BEŞ KÖŞELİ ÜÇGEN Kaan, duş yapıp traş olduktan sonra yatağın

Transkript

BEŞ KÖŞELİ ÜÇGEN Kaan, duş yapıp traş olduktan sonra yatağın
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
BEŞ KÖŞELİ ÜÇGEN
Kaan, duş yapıp traş olduktan sonra yatağın ayak
ucuna oturdu. Yüzünün ağırlığı iki avucunda, belden
yukarısı öne bükülmüş, dirsekleri dizlerine
dayanmıştı. Kendinde değildi. Bu işe giriştiğinden
beri, hiç alışık olmadığı türden duygular bedenini
ele geçirmişti. Rodin'in ünlü heykelinin farklı bir
yorumunu andıran görüntüsünü bozmak istemez gibi
duruyordu. Bir dış gözlemciyi balmumu bir heykel
olup olmadığı konusunda şüpheye düşürebilecek kadar
uzun bir süre hareketsiz kalmaya devam etti.
Uzuvlarının tümü bir sonra yapacağı harekete
direniyor gibiydi. Bütün sabah bu şekilde
duramayacağı da bir başka gerçekti. Önce sağ eli
kurtuldu, dizinin iç kısmından aşağı doğru düştü.
Başını hafifçe doğrultup çenesini sol avucunun
içine dayadı. Bir süre de bu yeni kompozisyonda boş
bir ifadeyle karşı duvarı seyretti. İkinci pozisyon
ilki kadar uzun sürmedi. Yerinden kalkmaksızın, iki
avucunu yatağa bastırıp bedeninin üst kısmını
yukarı iterken kalçasını da sağa doğru kaydırarak
yatağın ayak ucundan baş ucuna kadar ağır ağır
ilerledi. Baş ucuna ulaştığında, yanındaki
komodinin alt çekmecesini çekti ve kitaplarının
altına gizlenmiş kayıt cihazını çıkartıp yatağın
üzerine koydu. Kulaklıklarını taktı ve aletin
üzerindeki çalma düğmesine bastı.
Son üç gündür evdeki telefonla yapılan tüm
konuşmaları kaydediyordu. Lale eski Lale değildi,
geceleri sırtını dönüp uyuyordu, sanki aralarına
buzdan bir duvar örülmüştü. Şüphelenmeye
—1—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
başlamıştı. Bir tek Murat geldiğinde yüzü
gülüyordu. Murat, Kaan'ın en yakın arkadaşıydı ve
karısından yeni ayrılmıştı. Bu zor günlerde yalnız
kalması doğru değildi. Murat'ı haftada en az bir
kez arayıp yemeğe çağırıyordu. O gelince ortam, bir
sihirli değnek değmişçesine, eski günlerine
dönüyordu.
İlk iki gün şüphe uyandırıcı bir konuşmaya
rastlamamıştı. Lale'ye cep telefonlarıyla yapılan
tüm konuşmaların kaydedildiğini söylemişti ve
önemli konuşmalarını ev telefonundan yapmasını
önermişti.
"Alo?" Bu Murat'tı.
"İyi misin?" Bu da Lale.
"Nasıl iyi olayım, günlerdir aramıyorsun. Seni çok
özledim."
"Haklısın. Ben de özledim ama cep telefonuyla
yapılan konuşmalar kaydediliyormuş, bu yüzden seni
evden aramak istedim. Evden arayınca da Kaan'ın
olmadığı bir zamana denk getirmek kolay olmuyor."
"Kim söyledi bunu?"
"Kaan."
"Tüm konuşmaların on yıl süreyle kayıt altında
tutulduğu doğru ama bu dinlendiği anlamına
gelmiyor. Eğer bir soruşturma, bir adli vaka söz
konusuysa mahkeme kararıyla kayıtlar
dinlenebiliyor. Hem aynı şey ev telefonları için de
geçerli."
"Neyse boşver, şimdi konuşuyoruz ya. Anlat bakalım,
görüşemediğimiz son üç günde neler yaptın."
"Geçen akşam Nathan kardeşlerin 'Beş Köşeli Üçgen'
—2—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
filmine gittim ve bayıldım. Yer yer bizim
durumumuzu çağrıştıran sahneler vardı. Seninle
birlikte elini tutarak seyredebilmeyi çok
isterdim."
"Ben de çok isterdim ama biliyorsun gündüzleri
işteyim akşam da Kaan'ı bırakıp çıkamam, en azından
şimdilik. Ama bu filmin adı da ne kadar saçmaymış!"
"Neden?"
"Üçgen, adı üstünde, üç köşeli olur. Beş köşeli bir
üçgen olamaz, ona beşgen demek gerekirdi."
"Lale'ciğim, sanat bu, Kartezyen bir mantıkla
açıklanamaz. Üçgen, üçlü bir ilişkiyi betimliyor ve
bu üç kişi dışında ilişkiyi etkileyen iki kişi daha
var. Yani bir üçgen ilişki ve toplam beş kişi, bu
yüzden beş köşeli üçgen. Şimdi daha anlaşılır oldu
mu?"
"Yine de çok anlamsız, ha ha ha! Kiminle gittin?"
"Kiminle gideceğim, yalnızdım tabii."
"Seni birileri kapacak diye çok korkuyorum. Kokuyu
almış bir sürü kız vardır peşinde."
