Eylül - TFMD
Transkript
Eylül - TFMD
Tüm eserlerde akıl yer alır. Nikon’un akıllı KILAVUZ MODU eserlerimi mükemmelleştirmemde bana yardımcı olur. AF-S DX VR 18-55mm f/3.5-5.6G ile birlikte .tr ISSN 1309-095X TFMD ‘’FOTO MUHABİRİ’’ Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) Adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ISSN 1309-095X Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Yayın Organıdır. Sayı:10 • Eylül 2011 • ÜCRETSİZDİR Rıza ÖZEL (Başkan) YÖNETİM KURULU Ümit Kozan (Başkan Yrd.) Gürsel Eser (Genel Sekreter) Barış Oral (Mali Sayman) Yurttaş Tümer (Üye – Marmara ve İstanbul Bölge Temsilcisi) Kenan Çimen (Üye – Ege Bölge Temsilcisi) Emin Demir (Üye – Akdeniz Bölge Temsilcisi) Uğur Kavas (Üye) Yavuz Özden (Üye) Alper Yurtsever (Üye) Ali Ekeyılmaz (Üye) TFMD KURUCU ÜYELERİ Rafet Hüner Sökmen Baykara Zekai Durmuş Halim Ermiş Rıza Ezer Dursun Gündoğdu Bülent Hiçyılmaz İlhan Kuyucu Turgut Mantar Mehmet Ünlü GENEL YAYIN DANIŞMANLARI Bülent Hiçyılmaz Mehmet Ünlü Şükrü Akın Aykut Fırat KAPAK FOTOĞRAFININ HİKAYESİ “HINDİSTAN’IN KUTSAL KENTİ VARANASI” Ankara Moda Günleri sırasında Cemil İpekçi’nin “Yansımalar” isimli defilesi ilgiyle izlendi. 26 30 HUKUK DANIŞMANI Av. Umut Kurman ALK Hukuk Bürosu Web Tasarım CMC (Cüneyt Düşmez) www.cmcankara.com YAYIN KURULU Uğur Kavas Volkan Yıldırım Celal Çevirgen Murat Çetin Mühürdar Raşit Aydoğan Erhan Sevenler Hüseyin Yeşilkavak Denizhan Güzel Okan Özer İbrahim Laleli Adnan Poyraz Eyüp Kaçar Zafer Sel Cem Bakırcı 62 44 Adres: Feza Gürsey Bilim Merkezi Yanı Altınpark-Aydınlıkevler-ANKARA Tel: 0 312 417 87 60 • Fax: 0 312 417 87 18 Süreli yayın Sayı: 10 Eylül 2011 / Üç ayda bir yayınlanır Foto Muhabiri Dergisi’nde yeralan yazı, fotoğraf ve reklamların sorumluluğu sahiplerine aittir. Yazı ve fotoğrafların kullanım hakları TFMD’ye (Türkiye Foto Muhabirleri Derneği) aittir. izinsiz olarak yayınlanamaz. Baskı Dumat Ofset • Ankara 0.312 278 82 00 86 78 !YOK K O Y I D A ADI TFMD Başkanı Rıza ÖZEL Fotoğrafı kullananlara.... Fotoğrafı çekilenlere... Türkiye’de birçok foto muhabiri çalıştığı kurumun önünde ilerliyor, yaptığı işlerle. Kendilerine sunulan kısıtlı imkanlar ve Türkiye’deki fotoğraf anlayışına rağmen, iyi işlere de imza atıyorlar. Ancak, gazete ve dergiler onların imzalarını fotoğrafların altına atmıyor. ‘’Foto muhabiri Türkiye’de çalıştığı kurumun daha ilerisinde’’ diyoruz. Ne fotoğraflara hak ettiği değer veriliyor ne de foto muhabirine... Gazetenin hafta sonu eki, beğenilmiş ki fotoğraf birinci sayfaya konmuş, üstelik neredeyse tam sayfa... Kim çekmiş (?) Mesleği gazeteci, görevi foto muhabiri. Yazın sıcakta dışarıda, kışın soğukta dışarıda. Ne klimadan haberi var, ne kalorifer biliyor. Harp olur, darp olur, en önde, elinde makinesi. Bakarsınız kalabalık bir yere koşuyor, o ters tarafa koşar fotoğrafı çekecek. Hem gazetede fotoğraf çıksın isterler hem de foto muhabirine elinden geleni yaparlar ki fotoğraf çekemesin. Bu şartlarda fotoğrafı çeker foto muhabiri. Çekti, bin bir zorluk gönderdi fotoğrafı, sayfa sekreteri aldı kullandı. “Duvara asılacak tablo gibi”... Nerede imza, kim çekti bu fotoğrafı. Yok, belli değil...! Bir çoğu zaten hak ettiği ücreti alamıyor. Hiç olmazsa adını fotoğrafın altına koymayı çok görmeyin foto muhabirine. *** Sunulan kısıtlı imkanlara ve anlayışa rağmen çalışıyor. Türkiye’de foto muhabirine sağlanan imkan nedir ? Ya izin alamazsınız ya da kırmızı bir hattın arkasında, 15 saniye süre. Ne çekersen çek işte..! İtilip kakıldığımız, “Çekme kardeşim” muhabbeti zaten ayyuka çıkmışken, bilmediklerinize gelince... Türkiye’de hem resmi kurumlar hemde özel kuruluşlar gazetelerde fotoğrafı çıksın, haberi yapılsın ister. Ama yine ne resmi kurumlar nede özel kuruluşlar fotoğrafı çekilsin istemez. En basit bir konu için aylarca izin almak için uğraşır foto muhabiri. Yazılar yazılır cevap gelmez. Cevap gelir 1-2 saat anca izin verilir. İzin verilir, ama yanınıza bir güvenlik görevlisi ile birlikte. Oda sizin gözünüzün içine bakar, “Hadi abi bitir de gidelim.” Hepsi tamam, izni aldınız, kuruma girdiniz, bu kez örneğin üretim bandındaki mühendis istemez fotoğrafı çekilmesini, saçlarının güzel olmadığı sebebiyle! Ünlü bir kişinin fotoğrafını çekmek istersiniz. Menajerini aşamazsınız derdinizi anlatmak için. Ne sizden 4 haberleri vardır, ne çektiğiniz fotoğrafı bilir. Gazete sayfalarında her gün fotoğraflarınız yayınlanıyordur, ama onlar için yeterli değildir. Basın kuruluşlarına fotoğrafı çekmeyi beceremediklerinden neredeyse bilgisayarda baştan yapan fotoşopçu şöhret fotoğrafçıların çektiği kimliğini yitirmiş, “botokslu”, duygusuz fotoğrafları servis ederler. Bir de şöyle yazılsın isterler, ‘’fotoğraflarımı şu fotoğraf isim çekti’’... Siyasete gelince; medya tüm dünyada bir şov, gösteri, tanıtım aracıdır. Dünyada PR şu kuralla işler; Nasıl olduğunun önemi yoktur, nasıl göründüğü önemlidir. Bir çok dünya lideri görsel danışmanlarla çalışır. Hatta bir çok olay da bu anlayışla yansıtılır medyaya. ABD Başkanı George Bush gelir İstanbul’a Ortaköy Cami’yi arka planına alır konuşur bir tane koruma göremezsiniz. Rusya Federasyonu Başbakanı Vladimir Putin, suya dalar, judo yapar, ava gider. ABD Başkanı Barack Obama, ABD askerlerine konuşma yapar, ama askerler arkasında durur fotoğrafın arka planı oluverir. Bir çok alanda pool fotoğrafçılar görev yapsa da tüm dünyada foto muhabirlerinin rahat çalışacağı, üstelik pırıl pırıl fotoğraflar çekeceği organizasyonlar yapılır. ADIYOK Türkiye’de ise kurumlarda basın danışmanı vardır, ama görsel danışman yoktur. Görsellik zaten önemli de değildir. Göstermediğiniz sürece... Foto muhabirlerinin kolu, bacağı kırılır parti genel kurullarında hastanelik olurlar. İşittikleri hakaret, yedikleri küfür zaten yanda kar kalır bize... Liderler nasıl fotoğraflanıyor; Anlatılanların fazlası var azı yok bizim için... Kimseye ‘’dur’’ denmeyen yerlerde bile, boynunda makinesi ne iş yaptığı aşikar foto muhabirine kimliği sorulur. Foto muhabiri, güvenlik araştırmaları sonunda kendisine verilen akreditasyon kartını boynuna takar. Fotoğraf çekeceği yere didik aranarak girer. İşi fotoğraftır, ama en olmadık yere konur, buradan fotoğraf çekmesi beklenir. Etrafında kırmızı bir şerit. Şeridin önünde bir koruma. O korumayı ikna etseniz bile fotoğrafını çekeceğiniz kişi koruma ordusunun arasında zaten görünmez bile. Sanırsınız foto muhabirinden koruyorlar. Ne zaman, Gazetede çıkan fotoğraf önemsenir. Bu fotoğrafları o sayfalara taşıyan basın fotoğrafçıları saygı görür. Foto muhabirleri tehlike değil de herkes için çalışan bir insan olarak görülür. Basın danışmanlarının yanına görsel danışmanlar eklenir. Belki O zaman bir şeyler değişir.... Belki... Ya da önemli bir toplantı. Bir odanın içerisinde, toplantı masasının etrafına konuklar oturur. Herkes hazır olduktan sonra odaya alınırsınız, 2-3 foto muhabiri, 2-3 kameraman. Yine kırmızı bir şerit, yine korumalar. Makineyi kaldırırsınız daha deklanşöre basmadan uyarı gelir, “Arkadaşlar teşekkür ederiz. Dışarı alalım.” - Masada var on kişi, bir sağa bakıyor biri sola. Hadi başları yukarıda birinin gözü açık öbürü kapalı. ‘’Dur herkesin göründüğü kare tamam, bir de detay alayım iki kişi’’ deseniz. Objektif değiştirmeyi bırakın zoom yapmaya süre yok. Üstelik koruma arkadaş zaten teşekkür ederken önünüze geçmiştir (Daha çekmenize gerek yok) anlayışı ile... Ya da bir organizasyon yapılır. Hatta bu organizasyon basın için yapılır. Ama bütün partililer davet edilir. Ne ışığa bakılır, ne toplantının yapılacağı yere. Partinin icra makamında yer alan herkesin duracağı yer bellidir. Ama o fotoğrafı çekecek kişi için bir yer düşünülmez. Korumaları aşmanıza gerek kalmaz bu kez partililer sarar etrafınızı. Fotoğraf: Ümit BEKTAŞ FOTO N I N I R I B A H U M FOTOSENTEZ Trabzon’un Salpazarı ilçesi yaylalarında bahar çiçekleri Fotoğraf: Fazıl Saraç FOTOSENTEZ Saat Kulesinin manevi sahibi Fotoğraf: Kadir KEMALOĞLU Saat Kulesinin manevi sahibi İzmir’in tarihi saat kulesinin, onu inşa edenlerin dışında birde gizli kahramanı var. Tam 17 yıldır Saat Kulesi’nin saatini kuran ve bakımını yapan dededen saatçi Fethi Pamukoğlu... İzmir’in simgesi olan bir yapının ona emanet edilmesinin gerçekçen mükemmel bir duygu olduğunu belirten Fethi Pamukoğlu “17 yıldır her 6 günde bir oraya gidiyor, 66 basamak çıkıyor, sanki çocuğum gibi bakımını yapıyorum” diyor. 1901 yılında inşa edilen İzmir’in tarihi saat kulesi işte böyle bir ortamda İzmir’in simgesi olarak varlığını sürdürüyor. Tam 17 yıldır 6 günde bir saat kulesine çıkarak dakikalarca kulenin saatinin bakımın yapan ve kuran Fethi Pamukoğlu, İzmir’deki Alsancak ve Eşrefpaşa saat kuleleri ile birlikte Çanakkale, Balıkesir, Ayvalık, Bergama saat kulelerindenki tarihi saatlerin bakım ve kurulma işlemlerini de yapıyor. Kulenin tarihçesi 1901 yılında Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıl dönümü nedeniyle Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kıbrıslı Kamil Paşa’nın oğlu Bahriye Mirlivası Sait Paşa ve Belediye Reisi Eşref Paşa’dan oluşan bir komisyon kulenin yapımını üstlenmiştir. Kulenin yapımından önce İstanbullu kuyumcu Zingulli Usta tarafından kulenin küçük bir maketi yapılmıştır. Buradaki Fransızca bir kitabeden mimarının İzmirli S.Raymond olduğu öğrenilmektedir. Kulenin ilk ismi Hamidiye Kulesi idi. FOTOSENTEZ Fotoğraf: Kadir KEMALOĞLU FOTOSENTEZ Aspendos Opera Bale Festivali’nde en büyük ilgiyi Kuğu Gölü çekti Fotoğraf: Okan ÖZER FOTOSENTEZ Yaylada Atatürk posteri Fotoğraf: Cem BAKIRCI FOTOSENTEZ Fotoğraf: Volkan Furuncu Suriye’de yaşanan olaylardan kaçan Suriyeliler, Hatay’daki mülteci kamplarına sığındı Polis Akademisi Mezuniyet Töreni... Fotoğraf: Arif AKDOĞAN FOTOSENTEZ FOTOSENTEZ 1. Uluslararası İpek Saç Festivali Fotoğraf: Ali Atmaca Antalya’da gerçekleştitilen Yapay Doğallık Festivali’nin renkleri kentin ışıklarına karıştı Fotoğraf: Öner ŞAN FOTOSENTEZ FOTOSENTEZ Uluslararası Antalya Caz Festivali Fotoğraf: Sefa KARACAN 25 i s e y a ik H n fı a r ğ o t “O” Fo 1964’te Çorum’da doğan Ali Ekeyılmaz, ilköğretimini bu şehirde, orta öğrenimi ise Ankara’da tamamladı. Eskişehir’de başladığı üniversite eğitimini, iş idaresi dalında devam ettirirken, 3. Sınıftan terk eden Ekeyılmaz, 27 yıldır foto muhabiri olarak görev yapıyor. Evli ve Çağdaş ve Uygar isimli iki çocuk babası olan Ekeyılmaz, 40’dan fazla mesleki ödülün sahibi. Ekeyılmaz, TFMD Yönetim Kurulu üyesi. Siyasette Sivilleşmenin Karesi... Sabah Gazetesi’nin Usta Foto Muhabiri Ali Ekeyılmaz Meslek yaşamını ve tarihe geçen bu ilginç karesinin öyküsünü Foto Muhabiri Dergisi için Uğur Becerikli’ye anlattı. -Ali Bey, sizin çektiğiniz fotoğraflardan imzanız geniş kesimler tarafından tanınıyor. Oysa sizin şahsınızı pek tanıyan yok? Ali Ekeyılmaz kimdir? diapozitif filmler kullanıldığı ve ben de bu konuda uzman olduğum için işim çok kolaylaştı. Sonrasında da tamamen foto muhabirliği üzerine devam ettim. gündeme geldi. Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge’nin teklifi üzerine Sabah gazetesine geçtim ve bugüne kadar devam ettik. 1 -Günaydın’dan sonra yola nasıl devam ettiniz? -Bir çok ünlü fotoğrafınız ve ödülleriniz var. Bunlardan Turgut Özal ve Süleyman Demirel’i sohbet ederken gösteren o ünlü kare, Güneydoğu’da, Cizre’de çektiğiniz ve ilk ayaklanma fotoğrafı olarak bilinen o kare gibi kareler var. Kaç ödül var? 964 yılında Çorum’da doğdum. Lise eğitiminden sonra 1982 yılında Şehir Fotoğraf Ajansı’nda usta fotoğrafçıların yanında çalışmaya başladım. Bahattin ve Adnan Haskokar kardeşler oldukça usta fotoğraflardı. Onların yanında fotoğrafçılığın inceliklerini öğrendim. Daha sonra Günaydın Gazetesi’nde işe başladım. Şehir Fotoğraf Ajansı, Son Havadis Gazetesi’nin fotoğraf işlerini de yapıyordu. Burada Günaydın’ın Ankara Temsilcisi Bekir Coşkun ile tanıştım. Beni Günaydın’da çalışmaya davet etti. Kabul ettim ve 1984 yılında Günaydın gazetesinin karanlık odasındaki işleri ve foto muhabirliği yapmak üzere başladım. O dönemde filmli teknoloji bulunduğu için çekilen filmlerin yıkanması, basılması ve İstanbul’daki merkeze geçilmesi önemliydi. Özellikle o dönem Günaydın 1988’den itibaren Asil Nadir yönetiminde sıkıntıya girdi. Bu süreç 1991 yılına gelindiğinde artık maaşların bile ödemediği bir noktaya geldi. 1991 yılı içinde Kurthan Fişek’in daveti üzerine Aktüel Dergisi’ne başladım. Dergi çıkış hazırlığındaydı ve Türkiye’de çağdaş anlamda dergicilik yapma iddiasındaydı. Bunu başardı da. Çünkü 75 bin satış rakamına ulaşıp, bir çok köklü gazeteyi bile tiraj olarak aştı. Dergi çok başarılı olunca Sedat Simavi ödülünü ilk yılında aldı. Röportajın konusu olan fotoğraf da bu dergide çekildi. 1993’te Arena Dergisi’nde gelen teklifle Hulki Cevizoğlu’nun başında olduğu bu yayına geçtim. 1994’e kadar orada çalıştım. Sonra derginin kapatılması 26 Röportaj: Uğur Becerikli Ünlü olmuş, toplumun malı olmuş yüzlerce kare çekebilmek çok şükür ki bana nasip oldu. Bundan dolayı mutluyum. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın 28 Şubat kararlarını imzaladıktan sonra Anıtkabir’de terlediği kare, Kudüs Gecesi’nin fotoğrafları, Kaddafi’nin Erbakan’a fırça attığı görüşmenin fotoğrafları, Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel’in birbirleri önünde eğildikleri fotoğraf filan. Aslında bir çoğunu ben bile unuttum diyebilirim. Zaman zaman arşivlerden ve toplumun hafızasından karşımıza çıkıyor. -Bu karelerden bir tanesi de Türkiye’de siyasetin çehresini değiştiren, sivilleşmeye yeni bir boyut getiren Turgut Özal’a ait. Röportajımıza da konu olan fotoğrafta Özal yazlık bir gömlek, pantolon ve ayakkabı ile polisi denetliyor. Bu fotoğraf nerede nasıl çekildi? T urgut Özal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Aktüel’de çalışıyordum. Oldukça renkli bir foto muhabirliği dönemi geçirdiğimizi söyleyebilirim. Özal gazetecilerle köşe kapmaca oynamayı severdi. Bazen kaybolur, bulunmamaya çalışır, bütün Ankara medyası onu bulmak için seferber olur, bazen sürpriz programlarda, olmayacak yerlerde karşımıza çıkardı. Diskoda, hamburgercide karşımıza çıktığı oldu. Yüzmeyi sever, gazetecilerle ‘’Bana yetişebilir misiniz?’’ diye yarış yapardı. Yüzmeyi bilenlerle yarışırdı. Plajlarda halkla birlikte yüzerdi. -Fotoğraf da yine tatil bölgesinden sanırım… ANAP’ta yanlış hatırlamıyorsam bir kriz dönemiydi. Yıl 1992, aylardan Ağustos. Özal Cumhurbaşkanı olmuş, Çankaya Köşkü’ne çıkmıştı ama parti üzerinde hala ağırlığı vardı. Hatta partinin lideri gibi davranıyordu. ANAP’ta ise Özal’ın desteklediği Yıldırım Akbulut ile Mesut Yılmaz arasındaki rekabette Yılmaz öne çıkmış durumdaydı. Bu durumdan rahatsız olan 60’a yakın milletvekilini, Özal’ın Parlamenterler Sitesi’nde toplayacağını öğrendik. Bu siteyi zaten milletvekilleri kurmuştu. ‘’Küskünler’’ denilen ANAP’lılarla görüşecek olan Özal, yeni bir parti kurma dahil, bir çok senaryo üzerinde çalışacaktı. Eşi Semra Özal’ı da alıp helikopterle Didim’e geldi. -Program basına açık mıydı? Hayır. Biz istihbarat alınca kendimiz gitti. Özal helikopterle Didim’de bir yeşil alana indi. Burada resmi karşılama yapıldı. Gelen cumhurbaşkanı olunca karşılayan da güvenlik güçleri oldu elbette. Özal, bir çok milletvekili yanında kendisine karşılayan tören kıtasındaki polisleri yazlık kıyafetleriyle selamladı. Üzerinde o günlerde Havai denilen gömleklerden, yazlık beyaz bir pantolon ve yazlık spor ayakkabılar vardı. Fotomuhabiri olarak yalnızca ben vardım. Polisler beni engellemek istedi ancak Özal, ‘’Bırakın, haber almış gelmiş, çeksin!’’ deyince engel olmadılar. Özal’ı fotoğrafladım ve kare de ölümsüzleşti. 27 -Özal’ın tavrı da ilginç elbette! O dönem öyleydi. Basının haber alma hakkını kimse engellemezdi. Mesleğimize saygı duyar, madem ki atlatıp gelmişiz, istihbarat almışız, yakalamışız, çekerdik ve bu engelle değil, takdirle karşılanırdı. Siyasetçilerin daha hoşgörülü olduğunu söyleyebilirim. Kimse medyaya yakalanmak, hele gizli bir programında yakalanmak istemez ama yakalanınca bunu hoşgörüyle karşılamak başka bir meziyet. Özal’da bu meziyet vardı. 2000’li yılların başına kadar foto muhabirleri Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanının bütün ziyaretçileriyle, yabancı konuklarıyla programlarını, Köşk’te verilen resepsiyonları izleyebiliyorlardı. Şimdi sürekli bir sınırlama derdi var. Daha fazla nasıl sınırlayabiliriz deniliyor. Böyle olunca da gazetelerde birbirinden ilginç kareler olacağı yerde, ‘’havuz’’ yapılmış ve 8 gazeteye dağıtılmış aynı kareyi görüyorsunuz. Bu meslek açısından da halkın haber alma hakkı anlamında da haksızlık. Foto muhabirlerinin çekmesi gereken karelerin zaten asıl işi, bağlı olduğu makamı iyi göstermek olan memur fotoğrafçılar tarafından çekilmesi de yanlış. › i s e y a ik H n fı a r ğ o t “O” Fo Özal helikopterle Didim’de bir yeşil alana indi. Gelen cumhurbaşkanı olunca karşılayan da güvenlik güçleri oldu elbette. Kendisine karşılayan tören kıtasındaki polisleri yazlık kıyafetleriyle selamladı. Üzerinde o günlerde Havai denilen gömleklerden, yazlık beyaz bir pantolon ve yazlık spor ayakkabılar vardı. Fotomuhabiri olarak yalnızca ben vardım. Polisler beni engellemek istedi ancak Özal, ‘’Bırakın, haber almış gelmiş, çeksin!’’ deyince engel olmadılar. Özal’ı fotoğrafladım ve kare de ölümsüzleşti. -Fotoğraf bir atlatma oldu. Aktüel’de vardı. Peki sonrası..? Yalnızca Fotoğraf yayınlandıktan sonra gazeteler de kaynak göstererek alıp kullandılar. Tartışması büyük oldu. Özellikle Özal’ın, bir Cumhurbaşkanının tatil kıyafetiyle denetleme yapmasının doğru olmadığı söylendi. Özal çok eleştirildi. Ancak o yazılıp çizilenlere hiç aldırış etmedi. Daha sonra da deniz şortu ile askeri kıtayı denetledi. Zaten yaptığı açıklamada da ‘’Beni karşılayın demedim. O bölgedeki yerel yöneticilerin kendiliğinden yaptıkları bir karşılama’’ diyerek bölgeye resmi bir program için gitmediğini söyledi. -Fotoğrafa bugün bakarken neler düşünüyorsunuz? Aklınızdan neler geçiyor? Özlemle bakıyorum. Yeniden bu tür, foto muhabirliğinin rahatça yapılabildiği ve engellenmediği, kısıtlanmadığı bir ortamda çalışmayı istiyorum. Bu kareler aynı zamanda tarihin tanıkları. Gelecek kuşaklar için tarihi belge. Bunların tek bir göze indirilmemesi, çeşitlendirilmesi lazım. Başta şimdiki cumhurbaşkanı olmak üzere, tek fotoğrafçı/kendi fotoğrafçısı uygulamasından vazgeçmesi lazım. Birden çok gözden tarihe not düşmek lazım. 