Hacc ve Umre Günlüğü

Transkript

Hacc ve Umre Günlüğü
Hacc ve Umre
Günlüğü
VE KAHİRE İZLENİMLERİ
Osman Gerçek
2011
1
2
Takdim
Mübarek topraklara Hacc ve Umre maksadıyla
yapmış olduğum ibadi ziyaretlerde almış olduğum notlar, okuduğum ve dinlediğim anekdotlar
çerçevesinde bu küçük çalışmaya muvaffak kılan
Rabbime sonsuz şükürler olsun.
Günü birlik notlardan ziyade, eşimle beraber
gittiğimiz 2004 yılındaki umre, 2005 yılındaki
Hacc ve komple ailemiz ve annemle beraber 2011
yılındaki Mısır üzerinden Umre ziyaretlerimizde,
Mekke, Medine ve Kahire ilaveli aktüel notlardan
oluşmaktadır, bu günlük.
Bu çalışmada Hacc ve Umre’nin fıkhi kuralları ve
içerik anlamından daha ziyede, aktüel fotoğraf ve
bunlardan zihne yansıyanlar üzerinde durulmuştur. Bu anlamıyla bu günlükte Mekke ve
Medine’nin ibadi değeri, genel tarihi, coğrafik ve
mimari özellikleri ve aktüel yaşam biçiminin nasıl
şekillendiğinin ipuçlarını bulabileceksiniz.
Gidecek olanlar için aynı zamanda bir rehberlik
bilgisi, gitmiş ve gönlünü orada bırakarak gelmiş
olanlar içinse ömrün en güzel anlarının geçtiği
mekanlarla ilgili hafıza canlandırıcı bilgiler içeren
bu günlüğün sonunda Mısır ve Kahire ile ilgili
izlenimlere de yer verilmiştir.
Allah Teala, tüm Müslümanlara bilinç ve şuurla
Hacc ve Umre İbadetini yerine getirip, ömrünün
son anına kadar bu gönül ateşiyle gereğince
yaşamayı nasib etsin…
Osman Gerçek
Kayseri/2011
3
İÇİNDEKİLER
NİYET ve RUHİ HAZIRLIK/5
YOLCULUK/7
YEŞİL HALI / 57
İHRAM/9
UHUD ŞEHİDLİĞİ / 58
TAVAF / 11
CENNET-İ BAKİ / 60
SA’Y /14
DİĞER MESCİDLER / 61
ARAFAT / 16
NÜFUS YAPISI / 63
MEŞ’AR-İ HARAM / 19
KIYAFET / 64
Müzdelife, Mina ve Cemerat / 19
ALIŞ VERİŞ VE PARA / 66
KURBAN / 23
BİLGİ VE BİLİNÇ / 68
SAÇ TRAŞI / 27
HAREM’DE NAMAZ / 69
MEKKE / 29
ÜMMET BİLİNCİ / 71
KABE / 32
SAĞLIK HİZMETLERİ / 73
KABE’NİN TARİHİ / 33
OTELLER VE MESAFELER / 74
KABE’NİN ÖRTÜSÜ / 36
YEMEK / 75
KABE’NİN İÇİ / 37
GERİLİMLİ HACILAR / 76
MAKAM-I İBRAHİM / 38
FOTOĞRAF ÇEKİMİ / 77
HACER’ÜL ESVED / 39
GÖRMELER / 78
MÜLTEZEM / 41
TUVALETLER /78
HİCR-İ İSMAİL / 42
SON SOZ / 79
RÜKN’Ü YEMANİ / 43
HAREM-İ ŞERİF / 43
KAHİRE GEZİ GÜNCESİ / 81
MİNARELERİ / 46
SUSUZ MEDENİYET / 88
NUR DAĞI – HİRA MAĞR. / 47
HİCAPLI TOPLUM / 89
SEVR DAĞI / 48
İNGİLİZCE BİLMEYEN YOK / 90
HUDEYBİYE / 48
SECDE İZLİ ALINLAR / 90
ZEMZEM TOWER / 49
IŞIKSIZ TRAFİK / 91
MEDİNE YOLLARINDA / 51
PİRAMDLER / 93
RAVZA-İ MUTAHHARA / 54
CAMİ VE TÜRBELER / 96
MESCİDİN KAPILARI/57
PAPİRUS / 103
MESCİDİN MİNARELERİ / 57
TAHRİR MEYDANI / 104
4
NİYET ve RUHİ HAZIRLIK
Her ibadette olduğu gibi Hacc ve Umre yolculuğuna çıkmadan önce niyetlenmek ve bir kısım
ruhi hazırlıklar yapmak gerekiyor. İbadi bir
yolculuk için ruhi istek ve heves oluştuktan sonra,
mübarek beldelere ‘yol bulabilmek’ için bir cehd
ve arayış içine nasıl ve hangi yolla, ne kadarlık bir
maliyetle bu ibadetin gerçekleşeceğinin hesapları
yapılırken, belki de en önemlisi ‘çağrılmak’
gerekiyor. Çağrılmak tabiri ile daha çok ‘Allah’ın
kısmet etmesi’ anlatılmak isteniyor. Çünkü tatlı
telaş ve araştırmalar yapılırken, acaba kısmet
olabilecek mi, acaba bir engel çıkar mı tereddüdü,
boyunda sürekli asılı bir yol azığı. Bu tereddüt ve
endişeleri en aza indirgemenin yolu da kişinin bu
süreçte hal ve hareketlerine daha çok özen
göstermesi, sözlerine, yaşayışına alabildiğince
çeki düzen vermesi, ‘kusursuz bir kul olma’
maratonuna kendini hazır hissetmesi gerekiyor.
Biliyor ki bu süreçte yapacağı bir hata veya kusur,
çağrıya engel olabilecek, çağrıyı zorlaştırabilecektir.
5
Hacc ve Umreye bu hazırlık aşamasında bilgi
donanımı bakımından katkılar da yapmak
gerekiyor aynı zamanda. Bu ibadetlerin ne demek
olduğu, gerekleri ve fıkhi bütünlük içinde gerçekleştirilebilmesi ile ilgili icapları konusunda bilgi
sahibi olmak, bu konularla ilgili kitaplar okuyup,
çağrılan yerin tarihi özellikleriyle ilgili bilgiler
edinmek gerekiyor.
Ne yeneceği, ne içileceği, hangi eşyaların ve
ilaçların beraberinde götürüleceği konusunda
belki de en önemli danışmanlar, daha önce bu
ibadeti gerçekleştirmiş olanlar. Onun için bunlarla mutlaka görüşülmeli, fikirlerine başvurulmalı,
bunların dışında eş, dost, akraba ve tanıdık
arkadaşlarla helalleşilmeli, onların istek ve dua
taleplerini, rastgele bir talep gibi kulak ardı
etmeden, gerekiyorsa küçük notlarla hafızaya
kaydederek emaneti makamına ulaştırmak
gerekiyor.
Yıllarca beklemiş olmak, kontenjanlar, kur’alar ve
sıralamalar sonucunda milyonların içinden süzülerek, dahası seçilip çağrılarak çıkacağı bu
yolculukta hiçbir hazırlıktan geri kalmamak için
tatlı bir telaş ve heyecanlı bir bekleyişle gideceği
tarihe kadar, yeni bir onarım ve kırılma sürecine
tevbe ve istiğfarlarla, iyilik, doğruluk ve güzellik
eksenli bir yaşantı ile kendini hazırlıyor,
kendindeki bu değişiklik ve hafiflemişlik etrafındakiler tarafından da kolayca fark edilebiliyor.
Ağaç kesmek üzere baltasıyla ormana giden ve
günde ancak beş ağaç deviren ormancı gibi değil,
ağaç kesmeden önce birkaç gün baltasını keskinletmek için uğraşan ve günde keskin baltasıyla on
ağaç deviren ormancı gibi hazırlık yapmalıyız.
Eğer donanım ve hazırlık konusunda kendimizi
hazırlamaz isek, gördüğümüz yerlerin neresi
olduğunu, yaptığımız eylemlerin ne anlama
6
geldiğini idrak etme şansımız da olmaz.
Hayatımızda dört dörtlük bir onarım gerçekleştirmek istiyorsak, dört dörtlük bir donanımla
techiz olmamız gerekiyor.
YOLCULUK
Ülkemizden Hac ve Umre için yapılan yolculuk
büyük
bir
ekseriyetle
hava
yolu
ile
gerçekleştirilmekte. Yeni yeni kara yolu ile gitme
teşebbüsleri başlasa da henüz bu yol tam olarak
açılabilmiş değil. Yüzyıl öncesinden Haydarpaşa’dan Medine’ye kadar demiryolları ile bu
ibadi yolculuğu gerçekleştirmek mümkün iken
İslam Coğrafyasına çizilen sınırlar dikilen ulusal
bayraklar sayesinde bu yol tamamen kapanmış,
ümmetin kalbine yapılan yolculuk için inşa edilen
demirden damarlar İngiliz ajanlarınca sökülüp
atılarak can evimizle olan bağlantı koparılmıştır.
Ülkemizin Mersin ve İskenderun limanlarından
denizyolu ile Suveyş Kanalından Kızıldeniz’e
geçilerek Cidde Limanına kadar niçin gerçekleştirilemediği ise hep kafama takılmıştır.
7
Grup ve kafile organizasyonu olduğu için Hac ve
Umre yolculuklarında kafilelerin en az 2,5-3 saat
öncesinde havaalanında toplanması istenir. Bu
süre uzun gibi gözükse de grup faaliyetlerinde
erken davranmanın, işi son ana bırakmamanın
faydası daha çoktur.
Mevsim sıcak olsa dahi, uçak ile yapılacak
yolculuklar ve klimalı havaalanlarında soğuk
iklimlendirmeden etkilenmemek için el çantalarımızda mutlaka bir hafif kazağın, şalın veya
battaniyenin bulunmasında yarar vardır. Yolculuğumuz esnasında en çok dikkat edeceğimiz
şeylerden biri de soğuk hava akımında kalmamaktır.
Eğer yolculuğumuz Cidde Havaalanı inişli Mekkei Mükerreme’ye ise, ülkemiz hava alanında veya
uçakta mutlaka ihram’a girmek gerekiyor. Direk
Medine-i Münevvere’ye uçacaklar içinse böyle bir
durum söz konusu değildir.
8
İHRAM
İhram denilince, ilk önceleri kaput, etamin,
kumaş gibi sonraları da daha emici ve yünlü
havlu kalınlığında iki parça halindeki dikişsiz örtü
anlaşılsa da, ihram bir kısım yasaklardan
kaçınmak, bir kısım yasaklara riayet etmek
anlamına geliyor. Bu örtülere bürünmekle ihrama
girilmiş olunmaz. İhrama girmek için, niyet ve
telbiye getirmek gerekir. Niyet yapılırken Hacc’ın
şekli de göz önünde bulundurulmalı temettü
hacc’ı için niyet edilmişse, umre için niyet almak
gerekir: ‘Allah’ım umre (veya Hacc) yapmak
istiyorum. Bunu bana kolaylaştır ve kabul eyle!’
Hacc veya umre niyeti için ‘Bunu bana kolaylaştır’
diye dua ederken daha şimdiden bizleri ne gibi
zorlukların çepeçevre kuşattığını ve ne gibi çetin
bir mücadeleye hazırlıklı olmamız gerekliliğini
idrak etmemiz lazım. Şeytan ve dostlarının
inzibat gibi tepemizde dikildiklerini ve boşluk
veya gafletimizi kolladıklarını bir an olsun
aklımızdan çıkarmamız gerekiyor.
İki rekat namaz kılınıp, niyet edildikten ve
‘Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike
9
leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l
mülk lâ şerike lek’ "Allah’ım! Davetine icabet
ediyorum. Emrine boyun eğiyorum. Bütün
varlığımla sana teslim oldum. Senin hiçbir ortağın
yoktur. Tekrar tekrar davetine icabet ediyorum.
Şüphesiz hamd Sana mahsustur. Nimet senindir
mülk de senin. Senin hiçbir ortağın yoktur"
diyerek telbiye getirildikten sonra ihrama
girilmiş olur.
Erkekler izar ve rida adı verilen iki parça ihram
örtüsünün altına hiçbir iç çamaşırı giymezler.
Kadınlar ise yüzü açık normal kıyafetlerini
giyerler. Öncesinde güsledip temizlenerek ihrama
hazırlık yapmak gerekir.
İhrama girmeyle beraber tabiat ve toplum içinde
uyumlu, tabiatta bulunan bitki ve hayvanlara ve
toplumuna karşı tahripkar tutumdan uzak,
yeryüzünü ortak kullanan bir obje olarak
paylaşımcı bir kişilikle hareket etmesi, hem kendi
cinslerine karşı, hem de nebatat ve hayvanat
alemine karşı sorumlu davranması gerekiyor.
Kendi hemcinsleri içinde herhangi bir dünyevi
farklılık ve farkındalık oluşturabilecek, koku,
giysi, takı, etiket, alamet, aksesuar bulundurmadan baş açık, yalın ayak ile tüm dünyevi değerleri
10
hiçe sayıp bunlardan sıyrılarak, insan ve kul olma
bilincine yönelik bir teşebbüstür, aynı zamanda
ihrama girmek.
Kendi vücudumuza bir tüy koparmak şeklinde
zarar vermek de dahil, söz ve davranışlarımız ile
hem kendimizle, hem de dışımızdakilerle sulh ve
sukuneti muhafaze etmek, onlara karşı rencide
edici bir tutum içine girmemek gerekiyor.
Tüm kainattaki varlıklar içinde, salt bir varlık
olarak çıkılan bu kozmik yolculuk denge ve uyum
üzerine kuruludur. Kainatta, uyumu ve dengeyi
korumak üzere verilen bu uğraşın henüz
başlangıç noktası, ihram.
Müslüman bilinci canlı ve dinamik tutmak için,
yabani yaşam tarzına alternatif olarak, ilk insan
soyu Adem a.s.’ın ortaya çıktığı ve ilk yurtandıkları mekanda, her türlü dünyevi ayrımı bir tarafa
bırakarak, beyaz kefenlerine bürünerek, ilk doğal
hallerine dönüp, tam bir eşitlik içinde insanlık
gösterisi yapar hacılar.
11
TAVAF
İhramlı için ilk hedef yıllardır özlemini duyduğu
Mekke-i Mükerreme’de bulunan Beyt’ül Haram’ın
içindeki Kabe’ye bir an önce kavuşmak. Yolculuğun verdiği tüm yorgunluk ve sıkıntıları bir
anda unutup bir an önce Kabe’yi görebilmek için
sabırsızlansa da grubuyla beraber hareket
etmenin zorunluluğunu sanki ayağında bir bağ
gibi hisseder hacı. Mescid-i Haram’ın görkemli
mermer duvarlı ve heybetli minareleri arasından
bulabildiği en yakın kapıdan, sanki onca kalabalık
yokmuş, sadece kendisi varmışcasına kararlı
adımlarını seyrederek yürür mescidin serin
mermerleri üzerinde. Etrafında kenetlenmiş
adeta kendisini bekleyen hınca hınç kalabalık da
hiç umurunda değildir, tek arzusu biran önce
Kabe’sine kavuşmaktır. Grubuyla beraber yarıp
kalabalıkları son ravakların altındaki Kabe’ye
inen basamakların ilkine vardığında gözlerini
adımlarından ayırıp, adeta çiviler karşısında
heybet, haşmet, görkem ve sadeliğiyle kendisini
karşılayan Kabe’sine. İlk anda nutku tutulmuş
vaziyette gözlerini kırpmadan seyreder karşısındaki pastel siyahi rengi ve ana kucağı sıcak12
lığındaki Kabe’yi, edeceği duaları hatırlamaya
çalışarak. Hamd ve şükürle hatırlayabildiği ve
lisan-ı aklı ile bir araya getirebildiği dualarını
yaparken, en sonuna da ekler: ‘Rabbim bundan
sonra edeceğim tüm hayırlı dualarımı kabul eyle!’
Adeta kendinden geçmiş, sayısız kalabalığın
etrafında pervane olarak omuzları üzerinde
yükselttiği Kabe’nin etrafında tavaf etme arzusuyla kalabalığın içinde bir an önce kaybolmak
için sabırsızlanmaktadır.
Hacer’ül esved’in hizasına geldiğinde iki elini
kaldırıp selamlayarak ‘Bismillahu Allahu Ekber’
ta’zimiyle başlar tavafına. Olabildiğince Kabe’ye
yakın olmak, sol yanındaki yüreğini, Kabe’nin
sıcaklığıyla ısıtabilmek için arada nefes alınacak
bir boşluk dahi bırakmadan, yaklaşabildiği kadar
yaklaşmak arzusuyla serinletmek ister gönlünü.
13
Hacer’ül Esved’e dukunan bir el, öpen bir dudak,
Mültezem’deki Kabe’nin eşiğine tutunan bir el,
Kabe’nin örtüsüne sarılan bir yürek olarak
hıçkırıklarla ağlamak, gözyaşlarıyla ıslanmak
gelse de içinden, Makam-ı İbrahim’e, Hicr-i
İsmail’e, Rükn-ü Yemaniye kavuşmak arzusuyla
tamamlar tavaf’ın birinci şavt’ını. Her şavt’ta
kendi ile Beyt’ullah arasındaki mesafe azalmış,
yok olma noktasına gelmiştir. ‘Subhanallahi ve
bihamdihi, subhanallahi’l azim’ tazim ve
takdisiyle, bu beyt’in Rabbi olan Yüce Yaradanımızın engin rahmetine kendimizi adamışlığın
göstergesi olarak teslimiyet içinde bırakıverip
kalabalığın akışına devam ederken tavafımız,
aklımızda, fikrimizde O’ndan başka bir şey yoktur
artık. Dünya ve dünyevi değerler ve bunların
getirdiği payeler buharlaşıp gitmiştir. O’nun
yarattığı kozmik alemde bir zerrecik olarak var
olma, teslim olma ve kul olma uğraşı ve tevekkülü
ile dualarımız, niyazımızla sonsuza giden bir
yolculuğun başındaymışız gibi bir izlenim olsa da
son şavt’tan sonra Makam-ı İbrahim’e en yakın
yerde 2 rekat tavaf namazı kılmak üzere
karşımıza alırız Kabe’mizi.
14
Allah’ın sınırsız gücü etrafında uyum ile dönen
evren’in bir mensubu olarak, bu kozmolojiye
sosyolojik bir katkıdır, tavaf.
Tavaf Namazı sonrası Zemzem ile serinledikten
ve hafifledikten sonra Safa ile Merve arasında sa’y
etmek üzere Hacer’ül Esved hizasının karşısına
geçmek gerkiyor.
