near east medıcal journal–yakın doğu tıp dergġsġ
Transkript
near east medıcal journal–yakın doğu tıp dergġsġ
NEAR EAST MEDICAL JOURNAL–YAKIN DOĞU TIP DERGĠSĠ owner – sahibi Dr. Suat Ġrfan GÜNSEL honorary editor – onursal editör Prof.Dr. Gamze MOCAN KUZEY editor-in-chief– baĢ editör Prof.Dr. Mustafa Asım ġAFAK assistant editors – yardımcı editörler Prof.Dr. Hasan BESĠM Prof.Dr. Finn RASMUSSEN Prof.Dr. Mehmet Cemil UYGUR editor of basic sciences – temel bilimler editörü Prof.Dr. Nazmi ÖZER editor of medical sciences – dahili bilimler editörü Prof.Dr. Fatma Tümay SÖZEN editor of surgical sciences – cerrahi bilimler editörü Prof.Dr. Haluk ÖZTÜRK editor of biostatistic – biyoistatistik editörü Prof.Dr. Ergun KARAOĞLU publishing editor – yayın editörü Publication Type – Yayın Türü Prof.Dr. Nerin Nadir BAHÇECĠLER International Periodic – Uluslararası Süreli Yayın Language – Yayın Dili English & Turkish – Ġngilizce ve Türkçe Publication Period – Yayımlanma Periyodu 3 issues per year – Yılda 3 sayı Address – Adres Near East University Faculty of Medicine Dean’s Office, Nicosia, TRNC Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, LefkoĢa, KKTC Web Site – Web Sitesi http://nemj.neu.edu.tr e-mail – e-posta [email protected] Editorial Board of Medical Sciences Dahili Bilimler Editörler Kurulu Editorial Board of Surgical Sciences Cerrahi Bilimler Editörler Kurulu Prof.Dr. Nail BULAKBAġI Doç.Dr. Ergün BarıĢ KAYA Yrd.Doç.Dr. Fuat Türköz ÇĠNER Yrd.Doç.Dr. Aslı Feride KAPTANOĞLU Yrd.Doç.Dr. Kaya SÜER Prof.Dr. Kubilay ÇETĠNKAYA Doç.Dr. Orgun DEREN Yrd.Doç.Dr. Tolga GÜLER Yrd.Doç.Dr. Levent Mert GÜNAY Yrd.Doç.Dr. Belde TARHAN Editorial Board of Basic Sciences Temel Bilimler Editörler Kurulu Editorial Board of Biostatistic Biyoistatistik Editörler Kurulu Prof.Dr. Nedim Sezgin ĠLGĠ Prof.Dr. Nedime SERAKINCI Yrd.Doç.Dr. Murat UNCU Doç.Dr. Erdem KARABULUT Dr. Umut ARSLAN Publishing Coordinators – Yayın Koordinatörleri Doç.Dr. Nazan ÇOBANOĞLU Doç.Dr. Abdullah Erkan TARHAN Publishing Secretariat – Yayın Sekreteryası Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Kadir Koray BAġ Fatma ÇĠFTÇĠ Orçun ÇĠFTÇĠ Cem ÇOMUNOĞLU Hasan Mete ĠNANÇLI Ġngilizce Edidörü – Editor of English Language Dr. Türkan ARCA, Ph.D. Türkçe Editörü – Editor of Turkish Language Dr. ġevket ÖZNUR, Ph.D. Yrd.Doç.Dr. Ġlker ĠPEKDAL Yrd.Doç.Dr. Sevim KAVUNCU Uzm.Dr. Ayman ABUDALAL Uzm.Dr. Pembe Hare YĠĞĠTOĞLU Uzm.Ody. Hatice GARABLĠ EĞĠTMEN Web Site Editor – Web Sitesi Editörü Ali Erdinç KÖROĞLU Web Site Assistant Editor – Web Sitesi Editör Yardımcısı Batur KAÇAMAK BİLİMSEL KURUL Prof.Dr. Tülin Akan Prof.Dr. Yücel Anadolu Prof.Dr. Emel Türk Arıbaş Prof.Dr. Teslime Atlı Prof.Dr. Jagdish Butany Prof.Dr. Charles Cihangir Canver Prof.Dr. Cemal Cingi Prof.Dr. Onur Çelik Prof.Dr. Yaşar Çokkeser Prof.Dr. Mehmet Doğanay Prof.Dr. Michael J. Droller Prof.Dr. Belma Durupınar Prof.Dr. Jonathan I. Epstein Prof.Dr. Ayşe Erbay Prof.Dr. Emel Erkek Prof.Dr. Serpil Erol Prof.Dr. Deniz Doğru Ersöz Prof.Dr. Deniz Gökengin Prof.Dr. Kemal Görür Prof.Dr. Serhat İnalöz Prof.Dr. Armağan İncesulu Prof.Dr. Erkan Kaptanoğlu Prof.Dr. Michael Kattan Prof.Dr. Yusuf Kemal Kemaloğlu Prof.Dr. Mehmet Kıyan Prof.Dr. Nural Kiper Prof.Dr. Eric Klein Prof.Dr. W. Robert Lee Prof.Dr. Nuray Bayar Muluk Prof.Dr. Birsen Mutlu Prof.Dr. Onur Odabaşı Prof.Dr. Uğur Özçelik Prof.Dr. Mack Roach Prof.Dr. Bülent Satar Prof.Dr. William U. Shipley Prof.Dr. Joseph A. Smith Prof.Dr. Mark S. Soloway Prof.Dr. Utku Şenol Prof.Dr. Ayşe Willke Topçu Prof.Dr. Bülent Topuz Prof.Dr. Necla Eren Tülek Prof.Dr. Roberto Verna SCIENTIFIC BOARD Prof.Dr. Yıldız Yeğenoğlu Prof.Dr. Taner Yılmaz Prof.Dr. Köksal Yuca Prof.Dr. Ayşe Yüce Doç.Dr. Mustafa Altındiş Doç.Dr. Yaşar Bayındır Doç.Dr. Orhan Baylan Doç.Dr. Serhat Birengel Doç.Dr. İlknur Haberal Can Doç.Dr. Salih Cesur Doç.Dr. Emel Çalıkoğlu Doç.Dr. Seyra Erbek Doç.Dr. Taner Kemal Erdağ Doç.Dr. İlgen Ertam Doç.Dr. Göknur Haliloğlu Doç.Dr. Ali İnal Doç.Dr. Mahmut Tayyar Kalcıoğlu Doç.Dr. Erkan Karataş Doç.Dr. Turgut Karlıdağ Doç.Dr. Hasan Karsen Doç.Dr. Selçuk Kılıç Doç.Dr. Göksel Kıter Doç.Dr. Dilek Yeşim Metin Doç.Dr. Haldun Oğuz Doç.Dr. Fatih Özaltın Doç.Dr. Müge Özcan Doç.Dr. Nail Özgüneş Doç.Dr. Cansın Saçkesen Doç.Dr. Tutku Soyer Doç.Dr. Orhan Şencan Doç.Dr. Güneş Şenol Doç.Dr. Gülden Sönmez Tamer Doç.Dr. Hale Toklu Doç.Dr. Selma Tosun Doç.Dr. Vedat Turhan Doç.Dr. Pınar Türkmenoğlu Doç.Dr. Ahmet Ural Doç.Dr. Gülen Eda Utine Doç.Dr. Ebru Yalçın Yrd.Doç.Dr. Ali Acar Yrd.Doç.Dr. Nebahat Dikici Yrd.Doç.Dr. Haluk Erdoğan iii YAZARLARA BĠLGĠ Yakın Doğu Tıp Dergisine makale göndermek için; http://nemj.neu.edu. tr adresine bakabilirsiniz.Makalelerinizle ilgili gelişmeleri numarası ile bu adresten takip edebilirsiniz. GENEL BĠLGĠLER Yakın Doğu Tıp Dergisi (YDTD), tıbbın her dalı ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif veya deneysel araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editöryal yorum/tartışmalar, editöre mektuplar, cerrahi teknikler, tıbbi kitap değerlendirmeleri gibi konuları yayımlayan bilimsel bir dergidir. Yayımlanmak için gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayımlanmamış veya yayımlanmak üzere halen değerlendirme aşaması altında olmaması gerekir. Eğer makalede daha önce yayımlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek zorundadır. Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmesi koşulu ile kabul edilir. Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra, yayın hakları devir formunda belirtilmiş olan yazar isimleri ve sıralaması esas alınır. ETĠK SORUMLULUK o Dergi, “İnsan” öğesinin içinde bulunduğu tüm çalışmalarda Helsinki Deklerasyonu Prensipleri‟ne uygunluk (http://www.wma.net/en/30publications/10policies/b3/ index.html) ilkesini kabul eder. Bu tip çalışmaların varlığında yazarlar, makalenin MATERYAL VE METOD bölümünde bu prensiplere uygun olarak çalışmayı yaptıklarını, kurumlarının etik kurullarından ve çalışmaya katılmış insanlardan “Aydınlatılmış Onam” (informed consent) aldıklarını belirtmek zorundadır. o Çalışmada “Hayvan” öğesi kullanılmış ise yazarlar, makalenin MATERYAL VE METOD bölümünde Guide for the Care and Use of Laboratory Animals (www.nap.edu/catalog/5140.html) prensipleri doğrultusunda çalışmalarında hayvan haklarını koruduklarını ve kurumlarının etik kurullarından onay aldıklarını belirtmek zorundadır. o Olgu sunumlarında hastanın kimliğinin ortaya çıkmasına bakılmaksızın hastalardan “Aydınlatılmış Onam” alınmalıdır. o Eğer makalede direkt-indirekt ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum mevcut ise yazarlar; kullanılan ticari ürün, ilaç, firma, vb. ile ticari hiçbir ilişkisinin olmadığını ve varsa nasıl bir ilişkisinin olduğunu (konsültan, diğer anlaşmalar), editöre sunum sayfasında bildirmek zorundadır. o Makalede “Etik Kurul Onayı” alınması gerekli ise; alınan belge tarayıcıdan elektronik ortama çevrilecek e-mail ([email protected]) ile online olarak ulaştırılacaktır. o Makalelerin etik kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. YAYIN HAKKI 1976 Copyright Act‟e göre, bütün yazarlar tarafından imzalanmış yayın haklarının devredildiğini bildiren bir mektup makale ile birlikte gönderilmelidir. Bu mektupta şu ifadelere yer verilmelidir: YDTD editörler kurulunun dikkatine, “makale başlığı” başlıklı makalenin yazarları olarak bizler, makalenin tüm yayın haklarını Yakın Doğu Üniversitesine devrettiğimizi beyan ve kabul ederiz. Makale yazarlarına, yazıları karşılığında herhangi bir ücret ödenmez. Yazarlar, http://nemj.neu.edu.tr internet adresinden ulaşacakları “Yayın Hakları Devir Formu”nu doldurup, fax veya posta yoluyla göndermelidirler. YAZI ÇEġĠTLERĠ ARAġTIRMALAR: Kliniklerde yapılan prospektif-retrospektif ve her türlü deneysel çalışmaların yapısı şu şekilde olmalıdır: o Bölümlendirilmiş özet; ortalama 200-250 kelimeden oluşan (1) amaç, (2) materyal-metot, (3) bulgular ve (4) sonuç bölümlerinden oluşmalıdır. Özette kısaltma ve referans numarası kullanılmamalıdır. o Anahtar Kelimeler; indeks medikusta yer alan konu başlıklarına uygun en az üç anahtar kelime verilmelidir. o Giriş - Materyal ve Metot – Bulgular – Tartışma – Sonuç – Teşekkür - Kaynaklar DERLEME: Doğrudan veya davet edilen yazarlar tarafından hazırlanır. Tıbbi özellik gösteren her türlü konu için son tıp literatürünü de içine alacak şekilde hazırlanmalıdır. Konuyla ilgili lehte ve aleyhte görüşlere yer verilmeli, yazarın kendi önerisine göre bir sonuca bağlanmalıdır. Yazarın o konu ile ilgili basılmış yayınlarının olması özellikle tercih nedenidir. Şu bölümlerden oluşmalıdır; o Özet; bölümlendirilmiş olması gerekmez ve 250 kelimeyi geçmemelidir. o Doküman kaynağı - Çalışma seçim kriterleri – Sonuç - Kaynaklar o Konunun aktarımında kullanılan başlık ve alt başlıklarda numaralandırma sistemi kullanılmalıdır. Örneğin 1. Tanım, 1.1. İnsidans, 1.2. Etiyoloji, 2. Tedavi, 2.1. Medikal Tedavi, 2.2. Cerrahi Tedavi vb… Doküman kaynağı: Çalışmanın konusunu oluşturan alanda yapılan taramanın kriterleri (yıl, dil, insan-hayvan çalışması vb), arama terimleri belirtilmelidir. Çalışma seçim ölçütleri: Taranan çalışmaların kabul etme ve reddetme kriterleri açıklanmalıdır. OLGU SUNUMU: Nadir görülen, tanı ve tedavide farklılık gösteren olguların sunulduğu makalelerdir. Olgu sunumları açık ve net olan en fazla 4 şekil içermelidir. Şu bölümlerden oluşmalıdır; o Özet; bölümlendirilmiş olması gerekmez ve 150 kelimeyi geçmemelidir. o Giriş - Olgu Sunumu; açık ve net olmadır - Ayırıcı Tanı – Tedavi – Sonuç – Kaynaklar EDĠTÖRE MEKTUP: Editöre mektuplar 700 kelimeyi aşmamalı, kaynak sayısı onun üzerinde olmamalıdır. Editöre mektuplarda özet ve anahtar kelime gerekmez. iv MAKALELERĠN YAZIM FORMATI VE SĠTĠLĠ Makaleler bir bilgisayar yazım programıyla (Microsoft Office Word, Open Office Word vb) hazırlanmalıdır. Makalenin rumuzu şeklinde bir veya iki kelimeden oluşan bir kısa başlık oluşturulmalıdır. Bu kısa başlık her bir sayfanın sol üst köşesinde kullanılmalıdır. Makalenin her bir bölümü ayrı bir dosya halinde hazırlanmalıdır; o Başlık sayfası (title) - Ana metin (özet, anahtar kelimeler, abstract, key words, metin, teşekkür bölümü, kaynaklar) (text), o Tablolar (tab1, tab2, …) - Şekiller (fig1, fig2, …) - Şekil alt yazıları (legend) o Yayın hakkı (cr) Bu dosyalar isimlendirilirken kısa başlık kullanılmalıdır. Örneğin “title-ear.effusion”, “text-ear.effusion”, “tab1-ear.effusion”, “fig1-ear.effusion”, “legend-ear.effusion”, “cr-ear.effusion” vb… Başlık sayfasında makalenin başlığı konuyu anlatacak şekilde kısa ve net olmalıdır. Hem Türkçe, hem İngilizce başlık bir arada verilmelidir. Başlık sayfasında bütün yazarların tam isimleri, akademik ünvanları, çalıştıkları kurum, elektronik posta adresleri, telefon numaraları ve varsa belgegeçer numaraları bulunmalıdır. İletişim kurulacak yazar yıldız “*” işaretiyle belirtilmelidir, belirtilmemişse ilk sıradaki yazar kabul edilecektir. Makale daha önce herhangi bir toplantıda sunulmuşsa belirtilmedir. Ana metin hazırlanırken her iki dilde başlık tekrar bulunmalıdır. Her sayfanın sol üst köşesinde “kısa başlık” yer almalıdır. Başlıkta kısaltma kullanılmamalıdır. Metin içinde kullanılan kısaltmaların ilk geçtiği yerde tam yazılımı verilmeli, parantez içinde kısaltması yazılmalıdır. Ölçü birimi olarak metrik birimler tercih edilmeli, diğer birimler açıklayıcı olarak istenirse parantez içinde ayrıca verilebilir. İlaçların ticari isimleri yerine jenerik isimleri kullanılmalıdır. TABLOLAR VE ġEKĠLLER Tablolar word programlarındaki tablo hazırlama menüsüyle hazırlanmalıdır. Tablo hazırlanmasında excel ve benzeri programlar kullanılmamalıdır. Tablolar metin içindeki geçiş sırasına göre numaralandırılmalı ve isimlendirmelidir. ġekiller metin içinde geçiş sırasına göre numaralandırılmalıdır. Şekil alt yazıları ayrı bir dosya olarak hazırlanmalıdır. Renkli olarak basılması istenilen fotoğraflar için ücret talep edilebilir. Online olarak yayınlanacak makalelerdeki renkli fotoğraflar için ücret talep edilmez. o Her bir şekil ayrı bir dosya olarak eklenmelidir - Şekiller metin içinde numaraları ile refere edilmelidir - Şekil alt yazıları için ayrı bir dosya hazırlanmalıdır (legend). Dijital olarak gönderilecek şekillerin TIFF veya EPS formatında olması ve en az 300 dpi çözünürlüğe sahip olması gerekir. ġekil alt yazıları açıklayıcı, mümkün olduğunca kısa ve net olmalıdır. Mikroskobik görüntülerde büyütme derecesi, kullanılan boyalar ayrıca belirtilmelidir. Şekil üzerinde kullanılan sembollerin açıklaması yapılmalıdır. Alıntı olarak kullanılan çizimler, tablolar veya 200 kelimeyi geçen metin bölümleri için yazardan ve yayınevinden alınmış yazılı izin makale ile birlikte gönderilmelidir. KAYNAKLARIN YAZILIMI Kaynaklar yazı içinde geçiş sırasına göre numaralanmalıdır. Özet içinde referans numarası kullanılmamalıdır. Yazar ismi 5 ve daha çok ise ilk üç isim sonrasında ve.ark. kısaltması kullanılabilir. Dört yazarlı referanslarda tüm isimler belirtilmelidir. Kaynak Yazılımı Ġçin Örnekler 4 isimden çok yazarı olan makale yazılımı; 1. Ishiyama A, Ishiyama GP, Lopez I, et al. Histopathology of idiopathic chronic recurrent vertigo. Laryngoscope 1996; 106(11): 1340-7. Baskıda olan makale yazılımı; 2. Şafak MA, Göçmen H, Samim E, Özeri C. Canal wall down tympanoplasty. Gazi Medical J (in press). Ek sayı olarak basılan makale yazılımı; 3. Paganini EP, Latham D, Abdulhadi M. Practical consideration of recombinant human erythropoietin therapy. Am J Kidney Dis 1989; 14(suppl 1): 19-36. Kitapların kaynak gösterilmesi; 4. Paparella MM, Shumrick DA, Gluckman JL, et al (eds): Otolaryngology (ed 3). Philadelphia, PA, Saunders, 1991. Kitaptan bir bölümün kaynak gösterilmesi; 5. Luxon LM. Causes of balance disorders, in Stephens D (ed); Adult Audiology, in Kerr AG (ed): Scott-Brown‟s Otolaryngology (ed 5). London, Butterworth, 1987, pp 157-202. Makale Hazırlanmasında Son Kontrol o Bütün yazarların elektronik posta adreslerinin, telefon numaralarının başlık sayfasında bulunmalı. o Bir iki kelimelik kısa başlık oluşturulup, her bir sayfanın sol üst köşesine yazılması ve dosya isimlerinde kullanılmalı. o Hem Türkçe, hem İngilizce bölümlendirilmiş özet ve anahtar kelimeler hazırlanmalı. o Şekiller, tablolar ve alt yazıların ayrı dosyalar halinde olmalı. o Tüm yazarlar tarafından imzalanmış “Yayın Hakkı Devri” mektubunun bulunmalı. YASAL SORUMLULUK: Dergide yayınlanan makalelerde veya reklamlarda savunulan görüşler, öne sürülen tezler ve her türlü alıntıdan doğam sorumluluk yazarlara ve ilgili reklamın kurumuna aittir, derginin editörlüğü, yayın kurulları, hakemleri ve yayıncı sorumlu tutulamaz. MAKALENĠN GÖNDERĠLMESĠ: Yukarıdaki formata göre hazırlanmış olan çalışmanız web sitesi (http://nemj.neu.edu.tr) üzerindeki link aracılığıyla veya e-mail ([email protected]) ile gönderilebilir. Yazıların takibi için editörlüğün size bildirdiği makale numarası kullanılarak gerek websitesi (http://nemj.neu.edu. tr) üzerindeki link üzerinden, gerek aşağıdaki link üzerinden açılacak tablo aracılığı ile yapılabilir. LĠNK:https://docs.google.com/spreadsheet/ccc?authkey=CJjIgNwP&key=0AvwBiEbTxed1dHpPYVNZbnUtTTJscTRiNXhsRk hLR3c&hl=en_US&authkey=CJjIgNwP#gid=0 v AUTHORS GUIDELINES The original manuscript and illustrations suitable for publication should be sent by a link at http://nemj.neu.edu.tr online. You can follow the state of your manuscript at this website by the manuscript number. EDITORIAL POLICIES AND PROCEDURES Near East Medical Journal (NEMJ) provides a forum for publishing clinical research in all areas of medicine from clinical to basic research, publishes retrospective, prospective clinical studies experimental studies, reviews, case reports, editorial discussions, letter to editor, describing to surgical technique as “how I do it”, discussions about scientific books. Manuscripts written in both English or Turkish may be received for evaluation by NEMJ, but should include an title, abstract and key-words in both English and Turkish. The Journal commits to rigorous peer review, and stipulates freedom from commercial influence, and promotion of the highest ethical and scientific standards in published articles. Articles are accepted for publication on the condition that they are original, are not under consideration by another journal, or have not been previously published. Direct quotations, tables, or illustrations that have appeared in copyrighted material must be accompanied by written permission for their use from the copyright owner and authors. ETHICS o The Journal adheres to the principles set forth in the Helsinki Declaration (http://www.wma.net/en/30publications/ 10policies/b3/index.html) and holds that all reported research involving “Human beings” are conducted in accordance with such principles. Reports describing data obtained from research conducted in human participants must contain a statement in the MATERIAL AND METHODS section indicating approval by the institutional ethical review board and submission of “informed consents” by the participants. o All papers reporting experiments using animals must include a statement in the MATERIAL AND METHODS section giving assurance that all animals have received human care in compliance with the Guide for the Care and Use of Laboratory Animals (www.nap.edu/catalog/5140.html ) and indicating approval by the institutional ethical review board. o Case reports should be accompanied by INFORMED CONSENT whether the identity of the patient is disclosed or not. o If the proposed publication concerns any commercial product, the author must include in the cover letter a statement indicating that the author(s) has (have) no financial or other interest in the product or explaining the nature of any relation (including consultancies) between the author(s) and the manufacturer or distributor of the product. o If “Ethics Committee Approval” is required for an article, document obtained from ethics committee should be sent to NEMJ by e-mail ([email protected]). o It is the authors‟ responsibility to prepare a manuscript that meets ethical criteria. COPYRIGHT In accordance with the Copyright Act of 1976, a transmittal letter signed by all authors should accompany the manuscript. This letter must contain the following statements: In consideration of the NEMJ‟s reviewing and editing submission, “manuscript title”, the author(s) undersigned transfers, assigns, and otherwise conveys all copyright ownership to Near East University in the event that such work is published in the NEMJ. Author(s) can find an example of this “Copy Right Transfer” letter at website of the journal. Published manuscripts become the property of the publisher and may not be published elsewhere without written permission of NEMJ editorial boards. MANUSCRIPT CATEGORIES ORIGINAL ARTICLES: Submission should present research that is pertinent to the field and focus on how the findings can be applied to the practice of otolaryngology. Original contributions should include: o Structured abstract; no more than 250 words, which contains (1) purpose, (2) materials and methods, (3) results, and (4) conclusion. Abbreviations and references should not appear in the abstract. o Key Words; at least three key -words (MeSH-terms) should be mentioned according to medical subject headings. o Instruction - Materials and Methods – Results – Discussion – Conclusion - References CURRENT REVIEWS: Reviews are prepared either directly or upon invitation. Clinically applicable practice-oriented reviews of topics of contemporary interest and importance will be considered for publication. Preferred structure of review articles o Prepare a structured abstract of no more than 250 words followed by at least 3 keywords (MeSH terms) on the same page o Objectives - Data source - Study selection – Results – Conclusion - References Data source: Summarize briefly the data source, including time restrictions and exact indexing quick terms used for article retrieval from any bibliographic databases, including restrictions to any specific language such as English or to human subjects. Study selection: Describe criteria used to select studies for detailed review from those identified as relevant to the topic. CASE REPORTS: These submissions should be case reports of unusual merit that report new information. Manuscripts should include brief illustrations not more than four. Case reports may include; Abstract, less than 150 words, is not need to be structured – Introduction - Case presentation that is clear and concise - Differential diagnosis with supporting testing - Therapeutic aproach (if present) – Conclusion - References LETTER TO THE EDITOR: Letters to the Editor are welcomed but should be limited to 700 words and no more than 10 references. No abstract and keywords required. vi MANUSCRIPT FORMAT AND STYLE Manuscripts will be prepared by using a word processor, like microsoft office word or open office word programs. A short RUNNING TITLE with one or two words will be given by authors for every manuscript. This short running title should appear on the upper left corner of each page. Every section will be a separate word files: o Title page (title) - Main text (abstract, key words, text, acknowledgements, references) (text), o Individual tables (tab1, tab2, …), - Figures (fig1, fig2, …) - Figure legends (legend) o Copyright letter (cr). These files have to be called with running title. For example “title-ear.effusion”, “text-ear.effusion”, tab1-ear.effusion”, “fig1ear.effusion”, “legend-ear.effusion”, “cr-ear.effusion”, etc… On the title page, the title should be specific and clear. The title should appear in English and Turkish. Title page will include each author‟s name, highest academic degree, and institutional affiliation, mailing address, telephone number and if facsimile number if present. Corresponding author will be mentioned with an asterisk “*”, if not the first author will be accepted as corresponding author. Identify the meeting at which the paper was presented prior to publication, if any, and grantor(s) of financial support obtained by the authors for the research, if any. The title of the manuscript must take place at the beginning of the “main text” without