28 29 Somali So Keşke gördüklerimiz gerçek olmasıydı! Yazı: Ümit KOZAN, TFMD Başkan Yardımcısı S udan’da 1994 yılında yaşanan kıtlığı Güney Afrikalı foto muhabiri Kevin Carter çektiği bir kare fotoğrafla, tüm dünyanın dikkatini bölgeye çekmişti ve yardım ellerinin uzanmasını sağlamıştı. Kevin Carter, Pulitzer ödülü kazandığı bu fotoğrafta, Birleşmiş Milletler yemek kampına gitmeye çalışan küçük bir çocuğun arkasındaki akbabanın, onun ölmesini beklediği anı karelemişti. Fotoğrafı çeken Kevin Carter, fotoğrafı çeker çekmez oradan ayrılmıştı. Ve ne yazık ki o çocuğun akıbeti hiçbir zaman bilinmedi. Kevin Carter ise, hafızalara kazınan fotoğrafındaki o küçük çocuğu yardım etmemenin verdiği vicdan azabıyla, 3 ay sonra depresyona girdi ve intihar etti. Fotoğraflar: Ümit KOZAN, Kayhan ÖZER, Ecvet ATİK, Erhan SEVENLER, Onur ÇOBAN, Ozan KÖSE, Umut ÖZGAN, Fırat YURDAKUL, Kenan GÜRBÜZ, Kerem KOCALAR, Tolga ADANALI, Rıza ÖZEL 30 31 Somali Keşke gördüklerimiz gerçek olmasıydı! S udan’da 1994 yılında yaşanan kıtlığı Güney Afrikalı foto muhabiri Kevin Carter çektiği bir kare fotoğrafla, tüm dünyanın dikkatini bölgeye çekmişti ve yardım ellerinin uzanmasını sağlamıştı. Kevin Carter, Pulitzer ödülü kazandığı bu fotoğrafta, Birleşmiş Milletler yemek kampına gitmeye çalışan küçük bir çocuğun arkasındaki akbabanın, onun ölmesini beklediği anı karelemişti. Fotoğrafı çeken Kevin Carter, fotoğrafı çeker çekmez oradan ayrılmıştı. Ve ne yazık ki o çocuğun akıbeti hiçbir zaman bilinmedi. Kevin Carter ise, hafızalara kazınan fotoğrafındaki o küçük çocuğu yardım etmemenin verdiği vicdan azabıyla, 3 ay sonra depresyona girdi ve intihar etti. SOMALİ YOLCULARI Yıl 2011… 1991 yılından beri iç savaşın sürdüğü Somali’de 8,5 milyon kişi yaşıyor. Kayıtlara göre “Somali’de 90 günde 30 bin kişi açlıktan hayatını kaybetti” deniliyor. Bir de kamplara ulaşmak için çöl ve dağlarda ölüp kayıtlara geçemeyenler var ki, bu sayı 90 günde 60 bin kişi veya daha fazla… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Somali Mogadişu ziyaretini izleyen gazeteciler arasında ben de vardım. Daha önce defalarca Afganistan’da bulunmuş, dünyanın en büyük mülteci kamplarının bulunduğu Sudan Darfur bölgesini görmüş bir gazeteci olarak, Somali’de de benzer manzaralarla karşılaşacağımı zannediyordum. Ancak Somali’yi çok farklı gördüm. Daha aç, daha sefil, daha yoksul ve daha çaresiz... Başbakan Erdoğan’ı izleyen başta iş, sanat, basın ve ekonomi dünyasından çok sayıda kişiyle aynı uçaktaydık. Ajda Pekkan’ın değimiyle, “radikal bir iniş” yaptık Mogadişu’ya. Hasar gördü kanadı çalılıklara çarpan uçağımızın… Uluslararası uçuşlara kapalı olan ve inip kalkan uçaklar için de güvenlik tehlikesi bulunan havaalanının derme çatma binasının dahi duvarları kurşun delikleriyle doluydu. Havaalanından Mogadişu’nun merkezinde bulunan kamplara, Türkiye’den gelen 22 kişilik özel harekâtçı polisin yanı sıra, ağır makineli silahlar taşıyan koruma ordusuyla gittik. Güvenlik nedeniyle uygulanan sokağa çıkma yasağına karşın, konvoyumuzun ilerlediği yol güzergâhı üzerindeki ara sokak ve caddelerde biriken Mogadişulular ellerinde Türk bayraklarıyla sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı. KIZILAY KAMPI İlk durağımız Kızılay’ın kampı. Çöl kumu üzerinde, okyanus kenarında kurulmuş. Türk Kızılayı’nın Cezire bölgesindeki “Hayat Çadırkenti” kampı başka ülkelerin desteklediği diğer kamplarla karşılaştırıldığında oldukça görkemli ve lüks kalıyor. Yatağından battaniyesine ve sağlık görevlilerine kadar hazırlanmış. Yardım kutuları, çadırlara tek tek bırakılmış, kimseyi o güneşin altında saatlerce sırada tutmamışlar. Türkiye’den geldiğimizi öğrenen aileler ve çocukları yaşadıkları onca acı ve travmaya nazaran gülüyor, mutlu oluyorlar. KENDİMİZE SORDUK “Türkiye çok ciddi yardımlar yapıyor ve yapmaya da devam ediyor. Ancak taşıma suyu ile değirmenin çarkı ne kadar dönecek” diye soruyoruz, kendi aramızda yaptığımız sohbette. Çünkü gördüğümüz manzara hiç iç açıcı değil. Somali için kökten çareler gerektiğini düşünüyoruz. Önce iç savaş bitirilmeli ki, ardından alt yapısı başta olmak üzere yeniden kurulabilmeli bu ülke. Ancak bu şartlarda insanı tok ve huzurlu bir ülke elde edilebilir. Kızılay’ın Hayat Medine bölgesindeki Howlada Çadır Kampı’na gidiyoruz. Asıl burada karşılaşıyoruz açlık ve sefilliğin gerçeğiyle. Çadırlar derme çatma ağaç dallarının üzerine iliştirilmiş kumaşlardan yapılmış. Hepsi iç içe, hafif rüzgarda uçacaklarmış gibi. Bu kamptaki çadırların içine giremiyoruz. Somali’ye gitmeden önce heyetteki herkes 5 ayrı aşı vurdurdu. Ancak yine de bölgedeki kişi32 ler kamp ve çadırların içine fazla girmemizi tavsiye etmiyor. Doğru dürüst su ve yiyeceğin olmadığı çadır kentte sefaletin ötesinde, yoğun bir koku, göremeyeceğiniz yoğunlukta sinek ordusu sizi karşılıyor. Gördüğümüz manzara hepimizin içini acıtıyor. ÇOCUKLAR ÇARESİZ Buradan sonraki durağımız Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu Sahra Hastanesi. Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ın önceliği çocuklar. Başbakan hasta çocukları biran önce çadır hastanelerine yetiştirmek için talimat veriyor. Ancak, bazıları yetişemeden yolda ölüyor. Bu manzara karşısında gözyaşlarımıza hakim olamıyoruz. Erdoğan’ın korumaları kampların çevresinde dağıtılması için teslim edilen parayı dağıtmaya başlıyorlar. Bir anda kampta yaşayanlar üzerlerine çullanınca izdiham oluşuyor. Somalili askerler zor kullanarak kalabalığı dağıtmak isteseler de yetersiz kalıyorlar. İçinde bulunduğumuz araçtan yardım malzemesi atmak isteyenler oluyor, bir anda büyük bir kalabalık arabayı neredeyse devirecek kadar sallamaya başlıyor. Zor uzaklaşıyoruz bu bölgeden. GERÇEĞİN TAM ORTASI Hodan Kampı… Sefaletin diz boyu olduğu diğer bir kamp… Aç, çaresiz çocuk ve yetişkinler, pırıltısını kaybetmiş soluk hasta gözleriyle, gözünüzün içine bakarak anlatıyorlar yokoluşlarını… Televizyon ekranından belgesel izlemediğinize, orada olduğunuza inandırmaya çalışıyorsunuz kendinizi. Bu manzaranın bir film seti, kurmaca olmayıp “gerçeğin ta kendisi” olduğuna inanmak gelmiyor yine içinizden... Digfeer Hastanesi’ni de gördük. Kamplara ulaşmak için çöllerden aç susuz geçerken tükenen vücutların yarı ölü olarak taşındığı bir hastane burası. Bizim sadece 12 saat kaldığımız Somali’de, aylardır görev yapan foto muhabiri arkadaşlarımız oradaki gerçeği Ümit KOZAN - TFMD OMALİ: Başkan Yardımcısı /S lunmuş, dünyanın en bu a ’d an st ni ga Af a ini Daha önce defalarc u Sudan Darfur bölges uğ nd lu bu ın ın ar pl m zaralarbüyük mülteci ka ali’de de benzer man m So , ak ar ol ci te ze görmüş bir ga i’yi çok farkordum. Ancak Somal iy ed nn za ı m ğı ca şa la karşıla ksul ve daha çaresiz... yo ha da , fil se ha da , lı gördüm. Daha aç yansıtmaya devam ediyorlar. Somali’yi anlatmaya kelimeler yetmiyor. Sayfalarca da yazsanız, bu yazının içindeki fotoğraflar olmayınca ne denilmek istendiğini tam olarak anlamak zor geliyor insana. BİR KARE YETER GERCEĞİ ANLATMAYA… Yazıma Kevin Carter’ın fotoğrafını anlatarak başladım. Carter’in intihar etmesine neden olan o fotoğraf, bütün dünyanın vicdanını sızlatmış, uluslurarası yar- dımların bölgeye akmasını sağlamıştı. Aradan yıllar geçti ve bu kez Somali’deki insanların açlık ve kuraklıkla savaşını yine biz foto muhabirleri tarihi belge olarak sunduk dünya kamuoyuna… Yüzlerin Somali’ye dönmesini sağladık. Belki birçok kimse, yazar veya gazeteci orada yaşanan dramı çok çarpıcı cümlelerle kaleme almıştı, duyuramadı, anlatamadı, kelimeleri kifayetsiz kaldı. Oysa bölgede çekilen fotoğraflar her zaman olduğu gibi yine vicdanları harekete geçirdi. 33 Foto muhabirleri, Balkanlar’da, Kaasya’da, Orta Asya’da, Afganistan’da, Kıbrıs’ta ve Hiroşima’da olduğu gibi Afrika’daki gerçeği de tarihe belge yaptılar deklanşörlerine basarak. Ve dünyanın gözünü oraya çevirdiler… Biz foto muhabirleri de tarihi görevimizi yerine getirmenin en azından gönül rahatlığını hissederek bölgeden ayrıldık. ”Keşke objektiften gördüklerimiz gerçek olmasaydı”, diyerek… Somali Fotoğraf: Kayhan ÖZER ’DE ERDOĞAN, SOMALİ BAŞBAKAN ip Erdoğan, eşı Emine Basbakan Recep Tayy dekiler Somali’nın Erdoğan ve beraberın cezire bolgesindeki başkenti mogadisu’da Basbakan Erdogan’a kızılay kampını gezdi. nı Ahmet Şeyh Şerif Somali Cumhurbaska (sagda) de eşlık etti. 34 Fotoğraf: Tolga ADANALI SOMALİ ZİYARETİ N U ’N LU Ğ O R A D IÇ KIL aal Kılıcdaroğlu, Keny m Ke ı an şk Ba l ne CHP Ge etti. ab kampını ziyaret da da kı da rın nı sı ı al Som 35 Somali ECI KAMPI suz DADAAB MULT e insanın aç ve su rc le in b la ıy ac am labilmek an Giyecek ve su bu ulteci kamplarınd m ı ığ şt la u ra n kten so lık günlerce yürüdü ci kampı. kamp, aç e lt u m b aa ad d ı ındak larıyla birısi kenya sınır ların kendi imkan n sa in n e d e le e ucad yor. ve susuzlukla m a çadırdan oluşu tm ça e rm e d e rc le oluşturdukları bin LER SEVEN Fotoğraf: Erhan 36 37 Somali rin son 3 Birleşmiş Milletle ında 29 bin ayda 5 yaşın alt susuzluktan e v k lı ç a n u ğ u c o ç iği bölgede, t t e b y a k ı ın t a y a h an da 1,5 milyon ins ölmek üzere… Somali 40 41 Fotoğraf: Onur ÇOBAN Somali Bakanlığı, lık ğ a S , y ıla ız K , A TIK Somali’de başta üzere 11 farklı k a lm o fı k a V t e ya Türkiye Diyan yaraları sarma u ş lu ru u k ım Türk yard çalışıyor... KOCALAR Fotoğraf: Kerem Gazi Foto Muhabiri Yaşar Uçar 50 yılı aşan gazetecilik yaşantısı boyunca Türk siyasal tarihinin kilometre taşlarını fotoğraflama şansını yakalamış olan Yaşar Uçar, Türk tarihinde çığır açan onlarca olayın birinci tanığı oldu görev süresi boyunca. Uçar, Türk sosyalist hayatının yıkılmaz anıtlarından Deniz Gezmiş’in yargılanmasından, 12 Eylül askeri darbesinin mimarı Kenan Evren’i görüntüleyen Yashica marka fotoğraf makinesiyle, son yılların unutulmaz olaylarını Foto muhabiri dergisi okuyucularına aktardı. › Mesleğinizi Sevin Röportaj: Yavuz ÖZDEN - Milliyet Gazetesi Foto Muhabiri ve TFMD Yönetim Kurulu Üyesi Yaşar Uçar (solda), TFMD Foto Muhabiri Dergisi için Yavuz Özden’in (sağda) sorularını yanıtladı ladı.Beni gözaltına aldılar,fotoğraf makinemi ezdiler burada.O sıralar gazeteden maaş almaya başlamıştım. Bana bisiklet aldılar, emniyete bisikletle gitmeye başladım.61 de askere gittim. Asker dönüşü teklif üzerine Adalet gazetesinde işe başladım. Burada bir süre çalıştıktan sonra Zafer gazetesinde işe başladım.1968 yılına kadar burada çalıştım. Daha sonra Türk Haberler Ajansı’na girdim. Burada da 9 yıl çalıştıktan sonra Hürriyet gazetesine çalışmaya başladım. Televizyon reklamlarına çıkan transfer Mesleğe nasıl başladınız? 