ÖZEL SULTAN FATİH EĞİTİM KURUMLARI Sahibi Sultan Fatih

Transkript

ÖZEL SULTAN FATİH EĞİTİM KURUMLARI Sahibi Sultan Fatih
ÖZEL SULTAN FATİH EĞİTİM KURUMLARI
Sahibi
Sultan Fatih Eğitim Kurumları Adına
Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR
Kurucu Temsilcisi
Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet SEVGİ
(Okul Müdürü)
Koordinatör Müdür
Editörler
Yahya YILDIZ
Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Bşk.
Nagihan AKKOÇ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Meryem USTA
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Yayın ve İnceleme Kurulu
Rüveyda ZAVALSIZ 12/FEN
Zeynep NALBANT 11/FEN
Meryem ÇİFTÇİ
11/A
Esma KARAER
11/B
Melike AMAÇ
11/B
Rümeysa ŞİMŞEK
9/FEN
Aybüke KOPUZ
9/A
Elif SAĞMAN
9/B
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 1
İÇİNDEKİLER
1) Zamana Yolculuk (İlayda Zehra 10/A)
2) Düşünemiyorsun bugün …….. + Zamanla öğreniyor yaşamayı ……( C.Rüveyda
ZAVALSIZ 12/Fen)
3) Sürdük maviliğimizi …. (âh ağacı) + gel sevdiğim sıladan ….( âh ağacı)
4) Kesti Ateş Sesini ( Mihmandar) + Beyaz ( Avery Bradlay)
5) Mektubunda Ölüm Kokusu ( Mihmandar)
6) Paslı Kapıların Anahtarı Adalet ( Rahiya)
7) Yokuşun Başında Kalan Yüreğimiz (Nüveyda)
8) Derin İzler (Sayha)
9) Mestim ben mest nayi ( Fazıl ŞENGÜL 12/B) + Leyla Gözlerim Yar(a) (Mihmandar)
10) Şimdi Fatih Olma Vakti ( Merve KUK 10/ Fen)
11) RÖPORTAJ ( Sibel ERASLAN)
12) Tarihler Har ( Mihmandar)
13) Dök İçini Satırlara (İnfial) + a. eser
14) Çocukluk Serüvenim: Kanada ( Dilara ŞAHİN 10/FEN)
15) Hakkani ol galize… ( Fazıl ŞENGÜL)
16) Bitmeyen Son ( Avery Bradlay)
17) Benim Adım Rüveyda ….(C. Rüveyda ZAVALSIZ 12/ FEN)
18) Ölüm Gelince ( Sertap Savcı 10/ b)
19) Kitap Tanıtımı
20) Film Tanıtımı
21) Karikatürler
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 2
EDİTÖRDEN
“Kitap fazla ciddî, gazete fazla sorumsuz. Dergi hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak
bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri; tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun.
Bir neslin vasiyetnâmesidir. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezîmet veya intihar.”
( Cemil MERİÇ)
Cemil Meriç’in sözünü düstur edinerek, bu vasiyetnâmaye de sahip çıkarak “Helik” edebiyat dergisini
öğretmen arkadaşlarımın ve öğrencilerimizin büyük emekleriyle siz değerli okurlarımızla buluşturduk.
“Helik” küçük taşlar manasıyla karşımıza çıksa da bir araya gelen bu küçük taşlar, birleşerek “Helik”
edebiyat dergisi çatısında bizleri bir araya getirdi. Her şeyin hızla tüketildiği çağda öğrencilerimizin
tükenmeyen, diri kalan duygu ve düşünceleri vardı. Bu diri kalmış duygu ve düşünceler edebiyat
dergimizin ortaya çıkma sürecinde bizlere kılavuz oldu.
Bu vesile ile dergide emeği geçen öğretmen arkadaşlarıma ve öğrencilerime teşekkür eder, bu
yolculukta bizleri yalnız bırakmamanızı temenni ederim.
Meryem USTA
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 3
ZAMANDA YOLCULUK
‘’Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında…’’
AHMET HAMDİ TANPINAR
Hayallerin ve umutların ötesinde, geçmiş ve geleceğe sahip bir hediyedir zaman. Kullanıldığında bir
kahraman, harcandığında bize saniyelerimizi geri vermeyen bir hırsızdır aynı zamanda.
Bazen bir annedir yarını doğuran, bazen bir katildir dünü öldüren… Bazense bugünün can vermemesi
için uğraşan ancak bazı şartlarda canın verildiğine şahit olan onu kurtaramayan bir doktordur
zaman..Peki zaman bir katilse o zaman zamanın katili kimdir? Onu her gün boşa harcayan, geleceği
düşünmeden hareket eden insandır zamanı öldüren… Peki, onu hayata döndüren doktor kimdir
dersiniz? Tabi ki yine bir insandır ancak akıllı bir insan. Çünkü akıllı insan zamanını boşa harcamaz.
Ona verilen bu, günde 86.400 saniyelik hediyeyi dolu dolu yaşar ve şuan da harcadığı zamanın
gelecekte de onu harcayacağını bilir. Shakespeare ‘’Ben zamanı harcadım şimdi de zaman beni
harcıyor.’’ demiştir bir kitabın da. Akıllı insan diğer insanların boşa harcadığı zamanı kullanır ve
onların değerlendirmediği bu hediyeyi değerlendirerek onların bir adım daha üstünde olur. Bunu
açıklamak için en güzel örnekse Henry FORD’un ‘’ Pek çok insanın, diğerlerinin boşa harcadığı
zamanı kullanarak öne geçtiğini gözlemledim..’’ sözüdür diyebilirim.
Zamanı iyi kullanmak zamanın bizim hayatımızdaki en güçlü ve büyük bir ölçüm aleti olduğunu
anlamamızı sağlar. Çünkü sevgiyi zamanla ölçebilirsiniz, arkadaşlarınızı zamanla tanıyabilirsiniz,
kendinizi ne kadar geliştirdiğinizi zamanla ölçer, bunu yaparken de bir mülakatta veya bir koşu
yarışında saniyelerin bile ne kadar değerli olduğunu anlarsınız. Ne kadar değiştiğinizi zamanla
anlarsınız. Doğumunuzdan ölümünüze kadar olan süreçte aynaya bakar ve her boyunuz uzadığınızda
büyüdüğünüzü gördüğünüz şey zamandır aslında. Geçip giden zaman… Size verilen bu zamanı
kimseyle ve hiçbir şeyle harcamayın. Sadece 2 dakikanızı ayırın. Gözlerinizi kapatın ve hayal edin. Siz
bir korsansınız ve size içinde 86.400 tane altın bir hazine sandığının arandığı bir hazine haritası
verildi. Bu hazineyi buldunuz ve içindeki bu altınlarında ne kadar değerli olduklarını biliyorsunuz.
Ancak bir sorun var. Bu haritadan sadece size değil diğer korsanlara da verildi ve onlarda hazinenin
yerini buldu. Peki onlara bu kadar değerli olan bir hazineyi vermek ister misiniz? Hepinizin içinden
hayır dediğini biliyorum. Şimdi bunu zamana uyarlarsak size her gün verilen bu 86.400 saniyeyi
içinde bulunduran hazineyi kimseye vermeyin. Bu hazineyi verimli bir şekilde kullanın. Çünkü
unutmayın! O altınların bir süre sonra tükeneceği gibi sizin de zamanınız tükenecek.
Zaman su gibi akıp gider hayatta… Gençken tatlı, yaşlandığındaysa daha yavaş akan bir değerdir
zaman. Bir günün ardından geri verilmeyecek bir hediye…
‘’Gün bitti, elindeki güller de soldu
anımsanacak neler kaldı bugünden
paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak
belki bir türkü söyleriz geceye karşı
saçlarını tarazlayan bir şafak olur.’’
AHMET TELLİ
İlayda Zehra GÜLSEREN
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
10/A
Sayfa 4
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 5
Düşünemiyorsun bugün. Tükettin yine kendini, ağladın, küfrettin. Düşünmeden geçen bir günün daha
sonuna geldin. Defalarca nefret ettin, aynı adamdan. Şu zamana kadar giren adamları düşündün,
saatlerce. Düşüncesizce düşündün, kendine haksızlık eden bir insan gibi. İhaneti düşündün sonra,
iftiraya uğradığın zamanları düşündün. Psikiyatriye gittiğin günü hatırladın sonra, insanların yüzündeki
şuursuz bakışları anımsadın. Ağlamadın, sadece sustun. Annesi ders çalışıyor sanarken yazı yazan her
kız gibi sustun.
Sustun bugün.
Susarak geçirdiğin bilmem kaçıncı gün.
Bıraktın zaten saymayı.
Bekleyen, beklediğini belli etmeyen milyonlarca kişinin baş zamirisin sen.
Şimdi sus.
Ve yazmaya devam et.
Çünkü asıl kaleminin yazacakları tükendiğinde ölürsün.
*
Zamanla öğreniyorum yaşamayı. Başımı yastığa koyduğumda ağlamamayı. İnsanlara kızmamayı.
