İÇMİMARLIK ve ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI

Transkript

İÇMİMARLIK ve ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
eğitimini
tamamlayıp iki yıl Daü
Mimarlık Bölümünde
hem yüksek lisans
eğitimine devam edip
hem de assistanlık
yapan bu Kıbrıslı
genç ...-> S 3
Uğur Dağlı
Lefke’de Modern Bir Kır Evi
...Kumarcılar
... Geleneksel
Hanı,
Büyük Han ve Bedesten
Lefkoşa Sur-içi’nin altın
üçgeni. İki köşe, Büyük
Han ve Bedesten pırıl
pırıl. Ama Kumarcılar
Hanı?...-> S 4
Naciye Doratlı
KONUT VE YAŞAM
...Lisans
Kumarcılar Hanı Çığlık Atıyor
İÇMİMARLIK ve
ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
Nİl PaşaoĞlulari Şahİn- Banu Tevfİkler ÇavuşoĞlu- Guİta Farİvarsadrİ- DenİZ Kağan Güner
GELENEKTEN EVRENSELE
BİR MİMAR - BİR BİNA
Kıbrıslı Y.Mimar Salih Yılgörür ve
Kanyon Alışveriş Merkezi
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
KENT
MİMARLIK
ve TASARIM
GAZETESİ
15 GÜNDE BİR YAYINLANIR
07 MART 2010/ SAYI 2
bir kent
dokusuna sahip
Lefke’de, iki katlı
cumbalı evlerinin
arasında öne çıkan
Sömek Evi, özgün
mimarisiyle...-> S 5
Hera-C
Geleneksel Kıbrıs Konutunun Değerli
Bir Bileşeni, Sundurmalarımız
...İndirgenemez
biçimde
kendi zaman ve
yerine ait geleneksel
mimari örneklerimiz
‘arkaik’ duruşları ile
kültürümüzün ayrılmaz
parçalarıdırlar...-> S 6
Kağan Günçe
Meydanların Büyüsü
KENTİN TADI TUZU
... Bazen
devrim
şarkılarının söylendiği,
bazen sevilen bir ezgiyle
dans edilen, bazen
bir dostla buluşulan,
bazen sevgilinin
kucaklandığı alanlardır
meydanlar...-> S 11
Şebnem Hoşkara
AL GÖZÜM SEYREYLE
... Batı
Sineması’nın II.
Türkan Ulusu Uraz
Dünya Savaşı’nı konu
alan yürek parçalayıcı
serileri, kenti ikiye bölen
‘Duvar’ ve hüzünlü duvar
öyküleri...-> S 12
Kentin Katmanları ve Uygarlık
...Uygarların
PROVO-K-İTAP
kapak resmi: Ceren Boğaç
HİKAYE ANLATAN MEKANLAR: ...MEKANLAR SİZE HİKAYE
ANALATABİLİR Mİ???...-> S 7
İÇMİMARLIK YAŞAMA YÖN VERMEKTİR...-> S 8
YARATIM, TASARIM, ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI...-> S 9
BİR YAŞAM BİÇİMİ OLARAK: ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI...-> S 10
GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR
S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER
ya da
barbarların, tüm
insanoğlunun,
başkalarının haklarını
gaspederken, yaptığı
gibi haklı bir neden
bulmak...-> S 13
Beril Özmen Mayer
İnşaat Sektörü ve Sürdürülebilir
Kalkınma
Kutsal Öztürk
Begüm Mozaikçi
SORULAR-CEVAPLAR
DOSYA 2: İÇMİMARLIK ve ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
Berlin I: Duvardan Önce
...Sürdürlebilir
kalkınmanın
gerçekleştirilebilmesi
için, mutlak sürette
bütüncül yaklaşımlar
gerekmektedir...-> S 14
Ercan Hoşkara
SAYFA
2 EDİTÖR
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Naciye Doratlı
[email protected]
EDİTÖR’DEN...
Öncelikle ilk sayımız için aldığımız
cesaret verici olumlu eleştiriler için
teşekkürler. Bu eleştiriler bizi daha
güzelini yapmak, Fakültemizdeki
ağır yükümüze rağmen MekanPerest
için daha çok çalışmak konusunda
yüreklendiriyor.
Bu sayımızdaki her sayfa da sizler
için ilginç, güzel ve bir o kadar
da anlamlı bir içerikle hazırlandı.
Okurken keyif alacağınızdan, yeni
bilgiler edineceğinizden veya var
olan bilgilerinizi tazeleyeceğinizden
eminim. Hayat zaten bir okul değil
midir? Ve bizler bu okulda her gün
yeni bir şeyler öğrenmiyor muyuz?
Mesela bizler... Kendi alanımız
dışında bir gazetenin hazırlanma
sürecini öğrendik. Bu da bize çok
keyif veriyor.
Aslında bilgi ve bilinç ne kadar
önemli. Bu yazımı 26 Mart Cuma
günü kaleme alırken, Kuzey Kıbrıs
genelinde yaşanan doğal felaketin
birçok yerleşim yerinde yaratmış
olduğu tahribat bana bu önemi
bir kez daha hatırlattı. Yüzyılın
afeti denilen doğa olayının bilgi ve
bilinçle ne alakası var diyebilirsiniz.
Tabii ki doğrudan bir ilgisi yok.
Ama imar faaliyetlerinde doğal
özelliklerin dikkate alınmaması, dere
yataklarına binaların, yolların inşa
edilmesi veya çöplerin, molozların
dökülmesi sonucunda barajlardan
taşan suların içinden akabileceği
su
yatakları
bulamayıp
sele
dönüşmesinin temelinde bilgisizlik
ve bilinç eksikliği yok mudur?
Bu bilgi ve bilinç eksikliği nerededir,
nereden kaynaklanmaktadır? Bu
soruya bütüncül bir yaklaşımla
cevap
aranması
gerektiğini
düşünüyorum.
Kentlerin içinden
geçen dere yataklarının inşaatlarla
işgal edilmesi sürecinde bilgisizlik
ve bilinç eksikliği bakımından kim ne
kadar sorumlu diye baktığımızda, ilk
olarak inşaat izni için başvuran
vatandaş veya kar amaçlı inşaat
yapan yap-satçıları görüyoruz. İzin
makamı (Belediye hudutları içinde
ilgili Belediye, dışında Kaymakamlık
aracılığı ile Şehir Planlama Dairesi)
yürürlükteki imar mevzuatına göre
izin veriyor. Burada iki önemli soru
var: Birincisi; İnşaat izni verilirken
imar mevzuatı dışında diğer
yasalara bakılıyor mu? Bu noktada
1930’da İngiliz döneminde ilan
edilen ve halen yürürlükte olan Fasıl
82 Kamu Derelerinin Korunması
Yasası’nın ilgili maddelerine dikkat
çekmek istiyorum. Bu yasanın 4.
Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Begüm Mozaikci, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Ceren Boğaç, Naciye Doratlı, Türkan Ulusu Uraz, Ercan Hoşkara, Kağan Günçe.
Soldan sağa (alt):Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Uğur Dağlı, Nesil Baytin ve Mimarlık Fakültesi Dekanı
İbrahim Numan.
maddesi, ‘Dere Kenarlarına v.s’ye
zarar yapılmasına’, 5. Maddesi de
‘Kaymakamlıkların sorumluluk ve
yetkilerine’ ilişkindir. Eğer ilgili İzin
Makamları inşaat izni verirken bu
Yasa’dan haberdar değillerse çok
ciddi bir suç işlemişlerdir. İkinci
soru; Dosyaları inceleyen memurlar,
dere yatakları etrafına izin vermeme
eğiliminde
olmasına
rağmen
siyasilerden gelen baskılar nedeni
ile mi izin vermişlerdir? Eğer
böyleyse siyasiler, izin makamları
ve bu konuda baskı uygulayan çıkar
grupları kamu yararı aleyhine hep
birlikte suç işlemişlerdir. Bilgi ve
bilinç eksikliği ve bunun getirdiği
günü kurtarma çabaları ve rant
kaygısı, bugün yaşanan çevre
felaketini getirmiş ve hiç suçu
olmayan (?) insanlar zarar görmüş
ve cezalandırılmıştır.
Devletin en üst düzey yetkililer
tarafından, bu felaket sonucunda
ortaya
çıkan
zarar
ziyanın
karşılanmasına
ilişkin
gerekli
önlemleri alacağı söyleniyor. Bu
tabii ki yapılmalı. Ama bizler toplum
olarak bunun faturasını öderken aynı
zamanda bugünkü duruma neden
olan siyasiler, izin makamındaki
görevliler ve bina sahiplerinin asıl etmek, bunların rant sağlaması veya
sorumlular olarak daha büyük bir sağlayacakları rantı artırmalarına
bedel ödemeleri gerekmez mi?
olanak vermek için Emirnamelerde
açıklanan değişikliklerin yapılması,
Her şey bir yana şimdi ne yapılmalı? düzensiz ve dağınık gelişmeye
Buna da kısa ve uzun vadeli davetiye çıkaracak ve bunun
önlemler
açısından
bakmakta neticesinde bugün yaşanmakta
yarar var. Öncelikle kısa vadede olan felaketin çok daha beterleri
sadece bugün felaket yaşanan ile karşı karşıya kalmamıza neden
bölgeler de dahil olmak üzere, tüm olacaktır. Bunu toplum olarak hiç
yerleşimlerde dere yataklarının hak etmiyoruz.
ihlali vb. çarpık yapılaşma ile ilgili
tespitlerin yapılmalı ve gerekli Uzun vadede ise bir an önce ülkesel
önlemler alınmalıdır. Bu önlemler fizik plan ve büyük yerleşimlerin
bazılarımızın canını yakacak olsa imar planları yapılmalı ve planların
bile?
sağlıklı bir biçimde uygulanmasına
olanak verecek planlama araçları
Bunun yanı sıra geçtiğimiz günlerde (vergilendirme, gelişme hakkının
gündemi işgal eden İçişleri ve Yerel devri vb.) hayata geçirilmelidir.
Yönetimler Bakanı’nın açıkladığı
‘Emirnamelerin
değiştirilmesi’ Bütün bunlar da yine bilgi ve bilinç
kararının ciddi bir biçimde gözden işi ve en azından her alanda işin
geçirilerek bu kararın iptal edildiği uzmanına, onun bilgisine saygı işi.
kamuoyuna
duyurulmalıdır. Çok özendiğimiz Batılı ülkelerin
Emirnameler
ve
bunların yaşam kalitesine ulaşabilmek için bu
değiştirilmesi konusu tek başına konuda nerede yanlış ve eksiğimiz
üzerinde durulması, tartışılması olduğunu bir kez daha düşünelim...
gereken çok önemli bir konu aslında.
Bu konuyu önümüzdeki sayımızda İnsan eliyle yaratılan felaketlerin bir
daha detaylı mercek altına alacağız. daha yaşanmaması dileklerimizle.....
Ama özet olarak vurgulanması
gereken, belirli kesimleri memnun
Naciye Doratlı
MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara.
Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa.
Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa.
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
BİR BİNA- BİR MİMAR
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
3
Uğur Dağlı
[email protected]
DAÜ MİMARLIK BÖLÜMÜNDEN İSTANBUL’UN EN KURUMSAL
TASARIM OFİSİ TABANLIOĞLU’NA YOLCULUK...
Kıbrıslı Y.Mimar Salih
Yılgörür ve Kanyon Alışveriş
Merkezi
1991 yılında Daü Mimarlık
Bölümü’ne (o zamanlar
Mühendislik Fakültesi altında yer
almaktaydı) öğretim görevlisi
olarak ayak bastığımda karşımda
mimarlık dünyasında yerini almaya
çalışan ve ilk öğrencilerine kapısını
açan bir bölümle karşı karşıya
kalmıştım. Ve aynı zamanda
karşımda benim ilk öğrencilerim
olacak bir grup vardı. Onlar da, ben
de; bölüm de heyecanlıydık. Onlara
tasarımın temelini öğretecektik.
Bu ilk heyecan birkaç yıl ardarda
devam etti ve daha sonraki yıllarda
yerini değişik heyecanlara bıraktı.
İşte bu ilk heyecanlı dönemde,
Matematik bölümünden transfer
olmak üzere başvuran heyecanlı bir
öğrenci: “Ben tanıyorum çok zekidir
bölümde başarılı olur diyen” sevgili
eşim Okan’ın referansı ile bölüme
aldığımız Salih Yılgörür.
Salih Yılgörür ve
İstanbul’daki Mimari Yaşamı
Lisans eğitimini tamamlayıp iki
yıl Daü Mimarlık Bölümünde hem
yüksek lisans eğitimine devam
edip hem de assistanlık yapan
bu Kıbrıslı genç,1998 yılında
büyük hedeflerle, rüyalar ve
umutlar kenti İstanbul’a yolculuk
yaptı. İlk önce Amerikan kökenli
bir mimarlık şirketi olan Swanke
Hayden Connel’de çalışmaya
başaldı. Bu ofiste, Tekfen Tower,
Bursa Alışveriş Merkezi, Oyak
Bankası Genel Müdürlük Binası
ve İktisat Bankası Şube Genel
Tasarım Kitapçığı hazırlanması
gibi projelerde çalıştıktan sonra;
Mimarlık, Şehircilik ve İç Mimari
konularında yurtiçi ve yurtdışında
proje ve danışmanlık hizmeti
veren Dr. Hayati Tabanlıoğlu ve
Murat Tabanlıoğlu tarafından
kurulmuş olan ve daha sonra
4. Cumhurbaşkanı Cemal
Gürsel´in torunu Melkan
Gürsel Tabanlıoğlu’nun da
aralarına katılmasıyla (bu dönem,
ofisin çağdaş mimari örneklerinin
oluşturduğu ikinci dönemi olarak
nitelendirilmektedir) Türkiye’nin
ilk kurumsal tasarım ofisi olan
Tabanlıoğlu Mimarlık’a katıldı.
Yaklaşık 9 yıldır birçok genç
mimarın hayali olan bu ofiste görev
yapmaktadır. Tabanlıoğlu Mimarlık
altında yeralan ve Murat - Melkan
Tabanlıoğlu’na ait 4- 5 gruptan
biri olan Grup 2’nin sorumlusu
yani Tabanlıoğlu Mimarlık’ta en
önemli görev olan “Senior mimar”
ünvanına sahip olan Salih Yılgörür,
Y.Mimar Salih Yılgörür
Kanyon alışveriş konut ve ofis
kompleksi/ İstanbul- Türkiye
kendi sorumluluğundaki grup 2’de
yaklaşık 26 kişi ile birlikte değişik
ölçeklerde projelerde çalışmakta.
Şu ana kadar Tabanlıoğlu
Mimarlık ekibinin bir elemanı
olarak gerçekleştirdiği projeler:
Kazakistan’ın Başkenti Astana’da
birçok proje- Foster +Partners
ile ortak bir proje olan Barış
Sarayı veya bir diğer adı Barış
Piramiti, Expo Center, Arena; yine
Kazakistan’ın Almaty şehrinde
Fitness Center, Abaya Office,
Abaya Residence; Ve İstanbul
için önemli projeler E5 Alişveriş
Merkezi, Levent Loft, Zorlu
Center (Alişveriş-Konut-OtelOfis-Performans Merkezi), AKM
Yenileme Projesi, Zorlu Levent Ofis
Kulesi (199m Yükeklikte Kule),
Sapphire (Türkiyenin en Yüksek
Binasi), Galataport Dönüşüm
Projesi, Atatürk Havalimani İç
Hatlar Yenileme Projesi; Libya’da
önemli bir yapı - Tripoli Kongre
Merkezi (Kaddafi için Yapılan ve
60 Afrika Liderinin ağırlanacağı
bir Kongre Merkezi); Kiev’de Ofis
Kuleleri (Yükseklikleri kule1 400m, Kule 2 - 250m, Kule 3- 300m
olan üç kuleden oluşan ofis binası);
Dragos Kentsel Dönüşüm Projesi
(Yarışma-2.Ödül); Edip İplik Konut
Ve Avm Kompleksi Yarışma Projesi;
Samsun Regie Dönüşüm Projesi
(Samsun Sigara Fabrikası’nın Otel
ve Alışverişe Dönüştürülmesi);
Bodrum Havalimanı; Amman
Officers Club (Ürdün Krallığ’ına ait
Askeri Otel); Dubai Office Tower
ve...
