1 KÜRESEL ILIMLI HAREKET kitabını yayınlayan - GMM

Transkript

1 KÜRESEL ILIMLI HAREKET kitabını yayınlayan - GMM
KÜRESEL ILIMLI HAREKET kitabını yayınlayan:
GLOBAL MOVEMENT OF MODERATES FOUNDATION
Level 15, Manulife Tower,
6 Jalan Gelanggang, Damansara Heights,
50490 Kuala Lumpur,
Malaysia.
Tel: +603-2095 1115
E-mail: [email protected]
Fax: +603-2095 1215
Website : www.gmomf.org
İlk Basım Yılı 2012
Basım © Global Movement of Moderates Foundation
Metin © Global Movement of Moderates Foundation
Tüm hakları saklıdır. Bu yayımın hiçbir kısmı Level 15, Manulife Tower, 6 Jalan
Gelanggang, Damansara Heights, 50490 Kuala Lumpur, Malaysia adresli Global
Movement of Moderates Foundation’ın önceden yazılı izni olmaksızın elektronik,
mekanik, fotokopi, kayıt veya başka herhangi bir şekilde veya yolla çoğaltılamaz.
Çevirmen ve Editör: Malaysian Institude of Translation & Books.
Konsept ve düzen: Zinitulniza Abdul Kadir
Kapak tasarımı: Zinitulniza Abdul Kadir
Malezyada Basılmıştır:
1
içindekiler
vii
Önsöz
001
Başbakan Najib Razak’ın 27 Eylül 2010 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nun 65. Oturumundaki Konuşması
–
Adalet, eşitlik ve daimi barış sağlama konusundaki evrensel zorlukların işaret
edildiği Küresel Ilımlı Hareket’in Telaffuzu
011
16 Mayıs 2011 tarihinde Oxford İslami Araştırmalar Merkezi’nde düzenlenen
Ilımlılar Koalisyonu ve Medeniyetler Arası Anlayış üzerine verilen konuşma
–
İleriye dönük en iyi yol olarak ılımlılığın kucaklanması; intihar bombası
eylemlerinin ve terörizmin kınanması
031
3 Haziran 2011 tarihinde 10. IISS (Uluslar Arası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü)
Asya Güvenlik Zirvesi - Shangri Diyalogu’nun açılış konuşması
–
Her düzeyde – ulusal, bölgesel ve küresel – barışın ve istikrarın sağlanması.
051
10 Haziran 2011 tarihinde Pullman Putrajaya Archipelago’sunda düzenlenen Malay
Takımadalarında Birinci İslami Bin Yıla İlişkin Wasatiyyah Kongresi’nin açılış
seromoniside verilen konuşma
–
İslamın pek çok temel ilkesi arasında ılımlılık, içericilik ve iyi yönetim
065
12 Kasım 2011 tarihinde Hawaii, Honolulu’daki Doğu-Batı Merkezi’nde verilen
konuşma
–
Birleşik bir cepheyle zorluklarla yüzleşmek için yan yana duran yeni, ilerleyici bir
Doğu ve Batı vizyonu oluşturulması
081
17 Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur, Kuala Lumpur Kongre Merkezi’ndeki
Küresel Ilımlı Hareket Konferansının açılış konuşması
–
Küresel Ilımlı Hareket Vakfının Doğuşu – ılımlılığın, insanlığın doruk noktalarının
özü ve dünyadaki tüm medeniyetlerin üzerine kurulduğu sağlam temel kayası
olarak vurgulanması
099
12 Nisan 2012 tarihinde İngiltere Başbakanı Saygıdeğer Hon David Cameron’un
huzurunda Nottingham Üniversitesi, Malezya Kampüsü’nde verilen konuşma
–
Tüm inançlardaki ılımlılar için, İngiltere Başbakanı Saygıdeğer Hon David
Cameron tarafından desteklenen seslerini yükseltme ve radikallerin seslerini
bastırma çağrısı
2
Önsöz
Saygıdeğer Başbakan, Dato’ Sri Mohd Najib Tun Abdul Razak’ın Eylül 2010
tarihindeki Birleşmiş Milletler 65. Oturumunda aktardığı bir Küresel Ilımlı Hareket
oluşturma arzusu, 17-19 Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur’da düzenlenen
Uluslar Arası Küresel Ilımlı Hareket Konferasında gerçekleştirildi. Bahsi geçen
konferanstaki açılış konuşmasında Saygıdeğer Başbakan ılımlı ilkeleri teşvik
etme ve ülkesine, ırkına veya dinine bakmaksızın tüm dünyadaki ılımlıları
harekete geçirme amacıyla bir Küresel Ilımlı Hareket Vakfı kurmaya karar verdi.
Mart 2012 tarihinde Küresel Ilımlı Hareket Vakfının kurulmasıyla Saygıdeğer
Başbakanın “ılımlılık” temasına sahip konuşmalarının toplandığı bir basım, tüm
dünyadaki aydınlar ve alimlerin bu Küresel Ilımlı Hareket fikrinin gelişimini
değerlendirmeleri için önemli bir dayanak noktası olarak görülebilir. APEC Zirvesi,
2012 CHOGM Zirvesi ve Bali ASEAN Zirvesi gibi büyük konferanslarda verilen bu
az ve öz konuşmalarda, ‘ılımlılık’ kavramı başarıyla tanımlandı ve uygulamaya
döküldü.
Saygıdeğer Başbakan tarafından ortaya atılan Küresel Ilımlı Hareket’in Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri, Mr Ban Ki-moon, ASEAN Genel Sekreteri, Dr. Surin
Pitsuwan, İngiltere Başbakanı, David Cameron ve Endonezya Dış İşleri Bakanı,
Marty Natalegawa’nın tam desteklerini bildirdiği dünya çapında bir övgü aldığını
ilan etmekten büyük mutluluk duyuyorum.
Özellikle Başbakanın dünyayı ılımlıların karşısında yer alan radikallerin gözünden
görme fikri aslında İslam, Hinduizm ve Katoliklik gibi büyük dinlerin radikaller
tarafından şiddeti haklı kılmak için günah keçisi olarak kullandığı zamanlara
yöneliktir ve bu durumlarda kullanılmaya uygundur. Batı düşünürlerinin ve
alimlerinin zihinlerindeki en yaygın genellemeler, adalet, denge ve fazilet vurgusu
yapan Küresel Ilımlı Hareket kavramıyla tek seferde ve tamamen ortadan
kaldırılabilir.
Konuşmaların Küresel Ilımlı Hareket Vakfı tarafından ilk kez yayımlanmasıyla
Küresel Ilımlı Hareket kavramının tamamen açıklanacağını, izah edileceğini ve
vakıf için adil bir yön duyusu sağlayacağını umuyorum. Makul ve konuyla ilgili
olan bu fikirlerin takdir görmesiyle dünyanın geleceğini güven altına alabilmek için
bu yayımda yer alan fikirlerin paylaşılacağına ve değerlendirileceğine inanıyorum.
KHALEK AWANG
İcra Kurulu Başkanı
Küresel Ilımlı Hareket Vakfı
3
1
Başbakan Najib Razak’ın 27 Eylül 2010 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nun 65. Oturumundaki Konuşması
Sayın Başkan,
65. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Malezya Başbakanı
Evvela Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 65. Oturumunun Başkanlığına
seçildiğiniz için sizi tebrik etmeme izin verin. Hünerli ve dirayetli önderliğiniz
altında 65. Oturumun davaların üstesinden geleceğinize güveniyorum. Bu
hususta Malezya’nın Başkanlığınıza tam destek verdiğini belirtmek isterim.
Malezya’nın, Birleşmiş Milletlere ve bünyesinde barındırdığı uluslararası
hukuka dayalı çok taraflı ilkelere yönelik tereddütsüz ve devamlı desteğini tekrar
belirtmek istiyorum. Ayrıca bu müşterek uğraşta Malezya’nın kendine düşen payı
yerine getirme taahhüdünü de yinelemek istiyorum. Ne kadar büyük veya küçük,
ne kadar zengin veya fakir, ne kadar güçlü veya zayıf olursa olsun tüm milletlerin
yarınlar için daha iyi bir dünya yaratılmasına yönelik ortak bir sorumluluğa sahip
olduğuna kuvvetle inanıyoruz. Değişmez inancım, gelecek nesillerimiz için daha
iyi bir dünya yaratmak adına dünden ders çıkarmanın yanı sıra günümüz
gerçeklerini göz önünde bulundurmamız gerektiğidir.
Sayın Başkan,
Uluslararası toplumun bugün karşılaştığı, müşterek olarak üzerine eğilinmesi
gereken en önemli zorluklar arasında adil, hakkaniyetli ve kalıcı bir barış sağlama
görevi yer almaktadır. Sadece yaşadığımız dönemde değil, daimi bir barış. Böyle
bir barış, sadece diyaloglar vasıtasıyla yapıcı bir şekilde birbirimize bağlanmayı
istersek elde edilebilir. Bu gibi müzakereler, tüm dünya vatandaşları için daha iyi
bir dünya yaratma inancımızda birbirine karşı takdir ve saygının yanı sıra daha
derin bir anlayış oluşturulmasına yardım edecektir.
Sayın Başkan,
Bir ticaret örgütü olan DTÖ, günümüz ekonomik koşullarına alakasını
sürdürmektedir ve Malezya, Doha Turu’nun özgür, adil ve eşitlikçi ticaret
sağlanmasına yönelik asıl amacına geri dönmesi
gerektiğine inanmaktadır. Süreci ileri taşımak adına ortak çaba sarfedelim ve bu
konuya odaklanalım ve bugünkü ilerlemeleri ve başarıları geliştirelim. Bu konuyu
en kısa sürede sonuçlandırmamız zorunludur.
On yıl önce dünyayı müşterek olarak harekete geçiren BKH’lerinin
benimsenmesinden bu yana insanlığın ihyasına yönelik müşterek uğraşlar
üzerinde çaba gösterilmemektedir. Geçen yıl Kopenhag’daki iklim değişikliği
zirvesinde kaçırılan fırsat hepimiz için bir uyarıdır. Tüm dünyadaki canlıları ve
insanların geçimlerini ve gelecek nesilleri etkileyen iklim değişiklikleri sorunlarının
4
çözümlenmesine ve bu sorunların üzerine eğilinmesine yönelik eksiklikleri
gidermeliyiz.
Sayın Başkan,
7 Haziran 2010 tarihinde Malezya Parlamentosu, uluslararası sularda insani
yardım konvoyuna yönelik acımasız İsrail saldırısını ayıplayan bir önergeyi
oybirliği ile kabul etmiştir. Bu önerge insani temellere dayandırılmıştır ve
Filistinlilere temel haklarının verilmesi talep edilmiştir. Bu sebepten ötürü siyasi
çizgilerine bakılmaksızın Malezya Parlamentosu Üyeleri bu Önerge için tam
destek vererek birlik oldu. Bu bakımdan trajik kayıplarından dolayı Türk halkıyla
ve aileleriyle birlikteliğimizi ve taziyelerimizi yineliyoruz.
Malezya, çok taraflı sistemin çalışmasına izin verilmesi gerektiğini
anlamıştır. BM Soruşturma Panelinin ve İnsan Hakları Konseyinin Uluslararası
Veri Toplama Misyonunun kurulmasını görmekten mutluluk duyduk. BM İnsan
Hakları Konseyi’nin Uluslararası Veri Toplama Misyonunun bulgularından
memnuniyet duyuyoruz. Raporda, İsrail ordusunun ve diğer personelin filotilla
yolcularına yönelik tutumunun sadece orantısız olmakla kalmayıp ayrıca
tamamıyla gereksiz ve akıl almaz düzeyde şiddet sergilediği bulunmuştur. Bu
insanlık dışı saldırı, insan hakları hukukuna ve uluslararası savaş hukukuna
yönelik ciddi ihlaller teşkil etmiştir. Malezya Parlamentosu bu bulgularla haklı
çıktığını hissetmektedir.
Şimdi BM Soruşturma Paneli’nin çalışmasını tamamlamasını bekliyoruz.
Saldırılardan sorumlu faillerin adaletin karşısına çıkarıldığını ve bu saldırıların
masum kurbanlarına uygun bir tazminat verildiğini görmek istiyoruz. BM’nin korku
duymadan ve taraf gözetmeden açık uluslararası yasalara yönelik tecavüzler ile
ilgili gerekenin yapılacağı ve adaletin sağlanacağı adil ve kararlı bir tavır
sergilemesini istiyoruz.
Sayın Başkan,
Orta Doğu Barış Süreci’nde Malezya, özellikle Obama Yönetimi ve Barış
Dörtlüsü’nün kapsamlı ve kalıcı bir çözüm arayışındaki aktif rolündeki son
gelişmelerden cesaret bulmuştur. Sadece Filistin ve İsrail arasındaki soruna
yönelik değil, tüm bölgeye yönelik bir çözüm. Birleşik Devletlerin son
zamanlardaki Filistin ve İsrail arasındaki doğrudan barış görüşmelerine ev
sahipliği yapma girişimini memnuniyetle karşılıyoruz. Ayrıca tüm tarafları, güvenli
ve tanınmış sınırlarla barış içerisinde yan yana yaşayan iki bağımsız Devlet
oluşturma arzusunda başarı sağlamak için bu girişimleri desteklemeye ve bu
çabalara gölge düşürmemeye davet ediyoruz.
Bunun gerçekleştirilmesi için aşağıdaki ön koşulların ele alınması gerekir:
• Öncelikle İsrail, uluslararası toplumun bu uzun süredir devam eden
çatışmanın sonlandırılmasına yönelik yüksek beklentilerine kulak vermelidir. ABD
ve Barış Dörtlüsü’nün diğer üyelerini İsrail’i Batı Şeria ve Kudüs’te yeni yerleşim
alanlarının inşasına son vermesi için ikna etmeye davet ediyoruz.
• İkinci olarak, barış çabaları meyve vermelidir. Filistinliler arasında siyasi
birliğin sağlanması barış sürecinin ileri taşınması ve Gazze Şeridi’nin yeniden
oluşturulması için hayati önem taşımaktadır.
5
• Üçüncüsü, her iki taraf da şiddetten kaçınmalı, sivillerin korunmasını
sağlamalı ve uluslar arası savaş hukukuna ve insan hakları hukukuna saygılı
olmalıdır.
Sayın Başkan,
Uluslararası barış ve bütünlüğü teşvik etme çabalarımızı sürdürürken dünyanın
bazı bölümlerinde İslam fobisini idame ettirmeye ve hatta kamçılamaya yönelik
artan bir trendin kaygısını yaşıyoruz. İslam’ı şeytanlaştırma girişimleri bu dine
bağlı bir buçuk milyar kişiyi rencide etmektedir. Geniş Müslüman dünyası ve Batı
arasındaki ayrılığı şiddetlendirmektedir. Gerçek sorun Müslümanlar ve
Gayrimüslimler arasında değil, İslam, Hıristiyanlık veya Yahudilik olsun tüm
dinlerdeki ılımlılar ve radikaller arasındadır. Tüm dinlerde istemeden çevredeki
çirkin seslerin mantığın ve sağduyunun sesini bastırmasına izin verdik. Bu
yüzden kendisini, dünyayı bağnazlık ve önyargılarla esir almış radikallerle
savaşmak ve onları ötekileştirmek için birlikte çalışmaya adamış tüm inançlarda
bir “Küresel Ilımlı Hareket” oluşturma girişiminde bulunmamızı ısrarla tavsiye
ediyorum. Bizden gasp edilen ılımlı politikayı ve ahlaki temeli acilen, tekrar
ediyorum, acilen geri kazanmalıyız. Ilımlı politikayı aşırıcılığa tercih etmeliyiz.
Müzakereleri, çatışmaya tercih etmeliyiz. Birbirimize karşı değil, birlikte çalışmayı
tercih etmeliyiz. Ve zaman aleyhimize olduğundan bu çabaya en yüksek önceliği
vermeliyiz.
Bu bakımdan bir grup Amerikan Evangelist Hıristiyanlığının bıkıp
usanmadan Kuran’ı yakma tehdidini Kuran’ı yakmanın aslında Hıristiyanlığa
aykırı bir davranış olduğu argümanıyla önlemeye çalıştığını görmek bizi
yüreklendirmektedir. Bu, her inançtaki ılımlılar dinlerimizin evrensel değerlerini
gasp etmeye çalışan radikallere karşı çıktığı zaman neler elde edilebileceğinin
açık bir örneğidir.
Sayın Başkan,
Başkan Obama ve Belediye Başkanı Bloomberg’e Dünya Ticaret Merkezi’nin
yanında yer alacak Cordoba Evi’nin destekçilerinin haklarını onaylayarak bu
zorluğun üstesinden geldiklerinden ötürü saygılarımızı sunuyoruz. Bu proje
içerisinde bir cami ve herkese açık bir Çok İnançlı Halkevi yer alacaktır. Hem
Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasında hem de Müslüman toplumların kendi
içerisinde barışı, anlayışı ve ılımlılığı teşvik etmeye odaklı bir örgüt olan Cordoba
Girişimi’nin amaçlarını destekliyoruz. Tüm ülkeler karşılıklı saygıyı, barış
içerisinde bir arada yaşamayı teşvik eden girişimleri cesaretlendirmeli ve
desteklemeli ve geçmişte sefalet ve nefret getirmiş tüm sorunlarla bizi bölen
radikalleri reddetmelidir.
Sayın Başkan,
Ülkemin çeşitlilik sorunlarının yönetilmesindeki deneyimini paylaşmama izin verin.
Malezya, çeşitli topluluklar arasındaki olumlu etkileşim ve sinerjiden faydalanan
çok ırklı, çok dinli, çok kültürlü ve demokratik bir toplumdur. Camiler, tapınaklar,
kiliseler ve diğer ibadet yerleri uyum içinde birlikte yaşamaktadır. İslam’ın resmi
din olmasına karşın dini ve kültürel törenlerini ulusal tatil yaparak ve bunları
ulusal etkinlikler olarak kutlayarak diğer dinlere – Budizm, Hıristiyanlık, Hinduizm
6
– hürmet gösteriyoruz. Ilımlılığa veya İslami karşılıklı adalet geleneğindeki
“wasatiyyah” terimine (orta yol) götüren bu dengedir.
Malezya, dünyanın büyük uygarlıklarının ve dinlerinin coğrafi olarak
kesiştiği noktada bulunmaktadır. Bu yüzden dini anlayış, uyum ve hoşgörünün
teşvik edilmesindeki rolümüzü oynamaya hazırız. Ulusal birlik sürecimizi daha da
güçlendirmek için 1Malezya olarak bilinen bir felsefe ortaya çıkardım. 1Malezya,
tüm halkımızı adil ve uyumlu bir ilişki içerisinde bir araya getirmek için yenileme
ve gençleştirme amacı güden bir görüştür. 1Malezya, daha büyük bir birlik
kaynağı olarak çeşitliliğin kabulü çağrısında bulunmaktadır. Çok stratejik olan güç
ve uyum için çok etnikli ve çok dinli toplumumuzu kutlamayı amaçlıyoruz.
Sayın Başkan,
Şimdi tüm ülkelerdeki, tüm dinlerdeki ılımlı kesimin merkezi geri alma, barış ve
pragmatizmi yeniden gündeme getirme ve radikalleri ötekileştirme zamanıdır. Bu
“Küresel Ilımlı Hareket” bizleri derin umutsuzluk ve yoksunluk çukuruna
gömülmekten kurtaracaktır. Bu, herkese umut vermemiz ve hepimizin haysiyetini
kurtarmamız için bir fırsattır. Daha büyük bir istek ve müşterek karalılıkla daha
barışçıl, daha güvenli ve daha eşitlikçi bir dünya inşa edeceğiz.
Teşekkür ederim.
7
2
16 Mayıs 2011 tarihinde Oxford İslami Araştırmalar Merkezi’nde
düzenlenen Ilımlılar Koalisyonu ve Medeniyetler Arası Anlayış üzerine
verilen konuşma
Bismillahirrahmanirrahim
AssalamualaikumWarahmatullahiWabarakatuh.
Bayanlar ve Baylar,
İyi akşamlar.
Öncelikle nazik giriş konuşması için Saygıdeğer Jack Straw’a; saygın bir alim
olan, uzun yıllardır tanıdığım Dr. Farhan Nizami’ye; ve bugün burada bulunan
tüm akademi, ticaret ve diplomatik topluluk temsilcilerine teşekkür etmek
istiyorum.
Bu öğleden sonra çok yetenekli bazı genç öğrencilerle tanışma ve ilham
verici bir ortam olan, İslami ve Malezya geleneklerini kendi zengin Oxford
mirasınızla harmanlayan gelecek OİAM’ı ziyaret etme fırsatı bulduğum Oxford
Üniversitesi’nin bir konuğu olarak aranıza katılmaktan büyük mutluluk
duyuyorum.
Burada, yıllar boyunca pek çok aydının sözlerinin yankılandığı meşhur
Sheldonian Tiyatrosunda olmak büyük bir onur. Her sene sene düzinelerce
Malezyalı, Oxford Üniversitesi Malezya Kulübünde kendi evlerinde uzakta bir
yuva bularak Oxford’a eğitim görmeye geliyor.
Malezya’nın bağımsızlığının 50. yıldönümünü anmak için 2006’da
oluşturulan Khazanah-OİAM Merdeka Bursu bu sayıyı arttırmıştır. Ve Malezya
Güvenlik Komisyonu ve OİAM’ın şimdi İslami finansta ortaya çıkan sorunların
araştırılması konusunda işbirliğiyle iki ülke arasındaki bağlar daha da
güçlenecektir.
Bayanlar ve Baylar,
Çeşitlilik, diyalog ve barış içinde bir arada yaşam, İslam’daki önemli temalardır.
Kutsal Kuran’da Allahü Teala, insanları farklı milletlerden ve kavimlerden
yaratmasının asıl sebebinin bir lütuf olduğunu, böylece beşeriyetin çeşitliliklerini
kucaklayabilmesi ve kutlayabilmesi olduğunu bildirmiştir. O halde ne zaman İslam
ve aşırıcılık eş anlamlı oldu? Ne zaman nefret ve terör failleri barış ve merhamet
dinini gasp etti? Bir kaç Müslüman azınlık tarafından gerçekleştirilen aşırıcılık
eylemleri nasıl İslam’ın ve takipçilerinin bir yansıması olarak görüldü? Bu gibi
mide bulandırıcı yanlış temsiller benim ve geniş Müslüman çoğunluk için büyük
bir keder kaynağıdır.
