Ocean of Revelations TV/Video Series

Transkript

Ocean of Revelations TV/Video Series
Ocean of Revelations TV/Video Series
Transcripts of Episodes 1-6
Turkish Translation
3524 Yadkinville Drive, No. 357  Winston-Salem, NC 27106 USA
Tel.: +1.336.922.1278  Fax: +1.704.749.8557  E-mail: [email protected]
www.libforall.org
İçindekiler
1. Bölüm:
2. Bölüm:
3. Bölüm:
4. Bölüm:
5. Bölüm:
6. Bölüm:
İSLAM VE İNANÇ.....................................................................................................................................1
İSLAM VE TAKVA....................................................................................................................................9
İNANÇ TOPLULUKLARI .......................................................................................................................17
İMAN EDENLER .....................................................................................................................................24
TEBLİĞ .....................................................................................................................................................32
CIHAD.......................................................................................................................................................40
1. Bölüm:
İSLAM VE İNANÇ
GİRİŞ
Kyai Haji A. Mustofa Bisri
Ünlü Nahdlatul Ulema Lideri
Rembang, Orta Java, Endonezya
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun
Değerli izleyiciler, ben Mustofa Bisri. Vahiy Okyanusu adlı bu programa ve bana zaman ayırdığınız için
teşekkür ederim. Birçok entellektüel, alim ve Müslüman liderin İslam’la ilgili çeşitli konulardaki
görüşlerini keşfetmek üzere sizi bir yolculuğa davet ediyoruz.
Hepinizin bildiği gibi, Allah, peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) ve İslam’ı tüm yaratılanlara bir
merhamet ve şefkat kaynağı olması için göndermiştir. Tüm evreni sevgili ve rahmetli kılmak için. Böyle
olduğu halde, son yıllarda Hz. Muhammed’in izinden gidenlerin birçoğunun fiili davranışları bu mesajın
ulvi içeriğiyle çelişmiş ve bu içeriği bozmuştur. Bu nedenledir ki, peygamberimiz, Resulullah’ın
davranışları ve öğretilerini yeniden değerlendirmek kalplerimiz ve aklımız üzerine bir farz olmuştur.
Ayrıca kendi eksikliklerimizi görmemiz ve davranışlarımızın sıklıkla onun asil örneğine uymadığının
farkına varmamız gerekmektedir.
Bildiğimiz gibi, peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.), Allah’ın rahmeti ve şefkati sayesinde
kendisine sevgi dolu bir kalp ve kişilik bahşedilmiş bir insandı. Allah Kur’an’da şöyle bildirmektedir:
“Allah’ın rahmeti ve şefkati sayesinde, senin davranışların arındırılmış ve nezaket doludur. Sen zalim ve
kaba olsaydın, insanlar senden uzaklaşırdı.” Bu nedenledir ki, eğer Resulullah’ın davranışlarını
inceleyecek olursak, her şeyde bir sevgi nüansı olduğunu görürüz. Resulullah şöyle buyurmuştur: “Bu
dünyada yaşayanları sevin ki yukarıdaki Allah da sizi sevsin.” Ve, “Her kim merhamet, sevgi ve şefkat
göstermezse, Allah da ona merhamet, sevgi ve şefkat göstermeyecektir.” Bütün bunlar Allah’ın Hz.
Muhammed’i göndermekteki amacının, yaratılanı sevmek ve rahmet vermekten başka bir şey olmadığını
belirten kendi buyruğuyla da uyum içerisindedir.
Bu programda, iman ve İslam gibi Müslümanların sıklıkla kullandığı çeşitli terimleri tartışacağız ve bu ve
benzeri konularda birçok seçkin entellektüel, İslam alimi ve Müslüman liderin görüşlerini dinleme
imkanımız olacak. Ve bilgi sahibi olacağız. Peygamberimizin dediği gibi, bir insan ancak öğrenmeye
devam ettiği sürece zeki ve bilgi sahibi olabilir. Ancak, ne zaman ki insanlar her şeyi bildiklerini
zannederek öğrenmekten vazgeçer, işte o zaman bilginin yerini cehalet alır. Biz hala öğrenme
aşamasındayız. İnsanlar kendi dinleri hakkında daha fazla şey öğrenmeye devam etme isteğine sahip
olduğu sürece, Müslüman çevrelerde veya diğer inançlara bağlı insanlar arasında ne olacağı konusunda
endişe duymam sözkonusu değildir. Asıl korktuğumuz şey, insanların mutlak Hakikatı zaten kavramış
olduklarını zannederek öğrenmekten vazgeçmesi ve başkalarını yanlış yolda ilan ederek suçlamalarıdır.
Dünyamızda sorunlara neden olan şey de budur. Başka bir sorun ise belirli bir kişi veya gruptan nefret
ederek, nefretimizi dini temellere oturttuğumuzda ortaya çıkar.
İsterseniz hemen konuya girerek uzmanların dinimiz hakkındaki görüşlerini dinlemeye başlayalım. İyi
seyirler!
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
1
1. KISIM
Kasepuhan Sarayı Camii
Cirebon, Batı Java, Endonezya
İman konusu, ne İslam’dan ne de nefis terbiyesinden ayrı tutulabilir. Kendimi gönülden Allah’a teslim
ettiğim zaman, içsel bir huzur ve sükunet, ve hayatımın dışsal şartları ne olursa olsun, bir rahatlama
hissederim.
~ Dr. Komaruddin Hidayat, Syarif Hidayatullah İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
İman içsel bir ibadettir, insanoğlunun en derin, en ruhsal çabasıdır, ve bizi Görünmeyene, saklı ve gizemli
olana bağlar, ki bu insan zekasının ötesinde olan şeydir… yani Allah’tır.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998 -2005)
İman kelimesi Arapça ta’amana yu’minu deyiminden gelir, anlamı ise güvenmek ve kendini tamamen
Allah’a emanet etmektir. Bu bağlamda, gerçek anlamda iman eden kimse kendisini, düşüncelerini, kalbini
ve tüm hayatını, tamamen Allah’a teslim eden kimsedir. Bu kişi gerçek bir mümindir.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
İman inanç demektir, kesinlik demektir, ancak aynı zamanda iman eden kişinin davranışlarının da iyi
olacağı, başkalarına, veya geniş anlamıyla topluma, acı veya zarar vermeyeceği konusunda genel bir
kabule yol açacak şekilde günlük davranışlarda gözlenen belirli bir “tat” olarak da karşımıza çıkar.
~ Dr. Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
İman Allah’ın bize verdiği en büyük hazdır. Nedenine gelince, iman her güzel söz ve amelin temelini, ve
aslına bakarsak bu dünyadaki tüm hayatımızın altyapısını oluşturur.
~Kyai Haji M. Yusuf Chudlori, Asrama Perguruan Tinggi İslami Yatılı Okulu Müdürü,
Tegalrejo, Endonezya
Bir kişinin imanı sürekli olarak test edilir: ilk olarak bu dünyanın zevklerine değil de Sadece Allah’a
tapmada ne derece tutarlı olduğu konusunda; ve ikinci olarak da diğer insanlara karşı gerçekleştirdiği
amellerinde ne derecede tutarlı olduğu konusunda.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
2
Hz. Muhamed (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve Kıyamet Günü’ne iman eden kişi komşusunu
onurlandırır. Allah’a ve Kıyamet Günü’ne iman eden kişi misafirini onurlandırır.” Peygamberimizin
tanımına göre, iman etmeyen kişi başkalarının çektikleri zulme aldırmayan kişidir. Ayrıca Hz.
Muhammed (S.A.V.) yine şöyle buyurmuştur: “Komşusu açken kendisi tok yatan kişiye ‘imanlı kişi’
denmez.”
~ Celaleddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
İnsanoğlu her nerede sapkın inançları yüzünden kendisiyle Allah arasındaki bağı ve insanlıkla olan
bağlarını koparırsa hayat zarar görecek, çatırdayacak ve yok olacaktır.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Eğer imanı, onu tamamen kavramak ve uygulamak açısından ele alırsak, iman açık bir şekilde
kuvvetlenecek ve zayıflayacaktır. Başka bir deyişle, iman evrimsel bir durumdur, bir süreçtir.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984- 1999)
Bazen müşriklerin sadece heykellere, büyük ağaçlara ve böyle şeylere tapan kişiler olduğunu düşünürüz.
Ancak bir şeye tapmak için, konum, meslek ve zenginlik sıklıkla göz ardı edilir, bu şeylerin idol haline
getirilmesine neden olsa bile.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
İnsanlar yaşamlarını tamamen Allah'a göre yönlendirmelidir; her şeyi belirleyen Allah'tır ve
yaptıklarımızın gerçekten iyi olup olmadığını sadece Allah bilir.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
2. KISIM
NEFİS TERBİYESİ
Nefis terbiyesi kendimizi düşünmeden hareket etmemizi sağlar; örneğin, birine yardım etmeyi istemek
veya içtenlikle ve iyi niyetle bir amel işlemek – bu bencillikten vazgeçmek demektir.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
Bencil olmama durumu imanın uygulamada gözlenebilen unsurlarından birini temsil eder. Sağlam bir
imana sahip olan kişi kesinlikle bencil olamaz. Ancak nefis terbiyesi hakkında konuşmak, bunu
başarmaktan daha kolaydır.
~Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
Attığımız her adımın, bütün düşünce ve eylemlerimizin Allah adına, en yüksek Hakikat adına olduğundan
emin olarak hayat yolunda saf ve bencil olmayan bir kalple ilerleyebiliriz.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
3
Kendini düşünmemek iyi amellerin arkasındaki temel itici güçtür. Bu tür iyi ameller doğası gereği
karşılıksızdır, çünkü bunlar sadece insani görev bilincinden kaynaklanır. Hayat ancak bu şekilde anlam ve
manasına ulaşır: sağlam bir iman ve nefis terbiyesine sahip olarak.
~ Dr. Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Allah’a bağlılığı gösteren en yüce ameller, tüm rahmetiyle O’na karşı yoğun bir şükran duygusu
içerisinde yapılanlardır. Allah’a, O’nun hizmetkarlarına (insanlığa), ve O’nun tüm yarattıklarına karşı
yoğun bir sevgi içerisinde yapılanlardır.
~ Kyai Haji Muhammad Zuhri Zaini, Nurul Jadid İslami Yatılı Okulu, Probolinggo, Endonezya
Bana göre, bencil olmamanın en düşük seviyesi [kutsal metinlerde belirtildiği gibi] Allah’ın açık emirleri
nedeniyle bir amel işlediğimizde gerçekleşir. Çağdaş felsefi terimlerle anlatmak gerekirse, maddi veya
özel nedenlerle veya egomuzun tatmini için değil, sahip olduğumuz değerler nedeniyle. İnsanlar sahip
oldukları karşılıklı değerler sayesinde kendini düşünmeden hareket ederler. Daha anlaşılır ifadesiyle,
Allah sayesinde.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Eminim ki kendini düşünmeme duygusu, psikolojimizin, davranışlarımızın ve elitlerimiz de dahil olmak
üzere tüm Endonezyalıların ruhunu canlandıracak şekilde benliğimizin derinliklerine işlemiş olsaydı...
Bana göre bu, Allah’a gerçek bir bağlılıkla dolu “ruhsallaştırılmış bir hayat” yaratırdı. Öyle ki, nefsin
terbiye edilmesi, dindar bireyler meydana getirmekle kalmayıp, aynı zamanda dindarlıkla karakterize
edilen bir toplum, ve böylece de bu dünyadaki hayatlarımızda bir ahenk vesilesi olurdu.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Hayatlarımız ve inançlarımız bir Sufi üstadın nefis terbiyesi konusunda ortaya koyduğu öğretilerle aynı
doğrultuda olmalıdır: “Kendinizi (örn., egonuzu) boş dünyaya gömün.” Bu, bencillikten tamamen
vazgeçerek kendinizi bütünüyle Allah’a ve Aklın Ulaşamadığı yerde ortaya çıkan Allah’ın isteğine teslim
etmek demektir.
~ Kyai Haji Abdurrahman Vahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
İçtenlik dini uygulamaların özünü oluşturur, ve bana göre, daima imanla birlikte değerlendirilmelidir.
Çünkü içtenlik olmadığında, imanımız da riyakar bir kişinin inancına benzeyecektir. Günde beş defa
namaz kılabilir ve imanımızı yüksek sesle dile getirebiliriz, ancak eğer gayri-Müslimlerden nefret eder ve
onlara birer dost olarak saygı göstermez ve değer vermezsek, o zaman imanımızın bir değeri kalmaz.
İşlerimizde dürüstlük; herkesle içtenlikle dost olmak; bunlar ödün verilemeyecek ve yerlerine yenileri
konamayacak temel değerlerdir. İçtenlikten uzak bir şekilde kalplerimiz kibir, ego ve kendini
beğenmişlikle dolu olduğu halde kendimizi İslam için “gayret sarfeden” Müslümanlar olarak ilan edersek,
dini uygulamalarımız yüzeysel olmaktan öteye geçemez, ve bencil amaçlarımız doğrultusunda İslam’ı
manipule etmiş oluruz. Bu durumda, dindarlığımızın hiç dini olmayan insanlarınkinden bir farkı kalmaz.
Bana göre, bu aslında hayvanların ilkel içgüdülerinden daha aşağıda olan ve küçültücü bir şeydir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi Komisyonu Üyesi,
Sumenep, Endonezya
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
4
Kendini düşünmeme durumu dilde değil, kalbin en derin kovuklarında yatar.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
Kur’an’a göre Şeytan vardır; ancak onun Allah’ın nefsini terbiye etmiş hizmetkarları üzerinde hiçbir gücü
yoktur. Şeytan’ın dostu ve müttefiki olanlar ancak ben merkezci ve bencil olanlardır.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
ŞİİR
Elif (Arap alfabesinin ilk harfi, kılıç veya çivi şeklinde)
Yazan: Zawawi Imron
Sumenep, Madura, Endonezya
Zikir
Elif… Elif… Elif
Elif!
Allahım
Senin Emrin elimde bir kılıç gibi
Göğsümü delerek kalbimin pusulasını değiştiriyor
Senin bir sütun gibi dosdoğru olan tabiatın, büküldüğünde bir yılan balığına dönüşüp
hayal dünyasında kayboluyor.. geride Işığa geçit verecek yegane bir iğne deliği bırakarak
kaderinin ince rüzgarlarıyla ileri geri savrulayım diye
Elif.. Elif.. Elif.. Elif..
Elif!
Hayatım.. ölümüm.. kaderim.. hepsi Senin Ellerinde
Hayatım.. ölümüm.. kaderim.. hepsi Senin Ellerinde
Senin Ellerinde.. Senin Ellerinde… Senin Ellerinde
Senin Ellerinde.. Senin Ellerinde… Senin Ellerinde
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
5
Kalbimin derinliklerini senin elifinin ucuyla kazıyorum
Bir pınar fışkırıp da
bir kuyu, sonra bir nehir, bir deniz, ve ta ki milyonlarca dalgalarıyla bir okyanus olana dek
Senin Adını çağırarak en derinden yakarıyorum
Elif.. Elif.. Elif..
Elif!
Rabbim
Senin Tabiatın Bir’dir, ve evrende bir kale gibi dimdik durur
3. KISIM
KUSURSUZ MÜSLÜMAN
El-Ezher Üniversitesi
Kahire, Mısır
Hz. Muhammed’in (S.A.V) mesajı, genel olarak daha önceki peygamberler tarafından ortaya konulan her
şeyle uyum içerisindedir. Musa, İsa, İbrahim ve Muhammed de dahil olmak üzere Allah’ın insanlığa
gönderdiği tüm resuller temel ilkeler bakımından hep aynı olan, bir tek mesaj getirmişlerdir: ilk olarak,
bencillik etmeden sadece Allah’a tapmak; ikincisi ise, yüksek ahlaki değerlerle kendimizi donatmak.
~ Muhammad Sayyid Tantawi, El-Ezher Üniversitesi Şeyhi Kahire, Mısır
İslam kelimesinin gerçek anlamı bizi yaratan Allah’a tamamen ve bütünüyle teslim olmak demektir.
Kur’an şöyle buyurmaktadır: “Esas din Allah’a tam olarak teslim olmaktır.” Bu söylemin etimolojisi
ortaya koyuyor ki her kim Allah’a tam olarak teslim olursa o bir müslümandır. Öte yandan, İslam, kutsal
kitap Kur’an aracılığı ile Hz. Muhammed tarafından getirilerek belirli bir dinin adını aldığından, onu takip
edenler tarafından uyulması gereken kuralları sahip resmi bir din şeklinde kabul görür, bunun en kolay
örneği ise İslam’ın beş şartıdır.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Kusursuz müslüman ruhunda barındırdığı imanın bir göstergesi olarak Allah’a tam olarak teslim ve tabi
olan kişidir. Sözel bir bağlılık (imanın açığa vurulması) kalple hissedilen hakikati ortaya çıkarır, bu da en
yüksek değerlerle uyum içerisinde sürdürülen bir hayat halinde çiçeklenir.
~ Kyai Haji Abdul Muqiet Arief, Bahrul Ulum İslami Yatılı Okulu Müdürü, Jember, Endonezya
Muhammediye Genel Merkezi
Yogyakarta, Endonezya
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
6
Kusursuz Müslüman, ne kendisini en İslami insan olarak tasavvur eden kişidir, ne de kendisini kutsal
hissederek öyleymiş gibi davranan, veya hatasız olduğunu düşünen kişidir. Aksine, bireysel tabiatının
zayıf ve sınırlarla dolu olduğunu gören, kendisini başkalarına karşı sevgi ve şefkat göstermek zorunda
hisseden, ve bu nedenle insanlığa hizmet ederek başkalarının refahına katkıda bulunacak davranışlarda
bulunan kişidir. Ancak böyle bir kişiye kusursuz bir müslüman, veya kusursuz bir insan diyebiliriz.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Bir müslüman başkalarını incitmemek adına diline ve eline sahip olabilen kişidir. Müslüman olmak, “Ben
şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, ve Muhammed onun elçisidir” diyerek sembolik olarak
imanımızı dışa vurmaktan çok daha öte bir şeydir. Aksine, imanın bu dışa vurumunu günlük hayatımıza
uygulamak ve Resulullah’ın örneğini kucaklamak demektir. Attığımız her adımda, yaptığımız her işte,
sürekli Allah’ın bizi izlediğinin farkına varırız. Hayatımızın parametreleri Resulullah Hz. Muhammed’in
(S.A.V.) yaptıkları olur.