names of authors. The short “running title” have to be at left upper corner of each page of the main text. Abbreviations should not be used in the title. Avoid uncommon abbreviations in the text; when they must be used, spell terms out in full at first appearance, followed by the abbreviation in parentheses. All measurements should be in SI (metric) units. Use generic names for durugs and nonproprietary descriptions of products and equipment. TABLES AND ILLUSTRATIONS Tables should be prepared by table function of the related word process program. The excel or similar programs could not be used for preparation of the tables. Every table should be labeled and numbered. Indicate their placement in the text in consecutive numeric order. Each figure must be identified individually (e.g., Figure 1, Figure 2, etc.) and within the text of the manuscript. Authors may either prepare the label of the figures or legends in a separate file. Authors will be charged for color illustrations in print. Color illustrations online are free of charge. The Publisher will provide, upon request, an estimate of the cost of color artwork. o All figures must be submitted as a separate attachment file. Do not insert figures into the main document o "Attached Figures" must be identified within the "Main Text" of the paper. The "Attached Figures" must be labeled. o Authors may either type the label in the "Caption/Legend" box or add a text box onto each figure. Digital art needs to be created/scanned and saved and submitted as either a TIFF or an EPS, at least 300 dpi. Figure legends: Each figure must be accompanied by an explanatory legend. They should be brief and specific, and they should appear on a separate legend file. Use scale markers in the image for electron micrographs, and indicate the type of stain used. Explain all symbols used in the figure. REFERENCES should be arranged in order of citation in the text and numbered consecutively. All references must be cited in the text. References should not be appeared in the structured abstract. Journal article more than four authors; 1. Ishiyama A, Ishiyama GP, Lopez I, et al. Histopathology of idiopathic chronic recurrent vertigo. Laryngoscope 1996; 106(11): 1340-7. Journal article in press; 2. Şafak MA, Göçmen H, Samim E, Özeri C. Canal wall down tympanoplasty. Gazi Medical J (in press). Journal article in a supplement; 3. Paganini EP, Latham D, Abdulhadi M. Practical consideration of recombinant human erythropoietin therapy. Am J Kidney Dis 1989; 14(suppl 1): 19-36. Complete book; 4. Paparella MM, Shumrick DA, Gluckman JL, et al (eds): Otolaryngology (ed 3). Philadelphia, PA, Saunders, 1991. Chapter of book; 5. Luxon LM. Causes of balance disorders, in Stephens D (ed); Adult Audiology, in Kerr AG (ed): Scott-Brown‟s Otolaryngology (ed 5). London, Butterworth, 1987, pp 157-202. Manuscript Checklist (Before submission) o Title page with complete mailing address, telephone of all authors. o Generating a running title which is composed with one or two words, and using this in every page at left upper corner. o Abstract in structured format and keywords in English and Turkish. o Figures, tables and legends as separate files. o Copyright statement signed by all authors. DISCLAIMER: The Publisher and the Editor-in-Chief cannot be held responsible for errors or any consequences arising from the use of information contained in the journal, the views and opinions expressed do not necessarily reflect those of the Publisher, Societies and the Editors. SENDING THE MANUSCRIPT: Your manuscripts prepared according to instructions have to be sent to the journal by the link at website (http://nemj.neu.edu.tr) or by e-mail ([email protected]). You may follow the stage of your manuscript by the website or the link below. LINK:https://docs.google.com/spreadsheet/ccc?authkey=CJjIgNwP&key=0AvwBiEbTxed1dHpPYVNZbnUtTTJscTRiNXhsRkhL R3c&hl=en_US&authkey=CJjIgNwP#gid=0 vii ÖNSÖZ Değerli tıp mensupları, Tıp Fakültesi tarafından basılan Yakın Doğu Üniversitesi Dergisinin baĢlangıç sayısını sizlere sunmaktan çok heyecan duymaktayız. Uzun süren alt yapı ve hazırlık döneminden sonra, Yakın Doğu Üniversitesi, Kıbrıs Adası’ndaki ilk Tıp Fakültesini kurmaktan gurur duymaktadır. Yakın Doğu Üniversitesi Mütevelli Heyeti, Tıp Fakültesi ve beraberindeki Üniversite hastanesini kurmadaki amacını, hem yerli halka hem de tüm dünyadan gelecek hastalara hizmet olarak kararlaĢtırmıĢtır. Tıp Fakültesine ilk öğrenci kabulü 2008 yılında gerçekleĢmiĢ ve Fakültemiz ilk mezunlarını vereceği 2013-2014 Akademik Yılının bitimini heyecanla beklemektedir. Tıp, kendi doğası gereği geliĢmeye devam eder, bu yüzden de tıp eğitimi devamlıdır. Bu nedenle, bu dergi tıp bilimindeki bilim adamlarının kendi bulgularını ve deneyimlerini paylaĢabilecekleri bir ortam ihtiyacından ortaya çıkmıĢtır. Bu dergi sadece kendi tıbbi personeline ve öğrencilerimize değil, aynı zamanda komĢu ülkelere ve tüm dünyaya hizmet edecektir. Ġnanıyorum ki bu dergi, zamanla, tıp bilimleri dergileri arasında önde gelenler arasında yerini bulacak ve bölge halkına sağlanan tıbbi bakımın geliĢimine ve büyümesine katkıda bulunacaktır. Prof.Dr. ġenol BektaĢ Rektör Yardımcısı viii FOREWORD Dear Colleagues, We are proud to introduce the first issue of Near East Medical Journal (NEMJ), published by the Faculty of Medicine. After a long period of groundwork and preparation, Near East University is proud to have founded the first Faculty of Medicine on the island of Cyprus. Near East University Board of Trustees decided to establish the Faculty of Medicine and its adjacent university hospital with the objective of serving the local community as well as patients from all over the world. Faculty of Medicine first accepted its students in 2008 and is excitedly awaiting the end of the 2013-2014 academic year when it will have its first graduates. As the landscape of medicine continues to develop, so does medical education. Therefore, this journal arose from the necessity of establishing a medium where researchers in medical sciences could share their findings and experience with each other. This journal will not only serve our own medical staff and students but also those of neighboring countries and the entire world. I sincerely believe that this journal will, in time, consolidate itself as one of the leading journals in medical sciences and will contribute to the growth and development of healthcare within the region for the benefit of the public. Prof.Dr. ġenol BektaĢ, PhD. Vice Rector BAŞLARKEN Değerli tıp mensupları, Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yayın organı olan Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Dergisi’nin (Near East University Medical Journal – NEMJ) ilk sayısı tıp dünyasına hayırlı olsun. 1988 yılında kurulan Yakın Doğu Üniversitesi bugün 55 değiĢik ülkeden gelen seçkin öğrencileri il e uluslararası bir kimlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin BaĢkenti LefkoĢa’da yüksek düzeyde eğitim olanakları ve yetkin öğretim kadrosuyla etkinlik göstermektedir. Yakın Doğu Üniversitesi, Avrupa Üniversiteler Birliği’ne (EUA), UNESCO bünyesindeki Uluslararası Üniversiteler Birliği’ne (IAU), Ġslam Dünyası Üniversiteler Federasyonu ve (FUIW) Uluslararası Mühendislik Eğitimi Topluluğu’na (IGIP) tam üyedir. ÇağdaĢ bir kampüs alanı içerisindeki düzeni ve estetik açıdan mükemmel dokusuyla Yakın Doğu Üniversitesi, bugün 16 Fakültesi ve 3 Yüksekokul, 4 Meslek Yüksek okulu ve 3 Enstitüsü ile kamu hizmeti yapan özel bir üniversitedir. 20 Temmuz 2008 tarihinde açılan Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi 7 Ekim 2008 tarihinde öğretime baĢlamıĢtır. Eğitim dili Ġngilizcedir. Organ/sistem temelli entegre eğitim sistemi uygulanmaktadır. Büyük emeklerle çok kısa bir sürede inĢası tamamlanan Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi, gerek modern donanımı gerek yetenekli ve mesleğinde son derece baĢarılı öğretim üyesi ve yardımcı eleman kadrosu ile kaliteli tıp eğitimi, erken tanı ve tedavi, eğitim ve araĢtırma kurumu olarak insan sağlığına üst düzeyde hizmet üretmek için 2010 yılında faaliyete geçmiĢtir. PREFACE Dear Colleagues, We present our best wishes for the first issue of Near East Medical Journal (NEMJ) as the scientific publication of Near East University, Faculty of Medicine. NEU was established in 1988 in Nicosia, the capital city of the Turkish Republic of Northern Cyprus. Having been active with excellent educational facilities and highly qualified educational staff NEU now has an international identity by receiving distinguished students from 55 different countries. NEU is an official member of European University Association (EUA), International Association of Universities (IAU) within UNESCO, Federation of the Universities of the Islamic World (FUIW), and International Society for Engineering Education (IGIP). With its contexture in a contemporary and aesthetically magnificent structure NEU is a public serving private university with its 16 faculties and 3 schools, 4 vocational schools and 3 institutes. NEU Faculty of Medicine was opened on the 20th of July, 2008 and started education on the 7th of October, 2008. Education is in English and organ/system based integrated education method is applied within the Faculty of Medicine. Construction of Near East University Hospital was finished with a great effort in a short time. NEU Hospital started to work actively in 2010 as a training and research institution dedicated to provide a high standard medical education as well as early diagnosis and treatment with a view to provide the best possible service for the health of the humankind with its contemporary facilities, talented and highly successful teaching staff in their fields and their assistants. ix Fakültemizin bir diğer amacı ise mezuniyet sonrası sürekli tıp eğitimini uygulamak, bu Ģekilde karĢılaĢtığı sorunları çözme yeteneği ile donanmıĢ, bilgili, yeterli, dürüst, hem tıp hem evrensel etik değerlerine bağlı, öğrenmenin hayat boyu sürdüğüne inanan, insanlığa hizmeti amaç edinmiĢ, hastalarına karĢı saygılı, anlayıĢlı ve sorumlu, yüksek nitelikli tıp doktorları yetiĢtirmektir. Our faculty’s another aim is to provide continuous medical education after graduation. According to this aim of our faculty we will be able to educate highly qualified medical doctors with the ability to solve the problems they may possibly face during their medical practice, and who are knowledgeable, efficient and honest, respecting the medical and universal ethical rules, believing that medical education lasts for a life time, aiming to serve the Ġyi ve doğru tanı koyabilmek, uygun tedavi human kind, respecting their patients, and who are uygulayabilmek için çağdaĢ bilimsel bilgileri ve understanding and responsible. teknolojileri bilen ve yararlanabilen, çağdaĢ tıbbın We aim to educate doctors who are capable of bilgi birikimine hakim, kendini yenileyebilen, comprehending and making efficient use of modern tıptaki yenilikleri tanı ve tedavi uygulamasına medical knowledge and technology in order to apply yansıtabilen iyi hekimler mezun etmek istiyoruz. a suitable treatment, who can modernize and ÇağdaĢ tıp anlayıĢına sahip bir hekimin sadece renovate themselves continuously, who are able to kendisine ulaĢan hastanın tanı ve tedavisiyle reflect the newest developments in the medical yetinmesi mümkün değildir. Bu nedenle sciences to diagnosis and treatment and who can yetiĢtireceğimiz hekimler, temel tıbbı çok iyi implement best and correct diagnosis. Doctors with bilen, koruyucu hekimlik ve toplum sağlığını ön a modern approach should not be restricted only planda tutan, bu alanlarda topluma yönelik eğitici with those patients who can reach them. We plan to rolü üstlenen kiĢiler olacaktır. educate our students as doctors who have a Hekimin bir baĢka görevi de iyi ve dürüst bir sufficient knowledge about the basic medical araĢtırmacı olmasıdır. Zira tıp disiplini sürekli yeni sciences, with a priority for preventive medicine geliĢmeler ve keĢiflerin yaĢandığı, ulusal ve and public health sciences, and who can also take a uluslararası düzeyde rekabetin çok fazla olduğu role in educating the public in health related bir alandır. subjects. Physician’s other duty is to be a good and honest AraĢtırma makalelelerinin, ilginç olgu sunumlarının researcher. Medical science is a field that has fast yer alacağı NEMJ, Tıp Fakültemiz mensupları, advancements and discoveries and where there is üniversitemizin sağlıkla ilgili fakültelerinin ve an ongoing tough competition both in national and öğrencilerimizin yayınlarının yanısıra, tüm tıp international arena. dünyasının yayınlarının basılması için uygun bir NEMJ is a medical science journal that will host medya olacaktır. Yayınlanma kriteri, seçkin original research articles and interesting case danıĢmanların ve hakem kadrosunun etik kurallara reports and receive manuscripts from medical uygun olarak titiz değerlendirmeleri sonucunda faculty staff, medical faculty students and all gerçekleĢecektir. other health related faculties of our university as Güzel bir haberi paylaĢmak gerekirse, ilk sayımıza well as from the whole medical world. Publication çok sayıda makale gönderilmesi bizleri çok approval will be declared by the scientific and gururlandırmıĢtır. ethical committees of the journal after meticulous assessments. NEMJ’in basımının gerçekleĢtirilmesinde her türlü We are proud that we are publishing our first issue olanağı sağlayan Yakın Doğu Üniversitesi Kurucu with many original articles. Rektörümüz, gerçek bilim adamı ve eğitimci Dr. I would like to thank Dr. Suat Günsel, the Founding Suat Günsel’e, Rektörümüz Prof. Dr. Ümit Rector of NEU, scientist and educator, for his Hassan’a, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. ġenol great support and help in publishing NEMJ. I would BektaĢ’a ve derginin yayıma geçiĢ aĢamasında çok also like to thank Prof. Dr. Ümit Hassan, Rector of emek veren BaĢ Editörümüz Prof. Dr. Mustafa NEU, Prof. Dr. ġenol BektaĢ, Vice Rector, and Prof. Asım ġafak’a çok teĢekkür ederim. Dr. Mustafa Asım ġafak, our Editor-in-Chief, who Saygı ve sevgilerimle, spent a great effort during the publication of the journal. Prof. Dr. Gamze Mocan Kuzey YDÜ Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı x With warm regards, Prof. Dr. Gamze Mocan Kuzey, MD. Founding Dean of NEU Faculty of Medicine. EDİTÖRDEN Sevgili MeslektaĢlarım, Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yayın organı olan Yakın Doğu Tıp Dergisi’ni sizlere sunmanın heyecanını yaĢıyoruz. YaklaĢık bir yıllık ön çalıĢmanın ardından oldukça hızlı bir Ģekilde birinci sayımızı yayınlamıĢ bulunuyoruz. FROM THE EDITOR Dear Colleagues, We are delighted to introduce Near East Medical Journal as the scientific publication of the Near East University Faculty of Medicine. We have just published our first issue after a year of preparation. YDTD Tıp Fakültesinin yanında, diğer medikal birimlerden de yazı kabul etmektedir. ġimdilik yılda üç sayı olarak yayınlanacak dergi, zamanla makale yoğunluğunun artmasıyla daha sık aralıklarla yayınlanacaktır. Hedefimiz en kısa süre içinde uluslararası indekslerde yer almak ve üniversitemizin adını bu alanda da duyurmaktır. NEMJ is accepting manuscripts not only from the Faculty of Medicine but also from other medical disciplines. The journal will be published three issues a year for now but as the number of manuscripts increases publication will be more frequent. Our ultimate aim is to be listed in international indices in time. ÇalıĢmalarımızı Tıp Fakültemiz öğretim üyelerinin gönüllü katılımıyla oluĢturduğumuz bir kadroyla gerçekleĢtiriyoruz. Bu projenin hayata geçirilmesi için önümüzü açan Kurucu Rektörümüz Sayın Dr. Suat Günsel baĢta olmak üzere Üniversitemiz Rektör ve Rektör Yardımcılarına, en büyük destekçimiz Tıp Fakültemizin Sayın Dekanı ve dergimizin Onursal Editörü Prof.Dr. Gamze Mocan Kuzey’e, derginin organlarında yer alan tüm meslektaĢlarıma teĢekkürü borç bilirim. We constructed a team which consists of Faculty of Medicine’s volunteer scientific staff. I would like to thank first of all Dr. Suat Günsel, our Founding Rector. I would also like to thank the Rector and the Vice Rectors of our University, Prof. Dr. Gamze Mocan Kuzey, the Dean of the Faculty of Medicine, who is our major supporter and also the Honorary Editor of NEMJ, and all colleagues who took responsibility in the various committees of the journal. Derginin tüm tıp camiasına hayırlı olması dileğiyle… Prof.Dr. Mustafa Asım ġafak BaĢ Editör I hope that this journal will be wellreceived in the medical society… Prof.Dr. Mustafa Asım ġafak, MD. Editor-in-Chief xi içindekiler – contents 2011;1(1) Klamidya trakomatis tanısında kullanılan hücre The comparison of cell culture, hybridization and 1 kültürü, hibridizasyon ve direkt flöresan antikor direct fluorescent antibody tests in Chlamydia testlerinin karşılaştırılması trachomatis diagnosis Akduman E, Ecemiş T, Sağol S, Çiçek C, Vatansever S, Özbakkaloğlu B. Türkiye’deki genç popülasyonda akneye ilişkin Beliefs, perceptions and attitudes of young 7 inanışlar, algılamalar ve tutumlar Turkish population about acne Kaptanoğlu AF, Çalışır ZE, Ardur R.. Kıbrıs’a özgü bir vektör: küpdüşen sineği deri bulguları ile Tatarcık humması 14 A specific vector of Cyprus: sandfly, sandfly fever with skin manifestations Süer K, Kaptanoğlu AF. Direnç antrenmanına nöromusküler ve hormonal adaptasyon Rektal bezoarların alışık olunmayan bir sebebi: dikenli incir (babutsa) çekirdeği 18 Yavuz HU. 28 Neuromuscular and hormonal adaptations to resistance training An uncommon reason of rectal bezoars: prickly pear seeds Baş K, Besim H. Spinal travmada enstrümentasyon ve revizyon Instrumentation and revision surgery in spinal 33 cerrahisi trauma Harman F, Kaptanoğlu E. Lingual schwannoma: bir olgu sunumu 41 Lingual schwannoma: a case report İnançlı HM, Haksever M, Tuncel Ü, Irkkan Ç. Kollajenöz sprue beraberindeki tip IV otoimmün Autoimmun polyglandular endocrinopathy type IV 46 poliglandüler endokrinopati associated with collagenous sprue İnançlı SS, Ensari A, Beyan E, Savaş B, Abaylı E. Renkli resimler xii 51 Color plates 2011;1(1):1-7 PROSPEKTİF ÇALIŞMA PROSPECTIVE STUDY KLAMİDYA TRAKOMATİS TANISINDA KULLANILAN HÜCRE KÜLTÜRÜ, HİBRİDİZASYON VE DİREKT FLÖRESAN ANTİKOR TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI THE COMPARISON OF CELL CULTURE, HYBRIDIZATION AND DIRECT FLUORESCENT ANTIBODY TESTS IN CHLAMYDIA TRACHOMATIS DIAGNOSIS Elçin AKDUMAN1 Talat ECEMİŞ2 Sermet SAĞOL3 Candan ÇİÇEK4 Seda VATANSEVER5 Beril ÖZBAKKALOĞLU 2 1İnegöl Devlet Hastanesi, Bursa, Türkiye Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Manisa, Türkiye 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye 4Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye 5Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Manisa, Türkiye 2Celal ÖZET ABSTRACT Klamidya trakomatis tanısında hücre kültürü yanında diğer bazı testlerin geliştirilmiş olmasına rağmen, testlerin etkinliği ile ilgili olarak farklı sonuçlar bildirilmektedir. Bu çalışmada, 100 infertil kadının servikal örneklerinde K. trakomatis‟in saptanmasında kullanılan hibridizasyon ve direkt flöresan antikor testlerinin duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif prediktif değerlerini altın standart olan hücre kültürü yöntemi ile karşılaştırdık. Although some test were developed besides cell culture in diagnosis of Chlamydia trachomatis, it is reported different results about efficiency of tests. In this study, we compared sensitiviy, specivity, positive and negative predictive vaules of direct fluorescent antibody and hybridization tests with cell culture method to be used as gold standart in 100 infertile women‟s cervical specimens. C. trachomatis was determined on 11 of the samples. Seven and 19 positive samples were found respectively through direct fluorescent antibody and hybridization tests. It was calculated % 54,5 and % 81,8 sensitivity, % 98,9 and % 88,8 specificity, % 85,7 and % 47,4 positive predictive value, % 94,6 and % 97,5 negative predictive value respectively in direct fluorescent antibody and hybridization tests. It was concluded that a single test hasn‟t a precise sensivity and specificity for C. trachomatis diagnosis and the results should be confirmed by other tests and the hybridization test is rapid and effective. Örneklerin 11‟inde hücre kültürü ile K. trakomatis saptandı. Direkt flöresan antikor ve hibridizasyon testleriyle sırasıyla, 7 ve 19 örnek pozitif bulundu. Direkt flöresan antikor ve hibridizasyon testleri için duyarlılık sırasıyla % 54,5, % 81,8; özgüllük % 98,9, % 88,8; pozitif prediktif değer % 85,7, % 47,4; negatif prediktif değer % 94,6, % 97,5 olarak hesaplandı. Sonuç olarak K. trakomatis tanısında tek bir testin mükemmel bir duyarlılık ve özgüllüğe sahip olmadığı, alınan sonuçların bir diğer test ile doğrulanması gerektiği ve hibridizasyon testinin hızlı ve etkin olduğu sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Chlamydia trachomatis, tanı, test Key words: Chlamydia trachomatis, diagnosis, test 2011;1(1):1-7 - Received: 27.04.2011 - Accepted: 06.07.2011 1 Near East Medical Journal GİRİŞ Klamidya trakomatis, cinsel yolla bulaĢan hastalıklara neden olan etkenler arasında en sık izole edilen mikroorganizmalardan biridir. Sıklıkla erkeklerde üretrite, kadınlarda asemptomatik servisite neden olur ve tedavi edilmeyen enfeksiyonlar üreme sisteminde ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Ġnfertilite, ektopik gebelik, kronik pelvik ağrı gibi sekellerle seyreden pelvik inflamatuar hastalık (PID), enfeksiyonun önemli bir komplikasyonudur.1 Son zamanlara kadar, klamidya enfeksiyonlarının tanısı, “altın standart” olarak kabul edilen hücre kültürü yöntemine dayanmaktaydı. Ancak klinik örneğin alınması, taĢınması, saklanması aĢamalarında, etkenin canlılığını yitirmesi sonucunda hücre kültürünün duyarlılığı olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu nedenle, direkt flöresan, enzim immünoassay, DNA prob teknikleri, polimeraz zincir reaksiyonu, ligaz zincir reaksiyonu, transkripsiyon