Kanyon alışveriş konut ve ofis kompleksi/ İstanbul- Türkiye
Ve İstanbul’un En Heyecanlı
Binası KANYON
2600 m2lik Kanyon alışveriş konut
ve ofis kompleksi. İstanbul kentine
çağdaş bir katkı koyan Kanyon
binası aslında efsane bir bina.
Birçok ilki içinde taşımakta. İlk
üzeri açık alışveriş merkezi ve
Levent Büyükdere aksı üzerinde
yapılmış tek şeffaf cepheli ofis
binası olma özelliğine sahip. Ayrıca
böyle bir kompleksde AVM, konut
ve ofis kulesi ilk defa bir arada. 3
farklı fonksiyonun birlikte yaşadığı
ilk proje. Ayni zamanda Kanyon
içinden geçilip arka mahaleye
bağlantı aksı olmasından dolayı
kamusal alan olarak da çok değerli
bir proje. Büyükdere aksı üzerinde
geriye çekilmiş ve önünde yaklaşık
35m2 meydanı olan tek proje.
Kanyon, üç zaman periodunu
içinde taşıyan – dün (Eski İstanbul,
Sultanahmet bölgesi), bugün
(Beyoğlu, Nişantaşı, Kadıköy) ve
yarın – İstanbul’un yarınının yani
geleceğinin bir başlangıç noktası
olmuştur. Bu başlangıç noktası,
ayni aksın üzerinde devam eden ve
yine Salih Yılgörür’ünde aktif olarak
görev aldığı Zorlu Center, Zorlu
Levent Kule, Fako Ofis Kulesi,
Levent Loft ve Sapphire binaları ile
İstanbul’u geleceğe taşımaktadır.
Son Söz
İşte bunlar mimarlık yaşamına
Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde
başlayıp İstanbul’un en büyük
ve çağdaş projelerinde büyük
sorumluluklar alan Y.Mimar Salih
Yılgörür’ün mimari başarıları. Daha
birçok mimari başarıya...
Uğur Dağlı
SAYFA
4 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Naciye Doratlı
[email protected]
ALTIN ÜÇGENİN KIRILAN KÖŞESİ: KUMARCILAR HANI
Kültür varlıklarımız bizim en
büyük zenginliğimiz. Gönül arzu
ederdi ki camiler, kiliseler, hanlar,
hamamlar, surlar ve kaleler gibi
anıtsal yapılarımızı koruyabilmiş
olalım da şimdi daha sıradan
diyebileceğimiz konut ve benzeri
yapıların korunup canlandırılması
üzerine kafa yoralım, bütüncül
yaklaşımlarla tarihi kentsel alanların
ve köy içlerinin dokusuyla, yaşam
kalitesi ile cazip alanlar haline
gelebilmeleri konusunu tartışalım.
Ama ne yazık ki durum hiç de
öyle değil. Tabii ki doğru ve güzel
yapılan bir takım uygulamalara
haksızlık etmemek lazım. Lefkoşa
İmar Planı çerçevesinde Lefkoşa
Sur-içi’nin çeşitli yerlerinde yapılan
uygulamalarla, fiziki açıdan değil
ama sosyal ve ekonomik açıdan
eksikleri olsa bile, Arab Ahmet
Bölgesi’nde özgün konut dokusu
yok olmaktan kurtarılmıştır.
Selimiye Bölgesi’nde aynı şekilde
kültür varlıklarının önemli bir
bölümünün ömrü uzatılmıştır.
Gazimağusa Sur-içi’nde de
parça parça olsa bile yapılan
uygulamalarla kültür varlıklarının
korunması için bir gayret ve istek
olduğu algılanmaktadır.
Tek yapı ölçeğine dönecek
olursak, Büyük Han’ımızla,
Bedesten’imizle iftihar ediyoruz.
Özellikle Büyük Hanı’ın yıllarca
süren sancılı restorasyon sürecini
hatırlıyorum. Zaman zaman hiç
tamamlanamayacak endişesine
kapıldığımız olmuştu ama şimdi...
Yerli halk için olsun turistler için
olsun bir çekim merkezi. Bedesten
çeşitli kültürel etkinliklere ev
sahipliği yapmaya başladı. Fakat
Büyük Han’ın hemen yakınında,
Asmaaltı meydanındaki Kumarcılar
Hanı’na bakınca utanmamak elde
değil. Bu utancımız ne yazık ki
sadece Kumarcılar Hanı’nın içler
acısı durumu ile sınırlı değil.
Gazimağusa’da koordinatörlüğünü
yaptığım Namık Kemal Meydanı
Yayalaştırma Projesi’nin
uygulanması aşamasında
1997’lerde restorasyonu başlanmış
ve hala daha bitirilememiş olan
Deniz Kapısı da acil önleme
gereksinimi olan kültür varlıkları
listesinin ilk sıralarında yer alan
önemli yapılardan sadece bir
tanesi. Bugün sizlerle paylaşmak
istediğim, dikkatinizi çekmek
istediğim konu Kumarcılar Hanı
olduğu için acil önlem gerektiren
kültür varlıklarını sıralamayı başka
bir sayımıza bırakıyorum.
Kumarcılar Hanı
Evet Kumarcılar Hanı... Sayın
Ahmet Tolgay 2 Mayıs 2007’de
köşe yazısında, 1571-1878
yılları arasındaki Osmanlı
dönemi yaşamında önemli bir
yer tutan üç yapının, Büyük Han,
Kumarcılar Hanı ve Bedesten’in
Kültür varlıklarımızın altın üçgeni
olduğundan söz ediyor. Üçgenin
iki köşesini tamamlamışız ama
üçüncüsünün yok oluşunu,
üçgenin köşesinin kırılışını devlet
olarak, hükümet olarak, duyarlı
ya da duyarsız vatandaşlar
olarak seyrediyoruz. Osmanlıların
topraklarına kattığı birçok yerdeki
tavrını Kumarcılar Hanı’nda da
görüyoruz. Bu tavır, yapıların
yıkılıp yerine yeni bina inşa
edilmesi yerine, kendi toplumunun
gereksinimlerine cevap verebilecek
bir biçimde yapılara eklemeler
yapılması veya yeniden inşa
edilmesi tavrıdır. 17.yy sonlarına
doğru inşa edilen şehir içi ticaret
hanlarının tipik örneklerinden biri
olan Kumarcılar Hanı’nın giriş
holünde Ortaçağa ait bir kemerin
bulunması Han’ın eski bir manastır
kalıntısı üzerine inşa edildiğini
düşündürmektedir. Yapı dörtgen bir
plan üzerine inşa
edilmiş olup, iki katlıdır. Yolcular üst
katlardaki odalarda kalır, alt kattaki
odalarsa hayvanlarının
konaklaması ve eşyaları için depo
amaçlı kullanılmaktaydı. Bazı
kaynaklarda ise zemindeki
mimari düzenlemelerin dönemin
eğlencelerine mekan oluşturacak
Kumarcılar Hanı/ Lefkoşa Sur-içi (fotoğraf: Mukaddes Faslı, 2010)
biçimde planlandığı ifade
edilmektedir. Hanın giriş holünden
orta avluya ulaşılmaktadır. Orijinal
52 odası olmasına karşın, odaların
bir kısmının eğlence ve dinlenme
alanlarına dönüştürülmesi nedeni
ile günümüze sadece 44 tanesi
gelebilmiştir. Odaların bir kısmının
Odalar, orta avluyu çevreleyen
yuvarlak sütunlu kemerlerin
alt ve üstünde yer almaktaydı.
Üst odalar beşik tonozlu olup
önlerindeki ahşap revak kiremitle
üstü örtülüdür. Odaların döşemeleri
mermer olup, dışa doğru açılan
dikdörtgen pencereleri vardır.
Aslında tüm bu özellikler için vardı
demek daha doğru olur herhalde.
Bir dönem Eski Eserler ve Müzeler
Dairesi tarafından da kullanılmış
olan Kumarcılar Hanı, şimdi
yersizlerin yurtsuzların mekânı
olan bir harabe durumunda.
Nedeni de yapının yüzde 75’lik
kısmının şahıs malı olması ve mal
sahibinin yükümlülüğünü yerine
getirmemesi. Böyle bir yapı özel
bir şahsın keyfine bırakılabilir mi?
Mal sahibine yaptırım uygulanamaz
mı? Kamulaştırılamaz mı? Bununla
ilgili olarak yürürlükteki yasalara
baktığımız zaman hiç de imkansız
olmadığını düşünmekteyim.
15/1962 - Âmme Menfaatı
Yararına Maksatlar İçin Zorla Mal
İktisabina Dair Yasa
Kumarcılar Hanı/ Lefkoşa Sur-içi (fotoğraf: Mukaddes Faslı, 2010)
1962 yılında yürürlüğe giren
ve daha sonra da Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Yasası olarak
düzenlenen 15/1962 - Âmme
Menfaatı Yararına Maksatlar İçin
Zorla Mal İktisabina Dair Yasa’nın
2 (h) maddesi uyarınca Hanın
kamulaştırılması hemen yapılabilir.
Bu madde aynen şöyle:
(2)
Âmme menfaati yararına
olan maksatlar,aşağıda
gösterilenlerle ilgili maksatları içine
alır :
(h)
Arkeolojik kazılar veya her
hangi bir eski eserin veya
antikanın korunması veya
geliştirilmesi veya bunların
civarının inkişaf ettirilmesi;Böyle
bir yasal dayanak varken peki
niçin gereği yerine getirilemiyor?
Yoksa kamulaştırmak için maddi
kaynak mı yaratılamıyor? Bu tek
başına mazeret olablir mi? Bu
gün kültür varlıklarını korumak için
yerel kaynaklar dışında kaynak
yaratma olanağı eskiye göre
daha çok. Türkiye Cumhuriyeti
zaten öteden beri her alanda
olduğu gibi kültür varlıklarının da
korunmasında gerekli desteği
vermektedir. Son dönemlerde
Avrupa Birliği kaynakları ile
koruma alanında Gazimağusa ve
Lefkoşa’da önemli projeler hayata
geçirilmiştir. Kumarcılar Hanı için
de dış kaynak yaratılamaz mı? Bu
konu ile ilgili olarak Eski Eserler
ve Müzeler Dairesi Müdürü ile
görüşmeye çalıştım ancak yoğun
işleri nedeni ile mümkün olamadı.
Bu nedenle burada kendi görüşümü
belirtmek durumundayım. Bence
en büyük sorun duyarsızlık. Resmi
Kurumların duyarsızlığı, sivil
toplum örgütlerinin duyarsızlığı.
K.K.T.C’liyim diyen herkesin
duyarsızlığı…Aslında Asmaaltı ve
Arasta Esnafı Derneği’ne haksızlık
etmemek lazım. Dernek, Turizm
Çevre ve Kültür Bakanı Hamza
Ersan Saner’e bu konuda bildiri
göndererek dikkat çekmeye
çalışmış. Ama demek ki etkili
olamamış. Kumarcılar Hanı o
kadar harap bir durumdadır ki
kaybedilecek zaman kalmamıştır.
Geçen her gün bir zamanların
görkemli yapısından bir şeyleri
alıp götürüyor. Hemen şimdi
harekete geçmek gerek.Bu konuda
Cumhurbaşkanlığından başlayarak
Hükümet, Meclis, Vakıflar İdaresi,
Lefkoşa Türk Belediyesi, Mimarlar
Odası, Esnaf ve Zanaatkarlar
Odası, ve Üniversitelere görev
düştüğünü düşünüyorum. Sizin
düşünceniz ne?
Naciye Doratlı
KONUT VE YAŞAM
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
5
Hera-C
[email protected]
LEFKE’DE MODERN BİR KIR EVİ
Konut ve yaşam üzerine
duygu ve düşüncelerimizi
paylaştığımız sayfamızda
bugün, Kıbrıs’ta 20. Yüzyılın
ortalarında profesyonelleşmeye
başlayan Mimarlık mesleğinin ilk
uygulamalarından birini sizlerle
paylaşmak istiyorum.. Birçok
mimari ve estetik değere sahip
Lefke’deki Sömek Ailesi’ne ait
ev, aslında, Kıbrıs Türk Mimarlar
Odası’nın ilk kayıtlı mimarı, Ahmet
Vural Behaeddin’nin (1927-1993)
de ilk uygulamalarından biri olarak
öne çıkmakta ve Modern Kıbrıs
Mimarisi’nin başlıca eserleri
arasında yeralmaktadır.
Sömek Evi, Lefke Bölgesi’nin
çevre şartlarına, sosyo-kültürel
değerlerine ve dönemin modern
yaşam gereklerine uygun bir
şekilde tasarlanmış bir mimarlık
ürünü olması yanında, Kıbrıs Türk
toplumunun, özellikle mücadele
yıllarına ait birçok olayına tanıklık
etmiş olması bakımından da
toplum tarihinde önemli bir yere
sahiptir. Evin inşa edildiği yıllarda
(1957-1959), Lefke, sadece Trodos
dağlarının kuzey eteklerinde
konumlanmış küçük bir kent değil,
bir Amerikan şirketi olan Kıbrıs
Maden şirketinin (CMC) 1912
yılında keşfettiği bakır yatakları
yüzünden oldukça gelişmiş
bir yerleşim olmuştu. O canlı
dönemin günümüze gelebilmiş
binaları arasında yeralan şehir
sineması, posta binası, belediye
binası, işçi konutları vb. gibileri,
kent hayatındaki zenginliği temsil
ederken, Sömek Evi de, o dönemin
gündelik hayatına ilişkin ipuçlarını
vermektedir. Ev sahibi Selçuk
Sömek’in doktor olması, Kıbrıs
Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi
üyeliğinde yeralması (1960-1971)
ve de mücadele yıllarında, Milli
Mukavemet Teşkilatı’ndaki etkin
konumu dolayısı ile Sömek Evi,
o yılların acı tatlı anılarını ev ve
yöre halkıyla paylaşmış ve bugün,
o dönemlerin bir sembolü olarak
günümüze gelebilmiştir.
Resim1
Sömek Evi, Lefke
teraslar dışındaki alan portakal ve
çiçek bahçelerini de içeren yoğun
yeşile terkedilmiştir. Klinik cephesi,
yöreden toplanmış iri çakıl taşı
kaplamalı yüzü ile belirginleşir
ve konutla ilgili gündelik herşey
hemen yanındaki ön avlunun
derinliğinde gizlenir (Resim:1).
Avludan geçildikten sonra, garaj
önüne kadar uzayan geniş bir
saçağın altından çoğu kez yarı açık
bırakılan bir kapıyla konuta girilir
(Resim:2). Orta hol, girişin tam
karşısında geniş bir saçakla örtülen
terasa boydan boya katlanabilir bir
camekanla açılır, ve salon teras
bağlantısı da aynı katlanabilir
camekan yoluyla gerçekleşir
(Resim:3). Sonuçta orta hol, örtülü
teras ve salon gerektiğinde tek
bir mekân olarak algılanabilme ve
kullanılabilme özelliğine sahiptir.
Birbirinin içine akan orta holgiriş holü-giriş avlusu düzeni
hele orta holün katlanır kapı ile
terasa ve arka bahçeye açılması,
yöresel mimarideki ‘sundurma’
nın mekânsal etkisini çağrıştırır.
Yerel adıyla ‘sündürme’ sadece
dıştan içe yani sokaktan iç avluya/
bahçeye geçişin mekânı değil, eviçi
Geleneksel bir kent dokusuna sahip mekân kurgusunun temel taşıdır.