1957 yılında İstanbul da çıkan gazeteler Kültür Kitabevine gelirdi.Ben de burada gazete satmaya başladım.Atatürk ün fotoğrafçısı Cemal Işıksel yani Foto Cemal sürekli gazete alırdı buradan.Onun dikkati çektim.Cemal amca elime bir kağıt verdi, “Beni bul” dedi.Ertesi gün yanına gittim.Foto apartmanı. Atatürk hediye etmiş binayı Cemal amcaya. Bana seni Sabah gazetesine alalım dedi. Yeni Sabah’da işe girdim. Maaş vermiyorlardı.Gazeteye çay ocağı açtı- lar.Orda çalışmaya başladım.Aynı sırada fotoğraf servisinde film yıkamaya başladım.Yalçın Kılan öğretti film yıkamayı.Bu sırada fotoğraf çekmeyi de öğrendim. Emniyet sarayına gidip haber fotoğraf yapıyordum.Emniyet basın bürosundan İhsan abi ilk makinemi (Yashica) yı verdi. Daha sonra emekli oldu. Onu ziyarete gittim ve makineyi ona geri verdim. Bisikletli Gazeteci 27 Mayıs ihtilali oldu. Başbakan Adnan Menderes’in fotoğrafları geldi.Onları yıkadım götürürken askerler beni yaka- 44 1981 yılında Cüneyt Arcayürek’in teklifi üzerine Güneş gazetesine transfer oldum. Bu transfer televizyonlarda reklam oldu. Transfer ücreti olarak motorlu Nikon fotoğraf makinesi ,flaş ,çanta ve 120 bin lira para aldım. Bu para ile o zamanlar bir ev alınıyordu. Güneşte çalışırken fotoğraflarım ile birçok ikramiyeler aldım.1988 yılında güneş gazetesinden emekli oldum. Daha sonra Anadolu ajansına girdim. Burada bir kavga nedeniyle ajanstan ayrıldım. Ajanstan ayrıldıktan sonra Beynam ormanlarında lokanta açtım .Açılışa Kenan Evren ,dönemin valisi Saffet Arıkan Bedük katıldı. Açılışta Kenan Evren’e fotoğraf hediye ettim.Lokantacılık devam ederken Türkiye gazetesi ile mesleğe tekrar döndüm. Burada 4 yıl kadar çalıştım. Buradan sırayla Son Baskı Gazetesi, Parlamento dergisi, Son Havadis, Öncü Gazetesi ve TRT’ de çalıştım. Buradan sonra Keçiören Belediyesinde çalıştım. Bu son yerim oldu. Anılar İliştirilmiş Kıbrıs Harekatı Kıbrıs çıkartması sırasında askerlerle birlikte hareket ediyorduk. Gazeteciler ikiye ayrılmıştı. Adem Yavuz diğer grupta vuruldu. Çıkartma plajı dedikleri yere geldiğimizde Rum askerleri üzeremize ateş açtı. Bu sırada bir kurşun kaskıma çarpıp gitti. 3 ay boyunca Kıbrıs’ ta kaldım. Bu sırada kızım doğdu. Doğumunu Kara Kuvvetleri komutanının aracılığı ile ettiğim bir telefon ile öğrendim. Kıbrıs’ta fotoğrafları banyo yapmadık ,kasetlerin üzerine yazardık konuları ordan uçakla gönderirdik Ankaraya ordan ajansa ulaşırdı. Kıbrıs harekatı sırasında istediğimiz fotoğrafları çekerdik istediğimiz fotoğrafları servise koyardık hiçbir şekilde sansür uygulanmadı. Mecliste Kavga Bir gün Mecliste kavga çıktı. Ersan taksinin sahibi Mehmet Ali isimli milletvekili vardı.Onu dövdüler,ceket,kravat bir yana dağılmış bir şekilde ,başka bir milletvekilinin silahı elinde havaya kaldırırken fotoğrafını çektim.Ertesi gün bütün gazeteler bizden bahsediyordu.Haber tüm gazetelerde benim imzam ile çıktı.Türk Haberler Ajansı Genel Yönetme- ni Kadir Kayabal bana teşekkür mektubu gönderdi,bir maaş da ikramiye aldım. Sattığımız fotoğraf ile simit borcunu ödedik Yahya Demirel mobilya kaçakçılığından aranıyordu. Bizde araba tutup Karadeniz Ereğlisi’ne gittik. Paramız olmadığı için lokantada yemek bile yiyemiyoruz. Simitçiye, fırıncıya borcumuz var otelde yatacak paramız yok dışarıda kalıyoruz. Sabah 6 da kalktım. Yahya Demirel’i adliyeye getirirlerken fotoğraflarını çektim, benden başka kimse çekemedi. Fotoğrafları telefotoyla geçtim. Bizim fotoğrafları geçtiğimizi öğrenen herkes bizim üstümüze üşüştü. Fotoğrafları istediler ama vermedim. Daha sonra parayla fotoğrafı sattık. Aldığımız parayla borcumuzu ödeyip döndük. Belalı Tik Ben huylu olduğum için herkes beni dürterdi.Bir gün başbakan Süleyman Demirel’i takip ederken biri beni dürttü, benim de ağzımdan küfür çıktı. Süleyman Demirel bana baktı. Efendim size demedim dedim. O da “ bir de bana deseydin” dedi. Özal’ı takip ediyoruz. Korumalarından biri beni dürtmeye çalıştı bende kendimi korumaya çalıştım bu sırada ayağım takılıp düştüm. Özal bunu gördü beni yerden kaldırdı korumasına da kızdı,o korumayı bir daha göremedim. 45 Genç foto muhabiri arkadaşlarıma tavsiyem Dürüst olun, mesleğinizi sevin, mesleğinize bağlanın. Meslek senin ekmek teknen, mesleğini öğreneksin, öğrendiğini uygulayacaksın. Seveceksin, seveceksin,seveceksin. Benim en büyük pişmanlığım 1957’ den beri tuttuğum arşivimi kaybetmiş olmamdır. Genç arkadaşlarıma tavsiyem arşivlerini sıkı tutsunlar, çektiklerini gün gün, konu konu arşivlesinler. Süreyya Oral ile uçaktayız. Hostesler bir şeyler hazırlıyor. Kokpitin önünde Özal’ın fotoğrafını çekmek için hazırlanıyoz. O sırada beni dürttüler bende küfür ettim hostes üstüne alındı. Başladı ağlamaya. Sonra Özal geldi o da beni dürtmeye çalıştı bende kendimi tutmaya çalışıyorum 5 dakika boyunca benimle uğraştı. › Yaşar Uçar’ın Albümünden m Bora Ekre a-Yaşar Uçar- Sökmen Baykar Yaşar Uçar - İs me t İnönü skerler ında a etecis a r ı s az ası çıkartm t ediyorduk. G diğer Kıbrıs e z k te hare ı. Adem Yavu diklek i l r i b le de ışt a plajı e ayrılm ler ikiy ruldu. Çıkartm kerleri üzereas vu grupta diğimizde Rum r kurşun kasel bi s’ ri yere g çtı. Bu sırada a Kıbrı c n u a y o ş b Domize ate ıp gitti. 3 ay doğdu. m p ı r z ı a k ç a a ının d kım Bu sıra etleri komutan n. m ı d l uvv öğre ta ka Kara K bir telefon ile u n u m yapm ğu ı banyo kole ettiği i r ı a ğ fl ı l a ı r c ara fotoğ ardık ıbrıs’ta ine yaz r ae z ü dim. K n dik Ank tleri r e i r s e a d ,k n kla gö ıs hamadık dan uça ulaşırdı. Kıbr flar o ı r a l nu ğra nsa dan aja miz foto raya or sında istediği ğrafları ser ıra z foto yrekatı s ediğimi ilde sansür u t s i k i d rı çeker dık hiçbir şek ar vise koy ı. ad gulanm 46 ma r - Süley ça Yaşar U r Yaşar Uça n Demirel r - Turgut Özal 47 Yaşar Uça - Celal Bayar Yaşar Uçar’ın Albümünden e gezisind tığı bir yurt p a y a d ın ıl der, 1957 y lamlıyor Adnan Men üden vatandaşları se rs kü Süleyman Demirel-A li Naili Er dem Zong uldak’ta Cahit aşkanı B s li c e ren, M et Bayramı el ve Ev iy ir r u m e h D m it, Cu aş ile Karak Ecev Süleyman Demirel-ihsan Sabri Çağlayangil, Bülent Ecevizt 48 Deniz Baykal 49 Cemal l Gürse Hindistan’da 1 ay Genel olarak Hindistan’dan bahsetmek gerekirse; B ilindiği üzere çok kalabalık ve 120 farklı dilin, bir çok farklı inanıştan insanın yaşadığı bir ülke. Göze en çok batan tarafı zengin fakir ayrımı. Zenginleri aşırı zengin fakirleri ise aşırı fakir, kast sistemi hintliler pek kabul etmese de hala işliyor yani. Sokakta bu dengesizliği çok rahatlıkla gözlemlebiliyorsunuz. En önemli şeylerden birisi de genel bir pislik hakimiyeti. Temiz olması gereken her şey pis Hindistan’da. Sokakta yürürken, sokak ortasına her türlü tuvalet ihtiyacını gideren insanlar görmek sıradanlaşıyor bir süre sonra. Bu durum sokakların hatta her yerin pis kokmasına sebep oluyor. Hindistan’da alışmanız gereken bazı durumlar var. Bunların başında trafik geliyor. Evrensel trafik kurallarının önemsiz olduğu, kendine has kuralların olduğu bir trafik. Her tarafta motosikletler, bisikletler ve 3 tekerlekli ‘’rikşa’’ adındaki motosiklet taksiler var. Bizim de en çok kullandığımız ulaşım aracı da bu rikşalar oldu. O karmaşık trafikte akrobatik hareketlerle ilerleyen en hızlı araçlar onlar. Trafikte görmeye alışacağınız şeylerden birisi de hindular için kutsal olan inekler. Her taraftalar. Trafikteki en bariz kural da aslında onlara gösterilen saygı. Koca bir caddenin trafiği yol ortasında miskin miskin duran bir inek yüzünden dakikalarca durabiliyor. Buna ek olarak alışmanın zor olduğu diğer bir konu da sokakta bir turist olarak yürümek. Cidden 50 meşakatli bir iş. Çünkü sürekli yanınıza birileri yanaşıyor, birşeyler satmak istiyor veya rikşa şoförleri sizi takip ediyor. Bu insanlara gerekli tepkiyi verebilmeyi öğrenmek bile başlı başına bir iş. Ve tabi alışveriş mevuzusu. Bilinmesi gereken şey, size söylenen miktarın aslında üçte birini vermeniz gerektiği. Örneğin rikşa ile yaptığını pazarlık 600 rupiden başlıyorsa, sonuçta rahatlıkla 200 rupiye anlaşabiliyorsunuz. Hindistan’da her şey için pazarlık yapabilirsiniz. Çünkü turist olduğunuzdan fiyatlar çarpı üç olarak başlıyor sizin için. Hindistan’ın malum kendine has özelliklerinden birisi de yemekleri. Bol baharatlı, acı ve etsiz yemekler. Halkın çoğunluğu vejeteryan olduğu için et yemeği bulabilmek cidden zor. Yemeklere alışmak da biraz zaman alıyor fakat alıştıktan sonra lezzetli geliyor diyebilirim. Yemek yiyecek yer bulmak da haliyle biraz zor. Hindistan’ın genel olan pis yapısını kabullenemezseniz aç kalırsınız. Biz ilk başlarda kaldığımız otellerin restorantları dışında yemek yemiyorduk mesela. Fakat sonra anladık ki oteller bile yeterince temiz değil. Bu farkındalık beraberinde mecburiyeti kaldırdı ve daha rahat bir şekilde karnımızı doyurmaya başladık. Fakat her şeye rağmen sokakta yapılan ve satılan yiyeceklerden uzak durmaya çalıştık çünkü o pislikteki bir ortamda yapılan yemek ne kadar lezzetli olursa olsun çok sağlıklı görünmedi hiç bir zaman gözümüze. Anadolu Ajansı Foto Muhabiri Alper İşmen Hindistan’a gitmeye karar vermemiz çok zor olmadı. Hindistan ile ilgili o kadar çok fotoğraf görmüștük ki, ne kadar güzel bir ülke olduğunu, fotoğrafçılar için cennet olduğunu çok iyi biliyorduk fakat bir yandan da Hindistan’ın çok fazla fotoğrafçı tarafından fotoğraflandığını ve artık klișe haline geldiğinin de farkındaydık. Fakat bu bizim Hindistan’ı fotoğraflamamızı engelleyemezdi çünkü kendi tarzımıza ve özgünlüğümüze güveniyorduk. Hatta öyle ki; iki kiși yan yana, aynı șeyi çeksek bile fotoğrafların farklı olacağından emindik. Bir diğer enteresanlık trenler. Ülkede en yaygın ulaşım aracı olan demir yolu ulaşımı, çok yaygın ve rabet görüyor. Trenlerde 6-7 farklı sınıf mevcut. Bu sınıf farklılığı temelde kast sisteminden kaynaklı. Örneğin en üst sınıf vagonlar klimalı, yataklı özel kompartmanlardan oluşurken en alt sınıf vagonlar tahta ranzalar ve üst üste giden insanlardan oluşuyor. Çoğu zaman bu alt sınıflar 20-30 saatlik yolculuğu tıka basa dolu, oturacak yer olmayan vagonlarda geçiriyorlar. Bu çok sert ve acımasız bir ayrım aslında. Bu tarz eşitsizliklerin çok yaygın olduğu bir ülke Hindistan. Başlarda bu duruma alışmak da zor geliyor insana. Tren yolculukları esnasında bize garip gelen o kadar çok şey oldu ki sadece yaptı- 51 ğımız tren yolculukları üzerine bile bir inceleme yazısı yazılabilir. Bunun sebebi de sanırım hintlilerle mecburi olarak ilişki kurma durumu trenlerdeki. Örneğin aynı kompartmanda anne, baba ve çocuktan oluşan hintli aile ile 36 saat yolculuk yapmanız gerekebiliyor. Bu süre onların kültürlerini, alışkanlıklarını, davranış şekillerini gözlememek için yeterli bir süre bence. Hindistan’da bir ay boyunca gezdiğimiz yerler şu şekildeydi; Tur planımızı sıras ile Delhi, Kalkuta, Varanasi, Agra, Jaipur, Jodphur, Mombai ve en son Goa şeklindeydi. Aradaki uzun süreli tren yolculuklarını düşünerek bu şehirler de ortalama 3-4 gün kalacak şekilde yapmıştık planızımı. Her gittiğimiz şehir ayrı bir dünya, ayrı bir alışma süreci gerektiriyordu. Her ne kadar foto muhabir gözüyle ve amaçlarıyla hareket etsek de fazlasıyla yabancısı olduğumuz bir kültür olduğundan turist gibi takılmak kaçınılmazdı. Fakat yine de kısa zamanda ortama ayak uydurarak ve gerekli ayarlamaları yaparak işimize yoğunlaşmayı başardık. Bu şehirler arasında en çok ilgmizi çeken Varanasi oldu. Şehir dünyanın en eski şehirlerinden birisi olarak kabul ediliyor. 