ÖZEL SULTAN FATİH EĞİTİM KURUMLARI Sahibi Sultan Fatih
Transkript
ÖZEL SULTAN FATİH EĞİTİM KURUMLARI Sahibi Sultan Fatih
ÖZEL SULTAN FATİH EĞİTİM KURUMLARI Sahibi Sultan Fatih Eğitim Kurumları Adına Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR Kurucu Temsilcisi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet SEVGİ (Okul Müdürü) Koordinatör Müdür Editörler Yahya YILDIZ Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Bşk. Nagihan AKKOÇ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Meryem USTA Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Yayın ve İnceleme Kurulu Rüveyda ZAVALSIZ 12/FEN Zeynep NALBANT 11/FEN Meryem ÇİFTÇİ 11/A Esma KARAER 11/B Melike AMAÇ 11/B Rümeysa ŞİMŞEK 9/FEN Aybüke KOPUZ 9/A Elif SAĞMAN 9/B Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 1 İÇİNDEKİLER 1) Zamana Yolculuk (İlayda Zehra 10/A) 2) Düşünemiyorsun bugün …….. + Zamanla öğreniyor yaşamayı ……( C.Rüveyda ZAVALSIZ 12/Fen) 3) Sürdük maviliğimizi …. (âh ağacı) + gel sevdiğim sıladan ….( âh ağacı) 4) Kesti Ateş Sesini ( Mihmandar) + Beyaz ( Avery Bradlay) 5) Mektubunda Ölüm Kokusu ( Mihmandar) 6) Paslı Kapıların Anahtarı Adalet ( Rahiya) 7) Yokuşun Başında Kalan Yüreğimiz (Nüveyda) 8) Derin İzler (Sayha) 9) Mestim ben mest nayi ( Fazıl ŞENGÜL 12/B) + Leyla Gözlerim Yar(a) (Mihmandar) 10) Şimdi Fatih Olma Vakti ( Merve KUK 10/ Fen) 11) RÖPORTAJ ( Sibel ERASLAN) 12) Tarihler Har ( Mihmandar) 13) Dök İçini Satırlara (İnfial) + a. eser 14) Çocukluk Serüvenim: Kanada ( Dilara ŞAHİN 10/FEN) 15) Hakkani ol galize… ( Fazıl ŞENGÜL) 16) Bitmeyen Son ( Avery Bradlay) 17) Benim Adım Rüveyda ….(C. Rüveyda ZAVALSIZ 12/ FEN) 18) Ölüm Gelince ( Sertap Savcı 10/ b) 19) Kitap Tanıtımı 20) Film Tanıtımı 21) Karikatürler Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 2 EDİTÖRDEN “Kitap fazla ciddî, gazete fazla sorumsuz. Dergi hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri; tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnâmesidir. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezîmet veya intihar.” ( Cemil MERİÇ) Cemil Meriç’in sözünü düstur edinerek, bu vasiyetnâmaye de sahip çıkarak “Helik” edebiyat dergisini öğretmen arkadaşlarımın ve öğrencilerimizin büyük emekleriyle siz değerli okurlarımızla buluşturduk. “Helik” küçük taşlar manasıyla karşımıza çıksa da bir araya gelen bu küçük taşlar, birleşerek “Helik” edebiyat dergisi çatısında bizleri bir araya getirdi. Her şeyin hızla tüketildiği çağda öğrencilerimizin tükenmeyen, diri kalan duygu ve düşünceleri vardı. Bu diri kalmış duygu ve düşünceler edebiyat dergimizin ortaya çıkma sürecinde bizlere kılavuz oldu. Bu vesile ile dergide emeği geçen öğretmen arkadaşlarıma ve öğrencilerime teşekkür eder, bu yolculukta bizleri yalnız bırakmamanızı temenni ederim. Meryem USTA Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 3 ZAMANDA YOLCULUK ‘’Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında…’’ AHMET HAMDİ TANPINAR Hayallerin ve umutların ötesinde, geçmiş ve geleceğe sahip bir hediyedir zaman. Kullanıldığında bir kahraman, harcandığında bize saniyelerimizi geri vermeyen bir hırsızdır aynı zamanda. Bazen bir annedir yarını doğuran, bazen bir katildir dünü öldüren… Bazense bugünün can vermemesi için uğraşan ancak bazı şartlarda canın verildiğine şahit olan onu kurtaramayan bir doktordur zaman..Peki zaman bir katilse o zaman zamanın katili kimdir? Onu her gün boşa harcayan, geleceği düşünmeden hareket eden insandır zamanı öldüren… Peki, onu hayata döndüren doktor kimdir dersiniz? Tabi ki yine bir insandır ancak akıllı bir insan. Çünkü akıllı insan zamanını boşa harcamaz. Ona verilen bu, günde 86.400 saniyelik hediyeyi dolu dolu yaşar ve şuan da harcadığı zamanın gelecekte de onu harcayacağını bilir. Shakespeare ‘’Ben zamanı harcadım şimdi de zaman beni harcıyor.’’ demiştir bir kitabın da. Akıllı insan diğer insanların boşa harcadığı zamanı kullanır ve onların değerlendirmediği bu hediyeyi değerlendirerek onların bir adım daha üstünde olur. Bunu açıklamak için en güzel örnekse Henry FORD’un ‘’ Pek çok insanın, diğerlerinin boşa harcadığı zamanı kullanarak öne geçtiğini gözlemledim..’’ sözüdür diyebilirim. Zamanı iyi kullanmak zamanın bizim hayatımızdaki en güçlü ve büyük bir ölçüm aleti olduğunu anlamamızı sağlar. Çünkü sevgiyi zamanla ölçebilirsiniz, arkadaşlarınızı zamanla tanıyabilirsiniz, kendinizi ne kadar geliştirdiğinizi zamanla ölçer, bunu yaparken de bir mülakatta veya bir koşu yarışında saniyelerin bile ne kadar değerli olduğunu anlarsınız. Ne kadar değiştiğinizi zamanla anlarsınız. Doğumunuzdan ölümünüze kadar olan süreçte aynaya bakar ve her boyunuz uzadığınızda büyüdüğünüzü gördüğünüz şey zamandır aslında. Geçip giden zaman… Size verilen bu zamanı kimseyle ve hiçbir şeyle harcamayın. Sadece 2 dakikanızı ayırın. Gözlerinizi kapatın ve hayal edin. Siz bir korsansınız ve size içinde 86.400 tane altın bir hazine sandığının arandığı bir hazine haritası verildi. Bu hazineyi buldunuz ve içindeki bu altınlarında ne kadar değerli olduklarını biliyorsunuz. Ancak bir sorun var. Bu haritadan sadece size değil diğer korsanlara da verildi ve onlarda hazinenin yerini buldu. Peki onlara bu kadar değerli olan bir hazineyi vermek ister misiniz? Hepinizin içinden hayır dediğini biliyorum. Şimdi bunu zamana uyarlarsak size her gün verilen bu 86.400 saniyeyi içinde bulunduran hazineyi kimseye vermeyin. Bu hazineyi verimli bir şekilde kullanın. Çünkü unutmayın! O altınların bir süre sonra tükeneceği gibi sizin de zamanınız tükenecek. Zaman su gibi akıp gider hayatta… Gençken tatlı, yaşlandığındaysa daha yavaş akan bir değerdir zaman. Bir günün ardından geri verilmeyecek bir hediye… ‘’Gün bitti, elindeki güller de soldu anımsanacak neler kaldı bugünden paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak belki bir türkü söyleriz geceye karşı saçlarını tarazlayan bir şafak olur.’’ AHMET TELLİ İlayda Zehra GÜLSEREN Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi 10/A Sayfa 4 Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 5 Düşünemiyorsun bugün. Tükettin yine kendini, ağladın, küfrettin. Düşünmeden geçen bir günün daha sonuna geldin. Defalarca nefret ettin, aynı adamdan. Şu zamana kadar giren adamları düşündün, saatlerce. Düşüncesizce düşündün, kendine haksızlık eden bir insan gibi. İhaneti düşündün sonra, iftiraya uğradığın zamanları düşündün. Psikiyatriye gittiğin günü hatırladın sonra, insanların yüzündeki şuursuz bakışları anımsadın. Ağlamadın, sadece sustun. Annesi ders çalışıyor sanarken yazı yazan her kız gibi sustun. Sustun bugün. Susarak geçirdiğin bilmem kaçıncı gün. Bıraktın zaten saymayı. Bekleyen, beklediğini belli etmeyen milyonlarca kişinin baş zamirisin sen. Şimdi sus. Ve yazmaya devam et. Çünkü asıl kaleminin yazacakları tükendiğinde ölürsün. * Zamanla öğreniyorum yaşamayı. Başımı yastığa koyduğumda ağlamamayı. İnsanlara kızmamayı. Günlerimi umursamamakla geçirmeyi, kırılmamaya çalışmayı. Susmayı, elimi yumruk yapıp dişlerimi kenetleyip öfkemi bastırmayı. Sevmeyi öğreniyorum, anlamayı. Kitaplardan kafamı kaldırmayı öğreniyorum, hayatın o denli kusursuz gitmeyeceğini fark etmeyi. Yaşamayı öğreniyorum, acısıyla, tatlısıyla. Yine de vazgeçemiyorum İsmet Özel’e hak vermekten: “Siz beni yine anlamayacaksınız.” Cemile Rüveyda ZAVALSIZ 12/Fen Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 6 sürdük maviliğimizi bütün dalgalar üzerinde kırmızı kelebekler karıştı beyaz güvercinler rengine, ...gri siyah lekeler düştü pembe hayallerimize mis kokular vardı saçlarımızda ışıklı bakışlar, umutlu adımlar yaşamıştık oysa aşkla adamıştık en kabulünden ruhumuzu en kanlısından bir kalp en çınarından bir hayat ıslıklı bir teşekkür vardı dilimizde ve hiç eksik olmayan ben sana mecburum şiirleri tam da yağmurla yarışınca gözyaşlarımız tam da tutulası bir el uzanmışken birden başımız oluyordu iki elimiz arasında tutulan ne kadar diz çökmüşüz meğer anı durdurmaya. . . âh ağacı * … gel sevdiğim, sıladan haber getirir gibi gel anamın ellerindeki buğday kokusu gibi gel soğuk pınarların su sesiyle gel dolmuş gözlerinin buğusuyla gel … gel sevdiğim, kına türküsü ellerinle gel. âh ağacı Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 7 KESTİ ATEŞ SESİNİ Yıkıldık bir ikindi sonrası, Sustu dünya kansız adamların gölgelerinde, Bütün ölümler dar geldi, kara yağızlı kefenlere Göğsümüze yapıştı şarapnel parçaları… Savaşlar birikti gönlümüzde, Kudüs’te selâlar verildi Yaserin minicik gözlerine… Dirilemedik bir gece sonrası Kesti ateş sesini… Sütten kesilmişti bir kere bebeler kanlar akıyordu beşiklerden oluklara sığmıyordu feryatlar… Kaybettik bir ölüm sonrası insanlığımızı, hayatımızı, Bir türlü diriltemediğimiz ruhumuzu… Mihmandar * BEYAZ Beyaz sensin. Tüm renklere sahipsin. Gülün kırmızısı, Papatyanın sarısı, Ruhumun gıdası, Gönlümün emsalisin. Siyahın korkunçluğunu süpüren, Mavinin ferahlığını hissettiren Beyaz olan, eşsiz olan sensin. Bakıp da imrenilen, Gözü gönlü hoş eden, Tek bir tebessümü yeten ahsen-i takvimsin. Avery Bradlay Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 8 PASLI KAPILARIN ANAHTARI ADALET Kiraz ağacı çiçek açmış mı? Kuzular otlaklara düşmüş mü? Gençliğimizin baharı solmuş mu? Cevaplar, savaşın enkazında mecalsiz. Cevaplarımız yaralar ile hemhalken Ey dünya, arşın perdesini aralar mısın? Bombalar eşliğinde sınır dışına itilen gençliğimize Merhamet, tohumlarını eker misin? Annemin göğsünden süt yerine zehir akıtanlara Topraktan ellerimin duasını fısıldar mısın? Yaraların ilacı adalet diye bağırırken bir delikanlı Köşede, hemen orada Tüm insanlık susuyordu. Ve çocuklar, Beklerken sınır kapılarında adaleti, Merhamet et, yanıma iliş Sadrımdan kavra, İnşirahla doldur ruhumu. Barut kokusunu bertaraf et misk kokularıyla. Ellerimizde savaşın izleri varsın olsun. Adaleti göğsünde taşıyacak olan, Musa'nın asası değil mi? Değil mi ki asa merhamet ile dirilmişti Firavunla, adaletsizliğin kuyusunda boğulmuştu. Şimdi ey dünya sesime kulak ver! Sınır kapıları pas tutsa da dünyanın Merhamet yeniden dirilecek, Ve adalet paslı kapıların anahtarı olacak. Kapılar açılacak, ey dünya kapılar açılacak... RAHİYA Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 9 YOKUŞUN BAŞINDA KALAN YÜREĞİMİZ Mahallemizde çalınırken ikindiler akşama, Bir tortudan ibaretti dünya. Sınırları çizilmemiş çocukluğumuz Kuzine sobanın başında muhabbetle dirilirdi. Annem ekmeği verince elimize Sokaklar bizim, Misketler bizim, Çaputtan bebekler bizim, Bayram günlerinde tanımadığımız evlerin şekerleri bizim, Akşam ezanı ile aklımıza düşen evler bizim, Bizim olurdu her şey. Akşam olunca küçük evimizdeki hayallerimiz ummana ulaşır Her akşamki yolculuğumuza yüreğimiz eşlik ederdi. Yüreksiz çıkılmazdı yolculuklara Ve yolculuklar hep içimizde son bulurdu.. İçimize bakmayı unuttuğumuz zamanlarda Küçük evlerdeki büyük yüreklerimizin solduğuna Şahitlik etti her şey Ve sokaklara bir haber salındığında Cevapsızlıkla imtihan oldu çocuklar. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 10 Dünyanın üzerinden geçerken kalabalıklar Suni bir zelzele oldu, hepimizi yuttu. Bahçeler istila, sokaklar çocuksuzluğa mahkûm. Topraktan ellerimize kimyasallar serpilirken Aynı evin içine gurbet tohumları ekildi. Yine de yokuşun başındayım bayım, Küçük evime büyük yüreğimle koşmak için çırpınıyorum Kalabalıklar yolumu kesiyor. Çırpınmaktan öteye geçemiyorum. Şunu unutmayın ki bayım, Modern çağın beton kimliklerinde Kırılıyoruz kalabalıklara Kırgınlığımız yüreğimize delil oluyor Susuyoruz... NÜVEYDA Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 11 DERİN İZLER Yağmur damlalarının cama vurmasıyla irkildim, uzun bir süre orada öylece uyuya kalmışım. Yağmurun rahmetine sığınıp bir bardak çayla pencerenin kenarına oturdum. Dışarıda yağan yağmur sessiz sakin ama bir o kadar da ürkütücüydü. Bazen oluyordu böyle sakin olan da ürkütebiliyordu insanı. Aniden camın ardındakine aksime odaklandım. Bana... Bakışlarımdaki yabancılık bir tokat gibi hırpalıyordu. Bana bakan o yabancı da kimdi? İnsanın kendine yabancılaşma duygusu başka bir haldi. Tüm bunlarla sınırlı değildi camın aksinde gördüklerim, benin ardındakine iliş diye fısıldıyordu bir ses. Mekânın dilini öğrenmeliydim belki de. Eskimiş koltuklar, adımların altında ezilmiş halı ve koca bir ömür… Gözyaşlarımın varlığını camda seyrediyordum. Gözyaşımı salıverdim bardaktaki çaya. Kadınların gözyaşları her defasında hüzünle yoğruluyordu. Tüm yabancılıklardan kurtulmalıydım, geçmişimi önüme serip başlamanın o vurucu edasıyla yüzleşmeliydim. Başlamak ağrılıydı. Kasabanın güzel kızı Rayiha’dan, benden geriye ne zaman bu denli ihtiyar bir kadın kalakalmıştı sualinin içinde yıllarca dost bildiğim yatağa boylu boyunca serildim. İzmir'de başlıyordu her şey. Kasabadaki hayatım, sokaklar ve çamurla yoğrulmuş hayallerim... Maziye daldıkça nefes alamadığımı hissettim. Her cuma pazar kurulurdu meydana. Fotoğrafçının çırağı "Yusuf Kalfa" vardı. Kalbimin varlığını ilk o anda onu görünce hissetmiştim. İnsan ilklerin vermiş olduğu duyguyla başlarmış hayata. Kimseler bilmiyordu onu sevdiğimi ama yüreğime ket vuramıyordum. Yürek bu uslanmaz yangına sahip çıkamıyordu. Konuşmaya karar verdim. Kolay olan susmaktı, dillere düşürmeden sevgimi konuşmalıydım zira bu nefessizlik hâli yorucuydu. Her cuma öğle vakti, usta namaza gider dükkânı da Yusuf’a emanet ederdi. İşte yine tam böyle bir vakitti. Ustanın “-Allah’a ısmarladık” deyip namaza gitmesiyle benim dükkâna girmem bir oldu. Yusuf, beni görünce şaşkınlıkla “ -Buyrun, fotoğraf mı çektirecektiniz?" diye sorunca”Evet!” diye cevapladım."