"Milyonlarcası bile bir Lale etmez. Ben seni
seviyorum, hem de çok! Tekrar ne zaman birarada
olacağız? Kokunu, saçlarını, tenini, gözlerinin
gözlerime bakışını özledim. Ne zaman bitecek bu
çile?"
"Ben seni özlemedim mi sanıyorsun? Ben de çok
özledim ama... Engellerimiz var biliyorsun. Bir
çırpıda kesip atamam."
"Peki n'olucak, n'apıcaz? Hep böyle devam edemeyiz
herhalde(?)"
"Uygun bir zamanda ayrılmak istediğimi söylerim."
"Uygun bir zaman nedir? Daha ne kadar beklemeliyiz?
Sevişiyor musunuz?"
—3—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
"Hayır, hiç. Zaten o yüzden de şüphelenecek diye
korkuyorum. Daha ne kadar gün sırtımı dönüp
yatabilirim bilmiyorum."
"Doğru söyle."
"Doğru söylüyorum."
"Tekrar ne zaman görüşürüz?"
"Bilmiyorum, uygun bir zaman ayarlayabilirsem
ararım. Bu aralar Kaan'ın seyahati de yok, keşke
gitse bir yerlere."
"Akşam yemeğine uyku ilacı katsan, sonra da kaçıp
gelsen bana. Sabah o uyanmadan geri dönüp yatağa
girersin."
"Saçmalama, yapamam öyle şeyler."
"Şaka yapıyorum. Kaan çok sevdiğim bir arkadaşım.
Doğrusunu istersen suçluluk hissetmiyor değilim."
"Ben de çok suçluluk hissediyorum yaaa. Üüffff,
nasıl çıkacağız bu işin içinden?"
"Neyse şimdilik aceleye getirmeyelim. Zaman içinde
bir çözüm bulunur. Bakarsın o seni bırakır."
"Bu pek mümkün değil, beni hep çok sevdi. İşin en
zor yanı da bu ya."
"N'olur telefonlara çok ara verme, sesini duymak,
biraz sohbet etmek teselli oluyor."
"Bu telefonda konuştuğumuz kadarını Kaan'la bir
haftada konuşmuyoruz."
"Belki de evli olmak böyle birşey. Bir süre sonra
biz de mi böyle oacağız?"
"Kim bilir! Ufff, niye aşık oldum sana, çok canım
yanıyor. N'olacak bu hâlimiz?"
"Benim de canım yanıyor, seni çok seviyorum."
"Dışardan sesler geliyor, hadi çok öpüyorum."
"Ben de çok öpüyorum. Lütfen ara!"
Telefon kapandı.
—4—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
İçi yandı. Kalp şakrası alev almıştı sanki.
Gelecek, şimdiki zaman, hatta tüm geçmiş kara bir
örtüye bürünmüştü. Pompei'nin kara külleri ağzını,
burnunu, gözlerini kapatmıştı. Midesindeki kasılma
göğsündeki yanma hissiyle birleşti. Ağlamak
istiyordu ama onu bile beceremedi. Karısıyla en iyi
arkadaşı ona ihanet ediyorlardı. En yakın arkadaşı
ve karısı... Karısı ve en yakın arkadaşı...
Dünyanın sonu bundan kötü olabilir miydi? Daha kötü
ne olabilirdi? Kime güvenebilirdi bundan sonra?
Oturmakta olduğu yatağın kenarında hareketsiz durdu
bir süre ve karşıdaki duvarı seyretti boş boş.
Düşünemiyordu bile, kafası tümüyle durmuştu. Tüm
enerjisinin ayaklarından akıp gittiğini hissetti,
oturmak bile zor geliyordu. Kendini sırtüstü yatağa
bıraktı. Bu kez tavanı seyretmeye başladı. Sonra
dönüp karısının yastığına baktı. Hâlâ inanamıyordu,
böyle bir şey mümkün müydü? Bunu hakedecek ne
yapmıştı? Sorumlu olabilir miydi? Muhtemelen bir
şeyleri yanlış yapmıştı ama bunların ne olduğundan
habersizdi. Gerçekten sorumlu hissetmeli miydi? Bu
tür dramalar romanlarda, filmlerde, gazetelerin
ikinci sayfalarında olabilirdi ama kendi hayatının
tam orta yerinde... İnanamıyordu, inanamıyordu,
inanamıyordu... Kâbus görüyor olmalıydı. Birlikte
yapılan onca seyahat, biriktirilmiş onca anı...
Yıllardır üzerinde çalışılan akrilik tablonun
üzerine bir kova siyah boya boca edilmişti sanki.
Temizlemek mümkün görünmüyordu. Ağlamaya başladı,
önce sessizce sonra hıçkıra hıçkıra.
Bir süre sonra kalkıp sakinleştirici bir ilaç aldı,
—5—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
ofisine telefon edip grip olduğunu ve birkaç gün
işe gelemeyeceğini söyledi ve tekrar yatağa uzandı.
Akşam 17:00 gibi uyandı. Rüyasında John Lennon'la
karşılıklı yemek yiyip sohbet ettiğini görmüştü, ne
konuştuklarını çok iyi hatırlamıyordu. Rüya
yorumundan pek anlamazdı ama kendisini
Lennon gibi
mazlum hissetmesi mi onları biraraya getirmişti
acaba diye düşünmeden edemedi. Kısmen uykunun,
kısmen sakinleştirici ilacın etkisiyle biraz daha
iyi hissediyordu. Uçurumun en kenarından bir adım
uzaklaşmış gibiydi. Bu nispi dinginlik hâli düşünüp
plan yapması için uygun bir ortam oluşturuyordu. O
da öyle yaptı: Bir süre düşündü.
