bildiri kitabını indirmek için tıklayınız

Transkript

bildiri kitabını indirmek için tıklayınız
BİLDİRİ KİTABI
1
Sayın Meslektaşlarımız,
Geleneksel olarak düzenlenen “9.Ege Pediatri ve 5.Ege Pediatri Hemşireliği Kongresi” 01.12.2015
-04.12.2015 tarihlerinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Muhittin Erel ve 20 Mayıs amfilerinde
düzenlenecektir.
Bu yılda da, hedef kitlemiz olan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları asistanları, uzmanları aile hekimleri
ve pediatri hemşirelerinin günlük çalışma pratiğine yönelik güncel bilgi ve deneyimleri içeren bir
program hazırlanmıştır.
Toplantının 1. gününde (01.12.2015), “EGENEOSİM (Ege Neonataloji Simülasyon Kursu” ve Çocukta
ileri yaşam desteği (ÇİYAD) kursları ile başlayacak kurslar, 02.12.2015 tarihinde
“Elektrokardiografi”, “Olgularla İmmun Yetmezlik”, “Sağlıklı Çocuk İzlemi ve Aşılar” ve “Pediatrik
Hasta Güvenliği” kursları ile eşzamanlı devam edecektir.
Üçüncü günde (03.12.2015), hekim ve hemşirelere yönelik ortak toplantılar düzenlenmiş olup,
“Yaşamın İlk 1000 Günü”, “Sosyal Sorunlar ve Çocuk, “Probiotikler” ve “Solunumsal Sorunlar”
gibi konular ele alınacaktır. Ayrıca, bu günde yine hekim ve hemşireleri birlikte ilgilendiren ortak
sözel ve poster bildirilerinin sunumu ve tartışılması planlanmıştır.
Dördüncü günde, yine eş zamanlı olarak hekim ve hemşirelik oturumları ayrı salonlarda devam
edecektir. Bu günde, hekim oturumlarında, “Pediatride İnteraktif Söyleşiler; Olgularla Uzmanına
Danışalım” ardışık oturumlarında 6 farklı hastalığa yaklaşım interaktif olarak irdelenecektir.
Hemşirelik oturumlarında, kanıta dayalı uygulamaların önemi, pediatrik uygulamalarda bakım
paketleri, terapötik yaklaşım ve etkin bakım-etkin maliyet konuları değerlendirilecektir. Ayrıca,
bu günde hekim ve hemşireler ayrı salonlarda, kendi sözel ve poster bildiri oturumlarını
sürdüreceklerdir.
Çocuk hekimliğinin ayrılmaz unsurları olan hekim ve hemşirelerin ortak bakış açılarının
gelişmesine katkı sağlayacağını düşündüğümüz “9.Ege Pediatri ve 5.Ege Pediatri Hemşireliği
Kongresi”nde buluşmayı diler saygılarımızı sunarız.
Prof.Dr.Zümrüt BAŞBAKKAL
Prof.Dr.Savaş KANSOY
EÜ Hemşirelik Fakültesi
EÜTF Çocuk Sağlığı ve Hast
Çocuk Sağ. Ve Hast.Hemşireliği AD Bşk
Anabilim Dalı Başkanı
2
KURULLAR
9.EGE PEDİATRİ KONGRESİ DÜZENLEME KURULU
Prof. Dr. Sarenur Gökben
Prof. Dr .Ferda Özkınay
Prof. Dr. Esen Demir
Prof. Dr. Zafer Kurugöl
Prof. Dr. Sadık Akşit
Prof. Dr. Yeşim Aydınok
Prof. Dr. Ertürk Levent
Prof. Dr. Mehmet Yalaz
Prof. Dr. Güzide Aksu
Prof. Dr. Güldane Koturoğlu
Doç. Dr. Ahmet Keskinoğlu
Doç. Dr. Feyza Koç
9.EGE PEDİATRİ KONGRESİ BİLİMSEL SEKRETERYASI
Doç. Dr. Samim Özen
Uzm. Dr .Aslı Aslan
Uzm. Dr. Tahir Atik
Uzm. Dr. Sanem Keskin Yılmaz
3
5.EGE PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ KONGRESİ DÜZENLEME KURULU
Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL*
Doç. Dr. Hatice BAL YILMAZ*
Doç. Dr. Selmin ŞENOL*
Yrd. Doç. Dr. Bahire BOLIŞIK*
Yard. Doç. Dr. Figen YARDIMCI*
Yard. Doç. Dr. Nurdan AKÇAY DİDİŞEN*
Yrd. Doç. Dr. Esma SÜLÜ UĞURLU*
Arş. Gör. Dr. Ayşe KAHRAMAN*
Arş. Gör. Gülçin Özalp GERÇEKER*
Arş. Gör. Elif BİLSİN*
Arş. Gör. Şeyda BİNAY*
Arş. Gör. Hamide Nur ÇEVİK*
Arş. Gör. Atiye KARAKUL*
Arş. Gör. Dilek ZENGİN*
Arş. Gör. Seda ARDAHAN*
Arş. Gör. Merve GÜMÜŞ*
Selma AKPINAR**
Sevinç YAVAŞ**
*Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.D.
**Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi
4
5.EGE PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ KONGRESİ BİLİMSEL SEKRETERYA
Yard. Doç. Dr. Nurdan AKÇAY DİDİŞEN
Arş. Gör. Gülçin ÖZALP GERÇEKER
Arş. Gör. Elif BİLSİN
Pediatri Hemşireliği Bilimsel Kurulu
Onursal Başkan
Prof. Dr. Zeynep CONK
Bilimsel Kurulu
Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL
Doç. Dr. Candan ÖZTÜRK
Doç. Dr. Hatice YILDIRIM SARI
Doç. Dr. Hatice BAL YILMAZ
Doç. Dr. Selmin ŞENOL
Doç. Dr. Murat BEKTAŞ
Doç.Dr. Münevver KILIÇ
Yrd. Doç. Dr. Bahire BOLIŞIK
Yrd. Doç. Dr. Fahriye VATAN
Yrd. Doç. Dr. Dilek ERGİN
Yard. Doç. Dr. Figen YARDIMCI
Yrd. Doç. Dr. Dilek BEYTUT
Yard. Doç. Dr. Nurdan AKÇAY DİDİŞEN
Yrd. Doç. Dr. Esma SÜLÜ UĞURLU
Yrd. Doç. Dr. Betül YAVUZ
Arş. Gör. Gülçin ÖZALP GERÇEKER
5
Arş. Gör. Elif BİLSİN
Başhemşire Selma AKPINAR
Başhemşire Ayse İSLAMOĞLU
Başhemşire Esin AÇIKEL
Uzman Hemşire Serpil ŞEKER
Hemşire Hülya GÜRBÜZ
Hemşire İlkay DUYAR MEMİŞ
6
SÖZEL
BİLDİRİLER
7
S-01 - PEDİATRİ KLİNİKLERİNDE REFAKATÇİ OLARAK KALAN ANNELERİN
YAŞADIKLARI SORUNLARIN VE DEPRESYON-ANKSİYETE-STRES
DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
AYFER AÇIKGÖZ , DİLEK ŞAYIK , SEMRA SÖNGÜT , YELİZ KAYA , İMDAT
KÖKSAL ,
1
2
3
1
4
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ, HEMŞİRELİK
BÖLÜMÜ, 2ESKİŞEHİR DEVLET HASTANESİ, 3ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK
BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ, HEMŞİRELİK ABD, 4GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ, ZİLE MESLEK YÜKSEK
OKULU, BİLGİSAYAR PROGRAMCILIĞI BÖLÜMÜ,
1
Amaç:Hastane ortamı sadece hasta çocuk için değil, yanında refakatçi olarak kalan kişi içinde tanımadığı yabancı bir
ortam, tanımadığı kişiler, bilmediği işlemler ve kontrolü kaybetme duygusu anlamına gelebilir. Pediatri kliniklerinde
refakatçi olarak genellikle anneler kalmaktadır ve annelerin yaşadığı olumsuz duyguların çocukları ve çocukların
iyileşme sürecini olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Bu çalışma; pediatri kliniklerinde refakatçi olarak kalan annelerin
yaşadıkları sorunların ve hastanede kalmanın depresyon belirtileri, anksiyete ve stres düzeylerine etkisinin belirlenmesi
amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. Araştırma Eskişehir Devlet Hastanesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Ekim- Aralık 2014 tarihleri arasında, pediatri kliniğinde refakatçi olarak kalan ve çalışmaya
katılmayı kabul eden 285 anne ile tamamlandı. Çalışma yapılmadan önce kurumlardan izin ve etik kurul izni alındı.
Tanımlayıcı veriler ve hastanede yaşanan güçlükler araştırmacılar tarafından hazırlanan “veri toplama formu” ile,
depresyon, anksiyete ve stres düzeyleri ise Depresyon-Anksiyete-Stres Skalası ile toplandı. Veriler SPSS paket
programında (sürüm 17) değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesinde ki-kare testi, bağımsız örneklem T Testi ve
korelasyon testi kullanıldı.
Bulgular:Çalışmaya katılan annelerin %9,8'inin hafif, %10,9'unun orta, %3,5'inin ileri ve %1,4'ünün çok ileri düzeyde
stres yaşadığı, % 6,7'sinde hafif, % 11,2'sinde orta, %8,4'ünde ileri ve %7,0'ında çok ileri düzeyde anksiyete olduğu
saptandı. Annelerin depresyon düzeylerine bakıldığında ise; %7,3'ünde hafif, %8,8'inde orta, %6,0'sında ileri ve
%3,2'sinde çok ileri düzeyde depresyon belirtileri olduğu belirlendi. Annelerin %38,9’u refakatçi kaldığı esnada sorun
yaşadığını belirtirken, en fazla yaşanan sorunun %34,7 oranı ile "uyku düzeninde bozulma" olduğu görüldü. Annelerin
18 (%34,74)'inin sağlık personeli ile iletişim sorunu yaşadığı ve sağlık personeli ile iletişim sorunu yaşayıp-yaşamama
ile anksiyete (p=,018), stres (p=,041), depresyon (p=,003) düzeyleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olduğu
saptandı. Çocuğun hastanede kaldığı süre içinde annenin sorun yaşayıp-yaşamaması ile depresyon (p=, 047), anksiyete
(p=, 002), stres (p=, 042) düzeyleri arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Çocuğun hastanede yattığı gün
sayısı ile annelerin; depresyon (p=, 000), anksiyete (p=, 001), stres (p=, 014) düzeyleri arasındaki ilişki istatistiksel
olarak anlamlı bulundu. Çocukların hastanede kaldıkları süre arttıkça annelerin depresyon (r=, 223), anksiyete (r=, 143),
stres (r=, 204) düzeyinin de arttığı görüldü. Annenin refakatçi kaldığı gün sayısı arttıkça depresyon (r=,212), anksiyete
(r=, 147), stres (r=, 221) düzeylerinin arttığı ve bu sonuçların da istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi.
Çocukların yaşı ile annelerin depresyon anksiyete stres düzeyi arasında anlamlı ilişki (depresyon p= 0.037, anksiyete p=
0.014, stres p= 0.002) olduğu ve çocuğu daha küçük annelerin depresyon (r=-,081), ansiyete (r=-,157), stres (r=-,123)
düzeylerinin daha fazla olduğu saptandı. Hastane personelinden korkan çocukların oranı %26,3 tü. Bu durumun annenin
depresyon (p=, 693), anksiyete (p= ,144) ve stres (p=,890) düzeyleri üzerine etkisi olmadığı tespit edildi.
Sonuç:Sonuç olarak; hastanede refakatçi olarak kalan annelerin %25,6'sının stres, %33,3'ünün anksiyete yaşadığı ve
%26,0'sında depresyon belirtilerinin olduğu tespit edildi. Annenin yaşadığı sorunların anksiyete, stres, depresyon
düzeylerini olumsuz yönde etkilediği görüldü. Önerimiz; hasta çocuklar ve refakatçileri ile en fazla vakit geçiren ve
8
onları en iyi gözlemleyebilen hemşirelerin, rafakatçilerin yaşadığı sorunlara karşı duyarlı olmaları ve imkanlar dahilinde
çözmeye çalışmalarıdır.
Anahtar:Anksiyete, stres, depresyon, anne, hasta çocuk
9
S-02 - EPİLEPSİ HASTALIĞI OLAN ÇOCUK VE EBEVEYNLERİNE YÖNELİK
HAZIRLANAN MODÜLER EĞİTİM PROGRAMININ HASTALIK YÖNETİMİNE
ETKİSİ
Fatma Dilek TURAN GÜRHOPUR , Ayşegül İŞLER DALGIÇ ,
1
1
Akdeniz Üniversitesi,
1
Amaç:Araştırma, “Epilepsi Hastalığı Olan Çocuk ve Ebeveynlerine Yönelik Hazırlanan Modüler Eğitim Programı”
(EÇEMEP)’nın, çocuk ve ebeveynlerin bilgi düzeyi, nöbet öz-yeterliği, yaşam kalitesi, kaygı düzeyi ve hastalık
yönetimine etkisini değerlendirmek amacıyla, randomize kontrollü çalışma olarak planlanmıştır.