~ Kyai Haji M. Yusuf Chudlori, Asrama Perguruan Tinggi İslami Yatılı Okulu Müdürü, Tegalrejo,
Endonezya
Müslümanlıkta kusursuzluk (Allah’a) itaat etmekle ve Hz. Muhammed’in (S.A.V.) büyüklüğünü model
alan davranışlar sergileyerek Allah’ı yüceltmek için asil ameller gerçekleştirmekle ortaya çıkar. Gündelik
bir dil kullanmak gerekirse: biz sadece Allah istediği için yaşıyoruz; sadece Allah’ın yardımıyla hareket
edebiliriz; ve bu dünyada Allah’ın gücünden başka bir güç veya kuvvet yoktur. Bu nedenle, kusursuz bir
müslüman kendisini dünyevi şeylere değil, sadece Allah’a adayan kişidir.
~ Mohamad Sobary, Endonezyalı Kültürel Kişilik
Kusursuz bir Müslüman dinin emirlerini anlayan ve mümkün olan en yüksek derecede gerçekleştiren
kişidir.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
Müslüman olmak başkalarına saygı duymak demektir. Böyle bir insan soygun ve hırsızlık yapmaz veya
öldürmez, ya da başkalarını rahatsız etmez. Gerçek bir Müslüman’ın tanımı böyledir. Bu nedenle, ben
kusursuz bir Müslüman’ın Peygamber’in misyonunu yerine getiren kişi olduğuna inanıyorum, örneğin
merhamet ve şefkat yaymak, Allah sevgisini tüm yaratılanlarla paylaşmak gibi.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Hz. Muhammed’in torunu Sayyidina Hüseyin Türbesi
Kahire, Mısır
Peygamberimizin temel ve en önemli eylemi kendi insanlarını bir sosyal durumdan diğerine taşımasıydı;
ilkel bir durumdan, Kutsal mesajdan öncesine nazaran daha iyi ve ilerleyici olan bir duruma. “Rahmet”,
veya merhamet, kelimelerinin anlamı budur ve 21:107 numaralı Kur’an ayetiyle anlatılmak istenen şey
de budur.
~ Dr. Ali Mabrook, Kur’an Çalışmaları Uzmanı, Kahire Üniversitesi, Mısır
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
7
Kur’an ayeti:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla: “Allah’a tapanlar için bir mesaj: Biz (Allah) seni (Muhammed)
ancak alemlere bir rahmet olarak gönderdik.” (Kur’an, Enbiya, 21:107)
Bu ayet, Hz. Muhammed’in İlahi Hakikat’in kusursuzluğunu bünyesinde taşıdığını gösterir. Ayrıca,
peygamberliğin Allah’ın insanlığa olan merhametinin kaynağı olduğunu ortaya koyarak – Sınırsız Sevgi
ve Şefkat adına her şey O’ndandır – Allah’ın gerçekten de Rahman ve Rahim olduğunu gösterir. Bu,
Allah ve Peygamber’in sevgisi arasındaki ilişkidir.
~ Maryam Ishaq al-Khalifa Sharief, Shadili Tariqa Mensubu, Khartoum, Sudan
Kendilerinden çok daha kusursuz ve iyi başka birçok insan olduğu halde, birçok kimse kendilerinin
kusursuz olduğunu iddia ederek kendilerini küstahça “en iyi” Müslümanlar olarak takdim ederler.
Gerçekte bir tek kusursuz Müslüman vardır, o da Hz. Muhammed’dir.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
KAPANIŞ
Değerli izleyiciler, birçok uzman ve entellektüelin görüşlerini dinlediniz. Aslında İslami bilgi bilimi, ve
aynı zamanda İslam’ın kendisi tıpkı arkamdaki okyanus gibi son derece geniştir. İslam’ın gerçekten de
bütün alemlere nasıl ve ne dereceye kadar bir rahmet olabileceğini anlamak için dinimizi daha
derinlemesine araştırmamız gerekiyor.
Açıkçası İslam’ın pratiği içtenlik, nefis terbiyesi ve bireysel isteklerimiz yerine Cenab-ı Hakk’ın
emirlerine tam teslim olmayı gerektirmektedir. Yüce Allah bizden bu dünyadaki hayatı koruyarak ve
geliştirerek barış içinde birarada yaşamamızı istiyor. Allah’ın mütevazı hizmetkarları olan bizlere O’nun
yeryüzündeki temsilcileri olmamız için emir verilmiştir. Bu nedenledir ki, Allah’ın yaratarak bizim
yönetimimize tahsis ettiği bu dünyanın gerçek anlamda yaşanılabilir bir yer olabilmesi için sevgi
içerisinde pozitif ve yapıcı davranışlarla hareket etmek en doğru yoldur.
Ümit ediyor ve buna inanıyorum ki bu video serisi düşünce ufuklarımızı genişleterek ruhlarımızı
zenginleştirmemizi sağlayacaktır.
Bir başka konuyla, başka bir bölümde buluşana dek.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizinle olsun.
1. Bölüm: İSLAM VE İNANÇ
8
2. Bölüm:
İSLAM VE TAKVA
GİRİŞ
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun
Değerli izleyiciler, Vahiy Okyanusu’yla tekrar karşınızdayız.
Bu defasında da sizi ruhsal kusursuzluk konusunda bir dizi entellektüelin görüşlerini dinlemeye davet
ediyorum. Örneğin, “şükretmek” sadece Allah’a borçlu olduğumuz bir şey midir, yoksa (daha geniş insani
bir yükümlülüğün bir parçası mıdır)?. Az sonra bu ve başka konulardaki uzman görüşlerini
dinleyeceksiniz.
Umarız, bu fikirler hepimizin din anlayışımızı derinleştirmemize yardımcı olacaktır. İyi seyirler.
1. KISIM
ŞÜKÜR
Dokuz Evliya Camii
Demak, Orta Java, Endonezya
Allah Kur’an’da şöyle buyurmuştur: “Allah’a şükreden aslında kendisine şükreder.” Çünkü sürekli olarak
Allah’a şükreden bir kişi kendisini de asla unutmaz (örn., Kutsal olanın bir tecellisi olarak kendi
doğasını). Ne zaman bir kişi Allah’a şükretmeyi unutursa, bunun kaçınılmaz etkisi kendisini unutması
olacaktır.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Şükür, insanların refahı için Allah’ın tüm rahmetinin insanlığın hizmetine sunulduğu somut eylemlerin ve
bir hayat tarzının tecellisidir, çünkü bu Allah’ın emridir.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
Kur’an ayeti:
Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size (manevi ve/veya maddi)
nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz (örn., egolarınızla Allah yolundan ayrılırsanız) hiç şüphesiz
azabım çok şiddetlidir.” (Kur’an 14:07)
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
9
Şükreden ve sürekli Allah’ı hatırlayan bir kişi tatminkar bir hayat sürer. Fakat şükretmeye yabancı olan
kişiler ise çeşitli hastalıklarla karşılaşır.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
Şükreden insanlar Allah’ın rahmetini tanır ve bu rahmeti – ister zenginlik isterse de başka bir İlahi hediye
formunda olsun – kendi refahı, ailesinin iyiliği ve birçok insanın iyiliği için akıllıca kullanır.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Allah’a şükretmek tüm yeteneklerimizi ve Allah’ın bize miras bıraktığı her şeyi bu hediyelerin tabiatına
uygun bir şekilde kullanmak anlamına gelir. Örneğin, Allah bizlere el vermiştir. Bunun doğru kullanımı
nedir? Hayatı yok etmek mi yoksa ilerletmek mi? Peygamberimizin de dediği gibi ellerimizi, ayaklarımızı
ve gözlerimizi üstün ahlakı geliştirmek için kullanmalıyız. Başkalarına karşı iyi ameller gerçekleştirmek
ve çevremize karşı hayırlı olacak davranışlarda bulunmak için. Bu Allah’a şükretmenin özüdür.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi Komisyonu Üyesi, Sumenep,
Endonezya
Bizlere bu dünyada bir etki konumu veya güç verdiği için Allah’a şükretmek toplumsal minnettarlıkla
aynı şeydir. Eğer toplum bize güveniyorsa, onları aldatmak veya güvenlerine ihanet etmek yerine geniş
anlamıyla toplumun hayrına olacak şekilde mütevazı ve minnettar bir tavırla hareket ederiz.
~ Kyai Haji A. Washil Syarbini, Sumberweringin İslami Yatılı Okulu Müdürü, Jember, Endonezya
Hz. Muhammed’in torunu Sayyidina Hüseyin Türbesi
Kahire, Mısır
Şiir
Ah Muhammed’im, Sana Nasıl Hasretim
Yazan: Ahmed Mustofa Bisri
Okuyan: Ratih Sang
Ah Muhammed’im, sana nasıl hasretim!
Hayat yolunda hep yenik yüzler görürüm
güçsüz bakışlarıma çarpan,
güç bahşedilenler kullanırken başkalarının güçsüzlüğünü.
Bu uzunu yolu düşündükçe göz yaşlarım sel olur da
senin şefkatli dokunuşunun karizmatik gücünü arar.
İnce, narin göğüslerden yükselen feryatları duyuyorum hep
ebedi bir ıstırap ve azabın sesini duyuyorum,
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
10
bir yanda küstahlık, tepeden bakma ve zalimlik tomurcuklanırken.
Kulaklarım geriliyor duyma ümidiyle bir kez olsun
senin huzurlu, melodik ve güven veren sesini.
Sana hasretim
Ah Muhammed’im, sana nasıl hasretim
Açgözlülükle uzatılan binlerce el
arıyor yeri göğü bulmak için yenip yutulacak yeni kurbanlar.
Bakışlarımı diktiğimde dünya üzerine, zorlar beni bir umut son nefesimi de tüketmeye
seni arıyorum, seni çağırıyorum
Ah Muhammed’im
Ah Muhammed’im
Nereye baksam birbirine pençe atmış kardeşler, hepsi kendince haklı ama, ne hata yapmaktan vazgeçerler
ne de Kur’an’ı ve senin sözlerini kendi çıkarlarını korumak için kullanmaktan
Ben onları bıraktım, kendi hasretimle sessizce seni arıyorum
Ah Muhammed’im, sana nasıl hasretim!
Sana nasıl hasretim...
Kendini senin takipçin sayanlardan o kadar çok Ebu Leheb ve Ebu Cehiller vücut buldu ki
Ah Muhammed’im.. selam ve rahmet seninle olsun!
Cehalet ve küstahlığın sınır tanımaz dalgalarına nasıl göğüs gereriz?
Kendi insanlarımıza (cahil ve küstah olanlar) nasıl saldırırız?
Ah Muhammed’im
Sana hasretim... Sana gerçekten, gerçekten hasretim
Ah Muhammed’im
Sana hasretim
Sana gerçekten, gerçekten hasretim
Ah Muhammed’im, sana nasıl hasretim!
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
11
2. KISIM
Şükretmenin gerekli şekillerinden birisi sözlü olmasıdır. Ne zaman bir şey elde etsek dilimizle sesli olarak
minnettarlığımızı bildiririz. “Allah’a şükürler olsun!.” İte bu sözlü olarak şükretmektir.
~ Kyai Haji M. Yusuf Chudlori, Asrama Perguruan Tinggi İslami Yatılı Okulu Müdürü,
Tegalrejo, Endonezya
Hz. Muhammed bir defasında Kıyamet Günü geldiğinde Allah’ın, huzuruna çıkan herkese başkalarına
şükran duyup duymadıklarını soracağını buyurmuştur. Buna göre, birçoğu şöyle cevap verecek: “Rabbim,
biz sadece sana şükrettik!.” Allah’ın onlara yanıtı ise şöyle olacak: “Rahmetimi onlar aracılığıyla sizlere
ulaştırdığım kişilere karşı da şükran duymadıysanız, Bana şükretmiş sayılmazsınız.” Bu ilahi gelenek
genellikle diğer duyarlı kişilere karşı şükran duymakta eksikliği olanların şükrandan tamamen yoksun
olacakları cümlesiyle özetlenir. Allah’a karşı duyulan şükran O’nun yarattıklarına karşı duyulan
şükrandan ayrı tutulamaz, ve başkalarına karşı şükran beslemeyen insanlar Allah'a karşı da şükran
beslememiş kabul edilir.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Şükran tüm dinlerin ortak bir unsurudur ve sadece İslam’la sınırlandırılamaz. Amerika’da dahi Allah’a
olan şükranlarını ifade etmek için insanlar her yıl özel bir Şükran Günü’nü kutlarlar.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
Bir insanın kalbinin derinliklerinden şükran duyması ne anlama gelir? Bunun anlamı ne söylediğimizle ne
hissettiğimiz arasında bir çelişki olmamasıdır. Eğer dilimiz “A” diyorsa kalbimiz de “A” hisseder. Ve
eğer dilimiz “beyaz” diyorsa kalbimizde aynen bunu hisseder.
~ Kyai Haji M. Yusuf Chudlori, Asrama Perguruan Tinggi İslami Yatılı Okulu Müdürü,
Tegalrejo, Endonezya
Şükrana dayalı bir davranış biçimi kişinin hayatına huzur ve ahenk getirir, ve birçok hastalığı önler.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Allah Kur’an’da şöyle buyurmuştur: “Allah iman edip şükredenlere azap vermez [örn., şükran içerisinde
Allah’a teslim olmuşsanız].”
~ Kyai Haji A. Washil Syarbini, Sumberweringin İslami Yatılı Okulu Müdürü, Jember, Endonezya
Bilal isminde birisi bir gün Peygamber’e sordu: “Allah senin tüm günahlarını bağışlayıp cennete girmene
izin verdiğine göre, neden gece gündüz dua etmeye devam ediyorsun?” Peygamber yanıtladı: “Bunun için
Allah’a şükranımı ifade etmem gerekmez mi?” Bu da gösteriyor ki Peygamberimiz ibadeti Hakk’a
şükretmenin bir şekli olarak değerlendirmiştir.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
12
3. KISIM
KUSURSUZ İNSAN
Sasak Köyü
Lombok Adası, Endonezya
İyi bir dini inanca sahip olmak için, bir kişi iki hayati gerekliliği yerine getirmelidir: ilki, kişinin kabul
ettiği inancın fizikötesi kesinlik ve öğretilerini paylaşması; ve ikincisi de, sevgi be insancıl davranışların
önemini tamamen kucaklamak. Bu iki gerekliliği yerine getirdiğinde kişi güçlü bir inanca sahip olur, ama
başkalarını eleştirirken veya yargılarken ağırdan alır.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
Kusursuz bir insan, insanoğlu adıyla yüceltilen değerlere layık olacak şekilde hayattaki görevlerini
gerçekleştirecek dehaya sahip olan kişidir.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
Bana göre, kusursuz insan Allah’a tam olarak teslim olma ve ibadet etme becerisine sahip olan, ve
Allah’ın bu dünyadaki yardımcı-vekili (halife) olmasının gereklerini yerine getirebilen insandır.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Yatay ve dikey düzlemde iyi ilişkileri olan bir insana kusursuz denebilir. Dikeyden kasıt, Allah’la iyi
ilişkiler içerisinde olmak, yani Allah’a inanmak, tamamen teslim olmak ve ibadet etmektir. Yatay olarak
ise, başkalarına yardım eden, özellikle yoldaş insanlarına olmak üzere tüm duyarlı insanlara sevgi ve barış
dağıtan kişi kastedilir.
~ Kyai Haji Muhammad Zuhri Zaini, Nurul Cedid İslami Yatılı Okulu Müdürü, Probolinggo, Endonezya
Kusursuz insan duygusal, manevi ve zihinsel yetenekleri de dahil kendisine bahşedilen özellikleri
kusursuzlaştırmak için sürekli olarak kendisini en üstün seviyeye kadar geliştirme gayreti içerisinde olan
kişidir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi Komisyonu Üyesi, Sumenep,
Endonezya
Kur’an Ayeti:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah
onu bilir.” (Kur’an 3:92)
Bir insana “kusursuz” denebilmesi için kişinin inanç ve nefis terbiyesinin sağlam temellere oturmuş
olması gerekir. Ancak bunun somut kanıtı iyi amellerin gerçekleştirilmesinde yatar. Bu nedenledir ki
Kur’an’daki en az 50 ayet, inanç ve erdemli ameller arasındaki bağlantıyı açıklar. İyi amellerle
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
13
desteklenmeyen inancın maddi dünyadaki tezahürü eksik kalır ve sadece bir iddia veya “his” olmaktan
öteye geçemez. Bu nedenle, inanç, insanın kendisine yoldaş olarak yaratılanlara karşı iyi ameller işlemesi
ile hayat bulmalıdır. Bu tür erdemli ameller bencil bir hesabın ürünü değildir, – “Başka insanlar da bana
iyi davransın diye ben de onlara iyi davranacağım” – değil, iyi ameller işleyeceğim çünkü bu Allah’ın
insanları davet ettiği yoldur (ve Allah’a teslim olmanın meyvesidir) şeklinde olmalıdır.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
El-Ezher Camii
Kahire, Mısır
Bu ayete göre, Allah’a gerçekten teslim olmuş bir Müslüman, şüphesiz Allah’ın İslam yoluyla indirdiği
rahmetin amacının ihtiyacı olanlara yardım etmek, gençleri, zayıf olanları ve ezilenleri sevmek, ve
çaresizce yardım bekleyenlere yardım elini uzatmayı bir öncelik haline getirmek olduğunu anlamalıdır.
~ Muhammad Sayyid Tantawi, El-Ezher Üniversitesi Şeyhi, Kahire, Mısır
İnsanın kusursuzluğu esasında bir süreçtir: insanlık yolunda durmaksızın ilerleme süreci. Ve insani
davranış biçiminin ilkelerini aşmamak amacıyla sürekli olarak davranışlarımızı arındırmak.
~ Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Gerçekte, Allah’ın kusursuzluğuna karşılık gelecek bir anlamda hiç kimse kusursuz olamaz. Bu nedenle
“kusursuz” bir insan en üstün ahlaki karakter ve değerlere sahip olmalıdır. Hiçbir zayıflığa sahip
olamamak anlamında kusursuz olamaz; ancak, alçak gönüllü ve sürekli kendini geliştirmek isteğinde
olabilir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Karşı Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep, Endonezya
İnsanlara Allah tarafından yaratılırken bir tek görev verilmiştir: Allah’a en iyi şekilde hizmet etmek ve
dünya üzerindeki tüm yaşam formlarına özen göstererek bunları beslemek görevi. Başka bir deyişle,
ibadetin ve yardımcı-vekil olmanın gereklerini yerine getirmek. Allah’ın yeryüzündeki yardımcı-vekili
(halifesi) olarak hareket etme görevi, maddi ve manevi bakımdan mümkün olduğunca varlıklı olabilmek
için insan hayatını yücelterek güçlendirmeyi gerektirir.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
İnsanın kusursuzluğu vaazlarında resmedilen şey değildir, daha çok, başkalarının da örneğinizi izlemesine
ilham verecek şekilde bunun günlük hayattaki hareketlerinize yansımasıdır, böylece başkaları da bunun
aydınlatıcı etkisini kendi günlük hayatlarında görebilir.