Lefke’de, iki katlı cumbalı evlerinin
Sömek Evi’nde de, giriş-orta hol
arasında öne çıkan Sömek Evi,
ekseninin bu görevi sürdürdüğü
özgün mimarisiyle üzerinde
gözlenmektedir. Bu eksen, konutu
durulmaya değer sıradışı bir
gündüz ve gece bölümü gibi
yapıttır. Öyle ki, modern mimarlık
işlevsel açıdan ikiye ayırır: açık
ilkelerine göre biçimlenmiş yeni bir
mekân ile ilişkili gündüz bölümükonut anlayışının ve yaşama
ki klinik de buraya dâhildir- ve
kültürünün oluşmaya başladığı bir
özelleşmiş birimleriyle daha içe
dönemde, batı kökenli eklektik ve
dönük gece bölümü.
de çoğu zaman Neo-klasik tarzdaki
kent konutunun yerine aday
Gece bölümünde, tek taraflı
olduğunu gösteren ilk örneklerden
kullanılan bir koridor boyunca
biri olmuştur. Bir modern konut. Ne eşit büyüklükte üç yatak odası
var ki, modern olduğu kadar da
sıralanmakta, koridorun diğer
yerel, belki de modern bir kır evi.
tarafında girişe yakın bir konumda
yeralan banyoya ve oradan
Konut ve klinik mekânlarından
çamaşırlığa geçilmektedir. Buradan
oluşan Sömek Evi, dört dönümlük
da, çamaşır kurutma için kullanılan
bir bahçe içinde yer alır, avlular ve
bir arka avluya ulaşmak her zaman
mümkündür. Kuşatılarak adeta
gizlenmiş bu servis avlusundan,
tekrar giriş avlusuna geçebilmek
şaşırtıcıdır. Ama, yatak odaları
koridoru sonundaki kapıdan ise
bir başka örtülü terasa ulaşılması,
buradan taş kaplı bir duvarı
izleyerek tekrar, gizlenmiş servis
avlusuna geçilebilmesi inanılmaz
ve bir o kadar da heyecan verici bir
mekansal-yaşamsal deneyimdir.
Yarı açık mekanlar aracılığıyla
yola ve yeşile açılan, iç ve dış
mekanlar arasındaki yoğun ilişki ve
süreklilik ile gün içi ve yıl boyu farklı
kullanım olanaklarını sunan Sömek
Evi, aslında, gündelik yaşam için
işlevsel olduğu kadar, estetik
haz ve huzurun da kaynağıdır.
Tümüyle tasarlanmış bir yaşam
senaryosuna biçim veren bu bina,
yapımından yarım yüzyıl sonra bile,
bugün hala, ilkgünki gibi kullanılma
keyfini sahiplerine sunmaktadır.
Hiç eskimemiş mimari biçim dili ile
de, Lefke’nin önemli imgelerinden
biri olarak kent kimliğine katkı
koymakta olduğu şüphesizdir.
Resim2
Hıfsiye Pulhan
Resim3
SAYFA
6 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Kağan GüÇe
[email protected]
GELENEKSEL KIBRIS MİMARİSİNİN GÜNEYE AÇILAN YÜZÜ:
SUNDURMALARIMIZ...
İndirgenemez biçimde kendi
zaman ve yerine ait geleneksel
mimari örneklerimiz ‘arkaik’
duruşları ile kültürümüzün
ayrılmaz parçalarıdırlar. Bu ülkenin
geçmişinde neler olduğunu
anlamak, değişen hayatın estetiğini,
çizgisini, algısını daha kolay
kavrayabilmek, geçmişle bugünü
karşılaştırabilmek adına ve hiç
değilse bir tarihsel izlek yaratmak
için durmalıdırlar durdukları yerde;
dimdik, bugüne inat, bugünkilere
inat...
Her biri, ayrı ayrı toplumumuzun
romanlarıdır. Adları konmamış, ama
okunmayı bekleyen romanlarımız...
Aradan yıllar geçse bile ilk günün
tadı ile okunabilecek kadar
‘taze’, geçen her gün ve her yılın
tecrübesini sırtlayacak kadar
‘olgun’. O günden bu güne kadar
yaşanmış her türden duyguya
rehberlik edecek kadar sağlam ve
yetkin romanlar...
Geleneksel yapılarımızın ayakta
kalabilenleri bütün heybetleri
ile selamlıyorlar bizi, tıpkı rafta
unutulmaya yüz tutmuş, ya da
unutulmuş, değerli ve önemli birer
roman gibi. Sunuyorlar bize en
keyifli, en huzurlu mekanlarını. Her
mekanında ayrı bir kokuyu, ışığı,
mizacı, düşünceyi, hikayeyi, hüznü,
sevinci barındırarak. Görebilene,
okuyabilene, hissedebilene...
Geleneksel mimari örneklerimizin
önemli bir çoğunluğu yok olmuş
ya da yok olma tehlikesi ile karşı
karşıyadırlar. Ayakta kalanların
hemen hemen tümü ise ya
fiziksel olarak ya da işlevsel
olarak günümüz yaşamına cevap
veremeyecek kadar ‘eskimiş’lerdir.
Geleneksel konutun güneye
bakan yüzü (sundurma)
Geleneksel mimari örneklerimizin
önemli bir çoğunluğunda bulunan,
mekanların en huzurlusu, en
mekanları tanımlayan yapı
parçalarından biri olan arkadlı
(kemerli) yüzey, kullanılan
malzemelerin sunduğu bir
zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.
Kerpiç ve taşın yapı malzemesi
olarak sunduğu imkanlar,
günümüzde kullandığımız beton,
çelik ve kompozit malzemelerle
kıyaslanamayacak kadar
azdır. Bu durumu daha net
ortaya koymak için, tek parça
taşla veya taş parçalarıyla
oluşturulan kemerle yapılacak
açıklıkla, tek parça çelikle veya
betonarme kirişle yapılabilecek
açıklığı tahayyül etmek yeterli
olacaktır. Taş parçalarıyla yapılan
kemer açıklığı, yeterli olmadığı
durumlarda artırılarak sundurmanın
güneye daha fazla “açılması”
sağlanmaktadır.
Geleneksel konutun vazgeçilmezi yarı açık mekandan bir görüntü
yaşanası olanlarından biri hiç
kuşkusuz sundurmalarıdır.
Sözkonusu mekan ve onu
betimleyen arkadlı eleman, fiziksel,
sosyal ve kültürel veriler ışığında
doğmuş ve gelişmiştir. Açık mekan
(avlu, sokak) ve kapalı mekanlar
(odalar) arasında konumlanan,
ve yarı açık mekan olarak
tanımlanabilen sundurma mekanı
sağladığı konforla, dört mevsim
kullanılabilme özelliğine sahiptir.
Geleneksel Kıbrıs mimarisinin
değerli bir bileşeni olan sundurma,
genellikle binanın güneye açılan
yüzüdür. Özellikle konut ve
kahvehanelerde, bu mekanlara
sıklıkla rastlamak mümkündür.
Yapıdaki konumu ve güneye
yönlenişi ile mekan, kış aylarında
güneşin yatay gelen ışınlarından
dolayı güneşli ve esintiye
kapalı konumundan dolayı ılık
atmosferiyle kış aylarında yoğun
olarak kullanılır. Yaz aylarında
ise güneşin dik ışınlarından
dolayı gölge ve kapı açıklığı
aracılığı ile de serin hava akımını
alan yaşanacak bir ortam
sunmaktadır kullanıcılarına. Yılın
her mevsiminde iklimsel konfor
şartlarına sahip olan bu mekan,
birçok aktivite için her mevsim
yoğun olarak kullanılmaktadır.
Geleneksel yaşamın vazgeçilmez
mekanlarından olan bu
mekanlarda, bazı zamanlarda
birçok insan için gün burada
başlamakta, şekillenmekte ve
sonlanmaktadır.
Sabah kahvesi evin “sundurma”
mekanında içilir, komşular burada
ağırlanır, ev işleri burada planlanır
ve buraya taşınabilenler
burada yapılır. Kış aylarında
tüketilecek mevsimlik yiyeceklerin
hemen hemen tümü burada
hazırlanmaktadır. Bu nedenle,
sözkonusu mekan, evin kalbi
olacak şekilde organize edilmiş ve
işlevlendirilmiştir.
Gelneksel yaşamın sürdüğü
kırsal yerleşimlerde hala, üretimle
ilgili işler dışında köyün erkekleri
genellikle sosyal bir merkez
olan kahvehanelerde vakitlerini
geçirmektedirler. Kahvehanelerin
de en yoğun kullanılan mekanları
hiç kuşkusuz sundurmalarıdır.
Kırsal yerleşimlerin merkezinde
konumlanmakta olan bu sosyal
mekanlar, yola ve meydana hakim
konumları ile geleneksel yaşamın
vazgeçilmezlerindendirler. Arkadlı
yarı açık mekanlar, konumları
nedeni ile hem sosyal, hem de
sağladıkları iklimsel konfor koşulları
nedeni ile erkek müşterilerinin
vazgeçilmezidirler.
Hem kerpiç hem de taş olarak
inşa edilen geleneksel yapılarda
gözlemlediğimiz sundurma
mekanlarında, iki sütun veya
iki ayak arasındaki bir açmanın
üstünü örtmek için, uçları bu sütun
veya ayaklara oturmak üzere yay
şeklinde taş malzeme kullanılarak
yapılan kemerler, yapı parçası
özelliği taşımanın yanı sıra, sosyal
ve ekonomik statü göstergesidirler.
Kemer sayısının fazlalığı ve
formunun özellikli olması, o
yapıda yaşayan ailenin sosyal ve
ekonomik statüsünün diğerlerinden
daha yüksek olduğunun görsel
bir yansıması olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Geleneksel yapılarda sözkonusu
Adamızda gelişen, değişen ve
dönüşen sosyal, kültürel ve
ekonomik yapıya karşın iklim
verileri yakın geçmişe göre
pek değişmemiştir. Geleneksel
yapılarımızın vazgeçilmezi olan,
ve günümüzde de yaşatılması
gerektiği tartışılmaz olan yarı açık
mekanlar, özellikle son yıllarda
tasarlanan ve inşa edilen yapılarda
unutulmuş, veya rastgele yönlere
konumlandırılmışlardır. Geçmişteki,
‘geleneksel’e bakmak ve onu
referans almak, evrenselin ışığında
adamızda oluşturmaya çalıştığımız
günümüz mimarisi için önemlidir.
Şimdiden bir önceki an ‘geçmiş’
olduğuna göre geçmiş olan
‘dün’ kaybedilebilir olduğundan,
kaybedilmiş dün artık tarih
haline gelir. Dün yapılmış olan
geleneksel yapılarımız, bu
ülkenin tarihine bir kayıt düşmek
anlamını da içerdiğinden ‘dün’e
aittir ve ait olduğu ‘dün’ hepimizin
ortak ‘dün’üdür. Geleneksel
yerleşimlerimizde ‘tarihi eser’
değillerse bile o binaların tarihsel
değerleri, işte o hepimize ait
olan ‘dün’den gelir. Evrensele
yelken açarken “dün” de kalanı
unutmamalıyız.
Kağan Günçe
•
•
•
•
•
TEMELKURAN, Ece; “İÇeriden – kıyıdan
konuşmalar”, (4.baskı), Everest Yatınları,
Istanbul, 2008.
RAPOPORT, Amos; “Kültür, Mimarlık &
Tasarım”, YEM Yayın, Istanbul, 2004.
GÜNÇE, Kağan & ERTÜRK, Sevinç &
ERTÜRK, Zafer; “Gelenekten Günümüze
Konut: Kıbrıs Örneği”, Yapı Dergisi, YEM
Yayın, Istanbul, 2006, Sayı: 292, s: 76-82.
GÜNÇE, Kağan; “Kullanıcısı
Tanımlanmamış Konutlar, Kuzey Kıbrıs’ta
Alıcı Bekliyor”, II. Konut Kurultayı, Kıbrıs
Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği,
Lefkoşa, 2006, s: 161-172.
GÜNÇE, Kağan & İLKİN, Fatma;
“Geleneksel Yerleşimlerde Birer Kültürel
ve Sosyal Merkez Olan Kahvehaneler:
Kıbrıs – Mesarya Örneklemeleri”, V. Kıbrıs
Araştırmaları Kongresi – DAÜ, Mağusa –
KKTC, 2005, s: 305-319.
DOSYA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
7
NİL PaşaoĞLULARI Şahİn
[email protected]
MEKANLARIN HİKAYESİ
Mekanlar bize hikaye anlatabilir
mi? Şimdi diyeceksiniz ki mekanlar
bize nasıl hikaye anlatsın... İç
mimarlık mesleğinin mekanlara
kattığı bir diğer nitelik de tasarlanan
mekanların her birinin ayrı ayrı
hikayelere sahip olması ve bu
hikayelerden yola çıkarak tasarımın
ortaya çıkmasıdır... Başta bunu
anlamak çok zor, ama anlatmak
daha da zordur.
Mekanları tasarlarken düşünülmesi
gereken ayrı ayrı birçok konu
vardır. Tasarlanacak mekanın
özünü anlamak, kimin için
tasarlanıyorsa o kişiyi/leri
anlamak-tanımak ve hangi
amaç için tasarlanacak ise o
amaca en doğru hitap edecek
şekilde mekanı şekillendirmek.
İşte mekanların hikayesi tam
da bu noktada başlamaktadır...
Çocukluğumuzdan başlayarak
okuduğumuz hikayelerde hep bir
başkahraman ve onun çevresindeki
diğer kahramanlar, hikayenin
geçtiği yerler, zamanlar veya
ortamlar ve bunlarla birlikte bir
de hikayenin konusu ve anafikri
vardır. Mekanların hikayesinde de
aynen bildiğimiz, aşina olduğumuz
hikayeler gibi kurgular mevcuttur.
Mekanın sahibi başkahraman,
mekanın kendisi hikayenin
geçeceği ortam, konusu-kurgusu
tasarımının kendisi ve anafikri
tasarımın konseptidir diye bir
benzetme sanırım mekanların
hikayesini açıklamak için doğru bir
seçim olmuştur...
Bu yazımda sizlerle paylaşmak
istediğim ve sizlere İç Mimarlık
mesleğinin özellikle dekorasyondan
farkını anlatabilmek için üzerinde
durmak istediğim nokta tasarımın
anafikri dediğimiz “konsept”
konusudur...“Konsept”...Çok
tanıdık, bildik bir kavram olmayabilir
birçoğumuz için..Son zamanlarda
daha çok duyar olduk....Konsept
butikler, konsept oteller, konsept
kıyafetler...vs..vs... İç mekan
tasarımında ise tasarımın anafikridir
konsept...Tasarımın anafikri olur
mu hiç?..Tasarımın anafikri veya
ana teması olmazsa işte o zaman
tasarım olmaz....O tasarım,
tasarım değil rastgele içgüdüsel
geliştirilen bir tasarlamaya çalışma
eyleminden öteye gidemez.!!!
İç Mimarlık mesleği sihirbazlık
gibidir kimi zaman. Örneğin,
tasarlanmadan önceki halini çok
iyi bildiğiniz bir mekan, iç mimarın
dokunuşundan sonra farklı bir
imaja ve kimliğe bürünerek sizde
sihirli bir değnek değmiş hissi
uyandırabilmektedir. Başarılı iç
mekan tasarımı; yer, duvar ve
tavandan ibaret bir mekanı farklı
bir karaktere büründürebilmek,
farklı bir atmosfer yaratabilmektir.
Mekanın güçlü imajı, kimliği,
karakteri ve atmosferi tasarımın
konsepti yani teması-anafikrinin ne
derece güçlü olduğu ile doğrudan
ilişkilidir.
