Sayı 13 - Akdeniz Koruma Derneği

Transkript

Sayı 13 - Akdeniz Koruma Derneği
EDİTÖR’DEN
KÜNYE
Akdeniz Koruma Derneği
Bülten, Sayı:13/2015
Adres: İsmet Paşa Mahallesi 370. Sokak No:
13 Eski Foça/ İzmir
Telefon (Merkez): (+90) 232 812 6459
Telefon (Mobil): (+90) 530 115 3405
Web Site: http://www.akdenizkoruma.org.tr/
E-mail: [email protected]
Yönetim Kurulu
Zafer Kızılkaya (Başkan)
İnci Tüney
Sinan Şekerci
Elizabeth Grace Tunka Eronat
Mert Ardar
Editör
Umut Uyan
Kapak Tasarımı
Sait Aytar
Yazarlar
Akdeniz Koruma Derneği tarafından internet üzerinden
yayınlanan bültenin yeni sayısından herkese merhaba.
Efe Ulutürk, Ece Anıl, Levent Artüz, Zeynep
Türkmen, Gamze Sakal, Melisa Vural, Tevfik
Orkun Develi, Dilay Doğru
Bu sayımızda da beğeneceğinizi umarak ekibimiz ve
gönüllü yazarlarımız ile birçok farklı konuyu bir araya
getirdik.
Bültenimizin artık iki ayda bir yayınlanacağı haberini de
vererek hepinize iyi okumalar dilerim.
Umut UYAN
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
1
İÇİNDEKİLER
Zeus faber
Dalaman’dan Şili’ye
Dülger türü, bilim dünyasındaki bilinen ismi ile Zeus
faber, Dünya üzerinde, Hint Okyanusu’ndan Patı Pasifik
Okyanusu’na, Norveç’ten Güney Afrika kıyılarına ve
Karadeniz’i de kapsayacak şekilde tüm Akdeniz
baseninde geniş bir dağılıma sahiptir. Bağlı bulunduğu
Zeidae familyası, dülger balığına benzeyen 2 farklı
Genusa ait 6 tür ile temsil edilmektedir. Devamı için…
2014’ün Haziran ayının başında Dalaman’dan yola
çıktım. Epeyce uzun bir yolculuktan sonra Ant Dağları’nın
dibindeki Santiago şehrine vardım. Benim İspanyolcam
yok denilecek kadar az idi – Sili vatandaşları da İngilizce
ile aynı durumdalarmış meğer. Biraz zorlanmadım
desem yalan olur, ama en azından gitmek istediğim
kasabanın adını biliyordum. Devamı için…
Gökova’daki Kahramanlarımız
Dünyadan
2010 yılında Gökova Körfezi’nde, Türkiye’nin ilk
Balıkçılığa Kapalı Deniz Koruma Alanlarının (DKA) resmi
olarak ilan edilmesini takiben, AKD tarafından bölgede
Deniz Koruculuğu (Marine Ranger) Projesi başlatılmıştır.
Devamı için…
Kosta
Rikalı
Çevreci,
Deniz
Kaplumbağalarına Olan Bağlılığı İçin Ağır
Bedel Ödedi
Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik
Şartlarının İzlenmesi Projesi (MAREM)
“Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının
İzlenmesi” isimli proje ilk olarak Olav Aasen ve İlham
Artüz yöneticiliğinde Et ve Balık kurumu bünyesinde
1954 senesinde başlatılmıştır. Devamı İçin…
Doğa
8 yaşındaki genç yazar Zeynep Türkmen’in biz büyüklere
bir mektubu var. Akdeniz Koruma Derneği olarak bu
mektubu sizlerle paylaşmak istedik. Devamı için…
30 Mayıs akşamında, 26 yaşındaki Jairo Mora Sandoval,
Costa Rica, Limón yakınlarında kaçak avcıların silahlı
tehditlerine dek varan riskler karşısında yıllar boyunca
kaplumbağa yuvalarını kararlılıkla gözlemlediği Moín
sahilinin kumları üzerinde öldürüldü. Devamı için…
İnsansız Bir Dünya Aynı Serengeti Gibi
Gözükürdü
Büyük memelilerin en geniş çeşitliliğinin Afrika'da
bulunuyor olması geçmişteki insan faaliyetlerini yansıtıriklim ya da çevresel kısıtlamaları değil. Bu da, eğer
modern insan (Homo sapiens) hiç var olmasaydı dünya
memeli haritasının nasıl olacağını gösteren yeni bir
çalışmada belirlendi. Devamı için…
Transfagaraşan- Dünya’nın En Güzel Yolu
1970-1974 yılları arasında Çavuşesku tarafından
Sovyetlere karşı askeri stratejik bir geçit olması için
yaptırılmış, hala tam sayısı bilinmeyen yüzlerce çalışanın
ölümüne, yüklü miktarda maddi gidere ve yaklaşık altı
milyon kilogramlık dinamit kullanımına sebep olan bu
“stratejik güç odaklı” ölüm yolu günümüzde dağcıların,
bisiklet,
araba
ve
motosiklet
tutkunlarının,
belgeselcilerin ve bizim gibi 5 yıldızlı “konforlu” otel
konseptli tatilleri tercih etmeyen sırt çantalı turistlerin
keyif noktası. Devamı için…
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
2
Zeus faber
Yazan: Efe Ulutürk
Ege Üniversitesi (EÜ) Su Ürünleri Fakültesi Balıkçılık
Temel Bilimler Anabilim Dalı
Kurumsallığın belki de dışa açılan en önemli kapısı,
şirketlerin veya sivil toplum kuruluşlarının logolarıdır.
Logo, aslında yabancı kökenli bir sözcük. Türk Dil
Kurumu’nda yerine kullanabileceğimiz sözcüğe imlek
denmekte ve “Bir kurum veya kuruluşun kendine seçtiği,
bazı ticaret eşyası üzerine konulan, o eşyayı üreten veya
satanı tanıtan resim, harf vb. özel işaret” olarak
tanımlanmaktadır (1). Türk Dil Kurumu’ndaki tanımı
biraz ticari olsa da logo, kuruluşların amaçlarını ya da
kendilerini en iyi temsil ettiklerini düşündükleri bir şekil
olarak karşımıza çıkmakta. Çoğu zaman bu imgelerin
önemi hayatımızda şirketlerin isimlerinin de önüne
geçebiliyor. Örneğin bazen bir kurumu veya şirketi
adından çok tasarladığı logo ile tanıyoruz. Bazı şehir
efsanelerine göre de bu logolar belirli alt mesajlar
vermekte! Bunların doğruluğunu bilemeyiz…
Dünyanın saygın doğa koruma kurumlarından olan Doğal
Hayatı Koruma Vakfı (WWF), 29 Nisan 1961 yılından bu
yana birçok başarılı projeye ve kampanyaya imza atmış.
Kurum bu projelerini dünyanın pek çok ülkesinde
gerçekleştirirken insanları doğa korumaya davet etmek
için nesli tehlike altındaki bir türü; Panda (Ailuropoda
melanoleuca)’yı logoları olarak seçmiş. Bu türün seçim
hikâyesi oldukça ilginç. 1961 yılında Londra’da bulunan
hayvanat bahçesine “Chi Chi” adında bir panda
getirilmiş. Bu sevimli iri yaratık kurulacak Doğa Koruma
Vakfı kurucularınca iyi bir sembol olarak düşünülmüş. İlk
eskiz İngiliz doğasever ve ressam Gerald Watterson
tarafından çizilmiş. Daha sonraları bu tasarımın
geliştirilmesi Sir Peter Scott tarafından oluşturulmuş ki
bu da şuan ki logonun ilk tasarımıymış (Resim 1).
Böylelikle bu iri ama bir o kadar da sevimli canlı, Doğal
Hayatı Koruma Vakfı’nın bir sembolü olmakla kalmamış,
dünyaca ilgi gören bir logo tasarımı olarak tarihteki
yerini almış. WWF, bu logosuyla bu canlının da neslinin
devamı için bir farkındalık yaratmış olmuş (2).
Resim 1. WWF ait logonun yıllara göre evrimi.
Aslında bunun gibi pek çok logo tasarım hikayesine pek
çok kaynaktan ulaşabilirsiniz. Bu noktadan hareketle
2012 yılında Türkiye’de bulunan doğa kuruluşlarına bir
yenisi daha eklenerek Akdeniz’deki doğal yaşamın
sürdürülmesi ve gelecek nesillere aktarımı için kurulan
Akdeniz Koruma Derneği, tüm hedef ve amaçlarını tek
bir sembolle verebilecek bir imgeye ihtiyaç duymuştu.
Derneğin ilk toplantısında bu imge ile ilgili pek çok görüş
de oldu; derneğin amaçları tek bir imge ile mi yoksa
sembol bir canlının etrafında mı verilmeli diye. Birkaç
öneriden sonra dernek toplantısında önerilen sembolün
biraz revize edilerek, derneği yansıtabileceğine karar
verildi. Bu imge Akdeniz sularında da dağılım gösteren
bir balık türü idi. Adı ise peygamber balığı ya da daha çok
bilinen ismi ile Dülger balığı. Peki, neden dülger balığı?
Pekâlâ, stokları gün geçtikçe azalan bir başka balık türü
ya da daha ekonomik bir tür seçilebilirdi. Tüm bunlar
tabii ki o ilk toplantıda kafamızdaki deli sorulardı. Aslında
o toplantıda cevaplamaya çalıştığım tek soru vardı "Bu
dülgerin önemi neydi, neydi onu önemli kılan?"
Bu yazımda Dülgeri önemli kılan şeyi bulmaya ve
Akdeniz’i daha yaşanabilir bir yer haline getirmeyi
hedefleyen bu kuruluşun sade ama bir o kadar da
etkileyici logosunda yer alan bu balığı tanıtmaya
çalışacağım. Umarım siz okuyucuları sıkmadan bunu
başarabilirim.
Dülger türü, bilim dünyasındaki bilinen ismi ile Zeus
faber, Dünya üzerinde, Hint Okyanusu’ndan Batı Pasifik
Okyanusu’na, Norveç’ten Güney Afrika kıyılarına ve
Karadeniz’i de kapsayacak şekilde tüm Akdeniz'de geniş
bir dağılıma sahiptir. Bağlı bulunduğu Zeidae familyası,
dülger balığına benzeyen 2 farklı Genusa ait 6 tür ile
temsil edilmektedir. Tür hakkında ufak birkaç bilgi
vermek gerekirse; dülger balığı, maksimum boyu 90 cm
olarak kaydedilmiş olup 8 kg’lık bir ağırlığa
ulaşabilmektedir. Genellikle 50-150 m derinliğindeki
sularda dağılım gösterirler. Gümüşi ve parlak renklerinin
yanında vücudunun orta kısmında büyük yuvarlak bir
siyah leke ve onun etrafında parlak bir halka, en belirgin
özelliğidir. Sürü halinde
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
3
gezinmeyen ve tekil yaşamı tercih eden dülger
balıklarının besini ise sürü halindeki kemikli balıkların
yanı sıra ahtapot ve karides gibi omurgasız deniz
canlılarından oluşturmaktadır (3).
Aslında bu balığın binomial* isimlendirilmesi, hem
morfolojik yapısını hem de içerdiği mistik havayı yansıtır
nitelikte. Dülger balığı, bilim dünyasında Zeus faber adı
ile bilinmekte. Zeus, adından da anlaşılacağı üzere Yunan
mitolojik Tanrısı, faber ise nalbant ya da kaba zanaat
işleri yapan kimselere denmektedir (balığın özellikle baş
kısmındaki kemiklerin çekiç ve örse benzemesinden
ötürü bu isim verilmiş olmalı). Bizde ki Dülger kelimesi
de esasında buradan gelmekte. Türkçe’ de dülger, kaba
ağaç işleri yaban kimse anlamında gelmektedir. Bu
isimlendirme canlının daha çok morfolojik yapısı ile ilgi
olarak yapılmış olabilir. Zeus, Genus ismi ve bağlı
bulunduğu Zeidae familyası ise bu balıkların mistik
yapısına yapılan bir gönderme de olabilir. Çünkü Dülger
balığı yani başka deyişle peygamber balığı, yüksek
ekonomik değerinin yanında efsanelere ve dini
hikâyelere de konu olmuştur.
