinde değiştirmek isteyenler
%17.5, geliri ne olursa olsun iş bulunması halinde hemen ayrılacağını belirtenler %2.4
olmuştur1. Dolayısıyla, yerine getirilen görev itibariyle, din görevlilerinin yaklaşık
1/3’inin işinden memnun olmadığı söylenebilir.
Medeni durum ve meslekten ayrılma değişkenleri arasında belirgin bir oransal
dağılımın olduğu söylenebilir (Tablo 41). Bekârların, rakamsal açıdan düşük bir
miktarda olması, güvenirlik açısından olumsuz bir etken gibi görünmesine rağmen, yine
de bu konuda bir fikir verebilmektedir.
“Çoğu zaman” ayrılabileceğini belirtenler, bekârlarda %14.3 iken, bu oran
evlilerde %7.4 olmuştur. Yine, “hiçbir zaman” ayrılmayı düşünmeyenlerden bekâr
olanların oranı %35.7’dir. Evlilerde ise bu oran %54.8’e yükselmektedir.
Daha önce, din görevlilerinin evlenme yaşlarının düşük olduğuna değinilmişti.
Bunun yanında, evlilik oranının yüksek bir düzeyde olduğu ifade edilmişti. Evlenme,
belli bir hayat düzeninin kurulmasını gerekli kılarken, ailenin geçimini sağlayan ücret,
önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, “meslek edinme ya da
parasal güce kavuşma”ya, evlenmenin bir önkoşulu gibi bakılabilmektedir.
Bekâr olan kişilerin, yaptıkları iş karşılığında aldıkları ücreti, belli bir yere
kanalize etmeleri her zaman gerekmeyebilirken, evli kişilerde, alınan gelirin veya
maaşın, evliliğin gerekli kıldığı birtakım alanlara harcanması kaçınılmazdır. Bu gerçek
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Cami Görevlileri Anket Değerlendirme Sonuçları
197
göz önünde bulundurulduğunda, meslekten ayrılmanın, aylık gelirde bir istikrar kaybına
neden olacağının bilincinde olunduğu dikkat çekmektedir.
Ayrılma yönünde “bazen” biçiminde görüş belirtenler bekârlarda %50 olurken,
bu oran evlilerde %37.8’e düşmektedir. Mesleki birtakım hoşnutsuzluk ve
tatminsizliğin, böylesi bir kanının oluşumuna etki etme ihtimali yüksek olabilir. Bunun
yanında, evli olmanın getirmiş olduğu “yükümlülük”, bu alanda kesin bir görüş
belirtilmesini engelleyebilmektedir.
Öğrenim durumu ile meslekten ayrılma arasındaki ilişkinin ele alındığı dağılımda
(Tablo 42), öğrenim düzeyinin değişmesi ile ayrılma isteği arasında çok belirgin bir
değişim göze çarpmamaktadır. Ancak, öğrenim durumunun kişiye kazandırmış olduğu
değişik anlayışlara göre, farklı birtakım görüşlerin oluştuğu söylenebilir.
Đlkokul ve ortaokul mezunlarından, “çoğu zaman” ve “bazen” seçeneklerine yanıt
verenlere rastlanmamıştır. Đlkokul ve ortaokul mezunu olanların hepsi, “hiçbir zaman”
meslekten ayrılmayacakları yönünde görüş bildirmişlerdir. Bunun yanında; ilkokul,
ortaokul, lise ve dengi okul mezunu olanların, oransal açıdan düşük bir düzeyde
olmaları, güvenirlik açısından bir kuşkuyu akla getirmektedir.
Lise ve dengi okul mezunları hariç tutulduğunda, meslekten ayrılma yönünde
“çoğu zaman” ve “bazen” seçeneklerine yanıt verenlerin oranı, öğrenim düzeyinin
yükselmesine paralel olarak artış göstermektedir. Kurumdaki görev süresinin artışına
rağmen, konumlarında herhangi bir değişiklik olmayanların, diğer bir deyişle, konumsal
beklentileri karşılanmayanların bu şekilde bir yanıt verdikleri düşünülebilir. Çünkü
öğrenim düzeyinin yükselmesiyle birlikte, çalışanların kurumdan beklentilerinin
artacağı muhakkaktır. Ayrıca; kurumun yazılı kurallarının, geleneksel birtakım
değerlerin, halkın kuruma bakış açısının ve meslektaşlarla ilgili bazı değerlendirmelerin
meslekten ayrılma yönünde bir kanaatin oluşmasına etki edebileceği söylenebilir.
“Hiçbir zaman” ayrılmayı düşünmeyenlerin oranında, öğrenim düzeyinin artışına
paralel olarak bir düşme gerçekleşmektedir. Đlkokul mezunlarının tamamı, kurumdan
ayrılmayacakları yönünde görüş bildirirken, bu oran, yüksekokul/üniversite
mezunlarında %45.7’ye gerilemektedir.
Belli bir öğretim kurumundan mezun olma ya da bir alanda formasyon kazanma,
mesleğe eleman alımında esas unsurdur. DĐB’de bu kural birçok kez ihlal edilmiş ve
bunun sonucunda da öğrenim düzeyi düşük birçok kimse teşkilatta görev almıştır1. Bu
durum, öğrenim düzeyi düşük kimselerin, göreve yüksek bir değer atfetmelerine ve
mevcut problemlerden şikâyetçi olmamalarına etki edebilir.
Yapılan enformel görüşmelerde, meslekte yetersiz olduğu için ayrılanların
sayısının önemli bir orana ulaştığı ifade edilmiştir. Din görevliliği mesleğinin
gerektirdiği sorumluluğa karşılık, yeterli bilgi birikiminden yoksunluk, mesleği
sürdürmeyi adeta imkânsız kılmakta ve başka kurumlara geçiş tek çözüm yolu olarak
görünmektedir.
1.1977 yılında, vekil olarak görev yapan 12.000’i ilkokul mezunu olmak üzere, 14.000 kişi, mesleki bir
formasyona tabi tutulmadan “asaleten” din görevlisi olarak atanmıştır. Bu konularla ilgili olarak bkz. Đrfan Yücel,
agm; Seyfettin Akdoğan, “Đmam–Hatip Liseleri Đle Đlgili Görüş ve Teklifler”, 1. Din Eğitimi Semineri
198
Bazı din görevlileri, geçiş yapılacak kurumda “belli bir ünvan” verilmemesi
halinde bile geçmeyi düşünmektedirler. DĐB teşkilatının yapısı ve yönetici
konumundaki bazı kimselerin ve diğer meslektaşların tutumları, böylesi bir düşüncenin
oluşumuna yol açmış olabilir.
DĐB teşkilatı içinde, öğrenim durumuyla “kısmen” bağlantılı olan ünvanın da,
görevden ayrılma isteğini etkileyebileceği varsayılmaktadır (Tablo 43). Ünvanın
değişimi ile meslekten ayrılma isteği arasında belirgin bir ilişki görülmemekle birlikte,
mesleğin gereğini yerine getirirken, birtakım sorunlarla yüz yüze gelme veya
sorunlardan uzak olma durumuna göre, bir tercihte bulunulduğu ifade edilebilir.
Daha önce de değinildiği gibi, din görevliliğinde en çok “sorun”larla karşılaşma
ihtimali olanlar ĐH’lerdir. ĐH’lerin daha çok sorunla karşılaşmalarında, görev yaptıkları
çeşitli yerleşim yerlerinin taşıdığı olumsuzluklar etkili olabilir.
Görev esnasında karşılaşılan sorunlardan dolayı, kurumdan ayrılma isteğinin
oluşumu açısından ĐH’lerle KKÖ’lerin durumlarının analizi, konunun anlaşılmasına
yardımcı olabilir. “Çoğu zaman” seçeneğini yanıtlayan KKÖ’lere hiç rastlanmazken,
“bazen” ayrılma yönünde görüş bildirenler %15.4 olmuştur. ĐH’lerden, görevden
ayrılma yönünde görüş bildirenlerin toplamı (“çoğu zaman” ve “bazen” seçeneklerini
yanıtlayanlar) %52.3’tür. Diğer bir ifadeyle, görevden ayrılmak isteyen ĐH’ler,
KKÖ’lerin yaklaşık 3.5 katıdır. Buna göre, meslekten ayrılmada, daha çok yerine
getirilen görevin güçlüğü ve görev yapılan kesimle ilgili sorunların varlığı etkili
olmaktadır denilebilir.
Mesleki kariyer, gönüllü hizmet edilmesi konusunda bireyleri motive eder ve
dolayısıyla, meslekten ayrılma konusunda olumsuz bir tutum sergilenilmesini ortaya
çıkarır. Hiyerarşik olarak “alt” konumda bulunan birisi, başka bir teşkilatı tercih
edebilir. Nitekim bazı din görevlileri (özellikle ĐH ve MK’ler), mükemmel bir dini
hayatın yaşanması için, bu mesleğin çok da önemli olmadığını belirtmişlerdir. Onlara
göre, önemli olan dinin gereklerinin her ortamda yerine getirilmesidir. ĐHL
mezunlarının, daha çok din görevliliği dışında bir mesleği seçme isteğinde bulunmaları
da, böyle bir düşünceyle ilişkili olarak ele alınabilir. ĐHL’ye genelde “dini bilgiler”in
elde edilmesi için ve mesleki bir formasyon kazanma bilincinden uzak olarak gidilmesi
de bunu göstermektedir.
Müftü, vaiz ve murakıplık için “dini yüksekokulu bitirme” koşulu bulunduğuna
daha önce değinilmişti. Söz konusu görevlilerin, bu okullara daha çok belli bir “bilinç
hali” içinde ve mesleğe yönelik birtakım kazanımlar için gittikleri göz önünde
bulundurulduğunda, meslekten ayrılma konusundaki “negatif” düşüncelerin nedeni de
ortaya çıkmış olmaktadır. Diğer bir deyişle, mesleki beklentileri karşılanamayan
görevlilerde, kurumdan ayrılma yönünde bir eğilim belirmektedir.
Meslekten memnuniyetin bir göstergesi olarak ele alınabilen, “meslekten ayrılma
isteği”nin aylık maaşla ilgisinin olabileceği düşüncesinden hareket edilmesinden dolayı,
bu iki değişken arasında ilişki aranmış (Tablo 44) ve belirgin bir ilişkinin olmadığı
ortaya çıkmıştır. Küçük çaplı birtakım değişmelerin varlığı dikkat çekmekteyse de, bu,
kesin bir yargıya varılması için yeterli değildir.
199
Daha önce değinildiği gibi, din görevliliği mesleğini hiç kimse “ücret ve yan
geliri” iyi olduğundan dolayı yapmamaktadır. Yine, daha önceki değerlendirmelerde
belirtildiği gibi, bu meslekte “manevi yön” çoğu zaman göz ardı edilmemektedir.
Dolayısıyla, maaşın artmasına bağlı olarak meslekten ayrılma yönünde belirgin bir
değişim görülmemektedir.
Din görevlilerinin %92.7’sinin aylık geliri, 20–30 milyon arasında
yoğunlaşmaktadır. Diğerlerinin maaşları, bu rakamlara göre daha yüksek veya düşük
bir düzeyde yer almaktadır. Müftülerin maaşları nispeten daha yüksek iken, yeni göreve
başlamış az sayıdaki din görevlisinin maaşı ise düşük düzeydedir.
Türkiye şartları göz önünde bulundurulduğunda, çalışanların genel olarak ücret
konusunda bir beklentilerinin olduğu söylenebilir. Derece ve kademe farklarına göre
maaşın durumu, çok büyük bir farklılık göstermemektedir. Mesleğin ya da kurumun
değiştirilmesinde –ünvanın yükselmesi biçimindeki değişimler hariç– çok belirgin bir
ücret artışı olmamaktadır. Dolayısıyla, 657 sayılı DMK’ya tabi olan memurların (özel
birtakım tazminatların verildiği kurumlar hariç) hayat standardının bir benzerlik içinde
olduğu söylenebilir. Din görevlilerinin, diğer kurumlarda görev yapan “büro
memurları”na göre, ücret konusunda, –din hizmetleri tazminatından dolayı– az da olsa
avantajlı oldukları belirtilmelidir.
Yapılan görüşmelerde, “manevi yük”ü taşıma kararlılığını gösteremeyenlerin
genelde meslekten ayrılmayı düşündükleri, ayrılmada parasal yönü esas alanların ise,
çok az olduğu ifade edilmiştir. Bunun yanında, kendi işini kurmak için vazifeden
ayrılan birkaç din görevlisinin varlığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Din görevlileri
arasında, genellikle “az, ancak, helal kazanç” elde etme düşüncesi hâkimdir.
Meslekten ayrılma isteğinin nedenleriyle ilgili olarak, din görevlilerinden elde
edilen bilgiler özetle şu şekilde sıralanabilir:
1.Đl ve ilçe merkezlerine nakil yaptırma imkânının kısıtlı olması (başka
kurumlara geçiş yapanların büyük bir kısmı, kırsal kesimde görev yapanlardır. Đl veya
ilçede olup da geçiş yapanların sayısı çok azdır),
2.Kırsal bölgelerde okulun bulunmaması ve çocukların eğitim kaygısı,
3.Din görevlisinin, kendini mesleki bilgi açısından yeterli görmemesi ve bundan
dolayı bir eziklik duyması,
4.Đtibarın ve lider olma vasfının düşük bir düzeyde bulunması,
5.Din görevliliğinin gerektirdiği manevi sorumluluğu üstlenmekten kaçınılması,
6.Tatil günleri ile ilgili olarak –özellikle cami görevlileri olan; ĐH, MK ve vaizler
için– belirgin bir uygulamanın olmaması,
7.Ücretlerin düşük olması.
Din görevlileri üzerine yapılan bir araştırmada; mesleki bilgi ve uygulama
yetersizliği, sosyal itibarın düşüklüğü ve sosyal baskı, ekonomik sıkıntı, bireysel ve
sosyal hayatın kısıtlanması–sınırlandırılması, meslekten ayrılma nedeni olarak ele
alınmıştır1.
Meslekten memnun olunmaması veya meslekten ayrılma yanında, yapılan işle
1.Buyrukçu, age, s.293
200
tam olarak bütünleşememe ya da “mesleki doyum”a ulaşamama gibi nedenlerden
dolayı, mesleğin gizlenilmesi söz konusu olabilir.
Mesleğini gizleme ihtiyacı içinde olanlarla ilgili dağılımda (Tablo 45), din
görevlilerinin %82.7’sinin gizleme ihtiyacı hissetmediği dikkat çekmektedir. %16.7’lik
bir oran ise, gizleme yoluna başvurmaktadır.
Din görevlileri (vaizler) üzerinde yapılan araştırmalarda, din görevlilerinin
%89’unun gizleme taraftarı olmadığı, %10’unun gizleme ihtiyacı hissettiği
görülmüştür1. Diğer araştırmada, bir kısım (%4.7) din görevlisi “sık sık”, bir kısmı da
(%10.3) “ara sıra” mesleğini gizleme ihtiyacı hissettiğini belirtmiştir2.
Mesleğini gizleme ihtiyacı içinde olmayan din görevlilerinin rahatlığı, kişisel
birtakım özellikleri içerse de, bu, daha çok dine duyulan saygıdan kaynaklanmaktadır
denilebilir. Kutsal bir değeri olduğu kabul edilen ve eleştiri noktasında, biraz ihtimamlı
yaklaşılan din faktörü, din görevlilerini manevi yönden rahatlatmaktadır. Görevin
gizlenilmek istenmemesinde, din görevliliğinin “meşru bir iş” ve “dine hizmet” etme
noktasında görülmesinin etkili olduğu söylenebilir. Yapılan enformel görüşmelerde de,
bazı din görevlileri, mesleklerinin “en kutsal” görevlerden biri olduğunu, mesleği değil
gizlemeyi, her zaman ön planda tutmayı yeğlediklerini belirtmişlerdir.
Buyrukçu’nun gerçekleştirmiş olduğu araştırmada, din görevlilerinin büyük bir
çoğunluğunun mesleğini gizlemediği tespit edilmiştir. Bunun yanında, gizlemek
isteyenler küçümsenmeyecek orandadır. Mesleğe yakışmayan bir durumla karşıya
kalınması halinde, gizlenme yoluna gittiklerini belirtenler büyük bir oran teşkil
etmektedir3.
Ünvan durumunun yükselmesine bağlı olarak, mesleği gizlemek isteyenlerin
sayısında bir düşme olduğu dikkat çekmektedir.
Maaş ile mesleği gizleme arasında belirgin bir ilişkinin olmadığı dikkat
çekmektedir. Günümüzde belli bir statüye sahip olan devlet memurlarının aldıkları
ücret, hayatı idame ettirmeye az–çok yetecek miktardadır. Bu nedenle, din
görevliliğinin gizlenilmesi bir yana, belirli bir gelire sahip olunduğundan dolayı, daha
bir güven hissinin oluşumu ve mesleğin her ortamda açıkça dile getirilmesi söz konusu
olabilir.
3.1.6.Mesleki Gereklerin Yerine Getirilmesi ve Halkın Đhtiyaçlarının
Karşılanması
Genel olarak, toplumun ihtiyaçlarının karşılanması, “kamu hizmeti” olarak ele
alınmaktadır. Kamu hizmeti; “devlet veya diğer kamu tüzel kişileri tarafından veya
bunların gözetim ve denetimleri altında genel, kolektif ihtiyaçları karşılamak, kamu
yararı sağlamak için kamuya sunulmuş sürekli ve düzenli faaliyet” olarak
tanımlanmaktadır. Kamu hizmetini yerine getiren kamu görevlisi ise; “ister yönetici,
1.Demirkol, agm
2.Bayraktar, age, s.96
3.Buyrukçu, age, ss.288–289
201
ister yönetilen olsun, kamu kuruluşunda veya kamu kuruluşunun denetiminde, kamuya
yönelmiş olarak, onun yararını gözeterek görev” yapan kimsedir. Bu konuyla ilgili
olarak ele alınabilen memur da; “mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, devlet ve
diğer kamu tüzel kişiliklerince, genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli
kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilen”1 kimse olarak tanımlanabilir.
“Kamu hizmeti” olarak nitelendirilen birçok faaliyet alanı bulunmaktadır. Kamu
hizmetiyle, insanların değişik alanlardaki ihtiyaçlarının karşılanması hedeflenmektedir.
Kamu hizmetleri, daha çok toplumsal alanda gereksinimi duyulan konulara yönelmiş
durumdayken, bu arada bireysel ihtiyaçlar da bu sayede karşılanmış olmaktadır.
Din görevlileri, yapılan “iş” itibariyle “kamu görevlisi” olarak ele alınırken, Türk
Ceza Kanunu’nun uygulamasında “kamu görevlisi” olarak kabul edilmemektedirler.
Dolayısıyla, birçok işlemde, 657 sayılı DMK’ya tabi olan din görevlileri, ceza
uygulamasında Yargıtay’ın vermiş olduğu karara göre “memur” sayılmamaktadırlar.
Kamu görevlisi olarak ele alınmamasına rağmen; din görevlileri, halkın dini
ihtiyacını karşılamada büyük bir sorumluluk yüklenmektedirler. Yüklenilen bu
sorumluluk, değişik alanlardaki hizmetlerden birtakım farklılıklar göstermektedir.
Çünkü diğer kamu hizmetlerinde “manevi sorumluluk” duyma her zaman söz konusu
olmayabilir. Ancak, din hizmetinde bu unsur, en önemli yön olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Din hizmetini, Anayasa’nın gereği olarak halka sunmaya çalışan din
görevlilerinin (ve dolayısıyla DĐB’in), bu alanda ne derece etkin oldukları ve halkın
ihtiyaçlarının karşılanması ile ilgili görüşlerinin öğrenilmesi amacıyla, farklı sorular
yöneltilmiş ve bazı din görevlileriyle enformel görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Din
görevlilerine, “sizce din görevlileri, halkın her türlü dini ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar
mı?” biçiminde soru sorulmuştur. Dini ihtiyaçların karşılanmasına ilişkin görüşlerin,
ünvan değişkeniyle birlikte ele alındığı dağılımda (Tablo 46) iki değişken arasında
belirgin bir ilişkinin var olduğu dikkat çekmektedir. Oranlardaki bazı küçük sapmalar,
sonucu değiştirebilecek niteliğe sahip değildir.
Halkın ihtiyaçlarının tam olarak karşılandığını belirten hiçbir müftü yoktur.
“Evet” biçiminde cevap veren bir vaiz dikkate alınmadığında, ünvanın düşmesine
paralel olarak, ihtiyacın karşılandığını belirtenlerin oranı artmaktadır. “Evet” diyenler,
KKÖ’de %7.7 iken, MK’de bu oran %35’e yükselmektedir.
“Kısmen” halkın dini ihtiyaçlarının karşılandığını belirtenlerin oranında, ünvanın
düşmesine paralel olarak bir azalma görülmektedir. Müftülerde bu oran %75 iken
MK’lerde %55’e gerilemektedir.
Halkın dini ihtiyacının karşılanmadığını belirtenlerin oranı, müftülerde %25 iken,
MK’lerde %10 olarak gerçekleşmiştir.
Halkın ihtiyaçlarının karşılanması konusunda olumlu bir görüş belirtenlerin
toplam oranı %16.7, “kısmen” karşılandığını belirtenler %66.7 olarak gerçekleşmiş ve
halkın ihtiyaçlarının karşılanmadığını belirtenler ise %16 oranında olmuştur. Buna göre,
halkın dini ihtiyaçlarının “kısmen” veya “hiç” karşılanmadığını belirtenlerin toplam
1.Bahir Sorguç, Disiplin ve Đdari Soruşturma, MEB Yay., Đst., 1992, ss.9–11
202
oranı %82.7’ye ulaşmaktadır.
Keyifli’nin araştırma sonuçlarına göre; cemaatin ihtiyaçlarını tam olarak
karşıladığını belirten din görevlilerinin oranı %31.3 iken, cemaatin ihtiyaçlarını
“kısmen” karşıladığını belirtenlerin oranı %55.8, karşılayamadığını belirtenlerinki ise
%10.3 olarak gerçekleşmiştir1. Buna göre, halkın ihtiyacının “hiç” veya “kısmen”
karşılanmadığını ifade edenlerin oranı %66.1’e ulaşmaktadır.
Belli bir yönetsel konumu işgal etme, konulara daha bütüncül bir şekilde
yaklaşılmasını gerekli kılabilir. Bu yaklaşımın oluşumu ise; eğitim, tecrübe, yaş vs.
unsurlarla ilgilidir. Yönetsel konumdakilerin, il veya ilçedeki dini faaliyetlerden ve yine
bunun yanında –Anayasa’ya bağlı olarak hizmet veren bir kurum olduğundan–,
birtakım yazılı kurallardan bütün olarak haberdar olma ihtimalleri daha yüksektir. Din
görevliliğinin alt basamaklarında görev alanların ise, teşkilatın yazılı kurallarından tam
olarak haberdar olmadıkları görülmektedir. Dolayısıyla, ünvanın yükselmesine paralel
olarak, verilen hizmetlere bir bütün olarak bakılabilmekte, olumlu ve olumsuz
yönlerden haberdar olunabilmektedir. Kurumdaki hizmetlerle ilgili –olumlu veya
olumsuz– gerçeğin bilinmesi, birçok alanda temkinli olmayı gerekli kılabilmektedir.
Nitekim görüşme gerçekleştirilen yönetsel kadrodaki kimselerden bazılarının; teşkilat,
personel, yerine getirilen hizmetler vb. konularda bilgi vermekte kısmen bir tereddüt
içinde oldukları dikkat çekmiştir.
“Evet” veya “kısmen” biçiminde cevap verenlerin, “resmi görev dışı faaliyet”
olarak nitelendirdikleri bazı dini uygulamaları (Mevlit, hatim, nikâh, cenaze
merasimleri) “halkın ihtiyacı” olarak ele alma ihtimalleri yüksektir.
Öğrenim durumu ile halkın dini ihtiyaçlarının karşılanması düşüncesi arasında
bir ilişkinin varlığı dikkat çekmektedir. Öğrenim düzeyi yükseldikçe, halkın dini
ihtiyaçlarının karşılanması konusunda olumlu görüş belirtenlerin oranı düşmektedir.
“Kısmen” karşılandığı yönünde görüş belirtenlerin oranı, öğrenim düzeyinin
yükselmesine paralel olarak artmaktadır. “Hayır” biçiminde yanıt verenlerin oranı da,
öğrenim düzeyi ile zıt yönde bir gelişme kaydetmektedir. Öğrenim düzeyinin
yükselmesine paralel olarak, problem ve ihtiyaçların bilinmesi, bu dağılımda etkili
olabilir.
Halkın ihtiyaç duyduğu alanlardan biri, hastaneler ve cezaevlerine düzenli bir din
hizmetinin verilmesidir. Bu konuda, gelecek taleplere göre hareket edileceği, yönetici
konumundaki kimseler tarafından ifade edilmiştir. Sağlık Bakanlığı’nın, hastanelerde
tedavi hizmetleri sırasında insanlara dini ve moral destek verilmesi için, din görevlisi
bulundurma uygulamasına, 1996 yılı Haziran ayında Danıştay tarafından son
verilmiştir2.
Halkın dini ihtiyaçlarının karşılanması, öncelikli olarak din görevlisinin
vazifesidir. Din görevliliğinin “geçim” için yapılması, ister istemez dini ihtiyacın tam
1.Keyifli, age, ss.113–115
2.Dünya Sağlık Teşkilatı’nın (WHO), sağlık tanımının hangi alanları içerdiği, hastanelerde din görevlisi
bulundurulması uygulamasında Batı ülkelerinin durumu için bkz. Bahadır Yıldırım, “Hastalar ve Din
Görevlileri”, Zaman, 24.06.1996
203
olarak karşılanmasını önlemektedir. Đnsanlara da, ihtiyacın “bildirilmesi” konusunda
büyük görev düşmektedir. Halk, din görevlisinden, bazı hizmetlerin yapılmasını talep
etmeli ve bilgi yönünden motive olmasını sağlayacak birtakım tutumlar geliştirmelidir.
Din görevlilerinin, göreve başladıktan sonra kendilerini özellikle bilgi yönünden
geliştirmelerinin yavaş bir seyirde olduğu ifade edilmiştir. Din görevlisinin çevresinin
bilgisiz olması, bu şekilde hareket edilmesinde büyük bir etkiye sahip olabilir. Köylerde
görev yapan din görevlileri, yeterli cemaat olmamasından dolayı, okuma şevklerinin
kırıldığını ve bildiklerini de unuttuklarını ifade etmektedirler.
Halkın dini ihtiyaçlarının belli birkaç başlık altında toplanması olağandır. Bu
hizmetler şöyle sıralanabilir:
1.Resmi olarak yerine getirilen cami ve KK hizmetleri,
2.Soru sorma ve danışma ile ilgili hizmetler (dini liderlikle ilgili),
3.Görev dışındaki dini faaliyetler (Mevlit, hatim, nikâh, Yasin, cenaze ve devir
merasimleri),
4.Görev alanı dışında gerçekleştirilen birtakım dini sohbetler.
DĐB’in yerine getirdiği hizmetlerin en büyük kısmını, cami ve KK hizmetleri
teşkil etmektedir. Dolayısıyla, bu alanda uyulması gerekli birtakım kurallar vardır ve
din görevlilerinin bu kurallara uyması bir zorunluluktur. Đnsanların dini alandaki
ihtiyaçlarının tam olarak karşılanması, din görevlileri için gerekli olan mesleki
bilgilerin sürekli kontrol edilmesini sağlayacak bir sistemin varlığıyla da yakından ilgili
olmaktadır.
DĐB’in, halk üzerinde yaptırdığı anket sonuçlarına göre; teşkilata “kısmen
güveniyorum” ve “güvenmiyorum” biçiminde cevap verenlerin toplam oranı %43.6
olmuştur1. “Tam” olarak güven duyulmayan bir teşkilatın, halkın ihtiyaçlarını yüksek
düzeyde karşılaması mümkün değildir.
Đyi bir din hizmetinin verilmesi ve halkın ihtiyacının karşılanması için, gerekli
olan unsurların neler olduğuna ilişkin bir araştırmada; %40’lık bir kesim “Peygamber
metodu”nu uygulamayı salık verirken, %31’i bunun “özerk” bir yapıyla sağlanacağını,
%12’si din hizmetlerinde okulların ve TV’nin kullanılmasını, %8’lik bir oran ise,
ailenin bu alanda temel olarak alınmasını istemiştir2.
Din görevlilerine soru sorma ve birtakım konularda danışma; onların toplumsal
konumları ile ilgili bilgi verebilmektedir. Birtakım dini konuları; evinde kitap olduğu
halde araştırmama veya “bilen kişi”lerin “tescil”ine ihtiyaç duyma, halk arasında
yaygın bir durumdur. Cemaatin din görevlilerine soru sorması konusunun da ele
alındığı bir çalışmada; “sık sık” soru sorulduğunu belirtenler %34.4, “ara sıra”
sorulduğunu belirtenler %52, “nadiren” sorulduğunu belirtenler %9.3, soru
sorulmadığını belirtenler de %3.1 oranında gerçekleşmiştir3. Bu sonuçlara bakılarak;
din görevlilerinin, mesleki bilgi düzeylerinin düşüklüğü bilinmesine rağmen, yine de
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu
2.Tatlılıoğlu, age, s.152
3.Keyifli, age, ss.182–184
204
“fetva alınma makamı” olarak görüldükleri söylenebilir.
DĐB teşkilatı mensupları dışındaki kimselere de, bazı konuların danışılmış olduğu
dikkat çekmektedir. Buna göre, din görevlilerine (müftü %18.9, vaiz %2.4, ĐH %41.3)
danışanların toplam oranı %62.6 iken, “halk arasında âlim olarak bilinenlere”
danışanların oranı %34.4 olmuştur1.
1996 yılı rakamlarına göre, DĐB’in merkez ve taşra teşkilatına yazılı olarak
sorulan soruların sayısı 7082, verilen cevap sayısı ise 8111’dir2.
Mesleki alan dışında dini konulu sohbetlerin yapılması; daha çok ev, kahvehane,
cami çevresi, köy odası vb. yerlerde gerçekleşebilmektedir. Bu tür faaliyetlerin, daha
çok “birincil” ilişkilerin yaygın olduğu ortamlarda yer alma ihtimali yüksektir.
Görüşülen din görevlileri, bu tür faaliyetlerin eskiye göre azaldığını belirtmişlerdir.
Özellikle birincil ilişkilerin sürdürüldüğü kırsal kesimde yaygın olan bu faaliyetlerin;
göç ve iletişim alanında hızlı değişmeler gibi nedenlerden dolayı azaldığı ifade
edilebilir.
Bütün olumsuzluklara rağmen, dini sohbet gerçekleştirmenin din görevlileri
arasında devam ettiği görülmektedir. Bir araştırmada; “sık sık” dini sohbet yaptıklarını
belirtenler %30.3, “ara sıra” biçiminde cevap verenler %43.1, “nadiren” dini sohbet
yaptıklarını belirtenler %3.4, “hiç” yapmadıklarını belirtenler %2.4 iken, cevap
vermeyenlerin oranı ise %20.6 olarak gerçekleşmiştir3.
3.1.7.Din Görevlilerinin Toplumsal Đtibarı
Her mesleğin, toplum katında belli bir yeri vardır. Toplumdaki işlevselliğine göre
her mesleğe bir değer atfedilmektedir. O mesleği yerine getirenler, toplumun mesleğe
vermiş olduğu değere göre bir “sosyal statü” elde ederler.
Sosyal statü; “kişinin çevresindekilerin, toplum içinde ona nesnel olarak uygun
gördükleri mevki veya pozisyon”4 biçiminde tanımlanabilir. Meslek, sosyal statünün
belirlenmesinde “belirleyici” etkenlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mesleğe; getiri, toplumda stratejik bir konuma sahip olma, popüler olma ve
toplumsal ihtiyaçları karşılamaya göre bir değer atfedilmektedir. Tıp doktorluğu
mesleğine büyük bir değer atfedilmesi, mesleğin yerine getirdiği işlevden
kaynaklanabilirken, mesleğin getirisi de hiçbir zaman göz ardı edilmemektedir. Yine,
hâkimlik, kaymakamlık–valilik gibi mesleklere olan ilgi, bu mesleklerin toplumdaki
stratejik önemleriyle açıklanabilir. Bilgisayar veya endüstri mühendisliği gibi
meslekler, popüler olması yanında, sağladığı gelir açısından da tercih edilebilmektedir.
Genel olarak, toplumun verdiği değere göre, mesleğin “itibar”ı belirlenirken, bir
mesleğin itibarının düşmesinde, o mesleği yerine getirenlerin büyük bir etkiye sahip
oldukları söylenebilir.
1.Keyifli, age, ss.184–186
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.101
3.Keyifli, age, ss.150–151
4.Joseph Fichter, Sosyoloji Nedir? (Çev.: Nilgün Çelebi), Selçuk Üniv., Fen–Ed. Fak. Yay., Konya, 1990, s.28
205
Mesleğin toplumdaki itibarına göre, iş gören tarafından mesleğe bir anlam
yüklenmekte ve buna göre, yapılan “iş”ten bir doyum ve dolayısıyla verimlilik
sağlanmaktadır.
Din görevliliğine atfedilen değer, daha çok dinden kaynaklanırken, din
görevlilerinin meslekteki tutum ve davranışlarının da, itibarın oluşumunda büyük bir
yere sahip olduğu söylenebilir. Din görevliliğine verilen değerin düşmesi, dine karşı bir
ilgisizlikten kaynaklanabilir veya din görevliliğinden “bağımsız” olarak, dine belli
(olumsuz) bir değer atfetme biçiminde bir tutum da geliştirilebilir.
Din görevlilerine, “sizce din görevlileri, mesleklerinin şerefini ve itibarını
koruyup vazifelerini samimi bir şekilde ve hakkıyla yapabiliyorlar mı?” biçiminde soru
yöneltilmiş ve verilen yanıtların ünvan değişkenine göre dağılımı (Tablo 47) ele
alınmıştır.
Genel olarak, ünvanla itibarın korunması arasında bir ilişkinin varlığından söz
edilebilir. Hiçbir müftü ve vaiz, din görevliliğinin itibar ve şerefinin tam olarak
korunduğunu belirtmemiştir. Đtibarın korunması ile ilgili olarak, olumlu bir tutum
sergileyen KKÖ’lerin oranı %23.1 iken, MK’lerde bu oran az bir artışla %25
olmaktadır.
Đtibarın korunması ile ilgili olumsuz görüş belirtenlerin oranı, müftülerde %37.5
iken, MK’lerde bu oran %20’ye düşmektedir.
“Kısmen” biçiminde yanıt verenlerin oranında ise, genel olarak bir düşme vardır.
Örnekleme dâhil olan din görevlilerinin geneli ele alındığında; itibarın korunduğunu
belirtenler %20, “kısmen” korunduğunu ifade edenler %64 ve itibarın korunmadığını
belirtenler de %16’lık bir orana karşılık gelmektedir. “Kısmen” cevabını verenlerin de,
bir hoşnutsuzluk içinde oldukları göz önünde bulundurulacak olursa, mesleğin şeref ve
itibarının korunmadığı yönünde yanıt verenlerin toplam oranı %80’i bulmaktadır.
Başka bir araştırmada, din görevlilerinin prestijleri ile ilgili görüşlerin dağılımı şu
şekilde gerçekleşmiştir: %8.6’lık bir oran “yüksek” bir prestije sahip olduklarını
belirtmişlerdir. “Orta derecede” prestije sahip olduklarını belirtenler %51.1 oranında
gerçekleşirken, %36.6’lık bir kesim “düşük” bir prestije sahip olduklarını ifade
etmişlerdir1.
Yönetici konumunda olan müftüler ve din görevliliği mesleğinin hiyerarşik
olarak üst kısmında bulunan vaizlerin, itibarın korunması konusunda, öncelikle
“kısmen” ve “hayır” seçeneklerine yanıt vermeleri, bir anlamda halkın yönelttiği
eleştirilerden rahatsızlık duymalarıyla açıklanabilir. Teşkilatta yönetici olma, olaylara
daha geniş bir perspektiften yaklaşılmasını ve olumlu–olumsuz bütün unsurların göz
önüne alınmasını gerekli hale getirebilir.
Din görevliliğinin icra edildiği yerin, böyle bir dağılımın oluşumunda etkisi
olabilir. Kırsal kesimde, din görevliliğine kısmen daha fazla bir değer atfedilmesi
mümkündür. Çünkü halkın bilgi düzeyi genel olarak düşüktür ve bundan dolayı, din
görevlileri “göreli” bir bilgi fazlalığına sahip olabilirler. Bu ise, din görevlisine “önemli
bir şahsiyet” gibi bakılmasını sağlayabilir.
1.Köylü, age, s.119
206
Kırsal bölgede, kişilerin en çok karşılaşmış oldukları “devlet memurları”nın
öğretmen, din görevlisi ve sağlıkçılar olduğu daha önce belirtilmişti. Dolayısıyla, devlet
memurluğu yanında, standart bir gelire sahip olunması, itibarın yüksek olmasına etki
edebilir.
Enformel görüşme gerçekleştirilen din görevlileri, itibarın sarsılmasının birtakım
nedenlerinden bahsetmişlerdir. Buna göre, din görevlilerinin itibarının düşmesinde
etkili olan unsurlar şu şekilde ele alınabilir;
Bazıları; “din görevlisi” (özellikle ĐH–”imam”) denince, akla “Mevlit, cenaze
peşinde koşan kişi”nin geldiğini ve bu bakış açısının, itibar kaybının bir göstergesi
olduğunu ifade etmişlerdir.
Din görevlilerinin, mesleklerinin şeref ve itibarını koruma yönünde bir çaba
göstermedikleri belirtilmiştir. Din görevlilerinden bazıları, meslektaşlarının genellikle
görevlerinin gereklerini yerine getirmediklerini ve bunun itibar kaybında en etkili
unsurlardan biri olduğunu ifade etmişlerdir. Din görevlilerinin, genç nesle “dini bilinç”
vermeleri gerekirken, bunun genellikle ihmal edildiği de vurgulanmıştır.
Din görevlilerinin itibarının düşük olmasında, daha önceleri var olan birtakım
uygulamaların önemine değinilmiştir. Önceleri var olan uygulamada, özellikle kırsal
bölgede, din hizmetlerinin karşılanması için ya parayla din görevlisi tutulmakta ya da
din görevlisinin yiyecek, içecek, yakacak, giyecek vs. ihtiyaçları halk tarafından
karşılanmaktaydı. Bu durumda, din görevlileri, halktan bir şey almasalar bile, her
zaman “isteyen” konumunda görülmektedirler.
Din görevlilerinin, devamlı olarak parasal yönden bir beklenti içinde olmalarının,
zaten az olan itibarlarının erozyonunu hızlandırdığı ifade edilebilir. Bu meslek
mensuplarının büyük çoğunluğunun yoksul ailelerden gelmiş olmalarının, onların
maddi beklentilerinin artmasına ve dolayısıyla toplum nazarında itibar kaybetmelerine
yol açtığı belirtilmiştir. Maaşın düşük olması, yapılan dini merasimlerden sonra, parasal
yönden bir beklenti içine girilmesine neden olabilmektedir. Bu şekildeki bir anlayışın,
halk arasında yaygın olarak görüldüğü de ifade edilmiştir.
Bilindiği gibi, bir meslekten “en uygun verim” sağlanmasında önemli
unsurlardan biri, “yetki ve sorumluluk dengesi”nin kurulmasıdır. Sorumluluğun
çokluğuna paralel olarak yetki verilmemişse, iş görende “çalışma arzusu”nda ve
yönetici konumundaki kişilere olan güvende bir azalma meydana gelmektedir1.
Dolayısıyla, din görevlilerinin prestijlerinin yükselmesi için, onlara verilen yetkilerin
artırılması gerekir. Örneğin; “resmi nikâh” işlemlerinde, din görevlilerine de yetki
verilmesi biçimindeki bir uygulamanın, prestijin artmasında etkili olabileceği
belirtilmiştir. Din görevlilerine ihtiyaç olduğunun bilinmesi, saygınlık açısından olumlu
birtakım sonuçlar ortaya çıkarabilir.
Prestijin düşük olmasında, din görevlilerinin fiziksel görünümlerinin de etkili
olduğu söylenebilir. Din görevlilerinin ifadelerine göre, “sakallı olmayan” kişiler bile,
arkasında namaz kıldığı din görevlisinin sakallı olmasını tercih etmektedirler. ĐHL’den
mezun olmuş ve fiziksel gelişmesini tamamlayamamış bir din görevlisinin “genç”
1.Sabuncuoğlu, age, ss.98–99
207
görüntüsünün, itibar kaybında önemli nedenlerden biri olarak ele alınabilir.
Enformel görüşmelere göre, din görevlilerinin (özellikle cami görevlilerinin),
belli bir çalışma saatlerinin olmaması, kendilerini “devlet memuru” gibi algılamalarını
engellemektedir. Dolayısıyla, vazife dışında bir “iş”le uğraşma gereği
duyulabilmektedir. Din görevlilerinin çoğunda, zaman açısından “boş olma” anlayışının
hâkim olduğu ifade edilmiştir. Bu durum, meslekle adaptasyonu zorlaştırdığı gibi,
itibarın derecesine de etki edebilir.
Bazı din görevlileri, mesleğe çok hevesli olarak başladıklarını ve hatta çoğu
zaman bu hevesle bilgi seviyesini yükselttiklerini, ancak, camiye devam eden kişilerin
tutumlarının, bilgi edinme sürecini engellediğini ve şevklerini kırdığını ifade
etmişlerdir. Din görevlilerinin, halk tarafından “cami bekçisi” gibi görüldüğü ifade
edilmiştir.
Daha çok cuma günlerinde, camide para toplanması, din görevlilerinin itibar
kaybına neden olmaktadır. Đbadet yerlerinin yapımı ve onarımı için, halktan para
toplanması yaygın bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu hizmetlerin
yürütülmesi için teşkilattan sınırlı ölçüde destek gelmektedir. Bazı din görevlileri, cami
cemaatinde en samimi olanlarının bile bazen, “yüzde kaça çalışıyorsun?” biçimindeki
sorularına muhatap olduklarını ifade etmişlerdir.
Bir kişi, “din görevlisinin toplumdaki itibarını öğrenmek için, dinin toplumdaki
yerini öğrenmek gerekir” biçiminde cevap vermiştir.
Din görevlilerinin, bilgi ve genel kültür yönüyle çok zayıf bir durumda
bulunmalarının, kendilerine olan güvenlerinin azalmasına neden olduğu ve bu durumun
itibara yansıdığı ifade edilmiştir.
Görüşmelerden elde edilenlere göre, geçmişte din görevlilerinin bilgi yönünden
ileri bir düzeyde olmaları, halkın onlara çok teveccüh göstermesine yol açmaktaydı.
Çünkü din görevlisinin “en çok okuyan” ve “günceli takip eden” kimseler olduğu
düşünülmekteydi. Günümüzde ise, din görevlilerinin bilgi düzeyleri düşük olurken,
insanların beslendiği bilgi kaynakları da farklılaşmıştır. Dinle ilgili alanda belli sayıda
kitap okumuş olma, o alanda birtakım dini hükümlerin verilmesi için yeterli gibi
görülmektedir. Halkın –dini– bilgi düzeyinin yükselmesi, din görevlilerinin
eleştirilmelerine ve dolayısıyla da itibar kaybına yol açabilmektedir.
Bir araştırmada, din görevlilerinin itibar düşüklüğünün nedenleri ve prestijin
yükseltilmesi için neler yapılması gerektiği ele alınmıştır. Buna göre; din görevlilerinin
bilgi seviyelerinin düşüklüğü ve dine uygun olmayan hareketlerinin itibar kaybına
neden olduğunu belirtenler %33 olmuştur. %17.7’lik bir oran, basın–yayın organlarının
din ve din görevlisi ile ilgili yayınlarının bunda etkili olduğunu belirtirken, %7.8’i
toplumun dine olan ilgisizliği ve ihtiyaç duymamasının, %5.9’u din görevlilerinin
birtakım dini törenlerden (Mevlit, Yasin, hatim, cenaze, devir vs.) para almalarının,
%5.5’i de din görevlilerinin aralarında birlik ve beraberlik bulunmamasının itibar
kaybına neden olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, prestijin düşüklüğünün doğrudan din
görevlilerinden kaynaklanan bir durum olduğunu belirtenler %44.4’lük orana sahiptir1.
1.Köylü, age, ss.120–121
208
Din görevlilerinin, toplumda kontrol ve otorite sahibi olmada, dini esaslardan tam
olarak yararlanamamalarının itibar kaybına yol açtığı ileri sürülmektedir. S. Veyis
Örnek, toplumda din görevlisinin itibarının düşmesinde, geleneksel tedavi usullerinin
terk edilmesinin de etkisinin olabileceğini belirtir1.
Din görevlilerinin itibarlarının yükselmesi için yapılması gerekli olan şeylerin
dağılımı ile ilgili olarak, bir araştırmada şu veriler elde edilmiştir: %55.9’u din
görevlilerinin bilgi ve kültür seviyelerinin artırılmasının gerekliliğine değinirken,
%15.7’si ekonomik düzeylerinin yükseltilmesini istemekte, %8.6’sı, başta DĐB olmak
üzere, dinle ilgili basın–yayın faaliyetlerine başlamak gerektiğini, %7.8’i meslektaşlar
arasında birlik oluşturulmasını, %5.5’lik bir oran da, din görevlilerinin yaşantılarının
değişmesini ve söyledikleriyle yaptıkları arasında tutarlılık olması gerektiğini
belirtmiştir. %4.7 orandaki din görevlisinin görüşleri, çok farklı bir dağılım
göstermektedir. Bu görüşler; DĐB’in özerkleşmesi, din işleri için “bakanlık” kurulması,
DĐBA’nın görevliler tarafından seçilmesi, özelikle kırsal bölgelerdeki ilköğretim
okullarında din dersine din görevlilerinin girmelerinin sağlanması, amirlerin her zaman
“ceza verici”–”denetleyici” olmamaları ve personele ilgi göstermeleri, özellikle kırsal
kesimdeki muhtarların din görevlisinin “amiri” olmadıklarının anlatılması, DĐB’in dine
karşı olan sataşmalara cevap vermesi, hafız olanların merkezi yerlerde göre yapmasının
sağlanması, cami hizmetlerinin yürütülmesi sırasında serbestçe davranılması ve
konuşulması için olanak sağlanması, hükümetlerin, din görevlilerinin aleyhine olan
tutumunun2 değişmesi ve ilgi gösterilmesi, cami ihtiyaçlarının teşkilat tarafından
karşılanması, camilere din görevlisi atanırken cemaatin durumunun da göz önünde
bulundurulması, hizmet içi eğitim kurslarının daha sık yapılması, hutbelerde ihtiyaca
göre bir seçim yapılması, camilerde para toplanması yerine TDV’nin yardım etmesi,
müftülüklerin halktan gelen şikâyetlerde din görevlisini desteklemesi, Memurin
Muhakemat Kanunu’na din görevlilerinin de dâhil edilmesi biçiminde sıralanabilir3.
Anket formunun 19. sorusu, “din görevlisi olarak toplumda itibarlı bir yerinizin
olduğunu düşünüyorsanız bunun nedeni aşağıdakilerden hangisi olabilir?” biçimindedir.
Bu dağılım (Tablo 48) ele alındığında; din alanında hizmet vermeden dolayı itibarın
oluştuğunu belirtenler %61.3, her dinde din adamlığı konumunun yüksek olduğunu
ifade edenler %19.3, dini alanda bilgi sahibi olduğundan dolayı itibarın olduğunu
belirtenler %19.3, itibarlı bir meslek olmadığını ifade edenler %2.6, cevap vermeyenler
%3.3, “başka” seçeneğini yanıtlayanlar ise %4 olarak gerçekleşmiştir.
Verilen cevaplardan anlaşıldığına göre, şu anda sahip olunan itibar, din
görevlilerinin bireysel çabalarından çok, dine “ulvi” bir değer atfedilmesinden
1.V. Emiroğlu, Edilli Köyü’nün (Akçakoca) Kültür Değişmesi Bakımından Đncelenmesi, Varol Mat., Ank., 1972,
ss.84–90
2.Cumhuriyet döneminden itibaren, hükümetlerin din politikasının, din görevlilerinin aleyhinde gelişmiş olduğu
bilinen gerçeklerdendir. Durumun bu şekilde olması, din görevlilerinin itibar kaybına uğramalarında büyük bir
etkiye sahiptir. Din görevlilerinin o dönemden bugüne kadar itibarlarındaki düşmeyle ilgili olarak bkz. Sağlam,
age, ss.68–69; Emiroğlu, age, s.84; Dini eğitim ve din görevlileriyle ilgili olarak yapılan eleştiriler için bkz.
Fehmi Yavuz, Din Eğitimi ve Toplumumuz, Sevinç Mat., Ank., 1969
3.Köylü, age, ss.122–132
209
kaynaklanmaktadır. “Her dinde, din adamlığı itibarlı bir konumdur” biçimindeki
cevapta da, daha çok dine atfedilen değer ön plana çıkmaktadır.
Bu bulgular, din görevlilerinin mesleklerini popüler birtakım itibar ölçüleri ile
değerlendirmediklerini, mesleğin; gelir, saygınlık, yüksek bir hayat standardı sunması
vb. kriterleri ölçü almadıklarını, daha çok mesleğin içerdiği manevi değerleri temel
aldıklarını ortaya koymaktadır. Mesleğin, genelde belirli bir boyutunun (manevi) ölçü
olarak alınması, mesleğe ilişkin bütünlüklü bir “özdeşim kurma”nın mevcut olmadığını
ve dolayısıyla mesleki kimliğin kurumlaşmasının da negatif anlam öğeleriyle sınırlı
kalacağını göstermektedir.
“Din gibi, hassas bir konuda hizmet vermem” ve “her dinde, din adamlığı itibarlı
bir konumdur” biçiminde yanıt verilmesi, Đslam dininin; inananlarına yapılmasını
emretmiş olduğu “tebliğ” ve “irşat”la yakından bağlantılı olarak ele alınabilir. Đslam
dini, ortaya çıktığı dönemlerden itibaren hızlı bir biçimde yayılma göstermiştir. Bu
yayılmada inananların, dini anlatma gayretlerinin büyük bire yere sahip olduğu
bilinmektedir. “Emr–i bi’l–maruf ve nehy–i ani’l–münker” (iyiliği–dini anlatma ve
kötülükten sakındırma) olarak adlandırılan dini anlatma faaliyeti, Đslam bilginlerince
“farz–ı kifaye”1 (belli sayıda inanan tarafından yerine getirildiğinde, yöresel olarak
inananların üzerinden sorumluluğun kalktığı, yapılmadığında ise, o yörede yaşayan tüm
inananların sorumlu tutulduğu emirler) olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla, “tebliğ” ve
“irşat” faaliyetleri; sürekli yerine getirilmesi gerekli olan dinin emirleri olmaktadırlar.
Bu konuda, birçok Ayet2 ve Hadis3 bulunmaktadır.
Tebliğ; peygamberlikle görevli kılınanların “gelen dini hükümleri olduğu gibi
ümmetlerine eksiksiz haber vermeleri”4 olarak tanımlanabilir. Tebliğ, Đslami
literatürde; Đslam dininin, Müslüman olmayanlara anlatılması faaliyeti olarak
anlaşılmaktadır. Tebliğ, Müslüman olan herkesin yapması gerekli bir görev olarak ele
alınmaktadır. Đrşat; “ilim ve irfan sahibi birisinin, bir kimseyi uyarması ve ona doğru
yolu göstermesi”5 biçiminde tanımlanabileceği gibi, “olgunlaştırmak, doğru yolu
göstermek; rehberlik, kılavuzluk etmek”6 olarak da ele alınabilir.
Din görevlilerinin çoğunluğu, tebliğ ve irşat faaliyetlerini yerine getirmiş
olmanın verdiği “vicdani bir rahatlık” içinde olduklarını ifade etmişlerdir. Din
görevliliği mesleğinin, tebliğ ve irşat faaliyetleriyle yakından ilgisi bulunması, mesleğe
olumlu bir değer atfedilmesini gerekli kılmaktadır. Kutsal bir görevi yerine getirmiş
olmaktan dolayı, elde edilen haz; din görevlilerinin mesleklerini, itibarlı bir konumda
görmelerinde etkilidir denilebilir.
1.Canan, age, C:1, s.246
2.Bunun için bkz. Bulaç, Kur’an–ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Bakara (2)/44; Al–i Đmran (3)/104, 110; Maide
(5)/67, 78–79; Tevbe (9)/67, 71; Lokman (31)/17; Müddessir (74)/1–2
3.Bunun için bkz. Canan, age, C:1, ss.229–255; C:6, ss.339–342; C:7, s.36; C:11, ss.256–257; C:16, ss.23–33;
C:17, s.556
4.Đslami Bilgiler Ansiklopedisi, C:3
5.Đslami Bilgiler Ansiklopedisi, C:2
6.Demir–Acar, age
210
Anket sorularından, 18. soru ile 19. soru arasında “sondajlama” ya da “yoklama”
biçiminde bir ilişkinin var olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, iki soruya verilen yanıtların
oranlarının ele alınması ve buradan bir sonuca varılması mümkündür. 18. soruda, “sizce
din görevlileri, mesleklerinin şerefini ve itibarını koruyup vazifelerini samimi bir
şekilde ve hakkıyla yapabiliyorlar mı?” biçimindeki soruya “hayır” diyenler %16,
“kısmen” diyenler %64 olmuştur. “Din görevlisi olarak toplumda itibarlı bir yerinizin
olduğunu düşünüyorsanız bunun nedeni aşağıdakilerden hangisi olabilir?” biçiminde
yöneltilen 19. soruya ise, “itibarı olan bir meslek değildir” biçiminde yanıt verenler
sadece %2.6’lık bir orana sahiptir. Din görevliliğinin, itibarı olmayan bir meslek olduğu
biçimindeki yanıtın, daha fazla bir oranda çıkması beklentisi bulunmaktadır. Din
görevlilerinin bu haliyle, verilen cevaplarda bir çelişkiye düşmüş olma ihtimalleri
yüksektir. Ancak, “itibarı olan bir meslek değildir” biçimindeki seçeneğin, kesin bir
yargı belirtmesi, dağılımın bu şekilde olmasında etkilidir denebilir. Mesleğin
“tamamen” prestijden yoksun olduğu yönünde yanıt vermekten sakınıldığı dikkatlerden
kaçmamaktadır.
3.1.8.Din Görevlileri ve “Halk Đslam’ı”
Sosyal bilimlerde, “bir konu, cümle, sorun, olay, olgu veya sürecin, kısaca bir
bütünün, kendisini meydana getiren öğelerin söz konusu bütünle ilişkileri koparılmadan
ayrıştırılarak daha kolay anlaşılabilir hale getirilmesi”1 analiz ya da tahlil olarak ele
alınmaktadır. Toplumsal bir fenomen olan dinin anlaşılması için de, çoğu kez bu
şekilde bir yol izlenmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Hayatı bir bütün olarak “kapsama” amacında olan Đslam dininin, daha kolay
anlaşılması ve bu dinin yaygın olduğu toplumların değişik yönlerinin ortaya konulması
için, “bütün” olan dinin, “kategorik” bir ayrımının yapılması gerekli bir durumdur.
Đslam’ın birtakım kategorilere ayrılması işleminin, hem yerli (Ş.Mardin, A.Y. Sarıbay,
N.Göle, M. Türköne, A. Bulaç) ve hem de yabancı (E. Gellner, O. Roy, G. Kepel)
yazarlar tarafından yapılmış olduğu dikkat çekmektedir.
Đslam dini ile ilgili olarak yapılan kategorik ayrımlar; “yüksek Đslam–halk (volk
veya folk) Đslam’ı”, “merkez–çevre (Đslam) modeli”, “elitist Đslam–popülist Đslam”,
“siyasal Đslam–kültürel Đslam”, “kitabi Đslam–ümmi Đslam”, “aydın Đslam’ı–halk
Đslam’ı”, “resmi Đslam–sivil Đslam”, “tarihsel Đslam–reel Đslam” vb. şekilde
sıralanabilir2. Bu tür ayrımlarda, değişik birtakım terimler kullanılmasına karşın, genel
olarak terimler birbiriyle çakışma halinde bulunmaktadırlar.
Araştırmada, bu konunun ele alınması; din görevlilerinin “dini algıma”
biçimlerinin tespitine yönelik bir amaç taşımaktadır. Din görevlilerinin, belli bir dini
1.Demir–Acar, age
2.Bu konular için bkz. Ali Bulaç, “Kitabi Đslam–Ümmi Đslam ya da Ümmetin Kitaba Dönüşü”, Bilgi ve Hikmet,
S:10, Bahar 1995; Ali Bulaç, Nuh’un Gemisine Binmek, Beyan Yay., Đst., 1992, Nilüfer Göle, Modern Mahrem,
Metis Yay., Đst., 1991; Şerif Mardin, Din ve Đdeoloji, Đletişim Yay., Đst, 1993; Ernest Gellner, Postmodernizm,
Đslam ve Us, (Çev.: Bülent Peker), Ümit Yay., Ank., 1994; Kadir Canatan, “Đslam Kültürünün Sosyolojik
Piramidi”, Bilgi ve Hikmet, S:10, Bahar 1995; Ali Murat Yel, “Đslam’da Büyük ve Küçük Gelenekler” (Çev.: Ali
Coşkun), Bilgi ve Hikmet, S:10, Bahar 1995
211
hassasiyete sahip oldukları bilinmektedir. Mevcut dini algının oluşumunda, hangi
etkenlerin rol oynadığı, dini algının Đslam’ın temel kriterlerine uygunluğu, dini algının
mesleki bazda nasıl bir faaliyetin oluşumunu ortaya çıkardığı ve yine bu algılama
biçiminin toplumla ilişkilerde nasıl bir etkileşimi ortaya çıkardığının bilinmesi
amaçlanmıştır.
Đslam’la ilgili olarak bu şekilde bir ayrım yapılması daha çok, “anlama” ve
“açıklayabilme” amaçlı iken; bahsedilen ayrımların “mutlaklaştırılması”, analiz etmeyle
sağlanan kolaylığın, yerini daha başka zorluklara bırakması anlamına gelir. Bunun
yanında, yapılan birtakım “kategorik ayrım”ların, toplumların “özel tarihi”nde ve “özel
maddi şartlar”da ortaya çıkma ihtimalleri de göz önüne alınmalıdır. Çünkü yapılan bir
ayrım, ancak, belli bir dönem ve belli toplumlar için geçerli olabilecek bir özellik
taşıyabilir1. Örneğin; Mardin, “elitist Đslam” ve “volk Đslam” biçiminde iki farklı dini
anlayışın Đslam’ın ortaya çıktığından beri var olduğunu belirtir. Ancak, bu anlayışların
kesin sınırlarının belirlenmesinin belli koşullarda gerçekleştiğini ifade eder2. Mardin,
Türkiye’de dinin “devletleştirilmek” istenmesinin, farklı Đslam anlayışlarının
oluşumuna zemin hazırladığını ve Atatürk devrimlerinin, daha çok “volk Đslam”
mensuplarını etkilediğini ileri sürmektedir3.
“Yüksek Đslam–halk Đslam’ı” biçimindeki bir ayrım, E.Gellner tarafından
yapılmıştır. Halk Đslam’ında; Allah ile kul arasında “aracı”lar bulunmakta, “veli kültü”
ve “şeyhler” önemli bir yer tutmakta; “tekke”, “zaviye” ve “uhuvvet”, kurumsal yapıda
önemli bir yer teşkil etmekte ve dinin coşkusal ve büyüsel yanı ağır basmaktadır.
Yüksek Đslam ise; “katı” bir din anlayışını temsil ederken, Allah ile kul arasına
“aracı”ların girmesi hoş karşılanmamaktadır. Temel ya da ana kaynaklara bağlılık, bu
anlayışın en önemli özelliği olarak ortaya çıkmaktadır4. “Halk Đslam’ı”; “köylü dini”
veya “avam dini” biçiminde de ele alınabilmektedir5.
Halk Đslam’ı, daha çok “yerelleşme (parochialization)”, yani genel ve evrensel
unsurların aşağı kesime doğru intikaliyle oluşmaktadır. Yerelleşme; anlaşılabilme
“genişlik”i üzerinde, “bir daralma, eğitimle kazanılan formdan yoksunluk ve daha az
sistematik ve daha az düşünce ürünü boyutlara indirgenme süreci”6 biçiminde
tanımlanmaktadır.
Halk Đslam’ının merkez öğesi “nass”dan çok, ibadet olmaktadır. Yüksek Đslam’da
1.Ali Bulaç, “Kitabi Đslam–Ümmi Đslam ya da Ümmetin Kitaba Dönüşü”; Ali Bulaç, Nuh’un Gemisine Binmek,
Beyan Yay., Đst., 1992, s.81
2.Şerif Mardin, Din ve Đdeoloji, Đletişim Yay., Đst, 1993, s.158
3.Ahmet Đnsel, Türkiye Toplumunun Bunalımı, Birikim Yay., Đst., 1990, ss.111–112; “Volk” din anlayışının
oluşumunda dinin esaslarını bilmeyen kimselerin ve bu konuda siyasilerin etkisi için bkz. Özer Ozankaya, Köyde
Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür–Đki Grup Köyde Yapılan Karşılaştırmalı Bir Araştırma, AÜ SBF Yay., Ank,
1971, s.55
4.Ernest Gellner, Postmodernizm, Đslam ve Us, (Çev.: Bülent Peker), Ümit Yay., Ank., 1994, ss.25–26. Ayrıca
bkz. Kadir Canatan, “Đslam Kültürünün Sosyolojik Piramidi”, Bilgi ve Hikmet, S:10, Bahar 1995; Ali Murat Yel,
“Đslam’da Büyük ve Küçük Gelenekler” (Çev.: Ali Coşkun), Bilgi ve Hikmet, S:10, Bahar 1995
5.Yel, agm
6.Yel, agm
212
ise, ibadet; daha çok toplumsal bağları güçlendiren bir unsur olarak ele alınmaktadır1.
Đbadetlerle ilgili davranışların yorumlanması ise, daha çok, insanların kendilerine
mahsus birtakım inanışlarına göre gerçekleşmektedir. Kişiler, dini bir bütün olarak
algılamazken, daha çok “yap’lar–yapma’lar” (emirler–nehiyler) üzerinde
durmaktadırlar. Đbadetlerdeki en ayrıntılı kurallara bile uyulması, yaygın bir şekilde
yerine getirilmektedir2. Buna göre; insanların, yazılı birtakım unsurlardan çok, bu yazılı
unsurların pratiğe dönüşümü olan ibadetlerle ilgilenme taraftarı oldukları söylenebilir.
Ayrıca, yerine getirilmeye gayret edilen bu ibadet ve uygulamalar, daha çok yüz yüze
iletişimle insanlara ulaşmaktadır.
“Halk dini”nin yaygın olduğu toplumlarda insanlar; doğum, evlilik ve ölüm gibi
çeşitli yaşam durumlarına özel bir önem atfetme taraftarıdırlar. Bunun yanında; hafta,
ay ve yıl olarak, kutsal bilinen zamanlara aşırı değer verilmesi yaygındır. Çok çeşitli
mekânlara kutsallık atfedilmesi biçimindeki tutum da yoğun olarak paylaşılmaktadır.
Toplumsal ve bireysel temelde ortaya çıkan felaketler ve sevinçlerde, birtakım “dini
davranış kalıpları”nın uygulanması yaygındır3. Hatta toplumumuzda gözlendiği
kadarıyla, özel günlerde çeşitli dini merasimlerin (Mevlit, hatim, Yasin okutma vs.)
yapılması, önemli birtakım dini emirlerden (farz, vacip) daha önemli görülmektedir.
Dince yapılması zorunlu olmayan bazı faaliyetlerin (Mevlit, hatim, Yasin okutma vs.)
yerine getirilmesinde, toplumsal bir “tatmin”in sağlandığı gözlenmektedir. Buna göre,
halk Đslam’ının unsurları olarak ele alınabilen faaliyetlerin, toplumumuzda yaygın
olduğu ifade edilebilir.
Kutsallık taşıyan dini metinleri az–çok okuyabilen kimseler, özellikle kırsal
kesimde “dini bilen kimse”ler olarak ele alınmaktadırlar. Yalnız, modernleşmenin
sunmuş olduğu birtakım imkânlar sayesinde, bu anlayışta bir değişim yaşandığı
söylenebilir. Bu durumun, “gerçek Đslam”a belli bir oranda yakınlaşmayı sağladığı ifade
edilebilir.
Weber, özellikle kırsal bölgelerdeki yaygın olan dini anlayışı, “kırsal kesim
dindarlığı” olarak adlandırmaktadır. Buna göre, bu dini anlayışta; “büyüsel kabalıklar”
büyük bir yer tutarken, “ahlaki rasyonalizasyon” ve “yüksek bir düzen düşüncesi”
bulunmamaktadır4.
“Din Görevlileri ve “Halk Đslam’ı” başlığı altında; din görevlilerinin baba
mesleklerinin “yerel din anlayışı” oluşumuna ne derece etki ettiğinin anlaşılması
amaçlanmıştır. Bunun yanında, çocukların mesleki açıdan yönlendirilme biçimlerinin,
halk Đslam’ı ve “yerel din anlayışı”nın oluşumu ile ilgili bilgi vereceği öngörülmüştür.
Mekânsal olarak ortaya çıkan dağılımın (doğum yeri), farklı birtakım dini anlayışların
oluşmasına kaynaklık edeceği gerçeğinden hareket edilmiş ve bu amaçla mevcut
dağılım üzerinde birtakım değerlendirmelerde bulunulmuştur.
1.Ömer Çelik, “Dini Bilgi, Dini Fenomen ve Đslam’ın Kategorikleş(tiril)mesi”, Bilgi ve Hikmet, S:10, Bahar 1995
2.Yel, agm
3.Yel, agm
4.Yel, agm
213
3.1.8.1.Baba Mesleğinin “Yerel Din Anlayışı”nın Oluşumuna Etkisi
Kişilerin faaliyet gösterdikleri meslekler, onların yaşam biçimleriyle ilgili bilgi
elde edilmesinde kullanılabilmektedir. Mesleğin gereklerinin yerine getirilmesi
esnasında, iradi–gayri iradi birtakım tutumlar sergilenebilmektedir. Sergilenen bu
tutumlar, kişilerin kendileriyle sınırlı kalmayıp, çevresini de etkileyecek bir boyut
kazanabilir. Özellikle aile içinde, bu etki daha fazla olup, bazen belli bir yaptırım da söz
konusu olabilir.
Genel olarak, Türk toplumunda baba, “evin reisi” olarak kabul edilmektedir.
Dolayısıyla, babanın, çocukların meslek seçimi konusunda belli bir etkileme gücüne
sahip olma ihtimali bulunmaktadır. Gelişen iletişim ve ulaşım teknolojileri, meslek
seçiminde daha başka odakların da etkili olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Özellikle,
birtakım mesleklerin toplumda popüler olmasının, genelde “medya” sayesinde
gerçekleştiği dikkat çekmektedir.
Yapılan “iş” açısından, “kutsal” bir anlam yüklenilen din görevliliğini yerine
getirenlerin, bu “görevi” çocuklarına “miras bırakma” istekleri, onların nispeten
meslekle bütünleşmeleri ve mesleği içselleştirmeleriyle açıklanabilir. Dindarlık
ölçüsünün, böyle bir kararda etkili olması olası iken, dini “tebliğ” veya “irşat”ta
izlenmesi gereken metotla ilgili bilgilere sahip olma da tercihe etki edebilir.
“Yerel din anlayışı”, dinin esaslarının anlaşılmasında bir daralmanın olması
anlamında ele alınabilirken, eğitimin kişiye sağladığı belli bir formda düşünce üretmeyi
de engellemektedir. Bu anlayışta, mevcut düşüncede belli bir sistematiğin olmaması
yanında, düşüncelerden çok, birtakım davranış örüntülerinin esas alınması da söz
konusudur.
Din görevlilerinin baba mesleklerinin öğrenilmesi, sahip olunan dini anlayış
hakkında bilgi verebilirken, kişilerin yetişmiş olduğu sosyo–kültürel çevreyle ilgili
olarak birtakım yargılarda bulunulmasını da kolaylaştırmaktadır.
Din görevlilerinin baba mesleklerinin %42.7’sinin çiftçi olduğu dikkat
çekmektedir (Tablo 49). Çiftçilik, kırsal alanda yerine getirilen bir meslek olarak kabul
edilmektedir. Modern birtakım tekniklerin gelişmesi, bu anlayışın değişmesine yol
açmışsa da, yine de, genel olarak kırsal bölgelerin yaygın mesleği çiftçiliktir. Çiftçiliğin
yerine getirilmesi için çok yüksek bir mesleki bilgi gerekmeyebilir. Dolayısıyla, meslek
olarak “herkese açık olma” özelliği taşımaktadır. Çiftçiliğin sunduğu mesleki kazanç,
büyük farklılıklar gösterebilir. Yetiştirilen ürünün çeşidi, kullanılan teknikler,
yetiştirilen ürünün pazarlama biçimi veya birtakım yollarla işlenmesi, çiftçilikten elde
edilen gelirin değişik miktarda olmasını sağlamaktadır. Gelirin düzeyi, kişilerin hayat
standardının değişmesine yardımcı olabilirken, aynı zamanda değişimler karşısındaki
tutumlarda, bilgilenme ve anlayışlarda da bazı farklılaşmalar gerçekleşebilmektedir.
Çiftçiliğin yerine getirilmesinde, belli bir öğrenim düzeyinin gerekmemesi,
kişilerin dünyayı algılayış biçimlerini etkilemektedir. Daha çok, kitaptan “bağımsız” bir
bilgilenmeden bahsedilebilir. Dini yönden bilgilenmede yazılı kaynaklar yaygın
değilken, yerel birtakım dini oluşumlar (tarikat–şeyh, dini cemaat vs.) bilgi
edinilmesinde etkili olabilir. Bu dini anlayışın, aile fertlerinde de oluşması mümkündür.
214
Aile reisinin, bu konuda birtakım yönlendirmelerde bulunması olağan bir durumdur.
Çiftçilik mesleğinden sonra ikinci sırada (%20) işçilik yer almaktadır.
“işçilik”ten; daha çok kol gücüne dayanan, ancak, çiftçilikle ilgisi olmayan meslekler
kastedilmektedir. Dolayısıyla, bu kategori içinde yer alanların da, bilgilenme
düzeylerinin belli bir aşamayı geçemeyeceği söylenebilir. Bilgi düzeylerinin düşük
olmasına karşın, bu mesleğin genel olarak kentsel alanlarda yerine getirilmesi ise,
anlayışlarda kısmi bir değişmeyi zorunlu kılabilir. Kentlerde, heterojen bir toplum
yapısının mevcut olması, kişileri; başka anlayışta olmayan insanlara karşı daha
hoşgörülü olmaya veya en azından zorunlu olarak, o şekilde bir tutum geliştirmeye
itebilir. Mevcut dini anlayışın, kırsal kesime göre farklılaşmış olması olağandır. Yazılı
ve görsel birtakım kaynaklara ulaşma imkânının fazla olması, dini anlayışın yerellikten
uzaklaşmasını zorunlu hale getirebilir.
Baba mesleğinin din görevlisi olduğunu belirtenlerin oranı %16 civarındadır. Bu
durum, dini anlayışta birtakım farklılıkların olmasını gerekli kılabilir. Ancak, burada
babanın beslenmiş olduğu dini kaynağın önemi ortaya çıkmaktadır. Medreseler,
özellikle son dönemlerde büyük bir deformasyon hareketine maruz kalmışlar ve bu
kurumlar, daha çok hurafelerle dolu Đslam anlayışının “merkezleri” haline gelmişlerdir.
Bu kurumlarda yetişmiş olanların, “toplumsal bütünleşme” açısından problemli
birtakım anlayışlar taşıma eğilimi içinde oldukları söylenebilir. Medrese mezunu
olduklarını söyleyen din görevlilerinden bazıları, medresede belli alanlarda (Arapça ve
Kur’an öğretimi) yoğunlaşılması ve toplumsal birtakım alanların (davranış bilimi, dil,
hitabet vs.) ihmal edilmesinden dolayı büyük sıkıntılar çektiklerini belirtmişlerdir.
Öğrenim düzeyinin yükselmesine paralel olarak, dini anlayışta “yerellik”
unsurlarının azalmaya başladığı dikkat çekmektedir. Özellikle, dinin emirlerine bütün
olarak yaklaşma, öğrenim düzeyinin yüksekliği ile yakından ilgilidir. Ancak, şu nokta
da belirtilmelidir ki; ĐHL’den mezun olmanın, yerel dini anlayışın ortadan kalkması için
yeterli olduğunu söylemek güçtür. Hatta yüksek öğrenim gördüğü halde, Đslam’ın
emirlerini bütün olarak algılamayan ve sadece belli esaslar çerçevesinde düşünen din
görevlilerinin varlığı dikkat çekmektedir.
Dinde “yerelleşme”nin unsurlardan birinin, dini esasların yerine getirmesi için
insanlara çeşitli “yaptırım”ların uygulanması olduğu söylenebilir. Bu durumun, aile
içinde gerçekleşme ihtimali daha yüksektir. Çocuğa dini bir esas benimsetilirken,
“seçilecek olan” dayatılmamalı, bunun yerine “seçmeyi öğretmek” esas alınmalıdır.