Günlerimi umursamamakla geçirmeyi, kırılmamaya çalışmayı. Susmayı, elimi yumruk yapıp dişlerimi
kenetleyip öfkemi bastırmayı. Sevmeyi öğreniyorum, anlamayı. Kitaplardan kafamı kaldırmayı
öğreniyorum, hayatın o denli kusursuz gitmeyeceğini fark etmeyi.
Yaşamayı öğreniyorum, acısıyla, tatlısıyla.
Yine de vazgeçemiyorum İsmet Özel’e hak vermekten:
“Siz beni yine anlamayacaksınız.”
Cemile Rüveyda ZAVALSIZ
12/Fen
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 6
sürdük maviliğimizi
bütün dalgalar üzerinde
kırmızı kelebekler karıştı
beyaz güvercinler
rengine,
...gri siyah lekeler düştü
pembe hayallerimize
mis kokular vardı saçlarımızda
ışıklı bakışlar, umutlu adımlar
yaşamıştık oysa aşkla
adamıştık en kabulünden ruhumuzu
en kanlısından bir kalp
en çınarından bir hayat
ıslıklı bir teşekkür vardı dilimizde
ve hiç eksik olmayan
ben sana mecburum şiirleri
tam da yağmurla yarışınca gözyaşlarımız
tam da tutulası bir el uzanmışken
birden başımız oluyordu
iki elimiz arasında tutulan
ne kadar diz çökmüşüz meğer
anı durdurmaya. . .
âh ağacı
*
… gel sevdiğim,
sıladan haber getirir gibi gel
anamın ellerindeki buğday kokusu gibi gel
soğuk pınarların su sesiyle gel
dolmuş gözlerinin buğusuyla gel
… gel sevdiğim,
kına türküsü ellerinle gel.
âh ağacı
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 7
KESTİ ATEŞ SESİNİ
Yıkıldık bir ikindi sonrası,
Sustu dünya kansız adamların gölgelerinde,
Bütün ölümler dar geldi, kara yağızlı kefenlere
Göğsümüze yapıştı şarapnel parçaları…
Savaşlar birikti gönlümüzde,
Kudüs’te selâlar verildi
Yaserin minicik gözlerine…
Dirilemedik bir gece sonrası
Kesti ateş sesini…
Sütten kesilmişti bir kere bebeler
kanlar akıyordu beşiklerden
oluklara sığmıyordu feryatlar…
Kaybettik bir ölüm sonrası
insanlığımızı,
hayatımızı,
Bir türlü diriltemediğimiz ruhumuzu…
Mihmandar
*
BEYAZ
Beyaz sensin.
Tüm renklere sahipsin.
Gülün kırmızısı,
Papatyanın sarısı,
Ruhumun gıdası,
Gönlümün emsalisin.
Siyahın korkunçluğunu süpüren,
Mavinin ferahlığını hissettiren
Beyaz olan, eşsiz olan sensin.
Bakıp da imrenilen,
Gözü gönlü hoş eden,
Tek bir tebessümü yeten ahsen-i takvimsin.
Avery Bradlay
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 8
PASLI KAPILARIN ANAHTARI ADALET
Kiraz ağacı çiçek açmış mı?
Kuzular otlaklara düşmüş mü?
Gençliğimizin baharı solmuş mu?
Cevaplar, savaşın enkazında mecalsiz.
Cevaplarımız yaralar ile hemhalken
Ey dünya, arşın perdesini aralar mısın?
Bombalar eşliğinde sınır dışına itilen gençliğimize
Merhamet, tohumlarını eker misin?
Annemin göğsünden süt yerine zehir akıtanlara
Topraktan ellerimin duasını fısıldar mısın?
Yaraların ilacı adalet diye bağırırken bir delikanlı
Köşede, hemen orada
Tüm insanlık susuyordu.
Ve çocuklar,
Beklerken sınır kapılarında adaleti,
Merhamet et, yanıma iliş
Sadrımdan kavra,
İnşirahla doldur ruhumu.
Barut kokusunu bertaraf et misk kokularıyla.
Ellerimizde savaşın izleri varsın olsun.
Adaleti göğsünde taşıyacak olan,
Musa'nın asası değil mi?
Değil mi ki asa merhamet ile dirilmişti
Firavunla, adaletsizliğin kuyusunda boğulmuştu.
Şimdi ey dünya sesime kulak ver!
Sınır kapıları pas tutsa da dünyanın
Merhamet yeniden dirilecek,
Ve adalet paslı kapıların anahtarı olacak.
Kapılar açılacak, ey dünya kapılar açılacak...
RAHİYA
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 9
YOKUŞUN BAŞINDA KALAN YÜREĞİMİZ
Mahallemizde çalınırken ikindiler akşama,
Bir tortudan ibaretti dünya.
Sınırları çizilmemiş çocukluğumuz
Kuzine sobanın başında muhabbetle dirilirdi.
Annem ekmeği verince elimize
Sokaklar bizim,
Misketler bizim,
Çaputtan bebekler bizim,
Bayram günlerinde tanımadığımız evlerin şekerleri bizim,
Akşam ezanı ile aklımıza düşen evler bizim,
Bizim olurdu her şey.
Akşam olunca küçük evimizdeki hayallerimiz ummana ulaşır
Her akşamki yolculuğumuza yüreğimiz eşlik ederdi.
Yüreksiz çıkılmazdı yolculuklara
Ve yolculuklar hep içimizde son bulurdu..
İçimize bakmayı unuttuğumuz zamanlarda
Küçük evlerdeki büyük yüreklerimizin solduğuna
Şahitlik etti her şey
Ve sokaklara bir haber salındığında
Cevapsızlıkla imtihan oldu çocuklar.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 10
Dünyanın üzerinden geçerken kalabalıklar
Suni bir zelzele oldu, hepimizi yuttu.
Bahçeler istila, sokaklar çocuksuzluğa mahkûm.
Topraktan ellerimize kimyasallar serpilirken
Aynı evin içine gurbet tohumları ekildi.
Yine de yokuşun başındayım bayım,
Küçük evime büyük yüreğimle koşmak için çırpınıyorum
Kalabalıklar yolumu kesiyor.
Çırpınmaktan öteye geçemiyorum.
Şunu unutmayın ki bayım,
Modern çağın beton kimliklerinde
Kırılıyoruz kalabalıklara
Kırgınlığımız yüreğimize delil oluyor
Susuyoruz...
NÜVEYDA
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 11
DERİN İZLER
Yağmur damlalarının cama vurmasıyla irkildim, uzun bir süre orada öylece uyuya kalmışım.
Yağmurun rahmetine sığınıp bir bardak çayla pencerenin kenarına oturdum. Dışarıda yağan yağmur
sessiz sakin ama bir o kadar da ürkütücüydü. Bazen oluyordu böyle sakin olan da ürkütebiliyordu
insanı. Aniden camın ardındakine aksime odaklandım. Bana... Bakışlarımdaki yabancılık bir tokat gibi
hırpalıyordu. Bana bakan o yabancı da kimdi? İnsanın kendine yabancılaşma duygusu başka bir haldi.
Tüm bunlarla sınırlı değildi camın aksinde gördüklerim, benin ardındakine iliş diye fısıldıyordu bir
ses. Mekânın dilini öğrenmeliydim belki de. Eskimiş koltuklar, adımların altında ezilmiş halı ve koca
bir ömür… Gözyaşlarımın varlığını camda seyrediyordum. Gözyaşımı salıverdim bardaktaki çaya.
Kadınların gözyaşları her defasında hüzünle yoğruluyordu. Tüm yabancılıklardan kurtulmalıydım,
geçmişimi önüme serip başlamanın o vurucu edasıyla yüzleşmeliydim. Başlamak ağrılıydı.
Kasabanın güzel kızı Rayiha’dan, benden geriye ne zaman bu denli ihtiyar bir kadın kalakalmıştı
sualinin içinde yıllarca dost bildiğim yatağa boylu boyunca serildim. İzmir'de başlıyordu her
şey. Kasabadaki hayatım, sokaklar ve çamurla yoğrulmuş hayallerim... Maziye daldıkça nefes
alamadığımı hissettim. Her cuma pazar kurulurdu meydana. Fotoğrafçının çırağı "Yusuf Kalfa" vardı.
Kalbimin varlığını ilk o anda onu görünce hissetmiştim. İnsan ilklerin vermiş olduğu duyguyla
başlarmış hayata. Kimseler bilmiyordu onu sevdiğimi ama yüreğime ket vuramıyordum. Yürek bu
uslanmaz yangına sahip çıkamıyordu. Konuşmaya karar verdim. Kolay olan susmaktı, dillere
düşürmeden sevgimi konuşmalıydım zira bu nefessizlik hâli yorucuydu.
Her cuma öğle vakti, usta namaza gider dükkânı da Yusuf’a emanet ederdi. İşte yine tam böyle bir
vakitti. Ustanın “-Allah’a ısmarladık” deyip namaza gitmesiyle benim dükkâna girmem bir oldu.