Yöntem:Araştırmaya, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Çocuk Nöroloji Polikliniği’nde Ocak-Haziran 2014 tarihleri
arasında epilepsi tanısı ile izlenen, zihinsel yetersizliği olmayan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 7-18 yaş grubunda
olan toplam 92 çocuk ve ebeveyni katılmıştır. Deney grubunu 42 çocuk ve ebeveyni, kontrol grubunu ise 50 çocuk ve
ebeveyni oluşturmuştur. Araştırmada kullanılan EÇEMEP, çocuk ve ebeveynler ile yapılan görüşmeler, uzman görüşleri
ve literatür doğrultusunda hazırlanmıştır. Deney grubundaki çocuklar ve ebeveynlerine EÇEMEP interaktif eğitimler
şeklinde uygulanmıştır. Uygulama öncesi ve sonrasında deney ve kontrol grubundaki çocuklara ilişkin veriler;
Çocuklara Yönelik Epilepsi Bilgi Testi, Epilepsili Çocuklarda Nöbet Öz-Yeterlik Ölçeği, Epilepsiye İlişkin Yaşam
Kalitesi Ölçeği kullanılarak araştırmacı tarafından yüzyüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Ebeveynlere ilişkin veriler
ise; Aile Tanıtım Formu, Ebeveyne Yönelik Epilepsi Bilgi Ölçeği ve Nöbetlere Yönelik Ebeveyn Kaygıları Ölçeği ile
toplanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Girişimsel Olmayan Klinik
Araştırmalar Etik Kurulu ve Akdeniz Üniversitesi Hastanesi onayı ile çocuk ve ebeveynlerinden yazılı onam alınmıştır.
Veriler; sayı, yüzde, Chronbach alfa, bağımsız gruplarda t testi, Kolmogorov-Smirnov testi, ki-kare testi, tekrarlı
ölçümlerde varyans analizi, Duncan’s testleri ve pearson korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular:Uygulama sonrası, deney grubundaki çocukların bilgi, nöbet öz-yeterlik ve yaşam kalitesi puan
ortalamalarının arttığı, kontrol grubundaki çocukların puan ortalamalarının ise azaldığı ve grupların puan ortalamaları
arasındaki farkın istatistiksel olarak önemli olduğu saptanmıştır (p<0.001). Uygulama sonrasında deney grubundaki
ebeveynlerin epilepsiye ilişkin bilgi puan ortalamaları artarken, kontrol grubundakilerin azaldığı ve grupların puan
ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak önemli olduğu belirlenmiştir (p<0.001). Ancak, uygulama sonrasında
deney grubundaki ebeveynlerin kaygı puan ortalamaları belirgin olarak artarken, kontrol grubundakilerin kaygı puanları
daha az artış göstermiş ve aralarındaki farkın istatistiksel olarak önemli olduğu bulunmuştur (p<0.001). İzlemlerde,
deney grubundaki çocuk ve ebeveynlerin kontrol grubundakilere göre hastalığa ilişkin daha olumlu görüşler kazandığı
belirlenmiştir.
Sonuç:Sonuçlar doğrultusunda, hemşirelerin multidisipliner yaklaşımla epilepsi hastalığı olan çocuk ve ebeveynlere
düzenli eğitim vermeleri önerilmiştir.
Anahtar:Epilepsi, Çocuk, Ebeveyn, Modüler Eğitim, Bilgi, Yaşam kalitesi, Öz-yeterlik, Kaygı, Hemşire
10
S-03 - TÜRKİYE’DE ÇOCUKLARDA BASI YARASI GELİŞMESİNİ
DEĞERLENDİREN ÇALIŞMALARIN İNCELENMESİ
Murat BEKTAŞ , Dijle AYAR , İlknur BEKTAŞ , Aslı AKDENİZ KUDUBEŞ , Yasemin
SELEKOĞLU , Sema SAL ALTAN , İsa ÇELİK ,
1
1
1
1
1
1
1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Amaç:Bu çalışma, Türkiye’de çocuk hastalarda bası yarası, etkileyen faktörler ve önlenmesine yönelik çalışmaların
incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem:Tanımlayıcı nitelikte olan bu çalışmada, Yüksek Öğretim Kurumu, Türk Atıf Dizini, Türk Tıp Dizini ve Türk
Medline veri tabanları baz alınarak “Bası Yarası”, “Bası Ülseri”, “Basınç Yarası” ve “Basınç Ülserleri” anahtar
kelimeleri ile 1995-2015 yıllarına ait çalışmalar incelenmiş ve 10 çalışmaya ulaşılmıştır. Tam metnine ulaşılan
çalışmalara (n=10) ait bulgular sayı ve yüzde olarak verilmiştir.
Bulgular:Çocuklarda basınç yarasına yönelik çalışmaları %30’u (n=3) derleme, %20’si (n=2) psikometrik çalışmalar,
%20’si (n=2) olgu sunumu ve %30’u (n=3) ise araştırma makalesidir. Çalışmaya alınan çocukların çoğunluğunun 1 ay-5
yaş arasında ve yarısından fazlasının erkek çocuklarda oluştuğu bulunmuştur. Çalışmaların büyük çoğunluğunun
çocuklarda basınç yarasını belirlemede anahtar rol oynayan hemşireler tarafından (n=6) yapıldığı belirlenmiştir.
Çalışmalarda veri toplama aracı olarak araştırmacılar tarafından hazırlanan soru formu ve çeşitli ölçekler (Braden Q
Skalası ve Glamorgan Pediatrik Basınç Ülseri Risk Tanılama Ölçeği) kullanılmıştır. Ulaşılan çalışmaların tamamının
tanımlayıcı nitelikte olduğu ve bu konuya yönelik deneysel çalışma olmadığı belirlenmiştir. Basınç yaralarının
evrelendirilmesinde Avrupa Basınç Ülseri Danışma Paneli’nin ortak yayınladığı evrelerin ve Braden Q Skalasının
kullanıldığı belirlenmiştir. Çalışmaya dahil edilen çocukların %57.5-100 arasında mekanik ventilasyonda izlendiği,
%24-69.6 arasında parenteral yolla beslendiği ve büyük çoğunluğunun bezlendiği, ortalama 43.4 ile 80 gün hastanede
yattıkları belirlenmiştir. Çocuklarda basınç yarasının oluşma nedenine bakıldığında; büyük çoğunluğunun (%32) basınç
yarasının bakım ve tedavide kullanılan alet/malzeme ile ilişkili olduğu (flaster, idrar sondası ya da saturasyon probu,
ayak tespit ateli) sonucuna ulaşılmıştır. Basınç yaralarının oluşum bölgelerine bakıldığında, yaraların sırasıyla ayak
topuğunda, oksipital bölgede, koksikste, glutea/ inguinal bölgede ve dizde geliştiği saptanmıştır.
Sonuç:İncelenen çalışmalar sonucunda, çocuklarda basınç yarasını değerlendiren geçerlik ve güvenirliği sağlanmış
standart ölçüm araçlarının sınırlı sayıda olduğu ve bu araçların da 2014 yılı sonrasında yapıldığı saptanmıştır. Var olan
ölçüm araçlarının örneklem sayısının sınırlı olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda basınç yarası gelişimini önlemek ve
izlemini sağlamak amacıyla standart bir ölçüm aracına ihtiyaç vardır. Ülkemizde çocuklarda basınç yarasını önlemeye
yönelik girişimsel çalışmaların yaygınlaştırılması, özellikle doktora çalışmalarında olmak üzere lisansüstü çalışmalarda
çocuklarda basınç yarası nedenleri ve sonuçlarının incelenerek, çözüm yolları geliştirilmesi, konusunda yapılacak
deneysel çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar:çocuk, bası yarası, basınç ülseri
11
S-04 - ANNELERİN ÇOCUKLARI İÇİN UYGULADIKLARI AKILCI İLAÇ
UYGULAMALARI
Betül YAVUZ , Nurdan AKÇAY DİDİŞEN , Ayfer AÇIKGÖZ , İnci ARIKAN , Filiz
ÖZYİĞİT , Yaşar DURMAZ , Meryem ATAK , Canan GÜRKAŞ ULUHAN , Hülya KÖK ,
1
5
2
6
1
3
4
7
8
Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği AD. Kütahya, 2Ege
Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği AD. İzmir, 3Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Eskişehir, 4Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk
Sağlığı AD. Kütahya, 5Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji AD. Kütahya, 6Dumlupınar Üniversitesi Tıp
Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları AD. Kütahya, 7Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi Hematoloji Servisi, 8Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Eskişehir ,
1
Amaç:Giriş-amaç: Akılcı ilaç (AKİ) kullanımı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ta¬rafından; kişilerin klinik bulgularına ve
bireysel özellik¬lerine göre uygun ilacı, uygun süre ve dozda, en düşük fiyata ve kolayca sağlayabilmeleri olarak
tanımlanmak¬tadır. Araştırmanın amacı annelerin çocuklarında uyguladıkları akılcı ilaç uygulamalarını belirlemektir.
Yöntem:Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte yapılan araştırmanın evrenini üç üniversite hastanesinin çocuk
polikliniklerine başvuran ve çocuk servislerinde yatmakta olan çocukların anneleri oluşturmuştur. Araştırmaya katılmayı
kabul eden ve 0-6 yaş çocuğu olan toplam 801 anne araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırma verilerinin
toplanmasında annelerin sosyodemografik bilgileri ve akılcı ilaç kullanımına yönelik davranışlarını sorgulayan bilgi
formu kullanılmıştır. Veriler sayı, yüzde dağılımları, Ki-kare testi kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırmanın
uygulanabilmesi için etik kurul onayı, kurum izni ve araştırmaya katılan annelerden izin alınmıştır.
Bulgular:Bulgular: Annelerin yaş ortalaması 30.8 ± 5.5 (min: 18, max: 52)’dir. Araştırmaya katılan annelerin
%34.7'inin 30-34 yaş arasında, %79.4'ünün ev hanımı olduğu, %55.4'ünün ilköğretim mezunu oluğu belirlenmiştir.
Annelerin %93.3’ü (n=747) sadece hekimin verdiği ilaçla¬rı, %93.5’inin (n=749) ilaçları reçetede belirtilen miktarda
uygun bir şekilde kullandıklarını, %92.4’ü (n=740) ilaç¬ları uygun koşullarda sakladıklarını bildirdi. Katılımcıla¬rın
%88.0’ı (n=705) hekimin önerdiği süreye kadar ilacı kullandıklarını, %12.1’i (n=97) aynı etkiye sahip ama ucuz olan
ilacı tercih ettiklerini ve %87.8’i (n=703) ilaç temininde sıkıntı yaşamadığını belirtti. Annelerin yaşı, çalışma durumu,
yaşadığı yer, ailenin gelir düzeyi, çocuğun cinsiyeti ile akılcı ilaç kullanım davranışı arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmadı. Annenin eğitim durumu ile akılcı ilaç kullanım davranışı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
olduğu saptandı
Sonuç:Sonuç: Sonuç olarak annelerin akılcı ilaç kullanımı konusunda yeterli bilgiye sahip olmaları için akılcı ilaç
kullanımına ilişkin eğitim progralarına gereksinim vardır.
Anahtar:akılcı ilaç kullanımı, anne, bilgi, davranış, çocuk
12
S-05 - AYDIN’DA AKREP SOKMALARININ EPİDEMİYOLOJİK, KLİNİK
ÖZELLİKLERİ VE SONUÇLARI: 51 OLGUNUN ANALİZİ
Yasin BULUT , Semiha TERLEMEZ , Yavuz TOKGÖZ , Derviş GÖKDOĞAN ,
1
2
1
1
Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilimdalı, 2Adnan
Menderes Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı,
1
Amaç:Akrep sokması Aydın ve çevresinde yaygındır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’nin batısında ki Aydın’da akrep
sokmalarının klinik etkilerini tanımlamak ve prognoza etki eden faktörleri saptamaktır.
Yöntem: Ocak 2014’den ve Kasım 2015’e kadar Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama ve Araştırma
Hastanesi Çocuk Acil servisine yaoılan başvurulardan akrep sokması olan 51 hasta geriye dönük olarak incelendi.
Demografik veriler, akrep sokmasının durumu, sokma bölgesi, olay yeri, hastaneye ulaşma zamanı, lokal ve sistemik
etkiler, vital bulgular, şok varlığı, antiveneom kullanımı, yoğun bakım ve inotrop gereksinimi ile ilgili bilgiler geriye
dönük olarak kayıt edildi
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 72.5 ±15.1 olan 50 hasta (27 kız ve 24 erkek) dâhil edildi. Akrep sokmaların
çoğunluğu (%46.2) 18:00 ve 24:00 saatleri arasında meydana geldi. Sokmaların %34,6 sı bahçe ve tarlada , 30.7’si evin
içinde meydana geldi. Vakaların %11.6’sı (n=6) yatakta uyurken sokuldu. Akrepler tarafından en çok sokulan bölge el
parmakları idi. Vakalarda en çok meydana gelen semptom ani lokalize ağrı (%97.5) idi ve 27 hastada (%54) ağrı şiddetli
idi. Diğer lokal etkiler kızarıklık (%35), duyarlılık (%40), uyuşma (%41.7) idi. En yaygın minor etkiler hastaların
%19.7’sinde meydana gelen terleme idi. 6 hastada (%11,7) major sistemik zehirlenmeye bağlı geçici kardiyak fonksiyon
bozukluğu ve miyokard hasarı görüldü. 2 hastada (% 4) olay sonrası ilk 1 saatte generalize tonik konvülzyon gözlendi.
