İstiklal Mahkemeleri

Transkript

İstiklal Mahkemeleri
İstiklal Mahkemeleri
Sait Çetinoğlu
Giriş
Yakın tarihimizin en önemli hukuk dışı organlarından biri olan İstiklal
Mahkemelerinin arşivi henüz açılmamıştır ve bu mahkemelerle ilgili
bilgiler, dönemin gazete haberleri ve bu mahkemelere değinen
hatıratlardan oluştuğundan, bilgilerimiz ikinci el ve sınırlıdır, bu nedenle
yakın tarihimizin önemli bir bölümünü karanlıkta bırakılmaktadır.
İstiklal Mahkemeleri çok masum bir gerekçeyle gündeme gelir: Asker
kaçaklığını önleme.
Osmanlı Ordusunun savaştaki en büyük handikaplarından birini asker
kaçakları oluşturuyordu, bu sorun “milli mücadele” önderleri içinde önemli
bir sorundur. Silah altına çağrılanlar İstanbul Hükümetinin fetvasını ve
padişahın askerliği kaldırdığına dair fermanını dikkate alarak ya askere
gelmiyor veya şubelerden ve kıtalardan kaçarken kendilerine verilen silah
ve cephaneleri de beraberinde götürüyorlardı.
Bu durumu M.Kemal Nutuk’ta Filhakika, birçok yerlerde, bazı nizamiye
efradı, usatla musademe etmeksizin bilakis silahlarını bırakarak köylerine,
memleketlerine savuşuyorlardı diye ifade eder1. Zaten “Birinci Dünya
Savaşı yıllarında her sekiz firariden birisi idam edilerek cephelerin çökmesi
önlenmiştir. Buna rağmen firarilerin sayısı gittikçe artar ve 300.000’ni
bulur”2. (genellikle bu üçyüz bin sayısı verilmekle birlikte bu sayının her
cephedeki kaçak sayısı olmalı)
1
Şamsutdinov, A.M. Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı, çev Ataol Behramoğlu Doğan Y. 1999, s
138
2
Ertunç Ahmet Cemil, Cumhuriyet Tarihi, Pınar Y. 2004 s 35
1920 Eylül’ünde Meclis kürsüsüne çıkan Mustafa Fevzi Çakmak; “Efendiler
biz askeri değil, milleti giydiriyoruz. Elbiseyi alan üç gün sonra firar
ediyor.”diye ifade etmektedir. Bunlar elde silah istikrarı bozan unsurlar
oldukları gibi aynı zamanda Ankara’nın otoritesini tanımayanların da insan
kaynağını oluşturmaktadır. Hatta bu firarilerin Ankara’ya karşı İstanbul
hükümeti yanlısı güçlere katılması Ankara’yı sarsmaktadır.
“Rahmi Apak’ın anılarında belirttiği üzere, 1919 yılında Batı Anadolu’nun
birçok bölgesinde köylüler, Askeri birlikleri örgütlemeye gelen subayları
köye sokmuyorlardı. Onlara yiyecek vermiyor, bazı yerlerde üstlerine ateş
açıyorlardı”.3
Ankara kontrol bölgesindeki istikrarı bozabilecek her türlü unsuru askere
alarak sorunu çözümleme kararındadır, hatta gayrimüslimleri de askere
alarak bunlardan gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek için Osmanlı gibi
yeniden Amele taburları oluşturmuştur.
Ankara’nın celp çağrısına uyanlar da düzenli ordu yerine çetelere
katılmaktadırlar. “Alayın birinci taburu bin mevcutla Bilecik’ten hareket
etmiş olmasına rağmen Bursa’ya ancak elli mevcutla gidebilmişti. Neferler,
Bilecik-Bursa arasında firar etmişlerdi. İkinci taburda aynı akibete
uğramıştı.”4Ankara Hükümetinin ilk celbiyle Kütahya’dan
katılanlar
topluca Ethem Bey’in Kuvayi Seyyaresine katılmışlardır. Batı Anadolu’nun
seferberlik ilan edilen öteki yerlerinde de buna benzer olaylar
görülmektedir.5
M. Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı genelgesinde, vatanın çıkarlarına
aykırı, memleketin huzur ve asayişini bozanların din ve millet farkı
gözetilmeksizin kanunen şiddetle cezalandırılmalarını ister.
Kuvay-i Milliye komutanlarınca bunlara karşı idama varan cezalar
uygulanıyor, asker kaçaklarının evleri yakılıyor mallarına el konuluyordu.
Kaçaklar için 1914’te çıkarılmış olan Esrar-ı Askeriyeyi İfşa ve Casusluk,
Hıyanet-i Harbiye Hakkındaki Kanun uygulanmaktaydı. Ancak bu kanunun
bir Osmanlı Kanunu olması İstanbul Hükümeti ve Padişah aleyhine
davrananların da vatan haini olacağı anlamı çıkmasından dolayı kanunun
uygulanması sorunluydu6.
Birinci Dönem İstiklal Mahkemeleri
Firariler Hakkında Kanun tasarısı tam da bu günlerde tartışmaya açılır.
Tasarının birinci maddesine göre firarilerin evleri yıkılacak, mala mülke,
hayvana; arpa, buğday, soğana el konulacaktı. Milli Savunma Komisyonu
şu gerekçe ile karşı çıkar: Ev yıkılması memleketimizin esaslı servetini
yıkacağı için uygun görülmez ve zaten harap bir halde bulunan köylerin bu
suretle yıkılması yerinde bulunmaz. İşgal bölgelerinden kaçarak gelenlerin
yerleştirilmesi için zorluklar içinde çırpınan bakanlar kurulu, Firarilerden
alınacak evleri göçmenlere tahsis etmekle daha iyi bir hareket yolu takip
etmiş olacağından, kanun maddesinin bu suretle değiştirilmesini uygun
3
Apak Rahmi, İstiklal Savasında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s.155-156, Zikreden A.M.Şamsutdinov,Mondrostan
Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı, çev Ataol Behramoğlu Doğan Y. 1999 s133
4
Cebesoy Ali Fuat Milli Mücadele Hatıraları,Temel Y. 2000, s 390
5
Şamsutdinov, A.M. Mondrostan Lozan’a… s 153
6
Buca Tarih Tarih ve Bilgi Bankası, İstiklal Mahkemeleri, www.bucatarih.com
görür ve maddenin tesir bakımından şiddetini artırmak için, birlikte
oturduğu ailesi fertlerinin başka yere sürülmesini’ eklemeyi uygun bulur7
25 Nisan 1920'de Mehmet Şükrü Bey tarafından BMM’nin otoritesinin
sağlanmasına yönelik bir önerge verilir. Önergede,
Meclis kararları
aleyhinde bulunan veya uymayanları vatan haini olarak nitelendiriliyor ve
bu gibiler de vatana ihanetle suçlanıyordu. Mecliste karşı konulmasına
rağmen 29 Nisan 1920'de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu kabul edilir:
Madde 1-Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatı ve memalik-i mahrusa-i
şahaneyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def-i maksadına m'atuf
olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisi'nin meşruiyetine isyanı
mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta
bulunan kesan, hain-i vatan addolunur.
Madde 2-Bil-fiil hiyanet-i vataniyye'de bulunanlar salben idam olunur.
Kanunun uygulamasında, olağan mahkemeler yetkilendirilir, Mahkemeler
olağan koşullarda çalışır itiraz, temyiz gibi yollar mevcuttur. Ancak bu
yasayla istenilen sonuca ulaşılamaz ve asker kaçakları sorunu çözülemez.
Asker kaçaklarına hapis cezası verilmesi sebebiyle, birçok kişi cephede
çarpışmaktansa, hapis yatmayı göze alarak firarı yeğlemektedir. Yeni
kanun uygulandığı gibi, önceki kanuna göre Kuvayi Milliye’nin
uygulamaları da devam eder. Kitle halindeki idamlar da Meclise karşı tepki
uyandırır.
Kanundan istenilen sonucun elde edilmediğinden şikayet edenler ve bu
mahkemelerin olağan koşullarda çalışan mahkemeler olmasının, cezanın
ibret verici etkisini kaldırdığını iddia edip yeni formüller geliştirirler. 18
Ağustos 1920'de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler tarafından
Meclis'e Telkin ve Tedhiş Kanunu adıyla çok ağır hükümler taşıyan bir
önerge verilir:
Seferberlik emrine icabet etmeyenlerin emvali müsadere, hanesi ihrak
(yakılır), ailesi tehcir (göç) edilir ve tevrüd (karşı koyma) edenler de
derdestlerinde
(ele
geçirildiklerinde)
idam
olunur
hükümlerini
taşımaktadır. Çok ağır cezalar taşıyan önerge tartışma sırasında reddedilir,
Tevfik Rüştü çok ağır ve olağanüstü dönemlerden geçildiğini savunarak
önergesini İhtilal Mahkemeleri
şeklinde değiştirerek olağanüstü
mahkemelerin kurulmasında ısrar eder.
2 Eylül 1920'de, Milli müdafaa Vekaletince hazırlanan Firar Ceraimini
İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı Meclis tarafından Millî Müdafaa
Encümenine gönderilir, 8 Eylül'de M. Kemal'in önerisiyle gündeme alınır.
7
Bozkurt Mehmet, Asker Firariler Sorunu www.sol.org
Fevzi (Çakmak) Paşa, olağanüstü ihtiyaca dayanarak, savaş zamanına ait
olmak üzere Firariler Hakkında Kanun’un kabulünü ister. Asker kaçakları
olaylarının çokluğunun vatanın kurtuluş ve bağımsızlığını tehlikeye
düşürecek duruma geldiğini, bunun önüne ancak sert önlemlerle
geçilebileceğini, eski kanunun etkili olmadığını belirten Paşa’nın önergesi
ile konu tartışmaya açılır. Önergeye kişi hakları açısından karşı çıkıldığı
gibi, memleketi ve halkı korkuya düşüreceği, milli mücadeleyi arkadan
vuracak kuvvetleri çoğaltacağı ve halkta panik yaratacağı gibi yönlerinden
karşı çıkılmasına rağmen, Tevfik Rüştü’nün reddedilen İhtilal Mahkemeleri
Kanunu
teklifinin ismi İstiklal Mahkemeleri olarak değiştirilerek
olağanüstü mahkemelerin de ilavesiyle
Firariler Hakkında Kanun’ 11
Eylül'de kanun oy çokluğu ile kabul edilir.
FİRARİLER HAKKINDA KANUN
Kanun No :21, 11 Eylül 1924
Madde 1- Muvazzaf ve gönlü ile hizmet-i askeriyeye dahil olup da firar
edenler veya her ne suretle olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari
derdest ve sevkinde tekasül (kayıtsızlık) gösterenler ve firarileri ihfa
(saklayan) ilbas (giydiren) edenler hakkında mülki ve askeri kavaninde
(kanunlar) mevcut ahkam
ve indel-icap (gerektiğinde) diğer guna
(benzer) mukarrerat-ı cezaiyeyi müstakilen hüküm ve tevfiz (hükmü
uygulamak) etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından oluşan İstiklal
Mahkemeleri teşkil olunmuştur.