Altı sene önce Temmuz ayında dört genç adam Yorkshire’dan tola
çıktığında belki de sırt çantalarında taşıdıkları ev yapımı bombaların onları
“gerçek Müslümanlar” yapacağını düşünmüştü. Belki, kendilerini havaya uçurarak
8
Allah’ın takdirine uygun hareket ettiklerini, Kuran’ın öğretilerini izlediklerini
düşündüler.Ne kadar hatalıydılar.
Üzerine basa basa şunu belirtmek istiyorum ki bombaları onların
vücutlarına bağlayanlar ve kendilerini havaya uçuranlar şehit değildir. İslamı
temsil etmemektedirler. Bilmeden, büyük bir günah işlemeye saptırılmaktadırlar.
Bu en kafir eylemleri yöneterek nefret vaazı verenlerin ve hoşgörüsüzlük ateşine
odun atanların hepsi bu failler kadar suçludur. Kalplerimiz, günlük hayatlarıyla
ilgilenen masum, savunmasız siviller olan kurbanlar ile beraberdir. İslam asla
böyle mide bulandırıcı bir eylemi bağışlamaz. Bu İslam öğretilerinin bir parçası da
değildir.
Gerçekte İslam, intihardan iğrenir; Kuran-ı Kerim, 2. Bölüm, 195. Ayette
açık bir şekilde belirtildiği gibi:“kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın”. Bu
yüzden intihar, ne olursa olsun yasaktır. İslam’da yaşam Yüce Allah’ın kaderi
sadece O’nun takdiriyle belirlenecek kutsal bir emanetidir. İslam hukukunun veya
“maqasidsyariah” ın beş esas amacı altında birinci ve en önemli maddesinin
yaşamın korunması ve muhafazası olduğunu belirtmek gerekir.
Bayanlar ve Baylar,
Terörizmden uzak bir dünya mümkündür. Erişilmez değildir. Tüm amentülerin
müminleri arasında iyi niyetli insanlar gerektirir; ılımlılardan oluşan bir öncü
kuvvet gerektirir, sessiz çoğunluk olmayı bırakmamızı ve inancımızın cesaretini
yansıtmaya başlamamızı ister. Küresel şiddetin altındaki sebepleri ele almalıyız.
Sadece belirli kişileri yakalamaya çalışmak, örgütlerini yıkmak, mali kaynaklarını
kesmek ve ideolojilerinin itibarını sarsmak yetmez. Belirtiler ve temel nedenler
arasındaki ayrımı yapabilmeliyiz. Sadece o zaman kalıcı bir çözüm elde
edebiliriz.
İslami aşırıcılığın çözümünün daha fazla Müslüman’ın seslerini
yükseltmesi ve düşüncelerini açıkça dile getirmesi olduğunu söylemek çok kolay
olur. Evet, bu bizim sorumluluğumuz, ancak yalnız bizim sorumluluğumuz değil.
Müslümanların seslerini duyurması gerektiği gibi, hoşgörüsüzlükten, şiddetten ve
terörden bıkmış Hıristiyanların, Musevilerin, Budistlerin, Hinduların ve Ateistlerin
de seslerini duyurması gerekir. Tüm ülkelerdeki ve her kesimden ılımlıların ortak
sesini duymalıyız. Ve bunu yaptığımızda barışın ödülü hepimizin görmesi için
orada bulunmaktadır.
Yolda duran tek bir kişi bir baş belası, yalnızca bir delilikken, birlikte
bekleyen on kişinin göz ardı edilmesi daha zordur. Ve bu on kişi yüz, bin, milyon
ve hatta milyar olursa, ortak amaçlarında öyle büyük, öyle güçlü ve öyle birlik
içinde bir kuvvet haline gelirler ki nefreti benimseyenler çok basit bir tercihle karşı
karşıya kalacaktır. Bize katılabilirler veya bulundukları ve ortak arzumuzun
kuvveti tarafından ezilecekleri yerde kalabilirler.
Bu yüzden terörün çekiciliğini ortadan kaldırmak ve bastırılmışlığın
hissedildiği yerde bunlara kulak vererek ve konuştukları zaman onların sesini
duyarak sınırlardakilerin orta yol için tutunacak bir zemin olduklarını inkar etmek
için her yerde dik ve gururlu durmak, ılımlılığı, haysiyeti ve adaleti bağrına basan
insanların görevidir.
Açıkçası bu anın en çok bağıran en çok kazanır mantığındaki aşırıcılar
tarafından ele geçirilmesine izin veremeyiz.
Bu akşam hepimizin burada olma nedeni medeniyetler savaşını beslemek
değil bir anlayışı daha da geliştirmek ve belki hatta farklılıklarımızı ve aynı
9
zamanda paylaştığımız herşeyi kutlamaktır. Modernleşme ve ılımlılık el eledir.
Diyalogumuz sürmelidir.
Bayanlar ve Baylar,
Malezya’nın deneyimini aktarmama izin verin. Takdiri ilahi ve tarih bize çeşitliliğin
özünü örnekleyen bir ulus devlet bahşetmiştir. Malezya sadece etnik çeşitlilikle
değil, kültür, dil ve din çeşitliliğiyle de kutsanmıştır.1957’deki bağımsızlıktan bu
yana, 13 Mayıs trajedisi dışında, Malezyalılar nispeten barış ve istikrarlı bir
yaşam sürdüler.
Malezya’da İslam, ılımlılık, içericilik ve iyi yönetimle eş anlamlıdır.
Malezyalıların yüzde altmışı Müslüman, diğer yüzde kırk ise çeşitli inançlara, yani
Budizm, Taoizm, Konfüçyüsçülük,
Hıristiyanlık, Hinduizm, Sihizm ve diğerlerine mensuptur. Malezya Ana
Yasası İslamı, Federasyonun dini olarak öngörmesine karşın Malezyalıların
dinlerini barış ve uyum içinde yaşama hakkını korumaktadır.
Bu çeşitliliğin ışığında ulusal birlik, en önemli amaç olmaya devam
etmektedir. 2009 Nisanında Başbakanlık mevkiine oturduğumdan bu yana bu
kapsayıcı hedefi, 1 Malezya felsefesine öncülük ederek, Önce Halk, Şimdi İcraat
öğesini vurgulayarak yönetimimin birinci önceliği yapmaya devam ettim.
Çoğunluk yönetiminde asimilasyonun aksine entegrasyona karar verdik.
Malezyalılar, çeşitliliklerini kabul ediyor. Yalnızca birbirimize hoşgörü göstermiyor,
çeşitliliği kucaklıyor ve kutluyoruz. Çeşitliliğimizin dayanıklılığını ve dinamizmini
güçlendirerek, elastikiyetimiz için bir vakıf kurduk.
Elli yıllık kısa bir süre içerisinde Malezyalılar düşük gelirli bir kaç emtiaya
bağımlı tarıma dayalı ekonomiden çeşitli modern yüksek-orta gelirli sınai ulusuna
dönüşmeyi başardı.Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı şu anda Malezya’yı
yüksek İnsani Gelişmişlik İndeksine sahip ulus olarak sınıflandırmaktadır.
Bayanlar ve Baylar,
İslam, Malezya’da bir yaşam biçimi olarak yaşanmaktadır. Hükümet, iç siyaset
oluşturarak ve uygulayarak veya uluslararası ilişkileri yürüterek Wasatiyah yolunu
veya adil bir şekilde dengelenmiş ılımlılığı müdafaa etmektedir. Kafa karışıklığına
veya yanlış yorumlamalara mahal vermemek için bunu bir bütün olarak ele almak
istiyorum.
Ilımlılık ilkesinin İslam’da yeni bir olgu olmadığını vurgulamak istiyorum.
Wasatiyah, Kuran-ı Kerim’de kalıcı bir temadır. 143. Ayet 2. Bölümde belirtildiği
gibi:
“Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık”.
Kuran-ı Kerim, ılımlılığı daha ileri götürür, adalet olmalı ve adalet, ilim ve
özgürlük koşullarını gerektirmektedir. Bu yüzden eğitimin, demokrasi ve özgürlük
ilkeleriyle birlikte neyin iyi ve erdemli olduğunu seçmemizi sağladığını hatırlamak
önemlidir. Sadece ılımlıların hakiki ve doğru olan yolu seçmesi mantıklıdır.
Ilımlılar bu idealleri savunmalı ve teşvik etmelidir. Yanlış ve yanıltıcı olan
reddedilmeli ve yok edilmelidir.
Ilımlılık Hıristiyanlıkta da müdafaa edilmektedir. İncil’den alıntı yapacak
olursam, Filipinliler 4. Bölüm 5. Ayet’te denildiği gibi:
“Uysallığınız bütün insanlarca bilinsin…”
10
Bu esasen tüm Hıristiyanları günlük hayatlarını kararında yaşamaya ve
hiçbir şeyde aşırıya kaçmamaya çağırmaktadır. Musevilik de orta yol çağrısı
yapmaktadır. Tevrat, bir kimsenin hayat tarzının yanı sıra hayattaki ve adab-ı
muaşeretteki, karakterdeki ve kişilik özelliklerindeki ılımlılığın, en hakiki Musevi
görenekleri anlayışında bir ‘yaşam biçimidir’. Taoizmde, ılımlılık ilkesi bir kimsenin
kişisel gelişiminin çok önemli bir bileşeni olarak değerlendirilir ve öğretisinin üç
ayağından bir tanesini oluşturur.
Liberal İslam veya radikal İslam, muhafazakar İslam veya aydınlanmacı
İslam, cihat yanlısı İslam veya yatıştırmacı İslam, modern İslam veya ortaçağ
İslamı gibi bir şey yoktur. Sadece, tam bir yaşam biçimi olan, İslam vardır. Ilımlı
olmak, hiçbir şekilde korkak, ilkesiz, zayıf veya yatıştırıcı olmakla aynı kefeye
konulamaz.
Bayanlar ve Baylar,
En iyi İslam geleneğini takip eden Malezya, bu amacın İslam dünyası veya daha
ötesinde savunulup savunulmadığına bakmaksızın doğru ve adil olanı
desteklemekte tereddüt etmeyecektir. Amentüleri veya renkleri ne olursa olsun
güçsüzü ve bastırılmışları savunmadan geri durmayacağız. Hakikati söylemekten
vazgeçmeyeceğiz.
Şimdi hepimiz terörizm ve şiddet yanlısı radikalizmin tehlikelerinin
farkındayız. 9/11 saldırılarından Madrid ve Bali bombalamalarına, burada
Londra’da meydana gelen felakete kadar pek çok insan sürekli olarak her an
hayatlarını kaybetme korkusuyla yaşıyor.
Terörizm ve aşırı şiddet tarihinin sayfaları hala yazılmaya devam ederken,
gizli planı tek bir soru etrafında dönmektedir – Neden insanlar başka bir kişinin
canını veya hatta kendi canlarını almak konusunda bu kadar aşırı önlem alıyor?
Buradaki herkesin daha genel etmenlerin insanları bu gibi vahşetleri işlemeye
yönelttiğini bildiğinden eminim. Sık sık, ekonomik kalkınma ve eğitim eksikliğinin
bazı insanları terörizm gibi aşırıcılığa döndürdüğü belirtilmiştir. Diğer durumlarda
bu bir umutsuzluk ve mutlak çaresizlik hissidir. Aşağılama, bunun başka bir
kaynağıdır. Çoğunuzun bu etmelerin doğruluğunu Kabul etmesine karşın eğer
daha dikkatli bir şekilde gözlem yaparsak bazı teröristlerin varlıklı ailelerden
geldiğini ve çok iyi eğitim aldıklarını göreceğiz.
Çoğu durumda terörizmin devam etmesini sağlayan bu etmenlerin
kombinasyonudur. Onlar için terörizm, başka yollarla siyasi amaçların peşinden
gidilmesidir. Ayrıca amaçlarının peşinde din maskesinin ardına da
saklanmaktadırlar. Bazıları gerçekten diğer dinlerin ve medeniyetlerin düşman
olduğuna ve barış içerisinde bir arada yaşamanın mümkün olmadığına
inanmaktadır. Onlar için dünya, diğerleri pahasına sadece tek bir tarafın
kazanabileceği sıfır toplamlı bir oyundur. Diğerlerinin kendi amaçları için
savaşmasını ve ölmesini sağlamak için bu düşünceyi yayarlar. Bu yüzden, tuhaf
bir biçimde, dinin rolü ironik bir şekilde terörizm tehdidinin boyutunu ve
öldürücülüğünü büyük ölçüde arttırmıştır.
Bayanlar ve Baylar,
Terörizm ve radikalizm ciddi sorunlardır. Bunların üstesinden gelinmesi, durumun
tarafsız bir şekilde değerlendirilmesine dayalı mantıklı düşünmeyi gerektirir.
Küresel radikalizmin bir düsturu olarak gösterilen tek gerçek ve sembolik neden,
11
çözümlenmemiş Orta Doğu sorunu, Filistin halkının kötü durumudur. Çok uzun
süredir küresel bilincin hiç aklından çıkmamıştır. Daha iyi bir dünya arayışındaki
her barışsever ulus, uygulanabilir bir iki devletli çözüm ve konuya dahil herkes
için eşitlikçi adalet ilkelerine dayalı daimi bir çözüm için çalışmalıdır.
Malezya tartışmasız bir şekilde Filistin halkının bağımsızlık, egemenlik ve
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararlarının çatısı altında kendilerine ait
yaşanabilir bir vatan toprağı mücadelesini desteklemektedir. Dünyanın Filistin
halkına bir onur borcu vardır; Filistin halkı çok uzun süredir acı çekmektedir.
Filistin halkı kendi topraklarından sürülmüş, kendi evleri gözlerinin önünde yerle
bir edilmiştir; dünya bu durumu izlerken aşağılamış ve boyun eğdirilmiştir. En
temel haysiyet ve umut içerisinde yaşama ve özgürlük haklarının bastırılması ve
reddedilmesi trajik ve yürekleri burkan sonuçlara yol açmıştır. Daha az konuşup
gerçek anlamda daha çok iş yapmanın zamanıdır.
Filistinlileri ve diğer haklı amaçları desteklerken Malezya, savaşa
katılmayanlara, sivillere, kadınlara, çocuklara yaşlılara ve hastalara karşı
uygulanan şiddeti desteklemeyecektir. Kısacası, herhangi bir gerekçeyle
kendilerini savunamayan herkes. Bazıları, çaresizliğin doğru olmayan savaş
yöntemlerine yol açtığını öne sürmektedir. Onları, İslam’ın sonuç asla gidiş
yolunu haklı çıkarmaz ilkesine kulak vermeye davet edeceğim.
Bu yüzden geçen sene Eylül ayında Birleşmiş Milletler’de, tüm dünyadaki
idari, entelektüel, ticari ve dini liderlerin tek bir tutum sergileyecekleri bir Küresel
Ilımlı Hareket çağrısında bulundum. Şimdi tüm dünyada egemen olması gereken
şey Wasatiyah – ‘ılımlılık’ veya ‘denge’ – ruhudur.
Hiç şüphe yok ki son aylarda Arap dünyasında göz önüne serilen olayların
boyutu ve hızı zaman zaman bunaltıcı bir hal almaktadır. Ancak kaosun ve
karışıklığın ortasında, bu ülkelerin ve insanların şimdi kaderlerini belirleyecek bir
seçimle yüz yüze oldukları gerçeğini gözden kaçırmamalıyız – bu boşluğu
doldurmak için etrafımızı kuşatan aşırıcılık ve hoşgörüsüzlük ve onlara daha fazla
ifade özgürlüğü sağlayacak barışçıl, demokratik bir ılımlılık arasında bir seçim.
Bayanlar ve Baylar,
Samuel Jackson’ın sözleriyle toplum, “karşılıklı imtiyazlar verilmeden varlığını
sürdüremez”, ve bu şekilde çok ırklı, çok dinli ve çok kültürlü Malezya sadece
varlığını sürdürmekle kalmamakta, gelişmekte ve büyümektedir. “Farklı kültürleri
birbirinden uzak ve hakim düşünceden uzak bir şekilde ayrı ayrı yaşamaya teşvik
etmek” şöyle dursun Malezya’nın entegrasyonu ve kapsayıcılığı daima başarının
anahtar formülü olmuştur.
Şayet benim duruşum idealistik ise, makul düşününce aynı zamanda
realistiktir de. Pek çok büyük İslam bilgini, dini, kültürel, siyasi, etik ve ekonomik
dünya görüşü olarak İslam’ın bugün karşılaştığımız en büyük zorluklardan
bazılarını çözmeye nasıl yardım edebileceği ile ilgilenmişti. Bunlar benim de ilgimi
çeken sorular - ılımlılık aşırıcılık sorununu nasıl çözebilir, ama ayrıca daha
umulmadık bir şekilde, küresel ekonomik krizde bize nasıl yardım edebilir.
İslam ilkelerine göre çalışan kurumların bu en vahim ekonomik krizi zarar
görmeden atlatmaları tesadüf değildir. İslami finans, kamu menfaatini kişisel
kazancın üzerinde tutmaktadır. Ve belki İslami bankanın, gerçekte sahip
olunandan çok daha fazlasının harcanmasına veya borç verilmesine izin
vermediğine de dikkat çekmek gerekir.
12
İslam dünyası, ekonomik bir güç olabileceğini zaten göstermektedir.
Malezya, İslam finansında dünya lideridir. Malezya ayrıca yüzde 60’ı Malezya’dan
çıkan faizsiz bono veya İslami bono ihracında dünya lideridir.
İslam finansının büyük potansiyelini görmemek zordur.Tüm dünya
ülkelerinde bir buçuk milyardan fazla Müslüman yaşamaktadır. İngiltere de dahil
olmak üzere 50’yi aşkın ülkede 400’den fazla İslam bankası bulunmaktadır.
Bu açıdan İslam finans yapılarının ortaya çıkan yeni küresel ekonomi
mimarisini nasıl destekleyebileceğini yakından incelememiz gerektiğine
inanıyorum. Aslında aşırı İslam finansı yerine ılımlılık ve şeffaflık önermektedir.
Aç gözlülük yerine İslam finansı, eşitlik sunmaktadır.
Bayanlar ve Baylar,
Ilımlılık insanlığa yabancı bir kavram değildir. Doğası açısından yalnızca teorik de
değildir. Pagan Putperest Kureyşliler tarafından zulüm gördükten, eziyet çektikten
ve baskı altına alındıktan sonraki yıllarda haysiyet, bağışlayıcılık ve merhametle
Mekke’deki saltanatına başlamayan Hz. Muhammed’in (SAW) gösterdiği örnek
teşkil edecek yönetiminden derlenebilecek yaşayan gerçek bir ilkedir.
Ilımlılık, 27 yıl hapsedildikten, bunun 18 yılını tek kişilik bir hücrede
geçirdikten, kendisine her altı ayda bir sadece tek bir mektup ve tek bir ziyaretçi
için izin verildikten sonra Nelson Mandela’nın gösterdiği yönetimde de görülebilir.
Serbest bırakıldıktan sonra ve kendisine gazeteci Sir David Frost tarafından “28
yıl yattınız, haksız yere hapsedildiniz ve kızgın değilsiniz, bu nasıl oluyor?”
sorusu soruldu, Mandela şöyle cevap verdi, “David, kızgın olmayı isterdim ancak
kızacak zamanım yok. Yapılması gereken bir iş var…”.
1994’te Başkan olarak yaptığı açılış konuşmasında Nelson Mandela güçlü
ve etkili bir şekilde açık çağrısını yaptı:
“Herkese adil olalım.
Herkes barış içinde olsun.
Herkes için iş, ekmek su ve tuz sağlayalım.
Herkesin birbirini anlamasını, aklın ve ruhun bencillikten kurtarılmasını
sağlayalım.”
Bu onun, ılımlılıkla ilgili hislerinin ve liderliğinin bir ifadesidir ki ırkçı rejim
sırasında siyah çoğunluğa karşı işlenen kötülükler ve adaletsizliklere yönelik kanlı
bir intikam gerçekleşmedi.
Tekrar, ılımlılık şiddet içermeyen mücadelenin babası, bir ulusu insanın
özündeki iyiliğe olan inancıyla özgür kılan Mahatma Gandhi’nin çalışmalarında da
ortaya çıkmıştır.
Ilımlılık, Din adamı Martin Luther King Jr.’ın mücadelesinde de görülür.
Daha eşit bir Amerika rüyasında, rakiplerinin önünde eğilip mücadelesini
alçaltmaktan ziyade şiddet içermeyen yolların kullanıldığı en yüksek ideallere
başvurmuştur.
İngiltere’nin durumunda, Kuzey İrlanda’daki karanlık günleri anımsamaya
çalışın. Kutsal Cuma Anlaşması’nın ardından her iki taraftaki mezheplerin
radikalleri ülkeyi tekrar şiddete sürüklemeye çalışmıştı. Ancak hem ulusalcı hem
de yönetime sadık topluluklardaki yüksek mevkilerde bulunan ılımlılar seslerini
tek ve kararlı bir şekilde, etrafta yankılanan “hayır” şeklinde yükselttiler:
Hayır, kurşunların ve bombaların gölgesini anımsamak istemediler.
Hayır, barışla gelen yeni refahı feda etmeye hazır değillerdi.
13
Hayır, bir kaç kötü niyetli eylemin çoğunluğa bir hayat dikte etmesine izin
vermeyeceklerdi.
Bayanlar ve Baylar,
Filozof Edmund Burke’ün şu sözleri alıntılanmıştır; kötülüğün zaferi için gerekli
olan herşey iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır.
Tercihimiz açıktır. Adaletin, özgürlüğün, umudun, merhametin ve
çocuklarımızın iyiliği için hep beraber eyleme geçin yoksa bu adaletsizlik, tiranlık,
umutsuzluk, zulüm ve nefretle dolu bir gelecekle yer değiştirecektir. Çünkü asıl
ayrım Doğu ve Batı veya gelişmiş ve gelişen dünyalar ve hatta Müslümanlar ve
Gayrimüslimler arasında bile değildir. Tüm dinlerdeki ılımlılar ve radikaller
arasındadır. Birlikte, en iyi eylem şekli ve ileriye giden en iyi yol olarak ılımlılığı
kucaklayalım.
Teşekkür ederim.
