İnsan hakları örgütlerinin basın açıklamaları ve/veya raporları

Transkript

İnsan hakları örgütlerinin basın açıklamaları ve/veya raporları
GÖZALTINDA KAYIPLAR VE FAĠLĠ MEÇHUL
CĠNAYETLER GERÇEĞĠNĠN ORTAYA
ÇIKARILMASI ĠÇĠN
TALEP DOSYASI
5 ġubat 2011
Ġnsan Hakları Derneği
Ġstanbul ġubesi
Gözaltında Kayıplara KarĢı Komisyon
İÇİNDEKİLER
- Sunuş,
- Talepler,
- Dosya içeriğindeki gözaltında kaybedilenlerin listesi,
- İnsan Hakları Derneği’ne yapılan başvurulardan derlenmiş kısa kayıp öyküleri,
- Gazete kupürleri…
Sayın Başbakan,
Bizler, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara karşı Komisyonu
kapsamında mücadele eden, yakınları devletin güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınarak
kaybedilenlerin, katledilenlerin anneleriyiz, bacılarıyız, eşleriyiz, kardeşleriyiz.
Kaybedilen, katledilen yakınlarımızın akıbetinin açıklanması için yıllardır mücadele ediyoruz.
15 yıldır İstanbul'da Galatasaray'dan, Diyarbakır'da Koşuyolu'ndan, Batman'dan, Muğla'dan,
Mersin'den, Ankara'dan, İzmir'den, Van'dan, Urfa'dan, Siirt'ten ... haykırıyoruz. Kaybedilenlerimizi
geri istiyoruz.
Başta "sağ aldınız sağ istiyoruz" dedik. Cevap olarak kardeşlerimizin, eşlerimizin,
çocuklarımızın işkence edilmiş bedenlerini ya isimsiz mezarlarda bulduk Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç,
Ferhat Tepe, Selim-Hasan-Cezayir Örhan, Ayşenur Şimşek’ te olduğu gibi ya da Kenan Bilgin, Ayhan
Efeoğlu, Cemil Kırbayır, Nurettin Yedigöl,Tolga Baykal Ceylan, Nazım Babaoğlu, İbrahim Gündem, Fikri
Özgen, Üzeyir Kurt, Hüsamettin Yaman, Mehmet Özdemir ...gibi sır oldular, hiç bir iz bulamadık.
Sonraları, polisin, jandarmanın, jitem'in , kontrgerillanın, mit'in, Hizbul-Kontra’nın işledikleri
suçlar kamuoyuna yansımaya başladı. İtirafcı polisler, emniyetin kullandığı örgüt itirafcıları, davaların
sanıklarından bazıları işlenen insanlık suçlarından söz ettiler, olayları anlattılar, failleri , maktulleri
açıkladılar.
Bitlis’in Mutki ilçesi kırsalında en son yapılan ayrı ayrı kazılarda 20 tane insana ait kemiklere
ulaşıldı. Yüzlerce toplu mezar başvurusu Bölgedeki İHD Şubelerimize yapılıyor.
O zaman "failler belli, katiller nerede ?" diye sorduk.
Gerçekler kimi zaman emniyet dosyalarında saklandı, kimi zaman savcılık dosyalarında. AİHM
bir çok başvuruda Türkiye Devletini mahkum etti. Buna rağmen savcılıklar hala bu suçlara ilişkin etkin
soruşturma başlatmıyor ve failler yargılanmıyor.
Bu itiraflardan sonra, Susurluk'ta, Şemdinli'de, Gazi'de, Jitem'de, Ergenekon'da yakınlarımızın izlerini
gördük. Yüzlerce gözaltında kayıp bu dava dosyalarında gizlenmeye çalışılıyor. Halen Mehmet Ağar,
Tansu Çiller, Levent Ersöz, Süleyman Demirel, Hayri Kozakçıoğlu, Doğan Güreş, yargılanmıyor.
Emekli Koramiral Atilla Kıyat Haber Türk Tv’de Ağustos 2010 tarihinde yaptığı Konuşmada,
1993-1997 yılları arasında gerçekleşen gözlatında Kayıp ve faili meçhullerin devlet politikası olduğunu
söylemişti. Bu sözler nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığımız suç duyurusu ile ilgili
hiçbir ilerleme sağlanmamıştır.
JİTEM kurucusu olduğunu iddia eden ve halen Ergenekon dava dosyası kapsamında İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesinde Ocak 2011’de ifade veren Emekli Albay Arif DOĞAN, Hizbullah ve
JİTEM’i kendisinin kurduğunu, 78 insanı bizzat kendisinin öldürdüğünü ifade etmiş ve Türkiyenin
karanlık ve hukuk dışı uygulamalarına ilişkin bir çok beyanda bulunmuştur. Bu soruşturmanın
derinleştirilmesi gerektiği tarafınızca da takdir edilecektir.
Yakınlarımız gözaltına alınırken tanıkları vardı. Yakınlarımız gözaltında sorgulanırken tanıkları
vardı. Onları gözaltına alanların da sorgulayanların da kimlikleri biliniyordu.
AİHM de görülen ve tamamının Türkiye Devleti aleyhine sonuçlandığı davalardan bazıları
şunlardır ;
-Kenan Bilgin dosyasında; Ankara Cumhuriyet Savcısı Selahattin Kemaloğlu, etkili soruşturma
yapmasının engellendiğini,
-Fikri Özgen dosyasında; Jitem elemanı itirafçı Abdülkadir Aygan, Fikri Özgen'i Diyarbakır Jandarma
İstahbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Zahit Engin'in öldürdüğünü,
-Şemsettin Yurtseven-Mikdat Özeken-Münür Sarıtaş dosyasında; olayın yaşandığı taburda askerlik
yapan er Erhan, Şemsettin'in tabura getirildiğinde ölmüş olduğunu, diğerlerinin de tanıklık
etmemeleri için Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul'un talimatı ile öldürüldüğünü,
-Hasan Ergul dosyasında; Jitem itirafçısı Abdülkadir Aygan, Hasan'ın Jitemde Koçero lakabı ile bilinen
kişi tarafından kaçırıldığını , öldürüldüğünü ve Hazar Gölü'ne atıldığını ,Elazığ mollakendi köylüleri ise
o tarihte gölden çıkarılan bir cesedin kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü
-Talat Türkoğlu dosyasında; itirafçı Kasım Açık Talat'ın askerler ve itirafçılar tarafından sorgulandığını,
Murat Demir ve Murat İpek tarafından öldürülerek Meriç nehrine atıldığını,
-Hasan Kaya- Metin Can dosyasında; Jitem Kurucularından Ahmet Cem Ersever Aydınlık gazetesine
yaptığı itiraflarında; Metin Can ve Hasan Kaya'yı öldüren iki jitem elemanının ismini ve adreslerini
söyledi. Abdülkadir Aygan’ın itiraflarında bu kişilerin Mahmut Yıldırım( Yeşil) ve Mesut Mehmetoğlu
(Hazrolu) isimli iki jitem mensubu olduğunu,
-Mehmet Gurri Özer ve İbrahim Adak ile ilgili olarak; Cemal Temizöz davasında tükenmez kod adlı
itirafçı tanık her ikisini de Cemal Temizöz'ün talimatı ile gözaltına aldıklarını ve ekipte bulunan Hıdır
Altuğ tarafından öldürüldüklerini,
-1993 yılında gözaltına alınan ve sonrasında toplu mezarda kemikleri bulunan 11 köylünün General
Yavuz Ertürk komutasındaki birlik tarafından gerçekleştirilen operasyonda öldürüldüğünü,
Ancak bu güne kadar yaptığımız tüm yargısal ve idari başvurularımız sonuçsuz kaldı tehdit
edildik, akıbetlerimizin kayıplarımızın akıbetine benzetileceği söylendi, evlerimize kolluk baskınları
düzenlendi, coplandık, gözaltına alındık, oğul babanın akıbetini araştırırken oğul da kaybedildi…
Hukukun koruma şemsiyesi bizleri ve kaybedilen yakınlarımızı değil, failleri korudu.
Uzun yıllara yayılan bir süreçte sistemli bir şekilde kaybedilen çocuklarımızın, eşlerimizin,
kardeşlerimizin, anne ve babalarımızın akıbetleri bugüne kadar ısrarla karanlıkta bırakıldı. Katledilen
yakınlarımızın katilleri bulunmadı, yargılanmadı.
Bizler şimdi " kayıplar bulunsun, failler yargılansın", diyoruz.
Katledilen ve kaybedilen yakınlarımız için adalet beklentimiz var.
Yas tutmadık kayıplarımızın akıbeti belli oluncaya kadar da yas tutamayacağız.
Biliyoruz ki siz de herkes gibi duydunuz ama tepki vermediniz bu güne kadar
Bu gün, yüreğinizi açacak, vicdanınızı serbest bırakacak, bizleri dinleyeceksiniz.
Bu komisyonun idarenin ve yargının elindeki tüm verileri hiçbir sınırlama olmaksızın inceleyerek
değerlendirmesini talep ediyoruz
TALEPLERİMİZ :
Devletin, işlenen insanlık suçları ile ilgili olarak sorumluluğunu kabul etmesi ile gerçek bir
yüzleşme ve adalet sağlanması ihtiyacı ertelenemez bir aşamadadır.
Gözaltında kaybedilme (zorla kaybedilme), insanlık suçları arasında hiyerarşi olmamakla
beraber ülkemizdeki önemli insanlık suçlarından biridir. Gözaltında kaybedilmelerin devam etmesini
önlemek, bugüne kadar kaybedilenlerin akıbetini belirlemek ve faillerinin herhangi bir yasal kalkanla
korunmadan adil yargılanması için; oluşum ve yürütülmesinde hiçbir üst müdahaleye müsaade
etmeyecek otonom bir yapıda, resmi ve sivil aktörlerden müteşekkil özel bir komisyon kurulması ve
BM İnsanların Zorla Kaybedilmesinden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’nin imzalanması
elzemdir.
Üst talebimizin gerçekleşebilmesi isteği ile aşağıda sıraladığımız taleplerimizi dikkatinize
sunuyor, bu doğrultuda çalışmalar yapmanız beklentimizi iletiyoruz.
1-) TBMM bünyesinde, gözaltında kayıpları araştırmak ve incelemek üzere özel bir yasa ile kalıcı ve
bağımsız bir komisyon kurulması,
Bu komisyonun;
-faaliyetine zaman geçirmeden başlaması,
-faaliyetinin tüm gözaltında kayıp ve faili meçhul cinayetler için adalet sağlanıncaya kadar devam
etmesi,
-inceleme ve araştırmaları sırasında devlet gizli arşivlerinden de serbestçe yararlanabilmesi,
çalışmalarının kolaylaştırılması,
-bilgi ve belgelere ulaşma ve açıklamada Meclis İç Tüzüğünde yer alan devlet sırrı
engellemesinin kaldırılması,
-araştırma ve incelemesi sırasında hazırladığı raporların tamamını kamuoyuna açıklaması ve bu
raporların yargısal süreçlere dayanak oluşturması,
-Ortaya çıkan raporların yetkili ve görevli Cumhuriyet Savcılıklarına ivedilikle suç duyurusu
yapılarak ulaştırılması,
-Kurulacak komisyona insan hakları örgütleri, üniversiteler ve aydınlar dahil edilmelidir.
2-) İnsanlığa karşı işlenen suçlara dair devlet sırrı olarak saklanan belge ve bilgilerin kamuoyuna
açıklanması,
3-) Bütün kişileri “zorla kaybedilmelerden korumak” için; zorla kaybedilmeleri yasaklayan,
kaybedilen kişilerin ailelerine ‘gerçeği öğrenme hakkını tanıyan Birleşmiş Milletler’in, "Bütün
Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme"'nin derhal
imzalanması ve yürürlüğe konulması,
4- Gözaltında kayıp ve faili meçhul bırakılmış cinayetlerin, Türk Ceza Kanunu’nda insanlığa karşı
suçlar başlığı altında düzenlenmesi ve bu suçların yargılamasında devlet sırrı ve zamanaşımı
savunmasına yer verilmemesini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması,
5- Gözaltında kayıplara dair soruşturma dosyaları yeniden açılmalı ve etkili soruşturma
yapılması önündeki engeller kaldırılmalı. Gerçeğin ortaya çıkması ve adaletin sağlanması
için mağdur ailelerinin davalara katılmasının sağlanmasına dönük Ceza Usul Yasası’nda
değişiklik yapılması,
6- Gözaltında kayıp ailelerinin kimlik tespitine yarar genetik bilgilerinin depolandığı, ücretsiz
hizmet veren bağımsız bir merkez oluşturulması ve bu merkezin verilerinin resmi olarak kabul
edilmesi,
7- Adli Tıp ve Mezarlıklar Müdürlükleri kayıtlarında, kimliği belirsiz olarak gösterilen cesetlere ilişkin
bilgiler gözaltında kayıplara dair veriler sunabileceği,
ilgili kurumlara, savcılıklara, başvuran ailelere ve kamuoyuna
açıklanması,
8-Toplu mezarlar ve ölüm kuyularının açılması ve incelenmesi sırasında, bu güne kadar
uygulanan ve delillerin karartılmasına yol açan ilkel yöntemler terk edilerek, bilimsel esaslara
uygun inceleme ve delil toplanması için uygun eğitim ve ekipman sağlanması, bu kapsamda
''Yasadışı Yargısız İnfazlarla İlgili BM Otopsi Protokolü'' (Minnesota Otopsi Protokolü)
kurallarına uygun şekilde mezarların açılması ve otopsilerin yapılması, Cumhuriyet
savcılarının bu protokol kapsamında eğitilmesi,
-Toplu mezarların, bağımsız Antropologlar, Arkeologlar ve Adli Tıp uzmanları denetiminde açılması,
-Gözaltında kayıp ve faili meçhul bırakılan cinayetlerde katledilenlerin yakınları ve insan hakları
savunucuları olarak talep ediyor, ve bu talebin bir vatandaşlık hakkı olduğunu düşünüyoruz.
İnsan Hakları Derneği
İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
Katılımcılar ;
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Av. Abdulbaki BOĞA
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla ARCAN
Katılımcı-Kayıp Yakını
Kaybedilen Aile
Ferdi
Tarih
Yer
Cemil Kırbayır
13.09.1980
Göle-Kars
21.11.1980
18.05.1994
19.10.1995
29.10.1995
6. Hasan Karakoç
7. Hüseyin Ocak
Hayrettin Eren
Kasım Alpsoy
Fehmi Tosun
Abdurrahman
CoĢkun
Rıdvan Karakoç
Hasan Ocak
20.02.1995
21.03.1995
Ġstanbul
Adana
Ġstanbul
DargeçitMardin
Ġstanbul
Ġstanbul
8. Serpil TaĢkaya
9. Kiraz ġahin
10. Zeycan Yedigöl
Hüseyin TaĢkaya
Ġsmail ġahin
Nurettin Yedigöl
06.12.1993
18.01.1996
12.04.1981
Siverek
Ġstanbul
Ġstanbul
11. Kadriye Ceylan
12. Hanife Yıldız
Tolga Baykal Ceylan
Murat Yıldız
10.08.2004
23.02.1992
Ġğneada
Ġzmir
1. Berfo Kırbayır (103
yaĢ)
2. Elmas Eren
3. Erdoğan Alpsoy
4. Hanım Tosun
5. Hediye ÇoĢkun
KAYIP ÖYKÜLERĠ LĠSTESĠ
1-CEMİL KIRBAYIR
2-HAYRETTİN EREN
3-KASIM ALPSOY
4-FEHMİ TOSUN
5-ABDURRAHMAN ÇOŞKUN
6-RIDVAN KARAKOÇ
7-HASAN OCAK
8-HÜSEYİN TAŞKAYA
9-İSMAİL ŞAHİN
10-NURETTİN YEDİGÖL
11-TOLGA BAYKAL CEYLAN
12-MURAT YILDIZ
13- KENAN BİLGİN
14-SELİM ÖRHAN- HASAN ÖRHAN -CEZAİR ÖRHAN
15-HALİL ALPSOY
16-ALİ TEKDAĞ
17-SEYHAN DOĞAN
18-ÜZEYİR KURT
19-FAHRİ BULUT –MUSTAFA BULUT-ALİ BULUT-RAMAZAN BULUT-EKREM BULUT
20-FİKRİ ÖZGEN
21-EDİP AKSOY ORHAN CİNGÖZ
22-ALİ İHSAN DAĞLI
23-SELİM ÖRHAN- HASAN ÖRHAN -CEZAİR ÖRHAN
24-HÜSAMETTİN YAMAN-MEHMET SONER GÜL
25-HASAN GÜLÜNAY
26-MEHMET ÖZDEMİR
27-NAZIM BABAOĞLU
28-İBRAHİM GÜNDEM
29-SALİH BOZIŞIK
30-MAKSUT TEPELİ
31-HÜSEYİN TORAMAN
32-FERHAT TEPE
33-KEMAL BİRLİK, ABDULBAKİ BİRLİK, ZÜBEYİR BİRLİK, ZEKİ ABALIK
34-AYDIN AY
35-M. ŞİRİN MATLU
36-AYDIN TEKAY
37-M.SALİH AKDENİZ-BEHÇET TUTUŞ-ÜMİT TAŞ-TURAN DEMİR-NURETTİN YERLİKAYA-ABDO YAMUKM.ŞERİF AVAR-HASAN AVAR-M.ŞAH ATALA-CELİL AYDOĞDU-BAHRİ ŞİMŞEK
38- HÜSEYİN AYDEMİR
39-AHMET ŞAHİN
40-MEHMET GÜRKAN
41-HALİL BİRLİK –MEHMET BİLGEÇ
42-ŞEYHMUS EROĞLU
43–MEHMET FINDIK, EMİN FINDIK-ÖMER KARTAL
44-AHMET ÇAKICI
45-CEMİL ÇELİK
46- İKRAM İPEK-SERVET İPEK-SEYİTHAN YOLUR
47-SÜLEYMAN SEYHAN
48-M. EMİN ASLAN
49-NEDİM AKYOL
50-ABDULLAH OLCAY
51-DAVUT ALTUNKAYNAK
52-AHMET ELÇİÇEK
53-OSMAN BULUTTEKİN
54-İBRAHİM KARTAY
55-ZEKİ ALTUNBAŞ
56-BEDRİ ALAĞAN
57-ÖMER ÖNER
58-HATUN IŞIK-YETER IŞIK-ELİF IŞIK-GÜLÜZAR SERİN-DİLEK SERİN-HIDIR IŞIK-DÜZALİ SERİN
59-SABAHATTİN ALİ
60- ÖMER SÖĞÜT
61-İHSAN ARSLAN, İBRAHİM ADAK, M.GURRİ ÖZER, HASAN BAYKARA, KEMAL MÜBERİZ, HALİL GÜREL
62-ALİ KARAGÖZ
63-SERDAR TANIŞ-EBUBEKİR DENİZ
64-ORHAN YAKAR
65-SADIK ULUMASKAN, SEYİTHAN ULUMASKAN
66-NECAT TÜRK, RIDDA YAVUZ, İSA BİLEN
67-RAMAZAN TEKİN
68-ŞİRİN BAYRAM
69-TEYFİK KUSUN
70-SELAHATTİN GÜMÜRCÜ
71-RAMAZAN YAZICI
72-AYDIN ESMER
73-ALİ UYGUR
74-HASAN KAYA-METİN CAN
75-ADNAN BAĞCA
76-AYŞENUR ŞİMŞEK
77-RECAİ AYDIN
78-TALAT TÜRKOĞLU
79- MUSA KOLUMAN
80-MENDUH ÖKMEN
81-İLYAS DİRİL- ZEKİ DİRİL
82-METİN ANDAÇ- NESLİHAN USLU- HASAN AYDOĞAN- MEHMET ALİ MANDAL
83-NAMIK ERKEK
84-MEHMET MEŞE
85-İBRAHİM ÇELİK, EDİP ÇELİK
86-FAHRİ KUSUN
87-HAYRETTİN ÖZTÜRK -SIDDIK SENGÜL -CEMAL SELVİ- CASİM ÇELİK- YUSUF ÇELİK
-MİHRAÇ ÇELİK -ABDULAZİZ İNAN- SALİH ŞENGUL- NACİ ŞENGUL- REŞİT SELVİ- KEMAL İZCİ-HURŞİT
TAŞKIN
88- HASAN ERGUL
89-MAKBULE ÖKTEM
90-NURETTİN ÖZTÜRK
91-AYHAN EFEOĞLU
92-ALİ EFEOĞLU
93-SEMDİN CÜLAZ-M.SALİH DEMİRHAN-HALİT ÖZDEMİR-HAMDİN ŞİMŞEK-HİKMET ŞİMŞEK-İBRAHİM
AKIL94-LÜTFİYE KAÇAR
95-ŞEMSETTİN YURTSEVEN-MİKDAT ÖZEKEN-MÜNÜR SARITAŞ
96- AHMET KAYA-HALİT KAYA-ABDULLAH İLHAN-ALİ NAS-NEYTULLAH İLHAN-RAMAZAN ORUÇ
RAMAZAN NAS--HAMİT YILMAZ-ABDULHALİM YILMAZ-MEHMET ÖNER-LOKMAN ÖZDEMİR
97-HÜSEYİN MORSÜMBÜL
98-MUSTAFA SAYGI
99-ABDURRAHİM DEMİR
100-ZOZAN EREN-ORHAN EREN
101-MAHMUT KAYA
102-CELİL AYDOĞDU-MEHMET ŞAH ATALA-NUSRETTİN YERLİKAYA-TURAN DEMİR-BEHÇET TUTUŞBAHRİ ŞİMŞEK-ŞERİF AVAR-ÜMİT TAŞ-ABDU YAMUK
103-NAZIM GÜLMEZ
104-NEZİR TEKÇİ
105-HASAN ÇİÇEK
106-ABDÜLSELAM ÇELİK
107-BAHRİ BUDAK-METİN BUDA
108-AHMET YETİŞEN
109 -MUHSİN TAŞ
110-SÜLEYMAN SOYSAL
111-ABUBEKİR ARAS
112-HAMİDE ŞARLI-RAMAZAN ŞARLI
113-TAHSİN ÇİÇEK-ALİ İHSAN ÇİÇEK-ÇAYAN ÇİÇEK
114-DEHAM GÜNAY
115-MUHARREM TANRIVERDİ- MEHMET TANRIVERDİ-MAHFUZ TANRIVERDİ
116- FAHRİ BALYECİ
117-HASAN ÇİÇEK
118- İLYAS EREN
119-DÜZGÜN TEKİN
120-M.SELİM SANSARKAN
121-MEHMET GÜLER
122-YUSUF NERGİZ
123-MEHDİ AKDENİZ
124-BEDİRXAN TUYSÜZ
125-İHSAN HARAN
126-İSMAİL BAHÇECİ
127-M.ZEKİ DOĞAN
128-MEHMET MORDENİZ-FAHRİYE MORDENİZ
129-MİRZA ATEŞ-KUDDİSİ ADIGÜZEL
130–FAİK KEVCİ
131–FETHİ YILDIRIM
132-ŞEFİK GEÇGEL
133-AHMET KALPAR
134-NİHAT AYDOĞAN
135-ADNAN YILDIRIM
136- GORAN DEMİR, TAHİR DEMİR, ABDURRAHMAN DEMİR
GÖZALTINDA KAYBEDĠLENLERĠN
ÖYKÜLERĠNDEN ÖRNEKLER
ONLARIN BİR MEZAR TAŞI BİLE YOK,
SEVENLERİ KEMİKLERİNE HASRET…
5 ġUBAT 2011
Gözaltında Kayıp Yakınları
Ġnsan Hakları Derneği
Ġstanbul ġubesi
Gözaltında Kayıplara KarĢı Komisyon
1- CEMĠL KIRBAYIR
Eğitim Enstitüsü öğrencisi Cemil Kırbayır, 24 yaĢındaydı. Kars‟ın Göle ilçesindeki evinden 12
Eylül darbesinin ertesi günü, 13 Eylül 1980‟de askerler tarafından gözaltına alınarak KarsGöle 247. Piyade Alay Komutanlığı‟na götürüldü. Burada bir hafta bekletildikten sonra
Erzurum, Ağrı, Kars ve Artvin 9. Kolordu Sıkıyönetim Komutanlığı‟na bağlı merkeze
gönderildi. Cemil Kırbayır bu merkezdeyken ailesi defalarca kendisine para ve giysi götürdü.
Cemil Kırbayır da el yazısıyla getirdikleri giysi ve parayı aldığını belirten pusulayı ağabeyi
Mikail Kırbayır‟a gönderdi.7 Ekim‟i 8 Ekim‟e bağlayan gece yarsı Cemil Kırbayır‟ın babası
Ġsmail Kırbayır‟ın evine asker ve polisler tarafından operasyon düzenlendi, ev arandı ve
Cemil‟in “firar ettiği” söylendi. Cemil Kırbayır‟la birlikte gözaltında olan Cengiz Kaya, Çetin
AĢule, Metin AktaĢ ve Abdurrahman Alaca mahkemeye çıkarıldıklarında Cemil Kırbayır‟ın
iĢkence ile öldürüldüğüne tanıklık ederek suç duyurusunda bulundular.
Çemil Kırbayır ve diğer gözaltındaki kiĢilerin sorgulamalarını yapanlar Kemal Kartal, Semih
Güney, Mehmet Hayta, KureyĢin Tepeer ve Köse lakaplı Ahmet isimli kiĢilerdi.
Ailenin tüm baĢvuruları sonuçsuz kaldı.30 yıldır Cemil‟in akıbeti karanlıkta bırakıldı. 103
yaĢındaki anne Berfo Kırbayır, “Ölüme direneceğim; Cemil‟i görmeden, mezarını bulmadan
ölmeyeceğim” diyor. Berfo Kırbayır 30 yıldır evine tadilat yaptırmıyor; Cemil gelir de evi
tanıyamaz diye... 30 yıldır kapısı açık uyuyor; Cemil kapıyı çalar da duymam diye... Berfo
Kırbayır, 30 yıldır oğlu Cemil‟i bekliyor.
2- HAYRETTĠN EREN
1954 Ġstanbul doğumlu Hayrettin Eren, (arkadaĢları ona Hayri Hoca diye seslenirdi) Yabancı
Diller Yüksek Okulu mezunuydu.. 1970‟lerin baĢında Pertevniyal Lisesi‟nde okuduğu
dönemde sosyalist fikirlerle tanıĢtı. Dev-Genç‟liydi. 1978‟de ilan edilen sıkıyönetimle birlikte
aranmaya baĢlandı. Bu dönem, Hasköy‟de oturan ailesi polis ve asker tarafından defalarca
taciz edildi. 12 Eylül darbesinin hemen ardından 21 Kasım 1980‟de Saraçhane‟deki HaĢim
ĠĢcan Geçidi‟nde bir arkadaĢıyla buluĢurken gözaltına alındı. Gözaltına alındığında babasına
ait otomobili kullanıyordu. Gözaltına alındıktan sonra ilk önce Karagümrük Karakolu‟na
oradan da Gayrettepe‟deki siyasi polis karargahına götürüldü.
Annesi ve kızkardeĢi Hayri‟nin izini ararken ilk önce Karagümrük Karakolu‟na gitti ve oradaki
gözaltı defterinde Hayri‟nin adını gördü. Oradaki polisler, diğer gözaltına alınanlarla birlikte
Gayrettepe‟ye gönderildiğini söyledi. Aile Gayrettepe‟ye gittiğinde “Böyle birini gözaltına
almadık. Burada böyle biri yok” yanıtını aldı. Tekrar Karagümrük Karakolu‟na dönen anne
Elmas Eren gözaltı defterindeki o sayfanın yırtılmıĢ olduğunu gördü. Elmas Eren, ertesi gün
Gayrettepe‟deki polis merkezinin bahçesinde oğlunun kullandığı otomobili gördü. Ancak
polisler tarafından tartaklanarak uzaklaĢtırıldı. Elmas ve Kemal Eren oğullarını bulmak için
çalmadık kapı bırakmadı. Siyasi Ģubedeki tanıklar Hayrettin Eren‟e günlerce ağır iĢkence
yapıldığını mahkemelerde söyledi. Ancak bu da dikkate alınmadı. Hayrettin Eren‟le aynı
operasyonda yakalanan 8 kiĢinin Devrimci Sol ana davasında yargılanması gerekirken
davaları ayrıldı ve alelacele yargılamaları yapıldı. Bu kiĢilerin verdikleri Hayrettin Eren‟le ilgili
dilekçeler de görmezlikten gelindi. Hayrettin Eren‟den bir daha haber alınamadı
3-KASIM ALPSOY
Alpsoy ailesi, koruculuk sistemi içerisinde yer almak istemedikleri için 1990 yılında
Mardin‟den Ġstanbul'a göçetmek zorunda kaldı. Baba Kasım Alpsoy, bir deri fabrikasında
ustabaĢı olarak çalıĢmaya baĢladı. Bir gün polisler atölyede arama yaptı. ÇalıĢanlardan
birinin çekmesinde bir silah bulundu. ÇalıĢanla birlikte sorumlu ustabaĢı olarak Kasım
Alpsoy‟da gözaltına alındı. Gayrettepe Emniyetine götürüldü. 15 gün ağır iĢkence gördü.
Sabah gazetesinde birçok silah ve bombaların bulunduğu masanın arkasında "iĢte PKK'nin
vurucu timi yakalandı" Ģeklinde yalan haberler ve düzmece görüntüler yer aldı. Ailesi bu
görüntü ve haberlerden Kasım Alpsoy'dan umudunu kesti ve bir daha eve dönemeyeceğini
düĢündü. Aynı gün Kasım Alpsoy bırakıldı. Ġki ay boyunca iĢkencenin ağır etkisi nedeniyle
ayağa kalkamadı ve vücudunun hiçbir kasını kullanamadı. Ġki ay sonra savcılık tekrar
yakalama emri çıkardı ve bu kez ailece Adana'ya göçetti.
1994 Mayıs'ının 18' inde sabah saat 06.00‟da Kasım Alpsoy'un Adana‟da oturduğu
mahallenin ve evinin etrafı polisler tarafından sarıldı. Evde arama yapıldıktan sonra, Kasım
Alpsoy Adana Ġstihbarat Dairesine (MĠT) ifadesi alınmak üzere götürüldü. EĢi Erdoğan
Alpsoy 3 aylık hamileydi. Bütün gün sorguda kaldı. Gözleri bağlandı, Filistin askısına alındı.
O gece Kasım Alpsoy'un sorgusunu yapanlar daha önce Ġstanbul‟da sorgusunu yapan polis
timleriydi. Kasım Alpsoy sorguculardan birinin "oo Kasım bey Adana yaramıĢ sana kilo
almıĢsın" dediklerini duydu. Sorgudan sonra Kasım Alpsoy‟u askıda bırakıp gittiler. Bir iki
saat sonra Rütbeli bir asker, „bunu buradan indirin” dedi. Gözaltına alındığının gecesi saat
01.00 sıralarında serbest bırakıp, kimliğini ve parasını alıkoydular. Bir miktar yol parası
verip, “kimliğin diğer görevlilerde, yarın gel al” dediler. Ertesi gün kimliğini almak üzere
bacanağı ile birlikte Adana Ġstihbarat Dairesi‟ne gitti. Bacanağı dört saat dıĢarıda bekledi.
Sonra bacanağa „sen git o gelir‟ dediler. Ama o bir daha hiç çıkmadı...
Hastanelere, morglara baktılar. Kasım‟ın izine rastlamadılar. Kasım‟ın 3 aylık hamile karısı
Erdoğan, 12 yaĢındaki oğlu Mehmet ile kocasını aramaya baĢladı. Mehmet bu iĢ için çok
küçüktü, annesi ise Türkçe bilmiyordu. MĠT dairesine gittiler. ”Kesinlikle böyle bir kayıt yok”
dediler. Mehmet‟le annesi Savcıya dilekçe vermek için odasına girdiler. Üzüntüden günlerdir
yemek yemeyen Erdoğan baĢı dönüp fenalaĢınca koltuğa yığıldı. “Benim karĢımda nasıl
oturursun” diye sinirlenen savcı bağırıp çağırmakla kalmadı, verdikleri dilekçeyi yırtarak
yüzlerine fırlattı. Tüm yasal baĢvuruları sonuçsuz kaldı. Kasım Alpsoy‟dan bir daha haber
alınamadı.
4- FEHMĠ TOSUN
1960 doğumlu Fehmi Tosun, Diyarbakır‟ın Lice ilçesinin Licök köyünde doğdu. Aynı köyden
Hanım Tosun ile evlendi. 5 çocukları oldu. Korucu ve askerler 1990 yıllarda sürekli köylerine
baskın düzenliyordu. Bir itirafçının ifadesi üzerine Fehmi tutuklanarak cezaevine konuldu.
1993 yılıydı. EĢi Hanım Tosun, Fehmi‟yi ziyaretlerinin birinden köye döndüğünde birçok evin
yakılıp yıkıldığını, babasının kurĢuna dizilerek öldürüldüğünü, iki küçük çocuğunun ise köy
sakinleriyle birlikte baĢka bir köye kaçtıklarını öğrendi. Hanım 5 çocuğunu yanına alarak
Diyarbakır‟a yerleĢti. Hanım‟ın abisinin ve kayınpederinin evi sürekli asker ve korucular
tarafından basılıyor, Hanım‟ın nereye gittiği soruluyordu. Tosun ailesi Diyarbakır‟da sadece 1
yıl kalabildi, Fehmi‟nin cezaevinde çıkmasını beklemeden Ġstanbul‟a göçetti. Avcılar semtine
yerleĢti. Sonra Fehmi tahliye olup geldi. Baskılar Ġstanbul‟da da son bulmadı. Fehmi sürekli
takip edildiğini söylüyordu. Hatta, bir gün 14 yaĢındaki oğlu babasını çağırmak için dıĢarı
çıktı, o akĢam geri dönmedi. Sonradan oğlunun gözaltına aldığını öğrendiler. Birkaç gün
sonra bırakıldığında çocuk, polisin sürekli babası Fehmi‟yi sorduklarını söyledi
19 Ekim 1995‟de konfeksiyonda çalıĢan kızı eve döndüğünde korkuyla, kapının önünde
içinde iki kiĢinin olduğu bir arabanın beklediğini haber verdi. Hanım balkona çıktığında,
Fehmi‟nin iki adamla boğuĢtuğunu gördü. Fehmi Hanım‟a dönerek “imdat, beni kaçırıyorlar,
beni öldürecekler” diye bağırıyordu. Hanım ve çocukları merdivenlerden koĢarak aracın
yanına geldiler.14 yaĢındaki oğlu babasının aracın dıĢına sarkan ayaklarından tutarak,
götürmelerine engel olmaya çalıĢtı. Ama gücü yetmedi. “Çekil, yoksa seni de sonun baban
gibi olur‟ dediler. Aracın plakası 34 UD 597‟ydi..
Hanım Tosun hemen kocası Fehmi‟nin kaçırıldığını Avcılar Emniyet Müdürlüğüne bildirdi. 2
Kasım 1995 günü tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Savcılığına baĢvurdu. Cumhuriyet Savcısı
sadece bir soruĢturma baĢlatmakla yetindi. Bir arpa yol alınamadı. Fehmi Tosun‟u bir daha
gören olmadı. Ailelerin tüm resmi giriĢimlerine rağmen gözaltına alındığı inkâr edildi. 1999
yılında gözaltına alınan Fehmi‟nin kardeĢine, gözaltındayken “ seni de ağabeyin gibi
öldürülelim mi?” dediler. Tüm kayıp vakalarında olduğu gibi hiçbir yasal giriĢimden sonuç
alınamadı. Ġç hukuk yolları tükenince AĠHM‟e taĢınan davada soruĢturmanın eksik yapılması
ve Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesinin 2. maddesinin ihlali nedeniyle Türkiye mahkum oldu.
(AĠHM Karar tarihi 6 Kasım 2003. BaĢvuru no:31731/96)
5-ABDURRAHMAN ÇOġKUN
ÇoĢkun ailesi Mardin ili Dargeçit ilçesinde ikamet ediyordu. Devlet güçleri tarafından kendileri
ve köy sakinleri sürekli korucu olmaları yönünde baskı görüyorlardı. CoĢkun ailesi de
koruculuk sistemine karĢı çıkıyordu. Bu nedenle baba ÇoĢkun, oğlu Abdurrahman gözaltında
kaybedilmeden 2 yıl önce askerler tarafından gözaltına alındı, köy meydanında iĢkence
yapılarak ailesinin ve köylülerin gözü önünde öldürüldü.
01.04.1974‟de Mardin-Dargeçit‟in UlaĢ köyü doğumlu Abdurrahman ÇoĢkun bir yandan
çobanlık yapıyor, bir yandan da okuyordu. Ortaokul öğrencisiydi. 1993 yılıydı. Bir grup asker
Abdurrahman ve iki arkadaĢını bir mağaraya götürerek, “gidin içine bir bakın, ne var orda”
dediler. Önceden döĢenmiĢ mayından habersiz içeri giren üç çocuktan ikisi mayının
patlaması sonucu yaĢamını yitirdi, Abdurrahman ise bir gözünü kaybetti. Vücudunun birçok
yeri parçalanan Abdurrahman, 4 ay hastanede tedavi gördü.
Abdurrahman okuluna devam etti. Lise 1. sınıftaydı. 29.10.1995 tarihinde gece saat 03.00
sıralarında askerler evlerine baskın düzenledi. Abdurrahman‟ı gözaltına aldılar.Anne Hediye
ÇoĢkun “oğlumu götürmeyin” diye yalvardı. Karnına tekmeler yedi. Yediği tekmeler nedeniyle
uzun bir süre yataktan kalkamadı. Bu arada aynı köyden 6 kiĢi daha gözaltına alınmıĢtı.
Ertesi günü aile, Dargeçit savcılığına ve askeri tabura Abdurrahman‟ı sordu. “Abdurrahman
bizde” dediler. Ġkinci gün ailesi hem savcıya, hem de taburdakilere Abdurrahman‟ı tekrar
sordu. “5 kiĢiyi bıraktık, iki öğrenciyi de Mardin‟e gönderdik” dediler. 9 gün boyunca hep aynı
cevabı alan aile, Abdurrahman‟ın hayatından iyice endiĢe etmeye baĢladı. Mardin‟e gidip
savcılığa tekrar Abdurrahman‟ı sordular. Savcı, “sizin Dargeçit‟te savcınız var, niye buraya
geliyorsunuz” diye tersledi. Tekrar Dargeçit savcısına gelen aile, savcıya Abdurrahman‟ı
sordu. Bu kez Dargeçit savcısı “bana kâğıt geldi, sizinkileri serbest bırakmıĢlar” dedi.
BaĢvurular hep sonuçsuz kaldı. Abdurrahman CoĢkun‟dan bir daha haber alınamadı
6-RIDVAN KARAKOÇ
Ağrı‟nın Tutak ilçesine bağlı Atabindi köyü nüfusuna kayıtlı Rıdvan Karakoç 34 yaĢındaydı.
Polis tarafından arandığı için evine gelemiyor, ailesi ile telefonla haberleĢiyordu. Ailenin evi
defalarca polis tarafından basılmıĢ, “Rıdvan‟ı bize getirin, eğer getirmezseniz gördüğümüz
yerde öldürürüz” diye tehdit edilmiĢlerdi. Rıdvan Karakoç, ailesini en son 20 ġubat 1995‟te
aradı. O tarihten sonra bir daha kendisinden haber alınamadı. Gayrettepe Siyasi ġube‟ye
baĢvurmak için giden kardeĢi Abdurrahman, polis Ģefleri tarafından dövülerek dıĢarı atıldı.
Ailesi Savcılık ve Adli Tıp Kurumu baĢta olmak üzere tüm mercilere baĢvurdu. Her yerde
Rıdvan‟ın gözaltına alındığı inkâr edildi. 1995 yılının Mart ayı baĢında Küçükköy polis
karakolundan aradığını söyleyen bir kiĢi telefonda “Bizde emanetiz var, gelin alın” dedi.
Ocak ailesi, Hasan‟ı ararken Adli Tıp Morgu‟nda Rıdvan‟ın da fotoğrafını görmüĢ ve 1994
yılında kaybedilen Kenan Bilgin‟e benzetmiĢti. Olayın basına yansıması üzerine Rıdvan‟ın
kimliği ve akıbeti açıklanmak zorunda kalındı. Rıdvan Karakoç da, Hasan Ocak gibi
AltınĢehir Kimsesizler Mezarlığı‟na defnedilmiĢti. Tıpkı onun gibi 26 Mart 1995 tarihinde
Beykoz‟da bulundu.