Tavaf ve sa’y esnasında, arkadan gelen, hasta ve
özürlülerin bindirildikleri tekerlekli sandayeli
araçlara da dikkat etmek gerekiyor. Aksi halde
topuklarımız yaralanabilir.
SA’Y
Çalışma, gayret sarfetme, koşma, yürüme; Hac
veya umre ibadeti esnasında Harem-i Şerif'in
yanında bulunan Safa ile Merve tepeleri arasında
dört gidiş üç dönüş olmak üzere yedi defa gidip
gelmeyi ifade eden bir fıkıh terimi. Sa'y'ın temeli,
İsmail (a.s)'ın annesi Hz. Hacer'in su bulmak
amacıyla bu iki tepe arasında koşuşturmasına
dayanmaktadır. İbrahim (a.s), Allah Teâlâ'nın
emriyle Hz. Hacer'i henüz bir bebek olan İsmail
(a.s) ile birlikte suyun ve hiç bir insanın
15
bulunmadığı bugünkü Harem'in yanına bıraktı.
Yanlarında bir kırba su ve bir miktar da yiyecek
vardı. Bir müddet sonra kırbadaki su ve
yanlarındaki erzak tükendi. Çocuk susuzluktan
çırpınmaya başladı. Hz. Hacer, birilerini
görebilmek için biraz ileride bulunan Safa
tepesine çıktı, etrafa bakındı; ancak kimseyi
göremedi. Buradan aşağıya doğru inerek karşı
taraftaki Merve tepesine doğru yürüdü. Merve
tepesinden de kimseyi görmesi mümkün olmamıştı. Bunun üzerine tekrar Safa tepesine geri
döndü ve bu gidiş gelişi yedi defa tekrarladı. O iki
tepe arasındaki çukur yere indiği zaman eteğini
toplayarak koşuyordu. Çünkü buradan çocuğu
bıraktığı yer görülmüyordu: Sonuçta ümidini
yitiren Hz. Hacer, İsmail (a.s)'ın yanına döndü ve
orada bir su kaynağının akmakta olduğunu gördü
(Buhârî, Enbiya, 9). Allah Teâlâ, onları Zemzem'le
rızıklandırmış ve böylece onları, Beyt-i Atik (eski
beyt, Kâbe)'in bulunduğu yerin mamur hale
getirilmesine sebep kılmıştır. Daha sonra tekrar
buraya gelen İbrahim (a.s), Allah Teâlâ'nın
emriyle İsmail (a.s) ile birlikte Beytullah'ı inşa
etmişti. Cebrail (a.s), ona gelerek haccın ne
şekilde yapılacağını öğretmişti. Böylece Sa'y,
haccın bir parçası olarak devam edegelmiştir.
‘Allah Teala’nın şiarlarından olan Safa ve Merve’
arasındaki bu yürüyüş, arayış, koşuşturma, bu
tarihi işaretlerin üzerine inşa olmuş bir semboller
manzumesidir. Hac’da yapılan ibadi gerekliliklerin neredeyse tamamı bu tarz tarihi, şiar,
sembol, işaret üzerine kurulmuştur. Hz. İbrahim
a.s. merkezli tarihi gerçeklikler üzerine kurulan
bu ibadi şiarları merkeze alarak emredilmiş bir
ibadet, Hac ibadeti. Onun için Hz. İbrahim a.s.’ın
hayatı ve misyonunu iyi öğrendiğimiz ve anladığımız takdirde bu ibadetin gereklilikleri daha bir
yerine oturacaktır. Buradaki şiar ve işaretler
16
İbrahim a.s’ın oğlu İshak eksenli değil, Hz.
Hacer’den olma Hz. İsmail eksenlidir. Yani bu
şiarlar İshaki koldan değil, İsmaili koldan
kaynaklanmaktadır.
Hz.İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer biyografisi
çerçevesinde, Kabe, Zemzem, Makam-ı İbrahim,
Hacer’ül Esved, Tavaf, Say, Safa, Merve, Arafat,
Vakfe, Cemerat gibi mekansal ibadi ritüellerin,
vahyi doğrultuda son Peygamber Hz. Muhammed
a.s.’ın çeki düzen verip son şekline kavuşturmasıyla, Hac ibadeti kemalata ermiş oldu.
Allah’a kayıtsız ve şartsız teslimiyetle, hiçbir
sorgulama ve pazarlığa girmeden, ıssız dağlık ve
kurak çöl ortasında arayışını gerçekleştirirken
insan, neyi niçin aradığını bilirse Allah’ın rahmeti
ile zemzem ile serinleyebilecektir.
Mescid-i Haram’ın hemen yanı başında bulunan
Safa ve Merve tepeleri kapalı mekan içerisine
alınmış olup, üst üste paralel beş kat üzerine sa’y
etmek mümkün oluyor.
ARAFAT
Zilhicce ayının dokuzuncu, yani Kurban Bayramın arefe günü güneşin zeval vaktinden, en az
gün batımına kadar sınırları belirlenmiş Arafat
bölgesinde bulunmak, burada vakfe yapmak
gerekiyor.
17
Arafat âdem ve Havva’nın buluşma mekânıdır. Bu
mekandaki haramlardan sakınma ve uzaklaşma
eylemini hayatın tüm boyutlarına yaymak ve
alışkanlık haline gelmiş haramlardan sakınarak,
duruşumuzu sabitlemek korumak durumundayız.
Hepimiz beni âdemiz, şeytanın çocuğu olmayalım.
Bizim süsümüz ihramımızdır, bu beyaz, temiz
yalın sade elbise olan ihrama bürünerek, yaşantımızda bu sadeliği taşıyacağımızın sözünü veririz
Arafat da, beyazlar içinde vakfede dururken.
Rabbimiz, bu ihram sadeliğine, eşitliğine, yalınlığına ziynetlerimiz diyor. Bizleri bu sadeliğe, sade
temiz gösterişsiz yaşama davet ediyor.
Ashab-ı Araftan bahsedilen yerdeyiz. Ashab-ı
Araf, Ashab-ı Cenne ve Ashab-ı Nar düzleminde
Araf kalıcı bir yer değildir. Oradan geçiş ya nara,
ya da cennetedir. Birini korku ile birini de ümitle
bekleyen adem evlatlarını görürüz. Bizler de
birinde olmayı uman, diğerinden korkan insanlarız. Dünya hayatında araftayız, bu hayatın Ashab-ı
Araflarıyız.
Arafat’ta da kabrimizden kalkışı yaşarız. Yeni
başlama, yeniden başlama. Araf’ta bekleyenlerin
dünyadaki arafı Arafat’tır. Arafat duruşu, arafta
18
dönüşü olmayanın Arafat’ta dönüş bulabilme
şansıdır.
Her günümüzü Arafat’ta gibi yaşamaya söz veririz
ve yaşamaya çalışabiliriz. Ashab-ı araf olabilmek
bütün zamanlarda ‘arif insan’ olabilmektir.
Yeryüzünde fırkalara ayrılmak Arafat meydanında yok olur. Onlar artık hacıdır ve bir etni siteye
dahil değillerdir. Onlar Araflıdırlar. Millet-i
Araftırlar. Cennet halkı da budur; artık bütün
ayrılıklar bitiyor, herkes farklı elbiselerden
sıyrılıyor. İşte cennet ehlinde de kin yok olur,
birbirlerini besleyen kötülük, ifsat edeci unsurlar
ortadan kalkar. Orada yaşam yeniden biçimlendirilir. İnsan fıtratı değişir ve hayvani hasletlerimizden arınırız.
Tüm hacıların aynı anda aynı mekanda bulunmak
zorunda olduğu tek yer, Arafat. Dünyanın neredeyse tüm ülkelerinden gelen hacılar aynı anda
aynı mekanda bulunmak ve öğle ile ikindiyi cem
ederek burada kılmak durumunda.
Sınırları belirli geniş bir düzlük olan Arafat
çölünün orta yerinde, Hz. Adem ve Havva’nın
yeryüzünde buluştuğu yer olan küçük bir tepecik
olan Cebel-i Rahme tepesi bulunuyor. Resulullah
s.a.v. Efendimiz Veda Hutbesini yüzbini aşkın bir
kalabalığa bu tepenin eteklerinde irad buyurmuş.
Tüm hacılar bu tepeye yakın olmak ve orada
bulunmayı arzu etseler de çok az bir kısmı
vakfesini burada yapabiliyor.
Tüm hacıların aynı mekan içinde kaynaşıp herc-ü
merc olması gerekirken Arafat’ta, ulus ve ulusal
sınırlar takıntısı yüzünden her ülke vatandaşı
kendi için ayrılmış bölgeye oturmak ve o bölgeyi
sınırlayan demir kafesleri aşmamak zorunda.
Duruş ve dua ile geçirilen Arafat vakfesi öncesinden birkaç gün önce tüm hacılar bu bölgeye
taşınıyorlar.
19
Dil, ırk, renk, mezhep, meşrep, bayrak, flama,
makam, mevki, statü hiçbir ayrımın gözetilmediği
ve geçerliliğine kaybettiği Arafat’ta aynı anda
bulunmuş olmanın getirdiği yakınlık ve dostluk
bir ömür sürecek bir bağı da beraberinde
getiriyor. Refik veya refika olmak, Arafat’ta aynı
anda bulunmuş olmanın getirdiği kopmak
bilmeyen bir dostluk bağı. Bu dostluğun tanıkları
her karşılaştıklarında orada yaşamışlıklarının,
bulunmuşluklarının
hatırına,
her
türlü
farklılıklarını ve birbirinin eksiklerini görmezlikten gelir bu dostluğa toz kondurmak istemezler. Hatta orada karşılaşılıp birkaç dakika
görüşülen bir dostun hatırı bile hiçbir şeye
değişilmez. Bir ömür süren bu dostluklar
Arafat’tan başka nerede kazanılabilir ki?
Ülkelerin, ulusların beraberliğinin Arafat’ta bu
tarz dostluğa dönüşmesinin önündeki dil ve
ulusal taassup engelinin aşıldığında, ortaya nasıl
bir ümmetin çıkacağını, Arafat toplumunun
dünyanın akışını nasıl değiştireceğini varın siz
hesap edin.
Tüm dünyevi ayrım ve farklılıkları hiçe sayarak,
milyonlar mesabesindeki mahşeri bir kalabalığın,
20
adeta mahşer provası yapmak üzere aynı anda bir
arada bulunmasının getirdiği muhteşem vakfeyi
tüm dünya taaccüp ve hayretle seyrederken,
acaba küresel şeytanların hali nice olur?
MEŞ’AR-İ HARAM
Müzdelife, Mina ve Cemerat
Gün batımına kadar Arafat’ta vakfeye duran
sessiz kalabalık, karanlık çökmeden önce burayı
terk edip Meş’ar-i Haram’a doğru hareket eder.
Arafat’taki sessiz bekleyiş ve duruş artık yerini
uzun bir yürüyüşe bırakmıştır. Duruş, yerini
hareketliliğe, kükremeye, çağlayan bir ırmak gibi
yürüyüşe bırakmıştır. Aynı yöne aynı hedefe
yönelik bu yürüyüş, gecenin sessizliğine doğru
sonsuzluğa yelken açmışken, adeta milyonlar
içinde yapayalnız zifiri gök kubbe altında devam
etmektedir. Müzdelife’ye kadar olan yolculuk
büyük ölçüde otobüslerle gerçekleşse de bu
mesafeyi yürüyerek kat’etmeye çalışanlarda yok
değildir. Hınca hınç dolu araçların içi kadar bir
kalabalığı üst tavanlarında taşıyarak götürenler
bile vardır, bu yolculukta. Ma’şeri bir kalabalığın
ayrılmasıyla derin bir sessizliğe ve kimsesizliğe
bürünen Arafat’ı geride bırakarak, Mekke
istikametinde bulunan Müzdelife’ye ulaşıldığında
geçici bir konaklama için durulur. Uzun süreli
21
olamayan bu duruş, bir iskan ve dinlenme
maksatlı değildir. Her şey yarınki savaş ve karşılaşma için strateji geliştirme, durup mühimmat
toplamak içindir.
Akşam ve yatsı namazının cem edilerek kılındığı
Müzdelife’deki bu vakfede, büyük bir titizlik ve
stratejiyle nohut büyüklüğünde yetmiş adet taş
toplanır. Her bir taş için ayrı bir ilgi ve özen
gösterilerek toplanan bu taşlar yarın ve yarından
sonra görevlendirilecek olan taşlardır. Gecenin
dinginliği ve sessizliği içinde kişinin tek başına
Rabbi ile dertleşmesi, kendini Rabb’ine açması,
dua ve niyazda bulunması için oldukça iyi bir
fırsattır. Onun için her saniyesini dolu dolu geçirmek gereken bu geçici konaklama uzun süreli
değildir.
Mühimmat yüklenildikten sonra gün ağarmadan
Mina’da olmak üzere Meş’ar-i Haram’dan kalkış
ve gecenin sonsuzluğuna olan yolculuk yeniden
başlar. Bu yolculuk için hareket eden oluk oluk
kalabalık geniş yolları doldurmuşken, her hangi
bir vasıta ile burayı gitmenin imkanı yoktur. On
kilometreye yakın bir mesafe yürüyerek tamamlanacaktır.
22
Bu yürüyüşte sadece insanlara tahsis edilmiş
birçok tünel aşılacaktır. Bu tünellerde yapay hava
sirkülasyonu üreten havalandırma motorlarının
akımına karşı da dikkatli ve tedbirli olmak
gerekir. Açık alanlarda ise motorlu taşıtların da
olmayışının da sessizliği ile Mina’da tamamlanan
bu sessiz yürüyüşte, yorgunluk ve bitkinlik
emaresinden çok sonuca ve amaca yaklaşılmış
olmanın memnuniyeti hakimdir.
Bir müddet Mina’da konaklayıp, gün doğumuyla
beraber cemerat’ta şeytanla yüzleşme ve onu
recmetme görevi başlayacaktır. Mina’da bulunulan, durulan ve dinlenilen her bir dakika ve saat
bir günlük uykunun verdiği dinginlik ve
dinlenmişlikten çok fazladır. Burada bayramın
23
birinci ve ikinci günü kalmak gerekse de Mekke’ye gidiş dönüş yaparak görevi tamam-layanlar
daha çoğunluktadır. Çünkü beş milyonu aşan bir
kalabalığı ağırlayacak teknik donanım ve geniş
alanı yoktur.
Karanlığın, yerini alaca karanlığa bırakıp, gün
doğumunun ilk işaretlerini vermeye başlamasıyla
heyecan dalgası daha da bir yoğunlaşarak adeta
verilecek ‘vur emri’ne kulaklar kilitlenmiş
durumdadır. Yeryüzünde kötülüğün odağı olan
Şeytan’a karşı mücadele başlayacak, Allah’a
düşmanlık eden tüm odaklar yerle bir edilecektir.
Şeytan’a karşı olan kin ve düşmanlık doruk
noktasına çıkmıştır. Mücadele ölüm – kalım savaşıdır. Hücum başladığında, temkini ve stratejiyi
elden bırakmamak, birbirine yüzer metre
mesafede sıra ile dizilmiş gördüğün ilk şeytanla
karşı karşıya gelindiğinde kini muhafaza ederek
es geçmek, bunu ikincisinin yanından geçerken
de devam ettirmek durumundayız. Ama
sonuncusu olan üçüncüsü ile karşı karşıya
gelindiğinde, biriktirdiğimiz kin ve husumetle,
özenle hazırladığımız mühimmatlarla öldürücü
darbeyi birer birer indirmeliyiz kafasına şeytanın.
Sakın şeytana olan hıncımızla gereğinden fazla
mühimmatımızı harcamayalım, başkaca daha
büyük mühimmat arayışına girişmeyelim ve
isabeti şaşırmayalım.
Geniş tek yönlü yollarla, beş katlı olarak yeniden
inşa edilen bu mahalde, karmaşaya ve karışıklığa
neden olmadan şeytan taşlamak mümkün
olmaktadır.
Bizi sırat-el müstakim olan dosdoğru yoldan
saptırmak için, önümüzden arkamızdan, sağımızdan solumuzdan etki altına almak isteyen,
peşimizi hiç bırakmayan, Allah’ın ölçü, değer,
kanun ve nizamından uzaklaştırmak için gece
24
gündüz uğraşan, mal, mülk, servet, şöhret ve
karşı cinsin cazibesi ile bizi yoldan çıkarmaya
çalışan, çağına göre türlü türlü heva - heves ve
ego gibi sayısız putların cazibesiyle aklımızı
çelmeye çalışan, lanetli şeytan’a, küresel şeytan’a
ve bunların dostlarına karşı olan mücadeleden
başarıyla çıkıp İman ve İslam zaferini, kurbanımızı kesip, ihramdan çıkıp saçımızı tıraş ederek
kutlayabiliriz.
KURBAN
Müslümanlar, her yıl mütemadiyen, kendi özünü,
doğuş ve ayağa kalkış yerini hatırlatan, Allah’ın
ve Adem’in evine doğru binek be yaya ile akın
ederler. Dünyanın dört bir yanından gelen
milyonlar bu evin etrafında kenetlenirler. Yer
yüzünün dört bir köşesine dağılmış bir ümmeti,
diriltmek ve birlik ülküsü ile tek bir noktaya
yönlendirmenin alıştırmasını yapmak üzere
yapılan bir talimdir bu. İbrahim’in çağrısına kulak
vererek, bu büyük ülküye, derin bir inanç ve
sarsılmaz bir umutla bağlananların günüdür, bu
25
gün. İşte asıl bayram budur. Kurban ise bu
bayramın sadece bir ayrıntısıdır.
Bu bayramın mekanı ise Arafat’tır, Kabe’dir, takva
örtüsünü giymiş gönüllerdir.
Hacc ve Kurban, iç içe geçmiş, birbiriyle direkt
irtibatlı iki ibadet olarak algılanıp yaşandığında,
ancak gereği vechi ile idrak edilmiş olur.
Her iki ibadet de İbrahimi gelenek içinde, emin
belde Mekke coğrafyası içinde, aynı zaman
diliminde, ortak semboller ve şiarlar etrafında
şekillenmişlerdir.
İlk insan Adem a.s’ın eşi Havva ile buluştuğu bu
coğrafya, aynı zamanda İbrahim, Hacer, İsmail
a.s’ın buraya intikalleriyle tarih sahnesinde,
‘çekim merkezi’ olma özelliğini başlatmış
oluyor.
O beldeye gidenler için orası, bu çekim merkezi
olma özelliğinden dolayı, namazın kısaltıldığı bir
‘gurbet’ değil, ana kucağı ve baba ocağı
bağlamında ‘ana vatan’, ‘sıla’ oluveriyor.
İnsanlığın kalbinin attığı o özel beldeye girerken
ve çıkarken de rastgelelikten uzak belli kurallara
tabii ve teslim olmak gerekiyor, aynı zamanda.