Bu türü kutsal bir balık haline dönüştüren ve belki de
peygamber balığı olarak da adlandıran ilk efsane şu
şekildedir.
“Balıkçı Saint (Aziz) Peter, İsa peygamberin
havarilerindendir. Kıtlığın baş gösterdiği bir dönemde
avdan boş döneceği bir gün dülger balığı teknesine
yaklaşarak "beni yakala der". Balıkçı Saint, balığı baş ve
işaret parmaklarını kullanarak kavrar ve balığa, "Bugün
bir şey yakalayamamamızda bilmediğimiz bir keramet
vardır. Hadi sen geldiğin yere dön ve yaşamına devam
et" der ve balığı denize geri salar... Dülger balığının iki
yanında bulunan parmak izine benzer benekler, halk
arasında peygamber nişanı olarak adlandırılır ve izlerin
Aziz Peter’in parmak İzleri olduğu rivayet edilir”(4).
Jules Verne’ in Buzların Sfenksi (Le Sphinx des Glaces)
adlı eserinde bu balıkla ilgili efsanelere değinmiştir.
Dülger balığının İngilizce’ deki ismi John Dory olarak
geçer ki bu aslında Fransızların balığa vermiş oldukları ve
balığın parlak altın sarısının benek etrafındaki halkasını
betimlemek için kullandıkları “ Jaune Dorée”
kelimelerinden gelmektedir. İngilizce’ deki diğer ismi ise
“Peter’s Fish” (Pederin Balığı) tir. Bu isim de
muhtemelen yukarıda bahsettiğimiz hikâye ile bağlantılı
olmalı.
Jules Verne romanlarından, kutsal hikâyelere kadar
balığın pek çok efsanesi mevcut. Peki ya Türkiye’de
neden dülger ya da peygamber balığı denmiş?
Muhtemelen yukarıdaki efsaneler ve balığın sert kemiksi
yapısı bunda etkili olmuş. Ama bu balığı ülkemizde üne
kavuşturan deniz ve balık âşıklarından yazar Sait Faik
Abasıyanık’ın “Dülger Balığının Ölümü” adlı ünlü
hikâyesidir. Hikâyede pek çok betimleme ve o günün
sosyal yapısına göndermeler var fakat bu hikâyenin bize
katkısı balığın gizemini çözmemizde bize yardımcı
olmaktadır.
“Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları
kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine
takılmağa değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler,
zümrütler, şunlar bunlar? Mümkün olsaydı da balolara
canlı
balıksırtlarının
yanardöner
renkleriyle
gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ün
şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki,
büzülmüş böceklere döner balıksırtının pırıltıları. Benim,
size ölümünü hikâye edeceğim balığın öyle parıltılı,
yanardöner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının.
Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Balıkların en
çirkinidir. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir
ağzı vardır: Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da
bir daha kapanmaz. Vücudu kirlice, esmer renkte demiş
miydim?
Rum balıkçıların Hrisopsaros -Hristos balığı- dedikleri bu
balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş. İsa
doğmadan evvel, Akdeniz'e dehşet salmış. Bir Finikeli
denize
düşmeye
görsün!
Devirdiği
Kartacalı
çektirmesinin, İsrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış.
Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; koparır
atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz'in en gözü pek;
insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, belâdan,
işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından
bembeyaz kesilirmiş. İsa, günlerden bir gün, deniz
kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla
bırakıp kaçan balıkçılar görmüş. "Ne oluyorsunuz?" diye
sorunca balıkçılara; "Aman" demişler balıkçılar,
"elâman! Elâman bu canavardan! Sandalımızı kırdı,
arkadaşlarımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık
tutamaz olduk, açlıktan kırılırız."
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
4
İsa, yalınayak, başıkabak, dülger balıklarının
yüzlercesinin kaynaştığı denize doğru yürümüş. En
kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan
çıkarmış. İki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş,
eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş... O gün bu gündür
dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli, fakat
huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır.
Birçok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene,
testereye, eğeye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası
dikenleri vardır. Dülger balığı adı ona bunlardan ötürü
takılmış olmalı.
Bütün bu alat ü edavatın dört yanını, şeffaf naylondan
diyebileceğimiz işlemeli bir zar çevirmiştir. Kuyruğa
doğru bu incecik zar azıcık kalınlaşır, rengi koyulaşır, bir
balık kuyruğunun biçimini alır.
Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl
bir korku içine düşer kim bilir? Onun için dünya
bomboştur artık. Oltadan kurtulsa da fayda yoktur.
Suyun yüzüne yamyassı serilir. Kocaman gözleriyle
insana mahzun mahzun bakar durur. Sandala aldığınız
zaman dakikalarca onun sesini işitirsiniz. Ya, sesini! Bir o,
bir de kırlangıç balığı sandalda ölünceye kadar ikide bir
feryada benzer, soluğa benzer acı bir ses çıkarır. İnce
zardan ağzını bir kere ağlara vurmasın, küstüğünün
resmidir dülger balığının.
bulunduğunu sanıyordur. Karnı tok, sırtı pektir. Akşam
olmuştur. Denizin dibinin kumları gıdıklayıcıdır. Altta, dişi
yumurtaları, üstte erkek tohumları sallanıyor, sallanıyor,
sallanıyordu. Vücudunu bir şehvet anı sarmıştır.
Birdenbire dehşetli bir şey gördüm: Balık tuhaf bir
şekilde, ağır ağır ağarmağa, rengini atmağa, hem de
beyaz kesilmeğe giden bir hal almağa başlamıştı. Acaba
bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor?
Demeğe, dikkatli bakmağa lüzum kalmadan,
yanılmadığımı anladım.
Kenarları süsleyen zarların oyunu çabuklaşmağa, balik
da, git gide, saniyeden saniyeye pek belli bir halde
beyazlaşmağa başladı. İçimde dülger balığının yüreğini
dolduran korkuyu duydum. Bu, hepimizin bildiği bir korku
idi: Ölüm korkusu.
Artık her seyi anlamıştı. Denizlerin dibi âlemi bitmişti.. Ne
akıntılara yassı vücudunu bırakmak, ne karanlık sulara,
koyu yeşil yosunlara gömülmek. Ne sabahları birdenbire,
yukarılardan
derinlere
inen,
serin
aydınlıkta
uyanıvermek, günün mavi ve yeşil oyunları içinde kuyruk
oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze doğru fırlamak. Ne
yosunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarla
âletlerini yakamozlara takarak yıkanmak, yıkanmak
vardı. Her şey bitmişti…” (5)
Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki; yarısı kırmızı, yarısı
beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmış bir dülger
balığı gördüm. Rengi denizden çıktığı zamandı. Yalnız
aletlerinin etrafını çeviren incecik, ipekten bile yumuşak
zarları titreyip duruyordu. Böyle bir oynama hiç
görmemiştim. Evet, bu bir oyundu. Bir görünmez iç
rüzgârının oyunuydu. Vücutta, görünüşte hiçbir titreme
yoktu. Yalnız bu zarlar zevkli bir ürperişle tatlı tatlı
titriyorlardı. İlk bakışta insana zevkli, eğlenceli bir şeymiş
gibi gelen bu titreme, hakikatte bir ölüm dansıydı. Sanki
dülger balığının ruhu, rüzgâr rüzgâr, bu incecik zarlardan
çıkıp gidiyordu; bir dirhem kalmamışçasına.
Hani bazı yaz günleri hiç rüzgâr yokken, deniz üstünde bir
meneviş peydahlanır. İşte böyle bir cazip titremeydi bu.
İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu. Ancak,
balığın ölmek üzere olduğu düşünülürse, bu titremenin
anlamı hafifçe acıya yorulabilirdi. Ama insan, yine de bu
anlam'a almamaya çalışıyordu. Belki de bu, harikulâde
tatlı bir ölümdür. Belki de balık, hâlâ suda, derinliklerde
Resim 2: Dülger balığını konu alan bazı sanatsal örnekler
Belki de bu uzun hikâyeyi sunarak birazcık sizi sıkmış
olabilirim lakin yazarın balığa olan bakış açısı bence bizim
için balığın önemini de ortaya koymaktadır.
Bir bankanın, karnesini alan çocuklara hikâye kitapları
vermesini konu alan reklam filminde de dülger balığı
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
5
azda olsa rol almıştır (6). Balığın bu reklam filmindeki
rolü, sanatsal bir imge olarak kullanıldığının bir
göstergesidir. İnternette balığın hikâyesinden ya da
ekonomik değerinden midir bilinmez canlının imge
olarak kullanıldığı pek çok sanat eserine rastlamak
mümkün. (Resim 2)
Dülger Balığını önemli kılan sadece efsaneler, hikâyeler
ya da sanatsal bir ilham kaynağı olması değil elbette.
Aslında bu balığın son yıllarda Akdeniz basenindeki
avlanma oranlarındaki artışı, balığın ekonomik olarak da
değerlendirildiğini göstermektedir. Dülger balığı ülkemiz
dâhil pek çok Avrupa ülkesinin kıyısında lezzetli olarak
kabul edilen bir balık türüdür. Birleşmiş Milletler Gıda ve
Tarım Örgütü (FAO)’nün 2013 yılı balıkçılık verilerine
göre dülger balığının avlanma oranı 10.594 ton’ dur. FAO
bu canlı ile ilgili avlanma oranlarını aşağıdaki grafikte
özetlendiği gibidir (Resim 3) (7)
Resim 3: FAO’ya göre, Dülger Balığının Avrupa Kıyılarındaki
Avlanma Oranları
Türkiye kıyılarında dülger balığının avlanma oranlarına
değinecek olursak, Türkiye İstatistik Kurumu 2014 yılı
balıkçılık verilerine göre 44,8 ton’ dur. Bununla birlikte
TÜİK’in son 14 yıllık dülger balığı avcılık istatistikleri
aşağıdaki grafikte özetlendiği gibidir (Resim 4) (8).
Resim 4: TÜİK’e göre, Dülger Balığının Türkiye Kıyılarındaki Yıllara
Göre Avlanma Oranı
Aslında avcılığı için belirli bir av ekipmanı yoktur. Lakin
çoğunlukla avcılığı, Trol, uzatma ağı, parakete gibi av
ekipmanlarıyla yapılmaktadır (7). Sportif balıkçılık (Olta
balıkçılığı) ekipmanlarıyla da avcılığı ülkemiz dâhil diğer
ülkelerin denizlerinde de yapılmaktadır. Olta balıkçılığı
için hedef tür olması ekonomik değerinden çok bana
kalırsa lezzeti ve oltaya geldiği zamanki asaletinden
kaynaklıdır. Bu balığı olta ile tutanlar, pek çok
tecrübesini internet ortamında paylaşmışlardır. Bense
biraz daha yakın çevremden dinlemek istedim bu balığın
yakalayandaki hayranlığını. Bunlardan birisi de dostum
Su ürünleri Yüksek Mühendisi Oğulcan Heral.