Mekanın hikayesini nasıl
yazabiliriz ???. Mekanların
hikayesi birçok değişik şekilde
oluşturulabilmektedir...Yaşayan
mekanlar, abartılı mekanlar, yalın
mekanlar, çoşkulu mekanlar,
durgun mekanlar, renkli mekanlar,
şeffaf mekanlar, içine kapanık
mekanlar, dışa dönük mekanlar,
mekan içinde mekan, mekanlar
arası mekan gibi ve daha fazlası
mekanların hikayesinin başlangıç
noktası olabilir...
düşünecek ve sonrasında mutlaka
güçlü bir hikayesi olan bir örnekten
bahsedecektir. İşte tam da bu
noktada sizlere birbirlerinden farklı,
güçlü hikayelere sahip dünyaca
bilinen İç Mimarlık örneklerinden
bahsetmek isterim.
Örneğin Karim Rashid’in iç
mekan tasarımları, tüm dünyaca
bilinen...farklı bir kimliğe sahip...
tasarımcısının özgün kimliğinden
nitelikler taşıyan, fakat her birisi
kendi içinde kendine özgü detaylar
barındıran, ilginç; bir o kadar da
neşeli İç Mimarlık örnekleridir.
Karim Rashid genelde çarpıcı
Resim 1: BOSCO PI-Moskova, 2008 (Karim Rashid, 2010)
Bir mekan nasıl yaşar, nasıl
coşkulu olur veya durgun? Yaşayan
mekan girdiğiniz anda sizde olumlu
etki yaratan, sizi rengi, dokusu veya
detayları ile cezbedebilen, yeniden
gitmek isteyeceğiniz ve birçok
kişi tarafından fiziksel ve/veya
fonksiyonel özellikleri açısından
tercih edilen mekandır. Mekanın bu
özellikleri tasarımı ile ilgilidir.
İç Mimarlık alanına, mesleğine
çok yakın bir alanda çalışmıyor
veya belki de daha önce pek fazla
merak etmemiş olanlarımız olabilir
düşüncesi ile mekanların hikayesini
daha anlaşılır kılmak ve daha kolay
anlatabilmek için birbirinden farklı
hikayelere sahip iç mekanlardan
bahsetmek lazım. Biz tasarımcılar
bile bazen kendi aramızda bu
konuda birbirimizi anlamakta ve
anlaşmakta güçlük çekeriz. Aslında
bu konu tek bir doğrusu olmayan,
tasarımcının kendi özgün kimliğine
göre şekillenebilecek, ve hatta
tasarımcının tasarım hayatının
başlangıcında kendi özgün kimliğini
oluşturabilmesi için gerekli,
tasarımın mutlak niteliklerden ve
olmazsa olmazlardan birisidir.
Bir iç mimara bana bir başarılı iç
mimari/iç mekan tasarımı örneği
verirmisin deseniz; önce şöyle bir
renkler, ilginç dokular ve farklı
biçimler kullanarak, iddialı mekanlar
tasarlayan ve neşeli mekan
hikayeleri yaratması ile ünlü bir
tasarımcıdır.
2008 yılında Moskovada tasarladığı
“BOSCO PI” projesinde bir
alışveriş merkezinin bodrum
katının bütününe yeniden hayat
vermiş tasarımı ile (bkz. Resim 1).
Tasarımında müşteriler asansör
ile doğrudan mağazanın ortasına
ulaşarak mekanı yaşamaya
başlamaktadırlar. Burada mekanın
hikayesini yaratırken, amacının
“akıcı, sürprizli bir mekanlar zinciri
oluşturarak, her noktada farklı bir
algı ve deneyimleme yaratabilmek
ve müşterileri şaşırtmak”
olduğundan bahsediyor. Şaşırtma
unsuru mekanın bir labirent
şeklinde tasarlanması ile başlıyor
ve alışılmışın dışında biçimlerde
tasarlanan ürün sergi elemanlarının
labirent düzen üzerinde
kurgulanması ile devam ediyor. Her
bir ürün sergi elemanı diğerlerinden
farklı şekil ve renkte tasarlanmış,
ayrıca güçlü renk seçimlerinin
yanısıra bazı noktalarda da dokular
ile iyice neşeli hale getirilmiştir...
(Rashid, 2010).
Bir diğer örnekte ise Hollandalı
tasarımcı Marcel Wanders‘ın
son projesi olan lüks Villa Moda
Mağazası’nın Bahreyn’de açılan
en yeni mağazasından bahsetmek
isterim (bkz. Resim 2).
“Mekan; eski Ortadoğu
geleneklerinden ve sanat tarzından
esinlenilerek tasarlandı. Yeni ve eskinin bir arada olduğu nadide
bir çalışma olan Villa Moda’da
Marcel Wanders Ortadoğu’nun
gizemi ve Avrupa’nın sihirli
cazibesini bir araya getirerek
mekanın hikayesini oluşturdu”
(Tasarım Plus, 2010) Resim 2: Villa Moda-Bahreyn,
Marcel Wanders (Tasarım Plus, 2010)
Ortadoğu’ya özgü otantik
dokuların modernize edilmiş bir
şeklide kullanılması ile abartılı bir
doku zenginliği yaratılmış fakat
mekanın geriye kalanında otantik
dokunun ana tema olması fikri
ile yarışmayacak şekilde siyah,
beyaz ve grilerin hakim olduğu nötr
renkler ve yalın veya düz
hatlara sahip dikdörtgen formlardan
oluşan mekan elemanları tasarımın
hikayesini oluşturmuştur.
Bu örneklere başka örnekler
katmak ve başka hikayelerden
bahsetmek de mümkün.
Mekanların ilginç, bilinmedik
hikayelerinden söz etmek de.
Şimdi tüm bu bahsettiklerimin
sonrasında, yazımın en başında
sorduğum soruyu yeniden sormak
istiyorum. Mekanlar size hikayeler
anlatabilir mi? Her ülkede, her
şehirde farklı hikayelere sahip
mekanlarla karşılaşmanız,
onları deneyimlemeniz, kendi
mekanlarınızın hikayelerini
oluşturmanız dileği ile...
Kaynakça:
Nil Paşaoğluları Şahin
Rashid, K. (2010): (http://www.karimrashid.com/
manifesto_fr.html: 18 Şubat 2010) Tasarım Plus
(2010): (http://www.tasarimplus.com/magazatasarimi.html:18 Şubat 2010).
SAYFA
8 DOSYA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Banu Tevfİkler ÇavuşoĞLU
[email protected]
İÇ MİMARLIK: NEDİR, NE DEĞİLDİR...
bir bütündür.Bütün, parçaların
Günümüzde iç mimarlık, yani
mekan tasarımı, bilinen, ya da
en azından aşina olduğumuz
bir kavram... Bir on/onbeş yıl
öncesine kıyasla, artık günlük
literatürümüze yerleşmiş durumda.
Değişik medya kaynaklarında
hep karşımızda. Aslında bu bilinç
düzeyinin artma konusunda, yine
o yıllara göre, kaynak nicelik ve
niteliğinin artmasının da büyük bir
önemi var. Magazin, kadın, erkek,
moda, güncel yaşam dergilerinde,
televizyon programlarında, hatta
reklamlarda hep karşımızda... Ve
tüm bunlar bir bütünün parçaları.
Bayilerin dergi raflarının onlarca
farklı magazinle dolmasının
nedeni, değişen dünya durumları,
yaşam şekilleri. Ve bir arz talep
meselesi. Bir de bilgiye ulaşmadaki
sistemlerin hayatlarımızın tam
merkezinde olması durumu, iç
mimarlık ya da mekan tasarımı
konuları hakkında doğru bilgilere
ulaşmak, anlamak, ilgi duymak,
merak etmek anlamında çok büyük
ve önemli bir gelişme.
Hepimizin hayatında, çok
zevkli, zevkine güvenilen ve
fikrine başvurulan birileri vardır.
Annemiz, teyzemiz, eşimiz,
dostumuz, sevgilimiz… Yeni bir
ev mi alındı, içine mi yerleşiliyor,
hemen ‘koltukların yerleştirilmesi’
konusunda yardımına başvurulan…
Ya da bu gelişmiş zevkleri
sayesinde kataloglardan süper
tasarlanmış seçimler yapıp,
uygun bir üretim atelyesinde
aynısının tıpkısını yaptıran…
Zevk çok önemli, evet. İçgüdüsel
ya da yaşamdan biriktirilenlerle
geliştirilebilen zevk, iç mimar ya da
tasarımcının mekan tasarımının
kalitesine etki ederek artıracak
çok önemli bir meziyet. Ancak,
mekanın tasarlanmasından söz
ediyorsak, tek başına asla yeterli
olmayan bir meziyet… Yoksa niye
insan, mekan tasarımcısı ya da iç
mimar olabilmek için dört yıllık bir
zamanı eğitime ayırsın?
İç mimarlık mesleğinin mekana en
büyük katkısının, tasarım surecinin
özünü oluşturan özgun bir yorum
katmasi olduğu soylenebilir. Diğer
bir deyişle, bir kimlik, bir anlam.
Tasarlanmiş mekanlar insanın
yaşam kalitesini yükseltir.
toplamından farklı ve
fazladır.
İç mekan örneği (Marcel Wanders Casa Son Vida)
İç mekan örneği (Marcel Wanders Casa Son Vida)
tasarım analizi, mekan planlama,
estetik, ve uygulama aşamasında
iç konstrüksiyon, bina sistem
ve ögeleri, bina yönetmelikleri,
ekipman, malzeme, ve donatı
konularindaki uzmanlık bilgilerini
kullanarak işin denetlenmesini de
içeren servisler verir; yaşam
kalitesini ileriye taşımak ve
toplumun sağlığı, güvenliği, refahı,
ve çevresini korumak için iç mekan
tasarımına ilişkin eskiz, çizim ve
dökumanlar hazırlar.’
Ve bu iç mimarlık/tasarım
organizasyonlarının tek
uluslarararası federal yapısı
olan IFI, dünya çapında eğitim,
araştırma, ve pratikte bilgi ve
İç mimar/tasarımcıların tek global
deneyimin paylaşim ve gelişimi
sesi, ve bu konudaki tek otorite olan için çalişan global bir forum niteliği
Uluslararası İç mimar/tasarımcı
taşır. Doğu Akdeniz Universitesi,
Federasyonu (IFI), İç mimar/
İç Mimarlık Bölümü böylesi önemli
tasarımcı’yı, “eğitim, deneyim, ve
bir yapının bölgedeki tek uyesi
uygulanmış yeteneklerle kalifiye
olabilmeyi başarmis, diğer bir
olmuş profesyonel” olarak tanimlar; deyişle uluslararası akreditasyon
ve İç mimar/tasarımcı’nın aşağidaki anlamında, tüm program ve
sorumlulukları kabul ettiğini söyler:
aktiviteleriyle kabul görmüştür
(bknz www.ifiworld.org/#Member_
‘İnsan ve çevresi’nin fonksiyon ve
Directory ).
kalitesiyle ilgili problemleri belirler,
araştırır, ve yaratıcı çözümler üretir; Mekan tasarım ve uygulama
iç mekanlarla ilişkili programlama,
surecinde, bir başkasının parasına
Burada ancak özetle
söyleyebileceğimiz, iç mimarlıkta
tasarımın, mekanı kullanan
kişilerin sayısı, eylemleri, kültürel
yapısı, sosyal ilişkileri, ekonomik
durumu, ergonomik, fiziksel
ve ruhsal özellikleri gibi, her
bireyin sahip olduğu temele bağlı
ölçütlerin etkisinde meydana
getirilmesi gerektigidir. Bu
kapsamda dusunulmesi gereken
‘alan basliklari’ni tanımlarsak,
bunların bir bölümünün somut, bir
bölümünün de soyut elemanlar
olduğu görülür. Somut olanlar
arasında; insan ölçüleri, fiziksel
özellikleri, malzeme, teknoloji v.b.
olduğu, soyut olanların ise insanın
sosyo-psikolojik davranış özellikleri,
beğenme, sevme, estetik kaygı v.b.
duyguları içerdiği söylenebilir. Bu
veriler bütününün etkileşimi, mekan
organizasyonunda olumlu veya
olumsuz ürünleri meydana getirir.
Bu anlamda; iç mekanın ancak,
bilimsel, teknik ve sanatsal bilgi ve
olanaklarla tasarlanabileceği ve
uygulanabileceği gerçeği ortaya
çıkar. Bu verilerden yola çıkarak,
“İç mimarlık; insanların
gereksinimlerini karşılamak
amacıyla belirlenmiş mekanları
pratik, estetik ve sembolik işlev
açılarından ele alan, insanların
fiziksel ve ruhsal özellikleri
ve eylemlerine uygun olarak
tasarlayan bir meslek alanıdır”
diyebiliriz.
hükmetmek durumu sözkonusu
olduğundan da iç mimarlık
mesleğinin oldukça büyük bir
sorumluluk bilinci gerektirmesi ise
ayrı bir dosya konusu olabilir…
İçmimarlık, ‘nedir ne degildir’i
sorgulayacak olursak:
kapının kulbu, merdivenin küpeştesi
hakkında bir karar vermek değildir;
duvarın rengi, döşemenin deseni;
perdenin, avizenin, mobilyanin
seçimi ya da yerleştirilmesi değildir;
gereksiz ve abartılı bir süsleme
ya da kartonpiyerlerin yaptırılması
değildir; bir alt dal değildir… Hele
hele filanca hanim/bey/yer/…inki
gibi birşey yapma, hiç değildir!
Ama tüm bunları da içerir!, tek tek
tümünden fazla olarak. Burada
biraz gestalt psikolojisinden
bahsetmek gerekir:
Gestalt psikolojisi, zihnin çalışma
ilkelerinin bütünsellik, paralellik
ve kendi kendisini düzenleme
olduğunu öne süren psikoloji
teorisi olarak aciklanabilir.
Duyularımızın şekillendirme
eğilimine, parçaları bütünleştirerek
algılamasına Gestalt etkisi denir.
Gestalt psikolojisine göre algı
Face to Face (Ministry of Design)
kaynak:ministry of design web sayfası
Ve tabii, buradaki özet ‘iç mimarlık
nedir ne değildir’ sorgulamasına
‘yaşama yön vermektir’ demek,
iç mimarlık mesleğini en yalın
haliyle tanımlamak istiyorum.
Tasarımın gücüyle, kaliteli yaşamlar
diliyorum...
Banu Tevfİkler Çavuşoglu
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
DOSYA
SAYFA
9
Guİta Farİvarsadrİ
[email protected]
YARATIM, TASARIM, ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
Hepimiz her gün, her an farklı
alanlarda tasarlanmış nesnelerle
karşı karşıya geliyoruz. Bu
tasarımların bazıları biz hiç
fark etmesek de hayatımızı
kolaylaştırıp, zenginleştirir; bazıları
da zorlaştırır.
Tasarım farklı kaynaklarda değişik
şekillerde tanımlanmışsa da tüm
tanımların ortak noktası tasarımın
ana temelinin bir probleme
dayandığı ve yaratıcı bir çözüm
üretme işi olduğudur.
Her tasarımın amacı var olan
durumu geliştirip daha iyi bir
seviyeye taşımaktır. Tasarımın
özünde yaratıcılık vardır. Yeni bir
oluşuma tasarım denebilmesi için
geliştirilen çözümün daha önce var
olmaması gerekir. Bu yeni çözüm,
bu yenilikçilik, her adımda daha iyi
bir yaşam kalitesine ulaşmayı, daha
yaşanabilir bir dünyayı hedefler.
Yaşam çevremizin şekillendirilmesi
ile ilgilenen birçok alan vardır.
Kentsel tasarım şehirlerimizin,
mahallelerimizin ölçeğinde
çalışırken, mimarlık yaşadığımız
mekânların biçimini belirler.
Moda tasarımcıları kıyafetlerimizi
tasarlarken, grafik tasarımcılar
görsel iletişimde kullanılan ürünleri
(posterler, kitap kapakları vs.)
tasarlamakla meşguldürler. Ama bir
tasarım dalı var ki toplumumuzda
öbürleri kadar tanınmamakla
birlikte bizim hayatımızı en çok
etkileyenlerdendir. Bu alan Endüstri
Ürünleri Tasarımıdır.