Yusuf, beni görünce şaşkınlıkla “ -Buyrun, fotoğraf mı çektirecektiniz?" diye sorunca”Evet!” diye
cevapladım."-Ne için olacaktı?" dedi. Ben de “-Mektepten istediler." dedim. Başka bir şey diyemedim,
dükkândan çıktığımda koşmak istedim sadece koşmak. İçimdeki sese yetişmeden koşmak… Bir daha
cesaret edemeyecektim bunu biliyordum bir daha ayaklarım o dükkânı arşınlamayacaktı. Her şey
içimde saklı kalacaktı. Günler güç bela geçse de her şeyden ümidimi kestiğim noktada avucuma bir
mektup iliştirildi. Dünyanın durmasını istediğim vakitlerden bir vakitti yaşadığım. Korku ve sevinç ile
açtım mektubu zarfta isim yazmıyordu. Mektup" Gül güzeli Rayiha" diye başlıyordu. Yusuf'tandı.
Onu beklememi söylüyordu. Sevinç çığlıkları atmak istiyordum. Beklemek...
Pencere kenarında solan gençliğime teselli vererek bekledim çoğu zaman. Beklerken
gençliğimden geçtim, hayallerimi araladım. Neyi kaybettiğimi çok sonraları anlayacaktım anlamak
sıcağı sıcağına anlaşılan bir kavram değildi. Yusuf hiç gelmedi, hiç haber alamadım. Mektuptan başka
hiçbir şey yoktu bana kalan... Kaldığım yerden devam etmeliydim hayata çünkü beklenilenler söz
verdikleri adreste değillerdi. Hayatımdaki ilk iz ona aitti, Yusuf'a...
Bir bardak su iz geçişlerinde bana yardımcı oluyordu. İkinci izime geçebilirdim. İzlerden yola çıkıp
yabancılık hâli tanıdık suretlere dönüşüyordu sanki...
Orta halli bir ailede büyümüştüm. Babam memurdu. Sıradan bir pazar günü pikniğe gitmek için
yola koyulmuştuk içimde bir sıkıntı vardı. Bazen sıkıntılar geleceğin tabiridir. Öyle de olmuştu. Piknik
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 12
yaparken bulutlar kara renge bürünmüştü. Toparlanıp eve dönmek üzere yola koyulmuştuk, yoldayken
aniden yağmur bastırdı. Yavru kediler ve yavru kedilerin annesi saklanacak bir yer aramaktayken nasıl
olduysa yolumuza çıkmayı başarmışlardı. Kedileri ezme korkusundan can havli ile sağa sola kırdığı
direksiyona hâkim olamayan babam ve o arabada bulunan ailemle, yedi sekiz takla atmışız. Başta tüm
ailemin feryat seslerini işitiyordum ama sonra nasıl olduysa tüm bu sesler nihayete erdi. Tahminen
yarım saat, bir saat geçmişti ki kendimi bir hastane odasında baygın halde yatakta buldum. Gözlerimi
açtığımda tüm doktorlar bana bakıyor, bir şeyler mırıldanıyordu. Seslerini ayırt edemiyor, ne
söylediklerini anlayamıyordum. Ta ki içlerinden birinin "-Yazık oldu gencecik kıza, yetim kaldı."
sözünü duyana kadar. Kendime hâkim olamayıp feryat figan bağırmıştım. O zamana dair hatırladığım
tek şey buydu... Cenaze sonrasında taziye için eve gelip gidenler de bir vakit sonra yok olmuştu.
Yokluk, insanı hırpalıyordu. Hayattan umudumu kestiğim için yılları da kendi haline bırakmış,
hayatım sarpa sarmıştı... Hayatımdaki bu iki iz her geçen gün yabancılaştırdı beni kendime. Çünkü
düşünmek eylemi benden değildi artık. Yaşıyordum sadece dokunmadan, hissetmeden... .Gidenlerin
dönmediği bir harita çizmiştim tüm sınırları kara kalemle belirginleştirdim... O haritadan kurtulmam
kolay olmadı, hayat çoğu zaman anlaşılmazlığı ile vardı...
Sıra üçüncü izime geldiğinde derin bir nefesten ibaretti dünya. Perdeyi iyice aralamıştım. Biraz daha
derin bir ize doğru yönelirken aniden zil sesiyle irkildim. Geçmişle aramıza yine mesafeler girmişti.
Mesafeler geleceği inşa etmemi müsaade etmiyordu yine öyle olmuştu. İzler tamamlanmadıkça hep bu
kendime olan yabancılık hâli devam edecekti. Zil ısrarla çalmaya devam ediyordu. Kapıya doğru
yöneldim gelen Rumi’ydi, yıllar yılı hayat mücadelemde bana eşlik eden eşim. Azla yetinen bir
adamdı Rumi. Yemek kokuları çalınınca burnuna ufak bir tebessüm ilişti yüzüne. Rumi, yemeğini
yedikten sonra televizyonun karşısına geçti ve oracıkta uyuyakaldı. Ahvalimiz yıllar yılı böyleydi.
Ümitsizlik hâli değildi bu...
Göz kapaklarım yaşlılığın vermiş olduğu ağırlıkla istemsiz kapanıyordu. Uyumak çoğu zaman
şifaydı, unutmaya kapı aralıyordu. Belki bir gün tüm izler tamamlanır ümidiyle kapadım gözlerimi.
Belki bir gün...
SAYHA
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 13
Mestim ben mest nâyi mest-i müdam
Nefs perestim ben yok ki bende nizam
Yine çevirdi döndürdü iddira etti beni
Kovulmuş asi iblis oyuna getirdi beni
Mazanne-i sû oldum attılar anca nutuk
Merhamet yoktu bana ettiler yine tutuk
Sonra fark ettim ki asıl onlar mestan
Hakikati çarpıtan hey'i bir heyezan
Bendeki ise sadece mest-i şebabiyetmiş
Gençliğin nezaretinde komik bir sefaletmiş
Şimdi ben hakklayım ancak hakka bir kul
Murşidim Kur'an benim ben Allah’ın kuluyum.
Fazıl ŞENGÜL
12/B
LEYLA GÖZLERİM YAR(a)
Leyl, çöllerde kanayan yağmur damlası
Gözlerimde sonsuz sukünet sedası
Kum taneleri yüreğimin cilası
Sabır, inşirahın gizli edası
Leyla gözlerim yar(a)
Leyl, çiğ damlası olup yüreğime kona
Aksediyor ruhun rüyalarıma
Mürekkep hep karadan yana
Leyla gözlerim yar(a)
Leyl, son bir sürgün hali çölde bende kala
Senin yüreğin hep firkatten yana
Takatim kalmadı bu aşktan yana
Ateş kesti hayatım çöllerde kala kala
Leyla gözlerim yar(a)
Leyl, geceler karanlık
Heybeme düşmüyor aydınlık
Suskun günlerin bağrında nefessiz kaldık
Kara bir duvak örtüsünde karar kıldık
Çöllerin kara bağrında kara duvağın içinde vuslata hasret kaldık.
MİHMANDAR
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 14
ŞİMDİ FATİH OLMA VAKTİ
İnsanlar tarafından inşa edilen en güzel şehir Paris, Allah (c.c) tarafından inşa edilen
en güzel şehir İstanbul’dur ki o İstanbul şehirlerin kraliçesi, uygar medeniyetlerin adresi, her
ilçesi ayrı cennet bahçesi, her köşesi ilim irfan mektebi olan güzel diyar. Her biri ayrı ustalıkla
yapılmış gösterişli camilerinden arşa yükselen ezan sesleriyle bilginin, dostluğun paylaşıldığı
sokaklarıyla huzurun adresi olan aziz İstanbul. Denizleri kördüğüm eden boğazı,gelin edasıyla
süslenip denizin ortasına kurulan Kız Kulesi, dalgalarla birlikte dans eden yakamozların
bıraktığı kusursuz izlenim. Bu güzelliğin en tutkulu takipçisi olan yalılar Marmara'yı mesken
edinmiş balıkları selamlarken, yorgunluktan bitkin düşmesine rağmen güzelliğinden bir şey
kaybetmeyen boğaz köprüsü el ele verince yedi tepeyle, İstanbul o zaman bir başka
dokunuyordu insanın içine. Sanatın, mimarinin, ilmin şehri; hoşgörünün merkezi güzel
İstanbul. İnsanı kucaklayan ormanlarıyla, cana sefa derde deva hamamlarıyla fütühat devleti
Osmanlı'nın göz nuru yüce memleket. Birçok sanatçının, alimin eserlerine konu olan en
önemlisi de Peygamber Efendimiz'in müjdeli hadisine mazhar olan bu kutsal şehrin tasvirine
kelimeler kifayetsiz kalırken elden gelen kerem sahibine şükretmektir.