Rıdvan‟ın ailesi Ġstanbul‟da yaĢıyordu ve tüm resmi kurumlara yaptıkları baĢvurularda
evlerinin adresini yetkililere vermiĢ olmalarına rağmen Savcılık, adeta haber aileye ulaĢmasın
diye defin bilgisini nüfusa kayıtlı oldukları Ağrı‟ya bildirmiĢti. 3 Mart 1995 tarihinde
CerrahpaĢa Tıp Fakültesi Hastanesi‟nden dört adli tabip, ceset üzerinde otopsi yapmıĢ,
Rıdvan‟ın ölü bedeninde ve ayak tabanlarında çizik, ekimoz ve sıyrıkların yanısıra
bileklerinden bağlanmıĢ olduğuna dair izler ile her iki bileğinde ekimoz ve lezyonlar
saptamıĢtı. 29 Mart 1995 tarihinde düzenlenen rapora göre R.K.‟nın ölümü iple boğulmaya
bağlı mekanik asfiksi sonucu meydana gelmiĢti. Ailesine ise 26 Mayıs‟ta haber verildi.
Rıdvan‟ında aynen Hasan gibi bulunduğunda ayakkabı bağcıkları, kemeri yoktu, parmak
uçları mürekkepliydi. Elektrik iĢkencesinden tırnakları morarmıĢ, Filistin askısından koltuk
altları yırtılmıĢtı. Vücudu sigara yanıkları ile doluydu. Rıdvan‟ın ölümü resmi tutanaklara
“teröristler kendi aralarında çatıĢtı, çıkan çatıĢmada öldü” Ģeklinde geçti.
7- HASAN OCAK
Hasan Ocak 28 yaĢındaydı.21 Mart 1995 tarihinde terörle mücadele ekiplerince gözaltına
alındı. Gözaltına alındığı kabul edilmedi. Ocak ailesi tüm resmi makamlara baĢvuru yaptı.
Ancak yaptığı baĢvurular sonuçsuz kaldı. Oysa kendisini ġube‟de gördüğüne, gözaltı
listesinde adına rastladığına dair tanıkları vardı .Ġstanbul Terörle Mücadele Ģubesinde
gözaltında bulunan iki kiĢi 23 ve 28 Mart 1995 tarihleri arasında Hasan‟ı gördüklerini
söylediler. Diğer iki kiĢi ise Hasan‟ın adının parmak izi alınan kiĢilerin listesinde
bulunduğunun bilgisini verdiler.
Tanıklara, ailesinin, arkadaĢlarının, insan hakları savunucularının yoğun çabalarına rağmen
devletin tüm birimleri “bizde yok” dedi. Hasan‟ı bulmak için her yolu, her mücadele yöntemini
deneyen Ocak ailesi 58 gün sonra yani 15 Mayıs 1995 tarihinde onu Devletin Adli Tıp
morgunda bir klasörde kayıtlı buldu. Fotoğrafını teĢhis ettiler. Hasan Ocak AltınĢehir
Kimsesizler Mezarlığı‟nda numarasız bir mezara gömülmüĢtü. 26 Mart 1995 de Beykoz‟da
ormanlık alanda bulunan Hasan‟ın yoğun iĢkence görmüĢ bedeni Adli Tıp‟ta 28 gün
bekletilmiĢ ve oradan da kimsesizler mezarlığına gönderilmiĢti.
Tespit tutanağında jandarma tarafından yapılan araĢtırmalarda kanıt unsuruna
rastlanılmadığı yer almıĢtı. Aynı gün Beykoz Cumhuriyet BaĢsavcısı adli tabiple beraber olay
mahalline gelmiĢ ve cesette morlukların bulunduğu ancak kimliğinin tespit edilmesinin
mümkün olmadığı belirtilmiĢti. Ayrıca dört adli tabip ceset üzerinde otopsi yapmıĢ ve yüzde
morlukların bulunduğunu onaylayarak Hasan‟ın boğulduğu sonucuna varmıĢlardı. Doktorlar
raporlarını 20 Nisan 1995 tarihinde düzenlemiĢlerdi. Halbuki Adli Tıp‟a hem baĢvurusu
yapılmıĢ, hem de fotoğrafı verilmiĢti. Hasan‟ın parmağında parmak izi alınırken kullanılan
mürekkep vardı. Ayakkabısının bağcıkları, pantolonunun kemeri yoktu; bunların alınması,
gözaltına alınanlara uygulanan rutin bir iĢlemdi. Ocak ailesi avukatları aracılığı ile olayı
AĠHM‟e taĢıdı. AĠHM
Türkiye‟yi mahkum etti. (AĠHM Karar Tarihi ve BaĢvuru no: 28497/95)
8-HÜSEYĠN TAġKAYA
1951 Siverek doğumlu Hüseyin TaĢkaya evli ve dört çocuk babasıydı. 6 Aralık 1993 günü,
Bucak aĢiretine mensup 20 korucuyla birlikte üsteğmen Ahmet ġentürk komutasındaki
askerler ve 2 polis tarafından „ihbar var denilerek‟ Urfa‟nın Siverek ilçesi Bağlar
Mahallesi‟ndeki amcası Mehmet TaĢkaya‟nın evinden gündüz saat 12.00 sularında gözaltına
alındı. Operasyonu üsteğmen Ahmet ġentürk yönetiyordu. Emniyetten Kemal isimli biri de
vardı. TaĢkaya‟yı almak için 30 araçlık bir konvoy gelmiĢti. Korucuların evdekilere saldırısı
sonucu Hüseyin‟in yengesi Zeliha Çınar‟ın kolu kırıldı. Hüseyin‟le birlikte amcasının kızı
Hatun TaĢkaya ve Ahmet Kalpar olmak üzere onlarca kiĢi gözaltına alındı. Hatun TaĢkaya‟yı
götüren araç bir TIR‟a çarptı. Hatun TaĢkaya ile 3 korucu yaĢamını yitirdi. Bu olayın hemen
ardından TaĢkaya ailesi Siverek‟i terk etmek zorunda kaldı. Hüseyin‟in kardeĢi Aziz TaĢkaya
15 gün sonra Siverek‟e geldi, Cumhuriyet Savcılığı‟na müracaat etti. Urfa Valisi Ziyaeddin
Akbulut‟a dilekçe verdi. Urfa emniyetine birkaç kez gitti, Her gittiğinde „git evine otur‟ denildi.
Birgün Hüseyin‟in 65 yaĢındaki annesi Fatma TaĢkaya Siverek Emniyetine gidip oğlunun
akıbetini sordu. Emniyet Amiri „burayı terk edin, diğer oğullarını da al git, yoksa onlar da
kayıp olur‟ ve „bir daha gelmeyin‟ dedi. Bunun üzerine anne TaĢkaya, „peki kimlere gidelim‟
diye sordu. „Sedat Bucak‟ın evine gidin, Ahmet Kırvar‟ın evine gidin‟ diye cevapladı. „Peki siz
necisiniz?‟ dediğinde ise, sesini yükselten emniyet görevlisi‟ fazla konuĢmayın. Burayı terk
edin‟ diye cevapladı. KardeĢi Aziz TaĢkaya, Muhsin Melik ile birlikte dönemin Valisi Ziyaeddin
Akbulut‟un yanına gitti; „Sayın Valim, amcam kızı Hatun TaĢkaya ile birlikte abim Hüseyin
TaĢkaya da gözaltına alındı. Dün trafik kazasında Hatun ile birlikte 3 korucu hayatı kaybetti.
Cesetler ortada. Ancak abim Hüseyin yok‟ dedi. Vali Akbulut ‟yok böyle bir kaza maza, orada
öyle bir kaza olmamıĢ‟ dedi. Aziz TaĢkaya, olaydan iki ay sonra Milletvekilleri olan aĢiret
reisleri Ahmet Kırvar ve Sedat Bucak‟ın evine gitti, “bari cenazemizi verin” dedi. Bucak; ”biz
kimseyi öldürmemiĢiz, bizim ekip almıĢ, fakat devlete teslim etmiĢ, bundan sonra haberimiz
yoktur, devlet biliyor”, “hangi devlet” diye sorunca “bizimle çalıĢanlar var, Hüseyin‟i Urfa‟dan
sorun” dedi. TaĢkaya ailesi daha sonra birkaç kez daha Bucak‟lara gitti. Sonuç yine
değiĢmedi, aynı cevabı aldı. TaĢkaya ailesinin ve Ġnsan Hakları Derneği‟nin tüm giriĢimleri
sonuçsuz kaldı. BaĢvurmadık makam kalmadı. Kendisinden bir daha haber alınamadı. Tüm
makamlar 42 yaĢındaki iĢ adamı Hüseyin TaĢkaya‟nın gözaltına alındığını inkar etti.
Dönemin BaĢbakanı Tansu Çiller‟in “terör örgüt‟üne yardım ettikleri iddiasıyla hedef gösterip
kamuoyuna açıkladığı Kürt iĢadamlarının listesinde „Kaya ĠnĢaat A.ġ‟ sahibi olarak Hüseyin
TaĢkaya da bulunuyordu.
9-ĠSMAĠL ġAHĠN
Evli ve iki çocuk babası olan Ġsmail ġahin Beyoğlu Belediyesi‟nde temizlik iĢçisi olarak
çalıĢıyordu. 18 Ocak 1996‟da iĢe gitmek üzere sabah saat 06.00‟da evden çıktı ve bir daha
geri dönmedi. Aynı gün saat 11‟de eĢi Kiraz ġahin‟i arayan bir kiĢi “Ġsmail eve geldi mi?” diye
sordu. “Bir Ģey mi oldu, siz kimsiniz” diye soran Kiraz‟a “hayır, bir Ģey yok” diyerek telefonu
kapattı. Telefon eden kiĢi Ġsmail‟in eniĢtesi Ġlyas Karaçayır‟dı. Aynı gün, Ġsmail‟in evini arayan
bir polis memuru Ġsmail‟in babasına Karaköy karakoluna gelmesini söyledi. Babası karakola
gittiğinde Ġsmail‟in birlikte çalıĢtığı eniĢtesi Ġlyas Karaçayır ile Çöp kamyonunun Ģoförü olan
Muktelip Kalemköy‟ün de orada olduğunu gördü. Olaydan iki gün sonra Karaköy karakoluna
çağırılan Ġsmail‟in eĢi Kiraz ġahin de orada Ġlyas Karaçayır ve Muktelip Kalemköy‟ü gördü.
Ġlyas Karaçayır‟a: “EniĢte, Ġsmail‟in ölüsünü veya dirisini istiyorum” dedi. Ġlyas ve Muktelip‟in
birbirlerine bakıp ses çıkarmadıklarına tanık oldu. Karakol komiseri ise “Bunlar senin kocanın
çobanı mı” diye Kiraz‟ı azarladı. Kaybolduktan birkaç gün sonra eĢi Kiraz ġahin evde,
mutfaktayken, küçük kızları Sibel koĢarak geldi ve ağlayarak “Anne, babamı televizyonda
gördüm, polisler dövüyordu” dedi. Kiraz ġahin habere yetiĢememiĢti. Aynı akĢam baĢkaları
da görmüĢtü Ġsmail‟i televizyon haberlerinde. Ġsmail ġahin‟den alınan son haber bu olmuĢtu.
Ailenin yaptığı tüm baĢvurular sonuçsuz kaldı. Ġsmail‟den bir daha haber alınamadı.
10-NURETTĠN YEDĠGÖL
1954 Erzincan Doğumlu Nurettin Yedigöl, sosyalist kimliğiyle bilinen ve devlet tarafından çok
iyi tanınan biriydi. 12 Nisan 1981‟de Ġdealtepe‟de bir evde yapılan operasyonda gözaltına
alındı. 1. ġube‟de derilerinin yüzülmesi, kafasına çivi çakılması dahil en ağır iĢkencelere
maruz bırakıldı. Nurettin en son 17 Nisan 1981 günü sorgudayken kendisiyle aynı kaderi
paylaĢan ve birlikte sorgulanan diğer arkadaĢları tarafından görüldü. Çırılçıplaktı, kolları
tutmuyordu, konuĢamıyordu, kanlar içindeydi. Bir daha onu hiç gören olmadı. O günden
bugüne dek polis, bu isimde birinin “hiç gözaltına alınmadığını” söyledi. Gözaltında onu
gören arkadaĢlarının tanıklıları da hiçbirĢey ifade etmedi. Açılan tüm davalardan bir sonuç
alınamadı. Ailesi yıllarca bütün devlet kapılarını çaldı, Nurettin‟i aradı. DuruĢmalarında
defalarca soruldu. SoruĢturmayı yürüten dava savcısı Faik Tarımcıoğlu, Nurettin‟i soran
yakınlarına “Bizim elimizde de oğlunuz hakkında bir tutuklama kararı var ama
bulamıyoruz...” dedi.
11-TOLGA BAYKAL CEYLAN
24 yaĢındaki ĠTÜ Fen ve Edebiyat Fakültesi Matematik öğrencisi Tolga Baykal Ceylan, 07
Ağustos 2004 tarihinde 2 günlüğüne tatil için Ġğneada'ya gitmiĢti. Tolga 09.08.2004 tarihinde
annesini arayarak Salı (10.08.2004) günü döneceğini söyledi. 10 Ağustos 2004 tarihinde
annesini telefonla aradı. Sesi çok kötü geliyordu. Panik içinde annesine “yaz anne” dedi ve
bir telefon numarası okumaya baĢladı. “0543. 779 01 69” numaralarını söyleyebildi. O sırada
yanında bulunan bir kiĢinin tepki dolu sesini annesi duydu, ardından oğlu telefonu aniden
kapattı. Annesi bir daha oğlu Tolga‟dan haber alamadı.
Ertesi gün annesine gelen bir telefonda, yüksek sesli biri bağırıyor, kısık sesli biri korkak
cevaplar veriyordu. 15 dakika kadar bu konuĢmaları dinlettiler. Annesi Kadriye, hemen
oğlunun verdiği numarayı araĢtırmaya baĢladı. Ve 0 542 779 01 69 numaralı cep telefonunun
Ġğneada‟da yaĢayan Orhan Uyanık isimli kiĢiye ait olduğunu öğrendi. Ġğneada'ya giderek
oğlunu Jandarma'ya sordu. Jandarma, "oğlun macera peĢinde, biz kendisini tanıyoruz, artık
onu arama" dedi ve gözaltına aldıklarını kabul etmedi. Ancak anne Kadriye‟nin ısrarlı takipleri
sonucunda Ġğneada Jandarma Komutanlığı 16.08.2004 tarihinde kendisine bilgi
veremeyeceklerini, ancak sadece kaybolan oğlunun elbiselerini teslim edeceklerini söyledi.
Ve bir tutanakla annesine oğlunun elbiselerini teslim ettiler. Ve annesine durumu savcılığa
kendilerinin bildireceğini söyleyerek, Tolga‟nın Bulgaristan‟a kaçtığına inandırmaya çalıĢtılar.
Ve derhal Ġğneada‟yı terk etmesini istediler.
Anne Kadriye Bulgaristan konusunu araĢtırmak üzere 18.8.2004 tarihinde DıĢiĢleri
Bakanlığı‟na bir baĢvuru yaptı. 10 Ağustos 2004 tarihinde ise Türkiye Cumhuriyeti
Bulgaristan Konsolosluğundan anne Kadriyeyi aradılar ve oğlu Tolga‟nın Bulgaristan‟da
bulunmadığını bildirdiler.
Tolga Baykal Çeylan‟ın kayboluĢuyla ilgili SoruĢturma Demirköy Cumhuriyet BaĢsavcılığının
2004/232 Hazırlık numaralı dosyası ile devam etmekdedir.
Savcılık soruĢturmasında, 07.09.2004 tarihindeki tutanakta Jandarma‟nın Tolga'yı gözaltına
aldıklarını , ancak telsizle soruĢturmasını tamamladıktan sonra bıraktıklarını bildirdiği
kayıtlıdır. Annesi Kadriye, Jandarma Alay Komutanını aradı ve "oğlumu siz gözaltına aldınız,
oğlum nerede" diye sordu. Alay Komutanı "Türk askerine dil uzatamazsınız, dilinizi
koparırım" diye tehdit etti. Bir hafta sonra Tolga'nın bir poĢet içerisindeki çamaĢırları
annesine jandarma tarafından verildi. Annesi devletin bütün kademelerine baĢvurdu, bir
sonuç alamadı. Ġç hukuk yollarının tükenmesi üzerine AĠHM‟ye baĢvuru için 2010 tarihinde
Bartın/KurucaĢile nüfus Müdürlüğünden, Tolga‟nın nüfus kaydını aldı. Nüfus kütüğünde
19.09.2007 tarihli “Sofya‟da ikamet ediyor” yazılıydı. Kadriye Ceylan durumu avukatına
bildirdi. Avukatı Eren Keskin, KurucaĢile nüfus Müdürlüğü ve Nüfus Genel Müdürlüğü‟nden
Tolga hakkında bilgi istedi. Nüfus Müdürlüğü, “bilginin Konsolosluk aracılığı ile DıĢiĢleri
Bakanlığı‟ndan geldiğini” bildirdi. Bu kez DıĢiĢleri Bakanlığı‟na baĢvurdu. DıĢiĢleri
Bakanlığı‟nın cevabi yazısında ise; “Tolga Baykal Ceylan‟ın Bulgaristan‟da ikamet etmediği
ve hiç bir Ģekilde o topraklara ayak basmadığı” yazılıydı. Anne Kadriye iç hukuktan sonuç
alamayınca davayı avukatı aracılığı ile AĠHM‟e taĢıdı. Henüz soruĢturma aĢamasında olan
dava devam ediyor.
12-MURAT YILDIZ
1975 doğumlu Murat Yıldız, Ġzmir‟de bir kızı sevmekte, ancak kızın ailesi bu iliĢkiyi
istememektedir. Bu nedenle kızın yakınlarından bir polis, Murat Yıldız‟ı birkaç kez tokatlamıĢ,
eğer Ġstanbul‟a gitmezsen seni öldürürüm” Ģeklinde tehdit etmiĢti. Murat, Ġzmir Bornova‟da
bir düğünde havaya bir el ateĢ ettiği iddiasıyla aranıyordu. Polisler sürekli annesini iĢyerinde
rahatsız ediyordu.
23 ġubat 1995‟te annesi Hanife Yıldız yanına avukat Fatma Yercan‟ı alarak oğluyla birlikte
Bornova Özkanlar AsayiĢ ġubeye gitti. Oğlunu, Karakol‟da görevli Komiser Ramazan Kaya,
polis memurları Tahir ġerbetçi ve ġahismail Öztürk‟e kendi elleriyle teslim etti. Hanife Yıldız
ertesi gün oğlunu sormaya gitti. Görevli polisler “Murat silahı Ġstanbul‟da bir arkadaĢına
vermiĢ, oğlunu Ġstanbul‟a götüreceğiz” dediler Anne ertesi gün oğlunu tekrar sormaya gitti.
Polisler bu kez “ Murat‟la otobüsle yolla çıktık. Feribot seyir halindeyken tuvalete inmek
istedi. Tuvalettin önünde kelepçeleri çözdük ve Murat denize atladı. Denizde gülerek bize el
salladı” Ģeklinde bilgi verdiler. Bunun üzerine Annesi Hanife Yıldız olayın meydana geldiği
söylenen feribotun bulunduğu Eskihisar‟a en yakın yer olan Gebze savcılığına baĢvuru
yaptı. Savcıya her Ģeyi anlattı. Savcı da “oğlun yüzmüĢ kurtulmuĢtur, birgün çıkar gelir” dedi.
Murat‟tan hiçbir haber çıkmayınca anne dava açtı ve ĠHD Ġstanbul Ģubesine gelerek
baĢvurdu. ĠHD‟den bir avukat alarak tekrar Gebze Savcılığı‟na gitti. 5 yıl süren davada 5
savcı değiĢmiĢti. Yeni savcılardan Eren Ġnce ve Hakim Temel Doğangün iki ay önce
gecikmeli olan keĢif kararını uyguladı. Gebze-Eskihisar iskelesinde benzer feribotta keĢif
yapıldı. Mahkemeye iletilen keĢif raporunda, polislerin gözaltındaki Murat Yıldız‟ın
kelepçelerini tuvalet boĢluğunda değil de küpeĢte (gemi korkuluğunda) açtıkları için Murat‟ın
denize atlamasında kusurlu bulduklarını belirttiler. Savcının görüĢünden sonra mahkeme
polislere 1 TL ceza verdi. Murat Yıldız‟dan bir daha haber alınamadı.
13- KENAN BĠLGĠN
Kenan Bilgin 12 Eylül 1994 tarihinde Ankara otobüs durağında Ankara Terörle Mücadele
ġubesi ekiplerince gözaltına alındı. 3 Ekim 1994 tarihine kadar gözaltında tutuldu. 10 kiĢi
Bilgin'i Terörle Mücadele ġubesi‟nde çok kötü Ģekilde gördüklerine dair tanıklık yapmalarına
rağmen, yetkililer bir soruĢturma yapmadılar.Akıbetinin ne olduğu konusunda makul bir
açıklama getiremediler.
Bilgin ailesinin evini telefonla arayan ve kendisini polis olarak tanıtan biri, kardeĢi Ġrfan‟a,
Kenan Bilgin'in ağır iĢkenceler sırasında rahatsızlandığını, tedavi edilmek üzere Ankara
GölbaĢı Polis Tesisleri'nde bulunan hastaneye getirildiğini, fakat ölmesi üzerine GölbaĢı'nda
araziye gömüldüğünü söyledi. Gözaltına alındığına iliĢkin tanıklara rağmen Bilgin ailesinin ve
Ġnsan Hakları Derneği‟nin tüm kurumlara yaptığı baĢvurular sonuçsuz kaldı. Bilgin ailesi iç
hukuktan sonuç alamayınca davayı AĠHM‟e taĢıdı. AĠHM Türkiye‟yi Kenan Bilgin‟i
kaybetmekten mahkum etti. Ankara Cumhuriyet BaĢsavcısı Selahattin Kemaloğlu, AĠHM
yargıçlarına verdiği ifadede, "Kenan Bilgin'in gözaltına alınıp kaybedildiğine inandığını, olayın
faillerini bulmak için çok uğraĢtığını, fakat karĢısına bir duvar dikildiğini" söyledi.
(AĠHM Karar Tarihi: 2001 BaĢvuru no: 25659/94)
.
14– SELĠM ÖRHAN- HASAN ÖRHAN -CEZAĠR ÖRHAN
6 Mayıs 1994‟de Diyarbakır‟ın Kulp ilçesinde Çağlayan‟a bağlı Deveboyu köyüne Bolu Dağ
Komando Tugayına bağlı bir askeri konvoy baskın düzenledi. Köy halkına, köylerini bir saat
içinde boĢaltmaları için süre verdiler ve ardından da köyü yaktılar. Yakılan evler arasında
Selim ve Hasan Örhan‟ın evleri de bulunmaktaydı. Evleri yakılan köylüler köyün çevresine
çadır kurdular ve orada kalmaya baĢladılar. Selim Orhan ve diğer köylüler 7 Mayıs 1994‟de
Kulp Ġlçe Jandarma Komutanlığına gidip hasat için köyde kalma izni aldılar. Bu kez çadırlarını
yakılan evlerinin yakınlarına kurdular. 24 Mayıs 1994‟de köyün yukarısındaki Ziyaret
tepesinden köye doğru askerler tekrar gelmeye baĢladı. O dönem, askerlerin götürdüğü
insanlardan bir daha haber alınamadığını herkes biliyordu. Bunun üzerine evde bulunan
Örhan ailesinin kadınları, erkek fertlerine „siz saklanın, sizi de götürürler‟ diye uyardılar.
M.Selim Örhan “askerler bizi niye götürsünler ki, bizim bir suçumuz yok” dedi. Bir süre sonra,
askerler çadırların yanına gelip, erkekleri köy meydanına topladı. Orada bulunan M.Selim
Örhan, Hasan Örhan ve oğlu 17 yaĢındaki Cezair Örhan‟ın kimliklerini aldı ve yukarıda
tepede kalan komutana anons ederek “Ģahıslar burada ancak Salih yok, oğlu Cezair'i
getirelim mi” dediğinde karĢıdan “getirin” emri verildi.. Askerlerin götürdüğü insanların bir
daha geri gelemeyeceğini bilen Örhan ailesi çoluk çocuk askerlere direnip ağlayıp feryat
etmeye baĢladılar. KarĢı koyulduğunu yukarıdaki komutana bildiren askere, komutanın „biz
Bolu‟dan geldik yabancıyız, bize yol gösterin, sizi bırakıcağız‟ demelerini istediğini herkes
duydu. Bu üç kiĢi sağ olarak askerlerin gözetiminde GümüĢsuyu mezrasında Zeyrek
karakoluna götürülürken görüldü. Zeyrek köyünde oturan teyze oğlu onlara su vermek istedi.
Ancak izin vermediler. Zeyrek Karakolundan sonra Lice yatılı okulunda da Örhan ailesini
tanıyan ve gözaltında olan Ramazan Ayçiçek “Lavaboya giderken Cezair‟i gördüm. Bbana
'bize iĢkence yapıyorlar. Babam Hasan Örhan Allahtan korkmuyor musunuz, benim de
oğlum asker neden bunu bize yapıyorsunuz dedikten sonra bizi iĢkenceden çıkardılar. Sonra
bize elbise giydirip dağa çıkardılar kameraya çekip serbest bırakacaklarını söylediler"
dediğini Örhan ailesine anlattı. Ardından da, "daha sonra beni Urfa cezaevine gönderdiler.
Bir daha göremedim onları" dedi.
Daha sonra Kulp‟ta 8 kiĢinin öldürüldüğü haberini alan köylüler cenazelere bakmaya gittiler.
Ancak öldürülenlerin cesetleri yakıldığı için teĢhis edilmedi. Ailenin yapmıĢ olduğu bütün
baĢvurulardan bir sonuç alınamadı. 09 MAyıs 2003 tarihinde Kulp‟un Bağcılar Kevrekok
mevkiinde yani daha önce köylülerin gidip teĢhis edemedikleri yerde bulunan toplu mezar için
gözaltında kaybedilen Kudusi ADIGÜZEL için eĢi Muhlise ADIGÜZEL, DNA için savcılığa
baĢvurdu. Ardından Kulp Savcılığı mezarı açıp 8 kiĢiye ait kemikleri Ġstanbul Adli Tıp‟a
gönderdi. Ancak çesetlerden hiçbirinin Kudusi ADIGÜZEL‟e ait olmadığı yönünde rapor
geldi. Gazetede olayı okuyan M.Selim Örhan‟ın oğlu Adnan Örhan 14/07/2006 tarihinde
Diyarbakır C.savcılığına baĢvurdu. 30 Nisan 2007'de sonuç geldi. Cesetlerden biri babası M.
Selim'e diğeri ise amcası Hasan‟a aitti. Amcaoğlu Cezair‟e ait bir iz bulunmadığı rapor
edilmiĢti, Kemiklerini alıp bir mezar taĢı dikmek isteyen Örhan ailesi bu kez kemiklerin kayıp
olduğunu öğrendi.
Kaybolan kemikleri Kulp Savcılığına yazılı olarak sordular. Ancak Savcılık kemiklerin
kendilerinde olmadığı söyledi. Bu kez 26 ġubat 2009 tarihinde kaybolan kemikleri Ġstanbul
Adli Tıp‟a sordular. Gelen cevabi yazıda kemiklerin Kulp savcılığına gönderildiği bildirildi.
Ancak Örhan ailesi bir türlü yakınlarının kemiklerine ulaĢamadı. Örhan ailesi Kulp Savcılığına
kendileri hakkında suç duyurusunda bulunacağını sözlü olarak söylediğinde, Kulp Savcılığı
09 Mart 2010 tarihinde Örhan ailesine kemiklerin kimsesizler mezarlığına birçok kemikle
birlikte tek mezara gömüldüğünü söyledi.
Bu nedenle Örhan ailesi sevdiklerinin ne kemiklerini alabildi, ne de onlara bir mezar taĢı
yaptırabildi. Dava AĠHM‟e taĢındı. AĠHM Türkiye‟yi mahkum etti. (Karar tarihi: 18.06.2002
BaĢvuru no: 256567/94)
15-HALĠL ALPSOY
1957 doğumlu Halil Alpsoy, 12 Mayıs 1994 tarihinde Ġstanbul‟da eĢi Fikriye ile birlikte
misafirlikteydiler. Sivil giyimli telsizli ve silahlı kiĢiler evlerine gelerek Halil Alpsoy‟u sordular.
Evde bulunan çocukları korkudan kapıyı açmadılar. Bu kiĢiler saat 10‟.00 dan 01.00‟e kadar
kapıda beklediler. Alpsoy çifti 40 günlük bebek olan Akid ile birlikte misafirlikten dönerlerken
binanın önünde beyaz bir araç bekliyordu. 3 kiĢi aracın yanından Alpsoy ailesine doğru geldi,
“Halil Alpsoy sen misin?‟ diye sordular. “Evet” yanıtını alınca kimliklerini gösterip “polissiz”
dediler. Ve Halil‟e “çocukları yukarı gönder, sen bizimle karakola geleceksin, Ģayet
gelmezsen çocuklarını ve hanımını da alırız” diye tehdit ettiler.
EĢi Fikriye Alpsoy “nereye götürüyorsunuz” diye sordu. “Arabaya yaklaĢma, karakola kadar
götürüp ifadesine baĢvuracağız, sen ve çocuğun yukarı çıkın, 1 saat sonra eve gelecek”
dediler. EĢi çocuklarını alarak yukarı çıktı. Halil Alpsoy bir daha eve dönemedi. O gece eĢi ve
çocukları uyumadı. Ertesi gün yakın karakollara sordular. “Vatan caddesinde Terörle
Mücadele‟de olabilir” dediler. EĢi Fikriye oraya gitti. Kendisine, “EĢinin elbiselerini tanıyabilir
misiniz?” diye sordular, bir dolaptan bir takım elbiseler çıkarıp gösterdiler. “Neden elbise
gösteriyorsunuz?” diye sordu. “ĠĢkence yaptığımız insanların elbiselerini burada saklıyoruz,
iĢleri bitene kadar” diye yanıt verdiler.
Halil Alpsoy kaçırıldıktan 17 gün sonra eve bir telefon geldi. Kırıkkale‟den aradığını,
kendisinin komutan olduğunu, bir ceset bulunduğunu pantalonunda da bu evin telefonunun
yazılı olduğu bir kağıt bulduklarını bildirdi. Önce Halil Alpsoy‟la görüĢmek istediğini söyledi.
Fikriye Alpsoy‟dan “Halil evde yok” cevabını alınca, “EĢinin üzerindeki elbiseleri tarif eder
misin?‟ dedi. EĢi tarif etti. Telefondaki Ģahıs elbiselerin birbirini tuttuğunu söyledi. Fikriye
Alpsoy, ertesi günü en yakın karakola gidip durumu anlattı ve cenazeyi görebilmek için
yardımcı olmalarını istedi. Karakol yetkilisi “biz sana yardım edemeyiz, orası bizim bölge
değil” diyerek geri çevirdi.
Bunun üzerine Kırıkkale‟ye gitti. Savcılık, cesedin 8 gün beklediğini söyledi. Halil Alpsoy‟un
elleri iple bağlanmıĢ, cüzdanı, kimliği bütün eĢyaları alınmıĢ, sadece ceketi üzerinde kalmıĢtı.
Tek kurĢunla ensesinden vurularak ormanlık bir alana atılmıĢtı. EĢi Halil Alpsoy‟u öldürenler,
kendisini de öldürür diye korkudan Kırıkkale Savcısına ifade veremedi.
ġimdi Halil Alpsoy‟un torunları her Cumartesi Galatasaray‟da “Dedemizin katilleri yargılansın"
talebiyle oturuyorlar.
16-ALĠ TEKDAĞ
1953 Diyarbakır- Kadıköy doğumlu ve Diyarbakır‟da pastacılık yapan evli ve yedi çocuk
babası Ali Tekdağ, 13 Kasım 1994 tarihinde karısı Hatice ile birlikte alıĢveriĢ yapmak üzere
Dağkapı Semtindeki ġekerbank önünde bulanan durakta minibüsten indikten sonra karısı
Hatice‟ye “5 dakika bekle, biraz iĢim var, hemen geliyorum” diyerek ayrıldı. 10 dakika sonra
kocasının karĢıdan geldiğini gördü. Ancak Ali Tekdağ karısı Hatice‟yi görmezlikten gelerek
önünden geçip gitti. Karısı Hatice kocasının bu hareketine anlam veremediğinden arkasından
yürüdü ve “Ali” diye seslendi. Fakat Ali Tekdağ eĢini gitmesi için uyardı. Hatice bir Ģeyler
olduğunun farkına vararak arkasına dönüp baktı. Arkadan kocası Ali‟ye doğru gelen telsizli,
sivil giyimli uzun namlulu silahları bulunan 3-4 kiĢiyi gördü. Ali Tekdağ köĢeyi dönünce
koĢmaya baĢladı, bunun üzerine sivil giyimli kiĢilerden bir tanesi Tekdağ‟ın üzerine ateĢ açtı.
Silah sesi geldikten sonra Ali Tekdağ kendini yere attı. AteĢ eden sivil giyimli Tekdağ‟a
yetiĢerek ceketini baĢına geçirdi, bir binanın içine götürdü. 10 dakika kadar sonra beyaz bir
minibüs gelip binanın önünde durdu ve Ali Tekdağ ile kendisini yakalayan sivil giyimliler bu
minibüse binerek oradan uzaklaĢtı. Ali götürülürken o sırada ġekerbank‟ın önünde bulunan
askerler ve trafik polisleri olaya müdahale etmedi.
Olup bitenleri tanık olan Hatice Tekdağ, hemen ertesi günü Diyarbakır DGM BaĢsavcılığına
dilekçe ile baĢvuruda bulundu. Savcılıkta dilekçeyi okuyan kiĢi olayın henüz yeni olduğunu ve
bu nedenle bir hafta sonra gelmesi gerektiğini söyledi. Hatice Tekdağ bir hafta
bekleyemeyerek 3 gün sorda tekrar DGM‟ye baĢvuruda bulundu. Hiçbir yanıt alamayınca 2
ay boyunca hergün dilekçe ile baĢvuruda bulundu. 2 ay sonra polislerden biri Hatice
Tekdağ‟ın gelmesine sinirlenerek kendisini Savcılığa çıkarıp görüĢtürdü. Savcı olayla ilgili bir
Ģahit getirmesini söyledi. Hatice Tekdağ olayın Ģahidinin kendisi olduğunu söyledi. Bunun
üzerine Savcı odadan çıkıp, Hatice‟nin biraz dıĢarıda beklemesini söyledi. Bir süre sonra
Savcı dıĢarıya çıkıp Hatice Tekdağ‟a gerekli yerlere telefon açtığını ve böyle bir Ģahsın
kendileri tarafından gözaltına alınmadığını söyledi ve adresini alarak bir daha gelmesine
gerek kalmadığı açıklamasında bulundu..
Ali Tekdağ daha önce yani 1982 yılında gözaltına alınıp tutuklanmıĢ, 1985 yılında tahliye
edilmiĢti. Bırakıldıktan sonra evi basılan ve takip edilen Tekdağ, ailesini alarak Ġzmir‟e
yerleĢti. Bir süre sonra tekrar Diyarbakır‟a döndü. Diyarbakır‟a döndükten sonra tekrar
rahatsız edilmeye baĢlandı. 1985-1994 yılları arasında 19 kez gözaltına alındı ve her
defasında iĢkencelere maruz bırakıldı.
KardeĢi Mehmet‟in faili meçhul cinayete kurban gitmesinden sonra baskılar daha da
yoğunlaĢtı. Cezaevinde iken HEP yöneticisi olan kardeĢi Mehmet Tekdağ da sık sık tehdit
ediliyordu. Mehmet 13 ġubat 1993 tarihinde silahlı bir saldırı sonucu ağır yaralandı,
arkadaĢları tarafından hastaneye götürüldü. Ancak polislerin doktorları tehdit etmesi
nedeniyle tedavisi engellendi. Ailesi onu Ankara‟ya götürmek isterken yine polislerin
engelliyle karĢılaĢtı. Ve 24 saat sonra yaĢamını yitirdi.
Hatice Tekdağ, DGM‟ ye baĢvurduğu süre içerisinde Valilik, Ġnsan Hakları Derneği,
Uluslararası Af Örgütü‟nü de konuyla ilgili haberdar etti ve yardım talebinde bulundu. Karısı
Hatice Tekdağ‟ın ve Ġnsan Hakları Derneği‟nin tüm giriĢimlerine rağmen Ali Tekdağ'ın
gözaltına alındığı kabul edilmedi. Ali Tekdağ‟ın gözaltına alınıĢından 45 gün sonra
tutuklanarak cezaevine konulan Seyfettin Demir isimli bir kiĢi Ali Tekdağ‟la Çevik Kuvvette
aynı hücrede tutulduğunu, Ali Tekdağ‟ın kendisine "Aileme haber verin, bunlar kesin beni
öldürecek" dediğine dair tanıklık etti. O tarihten bu yana tüm çaba ve giriĢimlere rağmen
Tekdağ hakkında hiçbir bilgi elde edilemedi.
20.01.1996 tarihli Evrensel Gazetesi'nde yayınlanan itiraflarında bir JĠTEM subayı, “Öldüğü
gün adının Ali Tekdağ olduğunu öğrendiğim kiĢi, önce Diyarbakır Terörle Mücadele ġubesi,
sonra Çevik Kuvvet ġube Müdürlüğü Polis Koleji‟nde sorgulandı. Silvan‟a getirilmeden önce
Diyarbakır Pirinçlik Jandarma Karakolu‟na götürülüp sorgulandıktan sonra oradan Ergani‟ye,
Ergani‟den de zırhlı personel taĢıyıcısıyla Silvan‟a getirildi. Zırhlı tugaya getirildiğinde çok
zayıftı, saç ve sakalları oldukça uzamıĢtı. 5-6 metreden hissedilecek Ģekilde kokuyordu. Ben
o zaman sorgu timinde değildim. Operasyon timindeydim. Sorgu timinde olan bir üsteğmen
hemĢerim vardı. Sanırım 80 ya da 90. günde yapılan sorgulamalarında polise hiçbir bilgi
vermemiĢti. Üsteğmenin anlattığına göre, bir gün cinsel organını köpeğe yalatıp uyardıktan
sonra üzerine plastik naylon döküp yakmıĢlar. Hayalarından birini tahta Ģeklinde metal bir
cisimle ezmiĢler. Her seferinde „beni öldürün‟ deyip durmuĢ. Kasap çengeline asılı bir
vaziyete kendisine copla tecavüz edilmiĢ. Sorgu odasında Tekdağ‟ın daha ne kadar
dayanabileceği doktora soruluyordu. Askeri Doktor Tekdağ‟ın daha fazla dayanamayacağını
söylemesi üzerine 120. gününde buradan alınıp benim de içerisinde bulunduğum operasyon
timi eĢliğinde askeri bölge dıĢında bulunan bir çöplüğe getirdik. Burada özel harekat timinde
bulunan komiser yardımcısı Timuçin ve Boğa lakaplı komutan tarafından silahla taranarak
öldürüldü. Öldürüldükten sonra timde bulunan baĢka bir eleman Tekdağ‟ın yakılması
gerektiğini söyleyince cesedin üzerine benzin döküp kömür haline gelinceye kadar yakıldı.
Daha sonra kemikleri ve diğer parçalar Silvan Diyarbakır arasında bulunan bir dere
kenarındaki nadasa bırakılmıĢ bir tarlaya götürdükten sonra arabada bulanan kazma ve
kürekle gömdük. Bu olayda „Boğa‟ lakaplı komutan ödüllendirilerek Mardin Zırhlı Tugay‟ına
atandı. Tekdağ‟ın öldürülmesi olayı, OHAL Valisi, Diyarbakır Emniyet Müdürü ve AsayiĢ
Kolordu Komutan‟ın bilgisi dahilindedir.”
Bu açıklamalardan sonra Tekdağ ailesi, cesedi almak için tekrar gerekli tüm yerlere
baĢvuruda bulundu. Ancak açıklamalar dikkate alınmadı. Ve Ali Tekdağ‟ın kendileri
tarafından gözaltına alınmadığı konusundaki ısrarlarına devam ettiler. Ġç hukuk yolları
tükenince dava AĠHM‟e taĢındı. AĠHM, Türkiye‟yi mahkum etti. (BaĢvuru No: 27669/95 )
17-SEYHAN DOĞAN
29 Ekim 1995‟te, Geçici Köy Korucusu olmayı kabul etmeyen Doğan ailesinin MardinDargeçit‟teki evine gece saat 03.00 sıralarında askerler tarafından baskın düzenlendi.
Seyhan henüz 13 yaĢındaydı. Askerleri görünce korktu ve babasının kucağına sığındı.
Askerler onu 9 yaĢındaki kardeĢi Hazni ile birlikte alıp götürdü.