Kararlı bir şekilde doğrulup komodinin alt
çekmecesinin en altından üstü kumaşla örtülü
tabancasını çıkarttı ve yatağın üzerine koydu.
Üzerindeki kumaşı sıyırıp tabancayı namlu ucundan
kumaşla tutarak önce kabzasını sonra da tamamını
bir gözlüğün camını temizlercesine silip parlattı.
Sonra tekrar kumaşa sarmalayıp komodinin
çekmecesini açtı ve bu kez en üste koydu. Ardından
salona geçti ve sırasıyla iki yakın arkadaşı Ömer
ile Sinan'ı aradı. Her ikisiyle de yarım saate
yakın konuştu.
Saat 18:30'a geliyordu. Eli bir kez daha telefona
uzandı.
"Murat merhaba..."
"Merhaba Kaan, nasılsın?
"Çok iyiyim sağol. Akşam yemeğe gelsene."
"Abi çok sık oluyor, mahcup oluyorum..."
—6—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
"Hiç olur mu, çok ayıp! Zor günler geçiriyorsun,
seni yalnız bırakmak olmaz. Mutlaka bekliyoruz."
"Çok teşekkürler Kaan'cığım, geliyorum o zaman."
19:00'da Lale anahtarıyla kapıyı açıp eve girdi.
Kaan yerinden kalkıp Lale'yi iki yanağından öptü.
"Hoşgeldin. Akşam Murat'ı yemeğe çağırdım, haberin
olsun." dedi.
"Yine mi?"
"Ne var bunda? Çocuk yalnız. Hem birlikte olunca
daha keyifli oluyor, öyle değil mi?"
"Tamam peki nasıl istersen. Zaten olan olmuş, şimdi
açıp gelme diyecek hâlimiz yok ya. Bana sorsan daha
iyi olmaz mıydı?"
"Kusura bakma, böyle düşüneceğini hiç tahmin
etmemiştim. Bundan sonra mutlaka sorarım."
"Neyse dert etme."
Yarım saat sonra Murat kapıyı çaldı. Kaan kapıyı
açıp arkadaşını salona buyur etti.
"Yemeğe biraz sonra otururuz. Köfte ve makarna var.
Gel sana bir içki vereyim. Ne alırsın?"
"Bilmem, siz ne içiyorsunuz? Lale yok mu?"
"İçeride, üstünü değiştiriyordu, şimdi gelir. Bak
işte geldi."
Lale, Murat'ı öpüp oturduğu kanepenin diğer
köşesine geçti. Kaan karşılarındaki berjer koltuğa
oturdu.
"Lale, sen ne içiyorsun? Murat karar vermek için
bizi bekliyor da..."
"Kırmızı şarap. Herkese uyar mı?"
"Harika, o zaman ben bir kırmızı açıyorum."
Kaan şarap servisini yapıp yatak odasına geçti ve
—7—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
komodin çekmecesinden üstü bezle örtülü tabancayı
çıkartıp beziyle birlikte ceketinin cebine koydu.
Ceketin sağ tarafı biraz aşağı sarktı. Sağ eliyle
yukarı doğru çekip olabildiğince düzeltti. Sonra
salona yürüyüp tekrar berjer koltuğuna oturdu.
"Eee Murat, nasıl geçiyor günlerin? Sinemaya falan
gidiyor musun? Biz hep evde pinekliyoruz, iyi bir
film görmeyeli çok zaman oldu."
"Evet geçen gün iyi bir filme gittim: 'Beş Köşeli
Üçgen'. Ben çok beğendim, mutlaka görün."
Lale'nin Murat'a attığı bakış görülmeye değerdi!
"İsminden anladığım kadarıyla üçgen bir ilişki
anlatılıyor galiba... ve de konuya karışmış beş
kişi mi var?"
"Kaan müthişsin valla, tastamam bu!"
"İlginçmiş. Lale ne dersin önümüzdeki günlerde
gider miyiz?"
"Olabilir" dedi Lale, pek ilgilenmiyormuş gibi
durarak. Birinci öncelikli işmiş gibi tutkulu bir
şekilde sağ elinin baş parmağıyla sol elinin tırnak
etlerini itiştiriyordu ve Kaan'ın yüzüne bakmamaya
özen gösteriyordu. Kaan'ın içi acıyordu ama iki
âşığa göre yegâne avantajı bildiğini bilmemeleriydi
ve şimdilik bu avantajının "keyfini" çıkarmaya
çalışıyordu.
"Murat, bundan bir yıl sonra kendini nerede
görüyorsun, örneğin kiminlesin? Bir hayal et
bakalım. Aslında yalnız Murat değil, sırayla Lale
ve ben de söyleyelim."
"Hoppala, nereden bileyim? Bir gün sonra ne
olacağını bile bilmiyorum ben" dedi Murat hafif
isyan eder gibi yaparak.
"Yahu bu bağlayıcı bir şey değil, sohbet ediyoruz
—8—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
işte, yalnızca hayal etmeni istedim, olacağı değil,
olmasını arzu ettiğini."
"Bilmem, hayatımda yeni bir insan olabilir
belki..."
"Tarif et, nasıl birini düşünüyorsun?"