26
Her ne maksatla olursa olsun, o mübarek beldeyi
ziyaret ederken, daha girişte yasakları korunma
sözü ve göstergesi olarak, iki parçadan oluşan bir
bezle vücudun belli bölümleri sarılarak ‘tabiiyet’
sözü veriliyor.
Tabiiyet’in de gereği olarak, insan ve ot da dahil
hiçbir canlı varlığa eza, cefa, ta’ciz, ta’zir ve eziyet
de vermemek gerekiyor. Kozmik alemdeki gibi
kendi yörüngesinde, benliğinde, milyonlarca
gezegenin kendi yörüngesinde hareket ettiği gibi,
kendinde yoğunlaşmak ve öylece hareket etmek
gerekiyor.
Kurban, kendi orada bulunmasa bile memleketinden
insanlığın
kalbinin
attığı
yere
gönderdirdiği elçileri vasıtasıyla Hacc atmosferini yaşayanların bayramıdır.
İki parça beyaz bezle şekli tabiiyet nişanesine
büründükten sonra Arafat’ta gündüzünü vakfeyle
geçirip, Meş’ar’e doğru akan insan seline katılıp,
Müzdelife’de geceleyen hacılar, ertesi sabah
şeytan taşlayıp kurbanını kestikten sonra tıraş
olur ve ihramdan çıkarak haccı tamamlamış
olurlar.
27
Arafat’ta yaşadığı Rabbiyle tanış olma sınavından
geçen, Meş’ar’de gece boyu kendi içine dönüp
şuurlanma sınavı veren hacı, artık bayram sabahına tıpkı Ramazan Bayramı sabahı yaşadığımız
gibi bir tür çözülme ya da serbestleşme ile girer.
İhramda iken tek bir kıl ve tek bir yeşil yaprağı
bile koparması yasakken, bayram sabahı bir
hayvanı boğazlamak ve akabinde saçını traş
etmek üzerine vacip olmuştur. Hacının ihramı, bu
anlamda Ramazanın orucuna benzer. Oruçlu
Ramazan Bayramına dili çözülmüş olarak girer,
hacı ise Kurban Bayramına eli çözülmüş olarak
girer.
Hacı, tüm bunları gerçekleştirirken yalnız ve tek
başına değildir. Dünyanın dört bir yanından,
geldiği ülkelerden getirmiş olduğu binlerce
yüreği, yine burada buluşan milyonların
yürekleriyle harman etmek ve insanlığın
kalbi olan o beldede, her yıl yenilenen devasa
bir kalp vasıtasıyla tüm coğrafyalara o ilahi
soluğu ulaştırmak ve pompalamakla sorumludur.
Aslında, İbrahimi gelenek içinde kendi bulunduğumuz yerlerde kesmiş olduğumuz kurbanlarla,
28
İslam ümmetinin her yıl gerçek-leştirdiği büyük
hac kongresinde kesilen kurbanlara oluşturduğu
devasa kalbe kan takviyesinde bulunmuş
oluyoruz. Toplar damarlar vasıtasıyla ümmetin
merkezi kongresine toplanan kan/can, yine atar
damarlar vasıtasıyla Müslüman ümmetin her bir
ferdinin yüreğine pompalanmış oluyor.
O mübarek beldeyi ziyaret eden hacılar vasıtasıyla, her yıl mütemadiyen anjiyo olup açılan ve
yenilenen bu damarları açık tutmanın yolu,
diyetten yani Müslüman tabiiyet ve teslimiyet
kurallarına dikkat etmekten geçiyor.
Kurban, bir Allah’a yakınlaşma sevdasıdır,
Allah’ın mümin kullarına yakınlaşma vesilesidir,
ırki ve coğrafi farklılıkları bir yana iterek, mümin
yüreklerle beraber, ‘şehirlerin anası’nın yüreğine
iltica etme, yakınlaşma tutkusudur.
‘Kurbanlarınızın ne etleri ne kanları Allah’a
ulaşır. Ancak sizin takvanız (yakınlaşmanız)
Allah’a ulaşır’ (Ayet-i Kerime)
Kesilen kurbanların neredeyse tamamına yakını,
herkesin kurbanının başına gidip beklemesi ve
kesildiğine
nezaret
etmesi
mümkün
olmadığından, vekalet usulü ile kesilmekte ve
hacılara ulaştırılan toplu haberle ihramdan
çıkılmaktadır.
Arefe günü sabah namazıyla başlayan teşrik
tekbirlerini de unutmamak gerekiyor.
Bayramın ikinci ve üçüncü günü cemeratta
şeytana yeni hücümlar devam eder. Bu kez üç
şeytan, üç put arasında ayrım yapmaksızın sıra ile
taşlanır, son öldürücü darbelerle kökü ve etkisi
kazınmaya çalışılır.
29
SAÇ TIRAŞI
İhramdan çıkılırken yapılması gereken son bir iş
daha vardır, o da saç tıraşı. ‘Lebbeyk Allahümme
Lebbeyk!’ denilerek ve her şeyi feda edeceğini
ilanla çıkılan bu meşakkatli yolculuk, iş saç
traşına gelince birden milimetrik hesaplamalarla,
Allah için başını feda etmeye hazır ve fakat saçını
heba etmeye gelince kolay fetva arayışlarıyla saçı
birkaç telle kurtarma girişimine dönüşüyor. Çoğu
mezhebin saçın kökten traşıyla ilgili ittifakına
rağmen, saçını en zor feda edenler nedense
Türkler ve İranlılar oluyor. Hacı olmuşluğun,
umre yapmışlığın en önemli ve nihayi nişanesi
olan saç traşını yaptıran milyonların içinden bu
iki milleti ayırt etmek zor olmuyor. Saçın birkaç
teline, dörtte birine veya tamamına kadar
düşürülen tıraş ile günah kirlerinden tamamen
arınıp hafifleyen hacılar için zorlu maraton
bundan sonra başlıyor, haccı muhafaza etmek…
30
Tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra Kabe’yi
ziyaret tavafı ve Safa ve Merve arasında sa’y ile
hac ibadeti tamamlanmış oluyor.
31
MEKKE
Arabistan Yarımadasının batısında bulunan
Mekke, etrafı dağlık alanla çevrili bir bölge. Bu
dağlık alanlar bizim ülkemizde olduğu gibi toprak
karışımlı veya ormanlık şeklinde değil, yekpare
kütlesel sert kaya tabakası şeklindedir. Doğal
yapısı itibarıyla Mescid-i Haram’ın bir bölümü
dışında komple etrafı bu kütlesel dağlarla
çevrilidir.
Bu dağlık ve hiçbir yaşam şartları bakımından
elverişli olmayan bu bölge, Hz. İbrahim a.s.’ın Hz.
İsmail ve Hz.Hacer’i getirip bir miktar su ve
yiyecekle bu dağlık bölgenin çukurunda bulunan
küçük bir çöle bırakması ve dokunduğu yere
hayat veren vahyi dokunuş ile, dünyanın
gözbebeği, Müslümanların can evi Mekke
oluverdi.
32
Hz. Hacer ve İsmail’in zemzem rahmeti ile
ödüllendirilmesiyle yaşam umudu beliren bu
bölge, Şam’dan gelen ticaret kervanının dikkatini
çekip Cürhüm’lü birkaç ailenin buraya
yerleşmesiyle toplumsal yaşam alanına dönüştü.
Hz. İsmail’in bunların dilleri olan Arapça’yı
öğrenip, büyüyünce bunlardan bir kızla
evlenmesiyle, bu bölgede toplumsal akrabalık
bağları kuvvetlendi.
Allahu Teala, Hz. İbrahim a.s.’a burada evini inşa
edip insanları buraya davet etmesini emredince,
bu bölgede Kabe’nin temelleri yükseltildi. Bu
çağrıya kulak veren mü’minler tarafından burası
ziyaret edilmeye başlanılınca burada yerleşme
maksadıyla gelenlerin sayısı da arttı.
İlk zamanlarda Allah’ın Beyt’i olarak yapılan bu
yapının bakım ve gelen ziyaretçilerin ağırlanması
işini Hz. İsmail a.s. yürüttü, sonra da çocukları.
Daha sonra Cürhümlülere geçen bu idare, M.S. 3.
Asırdan sonra Huza Kabilesine geçti. Bu kabile
İbrahim a.s. saf Hanif dinini zaman içinde
değiştirip, buraya bir kısım putları yerleştirerek,
Allah’ın Beyti’nin çevresini puthaneye çevirdi. Bu
33
geleneği Kureyş de devam ettirdi. Kabe’nin
yönetiminin Abdumuttalip’te olduğu dönemde,
yozlaştırlmış olsa da dini, sosyal ve ticari merkez
oluşunu engelleme maksatlı Ebrehe ve Ordusunun taarruzu, Allah Teala tarafından engellendi.
Aynı yıl Alemlerin Efendisi Peygamber s.a.v.
dünyaya geldi.
Allah Resulü’nün 53 yıl yaşadığı Mekke’de,
bi’set’ten sonraki son onüç yılda, tebliğe gayret
ettiği Tevhid dinine, Mekke’lilerin karşı koyması
ile Müslüman olanların yaşam alanı kısıtlandı.
Müslümanlar mal ve mülklerini burada bırakarak
Medine’ye Hicret ettiler. Resulullah s.a.v.
Medine’de bulunduğu on yıllık dönemde Mekke’li
müşriklerle, Bedir, Uhut, Hendek savaşlarını
yaptı. Medine Devletinin güçlenmesiyle 630
yılında Mekke-i Mükerreme fethedilerek putlardan ve şirk düzeninin tasallutundan arındırıldı.
Taşıyla toprağıyla, vahyin şekillendirdiği Mekke
ve Medine’de Kur’an-ı Kerim 23 yılda nazil oldu.
Dört Halife döneminden sonra, Emeviler,
Abbasiler, Memlükler, Osmanlılar ve sonrasında
Haşimi ve Suud hanedanlığının egemenliği altın34
da kalan Mekke, oldukça çalkantılı dönemlere
tanıklık etmiştir.
En geniş çaplı mimari değişim ve dönüşümleri
Suudi döneminde yaşayan Mekke’de açılan
tüneller, genişletilen yollar ve Mescid-i Haram’ın
büyütülmesi gibi projeler gerçekleştirilmiştir.
Yaklaşık dört milyon nüfusuyla Mekke, Suudi
Arabistan’ın en kalabalık şehridir. Umre ve Hac
dolayısıyla buraya akın eden milyonlarca insanı
da hesap edersek, dünyanın en kalabalık
değişken nüfusu da buradadır.
Yaz aylarında 45 dereceye kadar çıkan sıcaklığın,
kış aylarında 15 dereceye kadar düştüğü görülür.
Kur’an-ı Kerim’de Mekke-i Mükerreme, Mekke
(Fetih:24), Beke (Al-i İmran:96), Beled (İbrahim:35), Emin Belde (Tin:3), Belde (Neml:91),
Ümmül Kura (şehirlerin anası) (En’am:92), Mead
(varılacak yer) (Kasas:85), Mescid-i Haram
(Fetih:27) isimleriyle tavsif edilmiştir.
Mekke-i Mükerreme, Müslümanların kıblesi ve
gücü yeten için mutlaka haccedilmesi gereken yer
olması dışında, Mescid-i Haram’da kılınan
namazın yüz bin kat daha faziletli olması,
emniyetli olması, orada rızkın çok bol olması,
deccalden korunmuş olması, müşrik ve kafirlerin
bu şehre girememesi gibi faziletli özelliklere de
sahiptir.
Bu şehrin harem sınırları belirlenmiş olup, sınırları geçip ziyaret edecekler için bu şehre ta’zim ve
hürmeten bazı giriş kuralları vardır ki o da
ihram’a girmek ve gereklerini yerine getirmektir.
Girişin belli kuralları olduğu gibi ayrılışın da
kuralları vardır. O da veda tavafıdır.
35
KABE
Mescid-i Haram içinde bulunan Kabe olarak
isimlendirdiğimiz kübik yapı, Beytullah, Beyt-i
Atik ve Kıble olarak da bilinmekte.
Kabe, Allah’ın sembolik evidir. Yeryüzünde inşa
edilen bu ilk eve ‘Allah’ın evi’ denmesinin nedeni,
Allah ile insanın ontolojik buluşmasını sembolize
etmesindendir. Allah’ın bütün varlığı ihata eden,
sevgi ve merhametini kendi vicdanımızda bulup
yakaladığımız an, Allah ile buluşmuş oluruz.
Yeryüzünde eve dayalı yaşam bu Ev ile başladı.
Kabe’yi ziyaret (Hacca gitmek) bir tapınak
ziyareti değildir. Ev’e yönelmek, ilk Ev’i ziyaret,
insanca hayatın nerede ve nasıl başladığını gidip
yerinde görmek demektir.
Ev’in etrafında dönüş yani tavaf, Ev’e dayalı yaşamı, evcil hayatı yüceltmek, onun etrafında durmak, ona sarılmak, ondan ayrılmamak demektir.
Ev’e yöneliş (Kıbleye dönmek), yüzünü Ev’e
dönmek; evle temsil edilen aileye, medenî hayata
dönmek, ev hayatını benimsemek, evi, aileyi,
36
anneyi, babayı, çocukları, komşuluğu değerli
bilmek, bu kavram ve mefhumları yaşamak,
yaşatmak demektir. Vahşi hayattan uzaklaşmak,
barbarlığı ve yamyamlığı sona erdirmek demektir.
Allah Teala’nın harem kıldığı Kabe’nin kendine
özgü ibadeti tavaftır. Yeryüzünde tavaf edilerek
ibadet edilen başka hiçbir mescid ve mekan
yoktur. Kabe’de bulunmanın ve orayı tavaf
etmenin fazileti oldukça yüksektir. Orada Kur’an
okumak, namaz kılmak ve Kabe’yi seyretmenin
de sevap olmasına rağmen, Kabe’nin asli ibadeti
tavaftır. Mütemadiyen tavafın devam ettiği
Kabe’de tavaf’ın olmadığı bir zaman dilimi
yoktur. Ve günün her saniyesinde mütemadiyen
yüz binlerin yönelerek namaz kıldığı en faziletli
mekandır.
Bugünkü haliyle, 14 metre yüksekliğinde olan
Kabe’nin her cephesinin genişliği farklı olup 9.9
metreden 12.4 metreye kadar farklı ölçülerdedir.
Kabe’nin oturumu ise 145 metrekaredir.
37
Kabe’nin Tarihi:
Kureyş'in inşası (M.605)
Hz. İbrahim ve İsmail a.s. İnşası
Abdullah b. Zubeyr'in İnşası 690
Haccac b. Yusuf İnşası (M.693)
Tarihi
kaynaklarda,
Kabe’yi
ilk
inşa
edenlerin
melekler
olduğu
ve
henüz
yeryüzü
yaratılmadan Adem a.s. taraSultan IV.Murat İnşası (M.1417)
fından inşa edildiğinden bahsedilmektedir. Tarih
içinde birçok defa yenile-nerek yeniden inşa
edilmiştir. Bunlar; İbrahim ve İsmail a.s.’ın inşası,
Ku-reyş’in inşası, Abdul-lah bin Zubeyr’in inşası,
Haccac bin Yusuf el Sakafi’nin inşası ve Osmanlı
Padişahı Sultan IV.Murat Han’ın inşasıdır.
Allah Teala’nın vahyi doğrultusunda, İbrahim a.s.,
Kabe’yi, 4.5 metre yüksekliğinde, yaklaşık 10 x 16
metre genişliğinde dikdörtgen şeklinde, üstü açık
ve mevcut kapının tam karşılığında iki kapılı
olarak inşa etmiş ve Cebrail a.s.’ın getirdiği
Hacer’ül esved’i yerine yerleştirmiştir.
Zaman içinde sel sularının ve Kabe’de çıkan bir
yangının verdiği tahribat neticesinde Kureyş
Kabe’yi yeniden inşa etme kararı alır. Kesinlikle
38
helal olmayan kazancın inşasında kullanılmayacağına karar verilerek yeniden inşa edilir.
Yüksekliği iki katına çıkarılıp 9 metreye
yükseltilir. Kuzey duvarı üç metre öne çekilerek
kare bir yapı biçimine kavuşturulup, Hicr olarak
bilinen diğer üç metrelik bölüm yarım daire
şeklinde göğüs hizasında taşlarla örülür. Kapısı
teke düşürülen ve biraz da yükseltilen Kabe’nin
üst bölümü de ağaçlarla kapatılıp ahşab bir olukla
yağmur sularının akması sağlanır. İlahi İrade,
nübüvvet öncesinde Resulullah a.s.’ı Kabe’nin
köşesine Hacer’ül Esved’i koymaya memur
kılarak, Kureyş içinde çıkması muhtemel büyük
bir savaşa engel olmuştu.
Zalim Yezid, komutanı Husayn bin Numey’i
Kabe’de bulunan Abdullah bin Zubeyr r.a.’ı
öldürmek üzere görevlendirir. Abdullah bin
Zubeyr, 27 gün Yezid’in ölüm haberi gelinceye
kadar Kabe’yi savunur ve Yezid’in ordusuna
Kabe’yi teslim etmez ve ordu geri dönmek
zorunda kalır. Bu hain saldırıda ağır mancılıklarla
hedef haline getirilen Kabe’nin duvarları oldukça
büyük hasarlar alır (H.64). Bir kısmı yıkılıp
harabeye dönen Kabe’nin yeniden inşasının
gündeme gelmesiyle Abdullah Bin Zubeyr, halası
Hz. Aişe’den duyduğu Resulullah’ın şu hadisine
uygun inşayı başlatır: ‘Ya Ayşe, kavmimin cahiliye
zamanındaki
davranışlarına
dönme-yeceğini
39
bilsem, Kabe’nin yıkılmasını emre-der, ondan
eksiltileni tamamlar, onu yere bitiştirir, doğudan
ve batıdan birer kapı açar, Kabe’yi Hz. İbrahim
a.s.’ın temelleri üzerine oturturdum.’
Abdullah bin Zubeyr’in inşa ettiği ve aynı
zamanda yüksekliğini 13 metreye çıkardığı Kabe,
Abdulmelik bin Mervan’ı rahatsız etti. O da zalim
komutanı Haccac bin Yusuf’u Kabe’yi yıkmaya
memur etti. Zalim Haccac büyük bir orduyla
Mekke’yi kuşatıp, Abdullah bin Zubeyr’i şehid
ettikten sonra Kabe’yi yıktırıp, yüksekliğini
muhafaza ederek, Kureyş’in inşa ettiği eski
şekline göre inşa ettirdi. Daha sonra Hz. Aişe’nin
rivayet ettiği hadisi duyup yaptığına ve döktüğü
kana da pişman olduğu söylenir.