Peygamber Efendimiz(s.a.v) "Kostantiniyye elbette fethedilecektir. O’nu fetheden
kumandan, ne güzel kumandandır! Onu fetheden asker ne güzel askerdir!" buyurdu. Bu
müjdeyle fethi mukaddes bir görev haline gelen İstanbul tarihin ilk sayfalarından bu yana
birçok kuşatmayla karşı karşıya kalmasına rağmen gözü üstünde olanlara direniyor,
güzelliklerini ele geçirmek isteyenlere geçit vermiyordu. Herkes anlıyordu ki İstanbul'u
fethetmek her yiğidin harcı değil, o surları yıkmak eli kılıç tutan her askerin işi değildir.
İstanbul ancak kendi gibi şanlı, toprağında yatanlar kadar ilimli, İstanbul aşkıyla yoğrulmuş
hamurunu İslam aşkıyla doyurmuş bir padişaha nasip olacaktır. İstanbul sevdiğini, onun
uğruna ölümü göze alan mecnunu bekliyordu. Biliyordu, gelecekti adı Fatih, kalbi İstanbul
olan.
Fatih daha küçük yaşlarda İstanbul aşkıyla yanan, ona kavuştuğu günün hayalini kuran
bir delikanlıyken, önemli hocaların yanında yetişmiş, değerli ilimler öğrenmiş, kendini her
alanda geliştirmiş bir yiğittir. Az gülen, çok okuyup derin düşünen Fatih, her anını İstanbul'a
ayıran,o aşılması zor, heybetli surların zayıf noktasını düşünen, yorulduğunda kendini
peygamberinin müjdeli hadisiyle motive eden gencecik bir Osmanlı padişahıdır. Lakin
rüyalarını süsleyen, onu uykusuz bırakan o güzele gönlünü kaptırmıştır. Hani her yiğidin
boynunu eğen bir güzel vardır derler ya, Fatih'in ağzından dökülen her kelimesi olan o güzel,
Fatih'i bekliyordu. Fatih'in de kara kara düşünmesi bundandı ama en sonunda kararını verdi.
Vakit vuslat vaktiydi.
Vakit kaybetmeden hazırlıklara başlayan Fatih, hiçbir şeyden geri kalmamış
ordusunun her zaman yanında olmuştur. Azim ve kararlığını, mütevaziliğini, engin bilgisini
en önemlisi de yüreğini ortaya koyan Fatih, halkta alevlenmeyi bekleyen odu canlandırmış,
kutlu kumandan olmaya kendi inandığı gibi halkı da inandırmıştır. Bu kutlu aşk uğruna
elinden gelenden fazlasını yapmaya hazır olan Fatih için fazla söze gerek yoktu. Tarihteki son
kuşatma olmalıydı bu, oldu da!
Fatih'in inancına, hırsına herkes hayran kalmıştı. İstanbul'da. Daha önce gelenlerin
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 15
hiçbirine benzemiyordu bu son gelen. Anlamıştı İstanbul. Geliyordu bastığı yeri titreten
yiğidi. Gözlerini surlara kilitlemiş, atını denize sürmüş geliyordu işte o şanlı delikanlı.
Tebessüm ediyordu İstanbul. Gözü kara fetih ordusu dayanmıştı İstanbul kapılarına. İstanbul
bir nazlı gelin edasıyla sabrını sınadığı sevdiğini izliyordu. İnanamadı eteğinde taş taşıyan,
gemileri karadan yürüten Fatih'ini görünce. Anladı ki Fatih, değil haftalar, aylar yıllar geçse
de bırakmayacak onu açtı kapılarını sevdiğine. Baskıdan, zulümden bıkmış tüm gözler surlara
çevrildi. Önde ilim deryası Akşemseddin ardında Fatih ve ordusu. Güller, sümbüller
yağıyordu gökyüzünden. Dili, dini, rengi ne olursa olsun alkışlıyordu insanlar Fatih'i ve
dillere destan ordusunu. Bizans’ın işkencelerinden gözünde yaş kalmayan insanlar ağlıyordu.
Peygamberinin müjdesindeki şanlı komutan olmanın mutluluğu ve şükrü içinde olan Fatih;
önünde diz çökenleri kaldırıp onlara zarar gelmeyeceğini söyleyince alkışlar yükseliyor,
duyulan hayranlık katlanıyor mutluluğa, huzura, sevgiye dönüşüyordu. Anlaşılan o ki Fatih
İstanbul'u fethetmekle kalmamış gönülleri de fethetmeyi başarmıştı.
Hiçbir başarı yalnız kazanılmaz. Elbette Fatih'in zaferi de öyle değildi. Öyle bir ordusu
vardı ki Fatih'in en az onun kadar azimli, en az onun kadar yürekli. Adeta hepsi birer Fatih'ti.
Canları uğruna tünel kazıp surları temelden sarsan madenciler mi desem, delik deşik olmasına
rağmen o bayrağı oraya dikmeden son nefesini vermeyen Ulubatlı Hasan mı? Tonlarca gemiyi
kızakla karadan yürüten baba yiğitler mi desem, oğlunu fethe uğurlayan gözü yaşlı ana
yiğitler mi? Güvenci Allah'a gayesi İslam'a olan insanlara bu duyguları yaşatan neydi? Herkes
rahatının peşindeyken bu insanlar neden canlarının pahasına oradaydı? Zorla değil tıpkı
cennet bahçesine gidercesine, koşa koşa. İnsana bu aşkı bu şevki veren ne? Savaşmak, bir
cana kıymak, en büyük olmak için miydi bütün bunlar? Tabi ki hayır! Cihattır insana bu
duyguyu bu maneviyatı yaşatan ki cihat hizmetlerin en güzeli olan, Rabb'e hizmettir. Biz
ancak bu hizmet uğruna canımızı feda edebiliriz. Çünkü biz imanımızla, inancımızla biliyoruz
ki bu dünya geçicidir. Hakikat ahirettir ve cihatın ahiretteki karşılığı cennettir. Bunu idrak
edince de bu dünyada mal, mülk, saltanat için değil; İslam için, ahiret için savaşıyoruz. İşte
biz hak ve hayır için gerekirse canını ortaya koymaya cihad, Mekke'nin, İstanbul'un fethini
bize kazandıran bu ruha fetih ruhu diyoruz.
İslamiyet'in başkenti Mekke'nin ve gönüllerin şehri İstanbul'un fethinde daha 10'unda
15'inde olan gençlerde bulunan fetih ruhu neden günümüz neslinden elini eteğini çekiyor?
Kainatın var oluş sebebi merhamet peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)'in, surları titreten
görkemli hükümdar Fatih'in mirası o ruh, fetih ruhu, neden bizden uzaklaşıyor? Şuan içinde
bulunduğumuz, açlığın sefaletin kol gezdiği, zalimlerin sesinin mazlumlarınkinden çok
çıktığı, madde bağımlılığının neslin ömrünü ele geçirdiği şu fani dünyada bizi bu bataklıktan
çekip alacak o ruhu neden kaybediyoruz? Kaybettiğimizde açığa çıkabilecek sıkıntılar çığ gibi
büyüyerek bizi ve tüm benliğimizi içine alabilecekken neden "Dur!" diyemiyoruz? Neyle ve
nasıl uyuşturulduk ki bunu anlamıyoruz? Bize bunu yapan düşmanlarımız mı yoksa sözünden
çıkmadığımız bizi içten kuşatanlar mı?
Gelişiyoruz! Bu çok güzel. Peki gelişirken dilimizi, dinimizi, tarihimizi bir kenara
atarak bunu yapabilir miyiz? Bunlarla gelişemeyeceğimizi bize söyleyen bizden midir?
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 16
Avrupa'nın en güçlü imparatoru Şarlken'in tahta çıktıktan sonra okuma yazma öğrendiği
dikkate alınırsa, Fatih'in 19 yaşında yedi dil bildiğini sana unutturup Osmanlı geri kalmış
diyen seninle midir? Kardeşinin sesine kulak tıkayabilecek kadar içine girenler senin dostun
mudur? Mabedini sana zindan eden, iyi gün dostu olanlar bir gün arkandan vurmazlar mı?
Unutma kardeşim! Dünya üzerinde bütün medeniyetleri yok eden bu sisteme tarihini
kurban etme. En son ne zaman araştırdın ecdadını? Araştır! Seni ileriye taşıyacak, göğsünü
kabartacak olaylar orada saklıdır. Bir kulak ver görünce duygulandığın köhne surların sessiz
çığlığına. Bırak artık oyunu oynaşı! Bu vatanın daha nice Fatihlere, Yavuzlara, Kanunilere
ihtiyacı var. Sence de hem İstanbul'u hem de gönülleri fetheden Fatih olma vakti gelmedi mi?