14
3
3 Haziran 2011 tarihinde 10. IISS (Uluslar Arası Stratejik Araştırmalar
Enstitüsü) Asya Güvenlik Zirvesi - Shangri Diyalogu’nun açılış konuşması
Salam-alaikum ve iyi akşamlar. Sayın Teo Chee Hean Başbakan Vekili,
saygıdeğer bakanlar, genelkurmay başkanları, değerli katılımcılar, bayanlar ve
baylar, öncelikle içten açılış konuşması ve bu akşam sizlere konuşma yapmam
için beni davet ettiğinden dolayı Dr. John Chipman’a teşekkür ederim. Burada
Singapur’da olmaktan, çok sayıda hükümet temsilcisi, politikaya yön veren kişiler,
işadamları ve fikir öncüleri ile bir araya gelmekten – ve tabi ki burada Shangri –
La Oteli’nde verimli ve üretken bu diyaloğun onuncu yılını kutlamaktan sevinç
duyuyorum. Burada ilk kez yer aldığım zaman, 2002 yılında Savunma
Bakanı’ydım. O günden bu yana pek çok şey değişti. Evvela şimdi Başbakanım,
ki bunun sizinle yemeğiniz arasına gireceğimi sanmanızdan korkuyorum.
Bayanlar ve Baylar
1963 Haziranında Başkan Kennedy, başlangıç adresini Washington Amerikan
Üniversitesi olarak belirleyerek termonükleer bir çağda barış hakkında uzun
uzadıya bir konuşma yaptı. ‘Ne tür barışı kastediyorum? Ne tür bir barış
arıyorum? Amerikan savaş silahlarıyla dünyaya dayatılan bir Pax Americana
(Amerikan Barışı), mezarlıklarla dolu bir barış veya köleliğin muhafazası. Hakiki
barıştan, dünyadaki hayatı yaşamaya değer kılacak türde bir barıştan, insanların
ve milletlerin gelişmesine, umut etmesine ve çocukları için daha iyi bir hayat
kurmalarına olanak verecek türde bir barıştan söz ediyorum – sadece
Amerikalılara yönelik bir barıştan değil, tüm erkeklere ve kadınlara yönelik bir
barıştan, yalnızca şu an için değil, daimi bir barıştan söz ediyorum.
Onun sözleriyle ilgili dikkatimi en çok çeken şey, dünya barışına yönelik
çıkarcı bir görüşe boyun eğmekten ziyade ödün vermeyi değil daha iyi bir dünya
için mücadele etmeyi seçmesidir. Otuz yıl sonra, Soğuk Savaşın sonunda
hepimizin beklediği bir barış temettüsünün oluşturulmasından ziyade yeni bir dizi
karmaşık, çok boyutlu güvenlik sıkıntıları ortaya çıktı. Usame bin Ladin’in ortadan
kaldırılması ve şimdi RatkoMladic’in yakalanması 1960’larda dünyanın
karşılaştığı tehditlerden farklı türde olmasına rağmen bizim karşılaştığımız
güvenlik tehditlerinin bir anımsatıcısı görevini görmektedir.
Bugün Soğuk Savaşın iki kutupluluğuna, dünyayı çok uzun süre kötürüm
bırakan çıkmaz girmiş ve ayrık bir çağa geri dönemeyiz ve dönmemeliyiz. Bu yeni
zorluklara beraberce baş kaldırmaktan başka seçeneğimiz yok. 21. yüzyılda
ekonomilerimiz öylesine birbirine bağlı ve bağımlı ve üretim süreçleri öylesine
sınır ötesine yayılmıştır ki küresel güçlerin savaşa girmesi artık anlamsızdır;
basitçe, kaybedecekleri çok şey var. Milli çıkarlar giderek daha fazla kolektif
çıkarlar haline gelmektedir ve bizim görevimiz şimdi bunu merhametsizce
gerçekçi ve ilerici olan çok yanlılığa yansıtmaktır. Çünkü önümüzdeki yol, hiç
şüphem yok ki, çatışma değil işbirliği üzerine kurulmalıdır; bunun için her ülke,
bugün buradaki her lider kendi rolünü oynamalıdır.
15
Kötümserler, Asya ve Batının hiçbir zaman gerçek anlamda birleşmis bir
bütün olarak bir araya gelebileceğini, çok az ortak yönümüz olduğunu,
Surabaya’daki hayatın San Diego’daki hayattan çok uzak olduğunu düşünmüştü.
Son on sene onların yanlış olduğunu kanıtladı. Evet, pek çok kültürden geliyoruz
ve pek çok dil konuşuyoruz ancak ABD Savunma Sekreteri Robert Gates’in – ve
ona emekliliğinde iyi bir hayat diliyorum – geçen sene bu odada dediği gibi,
Pasifik Okyanusu bizi ayıran bir bariyer değil, bizi birleştiren bir köprüdür.
Birleşik Devletler uzun süredir bölgemiz içerisinde demokratik kurumları
destekleyen, yönetimi iyileştiren ve insan haklarına saygıyı geliştiren
modernleşme ve ılımlılık yanlısı bir kuvvettir. Barack Obama kendisini
Amerika’nın ilk Pasifik başkanı olarak betimlemiş ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary
Clinton burada güçlü yandaşlar bulma gereksiniminden bahsetmiştir. Bu gibi
samimi sözler hoş karşılanmaktadır ancak Birleşik Devletler ve Asya arasındaki
fakir ve görüş alışverişinde uzun süre geç kalmışlardır. Amerika ve tabi ki Rusya
ilk defa bu yıl içerisinde Doğu Asya Zirvesinde yer alacağı için mutluluk
duyuyorum.
Gelecek ay 1972 yılında Başkan Nixon’un tarihi ziyareti öncesinde Henry
Kissinger’ın Çin’e yönelik gizli görevinin 40. yılını göreceğiz. Nixon’un Soğuk
Savaşın ortasında yaptığı ziyaret Birleşik Devletler’deki pek çok kişiyi şok etmişti.
Batı dünyasının tutkulu antikomünist lideri ideolojik olarak karşısında yer alanlarla
nasıl birlikte oturabilirdi? Cevap tabi ki Birleşik Devletlerin Çin’de Sovyet bloğuna
karşı bir denge haline gelme potansiyeli görmesiydi, ancak bu yeni ittifak bundan
çok ileriye taşındı. Nixon’ın ziyareti yalnızca Birleşik Devletlerin kendisini Çin’e
açmasından ibaret değildi; Çin’in kendisini Birleşik Devletlere açmasıyla ilgiliydi.
Bu, her iki ülkenin de o zamandan beri fayda sağladığı bir ilişkidir ancak bu gibi
üretici diyaloglar yalnızca her iki tarafta da birleşmeye yönelik bir açılım varsa
gerçekleşebilir.
Çin’in 1970’lerin başlarındaki eylemlerinin daha geniş bir dünyaya yönelik
duruş ve tavırlarında bir değişimi yansıttıklarından bir anlamda tipik olmadığını
ileri sürmek de elbette oldukça yanlış olacaktır. Ming Hanedanlığı zamanından bu
yana Çin büyük ve gelişen bir güç olmuştur ve bugün, dünyan ekonomisinin
odağı Batıdan Doğuya, Atlantik Okyanusu milletlerinden Pasifiktekilere
kaydığından Çin açılarak ve komşularıyla ve rakipleriyle sıkı ilişkiler kurarak
kendinden daha emin bir şekilde büyümüştür.
Bunu bir endişe kaynağı yerine iyimserlik için bir neden olarak görmeliyiz.
Çin büyüyor olabilir – bir yılda son 20 yıla kıyasla %9-10 arasında olağanüstü bir
ekonomik büyüme yakalamıştır – ancak en büyük ekonomik güçlerin geçmişte
yaptığı gibi dünyaya hükmetmeyecektir. 1940’ların sonunda Birleşik Devletler
sadece herhangi bir milletinkinden daha büyük GSYİH’e değil aynı zamanda
dünya servetinin yarısından fazlasına sahipti. Öngörüldüğü gibi Çin 30 yıl
içerisinde dünyanın en büyük ekonomisi haline geldiğinde küresel GSYİH’in
dörtte birinden biraz daha azına sahip olması olasıdır. Bu servet Birleşik
Devletler’in, Avrupanın ve Japonyanın Beijing’in hızlı büyümesine karşı bir denge
oluşturmasıyla daha eşit bir şekilde dağılacaktır.
Çin’in büyüyen askeri kapasitesi bizim gereksiz yere silahlanmamıza yol
açmamalıdır. Çin’in askeri harcamalarındaki hızlı artışa rağmen Birleşik Devletler
açık ara rakipsiz askeri güç ve en fazla para harcayan ülke olmaya devam
edecektir. Bakan Liang Guanglie dünyanın en büyük devamlı ordusunu
yönetebilir ancak Malezya’da Çin’in ilk önce barışa odaklandığını iyi biliyoruz.
16
Altı yüz yıl önce büyük Çin’li amiral Zheng He, Malacca’yı ziyaret etmişti.
Beraberinde 300 gemi ve 35,000’e yakın asker – kalbini bu yola koymuş olsa
bölgeyi kolayca fethedebilecek bir donanma getirmişti. Zheng silah zoruyla istila
etmeye değil, dostluk eli uzatmaya gelmişti. Yüz yıl sonra Portekizliler 800
askerle ve sadece bir düzine gemiyle geldi ve Malacca’yı sonraki yüzyıl için
fethetti, ancak bunun hakkında konuşmak istemiyoruz.
Bugün Çin bizim ortağımızdır. Birleşik Devletler de ortağımızdır. Ve bu
akşam Amerika, Çin, Rusya, Hindistan ve daha pek çok yerden gelen dostlarımla
açıkça söylüyorum: ASEAN’da sizin değerlerinizi ve arzularınızı paylaşıyoruz ve
bizimle birlikte çalışmanızda ısrar ediyoruz. Bunun taraf tutmakla ilgisi yoktur.
Soğuk Savaşın eski iki taraflılığını yeni bir iki taraflılıkla değil, önümüzdeki görevi
doğuracak birçok taraflılıkla değiştirmeliyiz.
Çünkü uluslar arasındaki savaş artık bölgedeki veya dünyadaki en büyük
tehdit senaryosu değildir. Bunun yerine yeni bir dizi asimetrik ve geleneksel
olmayan güvenlik sıkıntısıyla karşılaşmaktayız: insan kaçakçılığı, terörizm,
uyuşturucu kaçakçılığı ve nükleer silahların yaygınlaşması tecrit veya geçmişin
eski güvenlik yapılarıyla çözülemez.
ASEAN’da tek bir yerine çok sayıda güvenlik yapısına sahip olmamızın
sebebini biliyoruz. Asya içi ticaretin şu andaki değeri yaklaşık 1 trilyon $’dır.
Ekonomilerimizi bu şekilde birbirine bağlamak kendi içinde aktif olarak çatışma
olasılığının düşürülmesi demektir. Ticaret ve yatırım, barışa yönelik önemli yapı
taşlarıdır. Buna rağmen neden en büyük pazarınıza karşı savaşasınız?
Ekonomilerimiz birleşirken, insanlarımız da birleşecek. Yeni iletişim
teknolojileri ve düşük maliyetli havayollarının ortaya çıkması daha fazla insanın
kendilerine yakın ve uzak komşularıyla kaynaşmasına olanak sağlayarak sınırları
parçalamaktadır.
Benim ülkem, Malezya’da bizim yapmakta olduğumuz şey pek çok
kültürün, dilin ve dinin kaynaştırılmasıdır. Bağımsızlığımızdan bu yana geçen
yarım yüzyıldan daha fazla bir süredir yaptığımız şey budur. Bu birliğin dışında
istikrar, güvenlik ve barış gelmektedir. Benim kendi mirasım Bugis adı verilen
etnik bir grupta yatmaktadır. Aile ağacımızın Malezya, Endonezya ve Singapur
adaları ve yarımadalarının etrafını saran pek çok dalı bulunmaktadır – kısmen
denizcilik ve keşif tutkumuzdan, ancak yeni bir toprağa ulaştığımızda kendimizi
yönetme şeklimizden kaynaklanan bir coğrafi yayılım. Tarih boyunca ırklar ve
insanlar fetih ve baskı yoluyla yeni bölge arayışında olmuştur ancak Bugis daima
farklı bir yaklaşımı benimsemiştir – falsafahtigahujung, veya ‘üç ipucu’ felsefesi.
Birincisi hujunglidah. İkincisi, tercüme etmeyeceğim hujunganutu. Üçüncüsü
hujungkeris. Bunun günümüzde hala yankısının sürdüğüne inanıyorum.
Fiziki çatışma – işgal, şiddet ve savaş – daima en umutsuz anlardaki son
çare olmuştur. Silahlanmadan çok önceleri Bugis, ilk önce diplomasiyi kullanırdı –
bu hujunglidah’tır. Komşularıyla konuşurlar, onları tanırlar, karşılıklı olarak makul
bir sonuca ulaşmaya çalışırlardı. Sonraki aşama içerisinde dostluk ve aile yoluyla
Bugis ve diğer taraflar arasında kaynaşma ve bağların güçlendirilmesi yer alırdı.
Bazen buna kelimenin tam anlamıyla evlilik de dahil olurdu. Bugün önerdiğim şey
tam olarak bu değil; evvela benim zaten güzel bir eşim var. Küreselleşmiş
ekonomimizde ülkeler arasındaki mali ilişkiler bizi evlilik yemini kadar yakın bir
şekilde birbirimize bağlar.
Örneğin bugün bin sene önce atalarımın geçtiği ve Zheng’in 15. yüzyılda
gemi ile geri döndüğü aynı sular dünyadaki en önemli ticaret yollarından
bazılarıdır. Her yıl neredeyse 100,000 gemi Malakka Boğazından seyahat
17
etmekte ve dünyadaki ticari malların dörtte birinden fazlası Güney Çin Denizinden
geçmektedir. Ulaşım hatları, uluslararası ticaretin can damarıysa, Güney Doğu
Asya onun atan kalbidir ve burada ticaretin güvenli ve emniyetli bir şekilde
yapılmasını sağlamak ortak sorumluluğumuzdur. Malezya, Singapur ve
Endonezya’nın zaten ‘Gökyüzündeki Göz’ girişimiyle Malakka Boğazındaki
korsan tehdidiyle mücadele etmek için üç taraflı olarak çalışmasının sebebi budur
– Afrika Boynuzundaki yükselen duruma kıyasla etkili bir yanıt.
Birlikte çalışmamız gereken alanlar ticaretle sınırlı kalmamaktadır. 11 Eylül
sonrasında çoklu tehdit senaryolarıyla birlikte yeni ve meçhul bir güvenlik
düzenlemesiyle karşılaşıyoruz. Azim ve kararlılıkla ve başka seçenek olmadan bu
zorluklarla kapsamlı bir şekilde yüzleşmeliyiz. Her milletin kendi iç sınırlarını
güven altına alarak kendi rolünü oynamasıyla bu işe başlamalıyız. Bunu, iki taraflı
ve çok taraflı bir tabanda birlikte çalışma isteği takip etmelidir.
Malezya sorumlu bir dünya vatandaşı olarak kendi rolünü oynamalıdır ve
oynamaya devam edecektir ve bu konudaki taahhüdümüzün sadece sözde değil,
eylemlerle desteklendiğini gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz. Dünya
barışını koruma çalışmasında Malezyalı arabulucular hem Birleşmiş Milletler’in
hem de NATO’nun çatısı altında görev yapmıştır. Somali’den Balkanlar’a kadar
Malezya güvenlik personeli küresel istikrara hizmette büyük fedakarlık yapmıştır.
Bizimkisi basit bir barışı koruma rolü değildir. Malezya pek çok şekilde,
bazen beklenmedik yollarla – örneğin daha fazla ihtiyaç duyulan kadın Müslüman
doktorlar göndererek ülkenin rehabilitasyonunda kendi rolümüzü oynadığımız
Afganistan’daki gibi – katkıda bulunmaktadır. Küresel teröre karşı verilen savaşta
Malezya’nın terörist operasyonlar için ne yuva ne de bir transit geçiş noktası
olmamasını sağlayarak aktif, proaktif bir oyuncu olduk. Ve aktif olarak veya
bölgesel güvenlik cihazlarıyla istihbarat paylaşımı yaparak Mas Selamat, Dr
Azahari ve Noordin Mat Top gibi teröristlerin yakalanmasına veya ortadan
bertaraf edilmesine yardım ettik.
Filipinlerin güneyinde Malezya, uluslararası bir denetleme ekibi
görevlendirdi ve Filipin hükümeti ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi arasındaki
görüşmelere evsahipliği yaparak bir arabulucu gibi hareket etti. Bu zaman zaman
bizler için hassas bir konu oldu ancak bizler daha geniş bir istikrar ve barış
yararına ön ayak olmaya kendimizi adadık. Tayland’ın güneyinde, önemli sayıda
Müslüman nüfusa sahip dört vilayetin sosyo-ekonomik gelişimine yardım etme
arzumuzu bildirdik. Uyuşturucu trafiği, terörizm ve dolandırıcılık gibi suçlarla
mücadele etmek için iki taraflı olarak Birleşik Devletler ile birlikte ve mülteci
sorununun önünü almak ve bölgelerimizdeki istikrarı geliştirmek için Avustralya ile
birlikte çalışıyoruz.
Yeni Stratejik Ticaret Paktı ile kitle imha silahlarının sayısının
azaltılmasına yönelik BM Güvenlik Konseyi önergesini kabul ettirmek için çok
taraflı çalışıyoruz. Uluslararası ve bölgesel topluluğun sorumlu bir üyesi olarak
rolümüzü oynamaya ve 1995 bildirisinin ruhuyla ASEAN’I beraberce nükleersiz
bir bölge yapmaya kararlıyım.
Bu önemli çalışmamızın gerilimlerle topyekün rayından çıkmasına veya
anlaşmazlıklar ve ihtilaflarla istikrarının bozulmasına izin veremeyiz. Şu anda
Lahey’deki Tayland ve Kamboçya ile birlikte bölgemiz, bu gibi çatışmaların ne
kadar ölümcül olabileceğini çok iyi biliyor. Bu vakada elbette iyi ve kötü haberler
var. Kötü haber, 16 kişi hayatını kaybetti. İyi haber ise her iki taraf şu anda
görüşme yapıyor. Hepimiz pek yakında bir çözüme ulaşılmasını umuyoruz.
18
Tabi ki komşular arasındaki farklılıklar zaman zaman alevlenecek ancak,
bölgemizde, yıllar boyunca bu ihtilaflardan bazılarının çözülmesi için aslında
önemli derecede ilerleme kaydedildi. Çin ve Rusya 2008 yılında 4,300 kilometre
ile dünyanın en uzunu olan kara sınırları sorununu çözüme kavuşturabildi.
Vietnam ve Çin aynı yıl kara sınırı işaretlemesini tamamladı.
Malezya’da uzun süre sınır ihtilaflarımızı bir istişare ve müzakere ruhuyla
müzakere etmeye çalıştık. Örneğin Tayland ile iki ülkenin de mineral
kaynaklarının paylaşımında anlaştığı ortak bir kalkınma bölgesi oluşturduk.
Singapur ile birlikte Uluslararası Adalet Divanına yaptığımız barışçıl ve diplomatik
başvuru her iki tarafça kabul edilen dostane bir kararla sonuçlandı. Brunei ile
yürürlüğe konan bir üretim paylaşımı anlaşması ile karşılıklı olarak kazançlı bir
formülüne dayanan bir çözüm bulundu.
Tüm sınır ihtilaflarının aynı karşılıklı saygı ve işbirliği ruhuyla
çözülebileceğini umuyorum. ASEAN ve Çin’in aynı zamanda 2002 Güney Çin
Denizinde Davranış ve Protokol Bildirisini değiştirecek daha bağlayıcı bir tüzük
üzerinde anlaşacağı konusunda da iyimserim. Güney Çin Denizi üzerinde, altı
tarafın dahil olduğu çakışan hak talepleri son derece karmaşıktır ancak bunlar
genel anlamda dikkate değer bir itidalle yönetilmiştir. Bu konudaki
anlaşmazlığımızın hiçbir zaman diplomatik alanın ötesine geçmesine izin
vermemeliyiz. Tüm taraflar bu ihtilafa yönelik barışçıl bir çözüm bulmaktaki
azimlerinde ısrarcı kalmalıdır. Evet, Güney Çin Denizi üzerinde Çin ile aramızdaki
sıkı bağlar açısından ortak ASEAN duruşuna tamamen bağlı kalırken aynı
derecede iki taraflı ilişkilerimizin etkilenmemesini ve aslında güçlenerek
ilerlemeye devam etmesini sağlamaya kararlıyım.
Bizi ileriye götürecek yol budur: diyalog, bağlılık ve fikir birliği. Bunlar,
babam Malezya Başbakanı olduğunda 1971’de ASEAN’ın kurucu üye devletleri
tarafından imzalanan Barış, Özgürlük ve Tarafsızlık deklarasyonunda ve o
zamandan beri Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nda yüceltilen değerlerdir.
Bölgemizde etkili işbirliği tasarısına dayanak oluşturabilecek altı
uygulanabilir ilke ile ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk olarak bu
çok devletli taahhütte zengin veya fakir, küçük veya büyük her üye devletin rolünü
tamamen tanımak son derece önemlidir. İkincisi, her üye ülkenin tarih, kültür ve
ekonomik konumu açısından farklı olduğunu kavramalıyız. Üçüncüsü, ortaklar
arasında daha derin bir diyalog ve anlayış geliştirmek için güven oluşturma
önlemlerinin devreye sokulması gerekmektedir. Dördüncüsü, sadece bölgesel ve
ilave bölgesel güçlerin işbirliği ile değil, iki taraflı anlaşmalar bağlamında farklı
biçimlerdeki güvenlik mimarilerinden bir ağ oluşturulması gerekmektedir.
Beşincisi, kurumsal ilişkilerin – sadece en yüksek kademelerde değil farklı
kurumlarımız arasında ilişkilerin de yer alması gerekmektedir.
Önemli düzeyde bölgesel ve küresel işbirliği zaten mevcut ve bunun
geliştirilmesi önemli oyuncuları birbirine daha da yaklaştıracaktır. Aslında ASEAN
Bölgesel Forumu ve ASEAN Savunma Bakanları Toplantısı Artı 8 gibi bölgesel
süreçler zaten aktif olarak afet yardımı ve insani yardım çalışmalarında işbirliğini
incelemektedir. Bugün bölgesel bir insani yardım organı, afet meydana gelir
gelmez müdahale edebilecek yeni bir acil müdahale ekibi kurma çağrısında
bulunmak istiyorum. Bu faaliyetler konu ile özellikle alakalıdır çünkü resmi
deklarasyonların ve üst kademe diyalogların ötesinde sahada koordine
operasyonlar haline gelerek farklı ülkelerin savunma ve güvenlik ajansları
arasında doğrudan etkileşimi güçlendirmektedirler.