Osmanlı zamanında Kabe’nin duvarlarının sel
sularıyla tahrip olup yıpranması yeniden inşasını
zorunlu kılmıştı. 1630 Yılında Sultan IV.Murat
bugünkü şekliyle Kabe’yi yeniden inşa ettirdi. Bu
inşa edilen yapı üzerinde Suud döneminde
taşlarının cilalanması, tavanının değiştirilmesi ve
ufak onarımlar da gerçekleştirildi. Kabe’nin
kapısının tam arka simetriğinde taşla örülen eski
kapının yeri muhafaza edilmektedir.
40
Kabe’nin Örtüsü:
İlk inşasından beri Kabe’nin değişik örtülerle
örtülmesi geleneği devam etmektedir. Önceki
zamanlarda yıprandıkça değişen ve İslam
coğrafyasının değişik merkezlerinde dokunan
örtü getirilerek örtülürdü. Çağının en kıymetli
malzemesinden dokunmasına özen gösterilirdi.
Sadece Kabe’nin örtüsünü dokumak üzere
Suud’un bir fabrika kurmasıyla, her yıl Kurban
Bayramı arifesinde yani Zilhicce’nin dokuzunda
bu örtü yenisiyle değiştirilmektedir. Siyaha
boyanmış saf ipekten ve gümüş ve altın karışımlı
iplikten dokunan bu örtü üzerinde Allah’ın
isimleri, tesbihat ve Kur’an’dan bazı ayetler
bulunmaktadır.
Pastel siyahi zemin üzerinde daha parlak iplikle
dokunmuş, ancak yakınından görülebilen simetrik yazılar bulunmaktadır. 14.5 x 47 metre
uzunluğunda tek parça olarak dokunan bu
örtünün altında daha sade ve beyaz ikinci bir örtü
daha bulunmaktadır. Önceki yılların Kabe örtüleri
müzelerde sergilenmekte veya küçük parçalara
ayrılarak devlet konuklarına ikram edilmektedir.
41
Kabe’nin İçi:
Kabe’nin içindeki boş alanın tabanı beyaz,
duvarları yarıya kadar gül renkli mermerlerle
kaplıdır. Duvara döşenen mermerler asıl duvara
değmeyecek şekilde, araya boşluk bırakılarak üst
üste döşenmiştir. Ahşap tavanı tutan 9 metre
yüksekliğinde 45 cm çapındaki üç adet ahşap
sütunun arası 2.35 metredir. Giriş kapısının
sağında dama çıkılan camdan bir merdiven ve
Kabe’de bulunan değerli eşyaların konduğu bir
sanduka bulunmaktadır. Ayrıca namaz kılmak
için ayrılan bir bölüm de mevcuttur. Kabe’nin en
sakin olduğu, insanların Arafat’ta olduğu gün,
Kral veya yabancı devlet erkanı buraya girerek
namaz kılarlar.
42
MAKAM-I İBRAHİM
Makam-ı İbrahim olarak bilinen 40 x 40 cm olan
bu taş, İbrahim a.s. Kabe’yi inşa edip tamamladıktan sonra son taşı yerine yerleştirmek üzere
üzerine bastığı, Cibril a.s. tarafından Cennetten
getirilen bir taştır. İbrahim a.s. son taşı bunu
üzerine çıkıp korken, ayakları taşa 10 cm kadar
gömülmüş ve aynı taşın üzerine çıkarak insanları
Hacc’a davet etmiştir. 50 santim kalınlığındaki taş
üzerinde, İbrahim
a.s.’ın iki ayağının izi
bulunmaktadır
ki
her birinin ölçüsü
11 x 22 cm kadardır.
Kabe duvarının 14.5
metre uzağında olan
bu taş için altından
özel
camlı
bir
muhafaza
yapılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de bu makam ile ilgili ‘Makam-ı
İbrahim’i namazgah edinin (namaz kılın)’ (Bakara
125) ve ‘ Orada apaçık nişaneler ve (ayrıca)
43
İbrahim Makamı vardır. Oraya giren emniyette
olur’ (Ali İmran 97) buyurulmaktadır.
Kabe çevresinde tavaf esnasında Hacer’ül Esved
ve Hicr-i İsmail’den sonra en çok izdihamın
olduğu mevkii burasıdır. Özellikle buranın
yakınında namaz kılmanın faziletine binaen
namaz kılan Müslümanlar tavaf akışına engel
olmaktadırlar.
HACER’ÜL ESVED
Cennet’ten Cebrail a.s.’ın getirdiği, geldiğinde
beyaz olan ve ‘Hacer’ül Es’ed’ (Mutluluk taşı) iken
günahkar insanların dokunuşlarıyla siyahlaşan
taş, Hacer’ül Esved.
Hz. İbrahim a.s.’ın Kabe’yi inşasından sonra
köşesine yerleştirdiği tek parça olan taş, tarih
içinde yıpranması ve bir keresinde de çalınıp
götürülmesiyle, en büyüğü hurma büyüklüğünde
sekiz parçaya ayrılmış olarak geri getirilir ve
yerine yerleştirilir.
Kabe’nin
köşesine,
110
cm
yüksekliğe
yerleştirilen bu taş için saf gümüşten özel bir
muhafaza yapılmış ve bu sekiz küçük parçacık
büyükçe bir taş içine gömülerek üzeri şeffaf
vernik benzeri bir madde ile kaplanmıştır.
44
Tavaf esnasında başında biriken kalabalıktan
görmenin dahi mümkün olmadığı Hacer’ül Esved
Tavaf’ın başlangıç noktası olup, her şaft da
mutlaka öpülmesi ve iltizam edilmesi veyahut ta
uzaktan selamlanılması gerekir. Hacer’ül Esved,
Müslümanlar için Kabe yörüngesinde, hedef ve
istikamet belirtme ve Allah ile ahid yenileme,
O’na bağlılığını ve O’ndanlığı ifade etme çizgisidir.
Hacer’ül Esved ile aramızada hiçbir boşluk ve
mesafe bırakmadan selamlamamız, kendimizi
O’nun yörüngesine bırakmamız gerekiyor.
Ayakların yerden kesildiği ve adeta savuran bir
dalga ile Hacer’ül Esved’le karşı karşıya
geldiğimizde hınca hınç kalabalık içinde sanki
kimse yokmuşcasına onu öperek ve tazimde
bulunarak ahdimizi yenilemek için izdiham içinde
etten bir kütle ve tek vucut, tek yürek olmak
gerekiyor belki de. Bu kütle içinde kaybolmak,
erimek ve yalnızlaşarak ahdini yenilemek gayreti
içinde olan kalabalığı her daim Hecer’ül Esved’in
başında görmek mümkün.
45
MÜLTEZEM
Sıkı sıkıya yapışılan yer anlamına gelen
Mültezem, Hacer’ül Esved ile Kabe’nin kapısı
arasındaki yerdir. Resulullah a.s.’ın tavaf sonrası
ellerini yana bırakarak buraya göğsünü dayayıp
dua ettiği rivayet edilir. Kabe çevresinde en
kalabalık izdihamın yaşandığı ve gözyaşlarından
dolayı nemi kurumayan bir yerdir. İki metre
yükseklikteki Kabe’nin kapı eşiğine tutunan
Müslümanlar burada gözyaşları içinde dua
ederler.
46
HİCR-İ İSMAİL
Kabe’nin Kuzey tarafındaki Rükn’ü Iraki ve
Rükn’ü Şami Köşelerine yarım daire şeklinde
mermerden yapılan Hicr’in yüksekliği 130 cm,
genişliği de 150 cm’dir. Kabe duvarına uzaklığı
ise en uzak noktasında 8.5 metredir. Buraya
Kabe’ye birleşen iki köşesinden girilebilen giriş
vardır.
Hz. İbrahim a.s.’ın Hz. İsmail ve Hz. Hacer için
yaptığı çardak olup, daha sonra Hz. Hacer ve
İsmail’in mezarları da burası olduğu rivayet
edilir.
Yapı olarak bu bölge aslında dikdörtgen olan
Kabe’nin alanı içerisindedir. Tavaf’a mutlaka
buranın dışından dönülür.
Buranın içinde kılınan namaz, Kabe’nin içinde
kılınan namaz kadar efdaldir.
Hicr-i İsmail içinde namaz vakitleri dışında yoğun
bir kalabalığa her daim rastlamak mümkündür.
47
RÜKN-Ü YEMANİ
Kabe’nin güneyde bulunan Yemen’e bakan
köşesidir. Bu köşe İbrahim a.s.’ın temellerini
üzerinde yükselttiği köşedir. Resullullah a.s.
tavaf’ın her şaft’ında bu köşeyi selamlardı.
Kabe’nin örtüsü Rükn-ü Yemani köşesinde
dairesel olarak, köşe duvar taşları gözükecek
şekilde açık bırakılmıştır. Bu köşeye selamlama,
dokunma ve öpme maksadıyla yığılmış izdihamlı
bir kalabalığı günün her saatinde görmek
mümkündür.
HAREM-İ ŞERİF
Resulullah a.s. ve dört halife döneminde zemini
toprak olan tavaf alanı, Emevi Halifesi
Abdulmelik zamanında Hicri 91 yılında mermerlerle kaplandı. Tavaf alanı içinde ve tavaf
yörüngesinde, Makam-ı İbrahim dışında, zemzem
girişi, minber, dört mezhep için ayrı ayrı mihrap
gibi yapılar bulunuyordu. Son asır içinde tavaf
alanı içinde bulunan bu yapıların çoğu yıkılarak
ve yeniden düzenlenerek tavaf alanı genişletilip
daha çok insanın tavaf yapabileceği şekle
48
getirildi. Şu anda tavaf yapılan, etrafı Osmanlı
ravaklarıyla çevrili, mermer zeminli mekan 17
bin metrekaredir.
Peygamber Efendimiz zamanında 1500-2000
metrekarelik bir avlu ortasında bulunan Kabe’nin
etrafında evler ve bu evler arasından Kabe’ye
çıkan yollar bulunuyordu. Tavaf edenlerin sayısı
her geçen gün arttıkça, bu tavaf alanı, Hz. Ömer,
Hz. Osman ve Kabe’yi Resulullah’ın tarif ettiği
gibi yeniden inşa eden Hz. Abdullah bin Zubeyr
dönemlerinde kademe kademe etrafındaki evler
yıkılarak genişletildi. Tavaf alanının genişletilme
işlemleri, Emeviler ve Abbasiler döneminde de
devam etti.
1571’de Yavuz Sultan Selim mevcut tavaf alanının
etrafındaki tüm binaları yıktırarak, Kabe’nin
etrafına bugün Osmanlı Ravakları olarak
bildiğimiz tol ve üstü küçük kubbeli kemerler
yaptırdı. Günümüze kadar korunan bu yapı
etrafında birçok genişletmeler yapıldı.
1956’dan sonraki Suud döneminde en köklü
genişletme ve yapılar yapılmaya başlandı. Daha
önce çarşı içinde bir koridor şeklindeki sa’y alanı
49
kapalı bir bina içine alınarak, üç katlı binalar inşa
edildi.
1989’da Kral Fahd, Herem-i Şerif’in batısına
zemin, birinci kat ve üst açık sağanlık inşa
ettirerek, ilave 152 bin kişinin daha namaz
kılacağı bir şekle getirip, bu yapının damına üç
kubbe ve köşelerine iki minare ilave ettirdi.
2007 yılında Kral Abdullah zamanında da sa’y
binası doğu tarafına doğru 20 metre daha
genişletilerek kat ilavesi yapıldı ve damıyla
beraber dört sa’ylık geniş alan oluşturuldu. Safa
ve Merve’nin kubbelerinin yenilenmesi ve yukarı
katlara çıkış için çok sayıda asansör ve yürüyen
merdiven yapılması da bu döneme rastlar.
Günümüzde 360 bin metrekarelik alanında 1
milyon kişinin namaz kıldığı Harem-i Şerif’in
etrafını genişletme çalışmaları son hızla devam
etmektedir. Mescid- Haram etrafında, doğu tarafı
hariç yıkım ve genişletme faaliyetleri devam
etmekte olup, yakın bir zamanda Kralın sarayının
da yıkılarak bu tarafının da genişletileceği
söyleniyor.
Ayrıca Harem-i Şerif’in çevreyle bağlantısını
sağlayan toplam 36 km uzunluğunda 60 tünel
bulunmakta olup bu tünellerden on tanesi sadece
yaya trafiği için kullanılmaktadır.
50
MİNARELERİ
Kabe etrafındaki yapılaşmada ilk Minareyi Hicri
139 yılında Abbasi halifesi Ebu Cafer el Mansur
yaptırmış. Dönemsel olarak yapılan bu
minarelerin Osmanlı Dönemine kadar sayısı
altıya ulaşmış. Altı minareli Sultan Ahmet
Camiinden minare sayısı fazla olsun için, Yavuz
Sultan Selim yedinci minareyi inşa ettirmiş.
Suud döneminde ise bu yapılan tüm minareler
genişletmeler esnasında yıkılarak yerine 89
metre yüksekliğindeki görkemli mimari özellikleri olan yeni yedi minare yapılmış.
Günümüzde Kuzey doğu tarafına yapılan iki yeni
minarenin inşaatı devam etmekte olup, minare
sayısı dokuza çıkacaktır.
Kapalı mekanın tamamında iklimlendirme ve
vantilatör sisteminin olduğu Harem-i Şerif’de
139 giriş kapısı bulunmaktadır.
51
NUR DAĞI - HİRA MAĞARASI
Resulullah a.s.’a ilk Kur’an vahyinin nurlandırdığı,
Hira Mağarasının bulunduğu Nur Dağı Mekke’nin
kuzeydoğusunda ve 4 kilometre uzaktadır.
Yüksekliği 281 metre olan Nur Dağı, geriden
bakıldığında secdeye varmış bir insan sülieti
şeklindedir. Hira mağarası yaklaşık 3 metre
uzunluğunda, 1.5-2 metre yüksekliğindedir.
Beş yıl öncesine kadar mağaranın girişinden
Mekke istikametine bakıldığında Mescid-i Haram
görünürken, artık sadece dev saat kulesi ve tower
denilen çok katlı beton yığını oteller görünüyor.
Bu dağa çıkmak için kendine güvenenler
genellikle sabah namazı sonrası serinliğini tercih
ederken, gece gündüz günün her saatinde
ziyaretçiler buraya gelmekteler. En az 3-4 saatlik
bir zaman ayırmayla çıkılabilen dağda, Hira
Mağarasının giriş bölümü, Hacer’ül Esved
izdihamı gibi bir yoğunlukta olduğundan, yaşlı ve
çocukların dikkatli olmaları gerekir. Bakımsız
patika yollardan çıkarken etrafa rastgele atılan
çöplere gelen çöl maymunlarına karşı da tedbirli
olmak gerekir.
52
SEVR DAĞI
Resulullah a.s.’ın Mekke’den Medine’ye hicret
esnasında Hz. Ebubekir’le birlikte 3 gün
gizlendikleri Sevr Mağarası’nın bulunduğu bu
dağın yüksekliği 458 metredir. Sevr dağındaki bu
mağara 2 metrekarelik küçük bir mağara. Sevr
dağı Mescid-i haram’ın güneyinde ve 4 kilometre
mesafededir.
Mahalle arasından geçilerek çıkılabilen Sevr
Dağı’na çıkış ve iniş yaklaşık 4 saat sürmektedir.
HUDEYBİYE
Mescid-i Haram’a yaklaşık 20 kilometre
uzaklıktaki Hudeybiye Bölgesi’de 628 yılında
Mekkeli müşrikler ile Medineli Müslümanlar
arasında Hudeybiye Barışı imzalanmıştı. Bu
bölgede 19 gün konaklayan Medineli Müslümanlar, canları pahasına Resulullah’a bey’at ettikleri
için ‘Beyat-ı Rıdvan’ ve beyatın gerçekleştiği
ağaca da ‘Seceretü’n Rıdvan’ (rızalık ağacı) adı
verilir. Gerçekleşmesinin Müslüman-larda büyük
bir hayal kırıklığı ve burukluk oluşturmasına
53
rağmen sonuçları bakımından Fethin habercisi
olmuş, önemli tarihsel bir dönüm noktasıdır.
Bu bölgeye Osmanlıların yapmış olduğu mescidin
sadece duvarlarının kalıntıları vardır. Bu
kalıntıların önüne yol üzerine biraz daha büyük
bir mescid yapılmıştır. Hudeybiye, aynı zamanda
ihrama girilen mik’at mahallerinden birisidir.
Harem işareti olan dikili taşların olduğu yerde bir
de kullanılmayan tarihi su kuyusu vardır.
Çölün ortasındaki bu bölge güzergahında çok
sayıda deve çiftliği vardır. Uğranıldığında yeni
sağılmış taze deve sütü içme imkanı da
bulunmaktadır. Ayrıca aynı güzergah üzerinde
Rabıta teşkilatının binasını, üniversiteleri ve
Kabe’nin örtüsünün dokunduğu fabrikaları görme
imkanı bulunmaktadır.
ZEMZEM TOWER
Kabe ve çevresindeki yapıların dışında Kuzeybatı
tarafında geniş mermer avlu bitişiğine yapılan
devasa Zemzem Tower binası’nın Mescid-i Haram
ve Kabe’yi gölgeleyen bir tarzda inşasına
müsaade edilmiş olması son dönemin sorgulanan
54
ve kafalarda istifham bırakan mimari faaliyetlerinden. Tamamlandığında yedi gökdelen blok
olan Kabe’yi gölgeleyen bu Tower’lerin ortasında
bulunan ana blok 400 metreye yükseltilerek
dünyanın en büyük saat kulesi inşa edilmiş. 30
Kilometreden rahatlıkla görünebilen ve sadece 17
metre uzunluğunda yelkovanı olan saat bölümü
yaklaşık 40 metre olan bu kulenin, tepe
noktasında bulunan hilal şeklindeki alemi içinde
bile odacıklar bulunuyor.
Yüksek bina yapmakta yarışan Krallığın
uygulamaya koyduğu yeni proje ile Harem-i
Şerif’in etrafına 22 tane daha dev gökdelen
yapılacak.
Kapitalist dünyanın çokuluslu birçok markasının
bulunduğu yüzlerce işyerinin olduğu bu yapının
giriş katlarının üst katları otel ve restaurant
olarak hizmet veriyor.
Harem’in hemen bitişiğinde Kabe’nin üzerine
çöreklenmiş, kapitalist çağrışımlı bu konformist
yapının Harem-i Pak üzerindeki olumsuz tesiri
belki asırlarca hafızalardan silinmeyecek.