aracılı amplifikasyon gibi nükleik asit amplifikasyon testleri geliĢtirilmiĢtir. Tüm bu testlerin duyarlılık ve özgüllükleri, ekonomik sonuçları yanında rutin mikrobiyoloji laboratuvarında uygulanabilirliğinde farklı yaklaĢımlar ve tercihler söz konusu olabilmektedir.2 Nükleik asit amplifikasyon testleri, az sayıda mikroorganizmayı saptayabilen yüksek duyarlılıkta testlerdir ve rutin servikal örneklerde C. trakomatis saptanmasında güvenle kullanılmaktadır. Yeni geliĢtirilen ve sıklıkla laboratuvarlarda kullanılan diğer testlerin etkinliği ve verimliliği ile ilgili veriler değiĢkenlik göstermektedir.3,4 Bu çalıĢmada, servikal örneklerde C. trakomatis’in saptanmasında kullanılan 2 hibridizasyon ve direkt flöresan antikor (DFA) testlerinin duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif prediktif değerlerini altın standart olan hücre kültürü yöntemi ile karĢılaĢtırmak istedik. GEREÇ VE YÖNTEM Klinik Örnekler Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tüp Bebek Merkezi‟ne Kasım 2005Eylül 2006 tarihleri arasında baĢvuran, servisitle ilgili yakınması olmayan toplam 100 infertil kadın hasta çalıĢma kapsamına alındı. Her hastadan, hücre kültürü, DFA ve hibridizasyon testleri için ayrı ayrı endoservikal sürüntü örneği alındı. Servikste geçiĢ zonundan, endoüretra meatusundan 2-4 cm içeriye sokulan dakron eküvyon 10-30 saniye, 360 derece döndürülerek alınan örneklerde, mümkün olduğu kadar çok epitel hücresin toplanmasına, mukus içermemesine ve eküvyonun vajen mukozasına değmemesine dikkat edildi. Hücre kültürü ve DFA için kullanılacak olan örnek, Chlamydia transport medium içeren tüplere (Eurotubo®, Deltalab, Ġspanya) aktarıldı. Hibridizasyon testi için kulanılacak örnekler ise ise üretici test firmasının örnek taĢıma tüplerine (GenProbe®, Inc., San Diego, Amerika BirleĢik Devletleri) konuldu. Örnekler laboratuvara ulaĢıncaya kadar +4 C‟de bekletildi, testler uygulanıncaya kadar -80C‟de saklandı. Hücre Kültürü McCoy hücreleri kullanılarak “shell vial” hücre kültürü yöntemi uygulandı. ArdıĢık pasajlarla üretilen hücrelerin bulunduğu flasklara tripsin ilave edildi, 2011;1(1):1-7 37C‟ de 5–10 dakika inkübe edildi ve ayrıĢmaları sağlandı. Hücreler “growth” solüsyonu (GS) (Biochrom, Berlin, Almanya) konulmuĢ (25 cm 2 flask için 4 ml) flasklara aktarıldı ve %5 CO 2‟li etüvde 37C‟ de tam bir tabaka oluĢturana kadar inkübe edildi. Daha sonra shell vial ĢiĢelerine (Borkim, Ġstanbul, Türkiye) aktarıldı ve %5 CO 2‟li etüvde 37°C'da 24–48 saat inkübe edildi. Dondurucudan çıkarılan örnekler vortekslendi. Her örnek McCoy içeren iki shellvial tüpüne, por çapı 0.45 µm olan filtreden geçirilerek ekildi ve 1750Xg‟de 60 dakika santrifüjlendi. Oda ısısında bir saat bekletildikten sonra tüplerin içindeki ortam aspire edilerek uzaklaĢtırıldı ve hücrelerin üzerine “idame” besiyeri (Biochrom, Berlin, Almanya) eklendi. Shell vial tüpleri 37C‟ da %5 CO 2‟li ortamda 48 saat inkübe edildi. Ġnkübasyon bitiminde shell vialller içindeki lameller lam üzerine alındı ve soğuk asetonda 10 dak, -20 °C'da bekletilerek fiske edildi. Yıkamalar sonrasında lameller, 25 l C. Trakomatis‟in dıĢ membran proteinine (major outer membrane protein=MOMP) karĢı oluĢmuĢ ve fluorescein isothiocyanate (FITC) ile iĢaretlenmiĢ monoklonal antikor (Fluorotect Chlamydia, Omega Diagnostics, Ġskoçya) ile boyandı ve 37C‟'da nemli ve karanlık ortamda 30 dakika bekletildi. Yıkama sonrasında lameller flöresan mikroskobunda X400 büyütmede incelendi. Parlak elma yeĢili yansıma veren bir veya daha fazla hücre içeren örnekler pozitif olarak kabul edildi. DFA Testi DFA tekniği için, C. trakomatis'in MOMP antijenine karĢı ve FITC ile iĢaretlenmiĢ monoklonal antikorlar içeren Fluorotect Chlamydia kiti (Omega Diagnostics, Ġskoçya) kullanıldı. Ependorflardaki ör- nekler santrifüjlendi ve elde edilen çökelti sitospinlendi, aseton ile -20 C‟da 10 dakikada lama fiske edilen sürüntü örneği, monoklonal antikor ile boyandı. Hazırlanan preparatlar X400 büyütmede flöresan mikroskopu ile incelendi. Sürüntü örneklerinde yeteri sayıda epitel hücresinin bulunmuĢ olmasına dikkat edilerek üç veya daha fazla elma yeĢili flöresan veren, düzgün kenarlı yuvarlak veya oval elementer cisim içeren örnekler pozitif kabul edildi. Hibridizasyon Testi Bu çalıĢmada, endoservikal örneklerden C. trakomatis ve/veya N. gonorrhoaea'yı saptayan bir DNA probe testi olan hibridizasyon bazlı PACE 2C® testi (GenProbe, Inc., San Diego, Amerika BirleĢik Devletleri) kullanıldı. Bu testte, hedef organizmanın ribozomal 16 s RNA'sına komplementer olan kemiluminesan madde ile iĢaretlenmiĢ tek sarmallı DNA probu kullanıldı. Kit içeriğindeki liyofilize prob, öneriler doğrultusunda “hibridizasyon buffer” ile homojen süspansiyon haline getirildi. Hazırlanan örnekler ve kontrollerden 100 l tüplere dağıtıldı, tüpler manyetik tepsiye (rack) dizildi ve üzerine hazırlanmıĢ prob solüsyonundan 100l eklendi. Tüplerin üzeri koruyucu kart ile kapatıldı ve 60C‟lik su banyosunda tüpler 1 saat inkübe edildi. Her tüpe 1 ml ayrıĢtırma çözeltisinden koyuldu ve 60C‟lik su banyosunda 10 dakika inkübe edildi. Ġçindeki sıvı boĢaltılarak yıkama sıvısı kondu ve 20 dakika oda ısısında inkübe edildi. Süpernatan atılarak dipteki çökelti homojen hale getirildi ve kontrollerle birlikte luminometrede (GenProbe Leader 450®, GenProbe, California, Amerika BirleĢik Devletleri) okutuldu. Sonuçlar “rölatif 3 Near East Medical Journal ıĢıma ünitesi” (RLU) olarak tespit edildi. Test sonuçları, örnek ile negatif referansların ortalaması arasındaki fark hesaplanarak bulundu. Üretici firma önerileri doğrultusunda “cut-off” değeri hesaplandı. Bu değerin üzerindeki örnekler pozitif olarak kabul edildi. Test Sonuçlarının Analizi Hücre kültüründe alınan sonuçlar altın standart kabul edilerek, DFA ve hibridizasyon testlerinin sonuçları SPSS v.12 istatistik programı (SPSS Inc. Chicago, IL, Amerika BirleĢik Devletleri) ile bilgisayarda analiz edildi. standart istatistik yöntemleri ile (duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif prediktif değerler, test geçerliliği) hesaplandı. BULGULAR Hasta grubunu 23 ile 48 yaĢ arasındaki değiĢmekteydi ve yaĢ ortalaması 34.1‟di. Hastaların 93‟ü birincil, 5‟i ikincil nedenlerle infertildi. 2 hastadan bu konuda veri elde edilemedi. Hücre kültüründe toplam 100 olgunun 11‟inde (%11) C. trakomatis saptandı. DFA ve hibridizasyon testlerinde ise sırasıyla 7 (%7) ve 19 (%19) örnek pozitif olarak bulundu (Tablo 1). edilen sonuçların, hücre kültürü altın standart kabul edilerek yapılan değerlendirmesinde, DFA yöntemi ile pozitif bulunan 7 pozitif hastanın birinde hücre kültürü ile uyumsuzluk saptandı. DFA negatif olduğu saptanan 5 olguda hücre kültürü pozitifti. Buna göre, DFA için duyarlılık %54.5, özgüllük %98.9, pozitif prediktif değer %85.7, negatif prediktif değer %94.6 olarak hesaplandı (Tablo 2). Hibridizasyon yöntemi ile pozitif saptanan 19 hastadan 9‟unda hücre kültürü pozitif bulunurken, 10‟unda negatifti. Hücre kültürü pozitif 2 hastada ise hibridizasyon testi negatifti. Bu 2 örneğin tekrar edilen hücre kültürlerinde aynı sonuç elde edildi. Ġki test arasında uyumsuzluğun olduğu diğer 10 örnek için, C. trakomatis ve Neisseria gonorrhoeae ayrımını kesinleĢtirmek amacıyla bu mikroorganizmaları ayrı ayrı belirleyen PACE 2 CT ve Tablo 2. Hücre kültür ve DFA karşılaştırması Hücre Kültürü Toplam** DFA ve hibridizasyon testi ile elde Tablo 1. Test sonuçları Pozitif Negatif Pozitif (% )* 6 (54.5) 1 (1.1) 7 Negatif (% )* 5 (45.5) 88 (98.9) 93 11 89 100 DFA Hücre kültürü DFA testi Hibridizasyon testi Pozitif 11 7 19 Negatif 89 93 81 *Hücre kültürünndeki oranı Toplam 100 100 100 **Toplamdaki yüzde oranları sayılarla aynı 4 Toplam** 2011;1(1):1-7 PACE 2 NG testleri ikinci kez tekrarlandı. Sonuçlar C. trakomatis için cutoff değerinin en az 3 katı RLU de ğerlerindeydi ve C. trakomatis pozitif olarak değerlendirildi. Hücre kültürü ile hibridizasyon testi sonuçları karĢılaĢtırıldığında ise duyarlılık %81.8, özgüllük %88.8, pozitif prediktif değer %47.4, negatif prediktif değer %97.5 hesaplandı (Tablo 3). Örneklerin tümünde; hücre kültürü, DFA ve hibridizasyon testi sonuçları karĢılaĢtırıldığında; toplam 3 örnek tüm yöntemlerde pozitif, 79 örnek negatif, 18 örnekte ise 3 testin sonuçları birbiri ile uyumsuz bulundu. TARTIŞMA C. trakomatis tanısında rutin kullanımında seçilecek testin, basit, ucuz ve kolay olması, kullanım yaygınlığını etkileyecek önemli faktörlerdir. Nükleik asit amplifikasyon testlerinde duyarlılık ve özgüllük açısından farklı sonuçlar elde edilse de, diğer testlere göre daha tatminkâr sonuçlar bildirilmektedir,1 ancak test maliyeti, teknik zorluklar, kontaminasyon riski, örnekteki inhibitör maddelerin varlığı gibi faktörler, bu testin yaygın kullanımının önünde engeller oluĢturmaktadır. Nispeten daha ucuz ve pratik testlere yönelmek, özellikle geliĢmekte olan ülkeler için değerlendirilmesi gereken alternatiflerdir. Bu alternatiflerden biri olarak test ettiğimiz hızlı, pratik ve ucuz bir test olan DFA testi için birçok çalıĢmada %50-70 arasında duyarlılık oranları bildirilmiĢtir. Bizim çalıĢmamızda %98.9 gibi oldukça yüksek özgüllük elde edilirken, %54.5 gibi göreceli düĢük bir duyarlılık bulunmuĢtur. DFA testinde sonuçları etkileyen en önemli faktörler örneğin alınması ve sonuçların değerlendirilmesidir. Tablo 3. Hücre kültürü ve hibridizasyon karşılaştırması Hücre Kültürü Top.* PACE 2 CT/NG Toplam** Pozitif Negatif Pozitif (% )* 9 (81.8) 10 (11.2) 19 Negatif (% )* 2 (18.2) 79 (88.8) 81 11 89 100 *Hücre kültündeki oranı **Toplamdaki yüzde oranları sayılarla aynı Gerek DFA testinde, gerekse hücre kültüründe, örneklerin uygun koĢullarda alınması ve laboratuvara gönderilmesi, test sonuçlarını birincil olarak etkileyen ilk ve en önemli aĢamadır. Örnek miktarının yetersiz olması, yeterli sayıda hücre olmaması, mukuslu, hemorajik nitelikte örnek alınması yanlıĢ negatif sonuçlara neden olup, test duyarlılığını azaltmaktadır. Ürogenital klamidya infeksiyonu tanısı için laboratuvara gönderilen örneklerin en az %10‟unun uygunsuz olduğu, üretral ve veya servikal epitel içermediği veya eksüda içerdiği gösterilmiĢtir ve bazı durumlarda bu oranın %30‟a kadar çıktığı bildirilmiĢtir.5 Tüm flöresan mikroskopi değerlendirmelerinde oldu-ğu gibi, DFA testinin değerlendirilmesi, testin diğer bir önemli aĢamasıdır. Değerlendirmenin subjektif olması testin duyarlığını ve özgüllüğünü ciddi olarak 5 Near East Medical Journal etkilemektedir. Nonspesifik boyanmalar ayırt edilmelidir, az sayıda inklüzyon cisimciği içeren örneklerde yanlıĢ negatifliklere neden olabileceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla, değelendirecek kiĢinin eğitimli ve deneyimli olması, bu test için çok önemlidir. DFA testinin düĢük duyarlılığı, bu testin “tarama testi “olarak kullanılmasını engellemekte, bu amaç için özellikle negatif sonuçlarda, diğer bir yüksek duyarlılıktaki test ile kullanılmasını zorunlu hale getirmektedir. Hücre kültürü ile hibridizasyon test sonuçları karĢılaĢtırıldığında, hibridizasyon testinin duyarlılığı %81.8, özgüllüğü %88.8, pozitif prediktif değeri %47.4 ve negatif prediktif değeri %97.5 olarak hesaplandı. Son yıllarda moleküler testlerle yapılan karĢılaĢtırmalı çalıĢmalarda, hücre kültürünün “altın standart” olma özelliğinde sorunlar yaĢanmakta olup, hücre kültürünün de içinde bulunduğu test kombinasyonları referans yöntem olarak kullanılmaktadır.3 Hücre kültürünün, amlifikasyonlu veya amplifikasyonsuz nükleik asit testleriyle yapılan karĢılaĢtırmalı çalıĢmalarında, hücre kültürü referans olarak alındığında, bu testlerin duyarlılıkları %60-97 arasında değiĢmektedir.2 Negatif sonuçlarda ise uyum çok iyi olup, birçok çalıĢmada %100‟lere kadar varmaktadır. El-Sayed ve arkadaĢlarının2 bu çalıĢmaya benzer Ģekilde yaptığı karĢılaĢtırmalı çalıĢmalarında, hücre kültüründe pozitif olan 25 örnek, hibridizasyon testi ile de pozitif bulunmuĢ, ayrıca ek olarak hibridizasyon testi ile 15 pozitif sonuç daha elde edilmiĢtir. Bizim çalıĢmamızdaki sonuçlarda, hücre kültürü ile pozitif bulunan 11 örneğin 9‟u hibridizasyon testi ile de pozitif bulundu, El-Sayed‟in çalıĢmasına benzer Ģekilde, hücre kültürünün negatif bulduğu 10 örnekte daha hibridizasyon testi ile pozitif sonuç elde edildi. Referans 6 yönteme göre pozitif bulunan bu örnekler için PACE 2 CT ve PACE 2 NG testleri ayrı ayrı tekrar edildi ve aynı sonuç alındı. Tekrar edilen testlerde cut-off değeri 362 RLU olarak hesaplandı ve örnekler 1694 ile 41858 RLU arasında bulundu. Yapılan bir çok çalıĢmada PACE2 testine ait RLU cinsinden elde edilen sonuç değerleri ile gerçek pozitiflik arasında bir korelasyon olduğunu öne sürülmüĢtür.6-8 Bebe ve arkadaĢları,6 RLU değeri 2000‟den büyük örneklerin %99,7‟sinin diğer yöntemlerle pozitif olduğunu göstermiĢ ve bu değerlerin üzerindeki sonuçlarda ilave bir teste gerek olmadığını bildirmiĢtir. Blanding8 çalıĢmasında tüm pozitif sonuçların RLU değerleri 983 ve üzerinde bulmuĢtur. Negatif sonuçları ikinci kez tekrar eden araĢtırmacılar, dört testin üçünü 600 RLU, birini 1000 RLU değerinde bulmuĢlardır. Ayrıca kültür sonuçları negatif olduğu zaman PACE 2CT testi tekrarlandığında, sonuç cutoff değerinin 3 katı üzerinde bir RLU değerine sahip ise, bu örneğin sonucunun gerçek pozitif olarak kabul edilmesi önerilmiĢtir.9,10 ÇalıĢmamızda tekrar edilen PACE 2 CT/NG sonuçlarında, pozitif bulunan örneklerde en düĢük RLU değeri 1694, en yüksek RLU değeri ise 41858 olarak saptandı. Tüm hastaların sonuçları C. Trakomatis pozitif olarak değerlendirildi. Referans yöntem kabul edilen hücre kültürünün bu 10 hastadaki negatif sonuçları ve dolayısıyla hücre kültürünün “altın standart” olma özelliği birçok çalıĢmada olduğu gibi bu çalıĢmada da tartıĢılacak niteliktedir. Değerlendirme çok önemli olup, eğitimli ve tecrübeli kiĢi gerektirmektedir. Shellvial kültür sonuçları en az iki deneyimli mikrobiyolog tarafından değer- 2011;1(1):1-7 lendirilmiĢ olup bu konuda bir sorun yaĢanmamıĢtır. Bu negatif sonuçlar, örneğin alınması ve taĢınması aĢamasındaki aksaklıklara bağlı olabileceği gibi, test aĢamalarındaki teknik bir nedenden kaynaklanabilir. Cansız organizmalar hibridizasyon testinde pozitifliklere neden olmuĢ olabilir. Bu çalıĢmada, servikal örneklerde C. trakomatis tanısı için günümüzde tek baĢına hiçbir testin mükemmel bir duyarlılık ve özgüllüğe sahip olmadığı, alınan sonuçların bir diğer test ile doğrulanmasının gerekli olduğu sonucuna varıldı. Duyarlılık ve özgüllüğü yüksek, iĢ yükü daha hafif, kolay uygulanabilen bir test olan hibridizasyon testi objektif değerlendirme kriterleri ile öne çıkmaktadır. KAYNAKLAR 1. Be´be´ar C, de Barbeyrac B. Genital Chlamydia trachomatis infections. Clin Microbiol Infect 2009; 15: 4-10. 2. El-Sayed M, Badwy W, Bakr A. Rapid hybridization probe assay and PCR for detection of Chlamydia trachomatis in urinary tract ınfections: a prospective study. Current Mıcrobıology 2006; 53: 379-83. 3. Pasternack R, Vuorınen P, Kuukankorpı A, Jarvı TP and Mıettınen A. Detection of Chlamydia trachomatis ınfections in women by Amplicor PCR: comparison of diagnostic performance with urine and cervical specimens. J Clın Mıcrobıol 1996; 34: 995-8. 4. Black CM, Marrazzo J, Johnson RE et al. Head-to-Head multicenter comparison of DNA probe and nucleicacid amplification tests for Chlamydia trachomatis infection in women performed with an improved reference standard. J Clin Microbiol 2002; 40: 3757-3. 5. Black CM. Current methods of laboratory diagnosis of Chlamydia trachomatis infections. Clin Microbiol Rev 1997;10: 160-84. 6. Beebe JL, Sharpton TR, Zanto SN, Steece RS, Rogers C and Mottice SL. Performance characteristics of the Gen-Probe competition assay used as a supplementary test for the Gen-Probe PACE 2 and 2C assays for detection of Chlamydia trachomatis. J Clin Microbiol 1997; 35: 477-8. 7. Wylie JL, Moses S, Babcock R, Jolly A, Gıercke S and Hammond G. Comparative evaluation of chlamydiazyme, PACE 2, and AMP-CT assays for detection of Chlamydia trachomatis in endocervical specimens. J Clin Microbiol 1998; 36: 3488–91. 8. Blanding J, Hirsch L, Stranton N et al. Comparison of the clearview Chlamydia, the PACE 2 assay, and culture for detection of Chlamydia trachomatis from cervical specimens in a lowprevalence population. J Clin Microbiol 1993; 31: 1622-5. 9. Limberger RJ, Biega R, Evancoe A et al. Evaluation of culture and Gen-Probe PACE 2 assay for detection Neisseria gonorrhoeae and Chlamydia trachomatis in endocervical specimens transported to a State Healty Laboratory. J Clin Microbiol 1992; 30: 1162-6. 10. Centers for Disease Control and Prevention. Recommendations for the prevention and management of C. Trachomatis infections. MMWR Morb Mortal Wkly Rep 1993; 42: 12. İLETİŞİM Talat EcemiĢ [email protected] 7 ANKET ÇALIŞMASI NEMJ 2011;1(1):1-5 QUESTIONNAIRE STUDY TÜRKİYE’DEKİ GENÇ POPÜLASYONDA AKNEYE İLİŞKİN İNANIŞLAR, ALGILAMALAR VE TUTUMLAR BELIEFS, PERCEPTIONS AND ATTITUDES OF YOUNG TURKISH POPULATION ABOUT ACNE Asli Feride KAPTANOGLU1 Zeynep Erden ÇALISIR2 Recep AKDUR2 1 2 Yrd.Doç.Dr, Yakındoğu Üni Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı. Lefkoşa, KKTC Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Departmanı, Ankara, Türkiye ÖZET ABSTRACT Amaç: Bu çalışmanın amacı Türkiye‟deki genç popülasyonda akne vulgaris‟e ilişkin inanışlar, algılamalar ve tutumları değerlendirmektir. Metod: Hekim olmayan bir anketör tarafından, bir alışveriş merkezi içerisinde rastgele seçilen genç insanlara isteğe bağlı olarak kişinin kendi yanıtladığı anket formları dağıtılmıştır. Yanıtlar, demografik verilerle ilişkilendirilmiştir. Bulgular: Toplam 100 anket formu verilmiş ve bunlardan 83‟ü tam olarak doldurulmuştur. Yaş aralığı 17-40‟tır (ortalama 21.79). Yirmi beş erkek (% 30.1) ve 58 kadın (% 69.9) soruların tamamını yanıtlamıştır. Anketörlerin % 74.7‟si aknenin tedavi edilebilir bir durum olduğunu düşünmektedir. Akne konusunda edinilen bilgilerin başlıca kaynağının internet olduğu saptanmıştır (% 86.7); bunun ardından dergiler-gazeteler (% 51.8), televizyon (% 31.8) ve arkadaşlar gelmektedir (% 41). Bu amaçla en sık kullanılan web siteleri arama motorları (% 42.3) ile Türkçe yerel sağlık siteleridir (% 21.1). Katılımcıların yalnızca % 27.7‟si edindiği bilgileri “yeterli” olarak nitelendirmiştir. Ankete katılanların % 95.2‟si daha önce bir akne preparatı kullanmıştır. Ürünlere ilişkin bilgi kaynaklarının çoğunlukla arkadaşlar (% 49.4), dergiler-gazeteler (% 30.4), televizyon (% 27.8) ve hekim (% 27.8) olduğu gözlenmiştir. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, akneye ilişkin yanlış fikirler ve yanlış inanışlara sık rastlandığını ortaya koymaktadır. Genç popülasyon bu konuda bir hekime ya da aile desteğine başvurmak yerine sorunu kendi başına çözmeyi yeğlemektedir. Bu noktada internet, kilit bir pozisyonda duruyor gibi görünmektedir. Anahtar Kelimeler: Akne, inanışlar, algılamalar, tutumlar, tedavi, ürün, Türk. Aim: The aim of this study is to assess the beliefs, perceptions and attitudes towards acne vulgaris in Turkish young population. Method: A voluntary, self-completed questionnaire was administered to young persons randomly in a shopping mall by a non-physician surveyor. Responses were correlated with demographic data. Results: 100 questionnaires were given and 83 are totally completed. The ages were between 17-40 (mean 21.79). Twenty-five males (% 30.1) and 58 females (% 69.9) completed all the questions. Acne is considered as a treatable condition by the 74.7 % of the cases. The main source of knowledge about acne found to be internet (86.7% ); followed by magazinesnewspapers (51.8 % ), television (31.8% ) and friends (41% ). The most used web sites for this purpose were the search engines (42.3% ) and Turkish regional health sites (% 21.1). Only 27.7 % of the cases found their knowledge to be “satisfactory”. 95.2% had used a product for acne previously. Source of knowledge about products seemed to be mostly friends (49.4% ), magazines-newspapers (30.4 % ), television (27.8) and physician (27.8). Conclusion: The results of this study pointed out that misconceptions and false beliefs about acne are common. The young population prefers to solve this problem by themselves rather than applying a physician or family support. Internet seems to be standing in the key point. Key Words: Acne, beliefs, perceptions, attitudes, treatment, product, Turkish. 