UYAN EY GENÇLİK! ŞİMDİ FATİH OLMA VAKTİ
MERVE KUK
10/FEN
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 17
Sibel Eraslan’la Röportaj
Sibel Eraslan yıllardan beri kalemiyle/kelamıyla göz önünde bir yazar. Bir mücadele insanı…
Yazarlık serüvenine hikâye ile başlayıp, Mustafa Kutlu ve Dergâh ortamında boy atan
Eraslan, son 15 yılını ‘cennet’ kadınlarının izini sürerek geçirdi Öncelikle bunca
yoğunluğunuza rağmen bu sohbet için bize zaman ayırmanız büyük bir nezaket. Bizi
kırmadığınız için çok teşekkür ediyoruz.
SULTAN FATİH:-Sibel ERASLAN kimdir?
SİBEL ERASLAN: 1967 yılında İstanbul’da doğdum. Üsküdar Kız Lisesi’nden, 1989’da
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Ancak başörtüsü meselesinden
dolayı mesleğimi bilinen anlamda icra edemedim.
1989-1995 arasında Refah Partisi İstanbul İl Hanımlar Komisyonu Başkanlığı yaptım. İnsan
hakları, kadınların eğitimi ve hakları” konulu pek çok projede görev aldım. Başörtüsü
mağduriyeti için “Fil Yazıları”ını kaleme alıp dindar insanın problemlerini dile getirmeye
çalıştım.
Öğrencilik yıllarımdan itibaren edebiyat dergilerinde hikâyelerim yayınlandı. 2002 yılında
Türkiye Yazarlar Birliği tarafından basın-makale konusunda ödüle layık görüldüm.
Hz. Peygamber’in vasiyeti kabul ederek dört cennet hanımefendisini günümüze taşımaya
çalıştım: ‘’Can Parçası Hz. Fatıma’’, “Siret-i Meryem, Cennet Kadınlarının Sultanı”, “Çöl
Deniz - Hz. Hatice” “Nil’in Melikesi Hazreti Asiye”
Bir süre Gerçek Hayat ve Vakit gazetelerinde köşe yazarlığı yaptım. Halen Star gazetesindeki
köşe yazarlığı görevimi sürdürmekteyim.
SULTAN FATİH: Fil Yazıları, Saklı Kitap’ta başörtüsü yasaklarını, Çöl ve Deniz, Can
Feda ,Nil’in Melikesi ve Siret-i Meryem’de dört büyük kadını, Hanım Sultanlar ’da
Osmanlı kadınlarını yazdınız. Özellikle kadınları yazmanızın sebebi nedir?
SİBEL ERASLAN: Cennet Kadınlarının Sultanı olan annelerimiz, birer masal kahramanı,
mitolojik öğe veya destan kişisi değil... Onlar gerçekten bu dünyayı, türlü sınavlar eşliğinde
geçmiş, yaşamış, hakiki kişiler. Zaten bu yüzden de çok etkileyiciler. Tüm zamanlara örnek
şahsiyetler. Takriben on yıldır onların izini sürüyorum, hayret ettiğim şeyse, bugüne dair
çarpıcı benzeşimleri yaşamış olmaları, nice çile, badire ve zorluğu, irade ve iman gücüyle
aşmış olmaları... Bu yüzden birer kutup, birer mükemmel misaller hepimize ve tüm
zamanlara...
Her bina dört kubbenin üzerine kurulur
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) elindeki hurma dalıyla toprağın üzerine dört çizgi
çekiyor. Bu işaretleri anlamayan sahabeye “Bu cennet kadınlarının sultanlarının rumuzudur.
Bunlar Asiye, Meryem, Hatice ve Fatıma`dır.” diyor. Gençliğimde bunu okuduktan sonra
Peygamber efendimizin “cennet kadınları” diye bahsettiği annelerimizle ilgili bir şeyler
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 18
yapmak istedim. “Ben bu annelerimizin binasını kurmalıyım” diye düşündüm. Çünkü her
büyük bina dört kubbenin üzerine kurulur. Biz de toplum hayatımızı bu dört anneye
dayandırırsak ancak selamete erebiliriz. Bilirsiniz “Cennet anaların ayaklarının altındadır” der
hadis-i şerif. Cennet anaların ayaklarının altındaysa eğer, bu dört cennet kadınını takip eden
toplumlara kim bilir nasıl cennetler nasip olur. Kim bilir?
SULTAN FATİH: Bu kitaplar klasik anlamda ‘roman’ değil. Hem içerik hem teknik
olarak yeni bir form var, yeni bir roman… Siz bu kitapları edebiyatta nereye
koyuyorsunuz?
SİBEL ERASLAN: Benim yetiştiğim edebiyat ortamı, hocam Mustafa Kutlu ve Dergâh
edebiyat çevresi bağlamında cevaplayacak olursam, yaslandığım edebî öğreti geleneksel
tahkiyedir. Hikâye etme sanatı diyebiliriz buna. Dolayısıyla yazım kurgusu veya cümle
inşasından çok, söze ve anlatıya yaslanan geleneksel Şark edebiyatının çocuklarındanım.
Öykü değil, hikâyedir benim çocukluk evrenim. Bence de romandan çok uzun hikâye
bağlamında gidiyor sayfalarım. Tabii yazar ve eleştirmen farklı taraflardır, kalem biz
yazarların elindedir, eleştirmenlerse sonraki hamleyi kurarlar. Romanı ortaya çıkaran uzun
Batı birikimini elbette önemsiyorum. Bizdeki harf inkılabından sonra yaşanan radikal
kopuntu, redd-i miras ve kendi kendinden şikâyet eden mağlubiyet krizi de başka bir
sosyolojiyi açtı aslında yazım serüvenimizde. Kendi kendimizi sansürledik, suçladık. Dinî
kahramanlardan bahseden bir yazım performansını geçiniz, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur
Beste dinleyen kahramanları bile o ‘sükût suikastından nasibini almıştı. Benim kaleme
aldığım kitapları kütüphanede nereye koyabileceğimize gelince… Samiha Ayverdi, Safiye
Erol, Selim İleri, Mustafa Kutlu, Nazan Bekiroğlu, Ayfer Tunç, Fatma Barbarosoğlu
devamında durabilirler.
SULTAN FATİH: Evlat, eş, anne, evinin kadını, öğrenci, avukat, kitap ve gazete yazarı,
seminerlerin samimi ve yürekleri titreten hatibi, aktivist vb. pek çok kimliği kendinde
toplayan Sibel Eraslan bu gücü nereden alıyor? Umutsuzluğa kapılıp köşenize çekilmeyi
düşündünüz mü?
SİBEL ERASLAN: Kadınların yazmalarını çok önemsiyorum elbette ama okumak her
şeyden önce. Çünkü Müslümanların Kitabının ilk sözü “Oku!” emriyle başlıyor. Okumak,
gayret etmek, anlamak ve anlamlandırmakla ilgili, yazıdan başlayarak tüm kâinatı okuyacak
bir gönle, idrake sahip olmak…
Zamanın Sahibi olan Rab, bizlere bereket ihsan etsin, vakit konusunda. Asrımızın insanı hız
konusunda baş döndürücü bir ivme kazandı, lakin bu bereketsiz bir hız, aynı zamanda insanî
tüm değerlerimize yabancılaşmış haldeyiz. İnsanî, ahlaki, imanî değerlerimizi aktüel
tutabildiğimiz ölçüde bereket hâsıl olur inşallah. Allah dilerse, zamanın içinde zaman halk
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 19
ederek, işlerimizi kolaylaştırır inşallah… Abdest ve zikrin, ana-baba ve hasta duasının, yetim
ve yoksul hakkı gözetmenin, zamana bereket ihsan eden işlerden olduğunu düşünüyorum.
SULTAN FATİH: Günümüz Türkiye’ sinde mütedeyyin kadının durumunu nasıl
görüyorsunuz? Kadınlar için uzun zaman çalışan bir gönüllü olarak, dindar olsun veya
olmasın kadınların durumu hakkındaki tespitleriniz nelerdir? Kadınlarımıza veya
kadınlarımız hakkında erkek okurlarımıza neler tavsiye etmek istersiniz?
SİBEL ERASLAN: Mütedeyyin kadınların görünürlüğü arttı, kısmen yasaklar da eskisi
kadar yoğun değil diyebiliriz. Lakin daha ciddi bir başka tehdit var; dünyevileşme! Dindar
olalım veya olmayalım, maddeci, hırslı bir koşunun içindeyiz hepimiz. Yaşadığımız tüketim
çılgınlığı ve moda-marka tutkusu, beni darbecilerden korktuğum kadar korkutuyor desem…
Dünyalık hırs, sahip olma dürtüsü korkunç boyutlardayken kadın ya da erkek olmuşsunuz,
hepimiz aynı kâbusun ortaklarıyız. Alçakgönüllü değiliz, kibir ve gururun güdümü
altındayız… Bu, cidden üzücü bir durumdur
-SULTAN FATİH: Sosyal medyanın sosyolojik, psikolojik ve manevi boyutları
hakkında ne düşünüyorsunuz? Aileler çocuklarını sosyal medyanın zararlarından nasıl
koruyabilir?