Lale dönüp Murat'a baktı. Ne diyeceğini o da merak
ediyor gibiydi. Murat işi şakaya vurup sıyrılmayı
denedi:
"Şişman, yusyuvarlak, kısa boylu, beline kadar
saçları olan, pembe yanaklı, yuvarlak yüzlü, patlak
gözlü, çok iyi yemek yapan biriyle beraberim ve çok
mutluyum" dedi gülerek.
Kaan gülmedi, "Anlaşılan gerçek hayallerini
paylaşmak istemiyorsun" dedi ve Lale'ye döndü:
"Ya sen Lale?"
"Kaan nereden çıkartıyorsun bu gelecek hayallerini!
Sıradan bir yaşantımız var, şu anda hiçbir şey
hayal etmek istemiyorum" dedi yine tırnak etleriyle
oynayarak. Kaan önce cevap vermedi, sonra uzaklara
bakarak, sakin, bilgece bir tonla: "George
Harrison, bir parçasında Lewis Carroll'dan alıntı
yaparak şöyle diyor: 'Nereye gideceğini bilmiyorsan
her yol seni oraya çıkarır' ya da İngilizcesiyle:
'If you don't know where you're going any road will
take you there'" dedi.
Murat'la Lale şaşırmış bir ifadeyle birbirlerine
baktılar. Verecek bir cevap bulamamış gibiydiler.
Aslında yorum yapmanın gerekliliği konusunda
kararsız kalmışlardı. Onların gözünde Kaan farklı
bir galaksiye aitmiş gibi duruyordu bu akşam. Adını
koyamadıkları bir gariplik vardı.
Onbeş-yirmi saniyelik bir sessizlikten sonra Kaan
cebinden üzeri bezle kaplı tabancayı çıkartıp
—9—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
aralarında duran alçak ve dikdörtgen masanın
üzerine koydu. Sonra üzerindeki bezi bir mücevherci
titizliğiyle yana doğru sıyırıp hilkat garibesi
siyah tabancayı "gün ışığına" çıkardı.
Lale önce bir çığlık attı, ardından "Bu ne Kaan,
delirdin mi sen(?)" diye bağırdı. Murat sakin
durmaya özen gösteriyordu: "Abi gerçekten nereden
çıktı bu?" diye sordu.
"Daha önce hiç tabancam olmamıştı, bir tane almak
istedim, hem çok iyi bir savunma aracı, öyle değil
mi?"
"Kaan sen gerçekten kafayı üşüttün!" diye
söylenmeye devam etti Lale.
Kaan, Lale'yi duymamazlıktan gelerek Murat'a döndü:
"Tut bir elinde, ağırlığını, duygusunu hisset"
dedi. Murat önce tereddüt etti ama sonra eğilip
tabancayı aldı, tarttı, nişan alır gibi yaptı sonra
tekrar bezin üzerine koydu. Kaan Lale'ye döndü:
"Sen de bir bak" dedi. Lale: "Tam bir zır delisin"
dedi ama o da uzanıp tabancayı aldı, bir sağa bir
sola çevirdi ve tekrar yerine koydu. "Eeee, n'oldu
şimdi?" diye sordu Kaan'a.
"Hiçbir şey, yalnızca yeni oyuncağımı yakınlarımla
paylaşmak istedim" diye cevap verdi Kaan ve
tabancayı kundaklar gibi sarıp sarmalayıp odasına
geri götürdü.
Sonrasında çok az konuşuldu. Başlangıçta gayretli
görünen Kaan yerini son derece düşünceli bir insana
bırakmıştı. Masada "suyu uzatır mısın, tuzu verir
misin" türü gereksinim cümleleri dışında bir şey
konuşulmadı ve yemek sonrasında Murat yorgunluğunu
bahane ederek erkenden müsaade istedi.
—10—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
*******************
Kaan, yetenek ile üstün zekayı aynı bedende
barındıran sayılı varlıklardan biriydi. Yeteneği
belli bir konuya odaklanmamıştı, elini attığı her
işin altından büyük bir hünerle kalkıyordu. Okul
yıllarında, yüzme, atletizm, futbol, basketbol gibi
sporlarda hep en iyiler arasındaydı. Çok iyi resim
ve heykel yapabildiği gibi, piyano, gitar ve flütü
de ustalıkla çalabiliyordu. Matematik, fizik,
edebiyat, felsefe ve yabancı diller... tümü
mükemmeldi. Buna karşılık "harika çocuk" kimliğiyle
çelişki oluşturacak şekilde birinci olmaktan, öne
çıkmaktan, göze batmaktan hoşlanmıyordu. Takım
arkadaşının ve kendisinin birer gol attığı maçta
kaleciyle karşı karşıyayken kasıtlı olarak topun
dibine vurup dışarı atmıştı. Arkadaşından bir fazla
gol atmak istemiyordu. Tam puan alabileceği birçok
sınavda bazı soruları boş bırakır veya yalnış
cevaplardı. Sıradanlıktan çok uzakta olmasına
rağmen sıradanlığı hedeflerdi ki aslında bu tür bir
hedef bile sıradan olmaktan çok uzaktı. Sıradan
sayılabilecek tek yönü fiziğiydi: Yakışıklı değildi
ama çirkin de sayılmazdı; kare bir yüzü, koyu
kumral saçları, kahverengi gözleri, 175 cm boyu
vardı. Elmacık kemikleri çıkık, bakışları
yumuşaktı. Dikkatli bakıldığında gözlerindeki
parıltıyı kaçırmak mümkün değildi. Zeka fazlalığını
bir yere kadar gizleyebiliyordu, gözler ele
verirdi. Gösterişsiz giyinirdi, yalnızca renk uyumu
ve temizliği önemserdi. Markalardan uzak dururdu.