-Ne için olacaktı?" dedi. Ben de “-Mektepten istediler." dedim. Başka bir şey diyemedim, dükkândan çıktığımda koşmak istedim sadece koşmak. İçimdeki sese yetişmeden koşmak… Bir daha cesaret edemeyecektim bunu biliyordum bir daha ayaklarım o dükkânı arşınlamayacaktı. Her şey içimde saklı kalacaktı. Günler güç bela geçse de her şeyden ümidimi kestiğim noktada avucuma bir mektup iliştirildi. Dünyanın durmasını istediğim vakitlerden bir vakitti yaşadığım. Korku ve sevinç ile açtım mektubu zarfta isim yazmıyordu. Mektup" Gül güzeli Rayiha" diye başlıyordu. Yusuf'tandı. Onu beklememi söylüyordu. Sevinç çığlıkları atmak istiyordum. Beklemek... Pencere kenarında solan gençliğime teselli vererek bekledim çoğu zaman. Beklerken gençliğimden geçtim, hayallerimi araladım. Neyi kaybettiğimi çok sonraları anlayacaktım anlamak sıcağı sıcağına anlaşılan bir kavram değildi. Yusuf hiç gelmedi, hiç haber alamadım. Mektuptan başka hiçbir şey yoktu bana kalan... Kaldığım yerden devam etmeliydim hayata çünkü beklenilenler söz verdikleri adreste değillerdi. Hayatımdaki ilk iz ona aitti, Yusuf'a... Bir bardak su iz geçişlerinde bana yardımcı oluyordu. İkinci izime geçebilirdim. İzlerden yola çıkıp yabancılık hâli tanıdık suretlere dönüşüyordu sanki... Orta halli bir ailede büyümüştüm. Babam memurdu. Sıradan bir pazar günü pikniğe gitmek için yola koyulmuştuk içimde bir sıkıntı vardı. Bazen sıkıntılar geleceğin tabiridir. Öyle de olmuştu. Piknik Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 12 yaparken bulutlar kara renge bürünmüştü. Toparlanıp eve dönmek üzere yola koyulmuştuk, yoldayken aniden yağmur bastırdı. Yavru kediler ve yavru kedilerin annesi saklanacak bir yer aramaktayken nasıl olduysa yolumuza çıkmayı başarmışlardı. Kedileri ezme korkusundan can havli ile sağa sola kırdığı direksiyona hâkim olamayan babam ve o arabada bulunan ailemle, yedi sekiz takla atmışız. Başta tüm ailemin feryat seslerini işitiyordum ama sonra nasıl olduysa tüm bu sesler nihayete erdi. Tahminen yarım saat, bir saat geçmişti ki kendimi bir hastane odasında baygın halde yatakta buldum. Gözlerimi açtığımda tüm doktorlar bana bakıyor, bir şeyler mırıldanıyordu. Seslerini ayırt edemiyor, ne söylediklerini anlayamıyordum. Ta ki içlerinden birinin "-Yazık oldu gencecik kıza, yetim kaldı." sözünü duyana kadar. Kendime hâkim olamayıp feryat figan bağırmıştım. O zamana dair hatırladığım tek şey buydu... Cenaze sonrasında taziye için eve gelip gidenler de bir vakit sonra yok olmuştu. Yokluk, insanı hırpalıyordu. Hayattan umudumu kestiğim için yılları da kendi haline bırakmış, hayatım sarpa sarmıştı... Hayatımdaki bu iki iz her geçen gün yabancılaştırdı beni kendime. Çünkü düşünmek eylemi benden değildi artık. Yaşıyordum sadece dokunmadan, hissetmeden... .Gidenlerin dönmediği bir harita çizmiştim tüm sınırları kara kalemle belirginleştirdim... O haritadan kurtulmam kolay olmadı, hayat çoğu zaman anlaşılmazlığı ile vardı... Sıra üçüncü izime geldiğinde derin bir nefesten ibaretti dünya. Perdeyi iyice aralamıştım. Biraz daha derin bir ize doğru yönelirken aniden zil sesiyle irkildim. Geçmişle aramıza yine mesafeler girmişti. Mesafeler geleceği inşa etmemi müsaade etmiyordu yine öyle olmuştu. İzler tamamlanmadıkça hep bu kendime olan yabancılık hâli devam edecekti. Zil ısrarla çalmaya devam ediyordu. Kapıya doğru yöneldim gelen Rumi’ydi, yıllar yılı hayat mücadelemde bana eşlik eden eşim. Azla yetinen bir adamdı Rumi. Yemek kokuları çalınınca burnuna ufak bir tebessüm ilişti yüzüne. Rumi, yemeğini yedikten sonra televizyonun karşısına geçti ve oracıkta uyuyakaldı. Ahvalimiz yıllar yılı böyleydi. Ümitsizlik hâli değildi bu... Göz kapaklarım yaşlılığın vermiş olduğu ağırlıkla istemsiz kapanıyordu. Uyumak çoğu zaman şifaydı, unutmaya kapı aralıyordu. Belki bir gün tüm izler tamamlanır ümidiyle kapadım gözlerimi. Belki bir gün... SAYHA Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 13 Mestim ben mest nâyi mest-i müdam Nefs perestim ben yok ki bende nizam Yine çevirdi döndürdü iddira etti beni Kovulmuş asi iblis oyuna getirdi beni Mazanne-i sû oldum attılar anca nutuk Merhamet yoktu bana ettiler yine tutuk Sonra fark ettim ki asıl onlar mestan Hakikati çarpıtan hey'i bir heyezan Bendeki ise sadece mest-i şebabiyetmiş Gençliğin nezaretinde komik bir sefaletmiş Şimdi ben hakklayım ancak hakka bir kul Murşidim Kur'an benim ben Allah’ın kuluyum. Fazıl ŞENGÜL 12/B LEYLA GÖZLERİM YAR(a) Leyl, çöllerde kanayan yağmur damlası Gözlerimde sonsuz sukünet sedası Kum taneleri yüreğimin cilası Sabır, inşirahın gizli edası Leyla gözlerim yar(a) Leyl, çiğ damlası olup yüreğime kona Aksediyor ruhun rüyalarıma Mürekkep hep karadan yana Leyla gözlerim yar(a) Leyl, son bir sürgün hali çölde bende kala Senin yüreğin hep firkatten yana Takatim kalmadı bu aşktan yana Ateş kesti hayatım çöllerde kala kala Leyla gözlerim yar(a) Leyl, geceler karanlık Heybeme düşmüyor aydınlık Suskun günlerin bağrında nefessiz kaldık Kara bir duvak örtüsünde karar kıldık Çöllerin kara bağrında kara duvağın içinde vuslata hasret kaldık. MİHMANDAR Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 14 ŞİMDİ FATİH OLMA VAKTİ İnsanlar tarafından inşa edilen en güzel şehir Paris, Allah (c.c) tarafından inşa edilen en güzel şehir İstanbul’dur ki o İstanbul şehirlerin kraliçesi, uygar medeniyetlerin adresi, her ilçesi ayrı cennet bahçesi, her köşesi ilim irfan mektebi olan güzel diyar. Her biri ayrı ustalıkla yapılmış gösterişli camilerinden arşa yükselen ezan sesleriyle bilginin, dostluğun paylaşıldığı sokaklarıyla huzurun adresi olan aziz İstanbul. Denizleri kördüğüm eden boğazı,gelin edasıyla süslenip denizin ortasına kurulan Kız Kulesi, dalgalarla birlikte dans eden yakamozların bıraktığı kusursuz izlenim. Bu güzelliğin en tutkulu takipçisi olan yalılar Marmara'yı mesken edinmiş balıkları selamlarken, yorgunluktan bitkin düşmesine rağmen güzelliğinden bir şey kaybetmeyen boğaz köprüsü el ele verince yedi tepeyle, İstanbul o zaman bir başka dokunuyordu insanın içine. Sanatın, mimarinin, ilmin şehri; hoşgörünün merkezi güzel İstanbul. İnsanı kucaklayan ormanlarıyla, cana sefa derde deva hamamlarıyla fütühat devleti Osmanlı'nın göz nuru yüce memleket. Birçok sanatçının, alimin eserlerine konu olan en önemlisi de Peygamber Efendimiz'in müjdeli hadisine mazhar olan bu kutsal şehrin tasvirine kelimeler kifayetsiz kalırken elden gelen kerem sahibine şükretmektir. Peygamber Efendimiz(s.a.v) "Kostantiniyye elbette fethedilecektir. O’nu fetheden kumandan, ne güzel kumandandır! Onu fetheden asker ne güzel