Kur’an’ın üzerinde durduğu konu, “serbest seçim”1 biçimindeki uygulamadır.
Oluşturulmak istenen kanaat ve kuralların birer “zorunluluk” olarak takdim edilmesi,
çoğu zaman olumsuz sonuçlara yol açar2. Aynı şekilde, yukarıda bahsedilen bu
tutumların, büyükler üzerinde de olumsuz etki yapacağı söylenebilir.
1.Mualla Selçuk, “Din Öğretimi Özgürleştiren Bir Süreç Olabilir mi?”, Đslamiyat, C:1, S:1, Ocak–Mart 1998
2.Hayrani Altıntaş, “Çocukluk Devresinde Ailede Din Eğitimi”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri. Çocukluk
döneminde dini alanda beslenilen kaynak, “yerel din” unsurlarının taşınmasında etkili olabilmektedir. Kırsal
yörelerde yaygın olarak bulunan geniş ailede, aile büyüklerinin geleneksel ya da yerel din anlayışını
yaygınlaştırma imkânları daha fazla iken, kentsel alana doğru gidildiğinde, bu durumda bir değişme olmaktadır.
Dolayısıyla, çocuğun dini sosyalizasyonunda daha başka kanalların (okul, medya vs.) etkili olma ihtimalleri
215
Dini emirleri yerine getirmeyenler için yaptırımlar uygulanmasına; oruç
tutmayanların, toplumun baskısından dolayı, açıkta bir şeyler yiyip–içmekten
çekinmeleri, örnek olarak verilebilir1. Dini esasların benimsetilmesinde yaptırımlardan
çok, “ikna” tekniğinin kullanılmasının, dinin evrensel boyutunun yaygınlığı ile
yakından ilgili olduğu söylenebilir. Đslam’ın anlatımında “ikna” metodunun kullanıldığı
ve bunun da evrensel bir özellik taşıdığı; “sana sadece tebliğ etmek düşer”2 biçimindeki
ayetten anlaşılmaktadır.
Baba mesleğiyle ilgili dağılımda, geriye kalanların düşük bir oranda oldukları
görülmektedir. Babasının memur olduğunu belirtenler %3.3, serbest meslek %5.3,
ticaret %3.3, öğretmen %1.3, cevap vermeyenler %5.3 ve “başka” seçeneği altında
cevap verenler ise %2.7 oranındadır. Bir kişi “seyyar satıcı”, iki kişi “fahri imam”, bir
kişi “harp malûlü–gazi” ve bir kişi ise “inşaatçı” yanıtını vermiştir. Bahsedilen bu
meslekler, daha çok kentsel alanda yerine getirilmekte ve öğrenim düzeyi açısından da
belli bir seviyeye hitap etmektedir. Dinde geleneksel bazı unsurların, yalnızca kırsal
alanda mevcut olduğu biçimindeki bir görüş tam olarak gerçeği yansıtmadığından,
kırsala ait unsurların kentlerde de yaşanabileceği gerçeğinden dolayı, bu meslekleri
yerine getirenlerin geleneksel dinin unsurlarını taşıma ihtimalleri bulunmaktadır.
Yapılan bir çalışmada, din görevlilerinin baba mesleği açısından şu şekilde bir
dağılım gösterdikleri dikkat çekmektedir; %49.2 çiftçi, %%21.5 işçi, %11.5 memur,
%11.5 din görevlisi (%10 ĐH, %1.5 MK), %6.3 başka3. Bu verilere göre de, din
görevlilerinin daha çok kır kökenli oldukları; dini açıdan, daha çok geleneksel birtakım
unsurları taşıma ihtimallerinin yüksek olduğu söylenebilir.
3.1.8.2.Din Görevlilerinin Çocuklarını Mesleki Yönlendirmelerinde “Dini
Algılayış”ın Etkisi
Kişinin, çocuğunu belli bir alana yönlendirme isteği, çoğu zaman bireysel
temelde birtakım özellikler hakkında bilgi verebilirken, toplumsal temelde de
kuşaklararası hareketliliğin varlığını ortaya koyabilmektedir.
Hiyerarşik açıdan mesleklerde bir yükselmenin olması isteğini, birçok faktör
etkileyebilmektedir. Kişinin yerine getirmiş olduğu mesleğin, hiyerarşik açıdan alt
düzeyde bulunması, çocuk için istenen mesleğin “üst”lerde olmasına neden olabilir.
Böyle bir tercihte; itibar, parasal yön, mesleğin kolaylık veya zorluğu gibi faktörler göz
önüne alınabilir. “Aynılık” gösteren birtakım mesleklerin, çocuk için uygun görülmesi,
meslekteki tatminin yüksekliği ve verimliliği hakkında bir fikir verecektir.
Din görevlilerinin, çocuklarını belli bir mesleğe yönlendirmelerinin altında yatan
dini unsurlar, dini algılayışın boyutlarına işaret eder ve aynı zamanda, din görevlilerinin
mesleklerine atfetmiş oldukları değer hakkında birtakım bilgiler verebilir.
artmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak bkz. Hale Okçay, “Çocuğun Dini Sosyalizasyonunda Ailenin Đşlevi”,
Sosyoloji Dergisi, Ege Üniv. Edebiyat Fak. Yay., S:3, Yıl:1992
1.Emiroğlu, age, s.84
2.Kur’an, Rad (13) / 40
3.Tatlılıoğlu, age, ss.112–113
216
Din görevlilerinin, çocukları için istemiş oldukları meslekler hakkında bilgi
sahibi olunması; çocukların meslek seçiminde, geleneksel değerlerin veya güncel
birtakım faktörlerden hangilerinin daha etkili olduğunun öğrenilmesini sağlayabilir.
Birden fazla seçenekle yanıt verilmesi (Tablo 50) ve büyük bir kesimin “başka”
seçeneğine cevap verenlerden oluşması, meslek seçimi ile ilgili isteklerin çeşitliliğini
ortaya koymaktadır.
Çocuğun seçmesini istediği mesleklerin dağılımında, din görevliliği %36.6 (%4.6
müftü; %6 vaiz; %8 hafız; %6.6 KKÖ; %11.3 ĐH) oranı ile ilk sırada yer almaktadır.
Din görevlilerinin, yerine getirdikleri faaliyet açısından “manevi rahatlık” içinde
oldukları söylenebilir. Mesleğin gereklerinin yerine getirilmesi yanında, dini yaşantı
yönünden daima aktif olunması, bir kazanç olarak görülmektedir denilebilir.
Din görevliliği mesleğini isteyenler yanında, “başka” seçeneği altında ele
alınanların, meslek seçiminde dini unsurları ön planda tuttukları dikkat çekmektedir.
“Đslami bilimler” alanında araştırmacı olmasını isteyenler %10’a karşılık gelmektedir.
“Başka” seçeneğinde din odaklı cevap verenler %9.3 iken, öğretmen–eğitimci yanıtını
verenler ise %24.6 olarak gerçekleşmiştir. Öğretmen olmasını isteyenlerin büyük bir
kısmının, bu mesleği dini “tebliğ” ve “irşat” için istediği açık uçlu yanıtlardan ve
enformel görüşmelerden anlaşılmaktadır. Bu istekler, “din dersi öğretmeni”,
“ilahiyatçı” biçiminde formüle edilmiştir. Dolayısıyla, dini unsurları göz önünde tutmak
suretiyle meslek seçiminde bulunan din görevlilerinin toplam oranı %70.5 olarak
gerçekleşmektedir. Din görevlilerindeki, mesleklerinin en önemli bir yanı olarak
gördükleri “dini yaşama” ve “dine hizmet etme” anlayışının1 etkisi, büyük oranda
çocukların meslek seçiminde kendini göstermektedir. Çocuğun aynı kurum içinde görev
yapması tercih edilirken, hiyerarşik açıdan yükselme isteği de ortaya çıkmaktadır.
Dini yaşantının istendiği gibi olabilmesi için, “din içerikli” bir eğitimin
hedeflendiği söylenebilir. Yalnız, bu şekildeki bir tercihte bulunulması, dinin hayata
geçirilmesi ve anlatımında bir “metot” ve “teknik” bilgi eksikliğinin varlığını akla
getirmektedir. Dini bir yaşam sürdürülmesi veya dinin gereklerinin yerine getirilmesi
için, mutlaka dinle ilgili birtakım alanlarla iç içe olma, geleneksel “tebliğ” ve “irşat”
anlayışının yaygın olarak bulunduğunu akla getirmektedir. Modern birtakım anlatım
yöntem ve tekniklerinin kullanılması ve bilgilenmede farklı kaynakların yaygın olarak
bulunması, bu anlayışın değişimi hakkında bilgi verebilmektedir. Dini hassasiyete sahip
olunması ve bu durumun korunması için, “belli mesleklerin seçilmesi” gibi bir
anlayışın, günümüzde önemini yitirme aşamasında olduğu söylenebilir. “Globalleşme”
olarak ele alınan olgu, kapalı anlayışların etkisinin zayıflaması ve bilgilenme açısından
bir “yaygınlık”ın oluşumunu gerekli hale getirebilmektedir.
%27.3’lük bir oranın yanıtlarının, “başka” seçeneği adı altında ele alınması
uygun görülmüştür. Çocuğun doktor–eczacı (doktor %22.6, eczacı %4) olmasını
isteyenlerin oranı %26.6 olarak gerçekleşmiştir. “Doktor” veya “tıp” biçiminde cevap
1.Dine hizmet etme anlayışı, diğerlerinden daha ağır basmaktadır. Yapılan bir çalışmada, bu unsuru belirten din
görevlilerinin oranı, örneklemin yaklaşık yarısına karşılık gelmektedir. Bunun için bkz. Tatlılıoğlu, age, ss.117–
118
217
verenlerin yanı sıra, bazıları da “dindar olma” ya da “insanlığa hizmet etme” şartını ileri
sürmüşlerdir. Tıp doktorluğunun, “mesleklerin en gözdesi”1 olarak görülmesi, bu
mesleğe karşı olan ilgiyi artırmaktadır.
Çocuğunun “öğretmen–eğitimci” olması yönünde görüş bildirenlerin oranı %24.6
olarak gerçekleşmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu mesleğin seçilmesi de, dinle
irtibatlı olarak ele alınmıştır. “Yönetici”, “kamu yönetimi”ni belirtenler %9.3,
“hukukçu” olmasını isteyenler %7.3, “asker”, “polis” biçiminde yanıt verenler %3.3,
“işadamı”, “esnaf”ı belirtenler %2, “mühendis”i meslek olarak görenler %2, “ev
hanımı” şeklinde yanıt verenler ise %1.3 oranında olmuştur. %8.6 oranında din
görevlisi ise bu soruya yanıt vermemiştir.
Çocuk için meslek isteminde, genel olarak dinin “odak” olarak ele alındığı dikkat
çekerken, bu durum, geleneksel din anlayışıyla örtüşmektedir. Dini birtakım semboller
ve faaliyetlerle iç içe olunmasının, çocuğun dini tercihinde etkili olduğu söylenebilir.
Din görevlilerinin bir kısmı ise, çocuğu için belli bir mesleği tercih etmemiş, daha genel
birtakım cevaplar vermeyi yeğlemişlerdir.
Çocuğu, belli bir eğitim kurumuna gönderme isteği, çoğu zaman onun, belli bir
mesleki formasyon kazanmasıyla yakından ilgilidir. Bununla birlikte, başka birtakım
amaçlar da hedeflenmiş olabilir. ĐHL’ler, çoğu zaman “mesleki okul” olarak ele
alınırken, “dini bilgilerin verildiği okul” olarak da anlaşılmıştır. Bu okulları bitirmek,
din görevlisi olmanın önkoşuludur. Ancak, din görevliliği için yeterli olup–olmaması
konusunda birçok tartışma yer almaktadır.
Din görevlilerinin çocuklarını ĐHL’ye gönderme istekleri, onların dini açıdan
“hassasiyetlerini” ortaya koymaktadır. Bunun yanında, çocuğun din görevlisi olması
isteğini de belirleyen unsurlardan biri olabilir.
Çocuğun gönderilmek istendiği okulla ilgili olarak, dini hizmet sunanların
görüşlerinin dağılımı, kişilerin meslek seçimi konusunda geleneksel bir tavır
sergileyip–sergilemedikleri konusunda bir fikir verebilecektir. Kişilerin geleneksel
tavırlarının, dinden kaynaklanması ihtimali de her zaman bulunmamaktadır. Yetişilen
çevrenin etkisinin de küçümsenmemesi gerekmektedir.
Din görevlilerinin %88’inin çocuklarını ĐHL’ye gönderme konusunda olumlu
görüş belirttikleri dikkat çekmektedir (Tablo 51). Olumsuz görüş belirtenler ise
%11.3’e karşılık gelmektedir. Çocuğu ĐHL’ye gönderme konusunda olumlu görüş
bildiren din görevlilerinden %7.3’ü (11 kişi) sadece “evet” şeklinde cevap vermiş ve
herhangi bir açıklamada bulunmamışlardır. Yine, olumsuz görüş bildirenlerden 2 kişi
“hayır” cevabını verirken herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. 1 kişi ise, cevap
vermemiştir.
Çocuğunu ĐHL’ye gönderme konusunda olumlu görüş bildirenlerin %36.6’sı,
çocuğunun dini bilgiler edinmesi için böyle bir tercihte bulunduklarını ifade etmişlerdir.
Dini bilgileri “kısmen” de olsa öğrenmesi için gönderdiklerini belirtenlerin oranı
%7.3’tür. Çocuğunun “imani” bilgileri kazanması için gönderenlerin oranı ise %6.6
olmuştur.
1.Zafer Cirhinlioğlu, Meslekler ve Sosyoloji, Gündoğan Yay., Ank., 1996, s.25
218
Ahlak yönünden dahi iyi yetişmesi için, göndermeyi neden olarak gösterenlerin
oranı %9, dünya ve ahiret bilgisi vermeyi gerekçe gösterenlerin oranı ise %3.3’tür.
Diğer okullarla direkt olarak bir karşılaştırma yapan ve ona göre yanıt verenlerin
toplam oranı ise, %9.9 olarak gerçekleşmiştir.
Din görevlisi olmasını, neden olarak gösterenlerin oranı %2 olarak
gerçekleşirken, yine meslek lisesi olduğu için (dolayısıyla, din görevlisi olması için),
gönderme taraftarı olanlar %1.3’tür. Buna göre, din görevliliğini hedef olarak görme
sonucu çocuğunun ĐHL’ye gönderme isteğinde olanların toplam oranı %3.3 olmaktadır.
Çocuğunu din görevlisi olması için gönderenlerin oranı düşük (%3.3) çıkarken,
bir önceki verilerle aralarında bir çelişkinin varlığı (çocuğunun seçeceği mesleğin din
görevlisi olmasını isteyenlerin oranı %36.6 olarak gerçekleşmiştir) dikkat çekmektedir.
Öncelikli olarak şu belirtilmelidir ki; din görevliliğini, çocuğu için “tek” meslek olarak
isteyenlerin oranı çok daha düşüktür. Daha önceki verilerde, din görevlilerinin bazen iki
ve bazen de üç farklı yanıt verdikleri dikkat çekmektedir. Bu dağılıma bakılarak, din
görevlilerinin çocuklarını ĐHL’ye göndermelerinde, meslek edinme isteminden çok,
dini birtakım faktörlerin etkili olduğu ileri sürülebilir. Dolayısıyla, çocuk için din
görevliliği, başka bir mesleğe girilememesi halinde istenmektedir. Bu kaygı yanında;
din görevlilerinde, çocuğun dini bilgi ve çevreyle içiçe yaşama isteğinin belirgin bir
biçimde bulunmasının, din görevliliğinin, bir yönüyle “yapılması gerekli” bir meslek
olarak görülmesine neden olduğu söylenebilir. Bu kanı; “din görevlisinin çocuğu için,
en uygun okuldur” şeklindeki bir kalıp yargıdan kaynaklanmakta ve bir yönüyle de
ebeveyni sorumluluktan kurtarmaktadır.
ĐHL’nin; “ideal” veya “iyi” okul olduğu, hem dünya ve hem de ahiret bilgisini
verdiği, ahlaki açıdan iyi bir durumda ve sempatik olduğu biçimindeki görüşlerin, daha
çok dini hassasiyetle ilgili olduğu söylenebilir.
Din görevlilerinin büyük bir çoğunluğunun (%88), çocuğunu ĐHL’ye gönderme
konusunda olumlu bir tavır takındığı dikkat çekerken, saha araştırması yapılan dönemde
“Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Yasası”nın kabul edilmediği belirtilmelidir.
Çocuğun ĐHL’ye gönderilmesiyle ilgili oranın yüksek çıkması bu durumda normal
olarak görülebilir. Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Yasası’nın yürürlüğe
girmesinden sonra, bu okullara olan ilginin azaldığı dikkat çekmektedir. Elazığ
ĐHL’den alınan bilgilere göre; bahsedilen yasanın (18.07.1997 tarih ve 4306 sayılı)
yürürlüğe girmeden önceki öğretim döneminde (1996–1997), ĐHL’nin ortaokul kısmına
kayıt yaptıran öğrenci sayısı 1.200 civarındadır. Daha sonraki dönemde (1997–1998),
liseye kayıt yaptıranların sayısı 60 civarında gerçekleşmiştir. 1998–1999 Öğretim
Yılı’nda ise bu rakam 34’tür.
ĐHL’lerin meslek okulu statüsünde olması ve bundan dolayı “alan sınırlaması”
uygulamasının da, düşüşte etkili olduğu söylenebilir. ĐHL mezunlarının, üniversite
sınavında üç tercih dışında (Đlahiyat Fakültesi, Đlahiyat Meslek Yüksekokulu, Đlköğretim
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği) tercih yapmaları halinde, ortaöğretim
başarı puanının çarpıldığı katsayı düşmektedir. Bu durum, ĐHL mezunu öğrencilerinin,
üniversitelerin çeşitli bölümlerine girişlerini zorlaştırmakta ve alan seçimi konusunda
güçlükler yaşanmasına neden olmaktadır.
219
Çocuğu ĐHL’ye gönderme isteğinin, öğrenim durumuna göre bir değişme
gösterdiği söylenebilir. Öğrenim düzeyi yüksek olanların, çocuklarını ĐHL’ye gönderme
isteğinde bir düşme olduğu dikkat çekmektedir. Öğrenim düzeyi yüksek olanlar,
ĐHL’lerin dini alanda bir eğitim vermiş olduğunu belirtmelerine rağmen, bu okullara
çocuklarını gönderme konusunda bir tereddüt içindedirler. Yapılan enformel
görüşmelerde, çocukları için gerekli dini bilgilerin verilmesi isteğinin olduğu, ancak,
dini bilgi için alternatif yolların söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.
ĐHL’lerin, “geleneksel din” anlayışını tam olarak değiştirme yolunda etkileme
gücüne sahip olduğu söylenemez. DĐB teşkilatının en büyük sıkıntısının, çalışanların
bilgi düzeylerinin düşüklüğü olduğu ve bu seviyeyi yükseltme çabalarının, çoğu zaman
verimsiz olduğu göz önüne alınırsa, ĐHL mezunu olanların bilgi seviyeleri ve anlayış
biçimleri ortaya çıkmış olur.
Daha çok, ĐHL mezunu olan din görevlilerinin, “halk Đslam’ı” ya da “geleneksel
Đslam” anlayışına sahip olduklarını gösteren unsurlardan biri, toplumda yaygın olarak
uygulanan birtakım dini merasimlerdeki (Mevlit, hatim, cenaze, nikâh, Yasin okuma,
devir vs.) fonksiyonlarıdır. Ancak, din görevlilerinin bu faaliyetlere katılmalarının,
biraz da zorunluluktan kaynaklandığı söylenebilir.
ĐHL’ye devam edenlerin daha çok kırsal kökenli oldukları, dar gelirli bir aile–
çevreden geldikleri bilinen gerçeklerdendir1. Buna bakılarak, ĐHL’lere devam edenlerin
bir kısmının, “halk Đslam’ı”nın etkisinde kaldıkları ifade edilebilir. ĐHL’nin de, bu
anlayışın değişiminde başarısının tam olarak gerçekleştiği söylenemez.
ĐHL’lerdeki derslerin içerikleri ve uygulamadaki bazı hata ve eksiklikler
üzerinde, uzun tartışmaların olduğu dikkat çekmektedir. Mevcut tartışmalarda, metot
hataları özellikle vurgulanmaktadır. Derslerin, yeni bazı gelişmelerin ışığı altında
verilmesi, en çok vurgulanan konulardandır. Bazı derslerin çok ayrıntılı olarak
verilmesine karşın, bazılarının ise yetersiz bir biçimde verilmesi, en büyük
yanlışlıklardan biri olarak ele alınmaktadır. Liseler, üniversiteye hazırlama
durumundaki ortaöğretim kurumları olduğundan, öğrenciler daha çok üniversiteye
yönelik bazı bilgiler elde etme amacındadır. Verilen derslerden önemli bir kısmının,
üniversite sınavında yararının olmadığının bilinmesi, o derslere karşı bir ilgisizlik
meydana getirebilmektedir. Bu ilgisizlik, öğrenilen bilgilerin kalıcılığını engellerken,
din görevlisi olunması durumunda, belirgin bir bilgi eksikliğinin ortaya çıkmasına
neden olmaktadır2. Din görevliliği mesleğine girdikten sonra kazanılan bilgiler sınırlı
olurken, birtakım “geleneksel dini unsurlar” ise bilgilenmede etkin bir konuma
geçebilmektedirler.
Din görevlilerinin meslekleriyle bütünleşmeleri ve verimlilikleriyle ilgili olarak
ele alınması gerekli konulardan biri de coğrafi kökendir. Doğum yeri, kişilerin düşünce
dünyalarının oluşumunda belirgin bir yere sahipken, bu nitelik, anlayış farklılıklarının
oluşumunu da etkileyebilmektedir.
1.Şerafettin Gölcük, “Akaid ve Kelam Dersleri”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri
2.ĐHL’lerle ilgili geniş bilgi ve tartışmalar için bkz. Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, ss.107–314
220
3.1.8.3.Mekân Farklılığının “Dini Algı” Üzerindeki Etkisi
Đster kır ve isterse kentsel alanda olsun; insanlar, doğar doğmaz “toplumsal bir
varlık” olma özelliğini kazanırlar. “Toplumsallık”, insanın en vazgeçemeyeceği
unsurlardan biridir. Đnsanın dışında bulunan ve daha çok maddi unsurlar olarak ele
alınmayan “değer”, “norm”, “kültür”, “ahlak” vs. toplumun varlığıyla anlam kazanırlar.
Yerleşim yerinin, kültüre “biçim vericiler” arasında önemli bir yere sahip olduğu
bilinmektedir1. Buna göre, insanın belli bir mekânda doğmuş olması, o mekâna has
birtakım değerleri, üzerinde taşıması için yeter sebeptir. Mevcut değerlere uyum
derecesi ise, o insanın çevresindeki insanlarla iç içeliği hakkında bilgi vermektedir.
Belli bir çevreye has olan değerler, her zaman aynı kalmazlar ve değişime
uğrarlar. Değerleri eleştirmeme ve yeni birtakım değerlere “kapalı” olma, genel olarak
“mutaassıplık” olarak ele alınabilir. Bu tutum içinde olanlar için “yeni” olan her şey, bir
“sapma” ve “yanlışlık”tır.
Sahip olunan değerin din olması ise, ayrı bir önem taşır. Dini değerler söz konusu
olduğunda, “taassup”un dozu daha da yüksek olabilir. Çünkü kişilerin iradelerinin
üstünde bir iradenin varlığı, birçok konuda tartışmanın gereksizliğini ortaya
çıkarabilmektedir.
Yaşanılan dinin yanlış yorumlanmaması, tahrife uğramamış olması veya
sonradan birtakım unsurların eklenmemesi halinde “taassup” nispeten normal
karşılanabilir. Ancak, dinlerin esaslarının zamanla tanınmayacak hale gelmesi, “din”
olarak sunulanlara karşı çıkılmasını zorunlu kılmaktadır. Đslam kaynaklarında, insanlara
dini anlatması için peygamber gönderilmesine neden olarak, dinlerin “dejenerasyon”u
gösterilmektedir. Dolayısıyla, insanlara peygamberler aracılığıyla gelen dinlerin,
“gerçek”i anlatma gayeli olduğu söylenebilir.
Din alanında birtakım anlayış farklılıklarının olması olağan bir durumdur.
Bulunulan mekânın da (kır veya şehir), anlayışların farklılaşmasında etkili olduğu
söylenebilir. Genel olarak şehirler, “uygarlık merkezi”2 ve dinlerin ortaya çıkmasında
“dölyatağı”3 fonksiyonunu üstlenmişlerdir. Dolayısıyla, dinlerin “gerçek” ya da “reel
formu”nun şehirlerde olduğu söylenebilir. Kırsal kesime doğru gidildiğinde, dini
esasların içine yabancı unsurların girme ihtimali artmaktadır4. Kırsal kesimde
yaşayanların, düşünce sistemlerinin oluşumunda din büyük bir yere sahipken, “boş
inançlar” da oldukça etkilidir. Ancak, kırsal alandaki insanların, dini gerekleri yerine
getirme konusunda daha düzenli bir yaşam sürme eğilimi içinde oldukları
bilinmektedir5.
Genel olarak, dini esasların değişmesi ya da deforme olması uzun bir zamanda
gerçekleşirken, kırsal kesimde bu hız daha da düşmektedir6. Kentlere oranla “kapalı”
1.Erdoğan, age, s.151
2.Şükrü Karatepe, “Şehirler Sahibini Arıyor”, Bilgi ve Hikmet, S:9, Kış 1995
3.Ali Bulaç, Din ve Modernizm, Endülüs Yay., Đst., 1991, s.153
4.Bu konu için bkz. Yel, agm
5.Ozankaya, Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür, ss.54–58
6.Emiroğlu, age, s.90
221
bir özellik taşıyan kırsal bölgelerde, dini alandaki bir uygulama, uzun süre değişmeden
sürdürülebilir. Bunun yanında, yazılı kaynaklardan bağımsız olma da, uygulamaların
“gerçek” olandan uzaklaşılmasına neden olabilir.
Kırsal bölgede ve yine kentlerin de bazı kısımlarında yaygın olan din anlayışı,
“geleneksel Đslam” olarak ele alınabilir. Geleneksel Đslam; “hem “tarihsel Đslam’a” hem
de “reel Đslam’a” denk düşen olguları, fazla sorgulamaksızın kabul eden ve günümüze
de taşımak isteyen bir anlayıştır”. Bu din anlayışı “yenilikçi” ve “modernist Đslam’a” zıt
bir konumda durmaktadır1.
“Geleneksel Đslam” olarak ele alınan, daha çok dindışı unsurların eklendiği ve
mutaassıpça tavırları içeren çeşitli anlayışların oluşumu ve bunda coğrafi konumun
etkisinin anlaşılması için doğum yeri ölçüt olarak alınmıştır. Anket formuna, farklı dini
anlayışların tespiti için herhangi bir soru konulmamış, ancak, enformel görüşmelerle
bilgi edinilmesi ve farklı birtakım araştırmalara başvurulması yoluna gidilmiştir.
Đlgili dağılımda (Tablo 52), din görevlilerinin %63.9’unun kırsal kökenli
oldukları dikkat çekmektedir. Bazı ilçeler de, “kırsal kesim” olarak kabul edildiğinde,
kırsal kökenli olanların oranının daha da artacağı söylenebilir.
Doğum yeriyle bağlantılı olarak, din görevlilerinin “geleneksel Đslam”ın ya da
Weber’in sözünü ettiği kırsal kesim dindarlığının unsurlarını taşıma ihtimalleri
artmaktadır.
Doğum yeri, kişinin belli birtakım anlayış örüntülerini taşıması için yeter sebep
iken, uzun bir süre ikamet edilen ya da görev yapılan yerin de, en az doğum yeri kadar
etkili olduğu söylenebilir. Kişilerdeki “reel din” anlayışı, bazı etkenlerle değişime
uğrayabilir. Kişilerin, değişim karşısındaki dirençleri çoğu zaman farklı olabilirken, din
görevlilerinin bu konuda çoğu zaman “pasif” bir konumda oldukları söylenebilir.
Görüşülen din görevlileri, görev yaptıkları yerde yaygın olarak bulunan birtakım dini
anlayışları ilk zamanlar değiştirme ya da ortadan kaldırma eğiliminde olduklarını,
ancak, belli bir zamandan sonra değişim yönündeki çabalarının sona erdiğini
belirtmişlerdir. Bu şekilde davranmada, kırsal kesimdeki anlayış “katılığı”nın en büyük
sebep olduğu vurgulamışlardır. Bunun yanında, muhatap alınacak kimselerin az olması
ya da hiç olmamasının da, nedenlerden biri olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Köydeki sosyal kurallardan, en önemlilerinden biri din olmaktadır2. Dinin bazı
yanlarına “aşırı” değer atfetme ve daha çok “şifahi” bir aktarımın olması, dinin
hurafelerle3 iç içe olmasına neden olabilmektedir. Din görevlilerinin, dini eğitim
verdiği kabul edilen bir okuldan (ĐHL) mezun olmaları da, çoğu zaman hurafelerle iç
içe yaşanmasını engellemeyebilmektedir.
Yapılan bir alan araştırması sonuçlarına göre; din görevlilerinin büyük bir
çoğunluğunun ayet ve hadis bilgilerinin oldukça sınırlı olduğu ve dini literatürde
1.Kadir Canatan, “Gelenek, Din ve Modernite (Eğilimler ve Kökler)”, Bilgi ve Hikmet, S:9, Kış 1995
2.Kemal Görmez, Şehir ve Đnsan, MEB Yay., Đst., 1991, s.15
3.Günümüzde Đslam dini içinde yer alan ve daha çok Đslam dışı unsurların etkisiyle oluşan hurafelerle ilgili geniş
bilgi için bkz. A. Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde Đslam Öncesi Đnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, Đst.,
1983
222
“mevzu hadis” (uydurma veya rivayet edeni bilinmeyen) olarak ele alınan hadisleri
ayırt edemedikleri görülmüştür. Birtakım atasözleri hadis, bazı mevzu hadisler ise ayet
olarak bilinmektedir. Din görevlilerinin kitap okuma durumlarının, yöreye göre
değiştiği ortaya çıkmıştır. Genel olarak, dini ve güncel konularda bilgilenme düzeyi
yetersiz ve yanlıştır1.
Görüşme gerçekleştirilen bazı din görevlileri, görevi ifa ederken, hiçbir zaman
çevrenin etkisinde kalınmaması ve toplumun örf ve adetlerini eleştirme pahasına da
olsa, “doğru” olanın anlatılması gerektiğini belirtmişlerdir. Toplumun “din” olarak ele
aldığı birçok uygulamanın “bidat”ten ibaret olduğu vurgulanmıştır. Meslektaşlarının,
güçlü bir irade ile bu konuda mücadele vermeleri istenmiştir. Bu görüşler, “geleneksel
din” anlayışından, az da olsa, bir “kopma”nın varlığına işaret etmektedir.
Farklı konularda bilgi edinilmesi için, ilçeler ve özellikle de köylerdeki din
görevlileriyle uzun enformel görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Buna göre, “kapalı” bir
toplum olma özelliği gösteren bazı köy ve ilçelerde, dini esaslarla hurafelerin karmaşık
bir şekilde bulunduğu ve din görevlilerinin de bu konuda birtakım yanlış bilgilere sahip
oldukları görülmüştür2.
Geleneksel ya da hurafelerle karışık olarak dinin yaşandığı yerlere, en çarpıcı
örnek Palu ilçesidir. Bu bölgede yaşayan insanların ve görev yapan din görevlilerinden
bazılarının medrese mezunu olması, geleneksel din anlayışının temsilcileri olan
şeyhlerin –yanlış ve eksik olan yanlarının– eleştirilmelerini önlemektedir. Din görevlisi,
her konuda şeyhten aşağı bir düzeyde olmayı kabullenmiş durumdadır. Şeyhin ölmesi
de, yanlış anlayışların ortadan kalkması için yeterli değildir. Şeyhle ilgili rivayetler,
abartılı bir biçimde halk arasında anlatılmaya devam etmektedir. Bazı din görevlilerinin
ifadelerine göre, din adına yanlış bilinen bazı hususların doğrusu anlatılınca, büyük
tepki görmektedir. Dini ve toplumsal konularda söz söyleyenin kimliği çok önemlidir.
Bir şeyh veya şeyhin yakınının, dini konudaki görüşlerinin hayata geçirilmesi ile din
görevlisinin görüşlerinin hayata geçirilmesi arasında fark vardır. Đlçede kökleşmiş bir
tarikat anlayışı hâkimdir. O tarikatın esaslarının ne derece doğru olduğu (çünkü bazı
tarikatların esasları, zamanla deformasyon hareketine maruz kalabilmektedir) ya da ne
derece doğru olarak yorumlandığının hiçbir önemi yoktur. Şeyhlik kurumu, dini bir
anlam içermesine rağmen, şeyhin oğlu veya yakınlarına da olağanüstü bir saygı
gösterilmektedir. Şeyhin yakınlarının dini bir yaşantıya sahip olup–olmaması ise çoğu
zaman önem taşımamaktadır.
Palulu olmanın verdiği bir “bilinçlenme”den söz edilmektedir. Belli bir yöreye
“ait” olmanın kişiye kazandırmış olduğu “bilinç”, bazı durumlarda dinin de önüne
geçmekte ve insanların değerlendirilmesinde tek etken olabilmektedir. “Mekân bilinci”
olarak adlandırılan ve insanların, daha çok birtakım yerel değerlere göre ele alındığı bu
bilinç, o bölge dışında (başka ilçe, il, ülke vs.) daha da etkin olmakta ve insanların
1.Mehmet Bilen, T.C. Diyanet Đşleri Başkanlığı’na Bağlı Camilerde Görev Yapan Đmamların Hadis Bilgilerinin
Mahiyeti Üzerine Tecrübî Bir Araştırma (Ankara–Şırnak Örneklemi) (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), AÜ
SBE, Ankara, 1996, ss.42–144
2.Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Şafak, agm
223
kenetlenmesinde en önemli unsurlardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.
“Geleneksel” ya da “halk dini”nin göstergelerinden biri, dindeki yaptırımların
kategorik sıralanmasının takip edilmemesidir. Örneğin; bir defa Hac’ca gitme, dini
kurallar açısından “farz”dır. Ancak, kişilerin bu şekilde davranma yerine, hiyerarşik
açıdan daha “üst”te bulunan yaptırımların yerine getirilmediği ve Hacc’a yeniden
gitmek istendiği dikkat çekmektedir. Çok daha önemli yerlere harcanma imkânı varken;
paranın, cami yapımı için kullanılması da örneklerden bir diğeridir. Yapılan caminin bir
ihtiyaca binaen yapılıp–yapılmadığı ise çoğu zaman önemsenmemektedir. Hatta
aralarındaki mesafenin metrelere kadar düştüğü camilere, özellikle kentsel alanlarda
rastlamak mümkündür. Cami veya KK yapılması, dindar olmanın önemli
göstergelerinden biri olarak görülebilmektedir. DĐB, rastgele ve uygun olmayan yerlere
cami yapımının engellenmesi için, 1997 ve 1998 yılları içinde birtakım uygulamalar
başlatmıştır. Cami yapımı için, DĐB’den izin alınması, kişilere veya birtakım dini
oluşumlara mahsus ve DĐB görevlisinin olmadığı camilerin DĐB’e bağlanması1
biçiminde karar alınmıştır.
Medrese konusunda, din görevlileri değişik birtakım görüşlere sahip
bulunmaktadırlar. Bazı din görevlileri, medrese sisteminde zaman kaybının çok
olduğunu ve bunun çağdaş eğitim anlayışına ters düştüğünü belirtmişlerdir.
Günümüzdeki medrese sisteminde, “dünyaya kapalılık”ın hâkim olduğu; sosyal,
ekonomik ve güncel konularda bilgi sahibi olunması yolunda çaba harcanmadığı ifade
edilmiştir. Başka bir dini kurumun mevcut olmadığı kesimlerde bulunan medreselerde
dile getirilen her hususun, adeta bir “ibadet” gibi algılandığı ifade edilmiştir. Şeyh
olarak ele alınan kimselerin; dinle ilgisi olmayan, daha çok bireysel ve toplumsal
birtakım tutum, davranış ve düşünüş biçimlerinin de, kutsal bir temele oturtulduğu ve
dinin emirlerinin, “bidat”ler içinde kaybolup gittiği belirtilmiştir. Şeyhlerin ve yakın
çevresinin dine aykırı olan hareketlerine bile “hikmet” gözüyle bakılmaktadır. Đnsanlar,
şeyhlik kurumunun “veraset yoluyla” devam ettiği biçimindeki görüşe
inandırılmışlardır. Dini birtakım sıfatları (şeyh, hoca vs.) kullanarak, parasal ve statü
açısından (milletvekili, belediye başkanlığı vs.) yüksek bir mevkie gelenlerin
bulunduğu da ifade edilmiştir.
Günay’ın bir araştırmasına göre, kırsal kesimde “cemaatçilik”in yavaş yavaş terk
edildiği ve “ferdiyetçilik”in ön plana geçtiği görülmektedir. Dini hayatın yaşanmaması,
davranış örüntülerinde kırsala has olmayan birtakım unsurların görülmesine neden
olmuştur. Manevi–dini alanda bir değişimin kendini hissettirdiği dikkat çekmektedir2.
Kısakürek, kırsaldaki gelişmelerde, camileri “merkez” olarak ele almaktadır.
Camilerden çok, buralarda görev yapanların topluma faydalı olacağını ifade
etmektedir3. Namaz kıldırmak, köydeki din görevlisinin yapacağı “en küçük görev”ler
arasındadır. Toplumsal değişimin yakalanmasında en büyük vazife, din görevlerine
1.DĐB görevlilerinin olmadığı camilerin DĐB’e bağlanması ile ilgili olarak bkz. Zaman, 03.10.1998
2.Orhan Türkdoğan, “Atatürk Üniversitesi’nde Doğu Bölgesiyle Đlgili Sosyo–Ekonomik Araştırmalar”, Çeşitli
Konular, Atatürk Üniv., IV. Kitap, 1978
3.N. Fazıl Kısakürek, Đdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yay., Đst., 1986, s.214
224
düşmektedir. Din görevlileri içinde de, “köy imamları”nın özel bir yeri vardır. Ona
göre, toplum kalkınmasında; köy imamı “ruh”, köy öğretmeni “kafa” ve muhtar da “el”
olmalı ve bir bütünlük oluşturmalıdırlar1.
Geleneksel din anlayışının yalnızca kırsal bölgede yaygın olduğu biçiminde bir
görüş her zaman gerçeği yansıtmamaktadır. Özellikle, kırsal kesimden gelen göçle
“beslenen” şehirlerde de, benzer bir din anlayışının ortaya çıkma ihtimali yüksektir.
Şehirlerin “köyleşme”sine neden olan göçle birlikte, “köylülük duygusu”2
kentsel alana taşınmaktadır. Bununla birlikte, sahip olunan “volk Đslam” anlayışı da
yaygınlık kazanmaktadır3. Gecekondulaşma, çoğu zaman kırsal kesimden gelen
insanların dini hayatlarında belirgin bir değişim olmasını engeller bir nitelik
taşımaktadır4.
3.1.9.Görev Yerlerinin Değerlendirilişi
Đş görenin işe motive olması ve verimliliğin yüksek düzeyde gerçekleşmesinde,
görev yapılan yerin önemi inkâr edilemez5. Bireyin görev alanının, bazı konularda
(doğal ortam, toplumsal ilişkiler vs.) belli bir güvence içinde olması, psikolojik olarak
bir rahatlamayı gerekli kılabilir.
Mesleğin icra edildiği yerin, meslekle ilgili kanaatlerin oluşumunda büyük bir
etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Çevresel birtakım güçlüklerin varlığı; yerine
getirilen meslek, sahip olunan konum, kişinin uyum derecesi vs. unsurlarla yakından
ilgilidir.
Din görevlileri, meslek itibariyle hem kırsal ve hem de kentsel alanda görev
yapmaktadırlar. Kırsal alanda görev yapan din görevlilerinin sayısı daha fazladır.
Mevcut cami sayısı esas alındığında, kırsal bölgedeki (köy ve kasaba) cami sayısının
oranı %74 iken, “merkez” olarak ele alınan kentsel kesimde ise, bu oran %26
olmaktadır6. Dolayısıyla, din görevlilerinin görev yaptıkları yer itibariyle, en çok kırsal
alana özgün olan birtakım sorunlarla karşılaşma ihtimalleri yüksektir.
Bilgiseven, genel olarak köy ve kent arasındaki farkları; mesleki, çevresel,
toplum büyüklüğü, nüfus yoğunluğu, nüfus homojenliği, sosyal hareketlilik, göçlerin
yönü, sosyal farklılaşma ve tabakalaşma farkı, sosyal ilişkiler sistemindeki farklar
biçiminde sıralamaktadır7.
Göç, birçok alanda olduğu gibi, din görevlilerini de olumsuz yönde
etkilemektedir. Kırsal bölgeye özgü sorunlardan biri, okul çağına gelen çocukları okula
1.Kısakürek, age, ss.333–334
2.Orhan Türkdoğan, Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler, Timaş Yay., Đst., 1996, s.122
3.Orhan Türkdoğan, Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler, s.150
4.Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, Đletişim Yay., Đst., 1991, s.223
5.Sabuncuoğlu, age, s.96
6.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.92
7.A. Kurtkan Bilgiseven, Köy Sosyolojisi, ss.83–89
225
gönderme imkânlarının kısıtlı olmasıdır1. Bu problem, kırsal bölgede görev yapan
devlet görevlilerinden, en fazla din görevlilerini etkilemektedir. Mezra veya köylerde
sürekli olarak görev yapan devlet görevlileri genelde; sağlıkçılar, din görevlileri ve
öğretmenlerdir. Öğretmenin bir köy veya mezrada olması, öğrenim yönünden birtakım
problemlerin aşıldığı anlamına gelebilmektedir. Ancak, öğretmenin olmadığı ve
dolayısıyla okulun kapalı olduğu köylerdeki sağlıkçılar ve din görevlilerini etkileyen
konulardan en önemlilerinden biri eğitim–öğretimdir2.
Göçle birlikte, köylerde öğrenim görecek çocuk sayısının azalması, okulun
kapanmasına neden olmaktadır. Cami görevlileri içinse böyle bir durum söz konusu
değildir. Köy veya mezrada camiye gelen kimsenin olmaması bile, caminin kapanması
için çoğu zaman bir gerekçe olarak ele alınmamaktadır.
Kırsal bölgedeki görevin, bütün olumsuzluklara rağmen sürdürülmesi, din
görevlilerinin birtakım girişimlerde bulunmasını gerekli kılmaktadır. Girişimlerden en
önemlisi, görev yerinin değiştirilmesi biçiminde olmaktadır. Bu işlemlerden bir sonuç
alınmaması durumunda ise, çocuğun eğitimini sürdürmesi uğruna aile
parçalanmaktadır. Bazen de, çocuğun okula gönderilmesi geciktirilmektedir.
Din görevlilerinin görev yerlerinin tespit ve değişimi ile ilgili olarak müftülükler
belli bir yol izlemektedirler3. Din görevlilerinin görev yerinin belirlenmesi amacıyla,
her yıl Haziran ayında bir kurul oluşturulması ve buna göre bir düzenleme yapılması
öngörülmüştür. Belli bir yerde, 4 yıl görev yapan din görevlilerinden, uygun
görülenlerinin yerlerinin değiştirilmesi ve başka bir yerde görevlendirilmelerinin
sağlanması amaçlanmıştır.
Elazığ, birtakım terör olaylarından dolayı, önceleri Olağanüstü Hal
Uygulaması’ndaki iller kapsamında yer almış, daha sonraları ise bu uygulamanın
dışında tutulmuştur. Bu uygulama dışına çıkarılmasına rağmen, halen bazı ilçelerin
kırsal bölgelerinde terör olaylarına rastlanmaktadır (1998). Bu durum, özellikle bu
bölgedeki devlet memurlarının görevlerini zorlaştırmaktadır. Đl ve ilçe merkezleri ise,
bu konuda daha güvenlidir. Dolayısıyla, il ve ilçe merkezleri, görev açısından tercih
edilen yerler konumunda olmaktadırlar.
Din görevlilerinin görev yerlerini değerlendiriş biçimlerinde (Tablo 53), aylık
maaşın etkisinin olabileceği düşüncesinden hareketle oluşturulan dağılımda veriler
incelendiğinde, aylık maaş durumu ile kentsel veya kırsal alanda görev yapmanın
avantajlı olması arasında belirgin bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Maaşın artışına
paralel olarak, köyde görev yapma isteğinin oranı düşerken, şehirde görev yapma
isteğinde bir artış göze çarpmaktadır. Köy yaşamında giderlerin az olmasına karşılık,
şehir yaşamında birtakım ek giderlerin bulunması, yukarıdaki dağılımın
şekillenmesinde etkilidir denilebilir.
1.Bu konu ile ilgili olarak bkz. A. Kurtkan Bilgiseven, Köy Sosyolojisi, s.203; ss.240–242
2.Kırsal bölge insanının en çok karşılaştığı problemlere; sağlık, barınma, ulaşım, iletişim gibileri de eklenebilir.
Benzer konularla ilgili olarak bkz. A. Kurtkan Bilgiseven, age, ss.240–264
3.Konu ile ilgili olarak bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, s.20
226
Genel olarak, din görevlilerinin büyük çoğunluğunun (%83.3), şehri görev
yönünden avantajlı gördükleri dikkat çekmektedir. Köyü tercih eden veya daha
avantajlı görenlerin oranı ise %16 olarak gerçekleşmiştir. Din görevlilerine, görev yeri
bakımından avantajlı gördükleri yerler sorulmuş, aynı zamanda bunun gerekçelerini
belirtmeleri istenmiştir.
Đl veya ilçe merkezini tercih etmede; mesleki, parasal, sosyal, psikolojik, eğitsel,
bilgisel vs. faktörler etkilidir. Bunların en önemlisi ise, mesleki faktördür.
%30’luk bir oran, daha çok köylerdeki camilere devam eden cemaatin azlığı veya
yokluğundan ve bundan dolayı, mesleki bakımdan kendini geliştirmenin zorluklarından
bahsetmiştir. Cemaatin olmaması, mesleki tatmin açısından olumsuz bir faktör olarak
ele alınabilir. Enformel görüşme gerçekleştirilen din görevlilerinden bazıları, camiye
devam edenler olduğu takdirde, görev yerini değiştirme yoluna gitmeyebileceklerini
belirtmişlerdir. Cemaatin var olduğunu belirtenlerden bazıları ise, cemaatin yaşlılardan
oluşmasından yakınmışlardır. Yaşlıların, her konuda müdahaleci ve eleştirel bir tavır
takınmalarını ve ikna edilmelerinin zorluğunu, yer değiştirme nedeni olarak görenlere
de rastlanmıştır. Din görevlilerinden birisi, yaşlı insanlar için, –hiçbir konuda ikna
olmama anlamında– “mezar taşı” tabirini kullanmıştır. Cemaati olmayan caminin,
mesleki açıdan “itici” bir fonksiyon üstlendiği ifade edilmiştir. Dini alanda anlatılanlara
karşılık verim alınmamasının, ümit ve şevkin kırılmasına neden olduğu dile
getirilmiştir.
Kentsel alanda görev yapılması, bilgi yönünden belli bir çabayı gerektirmektedir.
Kırsal bölgede, yapı itibariyle bir homojenliğin ve nüfus azlığının olması; değişik bilgi,
anlayış ve kültürdeki insanlarla karşılaşma ihtimalini azaltmaktadır. Kentsel alanda ise,
kırsalın aksine, din görevlilerinin bilgi ve kültür açısından daha yüksek bir düzeye sahip
olmaları bir anlamda zorunlu olmaktadır.
Mevcut bilgilerin unutulmamaya çalışılması ve yeni bilgilerin kazanılması
isteğinin, kentsel alanda görev yapılan yere göre değişme ihtimali olduğu da
unutulmamalıdır.
Din görevlileri, cuma günleri camiye gelenleri, çoğu zaman “cemaat” olarak
nitelendirmezken, sadece vakit namazlarına gelenleri cemaat olarak görmektedirler. Din
görevlileri arasındaki konuşmalarda, “cemaatin kalabalık mı?” biçimindeki soruya
verilen yanıtta, camiye –vakit namazlarına– devamlı gelen kimselerin sayısı
verilmektedirler.
Araştırma kapsamına alınanlardan %6.6’lık bir oran, kırsal alan insanının bilgiye
daha fazla ihtiyacı olduğunu belirtmiş olmasına rağmen, şehri daha avantajlı görmüştür.
Kırsal bölge insanının dini yönden “beslenme” kaynaklarının kısıtlı olduğu bilinmekte,
ancak, kırsal alanın bazı itici yanları (ulaşım, eğitim, haberleşme vs.) bu şekilde bir
yanıt verilmesini gerekli kılmaktadır.
%14.6’lık bir oran, çocukların eğitimini gerekçe göstermek suretiyle, köyden
memnun olmadığını ortaya koymaktadır. Sosyal imkânların yetersizliği ve göçlerden
dolayı nüfusu azalan köylerin okullarının kapanması, şikâyete neden olmaktadır. Din
görevlilerinden, müftülüğe ulaşan şikâyetlerin başında çocukların eğitim problemi
227
gelmektedir. Bu problem, şehirde görev yapma arzusunun ortaya çıkmasına neden
olabilmektedir.
Mesleki açıdan ele alınan sorunlardan biri (%4), küçük yerleşim birimlerinde din
görevlilerinin “çekiştirilmesi” ve “dedikodu”nun yaygın olmasıdır. Çevredeki insanlarla
tam bir iletişim sağlanamaması veya kırsal alana mahsus birtakım dengelerin (muhtar,
şeyh, ağa, aşiret vs.) gözetilmemesi, buna benzer birtakım durumların ortaya çıkmasına
neden olabilir. Köyde, sözü geçen veya otorite olarak kabul edilen kişi veya kişiler
(muhtar, şeyh, ağa, aşiret vs.), din görevlisinin devamlı kendisiyle veya kendileriyle
irtibatlı olmasını istemekte ve beklentileri gerçekleşmeyince de birtakım problemler
ortaya çıkmaktadır. Bu sorunların ortaya çıkma ihtimali, yaş ve mesleki deneyim ile de
yakından ilgilidir.
Kırsal alanın, parasal açıdan daha avantajlı olduğu, şehirlerin ise manevi açıdan
daha iyi bir düzeyde bulunduğu ifade edilmiştir (%4). Đslam dininin esaslarının, daha
çok “şehir merkezli”1 özellikler taşımasının, şehir odaklı düşüncelerin oluşumuna
neden olduğu söylenebilir. Şehirlerin, manevi ya da dini açıdan daha avantajlı bir
konumda bulunduğu biçimindeki bir görüşün oluşumuna, camilere ibadet için
gelenlerin sayısının esas alınmasının neden olduğu söylenebilir.
Kırsal alanların, dindarlık açısından daha avantajlı bir konumda bulunduğu ve
dini gereklerin buralarda daha düzenli olarak yerine getirildiği görüşü ifade edilirken2
son dönemlerde, kentlerde yaygın olarak bulunan dini oluşum ve cemaatlerin3, bu
alandaki bir değişime işaret ettiği söylenebilir. Dolayısıyla, kırsal alana oranla
kentlerdeki dindarlığın daha ön planda olduğu ifade edilebilir.
Medeni durum esas alındığında, evli olanların tercihlerinde köyün önemli bir yer
tuttuğu görülmektedir. Bu şekilde bir görüşün ortaya çıkmasında, evliliğin gerekleri
olan birtakım giderlerin varlığının ve aile fertlerinin harcamalarının fazlalığının etkili
olduğu söylenebilir.
Kimi din görevlileri, şehrin maddi yönden daha avantajlı olduğunu söylerken,
bazıları da köyün parasal yönden daha avantajlı durumda bulunduğunu ifade etmiştir.
Bazılarına göre, hem köyün ve hem de il ve ilçe merkezlerinin kendine göre birtakım
avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Genel olarak köy, daha çok maddi yönünden
dolayı, şehir ise imkânlar ve bilgi amaçlı olarak istenmektedir. Görüşülen din
görevlilerinden bazıları ise, görev yapılan yerin önemli olmadığını belirtmişlerdir.
Müftüler, din görevlilerinin görev yerlerinin belirlenmesinde; daha çok bilgi,
yetenek, çalışkanlık vs. faktörlerin göz önüne alındığını belirtmişlerdir. Camilerin,
1.Ali Bulaç, Din ve Modernizm, s.156
2.Özer Ozankaya, Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür, ss.54–58
3.Genel olarak kentlerin, “modernleşme”nin kalesi durumunda olduğu ve bu yapılanmada dinin yer almayacağı
biçiminde bir görüşün yaygın olmasına karşın, son dönemlerde bu görüşün geçerliliğini yitirmeye başladığı
söylenebilir. Cemaat yapılarının, şehirlerde çok daha güçlü bir biçimde ortaya çıktıkları ve hayatın değişik
alanlarını kapsama yönünde bir gelişim gösterdikleri dikkat çekmektedir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.
A.Yaşar Sarıbay, Postmodernite, Sivil Toplum ve Đslam, ss.202–208; Orhan Türkdoğan, “Batı ve Türk
Toplumunda Yeni Dinî Hareketler”
228
cemaatin özellikleri (sayı, bilgi düzeyi, mezhep vs.) dikkate alınarak, belli bir
sınıflanmaya tabi tutulması isteği, müftülerce vurgulanan konular arasındadır.
Müftülerden bazıları, rotasyonun; din görevlilerinin bilgi yönünden kendini
yetiştirmeleri yanında, vazifelerinde daha hassas ve aktif olmayı gerekli hale
getirebileceğini ifade etmişlerdir. Bunun yanında, “puanlama” sisteminin de çözüm
yollarından biri olduğu belirtilmiştir. Müftüler, DĐB’in genelgesinde belirtilen
uygulamanın tam olarak yerine getirilmediği ve bu konuda ihmalkâr davranıldığı
kanaatindedirler.
Rotasyon, genel olarak “iş düzenleme sistemi” anlamında ele alınabilir. Rotasyon
uygulaması, hizmetlerin yürütülmesinde birtakım yararlar sağlayabilmektedir. Bunlar;
görevlendirmede esneklik oluşturması, görevlendirmede kolaylık sağlaması,
monotonluğun ve iş tatminsizliğinin önlenmesi vs. biçiminde sıralanabilir1.
Özellikle, şehir merkezinde görev yapan ve vazifesinden memnun olan din
görevlilerinin, rotasyon konusuna sıcak bakmadıkları dikkat çekmektedir. Bu şekilde
görüş bildirenler, bahsedilen uygulamanın, din görevlilerinin cemaatini tanıma
yönünden olumsuz etkileri olabileceğini ifade etmişlerdir. Cemaati tanımış ve onlarla
bütünleşmiş olanların görev yerlerinin değiştirilmesi, değişik problemlerin ortaya
çıkması gibi ele alınmıştır.
Din görevlilerinin tayin veya yer değiştirme işlemlerinde, çoğu zaman “liyakat”
usulünün takip edilmediği ve “adam kayırma”nın olduğu biçimindeki kanaat, din
görevlileri arasında yaygındır. Bu kanaatin, daha çok kırsal bölgede görev yapan veya
görev yerinden memnun olmayanlar tarafından paylaşıldığı dikkat çekmektedir.
Görev yapılan yer itibariyle, köyle şehir arasında bir tercihin olması yanında,
kırsal ve kentsel alanda da belli yerlerin tercih edildiği dikkat çekmektedir. Kırsal
alanda, özellikle uzak ve ulaşım açısından birtakım güçlüklerin olduğu köyler tercih
edilmemektedir. Yine, kentsel alanda, özellikle merkezi yerlerdeki cami ve KK’ler
tercih edilmektedir. Merkezi yerlere has olan birtakım avantajlardan yararlanma
(çocukların eğitim durumu, ulaşım, haberleşme, din görevlileri tarafından “ek gelir”
gibi algılanan dini birtakım faaliyetlerin –nikâh, Mevlit, cenaze, Yasin, hatim, devir
vs.– yoğunluğu), çoğu zaman bu isteklerde etkili olabilmektedir.
Görev yeri itibariyle, köyü tercih edenlerin oranı az olurken, köyün tercih
edilmesinde mesleki birtakım faktörlerden çok, parasal bazı faktörler etkili olmaktadır.
Bunlar; lojmanın varlığı, gelirin harcanma yerinin az olması, küçük çaplı da olsa
tarımsal üretim yapılabilmesi, sakin olması vs. biçiminde sıralanabilir.
Din görevliliği açısından, köy yaşamının şehir yaşamına göre bazı konularda
avantajlı olduğu söylenebilir. Köy ve kasabaların yarıdan fazlasında (%54.7), cami
lojmanı olduğu görülmektedir. Şehirlerde ise bu oran %42.2’dir2. Dolayısıyla, ev
kiraları bakımından köyler avantajlı durumdadırlar. Lojmanı olmayan köylerde ise, ya
okul lojmanı kullanılmakta veya köylülere ait evlerde oturulmaktadır. Cami lojmanı,
1.Süleyman Türkel, “Bir Teşvik Aracı Olarak Đş Tasarımı”, Hacettepe Üniv. ĐĐBF Dergisi, C:6, S:1–2, 1988
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.91
229
okul lojmanı veya daha başka evlerde oturma imkânının olmadığı durumlarda, görevin
çoğu zaman aksadığı dikkat çekmektedir.
Köylerdeki mevcut lojmanların çoğunun, küçük olduğu ve bundan dolayı verimli
bir şekilde kullanılamadığı, bazı din görevlileri tarafından vurgulanmıştır.
Đl ve ilçelerin tercih sebeplerinden biri, kiralık ev konusunda birçok alternatifin
bulunmasıdır. Köyde ise, böyle bir durum söz konusu değildir. Şehir merkezinde görev
yaptığı halde, lojmanın olmamasını en büyük sorun olarak görenler de bulunmaktadır.
Ev kiralarının yüksek rakamlara ulaşmasının, bu şekilde bir görüşün ortaya çıkmasına
neden olduğu söylenebilir.
Özellikle, köylerdeki lojman probleminin çözümü için, Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün kaymakamlık aracılığıyla camilere ayırdığı parasal yardımın, cami
yapımı ve tamiratı yanında, cami lojmanı için de kullanılması istenmiştir. Verilen bu
paranın miktarı, –gönderilen köyün şartları da göz önüne alınmak suretiyle– 1996’nın
değerleriyle 200 milyona kadar ulaşmaktadır. Bu paranın alınması için, muhtar ve din
görevlisi birlikte müracaat etmelerine rağmen, paranın daha çok muhtarın istediği
alanlara harcandığı ifade edilmiştir. Harcamalarda, birtakım yolsuzlukların olduğu da
dile getirilmiştir. Bu paranın, müftülükler aracılığıyla din görevlilerine verilmesi, cami
ve lojman gideri için kullanılması teklif edilmiştir.
Köylere özgü olan avantajlardan biri, birtakım gıda maddelerinin (sebze, meyve,
tahıl, hayvansal ürünler vs.) ucuza gelmesi ya da ücretsiz olarak elde edilmesidir. Köy
veya kasabalarda vazife yapan din görevlilerinin, küçük çaplı tarım yaptıkları ve evcil
hayvan besledikleri yapılan enformel görüşmelerden anlaşılmaktadır. Bazı din
görevlileri, özellikle meslek dışında birtakım işlerle uğraşmanın, köylüler tarafından
eleştiri konusu olduğunu ve bundan dolayı, bu türden faaliyetlerde bulunmaktan
kaçındıklarını belirtmişlerdir.
3.1.10.Din Görevlilerinin Meslektaşlarını Değerlendirme Biçimleri
Kişilerin kendilerini değerlendirme biçimleri çoğu zaman; bireye özgü ve ayırıcı
olan birtakım özellikler sayesinde gerçekleşmektedir. Kişilere ait değerlendirmelerde,
birey belli birtakım unsurları esas alırken, çevresindekiler ise, çok daha farklı özellikleri
göz önünde bulundurabilirler. Kişinin kendini değerlendirme biçimi, çoğu zaman
bireysel bir tatmin veya psikolojik komplekslerle sonuçlanabilir. Çevrenin kişiyi
değerlendirme biçiminin ise, bireye oranla daha objektif kriterlere göre oluşma ihtimali
yüksektir. Çünkü bu tür değerlendirmelerde, birden fazla kişinin gözlemi söz konusudur
ve bu değerlendirmeler, aşağı–yukarı belli bir alanda yoğunlaşma eğilimi gösterirler.
Meslek açısından kişilerin birbirini değerlendirme biçiminde, bireysel bazı
özellikler etkili olabilirken, mesleğin yerine getirilmesiyle ilgili birtakım yanlar da etkin
bir rol oynayabilir. Meslektaşların birbirini değerlendirme biçimi; iş görenin vazifesine
daha iştiyakla sarılması gibi bir sonucunu doğurabilir veya tam aksine mesleki açıdan
performans düşmesine neden olabilir.
Diğer mesleklerde olduğu gibi, din görevliliğini yerine getirenler arasında da,
birtakım değerlendirmelerin olması kaçınılmazdır. Din görevlileri, genel olarak, “dinin
temsilcisi” gibi algılanmaktadırlar ve bunların düşünce, tavır ve hareketlerinin “en
230
mükemmel” olma beklentisi bulunmaktadır. Dinin, “en doğru olanı” sunduğu yolundaki
anlayışın böyle bir beklentiyi doğurduğu söylenebilir.
Dini emirler; sosyal hayata, “ahlaki değerler” olarak yansıyabilmektedir.
Dolayısıyla, dindar birisinin aynı zamanda ahlaklı olma gibi bir zorunluluğunun olduğu
söylenebilir. Din görevlilerinin, meslektaşları değerlendirme biçiminin, belli bir
kategoride tam olarak yoğunlaşmadığı dikkat çekmektedir (Tablo 54). Ahlak ve bilgi
yönünden meslektaşlarını yeterli görenlerin oranı %30.7 iken, birtakım eksikliklerini
göz önüne almak suretiyle değerlendirmede bulunanların oranı ise %67.9 olarak
gerçekleşmiştir.
Ahlak ve bilgi yönünden meslektaşlarını yeterli gören ve öyle değerlendiren din
görevlilerinin, genelde mesleki deneyimleri çok olan ve ileri yaşlarda yer alanlardan
oluştuğu gözlemlenmektedir. Nüfus itibariyle, heterojen ve kalabalık yörelerde görev
yapanların, bilgi yönüyle devamlı bir arayış içinde olmaları bir gereklilik iken, daha çok
“birincil ilişkiler”in geçerliliğini sürdürdüğü kesimlerde ise, ahlak bakımından kişinin
kendini daha çok kontrol altında tutma gereği hissedeceği söylenebilir.
Meslektaşlarının ahlak bakımından yeterli, ancak, bilgi yönünden yetersizliğini
belirtenlerin oranı %19.3 olarak gerçekleşmiştir. Bu yanıt temel alındığında,
meslektaşların insani yönünün olumlu olarak değerlendirildiği, ancak, bilgi açısından
bir beklenti içinde bulunulduğu söylenebilir. Din görevlilerinin toplumsal itibarlarının
yüksek bir düzeyde olmasında, hem bilgi ve hem de ahlaki yönün esas alındığı ve bu iki
unsurun birbirini tamamladığı ifade edilmiştir. Ahlaki açıdan yeterli bulunmasına
karşın, bilgi yönünden eksikliğin olması; din görevlilerine yönelik saygının azalmasını,
dolayısıyla onlara duyulan güvenin de sarsılması sonucunu doğurabilir.
Bilgi yönüyle yeterli, ancak, ahlaki açıdan yeterli görülmeyenlerin oranı
%11.3’tür. Belli konularda bilgi sahibi olunması, kişinin saygınlık itibariyle yüksek bir
konumda bulunmasını sağlayabilir. Ahlaki açıdan eksikliğin olması, din görevlilerine
duyulan güvenin sarsılmasına neden olur. Hatta din görevlilerinin ahlaki yönden yüksek
bir performans sergilemeleri, onların bilgi düzeylerinin değerlendirilmesinde de olumlu
bir etkiye sahiptir denebilir. “Đlmiyle amel etme” biçiminde formüle edilen tutum,
olumlu bir bakış açısını gerekli kılabilmektedir. Dahası, insanlar arasında; bilgisiz,
ancak, ahlaklı olanların; bilgili, ancak, ahlak sahibi olmayanlara tercih edildiği
söylenebilir.
Meslektaşlarını, bilgi ve ahlaki yönden yetersiz biçiminde değerlendirenlerin
oranı %34.7 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran, seçenekler içinde en yüksek değere
sahiptir. Dolayısıyla, din görevlilerinin 1/3’inden daha fazlası, meslektaşlarını hem bilgi
ve hem de ahlaki yönden yetersiz görmektedir. Bunun yüksek bir düzeyde
gerçekleşmesinin, mesleki birtakım davranış örüntülerinin uygulama derecesinin ve
mesleği içselleştirme oranının düşüklüğüyle yakından ilgisi bulunmaktadır.
Görev yapılan yerin kırsal bölgede yer alması, bazı din görevlilerinin
müftülüklerle yakın temasta bulunması, “ek gelir” olarak adlandırılan birtakım dini
merasimlerden –Mevlit, hatim, Yasin, cenaze, nikâh, devir, vs.– yararlanma derecesi
gibi mesleki birtakım faktörlerin, meslektaşların böyle bir değerlendirmeye tabi
tutulmasında etkili olduğu söylenebilir.
231
Genel olarak, bireyler; başarılarını kişisel etkenlere yükleyerek “benlik değeri”ni
yükseltme amacında iken, başarısızlıklarını da, çoğu zaman çevresel birtakım etkenlere
yüklemekte ve kendilerine yönelecek eleştirileri önleme çabası içerisine
girmektedirler1. Bu durumun, din görevlilerinin davranışlarında da gözlendiği dikkat
çekmektedir. Birtakım konuların sıkça eleştirilmesine rağmen, yine de din görevliliğine
yakışmayan davranışlara rastlanılması, bu görüşü destekler bir nitelik taşımaktadır.
Din görevlileri arasında, dünya ve din işlerinde belli bir denge tutturulmuş olması
halinde, bilgi düzeyinin istenen düzeye ulaşacağı ve toplumsal yaşamda uzlaşmanın
olacağı yönünde bir görüş yaygındır. Her meslek grubunda olduğu gibi, din
görevlilerinin içinde de, kötü örnek olanların ve mesleğin itibarını korumayanların
çıkacağı ifade edilmiştir.
Din görevlilerinin, mesleklerinin gereklerini hakkıyla yerine getirmedikleri ve
paraya karşı zaaflarının olduğu ifade edilmiştir. Meslektaşlar arasında çekemezliğin
olduğu da, yaygın bir kanaattir. Öte yandan, dini esasların hayata geçirilmesi
konusunda, din görevlilerinin hassas davranmadıkları biçiminde eleştiriler söz
konusudur.
Bilgisi “tam” olan din görevlilerine ender rastlanıldığına değinilirken, gerçek din
görevlilerinin; ahlaklı, faziletli, dürüst, bilgili, her konuda topluma örnek ve lider
kimseler oldukları ifade edilmiştir.
Mesleki, bilgisel ve ahlaki yönden meslektaşların “iyi” bir durumda olduğunu
belirtenlerin oranı, yaşın artmasına paralel bir biçimde yükselmektedir. Mesleki
deneyimin artışına paralel olarak; bilgi, tavır ve davranışların olumlu bir değişim
göstermesi beklentisi bulunmaktadır. Özellikle çevrenin bu yöndeki etkisinin, önemli
bir yere sahip olduğu söylenebilir. Yaşı yüksek olup da, meslektaşlarının bilgisel ve
ahlaki yönden eksikliğinin olduğunu belirten hiç kimseye rastlanmamıştır.
Din görevlilerinin itibarının oluşumunda ve devam ettirilmesinde, bilginin
kuşkusuz önemli bir yeri vardır. Bilgi açısından yetersiz bir düzeyde bulunanların bu
boşluğu, olumlu birtakım davranışlarla doldurmaya çalıştıkları dikkat çekmektedir.
Ahlak yönünden mükemmellik, çok arzu edilen bir durum olmakla beraber, din
görevliliği için yeterli görülmemektedir. Bilgiyle barışık olmanın gerekliliği üzerinde
durulmuştur. Bilgiyle desteklenen davranışların, kolayca kabul göreceği belirtilmiştir.
Öğrenim düzeyinin değişimiyle, meslektaşların değerlendirilme biçimi arasında
belirgin bir ilişkinin varlığından söz edilebilir. Öğrenim düzeyinin yükselmesine
karşılık, meslektaşlarının bilgi ve ahlak itibariyle “iyi” bir düzeyde bulundukları
görüşüne katılanların oranında bir düşme gerçekleşmektedir. Öğrenim düzeyinin
yükselmesiyle birlikte, meslektaşlardaki bilgi yönündeki eksikliğin farkına
varılmaktadır. Bir davranışın ahlaki boyutunun, bilgiyle yakından bağlantılı olduğunun
bilinmesi, meslektaşlar hakkında “olumlu” düşünmeyi engelleyebilir.
Mesleki bilgilerin edinilmesi, daha çok; okul, hizmet içi eğitim kursları ve yine
mesleki süreç içinde gerçekleşmektedir. Dini eğitimin bu basamaklarından geçilmiş
1.Orhan Aydın, “Başarı ve Başarısızlık Nedenlerinin Algılanmasında Kendilik Değerine Hizmet Eden Yanlılık”,
Đnsan Bilimleri Dergisi, C:VII, S:2, 1988
232
olmasına rağmen, din görevlilerinin %67.9’unun meslektaşlarını söz konusu alanda
eksiklik içinde görmeleri, bu eğitim–öğretim süreçlerinin “bilgilendirme” açısından
yetersizliklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca, mesleki süreçte, bilgi ve davranışların
geliştirilmemesi, mesleğin içselleştirilmesinin derecesi ile ilgili olarak bir fikir
verebilmektedir.
Din görevlilerinden, “başka” seçeneği altında cevap verenlerin sayısı az
olmuştur. Bu seçenek altında, meslektaşların daha çok eksik olan yönleri ele alınmıştır.
Din görevlilerinin bu yanıtları, kendi ifadeleri ile, şu şekildedir:
“Din görevliliği, bir geçim kaynağına dönüştüğünden, kişisel kaygı ve hassasiyeti
taşıyanların dışındakiler eksik kalmaya mahkûmdurlar. Toplumun beklentileri resmi
taleplerin önüne geçtiği oranda, ehliyet ve dikkat de artar. Bugün, genel anlamıyla
bunun gerisinde olduğuna inanıyorum. Ancak, sivil toplum alanındaki gelişmeler, çok
daha seri ve sıcaktır diye düşünüyorum”[müftü],
“Din görevlilerinin, Đslam’ın evrensel yolunu tam kavrayamamalarının yanında,
Đslam’ın hayata geçirilmesinde birtakım uygulama eksikliklerinin, hatalarının olması ve
bir dengenin kurulamaması”,
“Din görevlileri, Đslam dininin öngörmüş olduğu kişilik bakımından, genel
toplum ortalamasının altındadırlar. Ayrıca, din görevlileri geçmişle gelecek arasındaki
köprüyü iyi kuramamaktadırlar”.
Yapılan bir araştırmada, din görevlilerinin meslektaşlarından memnuniyet
dereceleri ile ilgili olarak şöyle bir dağılım gerçekleşmiştir; %18.1 “oldukça
memnunum”, %56.6 “memnunum”, %23.6 “memnun değilim”, %1.5 cevapsız.
Örneklemin yaklaşık 1/4’ini oluşturanların, memnun olmama nedenleri ise şu şekilde
sıralanmıştır. Din görevlilerinden bazılarının müftünün etrafında menfaat için
kümelenmeleri, çıkarcı davranmaları, din görevlileri arasında “kazanç grupları”nın
(Mevlit, nikâh, Yasin, cenaze, hatim vs.) oluşması, topluluk içinde hoş olmayan
davranışlar, sigara içilmesi, oyun oynanan kahvehanelere gidilmesi, giyim–kuşama
gerekli özenin gösterilmemesinden dolayı toplumda alay konusu olma, mesleği ve
meslektaşları değerlendirirken menfaatin ve gösterişin ön planda olması, bilimsel
düzeyin düşük olmasına rağmen kendilerini bilgili zannetmeleri, dini kendilerine ve
topluma uydurmaya çalışmaları, görev yaptıkları yerde kalabilmek için mesleğe
yakışmayan davranışlar sergilemeleri, iyi meziyetlere sahip meslektaşlarına karşı
kıskançlık duyguları beslemeleri, eski kuşaktan olan din görevlilerinin yenileri
kabullenememeleri1. Eleştiri konusu olan bu noktalara bakılarak, din görevlilerinin
meslektaşlarına eleştirel yaklaşmalarında, “yanlış” davranışların özellikle vurgulandığı
dikkat çekmektedir. Bilgi düzeyi ile ilgili olarak yapılan eleştirilerin ise nispeten az
olduğu görülmektedir.
3.2.Din Görevlileri, Dini ve Ahlaki Anlayış
Dini yaşayış; dinin, emir ve yasaklarının az veya çok yerine getirilmesidir.