2500 yıldır hindular buraya, kutsal sayılan Ganj nehri kıyısına günahlarından arınmak, hacı olmak, ölülerini yakmak ve ölmek için geliyorlar. Turumuzun diğer kısımları da en az bu iki şehir kadar verimli geçti. Anlatacak o kadar çok şey var ki sayfalar alır. Bir ay boyunca her günümüz fotoğrafla, Hindistan’ı anlamak ve yaşamakla geçti. Aslına bakacak olursak genel olarak çok önemli bir hayat tecrübesiydi bu gezi bizim için. Hindistan’da 1 ay 52 53 54 55 Hindistan’da 1 ay R I B N E T H TARI K A R P YA Mehmet Serenkök Arşivinden - Ulu Önder M. Kemal Atatürk (Solda) Necmettin Erbakan - (Ortada )Süleyman Demirel -(Sağda) Celal Bayar Papa 2. Jean Paul Türkiyede Türkiye’ye gelen Vatikan Devlet Başkanı Papa 2. Jean Paul, Esenboğa Havaalanı’nda Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Dışişleri Bakanı Fahrettin Erkmen ve Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Haluk Büyülken tarafından karşılanırken. 28 Kasım 1979 Yedek Subay Zeki Müren Ünlü ses sanatçısı Zeki Müren, Ankara Piyade Okulu’nda yedek subay öğrencisi olarak bulunduğu dönemde yapılan bir röportajda 1957 Uğur KAVAS / TFMD Yön.Kurulu Üyesi MEHMET SÜRENKÖK (1921-1985) 1 921’de Malatya’nın Darende ilçesinde doğdu. Gençlik yıllarında boks sporunda başarılı sonuçlar alan Sürenkök,1941’de Türkiye ve Balkan Boks Şampiyonu oldu.1944 yılında Ulus gazetesinde foto muhabiri olarak çalışmaya başladı. Vatan, Zafer, Hürriyet, Yeni Asır, Yeni Sabah gazeteleriyle Hayat mecmuasında görev yaptı.1950 yılında Türk Fotoğraf Ajansını kurdu. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in yurtiçi ve yurtdışı gezilerinin hemen hemen tamamına katıldı. Aktif gazeteciliği Süleyman Demirel ve Turgut Özal dönemine kadar uzandı. Vefat ettiği 1985 yılına kadar elinden fotoğraf makinesini düşürmedi. Mehmet Sürenkök; Türk basın camiasında, uluslar arası basın kuruluşlarında az sayıda bulunan Linhoff ve Leica marka fotoğraf makinaları ile yapmış olduğu çalışmalarla ünlendi. Sürenkök’ün Linhoff marka makinası ,Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nde itina ile korunmaktadır Basın Şeref Kartı sahibi Mehmet Sürenkök, 6 Eylül 1985 tarihinde vefat etti.Mehmet Sürenkök’ün arşivi ,oğlu Önder Sürenkök tarafından Haziran 2007 ‘de Anadolu Ajansı’na bağışlanmıştır. Ayrıca, Önder Sürenkök, babasının çektiği fotoğraflardan oluşan Demokrasi Tarihimizden Kareler Mehmet Sürenkök adlı bir albüm yayımlayarak, Mehmet Sürenkök adını daha da ölümsüz kılmış ve görsel tarihe önemli bir belge bırakmıştır. 57 Menderes’e karşılama Başbakan Adnan Menderes bir gezi dönüşü, Ankara Etimesgut Havaalanı’nda kendisini karşılayan Ankara Valisi ve Belediye Başkanı Kemal Aygün ile uçağın yanına kadar gelen halkın arasında 1953 Bayar, Mehmet Serenkök’ün evinde... Celal Bayar, Mehmet Serenkök’ün eşi Necla Serenkök, oğlu Önder, gelini İnci ve torunu Mehmet Mert ile birlikte. 1981 *** Fotoğraflar,Demokrasi Tarihimizden Kareler albümünden alınmıştır. Mehmet Sürenkök Gençliğinde 56 Bayar’a denizde karşılama Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes; Eğe Denizi’nde izledikleri tatbikat sonrası, Gaziantep Muhribi ile geldikleri İstanbul’da halkı selamlarken. 15 Temmuz 1950 Cemal Gürsel Meclis Kürsüsünde Arkada. Mehmet Sürenkök Uğur Kavas Koleksiyonu Doç. Dr. L. Doğan TILIÇ Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) Türkiye Temsilciliği Avrupa Gazeteciler Birliği Genel Başkan Yardımcısı Fotoğraflanması Zor Zamanlar! Sevgili Rıza (Özel), TFMD’nin dergisi için bu yazıyı istediğinde, Nazım ustadan esinlenmeyle “Sen bu zor zamanların fotoğrafını çekebilir misin, Rıza?” demek istedim. Gerçekten de, zor zamanlarındayız gazeteciliğin ve foto muhabirliğini gazetecilikten ayrı düșünmek de olanaksız. 1 830’ların sonunda fotoğrafın keşfiyle gazetecilikte yeni bir çığır açılmıştı. Daha önce felsefi temelleri oluşan “objektiflik” kavramı, fotoğrafla birlikte bir anlamda elle tutulur hale gelmiş ve gazetecilik de “inandırıcılık” açısından en önemli mesafeyi kat etmişti. Son yıllarda, “objektiflik” kavramı da pek çoğu yerinde eleştiriler sayesinde sorgulanır oldu. Ancak, bu kapsamlı ve ayrı bir tartışma konusudur. Tartışılmaz olan şu ki; fotoğrafsız ve foto muhabirsiz bir gazetecilik düşünülemez. Düşünülmemelidir! Bu dergide yazarken biraz tereciye tere satmak gibi olacak ama; foto muhabiri de, fotoğraf makinesinden fazla bir şeydir. Hem de çok fazla! Tıpkı muhabirin görüşmelerini kaydettiği teypten çok daha fazlası olduğu gibi. Rıza’ya “fotoğrafını çekebilir misin?” diye sormak istediğim, “gazeteciliğin zor zamanları” derken neyi kastediyordum? Zorluk sizin gazeteciliği tanımlamanızla başlıyor aslında. Değişik tanımları var gazeteciliğin. Benim en sevdiğim tanım şu: “Gazetecilik doğruyu söyleme mesleğidir!” İşte, son 25-30 yıldır gittikçe artan bir oranda zorluk yaşadığımız nokta da bu: Doğruyu söyleyebilmede zorlanmak! Bir yandan bizi “doğru söylemek”le yükümlü kılan bir mesleğin erbaplarıyız, öte yandan da bir patronun ücretli işçileri… Sonuçta günümüz gazetecisi her gün kendi doğruları ile bir patronun ücretli işçisi olmak arasındaki gerilimi, bu her ikisinin birbiriyle örtüşmediği durumlarda, yaşayıp duruyor. Mesleğin doğruları ile medya sahiplik yapısının talepleri çelişebiliyor. Çalıştığınız medya kuruluşunun patronu mesela enerji alanında özelleştirmelerden yana olabiliyor veya nükleer santral ihaleleriyle ilgilenebiliyor. Onun bir çalışanı olarak, siz de özelleştirmelere karşı olabiliyor, nükleer enerjinin memleketin hayrına olmadığına dair verilere, bulgulara ulaşmış olabiliyorsunuz. Ancak, bunları o patronun, radyosu, gazetesi veya televizyonunda ifade etmeye kalkmak işinizi kaybetmeyi göze almakla eşdeğer. Zamanımızın önemli bir zorluğu buradan kaynaklanıyor. Fotoğrafı gazetecilik alanına sokan 1830’ların teknolojisi foto muhabirliği gibi bir alanın da açıcısı olmuştu. Oysa bugün yeni iletişim teknolojileri, neredeyse gazeteciliği yapay zeka sahibi robotlara yaptırmayı düşündürtecek, istihdam daralmalarına yol açıyor. Geçmişte, mesela bir televizyon kanalında bir habere bir sesçi, bir ışıkçı, bir kameraman, bir muhabir gibi dört veya beş kişi giderken, şimdi orada dörtte bir, beşte bir istihdam daralması yaşanıyor. Çünkü küçücük dijital kameralarla bir tek eleman gidip sesçiye, ışıkçıya muhabire gereksinim olmadan tek başına, o haberi hazırlayabiliyor. Teknoloji televizyon için beşte bir istihdam daralması getirirken, televizyonun patronu, aynı zamanda gazetenin, radyonun ve internet sitelerinin de patronu olduğu için, aynı çalışanın patronun radyosu, internet sitesi ve gazetesi için de haber yapması bekleniyor. 58 Bu yeni digital kameralar fotoğraf da çekebildiği için foto muhabiri de aradan çıkarılabiliyor. Dolaysıyla yeni medya teknolojileriyle birlikte medya sektöründe onda bire varan istihdam daralmaları yaşanabiliyor. Bunun sonucu olarak dünyanın her yerinde kitlesel işten çıkarmalarla karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye’de böyle her yıl yüzlerce, binlerce gazeteci işten çıkarılıyor. Bununla beraber her yıl yeni iletişim fakülteleri açılıyor ve bu fakültelerden yeni yeni genç insanlar da gazeteci de olabilmek üzere mezun oluyorlar. Ama onları istihdam edebilecek bir sektör yok. Onlar yeni, genç, deneyimsiz gazeteciler olarak piyasaya girerken hemen onların yanı başında on, onbeş yıl çalışmış, yirmi yıl çalışmış ve işten çıkarılmış işsiz gazeteciler kitlesi var. Dolaysıyla bir de iletişim fakültelerinin piyasanın gerektirdiğinden çok daha fazla öğrenciyi sektöre sürmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. İstihdam daralması ve işsizlik! Bu da, gazetecilik açısından zamanımızın bir başka zorluğu. Fotoğraflanması zor zamanlar derken, asıl olarak bu iki temel zorluğu kastediyorum. Tekrar başa, foto muhabirinin fotoğraf makinesinden çok daha fazla bir şey olduğu saptamasına dönersem, bir kişisel gözlemi aktarmalıyım. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle birlikte, bir ABD ya da uluslar arası müdahalenin her an geleceği öngörüsüyle Bağdat’a hareket eden gazeteciler arasındaydım. Anımsarsınız, birinci Irak Savaşı CNN meşhur etti. Onun savaş muhabiri Peter Arnett’i meşhur etti. Neden? Çünkü onlar bütün bir savaşı dünyaya canlı olarak izlettiler! Nasıl? Bağdat’ta Filistin Oteli’nin üst katında pencereye dayadıkları kameranın kaydettiği görüntüleri aktararak! Bir otelin tepesinden, bir pencerenin izin verdiği açıdan savaşı “canlı olarak” izleyenler savaşın bir video ve ışık oyunu olduğu izle- nimine kapılmışlardır. O savaşta biz hiç ölüm görmedik. Patlamaların yaydığı ışığı, mermilerin gece karanlığında bıraktıkları izleri gördük. CNN’in izlettiği o savaş, tarihin en steril savaşı olarak geçebilir kayıtlara. Ölümsüz, kansız, acısız bir savaş! Peki, bu doğru muydu? Böyle savaş olur mu? İkinci Irak Savaşı’nda El Cezire, El Arabiya, Abu Dabi TV gibi farklı kanallar ve onların farklı açıları devreye girince bir başka yüzü daha görüldü savaşın. Esir alınıp işkence edilen askerler, ölen siviller, Filistin Oteli’nin 13. katında vurulan gazeteciler. Söylemek isteğim şu; bir kamerayı belli bir açıyla sabitlediğinizde elde ettiğiniz görüntü size gerçeği ve doğruyu vermiyor. Foto muhabirini fotoğraf makinesinden çok daha fazlası yapan da bu galiba. Bir haberi en doğru yansıtacak görüntüyü, o görüntünün doğru açıdan çekilmiş olması sağlıyor öncelikle. “Fotoğraf, zamanı enine keserek belirli bir ânda gelişmekte olan olay ya da olayların bir kesitini sunar. Bu yönüyle fotoğraflar zamandan çekilip alınmış ân’lardır. Çekilen herhangi bir fotoğraf, çekilebilecek binlerce fotoğraf karesinden sadece biridir. Başka bir değişle önceki ve sonraki kareler arasında olandır. Bir bakıma fotoğraf belli bir geçmişten gelen, şimdiki zamanı yaşayan ve geleceğe geçişi sağlama andır” diye yazmıştı Kıbrıslı Türk gazeteci Hüseyin Yalyalı, danışmanlığını yaptığım master tezinde. Yalyalı’nın, “Fotoğrafın anlamı durağan değildir ve bu yönüyle de her zaman anlamı kendisinden kaynaklanmaz. Fotoğrafın anlamlandırılması süreci fotoğrafa konu olan olay/ olgu hakkında bilgi sahibi olmakla da ilgilidir. Fotoğrafın kullanım yer ve şekilleri, onların okuyucuya/izleyiciye sundukları bağlam, nasıl algılandığı, nasıl etkilendiğiyle doğrudan ilişkilidir. … Herhangi bir fotoğrafa bakıldığında fotoğrafta yansıtılan/aktarılan olay hakkında bilgi olmaması halinde fotoğrafın tek başına anlam kazanması, anlamlandırılması söz konusu olmaz” diye giriş yaptığı o çalışmada, Azar Nafisi’nin “Tahran’da Lolita Okumak” kitabının kapak fotoğrafını da tartışmış, Hamid Dabashi’nin o kapak fotoğrafını irdelediği “Günümüzde Oryantalist Fantaziler” makalesini temel almıştık. Dabashi’nin o makalesi bana bir fotoğrafı okuyup anlamlandırmak konusunda çok şey öğretirken, foto muhabirinin önemini bir kez daha fark etmemi sağlamıştı. Foto muhabiri, bir fotoğrafı en doğru açıdan çeken, onu en doğru biçimde çerçeveleyen kişi ve bu işlemi bir makinenin yapması olanaksız. Fotoğrafı anlamlandırırken; onun hangi açıdan çekildiği, nasıl çerçevelendiği yanında nasıl bir alt yazı ile (metinle) birlikte sunulduğu ve ona bakanın birikimi, önyargıları ile fotoğrafın sabitlediği an hakkındaki bilgisi de önemli oluyor. “Tahran’da Lolita Okumak” kitabının kapak fotoğrafını Dabashi’nin makalesi ışığında irdelemek bunları kavramama önemli ölçüde katkıda bulunmuştu. O kapak fotoğrafının en göze çarpan yanı, iki genç kızın bir şey- ler okudukları anlamı verilecek şekilde aşağı eğilmiş başlarıydı. Fotoğraf kızların ne okuduğunun görülmediği ve bilinemediği bir şekilde çerçevelenmişti. Fotoğrafın kullanıldığı kapaktaki “Tahran’da Lolita Okumak” yazısının okuyanın aklanı ilk gelen şey Vladimir Nabokov’un “Lolita” romanının Tahran’da okunması oluyordu. Dabashi’nin kapak fotoğrafını irdelemesini, Yalyalı’nın tezinden aktarayım: “Yazının altında başörtülü iki genç kızın bir şeyler okuduğu, okudukları şeyden oldukça hoşnut görülmesi nedeni ile bunun Tahran’da doğal olduğu imajının yaratıldığına işaret eden Dabashi, kitabın kapağına daha yakından bakılınca, tahlile dayalı görsel bir nesne olan fotoğrafın mesajındaki ikili özelliğine dikkat çeker. Edebi ve sosyal anlamlarıyla “Lolita”nın yaşı küçük genç kızlarla/çocuklarla girilen yasadışı cinsel ilişkiyi çağrıştırdığını ifade ederek, fotoğrafın ikili mesaj içerdiğini, bunlardan birinin işaret edilen; ikincinin ise çağrıştırılan mesaj olduğunu hatırlatır. formcu muhalif Moşarekat gazetesini okuduğunu belirtir.” Bu uzun alıntıyı yapmamın ve somut örneği vermenin nedeni şuydu: Fotoğraf asla bir makinenin işi olarak görülüp geçilebilecek bir şey değil. O, her şeyden önce, tahlil odaklı bir görsel malzeme. Çekenin de çekilene bakanın da farkında olması gereken bir ağırlığı ve önemi var fotoğrafın. Çekene de, bakana da sorumluluk yükleyen bir yanı var! “Tahlil odaklı her sanat gibi görsel bir malzeme olan fotoğraf, kesilip biçilmeden, bağlamından koparılmadan, farklı bağlamlarda, ve belki yeniden ve yerinde kurgulanarak kullanıldığı zaman neyi, nasıl anlatır? Fotoğraf, bir görüşün ileri sürdüğü gibi, inkar edilemez bir kanıt mıdır? Sadece ve sadece doğruyu, gerçeği ve olanı bire bir aktarır ve yalan söyleyemez mi? Fotoğrafik mesajın, işaret ederek doğrudan gösterdiği ile çağrıştırdığı mesajlarla iletişim dünyasında, basında ve gazetelerde nasıl bir yeri var?” Tahlil odaklı her sanatın ikili mesaj içerdiğini, tahlil odaklı bir bilgi nesnesi olan fotoğrafın da bu nedenle önemli olduğunu savunan Dabashi, çağrıştırılan mesaj ile işaret edilen mesaj farkı ile bir bağlamda küresel imparatorluğa ideolojik (ve kültürel) dayanak sağlandığını vurgular. Bu derginin okurları ve TFMD üyeleri için bu sorular yanıtı çoktan verilmiş sorular olabilir. Ancak, benim gibi uzmanlık alanı fotoğraf olmayan birinin, bir anın sabitlenmiş görüntüsüne bakarken “fotoğraf işte” deyip geçmemesi için tüm bu soruların farkında olması gerek. Dabashi, kitabın kapağında yazılmayan ancak “Tahran’da Lolita okumayı hayal edebiliyor musunuz” sorusundaki gibi tahlil odaklı bir fotoğraf kullanılarak farklı sonuçlara varabilmenin mümkün olduğunu söyler. Reşit olmayan kadın veya erkelerle cinsel ilişkinin Oryantalist literatürde “arzu şarkısının” en bilenen klişelerinden olduğunu anlatan Dabashi, “Tahran’da Lolita okumak” kitabının kapağında kullanılan fotoğrafın aslında oryantalist resmin bir uyarlaması olduğunu kaydeder. Yazıya “Fotoğraflanması zor zamanlar” diye başlayıp buralara gelmem nedensiz değil. Evet, zor zamanlardan geçiyoruz. Eminim, foto muhabirleri bu zor zamanların gerçeğini en doğru bir şekilde yansıtacak fotoğrafları da çekebilecektir. İçinden geçtiğimiz zor zamanlar, gazetecinin doğru söylemsi önüne aşılması güç engeller koyarken, işsizliğin de korkunç bir canavar olarak kapımıza dayandığı günler. Hamid Dabashi, kitap kapağındaki düğümün, kitapta kullanılan, ancak, başka bir bağlamda çekilen fotoğrafın kendi bağlamından koparılması olduğunu söyler. Kapakta kullanılan fotoğraf kesitinin orijinalinin 2000 yılında İran’da yapılan parlamento seçimleri sırasında hazırlanan bir haberde kullanıldığını aktarır ve orijinal fotoğrafta iki genç kızın re- 59 Umarım ve dilerim ki, medya sahipleri o sık sık gündeme gelen/getirilen krizlerde foto muhabirlerini “yangında ilk feda edilecekler”den saymazlar. Bakan makineler icat edilebilse de, onların görebilmesi için foto muhabirlerine gereksinim olduğunun ayırtına varırlar. Umarım, bin bir emekle önlerine konulan bir görüntüye “fotoğraf işte” muamelesi yapma cehaletine düşmezler! HUKUK KÖŞESİ Umut KURMAN / Avukat Özel Hayatın Gizliliği ve Kamusal Alan H ukukçular ve gazeteciler arasında bu çokça tartışılan konu, özellikle kamusal alanda gazetecilik ve foto muhabirliği yapan arkadaşlarımızla sosyal ve politika hayatımızın ünlü şahsiyetlerini de sıklıkla karşı karşıya getiren bir konudur. Hatırlanacağı üzere, bu konuda en son sosyal hayatın ünlülerinden Şahan Gökbakar ve Berrak Tüzünataç’ın ‘’balkonda’’ öpüşmesi ve bunun foto muhabirlerince görüntülenmesi büyük polemik yaratmış ve gazetecilerle, hukukçuları kendi aralarında bile ikiye bölmüştü. O dönemde hukukçular arasında en çok tartışılan konulardan biri balkonun ‘’kamusal alan’’ olup, olmadığı hususu idi ve itiraf etmek gerekirse bugün bile bu konu hakkında çok net bir tarif yapılabilmiş ya da konu sonuca bağlanmış değildir. Ancak; hukukun özelikle de özel hayatın gizliliği ile ilgili olarak iki temel düzenlemesi bulunmaktadır. Bunun bir tanesi Anayasa’da, diğeri de Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiştir. Anayasa’nın 20. maddesi; “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz’’ demektedir. Türk Ceza Kanunu’nun ilgili 134/1 maddesinde de; ‘’Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz’’ hükmü yer almaktadır. Ancak; kişi bu duruma rıza gösterirse, cezanın ağırlaştırıcı maddeleri olan görüntü ve ses kaydının alınması halinde dahi, o zaman bu durum suç olmaktan çıkacaktır.Kaldı ki, ceza kanunumuzda tanımlı olan bu suç, ‘’şikayete bağlı’’ bir suçtur yani savcılık makamı herhangi bir şikayet olmadan ‘’kendiliğinden’’ böyle bir suçun oluşmuş olduğu iddiasıyla soruşturma başlatamaz. Ayrıca, ne ceza kanunumuzda ne de Anayasamızda ‘’özel hayatın’’ tanımı yapılmış değildir. Dolayısıyla, özel hayatın sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği konusu da çok net değildir. Yukarda bahsetmiş olduğum, ‘’balkon kamusal alan mıdır?’’ sorusu da bu yüzden hukukçuları ve gazetecileri ikiye bölmüştür. Çünkü her ne kadar, insanların özel konutlarının içi en dar anlamda ‘’özel hayat mekanı’’ olarak kabul görmüşse bile, evin bir paçası sayılan balkonunun özel alan mı yoksa 60 kamusal alan mı olduğu bile tartışmaya açık bir konudur. Bu durumda, bizce gazetecilik ve foto muhabirliği yapan arkadaşlarımıza yapılacak en iyi hukuki tavsiye, çektikleri bir fotoğrafı yayımlamadan önce kendilerine şu soruları sormaları olacaktır; -Fotoğrafın çekildiği yada ses ve görüntünün alındığı alan, kamusal alan olduğu herkes tarafından da kabul edilen bir yer midir? -Alınan görüntü ya da ses kaydı, şahsın kişilik haklarını, onurunu ve itibarını zedelemekte midir? Her olayın ve fotoğrafa konu olan her şahsın kendine özgü ve şart ve koşulları olduğunu düşünerek ve gazeteciliğin ve foto muhabirliğinin de ‘’halka haber ve bilgi vermek’’ amacında olan bir kamu mesleği statüsünü de göz önünde bulundurarak, özel hayat ilkesinin, mesleğini icra eden gazeteci ve foto muhabirleri açısında da bir ‘’sansür’’ mekanizmasına dönüşmemesi için hem gazeteci ve foto muhabiri arkadaşlarımızın hem de hukukçuların bu konuda,farklı pencerelerden birbirlerine söyleyecekleri çok şey olduğunu düşünüyorum. 