Saplantılı bir şekilde popülerlikten, şöhretten,
—11—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
beğenilmekten kaçmasının arkasında özgürlüğünü
kaybetme korkusu vardı. Göz önünde olan insanları
tiyatro sahnesindeki sanatçılara benzetiyordu ve
hayatlarını diledikleri gibi yaşayamayacaklarını
düşünüyordu.
Lale, iri mavi gözleri, Hollandalı köylü kızları
andırır şekilde iki omuzuna düşen örgülü koyu
kumral saçlarıyla okulun en güzel kızlarından
biriydi. Erkek öğrenciler Lale'nin dikkatini
çekebilmek için birbirleriyle adı konmamış bir
yarış içindeydiler. Lale karşı cinsin ilgisinden
hoşlanmıyor değildi ama hafif bir görüntü vermemeye
de özen gösteriyordu. Sınıfta komik bir olay
yaşandığında Kaan'ın gözleri dönüp Lale'nin
gözlerini arardı. Göz göze gelip karşılıklı
gülüşmekten, o anı sadece onunla paylaştığını
hissetmekten büyük haz duyardı. Kaan'ın kızlar
konusundaki özgüveni yerlerde sürünüyordu. Aynada,
sabah akşam, tekrar tekrar yüzünü görmek moralini
bozuyordu. Saçlarını öne, arkaya, yana taramış,
sakal, bıyık, favori uzatmayı denemiş ama sonuç
değişmemişti. Zaman zaman yansımasına dik dik bakıp
"Kim beğenir ki seni(?)" diye düşünürdü ama bu tür
kendine acıma hâllerinin iyi sonuçları olmayacağını
bilecek kadar iyi bir aklı olduğu için de bu
aşağılama söylemini sık sık tekrarlamamaya
çalışırdı. Annesinin "benim yakışıklı oğlum"
nakaratı da ona hiçbir zaman inandırıcı gelmemişti.
Reddedilmenin onur kırıcı olduğunu düşünüyordu.
Herhangi bir kıza dönük girişimlerinin
reddedileceğinden de emindi. Aslında herhangi bir
kız yoktu, yalnızca Lale vardı. İyi arkadaştılar.
—12—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
Ödevlerine yardımcı olur, Lale'nin anlamakta
zorlandığı matematik problemlerini büyük bir
sabırla ona anlatmaya çalışırdı. Zaman zaman bir
kitaptan aynı metni birlikte okurken Lale'nin
kafası o derece yakınına gelirdi ki, saçları
Kaan'ın yüzüne değerdi. O anları hiçbir şeye
değişmezdi. Eşsiz kokusunu içine çekerdi. Kafasını
birazcık çevirse dudakları yanağına değecekti. Ne
kadar istemişti bunu gerçekleştirebilmeyi ama
Lale'yi tümüyle kaybetme korkusu ona hep engel
olmuştu.
Lale lisede Ahmet isminde bir çocukla çıkmaya
başlayınca Kaan ondan uzaklaştı. Daha sonra farklı
üniversitelere gittiler, farklı insanlarla tanışıp
farklı deneyimler yaşadılar ve temasları tümüyle
kesildi, ta ki bir gün Lale, Facebook üzerinden
Kaan'a arkadaşlık teklifi yollayana kadar.
Yazışmaları buluşmalar, buluşmaları birlikte
gecelemeler izledi ve bir yıl sonra evlendiler.
*********************
Ertesi sabah Lale'yle birlikte kalkıp sessizce
kahvaltı ettiler. Kaan işe gidecekmiş gibi giyindi.
Şirketinin çalışma saatlerinden ötürü Lale,
Kaan'dan yarım saat önce çıkardı evden.
Onu yolcu eder etmez iş kıyafetlerini çıkarıp jean
pantolon ve beyaz gömlek giydi. Gömleğinin beyaz
olması gerekiyordu. Bir gün önce işini arayıp grip
olduğunu ve birkaç gün gelemeyeceğini söylemişti.
Tekrar arayıp hatırlatmaya gerek duymadı. Gerekirse
onlar kendisini ararlardı. Bugün Lale yarım gün
—13—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
çalışıyordu ve tahminen 13:30'da evde olacaktı.
Fazla oyalanmaması gerekiyordu. Dizüstü
bilgisayarının başına oturup yazmaya başladı. Uzun
bir metin değildi ama yazıp yazıp siliyor, düşünüp
tekrar yazıyordu. Yaklaşık bir saat çalıştı ama
sonradan bir kez daha okuyup düzeltmesi
gerekecekti. Ardından mutfağa girdi. Dolaptan
domates salçasını çıkarıp dolu kavanozun yarısını
büyükçe bir bira bardağına boşalttı. Sonra bardağa
biraz su ekledi ve kaşıkla karıştırdı. Salça
istediği inceliğe gelince salona götürdü ve berjer
koltuğun yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. Yatak
odasına geçti, komodin çekmecesinden beze sarılı
tabancasını beziyle birlikte aldı ve salona götürüp
sulandırılmış salçanın yanına koydu. Bir tükenmez
kalem ile beyaz gömleğinin kalp bölgesine küçük bir
işaret koydu ve sonra gömleği çıkardı. Yapmayı
planladığı küçük mermi deliğini önce makasla
kesmeye niyetlenmişti ama son anda bu fikrinden
vazgeçti. Sigarayla yapılacak delik çok daha doğal
duracaktı ama bunun için bir sigara bulması
gerekiyordu. Evlerinde sigara içilmiyordu ama ikram
maksatlı bir paket bulundurduklarını hatırlıyordu.