55
MEDİNE YOLLARINDA
Koşturmaca ve ibadi tempo içinde zamanın nasıl
geçtiğini bile anlamdan Can Evimiz, baba
ocağımız, ana kucağımız Mekke’den ayrılma
vaktinin burukluğu, Medine’de Resulullah a.s.’a
kavuşmanın özlem ve heyecanı ile başlar
Medine’ye yolculuk.
Hacıların bir kısmı Mekke öncesi Medine’yi
ziyaret etmişken, bir kısmı da Mekke’den karayolu ile Medine’ye giderler.
Resulullah’ın 53 yıl yaşadığı Mekke’nin tüm
unsurlarına sinmiş izini takip uğraşı ile hicret
yolundan 10 yıl yaşadığı ve orada vefat ettiği
Medine’ye olan yolculuk toplam beş saat sürüyor.
O’nun getirdiği ve iki dudağı arasından aktardığı
vahiyle şekillenen ruhların, O’na özlem ve
kavuşma hayaliyle geçirdiği günlerin son bulup,
vuslat anının gerçekleşeceği Medine’de bulunan
Mescid-i Nebevi ve Ravza-i Mutahhara’ya salat ve
selamlar ile yaklaşmış olmanın heyecanıyla dört
yüz kilometreye yakın mesafenin nasıl kat’edildiğini fark bile edemezler, hacılar.
56
Dağların, sarp kayaların arasında bulunan
Kabe’nin aksine, Medine Mescidi, etrafı sıra
dağlarla çevrili uçsuz bucaksız düz bir ova
ortasının ortasında bulunuyor.
Bu düz alan, imar ve çevre düzenlemeleri
bakımından yapılaşmalara daha fazla imkan
tanıyor. Geniş ve düz yolları, binaların dizilişindeki düzen ve intizam alabildiğine sukunetli bir
şehir haline getirmiş, Medine-i Münevvere’yi.
Vahyin dokunup ıslah ettiği ve nurlandırdığı
Münevver Medine, memleketini terk edip buraya
hicret eden muhacir topluluğuna kucak açmış ve
Resulullah a.s.’a 10 yıl ev sahipliği yapmış.
Otobüslerle Medine’ye ulaşılıp, gece veya gündüz
bütün görkemiyle Medine Mescidi’nin minareleri
görünmeye başladığında, tüm gözler yeşil
kubbeyi aramaya koyulur. İlk ‘işte!’ diyenin işaret
ettiği yöne kilitlenir tüm gözler salavatlar
eşliğinde. Ve sanki sevgiliyi temaşa etmişcesine
heyecanlanan yürekler, sarılıp kucaklamak üzere
araçtan atlayacak kadar acele ederler. Otele girip
eşyaları bırakır bırakmaz bir an önce en Sevgili’ye
57
kavuşmak üzere, Peygamber Mescidi’nin yolunu
tutar herkes. Herkesin gözünün odak noktası
görkemli minareler arasında zor seçilebilen
pastel yeşili sivri kubbededir. Mescidin avlusuna
gelindiğinde, sanki ağır konuklarını uzun yıllardır
bekleyen birini fazla bekletmeme telaş ve
aceleciliği ile Ravza-ı Mutahhara’nın en yakınına
varılır. Etrafta olan bitenler ve onca kalabalık
kimsenin umurunda değildir. O esnada bir ben,
bir de beni karşılayan vardır. En sevgiliye bu
denli yakın olabilme fırsatını elde etmiş olmanın
memnuniyeti ile salat ve selam’ı kabul edenin
huzurunda durulur. Gönüllerde tek bir istek
vardır: ‘Es selatu ves selam! Ya Rasulallah!’
Allah’a hamd ve şükür ile huzurunda bulunulandan şefaat talebi sanki şifai olarak gerçekleşir.
1500 yıldır Kur’an nuru ile insanları aydınlatan,
en güzel örnek, en merhametli önder, insanların
en hayırlısı ve alemlerin Efendisi a.s.’a bu kadar
yakın olma vuslatına ermiş olarak Selam
Kapısından girilip Ravza’sının önünden geçerek
Kabr-i Tayyibelerinde selat ve selam getirip, en
yakın dostları Ebubekir ve Ömer r.a.’a da selam
ettikten sonra başlar Medine misafirliğimiz.
Medine’de misafir olmak demek, Resulullah a.s.’ın
misafiri olmak anlamına geliyor aynı zamanda.
Medine’yi ziyaret etmek demek salt bir görsel
ziyaret değil, Alemlerin Efendisi ile hem hal
olmak, O’nunla dertleşmek, konuşmak, danışmak
anlamına geliyor aynı zamanda. Günah kirleriyle
kirlenmiş hasta ruhlarımız için tedavi olacağımız
bir Gönül Tabibi’dir aynı zamanda O. ‘Vefatımdan
sonra beni ziyaret eden, hayatımda ziyaret etmiş
gibidir, Beni ziyaret edene Kıyamet günü şefaatım
hak olur’ buyuran Resulullah ile hasbihal edilecek
bir mekandır orası.
58
RAVZA-İ MUTAHHARA
Resulullah a.s. Medine’ye hicret ettiklerinde
devesinin çöktüğü yere bir mescid yapılmasını
istemiş ve kendisi de Mescid yerinin bitişiğinde
bulunan Eyüp el Ensari’nin evinde misafir olarak
kalmıştı. Yaklaşık 1000 metrekarelik kare bir
alan etrafı çamur ve kerpiçten duvarlarla çevrilerek, mescid’in güneydoğu köşesine Resullullah
a.s. için 3,5x5 metre büyüklüğünde bir hane-i
saadet yapılmıştı. Odaların üstü ve mescidin bir
bölümü hurma dallarıyla örtülerek gölgelik
yapılmıştı. Resullullah a.s., Hz. Aişe’nin odası
olarak bilinen bu yerde dar-ı beka’ya irtihal etmiş
ve Kabri Şerifeleri buraya yapılmıştır. Hz Aişe
hayatı boyunca kabirle arasına bir perde gererek,
burada yaşamış ve vefatından sonra da Cennet-i
Baki’ye defnedilmiştir.
59
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de vefatlarından sonra
Resulullah’ın kademeli olarak bel hizasının altına
gelecek şekilde defnedilmişlerdir. Bugünkü yeşil
kubbe bu Kabr-i Şerifelerinin tam üzerinde
bulunmaktadır. Yeşil kubbenin biraz önündeki
gümüş kubbe de Eyyüp el Ensari’nin evinin
üzerine gelecek şekilde yapılmıştır. Bu hane-i
saadetleri ile 20 metre ilerisindeki minberi
arasındaki yaklaşık 200 metrekarelik alanı
Resullullah a.s., ‘Ravza-i Mutahhara’ yani Cennet
Bahçesi olarak vasıflandırmıştı. Minberle hane-i
saadetlerinin arasında ise Mihrab-ı Nebi
bulunmaktadır. Mihrabın gerisinde ise aralıklarla
bazı direkler bulunmaktadır ki bunlar ilk zamandaki
hurma
direklere
izafeten yapılmıştır. Bu
direklerin görev ve tarihi
özelliklerine göre isimleri
vardır. Bunlar, Hz. Aişe
direği, Heyetler direği,
Tevbe direği, Muhallaka
direği, Sedir direği, Haras
(bekçi) direği ve Merbaat-u Kabr direğidir.
Medine denilince göz önünde canlanan ilk
manzaradır 'Kubbe-i Harda / Yeşil Kubbe'.
Dünyanın en bahtiyar taşlarıyla, en bahtiyar harcıyla örülmüş bu kubbe, Memlük Sultanı Melik
Eşref Kayıtbay tarafından yaptırıldığı günden beri
tam 551 yıldır Âlemler Sultanı Hz. Muhammed'in
(sas) kabrini muhafazaya hizmet ediyor. Kubbe-i
Hadra, Kayıtbay'ın 881 hicri yılında (M. 1476-77)
Peygamber'in kabr-i saadetlerinde yaptırdığı
tamirat sırasında inşa edilmiş. Birkaç yıl sonra
çıkan yangında Mescid-i Nebevi yanmasına
rağmen kubbe zarar görmemiş. 1800'lü yıllara
kadar kurşun renginde kalmış ve 'Kubbe-i Zerka /
60
Mavi Kubbe' adıyla anılmış. II. Mahmud'un
emriyle yenilenmiş ve yeşile boyanmış.
Mescid-i Nebi olarak adlandırılan bu mescid’in
doğu bölümlerine zaman içinde küçük odacıklar
şeklinde ‘hucurat’lar ilave edilmişti. Bu
odacıkların bir çoğunun girişi mescide açılıyordu
ve bazı odalara kapı vazifesi gören bir perdeden
geçilebiliyordu.
Resullullah a.s. bir müddet sonra kendi hane-i
saadetinin hemen bitişiğine kızı Hz. Fatıma için
de bir odacık yaptırmış, Hz. Ali ve çocuklarıyla
beraber burada yaşıyorlardı. Hz. Hasan ve
Hüseyin’in uyku dışında tüm vakitleri mescide
geçiyordu. Burası onlar için aynı zamanda bir
oyun alanıydı. Bu odanın kuzey bölümü de
Resullullah’ın teheccüd namazını kıldığı mekandı
ki burası hala ‘teheccüt makamı’ olarak
bilinmekte ve zeminden bir karış yükseklikte
küçük bir bölüm olarak Kabr-i Şerifelerin tam
arkasında bulunmaktadır.
Teheccüt Makamı, solundaki Cibril Kapısı ile aynı
hizada olup, bu makamın beş metre gerisinde de
Suffa Ashabı’nın kaldığı mekan bulunmaktadır.
Burası da bugün zeminden yarım metre
yükseklikte yaklaşık 30 metrekarelik bir alan
olarak kullanılmaktadır.
Hicretin yedinci senesinde Resulullah a.s., kuzeye
doğru mescidi genişletti ve camii alanı 2475
metrekareye ulaştı. Bu genişletme çabalarına Hz.
Ömer r.a. 1100 metre, Hz. Osman r.a. 475
metrekare katkı sağlayarak cami alanını genişlettiler. Şu anda imamın namaz kıldırdığı Hz. Osman
Mihrabı, Mihrab-ı Nebi’nin önünde bulunmaktadır. Hutbe verilen yerin sağında Kanunis Sultan
Süleyman tarafından yapılan Mihrab-ı Süleyman
bulunmaktadır. Emevi, Abbasi, Memlük ve
Osmanlı dönemlerinde de kademeli genişletmeler
61
yapıldı. 1950’lerden sonra Suud tarafından
yapılan genişletme ve yenileme çalışmalarıyla
günümüzde 400 bin metrekarelik alanda bir
milyon kişinin namaz kılabileceği görkemli ve
ferah bir mekan oldu.
Mescid’in Kapıları: Babü’s Selam, Babü’r Rahme,
Babü Cibril, Babu Nisa, Babu Abdülmecid ve
sonraki genişletmelerde Ömer b. Hattap Kapısı,
Osman Kapısı, Ebu bekr Sıddık Kapısı, Suud ve
Abdülaziz Kapısı ilave edilmiştir.
Minareleri: Mescid-i Nebevi’de 104 metre
yüksekliğinde 10 adet minare bulunmaktadır.
Minarelerin tepesinde bulunan hilal 4200 kg. 14
ayar altından yapılmıştır.
Yeşil Halı (Ravza): Günümüzde zemini ayırıcı
olsun diye yeşil halılarla döşenmiş bulunan
Ravza-i Mutahhara’da namaz kılabilmek için
hınca hınç kalabalık içinde sırasını bekleyip
fırsatını kollayarak beklemek gerekiyor. Günün
her saatinde yoğun bir izdihamın yaşandığı
Ravza’nın küçük bir bölümü ise günde 3 kez farklı
zamanlarda bayanların ziyaretine açılıyor.
Bayanların ülke sıralarına göre içeri alındığı
zaman dilimlerinde Hacer’ül Esved izdihamına
benzer bir izdihamla ziyaretleri mümkün
olabiliyor.
62
MEDİNE’DE ZİYARET YERLERİ:
UHUD ŞEHİDLİĞİ
Uhud Savaşının meydana geldiği, Kuzeyinde 8
kilometre uzunluğunda Uhud sıra dağı bulunan
düz ova ortasında Okçular Tepesi olarak bilinen
Ayneyn Tepesi önemli ziyaret yerlerinde.
Bedir’de büyük bir hezimet yaşayan müşrik
ordusunun 3000 kişilik bir kuvvetle Bedir’in
intikamını almak üzere geldikleri Uhud’da
kendilerini 700 kişilik İslam Ordusu karşılar.
Savaşın akışında İslam Ordusunun başlangıçtaki
zaferi Okçular Tepesinin terk edilmesi sonucu
dağınıklığa neden olmuş, Resulullah a.s.’a çok
benzeyen Musab Bin Umeyr şehid edilmesiyle
‘Resullullah’ın
öldüğü’
şayiası
çıkarılmış,
Müslümanların morali daha da bozulmuştur.
Resullullah’ın dişi ve yanağı yaralanmış, Uhud
Dağı’da bulunan kaya yarığı bir mağaraya
çekilmek zorunda kalmıştı. Bu mağara, günümüzde ziyaret programında olmamasına rağmen,
çoğunluğu Türk olan birçok Hacı tarafından
ziyaret edilmekte.
63
Resulullah a.s.’ın 50 okçuyu yerleştirdiği bu
stratejik tepenin savaşın kazanıldığı kanaatiyle
terk edilmesi sonucu 70 sahabenin şehid edildiği
bu ovanın ortasında etrafı duvarlarla çevrili giriş
tarafı demir kafes içinde bir şehidlik bulunuyor.
Hz. Hamza ve Musab bin Umeyr’in şehid edildiği
bu savaşın, toprağına sinmiş kılıç şakırtıları ve
hüznüne burada tanık olmak mümkün olabiliyor.
Savaş ile ilgili neredeyse bütün ayrıntıları,
Medine aşığı, Bilal-i Habeşi Cami müezzini Mihr
Ali Süleyman Hoca’dan dinlemek ve Medine
Davudiye Vakfı’nda oluşturmuş olduğu dev maket
üzerinden bu savaşa tanık olmak, Medine
ziyaretçileri için kaçırılmayacak bir fırsat.
64
CENNET-İ BAKİ KABRİSTANLIĞI
Mescid-i Nebevi’nin güney doğusunda bulunan bu
kabristanlığın
girişi
Resullullah’ın
Kabr-i
Şerif’leriyle aynı hizada ve Mescid’in avlusunun
bitişiğindedir. Merdivenler ve meyilli çıkışıyla
biraz yukarıda bulunan giriş kapısından günün
bazı saatlarında girmek mümkün olabiliyor.
Sabah ve ikindi namazından sonra ziyarete açılan
kabristanlık hali hazırda cenazelerin defnedildiği
bir şehir mezarlığı.
Onbinden fazla sahabenin metfun olduğu
mezarlıkta, Hz. Hatice ve Meymune hariç,
Peygamber Efendimizin eşleri olan annelerimiz,
Peygamberimizin oğlu İbrahim ve torunu Hasan
bin Ali, kızı Hz. Fatımat’üz Zehra, Hz. Osman’la
beraber onbinlerce müslüman bulunmakta.
Yüzyıl öncesinde bazı kabirlerin üstünde buluna
türbe tarzı yapıların tamamı Vahhabiler
tarafından yıkılarak, bugünkü haliyle, dümdüz
toprak üzerinde iki yumruk büyüklüğünde taş
koymak suretiyle sade bir mezar şekline dönüştürülmüştür. Hz. Fatıma, Resulullahın eşleri, Hz.
65
Hasan ve oğlu İbrahim’in mezarlarının kenarı taş
döşenerek diğerlerinden ayrılmıştır.
Günün her namaz vaktinde birkaç kişinin
cenazesinin defnedildiği Baki Kabristanlığına
cenazeler bizde olduğu gibi törensel bir hava
içerisinde değil, süratle toprağa kavuşturma
aceleciği içinde defnedilmektedir.
Yoğun bir güvercinin bulunduğu kabristanlıkta,
ziyaretleri esnasında özellikle İranlı Hacıların dua
ve gözyaşları hüzünlü bir atmosfer oluşturmaktadır.
DİĞER MESCİDLER
Resulullah a.s. Medine’ye hicretinde ilk yaptığı
cami olan Küba Mescidi ve 900 metre ilerisinde
ilk kez Cuma Namazını kıldığı Cuma Mescidi ve
kıblenin Mescid-i Haram’a tahvilinin gerçekleştiği
iki kıbleli olarak bilinen Kıbleteyn Mescidi
dışında, Mescid-i Nebevi’nin güneybatı tarafı
civarıda
bulunan
Hz.Ebubekr,
Hz.Ömer,
Hz.Osman, Hz.Ali Mescidleri bulunmaktadır.
Hulefa-i Raşidin’e izafeten ve onların vefatından
sonra yapılan bu mescidler Osmanlı’nın son
döneminde restore edilmiştir. Mescid-i Nebevi’ye
yakınlığından dolayı bu mescidlerde namaz kılınmamakta ezan okunmamaktadır. Yine Mescid-i
Nebevi’nin güneybatısında bulunan Gamame
Mescidi ve Osmanlı yapısı tren İstasyonun sol
karşısında bulunan Sultan Abdulhamid’in
yaptırdığı Hamidiye Camii önemli mescidlerden.
Ayrıca Medine’nin 15 kilometre güneyinde Mekke
Harem sınırlarına giren Zulhuleyfe Mescidinde
İhrama girilmektedir.
66
Ayrıca Hendek Savaşının cereyan ettiği ve hendek
kazılan bölgeye yapılan Fetih Mescidleri de
ziyaret yerlerindendir. Yedi Mescidler olarak
bilinen bu bölgede, birbirine çok yakın mesafede
Ebubekr Sıddık Mescidi, Ömer b. Hattab Mescidi,
Ali bin Ei Talip Mescidi, Sa’d bin Muaz Mescidi
(Fatımatü’z Zehra olarak da bilinir) ve Resulullah’ın çadırını kurduğu yüksek yere yapılan
Fetih Mescidi bulunmaktadır.
67
NÜFUS YAPISI
Gidenin kalmak, dönenin yeniden gitmek istediği
ve oraya vuslat arzusunun hiçbir zaman
dinmediği iki şehir: Mekke ve Medine. Bu iki şehir
de de bir milyonu aşkın insan yaşıyor. Ziyaretçi
yoğun bir şehir olduklarından, kalıcı yerel
nüfusun sayısının tespiti de oldukça zor.