“ Akşam suyuna olta atmıştım, çok büyük beklentim
yoktu; belki günü birkaç Karagöz ile bitirmek benim için
yeterli olacaktı. Erhan abinin yanımda iskorpit
yakaladığını görünce yanına gittim. Bu esnada oltama
bir balık vurduğunu gördüm. Vuran balık da küçük bir
balıktı, anlamıştım. Lakin birden oltayı aşağıya doğru
çekmeye başladı; yani olta balıkçılığındaki terimle
basmaya. Biraz güç gerektirecek bir balık olduğunu
gösterir nitelikteydi ( Bu basmanın balığın yatay olarak
su yüzüne çıktığında direnç uygulamasından
kaynaklandığını daha sonraları anlayacaktık). Herkesin
ki benim de düşüncem, hayatımın ilk trançası olabileceği
yönündeydi. Su yüzüne yaklaştıkça siyah beneği ile
Dülgeri fark etmiştim. Bu harika bir duygu idi, oltamın
ucundaki Kepez’e saldırmıştı. Bu şekilde istemeden de bu
asil balığı yakalamış oldum. Balığın bu denli saldırgan
olduğunu ilk kez görmüştüm. O kadar ki livarda bile
izmaritlere saldırıyordu. Aynı efsanelerdeki gibi…”
(Resim 5)
Resim 5: Dülger ve İzmarit
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
6
Dülgerin Akdeniz Koruma Derneği’ndeki hikâyesine
değinecek olursak; ilk kuruluş aşamasında kendini temsil
eden bir imgenin peşinde olan Akdeniz Koruma Derneği,
Doçent Dr. Vahdet Ünal fikri ile Dülger balığı ile tanışmış
oldu. Şuan ki Dernek logosu aslında ilk eskiz değil
elbette. İlk eskiz çalışmaları Taner Şekercioğlu tarafından
yapılmıştı. Derneğin ilk genel kurulunda Dülger balığına
temsil yetkisi verildikten sonra Miraç Güldoğan
tarafından biraz daha geliştirilerek derneğin logosu
şimdiki halini almış oldu (Resim 6).
Kaynakça;
(1) www.tdk.gov.tr
(2) http://wwf.panda.org/what_we_do/endanger
ed_species/giant_panda/panda/panda_evoluti
onary_history/
(3) Froese, R. and D. Pauly. Editors. 2015. FishBase.
World Wide Web electronic publication.
www.fishbase.org, version (04/2015).
(4) http://cuneytgok.blogspot.com.tr/2012/05/bir
-garip-balkdulger-balg.html
(5) http://www.hikayeler.net/yazilar/6666/dulger
-baliginin-olumu/
(6) https://www.youtube.com/watch?v=qDvf23Ol
uE
(7) http://www.fao.org/fishery/species/2250/en
(8) http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=10
05
Resim 6: Akdeniz Koruma Derneğinin Resmi Logosu.
Bütün bu hikâyeler, efsaneler, sanatsal objeler,
ekonomik değeri ve ekosistemdeki önemi ele alındığında
neden dülger balığı sorusuna yeterli cevapları veriyor
aslında. Dülgerin bir doğa koruma derneği tarafından
imge olarak kullanılması için tabi ki canlıdan izin
alınamazdı ama o da yaşadığı deniz olan Akdeniz için bir
şeyler yapmanın peşinde olan bu gönüllüleri
desteklemek adına kendi siluetinin kullanılması
konusunda destekçi olacaktır. Sonuçta her ne kadar şuan
ki insanoğlunun unuttuğu “Mare Nostrum” (Bizim Deniz)
içindi tüm bu çabalar ve eğer kendisini birazcık
hatırlatırsa belki insanoğlu eski günlere özlem duyarak
bu çabaya destek olacaktı kim bilir? Umarım Zeus faber
yani dülger balığı, dernek için kabul gören ve şans
getiren bir imge olup uzun yıllar etkisini sürdürür.
*Canlıların Latince isimleri belirli kurallara uyularak ikili
isimlendirmesi. Genus ismi + tür ismi bknz
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kili_adland%C4%
B1rma)
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
7
GÖKOVA’DAKİ KAHRAMANLARIMIZ
Yazan: Ece Anıl
Akdeniz Koruma Derneği (AKD) Üyesi
Turizmci
2010 yılında Gökova Körfezi’nde, Türkiye’nin ilk
Balıkçılığa Kapalı Deniz Koruma Alanlarının (DKA) resmi
olarak ilan edilmesini takiben, AKD tarafından bölgede
Deniz Koruculuğu (Marine Ranger) Projesi başlatılmıştır.
Ülkemizde bir benzeri daha olmayan bu girişimle,
Gökova Körfezi’ndeki balıkçılığa kapalı altı farklı alanın
kontrolünü yapacak şekilde, iki ayrı istasyondaki
korucularımız uzun zamandır bu hizmeti başarı ile
sürdürmektedirler.
Gelelim deniz korucularımıza; birinci korucumuz
İskender
Demirel,
İngiliz
Limanı’ndaki
istasyonumuzda
konuşlu
olarak
görevini
sürdürmektedir. İkinci Korucumuz Sedat Bağcı ise
Akyaka’daki istasyonda konuşludur. Her ikisi de yörenin
kökten gelen balıkçıları olup, o coğrafyanın fiziki
özelliklerini ve sosyoekonomik yapısını gayet yakından
tanımaktadırlar. Kendilerine; genel olarak denizde
davranış yöntemleri ve özel olarak da Deniz Koruculuğu
konularında eğitim verilmiştir ki, bu eğitim programı,
uygulama ve tecrübelenme süreci içinde sonradan daha
da zenginleşmiştir.
Fotoğraf: AKD Arşivi-Deniz Korucularımız
Buradaki amaç, Gökova Körfezi’nde biyolojik çeşitliliğin
korunması, dolaylı olarak balık stoklarının arttırılması ve
ekosistemin
desteklenerek
yöresel
balıkçılığın
sürdürülebilmesini sağlamak ve en önemlisi denizlerde
korumanın önemini anlatıp, yöre halkını eğiterek, örnek
olarak,
korumacılık
davranışlarında
farkındalık
yaratmaktır.
Deniz korucularımız, Gökova Körfezi’nde koruma altına
alınan bölgelerde öncelikle yasadışı balık avcılığına mani
olmak üzere mücadele ediyorlar. Bunun yanı sıra, çevre
kirliliğinin kontrolü, denizde acil insani yardım, orman
yangın gözetleyicisi gibi görevleri de yerine
getirmektedirler.
Bu
hizmetleri
Su
Ürünleri
Kooperatifleri, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Jandarma
Komutanlığı ve Su Ürünleri İl Müdürlüğü yetkilileri ile
koordineli olarak gerçekleştirmektedirler.
Korucularımız görevlerini kendilerine tahsis edilen
yüksek süratli, fiber-şişme devriye botları ile yerine
getirirken; telsiz, kamera, fotoğraf makinası, fener,
dürbün, akıllı telefon, megafon, cankurtaran yeleği gibi
yardımcı teçhizatı da kullanmakta ve mevsime uygun
olarak dernek tarafından kendilerine verilen özel
kıyafetleri kullanmaktadırlar. Maaş ve sosyal hakları
dernek tarafından karşılanmaktadır.
Ben bu fedakâr insanları Akyaka’da yapılan “Balık Tadım
Festivali” sırasında tanıdım. O zamanki dönemde ve
daha sonrasında da Sedat Bağcı ile devriyelerine
katıldım. Benim Akyaka’da gözlemlediğim ve
deneyimlediğim kadarıyla deniz korucularımız denize üç
şekilde çıkıyorlar:
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
8
1. Önceden planlı rutin devriye çıkışı,
2. İhbar üzerine acil devriye çıkışı,
3. Kuşku üzerine plansız devriye çıkışı.
görev tipidir. Bu tür zamansız, beklenmedik çıkışlar
suçluların caydırılması yönünden de çok etkin
olmaktadır.
Genelde rutin çıkışlar sabah ve akşam suyu
zamanlarında oluyor. İlk rutin devriye çıkışı, sabahın ilk
ışıklarıyla birlikte azmaktan hareketle Çamlı Koyu,
Boncuk Koyu ve Akbük Koyu üzerinden geriye dönüş
şeklinde gerçekleşiyor. Bu arada rota üstü ve civarındaki
yasak alanlarda atılan paraketelerin toplanması, atık ve
canlı ağların temizlenmesi ve yasak alanda bulunan
balıkçıların sözlü olarak uyarılması, broşür dağıtılarak
koruma
alanı
hakkında
bilgilendirilmesi
gerçekleştirilmektedir.
Çözülemeyen
problemli
olaylarda ise görüntülü ve yazılı tutanak eşliğinde, aciliyetine göre Sahil Güvenlik veya Jandarma Komutanlığı
ilgililerine durum iletilmektedir. Onların yaptırım
yetkisini vermeleri durumunda, yasak avcının avına ve
donanımına el konulmaktadır.
Fotoğraf: Ece Anıl-Deniz Korucumuz Sedat Bağcı ve Gönüllü
Korucumuz Fındık
Fotoğraf: AKD Arşivi-Balıkçılığa kapalı alandan çıkarılan sepetler
İhbar üzerine acil devriye çıkışı ise , “En keyiflisi ve bir o
kadar da en tehlikelisi”. Bota hızlıca atlayıp son sürat
gideceğiniz yere varmak ve o esnada karşınıza ne tür bir
durum ve olayın çıkacağını, nasıl bir insanla ya da
insanlarla karşılaşacağınızı bilememek adrenalin
yükselmesine neden oluyor... Özellikle bu tür çıkışların
çoğu, suçluların gece karanlığından ve kötü hava
şartlarından
yararlanarak,
görülmek
istemedikleri dönemlerde olduğundan, bu görevin
zorluğu ve tehlikesi daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum.
Kuşku üzerine plansız devriye çıkışı, gece ya da gündüz
fark etmeksizin, korucumuzun artık edindiği görev
tecrübesi ve öngörüsü ile bölgede algıladığı
hareketliliklerden kaynaklanan önleyici/kontrol edici bir
Kısaca, deniz korucularımızın üzerine düşen bu
görevler büyük bir sorumluluk ve bir o kadar da
özveri gerektiriyor. En büyük sorunumuz ise ülkemizde
halen deniz koruyuculuğunu tanımlayacak bir yasal
düzenlemenin olmamasıdır. Bu sorunun da ileride
çözümleneceği umudu içinde, kahraman korucularımız
büyük bir özveriyle gece gündüz durmaksızın çalışıyorlar.
Her daim tetikteler, hazır durumdalar. Proje kapsamında
alınan değerler sonucunda koruma altına alınan
alanlarda ciddi bir balık nüfusu ve çeşitliği artışı
görülmektedir.
Kanımca
bu
sonuçlar
deniz
korucularımızın
sıkı
denetimleri
sayesinde
gerçekleşmektedir.
Gökova, deniz korucumuz Sedat Bağcı’ya dostluğundan
ve paylaşımlarından dolayı gönülden teşekkür ediyor ve
ayrıca köpeği Fındık’ı (Gönüllü Korucu) özlemle
anıyorum. Gökova’ da ki diğer deniz korucumuz İskender
Demirel ile de ilk fırsatta görüşmek üzere diyerek
noktalıyorum.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
9
MARMARA DENİZİ’NİN DEĞİŞEN OŞİNOGRAFİK
ŞARTLARININ İZLENMESİ PROJESİ (MAREM)
Yazan: Levent Artüz
MAREM Projesi Koordinatörü
Genel Bilgilendirme:
senesinde bu güne, Marmara Denizi ve Boğazlarda,
yatayda 50 adet istasyonda yaklaşık 25 adet
parametrenin, derinliğin elverdiği kesitlerde (0.5m 1200m) ölçümlemesi gerçekleştirilmiştir.