19
ABF’nin kurulması bölgesel topluluğumuzun barışı ve istikrarı
güçlendirmek için aldığı – doğası gereği kapsayıcı ve tüm siyasi tonlardaki
ülkeleri kucaklayan - en ileri görüşlü ve cesur insiyatiflerden bir tanesiydi. Buna
karşın güven oluşturulmasına, güvenlik temaslarına ve önleyici diplomasiye
yönelik gündemde bir yavaş ilerleme kaydettik. ASBT+8 tarafından tamamlanan
ABF’nin acele etmesi ve her yanda daha büyük bir azim göstermesi ve daha
güçlü bir siyasi çözüm sunmasının gerekliliği açıktır, ancak eni ittifaklar kurarken
ve yeni güvenlik içerikleri düzenlerken Beş Güç Savunma Antlaşması gibi eskileri
unutmamalıyız.
Daha önce söylediğim gibi bizi altıncı ve son maddeme getiren sorunlarla
karşılaştığımızda şaşırmamalıyız: bu zorlukların bizi rotamızdan çıkarmasına izin
vermek şöyle dursun, sadece bu gibi ihtilafları yönetmek değil, onları çözüme
kavuşturmak için bugüne kadar başardığımız heşeyin üzerine koymalıyız. Şimdi
her zamankinden daha fazla büyük resme odaklanmamız ve kendi endişelerimiz
yüzünden bağnazlaşmamamız lazımdır.
İslam’da ılımlılık veya ‘adilce dengelenmiş’ anlamına gelen wasatiyyah
kavramı yer almaktadır. Malezya’yı bugün olduğu ülke haline getiren ve şimdi bir
bölge olarak karşılaştığımız zorlukların üstesinden gelmek için bir anahtar
olacağına inandığım bu ılımlılık ruhudur. Bu yüzden geçen sene Birleşmiş
Milletler’de bulunduğu her yerde idari, ticari ve dini liderlerin aşırıcılığı alaşağı
ettiğini görecek yeni bir küresel ılımlı hareket çağrısında bulundum. Daha iyi
olacağını beyan eden bir yasayı geçirerek daha iyi bir dünya yaratamayacağınız
gibi dünyayı bunları yasadışı kılarak aşırı görüşlerden kurtaramazsınız.
Yapabileceğimiz en iyi şeyin nefretin sesini susturarak değil, mantığın sesini daha
yüksek çıkararak hoşgörüyü ve anlayışı beslemek olduğundan hiç şüphem yok.
10 yıl önceki görüşmelerimiz ve müzakerelerimizden bu yana bu forum
daima konuşma salonundan daha fazlası oldu. Bu forum mantıklı, uygulanabilir
güvenlik ve savunma işbirliğiyle ilgili olmuştur. Ilımlı hareketin benzer şekilde
ortak değerlerimizin yapıcı bir ifadesi olabileceğine inanıyorum. Millet olarak
önümüzdeki en büyük zorluk, belirsizliklerle dolu bir dünyada insanlarımız için
özgürlük ve refah nimetlerinin nasıl güven altına alınabileceğidir. Çocuklarımız
için nasıl daha iyi bir dünya planlayabiliriz? İnsanlarımızın refahını nasıl artırırız
ve günümüzün büyük sorunlarını nasıl çözeriz? Cevaplar, bir araya gelmekte ve
arzumuzu ve kaynaklarımızı topyekun uygulamaya koymakta yatmaktadır.
Sorumlu liderler olarak önümüzdeki hukukun üstünlüğüne dayanan adil ve
eşitlikçi bir barışın bir istisnadan ziyade bir kaide olduğu yeni bir dünya düzeni
kurmaya yardım etme fırsatını boşa harcayamayız ve harcamamalıyız. İyi
yönetim göstermeyen hükümetlerin sayılı günlerinin kaldığını biliyoruz. Her
düzeyde – ulusal, bölgesel ve küresel – barış ve istikrar sağlamalıyız. Bu hedefe
ulaşmak için daima diyalog içerisinde birbirimizle sıkı bağlar kurmaya devam
edelim, Winston Churchill’in sözleriyle ‘çene çalmak savaş savaşmaktan daha
iyidir’. Teşekkür ederim.
20
4
10 Haziran 2011 tarihinde Pullman Putrajaya Archipelago’sunda
düzenlenen Malay Takımadalarında Birinci İslami Bin Yıla İlişkin
Wasatiyyah Kongresi’nin açılış seromoniside verilen konuşma
Öncelikle, merhameti ve lütfuyla haftanın en hayırlı günü olan Cuma günü
sabahında, herkesin yararına olan bilgilerin açıklandığı bu kongrede yer almamızı
sağladığı için Yüce Allah’a hep beraber şükredelim.
Bu bağlamda Malezya İlahiyat Üniversitesi (USIM) ve Nadi Diyaloğu
Malezyaya (NADI) bu programı organize ettikleri için minnettarlığımı ifade etmek
istiyorum. Aslında bu kongre hepimizin ‘wasatiyyah’ ifadesini İslamda itibar
edilmesi ve bireysel yaşantımızda, toplumda ve bir bütün olarak ulusumuzda yer
alan çeşitli hususlarda uygulanması gereken zorunlu bir konsept ve yaklaşım
olarak anlaması için önemlidir.
Bayanlar ve baylar,
Kapsamlı ve bütünleştirici bir din olarak İslam, bize beraberliğin muhafaza
edilmesine ve farklı dinler ve kültürler arasında bir anlayış oluşturulmasına
yönelik anahtar ilkeleri bizlere miras bırakmıştır. İslam tarafından desteklenen
değerlerin arasında en önemlisi, ılımlılığın dinler arasından karşılıklı anlayıştan
bir kimsenin genel olarak toplumla ilişkisine kadar hayatın tüm yönlerinde
uygulanmasıdır. Ayrıca bir ulusun uluslararası ilişkilerinin yanı sıra yönetim ve
idare yönlerini de kapsamaktadır.
Eşitliği ve diğerlerinin kişisel haklarını muhafaza ederken bunları İslam
tarafından yasaklanmış ilkelerin ve değerlerin pahasına yapmamaya dikkat
etmeliyiz. İslama her zaman itibar edilmeli ve büyüklüğü ortaya konulmalıdır.
İslami ilkeler ve değerler, farklı inançlardaki insanların saygı duyulması gereken
öğretilerini uygulama hakkına tecavüz etmeden bu değerleri ve prensipleri
idareye ilişkin ulusal bir politika oluşturulmasında kişisel hayatlarımıza ve topluma
uygularken odak noktasında kalmalıdır.
Ilımlılık ilkesini uygulayan Müslüman bir topluluk öbür dünyanın yanı sıra
materyale ilişkin konularda temiz kalpli, dürüst, adaletli ve tarafsızdır ve hayatın
tüm yönlerinde dengeli hareket eder. Bu konsepte dayanarak ruhani ve fiziki
isteklerimiz ve mevcut dünyamız ve öbür dünyanın sınırları arasında bir denge
oluşturmalıyız. Bunun sebebi denge ve ılımlılığın, nihai kişisel, ailevi, toplumsal
ve ülke başarısını garanti edecek faktörler olduklarından birlik ve beraberlik için
kilit faktörler olmasıdır.
Bayanlar ve baylar,
Takım adalardaki İslam tarihini tartışırken gerçek şu ki, çeşitli düşünceler ve
görüşlerle mücadele etmek zorundayız. İslamın nasıl ve ne zaman dünyanın
bulunduğumuz kısmına eriştiği, doğrudan Arabistan’dan mı yoksa Hindistan alt
kıtası veya Çin toprakları üzerinden mi geldiği konusunda fakir ayrılıkları
21
bulunuyor. Bununla birlikte şu gerçek biliniyor ki tacirler ve İslam çağrısı yapan
kişiler yoluyla barış dolu bir şekilde geldi. İslam’ın Malay Takım Adalarına yaptığı
iki katkı, yazılı betik ve bilimsel düşünce yoludur.
İslamın Şafi ve Sünni mezheplerinin inanışlarının yerel kültürle
harmanlanmasıyla bu bölgede Müslümanlara yönelik yeni ve eşsiz bir yaklaşım
gelişti. Bu eşsiz özellik İslam’a çağrı yapanlar tarafından kullanılan, hedef
gruplarının sosyo kültürel ve sosyo ekonomik durumlarını göz önünde
bulundurdukları din propogandası metodolojisinde görülebilir.
İşin içine yabancı etmenler girdiği ve yerel ortamı anlamadan ve göz
önünde bulundurmadan buradaki Müslüman toplumun dokusuna girmenin yolunu
buldukları zaman sorunlar su yüzüne çıktı. Bu, bölgede şiddete ve
hoşgörüsüzlüğe göz yuman İslama aykırı kuralların ve değerlerin çoğalmasıyla
sonuçlandı. Örneğin intihar asla bir İslam öğretisi değildi. Gerçekte intihara
yönelik hiçbir gerekçeye bakılmaksızın gayrimeşru veya haramdır. Hal böyleyken
takipçilerin arasındaki ihtilafları çözmek adına karşısında yer aldığımız ve
mücadele ettiğimiz kişilerin dinkardeşimiz olan Müslümanlar olması biraz tuhaftır.
Bu gibi yabancı doktrinler ve öğretilerle mücadele edilmeli ve bu bölgedeki İslam
kardeşliği ve birliktelik sağlamak adına bir kenara bırakılmalıdır.
Peygamberin hayatı (SAV), dinin yayılması, siyasi idare, adalet, diplomatic
ilişkier veya kültür olsun hayatın hiçbir yönünde aşırılık göstermediğini
segilemektedir. Aslında Peygamber (SAV) tarafından benimsenen yaklaşım,
yalnızca böyle bir yaklaşım İslam’ı diğer ulusların gözünde kabul edilebilir
kılabileceğinden dengeli bir yoldu (wasatiyyah).
Bayanlar ve baylar,
Malezya tarihinde dahi bu wasatiyyah, veya İngilizce karşılığı “adilce
dengelenmiş”, metodolojisi ve felsefesinin göstergeleri ve gerçekçi uygulamaları
yer almaktadır. Malezya, vatandaşlarının yüzde 60’ı İslam dinine yaşayan çok
ırklı bir ülkedir. Malezya nüfusunun büyük bir azınlığı, yani yüzde 40’ı çok dinli bir
özelliğe sahiptir. Aslında din, Malezyalılar arasındaki tek ayrım değildir – dil,
kültür ve sosyo ekonomik olarak da farklıyız.
Malezya’da var olan karmaşık çeşitliliğe rağmen İslam’ın konumu, ülkenin
en üst kanununu, Federal Anayasayı ve münferit eyelet yasalarını resmen kutsal
kabul etmek olmuştur. Bu mevcut durum daha sonra sosyo ekonomi açıdan
varlıklı Müslümanlar için Şeriat kanunlarının idare edecek ve uygulayacak
kurumların oluşturulmasıyla güçlendirilmiştir. Açık bir şekilde Malezya konusunda
İslam yalnızca ayinsel uygulamaları savunan bir din değil, bütünleştirici bir yaşam
şeklidir.
İslam’ın hukuki statüsü kabul edilmesine ve takipsiz bir şekilde
federasyonun dini ve çoğunluğun dini olarak bulunduğu durumla aynı doğrultuda
idare edilmesine ve ulusumuzun tarihini ve kimliğini bulmasına ve
şekillendirmesine yardım etmiş olmasında karşın diğer dinlerin de barış içerisinde
yaşanması garanti edilmektedir.
Malezya’daki etnik ve dini ilişkilerin idare edilmesinde hükümet,
bağımsızlığın kazanıldığı günden bu yana asimilasyondan ziyade entegrasyon
felsefesini benimsemiştir. Bu iki felsefe arasındaki fark çok büyüktür.
Entegrasyon, çeşitliliğe saygı gösterilmesi, korunması ve kutlanması demektir.
Bu, İslam’ın dinde zorlama yoktur ve çeşitlilik bir lütuf olarak kardeşliğin temelidir
ilkesine uygundur. Entegrasyon yönteminin aksine asimilasyon yöntemi tek bir
22
kimlik oluşturma amacıyla bu farkı daha da büyütür. Malezya, gerçeklikle
bağdaşmadığından ulusal yapısı içerisinde bu ikinci yaklaşımı reddeder.
Onca yıldır süregelen bu wasatiyyah yaklaşımın bir sonucu olarak,
demokratik bir Müslüman ulus olan Malezya, modern, endüstrileşmiş üst-orta
gelirli bir ulus haline gelmeyi başarmıştır. İslam ülkelerinin demokratik olmadığı,
despot olduğu, zengin ulusal kaynaklarını kötü şekilde kullandığı ve sosyal
adaletin olmadığı şeklindeki kalıplaşmış kavramın da aksini ispatlamayı başardık.
Bu yüzden, Alla’a şükürler olsun, bu eşiği geçen ve rol modelimiz haline
gelen geçmişteki liderlerimize minnettarız. Çizdikleri yol, Malezya’nın sadece
barış yönünden değil refah açısından da gelişmeye devam etmesini sağladı.
Özetle, İslam öğretileri hakiki ve doğrudur ancak ona inanan insanlar gerçek
öğretilerine bağlı kalmayı başaramadıklarında çarpıtılmaktadır.
Bayanlar ve baylar,
Aslında, uygulamakta olduğumuz dengeli ılımlılık diğerlerinin veya Müslümanları
kendi oluşturdukları bir kalıbın içine yerleştirmeye çalışan Batının yorumuyla aynı
doğrultuda değildir. Bunun yerine, bizim içerisinde bulunduğumuz bağlamda ve
anlayışımızda wasatiyyah, hayatı boyunca, özellikle Medine Seferi ve Hudeybiye
Antlaşmasında Hz. Muhammed (SAV) tarafından öğütlenen ve örnek gösterilen
wasatiyyah biçimi, Dört Halife ve ardından sahabeleri tarafından sergilenen
ılımlılıktır.
Bunun dışında ulusal ve uluslararası arenalarda sadece bu konuda vaaz
vermediğimiz, konuştuğumuz gibi davrandığımız da görüldü. Küresel düzeyde
hem İslam hem de İslam’ı benimsememiş tüm ülkelerle barış içindeyiz. Bununla
birlikte ilkelerimize sıkıca bağlıyız ve gerçeği haykırma zamanı geldiğinde
kendimizi tutmayacağız. Filistinlilerin bağımsız bir devlet mücadelelerindeki
sorunlarını ve insan haklarını savunmaya devam edeceğiz. Haklı olanı savunun
ve yanlış olanın karşısında durun.
Sonuç olarak, Bosna Hersek’teki Müslümanları korumak ve Somali’nin
Müslüman ulusuna barış ve uyum getirmek için Birleşmiş Milletler (BM) ve Kuzey
Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) himayesinde bir barış gücü yollayabilecek
yetkin ve ehil bir Müslüman ülke olarak görülüyoruz. Ayrıca Güney Lübnan’a
yönelik barış görevinde yer aldık ve Afganistan’a kadın doktor sevk ettik.
Hal böyleyken onurlu Müslümanlar olarak kendi sorularımızı yönetmekteki
acizliğimizden dolayı nasıl İslam’ın nasıl hor görülmesine ve küçümsenmesine
izin verebiliriz? Buradaki soru şu, neden ihtilaflarımızı çözmesi ve aracı olması
konusunda güvenilen kişi temelde Gayrimüslim bir ülke olan üçüncü bir taraf?
Yozlaşma, yanlış yönetim, yanlış yönlendirme ve yetersizlik neden genellikle bir
İslami idarenin işareti kılınıyor? Buna karşın Kuran-ı Kerim ve Sünnette yer alan
İslam öğretilerinin bizim için açık kılavuzlar gibi görev yaptığını biliyoruz.
Cevap şu ki, bir zamanlar geçmişteki Müslümanlar gibi insanlığın geri
kalanı için bir fener olmayı ümit etmeden önce kendi meselelerimizi düzeltmeli ve
ıslah etmeliyiz. İç gözlem yapma ihtiyacını anlamalı ve ardından gelişime yönelik
önemler almalıyız. Biz Müslümanların yüz yüze olduğu sorunların içsel olduğu
açıktır. Çözülmesi çok zor gibi görünmektedirler ancak İslam’ın gerçek
öğretilerine geri dönersek kesinlikle gözle görülür bir çözüm bulunmaktadır.
Yakın zamanda Malezya’nın farklı dinleri arasındaki uyum bir adım geri
gitti. Bu durum, Müslümanlar veya Gayrimüslimler arasında dini siyasete alet
etmek isteyen kişilerden kaynaklandı. Çok kültürlü bir ulusta dini polemik, ihtiyatlı
23
bir şekilde ve büyük bir dikkatle yönetilmelidir. Dini bir söylev başkalarının dini
duygularını incitebilir. Aslında demokratik bir ülkede tüm bireyler kanunu ihlal
etmediği sürece ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Başka bir dini benimsemiş
kimselerin duygularını incitebilecek her düşünce ifadesi yalnızca provokatif bir
tepkiye davetiye çıkaracak ve dolayısıyla sağduyulu bir hareket olmayacaktır.
Ulusal istikrar adına tüm partiler yaklaşımlarında çok dikkatli ve ihtiyatlı olmalıdır.
Aslında her dinin öğütlediği şey de budur.
Farklı etnik, dini ve kültürel arka plana sahip insanların bir ülkede veya
uluslararası toplum içerisinde yaşadığı ve birbiriyle etkileşimde bulunduğu bu
çağda birlik, hoşgörü ve içtenlikle kabullenme ulusal kalkınma ve dünya barışına
yönelik en önemli faktörlerdir. Farklı ırklar ve dinler arasında birliğin, hoşgörünün
ve içtenlikle kabullenmenin bulunduğu bir yerde sosyal ilerleme yoluna girilebilir
ve kolaylıkla başarılabilir ve bu durum tüm tarafların yararına olacaktır. Tam
aksine birliğin, hoşgörünün ve koşulsuz kabullenmenin bulunmadığı bir yerde
kaos hüküm sürecektir.
Bayanlar ve baylar,
Bugün önemli olan, 1Malezya konsepti için yol gösterici bir ilke olarak wasatiyyah
kavramına evet dememizdir; Önce Halk, Şimdi İcraat. 2020 yılına kadar ülkenin
arzularını gerçek kılacak felsefe ve formül budur.
İslam’ın tüm insanlık için bir merhamet dini olduğu doğrudur. İslam kanunu
altındaki siyasetler diğer inançların çıkarlarını reddetmez veya geri çevirmez.
Tarih göstermiştir ki bazı Müslüman topraklarda Gayrimüslim topluluklar da
hükümette yer almıştır. Örneğin Endülüste belirli bölgeler Museviler tarafından
yönetilmiştir. Hıristiyanlar ve Museviler bu bölgeleri herhangi bir baskı veya
zorlama olmaksızın Müslüman vilayetler olarak kabul etmiştir.
Servet dağılımı ve sosyal adalet de bir ülkede istikrarlı bir toplum
ekonomik istikrar oluşturulmasında çok önemli roller oynamaktadır. Bu konuya
hükümet tarafından çok önem verilmektedir bu yüzden milli servet, bu ükedeki
tüm ırklara adil ve eşitbir şekilde dağıtılmaktadır. Kısacası ulusal kalkınma ve
ilerlemeye ilişkin tüm çabalarımızda en başından beri bir refah devleti konseptine
odaklandık.
Halifeler dönemindeki İslam hukuku tarihine bakarsak Gayrimüslimlere iyi
davranılmış ve ülkenin servetinden faydalanmaktan mahrum bırakılmamışlardır.
Halife Hz. Ömer bin Hattab’ın dilenen ihtiyar bir Yahudiyle karşılaştığı bir olay
vardır. Bu Yahudiye karşı çok anlayışlıdır ve ona onu bu duruma neyin getirdiğini
sorar. Yahudi, yaşlılığın onu çalışamaz hale getirdiğini açıklar.
Bu cevabı duyan Halife Hz. Ömer bin Hattab Yahudiyi evine götürür ve
onu Tasadduka, Beytülmal’a gönderir. Halife Hz. Ömer bin Hattab yaşlı Yahudiye
yardım edilmesini emreder. Halife Hz. Ömer bin Hattab şu sözleri söyler:
“Gençken onlardan vergi toplamak ve ihtiyarladıklarında da onları ihmal etmek
bizim için adil değildir”. Bu hikaye Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasındaki
ilişkiyi çok güzel bir şekilde örneklemekte ve biraz insaniyetle wasatiyyah ilkesini
göstermektedir.
Bayanlar ve baylar,
Bu yüzden dini ve kültürel çeşitliliğe sahip bir ülke olarak, Malezya’da wasatiyyah
yaklaşımına çok önem verilmesi gerektiğini bir kez daha belirtmek istiyorum; bu
24
bir fikir değil, gerçek başarıya ulaşmak adına içinde bulunduğumuz dünyanın
dışında öbür dünyada da ödül kazanmamıza yardımcı olacak bir zorunluluktur.
Sonuç olarak bu iki günlük kongrenin wasatiyyah kavramını keşfetmemiz
ve sosyal hayatın yanı sıra kişisel yaşamın her yönünde uygulanmasına yönelik
en iyi stratejiyi ortaya çıkarmamızda faydalı olacağını umuyorum.
Dolayısıyla “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayarak bu Malay Takım
Adalarında Birinci İslami Bin Yıla İlişkin Wasatiyyah Kongresini açıyorum.
Wabillahi
taufik
walhidayah
wassalamualaikum
warahmatullahi
wabarahkatuh ve teşekkür ederim.
25
5
12 Kasım 2011 tarihinde Hawaii, Honolulu’daki Doğu-Batı Merkezi’nde
verilen konuşma
Puongpun Sananikone; Doğu-Batı Merkezi İdare Meclisi Başkanı, Charles E.
Morrison; Doğu-Batı Merkezi Başkanı, Joey Manahan; Hawaii Devlet Temsilcisi,
East-West Merkezi öğrencileri; Bayanlar ve baylar,
“E pluribus unum” – birlikten kuvvet doğar. Bu ulusun Resmi Mühründe yer
alan amentü basittir ancak tüm filozofların veya konuşmacıların yeteneğinin
ötesinde neredeyse 250 senedir Devletlerinizi birleştiren ve halkınıza ilham veren
ortak ruhu niteler.