8 2011;1(1):8-13 - Received: 11.04.2011 – Accepted: 12.07.2011 2011;1(1):8-13 GİRİŞ Akne, genç popülasyonda ortaya çıkan ve pilosebasöz üniteleri etkileyen bir hastalıktır. Daha önce yapılmıĢ olan çalıĢmalarda aknenin benlik saygısı, ruh sağlığı ve iliĢki kurma yeteneğini ileri derecede bozduğu ve hatta intihara zemin hazırladığı gösterilmiĢtir.1-4 Buna karĢılık etnik grup, eğitim, sosyoekonomik durum, aile desteği ve hükümetlerin sağlık politikaları gibi çevresel faktörlere bağlı olarak normalleĢtirilen ya da daha fazla vurgulanan akne hakkında çeliĢkili birçok konu mevcuttur.5 Avrupa ve Amerika BirleĢik Devletleri‟nde aknenin genç insanlarda yaĢam kalitesi üzerindeki etkisini veya akneye iliĢkin inanıĢlar, bilgiler ve algılamaları araĢtıran çalıĢmalar yürütülmüĢtür.5-7 Yerel faktörler hastalığa iliĢkin farkındalık, tıbbi yardım alma ve tedavi uygulamalarına uyum gibi konularda major bir rol oynamaktadır. Hekimler bir hastayı tedavi ederken bu yerel etkenlerin tümünü dikkate almak durumundadır. Türkiye‟deki adolesanlar arasında aknenin yaĢam kalitesi üzerindeki psikolojik etkilerini inceleyen bazı çalıĢmalar mevcut ise de,8 Türkiye‟deki genç popülasyonun akneye iliĢkin güncel bilgileri, inanıĢları, algılamaları ve davranıĢlarına iliĢkin bir çalıĢma yoktur. Bu çalıĢma özellikle Türkiye‟deki genç popülasyonun aknenin patogenezine iliĢkin bilgileri, bilgi kaynakları, tedavi seçenekleri ve beklentileri üzerine yoğunlaĢarak bu kesimin akneye iliĢkin eğilimlerini değerlendirmek amacıyla tasarlanmıĢtır. MATERYAL VE METOD Hekim olmayan bir anketör tarafından bir alıĢveriĢ merkezinde rastgele seçilen genç insanlara isteğe bağlı olarak kendi kendine yanıtlanan bir anket formu doldurtulmuĢtur. Anket formu Tan ve ark.6 tarafından 1999 yılında hazırlan- mıĢ olan anketin modifiye edilmesiyle hazırlanmıĢtır. Yüz adet anket formu dağıtılmıĢtır; bunlardan 83‟ü tamamen yanıtlanmıĢ ve yalnızca tamamlanmıĢ olanlar çalıĢmaya dahil edilmiĢtir. Bulgular demografik verilerle iliĢkilendirilmiĢtir. Ġstatistiksel değerlendirme, SPSS yazılım programı kullanılarak gerçekleĢtirilmiĢtir. BULGULAR 83 anket formunda tüm sorular yanıtlanmıĢ ve çalıĢmaya dahil edilmiĢtir. Ankete katılanların yaĢ aralığı 1729‟dır (ort.21.76). Katılanların %69.6‟sı kadın, %30.1‟i erkektir. Anketörlerin %48‟inde 1 yıldan daha uzun, %16.9 ‟unda yaklaĢık 6-12 ay ve %36.1‟inde 6 aydan daha kısa süreli akne öyküsü vardır. Akneye Yol Açan Nedenler ile Şiddetini Artıran Faktörlere İlişkin İnanışlar Akneye yol açan neden olarak en sık belirtilen faktörler Ģunlardır: Hormonlar %47, kötü cilt hijyeni %53, enfeksiyonlar %39.8, genetik %20.5 ve diyet %8.4. Stres hastalığın Ģiddetini en çok artıran faktör olarak bildirilmiĢtir (%83.1). Diğer Ģiddetlendirici faktörler kötü hijyen %54.2, kozmetikler %38.6, ısı ve nem %24.1 ile diyet %16.9 olarak ifade edilmiĢtir. Bir kiĢi (%3.6), akneye yol açan faktör olarak cinsel birleĢmeyi öne sürmüĢ, 3 kiĢi (%10.2) ise mastürbasyonun akneyi Ģiddetlendirebileceğini bildirmiĢtir. Bilgi Kaynakları Akne için en çok rapor edilen bilgi kaynağı internettir (%86.7). Diğer bilgi kaynakları Ģunlardır: Dergiler-gazeteler %51.8, televizyon %31.8, arkadaĢlar %41, aile %22.9, okul %19.3, hekim %37.3, eczacı %15.7, kitaplar 9 Near East Medical Journal %3.6. Internette arama motorları en çok kullanılan web siteleri olup (%42.3) ardından Türkçe yerel sağlık siteleri (% 21.1), uluslararası sağlık siteleri (% 12.7), Türkçe sohbet grupları (%21.1), uluslararası sohbet grupları (%12.7), internetteki reklamlar veya spamlar (%11.3) ve haber siteleri gelmektedir (% 2.8). Katılımcılardan yalnızca %27.7‟si akne hakkında edindikleri bilginin “yeterli” olduğunu ifade etmiĢtir. Akne ürünleri hakkındaki baĢlıca bilgi kaynağı arkadaĢlar (%49.4) ve dergiler (%30.4) olarak rapor edilmiĢtir. Bildirilen diğer kaynaklar televizyon (%27.8), hekim (% 27.8), eczacı (%21.5), aile (%21.5), okul (%12.7) ve internettir (%6.3). Tedavi seçeneklerine iliĢkin bilgi kaynakları arasında en çok bildirilenler:gazete ve dergiler (%46.3), hekimler (%41.3), televizyon (%33.8), arkadaĢlar (%37.5), internet (%25), eczacılar (%20), okul (% 18.8), aile (%15.8) ile kitaplardır (%3.8). Aknenin İlişkiler Üzerindeki Etkisi Katılımcıların çoğu aknenin aile ve arkadaĢlarla olan iliĢkilerini veya okul yada iĢ performanslarını etkilemediğini rapor etmiĢtir. Aknenin iliĢkiler üzerinde negatif bir etkisi olduğunu belirtenler, 1 yıldan daha uzun bir süredir akne lezyonları olan hastalardır. Anksiyeteye yol açan faktörler görünüm (%51), ağrı (%4.8), ve tedaviler (%1,2) olarak bildirilmiĢtir. Ankete katılanların %42.2‟si akneyle iliĢkili bir anksiyete rapor etmemiĢtir. Tedaviler Katılımcıların %74.72 si aknenin tedavi edilebilir bir bozukluk olduğunu, buna karĢılık %10.8‟i tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olduğunu belirtmiĢlerdir. Ancak %14.5‟inin tedavi konusunda herhangi bir fikri yoktur. 10 Tedavi süresine iliĢkin inanıĢlar 6 aydan daha uzun süre (%33.8), 6 aydan daha kısa süre (%24.3), birkaç hafta (%31.2) ve birkaç gün (% 6.8) olarak bildirilmiĢtir. Ankete yanıt verenlerin %66.3‟ü herhangi bir özel tedavi seçeneği belirtmezken, %9.6‟sı krem ve, veya jelleri, %8.4‟ü ise oral tedavileri denemek istediklerini rapor etmiĢtir. Hastaların %75.9‟unda herhangi bir spesifik tedaviden kaçınma durumu söz konusu değildir. Buna karĢılık vakaların %14.5‟i antibiyotikleri, %4.8‟i ise hormonal tedaviyi istemediğini beyan etmiĢtir. Hastaların hiçbiri sistemik isotretinoin tedavisini tercih ettiğini ya da tam aksi, istemediğini belirtmemiĢtir. Herhangi bir tedavi seçeneğinden kaçındıklarını bildiren vakaların tümü, bunun nedeni olarak “yan etkiler”i göstermiĢtir. Ankete katılanların tümü tedavi maliyetini “önemsiz bir faktör” olarak nitelemiĢtir. Tablo 1„de ankete katılanların akne tedavileri konusundaki bilgi durumları ve düĢünceleri gösterilmektedir. TARTIŞMA Akne vulgaris, sosyal becerilerin ve bireyler arası iliĢkilerinin en çok geliĢtiği dönemde ortaya çıkan ve kozmetik ürün reklamlarının vurguladığı yumuĢak, kadifemsi, mükemmel bir cilde sahip olma baskısı altında olan adölesan ve genç eriĢkinlerde görülen en yaygın deri hastalığıdır. Genç insanlar kimlik iletiĢiminin ve diğerleri tarafından çekici bulunmanın bir ifadesi olarak görünümleri ile daha fazla ilgilidirler. Gençler özel bir “çekirdek tüketici grubu” olarak belirlenmiĢtir çünkü bu kiĢiler geliĢme ve görünümlerinde düzelme vadeden ürünleri denemek açısından sabırsız olan güçlü tüketicilerdir. Ürünler hakkındaki bilgileri daha 2011;1(1):8-13 çok arkadaĢlar, dergiler, reklamlar ve televizyon vasıtasıyla edinmektedirler. Siber uzayın internet aracılığıyla evlere kadar ulaĢacak Ģekilde yaygınlaĢmıĢ olduğu dikkate alındığında, genç insanların cilt bakım ürünlerini ve kozmetikleri pazarlayan çeĢitli firmaların ve reklamların baskısı altında olduğu bir gerçektir. Buna karĢılık eğitim düzeyinin yükselmiĢ olmasına bağlı olarak çeĢitli kimyasalların kendi sağlıkları üzerindeki etkisine iliĢkin çekinceleri de bulunmaktadır.9,10 Ayrıca akne bazen, etnisite veya genetikle ilgili olarak aile veya popülasyon tarafından normalleĢtirilebilir. Bunun yanı sıra genç insanlar zaman zaman modern tıp ve daha yararlı gibi görünen geleneksel yöntemler konusunda çeliĢkiler de yaĢayabilmektedir.5-7 BaĢarılı bir akne tedavisi ancak tüm bu çevresel ve sosyal faktörlerin dikkate alınması ile gerçekleĢtirilebilir. Algılama- lar ve yanlıĢ inanıĢlar bertaraf edilirken hastaya yeterli bilgi aktarılmalıdır. Literatürde akne hastalarının inanıĢları, algılamaları ve yanlıĢ bilgilerine iliĢkin güncel veriler yeterli olmadığı gibi klinik uygulamalar açısından da uygun değildir. Bu konuda sadece yakın zamanda yapılmıĢ iki çalıĢma bulunmaktadır. Rasmussen ve ark. 1983 yılında bir üniversite ortamında akne hastalarının davranıĢ ve algılamalarını incelemiĢlerdir.6 Diğer çalıĢma ise 1991‟de bir halk sağlığı merkezinde Tan ve ark. tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir.7 Bizim çalıĢmamız bu iki çalıĢma ile bazı ortak yönlere sahipse de, çalıĢma gruplarının farklı olması nedeniyle sonuçlar karĢılaĢtırılabilir değildir. ÇalıĢmamızdaki olguların çoğu aknede etiyolojik bir faktör olarak hormonları ve enfeksiyonlar ve, veya hijyenik Tablo 1: Ankete katılanların akne tedavileri konusundaki bilgi durumları ve düşünceleri (%) Tedaviler Haberdar Yararlı Yararlı değil Fikri yok Temizleyiciler 90.4 54.2 13.3 32.5 Antibiyotik krem-sol 68.7 45.8 15.7 38.6 Doktorun reçetesine göre hazırlanan solüsyon 68.7 44.6 16.9 38.6 Antibiyotik ilaçlar 62.7 39.8 15.7 44.6 Hormonal tedavi 57.8 25.3 21.7 53.0 Kimyasal peeling 56.6 21.7 22.9 55.4 İsotretinoin 41.0 19.3 19.3 61.4 1 1 Near East Medical Journal sorunları rapor etmiĢlerdir. Akneyi en çok Ģiddetlendiren faktör olarak stres bildirilirken bunu kozmetikler ve diyet izlemiĢtir. Bu sonuçlar literatürle büyük oranda paralellik göstermekteyse de diyetin rolü hakkında bir fark gözlemlenmektedir. Bizim katılımcılarımızın çoğu diyeti Ģiddetlendirici bir faktör olarak gördüklerini bildirmiĢlerdir. Diyetin akne üzerinde herhangi bir etkisi olmadığına iliĢkin klasik bir bilgi mevcuttur 9 fakat Cordain ve ark. 2002‟de yaptıkları çalıĢmada diyet ve akne arasında "insüline benzer büyüme faktörü" ve retioniod reseptörler yolağı aracılığıyla bir iliĢki bulunduğunu göstermiĢlerdir.11 Bizim çalıĢmamızın sonuçları da diyetakne iliĢkisinin, yeni geliĢen laboratuar yöntemleri ile, yeniden ele alınması gerekliliğine iĢaret etmektedir. Akneye iliĢkin bilgi kaynağı olarak en çok rapor edilen internet olmuĢtur. Bu ilginç bir sonuçtur çünkü literatürde ilk defa rapor edilmektedir. Bunun yanı sıra diğer çalıĢmalarda olduğu gibi televizyon, dergiler ve gazeteler de baĢlıca bilgi kaynağı olarak bildirilmiĢtir. ArkadaĢlar, “ürünlere iliĢkin bilgi” konusunda en sık bildirilen bilgi kaynağı olmuĢtur. Bu saptama, kiĢilerarası iliĢkilerin genç insanlar üzerindeki etkisi açısından bir ipucu olabilir. Medya ve reklamların etkileyici gücü dikkate alınarak bilgilendirici ve eğitici programlar teĢvik edilmelidir. Çok düĢük oranda bir katılımcı hekimleri, “bilgi kaynağı” olarak belirtmiĢtir ve bu durum, koruyucu sağlık sistemimizdeki bir eksikliğe iĢaret etmektedir. “Bilginin yeterli olmaması”na iliĢkin elde edilen oranın %75 olması da bu eksikliği güçlendiren bir diğer saptamadır. Aknenin arkadaĢlar ve aile iliĢkileri ile iĢ/okul yaĢamı üzerindeki etkisi, literatürdeki güncel verilerle çeliĢkili gibi gö- 1 2 rünmektedir.1,8,12,13 Hastaların çoğu performanslarının veya iliĢkilerinin anlamlı bir Ģekilde etkilenmediğini rapor etmiĢlerdir. Bu sonuçlar, Türk popülasyonundaki genç insanlar arasında aknenin halen normal bir durum olarak kabul edildiğine ve dolayısıyla bireyler arasındaki iliĢkiler üzerinde önemli bir etkiye sahip olmadığına iliĢkin pozitif ipuçları olabilir. Bu çalıĢmadaki katılımcıların çoğu aknenin “tedavi edilebilir” bir hastalık olarak düĢündüklerini rapor etmiĢlerdir. Fakat ilginç olan nokta, olguların çoğunun 6 ay ve daha kısa süreli bir tedaviye ihtiyaçları olduğunu belirtmiĢ olmalarıdır ve bu süre çoğu tarafından “haftalar” Ģeklinde rapor edilmiĢtir. Bu bulgu, genç popülasyonun sabırsızlığını gösteren çok önemli bir bulgudur. Bu nedenle hekimler her zaman, hasta uyumunu artırabilmek amacıyla uzun süreli bir tedavinin gerekli olduğunu açıklamalıdır. Katılımcıların çoğu cilt temizleyicileri ve topikal tedaviler hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip gibi görünmektedirler. Ancak hormonal tedavi, kimyasal peeling ve isoretinoin tedavileri hakkındaki bilgileri çok yetersizdir. Bu nedenle %15 olgu antibiyotik veya hormon ilaçlarından kaçındıklarını belirtmiĢtir. Ġlginç olan, hastaların hiçbirinin kimyasal peeling veya isoretinoin tedavileri gibi daha güçlü tedavilerden kaçınmadıklarını bildirmiĢ olmalarıdır. SONUÇ Bu çalıĢma dermatologlara, Türk popülasyonunda akne hakkındaki inanıĢlar, algılamalar ve yanlıĢ bilgiler konusunda bazı veriler sunmakta ve daha ileri çalıĢmalar için dünya literatürüne bilgi aktarmaktadır. Dermatologların, aknesi olan genç kiĢilerin tedavisinde, 2011;1(1):8-13 o yaĢ grubuna özgü tabirleri ve iletiĢim araçlarını kullanarak, güvenilir, etkili ve rahat bir Ģekilde sağlıklarına kavuĢmalarına yardımcı olurken, medya, eğitimciler ve ebeveynlerle iĢbirliği yapmaları gerektiği çok açıktır. REFERANSLAR 1. Lasek RJ, Chren MM. Acne vulgaris and quality of life of adult dermatology patients. Arch Dermatol 1998; 134: 454-8. 2. Mallon E, Newton JN, Klassen A, BrownStewart SL, Ryan TJ, Finlay AY. The quality of life in acne. Br J Dermatol 1999; 140: 6726. 3. Layton AM, Seukeran D,Cunliffe WJ. Scarred for life? Dermatology 1997; 195(suppl 1): 15-21. 4. GöğüĢ Ak. Aknenin psikososyal yönü. Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 2006; 2(30): 61-4. 5. Pearl A, Arrol B, Lello J, Birchall NM. The impact of acne: a study of adolescents' attitudes, perception and knowledge. NZ Med J 1998; 111: 269-71. 6. Rasmussen JE, Smith SB. Patient's concepts and misconceptions about acne. Arch Dermatol 1983; 119:577-80. 7. Tan JK. Beliefs and perceptions of patients with acne. J Am Acad Dermatol 2001; 44: 439-45. 8. Aktan S, Ozmen E, Sanli B. Anxiety, depression and nature of acne vulgaris in adolescents. Int J Dermatol 2000; 39: 354-7 9. Usatine RP, Quan M. Pearls in the management of acne. Dermatology 2000; 27(2): 289-308. acne vulgaris. Dermatology 2001; 203: 124-30. 13. Koo JY, Smith LL. Psychologic aspects of acne. Ped Dermatol 1991; 8(3): 185-8. İLETİŞİM Yrd.Doç.Dr.Asli Feride KAPTANOĞLU Yakındoğu Universitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı [email protected] 10. Marcoux D. Apperance, cosmetics, and body art in adolescents. Dermatol Clin 2000; 18(4): 667-73. 11. Cordain L, Lindeberg S, Hurtado M, Hill K. Acne vulgaris: A disease of Western Civilization. Arch Dermatol 2002; 138: 158490. 12. Mulder MMS, Sigurdsson V, Van Zuuren EJ, Klaassen EJ. Psychosocial impact of 1 3 Near East Medical Journal DERLEME REVIEW KIBRIS'A ÖZGÜ BİR VEKTÖR : KÜPDÜŞEN SİNEĞİ DERİ BULGULARI İLE TATARCIK HUMMASI A SPECIFIC VECTOR OF CYPRUS : SANDFLY AND SANDFLY FEVER WITH SKIN MANIFESTATIONS Kaya SÜER1 Aslı Feride KAPTANOĞLU 2 1 2 Yrd.Doç.Dr., Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Laboratuvarı, Lefkoşa Yrd.Doç.Dr., Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı, Lefkoşa ÖZET ABSTRACT İnsan sağlığı ile uğraşan kişilerin, o coğrafi bölgede yaşayan kişilerin hangi etkenler ile sık karşılaştıklarını bilmeleri ve yaşadıkları coğrafi bölgeye özgü florayı tanımaları, karşılaştıkları hastalıkarın teşhis ve tedavisinde önemlidir. Kuzey Kıbrıs coğrafi olarak Akdeniz iklimi bölgesinde yer almakta olup, bitki florası ve doğal faunası açısından diğer Akdeniz ülkeleri ile benzer özellikler göstermektedir. Ancak, Kıbrıs'ta sık rastlanılan ve yerel isim olarak “küpdüşen” adı verilen tatarcıklar, son yıllarda yapılan çalışmalar ile ayrı bir subtip olarak tanımlanmış, bu tatarcıkların yol açtığı hastalıklar ve vektörü olduğu viral hastalıklar yeniden tarif edilmiştir. Bu derlemede Kıbrıs'a özgü tatarcıkların özellikleri ve tatarcık ile ilişkili olarak klinikte karşımıza çıkabilecek tablolar gözden geçirilmiştir. People dealing with human health, should be aware of the specific flora of the geographical region, so that the diagnosis of disease and treatment of afflicted patients may be accomplished properly. North Cyprus is geographically situated in the Mediterranean region, thus the climate, vegetation and natural fauna show similar characteristics to other Mediterranean countries. However, an endemic subtype of phlebotome, which is locally called as “küpdüşen”, is commonly found in Cyprus. This subtype and viral diseases associated by this vector have been defined again in very recent studies. Here, the endemic phlebotome in Cyprus and the associated diseases that may appear in the clinic are reviewed Anahtar Kelimeler: Küpdüşen sineği, Tatarcık Humması Key Words: Sandfly, Sandfly fever 14 2011;1(1):14-17 - Received: 14.04.2011 - Accepted: 30.06.2011 2011;1(1):14-17 KÜPDÜŞEN (TATARCIK) Tatarcık sineği Flebotom ailesinden, birkaç milimetre boyutlarında ince tüylerle kaplı bir sinektir (Resim 1). Evlerin ve odaların duvar çatlaklarında, rüzgar almayan yerlerde yerleĢirler. Sıçrama tarzında yana doğru uçmaları ayırıcı özelliklerinden biridir. Ġyi uçucu olmayan tatarcıklar, 25-30 metreye kadar çıkabilirler. Geceleri ortaya çıkar ve diĢileri kan emerler. Erkeklerin ağız yapıları kan emmeye uygun degildir.1 Kıbrıs‟a ait subtipi, ilk kez Mehmet Aziz tarafından bulunmuĢtur. 1946 yılında Kıbrıs'ta LeĢmanyazis hastalığını araĢtıran bilim adamları ile çalıĢan Mehmet Aziz, bu hastalığın taĢıyıcısı olan tatarcık sineği taramasında, adada ilk kez görülen bir tatarcık türü bulmuĢ ve ekipçe bu subtype “Flebotoma Azizi“ adı verilmesi uygun görülmüĢtür. 1955‟te ilerleyen caliĢmalar ile ismi „Phlebotomus Antonatta Azizi‟ olarak değiĢtirilmiĢtir.2 EPİDEMİYOLOJİ Kıbrıs'ta ilk kez 1944 yılında phlebovirüs açısından endemik bölge tanımlaması yapılmıĢtır. BirleĢmiĢ Milletler adına görevli olan Ġsveçli askerlerde ise 19841985 yıllarında serolojik olarak phlebovirüsler ortaya konmuĢtur.1,3,4 Kıbrıs'ta tatarcık humması sıklığının Mayıs-Eylül ayları arasında artıĢ gösterdiği bilinmektedir. Phlebovirüsler 20-45 kuzey enlem derecelerinde endemiktir. Sıklıkla Akdeniz ülkelerinde görülmekle beraber, Doğu ve Orta Avrupa'da, Orta doğu, Güney Asya, Afrika ve Kuzey Amerika'da da izole edilmiĢlerdir. Tatarcık hummasına neden olan phlebovirüs türü, Bunyaviridae ailesinden olup bir RNA virüsüdür. Ġnsanlarda patojen olduğu bilinen dört serotipi vardır ve bunlar Napa, Sicilya, Toskana ve Kıbrıs olarak adlandırıl- mıĢtır. Ġnfeksiyon zinciri insan - flebotom - insan olarak tanımlanmıĢtır. Bugüne kadar insandan insana geçiĢ bildirilmemiĢtir.1,3,5 KLİNİK BULGULAR Hastalık endemik bölgelerde genellikle çocukluk çağında geçirilmiĢ olduğu için, klinik bulgular daha çok adada yeni yerleĢen kiĢilerde ya da turistlerde gözlenir. Tatarcık humması, flebotom ateĢi, Pappataci ateĢi isimleri ile literatürde yer alırken yerli halk arasında ise tavuk hastalığı olarak bilinir.5 Deri Bulguları Isırılan kiĢi ısırık bölgesinde ağrı yada acıma hissetmez. Isırılanların yanlızca %1‟i semptomatik olur. Tatarcık sineğinin ısırdığı insanlarda, ısırık bölgesinde eritemli ödemli ürtikeryal kaĢıntılı papüller oluĢur. ġiddetli olgularda vezikül geliĢimi de gözlenebilir. Bazen hastanın kaĢıması ile iltihaplı isilik olabilir ve impetigo yanlıĢ tanısı alabilir. Deri bulguları 5-7 gün içinde spontan olarak geriler.1,5 Sistemik Bulgular Isırık semptomatik veye asemtomatik olabilir. Hastalık ısırıktan sonraki 3-6 Resim 1: Küpdüşen sineği 15 Near East Medical Journal günlük inkübasyon dönemini takiben ani yükselen ateĢ ile bulgu verir. Tatarcık humması adı verilen bu durum, adaya yeni gelen kiĢilerde ani baĢlayan ateĢ durumlarında düĢünülmelidir. YaĢamlarını Kıbrıs'ta sürdüren popülasyonda hastalık erken yaĢlarda geçirilir. Ani yükselen ateĢ 39-40 0C'ye kadar çıkabilir. AteĢe eĢlik edebilen diğer klinik bulgular ise deri lezyonları, bel ve sırt ağrıları, halsizlik, kas güçsüzlüğü, iĢtahsızlık, bilateral temporal ve oksipital baĢ ağrıları, retroorbital ağrı, konjonktivit, artrit bulgusu olmaksızın artralji, miyalji, kostovertebral açı hassasiyeti, bulantı, kusma ve ishaldir.3,5,6 Tüm serotipler bu klinik bulgulara yol açabilir, ancak Ġspanya'dan Toskana serotipine iliĢkin aseptik meningoensefalit tabloları bildirilmiĢtir.7 Tatarcık hummasında ateĢ ortalama 3 gün sürer ve ardından düĢer. Bazı vakalarda ateĢ 1-9 gün arasında seyredebilir. Tatarcık humması kendi kendini sınırlayabilen bir hastalıktır. Çoğu olguda klinik tablonun gerilemesinin ardından yaklaĢık iki hafta süren bir halsizlik dönemi gözlenir.5,6 LABORATUVAR BULGULARI Rutin laboratuvar testlerinde ateĢin ilk gününde lökositoz saptanabilir, ancak takip eden günlerde lökopeni tablosu yerleĢir. Periferik yaymada monositoz dikkati çeker. AST ve ALT değerleri normalin 2-10 katına yükselebilir. Serolojik olarak serotiplere karĢı oluĢmuĢ IgM ve IgG antikorları ELĠSA ile saptanabilir. Ġmmün floresan analizi ve PCR spesifik tanıda kullanılmaktadır.6,8 erken dönemleri, leptospiroz vakalarının anikterik dönemleri, sıtma, influenza, sarı humma ile karıĢabilir. Bu nedenle, adaya ilk kez gelen kiĢilerde oluĢan ani yüksek ateĢin ayırıcı tanısında „tatarcık humması‟ mutlaka akla gelmelidir.6 TEDAVİ VE KORUNMA Tatarcık humması vakalarında spesifik bir tedavi yöntemi yoktur. Semptomatik olarak sıvı replasmanı, yatak istirahati ve parasetamol uygulanabilir. Korunmada flebotomların gece ortaya çıktığı göz önüne alınarak endemik bölgelerde kapalı kıyafetler giyilmesi, lokal olarak cilde insektisitlerin uygulanması, yataklarda cibinliklerin kullanılması önerilebilir.3,5 Yukarıdaki bilgilerin ıĢığında Kıbrıs adasında yaĢamayan ve tatarcık hummasına karĢı immunitesi olmayan hastalarda klinik olarak ani yükselen ateĢ tablosu varlığında Tatarcık humması ayırıcı tanıda düĢünülmelidir. KAYNAKLAR 1- Killick-Kendrick R. The biology and control of phlebotomine sand flies. Clin Dermatol.1999 Jun;93(4):389-9. 2- Yorgancıoğlu OM. Sinekçi Mehmet Aziz. Ġz BırakmıĢ Türkler 2. Sempozyumu Bildirileri. 2004, DAÜ Basımevi, s: 171-8. 3- Papa A, Konstantinou G, Pavlidou V, Antoniadis A. Sandfly fever virus outbreak in Cyprus. Clin Microbiol Infect 2006; 12: 192-4. 4- Niklasson B, Eitrem R. Sandfly fever among Swedish UN troops in Cyprus. Lancet 1985; 1: 1212. 5- Uğur R, TekbaĢ ÖF, Hasde M. Tatarcık Humması: Gözden kaçan bir sağlık sorunu. STED. 2003; 12(7): 250-2. 6- Konstantinou GN, PapaA, Antoniadis A. Sandfly-fever outbreak in Cyprus: Are AYIRICI TANI Klinik tablo ile benzerlikleri nedeni ile Epstein-Barr, Sitomegalovirüs, Herpes simpleks, Batı Nil virusü, Hepatit A ve Hepatit B virüslerinin infeksiyonlarının 16 2011;1(1):14-17 Phleboviruses still a health problem? Travel Medicine and Infectious Disease 2007; 5: 239-42. 7- Mendoza-Montero J, Gamez-Rueda MI, Navarro-Mari JM, Fraile MR, Gomez SO. Infections due to sandfly-fever virus serotype Toscana in Spain. Clin Infect Dis 1998; 27: 434-6. 8- Ergünay K, Litzba N, Lo MM, Aydoğan S, Saygan MB, Us D, Weidmann M, Niedrig M. Performance of various commercial assays for the detection of Toscana virus antibodies. Vector Borne Zoonotic Dis. 2011; 11(6): 7817. İLETİŞİM Yrd.Doç.Dr. Kaya Süer Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Mikrobiyoloji [email protected] 17 NEMJ CASE2011;1(1):1-5 REPORT OLGU SUNUMU DİRENÇ ANTRENMANINA NÖROMUSKULER VE HORMONAL ADAPTASYON NEUROMUSCULAR AND HORMONAL ADAPTATIONS TO RESISTANCE TRAINING H. Ulaş YAVUZ Uz.Dr., Yakın Doğu Üniversitesi Sporcu Eğitim ve Performans Analiz Merkezi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Beden Eğitim ve Spor Yüksekokulu ÖZET Kuvvetin farklı parametrelerinin geliştirilmesi için direnç egzersizleri uygulanır. Elit atletlerin performanslarını optimal seviyeye çekmesinden ileri yaştaki sağlıksız bir bireyin günlük aktivitelerini yerine getirebilmesi kadar geniş bir spektrumda kuvvete ihtiyaç duyulur. Direnç antrenmanlarının yapılması vücut üzerinde bazı değişikliklere yol açacaktır. Belirli sürelerle uygulandığında oluşturduğu ihtiyaçların daha iyi karşılanması için gerçekleşen bu değişiklikler vücudun direnç antrenmanının yarattığı strese adaptasyonudur. Adaptasyonlar birçok faktörden etkilenmesine rağmen bazı genel özellikler gösterir ve en belirgin adaptasyonlar nöromuskuler ve endokrin sistem üzerinedir. Kuvvet sadece kasa ait bir özellik değil motor sisteme ait bir özelliktir. Kuvvet kazanımı motor ünitelerin daha senkron hareket etmesi, daha fazla motor ünitenin harekete katılması, golgi tendon organındaki gibi koruyucu otojenik inhibisyon impulslarının azalması, agonist ve antagonist kasların birlikte aktivasyonunun azalması sonucu gerçekleşebilir. Kaslardaki adaptasyon genel olarak kendini kas kitlesinde artış olarak gösterir. Kasın kesit alanında gerçekleşen büyüme iki şekilde olabilir. Geçici hipertofi tek bir egzersiz sırasında hücre içi ve hücreler arası alanlarda sıvı toplanması sonucu kasta gerçekleşen „şişme‟ olarak ifade edilebilir. Kronik hipertrofiyse uzun süreli direnç egzersizleri sonucu oluşur ve gerçek yapısal değişiklikleri ifade eder. Direnç antrenmanı nedeniyle dokunun yeniden şekillenmesi iki yönlü bir süreçtir ve egzersiz sırasında katabolizma süreci başlatırken dinlenme döneminde anabolizma baskın hale gelerek büyüme ve tamire yol açar. Testosteron, büyüme hormonu, insülin ve IGF-1‟in karmaşık anabolik etkileri vardır ve kasın yeniden şekillenme sürecinin önemli düzenleyicisidirler. Stres hormonları olan glukagon, glukokortikoidler ve katekolaminlerse kas katabolizmasına neden olurlar. Kasta direnç antrenmanına adaptasyon antrenman periyodizasyonu, yoğunluğu, hacmi, dinlenme aralıkları, beslenme, genetik ve daha bir çok faktörden etkilenebilen karmaşık bir süreçtir. Anahtar Kelimeler: Direnç egzersizi, nöromuskuler, hormonal adaptasyon. 