Yerine getirilen emirlerin azlığı veya çokluğu, dindarlığın dereceleri hakkında yargıda
1.Köylü, age, ss.81–87
233
bulunulmasını kolaylaştırır. Dinin emirlerinin yerine getirilmesine bağlı olarak, belli bir
ahlaki anlayışın oluşumu da mümkündür.
Ahlaki anlayış; insan ve insanlar arasındaki ilişkileri belirleyen yargılara uyma
biçiminde ele alınabilir. Ahlaki anlayışta, yerine getirilen kurallara göre ahlaklılığın
dereceleri hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür.
Din ve ahlak arasındaki ilişkiler üzerinde uzun tartışmaların gerçekleştirildiği
bilinmektedir. Hangi unsurun hangisine kaynaklık ettiği, uzun süre tartışılmış ve halen
daha tartışılmaktadır1. Ahlakın, “sıradan sosyal ilişkiler” ve “ilahi” olmak üzere iki
kaynağının olduğu belirtilmektedir. Ahlakın en önemli işlevi, “insan ilişkilerinin,
karşılıklı etkileşiminin (Tanrı, fert, diğer canlılar ve hatta cansızlarla ilişkisinin)
düzenlenmesi”dir2.
Gerek ilahi ve gerekse diğer dinlerin belli oranlarda ahlaki kurallar içerdikleri
dikkat çeker. Dolayısıyla, belli ahlaki kuralların yerine getirilmesi, aynı zamanda, dini
emirlerin ifa edilmesi anlamını da taşımaktadır. Ancak, her ahlaki kuralın yerine
getirilmesi dini kaynaklı olmayabilir. Vicdani birtakım zorlamalar, toplumun baskısı,
parasal çıkarlar, resmi bazı yaptırımlar vs. kişilerin belli ahlaki kuralları uygulamalarını
zorunlu kılabilir.
Đlahi dinler bünyesinde; ahlakın, “iman”a dayalı bir konu olduğu dikkat
çekmektedir. Ahlak; örf ve adet “kalıbı” içine yerleştirilerek, “evrensel” ve “mutlak”
olarak kabul edilir. Dinde var olan “ölümsüzlük” ve “ahiret” inancı, ahlaka kaynaklık
etmesinin yanında, ahlaka devamlılık kazandırır ve onu geçicilikten kurtarır. Bunun
yanında, “ahlak” adı altında ele alınan kurallar bütününün, insan ve toplum yaşamına
bağımlı olması da ayrı bir özelliktir. Yani, ahlak –ilahi dinlerde kabul edilen
manasıyla–, “bu dünya” ve “bu hayata” bağlı bir özellik taşımaktadır3.
Đslam’da ahlakın temeli, bireysel ahlaka dayanır. Dinin esasında, ahlak önemli bir
konuma sahip iken, toplumsal bir amaç da hedeflenmiş olmaktadır. Đslam’ın, sosyal
ahlak oluşumunda takip ettiği sıra; bireysel ahlak, aile ahlakı, ulusal ahlak ve evrensel
ahlak biçimindedir. Dolayısıyla, Đslam’ın ahlak anlayışında, din ile ahlak arasında
belirgin bir “uyuşum”un olduğu söylenebilir4. Đlahi dinlerin bir amacının da, “insanlar
arasındaki ahlaki davranışların yayılmasını temin etmek” olduğu ifade edilmektedir.
Kur’an’da sıkça geçen “inananlar ve iyi iş işleyenler”in birlikte anılması ise, bu
konudaki en güçlü kanıt olarak ele alınmaktadır5.
Ahlakla ilgili, Đslam dininin ana kaynağı olan Kur’an’da birçok Ayet6 ve
Peygamber’in Hadis’i7 bulunmaktadır.
1.Bkz. Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, MÜ ĐFV Yay., Đst., 1988, ss.54–74
2.Mustafa Aydın, “Ahlak–Hukuk Đlişkisi ve Đslam”, Bilgi ve Hikmet, S:4, Güz 1993
3.Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, s.69
4.Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, ss.73–74
5.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s.102
6.Bkz. Ali Bulaç, Kur’an–ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Đndeks, “Ahlak” ve “Kötü Ahlak” maddesi
7.Ayrıntılı bilgi için bkz. Canan, age, C:18, “Ahlak” maddesi
234
Dini ve ahlaki bir yaşantının, birçok alana yansıma ihtimali vardır. Meslek alanı
da bunlardan biridir. Dini ve ahlaki kuralların, kişinin hayatındaki yerine göre,
meslekteki davranışları farklılaştırması söz konusudur. Mesleğin gerektiği biçimde
yerine getirilmesinde din de önemli etkenlerden biri olarak ele alınabilir. Birtakım
unsurların meslek hayatında etkili olması sonucunda ortaya çıkan tutum ve davranış
bütünlüğü, “iş ahlakı” veya “meslek ahlakı” biçiminde ele alınabilir.
Bu başlık altında, din görevlilerinin dini ve ahlaki alandaki yaşayışlarıyla ilgili
birtakım özellikler ve bu özelliklerin mesleğe yansıma biçimi ele alınmaya
çalışılacaktır. Din görevlilerinin; dini ve ahlaki yönden kendilerini değerlendirme
biçimleri, meslekteki ahlaki ve dini duyarlılığın derecesi, “dindar” olmanın ölçüsü ve
“dindar insan” kavramının çağrıştırdığı anlamlarla ilgili görüşleri değerlendirilecektir.
3.2.1.Dini ve Ahlaki Yönün Değerlendirilmesi
Belli bir alandaki pratikleri hayata geçirme eğiliminde olan bireyler, bu yaşayışın
birtakım yönlerini esas almak suretiyle bir algılama/değerlendirme imkânı elde ederler.
Pratiklerin yerine getirilmesine bağlı olarak, toplumda bir yer edinilmesi söz konusu
olduğunda, kişilerin tutumlarını ön plana çıkarma eğilimi daha ağır basmaktadır.
Kişinin belli bir değerlendirmeye tabi tutulmasında, toplum gibi büyük oluşumlar
yanında, diğer küçük gruplar da (aile, topluluk vs.) etkili olabilir. Bireyin bu küçük
gruplarda, yoğun bir tatmin elde etmesi yüksek bir olasılıktır.
Bireyler bazen, belli pratikleri gerçekleştirme konusunda bir gizlilik içinde
olabilirler. Bu gizlilik, genel olarak toplumun veya daha küçük bir grubun bakış
açısından kaynaklanabilir. Mevcut uygulamaya ters birtakım anlayışların bulunması,
bireyin bu şekilde davranmasına neden olabilir. Bahsedilen değerlerin dinle ilgili
olması, davranış itibariyle daha farklı tutumlar geliştirilmesini gerekli kılabilir. Çünkü
genel olarak dinin “üstün” özellikler taşıdığına inanılır ve bunun aksine bir tutum
geliştirme, “vicdani” veya “manevi” bir rahatsızlık olarak algılanabilir.
Dini ve ahlaki yönden, kişilerin kendilerini algılama biçimlerinin, mutlak
birtakım ölçütlere göre gerçekleşmesi her zaman mümkün olmayabilir. Dini ve ahlaki
yönden, belli bir eksikliğin olması veya bireyin bu eksikliğinin farkına varması, bir
arayışın içine girmesine neden olabilir.
Kişinin kendisini “olduğu durum”dan daha aşağıda göstermesi, genel olarak
dinler tarafından tavsiye edilmektedir. Bireylerin, dini esasları yerine getirme adına
veya düşüncenin sunumunda kendilerini yüksek bir düzeyde görmeleri, “gösteriş”
olarak ele alınmaktadır.
Din görevlilerinin dini ve ahlaki bakımdan kendilerini algılama biçimlerinin ele
alınması, onların mesleki ve toplumsal alandaki davranışları hakkında bazı sonuçlara
ulaşılmasına yardım edecektir. Dini ve ahlaki yaşayışın, yaşla ilgisi kuşkusuz inkâr
edilemez.
Bireylerin kendilerini dini ve ahlaki yönden algılama biçimlerinin yaş
değişkenine göre ele alındığı dağılımda (Tablo 55), iki değişken arasında çok belirgin
bir ilişki göze çarpmamaktadır. Ancak, yaşın belli birtakım anlayışların oluşumuna
kaynaklık edebileceği ileri sürülebilir.
235
Dini ve ahlaki bakımdan din görevlilerinin kendilerini algılama biçimlerinde
şöyle bir dağılım gerçekleşmiştir; “yetersiz” %9.3, “kısmen yeterli” %53.3, “yeterli”
%33.3, “mükemmel” %3.3.
Dini ve ahlaki bakımdan kendilerini yetersiz görenlere (%9.3), belli bir yaştan
(41–50 yaş) itibaren rastlanılmamış olmasında, uzunca bir mesleki deneyimin etkisinin
olabileceği söylenebilir. Kişinin, belli bir zaman mesleği yerine getirmesi, o kişide yeni
birtakım davranış ve anlayışların oluşumuna yardım edebilir. Öyle ki, bu yeni
davranışlar ve anlayışlar, bireylerin karakter yapısını da kuşkusuz etkileyecektir.
“Kısmen yeterli” biçiminde cevap verenler, %53.3’lük bir dağılımla en büyük
oranı oluşturmaktadırlar. %53.3’lük dağılım içerisinde yer alanların, bu konuda kesin
bir görüş sahibi olmadıkları ya da Đslam’ın tavsiye ettiği biçimiyle kendini daha alt
düzeyde görme yönünde davranış geliştirdikleri söylenebilir. Aynı zamanda, dini ve
ahlaki yönden içinde bulunulan konumdan memnun olmadıkları da bu suretle açığa
çıkmıştır denebilir.
Dini ve ahlaki bakımdan kendini yeterli görenler, örneklemin 1/3’ine karşılık
gelmektedir. Din görevliliği mesleğinin icra edilmesi sırasında, dini açıdan “mükellef”
olunan görevlerin yerine getirilmesi, psikolojik bir rahatlamayı sağlayabilir. Dini ve
ahlaki bakımdan “mükemmel” olunmadığının belirtilmesi ve “yeterli” seçeneğinin
tercih edilmesi; istenen, ancak, yerine getirilmeyen birtakım dini görevleri engelleyen
kişisel, çevresel, ekonomik ve teşkilatın birtakım bürokratik sınırlandırmaları gibi
durumların var olabileceğini düşündürmektedir.
Mükemmel bir dini ve ahlaki yaşamın olduğunu belirten din görevlilerinin oranı
ise çok azdır (%3.3). Mükemmel bir dini ve ahlaki yaşayışın olmadığını belirtenlerin az
olması, dini esasların tam olarak bilinmesi anlamında da ele alınabilir. Yaş bakımından
küçük olanların “mükemmel” cevabı vermekten kaçındıkları dikkat çekerken, yaşlı
olanların da bu şekilde cevap vermeyi tercih etmedikleri görülmektedir.
Din görevlileriyle yapılan enformel görüşmelerde, kişilerin dini yaşayış
bakımından kendilerini “iyi / yeterli” bir düzeyde gördükleri, ancak, ahlaki yönden bir
eksiklik hissine kapılmış oldukları dikkat çekmiştir.
3.2.2.Meslekteki Dini ve Ahlaki Duyarlılık
Belli bir mesleğin insana vermiş olduğu birtakım kazanımlar, çoğu zaman o
meslekle ilgili alanda “geçerli” olmakta ve bir “değer” taşımaktadır. Bahsedilen
kazanımların meslek dışı alanda geçerli olması, toplumsal alandaki değer ve
kazanımlarla bir uyuşmanın varlığıyla yakından ilgilidir.
Din görevliliği, meslek olarak bireyde belli değerlerin ve kazanımların oluşması
konusunda, diğer mesleklerden farklı bir özellik taşımaktadır. Çünkü mesleğin
gereklerinin yerine getirilmesi; maddi, bürokratik vs. unsurlardan daha etkili bir
konumda olan “manevilik”le ilgilidir. Bir alanda maneviyatın söz konusu olması,
davranış ve tutumların karşılıksız yapılmasını ve belli bir iştiyakın olmasını
gerektirebilmektedir.
Genel olarak, insanlarda din görevlilerinin; dini ve ahlaki yönden eksiksiz bir
yaşam içinde bulunmaları beklentisi vardır. Böyle bir beklentinin varlığının, daha çok,
236
Đslam’ın esaslarının yanlış yorumu sonucu oluşmuş olduğu söylenebilir. Çünkü Đslam
dininde “din adamı” sınıfı veya daha başka adlar altında ele alınan dinle ilgili bir sınıf
bulunmamaktadır. Dini hizmetlerin yerine getirilmesi konusunda, bazı kimselerin ön
planda olmaları, o insanların üstün bazı özellileri nedeniyledir. Yoksa belli kimselerden
sürekli –dini alanda– “ideal” davranış beklentisinin olması, Đslam’ın “din” anlayışıyla
bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla, din görevlilerinden beklenen ve “ideal” olarak
nitelendirilen, dini ve ahlaki alandaki davranış ve düşünüşleri sergilemenin,
“Müslüman” olarak adlandırılan herkes için geçerli olduğu söylenebilir.
Ahlaki ve dini yaşayış, mesleki alanda hiç kuşkusuz birtakım davranışları
etkilemektedir. Din görevlilerinin, ahlaki ve dini yaşayışlarının mesleğe yansıma
biçimlerinin ele alınabilmesi amacıyla hazırlanan dağılımda (Tablo 56), din
görevlilerinden bir kısmının (%9.3) birden fazla yanıt verme eğiliminde oldukları
dikkat çekmektedir.
Mazeretsiz olarak görevin yerine getirilmemesinden dolayı vicdani bir rahatsızlık
duyacağını belirten din görevlilerinin oranı %88.6 olarak gerçekleşmiştir. Çoğunluğun
bu biçimde cevap vermesi, din görevliliğinin gereklerinin yerine getirilmesi konusunda
olumlu bir durum olarak ele alınabilir. Daha önceki konularda değinildiği gibi, din
görevlileriyle ilgili en çok şikâyet edilen konulardan biri görevi aksatmadır.
Dolayısıyla, vicdani bir rahatsızlık duyulmasına rağmen, göreve devam etme
konusunda bir ihmalkârlığın olduğu söylenebilir. Din görevlilerinin (özellikle ĐH ve
MK) haftalık ve yıllık izin konusunda diğer devlet memurlarına göre birtakım
dezavantajlara sahip oldukları göz önüne alındığında, görev konusundaki bu durumun
ortaya çıkması nispeten normal karşılanabilir.
Mazeretli olarak görev başında bulunmamanın, –özellikle kırsal bölgelerde–
yanlış anlaşılmalara neden olduğu ve bunun üst mercie şikâyete kadar vardığı ifade
edilmiştir. Kentsel bölgelerde ise, göreve devam konusunda rahat bir ortamın olduğu
vurgulanmıştır. Đl ve ilçe merkezlerinin daha kalabalık olması ve din görevlileriyle cami
cemaati arasındaki ilişkide belli bir mesafenin bulunması, bu farklılaşmada etkin bir rol
oynamaktadır denilebilir. Đl ve ilçelerde vazifeli cami görevlilerinin, izinli günleri
dışında camide bulunmamaları halinde, cami hizmetini yürütebilmeleri için, ikili
ilişkilerinin olduğu meslektaşlarının camide görev yapmaları ihtimali biraz daha
yükselmektedir. Đl ve ilçe merkezlerindeki camilerde, en az birden fazla din görevlisinin
bulunması, izin günleri dışında da cami görevine gelmeme olasılığını artırmaktadır.
“Cemaatin tepkisinden çekinirim” biçiminde yanıt verenlerin oranı ise %9.3
olarak gerçekleşmiştir. Bu şekildeki yanıtların, daha çok kırsal kesimde görev yapanlar
tarafından dile getirildiği dikkat çekmektedir. Kırsal kesimde “toplumsal kontrol”ün
yüksek düzeyde olması, bu şekilde bir yanıt vermenin nedeni sayılabilir. Din
görevlilerinin ifadelerine göre; –özellikle kırsal bölgede– halk, din görevlilerini
eleştirmek için “fırsat kollamaktadır”. Din görevlerinin birtakım boş zaman
etkinliklerinin bile eleştiri konusu olduğu dile getirilmektedir.
Amirlerin ikazına maruz kalacağı veya soruşturma açacağı endişesini taşıyanların
oranı %6’dır. Sadece bu seçeneği yanıtlayanlar 4 kişidir.
237
Bu soruya “başka” seçeneği altında cevap verenlerin oranı %4 olarak
gerçekleşirken, cevap vermeyenler ise %1.3’lük bir orana sahiptir. “Başka” seçeneği
altında yanıt verenlerden iki kişi, durumu yine vicdani bir boyutta ele alırken, iki kişi de
yönetsel açıdan olaya yaklaşmıştır.
Enformel görüşme gerçekleştirilen ve anket formunu dolduran din
görevlilerinden bazıları; izin günleri ve mazeretten dolayı görev başında bulunamama
ile ilgili olarak bir düzenleme yapılmasının gerekliliği üzerinde durmuşlardır.
“Başka” seçeneği altında bu soruya yanıt verenlerden bazılarının, bu görüşleri
aşağıda verilmeye çalışılmıştır. Bunlar;
“Hak etmediğim parayı aldığımdan dolayı vicdan azabı duyarım. O boşluğu
doldurmaya çalışırım”,
“Alacağım paranın helal olmayacağından endişe ederim”,
“Kötü örnek olacağımdan dolayı üzülürüm” [müftü].
Buyrukçu’nun yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre; din görevlileri,
mesleğin gereklerinin yerine getirilmesini, dini ve ahlaki anlamda ele almaktadırlar.
Mesleğin, “manevi” ya da dini ve ahlaki bir özellik taşımasının, bu şekilde bir olgunun
meydana gelmesine kaynaklık ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca, din görevlileri arasında
belli bir mesleki ahlakın eksikliğinden bahsedilmiştir1.
3.2.3.Dindarlığın Đbadet Yeriyle Đlişkisi
Dinler; içerdikleri hükümlerin inananlar tarafından hayata geçirilmesi için vardır.
Dini gereklerin yerine getirilmesi, belli kurallar dâhilinde gerçekleşmektedir. Đbadet
yerleri, dinlerin gereklerinin yerine getirilmesinde önemli bir konuma sahiptir. Đbadet
yerleri, bir anlamda, dini emirlerin “hayata geçirilme merkezleri”dir.
Sembolik olarak dinin bütünleştirici olması, daha çok “ayin”lerle somutlaşmak2
tadır . Söz konusu ayinlerin ifa edilme mekânı olarak da, mabet yerleri karşımıza
çıkmaktadır.
Bir dinin davranış örüntülerinin belirgin hale gelmesi ya da kısaca
“kurumlaşması”nın en önemli özelliklerinden biri, ibadet yerlerinin ya da mabetlerin
aktif halde bulunmasıdır. Kişilerin, dini emirleri nasıl yerine getirecekleri ve “en doğru”
haliyle nasıl içselleştireceklerinin öğrenilmesi, ibadet yerlerinde gerçekleşmektedir.
Mabetler, inananların dini açıdan doyum sağladıkları mekânlar olarak ele alınabilir.
Mensching, mabetleri; dinlerin “en karakteristik ve en belirgin teşkilatlanma
şekli” olarak ele almaktadır. Mabetler, “evrensel din”lerin “gelişmesinin sonu” ve aynı
zamanda “mükemmelleşmesi” biçiminde de nitelendirilmektedir. Özellikle
Hıristiyanlıkta, mabet (kilise) dışındaki bir dindarlık, “bireysel dindarlık” olarak ele
alınırken, kilisede gerçekleştirilen ibadet, “kurumsal dindarlık” çerçevesinde
değerlendirilmektedir. Hıristiyanlıkta, önceleri “kilise (mabet) dışında kurtuluş yoktur”
(Cyprien), anlayışı hâkimdir. Ancak bu, “tekelci” bir yaklaşım olarak ele alınmaktadır3.
1.Buyrukçu, age, ss.298–300
2.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset–Siyasal Davranış ve Dindarlık, Vadi Yay., Đst, 1997, ss.13–14
3.Gustav Mensching, Dini Sosyoloji, (Çev.: Mehmet Aydın), Tekin Kitabevi, Konya, 1994, ss.223–227
238
Kiliseden bağımsız bir din anlayışının, daha sonraları Hıristiyanlar arasında
yaygınlaştığı dikkat çekmektedir.
Batı’da din sosyolojisi alanında yapılan “deneye dayalı” çalışmalarda “dindarlık”
ile “kiliseye bağlılık”ın aynı anlama gelip–gelmediği ve kiliseye bağlı olmadan da
dindarlığın mümkün olup–olmadığı tartışılmaktadır. Yapılan araştırmalarda, “kiliseden
bağımsız bir dindarlık”ın genel kabul gördüğü dikkat çekmektedir1.
Đslami anlayışta, ibadet yerleri dini uygulamaların “merkez”i olarak ele
alınmaktadır. Đbadetlerin mescit ya da camide yapılması tavsiye edilirken, mabetler
dışında da rahatça ibadet edebilme olanağı vardır. Ancak, mabetteki ibadet ile mabet
dışında yapılan ibadet arasında “fazilet” açısından bir farklılık söz konusudur.
Đslam dininde, ibadet yerlerinin ele alındığı Ayet2 ve Hadisler3 bulunmaktadır.
Mescit ya da camide cemaatle kılınan namazların, diğer namazlardan 27 kat daha
faziletli olduğu ifade edilirken, mabet dışında cemaatle namaz kılınması da, mabette
cemaatle kılınan namaza denk tutulmamıştır4. Yani, Đslam dini; ibadet yerlerine devam
etmeye “fazilet” açısından bir değer yüklerken, bu konuda kesin bir yaptırım söz
konusu değildir. Cemaat olgusunun gerçekleşebilmesi için ibadet yerlerine devam etme,
en belirgin özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Din görevlilerinin büyük bir kısmının, cami hizmetlerini yürütenler olduğu daha
önce belirtilmişti. Dolayısıyla camiler, din görevlilerinin “meslek alanı” olarak
değerlendirilebilir. Din görevlilerine, “sizce dindarlık, sadece camiye devam etmek
midir? Değilse nasıldır?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir. Din görevlilerinin
hayatlarında caminin nasıl bir yere sahip olduğu ve bu mekanlara nasıl bir değer
atfettiklerinin öğrenilmesi amacıyla hazırlanan dağılımda (Tablo 57), dindarlığın
camiyle ilişkisinin olmadığını ifade edenlerin %95.3 oranında olduğu görülürken,
dindarlığın camiyle ilişkisinin var olduğunu belirtenler ise sadece %4’tür. Sorulan
soruya, hayır cevabını verenlerin gerekçeleri de öğrenilmeye çalışılmıştır. “Hayır”
biçiminde yanıt verenlerin, ancak bir kısmının gerekli açıklamalarda bulundukları
görülmüştür.
Din görevlilerinden “hayır” biçiminde yanıt verenlerden bazıları, dindarlığa;
“dinin emirlerini tam olarak yerine getirme”, “eksiksiz amel etme” anlamı
yüklemişlerdir. Bunun yanında, kişilerde “dini bir bilinç”in oluşması üzerinde de
durulmuştur.
Dinin emirlerini tam olarak yerine getirmek, dinin esaslarına hiyerarşik açıdan
yaklaşılmasını zorunlu kılmaktadır. Her emir ya da esasa, belirlenen ölçüler dâhilinde
önem vermek bu çerçevede ele alınabilir.
Dinin her yer ve zamanda yaşanması, dindarlık olarak anlaşılmaktadır. Kişinin,
çevresel şartların zorlamasından etkilenmemesi ve “dinini yaşama azmi” bu çerçevede
değerlendirilmektedir. Yalnız, bu şekildeki bir anlayışın “mutaassıplık”a kaçma ihtimali
1.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s.65
2.Kur’an, Tevbe (9) / 18
3.Canan, age, C:1, s.94; C:3, s.94; C:8, s.254; C:13, s.48; C:16, ss.611–614; C:8, ss.371–378
4.Canan, age, C:8, ss.250–252
239
yüksektir. Çünkü dinin gereklerinin hiyerarşik yapılanmasının (farz, vacip, sünnet)
bilinmemesi, bütün esasların her koşul ve zamanda yerine getirilmesinin zorunlu olması
gibi bir yanlışa düşülmesine neden olabilir. Öte yandan, dindar olunmasının camiyle
bağlantılı olduğu, ancak, camiye her gelenin dindar olmadığı ifade edilmiştir. Camiye
devam etme, dinin yüklemiş olduğu bütün sorumlulukların yerine getirildiği kanısına
varılmasına neden olabilir. Bu durum, dini yaptırımlardaki hiyerarşik yapının bozulması
ve dinin özünün kaybolması anlamına gelir.
Đslami literatürde “ila’y–ı kelimetullah” olarak adlandırılan ve genel olarak
“irşat” ve “tebliğ” biçiminde bir ayrıma tabi tutulan dinin anlatımını, dindarlık olarak
ele alanlara rastlanmıştır. Đrşat ve tebliğdeki yöntem ve tekniklerin zamana, yere ve
koşullara göre değişmesini vurgulayanlara rastlanırken, bu görevi yerine getirenlerin
dini “bütünüyle yaşaması”nın gereği üzerinde durulmuştur. Din görevlilerinin
bahsettikleri “takva”, daha çok bu konuyla ilgili olarak ele alınabilir.
Caminin, genelde namaz için, fonksiyonel olarak kullanılması, bu mekânın;
“namaza has bir yer” gibi algılanmasına neden olmuştur. Cami, yerine getirdiği
fonksiyonlar bakımından, Đslam toplumlarında “merkezi” bir konuma sahiptir. Mescit
ya da cami, özellikle Đslam’ın ilk dönemlerinde, ibadet yapılan bir mekân olarak
algılanması yanında, diğer alanlarda (toplumsal, ekonomik, tıpsal, askeri, eğitsel vs.)
önemli fonksiyonların ifa edildiği merkezler olarak da değerlendirilmişlerdir.
Đslam ve ibadeti, camiyle direkt ilişkili görme biçimindeki anlayışın, din
görevlileri tarafından eleştirildiği dikkat çekmektedir. Dinin esaslarının bir bütünlük
taşıdığı, bireysel yanları olduğu gibi, toplumsal yanlarının da bulunduğuna dikkat
çekilmiştir. Dolayısıyla, dinin emirlerinin “bütün hayatı” kuşattığı düşüncesi genel
kabul gören bir yaklaşımdır.
Dindarlığa, daha çok ameli veya ibadet yönüyle bakanlar yanında, ahlaki açıdan
bir değerlendirme yapan din görevlileri de bulunmaktadır. Đslam’ın, toplumla ve
dolayısıyla ahlakla ilgili esaslarının yerine getirilmesi gereğinin vurgulanması,
toplumda bu alandaki bir eksikliğin varlığıyla açıklanabilir. Dini yaşam bakımından
belli bir düzeyin tutturulmasına karşın, bu özelliklerin toplumsal alana yansıması
(ahlak) farklı olabilir. Đslam Peygamberi’nin uygulamaları (Sünnet), burada devreye
girmekte ve bu alandaki boşluğun doldurulması amaçlanmaktadır.
Bazı din görevlileri, ahlaklı olmanın dindarlıktan önce ele alınması gerektiğini
ifade etmişlerdir. Camiye devam eden ve dinin ibadet boyutunu gereğince yerine
getiren, ancak, ahlaki açıdan birtakım eksiklikleri bulunan kimselerin varlığının bu
yanıtlarda etkili olduğu söylenebilir. Çünkü bu yanıtların görev yapılan mekân (cami)
ve oraya devam edenlerden (cami cemaati) bağımsız olarak verilmiş olma ihtimali
düşüktür.
Aslında, ahlakla dinin esaslarının çatışması ihtimali bulunmamaktadır. Çünkü
dinin emirleri; genel olarak ahlaki kurallara kaynaklık etmekte veya en azından, insan
yaşamının devamı için, bir zorunluluk olarak görülen ahlak kuralarına paralel esaslar
getirmektedirler.
Yapılan enformel görüşmelerden ve iki değişken (öğrenim durumu–dindarlığın
camiyle ilişkisi) arasındaki dağılımın verilerinden anlaşıldığına göre, dindarlık ile
240
camiye devam etme arasında belirgin bir ilişkinin olmadığı görülmüştür.
Dindarlığın camiyle ilişkisi yanında, “dindar insan”ın niteliklerinin neler olduğu
ya da neler olması gerektiği konusunda da bilgi sahibi olunmaya çalışılmıştır. Bu
konuyla ilgili olarak, “dindar insan” kavramının ele alındığı bir dağılım oluşturulmuş ve
bu konuda birtakım değerlendirmelerde bulunulmuştur. “Dindar insan” kavramının ele
alındığı konunun, “3.2.3. Dindarlığın Đbadet Yeriyle Đlişkisi” başlıklı konudan ayrı
olarak ele alınması olası değildir. Dolayısıyla, yukarıda yapılan birtakım
değerlendirmelerin bir kısmı, “dindar insan” kavramının ele alındığı konu için de
geçerlidir.
3.2.4. “Dindar Đnsan” Kavramının Değerlendirilme Biçimi
Dindarlık; dinin emir ya da gereklerinin yerine getirilmesi olarak tanımlanabilir.
Ancak, gereklerin yerine getirilme derecesi hakkında kesin bir şey söylenemez.
Dindarlığın, belli birkaç boyutta ele alınması genel kabul görmektedir.
Dindarlığın; dini inanç, ibadet, duygu, dini bilgi, sonuç biçiminde sıralanan beş
boyutundan söz edilebilir1. Bu boyutların hepsinin bir kimsede bulunması ya da belli
bir sıranın takip edilmesi şart değildir. Dolayısıyla, dindarlık “çok boyutlu” bir
durumdur ve dindarlığın bir boyutuna katılmış olma, diğerlerine de aynı derecede
katılmayı gerektirmez2. Dindarlığın belli boyutlarının gereklerini yerine getirmenin,
kişilik özellikleriyle yakın bir ilişkisi söz konusudur. Karakter, eğitim, çevre, ekonomik
durum vs., dindarlığın gerekleri olan farklı boyutların yerine getirilmesini etkileyebilir.
Dindarlıktan anlaşılanın ne olduğu, kişiden kişiye, toplumdan topluma göre
değişme eğilimi gösterir. Kimi bireyler, dindarlıktan yalnızca dinin gereklerinin yerine
getirilmesini anlarken, kimileri de bunun yanında, ahlak boyutunu da göz önünde
tutabilirler. Kimi insanlar, daha çok “ahlak kuralı” olarak ele alınabilen birtakım
davranışları, dindarlık çerçevesinde değerlendirebilirler. Ahlak bakımından “düşük” bir
düzeyde bulunan insanların ifa ettikleri ibadetlerin, eleştirilmesi de söz konusu olabilir.
“Dindar insan” kavramının anlamlandırılmasında; yaş, cinsiyet, ekonomik
durum, sosyal statü, mesleki durum, eğitim durumu, çevresel durum vs. faktörler etkili
olabilir. Genel olarak, bilgi seviyesi yüksek ve kültürel açıdan belli bir düzeyde
olanların, dindarlık konusunda daha yumuşak ve hoşgörülü davranmaları ve buna göre
farklı bir tanımlamada bulunmaları söz konusudur.
“Dindar insan” kavramının, din görevlilerinde nasıl bir çağrışım yaptığının
bilinmesi amacıyla oluşturulan dağılımda (Tablo 58); “dinini bilen ve yaşayan”
kimseyi, “dindar” olarak nitelendirenlerin oranı %67.3’tür. Bu seçenekte, iki farklı yön
vurgulanmıştır. Birincisi, “dini bilmek” ve dindarlıkla direkt ilgisi olan ikincisi ise,
“dini yaşamak”tır.
“Dinini bilen ve yaşayan”ların “dindar” tanımı içinde ele alınması, ilk akla gelen
bir tanımlamadır. Çünkü bir gerçeğin hayata geçirilme biçiminin tanımı istenmektedir
1.Münir Koştaş, Üniversite Öğrencilerinde Dine Bakış, TDV Yay., Ank., 1995, ss.12–13; M. Emin Köktaş,
Türkiye’de Dini Hayat, ss.53–54
2.Koştaş, age, s.21
241
ve dolayısıyla bu tanımın, olguyla direkt ilgisinin kurulması normal karşılanmalıdır.
Zaten, dindarlığın genel kabul gören tanımı da, bu çerçeveyle örtüşmektedir.
“Dinini bilen ve yaşayan” bireylerin, dinin emirlerinin bir gereği olarak toplumla
uyum içinde olmaları ve ahlak kurallarını hayata geçirmeleri yönünde bir beklenti söz
konusudur. Ancak, ahlaklı olma yanında, dini esasların yerine getirilmemesi ve daha
çok vicdani birtakım unsurların devreye girmesi, dindarlık ve ahlakiliğin aynılığı
konusunda genel bir yargıya varılmasını engeller niteliktedir.
“Dürüst ve ahlaklı kişi”leri “dindar” olarak tanımlayanların oranı %18 olarak
gerçekleşirken, “ibadetini düzenli yapan kimseyi” bu kapsamda görenler %4.6 oranına
sahiptir. “Topluma faydalı kişi” yanıtını verenler %1.3 iken, cevap vermeyenler %5.3,
“başka” seçeneği altında yanıt verenler ise %3.3 olarak gerçekleşmiştir. “Başka”
seçeneği adı altında yanıt verenlerden bir kısmının ifadeleri şöyledir:
“Her yönüyle kendini yetiştiren kişi”,
“Devletine ve dinine bağlı insan”,
“Hoşgörülü insan”.
Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada, “dindarlık nedir?”
sorusuna; %42 “dinin gereklerini yerine getirmektir” biçiminde cevap verirken, %15
“Tanrı’ya inanmaktır”, %6 “belirli bir dine inanmaktır”, %21.5 “ahlaki kuralara
uymaktır”, %1 “bir vicdan meselesidir”, %1.5 “insancıl olmaktır”, %4 “başka” cevabını
vermiştir. %8.5 “fikrim yok” derken, %0.5 cevap vermemiştir1. Bunun yanında, ankete
katılanların “kendilerince iyi olarak kabul ettikleri nitelik” olarak “dindarlık”ı
işaretleyenlerin oranı %2.5 olarak gerçekleşmiştir2. Söz konusu araştırmada, dindar bir
görüntü ve imaj verilmesinden kaçınılmış olduğu dikkat çekmektedir. Dürüstlük, açık
kalpli oluş, namusluluk, şereflilik ve ahlaklı olmak genelde “iyi” olarak kabul edilen
niteliklerdir. Bu nitelikler ortaya konurken, dinden “bağımsız” bir görüntü verilmeye
çalışılmaktadır. Bunun yanında, dini bir yaşam sürmemenin yanı sıra, ahlaki birtakım
durumların dindarlık çerçevesinde ele alınması ihtimali bulunmaktadır.
3.3.Din Görevlilerinin Siyasi Alanla Đlgili Görüşleri
Siyaset; “toplumun tümünü ilgilendiren veya toplumu oluşturan birimler
arasındaki ilişkileri son aşamada meşru zora dayanarak düzenleyen eylemler bütünü”3
olarak tanımlanabilirken; “insan toplumlarını yönetme sanat ve faaliyeti”, “devletleri
yönetme bilimi” veya “iktidar bilimi” olarak da ele alınabilmektedir4. Siyasal faaliyetin
ortaya çıkması, yönetim ilişkilerinin başlangıcına bağlanabilir. Siyaset, bazen yalnızca
devlet yönetimi anlamında ele alınmaktadır. Ancak, siyasetin yalnızca devlet yönetimi
çerçevesinde ele alınması, birçok eksikliği de beraberinde getirmektedir.
Siyasetin öncelikli amacı; toplumda bütünlüğü sağlamak, insanların “ortak
1.Tezcan, age, s.332
2.Tezcan, age, s.251
3.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, s.39
4.Musa Taşdelen, Siyaset Sosyolojisi, Kocav Yay., Đst., 1997, s.116
242
iyiliği”nin gerçekleştirilebilmesi için özel çıkarlara karşı çıkma ve herkesin yararına
olan bir toplum düzeni kurma çabasından başka bir şey değildir1.
Genel olarak, toplumun belli bir düzen içinde hayatını sürdürmesi amaçlanırken,
bireylerin aynı zamanda toplum üstü birtakım kurallara uymaları da zorunluluktur. Bu
zorunluluk sonucunda, bireylerin hareket alanları daralmakta veya birtakım
sınırlandırmalar olmaktaysa da, bu durum, insanların belli bir düzen içinde yaşamasının
temin edilmesini sağlayan siyasal otorite veya yönetimin gerçekleşmesi için
önkoşuldur.
Siyasal alandaki görüş ve davranışlar, toplumsal alanda bir “siyasal kültür”ün
oluşumunu sağlar. Bahsedilen siyasal kültür ise, siyasal süreç itibariyle iki farklı
fonksiyona sahiptir. Birincisi: siyasal kültür; düşünce ve davranışların
“standartlaşması”nı sağlayarak, siyasal sürecin işleyişini kolaylaştırır. Đkincisi ise; hali
hazırdaki siyasal sistemin benimsenmesi, haklı görülmesi ve devamlılığını
sağlamasıdır2. Farklı siyasal kültürler, farklı siyasal yapıları oluşturmaktadır. Dini–
yerel özellikler taşıyan bir siyasal kültür; bir yandan geleneksel, ancak, merkezi
olmayan bir yapı oluştururken; öte yandan tabiiyet kültürü, otoriter ve merkezci bir
yapıya da zemin hazırlayabilir. Katılımcı kültürün ise, demokratik bir yapı ortaya
koyma ihtimali büyüktür3. Ayrıca, farklı siyasal oluşumların, farklı toplumlardan
kaynaklandığı da, bir realite olarak karşımıza çıkmaktadır.
Siyasallaşma, siyasal kültür edimi veya siyasal alanda belli bir görüşe sahip
olmayı, birçok unsurun etkilemesi ihtimali vardır. Siyasallaşmada, kişilerin karakteri
büyük bir etkiye sahip olmaktadır. Ayrıca; aile ve çevre, bilgi ve kültür düzeyi, meslek,
siyasal sistemin sunmuş olduğu fırsatlar vb. etkenler bu alandaki etkilenmede rol
oynayabilir.
Bir meslek grubu olarak din görevlilerinin, siyasal alanda nasıl bir düşünce
sergilemiş oldukları önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bir meslek
grubu olarak din görevlileri, din olgusuyla çok daha fazla “iç içe”dirler. Bunların
siyasal tercihlerinde, diğer birtakım unsurlar yanında; dinin etkin olduğu, laiklik
anlayışının oluşumunda yerine getirilen mesleğin etkisinin büyük olacağı ve din–siyaset
ilişkileriyle ilgili düşüncelerinde de öncelikli olarak dinin ölçüt alınacağından hareket
edilmiştir. Siyasal tercihte etkili olan unsurların öğrenilmesi ve laiklik anlayışının tespit
edilebilmesi amacıyla belli seçenekler oluşturulmuş, din–siyaset ilişkileriyle ilgili
olarak da, açık uçlu bir soru yöneltilmiş ve bu soruya verilen yanıtlar daha sonra
standart hale getirilmiştir. Bu başlık altında; siyasal tercihte ön planda tutulan konular,
din görevlilerinin laiklik anlayışları ve din–siyaset ilişkileriyle ilgili mevcut görüşlerin
değerlendirilmesine çalışılacaktır.
1.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, s.38
2.Taşdelen, age, s.163
3.Taşdelen, age, ss.166–167
243
3.3.1.Siyasi Tercihte Ön Planda Tutulan Konular
Siyasi kurum, temel toplumsal kurumlar içinde en önemlilerinden biridir ve
toplumda her kesimden bireyler, siyasal bir ilgi alanı içinde bulunmaktadırlar. Siyasi
alana karşı yoğun bir ilgiden söz edilmesine rağmen, bu konudaki bilgisizliğin yüksek
düzeyde olduğu dikkat çekmektedir1.
Yukarıda bahsi geçen siyasi sosyalleşme; birey bazında “oy verme” davranışını
etkilemekte, yerel ve ulusal düzeyde de iktidarın konumlarının araştırılmasını
sağlamaktadır2. Siyasi sosyalleşme, ayrıca birey bazında farklılaşabilmektedir. Kimi
insan için, oy vermeyle siyasi faaliyet sonuçlanırken, kimine göre de siyasal oluşumun
her türlü faaliyetine katılmak veya üye olmak bir zorunluluk olarak görülebilir.
Yücekök, siyasi tercih ya da siyasal katılımın belli birkaç aşamasından söz
etmektedir. Bunların; politikacıyla temas sıklığı, seçimde oy verme ve çalışma, siyasal
literatürü izleme, siyasal tartışma, siyasi örgüte üye olma, siyasal eylem ve siyasal
katılma, bağışta bulunma biçiminde sıralanması mümkündür3.
Kişinin siyasi alanda, herhangi bir oluşumdan yana tavır koyması “oy verme”
davranışı ile belli bir somutluk kazanır. Ferdin belli bir tavır sergilemesi ve bunun
sonucunda oy verme davranışında bulunmasını etkileyen unsurlar; ideolojik, ırksal,
dini, bireysel faydacılık amaçlı, toplumsal fayda amaçlı vs. biçiminde sıralanabilir.
Siyasi davranışın yönlenmesinde, dinin baskın bir role sahip olduğu yapılan
araştırmalardan anlaşılmaktadır. Birden çok dinin ya da dindarlar ile dindar olmayanlar
arasında kesin bir ayrımın olduğu toplumlarda, dini farklılıkların parti tutma ve oy
vermeyi etkilediği dile getirilmektedir4.
Belli bir siyasi tercihin oluşumunda, diğer unsurlar yanında, mesleki birtakım
faktörler de etkili olabilir. Din görevlilerinin, dini alanda “üst” düzeyde bir hassasiyete
sahip olmaları beklentisi vardır. Bu hassasiyetin siyasal alandaki yansıması da, din
görevlilerine özgü bir özellik taşıyabilir. Belli bir mesleğe mensup olmayla, belirgin bir
siyasal davranış sergileme arasında çok belirgin bir ilişkinin olmaması, bazı meslekler
için söz konusu olabilir, ancak, din görevlilerinin bu konuda benzer bir tutum
sergilemeleri ihtimali yüksektir. Bunun yanında, aynı mesleği yerine getirmesine
rağmen, “uç”larda bulunan siyasal oluşumların tercih edilmesi ihtimali de her zaman
bulunmaktadır.
Din görevlilerinin %23.3’ünün, birden fazla seçenekle cevap verme yoluna gittiği
dikkat çekmektedir (Tablo 59). Din görevlilerinin 2/3’sinden fazlası, siyasal
tercihlerinde oy verilen partinin dini hassasiyete sahip olmasını göz önüne alacağını
belirtmiştir. Tercihte, yalnızca dini hassasiyetin etkili olduğunu belirtenlerin oranı ise
%46.7 olarak gerçekleşmiştir. Buna göre, din görevlilerinin yarıya yakınının sadece dini
hassasiyeti göz önüne alarak siyasal tercihte bulundukları söylenebilir.
1.Mahmut Tezcan, Türk Kişiliği ve Kültür–Kişilik Đlişkileri, Kültür Bak. Yay., Ank., 1997, ss.214–215
2.Taşdelen, age, s.170
3.Ahmet N. Yücekök, Siyasetin Toplumsal Tabanı, AÜ SBF Yay., Ank., 1987, ss.29–30
4.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, ss.123–124; ss.176–177
244
Din görevlilerinin siyasal tercihlerinde, daha çok dini hassasiyetin ön plana
çıkması normal karşılanabilir. Çünkü dini algılayış, dini mensubiyet, dine bağlılık ve
dini pratikleri yerine getirme biçimi, birçok alanı (örneğin; ekonomik, ailesel, mesleki
vs.) etkilediği gibi, siyasal katılımın yönünü de belirleyebilir. Toprak’ın da belirttiği
gibi, bireyin dini hayatını çevreleyen unsurlar, siyasi davranışı büyük oranda
etkilemektedir1. Dolayısıyla, mesleki bakımdan dindarlıkla yakından ilişkili olan din
görevlilerine ait bir dağılımda, söz konusu etkinin görülmesi doğal karşılanmalıdır.
Din görevlilerinin siyasi tercihlerinde, din unsurunun büyük bir etkiye sahip
olmasına karşın, yapılan bir araştırmada; oy verme davranışında dinin etkisinin
olduğunu vurgulayanların oranı %38.1 olarak gerçekleşmiştir2. Yine, siyasi partilere
üye olanlar üzerinde yapılan başka araştırmada da, dinin siyasal tercihte etkili olduğunu
belirtenlerin oranı %25.9’dur3. Buna göre, din görevlilerinin siyasal tercihlerinde, dinin
çok etkin bir yere sahip olduğu ve mesleki unsurların, siyasal tercihin oluşumuna
yüksek bir derecede etki ettiği söylenebilir.
Siyasi tercihte, ülkenin kalkınmasını esas aldığını belirten din görevlilerinin oranı
%40 olarak gerçekleşmiştir. Sadece bu seçeneği işaretleyenlerin oranı %18’dir.
Siyasi tercihte ülke kalkınmasını ağırlıklı olarak vurgulayan siyasal oluşumların
esas alınmasında, kişisel birtakım yararların dikkate alınabileceği söylenebilir. Çünkü
ülkenin kalkınması için bir çabanın ve bunun sonucunda somut birtakım gelişmelerin
olması, ülke bazında bir refah sağlayacağı gibi, bireylerin sosyo–ekonomik düzeylerinin
iyileştirilmesine de hizmet edebilir. Dolayısıyla, bu yanıtın yalnızca ülke kalkınması
bağlamında ele alınmadığı, aynı zamanda kişisel birtakım kaygıların da dile getirilmiş
olduğu söylenebilir.
Ücret ve özlük haklarında iyileştirme yapılıp–yapılmayacağını, siyasal tercihte
odak olarak alanların oranı %5.3’tür. Genel olarak devlet memurlarının, ücret
konusunda sıkıntılarının olduğu bilinmektedir. Bu sıkıntının bilinmesine rağmen, ilgili
seçeneğin az oranda tercih edilmesi, bu alanda bir karamsarlığın ve umutsuzluğun
varlığıyla açıklanabilir. Öte yandan, ülke kalkınmasının hedef alınıp–alınmamasının,
ücretler ve özlük haklarına da yansıyacağı düşüncesinin yaygınlığından dolayı, bu
seçeneği işaretleyenlerin oranının düşük çıktığı söylenebilir.
Kamu bürokrasisinde çalışan memurlar üzerinde yapılan bir araştırmada; devlet
memurlarının, mevcut siyasal partilerin kendi problemlerini çözme konusunda karamsar
oldukları ve memurların sorunlarının çözüme kavuşturulması için bir “memur partisi”
kurulmasını istedikleri dikkat çekmektedir4. Buna göre, “devlet memuru” olarak
adlandırılanların siyasal tercihlerinde, ücret ve özlük haklarının düzenlenmesi ile ilgili
faktörün direkt olarak dile getirilmediği ifade edilebilir.
Cevap vermeyen din görevlilerinin oranı %4’tür. Siyasi görüşün belirtilmesi
1.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, s.206
2.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, ss.185–186
3.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, ss.253–254
4.Aytaç, age, ss.242–243
245
nedeniyle, birtakım sorunların doğacağını düşünenlerin, bu şekilde bir tutum sergilemiş
oldukları söylenebilir. “Başka” seçeneği altında yanıt verenlerin oranı ise %6 olarak
gerçekleşmiştir. Bu yanıtlarda, daha çok birtakım dini kaygıların dile getirildiği dikkat
çekmektedir.
Din görevlileriyle yapılan enformel görüşmelerde farklı birtakım konulara
değinilmiştir. Daha çok siyasal oluşumların “samimiyet”inin, tercihte etkili olduğu
vurgulanmıştır. “Sosyal adalet”e verilen önem, tercih nedeni olarak ele alınmaktadır.
Dış politika alanında “onurlu” bir yol izleyen siyasilerin tercih edildiği vurgulanmıştır.
Gerektiği zamanda ve gerektiği yerde “Allah’ın kanunları”yla hükmün
verilmemesinin, siyasetle ilgili konulara tamamen ilgisiz kalınmasına neden olduğu
belirtilmiştir. Đslam dininin gereklerinin “daha iyi” yerine getirileceği bir ortamın
oluşturulmasını, siyasi tercihte esas alanların bulunduğu da dikkat çekmektedir.
Din görevlilerinin “başka” seçeneği altında verdikleri yanıtlardan biri aşağıdaki
gibidir:
“Bir siyaset adamının ahlaklı, dürüst, adaletli, hizmetkâr olması ve her vatandaşa
eşit bir şekilde davranması, ülke ve toplum menfaatlerini; kendisi ve partisinin
çıkarlarının üstünde tutması gerekir. Ülkenin giderek artmakta olan nüfusunun istek ve
sorunlarına çözüm araması, kendini millete hizmet için adaması, milletin birlik ve
beraberliğine önem vermesi, ülkenin bölünmez bütünlüğünden taviz vermemesi;
Allah’ı, Kitabı, Peygamberi, vatanı, ezanı, kıbleyi ve bayrağı kutsal bilip değerini
kavraması; ırkçılık, partizanlık yapmaması, çıkarcı davranmaması, insana gereken
değeri vermesi ve insan haklarına saygılı olması, insanları menfaat için değil, insan
olduğu için sevmesi gerekir”.
3.3.2.Din Görevlilerinin Laiklik Anlayışı
Laiklik; “devlet ile din işlerinin ayrılığı; devletin din ve vicdan özgürlüğünün
gerçekleşmesi bakımından yansız olması”1 biçiminde tanımlanabilir. Ülkemizde
laiklik, uzun süreden beri tartışılmaktadır. Kavramın belli bir tanımının yapılmayıp
muğlâk bir halde bulunması, bu tartışmaların boyutlarının yüksek düzeyde
gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Batı toplumlarında ortaya çıkan ve dolayısıyla onların tarihsel ve toplumsal
koşullarının bir ürünü olan laikliğin temel amacının; din ve vicdan özgürlüğü
konusunda bir rahatlama sağlamak olduğu ifade edilmektedir2.
Laiklik, tarihsel çıkış noktası bakımından, farklı grupların bir arada yaşamasını
sağlamayı hedeflemekle beraber; Türkiye’de daha çok, birtakım gerilimlerin temel
nedenlerinden biri olarak ele alınmıştır. Laikliğin, “laikçilik” olarak yorumlanması,
çoğu zaman toplumsal barışı sağlama alanındaki işlevinin, hiçbir zaman aktif
olamaması anlamına gelmektedir3.
1.TDK, Türkçe Sözlük, C:2
2.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s.176
3.Nur Vergin, “Cami Avlusu Müslümanları”nın Başına Gelenler”, Yeni Yüzyıl, 12.10.1997
246
Atatürk Đlkeleri içerisinde en çok tartışma konusu olanı laikliktir. Bu ilkenin,
farklı dönemlerde değişik birtakım uygulamalara kaynaklık ettiği dikkat çekmektedir.
Laiklik ilkesinin gereği olarak oluşturulan bazı yasalar, dönemlere göre farklı
biçimlerde yorumlanmaktadır.
Bu sorunun sorulmasının amacı, dini birtakım görevleri icra eden bir teşkilatın
mensuplarının, tartışma konusu olan laiklikle ilgili görüşlerini öğrenebilmektir. DĐB
teşkilatının laiklikle ilgili tartışmaların odağında olması, konunun en önemli
boyutlarından birini oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle, DĐB’in varlığının laiklikle
bağdaşıp bağdaşmadığı konusu, tartışmaların asıl kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Laiklik açısından DĐB’in tartışmalı bir konumda bulunması, bir anlamda, din
görevlilerinin laiklikle ilgili belli bir görüş sahibi olmalarını sağlayacaktır biçimindeki
bir düşünceyi akla getirmektedir.
Din görevlilerinin laiklikle ilgili görüşlerinin dağılımında (Tablo 60), din
görevlilerinden bir kısmının (%4), birden fazla seçenekle yanıt verdikleri
görülmektedir.
Dağılımda en büyük oranı (%64.6), “laiklik herkesin inancına saygı göstermektir,
ancak, ülkemizde yanlış uygulanmaktadır” biçiminde yanıt verenler oluşturmaktadır.
Yalnızca bu seçeneğe yanıt verenlerin oranı ise %60.7’dir.
Din görevlilerinin laiklik anlayışlarının da ele alındığı bir araştırmada; örnekleme
dâhil olanların %52.3’ü “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması”, %24’ü
“Kur’an’ın hükümlerinin uygulanmayışı”, %16.9’u “dinsiz bir devlet idaresi”, %9.2’si
“herkesin inancını serbest yaşaması” biçiminde yanıtlarken, %3.1’i ise “başka”
seçeneği altında cevap vermiştir1.
Laikliğin, Türkiye’deki uygulama biçiminin ele alındığı bir araştırmada;
deneklerin %36.6’sı “dinin serbestçe gelişmesi sağlanmıştır”, %25.3’ü “önceleri bazı
baskılar olmuşsa da, sonra bu baskılar kalkmıştır”, %18.4’ü “din, toplumda gerçek
yerini bulmuştur”, %14.1’i “dine baskı biçiminde olmuştur” biçiminde yanıt vermiştir.
%5.6’lık bir oran ise, “diğer” adı altında görüşünü otaya koymuştur2. Bu dağılıma göre,
deneklerin yarıdan fazlası, uygulama açısından laikliğe olumlu bir anlam
yüklemektedirler.
Ülkemizdeki laiklik uygulamasının ele alındığı ayrı bir araştırmada ise; “devlet
dine müdahale etmektedir” biçiminde yanıt verenler %48.1, “cemaatlerin aşırılıklarına
müdahale etmektedir” diyenler %21.2, “devlet dine müdahale etmemektedir” biçimde
cevap verenler ise %16.8 olarak gerçekleşmiştir3. Buna göre deneklerin %70’i, dine
müdahale olduğu görüşünde birleşmektedir.
“Laiklik, hiçbir dini kabul etmemek, yani dinsizliktir” biçiminde yanıt verenlerin
oranı %22’ye karşılık gelmektedir. Sadece bu seçeneği işaretleyenlerin oranı ise %20
olarak gerçekleşmiştir.
1.Tatlılıoğlu, age, ss.143–144
2.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, ss.263–264
3.Yümni Sezen, Türk Toplumunun Laiklik Anlayışı, s.247
247
Verilen yanıtlarda, bir çelişkinin varlığı da dikkat çekmektedir. Bazı (%2) din
görevlileri, hem “laiklik, hiçbir dini kabul etmemek, yani dinsizliktir” ve hem de
“laiklik herkesin inancına saygı göstermektir, ancak, ülkemizde yanlış
uygulanmaktadır” biçiminde yanıt vermişlerdir.
%9.3’lük bir oran, “laiklik, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır”
biçiminde cevap vermiştir. “Laiklik, din ve vicdan hürriyetinin teminatıdır, o olmadan
dini yaşama imkanı yoktur” biçimindeki seçeneği tercih edenlerin oranı %2.6 olarak
gerçekleşmiştir. Bu soruya yanıt vermeyenlerin oranı ise %4 olmuştur. Anket
formundaki seçenekler dışında, laiklikle ilgili birtakım açıklamalarda bulunanların oranı
ise %1.3’tür.
Pilot çalışma esnasında uygulanan anketlerde, siyasal ve yönetsel içerikli
sorularda bulunan “fikrim yok” seçeneği çokça tercih edilmiştir. Ancak, sağlıklı bir
biçimde cevap alınması için, bu seçenekler daha sonradan anket formundan
çıkarılmıştır. Buna göre, din görevlilerinin siyasal ve yönetsel konulardaki
düşüncelerini açıklama bakımından bir çekingenlik içinde oldukları söylenebilir.
Enformel görüşmelerde, laiklikle ilgili tartışmaların ortaya çıkış sebepleri
üzerinde durulması istenmiştir.
Din görevlileri arasında laikliği, dini hassasiyeti olmayan bir kesimin “baskı
aracı” gibi görenler bulunmaktadır. Ayrıca, dini alana ve dindarlara karşı olanların,
birtakım yanlış hareketlerinin, laiklik sayesinde meşrulaştığı ifade edilmiştir. Öte
yandan, laikliğin tanımının açık bir biçimde yapılması ve buna göre birtakım
uygulamaların hayata geçirilmesi istenmiştir. “Dindar” olan kesimin, devlet aleyhine
olduğu biçimindeki yanlış görüşün de, yine, laikliği istismar edenler tarafından ortaya
atıldığı ifade edilmiştir. Uygulama açısından, özellikle Avrupa’daki laikliğin “esas”
alınması istenmiştir. Türkiye’deki mevcut uygulamanın, laiklikle ilgisinin olmadığı ileri
sürülmüştür.
Bazı din görevlileri, –laikliğin uygulama biçiminin yanlışlığını öne çıkararak–
laiklikle ilgili herhangi bir şey dinlemek ve konuşmak istemediklerini belirtmişlerdir.
Yapılan bir çalışmada, laikliğin tanımları üzerinde şöyle bir dağılım
gerçekleşmiştir; %65.6 “laiklik dinin devlet işlerine karıştırılmamasıdır”, %27.8
“laiklik, devletin bütün dinlere eşit ve hoşgörülü davranmasıdır”, %2.2 “laiklik
dinsizliktir”, %2.2 “laiklik dindarların daha özgür davranabilmesine ortam
hazırlamaktır”, %1.3 “laiklik, dinin etkisinin toplumsal hayattan silinmesidir”, %0.9
“laiklik gerektiğinde devletin dini denetim altında tutabilmesidir”. Laiklikle ilgili
tanımların, daha çok “slogan” biçiminde ele alındığı dikkat çekmektedir. Çünkü
yanıtlarla ilgili birtakım açıklamalarda bulunulması istendiğinde, yapılan açıklamaların
tam olarak yerine oturmadığı ve benzer yanıt verenlerin ifadelerinin çelişkiler içerdiği
açığa çıkmaktadır1.
3.3.3.Din–Siyaset Đlişkilerinin Değerlendirilme Biçimi
Din–siyaset ilişkisi, ülkemizde üzerinde en çok tartışılan konular arasında yer
1.Yümni Sezen, Türk Toplumunun Laiklik Anlayışı, s.262
248
almaktadır. Bu tartışmalar; dinin anlatımında siyasete atıfta bulunulup–bulunulmaması
ya da siyasetçilerin, dini belli bir amaç için kullanıp–kullanmamaları üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Anayasal bir kurum olan DĐB’in de, tartışma konusu haline geldiği
bilinmektedir. Bu tartışmalar; DĐB’in siyaset üstü bir konumda kalıp–kalmaması,
hükümetlerin DĐB üzerindeki etkisi, DĐBA’nın atamayla gelip–gelmemesi ve “devlet
memuru” kimliğini taşıması, DĐB’in özerk olmamasının bu teşkilata olan güveni
sarsması, DĐB’e ait mekânlarda (cami, KK) bazı siyasal oluşumların lehine veya
aleyhine birtakım görüşlerin belirtilmesi çerçevesinde gerçekleşmektedir.
Tartışmaların odak noktasında bulunan bir teşkilatın görevlilerinin, din–siyaset
ilişkisi1 konusundaki görüşlerinin bu konuda bazı ipuçları verebileceği görüşünden
hareket edilmiştir. Din–siyaset ilişkileriyle ilgili olarak din görevlilerinin görüşlerinin
dağılımında (Tablo 61), din görevlilerinin %30’u, din ve siyasetin bir bütün olduğunu
ve birbirinden ayrılamayacağını belirtmiştir. Din–siyaset ilişkilerinde, “ilişki”
kelimesinin yetersiz kaldığı, bu iki kavramın, çok daha ileri düzeyde bir etkileşimi
gerektirdiği vurgulanmıştır.
%27.3’lük bir oran, siyasetin din için yapılmasını, yani dinin anlatımında siyasal
alandan yararlanılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Öte yandan dinin, siyaseti tam
anlamıyla kapsadığı ifade edilirken, gerçek siyasetin dine ve Kur’an’a bağlı siyaset
olduğu vurgulanmıştır. Dinin siyaset yönünün, doğru anlaşılması gerektiği konusu
ısrarla vurgulanmıştır. Siyasilerin, takip ettikleri yolun, Müslüman bir toplum için
uygun olmadığı ileri sürülmüştür. Din dışı siyaset izlenmesi isteğinin, Türkiye’yi belli
çıkmazların eşiğine getirmiş olduğu da ifade edilmiştir.
Siyasal oluşumların, dini siyasete alet etmemeleri gerektiği üzerinde duranlar ise
%10.6’lık bir orana sahiptir. Dinin, bir hayat nizamı olduğu ve her şeye karışabileceği,
ancak, siyasetin dine asla karışmaması gerektiği vurgulanmıştır. Kimi din görevlileri
ise, dinin kutsal olduğunu, kutsal olan şeylerin ise siyasete alet edilemeyeceğini ifade
etmişlerdir. Siyasette, daha çok menfaatlerin ön planda olduğu, dinin ise bundan
tamamen uzak bir konumda bulunduğu belirtilmiştir.
Din ile siyasetin birbirinden tamamen ayrı alanlar olduğunu ve bundan dolayı da
birbirinden tamamen ayrı durmaları gerektiğini belirtenlerin oranı ise %9.3’tür.
Devletin dini kurallara müdahale etmemesi istenmiştir.
Bu soruya cevap vermeyenlerin oranı %17.3 olarak gerçekleşirken, %5.3’lük bir
kesim de “başka” seçeneği adı altında yanıt vermeyi tercih etmiştir. Kimi din
görevlileri, bu soruya hiç cevap vermezken, kimileri de; “bu konuya giremem”, “bu
ortamda yorum yapamıyorum” veya “yorum yok” biçiminde ifadeler kullanmışlardır.
Din görevlilerinin yaklaşık 1/5’inin yanıt vermemesinde, 633 sayılı kanunun 25.
maddesinde yer alan, siyasetle ilgilenme yasağının etkisinin olduğu söylenebilir. 25.
madde şu şekildedir; “Diyanet Đşleri Başkanlığı kuruluşunun, her derecesinde görev
alan personel, memurin kanununun hizmetliler için yasak ettiği siyasi faaliyetten başka,
dini görev içinde veya bu görevin dışında her ne suretle olursa olsun, siyasi partilerden
1.Osmanlının son döneminde, din adamları ile siyaset ilişkisi için bkz. Selahattin Tozlu, “Đkinci Meşrutiyet
Döneminde Parti–Din Adamları Üzerine Ahmed Şirani’nin Görüşleri”, Kalem ve Onur Dergisi, S:12, Yıl:5
249
herhangi birini veya onların tutum ve davranışını övemez ve yeremez. Bu gibi
hareketleri tahkikatla sabit olanların, ilgili ve yetkili mercilerce işine son verilir”1. Buna
göre, resmi görevinin dışında dahi olsa, siyasal birtakım faaliyetlerde bulunma suç
olarak ele alınmaktadır.
DĐBA Yılmaz, din görevlilerinin, DĐB’e ait mekânlarda birtakım siyasal
oluşumların lehinde veya aleyhinde faaliyet göstermelerinin, devletin dine müdahalesi
değil, görevini doğru şekilde yerine getirmeyen memura yapılmış müdahale olduğunu
belirtir. Bunun yanında, siyasal birtakım faaliyetlerde bulunan görevli sayısının da, çok
az olduğu ifade edilmiştir2.
Din görevlisinin günlük siyasetten mümkün olduğu kadar uzak kalmasının gereği
üzerinde durulmuştur. Đslami siyasetin, günümüzdeki mevcut siyasetten uzak olduğu ve
bu siyasete yaklaşıldığı oranda, Đslam’ın siyaset anlayışının lekelenme ihtimali
bulunduğu dile getirilmiştir. Dinin anlatılmasında “siyaset üstü bir siyaset” izlenmesi
isteği ortaya çıkmaktadır. DĐBA Yılmaz’ın, görüşlerinin de bu paralelde olduğu
görülmektedir. Günlük siyaset için, dinin kullanılmasına karşı çıkılırken, her insanın
“saf tuttuğu” camilerde, belli siyasal oluşumları desteklemenin dine büyük zarar
vereceği ifade edilmiştir3.
Din görevlilerine uygulanan anket formunda ve gerçekleştirilen enformel
görüşmelerde, onlara, genel olarak din–siyaset ilişkileri sorulmuştur. Din–siyaset
ilişkileri konusunda belli bir görüş sahibi olmanın ve bunu açıklamanın suç teşkil eden
bir yönünün bulunmadığı ifade edilmiştir. Anket uygulanan ve enformel görüşme
gerçekleştirilen din görevlilerine, bu çalışmanın, resmi makamlardan izin alınmak
suretiyle gerçekleştirildiği özellikle belirtilmesine rağmen, din görevlilerinin çekingen
bir tutum sergiledikleri görülmüştür.
3.4.Din Görevlilerinin Bilgilenme Durumu
Bilgi; “öğrenme, gözlem ve araştırma yoluyla elde edilen gerçek” ya da “insan
zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan zihni ürün”4 biçiminde tanımlanabilir.
Bilgi çeşitleri hakkında birtakım sınıflandırmalar yapılmaktadır. Bunlardan en
genel olanı; “sıradan bilgi” ve “bilimsel bilgi” biçimindeki ayrımdır. Bunun yanında,
“kazanılmış bilgi” ve “aranan bilgi” biçiminde bir ayrım söz konusudur. Bilgiyi;
“eyleme yönelik bilgi”, “manevi kültüre yönelik bilgi” ve “manevi huzura yönelik
bilgi” biçiminde bir ayrıma tabi tutanlar da bulunmaktadır. Ayrıca; “pratik bilgi”, “zihni
(entelektüel) bilgi”, “eğlence bilgisi”, “manevi bilgi”, “istenmeyen bilgi”5 biçiminde
bir sınıflama yapılabilmektedir.
Đnsanın birtakım bilgileri öğrenmesi, her zaman aynı nedenlere dayanmayabilir.
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, K–1/5; Ayrıca bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, s.1
2.Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1995–1996) II, s.526
3.Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Konuşmaları Makaleleri (1992–1994) I, s.288
4.Cihan Dura, Bilgi Toplumu, Kültür Bak. Yay., Ank., 1990, s.99
5. Cihan Dura, age, ss.100–103
250
Kimi zaman bilgi, insanın iradesinin dışında öğrenilebilirken, kimi zaman da bilginin
öğrenimi için büyük bir çaba gerekir. Đnsanın çeşitli problemlerle karşı karşıya kalması,
bilginin elde edilmesi için bir neden olabilir. Đnsanlardaki merak duygusunun da,
bilginin elde edilmesinde büyük bir yere sahip olduğu söylenebilir.
Elde edilen bilginin kullanım yeri önemli bir konudur. Bilginin kullanılmaması,
bir yönüyle, bilginin hiç elde edilmemiş olması biçiminde ele alınabilir. Bilginin kişisel
ve toplumsal alanda kullanılması ve birtakım yararlar sağlanması, bir beklenti olarak
ortaya çıkmaktadır.
Bu başlık altında ele alınması öngörülen bilgi türü, daha çok “pratik bilgi” ve
“manevi bilgi” olmaktadır. Pratik bilgi, bir “iş”in gereklerinin yerine getirilmesinde
önemli bir yere sahip olan “mesleki bilgi”yi de kapsamaktadır. Dolayısıyla, din
görevlilerinin edinme gayreti içinde oldukları bilgilerin, “pratik bilgi” olarak ele
alınması mümkündür. Aynı zamanda bunlar, “manevi bilgi” özelliği de taşımaktadır.
Yani, din görevlilerinin elde ettikleri bilgiler, manevi ve pratik bilgi özelliği taşırken,
din görevlileri dışındaki insanlar için bu bilgiler sadece manevi bilgi özelliğine sahiptir
denilebilir.
Đslam dinini kabul eden herkesin dinle ilgili bilgi edinmesi, dini pratikleri yerine
getirmesi ve hatta ibadet amacıyla toplumda her an öncülük (imamlık) edebilecek
seviyede olması öngörülmüş iken, bu anlayış zamanla değişmiş ve ibadetlerde öncülük
etme görevini belli bir kesim, yani din hizmetleri sınıfı üstlenmiştir. Bu kesimin,
ülkemizdeki resmi temsilcisi DĐB ve bu hizmeti sunanlar da din görevlileri olmaktadır.
Dolayısıyla, din görevlilerinin dini alanda belli bir bilgi birikimine sahip olmaları
beklentisi, genel anlamda paylaşılan bir görüştür.
Đslam toplumlarında, “lider” konumunda bulunan kimselerin, aynı zamanda dini
bilgi alanında da ileri düzeyde bulunmaları, her türlü bilginin öğrenilmesi için bu
kesime başvurulmasına neden olmuştur (örneğin; “âlim” kelimesinin daha çok dini bir
çerçevede ele alınması). Bunun yanında; insanların, din tarafından bilimsel bilgi için
teşvik edilmiş olması da, “âlim” olarak adlandırılan kimselerin etrafında toplanılmasına
neden olmuştur. Dolayısıyla, dini bilgi alanında ileri düzeyde bulunan kimselerin, aynı
zamanda diğer alanlardaki bilgilere de vakıf olacağı düşüncesi insanlar tarafından
paylaşılmaktadır.
Dini bilgiler yanında, din görevlilerinin güncel ve entelektüel birtakım bilgilere
sahip olmaları, mesleğin gereğince yerine getirilmesi için elzemdir. Çünkü din
görevlileri toplumun her kesimindeki insanlarla sürekli bir ilişki içinde
bulunmaktadırlar.
Din görevliliği, “meslek” olarak ele alındığında, diğer bazı mesleklerden
ayrılmaktadır. Çünkü bazı meslekler için fazla bir bilgi birikimi gerekmeyebilir. Ancak,
din görevliliğinde böyle bir durum söz konusu değildir. Din görevlilerinin, dini alanda
birçok bilgiye sahip olmaları gerektiği gibi, güncel konularda da belli bir birikim sahibi
olmaları neredeyse bir zorunluluktur denilebilir. Yine, din görevliliğine özgü olan bir
özellik de, mesleğe uygun bir yaşayış tarzının geliştirilmesidir. Bu kimselerin,
mesleğiyle tam bir “bütünleşme” içinde olması beklentisi söz konusudur.
Bu başlık altında; din görevlilerinin sahip oldukları yazılı kaynaklar (kitaplar), en
251
fazla ilgilenilen yazılı kaynaklar, DĐB’in resmi yayın organı olan Diyanet Aylık Dergi
ve Din Görevlileri Kültür Vakfı Yayını olan Hakses Dergisi’nin izlenme oranları ve bu
dergilerin değerlendirilme biçimleri, DĐB ve TDV yayınlarının izlenme sıklığı,
meslekte başarı için kazanılması gerekli olan bilgilerin çeşidi, sahip olunan bilgilerin
yeterlilik durumu, mesleki bilgilerin değişme durumu, mesleğin optimum verimlilikle
sürdürülmesi için gerek duyulan ek bilgiler, dini bilgilerin kazanılmasında referans
noktaları, mesleki bilgi içinde önemli bir yere sahip olan Kur’an ezberinin miktarı ve bu
miktarın mesleki süreçteki değişimi ve bilgi ile alakalı olması bakımından fıkıhla ilgili
konulara ilişkin değerlendirmeler ele alınmaya çalışılacaktır.
3.4.1.Din Görevlilerinin Bilgi Seviyelerinin Oluşumunda Yazılı Kaynaklar
Đnsanın bilgilenme süreci içinde, birtakım “bilgi edinme kaynakları”nın etkin
olması mümkündür. Bunlar; yazılı, sözlü, görsel vb. biçiminde ele alınabilir. Bu
kaynakların yaygınlık derecesine göre, belli bir alanda bilgi sahibi olunması söz
konusudur.
Bilgi ediniminde yazılı kaynakların, diğer kaynaklara oranla farklı bir yönünün
olduğu söylenebilir. Teknolojik unsurların çok hızlı bir gelişme göstermesine rağmen,
yazılı kaynaklar, yine de en çok kullanılan bilgi edinme araçları konumunda
bulunmaktadır. Dolayısıyla, “klasik” birtakım özellikler taşıyan yazılı unsurlar, insanın
“bilgilenmesi”nde büyük bir yer edinmeye devam etmektedir.
Yazılı kaynaklar; insanların görme, okuma, işitme, görüp–işitme vs. yönlerine
hitap etmekte ve bu yönüyle de kalıcı birtakım unsurları ihtiva etmektedirler1.
Dolayısıyla, bilgilenme ve öğrenme açısından yazılı kaynaklar, “temel” bir unsur olma
özelliği taşımaktadırlar. TV ve –özellikle de– bilgisayarın, hem yazılı ve hem de görsel
bilgi edinmeye yardımcı olduğu söylenebilir. Ancak, bilgilenmede etkili olan bu
araçların kullanımı için belli bir teknik altyapının olması da kaçınılmazdır. Buna göre,
bilgilenme açısından her aracın birtakım yararları ve sınırlılıkları söz konusudur ve her
birinin belli oranda bilgilenmeye katkıda bulunduğu söylenebilir.
Bilgilenme araçlarından her birinin, farklı birtakım özelliklere sahip olduğu
söylenebilir. Hatta, bu araçlar kendi içinde, farklı biçimlerde (örneğin; yazılı kaynaklar
kendi içinde kitap, gazete, dergi vb. biçiminde ayrılabilir) sınıflamaya tabi tutulabilirler.