2004 y›l›ndan bugüne Spor Toto; Devletimize... 2.733.919.805,00 TL, Futbol Kulüplerimize... 917.282.042,00 TL, Sosyal Kurulufllar›m›za... 869.550.267,00 TL, Halk›m›za... 7.014.282.995,00 TL kaynak sa¤lad›. Ülkemiz 470 adet yeni spor tesisi kazand›. Eme¤i geçen herkese teflekkür ederiz. 61 Fotoğraf: Emre TAZEGÜL AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU › 62 63 Yazı: Ali Sait KADIOĞLU 11. Avrupa Gençlik Oyunları’nın önemi, son yıllarda bir çok spor organizasyonlarına ev sahipliği yapan Türkiye için çok farklıydı... AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU 11. Avrupa Gençlik Oyunları’nın önemi, son yıllarda bir çok spor organizasyonlarına ev sahipliği yapan Türkiye için çok farklıydı... T ürk spor tarihinde ilk kez olimpiyat ateşi Trabzon’da yandı ve bu görkemli anı muhteşem bir açılış töreniyle milyonlarca sporsever ekranları başında izledi. Avrupa Olimpiyat Komiteleri Birliği’nin (EOC) organizasyonu olan Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları’nın 11’incisine ev sahipliği yapan Trabzon, 49 ülkeden, yaklaşık 3 bin 500 yabancı misafiri, 6 gün boyunca ağırladı. Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları Eyof Trabzon 2011’i izleyen Hakan Sezer, Volkan Yıldırım, Alper İşmen, Raşit Aydoğan, Sedat Yılmaz, Öner Şan, Kadir Kemaloğlu, İlkin Eskipehlivan, Emre Tazegül ve Ali Atmaca fotoğrafları ile TFMD Foto Muhabiri Dergisi’ne renk kattı. 64 Oyunlar vesilesiyle Trabzon’a, Erzurum’dan sonra en büyük tesis yatırımı yapıldı. ‘’Karadeniz’in incisi’’ ne 7 bin 500 kişilik Sögütlü Atletizm Sahası ve aynı kapasiteye sahip Hayri Gür Spor Salonu gibi bir çok yeni tesis kazandırıldı. Ancak bu tesisler arasında Yom- ra Cimnastik Merkezi, Beşirli Tenis Yerleşkesi ile Mehmet Akif Ersoy Yüzme Kompleksi’nin yeri diğerlerinden farklıydı. Söz konusu tesisler taşıdıkları farklı özelliklerle Türkiye’nin ilk olma özelliğini taşıdı ve genç sporcular bu güzel tesislerde yarışmanın farklılığını doyasıya yaşadı. Oyunlar için Türkiye’ye gelen EOC Başkanı Patrick Hickey, TMOK Başkanı Prof. Dr. Uğur Erdener gibi Türkiye ve Dünya sporunun önde gelen isimlerinin, organizasyonla ilgili düşünceleri ise, oldukça etkileyiciydi. ranlıklarını dile getiren ünlü spor adamları, ‘’Trabzon EYOF tarihinin gelmiş geçmiş en iyi organizasyonuna ev sahipliği yaptı’’ fikrinde birleştiler. Birçok sporsever tarafından ‘’olimpiyat oyunları’’nın açılışı kadar etkileyici bulunan açılış töreni ise yıllar boyunca hafızalardan silinmeyecek karelere sahne oldu. -EYOF TARİHİN EN İYİ ORGANİZASYONU- Bizlere, dünya sporuna yön verecek isimleri ilk önce Trabzon’da izleme şansı veren herkese sonsuz teşekkür ediyor, 2020 olimpiyat adaylığı konusunda Trabzon’un, Türkiye için çok önemli bir referans olacağını belirtmek istiyoruz. Kendilerine sorulan her soruda ve uzatılan her mikrofona Trabzon ile ilgili hay- Avrupa gençliğini ülkemizde ve bu güzel şehrimizde tekrar görmek dileğiyle... 65 AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU Hüseyin Avni Aker Stadındaki açılışı binlerce kişi yerinde milyonlar ise televizyonları başında ilgi ile izledi... Fotoğraf: Volkan YILDIRIM 66 67 68 69 AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU Fotoğraflar: İlkin ESKİPEHLİVAN AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU 70 EYOF 2011 farklı noktalardaki 10 ayrı salon, 1 atletizm pisti ve kentin caddelerinde düzenlenen yarışlarla Trabzon’a renk kattı. Fotoğraflar: Raşit AYDOĞAN, Kadir KEMALOĞLU, Ali ATMACA, Hakan SEZER AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU Muhteşem organizasyonda 4 bine yakın sporcu dereceye girmek için mücadele etti Fotoğraf: Sedat YILMAZ AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU 74 9 dalda gerçekleşen yarışlarda Rusya Federasyonu 54 madalya ile ilk sırada yer aldı Türkiye ise 2 altın 7 bronz madalya ile oyunları 20. sırada tamamladı. Fotoğraflar: Öner ŞAN, Alper İŞMEN, Tuncay YUMAK 75 AVRUPA GENÇLİĞİ TRABZON’DA BULUŞTU EYOF 2011’in başarısı Türkiye’nin 2020 yaz olimpiyatları adaylığı için önemli bir referans olarak gösteriliyor. İyi bir foto muhabiri bir şeyler olacağını hisseder Haber Türk Gazetesi Spor Foto Muhabiri Vedat Danacı... Sahaların yıldız foto muhabirlerinden Danacı’ya göre, spor fotoğrafçılığında refleks ve şans önemli. Önüne çıkan şansı değerlendirmekse kişinin yeteneğine kalıyor. Cumhuriyet’te mesleğe adım attığınızı ve Milliyet’te uzun yıllar çalıştığınızı biliyoruz. Serüvenin başlangıcı ve hayatınızın dönüm noktalarını öğrenebilir miyiz? L iseyi bitirip, üniversiteye girdikten sonra, karikatürist olan dayım İsmail Gülgeç’in vasıtası ile futbola ve spora olan ilgimden ötürü, Cumhuriyet Gazetesi spor servisinde Abdülkadir Yücelman’ın yanında gazeteciliğe başladım. Ender Erkek’in beni fotoğrafa yönlendirmesi hayatımın dönüm noktası oldu bir anlamda. Cumhuriyet Gazetesi maddi de- ğil, fakat manevi olarak tatmin edici bir yerdi ve tam bir okuldu. Hıncal Uluç, Abdülkadir Yücelman, Deniz Gökçe, Fatih Altaylı, Halil Özer, İsmet Berkan, Gürcan Bilgiç gibi isimlerle çalışmak ne kadar doğru bir yerde işe başladığımı ilerleyen yıllar gösterdi. Bütün servisler iç içeydi, herkes birbirini tanırdı. Hasan Cemal genel yayın yönetmenimizdi. O dönemler için unutamadığım en önemli şey. İstanbul dışındaki ilk seyahatimiz Kırkpınar yağlı güreşleriydi. Halil’le bir hafta kalıp, Cumhuriyet gibi bir gazetede her gün iki tam sayfa verdik. İlk primimizi de Halil’le birlikte 20 lira olarak 78 almıştık. Ardından Hıncal Uluç’la birlikte Gelişim Spor dönemi. Meslek yaşantım açısından çok önemli bir yerdi benim için. Ardından Birol Nadir’in Fotospor’u. 400 binlik tirajların yakalandığı bir dönem. İki yıl Talay Erker’le Günaydın’dan sonra mesleğimin en uzun yolunu Milliyet Gazetesi’nde yaşadım. 2008 yılında ise Cumhuriyet Spor Servisinde mesleğe başladığım iki değerli arkadaşım Fatih Altaylı ve Halil Özer’le birlikte Habertürk Gazetesi’ni çıkartmaya başladık. Genel olarak, spor foto muhabiri olarak çalıştınız. Sizce nasıldır gazetelerin istihbarat servisleri spor servis79 Türk foto muhabirlerini dünyadaki meslektaşlarımızla kıyasladığımızda çok daha çalışkan olduğumuzu düşünüyorum. Orada branş üzerine yoğunluk var. Yüzmenin, atletizmin ayrı foto muhabirleri var. Biz ise her şeyi çekiyoruz yordu, bence çok yanlış bir şey. Hayatım boyunca gol fotoğrafı çekmedim. O dönemler Şansal abi Milliyet Gazetesi’ne foto muhabiri alacaktı, beni söylediklerinde, “Ben Vedat’ın hiç gol fotoğrafı çektiğini görmedim” dediğini biliyorum. O zamanki bakış açısı böyleydi. Gol fotoğrafı çekmenin de zor olduğunu düşünmüyorum. Gol fotoğrafının önemi o dönemlerde maçların yayınlanmamasıdır. leri. Spor belki daha hareketli ama daha mı rahat çalışma orta mı? Foto muhabiri olarak spor servisini nasıl seçtiniz? Spor servisini seçmemdeki en öncelikli sebebim spordan keyif almam. Spor fotoğrafçılığında da önemli şeyin refleks ve şans olduğuna inanıyorum. İyi takip ve şansı değerlendirmek kişinin yeteneğine kalıyor. Klasik bir laf ama her mesleğin zorluğu var. Spor foto muhabirliğinin herhangi bir tekrarı olmuyor. Tribünde oturan muhabir arkadaşlarımız gibi televizyondan tekrarını izleme şan- sımız yok. Şu an çalıştığımız bir çok arkadaşımız genç ya da yaşlı hiç fark etmez eski döneme göre çok rahatlar. Film döneminin zorluklarını birçok kişi kaldıramayabilir. Eskiden kişinin değeri vardı, makinelerin değeri yoktu. Şimdi ise digital fotoğraf makineleri ile herkes fotoğraf çekebiliyor, bakış açısına bakılmıyor. Takip ettiğimiz işlerin zorluğunu içerdeki arkadaşlar yaşamadıkları için gerekli heyecanı ve önemi fotoğrafları seçerken gösteremiyorlar. Fotoğraf editörlüğü denen bir sistem dünyada var, ama maalesef Türkiye’de yok. 80 Türkiye’nin en iyi spor foto muhabirleri arasında gösteriliyorsunuz. Nedir bu işin sırrı? Sporu bilmek mi, fotoğrafı bilmek mi? nuz. Kale arkasında taraftar olmak nasıl? Çok iyi olduğumu iddia etmiyorum ama çok iyi bir takipçi olduğuma inanıyorum. Gittiğim işin hakkını veririm. O işin hakkını verebilmek için de o işin ince detaylarını da bilmek gerekiyor. Sezgilerime güvenirim. Bir şeyler olacağını hisseder iyi bir foto muhabiri ve ona göre önlemini alır. Hayatımın en güzel günleri. Özellikle 1996-2000 yılları arası Galatasaray kulübünün bir parçası gibi hareket edip, özel olarak yaşadığımız sevinçler diğer arkadaşlarımızı açıkçası kıskandırıyordu. Onlar Türkiye’yi aşındırırken, biz Galatasaray’ın peşinden dünyayı dolaşıyor ve tarihi başarılara tanıklık ediyorduk. Bu duyguların tarifi yok. Diğer takımları da izliyorsunuz belki ama uzun yıllar Galatasaray’a baktınız. Hatta Galatasaraylı biliniyorsu- Gazeteler siyah-beyaz dönemler de gol fotoğrafı kullanıyordu. Sonradan iş renkli enstantanelere döndü. Çok zor ama güzeldi iyi bir enstantane yakalamak. Şimdiler de ise neredeyse yalnızca sevinç fotoğrafları büyüyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz spor sayfalarında fotoğrafları? Oldukça kötü olduğunu düşünüyorum. 