15 hasta (%29,7) taşikardi, hipertansiyon, hipotansiyon, konvülzyon, priapizm gibi sistemik etkiler nedeniyle yoğun
bakım ünitesinde izlendi ve anti venom uygulandı. 5 hastaya kardiak disfonksiyon nedeniyle pozitif inotrop(Dobutamin)
infüzyonu uygulandı.1 hastada akciğer ödemi gelişti.
Sonuç:Aydın ve civarındaki bölgede oluşan akrep sokmalarının çoğunluğu ciddi veya hayatı tehdit edici etkilere neden
olmamakla birlikte %12 kadarında görülen kardiak disfonksiyon ve %2'sinde görülen konvülzyon bu olguların yoğun
bakım ünitesi olan kurumlarda takibini zorunlu kılmaktadır. Akrep sokmaların 1/3'lük kısmı ev içinde ve gece meydana
gelmektedir. Bu nedenle alınabilecek tedbirler arasında yer alan ev ve çevrenin ilaçlanması önem arzetmektedir..
Anahtar:
13
S-06 - İNEKSÜTÜ KOMPONENTLERİ İLE KOYUN VE KEÇİ SÜTÜ ÇAPRAZ
DUYARLILIĞI
Esen DEMİR , Nurşen CİĞERCİ GÜNAYDIN , Ezgi ULUSOY , Cem Murat BAL , Figen
GÜLEN , Kerem AKSAKAL , Remziye TANAÇ ,
1
1
1
1
3
2
3
Ege Üniversitesi Çocuk Alerji Ve İmmünoloji Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıklar Blimi Dalı, 3Ege
Üniversitesi Çocuk Alerji Ve İmmünoloji Bilim Dal,
1
Amaç:İnek sütü alerjisi(ISA) tanısı ile izlenen hastaların süt alerjen komponentleri duyarlılığı ile keçi sütü(KS) ve
koyun sütüyle(KoS) çapraz reaksiyonlar açısından değerlendirilmesidir.
Yöntem:İnek sütü alerjisi(ISA) tanısı ile izlenen 66 hasta süt alerjen komponentleri duyarlılığı ile keçi sütü(KS) ve
koyun sütüyle(KoS) çapraz reaksiyonlar açısından değerlendirilmiştir.
Bulgular:Hastaların %20.3’ünde(n:13) yakınmalar 0-3 ayda başlamış olup yakınma başlangıç ve tanı yaşları 4.7±2.8(118ay) ve 7.8±4.7(1-24 ay)dır ve başvuru anında %24,3’ünde(n:16) tolerans gözlenmiştir. Eliminasyon uygulanan
hastalarda 31.9±45.5(2-136)ayda sadece 2(%4) hastada tolerans gelişmiştir. İS-spIgE(f2):33.4±108.2(0-862)kUA/L,
KS-spIgE(f300):18,7±28.2 kUA/L, KoS-spIgE(f326):21±30,3kUA/L olup, KS-spIgE ve KoS-spIgE %84.8 ve %84.8
oranlarında pozitiftir. Süt komponentlerinden α-laktalbumin-spIgE(f76): 11.4±19.7kUA/L, β-laktoglobulinspIgE(f77):9.8±17.6kUA/L, kazein-spIgE(f78):21.9±32.2 kUA/L olup, sırasıyla %69.7, %62.7, %77.3 oranlarında
pozitifdir. Eliminasyon ve tolerans grubunun f2 düzeyleri farklı olup sırasıyla 42.3±123.8, 7.8±11.6kUA/L
şeklindedir(p.0.001). Cinsiyet, akrabalık, yakınma ve tanı yaşları, IgE ve eozinofili ile gruplar arasında fark
yoktur(p>0.05). Eliminasyon grubunda α-laktalbumin-spIgE(%74), β-laktoglobulin-spIgE(%82), kazein-spIgE(%86),
KS-spIgE(%92), KoS-spIgE(%92)pozitiflik oranları ve düzeyleri tolerans grubundan anlamlı yüksektir(p<0.05). Süt
komponentlerinin spIgE düzeyleri, KS-spIgE ve KoS-spIgE ile f2 düzeyleri arasında ilişki istatistiksel anlamlı
bulunmuştur(p<0.05). IgE, eozinofili, aeroalerjen-spIgE pozitifliği ile f2 ilişkili bulunmamıştır(>p:0.05). Solunum
semptomu ve anafilaksi f2 yüksek olan olgularda gelişirken(p:0,03, p:0.022), gastrointestinal ve deri semptomları f2 ile
ilişkilendirilememiştir. Süt komponentlerinin semptom tipine etkisi gösterilememiştir(p>0,05). Deri prick testinde(DPT)
endürasyon çapları İS ve KS için 8.5±7(0-35)mm ve 7.5±7(0-30)mm olup, gruplar karşılaştırıldığında, İS endürasyon
çapları, eliminasyon grubunda tolerans grubuna göre yüksektir(KS için fark yok). Deri testinde İS endurasyon çapları f2
düzeyleriyle ilişkilidir(p:0,044). Eliminasyon grubunun İS provakasyon testleri pozitif olup, provakasyon dozu
16±27.5ml’dir. Provakasyon dozu, DPT’de endürasyon çapları, komponent-spIgE, IgE, eozinofil düzeyleriyle ilişkili
bulunmamıştır(p:>0.05).
Sonuç:Keçi ve koyun sütü ile çapraz reaksiyonu olan, kazein-spIgE yüksek, DPT’de endürasyon çapı büyük olan
anafilaksi ve solunum bulguları için risk taşıyan İSA’li hastalar tolerans gelişimi için risklidir.
Anahtar:Alerji, alfa laktalbumin, beta-laktoglobulininek sütü, keçi sütü, koyun sütü, kazein,
14
S-07 - EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ACİL SERVİSİNE
BAŞVURAN AKUT GASTROENTERİTLİ OLGULARDA BAKTERİYEL
ETKENLERİN SAPTANMASI
Gülhadiye AVCU , Zümrüt ŞAHBUDAK BAL , Eylem Ulaş SAZ , Şöhret AYDEMİR , Fadıl
VARDAR ,
1
1
2
3
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı, İzmir, 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Çocuk Acil Bilim Dalı,İzmir, 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,İzmir,
1
Amaç:Akut gastroenterit(AGE), çocukluk çağının en sık görülen enfeksiyon hastalıklarındandır. Özellikle gelişmekte
olan ülkelerde beş yaş altı çocuklarda önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Çocuk Acil Servisine başvuran akut gastroenteritli olgulardaki bakteriyel etkenlerin sıklığının belirlenmesi
amaçlanmıştır
Yöntem:1 Eylül 2013-31 Ağustos 2014 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Servisine başvuran
ve akut gastroenterit tanısı ile alınan dışkı örneklerinde bakteriyel etken saptanan 0-18 yaş arası hastaların verileri geriye
dönük olarak incelenmiştir. Bakteriyel etkenler, hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarında klasik kültür yöntemi
kullanılarak belirlenmişti. Olguların demografik bilgileri, başvurdukları mevsim, bakteriyel etkenler ve kültür
antibiyogramları hastane kayıtlarından geriye dönük olarak taranmıştır.
Bulgular:1 Eylül 2013- 31 Ağustos 2014 tarihleri arasında ishal yakınmasıyla başvuran ve Çocuk Acil Servis
kayıtlarında akut gastroenterit İCD kodu(A09) ile sisteme kaydedilen 3762 hastanın kayıtları geriye dönük olarak
incelenmiştir. Çalışma süresi içinde, olguların 875’inden kültür için dışkı örneği gönderilmiştir. 732 örnekte (%83,7)
üreme olmazken 143 örnekte (%16,3) bakteriyel etken saptanmıştır. 88 (%10,1) hastada Campylobacter jejuni, 43’ünde
(%4,9) Salmonella spp., 12’sinde (%1,4) Shigella spp. saptandı. Hastaların 378’i (%43,2) kız, 497’si (%56,8) erkek idi.
Ortanca yaş 28 ay (2 ay-204 ay) bulundu. Hastaların %46,1’inin 2 yaş altı olduğu ve C.jejuni saptanan 3 olgunun 6 ay
altında olduğu görüldü. Başvuruların %27,8’i ilkbahar aylarında, %25,8’i son bahar aylarında, %24,3’ü yaz ve
%22,8’inin kış aylarında olduğu görüldü. Shigella spp. üremesi saptanan hastaların %83,3’ünün, Salmonella spp.
üremesi saptanan hastaların%53,5’i yaz aylarında başvurmuştur. Campylobacter jejuni üremesi saptanan hastaların
çoğunluğu (% 36,4) ilk bahar aylarında başvurmuştur. Bakteriyel etken saptanan hastaların 32’si (%23,8) kanlı ishal ile
başvurmuştur. Kanlı ishallerin %56,2’sini ise Campylobacter jejuni oluşturmuştur. Bakteriyel etken saptanan olguların
12’si (%8,3) hastaneye yatırılarak, 131’i (%91,6) ise ayaktan tedavi edilmiştir. Shigella sonnei üremesi olan bir olgu
yoğun bakım ünitesine yatırılmıştır. Campylobacter jejuni suşlarının kültür antibiyogramında % 94,3’ü eritromisine
duyarlı, %79,5’i siprofloksasine dirençli bulunmuştur. Salmonella spp. üremelerinin hepsi ampisilin duyarlı bulundu.
Shigella spp. üremelerinin %58,3’ü ampisilin dirençli bulundu, %25’i ise 3. kuşak sefalosporin dirençli idi.
Sonuç:Bölgesel epidemiyolojik özelliklerin bilinmesi ampirik antibiyotik seçimi için önemlidir. Hastanemize başvuran
akut bakteriyel gastroenteritlerin en sık etkeninin Campylobacter jejuni olduğu ve büyük çoğunluğunun kanlı ishal ile
başvurduğu saptanmıştır. Literatürde kanlı ishal yakınmasıyla başvuran hastaların ampirik tedavi önerilmemekle
birlikte, verilen hastalarda 3.kuşak sefalosporinler ve metronidazol tedavisi tercih edilmektedir. Lokal epidemiyolojik
farklılıklara göre, özellike Campylobacter jejuni üremesinin çok yüksek saptandığı bölgelerde ampirik tedavide
azitromisinin de kullanılabileceği düşünülmüştür.
Anahtar:akut gastroenterit, çocuk, antibiyotik
15
S-08 - DOĞUMSAL KALP DEFEKTİ TARAMASI SONUÇLARIMIZ: NABIZ
OKSİMETRE TARAMASINDA PERFÜZYON İNDEKSİ DE YER ALMALI MI?
Özgün UYGUR , Merve TOSYALI , Sema TANRIVERDİ , Serap ERGÖR , Özge ALTUN
KÖROĞLU , Ertürk LEVENT , Mehmet YALAZ , Nilgün KÜLTÜRSAY ,
1
1
1
1
2
1
1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı Neonatoloji Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı,
1
Amaç:Konjenital kalp hastalıkları (KKH), ilk günlerde bulgu vermeseler de, duktusun kapanması sonrası hızlı klinik
kötüleşmeye ve ölüme neden olabilir. Doğum sonrası KKH’nın erken tanısı için son yıllarda nabız oksimetre ile tarama
önerilmektedir. Gelişmiş nabız oksimetreler periferik doku perfüzyonunun noninvaziv ölçülmesini sağlar ve düşük
Perfüzyon indeksi(Pİ) yenidoğanlarda ciddi hastalıklara eşlik eder. Bu çalışmada yenidoğan tarama programında nabız
oksimetre ile erken tanı alabilecek KKH olan bebeklerin belirlenmesi ve bu kritik hasta yenidoğanlarda Pİ ölçümlerinin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem:Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Mayıs 2013- Aralık 2014 arasında doğan bebeklerin taburculuk
öncesi sağ el ve sol ayaktan Masimo Radical Nabız oksimetre ile oksijen satürasyonu (SpO2), yanısıra Pİ ve kalp atım
hızı ölçüldü. Pre ve postduktal SpO2’lar uluslar arası kabul gören algoritma ile değerlendirildi. Konjenital kalp hastalığı
(KKH) tanısı alan olguların SpO2 ve Pİ verileri sağlıklı bebekler ile karşılaştırıldı.
Bulgular:Çalışmada toplam 2040 olgunun ortalama gestasyonel haftası 38,29±1,55 hafta(33-43), doğum ağırlığı
3235,35±506,32(1730-5250) gramdı. Olguların %.84,3'ü term, %.15,7'si geç pretermdi. Ortalama tarama zamanı
44,49±18,96(18-206) saat bulundu. Sağlıklı bebeklerin sağ el SpO2 değeri ortalama±SD %97,65±1,75, sol ayak için
%97,58±2,56 olarak belirlendi. Pİ ölçümleri ortalama±SD, sağ elde 3,30±1,65; sol ayakta 2,90±1,36 saptandı. Kritik
KKH 'lı olguların Pİ değerleri sağ elde ortalama 0,94±0,73(0,32-2,90), ortanca(IQR) 0,67 (0,63), sol ayakta ortalama
0,69±0,35 (0,31-1,50), ortanca(IQR) 0,61 (0,35) şeklinde sağlıklı olgulara göre daha düşük bulundu (p<0,05). Pozitiflik
sınır değeri Pİ için sağ elde 1,25'in altı (%95 duyarlılık, %83,3 özgüllük), sol ayak için 0,82'nin altı (%97 duyarlılık,
%83,3 özgüllük) olarak belirlendi. Taramada 14 hastada antenatal KKH tanısı vardı. Bu hastalardan 12 tanesi kritik
KKH tanısı alarak YYBÜ'ne yatırıldı. Diğer iki olgunun tarama testleri negatifti; ekokardiyografide PFO dışında
patoloji yoktu, Pİ değerleri de pozitiflik sınır değerin üzerindeydi. Kritik KKH tanılı 12 olgudan 11 tanesinin tarama
testi pozitifti ve Pİ değerleri sınırın altında iken, aort koarktasyonlu bir olgunun tarama testi negatifken tanısal olarak Pİ
değerleri sınırın altında bulundu. Prenatal tanısı olmayan 2 olguya nabız oksimetre tarama pozitif olması üzerine EKO
çekildi. Biri ağır aort koarktasyonu, diğeri trunkus arteriozus tip 4 tanısı aldı. Bu olguların Pİ değerleri sınır değerlerin
üzerinde saptandı. Tarama testi negatif ancak üfürümü olan 127 olgunun 6'sında PFO, 4'ünde PDA, 2'sinde VSD, 1
olguda periferik pulmoner stenoz saptandı.