3.4.1.1.Sahip Olunan Yazılı Kaynaklar
Yazılı kaynak olarak ele alınan unsurların (kitap, dergi, gazete vs.) bilgilenmede
etkin bir rol oynadıklarına daha önce değinilmişti. Bu unsurların bilgilenmedeki
fonksiyonellikleri yanında, bunlara sahip olma da, bilgilenme açısından ayrı bir önem
taşımaktadır. Belli kaynaklara sahip olma, “okuma–bilgilenme”ye yönelik ilginin bir
göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Bu başlık altında, din görevlilerinin sahip oldukları kitaplar ele alınmaya
çalışılacaktır. Sahip olunan yazılı kaynaklara ilişkin dağılımın ele alındığı dağılımda
(Tablo 62), din görevlilerinden neredeyse tamamının (%92), tür itibariyle birden fazla
1.Kamuran Çilenti, Eğitim Teknolojisi, Ank., 1988, ss.35–36
252
kitaba sahip oldukları görülmektedir.
Din görevlilerinin %70’inin, anket formunda verilen kitap türlerinden hepsine
sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanında, ilmihal–fıkıh kitaplarına sahip olanların
oranı %23.3 olarak gerçekleşmiştir. Hadis kitaplarına sahip olduğunu belirten din
görevlilerinin oranı ise %20’dir. Kur’an mealine sahip olanların oranı %17.3 olurken,
Kur’an’ı tefsir eden kitaplara sahip olduğunu belirten din görevlileri %16.6 oranındadır.
Düşünsel ve siyasal içerikli kitaplara sahip din görevlilerinin oranı %2 iken, hiçbir
kitaba sahip olmayanların oranı %0.6 ve cevap vermeyenlerin oranı %0.6’dır.
Tasavvufla ilgili, birtakım kitaplara sahip olduğunu belirten din görevlileri de
bulunmaktadır.
Kitaba sahip olma ile ilgili anket formunda yer alan bilgilerle yetinilmemiş,
ayrıca enformel görüşmelerle de çeşitli bilgiler elde edilmeye çalışılmıştır. Din
görevlilerinin neredeyse tamamının, kitapların fiyatlarının yüksekliğinden şikâyetçi
oldukları görülmüştür. Kitap alma yönünden karşılaşılan ekonomik olumsuzlukların,
okuma oranını etkilediği, din görevlileriyle gerçekleştirilen enformel görüşmelerden
anlaşılmaktadır.
3.4.1.2.Çoğunlukla Đlgilenilen Yazılı Kaynaklar
Din görevlilerinin sahip oldukları kitapların neler olduğuna ilişkin dağılım,
yukarıda ele alınmaya çalışılmıştı. Bunun yanında, din görevlilerinin en çok okudukları
yazılı unsurların neler olduğu da öğrenilmeye çalışılmıştır.
Bahsedilen yazılı unsurlardan kitap yanında, günlük veya haftalık çıkan gazete;
haftalık, aylık veya daha uzun dönemlerde çıkan dergiler ve daha çok aylık olarak çıkan
mesleki yayınların okunma durumları da tespit edilmeye çalışılacaktır. Din
görevlilerine, “en fazla okuduklarınız aşağıdakilerden hangisidir?” biçiminde yöneltilen
soruya, din görevlilerinin %23.3’ü, birden fazla seçenekle cevap verme yoluna gitmiştir
(Tablo 63).
Dağılımda kitap okuduklarını belirtenler, en büyük orana (%60.6) sahiptir. Sahip
olunan yazılı eserlerin genelde kitap olduğu göz önüne alındığında, bu oranın yüksek
çıkması doğaldır. “Hepsi”ni okuduğunu belirtenler (%16) bu orana eklenince, kitap
okuyanların oranı %76.6’ya yükselmektedir.
Mesleki yayını okuyanların oranı %23.3’tür. Soruya birden fazla seçenekle yanıt
verildiğinden, bu yazılı organı okuyanların toplam oranı ise %39.3 olmaktadır.
“Mesleki yayın” olarak ele alınan yayın organları; Diyanet Aylık Dergi, Hakses Dergisi
(aylık), Diyanet Đlmi Dergi (üç ayda bir yayınlanmakta) ve Diyanet Çocuk Dergisi’dir
(ayda bir yayınlanır).
Araştırma kapsamına alınan din görevlilerinden gazete okuduklarını belirtenlerin
oranı %22.6 olarak gerçekleşmiştir. Toplamda, gazete okuduklarını belirtenlerin oranı
%38.6 olarak gerçekleşmektedir. Gazetenin sürekli olarak takip edilememesine gerekçe
olarak, mali sıkıntı ve –özellikle köylerde görev yapan din görevlileri için– takip etme
imkânının olmaması gösterilmiştir. Bunun yanında, gazetelerin takip ettikleri yayın
politikalarının, belirli bir ilgisizliğe ve uzak durma gibi bir tutumun benimsenmesine
neden olduğunu belirten din görevlileri de bulunmaktadır.
253
Dergileri takip edenlerin oranı %8 iken, toplamda dergi okuyanların oranı %24
olarak gerçekleşmiştir. Takip edilen dergilerin daha çok, dini içerikli ve aktüalite
dergileri olduğu enformel görüşmelerden anlaşılmaktadır. Bahsedilen dergilerin, her
zaman satın alınmadığı ve bazen satın alan kimselerin dergilerinden yararlanıldığı ifade
edilmiştir. Çünkü bazı ilçe ve köylerde, bu yayınlara düzenli ulaşma imkânı
bulunmamaktadır.
Belirtilen yazılı kaynaklardan hepsini takip ettiğini belirten din görevlilerinin
oranı %16 olarak gerçekleşirken, hiçbirini takip etmediğini belirtenler %4 oranındadır.
Genel olarak, din görevlileri arasında okumaya karşı bir ilgisizliğin olduğu
görülmüştür. Altı sayfa olarak düzenlenen anketin, üçüncü veya dördüncü sayfasına
gelindiğinde, kişilerin sıkıldıkları gözlemlenmiştir. Bazı sorular bir kez okunup
anlaşılmayınca, araştırmacıdan veya meslektaşlardan yardım isteme yoluna
gidilmektedir. Herhangi bir sorunun mevcut seçeneklerinin işaretlenmediği ve anket
formunun boş olan yerlerine, aynı anlama gelen birtakım ifadelerin yazıldığı da
görülmektedir. Din görevlilerinin, kalıplaşmış bazı cümle ve kelimeleri kullanma
yönünde bir tutum sergilediklerini görülmektedir. Bu durumun, kelime hazinesinin ve
okuma derecesinin azlığından kaynaklanmış olduğu düşünülebilir.
Bir araştırmada, din görevlilerinin takip ettikleri yazılı eserlerin dağılımı ise;
%78 “dini–ilmi eser”, %12 “dini yazılar”, %11 “tarihi yazılar”, %6 “bilimsel eserler”,
%6 “siyasi eserler”, %2 “başka”1 biçiminde gerçekleşmiştir.
3.4.1.3.Mesleki Süreli Yayınlar
Her teşkilatta olduğu gibi, DĐB de –genellikle kendi çalışanlarına yönelik olarak–
süreli yayın faaliyeti göstermektedir. Bu başlık altında ele alınacak olan yayınlar;
Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’dir.
Diyanet Aylık Dergi’den önce, Diyanet Gazetesi yayınlanmaktaydı. Bu gazete,
ilk olarak 22 Kasım 1968’de 15 günde bir yayınlanmaya başlamıştır. Daha sonra ise
aylık olarak yayınlanmıştır. Derginin son dönemlerdeki baskı sayısı 100.000’e
ulaşmıştır2. Bu gazete Ocak 1991’de, yerini Diyanet Aylık Dergi’ye bırakmıştır.
Diyanet Gazetesi’nin çıkarılması esnasında birçok deneyim kazanılmış ve bu
kazanımların daha sonra Diyanet Aylık Dergi’de sunulması imkânı doğmuştur.
Diyanet Aylık Dergi, 1996 rakamlarına göre 862.500 adet basılmıştır. Bu rakam
12 aya bölünecek olursa, derginin aylık baskı sayısının 80 binlerde olduğu söylenebilir.
Bu dergiye abone olanların sayısı sadece 9.500’dür3.
Diyanet Aylık Dergi’de dini ve güncel konularda birtakım makale ve yazılara yer
verilmektedir. Söz konusu dergide DĐB ve DĐYK’ın birtakım açıklamaları yer aldığı
gibi, teşkilat ve teşkilat mensuplarıyla ilgili gelişmelerden de bahsedilmektedir.
Derginin orta sayfasında ise, dört adet cuma hutbesi yer almaktadır. Önceleri üçüncü
1.Tatlılıoğlu, age, s.126
2.Halit Güler, “Diyanet Đşleri Başkanlığı Yayın Hizmetleri”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri
3.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, ss.117
254
hamur kâğıda basılan dergi, şimdi birinci hamur kâğıda basılmaktadır. Bu dergi, din
görevlileri dışındaki kimselere de hitap etmesine rağmen, bu yayına ancak, müftülük
veya DĐB–TDV yayınlarının satış yerlerinde ulaşmak mümkün olabilmektedir.
Hakses Dergisi, önceleri “Din Görevlileri Federasyonu” tarafından çıkarılmaya
başlanmıştır. Đlk yayın tarihi Ocak 1965’tir1. Bu dergi daha sonra, “Din Görevlileri
Kültür Vakfı” yayını olarak basılmaya başlamıştır. Hakses Dergisi’nde dini, güncel
birtakım yazılar yer alırken, teşkilat ve teşkilat mensuplarıyla ilgili birtakım
gelişmelerin verilmesi yoluna da gidilmektedir. Din görevlileri açısından belki de en
önemlisi –kendileri tarafından özellikle belirtilen–, derginin orta sayfasında bulunan
cuma hutbeleridir. Bu hutbeler genelde dört adet ve bazen de dörtten az olabilmektedir.
Dergi, şu anda birinci hamur kâğıda basılmaktadır. Hakses Dergisi’ne, ancak müftülük
veya DĐB–TDV yayınlarının satışının yapıldığı yerlerde ulaşma imkânı bulunmaktadır.
Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’nin okunma durumlarını birtakım
faktörler etkileyebilir. Bu faktörlerin; öğrenim durumu, ünvan, görev yapılan yer, yaş,
mesleki tatmin vs. biçiminde sıralanması mümkündür. Öğrenim durumuyla, bu dergileri
okuma durumu arasındaki ilişkinin görülebilmesi amacıyla oluşturulan dağılımda
(Tablo 64), iki değişken arasında bir ilişkinin varlığından söz edilebilir. Bu dergileri hiç
okumadığını belirtenlerin oranı %22.7 iken, bazen okuyanlar %54.7’lik bir orana
sahiptir. Her zaman okuduğunu belirten din görevlilerinin oranı ise %22.7’dir.
Öğrenim düzeyinin yükselmesine bağlı olarak bu dergileri okumadığını
belirtenlerin oranında bir düşüş olmaktadır. Đlkokul ve ortaokul mezunu olup da, hiç
okumayanlara rastlanmazken, lise ve dengi okul mezunlarında bu oran %37.5, ĐHL
mezunu olanlarda %26.7 ve yüksekokul/üniversite mezunu olanlarda ise %11.4 olarak
gerçekleşmiştir. Öğrenim düzeyinin yükselmesine paralel olarak, bilgi düzeyi de
yükselmektedir. Dolayısıyla, belli bir dini bilgiye sahip olan din görevlileri, bu
dergilerin içeriklerinden belli bir tatmine ulaşamayabilirler. Buna göre, öğrenim düzeyi
yüksek olanların bu dergilere karşı ilgisizliği doğal karşılanmalıdır.
Dergileri bazen okuduğunu belirtenlerin oranı, öğrenim düzeyinin değişimine
paralel olarak farklılaşmaktadır. Öğrenim düzeyinin artmasına bağlı olarak, dergileri
ara–sıra okuduğunu belirtenlerin oranı da artmaktadır. Đlkokul mezunları arasında bu
dergileri ara–sıra okuduğunu belirtenlerin oranı %50’dir. Ortaokul mezunlarından ara–
sıra okuduğunu belirtenlere rastlanmamıştır. Lise ve dengi okul mezunlarının %50’si,
ĐHL mezunu olanların %52.5’i ve yüksekokul/üniversite mezunlarının %68.6’sı, söz
konusu dergileri ara–sıra okuduğunu ifade etmiştir. Bahsedilen dergilere karşı tamamen
ilgisiz kalınmayıp, “bazen” de olsa okunmasında, bu yayın organlarının din
görevlilerine zorunlu olarak verilmesinin etkisi yadsınamaz. Ayrıca, bu dergilerde
“cuma hutbeleri”nin yer alması, bunlardan sadece hutbe kaynağı olarak
yararlanılmasına yol açabilir.
Bu yayın organlarını, her zaman okuduğunu belirtenlerin oranında ise, belirgin
bir değişim göze çarpmamaktadır. Ancak, öğrenim düzeyinin yükselmesine paralel
1.Hakses, S:316, Nisan 1991
255
olarak, okuma oranında bir azalmadan söz edilebilir. Đlkokul mezunu olanlarda bu oran
%50 iken, yüksekokul/üniversite mezunlarında ise %20 olarak gerçekleşmiştir.
Anket formlarından derlenen ve enformel görüşmelerden elde edilen bilgilere
göre, din görevlileri, bu dergileri daha çok bir “zorunluluk” olduğundan dolayı
almaktadırlar. Din görevlilerinin aylık maaşlarından bu dergilerin ücretleri
kesilmektedir. Bu durum, il merkezinde sistemli bir şekilde gerçekleşirken, ilçelerde bu
konuda kısmen bir serbestlik olduğu ve dergilerin alımının isteğe bağlı olduğu
görülmüştür. Alan araştırmasının gerçekleştirildiği süre içerisinde, bazı ilçelerde
yalnızca Hakses Dergisi’nin alındığı tespit edilmiştir. Bazı ilçelere, Diyanet Aylık
Dergi çok az sayıda gelirken, Hakses Dergisi hiç gelmemektedir.
Müftüler, bu dergilerin alımının bir yönüyle zorunlu tutulmasının nedeninin,
dergiler içinde yer alan cuma hutbeleri olduğunu belirtmişlerdir. Müftüler, DĐB
teşkilatının yayın organının takip edilmesinin normal karşılanması gerektiğini ifade
etmişlerdir.
Bahsedilen Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’nin okunma durumunun
ünvan değişkeni ile ilişkisinin olabileceği düşünülmüştür. Bu değişkenler arasındaki
ilişkinin görülebilmesi amacıyla oluşturulan dağılımda (Tablo 65), belirgin bir ilişkinin
varlığı göze çarpmazken, ünvanların çeşitli özelliklerine göre bir dağılımın olduğu
dikkat çekmektedir.
Yönetsel bir konumda bulunan müftü ve vaizlerden hiçbiri, “hiç okumam”
biçiminde cevap vermemiştir. Teşkilatla ilgili birtakım gelişmelerin de ele alındığı bu
dergilere, bahsedilen din görevlilerinin tamamen ilgisiz kalmaları düşünülemez.
Dolayısıyla, bu kişilerin bahsedilen dergilerle az–çok ilgilenmeleri bir zorunluluk
olarak ele alınabilir. “Hiç okumam” biçimindeki yanıtın, örneklemin yaklaşık 1/4’ine
karşılık gelmesi, bu yayınlardan memnuniyetsizliği ortaya koymaktadır. Din
görevlilerinin, bu yayınları alma konusunda bir zorunluluk içinde bulunmaları, okuma
veya ilgilenme oranının daha yüksek çıkacağı anlamında ele alınabilir. Ancak, bu
dergilere sahip olunmasının, memnuniyetin yüksek düzeylerde gerçekleşmesi için bir
neden olarak ele alınamayacağı söylenebilir.
“Bazen okurum” biçiminde yanıt verenlerin oranlarında, ünvana göre belirgin bir
değişim göze çarpmamaktadır. Genel anlamda mesleki hiyerarşinin alt sıralarında yer
alanlar arasında, bazen okuduğunu belirtenlerin oranı düşmektedir. Müftülerden,
dergileri bazen okuyanların oranı %75 olurken, MK’lerde ise bu oran %55 olarak
gerçekleşmiştir.
“Her zaman okurum” diyenlerin oranının, ünvanların özelliklerine göre
farklılaştığı söylenebilir. Özellikle, cuma hutbeleri vermelerinden dolayı, ĐH’lerin
dergilere daha çok ilgi göstermesi beklentisi bulunurken, bunun tam aksi bir durumla
karşılaşılmıştır. “Hiç okumam” biçiminde yanıt verenler arasında ĐH’ler %26.2 ile en
yüksek orana ulaşırken, söz konusu dergileri devamlı ve düzenli bir şekilde izlediğini
belirtenler arasında ise ĐH’ler, %19.6 ile en düşük oranı oluşturmaktadırlar.
Bu dergilere karşı, “aşırı” ilgisiz olan bazı din görevlileri dikkat çekmektedir.
Özellikle Diyanet Aylık Dergi’nin, “okunacak hiçbir yönü” olmadığı (%2)
belirtilmiştir. Bu yayınlara yönelik ilgisizlikle ilişkili olarak, bazı kaynaklarda birtakım
256
bilgilere rastlanmaktadır. Diyanet Aylık Dergi çıkmadan önce yayınlanan Diyanet
Gazetesi’ne alaka gösterilmediği ve yakılmak amacıyla bir müftü tarafından fırına
gönderildiği belirtilmektedir1. Bu davranışın, bir müftü tarafından sergilenmesi,
yönetsel konumdaki din görevlilerinin bu yayınlara bakış açısını ortaya koyarken, aynı
zamanda gazetenin/derginin içeriğiyle ilgili olarak bir fikir verebilmektedir.
Diyanet Aylık Dergi’nin müftülükler aracılığıyla “cami avlusu” dışına
çıkarılması ve “dinamik” bir yapıya kavuşturulması2, derginin ve DĐB teşkilatının
tanıtımı ve itibarı açısından büyük bir önem arz etmektedir.
Sözü edilen Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’nin içeriği ile ilgili olarak da,
din görevlilerine soru yöneltilmiştir. Ayrıca, enformel görüşmelerle birtakım bilgiler
edinme yoluna gidilmiştir. Bu dergilerin içeriği hakkındaki görüşlerin, öğrenim durumu
değişkeniyle ilişkisinin ele alındığı dağılımda (Tablo 66), içeriğin “çok iyi” olduğunu
belirten din görevlilerinin oranı %14 olurken, “vasat” olarak nitelendirenler %70, “iyi
değil” biçiminde değerlendirenler de %12.7’lik bir orana sahiptir. Cevap vermeyenler,
%3.3 oranına karşılık gelmektedir.
Öğrenim durumuyla, dergilerin içeriğini değerlendirme arasında bir ilişkinin
varlığı dikkat çekmektedir. Dergileri, “çok iyi” olarak nitelendiren ilkokul mezunlarının
oranı %50 iken, bu oran yüksekokul/üniversite mezunu olanlarda %5.7 olarak
gerçekleşmiştir. Đlkokul mezunu ve ortaokul mezunu olanlardan, “iyi değil” biçiminde
yanıt verenlere rastlanmazken, lise ve dengi okul mezunlarında bu oran %37.5,
yüksekokul/üniversite mezunlarında ise %5.7 olmuştur.
Dergileri “vasat” olarak ele alanların oranı ise, öğrenim durumunun
yükselmesine paralel olarak yükselmektedir. Đlkokul mezunlarında bu oran %50 iken,
yüksekokul/üniversite mezunlarında %85.7 olarak gerçekleşmiştir. Daha çok yönetici
konumunda bulunan din görevlilerinin (müftüler ve vaizler) tamamına yakını, dergileri
“vasat” olarak ele almıştır. Bu dergilerin, daha çok “orta” düzeyde dini bilgilere sahip
olanlara veya “avam”a hitap ettikleri göz önünde bulundurulursa, yüksek öğrenim
görenlerin veya yönetici konumundakilerin dergiyi vasat olarak ele almalarının nedeni
ortaya çıkmaktadır. Hatta bu dergilerin vasat bir düzeyde olduğu; lise ve dengi okul ve
ĐHL mezunlarının büyük çoğunluğu (%62.5 ve %66.3) tarafından da dile
getirilmektedir.
Dergilerin kendilerine “zoraki” verilmiş olduğunu belirten din görevlilerinin, en
çok dergilerin içeriğinden yakındıkları dikkat çekmektedir. Din görevlilerinden bazıları,
isteğe bırakılması halinde, bu dergileri alanların hiç çıkmayacağını ileri sürmüşlerdir.
Bu dergilerin (özellikle de Diyanet Aylık Dergi’nin), “resmi hava”da olmasından
dolayı, “itici” geldiği vurgulanmıştır. Hakses Dergisi’nin ise, nispeten daha “bağımsız”
ve “özgün” olduğu ifade edilmiştir.
Diyanet Aylık Dergi’nin, siyasilerin görüşleri doğrultusunda olaylara yaklaştığı
ileri sürülmektedir. Bu dergiyi, hükümetlerin “haber bülteni” gibi nitelendirenler
1.Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, ss.306–307
2.E. Ruhi Fığlalı, “Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Eğitim ve Yayın Hedefleri”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri
Semineri
257
çıkarken, dergiyi “ırkçı” olarak nitelendirenler de bulunmaktadır.
Genel olarak Diyanet Aylık Dergi’nin, daha güncel ve ilgi çekici bir tarzda
hazırlanması istenmiştir. Bilimsel–dini makalelere daha fazla yer verilmesi ve derginin
hacminin artırılması teklif edilmiştir. Ayrıca, DĐB personeliyle ilgili daha geniş bilgi
vermesi ve “gereksiz” yazılardan kaçınılması istenmiştir.
Din görevlilerinden bazıları, hem Diyanet Aylık Dergi’de ve hem de Hakses
Dergisi’nde okunacak ve faydalanacak birçok makale, yazı ve haber olduğunu
belirtmişlerdir. Meslektaşlarının okuma heveslerinin olmamasının, bu dergilere “iyi”
gözle bakılmamasına neden olduğu ifade edilmiştir.
DĐB ve TDV’nin; dini alanda kaynak kitap olabilecek pek çok eser ve araştırma
yayınlanma faaliyeti içinde olduğu dikkat çekmektedir. Süreli yayın yanında, takvim,
sesli ve görüntülü yayın faaliyetleri de bulunmaktadır. Kütüphane de, verilen hizmetler
arasında önemli bir yere sahiptir.
DĐB’in, 1990 yılında 11 ilde din görevlileri üzerinde yaptırdığı bir ankete göre,
“başkanlıkça yayınlanan eserleri, toplumu aydınlatma açısından yeterli buluyor
musunuz?” sorusuna din görevlilerinin; %27.8’i “yeterli”, %50.8’i “kısmen yeterli” ve
%21.4’i ise “yetersiz” cevabını vermişlerdir1. Din görevlisinin istediği kitaba
ulaşmasını, oturulan yerin etkilemesi mümkündür. Büyük yerleşim yerlerinde, yayınlara
ulaşma şansının yüksek olacağı ifade edilebilir. Bunun yanında, DĐB veya TDV
yayınlarının satış noktalarının bulunduğu yerleşim yerlerinde, bu yayınlardan daha fazla
yararlanılması da söz konusudur.
3.4.2.Meslekte Başarı Đçin Gerekli Bilgiler
Hiç şüphesiz, bir mesleğin gereklerinin hakkıyla yerine getirilebilmesi için,
birtakım bilgilerin edinilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Mesleki başarı ve doyumun
sağlanması için, bilginin varlığı kaçınılmazdır. Bunun yanında, görevi istemeyerek
yapmak da, mesleki alanda daha çok bilgi sahibi olunmasını engelleyebilmektedir.
Bilginin kazanılması, belli bir süreçte gerçekleşmektedir. Mesleki süreçte hangi
bilgilerin “mesleki amaç”a uygun olduğu veya mesleki gereksinimleri karşıladığı da,
önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak, “amaca uygun” ya da
“gereksinimi karşılayan” bilgilerin unutulması mümkün görünmemektedir2.
Dolayısıyla, öğrenilen bilgilerin hayata geçirilmesinin, bilgilerin unutulmasını
engellemesi yanında, bireyin mesleki alanda gösterdiği performansı da yükselteceği
ileri sürülebilir.
Din görevlilerinin, mesleki başarı için sahip olmaları gereken bilgilere yönelik
düşüncelerinin öğrenilmesi amaçlanmış ve din görevlilerine; “bir din görevlisinin
mesleğinde başarılı olabilmesi için öncelikle hangi bilgileri kazanmış olması lazımdır?”
biçiminde açık uçlu bir soru sorulmuştur.
Din görevlilerinin %44.6’sı, bu soruya birden fazla yanıt verme yoluna gitmiştir
(Tablo 67). Çeşitli bilgilerin eksikliğinin hissedilmesi, bu durumun ortaya çıkmasında
1.Tarhanlı, age, s.134
2.Đ. Ethem Başaran, Örgütsel Davranış, s.117
258
etkilidir denebilir. Ayrıca, “ideal olan”a ulaşma isteğinin de, bu dağılımda ortaya çıktığı
söylenebilir.
Kazanılması gerekli bilgiler içinde en büyük oranı (%92.6), dini bilgiler
oluşturmaktadır. Dini bilgi kapsamında; Kur’an–Tecvid, Tefsir, Kelam, Akaid, Fıkıh–
Đlmihal, Hadis, Hadis Usulü, Siyer–Đslam Tarihi, Arapça, Hitabet vs. zikredilebilir.
Bahsedilen bu bilgilerin, din görevliliğinden ayrı olarak ele alınmasına imkân yoktur.
Bu bilgilerden en gerekli olanı Kur’an’dır
Din görevlilerinin mesleki süreç içinde, daha çok Kur’an okuma faaliyetinde
bulunmaları (ĐH’lerin namaz kıldırması esnasında, MK’lerin ikamet ve namazdan
sonraki dualarda, KK’lerin Kur’an öğretimi sırasında), bu konuda gösterdikleri çabaları
etkilemektedir. Bunun yanında, tecvid kurallarına uyma, Kur’an’ın okunması sırasında
önem verilmesi gereken başlıca konulardan biridir. Kur’an’ın “tam” olarak okunması,
ancak, tecvit ve mahreçle ilgili gereklerin yerine getirilmesiyle mümkündür. Ayrıca,
tecvitli okuma, Kur’an’ı dinleyenler açısından da önemli görülmektedir.
Buyrukçu’nun din görevlileri üzerinde gerçekleştirdiği çalışmada, din
görevlilerinin büyük bir kesiminin Kur’ani bilgi edinme ihtiyacı içinde oldukları dikkat
çekmektedir. Buna, Kur’an okumayla ilgili bilgiler de dâhildir1.
Tefsir, Kur’an’ın belli ölçüler çerçevesinde yorumlanmasıdır. Din görevlileri,
tefsir bilgisine özellikle vaazlarda ve birtakım özel sohbetlerde ihtiyaç duyabilirler.
Bunun yanında, meal (Kur’an’ın, diğer dillere çevrilmesiyle elde edilen anlamı)
konusunda da bilgilenme isteği dikkat çekmektedir.
Kelam da, kazanılmak istenen bilgiler arasında yer almaktadır. Bu alandaki
bilgilerin her yerde ve her zaman kullanılması ihtimali bulunmaktadır. Đslami bir
yaşayış için, uyulması gerekli olan kuralları ihtiva eden fıkıh üzerinde de önemle
durulmuştur.
Peygamber’in sözlerinin ele alındığı Hadis üzerinde durulurken, Hadislerin belli
bir temelde kavranmasını sağlayan Hadis Usulü bilgisinin gerekliliği de vurgulanmıştır.
Peygamber’in hayatının işlendiği Siyer ve Đslam Tarihi ile ilgili bilgiler, din
görevlilerinin uzmanlık alanlarını ilgilendiren konular arasında ele alınmıştır.
Đslami bilimlerin temelini teşkil eden bir bilgi türü vardır ki, o da Arapçadır.
Arapçanın öğrenilmesi üzerinde din görevlilerinin önemle durdukları dikkat
çekmektedir. Dini eğitimin alındığı kurumlarda, Arapça öğrenimi alanındaki eksiklik,
bu yöndeki isteklerin daha yoğun bir biçimde dile getirilmesine neden olabilir.
Hitabet bilgisi üzerinde ısrarla durulmaktadır. Özellikle ĐH ve vaiz olarak görev
yapanlar için, bu konudaki bilgiler büyük önem taşımaktadır. Din görevlilerinin dini
alandaki başarıları, sahip oldukları bilgilerin aktarılmasına bağlıdır. Bu bilgilerin
aktarılması kadar, aktarılma biçimini kapsayan hitabet de önem taşımaktadır. Hitabette
belli bir sistemin olmaması, bilgisizlik biçiminde yorumlanabilir.
“Toplumsal hayat ve kültürel bilgiler”in, meslekte başarı için gerekli olduğunu
belirten din görevlilerinin oranı %34.6 olarak gerçekleşmiştir. Bu alandaki bazı
bilgilere (psikoloji, sosyoloji, sosyal bilgiler, ahlaki bilgiler, aktüalite vs.) ihtiyaç
1.Buyrukçu, age, ss.111–113 ve ss.145–147
259
duyulması, daha çok toplumla bütünleşme amacına yöneliktir. Yalnızca birtakım
bilgilerin öğrenilmesi, başarı için yeterli görülmemektedir. Bu bilgilerin sunumu ve bu
arada çeşitli toplum kesimleriyle ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi de önemlidir.
Toplumdaki değişmeleri izleyebilme ve güncel sorunlardan haberdar olma zorunluluğu,
din görevlilerini sosyo–kültürel konularda bilgi edinme yönünde motive etmektedir
denilebilir. Din görevlilerinin, “güncel olanı” takip edemedikleri biçimindeki mevcut
anlayışın ortadan kalkması için, böyle bir arayış içine girmelerinin gerekli olduğu
söylenebilir.
Din görevlilerinin önemli bir kısmı, daha çok dinle birlikte ele alınan ahlaki
alandaki bilgilerin gerekliliğini dile getirmişlerdir. Ahlaki alandaki tutum ve
davranışların çoğunluğunun, dini gereklerin “pratiğe dönüşmüş biçimi” olarak ele
alınması dikkat çekmektedir. Dini yükümlülükler, bireyler bazında her zaman titizlikle
yerine getirilmesine rağmen, toplum içindeki davranışları belirleyen dini kuralların
hayata geçirilme biçimleri ve ahlaki kurallarla ilgili uygulamalar, toplum tarafından bir
denetime tabi tutulabilmektedirler. Dolayısıyla, ahlakla ilgili bilgilerin edinilmesi, dini
bilgilerden sonra en çok ihtiyaç duyulan konular arasında yer almaktadır denilebilir.
“Teknolojik–bilimsel bilgi”yi meslekte başarının önkoşulu olarak gören din
görevlilerinin oranı %17.3’tür. Din görevlilerinin bu yanıtları; teknolojik ve diğer
bilimsel alanlardaki bilgileri kapsayan bir genişliğe işaret etmektedir. Çok sayıda insana
ulaşmak ve kısa sürede birçok aktivitede bulunabilmek için, bu bilgilerin varlığına
ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır.
Bu soruya cevap vermeyen din görevlilerinin oranı %2 olarak gerçekleşirken,
“başka” seçeneği altında yanıt verenlerin oranı %21.3’tür. “Başka” seçeneği altında
cevap veren din görevlilerinin çoğunluğu, birtakım dini bilgilerden bahsetme yanında,
değişik bazı konulara da değinmişlerdir. Bazı din görevlileri, soruyla hiç ilgisi olmayan
yanıtlar verme yoluna gitmişlerdir. Bilginin elde edilmesi gereği üzerinde durulması
yanında, özellikle davranış ve ahlaki yönün gerekliliğine vurgu yapılmıştır.
Dini bilgilerin öğrenilmesinin ötesinde, bunların toplumsal yaşama uygulanması
gerektiği üzerinde duran din görevlileri, mesleğin “Allah rızası için” yapılması
yönündeki tutumun, kendilerinin bilgilerini arttırma konusunda motive ettiğini
belirtmişlerdir. Din görevlilerinin, ibadetleri yerine getirme konusunda “dört dörtlük”
bir dakikliğe sahip olmamalarının, bahsedilen unsurun eksikliğinden kaynaklandığı
ifade edilmiştir.
Din görevlilerinin, toplumda saygınlık ve olgunluk bakımından “en üst düzeyde”
bulunması istenirken, Đslam’ın anlatımında belli bir siyasetin (yolun) izlenmesi gereği
üzerinde durulmuştur. Đnsanlarla ilişki kurulabilmesi için, belli bilgilerin edinilmesinin
ötesinde, “iyi haslet”lerin gereği üzerinde durulmuştur.
Türkiye’de, gerek dini eğitim verilen okullarda ve gerekse KK’lerde, dini
eğitimin verilmediği, ancak, öğretimin gerçekleştiği ifade edilmiştir. Din görevlilerinin
mesleklerinde başarılı olamamalarında, bu yanlış eğitim anlayışının etkili olduğu ileri
sürülmüştür. Öğrenim süresi boyunca kazanılan bilgilerin tatbik edilmemesi, eğitimin
“tam” olarak yapılmaması biçiminde anlaşılmaktadır.
260
3.4.3.Kazanılan Bilgilerin Yeterli Görülme Durumu
Mesleki gereklerin yerine getirilmesinde, sahip olunan bilgi düzeyi, bireylerin
farklı davranışlar sergilemesine kaynaklık edebilir. Görevin ifa edilmesi esnasında, bilgi
birikiminin edinilmesini sağlayan birtakım yollar bulunmaktadır. Bunlar; temel meslek
eğitimi, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim biçiminde olabileceği gibi, bireysel birtakım
çabalar da önemli bir yere sahiptir. Mesleki alanda belli bilgilere ihtiyaç duyulması,
kişinin yerine getirdiği görevin niteliğinden kaynaklanabilmektedir. Bunun yanında,
çevrenin (aile, arkadaş grubu, toplum vs.) etkisi de unutulmamalıdır. Çevresel
unsurların, bazen farklı unsurların önüne geçebilme eğilimi göstermeleri ve
bilgilenmede etkin rol oynamaları mümkündür.
Din görevliliğinde, belli bir bilgi birikiminin edinilmesi, genelde mezun olunan
okul ya da okullar vasıtasıyla sağlanmaktadır. Bu bilgilerin daha sonra artırılması ise,
mesleki bir süreç içinde gerçekleşmektedir. Din görevlilerinin görev yaptıkları
toplumsal kesimin özellikleri (homojen–heterojen, dindar–dindar olmayan vs.), bilginin
değişme yönüne etki edebilir.
Mesleki başarının tespit edilmesine yönelik olarak, din görevlilerinin bilgi
düzeyini yeterli görme durumları ile öğrenim durumlarının karşılaştırılması yoluna
gidilmiş (Tablo 68), ancak, bu iki değişken arasında bariz bir ilişki bulunamamıştır.
Sahip olunan bilginin “tamamıyla” yeterli olduğu kanaatinde olanların oranı
%19.3 iken, “kısmen” yeterli olduğunu belirtenler %52.7, tamamen yetersiz olduğu
biçiminde yanıt verenler ise %28’lik bir orana sahiptir. Buna göre, din görevlilerinin
%80.7’sinin bilgilenme açısından belli bir arayış ve eksiklik içinde oldukları
söylenebilir.
Din görevlilerinin sahip oldukları bilginin, meslekte başarı sağlaması için
tamamen yeterli olduğunu belirtenlerin oranı, ilkokul düzeyindekilerde %50 iken,
yüksekokul/üniversite düzeyindekilerde ise %8.6 olarak gerçekleşmiştir. Genelde,
öğrenim düzeyinin yükselmesine paralel olarak bilgi düzeyinin de artması beklenir.
Bilginin artmasına bağlı olarak, meslekte yeterli olunması durumu söz konusudur.
Ancak, bu dağılımda aranan ilişkinin tam tersi bir durum ortaya çıkmıştır. Öğrenim
durumları düşük olanların, mesleki başarı için kendilerini yeterli görme oranları daha
yüksektir. Belli bir dini bilgi düzeyine ulaşamamış olanların, çevrenin, bilgilenme
yönündeki motive edici saiklerinden de yoksun kaldıkları düşünüldüğünde, kendileriyle
ilgili değerlendirmelerde “acele” karar verme eğilimi içine girebilecekleri sonucu
çıkarılabilir. Bireylerin belli bir bilgi düzeyine güven duyarak ortaya çıkmaları, genel
durumdan haberdar olmamalarının verdiği bir “cesaret” olarak da ele alınabilir. Bunun
yanında, öğrenim düzeyi bakımından düşük seviyede olanların, mesleki deneyimlerinin
fazla olması da, bu şekilde bir dağılımın oluşmasını etkileyebilir.
Sahip olunan bilginin yeterli olduğunu belirten din görevlilerinin, dini konulara
ilginin az olduğu bir çevrede görev yapma ihtimalleri vardır. Çünkü din görevlilerinden,
belli konularda dini bilgi talep edilmemiş olması; onları, dini bilgi alanında yeterli
oldukları sonucuna götürebilir. Yine, bu görüşten hareket edilerek, dini bakımdan
kısmen veya tamamen yeterli olduğunu belirten din görevlilerinin bu görüşlerinin
oluşumunda da; çevreden gelen taleplerin yoğunluk derecesinin etkili olduğu söylene261
bilir.
Meslekte başarılı olmak için, sahip olunan bilgileri kısmen yeterli görenlerin
oranında öğrenim düzeyinin yükselmesine paralel olarak bir yükselme olmaktadır.
Bilgilerin kısmen yeterli olduğunu belirtenler arasında ilkokul ve ortaokul mezunlarına
rastlanmamıştır. Lise ve dengi okul çıkışlılarda bu oran %50, ĐHL mezunu olanlarda
%53.5 ve yüksekokul/üniversite mezunlarında ise %60 olarak gerçekleşmiştir. Bilgi
düzeyinin, öğrenim durumuna paralel bir gelişim gösterdiği bireylerde, dini bakımdan
genelde yeterli bir bilgi birikimi söz konusu iken, mesleki deneyimin bu birikimi
pekiştireceği düşünülebilir.
Sahip olunan bilgilerin hiçbir biçimde yeterli olmadığını belirten din
görevlilerinin oranında, öğrenim düzeyine bağlı olarak belirgin bir farklılık
görülmemektedir. Buradan, dini eğitim veren kurumların “tam” olarak mesleki bir
formasyon kazandırmadığı sonucuna varılabilir. Enformel görüşme gerçekleştirilen bazı
din görevlileri, süresi 7 yıl olan ĐHL’lerde verilen bilgilerin, sistemli bir biçimde 1–2
yılda verilebileceğini belirtmişlerdir. ĐHL’lerdeki öğretim sisteminden kaynaklanan
“eksik” yönlerin, genel olarak ĐF’lerde de tamamlanmadığı ifade edilmiştir. Hem
ĐHL’lerde ve hem de ĐF’lerde, mesleki alan bilgisi vermeye yönelik derslerin oranının
azlığı dile getirilmiştir.
Din görevlilerinden bazıları, meslektaşlarının bir kısmının bilgisizliklerinin
farkında olmadıklarını ve bundan dolayı, yetiştirme süreci içine girmekten
kaçındıklarını belirtmektedirler. Bazı meslektaşlarının arkasında, namaz kılmaktan
“çekindiğini” belirten din görevlilerine rastlanmıştır. Meslektaşlarından bir kısmının, ne
“dünya” ve ne de “ahiret”i bildikleri ifade edilmiştir. Din görevlilerinin,
yetersizliklerini kabul ederek, bunu telafi etme yoluna gitmeleri istenmiş, “ben her şeyi
bilirim” anlayışından uzaklaşmaları gerektiği ısrarla vurgulanmıştır.
Mesleki bilgilerin yeterli olup–olmaması ile bağlantılı olarak ele alınan
konulardan biri, mesleki bilgilerin değişmesi durumudur.
3.4.4.Mesleki Bilgilerin Değişimi
Mesleki bilgi değişimi; yerine getirilen “iş” esnasında iş görenin, göreve ilk
başladığı zamanki bilgi düzeyine göre meydana gelen farklılaşmayı ifade etmektedir.
Mesleki bilgilerin değişimi, ya pozitif ya da negatif yönde olabilir.
Mesleki bilgilerdeki değişme, kişinin meslekle bütünleşmesiyle yakından
ilgilidir. Bunun yanında, çalışılan “yer”in mesleki bakımdan “bilgilenme”yi zorunlu
kılması veya serbest bırakması hali de, değişimde etkili olabilmektedir.
Din görevlilerinin büyük çoğunluğu (%67.3) ĐHL mezunudur. Yine,
yüksekokul/üniversite mezunu olan din görevlilerinin çoğunluğu da ĐHL çıkışlıdır. ĐHL
mezunu olmak, dini eğitimin tam olarak sağlandığı anlamına gelmez. Dolayısıyla, –
kişisel birtakım çabaların olmaması halinde– din görevlilerinin, göreve başladıkları ilk
günden itibaren, dini bilgi alanında bir eksiklik içinde oldukları söylenebilir. Bu durum,
genelde dini bilginin arttırılması yönünde bir tutum geliştirilmesine yol açabilir.
Din görevlilerinin, mesleki süreç içinde bilgi düzeylerindeki değişimin ele
alındığı dağılımda (Tablo 69), örnekleme girenlerin neredeyse tamamı (%94.7)
262
bilgilerin arttığını belirtmiştir. Bilgilerin değişmediğini ifade edenlerin oranı %2.7
olurken, bilgilerin azaldığını belirtenler %1.3 ve cevap vermeyenler de %1.3’lük bir
orana karşılık gelmektedir.
Din görevlilerinin büyük bir kesiminin, “bilgilerim arttı” biçiminde yanıt vermesi
doğaldır. Mesleki süreç içinde, bilgi yönünden bir artışın olmaması, normal bir durum
olarak ele alınamaz. Din görevlilerinin toplum nezdinde; ahlak, dini yaşayış, bilgi,
kültür vs. konularda, daima ön planda görülmek istendiğine daha önce değinilmişti.
Dolayısıyla, konumun farkında olan din görevlilerinin, bu beklentileri karşılıksız
bırakmama gayreti içine girmeleri mümkündür. Bu tür çabaların, bilgi alanında bir
yükselmeyi ortaya çıkarması da doğaldır.
Her ne kadar, din görevlilerinin itibarları ve güvenilirlikleri açısından eskiye
oranla belli bir gerileme söz konusu ise de, bu değişim, yine de tam bir “kopma”yı
getirmemiştir. Müslüman olanların, doğumdan ölüme kadar din görevlilerine ihtiyaç
duymaları, ilişkilerin sürekli olmasını zorunlu hale getirmiştir. Dolayısıyla, bu ilişkinin
farkında olan din görevlisinin, –eğer başka bir kuruma geçişi söz konusu değilse– bilgi
yönünden bir gayret içine girmesi zorunluluk arz etmektedir.
Din görevlilerindeki bilgi artışının, mesleki sürecin bütün safhalarında aynı hızda
olmayacağı da söylenebilir. Öncelikli olarak, mesleğin gereklerinin yerine getirilmesine
yönelik, yani zorunlu bilgilerin edinilmesi söz konusudur. Bu tür bilgilenme, göreve ilk
başlama dönemlerine denk gelmektedir. Bu aşamadan sonra, –ilk dönemdeki mesleğin
gereklerinin yerine getirilmesiyle ilgili hevesin azalmasından dolayı– bilgilenmede bir
yavaşlama olabilir. Din görevlilerinin, toplumsal ilişkilerinde nitelik ve nicelik
yönünden bir değişimin yaşanması ve görev yerinde bir farklılaşmanın olması da, bilgi
sürecini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilir.
Genelde mesleki süreç içinde kişilerin bilgilerinin artması beklenir. Bazı din
görevlilerinin (toplam %4), bilgilerde bir değişme olmadığı veya azaldığını belirtmeleri,
mesleki alana olan ilgiden kaynaklanabilir. Anketlerin –özellikle ilçelerde–, din
görevlilerine dağıtılması esnasında araştırmacının bizzat orada bulunmaması, anket
uygulanması istenen din görevlilerinin sayı ya da özelliklerinde küçük çapta
değişimlere neden olmuştur. DHS’de yer almasına rağmen, müftülüklerde büro hizmeti
yapan bazı görevlilerin de anket formunu doldurdukları tespit edilmiştir. Dolayısıyla,
bu yanıtların daha çok büro hizmetini yürütenler tarafından verilmiş olma ihtimali
yüksektir. Bunun yanında, göreve devamı engelleyen birtakım koşulların bulunması
(lojmanın yokluğu, ulaşım imkânlarının olmaması, emniyet açısından birtakım
sorunların olması, Alevi köyü olmasından dolayı camiye devam edenlerin olmaması
veya caminin kapalı olmasından dolayı gidilmemesi vs.), meslekle tam bir
bütünleşmeyi engellemekte ve bilgilenme açısından mevcudu koruma ya da bilgileri
artırmama yönünde bir tutum geliştirilmesine yol açmaktadır denilebilir.
Anket formunda yer alan 32. soru, “göreve başladığınız zamanki mesleki bilgi
durumunuz ile şimdiki bilgi durumunuz arasında herhangi bir değişme görüyor
musunuz?” biçiminde sorulmuştur. Dolayısıyla, bu soruda mesleki açıdan bütün
bilgilerin değişimi ele alınmıştır. Bu soruyla, anketteki 26. soru (“mesleğe girdiğinizde
Kur’an’dan kaç sayfa ezberiniz vardı? Şimdi durum nedir?”) arasında bir sondaj ilişkisi
263
aranmaktadır. 26. soruda, mesleki bilgilerinin değişmediğini ya da azaldığını
belirtenlerin toplam oranı %49.3 olmuştur (%12 hafız, %36 arttı, %19.3 azaldı, %30
değişmedi, %2.7 cevap yok). Buna göre, Kur’an’la ilgili bilgilerin din görevlileri
tarafından, mesleki bilgi grubunda değerlendirilmediği söylenebilir. Örneğin; hafızlık,
din görevliliğinin doğal bir niteliği olarak düşünülmesine rağmen, mesleki süreçte
Kur’an’ı ezberleyenler, bu gelişmeyi bilgi artışı biçiminde yorumlamamışlardır. Böyle
bir durum, mesleki formasyonun tam olarak kazanılmaması biçiminde
değerlendirilebilir.
3.4.5.Mesleki Süreçte Đhtiyaç Duyulan Yeni Bilgiler
Daha önceki başlık altında (3.4.3.Kazanılan Bilgilerin Yeterli Görülme Durumu),
meslekte başarı sağlanabilmesi için sahip olunan bilgilerin yetersiz olduğu yönünde
görüş bildiren (%80.7) din görevlileriyle ilgili birtakım değerlendirmelerde
bulunulmuştu. Buna göre din görevlilerinin, ihtiyaç duydukları bilgilerin hangi tür
bilgiler olduğu da önem taşımaktadır.
Bireyin hangi bilgiye ihtiyaç duyduğu; alınan eğitimden kaynaklanabileceği gibi,
görev yapılan çevrenin birtakım özellikleri nedeniyle de yeni bilgilere yönelme söz
konusu olabilir.
Din görevlilerinin, dini bilgi alanında nasıl bir ihtiyaç içinde oldukları, aynı
zamanda, dini bilgi edinilen kurumun yetersizliği anlamında da ele alınabilir.
Bilgilenme metotları ile ilgili bazı yeni gelişmelerin takip edilememesi de, bu alandaki
yetersizlikleri pekiştirebilir.
Din görevlilerinin, mesleki süreç içerisinde ihtiyaç duydukları yeni bilgilerin
hangileri olduğuna ilişkin dağılımda (Tablo 70), din görevlilerinin %49.6’sının birden
çok cevap verme eğilimi içinde oldukları görülmektedir. Bu durum, ihtiyacı hissedilen
bilgilerin çeşitliliği hakkında bir fikir verebilir.
Din görevlilerinin, en çok ihtiyaç duydukları konuların başında, fıkıhla ilgili
konular (%56) gelmektedir. Yoğun toplumsal ilişkiler yaşaması gereken din
görevlilerinin, cemaat üyelerinin birtakım sorunlarına çözüm getirmeleri beklentisi söz
konusudur. Buna göre, din görevlilerinin, toplumsal yaşamı belirleyen dini kurallarla
ilgili sorularla karşı karşıya kalmaları, “yeni bilgi ihtiyacı” biçiminde ortaya
çıkmaktadır.
Đnsanların, bazı konularda nasıl davranacaklarına ilişkin din görevlilerine soru
sormaları; onların, dini hassasiyetlerinin bir ölçüsü olarak ele alınabilir.
Din görevlilerine yöneltilen sorular, onların meslekteki hiyerarşik konumlarına
göre değişebilir. Dinle ilgili birtakım konuların öğrenilmesinde, bazı bireyler
çevrelerindeki din görevlilerine başvurabilirken, bazıları da dini hiyerarşide yüksek bir
konumu işgal eden görevlilerden yardım talep edebilirler. Sorulan sorunun niteliği de,
dini bilgilenme açısından yardım talep edilen yeri belirleyebilir.
Fıkıhla ilgili konulardan sonra, en büyük oranı (%34.6) “güncel konular”
oluşturmaktadır. Din görevlilerinin, parasal birtakım nedenlerden dolayı, süreli
yayınları takip edemediklerine daha önce değinilmişti. Güncel olayları takip etmek için,
birtakım araçlardan yararlanılmaktadır. Bunların başında; gazete, dergi, TV, radyo,
264
kitap, bilgisayar/internet sistemleri vb. gelmektedir. Bilgilenme açısından tek bir
kaynağa bağlı olma dönemi gerilerde kalmıştır. Günümüzde çok değişik yollardan bilgi
edinilmesi olağan hale gelmiştir.
Din görevlilerinin büyük bir kesiminin, kırsal bölgelerde görev yaptıkları göz
önünde bulundurulduğunda, güncel olayların izlenmesi konusunda belli bir eksiklik
içinde olmaları normal karşılanabilir. Ancak, yine de bilgilenme ve günceli takip
konusunda kişisel birtakım çabaların olması, bu durumun değişmesini gerekli kılabilir.
Kırsal bölgelerden kentsel bölgelere çeşitli nedenlerle gidilmesi, belli konularda bilgi
sahibi olunması için bir fırsat olarak ele alınabilir.
Kırsal kesimde görev yapan din görevlilerine, bilgi eksikliğini hissettirecek
fırsatların sınırlı bir biçimde ortaya çıkabileceği söylenebilir. Çünkü kırsal kesim
insanlarının bilgi düzeyi –genelde– düşüktür ve bunların din görevlilerinden beklentileri
de o oranda azdır. Ancak, heterojen bir yapı arz eden kent ortamında görevlilere, bilgi
eksikliğini hissettirecek imkânlar daha fazla olmaktadır. Ayrıca, bilgi eksikliğini telafi
etme olanağı, kırsal kesime göre kentsel alanda daha yüksektir.
“Đslam tarihi ve Asr–ı Saadet dönemi ile ilgili konular”ı öğrenmeye ihtiyaç
duyduklarını belirten din görevlilerinin oranı %25.3’tür. Bu alandaki bilginin, daha çok
din görevlilerinin cami içi–dışı sohbetlerinde gerekli olduğu gözlenmiştir. “Đslam
Tarihi” ve sahabelerin hayatını ele alan birçok kaynak eser mevcuttur. Bu kaynaklardan
sadece birine sahip olunması, bu dönemi öğrenmek için yeterli kabul edilirken; kitap
almama ya da okumama “hastalığı”nın böyle bir dağılımın ortaya çıkmasına neden
olduğu söylenebilir.
Kur’an’ın okunmasıyla ilgili, bilgi eksikliği içinde olduğunu belirten din
görevlilerinin oranı %16.6 olarak gerçekleşmiştir. Temel dini eğitimin alınması
esnasında, birtakım eksik bilgilenmelerin olması, bu alanda bir talebi ortaya çıkarabilir.
Belli dönemlerde yapılan hizmet içi eğitim kurslarının, süre bakımından birtakım
sınırlamalara tabi olması ve uygulanan müfredat programı, bu alandaki eksikliği
hissettirebilir.
“Đbadetle ilgili konular”da bilgi ihtiyacı içinde olanların oranı %10 olarak
gerçekleşmiştir. Aslında bu konu, fıkıh içinde ele alınabilir. Ancak, din görevlilerinden
büyük bir kısmının, genelde ibadetle ilgili olarak faaliyet göstermeleri, böyle bir ayrım
yapılmasını gerekli kılmıştır denebilir. Din görevlilerinin (ĐH ve MK’lerin), günde beş
kez ibadet etmek isteyenlere önder olmaları, ister istemez bu alanda birtakım bilgilerin
öğrenilmesini gerektirmektedir. Din görevlilerinin, ibadet konusunda bilgilenme
ihtiyacı içinde olmaları, en çok bilmeleri gereken bir konuda –nispeten– bir
umursamazlık tavrını sergilediklerini akla getirmektedir.
Kıssa ve menkıbelerle ilgili bilgiler konusunda bir ihtiyaç içinde olduğunu
belirten din görevlilerinin oranı %4 olarak gerçekleşmiştir. Bazı sohbetlerde ve
vaazlarda, bu çeşit bilgilere ihtiyaç duyulması söz konusu olabilir.
Hiçbir konuda bilgiye ihtiyaç duymadığını belirten din görevlilerinin oranı
%2.6’dir. Bu yanıt, iddialı bir özellik taşımaktadır. Kişinin, hiçbir alanda bilgi ihtiyacı
içinde olmaması, her alandaki bilginin mükemmel bilindiğine ya da din görevlisinden
bilgi talebinin azlığına işaret edebilir. Dini bakımdan ileri bir düzeyde ve çok çeşitli
265
bilgi birikimine sahip olunabilir. Ancak bu, güncel birtakım bilgilerin takip edilmemesi
için gerekçe olarak ele alınamaz. Yukarıda değinildiği gibi, DHS’de yer almasına
rağmen, büro hizmeti gören bazı din görevlilerinin, bu şekilde yanıt verebilmeleri
imkân dâhilindedir.
Bir kişi, bu soruya yanıt vermezken, din görevlilerinin %2.6’sı da, “başka”
seçeneği altında yanıt vermeyi tercih emiştir. Đki kişi, “Arapça bilgisi”ne ihtiyaç
duyduğunu belirtirken, bir din görevlisi de (KKÖ), “öğretmenlik sertifikası bilgisi”nin
gerekli olduğunu ifade etmiştir. Enformel görüşmelerden anlaşıldığına göre, Arapça
bilgisinin yetersizliği, mesleğin en önemli eksikliklerinden biri olarak ele alınmaktadır.
Din görevlilerinden bazıları, meslektaşlarından bir kısmının; ĐHL’den mezun
olmayı, “uzmanlık” anlamında ele aldıklarını ve bundan dolayı yeni bilgiler edinme
konusunda olumsuz bir tutum içine girdiklerini belirtmişlerdir.
3.4.6.Dini Bilgilerin Kazanılmasında Etkili Referans Çerçeveleri
Dini bilgi edinme, din görevliliği mesleğinin ayrılmaz bir parçası olarak ele
alınırken, bu bilgilerin kazanıldığı yer de önem taşımaktadır. Dini bilginin edinildiği
kaynak, din görevlilerinin “gerçek” anlamda bilgilenme süreçlerinin niteliği hakkında
bir fikir verebilir.
Mevcut dini bilgilerin ne tür özellikler (yüksek Đslam–halk (volk veya folk)
Đslam’ı”, “kitabi Đslam–ümmi Đslam”, “resmi Đslam–sivil Đslam”) taşımış oldukları, dini
bilginin elde edildiği kaynaklara bakılarak söylenebilir. Din görevlilerinin, genelde bu
dini edinim biçimlerine göre davranış geliştirmeleri beklenmektedir.
Din görevlilerinin, bilgilenme kaynaklarının çeşitliliğine göre, dini yaşam ve
anlatımda farklı yolları kullanmaları mümkündür. Dinin yaşanması veya anlatımında
“geleneksel, ılımlı, ideolojik–radikal”1 bir yol izlenmesi, daha çok alınan dini eğitimle
ilgili görünmektedir.
Din görevlilerinin çoğunluğunun ĐHL mezunu oldukları gerçeği dikkate
alındığında, bu eğitim kurumunun dışında başka kaynaklardan bilgi edinilmesi de,
“bilgilenme” süreci içinde mümkündür. Dolayısıyla, din görevlilerinin büyük bir
çoğunluğunun ĐHL’den mezun olması; bunların, dinin yaşanması veya anlatılması
konusunda belirgin bir metodu takip etme hususunda benzer düşünceleri paylaştıkları
anlamına gelmez. Çünkü ĐHL dışındaki bazı “bilgilenme kaynakları” (dini cemaat,
tarikat, medrese, dini kitap, aile, arkadaş grubu vs.) bazı durumlarda, ĐHL’nin önüne
geçebilir ve bu bilgilenme, bireyin dünya görüşünün farklı niteliklere sahip olmasını
belirleyebilir.
Din görevlilerinin, dini bakımdan hangi kaynaklardan beslendiğinin ele alındığı
dağılımda (Tablo 71), örneklemin %40.6’sının, birden fazla seçenekle yanıt vermeyi
tercih ettikleri dikkat çekmektedir. %49.3’lük bir oran, dini bilgileri imam–hatip
okulundan/lisesinden edinmiş olduğunu belirtmiştir. Din görevlilerinin, büyük
çoğunluğunun ĐHL mezunu olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bilgilenme
1.Hüsniye Canbay Tatar, Şehirleşme ve Dini Cemaatleşme (Malatya Uygulaması) (Basılmamış Doktora Tezi),
Đnönü Üniv. SBE, 1996, s.131
266
kaynağı bakımından bu şekildeki bir dağılım doğal karşılanmalıdır. Ancak, bu oran aynı
zamanda, ĐHL’nin “bilgilendirme” açısından yeterince başarılı olmadığını ortaya
koymaktadır. Dini eğitim ağırlıklı bir kurum olan ĐHL’lerde, müfredat programının
birtakım eksiklerinin olması, bu şekilde bir dağılımın ortaya çıkmasının nedenidir
denilebilir.
ĐHL’lerde elde edilen bilgilerin; “geleneksel Đslam” olarak adlandırılan anlayışı
“beslemek”ten uzak ve “tenkitçi” bir özellik taşıdığı, Güngör tarafından ifade
edilmektedir. Yine, Güngör; ĐHL, YĐE ve ĐF’lerde verilen din eğitiminin, medreselerin
“klasik” ve “değişimin takip edilmediği” din eğitiminden farklı olduğunu belirtir1.
Dini bilgilenme kaynağı olarak ĐHL’den sonra “bireysel çaba” en büyük orana
(%47.3) sahiptir. Bireysel çabanın varlığı, dini eğitimin alındığı her dönemde etkili
olabilir. Bu unsur; bilgilenme açısından önemli bir yer tutarken, “mesleğe hazırlanma
aktivitesi” olarak ele alınması da mümkündür. Bu aktivitenin, çalışma yaşamı boyunca
devam etmesi de olası görünmektedir. Öte yandan, mesleki süreçte edinilen bilgiler, din
görevliliğini daha iyi yerine getirmeye hizmet edeceğinden, “kalıcı olma” bakımından
daha ileri düzeyde bulunabilir. Bunun yanında, mesleki birtakım kaygılardan uzak
olarak, dini bir vazife olarak da bu bilginin edinilmesi söz konusudur denilebilir.
Dini bilgilerin edinilmesinde diğer bir “kaynak” (%20.6) KK’lerdir. Bu kurslar,
özellikle ilkokuldan önce ve yaz tatillerinde faaliyet göstermektedirler. Bu sürede,
bireylere daha çok ĐHL’ye devam etmede yardımcı olacak birtakım bilgiler verilirken,
bunun yanında, hafızlık için devam edenler de bulunmaktadır. KK’lerde küçük yaşta
verilen din eğitiminin, daha “kalıcı” olduğu ve bu bilgilerin ileriki dönemler için bir
“temel” oluşturduğu söylenebilir.
Đlkokul sonrasında KK’lere devam etme koşulu, 1997 yılında, Sekiz Yıllık
Kesintisiz Zorunlu Eğitim Yasası’nın kabul edilmesinden sonra değişmiştir. Bundan
sonra, KK’lere sadece, ilköğretimden mezun olanlar devam edebileceklerdir. Yaz
aylarında devam eden KK programı ise, genelde “kısa süreli” bir öğretim özelliği
taşımaktadır. Buna rağmen, bu kursların da bilgilenme açısından önemli bir konumda
bulundukları söylenebilir.
Bilgilenme açısından meslektaşlarını kaynak olarak gösteren din görevlilerinin
oranı %11.3’tür. Bu şekilde yanıt verenlerin, KK’yi “bilgilenme kaynağı” olarak
seçenlerle birlikte ele alınması mümkündür. Ancak, KK dışında bilgi edinme ihtimali
göz önüne alınarak, anketteki soru için ayrı bir seçenek oluşturulması uygun
görülmüştür. Cami görevlilerinden bazılarının, değişik zamanlarda çocuklara “özel”
denebilecek şartlarda Kur’an öğretimi ve diğer dini bilgiler verdikleri dikkat
çekmektedir. Verilen bu dini eğitimin, DĐB tarafından açılan “yaz kursları” dışında
gerçekleştiği belirtilmelidir. Bu faaliyette, din görevlilerinin daha çok “gönüllülük”leri
söz konusudur. DĐB tarafından açılan yaz kurslarına devam edenlerin de, bu şekilde bir
yanıt vermeleri mümkündür.
Dini bilgi kaynağı olarak “anne ve baba”yı gösterenlerin oranı %6.6’dır. Eğitim
açısından “ilk”lerin elde edilme yeri olan ailenin, dini yönden bilgilenmede çok da
1.Erol Güngör, Đslam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yay., Đst., 1990, ss.222–223
267
etkili olmadığı görülmektedir. Ailede verilecek dini eğitimin, belli bir “form”da ve
“ciddiyet” içinde gerçekleşme ihtimalinin düşük olması, bu konuda arzu edilen düzeyde
bir bilgilenmeyi engelleyebilir.
%5.3’lük bir oran ise, ilkokul, ortaokul ve liselerden dini bilgi edinmiş
olduklarını belirtmişlerdir.
%0.6’lık oranındaki din görevlileri, bu soruya yanıt vermemişlerdir. Bunun
yanında, din görevlilerinin bir kısmı da (%10.6) “başka” seçeneği adı altında yanıt
vermeyi tercih etmiştir. %8’lik bir oran, “medrese”den mezun olduğunu belirtmiştir. Bir
kişi, “ilahiyat ve özellikle de Haseki Eğitim Merkezi’nden”, bir kişi “özel okullarda
okuyarak öğrendim”, bir kişi “hafız olan akrabalarımdan öğrendim” biçiminde yanıt
vermiştir. Özel sohbetleri de, dini bilgi edinme kaynağı olarak görenler bulunmaktadır.
3.4.7.Kur’an Ezberinin Değişimi ve Nedenleri
Din görevliliği mesleğini yerine getiren kimselerin, farklı alanlarda bilgi
edinmelerinin gerekli olduğu bilinmektedir. Elde edilmesi gerekli mesleki bilgilerden
biri de, Kur’an’la ilgili olanlardır. Din görevlilerinin, Kur’an okuma bilgisi yanında,
Kur’an’dan yeterince ezbere sahip olmaları da bir gerekliliktir.
Kur’an’ı –kısmen veya tamamen– ezberleme, Müslüman olarak bilinen herkes
için bir gereklilik olarak ele alınmaktadır. Đslam Peygamberi’nin bu konudaki
tavsiyeleri, bu dini faaliyetin kesintisiz bir şekilde yapılmasının nedenlerinden biri
olarak ele alınabilir.
Din görevlilerinin, bu faaliyeti “sistemli” bir biçimde yapmaları, mesleklerinin
bir gereği olarak düşünülebilir. Cami hizmetinin birçok safhasında, Kur’an’dan ezber
bilgisinin kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanında, bazı özel günler için (Ramazan
ayı, kutsal geceler, Mevlit, hatim vs.), Kur’an bilgisinin “gerekli” görülmesi de,
Kur’an’dan ezber miktarını tayin eden bir gerekçe olarak ele alınabilir.
Din görevlilerinin Kur’an bilgilerinin (ezber durumlarının) nasıl bir dağılım ve
değişim gösterdiğinin anlaşılması için onlara, “mesleğe girdiğinizde Kur’an’dan kaç
sayfa ezberiniz vardı? Şimdi durum nedir?” biçiminde açık uçlu bir soru yöneltilmiştir.
Araştırma kapsamına alınanların yaklaşık 2/3’sinin iki kategoride yoğunlaştığı
görülmektedir (Tablo 72). Kur’an’dan ezber miktarının 31–60 sayfa arasında olduğunu
belirten din görevlilerinin oranı %32.6’dır. Bu oran, 1.5–3 “cüz”e karşılık gelmektedir.
Ezber miktarının 16–30 sayfa arasında olduğunu belirten din görevlilerinin oranı ise
%29.3’dür. 101 sayfa ve üzerinde ezberinin olduğunu belirten din görevlilerinin oranı
%8.6 iken, 61–100 sayfa arasında Kur’an ezberi olanların oranı da yine %8.6 düzeyinde
gerçekleşmiştir. Kur’an ezberinin, 15 sayfa ve daha aşağı olduğunu belirtenler, %6’lık
bir orana sahiptir. %2.7’lik bir oran, yanıt vermemeyi tercih etmiştir. Buna karşılık, din
görevlilerinin %12’si hafızdır.
Görevin layıkıyla yerine getirilmesi için, “ideal” durumun hafızlık olduğu, din
görevliliğinin her kademesinde bulunan birçok din görevlisi tarafından dile getirilmiştir.
Ancak, hafızlık büyük bir özveri ve çabayı gerektiren bir faaliyet olduğundan, bu
standardın tutturulması her zaman mümkün değildir. Dini faaliyetlerde, Kur’an “temel”
bir unsur ve “kaynak” teşkil ettiğinden, hafızlık önemli bir nitelik olarak
268
değerlendirilmektedir. Hafızlık konusunda Elazığ Müftülüğü’nün “büyük” denebilecek
projeleri gerçekleştirme yönünde faaliyette bulunduğu tespit edilmiştir. Harput’ta
bulunan yatılı KK’de erkeklere ve Müftülük Sitesi’nde ise, bayanlara yönelik hafızlık
kursları sürekli olarak düzenlenmektedir. Buralardan mezun olanlar için, belli
dönemlerde “hafızlık bitirme törenleri” yapılmaktadır.
Kur’an’dan ezber miktarının artırılması için, 1998 yılı başından itibaren, Kur’an
ezberi yönünden din görevlileri, daha sıkı bir denetime tabi tutulmaktadırlar. Aylık rutin
toplantılarda, bu ezberlerin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu konuda belli bir
çizginin tutturulmuş olduğu belirtilirken, kısmen de olsa birtakım aksamalardan söz
edilmektedir.
Kur’an’dan ezber miktarının artırılması için önemli olan, bireysel çabaların
varlığıdır. Din görevlilerinden bir kısmı, ezber yapmayla ilgili ihmalkâr bir tutum içinde
olunduğunu belirtmişlerdir. Uzun vadeli birtakım planların (günde iki satır Kur’an
ezberinin yapılması durumunda 12 yılda Kur’an’ın tamamını ezberleneceği, yani, hafız
olunabileceği gibi) hayata geçirilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır.
Özellikle sabah namazından önce, Kur’an ezberi yapılmasının bu konudaki
başarıyı arttıracağı ifade edilmiştir. Bazı meslektaşlarının, bu konuda küçük de olsa bir
çaba içinde olmamalarını eleştiren din görevlilerine rastlanmıştır.
Kur’an’dan ezber miktarının, nasıl bir değişim gösterdiği de önemli görülen
konulardandır. Mevcut ezber miktarının, mesleğe girmeden önce mi gerçekleştirildiği,
yoksa mesleğe başladıktan sonra mı başarıldığı öğrenilmeye çalışılmıştır. Bu bilgiler,
din görevlilerinin; mesleğe bakış açıları ve meslekle bütünleşmeleri ile ilgili birtakım
ipuçları verebilir.
Mesleğe başladıktan sonra Kur’an’dan ezber miktarının değişimi ile ünvanın
birlikte ele alındığı dağılımda (Tablo 73), iki değişken arasında belirgin bir ilişki
bulunamamıştır. Ancak dağılımın, genelde yerine getirilen görevlere veya ünvanlara
göre farklılaştığı söylenebilir.
Bu dağılımda; Kur’an ezberi miktarının arttığını belirtenlerin oranı, din
görevlilerinin yaklaşık 1/3’ine karşılık gelmektedir. Değişmediği yönünde görüş
bildirenler %30 iken, Kur’an ezberi miktarının azaldığını belirtenler ise %19.3 olarak
gerçekleşmiştir. Din görevlilerinden hafız olanlar %12, soruyu yanıtsız bırakanlar ise
%2.7 oranındadır.
Müftülerin %25’i hafızdır. Yine, Kur’an ezberi miktarının arttığını, azaldığını ve
değişmediğini belirtenler de aynı orana sahiptir. Ezber miktarının değişmemesi, belirgin
bir durgunluğu akla getirirken, azalması ise daha olumsuz bir durum olarak ele
alınabilir. Çünkü bilgilerin azalması; “mesleki sevgi” ve “iş doyumu”nun “alt” düzeyde
gerçekleştiğini göstermektedir. Müftülerin, –cuma ve bazı özel günlerde verilen vaazlar
dışında– daha çok “yönetsel iş”lerle ilgilenmeleri1, Kur’an ezberi konusunda statik bir
durumda olmalarına veya Kur’an ezber bilgisi bakımından gerilemelerine neden
olabilir.
Vaiz olanlardan; hafızlara ve “arttı” diyenlere rastlanmazken, “değişmedi” ve
1.Demirkol, age, ss.102–103
269
“azaldı” yanıtını verenler aynı orana (%50) sahiptir. Vaizlerin, bu konuda daha fazla
çaba göstermeleri beklenirken, bu konuda beklentilere zıt bir durumla karşılaşılmıştır.
Çünkü vaaz esnasında ihtiyaç duyulması halinde Kur’an’a bakma olanağı olmayabilir.
Vaizlerin bu şekildeki yanıtları, yaptıkları dini görevlerde yazılı metinlere bağlı
kaldıklarını akla getirmektedir.
KKÖ’lerin yarısından fazlası, ezber miktarının değişmediğini belirtirken, hafız
olanların oranı %30.8’dir. KK’lerde %30.8’lik bir oranda hafızların bulunması,
KKÖ’lerde hafız yetiştirilmesi amacıyla öğreticilerin genelde hafızların içinden
seçilmiş olmasıyla açıklanabilir. Bu grupta, ezberin arttığını ve azaldığını belirtenler
aynı orandadır (%7.7). Bu sonuçlara göre, KKÖ’lerin, Kur’an ezberini geliştirme
konusunda beklenen düzeyde bir aktivite gerçekleştiremedikleri söylenebilir.
KKÖ’lerin, muhatap oldukları kimselerden yaşça büyük olmaları ve –cami hizmeti
veren ĐH ve MK’lere göre– heterojen yapıdaki gruplarla ve dolayısıyla yoğun bilgi
talebiyle karşı karşıya kalmamaları, bu konudaki çabaların belirgin bir biçimde
azalmasına yol açmıştır denilebilir.
Din görevlilerinden bazıları, merkezi ve kalabalık olan kesimlerde, cemaat içinde
Kur’an’ın düzgün olarak okunmasını talep edenlerin sayısının yükseldiğini
belirtmişlerdir. Dışarıdan yöneltilecek eleştirilere maruz kalmamak için, bilgi yönünden
belli bir düzeyin devamlı olarak korunduğu ifade edilmiştir. Kur’an’dan ezberin olması
yanında, Kur’an okurken belli başlı kuralların (kıraat, tecvit, teganni vs.) da dikkate
alınmasının gereği üzerinde durulmuştur. Cemaatin az olduğu yerlerde, din
görevlilerinin daha rahat hareket ettikleri ve bilgi yönünden kendilerini yenileme
yoluna gitmedikleri sonucuna varılabilir.
ĐH’lerin, Kur’an ezberine yönelik taleplerle yoğun olarak karşılaşmaları olasılığı
bulunmaktadır. Bundan dolayı, ĐH’lerden “arttı” biçiminde yanıt verenler, en büyük
orana (%43.9) sahiptirler. Bunun yanında, ĐH’lerin %46.7’si, Kur’an ezberinin azaldığı
veya değişmediği yönünde görüş bildirmiştir. ĐH’ler içinde bu şekildeki bir dağılımın
gerçekleşmesinde, görev yapılan yerin kırsal veya kentsel alan olması, görev yapılan
kesimdeki insanların tavırları ve din görevlilerinin bu konudaki hassasiyeti etkili
olabilir.
MK’lerin yaklaşık 1/3’inin hafız oldukları görülmektedir. MK için, ĐHL mezunu
olma koşulunun aranmaması ve hafızlığın yeterli olmasının bu oranı yükselttiği
söylenebilir. MK’lerin yarısı, Kur’an ezberi miktarının artmadığı veya azaldığını
belirtmişlerdir. MK’lerin yerine getirdikleri dini faaliyet açısından, –ĐH’lere göre–
ikincil konumda bulunmaları, Kur’an ezberi miktarının arttırılması yönünde bir çaba
sarf etmelerini gerektirmemiştir denilebilir.