Madde 2- Bu mahkemeler a'zasının adedi üç olup Büyük Millet Meclisi'nin
ekseriyet-i arasile intihap ve içlerinden birini kendileri tarafından reis
addolunur.
Madde 3- İş bu mahkemelerin adedini ve mıntıkalarını Heyet-i Vekile'nin
teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi tayin eder.
Madde 4- İstiklal Mahkemeleri'nin kararları kat'i olup infazına bilumum
kuva-yı müsellaha ve gayr-i müsallaha-i devlet (devletin bütün silahlı ve
silahsız
kuvvetleri)
memurdur.
Madde 5- İstiklal Mahkemeleri'nin evamir ve mukarreratını(emir ve
kararlarını) infaz etmeyenler veya infazda taallül (yalan bahane ile işten
kaçma) gösterenler işbu mahkemeler tarafından taht-ı mahkemeye alınır.
Madde 6- Her İstiklal Mahkemesi ketebe ve müstahdeminin maaşatı şehri
yüz
lirayı
geçmeyecektir.
Madde 7- Her İstiklal Mahkemesi vazifeye mübadereti (işe başlama)
anında firari ve bakaya erfadının bir müddet-i muayyene zarfında (belli
süre içinde) icabetini (kabul edilme) teminen her türlü vesait-i tebliğiyeye
müracaat
eder.
Madde 8- İşbu kanun tarih-i neşrinden muteberdir.
Madde 9- İşbu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi memurdur.
Kanunun kabulünden sonra Erkanı Harbiye başkanı İsmet Bey (İnönü) 14
İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulunur. Meclis 7 mahkeme
bölgesi saptar, Üyelerin ve bölgelerin seçimi 26 Eylül'de gerçekleşir.
Bölgeler; Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Pozantı, Kastamonu, Sivas
olarak tespit edilir
Bölge ve üye seçiminin devam ettiği bir sırada, İstiklal Mahkemeleri
kuruluşunu sağlayan Firariler Hakkında Kanun’un birinci maddesine bir ek
madde kabul edilerek Komutanların askeri rütbeler arasında itaat ve
inzibat sağlanmasına dayanan hukuk ve yetkileri saklı kalmak üzere
vatanın ve hilafetin kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadele eden Büyük
Millet Meclisi'nin çalışmasına ve amacına aykırı olarak düşman amaç ve
çıkarlarını güçlendirme yollu teşkilat ve tahrikat ve kargaşalık yaratanlar
ve memleketin maddi ve manevi kuvvetlerini her ne surette olursa olsun
bozup, yıkmaya çalışanlar ve düşman hesabına askeri ve siyasi casusluk
edenlerle, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun kapsadığı
hükümlerden dolayı tutuklu bulunanların mahkemelerinin yapılacağı ve
hükümlerin infaz etme yetkisi İstiklal Mahkemeleri'nin kurulduğu
bölgelerde adı geçen mahkemelere verilmiştir hükmüyle, İstiklal
Mahkemeleri'nin yalnız asker kaçaklarına ait olan yetkileri olağanüstü
genişletilir.
Bir ay sonra Diyarbakır'da da bir mahkeme kurulması kabul edilince
mahkeme sayısı 8'e yükselecektir. İstiklal Mahkemelerinin verecekleri
kararlar, idam dahil, kesindir ve derhal uygulanacaktır. Karar verilirken
vicdani kanaatleri yeterlidir. Kararlara itiraz ve temyiz yoktur. Kararlarını
ve emirlerini bütün asker ve sivil memurlar uygulamak zorundadır. Kısaca
mahkemeler sınırsız bir güce sahiptirler.
İstiklal Mahkemeleri heyetleri 27 Eylül’de toplanarak çalışma programlarını
hazırlarlar:
“Refik Şevket Bey’in [İnce] hazırladığı beyanname okunup kabul edildi.
Beyanname basıldı ve mahkeme heyetleri yola çıkmadan mahkeme
bölgelerine gönderildi. Beyannameyi, isim yeri boş bırakıldığı için, her
İstiklal Mahkemesi adını yazarak yayınladı. Beyanname metni şöyle idi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Namına (...............)
Mıntıkası İstiklal Mahkemesinin Beyannamesi
Üç yüz milyon müslümanın ümid bağladığı vatanımızda Hilafet makamı
aleyhine zalim hükümetler tarafından tertib edilen su-i kasd, İzmir, Adana
ve İstanbul işgaliyle pek açık suret-de tahakkuk etdi. Bunun üzerine
milletimiz bir defa daha harekete geldi ve istiklâliyle varlığını muhafaza
için her fedakârlığı göze alarak talihini kendisinin intihab etdiği vekillerden
mürekkeb Büyük Millet Meclisi'ne teslim etdi.
Filhakika vatanın fedakâr evladı, yer yer, cephe cephe hareket ve
istiklâlimizin harici ve dahili düşmanlarıyla arslanlar gibi çarpıştılar ve
çarpışıyorlar. Büyük Millet Meclisi de öldürülmek istenilen şu mazlum,
fakat büyük milletimizi kurtarmağa çalışıyor ve bu maksatla bir taraftan
memlekette halk idaresini kuracak en emin esaslara müstenid kanunlar
vaz ve tesisine uğraşıyorken; bir taraftan da düşmanlarla el ele vermek
fenalığını irtikap eden alçakları ve düşman karşısında firar eden hainleri
kahr ve te'dip etmek üzere fevkalade selahiyeti haiz (İstiklal Mahkemeleri)
teşkil etmiş ve mıntıkalarına gönderilmiştir
Bu münasebetle Büyük Millet Meclisi'nin 11 ve 26 Eylül 336 tarihlerinde
kabul etmiş olduğu kanunun mevad-ı asliyesini aynen derc ediyoruz …
Kardeşler!
İşte bizler bu kanunu tatbik için bu mıntıkaya geldik. Şimdi de bu cihetleri
biraz izah edelim: İstiklâl Mahkemeleri zirde münderic mevadı takib ve
muhakeme edeceklerdir:
1. Milletle hilafet makamını düşmanlar elinde esir bırakan muahedenameyi
kabul ve terviç edenlerle bu gibilere uyanlar.
2. Gerek gönüllü ve gerek muvazzaf olsun askerliğe dahil olan bilcümle
efrad ve zabıtandan firar edenler.
3. Ahali ve efrad ve zabıtandan firara sebebiyet verenler, yani askerin
kaçmasını kolaylaştıracak bir suretde söz söyleyen, yazı yazan, iltimas
eden veya rüşvet alan vesair her türlü harekâtda bulunanlar.
4. Firarileri derdest ve sevkde tekasül ve iltimas gösteren bi-l-umum
mülkî ve askeri jandarma memurin ve efrad ve zabıtam.
5.
Firari efrad ve zabıtanı saklayanlar, besleyenler, elbise verib
giydirenler.
6.
Büyük Millet Meclisi'nin ve Meclis dolayisiyle millet hâkimiyetinin
düşmanlarını takdir veya onları ister yollu, teşvikat ve ifsâdâtta
bulunanlar.
7. Memleketde yekdiğeri aleyhine nifak çıkararak devlet ve milletin işini
bozanlar, kuvvetini azaltanlar.
8. Milletin zihnini yalan, yanlış havadisle çelenler.
9. Büyük Millet Meclisi'nin haberi olmaksızın millet namına düşmanlarla
görüşenler.
10. Düşmanlarımıza milletimizin ahvali hakkında her ne suretle olursa
olsun malumat verenler.
Bunlardan mâ-adâ herkes bilmelidir ki;
a) İstiklâl Mahkemeleri nokta-i nazarında bütün efrad-ı millet, her ne rütbe
ve derecede memuriyet ve meslek.de bulunursa bulunsun müsavidir.
b) İstiklâl Mahkemelerinin karan kat'idir. Verilir verilmez derhal icra
olunur.
c) İstiklâl Mahkemelerinin verdiği emirleri yapmayanlar bu mahkemeler
tarafından derhal taht-ı muhakemeye alınır. Ve azl, tard, haps, nefy,
kal'ebendlik, kürek ve icabında idam cezalarına mahkûm edilir.
d) İstiklâl Mahkemeleri seyyardır. Lüzum gördüğünde kazaları, nahiyeleri,
köyleri dolaşarak muhakemesini yapar ve icra eder. Hülasa İstiklâl
Mahkemeleri vatanı bugünkü ağlatıcı vaziyetden kurtarıb evvelki şerefli
mevkiine çıkarmak için elini vicdanının üzerine koyarak Allah'ın inayetine
sığınır, vatan hainleri hakkında ceza verir ve vatan ve millet istiklali
kaygu-sundan başka bir şeyi düşünmez, yalnız Allah'tan korkar, içtihadında fevkalade müstakil bir hey'ettir.
Vatandaşlar! Size son bir defa daha ilan ediyoruz, işbu beyannamenin
tebliğinden itibaren on gün zarfında hemen askerliğinize koşunuz.
Mücahede kuvvetimizi zaafa uğratacak yolsuzluklardan, tecavüzlerden
ictinâb ediniz, boş boğazların sözlerine inanmayınız, sizi fesada
sevkedenlere uymayınız, vatanî vazifenizi takdir ediniz ve daima biliniz ki
başınızda vatanı ve sizi düşünen Büyük Millet Meclisi ve o Meclis’in
maksadını temine çalışan İstiklal Mahkemeleri vardır.”8
Kanunun ve yayınlanan ortak beyannamenin dilinden de anlaşılacağı gibi,
Kanun ve Mahkemelerin amacı, Ankara’nın otoritesinin tesisine yöneliktir.
Kılıç Ali, Gazetelerin birgün önceden, yapılacak duruşmalar hakkında bilgi
verdiğini ve halkın ilgisini artırdığını. Ve verilen kararların, Mahkemelerin
kendi bölgelerine ve diğer İstiklal Mahkemeleriyle, Meclis, Dahiliye vekaleti
ve Diğer ilgili yerlere bildirildiğini, gazetelerin bunları yayınlamakta zorunlu
tutulduğunu da ekler9
Kılıç Ali mahkemelerin azametini ifade ederken: “Her Mahkemenin
kapısında büyük bir levha ile mahkemenin adı yazılı bulunurdu. Mahkeme
heyetinin oturduğu yerin arkasında yine büyük bir levha ile İstiklal
Mahkemesi,
mücadelesinde,
yalnız
Allah’tan
korkar
yazısı
10
asılıydı.” Demekten kendini alamaz.
Ankara İstiklal Mahkemesi, çalışmaya başlar başlamaz
ilk iş olarak,
Sadrazam Damat Ferit Paşa'yı gıyabında vatana ihanet suçuyla yargılar.