askerdir!" buyurdu. Bu müjdeyle fethi mukaddes bir görev haline gelen İstanbul tarihin ilk sayfalarından bu yana birçok kuşatmayla karşı karşıya kalmasına rağmen gözü üstünde olanlara direniyor, güzelliklerini ele geçirmek isteyenlere geçit vermiyordu. Herkes anlıyordu ki İstanbul'u fethetmek her yiğidin harcı değil, o surları yıkmak eli kılıç tutan her askerin işi değildir. İstanbul ancak kendi gibi şanlı, toprağında yatanlar kadar ilimli, İstanbul aşkıyla yoğrulmuş hamurunu İslam aşkıyla doyurmuş bir padişaha nasip olacaktır. İstanbul sevdiğini, onun uğruna ölümü göze alan mecnunu bekliyordu. Biliyordu, gelecekti adı Fatih, kalbi İstanbul olan. Fatih daha küçük yaşlarda İstanbul aşkıyla yanan, ona kavuştuğu günün hayalini kuran bir delikanlıyken, önemli hocaların yanında yetişmiş, değerli ilimler öğrenmiş, kendini her alanda geliştirmiş bir yiğittir. Az gülen, çok okuyup derin düşünen Fatih, her anını İstanbul'a ayıran,o aşılması zor, heybetli surların zayıf noktasını düşünen, yorulduğunda kendini peygamberinin müjdeli hadisiyle motive eden gencecik bir Osmanlı padişahıdır. Lakin rüyalarını süsleyen, onu uykusuz bırakan o güzele gönlünü kaptırmıştır. Hani her yiğidin boynunu eğen bir güzel vardır derler ya, Fatih'in ağzından dökülen her kelimesi olan o güzel, Fatih'i bekliyordu. Fatih'in de kara kara düşünmesi bundandı ama en sonunda kararını verdi. Vakit vuslat vaktiydi. Vakit kaybetmeden hazırlıklara başlayan Fatih, hiçbir şeyden geri kalmamış ordusunun her zaman yanında olmuştur. Azim ve kararlığını, mütevaziliğini, engin bilgisini en önemlisi de yüreğini ortaya koyan Fatih, halkta alevlenmeyi bekleyen odu canlandırmış, kutlu kumandan olmaya kendi inandığı gibi halkı da inandırmıştır. Bu kutlu aşk uğruna elinden gelenden fazlasını yapmaya hazır olan Fatih için fazla söze gerek yoktu. Tarihteki son kuşatma olmalıydı bu, oldu da! Fatih'in inancına, hırsına herkes hayran kalmıştı. İstanbul'da. Daha önce gelenlerin Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 15 hiçbirine benzemiyordu bu son gelen. Anlamıştı İstanbul. Geliyordu bastığı yeri titreten yiğidi. Gözlerini surlara kilitlemiş, atını denize sürmüş geliyordu işte o şanlı delikanlı. Tebessüm ediyordu İstanbul. Gözü kara fetih ordusu dayanmıştı İstanbul kapılarına. İstanbul bir nazlı gelin edasıyla sabrını sınadığı sevdiğini izliyordu. İnanamadı eteğinde taş taşıyan, gemileri karadan yürüten Fatih'ini görünce. Anladı ki Fatih, değil haftalar, aylar yıllar geçse de bırakmayacak onu açtı kapılarını sevdiğine. Baskıdan, zulümden bıkmış tüm gözler surlara çevrildi. Önde ilim deryası Akşemseddin ardında Fatih ve ordusu. Güller, sümbüller yağıyordu gökyüzünden. Dili, dini, rengi ne olursa olsun alkışlıyordu insanlar Fatih'i ve dillere destan ordusunu. Bizans’ın işkencelerinden gözünde yaş kalmayan insanlar ağlıyordu. Peygamberinin müjdesindeki şanlı komutan olmanın mutluluğu ve şükrü içinde olan Fatih; önünde diz çökenleri kaldırıp onlara zarar gelmeyeceğini söyleyince alkışlar yükseliyor, duyulan hayranlık katlanıyor mutluluğa, huzura, sevgiye dönüşüyordu. Anlaşılan o ki Fatih İstanbul'u fethetmekle kalmamış gönülleri de fethetmeyi başarmıştı. Hiçbir başarı yalnız kazanılmaz. Elbette Fatih'in zaferi de öyle değildi. Öyle bir ordusu vardı ki Fatih'in en az onun kadar azimli, en az onun kadar yürekli. Adeta hepsi birer Fatih'ti. Canları uğruna tünel kazıp surları temelden sarsan madenciler mi desem, delik deşik olmasına rağmen o bayrağı oraya dikmeden son nefesini vermeyen Ulubatlı Hasan mı? Tonlarca gemiyi kızakla karadan yürüten baba yiğitler mi desem, oğlunu fethe uğurlayan gözü yaşlı ana yiğitler mi? Güvenci Allah'a gayesi İslam'a olan insanlara bu duyguları yaşatan neydi? Herkes rahatının peşindeyken bu insanlar neden canlarının pahasına oradaydı? Zorla değil tıpkı cennet bahçesine gidercesine, koşa koşa. İnsana bu aşkı bu şevki veren ne? Savaşmak, bir cana kıymak, en büyük olmak için miydi bütün bunlar? Tabi ki hayır! Cihattır insana bu duyguyu bu maneviyatı yaşatan ki cihat hizmetlerin en güzeli olan, Rabb'e hizmettir. Biz ancak bu hizmet uğruna canımızı feda edebiliriz. Çünkü biz imanımızla, inancımızla biliyoruz ki bu dünya geçicidir. Hakikat ahirettir ve cihatın ahiretteki karşılığı cennettir. Bunu idrak edince de bu dünyada mal, mülk, saltanat için değil; İslam için, ahiret için savaşıyoruz. İşte biz hak ve hayır için gerekirse canını ortaya koymaya cihad, Mekke'nin, İstanbul'un fethini bize kazandıran bu ruha fetih ruhu diyoruz. İslamiyet'in başkenti Mekke'nin ve gönüllerin şehri İstanbul'un fethinde daha 10'unda 15'inde olan gençlerde bulunan fetih ruhu neden günümüz neslinden elini eteğini çekiyor? Kainatın var oluş sebebi merhamet peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)'in, surları titreten görkemli hükümdar Fatih'in mirası o ruh, fetih ruhu, neden bizden uzaklaşıyor? Şuan içinde bulunduğumuz, açlığın sefaletin kol gezdiği, zalimlerin sesinin mazlumlarınkinden çok çıktığı, madde bağımlılığının neslin ömrünü ele geçirdiği şu fani dünyada bizi bu bataklıktan çekip alacak o ruhu neden kaybediyoruz? Kaybettiğimizde açığa çıkabilecek sıkıntılar çığ gibi büyüyerek bizi ve tüm benliğimizi içine alabilecekken neden "Dur!" diyemiyoruz? Neyle ve nasıl uyuşturulduk ki bunu anlamıyoruz? Bize bunu yapan düşmanlarımız mı yoksa sözünden çıkmadığımız bizi içten kuşatanlar mı? Gelişiyoruz! Bu çok güzel. Peki gelişirken dilimizi, dinimizi, tarihimizi bir kenara atarak bunu yapabilir miyiz? Bunlarla gelişemeyeceğimizi bize söyleyen bizden midir? Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 16 Avrupa'nın en güçlü imparatoru Şarlken'in tahta çıktıktan sonra okuma yazma öğrendiği dikkate alınırsa, Fatih'in 19 yaşında yedi dil bildiğini sana unutturup Osmanlı geri kalmış diyen seninle midir? Kardeşinin sesine kulak tıkayabilecek kadar içine girenler senin dostun mudur? Mabedini sana zindan eden, iyi gün dostu olanlar bir gün arkandan vurmazlar mı? Unutma kardeşim! Dünya üzerinde bütün medeniyetleri yok eden bu sisteme tarihini kurban etme. En son ne zaman araştırdın ecdadını? Araştır! Seni ileriye taşıyacak, göğsünü kabartacak olaylar orada saklıdır. Bir kulak ver görünce duygulandığın köhne surların sessiz çığlığına. Bırak artık oyunu oynaşı! Bu vatanın daha nice Fatihlere, Yavuzlara, Kanunilere ihtiyacı var. Sence de hem İstanbul'u hem de gönülleri fetheden Fatih olma vakti gelmedi mi? UYAN EY GENÇLİK! ŞİMDİ FATİH OLMA VAKTİ MERVE KUK 10/FEN Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 17 Sibel Eraslan’la Röportaj Sibel Eraslan yıllardan beri kalemiyle/kelamıyla göz önünde bir yazar. Bir mücadele insanı… Yazarlık serüvenine hikâye ile başlayıp, Mustafa Kutlu ve Dergâh ortamında boy atan Eraslan, son 15 yılını ‘cennet’ kadınlarının izini sürerek geçirdi Öncelikle bunca yoğunluğunuza rağmen bu sohbet için bize zaman ayırmanız büyük bir nezaket. Bizi kırmadığınız için çok teşekkür ediyoruz. SULTAN FATİH:-Sibel ERASLAN kimdir? SİBEL ERASLAN: 1967 yılında İstanbul’da doğdum. Üsküdar Kız Lisesi’nden, 1989’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Ancak başörtüsü meselesinden dolayı mesleğimi bilinen anlamda icra edemedim. 