Sonuç:Doğumsal kalp defekti taramasında Pİ kullanımı ile özellikle aort koarktasyonu gibi durumlarda duyarlılık
artırılabilir. KKH olguların erken tanınıp mortalitenin düşürülebilmesi için tarama testlerinin daha yaygın ve daha etkin
kullanımı sağlanmalıdır.
Anahtar:Konjenital kalp hastalığı, yenidoğan, tarama, oksijen satürasyonu, perfüzyon indeksi
16
S-09 - ADÖLESANLARDA İNTERNET BAĞIMLILIĞININ AKILLI TELEFON
KULLANIMI ÜZERİNE ETKİSİ
Dijle AYAR , Murat BEKTAŞ , İlknur BEKTAŞ , Aslı AKDENİZ KUDUBEŞ , Yasemin
SELEKOĞLU , Sema SAL ALTAN , İsa ÇELİK ,
1
1
1
1
1
1
1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Amaç:Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de internet kullanımı giderek artmaktadır. İnternete erişim olanaklarının
artması, interneti hızlı tüketilen bir teknoloji haline getirmiştir. İnternet kullanımının artması ile birlikte adölesanlarda
akıllı telefon kullanımı da artmıştır. Özellikle cep telefonlarının sunduğu teknolojik fırsatlar en çok gençlerin dikkatini
çekmektedir. Bilgisayar ve akıllı telefon kullanımı çeşitli sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bu sağlık sorunlarının en
önemlilerinden birisi de bağımlılıktır. Bu çalışma; adölesanlarda internet bağımlılığının akıllı telefon kullanım
bağımlılık düzeyi üzerine etkisini değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Yöntem:Araştırma verilerinin toplanmasında; “Demografik Veri Toplama Formu”, “İnternet Bağımlılığı Ölçeği”,
“Akıllı Telefon Kullanım Bağımlılık Düzeyi Ölçeği” kullanılmıştır. Verilerin analizinde yüzdelik hesaplamalar,
ortalama, Pearson korelasyon analizi, ileri analizde scheffe testi kullanılmıştır. Çalışmanın yapılabilmesi için etik,
kurum ve ebeveynlerden yazılı izin, çocuklardan sözel onam alınmıştır. Anlamlılık düzeyi 0.01 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular:Çalışmaya katılan adölesanların % 46.6’sının kız olduğu, annelerinin %35.2’sinin ve babalarının %35.4’ünün
lise mezunu olduğu, ailelerinin gelirinin 1000-2000 TL arasında değiştiği belirlenmiştir. Çalışmaya katılan tüm
adölesanların (n=506) akıllı telefonu ve %73.9’unun kendisine ait bilgisayarının olduğu, %77.6’sının bilgisayar ve
%75’inin cep telefonu ile internete bağlandığı saptanmıştır. Internete kullanma sürelerine bakıldığında %21.2’sinin 40
saatten fazla cep telefonu ile internete bağlandığı saptanmıştır. Internete bağlanma nedenleri incelendiğinde ise,
adölesanların %18.5’i ödev yapmak ve %18.7’si sosyal paylaşım sitelerine girmek için kullandığı belirlenmiştir. Internet
bağımlılığı düzeyine göre akıllı telefon kullanım bağımlılığı düzeyi puan ortalamalarına bakıldığında, internet bağımlısı
olan adölesanların akıllı telefon kullanım bağımlılığı puan ortalaması 73.31 + 21.52, internet bağımlısı olmayanların ise
48.99 + 14.92 olduğu, puan ortalamaları arasında farkın ise istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<.01).
İnternet bağımlılık düzeyine göre akıllı telefonu kullanımı bağımlılık ölçeği alt boyut puan ortalamaları arasında da
istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu bulunmuştur (p<.01). İnternet bağımlılık ölçeği puan ortalamaları ile akıllı
telefon kullanımı bağımlılık ölçeği toplam puanı (.67), birinci alt boyut (.60), ikinci alt boyut (.59), üçüncü alt boyut
(.52) ve dördüncü alt boyut (.52) arasında yüksek düzeyde anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<.01).
Sonuç:Çalışmanın sonucunda, internet bağımlılık düzeyi yüksek olan adölesanların akıllı telefonu bağımlılık düzeyinde
kullandığı belirlenmiştir. Bu bağlamda, internet ve akıllı telefon kullanım bağımlılığının erken dönemde belirlenmesi,
okullarda ve sağlık kuruluşlarında bağımlılığı önlemeye/azaltmaya yönelik girişimlerin belirlenmesi ve uygulanması,
okullarda bu konuya ilişkin adölesanlara, öğretmenlere ve ebeveynlerine yönelik eğitimlerin düzenlenmesi önerilir.
Anahtar:Adölesan, internet, akıllı telefon, bağımlılık, internet ve akıllı telefon kullanım bağımlılığı
17
S-10 - ÇOCUKLARIN YAŞ GRUPLARINA GÖRE HOSPİTALİZASYON
SÜREÇLERİNDE OYNAMAK İSTEDİKLERİ OYUN AKTİVİTELERİNİN
BELİRLENMESİ
Seda ARDAHAN SEVGİLİ , Canan ULUHAN , Betül SAVAŞ , Hatice BAL YILMAZ ,
1
1
1
1
1
Ege Üniversitesi,
Amaç:: Oyun; çocukların isteyerek içinde bulunduğu, belli bir konusu, amacı, kuralı olan ya da olmayan, ancak
çocuğun zihinsel, duygusal, sosyal, fiziksel kısacası tüm gelişimlerini destekleyen ve gerçek hayatın bir parçası olan ve
çocukların haz aldıkları bir süreçtir. Piaget; oyunu, ”özümleme işlevi” olarak görmektedir. Oyun kavramını çocuğun
deneyim ve bilgilerini birleştirdiği bir olgu olarak kabul etmekte ve zihin gelişimi ile arasında yakın bir ilişki olduğunu
savunmaktadır. Çocuklarla oyun arasında çok özel bir ilişki vardır; çocuklar oynayarak öğrenirler, sosyalleşirler,
büyürler ve gelişirler. Hastaneye yatmanın çocuğun gelişimi üzerinde çeşitli olumsuz etkileri vardır. Hastaneye yatmış
bir çocuk hastalık ile mücadele ederken tedavilerin yan etkileri, acı verici işlemler, ailesinden, oyun arkadaşlarından,
okul çevresinden ayrılmanın verdiği anksiyete ile mücadele etmek zorundadır. Ağır hasta olmayıp hastanede yatarak
tedavi gören çocukların kendilerini yormayacak etkinliklerle meşgul edilmelerinin onları moral yönünden
güçlendireceğini belirtmektedirler. Bu çalışma hastanede yatan çocukların yaş gruplarına göre hospitalizasyon
süreçlerinde en çok oynamak istedikleri oyun aktivitelerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Tanımlayıcı türde bir çalışmadır. Veriler, bir üniversite hastanesinde tedavi görmekte olan 3-18 yaş arası 60
hasta çocuk ile yüz yüze görüşülerek anket yöntemi ile toplanmıştır. Çalışmaya katılanlardan sözlü onam alınmıştır.
Araştırmanın analizleri SPSS.20 paket programı ile yapılmış ve anlamlılık değeri p≤ 0.05 olarak belirlenmiştir. Verilerin
normal dağılıma uyup uymadığı incelenmiş; analizinde sayı-yüzde ve Mann-Whitney U ile Kruskal Wallis testleri
kullanılmıştır.
Bulgular:Çalışmaya katılan çocukların yaş ortalaması 9.88 ± 4.96 bulunmuştur. Katılanların %60’ı erkek ve % 22.2’si
solunum sistemi hastalıklarından dolayı hastanede yatmaktadır. Annelerin % 51.7’si ve babaların % 36.7’si ilkokul
mezunudur. Katılanların % 51.7’si hastanedeki oyun aktivitelerinden memnun olmadıklarını belirtmiştir. Çocukların
günlük oyun süresi 4.31± 3.05 saat olarak belirlenmiştir. Çalışmaya katılan çocukların %73.3’ü bilgisayar oyunu
oynamayı, %66.7’si çizgi film/film izlemeyi, %48.3’ü top oyunu oynamayı, %45.0’ı video oyunu oynamayı ve %
43.3’ü müzik dinlemeyi sevdiklerini belirtmişlerdir. %86.7’si günlük tutmayı, %83.3’ü dikiş oyunlarını, %81.7’si müzik
aleti çalmayı, %80.0’ı elbise oyunlarını sevmediklerini belirtmişlerdir. Çocukların yaşları ile tamirat oyunları, dikiş
oyunları, lego ve küp oyunları, kesme-yapıştırma oyunları, boyama oyunları, parmak boyama oyunları, evcilik oyunları,
araba oyunları, sticker oyunları, elbise oyunları, oyuncak bebek oyunları arasında anlamlı farklılık bulunmuştur.
Sonuç:Çocukların oynamayı tercih ettikleri oyun türleri; yaşlarına göre değişiklik göstermektedir.
Anahtar:Çocuk, Hastane, Oyun, Hemşirelik, Pediatri
18
S-11 - ÇOCUK HEMŞİRELERİNİN PROFESYONEL/ETİK DEĞERLERİNİN
HASTA GÜVENLİĞİ TUTUMLARINA ETKİSİ
BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI , ESRA ARDAHAN , YELİZ AKATIN , NACİYE
CANTİLAV , HATİCE YILDIRIM SARI ,
1
1
2
2
1
İzmİr Katİp Çelebİ Ünİversİtesİ Sağlyk Bİlİmlerİ Fakültesİ Hemşİrelİk Bölümü Çocuk Sağlyğy Ve Hastalyklary
Hemşİrelİğİ Ad, 2Tepecİk Eğİtİm Ve Araştyrma Hastanesİ Çocuk Sağlyğy Ve Hastalyklary Klİnİğİ,
1
Amaç:Profesyonellik, belirli bir alandaki yüksek düzeyde uzmanlık, bilgi, beceri, tutum ve davranış biçimi olarak
tanımlanıp çağdaş toplumların en çok önem verdiği konulardan bir tanesidir. Günümüzde hemşireler sağlık bakımı
vermenin yanı sıra araştırma yapma, teori geliştirme, mesleki örgütlere ve politik aktivitelere katılma gibi işlevleri
yerine getirerek mesleki anlamda profesyonelleşir duruma gelmişlerdir. Meslek tarafından benimsenen ve kazanılan
profesyonel değerler bakım standartların gelişmesini sağlamaktadır. Bakımın kalitesi çalışanların sahip olduğu
profesyonel değerlerin aynasıdır. Hasta güvenliği, sağlık bakım hizmetlerinin kişilere vereceği zararı önlemek amacıyla
sağlık kuruluşları ve kuruluşlardaki çalışanlar tarafından alınan önlemlerin tamamıdır ve nitelikli sağlık hizmetinin
birincil ve vazgeçilmez koşuludur. Çalışma, pediatri hemşirelerinin hasta güvenliğine yönelik tutumlarının profesyonel
ve etik değerlerine göre farklılık gösterip göstermediğinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Araştırma bir devlet hastanesinin çocuk sağlığı ve hastalıkları kliniklerinde çalışan 101 hemşire ile
yürütülmüştür. Veriler; Kişisel Bilgi Formu, Hemşirelerin Profesyonel Değerleri Ölçeği ve Hasta Güvenliği Tutum
Ölçeği kullanılarak araştırmacılar tarafından anket yöntemi ile yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Hemşirelerin
Profesyonel Değerleri Ölçeği; 2000 yılında Weis ve Schank tarafından geliştirilmiştir. Profesyonel değerler bölümü ve
etik değerler olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Ölçeğin etik değerler bölümü Amerikan Hemşireler Birliği (ANA,
1985) Etik Kodlarına göre oluşturulmuştur. Ölçeğin toplam puanı 44-220 arasında değişebilir. Puanın yüksek olması
hemşirelerin profesyonel değerlere ve etik konulara daha fazla önem verdiklerini gösterir. 2012 yılında Orak ve Alpar
tarafından Türkçe geçerlilik-güvenilirliği yapılmış olan ölçeğin madde-toplam puan korelasyon katsayılarının 0.36-0.66
arasında değiştiği, toplam Cronbach Alfa Katsayısı 0.95 olduğu belirlenmiş olup hemşirelerin değerlerini incelemede
kullanılabilecek, ülkemiz için geçerli ve güvenilir bir ölçektir. Hasta Güvenliği Tutum Ölçeği, Sexton ve arkadaşları
tarafından geliştirilen “Güvenlik Tutumları Ölçeği”nin (The Safety Attitudes Questionnaire-SAQ), Baykal ve
arkadaşları tarafından 2010’da Türkçe geçerlik güvenirlik analizleri yapılması sonucunda 46 madde ve 6 alt boyuttan
oluşmuş, madde toplam puan korelasyonu değerlerinin 0.35 ile 0.58 arasında olduğu, toplam Cronbach Alfa değerinin
0.93, alt boyut Cronbach Alfa değerlerinin ise 0.85, 0.86, 0.83, 0.77, 0.74, ve 0.72 olduğu belirlenmiş, hemşirelik
hizmetleri grubunun hasta güvenliğine karşı tutumlarını ölçmek amacıyla kullanılması önerilebilir bir ölçektir.