Ferit Paşa ile Hadi, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler, Ankara İstiklal
Mahkemesi'nin bir numaralı kararı ile Sevr Anlaşması'nı imzaladıkları,
ulusu bölmeye çalıştıkları, cinayetlere sebep oldukları için vatana ihanet
suçuyla gıyaben idama mahkum edilirler. Ancak Hiyanet-i Vataniye
Kanunu'nun amacında bile, yapılan savaşın amacının
Halife-Padişahı
kurtarılması olarak belirtildiğinden Vahdettin’e karşı bir işlem yapamaz.
En sert çalışan mahkeme efsane eğitimci Mustafa Necati’nin başkan
olduğu Kastamonu İstiklal Mahkemesidir. Asker kaçaklarının önünü almak
için başvurduğu yöntem çok serttir. On gün içinde teslim olmayan asker
kaçağının yerine sırayla babası, biraderleri, amcası, dayısı, amcaoğlu,
eniştesi ve eniştesinin oğlu alınır. Kaçak teslim olursa, yerine askere alınan
yakını bırakılır. Ayrıca köyünden 200 lira ceza alınarak, kaçakların evi
yakılıp yıkılır. Bu yöntem Meclis'te çok sert tartışmalara yol açar ve
İstiklal Mahkemeleri'nin görevlerine 17 Şubat 1921’de son verilmesinde
önemli bir etken olur11.
İstiklal Mahkemeleri bu dönemde 17 Şubat 1921'e kadar yaklaşık 5 ay
kadar çalışırlar. Ankara dışında, diğerlerinin görevlerine 17 Şubat'ta son
verilir. Yalnız Ankara İstiklal Mahkemesi'nin görevi sürer.
Yukarıda Kastamonu Mahkemesinden söz ederken değindiğimiz gibi
Mahkemelerin verdiği idam ve çeşitli cezaların yanında tuhaf cezalara da
hükmetmektedir: Firariler başka suç işlememişlerse dayak cezası verilerek
8
Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları Der. Hulusi Turgut, İş Bankası Kültür Y. 2005 s 363-367
Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları. s 367
10
Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları. s 370
11
http://www.kurtulussavasi.org/asphtm/istiklalmahkemeleri.php
9
kıtasına gönderiliyor. 1-2 kez kaçmış ve başka suç suçları işlememiş
olanlar ceza verilmeden, (3-4-5-6-7 8-9-10) kez kaçmış olanlar, kaçtıkları
sayı onla çarpılıp, değnek vurularak cezalandırılıp ve kıtalarına sevk
ediliyordu. Bazılarına idam cezası verilse bile, bir daha kaçtığı takdirde
uygulanmak üzere (müeccelen idam) cepheye gönderiliyorlardı12. Özellikle
Kastamonu İstiklal Mahkemesinin sertliği bölge halkının Ermeni
Soykırımına katılmamaları ve bu kırımı onaylamadıklarını bir dilekçe ile
Mutasarrıfa iletmelerinin bir tesiri olup olmadığı da ayrıca incelenecek bir
konu olsa gerekir.
İkinci Grubun İstiklal Mahkemelerine karşı tavrı
Faaliyeti devam eden Ankara İstiklal Mahkemesi dışında 1921 yılında
tekrar İstiklal Mahkemelerine ihtiyaç hissedilerek, “24 Temmuz 1921’de
Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat’ta yeni İstiklal Mahkemeleri
kurulur. Bu mahkemelerin zamanla görev alanı genişletilmek istenir.
Ancak İkinci Grup, meclis üstünlüğü ve yetkilerin kullanış biçimi
konusundaki hassasiyeti dahilinde,
İstiklal Mahkemeleri kurulması
konusunda oldukça gönülsüz davranır. Konuyla ilgili Birinci Gruba sert
eleştiriler
yöneltir”13.
Mahkemelerin
yetkilerinin
ve
sınırlarının
genişletilmesinin
istenmesiyle
Mustafa
Kemal’in
Başkomutanlığa
getirilmesinin aynı tarihlere gelmesi ilginç bir tesadüftür.
5 Ağustos 1921 tarihinde Mustafa Kemal Paşanın başkumandanlığa
getirilmesi üzerine İstiklal Mahkemeleri doğrudan Başkumandan olan
Mustafa Kemal’e bağlanır. İkinci Grup bunu Hakimiyet-i Milliye açısından
büyük bir problem olarak görür. 14 Ocak 1922 tarihli gizli oturumda
Hüseyin Avni (Ulaş) Bey geniş yetkilerle donatılan bu mahkemelere karşı
çıkarak, hukukun üstünlüğünü ön plana taşıyan bir konuşma yapar.
Konuşmasında şunları söyler:
“Olağanüstü önlem almak için İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Fakat zaman
oldu ki, hükümet bütün icraatı İstiklal Mahkemelerine verir bir şekilde,
bize bir kanun kabul ettirdi. Artık İstiklal Mahkemelerinin el uzatmadığı, el
koymadığı şey kalmadı ve bütün hükümetin icraatını eline aldı [Olağanüstü
yetkili savaş
komisyonunun görevini Başkumandana bağlı istiklal
Mahkemeleri yürütür] ve Meclis adına hükümler verdi.
Efendiler, siz memleketi kurtarmak istiyorsanız, siz mahkemeleri yaşatmak
istiyorsanız, işte burada 350 mahkememiz var. Onun kudretini artırın, beş
mahkeme, devletin bütün teşkilatını yürütemez ihtilâlin de hukuku var.
Fakat böyle kendi oyuyla hüküm sürecek maddî ve manevî suç, zarar
takdiriyle hüküm sürecek bir kuruluş dünyada mevcut değildir. Bu,
dünyanın adaletine sığacak şeylerden değildir. Asker kaçakları için gerekli
ise, yalnız onunla sınırlayalım. Böyle maddî, manevî zarar takdirine yetkili;
genel cümlelerle, sınırsız yorum ve ters düz etmeye müsait cümlelerle
12
13
http://www.kurtulussavasi.org/asphtm/istiklalmahkemeleri.php
Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 36
verilen yetkiyle ve kendi oyuyla her şeyi hüküm altına almak, her şeye
hüküm vermek yetkisini artık ortadan kaldırmak, üzerimize farzdır.
İkinci Grup üyelerinden Sinop mebusu Hakkı Hami (Ulukan) Bey de
konuyla ilgili olarak görüşlerini dile getirir: Memlekette vâzıı kanun (kanun
koyucu) çoğaldıkça memleket felakete, izmihlale gider. Bugün Meclis-i
Âlîniz kanun vazeder ve haddi zatında vazıı kanun selahiyyetine haizdir.
Kendisini Meclisi Âlînin fevkinde görenler Meclisin vücudunu inkâr etmiş
olurlar. Bunlar hain-i vatandır. Hareketleri Meclise taarruzdur... Bunların
önüne geçmek lâzımdır. Yoksa Efendiler! Emin olunuz İstiklal
Mahkemeleriyle, Hıyanet Kanunuyla, adam asmakla biz gayemize vasıl
olacaksak emin olunuz ki bu, hayaldir... Efendiler, bendeniz eminim ve
katiyen kaniim ki bugün pek masum olarak asılan vardır... Köyleri baykuş
yuvası yapmak için mi yoksa mesut ve müreffeh bir devre açmak için mi
çalışıyoruz? istiklâl Mahkemelerine de ve hiçbir kimseye de adam asmak
selahiyyetini vermeyiniz, idam cezası tavuk öldürmek değildir. Bunlar
tavuk değildir, hayat çok yüksektir.”14
Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri'ne başından beri karşı olduğunu,
Meclise bile verilmeyen kişisel görüşe dayanarak adam asma yetkisini,
Meclisin bu mahkemelere vermesinin kendisini hayrete düşürdüğünü
söyler.
Burada Kemalist tarihçiler tarafından gerici olarak nitelenen İkinci Grup
hakkında bir fikir oluşması bakımından grup sözcüleri Hüseyin Avni Bey’in
İstiklal Mahkemelerinin görüşülmesi sırasında ve Ali Şükrü Bey’in15
Hürriyet-i
Şahsi
Kanunu’nun
görüşülmesi
sırasında
yaptıkları
konuşmalardan yapacağımız kısa bir
alıntı hem İstiklal Mahkemelerinin
niteliğini, hem de İkinci Grubun niteliğini ve İkinci Grubun hukukun
üstünlüğüne verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir. Bu gün
yetmiş beş yıl sonra 2006 yılında Terörle Mücadele Yasası meclisten
geçerken aynı nitelikte bir hatibe rastlanmamasını herhalde talihsizlikle
açıklayamayız.
Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri hakkındaki eleştirilerini şöyle
sürdürür: “Efendim, birinci günden beri İstiklâl Mahkemelerinin
aleyhindeyim. Bir kere TBMM'ne Allah'ın vermediği salahiyeti kendisi
başkasına verdiğine hayretteyim... Memleketimiz üç İstiklâl Mahkemesiyle
mi idare ediliyor? Efendiler, her kazada bidayet mahkemeleriniz vardır.
Cinayet mahkemeleriniz vardır. Memleketin bir tarafında kanaati
vicdaniyesiyle üç adamı idam eder, diğer tarafında hayatını idame eder.
Ne güzel müsavat, ne güzel adalet (!)...
Şimdi Efendiler; bendeniz kanaatime göre bu suretle kendi hukuku
adlimizin olmadığını iddia etmektir. Bu millet umuri adliyesi için iki buçuk
milyon lira sarf ediyor. Mekteplere para veriyor. Mektepte okutuyor ve
yetiştiriyor. Mebus olmakla her türlü evsafı aliyesi, her türlü ilmi iktisap mı
eder, rica ederim. Lalettayin üç kişiye "kanaati zatiyenizle siz hükmü
verin" deyip salâhiyyet vermek, ilmi inkâr etmek milletin hukukunu
14
Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 36 -37
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman tarafından 27 Mart 1923 tarihinde öldürülmüştür, Meclis İttihat
ve Terakki’nin öldürülen şeflerinin ailesine maaş bağlarken, Ali Şükrü Bey’in geride kalan ailesine bir maaş
bağlamadığını ve Hüseyin Avni Bey’inde ikinci dönemde Mecliste yer alamadığını da burada ekleyelim
15
tepelemek demektir. ihtilâlin de bir hukuku vardır. Her milletin her zaman
bir hukuku vardır. Hüner isyan ettirmemektir...
Kanun hakim olmalı. Şahısların hakimiyeti payidar olamaz... Samsun ve
havalisinde 30-40 mahkememiz vardır. Bu mahkemeler ilimle
mücehhezdir. Bu mahkemeler hakim hakkına bihakkın haizdir ve bu
meslekte çalışan adamlardır. Bu vazifeyi meslek edinmişlerdir. Herhangi
bir şahıs sanat yapamazsa, mahkemeyi de yapamaz. Bu daha incedir, daha dakiktir, daha mantıkîdir...