Doğu Batı Merkezi yarım yüzyıl boyunca Doğu ve Birleşik Devler
arasındaki ilişkide biribirimizden birşeyler öğrenmemizi, beraber çalışmamızı ve
dünyayı daha iyi anlamamızı sağlamak için bizi bir araya getiren aynı ilkeyi
kullanmıştır.
Bu hayati önem taşıyan bir iştir. Şu anda bu kalabalık ancak küçük
dünyaya sıkışmış ve bu kadar birbirine yakın olmalarına rağmen pek çok farklı
kültüre sahip yedi milyar kadın, erkek ve çocuk bulunuyor, bizler yalnızca bizi
ayıran şeylerden ziyade bizi bağlayan şeylere odaklanarak barış ve uyum içinde
yan yana yaşamayı öğrenirsek hayatta kalabiliriz.
Hawaii, uzun süredir bunun nasıl başarılabileceğine yönelik gerçek bir
örnek olmuştur. Son derece farklı altyapılara sahip insanların beraber yaşadığı,
çalıştığı ve sosyalleştiği, insanların kaynaştığı bir yerdir. Pro- Bowl’un oynanacağı
Pazar günü Aloha Stadyumuna gidin, Avrupalılardan, Asyalılardan ve yerli
halktan oluşan kalabalıklar değil, 50,000 Hawaili ile dolu bir stadyum
göreceksiniz.
Aynısı benim ülkem için de geçerlidir. Malezya, Müslümanlar, Hıristiyanlar,
Hindular, Budistler ve sayılamayacak kadar küçük dini gruplar ve mezhepler için
bir yuvadır. Pek çok dil konuşuyoruz ve pek çok dinimiz var ancak
bağımsızlığımızdan bu yana yarım yüzyıldır bu yuvayı bugün olduğu modern,
ilerici, başarılı bir ulus haline getirmek için birlikte çabalayan Bir Malezya olduk.
Malezya ve Hawaii bunun başarılabileceğini gösterdiyse, uluslar arası
toplumun 21. yüzyılda karşılaştığı zorluklar da neden benzer bir anlayışın ve
işbirliğinin küresel ölçekte başarılması gerektiğini göstermektedir. Şu anda, her
zamankinden daha çok, farklı uluslar ileriye giden bir yol çizmek için bir araya
gelmelidir. Küresel mali kriz, uluslararası terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve
insan kaçakçılığı, hiçbir hükümetin tek başına başarıyla üstesinden gelemeyeceği
sorunlardır.
Ancak Doğu ve Batının bölünmeyi göze alabildiği içinde bulunduğumuz şu
anda radikallerin konuşmacıları aramızı açmaya çalışmakadır. Bir tarafta,
inançlarının çatışmayı ve şiddeti haklı gösterdiğine dair yanlış bir varsayımla
hareket eden bir avuç yanlış yönlendirilmiş Müslüman var. Diğer tarafta ise tüm
teröristlerin Müslüman, tüm Müslümanların terörist olduğuna ve Doğunun, Batının
güvenilir bir partneri olamayacağına kendilerini inandıranlar bulunmaktadır.
26
Timothy McVeigh toplu katliamı Oklahoma City sokaklarına taşıdığında,
hiçkimse tüm Hıristiyanların bir şekilde sorumlu olduğunu ileri sürmedi. Bunu
yapmak haklı olarak saçma görülecekti, ancak bugün dünyadaki 1.3 milyar
Müslümanın kendilerini içerisinde buldukları durum budur. Geçen sene Oslo’nun
başına büyük bir kötülük geldiğinde sözde uzmanlar, tamamen Müslüman
radikallerin işaretlerini taşıdığını ileri sürmek için radio ve televizyon yayınlarını
doldurdu. Hızlı bir şekilde korkunç gerçeğin çok farklı olduğunu keşfettik, yine de
tüm dünyadaki siyasetçiler, gazeteciler ve yorumcular terörizm ve İslam’ın aynı
paranın iki yüzü olduğu fikrine bağlı kalmaya devam etmektedir.
Bunu pek çok defa söyledim ancak bunu tekrar tekrar yinelemek gerekiyor:
İslam bir barış dinidir. İslam, şiddetten tiksinir. Ve İslam’da, kendileri, aşırıcılık ve
uç noktalar adına onun adını kirletenler için ne bir yer vardır, ne de bunlara saygı
ve sevgi duyulmaktadır. İslam alimleri şiddet içerikli eylemlerde bulunanların
gerçek Müslümanlar olmadığı – çarpık ideolojilerinin herhangi bir teolojiye
dayanmadığı konusunda çok nettirler.
Bir insan olarak, Başbakan olarak ve her şeyden önemlisi bir Müslüman
olarak tüm terörist eylemleri faillerin ve kurbanların dini doktrinlerine bakmaksızın
bütünüyle kınıyorum. Masum insanların canına kıymanın asla ama asla haklı bir
tarafı olamaz.
Ancak radikallik iyi dinler ve kötü dinler veya iyi inançlar veya kötü
inançlarla ilgili değil, iyi insanlar ve kötü insanlarla ilgilidir. Art niyetlerini
“doğruluk” maskesi ardına gizleyerek kendi fikirlerini dayatmak için her yolu
mübah gören her ulustaki, her siyasi düşüncedeki gruplardan ve bireylerden, her
dinden ve dini olmayan insanlardan bahsediyorum.
Kürtaj yapan bir kişiyi öldürdüğünde Allah adına hareket ettiğini söyleyen
bir Hıristiyanı düşünün. Federal hükümeti devirme planları yapanın onun aynasal
görevi olduğunu iddia eden bir askeri düşünün. Manifetolarının, hayvanlar
üzerinde deneylerin yapıldığı laboratuarları bombalamanın haklı olduğunu
belirten şiddet yanlısı anarşistleri düşünün.
Bunlar bağnaz kişilerdir. Bu kişiler radikaldir. Cahil, zayıf ve fakir kişileri
yanlış yönlendirmek ve istismar etmek için ifade özgürlüğünden
faydalanmaktadırlar.
Ne söylerlerse söylesinler, o kişiler bizi temsil etmemektedir. Ancak çok
uzun süredir ılımlı çoğunluğun toplu eylem gerçekleştirmedeki eksikliği,
tartışmanın duyarlılığın ve matığın değil, seslerini en yüksek çıkaranlar tarafından
hükmedilmesine olanak vererek meydanın radikallere kalmasına bırakılmaına
sebep olmuştur.
Artık yeter. Şimdi bizim için, barışsever ve ılımlı olan çoğunluk için haklı bir
şekilde merkezdeki yerimizi geri alma zamanıdır. Radikalizm ve şiddet karşısında
öylece beklemeyi ve sessiz kalmayı göze alamayız. Sesimizin – sadece ılımlı
Müslümanların değil, ılımlı Hıristiyanların, ılımlı Hinduların, ılımlı Musevilerin,
ılımlı ateistlerin vb. seslerinin duyulmasını sağlamalıyız.
Bu seslerin yükselmesi radikallerin sesini bastırmak için yeterli olacaksa,
dünyanın her köşesinden duyulması gerekir. Bu yüzden geçen sene Birleşmiş
Millerler Genel Kurulunu küresel bir “Ilımlı Hareket “ oluşturmada bana katılmaya
davet ettim.
Radikalizmin her biçimiyle ortadan kaldırılmasının önemini anlayan bir tek
ben değilim ve çağrım çok geniş destek buldu – geçen ay Milliyetler Topluluğu
Ülkeleri Toplantısında nihai bildiride bu konsept dahil edildi ve Dış İleri Bakanı
Clinton da sözleriyle destek verdi.
27
Artan uluslar arası desteğe bu durumdan en iyi şekilde yararlanmalıyız. Bu
yüzden bugün Uluslar Arası Küresel Ilımlı Hareket Konferansı’nın açılış töreninin
gelecek sene 17-19 Ocak arasında Kuala Lumpur’da gerçekleşeceğini
bildirmekten mutluluk duyuyorum. Malezya Uluslar arası İslam Üniversitesi
Öğrencileri tarafından düzenlenen bu etkinliğe hepinizi davet etmek ve Küresel
Ilımlı Hareket Vakfının resmi kuruluşunu görmek benim için bir onurdur.
Bununla birlikte, bu ılımlılık hareketi bizler – hükümet liderleri, ticaretin,
kiliselerin ve üniversitelerin önde gelenleri olarak, bunu bir akademik uygulama
olarak görmezse başarısız olacaktır. Hayal dünyasında yaşamayı ve tartışmaları
askıya almayı ve “bir şeyler yapılmalı” iddiasını ileri süren tozlu dosyaları açmayı
göze alamayız. Gerçek bir eylemde bulunmalı, gerçek bir değişim sağlamalıyız.
Ve bunu, çoğunluğun söylediklerini göz ardı edersek gerçekleştiremeyiz, çünkü
insanların uğraştığı sorunları anlamazsanız, basit, ama tehlikeli, çözümler sunan
radikaller için kolay bir av haline gelirler. En önemlisi hükümetler, örnek
davranışlarda bulunmalı. Eylemlerimiz bizi orta yoldan uzaklaştırıyorsa
diğerlerden nasıl ılımlı olmalarını bekleyebiliriz?
Bu nedenle çok değil, iki sene önce Başbakan olduğumda 21. yüzyılın
ekonomik, siyasi ve sosyal zorluklarına karşı kendimizi hazırlayarak ve tüm
Malezyalıların çıkarına olan ekonomik büyüme yolunu açarak Malezya’yı
dönüştürmeye ve ıslah etmeye koyuldum.
Endüstrileri özgürleştirdik, bürokrasiyi kaldırdık, yabancı şirketlerin yatırım
yapmasını ve Malezyalı şirketlerin büyümesini kolaylaştırdık. Bunu Ekonomik
Dönüşüm Programı olarak adlandırıyorum ve şimdiden gerçek anlamda sonuç
vermeye başladı – Dünya Ekonomi Forumuna göre Malezya şu anda Asyanın
beşinci ve dünyanın 21. en rekabetçi ulusu.
Dünya Bankasının “İş Yapma Kolaylığı” endeksinde Almanya, Japonya ve
İsviçre’nin üzerinde yer alıyoruz. Asgari maaş planları Parlamento’da görüşülüyor
ancak kişi başına gelir şimdiden hızla artıyor ve 2020’ye kadar 15,000 $ olma
yolunda. Neredeyse 400,000 iş kuruldu ve gelecek birkaç yıl içinde 3 milyon işin
daha kurulması bekleniyor. Etkin bir sorun olan fakirlik gerçek anlamda ortadan
kaldırıldı.
Devlet Dönüşüm Programı ile devlet kurumlarının çalışma şekillerinde de
kalıcı reformlar yapmaya başladım. Uluslar arası uzmanlar, yolsuzluk seviyesinin
hızla düştüğünü bildiriyor. Suç oranı düştü, istihdam arttı. Çok daha fazla kişi
trafik sıkışıklığını ve kirliliği azaltan toplu taşımayı kullanıyor.
Bu yukarıdan merkezi planlamaya dayatılan bir program değildir. İlk
baştan beri önceliklerinin ne olduğunu bulmak için onları dinleyerek ve izlenecek
en iyi yolu belirlemek için bunları uzmanlarla bağlantı kurarak Malezya halkını
birinci sıraya koyduk.
Bu değişikliklerin desteklenmesi, son altı ayda başlanan benzeri
görülmemiş bir sosyal program ve siyasi reformdur. Koloni dönemindeki İç
Güvenlik Anlaşması gibi demode güvenlik yasaları uluslar arası açıdan en iyi
uygulamaların model alındığı modern anti-terörizm kanunlarıyla değiştiriliyor.
Gazetelerin yayın ruhsatlarını her sene yenileme zorunluluğu kaldırılıyor. Sansür
kanunları, konuşma özgürlüğü tehlikeye atılmadan ve siyasi çekişme
engellenmeden geleneksel değerlerimizi koruyabileceğimiz şekilde revize
ediliyor. Ve seçim reformu taleplerini incelemek ve her Malezyalının oyunun
sayılmasını sağlamak için ne tür adımlar atılması gerektiğini görmek için iki partili
bir panel oluşturdum.
28
Malezya için, bizi ulusa kalıcı zarar verebilecek aşırılıklardan – sosyal,
siyasi ve ekonomik – uzaklaştıran ılımlı bir yol planı çiziyorum. Bu reformlar, diğer
ülkeler tarafından şimdiden izlenen ve Libya, Mısır, Tunus ve diğer ülkelerdeki
yeni demokrasilerin liderleriyle paylaşmaktan mutluluk duyacağım detaylı bir
ulusal dönüşüm planıdır.
Bu gibi karşılıklı öğreti ve anlayış, daima Doğu- Batı Merkezinin amacı
olmuştur ve APEC’in bu zor günlerde Asya-Pasifik bölgesine gerçek anlamda
getirebileceği şey de budur.
İnsanlar “Asya-Pasifik” derken genellikle bunun sadece Güney-Doğu
Asyadaki nispeten küçük bir avuç ulusu kapsadığını düşünme hatasına düşüyor.
Aslında bölgemiz dört kıtayı kapsamakta ve iki düzineden fazla ülkeyi
çevrelemektedir. Kıyıları Pasifik ve Güney Çin Denizi’nin sularıyla sarılı uluslarda
nerdeyse üç milyar insan yaşamaktadır. APEC’in kendisinin 21 üyesi vardır ve bu
hafta çok uzaklarda bulunana Rusya, Şili, Yeni Zelanda ve Kanada’dan delegeleri
bir araya getirecektir.
Asya-Pasifik, uç noktalardan ve zıtlıklardan oluşan bir bölgedir. Alaska’nın
donmuş çorak topraklarında dünyadaki en soğuk hava yaşanırken, Avustralya’nın
yakıcı çölleri en sıcak havalara ev sahipliği yapmaktadır. Atacama’nın geniş
toprakları en ıssız topraklar arasında yer alırken Tokyo’nun tıklım tıklım caddeleri
dünyadaki en yoğun nüfusa sahip yerleri arasındadır.
Sahip olduğumuz ortak şey büyük Pasifiktir, bu yüzden APEC’in burada
Hawaii’de, okyanusun tam orta yerinde bir araya gelmesi mümkündür.
Yüzyıllarca bu adalar Doğu ve Batı arasında seyahat eden deniciler için bir durak
noktası olmuştur. Bugün, APEC liderleri toplantısının yer almasıyla, çok farklı
ancak paylaştığı çok şeyi olan dünyanın iki ucu arasında sembolik bir köprü
oluşturmaktadırlar.
APEC liderleri son biraya geldiğinde, sadece “güçlü, dengeli ve
sürdürülebilir bir büyüme meydana getirmek için ortak çıkarlardan oluşan bir
ortaklık oluşturursak” 21. yüzyılın zorluklarıyla başa çıkabileceğimiz düşüncesi
kabul edildi. Küresel ekonominin bugün karşılaştığı tehlikelere bakarsak, bu
ortaklığın her zamankinden daha fazla önem taşıdığı görülüyor.
Küresel GSYİH’in yüzde 60’nın APEC uluslarının elinde bulunmasıyla,
dünyayı daha fazla destekleme konusunda büyük bir sorumluluğa, hiçbir ulusun
tek başına taşıyamayacağı bir sorumluluğa sahibiz – bu sorumluluğu sadece
omuz omuza verirsek taşıyabiliriz. APEC platformunu, sadece kendi halkımıza
değil, Afrika, Avrupa ve Asya’nın geri kalanındaki insanlara da yardım edecek
anlamlı bir işbirliği ve bağlılık oluşturmak için kullanmalıyız. Onları yüz üstü
bırakamayız, bırakmamalıyız.
Bayanlar ve baylar,
İki yüzyıldan daha fazla bir süre bu ülke, en mütevazı çiftçiden en büyük lidere
kadar her Amerikalının iyileştirilebileceği ve iyileştirilmesi gerektiği isteği, umudu
ve inancıyla yönlendirildi. Amerikayı her şeyin mümkün olduğu bir toprak,
Kansas’lı bir anne ve Kenya’lı bir babadan doğma Hawaii’li bir çocuğun sadece
büyüyüp başkan olma hayalini barındırmadığı, bunu gerçek anlamda
gerçekleştirdiği bir yer yapan, kurucuların getirdiği ve müteakip nesiller tarafından
devam ettirilen bu kendini geliştirme arzusudur.
Ancak bizler 21. yüzyılın ikinci on yılı içerisine girerken bu istek ve arzu
artık Birleşik Devletlerle kısıtlı kalmıyor. Dünyamız, her yeni gün doğumu
29
sarsılmaz görünen kurumlara karşı çıkan radikal bir değişim getiriyormuşçasına
sürekli değişen bir devlet gibi görünüyor. Arap Baharı, onlarca yıllık diktatörlükleri
ortadan kaldırarak ve yeni bir demokrasi dalgası oluşturarak Kuzey Afrika ve Orta
Doğuya hızla yayıldı. Euro bölgesi ekonomileri, dünyanın en güçlü para
birimlerinden bir tanesi olan Euro’ya yönelik büyük bir tehditle karşıya karşıya Ve
uluslar arası toplumun stratejik odağı Kuzey Atlantik’den uzaklaşarak Doğuya
doğru kayıyor.
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı 25 yaş altında ve bunların büyük bölümü
Afrika ve Asya’da yaşıyor – aslında dünya nüfusu 31 Ekim’de yedi milyarı geçti.
Bu genç insanlar gerçek anlamda ilk küresel nesli temsil ediyor ve geçmişteki
yöntemlerle tatmin edilemezler. Okyanuslarla ayrılan ancak Twitter ve Facebook
ile birbirine bağlanan, dünyanın her köşesindeki bu genç insanlar dünyanın
sunması gereken şeyi gördü ve Amerika’da ki gibi herkesin sadece hayal
kurmakla kalmayıp bir rüyayı gerçeğe dönüştürmeye cesaret edebileceği küresel
bir toplum oluşturmamızı istiyorlar.
Arkamızda bu arzuların gerçekleştirilebileceği barış dolu, ılımlı ve uyumlu
bir dünya bırakacaksak, sadece politikalarımızda ve ekonomilerimizde ıslahat
yapmak yeterli değildir- düşünüz biçimimizde ıslahat yapmalıyız. Doğuyu Batıya
karşı bitmek tükenmek bilmez bir yarışa sokan, dünyaya yalnızca çatışma getiren
o eski bölücü felsefeyle ilgilenmiyorum.
Son olarak, doğu ve batı bir adam tarafından oluşturulan bir harita
üzerindeki salt konseptlerdir – toplumlarımızı ayrı varlıklar olarak tutarak dünyayı
çevreleyen bir bölme yoktur. Ve bu ayrımı yaratabiliyorsak, onu ortadan
kaldırabiliriz de. Şimdi, Doğu ve Batının yan yana olduğu, birbirinden öğrendiği ve
birleşik bir cepheyle modern dünyanın zorluklarına göğüs gerdiği yeni, ilerici bir
görüş oluşturma zamanıdır. Çünkü birlikte daha güçlüyüz, birlikten kuvvet doğar.
Teşekkür ederim.
30
6
17 Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur, Kuala Lumpur Kongre
Merkezi’ndeki Küresel Ilımlı Hareket Konferansının açılış
konuşması
Bismillahirrahmanirrahim
Prens Hazretleri, ekselansları, bayanlar ve baylar, değerli konuklar.
Bugün sizleri birinci Küresel Ilımlı Hareket Konferansında bir araya getirmekten
mutluluk duyuyorum – Pek çoğunuzun burada olmak için binlerce kilometre yol
kat ettiğinizi biliyorum ve ortak amacımıza bağlılığınız ve kendinizi adamanızdan
dolayı sizlere teşekkür etmek istiyorum. Malezya’da bir deyiş vardır,
takkenalmakatakcinta, “bilmediğimiz şeyi sevemeyiz” anlamına gelir – ve
gönülden umudum odur ki gelecek bir kaç gün boyunca birbirimizi daha iyi
tanıyacak ve daha çok seveceğiz ve bu karşılıklı empati ve anlayışı bütün
yönleriyle aşırıcılığı yenmek için kullanacağız.
Burada Malezya’da ılımlılık, daima tercih edilen yol olmuştur. 1957’de
İngilizler’den bağımsızlığımızı nasıl geri kazandığımızın; 1965’te Endonezya ile
ilişkilerimizi nasıl eski haline getirdiğimizin; 1967’de ASEAN’ın kurulmasına nasıl
yardım ettiğimizin, 1969 Mayısındaki trajik olayları nasıl atlattığımızın, 1972’de
Çin’le nasıl yakın ilişki kurduğumuzun ve 1993 ve 2009’da çığır açan ASEAN
güvenlik ve ekonomik topluluklarını nasıl oluşturduğumuzun bir kanıtıdır. Her biri
ülkemiz için çok önemli bir andır ve hepsi mantığa dayalı müzakereler ve
münazaralar yoluyla kazanılmıştır.
Ancak Malezya’nın kendi başarılarının ötesinde ılımlılık, insanlığın doruk
noktalarının fıtratı, veya özüdür; dünyadaki tüm medeniyetlerin üzerine kurulduğu
sağlam temel kayasıdır – o olmadan uzun süre önce epikürcü zevk ve sefaya
yenik düşmüş olurduk! Yine de ılımlılık sadece irade, disiplin ve tahdidin değil,
kabullenme, özgürlük, hoşgörü, merhamet, adalet ve barışın savunulmasına
dayanmaktadır.
Ilımlı olmak zayıf, tavizkar olmak veya bayağılığın kurumsallaştırılması
demek değildir. Ve kendimizi tamamıyla adamamız gereken bu şeyleri
gönülsüzce yapmak da değildir. Bazılarımızın inandığı gibi bir zayıflatma
ideolojisi olmanın tersine ılımlılık, -kendimizinkilerin yanı sıra diğerlerinin
ihtiyaçları, bastırılmışlıkları ve endişeleriyle ilgilenerek – ileri gitmemize ve kalıcı
bir iz bırakmamıza izin verir.
Robert F. Kennedy’nin kelimeleriyle, “insanlık tarihi cesaret ve inancın
sergilendiği sayısız farklı eylemle şekillenmiştir. Bir adam ne zaman bir ideali
savunsa veya diğerlerinin payını arttırmaya çalışsa veya adaletsizliğin karşısında
dursa, küçük bir umut dalgası yayar ve bir milyon farklı enerji ve cesaret
merkeziyle karşılaşan bu dalgacıklar en yüce baskı ve direniş duvarlarını
sürükleyebilecek bir akıntı oluşturur.”