Çalışmada p< .05 düzeyinde anlamlılık düzeyi aranmıştır.
Bulgular:Çalışmaya katılanların yaş ortalamasının 28.92±5.82 ve %94.1’ inin (n= 95) kadın olduğu görülmektedir.
Hemşirelerin %72.3’ ü (n= 73) mesleğini isteyerek seçmiş olan kişilerdir, %68.3’ ünün (n=69) meslekleri ile ilgili
aldıkları son eğitim lisans eğitimidir. Hasta Güvenliği toplam ölçek puanı ile Profesyonel Değerler toplam ölçek puanı
arasında pozitif yönde bir ilişki (r= .315, p= .001) bulunmuştur. Hasta Güvenliği Yönetim Anlayışı alt ölçeği ile
Profesyonel Değerler toplam ölçek puanı (r= .706), Harekete Geçme (r= .796), ANA Etik Kod 1 (r= .708) ve ANA Etik
Kod 11 (r= .772) alt ölçekleri arasında pozitif yönde yüksek ilişki vardır. Hasta Güvenliği - Yönetim Anlayışı alt ölçeği
ile Profesyonel Değerler İnsan Onuru (r= .603), ANA Etik Kod 4 (r= .530), ANA Etik Kod 7 (r= .567) ve ANA Etik
Kod 9 (r= .504) alt ölçekleri arasında pozitif yönde orta düzeyde ilişki vardır.
Sonuç:Çocuk sağlığı hemşirelerinin profesyonel ve etik değerleri hasta güvenliği tutumlarını etkilemektedir.
Anahtar:etik, profesyonel değerler, hasta güvenliği, hemşirelik, pediatri
19
S-12 - EBEVEYN İLETİŞİM BECERİSİNİN ÇOCUKLARIN ÖZ KAVRAMI
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
MÜGE UZUN , MELTEM KÜRTÜNCÜ , NURTEN ARSLAN ,
1
2
3
BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ ZONGULDAK SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÇOCUK SAĞLIĞI VE
HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ABD, 2İBÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ ZONGULDAK SAĞLIK
YÜKSEKOKULU ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ABD, 3BÜLENT ECEVİT
ÜNİVERSİTESİ SAĞLIKBİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ,
1
Amaç:Bu çalışma sağlık çalışanı ebeveynlerin sosyo-demografik özelliklerinin ve iletişim becerilerinin 10-16 yaş grubu
çocuklarında öz kavramına etkisinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem:Çalışma tanımlayıcı olarak Zonguldak İli kamu hastanelerinden birinde Haziran-Ekim 2015 tarihleri arasında
10-16 yaş grubu çocuğa sahip olan hemşireler ve bu hemşirelerin çocuklarıyla gerçekleştirilmiştir. Veriler ebeveynler
tarafından doldurulan “Kişisel Bilgi Formu” ve “İletişim Becerileri Envanteri” ve çocuklar tarafından doldurulan
“Çocuklar İçin Öz Kavramı Ölçeği” ile yüz yüze görüşmeyle toplanmıştır. Veri analizinde SPSS21.0 istatistik paket
programı kullanılmıştır.
Bulgular:Ebeveynlerin % 82,2’sinin anne, % 63,3’ünün 36-45 yaş arası, % 40’ının lisans mezunu, olduğu ve %
18,9’unun çocuk gelişimi eğitimi aldığı, %73,3’ünün bir çocuk gelişimi kitabı okuduğu belirlenmiştir. Çocukların
%56,7’si erkek olup %37,8’i 16 yaşındadır (Ortalama:12,5 yaş). Çocukların % 51,2’sinin lise öğrencisi olup bunların %
91,5 i seçtiği bölümde okuduğu ve %80,0’ının bir özel ilgi alanının olduğu görülmüştür. Ebeveyn eğitimi ile çocukların
müzik ilgi alanı arasında (χ²=9,262; p=0,026) ve diğer ilgi alanları arasında (χ²=19,367; p=0,000) anlamlı ilişki
bulunmuştur. Ebeveynin çocuk gelişimiyle ilgili eğitimi alması ile çocuğun özel ilgi alanının olması arasında (χ²=5,240;
p=0,015), resim (χ²=5,902; p=0,019) ve diğer (χ²=8,775; p=0,011) ilgi alanında anlamlı ilişki bulunmuştur.
Ebeveynlerin “toplam iletişim becerileri” düzeyi (¯x=173,510 ± 11,980) olarak saptanmıştır. Ebeveyn eğitimi lise
(¯x=56,160 ± 4,045) ve ön lisans (¯x=54,570 ± 6,064) olanların “duygusal iletişim becerileri” puanları eğitimi lisans
olanların “duygusal iletişim becerileri” puanlarından (¯x=51,690±4,153) yüksek; eğitimi lisans üstü olanların
“davranışsal iletişim becerileri” puanları (¯x=62,000±3,742), ebeveyn eğitimi lise (¯x=58,840±4,670) ve lisans
olanların “davranışsal iletişim becerileri” puanlarından (-¯x=57,860±3,944) yüksek ve ön lisans olanların “davranışsal
iletişim becerileri” puanlarından (60,750±4,994) yüksek bulunmuştur. Eğitimi ön lisans olanların (¯x=177,430±13,282)
ve lisansüstü olanların “toplam iletişim becerileri” puanları (¯x=179,570±10,438) lisans olanların “toplam iletişim
becerileri” puanlarından (¯x=168,780±9,062) yüksek bulunmuştur. Çocuk gelişimi ile ilgili kitap okuyan ebeveynlerin
“zihinsel iletişim becerileri” puan ortalamaları (61,550) p=(¯x=0,003, okumayanların (¯x=57,380) puan ortalamasından
yüksek bulunmuştur. Çocukların öz kavramı ölçeği incelendiğinde çocukların “mutluluk doyum” düzeyi
(¯x=10,590±2,570); “kaygı” düzeyi (¯x=8,420 ± 2,539); “popülarite sosyal beğeni yada gözde olma” düzeyi (¯x=9,760
± 1,509); “davranış ve uyma” düzeyi (¯x=11,910±2,402); “fiziksel görünüm” düzeyi (¯x=7,620±1,733) ve “zihinsel ve
okul durumu” düzeyi (¯x=5,140±1,337) olarak saptanmıştır. Ölçekler arası korelasyon analizinde ebeveynlerin
“davranışsal iletişim becerileri” puanı arttıkça “duygusal iletişim becerileri” puanı (r=0,411; p=0,000), “toplam iletişim
becerileri” puanı arttıkça “duygusal iletişim becerileri” puanı (r=0,727; p=0,000) artmaktadır. Ebeveynlerin “duygusal
iletişim becerileri” puanı (r=-0,225; p=0,033) ve “toplam iletişim becerileri” puanı azaldıkça (r=-0,232; p=0,028)
çocukların “kaygı” puanı negatif yönde artmaktadır.
Sonuç:Çocuklarda öz kavramı etkileyen pek çok sebep vardır. Ebeveyn iletişim becerisinin ve sosyo-demografik
özelliklerinin çocukların öz kavramına etkisi incelendiğinde ebeveyn iletişim becerisi ile çocukların kaygı puanı
arasında negatif ilişki olduğu saptanmış ve ebeveyn eğitiminin iletişim becerilerini arttırdığı, çocuk gelişimi eğitimi
almanın ve bu alanda kitap okumanın çocukların özel ilgi alanına etkisinin olduğu saptanmıştır. Çocukların öz
kavramının desteklenmesi için ebeveynlerin iletişim becerilerinin ve eğitiminin desteklenmesi etkili olabilir.
20
Anahtar:İletişim becerileri, Eğitim, Özel ilgi alanı, Çocuk gelişimi eğitimi, Çocuklarda öz kavramı
21
S-13 - ÇOCUK İHMAL VE İSTİSMARINA İLİŞKİN SON 10 YILDA YAPILAN
SİSTEMATİK DERLEMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
HATİCE YILDIRIM SARI , BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI , ESRA ARDAHAN ,
1
1
1
İzmİr Katİp Çelebİ Ünİversİtesİ,
1
Amaç:Dünya Sağlık Örgütü’ne göre (DSÖ) çocuk istismarı; çocuğun “sağlığına, yaşamına, gelişimine, değerine zarar
verebilen, fiziksel ve/veya duygusal kötü davranış, cinsel kötü muamele ve her türlü ticari çıkar için çocuğun
kullanılmasını içeren tüm saldırgan davranışlardır”. DSÖ’ye göre 2000 yılında 15 yaş altındaki çocukların 57000’i ev
içindeki şiddete bağlı olarak yaşamını kaybetmiştir. Her yıl tahminen 41 bin çocuğun istismar nedeniyle öldüğü
belirtilmektedir. Bu çalışma, çocuk ihmal ve istismarına ilişkin son 10 yılda yapılan sistematik derlemeleri gözden
geçirmek, mevcut bilgileri ve bilgi boşluklarını belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Çalışmada 01 Ocak 2005-31 Mart 2015 tarihleri arasında Medline/Pubmed veritabanında “child abuse and
neglect” ve “child maltreatment” anahtar kelimeleriyle, İngilizce olarak yayınlanmış, tam metnine ulaşılabilen
sistematik derlemeler taranmıştır. Toplam 112 adet sonuç görüntülenmiş, bunların 101’ ine tam metin olarak
ulaşılmıştır. Yapılan inceleme sonucunda 101 çalışmadan 59’u değerlendirme dışı bırakılmış, kriterleri karşılayan 42
makale incelenmiştir. Makaleler istismar ve ihmal çeşitlerine (fiziksel, duygusal, cinsel ve diğer) ve sistematik
derlemelerin konusuna (önleme, tanılama, müdahale/girişim, ilişki belirleme ve diğer) göre sınıflandırılmıştır.
Bulgular:İhmal ve istismarı önleme girişimine yönelik yapılan çalışmalar; eğitim ve beceri kazandırma temelli
müdahaleler, risk değerlendirme, ev ziyaretleri, davranışsal müdahaleler ve eğitim etkinliğinin değerlendirildiği
çalışmalar olarak belirlenmiştir. Girişimsel çalışmalar; ebeveyn eğitim programları, sağlık personelinin eğitilmesi, okul
tabanlı eğitim programlarını; istismara uğrama potansiyeli olan ergen ve genç erişkinlerin eğitimini içermektedir. Bunun
yanında çocukluk çağında ihmal ve istismara uğramış yetişkinlerin psikiyatrik bakım gereksinimlerini, çocuk ihmal ve
istismarının ergenlikteki intihar düşüncesiyle ilişkisini, çocuk istismarı ile mental hastalıklar, uyuşturucu kullanımı,
intihar girişimi, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve riskli cinsel aktivitelerin ilişkisini, çocuklarda cinsel, fiziksel ve
duygusal istismar ve ihmalin ergen gebelik riski üzerine etkilerini inceleyen çalışmalar da bulunmaktadır.
Sonuç:Çocuk ihmal ve istismarı çeşidi ne olursa olsun çocuğun hayatında geri dönülmez travmalar oluşturmakta ve
çocuğun yetişkinliğinde de problemlere yol açmaktadır. Bu sebeple ihmal ve/veya istismar gerçekleşmeden önce
tanılama ve önleme; şayet engellenemediyse de en kısa sürede müdahale/girişim yapılması oldukça hayati önem
taşımaktadır. Bu araştırmada sadece Medline/Pubmed’de yer alan sistematik derlemeler incelenmiş, diğer veri tabanları
incelenmemiştir. Gelecek çalışmalarda diğer veri tabanlarının da incelenmesi ve çocuk ihmal ve istismarına ilişkin
çalışmaların yapılması önerilmektedir.
Anahtar:İhmal, İstismar, Pediatri, Sistematik derleme, Hemşirelik
22
S-14 - 7-12 YAŞ ARASI ÇOCUKLARA UYGULANAN İNVAZİV İŞLEMLERDE
ÜSTÜN CESARET BELGESİNİN AĞRIYI AZALTMAYA ETKİSİ
Merve GÜMÜŞ , Recep KARA , Ruçhan YÖNEY , Tuğba YAPAR , Bahire BOLIŞIK ,
1
2
2
3
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Hematoloji Servisi, 3Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Yenidoğan Servisi,
1
Amaç:Giriş: Uluslararası Ağrı Araştırma Merkezi ağrıyı “ gerçek ya da olası doku hasarı ya da hasar olarak
tanımlanabilen durumlarda görülen, duyusal ve duygusal, hoş olmayan bir deneyim” şeklinde tanımlamaktadır.