1989-1995 arasında Refah Partisi İstanbul İl Hanımlar Komisyonu Başkanlığı yaptım. İnsan hakları, kadınların eğitimi ve hakları” konulu pek çok projede görev aldım. Başörtüsü mağduriyeti için “Fil Yazıları”ını kaleme alıp dindar insanın problemlerini dile getirmeye çalıştım. Öğrencilik yıllarımdan itibaren edebiyat dergilerinde hikâyelerim yayınlandı. 2002 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından basın-makale konusunda ödüle layık görüldüm. Hz. Peygamber’in vasiyeti kabul ederek dört cennet hanımefendisini günümüze taşımaya çalıştım: ‘’Can Parçası Hz. Fatıma’’, “Siret-i Meryem, Cennet Kadınlarının Sultanı”, “Çöl Deniz - Hz. Hatice” “Nil’in Melikesi Hazreti Asiye” Bir süre Gerçek Hayat ve Vakit gazetelerinde köşe yazarlığı yaptım. Halen Star gazetesindeki köşe yazarlığı görevimi sürdürmekteyim. SULTAN FATİH: Fil Yazıları, Saklı Kitap’ta başörtüsü yasaklarını, Çöl ve Deniz, Can Feda ,Nil’in Melikesi ve Siret-i Meryem’de dört büyük kadını, Hanım Sultanlar ’da Osmanlı kadınlarını yazdınız. Özellikle kadınları yazmanızın sebebi nedir? SİBEL ERASLAN: Cennet Kadınlarının Sultanı olan annelerimiz, birer masal kahramanı, mitolojik öğe veya destan kişisi değil... Onlar gerçekten bu dünyayı, türlü sınavlar eşliğinde geçmiş, yaşamış, hakiki kişiler. Zaten bu yüzden de çok etkileyiciler. Tüm zamanlara örnek şahsiyetler. Takriben on yıldır onların izini sürüyorum, hayret ettiğim şeyse, bugüne dair çarpıcı benzeşimleri yaşamış olmaları, nice çile, badire ve zorluğu, irade ve iman gücüyle aşmış olmaları... Bu yüzden birer kutup, birer mükemmel misaller hepimize ve tüm zamanlara... Her bina dört kubbenin üzerine kurulur Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) elindeki hurma dalıyla toprağın üzerine dört çizgi çekiyor. Bu işaretleri anlamayan sahabeye “Bu cennet kadınlarının sultanlarının rumuzudur. Bunlar Asiye, Meryem, Hatice ve Fatıma`dır.” diyor. Gençliğimde bunu okuduktan sonra Peygamber efendimizin “cennet kadınları” diye bahsettiği annelerimizle ilgili bir şeyler Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 18 yapmak istedim. “Ben bu annelerimizin binasını kurmalıyım” diye düşündüm. Çünkü her büyük bina dört kubbenin üzerine kurulur. Biz de toplum hayatımızı bu dört anneye dayandırırsak ancak selamete erebiliriz. Bilirsiniz “Cennet anaların ayaklarının altındadır” der hadis-i şerif. Cennet anaların ayaklarının altındaysa eğer, bu dört cennet kadınını takip eden toplumlara kim bilir nasıl cennetler nasip olur. Kim bilir? SULTAN FATİH: Bu kitaplar klasik anlamda ‘roman’ değil. Hem içerik hem teknik olarak yeni bir form var, yeni bir roman… Siz bu kitapları edebiyatta nereye koyuyorsunuz? SİBEL ERASLAN: Benim yetiştiğim edebiyat ortamı, hocam Mustafa Kutlu ve Dergâh edebiyat çevresi bağlamında cevaplayacak olursam, yaslandığım edebî öğreti geleneksel tahkiyedir. Hikâye etme sanatı diyebiliriz buna. Dolayısıyla yazım kurgusu veya cümle inşasından çok, söze ve anlatıya yaslanan geleneksel Şark edebiyatının çocuklarındanım. Öykü değil, hikâyedir benim çocukluk evrenim. Bence de romandan çok uzun hikâye bağlamında gidiyor sayfalarım. Tabii yazar ve eleştirmen farklı taraflardır, kalem biz yazarların elindedir, eleştirmenlerse sonraki hamleyi kurarlar. Romanı ortaya çıkaran uzun Batı birikimini elbette önemsiyorum. Bizdeki harf inkılabından sonra yaşanan radikal kopuntu, redd-i miras ve kendi kendinden şikâyet eden mağlubiyet krizi de başka bir sosyolojiyi açtı aslında yazım serüvenimizde. Kendi kendimizi sansürledik, suçladık. Dinî kahramanlardan bahseden bir yazım performansını geçiniz, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste dinleyen kahramanları bile o ‘sükût suikastından nasibini almıştı. Benim kaleme aldığım kitapları kütüphanede nereye koyabileceğimize gelince… Samiha Ayverdi, Safiye Erol, Selim İleri, Mustafa Kutlu, Nazan Bekiroğlu, Ayfer Tunç, Fatma Barbarosoğlu devamında durabilirler. SULTAN FATİH: Evlat, eş, anne, evinin kadını, öğrenci, avukat, kitap ve gazete yazarı, seminerlerin samimi ve yürekleri titreten hatibi, aktivist vb. pek çok kimliği kendinde toplayan Sibel Eraslan bu gücü nereden alıyor? Umutsuzluğa kapılıp köşenize çekilmeyi düşündünüz mü? SİBEL ERASLAN: Kadınların yazmalarını çok önemsiyorum elbette ama okumak her şeyden önce. Çünkü Müslümanların Kitabının ilk sözü “Oku!” emriyle başlıyor. Okumak, gayret etmek, anlamak ve anlamlandırmakla ilgili, yazıdan başlayarak tüm kâinatı okuyacak bir gönle, idrake sahip olmak… Zamanın Sahibi olan Rab, bizlere bereket ihsan etsin, vakit konusunda. Asrımızın insanı hız konusunda baş döndürücü bir ivme kazandı, lakin bu bereketsiz bir hız, aynı zamanda insanî tüm değerlerimize yabancılaşmış haldeyiz. İnsanî, ahlaki, imanî değerlerimizi aktüel tutabildiğimiz ölçüde bereket hâsıl olur inşallah. Allah dilerse, zamanın içinde zaman halk Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 19 ederek, işlerimizi kolaylaştırır inşallah… Abdest ve zikrin, ana-baba ve hasta duasının, yetim ve yoksul hakkı gözetmenin, zamana bereket ihsan eden işlerden olduğunu düşünüyorum. SULTAN FATİH: Günümüz Türkiye’ sinde mütedeyyin kadının durumunu nasıl görüyorsunuz? Kadınlar için uzun zaman çalışan bir gönüllü olarak, dindar olsun veya olmasın kadınların durumu hakkındaki tespitleriniz nelerdir? Kadınlarımıza veya kadınlarımız hakkında erkek okurlarımıza neler tavsiye etmek istersiniz? SİBEL ERASLAN: Mütedeyyin kadınların görünürlüğü arttı, kısmen yasaklar da eskisi kadar yoğun değil diyebiliriz. Lakin daha ciddi bir başka tehdit var; dünyevileşme! Dindar olalım veya olmayalım, maddeci, hırslı bir koşunun içindeyiz hepimiz. Yaşadığımız tüketim çılgınlığı ve moda-marka tutkusu, beni darbecilerden korktuğum kadar korkutuyor desem… Dünyalık hırs, sahip olma dürtüsü korkunç boyutlardayken kadın ya da erkek olmuşsunuz, hepimiz aynı kâbusun ortaklarıyız. Alçakgönüllü değiliz, kibir ve gururun güdümü altındayız… Bu, cidden üzücü bir durumdur -SULTAN FATİH: Sosyal medyanın sosyolojik, psikolojik ve manevi boyutları hakkında ne düşünüyorsunuz? Aileler çocuklarını sosyal medyanın zararlarından nasıl koruyabilir? SİBEL ERASLAN: "Dışarıdan otokontrol çerçevesi ve içeriden otokontrol çerçevesi birbirini