‘DÜNYA TASARIM GÜNÜ’ 29 Haziran
2009 , 50inci yıl afişi.
Organizatör: ICSID(International Council of
Societies of Industrial Design)
Hiç kullandığınız telefonunuzun,
tabaklarınızın, kalemlerinizin,
bilgisayarınızın, televizyonunuzun,
saatinizin, lavabonuzun, kısacası
tüm kullandığınız objelerin
kimler tarafından tasarladığını
düşündünüz mü? İyi tasarlanmış
bir nesnenin kullanımı hayatınıza
renk katıp, size zevk verirken, tam
tersi iyi tasarlanmamış bir nesne
günlük hayatınızı zorlaştırır. Küçük
bir deney yapmak için, her gün iş
yerinde veya evde kullandığınız
sandalyelerinize yeniden oturun.
Bu sandalyede otururken rahat
mısınız? Ona baktığınızda keyif
alıyor musunuz? Peki, elinizdeki
kalemin tutuşu rahat mı? Kullanımı
keyifli mi? Artık günümüzde her
hangi bir objeyi satın alırken birçok
seçenekle karşılaşıyoruz. Hepsi
ortak bir sorunun farklı çözümleri ve
siz kendinize göre en uygun olanı
seçme şansına sahipsiniz. İşte tüm
bu nesneleri tasarlayanlar Endüstri
Ürünleri Tasarımcılarıdır.
Kıbrıs’ta Endüstri Ürünleri Tasarımı
mesleki henüz çok yenidir. Bu
meslek, mazisi çok eskiye gitmeyen
ancak günümüzde gittikçe önemi
daha çok ortaya çıkan ve kapsamı
genişleyen bir iş alanıdır. Endüstri
Ürünleri Tasarımcılarının var oluş
tarihi yaklaşık bir asır öncesine
dayanır. Endüstri Devrimi ile toplu
üretim ve fabrikasyona uygun,
aynı zamanda çok sayıda insanın
HYUNDAI 2020 konsept tasrım eskizleri
ihtiyaçlarına cevap verebilen ve
zevkine hitap edebilen ürünler
ortaya koyma ihtiyacı doğunca, bu
uzak olamayabilir. Tabii ki bunun
almalarının sağlanmasının yanı
meslek oluşmaya başlamıştır.
gerçekleşebilmesi ancak doğru bir
sıra, eğitimlerini tamamlayan
pazarlama ve eğitimle mümkün
Endüstri Ürünleri Tasarımcılarına
Türkiye’de bu meslek daha da
olacaktır. Öte yandan sınırlı üretim
bir çalışma olanağı sağlar ki
yakın zamanlara dayanır. Türkiye
potansiyeli de olsa, iyi tasarlanmış, bu meslekin ülkede gelişmesi
sanayisini yurt dışından ithal
kullanımı rahat, insan ve çevre
açısından çok olumlu bir adımdır.
ederken, çok uzun bir zaman
sağlığına uygun, estetik açıdan
Ancak bu dersin yalnız bir senede
tasarımlarını da hazır getirdi.
zengin ürünleri kullanmak tüm
sınırlı olmaması gerekir. Birçok
Uzun zaman ‘Amerika’yı yeniden
insanların hakkıdır!
gelişmiş ülkede daha ilkokuldan
keşfetmeye ne gerek var adamlar
itibaren öğrenciler buna benzer
yapmış işte!’ mantığı ile çalışıldı!
2006 senesinde KOBİ center ve
dersler almaktadır. Yine de bu
Ama artık Türkiye’deki sanayiciler
USAID desteği ile El İşi Ürünleri
adım olumlu bir başlangıçtır.
da farkındadır ki taklit tasarımlarla
Sektörü ile ilgili hazırlanan pazar
Etrafımızda ne kadar iyi tasarımlar
dünya pazarlarında, hatta yerli
araştırma raporu, sektörün ana
görürsek kötü tasarımlar o kadar
pazarda dahi temeli sağlam bir yer
sorunlarından birini tasarım
rahatsız edici hale gelir. Ayrıca
edinmek olanaksızdır. Bu nedenle,
eksikliği olduğunu ortaya
insanlarımızın yaşadıkları çevreleri
artık çağdaş üretim koşullarına
koymuştur. Bu sorun yalnız el işleri benimsemeleri ve sahip çıkmalarını
ayak uyduran büyük firmalar birçok sektörü ile ilgili değil, Kıbrıs’taki
ancak onlara iyi tasarımlar sunarak
ürünü kendileri tasarlayıp yurt
üretim yapan tüm sektörlerde söz
bekleyebiliriz. Çünkü iyi tasarım
dışına tasarım satmaya başladılar.
konusudur. Bu eksikliğin giderilmesi insana saygının göstergesidir.
Artık televizyonda daha sık
adada sanayinin gelişebilmesi
Saygı gören insanlar saygı gösterir.
rastladığımız ürün reklamlarında
için önemli bir önkoşuldur. Bu
Bu bir kuraldır. Yaşadığımız
tasarımın kullanışlılığı ve estetiği
engelin üstesinden sadece devlet
çevreden basit bir örnek vermek
ön plana çıkmaktadır. İyi tasarımlar ve sanayicilerin değil, herkesin
gerekirse, derme çatma bir otobüs
yalnız kullanıcıların mutluluğu için
tasarım konusunda bilinçlenmesi
durağında bekleyen biri belki de
değil, dünya pazarlarında var olmak ile gelinebilecektir. Bu da ancak
can sıkıntısından oraya buraya
için de şart.
eğitim ile okullardan başlayarak
yazılar yazar, resimler yapar, nasıl
yapılabilecektir. Bu doğrultuda
olsa zaten o durağın gözünde
Peki ya Kıbrıs? Kıbrıs’ta sanayinin
Milli Eğitim Bakanlığı’nın deneme
bir değeri yoktur. Ama çok güzel
henüz gelişmediği bir gerçek. Ama
aşamasında olan yeni Tasarım ve
tasarlanmış, konforlu ve bekleme
bu hep böyle mi kalacak? Kıbrıs
Teknoloji dersi daha ortaokulda
süresini keyifli hale getiren bir
çok önemli bir dönüm noktasındadır olan öğrencilere bu duyarlığı
durakta bulunan insanlar ona sahip
ve geleceğe hazır olmalıdır.
aşılaması açısından önemli bir
çıkar ve insan yerine konduğunu
Kıbrıs’ta şu anda zorlukla ayakta
katkı sağlayacaktır. Bu dersin
hisseder! Eğer çevremizin daha
durmaya çalışan üretici tabii ki
amacı bununla da sınırlı değil,
sağlıklı, düzenli ve güzel olmasını
dünya pazarına hitap edecek güçte aynı zamanda öğrencilerin
istiyorsak bir yerden başlamalıyız.
değildir. Ama eğer iyi tasarlanmış
yaratıcılıklarını da geliştirmektir ki
Tasarımın önemini anlayıp, bu
az sayıda dahi ürün üretilebilirse o
bu kişiliklerinin gelişimi açısından
konuda uzmanlara başvurmalıyız.
zaman marka olarak dünyada var
da çok önemlidir. Milli Eğitim
Yetkililer, Bakanlıklar ve Belediyeler
olma şansı artacaktır. İtalya’nın
Bakanlığı’nın verdiği diğer doğru
bu hususta herkesten daha çok
II. Dünya Savaşı’ndan sonra
bir karar da Endüstri Ürünleri
duyarlı olmalıdırlar.
küçük sanayisini bir avantaj olarak
Tasarımcıların bu dersi vermelerine
kullanıp tüm dünyaya tasarım
olanak sağlanmasıdır. Bu karar, bir Şimdi etrafınıza bu gözle bir daha
sattığı bilinmektedir. Niye olmasın? yandan öğrencilerin tasarımla
bakın!!
Size bu bir hayal gibi gelebilir ama
ilgili, el işi yapmaktan öte, tasarımı
bu gerçekten çok da
bir sorunsal olarak gören bir eğitim
Guita Farivarsadri
10 DOSYA
SAYFA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Denİz Kağan Güner
[email protected]
BİR YAŞAM BİÇİMİ OLARAK: ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
‘Tasarım’(Design) ve özel olarak
endüstri ürünleri tasarımı, son
yıllarda tüm dünyada sıkça telaffuz
edilir oldu. 10 yıl öncesine kadar,
bir meslek grubunun özel jargon
kelimesi ve kültürü olan ‘tasarım’
birdenbire sihirli bir kelime haline
geldi. Öyle ki, Der Spiegel, The
Guardian, Le Monde, Herald
Tribune, El Pais gibi dünyanın önde
gelen gazete ve dergileri düzenli
tasarım ekleri vermeye başladılar.
Geçtiğimiz yıl dünyanın en büyük
yayınevlerinden biri olan Penguin,
meslekten olamayan herkesin
okuyabilmesi için kurgulanmış bir
tasarım kitapları dizisine başladı.
Öte yandan sadece Türkiye’de
değil ama tüm dünyada endüstri
ürünleri tasarımı bölümlerine olan
rağbet, tüm eğitim alanlarının
önüne geçmiş durumda.
Yazılı medyayı dikkatlice tarayan
bir göz dünyanın her yerinde
tasarımcıların arandığını rahatlıkla
fark edecektir. Peki, tasarıma
olan bu ilginin ve popüler merakın
nedeni nedir? Ya da sözünü
ettiğimiz yayın organlarının tasarım
kültürüne olan son yıllardaki bu
ilgisi nedir? Diye sorduğumuzda;
insanlığın en son 19uncu yüzyıl
sonlarında yaşadığı gibi tarihsel
bir dönem noktasında olduğunu
söyleyebiliriz.
üzereyken ve bizler günlük yaşam
alışkanlıklarımızı ve yaşam
tarzımızı değiştirmeye zorlanırken,
doğal olarak herkesin gözü yeni
yaşam tarzını kurgulayacak olan
tasarımcılara yöneldi. Bu anlamıyla
tarihsel bir eşikte yer alıyoruz.
Bu kadar sözü edilen, ‘Endüstri
Ürünleri Tasarımı nedir?’ diye
sorulduğunda; bunu kısaca,
günlük hayatta kullandığımız ve
seri üretim yöntemi ile üretilen,
neredeyse tüm nesnelerin tasarımı
ile uğraşan bir meslek grubu olarak
yanıtlayabiliriz. Fakat bu yanıtın
kendi içinde özel katmanları vardır.
Tasarım meslekini öğrenmek için
üniversiteye gelen öğrencilere
dünyanın her yerinde bir düstur
olarak şu söylenir: ‘Tasarım bir
meslek değil fakat bir yaşam
biçimidir.’ Dolayısıyla, tasarımcı
olunmaz, tasarımcı olarak yaşanır.
Tasarım bu yaşam kimliğini sadece
sanatçılarla paylaşır. ‘Sanatçılar
ve Tasarımcılar’ tanımlamalarını
yan yana görmemizin nedeni de
budur. Homo Sapiens canlısının
tarih öncesi çağlardan başlayarak,
alet tasarladığını ve yaptığını
biliyoruz. Fakat modern anlamıyla
tasarımcı tarih sahnesine ilk olarak
endüstri devrimi ile çıktı. 1900’lerin
başlarında tasarımcı için yapılan
OTTO DESIGN 2009 Kataloğu. Plywood malzeme ile üretilmiş
çocuk mobilyaları.
kafa yoran bir işçi-sanatçı oldu.
Bu içeriğiyle, bir ressamın hayatı
renkler, müzisyenin notalar ve
nesneler de tasarımcının hayatıdır.
Bu nesnelerin tasarımında işlevsel
gereksinimlerin yanı sıra insan,
teknoloji, üretim yöntemleri vs. ile
ilişkin etmenler de göz önünde
bulundurulur. Tasarım bazen
var olanın iyileştirilmesi veya
geliştirilmesine yönelik olabilir.
Bu geliştirme yeni pazarlar bulmak
için veya işlevsel bir sorunu
gidermek için de olabilir. Bazen
de yeni bir işlev için yeni bir nesne
tasarlamak gerekebilir. Buna örnek
olarak ilk cep telefonları veya ilk lap
top tasarımları gösterilebilir. Her iki
durumda da genel olarak amaç, var
olan durumu geliştirip daha iyi bir
seviyeye taşımaktır.
AUDI - Espada Design konsept çizimleri (www.audiworld.com)
19uncu yüzyıl endüstri devrimi ile
insanlığın bütün değer yargıları,
kentsel ve günlük yaşam anlayışı
köklü bir değişikliğe uğramaya
başlamıştı. Bu yeni dönemin
mesleki olarak çıktı tasarımcı. O
günden beri de yeniyi aramaya
devam ediyor. Şimdi yaşadığımız
dönem yine durdurulamayan bir
hızla devinen teknolojik devrimin
olumlu ve olumsuz etkilerinin
yanı sıra, dünyanın küresel
çevresel bir krizin sorunlarını
hissettirmeye başladığı bir dönem.
Gezegenimiz sınırlı kaynaklarını
tehlike sinyalleri vererek tüketmek
tanımlama ‘sanatçı-mühendis’ti.
Zaman içerisinde tasarım,
mühendislik formasyonundan
koparak, sanat alanına daha çok
yaklaştı. Diğer sanat dallarından
farklı bir kimliğe bürünerek ama...
Günlük hayatın ve endüstriyel
seri üretimin sanatçısı. Bu yüzden
tarihsel olarak daima halkın ve
insanların ihtiyaçlarını düşünen
bir sosyal işçi oldu aynı zamanda.
Nesnelerle oynayan ve bu
nesnelerle hayatı insandan yana
güzelleştirmek isteyen ve
Endüstri Ürünleri Tasarımı
hızla gelişen bir meslektir.
Günümüzde her çeşit endüstrinin
gelişmesinde donanımlı Endüstri
Ürünleri tasarımcıların rolü inkâr
edilemez. Artık tüm endüstri
dallarında üreticiler dünya
pazarında var olabilmek ve başka
üreticilerle rekabet edebilmek için
tasarımcıların yaratıcı fikirlerine
ihtiyaçları olduğunun farkındalar.
Bu nedenle de günümüzde
Endüstriyel tasarımcılar endüstrinin
çeşitli dallarında çalışma imkânı
bulmaktadırlar. Ayrıca, Endüstri
Tasarımı alan olarak çok geniş
bir tasarım aktiviteleri yelpazesini
kapsamaktadır. Bu yüzden, genç
tasarımcılar çok değişik sektörlerde
ve çok değişik alanlardaki
tasarım işlerinde çalışma imkânı
bulmaktadırlar.
21inci yüzyılın ilk 10 yılını geride
bırakırken, endüstri ürünleri
tasarımı meslekinin günlük
hayatımızı belirlemede çok
daha belirgin rollere bürüneceği
bir döneme girdiğimizi de
söyleyebiliriz. Bu rolleri kısaca
şöyle sıralayabiliriz: Geliştirilen yeni
enerji kaynaklarının ihtiyacı olan
yeni ürün konseptleri, insanlığın ve
gezegenimizin yeni sorunları, ulusal
ekonomilerin küresel kriz ortamında
yeni üretim tanımlarına olan ihtiyacı
gibi uzayan listedeki her
bir maddede gözler ister istemez
endüstri ürünleri tasarımı pratiğine
yöneliyor. Bu yüzden yukarıda
kısaca değindiğimiz yeniçağın yeni
ihtiyaçları temelinde, endüstriyel
tasarım, gerek mesleki anlamda
ve gerekse eğitim programları
anlamında muazzam bir alt üst oluş
dönemi yaşıyor.