Elinizde bir kanun vardır. Bunu seyyanen tatbikle mükellefsiniz, içinizde
hususi emel taşıyan, hükümetimizi yıkmak isteyen bu gibi kimselere
kanunu cezamız gayet vasi cezalar tayin etmiştir. Bunları ehline tevdi ile
mütehassisini adaletle muvafık bir şekilde tatbikata muvaffak olursanız,
hükümet manası çıkar. Yoksa onlara karşı muamele yaparsak hükümet
sisteminden ayrılmış oluruz ki, millet onu bizden istemez Millet
hükümetten adalet ister. O zaman meşru vekil olduğumuzu ispat ederiz...
Artık memlekette İstiklâl Mahkemelerinin vazifelerine hitam verilmelidir.
Memlekette kanunu hâkim kılmalıyız…
Efendiler, İstiklâl Mahkemesi deyince onu memleketin içinde bir cellat mı
yapmak istiyoruz. Bir mahkeme kuruyoruz ve biz bir devletiz. Biz adalet
dağıtmak için mahkeme kuruyoruz, yoksa engizisyon zulmü yapmak için
heyetler göndermeyeceğiz. Onlar yanılmaz insan değildir. Onun içindir ki,
savcıların şikayet hakları, hiçbir zaman dünyanın hiçbir yerinde iptal
edilemez, savcıların gördükleri her türlü haksızlıklar için itiraz kapıları
açıktır. Onlar için itiraz kapılarının kapanması imkânı yoktur, İstiklâl
Mahkemeleri şiddet gösterecek engizisyon mahkemeleri değildir. Biz bu
mahkemeleri işlerinin hızlı ve daha güvenle sonuçlandırılabilmesi için kuruyoruz. Dolayısıyla, savcılar itiraz mercii olan Büyük Millet Meclisine karşı;
yani o güç ve yetkiye sahip olan makama karşı ‘mahkeme şu noktadan
adaleti uygulayamamıştır. ‘Şu kanunun ruhuna uygun şekilde hüküm
vermediler ve benim iddiam şu oldu’ diye bize bildirilmesin mi? Yoksa istiklâl Mahkemeleri'nin yanılmaz olduğunu mu kabul ediyorsunuz Savcılar
kanun dairesinde milletin hürriyet hakkını, yaşama hakkını koruyacaktı.
Kendilerine güvenebilmek için kanun gücümüzün korunmasına memur
olan savcılarımıza şikayet hakkı verilmelidir. Onlar gördüklerini
söylemelidirler. Sonra bunun manasına hükümet denmez, iyi düşünüyor
musunuz, efendiler!”16
İkinci Grubun hukukun üstünlüğü konusundaki görüş ve kanaatleri Birinci
Meclis'in önemli tartışma konularından birisini oluşturur ve hukukun
üstünlüğü her vesile ile gündeme getirilir. Bu tartışmalar bilhassa İstiklâl
Mahkemeleri'yle ilgili olarak sıklıkla öne çıkar.
Hukukun üstünlüğü konusunda asıl yoğun tartışmalar "Hürriyet-i Şahsi
Kanunu"nun kabulü sırasında yaşanır. Kişi hak ve özgürlülerini güvence
altına alan askerî ve sivil memurları kanunî sınırlar içinde davranmaya
zorlayan Hürriyet-i Şahsi Kanunu’nun 12 Şubat 1923'te İkinci Grubun
oylarıyla kabul edilmesiyle, o dönem için çok önemli olan bir yasal adım
atılmış olur.
16
Aktaran, Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 38
İkinci Grup mensuplarına göre kişi hakları ve bunları güvence altına alan
hukukî düzenleme oldukça önemli ve zorunludur. Bunun gerekçesini Ali
Şükrü Bey şöyle açıklar:
“Bendeniz zannediyorum ki; madem ki hakimiyet-i milliye vardır diyoruz
ve esas üzerine yürüyoruz, hakimiyet-i milliyenin esası kişi hakimiyeti, kişi
dokunulmazlığıdır. Bunu sağlayacak şu kanun buradan çıkmadıkça
bendenizce diğer kanunların hiçbirinin değeri yoktur. Çünkü hepsinin
temelini bu kanun oluşturur. Bir halk hakkını muhafaza edeceğini bilmezse
ve saldırganların saldırısına karşı kendini savunacak bir kuvvet ve kudret
görmezse, yani o halk, hürriyet ve serbestisine sahip olmazsa, mutlaka
müstebitlerin, mütegallibenin esiri olacaktır. Efendiler; biz halka benliğini
vermeliyiz, halk hür olduğunu bilmeli ki kendi vicdanı doğrultusunda iş
görsün. Hakimiyet-i milliye tecellisini göstermek için önce halkın
hürriyetini sağlamak gerekir.”17
İkinci grubun yoğun ısrarı sonucu İstiklal Mahkemeleri Meclis denetimine
alınmış ve İstiklal Mehakimi Kanunu’nun kabul edildiği 31 Temmuz 1922
tarihinden sonra sadece Elcezire’de o da görevi sadece asker kaçaklarını
cezalandırmakla sınırlanan bir İstiklal Mahkemesi kurulabilmiştir.18
Yine bu mahkemelerin niteliği hakkında Mustafa Kemal’in Diyarbakır’daki
görevi sırasındaki şifre katibi, Ekrem Cemil Paşa’nın gözlemleri de ilginçtir.
1922 yılında Ankara İstiklal Mahkemelerinde yargılanan Ekrem Cemil Paşa
o günlere dair; “1922 kışını, 1500 kadar siyasi mahkumu19 barındıran
bir taş bina içinde geçirdim. Mahkemem Ankara İstiklal Mahkemesinde
yapılıyordu. Mahkeme dört aydan fazla sürdü. Diyarbekir’den gönderilen
tavsiyeler, dilekçeler, Mustafa Kemal’in beni sağ salim, serbest bırakmaya
icbar etti. Mahkeme beraatime, fakat meselenin hüsnü hitamına kadar
Ankara’da ikametime karar verdi. Üç ay kadar Ankara’da kaldım.
Cephelerde Mustafa Kemal’in karargahında tanıdığım kumandanlar,
zabitler her gün bana sorarlardı: Çankaya'ya gittin mi? Gazi'yi ziyaret ettin
mi?. Ben üç ay devam eden bu ısrarlara ehemmiyet vermedim. Tenezzül
edip Gazi’lerini ziyaret etmedim. Nihayet benim sert kafalılığım Gazi
Paşa'nın kuvvet ve kudretine galebe etti. Diyarbekir'e gitmem için emir
verdi. Ermeni yetimhanelerini teftişe memur olan bir Amerikan
müfettişinin refaketinde, lüks otomobiline binerek 1922 yaz bidayetinde
salimen Diyarbekir'e vardım.”20O tarihte Ankara’da 1500 siyasi tutuklunun
olmasını, dönemin nüfusuna oranladığımız zaman siyasi mücadelenin
derecesini açıklamaya yardımcı olabilir.
İkinci Dönem İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn Kanunu
Dönemi
17
18
19
20
Aktaran, Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 39
Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 39
Altını ben çizdim
Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybun Yayıları, 1992
İstiklal Mahkemelerinin ikinci devresi ikinci meclis dönemine denk gelir.
İkinci Meclis, Mustafa Kemalin “her şeyden önce kız gibi bir Meclis
yapalım”21 düşüncesine uygun olarak şekillendirilmiş bir Meclistir. İkinci
meclisin
“karakterini, siyasal işlevini, toplumsal misyonunu Tek Şef
yaratan hükmeden”22 belirlemiştir.
Bu muhalefetsiz ortamda İstiklal Mahkemeleri artık çok rahattırlar. Bu
dönemin Ankara İstiklal Mahkemesi, üyeleri Ali’lerden oluştuğu için üç
Aliler divanı olarak da anılır. Samet Ağaoğlu tarafından “Devletin dördüncü
kuvveti” 23 olarak nitelenen Mahkeme
reisi, Kel Ali’nin (Çetinkaya),
İnkılap tarifi mahkeme başkanının zihniyetini göstermesi bakımından ilginç
olduğu gibi önyargılarının kararlarını nasıl etkileyeceği konusunda da
açıklayıcıdır: “İnkılap yalnız suçluların, hainlerin değil, suç’a istidadı
olanların, hıyanet edebileceklerin, hatta şu veya bu sebeple vücudu zararlı
olanların kısacık mahkemelerden sonra öldürüldükleri zaman oluyor!”24
Yeni Meclis’in ilk kararlarından biri hilafet konusundaki Emir Ali ve Ağa
Han’ın ortak mektubunun İstanbul basınında yayınlanması dolayısıyla
İstanbul basını üzerine Topçu İhsan (Eryavuz) başkanlığında bir İstiklal
Mahkemesi göndermek olur.
Soyak bu süreci şöyle nakleder:
“8/9 Aralık 1923 gecesi Başvekilin teklifi üzerine gizli bir oturum yapan
Büyük Millet Meclisi de büyük çoğunluğu ile bu lüzumu kabul etmiş ve
Cebelibereket Mebusu İhsan Bey'in başkanlığında bir İstiklal Mahkemesi
kurarak derhal İstanbul'a hareket etmesini tensip etmişti.
Sonradan öğrendiğimize göre, bu gizli oturumda ilk olarak kürsüye çıkan
Başvekil İsmet Paşa İstanbul'un son zamanlardaki ahvalinden ve bu
hallerin zihinlerde yarattığı şüphelerden söz açmış, arada iç ve dış
siyasetimize de temas etmiş ve Meclisin dikkatini bilhassa Ağa Han ve
Emir Ali'nin müşterek mektubu ile bunun neşir tarzı üzerine çekerek
sonunda İstanbul'a bir İstiklal Mahkemesi yollamayı Hükümet adına teklif
etmişti. İsmet Paşa'dan sonra İstanbul Mebusu Yusuf Akçora Bey, teklifi
tasvip eder tarzda konuşmuştu. Üçüncü olarak konuşan, yine İstanbul
Mebusu ve eski Başvekil Hüseyin Rauf Bey (Orbay) ise İstiklal
Mahkemesi göndermenin lüzumsuzluğundan bahsederek -bir mesele olduğu takdirde- bu gibi şeylerin adi mahkemelerde
halledilebileceği esasını müdafaa etmişti.
Bu sırada verilip kabul edilen müzakerenin yeterliği hakkındaki bir takrir
üzerine, evvelce söz almış olan daha on beş mebusun konuşmalarına
imkân kalmamış ve derhal Mahkeme Heyetinin seçilmesine”25 geçilir. Üç
hatibin konuşmasıyla önemli bir kanunun kabulü İkinci
Meclisteki
tartışmaların düzeyi açısından fikir vericidir.