~ Mohamad Sobary, Endonezyalı Kültürel Kişilik
Bir İslami kavram olarak insanın kusursuzluğu, yani insan-ı kamil, asil özelliklerin toplamını ifade eder,
ancak bu aslında daha iyi bir hale erişmek için devam eden bir süreçtir. Bu nedenle, “insanın
kusursuzluğu” kişi kusursuzluğa ulaşmak için çaba sarfettikçe devam eden bir süreçtir. Şahsen ben
kusursuzluk seviyesine ulaştığını iddia eden herkesten şüphe duyarım, çünkü bu devam eden bir süreçtir.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
14
“Kimin gerçekten bir veli olduğunu diğer velilerden başka kimse bilemez.” Bu nedenle, bunu (kusursuz
insanı) öğrenmek için bir veli olmamız gerekir. Her önüne gelene kolaylıkla veli denmeyeceği İslam’da
sağlam şekilde kabul görmüş bir bakış açısıdır. Ancak aynı şekilde, belirli “İlahi armağanlardan” yoksun
olan kişileri veli değil diye ifşa edemeyiz de.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı (19841999)
Ünlü bir Müslüman filozof bir defasında aslında ruhani bir deneyim yaşayan fiziksel varlıklar değil,
fiziksel bir deneyim yaşayan ruhani varlıklar olduğumuzu söylemiştir. Örneğin Peygamberimiz fiziksel
hayatını daha yüce ruhani hedeflere ulaşmak için adamış ve teslim etmiş olan ruhani bir varlıktır. Bu
nedenle, onun Allah’a olan bağlılığı sadece her gece (fazladan) namaz kılmasıyla değil, insanlığın
refahına olan girişimleriyle kanıt bulur. Bana göre, kusursuz insan, Peygamberimiz gibi, sadece İslam’ın
değil, her dinin temel öğretileri olan iki değeri, yani Allah'a ibadet etmeyi ve insanlığa hizmeti
bünyesinde birleştiren kişidir. Bu kişi Allah’ı sevdiği gibi yoldaşları olan insanları da sever. Bu özellikler,
ibadetleri İlahi Varlıkla doğrudan temas şeklinde karakterize edilen Peygamberimizin kişiliği ve
yaşamında vücut bulmuştur, öyle ki kendisi namaz kılarken bağlılığının derecesi gözyaşlarıyla vuku
bulurdu.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
KAPANIŞ
Ruhani kusursuzluk konusunda birçok entellektüelin görüşlerini dinlediniz. Bunlardan bazıları bu konuyu
Allah’ına karşı şükranını ifade eden alçak gönüllü bir hizmetkarın bakış açısından ele aldılar. Diğerleri de
birer insan olarak bizim rolümüzden bahsettiler, çünkü gerçekten de – bildiğimiz gibi – biz insanlar bu
dünyada O’nun halifesi, ya da temsilcisi olmak üzere kendisine bir emir ve görev verilen Allah’ın
hizmetkarlarıyız. Bu nedenle, Allah bize diğer yaratıkların sahip olmadığı yetenekler vermiştir.
Eğer gerçekten de bu dünyada Allah’ın yardımcı-vekilleri olacaksak (ve bu sadece bir iddia veya
yapmacıklıktan ibaret değilse) ihtiyacımız olan İlahi özellikleri bünyemize katabilmemiz için bizlere birer
akıl, düşünme yeteneği ve vicdan verilmiştir. İnsanlar dünyaya hükmetmeleri için tasarlanmıştır, ancak
bunu yapmak için Rahman, Rahim ve tüm yaşayan varlıkların Koruyucusu olan Allah'ın özelliklerini,
sevgi ve adaletle dolu olmayı, bünyemizde barındırmalı, ve başkalarını da bu yola doğru
yönlendirebilmeliyiz.
Şunu unutmamamız gerekir ki, yeryüzünde Allah’ın yardımcı-vekili (halifesi) olma statüsüne
yükseltilmeden önce, sadece sözde değil, gerçekte de O’nun sadık hizmetkarları olmalıyız. O’nun
hizmetkarları olarak, bize verdiği her şey için Allah’a şükretmeliyiz. Kalplerimiz Hakk’a odaklı olmalıdır,
ve tam anlamıyla alçak gönüllü olmalıyız, böylece Allah bizi hükmetmek üzere yükselttiğinde, halife
olarak (kabul edilen) statümüzün aşırı derecede bilincinde olan egoist ve bencil zorbalar olmayız, Hakk’ın
hizmetkarları olduğumuzu unutmayız, çünkü bu zaman zaman doğaya, bazen de bize yoldaş olan
insanlara karşı zalimlik ve despotizme gitmemize yol açar.
Örneğin, kendisine politik veya başka dünyevi güçler verilen kişiler sıklıkla dini öğretilerini unutarak
Firavun gibi davranıyor, ve kendilerini Tanrı yerine koyuyorlar. Başkaları da onların varsayılan dini
anlayışlarının o kadar üstün olduğuna inanıyor ki bu kişiler adeta (Allah’ın yerine) dini otoriteymiş gibi
davranıyorlar, sanki şu kişinin hatalı; bir başkasının yanlış yolda; şu şahsın cehenneme gideceği; ve
bunun da cennete gideceğine (Allah değil de) kendileri karar verecekmiş gibi.
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
15
Bu neden böyle oluyor? Çünkü onlar ego ve ihtiraslarını Allah’a hizmet için kullanmaları gerektiğini
unutarak, kendilerini zaten Allah’ın bu dünyadaki yardımcı-vekilleriymiş gibi tasavvur ediyorlar. Bu
nedenle, Allah’a sürekli hizmet halinde hayatımıza devam edebilmek ve aynı zamanda da O’nun
yeryüzündeki temsilcileri, halifeleri olarak yaşayabilmemiz için sürekli tetikte (ruhani bir farkındalık
halinde) olmamız gerekir. Bu yüksek emeli anladığımızda, yaşamlarımız sadece yoldaşlarımız olan
insanlar için değil, tüm yaratılanlar için bir sevgi, barış ve merhamet tezahürü olarak ortaya çıkacaktır.
Değerli izleyiciler, umuyorum ki bütün bunlar sizin için bir değer ifade eder. Farklı bir konuda, başka bir
bölümde tekrar buluşacağız. O zamana dek, huzurla kalın.
2. Bölüm: İSLAM VE TAKVA
16
3. Bölüm:
İNANÇ TOPLULUKLARI
GİRİŞ
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun
Değerli izleyiciler, sizinle bir kez daha birlikte olmaktan kıvanç duyuyorum. Bu defasında da, Vahiy
Okyanusu’yla son derece popüler olduğu halde bir o kadar da kafa karıştırıcı olan bir terimi: “ümmet”
veya inanç topluluklarını keşfetmeye çıkacağız.
Sizi, büyük Müslüman entellektüellerin ve din alimlerinin bu terim hakkındaki görüşlerini dinlemeye
davet ediyorum. Haydi onlara katılalım!
1. KISIM
“Ümmet” bir arada yaşayan ve ortak bir inanç sistemini paylaşan insan topluluğudur. Başka bir deyişle,
“ümmet” dinin sosyolojik bir unsurunu teşkil eder. Böyle bir topluluğa bizler İslam'da “ümmet” derken,
Hıristiyanlık’ta da buna kongregasyon denir.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
İslam’a göre, sadece “bir tek” inanç topluluğu yoktur. Örneğin, Kur’an’da şöyle buyurulur: “Senin dinin
sana, benim dinim bana.” Görülüyor ki, İslam’ın daha başlangıcında Allah insanları farklı farklı kılmıştır,
tümünü aynı değil.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
“Ümmet” tarihin belirli bir döneminde, belirli bir kültür ve uygarlık dahilinde birlikte yaşayan, ortak bir
çıkarlar seti doğrultusunda birlikte çalışan bir insan topluluğudur. Gerçek bir ümmet oluşturma
bağlamında bu ortak çıkarlar seti bir ön gerekliliktir. Ve bu ortak çıkarlar sadece politik çıkarlardan çok
daha büyüktür; terimin daha geniş, uygarlığa dair anlamını teşkil eden çıkarlar olarak nitelenebilir.
~ Dr. Ali Mabrook, Kur’an Çalışmaları Uzmanı, Kahire Üniversitesi, Mısır
“Ümmet” genellikle dinin fizikötesi kesinliği ile bağlantılı belirli bir inanç sistemi etrafında birleşen bir
insan topluluğudur. Yani, Müslüman ümmeti, Hıristiyan ümmeti, veya Budist ümmetinden söz edilebilir.
Ancak bu terim komünist ümmeti veya kapitalist ümmeti gibi ideolojik inanç sistemleriyle bağlantılı
olarak kullanılmaz; bu tür terimler yoktur.
~Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
3. Bölüm: İNANÇ TOPLULUKLARI
17
Bana göre, “ümmet” politik değil, daha çok teolojik bir kavramdır. Ümmet, esasında bu dünyada başka
insanlarla birlikte yaşadığımıza dair müşterek bir farkındalığı temsil eder. Bir dini topluluk, bu nedenle,
politik değil, insani ve ruhani duygularla bir araya gelen müşterek bir farkındalığı temsil eder.
~ Dr. Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
İslam tarihi açısından bakıldığında, “ümmet” kavramı oldukça esnek bir kavramdır. Örneğin Medine
ümmeti Peygamberimiz zamanında o şehirde yaşayan tüm insanları kapsamıştır. Yahudi toplumunu,
Müslüman toplumunu ve diğerlerini. O dönemde buna “ümmet” deniyordu.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Karşı Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep, Endonezya
İslam başka dini toplulukların varlığını kabul eder. Kur’an’ın indirildiği zamanlarda, her birinin kendi
takipçileri olan bir dizi din zatan dünya üzerinde mevcuttu. Kur'an İbrahim’in soyundan gelenlerden –
yani Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlardan – “Kitap Ehli” olarak bahseder. Ancak Kur’an’da
belirtilmeyen başka dini topluluklar da vardı; Zerdüştler, Konfüçyüsçüler, vb. Bu nedenle Kur’an şöyle
buyurmaktadır: “Ey Muhammed, sana peygamberlerin bazılarından söz ettik, lakin açıklanmayacak
olanlar da vardır.”
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
Bizim dinimize (İslam’a) inanlar da dahil olmak üzere bu dünyada pek çok inanç topluluğu
bulunmaktadır. Bu sosyolojik bir gerçektir; herkes için mutluluk getirecek dinlerarası ilişkileri dikkatli bir
şekilde geliştirmek için bizi zorlayan günlük hayatın inkar edilemez bir gerçeği.
~ Mohammad Sobary, Endonezyalı Kültürel Kişilik
Kur’an açıkça belirtiyor ki Allah çeşit çeşit dini toplulukları, çeşit çeşit ulusları, ve çeşit çeşit göçebe
kabileleri kargaşa çıkarmak için değil, birbirlerini tanımaları ve birlikte çalışmaları için yaratmıştır. Bu,
insanların Kur’an’sal ta’ruf (karşılıklı tanışma) kavramını anlamalarının en kolay yoludur. Çünkü ta’ruf
sadece bir tarafın tek başına yapabileceği bir şey değildir; iki taraf arasında gerçekleştirilmelidir.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
İslam’dan genellikle rahmatan lil ‘alamin, veya “tüm yaratılanlar için bir rahmet” olarak bahsedilir.
Ayrımcılık bu ilkeye ihanet etmek demektir, ve eğer bir dini topluluk ayrımcılığa meyil verirse, bu
dünyayı terk etmeleri çok daha iyi olur – Devam edin! Gidin kurtulun! Başka bir gezegene doğru yola
çıkın! Çünkü ayrımcılık dini, özellikle de İslami değerlere bir ihanet teşkil eder ve bağışlanamaz.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
2. KISIM
Bazı (aşırı) Müslüman çevrelerde İslam ve kafirler arasında ikili bir karşıtlık olduğunu öne süren bir
eğilim var. Onlara göre, “müslümanlar” (kelime anlamıyla Allah’a teslim olanlar) sadece resmi din olarak
İslam’ı benimseyenlerken, diğer inançlara bağlı insanlar ise kafir oluyor. Bu günümüzde gittikçe büyüyen
bir eğilim.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Karşı Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep, Endonezya
3. Bölüm: İNANÇ TOPLULUKLARI
18
Dahası, inancı tekelci bir yaklaşımla ele alanlar var, bunlara göre kendi anlayışlarına uymayan kişiler
inançsız kabul ediliyor. Aslında bu sadece günümüzde yaşanan değil daha eski bir fenomendir. Sayadina
Ali (Hz. Muhammed’in üvey oğlu) zamanında, Khawarij adında kendi dar tarikatları dışında kalan
herkesi kafir ilan eden bir grup vardı. Bu fenomen şimdi bir kez daha vücuda geldi, öyle ki Azhari gibi
biri (bir terörist) Endonezya'ya gelip bombalar patlatıyor ve bu eylemleri için cennette ödüllendirileceğini
hayal ediyor.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
Eğer bu radikal grupların kaynağını araştırırsak, bunların hepsinin bir Arap (örn. Vahabi) zihniyetinden
geldiğini görürüz. Bu açıktır! Neden kendilerini Java’ya kadar gelip bizim peşimize düşmek zorunda
hissediyorlar? İslam’ın kendisini alın, onun radikal yorumlarını değil! Arapçılık İslam’la eşdeğer değildir,
Arap kılık kıyafeti de. Bana göre, bu ikisi tamamen alakasızdır. Biz yabancı bir kültürü, veya alt kültürü
son derece aptalca bir yaklaşımla benimseme sürecini yaşıyoruz. Kur’an (yani Allah’ın sözü) sadece iman
edenlere ve gerçek zekaya sahip olanlara karşı sabırlıdır.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
Kafirler hakkında böyle bir söylemde bulunmak sadece dini fundamentalizmi beslemekle kalmaz, aşırılığı
ve sonunda da terörizm ve sosyal çöküşü getirir.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
“Kafir” terimi İlahi değerleri, veya aslında insani değerleri, inkar eden ve onlara sırtını dönen kişi
anlamında kullanılır. İslam’da, kafir kavramı kesin olarak şu anlama gelir: örn. başkalarını düşünmek,
dayanışma halinde olmak gibi Allah’ın tüm insanlara korumalarını emrettiği temel ahlaki değerleri
küçümseyen veya ihmal eden kişi. Bu değerlerin reddedilmesi dinimiz ne olursa olsun Allah’a
sadakatsizlik (kafirlik) teşkil eder.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep,
Endonezya
Bildiğim kadarıyla, Kur’an “kafir” kavramını Allah’a şükreden kişinin karşısında olan olarak tanımlar.
Allah insanlığı sadece iki gruba ayırır: Allah’a karşı gerçek bir teslimiyet ve şükran halinde olanlar, ve
kafirler. Kafir Allah’a şükretmeyen kişidir.
“Şükredersen sana daha fazla rahmet veririz; ama şükretmezsen [yani İlahi buyruğa bencilce direnme
tuzağındaysan], azabım şiddetlidir.” Ya da Hz. Süleyman’ın Kur’an’da söylediği gibi: “Allah’ın bütün
rahmeti, ben gerçekten de Allah’a şükrediyor muyum yoksa kafir miyim görmek için sadece bir testtir.”
Kur’an’a göre, kafirler her zaman gayri-Müslimler değildir. Eğer Allah’a şükretmiyorsa, veya kendisine
yoldaş olan insanları sevmiyor ve şükran duymuyorsa bir Müslüman da kafir olabilir. Veya kendisine bir
hatırlatma yapılır da buna kulak asmazsa, o halde ona kafir denir.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Kafir kalbi ölmüş olan kimsedir. Etimolojik olarak, kafir kelimesi inkar etme veya reddetme bağlamında
“kapalı” anlamına gelir. Bu nedenle, kafir kelimesiyle kastedilen şey Hakk’ı reddetmek ve kendinizin
haklı olduğunu ve doğru olanı sizin bildiğinizi iddia ederek O’na karşı kalbinizi mühürlemektir. Yalan
söylemek var olanı, var olduğunu bildiğimiz şeyi, reddetmektir; gerçekliği inkar etmektir. Bu nedenle,
İslam’ı benimsemeyen çoğu insanı “kafir” olarak tanımlamak doğru değildir, çünkü kafirlik iyi olanı
3. Bölüm: İNANÇ TOPLULUKLARI
19
(dinleri ne olursa olsun tüm insanların onayladığı) inkar etmek ve kasten bunu kucaklamaktan kendisini
alıkoymaktır. Ve İslam’a göre Hakk’ın üzerini örten şey günah, kibir ve insanların kendilerinden başka
hiçbir şeyi görememelerine neden olan özelliklerdir.
~ Maryam Ishaq al-Khalifa Sharief, Shadili Tariqa Kişiliği, Khartoum, Sudan
Aklıma bazen bir insanın sabah Allah’a teslim olup da, öğleyin veya öğleden sonra kafir olduğunu
belirten Kur’an ayeti geldi. Bu Hakk yolunda tutarsız olan kişi anlamına gelir.
~ Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Kafirler Allah’ın varlığını kabul etmeyi reddedenlerden çok O’na karşı gelenlerdir. Bilerek Allah’ın istek
ve emirlerine karşı gelenler. Şeytan da Allah’a inanır, peki neden ona kafir denir? Ateist olduğu için
değil. Allah onu lanetledi, ama İblis yine de Allah’ı kabul eder ve onunla konuşur. “Rabbim, insanlık
tekrar [ölümden] yükselene kadar hayatımı uzat!” Şeytan kendisinin değil sadece Allah’ın hayatı
uzatmaya gücü olduğunu kabul eder. İblis ayrıca insanları yoldan çıkartmak için Allah’ın huzurundan
ayrılacağı zaman da son derece kibardır. “Rabbim, sen beni lanetli bir ruha dönüştürdüğün için, ben de
Adem’in soyundan gelenleri ayartacağım.”
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
İronik olarak, tam da “İslam” ve “kafirler” karşı karşıya getirildiğinde, – ister Hıristiyanlar, Yahudiler
veya ateistler olsun, iyi ameller işleyip işlemediklerine bakılmaksızın– Allah’ı inkar ettikleri düşünülerek
gayri-Müslimleri savaşılması gereken kafirler olarak kabul etme konusundaki sorunlu eğilim ortaya çıkar.