Fakat değişim trendleri ne olursa
olsun, endüstriyel tasarımı
açıklayan tek sihirli kelime
olan ‘YENİ’ yüzyıldır alımından
ve çekiciliğinden hiçbir şey
kaybetmeden salınarak yürümeye
devam ediyor ve tasarımcılara
‘beni takip etmeye devam et’
diyor.. Bu yüzden bir kez daha
tasarımcılar yeni insanı, yeni
bir geleceği ve yeni bir dünyayı
bulmaya, tanımlamaya çalışıyorlar.
Ve yine bu yüzden hep ısrarla
endüstriyel tasarımın bir ‘meslek’
değil ‘yaşam biçimi’ olduğunu
vurgulamaya devam ediyoruz.
Deniz Kağan Güner
KENTİN TADI TUZU
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
11
SAYFA
Şebnem HoŞKARA
[email protected]
MEYDANLARIN BÜYÜSÜ
Evet...Büyülüdür meydanlar
benim için... Herhangi bir kente
ilk gidişimde, ilk görmek istediğim
yerler kentin meydanlarıdır.
Kentin ruhunu hissetmek, kimliğini
algılamak, insanlarıyla karşılaşmak,
kentin meydanlarında mümkündür
bence. Bazen tek bir büyük, anıtsal
mekan olarak karşımıza çıkar
meydanlar, bazen bir kaç görece
küçük mekan olarak... Bazen ayrı
ayrı, bazen gruplanmış olarak...
telaşının yaşandığı alanlardır
meydanlar.Fonksiyonel olarak
farklı amaçlarla kullanılırlar.
Toplanma, buluşma, eğlenme, spor
gibi toplumsal amaçlar yanında,
eğitimsel, törensel, ticari, askeri,
siyasi amaçlı bir araya gelişlerin de
mekanıdır meydanlar. Meydanlar,
kamusal alanlardır. Her türlü
toplumsal, kültürel hatta ekonomik
aktivitenin, yerine ve zamanına
göre yeralabileceği, gündüz veya
Brügge Kent Meydanı
Fiziksel olarak doluluklar ve
boşluklar şeklinde oluşmuş
yerleşme dokuları içinde, “sınırları
yapılarla belirlenmiş, tanımlı
geniş alanlar (boşluklar)” olarak
tanımlayabileceğimiz meydanlar,
sadece üç boyutlu biçimleriyle
değil, aynı zamanda içinde
yaşattıkları kullanımlarla da anlam
kazanırlar.
Bazıları, doğal koşullar altında,
yerleşim dokusu içinde, toplumsal
yapının da etkisiyle kendiliğinden
ortaya çıkmıştır – bir kilise önünde,
bir cami yakınında, bir kamusal
bina girişinde, bir çeşme başında,
bir çınar altında... Bazıları ise, tüm
bir kente ve kentliye hizmet vermek
üzere doğrudan planlanarak
dokuya kazandırılırlar. Bazısı,
kendiliğinden oluşmuşluğun verdiği
özgünlükle, daha düzensiz, ancak
dinamik bir karaktare sahipken,
bazıları, düzgün geometrik
biçimlenmenin de etkisiyle anıtsal
özellikler taşır.
Yerleşme birimleri içinde, farklı
kültürlerin, yaşam biçimlerinin ve
toplumsal düzenlerin fiziksel yapıya
bir yansımasıdır meydanlar. Bazen
devrim şarkılarının söylendiği,
bazen siyasal mitinglerin yapıldığı,
bazen sevilen bir ezgiyle dans
edilen, bazen bir dostla buluşulan,
bazen sevgilinin kucaklandığı
alanlardır... Bazen bir kenarında
oturulup kahve içilen, bazen
kendisini sınırlayan yapıların
cephelerine yansıyan gün batımının
izlendiği, bazen de içinde kurulan
pazaryerinde yoğun bir alışveriş
mobilyaları da vardır. Nesnel
mimari öğeler, anıtlar, heykeller,
taşlar, oturma ve aydınlatma
elemanları, su elemanları,
ağaçlar... Bunların her birinin
varlığı, meydanlara ayrı anlamlar
katar.Meydanların aynı zamanda,
renkleri, sesleri, kokuları vardır.
Meydanlarda her zaman bir
hareket, bir ses, bir görüntü vardır.
Yürüyen, dolaşan, oturan, konuşan,
bağıran, eğlenen, izleyen,
değildir.Sizin meydanınız hangisi
- hiç düşündünüz mü? Sınırları son
derece belirgin, bir meydandan çok,
bir evin salonunu andıran düzeni
ile Venedik’in San Marco Meydanı
mı? Rusya tarihi içinde çok önemli
olaylara sahne olmuş olan, adıyla
da sevgi, saygı, nefret, korku gibi
karmaşık duygular çağrıştıran
Moskova’nın Kızıl Meydanı mı?
Ayaklanmalardan, düğünlere,
yürüyüşlerden, askeri törenlere
Almanya’dan bir meydan
gece, yaz veya kış, zamandan
bağımsızherkesin kullanımına açık
alanlardır.
gözlemleyen insanların oluşturduğu
bir hareket...
pek çok farklı etkinliği, üç büyük
imparatorluk bünyesinde, farklı
zaman dilimlerinde, farklı kültürler
Tüm bu özellikleriyle meydanlar,
altında yaşamış olan ve Ayasofya,
Meydanların üç boyutlu biçimleri
kullanıcılar tarafından farklı
Sultan Ahmet Camisi, İbrahim Paşa
vardır; kendilerini sınırlayan
biçimlerde yaşanabilir, algılanabilir
Sarayı gibi pek çok anıtsal mimari
binalarla ve/veya başka elemanlarla ve deneyimlenebilir. Bir kent
eseri içinde barındıran İstanbul’un
belirlenen biçimler... Meydanların
meydanında, yoğun bir iş günü
Sultan Ahmet Meydanı mı? Nüfus
eni, boyu, yüksekliği vardır; ölçüleri, sabahında koşuşturan insanlar
azlığı içinde sessizce kendi yapısını
oranları, ritmi... Tıpkı bir iç mekan
arasında bulunmakla, bir tatil
korumaya çalışan, Venediklilerden
gibi, meydanların da, duvarları
gününün sabahında, gün
bugüne ayakta duran haşmetli
(bina dış cepheleri), zemini ve
doğumunun sessizliği içinde aynı
sur duvarlarının merkezinde yer
hatta tavanı vardır. Hiç düşündünüz meydanı yaşamak farklıdır. Bir kent alan, bir yanda Gotik yansımasıyla
mü, bir meydanın tavanı neresidir
meydanının, kış soğuğunda karla
katedralden camiye dönüşmüş
diye? Bir meydana üçüncü boyut
kaplı oluşuyla, yaz güneşi altındaki muhteşem bir anıt, diğer yandan
hissini veren ve meydanın tavanını görünümü, ve dolayısıyla bu
Venedik Sarayı’dan geriye
tanımlayan, kendisini sınırlayan
farklılıklar içindeki kullanım biçimleri kalan duvarlar ve bir köşeden
binaların yükseklik ve çatı
de farklıdır. Bir kent meydanını, o
de, bir yirminci yüzyıl mimarlık
çizgilerinin gökyüzü ile birleştiği
kentte yaşayan kişilerin kullanması harikası (!) banka binasıyla
hayali çizgiselliktir. Meydanların,
ve algılamasıyla, kenti gezmeye
çevrelenmiş, Mağusa’nın Namık
tıpkı iç mekanlarda olduğu gibi,
gelen kişilerin algılaması da aynı
Kemal Meydanı mı? Meydanınız
hangisi olursa olsun, meydanları
doyasıya yaşayın... Yaşanan
olaylar ne olursa olsun, meydanlar
ne şekilde oluştuysa oluşsun,
unutmayın ki, meydanlar, içinde
bulundukları kentleri ayrıcalıklı
kılma özelliğine sahip güçlü
kentsel elemanlardır. Meydanlar,
iyi tasarlandıklarında, yerleşimlere
kimlik verirler, bireylerde kalıcı izler
bırakırlar. Meydanlar, toplumlarının
yansımasıdırlar; toplum olma
ve kentlilik bilincini güçlendirme
özelliğine sahip kamusal alanlardır.
Meydanlarda buluşmak,
meydanların büyüsünü yaşamak
ve sonrasında meydanlardan
sokaklara akmak dileğiyle...
Kızıl Meydan, Rusya
Şebnem Hoşkara
12 AL GÖZÜM SEYREYLE
SAYFA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Türkan Ulusu Uraz
[email protected]
BERLİN I: DUVARDAN ÖNCE
Prag’dan sonra 11 gün Berlin.
Sosyalizmin babası Karl Marx’ın
kenti Berlin; bizlerin ‘Göçmen İşçiler’i,
‘Alamancılar’ı ve ‘Kreuzberg’i; yerli
Sinema’nın ’45 Metrekare Almanya’
ve ‘Berlin in Berlin’ filmleri; Batı
Sineması’nın II. Dünya Savaşı’nı
konu alan yürek parçalayıcı serileri,
kenti ikiye bölen ‘Duvar’ ve hüzünlü
duvar öyküleri, en sonunda 1989,
‘Duvarın Yıkılışı’ ve coşkulu birleşme
sahneleri…Bütün bunlar, artık giderek
kentin tarihine mal oluyor. Müzelerin
ağırbaşlı sergileri dışında birçok şey
bir tüketim nesnesi. Hediyelik eşya
dükkanlarında duvar parçasının
taklitleri meraklısına sunuluyor.
Militarist kostümler donanmış fırsat
düşkünleri, bahşiş karşılığı size
Branderburg kapısı önünde turistik
fotoğraf vaad ediyor. Ama kent
haritasında eski duvar güzergahını
bulmakta dahi zorlanıyorsunuz,
duvar her anlamda ortadan kalkmış
olsa da eski bölünmüş kent
diğer parçasıyla hala birleşmeye
çalışıyor. Aslında, toplumsal/kentsel
entegrasyon ve yenileme projeleri
ile Komünizm sonrası kentine
hakim olan bu ‘kapitalist coşku’yu,
görmemek mümkün değil, adeta göz
kamaştırıyor. Kent ve belki de tüm
ülke sadece doğulusuyla değil, yıllarca
içinde yaşattığı yabancısıyla da
kucaklaşmaya çalışıyor. Bu bir Birleşik
Avrupa Kültürü yaratma çabası mı?
Ya da entelektüel bir bedel ödeme mi?
Belki her ikisi. Yine de Berlin’i, kent,
ülke ve hatta dünya tarihindeki, bu çok
önemli bir kırılma noktası, ‘duvarın
yıkılış’ı ile ilişkilendirerek, ‘duvardan
önce’ ve ‘duvardan sonra’ başlıklarında
anlatmayı denemek, çok kolay olmasa
da, daha doğru olacak.
proletarya ordusunu bu konutlarda
barındırmış; bitişik nizam, avlulu ve
katlı konut binalarının iyi korunmuş
örnekleri bugün hala kent dokusundaki
yerlerini korumakta. Berlin’in,
bölünmüş bir kent olarak hüzünlü
yakın geçmişi, sanki onun hayat
çizgisinde kaçınılmaz bir durakmış, bir
kadermiş gibi. Çünkü daha baştan, 12.
yy. ın ikinci yarısında Berlin ve ‘Kölln’
adıyla çift kent olarak kurulmuş; 1920
ile başlayan dönem, tek Berlin’e
geçişin pekiştiği çoğulcu ve demokratik
bir dönemdir. Rusya’da Bolşevik
devrimi gerçekleşmiş, işte tam da bu
sırada ülkeye bir düzen ve disiplin
vaad eden Nasyonal Sosyalist hareket
de palazlanmaya başlamıştır. Bu arada
Sosyal demokrat yönetimler hala
işbaşında, kiracı kışlalarını
sağlıklaştırır; yeni konut alanlarının
yapımını gerçekleştirirler. ‘Uluslararası
Yapı Sergisi’ organizasyonu, mimarlık
ve şehircilik alanındaki güncel
yaklaşımları yaşama geçirmeyi ve
bunu halka tanıtmayı amaçlayan üç
konut sergisini Berlin de uygular. İlk
ikisi daha çok toplu konut ölçeğinde
olan bu dizinin 1984 deki sonuncusu,
batı kesiminde ‘duvar’a yakın
bölgelerin sosyal ve kentsel onarımı
bağlamında parsel ölçeğinde
uygulamalardır. Mevcut duruma
entegre olmuş, mesleki deyimle ‘infill’
olarak adlandırılan bu örnekler
arasında modern sonrasının çoğu
Post-modernist ünlü mimarları ve
onların takipçileri var; yani, Rossi’ler,
Krier’ler, Eisenman’lar ve hatta
Koolhas’lar, ürünleriyle görülmeye
değer. Sergi uygulamalarının ilki, 20’li
yılların ikinci yarısında kamu
denetiminde gerçekleşen ve dönem
mimarisine damgasını vuran konut
Kenti bölen duvardan bugüne kalan bir parça / Berlin- Almanya
Kentin tarihine kısa bir bakış, bugünü
daha iyi anlamamızı sağlıyor. Onun, bu
çok kültürlü yapısı geçmişinden
geliyor. Başından beri, ‘Endüstri
Devrimi’nin de etkisiyle Avrupa
çeperindeki birçok ülkeden göç almış;
1871 de başkent olunca, iç ve dış
göçle nüfus aniden artmış; yüksek
kiralı, buna rağmen sağlıksız konutlar,
‘Kiracı Kışlaları’ bu dönemde oluşmuş.
Berlin, Avrupa’daki en büyük endüstri
kenti olarak en büyük nüfuslu sosyal
sınıfı, imtiyazsız ve varlıksız bir
yerleşimleri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu bağlamda Taut ve Wagner’in
Neukölln’deki ‘HufeisensiedlungAt nalı’ yerleşimi ve aralarında
Gropious ve Scharoun da bulunduğu
bir ekip tarafından tasarlanan
Charlottenburg’daki ‘Siemensstadt’ı
gezmek fırsatını bulabildik.
Sosyal demokrat ideolojinin konut
tasarımına yansıdığı, az gelirliler
için modern bir mutfağı, banyosu
ve mutlaka bir balkonu olan bol
güneşli konutlarda son kat ortak
işlevlere ayrılmış, Kiracı Kışlaları’nın
güneşsiz avlullarını yinelemek yerine
bahçeşehir conceptini modern
mimariyle birleştiren bir yaklaşım
sergilenmişti. Aslında Konut ve yaşam
standartlarının iyileştirilmesinin, sol ya
da sağ eğimli bütün reformcu niyetlerin
hedefi olduğu gözlenmekteydi.
Hitler’in ‘Hiçbir kent tamamen harap
olmadan düşmana bırakılmayacaktır’
emri Berlin’de hüzünlü bir gerçeğe
dönüşür ve ünlü istasyon Zoologisher
Garten yakınındaki, Kaiser Wilhelm
Anı Kilisesi bu hüznü günümüze
taşımaktadır. Savaş sırasında büyük
ölçüde tahrip olan bina bu haliyle,
bir savaş protestosu olarak ayakta
durmakta, modern kilise kulesiyle
yanıbaşında yer almaktadır. Aslında
şehrin büyük bir kesimi bu kadar
da şanslı değildir. Hal böyle iken,
zaten tahrip olmuş ‘Erken Kapitalist
Dönem’ temsilcisi eski dokudan
kurtulmak, hem modern mimarinin
güncel örneklerinin gerçekleşmesine
destek, hem de Doğu Berlin ile haklı
bir rekabete imkan verecektir. Zaten
Doğu’da da mevcut doku ‘Kapitalist
Kent’ kalıntısı olarak terkedilmiş
ve endüstriyel yapım teknikleriyle
yüksek katlı tek blokların ağırlıkta
olduğu kent dışı yeni yerleşmelere
yani Toplu Konut uygulamalarına
ağırlık verilmiştir. Marzahn bölgesi
bu anlamda görülmeye değer. Hatta
duvardan sonra, blokların kat sayısını
azaltma, cephelerini renklendirme
ve ilavelerle estetize etme, açık
mekanlarda gerçekleşen peyzaj ve
yeniden düzenlemelerle tam bir ‘ihya
etme’ ve yeniden yaşama döndürme
örneğidir. Kentin yakın imar tarihine
yeniden dönersek, Batı Berlin’de
savaş sonrası kent yenilenmesinde en
göze çarpan uygulamalardan biri yine
‘Uluslararası Yapı Sergisi’ geleneği
kapsamında 50’li yıllarda geliştirilen
ikinci uygulama, ‘Hansaviertel’
konutlarıdır. Aalto, Gropious,
Niemeyer, Jacopsen ve Corbusier
gibi birçok mimarın yarışmayla
seçilen ürünlerini içerir; tek ve çok
katlı konutlardan oluşur, tek katlıların
birbiriyle eklemlenerek nasıl bir örüntü
oluşturdukları, hele 101 yaşında olup
da hala mimarlık yapan ünlü modernist
Niemeyer’in katlı konutu görülmeye
değerdir. Bu arada muhteşem klisesi
ve hemen yakınındaki Akademie der
Künste binası ile yaşayan bir ‘Modern
Mimarlık Müzesi’ olan bu yerleşme
metro istasyonunundan çıktığınızda
benzer mimari uslüpta bir çarşı ünitesi
ile sizi karşılar ve hemen oradaki
kafede, kahvenizi içerken çoktan
almanlaşmış bir hanım garsonla türkçe
sohbet edebilirsiniz. Bu dahil herşey,
bir modernist mimarlık nostalgisi tadı
verir.