Hac zamanında dünyanın birçok ülkesinden
Mekke ve Medine’ye akın eden hacıların en yoğun
geldiği ülkeler: Endenozya, İran, Türkiye,
Pakistan, Mısır Bangladeş, Hindistan, Afrika
ülkeleri. Umre’de ise İranlı hacıların sayısal bir
yoğunluğu dikkat çekmekte. Yine umreye gelen
Zenci ziyaretçiler, Hacc mevsimine göre ise
nerdeyse yok gibi. Burada yaşayan insanların kat
kat fazlası dışarıdan ziyaretçi alan bu Mübarek
beldelerde, yerli halkı ayırmak oldukça güç.
Arabistan’ın büyük ticaretle uğraşan varlıklı
kesiminin sayısı oldukça düşük. Küçük ticari
işletmeler ve pazar esnafının tamamı, daha sonra
68
gelerek buraya yerleşen yabancılardan oluşuyor.
Otel sahipleri yerli halktan olsa da, otel
hizmetlerinde çalışanların neredeyse tamamı da
Bangladeş, Pakistan ve Hindistan’dan gelen ucuz
işgücünden oluşuyor.
Bulundukları yerde ev sahibi gibi davranan ve
daha çok grup ziyaretleriyle dikkat çeken İranlı
Hacıların aksine, Türkler daha tedirgin ve ürkek
davranıyorlar, Harameyn’de.
KIYAFET
Suud ve diğer Arap ülkelerinde erkeklerin tercih
ettikleri beyaz entari ve baş örtüsü dışında batı
tesirindeki seküler kıyafeti tercih edenlerin sayısı
günden güne artmakta. Kadınlar ise daha çok
siyah renkli cilbab ve abiye türü bol kıyafetleri
tercih etmekteler. Ülkemizde olduğu gibi
rengarenk başörtülü ve pardesü tarzı giyinenler
neredeyse yok gibi.
Erkek olsun, bayan olsun, İslam coğrafyalarında
yaşayan ümmetin kıyafet kreasyonunun en iyi
gözlenebileceği yer de Harameyn.
İranlı kadınlar, çador ismini verdikleri siyah tek
parça çarşaf dışında gri benekli ve ihramda iken
69
beyaz çarşaf giymekteler. Erkekleri ise kemerli,
koyu renk kumaş pantolon ve üzerine açık renkli
gömlek tercih ediyorlar. İranlı erkeklerden tişört
ve kot pantolon giyen neredeyse yok gibi.
Mollaların kendine özgü sarık, beyaz entari ve
üzeri transparan siyah veya kahverengi pelerinli
kıyafet giymelerine rağmen, İranlı halkın bu ‘din
adamı’ kıyafetini giymeyip, batı tarzı seküler
kıyafet giyinmeleri de bir başka çelişki.
Malezya ve Endenozya’dan gelen erkekler daha
çok pantolon üzeri desenli uzun olmayan renkli
mont tarzı gömlek giyerken kadınları kendilerine
özgü boyundan sıkma beyaz baş örtüsü ve beyaza
yakın kıyafetler tercih etmekteler.
Afgani ve Pakistani erkekler, başlarında takke
veya geniş sarık ve Afgani denilen açık renkli kısa
entari ve bol pantolon giyerken, özellikle
Hindistanlı
kadınlar,
rengarenk
fosforik
renklerde rahat baş örtüleri ve yine rengarenk
etek ve pantolonlarıyla dikkat çekmekteler.
Afrika’nın değişik ülkelerinden gelen erkekler,
ülkelerine özgü renk tonları olan daha çok açık
renk entari tarzı kıyafeti tercih ederken, bayan70
larının ise bir kısma siyah cilbab diğer bir kısmı
da rengarenk tülbent tarzı başörtüleriyle
başlarını örtmekteler. Rengarenk örtünen bu
kadınlar, Hindistan ve Pakistanlı kadınlarda
olduğu gibi saç ve kolları örtme konusunda daha
rahat davranıyorlar.
Ülkemizden giden erkekler, daha çok açık renk
pantolon ve tişört tarzı seküler kıyafetleri tercih
etseler de son zamanlarda Araplara özgü beyaz
entari ve takke giyenlerin sayısı da günden güne
artmakta. Diyanetle giden erkek ve bayanlar özel
kumaştan dikilmiş tekdüze milli kıyafetleri ile
hemen dikkat çekmektedirler. Türkiyeli genç
bayanlar da ise siyah abiye tarzı giyenler
azımsanmayacak kadar çok.
Grup birbirini tanısın, kaybolmasın ve kolay
bulunsun için ortak kıyafet ve aynı renk başörtüsü veya üzerine özel kurdele bağlayıp
işaretler koyanlar da 23 nisan çocukları gibi özel
kıyafetleriyle kolayca dikkatleri üzerlerine
çekmekteler.
ALIŞ VERİŞ ve PARA
Bir kısım Türk ve Endenozya tekstil ürünleri
bulunabilse de hediyelik eşya olarak satılanların
71
neredeyse tamamı Çin malı. Mekke ve Medine’ye
özgü bir çok hediyelik eşya bile maalesef Çin malı.
Allah’ın harem kıldığı bu mübarek topraklarda,
Müslümanlar tarafından üretilmiş özel ve özgün
hediyelik eşyalar olması gerekirken, Çin’e olan
teslimiyeti anlamak oldukça güç. Çin istilası
altındaki alış veriş piyasasında alış veriş
yaparken pazarlık etmeye ‘sünnet’ gözüyle
bakılıyor ve mutlaka pazarlık etmek gerekiyor.
Satıcı Müslüman esnafta, müşteriyi kandırmak
veya aldatmak gibi en ufak bir temayül bile
kesinlikle yok.
Son zamanlarda özellikle Türk ve İranlı Umre
ziyaretçilerinin sayısının kat kat artmasından
dolayı, satıcı esnaf bu ülkelerin dillerini öğrendiği
için kesinlikle dil problemi yaşanmıyor. Hacılar
alış verişte daha sağlıklı iletişim kurabiliyorlar.
Özellikle son zamanlardaki ekonomik istikrardan
dolayı kıymetlenen ülkemizin parası, Harameyn
de en geçerli paralardan. Dolar ve Euro gibi
ecnebi paralarını çevirmek ve yanında taşımaya
hiç gerek yok. Türk parası her yerde çevrilebiliyor ve ödemeler Türk parası olarak
yapılabiliyor.
72
Cezası çok ağır olsa da hırsızlık olayına çok
nadiren rastlanabiliyor. Bu denli yoğun ve
yabancı nüfusun bulunduğu bir yere, hırsızlık
maksadıyla sızmış olabilecekler mutlaka bulunabilir. Herkesin cebine, cüzdanına ve parasına
dikkat etmesi gerekiyor.
BİLGİ ve BİLİNÇ
Hac ve Umreyi sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmek için, ziya-retçilerin bilgi dona-nımı
bakımından yeterliliği önemlidir. Her hacı, rehber
ve hocaların telkin ve klavuzluğunu daha önce
okuyarak edin-miş olduğu bilgisiyle birleştirip,
kendi başına hareket
edecek
yeterliliğe
ulaşmalıdır.
İlgi ve yoğunluğunu,
ibadet
ve
taate
vermek
yerine
alışveriş,
memleket
hasreti
veya
memleket gündemi ile
ilgili
mevzulara
vermek,
haccın
manevi
hazını
azaltacaktır.
Orada
geçirilecek her anın kıymetini bilip vakti dolu
dolu geçirmek gerekir.
Tüm proğram ve gezileri, Kabe ve Mescid-i
Nebevi’de cemaatle kılınacak vakit namazlarına
göre ayarlamak, hiçbir vakti heba etmemek
gerekir. Mübarek topraklardan dönüldükten
sonra en hayıflanılan şeylerin başında Harem’de
kılınamayan namazlar gelir. Harameyn’i görüp
yaşayınca da istisnasız herkesin hayıflandığı tek
bir tek konu vardır: ‘Keşke daha önce gelseydim,
keşke daha gençken gelseydim, keşke bu kadar
geciktirmeseydim…’
73
HAREM’DE NAMAZ
Her vakit için okunan ezandan yaklaşık onbeş
dakika sonra namaza durulmakta. Birçok
mezhebi uygulamalara göre kılınan namazlara ve
onların namaz kılış şekillerine takılmadan
İmam’a uymak gerekir. Beş vakit olarak
ülkemizde cemaatle kılınan namazlardan pek
farkı olmayan namazlardan açıktan okunanlarda
en bariz fark, Fatiha sonunda yüksek sesle ve
uzunca çekilen ‘amiin’ sesleri. İmam selam
verdikten sonra toplu tesbihat gibi bir
uygulamada söz konusu değil. Kalabalık ve
yoğunluktan dolayı namaza duranın önünden
geçmek de bizdeki kadar kötü karşılanmıyor.
Mescid’in iç bölümlerinde Cuma namazını
kılabilmek için saatler önce hareket etmek
gerekiyor. Cuma hutbeleri de bizim ülkemizde
okunan hutbelere göre daha uzun. İmam hutbeye
çıkmadan uzunca bir kılıç biri tarafından
minberin en yüksek basamağına dik vaziyette
yerleştiriliyor. Ülkemizden giden bayan hacıların
bir çoğu belki de ilk defa Cuma Namazı
kılacaklarından bu namazla ilgili bilgi sahibi
olmaları gerekiyor. 4 Rekat olarak kılınan ilk
sünnet sonrası İmam tarafından verilen hutbe
74
sonrası 2 rekat kıratı açıktan okunarak kılınan bir
namaz.
Neredeyse Hacc kadar kalabalık olan Ramazan
Umresi boyunca hatimle kılınan teravih
namazlarında, secde ayeti geçtiğinde kıyamın
ortasında secdeye varıldıktan sonra namaza
devam ediliyor.
Neredeyse her vakit namazı sonrası farzdan üçbeş dakika sonra müezzinin ‘es-selatü’l alel mevt
…’ ile başlayan çağrısı ile İmam cenaze namazı
kıldırıyor. Cenaze namazı aşinalığı olmayan
ülkemiz kadınlarının taacübü ile kılınan bu
namazda daha çok başkalarını yaptığı gibi
yaparak, ne namazı kıldığını bilmeden geçiştiriliyor. Ayakta ve dört tekbirle eller bağlı olarak
kılınan cenaze namazının son tekbirinden sonra
selam veriliyor. Namaz sonrası cenaze, kalabalığı
yararak daha az sayıda bir insanla sürat ve
aceleyle taşınıyor. Çok nadiren de olsa bazen
imam sabah namazının son rekatında rükudan
75
doğrulduktan sonra, ‘dua’ (kunut) okuyor ki bu
uygulamaya ülkemizde pek rastlanmaz.
İranlı Caferi hacılar, Malikiler gibi namazda
ellerini bağlamayıp yana salıverirler ve selamı
sağa sola değil karşıya verirler. İran Devrimi
öncesi Şia, Harameyn imamlarının arkasında
namaz kılmayıp kendi imamları arkasında ayrıca
kılarlarmış. İmam Humeyni, Şia’nın dört mezhep
imamları arkasında namaz kılabilecekleri
fetvasını verdikten sonra imama uymaya
başlamışlar.
ÜMMET BİLİNCİ
Ümmetin ana merkezi olan Mübarek topraklarda,
ırkçılığı, mezhebciliği, hizipçiliği körükleyecek
değerlendirmeler yapmak, kendini diğerlerinden
farklı ve büyük görmek, memleket ve mezhep
yarıştırmak, kendi dışındakilerin hal, hareket ve
uygulamalarından hoşnut olmamak gibi davranışlar Hacc’ın temel ruhuna taban tabana zıt,
ümmetin kongresinde ümmet bilincini tahrip
eden
uygulamalardandır.
Ümmetin
genel
kongresinde, birleşmek, kaynaşmak, dayanışmak,
kim ve nereden gelmiş olursa olsun, diğer
76
ülkelerden gelen kardeşleriyle aynı ailenin ferdi
olmak, hacının temel felsefesi olmalıdır. Kendi
kılık kıyafet ve yaşam biçimini ideal olarak kabul
edip, diğerlerini dışlayan, küçük gören, tahkir
eden, diğerlerinin varlığından rahatsızlık duyan
bir anlayış Hacının anlayışı olamaz. Bu
anlayıştakiler de Hacı olamazlar ve memleketlerine Hacc’ı idrak etmiş olarak dönemezler.
Empati, hoşgörü ve tolerans’ın kendisine en çok
yakıştığı topraklar burasıdır.
Taliban’ın elinde esirken Müslüman olan İngiliz
kadın gazeteci Yuanne Diddle’nin ümmet algısını
ve 2005 yılında gittiğinde, Kabe hatırasını
kendisinden dinleyelim: ‘Evet, çok şanslıydım.
Orası harikaydı, inanılmaz güzeldi. İnsanlar orada
en çok neyden etkilendiğimi sordular. Kâbe’yi ilk
kez görmek mi, neydi? Düşündüm. Bir gün namaza geç kalmıştım. Mekke sokaklarında rüzgâr gibi
koşuyordum. Haremüşşerif’in kapılarından birinin önüne geldim. Önümde on binlerce hacı vardı
ve tam bir kaos yaşanıyordu. Hepimiz camiye
girmeye çalışıyorduk, geç kalmıştık. Herkes
birbirini itiyordu. Kadın-erkek, uzun-kısa, zayıfşişman, her çeşit, her renkte, belki 30-40 farklı
77
milletten insan camiye girmeye çabalıyorduk. Ve
birden namaz başladı. Birkaç saniye içinde bütün
herkes şeritler halinde sıraya dizildi. Ben de
dışarıda seccademi yere sermiş, ayakta
bekliyordum. Yanıma baktım, cizgi kusursuzdu.
Onun önündeki de, onun bir önündeki de. Ve
düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazır ol
pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur
dünyada. Kendi kendime, ‘işte benim ailem bu’
dedim.’
SAĞLIK HİZMETLERİ
Medine’de Cennet-i Baki Mezarlığının altında,
Mekke’de de değişik yerlerdeki hastane ve
polikliniklerde gelen hacılara ücretsiz sağlık
hizmeti verilmektedir. Ayrıca paralı özel
hastaneler de faaliyet yürütmektedir.
Yataklı hastalar için teşekküllü hastaneler de
bulunmak-tadır.
Genel
şikayetlerle
ilgili,
doktorlarla dil problemi yaşanmamaktadır. Veya
hasta hangi ülkedense o ülkenin kartında yazan
şikayetlerini işaretleyip o şekilde de durumunu
ifade edebilmektedir. Doktorların yazmış olduğu
ilaçlar aynı hastanenin eczanesinden ücretsiz
tedarik edilebilmek-tedir. Verilen ilaçlar daha çok
hızlı iyileştiren etkin ilaçlar olduğu için küçük
adetlerde verilebilmektedir.
Hava değişimi, beslenme alışkanlığının değişimi,
güneş çarpması ve klimalardan dolayı üşütme
gibi nedenlerden herhangi birinden dolayı
neredeyse her hacı mutlaka hastalıkla bir imtihan
olur. Hastane hizmetleri seri olarak verildiğinden
uzun süreli beklemeler de yaşanmamaktadır.
Arafat’ta da sağlık ocaklarından yaygın bir
muayene hizmeti verilmektedir. Sağlıkla ibadet
yapabilmek için, ‘nasıl olsa geçer’ demeden bir an
önce doktora başvurulmalı ve ilaçlar kullanılarak
hastalık süresi azaltılmalıdır.
78
OTELLER ve MESAFE
Mekke’de olsun, Medine’de olsun, kalınan
otellerin Harem’e yakınlığının avantajı oldukça
yüksek olsa da, mesafenin ekonomik değerinden
dolayı, hacıların büyük bölümü uzak mesafelerden, ya yürüyerek ya da servis araçlarıyla
gelmek durumundalar. Kabe’nin yakınındaki
birçok otel yıkıldığından, daha çok uzak
mesafelerde bulunuyor oteller. Geliş gidiş zaman
kaybını en aza indirgemek için günde mümkünse
bir, değilse iki gidiş dönüş yapmak en iyisi. Üç beş kilometre mesafedeki otellere gitmek için,
servislere kadar yürümek, aracı beklemek ve
gitmek için neredeyse yürüyerek gidilme süresi
hatta daha fazla bir zaman gerekebilir. Hac
zamanında bayram ve bayram öncesi 4-5 gün
zaten Mescid-i Haram’a araçla gidebilme imkanı
olmadığından hacılar daha çok yürüyerek gitme
durumunda kalmaktadırlar. Yakın otellerde
kalanlar daha az yorulmaktalar. Medine’de ise
oteller nispeten Harem’e daha yakın bölgelerde
olduğundan yürüyerek gidilip gelinmektedir.
Mescid-i Nebevi’nin yakınındaki otellerden
Mescid’in çevre duvarından içeri girilse de,
79
özellikle hanımlar için giriş kapısı yakın değilse 1
kilometre
kadar
yürümek
durumunda
kalabiliyorlar.
YEMEK
Son yıllarda Diyanet’in organizesi ve ihalesiyle
Mekke’de ve Medine’de yemek hazırlama ve
servis işleri özel şirketlere verilmektedir. Daha
çok Türk aşçılar ve Türk damak zevkine uygun
olarak hazırlanan yemekler, Diyanet olsun, özel
şirketler olsun, talep eden tüm otellere sabah ve
akşam iki öğün olarak ulaştırılmakta ve oradan
servis edilmektedir. İki öğünde de paket
demleme çay içme imkanı vardır. Sıra ile ve
tabloid usulü servis edilen yemeklerin kalori
değeri ve lezzet kalitesi her geçen gün daha da
artmaktadır. Öğle yemeğine ihtiyaç duyan hacılar
ise daha çok hurma, meyve veya aparatif türü
atıştırmalarla öğünü geçirmektedirler. Hiçbir
hacının eskiden olduğu gibi yanında yemek
götürmesine, yemek malzemesi götürmesine
gerek kalmamış, yemek işi çok güzel bir şekilde
çözülmüştür. Arafat gününde ise öğüne göre
tabloid paket aparatif yemekler verilmektedir.
80
GERİLİMLİ HACILAR
Teslim oluşun ve kendini Rabbine teslim etmiş
olmanın hafifliği, dinginliği ve sukuneti, zaman
zaman lanetli şeytanın telkini ile bozulabilmektedir. Defalarca recmedilen şeytanın bitmek
bilmez takibinde, her zaman boş anı ve fırsatı
kollamak üzere hazır kıta beklediği unutulmamalıdır. Hacıların yaşam geleneğinin değişmesi,
izdiham ve yorgunlukla birleşince zaman zaman
gerilimli anlar yaşanabilmektedir.
Öfke, nizah ve cidal’in kesinkes yasaklandığı
harem bölgede, en ufak bir şeyden gerilim
üretenler, ailesinden boşanmak için şeriat
mahkemesinin kapısından dönenler yok değildir.