Hastaneye yatan hastaların çoğu hastalıkları nedeniyle veya bazı girişimler sonucu ağrı yaşamaktadır. Ağrı, karmaşık bir
konudur. Ağrı herkes için farklı bir anlam taşıdığından tanımlamak zordur. Ağrı, çocukların yaşamlarındaki en önemli
olaylardan birisi olmasına rağmen, ağrılı işlemlerde çocukların ihtiyaçlarına, özellikle uygun ağrı bakımı ihtiyaçlarına
yeterince önem verilmemiştir. Yedi yaşından büyük çocuklar genellikle, neden-sonuç arasındaki bağlantıyı
anlayabilmektedirler. Ağrı deneyimleri, ağrı şiddeti ve kalitesini açıklamaya yeterli olmaktadır. Bu yaş sınıfındakiler
basit sayısal ve sözel değerlendirme skalalarını kullanarak ağrı değerlendirmesi yapabilirler. Ağrılı işleme
hazırlanmamış çocukların işlemden sonra radial nabızlarında artış olduğu, yüzlerinin kızarmış, ürkmüş, korkmuş ve
heyecanlı oldukları gözlenmiştir. Çocuklar ağlayarak, çığlık atarak, gözlerini kapatarak, dudaklarını ısırarak, karşı
koyarak tepki göstermişlerdir. Dikkat dağıtma tekniği ağrı yönetiminde sağlık profesyonelleri ve ebeveynler tarafından
sıklıkla kullanılan non-farmokolojik bir yöntemdir. Ödüllendirme ise daha çok eğitim sisteminde kullanılan, istenilen
davranışı oluşturma, özendirme ve teşvik etmeyi amaçlayan bir yöntemdir. Yapılan literatür taraması sonucunda ödül
sistemlerinin daha çok eğitimciler tarafından kullanıldığı, sağlık alanındaki çalışmalarda kullanılmadığı görülmüştür.
Amaç: Bu çalışma, okul çağı çocuğuna (7-12 yaş) uygulanan invaziv işlem sonrasında üstün cesaret belgesi vererek
işlem sırasındaki ağrıyı azaltmak amacıyla planlanmıştır.
Yöntem:Yarı deneysel tanımlayıcı türde bir çalışmadır. Veriler, bir üniversite hastanesinde kan alma polikliniğine gelen
ve kronik bir hastalığı bulunmayan 7- 12 yaş arası 80 hasta çocuk ile yüz yüze görüşülerek anket yöntemi ile
toplanmıştır. Çalışmaya katılanlardan sözlü onam alınmıştır. Araştırmanın analizleri SPSS.20 paket programı ile
yapılmış ve anlamlılık değeri p≤ 0.05 olarak belirlenmiştir.
Bulgular:Çalışmaya katılan çocukların %53,7’sini 7-8 yaşındaki çocuklar ve %50’sini kız çocuklar oluşturmuştur.
Annelerin % 46.2’si ve babaların % 40’ı ilkokul mezunudur. Katılanların % 81.2’sinin çekirdek aile oldukları
belirtilmiştir. Çocukların tamamının daha öncesinde IV girişim öyküsü bulunmaktadır ve %71,2’sinin IV girişim öyküsü
5 ve üzeri olduğu belirtilmiştir. Çocukların ağrı puanları ile yaş grupları (p:0.29) ve cinsiyetleri (p:0.26) arasında
anlamlı farklılık bulunmamıştır. Çocukların ağrı puanları ile IV girişim öykü sayısı (p:0.02) arasında anlamlı farklılık
bulunmuştur. Ağrı puanı açısından üstün cesaret belgesi ile ödüllendirilen çocuklar ile kontrol gurubu arasında anlamlı
farklılık bulunmamıştır (p:0.06).
Sonuç:Çocuklarda IV girişim öykü sayısı arttıkça ağrı puanlarının azaldığı bulunmuştur. Çalışma ve kontrol gurubu
arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Çalışmayı yürütmek üzere kan alma polikliniğinde bulunan araştırmacının veri
toplamak amacıyla çocuklar ile iletişime geçmesinin, işlem sırasında çocukların dikkatini dağıtarak ağrı puanlarını
düşürdüğü düşünülmektedir.
Anahtar:akut ağrı, ödüllendirme, cesaret belgesi, pediatri
23
S-15 - ÇOCUK YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN CPR
SIRASINDA EBEVEYNİN ORTAMDA BULUNMASINA YÖNELİK GÖRÜŞLERİ:
KALİTATİF ÇALIŞMA
Sevil ÖZKAN , Fatma TAŞ ARSLAN ,
1
1
Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi,
1
Amaç:Çocuk Yoğun Bakım Ünitesinde (ÇYBÜ) çalışan hemşirelerin, CPR sırasında ebeveynin ortamda bulunmasına
yönelik görüşlerinin belirlenmesidir.
Yöntem:Çalışma nitel araştırma yaklaşımında fenomolojik araştırma olarak, bir hastanenin ÇYBÜ'de çalışan yedi
hemşire ile Temmuz 2015'de yarı yapılandırılmış görüşme yöntemi kullanılarak yapıldı. Literatür doğrultusunda
hazırlanan ve dokuz açık uçlu sorudan oluşan veri toplama formu kullanıldı. Sosyodemografik ve mesleki bilgilere (yaş,
cinsiyet, öğrenim düzeyi, hemşire olarak çalışma süresi, ÇYBÜ'de çalışma süresi) yönelik beş soru ve CPR sırasında
ebeveynin ortamda bulunmasının etkileri ile hemşirelerin kendi çocuklarına yapılacak CPR işleminde ortamda
bulunmak isteyip istememe durumları ile ilgili dört farklı soru formda yer aldı. Veriler yazılı ve ses kaydı ile elde edilip,
içerik analizi tekniğiyle analiz edildi.
Bulgular:CPR sırasında ebeveynin ortamda bulunmasını hemşireler " veya "çocuğu olumsuz etkiler" şeklinde bildirdi.
Hemşirelerin çocuğu etkilemez şeklindeki ifadeleri: H1: "Çocuğun bilinci CPR sırasında kapalı olduğundan dolayı
çocuğa bir etkisi olduğunu düşünmüyorum." H2: "CPR'da yapılan müdahalenin kesintiye uğramasını engellemek için
ebeveyne çocuğun elini tutma, çocukla konuşma fırsatını vermiyoruz." Hemşirelerin çocuğu olumsuz etkiler şeklindeki
ifadeleri: H3: "Ebeveynlerin sorduğu sorulara cevap vermek, onları ikna etmek vakit kaybı. Kısa sürede işlem bitse
çocuğun sağlık durumu daha iyi olabilir belki." H4: "Ailenin endişesinden kaynaklı sağlık personelinin işini yapması
olumsuz etkilenir. Bakımın kalitesi düşer. Ayrıca çocuk işitme duyusunu en son kaybeder ve ailenin endişesini, sağlık
personelinin işini yapmasını engellemesini duyarak çocuk da olumsuz etkilenir." CPR'da ebeveynin ortamda
bulunmasının ebeveyne etkileri hakkında hemşireler görüşlerini hem olumlu hem de olumsuz cümleler ile ifade etti.
Hemşirelerin çocuğu olumlu etkiler şeklindeki ifadeleri: H1: "Aile çocuğunu o şekilde görmeye dayanabilirse, ebeveyne
olumlu etkileri vardır. Ebeveynlerin sağlık personellerinin ellerinden geleni yaptığını bilmesi gerekir. Böylece
kafalarında soru işareti kalmaz." Hemşirelerin çocuğu olumsuz etkiler şeklindeki ifadeleri: H2: "Günlük hayatta kolay
karşılaşılmayacak bir durum. Ebeveynler bu durumdan kötü etkilenebilir, travmatize olabilir ve durumu
kabullenemeyebilir. Hatta sağlık personeline engel bile olabilir. Bu da çocuğun yaşama şansını azaltabilir." H3: "Birçok
aile sağlıkçı olmadığı için o an yapılan doğru müdahaleyi bile yanlış olarak görebilir." CPR'da ebeveynin ortamda
bulunmasının sağlık personeli ile sağlık bakım hizmetinin sunumuna etkileri hakkında hemşireler görüşlerini çoğunlukla
olumsuz yönde bildirdi. Örneğin; H1: "Ebeveyn duygusal çöküntü, ağlama, isyan durumlarını yaşayabilir. Ne kadar
empati yapılmaya çalışılsa bile bir noktada profesyonellik kaybediliyor, insan kendi hayatıyla bağdaştırıyor." H2: "Sözel
ya da fiziksel saldırırlar olabilir, sağlık personeli işini yapamaz." H3: "Sağlık personeli aile ne yapacak veya ne diyecek
tedirginliğini yaşar." H4: "Sağlık personelinde sürekli denetlenme ve yaptığı işlerde eksik aranma duygusuna yol açar."
H5: "CPR'da hastanın başındaki kişi sayısı artar, ebeveynlerinde orada olması hastaya ulaşma zamanını etkiler. Yerinde
ve zamanında müdahale yapılamaz." Kendi çocuklarına yönelik yapılacak CPR işleminde ortamda bulunma konusunda
hemşirelerin görüşlerinin hem ortamda bulunmayı isteme hem de istememe şeklindeydi. Örneğin; H1: "Çocuğuma
yeterli ve doğru müdahale, uygun zamanda yapılıyor mu görmek isterim." H2: "Sağlık personeli olarak her ne kadar
bilinçli ve soğukkanlı olsam bile öyle bir durumda bunu kaldırabileceğimi sanmıyorum." H3: "Sağlık personeli olduğum
için olmak isterim, eğer sağlık personeli olmasaydım istemezdim".
Sonuç:ÇYBÜ'de çalışan hemşirelerin CPR sırasında ebeveynin ortamda bulunması ile ilgili çoğunlukla olumsuz yönde
görüşleri olduğu, bu durumun çocuğu, ebeveyni, sağlık personelini ve sağlık bakım hizmetini olumsuz etkileyeceğini
24
ifade ettikleri bulundu. Ayrıca kendilerinin sağlık personeli olmasından dolayı çocuklarının CPR'ı sırasında ortamda
bulunmak istedikleri belirlendi.
Anahtar: ÇYBÜ, Hemşire, CPR, Ebeveyn, Kalitatif Çalışma
25
S-16 - İNTERAKTİF TERAPÖTİK OYUN EĞİTİM PROGRAMININ KALP
AMELİYATI OLACAK ÇOCUKLARIN VE ANNELERİNİN ANKSİYETE
DÜZEYİNE ETKİSİ
Ayşegül ELMAS COŞKUNTÜRK , Duygu GÖZEN ,
1
2
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, 2İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik
Fakültesi,
1
Amaç:Araştırma, çocuk kalp hastalarının ameliyat hazırlığında uygulanan İnteraktif Terapötik Oyun Eğitim
Programının, çocuk ve annenin ameliyat sonrası anksiyete düzeyi üzerinde etkisini belirlemek amacıyla geşçekleştirildi.
Yöntem:Randomize kontrollü, deneysel olarak gerçekleştirildi. Nisan 2015-Eylül 2015tarihleri arasında İstanbul ili
Kartal ilçesi bir eğitim araştırma hastanesinde gerçekleşen araştırmanın örneklemini; altı-12 yaş grubu, Konjenital Kalp
Hastalığı tanısı ile ameliyat olmak üzere hastaneye yatışı gerçekleşen, 23 deney ve 20 kontrol toplam 43 çocuk-anne
çifti oluşturdu. Deney grubundaki çocuklara anneleri ile birlikte eğitim kitapçığı, terapötik oyun ve kısa yoğun bakım
gezisi içeren “İnteraktif Terapötik Oyun Eğitim Programı” ile ameliyattan bir gün önce eğitim verildi. Veriler; Bilgi
Formu, Çocuklar için Durumluk Kaygı Envanteri ve Beck Anksiyete Ölçeği ile elde edildi. Veriler bilgisayar ortamında
Ortalama, Standart Sapma, Medyan, Frekans, Oran, Student t, Pearson Ki-Kare veMann Whitney U Testi ile
değerlendirildi.
Bulgular:. Çocukların %55,2’si kız, %100’ü ilköğretim öğrencisi ve yaş ortalamaları deney grubunda 9,0 2,0 yaş,
kontrol grubunda 8,9 1,3bulundu. Araştırma sonucunda, ameliyat öncesi dönemde çocukların ve annelerin anksiyete
düzeylerinin benzer olduğu ameliyat sonrası dönemde deney grubunda Çocuklar için Durumluk Kaygı Envanteri ve
Beck Anksiyete Ölçek puanlarının kontrol grubuna göre daha düşük olduğu görüldü (p<.0,05).
Sonuç:Altı-12 yaş grubu, Konjenital Kalp Hastalığı tanısı ile ameliyat olacak çocuklarda terapötik oyun ile verilen
eğitimin ameliyat sonrası dönemde annelerin ve çocukların anksiyete düzeylerini düşürmede etkili olduğu sonucuna
varıldı.