Bu arada elinizdeki haritada da
hemen gözünüze çarpan büyük
park ‘Tiergarten’in tam da içinde
olduğunuzu farkedersiniz. Doğuya
doğru Spree Nehri boyunca
yürüdüğünüzde bir kaide üzerinde
yükselen ‘The Haus der Kulturen
der Welt’ i kaçırmak mümkün değil.
Yapımında Amerikan desteği olduğu
söylenen binada, amerikalı mimar
Gutborod, döneminin geniş açıklıklı
mekan gereksinimini shell strüktür
cözümüyle yanıtlamıştır. Diğer adıyla
‘Avrupa Dışı Çağdaş Sanatlar Merkezi’
olan bu bina sergi ve akademik
konferansların yanısıra sinema, tiyatro,
dans ve müzik gösterilerine de imkan
sağlar; ilginç kitaplar ve elsanatları
ürünlerinin sergilendiği dükkan ve
nehir manzaralı restoranı da ayrıca
görülmeye değerdir. Geçmişte av alanı
olarak, Charlottenburg şatosu ile kent
arasında konumlanan bu devasa
parkın keyfini bu gün, ayrıcalıklı
konumuyla, yeni diplomatik yerleşimler
ve kent konağı görünümündeki
apartman konutları sürer. Parkın
ortasından geçen ana aks, duvarın
yıkılışı resimlerinin background
deseni ünlü Brandenburg Kapısı ve
önündeki 18 Mart Meydanı’nda son
bulur. Hemen yanı başında kentin
yeni seyir kulesi, pardon! kubbesi’ ile,
Parlamento Binası (Reichstag) dikkat
çeker. Ancak, kapının diğer yüzünde
bir zamanlar eski doğu Berlin olduğunu
hayal dahi edemezsiniz. Şimdilik orayı
merak etmeyin gelin kentin Modern
Mimarlık tarihindeki yolculuğumuzu
noktalayalım.
60’lı yılların unutulmaz starı ‘Berlin
Flarmoni Orkestrası Binası’ için
güneye doğru yürüyüp parkı
katetmeniz gerekiyor. Expresyonist
modernizmin başyapıtlarından biri olan
bu bina dev bir heykel edasında
konumlanmış beklemekte. Yalnız, yeni
elçilik binalarının gözalıcı imajlarına
fazla kapılmadan fotoğraf makinenizde
Scharoun ve Weber’in bu özgün
yapıtına yer ayırmanız
Post-modern tarzda bir kent
konutu/ Berlin- Almanya
gerekir. Buradan yine duvar sonrası
bir başka gelişmeye Potsdamer
Bölgesine kayabilirsiniz farketmeden,
ama buraların ışıltılı çekim gücüne
aldanmayın, çünkü Mies’in Neue
National Galerie’si sizi bekliyor. ‘Işık
ve camın ünlü tapınağı’ 20. yy. heykel
ve resimlerini ağırlamaya hala devam
ediyor. Öğrenciliğimden kalma bir
mimarlık dergisi karıştırıyor gibiyim.
Bütün starlar burada...Bu şehir beni
çok etkiliyor...
Türkan Ulusu Uraz
PROVO-K-İTAP
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
13
SAYFA
Beril Özmen Mayer
[email protected]
KENTLER UYGARLIKLARIN MI YOKSA BARBARLIK’LARIN MI
BEŞİĞİ?
Metrodasınız, yeryüzünden
uzaksınız ve kendinize uygar
diyorsunuz. Dünyada yaptığınız
onca keşiften sonra yeraltında
geçirdiğiniz iki saatiniz var hergün.
Ve devlet güvencesiyle yeraltında
yaşıyorsunuz bunu, çünkü
metronuz aslında ‘kent – belediye –
devlet’ üçlüsünden size sağlanmış
bir kolaylık – bir hak.
öyle bir hissettiriyor ki. Huzursuz
ve hastalıklı olduğumuzu dile
getiriyor. Kentlerde üstüste –
altalta yaşadığımızı, birbirimizin
bireysel alanını zorladığımızı,
ama kendi fildişi kulelerimize
- apartmanlarımıza, kara
kutularımıza sıkıştırılmış konserve
yaşamlarımızda mutlu olmaya
çalıştığımızı söylüyor.
Metro / Metropol / Metropolis…
Yunanca Metropolis, anne ve hatta
‘uterus’: ana-rahmini betimleyen
bir kökten gelen ‘ana-şehir, devletşehir; politik, diplomatik, ekonomik
ve askeri karakterin baskın olduğu
kolonize ‘bölgenin’in merkezi.
Metropolis uygarlıkların beşiği, özel
nitelikte büyükşehir.
Uygarların ya da barbarların,
tüm insanoğlunun, başkalarının
haklarını gaspederken, yaptığı gibi
haklı bir neden bulmak: Hitler’in
söylemine göre, Jül Sezar’ın Paris’i
işgal etme nedeni ‘Daha fazla
yaşam alanına -lebensraum’aihtiyacı olmak’ konusunda
bilgileniyoruz. Böylelikle, en nesnel
insan ihtiyaçları tanımından, nasıl
bu kadar öznel olunabildiğini ve
gerçeklerin farklı taraflarına ait
yorumunun sağduyusuz stratejik
yönetimleri nasıl negatif etkilediğine
de ilginç bir şekilde tanık olmuş
bulunuyoruz.
Avrupa ziyaretleri bir – iki derken,
ben-genç-beril-cennet-kuşu: 1980
-ilk gidiş- Almanya Swalmstadt –
Trieste küçük kent, deniz kenarı;
kanallar ve Venedik.. İstanbul
Mini Tüneli haricinde kentlerimizde
tanışık olmadığımız metro; ve
1989 Londra, yerin altı-yedi
katlarına inişler. Terazi burcunun
‘süper kararsız’lığına rağmen,
kırmızı alarm çanlarının eşliğinde,
hızla karar veriş: ‘Yeraltında
köstebekler gibi koşturup mutsuz
olmamak’ adına ver elini Oxford,
öğrenci kenti. Her ne kadar, hayal
perdesinde kayıplara karışmam,
metro konseptine müthiş uysa
bile, denizüstü bir kültürden sonra
yeraltında kaybolmak. Yıllarca
Akdeniz’in doğu-ortasında bulunan
iyi huylu güneşli ve sevecen- bir
adadan sonra - gölgeler gibi yerin
altindan gitmek.. Şehrin ufkundan
ayrı yaşamak. Kenti okuyamamak.
Hayal etme yeteneğinin yeraltında
kapsam dışı kalması. Bilinçaltıma
kazınan ‘Metronun Dayanılmaz
Ağırlığı’.
Iste bu noktada, benzer deneyimler
-duyguları paylaştığım için bir
solukta okuduğum kitabıyla Jach
sahne alıyor. Yazar, kenti farklı bir
şekilde okumaya ve araştırmalarını
yaparken kent tarihini ve
katmanlarını örüştürerek bir anlam
yakalamaya çalışıyor romanı
‘Şehrin Katmanları’nda. Ve özelikle
metro yorumları, ki sesleri, durak
adları, ritmi ve müziğini okurken
duyuyorsunuz, beni derinden
etkiledi -müthiş.. Bu kitabın her
sayfası tek tek kayda değer.
Jach bu global köyde, büyükkent
yaşamı içerisinde insanların
onca kalabalığın içinde ne kadar
yalnız, uygarlığın da ne kadar
zalim olduğunu, Romalılardan
beri kurgulanmış düzen
mekanizmalarının nasıl daha da
katmerlenerek döndüğünü ve
insanların bu çark içerisinde kah
yükseldiğini kah ezildiğini size
Metropollerdeki otomasyon,
herşeyin devlet tarafından
belirlenmiş, fişlenmiş,
veritabanlarına - kayıtlara
geçmesi; insanın kimlik bilgileri pasaportu ile eşitlenip sıfırlanması;
bireyselliğin ben-merkezcilliğe
dönüşmesı; eski uygarlıkların
bulunduğu alt katmanlara denk
gelen metro hatlarının olması,
sokaktaki marjinal vatandaşların
dışlandıklarını diğerlerine
hissettirerek buna karşılık
ödüllendirilme beklentileri gibi
‘uygarlığın getirdiği farklı bir
barbarlık’tan söz etmesi ve kent
merkezlerinin kendi içerisinde
karşıtlarıyla birlikte varolduğunu
bize anımsatıyor.
Paris’i araştıran kahramanımız ki
büyük ihtimalle yazarın ta kendisi,
kenti tanımaya tarih arşivlerinden
Romalılar ve Galyalılar arasında
olan-biteni anlamakla başlıyor.
Şehre yapılan barbar saldırılarını
kentteki önemli noktaların
tarihini okuyarak ve ziyaret
ederek gerçekleştirmeye çalışan
kahraman-yazar Antoni, barbar
saldırlarını okuması ile NotreDame Katedrali’ndeki ‘MahzenMezar’ı ziyareti arasındaki kısa
sürede, önceki nesillerin tüm
ağırlığını hissederek yaşadığı
nefes darlığıyla kendini dışarı atıp
keskin hava kirliliğiyle kendine
geliyor. Geçmişin ağırlığı insanı
bir baygınlık noktasına çektiğinde,
yeryüzü ne kadar problemli bile
olsa doğasıyla size yaşadığınızı
tekrar hissettirmeye başlıyor.
Yazar, Stendhal gibi başka yazar ve
düşünürlerin de ‘tarihe yenilme’
duygusunu hissettiğini; meşhur
psiko-analiz uzmanı Karl Jung’un
Tarih Günümüz İçiçe / Milano- İtalya.
Künye: Şehrin Katmanları, Antoni Jach, Çev. Devrim Denizci, Orjinal isim: The Layers of
the City, 1999, Sidney, Avusturalya; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, temmuz 2001,
İstanbul, 237 sayfa, Türkçe, Roman-Öykü, ISBN: 978 975-458-281-9.
da tarihi gerçeklerle geçmişe
sürüklenip -ataları gibi- yenilme
korkusu olduğu için hiçbir zaman
Roma’ya gidemediğini öğreniyoruz.
Bu anlamda anlatılmaya çalışılan
tarih ‘Batılıların Barbarlar’a
yenildiği zamanlar. Barbarların
uygarlaşma evriminin anlatıldığı
ve Romalıların Barbarları ikna
edebilmek için entrika taktiklerini
tarihin derinliklerinden beri
nasıl çalıştırdıklarını, sonunda
da barbarlık ve uygarlığın içiçe
geçiştiği günümüzde insanlık
durumlarının sorgulanması
gerektiği yine akla gelen
sorulardan.. Her farklı grubun
kendisıne ait bir ‘Hayata Tutunma
Modeli’ yarattığının vurgulanması,
farklı insan grupları ve aralarında
geçen ilişkiler, evsiz-barksız
‘clochard’ların diğer kentsoylulara
karşı tavırları tüylerinizi diken
diken edecek ve hepimizi gerecek
–acı- bir şekilde bu durumun altını
çizerken,‘Uygarlık Nedir / Ne
değildir?’ sorusunu beyinlerimize
tekrar tekrar kazıyor.
Kitabın sonlarına doğru gelinen
noktalarda ‘barbar olma konumu’
bana oldukça saygın görünmeye
başlıyor; maddi tutkular bir yana
bırakılacak olursa ‘bir tür savaşçı
aydın’ diyesim geliyor, aslında
çoğumuz öyle değil miyiz, ama
silahlarımız farklı?
…… saf bir barbar şu
özelliklere sahip olmalıydı:
Metafor sevgisi, altın
tutkusu, sessizliğe saygı,
fiziksel hayat sevgisi, müzik
ve şiir düşkünlüğü ve
felsefeyle işleyen bir akıl…..
Barbar ve uygar kavramlarının
incelenmesinden sonra insan
kendine şunu sormak istiyor:
Yaşadığımız çağdaş dünyada biz
uygar ya da barbar, hangi tarafa
daha yakın bir çizgi izliyoruz? Şu
anda kendisini uygar sayan uluslar
ve devletler, barbar ya da
azgelişmiş olarak betimleyerek
aşağıladıkları toplumlardan daha
mı az problemli ve başarılı ya da
daha mı mutlular?
Kitabın arka kapak yorumundan
alıntılarla bir nokta koymak
istiyorum:
İşte uygarlık.. işte zevk
ve zerafet.. işte yapmayı
seçtiğimiz binalar, caddeler..
işte oluşturduğumuz kültür;
işte kalabalığın neye
benzediği..ve bu kalabalığın
iç yüzü; dilenciler, sokak
çocukları ve burjuvazi.
Barbarlık ve uygarlık
arasındaki gel-gitler, zaman
ve mekan kaymaları;
surlarla çevrili ilk şehirlerden
gökdelenlerle uzanan
bugünkü modern şehirler…
Bu güzel romanı okurken
şu soru sık sık aklınıza
takılacak: Uygarlık ve
barbarlık arasında bir seçim
yapmalı mıyız? Uygarlar ne
kadar uygar, barbarlar ne
kadar barbar?.. Beril Özmen Mayer
Antoni Jach
Antoni Jach, 1956 yılında Melbourne’da
doğdu. İlk romanı ‘Haftalık Kart Oyunları’
ve ‘Kararsız bir Tarih’ adlı şiir kitabı ile
adından sözettiren Jach, gazetecilik ve
tiyatro eleştirmenliği yapmanın yanısıra RMIT
Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. İngiliz Dili ve
Sanat Tarihi eğitimi aldıktan sonra Melbourne
Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlıkla ilgili olarak
doktorası yapmış olan araştırmacı yazarın
çeşitli dallarda yayınları bulunmaktadır.
Avusturalya’da 1999 da yayınlanan Şehrin
Katmanları kitabı büyük ilgi gören yazarın
eserleri türkçede dahil olmak üzere başka
dillere çevrilmiştir.
14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR
SAYFA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Ercan HoŞKARA
[email protected]
İNŞAAT SEKTÖRÜ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
Sürdürülebilir Kalkınma
nedir?
sosyal gelişme sağlanırken aynı
zamanda çevre de korunmalıdır.
İnşaat sektörü, yapım süreci içerisinde
yarattığı çevresel, sosyal ve ekonomik
etkilerin boyutuyla sürdürülebilir
kalkınma açısından son derece önemli
bir alandır.
İnşaat sektörünün Çevresel
etkileri nelerdir?