Her hacının bir şekilde şeytanın te’siriyle
sınandığı bir imtihan sahasıdır, burası aynı
zamanda. Kişinin her olumsuzluk karşısında
kendini korumak için sık sık yapacağı telkin ‘hacı
sabır’ sözü olmalıdır.
İzdiham ve gerilim anlarında diğer milletler
Türklerden daha sakin ve sabırlılar. Hatta bazen
en ufak bir şeyden gerilim üretmek için fırsat
kollayan ‘Çılgın Türkler’e bile rastlamak
mümkün.
Özellikle
Araplar
zaman
zaman
karşılaştıkla
rı gerilimli
hacılara
‘Hace Hacc!’
diye
telkinatta bulunurlar. ‘Ey Hacı, hacılığını
muhafaza et, koru ve hatırla! Sabırlı ol!’
anlamında.
81
Kitlesel organizasyonlarda, zamanlamadan, şirketten, ulaşımdan, yemekten,
görevliden,
hocadan, oda arkadaşından veya değer arkadaşlardan
kaynaklanan
sayısız
sorunlarla
karşılaşılabilir. Bunlara karşı empati yaparak,
tahammüllü davranarak sabretmek gerekir. Pimi
çekilmiş bomba gibi bir hacı portresi, kendi
hacılığına zarar verir.
FOTOĞRAF ÇEKİMİ
Son zamanlarda, Harameyn’de Mübarek Mescidlerde fotoğraf çekme yasağını ikaz etmekten
usanan ve ‘hacı haram’ diyen görevliler,
teknolojik çeşitlilik karşısında mağlup olmuş ve
serbest
bırakmışlardır.
Haremin
manevi
atmosferine ve diğer insanların huşuuna zarar
vermeden, işi şova dönüştürmeden itidalli hatıra
çekimleri yapılabilir. Fakat dikkat çekici bir
82
boyutta işi artistliğe vardıracak şekilde yapılan
fotoğraf, video ve cep telefonu çekimleri ve canlı
3G görüşmeleri, bazen ‘hacı haram’ diyen
görevlileri haklı çıkaracak boyutta cereyan
etmektedir.
GÖRMELER
Onca kalabalığın ve izdihamın içinde bazen hiç
aklınıza gelmeyen bir dostunuzu görebilir veya
gördüğünüz şahsı ona benzetebilirsiniz. Aynı
şekilde rüyalarınızda, eş dost, komşu, akraba ve
ahbaplarınızı görebilirsiniz. Her iki şekilde de bu
tanıdıklarınızın sizden özel bir ricası varmış gibi
sorumluluk üstlenip, onlar için dua etmenin
emanetini yerine getirmeniz gerekir. Hayırlı
yoldan döndükten sonra ‘seni orda gördüm’ diye
anlatılan görümler, bir ömür boyu akıldan
çıkmayan görmelerdir.
TUVALETLER
Her iki mescidin yakın çevresinde de çok sayıda
tuvalet bulunmaktadır. Abdest ve duş imkanı da
bulunan bu tuvaletler, onca kalabalığa rağmen,
sanki hiç kimse tarafından kullanılmamış gibi
temiz ve nezih. Birçoğu yer altına yürüyen
merdivenle inilen tuvaletlerdeki görevliler çok
sık temizlemekte ve çok güzel bir havalandırma
sistemi bulunmakta. Ülkemizdeki umumi
tuvaletlerle mukayese kabul etmeyecek nezafette
bu mekanlar, Arapların temizliğini tescil eden bir
gösterge. Ayrıca Mescidlerin her yanı gece
gündüz mütemadiyen programlı şekilde temizlik
görevlileri tarafından pırıl pırıl temizlenmektedir.
Milyonlarca
kalabalığın
dolup
boşaldığı
mekanlarda küçük bir çöp dahi görmek mümkün
değildir.
Medine mescidinde bayanlar tuvaletinin, erkek
tuvaleti kadar sık ve ara ara olmaması, kadınlar
83
için bir sıkıntı olsa da erkekler tuvaleti daha çok
sayıdadır.
İki mescid’de de içilen suyun zemzem olması ve
daha çok terle dışarı atılmasından dolayı fazlaca
bir tuvalet ihtiyacı olmasa da bir kez de olsa
mutlaka görmek için gidilmeli.
SON SÖZ
Gidip görmeyenler ve Hacc’ı yaşamayanlar için
‘Allah kısmet etsin’ dua ve temennisi ile gönül
istiyor ki orayı mutlaka herkes görsün ve
görmeliler de. Burada anlatılanlar zihnimize
yansıyan birkaç fotoğraf karesi hükmünde.
Yaşananlar birer ‘yürek ameli’ olduğu için, akılla
idrak edilmesi, dille ifade ve izahı zaten mümkün
değil. Oranın anlam ve değeri, görmüş olanların
yüreğine düşen bir kor sevdada hissedebilir
ancak. Gitmeyenler için, orayı görenlerin neden
defalarca gitmek istediği sırrı, orada vuslata erip
orada kalma ve oradan ayrılmama arzusunda
gizlidir. Görenlerin gözlerindeki Kabe siyahı
gözbebeklerinde orayı görmek mümkün, dikkatli
bakılırsa. Yeter ki o karartı bir ömür boyu devam
etsin gözbebeklerimizde. Halimiz, hareketlerimiz,
yaşantımız, kulluğumuz, arınmışlığımıza delalet
ediyorsa, bu sevda ve bu ışık hiç kaybolmaz
gözlerimizden.
Öncelikli duamız, ‘Allah, gitmeyenlere tez
zamanda nasib etsin oraları görmeyi’, sonra da
‘Umreye gidenlere haccetmeyi’, daha sonra da
herkese ‘tekrarını’ nasib etsin İnşa’allah’ (amin).
84
KAHİRE GEZİ GÜNCESİ
Peygamber
a.s.’ın
torunlarından
Seyyid
Burhaneddin’in diyarı Kayseri’den, Peygamber
Sahabesi ve ev sahibi Eyyup el Ensari diyarı
İstanbul üzerinden İkram Turizm kafilesiyle
Kahire’ye ulaştık.
Havaalanına inişte uçsuz bucaksız çöl üzerinde
birbirleri üzerine kütlesel olarak kümelenmiş çöl
kumu sıcaklığındaki konutların rengiyle, su ve
yeşil araziden yoksun haliyle, ürpertici ikindi
sıcağı sessizliği ile karşıladı Kahire bizi.
Mısır’ın başkenti olan Kahire’ye bu ikinci
ziyaretimizdi. 2004 yılında, Kahire, İskenderiye
ve Şarm el Şeyh’i, 8 günlük bir gezi ile görme
imkanımız olmuştu.
Kuzey Afrika direnişlerinden başarıya ulaşmış
olan önemli bir merkezi ve bu geçen 7 sene
zarfında nelerin değiştiğini gözlemlemek için iyi
bir fırsattı.
Kadim İslam Medeniyetinin önemli merkezlerinden olan Mısır’ın nüfusu, İran’ın olduğu gibi
85
Ülkemize çok yakın özelliklerde. Mısır’ın toplam
nüfusu 77 milyon, Kahire’nin ki de 20 milyona
yakın. Yani Tahran ve İstanbul gibi. Kahire bu
nüfus yoğunluğu ile İslam dünyası’nın en
kalabalık başkenti olma özelliğine de sahip.
Türkiye ve İran’dan en önemli farkı, uzun süre
İngilizlerin sömürgesi altında kalması ve
nüfusunun yüzde 20’ye yakınının Hristiyanlardan
oluşması.
Kahire havaalanı yeni yapılmış modernize yapısı
ve aşırı serinletici iklimlendirmesiyle, Kıt’anın en
büyük havaalanlarından biri. Egypt hava yolları
da dünyanın en geniş uçak filolarından birisi.
Havaalanından giriş ve çıkışlar eskiye nazaran
daha düzenli ve seri hale getirilmiş. Eskiden
olduğu gibi uzun süreli beklemelerin ve tahkikatların önü alınmış. Sadece giriş ve çıkışlarda
pasaport dışında, uçakta dağıtılan diğer bir kart
doldurulması uygulamasından hala vazgeçmemişler.
Otobüsümüze yerleşip şehir merkezine doğru yol
alırken, binaların kirli krem rengi, çoğunun
penceresine güneşten korunma maksatlı yapılan
ahşap lambrilerin düzensizliği, terletici ikliminden dolayı evlerin balkonlarına kuruması için
asılmış çamaşırlarının yoğunluğunun verdiği
görsel düzensizlik, yollarda biriken ve rastgele
86
atılan dağınık çöp yığınları ile de birleşince,
ülkemiz cadde ve sokaklarının 30 – 40 yıl
öncesini hatırlatıyor adeta.
Pramitlerin bulunduğu Giza bölgesinde bir otele
yerleştik. Mısır ve Kahire denince akla 4000-5000
yıl öncesinin Firavunları için yapılan mezar
niteliğindeki yapılar olan piramitler akla gelse de
görmeye değer çok önemli İslam Mimarisi
eserleri de bulunuyor Kahire’de.
Özellikle piramitleri görmek için dünyanın birçok
ülkesinden milyonlarca turist ziyaret ediyorken,
buradaki siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle bu sayı
oldukça düşmüş. Ülkenin en önemli birinci gelir
kaynağı Süveyş Kanalı’ndan elde ettiği gelir,
ikincisi de turizm geliriyken, bu gelirin düşmesi
fakir olan halkı daha da fakirleştirmiş. Geçici
olarak seçimlere kadar ülke idaresini ele alan
ordunun beceriksizliği ve tecrübesizliği ile turizm
dışında birçok sektör de zarar görmüş ve ülkede
bir kısım fabrikalar toplu olarak işçilerini
çıkarmak durumunda kalmış. Zaten 50 ile 150
dolar arasında maaşla çalışan kesim bu maaştan
da olunca bir kısım halk daha da fakirleşmiş,
seyyar satıcılık tarzı günü birlik karnını
87
doyurabileceği işlere yönelmiş. Kahire’nin cadde
ve sokaklarının temizliğini üstlenen şirket de
çalışanlarının maaşlarını veremeyince işçilerin
birçoğu işi bırakmak durumunda kalmış. Böyle
olunca da güzelim başkentin cadde ve sokakları
kütlesel çöp yığınlarıyla bezenivermiş. Bu
duruma çözüm olmak isteyen gönüllü gençlerin
gayretiyle çöp toplama ve nakil işlemleri
yapılmaya çalışılsa da tam bir çözüm olamamış.
Mısır’a hayat veren dünyanın en uzun nehri olan
Nil Nehri’nin Akdeniz’e beş koldan akan
deltasının batı tarafına yapılan piramitlerin bu
bölgeye yapılmış olmalarının nedeni, öldükten
sonra güneş tanrısı Ra’ya daha yakın olma
arzusuymuş. Firavun Hanedanlığının yaşam alanı
Nil’in doğusu, öldükten sonra gömüldükleri veya
üzerlerine görkemli piramitlerin yapıldığı yer ise
Nil’in Batısı oluyor. Bu batı bölge aynı zamanda
Eski Kahire veya Batı Kahire olarak da
adlandırılıyor. Nil’in doğusunda mı Batısında mı
yaşadığı ölçütü, bir insan için sosyal ve ekonomik
statü göstergesi aynı zamanda.
Nil kıyısına yapılmış görkemli otelleri, plazaları,
İngiliz mimarisiyle yapılmış iş merkezleri dışında,
88
bu bölgenin en önemli özelliklerinden biri uçsuz
bucaksız alanlara inşa edilmiş, 3-5 katlı sıvasız
tuğladan yapılmış binaları ve mezar evler
şeklinde inşa edilmiş çok sayıda geniş alanlara
kurulu mezarlıkları.
Bu sıvasız tuğla evlerin bu şekilde bırakılarak
kullanılmalarının nedeni, sıvandığı andan
itibaren devletin talep ettiği, fakir halkın da
altından
kalkamadığı
mesken
ve
tapu
harçlarından dolayı imiş. 20 – 30 yıldır aileler, bu
sıvasız, iğreti kapı ve pencereli, yaşam koşulları,
su ve elektriği yasal olmayan evlerde yaşamaya
adeta mahkum edilmiş. Bu yapılarda inşaatının
devam ettiği görüntüsünün devam etmesi
gerekiyor, çünkü tamamlasalar devlet tepelerine
çöküyor ve ağır vergiler talep ediyormuş.
Gelelim Batı Kahire’nin en önemli görselliklerinden biri olan mezar evlere. Tarih içinde,
ölüler ve ölsüne tutulmuşların yaşam alanı olan
bu bölge içerisinde farklı farklı yerlerde, mahalle
aralarında uçsuz bucaksız mezar evler bulunuyor.
Belki biraz da 2500 yıl sürmüş Firavun
Hanedanlığının ölü üzerine görkemli yapı yapma
geleneğinin tesiriyle, hali ve vakti yerinde
89
olanların zaman içinde ölüleri için yaptıkları,
yaklaşık 3 metre yüksekliğindeki, iki-üç avlu
şeklinde 10-15 metrekarelik üstü açık muhkem
duvarlar içine yapılmış bulunan mezarların
mimari yapıları çok farklılıklar arzetmekte.
Kemerli, tollu, pencereli, sütunlu, kubbeli,
birbirine bitişik sayısız mezar evler içindeki
birkaç odanın üstü iğreti bir şeyle örtülmek
suretiyle fakir halk tarafından barınak olarak
kullanılmakta. Kaldığı mezar evin bakımcısı gibi
görünerek, ailesiyle burada yaşayan 2 milyon
insanın varlığından bahsedilmekte.
Sedat ve Na-mübarek zevat zamanında burada
yaşamak durumunda olan fakir halkın yaşam
şartlarının iyileştirilmesi şöyle dursun, her geçen
gün yokluk ve yoksulluk içinde halkın durumu
daha da kötüleştirilmiş, adeta toplama kampı
statüsündeki bu yerlerde halk, çaresizlikten ve
çözümsüzlükten yaşamaya mahkum edilmiştir.
Nil’in doğusu ise ekonomik ve sosyal olarak, üst
sınıfın yaşadığı bir bölge. Dev gökdelen ve iş
merkezleri dışında İstanbul’un en lüks semtlerini
andıran konfor ve düzenle inşa edilmiş, yeşil
alanlarının hayli fazla olduğu, birçok uluslar arası
90
markanın pazar bulduğu, geniş ve temiz caddeleri
olan bir bölge.
Halkın, kıyafet olarak, daha Avrupai ve seküler
kıyafetleri tercih ettiği bu bölge, şehrin batısıyla
uzaktan yakından alakası olmayan bir konfor ve
estetiğin yaşandığı bir bölge. Nehrin batısında
bulunan, kaportasına adeta çekiç vurulmadık yeri
kalmamış alalade bakımsız otomobillerin aksine,
görkemli jeep ve pahalı araçlarla farklılığını
hissettiren bir bölge, şehrin doğusu. Arasında üç
beş kilometre mesafe bulunan başkentin bu iki
yakasında sosyal makas alabildiğine açılmış. Bu
sosyal makasın kapanmak şöyle dursun, her
geçen gün zalim diktatörler tarafından daha da
açılıyor olması, gece gündüz demeden altı aydır
Tahrir Meydanını dolduran kalabalığın beslendiği
en önemli ruh. Mısır’ın na-mübarek diktatörünü
deviren bu gayrı adil uygulama ve icraatlar,
gelecekte ne kadar telafi edilir bilinmez ama,
Müslüman Mısır halkı için çok dua etmemiz lazım.
Allah yardımcıları olsun.
91
SUSUZ MEDENİYET
Mısır’ın yegane memba-ı hayatı olan Nil Nehri,
büyük Akdeniz’e akan ana delta kolları dışında
küçük kanallarla yapay olarak taşınarak özellikle
tarımsal sulamada kullanılmakta. Islah edilmiş
tarımsal arazilerden bu şekilde yılda birkaç
mahsul alınabilmekte.
İçme suyu ihtiyacı şişe sularıyla karşılanırken,
diğer kullanımlar için kullanılan sular da oldukça
kıt. İçme ve kullanma suyunun bu kadar kıt
olması, birçok Afrika ülkesinde oluğu gibi burada
da ‘susuz bir medeniyet’ inşasını zorunlu kılmış.
Bazı bölgelerde teyemmüm’ün rutinliğinin
getirdiği yaşama biçimini, sınırsız bir şekilde su
kullanımının olduğu ülkemizden bakarak
anlamak oldukça zor. Hijyen ve temizlik
noktasında su kullanımının kıtlığı, ilk bakışta
temizlikten uzaklaşma şeklinde anlaşılsa da, o
bölge konjonktüründe düşünüldüğünde anormal
karşılanmaması gereken bir şey.
En hijyen ve steril yaşam biçimi olduğunu
düşündüğümüz ülkemizin, görkemli stadyumlarında maç sonrası görülen pislik ve mezbelelik
92
görüntüler, istenmese de zuhur edebiliyorsa,
Kahire’nin Batısındaki bu pislik ve karmaşaya da
takılmamak gerekiyor. Suyun yaygın kullanılamaması, aşırı sıcakların verdiği rehavet ve ulu
orta yere çöp atmama geleneğinin yerleşmemesi,
çevreyi kirletenlerin ardında yaygın bir temizlik
görevlinsin olmaması gibi nedenlerle ortaya
çıkan görüntü bozukluklarına 20 – 30 sene
öncesine kadar ülkemizin birçok yerinde tanık
olabiliyorduk. Şu anki bulunduğumuz yerden
böyle bir mukayese yaparsak yanılmış oluruz.
HİCAPLI TOPLUM
Aşırı sıcaklardan kaynaklanan bir ton koyu ten
rengini hesaba katmazsak, Mısırlılar tipolojik
olarak Türklere çok benziyorlar.
Ortalama olarak özellikle bayanların giymiş
oldukları kıyafetlerde tesettür ve hicaba çok
önem veriyorlar. Yüzde doksan dokuzu
Müslüman olan ülkemizde abiye ve tesettürlü
kıyafet giyen bayanların dışında, cari olan
ortalama
bayan
kıyafetlerindeki
kolların,
bacakların teşhir edilmesi, dar, streç ve kot
pantolon gibi vücut hatlarını ön plana çıkaran
93
kıyafet tarzlarına Mısır’da rastlamak pek
mümkün değil. Müslüman halkın dışındaki yüzde
yirmilik Hristiyanlar veya dışarıdan gelen
turistler tarafından bu tarz kıyafetler tercih
edilebilmekte. Yaklaşık 50 yıllık sömürge ve en
çok yabancı turist gelen bir yer olmasına rağmen,
özellikle bayanlar için, İslami ölçülere uygun
kıyafet tarzına sıkı sıkıya olan bağlılık, Mısır
halkının inancı konusunda bir kısım fikir
vermeye yeter sanırım. Başı açık bir bayanın bile
giymiş olduğu kıyafet ile hicabını hissettirdiği bir
ülke, Mısır. Ayrıca Mısırlı bayanlar açık veya
kapalı olsun, kesinlikle konuşurken, karşısındaki
erkekle göz teması kurmaktan kaçınırlar.