Kimbilir neredeydi. Hızlı hızlı, salon ile
mutfaktaki çekmeceleri ve dolap kapaklarını açıp
baktı ve dördüncü denemesinde aradığını buldu.
Neyse ki hemen yanında bir de plastik çakmak
duruyordu. Sigarayı yakarken dumanı içine çekmek
zorunda kalınca sarsıla sarsıla öksürmeye başladı.
Yapay kriz fazla uzun sürmedi. Sigaranın ateşini
gömleğinin üzerinde kalemle işaretlediği noktaya
değdirip tuttu. Birkaç saniyede kenarları siyah
doğal bir delik şekillendi. Delik sigara içinden
—14—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
geçecek kadar büyüdüğünde işlem tamamlanmış oldu.
Sigaranın çapı tabanca mermisi çapına oldukça
yakındı üstelik. Gömleği tekrar üzerine giydi ve
yanmakta olan sigarayı mutfaktaki evyenin
musluğunda söndürüp çöpe attı. Salona döndüğünde
elini salça bardağına doğru uzatırken bir sonraki
işlemi mutfakta yapmanın daha doğru olacağına karar
verdi. Salçanın yanlış yerlere sıçramaması
gerekiyordu. Mutfağa gidince sulu salçayı bir çorba
kaşığıyla gömleğinde açmış olduğu deliğin üzerine
ve çevresine yedirmeye başladı. Birkaç kaşık
döktükten sonra banyoya geçip aynaya baktı. Hiç
fena değildi, görüntüsü kendisini bile ürkütmüştü.
Daha fazla abartmaya gerek yoktu. Salçanın kalanını
tekrar salona taşıdı, "öldükten" sonraki duruş
pozisyonuna bağlı olarak bir miktar da koltuğa
dökmesi gerekebilirdi. Sıra tabancaya gelmişti.
Ateşlemek istemesinin tek nedeni salona yanmış
barut kokusunun yayılmasını sağlamaktı. Duyuların
tümüne hitap etmeli ve inandırıcılık tam olmalıydı.
Emniyetini açtı ve tabancayı berjer koltuğa doğru
nişanlayıp tetiğe bastı. Sağır edici bir patlama
oldu. Kulakları acıdı. Bu derecesini beklemiyordu,
sarsıldı. İki kolu aşağı düştü, kafası yana eğildi
ve bir süre bu pozda ayakta kaldı. Patlama
öncesindeki kararlı Kaan yerini dalgın, moralsiz ve
isteksiz bir Kaan'a bırakmıştı. Ama ne olursa olsun
vazgeçmemeliydi, hele bu kadar yol almışken.
Başladığı işi sonuna kadar götürecekti. Prova için
berjer koltuğa oturmadan önce bilgisayar sehpasını
koltuğun sağına doğru yanaştırdı, adımlayarak
koltuktan yaklaşık iki buçuk metre uzaklaştı ve
tabancayı o noktada yere bıraktı. Sıra koltuktaki
—15—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
nihai pozuna gelmişti. Sağ elini işaret parmağı
bilgisayarı gösterecek şekilde onu taşıyan sehpaya
destekleterek uzattı, başını koltuğun sağ
çıkıntısına dayadı, ağzını yarım açıp gözlerini
kapadı, sağ bacağı hafif kıvırıp sol bacağını sağ
bacağından ayrık pozisyonda dümdüz uzattı. Poz
inandırıcı olması gerektiği kadar olabildiğince
konforlu da olmalıydı çünkü onu bir hayli uzun bir
süre koruması gerekecekti. Keşke birisi gelip
fotoğrafını çekebilseydi diye düşünüyordu ki tam o
sırada kapı çaldı. Bu saatte ziyaretçi
beklemiyordu. Kapıyı açmak bütün planlarını alt üst
edebilirdi, salçalı beyaz gömleğiyle gözükmesi tam
bir skandal olurdu. Ses çıkartmadan oturdu ama
ziyaretçisi kararlıydı ve kapıyı yumruklamaya
başlamıştı. Ardından annesinin "Kaan aç kapıyı"
diye bağırışını duydu. Annesi üst katlarında
oturuyordu. "Neyse, bu kötünün iyisi" diye düşündü,
annesini ikna edip yolcu edebilirdi, zaten bu
yumruklamanın bir an önce durması gerekiyordu.
Yerinden kalkıp kapıyı açtı. Annesi Kaan'ı görür
görmez sendeledi. Kaan ani bir refleksle beline
sarılıp yere düşmesine engel oldu. Sonra iki
yanağına hafifçe vurup "Anne uyan ben iyiyim" diye
seslendi. Neyse ki annesinin baygınlık hâli fazla
uzun sürmedi. Kendine gelince Kaan'a uzun uzun
baktı ve ağlamaklı bir sesle "Oğlucuğum n'oldu, kim
vurdu seni?" diye sordu.
"Anne kimse vurmadı, bu bir oyun, tiyatro gibi bir
şey, onun provasını yapıyordum."
"İş saatinde bu ne tiyatrosu oğlum, bana doğruyu
söyle. Hem o tabanca sesi neydi? Beni
kandıramazsın."