Seyhan‟la birlikte 6 kiĢi daha gözaltına alınmıĢtı. Olayın hemen ardından Annesi Asiye
Doğan, tabura giderek “çocuklarım nerde?” diye sordu. “Merak etme, gelir” dediler. Ertesi
gün tekrar Tabur‟a giden annesine “ senin çocuklarını bıraktık, eve gittiler, bir daha gelme”
dediler. Birkaç gün sonra 9 yaĢındaki Hazni‟yi serbest bıraktılar. Seyhan ve Hazni
iĢkencelerden geçirilmiĢ ve Filistin askısına alınmıĢlardı. Hazni, abisi Seyhan‟ın askıya ters
asıldığını ve onun çok ağır iĢkence gördüğünü anlattı. Annesi Asiye Doğan her gün oğlunu
soruyor, dilekçeler veriyordu. Sonuç alamıyordu. Çareyi televizyona çıkmakta buluyor, belki
seslenirse oğlu gelir diye düĢünüyordu. Bir gün Med TV‟ ye çıktı ve “ ben devletten
davacıyım, çocuğumu istiyorum” dedi. Ertesi günü anne Asiye Doğan ortadan kayboldu. Kızı
Zekiye, Dargeçit savcılığına gitti. Savcıya “anneme ne yaptınız?” diye sordu. “Biz görmedik”
yanıtını alan Zekiye, acıdan üstünü baĢını yırtmaya baĢladı. Birileri “ kardeĢi kayboldu,
annesinden haber alamıyor, aklı gitti, kusura bakmayın” dedi. 1 saat sonra annesi Asiye
serbest bırakıldı. 11 gün kendisinden hiç haber alınamayan anne Asiye, çok ağır
iĢkencelerden geçirilmiĢ, oğlu gibi kaybedilmek istenmiĢti. KonuĢmuyordu. Durumu
ağırlaĢınca doktora götürdüler. Çocuğunun ve yakınlarının kaybedilmesine yüreği
dayanamayan anne Asiye, gördüğü iĢkence sonucu yatırıldığı CerrahpaĢa Tıp Fakültesi
hastanesinde yaĢamını yitirdi. Seyhan‟dan bir daha haber alınamadı.
2010 yılında bir iĢlem için nüfus müdürlüğünde nüfus kaydını alan abisi Kadri Doğan, kardeĢi
Seyhan Doğan‟ın nüfus kütüğüne “1992‟de öldü” Ģeklinde not düĢüldüğünü gördü. Durumu
avukatına haber verdi. Avukatının Nüfus Genel Müdürlüğüne yaptığı baĢvurularda ise
yanıtların çok çeliĢki içerdiği görüldü. Oğlunu devletin tüm kademelerine soran anne Asiye
ve baba Ramazan Doğan, yaĢamları boyunca Seyhan‟ın ölü mü, sağ mı olduğu konusunda
tek bir bilgi elde edemediler.
Ramazan Doğan 15 yıl, 13 yaĢındayken kucağından koparılarak gözaltına alındıktan sonra
kaybedilen oğlu Seyhan Doğan‟ı aradı durdu. „Oğlumu kucağımdan aldılar. Onun bir kemiği
de olsa istiyorum‟ diye baĢlayan hikayesini tüm mercilere anlattı. Oğlunun akıbetini
açıklamakla yükümlü olan devletin cevabı ise; ona ve eĢi Asiye Doğan‟a iĢkence yapmak
oldu. Ramazan Doğan Ağustos 2010‟da, oğlunun “kemiklerine” bile kavuĢamadan geçirdiği
kalp krizi sonucunda hayatını kaybetti.
Suçları büyüktü. Korucu olmayı reddetmenin bedelini, onlara
gözaltında kaybederek ödettiler…
çocuk yaĢtaki oğullarını
18- ÜZEYĠR KURT
23 ve 25 Kasım 1993 tarihleri arasında jandarma ve köy korucularından oluĢan güvenlik
kuvvetleri Ağıllı köyüne bir operasyon düzenledi. 23 Kasım 1993 tarihinde, üç PKK
gerillasının köyü ziyaret edeceğine yönelik istihbarat raporlarını takiben, güvenlik kuvvetleri
köyün etrafına konuĢlandılar. Ardından iki çatıĢma meydana geldi. Köyde geçirdikleri iki gün
boyunca bütün evler arandı. Anne Koçeri Kurt‟un, hala Mevlüde ile kocası Ali Kurt'un evi de
dahil olmak üzere on ile on iki arasında ev operasyon sırasında yakıldı. Evlerin sadece üç
tanesi çatıĢmanın yakındaydı. Diğer evler askeri operasyon sırasında ikinci bir vesileyle
yakıldı. Köylülere, köyü boĢaltmaları için bir hafta süreleri olduğu söylendi. Çoğu evsiz
kaldığından ve evi olanlar da köyde kalmaya korktuklarından köylüler Bismil'e kaçtılar.
24 Kasım 1993 tarihinde öğlene doğru, köylüler askerler tarafından okul bahçesinde toplandı.
Askerler okul bahçesinde bulunmayan Üzeyir Kurt‟u arıyorlardı. Üzeyir, halası Mevlüde'nin
evinde saklanmıĢtı. Askerler kızı Aynur Kurt'a babasının nerede olduğunu sorduklarında,
Aynur onlara babasının halasının evinde olduğunu söyledi. Askerler Üzeyir Kurt‟un diğer oğlu
olan Davut Kurt ile birlikte Mevlüde'nin evine giderek Üzeyir'i evden aldı. Üzeyir 24-25 Kasım
1993 gecesini Hasan Kılıç'ın evinde askerlerle birlikte geçirdi.
25.22.1993 sabahında anne Koçeri bir çocuktan Üzeyir'in sigara istediği haberini aldı.
Sigaraları götürdüğünde Üzeyir'i Hasan Kılıç'ın evinin önünde on asker ve beĢ-altı köy
korucusu ile çevrili halde buldu. Üzeyir'in yüzünde dövüldüğünü gösteren çürükler ve ĢiĢlikler
gördü. ÜĢüdüğünü söyleyen Üzeyir‟e ceketini ve çoraplarını alıp getirdi. Askerler kalmasına
izin vermediğinden, Koçeri oradan ayrıldı. Bu annesinin Üzeyir'i son görüĢü oldu
30 Kasım 1993 tarihinde oğlunun nerede olduğuna dair bilgi edinmek için Bismil Cumhuriyet
Savcısı Rıdvan Yıldırım'a baĢvurdu. Aynı gün, Ġl jandarma karargahından yüzbaĢı Ġzzet Cural
anne Koçeri‟ye Üzeyir'in PKK tarafından kaçırıldığının düĢünüldüğünü belirtti. Köydeki
operasyon planını öneren YüzbaĢı Cural 4 Aralık 1993 tarihinde de benzer Ģekilde cevap
vermiĢti. Bölge Jandarma Komutanlığı 30 Kasım tarihli dilekçesinin altına Üzeyir'in gözaltına
alınmadığına ve PKK tarafından kaçırıldığına dair not düĢmüĢtü. Halbuki Üzeyir‟in gözaltına
alındığına Anne Koçeri baĢta olmak üzere bütün köylüler tanıktı. Anne Koçeri Kurt ĠHD
Diyarbakır ġubesine baĢvurdu. ĠHD avukatlarının tüm resmi makamlara yaptığı baĢvurulara
“biz almadık, biz de yok” cevabı verildi.
Ġç hukuk yollarının tükenmesi üzerine dava AĠHM‟e taĢındı. AĠHM Türkiye‟yi Kurt/Türkiye
davasında mahkum etti. (AĠHM Karar tarihi 25.05.1998. BaĢvuru no: 15/1997/799/1002)
Anne Koçer‟i Kurt‟un dramı son bulmadı: Oğlu Abdulkadir Kurt, Bismil ilçesine bağlı Ağıllı
köyünde 19 Nisan 1992 tarihinde askerler tarafından gözaltına alındı. Önce Tepe Jandarma
karakoluna, oradan da Bismil Bölük komutanlığına götürüldü.Yoğun iĢkencelere tabi tutuldu,
“Makatına cop sokulması sonucu meydana gelen kanamadan” hayatını kaybetti.
Bismil Cumhuriyet Savcılığı, 17 ġubat 1994 tarihinde 15 asker hakkında, “ĠĢkence yapmak
suretiyle adam öldürmek, iĢtirak etmek”ten TCK‟nin 450/3 maddesi uyarınca ömür boyu
hapis isteğiyle dava açtı. Jandarma karakolunda iĢkence ile adam öldürmekten açılan
davada, ilk kez bir askere ağırlaĢtırılmıĢ müebbet hapis cezası verildi. 15 askerin sanık
olarak yargılandığı ve 14‟ünün beraat ettiği 16 yıllık davada mahkeme, “Mambo” lakaplı
Asteğmen Salih Üner‟i, “eziyet çektirerek kasten öldürme” suçundan ağırlaĢtırılmıĢ müebbet
hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme sanığın “dosyaya yansıyan geçmiĢteki hali, fiilden
sonraki davranıĢları, olayı örtbas etme konusundaki çabaları, olay nedeniyle piĢman
olduğuna iliĢkin bir halinin görülmemesi” nedeniyle indirim uygulanmasına yer olmadığına
hükmetti. Olay sırasında Asteğmen olan Üner tezkere bırakıp TSK‟da kalmıĢ ve teğmen
rütbesiyle muvazzaf subay olarak emekli olmuĢtu. Avukat Ģimdi davayı AĠHM‟e taĢıyor.
19-FAHRĠ BULUT –MUSTAFA BULUT-ALĠ BULUT-RAMAZAN BULUT-EKREM BULUT
Tümü evli olan Bulut ailesinin 5 ferdi de Diyarbakır ili Lice ilçesi Kabakaya (Entağ) köyü
Esenli (Cumere) mezrasında ikamet ediyordu.
12 Mayıs 1994 günü akĢam saat 23.00 sularında köy yakınlarda silah sesi geldi. Ertesi gün
çevre köylere askeri operasyon düzenlendi. Sabah saat 08-08.30 dolaylarında Esenli
mezrasında bulunan 50 hanelik köyü önce top ateĢine tuttular, ardından da baskın
düzenlediler. Gelenler Tümgeneral Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Dağ Komando Tugayı
ve Lice Jandarma Komutanlığı'na bağlı askerlerle, koruculardı. Operasyon birliğinin komutanı
Lice ilçesi Yolçatı (Sise) köyünde kalıyordu. Askerler erkekleri mezarlık bölgesinde bir araya
getirdi. Kimlikleri topladılar. Mustafa Bulut ise eve gelmiĢ, bekliyordu.
Bu sırada bir köylü gelip, kimlikleri topladıklarını söyledi. Mustafa, kimliğini götürüp geri geldi.
Kimlikler toplandıktan sonra baĢlarındaki rütbeli “evlerinizi 30 dakika içinde yakacağız, kim ne
eĢya kurtarırsa kurtarsın” dedi. Toparlanmalarına dahi izin vermeden 50 haneli köyü ateĢe
verdiler. Yüzlerce küçük-büyük baĢ hayvan yanarak can verdi. Mustafa‟nın eĢi Dilber,
çocukları alıp, köyün biraz dıĢında, bir ağacın altında oturdu. Bir süre sonra Mustafa,
Dilber‟in amcası ve 10 yaĢındaki oğlu da yanlarına geldi. Köyden dumanlar yükseliyordu.
Askerler kimlikleri dağıtırken 7 kiĢinin kimliğini vermedi. Ve kimliklerle birlikte dönüĢ yoluna
geçtiler. Dilber‟in amcası "Kimliklerimizi almaya gidelim" diye ısrar ediyor, Dilber ise engel
olmaya çalıĢıyordu. Amcasının oğlu "Gitmeyelim, bizi öldürecekler" diyor, hıçkıra hıçkıra
ağlıyordu. Sonunda amcası, oğlunu zorla alıp gitti. Çocuğun gözyaĢları Mustafa‟yı etkilemiĢti.
O da peĢlerinden gitti. Mustafa bir daha geri dönmedi.
Baba Latif Bulut, 14 Mayıs 1994 sabahı oğlunun akıbetini öğrenmek için Lice‟ye gitti. Daha
önce gözaltına alınan kiĢilerin Lice YĠBO‟da konuĢlanan askeri birliğe götürüldüğünü
duyduğu için doğruca oraya gitti. Nizamiye‟de nöbet tutan asker, kendisine “Çabuk buradan
defol, sakalından tutup seni elektrik aletine vermemi istemiyorsan çabuk git” dedi. Baba köye
dönüp durumu Fahri, Ekrem, Ramazan ve Ali ile paylaĢtı.
Yolçatı köyünden birkaç kiĢi 15 Mayıs 1994 günü Esenli mezrasına geldiler. Bu kiĢiler
“Yolçatı‟da da operasyon yaptılar, birkaç kiĢi kurĢuna dizildi. Mustafa‟da Yolçatı - Sise‟ye
getirilmiĢti, askerler onu Lice‟ye götürdü” dediler. Çevresinin vaz geçirmek çalıĢmasına
rağmen Mustafa‟nın kuzeni Fahri onun akıbetini öğrenmek için yola çıktı. Fahri‟den de bir
daha haber alınamadı.
13 Mayıs 1994 günü askerlerce Yolçatı köyüne yapılan operasyonda öldürülen Kamil
MenteĢe ve Hasan Bayram‟ın cesetleri 17 Mayıs günü bulundu. Bu haber üzerine Fahri
Bulut‟un kardeĢleri Ekrem, Ramazan ve Ali Bulut yakınlarının akıbetini öğrenmek için Yolçatı
köyüne gittiler. Ancak, Lice ilçe merkezi yakınında Salih Bayram ve Zeynel Harman isimli iki
köylüyle birlikte gözaltına alındılar. Salih Bayram ve Zeynel Harman‟ın ifadeleri alındıktan
sonra serbest bırakıldılar. Fakat Bulut‟lardan bir daha haber alınamadı. Oysa bu insanların
Lice Tabur Komutanlığı‟na götürüldüğü biliniyordu. Ailesi bu beĢ kiĢiyi, çevre iller dahil her
yerde aradılar. Ġnsan haklarından sorumlu bakan dahil olmak üzere tüm askeri ve idari
makamlara baĢvurdular. Bir sonuç alamadılar.
12 Haziran 1994 tarihinde Kulp Ġlçesi Bağcılar köyü Düzpelit mezrası Malase Kevirikok
mevkiinde yakılmıĢ 8 ceset bulundu. Kulp Cumhuriyet BaĢsavcılığı 1994/ 70 Hz. nolu
dosyaya ait tutanakta “8 erkek cesedin kafalarında ve vücutlarında çok sayıda kurĢun giriĢ ve
çıkıĢ deliğinin bulunduğunu, kollarda ve ayaklarda yoğun kırılma ve deformenin olduğunu,
ölümün ateĢli silahlar ve yanmaya bağlı gerçekleĢtiğini, yanan cesetlerin yanında bulunan
tütün tabakasında kurĢun delindiği bulunduğunu tepit etti. “Cesetler üzerinde Ģalvar, gri renkli
kazak, ince kemer, yanmıĢ siyah lastik ayakkabılarla, etrafta çok sayıda boĢ kovan olduğu”
yazıldı. Savcılık 09.08.1994 tarihli görevsizlik kararıyla dosyayı Diyarbakır DGM‟ye gönderdi,
gerekçe olarak da “cesetlerin güvenlik güçleriyle çatıĢmaya girmiĢ örgüt üyelerine ait olduğu
ya da örgüt içi hesaplaĢmadan dolayı öldürülerek gömüldüğü, örgütün bu tür eylemlere sık
sık baĢvurduğu” belirtildi.
12 mayıs 2002 tarihinde Diyarbakır DGM‟ye baĢvuran Muhlise ADIGÜZEL, Savcılığa
mübaĢir aracılığıyla Kürtçe olarak verdiği beyanda; “1994‟de asker ve korucular kocam
Kuddusi ADIGÜZEL‟i gece gelip ellerini arkadan bağlayarak sabaha kadar iĢkence yaptılar
sonra götürdüler. Savcılığa gittim, savcılık kocamı jandarma ve emniyetin gözaltına
almadığını, örgüt tarafından kaçırıldığını söyledi. Kocam kaybolduktan 3 ay sonra 8 cesedin
bulunduğu yere gittik. Kocamın giysilerini tanıdım, korktuğumdan o zaman söyleyemedim”
dedi.
Tanık Kasım ALTUN da 14.03.2003 tarihli ifadesinde “1994‟de köyde oturduğunu, 8 cesedi
gördüğünde Kuddusi‟yi yüzünden tanıdığını korkudan söyleyemediğini” ifade etti. Tüm bu
beyanlara göre mezar fekki yapılmıĢ, kemikler Adli Tıpa gönderilmiĢ ve yapılan DNA testi
sonucu olumsuz çıkmıĢtır. Bu arada ÖRHAN ailesi de kendi yakınlarının da o tarihlerde kayıp
olduğunu, yakılmıĢ 8 ceset arasında kendi yakınlarının olabileceğini ileri sürerek ĠHD‟ye
baĢvurdu.
1994 yılında Bolu Komando Tugayı tarafından gözaltına alınan Hasan, Cezayir ve M. Selim
ÖRHAN‟nın yakınları DNA testi için kan örneklerini Adli Tıpa gönderdiler. Sonuç olarak
gömülü 8 ceset üzerinde yapılan DNA incelemesinde, cesetlerden ikisinin kayıp Hasan
Örhan ile Mehmet Selim Örhan‟ ait olduğu açığa çıktı.
Bulut Ailesi de 25 Haziran 2008 tarihinde ĠHD aracılığıyla Diyarbakır Cumhuriyet
BaĢsavcılığına baĢvurdu. Aile, 12.06.1994 tarihinde Kulp ilçesi Bağcılar köyü Düzpelit
mezrası Kevrokok mevkiinde bulunan kurĢunlanmıĢ ve yanmıĢ 8 cesedin 19 Mayıs 1994
tarihinde askerler tarafından gözaltına alınan Ekrem BULUT, Ramazan BULUT, Ali BULUT,
Mustafa BULUT ve Fahri BULUT‟a ait olabileceklerinden bahisle DNA testi için savcılığa kan
örneği verdi. Adli Tıp‟tan gelen sonuçlara göre kemiklerin Ali BULUT, Ekrem BULUT ve
Ramazan BULUT‟a ait olduğu ortaya çıktı.
20- FĠKRĠ ÖZGEN
73 yaĢındaki Fikri Özgen, Diyarbakır ili Kulp ilçesi YeĢilköy Köyü doğumlu evli ve 6 çocuk
babasıydı. Ġkamet ettiği Diyarbakır ili Kulp ilçesindeki evinin 1992 yılındaki olaylarda
taranmasından sonra ailesi ile birlikte Diyarbakır il merkezine göç etti. Astım hastası olduğu
için düzenli doktor kontrolünde olması ve ilaç kullanması gerekiyordu. 27 ġubat 1997 günü
Diyarbakır'ın KoĢuyolu semti Hatboyu Caddesi üzerindeki kızının evinden saat 9.30
sıralarında ayrıldı. Kızı, babasının ardından balkondan baktığı sırada 34 BHV 60 plakalı,
siyah camlı beyaz renkli Toros marka bir araçtan inen sivil, ancak silahlı kiĢilerin babasını
durdurarak kimlik kontrolü yaptığını gördü. Özgen‟i insanların gözü önünde araca bindirerek
götürdüler. Astım hastası olmasından dolayı endiĢeye kapılan ailesi, Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi, Uluslararası Af Örgütü, TBMM Ġnsan Hakları AraĢtırma Komisyonu,
Ġnsan Hakları Derneği Genel Merkezi, Ġnsan Hakları Derneği Diyarbakır ġubesi' ne
baĢvuruda bulundu. Ancak, tüm çabalarına rağmen Fikri Özgen‟den bir daha haber
alınamadı. Dava AĠHM‟e taĢındı. AĠHM Fikri Özgen davasında Türkiye‟yi mahkum etti. (Karar
Tarihi: 20 Eylül 2005-BaĢvuru tarihi: 38607/97) JĠTEM'de kadrolu çalıĢanı Abdulkadir
Aygan itiraflarında Fikri Özgen‟i, Diyarbakır Jandarma Ġstihbarat Tim Komutanı YüzbaĢı Zahit
Engin'in öldürdüğünü söyledi.
21-EDĠP AKSOY ORHAN CĠNGÖZ
1964 doğumlu 31 yaĢındaki ĠHD üyesi Edip Aksoy ile ailesi Lice‟ye bağlı Zenge köyünde
oturuyorlardı. Köydeyken Edip birkaç kez askerler tarafından gözaltına alınmıĢ ve yoğun
iĢkence görmüĢtü. Bir keresinde kırık camların üzerinde yürütülmüĢ, penseyle kılları
yolunmuĢtu. Baskılar nedeniyle Diyarbakır‟a yerleĢtiler. Daha sonra bir kız çocukları oldu.
Beritan bebek henüz 40 günlüktü.
Edip, 7 Haziran 1995 tarihinde ektikleri tütünü satmak için evden Melikahmet'teki
dükkanına gitti ve bir daha geri dönemedi. O gün Edip, 1972 doğumlu 23 yaĢındaki Orhan
Cingöz ile birlikte Diyarbakır‟ın Dağkapı semtindeki YeĢilçınar çay bahçesinde giysi satan
Bilal Ulusoy ile konuĢurlarken yanlarına gelen Renault marka bir otomobilden inen ve
kendilerini polis olarak tanıtan üç silahlı ve telsizli kiĢi tarafından önce kimlikleri alındı, daha
sonra araca bindirilerek götürüldüler. Araç hareket halinde iken, Aksoy ve Cingöz‟ün köylüsü
Cemal BektaĢ ikisini aracın içinde gördü. Ġkisinden de bir daha haber alınmadı.
Edip Aksoy‟un eĢi Rukiye Savcı ile görüĢmek istedi, ancak bu isteği geri çevrildi.
Orhan Cingöz‟ün korucu olan bir akrabası, dönemin MHP il BaĢkanı Heybet Pektaç‟ın
kaybolanların, kaçırılanların nerede olduğunu bildiğini, isterse Edip ve Orhan‟ı kimin
kaçırdığını, nerede olduğunu bulabileceğini söyledi. Bunun üzerine Edip Aksoy‟un eĢi
Rukiye ile Orhan‟ın babası Abdulbari Cingöz söylenen kiĢinin makamına gittiler, durumu
anlattılar. Parti baĢkanı onlardan 20 milyon para istedi. EĢinin ve evladının bulunmasını
isteyen aileler bu teklifi kabul ettiler. Daha sonra “bir daha benimle görüĢmeye gelirseniz
akıbetiniz Edip gibi olur” diye tehdit edildiler.
Jitem itirafçısı Abdulkadir Aygan, Cingöz ve Aksoy‟un iĢkence ile sorgulandıktan sonra
öldürülüp Cizre-Silopi karayolunda Habur Sınır Kapısı'na giderken, TPAO Tesisleri'nin
karĢısında, Cudi Dağı tarafındaki dere kenarına uzman çavuĢ ġeymus tarafından
gömüldüklerini söyledi.
ĠHD heyeti 06 Temmuz 2005 tarihinde Silopi ilçesi Kortik köyünde Edip Aksoy ve Ahmet
Cingöz‟ün gömüldüğü belirtilen yere ulaĢtı. Olay yerinde incelemelerde bulundu, çevrede
yaĢayanların bilgisine baĢvurdu, topladığı bilgiler ıĢığında Silopi Cumhuriyet savcısı ile
görüĢme yaptı. Silopi Cumhuriyet Savcılığının aynı tarihlerde (28.6.1995), belirtilen köyün
Bozemir deresi kenarında kimliği tespit edilemeyen iki ceset için dosya tanzim edildiğini
(Hz.95/491), görevsizlik kararı ile birlikte dosyanın 31.6.1995 gün ve 95/45 sayılı yazı ekinde
Silopi Kaymakamlığına gönderildiğini söyledi. Kaymakamlık YaziĢleri ile yapılan görüĢmede,
Müdür Abdurrahman Tanadır; “belirttiğiniz dosya Ģu anda arĢivdedir. Yüklü bir arĢivimiz var,
bunu aramamız gerekir, hafta sonu dosyayı çıkarırız, durumu telefon ile bildiririm” dedi.
Silopi Belediye BaĢkanlığının mezarlıklardan sorumlu birimi ile yapılan görüĢmede,
28.06.1995 tarihinde Silopi Savcılığınca defnetmek üzere 2 kimliği belirsiz cesedin teslim
edildiğini, bu cesetlerin aynı gün mezarlığındaki 38-39 nolu kabirlere defnedildiğini söyledi.
Edip Aksoy‟un ve Orhan Cingöz‟ün cenazeleri hâlâ ailelerine teslim edilemedi.
22-ALĠ ĠHSAN DAĞLI
1964 Silvan doğumlu Ali Ġhsan Dağlı, Diyarbakır Ġli Silvan Ġlçesi, EĢme (Salıkan) köyünde
ikamet etmekte ve geçimini çiftçilikle sağlamaktaydı. Evli ve 3 çocuk babasıydı. Ali Ġhsan
1994 yılının Ekim ayında PKK‟ ye yardım ve yataklık ettiği iddiasıyla gözaltına alındı, 5 gün
gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı.
14.04.1995 tarihinde Silvan ilçesine bağlı EĢme köyü kırsalında tank ve yaklaĢık 40
panzerler operasyona çıkan korucu ve özel timden oluĢan güvenlik güçleri köye baskın
düzenledi. Baskın esnasında pusu kuran askerler ile PKK grupları arasında çatıĢma çıktı. 1
saat süren çatıĢma sırasında 7 PKK militanı esir alındı.
Baskın sırasında bahçede bulunan Ali Ġhsan DAĞLI‟nın üzerine ateĢ açıldı. Açılan ateĢle Ali
Ġhsan elinden ve yan tarafından yara alarak yere yığıldı. Ali Ġhsan güvenlik güçlerince köye
getirildi, gözleri bağlandı ve köy muhtarı M.ġirin Kılıç ile birlikte tanka bindirilerek götürüldü.
Birgün sonra muhtar serbest bırakıldı. Köy Muhtarı M.ġirin Kılıç; “Ben ve Ali Ġhsan alındıktan
sonra yine Silvan‟a bağlı olan HıĢkamerg (Kuruçayır) köyüne baskın yapıldı. YaklaĢık 2 saat
boyunca bu köyde aracın içinde bekletildik. Ali Ġhsan ve ben gelen helikoptere bindirilerek
Silvan ilçe merkezine götürüldük. Oradan bizleri karakola aldılar ve vakit kaybedilmeden
sorguya alındık. Sorgu sırasında bana kaba dayak atarlarken, Ali Ġhsan‟a yaralı olduğu halde
yoğun iĢkence yaptılar.Ġkinci gün beni serbest bıraktıklarında Ali Ġhsan orada yoktu,” dedi.
Ali Ġhsan Dağlı‟nın gözaltı süresince aynı yerde tutulan bir baĢka tanık: “14.04.1995
tarihinde askerler tarafından Silvan‟a bağlı EĢme (Salıkan) köyüne baskın yapıldığını ve Ali
Ġhsan Dağlı‟yla birlikte 7 kiĢinin gözaltına alındığını duydum. Bizim bulunduğumuz HıĢkamerg
(Kurucayır) köyüne sabah 07.30 sularında baskın yapıldı. Köydeki evler askerler tarafından
beĢ kez arandı. BeĢinci aramada bulunduğum evden 7-10 tane asker tarafından gözaltına
alındım. Ġki asker öldürülmem gerektiğini söyledi, ancak onların dıĢındakiler buna karĢı
çıktılar. Ve orada bana 1 saat boyunca fiziki iĢkence yaptılar. Beni köy meydanına getirdiler.
Köy halkının önünde dayaktan geçirdiler. BayılmıĢım. Tekrar kendime geldiğimde
beraberimde gözaltına alınan 5 kiĢinin ağzına bez tıkadılar. Göz ve ellerimizi bağladıktan
sonra bir traktörü bindirdiler. Bu sırada Ali Ġhsan dağlı ve beraberinde alınan 7 kiĢi yere
yatırılmıĢ Ģekilde bekletiliyordu. Sonra onları da traktöre bindirdikten sonra önünde ve
arkasında birer traktörle birlikte Silvan Jandarma komutanlığına getirdiler. Benimle alınan beĢ
kiĢiyi bir hücreye, Ali Ġhsan Dağlı‟yı yanımızdaki hücreye, EĢme köyünden alınan 7 kiĢi de
ayrı bir hücreye yerleĢtirdiler. 5-10 dakika sonra beni çağırdılar. Üzerimdekileri soyduktan
sonra soğuk su döktüler ve askıya aldılar. Askıdan aldıktan sonra kaba dayak ve cinsel
organımdan iĢkence yaptılar. Kendimizden geçene kadar bu iĢkence sürüyordu. 7-8 saat
sürdü. Bize iĢkence yaptıklarında „Ali Ġhsan‟ı yaraladık, sizi de onun gibi yapacağız‟ diye
bağırıyorlardı. Ġkinci gün bize yapılan iĢkence azalmaya baĢlandı. Tabii ilk zamanlar biz bunu
sezemedik. Gözaltına alınıĢımın 10. günü bize iĢkence yapılmadı. Çok tuhafımıza gitmiĢti. O
gün nöbetimizi tutan asker nereli olduğumuzu sordu. Biz Kuruçayır köyünde olduğumuz
söyleyince Alman heyetinin köyümüze gittiğini ve bizler için yürüyüĢ yaptıklarını ve Ali Ġhsan
Dağlı‟nın öldürüleceğini söyledi. 17 gün Pazar günüydü. Çünkü Pazartesi günü bizi
mahkemeye çıkaracaklardı. Nöbetimizi tutan bir askere Ali Ġhsan Dağlı‟nın durumunu sorduk.
Asker de bize Ali Ġhsan Dağlı‟nın nöbetinin tutulmadığın ve büyük bir ihtimalle öldürülmek
üzere buradan götürüldüğünü söyledi. Ali Ġhsan Dağlı‟ya iĢkene yapıldığında bağırma sesleri
bize geliyordu.”
Olay günü akĢam saatlerinde biri Ahmet adındaki baĢçavuĢ olmak üzere 6 asker tarafından
Ali Ġhsan Dağlı‟nın evine baskın düzenlendi. Evde bulanan karısı Besiya Uçak (Dağlı) ve üç
çocuğu kaba dayaktan geçirildiler. „PKK‟li olduklarını, PKK‟lilere yardım ettiklerini ve bu
nedenle „evlerini yakacakları‟ tehdidinde bulunarak birçok eĢyasını kırdıktan sonra evi terk
ettiler.
Aradan10 gün geçtikten sonra asker, korucu ve özel timlerden oluĢan 11 kiĢilik bir grup köye
baskın yaptı. Ali Ġhsan Dağlı‟ nın evinin kapısını kırıp içeri girdi. Evde sadece Besiya Dağlı ve
3 çocuğu bulunmaktaydı. Besiya‟yı kaba dayaktan geçirdikten sonra, çocuklarına para ve
Ģeker vererek „evinize teröristler geliyor mu?‟ gibi sorular sordular. Çocuklar ellerine verilen
para ve Ģekeri reddedip ağlamaya baĢlayınca evi terk ettiler.
Baskınların birinde Besiya Dağlı onlara ne istediklerini sordu ve tepkisini dile getirdi.
Komutan düzeyindeki Ģahıs “sen gençsin, PKK‟ye yardım ediyorsun” dedi.
Ali Ġhsan‟ın gözaltına alınıĢının 45 gününde 8 panzer ve ciple yine köylerine baskın
düzenlendi. Bu baskında 60 köylü bir traktörün arkasına bindirilerek gözaltına alındı.
Aralarında Ali Ġhsan‟ın kardeĢi de vardı. Silvan komutanlığına götürüldüler. Ali Ġhsan‟ın
kardeĢine “Sen Ali Ġhsan‟ın görevini yapıyorsun, O zaten bizim elimizde, sizleri de onun gibi
mahvederiz” tehdidinde bulundu.
B.G isimli bir askerin gönderdiği, Ali Ġhsan Dağlı‟ nın iĢkence görmüĢ bir fotoğrafı 11 Eylül
1995‟te Evrensel gazetesinde “ĠĢte kayıp” baĢlığı altında yayınlandı. Fotoğraf Dağlı‟ nın
amcasının oğlu Faysal Dağlı tarafından teĢhis edildi. Diyarbakır Savcılığı‟na baĢvuru yapan
Faysal Dağlı hiçbir sonuç alamadı. Durumu Ġnsan Hakları Derneği ve Uluslararası Af
örgütüne bildirdi.
Gözaltındayken çekilen fotoğraflarının gazetelerde yayınlanmıĢ olmasına rağmen Dağlı‟nın
gözaltına alındığı kabul edilmedi ve Ġnsan Hakları Derneği ile ailesinin tüm giriĢimleri
sonuçsuz kaldı. Ġç hukuk yollarından bir sonuç elde edemeyen Dağlı‟nın ailesi olayı AĠHM‟e
taĢıdı. AĠHM Mayıs 2007‟de oybirliği ile Türkiye‟yi mahkum ettiği kararında, yaralı ele geçen
Dağlı‟nın askeri araca bildirildikten sonra gözlerinin bağlandığı, kendisine askeri doktor
tarafından tıbbi müdahale yapılarak Ġlçe Jandarma Komutanlığı‟na götürüldüğü, operasyonda
görev yapan Piyade er B.G.‟nin, Dağlı‟nın gizlice fotoğraflarını çektiği ve bu fotoğrafların
merkezi New York‟ta bulunan Ġnsan Hakları Ġzleme Merkezi‟ne gönderildiği belirtildi. Ayrıca
kararda Dağlı'nın gözaltında kaybolduğu operasyonu dönemin Jandarma AsayiĢ Kolordu
Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı‟nın yönettiği de belirtildi. Ali Ġhsan Dağlı‟nın ölü
bedenine hâlâ ulaĢılamadı.
23– SELĠM ÖRHAN- HASAN ÖRHAN -CEZAĠR ÖRHAN
6 Mayıs 1994‟de Diyarbakır‟ın Kulp ilçesinde Çağlayan‟a bağlı Deveboyu köyüne Bolu Dağ
Komando Tugayına bağlı bir askeri konvoy baskın düzenledi. Köy halkına, köylerini bir saat
içinde boĢaltmaları için süre verdiler ve ardından da köyü yaktılar. Yakılan evler arasında
Selim ve Hasan Örhan‟ın evleri de bulunmaktaydı. Evleri yakılan köylüler köyün çevresine
çadır kurdular ve orada kalmaya baĢladılar. Selim Orhan ve diğer köylüler 7 Mayıs 1994‟de
Kulp Ġlçe Jandarma Komutanlığına gidip hasat için köyde kalma izni aldılar. Bu kez çadırlarını
yakılan evlerinin yakınlarına kurdular. 24 Mayıs 1994‟de köyün yukarısındaki Ziyaret
tepesinden köye doğru askerler tekrar gelmeye baĢladı. O dönem, askerlerin götürdüğü
insanlardan bir daha haber alınamadığını herkes biliyordu. Bunun üzerine evde bulunan
Örhan ailesinin kadınları, erkek fertlerine „siz saklanın, sizi de götürürler‟ diye uyardılar.
M.Selim Örhan “askerler bizi niye götürsünler ki, bizim bir suçumuz yok” dedi. Bir süre sonra,
askerler çadırların yanına gelip, erkekleri köy meydanına topladı. Orada bulunan M.Selim
Örhan, Hasan Örhan ve oğlu 17 yaĢındaki Cezair Örhan‟ın kimliklerini aldı ve yukarıda
tepede kalan komutana anons ederek “Ģahıslar burada ancak Salih yok, oğlu Cezair'i
getirelim mi” dediğinde karĢıdan “getirin” emri verildi.. Askerlerin götürdüğü insanların bir
daha geri gelemeyeceğini bilen Örhan ailesi çoluk çocuk askerlere direnip ağlayıp feryat
etmeye baĢladılar. KarĢı koyulduğunu yukarıdaki komutana bildiren askere, komutanın „biz
Bolu‟dan geldik yabancıyız, bize yol gösterin, sizi bırakıcağız‟ demelerini istediğini herkes
duydu. Bu üç kiĢi sağ olarak askerlerin gözetiminde GümüĢsuyu mezrasında Zeyrek
karakoluna götürülürken görüldü. Zeyrek köyünde oturan teyze oğlu onlara su vermek istedi.
Ancak izin vermediler. Zeyrek Karakolundan sonra Lice yatılı okulunda da Örhan ailesini
tanıyan ve gözaltında olan Ramazan Ayçiçek “Lavaboya giderken Cezair‟i gördüm. Bbana
'bize iĢkence yapıyorlar. Babam Hasan Örhan Allahtan korkmuyor musunuz, benim de
oğlum asker neden bunu bize yapıyorsunuz dedikten sonra bizi iĢkenceden çıkardılar. Sonra
bize elbise giydirip dağa çıkardılar kameraya çekip serbest bırakacaklarını söylediler"
dediğini Örhan ailesine anlattı. Ardından da, "daha sonra beni Urfa cezaevine gönderdiler.
Bir daha göremedim onları" dedi.
Daha sonra Kulp‟ta 8 kiĢinin öldürüldüğü haberini alan köylüler cenazelere bakmaya gittiler.
Ancak öldürülenlerin cesetleri yakıldığı için teĢhis edilmedi. Ailenin yapmıĢ olduğu bütün
baĢvurulardan bir sonuç alınamadı. 09 MAyıs 2003 tarihinde Kulp‟un Bağcılar Kevrekok
mevkiinde yani daha önce köylülerin gidip teĢhis edemedikleri yerde bulunan toplu mezar için
gözaltında kaybedilen Kudusi ADIGÜZEL için eĢi Muhlise ADIGÜZEL, DNA için savcılığa
baĢvurdu. Ardından Kulp Savcılığı mezarı açıp 8 kiĢiye ait kemikleri Ġstanbul Adli Tıp‟a
gönderdi. Ancak çesetlerden hiçbirinin Kudusi ADIGÜZEL‟e ait olmadığı yönünde rapor
geldi. Gazetede olayı okuyan M.Selim Örhan‟ın oğlu Adnan Örhan 14/07/2006 tarihinde
Diyarbakır C.savcılığına baĢvurdu. 30 Nisan 2007'de sonuç geldi. Cesetlerden biri babası M.
Selim'e diğeri ise amcası Hasan‟a aitti. Amcaoğlu Cezair‟e ait bir iz bulunmadığı rapor
edilmiĢti, Kemiklerini alıp bir mezar taĢı dikmek isteyen Örhan ailesi bu kez kemiklerin kayıp
olduğunu öğrendi.
Kaybolan kemikleri Kulp Savcılığına yazılı olarak sordular. Ancak Savcılık kemiklerin
kendilerinde olmadığı söyledi. Bu kez 26 ġubat 2009 tarihinde kaybolan kemikleri Ġstanbul
Adli Tıp‟a sordular. Gelen cevabi yazıda kemiklerin Kulp savcılığına gönderildiği bildirildi.
Ancak Örhan ailesi bir türlü yakınlarının kemiklerine ulaĢamadı. Örhan ailesi Kulp Savcılığına
kendileri hakkında suç duyurusunda bulunacağını sözlü olarak söylediğinde, Kulp Savcılığı
09 Mart 2010 tarihinde Örhan ailesine kemiklerin kimsesizler mezarlığına birçok kemikle
birlikte tek mezara gömüldüğünü söyledi.
Bu nedenle Örhan ailesi sevdiklerinin ne kemiklerini alabildi, ne de onlara bir mezar taĢı
yaptırabildi. Dava AĠHM‟e taĢındı. AĠHM Türkiye‟yi mahkum etti. (Karar tarihi: 18.06.2002
BaĢvuru no: 256567/94)
.
24– HÜSAMETTĠN YAMAN-MEHMET SONER GÜL
1970 Sakarya doğumlu 22 yaĢındaki Hüsamettin Yaman Ġstanbul Üniversitesi Çam Meslek
Okulu‟nda, 1970 Mersin-Değirmendere köyü doğumlu Mehmet Soner Gül ise, CerrahpaĢa
Tıp Fakültesi‟nde öğrenci idi. Soner ve Hüsamettin 80‟li yılların sonunda gençlik mücadelesi
içinde yer almıĢtı. Polis tarafından birçok kez gözaltına alınmıĢ iĢkence görmüĢ ve ölümle
tehdit edilmiĢlerdi.