21
İ. Habib Sevük, Atatürk İçin Remzi K. 1976 c 1 s 274 aktaran: Göldaş İsmail, Takrir-i Sükun Kanunu
Görüşmeleri, 1923 “Seçim”leri, Atama Meclis ve Sonrası Belge Y. 1997 s 35
22
Göldaş İsmail, Takrir-i Sükun Kanunu Görüşmeleri, 1923 “Seçim”leri, Atama Meclis ve Sonrası Belge Y. 1997 s
23
Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları, Baha Matbaası 1969 s 93
24
Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları, Baha Matbaası 1969 s 91
25
Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten Hatıralar Yapı Kredi Y.2005 s 208-209
Mahkemeye geniş yetkiler verilmiştir; yalnız idam hükümleri Büyük Millet
Meclisi'nin tasdikine sunulacaktır. Mahkemenin savcılığına Saruhan
(Manisa) Mebusu Vasıf (Çınar), üyeliklerine de Hakkâri Mebusu Asaf,
Konya Mebusu Refik (Koraltan) ve Kütahya Mebusu Cevdet beyler
seçilirler.
Mahkeme, ilk iş olarak İkdam gazetesi sahip ve başyazarı Ahmet Cevdet,
Tanin gazetesi sahip ve başyazarı Hüseyin Cahit, Tevhidi Efkâr gazetesi
sahip ve başyazarı Velit beylerle bu gazetenin mesul müdürlerinin nezaret
altına alınmalarını kararlaştırır, gece yarısı İçişleri Bakanlığı’ndan İstanbul
Valiliğine telgrafla bildirilen bu karara uyularak başyazarlar ile Tevhidi
Efkâr gazetesi mesul müdürü Hayri Muhiddin Bey nezaret altına alınırlar.
İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 pazartesi sabahı İstanbul'a gelir, aynı
gün mahkeme reisi aşağıdaki beyannameyi yayınlar. Beyanname bizim
için yabancı olmayacaktır, aynı mealdeki beyannameler Türkiye
Cumhuriyetinde bir gelenek oluşturmuştur:
“İstihbarat müdürlüğünden tebliğ olunmuştur:
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin karar ve emriyle bugünden itibaren
vazifesine başlayan mahkememiz matemli ve kara günlerde samimî
tezahürat ve fedakârlıklar ibraz eden muhterem İstanbul halkına bazı
hususatı izah etmeyi faydalı bulmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet
Meclisi milli davamızın muvaffakiyetine maniler ihdas etmek İsteyen dahili,
ve harici düşmanların hain emellerine set çekmek arzusuyla İstiklal Mahkemeleri Kanunu'nu vazetmiş ve tarihimizde mutlak adalet ve büyük
hizmetleri ile ebedi bir nam bırakacak olan bu mahkemeleri muhtelif mahallere göndermişti.
Milletimizin umumi fedakârlık ve gayreti neticesi olarak elde edilen zafer
ve salah üzerine, bu mahkemelerin devamı faaliyetine sebep kalmamıştı.
Son zamanlarda bazı tahrikatın yine eskisi gibi ikaı fesada başladığı
anlaşıldığından Cumhuriyetimizi her ne pahasına olursa olsun muhakkak
muvaffak etmeye azmeden Büyük Millet Meclisi mevcut kanunu mahsusa
istinaden ve bu gibi teşebbüsatı ima etmek maksadiyle mahkememizi
teşkil ve izam etti. Bu tarzdaki tahrikatın milletimiz için mucip olduğu elem
ve felaketleri daima hatırlayacak olan mahkememiz yüzbinlerce Türk'ün
kanı pahasına elde edilen Cumhuriyetimizin mevcudiyet ve esasatı
hilafında hareket ve teşebbüsata cüret edenleri mevcut ve mevzu olan
kanunları tatbik ederek şiddetle tecziye ve bu suretle muhterem İstanbul
halkına çok muhtaç olduğu sükûn ve refahı temin edecektir.
Kararlarımıza yalnız selameti vatan endişesi, mefkuremizin lâyetezelzil
aşkı ve vicdanlarımız hakim olacaktır. Tevfik Allah'tandır.
10 Aralık 1339 (1923)
Türkiye Büyük Millet Meclisi İstiklal Mahkemesi Heyeti Namına Reis
Cebelibereket Mebusu İHSAN”26
Mahkeme Savcısı sanıkların Hıyaneti Vataniye Kanunun birinci maddesine
göre cezalandırılmasını talep eder, sanıklardan Velit, müfrit milliyetperver
olduğunu Hüseyin Cahit, radikal laik cumhuriyet taraflısı olduğunu
mektubu bir belge olarak yayınladığını bunun bir suç sayılıp İstiklal
26
Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 209-210
Mahkemesi huzuruna çıkarılacağını asla aklına getirmediğini, Ahmet
Cevdet mesleğinin cumhuriyetçilik olduğunu söyleyerek savunmalarını
yaparlar. Başkan İhsan (Eryavuz) sanıklara “ Şurasını hatırlatmak isterim
ki İstiklal Mahkemeleri fikir hürriyetlerini tahdit etmek için değil düşünce
ve duygu serbestliğini tesis etmek için teşekkül etmişlerdir”27 şeklindeki
veciz uyarısını yapmaktan kendini alamaz. Mahkeme sonucunda sanıklar
beraat ederler ve o günlerin tanığı olarak Soyak durumu şöyle tasvir eder:
“[G]erek hakimler ve gerek beraat edip serbest bırakılan gazeteciler,
Yaşasın Cumhuriyet sesleri ve alkışları arasında Fındıklı Sarayı’nı terk
[ederler].”28
Mahkeme 19 Aralık 1923 günü İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri (Düşünsel)
ile Akşam gazetesi başyazarı Necmettin Sadık Bey(Sadak) arasında ki
polemiğini konu alır, Lütfi Fikri Bey’in konunun akademik bir tartışma
olduğuna dair savunmasına karşılık savcının Lütfi Fikri’ye yönelik sözleri
düşünce ve ifade özgürlüğü açısından bugün için de günceldir ve bunca yıl
ne kadar yol aldığımızın ifadesidir:
“Akademik
münazaradan
bahsediyorlar,
Necmettin
Sadak
Beyi
devlethanelerine davetle bu münakaşayı yapabilirlerdi. Takdir ederler ki
gazete makaleleri Kasımpaşa’da, Aksaray’da, yahut başka bir yerde,
herhalde bir tesir yapar ve halkın şuuru, bir imanı vardır: onlar bu
mektubu okumayacaklar mı?”29şeklindeki savcının veciz ifadesine Lütfi
Fikri: “Zaten Bütün mesele oradan geliyor. Bunu evimde yapmış olsaydım,
bir cürüm olup olmaması hatır bile gelmezdi … Bu aleniyeti inkar
etmiyorum. Yalnız aleni şekilde olsa bile bu bir cürüm teşkil edemez ve bir
ilmi mübahase mahiyetinde kalır diyorum. Neticede yazılarımda defalarca
bir Darülfünun hocasına hitap etmekte olduğumu belirtmiş bulunuyorum”30
Şeklinde savunmasıyla netice alamaz ve beş yıl kürek cezasına çarptırılır.
Mahkemenin baktığı bir diğer dava da Eski Teşkilat-ı Mahsusa çetelerine
ait bir davadır ki daha sonra ki muhalif İttihatçıların kanlı bir şekilde
tasfiyesinin ilk işareti olarak da okunabilir. Bu davada Dayı Mesut
(Gürbüz), eski sandalcılar kahyası Ali Osman, Rizeli Hasan Kahya, Eski
Ankara Valisi Abdülkadir, Yeni Bahçeli Şükrü, Komünist Mehmet (Ziya
Hurşit’in Dayısı) ve daha başkalarının bulunduğu bir grubu yargılar, Şükrü
ve Abdülkadir beyler yakalanamamıştır savcı bunların firarının,
suçluluklarından kaynaklandığını vurgulamaktan çekinmez. Davada Savcı
ilk iddianamesinde:
"Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine ve Cumhuriyete
suikast yapmak üzere çalıştıkları ve muhtelif zamanlarda muhtelif şahısları
sırren (gizlice) ve kavlen (sözle) vatani hıyanete tahrik ettikleri haber
alınması üzerine nezaret altına alınan Ali Osman, İlyas Sami, İbrahim,
Dayı Mesut ve Komünist Mehmet efendilerin ilk ifadelerini muhtevi olan
evrakı takdim ediyorum. Muhtelif şahitlerin ifadelerinden Ali Osman'ın
böyle bir teşkilat için çalıştığı ve bazı şahitlerin ifadelerinden Kâhya
Hasan'ın da bu teşkilat ile alâkadar olduğu anlaşılmaktadır. Hiyanet-i
27
Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 213
Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 218
29
Aktaran Soyak s 227
30
Aktaran Soyak … s 227
28
Vataniye Kanunu'nun üçüncü maddesine tevfikan bu ikisinin mevkufen
muhakemelerinin icrasını ve diğerlerinin gayri mevkuf olarak muhakeme
edilmelerini ve nezaret altında bulunduklarından kefaletle tahliyelerini ve
aynı teşkilat ile alakalı oldukları hakkında ki malumat üzerine haklarında
kanuni takibatta bulunulan ve firar eden sabık Ankara Valisi Abdülkadir ve
Sabık İstanbul Mebusu Şükrü Beyler hakkında da gıyaben muhakeme
icrasını talep”31 eder.
Sanıklar savunmalarını Milli mücadele sırasındaki yararlılıkları ve
fedakarlıkları üzerine kurarlar, mahkeme de bunları dikkate alır. Mahkeme
sonucunda Ali Osman Kahya’nın bir yıl hapsine, Dayı Mesut’tan böyle bir
hareket katiyen umulamayacağı ve beklenemeyeceğinden ve diğerleri için
de delil yetersizliğinden beraat kararı verilir.
Mahkemede beraat eden gazetecilerin İzmir seyahati ise kara mizahın
konusuna girmesi gerekir:
“İstiklal Mahkemesinde beraat edenlerle beraber diğer İstanbul
gazetelerinin baş yazarları, Mahkeme Reisi İhsan Bey vasıtasıyla, İzmir'de
bulunan Atatürk'e müracaat ederek kendilerini ziyaret etmek arzusunda
olduklarını arz etmiş ve isteklerinin kabul buyurulması üzerine 2 Şubat
1924 günü Altay vapuruyla Bandırma'ya hareket etmişlerdi. Seyahate
iştirak edenler:Tanin'den Hüseyin Cahit Bey, Tevhidi Efkâr’dan Velit Bey,
Vakit'ten Asım Bey, Akşam'dan Necmeddin Sadak Bey, Vatan'dan Ahmet
Emin Bey, Tercüman'dan Hüseyin Şükrü Bey, İleri'den Suphi Nuri Bey,
İkdam'dan Ahmet Cevdet Bey. Başyazarlar Bandırma'dan demiryolu
kumpanyasının hazırladığı bir husus vagonla İzmir'e yollanmışlar, yoldaki
istasyonlarda kendilerine mahalli memur ve
halk kitleleri tarafından
samimi gösterilerde bulunulmuştu. İzmir'de, o zamanın hemen hemen
biricik derli, toplu oteli olan Naim Palas’ta misafir edilmişlerdi. Bu Türk
matbuatının ileri gelen temsilcileri, Reisicumhur tarafından, Göztepe'de
istirahat etmekte olduğu kayınpederine ait köşkte 4 Şubat 1924 Pazartesi
günü saat 15.00'te kabul edilmişlerdi; yalnız Tevhidi Efkâr gazetesi sahip
ve başmuharriri Velit Bey l Şubat 1924 tarihli gazetesinde, gerçeğe aykırı
olarak, ziyaretin, başka yerden izhar olunan arzu üzerine yapılacağını
yazmış olmasından dolayı kabul olunmamıştı…
[B]aşyazarlar Büyük
Adam'ın yanından pek memnun ve müteşekkir ayrılmışlardı.”32
Topçu İhsan başkanlığındaki bu mahkemenin verdiği kararlar, iktidarın pek
hoşuna gitmez ve eleştiri konusu olur. Ancak daha sonra kurulacak istiklal
mahkemeleri bu yumuşaklıkta olmayacaklardır.