—16—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
"Peki anne, tamam, anlatacağım ama hikâyenin
tamamını duyunca çıkıp beni rahat bırakacağına söz
ver."
"Ne olduğunu anlamadan söz möz veremem. Hadi anlat
çabuk nedir bu saçmalık."
Kaan teslim oldu, annesinin vazgeçmeyeceğini
biliyordu. Önce Lale'yle Murat'ın telefon
konuşmalarından bahsetti. Sıra planına gelmişti.
Hem anlatırsa annesi senaryodaki bazı açıkları
görüp düzeltmesine yardımcı olabilirdi. Her işte
bir hayır vardı. Berjer koltuğuna oturdu ve başladı
anlatmaya:
"Lale 13:30'da anahtarla kapıyı açıp eve girince
beni bu pozda bulacak" diyip biraz önce prova
ettiği pozisyonu aldı. "Muhtemelen önce bir çığlık
atacak ama birkaç saniye içinde kendine gelince
bilgisayarı işaret eden parmağımı farkedecek.
Bilgisayarın ekranına bakınca da işte bu koskoca
'ALTTAKİ LALE'YE VEDA İSİMLİ DOSYAYI AÇ" notunu
görecek ve açıp okumaya başlayacak. Sen gelmeseydin
bu yazıyı bir kez daha okuyup düzeltecektim ama
artık vaktim kalmadı. Şimdi açıp sana okuyorum:
'Murat'la aranızdakileri biliyorum. Telefon
konuşmanızın kaydını ilgili makamlara postaladım.
Yerde gördüğün tabancada yalnızca senin ve Kaan'ın
parmak izleri var. Tabancayı
bezle tutup kendime
olabildiğince uzaktan ateş edeceğim. Kalbime nişan
alacağım için ölümüm çok hızlı olmayacak ve
tabancayı iki metre ileriye, bezi ise başka bir
tarafa fırlatabileceğim (en azından böyle
umuyorum). Telefon kaydınız ve tabancanın
üzerindeki parmak izleriniz aleyhinize yeterli
—17—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
delil olacaktır. Aslında ölüm sebebim gerçekten de
sizsiniz. Senin tek kurtuluş yolun suçu Murat'a
atmak. Acil bir durum var diyerek onu eve çağır ve
polise ihbar et. Bu senin için yapabileceğim son
iyilik.
Elveda,
Kaan
P.S: Bu not sen okuduktan iki dakika sonra kendini
imha edecek.'
"Yazının sonu çok iyi olmamış, Murat'ı eve çağırma
ve ihbar konularını biraz daha açmam gerekiyordu. O
şimdi beceremez. Bu arada yazıyı gerçekten imha
etmesi için bilgisayarı birazdan programlayacağım.
Neyse devam edeyim: Bir gün önce Sinan'la Ömer'i
arayıp durumu anlattım ve onlardan bir ricada
bulundum. İkisi de üniversiteden arkadaşlarım,
Lale'yle tanışmıyorlar. Polis kıyafetine girip evin
dışında bekleyecekler. Lale'nin eve girdiğini
görünce kapıya yaklaşıp, hatta kulaklarını dayayıp
dinlemeye başlayacaklar. Lale'nin telefonda
konuştuğunu duyduktan beş dakika sonra da kapıyı
çalacaklar. Tabanca sesi duyulduğunu, ihbar
aldıklarını ve içeri girip arama yapacaklarını
söyleyecekler. İçeri girince de olanları görüp
Lale'yi cinayet zanlısı olarak tutuklamak zorunda
olduklarını söyleyecekler. Lale tabii ki itiraz
edecek, eve biraz önce geldiğini, bütün sabah işte
olduğunu ve tahmin ediyorum Murat'ı aradığını, onu
beklemeleri gerektiğini, acele karar vermemelerini,
vs. gibi şeyler söyleyecek. Eğer daha sonra Murat
gelirse suçu onun üzerine atmaya çalışacak ve
—18—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
'polislerin' önünde tartışacaklar. Bu aşamada ben
yerimden doğrulacağım ve her şeyin bir kurgu olduğu
anlaşılacak. Hepsi bu."
"Ah benim deli oğlum! Onları birbirine düşürüp öç
almak istiyorsun öyle mi?"
"Evet tamamen öyle."
"Peki diyelim ki her şey düşündüğün gibi
gerçekleşti, ki çok şüpheliyim bundan çünkü
planında aksaması muhtemel çok..."
"Neresi aksayabilir, sen bana onları söyle."
"O kadar zaman hareketsiz durabilecek misin?
Bilgisayarı gösteren kolun uyuşmayacak mı? Nefes
alıp verdiğin fark edilmeyecek mi? Bir tarafın
kaşınmayacak mı? Acaba senin düşündüğün gibi Lale
suçu Murat'a atmaya çalışacak mı? Lale panik içinde
senin parmağınla bilgisayarı işaret ettiğini
anlayabilecek mi? Ya yazıyı okumadan Murat'ı
ararsa?... Bundan nasıl bu kadar emin
olabiliyorsun? Senin öfken ve intikam alma dürtün
aklını başından almış. Benim zeki oğlum gibi
düşünmüyorsun. Varsayalım ki herşey istediğin gibi
gitti, Lale'yle Murat ayrıldı ve Lale senden özür
diledi. Sen kabul edecek misin? Evliliğinizi eskisi
gibi yürütebilecek misiniz?"