Hüsamettin ve Soner 05 Mayıs 1992 tarihinde kayboldu. Avukatları onları Devlet Güvenlik
Mahkemesi Savcılığına, siyasi Ģubeye ve cezaevlerine sordu.Olumlu bir sonuç elde
edemediler. Ağabey Feyyaz Yaman, Hüsamettin‟i kiĢisel iliĢkileri ile araĢtırarak onun ve
arkadaĢı Soner‟in Siyasi Ģubede olduğunu öğrendi. Bu bilgi üzerine avukatları
BayrampaĢa‟da gözaltına alınma olasılığını değerlendirerek BayrampaĢa karakoluna
sordular. Karakol yetkilisi “gözaltına almıĢ olsalar bile Ģubeye gönderdiklerini” söylediler. Her
iki bilgi ıĢığında ısrarla DGM kayıtlarını araĢtırdılar. Ancak sonuç yine olumsuz oldu.
Avukatları Cumhuriyet Savcılığı‟na baĢvurarak suç duyurusunda bulundu. Ardından abisi
Feyyaz, devlet kapılarında, konsolosluklarda kardeĢi Hüsamettin‟i aradı durdu. Hüsamettin
ve Soner‟in bir daha izine rastlanılmadı. ArkadaĢları Hüsamettin ve Soner‟i en son 4 Mayıs
1992 tarihinde Fındıkzade‟ de görmüĢlerdi. Avukatlarının ve arkadaĢlarının bulunduğu suç
duyurusu numarası 1992/22873. Ġlgili soruĢturma savcısı ise Ayhan Karapınar‟dı.
25– HASAN GÜLÜNAY
4 çocuk babası olan Hasan Gülünay, 1992 yılı Temmuz ayının 20‟sinde evinden çıktı ve bir
daha geri dönmedi. Hasan‟dan önce gözaltına alınan Erdal Çam gözetim altından
salıverildikten sonra kendisine Hasan Gülünay‟ın fotoğrafı gösterildi, Ģubede tuvalete
gittiğinde Hasan Gülünay‟la yüzyüze geldiğini Karısı Birsen Gülünay‟a söyledi..SHP
Milletvekili Mehmet Moğultay tarafından Ankara‟dan Terörle Mücadele Dairesi ile yapılan
telefon görüĢmesinde, Hasan Gülünay‟ın dairelerinde gözetim altında olduğu ve avukatı
DGM savcılığından izin aldığı takdirde kendisiyle görüĢtürülebileceği ailesine bildirildi.. O
dönem AsayiĢ ġube‟de BaĢkomiser olan ve Susurluk kazasıyla gündeme gelen Ġstanbul
Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ‟ın, dönemin ÇalıĢma Bakanı Mehmet
Moğultay‟a “yaraları iyileĢiyor, sonra savcıya çıkaracağız” dediğini Mehmet Moğultay,
Hasan‟ın karısı Birsen‟e söyledi. Hasan Gülünay‟dan bir daha haber alınamadı
26– MEHMET ÖZDEMĠR
Canlı hayvan ticareti yapan 44 yaĢındaki (1954 Lice doğumlu) Mehmet Özdemir,
Diyarbakır‟ın Bağıvar köyünde yaĢıyordu. Birisi henüz doğmamıĢ sekiz çocuk babasıydı.
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) üyesi olan Mehmet Özdemir, defalarca gözaltına alınmıĢ,
iĢkenceye maruz kalmıĢtı. PKK‟ye yardım ve yataklık etme gerekçesiyle birçok kez
yargılanmıĢ ve beraat etmiĢti. Birçok kez de ölümle tehdit edilmiĢti. 26 Aralık 1997 günü
Diyarbakır Urfa kapı civarında bir kahvede otururken, insanların gözü önünde çevrenin sivil
polis olarak bildiği telsizli kiĢiler tarafından gözaltına alındı. EĢi Enzile Özdemir 29 Aralık
1997 günü, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığı‟na bir dilekçe ile
baĢvurarak; “kahveden sivil polisler tarafından zorla götürülen eĢinin nerede olduğuna” dair
bilgi istedi. Aynı gün savcılık tarafından dilekçesine “Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına
alınmıĢtır” ibaresi taĢıyan bir damga vuruldu.
9 günlük gözaltı süresi tamamlanmasına rağmen Mehmet Özdemir mahkemeye
çıkarılmayınca Enzile Özdemir Ġnsan Hakları Derneği Diyarbakır ġube BaĢkanı Avukat
Osman Baydemir ile birlikte savcılığa gitti. Savcılık, Bu kez; "böyle bir gözaltı yok" dedi.
Kocasının gözaltında olduğuna dair, elindeki resmi belge bir iĢe yaramadı. Mehmet
Özdemir‟den bir daha haber alınamadı. Ezile Özdemir‟in ve ĠHD‟nin tüm baĢvuruları
sonuçsuz kalınca dava Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi (AĠHM)‟ne taĢındı. 08 Ocak 2008
tarihinde AĠHM oybirliği ile “Türk Hükümeti‟nin, Mehmet Özdemir‟in kaybolması ve ihtimal
dahilinde olan ölümünden sorumlu olduğu” kararına vardı ve Türkiye mahkum oldu. ( Karar
Tarihi: 8 Ocak 2008 -BaĢvuru No: 54169/00)
27- NAZIM BABAOĞLU
12.03.1994 günü saat 10.00 dan itibaren Anadolu Ajansı Siverek muhabiri Murat Yoğunlu,
Özgür Gündem Gazetesi Urfa Bürosu‟na birkaç kez telefon ederek “mutlaka biriniz Siverek'e
gelin, çok önemli bir haber var” demesi üzerine gazete temsilcisinin görevlendirdiği 1975
doğumlu Nazım Babaoğlu saat 11:00‟de Siverek‟e gitmek üzere yola çıktı. AkĢam saatlerine
kadar kendisinden haber alınamayınca gazete yetkilisi Bayram Balcı, Urfa Valiliği‟ne
baĢvurdu. Gazetenin imtiyaz sahibi, Babaoğlu'nun durumu konusunda ĠçiĢleri Bakanlığı
MüsteĢar Yardımcısı Metin Yasaksoy'la görüĢtü. Balcı ile Nazım‟ın babası Urfa ve Siverek
Emniyet Müdürlüğü‟ne baĢvurdu. Bölgeye hakim olan Bucak aĢiretiyle de görüĢtü. Her yerde
cevap aynıydı: “Biz almadık, bizde yok!..”Ailenin ve gazete çalıĢanlarının araĢtırması
sonucunda, korucu baĢı Sedat BUCAK‟a bağlı korucuların Nazım'ı gözaltına aldığı bilgisine
ulaĢıldı. Nazım'ı Siverek'te gördüklerini söyleyen tanıklar çıktı. Ama Savcı Müjdat Saraç
tanıkların ifadesine baĢvurmayı reddetti.19 yaĢındaki gazeteci Nazım Babaoğlu‟ndan bir
daha haber alınamadı. Babaoğlu ailesi, dönemin Özgür Gündem gazetesi çalıĢanları ve
bölge halkı, Nazım‟ın devletin gücü ve desteğiyle hareket eden Bucak aĢiretine mensup
korucular ve sonradan açığa çıkan Susurluk çetesi tarafından kaçırılıp, kaybedildiğine
inanmakta.
28– ĠBRAHĠM GÜNDEM
Ġbrahim Gündem ailesi ile birlikte Diyarbakır-Hazro‟ya bağlı Sarıerik köyünde ikamet
ediyordu. 9 çocuk babasıydı. Sık sık askerler köye gelip korucu olmaları yönünde baskı
yapıyorlardı. Hatta yakın köylüsü Veysi‟yi gözaltına alan ve daha sonra serbest bırakan
askerler „Sen paçayı kurtardın, Ġbrahim Gündem‟i yakalarsak, onu asla göremezsiniz,
cesedini bile bulamazsınız” demiĢlerdi.
25 Eylül 1991 tarihinde gece saat 24.00 civarında Üsteğmen Kenan ġahin komutasındaki bir
cemse asker Sarıerik köyündeki evlerine baskın düzenledi Herkes uyuyordu. Birden silah
sesleriyle uyandılar. Bir ses “çıkın, evlerinizden çıkın” diye bağırıyordu. Bağıran komutandı
“Ġbrahim‟i mermer karakoluna götüreceğim” diyordu. Ġbrahim Gündem giyinip askerlerle
birlikte ayrıldı köyden. Anne Meryem Gündem, sabah karakola oğlunu sormaya gitti. Karakol
Ġbrahim‟i aldığını inkar etti. Hazro Cumhuriyet Savcılığına baĢvuran anne Meryem‟e tekrar
Hazro Karakoluna gitmesi söylendi. Anne Meryem tekrar Karakola dilekçeyle baĢvuruda
bulundu. Karakol Komutanı hiçbir dilekçeye cevap vermedi. Anne Meryem hergün karakola
gidip oğlu Ġbrahim‟i sordu. Bir kez Üsteğmen hakaretler yağdırarak “akıbetiniz Ġbrahim gibi
olacak, siz gidin insan haklarına” diye bağırdı. BeĢinci ayın sonunda yakın köylerden bir cami
hocası “Ġbrahim kontrgerillanın elindedir, çok iĢkence görmüĢ, vücudundaki izler çok büyük
olduğu için Ģimdi bırakmayacaklar” dedi. Ġbrahim‟i bir daha haber alınamadı.
29- SALĠH BOZIġIK
Salih BozıĢık Türkiye'nin ilk kayıplarından biriydi. Bir tütün iĢçisi olan Salih BozıĢık 1937'de
kaybedilmiĢti.
1924 yılında ailesiyle birlikte 'mübadil' olarak Türkiye'ye geldi. Salih BozıĢık o yıllarda
Türkiye'de Yaprak Tütün ĠĢçileri Cemiyeti'nin kurucusu oldu.Tütün iĢçilerinin üye olduğu
cemiyetin 30 bin üyesi vardı. Aynı zamanda TKP üyesi de olan Salih BozıĢık 1937 yılında
gözaltına alındı ve kaybedildi. KardeĢi Mehmet BozıĢık 90‟lı yıllarda yüz yaĢına merdiven
dayamıĢken Salih BozıĢık‟ın fotoğrafıyla Galatasaray‟da kayıp yakınlarıyla birlikte kardeĢinin
akıbetini sordu.
30- MAKSUT TEPELĠ
1959 MuĢ-Varto‟ya bağlı Omcalı köyü doğumlu Maksut Tepeli öğretmendi. Gözaltında
kaybedilmeden önce 980 yılının 4 ġubatında Erzincan‟da gözaltına alındı. ĠĢkenceli
sorgulardan geçirildi. Tutuklandı.
Erzurum ve Erzincan cezaevlerinde 4 ay yattı. Delil yetersizliğinden tahliye oldu.
2 ġubat 1984‟te birilerinin ifadesi sonucu kaldığı eve baskın yapan polisin ateĢ açması
sonucu yaralandı. Ağır yaralı olduğu halde hastane yerine gözaltı merkezine götürüldü.
Sürekli kan kaybetmesine karĢın yoğun iĢkenceler yapıldı. Onu hücrede, iĢkencede görenler
tanıklık etti. Ama Maksut‟tan bir daha haber alınamadı. Annesi, eĢi Gülay Tepeli, babası
gözaltına alındığında 2,5 yaĢında olan kızı Solmaz Diren 25 yıldır Maksudu arıyor.
31-HÜSEYĠN TORAMAN
Hüseyin Toraman 27 Ekim 1991 tarihinde Ġstanbul KocamustafapaĢa'daki evinden bakkala
gitmek üzere çıktığında 3 sivil polis tarafından herkesin ve eĢinin gözleri önünde bir araca
bindirilerek götürülmesinden sonra, kendisinden hiç bir haber alınamadı.
Hüseyin‟i gözaltına alan polislerin,sorgulayan polislerin kimlikleri belli olmasına rağmen
gözaltına alındığı inkar edildi.
Annesi Hatice Toraman Süleyman Demirel ile görüĢtü Demirel “oğlun cebimde mi çıkarıp
vereyim “ demekle yetindi.
Hüseyin Toraman'ın tutuklanan eĢi. cezaevinden yaptığı basın açıklamasında.polislerin
kendisini Hüseyin Toraman'ın yurtdıĢında olduğuna dair ifade vermeye zorladıklarını söyledi.
TBMM insan Haklarını Ġnceleme Komisyonu bünyesinde oluĢturulan bir kurulun Hüseyin
Toraman'ın zorla kaybedilmesine iliĢkin araĢtırması, bu konuda açıklanan tek araĢtırma
olarak kaldı. 992/1 esas ve 1992/1 karar no. Bu raporda, "kayıp oldu iddia edilen Hüseyin
Toraman'ın bulunamadığı sonucuna varılmaktadır. “ denilmekte ve oturduğu evdeki son
kiracının Ermeni olmasına dayanılarak “Toraman'ın Ermeni örgütleriyle bağlantısının
olabileceğine dikkat çekilerek Toraman'ın yurtdıĢına çıkmıĢ olabileceği kanısı “ belirtilmiĢti.
Akıl ve izan dıĢı bu tespitler kaybedenleri cesaretlendirmiĢ ve Toraman‟dan sonra
Ġstanbul‟da
çok sayıda genç peĢ peĢe gözaltına alınarak kaybedilmiĢti.
32-FERHAT TEPE
Ġsak Tepe, 1993 yılında DEP Bitlis ġube BaĢkanlığı yaparken Tatvan 6. Zırhlı Tugay
Komutanı General Korkmaz Tagma‟nın daveti üzerine katıldığı bir toplantıda Kürtlerin kültürel
ve demokratik haklara sahip olmaları gerektiğini belirtmesi üzerine Generalle tartıĢmıĢlar;
general, Tepe‟nin çocukları hakkında bilgi almıĢ ve ülkenin sadık vatandaĢları olarak
yaĢamlarını sürdürmedikleri takdirde yokedileceklerini belirtmiĢti.
Ġshak Tepe‟nin oğlu Ferhat Tepe Özgür Gündem Gazetesi Bitlis muhabiriydi. 28.07.1993
tarihinde yolda içinde 3 kiĢinin bulunduğu bir araca zorla bindirilerek kaçırıldı
Ġshak Tepe‟yi telefonla arayarak oğlunun hayatına karĢılık DEP il örgütünü kapatmasını ve
fidye vermesini istediler. Baba Tepe günlerce bu tarz telefonlar aldı ama yetkililer telefonun
nereden edildiğini tesbit edemediklerini iddia ettiler. Ġshak Tepe telefondaki sesin Tatvan 6.
Zırhlı Tugay Komutanı General Korkmaz Tagma‟ya ait olduğunu kamuoyuna açıkladı.
Ferhat‟ın iĢkence görmüĢ bedeni 9 Ağustos 1993 tarihinde Hazar gölün‟de köylüler
tarafından bulundu. Ailesine haber verilmeksizin Elazığ Kimsesizler mezarlığına defnedildi.
Ailenin ısrarlı araması sonucunda Ferhat‟ın bedenine ulaĢıldı. Resmi makamlar Ferhat‟ın 400
km uzaklıktaki Hazar Göl‟ne yüzmeye gittiğini ve orada boğulduğunu söylediler.
Ferhat Tepe‟yi sorguda gören 2 kiĢi tanıklık etti. Ağır iĢkenceye maruz kaldığını anlattılar. Bu
kiĢiler aynı tanıklığı AĠHM‟de de yapacaklardı ama 13 yıl sonra yaptıkları açıklama ile tehdit
ve rüĢvetle AĠHM yargıçlarına Ferhat Tepe‟yi görmediklerine dair yalan beyanda
bulunduklarını söylediler.
AĠHM mahkemesi Tepe davasında, davacının oğlunun Ģüpheli ölümüne iliĢkin etkin
soruĢturma yapılmaması nedeniyle, Türkiye‟nin Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesinin 2. ve
13. maddelerini ihlal ettiğine karar verirken, diğer maddelerin ihlal edildiğine iliĢkin iddiaları
yerinde görmedi.
33- KEMAL BĠRLĠK, ABDULBAKĠ BĠRLĠK, ZÜBEYĠR BĠRLĠK, ZEKĠ ABALIK
Kemal Birlik, örgüte yardım ve yataklık iddiasıyla tutuklanarak 3 yıl 9 ay ceza aldı. Mardin`in
Kızıltepe Ġlçesi Yarı Açık Cezaevi`nden 29 Mayıs 1995 tarihinde tahliye edildi. Onu almak
üzere Mutki`den Kızıltepe`ye giden Mutki Nüfus Müdürü babası Abdulbaki Birlik, Tapu
Müdürü olan ağabeyi Zübeyir Birlik, dayısı Zeki Abalık ve Kemal Birlik‟ten bir daha haber
alınamadı. Birlik ailesi Kızıltepe C.Savcılığına baĢvurdu. Ancak kendilerine Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi‟ne baĢvurmaları gerektiğini söylendi. Ailesinin yaptığı tüm giriĢimler
sonuçsuz kaldı. Birlik ailesi fertleri onları ararken sürekli güvenlik güçleri tarafından tehdit
edildiler.
34-AYDIN AY
BATMAN HEP üyesi Aydın Ay, 14.07.1993 tarihinde akĢam yemek sonrası evin yakınındaki
bakkaldan sigara almak için çıktı ve bir daha geri dönmedi. KomĢuları Aydın‟ın sivil kiĢilerce
zorla bir arabaya bindirildiğini ailesine söylediler. Ailesi oğulları Aydın Ay‟ın Batman Ġl
Emniyet Müdürlüğü‟nde olduğunu öğrendi. Anne Raziye Ay gözaltına alınan oğluna 14 gün
boyunca her gün yemek ve sık sık temiz giysi götürdü. Polisler her defasında yemek ve
giysileri kendisinden alarak bir not yazıp içeri götürdüler. 15. gün yemek götüren Annesi‟ne
yemeği alamayacaklarını, Aydın‟ın kendilerinde olmadığını söylediler. Aydın Ay‟ın bir daha
izine rastlanmadı.
35–M. ġĠRĠN MATLU
M.ġirin Matlu, 29.11.1994 tarihinde, Batman‟ın Kozluk ilçesine bağlı Zediye mezrasında
ikamet ediyordu. 2 askeri Pomerle, asker, korucu ve Özel Hareket Timleri tarafından
düzenlenen baskında gözaltına alındı. Bir gün sonra kendisine uygulanan yoğun iĢkencenin
acıları içinde ve çok bitkin bir halde köye geri getirilip PKK sığınaklarını göstermesi istendi.
Kendisi PKK ile ilgisinin olmadığını, sığınaklarının yerini bilmediğini söyledi. Askerlerin
baĢında Bekirhan adlı Karakol Komutanı ve Kozluk jandarma Karakol komutanı
bulunuyordu. M. ġirin tekrar askeri araca bindirilerek götürüldü ve bir daha onu gören olmadı.
36–AYDIN TEKAY
Aydın Tekay evli ve biri dört, diğeri de iki yaĢında olmak üzere iki çocuğu vardı. EĢi
hamileydi. Kendisi, ailesine bakacak kimse olmadığı için askere gidemiyordu. Sebze satarak
geçimini sağlıyordu. 11.04.1994 tarihinde Diyarbakır‟ın Lice ilçesine bağlı Diber köyüne
otobüsü ile giderken, Kocaköy Jandarma Komutanlığı tarafından aracı durdurularak tüm
yolcuları ile birlikte bekletildi. Aydın Tekay, asker kaçağı olduğu gerekçesiyle gözaltına
alındı. Haber ailesine ulaĢtı. Anne Tekay bir dilekçe ile DGM BaĢsavcısı‟na oğlunun akıbetini
sordu. Savcılık dilekçesi kayıt altına alarak geri verdi. Anne Tekay bu belgeyi sakladı. Aydın
Tekay‟ın gözaltında kaybedilmesinden bir ay sonra “çatıĢmada öldü ve Jandarma tarafından
dönemin Lice belediye baĢkanına teslim edildiği” Ģeklinde çıkan söylentiler dıĢında bir Ģey
elde edemeyen Tekay ailesi ondan bir daha haber alamadı. Abdulkadir Aygan‟ın
itiraflarından sonra, 2009 yılında ĠHD Diyarbakır Ģubesine baĢvuran Hatice Tekay; oğlunun
1994‟den beri kayıp olduğunu söyledi. "BaĢvuru yapıp yapmadığı" soruldu. Okuma yazması
olmayan Anne Tekay, baĢvuru yaptığını söyledi ve bir belge getirdi. Belgede, Aydın Tekay‟ın
24 Nisan 1994 tarihinde Kocaköy Jandarma Komutanlığı‟nca gözaltına alındığına dair 18788
sicil nolu DGM savcısı tarafından dilekçesine kaĢeli, imzalı not düĢülmüĢtü. Resmi
ağızlardan gözaltına alındığı ailesine söylenmesine rağmen, Aydın Tekay‟ı bir daha gören
olmadı
37–M.SALĠH
AKDENĠZ-BEHÇET
TUTUġ-ÜMĠT
TAġ-TURAN
DEMĠR-NURETTĠN
YERLĠKAYA-ABDO YAMUK-M.ġERĠF AVAR-HASAN AVAR-M.ġAH ATALA-CELĠL
AYDOĞDU-BAHRĠ ġĠMġEK
09.10.1993 tarihinde Bolu Tugayı tarafından bölgede yapılan operasyonda ellinin üzerinde
insan gözaltına alındı. 11 kiĢi hariç diğerleri çeĢitli tarihlerde serbest bırakıldı, M.Salih
Akdeniz, Behçet TutuĢ, Ümit TaĢ, Turan Demir, Nurettin Yerlikaya, Abdo Yamuk, M.ġerif
Avar, Hasan Avar, M.ġah Atala, Çelil Aydoğdu, Bahri ġimĢek‟den bir daha haber alınamadı.
Daha sonra bulunan 9 insan kemiklerinin Adli Tıp Kurumun da yapılan DNA testleri kayıpların
DNA‟larıyla uyumlu çıktı, ancak Celil Aydoğdu‟nun kemikleri fazla aĢınma nedeniyle DNA
testine cevap vermedi. M.ġah Atala ve Bahri ġimĢek‟e ait testler sonuçlanmadığından kayıp
Ģahıslara ait kemikler ailelere verilemedi. Dosya AĠHM‟e taĢındı. AĠHM Türkiye‟yi bu davadan
AĠHS‟in insan yaĢamını güvenceye alan maddelerini ihlalden iki milyon mark tazminat
ödemeye mahkûm etti.
TBMM alt komisyon raporunda ise, 1993 yılında gözaltına alınan ve kendilerinden bir daha
haber alınamayan Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğdu, Mehmet ġah Atala, Nusreddin
Yerlikaya, Turan Demir, Behçet TutuĢ, Bahri ġimĢek, ġerif Avar, Hasan Avar, Ümit TaĢ ve
Abdi Yumuk'un PKK terör örgütü ile ilgilerinin tespit edilemediğine yer verildi.
Bulunan toplu mezarın, 11 kiĢinin gözaltında alındığı yerde ortaya çıkmasının ''mezarların bu
kiĢilere ait olduğu'' iddiaların doğruladığına iĢaret edilen raporda, ''Delilerin toplanması
sırasında Kulp Cumhuriyet Savcılığı'nın yeterli özeni göstermediği, olay yerine gitmediği,
maktullere ait kemik ve diğer eĢyaların köylüler tarafından toplanarak getirilmesini istediği,
köylülerin bu delilleri çuvallara koyarak getirmesinden sonra ulusal basın eĢliğinde olay
mahalline gittiği anlaĢılmıĢtır'' denildi.
11 köylünün gözaltına alınması olayının Bolu'dan bölgeye sevk edilen General Yavuz Ertürk
komutasındaki Bolu Komando Dağ Taburu'nun operasyonu sırasında gerçekleĢtiğinin
anlaĢıldığına dikkat çekilen raporda, bu kiĢilerin yakınlarının çektiği acılar nedeniyle olayla
ilgili cezai soruĢturma açılması gerektiği kaydedildi.
38- HÜSEYĠN AYDEMĠR
Ġstanbul-Esenyurt‟ta ikamet eden Hüseyin Aydemir, 19 Ekim 1995 tarihinde eĢiyle birlikte
Aksaray‟da yürürken 2 araç yanlarına yaklaĢtı. Hüseyin zorla bir araca bindirildi. EĢi aracın
plakasını alıp Avcılar Emniyetine gitti. Emniyet‟te görevliler, plakanın kendilerine ait
olduğunu, ancak böyle bir Ģahsı almadıklarını belirttiler. Bu kez C.Savcılığına baĢvurdu.
Savcı dilekçeyi geri çevirdi. Hüseyin Aydemir‟den bir daha haber alınamadı.
39-AHMET ġAHĠN
18.03.1993 tarihinde Diyarbakır Lice'ye bağlı Sine köyünden sağlık sorunları için Diyarbakır'a
gitmek isterken Hazro giriĢinde askerler tarafından gözaltına alındı. Lice Jandarma Karakol
Komutanı Nevzat Arık, Ahmet'in "aranan bir Ģahıs olduğunu" söyleyerek, Lice jandarma
birliğine teslim etti. Aynı yerde gözaltında olan ve daha sonra serbest bırakılan Ģahıslar,
Ahmet'in de orada gözaltında olduğunu ailesine söyledi. Aile, Halil Kaplan adındaki
akrabalarını Ahmet‟in akıbeti için Lice Jandarmaya gönderdi. Halil de 3 gün gözaltında
tutuldu. Ahmet‟in Lice Yatılı Bölge Okulunda okumakta olan akrabası Ġsmail Demir, okulu
karargâh olarak kullanan askerlerin arasında Ahmet‟i gözleri bağlı, elleri arkasından bağlı ve
yüzü kanlı Ģekilde bir minibüse bindirilirken gördü ve ailesine haber verdi. Aile Diyarbakır
DGM‟ye yazılı baĢvuruda bulundu. DGM 20.04.1993 tarihli bir yazıyla "Ahmet ġahin
22.03.1993 tarihinde gözaltına alındı, 27.03.1993 tarihinde mevcut durumuna sabit
ikametgaha rapten serbest bırakıldı" Ģeklinde yanıt verdi. Ancak Ahmet ġahin‟den bir daha
haber alınamadı.
40- MEHMET GÜRKAN
1994 yılında Diyarbakır‟ın Hani ilçesi Akçayurt köy muhtarı iken, askeri birliğe çağrıldı. Birçok
insanın gözü önünde helikoptere zorla bindirildi. Çok sayıda görgü tanığının ifadelerine
rağmen gözaltına alındığı inkar edildi. Mehmet Gürkan‟dan bir daha haber alınamadı.
41- HALĠL BĠRLĠK –MEHMET BĠLGEÇ
Halil Birlik ve kayınbiraderi Mehmet Bilgeç, 07.11.1996 tarihinde, Silopi ilçesindeki Habur
sınır kapısından Irak‟a gitmek üzere yola çıktı. Araç, yolda Özel Askeri Birlik tarafından
durduruldu. Askerler, aracın anahtarını Ģoförden alarak, Halil ve Mehmet‟i meçhul bir
yolculuğa çıkardılar. Araç daha sonra geri getirilip Ģoföre teslim edildi ve "Mehmet ve Halil‟in
ifadeleri var, sen git onları daha sonra serbest bırakacağız" denildi.. Aynı zamanda Silopi
Belediye BaĢkan‟ının makam Ģoförü de olan araç sürücüsü, durumu ailesine haber verdi.
Aileler, C.Savcılığına bilgi verdi. Savcılık Ģoför ile birlikte keĢif yaptı. KeĢif sonrası Ģoför
Gümrük Kapısındaki Emniyet'te alıkonuldu. Ailelerin tekrar Savcılığa haber vermesi üzerine
Ģoför gece saat 23.00'te evinin önüne bırakıldı. Olaydan bir hafta sonra ĠçiĢleri Bakanı Meral
AkĢener‟in Silopi Ġlçesine gelmesi üzerine aile Bakana ulaĢtı. Bakan "olayın aydınlatılacağını"
söyledi. Ancak tüm giriĢimlere rağmen bir sonuç elde edilemedi.
42- ġEYHMUS EROĞLU
Batman‟ın bir köyünde ikamet ediyordu. 21.09.1995 tarihinde köy korucuları ve polislerin
gece saat 24.00‟de evine yaptıkları baskın sonucunda ġeyhmus Eroğlu gözaltına alındı.
Olayın ardından ailesinin tüm giriĢimleri sonuçsuz kaldı, yetkililer ne ev baskınını, ne de
gözaltına alındığını kabul ettiler. ġeyhmus Eroğlu‟ndan bir daha haber alınamadı.
43–MEHMET FINDIK, EMĠN FINDIK-ÖMER KARTAL
ġırnak‟ın Silopi ilçesinde resmi bayramlarda veya diğer özel günlerde bütün köylerin
muhtarlarının Jandarma Karakolu‟na ve Emniyet Müdürlüğü‟ne hindi, tavuk, benzeri
yiyecekler Ģeyler götürme zorunluluğu vardı. Doruklu (Xezayi) köy muhtarı Mehmet Fındık‟ı
31.12.1995 tarihinde saat 13.30‟da Silopi Jandarma Karakolu‟ndan arayan bir yetkili yılbaĢı
gecesi için 3 hindi istedi. Muhtar Mehmet, kardeĢi Emin Fındık ve akrabaları Ömer Kartal‟ı
yanına alarak saat 14.00 sıralarında 2 hindiyi jandarmaya, 2 hindiyi de Emniyet
Müdürlüğü‟ne götürmek üzere Broadway marka özel aracı ile yola çıktılar. Mehmet
yanındakilere “siz burada bekleyin” diyerek Emniyet‟e girdi, ancak geri dönmedi. Onu
sormaya giden Ömer de geri dönmedi. Bu arada nizamiyede nöbetçi asker, Emin Fındık‟ı çay
içmeye çağırdı. O da geri dönmedi. Köylüler akrabaları geri dönmeyince kadın-erkek hepsi
Silopi Emniyet Müdürlüğü‟ne yürüyüĢ düzenledi. Panzerlerle köylülerin önü kesildi. Birgün
sonra tüm köylüler tekrar karakola yürüyüĢ düzenlediler. Bir sonuç alamadılar. Köylüler kayıp
olan yakınlarını emniyete sordu. Anne Meryem Fındık, oğullarının götürdüğü hindileri
Emniyette gördü. Emniyet Müdürlüğü “bize hindi verdikten sonra geri döndüler”
açıklamasında bulundu. Bu arada KorucubaĢı Çetin Uçar ve kardeĢi Tahir Uçar ile
yanlarında ki iki kiĢi daha telaĢla Emniyet‟ten çıktılar Tüm resmi giriĢimlerine rağmen kayıp
kiĢilerden bir daha haber alınamadı. Aracı Silopi‟de Cudi mahallesinde plakası ve teybi
sökülmüĢ halde bulundu. Anne Meryem Fındık çocuklarının ve akrabaları Ömer Kartal‟ın
kaybedilmesinden o gün görev yapan “Koçero” lakaplı kiĢi ile BinbaĢı Cemal‟i sorumlu
tutmaktadır.
44-AHMET ÇAKICI
Gözaltına alınmadan 1 hafta önce evini Hazro Çitlibahçe (Halhal) köyünden, Diyarbakır
merkezine taĢıdı. 8 Kasım 1993 tarihinde kalan eĢyalarını almak üzere köye gitti. Köyden
ayrılmadan önce asker ve Hazro‟ya bağlı KırmataĢı, Sarıerik, MeĢebağları ve Kavaklıboğaz
köy korucular tarafından köye baskın düzenlendi. 400 civarında korucu ve asker köye dağılıp
köyü ateĢe verdiler. Operasyon sabah erken saatlerde baĢladığı sırada köylüler açık bir
alanda toplanırken, Ahmet Çakıcı evinin çatısına saklamıĢ olduğu 4.700.000 TL„yi alarak
evden çıkmaya çalıĢırken gözaltına alındı. Bu olaya bütün köylüler tanıklık etti. Karısı
Remziye Çakıcı bir üsteğmenin Ahmet Çakıcı‟nın üzerindeki parayı alırken gördü.
Ahmet Çakıcı, önce Hazro Jandarma karargâhına, burada 1 gece tutulduktan sonra da
Diyarbakır Ġl Jandarma Komutanlığı‟na götürüldü. YaklaĢık 6–7 gün sonra yine aynı tarihte
güvenlik güçleri tarafından Bağlan‟da yapılan operasyonda gözaltına alınan Mustafa Engin,
Abdurrahman Al ve Tahsin DemirbaĢ adlı Ģahıslar Diyarbakır Jandarma Komutanlığı‟nda 16–
17 gün gözaltında birlikte kaldıklarını, Ahmet‟in gördüğü iĢkenceden kaburga kemiğinin kırık
olduğunu, kafatasının yarıldığını, birçok kez sorgulandığını ve elektrik Ģoku verildiğini ailesine
anlattılar. Daha sonra bu Ģahıslardan ikisi serbest bırakıldı. Abdurrahman Al ise tekrar
gözaltına geri alındı Bu kez Ahmet Çakıcı‟yı gözaltında görmedi. Yine Ocak 1994 tarihinde
Hazro‟ya bağlı Dolunay (Zenge) köyüne askerlerce düzenlenen baskında Hikmet Aksoy isimli
köylü gözaltına alınarak Hazro‟ya bağlı Kavaklıboğaz köy karakoluna götürülerek hücreye
konuldu. Ahmet Çakıcı‟yı orada gördü ve tanıĢtı. Ancak görgü tanıklarına rağmen, Ahmet
Çakıcı‟nın gözaltına alındığı kabul edilmedi. . Tüm resmi giriĢimlerden sonuç alamayan ailesi
davayı avukatları aracılığı AĠHM‟e taĢıdı. AĠHM Türkiye‟yi Çakıcı/Türkiye davasında mahkum
etti (AĠHM Karar tarihi 8 Temmuz 1999. BaĢvuru no:23657/94)
45–CEMĠL ÇELĠK
1994 Yılında Mardin ilinin Midyat ilçesine bağlı Çamyurt köyünde ikamet ederken, asker ve
köy korucularının evlerini yakması üzerine ve baskı nedeniyle Kızıltepe ilçesine yerleĢti.
26.09.1995 tarihinde oğlu Suat Çelik ve Hıdır Fidan ile birlikte Hinde Çamyurt‟taki bağlarına
gittiler. Ömerli‟de bir kahvede otururken yanına yaklaĢan iki sivil polisin “sen Necim
Çelik‟misin”? sorusuna “Hayır ben Cemil Çelik‟im” Ģeklinde cevap verdi. Bunun üzerine iki
sivil polis yanından ayrıldı. Cemil Çelik daha sonra oğlu Suat Çelik‟in dükkânına gitti. Hemen
ardından iki sivil polis “bizimle geleceksin” diyerek ve zor kullanarak Emniyet‟e götürüldü.
Ailesinin tanıdığı bir Ģahıs Emniyet‟te görevli bir komiserden Cemil Çelik‟in baĢka bir birim
tarafından Emniyet‟e alındığını öğrendiğinin bilgisini verdi. Sonra ailesi Emniyet‟e
sorduğunda da “bizdeydi götürdüler” bilgisine ulaĢıldı. Ailesi 10.10.1995 tarihinde Cumhuriyet
Savcılığı‟na baĢvuruda bulundu. Bir sonuç alamadı. Cemil Çelik‟ten bir daha haber
alınamadı.
46- ĠKRAM ĠPEK-SERVET ĠPEK-SEYĠTHAN YOLUR
18 Mayıs 1994 tarihinde sabah saat 10.00 civarında, yüzlerce üniformalı asker Türeli
Köyü Dahlezeri Mezrası‟na operasyon düzenledi. Askerler araçlarından inip mezraya
yaya olarak girdi. Aynı sırada askeri bir helikopter de mezranın üzerine geldi. Erkekleri,
kadınlarla çocuklardan ayırdılar. Askerler kimlikleri topladılar. Evler ve içinde hayvanlar
bulunan ahırlar sarı bir toz dökülerek ateĢe verildi. Askerler, isimleriyle çağırmaksızın,
rastgele (“Sen, sen ve sen” denerek) köylülerden Ġkram ve Servet Ġpek, Seyithan,
Abdülkerim, Nuri ve Sait Yolur‟u seçerek ekipmanlarını taĢıtmak üzere yanlarında
götürdü.
Ertesi gün, gözaltına alınan Abdülkerim, Nuri ve Sait Yolur serbest bırakıldı. Serbest
bırakılanlar ilk gece Ġkram Ġpek, Servet Ġpek ve Seyithan Yolur‟la aynı yerde
tutulduklarını sonra onlardan ayrı bir yere alındıklarını ve serbest bırakıldıklarını
söylediler. Ġkram Ġpek ve Servet Ġpek ile Seyithan Yolur‟dan bir daha haber alınamadı
Ailenin tüm giriĢimlerine ve tüm köylülerin tanıklığına rağmen gözaltına alındıkları inkâr
edildi.
Ġpek ve Yolur aileleri Genel Kurmay‟a, OHAL Bölge Valisi‟ne, Diyarbakır DGM
BaĢsavcılığı‟na, Lice Savcılığı‟na ve Lice Jandarma Komutanlığı‟na baĢvuruda bulundular.
Tüm makamlar baĢvuruları, “18 Mayıs 1994 tarihinde Türeli Köyü‟nde veya Dahlezeri
mezrasında askeri bir operasyon düzenlenmemiĢtir. Ne oğullarınız, ne de baĢka bir kimse
gözaltına alınmamıĢtır” Ģeklinde cevapladı.
Ġç hukuk yolları tükenince Ġpek ailesi AĠHM‟e baĢvurdu. AĠHM, oybirliği ile Ġkram Ġpek
ve Servet Ġpek‟in gözaltında kaybedildiği ve diğer köylülerle birlikte Ġpek Ailesi‟nin de
evlerinin yakıldığına karar verdi. (Karar Tarihi:17.02.2004. ĠPEK – TÜRKĠYE DAVASI.
BaĢvuru no. 25760 /94)
47-SÜLEYMAN SEYHAN
58 yaĢındaki Süleyman Seyhan‟a koruculuk dayatılmıĢtı. Bu dayatmayı kabul etmeyen
Süleyman Seyhan Mardin-Dargeçit Taburu tarafından 1995 Kasım ayının 29‟unda 6 kiĢiyle
birlikte gözaltına alındı. Gözaltına alındığına iliĢkin tanıkları vardı. Ailesi Savcılığa baĢvurdu,
tanıkların isimlerini verdi. Savcılık tanıkların ifadesini bile almadı. 5 ay sonra Süleyman
Seyhan‟a ait olduğu düĢünülen yakılmıĢ bir insan bedeni bir korucu köyünde bulundu. Hiçbir
DNA testi yapılmadan Seyhan ailesi cenazenin kendilerine ait olduğunu kabul etti. Seyhan
ailesi dava açtı. Ġç hukuk yolarının tükenmesi üzerine AĠHM‟e baĢvurdu. AĠHM davada yaĢam
hakkı ihlali ve etkili soruĢturma yürütülmediği gerekçesiyle 2004 yılında Türkiye‟yi AĠHS‟in 2.
ve 13. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm etti.
48-M. EMĠN ASLAN
20 yaĢındaki M.Emin Aslan 1995‟in Kasım ayında Dargeçit‟te gece saat 03.00 sıralarında
askerler tarafından düzenlenen operasyonda gözaltına alındı. Ailesi günlerce askeri tabura
gidip geldi. Yanıt hep “serbest bıraktık” oldu. M.Emin Aslan da diğerleri gibi aynı kaderi
paylaĢtı, kendisinden bir daha haber alınamadı.
49-NEDĠM AKYOL
Nedim Akyol 13 yaĢındaydı. 29 Ekim 1995 günü Mardin Dargeçit‟teki evleri sabaha karĢı ağır
silahlı askerlerce basıldı. Yatağından kaldırdıkları Nedim‟i gözaltına alarak Dargeçit
Jandarma Tugayı‟na götürdüler. Aile savcıya baĢvurdu. Telefonda askeriyeyle görüĢen savcı
“gözaltında, yakında bırakacaklar” “dedi. Nedim gelmeyince aile tekrar savcıya gitti. Yine
askeriyeyi arayan savcı Nedim‟in ve onunla birlikte gözaltına alınan 7 kiĢinin serbest
bırakıldığını söyledi. Nedim‟den ve diğerlerinden bir daha haber alınamadı. Kaybedilen
çocukların ortak bir yanı vardı; aileleri tüm baskılara karĢı korucu olmayı reddetmiĢlerdi.
Korucu olmayı reddeden aileler, ilkokul çağındaki çocukları gözaltında kaybedilerek
cezalandırılmıĢlardı...