dengelemelidir. Çocuklarımızı dışarıdan gelen yasaklar olmadan, kendisini kontrol edebilecek iç dinamiklerle yetiştirmeliyiz. Sosyal medya öyle bir yer ki; çatısı, kapısı, penceresi, perdesi hiçbir mahremi yok. Bu açıklık bize önce TV programlarıyla verildi. Hepimiz birer röntgenci gibi insanların hayatlarını izledik 2000’ lerde. Şimdi ise yeni medya ile biz evsiz ve mahremiyetsiz hale geldik. Hayatlarımızı sunuyoruz. Bizim samimi yürekten konuşmalara, aileyi-akrabayı yeniden kurmaya, Allah rızası için kurulacak arkadaşlıklara ihtiyacımız var. Her insanın bütün sosyal ortamlarda var olma ve tamamen bu ortamlardan çıkma isteği vardır. Sosyal medya insanda bunu sağlıyor hissi verir Bu yüzden de bağımlılık yapar; ancak sağlıklı bir ailede yeterli bir zihinsel doyuma oluşmuş insanda bu tür bağımlılıklar oluşmaz. Sağlıklı bir aile ortamında; yeterli duygu paylaşımı, yeterli mizahi paylaşım ve problem çözme ortamı olmalıdır. Aile ortamında bu doyumu sağlayamayan insan sosyal ortamda bunları arar ve bağımlı hale gelir. Sürekli olarak bir ekranına bakmak dopamin adlı maddenin etkisini kaybetmesine neden oluyor ve çok kararsız genç bir nesil ortaya çıkıyor. İnsanın ilk sosyalleşme yeri ailedir ve kişi aileden aldığı değerleri topluma aktarır. Eğer aileler kimlik oluşturmazsa, medya bu görevi görür ve bu medya ortamı, değerlerin vahyi çizgiden çıkması, dönüşmesi ve bozulması için en etkili silahtır. Korumak dış çevrenin değil, ailenin bir görevidir." - SULTAN FATİH: Teşekkür ederiz. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 20 Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 21 Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 22 TARİHLER HAR Dünyanın kuruntularından sıyrılıp âlemleri seyreyliyorum Bir yaşam kurulmuş bu sokakta, Leyl ile Kays'ın aşk-ı muhabbeti sarmış tüm mahalleyi Fuzuli üstad loş ışığın feryadında yazdıkça yazıyor, yandıkça yanıyor. Mürekkep har... Züleyha köşe başında aşk dileniyor Yamalı elbisesi mağrurluğunun göstergesi... Nefis, çalıyor kapıları tek tek. Kapıyı açan yok! Kapılar dar ömrüme denk. Yusuf sokağın tüm kuyularını köreltmekle ayan Dağ yok bu sokakta Öyleyse Ferhat hangi dağdan almıştı namını? Nam-ı Fasl, Aşk-ı Keder... Şirinsizliğime tekabül ediyor, susuz kalmış yüreğim. Bir su değse yüreğime ferahlayacaktım... Dağlar aşılmıyor, yürek yıkanmıyor. Şirinliğim devrana sarılıyor... Yürek har... Aşklar sokaklarda tıkanıyor, yürekler beşeriyetin gölgesinde yas tutuyor Ağıtlar yakılıyor gidenlerin ardından... Bu mevsime yakışmaz gitmeler Gitme Kays, Yusuf kuyu kör, Ferhat engeller yüreği hara denk düşürtüyor... Leyl gece gözlü yaren beden cılız, yürek tüm dünyayı sarıyor Züleyha dilenme aşkı kapılardan , her kapı yorar, her kapı kapanır bir gün! Şirinliğim ardımda kalan susuzluğumun yüreği Bir dağ eriseydi bakışımla kavuşacaktım yare, kavuşamadım. Tarihler karışmadı nezdimde Geriye Dönüp baktığımda hepsi bir devir, hepsi aynı mekân, hepsi aynı an... Tarihler har... MİHMANDAR Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 23 Dök içini satırlara… Yetmiyor seni yazmaya alfabem, Her şeyim olmuşsun sen, Haydi, tut kaldır beni özümden, Sana ihtiyacım var bir anlayabilsen. Göz göze geldiğimiz o an Sana aşık olduğum saniyeydi, Seni ilk görüşüm değildi Ama her görüşüm ilk gibiydi. Buraya yazdıklarım, Dışa vuramadıklarım, İçimde sakladıklarım, Bir sır gibi kendime bile açamadıklarım… İNFİAL * Sesinde gün var, güneş var, susma Allah’ı hatırlatan göz var yüzünde, yumma … A.ESER Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 24 ÇOCUKLUK SERÜVENİM: KANADA Herkesin çocukluğu, Henry Bourrosa Caddesi’ndeki Pet Shop’ta elime aldığım hamster kadar masumdur. Benimki de öyleydi. Küçüktüm ve maceralı bir hayatım vardı. Çocukluğumu hatırlamak heyecanlandırıyor beni. Kanada… Orası bambaşka bir yer. Her milletten insanıyla, sonbahar kokan havasıyla, bitmek bilmeyen kış mevsimiyle ve cetvelle çizilmişçesine düzenli sokaklarıyla kaldı hatırımda. Hayallerimi süsleyen evimiz, Montréal’de Saint-Laurent Boulevard’daydı. Büyük bir cadde üzerinde yan yana dizilmiş, fotoğraflardaki gibi üçgen çatılı evlerden biriydi. Ön bahçe sonbaharlarda yaprakları bir araya getirip sonra da üstüne atlayıp eğlendiğimiz günlerin mekanıydı. Ve arka bahçe… Garajı da içine alan büyüklüğüyle, benim o küçük dünyamda kocaman bir yer kaplıyordu. Çocukluğumu renklendiren küçük kırmızı bisikletim ve onunla diğer arka bahçelere açılan toprak yoldaki gezintilerim… Bu kadar özleyebileceğimi nereden bilebilirdim. Hatta bahçemize ektiğimiz domatesleri durmadan yemeye gelen, o korkunç kokusuyla başımızı belaya sokan koca kuyruklu kokarca bile özletti kendini. Yağmur yağdığında kulak ısıran böceklerinin topraktan çıkması yüzünden, sağır olma tehlikesinin bizi eve hapsettiği günler de bir başka tabi. Beni almaya gelen, filmlerdekinin tıpkısı sarı okul otobüsü ayrılığın sembolüydü bende. Okulun ilk günü ailemden ayrılarak bindim okul otobüsüne ağlayarak. Neyse ki alışmam çok zor olmadı. “Maternelle” dediğimiz anaokulum, sınıfımdaki her renkten insanla geçti. Beyazı da vardı siyahı da hatta çekik gözlü bir arkadaşım bile vardı. Öğlen uykularım, ilginç oyunlarım… Bir keresinde bütün arkadaşlarımla bir masaya oturduk ve ellerimizi masaya koyarak saymaya başladık parmaklarımızı. “un, deux, trios, quatre, cinq…” Ama bir arkadaşımınki hep altı çıkıyordu. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 25 Evet, altı, altı parmaklıydı. Annesinin ve babasının da öyle olduğunu söylemişti. Bir de her sabah dağıtılan sütler ve yanımda yemek yiyen İspanyolarkadaşımın kötü kokulu yemekleriyle bütünleşen, kese kâğıdıyla taşıdığım öğle yemeklerim. Orada en sevdiğimiz içecek, kasa kasa aldığımız ve annemin hemen bitirmemiz için mutfağın uzanamayacağımız dolabına koyduğu domates suyuydu. Bir de tavşan çikolataları tabi. Kocaman tavşan şekilli çikolatalar. Çocukluğum onları yemekle geçti diyebilirim. Bu çikolataların yumurta şekli de vardı. Özellikle Paskalya Bayramlarında her yer onlarla donatılırdı. Paskalya Bayramı demişken, Cadılar Bayramı da unutulmaz. Herkes evinin kapısını süslerdi, bal kabaklarına şekiller vererek kapılarının önüne koyarlardı. Bütün çocuklar kostümlerini giyerlerdi. Biz inançlarımız gereği kapımızı süslemezdik ve kostümlü çocuklar kapısı süslenmemiş evlere uğramazlar. Yani Cadılar Bayramı hep gizemli olarak kaldı aklımda. Ablam anlatır; bir gün arkadaşıyla gizlice evden kaçıp şeker toplamaya gitmişler. Kostümleri yokmuş ama kapılarını açıp şeker verenler “Müslüman kılıklı çocuklar! Bu çok iyiydi!” diyerek gülmüşler. Kanada, her yerinde parklar ve kocaman hayvanat bahçeleri olan bir yerdir. Evimize en yakın olanı ise bir kiliseyle bitişikti. Çan seslerinin soğukluğu her pazar ulaşırdı kulaklarımıza. Sincaplar… Evet, her yerdelerdi ve kimseye yaklaşmıyorlardı. Yaşadığımız yerde cami şeklinde olan bir camiye, babamın bizi tek minareli küçük bir camiye götürmesinden önce hiç rastlamamıştım. Türkiye’ye döndüğümde değerini anladığım ezan sesi Kanada’da hiç duyulmaz zaten. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 26 Niagara Şelalesi, oradaki maceram da hep canlı kaldı. Ailece Amerika sınırına kadar gidip gezmiştik orayı. O kadar devasaydı ki insan şaşırmadan edemiyordu. Yanında yürürken bizi bile ıslatırken, gemilerle yakınına giden yağmurluklu insanlar özendirmişti kendilerini. Çok heyecan verici olmalıydı. Marketlerde canlı canlı satılan ıstakozlar, Tim Horton’s’ta içtiğimiz cappuccino ve yediğimiz donatlar geçti aklımdan… Van de Garage denilen, herkesin evindeki kullanmadığı eşyaları garajlarında satışa çıkardıkları kültür, bizim eve de uğramıştı. Hatırlıyorum da eşyalarımızın yanında limonata satarken amma da eğlenmiştik. Ve sonra abim ve ablamla “JMC” ismindeki bir Müslüman okuluna başladık. Orada, ana dilimiz olan Fransızca’nın yanında İngilizce ve Arapça da öğreniyorduk. Okulumda çok keyifli zamanlar geçiriyordum ki… Ansızın bir haber… Sincaplara veda… DİLARA ŞAHİN 10/FEN Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 27 * Hakkani ol galize bil ki fenasın Beis etme bektaşa bil ki fenasın Cebabirle cedelleşme cay değildir Tahdis et hakkı sofi bil ki fenasın * Ey mebadi-i itikadden yoksun maziz Nesl-i vakfe zulmedenken düşünmedin mi Sen kesirül-eşkal olmuş ehli mevaız Hakki hesabını sorar bilemedin mi * İdadiyye-i tıbbiyenin en halis müderrisleri Müdemmir ettiler bizi reşk-i alemmişler gibi Gayr-i kabil-i tedaviden tefrik edilemez olduk Kise-i rumiye satıldık hakir ettiler bizi * İdare-i milliyedir müminin hakkı İmam-ı A'zamadır gafilin ahı İltihak-i islamdır onları korkutan Görecekler ahirette o büyük azabı * Fuhul-i ulemaya nedir bu düşmanlık Kıble-i hacetinimi unuttun be gafil Lihazdan aciz bir ehl-i bidatsın Nigah etde ibret al alimden be gafil Fazıl ŞENGÜL 12/B Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 28 BİTMEYEN SON Gönlümdeki ateş senin yanında bir su. Aklımdaki hayal senin yanında bir buğu. İçimdeki heyecan sana olan bir tutku. Hep bekleyeceğim ki seni ruhumun umudu. Yalnızlığımın içinde parlayan bir güneşsin. Eller semada senin için, Ah bir bilsen nelere kadirsin. Dünya dar bir boğaz Varana kadar ahire hiçbir şey unutulmaz. Rab’ nasip etti ki kuluna, Sen oldun imkânsız ona. Yüreğimdeki ses çıkabildiği kadar, İçimdeki ateş körüklenebildiği kadar, Son nefesimdeki umut ile seni sevdim Ta ki Hakka varıncaya kadar. Avery Bradley Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 29 Benim adım Rüveyda. Ben kendi dünyasında babasının göğsüne, annesinin dizine, kalp gözüyle gören bir anneannenin yüreğine, Kur'an'ın ayetleriyle gözyaşımı dindiren bir dedeye, sayısız kitaba, sonsuz şiire, iki elin parmağı kadar yazara ve şaire, bir demet karanfile, bir dal ıhlamura, sokaklar dolusu hayvana, bir o kadar sokak çocuğuna, bir duaya, bir Tekvir sûresine, bir türküye, bir film karesine, çantamdaki kedi mamasına, bir Doğu Karadeniz iline, Anadolu'ya, bir Madak Ah'ına, bir albayıma, bir âh'a sığmış, sığınmış kadınım. Duy. En içimi. En derinden gelenimi. Hisseyle beni. Anımsa. Ben senin uykuna sızmışım. Bir hesapta yokken bir gülüşünün, bir kelimenin peşine takılıp gelmişim ardından. Geride nice insan bırakmışım. Senin yüreğine dokunmak için ne yürekler kırmışım. Tahayyül et, ne kadar aptalım. Öfkeliyim. Hâlâ. Ben öfkelenirsem her şeye gecikirim. Sana bile gecikirim. Sen bittabî kuş olur gidersin. Geç kaldım. Ben kalakaldım. Beynim uyuştu ihanetinizden, o kaldırım taşından kalkamadım. Ben yazdım. Geri alabilmek için her şeyi. Bir ânı sarıp sarmalayabilmek için. Sen satır atladın. Çok sordum sana, kendime: "Niye böyle Niye böyle oldu?" Artık buldum. Ben seni çok şey sanmışım. Seni kendim gibi çocuk sanmışım. Konduramadım. Ne kadar konduramasam da, ne kadar inkar etsen de "sana yakışmayan şeyler" yapabilirmişsin, gördüm. Gördüğümde öldüm. Hatırla ve anımsa. "Hayal kırıklığısın" demiştim, dokunmuştu ya; ne bir ne bir fazla, muazzam bir hayal kırıklığıymışsın. Forrest Gump değilsin, 3 yıl 2 ay 14 gün 16 saat koşsan bile geride bırakamazsın anıları, beni. Ben hep bir adım önündeyim. Bir şiir, bir türkü, bir mektup, bir dua mesafesi önünde. Yanına sokulduğum bir Sena, koynunda uyuduğum bir Betül, şarkıma türküme ortak bir Resul, üzüldüğümde çikolatasını yarıya bölüp avucuma iliştiren Hasan kadar ilerideyim senden. Bunu okuyorsan eğer, Tekvir Sûresi'ni aç oku nihayetinde. Boyunu aşan kibrin körelsin diye. Nice Tekvir'e sığındım ben. Nice İnşirah'a sığındım. Dua ettim kendim için. "Rabbim bu acıyı al göynümün en derininden" diye başlayan sonsuz duayı bıraktım seccademe. Allah acıyı aldı, marazı verdi kalbimin tam ortasına. Olsun, yüzüm gök kubbeye doğru "hamd" diyor. Rabbimden gelen her şey lutüftur bana, hastalık da, şifa da, senin ihanetin de. Sana beddualar ettim. "Etme" dedi Sena, "Allah ıslah etsin de" dedi. Seni de, o yanındakileri de, diğerlerini de, başıma gelen her ihaneti de Allah'a havale ettim. Bilirim ki sizin içiniz küf. Diyeceğim odur ki, Rabbim yüreğinize yumuşaklık, merhamet versin. Rabbim kendi menfaatiniz uğruna bunca vakit içime saldığınız o buhranların hesabını bildiği vakit, bildiği yoldan ödetsin. Kirli dünyanız, küçük oyunlarınız, saman altından yürüttüğünüz sularınız sizin olsun. Benim adım Rüveyda. Gökyüzü gibi, göğsümün içi… Geçti, her şey. Ben sizi çoktan affettim. C.Rüveyda ZAVALSIZ 12/FEN Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 30 ÖLÜM GELİNCE Zaman gelip de arşı alaya varınca Dört kollu sandalla varışa taşınırsın Yoksa eğer verilecek hesabın Ölüme dört elle sarılırsın. Ruhun bedenden ayrılınca Bilinmeyene doğru yol alırsın Melekler gelip de sorguya başlayınca “Allah!” diye bağırırsın. Eş dost, akraba seni kabre bırakınca Sevapların ve günahlarınla yalnız kalırsın Günahların tartıda ağır basınca “Eyvah!” diye pişman olur, inlersin. SERTAP SAVCI 10/B Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 31 Mesnevi- Mevlana (Timaş Yayınları) Bu kitabı bilmeyeniniz yoktur. Kütüphanenizde kesinlikle bulunması gereken bir kitap. Mevlana’nın hayatı , Şems’in onun hayatına girmesiyle tamamen değişmiştir. Hatta bu kitabı yazmasında Şems’in etkisi büyüktür. Sinan Yağmur’un “Aşkın Gözyaşları” adlı kitabını okursanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Kitabın içeriğinden bahsedecek olursam içinde beyitler şeklinde hikayeler var. Bu hikayeler, kolay anlaşılır olmasının yanında insanı düşündüren bir nevi güzel öğütler niteliğindedir. Çile- Necip Fazıl