İkinci dönem İstiklal Mahkemeleri Doğuda meydana gelen bir isyan
bahane edilerek Takriri Sükün Kanunu koşullarında kurularak, muhalefetin
susturulma ve rejimi yerleştirme aracı olarak kullanılmıştır. Gezici Ankara
İstiklal Mahkemesi başkanı Kel Ali Bey, (Çetinkaya) artık devletin
dördüncü kuvveti olarak daha da güçlenmiştir.
Dönemin iklimi ve yönelimini belirtmesi açısından, Kurtarıcı Belirleyenin
tavrı ve sözleri önemlidir: Mustafa Kemal’in döneme ilişkin 1925 yılı Ocak
31
32
Aktaran Soyak s 230-231
Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 234-235
ayının ilk haftasındaki Konya seyahatinde tuttuğu günlük parçalarında
Takrir-i Sükûn Döneminin arifesinde söyle yazıyor:
“Biz hedefimizin ulviyetine, yolumuzun doğruluğuna eminiz... fikri ve fiil
kusur ve noksanlarımızı görüp hayırhane ihtar edilmesine memnun oluruz.
Ama kötüye yormak ve yorumlamak yoluyla bizi engellemek isteyenler ya
hain ya da gafildir… Biz keyfi hareket etmeyiz. Müstebit asla değiliz
hayatımız müstebitlere karşı mücadele ile geçmiştir… Akıl, mantık ve zeka
ile hareket etmek şiarımızdır. Haksız ve insafsız eleştirilere karşı hoşgörülü
değilsek, sert davranıyorsak; bunun nedeni ülke ve ulus çıkarını her şeyin
üstünde görmemizdir. Pozitivistçe bir düşünüş biçimini yansıtan bu
sözlerde açık bir amaç bilinci ve kendine güven duygusu ile kesin bir
kararlılık göze çarpmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ayrıca, kamuoyu ve
genel eğilime uymayı ilke edindiklerini de söylüyor. Fakat bunun hakikî ve
samimî olmasını, ülkenin - en iyi kendilerinin bildiği- gereksinmelerinden
kaynaklanması koşuluna bağlıyor. Onun gözünde, muhalefeti destekleyen
İstanbul basını, ulusun gereksinmelerini anlamadığı ve kötü niyetle
hareket ettiği yalnızca yapay bir kamuoyu oluşturmaktadır. Böylelikle de,
muhalefetin tümü, gerçekleri göremediği ölçüde gafil, görüp doğru politika
çizgisini engellemeye çalıştığı ölçüde ise haindir, işte, bu gaflet ve hıyaneti
temizleme fırsatı Takrir-i Sükûn Kanunu ile doğacaktır”33
3 Mart tarihinde, meclisin ikinci oturumunda Takrir-i Sükûn Kanunu kabul
edilir. Kanunla, 2 adet İstiklal Mahkemesi kurulur, isyan mıntıkasındaki
mahkeme üyeliklerine, Başkan: Mahzar Müfit (Kansu), Üyeler: Ali Saip
(Ursavaş), Lütfi Müfit, Yedek, Avni Doğan, Savcılığa da
Süreyya
(Özgeevren) getirilirler. Zaman içinde Başkanlık görevini Teşkilat-ı
Mahsusacı, eski polis şefi Hacım Muhittin (Çarıklı) ve Milli Mücadele’de
kimin için çalıştığı muğlak olan, Teşkilat-ı Mahsusa elemanı Ali Saip34 de
yürüteceklerdir.
Gezici Mahkeme olarak kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi ise Başkan: Ali
(Çetinkaya), Üyeler: Kılıç Ali, Ali (Zırh) Yedek, Reşit Galip ve Savcılığa da
Necip Ali (Küçüka) getirilirler. Üç Aliler Divanı olarak adlandırılan Ankara
İstiklal Mahkemesi artık ülkedeki her olaya yetişecek, Kemalist rejimi
yerleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır.
Zekeriya Sertel bu mahkemeleri şöyle tanımlar:“Bu mahkemeler
olağanüstü yetkilere sahipti. Faaliyetleri yürürlükte olan kanunlara
dayanmakla beraber, mahkemenin takdir hakkı genişti. Mahkeme usulleri
bir kenara atılmıştı, kararlar sür'atle veriliyordu, çok defa da keyfî
oluyordu. Hattâ bu yüzden haksız yere ceza görenler de olmuştu”35
M. Kemal’de bir bildiri yayınlar, “8 Mart 1925 tarihli gazetelerde neşredilen
bu uzun beyannamede Atatürk, halka, Memlekette huzur ve emniyeti
bozacak her türlü hareketlere karşı uyanık bulunmayı tavsiye ediyor ve
Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği kanunun bütün devlet memurlarına
herhangi bir hadiseyi vukuundan sonra bastırmaktan ziyade hadiselerin
vukuunu önlemek vazifesini yüklediğini beyan ederek mülki ve askerî
33
34
35
Tunçay Mete Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931) Yurt Y. 1981 s 126
Osman Tufan Paşa, Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Arma Y. 1998 s 23-29
Sertel M. Zekeriya Hatırladıklarım s 131-132
devlet memurlarını, hiç tereddüde kapılmadan, yüksek vazifelerini ifaya
davet ediyordu.”36
Takrir-i Sükun kanununun ilk uygulaması Tevhid-i Efkar Gazetesinin
kapatılmasıyla başlar ve bu kapatmayı diğer gazeteler izler. Şark İstiklal
Mahkemesinin ilk icraatlarından
biri de basını yola getirilmesi
operasyonudur. Ülkenin birçok yerinde gazeteler kapatılır. 7 haziran tarihli
bir ara kararla ayaklanmayı dolaylı kışkırttıkları iddiasıyla önde gelen
gazetecileri tutuklar. İstanbul’dan Elazığ’a yola çıkarılan gazeteciler
ulaştıkları her menzilde Gazi Mustafa Kemal’e telgraf çekerek bağlılıklarını
dile getirirler. Aşağıya bu telgraflardan iki örnek alınmıştır. Diyarbakır'dan
çekilen telgraf:
“Yüksek dehanızla vücuda getirdiğiniz inkılâpta hakiki ve samimi birer fikir
amelesi sıfatıyla çalıştığımızı ve Cumhuriyetin zafer ve istikrarına faydalı
olmaktan başka emel beslemediğimizi, İstiklal Mahkemesinin huzuru
adaletinde de ispat etmek için, Şark vilayetlerinden Elaziz'e doğru
giderken isyan ve irticaın pençesinden bir defa daha kurtarmış
olduğunuz bu Vatan parçasında gördüklerimiz ve duyduklarımız,
bize şu kanaati verdi ki, eski İdarelerin ihmal ettiği
memleketimizde, yazı masası başında, görülemeyen birtakım
vaziyetler mevcuttur. Bu vaziyet içinde Vatanın süratli bir inkişafa
mazhar olmasını temin edebilmek ve Türk Milletini işaret ettiğiniz
inkılâp yolu üzerinde gayeye doğru sarsıntısız yürütebilmek için,
şahsi münakaşalardan ziyade, birlik ve dayanışma halinde bir
sükûnete muhtaç olduğumuza kanaat getirdik. Türk aile topluluğu
içinde, bundan sonra, işgal edeceğimiz mevki, her ne olursa olsun,
mesleğimizi bu kanaate göre düzenlemeye ve çevremize aynı kanaati
samimiyetle telkin etmeye çalışacağımızı arz eder ve kurtarıcımıza,
irticadan huzur ve refaha kavuşan bu muhitten, en derin tazimlerimizi bir
daha tekrar ederek feyizli nazarlarınızın üzerimizden eksik edilmemesini
istirham eyleriz muhterem Cumhurreisimiz Hazretleri.
imzalar: Ahmet Şükrü, Ahmet Emin, Müştak, Suphi Nuri, Gündüz Nadir.
Gazeteciler, Mahkemedeki soruşturmalar sırasında da, hatalarını itiraf
etmişler, fakat yazılarının iyi niyetle yazıldığını, inkılâpçı Cumhuriyete
daima sadık olduklarını, vuku bulan olaylardan müteessir bulunduklarını
ilave eylemişlerdi. Soruşturmalar sona erince de bu sefer toplu olarak
Cumhurbaşkanına şu telgrafı çekmişlerdi: Şark İstiklal Mahkemesi
karşısında isticvaplarımız icra ve ikmal olunduğu şu günlerde, nimete karşı
şükran kabilinden bir hareketle, büyüklüğünüzün manevi huzuruna
çıkmayı vecibeden addettik. Cumhuriyetin sadık birer amelesi, inkılâbın
samimî birer hizmetçisi olduğumuzu ispat etmiş olmak kanaatiyle sonsuz
bir fahır ve gurur duyarak zatı riyaset penahilerine, bir kere daha arz
ederiz ki bu kanaat şu dakikada vicdanlarımızı müsterih etmekle beraber
bundan daha çok güvendiğimiz nokta, asil kalbinizin, hataları örten
lütfudur. Bu lütfün minnetini yâd ile ve bitmez tükenmez kalbi bağlılık ile
bundan sonra vazifemize devam edebilmek, vicdanlarımızda hasıl olan
36
Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 321
uyanıklığı gelecekteki hareketlerimizde rehber edinerek yüksek gayemize
doğru, temiz alın ile yürüyebilmek için itimadınızın feyzini bizlerden
esirgememenize pek muhtacız. Mahkeme huzurunda meydana çıkan
masumiyetimiz ancak Büyük Kurtarıcının yüksek vicdanından duyacağımız
af ve müsamaha müjdesiyledir ki, bizim için kıymettar olur. Bu lütfü
bizden esirgemeyeceğinizi, kalbinizin yüceliğinden ümit ederek, en derin
tazimlerimizi arz ve takdim ederiz muhterem Cumhurreisi Hazretleri.
On gazetecinin imzaları.”37
Gazi bu bağlılık telgraflarına duyarsız kalmaz ve görüşünü Şark İstiklal
Mahkemesine bildirir:
Şark İstiklal Mahkemesi Müddeiumumiliğine;
Gazetecilerin mahkemeye celbinden sonra, Anadolu'da ve isyan sahasındaki meşhudatları üzerinde hata ettikleri ve nadim oldukları hakkındaki
telgrafnamelerini evvelce Mahkemenin nazarı adaletine takdim etmiştim.