Anahtar:anksiyete, anne, Beck anksiyete ölçeği, çocuk, çocuklar için durumluk kaygı envanteri, kaygı, konjenital kalp
hastalığı, terapötik oyun
26
S-17 - HIŞILTI FENOTİPLERİMİZ
Esen DEMİR , Ezgi ULUSOY , Cem Murat BAL , Figen GÜLEN , Remziye TANAÇ ,
1
1
2
1
1
Ege Üniversitesi Çocuk Alerji Ve İmmünoloji Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıklar Bilim Dalı,
1
Amaç:Hışıltı fenotiplerinin ve özelliklerinin bedlirlenerek astım gelişiminin öngörülmesidir.
Yöntem:Yineleyen hışıltı yakınmasıyla izlenen 400 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Başlangıç yaşı, hastada
ve ailede atopi, 6 yaştan sonra hışıltının devamı(40 hasta <6yaş olduğundan değerlendirilmemiştir.) kriterleriyle hastalar
beş fenotipe ayrılmıştır; 1. Erken geçici hışıltı(EGH)(%37.5): 0-3 yaşta başlayıp, 6 yaştan sonra devam etmeyenler 2.
Nonatopik hışıltı(NAH)(%17.2): 0-3 yaşta başlayıp 6 yaştan sonra devam eden, atopik olmayanlar. 3. Atopik
hışıltı(AH)(%28.1): 0-3 yaşta başlayan, 6 yaştan sonra devam eden, atopik yapılı olanlar 4. Orta başlangıçlı
hışıltı(OBH)(%9.4 ): 3-6 yaş arası başlayıp devam edenler. 5. Geç başlangıçlı hışıltı(GBH)(% 7.8 ): 6 yaştan sonra
başlayıp devam edenler
Bulgular:Ailede atopi GBH, AH ve OBH’lı hastalarda(p:0.001), annede astım ve atopiyle ailede astım GBH ve AH’li
grupta yüksektir(p:<0.05).Alerjik rinit(AR) ve atopik dermatit(AD) GBH, OBH ve AH’lılarda(p<0.05) sıktır. Öyküde
hastaların sıklıkla enfeksiyon(EGH, NAH, AH) ve çoklu tetikleyicilerden(AH, OBH ve GBH) etkilendiği alerjenden
etkilenmenin AH ve GBH’lı hastalarda olduğu gözlenmiştir(p:0.001). Eozinofili, EGH dışındaki gruplarda(atopiklerde
daha yüksek) benzerdir(p: 0.009). Ae roalerjen-spesifik IgE, en sık >3 yaş başlayan ve atopik grupta
pozitifken(p:0.001), deri prick testleri(DPT) EGH ve NAH’da negatiftir ve AH’lılarda tek alerjen, GBH ve OBH’lılarda
çoklu alerjen duyarlılığı sıktır. Hospitalizasyon hışıltıları <1 yaş başlayan EGH ve NAH gruplarında yüksektir(p:0.001).
Hışıltı atakları EGH ve NAH’da kış mevsimindeyken, OBH’lılarda yılboyu ataklar sıktır(%60)(p:0.001). Astım
prediktif indeks(APİ) pozitifliği EGH dışında(ensık AH’de olmak üzere) yüksek oranlardadır(p:0.001). Astım geliştirme
açısından APİ’nin pozitif prediktif indeksi(PPI) %73.2, negatif prediktif indeksi(NPI) %83.2‘dir.
Sonuç:Sonuç olarak ailede ve annede astım ve atopi öyküsü, kişisel atopik hastalık(AR,AD), eozinofili, çevresel alerjen
duyarlılığı >6yaş’ta hışıltının devamı için risk faktörüdür ve API prognozun öngörülmesinde iyi bir göstergedir.
Anahtar:Alerji, Astım,Atopi, Fenotip,Hışıltı,
27
S-18 - HIŞILTILI ÇOCUKLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ
Esen DEMİR , Ezgi ULUSOY , Burcu GÜVEN BİLGİN , Cem Murat BAL , Remziye
TANAÇ , Figen GÜLEN ,
1
1
2
1
3
4
Ege Üniversitesi Çocuk Alerji Ve İmmünoloji Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları, 3Ege
Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıklar Blimi Dalı, 4Ege Üniversitesi Çocuk Alerji Ve İmmünoloji Bilim Dal,
1
Amaç:Hıuşıltılı çocukların genel özelliklerinin belirlenmesi
Yöntem:Tekrarlayan hışıltısı olan 272(% 68) erkek, 128(%32) kız 400 hasta retrospektif olarak değerlendirildi
Bulgular:Semptomlar hastaların %47.4’da 0-1 yaş, %69.4 0-3 yaşta, %11. 2 hastada 6 yaşından sonra başlamıştı.
Ataklar sıklıkla kış mevsiminde(%60,8) olup, %21,2 oranında ataklar arasında semptom mevcuttu. Hospitalizasyon
oranı %52.5(ort. 1.19±0.86) olup, <1 yaşta en sıktı(%71). Ailede akrabalık, atopi ve astım oranları sırasıyla % 11.1,
%40.2 ve %19.9 olup hastaların %52.1’i ailenin ilk çocuğuydu. Anne ve babaların %21.7 ve %41.6’sı üniversite
mezunu, aile geliri %45.7 oranında düşüktü ve %49.3’ü evde ısınma aracı olarak soba kullanılmakta ve %36.7 evde
sigara içilmekteydi. Evde hayvan besleme oranı %12.9 idi. Hastaların %5.3’ünde atopik dermatit , %18.6 sında alerjik
rinit öyküsü vardı. Tanı anında eozinofili %8.6, IgE:356 ± 54kU/l , spIgE ile %31.1 aeroalerjen ,%25.4 gıda alerjen
duyarlılığı bulunmuştur. Hastaların %29.2’sinde immun bozukluk saptanmıştır.. Deri prick testi(DPT) %27.5 hastada
pozitif olup, dermatofagoid(%33.1), ot polen(%31.7), zeytin(%20), kedi(%15,5), alternaria(%11) en sık duyarlı olunan
alerjenlerdi(%91 çoklu alerjen ). Astım prediktif indeks(APİ) %40.2 hastada pozitifti Profilaktik tedavide(ort. 18±1.3ay)
%66.9 inhale steroid, %54.8 montelukast ve %11.4 kombine(inhaler steroid ve uzun etkili bronkodilatör) kullanılmıştı.
Alerjen immunoterapi uygulanma oranı %11.4’tü. Alerjik rinit, immün bozukluk ve GÖRH en sık komorbid
hastalıklardı. Altı yaştan sonra hışıltısı devam eden hastaların(%62.5), %18’inde başlangıç yaşı < 1’ ve %61.6 atopikti.
Başlangıç yaşı, >6yaş hışıltının devamı, atopik yapı kriterleri ile hastalar beş fenotipe ayrılmıştır;Erken geçici
hışıltı(EGH)(% 37.5 ), nonatopik hışıltı(NAH)(% 17.2), atopik hışıltı(AH)(%28.1), orta başlangıçlı hışıltı(OBH)(%9.4),
geç başlangıçlı hışıltı(GBH)(%7.8 ).
Sonuç:Yineleyen hışıltı, çoğunlukla <3 başlayan, %37.5 geçici, atopinin en önemli risk faktörü olduğu bir klinik
sorundur.
Anahtar:Alerji, Astım, Atopi, Fenotip, Hışıltı,
28
S-19 - TİP 1 DİYABETES MELLİTUS TANILI HASTALARDA PERİFERİK
NÖROPATİ SIKLIĞININ VE İLİŞKİLİ RİSK FAKTÖRLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Hande NAMAL TÜRKYILMAZ , Aycan ÜNALP , Orkide GÜZEL , Behzat ÖZKAN ,
1
2
2
2
Urla Devlet Hastanesi, 2Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi,
1
Amaç:Bu çalışmanın amacı insülin bağımlı diyabetes mellituslu çocuklarda polinöropatinin sıklığını belirlemek ve
muhtemel risk faktörleri ile ilişkisini araştırmaktır.
Yöntem:Ocak 2011-Mayıs 2014 tarihleri arasında Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Çocuk Nörolojisi ve Çocuk Endokrinolojisi polikliniklerinde Tip 1 DM tanısı ile takip edilen ve nöropati
açısından EMG yapılan hastaların verileri retrospektif olarak tarandı. Olguların tamamının bilgilerine Dr. Behçet Uz
Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi arşivinden ve bölüm kayıtlarından ulaşıldı. Tip 1 DM
tanısı ile takip edilen ve nöropati açısından EMG yapılan 0-18 yaş arası 111 hasta çalışmaya dahil edildi.Elde edilen
veriler SPSS 15.0 a kaydedildi ve yine SPSS programı aracılığıyla analiz edildi. Hastalarla ilgili tanımlayıcı istatistikler
elde edildi. Ayrıca EMG bulgularıyla pozitif korelasyon gösteren faktörleri incelemek için cinsiyet, HbA1c ortalaması,
nöropatiye kadar geçen süre, diyabetik ketoasidoz atak sayısı, insülin ihtiyacı, nöropati semptomları ve vücut kitle
indeksiyle EMG bulguları arasında çoklu lineer regresyon analizi yapıldı.
Bulgular:EMG yapıldığı anda Hastaların 79’u (% 71,2) 5 yıldan daha kısa DM süresine sahipken 25’i (% 22,5) 5-10 yıl
arası ve 7’si (% 6,3) 10 yıldan daha uzun DM süresine sahipti. EMG yapıldığında hastaların 100’ünde (% 90,1) nöropati
semptomu yokken 11’inde (% 9,9) nöropatik yakınmalar mevcuttu. Bulgulara bakıldığında ise 102 (% 91,9) hastada
nöropati bulgusu bulunmazken 9 (% 8,1) hastada nöropati bulguları saptandı.EMG yapılana dek hastaların 47’si (%
42,3) hiç diyabetik ketoasidoz atağı geçirmemişken, 53 (% 47,7) hasta 1 kez; 6 (% 5,4) hasta 2 kez; 4 (% 3,6) hasta 3
kez; ve 1 (% 0,9) hasta 4 kez diyabetik ketoasidoz atağı geçirmişti.Olguların EMG bulguları incelendiğinde 84 (% 75,7)
hastada patoloji saptanmazken 19 (% 17,1) hastada duysal, 3 (2,7) hastada motor ve 5 (4,5) hastada ise duysal ve
motorun bir arada olduğu nöropati saptandı. Hastalarımızda semptomatik diyabetik nöropati sıklığı % 13,5 iken EMG
ile belirlenen diyabetik nöropati sıklığı % 22,5 saptandı. Nöropati semptomları olan hastaların büyük çoğunluğunda
nöropati bulgusu da varken asemptomatik hastalarda da EMG bulgusunun olabildiği görüldü. EMG bulgularıyla pozitif
korelasyon gösteren faktörleri incelemek için cinsiyet, HbA1c ortalaması, nöropatiye kadar geçen süre, diyabetik
ketoasidoz atak sayısı, insülin ihtiyacı, nöropati semptomları ve vücut kitle indeksiyle EMG bulguları arasında çoklu
lineer regresyon analizi yaptığımızda nöropatiye kadar geçen süre (p=0,002) ve diyabetik ketoasidoz atak sayısıyla
(p=0,03) diyabetik nöropati arasında pozitif bir ilişki saptandı. Cinsiyet, vücut kitle indeksi, günlük insülin ihtiyacı,
HbA1c ortalaması ve nöropati semptomlarıyla diyabetik nöropati arasında anlamlı pozitif bir ilişki saptanmadı.
Sonuç:Sonuç olarak çalışmamız, literatüre paralel şekilde diyabetik nöropati taranmasının önemine vurgu yapmaktadır.
Diyabetik nöropatiyle ilişkili risk faktörlerinden nöropatiye kadar geçen süre ile diyabetik ketoasidoz sıklığı ile
diyabetik nöropati arasında pozitif bir korelasyon saptadık. Hipertrigliseridemi, vasküler risk faktörleri ve sigara ile
diyabetik nöropati ilişkisini ise çalışmadık. Bu parametrelere ilişkin yeni çalışmalara ihtiyaç vardır. Çalışmamızın
şaşırtıcı bir sonucu tip 1 diyabet tanı süresi 1 ayın altında olan hastalarda da nöropatinin saptanmış olmasıdır. Bu da
taramanın erken dönemde yapılmaya başlanmasının ve düzenli aralıklarla yapılmasının nöropati açısından önemini
vurgulamaktadır.
Anahtar:Diyabetik nöropati, sinir ileti çalışmaları, diyabetik ketoasidoz, çocuk
29
S-20 - POLİMİKROGİRİ VE REFRAKTER EPİLEPSİSİ OLAN ÜÇ KARDEŞTE
GPR56 GEN MUTASYONLARININ SAPTANMASI
Sultan CİNGÖZ , Aycan ÜNALP , İlknur PORSUK , Handan GÜLERYÜZ , Sinem
AĞILKAYA , Tülay ÖNCÜ , Aydan SARAÇ , Hüseyin DEMİRCİ , Semra HIZ KURUL ,
Nuırten AKARSU
1
1
2
1
1
4
3
4
5
6
Dokuz Eylül Üniversitei, Tıp Fakültesi, Medikal Biyoloji Ve Genetik Bölümü, 2Dr Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve
Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Nöroloji Bölümü, 3Dokuz Eylül Üniversitei, Tıp Fakültesi, Pediatrik
Radyoloji Bölümü, 4Tübitak Marmara Araşltırma Merkezi, Genetik Mühendisliği Ve Biyoteknoloji Enstitüsü, 5Dokuz
Eylül Üniversitei, Tıp Fakültesi, Pediatrik Nöroloji Bölümü, 6Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Genetik
Bölümü Gen Haritalamam Laboratuarı
1
Amaç:Polimikrogiri, nöronların kortikal organizasyon bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkan bir nöronal migrasyon
anomalisidir. Bu çalışmada polimikrogiri ve refraktör epilepsisi olan üç kardeşte GPR56 geninde nonsense mutasyon
saptanmıştır
Yöntem:Homozigozite haritalaması ve ekzom dizilemenin combine olarak uygulanması ile saptanan bu değişiklik
hastalarda homozigot, anne ve babada ise heterozigot olarak bulunmuştur.