Bu, bayanlar ve baylar, bugün burada oluşturacağımız akıntıdır – ve hiçbir
hata yapmadan özellikle küresel tarihimizdeki sıkıntılı zamanlarda bir araya
31
gelelim. Savaşın yeni yüzleri olan önceden tahmin edilemeyen boyutlardaki
küresel mali kriz ve doğal afetler daha önce karşılaştıklarımıza benzemeyen
sorunları önümüze sermektedir. Ancak bu zorluklarla yüzleşmeliyiz ve bu
değişikliklerin üstesinden gelmek için seçtiğimiz yol ortak medeniyetimizin
geleceğini önemli ölçüde etkileyecektir.
2011’de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da gözler önüne serilen olayların
boyutu ve hızı zaman zaman bunaltıcıydı ancak kaos ve karışıklık yerini sükunete
bırakırken tüm dünya – bu boşluğu doldurmak için çevremizi saran aşırıcılığa
kurban gitmek yerine – bu ülkelerin ve insanların kendilerine daha fazla ifade
özgürlüğü verecek barışçıl, demokratik bir ılımlılık oluşturabileceği umudu
üzerinde birleşti.
Başka bir yerde Nijerya Hıristiyan ve Müslüman toplulukları arasındaki
ölümcül çatışmalara şahitlik etti. Ancak Nijerya hükümeti, bu gibi davranışların
devam etmeyeceğini ve inançları gasp edenler için sonuçların şiddetli olacağını
açıkça belirtti. Çünkü asıl ayrım Müslümanlar ve Gayrimüslimler veya gelişmiş ve
gelişen dünyalar arasında değil, ılımlılar ve radikaller arasındadır.
Bu yüzden hepimiz, her birimiz bir seçim yapmalıyız: bir tarafta husumet
ve şüphe ve diğer tarafta birbirinin dünya görüşünü sürekli anlama çabası
arasında bir seçim. Elbette hiçbir zaman bizi ayıran okyanusların ve körfezlerin
bize diğerlerinin çatışmalarından muaf tuttuğunu düşünmemeliyiz. Afrika’da
yaşanan gerginliklerin veya Amerika’da ifade edilen ağır sözlerin yalnızca orada
yaşayanlar için değil hepimiz için ağır sonuçları olabilir. Günümüz bilgi süper
otobanı dünyasında bu gibi çatışmalar hızla dolaşabilir – ve gerçek hiç kimsenin
tekelinde değildir.
Tabiki – her ne kadar bu başarıda büyük pay sahibi olmak güzel olsa da! –
kendi Küresel Ilımlı Hareket çağrım gibi çağrılan yeni birşey değildir. Ilımlılık çok
eski bir değer ve doğruca büyük dinlerin kalbine giden bir değerdir. İslam dininde
Hz. Muhammed “herşeyin en iyisi orta olandır” şeklinde öğüt verir; Hıristiyanlıkta
İncil’de “uysallığınız bütün insanlarca bilinsin” denir; ve Musevilikte Tevrat, en
gerçek Musevi geleneği anlayışında ılımlılığın her varlıkta bir “yaşam şekli”
olduğunu öğretir.
Ancak ılımlılık uzun yıllar öce dünya dinlerinde yer edinmişse, bunun tersi
doğrudur: aşırıcılık hiçbir zaman camilerimizde, kiliselerimizde, sinagoglarımızda
ve tapınaklarımızda hoş karşılanmamıştır. Nefreti idame ettirmek, doğası gereği,
geniş kitlelerce benimsenen ahlak anlayışına ters düğen boşuna bir uğraştır – ve
aşırıcılığı güçlü bir tehdit kılan, başını toprağa gömerek diğerlerinin görüşlerini ve
değerlerini kabul etmeyi reddeden zincirinden kurtulmuş bu tehlikeli düşmanlıktır.
Hal böyleyken doğruluk tekrar tekrar zafer kazanmıştır. Tarih, aşırıcılığı
benimseyenler tarafından değil, inançlarından vazgeçmeden doğru olan ılımlılık
yolunda kalan kişiler tarafından yazılmıştır. Hepimiz Mahatma Gandhi, Nelson
Mandela ve Aung San SuuKyi’nun iradesinin ve önderliğinin olağanüstü gücünü
iyi biliyoruz ancak bir ilham kaynağı olmak için bir dünya lideri olmanız gerekmez.
Ilımlılar direndikleri heryerde bir fark yaratabilir – ve şimdi yüksek kademelerde
bulunan ılımlıların topluca aşırıcıların karşısında durması ve tek bir nefeste,
etrafta çınlayan net bir “hayır” demelerinin zamanıdır.
Çünkü bir şey çok açıktır: dünyayı zorla aşırı görüşlerden kurtaramayız.
Şiddetten şiddet doğar – bu yüzden yapabileceğimiz en iyi şey nefretin sesini
susturarak değil, mantığın sesini daha yüksek çıkararak hoşgörüyü ve anlayışı
beslemektir. İkna, müzakere ve işbirliği: husumet ve suiniyet karşısındaki
silahlarımız bunlar olmalıdır.
32
Bayanlar ve Baylar,
Bugün buradaki konuşmacılar ve delegeler, tüm kıtalardan ve her kesimden
uzmanları ve aklı selim liderleri kucaklayarak her anlamda çeşitlilik
oluşturmaktadır. Bu, bence, yalnızca tek bir şey ifade etmektedir: aşırıcılık, belli
bir noktada her ülkeyi, her mesleği ve herkesi etkilemiştir. Hiç kimse dokunulmaz,
hiçbir yer girilmez ve hiçbir şey sınırların dışında değildir – bu basit sebepten
ötürü radikaller, toplamcı dünya görüşleriyle, kutsal ya da dünyevi hiçbir kurumun
el değmeden kalmasını istemez.
Radikallerin, aşırı basitleştirme, yanlış tanıtım ve düpedüz yalanlarla
karakterize edilen bir dizi Mesihsi ideal olan ortodoksilerle hareket etmektedir.
Tüm dinlerin gerektirdiği gibi yaşamın kutsallığını kutlamaktan ziyade aşırıcılar,
öbür dünyanın ihtişamını vurgular. Farklılığı aramaktan ve kucaklamaktan ziyade
cehaleti, hoşgörüsüzlüğü ve içgözlemi benimserler. Ve Değişimi kucaklamaktan
ziyade ilerlemeye sırt çevirerek ve daima aynı kalan idealleştirilmiş bir dünyaya
sığınarak değişimden ve bunu gerçekleştirenlerden korkarlar.
Aşırıcılığı özü, ve belki de çekiciliği, belirgin basitliğidir – bu yüzden bu
herkesçe bilinen gerçekleri şeytanlıkla, kurnazlıkla ve gayretle sorgulamak için
bunun gibi hareketlere ve toplantılara katılırlar.
Bayanlar ve Baylar,
Aşırıcılık ve aşırıcı hareketlerden konuşmak korkunç cinayet, kargaşa ve ızdırap
görüntülerini akla getirir ancak aşırıcılık daima şiddete başvurmaz – ve kendimizi
riske atarak açıklayacağımıza inanıyorum. Örneğin yakın tarihte en aşırı yine de
görünüşte şiddet içermeyen olaylardan bir tanesini ele alalım: küresel mali kriz.
9/11’in hemen ardından dünya çapında yayılan şok edici şiddet
görüntülerine – bir nesli yaralayan ve kollektif dünya bilincini dağlayan devasa
ölçekli yıkım sahnelerine kıyasla bir kaç yıl sonra başka bir Eylül sabahı Lehman
Brothers önünde çekilen fotoğraflar daha sıradan, hatta daha alışıldıktı. Gergin ve
endişeli genç bir kadın kişisel eşyalarını bir kutu içerisinde şirket merkezinin
dışına taşıyor. Hızlı bir şekilde yürüyen gözden düşmüş bir yönetici lüks
arabasına atlıyor ve hızla uzaklaşıyor.
Hiçbirisi olağandışı veya nahoş değil – hal böyleyken tek bir kurşun
ateşlemeden Wall Street’in aşırılıkları ve abartıları bir kaç gün içinde dünyayı
bildiğimiz gibi felaketin eşiğine getirecek.
Dört yıl ileri sarıyoruz ve ufukta bir ışık görünmediği oldukça açık. Euro
bölgesi hala krizde. Saymakla bitmeyecek milyonlarca kişi işlerini, evlerini ve
güvencelerini kaybetti. İnsani giderlere ek olarak şimdiye kadar kurtarma planına
14 trilyon ABD $’ı – Afganistan ve Irak’taki savaşların toplam maliyetinin on katı
harcandı.
Şayet ılımlılık çağrım idealistik ise, makul düşününce aynı zamanda
realistik de. Pek çok büyük İslam bilgini, dini, kültürel, siyasi, etik ve ekonomik
dünya görüşü olarak İslam’ın bugün karşılaştığımız en büyük zorluklardan
bazılarını çözmeye nasıl yardım edebileceği ile ilgilenmişlerdi ve bunlar benim de
ilgimi çeken sorular – ılımlılık acımasız aşırıcılık çözmenin yanı sıra bu küresel
ekonomik krizde bize nasıl yol gösterebilir.
Thomas Jefferson bir defasında şöyle demiştir: “çıkarcı ticaret ruhu hiçbir
ülke tanımaz ve kazançtan başka hiçbir ilkeye tutku duymaz.” Bu, Lehman’ların
33
devrilmesinde sonraki aylarda ve yıllarda pek çok kez tekrar değerlendirilmiş bir
anlayıştır.
Önemli bir figür olan Papa küresel mali krizin suçunu “ekonomik faaliyet
için sağlam bir etik temelin eksikliğine” yüklemiştir. İngiltere’nin Hahambaşı
Jonathan Sacks, “hiç kimse izlemiyorken dahi neyin sağduyulu ve doğru olduğu
duygusuyla hareket edecek” çalışan, bankacı ve hissedarlara gerek duyulduğu
yazmıştır. Ve benim gibi Müslümanlar için İslami finans yapısı ve ilkeleri uzun
süre önce halkı kişisel kazancın üzerinde tutmuştur.
Öyleyse nasıl azınlığın değil çoğunluğun çıkarlarına çalışan gerçek
anlamda ılımlı bir küresel ekonomi oluştururuz? Nasıl eşitliği sadece üst tabakaya
değil de “yüzde 99’a” dağıtacak bir sistem tasarlayabiliriz? Oldukça basit,
pazardaki işletmelerin daha fazla değerden uzak veya değer taşımayan bir
şekilde çalışmasına izin veremeyiz. Hepimiz biliyoruz ki pazarlar küresel refahı ve
sürdürülebilir, sabit büyümeyi ortaya çıkarmanın tek yoludur – ancak kontrol
edilmediklerinde oluşturabilecekleri haksız, adaletsiz sonuçları ve küresel mali
sistemi dize getiren pervasız ekonomik uygulamaları ortadan kaldırmalıyız.
Kaldıraçlı olarak alınan risklerin çok büyük oranda arttırılması. Akıllara
durgunluk veren kredi temerrüt takası. Düşük gelirlilere yüksek faizli krediler
verilmesi. Bazı çılgın bilim adamlarının yarattığı canavarlar misali bu yeni ve
yeterince anlaşılmamış mali uygulamalar Wall Street’i kasıp kavurmuş ve
arkalarında harap olmuş milyonlarca hayat bırakmıştır.
Ancak bu coşkuyla ve kendi zenginliklerinden başka birşeyi çok az
düşünerek işe koyulan adamlar, kadınlar, bankacılar ve tacirler ne durumda? Bir
dizi suçlu vesikalığı son yıllarda giderek alıştığımız aşırıcıların “dolandırıcılar
albümünde” çok farklı görünecektir – esmer tenli, sakallı ve komando
pantolondan ziyade jilet gibi takım elbiseli, masa başı ve sinek kaydı tıraşlı.
Bu, aşırıcılık hakkında bize anlatılan herşeye zıt düşmektedir – ancak
önemli bir soruyu da gündeme getirmektedir: aşırıcılar nasıl görünür? Onları nasıl
tanıyabiliriz? Cevap tabiki aşırıcıların, aşırıcılığın kendisi gibi pek çok şekle
büründüğüdür – ve onları sadece davranışlarından tanıyabiliriz.
Dünyanın son zamanlarda sıklıkla gerçekleştiğini gördüğümüz, aşırıcılığın
ve İslam’ın aynı kefede ele alındığını hatırlayacağına inanıyorum. Örneğin 9/11’in
neticesinde Güneydoğu Asya, dünyada sayıca en fazla Müslümana sahip
olduğundan ‘ikinci cephe’ olarak görüldü. Hal böyleyken terörizm burada,
dünyanın diğer kısımlarında elde ettiği aynı etkiyi hiçbir zaman kazanamamıştır.
Ve büyük bir kötülük geçen sene Norveç’i ziyaret ettiğinde sözde
uzmanlar, tamamen Müslüman radikallerin işaretlerini taşıdığını ileri sürmek için
radyo ve televizyon yayınlarını doldurdu. Hızlı bir şekilde korkunç gerçeğin çok
farklı olduğunu keşfettik, yine de tüm dünyadaki siyasetçiler, gazeteciler ve
yorumcular terörizm ve İslam’ın aynı paranın iki yüzü olduğu fikrine bağlı kalmaya
devam etmektedir.
Timothy McVeigh toplu katliamı Oklahoma City sokaklarına taşıdığında,
hiç kimse tüm Hıristiyanların bir şekilde sorumlu olduğunu ileri sürmedi. Bunu
yapmak haklı olarak saçma görülecekti, ancak bugün dünyadaki 1.3 milyar
Müslümanın kendilerini içerisinde buldukları durum budur.
Bu nasıl oldu? Küçük bir Müslüman azınlık tarafından gerçekleştirilen
aşırıcılık hareketleri nasıl İslam inancının tamamının gerçek bir yansıması olarak
algılandı – ve tüm inançlı ve inançsız kişiler tarafından hergün tüm dünyada
işlenmekte olan aşırıcılığı nasıl gölgeledi? Böyle habis görüşler tartışılmadan
bırakılamaz – ve pek çok kişinin yaptığı gibi aşırıcılığın özümünün basitçe daha
34
fazla Müslüman’ın sesini yükseltmesi ve konuşması olduğunu söylemek yeterli
değildir. Tüm ülkelerdeki tüm dinlerin ılımlılarından ve her kesimden bunu
duymamız lazım – ve bunu yaptığımızda herkesin görebileceği barış ödülü orada
durmaktadır.
Bayanlar ve Baylar,
Malezya uzun zamandır aşırıcılıkla değil, ılımlılık, hoşgörü, kapsayıcılık ve hatta
kabullenme ile eş anlamlıdır. Azımsanmayacak sayıda Hindu, Budist, Hıristiyan,
Taoist ve Sih topluluklara sahip çoğunluğu Müslüman bir ülkede “farklılığın
değerini” iyi biliyoruz. Pek çok etnik grup, pek çok din var ancak ılımlılık değerleri
ve 1Malezya ruhunda öngörülen uyumlu ve gerçek anlamda birleşmiş bir millet
olma için durmaksızın mücadele ediyoruz.
Farklılıklarımıza tahammül etmekten ziyade onları bilfiil kucakladığımız
zaman en iyi ve en güçlü ülke olacağımızı biliyorum – ve birinci Küresel Ilımlı
Hareket toplantısında bir araya gelmemiz de bu ruh sayesindedir. Ancak gerçek
anlamda küresel bir hareket yukarıdan zorla dayatılamaz – bu yüzden tüm
ülkelerde ve toplumda cehaletin, sahteliğin ve korkunun üzerinde gerçeğin
zaferini uyandırmalıyız.
Bayanlar ve baylar,
Ortak amacımızı geliştirmek için bugün burada Malezya’da ileride her yönüyle –
demokrasiye saygı, hukukun üstünlüğü, eğitim, insan haysiyeti ve sosyal adalet –
ılımlılığın ve dengenin peşinden gidecek olan, Başbalanlık Ofisi’nin bir parçası
olarak çalışan Wasatiyyah Üniversitesi’nin kuruluşunu ilan etmekten memnuniyet
duyuyorum. Büyük bilgin Al-Imam IbnulQayyim’ın kelimeleriyle, wasatiyyah –
ılımlılık veya ‘denge’ – “ne çok müsamahakar ne de çok aşırı olmak iki dağın
arasındaki bir vaha gibidir”, ve gelecekte bu gibi daha pek çok bilgini
cesaretlendirmek için vakti gelince yöneticisi ilan edilecek, Malaya Üniversitesi
altında çalışan akademik Wasatiyyah Kürsüsü’nü de oluşturulacağız.
Bu çalışmaya uluslararası düzeyde önayak olmak adına bilginin kampanya
materyallerinin konsolidasyonu kamu ve sivil toplum kuruluşları gibi aşırıcılığa
karşı savaşa katılmak isteyen herkese bunların dağıtılması için ilk merci merkezi
olarak yeni Küresel Ilımlı Hareket Vakfı’nın kuruluşunu ilan etmekten mutluluk
duyuyorum. Tabi ki Malezya’nın özel bir girişimi olmasından ziyade KIH’in
Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı gibi küresel diyalog ve işbirliğine yönelik
diğer girişimleri tamamlayıcı olması esastır.
Bu, korkaklara yönelik bir kampanya olmayacak ancak bu anın en çok
bağıran en çok kazanır mantığındaki aşırıcılar tarafından ele geçirilmesine izin
veremeyiz. Barışın büyük savunucusu Mahatma Gandhi’nin sözleriyle, “göze göz
düşüncesi bütün dünyayı kör bırakır” – bu yüzden aşırıcıların çekiciliğini ortadan
kaldırmak ve bastırılmışlığın hissedildiği yerde bunlara kulak vererek ve
konuştukları zaman onların sesini duyarak sınırlardakilerin orta yol için tutunacak
bir zemin olduklarını inkar etmek için her yerde dik ve gururlu durmak ılımlılara
düşmektedir.
Elbette bu açılış konferansının beyin fırtınası yapmamız, münazara
etmemiz ve önümüzdeki somut zorluklardan bazılarını araştırmamız için bir fırsat
sağlayacağını umuyorum – mesela: Bir dizi firkin ve değerin gerçek anlamda
küresel bir harekete dönüşmesi neyi gerektirir? Ilımlılığı, dış politika kararlarımıza
35
ve yurt içi ekonomik önlemlere nasıl aşılayabiliriz? Ve anlayış, hoşgörü ve barışa
nazaran birbirimizden ne öğrenebiliriz?
Bayanlar ve baylar
Belki ben terörden, hoşgörüsüzlükten ve insanın insana çektirdiği tüm nefretten
ve sefaletten uzak bir dünya umut edecek kadar naifim – ancak küçük
düşünürsek başarısızlığın bedeli çok yüksektir. Bu yüzden büyük hayaller
kurmaya cüret edelim, bir zamanlar hayal bile edilemeyeceği düşünülenleri hayal
etmeye cüret edelim ve evet, bu açık eylem çağrısına cevap vermeye cüret
edelim. Baskı ve tiranlık sadece iyi kadınlar ve erkekler hitabeti eyleme ve fikirleri
fiiliyata dönüştürmeyi istemeyerek kayıtsız kalırsa kazanabilir.
Bu yüzden bugün burada, birlikte, kendimizi değişmeye ve günümüz için
yeni bir ılımlılar koalisyonu kurma görevine koyulmaya adayalım – ve bir kez
daha buraya geldiğiniz için size teşekkür etmek ve gelecek bir kaç gün boyunca
müzakerelerinizde sizlere başarılar dilemek istiyorum. Daha önce bu kadar
önemli bir görüşme hiç gerçekleşmemişti ve bu görevi itidal, metanet ve cesaretle
üstlenmeliyiz.
36
7
12 Nisan 2012 tarihinde İngiltere Başbakanı Saygıdeğer Hon David
Cameron’un huzurunda Nottingham Üniversitesi, Malezya Kampüsü’nde
verilen konuşma
SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK
Tünaydın, İngiltere Başbakanı, Saygıdeğer David Cameron, siz değerli konuklar,
baylar ve bayanlar, hepiniz hoş geldiniz. Başbakan David Cameron bir kaç hafta
önce beni aradığında bana söylediği ilk sözlerden biri ‘Küresel Ilımlı Hareket’te
sizinle aynı platformu paylaşmak istiyorum’ oldu. Ve bugün sözünü tutmaktadır,
Küresel Ilımlı Hareketle ilgili konuşmak için bugün burada aynı platformu
paylaşıyoruz.
Başbakan David Cameron’un Malezya’yı ve Nottingham Kampüsünü
ziyaret etmeye karar vermesi beni çok memnun etti. Tabi ki bu benim de öğrenim
gördüğüm okul. Malvern ve Nottingham’a gittim. Başbakan David Cameron çok
daha kötüsünü yaptı: Eton ve Oxford’a gitti. Ve bugün Küresel Ilımlı Hareketle
ilgili konuşacağız ancak Küresel Ilımlı Hareket konusuna geçmeden önce
ülkelerimizin ne kadar çok ortak yönü olduğunu hatırlatmak istiyorum. Yolun
solundan – veya yanlış tarafından – araç sürüyoruz ve böyle yapmaya da devam
edeceğiz.
Aynı hukuk sistemine sahibiz; Westminster’imiz var. Parlamenter
demokrasiye sahibiz. Aslında bu Westminster tipi bir demokrasidir. Tabi ki, onlar
gelişti. Beş yıllık sabit süreli görev süresinde karar kıldılar. Ama biz hala eski
sisteme sıkışıp kaldık. Bu yüzden benim yararıma veya zararıma olabilecek
gelecek seçimlerin ne zaman olacağına karar verme özgürlüğüne sahibim –
bekleyip göreceğiz. Fakat çok ortak noktamız var. Tabi ki futbol, Malezya’da
büyük bir olaydır ve arabada David Cameron’a dedim ki dünyada İngiliz
futbolunun izleneceği en güzel yer tam burası, Malezya’dır. İnsanlar futbola aşırı
tutkuludur; ben Manchester United’ın tutkulu bir taraftarıyım. İlginizi çektiğimi
düşünüyorum. David’i ve desteklediği takımı, Aston Villa’yı mahcup etmek
istemem ama sanırım Manchester United bir kaç gün içerisinde Aston Villa ile
tekrar karşılaşacak, bu yüzden ne olacağını göreceğiz.