İlham Artüz tarafından ilk defa 1980 senesinde Marmara
Denizi baz alınarak, yapılan deniz araştırmalarının bir çatı
altında toplanarak bir veri tabanı oluşturulması fikri
ortaya atılmıştır. Bu fikrin filizlenmesini takiben, özellikle
1954 senesinden başlamak üzere Et ve Balık Kurumu ve
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü ölçüm sonuçları temel
alınarak, 80’li senelerin başında verilerin depolanması ve
hesaplamaların yapılması dijital ortama taşınmıştır.
“Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının
İzlenmesi” isimli proje ilk olarak Olav Aasen ve İlham
Artüz yöneticiliğinde Et ve Balık kurumu bünyesinde
1954 senesinde başlatılmıştır.
1957 senesinde İ.Ü. Fen Fakültesine bağlı Hidrobiyoloji
Araştırma Enstitüsünün kuruluşu ile birlikte, söz konusu
proje periyodik bir hale getirilmiş ve 1982 senesine değin
düzenli bir şekilde sürdürülmüştür.
80’li senelerde H.A.E. kapatılması ile birlikte projenin
sorumluğunu yine İlham Artüz başkanlığında İ.Ü. Çevre
Bilimleri Fakültesi üstlenmiş ve 80’li yılların sonlarına
değin düzenli bir şekilde sürdürmüştür.
80’li yılların sonlarından itibaren söz konusu proje yine
İlham Artüz’ün yöneticiliğinde İ.T.Ü. Gemi İnşaat ve
Denizbilimleri Fakültesinde devam ettirilmiş ve 1993
senesinde İlham Artüz’ün vefatı ile proje sorumluluğunu,
söz konusu periyodik ölçümlerin devam ettirilebilmesi
amacı ile M. Levent Artüz ilk sene İ.T.Ü. Gemi İnşaatı ve
Denizbilimleri Fakültesinde İ.Ü. ile ortaklaşa
gerçekleştirilen
ölçümlerin
yapıldığı
projenin
yöneticiliğini gerçekleştirmiştir.
Takip eden yıllarda söz konusu proje M. Levent Artüz ve
O. Bülent Artüz’ün çabaları ile kesintisiz olarak devam
ettirilmiş ve 2006 senesinden beri de Sevinç-Erdal İnönü
Vakfı bünyesinde gerçekleştirilmektedir.
“Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının
İzlenmesi” ana projesi, bir deniz için yapılmış en uzun
soluklu izleme projelerinin başında gelmektedir. 1954
1990 senesinden günümüze, söz konusu ölçümlerin
yapılabilmesi için ciddi ve çok kapsamlı bir alet parkı
oluşturulmuştur.
Projenin multi-displiner yapısı, kendisini her konuda
göstermektedir. Eğitimini Elektronik mühendisliği
üzerine yapmış, uygulamalarını sistem programcılığı ve
projelerin bilgisayar ortamında değerlendirilmesi
üzerine yıllarca çalışmış olan O. Bülent Artüz, en son
teknolojilerin araştırma ortamlarında kullanılmasını,
denenmesini sağlayacak ortamları yaratmıştır.
Projelerin günümüz teknolojileri ile daha çok kişiye
ulaşması, paylaşılması için, internet ortamında çalışan,
proje yönetim programı yazıp, yapılan araştırmaların bu
proje
yönetim
programı
dâhilinde
değerlendirilebilmesini sağlayıp, sistemi kullanmak
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
10
isteyen tüm araştırmacılara, üye olup çalışma imkânı
sağlamıştır.
Böylece araştırmacılar, verilerini sisteme girip
değerlendirebilir
ve
diğer
araştırmacılar
ile
paylaşabilecekleri gibi, sistemin web sitesinde yaptıkları
araştırmayı yayınlayabilmektedirler.
Sistem araştırmacılara, ölçtükleri fiziksel verilerin
depolanması için ayrıntılı bir database ortamı sunarken,
aynı zamanda bu verilerin matematiksel olarak
hesaplanması, grafiksel olarak gösterimleri ve harita
sistemi üzerinde konumlarının belirtilmesi açısından
yardımcı olmaktadır.
Son gelişmelerden sonra, sadece fiziksel ölçüm verileri
değil, araştırma sırasında elde edilen tüm canlı, cansız
varlıkların sınıflandırılması, görsellerinin depolanması,
bireysel ve kütlesel ölçümlerinin kayıt edilmesi için yeni
bir veri tabanı ortamı daha hazırlanmıştır.
Bu veri tabanına girilen tüm veriler yine hem grafiksel
olarak, hem de harita üzerinde konum olarak,
değerlendirilip sunulabilmektedir.
Araştırmacı, proje bilgilerini detaylı olarak girdikten
sonra, projenin içinde değerlendirilmiş tek bir canlıdan
tüm canlılara kadar, tüm proje içindeki dağılımını
tümüyle görüntüsel bir ortamda izleyebilmektedir.
Sistem, projeyi yöneten, proje liderine birçok kolaylıklar
sunar. Proje lideri altında çalışacak elemanlara çeşitli
görevler verip, projede onların da çalışmalarını
sağlayabilir. Proje bittiğinde, kimin ne işle çalıştığı neler
yaptığı, oluşan raporlardan izlenebilir.
Günümüz
projelerinde,
bu
sistemi
sahada
kullanabilmekteyiz. Daha ölçümler yapılıp sisteme
girildiği andan itibaren, başka bir yerde olan proje
izleyicileri veya proje yöneticisi, projenin datalarına
erişebilmektedir.
Böylece farklı yerlerde aynı anda sefer çıkmış olan alt
proje gruplarının, tek bir proje çatısı altında, tek bir
yönetici
tarafından
değerlendirilmeleri
sağlanabilmektedir. İnternet ortamı sayesinde farklı
yerlerde aynı anda devam eden alt gruplar, tek bir Proje
altında toplanabilmektedir.
Fotoğraf: Marem Arşivi- Projenin devam etmesinde büyük katkıları
olan Levent Artüz ve Bülent Artüz
Proje sona erdikten sonra, projenin web ortamında
yayınlanması, proje liderinin isteği doğrultusunda
nelerin yayınlanıp yayınlanmayacağına karar vermesi ile
oluşmaktadır. Böylece sisteme ait web sitesinde Projeler
kısmı altında yapılan araştırma yayınlanmaktadır.
Günümüzde yapılan projeler, daha sahada iken sisteme
girilebilirken, elimizde bulunan daha önceki çalışmalara
ait veriler de sisteme kayıt edilmiş ve böylece projenin
ana amacı olan, ortamın yıllar içindeki değişimi de
değerlendirilebilecek hale gelmiştir.
Marmara ve Boğazlarında 1681 yılından günümüze
kadar pek çok araştırma gerçekleştirilmiş ve geniş bir
konu yelpazesi oluşturan inceleme ve irdelemeler
yapılmıştır. Bu araştırmaların ortaya koyduğu veriler bu
son derece ilginç ve büyük bir dinamizme sahip su
kütlesinin temel yapısını öğrenmemize taban
oluşturmuştur.
1970'li yıllara kadar, bu klasik yapıdan hemen hemen hiç
farklılık göstermeyen Marmara suları, bu yıldan sonra
çevresinde hızla gelişen ve çeşitlenen endüstriler, deniz
taşımacılığının yoğunlaşması, bunlara bağlı olarak artan
nüfus-göç olgusu, Marmara Denizi’nin oşinografik
parametrelerinde köklü değişimlere yol açmış ve bu
süreç sürekli olarak da devam etmektedir.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
11
1970'lı yıllara kadar Türkiye su ürünleri üretiminde %22
dolayında katkısı olan Marmara Denizi’nde bu katkı
2000’li yılların başından sonra yüzde %5 mertebesine
kadar inmiştir.
Suda çözünmüş ve/veya süspansiyon (askıdaki) halindeki
maddelerin yoğunluğundaki artış, denizin primer
prodüktivitesini gerçekleştiren güneşin enerjisinin
ulaşabildiği derinliği büyük çapta çaldığından, su
kütlesinin fotosenteze dayalı oksijen üretimi azaldığı gibi
büyük bölümü organik, oksitlenme nedeni ile oksijen
yitiren materyalden oluşan bu birikim atmosferle
etkileşim ve/veya akıntılarla taşınarak Marmara Denizi
ekosistemine ulaşan oksijenin de hızla azalmasına neden
olmaktadır. Marmara Denizi’nde ışık geçirgenliğini
engelleyen bu etmen, zaman içeresinde, tabanda bir
yığışıma da sebep olmaktadır.
Bunun yanı sıra, Karadeniz’e dökülen ırmak ve nehirlerin
getirdikleri tuzluluğu ‰S 16-18 arasında değişen tatlı
sular ve Akdeniz’den gelen ve Marmara çanağının büyük
bölümünü dolduran ‰ 36-38 arasındaki tuzlu suların
oluşturdukları tabakalaşma nedeni ile madde alışverişinde düşey doğrultuda da kısıtlanmış bir yapıya
sahiptir.
Başka bir deyişle, Marmara Denizi birbiri üzerinde yer
almış, hidrografik özellikleri açısından son derece farklı
iki su kütlesinden, iki ayrı denizden oluşan bir yapıya
sahiptir. Karadeniz’den gelen su miktarına ve özellikle de
mevsimsel atmosferik değişimlere göre kalınlığı 50-75
m. arasında değişen Karadeniz kökenli üst su kütlesinde
su sıcaklıkları ortalama değerler olarak 6°C ile 27°C
arasında değişime uğrarken, alt su kütlesinde sıcaklık
değişimleri hemen hemen hiç bir farklılık
göstermemekte, bütün bir yıl boyunca 15ºC~14,2ºC
arasında, 0,8ºC gibi bir salınım yapmaktadır. Soğuk
suların sıcak su kütlelerinin üzerinde kalabilmesi,
kütlelerin tuz içeriğinin (salinitelerin) yarattığı yoğunluk
farklarına dayanmaktadır. Örneğin soğuk su kütlesi
altında 14°C gibi, sıcak bir su kütlesinin bulunmasına yol
açtığından
bu
durum
inversiyon
olarak
nitelendirilmektedir.
Marmara Denizi, bağlı olduğu Karadeniz, Ege Denizi ve
Akdeniz gibi yarı izole denizlerle olan madde alışverişinde, dar ve sığ eşiklerle donatılmış Boğazlar nedeni
ile son derece kısıtlı bir konuma sahiptir.
Bunun sonucunda da farklı katmanlarda farklı biyolojik
olayların geliştiği, farklı katmanlarda farklı formların yer
aldığı zengin bir biyolojik yapıya sahiptir.
Bu farklılığı oluşturan etmenlerden birisi de, Marmara
Denizi’ni boydan boya kat eden fay hattının özelliklerine
bağlı olan bölgedir. Bu bölgede fay hattı boyunca farklı
mineral konsantrasyonları, fay hattının aktivitesine bağlı
farklı gaz konsantrasyonları, fay hattı boyunca yüzeye
çıkan sıcak su dolayısı oluşmuş mikro-kozmos bölgeleri
ve fay hattı dolayısı ile bölgede farklı jeolojik
deformasyonun sonucu oluşmuş olan habitat, diğer
bölümlerden bir hayli farklılık göstermektedir. Aynı
şekilde Marmara Sistemi içinde bulunan 3 adet 1000m.
üzerinde derinliğe sahip çukur da, özgün yapıları ve bu
güne değin çok az araştırılmış olmaları bakımından önem
arz etmektedir. Marmara Denizi’nin biyolojik ve
oşinografik özelliklerini ortaya koyan önceki çalışmalar
ve veriler, değişimlerin hızı ve birbirleri ile etkileşen
dinamizmi nedeni ile durumun günümüzdeki
boyutlarının bilinmesine yardımcı olmakla birlikte,
gerçek
durumun
saptanmasına
olanak
sağlayamamaktadır. Bu dinamizm karşısında, daha
önceki çalışmaların ışığı altında günümüzdeki durumun
saptanmasında, bu denizle ilgili mühendislik, ekonomik,
ulaşım vb. girişimlerde sağlıklı sonuçlara varabilmek için
büyük yarar sağlayabilecek ve Marmara Denizi’ni ve
çevresini koruyabilmek için gerekli önlemlere ciddi bir
bilimsel destek sağlayabilecektir.