“İslam” ve “kafirler” konusunun bu şekilde aşırı derecede basitleştirilmesi belirli gruplara [örn.
Müslüman aşırılara] veba gibi musallat olmaktadır, halbuki kafirin gerçek anlamı İlahi ve insani
gerçekliği reddeden demektir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep,
Endonezya
Ben Kur’an’da günümüzde yaygın olan hatalı tanımlamada olduğu gibi “kafir” kelimesinin “gayriMüslim” olarak tanımlandığı bir tek ifade bile bulamadım, ancak insanlara sorsanız size kafirlerin gayriMüslimler olduğunu söyleyeceklerdir.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
3. Bölüm: İNANÇ TOPLULUKLARI
20
3. KISIM
Tek, veya birleşmiş bir ümmetten anladığımız şey onu belirli bir kalıp mı yoksa evrensel bir kalıp olarak
mı gördüğümüze göre değişir. Bunu belirli bir kalıp olarak ele aldığımızda, dünyadaki İslami toplumla
sınırlı olarak anlaşılabilir. Ancak “bir ümmet” kavramının ötesinde, evrensel bir insanlık bulunmaktadır,
bu nedenle bir ümmet kavramından anladığımız ne olursa olsun, bunun evrensel bir insanlığın bir parçası
olduğu konusunda artık bir farkındalık geliştirmek zorundayız. Kişisel olarak bana göre, İslam ümmeti
için İslam en iyi dindir. Ancak bizim iyi olduğundan emin olduğumuz şey; en kusursuz olduğundan emin
olduğumuz şey; belki de henüz başkaları için bu kadar açık değildir, ve bizim de onları hatalı bulmaya
hakkımız yok, onları yargılayıp kafirler veya başka bir şey olarak adlandırmaya hakkımız yok. Çünkü
gerçekte, neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verme hakkı sadece Allah'ın dır. Bizim için hayati olan
şey kendi dini inançlarımızı nasıl beslediğimizdir. Ama tekrar söylüyorum ki, kendi inanç veya
“doğrularımızı”, onların hatalı olduklarını veya inançlarında yanıldıklarını söyleyecek kadar başkaları
üzerinde zorlamaya hakkımız yok.
~ Dr. M. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
[Dini vatanseverlik duygusunun üzerine koymak veya tam tersini yapmak yerine], din konusunda
düşünürken Endonezya'yı hatırlamalıyız, Endonezya konusunda düşünürken de dini hatırlamalıyız.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
Şahsen ben, ve diğer Müslümanlar, İslam'ı kendimiz için en iyi din olarak düşünüyoruz. Ancak bizim en
iyi veya en kusursuz olarak gördüğümüz şey başkaları için aynı şekilde görünmeyebilir, ve bu bize
onlarda hata bulma, onları yargılama veya kafir ya da başka bir şey ilan etme hakkı vermez. Çünkü
gerçekte, sadece Allah doğru ve yanlışa karar verme yetkisine sahiptir, bizim için önemli olan kendimiz
için en iyi olarak kabul ettiğimiz inancımızı korumaktır. Tekrar etmek gerekirse, kendi inanç veya
“doğrularımızı”, onların hatalı olduklarını veya inançlarında yanıldıklarını söyleyecek kadar başkaları
üzerinde zorlamaya hakkımız yok.
~ Kyai Haji Yusuf Chudlori, A.P.I İslami Yatılı Okulu Müdürü, Tegalrejo, Endonezya
Açıkça biliyoruz ki günlük hayatımızda sağımızda veya solumuzda insanlar vardır: “ötekiler” olarak
adlandırdığımız. Ben, ve pek çok arkadaşım, belirli bir inanca sahibiz [İslam], ve elbette bizimle aynı
inanca sahip olmayan insanların da farkındayız. Ancak, dünya vatandaşlığını teşkil eden şey başkalarına
saygı duymaktır. Eğer bu nüansı göremezsek, dünya vatandaşlığı medeniyetler çatışması içerisinde
yozlaşır, bugün karşı karşıya olduğumuz tehlike de budur. Bu nedenle, “ümmet” kavramı daha geniş ve
temel bir kavramla ilişkilendirilmelidir: tek, birleşik bir insanlık.
~ Dr. M. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
“Ümmetin” politik bir farkındalığa dönüştürülmesinden daha tehlikeli olan şey, bunun sosyolojik bir
farkındalığa dönüşmesidir. Grup içi, grup dışı, bunun sonucunda da inanç algılamaları fark farklı olduğu
için, insanlığın farklı gruplara ayrılması gerektiği iddiası. Bana göre, bu çok tehlikelidir. Ne zaman bir
sosyolojik farkındalık bir grup-içi grup-dışı algılamasına dönüşürse, dini topluluklar birer inanç bayrağı
veya insani farkındalığın daha yüksek bir hali olmak yerine sosyolojik ve politik kimlikler haline dönüşür.
~ Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
3. Bölüm: İNANÇ TOPLULUKLARI
21
İslam’da, hiçkimse gayri-Müslimleri Müslüman olmaya zorlayamaz, çünkü bu insanın alanı değildir
[başkalarının dininin ne olması gerektiği]. Bir kişi tüm insanlara İslam’ı benimsetmek zorunda olduğuna
inandığı anda, çatışma tohumları atılmış demektir. İslam’ı İslam’ın dışında bir yere yerleştirmek tamamen
bir yanlış algılamadır, bu, kişi İslam’ı (Allah’a tam teslimiyet) Müslüman toplumuyla özdeşleştirdiğinde
ortaya çıkar.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
Tüm dini inançları korumak için, Peygamberimiz bir defasında şöyle buyurmuştur: “Her kim barış
içerisinde yaşayan bir Hıristiyana, bir Yahudiye veya bir tek gayri-Müslime zarar verirse, bana zarar
vermiş demektir.” Bu Peygamberimizin yeminidir [gayri-Müslim’lerin güvenliği konusunda]. Bu
nedenle, eğer bir kiliseye saldırırsanız, bu Peygamberimizin (S.A.V.) evine saldırmakla aynıdır. Eğer bir
budist manastırını, veya başka herhangi bir dini topluluğun ibadet yerini yıkarsanız, bu benim evimi
yıkmakla aynıdır demiş Peygamberimiz. Bu, Peygamberimizin açıklıkla ve sağlam bir şekilde yeryüzünde
başkalarıyla barış içerisinde yaşamamız gerektiğini emrettiğinin göstergesidir.
~ Kyai Haji Yusuf Chudlori, A.P.I İslami Yatılı Okulu Müdürü, Tegalrejo, Endonezya
Müslüman “ümmetine” ve Amerika ve Avrupa’daki Hıristiyan kongregasyonlarına aktarmak istediğim bir
not şudur: hepimizin dünya vatandaşı olduğunu unutmayın. Küresel vatandaşlık dini mensubiyetin
sınırlarını aşar. Belirli dini topluluklara ait olmanın yanı sıra, dünya vatandaşları olduğumuzu da derinden
hissederek anlamalıyız. Genellikle bunu unuttuğumuzda zorluklar ortaya çıkar.
~ Dr. M. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi, Endonezya
KAPANIŞ
Değerli izleyiciler, belirli çevrelerde öfke kaynağı olan inanç toplulukları ve kafir kavramı konusundaki
alimlerin açıklamalarını nasıl buldunuz? Kur’an’da belirtildiği gibi: başlangıçta, insanlık ortak bir
anneden gelen bir tek topluluk oluşturdu. Zamanla, insanların ve toplulukların sayısı büyük oranda arttı ve
Allah onlara çeşitli peygamberler gönderdi. Müslümanlar, Allah'ın müjdeli haberleri yaymaları ve
insanlara Hakk'ı hatırlatmaları için görevlendirdiği bu peygamberlerden yaklaşık 25 tanesini iyi
bilmektedir.
Kur’an’a göre, görevleri müjdeli haberleri dağıtmak ve insanlara Allah’ı hatırlatmak olan bu
peygamberleri Allah birer elçi olarak göndermiştir. Bu peygamberler aracılığıyla, Allah , sadece Kur’an,
Yeni Ahit, Tevrat, ve Mezmurlar kitabı gibi bildiklerimizle sınırlı kutsal yazıtları değil, isimlerini
bilmediğimiz daha pek çok kutsal yazıtı da vahyetmiştir. Çünkü aslında Allah bu kitapların sadece bir
kısmından bize bahsetmiştir, diğerlerinden değil. Ancak bunlar çok sayıdadır.
Yine de, dini toplulukların sayısı çoğalmıştır. Eğer Allah isteseydi, tüm dünya insanlarını bir tek inanç
topluluğu halinde yaratırdı. Allah Kur’an’da bundan şöyle bahseder: “Allah’ın öyle istediğini
varsayarsak,” buradan öyle istemediğini anlıyoruz. “Milyarlarca rupim olduğunu varsayarsak.” Bu
imkansız. Çünkü Mustofa Bisri olarak ben böyle bir paraya sahip değilim. “Birleşmiş Milletler başkanı
olduğumu varsayarsak...” Yine Mustofa Bisri için bu imkansız. Yani, “Allah’ın sizin bir tek inanç
topluluğu olmanızı istediğini varsayarsak” ifadesi açıkça gösteriyor ki Allah böyle olmasını
İSTEMİYOR. Bunun nedenini öğrenebilecek bir konumda değiliz, ancak bunun yararları açıktır.
Çeşitlilik sayesinde hayat daha renkli hale gelir. Örneğin, sadece tamamen aynı şekilde sarı çiçeklerden
oluşan bir bahçeye girdiğinizi düşünün. Bir süre sonra, bunlara bakmaya doyardık. Bir de her şekil ve
3. Bölüm: İNANÇ TOPLULUKLARI
22
büyüklükte kırmızı, sarı, yeşil, mavi, mor, ve leylak renkli çiçeklerle karşılaştığımızı düşünün – ne kadar
güzel olurdu!
Etrafımdaki bu enstrümanlar bir Javalı gamelan orkestrasına ait. Şimdi sadece bu davulun bulunduğunu
ve aralıksız şekilde bu davul sesinden başka bir şey duymadığımızı varsayalım. Bu bizi hasta edebilirdi.
Fakat hepsi bir ahenk içerisinde çalan ksilofonları, iyi akort edilmiş her büyüklükteki zil ve gongları da
eklersek, bir tek enstrüman bile birbiriyle çatışmayacak şekilde.. Bu geniş enstrüman yelpazesinin ortaya
çıkardığı senfoni ne kadar güzel olurdu!
Maalesef, insan doğası öyle ki insanlar bir fikre sahip olduklarında, bu fikrin çoğunlukla mutlak olduğunu
düşünüyor. Böyle bir kişi iyi olduğunu düşündüğü bir şeye sahip olduğunda, otomatik olarak diğer her
şeyi kötü olarak görüyor. Aslında, bu eğilimi, örneğin dini çeşitliliğin Allah’ın İsteği’nden
kaynaklandığını anlayarak zekice sınırlandırabiliriz. Her dini topluluğun kendi inancıyla tatmin olması ve
onu yüceltmesi yeterlidir. Tıpkı bir erkeğin kendi eşini yüceltmesinin yeterli ve uygun olduğu gibi. Benim
sevdiğim ne kadar güzel! Gözleri akşam yıldızları gibi; kıpkırmızı dudakları nar gibi dolgun ve olgun;
ince kaşları kömür karası; yanakları ikiye bölünmüş hintkirazı gibi; çenesi asılı duran bal peteği gibi.
Lütfen böyle övgüleri rahatlıkla yapalım. Ancak buna “senin eşinden çok daha güzel” gibi bir ifade
eklemeyelim. Hayatta pek çok sorunun nedeni budur. Kendimizi (ve kendi dinimizi) yüceltmekle
yetinmez, aynı anda başkalarını aşağılayarak hakaret ederiz.
Kafirler hakkında da çeşitli alimlerin görüşlerini dinledik. Bana göre, İslam iki tip insan ayrımı yapar:
tamamen Allah’a teslim olanlar, ve olmayanlar. Hepsi bu. Gerçekten teslim olanlar ve olmayanlar.
Olmayanlara kafir denir. Bu tanımın “benden farklı olan herkes kafirdir, ve kafirler kırbaçlanmalıdır”
şeklindeki yanlış inançla hiçbir alakası yoktur. Bu sadece cehaletin cehaletle bileşimidir. Hatanın hatayla
bileşimi. Neden mi? Tam olarak bizim gibi düşünmeyenlerin savaşılması gereken kafirler olduğu inancı
Kur’an veya Hz. Muhammed’in yolunun doğru anlamıyla bakıldığında hiçbir pusulası veya dayanak
noktası yoktur. Örneğin, bu inanç kendimizin Allah’a teslim olmada hiç kusur etmediğimizi ve asla
kafirlikle meşgul olmadığımızı varsayar. İslam’ın ilk çıkışında, Hz. Muhammed’in kendisi tek
müslümandı, ve geri kalan herkes kafirdi. Eğer Hz. Muhammed tüm kafirleri öldürseydi geriye Müslüman
olacak kimse kalmazdı. Arkadaşlarından birisi bir gün Resulullah’dan müşrik ve kafir denen kişileri
lanetlemesini istedi. Resulullah cevap verdi: “Allah beni yoldaşım olan insanları sevmem için gönderdi,
mensubiyetleri nedeniyle onları lanetlemem veya dua etmem için değil.” “Sevmek ve rahmet etmek için
gönderildim, lanetlemek için değil.”
Değerli izleyiciler, umuyorum ki bu bölümde sizlere bu bilgili alimler sayesinde yeni bir bakış açısı
getirebilmişizdir. Eğer geniş kitlelerce anlaşılırsa, daha da yüceltilmesi gereken, ve dürüst olmak
gerekirse, kötü bilgilerle edinilmiş bir din anlayışından kaynaklanan sorunların çözülmesinde bu bakış
açıları yardımcı olabilir. Gelecek bölümde buluştuğumuzda, en az şu an tanık olduğumuz kadar ilgi çekici
olan başka bir konuyu ele alacağız. Umarım hepimiz için hayırlı olur.
Bir sonraki bölümde, günlük hayatlarımızla bağlantılı ve oldukça tanıdık olan ancak daha derinden
anlamak istediğimiz başka bir konuyu keşfe çıkacağız. Tekrar buluşana dek, Allah’ın selamı, rahmeti ve
bereketi sizinle olsun.
3. Bölüm: İNANÇ TOPLULUKLARI
23
4. Bölüm:
İMAN EDENLER
GİRİŞ
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizinle olsun
Değerli izleyiciler, tekrar karşınızda olmaktan kıvanç duyuyorum. Bu defasında da sizi iman edenler
konusunda pek çok aydın entellektüelin ve dini kişiliğin görüşlerini dinlemeye davet ediyoruz.
Muhtemelen bir kez daha sıcak bir tartışmanın konusu olan “Kitap Ehli” konusunu ve müşriklik,
müşrikler ve benzeri konuları ele alacaklar.
Pekala, isterseniz hemen bu konuda neler söylediklerine bakalım. İyi seyirler!
1. KISIM
Kur’an Allah’a teslim olanların temel özelliklerinden ikinci sure olan Bakara suresinde şu şekilde
bahseder: “Ey Muhammed, iman edenler sana indirilene de senden önce indirilenlere de inananlardır.” Bu
şu anlama gelir, Müslümanlar olarak bizim görevimiz sadece Kur’an’a değil ondan önce indirilen kutsal
metinlere de inanmaktır.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Kur’an Kutsal Kitapları Tevrat ve Yeni Ahit’le sınırlandırmaz, Hz. İbrahim’in Parşömenleri, Hz.
Davut’un Mezmurları da vardır, ve aslında, dünyadaki tüm insanlara elçiler gönderilmiştir, Allah
tarafından elçi gönderilmeyen bir tek insan topluluğu veya bölge bile yoktur (Kur’an 35:24). Bu
bağlamda, “Allah insanlığa 124.000’den fazla elçi göndermiştir” şeklinde bir hadis de mevcuttur.
~ Maryam Ishaq al-Khalifa Sharief, Shadili Tariqa Kişiliği, Khartoum, Sudan
Tevrat, Mezmurlar, İncil, bunların hepsi Hz. Muhammed’den önce indirilmiştir, ve şurası açıktır ki
Kur’an ve İslam kendisinden önce gelen dinlerden bir iplik dokuma isteğindedir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi,
Sumenep, Endonezya
Kur’an tek başına duran değil, bunun yerine, kendisinden önce gelenleri devam ettiren bir kutsal metindir,
çünkü Allah’ın vahiyi birdir. Kur’an kendisinden önce dünyaya indirilen kutsal metinlerle kusursuz bir
birlik halinde vahiy döngüsünü tamamlar. Kutsal metinlere göre: iman edenler bunları kabul ederken
inanmayanlar da kabul etmez, bu da onların hakkıdır. Bu nedenle Kur'an şöyle buyurmaktadır: “Ey
Muhammed, sana indirilenlerin ve senden önceki peygamberlere indirilenlerin tamamını kabul et.”
Kur’an bu konuda son derece açık ve nettir.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
4. Bölüm: İMAN EDENLER
24
Kur’an kendisinden önceki sonsuz elçilerin öğretilerinin tümünü yorumlar ve hatta Muhammed’in
öğretilerini de diğer elçilerinkiyle bağdaştırır. Bunun en açık örneği İbrahim peygamberden gelen hacdır.
İslam, dini ibadetlerin zirvesi ve son noktası olarak haccı konumlandırmak suretiyle Hz. İbrahim'in
öğretilerini de devam ettirmiş ve korumuştur. Buradan anlıyoruz ki Kur’an ve Peygamberimizin öğretileri
Hz. Muhammed’den önce gelenlerin öğretilerine değer verir ve bunları devam ettirir.
~ Dr. Komaruddin Hidayat, Syarif Hidayatullah İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
İslam, diğer (dini) görüşleri genişleten tamamlayıcı bir fonksiyona sahiptir. Bazıları bunu alternatif olarak
görüyor, ama bu yanlıştır. İslam bir alternatif değildir, tamamlayıcıdır.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
Peygamberimiz Hıristiyanlar ve Yahudiler gibi İslam’dan önce gelen dinlere inananlarla sık sık sohbetler
etmiştir. Onlar İslam’ın kuruluş yıllarında Peygamberimizin sohbet arkadaşlarıydı, bu da onların kabul
edildiğine işaret eder.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
Sevgi kavramı İncil içerisinde belirgin bir dokudur, ve bu İslam’da da mevcuttur, ancak Kur’an’ın
kullandığı kesin dil sevgiden çok, tüm yaratılanlar için merhamet ve rahmettir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep,
Endonezya
Kur’an ayeti:
“ (Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. ” (Kur’an 21:107)
Tüm dinleri birbirine bağlayan ortak bir doku vardır. İslam öğretisinin özü kendini Allah’a teslim etmek
ve O’nun merhamet ve rahmetini yoldaşımız olan insanlarla paylaşmaktır. Aynı öğreti Yeni Ahit’te de
mevcuttur ve burada Kutsal Kitaplar İsa’ya dinin özü ve Tanrı'nın kanunlarının sorulduğundan bahseder.