50-ABDULLAH OLCAY
Lise öğrencisi Abdullah Olcay 18 yaĢındaydı. 29 Ekim 1995 günü Mardin Dargeçit‟teki evleri
sabaha karĢı ağır silahlı askerlerce basıldı. Yatağından kaldırdıkları Abdullah‟ı gözaltına
alarak Dargeçit Jandarma Tugayı‟na götürdüler. Aynı operasyonda Abdullah‟la birlikte 9 kiĢi
daha gözaltına alınmıĢtı. Aileler savcıya baĢvurdu. Telefonda Tugay‟la görüĢen savcı,
Abdurrahman CoĢkun ile Abdullah Olcay‟ın Mardin Jandarma Tugayı‟na gönderildiklerini
söyledi. Ġki aile Mardin Savcısı‟na gittiler. Mardin Savcısı telefonla Dargeçit Savcısı‟nı
arayarak “bunları neden bana gönderdin” diye azarladı. Ailelerin sonraki baĢvurularında ise
“hepsini serbest bıraktık” dediler. Abdullah‟tan ve diğerlerinden bir daha haber alınamadı.
Tüm baskılara karĢı korucu olmayı reddeden Olcay ailesi çocukları gözaltında kaybedilerek
cezalandırılmıĢtı.
51-DAVUT ALTUNKAYNAK
Çobanlık yapan Davut Altunkaynak 12 yaĢındaydı. 02.11.1995‟de Dargeçit deki evlerine
gelen askerler Davut‟u annesine sordular. Annesi Davut‟un amcasının evinde olabileceğini
söyledi. Annesini de yanına alan askerler, amcasının evine giderek Davut‟u annesi Hayat‟la
birlikte gözaltına aldılar. Dargeçit Tabur Komutanlığı'na götürdüler. Hayat, oğlunu Filistin
askısında baygın “anne su, anne su” diye inlerken gördü. Anneyi serbest bıraktılar. Davut‟tan
haber çıkmayınca ailesi bütün mercilere baĢvurdu. Aile savcılığa baĢvurarak Ģikayetçi
olmasına rağmen, 2 yıl sonra Dargeçit savcısı Davut‟un babasını çağırarak Ģikâyetçi olup
olmadığını tekrar sordu. Babası “sonuna kadar Ģikâyetçiyim” dedi. Ardından “oğlun dağ
kadrosuna katılmıĢ” dediler. Davut‟tan bir daha haber alınamadı.
52-AHMET ELÇĠÇEK
1977 doğumlu AHMET ELÇĠÇEK, Diyarbakır il merkezinde ikamet etmekteydi. Diyarbakır
Dicle üniversitesi Fen Fakültesi Fizik bölümü 4. sınıf öğrencisiydi. 1977‟de okula gitmek
üzere evden ayrıldı. Ahmet daha sonra eve dönmeyince ailesi merak etti. Akılarına
gelebilecek her yeri aradılar. Ahmet‟le ilgili hiçbir bilgi elde edemediler. Ailesi Emniyet
Müdürlüğü‟ne yazılı baĢvuruda bulundu. Yanıtı “ bizde yok” oldu. O günden sonra Ahmet‟den
bir daha haber alınmadı.
53– OSMAN BULUTTEKĠN
1995 yılında Diyarbakır‟ın Kulp ilçesinde evine düzenlenen baskın esnasında gözaltına
alındı. Kendisinden bir daha haber alınamadı.
54- ĠBRAHĠM KARTAY
Diyarbakır‟ın Hani ilçesinde düzenlenen operasyonda askerler tarafından gözaltına alındı.
Babası, olayın hemen ardından jandarma karakoluna giderek oğlu Ġbrahim‟i sordu. Askerler,
“biz Ġbrahim‟i bıraktık” diye yanıt verdi. Eve bir türlü dönmeyen Ġbrahim‟i birkaç kez karakola
soran babasını askerler tehdit etti. Ġbrahim Kartay‟dan bir daha haber alınamadı..
55-ZEKĠ ALTUNBAġ
1954 Yozgat-Sorgun doğumlu 25 yaĢındaki ZEKĠ ALTUNBAġ Ankara Üniversitesi Fen
Fakültesi Matematik bölümünde okurken, okuldaki faĢist grupların baskıları nedeniyle
okuluna devam edemedi. Daha sonraki yıllarda yaĢamını Yalova‟da sürdürdü, 12 Eylül
darbesinin ardından gözaltına alındı. Daha sonra Yalova‟da zorunlu ikametgaha tabi tutuldu.
Bu sürgün cezası sırasında askere çağrıldı. Askerliğini yapmak üzere Çanakkale Er Eğitim
Alayı‟na gitti. Zeki, askerdeyken Yalova'da süren bir operasyonda yakalanan bazı kiĢilerin
onun adını vermesi üzerine 1981 Nisan‟ında Çanakkale'de gözaltına alınıp Yalova'ya
getirildi. Yalova Emniyet Müdürlüğü'nde uzun süre iĢkenceli sorgulardan geçirildikten sonra,
eski bir davası olduğu gerekçesiyle Selimiye kıĢlasına götürüldü. DönüĢte de, Kartal-Yalova
vapurundan atlayıp kaçtığı söylenerek kaybedildi. Baba Tahsin AltunbaĢ Çanakkale-Ġstanbul
Sıkıyönetim komutanlıklarına dilekçeyle baĢvurdu. Ailenin yaptığı diğer tüm baĢvurular gibi o
da sonuçsuz kaldı. Zeki‟den bir daha haber alınamadı.
56- BEDRĠ ALAĞAN
1969, Diyarbakır Hazro, Goman köyü doğumlu Bedri Alağan, evli ve 4 çocuk babasıydı.
1990 yılında köylerine yapılan her baskında kendisine dayatılan koruculuğu reddettiği için,
baskılara dayanamayıp Diyarbakır il merkezine göç etti. Alağan kahvehane iĢletiyordu.
25.01.1995 günü iĢyerinin bulunduğu Yoğurtçu sokağına geldiğinde birkaç el silah sesi
duydu ve sokakta bir kiĢinin silahlı saldırı sonucu yaralandığını öğrendi. Olay yerine gelen
polisler Ali Günbey ve soyadı öğrenilmeyen Mesut ile Seyfettin Günbey‟i gözaltına aldı. Ve
aynı günün gecesi iki kez Bedri‟yi sorgulayıp giden polisler üçüncü kez gelerek onu da
gözaltına aldılar. Akrabaları Abdürrezzak GüngörmüĢ, Bedri‟nin gözaltına alındığını ailesine
haber verdi.
Aynı günün akĢamı olayla ilgili Hazro ilçesi Ormankaya (ġimĢın) köyüne güvenlik güçlerince
düzenlenen baskında köy korucusu Ferit Akçe ile Garip Eker isimli köylü de gözaltına alındı.
Korucu Ferit Akçe aynı günün akĢamı serbest bırakıldı. Olayın üzerinden 5 gün geçti. Bedri
ve diğerlerinden haber alınamadı. Alağan ailesi defalarca Devlet Güvenlik Mahkemesine ve
Emniyet Müdürlüğü‟ne baĢvurdu. Ancak Emniyet görevlileri Alağan ailesini emniyetin 6.
katına çıkardı. Yetkili biri “Bedri‟yi saldık” yanıtını verdi ve dilekçeyi iĢleme koymadan Alağan
ailesini geri çevirdi.
Olayın 6. gününde iki kiĢi ise tutuklandı, iki kiĢi serbest bırakıldı, Alağan ailesi serbest
bırakılan Ali Günbey ve Garip Eker‟e Bedri‟yi gözaltında görüp görmediğini sordu. Günbey,
Bedri ile aynı yerde tutulduklarını, ancak gözleri bağlı olduğu için birbirlerini görmediklerini
serbest bırakıldıkları zamansa, Bedri‟nin de kendilerinin yanında olduğunu, ancak gördüğü
iĢkencelerden dolayı durumunun çok ciddi olduğunu ve ayrı tutulduğunu ailesine söyledi.
Alağan ailesi, ĠHD Diyarbakır Ģubesine baĢvurarak yardım talebinde bulundu. Alağan
ailesinin talebi üzerine ĠHD avukatları Bedri ile birlikte gözaltına alınıp, tutuklanarak
cezaevine konan Ģahısların dosyalarını inceledi. Dosyada, Bedri‟nin gözaltına alındığına dair
tutanak bulunurken, serbest bırakıldığına dair hiçbir belge yoktu. Diğerlerinin salıverildiğine
dair tutanak ise vardı. Avukatlar DGM hazırlık kaleminden soruĢturma fihristini inceledi.
Bedri‟nin adının yazıldığını ve üzerinin karalandığını gördüler. Bedri‟nin gözaltında
kaybedildiğini, bütün bu kanıtlar açıkça ortaya koyuyordu. Bedri‟yi bir daha gören olmadı.
57-ÖMER ÖNER
14.01.1993 tarihinde Çınar ilçesi Aktepe köyünde traktörü ile birlikte gözaltına alındı. Bir süre
sonra Traktör bulundu, Ailesi durumu ilgili savcılığa ve askeri birliğe bildirdi. Ancak, traktörün
askerler (devlet) tarafından satıldığını öğrendi. Ömer Öner‟den bir daha haber alınamadı.
58-HATUN IġIK-YETER IġIK-ELĠF IġIK-GÜLÜZAR SERĠN-DĠLEK SERĠN-HIDIR IġIKDÜZALĠ SERĠN
31 yaĢındaki Hatun IĢık , 22 yaĢındaki Yeter IĢık, 29 yaĢındaki Elif IĢık, 34 yaĢındaki
Gülüzar Serin ve 3 yaĢında bir bebek olan Dilek Serin, Tunceli‟nin Gökçek Köyü Mirik
mezrasında yaĢıyorlardı. 23–24 Eylül 1994 tarihinde Mirik mezrası civarında gerçekleĢen
askeri operasyon ve çatıĢma sırasında, 63 yaĢındaki Hıdır IĢık ve 37 yaĢındaki Düzali Serin
ile birlikte kaybedildiler. Operasyonu Bolu'dan gelen General Yavuz Ertürk komutasındaki
Bolu Komando Dağ Taburu gerçekleĢtirdi.
Ailesinin akıbetini öğrenmek için Mirik‟e giden Ali IĢık‟ın cesedi 8 Ekim 1994 günü çıplak ve
baĢı ezilmiĢ Ģekilde köy civarında bulundu. Ali'nin cesedinin bulunduğu yer, Gökçek
Karakolu'nun hemen altında ve karakolun görüĢ mesafesi içindeydi.
IĢık ve Serin aileleri her türlü yasal giriĢimde bulundu. Genelkurmay BaĢkanı Hilmi Özkök‟e
mektup yazdı, TBMM Ġnsan Hakları Komisyonu‟na baĢvurdu. Gökçek Jandarma Karakolu,
"onları biz de görmedik" cevabını verdi. Cumhuriyet savcısı, dilekçelerini iĢleme koydu. Ama
Savcı olay yeri olan Mirik'e gitme gereği bile duymadı. Genelkurmay BaĢkanı Hilmi Özkök
ailelerin mektubunu cevap vermeye değer bulmadı. TBMM Ġnsan Haklarını Ġnceleme
Komisyonu "ağır kayıplar veren örgütün bu iki hane efradını rehin aldıkları ya da ihbar
ettikleri düĢüncesiyle yanlarında götürdüklerinin değerlendirildiği"ni söyledi. Onlardan bir
daha haber alınamadı.
59-SABAHATTĠN ALĠ
Sosyalist bir yazar Sabahattin Ali, muhalif kimliği nedeniyle polis tarafından sürekli izleniyor,
anti-komünist histerinin propagandacısı sağ basın tarafından sürekli hedef gösteriliyordu.
Hakkında soruĢturmalar açılıyor, mahkumiyetler veriliyordu. ÇalıĢamaz, üretemez duruma
getirilmiĢti. Yurt dıĢına çıkmak istiyor ama pasaport alamıyordu. Sonunda bir kaçakçıyla
anlaĢarak yurtdıĢına çıkmak üzere 31 Mart 1948 günü Ġstanbul‟dan ayrıldı. AnlaĢtığı Kaçakçı
Ali Ertekin‟in MAH ajanı olduğundan habersizdi. Ertekin, onu, “sınırı geçeceğiz” diye
götürdüğü Kırklareli‟nde devletin ajanlarına teslim etti. Kırklareli Emniyet Müdürlüğü‟nde
sorguya alınan Sabahattin Ali‟nin, bu tarihten 2,5 ay sonra, 16 Haziran 1948‟de Sazara Köyü
ormanlık alanında, ağır iĢkence görmüĢ bedeni bir çoban tarafından bulundu. Olayın
kamuoyuna açıklanması ise 9,5 ay sonra, 12 Ocak 1949 tarihli gazeteler aracılığıyla
“Sabahattin Ali sınırdan Bulgaristan‟a kaçarken komünist bir komplo sonucu öldürüldü”
haberiyle oldu. Sabahattin Ali‟nin cenazesi ailesine teslim edilmedi. Kendisi gibi mezarı da
kaybedildi.
Demokrat Parti iktidarının BaĢbakan Yardımcısı olan milletvekili Samed Ağaoğlu,
ölümünden on yıl sonra, 1992‟de yayınlanan günlüğünün 14 Ocak 1949 tarihli notunda: “Dün
Menderes Sabahattin Ali‟nin hükümet tarafından öldürtüldüğünü söyledi” diye yazmıĢtı. Albay
Talat Turhan, bir üst düzey emniyet görevlisinin kendisine, “Sabahattin Ali sınırdan
Kırklareli‟ne getirildiğinde sorguya çekildi. Fakat konuĢmadığı için sıkıĢtırıldı ve bu sıkıĢtırma
sırasında öldü. Hem de inleyerek kollarımda can verdi” dediğini anlattı.
60- ÖMER SÖĞÜT
1994 yılında Lice‟nin bahçe ve bağlarında çalıĢmaya giden Ömer Sögüt, operasyona çıkan
askerler tarafından gözaltına alındı. Üç gün sokağa çıkma yasağının ardından bağa giden
karısı Miyase Söğüt, sadece eĢinin eĢyalarını buldu. Operasyonda ölenlere tek tek baktı,
ama aralarında eĢi yoktu. Birkaç ay çevreyi aradı. Bulamadı. Altı ay sonra hem savcılığa hem
de askeri karakola dilekçe verdi. Dilekçesi reddedildi. Bir yüzbaĢı karakola çağırdı ve “Kocanı
niye arıyorsun, bir de devlete suç atıyorsun” diyerek dövdü ve küfürler etti. Ömer Söğüt‟den
bir daha haber alınamadı.
61- ĠHSAN ARSLAN, ĠBRAHĠM ADAK, M.GURRĠ ÖZER, HASAN BAYKARA, KEMAL
MÜBERĠZ, HALĠL GÜREL
1993 yılının Aralık ayında Cizre‟nin Cudi mahallesine askerler ve korucular tarafından baskın
düzenlendi. Sabah 08.00‟de Ġhsan Aslan‟ın evine giden köy korucusu Kamil Atağ‟ın kardeĢi
Kukel Atağ ve berberindeki askerler onu gözaltına aldılar. Ellerini kemerle bağlayıp, karısına
dipçikle vurdular. Ġhsan‟ı Kukel Atağ‟ın evine götürdüler. Karısı ġevkiye Aslan, Kukel Atağ‟ın
evine gitti. Kukel Atak “ bir daha buraya gelme, elimizi kana bulama” diyerek onu ölümle
tehdit etti. Ardından Kamil Atağ‟ın evine gidip kocasının bırakılmasını istedi. “Bir suçu varsa
devlet hesabını sorsun” dedi. Kamil Atağ “ devlet de kim oluyor” dedi. Ve Ġhsan‟ın geleceğini
söylediler. Ġhsan bir daha geri gelmedi.
Cizre‟de muhasebecilik yapan 1952 doğumlu Mehmet Gurri Özer ile inĢaat iĢi yapan Ġbrahim
Adak‟ın ardından Hasan Baykara, Kemal Mübariz, ve Halil Gürel de asker ve korucular
tarafından gözaltına alınarak ilçe jandarmaya götürüldüler. Ve kendilerinden bir daha haber
alınamadı.
Cemal Temizöz davasında Tükenmez Kalem kod adlı tanık, itirafında Ģöyle konuĢtu: “Cemal
Temizöz‟ün talimatıyla Yavuz Uzman, Tuna Uzman, Hıdır Altuğ ile Adem Yakın; Ġbrahim
Adak‟ı, Cizre suyu kenarında çalıĢtığı inĢaat alanında, muhasebecilik yapan yapan M.Gurri
Özer‟i de ilçe merkezinden aldık. Geldiğimiz araçlara bindirerek Silopi yolundan Ġnci köyüne
yakın yol kenarında bulunan bir dere yatağına geldik. Ġbrahim Adak ve Mehmet Gurri Özer‟i
araçtan indirdik. Hıdır Altuğ elindeki kalaĢnikof marka silahıyla 2–3 adımlık mesafeden ateĢ
edip öldürdü. Her iki cesedi orada bıraktık. Sonra hep birlikte araca binerek Ġlçe Jandarma
komutanlığına geldik. Bu tip hadiselerde zaten götürülen kiĢinin infaz edileceğini herkes
bilirdi, o sırada kimin infaz ettiği önemli değil”.
62-ALĠ KARAGÖZ
1993 yılında Albay Cemal Temizöz‟ün emriyle köy korucusu olan Kamil Atağ ve kardeĢleri
tarafından yatağından kaldırılıp götürüldü. EĢi AyĢe Karagöz, kocasını bulmak için her yola
baĢvurdu. Bir sonuç alamadı. Onu ölümle tehdit ettiler. Dilekçesini ortadan kaldırdılar. “EĢini
savunursan sen de ölürsün” dediler. Ali Karagöz‟den o günden bu yana haber alınamadı.
63-SERDAR TANIġ-EBUBEKĠR DENĠZ
Serdar TanıĢ ve Ebubekir Deniz, Silopi‟de HADEP‟in ilçe örgütünü açmak için çalıĢıyorlardı.
Dönemin ġırnak Ġl Jandarma Komutanı Levent Ersöz, TanıĢ`ın babasını yanına çağırarak
“HADEP`in açılmasına asla izin vermem, Serdar`a söyle bu iĢten vazgeçsin. Bu iĢten
vazgeçmezse sizi yaĢatmam.” diyerek tehdit etmiĢ, Serdar için tam üç kez “vallahi
öldüreceğim, vallahi öldüreceğim, vallahi öldüreceğim” demiĢti.
Albay Levent Ersöz tarafından defalarca ölümle tehdit edilen TanıĢ ve Deniz, 25 Ocak 2001
günü jandarma istihbarat birimi tarafından sivil bir araca binmeye zorlanmıĢlardı. Resmi bir
çağrı olmadıkça araca binmeyi reddeden TanıĢ ve Deniz, aynı gün Ersöz'ün talimatıyla resmi
olarak Silopi Ġlçe Jandarma komutanlığına çağrılmıĢlardı. Ömer Sansür'ün minibüsüyle Silopi
Ġlçe Jandarma Komutanlığı'na giden TanıĢ ve Deniz‟i Jandarma karakoluna girerken yolun
karĢı kıyısında yürümekte olan Hamit Belge ve Ġsa Kanat görmüĢlerdi. Onların çıkıĢını ise
gören olmadı ve kendilerinden bir daha haber alınamadı. 6 gün boyunca gözaltına alındıkları
reddedildikten sonra 1 ġubat'ta ġırnak Valiliği “adı geçen kiĢiler 25 Ocak günü saat 14.00'te
ziyaret amacıyla Silopi Ġlçe Jandarma Komutanlığı'na gelmiĢ, saat 14.30'da ayrılmıĢlardır”
açıklamasını yaptı. Ailelerin, avukatların, ĠHD ve TĠHĠV‟in tüm giriĢimleri sonuçsuz kaldı.
AĠHM ise iç hukuk yollarının tükenmesini beklemeden davayı kabul etti ve Türkiye Serdar
TanıĢ ve Ebubekir Deniz‟i gözaltında kaybetmekten mahkum oldu. (AĠHM karar tarihi: 2
Ağustos 2005. BaĢvuru no:65899/01)
64-ORHAN YAKAR
1981 Ağrı-Doğubayazıt-Yalınsaz nüfusuna kayıtlı Orhan Yakar 15 yaĢındaydı. 1996 yılının
Haziran ayında çalıĢmak üzere Ġstanbul‟a geldi. Ġlk 4 ay düzenli olarak babasıyla haberleĢen
Orhan Yakar daha sonra kayboldu. 2 ay boyunca kendisinden haber alamayan baba Yakar,
ĠHD Ġstanbul Ģubesine baĢvuruda bulundu. Durumu ĠHD aracılığı ile Ġstanbul Cumhuriyet
savcılığına, Ġstanbul Emniyet Müdürlüğü‟ne ileterek yardım istedi. Gazetelere ilanlar verdi.
Sonucu beklemek üzere köyüne döndü.
Baba Yakar, köyünde iken Doğubeyazıt Jandarma Karakolu komutanlığınca çağrılarak
“Bingöl jandarmadan haber geldi, oğlun orada git al” dediler. Bingöl Jandarma komutanlığına
giden baba Yakar‟a yetkili kiĢiler “oğlun dağa çıkmıĢtı, geldi bize teslim oldu, operasyonda,
arazide bize yer gösterirken, mayına bastı parçalandı, öldü” yanıtını verdiler. Yakalama
tutanağında ise Orhan‟ın imzası yoktu. Baba Yakar, avukatı aracılığı ile oğlunun cesedinin
parçalarını Bingöl savcılığı, ĠçiĢleri Bakanlığı ve Jandarma il komutanlığından istedi. Fakat
Orhan‟ın parçalarının verilmesi talebi reddedildi. Ġç hukuk yolları tükenince Baba Yakar‟ın
avukatı AĠHM‟e baĢvuruda bulundu. AĠHM Türkiye‟yi oybirliği ile mahkum etti. (AĠHM karar
tarihi: 26 Kasım 2002. BaĢvuru tarihi: 36189/97)
65-SADIK ULUMASKAN, SEYĠTHAN ULUMASKAN
Olaydan 2 yıl önce Sadık ve Seyithan Ulumaskan köyleri olan ViranĢehir ilçesine bağlı
Gökviran‟ dan kendilerine dayatılan koruculuğu reddettikleri için güvenlik güçleri tarafından
köyleri yakılıp yıkılmıĢtı. Bu nedenle ViranĢehir‟e göç ettiler. 4 Aralık 1997 sabahı, 70
yaĢındaki Sadık Ulumaskan ve oğlu 28 yaĢındaki Seyithan, akrabaları olan PKK itirafçısı
Aziz Büyükmaskan‟dan Diyarbakır‟daki bir çay bahçesinde buluĢmaya çağıran bir telefon
aldılar. Baba ve oğul ViranĢehir ilçesinden 63 HF 363 plakalı Doğan marka özel araç ile
Diyarbakır il merkezine gitmek üzere ayrıldılar. AkĢam saat 7.00 sıralarında randevulaĢtıkları
yere geldiklerinde, sivil giyimli güvenlik güçleri tarafından arabayla alınıp gözaltına
götürülürken görüldüler. O tarihten itibaren baba ve oğul‟dan bir daha haber alınamadı.
Ulumaksan ailesinin iddiasına göre, Aziz Büyükmaskan isimli itirafçı Sadık ve Seyithan
Ulumaskan‟ı defalarca ölümle tehdit etmiĢti.
Aziz Büyükmaskan olay sırasında 2 yıldan beridir cezaevindeydi. Ve kendisine polis ile
iĢbirliği yaptığı sürece cezasından indirim öngören piĢmanlık yasasından yararlandırılıp
itirafçı olması söylenmiĢti. Ġtirafçı olduğu ĠHD raporlarında da belgeliydi. Ailesi, Diyarbakır
Emniyet Müdürlüğü, OHAL Valiliği. DGM Savcısı ve karakollara yaptığı baĢvurulardan hiçbir
sonuç elde edemedi. Suç duyurusu takipsizlikle sonuçlandı.
Seyithan ve Sadık
Ulumaskan‟dan bir daha haber alınamadı. Dava AĠHM‟de soruĢturma aĢamasındadır.
66- NECAT TÜRK, RIDDA YAVUZ, ĠSA BĠLEN
1992 yılında 19 yaĢındaki Necat Türk, 20 yaĢındaki Rıdda Yavuz ve Ġsa Bilen Mardin‟in Derik
ilçesi Üçyol mevkiinde bulunan Çeliksel dinlenme tesislerinde yapılan gösteriden sonra
güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındılar. Necat‟ın ailesi onların gözaltına alındığını
gördü. Necat, Rıdda ve Ġsa için yapılan bütün giriĢimler sonuçsuz kaldı. Bir daha izlerine
rastlanmadı.
67- RAMAZAN TEKĠN
Diyarbakır ili Kulp ilçesi Demirli (Temıran) köyünde ikamet eden 1934 doğumlu, Lice-Turhallı
nüfusuna kayıtlı Ramazan Tekin ve ailesi, burada kendi tarla ve bahçelerini ekip biçerek
geçimlerini sağlamaktaydı. Tekin, 8 çocuk babasıydı.. Çocuklarından en küçüğü ise Tekin
kaybedildikten sonra dünyaya geldi. 01 Kasım 1996 tarihinde gece saat 24.00 sularında,
Ramazan Tekin‟in kapısı çalındı.. Evde ablası Havva Tekin, Ramazan‟ın karısı Hazal (40)
çocukları HanımĢah, (15), Bayram (8), Amine (5), Kudret (3), Nezrife (2), Abdullah (1) ve
misafir olarak komĢu köyden ġirin Bayram bulunuyorlardı. Ev halkı kapıyı açıp açmama
konusunda tereddüt ederken, kapıyı çalanlardan biri dıĢarıdan bağırarak “ Ramazan! Kapıyı
aç yoksa evini tararız” uyarısında bulundu. Ramazan Tekin, kapıyı açar açmaz 3 korucu
elinde uzun namlulu silahlara eve girdi ve Tekin‟in koluna girerek onu zorla dıĢarıya çıkartılar.
KardeĢi Havva ve Ramazan‟ın kızı içerde kalan koruculardan birine yalvararak “Lütfen onu
öldürmeyin, serbest bırakın” diye yalvardılar. Korucular onu öldürmeyeceklerini sadece
götürüp ifadesini alacaklarını söylediler Ancak, bu sırada evde misafir olarak bulunan ġirin
Bayram‟ a gözü takılan bu korucu ġirin‟nin koluna girdi ve onu dadıĢarıya çıkardı. Ancak
yaklaĢık 50 metre kadar ileride kalabalık bir asker grubu beklemekteydi. Ramazan ve ġirin
götürüldükten sonra Ramazan‟ın eĢi Gezal ve büyük kızı Hanım korucuları arkadan takip
ettiler ve ileride bekletilen panzere bindirildiklerini gördüler. Ramazan Tekin‟in kardeĢi Havva
Tekin olayın 3. günü Kulp Jandarma Komutanlığı‟na ve Cumhuriyet Savcılığı‟na baĢvuruda
bulundu; ancak yapılan baĢvurulara, bu kiĢilerin kendileri tarafından alınmadığı yanıtı verildi.
Herhangi bir geliĢme olmayınca bu kez Diyarbakır Cumhuriyet BaĢsavcılığı‟na, Emniyet
Müdürlüğü‟ne, Diyarbakır Valiliği‟ne baĢvuruda bulundu, ancak yine herhangi bir sonuç
alamadı. Ramazan Tekin ve ġirin Bayram‟ı bir daha gören olmadı..
68- ġĠRĠN BAYRAM
1 Kasım 1996 günü, Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Demirli köyünde ikamet eden amcasını
ziyarete gitti. Köyde Ramazan Tekin (60) adlı köylünün evine misafirliğe giden 1979 KulpDemirliköyü doğumlu ġirin Bayram, evde oturuyorlarken saat 24.00 sıralarında bir grup
korucu baskın yaptı, ġirin ve ev sahibi Ramazan Tekin gözaltına alındı. Ertesi günü ġirin‟in
yeğeni Kulp Jandarma Karakoluna giderek ġirin‟i sordu. Jandarma yetkilisi her ikisinin de
gözaltında olduğunu yeğenine söyledi, Babası Mustafa Bayram Diyarbakır‟da kısa aralıklarla
Diyarbakır DGM‟ye 4 kez baĢvuru yaptı. Fakat gözaltında olduğu bu kez kabul edilmedi. ĠHD
Diyarbakır Ģubesi avukatları 2 Kasım 1996 tarihinde Kulp Cumhuriyet Savcılığı‟nı telefonla
arayarak ġirin ve Ramazan Tekin‟in gözaltında olup olmadığını sordu. Savcı, “kendisine
sorulan kiĢiler hakkında herhangi bir bilgi ulaĢmadığını” söyledi.
69-TEYFĠK KUSUN
1960 Lice-Örtülü köyü doğumlu Teyfik Kusun Diyarbakır‟ın Seyrantepe semti ġ.Urfa yolu
üzerinde bulunan 500 evler inĢaatında bekçilik yapıyordu. 29 Kasım 1996 saat 14.00
sıralarında 72 AN 958 Toros steyĢın plakalı araçla gelen 4 sivil polis tarafından gözaltına
alındı. Çevre sakinleri aracı Diyarbakır Emniyet sarayına kadar takip etti. Abisi Ali Kusun
kardeĢi Teyfik‟i Emniyet Müdürlüğü‟ne gidip sordu, “Biz de yok” yanıtını aldı. Teyfik
Kusun‟dan 29 Kasım 1996 tarihinden bu yana haber alınamadı. Ailesinin yapmıĢ olduğu
bütün giriĢimler sonuçsuz kaldı.
70-SELAHATTĠN GÜMÜRCÜ
Hazro doğumlu 55 yaĢındaki Selahattin Gümürcü 8 çocuk babasıydı. Bismil ilçesi Dallı
mahallesinde ikamet etmekteydi. Pamuk alım-satım iĢiyle uğraĢıyordu. 25.11.1996 tarihinde
sabah saat 08.00‟de, Diyarbakır‟ın Bağlar semtinde bulunan ġeytan pazarında pamuk sattığı
Ģahıslardan 300 milyon alacağını söyleyerek evden çıktı ve bir daha kendisinden haber
alınamadı. Ailesinin soruĢturmaları sonucunda parasını aldıktan sonra alacaklısının yanından
ayrılmıĢtı. Kendisi kaybolduktan sonra üzerinde bulunan telefon numaraları tek tek arandı.
Kendisine telefon açtırıldığında ise, “Ben konuĢamıyorum, siz konuĢun” dedi. Selahattin
Gümürcü‟den bir daha haber alınamadı. ĠHD Diyarbakır Ģubesine baĢvuru yapan Kuruçayır
köylüleri “Köyümüz Silvan ilçesine bağlı Kuruçayır‟a 28 Mayıs 1996 günü Sulubağ
korucubaĢı ve bir baĢka korucu gece saat 23.00 sıralarında baskın yaparak bir köylümüzü
gözaltına almak istediler. Almak istedikleri Ģahıs direnince aralarında kavga çıktı. O esnada
iki korucu silahla vurularak öldüler. O günkü olaydan sonra köyümüz yakılıp yıkıldı.
Selahattin Gümürcü olaydan bir hafta sonra kızının ev eĢyalarını almaya gitti. Korucular
kendisini yakalayıp iĢkence yaptılar ve tehdit ettiler. Duyduğumuza göre korucular Selahattin
Gümürcü”yü olaydan sorumlu tutuyorlardı” diye beyanda bulundular.
71-RAMAZAN YAZICI
1960 Silvan-Dağcılar köyü doğumlu Ramazan Yazıcı, Silvan-Diyarbakır arasında 21 SV 477
plakalı minibüs ile yolcu taĢımacılığı yapıyordu. Kaybedilmeden 2 yıl önce Diyarbakırġanlıurfa yolu üzerinde bulunan Pirinçlik karakolu tarafından gözaltına alınmıĢ,
sorgulanmıĢtı. 22 Kasım 1996 günü 08.30 saatlerinde Diyarbakır ili Melikahmet semtinde
bulunan Silvan garajına gelen 3 sivil polis, Ramazan‟ın minibüs plakasını sorduktan hemen
sonra Ramazan‟ı 21 DZ 490 ġahin marka kırmızı bir araca bindirerek alıp götürdüler.
Durumu merak eden ailesi Diyarbakır DGM‟ye 3 kez yazılı baĢvuru yaptı. BaĢvuruları
sonuçsuz kaldı. Ramazandan bir daha haber alınamadı. Dava AĠHM‟e taĢındı. ((AĠHM Karar
tarihi 8 Aralık 2005. BaĢvuru no:48884/99)
72-AYDIN ESMER
1956 Kulp doğumlu Aydın Esmer evli ve 7 çocuk babasıydı. Esmer ailesi, daha önce
Diyarbakır ili Kulp ilçesi Ağaçkuru (Beyrok) köyünde ikamet etmekteydi. Köyün 1993 yılında
güvenlik güçlerince ateĢe verilerek yakılmasıyla birçok aile gibi, Esmer ailesi de ilçe
merkezine göç etti. Katırı kaybolmuĢtu. MuĢ‟un Kızılağaç köyünde ikamet eden korucubaĢı
olan Sıracettin Zengin boĢ bir katırın civarlarda gezindiğini söylemesi üzerine, 11 Eylül günü
Kulp Ġlçe Jandarma Komutanlığı'ndan yazılı izin alarak Bingöl üzerinden MuĢ ili Kızılağaç
köyüne doğru yola çıktı. KorucubaĢı Zengin'in evine giden Esmer, geceyi Zengin‟in evinde
geçirdi. Ġkinci günü Ali Aslan isimli köylünün evinde kalan Esmer, üçüncü günü Zengin‟in
evine döndü. Esmer, akĢam saat 18.30‟da Kulp ilçe merkezindeki evini aradı ve eĢi Fatma
Esmer‟e katırı bulamadığını, sabah saat 06.00”da bu köyden ayrılacağını ve ilçe merkezine
döneceğini söyledi. Ancak Aydın Esmer geri dönemedi.
Bu durum üzerine Aydın‟ın abisi Necat Esmer, amcasının oğlu ve Ağaçkuru köyü muhtarı
Nusret Esmer ile birlikte Kızılağaç köyüne giderek Sıracettin Zengin‟e, Aydın‟a ne olduğunu
sordular. Zengin “sizi telefonla aradıktan sonraki gün (14.09.1999) sabah saat 06.30 da evine
gitmek üzere bizden ayrıldı.. Ancak aynı gün saat 16.00 sıralarında biz korucular ġen yaylası
bölgesine operasyon düzenledik. Bu operasyon sırasında o bölgede ayak izlerine rastladık.
Ancak ben ayak izlerine baktığımda, izlerin Aydın‟a ait olduğunu anladım. Çünkü Aydın
evden çıkınca benim ayakkabılarımı giymiĢti. Bunu belirtmeme rağmen bağlı bulunduğumuz
Kızılağaç karakolundan takviye kuvvet istendi ve orada 2 gün süren bir operasyon
gerçekleĢtirildi” dedi.
Bu açıklamalardan sonra kardeĢi Necat Esmer , Kulp ilçe Savcılığı‟na, MuĢ Savcılığına,
Kızılağaç Jandarma karakoluna, OHAL Valiliği‟ne. MuĢ Valiliği‟ne dilekçe ile baĢvurdu.
Karakol komutanının yanıtı “o teröristti bu yoldan gitti, eğer sen de teröristsen aynı yoldan
gidersin” oldu. Ġç hukuk yollarından hiçbir Ģey elde edemeyen ailesi avukatı aracılığı ile
davayı AĠHM‟e taĢıdı. AĠHM'ye götürülen dosya kabul edildi. Karar henüz açıklanmadı.
73- ALĠ UYGUR
1955 Antep/Nizip doğumlu Ali Uygur, Gazi Eğitim Enstitüsü Ġngilizce Bölümü Mezunuydu. 1
Temmuz 1980‟de Adana‟nın Pozantı ilçesinde trenle yolculuk yaparken Ali Uygur, Mithat
Nisan, Mahir Keçeci ve Özcan Fedakar gözaltına alındı ve Adana Emniyet Müdürlüğü‟ne
teslim edildi. Ali Uygur Mersin Emniyet Müdürlüğü‟nün talebi üzerine Mersin‟e getirildi..
Uygur‟dan dokuz gün boyunca haber alınamadı. 10 Temmuz günü diğer oğlunu kansere
kurban veren anne Hatice Uygur, iki kızı ve Demokrat Gazetesi Muhabiri Vahap ġehitoğlu, 1.
ġube Müdürü Ömer GüneĢ ve Yardımcısı Hanefi Avcı ile görüĢtü. Anne, oğlunun hayatından
endiĢe ettiğini belirtti. Yanıt çok sertti: “Ali Uygur, DemirtaĢ mahallesinde bir operasyon
sırasında 9 Temmuz‟da kaçtı. Bak dosya ve tutanaklar burada mevcut. Ama inĢallah
ölmüĢtür. Oğlunu bana değil yanındaki gazeteciye sor." Bunun üzerine ailesi, ilgili devlet
makamlarını dilekçe bombardımanına tuttu. Aynı tarihlerde Mersin Birinci ġube'de baĢka bir
suç iddiasıyla gözaltında bulunan HaĢim Aslan sorgu hakimliğinde Ali Uygur adında bir
devrimcinin baĢına sopa ile vurularak yanıbaĢında öldürüldüğünü ve bu konuda tanıklık
yapmak istediğini beyan etti. Bu beyan üzerine onu Sinop Cezaevi'ne naklettiler. Ali
Uygur‟dan bir daha haber alınamadı.
74- HASAN KAYA-METĠN CAN
21 ġubat 1993 günü akĢam saat 19.00 sıralarında Doktor Hasan Kaya “acil bir hasta var”
denilerek çağrıldı. Hasan Kaya güvenliğinden endiĢe ettiğinden Avukat Metin Can ile birlikte
gitmeye karar verdi. Sabah olup eve dönmemeleri üzerine ailesi savcılığa ve Emniyet
Müdürlüğü‟ne baĢvurdu. BaĢta Ġnsan Hakları Derneği olmak üzere birçok sivil toplum örgütü
Hasan ve Metin‟i sağ istedi ve kaçırılmasını çeĢitli etkinliklerle protesto etti. Bir gün sonra
Metin Can‟ın ayakkabıları bürosunun yakınlarına atılmıĢ olarak bulundu. Aileleri telefonla
aranarak iĢkence sesleri dinletildi. Sivil toplum kuruluĢları hemen Ankara‟ya bir heyet
gönderdi. Zamanın ĠçiĢleri bakanı Ġsmet Sezgin heyete “ endiĢe etmeyin bırakılacaklar” dedi.
Ancak ne yazık ki; 26 ġubat 1993 günü elleri arkadan bağlı ve iĢkence edilmiĢ bedenleri
Tunceli ili Dinar köprüsünün altında ölü olarak bulundu. Metin‟in o zaman anne karnında olan
bebeği babasını hiç göremedi. Jitemin eski sorumlusu Ahmet Cem Ersever olaydan birkaç ay
sonra Aydınlık gazetesine yaptığı itirafta, Metin Can ve Hasan Kaya‟nın öldürülmesine
karıĢan iki kiĢinin ismini ve adresini vermesine rağmen failler hakkında hiçbir soruĢturma
yapılmadı. Jitem mensubu Abdülkadir Aygan itiraflarında, Mahmut Yıldırım (YeĢil) ve Mesut
Mehmetoğlu‟ (Hazrolu) adlı jitem elemanının Metin Can ve Hasan Kaya‟yı iĢkence ederek
öldürdüğünü anlattı. Aileler iç hukuk yollarını tükettikten sonra AHĠM e baĢvurdular. Mart
2000‟de AHĠM Türkiye‟yi mahkûm etti. Diğer dosyalarda olduğu gibi Metin Can ve Hasan
Kaya‟nın ölümünden devlet yetkililerini sorumlu tuttu.
75- ADNAN BAĞCA
Ordu Taksi durağında taksicilik yapan 1958 Siverek doğumlu Adnan Bağca‟nın aracına,
11.06.1990 tarihinde iyi giyimli bir Ģahıs müĢteri olarak bindi ve Diyarbakır istikametine
gideceğini söyledi. Bağca‟nın aracı 6 ay sonra bulundu ve devlet tarafından el konularak
satıldı. Ailesi, Siverek Emniyet Müdürlüğü‟ne,Diyarbakır mahkemelerine, ĠçiĢleri Bakanlığı‟na,
CumhurbaĢkanlığı‟na baĢvurdu. Cevap verme gereği bile duyulmadı. Dönemin Devlet
Bakanı Cenap Gürpınar, Bağca‟yı soran ailesine “beni bu iĢlere karıĢtırmayın” dedi. Adnan
Bağca‟dan bir daha haber alınamadı. 21 yıldır ailesi Adnan Bağca‟yı arıyor.