Bu bölümde kısaca açıklanan nedenler ile ele alınan bu
proje:
1.Marmara Denizi’nin alt ve üst su katmanlarındaki
genel durumun saptanması,
2.Söz konusu bölgenin ekolojik özellikleri, fauna ve
florası ve oşinografik özellikleri hakkında oluşturulmuş
veri tabanının sürdürülebilirliği,
3.Uzun yıllardan beri Marmara’da gerçekleştirilmiş
çalışmaların sonuç ve verilerinden yararlanılarak,
değişim hız ve trendinin saptanması,
4.Marmara Denizi’nde çeşitli amaçlarla ele alınacak
projeler ve tasarımlar için gerekli bilimsel veri tabanı ve
öneri paketlerinin oluşturulması,
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
12
5.Vakfımız programlarında yer alan proje konuları ile
ilgili öğrencilere eğitim ve öğretim amaçlı uygulamalar
yaptırılarak, bu konularda verimliliğin sağlanması,
6.Marmara Denizi çevresinde, bu proje kapsamındaki
konularda yapılabilecek çalışmalara ilişkin olanaklara
sahip, ancak birbirinden ayrı ve iletişim açısından son
derece kısıtlı grupların birlikteliğini sağlayacak bir
zeminin oluşturulması,
7.Yapılacak gözlem, analiz ve bunlara dayalı orijinal
yorumlar içeren ve her biri başlı başına değer taşıyacak
orijinal bilimsel yayınların meydana gelmesini sağlamak.
Teklif ettiğimiz ve desteklenmesini umduğumuz bu proje
ile, yukarıda belirtilen ana amaçlara ulaşmayı
hedeflemekteyiz. Çalışmalarımızda, yatayda tüm
Marmara Denizi genelinde, 65 adet istasyon bazında
dikeyde yüzeyden dibe kadar olan su sütununda
Temperatür, Salinite, Elektrik geçirgenliği, Yoğunluk,
Suda çözünmüş oksijen, pH ölçümlerinin yanı sıra,
biyolojik çeşitliliği saptamak amacı ile plankton ve fauna
örnekleri alınmakta, 0 – 1273m kadar derinliklerde 12
adet istasyonda dip sedimanı ile ilgili örnekleme ve
analizler gerçekleştirilmektedir.
Araştırma sırasında gerçekleştirilen rutin ölçümler;
- Sıcaklık ölçümleri (TºC)
- Salinite ve Klornite ölçümleri (‰S ve ‰Cl)
- Yoğunluk hesaplamaları (Sigma-T)
2
- Elektrik iletkenliği (LF) (mhos cm )
- Ses iletkenliği hesaplamaları (S.sp x 10)
- Suda çözünmüş oksijen (DO) (mg/l ve ml/l)
- pH dağılımı
- Secchi-disc (Işık geçirgenliği, bulanıklık)
- Deniz rengi
- İstasyon su derinliği
- Hava şartları
Belirli noktalarda plankton çekimleri ve buna bağlı
olarak;
- Tür tayin ve dağılımları,
- Volumetrik analiz,
- Envanter çalışması
- Klorofil ölçümleri
Belirli noktalarda bentik çalışma ve buna bağlı olarak;
- Ölçümlemeler,
- Envanter çalışması
Belirli noktalarda sediman çalışması ve buna bağlı
olarak;
- Kalitatif – Kantitatif ölçümler,
- Tanecik boyu ölçümleri,
- Dağılım haritalaması
Belirli noktalarda kimyasal analiz çalışması ve buna bağlı
olarak;
- Besleyici tuzlar ölçümleri,
- Dağılım haritalaması
Belirli sabit noktalardan online meteorolojik veri temini;
işlemleri yapılmaktadır.
Seferler senede 2 kez olmak üzere gerçekleştirilmekte,
(yaz -kış) özel durumlarda bölgesel ara çalışmalar da
yürütülmektedir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, çalışmanın tüm verileri,
internet ulaşımlı bir veri tabanı (Hidro-QL) ve oşinografi
programına işlenerek değerlendirilmektedir. Söz konusu
veri tabanında ayrıca 1954 senesinde günümüze
Marmara Denizi ile ilgili yapılmış çalışmalar büyük bir
çoğunlukla mevcuttur (İstenildiğinde, tarafımızdan konu
ile ilgili bir brifing verilebilir). Bu suretle veriler ölçüm ile
eş zamanlı izlenebildiği gibi, geçmiş verilerden de
yararlanılarak farklı projeksiyonlar da yapmak mümkün
olmaktadır ve yapılan çalışmaların verileri, hâlihazırda
senelik yayınlar olarak değerlendirilmektedir.
Fotoğraf: MAREM Arşivi- 2015 Proje Eki
http://www.marem.org/
- Tür tayin ve dağılımları,
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
13
DOĞA
Sevgili Büyüklerim,
Bu sizlere bir sitem mektubu;
Yazan: Zeynep Türkmen
BİZ BÜYÜKLERE MEKTUP VAAAAR !!!....
8 yaşındaki genç yazar Zeynep Türkmen’in biz büyüklere
bir mektubu var. Akdeniz Koruma Derneği olarak bu
mektubu sizlerle paylaşmak istedik.
Önce yazarımızdan biraz bahsedelim; Zeynep 21 Mart
2007’de İzmir’de dünyaya geldi. Eğitimci bir baba ve
hekim bir annenin kızı olan Zeynep’in Kaan isminde bir
küçük kardeşi var. Hobileri çello çalmak, satranç
oynamak ve resim yapmak olan Zeynep’in en büyük
tutkusu kitaplar. Bu tutkusu o kadar büyük ki henüz 8
yaşındayken ilk kitabı olan ‘Merhaba’, Kültürkent
Kuledibi Yayınları tarafında basıldı. Bu kitabın içerisinde,
sizlerle paylaştığımız ‘Doğa’ isimli bu yazının yanı sıra
başka hikâyeleri de bulabilirsiniz. Haydi, şimdi Zeynep’e
kulak verelim;
Siz ormanlarımızı, doğamızı yok ettiniz ve hala yok
etmeye devam ediyorsunuz. Sonrada derslerde,
televizyonda, kitaplarda fidan dikelim, doğamızı
koruyalım, ormanları tekrar kuralım, geri dönüşüm
yapalım diye dersler veriyorsunuz bizlere. Onları tüketen
sizsiniz ve bizlere yok ettiklerinizi tekrar oluşturmamız
için bizden bir şeyler istiyorsunuz. Siz önce kendinize,
bize bırakacağınız dünyaya yaptıklarınıza bakın. Zaten
2050 yılında dünyada verimli toprak sayısı düşecek. Artık
ağaçlarımız, ormanlarımız kalmayacak. Bazen biz
çocukların artık başka bir gezegen bulması gerek diye
düşünüyorum ama oraya siz büyükleri almayacağız
çünkü siz orayı da kendi çıkarlarınız için yok edersiniz.
İmza Günü Afişi ve Zeynep
Dünyamızda toprakları kaybede kaybede yiyecek
besinlerimiz de tükenecek. Bundan siz sorumlusunuz ve
biz çocuklara en büyük kötülüğü yaptınız; en kötüsü de
hala yapmaya devam ediyorsunuz. Bizlere doğayı sev,
doğayı koru diyorsunuz, ağaçların bizleri kuraklıktan,
heyelandan koruduğunu, bize oksijen sağladığını
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
14
anlatıyorsunuz sonra gözümüzün önünde ağaçları kesip
her tarafa kocaman kocaman binalar yapıyorsunuz.
Oksijen yaşamamız için gerekli diyor, sonra da gerekli
dediğiniz oksijenimizin kaynaklarını kendi ellerinizle
tüketiyorsunuz. Bana en komik gelenlerden biri de park
ya da piknik gibi doğa ile iç içe olabileceğimiz yerlere
gitmeyi ödül olarak sunuyorsunuz bizlere, bir- iki saat
geçirdikten sonra tıkılıyoruz yine binaların içine. Az önce
tozla toprakla oynayan, ağaçların gövdelerinde ya da
yerlerde gezen karıncaları ve böcekleri inceleyen, çiçek
koklayan bizler o binalara girince birden, size göre kirli
park kıyafetlerimizden kurtulmuş ve temiz olarak
gerçeklerle yüzleşiyoruz. Bizim yaşam alanımız bu
kocaman dünyadaki bu küçücük nokta. Oysa bizler de en
az ağaçlar, böcekler kadar doğanın bir parçasıyız ve doğa
ile içi içe yaşamalıyız. Bu yaşam bize bir iki saatlik hediye
olarak verilmemeli. Ha bir de çimler ekip, çimlere
basmayınız yazıyorsunuz, basanlara kızıyorsunuz. Bu çok
saçma değil mi? Hayvanlar gibi bitkileri de kafese
atıyorsunuz.
kıyafetler, ayakkabılar yaptınız. Daha çok para kazanmak
için hormonlar ve ilaçlarla bitkileri, hayvanları
zehirlediniz. Onların yaşam alanlarını yok ederek evsiz
bıraktınız, çoğunu da öldürdünüz. Denizlerimizi
kirlettiniz, oradaki canlıları hiç düşünmediniz. Bu
dünyanın sahibi biziz dediniz, ama değiliz. Biz bu dünyayı
diğer tüm canlılarla paylaşıyoruz. Ailem hep bana, ‘sen
bir hayvana zarar vermezsen o da sana zarar vermez’
der. Biz insanlar neden bize zarar vermeyen canlıların
yaşamını alıyoruz ellerinden? Ben onlar için çok
üzülüyorum. Hele uğur böcekleri, hangi ağacın
gövdesinde kış uykusuna yatacaklar? Ben en çok uğur
böceklerini severim ama hayatımda en fazla beş tane
görmüşümdür. Ben en sevdiğim hayvanı sadece
kitaplardan değil, dokunarak, gözleyerek öğrenmek
isterdim.
Buna bir dur demek lazım. Biz çocuklar kafa kafaya
versek ve bir çözüm bulsak siz büyükler bizi dinler
misiniz?
‘Evet’
diyeceksiniz
biliyorum
ama
dinlemeyeceksiniz.
Kitabın İmza Günü
Bu dünyada sadece insanlar yaşamıyor, bizim gibi güzel
bir dünyayı hak eden diğer canlılar da var. Onlara da
büyük kötülükler yaptınız. Yılanlardan, kaplanlardan
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
15
TRANSFAGARAŞAN – DÜNYA’NIN EN GÜZEL YOLU
Yazan: Gamze Sakal
Sokak Hayvanları Gönüllüsü & Seyahatsever
Yazıma geçen hafta ziyaret ettiğim Romanya’nın
Transilvanya Bölgesi’ni anlatabilmek için başladım fakat
aklım şu an Transfagaraşan’dan başka bir şeye gitmiyor.
Üzerimdeki etkisini atamamış olmak bir yana diğer
kısımlardaki kaleler, köyler, yediklerim, içtiklerim,
gezdiklerim gördüklerim dikkat dağıtsın istemiyorum.
Sözüm olsun ki bölgenin diğer kısımlarını, güzelim
köylerini, lezzetlerini ve tatlı insanlarını da yazacağım
fakat izninizle ben bu sefer sadece gezimin ufak ve özel
bir parçasının üzerinde durmak istiyorum.