İsa ilk emrin Tanrı’yı tüm kalbinizle, aklınızla ve ruhunuzla sevmek olduğunu söyler. Şimdi, bu şekildeki
öğretilere inanmayacak mıyız?
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Kur’an’ın Ankebut suresinde Allah Kitap Ehline şöyle söylememizi ister: “Biz, bize indirilene de, size
indirilene de inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir.” Ve bize farklılıklarımızı değil ortak
yönlerimizi araştırmamız emredilmiştir.
~ Kyai Haji A. Washil Syarbini, Sumberweringin İslami Yatılı Okulu Müdürü, Endonezya
Peygamberimizin dediği gibi, Kur’an’ın kendisi Tevrat ve İncil’in temel öğretilerini kabul eder ve
doğrular.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
4. Bölüm: İMAN EDENLER
25
Kutsal Kitap’ımızın içsel ve gizemli anlamı gerçekten de çok geniştir: insan bilincinin kendisi kadar
sınırsızdır. Ancak insanın farkındalığı bir barbarınki gibiyse, o zaman Kutsal Kitap yanlış anlaşılabilir ve
insanlığın emelleri konusunda onun kendi öğretilerini ihlal eden şeyleri haklı göstermek için kötüye
kullanılabilir. Kutsal metinler onların içsel önemini kavramadan sadece okunursa, çatışmayı haklı
göstermek bir yana, kutsal metnin temel mesajı da kaybolur.
~ Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
2. KISIM
Kur’an ayeti:
Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Allah'a ortak koşanlar var ya,
Allah kıyamet günü onların aralarında mutlaka hüküm verecektir. Çünkü Allah her şeye şahittir.
(Kur’an 22:17)
Temel düşünceler, inançlar ve dindarlık yapısı bakımından Kur’an aslında (diğer inançlarla) aynıdır.
Örneğin, Allah’a şükretmek, nefis terbiyesi ve ibadet. Tüm dinler bu unsurları içerir. Sadece bunların
uygulaması kültürden kültüre değişir. Ancak temel değerler bağlamında, İslam bunların hepsini kucaklar.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
Kur’an’ın birçok ayeti Kitap Ehli tarafından tanınan gerçek, ve diğer inanç toplulukları tarafından tanınan
gerçek konusunda derin bir saygı ifade eder. Aslında, Kur’an Kitap Ehlinden çeşitli kategorilerde 31 kez
bahseder.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Kitap Ehli Tevrat ve İncil gibi daha önceden gönderilen kutsal kitaplara inanan kişilerdir. Ancak bunlar
onunla yetinmekte ve Hz. Muhammed’in (S.A.V) hikayesine inanmamaktalar. Ve Peygamberimizin
zamanındaki Kitap Ehliyle bugünkü Kitap Ehli aynıdır.
~ Muhammad Sayyid Tantawi, El-Ezher Üniversitesi Şeyhi, Kahire, Mısır.
Kitap Ehli bizim kız ve erkek kardeşlerimizdir, yoldaş inananlardır. Kur’an’da onlara bir kez bile kafir
denmemiştir. Onlar daha çok Allah’tan vahiy almış inanan topluluklardır; Allah’ın vahiyine güvenen
inanç toplulukları; ve onların da peygamberleri, öğretileri ve düzenlemeleri vardır, bunun için onlara
saygı duymalıyız.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Kur’an’da “Biz Müslümanları onurlandırdık” denmiyor. “Biz Adem’in çocuklarını onurlandırdık”
deniyor. Eğer “müslüman” kelimesini tüm inananları kapsayacak şekilde daha geniş anlamıyla ele
almıyorsanız, yükselme sadece Müslümanlarla sınırlı değildir. Bu arada, Kur’an’da çok önemli iki ayet
vardır. Bir tanesi şu şekildedir: “Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve
Allah'a ortak koşanlar var ya, Allah kıyamet günü onların aralarında mutlaka hüküm verecektir. Çünkü
Allah her şeye şahittir. ”(Kur’an 22:17) Başka bir ayette de neredeyse aynı şey söyleniyor: “Şüphesiz,
inananlar (Müslümanlar) ile, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe inanan ve
4. Bölüm: İMAN EDENLER
26
salih ameller işleyenler için Rableri katında mükafat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da
olmayacaklardır” (Kur’an 2:62).
~ Dr. Ahmad Kamal Aboul Magd, Ulusal İnsan Hakları Konseyi Başkan Vekili, Mısır
Aslında bu dünyada üç çeşit Kitap Ehli vardır. İlki, Kur’an’ın “İslam’ı en çok seven grup” olarak
bahsettiği: örn. gayri-Müslim azizler ve yardımsever kişiler. İkincisi, aslında islamofobi ile karakterize
edilen gruptur. Ve üçüncüsü ise, profesyonel olma eğiliminde oldukları için artık dinlerarası işlerle
ilgilenmeyenler. İş adamları, politikacılar ve benzerleri.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
Ben gülümsemeyen ve kollarını başka insanlara açmayan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin cennete
gidip gidemeyeceklerinden ciddi ciddi şüphe duyuyorum.
~ Dr. Ahmad Kamal Aboul Magd, Ulusal İnsan Hakları Konseyi Başkan Vekili, Mısır
3. KISIM
MÜŞRİKLİK VE MÜŞRİKLER
Kur’an ayeti:
“Hani Lokmân oğluna öğüt vererek şöyle demişti: ‘Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak
elbette büyük bir günahtır.’ ” (Kur’an 31:13)
Müşriklik başka şeyleri Allah’a ortak koşmaktır, ve müşrik bir kişi Hakiki Doğruluk Kaynağı olan Allah'a
dünyevi fenomen ve isteklerini ortak koşan kişidir.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Bana göre kendimi başkalarından daha üstün olarak gördüğüm anda müşriklik ortaya çıkar. Bu nedenle,
eğer bir Müslüman olarak erdem ve faziletle dolu olsalar dahi gayri-Müslim’leri kendimden aşağı
görürsem, o zaman gerçek anlamda müşriklik dünyasına adım atmış olurum.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi,
Sumenep, Endonezya
Kur’an tefsiri uzmanları müşrik bir kişinin Allah’a bağlılıktan başka gerekçelerle ibadet eden veya
hayırda bulunan kişi olduğunu söyler. Örneğin, eğer bir kişi İslam için savaştığını söylediği halde aslında
bencil ve egoist bir motivasyona sahipse, o halde zaten Allah'a ortak koşmuş demektir.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Müşriklik veya müşrik terimleri en geniş anlamıyla Tevhid ilkelerini aşma anlamına gelir.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
4. Bölüm: İMAN EDENLER
27
Bana göre, Tevhid gerçek özgürlüğün tanımıdır. Tevhid sayesinde, kendimizi insanlık dışı bir durumun
tuzağına düşmekten alıkoyarız: örneğin, kölelik. Benim bahsettiğim kölelik tarih kitaplarında
okuduğumuz şey olabilir, ancak köleliğin modern formları da mevcuttur.
~ Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Tevhid bu dünya hayatında da sonuçları olan bir şeydir. Allah’ın Firavunu rezil etmesinin nedeni sadece
Firavunun “Ben sizin En Büyük Rabbinizim” demesi değil, aynı zamanda bencil bir şekilde hareket
ederek, insanlığı sömüren zalim ve baskıcı bir zorba gibi davranması, ve hareketleriyle başka insanları
karalaması ve güçsüzleştirmesiydi.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
İnsanlar zenginlik, konum veya başka dünyevi statüler kazanmak için her şeyi yapacak hale geldiklerinde
bu açıkça müşriklik olur. Bu, hayatın huzurlu düzenini bozar ve İlahi öğretileri ihlal eder.
~ Kyai Haji Abdul Muqiet Arief, Bahrul Ulum İslami Yatılı Okulu Müdürü, Jember, Endonezya
Günümüzün dünyasında sosyal müşriklik oldukça belirgin.
~ Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Dindar bir insan ruhani büyüklüğe erişmek bağlamında gerçekten olgun olmalıdır. Müşrikliğe gelince,
bazı Müslümanlar bu kavramı aşırı derecede basit bir şekilde algılıyor. Onlara göre müşriklik sadece
başka tanrıları Allah’a ortak koşanlar için geçerli, bu kişiler tek tanrı inancının başka dinlerde de
olduğunu bile göremiyorlar. Böyle insanlar kendi sınırlı algıları içerisine hapsolmuşlardır. Halbuki,
müşrikliğin gerçek anlamını incelersek bu son derece geniştir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi,
Sumenep, Endonezya
“Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı
(Şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın. ” (Kur’an 35:5). Ey insanlar, dünyevi cazibelere tutsak olmayın.
Bunu anlaması oldukça kolay, yüzeysel bir ifadeyle: maddi varlığın pırıltısına tutsak olmayın; örneğin,
kadınların pohpohlaması. Dünyevi konumlara aldanmayın veya kendinizi unutarak kibirli davranmayın.
Basit, değil mi? Anlaması kolay.
İkinci kısım şöyle der: “Sakın çok aldatıcı (Şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın.” Başka bir deyişle,
aslında öyle olmadıkları halde Allah’a bağlılık, insanlık veya cihad izlenimi veren tuzaklara gelmeyin.
Bunlar gerçekten de bizi (Allah’ı unutup) çamura batıran ve kıyamete (Allah’tan ayrılmaya) sürükleyen
şeylerdir. Örneğin, kibir, bir kişi lider olduğunda, alkışlar eşliğinde sayısız vaazlar verdiğinde, ve
heryerdeki insanlar size saygı duyduğunda ortaya çıkabilir. Ego ve kendini beğenmişlik tuzakları (Allah’ı
unutarak) çamura batmamıza neden olur, ve buna kurban giden kişilere Arapça’da gizli müşrikler denir.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Agil Siraj, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Aslında Hz. Muhammed övgüye aç olduğumuzda müşrikliğe sapmış oluruz demiştir.
~ Dr. Komaruddin Hidayet, Syarif Hidayetullah İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
4. Bölüm: İMAN EDENLER
28
Müşrikliğin panzehiri nefis terbiyesidir. Müşrik bir kişi dakikası dakikasına sadece Rab uğruna ammeller
işlemek yerine nefsini terbiye etmeyen, egosu ve kendi çıkarları veya kendi grubunun çıkarlarıyla hareket
eden kişidir.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Bu nedenle boyun eğmede ikicilik vardır.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Özellikle şu anda dünya çapındaki Müslümanların diğer din ve inanç topluluklarıyla ilişkiler bağlamında
İslam’ı daha geniş bir açıdan anlamaları hayatidir. Şüphesiz diğer dinlere bağlı olanların da dini
topluluklar arasında karşılıklı bir anlayış, geniş bir anlayış ve karşılıklı hoşgörü ortamı oluşana dek (kendi
inançları ve İslam arasında) daha yüksek bir anlayışa yavaş yavaş ama kesinlikle ulaşmaları gerekir,
böylece insanlar kendi dinlerinin dünyada yaşayan herkesin sonsuza dek refahını destekleyecek şekilde
filizlendiğinden emin olacaktır.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Müslümanların Batı’dan gelen her şeyin Hıristiyan olmadığını anlamaları önemlidir. Örneğin,
Danimarkalı bir gazete Resulullah’ın karikatürlerini yayınlayarak İslam’a hakaret etti. Birçok Müslüman
bunun Hıristiyanların işi olduğunu düşündü, halbuki aslında bu uzun zamandır Hz. İsa’ya da çamur atmış
olan ateistlerin işiydi.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
Kehf suresinin son ayetinde Allah şöyle buyurur: “De ki: ‘Ben de ancak sizin gibi bir insanım, (Ne var ki)
bana, Sizin İlah'ınız ancak bir tek İlâhtır diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı
bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.’” Bu nedenle, her kim Allah’la buluşmayı
dilerse müşrikliğin en ufak parçasına bile bulaşmamalıdır (örn. Allah’ı tanımak için bir kişi egosunu
aşmalıdır).
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Allah Bir’dir. Allah Tek Mutlak Varlık’tır. Fizikötesi Mutlak. Bir. Eğer bunu kabul edersek, Allah’tan
başka geri kalan her şey O’nun yarattıklarıdır.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
İslam’ın diğer dinleri güçlendirmek ve onların bazı temellerini doğrulamak için geldiği doğrudur. Ancak
bu İslam’ın kendisinden önce gelen dinlerden temel olarak farklı olduğu anlamına gelmez. Aslında, tam
tersidir. Peygamberimiz her zaman şöyle demiştir: “Ben Resuller zincirinin bütünleyici bir parçasıyım.
Biz Resuller hepimiz 'allat'ın çocuklarıyız.” ‘Allat bir tek adamla evli olan bir kadınlar grubunu ifade
eder. ‘Allat’ın çocukları olarak, “Babamız birdir; dinimiz birdir, tevhid, veya Birlik dini. Ve annelerimiz
çok sayıdadır.” “Anneler” Allah’a giden çok sayıdaki yolu ifade eder. İslam’da farklı kanunlar olduğu
ama (kesin) dini farklılıklar olmadığı söylenir. Dini yollar çok çeşitlidir, ama dinin kendi özü değil, Adem
zamanından Kıyamet Gününe kadar.
~ Maryam Ishaq al-Khalifa Sharief, Shadili Tariqa Kişiliği, Khartoum, Sudan
4. Bölüm: İMAN EDENLER
29
KAPANIŞ
Değerli izleyiciler, iman edenler ve Kitap Ehli’nin kim olduğunu kendiniz dinlediniz. Bizim gibi
Endonezya’da yaşayanlar “Birlik ve çeşitlilik” ilkesine dayalı çok-dinli bir ülkede yaşadığımız için son
derece şanslıyız. Endonezya’da kendi inançları doğrultusunda yaşayan neredeyse her inanç topluluğundan
insan bulabilirsiniz. Bugün, Müslüman, Protestan veya Katolik olmayan bazı kardeşlerimizin kurduğu bir
ibadet mekanında bulundum. Ve şans eseri bugün Çin'e göre Yeni Yıl arifesi.
Son derece üzücüdür ki son yıllarda Birlik ve çeşitlilik ilkesi üzerine kurulmuş olan bu ülkede farklı inanç
toplulukları arasında artan bir sürtüşme meydana geldi. Uzmanlarımız az önce Kitap Ehli’nden ve
başkalarının inançlarını yanlış, kendilerininkini ise gerçeğin tek sahibi olarak gören inançlardan bahsetti.
Kur’an’da şöyle bir ayet vardır: “Başlangıçta insanlık bir tek topluluk oluşturdu.” Daha sonra çok farklı
görüşlere sahip insanlar ortaya çıktı. Allah onlara peygamberler ve gerçeği anlatan kutsal metinler
gönderdi. Yani biz Kur’an, İncil, Tevrat, Mezmurlar ve İbrahim’in Parşömenlerini biliyor olsak da, daha
başka pek çok kutsal metin olabilir, çünkü Allah tarafından gönderilen peygamberlerin sayısı rahatlıkla
yüz binden fazladır. Kur’an’ın dediği gibi, bize Allah tarafından bahsedilenler de var bahsedilmeyenler
de. İşte bu yüzden bildiğimiz peygamberler ve kutsal metinler de var, bilmediklerimiz de. Bu, insanların
farklı dini uygulamalar edinmelerine neden olmuştur, elbette her biri kendi inançlarına uygun olarak.
Bunun dışında, şahsen ben husumet, kin ve savaşların dinin kendisinden kaynaklanmadığına inanıyorum.
Çünkü tüm dinler iyiliği öğretir. Hepsi sevgi ve şefkati öğretir.
İslam’ın kendi içerisinde Müslümanların maalesef bazen geç hatırladıkları son derece ilginç bir Kur’an
ayeti vardır. Maide suresinin sekizinci ayetinde Allah'ın iman edenlere şöyle seslendiğini unuturlar: “Ey
iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma
olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır.
Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. ”
Ey iman edenler Allah için adalete sıkıca sarılın. İhtiras, grup duyguları veya fanatizme aldanmayın,
sadece Allah için. Adalete sıkıca sarılın, Allah için. Çünkü Allah Mutlak Adalet'in kaynağıdır. Adalete
şahitlik edin. Dini duygular ve grup fanatizmi nedeniyle bazen konuşmalarımızda ve davranışlarımızda
adil olamıyoruz. Bu nedenle Allah şöyle devam eder: “Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe
itmesin.” Örneğin, bir kişi sadece başka bir inanca bağlı diye onların her söylediklerinde bir hata buluruz.
Öyle ki neredeyse “iki kere iki dört eder” deseler sadece onlardan hoşlanmadığımız için “Yanılıyorsun!”
diyeceğiz.
Bu kinin nereden kaynaklandığından bahsetmek istiyorum. İster kendi ülkemiz içerisinde ister yurt
dışında meydana gelen kin ifadelerinden bahsediyor olalım bu kesinlikle dinin kendisinden
kaynaklanmaz. Bana göre kin daha çok adaletsizliğe direnememekten kaynaklanır. Ebeveynlerin ve diğer
çocukların en küçük çocuğa adaletsiz davrandığı bir aile örneğini kullanmak istiyorum. Ebeveynlerine ve
kendisinden büyük kardeşlerine karşı duramayan çocuk çıldırır ve evinin üzerindeki kiremitlere bir taş
fırlatır. Eğer kiremitler kırılır ve sızıntı yaparsa bundan kendisinin de etkileneceğini düşünmez. Bence
zayıf ve bastırılmış grupların sıklıkla yaptığı şey işte bu.
Bir örnek vereceğim. Filistinlilerin Amerika gibi büyük bir devlete karşı duramayacağı açık. Ve onlar da
Amerika’nın haklı veya haksız olduğuna bakmaksızın sürekli İsrail’i savunmasının adil olmadığını
düşünüyorlar. Ancak, eğer büyük çocukla kavga edemeyen küçük çocuk kendince daha da büyük olan bir
şeyi, isim vermek gerekirse Allah’ı ve dini, kullanmaya karar verirse durum daha da kötüleşecektir.