Burada pek çok şeye sahibiz. Buradaki İngiliz markaları gibi şeylerden
bazılarının esasını öğreniyoruz: Rolls Royce, hatta Marks & Spencer burada.
Marks & Spencer’ı Marks & Sparks olarak tanımladığımda bazı Malezyalılar hata
yaptığımı düşündü. Ama aslında İngilizlere göre Marks & Sparks, Marks &
Sparks’tır, Malezyalılara göre ise Marks & Spencer’dır.
Şayet bilmek isterseniz sayın Başbakan İngiliz mizahı burada takdir
görmektedir. Kişisel olarak en sevdiğim programlardan bir tanesi tabi ki Emret
Bakanım ve Emret Başbakanım’dır. Bazı sözler alıntılanmaya değerdir. İlk
bölümlerden birinde Bakan Hacker’in ofise girdiğini ve Bernard’la arasında şu
konuşmanın geçtiğini hatırlıyorum, ‘Efendim, mektuplarınızla ilgileneceğiz’. ‘Ne
şekilde?’ ‘Ya ‘gözden geçireceğiz’ ya da ‘ciddi şekilde gözden geçireceğiz’
şeklinde yanıt vereceğiz’. Oldukça şaşırmış bir şekilde Bernard’ı sorgular ve
37
şöyle der, ‘Ne farkı var?’ ‘Efendim, mektubunuzu gözden geçireceğiz dediğimizde
bu mektubunuzu kaybettik demektir. ‘Mektubunuzu ciddi şekilde gözden
geçireceğiz’ dediğimizde ise bu mektubunuzu arıyoruz demektir.’ O kadar ki
işlerin bürokrasiyle nasıl halledileceği açısından bu üzerime yapıştı.
Bu tür alaycı mizahtan çok hoşlanıyorum. Bir arkadaşım – geçmiş
hayatımda – beni Londra’da ‘White’s’ adındaki harikulade kulübe götürdüğünde
ona tabi ki beni kulübe alıp almayacaklarını sordum. Mükemmel bir öğle yemeği
yedik ve yemekten sonra bir kahve içmek için bir odaya geçtik. Bu odada
sandalyelerine yığılmış, görünüşte gazete okuyan bir kaç tane ihtiyar görünümlü
beyfendi gördüm. Bu yüzden arkadaşım Lord Cranborne’a, ‘Hala hayatta olup
olmadıklarını nasıl biliyorsun?’ dedim. Ve tereddüt etmeden şöyle dedi, ‘Çok
kolay, sadece gazetenin tarihine bak’.
Bu yüzden sayın Başbakan, burada yalnız değilsiniz. İngiliz mizahının iyi
anlıyoruz; İngiliz aklının nasıl çalıştığını iyi anlıyoruz. Burada, iki taraflı
ilişkilerimizde uzun süredir devam eden bu boşluğu doldurduğunuz için
memnuniyet duyuyorum. Bir İngiltere Başbakanının bir önceki ziyareti 19 yıl önce
gerçekleşmişti. Bu yüzden David Cameron bunu düzeltti ve şu andan itibaren
İngiltere ilişkilerinde güçlü bir canlanma göreceğiz. Burada bulunduğunuz ve
desteğiniz için size çok teşekkür ederim.
Küresel Ilımlı Hareket konusuna değinecek olursak, bu konuda bizim için
önemli bir şey var çünkü Oxford’daki konuşmamda son derece dokunaklı son
derece önemli bir kaç noktadan bahsettim. Demiştim ki, ‘Yorkshire’dan gelen ve
Londra Metrosunu bombalamaya karar veren dört genci biliyorsunuz, onlar
hatalıydı. Onlar yanlış fikirlere kapılmış insanlardı çünkü yaptıkları şeyin İslam
için doğru olduğunu düşünüyorlardı. Yanlış, çok habis bir eylemde bulunuyorlardı
çünkü İslam öncelikle insanın kendi canına kıymasına karşıdır. Bu İslam’a
aykırıdır, tamamen kabul edilemez.’ İslam’ın intihara karşı olduğunu söyleyen –
ve kayda geçiren – az sayıda Müslüman liderden bir tanesi olduğuma
inanıyorum. İkincisi, İslam masumların öldürülmesine karşıdır. Bu yüzden
sivillerin bombalanması İslam’da tamamen kabul edilemez bir durumdur;
bildiğiniz gibi çatışmada veya savaşta dahi masum sivillerin öldürülmesi yasaktır.
Ilımlı Hareketin bu denli önemli olmasının sebebi küresel terörizme karşı
verilen mücadeleyi desteklemesidir – bu arada, bunu küresel terörizme karşı bir
savaş olarak adlandırma fikrine veya düşüncesine karşıyım çünkü bir savaş
sadece askeri gücün kullanılmasını akla getirmektedir. Sadece Askeri güç
kullanarak aşırıcılığa, fanatizme ve küresel terörizme gerçek anlamda son
veremezsiniz. Önemli olan yerde onun önünü almalısınız: insanların kafalarında
yer etmiştir. Onlara neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu söylemelisiniz. Ve
İslam’ın yaşamın savunucusu olduğunu; İslam’ın insanın kendi canına kıymasına
karşı olduğunu; İslam’ın, aşırıcılığı reddetmesi bakımından tabiatı gereği, esas
olarak ılımlı bir din olduğunu anlasınlar. İslam diğer dinlere ve diğer inançlara
saygı gösterir, örneğin Hz. Muhammed’in hayatı sırasında bir Musevi cenazesi
onun önünden geçmiş ve o, saygısını göstermek adına ayağa kalkmıştır.
Arkadaşları ona ‘Peygamberimiz, bunu neden yaptınız?’ diye sormuştur. Ve o şu
şekilde cevap vermiştir, ‘Ona saygı gösteriyorum çünkü o da bir insanoğlu’. Bu
İslam’ın gerçek değeridir: İslam, evrensel değerlerin savunuculuğu yapmaktadır
ve diğer inançlara ve dinlere saygı duymak da İslam’ın bir parça ve öğesidir.
Bu yüzden dünyaya göndermemiz gereken mesaj budur; ılımlılığa inanan
insanlar düşüncelerini açıkça söylemelidir. Sesleri en gür çıkan sadece aşırı – uç
– noktalarda yer alanlardır. Onları alt etmezsek, sesimizi yükseltmezsek,
38
görüşlerimizi açık bir şekilde dile getirmezsek uç noktadakiler – aşırıcılar –
sahneyi işgal edecektir. Kaybedeceğimiz nokta budur. Küresel Ilımlı Hareket
çağrısında bulunmamızın sebebi budur, böylece tüm inançlar içerisindeki ılımlılar
seslerini yükseltecek – düşüncelerini açıkça dile getirecek – ve aşırıcıların sesini
bastıracaktır. Sorun Hıristiyanlık ve İslam arasında değildir; sorun Müslümanlar
ve Hıristiyanlar arasında değildir; sorun, aşırıcılar ve ılımlılar arasındadır. Bu
yüzden hep beraber Küresel Ilımlı Hareket içerisinde yer alırsak, küresel
terörizmin önünü almak için çok güçlü, etkili bir felsefi temele sahip olacağımıza
inanıyorum. Hepimiz daha barışçıl ve daha güvenli bir dünyada yaşamak
istiyoruz.
Son olarak şunu söylemek istiyorum, dünyanın geleceği genç insanlara
bağlıdır; burada olmamızın sebebi budur. Başbakan David Cameron’un, genç
insanlara ilişkin olarak bizlerden daha önemli hiçbir şey yoktur, çünkü her zaman
söylediğimiz gibi ‘Sizler geleceğin suretisiniz. Hepiniz ılımlı olmaya inanırsanız,
öncelikli olarak ılımlılığın doğru yol olduğuna inanırsanız hepimiz için çok daha iyi
bir geleceğe sahip olacağımızı düşünüyorum.’ şeklindeki düşüncesini tekrarlamak
istiyorum. Çok teşekkür ederim.
RT HON DAVID CAMERON
Teşekkürler Sayın Başbakan Najib. Bayanlar ve baylar, as-salamu alaykum.
Bugün beni sizlere katılmaya ve ortak çıkarlarımız, ortak değerlerimiz ve ortak
geçmişimizden söz etmek adına beni davet ettiğiniz için size teşekkür ederim.
Sayın Başbakan, geçen sene Londra’ya ziyaretinizden ve Oxford’daki
konuşmanızdan bu yana Küresel Ilımlı Harekette sizinle bir platformu paylaşmaya
can atıyorum. Bu yüzden bugün Malezya’yı ziyaretimin bir parçası olarak bunu
gerçekleştirmekten memnuniyet duyuyorum. Biraz önce son derece etkili
konuşmanızın göstermiş olduğu gibi fazlasıyla ihtiyacını hissettiğimiz bir şeyi
tartışmak için buradayız. Bunu burada Malezya’daki Notthingham Üniversitsi
kampüsünde, bir İngiliz üniversitesinin denizaşırı ilk tam kapsamlı kampüsünde
gerçekleştirmemizin olağanüstü olduğunu düşünüyorum. Burada Malezya’daki
akademik çalışmanın ve araştırmanın kapsamını anlayan gerçekten öncü bir
ortaklık. İngiltere’nin ve Malezya’nın en iyi yanlarını yansıtmaktadır. Bugün
burada olmaktan gurur duyuyorum.
Sayın Başbakan, siz Milli Eğitim Bakanıyken bu kampüsü oluşturmayı
uzun süredir arzuladığınızı biliyorum. Bu yüzden sayın Başbakan Najib,
vizyonunuz ve bunu gerçekleştirmeye yardımcı olmak adına yıllarca süren
desteğiniz için size minnettarım.
Şu anda tabi ki dünyamızın karşılaştığı, bugün tartışabileceğimiz çok
sayıda büyük zorluk bulunmaktadır. iklim değişikliğinin önüne geçilmesi,
sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanması; mali krizin sonuçlarıyla nasıl
başa çıkabileceğimiz gibi. Ancak en büyük zorluklardan bir tanesi İslami
aşırıcılığın yükselişini nasıl önleyebileceğimizdir: İslam’ın tamamen bozuk, çarpık
bir yorumunu takip eden, bu süreçte kendilerini havaya uçurmaya ve kendi
vatandaşlarını öldürmeye hazır genç insanlar.
Bu gün hakkında konuşmak istediğim şey bu aşırıcılıktır. Bizim, sizin gibi
efendim, karşılaştığımız tehdidin doğası hakkında, bu tehdidi doğru şekilde ele
almak için tamamen net olmamız gerekmektedir. Bu yüzden öncelikle ben
söylemediğim şey hakkında tamamen açık olmak istiyorum. Terörizmin yalnızca
tek bir din veya tek bir etnik grupla bağlantılı olduğunu söylemiyorum. Durum
böyle değil. Örneğin benim ülkemde, İngiltere’de hala Kuzey İrlanda’daki muhalif
39
gruplardan, terörist gruplardan gelen tehditlerle yüz yüzeyiz. Ve İslam’ın, İslami
aşırıcılıkla aynı olduğunu da ileri sürmüyorum. Durum böyle değil: bunlar
birbirinden tamamen farklı ve bizim bu noktada tamamen net olmamız gerekiyor.
İslam, dünyanın her yerinde bir milyarı aşkın insan tarafından samimi bir
şekilde izlenen bir barış dinidir. İslami aşırıcılık, çarpık bir siyasi ideolojidir. Bir
taraftaki din ve diğer taraftaki aşırıcı siyasi ideoloji arasındaki bu ayrımı
yapmamız hayati önem taşımaktadır. Çünkü çoğu kez pek çok insan bu ikisini
aynı kefeye koymaktadır. Bir insanın aşırıcı olup olmadığının dinlerini ne kadar
izlediğine bağlı olduğunu düşünmektedirler. Bu yüzden ılımlı Müslümanlardan,
tüm samimi Müslümanların aşırıcı olması gerekiyormuş gibi bahsetmektedirler.
Bu son derece yanlıştır. Bir aşırıcı olmadan samimi, inançlı bir Müslüman
olabilirsiniz. Ilımlılık, inancı zayıf olanlara göre olduğundan aşırıcılığın tutku
anlamına geldiği düşüncesi de tehlikeli bir mittir. Tamamen net olmamız
gerekmektedir. Din ve siyasi ideoloji aynı şey değildir. Sizin de söylediğiniz gibi
sayın Başbakan, asıl ayrım Doğu ve Batı veya gelişmiş ve gelişen ülkeler
arasında veya Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasında değil, gerçek ayrım
siyasi ılımlılar ve siyasi aşırıcılar arasındadır.
Şimdi, bu ayrımı yaptıktan sonra, İslami aşırıcılıkta karşılaştığımız tehdidin
özü konusunda açık olalım. 9/11 ve 7/7 olaylarından Madrid veya Bali’deki
bombalamalara kadarki süreçte güvenlik çıkarlarımızın, önyargı, zulüm ve mide
bulandırıcı terör ve şiddet eylemleri karşısında hiçbir zaman olmadığı kadar
birbirine geçtiğini gördük. Bu cinayetlerde ayrım gözetilmemiştir. Aslında, bu
bombalardan meydana gelen toplam ölü sayısında diğer herhangi bir dini gruptan
daha fazla Müslüman yer almaktadır. Çok güçlü bir şekilde söylemiş olduğunuz
gibi sayın Başbakan, bu saldırıları gerçekleştiren teröristler İslam’ı temsil
etmemektedir. Ve tekrar bugün söylediğiniz gibi İslam’ın böylesine habis bir
şekilde yanlış temsil edilmesi, geniş Müslüman çoğunluk için büyük bir keder
kaynağıdır. Ve geçen sene Oxford’daki konuşmanızda yaptığınız canlı bomba
eylemlerine yönelik, bugünde tekrar edilen, etkili ve tesirli kınama size haklı
olarak alkış ve takdir kazandırdı. Hep birlikte bu ideolojiyi bertaraf etmeliyiz. Ve
bunu yapabileceğimize inanıyorum. Bu yüzden bunu nasıl yapacağımız
konusuna dönmek istiyorum.
Cevabın bir bölümü güvenlik yanıtı olmalıdır. Öldürmeyi ve sakatlamayı
denemiş ve durdurulması gereken insanlar bulunmaktadır. Ve terörle mücadele
çabaları ve aynı düşüncedeki devletlerin işbirliği sayesinde bu yapılabilir. Ancak
bu, biraz önce söylediğiniz gibi sadece cevabın bir bölümünü oluşturabilir. Terörle
mücadele önlemleriyle pek çok teröristi durdurabiliriz: polis, istihbarat,
kovuşturma, mahkumiyet. Ve aşırıcılığın bertaraf edilmesindeki önemli diğer bir
bölüm, ister Filistinliler’e yönelik davranışlar ister dünyadaki pek çok Müslümanın
yoksulluğu olsun, kindarlıkla ilgili tüm sorunların önünü almaktır.
Ancak bu bataklığı kuruturken, hiçbir şeyin terörizmi haklı
çıkaramayacağını netleştirmemiz gerekir. Ve Başbakanın söylemiş olduğu gibi
teröristlerden bazıları aslında orta gelirli ve hatta varlıklı öz geçmişe sahiptir. Bu
yüzden son olarak, öne sürmüş olduğunuz ve bugün benim öne sürdüğüm gibi,
terörizmin temel aldığı düşünceyi yıkmamız gerekiyor. Ve bu noktada Küresel
Ilımlı Hareket hayati önem taşımaktadır. Söylemiş olduğunuz gibi, dik ve gururlu
durmak ve terör havuzunu dağıtmak ve sınırlardakilerin orta noktada tutunacak
bir zemin olduğunu inkar etmek ılımlılığı, onuru ve adaleti yücelten kişilerin
görevidir. Hareketinizin asıl amacı ve bunu desteklemekten memnuniyet
duymamın nedeni budur.
40
Şimdi 2010 Eylülünde BM’de yaptığınız konuşmadan beri bu fakir tüm
dünyada kurulan düşleri yakalamıştır. Ve yeni Küresel Ilımlı Hareket vakfını
memnuniyetle karşılıyoruz çünkü bizler, bu çalışmanın Avrupa boyutunu nasıl
destekleyebileceğimizi düşünüyorduk. Ve bana öyle geliyor ki en can alıcı soru
şudur: bunun doğru yaklaşım olduğu konusunda insanlara, özellikle genç
insanlara nasıl ilham verebiliriz?
Bir müddet pek çok kişi, aşırıcılığın önünü almanın ve güvenlik, istikrar ve
ılımlılığı korumanın yolunun güçlü, otoriter liderlerle zorlanarak olacağını iddia
etti. Mısırda Mübarek, Libya’da Kaddafi veya Suriye’de Esat gibi liderlere –
söylemem gerekir ki Batı’da dahil – destek veren bu argümandı. Ancak gerçek şu
ki otoriter rejim insanların haklarını ve sorumluluklarını ve vatandaşlığın getirdiği
özgürlükleri
reddederek
kızgınlığı
arttırmaktadır.
Onların
onurlarını
reddetmektedir. Müslüman ve Arapların mağduriyeti hikayesini çürütmek yerine
onu beslemektedir. Devletin meşrutiyetini zayıflatmakla ve insanları daha en
başta aşırıcılığa yöneltebilecek derin duyguların ve bastırılmışlıkların ele
alınmasını başarısız kılmaktadır. Bu yüzden otoriter rejim aşırıcılığın bertaraf
edilmesine veya uzun vadede ılımlılığın güçlendirilmesine yönelik bir yol olamaz.
Bu ılımlılığın güçlendirilmesine yönelik doğru yolun demokrasinin temel
taşlarının inşa edilmesi olduğuna inanıyorum. Yargının bağımsızlığı, hukukun
üstünlüğü, kişilerin hakları, özgür basın ve dernekler, ordu için toplumda uygun
bir yer, güçlü siyasi partiler ve güçlü, zengin bir sivil toplum. Bu demokratik
temeller, aşırıcılığa yönelik en büyük tehdit ve ılımlılık için hayati önem taşıyan
temellerdir.
Neden? Çünkü demokrasi, gerçek demokrasi – her dört veya beş senede
bir oyladığınız değil, gerçekten söz sahibi olduğuz, gerçek haklara ve gerçek
özgürlüklere sahip olduğunuz bir demokrasi – haysiyetin temelidir. İslami
aşırıcılar dünya görüşlerinin sözde saflığı vasıtasıyla haysiyete giden bir yol
sağladıklarını iddia etmektedir ancak yanılıyorlar. Kişisel hakları ve özgürlükleri
inkarları, aslında gerçek haysiyetin inkarıdır. Aşırıcılar, diğer herşeyi dışlayarak
belirlenmiş tek bir İslam formunu topluma dayatmak istemektedir. Bu yüzden
müzakereyi ve demokratik onayı reddetmektedirler. İslam’ın ve demokrasinin
birbiriyle bağdaşmadığını ileri sürmekte ve bu belirli görüşü paylaşmayan
insanların haklarını yok saymaktadırlar. Demokrasi, insanların diğerlerinin
haklarına saygı göstermesini ve davalarını demokratik bir müzakereyle haklı
kılmalarını gerektirir. Herkesin, birlikte yaşayan vatandaşlar olarak dini inancın
belirli herhangi bir çeşidine tabi olsun veya olmasın aynı özgürlüklerden,
haklardan ve sorumluluklardan yararlanmasını gerektirir. Ve söylemiş olduğum
gibi, hepsinden daha önemlisi demokrasi, seçme gücü ve onuru; başka birinin
size dayattığı değil kendi hayatlarınız üzerinde karar verme kabiliyeti verir.
Bu, tarih boyunca insanlara ilham vermiş bir görüştür ve özgürlük
mücadeleleri – bugün ister Kuzey Afrika’da ister Burma’da olsun – modern
dünyamızda hala insanlara ilham verdiğini göstermektedir. Demokrasi ve ılımlılık
el eledir. Ve Malezya ve Endonezya gibi ülkelerin gösterdiği de budur. Herkes için
demokratik vatandaşlığı garanti ederek insanların güvenliğinden veya dinlerini
yaşama ehliyetlerinden ödün vermeden bir demokrasi ve modern bir ekonomi
oluşturmak mümkündür. Adalete erişimin ve hukukun üstünlüğünün herkes için
eşit olduğu bir vatandaşlık. Her bireyin hizmetlere aynı adil erişime sahip olduğu
bir vatandaşlık. Herkesin kendi toplumunun şekillendirilmesinde rol oynamak için
eşit bir şansa sahip olduğu bir vatandaşlık.
41
Bu sabah Cakarta’da söylediğim gibi, şu anda demokrasinin istikrara,
ılımlılığa ve refaha zarar vermediğini, aslında bunun için en iyi temel olduğunu
göstermek için büyük küresel bir fırsat var. Bu demokrasi, hem diktatörlüğe hem
de aşırıcılığa bir alternatif sunmaktadır. Ve Küresel Ilımlı Hareket örneğini
izleyerek dünyanın her yerindeki genç insanlara gelecekleri olarak demokrasiyi
seçmeleri için ilham verilmelidir. Bu el-Kaide’nin ve bağlı unsurlarının aldığı en
büyük yenilgi olacaktır. Demokrasiden korkuyorlar, seçimden korkuyorlar, bu
görüşün ilham verdiği genç insanlardan hiçbir şeyden kokmadıkları kadar çok
korkuyorlar. Ve bana göre Küresel Ilımlı Hareket’in ve lideriniz, Başbakanın
gerçekleştirmemize yardım edebileceği şey budur. Dinlediğiniz için çok teşekkür
ederim.
SORU-CEVAP OTURUMU
SORU 1
Sayın Cameron, Asya turunuzu Burma’da sonlandıracağınızı duydum. Ve
Burma’yı ziyaret ettiğinizde İngiltere ve Burma arasındaki ilişkileri güçlendirmek
için ne yapacağınızı merak ediyorum?
A: RT HON DAVID CAMERON
İngiltere tarih boyunca açık tarihi sebeplerden ötürü Burma ile çok güçlü ilişkilere
sahip oluştur. Son yıllarda açıkçası ilişkilerimiz çok sıkıntılı oldu çünkü İngiltere
Burma’daki rejimin demokratik olmayan bir rejim olduğunu, siyasi konular
hakkında konuşan insanları hapseden, demokrasi ve özgürlük kuvvetlerini geride
tutan ve Aung San Suu Kyi’yi devamlı ve yinelenen ev hapsinde tutan bir rejim
olduğunu gördü.