Yine müştereken yukarıdaki telgrafla müracaat ediyorlar; bunu da nazarı
insafa almak muvafıktır efendim.
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal38
Abdülkadir Kemali dışındaki gazeteciler mahkemenin adaletinden emin
bulunduklarını ifade ederek ayrıca savunma yapmazlar.
Savcı iddianamesinde: “… İsyanla ilgili olduklarına dair vicdanları temine
kafi deliller ve vesikalar görülmediği ve fakat kasta makrun olmasa bile
yazılarının bu çevrede fena tesir yaptığına kendileri de kail ve bu halin
neticede, ibret ve intibahını mucip olduğu anlaşılmış ve Cumhurreisi
Hazretlerine takdim ettikleri aynen okunan, telgraflar dahi bunu teyit
etmiş bulunmasına binaen beraatlerine”39 karar verilmesini ister.
Abdülkadir Kemali Bey’in Tok Söz Gazetesi kapatılır kendisi de Ankara
İstiklal Mahkemesine gönderilir ve diğer gazeteciler toptan salıverilirler.
Abdülkadir Kemali’de dort buçuk ay sonra Ankara’da beraat edecektir40.
Amaca ulaşılmış gazetecilere gözdağı verilmiştir. Artık basın cephesinden
bir muhalefet gelmeyecektir.
O günlerin tanığı olan ve daha sonra kendisi de İstiklal Mahkemesinden
geçecek olan Zekeriya Sertel olayı şöyle nakleder:
“İstanbul'un bellibaşlı gazete başyazarları Diyarbakır'daki İstiklâl
Mahkemesine gönderilmişlerdi. Bunlar arasında Tasviri Efkâr gazetesi
sahip ve başyazarı Velit Ebuzziya, Vatan gazetesi sahip ve başyazarı
Ahmet Emin Yalman, aynı gazetenin yazarlarından Ahmet Şükrü Esmer,
gene başyazarlardan İsmail Müştak ve başkaları vardı. Ahmet Emin, daha
yoldayken, Adana'dan, Mustafa Kemal'e telgraflar göndererek yalvarmaya
başlamıştı. Affedilirse, bir daha gazetecilik etmiyeceğine söz veriyordu.
Biryandan da Diyarbakır'da bunlara yapılan muamele hakkında meraklı ve
korkunç haberler geliyordu. Bunları istasyonda karşılayan İstiklâl
Mahkemesi üyeleri onları önce bir camiye yerleştirmek istemişler. Caminin
içi hıncahınç tutuklanan Kürtlerle doluydu, leş gibi kokuyordu, nefes almak
bile zordu. Gazeteciler bunu görünce ürkmüşler. İstiklâl Mahkemesi üyeleri
37
Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 333-334
Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 335
39
Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 337
40
Tunçay Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Pati… s 145
38
renk vermemişler. Burada yer yok diye gazetecileri alıp yürümüşler. Yolda
Velit Ebuzziya'yı ayaklarında zincir, ellerinde kovalarla su taşırken
görmüşler. O vakit kendi akıbetlerini anlar gibi olmuşlar. Fakat mahkeme
üyeleri bunları başkanın evine götürmüş, onları içki sofrasına davet
etmişler ve yolda gördüklerini kendilerine bir gözdağı vermek için yaptıklarını söyleyerek kahkahalarla gülmeye başlamışlar. Kısacası şaka
yapmışlar...”41Görüldüğü gibi mahkeme heyeti aynı zamanda şakadan da
geri durmaz.
Bir hukuksuzluğun sembolü olarak tarihe geçen İstiklal Mahkemelerine
ilişkin aşağıda ki belge ibret vericidir ve bu mahkemelerin içyüzünü ortaya
koymaktadır:
“Türkiye Cumhuriyeti Dahiliye Vekâleti
Kalem-ı Mahsus Müdiriyeti - aded
Elâziz
Mühim ve
9.9.341
Zata mahsustur
Dahiliye Vekili Cemil Beyefendiye,
[1 —] Süreyya Bey vazifeye dönmekten çok korktuğu(m) için (?), vukuf ve
takdirine çok hürmetkar olduğum Cemil Beye şu satırları yazmayı lüzum
gördüm. Gazetecilerin memlekete ika ettikleri zararı en çok idrak
edenlerden birisiyim. Ahmet Emin ve rüfekasını buraya celp ve tevkif ettirirken bu hususta hiçbir tereddüt hissetmedim.
2 - Gazi Paşa Hazretlerinin gazetecilerin kurtulmaları şayan-ı arzuları (?)
tarzındaki şifreli emirleri gelinceye kadar muhakemenin tarz-ı cereyanı da
çok iyiydi. Bu emir geldikten sonra, hepimizden (içimizden!) bir arkadaş
gazetecilere ve Gazi hazretlerinin ulüvv-ü cenaplarına mazhar olarak beraat edecekleri ve beraatten sonra Fırka lehine sarf-ı mesaî için Ankara'ya
gidilerek Reisicumhur hazretleriyle kendilerinin mülakatına delâlet
olunacağı ihsas olunmuştur.
3 — Bu ihsastan sonra tekrar eski vazifeye (vaziyete !) rücu ile mahkûmiyetleri cihetine gitmeyi mübeccel Gazi hazretleriyle İsmet Paşa hazretlerinin şeref-i zâtileri için tehlikeli görmekteyim. Müşarüleyh hazeratına
rüfekamızla [arkadaşlarla] müştereken yazdığımız bir şifrede sarahatan
değilse de buna yakın maruzatta bulundum.
4 — Semahat-ı ruhiye ve teyamulat-ı asilanesini çok iyi tanıdığım zat-i
âlilerinden bana yürüyecek doğru yolun iraesini hürmetle rica ederim, İrae
buyuracakları tariki bilâ kaydüşart kabul ettiğimi şimdiden arz ederim
efendim.
İstiklâl Mahkemesi Müddeiumumi vekili
Bozok mebusu Avni
Açtım gece 9”42
İktidarın bir organı olarak hareket eden mahkemelere her derecede
iktidarın etkisi vardır. Ankara istiklal Mahkemesinde nasıl adilane karar
verildiğine ilişkin bir idam kararına ilişkin anekdot her şeyi açıklayıcıdır:
“Dr. Nazım'ın akibeti hakkında müzakereye başladık. Aramızda
41
42
Sertel M. Zekeriya Hatırladıklarım 1905-1950 tarihsiz s 132
Tunçay Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Pati… s 144-145
anlaşmazlık çıktı. Ben, Necip Ali… idamın aleyhindeydik. Bunu Gazi'ye
haber verdik. Bizi yanına çağırdı, dinledikten sonra üzerinde
konuştuğumuz kimsenin politikacılığı, fikirleri, yeni kurulmakta olan bir
rejime karşı cephe aldığı takdirde yaratabileceği tehlikeler hakkında uzun
izahat vererek bizi kararımızda serbest bıraktı.”43Zekeriya Sertel O günleri
naklederken, “Memlekette bir terör havası esiyordu”44 diye nakleder.
İstiklal Mahkemelerinin hukuksuzlukları saymakla bitmez:
“Sanık yerinde Doğu vilayetlerinde bir ilçenin telgraf memuru var.
Suç delili isyan sahnesindeki bir arkadaşına çektiği şu telgraf: Din uğrunda
büyük şehit Hazreti Hamza’nın yanına gitmeğe hazırım!
Babamın arkadaşı [Ali Çetinkaya] gözlüklerini burnunun ucuna kadar
indirdi. Dudaklarının arasından ıslık gibi çıkan sesi, gözlerinin saklayan bir
kamçının ışığı sayılabilecek bakışlarıyla birleşti :
Demek Hazreti Hamza'nın yanına gitmeğe hazırsın! Peki, yarın sabah
orada olacaksın!”45
“Ankara İstiklâl Mahkemesinde de TpCF’nın polisçe aranmasını baskın
başlığıyla haber yerdiği bahane edilerek, Tanin başyazarı Hüseyin Cahit
Bey ve gazetenin sorumlu, yöneticileri hakkında dava açılmıştır.
Savunmasında, böyle adalete aykırı bir mahkemede mahkûm olmayı
hâkim olmaya yeğ tuttuğunu belirten Hüseyin Cahit, Çorum'da süresiz
(sonsuz) sürgün cezasına çarptırılmıştır.”46
Hapse düşenler İstiklal Mahkemelerinin tavrından bir şeyler çıkarmaya
çalışırlar: “İstiklâl Mahkemesine getirilenlerin yüzde doksanı öldürülür.
Duruşmalara hızlı bakılır, uzun uzadıya hukuk kurallarına, kanun hükümlerine bakılmaz. Şimdiye kadar kurulan geleneğe göre, sanıklar hapishaneye
geldiklerinin hemen ertesi günü mahkemeye götürülür, ilk sorguları
ayaküstü, kısaca yapılır. Sonra, savunma için bir gün bildirilir. Eğer
mahkeme, sizi savunma için bildirilen günden önce çağırırsa, hakkınızda
idam hükmü verilmiş demek. Süreyi uzatmakta fayda yoktur. Yok
gününde çağrılırsanız, durumunuz şüpheli demektir. Mahkeme daha bir
karara varmamıştır. Savunma günü sonraya bırakılmışsa, kurtulduğunuza
işarettir. Çünkü mahkeme aceleye lüzum görmüyor demek...”47
Ölüm cezasından kurtulanlar sevinmekte, yakınlarına aldıkları cezayı
müjde telgrafları çekmektedirler: “Kollarımızı sallaya sallaya mahkemeden
çıktık. Bir arabaya bindik. Sevine sevine hapisaneye döndük. Hüseyin
Cahit'le, Ata Çelebi bizi kapıda merakla bekliyorlardı.
-Ne oldu, nasıl geçti? dediler.
-Darısı sizin başınıza, dedik.
-Ne o beraat mı ettiniz?
-Hayır, üç sene kalebent cezası verdiler. Ölüm beklerken üç sene kalebent
cezası bize öyle hafif gelmişti ki, onlara da ayni cezanın verilmesini diler
olmuştuk.”48
43
Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları s 145
Sertel M. Zekeriya Hatırladıklarım 1905-1950 tarihsiz s 132
45
Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları s 97
46
Tunçay Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Pati… s 145
47
Sertel Zekeriya Hatırladıklarım s 142-143
48
Sertel Zekeriya Hatırladıklarım s 145
44
“Müjde... Üç sene Sinop'ta kalebentliğe mahkûm oldum. Trenle geliyorum,
beni Haydarpaşa'da filan saatte karşıla. Oradan doğru Sinop'a gideceğim.
Müjde!.. Üç yıl Sinop'ta kalebentliğin müjdesi... Ne sevinilecek şey...
Zekeriya'nın ne demek istediğini anlamıyorum. Fakat önümde güçlüklerle
geçecek üç yıl yatıyor...