SİBEL ERASLAN: "Dışarıdan otokontrol çerçevesi ve içeriden otokontrol çerçevesi
birbirini dengelemelidir. Çocuklarımızı dışarıdan gelen yasaklar olmadan, kendisini kontrol
edebilecek iç dinamiklerle yetiştirmeliyiz. Sosyal medya öyle bir yer ki; çatısı, kapısı,
penceresi, perdesi hiçbir mahremi yok. Bu açıklık bize önce TV programlarıyla verildi.
Hepimiz birer röntgenci gibi insanların hayatlarını izledik 2000’ lerde.
Şimdi ise yeni medya ile biz evsiz ve mahremiyetsiz hale geldik. Hayatlarımızı sunuyoruz.
Bizim samimi yürekten konuşmalara, aileyi-akrabayı yeniden kurmaya, Allah rızası için
kurulacak arkadaşlıklara ihtiyacımız var. Her insanın bütün sosyal ortamlarda var olma ve
tamamen bu ortamlardan çıkma isteği vardır. Sosyal medya insanda bunu sağlıyor hissi
verir Bu yüzden de bağımlılık yapar; ancak sağlıklı bir ailede yeterli bir zihinsel doyuma
oluşmuş insanda bu tür bağımlılıklar oluşmaz. Sağlıklı bir aile ortamında; yeterli duygu
paylaşımı, yeterli mizahi paylaşım ve problem çözme ortamı olmalıdır. Aile ortamında bu
doyumu sağlayamayan insan sosyal ortamda bunları arar ve bağımlı hale gelir. Sürekli olarak
bir ekranına bakmak dopamin adlı maddenin etkisini kaybetmesine neden oluyor ve çok
kararsız genç bir nesil ortaya çıkıyor. İnsanın ilk sosyalleşme yeri ailedir ve kişi aileden aldığı
değerleri topluma aktarır. Eğer aileler kimlik oluşturmazsa, medya bu görevi görür ve bu
medya ortamı, değerlerin vahyi çizgiden çıkması, dönüşmesi ve bozulması için en etkili
silahtır. Korumak dış çevrenin değil, ailenin bir görevidir."
- SULTAN FATİH: Teşekkür ederiz.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 20
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 21
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 22
TARİHLER HAR
Dünyanın kuruntularından sıyrılıp âlemleri seyreyliyorum
Bir yaşam kurulmuş bu sokakta,
Leyl ile Kays'ın aşk-ı muhabbeti sarmış tüm mahalleyi
Fuzuli üstad loş ışığın feryadında yazdıkça yazıyor,
yandıkça yanıyor.
Mürekkep har...
Züleyha köşe başında aşk dileniyor
Yamalı elbisesi mağrurluğunun göstergesi...
Nefis, çalıyor kapıları tek tek.
Kapıyı açan yok!
Kapılar dar ömrüme denk.
Yusuf sokağın tüm kuyularını köreltmekle ayan
Dağ yok bu sokakta
Öyleyse Ferhat hangi dağdan almıştı namını?
Nam-ı Fasl, Aşk-ı Keder...
Şirinsizliğime tekabül ediyor, susuz kalmış yüreğim.
Bir su değse yüreğime ferahlayacaktım...
Dağlar aşılmıyor, yürek yıkanmıyor.
Şirinliğim devrana sarılıyor...
Yürek har...
Aşklar sokaklarda tıkanıyor,
yürekler beşeriyetin gölgesinde yas tutuyor
Ağıtlar yakılıyor gidenlerin ardından...
Bu mevsime yakışmaz gitmeler
Gitme Kays, Yusuf kuyu kör,
Ferhat engeller yüreği hara denk düşürtüyor...
Leyl gece gözlü yaren beden cılız,
yürek tüm dünyayı sarıyor
Züleyha dilenme aşkı kapılardan ,
her kapı yorar, her kapı kapanır bir gün!
Şirinliğim ardımda kalan susuzluğumun yüreği
Bir dağ eriseydi bakışımla kavuşacaktım yare,
kavuşamadım.
Tarihler karışmadı nezdimde
Geriye Dönüp baktığımda hepsi bir devir,
hepsi aynı mekân, hepsi aynı an...
Tarihler har...
MİHMANDAR
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 23
Dök içini satırlara…
Yetmiyor seni yazmaya alfabem,
Her şeyim olmuşsun sen,
Haydi, tut kaldır beni özümden,
Sana ihtiyacım var bir anlayabilsen.
Göz göze geldiğimiz o an
Sana aşık olduğum saniyeydi,
Seni ilk görüşüm değildi
Ama her görüşüm ilk gibiydi.
Buraya yazdıklarım,
Dışa vuramadıklarım,
İçimde sakladıklarım,
Bir sır gibi kendime bile açamadıklarım…
İNFİAL
*
Sesinde gün var, güneş var,
susma
Allah’ı hatırlatan göz var yüzünde,
yumma …
A.ESER
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 24
ÇOCUKLUK SERÜVENİM: KANADA
Herkesin çocukluğu, Henry Bourrosa Caddesi’ndeki Pet Shop’ta elime aldığım hamster
kadar masumdur. Benimki de öyleydi. Küçüktüm ve maceralı bir hayatım vardı.
Çocukluğumu hatırlamak heyecanlandırıyor beni.
Kanada… Orası bambaşka bir yer. Her milletten insanıyla, sonbahar kokan havasıyla,
bitmek bilmeyen kış mevsimiyle ve cetvelle çizilmişçesine düzenli sokaklarıyla kaldı
hatırımda.
Hayallerimi süsleyen evimiz, Montréal’de Saint-Laurent Boulevard’daydı. Büyük bir cadde
üzerinde yan yana dizilmiş, fotoğraflardaki gibi üçgen çatılı evlerden biriydi. Ön bahçe
sonbaharlarda yaprakları bir araya getirip sonra da üstüne atlayıp eğlendiğimiz günlerin
mekanıydı. Ve arka bahçe… Garajı da içine alan büyüklüğüyle, benim o küçük dünyamda
kocaman bir yer kaplıyordu. Çocukluğumu renklendiren küçük kırmızı bisikletim ve onunla
diğer arka bahçelere açılan toprak yoldaki gezintilerim… Bu kadar özleyebileceğimi nereden
bilebilirdim. Hatta bahçemize ektiğimiz domatesleri durmadan yemeye gelen, o korkunç
kokusuyla başımızı belaya sokan koca kuyruklu kokarca bile özletti kendini. Yağmur
yağdığında kulak ısıran böceklerinin topraktan çıkması yüzünden, sağır olma tehlikesinin bizi
eve hapsettiği günler de bir başka tabi.
Beni almaya gelen, filmlerdekinin tıpkısı sarı okul otobüsü ayrılığın sembolüydü bende.
Okulun ilk günü ailemden ayrılarak bindim okul otobüsüne ağlayarak. Neyse ki alışmam çok
zor olmadı. “Maternelle” dediğimiz anaokulum, sınıfımdaki her renkten insanla geçti. Beyazı
da vardı siyahı da hatta çekik gözlü bir arkadaşım bile vardı. Öğlen uykularım, ilginç
oyunlarım… Bir keresinde bütün arkadaşlarımla bir masaya oturduk ve ellerimizi masaya
koyarak saymaya başladık parmaklarımızı. “un, deux, trios, quatre, cinq…” Ama bir
arkadaşımınki hep altı çıkıyordu.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 25
Evet, altı, altı parmaklıydı. Annesinin ve babasının da öyle olduğunu söylemişti.
Bir de her sabah dağıtılan sütler ve yanımda yemek yiyen İspanyolarkadaşımın kötü kokulu
yemekleriyle bütünleşen, kese kâğıdıyla taşıdığım öğle yemeklerim.
Orada en sevdiğimiz içecek, kasa kasa aldığımız ve annemin hemen bitirmemiz için
mutfağın uzanamayacağımız dolabına koyduğu domates suyuydu. Bir de tavşan çikolataları
tabi. Kocaman tavşan şekilli çikolatalar. Çocukluğum onları yemekle geçti diyebilirim. Bu
çikolataların yumurta şekli de vardı. Özellikle Paskalya Bayramlarında her yer onlarla
donatılırdı.
Paskalya Bayramı demişken, Cadılar Bayramı da unutulmaz. Herkes evinin kapısını
süslerdi, bal kabaklarına şekiller vererek kapılarının önüne koyarlardı. Bütün çocuklar
kostümlerini giyerlerdi. Biz inançlarımız gereği kapımızı süslemezdik ve kostümlü çocuklar
kapısı süslenmemiş evlere uğramazlar. Yani Cadılar Bayramı hep gizemli olarak kaldı
aklımda. Ablam anlatır; bir gün arkadaşıyla gizlice evden kaçıp şeker toplamaya gitmişler.
Kostümleri yokmuş ama kapılarını açıp şeker verenler “Müslüman kılıklı çocuklar! Bu çok
iyiydi!” diyerek gülmüşler.