Ancak Burma’da meydana geldiğini gördüğüm şey özgürlük ve
demokrasinin olgunlaşma potansiyelidir. Ve – yarın bizzat kendim görecek
olmama karşın – gördüğüm herşey, Burma
Başkanının yeni bir yol seçmeye kararlı ve özgürlük ve demokrasinin
gelişerek olgunlaşmasını istendiğini düşünüyorum. Ve bunlar sadece benim veya
Malezya Başbakanının sözleri değil, akıl almaz derecede uzun bir süre ve tek
başına acı çeken ancak demokrasi mücadelesini inanılmaz derecede
onurlandıran Aung San Suu Kyi’nin hisleridir.
Bu yüzden yarınki toplantılarımın ardından kendimde ülkeme geri dönme,
Avrupa Birliğindeki ülkelere geri dönme ve Burma’daki değişimin geri dönüşü
olmadığını öne sürme güvenine sahip olacağımı umuyorum. Demokrasiye giden
bir yola girdiler. Sıkıntılar ve karanlıklar içerisindeki ve her türlü sorunun yer aldığı
bir dünyada, burada teşvik etmemiz ve bu rejimin doğru yolda ilerlediğini ve
dünyanın onların yanında olduğunu hissedeceği şekilde yanıt vermemiz gereken
parlak bir ışık var.
SORU 2
İngiltere daha önce birşey yapmamış olsaydı Burma’nın demokrasi
doğrultusunda ilerlemesinin daha muhtemel olacağını düşünüyor musunuz?
A: RT HON DAVID CAMERON
Sanırım İngiltere’nin Burma rejimine karşı ödün vermeyen bir yaklaşım
sergilenmesinde İngiltere’nin bir lider rolü oynadığını belirteceğim. Sık sık Avrupa
Birliğindeki yaptırım uygulanmasına ve ambargo uygulanmasına ve Avrupa Birliği
42
ve BM yoluyla gerçekleştirdiğimiz önergelere ve diğer şeylere yönelik
argümanlara önderlik yaptık. Bu yüzden Burma rejimine karşı ödün vermeyen bir
yaklaşım sergilemeyen ülkeler arıyorsanız, sanırım İngiltere’den başka bir yere
bakmanız gerekecek.
A: S AYGIDEĞER D ATO’ S RI M OHD N AJIB TUN ABDUL RAZAK
Onunla buluşmayı dört gözle beklediğim zaman ‘geri dönüşü olmayan’
kelimesinin aslında Başkan Thein Sein tarafından kullanıldığını belirtmek isterim.
Bu yüzden Başbakan Cameron’a dediğim gibi benim düşüncem kendilerini
adadıkları yol, reforma ve daha çok demokrasi içeren bir yoldur. Ve ister sıkı
yaptırımlar ister ASEAN’ın tutumu yüzünden olsun, hangisinin daha uzlaştırıcı
olduğu tartışılır. Fakat önemli olan şey, gerçek bir reform yapmaya karar
vermeleri ve orada gerçek bir değişimin gerçekleştiğidir.
SORU 3
Küresel Ilımlı Hareket Suriye ile ilgili neler yapıyor?
A: SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK
Ülkeye özgü hareket etmeyeceğiz ancak endişeliyiz – açıkçası Suriye’de gelişen
olaylarla ilgili endişelerimiz var. Duruşumuz, siyasi bir çözümün olması, şiddetin
durması, diplomatik müdahale yapılması ve bir takım ciddi yaptırımlar
uygulanması gerektiği yönünde. Suriye, uluslararası toplumun taleplerine uyması
gerektiğiyle ilgili güçlü bir mesaj almalı. Ancak Hareket açısından ılımlılığın
manasını yaymak istiyoruz, böylece çok daha fazla insan dünyadaki her sorunun
giderilmesine yönelik bir çözümün yanı sıra bir yaşam şekli olarak ılımlılığa
bağlılığın önemini fark edecektir.
A: RT HON DAVID CAMERON
Tamamen aynı fikirdeyim. Küresel Ilımlı Hareketin gücünün, dünyada karşımıza
çıkan sorun olduğunu düşünüyorum, terörizmin ardına bakarsak, bu sorun bir
fikir, bir ideolojidir. Bir şekilde amaçlarınıza ve daha saf bir duruma ideolojik bir
aşırılıkla ulaşırsınız. Ve bana göre Küresel Ilımlı Hareket’in gücü mücadele
etmeye ve bu fikri bertaraf etmeye çalışmasıdır. Terörizm gerçeğiyle mücadele
etmek için yapmamız gereken önemli şeyler olduğunu söylemeye gerek yok: aynı
fikirdeki ülkeler arasındaki işbirliği. Dünyadaki tüm insanları ilgilendiren çok çetin
sorunlardan bazılarını çözmemiz gerektiğini söylemeye gerek yok – ben
Filistin’den bahsediyorum ancak diğer pek çok ülkeden de bahsedebiliriz – ancak
bunun dahi ardında yatan bir fakir var: Bu siyasi aşırıcılık fikri ve, sanırım
Başbakanın şiddetle karşı çıktığı, İslam’ın bu çarpık biçimi ve bu hareket yanlış
olanın gösterilmesinde çok etkili olabilir.
SORU 4
Saygıdeğer Başbakanlar, burada bulunmanızdan mutluluk duyduk. Benim sorum,
ilk olarak, Sayın Cameron’a, çok kültürlülüğün başarısız olduğundan ve İngiliz
halkının İngiliz değerlerini daha çok benimsemeleri gerektiğinden bahsettiniz,
diğer taraftan Başbakan Najib çok kültürlülüğü kucakladı ve ‘bir Malezya” fikrini
öne sürdü. Benim sorum şu, İngiliz ve Malezya halkının birlikte kucaklayabileceği
değerler nelerdir?
43
A: RT HON DAVID CAMERON
Bu konuda tamamen aynı fikirde olduğumuzu düşünüyorum. Sanırım açıklamam
gereken bir dil sorunu var. Münih’teki konuşmamda öne sürdüğüm şey,
İngiltere’ye gelen insanlara söylediğimiz – devlet çok kültürlülüğü olarak
adlandıracağım – yıllarca İngiltere’de ele aldığımız yaklaşımdır, bu kişileri ayrı
silolarda tuttuk ve Somalilere, İngiliz Somalilerinden ziyade Somalililer olarak
veya Pakistanlılara İngiliz Pakistanlılarından ziyade Pakistanlılar olarak
davrandık. Bu yanlıştı. Ve bizim bunun yerine – bu arada öğle yemeğinde ‘bir
Malezya’ ile ilgili ortaya koyduğunuz argümanlardan çok etkilendim – ülkemize
gelen herkese tabi ki kendi kültürlerinden, kendi miraslarından tamamen
vazgeçmemelerini söyleyen bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Ancak tek bir tane ve
daha güçlü bir toplum – bir İngiliz toplumu – oluşturmanın bir parçası olmalılar ve
bana göre bu tam olarak, burada Malezya’da ortaya koyduğunuz argümandır. Bu
yüzden geçmişte yanlış olan şeyi tarif etmek için ‘devlet çok kültürlülüğü’ ifadesini
kullanıyorum. Ancak aslında herkes için bir kimlik oluşturmanız gereken güçlü ve
kohezif bir toplum için nasıl uğraştığınız ve bunu nasıl kurduğunuzla ilgili çok
benzer görüşlere sahip olduğumuzu sanıyorum.
A: SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK
Evet aslında, çok benzer düşüncelerimiz var – aynı fikirdeyiz çünkü bir aidiyet
duygusu olması gerektiği ve çeşitliliği kutlarken, çeşitlilikle ilgili müsterih olurken,
insanları birbirine bağlayan ortak bir özellik olması gerektiği düşüncesine
inandığımızı biliyorsunuz. Aksi taktirde birbiri ardına çıkan anlaşmazlıklarla
uğraşır, silolar halinde yaşarız ancak tek bir hayale, tek bir amaca sahip tek bir
topluluk olarak bizi birbirimize bağlayan birliktelik duygusu olmaz ve ‘bir Malezya’
fikrinin tüm amacı budur.
SORU 5
İslam ve Batı dünyaları arasında çatışmaya sebep olan en büyük sorunlardan bir
tanesinin Filistin-İsrail çatışmasından kaynaklandığını fark ettim. Başbakanım
Najib ve selefleri bu konuyla ilgili çok güçlü ve net bir noktaya temas ederken
sizin, geçen onca yıldır devam eden, aslında İngiltere’nin geçmişteki hatalarının
bir meyvesi olan bu çatışmayla ilgili tutumunuz nedir? Ve Başbakan Najib’e,
Başbakanıma soruyorum, Ilımlı Hareket uzun süredir devam eden bu çatışmanın
nasıl üstesinden gelecek? Bu çatışmanın gidişatını nasıl görüyorsunuz? Çok
teşekkür ederim.
A: RT HON DAVID CAMERON
Öncelikle bunun Filistin’in Müslümanlar ve Batı dünyası arasında bir çatışma
yarattığı bir sorun olmadığını söylemek istiyorum. Batı dünyasında, Orta Doğuda
Filistin adında bir devlet kurulduğunu görmek isteyen Hıristiyanlar, Müslümanlar,
Hindular ve Museviler dahi pek çok insan var. Bu yüzden bu sorunlardan hiçbirini
bir medeniyetler çatışması olarak görmemeliyiz. Bir medeniyetler çatışması
olduğuna inanmıyorum – çözülmesi gereken bir dizi sorun ve bertaraf edilmesi
gereken siyasi bir ideoloji var.
İsrail ve Filistin sorununa gelince, iki devletin yan yana uyum içerisinde
yaşadığını görmek istiyorum. Filistin adında bir devlet ve İsrail adında bir devlet.
Ve İngiltere, Avrupa Birliği ve kendi iki taraflı görüşmelerimiz yoluyla bunun
gerçekleştirilmesine yardım etmek için büyük çaba sarf etmiştir. Filistin
Yönetiminin en büyük bağışçılarından bir tanesiyiz. Devlet kurumu
44
oluşturmalarına ve İsrail’e yardım ediyoruz, tabi ki İsraille güçlü ilişkilerimiz var.
Ancak İsraile çok açık bir mesajımız var, işgal bölgelerinde yasadışı yerleşim yeri
inşasını durdurmalı ve her ikisinin de çıkarına olan iki devletli çözümü sağlamak
için Filistinlilerle masaya oturmalı ve müzakere etmelidir.
Bu argümana devam edeceğiz ancak her iki tarafın da birbirinin sorununu
anlamasının önemli olduğunu düşünüyorum. İsraillilerin, Filistinlilerin devlet
haysiyetini hak ettiğini anlaması gerekiyor. Ancak Filistinliler de, İsrail’in güvenli
sınırlar içerisinde, terör tehdidinden ve saldırılardan uzak bir şekilde var olma
hakkı olduğunu anlaması gerekiyor ve şayet her ikisi de bunları kabul ederse
bugün dünyanın en büyük sorunlarından bir tanesini çözmek için bir anlaşma
sağlayabileceğimizi ve iki devletli bir çözüme ulaşabileceğimizi düşünüyorum.
SORU 6
Benim sorum İran hakkında. Anladığım kadarıyla Ilımlılar vakfının amacı
gerçekten demokrasiyi teşvik etmek, şunu bilmek istiyorum: Batı, İran’a karşı
nasıl bir eylemde bulunacak? Çünkü Batının İran’daki nükleer programla ilgili
müzakereye oturacağına ve herşeyin unutulacağına ve yaptırımların
kaldırılacağına dair dedikodular var. O halde İran’daki insan haklarıyla ilgili neler
yapılacak? Çünkü Batının yaptığı her eylem İran’daki insanların aleyhine, bu
yüzden Ilımlılar vakfı İran’daki insan haklarıyla ilgilenecek mi yoksa herşey
unutulacak mı?
A: RT HON DAVID CAMERON
Açık olmak gerekirse, İran’ın, diğer ülkeler gibi, daha hakiki bir demokrasiyle ve
söylemiş olduğum gibi, sadece seçimler değil, onlar olmadan demokrasinizin
gerçekten var olamayacağı demokrasinin gerçek yapıtaşlarıyla birlikte çok daha
iyi bir yer olacağını düşünüyorum: özgür basın, özgür dernekler, hukukun
üstünlüğü, dürüst mahkemeler, yozlaşmanın olmaması, ordu için uygun bir yer ve
demokratik bir devletin parçası olan güvenlik hizmetleri. İran’ın bu şeylerle tahmin
edilemeyecek ölçüde daha iyi bir yer olacağını düşünüyorum. Ancak bugün yüz
yüze olduğumuz sorun dünyanın İranı nükleer silah edinmekten caydırmayı
denemek için herhangi bir şey yapıp yapmayacağıdır ve bu konudaki görüşüm
nettir.
Nükleer silaha sahip bir İran Orta Doğunun istikrarını büyük ölçüde
bozacaktır, Orta Doğudaki diğer ülkeler arasında bir nükleer silahlanma yarışını
tetikleyecektir ve özellikle İsrail için doğrudan bir tehdit oluşturacaktır çünkü
İran’ın başkanı İsrail’i haritadan silmek istediğini söylemiştir. Bu sebeplerden
dolayı dünyanın bir araya gelmesi ve İran’ı bir nükleer silaha sahip olma yolundan
vazgeçirmek için mümkün olan her şeyi yapması gerektiğini düşünüyorum ancak
bu vazgeçirme ve harekete geçme sürecinde – Avrupa Birliği İran’a petrol
ambargosu koydu – nükleer silah fikrinden vazgeçerlerse sivil nükleer güce sahip
olma hakkı verileceğine dair İran rejimine açık bir mesaj göndermeliyiz.
Sonrasında dünyanın diğer bölgeleriyle giderek gelişen daha normal ilişkilere
sahip olabilirler.
Ancak oradaki tehdidin nükleer silaha sahip bir İran’dan kaynaklanmasıyla
ilgili herhangi bir şüphemiz olduğunu düşünmüyorum ve gelecek aylarda ve
yıllarda atacağımız adımlarda bu konuya diğer herşeyden daha fazla öncelik
verme gereksiniminin sebebi budur.
Bu platformu paylaşmama izin verdiği için Başbakan Najib’ tekrar çok
teşekkür etmek istiyorum. Ve Notthingham Üniversitesine tekrar teşekkür etmek
45
istediğimiz eminim – bu, ülkelerimiz arasındaki işbirliği ve dayanışmanın önemli
bir işaretidir, bugün burada bulunmak benim için gerçekten bir zevkti. Çok
teşekkür ederim.
A: SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK
Teşekkür ederim. Başbakan David Cameron’un duygularını tekrarlamak
istiyorum; burada Notthingham Üniversite öğrencilerinden bazılarıyla buluşma
fırsatına sahip olmamız gerçekten olağanüstü. Ve bu girişimi başlattığımız zaman
büyük bir başarı elde edip edemeyeceğinden emin değildik. Olağanüstü bir
başarı elde ettiği için çok memnunum. Bu, büyük bir başarı hikayesidir çünkü
kaliteli İngiliz eğitimini Malezya misafirperverliği ve Malezya ortamıyla
kaynaştırdık. Bu yüzden bunun olağanüstü bir kombinasyon olduğunu
düşünüyorum ve gelecekte bu modeli daha fazla görmek istiyorum.
46
Malezya Başbakanının Biyografisi
Malezya Başbakanı, Dato’ Sri Mohd Najib, 3 Nisan 2009 tarihinde Malezya’nın 6.
Başbakanı olarak atandı. Parti seçimlerinde UMNO partisinin başkanlığında
bulunduğu konumunu sürdürmemeye karar veren Tun Abdullah Ahmad
Badawi’nin yerine geçti. Malezyanın 2. Başbakanı merhum Tun Abdul Razak
Hussein’in en büyük oğlu olan Dato’ Sri Najib, Kuala Lipis, Pahang’da doğdu. İlk
ve orta eğitimini St. John Enstitüsünde gördü. Ardından üst orta eğitimine
Malvern Boys’ koleji, Worcestershire, İngiltere’de devam etti. Üst orta eğitimini
tamamladıktan sonra Dato’ Sri Najib, eğitimine Nottingham Üniversitesinde
devam etti ve 1974 yılında endüstriyel ekonomi bölümünden mezun oldu.
Vatanına döndüğünde iki sene ulusal petrol şirketi Petronas’ta yönetici
olarak görev yaptı. Bununla birlikte 1976 yılında sevgili babasının vefatı, Dato’ Sri
Najib’i politikaya sürükledi. Babasının ölümü üzerine boş kalan Pekan
parlamentosu koltuğuna adaylığını koyması için Barisan Nasional (BN) tarafından
aday olarak seçildi. Bu, Dato’ Sri Najib’in hayatının dönüm noktasıydı. O andan
itibaren kendisini tamamen siyasete ve hükümete adadı. Dato’ Sri Najib, 1986
yılındaki genel seçimlerde bir kez daha Pekan parlamentosu koltuğuna adaylığını
koyduğunda kazandığı zaferin ardından Kültür, Gençlik ve Spor Bakanı olarak
47
atandı. Malezya, onun önderliğinde Güney Doğu Asya Oyunlarındaki (GDA
Oyunları) en iyi performansını sergiledi. Ayrıca milli sporların gelişimi için bir yol
haritası çizen ve Olimpiyat madalyası kazanan milli atletleri teşvik primleriyle
ödüllendiren Milli Sporlar Politikasını uygulamaya koydu.
1990 yılında Dato’ Sri Najib, o zamanki Başbakan, Dato’ Seri Dr Mahathir
Mohamad tarafından Savunma Bakanı olarak atandı. Kapasite gelişimi, tedarik
ve stratejik eğitim yoluyla Malezya Silahlı Kuvvetlerini modernize ederek
Savunma Bakanlığını yeni bir yapıya dönüştürdü. Onun tarafından uygulamaya
konan modernleşme çalışması Malezya’ya, Rus yapımı uçak, yani Mig 29,
Boeing F18 Super Hornet, F-2000, 155 mm mühimmatlı topa sahip F-2000
fırkateyni ve yeni bir radar sisteminin edinilmesiyle ülkenin hava savunma
sisteminin iyileştirilmesi gibi yeni değerler kazandırdı. Ödeneklerini arttırarak ve
konut tesislerini genişleterek silahlı kuvvetler personelinin refahıyla da yakından
ilgilendi. 1995 yılında Dato’ Sri Najib, daha zorlu bir bakanlığın, Eğitim
Bakanlığının başına seçildi. Onun önderliği altında ulusal eğitim sistemi, 1996
Eğitim Paktının uygulanması da dahil olmak üzere büyük değişiklere uğradı.
Onun tarafından uygulamaya konan değişim dalgaları, ulusal eğitim sistemine
özellikle eğitim ve öğretim dallarında çok daha çeşitli kulvarların, birden çok
tercihin ve yeni yaklaşımların sunulmasına olanak sağlanan yüksek öğrenim
kurumlarında büyük bir dönüşüm geçirdi.
1999 yılındaki genel seçimlerde, Dato’ Sri Najib’in düşük bir çoğunlukla
seçim zaferi için mücadele etmesi gerekti. Bununla birlikte bu durum, seçimler
sırasında yaşanan belirli siyasi çalkantılar nedeniyle tamamen sürpriz olarak
görülemez. Genel seçimlerin ardından ikinci kez Savunma Bakanı olarak atandı
ve silahlı kuvvetlerin modernleştirilmesine ve 1997 yılındaki ekonomik krizin
ardından ulusun yeniden canlandırılmasına devam etti. Başlıca başarıları
arasında Malezya Kraliyet Donanması tarafından uzun süredir beklenen denizaltı,
teknoloji harikası Rus yapımı Sukhoi Su-30MKM’nin ve Polonya’dan tank satın
alımı yer almaktaydı. Orduya Jernas, milli hava savunma sistemi de tedarik edildi.
Hava kuvvetleri personeli için uçuş ödenekleri de dahil olmak üzere silahlı
kuvvetlerin mensupları için belirli ödenekler arttırıldı ve askere yeni alımlar için
daha yüksek maaş sağlandı.
Tun Abdullah Ahmad Badawi’den Maliye Bakanı görevini devraldığı Eylül
2008 tarihine kadar Savunma Bakanı olarak kaldı. Mart 2009 tarihinde Dato’ Sri
Najib, Tun Abdullah görevini sürdürmemeye karar verdiğinde rakipsiz bir şekilde
UMNO başkanlığına seçildi. Ardından Nisan ayında Tun Abdullah Başbakanlıktan
istifa etme niyetini açıkladı ve yerini yeni Başbakan olarak yemin eden Dato’ Sri
Najib aldı. Aynı zamanda Maliye Bakanı görevini korudu.
27 Eylül 2010 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 65.
Oturumunda Malezya Başbakanı, Dato’ Sri Mohd Najib Tun Razak dünyadaki
büyük inançların mensuplarını ve liderlerini kendi içlerindeki radikalleri
sansürlemeye ve reddetmeye ve beraberce “ılımlı hareket”i desteklemeye
çağıran bir konuşma yaptı. Bu kavram daha sonra Oxford İslami Araştırmalar
Merkezi, Doğu-Batı Merkezi, Asya-Avrupa Toplantısı, ASEAN Zirvesi ve
Milliyetler Topluluğu Ülkeleri Toplantısı dahil olmak üzere prestijli platformlarda
Dato’ Sri Mohd Najib Tun Razak tarafından izah edildi. Bu kavram, hem
hükümetlerden hem de sivil toplum kuruluşlarından dikkate değer bir destek
gördü. Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur’da düzenlenen Uluslar Arası Küresel
Ilımlı Hareket Konferansının açılışında Dato’ Sri Mohd Najib, eğitim, finans,
demokrasi ve hukukun üstünlüğü, barış içinde birlikte varoluş ve çatışmaların
48
çözümü olmak üzere beş geniş alanda aşırıcılık musibetiyle mücadele etmede
ılımlılık kavramıyla ilgili bilgilerin dağıtılmasında ilk merci merkezi olarak Küresel
Ilımlı Hareket Vakfının kurulması çağrısında bulundu.
49
Hami
SAYGIDEĞER Dato’ Sri Najib Tun Razak
Başkan
Tan Sri Razali Ismail
Üyeler
Profesör Dato’ Wira Dr Haji Khairil Annas Jusoh
Dato’ Mazri Muhammad
Mohd Khair Ngadiron
Doçent Dr Hamidin Abdul Hamid
Dato’ Ng Tieh Chuan
İcra Kurulu Başkanı
Khalek Awang
50

Benzer belgeler