Gerçekte dinle alakası olmayan bir amaç uğruna dini kullanıyorlar. Bu, politik çıkarlar veya başka bir
4. Bölüm: İMAN EDENLER
30
şeyle alakalı bir konu olabilir. İşte bu nedenle daha önce alıntı yaptığımız Kur’an ayeti bu kadar
sıradışıdır: “Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin.”
Örneğin, tıpkı az önce tarif ettiğim çocuğun fırlattığı taşın sonuçlarını düşünmediği gibi terörist
eylemlerde bulunanlar da bu Kur’an ayeti üzerinde düşünmezler. Amerika’da yaşayan 8 milyondan fazla
Müslüman olabilir, ve her Amerikalı George Bush gibi değildir. Ancak teröristler Amerikan halkı ve
hükümeti arasında ayrım yapmaz. İsrail’de de kendi hükümetlerine karşı çıkan ve (Filistin’le olan) sorunu
halletme biçimlerine katılmayan birçok insan olduğunu bilmiyorlar. Ancak onlar (Müslüman teröristler)
zaten kinle dolmuş (ve geniş resmi göremiyorlar). Bu nedenle, Hz. Muhammed (S.A.V.) (kendisini takip
edenlere) özellikle nefret etmeyi değil sevmeyi öğretmiştir. Sevgi ve şefkat olmadan bu dünya iyileşemez.
Sevgi ve şefkat. Her zaman derim ki ateş ateşle söndürülemez. Nefrete karşı sevgiyle savaşılmalıdır.
Eğer diğer dinleri araştırırsanız, bunların hepsinin esas öğretisinin sevgi olduğunu görürsünüz. Hem Allah
sevgisi, hem de Allah’ın hizmetkarları olan yoldaşlarımıza (insanlığa) karşı sevgi.
Sanırım şimdilik sizinle paylaşacaklarımız bu kadar. İnşallah, dinlediklerimiz müşterek iyiliğimiz için
yeni düşünce şekilleri geliştirmemize, ve aslında birbirinden farklı olması gereken dini ve etnik
toplulukların ortasında rahat, huzurlu ve manevi olarak ferahlatıcı bir hayat kurmamıza yardımcı olur,
çünkü Allah her şeyin aynı olmasını istemez.
Değerli izleyiciler, Vahiy Okyanusu’nu izlediniz. Tekrar buluşana dek, teşekkür ederim, Allah’ın selamı,
rahmeti ve bereketi sizinle olsun.
4. Bölüm: İMAN EDENLER
31
5. Bölüm:
TEBLİĞ
GİRİŞ
(Gus Mus) Esselamualeyküm
(Villager) Ve aleyküm selam
(Gus Mus) Sağlığın nasıl, iyisin inşallah?
(Villager) Allah’a şükür!
(Gus Mus) Ne yapıyorsun?
(Villager) Ağ örüyorum
(Gus Mus) Elhamdülillah
(Villager) İyi.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi seninle olsun.
Değerli izleyiciler, Vahiy Okyanusu’nda tekrar beraberiz. Bu defasında da sizleri da’va (tebliğ) ve bunun
“iyiliği emrederek kötülüğü yasaklama” ile olan ilişkisiyle ilgili olarak birçok Müslüman alim ve
entellektüelin görüşlerini dinleyeceğiz. Bu terimlerin her ikisinin de oldukça popüler oldukları için birçok
insan tarafından zaten iyi anlaşıldığı düşünülebilir. Ancak isterseniz bu entellektüellerin da’va ve “iyiliği
emrederek kötülüğü yasaklama” konusunda ne söyleyeceklerini de dinleyelim. İyi seyirler!
1. KISIM
Da’va, veya Arapçasıyla di’ayah, da’a yad’u kökünden gelir.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Da’va, veya tebliğ, kelime anlamıyla “davet etme” demektir.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Hz. Muhammed’in görevi ve misyonu insanlara İlahi Tevhid'i, İslam dinini ve asil karakteri (geliştirecek
bir yolu) önermekti. Bu da’vanın, veya İslami tebliğin özünü oluşturur. “Allah’ın beni göndermesinin
tek nedeni ahlakı düzeltmekti.”
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
5. Bölüm: TEBLİĞ
32
[Da’va] adalet ve eşitlik için nasıl çaba sarfedeceğimizi göstererek İslami davranışı, veya iyi ahlakı
savunmaktır. Bu insanlığa çağrıdır, ve baskı, ıstırap, açlık ve yoksulluğun gerçek anlamda farkında olan
ortak bir bilinç geliştirmek için başkalarını davet etmek anlamına gelir... Bu da’vanın özüdür.
~ Dr. Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Bu, tehdit veya iftira etmek anlamına gelmez. Da’vanın bu sapkın hali bu günlerde çok yaygın. Cuma
hutbeleri gibi da’va forumlarına katıldığımızda bunların çoğunun başkalarına karşı eleştiri, iftira ve hatta
şiddet tehditleriyle dolu olduğunu görürüz. Bu, da’vanın sade, günlük dildeki gerçek karşılığı olan
başkalarını iyi ve doğru davranışlarda bulunmaları için ikna etme anlamıyla çelişir. Bu nedenle, bu
süreçte hiçkimsenin incinmemesi da’vanın temek gerekliliklerinden birisidir.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Da’vanın kilit ilkelerinden birisi İslam’ın tartışma ve müzakere ile açıklanmasıdır; yani, kılavuzluk ve
danışmanlık etmesi için Kur’an ayetlerinden zekice alıntılar yapılmasıdır. “Kusursuzluk ve iyi davranışlar
açıklamalardan önce gelir” sözünde olduğu gibi önce insanlara hayattaki kişisel zorluklarını aşmaları için
yardım edilmeli, ve ancak ondan sonra imanlı olmaya davet edilmelidir. İyi ameller açıklamalardan önce
gelir.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
Kur’an’ın 16. suresi olan Nahl suresinin 125. ayeti şu şekildedir: “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna,
hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” Bu nokta son derece önemlidir.
Eğer entellektüel olarak kaba ve agresif bir kişiyle karşılaşırsanız, yanıtlarınızda sakin ve nazik olun.
Kalplerin ve akılların buluşmasına yol açabilecek dürüst bir tartışmada bulunun. Bu şekilde davranan bir
insanın bir düşmanı dosta çevirebileceği söylenir.
~ Prof. Dr. A. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
Sorun şu ki, başkalarını korkutabilecek da'va şekillerinden tamamen kaçınarak insanların hayatlarına nasıl
barış ve huzur getirebiliriz? Resulullah ve onu takip edenlerin çoğunun, ve Java’ya İslam’ı getiren dokuz
velinin örneğine bakarsak, onların da’vası başkalarının ihtiyaç ve durumlarına karşı son derece duyarlıydı.
Bu, bizim de yapmamız gereken İslami tebliğ türüdür.
~ Kyai Haji Abdul Muqiet Arief, Bahrul Ulum İslami Yatılı Okulu Müdürü, Jember, Endonezya
Da’vanın kültürel tabiatını anlamadan başkalarını suçlu ilan etmek, veya onları sapkın ya da kafir olarak
damgalamak da’va ile meşgul olanların yaptığı bir hatadır. Da’va saf ve doğal gelişen bir şeydir. İnsanları
Hakk’a davet etmenin yolu zorlama değil, içsel, kalpten hissedilen bir farkındalığı, entellektüel bir
farkındalığı, ve hayır işleri ve sessiz edilen duayla gelen hazzı paylaşmaktır.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
Bana göre, gerçek da’va aydınlatan, eğiten, zekayı geliştiren ve insanlara umut veren davettir... bu gerçek
da’vadır.
~ Prof. Dr. Syafii Maarif, Muhammediye Eski Başkanı (1998-2005)
5. Bölüm: TEBLİĞ
33
Ve bu İlahi yönden sapan bütün da’valar, hatalı da’vadır.
~ Muhammad Sayyid Tantawi, El-Ezher Üniversitesi Şeyhi, Mısır
2. KISIM
Kur’an’a göre, da’vanın iki hedefi vardır: insanları Allah’a davet etmek, ve onları Şeytan’a davet etmek.
Bu nedenle, eğer insanları bir organizasyona katılmaya davet edersek, onları Allah'a davet etmiş olmayız.
Eğer insanları kendi etrafımda toplanmaya davet edersem, bu da onları Allah'a davet etmek değildir.
İkinci çeşit da’va anladığımız kadarıyla insanları Allah'ın yolundan ve hayatını O'nun kurallarına göre
düzenlemekten vazgeçirmeye yönelik davettir.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entellektüel
Da’va toplumun farklı ihtiyaçlarına uyum gösterir. Yani, daha geniş ve küresel ihtiyaçların önüne
geçmeyen çeşitli yerel ihtiyaçlar. Örneğin, da’va yeni bir terminoloji ve yönetim modeli kullanmanın yanı
sıra yoksulluğun giderilmesi, veya yolsuzluğun, çöküntünün ve diğer bozuklukların ortadan kaldırılmasını
içerebilir. Da’vanın sadece dille gerçekleştirilmesi gerekmez. Parlemento Takibi ve Yolsuzluk Takibi
yeni da’va şekilleridir. Bunlar pratikte çağdaş da’va çeşitleridir.
~ Dr. Amin Abdullah, Sunan Kalijaga İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Endonezya
Sıklıkla Allah adına tebliğde bulunurken ve insanları imana çağırırken, kendi hayatımız gerçek asaletten
yoksundur ve iş hayatındaki davranışlarımız bozuktur. Yine de sanki tamamen övgüye değermişiz gibi
kasabada caka satarak gezeriz. Başkaları tarafından “işitilen” da’va kalbin derinliklerinden yükselir ve
riyakarlık değil gerçekten asil bir karakter sergileyen samimi ve içten davranışlarda gözlenebilir. Tüm
bunların da üzerinde, da’va zorlama olarak yorumlanacak hiçbir şeye asla meyil vermemelidir.
~ Mohammed Sobary, Endonezyalı Kültürel Kişilik
İslami da’va başkalarına gerçek bir ruhsal canlanma sağlamaktan geçer. İslam’ı kabul etmeyi seçip
seçmeyecekleri Allah’ın işidir, bizim değil.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep,
Endonezya
Wali Songo, yani Endonezya nüfusunun %90'ını savaş, çatışma veya şiddet kullanmadan dönüştürmeyi
başaran dokuz veli tarafından uygulanan da’vaya dönmeliyiz. Klaten halkı Müslüman oldu, ancak
Prambanan’daki Hindu tapınağına dokunmadı. Yogya halkı da İslam’ı seçti, fakat Borobudur’daki Budist
tapınağına en ufak şekilde bile dokunulmadı. Bu adım adım gerçekleştirilen kültür dönüşümünde belirgin
bir bilgelik görülmektedir, ve biz de o yaklaşımda bulunan değerlere dönmeliyiz.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
5. Bölüm: TEBLİĞ
34
“Eğer Rabbin isteseydi, onların hepsi inanırdı – dünyada yaşayan herkes! O halde istemeseler bile
insanları inanmaya zorlayacak mısın?” Allah eğer isteseydi hiçbir ateist veya suçlu olmayacağını, sadece
iman edenler olacağını belirterek Hz. Muhammed’i uyarmıştır. Öyleyse (senin gibi) inanmıyorlar diye
insanlardan neden nefret ediyorsun? Bu ayet gösteriyor ki iman konusunu ancak Allah yargılayabilir.
Bizim görevimiz başkalarına iyiliği iletmektir, kılıç sallayarak insanları İslam’a “davet” etmek değil.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadınlara Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep,
Endonezya
Din camilerin, okulların ve insanların kitapları okuyabilecekleri diğer yerlerin varlığıyla korunur. Dini
bilgi ve uygulamaların derinleşmesi ise her yerde olur. Ve halkın ahlakını koruyan ve geliştiren yerel dini
liderler bu süreçte çok önemlidir, çünkü bunlar köylüyle aynı hayatı paylaşmaktadırlar.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
(Hollandalı politikacı Geert Wilders’in) Fitne filminden bahsetmek istiyorum; amacını bir kenar
koyarsak, film orijinal bağlamından arındırılmış Kur’an ayetlerine alıntı yapıyor. Ancak bundan daha
ironik olan şeyse bazı Müslümanlar’ın Fitne’ye verdiği cevap. Eğer insanlar Müslüman olduklarını iddia
ediyorlarsa, akıllıca davranmaları, (şiddet değil) diyalogla meşgul olmaları gerekir. Kendi
hareketlerimizle Fitne’nin İslam’ı yanlış tanıttığını göstermeliyiz, ve bunu yapmak için de başkalarına
karşı nazik ve sıcak davranmalıyız, çünkü bu İslami öğretinin özüdür.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Ulusal Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Komisyonu Üyesi, Sumenep, Endonezya
Java, özellikle de Sunan Kalijaga’daki eski Müslüman velilerden miras aldığımız sözlü gelenekte da’va
sanat ve şarkılarla gerçekleştirilir. Bu gelenek, gece geç saatlere kadar şarkılar eşliğinde insanların dini
öğretilerin asaletini aktardığı Muhammediye ve Nahdlatul Ulema topluluklarında hala devam etmektedir.
Bu, eski zamanların velilerinden kalma değerli bir mirastır. Ben şahsen böyle bir geleneğin içerisinde
büyüdüm ve yaşamaya devam ediyorum. Eski şarkıları ve Jakarta’daki köy hayatını seviyorum, çünkü bu
şarkılar kişinin duyarlılığını arttırır, sizi ruhsal ve duygusal olarak arındırır, ve atmosferi daha rahat ve
hoş hale getirir.
~ Mohamad Sobary, Endonezyalı Kültürel Figür
Eminim ki Endonezya’daki İslam tebliği Kur’an ilkelerine yönelik olsaydı, İslam gerçekten de
yeryüzünde yaşayan herkes için bir rahmet kaynağı olurdu.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammediye Başkan Yardımcısı
3. KISIM
İyiliği emrederek kötülüğü yasaklamak
İyiliği emrederek kötülüğü yasaklamak da’vanın bir parçasını oluşturur. Tebliğ insanları kendilerine
önerilen gerçeği kucaklayıp izlemeye davet etmek anlamına gelir. Amar ma’ruf nahi mungkar bunun bir
unsurunu temsil eder, doğru olanı emrederek, yanlış olanı yasaklamak.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
5. Bölüm: TEBLİĞ
35
Devlet Amar ma’ruf nahi mungkar, yani (zor kullanarak) kötülüğü yasaklamak ve iyiliği emretmekten
sorumludur. Fakat bu olanaksız olduğunda, özellikle Endonezya gibi milletin ve insanların son derece
baskıcı olduğu yerlerde, aynı anda başka gruplar da ortaya çıkarak kendilerinin de iyiliği emrederek
kendilerince kötü kabul ettikleri şeyleri yasaklama yetkisine sahip olduklarını düşünüyorlar, sanki bu bir
dini gereklilikmiş gibi.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Endonezya Eski Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulema Başkanı
(1984-1999)
“Ma’ruf”, ta‘arafa ya‘rifu, ifadesinden gelen, insanların kendilerinin iyi olduğunu bildikleri şeylerdir.
Etimolojik olarak “bilgelik” teriminden türetilmiştir. “Mungkar” dini ise dini inançlarımızın yanı sıra
vicdanımızın da yabancı bir madde gibi reddettiği şeylerdir. Yani, kötülük. Şimdi İslami hukuk
kurallarına göre, gerekirse güç kullanarak önlememiz gereken yanlışlar toplumun tüm üyelerinin kötü
olarak kabul edip aynı fikirde olduğu şeylerdir. İslam hukuku şöyle der: “gerekirse güç kullanarak
önlememiz gereken ‘kötü’ olarak adlandırılan şeyler toplumun kötü olarak üzerinde ittifak ettiği
şeylerdir.” Endonezya halkı için bu anlamda kötülük sadece bir insan grubu tarafından mahkum edilen
değil ulusumuzca suç sayılan ahlaksızca ve fena şeylerdir. Eğer gruplardan bir tanesi bir şeyi ahlaksızca
görürken diğeri bunu makul kabul ediyorsa, o halde bu gerektiğinde güç ve şiddet kullanılarak önlenmesi
gereken bir kötülük olarak kabul edilemez. Bu nedenle, neyin “kötülük” olarak kabul edilip neyin
edilemeyeceği konusunda genel bir fikir ve görüş birliği sağlamamız gerekir. Eğer yapmazsak, tanık
olmaya devam edeceğimiz şeyler...
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
.. elinde sopalarla etrafta dolaşan kendi kendilerini ahlak bekçisi ilan etmiş çeteler. Sonuçta, bu tür bir
İslam sadece insanları korkutmaya yarar.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulema Başkanı
Şiddet uygulamak için güç kullanmak. “kötülüğü yasaklamak” bahanesi altında şunu yasaklamak,
bunu yasaklamak.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Başkan Yardımcısı
Bir toplumda kendi vatandaşlarına karşı şiddet uygulama konusunda meşru bir yetkiye sahip olan tek kişi
yöneticidir. Bu durumda, yönetici devlettir. Pek çoğumuz “kötülüğü yasaklama” kampanyalarının
hepsinde şiddet kullanan Salafi hareketlerinden son derece endişe duyuyoruz.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
Bana “İslam’ın savunucusu” dense bundan utanç duyardım, çünkü Allah’ın öğretilerinin savunulmaya
ihtiyacı yoktur. Aksine, İslam beni savunur, benim refah ve kurtuluşumu hazırlar. İslam’ın öğretilerini
anlayarak ve uygulayarak, hayatımın daha hayırlı ve rahmet dolu olmasını umar ve bunun için dua
ederim. İslam'ın kendimi geliştirmeme yardımcı olan öğretileri sayesinde, Allah’a şükür ki aileme
yardımcı olabiliyorum. Ve Allah’a şükür ki topluma faydalı olabiliyorum, çünkü yardım ettiğim herkes
benim için yoldaş bir varlık ve Allah’ın hizmetkarıdır. Ancak kendimi İslam’a “yardım ediyor” olarak
düşünmeyi utanç verici ve değersiz buluyorum. Kendi dini bilgilerim o kadar sığ ki! Nasıl onun
öğretilerine yardımcı olacak ve daha da geliştirecekmişim, kendi İslam anlayışım bu kadar yüzeyselken?
İnanıyorum ki... daha doğrusu eminim ki bensiz İslam yok olmaz, aynı zamanda benim varlığım
sayesinde onun öğretileri daha muhteşem hale de gelmez. Ben kendi hayatımı tamamlamak için dine
5. Bölüm: TEBLİĞ
36
ihtiyaç duyuyorum. Bu nedenle, yapabileceğim tek şey bu hayat için övgü ve şükranlarımı sunmak ve
hayır işlerinde bulunarak inancımın gereğini yapmak, ki bunun için başka insanlara ihtiyaç duyarım.