Kur’an’dan ezber miktarını etkileyen unsurlardan birinin de, öğrenim durumu
olduğu söylenebilir. Öğrenim düzeyine paralel olarak, görevin gereklerine uygun
davranılacağı ve bu amaçla kendini yetiştirme yönünde birtakım çabaların sarf edileceği
düşünülebilir.
Kur’an’dan ezber miktarının değişmesi ile yaş arasında da bir ilişkinin olması
mümkündür. Mesleğe devam esnasında, bireylerin bilgi yönünden birtakım
zorunluluklarla karşı karşıya kalmaları, mesleki alandaki diğer bilgiler gibi, Kur’an
270
bilgisi ve özellikle Kur’an’dan ezber miktarının arttırılması amacıyla eylemde
bulunmalarına neden olabilir. Yaşın artmasıyla birlikte, bireyin görev itibariyle daha
merkezi kesimlere gelmesi ihtimaline paralel olarak, Kur’an’la ilgili bilgilerin artması
da ihtimal dâhilindedir.
Din görevlilerinin, cami dışındaki dini birtakım törenlere katılma durumları da,
Kur’an’dan ezber miktarını etkileyebilir.
Enformel görüşme gerçekleştirilen bir din görevlisi, mesleğe girmeden önce 10
sayfa kadar ezberi olduğunu ve daha sonradan hafızlığı tamamladığını belirtmiştir.
Dolayısıyla, sistemli çalışılması ve istenmesi durumunda, din görevlilerinin, mesleki
süreç içinde bile hafız olabilecekleri söylenebilir.
3.4.8.Fıkıhla Đlgili Konuların Değerlendirilmesi
Kişilerin günlük hayatındaki davranışlarını belirleyen çeşitli faktörlerden söz
edilebilir. Din, bu unsurlardan sadece biri olarak ele alınabilir. Bazı bireyler,
hayatlarının her anındaki tutumlarının dine uygun bir şekilde gerçekleşmesini arzu
ederken, bazılarının da din unsurunu kısmen veya tamamen göz ardı etmesi
mümkündür.
Dini emirleri, toplumsal yaşam için “odak noktası” olarak görenlerin, dini
çerçevede oluşan birtakım kurallara uymaları da kaçınılmazdır. Đslam dininde, bu
kurallar genel olarak “fıkıhla ilgili esaslar” biçiminde ele alınmaktadır.
Genel olarak, Đslam hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan
yararlanmak suretiyle ortaya konulan kuralların bütününü ifade eden fıkıh1; “ibadet”,
“ceza” ve “uygulama”ya2 yönelik Đslam’ın bütün emirlerini kapsayan bir çerçeveye
işaret etmektedir. Bu alandaki bilgiler, kısaca “ilmihal bilgisi” olarak da ele alınabilir.
Kısaca, “ilmihal bilgisi” (ilm–i hal: hal ilmi, davranış bilgisi), fıkıhla ilgili bilgilerin bir
özeti gibi anlaşılmaktadır. Đlmihal kitaplarının, içerik yönünden dar bir çerçevede ve
genellikle bir mezhebin görüşlerini verdikleri ve mezhepler arasında çoğu zaman bir
karşılaştırmaya gitmedikleri dikkat çekmektedir.
Din görevlilerine; dini, güncel, bilimsel konularda soru sorulması, bu meslek
gruplarının halkın nezdindeki konumuyla ilgili bir fikir edinilmesine yardımcı olabilir.
Din görevlilerine, özellikle dini alanda –özelde fıkıhla ilgili– soru sorulması, onların
“dini liderliği”nin derecesi hakkında bir değerlendirmede bulunulmasını sağlayabilir.
Din görevlilerine yöneltilen sorular, eksikliklerin giderilmesi için, bir “isteklendirme”
nedeni olarak da ele alınabilir.
Din görevlilerine, “size sorulan fıkıhla ilgili soruların tamamına cevap
verebiliyor musunuz? Cevap veremediğiniz durumlarda ne yapıyorsunuz?” biçiminde
bir soru yöneltilerek, nasıl bir tutum sergileyecekleri öğrenilmek istenmiştir. “Evet”
biçiminde yanıt verenlerin, belli bir açıklamada bulunması istemezken, “hayır”
diyenlerden açıklama yapmaları istenmiştir.
1.Türkçe Sözlük, C:1, TDK Yay.
2.Demir–Acar, age
271
Fıkıhla ilgili sorulara yanıt verme ile ünvan değişkeni arasındaki ilişkinin ele
alındığı dağılımda (Tablo 74), iki değişken arasında belirgin ve bunun yanında ilgi
çeken bir ilişkinin varlığından söz edilebilir.
Sorulan soruların tamamına yanıt verdiğini belirten hiçbir müftüye ve yine
sorulan bütün sorulara tam olarak cevap verdiğini belirten hiçbir vaize
rastlanmamaktadır. Bu, doğal bir durumdur. Çünkü müftüler veya vaizler,
fıkıh/ilmihalle ilgili –hatta yalnızca bir mezhebi ilgilendiren– bütün konulara vakıf
olamayabilirler. Bu konularla ilgili bilgiler, ciltler dolusu kitaplarda ele alınmaktadır.
Hatta bu konuda bir eserin yeterli olmaması ihtimalinden dolayı, değişik kaynaklara
başvurma zorunluluğu doğabilir. Dolayısıyla, –bütün mezheplerin hükümlerinin ele
alındığı– fıkıhla ilgili konuların tamamının ezberlenmesi ya da öğrenilmesi çok zor,
hatta bir yönüyle de olanaksızdır.
Fıkıhla ilgili sorulara cevap verme oranın, ünvan düzeyinin düşmesine karşılık
yükselmektedir. Sorulan soruları yanıtsız bırakma oranı da, ünvanın düşmesine bağlı
olarak azalmaktadır. Bu dağılım, beklenilenin aksine bir duruma işaret olarak
yorumlanabilir.
Fıkıhla ilgili sorulara yanıt verebildiğini belirten KKÖ’lerin oranı %7.7 iken,
ĐH’lerde %17.8 ve MK’lerde ise %25’tir.
Sorulan sorulara müftüler ve vaizlerin tamamı yanıt veremediklerini
belirtmişlerdir. Kendilerine yöneltilen soruları cevapsız bıraktıklarını belirten
KKÖ’lerin oranı %92.3, ĐH’lerin oranı %81.3 ve MK’lerin oranı %75 düzeyindedir.
Daha önce de değinildiği gibi, genel olarak “alt” konumlarda bulunan din
görevlilerinde, yetersiz bilgi düzeyinden kaynaklanan bir “cesaret” mevcuttur. Din
görevlilerinde; dini, bilimsel, toplumsal, güncel vs. alanlardaki bilgilenmenin yetersiz
olduğu ve bunlara dayanarak mesleki yaşamın sürdürüldüğü dikkat çekmektedir.
Meslekle ilgili temel alanlarla, güncel–toplumsal konulardaki bilgilenmenin eksik ya da
az olması, bireyleri; “her şeyi bilirim” düşüncesine götürebilir. Bu durumun varlığı,
bireylerin görev yaptıkları kesimle de ilişkili olabilir. Dolayısıyla, bireylerin kendilerine
has “küçük bir dünya” oluşturmaları, yaşanan çevrenin nitelikleriyle ilgilidir ve bu his
dünyası, bireyin rahat hareket etmesine yardım edebilir ve birtakım eleştirilerin dikkate
alınmamasına da yol açabilir.
Din görevlilerinin, görev yaptıkları yerlerde, genellikle basit birtakım sorularla
karşılaşma ihtimalleri, “kendine güven” duyma biçiminde bir tutumun doğmasına
yardım edebilir. Hatta din görevlilerinin, –mevcut bilgilerini esas alarak– kendilerini
bireysel ve mesleki yönden tam anlamda yeterli görmeleri de mümkündür. Söz konusu
durum, birtakım nedenlere (görev yerinin değişimi, hizmet verdiği topluluğun bilgi
düzeyinin yükselmesi, kitap almama ve okumama “hastalığı”nın terk edilmesi vs.) bağlı
olarak değişebilir. Gerçeğin görülmesi durumunda, bilgi yönündeki eksikliğin
giderilmesi mümkündür denilebilir.
Din görevlilerine sorulan soruların nitelik ve niceliğinin de büyük önem taşıdığı
söylenebilir. Cami görevlilerine, basit ilmihal bilgilerinin sorulacağı göz önüne
alındığında, böyle bir dağılımın olması bir bakıma normal karşılanabilir. Müftü ve vaiz
gibi –bilgi yönünden daha yüksek bir düzeyde olacağı beklentisinin bulunduğu ve
272
çoğunluğunun yüksekokul mezunu olduğu– din görevlilerinin, her sorulan soruya cevap
veremedikleri ve kitaba bakma ihtiyacı hissettiklerini belirtmeleri daha “gerçekçi” bir
yaklaşım gibi görünmektedir.
Ünvanın düşmesine paralel olarak, fıkıhla ilgili sorulara yanıt verme oranının
yükselmesi durumunu bütün din görevlileri için genelleştirmek mümkün değildir.
Ancak, yukarıdaki dağılım, belli bir fikir vermesi bakımından ilginç bazı özellikler
taşımaktadır.
“Batıl” olarak kabul edilen birçok mezhebin görüşlerinin, karşılaştırma yapmak
amacıyla bilinmesinin gerekliliği göz önüne alınacak olursa, sorulan fıkıhla ilgili bütün
sorulara cevap verme durumunun daha da zorlaşacağı söylenebilir. Günümüz
dünyasında, birçok yeni konunun, fıkıhla ilgili yönüne bir açıklama getirme gereğinin
ortaya çıkması da, din görevlilerinin yükünü artırmaktadır denilebilir.
Verilen –fıkıhla ilgili– hükme göre, bir davranış geliştirileceği göz önüne
alınırsa; yanlış verilen bir cevaba göre hareket edilmesinden, yanıt veren kimsenin
sorumlu olacağının bilincinde olan bazı din görevlileri, daha hassas davranılması
gereğinden söz etmişlerdir.
Çözülmesi gerekli olan birtakım sorunlar veya belli konularda “fetva” verme
konusunda DĐYK’ın devreye girmesinin, taşrada görev yapan din görevlilerinin yükünü
hafiflettiği ifade edilebilir.
Fıkıhla ilgili konularda, kendilerine bazen yazılı, bazen de telefonla birtakım
soruların sorulduğu, il ve ilçe müftülüklerince belirtilmiştir. Ayrıca, müftülüğe bizzat
gelen kimselerin sayısının da giderek arttığı ifade edilmiştir. Telefonda yanlış
anlaşılabilecek birtakım konuların cevabının verilmediği, soru soranların bizzat
müftülüğe gelmelerinin istendiği de ilave edilmiştir.
Sorulan sorulara yanıt veremediğini belirten din görevlilerinden bazıları (%14),
cevap verememe durumunda nasıl bir tutum geliştirdiklerini açıklamamışlardır. Din
görevlilerinin yarısından fazlası, öncelikli olarak kaynaklara göz attıklarını
belirtmişlerdir. Az sayıdaki din görevlisi ise, müftülüklerle irtibata geçmek suretiyle
soruları yanıtlama yoluna gittiğini ifade etmiştir.
Sorulan sorulara tam olarak yanıt veremediğini ve problemin çözümü için değişik
birtakım yollara başvurduğunu belirten din görevlilerinin bu açıklamalarının şu şekilde
sıralanması mümkündür. Benzer yanıtlar, aynı ifadeyle verilmeye çalışılmıştır:
“Kitaplara bakıyorum, bulamazsam müftüye veya bilenlere havale ediyorum”
(%33.3),
“Đlmihal kitaplarına bakarım” (%10),
“Đlçe müftüsünden öğrenirim” (%6.6),
“Fıkıh kitaplarına bakarım” (%6),
“Müftülükle istişare ederim” (%4),
“Đlgili kitaplardan öğrenirim” (%3.3),
“Bilenlere sorarım” (%2.6),
“Bilmediğimi söylerim” (%1.3),
“Bilgi durumum yeterli değil. Ancak, halkın sorduğu sorular çok basit
olduğundan pek zorlanmıyorum” (%1.3).
273
Din görevlilerine fıkıhla ilgili soru sorulması yanında, çözülmesi gerekli olan
fıkıhla ilgili birtakım meselelerin olup–olmadığı da öğrenilmeye çalışılmıştır. Anket
formunun 42. sorusu, “sizce günümüzde çözümlenmesi gereken fıkıhla ilgili meseleler
var mıdır? Varsa bunlara nasıl bir çözüm getirilmesi gerekir?” biçiminde
düzenlenmiştir. “Hayır” biçiminde yanıt verenlerin, ayrıca bir açıklama yapması
istenmezken, “evet” biçiminde cevap verenlerin, birtakım açıklamalarda bulunmaları
istenmiştir.
Çözülmesi gerekli olan fıkıhla ilgili meselelerin varlığıyla öğrenim durumunun
birlikte ele alındığı dağılımda (Tablo 75), iki değişken arasında belirgin bir ilişkinin
olduğu dikkat çekmektedir. Din görevlilerinin %24.7’si, çözülmesi gerekli olan fıkıhla
ilgili meselelerin olmadığını ifade ederken, %70’lik bir oran, bu konuda birtakım
sorunların varlığından bahsetmiştir. %8.3’lük bir oran ise yanıt vermemiştir.
“Evet” yanıtı veren ve çözümlenmesi gerekli fıkıhla ilgili sorunlar konusunda
açıklamada bulunan din görevlilerinin oranı %33.3, diğerlerinin oranı ise %36.7 olarak
gerçekleşmiştir. “Evet” seçeneğini işaretleyip de, gerekli birtakım açıklamalarda
bulunmayan din görevlilerinin de –bir yönüyle– cevap vermeyenler kategorisi içinde
ele alınmaları mümkündür. Bazı din görevlileri, birtakım açıklamalarda bulunmalarına
rağmen, yapılan açıklamalar soruya yanıt teşkil etmekten uzaktır. Bu şekilde yanıt
verilmesinin, genellikle bilgisizlik veya gündemdeki konuların takip edilmemesinden
kaynaklandığı ifade edilebilir.
Fıkıh alanında çözülmesi gerekli sorunların olmadığını belirten ilkokul mezunu
din görevlilerinin oranı %50 iken, yüksekokul/üniversite mezunlarında bu oran %8.6’ya
gerilemektedir. Öte yandan, çözülmesi gereken fıkıhla ilgili sorunların olduğunu
belirten ilkokul mezunu din görevlilerinin oranı %50 iken, bu oran
yüksekokul/üniversite mezunlarında %88.6’ya yükselmektedir. Dolayısıyla, öğrenim ve
bilgi düzeyine bağlı olarak, gündemdeki konuların takip edildiği biçiminde bir yargıya
ulaşmak mümkündür denilebilir.
Günümüzde, fıkıhla ilgili birçok meselenin bulunduğu ve bunlarla ilgili
tartışmaların devam ettiği bilinmektedir1. Din görevlilerinden bazıları da, zamanın ve
koşulların değişmesiyle birlikte yeni bir boyut kazanan sorunlara çözüm bulunmasını
istemişlerdir. Belli sorunlara çözüm bulunmasının, ancak, istişare ile mümkün olduğu
ifade edilmiştir. Din kurulunun oluşturulması da, ortaya atılan görüşlerden biri olarak
ortaya çıkmaktadır. DĐB’in başkanlık ettiği bu kurulda, dini oluşumların görüşünün
1.Sadece fıkıhla ilgili –daha çok günümüzü ilgilendiren– konuların ele alındığı birtakım kitaplar bulunmaktadır.
(Örneğin; Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nun Yay., Đst., 1997; Aynı yazarın bu
alanda daha başka eserleri de bulunmaktadır. Bunun yanında, –özellikle– “ilahiyatçı” olarak tanımlanan, birçok
yazarın bu konuda eserlerinin mevcut olduğu da bilinmektedir). Ayrıca, –özellikle dindar bir kimlik taşıyan–
birtakım günlük gazetelerde de, bu konularla ilgili birtakım tartışmalar ele alınmakta ve sorulan sorulara yanıtlar
verilmektedir. “Resmi” olmasından dolayı, ayrı bir değer taşıyan DĐB DĐYK’ın fetvaları, zaman zaman gazete ve
dergilerde ve ayrıca Diyanet Aylık Dergi ve Hakses Dergisi’nde yer almaktadır. Ayrıca, DĐBA Yılmaz’ın
gündemdeki birçok konuya yanıt verdiği –şu anda– üç cilt kitap bulunmaktadır. Bunlar; Diyanet Đşleri Başkanı
Mehmet Nuri Yılmaz’ın Röportajlar, Basın Açıklamaları, Sempozyum ve Panel Konuşmaları, Protokol
Konuşmaları, Konferans ve Makaleleri, DĐB Yay., Ank., 1995, Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın
Konuşmaları Makaleleri (1992–1994) I, DĐB Yay., Ank., 1996, Diyanet Đşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın
Konuşmaları Makaleleri (1995–1996) II, DĐB Yay., Ank., 1996 adlı kitaplardan oluşmaktadır.
274
alınması ve böylece bir bütünlük sağlanması istenmiştir. Oluşturulan kurulun aldığı
kararların, toplumun sorunlarını hafifletici yönde olması ve objektiflik taşıması
gerektiği dile getirilmiştir. Bu arada, DĐB’e bağlı olarak dini hizmetler sunan DĐYK’ın
daha aktif olması talep edilmiştir.
3.5.Din Görevlilerinin Kültürel Yönelimleri
Kültür; “bir birey veya topluluğun yaşam tarzını biçimlendiren örf, adet, gelenek
ve görenek ile alışkanlıklar, davranışlar ve inançlar toplamı”1 biçiminde tanımlanabilir.
Buna göre, kültür kavramından; insanın bireysel ve özellikle de toplumsal yönleri
anlaşılmaktadır.
Kültür, genel olarak; örf, adet, gelenek, görenek, alışkanlık, davranış ve inanç vs.
içerse de, “kültür” veya “kültürel” kelimesinin geçtiği her yerde, bu unsurların hepsinin
ele alınması gerekmeyebilir. Bu başlık altında da, daha çok, kültürle ilgili bazı yönlerin
ele alınmaya çalışılacağı söylenebilir.
Kişilerin elde ettikleri kültür ya da “kültür kalıbı”nın oluşumunda birtakım
unsurlar etkilidir. Bu unsurların; yetişme tarzı, eğitim durumu, iletişim kurulan çevre,
kişilerin hayatındaki “değer”lerin varlığı vs. biçiminde sıralanması olasıdır.
Din görevlilerinin, “kültürel yön” adı altında ele alınması mümkün olan farklı
bazı durumları, daha başka başlıklar altında incelenmeye çalışılmıştır. Bu başlık altında
ise, daha çok; din görevlilerinin boş zamanlarını değerlendirme biçimleri, radyo ve
televizyon karşısındaki tutumları ve bu konudaki değerlendirmeleri ele alınmaya
çalışılacaktır. Bunun yanında din görevlilerinin, radyo ve televizyondaki dini yayınlarla
ilgili değerlendirmeleri üzerinde de durulacaktır.
3.5.1.Din Görevlilerinin Boş Zamanlarını Değerlendirme Biçimleri
Boş zamanın tanımı şu şekilde yapılabilir: “Kişinin mesleki, ailesel, toplumsal
ödevlerini yerine getirdikten sonra, özgür iradesiyle girişebileceği; dinlenme, eğlenme,
bilgi ya da becerilerini geliştirme, toplum yaşamına gönüllü olarak katılma gibi bir dizi
uğraşılardır”2.
Boş zamanlar, gerçekte bilgilenme ve kültürlenme bakımından büyük bir önem
taşımaktadırlar. Kişinin yaşamış olduğu çevre, toplumsal ve kişisel imkânlar, eğitim
durumu vs. boş zamanların daha “üretici” bir biçimde değerlendirilmesine etki edebilir.
Teşkilat bazında boş zamanların değerlendirilmesi, iş görenlerin yönetsel
kadroda bulunanlarla kaynaşmasını sağlayabilir. Bunun yanında, boş zamanlarda
yapılan etkinlilerde “doğal lider”lerin saptanması mümkün hale gelebilir3. Yönetsel
konumda bulunanların, boş zamanlarda yapılan faaliyetleri esas almak suretiyle, bir
1.Demir–Acar, age
2.Mahmut Tezcan, Boş Zamanların Değerlendirilmesi Sosyolojisi, Atilla Kitabevi, Ank., 1994, s.9; Ejder
Okumuş, “Boş Zamanlar Sosyolojisi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, S:13, Yıl:4, Mayıs–Temmuz 2002; Ömer
Aytaç, “Modern Toplumda Boş Zaman Olgusu”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler– I.
Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildirileri, Đzmir, 3–5 Kasım 1993, Sosyoloji Derneği Yay., Ank., 1994
3.Sabuncuoğlu, age, s.97
275
değerlendirme yapması ya da görev bölüşümü ile ilgili yeni birtakım çalışmalar
başlatmaları mümkündür.
Din görevlilerinin, “boş zaman” ya da “serbest zaman”larda birtakım
faaliyetlerde bulunmalarının çeşitlilik göstermesi olasıdır. Çünkü görev yapılan yer (il,
ilçe, kasaba, köy, mezra) itibariyle din görevlileri, diğer meslek gruplarından çok farklı
bir dağılım göstermektedirler. Görev yapılan yerin özelliklerine göre, din görevlilerinin
boş zamanlarında yaptıkları faaliyetlerinin “aynı”lık göstermesi olağan bir durumdur.
Din görevlilerinin, boş zamanlarda hangi etkinliklerde bulunduklarının
öğrenilmesi amacıyla onlara, “boş zamanlarınızı nasıl değerlendirirsiniz?” biçiminde
açık uçlu bir soru sorulmuştur.
Verilen yanıtlarda (Tablo 76), din görevlilerinin boş zamanlarında birden fazla
aktivitede bulundukları dikkat çekmektedir.
Din görevlilerinin %88’i “okumak” biçiminde yanıt verirken, sohbet ettiklerini
belirtenlerin oranı ise %27.3 olarak gerçekleşmiştir. Televizyon seyredenler %8, aile ve
çocuklarıyla zamanını geçirenler %2.6, bedensel olarak çalışanlar %2, ava gitmek ve
spor yapmak suretiyle vaktini değerlendirenler %2, cevap vermeyenler %2, “başka” adı
altında ele alınabilecekler ise %4’lük bir orana sahiptir.
Din görevlileri üzerinde yapılan bir araştırmada, boş zamanlarda yapılan
faaliyetler şu şekilde bir dağılım göstermiştir; %82 kitap okumak, %34 talebe okutmak,
%23 akraba ziyareti yapmak, %15 işte çalışmak, %11 seyahat etmek, %6 televizyon
izlemek, %5 spor yapmak, %1 başka1.
“Okumak” biçiminde yanıt veren din görevlilerinin oranının yüksekliği dikkat
çekmektedir. Din görevlilerinin, meslek itibariyle en çok “okuması gerekenler” arasında
yer aldıkları söylenebilir. Okuma davranışı ile din görevliliğinin, tam bir bütünlük
içinde bulunması beklentisi vardır. Ancak, daha önceki konularda geçtiği gibi, din
görevlileri, okuma ve bilgilenme bakımından istenen düzeyde değillerdir.
Din görevlilerinin (özellikle vaiz, ĐH ve MK) –genel olarak– okuma bakımından
diğer meslek gruplarından zaman bakımından daha avantajlı bir durumda oldukları
söylenebilir. Özellikle cami hizmetlerinin yürütülmesi sırasında, vakit namazları
arasında boş zaman açısından büyük olanakların bulunduğu söylenebilir. Bu
zamanlarda yapılabilecek “en iyi” faaliyet, kitap okuma olabilir.
Kavram olarak “kitap okuma” yanıtının, “kalıplaşmış” bir özellik taşıdığı
söylenebilir. Kişiler, okuma veya kitapla ilgilenmeyi “ideal” bir tutum olarak ele
aldıklarından, okuma veya kitapla ilgilenme konusunda en küçük bir davranışı bile
“büyük” addetme taraftarıdırlar. Yapılan bir araştırmada, kitap ve okumayla ilgili
olarak verilen yanıtların, “tam olarak” gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu görülmüştür2.
Kitap okuma oranını etkileyen faktörlerden en önemlisinin televizyon olduğu
söylenebilir. Televizyondan birtakım bilgilerin edinilmesinin, yazılı birtakım unsurlara
göre kolay olmasının, bu iletişim aracının daha çok tercih edilmesine yol açtığı
söylenebilir. Bunun yanında, yazılı unsurlara ulaşmak için, sistemli bir şekilde ve belli
1.Tatlılıoğlu, age, s.125
2.C.Yıldız, agm
276
oranda para ödemek ve talep gerekmektedir. Görsel unsurların takip edilmesine olanak
sağlayan televizyonun bir defa elde edilmesi; hem bilgilenme, hem eğlenme ve hem de
güncelin takibi gibi birçok fonksiyonun gerçekleşmesini sağlayabilmektedir.
Sohbet ederek zamanlarını değerlendirdiğini belirtenler, din görevlilerinin
1/4’inden daha fazladır. Bu davranışın, din görevlilerinin meslek çevresiyle
gerçekleşebilmesi olağan bir durum iken, akraba ve arkadaş grubuyla sohbet edilmesi
de söz konusu olabilir.
Boş zamanlarda sohbet etmenin, Türkler arasında yaygın olduğu ifade edilirken1,
okuma ve sohbet etme manasında “kıraathane”2 ve –özellikle kırsal kesimde– “köy
odaları”nın ortaya çıkması da ayrı bir anlam taşımaktadır.
Televizyon seyredenlerin oranı %8 olarak gerçekleşirken, görev yapılan yerin bu
faaliyeti etkilemesi olasıdır. Görev yapılan kırsal alanda, televizyon yayınlarına –ve
özellikle de televizyon yayıncılığına yeni bir anlam getirdiğine inanılan özel
televizyonlara– ulaşma derecesinin, bu dağılımın daha farklı bir biçimde olmasını
gerekli kılabileceği söylenebilir.
Boş zamanlarını aile ve çocuklarla geçirdiğini belirtenlerin oranı %2 iken,
bedensel olarak çalıştığını belirtenler ise %2 oranında gerçekleşmiştir. Görev dışında
birtakım “iş”lerle uğraşan bazı din görevlileri bulunmaktadır. Özellikle kırsal bölgede
görev yapanların –genelde ailenin ihtiyacını karşılayacak biçimde, çok az olarak da
ekonomik amaçla– tarım ve hayvancılık faaliyetinde bulundukları dikkat çekmektedir.
Ava çıkmak ve spor yapmak, boş zamanlarda gerçekleştirilen faaliyetlerdendir.
Özellikle kırsal kesimde, birtakım davranışların, din görevlilerince yapılmasının
yadırganması (spor yapmak, bisiklet–motosiklete binmek, göze batan birtakım
kıyafetlerin giyilmesi vs.) bu faaliyetlerin düşük bir oranda gerçekleşmesine neden
olabilmektedir.
Kur’an okuma ve okutma, boş zaman faaliyeti olarak ele alınmıştır. Kimisi,
“camiye hizmet etme” biçiminde boş zamanını değerlendirdiğini ifade etmiştir.
Açıköğretim Fakültesi derslerine çalışma da, yapılan faaliyetler arasında sıralanmıştır.
Zamanlarını ek işle uğraşarak geçirdiğini belirten din görevlileri de bulunmaktadır.
3.5.2.Din Görevlilerinin Hayatlarında Radyo ve Televizyonun Yeri
Bazı durumlarda; eğitim, bilgilenme, kültür edinme, bazı durumlarda da eğlence
ve boş zamanları değerlendirme aracı olarak yararlanılan televizyon ve radyo, hiç
şüphesiz insanların hayatını doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen araçlardır. Aziz,
“kitle iletişim araçları” olarak ele alınan radyo ve televizyonun; “simgesel ve gözlemsel
öğrenme”, “yeniliklerin benimsenmesi” ve “siyasal toplumsallaşma” gibi
fonksiyonlarından bahsetmektedir3. Kitle iletişim araçlarından özellikle televizyonun,
eğitim aracı olarak kullanılıp–kullanılmamasıyla ilgili tartışmalar günümüzde halen
1.Mahmut Tezcan, Türk Kişiliği ve Kültür–Kişilik Đlişkileri, s.230
2.Kahvehanelerin (kıraathane) tarihsel gelişimi, toplumsal ve boş zaman fonksiyonları ve bu konuda yapılan alan
araştırması bulguları ile ilgili olarak bkz. C.Yıldız, agm
3.Aysel Aziz, Toplumsallaşma ve Kitlesel Đletişim, AÜ Basın–Yayın Yüksek Okulu Yay., Ank., 1982, ss.54–58
277
devam etmektedir1.
Kitle iletişim araçlarının –ve özellikle de radyo ve televizyonun–, bilgilenme
açısından tam bir “etki”de bulunmaktan uzak olduğu bilinmekte, buna karşılık uzun
sürede oluşan değer yargılarını, kısa sürede “aşındırma” gibi bir fonksiyonu
bulunmaktadır. Bu araçların;
“basit, kolay, rahat ve tesirli şekiller” seçtikleri,
“kısa zamanda sürekli tekrarlar” yapmak zorunda kaldıkları ve bu yolla
“kitlelere yeni “değerler”2 benimsetme yolunu benimsedikleri bilinmektedir.
Dolayısıyla, bu araçların genellikle, “tüketilip unutulan” türden program hazırlama
biçiminde fonksiyonlar üstlendikleri söylenebilir. Radyo ve televizyon alanında, belli
bir tekelleşme ve “ideoloji”ye3 dayalı bir yapılanma da, bu alandaki en büyük
olumsuzluklardan biri olarak ele alınabilir.
Uydu sistemlerinin ve özel televizyonculuk anlayışının hızla yaygınlaştığı
günümüzde, artık seyredilen programlar arasında bir seçim yapmak zorunlu hale
gelmiştir. Dolayısıyla, insanların kendi ihtiyaçları ve ilgileri oranında birtakım
programlar seyretmeleri söz konusudur.
Đletişim alanında, televizyona göre “uzun” denebilecek bir geçmişi olan radyo,
iletişimdeki hızlı gelişmelere rağmen ilgi gösterilen araçlardan biridir. Radyo
yayıncılığı konusunda son zamanlarda büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Özel
radyoculuğun kısa zamanda gelişme gösterdiği dikkat çekerken, yayın kalitesi
bakımından da önemli adımlar atılmıştır.
Bu başlık altında; din görevlilerinin, televizyon programları içinde nasıl bir
tercihte bulundukları konusu ele alınmış, radyo ve televizyondaki dini yayınlar ile ilgili
görüşleri değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Din görevlilerinin, televizyon programları içinde nasıl bir tercihte bulunduklarına
ilişkin dağılımda (Tablo 77), izlenen programların çok çeşitli olduğu ve birden fazla
seçenekle yanıt verildiği görülmektedir.
Din görevlilerinin, en çok (%77.3) haber ve haber programlarına ilgili duydukları
açığa çıkmaktadır. Gündemdeki birtakım konuların takip edilmesinin, bu sayede
mümkün olduğu söylenebilir. Özel televizyonların sayısının ve bunlardaki program
çeşitliliğinin arttığı dikkate alınınca; haber, haber programı ve tartışma programı
alanında bir “patlama”nın yaşandığı söylenebilir. Bu programlar arasında, kişilerin
ilgisini çekenlerin yer almaması, bir yönüyle olası değildir. Enformel görüşmelerden
elde edilen sonuçlara göre, daha çok “açıkoturum”lar seyredilmektedir. Siyasal birtakım
konuların ele alındığı programların da, özellikle tercih edildiği belirtilmiştir.
Haber ve haber programlarından sonra, en çok seyredilen dini yayınlar
olmaktadır. Hem TRT 1, TRT 2 ve TRT4 gibi resmi ve hem de özel kanallarda,
birtakım dini içerikli programlar yer almaktadır. “Dini” olana duyulan ilgi veya dindar
olma, bu yayınların izlenmesinin derecesinin belirlenmesinde etkin olabilmektedir.
1.Bu konu ilgili olarak bkz. Sedat Cereci, “Televizyon Eğitilebilir Mi?”, Akademik Araştırmalar, S:3, Kış 1996
2.D.Mehmet Doğan, Đletişim veya Dehşet Çağı, Timaş Yay., Đst., 1993, s.37
3.Akdoğan, age, s.132
278
Din görevlilerinden %15.3’lük bir oran, televizyonda belgesel/kültür–sanat
programlarını izlediklerini belirtmişlerdir. %12.6’lik bir kesim ise, televizyon
izlemediğini belirtmiştir. Evde televizyon bulunmaması, televizyon yayınlarına
ulaşılmaması, yayınların içeriğinin ilgi çekmemesi, vakit bulunamaması vs. etmenler,
bu şekildeki bir dağılımda belirleyici olmuştur denilebilir.
Yabancı dizi–sinema seyredenler %3.3 oranındayken, spor programlarını
izlediğini belirtenler %2 oranına sahiptir. Bir kişi, özellikle polisiye film seyrettiğini
belirtmiştir. Müzik–eğlence programı izleyenlerin oranı %0.6 iken, yerli dizi–sinema
izleyene rastlanmamıştır. %1.3’lük bir oran ise soruya yanıt vermemiştir.
Yapılan bir araştırmada, din görevlilerinin; %66 haber–haber programı, %35 dini
program, %15 bilim ve kültürle ilgili program, %9 film–dizi film, %5 müzik–eğlence
programına ilgi gösterdikleri tespit edilmiştir. Bunun yanında, televizyonda yer
almasını istedikleri programlar; %96 dini programlar, %74 bilimsel programlar, %63
kültürel ağırlıklı programlar, %29 teknoloji ile ilgili programlar, %11 belgesel
programlar, %5 “başka” biçiminde bir dağılım göstermektedir. Televizyonu; “haber
alma” amaçlı seyredenler %66, “eğlenme ve öğrenme” amaçlı seyredenler ise %50’lik
bir orana karşılık gelmektedir. Radyo ise; %78.5 haber, %10 öğrenme, %11.5 ise
eğlence amaçlı olarak dinlenmektedir1.
Din görevlilerinin, radyo ve televizyondaki dini yayınları nasıl değerlendirdikleri
de ele alınmaya çalışılmıştır.
Radyo ve televizyonun; “eğitme”, “bilgilendirme”, “kültürlendirme”, “mesaj
verme” vb. yönleri bulunmaktadır. Programların içeriklerinin, kişilerin
yönlendirilmeleri açısından önemli olduğu söylenebilir. Radyo ve televizyonda yer
alması mümkün olan programlardan biri de dini içerikli olanlardır.
Ülkemizde, radyodan dini yayın yapılmasına 1950’lerde başlanmıştır.
Televizyonda dini yayınların başlaması ise, 1970’li yılların sonlarına denk
düşmektedir2. Đlk zamanlar, kısa olan bu yayınların süresi, daha sonraları artırılmıştır.
Ancak, yine de bu yayınlar yetersiz görülmektedir3. Haftanın belli günleri (Perşembe
veya Cuma), belli hafta veya aylarda (Ramazan) yayınlanan bu programlarda, konuların
derinlikli olarak incelenmediği dikkat çekmektedir.
Doğan, TRT’nin radyo ve televizyonlarında yayınlanan dini içerikli yayınlarıyla
ilgili birtakım değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bu yayınların, tam anlamıyla “dini”
olanı yansıtmadığını ve daha çok “geçiştirme” türünden olduklarını belirtmektedir.
Yayınlanan herhangi bir dini programda; okunan Ayet veya Hadis, değinilen konu,
giyilen elbise, gösterilen görüntüde bile bir sınırlamanın söz konusu olduğunu dile
getirmektedir. Dolayısıyla dini yayınların, dini bilgi elde etmek isteyenler için yeterli
bir kaynak olmadığını ifade etmektedir4.
1.Tatlılıoğlu, age, ss.131–136
2.Doğan, age, ss.131–133
3.Đskurt, agm
4.Doğan, age, ss.131–133
279
Özel televizyon ve radyolardaki dini programlarda ise, daha farklı bir durum söz
konusudur. Belli televizyon kanallarında, bütün yıl boyunca dini içerikli programlar yer
alırken, bazılarında ise, dini bakımdan önem taşıyan bazı özel gün, hafta ve aylarda
yoğun bir dini yayın söz konusudur. Aynı durumun, radyolar için de geçerli olduğu
ifade edilebilir.
Din görevlilerinin dini yayınlarla ilgili görüşlerinin dağılımında (Tablo 78),
%80.7’lik bir oran, bu yayınların yetersiz olduğunu belirtmiştir. Dini yayınların genel
yayın içindeki oranının (TRT açısından), %3.51 olduğu hatırlanacak olursa, yanıtların
bu şekilde bir dağılım göstermesi normaldir. TRT’deki dini yayınların hiçbir şekilde
yeterli olmadığı belirtilirken, bu yayınların DĐB gözetiminde hazırlanması istenmiştir.
DĐB’in hazırlamasının mümkün olmadığı durumlarda ise, DĐB’in –en azından–
“hakem” veya “başvurulan bir makam” olması gerektiği ifade edilmiştir.
Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu’nda; DĐB’in,
televizyon yayını yapması gerektiğini belirten din görevlileri bulunurken, halktan;
DĐB’in, televizyon kanalı kurmasını isteyenlerin oranı %77.5 olarak gerçekleşmiştir2.
TRT’deki dini yayınların süre ve içerik olarak yetersiz olduğu, I. Din Şurası’nda
dile getirilmiştir. Çözümün ise; ya TRT’nin bir kanalının DĐB’e tahsis edilmesi ya da
DĐB’in özel bir televizyon kurmasına izin verilmesi olduğu belirtilmiştir3. Din
görevlilerinden bazıları da, DĐB’in; diğer hizmetlerinin yanında, TV yoluyla da dini
alanda büyük hizmetler sunabileceğini ileri sürmüşlerdir. Yanlış anlaşılmaya müsait
konuların bu sayede düzeltileceği ve dindeki bidatlerin bu yolla ortadan kalkacağı ifade
edilmiştir.
%18.7’lik bir oran, dini yayınları “kısmen yeterli” bulurken, “yeterli” biçiminde
yanıt veren hiç kimseye rastlanmamıştır. Bir kişi ise yanıt vermemiştir.
Öğrenim durumunun yükselmesine bağlı olarak, dini yayınları “kısmen yeterli”
bulanların oranı düşmektedir. “Yetersiz” olduğunu belirtenlerin oranı ise, öğrenim
düzeyinin yükselmesine bağlı olarak artış göstermektedir. Öğrenim düzeyinin artması
ve bilgi düzeyinin yükselmesine bağlı olarak, birtakım programların “basit” sıfatıyla
nitelendirilmesi söz konusu olabilir.
Enformel görüşme gerçekleştirilen din görevlileri; TRT’nin kandil gecelerinde
düzenlediği programlarda Mevlit, ilahi ve Kur’an okuyan din görevlilerinin, bölgeler
esas alınmak suretiyle seçilmesinin gerektiğini belirtmişlerdir. Yalnızca, belli
kimselerin bu programlara çıkmalarının, bunlara karşı olan ilginin azalmasına neden
olduğu ifade edilmiştir.
Anket uygulanan dönemde, Palu Müftülüğü bünyesinde kurulan bir radyonun
yayın yaptığı dikkat çekmektedir. Bu cihazların, önceleri merkezi sistemle vaazda
kullanıldığı, ancak, daha sonra radyoya dönüştürüldüğü ifade edilmiştir. Dini içerikli
yayın yapan bu radyonun daha çok, bayanlar ve çocuklar tarafından dinlenildiği
belirtilmiştir. Radyodan, iki din görevlisi sorumludur.
1.Doğan, age, s.139
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu
3.Đskurt, agm
280
4.Din Görevlilerinin Bağlı Bulundukları Teşkilatla Đlgili Görüşleri
Türkiye’de din işlerinin, yasama ve yürütme yönü TBMM’ye verilirken; inanç,
ibadet ve ahlak yönüyle ilgili işlerin yerine getirilmesi ise DĐB’e aittir. 633 sayılı,
“Diyanet Đşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun”un 1. maddesi;
“Đslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din
konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa
bağlı Diyanet Đşleri Başkanlığı kurulmuştur”1 biçimindedir. Buna göre, Türkiye’de din
hizmetlerinin yerine getirilmesi işlevi, DĐB’de çalışan din görevlilerince
gerçekleştirilmektedir.
Din görevlileri, yerine getirdikleri görev itibariyle belli bazı kanun, tüzük,
yönetmelik, yönerge ve genelgelere tabidirler. Belirlenen bu yazılı unsurların
esaslarının dışına çıkılmaması bir zorunluluktur.
Çalışılan teşkilatla ilgili olarak, din görevlilerinde belli bir yargının oluşması
kaçınılmazdır. Bu yargının oluşumunu birtakım unsurlar belirleyebilir. Teşkilattaki –
DĐBA’dan müftüye, müftü yardımcısına, Kur’an kursları müdürüne, şube müdürlerine
kadar– yöneticilerin tutumları, bu yargının belirlenmesinde etkili olabilirken, –din
görevlisi olanlardan, GĐHS’deki memurlara kadar– diğer çalışanların da bu yargının
oluşumuna etki edebileceği söylenebilir.
Teşkilatın mevzuatı, din görevlilerinin birtakım değerlendirme ve yargılarda
bulunmalarında etkili olabilmektedir. Mevzuatta gerekli konuların yer alması, din
görevlilerinin belli bir “güven” içinde olmalarıyla sonuçlanabilir. Bunun yanında,
günün koşullarına cevap veremeyen birtakım düzenlemelerin varlığı da, tam tersi bir
durumu, yani bir güvensizliği meydana getirebilir.
DĐB, kuruluş itibariyle Türkiye’nin “eski” denebilecek teşkilatlarından biridir.
Teşkilat, Türkiye Cumhuriyeti’yle yaşıttır. Hatta –”yapılan iş” bakımından– din
hizmetlerinin teşkilatlanması ele alındığında, bu hizmetlerin “çok uzun” denebilecek bir
geçmişe sahip olduğu görülmektedir.
DĐB’in din gibi hassas bir alanda hizmet vermesi, bu teşkilat üzerinde çok çeşitli
tartışmaların yapılmasına neden olmuştur. DĐB’in, –özellikle– din–devlet ilişkileri
kavşağında bulunması, tartışmaların daha farklı boyutlara kayması sonucunu
doğurmuştur. Bu tartışmaların, DĐB mensubu olan din görevlilerini de kapsamına
aldığını belirtmek gerekir.
Bu başlık altında, din görevlilerinin; DĐB’in “teşkilat kanunu”yla ilgili bilgi
sahibi olup–olmama durumları, DĐB teşkilatının tabanıyla ilişkilerini değerlendirme
biçimleri, DĐB’in fonksiyonları ile ilgili görüşlerinin hangi noktada yoğunlaştığı, dini
yaşam karşısında DĐB’in değerlendirilme biçimi gibi konulara değinilecektir.
4.1.Teşkilat Kanunu Hakkında Bilgilenme
Anayasa’nın bir gereği olarak kurulan teşkilatlarda, işlerin daha düzenli bir
biçimde yürütülebilmesi için kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelgelerin
hazırlanması bir zorunluluktur. Ayrıca, bu teşkilatlarda çalışanların birçok alanda
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, K–1/1
281
mağdur edilmemesi de, işin ayrı bir boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Memurların statülerinin belli birtakım kanunlarla saptanmasının; ekonomik ve
sosyal açıdan istikrarsız ve aynı zamanda da gelişmekte olan ülkelerdeki memurlar
açısından tam bir “güvence” olarak ele alındığı görülmektedir1. Çalışanların
statülerinin birtakım yazılı unsurlarla belirlenmesinin, hükümetlerin çalışanlarla ilgili
“sınırsız” bir şekilde tasarrufta bulunmalarını önlediği söylenebilir.
Đş görenin faaliyet gösterdiği işyeri, teşkilat veya kuruluş hakkında değişik
birtakım bilgilere ulaşması olasıdır. Kişinin elde etmiş olduğu bu bilgilerin, göreve
başlamadan önce oluşması da olağan bir durumdur. Ancak; kuruluş, teşkilat veya
işyeriyle ilgili mevcut bilgilenmenin, göreve başlamadan önce edinilmiş olması, bu
bilgilerin eksik ya da yanlış olabilmesi ihtimalini artırmaktadır. Kişilerin, “iş”i yerine
getirme esnasında, daha sağlıklı bilgilere ulaşmaları gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
Din görevlilerinin teşkilat açısından tabi oldukları DĐB, kurulduğu 1924 yılından
bu yana, Anayasa içinde yer almaktadır. Buna göre, DĐB’in; kuruluşundan günümüze
kadar, farklı zamanlarda farklı niteliklerde olsa da, belli bir teşkilat kanununa sahip
olduğu söylenebilir. Bu kanunların, zaman içinde bazı değişimlere uğraması, teşkilatın
yeni bir forma girmesine ve daha fonksiyonel olmasına zemin hazırlayabilmiştir. Buna
karşılık, zaman zaman çıkarılan bazı mevzuatların, teşkilatta belirli bir gerilemeye
neden olduğu ifade edilebilir.
DĐB, uzun bir süre, 1965 yılında çıkarılan, 633 sayılı Diyanet Đşleri Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a tabi olmuş, 13.07.2010 tarihinde Resmi
Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren
“Diyanet Đşleri Başkanlığı Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun Đle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la
da yeni teşkilat kanununa kavuşmuştur. Buna rağmen, DĐB’in anayasal bir kurum olup–
olmadığı tartışmaları halen devam etmektedir.
DĐB’de görev yapanların, teşkilat ve tabi olunan “teşkilat kanunu” hakkında
bilgilenmelerini etkileyen birtakım unsurların olabileceği söylenebilir.
DĐB’in teşkilat kanunundan haberdar olmanın, yaş değişkeniyle bağlantılı olarak
ele alındığı dağılımda (Tablo 79), iki değişken arasında belirgin bir ilişkinin varlığı
dikkat çekmektedir. DĐB’in teşkilat kanunu hakkında bilgilenmeyle ilgili olarak din
görevlilerinin; %10’u “tamamıyla” bilgi sahibi olduklarını belirtirken, %64’i “kısmen”
ve %22.7’si ise hiçbir bilgi sahibi olmadıklarını belirtmişlerdir. %3.3’lük bir oran ise
yanıt vermemeyi tercih etmiştir.
20 yaş ve daha aşağı olanlarda, tamamen veya kısmen bilgi sahibi olduğunu
belirten hiç kimseye rastlanmamıştır. Teşkilat kanununu “tamamen” bildiğini ifade
edenlerin oranı 21–25 yaşları arasında %7.7 iken, 51–60 yaşları arasında bu oran
%33.3’e yükselmektedir. Dolayısıyla, görevin belli bir süre ifa edilmesinin ve mesleki
gereklerin yerine getirilmesinin; din görevlilerinin, DĐB teşkilatı konusunda
bilgilenmelerini sağladığı ifade edilebilir.
1.Uğur Ömürgönlüşen, “Türkiye’de Kadro Rejiminin Gelişimi (II)”, Hacettepe Üniv. ĐĐBF Dergisi, C:6, S:1–2,
1988
282
Teşkilat kanunu hakkında “kısmen” bilgi sahibi olduğunu belirtenlerin oranı, 21–
25 yaşları arasında %46.2 iken, 41–50 yaşları arasında bu oran %67.9 olarak
gerçekleşmiştir. 51–60 yaşları arasındakilerde ise bu oran, %50’ye düşmüştür. Din
görevlilerinin, meslekte geçirmiş oldukları süre içinde, teşkilatla ilgili değişik yelerden
bilgi sahibi olmaları mümkündür. Müftülüklerde yapılan aylık rutin toplantılarda, bu
konuda birtakım bilgilerin edinilmesi olağandır. Din görevlilerince alınması –bir
yönüyle– zorunlu olan süreli yayınlar yoluyla da, bu konuda bilgi edinilmesi olasıdır.
Belli zamanlarda yapılan hizmet içi eğitim kurslarına katılma, teşkilat kanunu hakkında
bilgili olmayı gerekli kılabilir. Mesleki bütünleşmenin derecesine göre, basın–yayın
organlarında çıkan haberleri izleme derecesi değişebilir. Dolayısıyla, basın–yayın
organlarının, teşkilatla ilgili bilgilenmede bir “kaynak” olarak ele alınması mümkündür.
Teşkilat kanunu hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını belirtenlerin oranında,
yaşın yükselmesine bağlı olarak bir düşme görülmektedir. 20 yaş ve aşağısında bu oran
%100, 21–25 yaş arasında %38.5, 51–60 yaşları arasında ise %16.7 olarak
gerçekleşmiştir. Yaş ve görev yapılan süreyle ilişkili olarak, kişilerin belli birtakım
nedenlerle teşkilat kanununu öğrenmeleri mümkündür. Din görevlilerinin, yaklaşık
1/4’inin, teşkilat kanunundan haberdar olmamaları, mesleki bütünleşmenin tam olarak
sağlanamadığı biçiminde yorumlanabilir. Yaklaşık 1/4’lik kesimin, teşkilat kanunu ile
ilgili bilgi sahibi olmamalarının, bu konudaki ilgisizlik ve teşkilata duyulan
güvensizlikten kaynaklandığı ifade edilebilir.
Gerçekte, din görevlilerinin teşkilat kanunu ile ilgili bilgisizlikleri, anormal bir
durum olarak ele alınabilir. Çünkü hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim kurslarında
teşkilat ve mevzuatla ilgili dersler bulunmaktadır. Bu derslerin içeriği ele alınacak
olursa, bu alanda mutlaka birtakım bilgilerin edinilmesi beklentisi bulunmaktadır.
Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim kurslarına katılan din görevlileriyle yapılan
enformel görüşmelerden anlaşıldığı kadarıyla, bu kursların bekleneni veremediği
gerçeği karşımıza çıkmaktadır.
Din görevlilerinin görev yaptıkları yerlerin, teşkilatla ilgili bilgilenmede belirgin
bir etkiye sahip olduğu söylenebilir. Đl veya ilçe merkezinde bulunma, müftülüklerle
içli–dışlı olmayı ve dolayısıyla bazı konularda bilgi edinilmesini sağlayabilir. Yine,
merkezi yerlerde basın–yayın organlarının takip edilme olasılığının daha fazla olması
da, bu alandaki bilgilenme oranını artırabilir.
Din görevlilerinden bazıları, teşkilat kanununun olmamasının, birçok konuda
rahat hareket edilmesini önlediğini ifade etmişlerdir. Teşkilat kanununun mevcut olması
halinde, hükümetlerin baskısına maruz kalınmayacağı biçimindeki görüş, yaygın olarak
paylaşılmaktadır.
Teşkilat kanunu olmaması yanında, din görevlilerinin Memurin Muhakemat
Kanunu’na tabi olmamaları da eleştirilmiştir1. Görev sırasında en küçük bir davranışın
bile suç unsuru olarak ele alınabileceği ve bunun görevden uzaklaştırılmaya kadar
varabileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla, yasal yönden teşkilatın belli bir dayanak
1.Bununla ilgili olarak bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı, Din Görevlisi El Kitabı, s.87
283
noktasının olmamasının, din görevlileri arasında huzursuzluğa ve endişeye yol açtığı
söylenebilir.
DĐB’in teşkilat kanunundan haberdar olma durumunun, din görevliliğinin
hiyerarşik yapılanması içinde, işgal edilen konumla da ilgisinin olabileceğinden hareket
edilmiş ve bunu ortaya koyan bir dağılım (Tablo 80) oluşturulmuştur.
Dağılımda, iki değişken arasında bir ilişkinin var olduğu görülmektedir. Bilgili
olma durumunun, –genelde– yerine getirilen göreve bağlı olarak değiştiği söylenebilir.
Hiyerarşik açıdan “üst”lerde bulunanların, bilgilenmeye daha fazla ihtiyaç
duyabilecekleri ifade edilebilir.
Müftülerin yaklaşık 2/3’si, teşkilat kanunuyla ilgili bilgilere tamamıyla sahip
olduğunu belirtirken, %25’i kısmen bilgi sahibi olduğunu ve %12.5’i de hiçbir bilgi
sahibi olmadığını ifade etmiştir. Müftülerin, teşkilat kanununu bilme bakımından, “en
ileri” düzeyde olmaları, bir zorunluluk olarak görülmektedir. Çünkü müftüler; il ve
ilçelerdeki yönetim mekanizmasının başında bulunmaktadırlar ve bu alandaki
bilgisizlik, hem teşkilat ve hem de kişisel birtakım rahatsızlıkların ortaya çıkmasına
zemin hazırlayabilir. Teşkilat kanununu kısmen bildiğini veya hiç bilmediğini belirten
müftülerin, göreve yeni başlamış olma ihtimalleri bulunmaktadır. Bunun yanında,
mesleğin içselleştirilememesi ve meslekle tam bir bütünleşmenin sağlanamaması da,
böyle bir dağılımın gerçekleşmesine neden olabilir.
Teşkilat kanunu hakkında “tamamen” bilgi sahibi olduğunu belirten hiçbir vaize
rastlanmamıştır. Bir kişi, kısmen bilgi sahibi olduğunu ve diğer bir kişi ise, hiç bilgi
sahibi olmadığını belirtmiştir. DĐB teşkilatı içindeki vaizlerin çoğunlukla “yönetsel”
konumda değerlendirilmeleri mümkündür. Müftülüğün, –özellikle dini alandaki–
faaliyetlerinde vaiz, “önde” bir konumda bulunmaktadır1 ve vaaz verme konusu, ayrı
bir deneyim gerektiren dini bir faaliyettir. Dolayısıyla, vaizlerin teşkilatla ilgili
kanundan haberdar olmamaları, görevin yerine getirilmesi esnasında çeşitli hatalara yol
açabilir. Anket uygulanan iki vaizin “orta yaş” ve “yaşlı” kategorisinde bulunmaları, bu
alandaki bilgi eksikliğinin başka nedenlere dayandığını akla getirmektedir.
KKÖ’lerin teşkilat kanunu hakkında tamamıyla bilgi sahibi olma oranları %7.7
iken, MK’lerde ise bu oran %5’e düşmektedir. Dolayısıyla, teşkilata ait yasal
çerçevenin bilinmesi, ancak, ihtiyaç duyulması halinde mümkün olacaktır denilebilir.
DĐB’in teşkilat kanunundan kısmen haberdar olma oranı, –müftü ve vaizlerin
oranı göz önüne alınmadığı takdirde– ünvanın düşmesine bağlı olarak değişmektedir.
Teşkilat kanunundan hiçbir şekilde haberdar olmayanların oranı, ünvan
durumunun düşmesine karşılık artmaktadır. Hiyerarşik yapılanmanın altlarında
bulunanların, daha çok ayrıntıları bilmemeleri, ancak, görev esnasında yasal bakımdan
“sakınca” teşkil edecek birtakım konulara vakıf olmaları ihtimali bulunmaktadır.
Görevde belli birtakım “kalıp”lar dışına çıkılmaması, teşkilat kanunundan habersiz
olarak görevin devam ettirilmesi sonucunu doğurabilir.
Sonuç olarak; DĐB’in teşkilat kanununun geçerliliğinin olmaması ve bunun
1.Bununla ilgili olarak bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri,
ss.54–59
284
meydana getirdiği boşluktan dolayı, din görevlileri kendilerini “güvensiz”
hissetmektedirler. Teşkilat ve din görevlilerinin itibar kaybının nedenlerinden birinin,
teşkilat kanunundaki boşluk olduğu söylenebilir. DĐB’in teşkilat kanunundan haberdar
olmada, yerine getirilen görevin etkisi büyüktür. Bilgili olmayı belirleyen en önemli
unsur, bu alandaki ihtiyaçtır.
4.2.Diyanet Đşleri Başkanlığı Teşkilatının Tabanıyla Đlişkilerinin
Değerlendirilişi
Bir teşkilatta belli bir vazifenin yerine getirilmesi, ister–istemez yönetsel
kadrolarda bulunanlarla, hiyerarşik olarak “alt”larda bulunanların belli ilişkiler içine
girmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Geliştirilen ilişkinin biçimini ise, birtakım faktörlerin
etkilemesi olasıdır.
Bilindiği gibi, DĐB; “merkez”, “taşra” ve “yurtdışı” alt teşkilatlarından
oluşmaktadır. Bu teşkilatlar, belli bir amaç çerçevesinde oluşurken, yerine getirilen
görevler itibariyle bir farklılaşmaya gidildiği dikkat çekmektedir. Taşra ve yurtdışı
teşkilatları, merkez teşkilatının emir ve direktifleri doğrultusunda faaliyet göstermek
durumundadırlar.
Taşra teşkilatlarında, müftülüklerin “merkezi” bir konumda bulundukları
söylenebilir. Đl müftülüğü, ilçeye göre “merkez” konumunda iken, ilçelerin de kırsal
bölgelere oranla görece bir “merkez” olması söz konusudur.
Hiyerarşik yapılanmanın bu şekilde gerçekleşmesi, ilişkilerin de belli bir yapıda
olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Üst–alt ilişkilerinin belli bir kalıba oturmuş olması,
hizmetlerin aksamadan yerine getirilmesi için bir gerekliliktir.
Başarıda örgütsel yapı önemli olmakla birlikte, bu yapıdaki etkinlik ve bireyler
arası ilişkiler de başarıyı motive eden unsurlar arasında yer almaktadır. Örgütsel
etkinliğin gerçekleşmesinin, bireylerin örgütle uyum içinde olmalarına bağlı olduğu
söylenebilir1.
DĐB’de görev yapan din görevlilerinin “üst”leriyle olan ilişkileri, onların
“iş”lerindeki başarılarının derecesini etkileyebilecek boyuttadır. “Amir”lerin ve
hiyerarşik yapılanmanın “alt”larında bulunanların, resmi bakımdan görevlerinin
sınırları belirlenmiştir. Ancak bunun yanında, karşılıklı etkileşimde daha başka (sevgi,
saygı, güler yüzlülük, insancıllık, çekemezlik, kıskançlık, davranışlarda soğukluk, resmi
kurallara aşırı bağlılık, ilişkilerde esnek olmama vs.) unsurların etkili olması da olasıdır.
DĐB’in tabanıyla olan ilişkilerinin öğrenilmesi amacıyla din görevlilerine,
“Diyanet Đşleri Başkanlığı teşkilatının, tabanıyla (imam–hatip, müezzin–kayyım,
Kur’an kursu öğreticisi vs.) olan ilişkilerini nasıl buluyorsunuz?” biçiminde açık uçlu
bir soru yöneltilmiştir. Verilen yanıtlar daha sonra standartlaştırılmıştır.
Din görevlilerinin, teşkilattaki “üst”lerle “ast”lar arasındaki ilişkilere bakışlarının
ele alındığı dağılımda (Tablo 81), en büyük oranı (%38.6) “iyi değil” biçiminde yanıt
verenler oluşturmaktadır. Daha sonra (%36.6), “iyi” biçiminde cevap verenler
gelmektedir. “Kısmen iyi” biçiminde yanıt verenlerin oranı %12.6 olarak
1.Canman, age, s.2
285
gerçekleşmiştir. Bu soruya cevap vermeyenlerin oranı %10 olurken, “başka” adı altında
görüş bildirenler %2 oranına sahiptir.
DĐB’in 1990 yılında yaptırdığı bir ankete göre; din görevlilerinin, genel olarak
teşkilatı beğenmedikleri ortaya çıkmıştır. “Merkez teşkilata geldiğinizde nasıl bir ilgiyle
karşılanıyorsunuz?” sorusuna, din görevlilerinin; %41.8’i “yeterli ilgiyle”, %38.4’i “az
ilgiyle”, %13.4’i “hiç ilgi görmüyoruz”, %6.4’ü ise “merkeze hiç gelmedik” cevabını
vermişlerdir1. Keyifli’nin çalışmasında, müftülüklerle arasının “kısmen iyi” ve “kötü”
olduğunu belirten din görevlilerinin oranı 1/4’den daha fazladır2.
DĐB teşkilatının, tabanıyla ilişkilerinin nasıl olduğunun anlaşılması için, din
görevlilerinin ve teşkilatın problemlerinin her zaman ve mekânda dile getirilme
derecesine bakmak gerektiğini belirten din görevlilerine rastlanmıştır. Örneğin; bir
öğretmenin, öğretmenler gününde sorunlarının ortaya konulduğu ve çözüm önerileri
getirildiği, ancak, din görevlilerinin gündemde kalabilmesi için hiçbir girişimin
bulunmadığı ifade edilmiştir.
Din görevlilerinden bazıları, teşkilatta büyük bir haksızlık olduğu
görüşündedirler. Olmaması gereken tutum ve davranışların, DĐB teşkilatında yer
almasının, üzüntü verici bir durum olduğu belirtilirken, “adam kayırma”3 davranışının
kurum içinde yoğun olduğu dile getirilmektedir.
Teşkilattaki insanlar arasında, “sadakat” duygusunun yerleşmemiş olduğu da
ifade edilen konulardan biridir.
Din görevlilerinden bir kısmı, amirleriyle çok samimi olma gibi bir isteklerinin
bulunmadığını, istedikleri şeyin sadece, problemlerini gönül rahatlığı içinde
anlatabilecekleri bir ortamın oluşturulması olduğunu vurgulamışlardır4. Yönetici
konumunda bulunan kimsenin; personelin bireysel özellikleri hakkında bilgi sahibi
olması ve bunları göz önüne alarak davranması, verimliliğin en önemli unsurlarından
biri olarak ele alınmaktadır5.
Yönetsel konumda olanların yanlış veya yanlış gibi algılanan tutum ve
davranışlarının, halk tarafından “ast”lara yansıtıldığı ve dolayısıyla, konum itibariyle
düşük bir düzeyde bulunan din görevlilerinin yanlış anlamaların hedefinde yer aldıkları
ifade edilmiştir.
Müftülerden bazıları, DĐB’e ulaşan tekliflere genel olarak itibar edilmediğini dile
getirmişlerdir. DĐB’in merkez teşkilatına ulaştırılan bazı düşünce ve projelerin, birtakım
1.Tarhanlı, age, s.134
2.Keyifli, age, s.157
3.DĐB’in 1995 yılında yaptırdığı, “Cami Görevlileri Anket Değerlendirme Sonuçları”nda; Hacc, Umre ve yurtdışı
görevlendirmelerinde “adaletsizlik” olduğunu belirten din görevlileri yaklaşık 2/3 oranındadır. Köylü’nün
çalışmasında, Hacc’da görevlendirme ile ilgili olarak yapılan uygulamaların, “kısmen adil” olduğunu ve adil
olmadığını belirtenlerin toplam oranı %86.6’dır (Köylü, age, s.110 ve 164).
4.“Cami Görevlileri Anket Değerlendirme Sonuçları” isimli raporda, din görevlilerinin 1/3’ü, resmi veya özel
işlerle ilgili olarak amirleriyle rahatça görüşemedikleri ortaya çıkmıştır.
5.Đlhan Erdoğan, Đşletmelerde Davranış, age, s.85. Ayrıca bkz. Temel Çalık, “Yönetimin Đnsan Hakkındaki
Varsayımları ve Buna Bağlı Olarak Geliştirilen Yönetim Stratejileri”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, C:1,
S:1, Mart 1997
286
yanlış kararlardan dolayı hayata geçirilemediği ifade edilmiştir. Buna göre, mesleki
hiyerarşinin alt konumlarında yer alan din görevlilerinin, müftülüklerle ilgili birtakım
beklentileri bulunurken, aynı durumun, müftülüklerle DĐB merkez teşkilatı için de söz
konusu olduğu söylenebilir.
Bazı müftüler, din görevlilerine, belirlenmiş olan plan dışında hiç bir yaptırım
uygulanamadığını belirtmişlerdir. Müftülere, belli konularda daha çok yetki verilmesi
gerektiğini ifade etmişlerdir. Bireylere, sorumluluklarına paralel olarak yetki
verilmesinin, örgütün başarısını büyük oranda etkileyeceğine1 inanılmaktadır.
Müftülüklerle ilişkilerin samimi olmasında, “alt” konumdaki din görevlilerine
büyük görevler düştüğünü belirten müftü ve diğer din görevlilerine rastlanmıştır.
Camilerin; müftü, müftü yardımcısı, murakıp tarafından denetlendiğini, buna karşılık,
din görevlilerinin amirleriyle görüşmesi, sıkıntılarını onlara anlatması ve böylece bir
güven ortamının oluşturulmasının gereğine işaret edilmiştir.
Din görevlileri, “yağcılık” olarak adlandırılan davranışın teşkilatta yaygın
olduğunu belirtmişlerdir. Kişilerin, işlerini daha iyi yürütebilmek için, amirlerine karşı,
onaylanmayan bir tutum içine girdikleri ifade edilmiştir. Din görevlisinin, “takip
edilen” kişi konumunda bulunmasının “esef verici” bir durum olduğu vurgulanmıştır.
“Takip edilme”nin ileri boyutlarda gerçekleşmesinin, amirlere karşı güvensizliğin
doğmasında etkili olduğu dile getirilmiştir.
Bazı din görevlileri, ücret konusunun “üst”ler tarafından yeterince dile
getirilmemesinden dolayı, bir yakınma içerisindedirler. Tayin konusunda da amirlerin
belli bir faaliyet içinde olması istenmiştir. Biri, tavanla taban arasındaki ilişkileri
“jakobence” biçiminde özetlemiştir.
Bir “üst”e bağlılık, Türk insanına ailenin kazandırmış olduğu bir davranıştır ve
bu davranışın, zamanla daha geniş bir alana yayılması söz konusudur. Amirlere karşı
olan saygı ve bağlılığın da, aileden kaynaklanma ihtimali bulunmaktadır. Daima, bir
“üst”ün gözetimi altında olma –bir yönüyle– olumsuzluk gibi ele alınabilir.
Çalışanların, amirin olmadığı ortamda işi savsaklamaları veya yavaşlatmaları2, devamlı
olarak “üst”ün gözetiminde görev yapmanın bir sonucu gibi algılanabilir.
Örgütle personel arasındaki ilişki ve karşılıklı beklenti durumu, “psikolojik
sözleşme” olarak adlandırılmaktadır. Buna göre, örgüt ve personelin gereksinimleri ve
beklenti durumları, bu iki unsurun dengeli olarak bir araya gelmesini sağlar3. Din
görevlileri için ise, farklı bir durum söz konusu olabilmektedir. Teşkilatla aralarında bir
sözleşme olmasının yanında, kutsal bir görevin yerine getirilmesi gibi bir özellik de,
başarıyı güdüleyen önemli bir unsurdur. Kişilerin teşkilatla tam bir iletişim içinde
olmaması, teşkilatta yavaş yavaş bir çözülmeye yol açabilir. Bu durumda, çalışanın
görevini yerine getirmesinde, daha farklı unsurlar (manevi sorumluluk vs.) devreye
girebilir ve bu, görevle ilgili problem ve beklentilerin olumsuz sonuçlarının, daha geç
1.Canman, age, s.2
2.Mahmut Tezcan, Türk Kişiliği ve Kültür–Kişilik Đlişkileri, ss.216–217
3.Canman, age, ss.6–7
287
ve etki derecesi düşük bir şekilde mesleğe yansıtılmasına neden olabilir.
4.3.Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Fonksiyonları Hakkındaki Görüşler
Kişilerin, genelde yerine getirdikleri “iş”in “anlamlılık” derecesine göre, o işe bir
değer atfetme eğiliminde oldukları söylenebilir. Đş görenin yaptığı iş yanında, çalışılan
teşkilatın özelliğinin de, yapılan işe belli bir değer atfedilmesinde etkili olduğu
söylenebilir.
Yerine getirilen göreve toplumca atfedilen itibarın, çalışanlar tarafından merak
edilmesi doğaldır. Çalışanlar, teşkilata; toplumun atfetmiş olduğu değere göre bir tutum
geliştirme eğilimi içine girebilirler. Teşkilatla ilgili birtakım önyargılar oluşabilir ve bu
durumda da iş görenlerin tutumları farklılaşabilir. Genelde, iş görenlerin bu önyargıları
ortadan kaldırma yönünde teşebbüslerinin olması kaçınılmazdır. Ancak, mesleğin
içselleştirilememesi gibi birtakım etkenler, bu konuda bireyin “pasif” kalması sonucunu
doğurabilir. Teşkilatın fonksiyonlarının göz önünde bulundurulması, mesleğin
içselleştirilmesinde etkin bir role sahiptir denilebilir.
Teşkilat olarak DĐB, Cumhuriyet’in kuruluşundan bir yıl sonra oluşmuştur.
Ancak, o günden bu yana DĐB’in varlığı, faaliyetleri, fonksiyonları vs. tartışılmaktadır.
Bu yönüyle DĐB’in, “Türkiye’nin en çok tartışılan anayasal teşkilatı” olduğu
söylenebilir.
DĐB’in yerine getirdiği fonksiyonlarla ilgili olarak, değişik birtakım görüşler
ortaya atılmıştır1. Bu konuda, din görevlilerinin nasıl bir düşünceye sahip olduklarının
anlaşılması için onlara, “Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın, toplumdaki dini yönelişleri
kontrol eden devletin bir kurumu olduğu bazı çevrelerce dile getiriliyor. Bu konudaki
görüşünüz nedir?” biçiminde açık uçlu soru yöneltilmiş ve alınan yanıtlar sistematik
hale getirilmiştir.
Đlgili dağılımda (Tablo 82), din görevlilerinin en büyük kısmı (%41.3), dini
yönelişlerin devlet tarafından –DĐB vasıtasıyla– kontrol edildiği görüşünün doğru
olduğunu belirtmişlerdir. Bu görüşün kısmen geçerli olduğunu belirtenlerin oranı %22
iken, “doğru değildir” biçiminde yanıt verenler ise %12’lik bir orana sahiptir. Din
görevlilerinin %22.6’sı, bu soruya yanıt vermezken, iki kişinin görüşlerinin de, “başka”
seçeneği adı altında ele alınması mümkündür.
Bu görüşün tamamen ve kısmen doğru olduğunu belirtenlerin toplam oranı
%63.3’tür. “Başka” seçeneğine yanıt verenler de bu görüşü desteklemektedirler.
Dolayısıyla bu oran %64.6’ya ulaşmaktadır. DĐB’in fonksiyonları ile ilgili olarak
kişilerin verdikleri yanıtlarda, teşkilatın eleştirilmesi “sakıncalı” görülmüş olabilir.
Teşkilatın mevcut konumunun eleştirilmesine yönelik olmayan yanıtların “doğru
değildir” başlığı altında verilmesi mümkündür. Dolayısıyla, bir kısım din görevlisinin,
“doğru değildir” biçiminde yanıt vererek, “yanlış bilgi verme” davranışı içine
girmekten kaçındığı ve soruyu yanıtsız bıraktığı söylenebilir. Buna göre, DĐB’in
fonksiyonları ile ilgili belirtilen görüşe katılanların oranının %87.2’ye yükseleceği ifade
edilebilir.
1.Đlgili konular ve tartışmalar için ayrıca bkz. Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, ss.413–549
288
Bu sorunun yüksek sayılabilecek bir oranda (%22.6) cevapsız bırakılması, ayrıca,
teşkilatla ilgili bilgi verilmesi konusunda belli bir çekingenliğin olduğunu akla
getirmektedir. Alan araştırması sırasında; teşkilat, amirler, din–devlet ilişkileri ve
meslektaşlarla ilgili doğrudan veya dolaylı sorularda, genel olarak böyle bir yol
izlendiği dikkat çekmektedir. Anketlerin uygulanması ve enformel görüşmeler
esnasında, din görevlilerine; araştırma izni gösterilmiş, bazı yerde de sözlü bilgi
verilmiştir. Bazı din görevlilerinin, konuya çok şüpheli yaklaştıkları ve hatta
araştırmacıyı “müftünün ajanı” olarak nitelendirmiş oldukları, –din görevlilerine ait
sözlü– ifadelerden anlaşılmaktadır.
DĐB’in, bugün Türkiye’de hem dindarların ve hem de dindar olmayan kişilerin
eleştirilerine maruz kaldığı, bir müftü tarafından ifade edilmiştir. DĐB’in, “mutaassıp”
birtakım çevrelerce “reformist” olarak nitelendirildiği, DĐB’in varlığının, bazılarınca da
“laiklik ihlali” gibi değerlendirildiği ifade edilmiştir. Bütün bunlara karşı DĐB’in,
“ıslahatçı” biz çizgi takip etmeye çalıştığı belirtilmiştir. Ancak, dini hizmet alanında
tam bir serbestinin bulunmamasının, bu kurumun “bağımlı” olduğu yolunda bir
kanaatin doğmasını teşvik ettiği söylenebilir. Dini hassasiyeti bulunmayan kişilerin,
din–devlet ilişkilerinin ayrı olması gerektiği görüşünden hareketle, teşkilatı
eleştirdikleri, diğer kesimin ise kurumu; dini “baskı altına almak” ve “resmileştirmek”le
suçladıkları ifade edilmiştir.
Araştırma sırasında görüşülen müftülerden biri, DĐB’in, siyasiler arasında, adeta
“paylaşılamayan kuruluş” olduğunu belirtmiştir.
DĐB’in mevcut statüsünün, o kadar da eleştirilecek bir durumda olmadığı bazı
müftüler tarafından ifade edilmiştir. Din hizmetlerinin az–çok belli bir sisteme oturmuş
olduğu vurgulanarak, yapılan “iş”lerde eksiklik görülmekle birlikte, yine de birçok
önemli hizmetin yerine getirildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla hatanın, DĐB’in yapısından
çok, din görevlilerinin bilgi düzeylerinde aranması gerektiği vurgulanmıştır. Bilgi
seviyesinin yüksek olması halinde, daha fazla verim alınacağı şeklindeki görüş genel
kabul görmektedir.