Gazimağusa Belediyesi İnternet
Sayfasından
Sürekli olarak ekonomik büyümenin
ön planda tutulduğu, çevresel ve
toplumsal sorunların gözardı edildiği
bir yapıda yaşamın sürdürülemez
bir noktaya gelleceği düşüncesi
üzerine, çıkış yolu olarak, ekonomik
büyüme ile çevresel ve toplumsal
gelişme arasındaki yaşamsal
köprünün kurulması ve kalkınmanın
“sürdürülebilir” olmasını savunan bir
düşüncedir.Sürdürülebilir kalkınma,
giderek kirlenen ve doğal kaynakları
hesapsızca tüketilen bir dünyada
sürekli artan çevresel bozulmaya
ve aynı zamanda giderek artan
yoksulluk ile adaletsizliklere dur
deyecek bütünlüklü bir çare arayışı
çerçevesinde ortaya çıkan bir
kavramdır. Bu kavram ilk olarak,
Brundtland Komisyonu olarak da
bilinen “Dünya Çevre ve Kalkınma
Komisyonu”nun 1987 yılında
yayınladığı “Ortak Geleceğimiz”
adlı raporunda ortaya konmuştur
ve ardından politik ve ekonomik
arenaya dahil edilmiştir. “Sürdürülebilir
Kalkınma” kavramının en yaygın
tanımı, “bugünün gereksinim ve
beklentilerini, gelecek nesillerin
kendi gereksinim ve beklentilerini
karşılayabilme olanaklarından ödün
vermeksizin karşılayabilmek” olarak,
yine bu raporda yer almıştır. (WCED,
1987). Sürdürülebilir kalkınma, bugün,
toplumu ve çevreyi ilgilendiren hemen
her alanda, her sektörde, dikkate
alınması gereken temel bir hedef ve
bütüncül bir çözüm yaklaşımıdır. İnşaat
sektörü de sürdürülebilir kalkınma
hedefine ulaşabilmede en fazla etkili
olabilecek sektörlerden birisidir.
İnşaat sektörü ile
“Sürdürülebilir Kalkınma”
arasındaki ilişki nedir?
Sürdürlebilir kalkınmanın
gerçekleştirilebilmesi için, mutlak
sürette bütüncül yaklaşımlar
gerekmektedir ve yukarıda da
belirtildiği gibi, üç boyutta da ilerleme
elde edilmelidir. Yani ekonomik ve
Sektörün yaratabileceği çevresel
etkiler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Doğal kaynakların tüketilmesi:
Toplam küresel temiz suyun 6’da 1’i
tüketilmekte,Toplam küresel enerji
kullanımının %30-40 kullanılmaktaYeşil
alanların ve tarım alanlarının yok
edilmesi veya zarar verilmesi.
Doğal hammaddelerin malzeme
üretiminde çok miktarda tüketilmesi
Doğal yapının tahrip edilmesi
Tarım alanlarının kaybı
Ormanların yokedilmesi
Dere yataklarının kapatılması Atıklar
ve kirlilik
Toplam atık oluşumun %30’u inşaat
sektöründen kaynaklanmakta
Toplam sera gazı emisyonlarının %20
ile %30 arası inşaat sektöründen
kaynaklanmaktaHammaddelerin
işlenmesi ve malzeme üretilmesi
sırasında büyük çevresel kirlilik de
oluşmakta
İnşaat atıklarının yakılmasıyla havaya
yayılan sera gazi emisyonları ve hava
kirliliği
İnşaat ve yıkım atıkları
Hava ve toz kirliliği
Biyolojik çeşitliliğin tehdit edilmesi
Küresel ısınma
Sektörün ülkemizde yarattığı
ve öne çıkan çevresel etkiler
nelerdir?
•
•
•
•
Plansız, yaygın ve dağınık
yapılaşmayla verimli tarım
alanlarının kaybı
Ülkemizde dere yataklarına
yapılan inşaatlardan ve altyapı
eksikliklerinden dolayı son
dönemlerde ciddi sel olayları
yaşanmaktadır. Dereler inşaat alanı,
yollar ise dere olmuş durumdadır
Taşocakları ve toz kirliliği
Kanalizasyon olmadığı için yer
altı su kaynakları kirletilmekte ve
kullanılamaz hala gelmektedir
İnşaat sektörünün
Ekonomik etkileri nelerdir?
İnşaat sektörü, gerçekleştirdiği
üretim ve sunduğu hizmetlerle son
derece önemli bir ekonomik faaliyet
alanıdır.
•
•
•
İnşaat sektörünün kendi içinde
büyümesi yani üretimini ve
hizmetlerini artırması ülke
ekonomisindeki büyüme hızını da
artırmaktadır.
Sağladığı istihdam potansiyeli
ve diğer sektörlerle olan ilşkileri
nedeniyle inşaat sektörü için
ekonomideki lokomotif güç
tanımlaması yapılmaktadır.
Ülkelerde Gayri Safi Milli Hasılanın
(GSMH) önemli bir kısmını
oluşturmakatdır.
Sektörün ülkemizde yarattığı
ve öne çıkan ekonomik
etkileri nelerdir?
•
•
Annan planı sonrası büyüyen inşaat
sektörünün ülkede yarattığı ekonomik
büyüme gözardı edilemez. Fakat,
malzeme ve işgücü olarak %80’e
varan dışa bağımlılık nedeniyle sektör
yaratabileceği katma değerin çok
altında kalmıştır.
•
İnşaat sektörünün Sosyal
etkileri nelerdir?
•
•
•
İnşaat sektörü, sunduğu ürün ve
hizmetlerin kalitesi ve meydana
getirdiği yapılaşmış çevrenin
kalitesiyle doğrudan insan yaşam
kalitesini etkilemektedir.
Emek – yoğun doğasından dolayı
yüksek istihdam sağlamakta ve bu
nedenle yoksullukla mücadelede
önemli bir etkiye sahip olmaktadır.
Çalışanların sahip olduğu veya
olamadığı iş güvencesi, sigorta, can
güvenliği ve adaletli bir gelir gibi
konular da sektörün önemli sosyal
etkilerini oluşturmaktadır.
•
•
•
•
imkanına sahip olmalıdır;
Güvenilir, temiz ve hoş çevreler
ve hastalıklardan korunmak üzere
servis alanları yaratılarak sağlık
korunmalıdır;
Hizmetlere, imkanlara ve diğer
insanlara ulaşım, sadece motorlu
araçlarla sınırlı olmamalıdır;
İnsanlar, ırklarından,
cinsiyetlerinden, inançlarından
dolayı suç ve zulüm korkusu
olmadan yaşayabilmelidir;
İnsanlar, toplumda tamamen etkin
rol almaları gereken bilgi, haber ve
becerilere ulaşabilir olmalıdırlar;
Toplumun tüm kesimleri karar verme
sürecine katılabilme yetkisine sahip
olmalıdır;
Kültür, sanat, eğlence imkanları,
herkesin katılımına hazır olarak
mümkün olmalıdır.
Yukarıda belirtilen tüm bu
açıklamaları, en basit bir yaklaşımla
özetlemek gerekirse, sürdürülebilirliğin
ve sürdürülebilir kalkınmanın temel
ilkesi “koruyarak geliştirme” (çevreyi
koruyarak, ekonomik ve sosyal
gelişme sağlama) ve bu bağlamda “her
alanda verimlilik” olarak ele alınabilir.
Bu da “az girdi, çok ve kaliteli ürün,
az atık” anlamına gelmektedir.
Sektörün ülkemizde yarattığı
ve öne çıkan sosyal etkiler
Sürdürülebilir kalkınma için
nelerdir?
neler yapılmalı?
Inşaat sektörünün kıbrısta kullanılan
mevcut yapım teknolojisine bağlı
olarak ihtiyaç duyduğu düz ve ucuz
iş gücü kıbrıs’ta mevcut olmadığından
bu ihtiyaç genellikle Türkiyeden
karşılanmakta ve inşaat sektöründeki
gelişmeler işsizlik sorunnuna çare
olamamktadır. Aksine çok sayıda
yabancı işgücünün adaptasyon sorunu
ciddi sosyal sıkıntı yaratmaktadır.
Bu durum inşaat sektörünün mevcut
işgücü potansiyeline yani genel olarak
ülke koşullarına da uygun olarak
planlanması gerektiğini göstermektedir.
Ülkemizde üretilen bu binalarda cidi bir
kalite sorunu da mevcuttur.
Sürdürülebilir kalkınma
için benimsenmesi gereken
ilkeler nelerdir?
Sürdürülebilir kalkınmayı hedef
alan, sürdürülebilir bir çevrede,
•
•
•
•
Kaynaklar verimli kullanılmalı,
atık en az düzeye indirilmeli ve
malzemeler geridönüştürülmelidir;
Kirlilik, doğal ekosisteme zarar
vermeyecek düzeylere çekilmelidir;
Doğadaki çeşitliliğe değer verilmeli
ve korunmalıdır;
Uygun durumlarda, yerel
gereksinimler yerel kaynaklarla
sağlanmalıdır.
Benzer şekilde, sürdürülebilir
kalkınma ilkesini hedef alan,
sürdürülebilir bir toplumda,
yukarıdakilere ek olarak,
•
•
Herkesin yeterli miktarda yiyeceğe,
suya, konuta ve petrole ulaşımı
makul maliyetlerde olmalıdır;
Herkes farklı ekonomilerde,
ücretlerin hem yeterli hem de eşit
dağıtıldığı, tatmin edici bir iş
Yenidüzen gazetesi arşivinden
İnşaat sektöründe sürdürülebilirliğe
ulaşılması için yapılması gereken
en öncelikli iş, yukarıda belirtilen
ilkeler temelinde, bütünlüklü stratejik
planlamaların yapılması ve bunların
hayata geçirilmesidir. Bu bağlamda
ilk olarak “ülkesel sürdürülebilir
kalkınma stratejisi” ve “ülkesel fizik
plan” gerçekleştirilmelidir. Buna bağlı
olarak ise, “ülkesel sürdürülebilir
yapım stratejisi” belirlenmeli ve
“imar planları” hayata geçirilmelidir.
İnşaat Sektörün sürdürülebilir bir
yapıda olabilmesi için yapım sürecinin
bütünlüklü olarak ele alınması
gerekmektedir. Yani planlama ve
tasarımdan, imha ve geri dönüşüm
noktasına kadar süreç bir döngü olarak
çalışacak şekilde kurgulanmalıdır.
Bu sürecin sürdürülebilir kalkınma
açısından kuşkusuz en önemli
aşamaları ise Planlama ve Tasarım
aşamalarıdır.
Bir sonraki sayıda, ülkemizde planlama
ile ilgili akla gelebilecek önemli
sorulara cevap aranacaktır. Konuyla
ilgili sorularınızı email aracılığıyla bana
ulaştırabilirsiniz. Görüşmek üzere...
Ercan Hoşkara
GÜNCEL HABERLER
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
15
SAYFA
Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ
[email protected] - [email protected]
2010 YILINDA
GERÇEKLEŞTİRİLECEK BAZI
BİLİMSEL TOPLANTILAR
Taking Malta out of the
BoxIsland Cultures, Economies,
and Identities
11—15 Mayıs 2011, Malta
DAÜ Kıbrıs Araştırmaları Merkezi’nin de
düzenleyici Kurum olarak katkı koyduğu
Konferansla ilgili detaylı bilgi için:
http://www.islanddynamics.net/conference.html; http://www.emu.edu.tr/
daukam
Eco-Architecture 2010
3rd International Conference on
Harmonisation Between
Architecture and Nature
12 - 14 Nisan 2010 A Coruña, Spain
(bilgi için:http://www.wessex.ac.uk/10conferences/eco-architecture-2010.html)
ENHR 2010, 22nd Conference
Urban Dynamics & Housing
Change
MİMARİNİN EN`LERİ
İnsanoğlu tüm yaşamı boyunca en`lere
ulaşmak ve mümkün olmayanı mümkün
kılmak için bir çaba içerisindedir. Son
yıllarda bu istek mimarlık alanında da
kendini yoğun bir şekilde göstermiştir.
Bu nedenden dolayı bu sayımızdaki
Mimarlık ve Kent gündemine ilişkin
haberler sayfamızda sizler için
çeşitli, inanılması güç projelerin
gerçekleştirildiğine haberler derledik.
Emirlikleri (BAE)’nin ticari merkezi
Dubai’de resmen açıldı. BAE Başbakanı
Prens Muhammed Bin Raşid El Maktum
tarafından açılışı yapılan ‘Dubai Mall’,
aynı zamanda dünyanın en yüksek
fıskiyesi ünvanına sahip Dubai Fountain’a
da ev sahipliği yapıyor.Dubai fıskiyesinin,
Ortadoğu’daki en parlak nokta olduğu,
suyun 50 katlı bina kadar yükselebildiği
ve ışıklarının 35 km öteden görülebildiği
söyleniyor.Yaklaşık 1.2 milyon
metrekarelik bir alana yayılan Dubai
Mall’de 1200 mağaza, 14 bin araba
kapasiteli otopark, 3 bin kişinin aynı
anda yemek yiyebileceği iki ayrı restoran
bölümü ve olimpik ebatlarda bir buz
pateni bulunuyor. Ayrıca, ziyaretçilerin
büyük ilgisini çeken dev akvaryum, 33
bin canlı türüne ev sahipliği yapıyor ve
dünyanın en büyük akrilik paneline sahip
olduğundan Guinness Rekorlar kitabına
girmiş durumda.
Yazı ve Görseller: Güncel Haberler Arşivi
Çeviri: Sektörel Haberler
(web sitesi: http://www.csaar-center.org/
conference/saud2010/)
ICBSE 2010 : International Conference on Building Science
and Engineering
Fotoğraf Kaynak: http//:www.yapi.com.tr
28 Temmuz 2010 Toronto, Canada
(web sitesi: http://www.icse-conferences.
org)
Dünyanın EN Çevreci Evi
İrlandali Kingspan firması tarafından tasarımı
yapılan ve Sürdürülebilir Konut yasasına uyan
ilk ev olan iki odalı konutun ısı kaybı, standart
bir yeni evden üçte iki oranında düşük. Sıcak
su ve elektrik üretmek için güneş panelleri,
çevreci ısı sistemi ve yağmur suyu toplayıcısı
gibi kendine yeterli aygıtları bulunan ev, akıllı
ölçüm sistemleri sayesinde sakinleri enerjiyi
boşa harcadıklarında uyarma yeteneğine sahip
bulunuyor.
Yakıt olarak çevrede yetişen bitkileri ve hayvan
atıklarını kullanan çevreci ısı sistemine sahip
evin havaya saldığı eser miktardaki CO2
miktarı, çevrede yetişen ekinlerin absorbe
etmesiyle “sıfır emisyona” denk geliyor. Şimdiye
dek tasarlanan en çevreci konutun atık sistemi
de, bu atıkların enerji üretiminde yakıt olarak
kullanılmasını sağlıyor.
Fotoğraf Kaynak: http//:haber.seminar.
The Second International
Conference on Sustainable Architecture and Urban
Development
12- 14 Temmuz, 2010 Amman, Jordan
Dünyanın en büyük alışveriş
ve eğlence merkezi Birleşik Arap
4-7 Temmuz 2010, İstanbul
Bildiri ve yayın özeti başvurularının son
günü 15 Mart 2010 olarak belirtilmiştir.
Daha kapsamlı bilgi için:http:www.
enhr2010.com
>> 2010 YILINDA GERÇEKLEŞTİRİLECEK
BAZI BİLİMSEL TOPLANTILAR devam
Yazı ve Görseller: Haber Detay
Çeviri:Yapı
11. DOCOMOMO International
Conference
19 - 27 Ağustos 2010 Mexico
(web sitesi, http://www.docomomo.com)
II. Ulusal İç Mimarlık
Sempozyumu
“Mekân Tasarımında Kültürel
Yaklaşımlar”
20 ile 22 Ekim 2010 İstanbul, Türkiye
(web sitesi, http://www.icmimarliksempozyumu.org)
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
REKLAMLAR
16
SAYFA

Benzer belgeler