Bu müjdenin manasını sonra anladım. Zekeriya'yı hapishanenin izbesinde
kanlı katillerle, idam mahkûmları ile bir yerde yatırmışlar. En aziz dostu,
İstiklâl Mahkemesi üyesi, mebus Nabizade Hamdi, hapishane içerisine
girememiş. Uzaktan, «idam kararı verseler de korkma, demiş, bir çaresi
bulunur. Bunun için üç yıl Sinop'ta kalebentliğe mahkûm olunca sevinmiş,
bunu bana müjdeliyormuş.”49
Muhalefet etmek suçtur, TpCF reisi Kazım Karabekir’in İstiklal
Mahkemesindeki sorgusundan bir bölüm:
“- Zatıâliniz inkılâbın büyük bir şahsiyetisiniz. Tarih, bunu böyle
kaydediyor. Memleketin savunulmasında nasıl bir arada dağılmadan kaldı
isek, vatanın yükselmesi emrinde de öyle olması gerektiğini elbette takdir
buyurursunuz. Bu sebeple zatıâliniz, nasıl olur da muhalefete geçersiniz?
Lütfen izah eder misiniz?
Kâzım Karabekir Paşa, bu soruyu söyle cevaplandırdı:
-Mütareke sırasında elîm durumlara karsı elbirliğiyle göğüs gererek çalışıp
Gazi'yi kendimize reis yaptığımız sırada, memleketin istinad ettiği yegâne
kuvvet bendim.”50
Cafer Tayyar Paşa’nın sorgusu da ilginçtir: “ -Sizin... Memleketin siyasî
idaresi hakkında bugünkü idareye dair kanaatiniz nedir?
-Hükümetin muvaffakiyetine duacıyım.
- O halde, muhalifliğin nerede kaldı?
-Takriri Sükûn Kanunundan sonra muhalefet susmaya mecbur olmuştur.
- Demekki, Takriri Sükûn Kanunu olmasaydı, bombayı koyacaktınız,
değil mi?
-Asla... Ben bomba kullanmış bir adam değilim...
-Senin koyamıyacağını bilirim, ama fırkan koydu.
-Yemin ederim ki...
- Maznuna yemin düşmez. Siz yalnız, arkadaşlarınızım yapmağı
düşündüğü suikast hakkında ne biliyorsanız onları söyleyiniz!”51
İstiklal Mahkemeleri Adalet Bakanlığının da üstündedir. Bakanlık, Mecliste
çıkan
yeni
Ceza
Yasasının
İstiklal
Mahkemelerinde
uygulanıp
uygulanmayacağını mahkemeden sormaktadır. İsyan Bölgesindeki
Mahkeme yeni kanunu uygulamayacağını bakanlığa bildirir, bir suretini de
bilgi için Başbakan’a yollar. Mahkemeler Meclisçe kabul edilen yasayı
uygulamayıp kendi iradesini meclisten üstün gördüğünü ifade edebiliriz.
“Adalet Bakanlığının böyle bir soru sorması ve mahkemenin böyle bir yanıt
vermesi bile insana tuhaf geliyor”52
İstiklal Mahkemelerinde sanıkların avukat tutma hakları da yoktur: “İzmit
mebusu Şükrü Bey avukat tutmak istediğini belirtince Mahkeme Reisi Ali
49
Sertel Sabiha Roman Gibi 1919-1950 Can y. 1978 s 102
Erman Azmi Nihat İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri Temel Y 1971 s 119-120
51
Erman Azmi Nihat İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri s 126-127
52
Tunçay Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Pati… s 170
50
(Çetinkaya) İstiklal Mahkemeleri dava vekillerinin cambazlığına gelmez
diyerek bu isteği reddetmiştir.”53
Kemal Tahir’in İstiklal Mahkemesi değerlendirmesinde, roman kahramanı
eski bir ittihatçı yöneticinin ağzından şu sözler dökülür: “Bizim ömrümüz,
bütün suçlarımızı muhaliflerimize yüklemekle geçmiştir. Büyük politika
sandık bunu... Yatkınmışız, alıştık. Daha beteri, en suçlularımıza, en
utanmazlarımıza uyarak, doğru söyleyenlere, hiç bir suçu olmayanlara diş
biledik yıllarca... Giderek muhaliflerimizle aramızdaki ilintileri hırsızlarımız,
alçaklarımız, manyaklarımız belirleyip denetler hale geldi. Bu heriflerin ne
kadar rezil, ne kadar işe yaramaz olduklarını... Ne demek işe yaramaz!
Tersine, kancıklıklarını... Aptallıklarını... Çalıp çırptıklarını bile bile,
muhaliflerimizi en alçak iftiralarla karalamalarını beğeniyorduk, sırtlarını
sıvazlayarak
kışkırtıyorduk,
mükâfat
olarak
da
çalmalarına,
namussuzluklarına göz yumuyorduk.
İstiklâl Mahkemelerinin, çoğunlukla, bizim ikinci takım döküntülerinden
kurulması rastlantı değildir, böyle işlere yatkınlığımız, sınavlara vurulmuş,
ölçüp biçildikten sonra iyi değerlendirilmiştir. Biz her çeşit savunuyu suç
saymışızdır. Bu yol, muhaliflerini gerçek suça itelemek yoludur. Varılmak
istenen yer de, muhalifsiz hükümet etmek...
Çok düşündüm, muhalefetsiz hükümet etmek isteği, Devleti alet ederek,
hiçbir ceza korkusu duymadan bol bol suç işleme zevkinden geliyor. Ceza
görmemek güvenini sağlayıp keyfince en namussuz suçları işleyeceksin…
İşte insanoğlunun düşebileceği en sefil çirkef çukuru... Bir kez bu yokuştan
teker meker kaymaya başladın mı, olduğundan yüz kat, bin kat kıyıcı
kesilirsin. Canavarlaşırsın. Her an alçaklık etmekten artık kendini
çekemezsin! Önüne çıkanları, bir korkulu rüyada, karakoncolostan
kurtulmana biricik engel görürsün. Ezmeden geçemeyeceğine inanırsın.
Kızarsın. Kızmaktan da öte bişeydir bu... Kızmak insancıl bir duygudur.
Oysa artık sen insanlıktan çıkmışdırsın! Bir toplum düşün ki, orda adam
öldürmeye, hem de, çoğu, suçsuz adam öldürmeye SİYASET deniyor.”54
Taktir-i Sükun Kanunu’nun bahşettiği müstesna ortamda İstiklal
Mahkemeleri eliyle muhalefet sindirilir, Yok edilir. Her türlü eleştiri
yasaklanarak ülke uzun yıllar sürecek zihinsel karanlığa gömülür. İstiklal
Mahkemeleri Kemalist rejimi yerleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır,
özellikle seyyar Ankara İstiklal Mahkemesi her olaya el koyar.
Mete Tuncay, Şark istiklal Mahkemesinin 420 idam cezası verdiğini,
Ankara İstiklal Mahkemesinin de 240 kadar idam cezası verdiğini
kaydeder55. Şark istiklal Mahkemesinin idam sayısında Sıkıyönetim
mahkemelerinin verdiği idam cezalarının sayısı ve infazlar dahil değildir.
"Şeyh Sait îsyanı'nda 206 köyün yerle bir edildiği, 8.785 evin yakıldığı ve
15.200 insanın öldürüldüğü hatırlanırsa, böylesine kapsamlı bir hareketin
dini nedenlerle ve Hilâfet'i restore etmek amacıyla yapıldığını savunmak
zordur."56
53
Tunçay Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Pati… s 170
Tahir Kemal Kurt Kanunu Tekin Y.1982 s 190-191
55
Tunçay Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Pati… s 169
56
Başkaya Fikret, Paradigmanın İflası, Özgür Üniversite Yayınları, 2004 s 102
54
İzmir Suikastı bahane edilerek muhalefet ve muhalefet potansiyeli yok
edilmiş, Şeyh Said İsyanı da bahane edilerek Doğu'da terör estirilmiştir.
Bu gün dahi bu mahkemelerde ne kadar insanın canına kıyıldığını
bilmiyoruz. "Bütün bu siyasi-adli terör hükümlerinin haksızlığı ortadadır.
Daha sonraki yıllarda, sanıklardan biri için açıklanan rehabilitasyon
belgesinde şöyle denilmektedir: Rauf Orbay hakkında evvelce İzmir İstiklal
Mahkemesi tarafından verilmiş olan mahkûmiyet kararının refi için vaki
olan müracaatı üzerine yapılan hukuki[!] tetkikte araya girmiş olan umumi
af kanunları isnat olunan fiili bertaraf ettiği gibi, muhakemenin tekrarım da
gayri mümkün kılmış ve muhakeme edilseydi beraatinin muhakkak olacağı
kanaatine varılmış olduğu görülmüştür.”57
Uygulayıcılar bu hukuksuzluk örneği mahkemeleri her fırsatta
olumlamaktan çekinmezler:
“Başbakan İsmet Paşa'nın bir parti toplantısında dediği gibi, "Kaçınılması
mümkün olmayan hatalara düşmüşlerse bunu samimi kanaatlerinden
başka bir şeye affetmemelidir. Aksine kanaatleri ve ülküleri uğrunda
yapılması gereken bazı eksiklikler de vardır.
Başbakan İsmet Paşa, İstiklal Mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle yine
bir parti toplantısında yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
Biz Takrir-i Sükûn Kanununu koyduktan ve İstiklal Mahkemeleri'ni
kurduktan sonra karşısında bulunduğumuz durumları, önceden tahmin
ettiğimiz durumdan daha önemli bulduk. Elde açık deliller olmaksızın
tecrübenin ve görgünün verdiği birtakım kanıt ve uzmanlaşma yoluyla
duyduğumuz tehlikeden daha ağır tehlikeler karşısında bulunduğumuzu
bilfiil tecrübe ettik. Memleketin dört köşesinde, içte ve dışta nice teşkilat,
nice dal budak salmış cemiyet bulunduğu ortaya çıktı. Mahkemeler gerek
batıda, gerek doğuda fesat unsurlarını izlemek için bütün gayretlerini
harcamışlardır. Benim kanaatim şudur ki, mahkemeler görevlerinde
başarılı olmuşlardır. Onların bu başarılarından her zaman söz edebiliriz."58
Son İttihatçı Paşa’nın sözlerinde kullandığı dil, gerek Takrir-i Sükûn
Kanunu gerekse İstiklal Mahkemelerinin gerçekte muhalefeti ortadan
kaldırma aracı olduğunu doğrulamaktadır
Her iki mahkemenin görevi 7 Mart 1927 tarihinde sona ermiştir. Ancak
dayandığı yasa 4 Mayıs 1949 da kaldırılabilmiştir. Geçen 22 yılda
kullanılmamakla birlikte bu olanağın
her zaman açık tutulduğunu
söyleyebiliriz.
57
58
Tuncay Mete Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti... s 166-167
Kılıç Ali Atatürk’ün Sırdaşı…. S 370-371
www.gelawej.org © 2006
Yazışma Adresi: [email protected]

Benzer belgeler