76-AYġENUR ġĠMġEK
25 yaĢındaki AyĢenur ġimĢek eczacıydı. Ankara Sağlık-Sen‟in kurucusu ve yöneticisiydi.
Sendikal faaliyetleri nedeniyle sürekli tehdit ediliyordu. 24 Ocak 1995'te gözaltına alındı.
Kendisinden bir süre haber alınamadı. Karakollara, emniyet müdürlüklerine, Savcılığa, ĠçiĢleri
Bakanlığı‟na yapılan baĢvurular sonuçsuz kaldı. Hepsi "Bizde yok" dediler. Yoğun bir arama
kampanyası sonucu 78 gün sonra 12 Nisan 1995 de iĢkence edilmiĢ cansız bedeni
GölbaĢı‟nda bir mezarda gömülü bulundu.
77-RECAĠ AYDIN
28 yaĢındaki Doktor Recai Aydın, Çınar Sağlık Ocağı‟nda çalıĢıyordu. Her gün
Diyarbakır‟daki eviyle iĢi arasında arabasıyla 40 dakika süren bir yolculuk yapıyordu.
02.07.1994 tarihinde yine iĢe gitmek için yola çıktı, bir daha kendisinden haber alınamadı.
Arabası Silvan yolunda kapıları açık halde bulundu. Ailesi Diyarbakır Cumhuriyet
Savcılığı‟na ve diğer tüm resmi kurumlara baĢvurdu. 17 Ağustos 1994 de Uluslararası Af
Örgütü‟nün çağrısıyla dünyanın pek çok yerinden dönemin BaĢbakanı Tansu Çiller‟e ve
Adalet Bakanı Mehmet Moğoltay‟a “Dr. Recai Aydın‟a ne oldu ” sorusunu soran mektuplar
gönderildi. Tüm çabalar sonuçsuz kaldı.
78- TALAT TÜRKOĞLU
Türkiye Sosyalist ĠĢçi Partisi'nin Edirne eski Ġl BaĢkanı Talat Türkoğlu, annesini görmek üzere
gittiği Edirne'den 1 Nisan 1996 günü Ġstanbul'a dönmek üzere yola çıktı ve bir daha geri
dönemedi. Talat, ailesine Edirne'ye gelirken takip edildiğini söylemiĢti. Talat'ın kaybolduğu
günden sonra evlerinin önünde beyaz bir minibüs beklemeye baĢladı. Bir akĢam eve gelen
eĢi Hasena Türkoğlu televizyonun açık olduğunu ve hiçbir zorlama olmaksızın eve girildiğini
fark etti. Ġnsan Hakları Derneği, Talat Türkoğlu'nun ailesi ve arkadaĢları ısrarla Talat'ı aradı.
CumhurbaĢkanı'na, BaĢbakan'a, Adalet Bakanı'na ve TBMM Ġnsan Hakları Komisyonu'na,
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne baĢvurular yaptı. Dönemin Ġstanbul milletvekili Ercan KarakaĢ,
Talat Türkoğlu'nun akıbeti ile ilgili TBBM 'ye soru önergesi verdi. Sonuç alamadı. Sonrasında,
itirafçı Kasım Açık kendi el yazısıyla yazdığı itirafında Talat Türkoğlu'nun polis memurları,
askerler ve itirafçılardan oluĢan bir ekip tarafından sorgulanıp, daha sonra Murat Demir ve
Murat Ġpek tarafından öldürülerek Meriç Nehri'ne atıldığını söyledi. Ancak tüm baĢvurular
sonuçsuz kaldı ve Talat Türkoğlu'ndan bir daha haber alınamadı. Dava AĠHM‟e taĢındı.
(AĠHM Karar tarihi 17 Mart 2005. BaĢvuru no:34506/97)
79- MUSA KOLUMAN
Musa Koluman, 23.07.1997 tarihinde Bismil ilçesinde, çarĢı içinde polisler tarafından zorla bir
araca bindirildi. EĢi hamileydi. Musa Koluman‟dan bir daha haber alınamadı.
80- MENDUH ÖKMEN
Menduh Ökmen 4 çocuk babasıydı. 1994 yılında Mardin‟in Sürgücü beldesinde Jandarma
Karakolu tarafından "ifaden var" denilerek karakola çağrıldı ve burada gözaltına alınarak
Savur Jandarma Komutanlığı'na götürüldü. Menduh Ökmen, daha sonra Mardin Ġl Jandarma
komutanlığına götürülerek 16 gün sorguda kaldıkten sonra Mardin savcılığınca serbest
bırakıldı. Ancak savcılık çıkıĢında ailesinin direnmesine rağmen bu kez sivil giyimli 3 kiĢi
tarafından, Mardin Ġl Jandarma komutanlığına götürüleceği söylenerek beyaz Renault marka
bir otomobile bindirildi. Ve o günden sonra kendisinden hiçbir haber alınamadı.
Abisi Fikri Ökmen, Mardin Savcılığı'na, Mardin Valiği'ne ve OHAL Bölge Valiliği'ne
baĢvuruda bulundu, ancak hiçbirinden cevap alamadı.
81- ĠLYAS DĠRĠL- ZEKĠ DĠRĠL
Ġlyas Diril 14 yaĢındaydı. Kuzeni Zeki Diril ile birlikte Ġstanbul‟da kuyumcunun yanında
çalıĢarak biriktirdikleri 12.000 TL ve 800 Alman Markını da yanlarına alarak ġırnak‟ın
Kovankaya Köyünde yaĢayan ailelerinin yanına dönmek için yola çıktılar. 6 Mayıs 1994
tarihinde kontrol noktasında Uzungeçit Jandarması tarafından gözaltına alınarak, Uludere
Ġlçe Jandarma Karakolu‟na götürüldüler. Yetkililer, Ġlyas ve Zeki‟nin gözaltına alındığını kabul
ediyor, ancak paraları ile birlikte serbest bırakıldıklarını söylüyordu. Ġlyas ve Zeki‟den bir daha
haber alınamadı. Hem onlar hem de paraları kayboldu. Köylüler Diril ailesine Zeki ve
Ġlyas‟ın helikopterden atıldığını söylediler. Ġç hukuktan sonuç alamayan Zeki Diril‟in ailesinin
AĠHM‟e yaptığı baĢvuruda ise Türkiye oy birliği ile mahkûm oldu. (AĠHM karar tarihi:19 Ekim
2006-BaĢvuru No:68188/01)
82-METĠN ANDAÇ- NESLĠHAN USLU- HASAN AYDOĞAN- MEHMET ALĠ MANDAL
1952 doğumlu, Ġzmir Bergama nüfusuna kayıtlı Metin Andaç, 1968 Düzce doğumlu Neslihan
Uslu, Tokat doğumlu Hasan Aydoğan, Menemen doğumlu Mehmet Ali Mandal, Jitem‟in “03
Timleri” diye adlandırılan ölüm timi tarafından 31 Mart 1998 günü Ġzmir/ÇeĢme/Alaçatı‟da
kaçırıldılar. Bu Tim‟de görevli olan Turan Ünal‟ın itiraflarına göre; Foça‟da askeri alan
içerisinde olan kontrgerillaya ait binalarda iĢkence altında sorgulandılar. Sonra Ġzmir‟in Hatay
Üçkuyular semtindeki kontrgerillaya ait binada tutuldular. Nisan sonunda ağır iĢkenceden
çıkmıĢ, kolları kırık, uyuĢturulmuĢ bir halde Ġzmir Seferihisar kıyısında küçük kamarası olan
bir balıkçı teknesine bindirildiler. Bindirildikleri tekne bomba ile infilak ettirilerek batırıldı. Jitem
Ġtirafçısı Turan Ünal, dağların doğrudan denize inmesi, ıssız, denizin derin olması nedeniyle
Seferihisar'ı seçtiklerini söyledi. 4 kiĢiden bir daha haber alınamadı.
83- NAMIK ERKEK
Namık Erkek, 19.12.1992 tarihinde Mersin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele ġubesi
ekipleri tarafından gözaltına alındı. Ailesi Mersin Emniyet‟ine baĢvurarak kendisinden haber
olmak istedi. Emniyet, “1992 yılının Aralık ayının 19‟nu 20‟sine bağlayan gece saat 03.00
sıralarında Namık‟ın firar ettiğini ve firardan sorumlu olan polisler hakkında idari soruĢturma
yürüttüğünü” iddia ederek, bu doğrultuda aileye yazılı belge verdi. Namık Erkek‟den bir daha
haber alınmadı. Ġç hukuk yolları tükenince avukatı AĠHM‟e baĢvurdu. (AĠHM karar tarihi: 13
Temmuz 2004. BaĢvuru no:286337/95
84- MEHMET MEġE
Mehmet MeĢe, 21.02.1994 tarihinde Kulp‟un ġeyhmalan bucağının Yolaçtı köyüne askerler
tarafından yapılan baskın sırasında 5 kiĢi ile birlikte gözaltına alındı. Bir gün sonra 3 kiĢi
serbest bırakıldı. Gözaltına alınanlardan Abdulkadir Kurt‟un vücudunda naylon yakıldı ve
iĢkence edildikten sonra kayalıklardan atıldı. Mehmet MEġE‟den ise bir daha haber
alınamadı.
85- ĠBRAHĠM ÇELĠK, EDĠP ÇELĠK
1944 Batman-OymataĢ doğumlu Ġbrahim Çelik evli ve 10 çocuk babasıydı. 1975 doğumlu
oğlu Edip Çelik‟le birlikte inĢaat iĢçiliği yapmaktaydı. 10 Temmuz 1994‟de akĢam saat 20.00
sularında, Batman-Soğuksu mezrasındaki evine gelen maskeli 4 kiĢi, Ġbrahim Çelik‟e tütün
ticareti yapan Abdullah ġeker‟in arandığını ve nerede olduğunu sordular. Ġbrahim Çelik,
Abdullah ġeker‟in tütün nakliyatı yapmaya gittiğini ve evde olmadığını söyledi. Bunun üzerine
maskeli kiĢiler “gel o zaman, evini göster” dediler ve Ġbrahim Çelik‟i de yanlarında götürdüler.
Durumdan Ģüphelenen oğlu Edip Çelik babasının peĢinden gitti. Baba ve oğul bir daha geri
dönemedi. Çelik ailesi kayıplarını bir süre cezaevlerine, karakollara sordu, suç duyurusu
yaptı. Bir sonuç alamadı. Amcası karakola sorduğu bir gün, “gidin Apo sizi kurtarsın” dediler.
Hizbullah‟ın iĢlediği cinayetlerle ilgili açılan kuyulara, yakınlarının olabileceğini düĢünerek
baktılar. Herhangi bir bulguya rastlamadılar.
86- FAHRĠ KUSUN
Fahri Kusun ile kardeĢi Tevfik Kusun, 30.07.1995 tarihinde Diyarbakır‟da kahvehaneden
gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınamadı. 06.08.1995 tarihinde parçalanmıĢ
cesedi çuvalın içinde Dicle nehri Ongözlü köprüsünde balıkçılar tarafından bulundu.
87- HAYRETTĠN ÖZTÜRK -SIDDIK SENGÜL -CEMAL SELVĠ- CASĠM ÇELĠK- YUSUF
ÇELĠK
-MĠHRAÇ ÇELĠK -ABDULAZĠZ ĠNAN- SALĠH ġENGUL- NACĠ ġENGUL- REġĠT SELVĠKEMAL ĠZCĠ-HURġĠT TAġKIN
Hakkâri ili, ġemdinli ilçesi, Ormancık mezrası'na bağlı Ortaklar köyü, 24 Temmuz 1994‟de
Derecik taburuna bağlı askerler tarafından yapılan operasyonda tamamen yakıldı. Kerem
Ġnan adlı köylü köy içinde, AĢur Seçkin isimli kiĢi yolda öldürüldü. Yine köylülerden geçici köy
korucusu olan Hayrettin Öztürk, Sıddık ġengül, Cemal Selvi, Casim Çelik, Yusuf Çelik,
Mirhaç Çelik, Abdulaziz Ġnan, Salih ġengül, Naci ġengül, ReĢit Selvi, Kemal Ġzci, HurĢit
TaĢkın gözaltına alındı. Devlete bağlı çalıĢan 12 geçici köy korucusunun aileleri, devlet
güvencesinde olduklarını sandıkları yakınlarının bir gün geri dönmelerini umutla beklediler.
Ama nafile! Kendilerinden bir daha haber alınamadı.
88- HASAN ERGUL
5 Haziran 1995‟de, 3 yaĢındaki oğlu Ġslam‟ı Silopi Devlet hastanesine götürdü. Köye
dönerlerken, Silopi‟den Cizre çıkıĢında OVA petrol istasyonunda durdu. Bu sırada biri beyaz,
diğeri siyah Renault-Toros marka otomobillerinden inen telsizli siviller Hasan Ergul‟u uzun bir
boğuĢmadan sonra kaçırdı. Üstelik bunlar 3 yaĢındaki oğlu Ġslam‟ın gözleri önünde oldu.
Hasan Ergul‟dan bir daha haber alınamadı. Ailesi savcılığa baĢvurdu. Savcılık yeterli bir
soruĢturma yürütmeden, dosyayı bütün kayıp olaylarında olduğu gibi iĢlemden kaldırdı.
Jitem Ġtirafçısı Abdulkadir Aygan, Hasan Ergul‟un Jitem‟de çalıĢan “Koçero” lakaplı kiĢinin
kaçırdığını, önce Silopi timine sonra da Elazığ timine götürdüğünü, orada öldürüldüğünü ve
bir çuvala konularak Hazar gölüne atıldığını anlattı. Elazığ‟a bağlı Mollakendi Cevizdere
köylüleri o dönemde bir cesedin Hazar Gölü kıyısından alınarak Elazığ kimsesizler
mezarlığına gömüldüğüne tanıklık ettiklerini Ergul‟un abisine söylediler. 8 Nisan 2009‟da,
abisiyle birlikte ve ĠHD avukatlarının savcılığa giderek tekrar savcılıktaki dosyaları
incelemesiyle olay açıklığa kavuĢtu.. Hasan Ergul‟un ölü bedeni Elazığ kimsesizler
mezarlığında bulundu.
89-MAKBULE ÖKTEM
Makbule Öktem‟in evi eĢi dağda olduğu gerekçesiyle sık sık basılıyordu.. Makbule defalarca
gözaltına alınarak iĢkencelerden geçirildi. Son olarak evleri 1994 yılında özel harekat timleri
ve korucular tarafından basıldı ve Makbule yine gözaltına alındı. Bu Makbule‟nin son gidiĢi
oldu. Kendisinden bir daha haber alınamadı. Arkasında 3 tane çocuk bıraktı. Ailesinin
savcılığa ve karakollara baĢvuru yaptı. Hiç bir sonuç alamadı.
90- NURETTĠN ÖZTÜRK
1952 Trabzon-Of doğumlu Nurettin Öztürk sosyalist kimliği ile bilinen biriydi. Çok kez
gözaltına alınmıĢ ve siyasi Ģubede sorgulanmıĢtı. Nurettin en son 05 Nisan 1984‟de
Ankara‟da uğradığı bir arkadaĢının evine kurulan karakolda gözaltına alındı. En son
sorgudayken yan hücrede bulunan bir tutuklu, Nurettin‟in gördüğü iĢkencelere tanıklık ettiğini
Ģöyle ifade ediyordu: “Yanımdaki hücreye koydular. Ġlk iki gün sürekli inlemesini duydum.
Üçüncü gün inlemeler kesildi. Askerler gelip baktılar. Sonra iĢkence edilmiĢ ölü bedenini bir
battaniyeye koyup götürdüler…” Bir daha Nurettin‟den haber alınamadı.
91- AYHAN EFEOĞLU
1967 Bursa ili Ġngegöl ilçesi nüfusuna kayıtlı 25 yaĢındaki Ayhan Efeoğlu, Yıldız Teknik
Üniversitesi öğrencisiydi. Bir süre önce iĢ bulmak üzere Ġstanbul‟a gelmiĢti. Ayhan Efeoğlu
daha önceleri Demokratik Üniversite mücadelesi nedeniyle dokuz kez gözaltına alınmıĢ ve
siyasi polis tarafından tanınan biriydi. 6.Ekim.1992 tarihinde okulun önünde ellerinde telsiz
olan sivil polislerce gözaltına alınarak kaybedildi. Bütün resmi baĢvurulara rağmen
„gözaltında öyle biri yok” diye geri çeviren polisi tanıklar yalanlıyordu.
Ayhan‟dan 6 gün önce gözaltına alınan Halil Önder Ģubede sorgu Ģefinin “Ayhan‟ı neden
almadınız? Onun iĢini daha önce bitirmeliydik” dediğine tanıklık etti.
Ayhan‟la aynı zamanda siyasi Ģubede sorguda olan Hacer Arıkan, polislerin kendisine üç kez
Ayhan‟ın fotoğrafını göstererek “ Aslan bu mu? dediğini söylüyordu. Hacer Arıkan, tanıklığını
Ģöyle anlatıyordu; „Ben 29 Eylül ile Ekim 1992 tarihleri arasında Siyasi ġubede gözaltında
tutuldum. 6 Ekim 1992 günü saat 18.00-19.00 sıralarında yeni bir gözaltı olmuĢ, sevinç
çığlıkları atan polisin „Ayhan‟ı nasıl elimizden kaçırdık‟ üzüntüsü sevince dönüĢmüĢtü. 8
Ekim‟de bana Ayhan Efeoğlu‟nun fotoğrafını gösteren polis „aslan bu mu?‟ diye sordu.
Birgün sonra tekrar geldiler. Yine Ayhan‟ın fotoğrafını göstererek „Ayhan elimizde, çözüldü‟
dediler. Aynı Ģeyleri iki gün boyunca tam 3 kez sordular. Üçünde de Ayhan‟ın fotoğrafını
göstererek „Ayhan elimizde‟ dediğini aktardı.
Feriha ve Osman Efeoğlu tüm resmi kurumlara oğulları Ayhan‟ı sordu. BaĢvurular sonuçsuz
kaldı; “biz almadık, bizde yok” cevabı hiç değiĢmedi.
1992 yılında Ġstanbul'da 6 genç gözaltında kaybedildi .Ailelerin,Ġnsan Hakları Derneği‟nin
baĢvurularına cevaben dönemin ĠçiĢleri Bakanı Ġsmet Sezgin bu kiĢilerin "kayıp değil, firari"
olduklarını açıkladı.
Kaybedilen gençlerle ilgili ĠçiĢleri Bakanlığı'nca yapılan açıklamada ise Yusuf EriĢti ,
Hüseyin Yaman ve Ayhan Efeoğlu'nun gözaltına alınmadığı, Soner Gül, Hasan Gülünay ve
Hüseyin Toraman'ın ise polis kayıtlarına göre "aranan kiĢiler" olduğu belirtildi.
92- ALĠ EFEOĞLU
1965 doğumlu, Bursa ili Ġneğöl ilçesi nüfusuna kayıtlı Ali Efeoğlu, 5 Ocak 1994 tarihinde
Ġznik- Ġstanbul yolunda gözaltına alındıktan sonra kaybedildi. Avukatları, Ali Efeoğlu
hakkındaki suç isnatları nedeniyle Ġstanbul Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele ġube
Müdürlüğünü tarafından arandığını öğrenmiĢlerdi. Ayrıca Ali Efeoğlu‟nun daha önce
tutukluyken tahliye olduğu Ġst. DGM‟nin E: 1993/310 sayılı dosyasındaki suç isnatları ile
aranmakta olduğu, Ġst. 2 DGM‟nin 1990/40 sayılı dosyasının görevsizlikle gittiği ġiĢli 1. Sulh
Ceza Mahkemesinin E: 1990/479, K: 1992/359 ve 2.4.1992 günlü kararıyla gıyabında ġiĢli 1.
Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilmiĢ bir yıl hafif hapis cezası mevcuttu.
Ali Efeoğlu daha önce siyasi polis tarafından gözaltına alınmıĢ ve yoğun iĢkencelere maruz
kalmıĢtı. Ali Efeoğlu‟nun „mahkumiyet aldığı‟ davanın hazırlık soruĢturması sırasında
kendisine yapılan yoğun iĢkenceler nedeniyle 4.1.1980 tarihinde ġiĢli Adli zTıp ġufbe
Müdürlüğünce verilen „7 günlük iĢ göremez raporu” verilmiĢti.
Bilindiği gibi, Ali Efeoğlu‟nun kardeĢi Ayhan Efeoğlu 6 Ekim 1992 tarihinde aynı Ģekilde
kaybolmuĢtu.
Osman ve Feriha Efeoğlu bu kez oğulları Ali için devletin tüm yetkili kurumlarına baĢvurdu.
Yine tüm baĢvurular sonuçsuz kaldı. TBMM Ġnsan Hakları Ġnceleme Komisyonu BaĢkanı
Sabri Yavuz: "kayıpları bulmak kolay değil” demekle yetindi. Avukatlarının 27 Ocak 1994
tarihinde DGM nöbetçi Cumhuriyet Savcısı‟na yaptığı baĢvuruya verilen cevapsa : "Belki
KardeĢinin Yanına GitmiĢtir" oldu… Ali Efeoğlu‟ndan bir daha haber alınamadı.
93-SEMDĠN CÜLAZ-M.SALĠH DEMĠRHAN-HALĠT ÖZDEMĠR-HAMDĠN ġĠMġEK-HĠKMET
ġĠMġEK-ĠBRAHĠM AKILBir sabah saat 06.30 sıralarında Silopi‟nin Görümlü köyüne ve çevre mezralarına Jitem
elemanları ve askerler tarafından baskın düzenlendi. Köylülerden ġemdin Cülaz, M.Salih
Demirhan, Halit Özdemir, Hamdin ġimĢek, Hikmet ġimĢek, Ġbrahim Akıl ve Abdurahman
Kayek gözaltına alındı. Ardından evlerini yaktılar. Köylüleri evlerinden alan Teğmen Ali
Kıraç‟tı. Sonra köylüleri köy meydanına topladılar. Gözaltına aldıkları köy imamı Ġbrahim
Akıl‟ı getirdiler. Keldani aileden Hikmet ve Hamdin ġimĢek‟in evinden getirdikleri Ġncil‟i
cebine, haç‟ı boynuna astılar. “Bakın sizin imam Hristiyan olmuĢ, siz nasıl bir Hristiyanın
arkasından namaz kılıyorsunuz?” dediler. Sonra 7 kiĢiyi alıp Tabur‟a götürdüler. YaklaĢık bir
saat sonra Tabur‟un içinden silah sesleri gelmeye baĢladı. AkĢama doğru Abdurrahman
Kayek serbest bırakıldı. Derisi yüzülmüĢ, tırnakları çekilmiĢti. Hiç konuĢmadı. Aynı gece
köyünü terk etti. Aileler iyice endiĢelenmeye baĢladılar. Hemen Tabur‟a gidip, Tümen
Komutanı olan Mete Sayar‟a yakınlarını sordular. Tümen Komutanı Mete Sayar, “gidin,
köyünüz Ermeni, imamınız ErmeniymiĢ, Bir daha sormayın yoksa aynı akıbeti paylaĢırsınız”
diyerek yanından kovdu. Savcıya dilekçe verdiler. Savcı, “Evet aynı gün gözaltına alınmıĢlar,
sorgulandılar, bunlar dağ kadrosuna katılmıĢlar” dedi. 6 kiĢiden bir daha haber alınamadı.
94-LÜTFĠYE KAÇAR
1959 Manisa doğumlu Lütfiye Kaçar, devlet tarafından sosyalist kimliği ile tanınan biriydi. Bu
nedenle önceden gözaltına alınmıĢ, iĢkence görmüĢ ve tutuklanmıĢtı. Cezaevinden çıktıktan
2 yıl sonra 5 Ekim 1994 tarihinde gözaltına alınarak kaybedildi. “Mücadele” gazetesini
arayan ve kendisini “Yılmaz” olarak tanıtan bir kiĢi, “Lütfiye Kaçar elimizde, Ģu anda askıya
alındı, kendisine iĢkence yapılıyor, yarın parçalarını toplarsınız” dedi. Ailesinin, avukatlarının
ve Ġnsan Hakları Derneği‟nin resmi mercilere yaptığı tüm baĢvurularda yanıt aynıydı ”biz
almadık, biz de yok”. Lütfiye Kaçar‟dan bir daha haber alınamadı.
95-ġEMSETTĠN YURTSEVEN-MĠKDAT ÖZEKEN-MÜNÜR SARITAġ
27 Ekim 1995'te, BinbaĢı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando
Taburu ile Bolu Komando Tugay Komutanlığı‟na bağlı askerler, Hakkâri‟nin Yüksekova
ilçesine bağlı Ağaçlı köyüne askeri bir operasyon düzenlediler. Bu operasyonda 73 yaĢındaki
ġemsettin Yurtseven, 18 yaĢındaki Mikdat Özeken ve 13 yaĢındaki Münür SarıtaĢ askerler
tarafından gözaltına alınarak askeri bir araçla götürüldüler. Onlardan bir daha haber
alınamadı. Ailelerin yaptığı tüm baĢvurular sonuçsuz kaldı. Yüzlerce köylünün gözleri önünde
askeri araçla götürülen 3 köylü için tüm resmi kurumlar “gözaltına alınmamıĢlardır” dedi.
Devlet adına çalıĢan itirafçı Kahraman Bilgiç, “Münür SarıtaĢ ve Mikdat Özeken taburun
içinde kazılan bir çukura bırakılarak tarandı. Daha sonra ölmüĢ olan ġemsettin Yurtsever de
getirilip o çukura atıldı. Çukurda cenazeler yakılmak istenmiĢti, ama cenazeler yanmayınca
çukurun üstü kapatıldı. Bir hafta sonra cenazeler toprağın altından, çıkmıĢtı. Bunun üzerine
cenazeler bidonların içine bırakılarak Ģehir dıĢına çıkarıldı” dedi.
Olayın yaĢandığı dönemde taburda askerlik yapan Erhan isimli er “bunlar tabura
getirildiğinde ġemsettin Yurtsever yaĢamını yitirmiĢti, diğer 2 kiĢinin ise bir ay sonra
bırakılması yönünde toplantı düzenlendi. Ancak Emin Yurdakul, 'bunları serbest bırakırsak
Yurtsever'in öldürüldüğü ispatlanır' diyerek „bu kiĢilerin sağ bırakılmaması yönünde itiraz etti‟
dedi. Ġtiraflar üzerine ailelerin yaptığı baĢvuru sonucunda, 13 Haziran 1997 tarihinde,
Hakkari Cumhuriyet BaĢsavcılığı, olayda adı geçenler hakkında dava açtı. Her zamanki gibi
bu davada suçlular korundu ve delil yetersizliğinden beraat ettiler. Dava 26 Nisan 1996 „da
AĠHM‟e taĢındı.( Karar Tarihi: 18.11.2003 -BaĢvuru no:31730/96)
96- AHMET KAYA-HALĠT KAYA-ABDULLAH ĠLHAN-ALĠ NAS-NEYTULLAH ĠLHANRAMAZAN ORUÇ RAMAZAN NAS--HAMĠT YILMAZ-ABDULHALĠM YILMAZ-MEHMET
ÖNER-LOKMAN ÖZDEMĠR
12 Ocak 1996 günü ġırnak‟ın Güçlükonak ilçesine bağlı Gêrê (Çevrimli) ve Yatağan
köylerine baskın yapan askerler, Abdullah Ġlhan, (40) Ahmet Kaya (22), Ali Nas (48),
Neytullah Ġlhan (63), Halit Kaya (60) ve Ramazan Oruç‟u (63) gözaltına alarak TaĢkonak
Jandarma Taburu‟na götürdü.
15 Ocak 1996 günü 56 AH 320 plakalı köy minibüsünün sahibi Ramazan Nas‟a telefon eden
askerler, “gelin, cenazelerinizi alın” dedi. Ramazan Nas, yanına Hamit Yılmaz, Abdulhalim
Yılmaz, Mehmet Öner ve Lokman Özdemir adlı 4 köylüyü alarak TaĢkonak Taburu‟na gitti.
Askerler, TaĢkonak taburunda iĢkenceden öldürülen 6 köylüyle birlikte, yeni gelen 4 köylünün
ellerini koltuğa bağladı, baĢlarına çuval geçirdi. YaĢıyormuĢ süsü verildi. Sürücü Ramazan
Nas'tan Dicle nehrinin kenarına münübüsü götürmesini söylediler. Minibüs, Tabur ile
Koçyurdu köyü arasında pusu kuran askerler ve Jitem mensupları tarafından durduruldu.
Minübüsün sahibi Ramazan Nas‟a “aracı yokuĢtan aĢağı yuvarla, intihar edin” talimatı
verdiler. Ramazan Nas bu arada belki “kendimi kurtarırım” diyerek gaza bastı ve kendini
araçtan attı. Araç yokuĢtan aĢağı sürüklendi. Ramazan Nas nehire yetiĢemeden askerler
tarafından taranarak öldürüldü. Minibüs kurĢun yağmuruna tutuldu ve ardından içindekilerle
birlikte yakıldı. Yakılan köylülerin kimlikleri “sapasağlam” olarak Jandarma karakolunda
yakınlarına verildi.
Katledilenlerin yakınları, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi‟ne baĢvurdu. Mahkeme Türkiye
devletini suçlu bularak, katledilenlerin yakınlarına maddi ve manevi tazminat ödemeye
mahkûm etti
97-HÜSEYĠN MORSÜMBÜL
Hüseyin Morsümbül lise öğrencisiydi. 18 yaĢındaydı. 12 Eylül darbesinin ardından 18 Eylül
1980 de saat 18.00 civarında Bingöl‟ de ki evinden Albay sıfatlı DurmuĢ Kıvrak
komutasındaki askerler tarafından gözaltına alındı. Olay bütün aile fertlerinin gözü önünde
oldu. Annesine “ifadesini alıp bırakacağız” dediler. Oğlunu sormaya giden babası Hanifi
Morsümbül‟e iĢkence yaptılar. Elektrik verdiler, askıya aldılar. Hergün karakola gidip gelen
anne Fatma Morsümbül oğlu hakkında bir bilgi elde edemedi. Daha sonra bir asker
“Hüseyin‟in öldürüldükten sonra bir battaniyeye sarılarak Murat nehrine atıldığını” gördüğünü
söyledi. Hüseyin‟den bir daha haber alınamadı.
98-MUSTAFA SAYGI
4 ġubat 1964 Suruç-Ezgil doğumlu Mustafa Saygı hayvan ticareti yapıyordu. Evli ve 2 çocuk
babasıydı. 3 Haziran 1994‟da motosikletiyle, Suruç ilçe merkezinden AĢağı Çirik köyündeki
evine giderken, Suruç ilçesi Yoğurtçu (ġixiz) köyünde Devlet Su ĠĢlerine ait geçici karakolda
görev yapan 5. Bölük Komando taburunda görevli askerlerce durdurularak gözaltına alındı.
Olaydan 2 gün sonra annesi AyĢe Saygı‟ya Recep Yıldız adlı köylü; oğlu Mustafa‟nın
gözaltına alındığını haber verdi. Recep Yıldız olayı Ģöyle anlatıyordu; “Ben ve Ġsmet ġahin
Yurtçiçeği köyünde yüksek gerilim hattını tamir etmeye gitmiĢtik. ġehir merkezinden
dönerken Yoğurtçu köyünde bulunan Jandarma karakolunda görevli jandarmalar tarafından
durdurulduk. Aynı anda Mustafa Saygı‟da durdurulmuĢtu. Bizim kimliklerimize bakıp
bıraktılar. Mustafa‟yı ise alıp götürdüler.”
Annesi ve kardeĢi Mehmet, hemen Mustafa‟yı Yoğurtçu köyündeki geçici Karakola sordular.
Karakol, Mustafa Saygı‟nın ilçe Merkez karakolunda olduğunu, soruĢturmasının devam
ettiğini ve 3 gün sonra soruĢturmasının biteceğini ve kullanmıĢ olduğu motoru iade
edeceklerini söyledi. Mustafa geri dönmedi. Ailesi Suruç Cumhuriyet BaĢsavcılığına Ģikâyet
dilekçesi verdi. Savcılık dilekçeyi iĢleme koyarak, Ġl Merkez komutanlığına Mustafa‟yı sordu.
Merkez komutanlığı, savcıya Mustafa‟yı gözaltına almadığını söyledi. Oysa, Mustafa‟yı hem
gözaltına alma esnasında, hem de Jandarma karakolunun bodrumunda görenler vardı.
Karısı, Dursun Saygı, devletin tüm kurum ve kuruluĢlarına yazılı baĢvuruda bulunarak eĢinin
bulunmasını istedi. Bir sonuç alamadı. Suruç Cumhuriyet savcılığı 13 Temmuz 2006 tarihli
2005/208 SoruĢturma, 2006/298 nolu dosya ile “kovuĢturmaya yer olmadığı” kararını verdi.
Kararda, o dönem karakolda görev yapanların sorgulandığı ve haksız gözaltı olduğuna,
ancak zaman aĢımından dolayı ölümünün değerlendirilemeyeceği belirtildi.
99-ABDURRAHĠM DEMĠR
1995 Ağustosunda 22 yaĢındaki Abdurrahim Demir Ömerli-Mardin‟deki evinden çıktı. Görgü
tanıklarının ailesine verdiği bilgilere göre; Abdurrahim, Mardin-Kızıltepe ġavalet noktasında
yapılan aramada otobüsten indirilerek gözaltına alındı ve ġavalet, Jandarma Karakolu‟na
götürüldü. Olaydan 3 gün sonra yetkili olduğunu söyleyen bir Ģahıs, Abdurrahim‟in evini
arayarak "oğlunuz ġavalet-Mardin jandarma karakolu‟nda, gidip alabilirsiniz" dedi. Çok yaĢlı
olan annesi aynı gün karakola gidemedi. Üç gün sonra kardeĢi gitti. Karakolda
kendisine; “Abdulrrahim‟in serbest bırakıldığı ve pasaport verilip yurtdıĢına gönderildiği, artık
kendilerine onunla ilgili bir Ģey sormamaları” gerektiği söylendi. Bir buçuk yıl sonra ailesi 24
ġubat 1997 tarihinde ĠHD'ye baĢvuruda bulundu. ĠHD, Abdurrahim Demir'in akıbetini
öğrenmek için tüm yasal yolları kullandı. Aynı zamanda bütün konsolosluklara gönderdiği
yazıyla Abdurrahim Demir‟i sordu. Konsolosluklardan gelen cevabi yazılarda "böyle bir
Ģahısla ilgili herhangi bir kayda rastlanmamıĢtır" denildi. Ve Abdurrahim Demir'den bir daha
haber alınamadı.
100- ZOZAN EREN-ORHAN EREN
Diyarbakır ili Kulp ilçesi doğumlu Zozan Eren hemĢirelik, eĢi Orhan Eren ise Lice ilçe
merkezinde gardiyan olarak görev yapıyordu. Bu evlilikten müĢterek iki çocukları vardı.
Zozan Eren “PKK‟ye yardım ve yataklık ettiği iddiasıyla Diyarbakır il merkezine sürgün edildi.
Zozan ve Orhan Diyarbakır‟a yerleĢtiler.
Zozan Eren‟in, Kulp ilçe merkezinde ikamet eden annesi Pembe Toprak' ın yanında bulunan
çocuklarını almak üzere 26 Eylül 1999- Cuma günü kendilerine ait özel otomobil ile Kulp ilçe
merkezine doğru hareket ettiler. Diyarbakır‟dan yola çıkamadan önce annesini arayan Zozan,
çocukları almak üzere yola çıkacakları haberini verdi.Kızı ve damadı gelmeyince Anne
Pembe Toprak iyice telaĢlanmaya baĢladı. Aynı gece saat 24.00 sıralarında Orhan'ın
çalıĢtığı cezaevinin savcısı, Orhan'ın arkadaĢı sıfatı ile
Zozan' ın annesini telefon ile arayarak Orhan'dan haber olup olmadığını sordu. Bu telefondan
yaklaĢık 2 saat sonra Orhan'ın baĢka bir arkadaĢı telefon açarak, Orhan'ın arabasının Kulp'a
bağlı Engul Jandarma Karakolu'nun 50 km yakınında terkedilmiĢ vaziyette bulunduğunu
haber verdi. Ve anne Pembe' ye gerekli tüm mercilere baĢvuruda bulunmasını söyledi.
Olaydan sonraki gün, yani Cumartesi günü Pembe Toprak Engul Jandarma Karakolu'na,
Kulp Cumhuriyet Savcılığı‟na Diyarbakır Valililiğine baĢvuruda bulunarak kızı ve damadının
akıbetini öğrenmek istedi. Engul Jandarma Karakol komutanı “Orhan ve Zozan Eren' in PKK
militanları tarafından kaçırıldığını, yapacakları hiçbir Ģeyin olmadığını” söyledi. Ancak
gözaltında kaybedilen Sadık-Seyithan Ulumaskan kardeĢlerin yakınları, kendi kayıplarını
araĢtırırken JĠTEM elemanları para karĢılığında Sadık ve Seyithan‟ın kendilerine teslim
edileceğini ve onların eĢkallerini tarif etmelerini istediler. Tarif üzerine Jitem elemanları,
Sadık ve Seyithan‟ın dıĢında bir hemĢire ve eĢinin de gözaltında olduğunu söylediler.
Ulumaksan ailesinden para ve bir de araba aldılar. Ancak Zozan ve EĢi Orhan Eren‟den
haber alınamadı. Dava AiHM‟e taĢındı. (AĠHM Karar tarihi 21 ġubat 2005. BaĢvuru
no:57778/00)
101-MAHMUT KAYA
23 Aralık 1980'de üzerinde "KahramanmaraĢ Katliamının Hesabı Sorulacaktır - Devrimci Yol"
yazılı bir pankartı asarken yakalandı ve gözaltına alındı. Gözaltına alındığına dair tüm resmi
kayıtlar yok edildi. Oysa onu gözaltında görenler vardı. Gözaltında bulunan diğer sanıklar
Davut Aksu, Ali Turan, Hüseyin Makal, Metin Cengiz, ġükrü P., Zekiye ve Necati A., Mahmut
Kaya'ya iĢkence yapanlar arasında Mehmet Hayta, Mehmet Güden ve Selçuk Ayyıldız adlı
polislerle birlikte ayrıca "Japon" lakaplı bir MĠT görevlisinin olduğunu mahkemede söylediler.
Hücre arkadaĢı Davut Aksu çıkarıldığı mahkemede Mahmut Kaya'nın iĢkenceyle
katledildiğini söyleyerek suç duyurusunda bulundu. Ancak iĢkenceciler hakkında hiçbir iĢlem
yapılmadı. Gene Zekiye adlı arkadaĢı tahliye edildikten sonra "Mahmut'un kanlı, parçalanmıĢ
elbiselerini bana yaktırdılar" dedi.
Mahmut Kaya‟dan bir daha haber alınamadı. Mahmut Kaya'nın babası kendisine telefon
eden ve adını vermeyen birisinden oğlunun Ģubede olduğunu öğrenip Ģubeye gitti. Kendisine
oğlunun orada olmadığı söylendi. Baba valiye gitti. Vali ona oğlunu bir kaç güne kadar teslim
etme sözü verdi. Bu söz hala tutulmadı.
PKK davasında yargılanan Hüseyin Makal tanıklığı bütün gerçekleri göz önüne seriyordu.
"1980 Aralığında Ağrı Dağı eteklerinde çıkan bir çatıĢmada yaralı olarak yakalandım.
Gözaltında Mahmut'la karĢılaĢtım. Yerde yatıyor ve bir Ģeyler mırıldanıyordu. Ancak polisler
her kımıldadığında yanına yaklaĢıp onu tekmelediler. Ayaklarının altı paramparçaydı. Yüzü
ise tanınmayacak halde... Ġdrarını hiç tutamıyordu. 2 Ocak'ta beni salondaki masaya zincirle
bağladılar. Mahmut'u da yanıma yatırdılar. ġubede görevli polis memuru Mehmet Hayta'nın
bir horozu vardı. Horoz vaktiyle etle beslendiği için parçalanmıĢ yerlerimizi horoza
gagalatıyorlardı. Gece yarısı 1.30-2.00 arası Mahmut'un nefes alıĢı ağırlaĢtı. Polisler bizi
onun yanından uzaklaĢtırdılar. Mahmut biraz sonra öldü. Polisler dıĢarıda nöbet tutan bekçiyi
çağırdılar. Bekçi biraz sonra elinde bir beyaz çuvalla dıĢarı çıktı." Mahmut Kaya‟dan bir daha
haber alınamadı.