Belki de toplumun bana ihtiyacı yoktur, hayatıma anlam katmak ve tamamlamak için benim topluma
ihtiyacım vardır.
~ Dr. Komaruddin Hidayat, Syarif Hidayatullah İslami Devlet Üniversitesi Rektörü, Jakarta, Endonezya
Açıkça söylüyorum ki günümüzde İslam tek bir amacı gerçekleştirmek için onu kullanan bir grup cahil
fanatiğin eline düşmüştür: bunların amacı, İslam’ı gerçek ruhundan yoksun bırakmaktır. İslam şu an
onların ellerinde olduğundan, bizim dini görevimiz İslam’ı onların kıskacından kurtarmak ve fanatiklerin,
yani Usame bin Laden gibi onu tuzağına düşürerek tutsaklığı altına almış olanların, İslam üzerindeki
hükümranlığına son vermektir. Bunların çok sayıda takipçisi var, öyle ki başka Müslümanlara yaklaşarak
şöyle diyorlar: “Senin İslam’ın yanlış; beni takip et ve gerçek bir Müslüman ol.” Böyle Müslümanlara biz
İslami ilim geleneğinde şöyle bir kural olduğu yanıtını veriyoruz: “Ben sana tavsiye verebilecek olsam da,
sen kendi kalbinde tavsiye ara.” Örneğin, bir müftünün size vir fetva verdiğini varsayın. Onu dinledikten
sonra, size yol göstermesi için kendi kalbinize danışmalısınız. Kalbiniz müftünün söylediğini
doğrulayarak fetvayı kabul etmenizi mi emrediyor, yoksa etmemenizi mi? Ayrıca şu mesajı ifade ederiz:
bu yaklaşımı kullanarak dini anlayışın merkezini dışsal olandan içsele taşımak bizim kutsal bir
görevimizdir. Başkalarından duyduklarımızın doğru olup olmadığını anlamak için daima sezgilerimize ve
vicdanımıza danışmamız gerekir.
~ Dr. Ali Mabrook, Kur’an Çalışmaları Uzmanı, Kahire, Mısır
Aslında Vahabi çevrelerinde “iyiliği emrederek kötülüğü yasaklamanın” fiziksel eylemlerle
gerçekleştirilmesi gerektiğini iddia ediyorlar. Ancak Vahabi olmayan Müslümanlar “iyiliği emrederek
kötülüğü yasaklamanın” her şeklinin böyle taktikler gerektirmediğinin farkındadır. Baskı uygulayanların
aksine, Peygamberimizin bir sözü vardır: “Doğru olmayan bir şey görürseniz, gücünüzle orantılı olarak
hareket etmelisiniz.” Bazıları bu hadiste güç kullanma yetkisi olan yöneticilerin kastedildiği şeklinde
yorumluyorlar. Ancak bizim gibi bilgi veya başka etki formlarına sahip olanlar ancak konuşabilir,
tartışabilir, vaaz verebilir, konseylere katılabilir, veya (bahsedilen kötülüğü reddeden) yazılar yazabilir.
Fakat yanlış olan bir şeyi yasaklama yeteneği olmayanlar için bahsedilen kötülüğü reddedecek olan şey
kendi kalpleridir.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
Bu nedenle da’va hiçkimseyi tehdit etmez, sindirmez veya küçük düşürmez. Aksine nazikçe kalplere
dokunur.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
İslam medeniyeti tarihine bakıldığında, son yüzyıllarda “iyiliği emrederek kötülüğü yasaklama”
konusunda şiddet kullanan hareketlerin arkasında Vahabilerin olduğu iyi bilinmektedir. Vahabiler
Arabistan’ın kontrolünü ellerine geçirdiklerinde, kötü kabul ettikleri her bina veya yapıyı yıktılar. İşte bu
nedenle Suudi Arabistan’ın İslami mirası ta ki hiçbir şey kalmayana kadar yok edildi. Peygamberimizin
eşi Hatice ile yaşadığı ev yok olup gitti. Peygamberimizin doğduğu yer de yıkıldı, bugün hiçbir izi
kalmadı. Ama garip bir şekilde Kral Abdul Aziz’in (modern Suudi Arabistan’ın kurucusu) sarayları ve
siteleri Riyad’da en güzel şekilde muhafaza ediliyor.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulema Baş Danışmanı
5. Bölüm: TEBLİĞ
37
“Da’va ile ilgili olarak (aşırıların güç kullanarak buna davet demesi) devletin sahip olması gereken rol
ulemanın ve entellektüellerin tavsiyede bulunarak yanlış yapanları doğruya sevketmelerini sağlamaktır.
Eğer aşırılar bu tavsiyelere uymazlarsa, hükümet bunları tutuklayarak yaptıkları yanlışla orantılı şekilde
hapse atmak zorundadır.”
~ Muhammed Sayyid Tantawi, El-Ezher Üniversitesi Şeyhi, Kahire, Mısır
KAPANIŞ
Esselamüalyküm
(Villager) Ve aleyküm selam
(Gus Mus) Elhamdülillah! Nasıl gidiyor?
(Villager) İyiyim.
(Gus Mus) Adınız ne?
(Villager) Adım Pak Man, efendim.
(Gus Mus) Pak Man, Elhamdulillah. Bu köyün adı Banggi Pazarı, değil mi?
(Villager) Evet, Banggi Pazarı Köyü, Rembang şehri ve yönetimine bağlı, efendim.
(Gus Mus) İşte böyle, Pak Man. Da’va terimini duyup duymadığını öğrenmek istiyorum.
(Villager) Efendim, sıradan bir insan olarak bana göre da’va bir insanın doğası gereği ahlaki bakımdan
iyi olan bir bilgi veya talimatı paylaşmasıdır. Ben da’vayı bu şekilde görüyorum. Bilgiyi paylaşmak, veya
bazen çeşitli toplantılarda bir da’va programı olabilir. Da’vanın misyonuna bağlı olarak insanlar farklı
tanımlamalar yapmayı seçebilir. Ama benim da’vadan anladığım doğru ve ahlaki bakımdan hayırlı
bilginin paylaşılması.
(Gus Mus) Tamam, teşekkür ederim. Şimdi izleyicilerimize hitap edeceğim.
Değerli izleyiciler, şu an Banggi Pazar’dayım. Burası bir balıkçı köyü, ve Ben, Pak Man ve yöre sakinleri,
hepimiz birer da’va hedefiyiz. İnsanlar sıklıkla da’vanın gerçek anlamının bir başkasını davet etmek
olduğunu unutuyor. Davet etmek. Yani birini davet etmek ona emretmek değildir. Emretmek, yasaklamak
veya zorlamak anlamına gelmez. Bu nedenle Kur’an’ın içerisinde dahi, davet etmek için İlahi bir emir
geçtiğinde, buna ilk olarak iyi bir örnek verilir, daha sonra “bilgelikle davet edilir” (bil hikmah)... Yani
eğer bir kişiyi, örneğin eşimizi veya başka birini, davet edeceksek nazik, çekici ve etkileyici bir dil
kullanmalıyız ki onların kalpleri bu daveti hissedebilsin. Eğer insanları kaba ve sert bir şekilde “davet”
edersek, kalpleri nasıl bu çekime kapılabilir ki?
Yapmayın (böyle bir yaklaşımla). Şimdi isterseniz birisi davet etmek (da’wa) ve diğeri de iyiliği
emrederek kötü şeyleri yasaklamak (amar ma’ruf nahi mungkar) olan iki Kur’an’sal terimi birbirinden
ayıralım. Bunların ikisi çok farklı şeylerdir. Davet eden kişi emir vermez. Ut Ummana adlı Kur’an ayeti
bu bağlamda çok ilginçtir: “Allah’ın yoluna davet etmek için (başkalarına) önce iyi bir örnek ver, sonra
da bilgelikle davet et.” Kur’an kimin davet edileceğini belirtmez. “Falanı davet et”, veya “şunu ya da
5. Bölüm: TEBLİĞ
38
bunu davet et” demez. Sadece, Allah’ın yoluna davet et. Eğer Din Departmanımızın Kur’an çevirisine
bakarsak, burada parantez içinde bir şey var, “Allah’ın yoluna (insanları) davet et.” Aslında, bu
açıklamaya gerek yok çünkü Allah’ın yoluna davet etmek demek zaten henüz Allah’ın yolunda olmayan
insanları davet etmek demektir.
Ancak amar ma’ruf (iyiliği emretmek) farklıdır. Ma’ruf herkesin iyi olduğunu bildiği bir şeydir, ve biz de
bunu emretmeliyiz. Peki kime emretmeliyiz? Tanıdığımız insanlara. Birçok kişi “iyiliği emrederek
kötülüğü yasaklamaktan” bahseder ve yaptıkları şeyin bu olduğunu iddia eder. Ancak “iyiliği emrederek
kötülüğü yasaklamanın” bir sevgi ifadesi olduğu gerçeğini gözardı ederler. Bu nedenle, “iyiliği emrederek
kötülüğü yasaklayan” insanlarla onların emrettikleri kişiler arasında içsel ve gerçek bir sevgi bağının
olması gerekir. Nefrete dayanarak “iyiliği emrederek kötülüğü yasaklamak” imkansızdır. Bu saçmalık.
Öğretmek gibi davetin daha ilerki aşamaları reklam yapmaya benzer. Sıklıkla kafam karışır ve kendi
kendime sorarım: “Bu davet eden kişi kim ve beni nereye davet ediyor?” Neden kafam karışık? “Da’va”
dedikleri şeyi gerçekleştirirken insanların takındığı tavırlar yüzünden. Bunlar başkalarını suçlayarak atıp
tutarlar ve hareketlerini asla yüce liderleri olan Resulullah’a dayandırmazlar. Örneğin, Resulullah bir
kişinin hata yaptığını bildiğinde, onun adını asla anmazdı. Sadece “Birisi kendi kardeşine karşı şu şekilde
davranıyor” derdi. Bu şekilde davranan kişinin adını bilmiş olsa bile, örneğin, Pak Man... “Pak Man
kardeşine şu şekilde davranıyor ” demezdi. Sadece, “Birisi kendi kardeşine karşı şu şekilde davranıyor.”
Ancak ne kadar fazla tebliğcinin vaazlar verip insanların isimlerini telaffuz ederek, ve hatta dinleyicilerini
bunlara karşı kötü hareketler yapmaya teşvik ederek “da’va” gerçekleştirdiğine kendiniz de şahit
olabilirsiniz. Ve hala “iyiliği emrederek kötülüğü yasakladıklarını” iddia ederler. Müslümanların tüm
referans kitapları daima “iyiliği emrederek kötülüğü yasaklamanın” erdemli bir şekilde yapılması
gerektiğini belirtmektedir. Eğer başkalarına iyi olmalarını emredeceksek, aynı şekilde biz de uygun
davranışlarda bulunmalıyız. Eğer sıklıkla bir otobüs terminaline gidiyorsanız, bilet satıcılarının
müşterilerin ilgisini çekmek için yumuşak ve cazibeli bir dil kullandığını görürsünüz. Örneğin, “Lütfen
benim otobüsüme buyrun, efendim. Klima ve karaoke mevcut!” Bir kişinin bizim otobüsümüze binmesini
istediğimiz halde onları tutup “Eğer benim otobüsüme binmezsen senin kafanı kırarım” diye bağırırsak
kaçıp gideceklerdir.
Bu nedenle tekrarlıyorum: da’va bir davettir. Başkalarını davet etmenin temeli onların gönlünü almaktan
ve iknadan geçer, bu nedenle Kur’an’da bil hikmati (bilgelikle) terimi kullanılmıştır... Eğer bir durum bizi
tartışmaya zorluyorsa, bu yine de başkalarının yaklaşımından daha iyidir. Onlar atıp tutuyor ve
başkalarını suçluyor diye bizim de aynısını yapmamız gerekmez. Başkaları bizi küçük düşürdüğünde,
bizim de onları küçük düşürmemiz gerekmez. Bil hikmah (bilgelikle)...
Bazen Resullullah’ın öğretileriyle çelişen bir “da’va” yönetmi uygulayanlara sormak istiyorum. Onlara
hep şunu sormak istiyorum, “Sizin asıl isteğiniz ne?” Başkalarını Allah’ın yoluna davet etmek ile kendi
ego ve ihtiraslarımızı birbirinden ayırırken son derece dikkatli olmak zorundayız. Egomuz ve dini
duyarlılık arasında ince bir çizgi vardır. Bazen insanlar kişisel ego ve ihtiraslarının da buraya
girebileceğini unutarak aşırı dini duyarlılıkları nedeniyle bir tuzağa düşerler. Sonuç olarak, bazen bir
organizasyon veya siyasi partiyi dinimizle bütünleştiririz. Bencilce isteklerimiz bizi esas hedefimiz olan
Bir Tek Allah'tan uzaklaştırır.
Şimdilik bu kadar, değerli izleyiciler. Daha sonra farklı bir konuda başka bir bölümde tekrar birlikte
olacağız. Umarım bugünkü duyduklarımız hepimiz için hayırlı olur.
Huzurla kalın
5. Bölüm: TEBLİĞ
39
6. Bölüm:
CIHAD
GİRİŞ
Kyai Haji Mustofa Bisri
Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun, değerli izleyicilerim. Vahiy Okyanusu’nda tekrar beraberiz.
Bu defasında da sizi geniş ölçüde çeşitlilik gösteren yorumlamalarıyla son zamanlarda yoğun bir şekilde
kullanılmakta olan bir terim, yani cihad, konusunda önde gelen İslami kişiliklerini incelemeye davet
ediyoruz.
İsterseniz birlikte izleyelim.
1. KISIM
Cihad sözü Arapça'dan gelmektedir. Anlamı nedir? Hepimizin barış ve sükünet içinde yaşayabilmesi
için Gerçeği, yüksek değerleri ve adalet, eşitlik, zayıfları korumak, insan haklarını savunmak, zalimliği
ortadan kaldırmak, başkalarından daha medeni ve ahlaki kurallara uygun davranmalarını istemek, eğitim
standartlarını yükseltmek, fakirlerin daha zengin olmalarına yardımcı olmak gibi asil prensipleri uygun
davranmak için “optimum veya maksimum çaba.” Cihad budur.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
Tanrının buyruklarını yerine getirmek için tüm ciddi çabalar cihaddır. Bu nedenle Allah bir Kuran
suresinde şöyle der: “Allah her din için kendi kanununu ve kurallar setini belirlemiştir.” Allah isteseydi
hepinizi tek bir dinden yapardı. Ancak Allah başka türlü istemektedir. Sizi, özellikle sizin için gelen din
yoluyla sınamak istemektedir. Bu sınama nasıl olur? Allah iyiliği yayma konusunda rekabete girmenizi
(diğer dinlerden olanlarla) istemektedir. Bu nedenle cihad iyiliği dört bir yana yaymak için “içten ve ciddi
çaba anlamına gelir.”
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entelektüel
Cihad dini inancın desteklediği motivasyon ve etik kurallardır. Yani cihad ilhamını kendini aşmak,
dürüstlük ve insanlığın en yüksek idealleri dahil olmak üzere Gerçeği yüceltmek için azalmayan bir
çabadan alır.
~ Dr. Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entelektüel
Nil Nehri
Kahire, Mısır
6. Bölüm: CIHAD
40
Cihadın İslam'daki anlamı bana göre iki temel durum dışında bir yükümlülük değildir. Bunlardan biri
dini, zenginliği, onuru ve ülkemizi korumaktır. Bunların hepsini savunmakla yükümlüyüz. İkincisi
ezilenlere yardımcı olmaktır.
~ Muhammad Sayyid Tantawi, Mısır, Kahire'de al-Azhar Büyük Şeyhi
Ömrümüz boyunca Allah'a – ve böylece yarattıklarına – hizmet etmek için tüm potansiyelimizi, bilgimizi
ve gücümüzü kullanmaya çabaladığımızda... benim için Allah yolunda cihad budur.
~ Dr. Komaruddin Hidayat, Endonezya Syarif Hidayatullah Devlet İslam Üniversitesi Rektörü
İslamiyette cihad sadece fiziksel bir çaba değildir. Bunun yerine en büyük cihad kendi basit ve egoist
tabiatımızı baskılamak için kendimize karşı yaptığımızdır.
~ Kyai Haji Muhammad Zuhri Zaini, Endonezya, Probolinggo'da Nurul Jadid İslami Yatılı Okul Müdürü
“Büyük cihad” bencillik ve arzular gibi Gerçeğin tanınmasına karşı çıkan tüm eğilimlerle savaşarak
egoyu baskılamak için bir iç mücadeledir. Büyük cihad budur.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
Daha geniş açıdan bakarsak, “cihad” denen şey yaşam mücadelesidir. Peygamberin yanındakiler İslam
geçmişinde en büyük savaş olan Bedir'den döndüğünde Peygamber şöyle dedi, “Daha küçük cihaddan
daha büyük cihada döndük.” Bu nedir? Dünya üzerinde arzu, fakirlik, bilgisizlik, dürtüler ve tüm diğer
yozlaşma şekillerine karşı savaşmak.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammadiyah Başkan Yardımcısı
“Jihad” temel olarak yüce bir amaca ulaşmak için zorlu ve içten bir çaba göstermek anlamına gelir.
Cihad budur. Kuranda “Kutsal Savaş” kavramı yoktur. “Kutsal” olan bir savaş yoktur ama kendini
savunmaya izin verilebilir. “Kutsal Savaş” Kuranda geçen bir terim değildir. Bu nedenle bana göre cihad
din ve salim kafanın gerektirdiği şekilde “yüce bir hedefe ulaşmak için büyük çaba göstermektir.”
Bireysel yorumlama ve karar verme yani içtihat ile ilişkilidir. İçtihat ilahi irade ve açıklananlar temelinde
problemleri çözmek için serbestçe düşünme yeteneğidir. İnsan mantığı açıklananları yorumlamakta büyük
bir rol oynar. İnsanlar bağıl yaratıklar (Mutlak olan Allah'ın aksine) olsa da bize mantık verilmiştir ve
Gerçeğe ulaşmak için entelektüel bir cihad (yani içtihat) yapmamızı mümkün kılar. Cihad ve içtihat aynı
kökten gelir ve bu kök iyilik için ciddi şekilde çalışmak anlamına gelen Arapça jahadah kelimesidir.
Bomba patlatmak anlamına gelmez. Bu cihad değildir. Bu bilgisizlik ve gelişmemiş maceracılıktır.