"Mümkün değil, ayrılacağımız kesin."
"Peki o zaman bu uğraş niye? Onları ayırıp ne
geçecek eline? Madem ki kararın kesin,
ayrılacaksın, sen artık önüne bak, bembeyaz yeni
bir sayfa aç. İntikam duygusu insanı acılaştırır ve
en çok o duyguyu taşıyana zarar verir, vermiş bile.
Bırak ne yaparlarsa yapsınlar, artık onlar senin
hayatının bir parçası değil. Hatırlasana ne
yapmıştı George Harrison."
—19—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
"Ne yapmıştı?"
"Oğlum sen anlatmıştın bana: En yakın arkadaşı olan
gitarist Eric Clapton karısını elinden almış ve o
daha sonra onların düğününe gitmiş."
"Anne çok etkilendim, sen nasıl hatırlıyorsun bu
hikâyeyi(?)"
"Neyse beni bir kenara bırakalım, sen, toprağı bol
olsun, George Harrison gibi olmaya bak."
"Anne o farklı bir kültür."
"Olay yalnızca kültür değil, hayat felsefesi.
Kültür farklı ama duygular aynı, Harrison acı
çekmemiş midir sence? "
"Çekmiştir ama..."
O sırada kapı çaldı.
"Anne sen baksana ben bu kılıkta gözükmeyeyim."
Annesi kalkıp kapıyı açtı.
"Oğlum iki polis geldi, seni soruyorlar."
"Anne söyle gitsinler, erken geldiler."
"Oğlum galiba bu polisler senin arkadaşların
değil."
Kaan kapıya gidince gerçek iki polisle karşılaştı.
"Beyfendi, komşularınızdan ihbar var, silah sesi
duyulmuş, hakkınızda işlem yapmamız gerekiyor. Ne
oldu size, yaralandınız mı?"
"Hayır, hayır, buyurun içeri, anlatayım."
Polisler yemek masasının başına oturdular.
"Bakın bu tabanca kuru sıkı, buyurun inceleyin."
Polisler tabancaya ve şarjörüne bakınca durumu
anladılar. Kaan senaryosunu özetlemek zorunda
kaldı. Annesi polislere çay demledi. Hikâyeyi
dinleyince polisler de Lale ve Murat'a karşı
bilendiler, mazlumun yanında yer almak
geleneğimizdi bilindiği gibi. Uzun boylu olan:
—20—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
"Abi biz de sana yardımcı olalım, şunları bir güzel
korkutalım en azından" dedi.
Annesi: "Lütfen yapmayın, ben tam vazgeçiriyordum."
dedi.
Tekrar kapı çaldı ve yine annesi kapıya gitti.
"Oğlum, iki polis daha geldi ama sanırım bunlar
arkadaşların."
Gelenlerden bir tanesi içeri doğru seslendi:
"Abi erken geldiğimizi biliyoruz ama kıyafetleri
göstermek istemiştik."
"İçeri gelin, konunun uzmanları burada, onlar
görsünler" diye seslendi Kaan.
İçeride gerçek polislerle karşılaşmak hem şaşırttı,
hem de korkuttu Sinan'la Ömer'i. Çekine çekine
girdiler salona.
Gerçek polisler gülmeye başladı. Kısa boylu olan:
"Yahu nereden buldunuz bu kıyafetleri, şu yakalara
baksana, 1950'lerden mi bunlar?" diye sordu
gülerek.
"Kıyafet balosu için giysi satan bir dükkandan
bulduk, yalnızca bu ikisi vardı. Bilemedik
yeterince inandırıcı olmuş mu, bir danışalım
dedik."
"Biz inanmadık ama belki bir inanan çıkar" dedi
uzun boylu polis.
"Artık pek bir önemi kalmadı, gelin oturun bir çay
için." dedi annesi. Ve aralarında sohbete
başladılar.
Biraz sonra kapının anahtarla açıldığını duydular.
Bir anda hepsi sustu. Lale içeri girip manzarayı
görünce önce bir çığlık attı ve: "Kaan n'oluyor
burada? Gömleğinin hâli nedir? Bu polisler, annen
n'apıyor? Deliriyorum herhalde. Bir kabus mu bu?
—21—
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21
Konuşsana, söylesene Kaan!" diye avaz avaz bağırdı.
Kaan bir iki adım atıp sehpanın yanına gitti ve
içinde salça olan bardağı alıp Lale'nin başından
aşağı boşalttı.
Lale'nin kafasından, giysilerinin üzerinden yerlere
salçalar akıyordu. Gördüklerinin şokunu
atlatamamışken başından aşağı dökülen salçayla
donmuş kalmıştı salonun ortasında. Polisler ve
Kaan'ın annesi kahkahalarla gülmeye başladılar.
Kaan önce biraz tebessüm etti, sonra kararlı bir
şekilde sokak kapısından dışarı çıktı.
Salçalı gömleğine, insanların bakışlarına, soğuğa
aldırmadan yürüyordu sokakta. Kuş gibi
hafiflemişti. Hiçbir zaman bu kadar özgür
hissetmemişti kendini. "Bilge annem benim" diye
düşündü ve George Harrison'un parçasını
mırıldanmaya başladı yüzünde hafif bir tebessümle:
"If you don't know where you're going any road will
take you there..." (Nereye gideceğini bilmiyorsan
her yol seni oraya çıkarır).
—22—

Benzer belgeler