102-CELĠL AYDOĞDU-MEHMET ġAH ATALA-NUSRETTĠN YERLĠKAYA-TURAN DEMĠRBEHÇET TUTUġ-BAHRĠ ġĠMġEK-ġERĠF AVAR-ÜMĠT TAġ-ABDU YAMUK
Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Alaca köyünde, 09 Ekim 1993 tarihinde 11 köylü (Celil
Aydoğdu, Mehmet ġah Atala, Nusrettin Yerlikaya, Turan Demir, Behçet TutuĢ, Bahri ġimĢek,
ġerif Avar, Hasan Avar, Ümit TaĢ ve Abdi Yamuk) bölgede görev yapan Bolu Dağ Komutanı
Tümgeneral Yavuz Ertürk komutasındaki askeri birlik tarafından gözaltına alındı.. Bazılarının
aileleri köyün üst tarafındaki tepede elleri bağlı olarak tutulan bu kiĢilere 10 gün boyunca
yemek götürdü.. 10. günden itibaren ailelerine bir daha gelmemeleri söylendi. Aileleri bu
kiĢilerden bir daha haber alamadı. Aynı gün köyleri de boĢaltıldı.. Aileler çevredeki kent
merkezlerine göçetti.. Olay AĠHM‟ne taĢındı.. Türkiye bu davadan da iki milyon Mark
tazminata mahkûm oldu.
Aradan 10 yıl geçti. Köylüler yaz dönemini ile sınırlı olmak üzere tarımsal faaliyet için köye
döndüler. 2 Kasım 2003 tarihinde bir çoban köye 500–600 m mesafedeki bir derecik
yatağında toprak yüzeyine çıkan bazı kemik ve bez parçaları buldu. ĠHD Diyarbakır Ģubesine
baĢvurdular. Bu baĢvuru üzerine 04. Kasım 2003 tarihinde ĠHD Bölge Temsilcisi Mehdi
Perinçek, ġube baĢkanı Selahattin DemirtaĢ, aile fertleri ve durumu kayıt altına almak için
kamera kullanan kiĢi ile birlikte olay ahaline gitti. Bir dere yatağına atılmıĢ, üzeri az toprak ile
örtülmüĢ kemikleri kayıt altına aldılar. Yaptıkları tespitleri aynı gün Kulp Cumhuriyet Savcısı
ile paylaĢtılar. Bulunan kemiklerin kime ait olduğunun belirlenmesi için bazı aileler doku
örneği verdi. 30 Aralık 2005 tarihindeki rapor ile DNA sonuçları pozitif çıktı. Failleri daha yargı
önüne çıkmadı. Çünkü dava dosyası askeri mahkemeye gönderildi. Dava AĠHM‟e taĢındı.
AĠHM Türkiye‟yi mahkum etti.
103- NAZIM GÜLMEZ
61 yaĢındaki Nazım Gülmez Hozat ilçesi TaĢıtlı Köyü'nde yaĢıyordu. Sakin bir yaĢamı vardı.
Ailesiyle beraber tarım ve hayvancılıkla uğraĢıyor, geçinip gidiyordu. Bolu Komando Tugayı
operasyondaydı.
Aliboğazı bölgesinde operasyon yapılacaktı. Komandolar TaĢıtlı Köyü'ne geldi. Nazım
Gülmez'i evinden aldılar. 'Kılavuz olacaksın' dediler. Çaresiz Nazım Gülmez düĢtü önlerine.
Evden alındığını onlarca köylü gördü. Tanıklardan birisi de köy muhtarıydı. Kendisinden o
günden beri hiçbir haber alınamadı. Karısı Garip Gülmez bir ay sonra Hozat'taki binbaĢıya
kocasının akıbetini sordu. Verilen yanıt düĢündürücüydü: 'Biz onları elimizde bir süre
tuttuktan sonra bıraktık, Ģimdi biz de arıyoruz.' Karısı Garip Gülmez bu kez Hozat Savcılığına
baĢvurdu. Hozat Savcılığı da görevsizlik kararı verdi, ama Tunceli BaĢsavcılığı gibi dosyayı
DGM' ye değil, Elazığ'daki 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'na gönderdi. Ġç hukuk
yollarından sonuç alamayan Gülmez ailesi davayı avukatları aracılığı ile AĠHM‟e taĢıdı.
104-NEZĠR TEKÇĠ
Yüksekova'nın AĢağı Ölçek (Yekmal) Köyü'nde çobanlık yapan Nezir Tekçe adındaki köylü,
Bolu Dağ Komando Taburu 5. Bölüğe bağlı askerler tarafından 26 Nisan 1995 tarihinde bir
grup köylü ile birlikte gözaltına alındı. Oğlunun akıbetini öğrenmek için çeĢitli giriĢimlerde
bulunan baba Hamit Tekçe 2004 yılının Haziran ayında askerler hakkında suç duyurusunda
bulundu. Suç duyurusunun ardından Yüksekova Cumhuriyet BaĢsavcılığı'na ifade veren
Tekçe, oğlunun askerler tarafından öldürüldüğünü belirtti. Olaya iliĢkin soruĢturma baĢlatan
Yüksekova Cumhuriyet BaĢsavcılığı ise, Cemil KırmızıtaĢ ile Nazım Dara adlı köylülerin tanık
olarak ifadesini aldı. Tanıklar da, Tekçe'nin askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra
öldürüldüğü yönünde ifade verdi. Ancak, olayla ilgili baĢlatılan soruĢturmadan hala bir sonuç
çıkmadı.
14 yıl sonra o dönem Bolu Tugayında görev aldığını ve operasyon için bölgeye getirildiğini
söyleyen bir asker, vicdan azabı çektiğini belirterek açıklamalarda bulundu. Aynı asker 2009
yılında Yüksekova Cumhuriyet Savcılığı'na baĢvurarak, Tekçe'nin Bolu Dağ Komando
Tugay‟ından Kemal adındaki üsteğmen tarafından öldürüldüğünü belirtti. Sonrada Nezir
Tekçe‟nin kafasını eline alarak poz verdiğini de ifadesine ekledi. Nezir Çoban‟dan yıllar sonra
alınan haber bu oldu. Nezir Tekçe‟nin bir daha izine rastlanmadı.
105- HASAN ÇĠÇEK
1976 doğumlu Diyarbakır ili Kulp ilçesi nüfusuna kayıtlı olan Hasan Çiçek, Diyarbakır il
merkezinin YeniĢehir Semtinde ikamet ediyordu.1999 yılında Dicle Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü‟nü kazandı. Ancak, ön kaydını yapmadan önce kayboldu.
Hasan Çiçek, daha önce Hizbullah örgütü üyesi olmak suçlamasıyla üç defa gözaltına
alınmıĢtı
19 Eylül 1999 günü saat 19.30 sıralarında Hasan Çiçek eve geldi, arkadaĢları ile futbol maçı
yapacaklarını söyleyerek evden ayrıldı. Ancak, Hasan o gece eve dönmedi. Ailesi,
arkadaĢlarına ulaĢarak, akıbetini öğrenmeye çalıĢtı. Ancak Hasan maça gitmemiĢti. Baba
Hüseyin Çiçek bu durum üzerine, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı‟na, Emniyet Müdürlüğü
Terörle Mücadele ġubesi‟ne yazılı bir dilekçe ile baĢvuruda bulundu. TEM Ģubesi oğlunun
gözaltında tutulduğuna dair sözlü bilgi verildi. Hüseyin Çiçek, aynı bilgiyi görevliye dilekçenin
altına yazdırtıp imzalattırdı.
Baba Hüseyin Çiçek, Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğrenci iĢlerine giderek,
oğlunun kayıt yapmadığını öğrendi. Görevli memur, günün son gün olduğunu, kaydını
yapmadığı takdirde hakkını kaybedeceğini belirtti. Hüseyin Çiçek bu durumdan yola çıkarak,
oğlunun kayıt durumunu netleĢtirmek için tekrar TEM Ģubesine gitti. Oğlunun okul kaydını
yapması gerektiğini ve bu günün son gün olduğunu belirterek kendisine imzalı bir kağıt
vermeleri talebinde bulundu.. ġubedeki görevli, gözaltı kayıt defterini inceleyerek adı geçen
Hasan Çiçek‟in baĢka biri olduğunu belirtti. Bu defa da bir yanlıĢlık olduğu, adı geçen Hasan
Çiçek‟ in aslında Salih- Metiye „den olma 1973 Diyarbakır merkez nüfusuna kayıtlı olan
baĢka bir Hasan Çiçek ile isim benzerliğinden dolayı karıĢıklık yaĢandığı Ģeklinde not
düĢüldü.
20 Ekim 1999 günü Diyarbakır‟da yayın yapan Kanal 21 adlı yerel televizyon Hizbullah
Örgütü ile ilgili bir haber yayınlandı. Haberde, “Hasan Çiçek‟in, Emniyet tarafından gözaltına
alındıktan sonra polis ile iĢbirliği yaptığını düĢünüyoruz. Bu kiĢiyi ne yapalım?” Ģeklinde bir
bilgi yer aldı.
Söz konusu haberden sonra Hüseyin Çiçek, Savcılığa tekrar baĢvuruda bulundu. Savcı,
Hüseyin Çiçek‟ e dönerek biraz beklemesi gerektiğini söyledi. DıĢarıda bekleyen Hüseyin
Çiçek bir süre sonra Savcı tarafından çağrıldı ve Hasan Çiçek „in Diyarbakır E tipi
cezaevinde tutuklu olduğunu belirtti. Baba Çiçek, Savcılıktan çıkar çıkmaz cezaevine gitti.
Daha önceki karıĢıklık üzerinde ısrarla durdu. Gardiyan, Çiçek‟ in kimliğini alarak kayıtlara
bakacağını söyledi. Bir süre sonra geri dönerek kendisini birazdan Hasan Çiçek‟le
görüĢtüreceklerini beyan ederek içeriye aldı. Ġçerde bir süre bekleyen baba Hüseyin Çiçek
görüĢ kabinine alındı, “ancak yine bir karıĢıklık olmuĢtur ve içerdeki kiĢi diğer Hasan Çiçek‟
tir” denilerek geri gönderildi. Hüseyin Çiçek, yaptığı tüm baĢvurulara rağmen oğlu ile ilgili
Ģimdiye kadar hiçbir bilgi elde edemedi. Dava AĠHM‟e taĢındı. AĠHM Türkiye‟yi mahkum etti.
(AĠHM Karar tarihi 30 Mart 2006. BaĢvuru no:76933/01)
106-ABDÜLSELAM ÇELĠK
1948 yılı, Diyarbakır ili Lice ilçesi Dingilhava köyü doğumlu Abdülselam Çelik, Diyarbakır Ġl
merkezinde ikamet etmekteydi. 5 Nisan 1997 günü misafir olarak gittiği, Lice ilçesi Tepe
köyüne PKK militanlarınca düzenlenen baskın sırasında kendisi ile birlikte 9 kiĢi köyden
alınarak götürüldü. Baskından 3 gün sonra götürülen kiĢilerden korucu olan biri militanlar
tarafından öldürüldü. Abdülselam Çelik dıĢında 7 kiĢi bir süre sonra serbest bırakıldı.
Abdülselam ise; 1997 yılının Ekim ayında serbest bırakıldı. Serbest bırakılan Abdülselam eve
uğramadan doğrudan Lice Jandarma Komutanlığı'na giderek burada ifade verdi. Ġfadesinden
sonra YüzbaĢı tarafından Diyarbakır'a getirilerek Jandarma Alay Komutanlığı'nda 3 gün
tutuldu ve sonra Savcılığa çıkarılarak serbest bırakıldı.
Savcılıktan serbest bırakılan Abdülselam, yaklaĢık 15 gün sonra babasının hastalandığını ve
durumunun ağır olduğunu duydu ve Lice ilçesi Dingilhava köyündeki babasını görmeye
gitmek üzere yola çıktı. Köye ulaĢıp babasını gören Çelik, 6 Kasım 1997 tarihinde tekrar
Diyarbakır' a döndü. Diyarbakır' a ulaĢtıktan sonra hal semtinde arabadan indi ve bir daha
kendisinden haber alınamadı. Kaybolduğu günden itibaren ailesi Diyarbakır Devlet Güvenlik
Mahkemesi ve Emniyet Müdürlüğü'ne dilekçe ile baĢvuruda bulundu ve ancak olumlu hiçbir
yanıt elde edemediler.
107-BAHRĠ BUDAK-METĠN BUDAK
Lice‟nin Yalımlı köyü, 1994 yılında güvenlik gerekçesiyle, zorla boĢaltıldı.
Köy boĢaltıldıktan kısa bir süre sonra 28 Mayıs 1994 tarihinde 61 yaĢındaki Bahri Budak 14
yaĢındaki torunu Metin Budak ile köylerindeki bahçelerinin bakımını yapmak için köye gitti.
Daha sonra kendilerinden bir daha haber alınamadı. Aile, BaĢbakanlığa, OHAL Valiliği'ne,
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'ne, TBMM'ye, Lice Cumhuriyet BaĢsavcılığına, ĠçiĢleri
Bakanlığı'na, Diyarbakır Valiliği'ne ve Lice Kaymakamlığı'na dilekçe ile baĢvurdu. Hiçbir
baĢvurudan sonuç alamayınca 2001 yılında dosyayı Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi‟ne
taĢıdılar. 1 Mayıs 2005 tarihinde köyün etrafında koyunlarını otlatan Abdulbaki Budak, eski
bir dere yatağında toprağın hemen altında bazı kemik parçalarına, eĢya ve giysilere rastladı.
Kalıntıları gören aile, bunların babaları Bahri Budak ve oğulları metin Budak'a ait olduğunu
teĢhis etti. Aile, 9 Mayıs 2005'te Lice BaĢsavcılığı'na baĢvurdu. Lice Cumhuriyet Savcısı
Tamer Can'ın 28 Mayıs 2005'te tuttuğu olay yeri tutanağında bulunan 10 adet boĢ mermi
kovanı ile bir adet patlamamıĢ merminin MKE yapımı olduğunu belirtti.
2006 Nisan‟ında Adli Tıp Kurumu Morg Ġhtisas Dairesi'nce hazırlanan raporda, bulunan
kemiklerin Bahri ile Metin Budak'a ait olduğu belirtildi. Raporda, boĢ kovanlarda yapılan
incelemede dede ve torunun G-1 ve G-3 piyade tüfeğinden açılan ateĢ sonucu öldükleri ifade
edildi. Olayı takip eden Ġnsan Hakları Derneği, dede ve torunu öldüren mermi kovanlarının
MKE yapımı olmasının faillerin adreslerini ortaya çıkardığını söyledi. Kadri Budak, babasının
ve oğlunun kaybedilmesinden sorumlu tuttuğu Bolu Komando Tugayı hakkında Lice
Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Ġç hukuktan umudunu kesen Budak ailesi,
davalarının AĠHM‟ de sonuçlanmasını bekliyor
108 -AHMET YETĠġEN
13 Kasım 1994 tarihinde gece saat 22.00 sıralarında üç araç dolusu güvenlik gücü Huzur
mahallesindeki YetiĢ ailesinin evine baskın yaptı. Evi didik didik aramalarına rağmen
herhangi bir suç unsuruna rastlanmadı. Aynı gece saat 01.00 sıralarında, tekrar eve baskın
düzenledi. Ahmet YetiĢen evde olmadığı için, oğlu Hanifi‟yi gözaltına alarak beraberlerinde
götürdüler. Arkasından akrabaları olan Nurettin Güney‟in evine yapılan baskında orada
misafir olan Ahmet YetiĢen de gözaltına alındı. Ahmet YetiĢen oğlu Hanifi YetiĢen‟le aynı
yerde tutuldu. Ahmet YetiĢen kolundaki saati oğlunun koluna taktı ve “Oğlum bu saati sana
hatıra olarak veriyorum” dedi. Ertesi gün saat 02.00 sıralarında, Hanifi YetiĢen babasının
yanından alınarak Batman‟a yakın bir yerde gözleri kapalı bir Ģekilde serbest bırakıldı. O
günden sonra Ahmet YetiĢen‟den bir daha haber alınamadı. Ailesinin tüm baĢvuruları
sonuçsuz kaldı.
109 - MUHSĠN TAġ
Cizre'nin Cudi bölgesinde 14 Ekim 1993 sabahında polis ve jandarmalar tarafından yürütülen
bir operasyon sırasında, Muhsin TaĢ dizinden vuruldu ve saat 05.00 sıralarında Jandarma
BinbaĢı Cemal Temizöz'ün emrindeki jandarmalar tarafından gözaltına alındı. Muhsin TaĢ
saat 05.50 sıralarında Cizre Devlet Hastanesi'ne götürüldü. Dr. Palpas tarafından muayene
edildi. Dr. Palpas, tıbbi teçhizat bulunmadığı ve ortopedi uzmanı olmadığı için TaĢ‟ın
Mardin'e gönderilmesini söyledi.
Aynı gün, Muhsin TaĢ, ġırnak Ġl Jandarma Komutanlığı'ndan BinbaĢı Erol Tuna'ya teslim
edildi. Ardından ġırnak'a getirildi. ġırnak Askeri Hastanesi poliklinik kayıtlarına göre Dr.Can
tarafından muayene edildi.
9 Kasım 1993 tarihinde saat 16.30'da el yazısı ile yazılıp jandarma grup komutanı ġeyhmus
Kara ve her ikisi de grup komutanı olan jandarma üsteğmen Burak Buğra ve Tarık Göktürk
tarafından imzalanan olay tespit tutanağına göre, Muhsin TaĢ Gabar dağlarında PKK
sığınaklarını bulmak için yürütülen bir operasyonda yardım ederken kaçtı.
Yetkililer, TaĢ Ailesi‟nin koltuk değneksiz yürüyemeyen oğullarının engebelerle dolu dağlık bir
alanda kaçtığına inanmalarını istediler. Ailenin tüm yasal baĢvuruları sonuçsuz kaldı.
AHĠM „de Türk yargıç Gölcüklü dıĢındaki 6 yargıcın oyuyla Türkiye Muhsin TaĢ‟ı
kaybetmekten mahkum oldu.(Karar tarihi: 14.11.2000-BaĢvuru No: 24396/94 )
110 - SÜLEYMAN SOYSAL
Süleyman Soysal, Özgen köyünün ileri geleni, varlıklı bir ailenin reisiydi. 29.12.1995
tarihinde alıĢveriĢ için köyünden Silopi'ye gitmiĢ, öğleden sonra dönmüĢtü. Döndükten
hemen sonra bir telefon geldi. EĢine 'Benim acil bir iĢim çıktı. Silopi'ye geri gidiyorum' dedi
ve evden çıktı. Görgü tanıklarına göre Çimen tesisleri civarında durduruldu. Durduranların
beyaz Toros ile mavi renkli iki otomobili vardı. Bir kiĢi Soysal‟ın yanına bindi. Soysal'ın
arabası diğer iki otomobilin arasında un fabrikası yolu üzerinden güneye doğru ilerledi. Ertesi
gün BaĢköy'den arabanın bulunduğu haberi geldi. Süleyman Soysal‟dan ise bir daha haber
alınamadı. Süleyman Soysal‟ın kardeĢi Dr.Sabri Soysal "Sanırım haziran ayıydı. Cem
Ersever, abimle görüĢmek iiçin iki sivil ile birlikte geldi. Birlikte oturduk, sohbet ettiler. Abime
'sen sevilen birisin, devlete yardımcı olman lazım' dedi. Abim de 'biz zaten karĢıt bir Ģey
yapmamıĢız' diye cevap verdi. Ersever, 'bize yardımcı olursan, her tür sorununu çözeriz' gibi
sözler etti. Sonra da abimle yalnız konuĢmak istedi. Onlar gidince abime ne istediğini
sordum. 'Benim resmen muhbirlik yapmamı istiyor. Yapmazsam sıkıntı çekeceğimi söylüyor'
dedi. Abim kabul etmediğini söyledi" diyerek Süleyman Soysal'ın kaybedilme nedenini
açıkladı.
111 - ABUBEKĠR ARAS
Abubekir Aras, 17.07.1994 tarihinde sabaha karĢı Terörle Mücadele polislerinin evlerine
yaptığı baskında gözaltına alındı. Babası Abdurrahman Aras ve avukatı Aydın Satıcı, ilgili
tüm resmi kurumlara baĢvurdu ama gözaltına alındığı hep inkar edildi. Babanın ısrarlı
baĢvuruları üzerine Cizre Savcılığı emniyetten bilgi istedi. Savcılığa 3. Sınıf Emniyet Müdürü
H. Hayri Aslandağ imzasıyla Ģu yazı gönderildi: “Abubekir Aras 17.07.1994 günü saat
05.30‟da nezaret altına alınmıĢ, aynı gün saat 20.30 sıralarında salıverilmiĢtir.” Halbuki
emniyetin “salıverdik” dedikleri tarihten sonra Abubekir Aras'ı iĢkencede gören bir tanık vardı.
Ġsmini vermek istemeyen bu tanık Abubekir Aras ile birlikte iki gün aynı hücrede kalmıĢtı.
Abubekir Aras‟a TEM‟de görevli polis memuru Mehmet tarafından iĢkence yapıldığını
açıkladı.
Ailenin tüm baĢvuruları sonuçsuz kaldı, Abubekir Aras‟tan bir daha haber alınamadı.
112 - HAMĠDE ġARLI-RAMAZAN ġARLI
Tatvan ilçesine bağlı Ulusoy (Wanik) köyünde 1993 yılında askerler ve yüzleri kapalı Özel
Harekat Timleri tarafından yapılan operasyonda Hamide ġarlı‟yı götürmek isteyen askerlere
kardeĢi Ramazan ġarlı 'Ben de onunla birlikte geleceğim' demesinin ardından askerler ikisini
birden alıp ailesinin ve tüm köylünün gözleri önünde panzere bindirerek götürdü. Ġki
kardeĢten o günden sonra haber alınamadı.
ġarlı Ailesi o tarihten itibaren çocuklarının akıbetini öğrenmek için bölgede bulunan bütün
karakollara baĢvurdu, ancak hiçbir sonuç alınamadı. Bunun üzerine aile 1993 yılı Aralık
ayında Tatvan Cumhuriyet Savcılığı'na, Ulusoy Karakolu'nda görevli askerler hakkında suç
duyurusunda bulundu.
Tüm köyün gözü önünde götürülen iki kardeĢin akıbeti hakkında yaptığı soruĢturmayı 2 yıl
sonunda tamamlayan savcılık, 'Ģahitler yok' gerekçesiyle kovuĢturmaya gerek olmadığına
karar verdi.
113 - TAHSĠN ÇĠÇEK-ALĠ ĠHSAN ÇĠÇEK-ÇAYAN ÇĠÇEK
Lice'nin Dernek (Tilê) Köyü 10 Mayıs 1994 tarihinde askerler tarafından basıldı. Baskında
kadın ve çocuklar bir tarafta bekletilirken, erkekler ayrı bir yere alındı. Kimlik kontrollerinde
Tahsin Çiçek, Ali Ġhsan Çiçek, Cihan Yılmaz, Mehmet Fidantek, Mehmet Özdekçi ve Fevzi
Fidantek gözaltına alındı. Lice Jandarma Komutanlığı'na yaya götürülen 6 kiĢi günlerce Bolu
Tugay Komutanlığı'na bağlı askerlerin kaldığı YĠBO‟da gözaltında tutuldu. Daha sonra
Yılmaz, Fidantek, Mehmet Özdekçi ve Fevzi Fidantek serbest bırakılmasına rağmen Çiçek
ailesinden gözaltına alınanlardan bir daha haber alınamadı. Ardından 27 Mayıs 1994
tarihinde Tahsin Çiçek‟in oğlu 15 yaĢındaki ileri derecede görme kaybı olan Çayan Çiçek de
yapılan bir operasyon sonucunda gözaltına alındı ve babası ile amcası gibi onu da bir daha
gören olmadı. Tüm baĢvuruları sonuçsuz kalan Çiçek ailesi AĠHM‟e baĢvurdu. Türkiye Çiçek
ailesinin dört ferdini kaybetmekten mahkum oldu.(Karar tarihi: 27.02.2001-BaĢvuru No:
25704/94)
114 - DEHAM GÜNAY
Nehyet Günay ve kardeĢi Deham Günay 11 Temmuz 1997 tarihinde, Silopi‟de sınıra yakın
bulunan tarlalarında çalıĢırken yirmiye yakın jandarma grubu tarafından gözaltına
alındılar..Ġki kardeĢi , tarlalarının yakınında geniĢ bir alana götürerek yerde bulunan ve içleri
silah dolu iki sarı torbayı gösterip, bunların kendilerine ait olup olmadıklarını sordular.
Jandarmalar, iki kardeĢin olumsuz cevap vermesinin ardından kendilerine « G3 » tüfeklerinin
dipçikleri ile vurdular. Kafasından yaralanan Deham bilincini kaybetti. Kafasından ve
yüzünden yaralanan Nehyet ise, jandarmalar tarafından cipe bindirilerek götürüldü. Nehyet
geceyi Habur jandarma karakolunda geçirdi. Nöbetçi askerlere kardeĢinin durumunu sordu.
Ġlk asker hastanede olduğunu, nöbet değiĢiminde sorduğu 2.asker ise öldüğünü söyledi.
Resmi makamlar aileye 17 yaĢındaki Deham‟ın kaçtığını söyledi.Tüm giriĢimleri sonuçsuz
kalan aile AĠHM‟e baĢvurdu.AĠHM Türkiye‟yi henüz reĢit olmayan Deham Günay‟ı
kaybetmekten mahkum etti. (AĠHM Karar tarihi:21.10.2008-BaĢvuru No: 51210/99)
115- MUHARREM TANRIVERDĠ- MEHMET TANRIVERDĠ-MAHFUZ TANRIVERDĠ
8 Mayıs 1994 tarihinde Lice ilçesine bağlı Dibek köyüne asker ve polisler tarafından baskın
düzenlendi. Baskında 19 yaĢındaki Muharrem Tanrıverdi, 25 yaĢındaki Mehmet Tanrıverdi,
13 yaĢındaki Ali Tanrıverdi ve 20 yaĢındaki Mahfuz Tanrıverdi adlı 4 kardeĢ ile birlikte yakın
akrabaları Tarık gözaltına alındı. Ali ve Tarık 5 gün sonra serbest bırakıldı. 3 kiĢiden bir daha
haber alınamadı. Ailesinin Emniyet Müdürlüğü‟ne yaptığı baĢvuruya yanıt “biz de yok” oldu..
Lice askeri karakoluna anne Kadriye Tanrıverdi aynı gün 6 kez gitti. Ve kendisine oğlunun
"Alay‟a götürüldüğü" söylendi. Anne Kadriye bu kez Alay Komutanlığı‟na oğullarını sordu.
Yanıt yine “bizde yok” oldu. Anneleri yeniden karakola gitti. Bu kez karakol yetkilisi, “Bolu
Tugayı‟nın bölgede operasyon yaptığını ve Muharrem, Mehmet ve Mahfuz‟un Bolu Tugayı‟na
bağlı askerler tarafından götürüldüğünü” söyledi. Ardından anne Kadriye‟nin yaptığı tüm
giriĢimler sonuçsuz kaldı. Muharrem, Mahfuz ve Mehmet kardeĢlerden bir daha haber
alınamadı.
116- FAHRĠ BALYECĠ
1956 Hazro doğumlu Fahri Balyeci, Diyarbakır ili Hazro ilçesinde ikamet ediyordu. Tarım vs.
gibi iĢlerle uğraĢarak geçimini sağlamaktaydı. 5 çocuk babasıydı. Fahri, PKK kadrosuna
katılan bir kardeĢinden dolayı sürekli Hazro Jandarma Komutanlığı tarafından rahatsız
edilmekteydi. KardeĢini bulup getirmesi ve ajanlık yapması yönünde devamlı tehdit edilmekte
ve zorlanmaktaydı. Bu çerçevede 1994 yılında Jandarma tarafından gözaltına alındı ve 45
gün boyunca gözaltında tutuldu. Sonra tutuklanarak Diyarbakır E Tipi Cezaevine gönderildi.
19 aylık bu cezaevi sürecinden sonra tahliye edildi ve tekrar Hazro ilçesindeki ailesinin
yanına yerleĢerek burada yaĢamını sürdürdü. Fahri, serbest bırakıldıktan sonra da Hazro ilçe
Jandarması tarafından sürekli takip altında tutulmaktan kurtulamadı.
26 Eylül 1996 günü Diyarbakır‟ da ikamet eden birkaç kiĢiden tahsil edilmesi gereken 84
milyon miktarındaki parayı almak üzere il merkezine geldi. Ġl merkezinde bu kiĢilerle
görüĢerek, parayı aldıktan sonra ortadan kayboldu. Fahri, Diyarbakır‟dan dönmeyince
hemen ertesi gün, aile fertlerinden birileri Diyarbakır‟a gelerek Fahri‟nin izini sürmeye ve
kendisinden bir haber alma çabası içerisine girdi. Bu çaba sonucunda Balyeci‟nin sebze hali
civarında gözaltına alındığını öğrendi. Zaten o dönemde ismini açıklamaktan çekinen bir kiĢi,
Fahri‟yi, Diyarbakır‟ da JĠTEM‟ de gördüğünü, sürekli iĢkence edildiğini, bazen gözleri bağlı
bazen de açık bir Ģekilde ayakta bekletildiğini anlattı. Fahri Balyeci, en son bu kiĢi tarafından
görülmüĢtü. Bu kiĢinin de Fahri‟ yi gözaltında gördüğünü teyit etmesi üzerine anne Remziye
Balyeci hemen Hazro Jandarma Komutanlığı‟na, Savcılığa, Kaymakamlığa, Emniyete,
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi‟ne dilekçe ile baĢvuruda bulundu. BaĢvuruya
herhangi bir yanıt alamadı. Aile, bunca baĢvurudan sonra, gayrı resmi yollardan oğullarının
Diyarbakır JĠTEM‟ de tutulduğu ve serbest bırakılacağı duyumunu aldı. Bu nedenle de dava
açmak gibi bir yola baĢvurmadılar. Fahri Balyeci‟nin bir daha izine rastlanmadı.
117-HASAN ÇĠÇEK
Tunceli‟nin Hozat ilçesine bağlı BoydaĢ köyü Dereköy mezrasında ikamet eden Hasan Çiçek,
köylerini boĢaltmaları yönünde birçok kez tehdit edildi. Köyü boĢaltmayan Çiçek, yol
göstermesi için` askerlerce 10 Ekim 1994 tarihinde evinden alındı.. Çiçek`in eĢi Zeynep
Çiçek, eĢinin götürüldüğü istikametten silah sesi duydu. Bir ay sonra yakılmıĢ bir ceset
bulundu.. Zeynep Çiçek, eĢini kol düğmelerinden tanıdı, ama ispatlanamadığı için Hasan
Çiçek resmi kayıtlara `kayıp` olarak geçti. Dava dosyası mahkemeler arasında uzun yıllar
gidip geldi. Zeynep Çiçek`in 1999 yılında baĢvurduğu Hozat Asliye Hukuk Mahkemesi de
Hasan Çiçek`in `kayıp` olduğu kararını verdi. Dava 2005 yılında Avrupa Ġnsan Hakları
Mahkemesi`ne (AĠHM) taĢındı. AĠHM dosyayı kabul edilebilir gördü.
118- ĠLYAS EREN
1954 doğumlu Diyarbakır ili Kulp ilçesi doğumlu Ġlyas Eren, evli ve 8 çocuk babasıydı. Daha
önce Diyarbakır ili Kulp ilçesi Mezré Rındık (Tepecik) köyünde ikamet etmekteydi. 1994
yılının Mart ayında köyün güvenlik kuvvetleri tarafından yakılmasının sonrasında ilçe
merkezine göç etti ve burada ikametini sürdürerek çiftçilikle geçimini sağlamaya çalıĢtı. Ġlyas
Eren 1990 yılında PKK üyesi olmak suçundan ilçe merkezinde birkaç kez gözaltına alındı. Bir
süre sonra serbest bırakıldı. Bu gözaltılar sonucu yapılan soruĢturma neticesinde takipsizlik
kararı verildi.
11 Mart 1997 günü Diyarbakır'ın Dağkapı semtinde bulunan Kulp terminalinde minibüs
beklediği sırada yanına gelen sivil giyimli silahlı 4 Ģahıs tarafından kimliği soruldu.. Kimlik
kontrolünden sonra terminalden çıkarılarak özel bir araca bindirilip gözaltına alındı. Ġlyas
Eren' in dayısının oğlu Yahya Eren olay sırasında terminaldeydi ve olayı gözleriyle gördü.
Eren‟in kardeĢleri Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesine dilekçe ile defalarca baĢvurdu.
Bir sonuç alamadı. Ġnsan Hakları Derneği ve Af örgütünün yaptığı baĢvurular da sonuçsuz
kaldı. Ġlyas Eren‟den bir daha haber alınamadı
119- DÜZGÜN TEKĠN
Düzgün Tekin; 21 Ekim 1995 günü GüneĢli Evren Mahallesi‟ndeki bir akrabasının evinden
iĢine gitmek üzere çıktı. Bir daha kendisinden haber alınamadı. Kaybolmadan bir hafta önce
polis tarafından takip ediliyordu. Takip eden araçları biliyordu, birisinin plakasını bir kağıda
yazıp eve bırakmıĢtı. Yazıp bıraktığı 34 F 6676 plakalı araç, onu kaçıran araçlar arasındaydı.
Düzgün Tekin'in ailesi, avukatları ile birlikte tüm resmi kurumlara baĢvurularda bulundular
ama sonuç çıkmadı.
Gebze cezaevinde Kasım Açık isimli itirafçı Düzgün Tekin‟in öldürülüp Kırklareli
yakınlarındaki Çadırkent‟de gömüldüğünü krokilerle açıkladı. Fakat kaybedildiği günden
bugüne devlet yetkilileri ne Düzgün Tekin hakkında ne de kendisini takip eden sivil araç
hakkında hiçbir bilgi vermedi. Düzgün Tekin‟den bir daha haber alınamadı.
120-M.SELĠM SANSARKAN
1962 Silvan doğumlu M. Selim Sansarkan, Diyarbakır il merkezinde ikamet etmekteydi.
BalıkçılarbaĢı semtinde bulunan Japon Pasajı‟nda kiraladığı bir dükkânda kırtasiye
malzemesi ve dini içerikli kitaplar satarak geçimini sağlamaktaydı. Bekar olan M.Selim, evli
olan kardeĢlerinden ayrı olarak yine BalıkçılarbaĢı semtinde satın aldığı evde yaĢıyordu.
Sansarkan, Japon Pasajında bulunan dükkânını değiĢtirdikten sonra 23 Mayıs 1999 günü
eski dükkanına giderek pasaj bekçisine, kalan eĢyalarını yeni dükkana taĢıması için bir
miktar para verdi. Ve yeni tuttuğu dükkanına dönerken kayboldu. M.Selim‟i son gören kiĢi
pasaj bekçisi oldu.
Esnafların, aradan 10 gün geçmesine rağmen M.Selim‟in dükkanına uğramaması ilgilerini
çekti. Bu nedenle kardeĢine telefonla haber verdiler. KardeĢ Sansarkan, abisi hakkında bilgi
edinmek için çaba gösterdi ancak abisinin kimler tarafından kaçırıldığına dair elinde hiçbir
bilgi yoktu. Bir dükkandan diğer dükkana giderken sırra kadem basmıĢtı abisi. M.Selim olayla
ilgili olarak Emniyet Müdürlüğü, Cumhuriyet Savcılığı, Devlet Güvenlik Mahkemesi, Valilik,
ÇarĢı Karakolu gibi her yere baĢvuruda bulunan Hidayet Sansarkan, olayın aydınlatılması
konusunda hiçbir ilerleme sağlayamadı. M. Selim Sansarkan‟dan o tarihten bugüne kadar bir
daha haber alınamadı.
121-MEHMET GÜLER
1973 Lice doğumlu Mehmet Güler, Diyarbakır ili Silvan ilçesi merkezinde ikamet etmekteydi.
Evli ve 3 çocuk babasıydı. Güler, ikamet ettiği Silvan ilçesi Ġhlas Kargo Ģubesinde
çalıĢmaktaydı. 1 Aralık 1997 günü iĢe gitmek üzere evden ayrıldı. Bir daha onu gören
olmadı. Mehmet'ten bir haber alamayan annesi Silvan Ġhlas Kargo bürosuna giderek oğlunun
gece eve gelmediğini, nerede olduğunu sordu. ÇalıĢanlar, Mehmet' in Kargo arabasıyla yine
çalıĢanlardan Murat GüneĢ ile birlikte Batman' a gittiğini, orada bir tanıdığına rastladığını ve
geri dönmediğini aktardılar. Bu açıklama üzerine anne Güler, nasılsa oğlunun orada misafir
olarak kalmıĢ olabileceğini düĢündü ve biraz rahatlayarak eve döndü.
Aradan birkaç gün geçmesine rağmen Mehmet eve dönmeyince annesi iyice meraklanarak
tekrar kargo bürosuna gitti. Büro sahibi Murat SütĢurup ile ve oğlunu en son gören Murat
GüneĢ ile görüĢtü. Ġkisi de „merak etme birgün eve döner” dediler.
Anne GüIer, hiçbir çıkar yol bulamayınca Diyarbakır' a gelerek birkaç avukat ile görüĢtükten
sonra Batman Ġnsan Hakları Derneği'ne, Batman Cumhuriyet BaĢsavcılığı‟na çeĢitli
gazetelere baĢvuruda bulundu. Oğlunun gözaltına alındığına dair olumlu bir yanıt
alamayınca yine savcılığa bu kiĢiler hakkında suç duyurusunda bulundu.
1999 yılı Nisan- Mayıs ayları içerisinde Hizbullah Örgütü‟ne yönelik güvenlik kuvvetlerince
sürdürülen operasyonlarda Hizbullah örgütü üyesi olmak iddiası ile tutuklananlar arasında
Murat SütĢurup ile Murat GüneĢ‟ in de isimleri geçmekteydi. Mehmet Güler‟den bir daha
haber alınamadı.
122- YUSUF NERGĠZ
70 yaĢındaki Yusuf Nergiz, Diyarbakır ili Kulp ilçesi Narlıca (Tiyaks) köyü doğumlu olup evli
ve 6 çocuk babasıydı.
Diyarbakır il merkezi Ofis semtinde ikamet eden Nergiz; köyde bulunan arazilerini ekip,
biçmek için sürekli köye gidiĢ- geliĢ yapmaktaydı. 29 Eylül 1997 tarihinde yine köye gitti.
Köyde bir gün kaldıktan sonra, 1 Ekim 1999 günü akĢam saat 22.00 sularında 15 kiĢiden
oluĢan asker giyimli, silahlı kiĢilerce baskın düzenlendi. Yusuf Nergiz gözaltına alınarak Kulp
Merkez Jandarma Komutanlığı'na götürüldü. Karakolda 24 saat boyunca sorgulandıktan
sonra; köye dönmeyerek Kulp merkezinde kalması ve sabah tekrar karakola gelmesi
koĢuluyla serbest bırakıldı. Bunun üzerine o gece Kulp merkezinde ikamet eden komĢu
köyden Mehmet Cabbar' ın evinde kaldı ve ertesi gün sabah tekrar karakola gitti. Karakolda
bulunan Alaaddin ġahin adlı korucu kendisine: "Buradan defol! Hemen biletini kes ve
Diyarbakır'a git" Ģeklinde bağırarak onu karakolun önünden kovdu. Karakoldan ayrılan Yusuf
Nergiz, terminale giderek Diyarbakır' a gitmek üzere bilet aldı. Bu arada yine Narlıca (Tiyaks)
köyünde ikamet eden kardeĢi Adil Nergiz ile karĢılaĢtı. Olup biteni kardeĢine anlattıktan
sonra ġevket adlı Ģoförün kullandığı 21 AR 474 plakalı kırmızı renkli minibüse binerek
Diyarbakır' a gitmek üzere yola çıktı. Nergiz, minibüse bindikten hemen sonra kendisini
karakolun önünden kovan Alaaddin ġahin adlı korucu da minibüse bindi, ancak Nergiz‟den
daha sonra hiçbir haber alınamadı.
Olaydan sonraki gün Yusuf Nergiz‟in eĢi Saibe Nergiz, kızını da yanına alarak eĢinin
akıbetini öğrenmek için Kulp Cumhuriyet BaĢsavcılığı' na baĢvuruda bulundu. BaĢsavcı ile
görüĢen Saibe Nergiz, olan biten her Ģeyi anlattıktan sonra savcının kendisine "Niye daha
önce gelmedin, geç kaldın " yanıtını verdikten sonra telefon numarasını alarak, kendisinin
eve gitmesini eğer bir bilgi edinirse telefon açarak kendisine haber vereceğini söyledi. Aynı
gün Alaaddin ġahin adlı korucu ile görüĢen Saibe Nergiz, eĢinin akıbetini sordu. Alaaddin
adlı korucu kendisine 3 Ekim 1999 günü aynı minibüs ile Diyarbakır istikametine doğru
birlikte geldiklerini, eĢi Yusuf Nergiz'i yol üzerinde bulunan Seyrek Jandarma Karakolu'na
teslim ettiğini, ondan sonra da kendisini görmediğini aktardı. Zaten Yusuf Nergiz'i en son
gören kiĢi de korucu Alaaddin ġahin oldu.