2000 yılında da ifade etmiştim. Herhalde içerideki arkadaşların kolayına geliyor, üzüntü ya da sevinç sormak. Berabere biten maçlarda bile sevinç ya da üzüntü soruyorlar artık. Eskiden gol çekmenin bir anlamı vardı, ama bana göre foto muhabiri olarak gol çekmenin hiçbir özelliği yok. O zamanlar foto muhabirinin iyiliği çektiği gol ile belirleni81 Türkiye’de basında konu spor olunca, yalnızca futbol geliyor. Hatta futbol bile değil, yalnızca 3 büyük takım bir de azıcık Trabzonspor. Ama dünya basınında yüzme de, bisiklet de tenis de gazetelerde manşetlere çıkıyor. Spor foto muhabiri olarak nasıl etkiliyor bu durum sizi? Eskiden daha çok fırsat buluyorduk o iş için. Cumhuriyet’te çalışırken atletizm, binicilik, tenis gibi sporlara daha çok önem veriliyordu. Yıllar ilerledikçe futbol çok daha ön plana çıktı, ticari olarak bakıldığı için spor sayfaları da bu duruma alet oldu. Bugün diğer spor dallarını 1996-2000 yılları arası Galatasaray kulübünün bir parçası gibi hareket edip, özel olarak yaşadığımız sevinçler diğer arkadaşlarımızı açıkçası kıskandırıyordu. Onlar Türkiye’yi aşındırırken, biz Galatasaray’ın peşinden dünyayı dolaşıyor ve tarihi başarılara tanıklık ediyorduk. Bu duyguların tarifi yok 83 bırakın, Bursaspor’un şampiyonluğu bile sayfalara girerken zorlanıyor, hak ettiği değeri bulamıyor. İlk gittiğim 2004 Atina Olimpiyatları’nda sudan çıkmış balık gibi oldum. Oradaki foto muhabirlerini görünce kendimi teknolojik olarak ve tecrübe olarak çok yetersiz hissettim. Türk foto muhabirlerini dünyadaki meslektaşlarımızla kıyasladığımızda çok daha çalışkan olduğumuzu düşünüyorum. Orada branş üzerine yoğunluk var. Yüzmenin, atletizmin ayrı foto muhabirleri var. Biz ise her şeyi çekiyoruz. Vedat Danacı, kaç ülke görmüştür? 50’den fazla ülke görmüşümdür. Avrupa’nın tamamı. Amerika ve Afrika seferlerim de oldu. Sadece Uzakdoğu’yu görmedim diyebilirim. Bu kadar gezmek herkesin hayalidir belki. Kamplar, maçlar, dev organizasyonlar. Peki evde durum ne? Türkiye’de bile kalsanız neredeyse her hafta sonu başka bir şehir. Aile hayatınızı nasıl etkiler bu durum? Evlenirken eşim, işimin önemini, çok seyahat edeceğimi biliyordu. Bu yüzden çok büyük bir sıkıntı olmadı. Oğlum Atahan doğduğunda Prag’da Galatasaray’ın maçındaydım. Üç gün sonra görebilmiştim oğlumu. Ama hiçbir zaman şikayetçi olmadım. Eşimin ve oğlumun da şikayetçi olduğuna inanmıyorum. Herkesin hayalidir, özellikle geçmişte iletişim, ulaşım ve konaklamada çok zorlanıyorduk. Takımların peşinden ayrılamıyorduk. Bu Paris’e gidip, Eiffel’i görememek gibi bir şey. Bu seyahatler turistik geziler değil iş bizim için. Birçok gittiğimiz yerde, önemli bir çok yeri göremeden döndüğümüz zamanlar oluyordu. Tele fotolar, leafakslar, dizüstü tarayıcılar, şimdi digital bir serüven aldı başını gidiyor. İlk başlarda iyiydi, şimdi disketler havada uçuşuyor. Bu durum meslek içerisinde rekabeti ve dolayısıyla heyecanı azalttı mı? Özellikle genç nesilde bu iş biraz daha yaygın gibi... Bana göre medyada fotoğraf çeken arkadaşlarımız, ağabeylerimiz eğer digital çıkmasaydı şimdi yoklardı. Digitaller ortaya çıktıktan sonra fotolar havalarda uçtuğu için ciddi bir rahatsızlığım var. İnsanlar belki mesleki korkular yaşadıkları için (Benim öyle bir korkum yok) sürekli alışveriş içerisindeler. Bugün bakıyorsunuz birkaç farklı gazetede aynı fotoğraf var ama bunu çeken bir tek kişi. Bunu gazete yöneticileri de sormuyor. Bunu ben yapmıyorum ve elimden geldiği kadar da arkadaşlarımı uyarıyorum. Nasıl görüyorsunuz bu işlerin spor foto muhabirliğinin geleceğini? Allah yeni başlayan arkadaşların yardımcısı olsun. Sadece foto muhabirleri için değil, bu meslek için ciddi korkularım var. Eskiden ben bu işin okulla olacağına değil, alaydan olduğuna inanırdım. Gençler pırıl pırıl, ama sektör giderek daralıyor ve tecrübe sıkıntısı var. Tecrübelerinin gençlere aktarımı konusunda ciddi sıkıntılar var. Genç nesil, kısa yoldan para ve mevki kazanma derdinde olduğu için mesleğin zorluklarını yaşamadan, çok kolay bir yerlere geliyorlar. Bundan da herkes şikayetçi. Biz medya sektörünün içindekiler ve dışındakiler. Gazetecilere gösterilen tepkilerden de bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Bu kadar çok gezenin çok da hikayesi olur. Hatta camia da “bombalar” vardır dilden dile. Var mı sizin “bomba” hikayeleriniz? Şimdi sormasak olmaz? Bu dergi bir çok yere ulaşıyor. En çok takip edildiği noktalar arasında iletişim fakülteleri de var. Gençler “Ben bu işi yapacağım” derse ne yapmalı? Bombalar çok ama bunlar kitap olur. Benim gibi uzun süre bu tempoda çalışmış bir gazetecinin yüzlerce acı tatlı anısı var haliyle. Anlatılmaz, yaşanır. Yukarıda aslında vermiştim cevabı. Çok sabırlı olmaları lazım. Şanslarının yanlarında olmalarını diliyorum. Kendilerini sürekli geliştirmek zorundalar. Türk Hava Kuvvetleri yılında 150 Bin Kişi İzledi Etkinlikleri, Türkiye Foto Muhabirleri Dergisi adına Fikret Ay, Aykut Fırat, Denizhan Güzel ve Raşit Aydoğan fotoğrafladı. 1 00. Kuruluş yıl dönümünü kutlayan Türk Hava Kuvvetleri, ‘’Türkiye Hava Gösterisi 2011’’ adı altında çok önemli bir ev sahipliğine imza attı. Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda yapılan organizasyona çeşitli ülkelerden gelen hava akrobasi timleri ve solo gösteri uçakları gerçekleştirdikleri gösteriler ile nefesleri kesti. Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. kuruluş yıl dönümü kapsamında gerçekleştirilen “Türkiye Hava Gösterisi 2011” İzmir’de yapıldı. Dünya havacılık tarihinde bugüne kadar gerçekleştirilen en önemli gösterilerden biri olarak değerlendirilen ve Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı sabah saatlerinde başlayan etkinlik, SBS sınavı nedeniyle düşük ses çıkaran uçaklar ve paraşütçülerle başladı. Öğleden sonraki bölümde Türk Yıldızları ve F-16 Solo Türk gösterisi ise göz kamaştırdı. Gökyüzündeki heyecan fırtınasını, Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay ve Ege Ordu Komutanı Nusret Taşdeler, İz- mir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Amerikan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Norton A. Schwartz, İngiltere Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Sir Stephen Dalton olmak üzere 55 ülkenin hava kuvvetleri komutanları izledi. Türkiye’de ilk kez düzenlenen GACC - Dünya Hava Kuvvetleri Komutanları Konferansı kapsamında İstanbul’da bulunan komutanlar da gösteriler için İzmir’e geldi. Gösteriye Türkiye’nin yanı sıra ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Romanya, Polonya, Pakistan, Cezayir, Hırvatistan, Ürdün, Slovakya, Sırbistan ve Belçika başta olmak üzere 20 ülkeden 146 uçak katıldı. 8 akrotim ve 12 solo uçuş gösterisi yapılırken 59 uçak da yerde sergilendi. Dünyanın birçok ülkesinden son teknoloji ile donatılmış hava akrobasi timleri ve solo gösteri uçaklarının katıldığı organizasyon, halka açık ve ücretsiz olarak düzenlendi. -TÜRK PİLOTLAR YÜREK HOPLATTIÜnlü akrobasi pilotu Ali İsmet Öztürk yaptığı solo gösteri ile öğleden sonra uçuş yapan Türk Yıldızları ve F-16 solo timleri nefes kesti. Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın 100. Yılında kurulan Solo Türk, dünyanın en etkin ve güçlü savaş uçakları arasında yer alan F-16’nın manevra kabiliyeti ve Türk pilotlarının eğitim seviyesini görsel bir şölenle ortaya koydu. -GÖKLERDE BİR ASIREtkinlik kapsamında tarihi uçaklar da bir gösteri sundu. Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda ‘Havacılık’ konulu resim ve fotoğraf sergisi de açıldı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın 100. yılını anlatan ‘Göklerde bir asır” isimli görsel ve işitsel galeri ile askeri bando ve mehter konseri yer aldı. Öte yandan gösteriyi izlemeye gelen vatandaşlar 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda uçakların bulunduğu alanı gezerek, çeşitli ülkelere ait bilgi alarak pilotlarla ve uçakların önünde hatıra fotoğrafları çektirdi. 3 bin 753 personelin aktif rol aldığı ve 2 gün sürecek gösterileri 150 binden fazla insan izledi. › Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. yıl kutlamaları etkinliklerinde muhteşem bir görsel şov yaşandı. Etkinlikler kapsamında dünyanın en iyi hava kuvvetleri gösteri ekipleri Çiğli 2. Ana Jet Üssü’nde davetlilere güzel bir iki gün yaşattı. Türk T ürrk H Hava ava Kuvvetleri Kuvvetleri yılında y ılında Türk T ürk H Hava ava Kuvvetleri Kuvvetleri yılında y ılında 91 FOTO MUHABİRİ DERGİSİ 10. SAYISINDA Türk T ürk H Hava ava K Kuvvetleri uvvetleri www.tfmd.org.tr • www.fmd.org.tr yılında y ılında VAKIFBANK-TFMD YILIN BASIN FOTOĞRAFLARI “Vakıank - Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) Yılın Basın Fotoğrafları 2010 Yarışması”nda ödül almaya hak kazanan ve sergilemeye layık görülen fotoğrafların yer aldığı sergi, Ankara’da Kızılay Metro İstasyonu’nda açıldı Ankara Kızılay Metrosunda Fotoğraflar: İlkin ESKİPEHLİVAN V akıank - Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) Yılın Basın Fotoğrafları 2010 Yarışması”nda ödül almaya hak kazanan ve sergilemeye layık görülen fotoğrafların yer aldığı sergi, Ankara’da Kızılay Metro İstasyonu’nda açıldı. Sergide haber, siyaset, spor, çevre, serbest ve foto röportaj kategorilerinde ödül alan 19 kare fotoğraf ve 3 portfolyo ile sergilemeye değer eserlerden oluşan toplam 100 fotoğraf yer aldı. Başkentlilerin büyük ilgisi ile karşılaşan sergi de İsrail’in “Mavi Marmara” gemisine düzenlediği saldırı sırasında çektiği fotoğrafla yarışmada Yılın Basın Fotoğrafı Ödülü kazanan Habertürk Gazetesi foto muhabiri Şefik Dinç’in aynı olayda çektiği başka karelerde sunuldu. Türkiye’de basın fotoğrafçılarının başarılı ça- 94 lışmalarını vatandaşlarla buluşturduklarını ifade eden TFMD Başkanı Rıza Özel, “Sergide Türkiye’nin basın fotoğrafçılığı konusundaki en yetkin isimleri tarafından binlerce kare arasından seçilen fotoğraflar yer alıyor. Arkadaşlarımızın fotoğrafları bu sergi sayesinde gazete sayfalarından Ankara’nın en işlek mekanına her gün binlerce insanın ayak bastığı Kızılay Metrosuna taşınıyor” diye konuştu. 95 Yaratıcılığınızı Bir Adım İleriye Taşıyın ile yolların rehberi Tam güvenle dünyayı yakala. Nikon’un üst düzey DX format D-SLR kamerası ile hayallerini en yükseğe taşı. Profesyonel performans ile çekim yap. Nikon’un ayrıcalıklı HD Video ile çekim vizyonunu yarat. Yeni D300s: Yeni limitlerle fotoğraf çekin 969 96 www.nikon.com.tr