Transfagaraşan – Dünya’nın en güzel yolu
İtalya’daki Stelvio geçidinden sonra ilk kez bu iddialı
unvanı alan yol…
1970-1974 yılları arasında Çavuşesku tarafından
Sovyetlere karşı askeri stratejik bir geçit olması için
yaptırılmış, hala tam sayısı bilinmeyen yüzlerce çalışanın
ölümüne, yüklü miktarda maddi gidere ve yaklaşık altı
milyon kilogramlık dinamit kullanımına sebep olan bu
“stratejik güç odaklı” ölüm yolu günümüzde dağcıların,
bisiklet,
araba
ve
motosiklet
tutkunlarının,
belgeselcilerin ve bizim gibi 5 yıldızlı “konforlu” otel
konseptli tatilleri tercih etmeyen sırt çantalı turistlerin
keyif noktası.
Sadece bir yol deyip geçersek hem yazık hem de çok ayıp
olur zira yol içeriği nedeniyle (nehir, göl, şelale, ülkenin
en büyük tüneli, viyadükler, ormanlar) tek başına bir
haftalık tatil sebebi.
Yol, Sibiu ve Piteşti kentlerini birbirine bağlıyor. Bizim
rotamız İstanbul’dan Bükreş’e uçup kiraladığımız araç ile
Sibiu üzerinden geçerek yola bağlanmak şeklinde oldu.
Gidip gördükten sonra gönlüm bir Touring motor ile
gitmiş olmayı diledi. Zira yolda 2000 metreden kıvrıla
kıvrıla kendilerini bırakan Touring’cileri gördükçe
kıskanmaktan içim ezildi. Araba tercih edilecekse 4x4 bir
araç kiralamak yolun önemli kısmı için değil ama oraya
ulaşmak açısından büyük rahatlık sağlar.
Fotoğraflar: Gamze Sakal- Transfagaraşan’dan Kareler
Sibiu’dan çıktığımızda saat ilerlediği için kalacağımız yere
doğru yola koyulduk. Dağların ortasında, ufak ahşap
kulübelerde ranza rahatlığında bir an önce dinlenmek
hayali ile… Transfagaraşan’ı görme planını ertesi güne
bırakmak üzere... Bir süre sonra zifiri karanlıkta
ilerlerken süper akıllı telefonlarımız sayesinde offline
çalışan (Burası önemli! Gitmeden mutlaka indirmek
lazım, telefon dahi çekmiyor bazı yerlerde) navigasyon
ekranında garip şekilleri ( gözünüzde canlandırabilmek
adına; 3-4 yaşlarındaki çocuğunuza, yeğeninize bir kalem
ve bir kâğıt verin. 10 dakika yalnız bırakın. Yanına
gittiğinizde kâğıda bir bakın. Heh işte, o şekiller! )
gördüğümüzde
anladık
ki
farkında
olmadan
Transfagaraşan’ın tam kendisinin üzerinde yol alıyoruz.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
16
Tabii ki bizi aldı güzel bir heyecan. Nasıl almasın! Bir taş
iki kuş! Hem kalacağımız yere gidiyor hem de oralara
kadar görmek için gittiğimiz yolda ilerliyorduk. Yoğun
karanlık ve kısa görüş mesafesinde önümüzden kaçışan
tavşanların, ara ara beliren kamp ateşlerinin arasında
mutlu ve huzurlu ilerledik, ilerledik, ilerledik… Tabii ki
telefonun ekranından bakarak, arada kısıtlı ışığın yardımı
ile uçurum kenarından ilerlediğimizi fark edip ürkerek
yolu bitirdik. Hem yolu geçmiş olmanın hem de
kalacağımız yere gelmenin gerçekliği ile arabayı
durdurduğumuzda ne kadar bahtsız bir durumla karşı
karşıya geleceğimizi bilmemenin mutluluğu vardı
yüzümüzde. Hâlbuki saatler gece yarısını geçeli çok
olmuşken kalacağımız kulübelerin, yolun sonunda değil
aslında başında olduğunu öğrenmek hiç hoş değilmiş. (
Bu duruma düşmemek için kalacağınız yerin haritasına
dikkat edip hatta belki de yol tarifi almak için aramak
gerekebilir. Bizim kalacağımız yerin sitesinde gösterdiği
harita sorunluymuş, meğer yanlış yeri işaret ediyormuş )
gopro’larla oynaştık, yol kenarında durup yabani
ahududu –normalde ahududu pek sevmezdim ama
bunlar oldukça güzeldi. Meğer ahududu güzel
meyveymiş, bizdeki böğürtlen gibi yol kenarları bunlarla
dolu- yedik derken gezimizin kalan kısmında yapmaya
niyetlendiğimiz hiçbir şeyi yapamadık, hiçbir yere
zamanında ulaşamadık ama değdi.
Ağlaya zırlaya kendimizi ilk bulduğumuz pansiyona attık,
kısıtlı görüş yüzünden tadını çıkaramadığımız yola bu
sefer tersten ve gündüz gözüyle geri dönmek üzere.
Sabah büyük bir gök gürültüsü ve yağmur ile güne
başlayıp tekrar yolumuzu görmek için tüm gece yol
aldığımız istikamette geri döndük. Gece hiçbir şey
göremememize rağmen hem ormanın kokusu hem
yolları kıvrılarak geçmek hem de uçurumların belirsiz
tedirginliği çok hoşumuza gitmişti ya! Meğer hiçbir şey
görmemişiz biz. Sabah bambaşka bir manzarayla
karşılaştık. Gökyüzünü kapatacak derecede uzun
ağaçların oluşturduğu bir orman, yanımızda ara ara
kendini gösteren bir göl ve yağmurdan miras kalan mis
gibi toprak ve çam kokusu. Ve tabii ki gece yol boyunca
iki araçtan sonra karşımıza çıkan onlarcası. Özellikle
motosikletlerden ve bisikletlerden oluşan ziyaretçiler,
sırtlarında çantalarıyla dağcılar, ellerinde kameralarıyla
belgeselciler…
Tırmanma öncesi dere kenarında durup serinlemek ayrı
bir keyif olmakla birlikte ara ara parmaklarım yerinde mi
diye bakmadım dersem yalan olur. Soğuk suyla arası
olmayanlar yaklaşmasın bile. Güzel Akyaka’mızın güzel
Azmak’ı alınmasın ama oldukça güzeldi.
Biz tırmandıkça bulutlar altımızdan yükseldi ve yukarıda
artık tamamen bulutların içerisinde kaldık. Kendimizi
kaybettik. Her 10 metrede bir durduk, fotoğraf çektik,
Fotoğraf: Gamze Sakal- Yol kenarındaki derelerden bir kare
Fotoğraf: Gamze Sakal- Transfagaraşan’da ahududu keyfi
Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra arama motorunuza
“transfagaraşan” yazıp fotoğraflara bakıp, videoları
izlerseniz yukarıdaki karalamalarımın bu güzelliği
anlatmaya hiç de yakın olmadığını görürsünüz. Umarım
yazıların önce sonlarını okumayı sevenleriniz vardır ki
zaman kaybetmeden görselleri hemen açarlar :)
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
17
DALAMAN’DAN ŞİLİ’YE
Yazan: Melisa Vural
Gökovalı Deniz Biyoloğu ve Denizyıldızı Aşığı
Hep Güney Amerika’ya gitmek istemişimdir. İngiltere’de
bir deniz biyoloğu adayı olarak, Şili’de 3 aylık bir staj
yapma fırsatı ile karşılaştığımda, hayır demek aklımın
ucundan bile geçmedi! Staja kabul edildim ve
üniversitedeki son senem için tezimi Şili’de yapmaya
karar verdim. Denizyıldızlarına bayıldığımdan tezimi de
onların hareket davranışları üzerine yaptım. Bolca
araştırma yaptım, üstelik oldukça büyük bir miktarda
burs da kazandım.
2014’ün Haziran ayının başında Dalaman’dan yola
çıktım. Epeyce uzun bir yolculuktan sonra Ant Dağları’nın
dibindeki Santiago şehrine vardım. Benim İspanyolcam
yok denilecek kadar az idi (Şili vatandaşları da İngilizce
ile aynı durumdalarmış meğer). Biraz zorlanmadım
desem yalan olur, ama en azından gitmek istediğim
kasabanın adını biliyordum. Öyle ya da böyle vardım Las
Cruces denilen küçücük kasabaya. Kaldığım yer, kulübe
idi bildiğiniz – şirin ötesi bir kulübe. Kasabada her yerde
sokak köpekleri vardı ama çok bakımlılardı. Anladığım
kadarıyla herkes o köpeklere bakmayı kendi görevi
olarak görüyor, ne zaman görseler besliyorlardı, aşılarını
yapan, her hafta sonu bile açık olan küçük de bir
veteriner vardı.
Marinas)’nde yaptım. Burada kıyısal olan her türlü
araştırma yapıyorlar – oşinografi ile ilgili pek bir şey
yapmıyorlar.
Ana araştırma konuları yengeç, midye ve solucan
yavrularının kayalık alana yerleşme oranları ile
midyelerin mevsimsel üreme başarısı üzerineydi. İlk
proje icin ‘tuffy’ denilen küçük, plastik fileden oluşan
toplar kullanılıyordu. Tuffy’ler gel-git alanındaki
kayalıklara sabitlenip, bir ay sonra da toplanıyorlardı.
Amaçları ise kıyıya gelen yavru canlıların bir kısmını bu
fileye hapsedip, bir yerleşme oranı elde etmek idi. İkinci
projeye gelince; onların üzerine pek çalışmadım, ama
anladığım kadarıyla her midye açılıp, gonadları (üreme
organları) tartılıyordu.
Arazi çalışmaları gel-git vakitlerine bağlıydı. Gel-gitin
cezir durumunun saatine göre, yaklaşık olarak ayda bir
hafta boyunca hep arazi çalışmalarımız vardı. Bir aydan
sonra, ben kendi projem için veri toplamaya başladım.
Projem Şili’deki deniz ekolojisinin en önemli denizyıldızı,
Heliaster helianthus idi. Bu denizyıldızının iki farklı
coğrafi bölgedeki hareketlerini izledim. Çok yoğun iki
hafta geçirdim! Şili bir de Güney Yarımkürede
olduğundan, Haziran-Ağustos aylarında kıs mevsimini
yaşıyorlardı. Rüzgârlı ve dalgalı bir kıyıda her gun3-4 saat
geçirmek, parmaklarımızın buz gibi olup her yerimizin
ıslanmasına sebep olsa da, çok zevkli bir vakit geçirdim.
Fotoğraf: Melisa Vural-Denizyıldızı Heliaster helianthus
Fotoğraf: Melisa Vural-Kaldığım şirin Kulübe
Stajı yaptığım enstitüye gelecek olursak; Pontificia
Universidad Catolica de Chile’ye bağlı olan Kıyısal Deniz
Araştırma Merkezi (Estacion Costera de Investigaciones
Sevindiğim bir konu, Sili’de İngiltere’ye göre
otobüs/dolmuş ile seyahat etmenin ne kadar kolay ve
ucuz olduğuydu. Bu nedenle orada yaşayan çoğu
vatandaş da bir arabaya sahip olmayı ihtiyaç olarak
görmüyorlar. İngiltere’de eğitim görürken, bu şekilde
staj için Sili’ye gelip görmem, biraz da Türkiye’ye
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
18
duyduğum özlemi giderdi. Şili çünkü birçok yönden
İngiltere’den çok Türkiye’ye benziyor – yüksek yüksek
dağlar, şehir ve köy yapıları, trafikteki düzensizlik ve
insanların yardımseverliği, cana yakınlığı... Birçok
durumda yolculuk ederken, yardım istemeye çalışırken
İspanyolca bilmediğim halde, bir şekilde istediğimi
anlattım ve cevap alabildim. Öyle ya da böyle anlaştık
yani.