123-MEHDĠ AKDENĠZ
20 ġubat 1994‟de Kulp Jandarma Karakolundan yaklaĢık 200 asker Diyarbakır‟ın Kulp
ilçesinin Sesveren köyüne geldi ve köylüleri evden çıkmaya zorladı. Tüm köylüleri köy
meydanına topladı. Bazı askerler evleri yakmaya baĢladı. Bir süre sonra yanlarındaki maskeli
bir kiĢi, elindeki kağıttan isimleri okumaya baĢladı. Mehdi Akdeniz‟i bir panzerin arkasına
bağladı ve yerlerde sürükleyerek 5 kiĢiyle birlikte döve döve götürdüler. 18 gün sonra Mehdi
dıĢındakiler serbest bırakıldı. Bırakılanlar, ilk önce Sivrice karakoluna, sabah ise Kulp
Komando Tugayı‟na götürüldüklerini, söz konusu dört günün sonunda Kulp jandarma
karakoluna getirildiklerinde, “Mehdi‟yi kendilerinden ayırdıklarını ve bir daha onu
görmediklerini” söylediler. Gözaltı süresince sürekli iĢkence gördüklerini, Mehdi‟nin ise daha
ağır iĢkencelere maruz bırakıldığını söylediler.
Anne Mevlüde Akdeniz, her gün oğlunu jandarmaya sordu. Bir yanıt alamadı. 11 Mayıs 1994
tarihinde, Diyarbakır DGM BaĢsavcılığına bir dilekçe ile baĢvurdu. Oğlunun akıbetini sordu.
Savcılık dilekçenin altına „Gözetim kayıtlarımızın tetkikinde bu isme rastlanmamıĢtır.‟ notunu
yazarak cevap verdi. Bu dosya 18788 No‟lu dosya olarak devlet kayıtlarına geçti.
Ardından dava AĠHM‟e taĢındı. Dava 11 yıl sonra bitti. AĠHM Türkiye‟yi Mehdi Akdeniz‟i
kaybetmekten mahkum etti. AĠHM, jandarmanın; “köylülerin Sesveren köyüne düzenlenen
operasyonda gözaltına alındığına yönelik kaydını” buldu. Türkiye, AĠHM'nin saptamasından
sonra gözaltı kayıtlarını 5 yıl sonra, 1999'da doğrulamak zorunda kaldı. (Karar tarihi: Mayıs
2005-BaĢvuru no:25165/94)
124 - BEDĠRXAN TUYSÜZ
1979 yılının Kasım ya da Aralık ayında Bedirxan Tüysüz‟ün13 yaĢındaki oğlu M.Ali Tüysüz
tarladan dönerken Bucak aĢiretine mensup bir grup silahlı kiĢiler yolunu kesti.M.Ali‟yi
yanlarına alarak Kılıca köyüne baskın yaptılar. O gece 4 veya 5 saat boyunca çatıĢma
sürmüĢtü. O sırada M.Ali‟nin annesini gördüler. “Sen git Bedirxan‟a söyle oğlun elimizde,
gelmezse oğlunu öldüreceğiz, gelirse birĢey yapmayacağız. Sadece konuĢacağız” dediler.
Anne söyleneni aynen kocası Bedirxan‟a iletti. Bedirxan Tüysüz oğlunun baĢına bir Ģey
gelmesin diye köye geldi. Bedirxan gitmemek için epeyce direnmesine rağmen onu zorla
alıp götürdüler. Olayı Karakol‟a Silvan Kaymaklığı‟na bildiren ailesi, Bedirxan hakkında hiç bir
bilgi elde edemedi. Bedirxan‟dan bir daha haber alınamadı
125 - ĠHSAN HARAN
12 Mayıs 1994 tarihinde, köylerinin güvenlik güçleri tarafından yıkılmasından sonra, Ġhsan
Haran ailesi çocuklarıyla beraber köylerinden Diyarbakır‟a taĢındılar. Ġhsan Haran Diyarbakır
yeraltı çarĢısı inĢaat alanında çalıĢalı 8 gün olmuĢtu. O gün iĢe gitti ve bir daha geri dönmedi.
Ailesi
ek iĢ olduğunda mesaiye kalmasına bağlayarak önce onu merak etmedi.
27 Aralık 1994 tarihinde, aynı köyden olan Fahri Hazar, Ġhsan Haran‟ın evine geldi. Ve eĢi
Nesibe Haran‟a “24 Aralık 1994 sabahında, Ġhsan Haran‟ın çalıĢmakta olduğu inĢaat
alanında üniformalı polis memurları tarafından kimlik kontrolü yapıldığını ve onların Ġhsan
Haran‟ın kimlik belgelerini kontrol ederken kendi aralarında tartıĢmaya baĢladıklarını, bu
tartıĢma sonunda Ġhsan Haran‟ı da beraberinde götürdüklerini” söyledi.
Olaydan birkaç gün sonra 30 Aralık 1994 tarihinde, Fahri Hazar‟da gözaltına alınarak
tutuklandı. EĢinin polis memurları tarafından tutuklandığını öğrenen eĢi Nesibe Haran, onun
yerini öğrenmek için Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığı‟na bir dilekçe ile gitti.
Ancak, dilekçesini sunması, Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde duran polis memurları
tarafından engellendi. EĢi Nesibe ve diğer aile üyeleri, yaklaĢık bir ay boyunca Cumhuriyet
Savcısı‟yla görüĢmeye çalıĢtılar ancak baĢarılı olamadılar.
Bu kez de herhangi birinin eĢini görüp görmediğini öğrenmek için birkaç hapishaneyi ziyaret
etmeye baĢladılar. Ġsminin verilmemesini isteyen, Diyarbakır E Tipi Cezaevi‟nde 31. KoğuĢ‟ta
kalan bir tutuklu “Ġhsan Haran‟ı nezarette gördüğünü” söyledi. Ġhsan Haran‟dan bir daha
haber alınamadı. Ġç hukuk yollarından birĢey elde edemeyen ailesi olayı AĠHM‟e taĢıdı. AĠHM
Türkiye‟yi mahkum etti. (Karar Tarihi:6 Ekim 2005-BaĢvuru no: 28299/95)
126- ĠSMAĠL BAHÇECĠ
1968 doğumlu Ġsmail Bahçeci Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu öğrencisiydi.
Polis tarafından arandığı için ailesinden ayrı yaĢıyordu.
Birçok kez eve polisler gelmiĢ nerede olduğunu sormuĢlardı. KardeĢi Metin‟le Unkapanı‟nda
görüĢtüklerinde Metin ona haberleĢmek için yakın arkadaĢı Veysel‟in telefonunu verdi.
Veysel, politikayla hiç ilgilenmeyen biriydi.
24 Aralık 1994 günü Ġsmail‟in Aksaray‟da Ġstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele
ġubesi Müdürlüğünce Olağanüstü Hal Bölgesi‟nde iĢlendiği iddia edilen bir suç‟un
soruĢturması için gözaltına alındığı haberi geldi.
Ġsmini vermeyen ve Ġsmail‟in arkadaĢı olduğunu söyleyen biri, Ġsmail‟in evini arayarak
telefona çıkan babasına “oğlunuz gözaltında, ona sahip çıkın, işkence görmesin” dedi.
Ġsmail‟in gözaltına alınıĢından hemen sonra terörle mücadele ekipleri Veysel Düz‟ün iĢyerine
baskın düzenledi. O anda Veysel Düz iĢyerinde olmadığı için ağabeyi Gürsel Düz, Ġstanbul
Terörle Mücadele ġubesi‟ne götürüldü. Orada kendisine “kardeĢi Veysel‟in iĢyeri ve ev
telefonlarının yakalanan bir „örgüt mensubunun” üzerinde çıktığı ve kardeĢi Veysel‟i polise
getirmesi söylendi. Veysel‟in telefonu sadece Ġsmail‟in üzerinde vardı. Bütün bunlar Ġsmail‟in
gözaltına alındığının bildirildiği bir iki gün içinde gerçekleĢmiĢti.
Daha sonra, bu geliĢmelerin Ġsmail‟in gözaltında olduğunun kanıtı olarak açıklanınca,
Terörle Mücadele ġubesi telefon numaralarını, Veysel‟in iĢyerine geldiklerini ve Ağabeyi
Gürsel‟in ifadesine baĢvurduklarını inkar etti. Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
BaĢsavcılığı da konu hakkında bilgilerinin olmadığını söyledi.
Baba ġehmuz Bahçeci ile kardeĢi Metin, birkaç parça eĢya ve biraz para alarak
Gayrettepe‟ye gitti ve Ġsmail‟i sordu. Yanıt “Biz o isimde birini gözaltına almadık, bizde
yok”Ģeklinde oldu. Savcılıktan da aynı yanıtı alan ailesi Ankara‟ya gidip Azimet Köylüoğlu ile
görüĢtü. Köylüoğlu, anne Fatma Bahçeci‟ye “evet gözaltına alındı, cereyan verildi, iĢkence
yapıldı, sonra bir çukura atıldı” bilgisini verdi. GörüĢtüğü ĠçiĢleri Bakanı ise “sen dua et, oğlun
polislerin elinde olsun. Ben araştırma yapar sana haber veririm” dedi. Anne Fatma Bahçeci
telefonunu ve adresini bıraktı. Bir daha ne arayan oldu, ne de Ġsmail‟in izine rastlanıldı.
Bahçeci Ailesi Ġsmail‟i aramaya devam etti. BaĢvurmadık merci bırakmadı. Bir sonuç
alamadı. Ondan geriye; yazdığı Ģiirler, çizdiği karikatürler kaldı. Bir de 16 yıldır Ġsmail‟i
Bekleyen annesi… Baba ġehmuz Bahçeci‟nin ömrü Ġsmail‟in akıbetini öğrenmeye yetmedi.
2004 Ağustos‟unda vefat etti.
127-M.ZEKĠ DOĞAN
M.Zeki Doğan, Hakkâri‟nin Çukurca ilçesindeki lisede müstahdem olarak çalıĢıyor, aynı
zamanda gece bekçiliği yapıyordu. 07.06.1994 tarihinde Özel Harekat Timleri gece saat
23.00 sıralarında liseye operasyon düzenledi. Önce lisenin duvarı panzerle yıkıldı. Ardından
M.Zeki Doğan, Ģiddet uygulanarak zorla okuldan çıkarıldı. Zırhlı bir araca bindirildi. Büya
Mende tarafına götürüldüğü, okul yakınlarındaki insanlar tarafından görüldü. Ertesi günü M.
Zeki‟den haber alamayan Çukurca halkı, onu aramaya koyuldu. Büya Mende‟de ayakkabısı
ve ceketi bulundu. Narlı Köyü‟nde Zap Suyu‟na yakın mesafede ikamet edenler, “gece Zap
suyu kıyısına zırhlı bir aracın geldiğini ve durduğunu, arkasından silah seslerinin geldikten
yaklaĢık yarım saat sonra aracın oradan ayrıldığını” bilgisini verdiler. Bu bilgi üzerine
aramaya çıkan insanlar olay yerine gittiler. Zap kıyısında kan birikintisi gördüler. M.Zeki
Doğan öldürüldükten sonra zap suyuna atılmıĢtı. Fakat ölüsüne ulaĢılamadı. Tüm resmi
giriĢimler ise sonuçsuz kaldı. M. Zeki Doğan‟dan bir daha haber alınamadı
128-MEHMET MORDENĠZ-FAHRĠYE MORDENĠZ
Mehmet Mordeniz, 28 Kasım1996 tarihinde Diyarbakır hayvan pazarında saat 10.00
sıralarında sivil polislerce göz altına alındı. Emniyet Müdürlüğüne götürüldükten 1 saat sonra
evine yine sivil polisler tarafından baskın düzenlenerek, Mehmet‟in eĢi Fahriye Mordeniz de
gözaltına alındı. Mordeniz çiftinden bir daha haber alınamadı. Olaydan bir yıl sonra dönemin
Ġdil Cumhuriyet Savcısı Ġlhan Cihaner‟in ĠHD‟ye bilgi vermesi sonucu Fahriye ve Mehmet
Mordeniz‟in bir çöplükte giysileriyle birlikte kurĢunlanmıĢ ölü bedenleri ulaĢıldı. Dava
çocukları tarafından AĠHM‟e taĢındı. AĠHM bu davada Türkiye‟yi mahkum etti. (AĠHM karar
tarihi 10.01.2006, BaĢvuru no. 49160)
129- MĠRZA ATEġ-KUDDĠSĠ ADIGÜZEL
Mart 1993 tarihinde Diyarbakır-Kulp ilçesi Ġnkaya köyünde ikamet etmekte olan Mirza AteĢ‟in
evine Kulp ilçesine bağlı köy korucuları ve askerler tarafından baskın düzenlendi. Mirza AteĢ
gözaltına alınırken evi de ateĢe verildi. Mirza 3 ay Diyarbakır‟da gözaltında kaldı. Onunla
birlikte gözaltına alınanların yakınları, Mirza AteĢ‟in çok ağır iĢkencelere maruz kaldığını
öğrendiklerini Mirza‟nın ailesine söylediler. Mirza AteĢ‟le birlikte gözaltındaki 8 kiĢi Kulp
kırsalına götürülmüĢ, çatıĢma süsü verilerek öldürüldükten sonra yakılmıĢlardı Aynı gün
akrabası Kuddusi Adıgüzel de korucu ve askerilerin baskınında gözaltında alındı. EĢi ve
çocuklarının gözü önünde giysileri çıkarıldı. Kilerdeki içinde makarna bulunan naylon torba
yere boĢaltıldıktan sonra yakılıp sırtına damlatıldı. Darp edilerek evden çıkarıldı ve götürüldü.
Diyarbakır‟da 90 gün gözaltında kaldı. Onunla beraber gözaltında alınanlar, Kuddisi‟nin
gözaltında olduğunu ailesine söyledi. Gözaltındayken sorgulanmak üzere götürüldüğü
yerden bir daha dönmedi. Mirza AteĢ‟den ve Kuddisi Adıgüzel‟den bir daha haber alınamadı.
12 Haziran 1994 tarihinde Kulp Ġlçesi Bağcılar köyü Düzpelit mezrası Malase Kevirikok
mevkiinde yakılmıĢ 8 ceset bulundu. Kulp Cumhuriyet BaĢsavcılığı 1994/ 70 Hz. nolu
dosyaya ait tutanakta “8 erkek cesedin kafalarında ve vücutlarında çok sayıda kurĢun giriĢ ve
çıkıĢ deliğinin bulunduğunu, kollarda ve ayaklarda yoğun kırılma ve deformenin olduğunu,
ölümün ateĢli silahlar ve yanmaya bağlı gerçekleĢtiğini,yanan cesetlerin yanında bulunan
tütün tabasında kurĢun deliği bulunduğunu” tespit etti. Cesetler üzerinde Ģalvar, gri renkli
kazak, ince kemer, yanmıĢ siyah lastik ayakkabılarla, etrafta çok sayıda boĢ kovan olduğu”
yazıldı.
Savcılık 09.08.1994 tarihli görevsizlik kararıyla dosyayı Diyarbakır DGM‟ye gönderdi,
gerekçesinde ise “cesetlerin güvenlik güçleriyle çatıĢmaya girmiĢ örgüt üyelerine ait olduğu
yada örgüt içi hesaplaĢmadan dolayı öldürülerek gömüldüğü, örgütün bu tür eylemlere sık sık
baĢvurduğu” belirtildi.
12 mayıs 2002 tarihinde Diyarbakır DGM‟ye baĢvuran Muhlise ADIGÜZEL, Savcılığa
mübaĢir aracılığıyla Kürtçe olarak verdiği beyanda; “1994‟de asker ve korucular kocam
Kuddusi ADIGÜZEL‟i gece gelip ellerini arkadan bağlayarak sabaha kadar iĢkence yaptılar
sonra götürdüler. Savcılığa gittim, savcılık kocamı jandarma ve emniyetin gözaltına
almadığını, örgüt tarafından kaçırıldığını söyledi. Kocam kaybolduktan 3 ay sonra 8 cesedin
bulunduğu yere gittik. Kocamın giysilerini tanıdım, korktuğumdan o zaman söyleyemedim”
dedi.
Tanık Kasım ALTUN‟da 14.03.2003 tarihli ifadesinde “1994‟de köyde oturduğunu 8 cesedi
gördüğünde Kuddusi‟yi yüzünden tanıdığını, korkudan söyleyemediğini” ifade etti. Tüm bu
beyanlara göre mezar fekki yapıldı, kemikler Adli Tıpa gönderildi. Yapılan DNA testi sonucu
olumsuz çıktı. .
130– FAĠK KEVCĠ
1966 Hilvan doğumlu Faik Kevci‟nin 8.12.1993 tarihinde ViranĢehir merkezde ait bakkal
dükkanına sigara almak üzere sivil giyimli iki kiĢi girdi. O sırada dükkanda bulunan annesi
„Faik‟ diye seslendi. Gelen kiĢiler “Faik sen misin” diye sordu. Faik‟i dıĢarı davet ettiler. O
sırada bu sivil giyimli kiĢilerin Faik‟in Ģakağına silah dayayarak arabaya zorla bindirildiğini
görenler oldu. Sonra Faik‟in kayınbabasının evine özel tim ve korucular tarafından baskın
düzenlendi. Baskın sırasında Faik Kevci‟yi aramaya gelenler, kendi aralarında Zazaca
konuĢurlarken Faik‟in dıĢarıda bekleyen arabada olduğunu kayınpederi duydu. Ġki gün sonra
Siverek‟e bağlı Mızar karakolunda gözaltında iken serbest bırakılan bir kiĢi, Faik Kevci‟nin
Bucak aĢiretine bağlı korucular tarafından kaçırıldığını söyledi. Ailesi ertesi günü Faik‟in
Uzuncak köyüne götürüldüğünü öğrendi. Ailesi, Sedat Bucak‟la görüĢmeye gitti ve Faik
Kevci‟nin kendilerinde olup olmadığını sordu. Sedat Bucak ise “kaçırma olayında haberi
olmadığını” söyledi. Aile ise buna hiç inanmadı.
Kevci ailesi, dönemin Urfa Valisi Ziyaeddin Akbulut‟a dilekçe verdi. Vali onları TEM Ģubesine
yönlendirdi. ġubedeki görevliler „Faik‟in kendilerinde olmadığını, bu tür resmi olmayan
alımlardan haberlerinin olamayacağını, olsa dahi yetkilerini aĢacağını” söyledi. O anda
kapıda duran komiser onlara “ortalığı karıĢtırıyorsunuz, gidin evinizde oturun” dedi. Tehdit
edilen Kevci ailesinin resmi baĢvuruları kayda değer bulunmadı, iĢleme konulmadı. Ailesi
hâlâ Faik Kevci‟yi arıyor.
.
131– FETHĠ YILDIRIM
1962 ViranĢehir doğumlu Fethi Yıldırım siyasi faaliyetlerinden dolayı 1979 yılında
tutuklanarak Diyarbakır cezaevine konuldu. 5 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1984 yılında
tahliye edildi. Kendisi devlet güçleri tarafından çok kez tehdit edilmiĢti. 1 Mayıs 1994
tarihinde ġ. Urfa‟nın ViranĢehir ilçesinde ikamet eden Abdullah Mutlu‟nun evine iki polis ve
askerler tarafından baskın düzenlendi. Polislerden Selçuk Uygur, Osman Harman, Alptekin
Kartal ve K. Uğur AvĢa, Abdullah Mutlu ile evde bulunan Ali Kuran, Lami Kapancılar ve Fethi
Yıldırım‟ın gözlerini bağladı, araçlara bindirdi ve ViranĢehir Emniyet Müdürlüğü‟ne götürdü.
Bir süre sonra göz bağları çözülerek, bazı evraklar imzalattılar. Gözaltına alınan diğer kiĢiler
aralarında Fethi Yıldırım‟ın olmadığını gördüler.
Ali Kuran ve Lami Kapancılar “Fethi bizimle beraberdi, Fethi‟nin nerede” diye sordular,
polisler ise Fethi‟nin “emin ellerde” olduğunu söyledi. Aynı gece serbest bırakılan Ali Kuran,
Fethi‟nin kardeĢi Süleyman‟ı arayarak görüĢme talep etti. Bu görüĢmeye giden Süleyman‟a
Ali Kuran “biz Lami, Abdullah ile birlikte alındık, bizi bıraktılar ama Fethi yoktu” dedi.
Bunun üzerine Fethi‟nin kardeĢi Süleyman iki gün sonra ViranĢehir Cumhuriyet BaĢsavcısı
Vedat Damara‟ya dilekçeyle baĢvurdu. BaĢsavcı öyle birinin gözaltına alınmadığını, fakat
„KUM‟ üyesi olduğu gerekçesiyle arandığını söyledi. Abi Süleyman savcıya dönerek „KUM‟
nedir diye sordu. Savcı Kürdistan Ulusal Meclisi diye cevap verdi. Tüm belge ve tanıklara
rağmen yetkili makamlar Yıldırım ailesinin sorularını cevapsız bıraktı. Fethi Yıldırım‟dan bir
daha haber alınamadı.
132-ġEFĠK GEÇGEL
ġefik Geçgel Siverek‟te çiftçilik yaparak geçimini sağlıyordu. Amcası Mehmet Geçgel‟le arazi
anlaĢmazlığı vardı. Siverek‟te bulunan Sedat Bucak aĢiretine bağlı korucular ġefik Geçgel‟in
PKK üyesi olduğuna dair ihbarda bulundu. 11.11.1993 günü, saat 11.00-12.00 arası Bucak
aĢiretinin korucuları, Siverek Jandarma komutanlığına bağlı uzman çavuĢ Mehmet Kırac ve
Astsubay Mehmet Demirci ve ihbarda bulanan Mehmet Geçgel‟in oğulları Sinan ve Ġbrahim
Geçgel ile birlikte köye baskın düzenledi. O esnada ġefik Geçgel hayvanları otlatıyordu.
Hiçbir Ģey demeden ġefik‟i gözaltına aldılar. Nedenini sorduğunda “bir soruĢturma için
götüreceklerini” söylediler. ġefik ile birlikte diğer amcasının oğlu Hemo Geçgel de gözaltına
alındı. 2 gün sonra Hemo serbest bırakıldı. Bırakıldığında hem kendisinin hem de ġefik‟in
iĢkence gördüğünü ailesine söyledi.
Olaydan 2-3 gün sonra ġefik bırakılmayınca aile, dönemin Urfa valisi Ziyaeddin Akbulut‟a
baĢvurdu. Vali bu baĢvuruya cevap olarak ġefik‟in DYP Urfa milletvekili Sedat 'ın evinde
sorgulandığını ve böyle birinin gözaltında olmadığını söyledi. Sedat Bucak ile yapılan
görüĢmede ise Bucak, ġefik‟i özel timlere teslim ettiğini söyledi. Orada bulunan bazı
korucular da bu olayı doğruladı. Aile bu kez Siverek Cumhuriyet Savcılığına ve Susurluk
komisyonuna baĢvuruda bulundu. Komisyon bu talebi kabul etmekle yetindi. Yapılan resmi
baĢvurulardan Ģu ana kadar bir sonuç alınamadı. Ailesi, 9 çocuk babası ġefik Geçgel‟i hâlâ
arıyor.
133-AHMET KALPAR
1965 Siverek doğumlu Ahmet Kalpar, kendisine ait fırında çalıĢırken, Hüseyin TaĢkaya‟nın
gözaltına alındığı operasyon kapsamında, Bucak aĢiretine bağlı korucular tarafından 7.12.
1993‟de alınıp götürüldü. Fırında çalıĢanlardan biri Ahmet Kalpar‟ın kardeĢi Mustafa‟ya
„Reno marka araba da 3 kiĢi geldi. Biri ġığ Osman Kocak‟tı (Osman‟ı gorıj), diğer iki kiĢi de
yüzleri çefye ile sarılı idi. Onları tanıyamadık. “Sedat Ağa seni çağırıyor‟ deyip Ahmet‟i araca
bindirdiler, Sedat Bucak‟ın evine götürdüler” dedi.
Kalpar ailesi 8.12.1993 tarihinde Siverek savcılığına baĢvuruda bulundu. Savcılık dilekçesini
almadı. Savcılık herhangi bir iĢlem yapmadan aileyi Siverek Emniyet Müdürlüğüne gönderdi.
Emniyet de dilekçesini geri çevirdi. Ertesi günü, yani 9.12.1993 tarihinde ġanlıurfa Valiliğine
baĢvuruda bulundu.Valilik de Emniyet Müdürlüğü‟ne gönderdi. Emniyet Müdürlüğü, „3 kata
götür‟ dedi. 3 katta polis yoktu. Özel yetkili harekat timleri vardı. Onlarda „dağa gitmiĢtir‟ dedi.
KardeĢi Mustafa „abim dağa gitmemiĢ hem gitse niye gelip sana söyleyeyim, onu alıp
götürmüĢler, size müracaat ediyorum‟ dedi ve nezarete atıldı. 24 saat sonra bırakıldı. Dilekçe
de onlarda kaldı. Hiçbir iĢlem yapmadılar. KardeĢi Mustafa, dönemin baĢbakanına,
CumhurbaĢkanına, ĠçiĢleri bakanına, TBMM‟ye dilekçe yazdı. Hüsamettin Cindoruk cevabi
yazısında „Ġddianı araĢtırmak üzere dilekçe ilgili birimlere gönderilmiĢtir‟ demekle yetindi 10
gün sonra polisler „sen bizi Ģikayet etmiĢsin‟, „tamam görüĢürüz „ dedikten sonra ayrıldılar. Bu
görüĢmeden bir hafta sonra bir köprünün altında bulunan cesedi gösterdiler. Ceset yanmıĢ
ve etleri çürümüĢtü. O ceset Ahmet‟e ait değildi..
Ahmet‟in izine bir türlü rastlanılmadı.
134- NĠHAT AYDOĞAN
1955 doğumlu Nihat Aydoğan, 20 Kasım 1994 günü Mardin ili Midyat ilçesine bağlı Mizizah
köyüne sabah saat 05.00 sıralarında asker ve korucular tarafından yapılan baskında
gözaltına alındı. Kendisinden bir daha haber alınamadı.
FAILI MEÇHUL BIRAKILAN CĠNAYETLERE
ĠLĠġKĠN BĠR ĠKĠ ÖRNEK
135-ADNAN YILDIRIM
04.01.1957 Diyarbakır Ġli Lice ilçesi nüfusuna kayıtlı olan Adnan Yıldırım arkadaĢları SavaĢ
Buldan ve Hacı Karay ile birlikte 3 Haziran 1994 YeĢilköy Çınar otelinde iken, ortadan
kayboldular. SavaĢ Buldan‟ın eĢi Pervin Buldan gece eĢi SavaĢ Buldan‟ın evinin çok
yakınında olan Çınar otelinden gelmediğini görünce, oteli aradı ve Adnan, SavaĢ ve Hacı‟nın
20 dakika önce otelden ayrıldığını öğrendi. Pervin, eĢi SavaĢ Buldan‟ın dönmediğini
kayınbiraderi Nihat Buldan‟a bildirdi.
Nihat Buldan, hemen Çınar otele gidip kardeĢini sordu. Görgü tanıklarından otelin kapıcısı ve
otopark görevlisi, Sebahattin isimli kiĢi , kendilerini “polissiz” diye tanıtan ellerinde telsiz ve
silah bulunan çelik yelekli 7-8 Ģahsın, Adnan Yıldırım, SavaĢ Buldan ve Hacı Karay‟ı zorla
araçlara bindirdiklerine, “sizi karakola götürüp, ifadeleriniz alıp bırakacağız” diyerek hızla
oradan uzaklaĢtıklarına tanıklık etti.
Nihat Buldan ve diğer gözaltına alınanların aileleri, aynı gün onları Ġstanbul Emniyet
Müdürlüğünün tüm Ģubelerinde ve karakollarında aradılar. Ancak hiçbir yerde bulamadılar.
Sonra Bakırköy Cumhuriyet savcılığına kaybolan 3 kiĢi için dilekçe verdiler ve haklarında bilgi
istediler. Tahkikat devam etmekteyken, 4.6.1994 günü, saat 12.00 sularında Düzce
Jandarma Alay komutanlığı aracığıyla aradığını söyleyen bir kiĢi, Nihat Buldan‟a 3 cesedin
bulunduğunu ve bu cesetlerin Düzce Devlet hastanesi morgunda bulunduğunu bildirdi ve
teĢhis için gelmelerini istedi. Aileleri Morgda gösterilen cesetlerden Adnan Yıldırım, SavaĢ
Buldan ve Hacı Karay‟ı teĢhis ettiler. 3 kiĢi de Bolu ili Yığılca ilçesi Melen deresi kenarında
iĢkence edilerek ve kafalarına kurĢun sıkılarak öldürülmüĢlerdi.
Dönemin BaĢbakanı Tansu Çiller, “tetör örgütü”ne yardımcı olduklarını iddia ettiği ve
bunlardan hesap sorulacağını bildirdiği, Kürt iĢadamlarına iliĢkin bir liste yayınlamıĢtı. Bu
listede Adnan Yıldırım, SavaĢ Buldan ve Hacı Karay‟ın da adları geçmekteydi.
Tanık ifadeleri:
Sebahattin Uz: “Çınar otelinin kapısında 2 Haziran 1994 günü saat 23.00‟ten 3 Haziran
1994 günü saat 07.00‟ye kadar Dormen olarak görev yaptım. Otelin müĢterisi olan ve ismen
bildiğim Adnan, SavaĢ ve Hacı isimli Ģahısların saat 24.00 sıralarında otelden çıkarak Casino
kısmına geçtiklerini gördüm. Saat 04.30 ile 05.00 sırasında Casino‟dan çıktılar. Otelin
kapısına geldikleri sırada birkaç kiĢi birden onların yanına geldi. Ġçlerinden bir Ģahsın “biz
polisiz” dediğini duydum. Hemen akabinde Adnan ve SavaĢ hızlı bir Ģekilde, hatırlayabildiğim
kadarıyla 34 CK 420 plakalı koyu renkli Mercedes‟e zorla bindirildiler. Üçüncü Ģahsın otoya
bindirildiğini görmedim. Bu arada Mercedes‟in kapısını kapatan Ģahsın, “ifadelerini alıp
bırakacağız” dediğini duydum. Mercedes hızla yerinden uzaklaĢtı. Mercedes‟in kapısını
kapatan Ģahıs, spor bir arabaya binip Mercedes‟i takip etti. Araçların arka arkaya
gitmesinden Ģüphelendim ancak plakasını alamadım. Ben, köylerin birinde cenaze vardır,
ona gidiyorlardır diye kendi kendime söylendim.”
Serdar Özdemir: “Çınar Oteli‟nde taksi durağında çalıĢıyorum. Ticari Taksimle müĢteri
beklediğim sırada üç kiĢi otelden çıktığı sırada, yine otelin park yerinde bulanan iki araçtan
çıkan tahminen yedi-sekiz kiĢi, bu Ģahısların üzerine yürüdü. Bu Ģahısları duvara dayayıp
üzerlerini aradılar. Ardından araçlara bindirip hareket ettiler. Aramızda mesafe 10 metre
kadardı. Ancak sırtları bana dönük olduğu için yüzlerini göremedim. Bu otolar siyah renkli
300 SEL Mercedes ile viĢne çürüğü Hyundai markaydı. Plakalarını göremedim. Ayrıca bu iki
otonun dıĢında bir spor araba daha vardı. O da iki otoyu takip etti. Ben bu Ģahısları ilk önce
polis sandım; üzerlerinde hepsinin yelek vardı”
AyĢe Araç: “Bolu Ġli Yığılca Ġlçesi Hacılar köyünde oturmaktayım. Evimden saat 08.30-09.00
sırasında köyümüzün doğu tarafına düĢen Hatip Değirmeni mevkiinde bulunan bahçemdeki
biberleri sulamak üzere tek baĢıma bahçeye gittim. Köyümüzün TaĢlıkmelen mevkiinden 2 el
silah sesi duydum. Yanımda kimse yoktu, silah sesini duyunca korktum, köye döndüm.
ġevki Öztürk: “ Bolu ili Yığılca Ġlçesi Yaylatepe Köyü‟nde oturuyorum. Saat tahminen 09.30
sıralarında Yığılca istikametine iki adet otomobil köye girdi. Benim bulunduğum yere gelince
yavaĢladı. Sonra Yedigöller istikametine hızla uzaklaĢtılar. Araçlardan önde olanı koyu
kırmızı bordoya benziyordu. Ġçinde iki Ģahıs vardı. ġahıslardan biri Ģoför mahallinde
oturuyordu. ġahısların yüzünü tam olarak hatırlamıyorum. Aracın tüm camları kapalı ve
renkliydi. Bu aracın hemen arkasında bulunan araç krem, toprak rengindeydi. Bu aracın da
camları kapalı ve renkliydi. Ancak araçta kaç kiĢi oldukları görülebiliyordu. Ġkinci aracın içinde
üç kiĢi vardı. ġahıslardan biri arkaya ikisi öne oturmuĢtu. Her iki aracın da plakası 34 ile
baĢlıyordu. Bu iki araç bizim köyü geçtikten sonra üçüncü bir otomobil köye girdi. Bu aracın
rengi açık mavi, gök mavisiydi. Aracın içinde üç kiĢi vardı. Ġkisi önde biri arkada oturuyordu.
Bu araç bizi görünce hafif yavaĢladı, aracı kullanan camı yarım Ģeklinde açarak “Yedigöller
bu tarafta mı” diye sordu. Ben de “evet” dedim. Bu araç da Yedigöller istikametine gitti.
Üçüncü Ģahsın kullandığı aracın plakası 06 ile baĢlıyordu. Bana Yedigöller‟i soran Ģahıs kısa
saçlı, alnı hafif açıktı. Sakalsız, ince bıyıklıydı, yüzü hafi uzundu. KonuĢması efendi,
moderndi.”
Bunca bilgi ve tanıklara rağmen öldürülen bu üç kiĢinin de 17 yıldır failleri açıklanmadı, yargı
önüne çıkarılmadı.
136- GORAN DEMĠR, TAHĠR DEMĠR, ABDURRAHMAN DEMĠR
GORAN DEMĠR - 1967 Mardin- Nusaybin doğumlu Goran Demir, kendisine ait demir
doğrama atölyesinde çalıĢıyordu. Goran Demir Kürt siyasi kimliği nedeniyle birçok kez
gözaltına alınmıĢ, yoğun iĢkencelere maruz kalmıĢtı. Sürekli tehdit mektupları alıyordu.
Evlerine birçok kez askerler tarafından baskın düzenlenmiĢ ve ev halkı da bu baskınlarda
Ģiddete uğramıĢlardı.
Askerliğini piyade er olarak Kars‟ta yaptıktan sonra Nusaybin‟de evlendi. Bu evlilikten bir
oğulları oldu. Goran öldürüldüğünde oğlu 5 yaĢındaydı, eĢi de ikinci çocuklarına hamileydi.
EĢini doğum yaptırmak için Mardin Devlet Hastanesine götürdü. Hastane ve ilaç parasını
temin etmek için tekrar Nusaybin‟e döndü.
1980‟li yılların sonlarında AbdulkadirpaĢa Mah. Dilek sok. No. 40 adresinde bulunan Mele
Osman camii, baĢını Hizbulkontra kurucularından Hüseyin Velioğlu‟nun korumalığını yapan
Mele Yusuf Zengin, oğlu Ata Zengin ve aynı örgütten Mele Hasan AktaĢ ile Osman Demir‟in
çektiği Hizbulkontra örgütünün merkezi durumundaydı. Bu kiĢiler Goran Demir‟e haber
göndererek kendilerine katılmasını istiyorlardı. Goran ise bu talepleri geri çeviriyordu. Bu
yüzden Hizbulkontra çevreleri Goran ailesi için “dinsiz, Ermeni aile” söylentisini yayıyorlardı.
17.8.1994 tarihinde Lozan caddesi üzerinde bulunan iĢyerinde çalıĢırken, üç hizbulkontra
tetikçisi Azad DUMAN, Adnan AKTAġ ve Hayrettin ġAYIK tarafından silahlı saldırıya uğradı.
Saldırıdan sonra tesadüfen orada geçen Duruca belediyesine ait araçla Nusaybin devlet
hastanesine kaldırıldı. Ama acil müdahale edilemediğinden kan kaybından hayatını kaybetti.
TAHĠR DEMĠR - Goran Demir‟in amcası, 1933 doğumlu Mardin ili Nusaybin ilçesi nüfusuna
kayıtlı Tahir Demir, 3 Mart 1993 günü alıĢveriĢ yapmak üzere evinden çıktı. Lozan
caddesinden ġirin sokağa yürürken, Mele Osman camisinden çıkan ve ellerinde silah
bulunan iki kiĢi arkadan yaklaĢıp, „Allahüekber‟ diye tekbir getirerek ateĢ ettiler. Tahir Demir,
baĢına ve vücudunun çeĢitli yerlerine isabet eden kurĢunlarla olay yerinde hayatını kaybetti.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/159 esas sayılı dava dosyasında Hizbulkontra
örgütüne mensup Mehmet BeĢir Demir, kolluk beyanında Tahir Demir‟in öldürülmesi
talimatını Zeki ġineko‟ya kendisinin verdiğini, Zeki ġineko‟nun da eylemi gerçekleĢtirdiğini
belirtti.
Zeki ġineko ise bu beyanı doğrulayarak 3 Mart 1993 tarihinde Mehmet BeĢir DEMĠR'in
kendisine ve Mustafa isimli Ģahsa Tahir DEMĠR isimli kiĢinin PKK'lı olduğu gerekçesiyle
öldürülmesi talimatını verdiğini, eylemde kullanılacak silahları verdiğini, Ģahsı gösterdiğini,
Ģahsı takip etmeye baĢladıklarını, Mustafa'nın Ģahsa 4-5 kez ateĢ ettiğini, eylemde kullanılan
silahları ve eylem raporunu BeĢir DEMĠR'e verdiklerini beyan etti.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 1994'ten beri görülen
Hizbullah/ Nusaybin dosyasında yargılanan 33 kiĢiden 23'üne verilen müebbet kararını
onayladı. Sanıklardan Kaan AktaĢ, Mehmet Salih Aslan, Abdurrahim HaĢimi GüneĢ, Hayrettin
Demir, Abdurrahman Orhan, ġeyhmus Uğur, Sait Özbey, Adnan AktaĢ, Mehmet Kadri Can,
Ġbrahim Güler, Mehmet ġerif Bayındır, Zeki ġineko, Selami Sevim, Mehmet Ziya GümüĢ,
Necmettin Dağ, Hayrettin ġayık, Selman Dil, Ömer Saruhan, Mehmet Mansur Demir, Mehmet
BeĢir Demir, Mahmut Avcı, Aziz Keskin, Mehmet Asım ġinek yine "Anayasal düzeni
değiĢtirmek" suçu sabit görüldüğünden haklarında daha önce verilen müebbet hapis cezası
onaylandı.
Goran Demir‟in kardeĢi Vedat Demir‟in tanıklığı: "Eskiden Mardin Nusaybin'de yaĢarken
JĠTEM ve Özel Harp'çilerin dönemiydi. O dönem kayıpların akıbetini soranlar da ortadan
kayboluyordu.1993'te Tahir amcam öldürüldü. 1994'te ağabeyim ve amcamın oğlu
Abdurrahman Demir öldürüldü. 1996 yılında diğer amcamın oğlu Kadri Demir öldürüldü.
1995'te sivil polisler babamı kaçırdı. ĠĢkence ettiler, öldü sanıp Habur yoluna attılar. Köylüler
bulmuĢ. Eve geldiğinde annem tedavi etmeye çalıĢtı ama onu kurtaramadı, o da öldü.
Ağabeyimi sık sık gözaltına alıyorlardı. Bir kere gözaltına alındı, 15 gün gözaltında olduğu
kabul edilmedi. Döndüğünde tanınmayacak haldeydi. Bu olaydan iki yıl sonra iĢyerini açmaya
gittiğimde bir not buldum. “Sana da bir mermi sakladım. Sen de gideceksin” yazıyordu. Bize
“'Buraları terk edin” dediler."
Goran Demir ve Tahir Demir‟in öldürülmeleri olayında açılan dava Diyarbakır 6. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2004/159 esas sayılı dosyasında görüldü. Yine Hizbullah örgütü
tarafından öldürülen A. Rahman Demir‟in ailesi, korktukları için herhangi bir hukuki
yola baĢvurmadı.

Benzer belgeler