Bazı müftüler, DĐB’in kuruluş safhasında dini kontrol etme gibi bir amacının
olduğunu, ancak, bunun büyük oranda aşıldığını ve teşkilatın çok yararlı hizmetler
verdiğini ifade etmişlerdir. DĐB’in, fonksiyonlarını “tam” olarak yerine getirmiş olması
için; DĐB’e yetki verilmesi, gündemdeki dini sorunlarda ortaya çıkması ve gerekli
cevabı vermesi istenmiştir. DĐB’e sorumluluk verildiği, ancak, yetki verilmediği
biçimindeki görüş yaygındır. DĐB’in, daha aktif olarak gündemde olması ve gerekli
görülen konularda “başvurulan bir makam” olma görevini üstlenebilmesinin gereğine
işaret edilmiştir.
Türkiye’de, dini konularda DĐBA’nın, gerektiğinde açıklamalarda bulunmasının
her zaman mümkün olmadığı, bazı müftüler tarafından ifade edilmiştir. Öte yandan,
DĐB’den başka herkesin ve her kurumun dinle ilgili olarak görüş belirtmesinin
yanlışlığı üzerinde durulmuştur. DĐB’in, 1990 yılında, 11 ildeki din görevlileri üzerinde
yaptırmış olduğu anket sonuçları, yukarıdaki görüşleri destekler niteliktedir. Din
görevlilerine, DĐB’in yöneltmiş olduğu soru; “dinimize ve teşkilatımıza zarar veren söz
ve yazılara karşı Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın takip ettiği icraatı yeterli buluyor
289
musunuz?” biçimindedir. Yanıtlar ise; %18 “yeterli”, %44.5 “kısmen yeterli”, %37.5
“yetersiz” biçiminde bir dağılım göstermektedir1. Dolayısıyla, din görevlilerinin
%82’sinin, DĐB’in tutumu ile ilgili “kısmen” veya “tamamen” olumsuz düşünceye
sahip oldukları söylenebilir.
DĐB’de görevli olan kimselerin; muamelat, ceza hukuku ve medeni hukukla ilgili
konularda görüş bildirmelerinin yasal açıdan yasak olduğu özellikle vurgulanmıştır.
Müftülerden bazıları, DĐB’in; Türkiye’de yalnızca amelde Hanefi ve itikatta
Maturidi mezhebinde olanlara hitap ettiğini belirtmişlerdir. DĐB’in, Đslam’ın temsilcisi
olmaktan çok, “dinin bir bölümü”nün temsilcisi olduğu vurgulanmıştır. Bazı
mezheplere karşı “kayıtsız” kalındığı ifade edilerek, çok yönlü fonksiyonları olması
gereken DĐB’in, Alevilik ve Alevilerle ilgili ciddi bir programının bulunmadığı
belirtilmiştir.
DĐB’in siyasal oluşumlardan bağımsız karar alamaması gerekçe gösterilmek
suretiyle, DĐB; “yönetimlerin izin verdiği kadarıyla dini anlatan bir teşkilat” olarak
nitelendirilmiştir. DĐB’i, “yönetimlerin görüşleri paralelinde fetva veren bir kuruluş”
biçiminde değerlendirenler de bulunmaktadır.
Kimi din görevlileri, DĐB’in kurulma amacının dini yönelişleri kontrol etmek
olduğunu, ancak, zamanla bu amaçtan uzaklaşıldığını ve teşkilatın halkın dini
ihtiyaçlarını karşılayan bir kuruluş konumuna geldiğini ifade etmişlerdir.
DĐB’in özerk olması isteği, çoğu zaman dile getirilmektedir. Bu konuda yapılan
araştırmalarda farklı bazı istekler ortaya çıkmıştır. Köylü’nün araştırmasında, din
görevlileri, DĐB’in özerk olmasını ya da bakanlık statüsü verilmesini teklif etmişlerdir2.
Dini hayatın analizini konu edinen bir araştırmada ise, araştırma kapsamına alınanların
%36.6’sının, DĐB’in özerkliğini istediği görülmektedir3. DĐB’in düzenlediği “Diyanet
Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu”nda ise, DĐB’in özerk
olmasını ya da bakanlık statüsüne kavuşmasını isteyenlerin oranı %13.8’dir4.
Enformel görüşme gerçekleştirilen din görevlilerinin büyük bir kısmının, DĐB’in
statüsünün değişmesi yönünde bir beklenti içinde oldukları ve mevcut konumdan
memnun olmadıkları görülmüştür.
Din görevlilerinin, DĐB’in fonksiyonları hakkındaki görüşleri yanında, DĐB’in,
din hizmetlerinin gereklerine göre oluşup–olmadığı konusundaki düşünceleri de
öğrenilmeye çalışılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak din görevlilerine, “Diyanet Đşleri
Başkanlığı teşkilatının, “din hizmeti”nin gereklerine göre oluşmuş olduğunu
söyleyebilir misiniz?” biçiminde soru yöneltilmiştir.
DĐB’in, din hizmetlerinin gereklerine göre oluşup–oluşmadığı ile ilgili görüşlerle,
öğrenim durumu arasındaki ilişki ele alındığı dağılımda (Tablo 83), bahsedilen
değişkenler arasında belirgin bir ilişkinin varlığından söz edilebilir.
1.Tarhanlı, age, s.134
2.Köylü, age, ss.123–128
3.Güneş, age, ss.85–86
4.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu
290
DĐB’in, “tamamıyla” dinin gereklerine göre oluştuğunu belirten din
görevlilerinin oranı %16.7 iken, “kısmen” dinin gereklerine göre oluştuğunu
belirtenlerin oranı %56 olarak gerçekleşmiştir. DĐB’in, hiçbir şekilde din hizmetlerinin
gereklerine göre oluşmadığını belirtenler ise %24’lük bir orana sahiptirler. Buna göre,
din görevlilerinin %80’inin, DĐB’in, dini hizmetlerin gereklerine göre oluşması
konusunda belli bir şüphe içinde olduğu söylenebilir. %2’lik bir oran ilgili soruya yanıt
vermezken, iki kişi de “başka” seçeneği altında yanıt vermeyi tercih etmiştir. “Başka”
seçeneği altında yanıt verenler, DĐB’in; din hizmetlerinin gereklerine göre oluşmadığı
kanaatindedirler. Buna göre, din görevlilerinin %81.3’ünün, DĐB’in din hizmetlerinin
gereklerine göre oluşmadığı kanaatini taşıdığı söylenebilir.
DĐB’in, “tamamıyla” din hizmetlerinin gereklerine göre oluştuğunu belirten din
görevlilerinin oranı, öğrenim düzeyinin yükselmesine bağlı olarak azalmaktadır. Đlkokul
mezunu olanlarda bu şekilde yanıt verene rastlanmazken, ortaokul mezunlarında bu
oran %25’tir. Yüksekokul/üniversite mezunlarında ise oran %5.7’ye düşmektedir.
DĐB’in, “hiçbir şekilde” din hizmetlerinin gereklerine göre oluşmadığını
belirtenlerin oranı, öğrenim düzeyinin yükselmesine bağlı olarak azalmaktadır. Đlkokul
mezunlarında bu oran %50 iken, yüksekokul/üniversite mezunlarında %20’ye
gerilemiştir. DĐB’in toplumsal alandaki etkinliğinin bilincine ulaşmanın, bu şekildeki
bir dağılımın ortaya çıkmasında etkili olduğu söylenebilir. Dolayısıyla; öğrenim
düzeyinin, çalışılan teşkilatın “gerçek” yönlerinin ve ilişkilerinin açık seçik
görülmesine yardımcı olabileceği söylenebilir. Kitap, dergi ve gazete gibi unsurların
takip edilme sıklığı da, DĐB’in din hizmetlerinin gereklerine göre oluşup–oluşmadığı
konusunda belli bir bilgi sahibi olunmasını gerekli kılabilir.
DĐB’in, “kısmen” din hizmetlerinin gereklerine göre oluştuğunu belirten din
görevlilerinin oranı, öğrenim düzeyinin yükselmesine paralel olarak artış
göstermektedir. Đlkokul mezunlarında bu oran %50 iken, yüksekokul/üniversite
mezunlarında ise %71.4’e yükselmektedir. Örgütlenme ve yerine getirilen din
hizmetlerindeki bazı hata ve eksikliklere karşılık, bazı alanlardaki “başarı”nın
bilinmesinin, bu şekildeki bir dağılımda etkili olabileceği söylenebilir.
DĐB’in din hizmetlerinin gereğine göre oluşup–oluşmadığı konusundaki
görüşlerin, doğum yerine göre bir değişim gösterebileceği söylenebilir. Kırsal kesimde
doğmuş olmak, “geleneksel Đslam” içinde ele alınabilecek birtakım unsurlara öncelik
verilmesini sağlayabilir. Dolayısıyla, DĐB’in mevcut hizmetlerinin, bu kimseler
tarafından “ideal” olarak değerlendirilmesi mümkündür. Kentsel kesimde yetişmiş
olanların ise, değişmeye daha çok açık olmaları beklentisi vardır. Dini hizmetlerle ilgili
farklı alternatiflerle karşılaşma ihtimali, bu alanda yeni isteklerin oluşmasına neden
olabilir. Din hizmetlerinin mevcut durumunun, “değişmesi gerekli” biçiminde
değerlendirilmesi de mümkündür.
DĐB’in temsil ettiği Đslami anlayışın “resmi Đslam” olarak adlandırılması olasıdır.
“Resmi Đslam” anlayışının, bir yönüyle “halk Đslam’ı”yla uyuşabileceği söylenebilir.
Özellikle, dininin anlatım metotları yönünden, bu iki anlayış arasında bir paralelliğin
olduğu ifade edilebilir. Bu paralellik ise, DĐB’in din hizmetlerinin, “olumlu” bir şekilde
algılanmasıyla sonuçlanabilir. Bunun yanında; gelişen ulaşım ve iletişim araçları
291
sayesinde, “klasik Đslamî metod”un terk edilmeye başlandığı ve özellikle, değişik
metotları hayata geçiren birtakım “sivil” oluşumlara ait anlayışların yaygınlaştığı
söylenebilir. Dini anlatım metotlarında birtakım “yenilik”lerin takip edilmesi ve
teknolojik yeniliklere gösterilen ilginin, kırsal kesimden kentsel kesime doğru gittikçe
artabileceği ileri sürülebilir.
Ünvanla, DĐB’in; dinin gereklerine göre oluşup–oluşmadığı konusundaki ilişkiye
göz atıldığında; bu konuda “evet tamamıyla” yanıtını veren hiçbir müftü ve vaize
rastlanmamıştır. Bu durum, yönetici konumunda bulunan müftü ve vaizlerin, mevcut
teşkilat yapılanmasından tam olarak memnun olmadıklarına veya teşkilatın, dinin
gereklerine göre oluştuğu biçimindeki görüşü benimsemediklerine işaret etmektedir.
DĐB’in bugünkü yapılanmasındaki en büyük sıkıntının, halkın din görevlilerini
“anlayamadığı” veya “anlamak istemediği” üzerinde yoğunlaştığı ileri sürülmüştür.
DĐB’in özerk olmamasının, bu tutumun devamında büyük bir etkiye sahip olduğu
vurgulanmıştır.
Yapılan bir araştırmada, din görevlilerine, “gerçek” din hizmetlerinin nasıl
olması gerektiği yönünde bir soru yöneltilmiştir. Verilen yanıtlarda, din görevlilerinin;
%40’ı “baskıdan uzak, Peygamber metodu ile yetişmiş din bilginleri”nin devreye
girmesini isterken, %31’i DĐB’in özerk olmasıyla bu problemin çözülebileceğini,
%12’si din hizmetlerinin oluşumunda okul ve basın–yayın organlarının devreye girmesi
gerektiğini, %8’i ise bu alanda aileye büyük görevler düştüğünü belirtmiştir1. Buna
göre, mevcut “din hizmetleri uygulamaları”na karşı, yüksek düzeyde bir
memnuniyetsizliğin olduğu söylenebilir.
“Başka” adı altında yanıt veren din görevlilerinin bir kısmı, devletin; din
üzerinde baskı oluşturduğunu belirtmişlerdir.
4.4.Türkiye’de Dini Yaşam Alanındaki Gelişmeler ve Bu Gelişmeler
Karşısında Diyanet Đşleri Başkanlığı’nın Konumu
Türkiye’de, değişik alanlarda olduğu gibi, dini yaşam alanında da bazı
gelişmelerin olduğu görülmektedir. Dini alandaki bu gelişmelerin, dünyadaki –dini–
gelişmelere paralel olduğu söylenebilir.
Türkiye’deki dini gelişmelerde, etkili faktörlerin neler olduğu ise tartışma
konusudur. Türkdoğan, “yeni dini hareketler” olarak ele aldığı bu gelişmelerin; uzun
yıllar “illegal alana itilen” din unsurunun, yeniden ortaya çıkmasından başka bir anlama
gelmediğini ifade etmektedir2. Bu hareketlerin, bir yönüyle “tepki” hareketi olduğu
böylece vurgulanmış olmaktadır. Türkiye’de yaygın olan ve Türkdoğan’ın, “toplumsal
mobilizasyon” kavramıyla tanımladığı “cemaatleşme” hareketlerinin; modernleşme ve
kentleşme sonucu, yalnız kalan insanların sığındıkları “moral değerlerin yuvası” olarak
değerlendirildiği anlaşılmaktadır3.
1.Tatlılıoğlu, age, s.152
2.Orhan Türkdoğan, “Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler ve “Cemaatlaşma”
3.Sarıbay, age, s.203
292
Türkiye’deki dini gelişmeleri konu edinen çeşitli eserler yayınlanmıştır1. Bu
eserlerde, siyasal, eğitsel, ekonomik vs. alanlardaki dini gelişmeler ele alınırken,
geleneksel bir yapı arz eden tarikatlar ve “yeni oluşum”lar olarak nitelendirilen “dini
cemaatler” incelenmektedir.
Türkiye’de, din alanındaki gelişmelerle ilgili konunun, dini cemaatlerle ilgili
bölümde ele alınması da mümkündü. Ancak, DĐB’in dini gelişmelerdeki fonksiyonunun
ele alındığı bir başlık altında, bu bölümün olmaması eksiklik olarak görülmüştür.
Din görevlilerinin, Türkiye’de din alanındaki gelişmelerle ilgili görüşlerinin
öğrenilmesi amacıyla onlara, “günümüz Türkiye’sinde dini hayat alanında bir gelişme
ve ilerleme olduğu görüşüne katılıyor musunuz?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir.
Đlgili dağılımda (Tablo 84) din görevlilerinin, en çok (%49.3) “kısmen”
seçeneğinde yoğunlaştıkları görülmektedir. Din görevlilerinin %40’ı, “evet” biçiminde
yanıt verirken, %9.3’lük bir oran, dini alanda bir gelişmeden bahsedilemeyeceğini
belirtmiştir. %1.3’lük bir kesim ise yanıt vermemeyi tercih etmiştir.
Bazı din görevlileri, anketteki seçenekler vasıtasıyla bu soruya yanıt vermekle
yetinmemiş ve birtakım açıklamalarda bulunmuşlardır. Đnsanların maddede tatmin
aradıkları ve bulamadıkları için dine yöneldikleri görüşü, yaygın olarak
paylaşılmaktadır. Bundan dolayı, “dine yönelme” biçimindeki artışın, “normal” bir
durum gibi algılanması gerektiği ifade edilmiştir.
Din görevlilerinden bazıları, dini gelişmeyi, camiye gelenlerin sayısının artışına
bağlı olarak ele alırken, bazıları da dini oluşumların sayısının artmasına bağlamışlardır.
Özellikle yaşlı din görevlileri, eskiye oranla bir dindarlaşmadan bahsetmektedirler.
Camiye gelen “genç”lerin varlığının, kendilerine ayrı bir heyecan verdiğini belirten din
görevlileri bulunmaktadır. Genç din görevlileri de, camiye devam eden gençlerle ilgili
büyük bir memnuniyet duyduklarını, yaşlıların devamlı olarak problem teşkil ettiklerini
belirtmişlerdir. Dini alanda verilen çabaların, gençler üzerinde etkili olduğu
belirtilirken, gençlerin dini alandaki hurafelerden haberdar oldukları ve bu hurafelere
daha az inandıkları dile getirilmiştir.
Basın–yayın organlarındaki müstehcenlik, din ve din adamlarına karşı sözlü ve
yazılı saldırılar, bu gelişmelere DĐB’in “sessiz kalma” biçimindeki tutumu, toplumda
ahlaki bakımdan birtakım eksiklik ve hataların bulunması gibi ölçütler temel alarak,
dini alanda gelişme olmadığını belirten din görevlileri de bulunmaktadır. Bu kimselerin,
belli bir umutsuzluk ve karamsarlık içinde oldukları görülürken, anket formundaki bazı
sorulara uç yanıtlar verdikleri de dikkat çekmektedir.
1.Türkiye’de dini yaşam alanındaki gelişmelerin incelendiği eserlerle ilgili olarak bkz. Gencay Şaylan,
Türkiye’de Đslamcı Siyaset, Verso Yay., Ank., 1992; Can Kozanoğlu, Đnternet–Dolunay–Cemaat, Đletişim Yay.,
Đst., 1997; M. Haki Okutucu, Đstikamet Şeriat, Yeryüzü Yay., Đst., 1996; Ruşen Çakır, Ayet ve Slogan, Metis
Yay., Đst., 1994; Ömer Laçiner, “Dini Akımların Yükselişi ve Türkiye’de Đslami Hareket”, Birikim, Ekim 1989,
S:6; Orhan Türkdoğan, “Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler ve “Cemaatlaşma”, Türk Dünyası Tarih Dergisi,
S:125, Mayıs 1997 ve aynı yazar, “Batı ve Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler”, Kitap Dergisi, S:86, Yıl:11,
Şubat–Mart 1997; Richard Tapper (Der.), Çağdaş Türkiye’de Đslam, Sarmal Yay., Đst., 1991; Niyazi Akyüz,
“Türkiye’de Đslam’ın Kentsel Tezahürlerine Sosyolojik Bir Yaklaşım”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, S:1,
1998. Bu konunun ele alındığı eserlerin sayısını çoğaltmak mümkündür. Türkiye’de dini yaşamdaki gelişmelerin
dış dünyadaki yansımaları ile ilgili olarak bkz. Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de Đslamcı Akımlar, (Çev.:
Yılmaz Polat), Beyan Yay., Đst., 1990
293
Dini yaşam alanındaki gelişmelerde, devletin resmi kurumu olan DĐB’in nasıl bir
etkiye sahip olduğu da tartışılan konulardandır. “Laik devlet”in bir kurumu olan
DĐB’in, dini gelişmelere katkısının olduğu veya DĐB’in bu gelişmelere engel olduğu
yolunda tartışmalar söz konusudur. Bu konuda, din görevlilerinin de görüşlerinin ele
alınması yoluna gidilmiştir.
DĐB’in, Türkiye’deki dini gelişmelerde etkisinin varlık derecesinin ele alındığı
dağılımda, en büyük oranı (%46.7) “kısmen var” biçiminde yanıt verenler
oluşturmaktadır (Tablo 85). Daha sonra, %27.3 ile “yok” biçiminde cevap verenler
gelmektedir. “Var” diyenler, %14.7’lik bir orana karşılık gelirken, %11.3’lük bir kesim
de yanıt vermemiştir. Buna göre, din görevlilerinin yaklaşık 3/4’ü, dini alandaki
gelişmede DĐB’in etkisinin “kısmen” olduğunu veya “hiç” olmadığını düşünmektedir.
Bir önceki verilerde, %9.3’lük bir kesim, Türkiye’de dini alanda bir gelişmenin
olmadığını belirtmişti. Bundan dolayı, DĐB’in, dini gelişmelerde etkisinin olup–
olmadığının öğrenilmeye çalışıldığı soruya yanıt vermeyenlerin oranı, yaklaşık olarak
bir önceki dağılımdaki “hayır” ve “cevap yok” biçimindeki yanıtların toplam oranına
(%10.6) denktir denilebilir.
DĐB’in, dini alanda etkili olmamasında, dinle ilgili kurumlarla ilişkiye
geçmemesinin büyük bir rolü olduğu belirtilmiştir. Özellikle iyi ilişkiler içinde olması
gereken kurumlardan birinin, ilahiyat fakülteleri olduğu ifade edilmiştir. Bunun
yanında, dini birtakım oluşumlarla da (cemaat, tarikat gibi) ilişki kurmasının kaçınılmaz
olduğu vurgulanmıştır.
Kimi din görevlileri, DĐB’in dini alanda etkin olamamasını, din görevlilerinin
bilgisizliğine bağlamışlardır. DĐB’in, belli bir noktada tercih hakkının olmadığı, dini
alanda tam anlamıyla yetişmemiş kişilerle hizmet vermek zorunda kaldığı belirtilmiştir.
Halkın, DĐB hakkında genelde “olumsuz” birtakım kanaatlere sahip olduğu ileri
sürülmüştür. Halkın atfettiği itibarın azalmasında, DĐB’in, güncel konularda gerekli
açıklamayı yapmamasının ve “pasif” kalmasının etkili olduğu vurgulanmıştır.
Din görevlilerinden bazıları, DĐB’in, dini alandaki etkisinin “yok” sayılmasında,
gelişmiş olan kitle iletişim araçlardan yararlanmamasının etkili olduğunu
belirtmişlerdir. Teşkilatın, gereken yerde ve zamanda sözlü ve yazılı açıklamalarda
bulunmamasının, DĐB’in konumu hakkında birtakım yanlış anlaşılmalara neden olduğu
ifade edilmiştir.
DĐB’in halk katında bir ağırlığının olmadığı belirtilmekle birlikte, uzun yıllar (75
yıl) dini alandaki hizmetlerin bu teşkilat vasıtasıyla yerine getirilmesi, bu teşkilata belli
bir “konum” atfedilmesini gerekli kılmıştır. “Dini temsil” anlamında başka bir
“makam”ın bulunmaması da, bu atıfta etkin olabilir. Teşkilatın etkisinin en küçük
yerleşim birimlerine kadar ulaşmış olmasının, halk katında önemli bir yer işgal etmede
etkili olduğu ifade edilebilir.
5.Din Görevlilerinin Ekonomik Durumları
Bireylerin ekonomik durumları, çoğu zaman onların toplumsal konumları
hakkında birtakım düşüncelere ulaşılmasına yardımcı olabilir. Bireylerin toplumsal
konumlarının belirlenmesiyle ilgili olarak genelde; meslek, gelir durumu, oturulan yer–
294
ev tipi ve eğitim süresi gibi kriterler üzerinde durulmaktadır1. Aslında, bu kriterler
arasında çok sıkı bir ilişkinin varlığından söz edilebilir. Meslek, gelir durumunu
etkileyebilir ve oturulan kesim de buna paralel bir ilişkinin göstergesi olarak
değerlendirilebilir. Eğitim durumunun da, ekonomik durumla yakından ilgili olduğu
söylenebilir.
“Çalışan”ların, farklı kategorilerde ele alınması mümkündür. Bunlar; öncelikli
olarak işçi ve memur biçiminde bir ayrıma tabi tutulabilirken, çalışılan kurumun “özel”
veya “kamu” kesiminde olması da, bu alandaki bir farklılığa işaret eder. Çalışma alanı
bakımından böyle bir ayrımın varlığı, her alana ait değişik birtakım problem, fırsat ve
değerlerin ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Toplumumuzda kamu kesiminde çalışma, çoğu zaman bireyler için bir güvence
olarak anlaşılabilirken, bu durum, birtakım sorunları da beraberinde getirebilmektedir.
Yine, özel sektörde de çeşitli sorunların ortaya çıkması ihtimali vardır. Çalışanların
özlük hakları ve maaş durumları konusunda birtakım sorunların ortaya çıkması
mümkündür. Özel sektörde çalışmak, bazı durumlarda (mali açıdan vb.) “doyurucu”
olabilirken, kimi durumlarda da avantaj sağlamayabilir.
Çalışma karşılığında alınan ücret, sahip olunan mesleki konumla yakından
ilgilidir. Mesleki hiyerarşi bakımdan “üst” konumlarda yer alan bireylerle, “alt”
konumda bulunanlar arasında birtakım ücret farklılıklarının olması normaldir.
Devlet memurlarının en çok şikâyetçi oldukları konuların başında, ücret
yetersizliği gelmektedir. 657 sayılı DMK’ya tabi olan din görevlilerinin de, ücret
konusunda birtakım sorunlarla karşı karşıya bulunmaları doğaldır.
Bu başlık altında, din görevlilerinin; maaş durumları, aldıkları ücretin yeterlilik
durumu, maaş dışındaki gelir durumları, elde edilen gelirin harcanma yeri, önemli bir
mali kaynağa sahip olunduğunda bunun nasıl değerlendirileceği ile ilgili görüşleri, din
hizmetleri tazminatını ele alış biçimleri, refah düzeyini algılayış şekilleri ve sahip
oldukları ev eşyasıyla ilgili bilgileri verilmeye çalışılacaktır.
5.1.Din Görevlilerinin Ücretleri
Ücret; yapılan herhangi bir faaliyet veya iş karşılığında iş görenlere ödenen
paradır. Aylık ise, bu paranın “ayda bir” ödenmesi biçimidir. Đş görenlere, aylık dışında
birtakım ödemeler (günlük, haftalık, iki veya üç aylık, yıllık vs.) yapılması da söz
konusu olabilir. Ancak, bu alanda en çok kullanılan ödeme biçiminin aylık olduğu
söylenebilir.
Maaş veya aylıkların miktarı, genel olarak kişilerin geçim yapabilmesi esasına
göre oluşmalıdır. Ancak, bu genel esasın her zaman göz önünde bulundurulmadığı ve
alınan maaş miktarının “geçim standardı”nın altında kaldığı durumlara sıkça
rastlanmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında, kuşkusuz devlet yönetimindeki
hükümetlerin etkisi büyük olmaktadır2.
1.Atay, age, s.97
2.Çalışanların –özellikle de memurların, (çünkü işçilerin grev ve toplu sözleşme hakları yanında, işi bırakma
eylemi yapma hakları da bulunmaktadır)– aylıklarının hükümetler tarafından “tek taraflı” olarak belirlenmesi,
295
Maaşın belli standartlara göre oluşturulması, hükümetler için çoğu zaman büyük
bir sorun teşkil etmektedir. Maaşlardaki artışın, yıllık enflasyon oranına göre olması
beklentisi söz konusudur. “Reel artış düzeyi”nin tutturulması için, birtakım faktörlerin
(döviz ve altın fiyatları, beyaz eşya fiyatları vs.) ölçü olarak ele alınabilmesi de
mümkündür.
Türkiye’de, devlet memurlarının maaşlarının reel açıdan, yıllara göre bir düşüş
eğiliminde olduğu dikkat çekmektedir. Özellikle Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra,
memurların ücretlerinde beklenen iyileştirmeler sağlanamamış ve bu durum günümüze
kadar devam etmiştir. Đktidardaki hükümetlerin, ücretlerin yükseltilmesi için yaptıkları
çabaların da, çoğu zaman yetersiz kaldığı dikkat çekmektedir1.
Diğer devlet memurlarından ayrı olarak, din görevlilerinin maaşlarında, bazı
dönemlerde artışlar olmuştur. Sön dönemlerdeki artışlardan en önemlisi, 1990 yılına
rastlamaktadır. Kanun hükmünde kararnameyle, hem merkez ve hem de taşra
teşkilatında çalışanların ücretlerinde birtakım iyileştirmeler sağlanmıştır2. Yapılan
iyileştirmelere rağmen, din görevlilerinin mali yönden sıkıntı içinde oldukları
söylenebilir. Din görevlilerinin maaşlarında; ünvan, derece–kademe, görev yeri (kır
veya kent) vs. unsurlardan dolayı birtakım farklılaşmalar görülmektedir.
Din görevlilerinin aylık ücretlerinin ele alındığı dağılımda (Tablo 86), din
görevlilerinin %72’sinin 20–25 milyon arasında maaş aldığı görülmektedir. %20.7’lik
bir oran ise, 26–30 milyon arasında maaş almaktadır. 19 milyon ve aşağısında maaş
alanlar %3.3’lük bir orana sahipken, 41–50 milyon arasında maaş alanların oranı %3.3
olarak gerçekleşmiştir. 36–40 milyon arası maaş alanlar %0.7 iken, 31–35 milyon arası
maaş alan hiçbir din görevlisine rastlanmamıştır.
Anketlerin uygulandığı dönemde (Kasım 1996), din görevlilerinin maaşlarının
döviz fiyatları üzerinden ele alınması, maaşlardaki reel değişme hakkında bir fikir
verebilir. Buna göre, din görevlilerinin; %72’sinin maaşları 200–250$ veya 300–
375DM’ye karşılık gelirken, %20.7’sinin maaşlarının da, 260–300$ veya 390–450
DM’ye karşılık geldiği dikkat çekmektedir.
Alan araştırmasının tamamlanmasından sonra, Ocak 1997’de, devlet
memurlarının maaşlarında yaklaşık %50 oranında bir iyileştirme yapılmıştır. Ancak,
yüksek enflasyon karşısında bu iyileştirmenin yetersiz kaldığı söylenebilir.
Kasım 1998 tarihi itibariyle, din görevlilerinin büyük çoğunluğunun maaşlarının
270–310$ veya 440–550DM arasında değiştiği görülmektedir. Ocak 1999 tarihinde ise,
devlet memurlarının maaşlarında yaklaşık %30 oranında bir iyileştirmenin yapılması
öngörülmüştür.
Asgari ücret miktarı üzerinde durulmasının da, karşılaştırma yapma bakımından
yararlı olacağı söylenebilir. 01.08.1998’den itibaren asgari ücret miktarı, net 32 milyon
lira olmuştur. Bugünkü (Kasım 1998) rakamlarla, bunun 110$ veya 180DM’ye karşılık
“standart yaşam biçiminin” tutturulmasını önleyebilmektedir. Konuyla ilgili olarak bkz. Bilal Eryılmaz, Kamu
Yönetimi, Akademi Kitabevi, Đzmir, 1995, s.256
1.Aytaç, age, ss.178–179
2.Tarhanlı, age, ss.122–123
296
geldiği söylenebilir. Asgari ücretin bu miktarda olmasına karşın, Ekim 1998 verileri
esas alındığında, beş kişilik bir ailenin sadece mutfak masrafının yüz milyondan fazla
olduğu ve yaklaşık 230 milyonun altında –aylık– geliri olanların “fakirlik sınırı”nda
bulundukları açığa çıkmaktadır1.
Yaşla, maaş durumu arasında bir ilişki göze çarpmaktadır. Yaşın –ve dolayısıyla
görevdeki kıdem durumunun– artmasına paralel olarak, maaşta belli bir artışın olduğu
görülmektedir. Derece ve kademelere göre, ücretlerde farklılaşmalar meydana gelirken,
görev yapılan yerin kırsal veya kentsel alan olması da, ücretlerin miktarında –az da
olsa– bir farklılaşmayı doğurmaktadır.
Saha araştırmasından kısa süre önce göreve başlayan bir müftünün, maaşının
oldukça düşük miktarda kaldığı dikkat çekmiştir. Đlahiyat fakültesi ve Haseki Eğitim
Merkezi mezunu olmasına rağmen, müftünün aylık maaşının, 10–15 yıl kıdemli bir MK
ile hemen hemen aynı miktarda olduğu görülmüştür.
DĐB teşkilatına bağlı olarak görev yapan “vekil” din görevlilerinin maaşları ise,
normal ücretin 2/3’si kadardır. Askerlik hizmetini yerine getirmek üzere geçici olarak
görevinden ayrılmış veya herhangi bir nedenden dolayı görevinin başında
bulunmayanların yerine, vekil din görevlileri atanması öngörülmüştür. Görev yapılan
yere, “asil” statüde din görevlisinin atanması veya geçici olarak görevinden ayrılan
kişinin geri gelmesi durumunda, vekil olarak görev yapanın teşkilatla ilişiği
kesilmektedir.
5.2.Alınan Ücretin Yeterlilik Durumu
“Devlet memuru” olarak adlandırılan kesim içinde yer alan din görevlilerinin,
aldıkları maaşları nitelendirme biçimleri de, ele alınması gerekli bir konu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu konudaki değerlendirmelerin ele alınabilmesi için din
görevlilerine; “bugünkü şartlar göz önünde bulundurulduğunda aldığınız maaşı nasıl
görüyorsunuz?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir.
Đlgili dağılımda (Tablo 87), din görevlilerinin %57.3’ünün aldıkları maaşı
“düşük” olarak nitelendirdikleri görülmektedir. %32.7’lik bir kesim ise, aylık ele geçen
ücreti “çok düşük” olarak nitelendirmiştir. Aylık ücretin “yeterli” olduğunu belirten din
görevlilerinin oranı, sadece %10 olarak gerçekleşirken, alınan ücreti “fazla” olarak
nitelendiren hiçbir din görevlisine rastlanmamıştır. Buna göre, din görevlilerinin
%90’ının, almış oldukları ücretin miktarından memnun olmadıkları ifade edilebilir.
Din görevlilerinin önemli bir kesimi, parasal yönden büyük sıkıntı çektiklerini –
özellikle enformel görüşmeler sırasında– dile getirmişlerdir. Bazı din görevlilerini anket
doldurmaya iten nedenlerin başında, ücret düşüklüğünün bu vesileyle dile getirilmesi
olduğu söylenebilir.
Aylık maaşı yeterli gören din görevlileri (%10), verilene kanaat etmek gerektiği
görüşündedirler. Đşsizliğin yüksek oranda seyrettiği günümüz Türkiye’sinde, belli bir
aylık elde etmenin hiç de küçümsenecek bir durum olmadığı ifade edilmiştir. Bazıları
da, kutsal bir mesleği icra etmenin mutluluğunu sergilemekte ve bundan dolayı verilen
1.10–15.11.1998 tarihleri arasındaki günlük gazeteler.
297
maaşa “büyük nimet” gözüyle bakmaktadırlar.
Dağılımda yer almasa da, bazı din görevlilerinin –görevi hakkıyla yerine
getiremediklerinden dolayı– aldıkları ücreti “fazla” olarak nitelendirdikleri
anlaşılmaktadır. Böyle düşünenler, verilen ücretin hakkının, ancak, içtenlikle ve
fedakârca bir görev yapmakla ödenebileceğini belirtmişlerdir.
Alınan maaşın, çoğunluk tarafından “düşük” olarak nitelendirilmesinin, bazı
devlet memurlarıyla kıyaslanma sonucu oluştuğu söylenebilir. Kimi din görevlilerinin,
diğer memurların seviyesine gelme yönündeki isteklerinde, daha çok öğretmen, polis
vs. çalışanların ücretlerinin temel alındığı söylenebilir.
Türkiye’de, devlet memurlarının maaşlarının yetersiz olduğu görüşü genel kabul
görmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’deki işsizliğin ve yaşam koşullarının göz önüne
alınmasının, maaşın “çok düşük” kategorisinde değerlendirilmesini önlediği ifade
edilebilir.
Din görevlilerinin yarısından fazlasının, aldıkları maaşları “düşük” biçiminde
nitelendirmelerinde, görev yapılan yerin büyük bir etkiye sahip olduğu söylenebilir.
Saha araştırması yapılan yerdeki din görevlilerinin %67.04’ünün kırsal alanda görev
yaptıkları gözlenmiştir. Dolayısıyla, kırsal bölgede –değişik birtakım nedenlerden (kira
vermeme, ulaşım konusundaki rahatlık, bazı yiyeceklerin üretimi vs.) dolayı– giderin az
olması, maaşın “çok düşük” biçiminde nitelendirilmesini önleyebilir. Bunun yanında,
hayat pahalılığının büyük şehirlere oranla il ve ilçe merkezlerinde daha az hissedilmesi,
yanıtların bu şekildeki dağılımında belirleyici olmuştur denilebilir.
Maaşların “çok düşük” ve “düşük” olarak nitelendirilmesinde, yapılan
araştırmanın –özellikle ücret yönünden– yarar getirmesi beklentisinin de etkili
olabileceği söylenebilir.
Memurlar üzerinde yapılan bir çalışmada, genel olarak alınan ücretin “çok
düşük” (%69.5) ve “düşük” (%25.2) olarak ele alındığı dikkat çekmektedir1. Din
görevlileri üzerinde yapılan araştırmalarda da, alınan ücretler genel olarak “yetersiz”
olarak nitelendirilmiştir. Keyifli’nin araştırmasında, din görevlilerinin %63’ü maaşın
yetmediğini, %29’u “kısmen yettiğini”, %5’i ise yettiğini belirtmiştir2. Köylü’nün
araştırmasında, din görevlilerinin %62’si maaşı “yetersiz”, %32.4’ü “kısmen yeterli”,
%3.9 ise “yeterli” olarak nitelendirmiştir3. Tatlılıoğlu’nun araştırmasında, din
görevlilerinin %61.5’i ekonomik durumu “normal” olarak görürken, %16.9’u “kötü”
olarak ele almış, %13.8’i ise “iyi” yanıtını vermiştir4. Dolayısıyla, “devlet memuru”
olanların, aldıkları
söylenebilir.
ücretleri
değerlendirme
1.Aytaç, age, ss.186–187
2.Keyifli, age, s.91
3.Köylü, age, s.67
4.Tatlılıoğlu, age, s.123
298
biçimlerinin
benzerlik
sergilediği
5.3.Maaş Dışı Gelirler
Din görevlilerinin maaş yanında, farklı birtakım gelirlere sahip olmaları da
mümkündür. 657 sayılı DMK’ya göre, devlet memurlarının ve dolayısıyla din
görevlilerinin, görev dışında herhangi bir işle uğraşmaları yasaktır1.
Maaş dışında çeşitli gelirlere sahip olma, alınan maaşın yetersizliğinden
kaynaklanabileceği gibi, miras yoluyla elde edilen mülklerden veya daha fazla kazanma
isteğinin motive ettiği girişimlerden dolayı da meydana gelebilir.
Maaş dışı gelir elde etmeyi belirleyen değişik unsurların bulunması olasıdır.
Bireyin görev yaptığı yerin buna uygun olması, –ek iş yapılacaksa– sermayenin ve boş
zamanın bulunması gerekir. Maaş dışı gelir elde edilmesini belirleyen daha başka
faktörlerin olması da mümkündür.
Din görevlilerinin maaş dışındaki gelirlerinin araştırılması, onların ekonomik
zihniyeti hakkında bir fikir verebilirken, maaşın yeterli olup–olmama durumuyla ilgili
birtakım değerlendirmelerde bulunulmasına da yardım edebilir. Bu amaçla sorulan
soruya verilen yanıtların dağılımında (Tablo 88), din görevlilerinin %77.3’ünün maaş
dışı gelirinin olmadığı görülmektedir. %8’lik bir oran, “köyümden geliyor” biçiminde
yanıt verirken, %5.3 kira aldığını, %5.3 ek iş yaptığını, %3.3 ise eşinin çalıştığını
belirtmiştir. Đki kişi, bu soruya yanıt vermezken, bir kişi ise soruyu “başka” seçeneği
altında cevaplandırmıştır.
Bir araştırmada; din görevlilerinin, maaş dışındaki gelirlerinin çeşitli olduğu
tespit edilmiştir. Bunlar; “hatim”, “cenaze”, “köyden geliyor”, “dükkân var”, “örgü
yapmak”, “esnaflık”, “eşi çalışıyor”, “hayvan besliyor”2 biçiminde sıralanabilir.
“Maaş dışında geliriniz var mı?, varsa belirtiniz” biçiminde sorulan soruyla ilgili
farklı birtakım durumların ortaya çıktığı dikkat çekmektedir. 10’a yakın ankette, “ek iş
yapıyorum” ve “eşim çalışıyor” seçenekleri işaretlenmiş ve bu seçeneklerin tekrar üstü
karalanmış veya silinmiştir. Devlet memuru olanların, başka işle uğraşmalarının yasak
olduğunun bilinmesi, bu şekilde bir tutumu ortaya çıkarabilir. Anket formlarının
amirlerce görülmesi endişesinin de, bunda etkili olduğu söylenebilir. Enformel görüşme
gerçekleştirilen din görevlilerinden bazılarının ifadeleri de, bu görüşü destekler
niteliktedir. Özellikle il ve ilçe merkezlerinde görev yapan din görevlilerinden
bazılarının, ticaretle uğraştıkları ifade edilmiştir. Hatta araba ve ev alım–satımı
yaptığını bildiğimiz bir din görevlisi, anket formuna, maaş dışında hiçbir gelirinin
olmadığını belirtmiştir.
Din görevlilerinin, ek işle uğraşmalarının –özellikle kırsal bölgede– insanlar
tarafından hoş karşılanmadığı, yapılan enformel görüşmelerden anlaşılmaktadır. Ek işle
uğraşmanın, görevi aksatacağı biçimindeki anlayış, yaygın olarak paylaşılmaktadır.
Ek iş yaptığını belirtenlerin bu faaliyetleri şu şekilde sıralanabilir; kitapçılık (2
kişi), çiftçilik, çiftçilik ve arıcılık, ticaret, kaynakçılık, inşaatçılık, oto alım–satımı.
“Başka” seçeneğinde ise bir kişi, “babam yardım ediyor” biçiminde yanıt vermiştir.
Kira aldığını belirtenlerin, lojmanda oturmaları ihtimali varken; evin işyerine
1.Ahmet Uzunoğlu, Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, s.342
2.Tatlılıoğlu, age, s.122
299
uzak olmasından dolayı, kiralık evde oturup kendi evini kiraya vermiş olabilecekleri
ihtimali de bulunmaktadır. Din görevlilerinin, kendilerine ait dükkânları kiraya
verebilmeleri de olasıdır.
Din görevlilerinin yaklaşık 2/3’sinin kırsal kökenli olması, onların kırsal kesimle
ilişkilerini devam ettirdiklerini düşündürmektedir. Dolayısıyla, kendi köyünden –
özellikle yiyecek ve tarımsal ürünler karşılığında alınan para biçiminde– ek gelir
sağlanması, olası bir durumdur denilebilir.
Din görevlileri arasında eşi çalışanlara çok az rastlanmaktadır. Aytaç’ın,
memurlar üzerinde yaptığı araştırmada, eşlerin çalışma oranı %16.1 olarak
gerçekleşmiştir1. Din görevlilerinin ise, çok az bir kısmının (%3.3), eşini çalıştırma
yönünde tutum sergiledikleri söylenebilir.
Bir araştırmada, din görevlilerinin eşlerinin %92’sinin ev hanımı olduğu tespit
edilmiş; %6’sının dini alanda çalışan memur, %2’sinin de başka işlerde çalıştıkları
açığa çıkmıştır. Din görevlilerinin eşlerini çalıştırmama nedenleri şunlardır: %42
“kadının yeri evi ve çocuklarına bakmaktır”, %33 “evinin işini ancak yapabiliyor”, %15
“kadının kazancı haramdır”, %10 “ortam müsait değil ve kötü”. Buna bağlı olarak, kız
çocuklarının çalışmasını istemeyenlerin oranı %82’dir. Öte yandan, erkek çocukların
çalışan bayanla evlenmelerine karşı çıkanların oranı da %82 olarak tespit edilmiştir2.
Din görevlilerinin; Mevlit, hatim, cenaze, nikâh, Yasin, devir vs. dini faaliyetleri,
maaş dışı gelir olarak ele almama yönünde tutum geliştirdikleri dikkat çekmektedir.
5.4.Gelirin Harcanma Yeri
Đnsanların, en çok ihtiyacını hissettikleri alanlarda parasal harcamalarda
bulunmaları genel bir beklentidir. Bireylerin kazançları kadar, bu kazancın harcanma
yeri de önemlidir. Toplumsal ve ekonomik bakımdan bireylerin konumlarının
tespitinde, kazancın harcandığı yerin bilinmesi yararlı olabilir.
Elde edilen gelirin harcanma biçimi, kişinin gelir miktarıyla doğrudan ilişkilidir.
Kişilerin karakter/kişilik yapısı, eğitim/kültür düzeyi, çevre/arkadaş durumu,
ihtiyaç/zorunluluk durumu vs. unsurlar da gelirin harcanmasında büyük bir etkiye
sahiptir denilebilir.
Din görevlilerinin, ele geçen aylık maaşı ve bunun dışındaki geliri, hangi alanlara
harcadıklarının anlaşılabilmesi amacıyla onlara; “kazancınızı en çok nereye
harcıyorsunuz?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir. Verilen yanıtlarla ilgili dağılımda
(Tablo 89), din görevlilerinin %78.6’sının “yiyecek–içeceğe” biçiminde yanıt verdikleri
görülmektedir. %25.3’lük bir oran “giyim–kuşama”, %19.3 “çocukların okul
masrafına”, %13.3 “ev kirasına”, %12.6 “yapı kooperatifine”, %6.6 “beyaz eşyaya”
biçiminde yanıt verirken, eğlenceye para harcadığını belirten hiçbir din görevlisine
rastlanmamıştır. “Başka” seçeneğini yanıtlayanların oranı ise %3.3 olarak
gerçekleşmiştir.
1.Aytaç, age, s.181
2.Tatlılıoğlu, age, s.113 ve s.119
300
Kazancın yiyecek–içeceğe ayrılmasıyla ilgili oranın, başka çalışmalardaki orana
yakın olduğu görülmüştür. DPT’nin elde ettiği sonuçlara göre, Türk insanı kazancının
%88.6’sını yiyecek–içeceğe ayırmaktadır. Aytaç’ın araştırmasında bu oran, %81.9
olarak gerçekleşmiştir1. DĐE’nin araştırmasında ise, harcama alanlarının oranları
farklılaşmaktadır. DĐE’nin 1987 verilerine göre, tüketim harcamalarının oransal
dağılımı şöyledir; %32 gıda, %20.8 konut, %12.3 giyim, %9.5 ev eşyaları, %8.6
ulaştırma ve haberleşme, %4.6 kültür, eğitim ve eğlence, %3.5 ev dışında yenen yemek,
%2.5 sağlık, %2 ev ve hane halkı ile ilgili bakım ve hizmet, %0.6 kişisel bakım, %3.1
diğer2.
Đlgili dağılımda, ihtiyaç olarak belirtilen alanların bir kısmının “zorunluluk”
taşımasına karşın, bir kısmının “zorunlu harcamalar” kategorisinde değerlendirilmesi
olası değildir. Gelirin; yiyecek–içeceğe, giyim–kuşama, ev kirasına ve çocukların okul
masrafına harcanmasına öncelik verilmesi doğal karşılanabilir. Ancak, beyaz eşya, yapı
kooperatifi ve eğlenceye yönelik harcamalar, zorunlu harcamalar kategorisine dâhil
edilmeyebilir.
Din görevlilerinin yaklaşık 1/3’inin kirada oturduğu tespitinden hareketle,
gelirden kiraya ayrılan paranın küçümsenemez bir miktara eriştiği anlaşılacaktır.
Gelirin, beyaz eşyadan çok yapı kooperatifine harcanması, ileriye yönelik bir yatırımın
varlığını akla getirmektedir. Özellikle yapı kooperatifine üye olan din görevlileri,
bundan dolayı büyük sıkıntı çektiklerini, ancak, sıkıntıya girmeden de ev sahibi
olamayacaklarını ifade etmişlerdir. Ev sahibi olmak için, yapı kooperatifinin en
avantajlı yollardan biri olduğu vurgulanmıştır.
Din görevlilerinin, bir evde bulunması gereken beyaz eşyadan çoğuna sahip
oldukları görülmektedir. Din görevlileri, lüks tanımlamasına giren beyaz eşyadan
bazısına ancak, belli bir refah düzeyine ulaştıktan sonra sahip olunabileceğini ifade
etmişlerdir.
Din görevlilerinden bazıları, kardeşlerinin okul masrafını kazancın harcanma yeri
olarak ele almışlardır. Dini içerikli kitap alma da, harcama kalemleri arasında yer
almaktadır. Yüksek öğrenim gördüğünü belirten bir din görevlisi de, bu alana
azımsanamayacak miktarda harcamada bulunduğunu ifade etmiştir.
5.5.Gelirin Değerlendirilme Biçimi
Yapılan iş karşılığında elde edilen gelirin ve varsa ek gelirin nasıl
değerlendirileceği, bireyden bireye değişebilir. Kazancın değerlendirilme biçimi,
kişilerin ekonomik zihniyeti hakkında birtakım verilerin elde edilmesini sağlayabilir.
Bazı bireyler, gelirlerini en küçük miktarına kadar değerlendirme yönünde tavır
sergilerken, bazılarının ileriye yönelik bir hedefi olmayabilir ve gelirlerini gündelik
birtakım alanlara harcayabilirler. Đleriye dönük olarak belirlenen hedeflerde de, büyük
farklılaşmalar olabilir. Kimileri, gelirlerini “ölü yatırım” olarak ele alınan alanlara (ev,
araba vs.) harcayabilirken, kimilerinin de daha başka alanlara (ticaret, sanayi–üretim
1.Aytaç, age, s.183
2.Türkiye Aile Yıllığı 1991, T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay., Ank., 1991, s.372
301
vs.) yatırım yapmaları söz konusudur. Bireylerin ekonomik zihniyeti ve buna bağlı
olarak yatırım yaptığı alanın; eğitim, çevre gibi birtakım faktörlerden etkilenmesi
olasılığı yüksektir.
Paranın yönlendirilmesinde, insanların dünya görüşlerinin de etkisinin
olabileceği söylenebilir. Dindar bir kimliğe sahip birisiyle, dini hassasiyete sahip
olmayan kişi arasında, yatırım yapılan alan konusunda birtakım farklılıkların bulunması
da yüksek bir ihtimaldir.
Mevcut ekonomik zihniyetlerinin öğrenilebilmesi için, din görevlilerine; “elinize
önemli bir miktarda para geçmiş olsa bunu nasıl değerlendirirsiniz?” biçiminde açık
uçlu bir soru yöneltilmiş ve alınan yanıtlar daha sonra standartlaştırılmıştır. Verilen
yanıtların dağılımında (Tablo 90), din görevlilerinin, birden fazla yanıt verme yoluna
gittikleri görülmektedir. Bu durum, ihtiyaç veya ilgi duyulan alanların çeşitliliğiyle
açıklanabilir.
Din görevlilerinin %32’sinin, “fakirlere ve hayır yerlerine harcarım” biçiminde
yanıt verdikleri görülmüştür. Ticaretle uğraşacağını belirten din görevlilerinin oranı
%29.3 olarak gerçekleşirken, gayrı menkul alacağını belirtenler, %25.3’lük bir orana
sahiptir. Parayı, kendisi ve ailesi için harcayacağını ifade edenler %21.3, araba almayı
hedefleyenler %19.3 oranındadır. Altın veya dövize yatırma biçiminde parayı
yönlendireceklerini belirtenler %14 iken, bu soruya yanıt vermeyenler %8 oranındadır.
“Başka” seçeneği altında yanıt verenlerin oranı ise %10’dur.
Verilere bakıldığında, din görevlilerinin eldeki fazla parayı, “kısa vadeli” ve
“uzun vadeli” yatırımlara yatırma taraftarı oldukları görülmektedir. Hayır kurumlarına
ve yoksullara yardım biçimindeki tutumun ise, din görevlilerinin 1/3’i tarafından
benimsendiği görülmüştür. Parayı hayır kurumlarına ve yoksullara harcayacağını
belirten din görevlilerinden yarıya yakını bu tutumun, ancak, kendisi ve ailesinin belli
ihtiyaçlarının karşılanmasından sonra gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.
Hayır kurumlarına yardım edeceğini belirten din görevlilerinin, genelde cami,
KK, medrese yaptırma alanlarında yoğunlaştıkları görülmektedir. Yoksullara yardım
edeceğini belirten din görevlileri ise, özellikle parasal imkânları kısıtlı olan “okuyan
öğrenciler”e yardımlarını yönlendireceklerini ifade etmişlerdir.
Ticaret yapacağını belirten din görevlilerinin, daha çok alım–satım ve pazarlama
işlerini tercih ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla, paranın daha çok hizmetler
sektöründe (alım–satım ve pazarlama) değerlendirilmesinin tercihi söz konusudur.
Üretim ve sanayiye yönelik faaliyetlerin ise, hiç tercih edilmediği görülmektedir. Buna
göre, din görevlilerinin, “üretken” bir ekonomik zihniyete sahip olmaktan uzak
oldukları söylenebilir.
Ayrı bir sektör olarak ele alınabilen; tarım ve hayvancılıkla ilgili herhangi bir
yanıta rastlanmamıştır. Tarım ve hayvancılıkla ilgili izlenen politikalarda, ülkemizde
genelde bir istikrarsızlığın olması, bu alanın tercih edilmemesinin nedenidir denilebilir.
Ancak, bu alanlarda yeni teknolojilerin kullanılması, hem işgücü maliyetini azaltmış ve
hem de kalitenin yükselmesine yardımcı olmuştur. Dolayısıyla, yeni teknolojinin
kullanımı konusunda, belli bir bilinç düzeyinin oluşmadığı ifade edilebilir.
302
Din görevlilerinin, “ölü yatırım” olarak değerlendirilen altın–döviz, gayrı menkul
ve araba konusunda istekli oldukları görülmüştür. Gayrı menkule yönelik yatırımların,
halkın genelinde görüldüğü üzere, şu andaki ihtiyaç ve çocukların geleceği için istenmiş
olduğu söylenebilir.
Verilen yanıtlara bakılarak, şu sonuca ulaşmak mümkündür; din görevlileri,
ihtiyacını en çok hissettikleri şeylere sahip olma tutumu sergilemektedirler. Uzun
zaman özlemi duyulan şeylerin alınması biçimindeki istemin önce, yatırım ve hayır
yapma düşüncesinin ise daha sonra oluştuğu söylenebilir.
“Başka” seçeneği altında verilen yanıtlarda; hacca gitmek, bir “hedef” olarak ele
alınırken, zorunlu veya zorunlu olmayan daha başka ihtiyaçların karşılanmasının da, bu
parayla gerçekleştirileceği belirtilmiştir. Din görevlilerinden bazıları, bu şekilde bir
paranın ele geçemeyeceği görüşünden hareket etmişler ve “geçiştirme” türünden
yanıtlar vermişlerdir. Yanıt vermeyen din görevlilerinin de, aynı düşünceden hareket
ettikleri söylenebilir.
Parayı, hisse senedine yatırma biçiminde değerlendireceğini belirten birkaç din
görevlisi bulunmaktadır. Belli ihtiyaçların karşılanmasından sonra, önemli miktarda
kitap alınacağı da ifade edilmiştir. Av meraklısı bir din görevlisi, otomatik silah
alacağını belirtmiştir.
5.6.Din Hizmetleri Tazminatıyla Đlgili Görüşler
Devlet memuru olarak hizmet veren din görevlilerine, bazı devlet memurlarında
olduğu (örneğin; polislere emniyet hizmetleri tazminatı, öğretmenlere eğitim–öğretim
tazminatı vs.) gibi, yaptıkları hizmetler için belli bir tazminat ödenmektedir. “Din
hizmetleri tazminatı” olarak tanımlanan bu ödenek, din görevlilerinin ücretlerinin
önemli bir kısmına karşılık gelmektedir. Kasım 1998 rakamlarına göre, din
görevlilerinin aldıkları din hizmetleri tazminatı, 40 milyona kadar erişebilmektedir. Bu
miktar, maaşın –yaklaşık– 1/2’ine veya 2/5’sine karşılık gelmektedir. Bu oranlarda
derece ve kademeye göre bazı değişmeler1 olabilmektedir. Bu tazminat, DĐB’de
çalışan; vaiz, KKÖ, ĐH ve MK’ye ödenmektedir.
Đlk olarak 01.07.1987 tarihinde ödenmeye başlanan bu tazminat, 281 sayılı kanun
hükmünde kararname ile 657 sayılı kanuna “Ek Madde 28” olarak eklenmiş ve daha
sonra, 418 sayılı kanun hükmünde kararname ile “Zam ve Tazminatlar” başlığı adında,
ek maddeyle yeniden düzenlenmiştir. Bu tazminat, önceleri memur aylık katsayısının
çarpımı ile elde edilirken, 01.01.1991 tarihinden sonra, aynı sayılı kanun hükmündeki
kararnamenin düzenlenmesiyle, “en yüksek devlet memuru aylığı” üzerinden belirlenen
oranlar uygulanarak hesaplanmıştır. Din hizmetleri tazminatından; damga vergisi ve
tasarrufu teşvik kesintisi dışında herhangi bir kesinti yapılmamaktadır2.
1.Devlet memurlarının maaşları; dereceye ve kademeye göre bir değişme gösterebilirken, farklı kurumlarda
çalışan, ancak, aynı derece ve kademede bulunanların maaşları da değişebilmektedir. Yine bunun gibi, aynı
öğrenim durumunda olan, ancak, farklı kurumlarda çalışanların ücretlerinde de farklılaşmalar olabilmektedir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Bilal Eryılmaz, age, s.256
2.Mehmet Đlhan, Bazı Kamu Görevlilerine Yapılan Ödemeler (1965–1990), T.C.Maliye ve Gümrük Bak. Yay.,
Ank., 1990, s.23
303
Din görevlilerinin, alınan din hizmetleri tazminatı ile ilgili görüşleri öğrenilmeye
çalışılmış ve onlara; “din görevlilerine verilen din hizmetleri tazminatı sizce yeterli
midir? Yeterli değilse, başka ne türlü tazminatlar verilebilir?” biçiminde bir soru
yöneltilmiştir. “Hayır” biçiminde yanıt verenlerin, ayrıca açıklama yapması da
istenmiştir.
Din hizmetleri tazminatının, yeterlilik durumuna ilişkin görüşlerin ele alındığı
dağılımda (Tablo 91), din görevlilerinin %83.3’ü tazminatın yetersiz olduğunu ifade
etmiştir. Bahsedilen tazminatın yeterli olduğu kanaatini taşıyanların oranı %14.7’dir.
%2’lik bir oran, yanıt vermemeyi tercih etmiştir.
Din görevlileri, genel olarak maaşın yetersizliğinden şikâyetçidirler. Bunun
yanında, din hizmetleri tazminatının artırılması ve bunun yanında, daha başka
tazminatlar verilmesine taraftar oldukları anlaşılmıştır. Bazı din görevlilerinin, aldıkları
din hizmetleri tazminatından habersiz olduğu tespit edilirken, bunun yanında aldığı
maaşla ilgili en ince ayrıntısına kadar bilgi sahibi olanlara da rastlanmıştır. Din
görevlilerinin, genel olarak GĐHS’de bulunan memurlardan –hatta DĐB’e bağlı olarak
müftülüklerde çalışan GĐHS’deki memurlardan bile– ücret konusunda belli bir
üstünlükleri söz konusudur.
Din görevliliği, fazla mesai ücreti verilmesi gereken mesleklerden biri olarak ele
alınabilir. Çünkü din görevlilerinin (özellikle murakıp, vaiz, ĐH ve MK) çalışma
sürelerinin, belli bir sınırı yoktur. Çalışma süresi, –özellikle ĐH ve MK’lerde– bir günde
bazen 19 saate kadar çıkabilmektedir. Tek görevlinin bulunduğu camilerde vazifeli olan
din görevlileri; Cumartesi ve Pazar günleri izinli olmazken, görevin aksamaması ve
yerlerine ehil bir kişi bulmaları koşuluyla 1.5 gün idari izinli sayılmaktadırlar. Buna
göre din görevlileri, bir günün sabah namazı kılındıktan sonra, ikinci günün öğlen
namazına kadar izinlidirler. Đzin günü ise, müftülükler tarafından belirlenmektedir.
Birden fazla görevlinin hizmet verdiği camilerde ise, görevliler farklı günlerde izin
kullanmaktadırlar. Birden fazla görevlisi olan camilerde görev yapanlar da, bir günün
sabah namazından ikinci günün öğlen namazına kadar idari izinli sayılmaktadırlar.
Vaizler ve murakıplar ise, müftülükçe belirlenen iki günde izin kullanabilmektedirler1.
Vaizlerin, değişik gün ve zamanlarda vaaz verebilmeleri mümkündür. KK’ler ise
Cumartesi, Pazar günleri kapalıdır.
Taşra müftülüklerinde çalışan ve daha çok GĐHS’de yer alan DĐB mensupları, din
görevlilerine verilen din hizmetleri tazminatının adının, “Diyanet hizmetleri tazminatı”
olarak değiştirilmesini ve bu tazminatın kendilerine de verilmesini istemektedirler.
Başbakanlığa bağlı olan kuruluşlarda çalışanlara ödenen “ek çalışma tazminatı”nın,
birçok kurumun hem merkez ve hem de taşra teşkilatında çalışanlara ödendiği, ancak,
bunun DĐB GĐHS’de çalışanlara ödenmediği ifade edilmiştir. Yine, GĐHS’te çalışanlar,
yüksekokul mezunu olmalarına rağmen, 5. dereceden aşağı inememeden şikâyetçidirler.
Din görevlilerinin yaklaşık 1/3’i, daha başka tazminatlar verilmesinden çok, din
hizmetleri tazminatının artırılması taraftarıdır.
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, ss.80–81
304
Özellikle kırsal kesimde görev yapan ve haftalık iznini sağlıklı bir biçimde
kullanamayanlar için tazminat verilmesi istenmiştir. “Meslek güçlüğü” tazminatı
verilmesi de, ifade edilen görüşler arasında yer almaktadır. Hafta sonu ve bayram
tatilinin olmamasından dolayı, tazminat verilmesi gerektiğini belirtenler bulunmaktadır.
“Kültür hizmeti ödeneği” ve “tek görevli tazminatı” adı altında birtakım tazminatların
verilmesi de bazılarınca dile getirilmiştir.
ĐH ve MK görevinde bulunanlar, müftülüklerce çeşitli dönemlerde düzenlenen
Kur’an kursları için “ek ders ücreti” verilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. KKÖ’ler de,
ek ders ücreti verilmemesi ile ilgili şikâyetlerini dile getirmişlerdir.
5.7.Refah Düzeyinin Algılanış Biçimi
Refah, kısaca; “bolluk, varlık ve rahatlık içinde yaşama, gönenç”1 biçiminde
tanımlanabilir. “Refah içinde yaşama”nın değişik boyutlarının (parasal, psikolojik,
toplumsal vs.) olabileceği ifade edilebilir. Ancak, yukarıdaki boyutlardan en
önemlisinin mali boyut olduğu söylenebilir. Hatta refah kelimesi, çoğu durumlarda
sadece para veya parasal güç olarak ele alınmaktadır.
Bireylerin, kendilerini refah içinde hissedip–hissetmemelerini belirleyen birtakım
unsurların olması doğaldır. Öncelikli olarak, çevrenin etkisinden söz edilebilir. Bireyin
psikolojik durumu da, refah düzeyinin algılanmasında etkili olabilir. Meslek, eğitim
düzeyi, ihtiyaç gibi etkenler de, refah düzeyinin algılanış biçiminde etkin bir yere
sahiptir denilebilir.
Aynı işi yapan ve dolayısıyla aynı ücreti alan bireylerin, refah düzeyini algılama
biçimlerinin değişmesi mümkündür. Öncelikli olarak, kişinin kendine ait karakteri ve
mizacından bahsedilebilir. Bu iki unsur, algılama düzeyini etkileyecek güçtedir. Bireyin
çevresi, arkadaş grubu gibi faktörler, algılamada belli bir yere sahipken, kişiye ait
dünya görüşü de refah düzeyinin algılanmasında önemlidir.
Refah düzeyinin algılanma biçimi, bireyin kendini diğerleriyle karşılaştırmasıyla
oluşabilmektedir. Dolayısıyla, refah düzeyi ile ilgili olarak ele alınan verilerin, her
zaman gerçeği yansıtması beklenemez. Çünkü verilen yanıtların “göreli” olma ihtimali
yüksektir. Kitle iletişim araçlarının, dünyayı bir “köy” haline getirdiği gerçeğinin de,
refah düzeyiyle ilgili değerlendirmelerde etkili olabileceği söylenebilir.
Kamu kesiminde çalışanların, refah düzeyinin algılanmasında benzer birtakım
özelliklere sahip oldukları söylenebilir. “Standart bir yaşam” sürmenin koşullarını
oluşturan hükümetlerin para politikalarının muhatabı durumundaki çalışanların, “ortak”
bir refah düzeyi algısını paylaşmaları beklentisi vardır.
Belli bir refah düzeyine sahip olmayı veya en azından öyle algılamayı belirleyen
değişik birtakım unsurlardan söz edilebilir. Refah düzeyini algılamada, aylık olarak ele
geçen paranın rolü büyüktür.
Maaşla, refah düzeyinin birlikte ele alındığı dağılımda (Tablo 92), iki değişken
arasında bir ilişkinin varlığından söz etmek mümkündür. Din görevlilerinin %36.7’si
“düşük”, %36’sı ise “orta” derecede bir refah düzeyine sahip olduğunu belirtmektedir.
1.Türkçe Sözlük, C:2
305
“Çok düşük” biçiminde yanıt verenler %17.3’lük bir orana karşılık gelirken, kendilerini
“yüksek” bir refah düzeyinde algılayanların oranı ise %9.3’tür. Bir kişi ise, bu soruya
yanıt vermemiştir. Din görevlilerinin %54’ünün, kendilerini “çok düşük” veya “düşük”
refah düzeyinde algıladığı görülmektedir ki, bu; aynı zamanda alınan ücretin
yetersizliğini de ortaya koymaktadır.
“Çok düşük” biçiminde yanıt veren, 19 milyon ve aşağısında maaş alan din
görevlilerinin oranı %40 iken, bu oran 26–30 milyon arasında maaş alanlarda %19.4’e
düşmektedir. 36–40 milyon ve 41–50 milyon arasında maaş alanlardan, refah düzeyini
“çok düşük” olarak nitelendirenlere rastlanmamıştır.
Refah düzeyini “düşük” olarak nitelendirenlerin oranı, –19 milyon ve aşağısında
maaş alanlar ayrı tutulacak olursa– maaş yükseldikçe azalma eğilimi göstermektedir.
20–25 milyon arasında maaş alanlardan, “düşük” biçiminde yanıt verenlerin oranı
%43.5 iken, bu oran 26–30 milyon arası maaş alanlarda %22.6’ya gerilemiştir.
19 milyon ve aşağısında olanlardan, refah düzeyini “orta” olarak ele alanlar
bulunmazken, 20–25 milyon arası maaş alanlarda bu oran %30.6, 41–50 milyon arası
maaş alanlarda ise %100 olarak gerçekleşmiştir.
Refah düzeyini “yüksek” olarak nitelendirenlerin oranı 20–25 milyon arası maaş
alanlarda %8.3 iken, 26–30 milyon arası maaş alanlarda ise %9.7 olmuştur. Refah
düzeyini “yüksek” olarak değerlendiren, 19 milyon ve aşağısında maaş alanların, bu
yanıtlarında istihza gibi başka anlamlar çıkarmak mümkündür.
Aynı mesleği icra etmek ve dolayısıyla aynı maaşa sahip olmak, aynı refah
düzeyinin paylaşılması için yeterli bir neden olmayabilir. Bireyin, maaş dışında
birtakım gelirlerinin olması, refah düzeyinin algılanış biçiminin farklılaşmasına neden
olabilir.
Din görevlilerinin görev yaptıkları ve dolayısıyla ikamet ettikleri yerin de, refah
düzeyi algısında etkin olduğu söylenebilir. Kırsal bölgede geçim şartlarının nispeten
daha kolay olması, refah düzeyinin algılanış biçimini etkileyebilir. Ek gelir düzeyinin
düşük olduğu yerlerde görev yapılması da, refah düzeyinin farklı algılanmasını
gerektirebilir.
Anket formunun 75. sorusu, “diğer meslek mensuplarıyla karşılaştırdığınızda bir
din görevlisi olarak refah seviyenizi nasıl görüyorsunuz?” biçiminde sorulmuştur. Din
görevlilerinin kendilerinden daha az maaş alanları göz önünde bulundurmak suretiyle,
refah düzeylerini “orta” ve “yüksek” olarak nitelendirmeleri de olası görünmektedir.
Medeni durumla, refah düzeyinin algılanması arasında bir ilişkinin varlığından
söz etmek mümkündür. Buna göre, evli olanların bekârlardan daha fazla, “çok düşük”
ve “düşük” seçeneklerini işaretledikleri tespit edilmiştir. Evli olanların “harcama
kalem”lerinin daha fazla olması, bu şekildeki bir dağılımı açığa çıkarmıştır denilebilir.
Refah düzeyinin algılanışında, doğum yerinin büyük bir etkiye sahip olduğu
görülmektedir. Đl merkezi, ilçe merkezi, kasaba, merkez köy ve ilçeye bağlı köy
biçimindeki sıralama ele alındığında, kırsala doğru gidildikçe alınan ücreti “çok düşük”
veya “düşük” olarak nitelendirme oranının düştüğü, kırsal alana doğru gidildikçe, maaşı
“orta” ve “yüksek” bulanların oranının arttığı dikkat çekmektedir. Kırsalda doğan ve
yaşamını burada devam ettiren birey için, belli bir yaşam standardı vardır ve bu
306
standart, kentle kıyaslandığında düşük bir seviyede kalmaktadır. Kırsal kesimde,
genellikle “asgari şartlarda” bir yaşam sürdürülmeye çalışıldığı ve lüks sayılabilecek
harcamalardan kaçınıldığı söylenebilir. Kente göre “az” sayılan para, kırsal kesim
insanı için büyük bir değer taşıyabilir. Din görevlileriyle yapılan enformel
görüşmelerde, köydeki insanların; din görevlisi ve öğretmen maaşına büyük bir değer
atfettikleri ifade edilmiştir. Yüksek değer atfetme ise, çocukların bu mesleklere
yöneltilmesi sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla, kırsal kökenli din görevlilerinin,
alınan maaşa daha büyük değer atfetme biçiminde bir tutum sergileyecekleri
belirtilebilir.
5.8.Sahip Olunan Eşya
Đnsan, sahip olduğu gelire göre, bazı tüketim mallarına sahip olabilir. Toplumda
işgal edilen “yer”e göre, birtakım şeylere sahip olunması da mümkündür. Bireye,
toplum içinde uygun görülen mevki veya konum, belli birtakım şeylerin sahipliğini
beraberinde getirebilir.
Teknolojinin gelişmesi, belli alanlarda insan gücünün kullanım oranının
azalmasını ve doğal olarak belli bir rahatlığı beraberinde getirmiştir. Kitle iletişim
araçlarının gelişimi, teknolojik yeniliklere olan ilgiyi arttırmıştır. Belli bir fonksiyonun
yerine getirilmesine yarayan nesneye sahip olma konusunda, kitle iletişim araçlarının,
reklâmlar vasıtasıyla insanları adeta “baskı altına aldıkları” söylenebilir.
Din görevlilerinin hangi ev eşyasına sahip olduklarının öğrenilmesi
amaçlanırken, onların toplumsal yapıda işgal ettikleri konum hakkında birtakım
yargılarda bulunmanın, bu sayede kolaylaşacağı tahmin edilebilir.
Sahip olunan eşyanın dağılımında (Tablo 93), renkli televizyona sahip olan din
görevlilerinin oranının %70 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Daha sonra, en çok
(%43.3) sahip olunan dayanıklı tüketim malının otomatik çamaşır makinesi olduğu
tespit edilmiştir. Koltuk takımına sahip olanların oranı %24.6 olarak gerçekleşirken,
arabaya sahip olduğunu belirten din görevlilerinin oranı %15.3’tür. Videosu olanların
oranı %7.3 iken, evinde bulaşık makinesi olan din görevlileri ise %5.3’lük bir orana
sahiptir. Adı geçen dayanıklı tüketim mallarından hiçbirine sahip olmadığını
belirtenlerin oranı %17.3’tür. Bir kişi yanıt vermezken, bir kişi de “başka” seçeneğiyle
cevap vermeyi tercih etmiştir.
Ayrı bir araştırmada, din görevlilerinin sahip oldukları dayanıklı tüketim
mallarının dağılımı şöyle gerçekleşmiştir; %74 buzdolabı, %58 çamaşır makinesi, %52
televizyon, %32 koltuk takımı, %28 müzik seti, %2 video. Söz konusu araştırma
sonuçlarına göre, bulaşık makinesi olan hiçbir din görevlisine rastlanmamıştır1.
Uzun vadeli taksit ve kredi imkânlarının mevcut bulunmasının, “dayanıklı
tüketim malları”nı elde etmede önemli bir yere sahip olduğu ifade edilebilir.
Televizyon, günümüzde en hızlı iletişim sağlayan araçların başında gelmektedir.
Bilgilenme ve eğlenme ihtiyacı içindeki insanın, televizyona sahip olması, kaçınılmaz
bir durum olarak ele alınabilir. Televizyon kanallarının çoğalması ve özel
1.Tatlılıoğlu, age, s.124
307
televizyonculuk anlayışının yaygınlaşması da, insanların bu araca sahip olma isteklerini
kamçılayabilir. Otomatik çamaşır makinesi, daha çok temizlik alanında büyük kolaylık
sağlamasından dolayı tercih edilmektedir. Bulaşık makinesine az oranda sahip olunması
ise, bu makinenin yaptığı “iş”in, nispeten daha “kolay yapılabilir” olmasına
bağlanabilir.