Manzaranın ne kadar güzel ve etkileyici olduğunu
anlatamam. Batıda görebildiğiniz mesafeye kadar
uzanan Ant Dağları ve diğer her yönde de sonsuz düzlük
ve kuruluk. Geceleyin de 15-20 dakikalık yürüyüş
sonrasında ışık kirliliği olmayan, çölün ortasında olan bir
yere gidip, yıldızların güzelliğini izleyebiliyorsunuz.
Şili’deki eğlenceli stajımın çok başarılı geçtiğini
söyleyebilirim. İngiltere’ye geri döndüğümde, veri
analizinden sonra projemin üzerine raporumu yazdım.
Bundan sonra bir de sunum yaptım ve her ikisi için de
çok iyi notlar aldım. Üstelik Şili’de yürüttüğüm projemi
Portsmouth’taki bir konferansta da sundum. Şili’ye
herkesin gitmesini kesinlikle tavsiye ederim, Türkiye’ye
benzer, ama bir o kadar da farklı olan bir ülke.
Fotoğraf: Melisa Vural-Atacama Çölü
Arazi Çalışmalarından bir kare
iŞli’yi terk etmeden önce bir de başka bir yeri ziyaret
etmek istedim (hazır Dünya’nın bu tarafına gelmişken).
Seçimim Paskalya Adası ile Atacama Çölüarasındaydı.
Kolaylığı acısından Atacama Çölü’nekarar verdim. Arazisi
resimde gördüğünüz gibi. Kış mevsimi olmasına rağmen,
hava yine de çok kuru ve sıcaktı. Atacama, çok eskiden
deniz yatağıymış, ancak karanın yükselmesiyle simdi
yaklaşık olarak deniz seviyesinden 2300 metre yüksekte
bulunuyor. Tarihinden dolayı, Sahra gibi kumlu bir çöl
değil de, daha çok tuzlu ve sert bir toprağa sahip olan
bir çöl. Orada burada da yazın kuruyan tuz gölleri var,
tuzluluk derecesi inanılmaz yüksek olan. Buranın
sıcaklığına ve kuruluğuna rağmen çöldeki sonuncu
günümde 80 km’lik bir bisiklet turuna çıkmaya karar
verdim.
Şili’deki 3 ayım boyunca internette bir blok da tuttum,
eğer bakmak isterseniz
www.travellingseastars.weebly.com
web
sitesine
gidebilirsiniz.
“Tatlı denizyıldızlarımla gurur duyuyorum!”
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
19
DÜNYADAN
KOSTA RİKALI ÇEVRECİ, DENİZ
KAPLUMBAĞALARINA OLAN BAĞLILIĞI İÇİN AĞIR
BEDEL ÖDEDİ
Yazan: Jeremy Hance
Çeviren: Tevfik Orkun Develi
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tarih Bölümü
Doktora Öğrencisi
30 Mayıs akşamında, 26 yaşındaki Jairo Mora Sandoval,
Costa Rica, Limón yakınlarında kaçak avcıların silahlı
tehditlerine dek varan riskler karşısında yıllar boyunca
kaplumbağa yuvalarını kararlılıkla gözlemlediği Moín
sahilinin kumları üzerinde öldürüldü. Adanmış bir doğa
korucusu olan Sandoval, gönüllü dört kadın (üçü
Amerikalı ve bir tanesi de İspanya’dan) ile birlikte
yuvalayan deniz kaplumbağalarını aramak üzere sahil
boyunca yol alırken kaçırılmıştı. Sandoval, -nihayetinde
kendilerini kaçıranların elinden kurtulan- kadınlardan
ayrılmış, buna rağmen genç Kosta Rikalı çırılçıplak
soyularak, bağlanmış ve acımasızca dövülmüştü. Polis
ertesi gün onu kumlarda yüzükoyun ve elleri kelepçeli
halde buldu; Sandoval’ın ölüm sebebi boğulma idi.
Fotoğraf: Carlyn Samuel - Jairo Mora Sandoval, 2012’de yüzün
üzerinde kaplumbağa yavrusunu kurtardıktan sonra öldüğü sahilde
yürürken.
Sandoval ile yerel - gönüllü Genişletilmiş Karayip Deniz
Kaplumbağa Koruma Ağı (WIDECAST) vasıtasıyla
çalışmış, Londra Emperyal Koleji’nden (Imperial College
London) araştırmacı Carlyn Samuel’in mongabay.com’a
konuştu. “Jairo, kaplumbağaların korunması hakkında
oldukça
tutkuluydu.
Bizler
sahildeki
devriye
yürüyüşümüzü normalde akşam 09.00 sularında ve
sıklıkla sabah 4.30’da başlatırken, eve dönüş yolunda o
halen bir papatya kadar taze, şafak zamanı kamyonetin
arkasında oturduğu yerden can havliyle sahilde
kaplumbağa olup olmadığını kontrol ederdi. Ardından
tavana bir tane vurarak bana kamyondan inmesi
gerektiğini haber verir ve biz daha durmadan
kaplumbağaya doğru koşuyor olurdu. O çalışmaktan asla
yorulmadı ve biz, bir günlük mola vermek için daima onu
hatırlamak zorunda kalacağız.”
Dünya’daki yedi deniz kaplumbağası türünün altısı Kosta
Rika’da bulunmaktadır. Ne var ki Moín sahilinde
yuvalayan en yaygın tür, dünyanın en büyük ve en derine
dalan kaplumbağası olan Deri Sırtlı Deniz Kaplumbağası
(Dermochelys coriace)’dır. Kendi Genusunu temsil eden
bu heybetli hayvan IUCN Kırmızı Listesi tarafından Soyu
Tükenme Tehlikesi Altında olarak kaydedilmiştir.
Medyanın hem Kosta Rika’da hem de yurtdışındaki geniş
ilgisine rağmen Sandoval’ın ölümüyle ilgili olarak
herhangi bir tutuklama yapılmış değil. Polis, cinayet
sebebinin henüz belirlenmediğini söylerken çevrecilerin
çoğu bunun Sandoval’ın sahildeki kaplumbağaların
korunması için gösterdiği azimli bağlılıktan alınan açık bir
intikam olduğunu düşünüyor. Bu durumda cinayet
önceden tasarlanmış bir suikast olabilir.
Sandoval cinayeti, Kosta Rika’da deniz kaplumbağa
yumurtalarının kaçak olarak - Moín sahilini de içeren
yasadışı uyuşturucu ticaretiyle bağlantılı biçimde vahşice
avlanmasına parlak bir ışık tuttu. Deniz kaplumbağası
yumurtalarının her biri, Kosta Rika pazarında yaklaşık 1
dolar getirmektedir ve yüz civarında yumurta ihtiva eden
birkaç yuva, küçük bir servete eşdeğer olabilir. Bölgedeki
çevrecilere göre yumurtalar, doğrudan para veya
uyuşturucu için kaçak yumurtaları taşıyan uyuşturucu
tacirlerine satıldı. Yumurtaların birer afrodizyak olduğu
yönündeki inanç, ticareti kuvvetlendirirken yuvaları
yağmalayan
kaçak
avcılarla
sahillerde
deniz
kaplumbağalarını yok olmaktan kurtarmaya çalışanlar
arasındaki tansiyonun yükselmesine yol açtı.
Sandoval cinayetinin zemini
Jairo Mora Sandoval cinayeti hem BM hem de Amerikan
elçiliği tarafından kınanmasına karşın Moín Sahili’nde
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
20
çalışan çevreciler yıllar boyunca büyük taciz ve şiddete
maruz kaldı. 2012’de Genişletilmiş Karayip Deniz
Kaplumbağa Koruma Ağı (WIDECAST) ile çalışan çok
sayıda gönüllü, bir kaplumbağa yuvası üzerinde
çalışırken bağlanarak dövülmüştü. Asla yakalanmayan
saldırganlar, yuvadaki yumurtaları da almıştı.
sorunlarında uzmanlaşmış özel bir Kosta Rika seçkin
polis servisi). “Bizimle devriyeye çıkan bu polisler AK47ler taşıyor, kurşungeçirmez malzemeler vb.
giyiyorlardı. Onların varlığı sayesinde projede gece
sahilde yürümek güvenli bir hale geldi ve bu durum
yaklaşık 1754 yuvanın kurtarılmasıyla neticelendi.
Dahası kaçak avcıların sahilde ‘çalışmak’ konusundaki
cesaretlerini kırarken tutuklamalar yaparak çalınan
yumurtalara el koymayı başardılar.”
Fotoğraf: Carlyn Samuel Deri Sırtlı Deniz Kaplumbağası Moín sahilinde
yumurtladıktan sonra suya dönüyor.
Fotoğraf: Crlyn Samuel-Sandoval, deniz kaplumbağası verilerini giriyor.
“Jairo ve ben bir gece keşiften döndüğümüzde onları
dehşete düşmüş, yüzleri kuma gömülü biçimde bulduk.”
diyor Samuel. “Jairo yıkılmıştı ve bundan sonra onun bu
sahilden vazgeçmeyeceğini söyleyebilirdiniz!”
Dahası, WIDECAST’in gönüllü koordinatörü Vanessa
Lizano’ya bakılacak olursa Sandoval AK-47’li adamlar
tarafından sahilde deniz kaplumbağası gözlem
yürüyüşlerini bırakması için uyarılmıştı. Lizano’nun
kendisi de kaçak avcılar tarafından silah doğrultulmak
suretiyle tehdit edilmişti. Lizano, oğlunun fotoğraflarını
da içeren tehditler almaya başladığında Limón’dan San
Jose’ye taşınmış fakat yapabildiği zamanlarda bu proje
için çalışmayı sürdürmüş.
Artan şiddet, özellikle de yuvalara yapılan saldırılar,
geçen sene Kosta Rikalı yetkililerin WIDECAST ile birlikte
sahilde devriyeler başlatmasına neden oldu.
Öte yandan polisin bu yumurtlama sezonunda
WIDECAST’ten yapılan koruma çağrılarına rağmen
devriyeleri durdurması, çoğu kişiye göre Sandoval
cinayetine zemin hazırlayan bir karardı.
“Jairo ve Vanessa [Lizano] tarafından tekrarlanan
taleplere rağmen gelme sözleri veren polis hiçbir zaman
gelmedi. Bu, hüsrana uğramış Jairo’nun sevgili
kaplumbağalarını onlar olmadan kurtarmaya çalışmak
dışında bir çaresi olmadığı anlamına geliyordu” diyor
Samuel. “Gelgelelim bu destek ve caydırıcılık olmadan
proje yalnızca altı yuvayı kurtarabildi. Jairo’nun son
Facebook gönderisi, polisin gelip yardım etmesi için
insanlardan yalvarmasını istiyordu.”
Gerçekten de ölümünden kısa bir süre önce, Sandoval
Facebook sayfasında “Polise mesaj gönderin ki Moín
Sahili’ne gelsinler… Onlara korkmamalarını fakat
silahlanmalarını söyleyin. 60 kaplumbağa kayboldu ve
tek bir yuva dahi yoktu. Yardıma ihtiyacımız var ve
çabuk.” yazmıştı.
Fakat yardım asla gelmedi.
Samuel’in anlattıklarına göre proje U.I.P korumasına
atanmış (isyanlar, protestolar ve uyuşturucu
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
21
Toplumsal sorunlar
Carlyn Samuel’in dediğine göre Jairo Mora Sandoval
cinayeti, deniz kaplumbağası yumurtalarının kaçak
avlanması ve yasadışı uyuşturucu ticareti bölgenin
kökleşmiş sorunların bir parçasını oluşturuyor. Limón,
60.000 kişilik nüfusuyla Kosta Rika’nın en büyük limanına
ev sahipliği yapıyor ve Samuel’e göre çok sayıda göçmen
sefalete saplanmış olarak çalışıyor.