Kısakürek (Büyük Doğu Yayınları) Bu büyük ustanın tüm şiirlerinin toplandığı kitap her kütüphanede bulunmalı. Mihmandar- İskender Pala (Kapı Yayınları) İskender Pala’nın kalemiyle Eyüp Sultan’ı konu alarak peygamberliğin müjdesinden İstanbul’un fethine uzanan bu etkileyici romanı okumak için daha fazla beklemeyin. Mavi Saçlı Kız- Burçak Çerezcioğlu (Yapı Kredi Yayınları) Bir kızın hayallerini, sırlarını ve iç dünyasını yansıtan günlük şeklindeki bu kitabı okurken yer yer gülecek yer yer de hüzünleneceksiniz. Babam Abdülhamid- Ayşe Osmanoğlu (Timaş Yayınları) Ayşe Osmanoğlu’nun anılarıyla oluşturduğu bu kitap, Sultan Abdülhamid’i tanımamızı, onun nasıl muhteşem bir padişah ve insan olduğunu görmemizi sağlıyor.Bunun yanında saray hayatını ve Osmanlı’nın son dönemlerini de gözler önüne seriyor. On Küçük Zenci- Agatha Christie (Altın Kitaplar) Geçmişte yapılan hatalar, on kişiyi “On Küçük Zenci Adasına” getirir. Peki, kim tarafından? Okurken merak ve heyecan ruhunuza işleyecek. Yüreğinin Götürdüğü Yere Git- Susanna Tamaro (Can Yayınları) Bir büyükannenin ölmeden önce uzakta olan torununa yazdığı mektup şeklinde oluşan hikayeyi okurken belki de yüreğinizin götürdüğü yere gitmek isteyeceksiniz. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 32 Kendini Bilen Rabb’ini Bilir- Uğur Koşar (Destek Yayınları) Allah De Ötesini Bırak ve Bana Allah Yeter kitapları ile tanıdığımız Uğur Koşar’ın bu kitabı da en az diğerleri kadar etkileyici. Soru cevap şeklindeki kitap kalbinizin manevi bir huzurla dolmasını sağlıyor. Martı Jonathan Livingston-Richard Bach (Epsilon Yayıncılık) Bir martının üzerinden anlatılan bu hikaye, mücadelenin önemini vurgulayıp bizlere örnek oluyor. Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali (Yapı Kredi Yayınları) Bazen görünüş sadece bir pakettir. Ne kadar süslü bir paket olursa olsun içi boş çıkan da, Raif Efendi gibi dışı boş görünüp içi güzelliklerle dolu olan da vardır. Bir Beslemenin Günlüğü-Kathleen Grissom (Martı Yayınları) Siyah ya da beyaz… Fark eder mi özgür olmak için? Özgürlüğün önemini bir kez daha anlayıp bu kadar da olmaz diyeceğiniz bir hikaye sizi bekliyor. Doğunun Limanları- Amin Maalouf (Yapı Kredi Yayınları) Savaşın insanlar üzerinde bıraktığı acı, hasret, korku ve nefret gibi birçok duyguyu gözler önüne seren bu roman aynı zamanda bir direnişçinin iç dünyasını anlamamızı sağlıyor. Kara Kış Beyaz Düş- Fatma Erdek (Ephesus Yayınları) İnsanların hayatı, görünüşü, ırkı farklı olsa bile içleri ya kötü ya da iyidir. Zeynep ve Akgül’ün birbirine düğümlenen kaderi insanlığı sorgulamanızı sağlayacak. Böğürtlen Kışı- Sarah Jio (Arkadya Yayınları) Bir annenin evladı için yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Evladını kaybeden annenin de tutunacak bir dalı. Ama geçmiş bazen tutunacak bir daldan fazlası olabiliyor. Esma KARAER 11/B Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 33 SAHNE IŞIKLARI ( Limelight ) Yapımı: 1952 – ABD Tür: Dram, Komedi Yönetmen: Charles Chaplin Oyuncular: Charles Chaplin, Claire Bloom, Buster Keaton, Sydney Chaplin, Nigel Bruc Senaryo: Charles Chaplin Yapımcı: Charles Chaplin Film Özeti Umutsuzluğa düşmüş bir balerini yeniden hayata döndürmeye çalışan komedyenin hikayesidir. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 34 ÇELİK YUMRUKLAR ( Real Steel ) Yapımı: 2011 - ABD Tür: Bilim Kurgu, Aksiyon, Dram Yönetmen: Shawn Levy Oyuncular: Hugh Jackman, Evangeline Lilly, Kevin Durand, Anthony Mackie, Hope Davis Senaryo: Jeremy Leven , John Gatins , Dan Gilroy Yapımcı: Steven Spielberg , Shawn Levy Film Özeti Richard Mathenson'un 1956 yılında kaleme aldığı kısa hikayesidir. Steel yakın gelecekte insanlar yerine androidlerin dövüştüğü bir zamanı anlatıyor.Hatta Mathenson bunun için 1974 yılını öngörmüştü. 1963 yılında dönemin en tutulan serisi The Twiligt Zone'nda (Alacakaranlık Kuşağı) aynı isimle kısa bir bölüm televizyona uyarlandı. Lee Marvin'in başrolünde yer aldığı bölümde, eskiden iyi bir boksör olan Steel Kelly'in para kazanmak için robot boksör Battling Maxo'yu kullanmasını, ancak parçaları eksildiği için onun yerine kendisinin geçmesini anlatıyor. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 35 KIZ KARDEŞİMİN HİKÂYESİ (My Sister’s Keeper) Yapımı: 2009 - ABD Tür: Dram Yönetmen: Nick Cassavetes Oyuncular: Cameron Diaz, Abigail Breslin, Alec Baldwin, Thomas Dekker, Sofia Vassiliev Senaryo: Nick Cassavetes, Jeremy Leven Yapımcı: Chuck Pacheco , Stephen Furst Film Özeti Jeremy Leven'in aynı adlı romanından uyarlanan film, bir ailenin tüm üyelerinin, lösemi gibi ciddi bir hastalıkla mücadelelerini konu ediniyor. “Kız Kardeşimin Hikayesi” güçlü oyuncu kadrosu, sürprizli senaryosu ve dramatik yapısıyla IMDB'de 10 üzerinden 7.4 puan almış. Anna Fitzgerald (Abigail Breslin), doktorların önerisiyle, genetik müdahaleler yapılarak dünyaya getirilmiş bir çocuktur. Doğumun amacı olarak, lösemi hastası olan ablası Kate (Sofia Vassilieva)'nin tedavisi ve nihai aşamada gerekli olan böbrek naklinin Anna'dan yapılması düşünülmektedir. Kate'in tedavisi için mesleğini bırakan avukat anne Sara (Cameron Diaz) ve işini ihmal eden baba Brian (Jason Patric)'ın tüm uğraş ve kaygıları, bir gün Anna'nın girişimiyle şok bir gelişmeyle karşı karşıya kalacaktır: Anna, ebeveynlerinin kendisi üzerindeki tıbbi haklarının sınırlanması amacıyla kentin en ünlü avukatına vekalet vererek anne ve babasına dava açar. Kendisine bu girişiminde ağabeyi Jesse (Evan Elligison) yardımcı olacaktır. Davaya bakan hakim JOan De Salvo (Joan Cusack), yakın zamanda çocuğunu bir trafik kazasında yitirmiştir. Olaylar ve Kate'in yaşamı beklenmedik gelişmelerle doludur. Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 36 TEMPLE GRANDIN Yapımı: 2010 - ABD Tür: Biyografi, Dram Yönetmen: Mick Jackson Oyuncular: Claire Danes, Julia Ormond, Catherine O'Hara, David Strathairn, Charles Baker Senaryo: Christopher Monger, Merritt Johnson Yapımcı: Anthony Edwards, Scott Ferguson Film Özeti Tüm hayatı boyunca ailesi ve arkadaşları başta olmak üzere tüm çevresi tarafından yanlış değerlendirilen otistik bir kadının onlara unutamayacakları bir ders veren etkileyici bir hikâyeyle karşılaşacaksınız. Çevresinin anlayışla karşılamadığı, farklılıklara sahip olan bir kadının kendi saygınlığını kazanma hikâyesidir. Ekstra Film Önerileri: The King's Speech Barfi! Düşler Ülkesi The Cat Returns Howl's Castle Tales From Earthsea Pride and Prejudice 12 Angry Man Now Is Good Meryem ÇİFTÇİ -- Busenur GEZMİŞOĞLU 11/A Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi 10/B Sayfa 37 Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 38 Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 39 Sultan Fatih Koleji ve Fen Lisesi Sayfa 40