Kanada, her yerinde parklar ve kocaman hayvanat bahçeleri olan bir yerdir. Evimize en
yakın olanı ise bir kiliseyle bitişikti. Çan seslerinin soğukluğu her pazar ulaşırdı
kulaklarımıza. Sincaplar… Evet, her yerdelerdi ve kimseye yaklaşmıyorlardı.
Yaşadığımız yerde cami şeklinde olan bir camiye, babamın bizi tek minareli küçük bir
camiye götürmesinden önce hiç rastlamamıştım. Türkiye’ye döndüğümde değerini anladığım
ezan sesi Kanada’da hiç duyulmaz zaten.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 26
Niagara Şelalesi, oradaki maceram da hep canlı kaldı. Ailece Amerika sınırına kadar gidip
gezmiştik orayı. O kadar devasaydı ki insan şaşırmadan edemiyordu. Yanında yürürken bizi
bile ıslatırken, gemilerle yakınına giden yağmurluklu insanlar özendirmişti kendilerini. Çok
heyecan verici olmalıydı.
Marketlerde canlı canlı satılan ıstakozlar, Tim Horton’s’ta içtiğimiz cappuccino ve
yediğimiz donatlar geçti aklımdan…
Van de Garage denilen, herkesin evindeki kullanmadığı eşyaları garajlarında satışa
çıkardıkları kültür, bizim eve de uğramıştı. Hatırlıyorum da eşyalarımızın yanında limonata
satarken amma da eğlenmiştik.
Ve sonra abim ve ablamla “JMC” ismindeki bir Müslüman okuluna başladık. Orada, ana
dilimiz olan Fransızca’nın yanında İngilizce ve Arapça da öğreniyorduk. Okulumda çok
keyifli zamanlar geçiriyordum ki… Ansızın bir haber…
Sincaplara veda…
DİLARA ŞAHİN
10/FEN
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 27
*
Hakkani ol galize bil ki fenasın
Beis etme bektaşa bil ki fenasın
Cebabirle cedelleşme cay değildir
Tahdis et hakkı sofi bil ki fenasın
*
Ey mebadi-i itikadden yoksun maziz
Nesl-i vakfe zulmedenken düşünmedin mi
Sen kesirül-eşkal olmuş ehli mevaız
Hakki hesabını sorar bilemedin mi
*
İdadiyye-i tıbbiyenin en halis müderrisleri
Müdemmir ettiler bizi reşk-i alemmişler gibi
Gayr-i kabil-i tedaviden tefrik edilemez olduk
Kise-i rumiye satıldık hakir ettiler bizi
*
İdare-i milliyedir müminin hakkı
İmam-ı A'zamadır gafilin ahı
İltihak-i islamdır onları korkutan
Görecekler ahirette o büyük azabı
*
Fuhul-i ulemaya nedir bu düşmanlık
Kıble-i hacetinimi unuttun be gafil
Lihazdan aciz bir ehl-i bidatsın
Nigah etde ibret al alimden be gafil
Fazıl ŞENGÜL
12/B
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 28
BİTMEYEN SON
Gönlümdeki ateş senin yanında bir su.
Aklımdaki hayal senin yanında bir buğu.
İçimdeki heyecan sana olan bir tutku.
Hep bekleyeceğim ki seni ruhumun umudu.
Yalnızlığımın içinde parlayan bir güneşsin.
Eller semada senin için,
Ah bir bilsen nelere kadirsin.
Dünya dar bir boğaz
Varana kadar ahire hiçbir şey unutulmaz.
Rab’ nasip etti ki kuluna,
Sen oldun imkânsız ona.
Yüreğimdeki ses çıkabildiği kadar,
İçimdeki ateş körüklenebildiği kadar,
Son nefesimdeki umut ile seni sevdim
Ta ki Hakka varıncaya kadar.
Avery Bradley
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 29
Benim adım Rüveyda. Ben kendi dünyasında babasının göğsüne, annesinin dizine, kalp
gözüyle gören bir anneannenin yüreğine, Kur'an'ın ayetleriyle gözyaşımı dindiren bir dedeye,
sayısız kitaba, sonsuz şiire, iki elin parmağı kadar yazara ve şaire, bir demet karanfile, bir dal
ıhlamura, sokaklar dolusu hayvana, bir o kadar sokak çocuğuna, bir duaya, bir Tekvir
sûresine, bir türküye, bir film karesine, çantamdaki kedi mamasına, bir Doğu Karadeniz iline,
Anadolu'ya, bir Madak Ah'ına, bir albayıma, bir âh'a sığmış, sığınmış kadınım.
Duy. En içimi. En derinden gelenimi. Hisseyle beni.
Anımsa. Ben senin uykuna sızmışım. Bir hesapta yokken bir gülüşünün, bir kelimenin peşine
takılıp gelmişim ardından. Geride nice insan bırakmışım. Senin yüreğine dokunmak için ne
yürekler kırmışım. Tahayyül et, ne kadar aptalım.
Öfkeliyim. Hâlâ. Ben öfkelenirsem her şeye gecikirim. Sana bile gecikirim. Sen bittabî kuş
olur gidersin.
Geç kaldım. Ben kalakaldım. Beynim uyuştu ihanetinizden, o kaldırım taşından kalkamadım.
Ben yazdım. Geri alabilmek için her şeyi. Bir ânı sarıp sarmalayabilmek için. Sen satır
atladın.
Çok sordum sana, kendime: "Niye böyle Niye böyle oldu?" Artık buldum.
Ben seni çok şey sanmışım. Seni kendim gibi çocuk sanmışım.
Konduramadım. Ne kadar konduramasam da, ne kadar inkar etsen de "sana yakışmayan
şeyler" yapabilirmişsin, gördüm. Gördüğümde öldüm. Hatırla ve anımsa. "Hayal kırıklığısın"
demiştim, dokunmuştu ya; ne bir ne bir fazla, muazzam bir hayal kırıklığıymışsın.
Forrest Gump değilsin, 3 yıl 2 ay 14 gün 16 saat koşsan bile geride bırakamazsın anıları, beni.
Ben hep bir adım önündeyim. Bir şiir, bir türkü, bir mektup, bir dua mesafesi önünde. Yanına
sokulduğum bir Sena, koynunda uyuduğum bir Betül, şarkıma türküme ortak bir Resul,
üzüldüğümde çikolatasını yarıya bölüp avucuma iliştiren Hasan kadar ilerideyim senden.
Bunu okuyorsan eğer, Tekvir Sûresi'ni aç oku nihayetinde. Boyunu aşan kibrin körelsin diye.
Nice Tekvir'e sığındım ben. Nice İnşirah'a sığındım. Dua ettim kendim için. "Rabbim bu acıyı
al göynümün en derininden" diye başlayan sonsuz duayı bıraktım seccademe. Allah acıyı aldı,
marazı verdi kalbimin tam ortasına. Olsun, yüzüm gök kubbeye doğru "hamd" diyor.
Rabbimden gelen her şey lutüftur bana, hastalık da, şifa da, senin ihanetin de.
Sana beddualar ettim. "Etme" dedi Sena, "Allah ıslah etsin de" dedi. Seni de, o yanındakileri
de, diğerlerini de, başıma gelen her ihaneti de Allah'a havale ettim. Bilirim ki sizin içiniz küf.
Diyeceğim odur ki, Rabbim yüreğinize yumuşaklık, merhamet versin. Rabbim kendi
menfaatiniz uğruna bunca vakit içime saldığınız o buhranların hesabını bildiği vakit, bildiği
yoldan ödetsin.
Kirli dünyanız, küçük oyunlarınız, saman altından yürüttüğünüz sularınız sizin olsun.
Benim adım Rüveyda.
Gökyüzü gibi, göğsümün içi… Geçti, her şey.
Ben sizi çoktan affettim.
C.Rüveyda ZAVALSIZ
12/FEN
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 30
ÖLÜM GELİNCE
Zaman gelip de arşı alaya varınca
Dört kollu sandalla varışa taşınırsın
Yoksa eğer verilecek hesabın
Ölüme dört elle sarılırsın.
Ruhun bedenden ayrılınca
Bilinmeyene doğru yol alırsın
Melekler gelip de sorguya başlayınca
“Allah!” diye bağırırsın.
Eş dost, akraba seni kabre bırakınca
Sevapların ve günahlarınla yalnız kalırsın
Günahların tartıda ağır basınca
“Eyvah!” diye pişman olur, inlersin.
SERTAP SAVCI
10/B
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 31
Mesnevi- Mevlana (Timaş Yayınları)
Bu kitabı bilmeyeniniz yoktur. Kütüphanenizde kesinlikle bulunması gereken bir kitap. Mevlana’nın
hayatı , Şems’in onun hayatına girmesiyle tamamen değişmiştir. Hatta bu kitabı yazmasında Şems’in
etkisi büyüktür. Sinan Yağmur’un “Aşkın Gözyaşları” adlı kitabını okursanız ne demek istediğimi daha
iyi anlarsınız. Kitabın içeriğinden bahsedecek olursam içinde beyitler şeklinde hikayeler var. Bu
hikayeler, kolay anlaşılır olmasının yanında insanı düşündüren bir nevi güzel öğütler niteliğindedir.