18 ABSTRACT Resistance training is being used to improve the different parameters of force production. Resistance training is needed in a wide spectrum from increasing the performance of elite athletes to an optimum level, to improve the quality of life of an unhealthy elderly person. Practising resistance training causes some changes in athlete‟s body. These changes to meet the needs resulted from ongoing practice are the adaptations of body to resistance training. Although these adaptations are being affected by many factors they have some common characteristics and the most obvious adaptations are in neuromuscular and endocrine system. Force is not determined only by muscle but also motor system. Increase in force production can be due to increased synchronization of motor units, increased recruitments of motor units, decreased protective otogenic inhibition impulses like in golgi tendon organ and decreased coactivation of agonist and antagonist muscles. Adaptation in muscles is seen as an increase in muscle mass. Increase in cross-sectional area of muscles can be in two ways. Transient hypertrophy is the „pumped up‟ feeling which occurs after a single bout of exercise and due to fluid accumulation in intracellular and intercellular spaces while chronic hypertrophia occurs after long term resistance training and defines actual structural changes. The remodelling of muscle tissue resulting from resistance training is a two-way process. While catabolism occurs during exercise, anabolism becomes predominant in the recovery period and starts growth and repair. Testosterone, growth hormone, insulin and IGF-1 has complex anabolic effects and they are important regulators of muscles remodelling process. Glucagon, glucocorticoids and chatecolamines are known as stres hormones and they cause muscle catabolism when they increase. Adaptation to resistance training is a very complicated process which can be affected by periodization, training intensity, training volume, resting periods, nutrition, genetics and many other factors. Key words: Resistance training, neuromuscular, hormonal adaptation. 2011;1(1):18-27 - Invited: 23.06.2011 – Received: 02.07.2011 2011;1(1):18-27 DİRENÇ EGZERSİZİ Direnç egzersizi terimi, serbest ağırlık, ağırlık makineleri, elastik bantlar, makara sistemleri yada bazı egzersizlerde olduğu gibi vücut ağırlığının kullanımı olsun her türlü dirence karĢı yapılan egzersizin genel adı olarak kullanılmaktadır. Direnç egzersizi fonksiyonel olarak bir iskelet kasının, kas ve kuvvet geliĢimiyle sonuçlanan, progresif olarak aĢırı yüklenmesi Ģeklinde tanımlanabilir.1 Direnç egzersizinin tüm Ģekilleri enerji gereksinimleri açısından esas olarak anaerobik metabolizmaya dayanır.2 Direnç egzersizlerinin yapılması vücut sistemi üzerinde bazı değiĢikliklere yol açacaktır. Belirli sürelerle direnç egzersizi uygulandığında oluĢturduğu ihtiyaçların daha iyi karĢılanması için gerçekleĢen bu değiĢiklikler vücudun direnç antrenmanının yarattığı strese adaptasyonudur. Bireyin fonksiyonel kapasitesi, yaĢı, beslenme durumu ve davranıĢ kalıpları (uyku ve sağlıkla ilgili alıĢkanlıkları gibi) adaptasyonları etkileyebilen diğer faktörlerdir. Adaptasyonlar birçok faktörden etkilenmesine rağmen bazı genel özellikler gösterir ve en belirgin adaptasyonlar tahmin edilebileceği gibi nöromuskuler sistemde ve endokrin sistem üzerinedir.3 NÖRAL ADAPTASYON Kuvvet sadece kasa ait bir özellik değil motor sisteme ait bir özelliktir. Motor üniteler genel olarak asenkron olarak çalıĢırlar. Farklı nöronlar tarafından uyarıcı yada inhibe edici impulslarla kontrol edilirler. Kas lifleri o anda motor ünite tarafından alınan bir çok impulsun toplamına göre (uyarıcı yada inhibe edici) kasılır veya kasılmaz. Motor ünite aktivasyonu ve bunun sonucunda kas kasılması sadece uyarıcı impulslar inhibe edicileri aĢtığı ve eĢik değere ulaĢtığı takdirde gerçekleĢir.4,5 Direnç antrenmanlarının erken döneminde kuvvet kazanımına (hipertrofi olmaksızın) EMG aktivitesinin genliğinde artıĢ eĢlik etmektedir. Bu nedenle bu dönemdeki kuvvet kazanımı büyük ihtimalle santral adaptasyonlardan kaynaklanmaktadır.6 Antrenman yoğunluğu ve protokolündeki farklılar farklı nöromuskuler adaptasyonlara yol açar. Yüksek yük (3-6 maksimal tekrar) ve düĢük hacimlerdeki antrenmanlar kuvvet üretiminde artıĢa neden olur ve nöral adaptasyonlarla birliktedir. Kas hipertrofisi ise daha düĢük yüklerde (8-12 tekrar) ve daha yüksek hacimde antrenmanlarla oluĢur.7,8 Kuvvet kazanımı omurilikte yer alan motor nöronlar arasındaki bağlantılardaki değiĢikliklerin motor ünitelerin daha senkron hareket etmesine izin vermesi, kontraksiyonu kolaylaĢtırması ve kasın kuvvet üretimi yeteneğini arttırması sonucu gerçekleĢebilir. Bir diğer olasılık da senkronizasyondan bağımsız olarak daha fazla motor ünitenin harekete katılmasıdır. Bu durum kastaki maksimal kasılma sırasındaki nöral uyarımın artmasından kaynaklanabilir. Nöral adaptasyonla kas kuvvetindeki artımın bir diğer nedeni antrenmanla birlikte golgi tendon organındaki gibi koruyucu otojenik inhibisyon impulslarının azalması ve bunun kasta daha yüksek kuvvet seviyelerine ulaĢıma olanak vermesi olabilir. Bu teori aĢırı stres durumlarında ortaya çıkan süper-insan kuvveti ve hipertrofi olmaksızın kas kuvvetinde artıĢı da açıklayabildiği için dikkat çekicidir. Ancak gerçekliği kesim olarak kabul edilmeden önce tüm diğer teoriler gibi bilimsel olarak 19 Near East Medical Journal test edilmesi gereklidir.5 ArtmıĢ motor ünite katılımı ve azalmıĢ nörolojik inhibisyona ek olarak direnç egzersizi ile kuvvet kazanımını açıklamaya yardımcı olabilecek bir diğer faktör agonist ve antagonist kasların birlikte aktivasyonu üzerine olan etkidir. Bir agonist tarafından oluĢturulan kuvveti maksimize etmek için birlikte aktivasyonun minimize edilmesi gereklidir.9 Koaktivasyondaki azalma nöral faktörlere bağlı kuvvet geliĢiminin küçük de olsa bir bölümünü açıklayabilir. Motor ünitelerin ateĢleme frekansı kuvvet üretiminde artıĢa sebep olabilecek bir baĢka olası faktördür. Üzerinde çok fazla çalıĢılmıĢ bir konu olmamakla birlikte olası bir faktör olduğunu gösteren kanıtlar vardır.9 Aynı zamanda hem artmıĢ hem de azalmıĢ fiziksel aktiviteyle nöromuskuler kavĢağın morfolojisinde de değiĢiklikler olduğu bilinmektedir.10 Bu durum da kasın kuvvet üretme kapasitesiyle direk olarak ilgili olabilir. KASSAL ADAPTASYON Direnç antrenmanlarıyla kas kitlesinin arttığı bilinmektedir. Kasın kesit alanında gerçekleĢen büyüme iki Ģekilde kendini gösterebilir. Geçici hipertofi tek bir egzersiz sırasında kasta gerçekleĢen ĢiĢme olarak ifade edilebilir. Bunun sebebi esas olarak kasın hücre içi ve hücreler arası alanlarında sıvı toplanmasıdır. Bu sıvı kan plazmasından kaybedilir. Adından da anlaĢılabileceği gibi kısa sürelidir ve egzersiz sonrası birkaç saat içinde sıvı tekrar plazmaya döner. Kronik hipertrofiyse uzun süreli direnç egzersizleri sonucunda oluĢan hipertrofidir. Kas lif sayısındaki artıĢ (lif hiperplazisi) ve, veya var olan kas liflerinin büyüklüğündeki artıĢtan (lif hipertrofisi) 20 kaynaklanan gerçek yapısal değiĢiklikleri ifade eder.5 Kuvvet antrenmanına hipertrofi cevabı kasın geç bir adaptasyonudur ve antrenmanın minimum 6-8 hafta uygulanmasını gerektirir.11-13 Tekrarlayan kuvvetli kasılmalar (ağır direnç egzersizleri) ve bu kasılmaların yol açtığı mekanik stres, hipertrofi mekanizmasında görev alan bir çok fizyolojik surecin aktifleĢmesini sağlar.14-16 Kas liflerindeki büyüme miyofibril sayısındaki artıĢ, aktin ve miyozin filamenlerinin artıĢı, sarkoplazmadaki artıĢ, bağ dokusundaki artıĢ veya bunların farklı kombinasyonlarından gerçekleĢebilir. Direnç egzersizi sonrası kas liflerindeki hipertrofi kas protein sentezindeki artıĢtan kaynaklanıyormuĢ gibi görünmektedir. Kasta sürekli bir protein döngüsü vardır. Protein sürekli olarak sentez edilir ve yıkılır. Ancak bu süreçlerin hızı vücudun ihtiyacına göre değiĢir. Egzersiz sırasında sentez azalıp yıkım artarken, egzersiz sonrası sentez artar ve protein alımıyla daha da yüksek pozitif nitrojen dengesine ulaĢılabilir.4,5,17 Adaptasyon fazının ilerleyen dönemlerinde kas proteinlerinde artıĢ meydana gelir ve performans kapasitesindeki değiĢikliklere büyük ölçüde kasılabilir ünite etki etmeye baĢlar. Direnç egzersizini takiben kuvvet ve kas kitlesindeki yükselme, artmıĢ protein sentezi ve buna satellit hücrelerin hipertrofiyi destekleyen katılımını da içeren bir seri olaylar yoluyla gerçekleĢir.18 Bu miyojenik progenitör hücreler istirahat halinde beklerken gen ekspresyonu veya protein sentezinde yer almazlar. Ancak satellit hücreler ağırlık taĢıyıcı aktiviteler veya travma ile aktif hale gelirler.19 Yeni miyofi- 2011;1(1):18-27 berler oluĢturmak üzere kaynaĢmak veya var olan kas liflerinde yaygın hipertrofiye izin vermek için yeni miyonükleusların sağlanması sürecindeki ilk adım satellit hücrelerin aktivasyonudur.20 Kuvvet geliĢiminde artıĢ ve hipertrofiye rağmen devam eden direnç antrenmanlarına akut cevapların satellit hücre aktivasyonuna eĢlik eden moleküler cevaplarda yada takip eden kas tamirinde değiĢikliğe yol açmadığı gösterilmiĢtir.21 Kas liflerinin sayısındaki artıĢ hiperplazi olarak bilinir ve hayvanlarda direnç egzersizi sonrası hiperplazi oluĢabildiği bilinmektedir.4,5 Direnç egzersizinin insanda hiperplaziye yol açıp açmayacağı konusu hala kesin olmamakla birlikte vücut geliĢtiricilerle yapılan çalıĢmalar bunun gerçekleĢebileceğini düĢündürmektedir. Elit vücut geliĢtiriciler ve haltercilerin vastus lateralis ve deltoid kaslarına ait lifler karĢılaĢtırıldığında vücut geliĢtiricilerde genel kas büyüklüğü daha fazla olmasına rağmen yüzey alanlarının daha küçük olduğu, hatta beden eğitimi öğrencileri ve hiç kuvvet egzersizi yapmamıĢ kiĢilerle hemen hemen eĢit olduğu gözlenmiĢtir. Bu durum incelenen vücut geliĢtiricilerde kas kitlesinde ki artıĢta özgün lif hipertrofisinin kritik olmadığını düĢündürmektedir.22 Bir diğer çalıĢmada elit vücut geliĢtiricilerle aktif ancak antrene olmayan bireyler karĢılaĢtırıldığında da benzer sonuçlara ulaĢılmıĢtır. Vücut geliĢtiricilerde kol çevreleri çok daha geniĢ olmasına rağmen tek tek kas liflerinin yüzey alanları benzer olarak bulunmuĢtur.23 Ayrıca vücut geliĢtiricilerde motor ünite baĢına daha fazla kas lifi belirlenmiĢtir. Vücut geliĢtiriciler ciddi Ģekilde daha geniĢ kas çevresine ancak normal kas lif kesit alanına sahip olduğundan bu bulgular kas lif sayılarının arttığını düĢündürmektedir. Alternatif bir açıklama bu kiĢilerin doğum sırasında daha fazla kas lifine sahip olduklarıdır.5 Ayrıca elit vücut geliĢtiricilerin sıklıkla kullandıkları bilinen anabolik steroidler ve büyüme hormonunu da içeren ergojenlerin de hiperplazi üzerine etkisi olabileceği akılda tutulmalıdır. Bunun aksini gösteren yani vücut geliĢtiricilerde kas kesit alanında kontrol grubuna göre artıĢın gösterildiği çalıĢmalarda vardır.24 Bu çalıĢmalar arasındaki fark antrenman yükü yada uyaranın özelliğiyle açıklanabilir. Yüksek yoğunluk yada yüksek dirençteki egzersizler düĢük yoğunluk yada dirençlerdekilere göre özellikle hızlı kasılan kas liflerinde daha belirgin hipertrofiye yol açar.25,26 Nöral faktörlerin kuvvet geliĢimine en önemli katkısı ilk 8-10 haftada gerçekleĢiyormuĢ gibi görünmektedir. Hipertrofi ise antrenmanın baĢlangıç dönemlerinde kuvvet artıĢına fazla katkı sağlamasa da katkısı giderek artmakta ve antrenmanın 10. haftasından sonra kuvvet geliĢimdeki ana etken olarak karĢımıza çıkmaktadır.5 Kas kuvvetinde uzun dönem direnç egzersiziyle oluĢan artıĢ nöral, bağ dokusu, hücresel veya uyarılma - kasılma çiftlenimi adaptasyonlarının birlikte etkisine bağlanmıĢtır.1 Kastaki değiĢim sadece liflerin yüzey alanında yada sayısında değildir. Kas lif tipleri arasında da bir dönüĢüm söz konudur. Miyozin ağır zincirleri açısından direnç egzersizi sonucu kas lif tiplerindeki dönüĢüme bakıldığında tip 2X‟den tip 2A‟ya doğru ve ayrıca hibrid lif tiplerinden (1/2A ve 2A/2X) saf tip 2A‟ya doğru bir dönüĢüm gözlenmektedir.27,28 Direnç egzersiziyle kas lif tiplerinde ve miyozin ağır zincir 21 Near East Medical Journal kompozisyonlarında oluĢan hafif değiĢikliklerin antrenmanın erken dönemlerinde (ilk 2 - 3 ay) gerçekleĢtiği görülmüĢtür. Ancak bu dönüĢümün antrenmanın ilerleyen dönemlerinde de devam ettiğine dair bir kanıt bulunmamaktadır.17 HORMONAL ADAPTASYON Ġnsan iskelet kası proteinleri, büyüme, sağlık, hastalık ve yaĢlanma dönemlerinde sentez ve yıkım arasındaki hassas dengeyi ifade eden sürekli bir yeniden Ģekillenme halindedir.29 Direnç antrenmanı nedeniyle dokunun yeniden Ģekillenmesi iki yönlü bir süreçtir ve egzersiz sırasında katabolizma süreci baĢlatırken dinlenme döneminde anabolizma baskın hale gelerek büyüme ve tamire yol açar.30 Testosteron, büyüme hormonu, insülin ve IGF-1‟in karmaĢık anabolik etkileri vardır ve kasın yeniden Ģekillenme sürecinin önemli düzenleyicisidirler. Glukokortikoidler ise direk katabolik etkiye sahiptirler ve kas protein yıkımını tetiklerler.29 Stres hormonları olan glukagon, glukokortikoidler ve katekolaminlerse birlikte uyarıldıklarında kas katabolizmasına neden olurlar.31 Anabolik hormonlar insanda kas geliĢimini protein sentezini arttırarak, protein yıkımını azaltarak veya her ikisine neden olarak gerçekleĢtirebilir.32 Kasta protein birikimi sadece protein sentezi, protein yıkımından fazla olduğunda gerçekleĢir. Sonuç olarak pozitif yada negatif kas protein dengesinin ayarlanmasından hormonlar sorumludur.29 Kas anabolizmasının gerçekleĢebilmesi için anabolik hormonlardaki artıĢın korunması gerektiğini akla getirmektedir. Bu nedenle uzun dönem direnç antrenmanı sırasında kas kitlesindeki artıĢın antrenmana hormonal adaptasyondan kaynaklı olabileceğini düĢünmek mantıklı görünmektedir.33 22 Kuvvet antrenmanlarına hormonal yanıtları inceleyen ilk çalıĢmalarda, yüksek Ģiddetli (%80-100) ve 5-10 tekrarlı buyuk kas gruplarına yonelik kuvvet egzersizlerinin testosteron seviyesini akut olarak arttırdığı gosterilmiĢtir.34-36 Egzersiz sonrası testosterondaki bu akut artıĢın, hem testosteron sentez hızının artmasından, hem de eliminasyon hızının azalmasından kaynaklanabileceği belirtilmektedir.37 Bununla birlikte testosteronun metabolik seviyesinin artabileceği veya elit sporcularda daha yuksek olduğunu gosteren calıĢmalar mevcuttur.37,38 Bazal testosteron seviyesinin elit erkek haltercilerde 2 yılın uzerindeki direnc egzersizleri sonucunda arttığı,39 bununla birlikte 1 yıldan kısa periyotlarla yapılan calıĢmaların serum testosteron konsantrasyonunu değiĢtirmediği gosterilmiĢtir.40 Ġnsülinin kas geliĢimi üzerinde en etkili hormonlardan biri olabileceği düĢünülmektedir. Ġnsülin sadece protein sentezini arttırmaz aynı zamanda protein yıkımını da inhibe eder.41 Ġnsülinle ilgili çalıĢmalar insanda insülinin anabolik etkisinin protein sentezini uyarmasından çok yıkımını inhibe etmesinden kaynaklandığı sonucuna varmıĢlardır.42 Orta ve ağır yoğunluktaki direnç egzersizlerine cevap olarak normalde insülin sekresyonu değiĢmezken36,43 serum testesteron,36,44 büyüme hormonu,35,44 ve IGF-1 konsantrasyonları36 dinlenme seviyelerinin üzerine çıkar. Buna ek olarak kortizol konsantrasyonu da yükselir.44,45 Bu hormonal cevaplar protein sentezinde akut bir azalma47,48 ve protein yıkımında artıĢla birliktedir.47,49 Antrenman sırasında ve antrenmandan sonraki birkaç saat 2011;1(1):18-27 içerisinde geçici bir negatif nitrojen dengesi söz konusudur.50 Bu durum en azından toparlanmanın erken dönemlerinde net protein döngüsünün durumunun belirlenmesinde katabolik olayların baskın olduğunu düĢündürmektedir. Bu negatif denge esas olarak protein sentezindeki azalmadan çok protein yıkımındaki artıĢa bağlıdır.49,51,52 Egzersizle protein yıkımındaki artıĢın birincil sorumlusu kortizol seviyelerindeki yükselmedir.53 Kraemer ve arkadaĢları (1999)54 direnç antrenmanına testosteron ve büyüme hormonu cevapları değiĢmezken, kortizol cevabının antrenman sürecinin devamında azaldığını belirlemiĢlerdir. Lemon ve arkadaĢları ise (1992)50 minimum 4 haftalık direnç antrenmanı sonucunda antrenmanla negatif N dengesinin kaybolduğunu ve kiĢinin azot dengesini koruyabildiğini göstermiĢlerdir. Direç antrenmanına hormonal cevabı inceleyen ve büyüme hormonuna odaklı olarak yapılmıĢ çok sayıda çalıĢma vardır.35,40,45 büyüme hormonu cevabıyla kas hipertrofisi arasında önemli iliĢki gösterilmiĢtir40 bu durum adaptasyonların büyüme hormonu seviyesindeki değiĢikliklerle ilgili olabileceğini düĢündürmektedir. Direnç antrenmanına büyüme hormonu cevabını etkileyen tekrar sayısı, setler arasındaki dinlenme süresi, iĢ yükü, set sayısı, antrenman hacmi gibi çok sayıda değiĢken vardır.35,55,56 Bunlar arasında setler arasındaki dinlenme aralığı primer bir öneme sahiptir.57 Erkeklerde ve kadınlarda 1 dakikalık dinlenme aralıklarıyla, 3 dakikalık aralıklara göre daha yüksek büyüme hormonu cevapları sağlanmıĢken,35,45 30 saniyelik aralıkların da 1 dakika ve 2 dakikalık aralıklara göre daha yüksek , Tablo: Direnç antrenmanına özgü adaptasyonlar 59 DeğiĢken Performans Kas kuvveti Kassal dayanıklılık Aerobik Güç Kuvvet Üretiminin Maksimum Hızı Dikey Sıçrama Anaerobik Güç Sprint hızı Kas Lifleri Lif büyüklüğü Kapiller Yoğunluk Mitokondriyal Yoğunluk Hızlı Ağır-Zincir miyozin içeriği Tip II X lifi alt tip dönüşümü Direnç Egzersizinin Sonucu Artar Artar Değişmez yada Hafifçe Artar Artar Artar Artar Gelişebilir Artar Değişmez yada Azalır Azalır Miktar olarak Artar Hemen her zaman Tip IIa‟ya doğru Enzim Aktiviteleri Kreatin Fosfokinaz Myokinaz Fosfofruktokinaz Laktat Dehidrogenaz Metabolik Enerji Depoları ATP Deposu Kreatin Fosfat Deposu Glikojen Deposu Trigliserid Deposu Bağ Dokusu Ligament Kuvveti Tendon Kuvveti Collagen İçeriği Kemik Dansitesi Vücut kompozisyonu Vücut Yağ Yüzdesi Yağsız kas kitlesi Artar Artar Artar Değişken Artar Artar Artar Azalabilir Artabilir Artabilir Artabilir Değişmez yada Artar Azalır Artar büyüme hormonu cevabına neden olduğu gösterilmiĢtir.58 Bu fonksiyonel ve fizyolojik adaptasyonların doğası her yaĢ grubunda 23 Near East Medical Journal kadınlar ve erkekler arasında benzerlik gösterir. Ancak cinsiyet ve yaĢ farklılıkları adaptasyonun miktarında farklılıklara yol açabilir.3 Direnç egzersiziyle performans, kas lifleri, kaslardaki enzim aktiviteleri, metabolik enerji depoları, bağ ve kemik dokusu ve vücut kompozisyonu üzerinde gerçekleĢebilecek değiĢiklikler Tablo‟da özet olarak verilmiĢtir. KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Close GL, Kayani A, Vasilaki A, McArdle A. Skeletal muscle damage with exercise and aging. Sports Med, 2005; 35: 413–27. Hulmi JJT. Molecular and Hormonal Responses and Adaptation to Resistance Exercise and Protein Nutrition in Young and Older Men, in Suominen H. (ed): Studies in Sports, Physical Education and Health. ISBN 0356-1070; pp133,109, University of Jyväskylä Printing House, Jyväskylä, 2009. Deschenes MR, Kraemer WJ. Performance and physiologic adaptations to resistance training. Am J Phys Med Rehab il, 2002; 81: 3-16. Powers SK, Howley ET. Exercise Physiology Theory and application to Fitness and Performance, in Howley ET. (ed): 7th edition McGraw-Hill, 2008. Wilmore JH, Costill DL. Neuromuscular adaptations to resistance training, Chapter 3, in Bahrke M. (ed): Physiology of Sport and Exercise (3rd ed), pp 84-116.. Hong Kong, Human Kinetics, 2004. Gabriel DA, KamenG. Frost G. Neural adaptations to resistive exercise: mechanisms and recommendations for training practices. Sports Med 2006; 36(2): 133–49. Docherty D, Sporer BA. Proposed model for examining the interference phenomenon between concurrent aerobic and strength training. Sports Med 2000; 30: 385–94. Hausswirth C, Argentin S, Bieuzen F, Le Meur Y, Couturier A, Brisswalter J. Endurance and strength training effects on 24 physiological and muscular parameters during prolonged cycling. Journal of Electromyography and Kinesiology 2010; 20: 330–9. 9. Enoka RM. Neural adaptations with chronic physical activity. Journal of Biomechanics 1997; 30: 447-55. 10. Dechenes J, Covault J, Kraemer WJ, Maresh CM. The neuromuscular junction: Muscle fiber type differences, plasticity and adaptability of increased and decreased activity. Sports Medicine 1994; 17: 358–72. 11. Deschenes MR, Maresh CM, Crivello JF, Armstrong LE, Kraemer WJ, Covault J. The effects of exercise training of different intensities on neuromuscular junction morphology. J Neurocytol 1993; 22(8): 603-15. 12. Hakkinen K, Pakarinen A, Kallinen M. Neuromuscular adaptationsand serum hormones in women during short term intensive strength training. Eur J Appl Physiol 1992; 64(2): 106-11. 13. Ruther CL, Golden CL, Harris RT, Dudley GA. Hypertrophy resistance training and the nature of skeletal muscle activation. J Strength Cond Res 1995; 9(3): 155-9. 14. Kraemer WJ, Hakkinen K, Newton RU, MccormikM, Nindl BC, Volek JS. Acute hormonal responses to heavy resistance exercise in younger and older men. Eur J Appl Physiol 1998; 77(3): 206-11. 15. Kraemer WJ, Hakkinen K, Newton RU, et al. Effect of heavy resistance trainning on hormonal response patterns in younger vs.older man. J Appl Physiol 1999; 87(3): 982-92. 16. Viru M, Jansson E, Viru A, Sundberg CJ. Effects of restricted bloodflow on exerciseinduced hormone changes in healty men. Euro J Appl Physiology 1998; 77(6): 51722. 