~ Prof. Dr. A. Syafi’i Ma’arif, Eski Muhamadiyah Başkanı (1998-2005)
Cihadın tek anlamı vardır: “büyük” olan. Kitlelerin adil ve bereketli bir yaşam sürme rüyalarını elde
etmelerine yardımcı olmalıyız. Bu şekilde cihad yapmış oluruz.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Eski Endonezya Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulama Başkanı (19841999)
6. Bölüm: CIHAD
41
2. KISIM
Bu cihad terimi büyük ölçüde saptırılmıştır. Kelime hemen hemen kanla yıkanmış hale gelmiştir ve bunu
düzeltmemiz gerektiğine inanıyorum.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
Sıklıkla merkezi tema olarak sunulan (aşırı uçtaki kişilerin konuşmalarında) cihad daima küçük cihaddır.
Dış cihaddır.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
Cihad sadece savaş ve şiddet belirtmek için kullanıldığında terimin sadece kısmen anlaşıldığına işaret
eder ama sonuç olarak cihadın kendi anlamı ve amacını kirletir.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammadiyah Başkan Yardımcısı
Cihad size bir kötülük yapılmışsa ve kendinizi korumak için tüm barışçı yolları kullanıp başarısız
olduysanız olağanüstü bir durumda kendini korumaktır. Cihad asla bir inisiyatif değildir. Bir eyleme
karşı reaksiyondur; tüm barışçı yollar tükendikten sonra son reaksiyondur.
~ Dr. Hassan Hanafi, Mısırlı Müslüman Entelektüel
Kuran “cihad” kelimesini “qital” kelimesinden açıkça ayırır. Kital savaş açmak anlamına gelirken
Arapça'da cihadın anlamı bir şeyi tüm kalbinizle yapmaktır.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entelektüel
İslam'da savaş saldırgan değil sadece savunma amaçlıdır. Müslümanların iyice düşünmeden savaş
açmalarına izin verilmez, hele kendileri veya bir grup için.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulama Başkanıs
Devlet adını verdiğimiz sosyal ve politik fenomen ile bir düzen oluşturduğumuzda devlet teşkilatları
fiziksel cihad ve düşmanlara karşı koymaktan sorumludur. İnsanlar kalkıp fiziksel cihad yapamaz.
Örneğin Endonezya vatandaşları olarak devletin gücü ve koruması altında yaşıyoruz. Normal halk fiziksel
cihad yapmak için inisiyatif alamaz. Başkalarına zarar vermek ve öldürmek ve insanları hapse atmak
sadece devlet teşkilatının sorumluluğundadır.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
6. Bölüm: CIHAD
42
Gidip kendi savaşımızı açamayız! Birden Amrozi bir bomba patlattı ve ortada bir savaş olduğunu
söyleyerek kendini haklı gösterdi. Ama Bali'de kim savaş açtı ki? Kendisi gelmeden burada şiddet yoktu.
Onu tehdit eden kimse yoktu.
~ Kyai Haji Hasyim Muzadi, Nahdlatul Ulama Başkanı
“Cihad” sadece çok çalışmak ve saçma eylemlerse değil problemleri çözmek çok daha fazla problem
yaratır.
~ Prof. Dr. Komaruddin Hidayat, Endonezya Syarif Hidayatullah Devlet İslam Üniversitesi Rektörü
Ateistler Allah'ın adını zalimliği haklı göstermek için kullanmazken teröristler kötülük yapmak ve diğer
insanlar ve tabiata eziyet etmek için dini kullanmaktadır. Nereden bakarsanız bakın yaptıkları tüm
dinlerin öğretilerine karşı gelmektedir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Endonezya Sumenep'te Annuqayah İslami Yatılı Okul Müdürü
12 Ekim 2002 tarihindeki bombalama Bali'deki Hindular ve Müslümanlar arasındaki uyumu bozdu.
Neden? Çünkü bunu yapanlar gururla yaptıklarının İslami olduğunu beyan ettiler. İslam adına kasaplık
yaptılar.
~ Haji Bambang, Endonezya, Bali'de Müslüman tanınmış kişi
Altın yaldızla, büyük ve kalın harflerle yazsanız bile, Jihad fi Sabilillah (Allah yolund Cihad) başkalarını
öldürmek, terörize etmek, korkutmak, tehdit etmek veya ölümüne neden olmak amacıyla yazılıyorsa
bunun cihadla hiçbir ilgisi yoktur.
~ Mohamad Sobary, Endonezyalı Tanınmış Kişi
12 Ekim 2002 Tarihli Bombalı Eylem Kurbanlarına Anıt
Kuta, Bali, Endonezya
Bombalamadan sonra Hindu arkadaşlarımız şunları sordu: “‘Allahü Ekber’ (Allah Büyüktür!) sözleri
insanları öldürmek için midir? Çünkü teröristler ne zaman intihar edip bir bomba patlatsalar ‘Allahü
Ekber!’ diye bağırıyor. Burada yanılan ‘Allahü Ekber’ sözlerinin katliama öncü olup olmadığını soran
Hindu kardeşlerimiz değil. Daima “Hayır! Hayır efendim, burada hatalı olan İslam'ı yanlış anlayan ve
yanlış yorumlayan teröristler” cevabını verdim.
~ Haji Bambang, Endonezya, Bali'den Müslüman tanınmış kişi
Halen bazılarımız cihadı dar anlamıyla ele alıyor ve hatta başkalarına karşı şiddet eylemlerinde bulunarak
bu tür cihadı “uyguluyor” ve bu şiddeti Allah adına, İslam adına yapıyorlar.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammadiyah Başkan Yardımcısı
6. Bölüm: CIHAD
43
Budist rahiplerin Myanmar'da barış içinde Gerçeği yüceltip, kibar ve düzenli bir şekilde gösteri yaparken
Tasikmalaya'daki (Müslüman) kardeşlerimizin İslam adına çıldırıp Ramazan'da gündüz açılan küçük
lokantaları yerle bir etmeleri beni utandırıyor. İslam'a göre bu tür davranışlar yanlış ve aklın tam karşıtı.
“Kim başkalarını doğru olmaya çağırıyorsa bunu doğru bir şekilde yapmalıdır.” Elde edilen sonuç bu
sonucun nasıl elde edildiğini haklı gösteremez.
~ Prof. Dr. Kyai Haji Said Agil Siraj, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
Din insanların daha olgun hale gelmesine yardımcı olmak için vardır. Tek amacı yok etmekse neden
dinle uğraşalım ki? Hayvanlar bile bir şeyleri rastgele yok etmezler. Bana göre sadece duygularıyla
hareket eden ve fiziksel güçle iletişim kuran kişiler hayvanlardan daha kötüdür. Kesinlikle “inançlı
kişiler” değildir.
~ Kyai Haji Abdul A’la, Endonezya Sumenep'te Annuqayah İslami Yatılı Okul Müdürü
Cihadı anlamak daha geniş bir bilinç ve özellikle yaşamın en büyük çabasının, zor olanın, tüm yaratıklar
bir lütuf olduğu bir yaşam yaratmak olduğunu henüz anlayamayan müslüman kardeşlerimiz için daha
geniş kapsamlı bir bilinç gerektirir.
~ Dr. Haedar Nashir, Muhammadiyah Başkan Yardımcısı
Bir kez daha cihadı savaş anlamına gelen kital kelimesinden ayırmalıyız. Cihad kelimesinden sonra daima
“fi sabilillah,” yani Allah yolunda gelir.
~ Jalaluddin Rakhmat, Endonezyalı Müslüman Entelektüel
3. KISIM
Şiir
Allahu Ekber
Yazan: Kyai Haji A. Mustofa Bisri
“Allahu Ekber!”
diye bağırır ve gürlersin,
küçük yaratıkları sindirip korkuyla titretirsin
“Allahu Ekber!”
Boynundaki damarlar şişer
sen “Allahu Ekber!” diye feryad ettikçe
ve kör bir ihtirasla cihada devam edersin
nefretin yakıp kül ederken
6. Bölüm: CIHAD
44
kendince “kötü” dediğin her şeyi
Allahu Ekber
Allah gerçekten de En Büyüktür
Eğer tüm sakinleri bu dünyanın,
ki bir toz zerresi kadar bile büyük değildir,
zındık olsaydı.. veya dindar...
O’nun Büyüklüğüne bulunamazdı en ufak bir etkide bile.
Senin vahşi mezalimine tanık olduğumda
hiç karşılaşmadığından emin oluyorum
En Sevgili, Merhametli ve Şefkatli olanla
O’nun sevgisi tüm yaratılanları kucaklarken
O’nun Adını hangi küstahlıkla ağzına alıyorsun
kibirle lanet okuyup yok ederken
O’nun yolunu arayanları?
Gerçekten cehenneme gideceklerse
neden onları Allah’ın öfkesine havale etmiyorsun
onlara azap verecek olan?
Ne zaman aldın bu İlahi fermanı
başkalarına işkence ve lanet etmek için?
Allahu Ekber!
Başka tanrılara tapınmak günahların en büyüğüdür
bu putlara tapınmanın en kötüsü de
O’na başkalarını ortak koşmaktır
kendinizi ilahlaştırarak
kendi (ilkel) anlayışınızı
mutlak Hakikat addetmektir
Allahu Ekber!
6. Bölüm: CIHAD
45
Şimdi yakın zamanda dikkate almamız gereken cihad çevreyi kurtarmak, adalet için savaşmak ve ister
politik çatışmalar ister haklı olduğu yolunda abartılmış iddialar olsun her yandan insan çatışmalarına yol
açan ve insani çalışmaları engelleyen "yalancı bir bilinç" şeklinde bilincimizde gömülü sterotiplerden
kendimizi kurtarmak ve doğru olan içın savaşmak üzere yeni ve daha geniş kapsamlı bir bilinç
oluşturmaktır. Bana göre çağımızın “büyük cihadı” budur.
~ Moeslim Abdurrahman, Endonezyalı Müslüman Entelektüel
Bilgi arama da cihad olarak görülür, çünkü bilgisizliği ortadan kaldırır. Bilgisizliği ortadan kaldırmak
veya bitirmek dinin istediği bir doğru davranış şeklidir. Bu da cihaddır. Bu nedenle başkasının eğitiminin
ücretini ödemek de cihaddır
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulama Kıdemli Danışmanı
İslami yatılı okullarda eğitim dalında içten çaba gösteren kişiler de cihad yapmaktadır.
~ Kyai Haji Abdul Muqiet Arief, Endonezya Jember'de Bahrul Ulum İslami Yatılı Okulu Müdürü
Bu tür davranışlara neden olan cihadın yaygın şekilde yanlış anlaşılması değil mi? Aslında tek bir nedeni
var: bilgisizlik. Bu nedenle bilgisizlik ve aptallığın günümüz Müslüman toplumlarında çatışmanın temel
nedeni olduğu sonucuna varmalıyız. Çalışmayı gerçekten engellemek istiyorsak, dinimizi daha derinden
inceleyelim ve böylece farklılıklar ve benzerlikler durumunda ne yapacağımızı anlayalım. Bana göre
farklı olup benzer bir anlayışa (yüksek) sahip olmak, hepimizin aynı olup bilgisiz olmasından daha iyidir.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulama Kıdemli Danışmanı
Hazreti Muhammed fakir ve ezilenleri savunmak için çabalayan birisinin Allah'ın dinini savunmak için
çabalayan ve hiç durmadan her gece dua edip tüm gün oruç tutan birisiyle aynı sevaba sahip olacağını
söylemiştir.
~ Kyai Haji A. Washil Syarbini, Endonezya Jember'de Sumberweringin İslami Yatılı Okul Müdürü
Ailesinin eğitimi ve esenliği için içten çaba gösteren bir eş ve anne cihad yapmaktadır.
~ Kyai Haji Abdul Muqiet Arief, Endonezya Jember'de Bahrul Ulum İslami Yatılı Okulu Müdürü
Bu şekilde ne zaman kendimi veya başkalarını hırsızlık, yolsuzluk, zalimlik, düşmanlık, korkutma ve bu
şekilde benzer tiksindirici eylemlerden korusam bu da cihaddır ve Allah bunu yapanlara birçok sevap
yazacaktır.
~ Muhammad Sayyid Tantawi, Mısır Kahire'de al-Azhar Büyük Şeyhi
6. Bölüm: CIHAD
46
Sosyal düzeni adaletsizlik ve despotluktan adil bir düzene dönüştürmek çok önemli bir cihad şeklidir.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
İslama göre en zor cihad şekli cesur bir adamın zalim ve despot bir hükümdar önünde doğruyu
konuşmasıdır.
~ Kyai Haji M. Tolchah Hasan, Nahdlatul Ulama Kıdemli Danışmanı
Böyle sükse yapmış olan fiziksel cihad bireylerin yetkisinde değildir. Peygamber zamanından beri mevcut
olan organize bir toplumda fiziksel cihad devletin sorumluluğundadır ve artık para cezaları veya hapse
atma dahil olmak üzere kişileri cezalandırma için mevcut yasal teşkilatın da dahil olduğu devletin
baskılayıcı kurumları tarafından profesyonel olarak yapılmaktadır. Devlet ve ilgili kurumlarının
yetkisinde bir düşmanı öldürmek için gerekli olabilecek askeri birlikler gibi birçok fiziksel cihad yönü
mevcuttur.
~ Kyai Haji Masdar Mas’udi, Nahdlatul Ulama Başkan Yardımcısı
En büyük düşmanımız bencil arzulardır ve o düşman içimizde yer alır. Kendi egoizm ve arzularımızı
yenme konusunda başarılı olduktan sonra başka şeylerle ilgilenmeye başlayabiliriz.
~ Kyai Haji M. Yusuf Chudlori, Endonezya Tegalrejo'da Asrama Perguruan Tinggi İslami Yatılı Okul
Müdürü
Daha büyük cihadı yapabilen kişiler küçük cihadda da başarılı olacaktır. İş ortamlarını başarıyla
düzenleyebilecek ve ülke için iyi bir örnek olacak şekilde iyi çalışan politik partiler, sağlıklı bir
parlamento, sağlıklı bir kabine oluşturabilecek ve liderlik yapabileceklerdir. Ancak kendi egoizm ve
arzularımızı baskılamadan ve bu şekilde büyük cihadda başarılı olmadan daha küçük cihadlara kalkışırsak
sadece insanlığın kaosuna ve çektiği acılara katkıda bulunmuş oluruz.
~ Mohamad Sobary, Endonezyalı Tanınmış Kişi
Hatırlatmak isterim ki Müslümanların affedici bir tutuma girmesi gerekir. Affetme eksikliği Tanrı'ya
tümüyle kendini bırakanların bir özelliği değildir. Affedin ve daima iyi yapmaya çalışın. Kuran başınıza
ne kötülük gelirse kendi ellerinizle yaptıklarınızın bir sonucu olduğunu söyler. Ancak Allah sizin
işlediğiniz günahlardan çok daha fazlasını affetmiştir.
~ Kyai Haji Abdurrahman Wahid, Eski Endonezya Cumhurbaşkanı ve Nahdlatul Ulama Başkanı (19841999)
KAPANIŞ
Değerli izleyiciler, cihadla ilgili olarak bu Müslüman alimler ve din adamlarının olgun değerlendirmesini
dinledikten sonra görüyoruz ki hiçbirisi cihadın öldürme ve yok etme olduğuna dair günümüzde yaygın
olan yanlış kanıyı onaylamıyor.
6. Bölüm: CIHAD
47
Cihad Arap dilinden gelmektedir. Jahada ifadesi düşünce, fiziksel eylem veya ruhani gayretin belirli bir
özelliğini tarif eder. Düşünce kısmına bakarsak, Araplar ijtihad’dan bahseder, ve bu da bilgi alanında
faydalı bir şey elde etmek için tüm zihinsel kapasitenizi içtenlikle aktarmak anlamına gelir. Buna ijtihad
denir. Allah’a kavuşmak için içtenlikle ve ciddiyetle uğraştığımızda ise, Araplar buna mujahaddah der.
Kalbimizden tüm garez ve kıskançlığı atmak için çaba sarfetmek, ve enerjimizin son damlasını kullanarak
Allah’a yaklaşmak ve bunu yapabilme yeteneği... buna mujahaddah denir.
Fiziksel cihad – insanların genellikle kıtal, veya savaşla karıştırdığı – doğruyu savunma ve baskı
altındakileri koruma çabasıdır. Eğer bu türden bir cihad bile savaş formuna bürünürse bu keyfi olarak
bireyler veya organizasyonlar tarafından sürdürülemez, çünkü bu anarşi yaratır. Savaş bağlamında cihad
ilan edebilecek ve yürütebilecek tek otorite devlettir.
Hükümetler bazen savaş içeren türde bir cihad ilan etmede umursamaz olabilir. Ve savaş konusunu bile
değerlendirmiş olsak, cihadın bu ve başka formlarından jihad fisabilillah, veya Allah yolunda cihad
olarak söz edilir. Ve elbette bir taraftan Allah’ın yoluyla uyumlu olmayan yöntemler kullanırken diğer
taraftan Allah youlunda cihad edemeyiz.
Canımızın istediği şeyi yapamayız. Kesinlikle yapamayız! Örneğin eziyet ve kaosu, veya popüler
kullanımıyla terörizmi uygulayanları ele alalım. Bu savaş değildir, kıtal değildir, ve kesinlikle cihad
değildir. Bu yıkımdan başka bir şey değildir, açık ve net. Bir kişi savaş anlamında cihaddan bahsettiğinde,
uyulması gereken kesin kurallar vardır. Örneğin: kim öldürülebilir; kim öldürülemez. Kimle savaşılabilir;
kimle savaşılamaz. Bireyler, organizasyonlar veya grupların savaş ilan etmeye kesinlikle hakkı yoktur,
kuralları olmayan hayvani bir yıkım kampanyasına ise hiç yok.
Mekke’li müşrikler İslam’a saldırdığında, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Müslümanların
kadınları ve çocukları öldürmesini, ağaçları yakmasını veya kesmesini, ya da koyduğu diğer savaş
kurallarını ihlal etmesini yasaklamıştır. Terörizm altında kaos ve yıkım tohumları ekenlerin kulakları
kadınların, çocukların ve yaşayan her şeyin ıstırabına kapalıdır. Sadece yollarına çıkan her şeyi yıkarlar.
Bu hiçbir şekilde haklı gösterilemez. Onların yaptığı şey ne Allah yolunda mücadele ne de savaş
anlamında İslam'dan anlaşılan cihad değil.
Değerli izleyiciler, başka bir konuyu ele almak üzere tekrar görüşeceğiz. O zamana dek, huzurla kalın.
6. Bölüm: CIHAD
48

Benzer belgeler