Araba, günümüzün en vazgeçilmez ulaşım araçlarından biri durumundadır.
Gelirden belli bir kısmını biriktirmek suretiyle, bu araca sahip olma olasılığı
bulunmaktadır. Din görevlileriyle yapılan enformel görüşmelerde, en çok ihtiyacını
çektikleri şeylerin başında arabanın geldiği tespit edilmiştir. Özellikle kırsal bölgelerde
görev yapan bazı din görevlileri, arabayı, “alınması gerekenlerin en önemlisi” olarak
nitelendirmişlerdir.
Din görevlilerinden kimileri; koltuk takımı ve bulaşık makinesi gibi bazı ev
eşyasını “lüks” veya “gereksiz” olarak nitelendirmiştir. Kullanım yoğunluğuna veya
ihtiyaca göre, eşyaya bir değer atfetme biçimindeki tutum, burada kendini
göstermektedir. Bazı din görevlileri, sadece “gerekli” olan eşyaya para verme taraftarı
olduklarını ifade etmişlerdir.
Günümüzde, kırsal alanlarda, “lüks” olarak nitelendirilebilecek bazı harcamaların
veya sahip olunan dayanıklı tüketim mallarının, modernleşme ölçütleri esas alındığında
lüks olmaktan çıktıkları söylenebilir.
6.Mesleki Alan Dışında Din Görevlileri
Đnsanın yaşamını sürdürebilmesi için, belli bir gelirinin olması kaçınılmazdır.
Gelirin varlığı ise, belli bir “iş”in yerine getirilmesi ile ilgilidir. Yerine getirilen “iş”in
özelliğine göre, belli bir gelirin elde edilmesi söz konusu iken, insanların, çoğu zaman
yüksek gelirli meslekleri tercih etmeleri söz konusudur. Bir “iş”in yerine getirilmesi,
çoğu zaman belli bir formasyon kazanımına bağlı iken, bu durum; eğitim, tecrübe,
ilgi/istek, imkan vs. unsurlarla da yakından ilişkilidir.
Bireyin toplumda göstermiş olduğu “işlevsel yararlılık”1, sosyal statünün
belirlenmesindeki başlıca kriterlerden biridir. Đşlevsel yararlılık, aynı zamanda mesleğin
toplumsal itibarının da belirleyicisidir.
Mesleğin bireye kazandırmış olduğu belli bir yaşam biçiminin, meslek alanı
dışında da sürdürülmesi söz konusu olabilir. Dolayısıyla, mesleğe ait birtakım tutum ve
davranışlar, meslek alanı dışında da sergilenebilir. Bu durum, mesleğin
içselleştirilmesiyle ilgili olarak ele alınabilir. Meslekle ilgili birtakım tutum ve
davranışların meslek alanı dışında da sergilenmesi durumu; birey ve toplum bazında
birtakım olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurabilir. Mesleğin icrası sırasında
sergilenmesi gerekli olan bazı tutum ve davranışların, mesleki yaşam dışında da
gösterilmesi, söz konusu tutum ve davranışların “yerindelik” derecesiyle yakından
ilgilidir. Tutum ve davranışların “yerinde” olması durumunun; çevreye ya da topluma
göre değişme ihtimali bulunmaktadır.
1.Çelebi, age, s.30
308
Bireyler, toplumda kendi statülerine uygun rolleri oynamak zorundadırlar. Başka
bir rol beklentisi içinde olunması durumunda, çeşitli sorunlarla karşı karşıya
kalınabilir1.
Kişilerin yerine getirdikleri değişik roller arasında bir çelişkinin olabilmesi de
mümkündür. Ancak, modernleşmeyle birlikte rol ve beklentilerde bir esnekliğin
oluşmuş olduğu dikkat çekmektedir2.
Mesleklerin bireylere; disiplin, dakiklik, dürüstlük gibi birtakım olumlu tutum ve
davranışlar kazandırabilmesi olağan bir durumdur. Bunun yanında; rüşvet, haksız
kazanç vs. biçiminde birtakım olumsuz tutum ve davranışlar da edinilebilir.
Benimsenen davranışların toplumsal yaşama yansıması, her zaman arzu edilen bir
durumdur. Düşünsel bakımdan belli bir çizginin tutturulmasında da, mesleki unsurların
etkisi olabilir. Belli bir dünya görüşünün benimsenmesinde, mesleğin kişiye
kazandırmış olduğu “bakış açısı”nın rolü inkâr edilemez.
Bu başlık altında; din görevlilerinin resmi görev dışında dini faaliyetlere katılma
durumları, arkadaşlarla yapılan sohbetlerde en çok işlenen konular, dini cemaatlerin
doğuşunun izahı ve fonksiyonları, “ideal dönem” olarak ele alınan Asr–ı Saadet
dönemine ulaşmak için izlenmesi gerekli olan yol ve cuma günü ile ilgili görüşler,
Alevilerin DĐB’de temsili ile ilgili konulara değinilecektir. Ayrıca, din görevlilerinin
dini liderlik alanındaki durumları, dini eğitim–öğretim faaliyetleri ile ilgili görüşleri,
ĐHL’den mezuniyeti din görevliliğini icra etmede yeterli görüp–görmedikleri, KK’lerde
verilen eğitimin niteliği ile ilgili görüşleri, yaz ve diğer dönemlerde verilen Kur’an ve
dini bilgi kursları hakkındaki düşünceleri, ilk–ortaöğretimde verilen din bilgisi
derslerinin yeterliliği ile ilgili görüşleri ele alınmaya çalışılacaktır.
6.1.Mesleki Alan Dışındaki Faaliyetler
Din görevlileri, “kutsal” olarak nitelendirilen bir “iş”i yerine getirmektedirler.
Diğer mesleklerde olduğu gibi, din görevliliğine özgü birtakım tutum ve davranışların,
meslek alanı dışına taşınması ihtimali bulunmaktadır. Dinlerin hükümlerinin, genelde
“ortak iyi”ye yönelik olduğu göz önüne alındığında, din görevliliği mesleğine özgü olan
ve meslek alanı dışına taşma durumundaki tutum ve davranışların, toplumsal
bütünleşme bakımından olumlu işlevler yerine getirebilecekleri söylenebilir. Bunun
yanında, her alanda olduğu gibi, bu alanda da belli bir taassubun olması, istenmeyen bir
durumu, yani toplumsal alanda bir çözülme ve çatışmayı doğurabilir.
Din görevliliği mesleğini icra edenlerin, meslek alanı içindeki davranışlarını,
mesleki alan dışında da sergilemelerinin gereği, Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi
1995/1’de şu biçimde ifade edilmiştir; “gerek hizmet içinde ve gerek hizmet dışında
davranış, hal ve hareketlerde Đslam ahlakına ve Başkanlığımız mensubuna yakışır tarzda
hareket edilecektir”3. Din görevlisi olunmasından dolayı, bu kimselerin meslek alanı
1.Erhan Atiker, Bireyselleşme ve Toplumsal Farklılaşma, ĐÜ Ed. Fak. Yay., Đst., 1995, s.70
2.Atiker, age, s.108
3.Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, s.2
309
dışındaki birtakım tutum ve davranışlarının toplum tarafından eleştirisi de söz konusu
olabilir. Toplum tarafından genel kabul gören birtakım tutum ve davranışların, din
görevlileri tarafından sergilenmesinin bazen büyük tepkilere neden olduğu
bilinmektedir. Din görevlilerine, “ideal davranışlar sergilemesi gereken” kişiler gözüyle
bakılmasının, onların hareket alanlarının kısıtlanmasına neden olduğu söylenebilir.
6.1.1.Resmi Görev Dışında Yerine Getirilen Dini Hizmetler
Mesleki alan dışında birtakım dini faaliyetlerde bulunmanın, dinin “etkileme
boyutu”yla yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Bu davranışların, kişinin dindarlığı ile
ilgili bilgi edinilmesine yardım edebileceği söylenebilir.
“Din hizmeti”ni yerine getirmekle görevli olan bireylerin, mesleki alan dışında
birtakım dini faaliyetlerde bulunmaları olasılığının daha yüksek olduğu söylenebilir.
Çünkü kazanılan mesleki formasyonun, görev alanı dışında da birtakım yansımalarının
ortaya çıkması, her meslek grubu için olası iken, din hizmetiyle birlikte ele alınabilen
“kutsallık” düşüncesinin, bu aktivitenin daha yoğun bir biçimde yerine getirilmesini
sağlayacağı söylenebilir. Dinin etkileme boyutu olarak değerlendirilen ve genellikle
bireylerin gönüllü katılımlarından kaynaklanan aktiviteler, onların dini
bilinçlenmelerine ayrı bir katkı sağlayabilir.
Đfa ettikleri meslekten dolayı, dini değerleri benimseme derecelerinin yüksek
olduğu tahmin edilen din görevlilerinin, resmi görev dışında herhangi bir dini faaliyeti
yerine getirip–getirmediklerinin öğrenilmesi amacıyla onlara; “resmi göreviniz dışında
herhangi bir dini göreviniz oluyor mu? Oluyorsa nasıl?” biçiminde bir soru
yöneltilmiştir. “Evet” yanıtını verenlerin, birtakım açıklamalarda bulunmaları da
istenmiştir.
Đlgili dağılımda (Tablo 94), resmi görev dışında herhangi bir dini hizmeti yerine
getirdiğini belirten din görevlilerinin oranı %51.3 olarak gerçekleşmiştir. Resmi görev
dışında dini bir faaliyette bulunmadığını belirtenler ise %48’lik bir orana sahiptirler. Bir
kişi ise, bu soruya yanıt vermemeyi tercih etmiştir.
Bu konuyla ilgili sorunun, çok geniş bir anlamda ele alınabilmesi olasılığının,
çeşitli dini faaliyetlerin “resmi görev dışındaki dini faaliyet” olarak tanımlanmasına
neden olduğu söylenebilir. Kimi din görevlileri; Mevlit, Yasin, hatim, cenaze, nikâh,
devir gibi dini merasimleri, “resmi görev dışı dini faaliyet” olarak tanımlamış; kimileri
de, bunlar “bir din görevlisinin görev alanına giren faaliyetlerdir” yanıtını vermiştir.
Din görevlilerinin %10’undan fazlası, yukarıda söz edilen faktörleri, “görev dışı dini
faaliyet” olarak ele almıştır. Bazıları da, bahsedilen dini faaliyetlerin, “din
görevlilerinin yapması gereken vazifeler” içinde ele alınamayacağını özellikle
belirtmiştir. DĐB’in hazırlamış olduğu, “Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1”de;
“teçhiz–tekfin, Mevlit, hatim” gibi dini hizmetlerin din görevlilerince yerine
getirilmesi, ancak, ücret alınmaması gerektiği belirtilmiştir1. Bahsedilen dini
faaliyetlerin, din görevlileri tarafından icra edilmesi istenirken, bu faaliyetlerin
“yapılması gerekli olan vazifeler” içinde ele alınmasının tavsiye edildiği görülmektedir.
1.DĐB, agg, s.13
310
“Resmi görev gereği yerine getirilen dini hizmet”–”resmi görev dışındaki dini
hizmet” biçiminde bir ayrım yapılmasının; din görevlilerince, normalde dini bir faaliyet
gibi algılanmayan bazı hizmetlerin, “resmi görev dışındaki dini faaliyet” biçiminde
yorumlanmasına neden olduğu söylenebilir.
Bu soruya “evet” biçiminde yanıt veren din görevlilerinden; dini sohbetlerde
bulunduğunu belirtenlerin oranı yüksektir. Dini cemaatler dışında gerçekleştirilen dini
sohbetler, genelde kırsal bölgelerde olmaktadır. Din görevlilerinden bazıları, bu
şekildeki sohbetlerin de giderek azaldığını ifade etmişlerdir. Kitle iletişim araçlarından
özellikle televizyonun, geleneksel sohbet anlayışını değişime uğrattığı din
görevlilerince dile getirilmiştir. Dini cemaatlere veya tarikatlara devam eden din
görevlilerinin sayısının ise, çok sınırlı olduğu dikkat çekmektedir.
Görev alanı dışındaki dini faaliyetlerin, görev yapılan ortamdan önemli ölçüde
etkilenmesi doğaldır. Görev yapılan ortamın homojen ya da heterojen olması, bireylerin
dindarlık derecesi ve din görevlilerinin bilgi düzeylerine ilişkin kanaatler, dini faaliyeti
etkileyen başlıca faktörlerden birkaçıdır. Bu faktörler, dini faaliyetlerin çeşitliliği
hakkında da bilgi vermektedir. Dini bilgiye ihtiyaç duyulan ortamlarda, resmi görev dışı
dini faaliyetlerin yoğun olması beklentisi vardır.
Resmi görev dışında dini faaliyetlerde bulunduklarını belirtenlerin oranı, yaşın
artmasına paralel olarak yükselmektedir. Yine, resmi görevi dışında dini bir faaliyeti
olmadığını belirtenlerin oranı, yaş arttıkça azalmaktadır. Mesleğin bireye kazandırmış
olduğu formasyon, belli bir zamandan sonra geniş bir çerçevede ele alınmakta ve birey,
mesleği tam olarak içselleştirmese bile, zamanla mesleğin gereklerinin bütün hayatı
kapsaması kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısıyla, yaşın artmasına paralel olarak, resmi
görev dışı dini faaliyetlerde bulunma oranının artması, mesleklerin bireylere
kazandırmış olduğu yaşam biçiminin her zaman ve mekânda yaşatılmak istenmesiyle
açıklanabilir.
Resmi görev dışında dini faaliyette bulunma durumuyla, ünvan arasında bir
ilişkinin varlığından söz edilebilir. Resmi görev dışında dini hizmette bulunduğunu
söyleyen din görevlilerinin oranı, ünvanın düşmesine karşılık yükselmektedir. Cami
görevlilerinin (ĐH ve MK), insanlarla daha yakın ve samimi ilişkiler geliştirebilme
imkânlarına karşılık, “üst”lerdeki görevlilerin, toplumdan göreceli bir “uzaklık”ta
bulunmaları, dağılımın bu şekilde gerçekleşmesine yol açabilir. “Üst” konumlarda
bulunan din görevlilerinin (müftü, müftü yardımcısı, vaiz) yönetsel konularla daha çok
ilgilenmeleri, meslek alanı dışındaki dini hizmetlerin önemli ölçüde gerçekleşmesini
engelleyebilir.
Özellikle şehir merkezinde görev yapan din görevlilerinin, boş zamanlarını
değerlendirdikleri merkezlerden biri, Din Görevlileri Derneği olmaktadır. Din
Görevlileri Derneği’yle müftülük arasında resmi bir bağın bulunmadığı, ancak, bazı din
görevlilerinin bu derneğin faaliyetlerine katıldıkları görülmüştür. Din görevlilerinin,
özellikle dini bilgilerinin arttırılması yönündeki birtakım faaliyetlerin, bu derneğin
amaçları içinde yer aldığı dikkat çekmektedir. Din görevlilerinin, özlük haklarının
geliştirilmesinin sağlanması ile ilgili olarak da, birtakım çalışmaların bu dernek
vasıtasıyla gerçekleştirildiği görülmektedir.
311
Üniversite/yüksekokul mezunu olan bazı din görevlilerinin, ĐHL veya ilköğretim
okullarında dışarıdan derslere girdikleri dikkat çekmektedir. Bunun yanında, KKÖ
olduğu halde, cuma namazı kıldırmak veya vaaz vermek suretiyle cami hizmetlerine
yardımcı olan din görevlilerine de rastlanmaktadır. Cami yapım faaliyetlerinde
bulunmak da, resmi görev dışındaki dini faaliyet kapsamında ele alınmıştır.
6.1.2.Arkadaşlarla Đlişkiler ve Tartışılan Konular
Din görevlilerinin, toplumsal hayatta çok sayıda ve özellikte kimselerle ilişki
içinde bulunmaları mümkündür. Đlişkide bulunulan kimselerin, din görevlisi ya da farklı
mesleklere sahip olmaları olasıdır. Din görevlilerinin, arkadaşlarıyla sohbetlerinde en
çok ele aldıkları konunun incelenmesi; onların mesleki ve toplumsal yaşamlarına ilişkin
birtakım bilgilere ulaşılmasına yardımcı olabilir. Bu konuda nasıl bir tutum
sergilediklerinin tespit edilmesi amacıyla onlara; “arkadaşlarınızla sohbetlerinizde
ağırlıklı olarak hangi konular ele alınmaktadır?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir.
Đlgili dağılıma (Tablo 95) göre, din görevlilerinin sorulan soruya birden fazla
yanıt verdikleri görülmektedir. Bu, din görevlilerinin arkadaşlarıyla sohbetlerinde
birden fazla konuya değinme yönünde tutum geliştirdiklerini göstermektedir.
Din görevlilerinin arkadaşlarıyla sohbetlerinde, en çok (%77.3) dini konuları ele
aldıkları görülmektedir. Đkinci olarak (%40.6), güncel konular ele alınmaktadır.
Ekonomik hususların ele alındığını belirten din görevlilerinin oranı %16 iken, siyasal
alanın sohbet konusu olduğunu ifade edenler ise %15.3’lük bir orana sahiptir. Spor ve
magazin konularının sohbetlerde dile getirildiğini belirtenler %2’dir. Ailesel konuların
konuşulduğunu ifade edenler de %2 oranına sahiptir.
Din görevlilerinin, günün büyük bir bölümünü, mesleki faaliyetlerle geçirmeleri,
onların dini alanla ilgili olarak sohbette bulunmalarını kaçınılmaz kılabilir. Dini alanda,
“tam” bilgi sahibi olunması, kişilerin uzun zamanını ve çabasını gerektirmektedir.
Dolayısıyla, din görevlilerinin dini alanda bilgi eksikliği içinde olmaları her zaman
mümkündür. “Yeni” olarak kabul edilen birtakım konularda, dini hükümlerin bazen tam
olarak netlik kazanmamış olması, bu konuların tartışılmasına neden olabilir. DĐB’in,
“fetva verme” konusunda bazen “çekimser” ya da “geç” kalması, tartışmaların daha da
büyümesine neden olabilmektedir. Dolayısıyla, din görevlilerinin meslektaş veya
meslek dışındaki arkadaşlarıyla; aylık toplantı, ziyaret gibi çeşitli vesilelerle bir araya
gelmeleri, hem sohbet etmelerine ve hem de değişik konularda bilgilenmelerine yol
açabilir.
Toplumumuzda, bilgili–bilgisiz herkesin dinle ilgili olarak konuşmasının yaygın
olduğu dikkat çekmektedir. Köktaş’ın araştırmasında; dinle ilgili olarak “sık sık”
konuşanların oranı %18.7, “ara sıra” konuşanların oranı ise %68.7’dir. Dolayısıyla,
dinle ilgili olarak konuşanların toplam oranı %87.4’e erişmektedir1. Dinle ilgili
tartışmalara sıkça rastlanan bir toplumda, din görevlilerinin bu davranışı daha yoğun bir
biçimde sürdürmeleri olağan bir durum olarak kabul edilebilir.
1.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s.168
312
Din görevlilerinin, meslektaşları dışındaki kimselerle sohbetlerinde de dini
konuların ele alınması mümkündür. Din görevlilerinin böylesi bir durumda,
“bilgilenilen kimse” konumunda olmaları ihtimali daha yüksektir. Din görevlilerinin,
dini ve toplumsal lider olması vasfı gereğince, verilen bilgiye “fetva” gözüyle bakılması
da olasıdır. Bilgi açısından “eşit” bir durumda bulunulması ya da din görevlisinin
sohbette bulunduğu kimsenin bilgi düzeyinin yüksek olması halinde, belli konularda
tartışma içine girilmesi de olağandır.
Güncel ve siyasal konuların sohbetlerde ele alınması olasılığının daha yüksek
olacağı söylenebilir. Kitle iletişim araçlarının, yerel ve küresel alandaki birçok bilgiye
ulaşma yönündeki fonksiyonları, bu konuların sık sık tartışılmasını gerektirebilir.
Güncel konular gibi, siyasal konuların da, kitle iletişim araçları vasıtasıyla insanlara
ulaştığı bilinmektedir. Bazı bireylerin, siyasal ilgilerinin çok ileri düzeyde bulunması
olası bir durumken, siyasal görüşün, güncel konulara bakış açısını belirleme yönünde
bir etkide bulunacağı da ileri sürülebilir.
Spor ve magazin konularına değinilmesi, bireylerin o alanlardaki ilgilerinin
derecesiyle yakından bağlantılıdır.
Ekonomik konularda sohbet etme; parasal bir sıkıntının varlığıyla, belli bir
alanda yatırım yapma isteğiyle ya da başka bir amaca yönelik olarak gerçekleşebilir.
657 sayılı DMK’ya tabi olan din görevlilerinin, ücret konusunda belli bir sıkıntı içinde
olduklarına daha önce değinilmişti. Dolayısıyla, sohbetlerde ekonomik konuların
işlenmesinin, daha çok “çekilen sıkıntı”yla ilgili olması olasılığı yüksektir denilebilir.
6.2.Din Görevlilerinin Dini Cemaatleri Değerlendirmeleri ve Dinin
Anlatımıyla Đlgili Görüşleri
Mensching, evrensel dinlerin; özellikle dini cemaat oluşturma yönündeki
etkisinden söz etmektedir. Evrensel dinlerin, “temsil edilme” noktasında dini cemaat
oluşturmasına karşılık; ulusal ya da ilkel dinlerin, kutsallık atfedilmeyen aile, kabile
gibi cemaatler tarafından temsil edildiğini ifade etmektedir1.
Đslam dininin, cemaat yaşamını tahrip eden toplumsal ilişkilere karşı; “kültürel
başkaldırı” ve “kültürel yenilenme talebi”ni dile getirme çabasında olduğu dikkat
çekmektedir2. Dolayısıyla, Đslam dininin yaygın olduğu toplumlarda, cemaat
ilişkilerinin bütün dönemlerde az ya da çok var olması3 bir yönüyle kaçınılmazdır
denilebilir.
Modern yaşam biçiminin Türk toplumunda yaygınlaşması, dine yönelik olan
tutumlarda da bir değişime neden olmuştur4. Türkdoğan, tarikat yapısının günün
koşullarına uygun “transformasyonu” anlamındaki dini cemaatlerin, Türk toplumunda
son zamanlarda oluşan “tarihsel boşluk”tan kaynaklandığını ileri sürmektedir.
1.Mensching, age, s.162
2.Sarıbay, age, ss.187–188
3.Dini cemaatlerin şehir formundaki özellikleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Tatar, age
4.Orhan Türkdoğan, “Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler ve “Cemaatlaşma”
313
Sanayileşme ve teknolojinin gelişmesi ile “kalabalıklar içinde yalnız” kalan Türk
insanının, bu buhrandan kurtulmak için dini cemaatlere sığındığını ifade etmektedir. O,
dini cemaatleri; Türk toplumundaki değişimin bir yansıması olarak görürken, bu
hareketleri yapay değil “şartların oluşturduğu bir olgu” olarak ele almaktadır1.
Bahsedilen
hareketlerin,
“kimlik arama” sürecinin bir göstergesi olarak
2
değerlendirilmesi de olasıdır .
Dini cemaatlerin, dini “saf haliyle” yaşama yönündeki tutumların gelişmesine
yardımcı oldukları ifade edilmiştir3. Bazı sosyal bilimciler, dini cemaatleri, bir “kimlik
arama” faaliyeti ya da “kalabalıklar içinde yalnız” kalan bireylerin bir “sığınma yeri”
olarak yorumlarken, bazı düşünürler de bu oluşumların çok daha farklı fonksiyonlar
üstlendiklerini belirtmektedirler. Kara; dini cemaatlerin, devlet tarafından tanınmamış
olmasının, onların yasal konumlarını tartışmalı hale getirdiğini belirtmektedir.
Dolayısıyla, dini cemaatlerin, yönetimlerin karşısına çıkma “cesareti”
gösteremediklerini ifade etmektedir. Dini cemaatlerin; devletin kasten “boş bırakmış
olduğu alanları” doldurmak gibi bir fonksiyon üstlendiklerini belirtmektedir4.
Genel bir bakış açısıyla yaklaşıldığında; tarikatlar, dini cemaatler ile DĐB gibi
dini bir amaç güden oluşumların, belli bir noktada birleştikleri söylenebilir. Bahsedilen
bu oluşumlar, bazı durumlarda birbirinin alternatifi gibi ele alınabilmektedirler.
Devletin din işlerine müdahalesini, dinin aleyhine bir uygulama olarak ele alanların,
genelde “sivil din”i temsil eden dini oluşumlardan yana tavır koydukları görülmektedir.
Devletin dinle ilgili düzenlemelerinin, “bütünleştirici” yönlere sahip olduğu ve bunun
dışındaki dini oluşumların, “dine nifak sokucu” birtakım hareketlerde bulundukları
biçimindeki görüşlerin var olduğu da bu noktada hatırlanmalıdır.
Üzerlerinde değişik yorum ve eleştirilerin yapıldığı dini cemaatler hakkında, din
görevlilerinin değerlendirmelerine aşağıda değinilecektir.
6.2.1.Dini Cemaatlerin Doğuşunun Đzahı
Dini hizmet alanında önemli bir yer işgal eden DĐB’in, bir mensubu olarak din
görevlilerinin, dini cemaatlerle ilgili belli görüşlerinin olduğu düşüncesinden hareket
edilmiştir. Din görevlilerinin, dindarlıkla yakından ilişkili olan bu dini oluşumların
doğuşu ve gelişmesiyle ilgili görüşlerinin öğrenilmesi amacıyla onlara; “toplumumuzda
yaygın olan dini cemaatler nasıl açıklanabilir?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir.
Din görevlilerinin dini cemaatlerin doğuşuyla ilgili olarak birden fazla seçeneği
yanıtladıkları görülmektedir (Tablo 96). Dini cemaatlerin doğuşuyla ilgili çeşitli
görüşlerin, din görevlileri tarafından paylaşıldığı verilerden anlaşılmaktadır.
Din görevlilerinin %33’ü, dini cemaatlerin ortaya çıkışını, dünya çapında dine
karşı bir eğilimin varlığıyla açıklama yoluna gitmiştir. %32.6’lık bir oran ise, insanların
1.Orhan Türkdoğan, “Türk Toplumunda Yeni Dini Hareketler ve “Cemaatlaşma”
2.Orhan Türkdoğan, “Günümüz Türk Sosyolojisinin Dinamikleri”, Türkiye Günlüğü, S:39, Mart–Nisan 1995
3.Yümni Sezen, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar, MÜ ĐFV Yay., Đst., 1990, s.228
4.Đsmail Kara, Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye, ss.88–91
314
bir kimlik bunalımı içinde olmalarının, belli bir dini cemaat içine girilmesini kaçınılmaz
kıldığı görüşündedir. %30.6’lık bir oran, dini cemaatlerin ortaya çıkışını, DĐB’in din
hizmetlerinde yetersiz kalmasıyla açıklamaktadır. Toplumda demokratik bir ortam
oluşumunu, dini cemaatlerin doğuş nedeni olarak ele alan din görevlilerinin oranı
%14.6’dır. Din görevlilerinin %6.6’sı bu soruyu yanıtsız bırakırken, %2.6’lık bir oran
ise “başka” seçeneği altında yanıt vermeyi tercih etmiştir.
“Diyanet’in din hizmetlerinin yetersiz kalmasıyla” biçimindeki seçenek, bu
sorunun ilk seçeneği olduğundan dolayı, bu soruyu “yorum yok” diye cevaplandıran
veya yanıt vermeyenlerin oranı, din görevlilerinin yaklaşık %10’una karşılık
gelmektedir.
“Başka” seçeneği adı altında yanıt verenlerin ifadeleri şu şekildedir;
“Parçalanıp bölünmeyle açıklanabilir”,
“Müslümanların tarikatlardan hoşlanmalarıyla açıklanabilir”,
“Dini dejenere etmeye matuf hareketlerdir”,
“Đslam’ın evrenselliği ile açıklanabilir”.
Dünya çapında dine karşı bir eğilim olduğu görüşü genel kabul görmektedir.
Sözü edilen konunun basın–yayın organlarında tartışılması, bu yöndeki görüşleri
doğrulamaktadır. Bu gelişmelerin, özellikle kentsel alanlarda yaşandığı düşüncesi genel
olarak paylaşılmaktadır. Dini değerlere yönelmenin, ibadet yerleriyle de ilgisinin
olduğu bilinmektedir. Đbadet yerlerinde vazifeli din görevlilerinin, bu mekânlara ilgi
gösteren bireylerin nitelik ve niceliklerini göz önünde bulundurmaları, bunlarda dini
değerlere karşı bir eğilim olduğu görüşünü güçlendirebilir.
Kırsal bölgelerde, dini yaşam adına birtakım gerekleri yerine getiren insanların,
kentleşme sürecine –özellikle göçle– girmeleri ile bu yaşam biçiminden tamamen
uzaklaştıkları söylenemez. Dini yaşamla ilişkili olarak, bireylerin, farklı mekânlarda
farklı birtakım oluşumlara ilgi göstermeleri olasıdır. Bu ilginin, her zaman dini
değerlerden uzaklaşma yönünde gerçekleşmesi düşünülmemelidir. Dolayısıyla, dini
yaşamın gereklerinin yerine getirilmesi sürecinde, önemli bir etkiye sahip olan dini
cemaatlerin, mekân değişimine bağlı olarak ortaya çıkan, ancak, dinle ilgili “işlevler”in
yerine
getirilmesinde “farklı
usullerin izlendiği
oluşumlar” biçiminde
değerlendirilmeleri de mümkündür.
Toplumumuzda, DĐB’in; din hizmetlerinde yetersiz kalmasının, başka dini
oluşumların ortaya çıkmasına zemin hazırladığı tarzında yaygın bir kanaat söz
konusudur. Geçmiş Türk–Đslam devletlerinde; vakıf hizmetleriyle dini hizmetlerin
birlikte ele alındığı göz önünde bulundurulduğunda, sunulan hizmet bakımından
vakıfları anımsatan dini oluşumların ortaya çıkış nedenleri üzerinde değerlendirme
yapmak daha da kolaylaşmaktadır. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, vakıfların
işlevlerinin belli bir gerileme içine girmesinin, bu alanda bir eksikliğin hissedilmesine
neden olduğu söylenebilir. Dini mekânların ayakta kalmasında en büyük etkiye sahip
olan vakıflar konusunda, DĐB’in yetkisinin bulunmaması ise, vakıflaşma alanındaki
gerilemeyi daha da derinleştirmiştir denilebilir.
Teşkilat itibariyle DĐB’in, uzun bir geçmişinin olması, din hizmetlerinin belli
alanlarında başarılı sonuçlara ulaşılmasını sağlamıştır. Örgütlenme itibariyle en küçük
315
yerleşim birimine kadar ulaşılması, bir yönüyle teşkilatlanmanın mükemmelliğiyle
açıklanabilir. Buna karşılık, verilen hizmetler konusunda birtakım eksiklik ve
yanlışlıkların olduğu da bilinmektedir. Bu konuda, din görevlilerinin büyük bir
kısmının, belli bir rahatsızlık içinde oldukları dikkat çekmektedir.
Araştırma kapsamına alınan müftülerden birisi, Đslam tarihi boyunca din
hizmetlerinin, devletin gözetimi altında olduğunu belirterek, dini faaliyetlerin yerine
getirilmesi konusunda, DĐB’in varlığının gereklilik arz ettiğini vurgulamıştır. Dini
hizmetlerin, devletin gözetimi altında yürütülmesinin, Türk–Đslam geleneğinin bir
gereği olduğu, din hizmetini yürüten kuruma belli bir özerkliğin verilmesinin de yararlı
olacağı ifade edilmiştir.
DĐB’le dini cemaatler arasındaki ilişkinin, giderek iyileştiği ve geliştiği ifade
edilmiştir. Altıkulaç’ın DĐBA görevinden ayrılmasından sonra, DĐB’le dini cemaatler
arasında gözle görülür bir düzelmenin olduğu ileri sürülmüştür. Altıkulaç’ın, bir iyi
niyet göstergesi olarak devletle dini barıştırmaya ve dinin temsilcisi olarak da DĐB’i
göstermeye çalıştığı, ancak, insanların bunu yanlış anladıkları ve devletin dine
müdahale ettiği biçiminde bir görüntü ortaya çıktığı ifade edilmiştir.
Araştırma kapsamına alınanlardan bir müftü, din görevlilerinin dini cemaatlere
saygı duyabileceklerini, ancak, belli bir dini oluşuma girmelerinin doğru olmayacağını
belirtmiştir. Belli dini cemaatlere mensup din görevlilerinin; diğer dini cemaatlerin ve
DĐB’in hizmetlerini küçümsemelerinin imkân dâhilinde olmasının, dini cemaatlerin
hepsine aynı mesafede durulmasını gerekli hale getirdiğini ifade etmiştir.
Din görevlilerinin belli dini cemaatlerle bağlantılarının olması, görevin tam
olarak yerine getirilmesine engel teşkil edebilir. Bütün oluşum ve gruplara aynı
uzaklıkta olunması, mesleğin ifa edilmesi için gerekli bir unsurdur. Din görevlilerinin,
bütün dini cemaatleri kucaklayan bir anlayışta olmaları istenmiştir.
Dini cemaatlerin ortaya çıkmasında, toplumsal ve yönetsel yapının da büyük bir
etkiye sahip olduğu söylenebilir. Dine karşı olan tavırlar, belli bir dini bilinçlenmeyi
ortaya çıkarırken, toplumsal yaşamda belirgin bir serbestlik ve demokratik ortamın
oluşumu da, bu alandaki gelişmelere hız kazandırmıştır denilebilir.
Cumhuriyet’in belli bir döneminden sonra, siyasal ve toplumsal yaşamda
demokratik ve liberal birtakım ilkelerin uygulanmaya başlanması, her alanda olduğu
gibi, dini yaşam alanında da bir serbestlik ve rahatlamaya neden olmuştur. Günümüz
toplumunda yaygın olan dini cemaatlerin, toplumun her kesimi tarafından bilinmesi ve
yerine getirilen faaliyetlerin çeşitlenmesinde, yönetsel ve demokratik yöndeki
gelişmelerin toplum bazında ve yönetim sistemindeki demokratik etkisinin büyük
olduğu söylenebilir.
Dini cemaatlerin Türkiye’de bu derece yaygın olmasını, “hoşgörü”nün yaygınlığı
ile açıklayan din görevlileri de bulunmaktadır.
Genel olarak, dini cemaatlerde bir “olgunluk”tan söz edilemeyeceği bir müftü
tarafından dile getirilmiştir. Din işlerinin dini cemaatlere bırakılması halinde, aralarında
bir sürtüşmenin olacağına inanılmaktadır. Dini cemaatlerin neden olduğu bir
hizipleşmenin Türkiye’deki yaygınlığından söz edilmektedir.
316
Dini cemaatlerin çoğalmasını, bilgisizliğin mevcudiyetiyle açıklayanlar
bulunmaktadır. Çeşitli dini grup ve cemaatlere; Müslümanların “zihinlerini
bulandırmak” için yönetimler tarafından destek verildiği de ifade edilmiştir. Dini
cemaatlere devam edenlerin çoğunluğunun samimi oldukları, ancak, yerine getirilen
fonksiyon itibariyle, dini cemaatlerin devletin güdümünde olduğu ileri sürülmüştür.
6.2.2.Dini Cemaatlerin Fonksiyonları
Dini cemaatlerin ortaya çıkış nedenlerini açıklama yanında, bu oluşumların
fonksiyonları konusunda, din görevlilerinin nasıl bir görüşe sahip oldukları da
öğrenilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla din görevlilerine; “dini cemaatlerin toplumumuzda
en önemli işlevi aşağıdakilerden hangisidir?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir.
Dini cemaatlerin fonksiyonlarının ele alındığı dağılımda (Tablo 97), din
görevlilerinin soruyu birden fazla seçenekle yanıtladıkları görülmektedir. Din
görevlilerinin %45.3’ü, dini cemaatlerin; dinin daha iyi anlaşılması yönünde bir yarar
sağladıklarını ifade etmiştir. %35.3’lük bir oran ise, bireylerin grup veya toplulukla
bütünleşmelerinde dini cemaatlerin önemli bir fonksiyona sahip olduklarını belirtmiştir.
Dini cemaatlerin, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı arttırma yönünde bir fonksiyona
sahip olduklarını belirtenler ise %26’lık bir orana karşılık gelmektedir. %8.6’lık bir
oran, dini cemaatlerin psikolojik yönden daha güvenli bir yaşam sürdürülmesini
sağladığını belirtirken, bu oluşumların herhangi bir hizmeti olmadığını belirtenlerin
oranı %5.3 olarak gerçekleşmiştir. %4’lük bir kesim, bu soruyu yanıtsız bırakırken,
“başka” seçeneği altında yanıt verenler ise %2.6’lık bir orana sahiptir.
Dini cemaatlerin fonksiyonlarıyla ilgili olarak, “başka” seçeneği adı altında yanıt
veren din görevlilerinin ifadeleri aşağıdaki gibidir;
“Dinin insanlar arasında yaygınlaşması için çabalamaktadırlar”,
“Dinin doğru anlaşılmasını gölgeliyorlar”,
“Kendilerine maddi çıkar sağlıyorlar”,
“Hiçbir cemaati yeterli bulmuyorum”.
Din görevlilerinin (%11.3’ü hariç), dini oluşumlar/cemaatler hakkında olumlu bir
bakış açısına sahip oldukları görülmektedir.
Köktaş’ın, değişik parti (DSP, CHP, DYP, ANAP) mensupları üzerinde yaptığı
bir araştırmada, dini cemaatlerin ve tarikatların fonksiyonları ile ilgili olarak değişik
görüşlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Buna göre; “dinin doğru anlaşılmasını
engelliyorlar” cevabını verenler %32.5, “bunlar sivil toplumun öğeleridirler,
faaliyetlerine engel olmamalı” diyenler %18.4 oranına sahiptir. %17.8’lik bir oran, dini
cemaatlerin fonksiyonunu, “ülkenin gelişmesini engelliyorlar, faaliyetlerine engel
olmalı” biçiminde değerlendirirken, %12.2’lik bir oran da, “bunlar çağdaş toplumda
bulunmaması gereken hurafe kaynağıdırlar” biçiminde yanıtlamıştır. “Đnsanların
manevi ihtiyaçlarını tatmin etmeleri bakımından yararlıdırlar” diyenler %11.9, “dinin
daha iyi anlaşılmasına ve yaşanmasına yardımcı oluyorlar” biçiminde yanıt verenler ise
%7.2’lik bir orana karşılık gelmektedir1. Buna göre, deneklerin %62.5’i dini cemaatler
1.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, s.266
317
hakkında olumsuz bir görüşe sahipken, %37.5’lik bir oran ise, bu oluşumlar hakkında
olumlu bir kanaate sahiptir. Dini oluşumlara karşı olumsuz bakışın yüksek
görünmesinde; dini cemaatler ve tarikatların aynı başlık altında ele alınmasının etkisi
olabilir. Son dönemlerde, dini oluşumlarla (özellikle tarikatlarla) ilgili olarak, basın–
yayın organlarında çıkan haberlerin, bu oluşumlara daha temkinli yaklaşılmasına ve
hatta olumsuz gözle bakılmasına neden olduğu söylenebilir.
Đslam dininin ortaya çıkmasından belli bir dönem sonra, devletin dine
müdahalesinin (Emevi ve Abbasi devletlerinin; mezhep imamları ve diğer din bilginleri
karşısındaki tutumları hatırlanacak olursa), “sivil din” olarak ele alınabilecek bir dini
anlayışın ortaya çıkmasına zemin hazırladığı söylenebilir. Devletin temsil ettiği dinin;
“sınırlı”, “resmi”, “kuralcı” vs. olduğu çoğu zaman dile getirilirken; tarikatlar ve dini
oluşumların din konusunda daha “serbestçi” ve “esnek” oldukları ileri sürülmektedir.
Dolayısıyla, dinin farklı biçimlerde ele alınma isteğinin, “sivil din”in temsilcileri olarak
değerlendirilen dini oluşumların ortaya çıkmasına zemin hazırladığı söylenebilir.
DĐB’in devletin güdümünde olması, gündemdeki konularla ilgili açıklamalarda
bulunmada geç davranması, yönetimi–hükümetleri eleştirme noktasında pasif kalması
gibi eleştiriler, gerçekleştirilen enformel görüşmelerde, din görevlilerinin önemli bir
kısmı tarafından dile getirilmiştir. Yukarıda eleştiri konusu olan durumlar ortadan
kaldırılsa bile, DĐB’in devlet bakanlığına bağlı olması, birtakım endişe ve
hoşnutsuzlukların mevcudiyeti için yeter sebep olarak gösterilmektedir. Dini
oluşumların belli yazılı kurallarının olmaması ve daha çok birincil ilişkilerin bu
gruplarda yaygın olması, buna karşılık; DĐB’in, resmi kurallar içinde hareket etmesi,
dini oluşumlara olumlu gözle bakılması sonucunu doğurmaktadır denilebilir.
Din görevlilerinden bazıları, dini cemaatlerin amacının; Đslam kardeşliğini
pekiştirmek olduğunu belirtmişlerdir. Dini cemaatlerin, Müslümanları adeta “beslediği”
dile getirilmiştir. Türk toplumunun dini ihtiyaçlarının karşılanmasında, dini cemaatlerin
etkisinin büyük bir öneme sahip olduğu vurgulanmıştır. DĐB ve dini cemaatlerin farklı
alanlardaki hizmetlerinin, sonuçta bir bütün oluşturduğu belirtilmiştir. Dini cemaatlerin,
insanlarda bir “otokontrol sistemi”nin gelişmesine yardım ettiği de ileri sürülmüştür.
Dini cemaatleri, dine hizmeti gaye edinen insanların oluşturduğu sivil
örgütlenmeler biçiminde değerlendiren din görevlileri de bulunmaktadır.
Kimlik bunalımının yol açtığı sorunlara çare olma yönündeki önemli katkıları, bu
oluşumlara olumlu yaklaşılmasına ve üye olmak suretiyle onlarla bütünleşme biçiminde
birtakım yönelimlere neden olabilir. Dini oluşumları, sosyolojik anlamda cemaatten
ayıran en önemli husus; cemaatlerde belli bir akrabalık ya da hısımlığın söz konusu
olmasına karşılık, dini oluşumlarda böyle bir özellik yer almamakla birlikte, ilişkilerin
birincil nitelikte gerçekleşmesidir. Dolayısıyla, birincil ilişkilere sahip olan bu
oluşumların, belli “toplumsal kesim”lerin bütünleşmelerini sağladığı söylenebilir.
Ayrıca, bu oluşumların psikolojik yönden bir “güven ortamı” oluşturmalarının da, bu
çerçeve içinde değerlendirilmesi mümkündür.
Dini oluşumların/cemaatlerin, vakıf anlayışını farklı bir çerçevede sunan,
“birincil grup”lar olarak ele alınmaları mümkündür. Söz edilen oluşumların toplumda
318
çoğu zaman “vakıf” adı altında gerçekleştirdikleri hizmetlerin, “vakıf geleneğini
canlandırmak suretiyle, yeni dayanışma biçimlerine yol açtığı” söylenebilir.
Dini oluşumların/cemaatlerin, herhangi bir hizmetinin olmadığı yönündeki
görüşler, bu oluşumların çeşitli hizmetleri sunmalarından ve bu faaliyetlerinde farklı
teknikleri kullanmalarından kaynaklanmaktadır denilebilir. Bu oluşumların yakından
tanınmaması, bunlarla ilgili olumsuz görüşlerin yaygınlaşmasına neden olabilirken, dini
oluşumlar/cemaatler arasındaki ihtilaflı bazı konuların mevcudiyeti ve ihtilafların, gerek
cemaat üyeleri ve gerekse de basın–yayın organları vasıtasıyla dile getirilmesi, bunların
genelde olumsuz olarak değerlendirilmelerine yol açabilir. Dini cemaatlerdeki siyasal
birtakım yönelimlerin varlığının, bu oluşumlara duyulan güvenin yitirilmesine neden
olduğu da bazı din görevlileri tarafından ifade edilmiştir.
Dini cemaatlerin varlığının, birçok önemli sorunu da beraberinde getirdiği
belirtilmektedir. Dini cemaatlerin; dini “parçaladığı” ve cemaat mensuplarının kendi
menfaatlerini düşündükleri ifade edilmiştir. Belli dini cemaatlere mensup bireylerin,
bazı konularda cemaatin ilkelerine göre hareket ettikleri ve bu durumun objektifliği
zedelediği belirtilmiştir. Bahsedilen oluşumların “belli faaliyetleri” yerine getirdikleri,
ancak, bu faaliyetleri eksiksiz bir biçimde gerçekleştiremedikleri ifade edilmiştir. Buna
karşın, dini cemaatlerdeki; “çalışma sistemi”, “çalışma disiplini”, “bütünleşme” ve
“kaynaşma”nın din görevlilerince örnek alınmasının, DĐB’in hizmetlerinin kalitesini
yükselteceği yolunda bazı görüşler dile getirilmiştir.
Din görevlilerinin, dini cemaatleri hiç tanımadıkları biçimindeki görüşün yanlış
olduğu vurgulanmıştır. Din görevlilerinin, dini cemaatlere girme isteklerinin
oluşmamasında, bu oluşumların bilgi düzeyinin düşüklüğünün etkisinin olduğu din
görevlilerince dile getirilmiştir.
Din görevlilerinin, dini cemaatlere karşı ilgisiz kalmalarında, özellikle kırsal
bölgede görev yapmanın önemli bir yere sahip olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla,
iletişim eksikliğinin bu oluşumlara karşı ilgisizliğe neden olduğu söylenebilir. Dini
cemaatlerin daha çok kentsel alanlarda faaliyet göstermesinin, bu oluşumlara daha
kolay ulaşımı mümkün hale getirdiği ileri sürülmüştür. “Beş vakit namaz kıldırmak” ve
“camiye gidip–gelme”lerin, dini vecibelerin yerine getirildiği düşüncesini din
görevlilerinde oluşturduğu ve bunun da belli bir dini cemaate yakınlaşmayı engellediği
ifade edilmiştir.
6.2.3.Değişimde Takip Edilecek Yöntem
Đslami literatürde; “irşat”, “tebliğ” ya da “ilay–ı kelimetullah” olarak belirtilen
kavramlar; dinin anlatılması ya da yaşanması ve dolayısıyla yaygınlaşması ile ilgili
olarak ele alınmaktadır. Bunun yanında, Đslam dinine mensup olanların yaşamlarında
idealize ettikleri unsurlardan biri de, “Asr–ı Saadet dönemi”ndeki “dini yaşam”a
ulaşmadır. Đslam’ın doğuş yılları olması ve dinin “en saf” haliyle yaşanması, bu döneme
bir özlem duyulmasını sağlamaktadır. Bu döneme; dine hiçbir “bidat” ya da “hurafe”nin
girmediği ve Peygamber’in yaşadığı dönem olmasından dolayı ayrı bir önem verilmekte
ve arzu edilmektedir.
“Asr–ı Saadet dönemine ulaşma” terimi; bireylerin, dinin anlatımı ve yaşanması
319
ile ilgili takip ettikleri yöntemle ilgili bilgi elde edilmesini kolaylaştırabilir. Đslam’ın
doğuş dönemlerinden itibaren, dinin anlatımı ve yaşanması ile ilgili değişik yöntemlerin
uygulandığı dikkat çekmektedir. Đşte bu farklı yöntemler, farklı dini oluşumların ortaya
çıkmasını kaçınılmaz kılarken, aynı zamanda bu durum, birtakım ihtilaflara da
kaynaklık etmiştir. Dolayısıyla, belli değerlerin hayata geçirilmesi sürecinde, –
bireylerin, grupların, toplumların farklı anlayışta olmalarından dolayı–, değişik yolların
takip edilmesi nasıl imkân dâhilinde ise, dinin anlatılması ve yaşanması için belli
yolların takip edilmesi de olası bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Din görevlilerinin, dinin anlatımı ve yaşanması ile ilgili olarak nasıl bir görüşe
sahip olduklarının anlaşılması için onlara; “Asr–ı Saadet dönemi ve toplumu en ideal
dönem ve toplum olarak ele alındığında, günümüzde o seviyeye ulaşmak için nasıl bir
yol izlenmeli?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir.
Konuyla ilgili görüşlerin dağılımında (Tablo 98), din görevlilerinin birden fazla
seçeneği işaretledikleri dikkat çekmektedir. Din görevlilerinin 2/3’si, irşat ve tebliğ
faaliyetlerinin yaygınlaşması yoluyla bir değişim yaşanması görüşünde birleşmektedir.
%38’lik bir oran, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yaygınlaşması suretiyle değişim
yaşanması yönünde görüş bildirirken, %19.3’lük bir oran ise, siyasal bir oluşumun
iktidara gelmesi yoluyla bir değişim yaşanmasından yanadır. Tepeden inmeci bir
yaklaşımla, bir değişimin yakalanması gerektiğini belirten hiçbir din görevlisine
rastlanmamıştır. Đki kişi soruyu yanıtsız bırakırken, “başka” seçeneği altında yanıt
verenler ise %4.6 oranına sahiptir.
Din görevlilerinden bazıları, bahsedilen döneme ulaşmanın olanaksızlığından söz
etmişlerdir. Kimisi de, Asr–ı Saadet dönemi ile günümüzün karşılaştırılmasının
yanlışlığını vurgulamıştır.
Đrşat ve tebliğ kavramları; Đslam dininin yaygınlaşması ve hayata geçirilmesinde
temel bir rol oynamaktadırlar. Geniş bir çerçevede ele alındığında, dinin bu iki
kavramla ifade edilmesi imkân dâhilindedir. Dolayısıyla, yukarıdaki farklı dört
seçeneğin; “irşat” ve “tebliğ” başlığı altında düşünülmeleri mümkündür. Ancak, soruda
“irşat” ve “tebliğ” kavramları, daha çok dinin “klasik anlatımı” anlamında ele alınmış,
diğer seçeneklerde de farklı yöntemlerden bahsedilmiştir. Dinin anlatımı konusunda din
görevlilerinin, daha çok “cami metodu” olarak tanımlanan metodu kullanma yönünde
tutum geliştirdikleri söylenebilir. “Klasik metot”un, din görevlileri tarafından yaygın
olarak kullanıldığı, bazı müftüler tarafından da dile getirilmiştir. Bu metodun birçok
sorunu beraberinde getirdiği vurgulanmış ve bunun Sünnet’e aykırı olduğu ifade
edilmiştir. Örneğin; camide vaaz esnasında, Peygamber’le cemaat karşılıklı olarak
görüşlerini dile getirebilmişlerdir. Hutbe esnasında bile, bu müzakereler devam etmiştir.
Ancak, günümüzde camilerde çok “resmi” bir havanın olduğu belirtilmiştir. Din
görevlileriyle müzakerenin; vaaz ya da hutbe sırasında değil, bu uygulamalardan sonra
bile gerçekleşmesinin neredeyse olanaksızlaştığı vurgulanmıştır. Din görevlilerinin,
klasik metodu bilinçli olarak kullanmadıkları belirtilerek; verilen dini eğitimin, onları
bu şekilde davranmaya yönelttiği ifade edilmiştir.
Yaygın eğitim ve öğretim faaliyetleriyle, birey ve toplum bazında değişimlerin
gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu yöntem, daha çok bir “kurumsallaşma”yla ilgilidir.
320
Bu yöntem; belli bir sistematiğe göre hareket edilmesini gerektirirken, aynı zamanda
diğer yöntemler gibi, “belirginleşmiş sınır”lara sahip olduğu da söylenebilir. Bu
faaliyetin, insanları disipline etme yönünden daha başarılı olduğu bilinmektedir. Din
görevlilerinden bazılarının, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yaygınlaşması ile ilgili
olarak üzerinde durdukları konulardan biri; doğal ve dini bilimlerin birlikte ele alınması
ve bu iki unsurun kaynaştırılmasıdır. Doğal ve dini bilimlerin birlikte ele alınmasıyla
ilgili olarak, geçmiş tecrübelerden yararlanılmasının gerekliliğine değinilmiştir.
Siyasal bir oluşum vasıtasıyla bir değişim gerçekleştirilmesinde, belli bir
“toplumsal altyapı”nın mevcut olması gereklidir. Bu görüşte olan din görevlileri,
azımsanamayacak bir orandadır.
Tepeden inmeci yöntemde ise, “toplumsal bilinç”in devre dışı kalması söz
konusudur. “Toplumsal taban”ın olmaması, bu şekildeki değişim denemelerinin
hedefine ulaşmasını engelleyebilir.
Din görevlilerinden bir kısmı, dini anlatım esnasında; mevcut ortam, insanların
bilgi düzeyi vs. unsurların göz önüne alınması gerektiğini ifade etmişlerdir. Đçinde
bulunulan dönemde, “en etkin yöntem” ne ise onun uygulanması istenmiştir. Belli
yöntemleri kullanma konusunda ısrarlı olmanın, hiçbir zaman çözüm getiremeyeceği
belirtilmiş, günümüzde etkin yöntemlerden biri olan “ikna yöntemi”nin kullanılmasının
gereği üzerinde durulmuştur.
Dinin anlatımı ve yaşanması ile ilgili olarak, takip edilecek yöntemden çok,
neticenin önem taşıdığını ileri sürenlere de rastlanmıştır.
6.2.4.Cuma Günüyle Đlgili Düşünceler
Cuma namazı, Müslümanların yerine getirmesi gerekli olan bir ibadet olarak ele
alınmaktadır. Kur’an’da, bu namazın ismiyle anılan bir sure (Cum’a) de bulunmaktadır.
Cuma namazını diğerlerinden ayrı kılan yön; bu namazın topluca kılınması/tek başına
kılınamaması, namazdan önce hutbe okunması ve haftalık bir ibadet olmasıdır.
Cuma namazıyla ilgili birtakım tartışmaların olduğu bilinmektedir. Bu tartışmalar
daha çok; cuma gününün tatil günü olması, cuma namazının kılınması için öğlen
tatilinin uzatılması, cuma günüyle ile ilgili var olan uygulamanın devam etmesi
çerçevesinde gerçekleşmektedir. Cuma gününün tatil edilmesi ya da cuma namazı
kılınabilmesi için öğlen tatilinin uzatılmasını ele alan birtakım kanun tasarılarının
hazırlanması ile ilgili haberlerin basın–yayın organlarında yer aldığı dikkat
çekmektedir. Son dönemlerde, kadınların cuma namazı kılıp–kılmamaları ile ilgili
birtakım tartışmalara da rastlanmaktadır.
Cuma namazının rahatça kılınabilmesi için, son dönemlerde birtakım
düzenlemelerin gerçekleştirildiği dikkat çekmektedir. Özellikle, cuma namazı vaktinin,
“çalışma saatleri” ile çakıştığı durumlarda, cuma namazının belli bir süre ertelenmesi
yoluna gidildiği görülmektedir.
Cuma günüyle / namazıyla ilgili görüşlerin dağılımında (Tablo 99), din
görevlilerinin %75.3’ünün “cuma günü resmi tatil olmalı” biçiminde yanıt verdikleri
dikkat çekmektedir. %20.7’lik bir oran, cuma namazı kılabilmek için öğlen tatilinin
321
uzatılmasını isterken, bugünkü uygulamanın aynen devam etmesi yönünde görüş
belirtenlerin oranı ise %2.7’dir. Đki kişi ise, bu soruyu yanıtsız bırakmıştır.
Köktaş’ın bir araştırmasında; “cuma namazını daha rahat kılabilmek için öğlen
tatilinin daha uzun olması yeterlidir” biçiminde yanıt verenler %43.3 iken, “cuma günü,
Müslümanlar için özel anlamı olan bir gündür, bütün gün tatil olmalı” biçiminde görüş
bildirenler ise %28.8 oranına karşılık gelmektedir. %13.1’lik bir oran, “ben cumanın
özel anlamı olan bir gün olduğu düşüncesinde değilim” biçiminde yanıt verirken,
“fikrim yok” diyenler %13.1’e, “başka” seçeneği altında yanıt verenler %1.3’e ve cevap
vermeyenler de %0.4’e karşılık gelmektedir1. Bu araştırmaya göre; cuma
günüyle/namazıyla ilgili birtakım düzenlemelerin olmasını isteyenlerin oranı,
deneklerin yaklaşık 3/4’ünü kapsamaktadır.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’nın (TESEV), Şubat 1999’da, 16 ilde
3.054 kişi üzerinde yaptığı araştırmada, çalışma saatlerinin cuma namazına göre
ayarlanmasını isteyenlerin oranı %66.6 olarak gerçekleşmiştir2.
Cami hizmetlerinin, cuma gününün tatil olmasıyla daha rahat bir şekilde yerine
getirilebileceği düşüncesinden hareket edilmesi; din görevlilerinin, cuma gününün tatil
olması yönünde görüş bildirmeleri sonucunu doğurabilir.
Cuma günü ile ilgili görüşlerin, din görevliliğinde sahip olunan ünvana göre bir
farklılaşma içinde olduğu dikkat çekmektedir. Müftülerin 3/4’ü, cuma gününün tatil
olmasından yana iken, vaizlerin tamamı da aynı görüşü paylaşmaktadır.
Din görevlilerinden bazıları; perşembe ve cuma gününün resmi tatil olarak kabul
edilmesi yönünde görüş bildirmişlerdir. Halkın %99’unun Müslüman olduğu bir ülkede,
cuma gününün tatil edilmesinin, insanların en doğal hakkı olduğu ileri sürülmüştür.
Hıristiyanlarda, pazar gününün, Yahudilerde ise cumartesi gününün tatil olarak kabul
edilmesi gibi, Müslüman bir toplumda da cuma gününün tatil edilmesinin gerekliliği
üzerinde durulmuştur.
Bazı din görevlileri, cuma namazın vaktinin değiştirilmesi (belli bir süre
ertelenmesi) suretiyle gerçekleştirilen bir düzenlemenin, değişik birçok sıkıntının ortaya
çıkmasına neden olduğunu ifade etmişlerdir.
Din görevlilerinden bazıları da, cuma namazının insanlar tarafından “medeni bir
adet” gibi algılanmasının, dine karşı büyük bir saygısızlık olduğu görüşündedirler.
6.2.5.Alevilerin Diyanet Đşleri Başkanlığı’nda Temsil Edilmesi Konusu
Türkiye Cumhuriyeti’nde, din işlerinin yürütülmesi görevini üstlenen DĐB’in,
bütün mezheplere hizmet götürmesi amaçlanmıştır. Ancak, Türkiye’de Hanefi
mezhebine mensup olanların çoğunluğu oluşturması, verilen hizmetlerde bu mezhebin
görüşlerinin –genellikle– esas alınması sonucunu doğurmuştur. Durumun bu şekilde
gerçekleşmesi, diğer mezhep mensuplarından (özellikle de Alevilerden) birtakım
tepkilerin gelmesine neden olmaktadır.
Türkiye’de Alevi nüfusunun 4–7 milyon arasında olduğu ve bu oranın toplam
1.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s.189
2.10–12.04.1999 tarihli günlük gazeteler
322
nüfûs içinde yaklaşık %11.3’e karşılık geldiği ifade edilmektedir1. Buna göre, Alevi
vatandaşlara belli bir dini hizmetin götürülmesi, gerekli bir durum olarak ortaya
çıkmaktadır.
DĐBA görevini yerine getirenler; DĐB’in, ister Sünni isterse Alevi olsun, bütün
Müslümanlara hitap ettiğini ve Kur’an’ın hükümleri doğrultusunda insanları
aydınlatmaya çalıştığını belirtmektedirler2. DĐB’e yöneltilen eleştirilerden biri, Đslam
içinde farklı mezheplere/anlayışlara sahip olanlara hizmet götürülmesiyle ilgilidir. 1963
yılında hazırlanan, DĐB’in kuruluş ve görevleri hakkındaki tasarıda, bir “Mezhepler
Müdürlüğü”nün kurulması dile getirilmiştir. Ancak, daha sonra, “tefrika yollarını
açacağı” endişesinden dolayı, böyle bir uygulamanın hayata geçirilmesi mümkün
olmamıştır3.
DĐBA ve diğer yetkililer, DĐB’in bir “temsil kuruluşu” olmadığını, “hizmet
kuruşu” olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirmişlerdir. Dolayısıyla, DĐB içinde diğer
mezhep, meşrep, cemaat ve tarikatların temsil edilmemesi gibi, Aleviliğin temsilinin de
söz konusu olmadığı ifade edilmiştir. DĐB’in; mezhep, meşrep, cemaat ve tarikat
mensuplarının, devletten bekledikleri hizmetleri vatandaşlara ulaştıran bir “vasıta”
konumunda olduğu vurgulanmıştır4.
DĐB’in, Alevilikle ilgili resmi görüşü şöyledir: “Alevilik, müstakil bir mezhep
olmayıp diğer bazı dini ekollerden etkilenmiş, tarihi süreç içerisinde tasavvufi ağırlıklı
bir özellik arz etmiş bazı Türk boylarının kendisine münhasır dini görüş, anlayış ve
inançlarını ifade etmektedir (...) Alevilerle Sünniler arasındaki görüş ayrılığı, dini
olmaktan çok siyasidir”5. Bu görüş doğrultusunda hareket edilmesi, Alevi vatandaşlara
farkı bir dini hizmet götürülmesini engelleyebilmektedir.
Alevi vatandaşların inançlarının esas alınmaması suretiyle dini hizmetlerin yerine
getirildiği görüşüne karşılık, bazı düşünürler; DĐB’in, kurulduğu dönemden bu yana,
Aleviler aleyhine hiçbir hareketinin olmadığını, dini cemaatler ve tarikatlar aleyhine ise
birçok rapor hazırladığını belirtmektedirler. Dolayısıyla, Alevilere devlet yönetiminin
daha çok sahip çıktığı dile getirilmektedir. DĐB’in, “Alevilere hizmet vermediği”
anlayışının; Alevilerin, ibadetlerini ve ibadet yerlerini farklı bir çerçevede
algılamalarıyla ilgili olduğu belirtilmiştir. Aleviliğin, –normal şartlar altında– bir tarikat
gibi ele alınabilmesinin mümkün olduğu, zaten tarikatların da DĐB hizmetlerinin
dışında kaldığı ifade edilmiştir6.
Din görevlilerine; “Alevilerin, Diyanet teşkilatı içinde temsili konusundaki
görüşleriniz nelerdir?” biçiminde açık uçlu bir soru yöneltilmiştir.
1.Đlyas Üzüm, Günümüz Aleviliği, TDV Yay., Đst., 1997, ss.22–23
2.Bu konuda eski DĐBA Yazıcıoğlu’nun görüşü için bkz. Tarhanlı, age, ss.179–180
3.Tarhanlı, age, s.179
4.Din–Devlet Đlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, Cem
Vakfı Yay., Đst., 1998, s.36 ve s.181
5. Din–Devlet Đlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, s.180
6.Đsmail Kara, Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye, ss.83–92; Ayrıca bkz. Cüneyt Đlsever, “Demokrasi Đçin
Gerekli ve Yeterli Koşullar”, Liberal Düşünce, S:6, Bahar 1997
323
Alevilerin DĐB içinde temsil edilmesi ile ilgili olarak, din görevlilerinin, daha
çok (%45.3) “temsil edilmemeli” görüşü etrafında birleştikleri dikkat çekmektedir
(Tablo 100). Alevilerin, DĐB’de temsil edilmesini isteyenlerin oranı ise %24.6 olarak
gerçekleşmiştir. Alevilerin, bugünü haliyle DĐB’de temsil edildiğini belirtenlerin oranı
ise %14’tür. Bu soruyu yanıtsız bırakanların oranı %14 iken, üç kişi de “başka”
seçeneği altında yanıt vermeyi tercih etmiştir.
Din görevlilerinin, Alevilik ve Alevilerle ilgili çok farklı görüşlere sahip
oldukları dikkat çekmektedir. Alevilikle ilgili olarak verilen yanıtlarda, birbirine tezat
teşkil edenlere rastlanmıştır. Dolayısıyla, bu alanda bir bilgi eksikliği ve buna bağlı
olarak da bir önyargının bulunduğu söylenebilir.
Alevi ve Sünniler üzerinde yapılan bir araştırmada (Isparta; Aliköy ve
Yakaören); DĐB’in konumu ile ilgili görüşler de tespit edilmeye çalışılmıştır. 170 kişi
üzerinde gerçekleştirilen araştırmada, Alevi olanların yarısına yakınının, her mezhebin
DĐB içinde temsil edilmesini istedikleri sonucuna ulaşılmıştır. Alevilerin %37.5’i,
Sünnilerin ise yaklaşık 3/4’ü mevcut durumun aynen devamından yanadır. Çok az
orandaki Sünni ve Alevi ise, din alanındaki hizmetlerin dini cemaatlere bırakılması
taraftarıdır. DĐB’in, yalnızca Sünni insanlara hizmet götürmesi durumunun, Alevi
vatandaşlar tarafından büyük bir tepkiyle karşılandığı dikkat çekmektedir. Cem
evlerinin devlet tarafından desteklenmesi görüşünü, Aleviler genel olarak olumlu
karşılarken, bu yaklaşıma Sünni kesim pek sıcak bakmamaktadır. Alevi din adamlarının
devlet memuru olması görüşü, Aleviler tarafından desteklenmesine rağmen, Sünnilerin
bu konuda daha çok olumsuz tutum sergiledikleri görülmektedir1.
Đki Alevi köyünde yapılan başka bir araştırmada ise (Burdur Niyazlar Köyü,
Isparta Baladız Köyü); bireylerden, en çok güven duydukları resmi kurumları
sıralamaları istenmiştir. Buna göre; DĐB, en az güven duyulan kurumlar arasında yer
almıştır. Bireylerin yarısına yakınının, DĐB’in; mezheplerin de temsil edildiği bir kurum
haline gelmesi yönünde görüş belirttikleri tespit edilmiştir. DĐB’in kaldırılması ve din
hizmetlerinin yürütülmesinin cemaatlere bırakılması yönündeki görüşü benimseyenlerin
sayısı azdır. Din işlerinin yürütülmesinin cemaatlere bırakılmasının, “radikal sağ”a
yarayacağı görüşü hâkim görüş olarak öne çıkmaktadır. DĐB’in özerk bir kurum olması
düşüncesi, genelde kabul gören bir yaklaşım değildir2. Dolayısıyla, Alevi
vatandaşların; DĐB’in, günümüzdeki konumu ve hizmetleriyle ilgili genelde olumsuz
bir tavır sergiledikleri, buna karşın Sünni kesimin mevcut durumdan yana tavır
takındıkları ileri sürülebilir.
DĐB–Alevilik ilişkisi konusunda bazı düşünce adamlarının, Alevi kuruluşları
veya vakıflarının farklı görüşlere sahip oldukları, yapılan çeşitli araştırmaların
bulgularından anlaşılmaktadır. Bu görüşlerden birincisi; DĐB’in kaldırılması
biçimindedir. Değişik mezhep, meşrep, cemaat ve tarikatlardan, büyüklüğüyle orantılı
olarak, bir merkezi denetim birimi kurulması ve giderlerin de bu oluşumlar tarafından
karşılanması görüşü dile getirilmiştir. Bu görüşü savunanlar; Aleviliğin, DĐB içinde
1.Hüseyin Bal, Sosyolojik Açıdan Alevi–Sünni Farklılaşması ve Bütünleşmesi, Ant Yay., Đst., 1997, ss.225–228
2.Hüseyin Bal, Alevi–Bektaşi Köylerinde Toplumsal Kurumlar, Ant Yay., Đst., 1997, ss.168–176
324
temsil edilmesinin, “Aleviliğin devletleştirilmesi” ve “Aleviliğin Sünnileştirilmesi” ile
sonuçlanacağını ifade etmektedirler. DĐB’in yeniden yapılanması görüşünde olanlar ise,
DĐB içinde tüm “inanç grupları”nın temsilinden yana bir tavır takınmaktadırlar.
Aleviliğin belli bir “temsil yeri”nin olmamasının, Aleviliğin zayıflamasına ve bu
konuda Alevi vatandaşların bilgilenme yönünden geri kalmalarına yol açtığı, buna
karşın Sünniliğin güçlendiği ileri sürülmüştür. Alevilerden, DĐB’e yapılan eleştirilerden
bir diğeri; bu kurumun kadro yapısı ve faaliyetleri ile ilgilidir. DĐB’in mevcut yapısının
korunması yönünde görüşe sahip herhangi bir Alevi örgütüne rastlanmazken, DĐB’in
sunduğu hizmetlerden (camilerde cuma namazı kılmaları; nikâh, cenaze, hatim, Mevlit
gibi dini merasimlerde DĐB görevlilerinden yararlanmaları gibi) yararlanan Alevilerin
bulunduğu da dikkat çekmektedir1.
Alevilerin, DĐB içinde temsil edilip–edilmemesiyle ilgili olarak vatandaşlarla,
DĐB görevlileri arasında bir görüş farklılığı olması doğaldır.
Elazığ Müftülüğü’nden öğrenildiği kadarıyla, bazı Alevi köylerinde cami ve din
görevlisi bulunmaktadır. Alevi köylerine atanan din görevlilerinin, bilgi yönünden daha
ileri düzeyde olmasına dikkat edildiği de ayrıca ifade edilmiştir.
Alevilerin, DĐB’de temsil edilip–edilmemesi ile ilgili olarak din görevlileri
arasında temel olarak dört farklı görüş ortaya çıkmıştır. Bu görüşlerden birincisi,
Alevilerin DĐB’de temsil edilmemesi gerektiği biçimindedir. Buna göre, Alevilerin
DĐB’de temsil edilmesi; başka mezhep, tarikat, meşrep ve diğer dini grupların da, temsil
taleplerinin ortaya çıkmasına yol açacaktır. DĐB, herhangi bir mezhep, meşrep, tarikat
ya da dini cemaati temsil etmemektedir. DĐB, bütün olarak Đslam’ın temsilcisidir.
Alevilerin inanç itibariyle değişik bir konumda bulunmaları, onların temsilini
güçleştirmektedir. Aleviliğin, Đslami bir mezhep ya da fırka olmadığı görüşünden
hareket edilerek, temsilin gereksizliği vurgulanmıştır. Bazı din görevlileri, belli bir din
veya mezhep özelliği taşımayan ve daha çok bir “adetler toplamı”nı benimsemiş olan
kimselerin, DĐB’de temsil edilmesinin gereksiz olduğundan yanadır. DĐB’in, insanlara
dini hizmet götürmesinde, belli ölçütlerin aranmasının gerektiği ifade edilmiştir.
Aleviliğin, DĐB içinde temsil edilmesinin, toplumda değişik birtakım taleplerin ortaya
çıkmasına zemin hazırlayacağı ve dolayısıyla, bu durumun toplumsal bölünmeye yol
açacağı ifade edilmiştir. Alevilerin, dini birtakım ibadetleri yerine getirmemelerinin,
onların DĐB içinde temsil edilmesi ile ilgili olumsuz bir düşüncenin doğmasına zemin
hazırladığı dile getirilmiştir.
Alevilerin DĐB’de temsil edilmesinin gerekliliği üzerinde duranlar, Müslüman
olan herkesin eşit imkânlardan yararlandırılması görüşünden hareket etmektedirler.
Müslümanların hepsinin “kardeş” olduğu dile getirilerek, temsilin önemi
vurgulanmıştır. Kendini Müslüman olarak gören herkese, DĐB’in hizmet götürmesinin
Anayasa’nın bir gereği olduğu dile getirilmiştir. Alevilerin DĐB’de temsilinin,
bölünmeyi önleyeceği vurgulanmıştır. Đslam dininin bütünleşme emrinin, Alevilerin
temsil edilmesini gerektirdiği ifade edilerek, DĐB’in bugünkü haliyle Alevileri dışladığı
ileri sürülmüştür. Kimi din görevlileri, ancak “Đslami bir çizgi”de bulunan Alevilerin
1.Üzüm, age, ss.130–137
325
temsilinden yanadır. Alevi vatandaşların bilgilendirilmesi ve Aleviliğin “gerçek”
anlamda yaşanması için, temsilin şart olduğu ifade edilmiştir.
Din görevlilerinden bazıları, Alevilerin DĐB’de zaten temsil edildiğini
belirtmişlerdir. Aynı dine mensup olunduğundan dolayı, zaten temsilin söz konusu
olduğu ifade edilmiştir. DĐB’in, verdiği hizmet açısından her kesimi kapsadığı ve bunun
temsil edilmenin bir göstergesi olduğu vurgulanmıştır. Bugünkü durumda, Alevilerin
DĐB içinde temsil edildiği görüşünde olanlar, Sünnilerin nazarında Alevilerin de
Müslüman olarak kabul edildiğini belirtmişlerdir.
Alevilerin DĐB’de temsil edilip–edilmemesi ile ilgili olarak birtakım farklı
görüşler de ortaya atılmıştır. Alevilerin, DĐB içinde temsil edilmesinin uzunca
tartışılması gereken bir konu olduğu vurgulanmıştır. Buna karşın, temsil edilmenin
Alevilerin arzusuna göre düzenlenmesi gerektiğini belirtenler de bulunmaktadır.