17. Folland JP, Williams AG. The Adaptations to Strength Training Morphological and Neurological Contributions to Increased Strength. Sports Med 2007; 37 (2): 14568. 2011;1(1):18-27 18. Kadi F, Charifi N, Denis C, Lexell J, et.al. The behaviour of satellite cells in response to exercise: what have we learned from human studies? Pflugers Arch 2005; 451: 319-27. 19. Hawke TJ. Muscle stem cells and exercise training. Exerc. Sport Sci. Rev 2005; 33: 638. 20. Snijders T, Verdijk LB, van Loon LJC.The impact of sarcopenia and exercise training on skeletal muscle satellite cells. Ageing Research Reviews 2009; 8: 328–38. 21. Thomas E, Dale M. Trenerry M. Satellite cell activation/proliferation in response to strength training. Asics Conference of Science and Medicine in Sport / Journal of Science and Medicine in Sport 2010; 13S: e1-107. 22. Tarnapolsky M. Protein metabolism in Strength and endurance activities, in Murray R (ed): The Metab olic b asis of performance in exercise and sport: Perspective in exercise science and sports medicine. Carmel, Vol.12: 125-57, 1999. 23. Larsson L, Tesch PA. Motor Unit fibre density in extremely hypertrophied skeletal muscle in men: Electrophysiological signs of muscle fiber hyperplasia. European Journal of Applied Physiology 1986; 55: 130-6. 24. Schantz P, Randall-Fox E, Hutchison W, Tyden A, Astrand PO. Muscle fiber type distribution, muscle cross-sectional area and maximal voluntary strength in humans. Acta Physiologica Scandinavica 1983; 117: 21926. 25. Kraemer WJ, Ratamess NA. Fundamentals of resistance training: progression and exercise prescription. Med Sci Sports Exerc 2004; 36: 674-88. 26. Stone MH, Stone M, Sands B. Modes of resistance training (chapter 12) in Sands B (ed): Principles and practice of resistance training (1st ed), Human Kinetics ), 241: 259, 2007. 27. Andersen LL, Andersen JL, Magnusson SP. Changes in the human muscle force-velocity relationship in response to resistance training and subsequent detraining. J Appl Physiol, 2005; 99: 87-94. 28. Williamson DL, Gallagher PM, Carroll CC. Reduction in hybrid single muscle fiber proportions with resistance training in humans. J Appl Physiol 1955; 91: 195561. 29. Sheffield-Moore M, Urban RJ. An overview of the endocrinology of skeletal muscle. Trends Endocrinol Metab 2004; 15: 110-5. 30. Kraemer WJ, Ratamess NA. Hormonal responses and adaptations to resistance exercise and training. Sports Med 2005; 35: 339-61. 31. Fluck M, Hoppeler H. Molecular basis of skeletal muscle plasticity from gene to form and function. Rev Physiol Biochem Pharmacol 2003; 146: 159-216. 32. Rennie MJ, Tipton KD. Protein and amino acid metabolism during and after exercise and the effects of nutrition. Annu Rev Nutr 2000; 20: 457–83. 33. Consitt LA, Copeland JL, Tremblay MS. Endogenous anabolic hormone responses to endurance versus resistance exercise and training in women. Sports Med 2002; 32: 1-22. 34. Hakkinen K, Pakarinen A, Newton RU, Kraemer WJ. Acute hormone responses to heavy resistance lower and upper extremity exercise in young versus old men. Eur J Appl Physiol 1998; 77(4): 31219. 35. Kraemer WJ, Marchitelli L, Gordon SE, Harman E, et.al. Hormonal and growth factor responses to heavy resistance exercise protocols. J Appl Physiol 1990; 69: 1442-50. 36. Kraemer WJ, Gordon SE, Fleck SJ, Marchitelli LJ, et.al. Endogenous anabolic hormonal and growth factor responses to heavy resistance exercise in males and females. Int J Sports ivied1991; 12: 22835. 37. Cadoux-Hudson TA, Few JD, Imms FJ. The effect of exercise on the production and clearance of testosterone in well 25 Near East Medical Journal trained young man. Eur J Appl Physiol Occup Physiol 1985; 54(3): 321-5. 38. Hakkinen K, Pakarinen A, Alen M, Kauhanen H, Komi PV. Serum hormones during prolonged training of neuromuscular performance. Eur J Appl Physiol Occup Physiol 1985; 53(4): 287- 93. 39. Hakkinen K, Pakarinen A, Alen M, Kauhanen H, Komi PV. Neuromuscular and hormonal adaptations in athletes to strength training in two years. J Appl Physiol 1988; 65(6): 240612. 40. McCall GE, Byrnes WC, Fleck SJ. Acute and chronic hormonal responses to resistance training designed to promote muscle hypertrophy. Can J Appl Physiol 1989; 24(1): 96-107. 41. Lundholm K, Edstrom S, Ekman L, Karlberg I, et.al. Protein degradation in human skeletal muscle tissue: The effect of insulin, leucine, amino acids, and ions. Clin Sci 1981; 60: 319-26. 42. Tarpenning KM, Wiswell RA, Hawkins SA, Marcell TJ. Influence of weight training exercise and modification of hormonal response on skeletal muscle growth. Journal of Science and Medicine in Sport 2011; 4(4): 431-46. 43. Fahey TD, Hoffman K. The effects of intermittent liquid meal feeding on selected hormones and substrates during intense exercise. Int J Sports Med 1993; 3: 67-75. 44. Hakkinen K, Pakarinen A. Acute hormonal responses to two different fatiguing heavyresistance protocols in male athletes. J Appl Physiol 1993; 74: 882-7. 45. Kraemer WJ, Marchitelli L, Gordon SE, Harman E, et.al. Hormonal and growth factor responses to heavy resistance, J Appl Physiol 1990; 69(4):1442-50. 46. Kraemer WJ, Dziados JE, Marchitelli LJ, Gordon SE, et.al. Effects of different heavyresistance exercise protocols on plasma flendorphin, J Appl Physiol. 1993; 75(2): 594-604. 47. Dobm GL, Kasperek GJ, Tapscott EB, Beecher GR. Effect of exercise on synthesis 26 and degradation of muscle Bioehem J 1980; 188: 255-62. protein. 48. Rennie MJ, Edwards RHT, Davies CTM, Krywawych S, et.al. Protein and amino acid turnover durtng and after exercise. Biochem Soc Trans 1980; 8: 499- 501. 49. Pivarnik JM, Hickson Jr JF, Wolinsky I. Urinary 3-methylhistadine excretion increases with repeated weight training exercise. Meal Sci Sports Exerc 1989; 21: 283-87. 50. Lemon PW, Tarnopolsky MA, MacDougall JD, Atkinson SA. Protein requirements and muscle mass/strength changes during intensive training in novice body builders. J Appl Physiol 1992; 73: 767-75. 51. Dobm GL, Williams RT, Kasperek GJ, van Rij AM. Increased excretion of urea and Nmethylhistadine by rats and humans after a bout of exercise. J Appl Physiol 1982; 52: 27-33. 52. Hickson J, Hinkelmann K. Exercise and protein intake effects on urinary 3methylhistadine excretion. Am J Clin Nutr, 1985; 41: 246-53. 53. Goldberg AL, Goodman HM. Relationship between cortisone and muscle work indetermining muscle size. J Physiol 1969; 200: 667-75. 54. Kraemer WJ, Hakkinen K, Newton RU, Nindl BC, et.al. Effects of heavy-resistance training on hormonal response patterns in younger vs. older men. J. Appl. Physiol 1999; 87: 982- 92. 55. Mulligan SE, Fleck SJ, Gordon SE. Influence of resistance exercise volume on serum growth hormone and cortisol concentrations in women. J Strength Cond Res 1996; 10(4): 256-62. 56. Smilios I, Pilianidis T, Karamouzis M, Hormonal responses after various resistance exercise protocols. Med Sci Sports Exerc 2003; 35(4): 644-54. 57. Ratamess NA, Falvo MJ, Mangine GT. The effect of rest interval length on metabolic responses to the bench press 2011;1(1):18-27 exercise. Eur J Appl Physiol Eur J Appl Physiol 2007; 100(1): 1-17. 58. Bottaroa M, Martins B, Gentila P, Wagnerc D. Effects of rest duration between sets of resistance training on acute hormonal responses in trained women Journal of Science and Medicine in Sport 2009; 12: 738. 59. Kraemer WJ. Physiological Adaptations to Anaerobic and Aerobic Endurance Training Programs, in Baechle TR, Earle RW, (eds): Essentials of Strength Training and Conditioning (2nd ed), Champaign, IL: Human Kinetics, p 144, 2000. İLETİŞİM Uz.Dr. H.UlaĢ Yavuz [email protected] 27 CASE2011;1(1):1-5 REPORT NEMJ OLGU SUNUMU AN UNCOMMON REASON OF RECTAL BEZOARS: PRICKLY PEAR SEEDS REKTAL BEZOARLARIN ALIŞIK OLUNMAYAN BİR SEBEBİ: DİKENLİ İNCİR (BABUTSA)ÇEKİRDEKLERİ Koray BAŞ1 Hasan BESİM2 1 2 MD, Asistant Proffesor of General Surgery, Near East University, Faculty of Medicine MD, Professor of General Surgery, Near East University, Faculty of Medicine ABSTRACT Rectal bezoars due to fruit seeds are rare clinical situations. Prickly pear fruit seed bezoars are one of the smallest groups in this entity. In this article, with a current literature review, we present a case who was admitted to our emergency department with symptoms of acute abdominal obstruction due to prickly pear fruit seed impaction in rectum which was treated by rectal irrigation and manual disimpaction. Beside prickly pear is eaten as a fruit, it is also commonly used as a herbal medicine for diseases such as diabetes in some area. With this article, we would like to point out its potential side effect if it is taken more than needed and on the other hand, remind the physicians to evaluate patients caming in with intestinal obstruction. Key Words: Bezoar, Fruit Seed, Opuntia (2011 MeSH ) 28 ÖZET Meyve çekirdeklerine bağlı rektal bezoarlar ender görülen klinik problemlerdir. Dikenli incir meyvesi çekirdeklerine bağlı barsak tıkanıklıkları en az rastlanılan nedenlerden biridir. Bu yazımızda, güncel literatür eşliğinde, acil servisimize dikenli incir meyve çekirdeklerinin neden olduğu rectum tıkacına bağlı gelişen barsak tıkanıklığı nedeniyle başvuran ve rektal tuşe ve irrigasyon teknikleriyle temizlenerek tedavi edilen bir olguyu sunuyoruz. Dikenli incir genellikle meyve olarak tüketilmesine rağmen, bazı bölgelerde diabetes mellitus gibi hastalıklar için bitkisel kökenli medikal ajan olarak da kullanılmaktadır. Bu yazımız ile, bu meyvenin gereğinden fazla alınması durumunda yaratabileceği klinik problemleri göstermek ve diğer taraftan da barsak tıkanıklığı ile başvuran hastaları değerlendiren hekimlere bu fenomeni hatırlatmayı amaçladık. Anahtar Kelimeler: Bezoar, Meyve Çekirdekleri, Dikenli İncir 2011;1(1):28-32 - Received: 27.04.2011 - Accepted: 06.07.2011 2011;1(1):28-32 INTRODUCTION Prickly pear fruit seed phytobezoars are extremely rare reasons of digestive system obstruction. The first case in the literature was an elderly Papago Indian woman who lived around Tucson (Arizona, U.S.A.) nearby the Mexican border.1 So far, only twenty cases of prickly pear seed bezoar have been reported within four articles in the literature and except the first one mentioned earlier others are from the same clinic in Israel.2-4 As our knowledge, this is the first case reported from another place, Cyprus. Prickly pear fruit, also called as Nopal, a member of Opuntia genus is a popular herbal medicine which is used for a large spectrum of disease such as diabetes, hypercholesterolemia, obesity and atherosclerosis by folk from the areas where it is grown such as Mexico, Cyprus and Middle Eastern countries.5 In this article, we present a case who was admitted to our emergency department with symptoms of acute abdominal obstruction due to prickly pear fruit seed impaction in rectum which is treated by rectal irrigation and manual disimpaction. CASE REPORT HH, a 59 year-old woman, from Cyprus, presented to our emergency department with a two day history of abdominal pain, distention, constipation and small amount of rectal bleeding. She denied having fever, nausia or vomiting but stated that was not be able to defecate in past three days which was normally once per day. She had a recent history of over than 80 prickly pear fruit ingestion in two days without separating the seeds from the pulp and then she had developed abdominal pain. There was no history of abdominal surgery. Except type II diabetes mellitus, which was controlled only by diet, medical history was insignificant. Family history was also unremarkable. Vital signs of the patient were blood pressure 130/90 mmHg, cardiac pulse rate 88/min, body temperature 36.5 ºC, respiratory rate 24/min. By the physical examination the patient had no external hernia, organomegaly, abdominal mass or ascites. She was found to have abdominal distension and tenderness without rebound pain; the bowel sounds had increased frequency. In digital rectal examination, the rectum was found to be impacted with solid feces containing prickly pear seeds. Because of the patient's history and the examination clarified the clinical situation, there was no need for any further study. The patient was treated by digital fragmentation and manual disimpaction followed by rectal irrigation. The material removed from the rectum composed of prickly pear fruit seeds and fibers. The final diagnosis was fecal impaction due to prickly pear bezoar in rectum. She was observed for 8 hours in our general surgery ward and during this time after two spontaneous defecations with plenty gas excretions, she was discharged without any complication and in a good-health. DISCUSSION Bezoars are the result of ingestion of indigestible foreign materials or poorly digestible substances that accumulate within gastrointestinal tract. The incidence of bezoars is low, but, if left untreated, with up to 30% mortality rate they have to be taken as a serious clinical entity.6 Bezoars are classified according to materials involved 29 Near East Medical Journal or which they are composed such as phytobezoar (fruit or vegetable fibers or seeds), trichobezoar (hair), lactobezoar (milk curds or powder), pharmacobezoar (medication), lithobezoar (stone) etc. They also may occur in any combinations of them as tricho-phytobezoar. Phytobezoars, the most common bezoar class, can be located in any site of digestive tract in any age group. Nondigestible food material such as fruit skins, shells, seeds, pulps or cellulose of any kind of fruit or vegetables can cause phytobezoars. In the past, it was believed that phytobezoars mainly occur in patients who had gastric surgery.7 However, in last years, increasingly numbers of cases have been reported about phytobezoars in patients who had no previous abdominal surgery.8,9 Trichobezoars, also called as 'hair bezoars' or 'Rapunzel syndrome', consist of non-digestible materials such as hair, carpet fiber or cloths by children or patients with psychiatric disorder. Lactobezoars are usually seen in children by using powdered milk for a long time of period.10 Pharmacobezoars are another uncommon type of bezoars which formed by medications. These patients face significant risk of complications from the medication within the bezoar as well as bezoar itself.11 Lithobezoars are accumulations of ingested elements like stones or clay usually by children.12 Sometimes mixed types of bezoars may occur, such as tricho-phytobezoar which contains hair and fruit or vegetable substance.13 Prickly pear is a cactus fruit which is popular in Middle Eastern countries. As 30 Figure 1: Prickly pear which is cactus fruit with hundreds of little seeds in a sweet pulp. well as it is grown in commercial fields, it can widely be found in gardens. It contains hundreds of little seeds with the sweet pulp in a hard and prickly integument (Figure 1). After removing this outer layer, the fruit pulp is ingested usually without extracting the seeds inside. These indigestible seeds can easily pass trough pylorus and ileocecal valve and reach to distal sites of gastrointestinal tract. In colon, with water absorption, these seeds can accumulate to form a bezoar especially if large amount of fruits are ingested. In general stomach is the most common place for bezoars, but they can occur in any site of gastrointestinal tract such as esophagus, duodenum, colon and rectum.14-16 For the diagnosis, radiological studies are essential. Plain abdominal x-ray studies may show obstruction signs. Intestinal barium studies may help to localize the obstruction site, and to differentiate other possible reasons and evaluate any residual bezoars after removal.17 Ultrasound does not seem like a sensitive technique, but computed tomography is more commonly used for the first study for the diagnosis and also for differential 2011;1(1):28-32 diagnosis.18 Upper and lower gastrointestinal endoscopy is also used in recent years for the diagnosis and for treatment in suitable cases.19 Symptoms of bezoars are localization depended and commonly based on intestinal obstruction signs such as anorexia, loss of weight, feeling of fullness in epigastrium, dyspepsia, vomiting, abdominal distention, constipation and hemorrhage from rectum. In treatment, bezoars need to be removed by physical manipulation in the way which is the most convenient for the patient; endoscopically, surgically or manually. For upper gastrointestinal organs, the classical treatment is still surgical removal. Surgery is also required for perforation, bleeding and unsuccessful attempt to conservative or endoscopic therapy. However, endoscopic fragmentation with or without some solvent liquid have been applying more frequently in last years.19 For fecal impactions of rectum, the first attempt must be digital fragmentation and manual disimpaction with or without rectal irrigation. This may be very painful especially in children and general anesthesia is needed in most of instances.2 adding another case to the limited number of related literature, we would like to point out how an innocent fruit may cause a serious problem if it is taken ignorantly. We also would like the physicians to keep in their mind this phenomenon during evaluation of the patients with abdominal obstruction signs in geographical areas where this fruit is ingested. REFERENCES 1. Bartha GW. Fecal Impaction Containing Cactus Seeds. JAMA 1976; 236(21): 2390-1. 2. Eitan A, Katz IM, Sweed Y, Bickel A. Fecal impaction in children: report of 53 cases of rectal seed bezoars. J Pediatr Surg 2007; 42(6): 1114-7. 3. Eitan A, Bickel A, Katz IM. Fecal impaction in adults: report of 30 cases of seed bezoars in the rectum. Dis Colon Rectum. 2006; 49(11): 1768-71. 4. Steinberg JM, Eitan A. Prickly pear fruit bezoar presenting as rectal perforation in an elderly patient. Int J Colorectal Dis 2003; 18(4): 365-7. 5. Rodriguez-Fragoso L, Reyes -Esparza J, Burchiel SW, Herrera-Ruiz D, Torres E. Risks and benefits of commonly used herbal medicines in Mexico. Toxicol Appl Pharmacol 2008; 227(1): 125-35. 6. Prevention is the best treatment by itself and for this purpose; educational programs can be organized to attract peoples' attention to this predictable disorder. Williams RS. The fascinating history of bezoars. Med J Aust 1986; 145(11-12): 613-4. 7. Rubin M, Shimonov M, Grief F, Rotestein Z, Lelcuk S. Phytobezoar: a rare cause of intestinal obstruction. Dig Surg 1998; 15(1): 52-4. CONCLUSION 8. Gayà J, Barranco L, Llompart A, Reyes J, Obrador A. Persimmon bezoars: a successful combined therapy. Gastrointest Endosc. 2002; 55(4): 581-3. 9. Sawnani H, McFarlane-Ferreira Y. Proctological crunch: sunflower-seed bezoar. J La State Med Soc 2003; 155(3): 163-4. Fecal impaction due to phytobezoars of prickly pear seeds is an extremely rare clinical situation. With this report of a case and literature review, we like to make a general aspect on dealing with the gastrointestinal bezoars. And in the light of 10. Towery HH, Chan RK. Lactobezoar: a case report. Clin Pediatr (Phila) 2004; 31 Near East Medical Journal 43(6): 577-8. 11. Taylor JR, Streetman DS, Castle SS. Medication bezoars: a literature review and report of a case. Ann Pharmacother 1998; 32(9): 940-6. 12. Mohammad MA. Rectosigmoid lithobezoar in a eight-year-old. Afr J Paediatr Surg. 2010; 7(1): 38-9. 13. Singhal GD, Bhatia BD, Chooramani S. Case of the month: tricho-phytobezoar. Indian Pediatr 1980; 17(3): 297-8. 14. Cremer SA, Gelfand DW. Esophageal bezoar resulting from enteral feedings. JPEN J Parenter Enteral Nutr 1996; 20(5): 371-3. 15. El Fortia M. Duodenal obstruction secondary to date stone impaction. Ultraschall Med 2007; 28(1): 79-81. 16. Numanoğlu KV, Tatli D. A rare cause of partial intestinal obstruction in a child: colonic lithobezoar. Emerg Med J 2008; 25(5): 312-3. 17. Verstandig AG, Klin B, Bloom RA, Hadas I, Libson E. Small bowel phytobezoars: detection with radiography. Radiology 1989; 172(3): 705-7. 18. Ripollés T, García-Aguayo J, Martínez MJ, Gil P. Gastrointestinal bezoars: sonographic and CT characteristics. AJR Am J Roentgenol 2001; 177(1): 65-9. 19. Chung YW, Han DS, Park YK, Son BK, Paik CH, Jeon YC et al. Huge gastric diospyrobezoars successfully treated by oral intake and endoscopic injection of CocaCola. Dig Liver Dis. 2006; 38(7): 515-7. CORRESPONDENCE Koray Bas, MD, Assist. Prof. of General Surgery Near East University, Faculty of Medicine, Department of General Surgery, Nicosia GSM: +90 542 877 60 75 Phone: +90 392 444 05 35 (1165) Fax: +90 392 675 10 90 E-mail: [email protected] 32 2011;1(1):33-40 REVIEW DERLEME INSTRUMENTATION AND REVISION SURGERY IN SPINAL TRAUMA SPİNAL TRAVMADA ENSTRÜMENTASYON VE REVİZYON CERRAHİSİ Ferhat HARMAN1 Erkan KAPTANOĞLU 2 1 2 MD, Asistant Proffesor of Neurosurgery, Near East University, Faculty of Medicine MD, Professor of Neurosurgery, Near East University, Faculty of Medicine ABSTRACT Purpose: The aim of this paper is to present some reasons of failure of instruments and overview the treatment options with a characteristic case. Methods: Spinal instrumentation is mandatory in certain types of spinal trauma to have better alignment and stability with or without decompression. Spinal instrumentation has significantly increased in the past 20 years with the availability of a multitude of systems to achieve increased fusion, greater correction and stability. Results: The widespread usage of instrumentation have led to a greater number of complicatians associated with the patients who had previous spinal implant placement. Conclusions: Patients with significant symptoms after surgery may require removal or revision of the implant. Key Words: Instrumentation, revision, spinal surgery, trauma. ÖZET Amaç: Bu yazıda spinal enstruman kaybının sebepleri ve tedavi seçenekleri üzerinde durulmuş ve örnek bir vaka ile konunun irdelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Spinal enstrumantasyon, dekompresyon yapılsın veya yapılmasın spinal travmada daha iyi dizilim ve stabilizasyon sağlamak için kaçınılmaz bir cerrahi tekniktir. Son 20 yılda çok çeşitli sistemlerin uygulanabilmesi imkanıyla birlikte, sağladığı yeterli füzyon, daha iyi korreksiyon ve stabilizasyon sayesinde yoğun şekilde kullanılmaktadır. Bulgular: Enstrumantasyonun yaygın kullanımıyla birlikte, önceden implant yerleştirilen hastalarda görülen komplikasyon sayısında da artış görülmektedir. Sonuç: Cerrahi sonrasında belirgin semptomları olan hastalarda implantların revizyonu veya çıkarılması gereklidir. Anahtar Kelimeler: Enstrumantasyon, revizyon, spinal cerrahi, travma. 