Çile- Necip Fazıl Kısakürek (Büyük Doğu Yayınları)
Bu büyük ustanın tüm şiirlerinin toplandığı kitap her kütüphanede bulunmalı.
Mihmandar- İskender Pala (Kapı Yayınları)
İskender Pala’nın kalemiyle Eyüp Sultan’ı konu alarak peygamberliğin müjdesinden İstanbul’un
fethine uzanan bu etkileyici romanı okumak için daha fazla beklemeyin.
Mavi Saçlı Kız- Burçak Çerezcioğlu (Yapı Kredi Yayınları)
Bir kızın hayallerini, sırlarını ve iç dünyasını yansıtan günlük şeklindeki bu kitabı okurken yer yer
gülecek yer yer de hüzünleneceksiniz.
Babam Abdülhamid- Ayşe Osmanoğlu (Timaş Yayınları)
Ayşe Osmanoğlu’nun anılarıyla oluşturduğu bu kitap, Sultan Abdülhamid’i tanımamızı, onun nasıl
muhteşem bir padişah ve insan olduğunu görmemizi sağlıyor.Bunun yanında saray hayatını ve
Osmanlı’nın son dönemlerini de gözler önüne seriyor.
On Küçük Zenci- Agatha Christie (Altın Kitaplar)
Geçmişte yapılan hatalar, on kişiyi “On Küçük Zenci Adasına” getirir. Peki, kim tarafından? Okurken
merak ve heyecan ruhunuza işleyecek.
Yüreğinin Götürdüğü Yere Git- Susanna Tamaro (Can Yayınları)
Bir büyükannenin ölmeden önce uzakta olan torununa yazdığı mektup şeklinde oluşan hikayeyi
okurken belki de yüreğinizin götürdüğü yere gitmek isteyeceksiniz.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 32
Kendini Bilen Rabb’ini Bilir- Uğur Koşar (Destek Yayınları)
Allah De Ötesini Bırak ve Bana Allah Yeter kitapları ile tanıdığımız Uğur Koşar’ın bu kitabı da en az
diğerleri kadar etkileyici. Soru cevap şeklindeki kitap kalbinizin manevi bir huzurla dolmasını sağlıyor.
Martı Jonathan Livingston-Richard Bach (Epsilon Yayıncılık)
Bir martının üzerinden anlatılan bu hikaye, mücadelenin önemini vurgulayıp bizlere örnek oluyor.
Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali (Yapı Kredi Yayınları)
Bazen görünüş sadece bir pakettir. Ne kadar süslü bir paket olursa olsun içi boş çıkan da, Raif Efendi
gibi dışı boş görünüp içi güzelliklerle dolu olan da vardır.
Bir Beslemenin Günlüğü-Kathleen Grissom (Martı Yayınları)
Siyah ya da beyaz… Fark eder mi özgür olmak için? Özgürlüğün önemini bir kez daha anlayıp bu kadar
da olmaz diyeceğiniz bir hikaye sizi bekliyor.
Doğunun Limanları- Amin Maalouf (Yapı Kredi Yayınları)
Savaşın insanlar üzerinde bıraktığı acı, hasret, korku ve nefret gibi birçok duyguyu gözler önüne seren
bu roman aynı zamanda bir direnişçinin iç dünyasını anlamamızı sağlıyor.
Kara Kış Beyaz Düş- Fatma Erdek (Ephesus Yayınları)
İnsanların hayatı, görünüşü, ırkı farklı olsa bile içleri ya kötü ya da iyidir. Zeynep ve Akgül’ün birbirine
düğümlenen kaderi insanlığı sorgulamanızı sağlayacak.
Böğürtlen Kışı- Sarah Jio (Arkadya Yayınları)
Bir annenin evladı için yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Evladını kaybeden annenin de tutunacak bir
dalı. Ama geçmiş bazen tutunacak bir daldan fazlası olabiliyor.
Esma KARAER
11/B
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 33
SAHNE IŞIKLARI ( Limelight )
Yapımı: 1952 – ABD
Tür: Dram, Komedi
Yönetmen: Charles Chaplin
Oyuncular: Charles Chaplin, Claire Bloom, Buster Keaton, Sydney Chaplin, Nigel
Bruc
Senaryo: Charles Chaplin
Yapımcı: Charles Chaplin
Film Özeti
Umutsuzluğa düşmüş bir balerini yeniden hayata döndürmeye çalışan komedyenin
hikayesidir.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 34
ÇELİK YUMRUKLAR ( Real Steel )
Yapımı: 2011 - ABD
Tür: Bilim Kurgu, Aksiyon, Dram
Yönetmen: Shawn Levy
Oyuncular: Hugh Jackman, Evangeline Lilly, Kevin Durand, Anthony Mackie, Hope
Davis
Senaryo: Jeremy Leven , John Gatins , Dan Gilroy
Yapımcı: Steven Spielberg , Shawn Levy
Film Özeti
Richard Mathenson'un 1956 yılında kaleme aldığı kısa hikayesidir. Steel yakın gelecekte
insanlar yerine androidlerin dövüştüğü bir zamanı anlatıyor.Hatta Mathenson bunun için
1974 yılını öngörmüştü.
1963 yılında dönemin en tutulan serisi The Twiligt Zone'nda (Alacakaranlık Kuşağı) aynı
isimle kısa bir bölüm televizyona uyarlandı. Lee Marvin'in başrolünde yer aldığı bölümde,
eskiden iyi bir boksör olan Steel Kelly'in para kazanmak için robot boksör Battling
Maxo'yu kullanmasını, ancak parçaları eksildiği için onun yerine kendisinin geçmesini
anlatıyor.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 35
KIZ KARDEŞİMİN HİKÂYESİ (My Sister’s Keeper)
Yapımı: 2009 - ABD
Tür: Dram
Yönetmen: Nick Cassavetes
Oyuncular: Cameron Diaz, Abigail Breslin, Alec Baldwin, Thomas Dekker, Sofia
Vassiliev
Senaryo: Nick Cassavetes, Jeremy Leven
Yapımcı: Chuck Pacheco , Stephen Furst
Film Özeti
Jeremy Leven'in aynı adlı romanından uyarlanan film, bir ailenin tüm üyelerinin, lösemi
gibi ciddi bir hastalıkla mücadelelerini konu ediniyor. “Kız Kardeşimin Hikayesi” güçlü
oyuncu kadrosu, sürprizli senaryosu ve dramatik yapısıyla IMDB'de 10 üzerinden 7.4
puan almış.
Anna Fitzgerald (Abigail Breslin), doktorların önerisiyle, genetik müdahaleler yapılarak
dünyaya getirilmiş bir çocuktur. Doğumun amacı olarak, lösemi hastası olan ablası Kate
(Sofia Vassilieva)'nin tedavisi ve nihai aşamada gerekli olan böbrek naklinin Anna'dan
yapılması düşünülmektedir. Kate'in tedavisi için mesleğini bırakan avukat anne Sara
(Cameron Diaz) ve işini ihmal eden baba Brian (Jason Patric)'ın tüm uğraş ve kaygıları,
bir gün Anna'nın girişimiyle şok bir gelişmeyle karşı karşıya kalacaktır: Anna,
ebeveynlerinin kendisi üzerindeki tıbbi haklarının sınırlanması amacıyla kentin en ünlü
avukatına vekalet vererek anne ve babasına dava açar. Kendisine bu girişiminde
ağabeyi Jesse (Evan Elligison) yardımcı olacaktır. Davaya bakan hakim JOan De Salvo
(Joan Cusack), yakın zamanda çocuğunu bir trafik kazasında yitirmiştir. Olaylar ve
Kate'in yaşamı beklenmedik gelişmelerle doludur.
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 36
TEMPLE GRANDIN
Yapımı: 2010 - ABD
Tür: Biyografi, Dram
Yönetmen: Mick Jackson
Oyuncular: Claire Danes, Julia Ormond, Catherine O'Hara, David Strathairn, Charles
Baker
Senaryo: Christopher Monger, Merritt Johnson
Yapımcı: Anthony Edwards, Scott Ferguson
Film Özeti
Tüm hayatı boyunca ailesi ve arkadaşları başta olmak üzere tüm çevresi tarafından
yanlış değerlendirilen otistik bir kadının onlara unutamayacakları bir ders veren etkileyici
bir hikâyeyle karşılaşacaksınız. Çevresinin anlayışla karşılamadığı, farklılıklara sahip
olan bir kadının kendi saygınlığını kazanma hikâyesidir.
Ekstra Film Önerileri:
 The King's Speech
 Barfi!
 Düşler Ülkesi
 The Cat Returns
 Howl's Castle
 Tales From Earthsea
 Pride and Prejudice
 12 Angry Man
 Now Is Good
Meryem ÇİFTÇİ -- Busenur GEZMİŞOĞLU
11/A
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
10/B
Sayfa 37
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 38
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 39
Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi
Sayfa 40

Benzer belgeler