Günümüzdeki Aleviliğin, çarpıtıldığı ve “gerçek Alevilik”le ilgisinin kalmadığı ifade
edilmiştir. Aleviliği gerçek anlamda bilen kimselerin, belli bir kurum altında
toplanmalarının sağlanması ve Alevilere hizmet verilmesi istenmiştir. Böyle bir
uygulamaya devletin öncülük etmesinin gerektiği belirtilmiştir. Bazı din görevlileri,
DĐB’in “gerçek amaç”ının dışında birtakım faaliyetlerde bulunduğunu, dolayısıyla bu
kurumda Alevilerin temsil edilmesi veya edilmemesinin hiç de önemli bir konu
olmadığını ileri sürmüşlerdir. Din görevlilerinden kimileri, Aleviliğin ayrı bir mezhep
olmadığını, ancak, yine de cem evlerinin açılmasında DĐB’in devreye girebileceğini
belirtmişlerdir. DĐB içinde istihdam edilen Alevi sayısının yetersiz olduğu da dile
getirilmiştir.
6.3.Din Görevlilerinin Dini Liderlik ve Dini Eğitim Konusundaki Görüşleri
DĐB’e bağlı olarak, din hizmetlerini yerine getiren din görevlilerinin, her zaman
toplumla belli bir ilişki içinde bulunmaları doğaldır. Toplumla ilişki içinde olan din
görevlileri; bu alanda belli rolleri oynayabilir ve toplumsal değişmede birtakım
etkinliklere sahip olabilirler. Din görevlilerinin, “cami görevlisi” olma dışında, birtakım
“sosyal statü”lere sahip olmaları da mümkündür. Cami görevliliği konumu, din
hizmetlerini yerine getirenler için “anahtar statü” iken, bu statünün gereği olarak,
“anahtar rol”e (din görevliliği) sahip olunması da mümkündür.
Din görevlilerinin, bahsedilen anahtar statü ve rolleri hakkında, toplumun yargısı,
diğer alanlardaki statü ve rolleri de etkileyebilecek önemdedir. Örneğin; din
görevlilerinin bilgi düzeyiyle ilgili olarak, insanlarda varolan önyargılar; din
görevlilerinin toplumda diğer alanlarda (ekonomik, siyasal, kültürel vs.) oynadıkları
rollere de, önyargıyla yaklaşılması sonucunu doğurabilir.
Din görevlilerinin, toplumsal alandaki statüsü ve bu statünün bir gereği olarak
yerine getirilen rollerin, onların sosyal alandaki birtakım önderlik durumlarıyla
yakından ilgili olduğu söylenebilir. Buna göre, din görevlilerinin dini liderlik
durumlarının incelenmesi bir gereklilik olarak ortada çıkmaktadır.
Dini bilginin edinilmesinde önemli bir yeri olan din eğitimi alanında, din
görevlilerinin farklı birtakım görüşlere sahip olmaları mümkündür. Bununla ilgili
değerlendirmelere değinilmesi yerinde olacaktır.
326
6.3.1.Din Görevlilerinin Liderlik Durumları
Liderlik; “paylaşılan amaçların ve hedeflerin gerçekleştirilmesine doğru, az ya da
çok organize, kolektif ve gönüllü gayreti harekete geçiren statü konumuna ve aktif rol
performansına”1 denir. Liderliğin; “insanları, arzu edebilecekleri bir hedefe götürmek
için, teşvik ve organize ederek işbirliği etmelerini sağlayabilmek”2 veya “kişisel
otoritenin sosyal grupları etkilemek amacıyla kullanılması”3 biçiminde tarif edilmesi de
mümkündür. Đnsanların fikir alış–verişinde bulunması ve görüş birliğine ulaşmalarında
liderler, önemli bir fonksiyona sahiptirler. Toplumsal liderlerin, genelde zekâ ve
kabiliyet bakımından üstün oldukları söylenebilir. Bilgi de, en az zekâ kadar değerli bir
faktördür. Toplumdaki liderlik, bireylerin işbirliği neticesinde ortaya çıkarken, liderin
“grup planlayıcısı” olarak değerlendirilmesi de mümkündür. Planları yaparken
ihtiyaçları görme ve tespit etmede, liderin diğer insanlardan farklı olması bir gerekir.
Lider, aynı zamanda “grup sözcüsüdür”. Grup dışında olanlarla temasta ve ilişkilerde,
görevi lider üstlenir. Lider grupta eş güdümleyicidir. Grup üyeleri arasında olabilecek
çatışmaları önleme becerisi gösteren kişinin, lider olma vasfını taşıdığı söylenebilir.
Bireylerin, liderden; grubun ortak çıkarını tespit etme ve çatışmayı önleme beklentisi
bulunmaktadır4.
Dini liderliğin; dini alandaki birtakım amaçlara ve hedeflere ulaşmada, bilinçli ve
kolektif davranışların ortaya çıkmasında işbirliği davranışının sergilenmesi olarak ele
alınması mümkündür.
DĐB’e bağlı olarak vazife yapan din görevlilerinin, liderlik konusunda örnek
aldıkları kişi Peygamberdir5.
Toplumsal liderlik konusunda, din görevlilerinin bir kısmının olumsuz ve
karamsar bir tablo çizdikleri anlaşılmaktadır. Din görevlileri, liderliğin tam olarak
gerçekleşememesi ile ilgili bireysel ve mesleki birtakım problemlerden bahsederken,
kendilerinin muhatabı durumundaki halkın da, liderliğin oluşmamasında etkin bir rol
oynadığını ifade etmektedirler. Din görevliliği ile ilgili olarak insanlarda var olan
önyargının, liderliğin tam olarak oluşmamasında en önemli etkenlerin başında geldiği
belirtilmiştir. Bu konuda toplumun etkisi belirtilmesine karşılık, kendileriyle ilgili
önyargıda, din görevlilerinin önemli bir rolünün olduğu söylenebilir. Din
görevlilerinde, gerek bilgi ve gerekse de yaşantı olarak, birtakım eksikliklerin
bulunması, onların toplumda “önde” görülme durumunu engelleyebilir.
Tatlılıoğlu’nun araştırmasında, din görevlilerine; toplumda en önemli
fonksiyonları üstlenen bireylerin kimler olduğu sorulmuş ve şu yanıtlar alınmıştır; %49
din görevlileri, %33 siyasetçi ve idareciler, %18 iş adamları ve sanayiciler. Din
görevlilerinin, ilk sırada yer almasına; bireylerin ve toplumun, her iki dünya
1.Kızılçelik–Erjem, age
2.Ahmet N. Yücekök, “Toplum Kalkınmasında Liderlik ve Sorunları”, AÜ SBF Dergisi, C:XXIII, Eylül 1968
3.Dönmezer, age, s.288
4.Yücekök, agm
5.Demirkol, age, ss.214–215
327
mutluluğunu garanti altına alma fonksiyonları gerekçe olarak gösterilmiştir1. Buna
göre, din görevlilerinin yarısına yakını, toplumsal liderlik yönünden kendilerini önde
görmektedirler. Din görevlilerinin, kendilerini lider olarak tanımlama oranının yüksek
olmasına karşın, bu konuda halkın bakış açısının daha önemli olduğu söylenebilir.
Toplum liderliği görevini üstlenen din görevlilerinin, toplumda “çok
fonksiyonlu” bir konumu işgal ettikleri söylenebilir. Toplumda yerine getirilen
görevlerin önemine ve fonksiyonuna göre, bireye bir değer atfedilmesi anlayışı
yaygındır. Güngör, tek parti döneminde, din adamlığı konumunun, camideki imam ve
müezzinliğe indirgenmiş olduğunu belirtirken2, bu dönemden sonra, din görevlilerinin
liderlik vasıflarında giderek bir düşmenin yaşandığı söylenebilir.
Din görevlilerinin toplumsal itibarı ve dolayısıyla liderlikleri ile ilgili olarak şu
cümle hatırlatılabilir: “Hocalarımız, çarşı pazarda göründükleri zaman, esnafın hemen
alış–verişi bırakıp selama durdukları sık görülürdü”3.
Liderin, grubun “eğitmeni” olma görevi de söz konusudur. Liderin, görüşlerinin
üyelerden daha ileride olduğunu kabul ettirebilecek birtakım öğretici telkinleri
kullanması gerekir4. Din görevlileri bu konuda, bazı dönemler, aktif bir rol
üstlenmişlerdir. Osmanlı’da ve hatta Cumhuriyet’in belli bir dönemine kadar (1933),
din görevliliği ile öğretmenliğin aynı bireyler tarafından yürütülmesi biçimindeki bir
uygulamanın varlığı dikkat çekmektedir5. Bu durum, din görevlilerinin liderlik
konusunda uygun bir konumda bulunuyor olmalarıyla açıklanabilir.
Din görevlilerinin, genelde dine yönelik saygının somut bir göstergesi
biçimindeki konumlarının/liderliklerinin; “doğal lider”6 olarak adlandırılması
mümkündür. Kırsal alandaki liderlikte; din görevlisi, muhtar ve öğretmenin etkili
olmaları ihtimali bulunurken, yapılan bir araştırmada; kırsal alanda, din görevlilerinin
“rehberlik”/liderlik yapmaktan uzak bir konumda bulundukları tespit edilmiştir7. Kırsal
bölgede, din görevlilerinin liderlik konusunda başarılı olmaları; halkın her alandaki
problemlerine çözüm üretmeleriyle yakından ilgilidir8. Erdentuğ’un yaptığı
araştırmada; kırsal alanda öğretmen, “danışman” olarak din görevlisinin önünde
bulunmaktadır9.
Tezcan, din adamlarının liderlik vasıflarının belirgin olarak açığa çıkmasında,
dinle ilgili olmayan alanlarda da faaliyet göstermelerinin etkili olduğunu belirtmektedir.
1.Tatlılıoğlu, age, s.139
2.Güngör, age, ss.233–234
3.Tezcan, age, s.132
4.Yücekök, agm
5.Altunya, age, s.103 ve ss.120–121
6.Yücekök, agm
7.Erdentuğ, age, s.63
8.Yahya Akyüz, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri (1848–1940), Doğan Basımevi,
Ank., 1976, s.67
9.Erdentuğ, age, s.67
328
Din dışı alanda rol alınması, “dini liderliğin” bir anlamda tescili olarak
değerlendirilebilir. Özellikle kırsal alanda, din görevlilerinin liderliklerinin daha sağlam
temellere oturacağı ileri sürülebilir1.
Din görevlilerinin, toplumsal alanda “lider” olarak benimsenmelerinde önemli bir
yere sahip olan, “dini alan dışında aktif olma” özelliği, dönemlere göre bir farklılaşma
gösterebilmektedir. Önceleri, köy veya mahalledeki din görevlilerinin; nüfus ve tapu
kayıtlarını tutmaları, evlenme–boşanma işlemlerini gerçekleştirmeleri, yönetim ile
mahalle–köy halkı arasındaki iletişimi gerçekleştirmeleri, mahalle mekteplerinin
öğretmenliğini yapmaları vs., onların liderliklerinin sürdürülmesinde önemli bir yere
sahipken2, toplumsal değişme sürecinde din görevlileri, sadece “cami hizmeti”yle
sınırlı olan vazifeleri yerine getirmeye başlamışlardır. Din görevlilerinin muhatabı
durumundaki halkın, değişik ihtiyaçlarının karşılanması, liderlik vasfının
kazanılmasında önemli bir etkiye sahiptir denilebilir.
Din görevlisinin telkinlerinin etkili olabilmesi için, telkin ettiği şeyi öncelikli
olarak kendisinin yaşaması bir gerekliliktir. Đslam dininin esasları bu çerçeveye uyduğu
gibi, bu tutumun genel olarak liderler tarafından da sergilendiği söylenebilir. Din
görevlilerinin, lider olabilmeleriyle ilgili, ele alınması gerekli olan bir başka konu da,
hoşgörülü olunması ve insanlarla rahat iletişim kurulabilmesidir.
Din görevlileri; bazı düşünürler tarafından, “toplumsal geriliğimizin sorumluları”
olarak ele alınmışlardır. Arsel, bir eserinde3, Türk toplumundaki olumsuz gelişmelerin
“kaynağı” olarak din adamlarını ve aydınları göstermektedir. Buna göre; din görevlileri,
toplumsal kalkınmada etkin bir rol oynayabilmelerine karşın, toplumsal geriliklerin
sorumlusu da olabilmektedirler.
Din görevlilerinin sadece liderlik yönünün ele alındığı bir çalışmada, din
görevlilerinin lider olmalarını engelleyen birtakım unsurlardan bahsedilmiştir. Bu
unsurlar şu şekilde sıralanabilir4:
–Din görevlilerinin vazifesinin (özellikle ĐH ve MK) “cami içi”yle sınırlı olması,
din görevlilerine; Đslam’ın toplumsal boyutunun unutturulması (“indirgenmiş Đslam”) ve
sadece “namaz kılma” görevinin yüklenilmesi, birtakım dini faaliyetlerin (örneğin
Kur’an okumanın) “yaşama” amaçlı değil, daha çok gösteriş amaçlı yapılması.
–DĐB’in, devletin bir kurumu olmasından dolayı, bürokrasinin gerektirdiği
“sınırlamalar”ın varlığının göreve yansıması. DĐB’in mevzuatına göz atıldığında, genel
olarak din görevlilerine “güvenmeme” tavrının ağır bastığı görülmektedir. Basın–yayın
organlarıyla ilişkilerde kurumdan izin alınması gerekmektedir5. Bir ĐH, görev yaptığı
1.Tezcan, age, s.132
2. Beyza Bilgin, Din Öğretimi–Özel Öğretim Yöntemleri, Akid Yay., Ank., 1991, s.5; Konuyla ilgili olarak bkz.
Kemal Güran, “Đmam–Hatip Lisesi Mezunlarının Đstihdamı Đle Đlgili Problemler”, Türkiye 1. Din Eğitimi
Semineri
3.Đlhan Arsel, Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları–Din Adamları ve Aydınlar (Birinci Kitap/Din Adamları),
Ank., 1977; Ayrıca bkz. Fehmi Yavuz, Din Eğitimi ve Toplumumuz, Sevinç Matbaası, Ank., 1969
4.Demirkol, age, ss. 166–216
5.Ayrıca bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Genelgesi 1995/1, ss.85–86
329
camide, ancak müftünün izni ile vaaz verebilir1. Din görevlilerinin, –daha çok “resmi”,
“soğuk”, “ikincil” ilişkilerin geçerli olduğu– bürokratik örgütün bir üyesi gibi
davranmaları.
–Din görevlilerinin bağlı oldukları teşkilatın (müftülüklerin), halktan “uzak”
olması ve özellikle hiyerarşik yapılanmanın “üst”ünde yer alan din görevlilerinden bir
kısmının dini faaliyetlerden çok, yönetimsel faaliyetlerle meşgul olmaları2. “Cami
görevlileri”nin cemaatle ilişkilerinin yetersiz bulunması.
–Din görevlilerinin, parasal bakımdan birtakım avantajlardan mahrum olmaları,
statü ve toplumsal konumdaki düşmeye bağlı olarak, “avantajlarını yitiren” ve “yeni bir
kimlik mücadelesi veren” mesleki bir gruba dönüşmeleri.
–Toplumun çeşitli kesimlerine mensup bireylerin, birtakım suçlamalarına maruz
kalmaları (din görevlileri; bir kesim tarafından “laikliğin bekçileri” olarak
nitelendirilirken, bir kesim de din görevlilerini, “düzen” için tehlikeli olarak
görmektedir).
–Din görevlilerinin, “temsil” noktasında (görünüş/giyiniş açısından, yaşayış
açısından, aile yaşamı açısından ve diğer toplumsal yaşam alanları açısından) birtakım
eksikliklerinin olması.
–Din görevlilerinin, “üretkenlikten yoksun” olmaları, manevi bir sorumluluktan
çok, kanuna karşı sorumluluk bilinci taşımaları.
–Din görevlileri ile cemaat arasında mevcut olan ve aşılması güç bazı
mesafelerin (sorunlardan dolayı oluşan mesafe, siyasal görüş ayrılığından kaynaklanan
mesafe, cemaatin olumsuz tavrından kaynaklanan mesafe, bidatlerden dolayı oluşan
mesafe, din görevlilerine olan saygı ve sevginin azlığından dolayı oluşan mesafe,
cemaatin dini durumunun ortaya çıkardığı mesafe) varlığı.
–Meslektaşlar arasındaki mesafenin varlığı.
–Sahip olunan düşünsel yapı, inanç, bilgi ve yaşantı arasındaki uyum derecesinin
düşük olması da, liderliğin etkinlik düzeyini değiştirebilecek bir özellik taşımaktadır.
6.3.2.Din Görevlilerinin Dini Eğitim Konusundaki Görüşleri
Dini eğitim; “kişinin ve toplumun din ihtiyacının karşılanması amacı ile din
kültürünün verilmesi ve dini kişiliğin kazandırılması”3 olarak tanımlanabilir. Dini
eğitimin belli başlı amaçları; bilgi kazanma, bilgiyi aktarma, ahlaki değerleri yükseltme,
ilahi rızayı kazanma, kamuya faydalı olma, kişilik geliştirme, bilginin bütün tabakalara
yaygınlaşmasını sağlama, bilgiyle amel etme ve sorumluluk duygusunu geliştirme
olarak sıralanabilir4. Bahsedilen bu amaçlara; gerek örgün ve gerekse de yaygın eğitim
kurumlarının gösterdikleri değişik birtakım faaliyetlerle ulaşılması mümkündür.
Örgün ve yaygın eğitim kurumlarındaki “resmi din eğitimi–öğretimi”, dört ana
1.Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, s.71
2.Demirkol, age, ss.102–103
3.M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s.155
4.Afzalur Rahman, Đslam: Ideology and The Way of Life, First Edition, Seerah Foundation, London, 1980,
ss.369–371
330
başlık altında ele alınabilir. Bunlar;
–Anayasa’nın 24. maddesi gereğince ilk ve orta dereceli okullarda okutulan “Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersleri,
–mesleki din eğitimi veren ĐHL’ler,
–yüksek din eğitimi veren ĐF’ler,
–yaygın din eğitimi veren KK’ler biçiminde sıralanabilir1.
Din görevlilerinin, mesleki/dini yönden bilgilenmelerinde, örgün veya yaygın
eğitim–öğretim kurumlarının etkisi söz konusudur. Din görevlilerinde, bahsedilen
kurumlarla ilgili olarak oluşan kanaatler, bu kurumların eğitim–öğretim durumları
hakkında bir değerlendirmede bulunmayı olanaklı kılabilir.
Örgün veya yaygın dini eğitim veren bu kurumlardaki, dini eğitimin niteliği ve
yoğunluk derecesi bakımından, bir farklılaşma söz konusu olabilir. Đlköğretim ve
ortaöğretimde verilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri, diğer dini eğitim
alanlarından “kapsam” yönüyle ayrılabilirken, bahsedilen diğer dini eğitim
kurumlarında verilen eğitim ise, “yoğunluk” bakımından bir farklılaşma gösterebilir.
Bireylerin dini yönden bilgilenmelerinde; yerleşim yeri, aile durumu gibi
birtakım unsurların etkili olması ihtimali bulunmaktadır. Örneğin; dini eğitim
konusunda, kırsal alanda ailenin “aktif”liği söz konusu iken, kentsel alanda bu
fonksiyonun; kitle iletişim araçları, örgün dini eğitim veren kurumlar veya dini
cemaatler gibi daha başka alanlara kayma ihtimali bulunmaktadır.
6.3.2.1.Din Görevlilerinin Đmam–Hatip Liselerindeki Eğitimi Değerlendirme
Biçimleri
ĐHL’ler, din görevlilerinin yetişmesinde önemli bir yere sahip olan kurumlardır.
DĐB’in, istihdam ettiği din görevlilerinin 2/3’sinden daha fazlasının ĐHL mezunu
olduğu görülmektedir. Din görevlilerinin adeta, “beslenme kaynağı” olan bu okullara,
mezunlarının da birtakım eleştiriler getirmeleri doğaldır. Din görevlilerinin, bahsedilen
okulların eğitim yönünü ele alış biçimlerinin öğrenilmesi amacıyla onlara; “imam–hatip
okulundan/lisesinden mezun olan bir kişinin edindiği bilgiler, din görevliliğini icra
etmede sizce yeterli midir?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir.
Verilen yanıtların dağılımına (Tablo 101) göre, din görevlilerinin %52’sinin bu
konuda olumsuz bir kanaat taşıdıkları dikkat çekmektedir. “Kısmen” biçiminde yanıt
verenler %41.3 oranına sahipken, %6’lık bir oran ise, “evet” biçiminde yanıt vermiştir.
Bir kişi ise, bu soruya cevap vermemiştir. “Kısmen” biçiminde yanıt verenlerin de, belli
bir beklenti ve hoşnutsuzluk içinde oldukları tahmin edildiğinde; ĐHL mezunu olmanın,
din görevliliğini icra etmede yetersiz olduğu görüşünde birleşenlerin, %93.3 oranına
eriştiği açığa çıkmaktadır.
ĐHL’yi bitirmenin meslekte yeterli olması konusundaki görüşlerin, öğrenim
düzeyine göre değiştiği dikkat çekmektedir. Öğrenim düzeyinin artmasına paralel
olarak, söz konusu okullardaki eğitimi yeterli bulmadığını belirtenlerin oranı
yükselirken, olumlu görüş bildirenlerin, yani yeterli olduğunu vurgulayanların oranında
1.Bolay vd., age, s.153
331
ise, bir düşme gerçekleşmektedir.
Araştırma kapsamına alınan müftülerden biri, ĐHL’lerin daha çok üniversiteye
yönelik bir okul olduğunu ifade etmiştir. ĐHL’lerin, din görevlisi yetiştiren bir kurum
olmaktan çok, “dini bilgi verilen yer” konumunda ele alınmalarının daha doğru olacağı
ifade edilmiştir. ĐHL’lerin, din görevlisi yetiştirme fonksiyonuna kavuşabilmeleri için,
bu okulların müfredatının geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. Özellikle,
Arapça ve Kur’an’ın ağırlıklı olarak yer aldığı bir değişikliğin yapılması istenmiştir.
ĐHL’de okuyan ve din görevlisi olmak isteyenlere “ek” bir program uygulanmasının
önemine değinilmiştir. ĐHL mezunu olan ve din görevlisi olmak isteyen bireyin, belli
bir sorumluluğu yüklenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Din görevlilerinden bazıları; ĐHL’den mezun olan ve din görevliliğinin
yürütülmesi esnasında hizmet içi eğitime tabi tutulan bir bireyin bilgisinin,
“mükemmel” olmasa da, mesleğin gereklerinin yerine getirilmesi için “yeterli”
olacağını belirtmişlerdir.
Medrese eğitimi alan bazı din görevlileri, medreseden mezun olmamış
kimselerin, isteseler de din görevliliğini “tam” olarak yerine getiremeyeceklerini ileri
sürmüşlerdir. Yine, bazı din görevlileri, ĐHL’de yedi yılda edinilen bilgilerin,
medresede çok rahat bir biçimde bir yılda, hatta daha kısa sürede verilebileceğini ifade
etmişlerdir.
ĐHL’lerdeki meslek derslerinin saatinin az olduğu, birçok din görevlisi tarafından
dile getirilmiştir. Uygulamalı olması gereken birçok derste, sınıf mevcudiyetinin
fazlalığından dolayı, çoğu öğrencinin uygulamalara katılamadığı ifade edilmiştir.
6.3.2.2.Kur’an Kurslarına Bakış Açıları
KK’ler, Đslam ülkeleri içinde sadece Türkiye’ye mahsus bir kurum olarak ele
alınabilir. Daha çok Kur’an öğrenme amacına yönelik olarak açılan bu kurslarda, diğer
dini bilgilerin verilmesi yoluna da gidilmektedir. Bu oluşumlar, Cumhuriyet’in ilk
yıllarından beri (1930) var olagelmişlerdir. Bu kurumların, yaygın dini eğitimle ilgili
önemli bir fonksiyon gördükleri söylenebilir. Uzun bir tarihsel geçmişe sahip olmasına
rağmen, KK’lerin dini eğitim bakımından belli bir sisteme oturmadığı ve birtakım
problemlerinin günümüze kadar taşınmış olduğu dikkat çekmektedir. Bu başlık altında;
KK’lerde verilen eğitimin, din görevlileri tarafından değerlendirilme biçimi ele
alınmaya çalışılacak, bunun yanında, din görevlilerinin yaz dönemi ve diğer
dönemlerde verdikleri Kur’an dersiyle ilgili faaliyetleri ve bu faaliyetlere bakışları
hakkında birtakım bilgilerin verilmesi yoluna gidilecektir.
6.3.2.2.1.Kur’an Kurslarında Verilen Eğitimin Değerlendirilmesi
DĐB’e bağlı olarak hizmet veren din görevlilerinin, KK’lerle ilgili düşüncelerini
öğrenmek amacıyla onlara; “sizce Kur’an kurslarında verilen eğitim yeterli midir?
Yeterli değilse neden?” biçiminde bir soru yöneltilmiştir. Olumsuz kanaat taşıyanların,
ayrıca açıklama yapmaları da istenmiştir.
Đlgili dağılımda (Tablo 102), din görevlilerinin yaklaşık 2/3’sinin, bu eğitimi
332
“yetersiz” gördükleri anlaşılmaktadır. Din görevlilerinin %32’si, verilen eğitimi
“yeterli” görürken, %3.3 oranındaki din görevlisi de yanıt vermemeyi tercih etmiştir.
DĐB’in, 1990 yılında 11 ilde yaptırmış olduğu bir araştırmaya göre, Kur’an
kurslarındaki eğitim ve uygulamaları beğenip–beğenmemeleri ile ilgili sorulara verilen
yanıtlarda; din görevlilerinin %21.8’i beğendiğini belirtirken, %56.6’sı “kısmen”
beğendiğini, %21.6 ise hiç beğenmediğini ifade etmiştir1. Buna göre, din görevlilerinin
%78.2’sinin, KK’lerdeki eğitim ve uygulamalar2 ile ilgili kısmen veya tamamen
olumsuz görüş içinde oldukları söylenebilir.
DĐB’in yaptırmış olduğu, “Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu
Araştırma Raporu”nda, halkın yaklaşık 3/4’ünün, KK’lerin hizmetlerinden memnun
olduğu, yaklaşık 1/4’inin de memnun olmadığı görülmüştür. KK’ler ile ilgili olarak
yapılması gerekli uygulamaların da bu araştırmada önerildiği açığa çıkmaktadır. Buna
göre; öğreticilerin bilgili ve hafız olması istenirken, siyasetle ilgilenmemeleri, devam
eden öğrencilere teşvik edici tarzda yaklaşmaları, KKÖ’lerin sayısının yeterli düzeye
çıkarılması, halka açık programlar yapılması, KK binalarının sağlıklı ve öğretime
elverişli olmasının sağlanması, parasal yönden devlet tarafından desteklenmesi,
KK’lerin sık sık denetlenmesi gibi hususlar, sıralanan istekler arasında yer almaktadır3.
Buna göre, KK’lerle ilgili olarak değişik birtakım beklentilerin olduğu dikkat
çekmektedir.
KK’lerin en büyük eksikliklerinden biri, bu kurumlarda öğreticilik yapanların
öğretmenlik formasyonu bilgilerinden haberdar olmamalarıdır. Bu eksikliğin, dini
eğitim faaliyetlerine yansıdığı ve başarının derecesinin düşmesine neden olduğu ifade
edilebilir.
KK’lerdeki eğitimin, daha çok “sevgi” ve “şefkat” temeli üzerine kurulduğu
belirtilerek, bu kurumlarda belli yaptırımların gerekli olduğu vurgulanmıştır.
Öğrencilere, belli bir yaptırım uygulanmamasının, eğitim seviyesinin düşmesine neden
olduğu ifade edilmiştir. Yaptırım uygulanmasının, kurstan ayrılma ile sonuçlandığı
belirtilirken, belli bir eğitim düzeyinin tutturulabilmesi için, bazı sorumlulukların
yüklenilmesinin gereğinden söz edilmiştir.
Alan araştırması yapılan dönemde, sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim yasası
çıkmadığından, okula devam eden öğrenciler aynı zamanda KK’ye de devam
edebilmekteydiler. KKÖ’ler, okulla kursa aynı anda devam etmenin, başarıyı olumsuz
yönde etkilediğini ifade etmişlerdir.
KKÖ’lerden çoğunluğu, KK’lerde verilen “bitirme belgesi”nin geçerli bir
yönünün olmamasının; bu kurumların küçümsenmesi ve gayrı ciddi bir yaygın eğitim
kurumu olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurduğunu belirtmişlerdir.
1.Tarhanlı, age, s.134
2.Yaygın dini eğitimde önemli bir yer tutan, KK’lerdeki uygulama ve müfredat programlarıyla ilgili olarak geniş
bilgi için bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Kur’an Kursları Yönetmeliği, DĐB Yay., Ank., 1991; Diyanet Đşleri
Başkanlığı Kur’an Kursları Müfredatı, DĐB Yay., Ank., 1985; Diyanet Đşleri Başkanlığı Kur’an Kursları
Yönergesi, DĐB Yay., Ank., 1995; Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma
Yönergeleri, DĐB Yay., Ank., 1985
3.Diyanet Đşleri Başkanlığı Hizmetleri Kamuoyu Araştırma Raporu
333
KK’lerde görevli bazı din görevlileri, kimi ailelerin, çocuklardan adeta
“kurtulmak” için KK’ye gönderdiklerini ve bu durumun da, söz konusu kurum üzerinde
olumsuz etki yaptığını ifade etmişlerdir.
DĐB’in, bir ara gündeme getirmiş olduğu Kur’an Eğitim Merkezleri1 ile ilgili
planlarının, Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Yasası’ndan sonra, boşa çıktığı
söylenebilir. Bu şekildeki bir yapılanmanın, Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim
Yasası’nın çıkmaması halinde bile gerçekleşemeyeceği söylenebilir. Çünkü Kur’an
Eğitim Merkezleri haline dönüştürülmesi planlanan KK’lerin çoğunluğunun, altyapı
sorunları bulunmaktadır.
Hafız yetiştiren KKÖ’lerin en çok arzu ettikleri şeylerden biri, hafızlık yapanlara
Arapça öğretilmesidir. Ancak, bu faaliyetin hafızlıkla birlikte yürütülemediği ifade
edilmiştir. Kur’an’ı baştan sona ezberleyen birisinin, Kur’an’ı –az da olsa–
anlayabilecek bir Arapçasının olmasının gereği vurgulanmıştır.
Birçok KKÖ, KK’ler için DĐB’de belli bir ödeneğin olmamasının, değişik
sorunlara yol açtığını ifade etmiştir. En azından, “kırtasiye yardımı”nın yapılması
gerektiği dile getirilmiştir. KK’lerin en büyük problemlerinden biri de, kadrolu eleman
sıkıntısıdır. Vekâleten görev yapılmasının değişik sorunları da beraberinde getirdiği
belirtilmiştir. Müfredat ve mevzuatın yetersiz olduğu ifade edilmiş ve bunun yanında,
eğitim süresinin kısa olduğu vurgulanmıştır. Sosyal ve kültürel içerikli derslerin
eksikliği de, dile getirilen görüşler arasında yer almaktadır.
Alan araştırması esnasında gidilen KK’lerden biri de, Harput’ta bulunan
H.Hamdi Başaran Yatılı Erkek Kur’an Kursu’dur. Bu kursun öğrenci kapasitesi 200’ün
üzerindedir. Bahsedilen KK, çok geniş ve bakımlı bir görünüme sahip olmasının
yanında, disiplin konusunda da büyük başarılar sağlanmıştır. Alan araştırması yapılan
dönemde, kursta 10 KKÖ görev yapmaktadır. KKÖ’lerden yedisi hafız iken, sekizi
yüksek okul mezunudur. 1997–1998 öğretim yılında, kursa devam eden öğrenci sayısı
166 olmuştur. KK’de 10 sınıf bulunurken; öğrenciler, “yüzünden” okumakta ve
hafızlığa hazırlanmaktadırlar. Hafızlığa çalışanların sayısının yüksek düzeyde
gerçekleştiği görülmüştür. Hafızlığa başlayıp da bitiremeyen öğrencilerin oranının %6–
7 civarında olduğu ifade edilmiştir. Hafızlıkta başarı sağlamada, kurumun yatılı
olmasının önemi vurgulanmıştır. 1997–1998 öğretim yılından itibaren, Sekiz Yıllık
Kesintisiz Zorunlu Eğitim Yasası’nın çıkmasının da etkisiyle, Harput’taki KK’ye
başvuranların sayısında bir düşme yaşandığı ifade edilmiştir. Daha önceleri, öğrenci
alımında sınav yapıldığı, ancak son dönemlerde, başvuru sayısının az olmasından
dolayı, bu sınavdan vazgeçildiği belirtilmiştir.
6.3.2.2.2.Yaz Dönemi ve Diğer Dönemlerdeki Kur’an Kursları
Din görevlilerinin (özellikle ĐH ve MK’lerin), yaz dönemi dışında Kur’an dersi
ve dini bilgi vermeleriyle ilgili faaliyetlerinin anlaşılması amacıyla onlara; “yaz
dönemindeki kurslar dışında çocuklara Kur’an dersi verdiğiniz oluyor mu?” biçiminde
bir soru yöneltilmiştir. Đlgili dağılımda (Tablo 103), din görevlilerinin %77.3’ünün ilgili
1.Ayrıntılı bilgi için bkz. Diyanet Aylık Dergi, S:6, Haziran 1991
334
soruya “evet” biçiminde cevap verdikleri görülmektedir. %6’lık bir oran, “hayır”
biçiminde yanıt vermiştir. ĐH ve MK olup da, cevap vermeyenlerin sayısı 2 iken, ĐH ve
MK dışındakilerin sayısı ise 23’tür ve bunların bu soruyu yanıtlamamaları istenmiştir.
Bir araştırmada; resmi görevi dışında dini bilgi kursu düzenlediklerini belirten
cami görevlilerinin (ĐH ve MK) oranı %21.7 iken, ara sıra düzenleyenler %26.5,
nadiren düzenleyenler %10.3, cevap vermeyen %37.9, hiç düzenlemeyenlerin oranı ise
%3.4 olarak gerçekleşmiştir1.
DĐB’e bağlı olarak dini hizmet veren resmi KK’ler yanında cami görevlileri de, –
DĐB’in gözetiminde– Kur’an dersi verebilmektedirler. “Akşam Kur’an kursu” ve “kısa
süreli yaz kursları” adı altında bu kurslar düzenlenmektedir. Bu kursların, yaygın din
eğitiminin önemli bir yanını teşkil ettikleri söylenebilir. Öyle ki, bu kurslara 1996 yılı
içinde devam edenlerin sayısı çok yüksek bir düzeyde (yaz kursuna devam edenlerin
sayısı 1.526.466 iken, akşam kursuna devam edenlerin sayısı ise 28.074’tür2)
gerçekleşmiştir.
Akşam Kur’an kursu ve yaz kursu3 yanında, birtakım dini bilgiler ve Kur’an
derslerinin verildiği aktivitelerin olması da mümkündür. Cami görevlilerinin, namaz
vakitlerinin öncesinde veya sonrasında, Kur’an dersi dışında4 değişik alanlarda kitap
okumalarıyla ilgili müftülüklerin bazı uygulamalarından söz edilmiştir. Din
görevlilerinin, böyle bir faaliyet içine girmeleri; aynı zamanda onların mesleki tatmin
düzeyleri ve dini hassasiyetleri ile ilgili bir fikir verebilir.
Bazı din görevlileri, yaz dönemi dışındaki zamanlarda pek çok (10 ile 60
arasında değişen miktarda) öğrenciye, Kur’an ve dini bilgileri içeren dersler verdiklerini
ifade etmişlerdir.
DĐB, özellikle yaz dönemlerinde cami görevlilerini, Kur’an öğretme konusunda
görevlendirmektedir. Bu hizmetin karşılığı olarak, çoğu zaman ek bir ücret
verilmemektedir. Bazen, az miktarda bir ücret verildiği olmaktadır. Cami cemaatine
yönelik olarak ilmihal, hadis ve Kur’an okuma programlarının düzenlenmesi karşılığı
için de ek bir ücret ödenmemektedir.
6.3.2.3.Đlköğretim ve Ortaöğretimde Verilen Din Derslerinin Yeterliliği
Hakkındaki Görüşler
Türkiye’de, din eğitiminin ilköğretim ve ortaöğretimde yer alması ile ilgili
değişik birtakım uygulamaların olduğu bilinmektedir. Belli dönemlerde, müfredat
1.Keyifli, age, ss.137–142 ve ss.151–152; Bu konularla ilgili olarak ayrıca bkz. Köylü, age, ss.94–96 ve ss.172–
173
2.Diyanet Đşleri Başkanlığı 1996 Yılı Đstatistikleri, s.105
3.Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitim Yasası’nın çıkmasından sonra, camilerde Kur’an öğretimi daha da önem
kazanmıştır. Çünkü KK’lere başlamak için ilköğretimi bitirme koşulu bu kanunla getirilmiştir. Bu konudaki
düzenlemelerle ilgili olarak DĐB, müftülüklere, 29.05.1998 tarih ve B.02.1.DĐB.0.72.00.03/015–544 sayılı bir
yazı göndermiştir.
4.Cami görevlilerinin, yaygın din eğitimi içinde yer almaları, bir yönüyle zorunluluk arz etmektedir. Bunun için
bkz. Diyanet Đşleri Başkanlığı Mevzuatı, G–78/11–G–78/12; Diyanet Đşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı
Görev ve Çalışma Yönergeleri, ss.71–73. Yine, bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Nurullah Altaş, Camilerde Din
Eğitimi ve Đmam–Hatiplerin Yeterliliği (Basılmamış Lisans Tezi), AÜ ĐF, Ank., 1995, ss.100–112
335
programlarında din dersi yer almazken, bazı dönemlerde ise, bu dersler seçmeli olarak
okutulmuştur. “Seçmeli ders” statüsünde olan din dersleri, 1982’den sonra “zorunlu
dersler” arasında yer almıştır1.
Okullarda verilen din eğitimi ile ilgili, uzun tartışmaların olduğu da bir gerçektir.
Bolay, Türkiye’de, din eğitimiyle ilgili olarak duyulan birtakım endişeler yüzünden,
eğitimde tam anlamıyla demokratik adımlar atılamadığını ifade etmektedir. Din
eğitimiyle ilgili olarak gerçekleştirilen birtakım faaliyetlerin, eğitim sisteminin bütün
olarak olumsuz bir biçimde etkilenmesine neden olduğu vurgulanmıştır2.
Đlköğretim ve orta öğretimde verilmekte olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersiyle ilgili olarak, din görevlilerinin görüşlerinin öğrenilebilmesi amacıyla onlara;
“ilkokul, ortaokul ve liselerde okutulan din dersleri sizce yeterli midir?” biçiminde bir
soru yöneltilmiştir. Alınan yanıtların dağılımında (Tablo 104), din görevlilerinin
neredeyse tamamının (%91.3) olumsuz bir kanaat taşıdıkları görülmüştür. Bu derslerin,
“kısmen” yeterli olduğunu belirtenler %7.3’lük bir orana karşılık gelirken, iki kişi bu
soruya yanıt vermemiştir. Đlköğretim ve ortaöğretimdeki derslerin “yeterli” olduğunu
belirten hiçbir din görevlisine rastlanmamıştır.
Din görevlileri üzerine yapılan bir araştırmada; Türkiye’deki dini eğitimi yetersiz
bulan din görevlilerinin oranı %95 düzeyinde gerçekleşmiştir. Genel olarak din
eğitiminin “nasıl olması gerektiği” ile ilgili soruya, din görevlilerinin; %53.8’i “özerk
olmalıdır” biçiminde yanıt verirken, %32.4’lük bir oran, bu hizmeti DĐB’in vermesi
gerektiğini, %13.8 ise MEB’in verebileceğini ifade etmiştir3. Buna göre, dini eğitimle
ilgili mevcut uygulama konusunda, büyük oranda bir memnuniyetsizliğin varlığı göze
çarpmaktadır.
Köktaş’ın bir araştırmasında, ilk ve ortaöğretimde verilen dini eğitimi yeterli
bulanların oranı %24.4 iken, yetersiz bulanlar ise %61.3 civarındadır. %12.7’lik bir
oran ise “fikrim yok” biçiminde yanıt vermiştir. Aynı araştırmada, dini bilgilerin en iyi
öğrenilebileceği yerin, “devletin genel resmi okulu” olduğunu belirtenlerin oranı ise
%21.5 olarak gerçekleşmiştir4. Köktaş’ın ayrı bir araştırmasında ise, dini bilginin en iyi
şekilde öğrenilebileceği yeri, “devletin genel resmi okulu” olarak belirtenlerin oranı
%20.9 olarak gerçekleşmiştir5.
Din görevlileri, verilen din derslerinde, dinle bağdaşmayan birtakım konuların
yer aldığını ifade etmişlerdir. Dinle ilgili olarak verilen yanlış bilgilerin, çocuğun ileriki
yaşamı için olumsuz birtakım etkiler yapabileceğinden söz edilmiştir.
1.Bilgin, age, ss.45–117 ve Cebeci, age, ss.104–138
2.Bolay vd., age, ss.113–114
3.Tatlılıoğlu, age, s.111
4.Köktaş, age, s.161
5.M. Emin Köktaş, Din ve Siyaset, s.249
336
SONUÇ
Dini bürokrasinin, Türkiye özelinde almış olduğu biçimin, yani Diyanet Đşleri
Başkanlığı’nın ve bu başkanlığa bağlı olarak yerine getirilen hizmetlerin
yürütülmesinde etkin rol oynayan din görevlilerinin konu edinildiği bu alan araştırması,
Elazığ genelinde görev yapan din görevlilerini kapsamaktadır. Elazığ ilinin evren olarak
alındığı bu araştırmada, “tabakalı tesadüfî örneklem tekniği” kullanılmak suretiyle
örneklem seçilmesi yoluna gidilmiştir. Din görevlileri ile ilgili olarak verilerin
toplanmasında ankete, en çok kullanılan “tarama tekniği” olarak başvurulmuştur.
Enformel görüşme de, bu araştırmanın veri elde edilmesinde önemli bir yere sahiptir.
Din görevlilerinin, müftülüklerde aylık olarak yapılan toplantılarına katılımın
gerçekleştirilmesi ve eğitim merkezindeki hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim kurslarına
iştirak edilmesi suretiyle de, geniş bir gözlem olanağı elde edilmiştir.
Bir meslek grubunun üyeleri konumundaki din görevlilerinin; mesleğin
gereklerinin yerine getirilmesi sırasında ortaya çıkan sorunlar ve bunlara karşı alınan
önlemler; mesleğin sürdürülmesi sırasında belli nedenlerin ortaya çıkardığı beklentiler;
her meslek grubundaki bireylerde ortaya çıkması kaçınılmaz olan meslek ahlakı; din
görevliliği mesleğinin, o mesleğin gereklerinin “tam” olarak yerine getirilmesi ve
mesleğin odak alınması suretiyle, toplumsal alanda belli bir “yer”in elde edinilmesinin
bir ifadesi olan meslek bilinci; meslek bilinciyle ilgili olarak ele alınan mesleki doyum;
toplumsal yapıda belli rollerin yerine getirilmesi ve belli ihtiyaçların karşılanması
sonucu oluşan mesleki itibar; mesleki itibarın mevcut durumda düşük olması ya da
itibar olarak irtifa kaybedilmesine neden olan geleneksel birtakım anlayışların varlığı ve
bunların önem derecesi; mesleki gereklerin yerine getirilmesinde etkin olan bilgi
düzeyinin oluşumu ve bu oluşumu olumlu–olumsuz yönde etkileyen unsurların
mevcudiyeti; toplumsal statüyle ilgili olarak kültürel durumlar; çalışılan kurumla (DĐB)
ilgili düşünceler ve bu düşüncelerin oluşumunu hazırlayan faktörler; ekonomik durum
ve mevcut ekonomik durumun algılanış biçimi; mesleki alan dışındaki faaliyetler; dini
oluşumların değerlendirilme biçimi; mesleki ahlak ve bilinçlenme ile ilgili olarak ortaya
çıkma ihtimali yüksek olan toplumsal/dini liderlik yönleri bu araştırmanın ele aldığı
temel konular arasında zikredilebilir.
Araştırmanın ikinci bölümünde, öncelikli olarak, din görevlilerinin mesleki ve
genel durumları ile ilgili birtakım bilgilerin verilmesi yoluna gidilmiştir. Din
görevlilerinin, yaş itibariyle daha çok “genç” ve “yetişkin” kategorisinde yer aldıkları
görülmektedir. Din görevlilerinin 3/4’ten fazlasının, çalışma dönemi bakımından
“verimli” bir durumda bulunması, din görevliliğinin mesleki başarısının artma
ihtimalinin olması ile açıklanabilir. Din görevliliğini yerine getirenlerin, aynı zamanda
“dini lider” olma durumları göz önüne alındığında; fiziksel görünüm, yaşın getirmiş
olduğu yaşam biçimi ve meslek deneyiminin daha da önem kazandığı söylenebilir.
Din görevlilerinin, medeni–ailevi yönden diğer meslek gruplarıyla bir
farklılaşma içinde oldukları görülmüştür. Din görevliliği mesleğinin elde edilmesi için,
“ileri” düzeyde bir mesleki formasyon kazanımının istenmemesi ve daha çok ĐHL
337
mezunu olmanın yeterli görülmesi, mesleki süreç içine erken girilmesine ve dolayısıyla
da erken evliliğe yol açmaktadır. Öyle ki, din görevlilerinin yarısından fazlası, 20
yaşına ulaşmadan evlenmektedirler. Görev yapılan yerin özelliklerinin, yaşam
koşullarını biraz daha zorlaştırması da, evlenme yaşının düşmesi sonucunu
doğurabilmektedir. Toplumumuzda görülen, bir meslek sahibi olduktan sonra hemen
evlenilmesi biçimindeki davranış, din görevlilerince yaygın olarak sergilenmektedir.
Din görevlilerinden çoğunluğunun lojmanda oturduğu tespit edilmiştir. Kirada
oturanların oranı da azımsanamayacak düzeydedir. Kirada ve lojmanda oturanların
toplam oranı, din görevlilerinin 3/4’ünden daha fazladır. Din görevlilerinden bazıları,
ev sahibi olmasına rağmen kendi evinde oturmamakta, kirada bulunmakta ya da lojmanı
kullanmaktadır. Görev yapılan yerin kırsal kesimde yer alması, bireylerin kendi evinde
oturmamalarında etkili olurken, il merkezinde görev yapılan yere evin uzak olması da,
önemli bir etken olarak değerlendirilebilir. Đl ve ilçe merkezlerinde lojman sayısının
daha az olması, bu yerleşim yerlerindeki görevlilerin, kirada oturmasını bir yönüyle
zorunlu kılmaktadır. Özellikle kırsal bölgelerde kiralık ev bulunması ihtimalinin düşük
olması, buralarda lojman yapımının yaygınlaşması sonucunu doğurmuştur. Lojmanı
olmayan köylerdeki din görevlilerinin, en büyük istekleri arasında lojman yapımı
bulunmaktadır. Camiyle birlikte lojmanın da yapılması, bu konudaki sorunun çözülmesi
anlamını taşımaktadır. Mevcut lojmanlardan bir kısmının bakımsız olması eleştirilirken,
lojmanların tamir ücretinin de DĐB ya da TDV tarafından karşılanması istenmiştir.
Coğrafi köken, insanın ileriki yaşamını etkilemesi bakımından büyük bir önem
taşımaktadır. Bireylerin karakter yapılarının oluşumunda, doğup büyüdükleri çevrenin
önemli bir yeri vardır. “Đlk yaşam yeri”, kişinin dünya görüşünün biçimlenmesinde
etkin bir yere sahiptir. Din görevlilerinin, yaklaşık 2/3’sinin kırsal kökenli oldukları
görülmektedir. Kırsal bölgelerin, daha çok “kapalı toplum” özelliği taşıdığı
değerlendirmesinden hareket edildiğinde, bu kapalılığın din görevlilerinin
toplumsallaşmaları ve mesleki formasyon kazanmalarını olumsuz yönde etkileyeceği
ifade edilebilir. Coğrafi köken, kişinin seçmek isteyeceği mesleğin belirlenmesinde de
etkin bir yere sahiptir.
Öğrenim durumuna genel olarak yaklaşıldığında; din görevlilerinin 2/3’sinden
fazlasının ĐHL mezunu oldukları anlaşılmaktadır. Din görevlilerinin yaklaşık 1/4’i de
yüksekokul/üniversite mezunudur. ĐHL mezunu olanlardan bir kısmının, bu okulu
“dışarıdan” bitirdikleri tespit edilirken, yüksekokul/üniversite mezunu olanlarda,
dışarıdan bitirme oranı daha yüksek bir düzeye ulaşmaktadır. Dışarıdan bir okulun
bitirilmesi, genelde meslekte “derece” ve “kademe” elde etmeye yöneliktir. Bunun
yanında, görevin gereklerini yerine getirme yönünden kendini yeterli hissetme gibi bir
durum da, bu davranışın ortaya çıkmasında etkilidir denilebilir. Kurumlar arası nakil
yoluyla başka kuruma geçip, yönetsel kadroda görev yapma isteğindeki din
görevlilerinin, öğrenim düzeyini yükseltme çabasında oldukları gözlenmektedir.
Baba mesleği, kişinin ileriki yaşamını belirleyen önemli bir etken olma özelliği
taşımaktadır. Kişinin ilk yaşantısında, en çok karşılaştığı fiillere veya mesleklere
yüksek bir değer atfetmesi, babanın yerine getirmiş olduğu mesleği daha da önemli
kılmaktadır. Din görevlilerinin 2/3’sinin kırsal kesim kökenli olmaları, babalarının
338
mesleki bakımdan “çiftçilik”te yoğunlaşmaları sonucunu doğurmuştur. Din
görevlilerinin baba mesleklerinin yaklaşık yarısının çiftçilik olması, bu yargıyı
güçlendirmektedir. Babasının mesleği din görevlisi olanların oranı ise, araştırma
kapsamına alınanların yaklaşık 1/6’ine karşılık gelmektedir. Buna göre, din
görevlilerinin, meslek seçiminde belirgin bir “dikey hareketlilik” içinde oldukları
söylenebilir.
Çocuk sayısı bakımından, din görevlilerinin yaklaşık 1/4’inin 2 çocuk
kategorisinde yoğunlaştıkları görülmektedir. 3 ve 4 çocuk sahibi olanlar ise, yaklaşık
1/3 oranındadır. Kırsal kesimde, işgücünün insan gücüne dayanması, çok çocuk sahibi
olmayı gerekli hale getirebilirken, kentsel alanlarda bu anlayışın tamamen değişme
eğilimi içinde olduğu söylenebilir. Kırsal kesimde görev yapsa da, din görevlisi “657’ye
tabi memur”dur ve bireyin yaşamını biçimlendiren faktörlerden biri de yerine getirilen
görevdir. Dolayısıyla, kırsal kesime özgü bazı anlayışların, din görevlilerince
benimsenmediği söylenebilir. Din görevlileri arasında, çocuk sayısının belirlenmesinde,
“fatalist” bir anlayıştan çok, rasyonel birtakım değerlerin esas alındığı görülmektedir.
Mesleği yerine getirme süresini (kıdem), yapılan “iş”in verimliliği ile ilgili
olarak ele almak mümkündür. Mesleki sorunlarla karşılaşma ihtimali, kıdemle yakından
ilgili olabilir. Din görevlilerinin 4/5’ünün, 5 yıldan fazla görev yaptıkları görülmüştür.
Buna göre, din görevlilerinin mesleki bakımdan belli bir deneyime sahip oldukları
görülürken, bu durum mesleki sorunlarla karşılaşma oranının azlığını akla
getirmektedir. Mesleki kıdem, sürekli bir biçimde muhatap olunan kimselerle
ilişkilerin, daha sağlam temellere dayanması olasılığını yükseltebilir. Din görevliliği
mesleğinde, özellikle “uygulama”nın fazla olması, kıdemin önem derecesini daha da
artırmaktadır.
Ünvan itibariyle, ĐH’lerin yaklaşık 3/4’lük bir orana karşılık geldikleri
görülmektedir. DĐB hizmetlerinin “temel”i olarak ele alınan cami hizmetini yerine
getirenler ĐH ve MK’lerdir. Kırsal bölgelerdeki camilerde sadece ĐH’lerin bulunması,
bu görevlilerin rakamsal bakımdan çoğunlukta olmaları sonucunu doğurmuştur.
DĐB’de, belli ünvanların elde edilmesi için, birtakım koşulların yerine getirilmesi bir
gerekliliktir. Müftülük, vaizlik ve murakıplık için dini yüksekokul bitirme koşulunun
varlığı, buna örnek olarak verilebilir. Bunun yanında, DĐB teşkilatında büyük bir kadro
sıkıntısı olduğu da bilinmektedir. Bu ihtiyaçta, ilk sırayı ĐH alırken, daha sonra vaiz,
MK, KKÖ, murakıp, müftü ve müftü yardımcısı gelmektedir. Din hizmetlerinin,
kesintisiz ve düzenli bir biçimde yürütülebilmesi için, yeterince kadro verilmesi
zorunluluğu açığa çıkmaktadır.
1995 yılsonu istatistiklerine göre, araştırma evrenindeki din görevlisi sayısı
795’tir. Din görevlilerinin yarısından fazlasının, ilçelere bağlı köylerde yoğunlaştıkları
görülmektedir. Belli yerleşim kesimlerinin, kendine mahsus birtakım özellikleri
bulunmaktadır. Bazı yerlerin; terör, ulaşım, –göç nedeniyle– nüfus azlığı gibi sorunları
söz konusudur. Buna karşılık, bazı kesimler daha avantajlı bir durumdadır. “Riskli”
veya “sorunlu” olarak ele alınan kesimlerde görev yapan din görevlilerine, tazminat,
izin gibi birtakım avantajların sağlanması, görevin daha verimli bir biçimde yerine
getirilmesi sonucunu doğurabilir.
339
Din hizmetleri içinde, cami görevlerinin önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Cami
hizmetleri içinde, vaazlar ve hutbeler belirleyici bir fonksiyona sahiptir. Vaaz ve
hutbelerin hazırlanmasında; cami cemaatinin seviyesi, sorun ve ihtiyaçlarının öncelikli
olarak göz önüne alınması istemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Özellikle hutbelerde, “tek
tiplilik”in ortadan kaldırılmasının gereği vurgulanmıştır. Hutbe konularının seçimi ve
anlatım özelliklerinin, yerleşim yerine (kır–kent) göre belirlenmesi ilkesine uygunluğu
da önem taşımaktadır. Cami cemaatinin, verilen dini hizmetlerden memnun kalmasında
vaaz ve hutbelerin fonksiyonu yadsınamaz. Koşullara ve zamana uygun, değişik
birtakım tekniklerin dini hizmetlerde kullanımı sayesinde, verilmek istenen mesajın
muhataba daha kolay ulaşması sağlanabilir.
Vaazla ilgili olan uygulamalardan biri, “merkezi sistemle vaaz”dır. Bu şekildeki
uygulamanın, olumlu veya olumsuz birtakım sonuçlar doğurduğu tespit edilmiştir.
Genel olarak; cemaatin seviyesi, ilgi ve beklentilerinin esas alınmaması, din
görevlilerini “pasif” konumda bırakması gibi nedenlerden dolayı, bu uygulama olumsuz
eleştirilere sahne olurken; vaaz verme yeteneği ve bilgisi olmayan din görevlilerinden
kaynaklanan sorunların aşılması ve vaaz verilmeyen camilerde bu sayede vaaz
dinlenilmesi imkânının doğması, herkesin aynı vaazdan haberdar olması ve teknolojinin
dini hizmetlerde kullanılması gibi nedenler de, bu uygulamaya olumlu gözle
bakılmasına neden olmaktadır. Bu uygulamanın sürekli bir biçimde
gerçekleştirilmesinin, din görevlileri açısından olumsuz etki meydana getireceği
ihtimalinden dolayı; özel günler, haftalar veya aylarda kullanımı daha doğru bir
yaklaşım olacaktır.
DĐB’in, okunmasını tavsiye ettiği hutbelerle ilgili olarak, din görevlilerinin
genelde olumsuz bir kanaat taşıdıkları görülmektedir. Din görevlilerinin, 3/4’ünden
daha fazlası, hutbelerde ele alınan konuların; “gereksiz”, “yeni bilgi vermekten uzak”
veya “cemaati etkilemekten uzak” nitelikte olduklarını ifade etmişlerdir. Din
görevlileri, hutbelerin “belli bir tipte” olması ve “kalıplaşmış” birtakım kelime ve
cümleleri içermesinin, hutbelerin etki derecesini azalttığını belirtmişlerdir. Hutbelerin;
kısa ve öz bilgileri içermesi, bıkkınlık duymayı engelleyebileceği gibi, verilen mesajın
daha kolay bir biçimde muhataba ulaşmasını da sağlar. Hutbelerin, insanların bilgi–
kültür donanımlarına ve yerleşim yerine göre verilmesi, daha doğru bir deyişle
hazırlanacak bir “irşat coğrafyası”na göre olması gereklilik arz etmektedir.
DĐB tarafından tavsiye edilen hutbelerin, din görevlileri tarafından okunmaması
ya da hutbe okuma ile ilgili olarak belirlenen kurallara uyulmaması da, bazen çeşitli
sorunlara yol açmaktadır. Bu durum, din görevlilerinden sadece ĐH’leri
ilgilendirmektedir. Hutbelerle ilgili kurallara uymadığından dolayı, belli bir yaptırıma
maruz kalanların oranı düşüktür. DĐB’in, okunacak hutbelerle ilgili olarak belli bir
sınırlama getirmesi, din görevlilerinin bilgi ve kültür düzeyinin yetersizliğinden
kaynaklanan birtakım sorunların aşılmasına neden olduğu gibi, böyle bir uygulama; din
görevlilerinin, birtakım siyasal–dini oluşumları veya ideolojileri benimsemeleri
ihtimalinden dolayı doğabilecek problemlere de çözüm teşkil edebilecektir.
“Muamelat” olarak adlandırılan; aile hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku,
bireylerle–yöneticiler arasındaki ilişkiler, devletler hukuku, iktisat hukuku gibi
340
konulardan vaaz ve hutbelerde bahsedilmemesi için telkin olduğunu belirten din
görevlileri, araştırma kapsamına alınanların yaklaşık 1/10’ine karşılık gelmektedir. Din
görevlilerinin bazıları, muamelatla ilgili olarak konuşmamaları için kendilerine bir
telkin olmadığını, ancak, bazı konularda konuşmamalarının, kendileri için daha iyi
olacağı biçiminde bir düşünceye sahip olduklarını belirtmişlerdir.
Dini hizmetlerin yerine getirilebilmesi için, belli dini bilgilere ihtiyaç vardır.
Kur’an’ın ezberlenmesi, bunlardan en önemlisi olarak ele alınabilir. Din görevlilerinin
3/4’ünden daha fazlası, Kur’an’dan yeterince ezberi olmadığından dolayı rahatsızlık
duyduğunu belirtmiştir. Kur’an’ın farklı yerlerinin farklı zamanlarda okunması isteği,
ezber yetersizliğinden dolayı, sıkıntı oluşturabilir. Din görevlilerinin çoğunluğu, Kur’an
ezberinin miktarının azlığından dolayı rahatsızlık duyarken, bunların yaklaşık 2/3’sinin
bu sorunun aşılması yönünde herhangi bir çabasının olmadığı dikkat çekmektedir.
Mesleğin tam olarak içselleştirilememiş olması ve meslekle ilgili birtakım sorunların
çözümlenmemiş olması, yukarıda geçen durumun ortaya çıkmasına zemin
hazırlayabilir. Kur’an’dan ezber miktarının; tayin, ek tazminat, ödül gibi unsurların
kullanılması yoluyla artırılması ihtimali bulunmaktadır.
Ezan okuma, özellikle cami hizmetlerinin önemli bir yanını teşkil eder. Ezanın
makamla ve bu arada kulağa hoş gelecek biçimde okunması görüşü din görevlilerince
genel kabul gören bir yaklaşımdır. “Kulağa hoş gelen” ezanın, camiye ve ibadete karşı
daha saygılı olunması sonucunu doğuracağı ifade edilmiştir. Ezan okumayla ilgili;
hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim kurslarında belli birtakım bilgiler verilmekteyse de,
bunun yeterli olmadığı söylenebilir. Din görevlilerinin, ezanı en iyi biçimde
okuyabilmeleri için, sürekli bir kurs verilmesi gerekli iken, bu kurslara yalnızca
MK’lerin değil, aynı zamanda ĐH’lerin de alınması daha yararlı sonuçlara ulaşılmasını
sağlayacaktır. Bunun yanında, cami görevlisi olmayanlara ezan okutulmaması
biçimindeki karara, daha sıkı biçimde uyulması gerekmektedir. Ezan okuma yeteneği
olmayanların, daha başka görevlere kaydırılmaları uygulaması da başlatılabilir.
Mevlit, hatim, Yasin, devir, cenaze (teçhiz–tekfin) gibi dini merasimlerin
yerine getirilmesi ve bu hizmetler karşılığında ücret alınmasıyla ilgili farklı görüşler
etrafında birleşildiği görülmektedir. Bu merasimlerin yapılması karşılığında ücret
alınabileceği görüşünü paylaşanlar, din görevlilerinin yaklaşık yarısına yakın bir orana
tekabül etmektedir. Bu merasimlerin aslından saptırılıp, “para kazanma aracı” haline
getirilmiş olduğu kanaatini dile getirenlere de rastlanmaktadır. Bahsedilen merasimler
karşılığı para alınmasının, din görevlilerini itibar kaybına uğrattığı da özellikle ifade
edilmektedir. Din görevlilerinden bir kısmı, bu dini merasimlerden bazılarının “bidat”
olduğunu ve kesinlikle yerine getirilmemesi gerektiğini belirtmişlerdir. Önemli bir
kesim de, önceden pazarlık yapılmaması koşuluyla veya “hediye olarak” para
alınabileceğini ifade etmiştir. Bu törenlerle ilgili, halkın yanlış bir bilgilenme içinde
olduğu görüşü de yaygın olarak paylaşılmaktadır. Bazıları da, bu merasimlerin bir
“vesile” gibi algılanabileceğini ve bu sayede dini bakımdan uyulması gerekli olan
kuralların anlatılabileceğini ileri sürmüştür. Din görevlilerini, yerine getirilen birtakım
dini merasimler karşılığı ücret almaya iten nedenlerin en önemlilerinden biri, din
görevlilerine ödenen maaşın azlığıdır. Maaşın arttırılması, din görevlilerinin itibar
341
yönüyle birtakım avantajlar kazanmaları sonucunu doğurabilir.
Özellikle yönetsel kadrolarda yer alan din görevlileri, hizmet öncesi ve özellikle
hizmet içi eğitim kurslarının yaygın hale getirilmesi taraftarıdırlar. Hizmet öncesi ve
hizmet içi eğitim yönetmeliğinin değiştirilmesi gerektiği, bu görevliler tarafından
önemle vurgulanmıştır. Eğitim merkezlerinde bulunan öğretmenlerin bilgi yönüyle
takviyesi de, kalitenin arttırılabilmesi yönünden önemli görülmüştür. Hizmet içi eğitim
merkezlerinin, yılın büyük kısmında atıl bir vaziyette kaldıkları dikkat çekmektedir. Bu
kurumların daha aktif bir hale getirilmesi, din hizmetlerinin “kaliteli” bir şekilde
sunumunu sağlayabilir. Bazı din görevlileri, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim
kurslarını “gayrı ciddi” olarak nitelendirmektedir. Belli formalitelerin yerine getirilmesi
düşüncesinden uzak ve kursun sonunda elde edilen seviyeye göre; görev yerinin
değiştirilmesi, derece, kademe veya ödül verilmesi gibi bir değerlendirmede
bulunmanın, bu kurslara olan ilgiyi daha da arttıracağı muhakkaktır.
Din görevlilerinin, mesleğin gereklerini yerine getirirken birtakım eleştirilere
maruz kalmaları olasıdır. Din görevlilerinin, karşı karşıya kaldıkları eleştirilerde, bazen
haklı bazen de haksız olmaları söz konusudur denilebilir. Din görevlilerinin yarısından
fazlası, eleştirilerin genelde belli kimseler tarafından yapıldığı konusunda görüş birliği
içindedir. Din görevlilerine “sataşma”yı, adet davranış haline getiren bazı kişilerin
varlığından şikâyet edilmiştir. Bunun yanında, dinle ilgisi olmayanların eleştirilerine
maruz kaldıklarını belirtenler de 1/3 oranına sahiptir. Az da olsa, eleştirenlerin haklı
olduğunu belirtenler bulunmaktadır. Din görevlilerinin, yapılan eleştiri karşısında belli
bir tutum içine girmeleri, onların mesleki deneyimleri ile yakından ilgilidir. Din
görevlilerinin 2/3’sine yakını, eleştiren kişinin “bilgi ve samimiyetine göre”, eleştiriyi
dikkate alma biçiminde bir tutum geliştirdiğini ifade etmiştir. Yine, yaklaşık aynı
orandaki din görevlisi de, eleştiri yöneltilen bir yönün olması halinde o yönü düzeltme
yoluna gideceğini belirtmiştir. Din görevlilerinin en küçük bir hareketinin eleştiri
konusu olması, nasıl yanlış bir davranış ise, eleştiriye kapı açan birtakım hareketlerde
bulunmaları da o derece yanlıştır.
Din görevlilerinin eleştirilmesi yanında, bir üst makama şikâyet edilmeleri de
söz konusudur. Din görevlilerinin yaklaşık 3/4’ü, şikâyet edildiklerini belirtmektedirler.
Din görevlileriyle ilgili şikâyetlerde, murakıp devreye girmekte ve işin gerçek yüzünü
ortaya çıkarmaya gayret etmektedir. Din görevlilerinin yarısından fazlası, şikâyetlerin
görevle ilgili olduğunu ifade etmiştir. Mesleki yöndeki bilgisizlik veya bireysel
birtakım anlaşmazlıkların da, şikâyet nedeni olarak ele alındığı dikkat çekmektedir. Din
görevlilerine karşı önyargılı olunması biçimindeki davranışın yaygın olduğu ve bunun
da şikâyetle sonuçlandığı dile getirilmektedir. Mesleğe uygun hareket edilmemesi de,
şikâyet konusu olarak ele alınmıştır.
Din görevlileriyle ilgili olarak ele alınan konulardan biri de mesleki bilinçtir.
Meslekler, “kurumlaşmış faaliyet biçimi” olarak ele alınmakta ve mesleğin kendine
özgü birtakım yönleri (teknik, uygulama biçimi, sunulan imkân, belli bir değere karşılık
gelmesi, sosyal kabul görmesi, kurumsallaşan bazı değerleri taşıması vs.)
bulunmaktadır. Bu yönlerin, mesleği yerine getiren kişi tarafından ele alınma biçimi ve
atfedilen önem derecesi, aynı zamanda mesleki bir bilinçten söz edilmesini de
342
gerektirmektedir. Mesleki alandaki davranışların, meslek alanı dışına taşması ya da
meslek alanı dışındaki birtakım unsurların mesleki bütünleşme sonucunu ortaya
çıkarması veyahut mesleki çözülme sonucunu doğurması da mümkündür.
Meslekten memnuniyet durumu, meslekle ilgili beklentiler ve görev yapılan
alandaki sorunların varlık derecesi, görev yapılan toplumsal ortamın değerlendirilme
biçimi, mesleğin dünya görüşünü etkileme derecesi, mesleki bakımdan mevcut ve
kazanılması istenen bilgilerin çeşidi, miktarı ve nitelikleri, mesleğin belli bazı kültürel
faaliyetleri ortaya çıkarması gibi durumlar mesleki bilinç çerçevesinde ele alınmıştır.
Din görevlilerini konu edinen bu çalışmada, din görevlisi–meslek bağlantısı genel
olarak “mesleki bilinç” kapsamı içinde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Mesleki bilinçle
ilgili olduğu varsayılan konularda, kısa birtakım çıkarımlara ve gerektiğinde “yapılması
gerekenler”e ulaşılmaya gayret edilmiştir.
Bir mesleğin seçiminde en önemli neden, meslek yaşamının ileriki dönemlerinde
olumlu veya olumsuz birtakım durumların tespitine yönelik olarak, göz önüne alınan
olgudur. Bireyin, uzun zaman belli bir mesleğe yönelik planlar yapması; mesleğe
girmeyi kolaylaştırabileceği gibi, mesleğe girdikten sonraki aşamaların da, az sorunlu
ya da sorunsuz bir biçimde gerçekleşmesini sağlayabilmektedir. Din görevliliği
mesleğinin seçiminde kendi iradesinin çok etkili olduğunu belirtenler, bu alanda görev
yapanların yarıdan fazlasına tekabül etmektedir. Bu gerçekten hareket edildiğinde, din
görevlilerinin meslekle bütünleşmelerinin yüksek bir düzeye erişebildiği, diğer taraftan
yaklaşık yarısına yakınının başka bir mesleği “daha iyi” olarak değerlendirdikleri
görülmüştür. Dini hissiyattan dolayı mesleğin seçilmesi, meslekle bütünleşme açısından
pozitif bir unsur olarak değerlendirilirken, dini hassasiyetin varlık derecesinin mesleki
süreç içinde değişmesi de söz konusudur. Dolayısıyla, din görevlilerinin meslek seçimi
konusundaki tutumlarının, mesleki bilincin “tam” olarak oluşmasını engelleyici
birtakım unsurlar taşıdığı söylenebilir.
Her meslekte olduğu gibi, din görevliliği mesleğini yerine getiren bireylerde de
belli birtakım özelliklerin bulunması gerekmektedir. “Dine hizmet etme”nin en önemli
amaç olarak görülmesi, bir yönüyle diğer mesleklerden farklı bir boyutu ortaya
koymaktadır. Bazı mesleklerde, asıl amaç ücret olabilir. Ancak, din görevliliğinde bu
faktörün ikinci bir boyut olma özelliği daha yüksektir. Din görevliliğini “ideal”
anlamda değerlendirenler, bu mesleğe “kamu hizmeti” anlamı yüklemenin en büyük
yanlışlardan biri olduğu düşüncesindedirler. Sonuç olarak, mesleğin gereklerinin yerine
getirilmesine pozitif anlamda katkı yapabilecek nedenler, din görevliliğinde diğer
mesleklere göre daha fazla bulunmaktadır. Bu nedenlerin başında “manevi sorumluluk”
gelirken, bu sorumluluğun, –varlık derecesi farklı olmakla birlikte– diğer bazı
mesleklerde olabilmesi de mümkündür.
Meslekte başarı sağlanabilmesi için gerekli birtakım bilgilere sahip olunması,
mesleğin sorunsuz bir biçimde ve doyum sağlanarak yerine getirilmesini sağlayabilir.
Din görevlilerinin tamamına yakınının, dini–mesleki bilginin zorunluluğu üzerinde
durdukları dikkat çekerken; kültürel ve toplumsal yöndeki bilgi ve bunun yanında doğal
bilimlerden haberdar olmanın gerekirliği üzerinde de durulmuştur. Din görevlilerinin,
dini bilgiye büyük önem atfetmeleri, onların mesleki özelliklerinden kaynaklanmak343
tadır.
Meslekten memnuniyetin, birtakım değişkenlere göre farklılaşabilmesi
mümkündür. Din görevlilerinin, yaşlarının ve dolayısıyla kıdem durumlarının artışına
paralel olarak, meslekten memnuniyette bir artış olmaktadır. Mesleki süreç içerisinde,
adaptasyonun ileri bir düzeye ulaşması ve birtakım sorunların çözümlerinin bulunması
gibi nedenler, memnuniyetin yaşla birlikte yükselmesi sonucunu doğurmuştur.
Öğrenim durumu da, meslekten memnuniyetin derecesini etkileyebilecek bir özellik
taşımaktadır. Din görevlilerinin, öğrenim durumlarına göre belli bir bilgi birikimine
ulaşmaları ve meslekle ilgili konularda daha rahat davranmaları söz konusudur.
Özellikle, meslekte işlenmesi muhtemel hataların az bir düzeye indirgenmesi, halktan
gelebilecek soruların gereği gibi yanıtlanabilmesi ve bundan bir hoşnutluğun duyulması
da, öğrenim durumu ve dolayısıyla bilgi düzeyiyle ilgilidir. Din görevliliği mesleğinde,
yerine getirilen “iş” de, memnuniyet derecesinde etkilidir. Din görevlilerinin yerine
getirdikleri hizmetlerin; cami hizmetleri, Kur’an öğretimi, vaaz, –murakıp için–
denetçilik, çeşitli irşat programları biçiminde çeşitlenmesi, problem alanlarının da
farklılaşması sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla, bazı din görevlilerinin karşı karşıya
kaldıkları problemlerin yoğunluğu, yerine getirilen görevle bağlantılı olarak
farklılaşmaktadır. Görev yapılan ortamın da, meslekten duyulan memnuniyetin
derecesini etkilediği gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Meslekten memnuniyet duyma,
alınan ücretle de yakından ilgilidir. Din görevlileri, ücret konusunda belli bir beklenti
içindedirler. Đşsizliğin yoğunluğunu ve asgari ücretin düşüklüğünü temel alan din
görevlileri, ülkenin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle bir kabullenme ve mevcut
durumu benimseme yönünde tutum geliştirmektedirler. Din görevlileri, aldıkları maaş
itibariyle, “düz memur” olarak nitelendirilen memurlardan daha avantajlı bir konumda
bulunurken, –özellikle cami hizmetlerini yürütenlerin– günlük çalışma süresi esas
alındığında, bu ücretin yine de yetersiz kaldığı söylenebilir. Ücret itibariyle belli bir
iyileştirmenin yapılması, din görevlilerinin mesleki açıda

Benzer belgeler