2011;1(1):33-40 - Received: 06.05.2011 - Accepted: 14.07.2011 33 Near East Medical Journal INTRODUCTION Spinal instrumentation have been used to fix unstable traumatic spine. The history of instrumentation has started with the first instrumentation that was performed 100 years ago by Hadra.6 Lange first described the pedicle screws and rods in 191010 King reported the use of pedicle screws for lumbar fusion in the lumbar spine in 1948 in what is the first extensive description of pedicle fixation.9 Harrigton described the use of lamina hooks and heralded the beginning of modern techniques of spinal instrumentation.7 Since then a number of modifications of “rod, hook and screw” systems have been developed. The use of transpedicular fixation has exploded in the past 20 years with the availability of a multitude of systems that allow for contouring of the rod and variable screw placement that allow greater ease of use for the surgeon. These systems allow for a more rigid instrumentation construct as well as for the ability for greater deformity correction. Instrumentation has been used for traumatic fractures of spinal column, scoliosis, degenerative diseases of the spine, spinal tumors, infections and congenital abnormalities since then. Instability and Instrumentation Clinical instability is defined as the loss of the ability of the spine under physiologic loads to maintain relationships between vertebrae in such a way that there is neither initial nor subsequent damage to the spinal cord or nerve roots and, in addition, there is no development of incapacitating deformity or severe pain.18 In the determination of clinical instability in any region of the spine, several crucial and anatomic bio- 34 mechanical, and clinical factors come into play. The evaluative approach that follows takes all these factors into account and provides the clinician with a rational, systematic, and objective basis for the treatment of spine problems given the current clinical and biomechanical knowledge. In spinal trauma, instrumentation may be mandatory in certain instable cases. It is used for reconstruction (reduction and alignment) and stabilization of the vertebral column. It also prevents deformity and supports healing. The bone fusion is usually the desired result. Stabilization prevents bone movements and further spinal cord injury. The greater understanding of spinal biomechanics, disease process and rapid advancement in the technology of spinal instrumentation in the last years lead us to perform better instrumentation on unstable spine. For better planning, we need to know anatomy, to understand biomechanics of trauma and an experienced surgical team. With the development of better planning and better surgical techniques, the number of instrumentation increased in time. The knowledge of anatomy has improved and the mechanisms of pathologies have been understood better. The new instruments have been developed. The number of instrumentation have increased. With their complications, number of revisions increased in time. Although examination, diagnosis and treatment look similar in both primary surgery and revision spinal surgery, there are certain differences in diagnosis, and the planning and techniques of approaches. The goals of this paper are to present some of the 2011;1(1):33-40 reasons of failure of the more commonly used instrumentation systems and an approach to the workup and ultimate revision of these failures. Instrumentation: Complications and Causes of Failure Pseudoarthrosis in posterior spinal fusion has been reported to occur in 0% to 30% of patients undergoing spinal fusion surgery.17 The mere presence of is not in and of itself a definitive cause of a patient‟s spine pain, nor is it a reason for routine reoperation. Asymptomatic pseudoarthrosis has been reported in up to 43% of patients.16 however these leaves a majority of patients with painful pseudoarthrosis; and in the presence of increasing deformity or pain, surgical exploration and revision fusion may be indicated. Absence of fusion in the presence of instrumentation may lead to instrument failure such as breakage of implants, screw pullout, fracture of the pedicle, hook pullout with lamina fracture.4,21 Loss of fixation due to instrument failure results excessive motion and pseudoarthrosis. In spinal trauma cases the traumatic fractures meticulously diagnosed and the implants should be carefully placed to healthy bones. If patient has no pain, increasing neurological deformity and neurologic deficit, routine removal of broken instruments is not indicated. Lucency around pedicle screw is also not an indication for routine removal of the instrument. Adjacent segment disease: It is likely that most spine surgeons believe that degenerative changes adjacent to fused segments suffer an accelerated rate of degeneration both at the disc and facet joints. Adjacent segment disease, is associated with pain deformity, or neurologic deficit may require revision surgery and extension of the fusion to the effected adjacent level. Iatrogenic deformity as a result of poorly countered rods or excessive distraction or compression of the instrumentation can lead to a variety of postoperative complications such as pain, hardware failure, fatigue, posture and gait disturbances.5 Proper attention to surgical technique can prevent this complication, and early revision of instrumentation can obviate the need for the more extensive surgical reconstruction that is required for after fusion has occurred. Prominent instrumentation may become painful owing to external pressure in thin patients. this is more problematic in thoracic spine where there is less bulk in the overlying tissues and the kyphosis. The use of lower profile instruments may solve this problem. If the prominent hardware is the pain producer, the implants may be ultimately removed after the fusion is complete to avoid loss of correction. Neurologic injury can occur with either trauma itself or instrumentation. Pedicle screws can cause neurologic injury when placed too medially or too caudally to the pedicle in up to 6.5% of screw placements.1 Sublaminar wires or hooks may cause direct injury during either placement or removal. Careful surgical technique can prevent the majority of these injuries, revision surgery may be indicated to retrieve poorly placed implants. Scar tissue and duratomy: Presence of scar tissue and epidural fibrosis makes revision surgery more difficult and challenging. Unwanted dural 35 Near East Medical Journal opening in revision surgery are more often than duratomy in virgin surgery, 8.1% and 1.1-3.1% respectively.2 When the dural opening is repaired during surgery, the follow-ups are uneventful. The morbidite is due to scar formation and difficult dissection. Anatomy is usually distorted from previous laminectomies, facetectomies and trauma.15 Preoperative radiology is now very important to clarify the details of anatomy. Osteoporosis can also leads to instrument failure because weakened boneimplant interface, and screw loosening and pullout may be the result. Pain after instrumentation may lead to removal of the hardware in approximately 25% of painful patients.14 Patients with solid fusion usually do not have benefit from simple implant removal.8 The preoperative evaluation of fusion is the most important factor in deciding whether to reoperative on patients with late-onset pain. Diagnosis of Failed Instrumentation A thorough history, physical examination and radiology are requirements for correct diagnosis. The mechanism of trauma, the needs for surgery, urgencies and the status of spinal cord injury are evaluated. Additional organ trauma, abdominal injuries and blood loss may change the operative plans. Each and every case should be evaluated individually with modern imaging and diagnostic techniques for more accurate diagnosis and preoperative planning. This increases the success of revision surgery. Plain films are the starting point of diagnostic workup. Radiography gives us good clues about the mechanism and the type of injury. Many of the 36 hallmarks of failed instrumentation are clearly seen on plain films. Screw or rod breakage can be clearly identified on routine Xray. Pseudoarthrosis can be diagnosed with lack of bridging bone and lucent line in fusion area in combination with broken implants. Dynamic bending films are also used to demonstrate motion and pseudoarthrosis. There is poor correlation between radiologic and exploratif fusion.11 CT, with or without myelo, is the diagnostic study of choice in the postoperative period. Effect of trauma on vertebrae, instrument locations and bony fusion are easily determined in axial, sagittal and coronal reconstructions. MRI is also very valuable diagnostic tool after trauma surgery. Although titanium instruments results in limited artefact comparing to steel instrument, MRI is not the choice to evaluate instrument placement. The use of MRI in the diagnosis of adjacent segment degeneration, disc herniation, spinal canal stenosis makes it the study of choice for these conditions. MRI is the best tool to evaluate spinal cord after injury. Treatment of Failed Instrumentation Case report: 49 year old woman had traffic accident and was operated on 4 months ago. He admitted to our hospital C6 quadriplegia. She had incontinence. On radiological evaluation, C6-C7 anterior dislocation and posterior implant were seen (figure 1). On CT examination, bilateral facet dislocation was detected. Patient was operated posteriorly and anteriorly. Old instrument was taken out and posterior facetectomy alignment and 2011;1(1):33-40 Figure 1: Patient was seen postoperative 4th months, with posterior implant without decompression and fusion. instrumenttation were performed (figure 2). Sryngomyelitic cavity was also detected. In follow-ups cavity was increased. Patients neurological status improved and C7 motor recovered. Loss of sensation was below T5. When the diagnosis of failed instrumenttation is made, there are some certain questions must be answered: 1. What is the cause? 2. Is there a need for revision surgery? 3. Does instrument require removal? Revision should be considered in the presence of root compression, pseudoarthrosis or adjacent level disease. Pseudoartrosis If failed instrumentation causes pain and the one of the causes of failure is pseudoarthrosis reoperation for fusion Figure 2: Plain film showed realignment decompression and instrumentation. fusion. should be considered. In operation, inspection of fusion mass should be followed by removal of all the implants. Then, location of pseudoarthrosis can be delineated, fibrous nonunion is removed and fresh autograft is placed into fusion bed. Previous screw holes can be used with bone chips and bigger size screws. Revision of pedicle screw instrumenttation: It was shown that simply removing and replacing a screw will decrease the pullout strength by 34%.13 For the greatest pullout strength, the replacement screw diameter should be increased to 2 mm bigger. If this is not possible because of the risk of pedicle fracture, increasing the screw diameter 1mm and increasing the screw length by 5 to 10 mm improved pullout. Using a different pedicle screw system with different treated pitch is beneficial. In 37 Near East Medical Journal Figure 3: Patient was operated on because of L2 fracture from fall. Plain films demonstrated broken L1 screws. Figure 4: Intraoperative picture demonstrates removal of the screw after high speed drilling. the case of a fractured pedicle or when increased screw size is would be believed unsafe, this hole can be left empty, if this level within the construct. If this level at the end of the construct, extension of the fusion is considered. (PMMA), bone from the pedicle, bone hydroxiapatite, and polypropylene fumarate.19,20 These cements increase the strength of pedicle screws in osteoporotic bone and can be used to fill the void after screw removal to avoid osteoporotic compression fractures. Screw breakage: When there is a broken screw in the pedicle and vertebral body, the best treatment skipping this level is usually the treatment option. If there is need for reinstrumentation of this level, screw removal is necessary (figures 3-5). Different techniques have been described in the literature.3,12 All of this technique requires removal of additional augmentation and larger screws usually are necessary. Bone and instrument augmentation: In revision surgery gold standart for fusion augmentation material is autologous bone. But in cases where bone quality is not sufficient or impossible to obtain autologous bone, new cements may be used such as polymethylmetacrylate 38 Adjacent level disease: When adjacent segment disease is present, simply expending the fusion to include to Figure 5: Plain film showed realignment, decompresssion and stabilization. 2011;1(1):33-40 new level is usually straightforward. The easiest approach is remove the rods and transverse connectors, leave the existing pedicle screws, add pedicle screws including the adjacent segment, use longer countered rods and use new graft preferably autologous. 4. CONCLUSION 7. Revision surgeries are the most complex procedures performed by spine surgeons. Presence of previously placed instrumentation makes this surgery more challenging. There is no gold standard for revision surgery. Each and every case should be evaluated individually with modern imaging and diagnostic techniques such as radiography, CT, CT - myelo, MRI, SPECT and injection studies. Preoperative diagnosis is made, numerous options are evaluated and then best surgical plan can be made. In preparation of revision surgery, the identification of implant system from X rays or patient‟s medical record greatly simplifies the instrument extraction process. Revision surgery has number of complications including infection, neural injury, dural tear, fracture, iatrogenic deformity. The mere presence of broken instrumenttation is not indicative of pseudoarthrosis, nor is it an indication for routine removal of instrumentation. 5. 6. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. REFERENCES 1. 2. 3. Blumenthal S, Gill K: Complications of the Wiltse pedicle screw fixation system. Spine 1993;18:1867-71. Cammisa FP Jr, Girardi FP, Sangani PK: Incidental durotomy in spine surgery. Spine 2000; 25: 2663-7. DiLorenzo N, Conti R, Romoli S: Retrieval of broken pedicle screws by “friction” technique. Technical note. J Neurosurg 2000; 91(1 s upl): 114-6. 16. 17. 18. Esses SI: The AO spinal internal fixator. Spine 1989; 14:373-8. Farcy JP, Schwab FJ: Management of flatback and reklated kyphotic decompensation syndromes. Spine 1997; 22: 2452-7. Hadra BE: Wiring of the spinous process in Pot‟s disease. trans Am Orthop Assoc 1891; 4: 206. Harrington PR: Technical details in relation to the successful use of instrumentation in scoliosis. Orthop Clin Nort Am 1972; 3: 4967. Hume M, Capen DA, Nelson RW: Outcoma after Wiltse pedicle screw removal. J Spinal Disord 1996; 9: 121-4. King D: Internal fixation for lumbosacral fusions. J Bone Joint Surg 1948; 30: 5605. Lange F. Support for the spondylitic spine by means of steel bars attached to the vertebrae.Am J Ortop Surg 1910; 8: 344. Larsen JM, Rimoldi DA, Capen DA: Assesments of pseudoarthrosis in pedicle screw fusion: A prospective study comparing plain radiographs, flexion/extension radiographs, CT scanning, and bone acintigraphy with operative findings. J Spinal Disord. 1996; 9: 117-20. McGuire RA Jr: A method for removal of broken vertebral screws. Ortop Rew 1992; 21:775-6. Polly DW, Orchowski RG: Revision pedicle screws Bigger, longer, shims: What is the best? Spine 1998; 23:1374-9. Steffe AD, Brantigan JW: The variable screw plate spinal fixation system: Report of a prospective study of 250 patients enrolled in Food and Drug Administration clinical trials. Spine 1993; 18:1160-72. Vaccaro AR, Mirkovic S, Bauer RD, Garfin SR: Revision lumbar and cervical degenerative spine surgery-indications and techniques. The textbook of spinal surgery, second edition, Eds: Bridwell KH, DeWald RL, 1997; Vol 2:1457-93. Watkins MB, Bragg C: Lumbosacral fusion: results with early ambulation. Surg gynecol Obstet. 1956; 102:604. West JL III, Ogilvie JW, Bradford DS: Complications of variable screw plate pedicle screw fixator. Spine 1991; 16:5769. White AA III, Johnson RM, Panjabi MM, Southwick WO: Biomechanical analysis of clinical tability in the cervical spine. Clin Ortop 1975; 109:85. 39 Near East Medical Journal 19. Wittenberg R, Lee K, Shea M: Effect of screw diamater, insertion, technique and bone cement augmantation of pedicular screw fixation strenght. Clin Ortop 1993; 296: 278-87. 20. Yerby SA, Toh E, MacLain RF: Hydroxyapatite cements: A biomechanical analysis. Spine 1998; 23: 1657-61. 21. Zucherman J, Hsu K, White A: Early results of spinal fusion using variable spinal plating system. Spine 1988; 13: 570-9. CORRESPONDENCE Erkan KAPTANOGLU M.D., Ph.D. Professor of Neurosurgery Department of Neurosurgery Near East University, Medical Faculty Nicosia, TRNC, Mersin-10, Turkey E-mail: [email protected] 40 2011;1(1):41-45 CASE REPORT OLGU SUNUMU LINGUAL SCHWANNOMA: A CASE REPORT LİNGUAL SCHWANNOMA: BİR OLGU SUNUMU Hasan Mete İNANÇLI1 Mehmet HAKSEVER2 Ömer GENÇ3 Ümit TUNCEL1 Çiğdem IRKKAN4 MD, Ministry of Health Yurtaslan Ankara Oncology Training and Research Hospital, Otorhinolaryngology Department 2 MD, Urfa Training and Reseach Hospital, Otorhinolaryngology Department 3 MD, Hendek State Hospital, Otorhinolaryngology Clinic 4 MD, Ministry of Health Yurtaslan Ankara Oncology Training and Research Hospital, Pathology Department 1 ABSTRACT ÖZET Schwannomas are benign, slow growing, usually solitary and encapsulated tumor, originating from Schwann cells of the nerve sheath which are rarely seen in the tongue. Intraoral schwannoma accounts for 1% of head and neck region tumors and are commonly seen at the base region of tongue. A 19 years old female admitted to our clinic with a complain of swelling in her left tongue base and related dysphagia. The histopathologic diagnosis of the mass was lingual schwannoma after intraoral total resection of the mass under local anesthesia. The diagnosis, treatment, clinical and histopathology of schwannomas in oral cavity and oropharynx are discussed by means of our case report. Schwannom dilde nadir görülen bir tumor sinir kılıfındaki schwann hücrelerinden kaynaklanan; benign, yavaş büyüyen, genelde tek ve kapsüllü bir lezyondur. Tüm baş boyun tümörlerinin % 1‟ini intraoral schwannomlar oluşturur ve sıklıkla dil tabanında görülürler. Key words: Schwannoma, tongue, mass. Anahtar sözcükler: Schwannoma, dil, kitle. Altı aydır dil kökünde solda şişlik ve buna bağlı yutma güçlüğü tarif eden 19 yaşında kadın hasta kliniğimize başvurdu. Lokal anestezi altında intraoral yolla total eksizyonu takiben yapılan histopatolojik değerlendirme sonucu schwannom tanısı konuldu. Bu olgu sunumunda oral kavite ve orofarenks yerleşimli schwannomların tanı ve tedavisi, klinik ve histopatolojik özellikleriyle birlikte tartışılmaktadır. 