“Bu, benzer herhangi bir kentte olabileceği gibi topluma
uyuşturucuyu ve şiddet unsurlarını taşıyabilir.” diyor.
“Dahası, yüksek işsizlik oranı bölgedeki gerginliğe
ekleniyor.
Yörenin
kültürü,
etrafta
giderek
sıradanlaşmaya başlayan AK47’lerle silah taşımanın
neredeyse normal bir vaka olduğunu kabullenmiş
görünüyor […] Bunlar çoğunla işsiz kimseler ve toplumun
oldukça fakir unsurları; bir kısmı suyu, elektriği,
tuvaletler ya da yollar gibi herhangi bir ‘modern’
hizmetin bulunmadığı derme çatma barınaklarda
yaşayan eski mahkûmlar ve uyuşturucu bağımlıları.”
Fotoğraf: Carlyn Samuel-İki yavru okyanusa doğru yol alıyor. Bilim
insanları, insanlar ve avcılardan gelen sayısız tehditle karşı karşıya
kalan bin yavrudan yalnızca bir tanesinin erişkinliğe ulaşabildiğini ön
görüyor.
Samuel’in anlattığına göre korucular sahilde bazen
sarhoş ya da uyuşturucu madde etkisi altındaki kaçak
avcılarla dahi karşılaşmış. Sahilin kendisi deniz
kaplumbağalarından fazlasına ev sahipliği yapıyor:
yasadışı uyuşturucu ticareti için de burası kaçakçılıkta
kullanılıyor.
Samuel: “Bölgede uyuşturucu ticareti yapan, iyi tanınan
çok sayıda kaçakçı var. […] Geceleyin botla taşınan
uyuşturucu kolilerini alarak sahilde iş bağlıyorlar.” diyor.
WIDECAST’in deniz kaplumbağalarını korumadaki
başarısı sonunda programda görev yapanları ve
gönüllüleri, sahili yağmalama konusunda sorunsuz bir
geçmişe sahip kaçakçılarla çatışmanın içine itmiş.
Akıbet
Kosta Rika, koruma altındaki uçsuz bucaksız yağmur
ormanlarıyla kaplı arazileri, çevresel farkındalığa sahip
hükümeti ve oldukça popüler turist endüstrisi ile
dünyanın en yeşil ülkelerinden biri olarak bilinmektedir.
Fakat Moín sahilinde deniz kaplumbağalarını korumak
için hayatını birçok kez riske atmış Lizano, Jairo Mora
Sandoval cinayetiyle Kosta Rika’nın yeşil imajının
“parçalandığını ”söylüyor.
Sahip olduğu üne rağmen Kosta Rika’nın iddia ettiği gibi
çevresel olarak ilerici olmadığına dikkat çekiyor.
“Fark ediyoruz ki Kosta Rika görünüşte hedeflerine
ulaşıyor olsa bile [Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu
(CBD)], koruma altındaki alanların çoğunda kanunla ya
da devriyelerle zor kullanılmıyor. [Moín Sahili] koruma
altındaki alanlardan biri olmamasına rağmen
hükümetten bu konuda herhangi bir destek almanın
hemen hemen imkânsız olduğunu anladık.”Lizano,
hükümetin sahilin korunması konusundaki ikircikli
tutumunun temel destek eksikliğinin ötesine geçtiğini
söylüyor. Sahilin deniz kaplumbağalarının yumurtlaması
için önemli bir bölge olduğuna yönelik kanıtlara rağmen
yetkililer, büyük turist kompleksine ek olarak sahile yeni
bir liman yapılması için planlar sunmuş durumda. Lizano,
hükümetin, sahili birincil kaplumbağa sahası olarak
tanımayı reddedişinin, bu imar planlarıyla bağlantılı
olabileceğini söylüyor.
Dahası, Sandoval cinayetine dair yetkililerin cevapları
kafa karıştırıcı. Limón polisi, Sandoval’ın parası ve
telefonu çalındığı gerekçesiyle cinayeti soygun
kapsamında incelediğini duyururken, Kosta Rika devlet
başkan yardımcısı Alfio Piva, cinayeti bir “kaza” olarak
nitelendirdi.
“Jairo için adaletin yerini bulabilmesi ve ailesinin bir
dereceye kadar bu kötü olayın üzerini kapatabilmesi için
umutlanabileceğimiz tek yol cinayete uluslararası ilginin
çekilmesi gibi geliyor. ”diye ekliyor Lizano.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
22
Bu maksatla WIDECAST, Kosta Rika hükümetine Moín
sahilini koruma altına almasını ve Sandoval onuruna
adlandırmasını önerdi. Haziran ayının 5’inde ülke
çapında Sandoval için gece nöbetleri tutuldu. Bu arada
koruma gruplarından oluşan bir ortak yönetim
Sandoval’ın katillerinin yakalanmasını sağlayacak
herhangi bir bilgi için özel bir fondan karşılanmak üzere
10.000
dolar
ödül
teklif
etti.
Bilginin
[email protected]
adresine
gönderilmesi gerekiyor.
Fotoğraf: Carlyn Samuel- Ön tarafta deri sırtlı deniz kaplumbağası
yavrusu arkada tarafta Sandoval
Polis, sahilde gecekondulaşan kaçakçıların tahliyesi için
çalıştığını duyurdu. Fakat sahil aynı zamanda
koruculardan da yoksun durumda. WIDECAST Sandoval
cinayetinin ardından güvenlik zafiyeti gerekçesiyle
devriyeleri durdurdu. Şampiyonlarının kaybıyla, Moín
sahilinin deniz kaplumbağaları bir kez daha kaçakçıların
merhametine kaldı.
Haberin Kaynağı:
http://news.mongabay.com/2013/06/costa-ricanenvironmentalist-pays-ultimate-price-for-hisdedication-to-sea-turtles/#ixzz3bH0tQMLs
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
23
İNSANSIZ BİR DÜNYA AYNI SERENGETİ GİBİ
GÖZÜKÜRDÜ
Kaynak: Aarhus University
Çeviren: Dilay Doğru
Galatasaray Üniversitesi/ Fen Edebiyat Fakültesi/
Karşılaştırmalı Dilbilim ve Uygulamalı Yabancı Diller
Bölümü/ Lisans Öğrencisi
Büyük memelilerin doğal çeşitliliği, modern insanın
(Homo sapiens) etkisinden bağımsız bir şekilde olduğunu
gösteriliyor. Bu görsel, büyük memelilerin (45 kg ve
fazlası) 100*100 km alan içerisinde sayılarına göre
çeşitliliğini gösteriyor. Ölçekteki sayılar türlerin sayısını
belirtiyor.
Büyük memelilerin en geniş çeşitliliğinin Afrika'da
bulunuyor olması geçmişteki insan faaliyetlerini yansıtır
(iklim ya da çevresel kısıtlamaları değil). Bu da, eğer
modern insan (Homo sapiens) hiç var olmasaydı dünya
memeli haritasının nasıl olacağını gösteren yeni bir
çalışmada belirlendi.
Eğer insanlar olmasaydı, Kuzey Avrupa'nın büyük kısmı
şimdi muhtemelen sadece kurtlara, sığınlara (geyik) ve
ayılara değil aynı zamanda fil ve gergedan gibi
hayvanlara da ev sahipliği yapıyor olacaktı.
Bunu,
Danimarka'daki
Aarhus
Üniversitesi
araştırmacıları tarafından yürütülen yeni bir çalışma
gösteriliyor. Bir önceki analizlerinde, Son Buz Çağı ve
takip eden Milenyum (Kuaterner dönem) süresince
büyük memelilerin toplu şekilde soylarının tükenmesinin
modern insanın yayılmasıyla açıklanabilir olduğunu
belirtiyorlar. Takip eden çalışmalarında her bir doğal
türün ekolojisine, biyocoğrafyasına ve güncel doğal
çevresine göre doğal dağılımından çıkarılan tahminlere
dayanarak, insanların geçmişte ve şu anda bir etkisi
olmasaydı memelerin doğal çeşitlilik örneğinin dünya
genelinde nasıl olabileceğini soruşturuyorlar. Eğer
modern insan (Homo sapiens) hiç var olmasaydı dünya
memeli haritasının nasıl olacağının ilk tahminini bize
aktarıyorlar.
Afrika, son sığınak
Bugünkü dünya memeli çeşitliliği haritası gösteriyor ki
Afrika, büyük memeli çeşitliliğinin yüksek olduğu
neredeyse tek yer. Diğer yandan, büyük memelilerin
doğal çeşitliliğini araştıranlar tarafından yapılan harita,
dünyanın çoğu yerindeki geniş memeli çeşitliliği
dağılımını çok daha fazla gösteriyor (özellikle şuan büyük
memelilerin oldukça az olduğu Kuzey ve Güney
Amerika’nın yüksek yerlerinde).
''Çoğu safari bugün Afrika'da yapılıyor, ama doğal
şartlarda oradaki büyük memeliler kadar ve hatta daha
fazlası şüphesiz başka yerlerde var oldular, bilhassa Yeni
Dünya'da, Texas ve komşu bölgeleri ve Kuzey Arjantin,
Güney Brezilya bölgeleri gibi (Safarilerin Afrika'da
olmasının sebebi kıtanın doğal bir şekilde memeli türleri
açısından zengin olması değil). Aksine bu oranın, insan
aktivitelerinin büyük memelilerin silinmesine henüz
neden olmadığı tek yer olduğunu gösteriyor.'' diye
belirtiyor Aarhus Üniversitesi Biyolojik Bilim Departmanı
görevlisi ve çalışmanın baş yazarı Dr.Soren Faurby.
Afrika’daki birçok memelinin varlığı iklim ya da çevre
sayesinde değil, bundan ziyade burasının hala insanlar
tarafından tahrip edilmemiş tek yer olmasından
kaynaklanıyor. Bunun altında yatan sebepler için büyük
memelilerin insanlara karşı evrimsel adaptasyonuyla
birlikte geçmişte Afrika'nın ayak basılmamış yerlerinde
yapılan insan popülasyonu üzerindeki engelleyici
baskısını göstermekte.
Bilinçlenme, doğanın
korunmasına yardım
eder
Çalışmanın kolay ulaşılabilir Kuaterner memelileri doğal
dağılım harita datası, türlerin çeşitliliğindeki doğal
örneklerin ve dünya genelindeki memelilerin analizini
yapmaları için araştırmacılara ilk fırsatlarını sağlıyor.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
24
Böylelikle, belirli bir alandaki biyoçeşitliliği belirleyen
doğal faktörlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilmek
için bu datadan yararlanılabiliyor.
Bugün, dağlık alanlarda büyük oranda memeli türleri
bulunuyor. Bu genelde çevresel çeşitliliğin yani farklı
türlerin derin vadilerde ya da yüksek dağlarda
evrimleşmesinin bir sonucu olarak yorumlanıyor. Ancak
yeni çalışmaya göre bu trend doğal örnekler göz önüne
alındığında çok zayıf gözüküyor.
''Dağlık alanlarda gördüğümüz şu anki yüksek seviyedeki
biyoçeşitlilik çoğunlukla, sadece doğal bir örnek
olmaktan ziyade avlanma ve habitat yıkımıyla
ilişkilendirilen türlere dağların sığınak görevi
yapmasından kaynaklanıyor. Avrupa’dan örnek vermek
gerekirse mesela bozayı; daha ulaşılır ve genelde
insanların yoğun olduğu alçak alanlarda kökü kazıldı ve
bu yüzden şimdi sadece dağlık bölgelerde yaşıyor.'' diye
açıklıyor Soren Faurby.
Sonuç olarak, bu yeni çalışma doğanın restorasyonu ve
korunması için çok önemli bir temel sağlayabilir.
Haberin Kaynağı:
http://www.sciencedaily.com/releases/2015/08/15082
0212652.htm
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 13
25

Benzer belgeler