İNGİLİZCE BİLMEYEN YOK
Halkının büyük bir bölümü ana dili olan Arapça
dışında
İngilizce’yi
de
ana
dili
gibi
konuşabilmekteler. Tabi bunda, Hindistan,
Pakistan, Bangladeş örneğinde olduğu gibi İngiliz
sömürgesi altında yaşamış olmalarının da payı
büyük.
SECDE İZLİ ALINLAR
Mısır halkı genel olarak çok Kur’an okuyan ve
aynı zaman da çok namaz kılan bir toplum.
Okudukları
Kur’an’ı
anlıyor
olmalarının
avantajını dini değerlere bağlılık olarak
yansıtmayı başarabilmişler. Yetişkin erkeklerden
azımsanmayacak bir oranının alnında bulunan
secde izinden de bunu anlamak mümkün. Eser-i
Sücud (secde izi) görüntülü alınlardan, hiçbir
Müslüman ülkede bu kadar sıklıkla rastlamak
mümkün değil. Çok namaz kılıyorlar, secdede
uzun duruyorlar.
94
IŞIKSIZ TRAFİK
20 milyon nüfuslu Kahire’de trafik oldukça yoğun
ve araç sayısı da oldukça fazla. Geniş üç dört
şeritli yolları ve neredeyse her kavşak noktasına
yapılan çok katlı viyadükleri ile duraksamadan
akan bir trafik söz konusu. Hiçbir kavşakta trafik
ışığı olmamasına rağmen trafik çok hızla akıyor.
Bazı yerlerde asma köprü şeklindeki yollardan
10-15 kilometre gitmek mümkün olabiliyor. Bu
kadar kalabalık olmasına rağmen bu kadar aracın
trafikte süratle aktığına tanık olmak, benzeri
hiçbir başkentte mümkün değil. Kahire trafiğini
düzene koymak için gelen Japon uzmanlar, uzun
araştırmaları
sonucunda
şaşkınlığını
gizleyememişler. En iyisi trafiğin bu şekilde
devam etmesiymiş. Çünkü akan trafik içinde
güvenli bir şekilde dilediniz yere çok kısa süre
içinde gidebiliyorsunuz. Tıkanan ve aksayan bir
yol durumuna rastlamak da pek mümkün
değilmiş.
Kahire trafiğinde bir başka dikkat çekici özellikse
araçların çok sıklıkla korna ve klaksiyon
kullanmaları. Lüzumlu - lüzumsuz, gerekligereksiz, bir alışkanlık gereği şoförün sol eli
95
sürekli korna üzerinde, gece – gündüz fark
etmeden kornaya basıyorlar. Trafiğin çok rahat
olduğu ve rahat aktığı bir yolda, çok farklı
enstrumanlarda korna sesleriyle, trafik adeta
ülkemizdeki düğün konvoylarını andıran şenlik
havasında seyrediyor.
Bu kadar yoğun araç trafiğine rağmen trafik
kazası sayısı da oldukça az. Çoğu aracın ise
vuruşmadık, hasar almadık hiçbir yeri kalmamış.
Küçük kazalarda ise tüm Arap ülkelerinde olduğu
gibi kazanın tarafları inip kucaklaşarak, Allah bizi
korudu, şükürler olsun, cana gelecek mala gelsin,
diyerek helalleşip ayrılıyorlar.
Ülkemizde olduğu gibi şoförlerin koltuk altında
levye veya sopa taşıması veyahut da kaza sonrası
‘Allah ya sana, ya bana’ ilkel kavgasını görmek
mümkün. Küçük kazalar sonrası çıkan derin
kavgalar ve cinayetler ülkemizin şahsına mahsus
özel farikalardan.
Ağız kavgası ve bağırışmaların sonucunda tarafların birbirini darbedip yaralamadan ayrılmaları
ise tüm Arap ülkelerinde adeta bir gelenek.
96
PİRAMİTLER
Mısır’ı ve Kahire’yi dünya turizminin odağı haline
getiren en önemli yapılardan sayılan piramitlerden ülke genelinde 109 tane bulunuyor.
Bunların en yüksek ve meşhurlar ise Kahire,
Giza’da bulunan Keops, Kefren ve Mikerinos’tur.
Baba, oğul ve torun adına yapılan bu üç
piramitten, Keops’un yüksekliği 147, diğerlerininki 137 ve 136 metredir. En yüksek olan
Keops piramitinin altından yapıldığı iddia edilen
tepesi ve piramitlerin yüzeyini kaplayan sıvalar
büyük ölçüde zaman içinde sökülerek yok
edilmiştir. Bu üç büyük piramitten çok önce
yapılan piramitlerin yükseklikleri ise bunlardan
daha küçük olduğu için, bunlar kadar meşhur
olamamışlar. Yaklaşık 4500 yıl önce yapılan
Keops
piramitinde
iki
buçuk
milyon
düzleştirilmiş toprak, kireç ve Güney Mısır’dan
900 km mesafe yoldan getirilen granit taşı
kullanılmıştır. Yaşamlarını sürdürdükleri ev ve
saraylarına fazla önem vermedikleri için, kumdan
yaptıkları taşlarla yapıldığından, bunların ömrü o
kadar uzun olmuyordu.
97
Dünyanın yedi harikasından biri olan bu
piramitler, aynı zamanda yeryüzünde varlığını
sürdüren tek inşai yapıttır. Firavunlar adına anıt
mezar olarak yapılan bu görkemli yapıtların
geometrik olarak incelerek sonsuzluğa ulaşıp
güneş tanrısına yani babasına çekileceğine
inanılıyormuş. Firavunlar’ın Güneş Tanrısı Ra’nın
oğlu olduğuna inanılıyor, Tanrının hoşnutluğunu
kazanmanın yolu Firavunlara kayıtsız şartsız
itaatten geçiyormuş. İsrailoğullarının bu anlamsız
itaat’ine son vermek ve itaat mercii ile mücadele
etmek ve insanları Alemlerin Rabbi’ne kulluğa
davet etmek üzere Musa a.s. risaletle
görevlendirilmişti.
Tespit edilebildiği kadarıyla, biri daha sonra
açılan iki kapısı bulunan, 80 metrelik dar
koridorlardan girilen piramitlerin içinde üç
küçük odacık bulunuyor. Bu odacıklarda
firavunların mumyalanmış cesedi ile bir kısım
eşyaları bulunuyormuş. Piramit, mezar üzerine
yapılan yapı, yani türbe anlamına geliyor.
Taşların nerelerden nasıl kesilip burara taşındığı,
nasıl bir yöntemle üst üste dizildiği gizemini
korusa da, yüzbinlerce insanın onlarca yıl, cebren
veya köle olarak veyahut ta Güneş Tanrısı Ra’nın
hoşnutluğunu kazanmak için bu yapılara emek
verdiği bir gerçek.
Kefren Piramidi bitişiğindeki Kralın gücünü ve
otoritesini temsil eden oturan aslan figürlü
heykel ise içi dolgulu olarak granit malzemeden
yapılmış olup, 70 metre uzunlukta, 22 metre
yüksekliktedir. İslam Ordusu burayı fethettiğinde
aslan figürünün bazı uzuvları eksiltme yoluna
gidilmiştir.
98
Kral, hükümdar, padişah anlamına gelen Firavun
namı, Kur’an’da Musa a.s. ile ilgili kıssada çokca
geçmektedir. Musa a.s.’ın mücadele ettiği Firavun
bir ihtimal II.Ramses’tir.
Yine gelen
Peygamberleri yalanlayan kavimlerden ‘Kazıklar
sahibi Firvun’a’ (Fecr Suresi/10) piramitler
sahibi Firavun hanedanlığı olarak dikkat
çekilmekte.
Yine Filistin yakınlarında bir bölgede kuyudan
çıkarıldıktan sonra Mısır’ın güneyine Luxor’a
getirilen ve burada yaşayan Yusuf a.s.’ın yaşam
alanı da bu bölge. Tek Tanrı inancı uğruna yaptığı
mücadelesinde başarılı olmuş ve bu bölgede uzun
yıllar adaleti tesis etmişti. Yusuf a.s. daha sonra
babası ve kardeşlerini de bu bölgeye getirtmiş,
Yakup a.s.’ın çocukları yani Beni-israil 400 yıl
kadar burada yaşamışlardır. Musa a.s.’da bu
soydan gelmektedir, Harun a.s. da. Musa a.s.,
Firavun zulmü altındaki İsrailoğullarını Mısır’dan
Kızıldeniz üzerinden geçirmiş, Firavun ve ordusu
Kızıldeniz’de boğulmuştu. Daha sonra da
Özgürlüğünü elde eden İsrailoğulları, Filistin’e
geçinceye kadar kırk yıl Sina çölünde yaşam
mücadelesi vermişlerdi.
99
Mısır’da Hz. Yusuf a.s. döneminden sonra piramit
yapımına son verilmiş, daha mütevazi küçük
yapılara dönülmüştür.
Firavun hanedanlığı dönemini günümüze taşıyan
eserlere bakıldığında, farklı bir kreografik Tanrı
portresi oluşturulsa bile, Tek Tanrı inancının
temel dini dinamikleri olan, ahiret, melek, hesap,
mizan, sırat, cennet ve cehennem gibi ögeleri de
görmek mümkün.
Cami ve Türbeler
Kahire’nin genel panoramik görüntüsü içinde
Camii Mimarisi, belirgin bir şekilde öne çıkıyor.
Ülkemizde olduğu gibi daha çok yuvarlak ve ince
minareli camiler yerine Arap Mimarisi’nin en
güzel örneklerinden olan birçok dörtgen, altıgen,
sekizgen düz ve özenle işlenmiş taşlardan birçok
değişik minareye rastlamak mümkün. Camii veya
mimari kubbeler ise ülkemizdeki yarım daire
kubbelerin daha basık ve soğan kubbe
diyebileceğimiz mimari özelliklerde.
Amr İbnü’l As Camii:
Peygamber a.s’ın sahabelerinden Amr İbnü’l As’ın
641’de Mısır’a gelmesinden sonra yoğunlaşan
100
Müslümanlaşma hareketiyle beraber, daha çok
Medine’de olduğu gibi hurma kütüğü sütunlarla
inşa edilen bu cami sonraki restorasyon
çalışmalarıyla oldukça genişletilip, taş sütunlar
üzerine inşa edilmiş. Buranın fethinde Kilise ve
Sinegog’un hemen yanı başına daha görkemli
olarak yapılan bu camii Afrika’nın ilk
camilerinden olup, özellikle ramazan aylarında en
çok tercih edilen camilerden.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camii:
Kahire’yi yukarıdan seyreden bir tepe üzerine
inşa edilen Osmanlı’nın son dönem eserlerinden
olan bu camii, gerek minareleri ve de gerekse
yapısal olarak Osmanlı Mim
arisiyle yapılmış. Aynı zamanda bu tepeyi
kademeli olarak kuşatan Selahaddin-i Eyyubi
zamanında yapılmış olan kale ve surlarda
görkemiyle hala varlığını devam ettirmekte.
İmam Şafii Mescid ve Türbesi:
Şehrin fakir kenar semtleri içinde mezar evler
arasında bulunan İmam Şafii Türbesi, İmam
Şafii’nin yaşamış olduğu aynı semte yapılmış.
Etrafı ve içinin bakımsızlığı, dilencilerle
çepeçevre kuşatılmış olması gibi özellikleri
ziyaretçileri ağırlıyor.
101
Sultan Hasan ve er-Rufai Camii ve Medresesi:
Birbirine bitişik sadece bir yol ile ayrılan bu iki
cami de kale duvarı gibi yüksek ve görkemli
duvarları, kabartma taş işçilikli heybetli minaresi
ile çok dikkat çekici görmeye değer eserlerden.
1356-1361 yıllarında yapılan bir Memluk dönemi
yapısı olan Sultan Hasan Cami, asla tamamen
bitirilememiş olsa da, İslam dünyasının en büyük
mimari anıtlarından biridir. Çocuk yaşta tahta
geçen
Sultan
Hasan,
önemli
Mısır
yöneticilerinden
sayılmamaktadır.
Tahta
çıkışından kısa bir süre sonra öldürülen sultanın
cesedi saklanmış, asla bulunamamıştır. Bu
nedenle adına yaptırılan Kahire’nin en büyük
türbesi, Mısır emirlerinden biri gömülünceye dek,
bir asrı aşkın boş kalmıştır. Sultan Hasan Camisi,
geniş avluya bakan dört büyük eyvanında aynı
zamanda dört mezhebe yönelik eğitim verilen bir
medreseydi ve ayrıca Kahire’nin içinde cuma
namazı kılınan ilk medresesi statüsündeydi. 400
öğrenci için barınma mekanları içeren yapı,
Kahire camilerinin mimari oranları bağlamında
102
en büyüklerindendir. Yüksek maliyeti nedeniyle
Sultan Hasan’ın caminin tamamını inşa etmekten
vazgeçmeyi düşündüğü, inşaatı bir süre
durdurduğu, fakat camiyi bitiremediği söylentilerinin çıkmasından çekinerek yapıma yeniden
başladığı söylenmektedir.
Er-Rufai Camii de 1569’da Kavalalı zamanında
yapılmış medreseli camilerden. Görkem ve
büyüklüğü ile Sultan Hasan Camii ile yarışan bu
yapı içerisindeki bir bölümde Kral Faruk ve
yakınları için yapılan bir mezar ve lahit de
bulunuyor. Pehlevi Şahlığına gelin olan Kral
Faruk’un kardeşinin de metfun olduğu bu mezar
bölümünün görkemli süslemeleri İran şahı
tarafından yapılmış. İlk Rufai dergahının da bu
camide kurumsallaşmaya başlandığı söyleniyor.
103
Ezher ve Hüseyni Camii, Han Halil Çarşısı:
Bu üç yapıda da Fatımı, Osmanlı ve Arap mimari
etkisini görmek mümkün. Bu dönemlerde farklı
uygulama ve genişletmeler yapılmış. Ezher, İslam
coğrafyasındaki Dini Bilimler üzerine eğitim
veren ilk ilahiyat fakültesi. Kız ve erkek ayrı
eğitim görmekte. Hüseyni Camii’de Kerbelada
şehid olan Hz. Hüseyn’in mübarek başının
cenazesinin metfun olduğu söyleniyor.
104
Hüseyni Camiinin hemen bitişiğindeki Şeyh
Şaban Kafe’nin arka taraflarında açık veya tol
olarak kapalı olmak suretiyle yapılmış geniş bir
çarşı bulunuyor. Burada, turistik eşyaların yanı
sıra, özgün el işçiliği eserler ve çin malı hediyelik
eşyalar satılmakta. Şeyh Şaban Kafe’nin
bulunduğu blokun hemen arkasında ise Merhum
Mehmet Akif Ersoy’un sıklıkla ziyaret ettiği Elfişafi Kafe bulunmakta.
105
Seyyide Nefise Türbe ve Camii:
Peygamber torunlarından Seyyide Nefise’nin
medfun olduğu yere bir türbe ve camii inşa
edilerek, burası halk tarafından ziyaretgah
edinilmiş.
106
PAPİRUS: Mısır’ın bitki mamülü özgün yazım
malzemesi. İçi lifli üçgen kamış şeklindeki
bitkilerin yeşil kabuğu alındıktan sonra iç lifleri
ince şeritler halinde kesilerek suda ve preste
bekletilip birbirinin üzerine doksan derece
gelecek şekilde çaprazlama konulup sıkıştırılarak
üretiliyor. Kuruyan papiruslar üzerine geçmişte
olduğu gibi günümüzde de yazı ve resimler
çizilerek hediyelik eşya olarak güncellini hala
korumakta. Kahire merkezinde 10 civarında
devlet tarafından işletilen Papirus atölyesi
bulunuyor
muş.
Papirus
atelyeleri
dışında
Kahire’de
birçok
doğal koku
ve
esans
üreten
yerler de
bulunuyor.
107
TAHRİR MEYDANI
İlk kez Tahrir Meydanı, 25 Ocak 2011’de Mısır
diktatoryasına karşı eylem ve gösterilere ev
sahipliği yaptığında duyurdu adını bütün
dünyaya. Duraksamadan geceli gündüzlü süren
gösterileri ile günümüze değin de güncelliğini
korudu Tahrir meydanı. Milyonluk Cuma
Namazları ve mütemadiyen 100 binlerce kişinin
azimli ve kararlı bir şekilde bir araya gelmesiyle,
30 yıllık Mübarek rejimi ancak 9 Şubat’a kadar
dayanabildi ve istifa etmek zorunda kaldı.
Şimdilerde hasta olarak ömrünün son günlerini
Şarm el Şeyh’de geçirdiği söylense de, Tahrir’deki
kalabalığın öfkesi parti binası yakılsa da
Mübarek’in boynuna ipi geçirmeden dineceğe
benzemiyor.
Ülkedeki diktatörlerin kurduğu korku imparatorluğu düzeninde, halka karşı, yıldırma,
korkutma, sindirme politikaları ile yok edilen
muhalif duruş, adeta Tahrir’de kendini
ifadelendiriyor şu günlerde. Ortaya çıkan bu
muhalif duruş’u kimin hangi yöne çevireceği ise
hala belirsizliğini koruyor.
108
Eylül’de yapılacak seçimlere hazırlıkların ve
propaganda faaliyetlerinin devam ettiği Mısır’da,
birçok şeyin seçim sonrasında düzeleceğine
inanılıyor. İktidarı seçimle belirleme geleneğine
alışkın olmayan Mısırlılar için geleceğin
belirsizliğine umutla bakmaktan başka çare yok.
Geçici olarak yönetimi üstlenen ordu ise
Tahrir’deki kalabalığın taleplerine zaman zaman
karşı çıkıp kalabalığı püskürtse de özellikle Cuma
günleri bir araya gelen yüzbinleri karşısına da
almak istemiyor.
Yarım asra yakın bir zamandır Arapçadan
tercüme edilerek ülkemizde okunan birçok rejim
muhalifi Müslüman Mısırlı yazarın telif eserleri,
ülkemizde bilinç inşasına katkı sağlasa da kendi
ülkesine neler kattığını hesap etmek oldukça zor.
Bu yazarların adını anmak, eserlini okumak ve
bulundurmanın çok ağır bir ceza ile cezalandırıldığı dönemleri yaşamış bulunan Mısırlı
Müslüman halkın geleceğini belirlemede ne kadar
söz sahibi olabileceğini de zaman gösterecek.
109
110

Benzer belgeler