2011;1(1):41-45 - Received: 15.06.2011 - Accepted: 05.07.2011 41 Near East Medical Journal INTRODUCTION Schwannomas and neurofibromas comprise most peripheral nerve sheath tumors. Also known as neurilemomas, schwannomas are benign, slow - growing, epineurium - encapsulated neoplasms arising from Schwann cells that comprise the myelin sheaths surrounding peripheral nerves.2 First, it was identified by Virchow in 1908.3 The differential diagnosis tongue base lesion include benign and malignant lesions such as squamous cell carcinoma, salivary gland cancers and soft tissue sarcoma as well as . granular cell tumors, salivary gland tumors leiomyoma, rhabdomyoma, lymphangioma, heamangioma, epidermoid cyst, lipoma, inflammatory lesions and lingual thyroid.1 Schwannomas (neurilemmomas) and neurofibromas comprise most peripheral nerve sheath tumors. Schwannomas are benign, slow - growing, epineurium encapsulated neoplasms arising from Schwann cells comprising the myelin sheaths around the peripheral nerves.2 First, it was identified by Virchow in 1908.3 They may originate from many different nerve types including cranial nerves, spinal nerves, and the sympathetic chain and may be found intra-, extra- or transcranially. Portions of these tumors may undergo cystic degeneration when out growing their vascular supply.4 Typically, these solitary lesions exhibit no genetic predisposition, although they may on occasion occur in twins or be associated with diseases such neurofibromatosis 2. head and neck schwannomas can occur in all cranial nerves except the olfactory or optic 42 nerves, which are simply extensions of the white matter of the brain. These tumors are found most commonly in the superior vestibular division of the vestibulocochlear nerve, and more than 90% of intracranial schwannomas involve the eighth cranial nerve. Intra and extracranial portions of trigeminal, glossopharyngeal, and vagus nerves may also harbour schwannomas, but their incidence has not been precisely determined. Schwannomas rarely exist on the hypoglossal nerve and due to the close proximity of the hypoglossal and glossopharyngeal nerves, it is difficult to distinguish the exact origin and incidence.5-7 A total of 126 cases of schwannoma of the tongue have been reported in the English literature over the past 51 years. Schwannomas of the tongue typically present in the third decade of life (33%), display no gender predilection (52.8% female; 47.2% male) and often present as a painless mass (69.6%). Schwannomas are likely to elicit distressing symptoms when they occur in the posterior one-third of the tongue (63.2 vs. 13.5%) or approach 3 cm in greatest dimension (33.0 vs. 18.2 mm). The vast majority of cases have been treated with transoral excision (94.8%). Recurrence after surgical excision has not been reported. Schwannoma of the tongue is a relatively rare tumor of the head and neck. Transoral resection allows for removal of this tumor in a manner that precludes recurrence, avoids causing morbidity of tongue function, and remains the standard approach for the treatment of the vast majority of these tumors.12 As it is well known neurilemmomas of the tongue are uncommon. When they do occur, 2011;1(1):41-45 Figure 1: Well defined borders of the lesion under the intact mucosa (x40, HE) treatment is simple. However, diagnosis could invariably delay because of the vagueness of symptoms.13 We report a 19 - year - old female patient with a schwannoma of tongue base which was excised intraorally. CASE REPORT A 19 - year - old woman without any significant past medical history, nonsmoker, nonalcoholic, was admitted to the tertiary care center. The main symptom, which started eight months ago, was dysphagia due to a slowly growing mass in the left posterior lateral part of the tongue. We planned an excisional biopsy of the mass without any diagnostic imaging obtained. This slow growing, well margined and painless lingual mass is thought to be a benign lesion so it has been decided to excise it totally. In our examination of the mass of the posterior portion of the tongue; the mass was approximately 1x1 cm, which has a smooth surface covered with mucosa, it was elastic and mobile. After discussing the options with the patient, an intraoral excisional biopsy was performed. Histopathological examination revealed spindle or sometimes wavy shaped Figure 2: Palisading cellular Antoni type A areas on the left half beside the hypocellular Antoni type B areas on the right half of the image (x400, HE). cells with normochromic nuclei with frequent palisading forming cellular Antoni type A morphology besides the hypocellular Antoni type B areas (figure 1, 2). Immunohistochemically there was a diffuse cytoplasmic and nuclear S100 positive staining of the lesion (figure 3). All in all, the lesion was reported to be a schwannoma. DISCUSSION Approximately 25 to 40% of all schwannomas, are seen in the head and neck region.8,9 Intraoral schwannoma accounts for 1% of all head and Figure 3: Intense nuclear and cytoplasmic S100 immunoreaction (x400). 43 Near East Medical Journal neck region tumors 9,10 and are commonly seen at the base region of tongue.7,11 Lipomas, hemangiomas, eosinophilic granuloma, epidermoid and dermoid cysts, epithelial hyperplasia, granular cell tumor, leiomyoma, lymphangioma, are included in the differential diagnosis of schwannoma.8 Differential diagnosis also must include malignant tumors. The treatment for schwannoma is surgical excision of the lesion and usually enucleation of the mass is uncomplicated. Recurrence after excision of schwannoma is rare. Malignant differentiation has been reported, however this is an extremely rare phenomenon.14 Schwannomas of the oral cavity are rare and they often not immediately included in the differential diagnosis of oropharyngeal masses. This ignorance may cause a delay in diagnosis and treatment. Symptoms, however, can be significant as seen in our patient who experienced dysphagia. Patients with lingual schwannomas may also complain of pain, swelling, fasciculations, loss of tongue control, and weight loss, although most are asymptomatic until the tumor reaches significant sizes.5,11 We did not perform a radiological imaging modality in our case because the lesion was small sized, located submucosally, and well-circumscribed. This presumably benign lesion was appropriate for transoral resection. Heamangiomas has to be eradicated from the diagnosis before excision, bleeding can be a problem otherwiseBut in the literature radiologic imaging for the lingual schwannomas were reported as; computed tomography (CT) shows schwannomas to be well circumscribed, homogeneous masses that enhance 44 with contrast. The use of CT is less than ideal because it can be limited by bone artifact, especially when imaging smaller lesions. Magentic resonance imaging (MRI) is the imaging modality of the choice for radiologic evaluation of schwannomas because of its increased tissue contrast and spatial resolution when compared to CT. An MRI detects tumors that are too small or hindered by artifact to be viewed with CT. Most schwannomas appear hypointense or isointense relative to muscle on T1-weighted images.15 With T2-weighted MRI, the tumor is usually homogenous in signal intensity, although cysts or degenerative changes within the schwannoma may be seen. Postoperative CT scanning of the head and neck region did not reveal any additional suspicious foci for schwannoma either. CONCLUSION Schwannomas are rare tumors of tongue, and they should be kept in mind in the differential diagnosis of the oropharyngeal masses. Well circumscribed and small lesions can be transorally resected for definitive diagnosis and treatment yielding excellent results in terms of recurrence and morbidity. REFERENCES 1. Enoz M, Suoglu Y, Ilhan R. Lingual schwannoma. J Cancer Res Ther 2006; 2: 76-8. 2. Enzinger FM, Weiss SW. Soft tissue tumors. 3rd ed. St. Louis, MO7 MosbyYear Book, Inc; 1995: p. 821- 88. 3. Mosharrafa TM, Kuppersmith RB, Porter JP et al.. Pathologic quiz case 1. Malignant peripheral nerve sheath tumor of the ethmoidal sinus. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 1997; 123: 654-7. 2011;1(1):41-45 4. Kim S, Han MH, Park SW, et al. Radiologicpathologic correlation of unusual lingual masses: Part II: benign and malignant tumors. Korean J Radiol 2001; 2: 42-51. 5. Sawhney R, Carron MA, Mathog RH. Tongue base schwannoma: report, review, and unique surgical approach. Am J Otolaryngol. 2008; 29: 119-22. 6. Gomez Beldarrain M, Fernandez Canton G, Garcia-Monco JC. Hypoglossal schwannoma: an uncommon cause of twelfth-nerve palsy. Neurologia 2000; 15: 182-3. 7. de Bree R, Westerveld GJ, Smeele LF. Submandibuler approach for excision of a large schwannoma in the base of the tongue. Eur Arch Otorhinolaryngol 2000; 257: 283-6. 8. Harada H, Omura K, Maeda A. A massive pleomorphic adenoma ofthe submandibular salivary gland accompanied by neurilemomas of the neck misdiagnosed as a malignant tumor: report of case. J Oral Maxillofac Surg 2001; 59: 931-5. 9. Pfeifle R, Baur DA, Paulino A, et al. Schwannoma of the tongue: report of 2 cases. J Oral Maxillofac Surg 2001; 59: 8024. hypoglossal schwannoma shown by MRI. Neuroradiology 1994; 36: 239-40. CORRESPONDENCE Hasan Mete ĠNANÇLI, MD. Assistant Prof. of Otorhinolaryngology Near East University Faculty of Medicine, Deapartment of Otorhinolaryngology [email protected] 10. Lacosta J, Zabaleta M, Sanchez Del Hoyo A. Ectracranial schwannomas. Report of seven cases. Acta Otorrinolaringol Esp 1999; 50: 587-9. 11. Spandow O, Fagerlund M, Bergmark Let al. Clinical and histopathological features of a large parapharyngeal neurilemmoma located at the base of the tongue. J Otorhinolaryngol Relat Spec 1999; 61: 25-30. 12. Cohen M, Wang MB. Schwannoma of the tongue: two case reports and review of the literature. Eur Arch Otorhinolaryngol 2009; 266(11): 1823-9. . 13. Batra K, Rai AK, Chaudhary N et al. Two cases of neurilemmoma of the tongue. Ear Nose Throat J. 2007; 86: 679-81. 14. Patnayak R, Anuradha SVN, Uppin SM et al. Schwannoma of tongue- A case report and short review of the literature. Acta Oncologica, 2007; 46: 265-266. 15. Okura A, Shigemori M, Abe Hemiathrophy ot the tongue T,et al. due to 45 NEMJ CASE2011;1(1):1-5 REPORT OLGU SUNUMU AUTOIMMUNE POLYGLANDULAR ENDOCRINOPATHY TYPE IV ASSOCIATED WITH COLLAGENOUS SPRUE KOLLAJENÖZ SPRUE BERABERİNDEKİ TİP IV OTOİMMUN POLİGLANDÜLER ENDOKRİNOPATİ Serap Soytac İNANÇLI1 Arzu ENSARİ2 Esin BEYAN3 Berna SAVAŞ2 Ekrem ABAYLI4 1Ankara Ataturk Education and Research Hospital, Department of Endocrinology and Metabolism 2Ankara University, Faculyt of Medicine, Department of Pathology 3Ankara Keciören Education and Research Hospital, Department of Internal Medicine 4Ankara Numune Education and Research Hospital, Department of Internal Medicine ABSTRACT Polyglandular autoimmune syndrome is a syndrome that is characterized by the association more than two organ specific autoimmune disorders. Collagenous mucosal inflammatory diseases involve the columnar-lined gastric and intestinal mucosa. We have encountered a patient with a rare combination of autoimmune thyroiditis, hypoparathyroidism, primary ovarian failure and collagenous sprue. This is the first case of collagenous sprue in association with polyglandular syndromes in the literature. A 32-year-old woman was admitted to our outpatient clinic with weakness, myalgia, muscle cramps and carpopedal spasm. Past medical history included diarrhea, primary amenorrhea 1 and 15 years respectively. Laboratory investigations revealed hypocalcemia, hypopotasemia, hypophosphatemia. Hematologic tests revealed anemia. The patient had hypothyroidism and hypoparathyroidsm. Upper gastrointestinal endoscopic examination revealed collagenous sprue. Collagenous sprue must be considered in patients who have polyglandular endocrinopathy with resistant diarrhea to avoid life threatening complications. This is important and must be kept in mind. ÖZET Poliglandüler otoimmün sendrom, ikiden fazla organ spesifik tutulum görülen otoimmün bir hastalıktır. Kollajenöz mukozal iltihabi hastalıklar mide ve ince bağırsak mukozasını ilgilendirir. Tiroidit, hipoparatiroidizm, primer over yetmezliği ve kollajenöz sprue tanılarının aynı hastada görüldüğü nadir bir vaka tespit ettik. Bu vaka literatüredeki ilk poliglandüler otoimmün sendrom ile kollajenöz sprue birlikteliğidir. 32 yaşında bayan hasta halsizlik, miyalji, kas krampları ve karpopedal sapzm şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde bir yıldır diyare ve 15 yıldır primer amenore mevcuttu. Laboratuar tetkiklerinde hipokalsemi, hipopotasemi ve hipofosfatemi tespit edildi. Hematolojik testler anemiyi gösterdi. Hastada hipotiroidi ve hipoparatiroidi vardı. Üst gastrointestinal endoskopik incelemesinde kollajenör sprue tanısı konuldu. Poliglandüler endokrinopati ile beraber persistan diyaresi olan hastalarda hayatı tehtid eden komplikasyonlardan korunmak için ayrıcı tanıda kollajenöz sprue düşünülmelidir. Bu kombinasyon önemlidir ve akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Polyglandüler Otoimmün Sendrom, Kollajenöz sprue, otoimmün Tiroidit, Hipoparatiroidizm. Key Words: Polyglandular Autoimmune Syndrome, Collagenous sprue, Autoimmune Thyroiditis, Hypoparathyroidism 46 2011;1(1):46-50 - Received: 15.06.2011 - Accepted: 30.06.2011 2011;1(1):46-50 INTRODUCTION Polyglandular autoimmune syndrome (PAS) is a syndrome that is characterized by the association of two or more organ specific autoimmune disorders with no exact cause. Genetics and autoimmunity are two causes in the pathogenesis.1 PAS type I is defined by the presence of chronic mucocutaneous candidiasis, hypo-parathyroidism and Addison‟s disease. There is a mutation in the autoimmune regulator gene that causes T cell reactivity towards self antigens.2 PAS type II consists of Addison disease, autoimmune thyroid disease, type IA diabetes mellitus, and celiac disease.3-5 A mutation in the human leukocyte antigen (HLA) genes cause targeting of specific tissues by auto-reactive T cells. PAS type III is similar to type II without adrenal failure. PAS type I patients can be identified by genetic testing, PAS type II/III cannot Patients which can‟t be included in the above groups are considered in the fourth group.6 Collagenous mucosal inflammatory diseases involve the columnarlined gastric and intestinal mucosa and have become recognized increasingly as a significant cause of symptomatic morbidity, especially with watery diarrhea. The exact cause is still unknown and there might be an autoimmune process in the pathogenesis. This needs further investigation. The dominant lesion disorder is a distinctive subepithelial hyaline like deposit, subepithelial collagen.7 This may only be a marker of poor prognosis in celiac disease or collagenous sprue may be an entirely new and unrecognized disorder that is poorly responsive to a gluten-free diet.8,9 As shown in previous reports Celiac disease is an autoimmune disease that can be seen in association with polyglandular endocrine disorders.10-12 We have encountered a patient with a rare combination of autoimmune thyroiditis, hypoparathyroidism, primary ovarian failure and collagenous sprue. To our knowledge, this is the first case of collagenous sprue in association with polyglandular syndromes in the literature. CASE REPORT A 32 year old woman was admitted to our out patient clinic with weakness, myalgia and carpopedal spasm. She had diarrhea since 1 year and had the diagnosis of primary amenorrhea since 15 years. On examination, her temperature was 37.3°C, blood pressure 100-60mmHg and pulse rate was 65 beats/min, a very dry scaly skin, thinning of the outer halves of the eye brows, Chvostek‟s sign was positive. Laboratory investigations revealed hypocalsemia, hypocalemia (total calsium: 4,8mg/dl, ionized calcium: 2,9mg/dl, potasium: 1,76mg/dl), hypoalbuminemia (total protein 44g/dl, albumine 26g/dl), BUN 28mg/dl, creatinin 2,4mg/dl, fasting glucose 75, creatinin kinase 3087U/L, phosfor 3,87mg/dl. Hematologic tests revealed anemia (Hb: 9,5g/dl, Htc: %27.9, MCV: 82.6fL). Parathyroid hormone was low 0,93 pmol/L (0,8-6,4), fT3 2,10 pmol/L (3 - 9), fT4 10,7 pmol/L (9-25), TSH 19,7 microU/ml (0,3-4), renin-aldosterone levels were normal. Morning cortisole level was 18 mcg, ACTH stimulation test couldn‟t be done. ANA, Anti dsDNA, Anti LKM, Anti mitochondrial antibody, Anti GAD, antiendomysial, anti-gliadin antibodies were all negative. She did not received parenteral or eternal therapy. 47 Near East Medical Journal Figure 1: Duodenum mucosa having eosnophilic dense deposit in lamina propria (HE, x200). Anti TG and anti TPO antibodies were high. Urine, sputum and stool cultures were all negative for bacteria and fungi. She had no evidence of pulmonary infiltrates on chest radiographs. Abdominal ultrasound (USG) was normal. Thyroid USG showed a heterogeneous echo pattern. Colonoscopy examination was normal. Upper gastrointestinal endoscopy and histological examination showed nearly total atrophy of the villi in the duodenum suggesting celiac disease and the patient was diagnosed as gluten enteropathy. She was diagnosed as having autoimmune hypothyroidism, hypoparathyroidism, hypergonadotropic hypogonadism and celiac disease. The patient was given a gluten free diet. She was treated with calcium supplements, L-thyroxin 100 mcg daily. During the follow-up, clinical course deteriorated, diarrhea continued. Calcium and potassium levels were low, TSH was high. Parenteral calcium and potassium was initiated. L-Thyroxin dose was tittered to 150 mcg. Second duodenal biopsy done in a different institution, Ankara University Medical 48 Figure 2: Collagen deposition in duodenum mucosa (trichrome, x200). School, revealed flattened mucosa having dens eosinophilic deposits reaching 100-140 um thickness under the surface epithelium disperse through out the lamina propria (figure 1). Histochemical trichrome staining showed collagen nature of the deposit (figure 2) and the case was diagnosed as collagenous sprue. She continued on gluten/lactose free diet and was initiated IV 80mg methylprednisolone treatment. We were not able to follow the response of corticosteroid therapy because 4 days after initiating corticosteroid treatment the patient died due to sudden death. DISCUSSION This patient is an extremely rare case, complicated with primary ovarian failure, hypothyroidism, hypoparathyroidism and collagenous sprue. She was a rare type of polyglandular autoimmune syndrome type IV. Gastrointestinal system disorders, like autoimmune hepatitis and celiac disease, has been associated with polyglandular syndromes.11,13 But the 2011;1(1):46-50 association of collagenous sprue hasn‟t been reported yet. Collagenous sprue is a rare disease of the small bowel, which is characterized by complete atrophy of mucosal villi and excessive subepithelial collagen deposition.14 This is the first case of collagenous sprue that has been seen with polyglandular syndromes. Colla-genous sprue has been reported in one patient with type 1 diabetes mellitus.15 The relationship between collagenous sprue and celiac disease has been debated and remains controversial. Some believe that collagenous sprue is a truly distinct clinical and pathological entity, entirely separate from celiac disease.16 The treatment of collagenous sprue is different than celiac sprue. Patients with collagenous sprue typically present with a chronic malabsorption syndrome with or without an initial temporary response to a gluten-free diet.14 Oral prednisolone might have some clinical benefit, but usually the outcome is poor and patients often die of intractable malabsorption. On the other hand a gluten free diet is the main treatment in celiac sprue. In our case, the first endoscopic examination revealed celiac disease. Our patient didn‟t respond to a gluten free diet and due to severe malabsorption she didn‟t respond to the given oral medications as well. She was dependent to the intravenous medications given under medical control. However the second duodenal biopsy revealed collagenous sprue. As in our case, most of the patients with collagenous sprue don‟t respond to a gluten free diet. These patients have severe refractory pan malabsorption making prolonged survival unusual.16 It is not known whether collagenous sprue is a complication of celiac disease or if it is a distinct disease.7 CONCLUSION Collagenous sprue must be considered in patients who have polyglandular endocrinopathy with resistant diarrhea to avoid life threatening complications. The presence of other immune-related diseases in this case also suggests that an immunological mechanism may play a causative role in collagenous sprue. If celiac anti cores are negative and no response to diet in a chronic diarrhea patient the situation can include a clinically and pathologically diagnostic challenge with relatively more common celiac disease but collagenous sprue and related pathologies should be considered. This is important and must be kept in mind. REFERENCES 1. Funauchi M, Tamaki C, Yamagata T, Nozaki Y, et.al. A case of autoimmune polyglandular syndrome type III with a slowly progressive form of type –1 diabetes mellitus that manifested in the course of autoimmune diseases. Scand J Rheumatol 2006; 35(1): 81-2. 2. Kahaly GJ. Polyglandular autoimmune syndromes. Eur J Endocrinol 2009; 161(1): 11-20. 3. Jenkins RC, Weetman AP. Disease associations with autoimmune thyroid disease. Thyroid 2002; 12: 977–88. 4. Neufeld M, MacLaren N, Blizzard R. Autoimmune polyglandular syndromes. Pediatric Annals 1980; 9: 154–62. 5. Michels AW, Gottlieb PA. Autoimmune polyglandular syndromes. Nat Rev Endocrinol. 2010; 6(5): 270-7. 6. Betterle C, Zanchetta R. Update on autoimmune polyendocrine syndromes (APS). Acta Bio Medica 2003; 74: 9-33. 7. Freeman HJ. Collagenous mucosal inflammatory diseases of the gastrointestinal tract. Gastroenterology 2005; 129: 338-50. 49 Near East Medical Journal 8. ossart R, Henry K, Booth CC, Doe WF. Subepithelial collagen in intestinal malabsorption. Gut 1075; 16: 18-22. 9. Perera DR, Weinstein WM, Rubin CE. Small intestinal biopsy. Hum Pathol 1975; 6: 157217. 10. Betterle C, Lazzarotto F, Spadaccino AC, Basso D, Plebani M, Pedini B, Chiarelli S, Albergoni M. European Journal of Endocrinology. Celiac disease in North Italian patients with autoimmune Addison‟s disease 2006; 154: 275-9. 11. Papadopoulos KI, Hallengren B. Polyglandular autoimmune syndrome type III associated with coeliac disease and sarcoidosis. Postgrad Med J 1993; 69(807): 72-5. 12. Papadopoulos KI, Hörnblad Y, Hallengren B. The occurrence of polyglandular autoimmune syndrome type III associated with coeliac disease in patients with sarcoidosis. Intern Med1994; 236(6): 661-3. 13. Oki K, Yamane K, Koide J, Mandai K, Nakanishi S, Fujikawa R, Kohno N. A Case of Polyglandular Autoimmune Syndrome Type III Complicated with Autoimmune Hepatitis Endocrine Journal. 2006; 53 (5): 705-9. 14. Daum S, Foss HD, Schuppan D, Riecken EO, Zeitz M, Ullrich R. Synthesis of collagen I in collagenous sprue. Clin Gastroenterol Hepatol 2006; 4(10): 1232–6. 15. Hafkemeyer P, Herbst E, Köhler G, Fuhrmann K, Kreisel W. Collagenous sprue. Dtsch Med Wochenschr. 1995; 120(42): 1430–4. 16. Freeman HJ. Collagenous Sprue Associated with an Extensive T-cell Lymphoma. J Clin Gastroenterol 2003; 36(2): 144–6. CORRESPONDENCE Serap Soytaç ĠNANÇLI, MD. Ankara Atatürk Training and Research Hospital, Ankara, Türkiye. GSM: +90 533 825 59 60 E-mail:[email protected] 50 2011;1(1):46-50 RENKLİ RESİMLER COLOR PLATES SÜER ve KAPTANOĞLU HARMAN ve KAPTANOĞLU NEMJ 2011; 1(1): 14-17 NEMJ 2011; 1(1): 33-40 Resim 1: Küpdüşen sineği BAŞ ve BESİM NEMJ 2011; 1(1): 28-32 Figure 4: Intraoperative picture demonstrates removal of the screw after high speed drilling Figure 1: Prickly pear which is cactus fruit with hundreds of little seeds in a sweet pulp. 51 İNANÇLI ve ark. İNANÇLI ve ark. NEMJ 2011; 1(1): 41-45 NEMJ 2011; 1(1): 46-50 Figure 1: Well defined borders of the lesion under the intact mucosa (x40, HE) Figure 1: Duodenum mucosa having eosnophilic dense deposit in lamina propria (HE, x200). Figure 2: Palisading cellular Antoni type A areas on the left half beside the hypocellular Antoni type B areas on the right half of the image (x400, HE). Figure 2: Collagen deposition in duodenum mucosa (trichrome, x200). Figure 3: Intense nuclear and cytoplasmic S100 immunoreaction (x400). 52