Bulgular:Daha once sadece Portakizli bir hastada saptanan bu mutasyon nonsense mutasyon olduğundan GPR56 geni
tarafından kodlanan proteinin yapısında değişikliğe neden olmaktadır. GPR56 genindeki mutasyonların spesifik olarak
bilateral fronoparietal polimikrogiriye neden olduğu daha önceki çalışmalarda gösterilmiştir. Bu hastalarda ek olarak
beyin sapı ve serebellar atrofi gibi ortak nöroradyolojik bulguların da oldu bilinmektedir. Bizim hastamıda farklı olarak
beyin sapı ve serebellar atrofi saptanmamıştır. Ayrıca GPR56 mutasyonlarına bağlı polimikrogirinin sadece bilateral
frontoparietal bölge ile sınırlı olmadığını bu çalışma ile gösterdik.
Sonuç:Sonuç olarak GPR56 mutasyonları spesifik olarak bilateral frontoparietal sendromla ilişkilendirilse de mutasyon
tipine bağlı olarak ya da hastalardaki diğer etkenlere bağlı olarak farklı fenotipler ile ortaya çıkabilmektedirler.
Anahtar:epilepsi, polimikrogri, çocuk, gen haritalama, ekzom dizileme
30
S-21 - TRANSAMİNAZ YÜKSEKLİĞİ İLE SEPSİS AYIRICI TANISINDA AKILDA
KALMASI GEREKEN BİR OLGU : DRESS SENDROMU
Mehmet Arda KILINÇ , Bülent KARAPINAR , Beyhan ÖZKAYA , Murat BAL , Ali
YURTSEVEN ,
1
1
2
3
4
EGE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, 2EGE ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİ ANA BİLİM
DALI, 3EGE ÜNİVERİSTESİ ALERJİ-İMMÜNOLOJİ ÜNİTESİ, 4EGE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK ACİL ÜNİTESİ,
1
Amaç:DRESS (Drug Rash with Eoshinophilia and Systemic Symptoms) sendromu, ilaçlarla tetiklenen, kutanöz,
hematolojik ve solid organ tutulumlarının eşlik ettiği şiddetli bir reaksiyondur. Tedavisinde spesifik yaklaşımların
gerekmesi ve yüksek mortalite oranları nedeniyle sendromun erken tanınması çok önemlidir. Bu olguyu sunmadaki
amacımız sendromun eşlik eden bulguları ile tanınmasının zor olmadığı, sepsis ayırıcı tanısında akılda tutulmasının
gerektiğini vurgulamaktır.
Yöntem:Çocuk yoğun bakım ünitesine ciltte döküntü solunum yetmezliği ve hipereosinofilin eşlik ettiği transaminaz
yüksekliği olan olgunun sunulması planlandı.
Bulgular:7 yaşında kız olgu dış merkezden solunum sıkıntısı sepsis ön tanılarıylakabul edildi. Kliniğimizde ilk yapılan
fizik muayenesinde genel durumu orta , dispneik hipoksik, maske ile oksijen almak zorunda olna dinlemekle ralleri olan
sıvı yükü +2 godesi olan cildinde basmakla solmayan döküntüleri olup yer yer veziküler yer yer ise birleşme eğilimi
gösteren makular nitelikte, bilateralboynun iki yanın 1*1 cm boyutlarında lenfadenopatisi vardı. Hastanın anamnezinde
ibuprofen grubu ajanlara allerjisi olduğu böceklere karşı ise duyarlılığı olduğu öğrenildi. en son 5 gün önce amoksisilinklavunat içerikli ilaç kullanımı sonrası cildindeki döküntülerin başladığı , bir gündür ise 39,5 C ateşinin olduğu
öğrenildi. Hastanın akciğer grafisi ARDS ile uyumlu gelirken hasta Bipap ile non invasive solunum desteğine rağmen
kan gazında Pao2/Fio2 oranın 156 yani orta derece ards ile uyumlu olduğu görüldü. Hastanın crp değeri ılımlı
yüksekken tam kan sayımında % 40 eosinofil oranı olduğu görüldü.biyokimyasında ise karaciğer enzimlerinin 1000
civarında seyrettiği oysaki ınr değerinin 1,5 olduğu görüldü. Hastanın oeriferik yayması değerlendirildiğinde atipi
görülmedi ama hipereosinofili periferk yaymadada dökümante edildi.hastanın bakılan santral venöz basınç dğerleri 1517 arasında olunca sıvı kısıtlamasına gidildi. Hastanın bakılan ekokardiyografisinde ejeksiyon fraksiyonu % 70
civarında idi. Hastanın ilaç kullanımı sonrası döküntülerinin oluşması hipereosinofilisinin olması ve karaciğer ile
akciğer tutulumunu olması üzerine hastada ön planda dress sendromu düşünüldü. Hastanın cilt döküntülerinden biyopsi
alındı. Döküntüleri için lokal antihistaminik ajanlar başlandı. sıvı kısıtlaması ve diüretik ajanlarla volüm yükü çekildi.
Anamnezde beta laktam içerikli ajan sonrası bulguları başladığndan ilaç kesildi karbapanem içerikli antibiyogram
geçildi. Hastanın blanket serilmesine rağmen dirençli ateşleri vardı. Tüm kültürleri negatif saptandı. Ateş yüksekliği için
2 gün 1 gram/kg ıntravenöz ımmunglobilin verildi. Litaratür ön planda sistemik steroid önersede hastada ön planda
bakteriyel sepsisi dışlayamadığımız için biz ıvıg tedavisi verdik.Ivıg sonrası hastanın 3 gün ateşleri geriledi. solunum
sıkıntısı gerileyen hastanın döküntüleri soldu. Hastanın karaciğer enzimleri gerilerken başlangıçta 2,1olan albumin
değeri replasman ve totalparentaral beslenme desteği ile 3 civarına çekildi. Sıvı yükü geriledikçe dispnesi ve solunum
yetmezliğigeriledi. Olgu maske oksijen desteğinde organ yetmezliği kalmayıp tam oral beslenmeye başlayınca önerilerle
çocuk alerji servisine devredildi.
Sonuç:Eozinofili ve sistemik semptomların eşlik ettiği ilaç reaksiyonu [Drug Rash with Eosinophilia and Systemic
Symptoms (DRESS)], ilaç hipersensitivite sendromu olarak da bilinen yaşamı tehdit edebilen oldukça nadir görülen,
akut, idiyosenkrazik bir ilaç reaksiyonudur. Dress sendromunda, en sık etkilenen iç organ karaciğerdir.Uygun müdahale
yapılmadığında mortalite oranı % 10-40 arasında değişmekle beraber ülkemizde şuana kadar olgu sunumları bazında
sunulmaktadır. Bizde olgunun sunulmasında kendi tecrübemizi paylaşmak isterken pediatrisitlerin en temel ilaçları olan
antiepileptik ve antibiyotik kullanımı sonrası en az 6 hafta içinde bu tarz erupsiyonların görülebileceğini ve dress
sendromunun akılda tutulması gerektiğini vurgulamak istedik.
31
Anahtar:İlaç allerjisi, hipereosinofili, deri döküntüsü , transaminaz yüksekliği
32
S-22 - TABURCULUK SONRASI PALIVIZUMAB PROFILAKSI ÖNERILERINE
UYUM
Fırat ERGİN , Tuğba YAPAR , Mehmet YALAZ , Özge ALTUN KÖROĞLU , Nilgün
KÜLTÜRSAY ,
1
1
1
1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları A.D,
1
Amaç:: Respiratuvar sinsityal virus (RSV) 1 yaş altı bebeklerde hastaneye yatışa neden olabilecek ağır akciğer
enfeksiyonlarına yol açmaktadır. Prematürite, BPD ve siyanotik kalp hastalıkları RSV ile ilişkili morbidite ve mortalite
için en yüksek risk gruplarını oluşturur. Bu amaçla risk grubundaki hastalara enfeksiyonun sık görüldüğü sezon
süresince palivizumab ile aylık pasif immunizasyon uygulanmaktadır. Uluslararası ve ulusal öneriler doğrultusunda
taburculuk sonrası proflaksi önerileri risk grubundaki hastalara bildirilmekle beraber; etkin korumanın sağlanabilmesi
için en önemli faktör ailenin profilaksi programına uyumudur. Bu çalışmada ünitemizden taburcu edilen bebeklerde
palivizumab profilaksi önerilerine uyumun değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem:Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Ünitesi'nden taburcu edilirken palivizumab profilaksi programına
alınmış ya da aynı amaçla kliniğimize sevk edilmiş hastaların önerilere uyumu, Ekim 2013 - Mart 2015 tarihleri
arasında prospektif olarak izlendi. Neonatal dönemdeki klinik verileri, taburculukta planlanan profilaksi programı ve
RSV sezonu süresince aylık olarak profilaksi uygulama durumu kayıt edildi.
Bulgular:Kriterlere uyan 200 yenidoğan çalışmaya dahil edildi. Olguların ortalama gestasyonel haftası30.5±4,14 (2441) hafta, ortalama doğum ağırlığı 1626±812(470-4010) gram olarak bulundu. Taburculuk sırasında palivizumab
profilaksisi için TND'nin en güncel önerileri esas alındı. Olguların palivizumaba uyumu ortalama % 67,8 olarak (min
%0- max 0) bulundu. Prematurite nedeniyle palivizumab uygulanan olguların (n=144) palivizumab uyumu %68.9 (min
%0- max 0), siyanotik kalp hastalığı nedeniyle palivizumab uygulananların (n=56) uyumu %65.2 (min %0- max 0) idi.
İki grup arasında uyum açısından istatistiksel fark yoktu (p=0.87) dış merkezden yönlendirilen (n=49) ve hastanemizden
taburcu edilen (n=151) hastalar arasında uyum açısından istatistiksel fark saptanmadı (p=0.56). Gestasyonel haftalarına
göre incelendiğinde palivizumaba uyum açısından istatistiksel fark yoktu (p=0.45). İlk doz için uyum %84,5, ikinci doz
için uyum %86 ,3. doz için %82,5, 4. Doz için % 78 5. Doz için %70 olarak saptandı.
Sonuç:Çalışmamızda RSV enfeksiyonları ve komplikasyonları açısından yüksek risk altında olan bir hasta grubunda
palivizumab profilaksisine uyumun %60'lar civarında bulunması dikkat çekicidir. Profilaksi programına uyumda
gözlenen bu düşüklük gestasyonel yaş, profilaksi indikasyonu ve yenidoğan döneminde izlendiği merkezden
bağımsızdır. Ailelerin profilaksinin önemi hakkında daha iyi bilgilendirilmeleri ve uyumu artırmak için daha fazla çaba
sarfadilmesi gereklidir.
Anahtar:RSV PALİVİZUMAB UYUM
33
S-23 - HEDEFLENMİŞ YENİ NESİL DİZİ ANALİZİ YÖNTEMİ İLE CDG1Q TANISI
KONULAN İKİ KARDEŞ
Tahir ATİK , Hüseyin ONAY , Esra IŞIK , Aycan ÜNALP , Muzaffer POLAT , Ferda
ÖZKINAY ,
1
2
1
3
4
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Bilim Dalı, 2Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 3Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi, Çocuk Nöroloji, 4Celal Bayar
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı,
1
Amaç:Konjenital glikolizasyon defektleri (KGD), glikolipid ve glikoproteinlerin defektif glikolizasyonundan
kaynaklanan, çok geniş bir klinik spektruma sahip genetik hastalıklardır. İlk tanımlandığı 1980 yılından bu yana 45
farklı KGD alt tipi tanımlanmıştır. KGD Tip 1q (CDG1Q) (SRD5A3-CDG), dolikol fosfat biyosentezinin son
basamaklarından biri olan steroid 5 alfa-redüktaz tip 3’deki defekt sonucu ortaya çıkan, psikomotor retardasyon,
serebellar anormallikler/ataksi, nistagmus ve görme sorunları ile karakterize otozomal resesif nadir bir hastalıktır. Bu
olgu sunumunda CDG1Q tanısı almış, SRD5A3 geninde birleşik heterozigot mutasyon saptanan iki kardeş
sunulmaktadır.
Yöntem:Sekiz yaşında erkek olgu ve 5 yaşında kız kardeşi. Motor/mental gelişim geriliği, mikrosefali, nistagmus,
ataksik yürüme nedeniyle izlenen olguların anne ve babaları arasında akrabalık yoktu. Prenatal, natal ve postnatal
öykülerinde önemli bir özellik saptanmadı. İnfantil dönemde her iki olgunun da hipotonik olduğu, gelişim
basamaklarının geciktiği öğrenildi. Fizik muayenelerinde mikrosefali dışında ölçüleri normal sınırlardaydı. Geniş alın,
yukarı çekik palpebral fissürler, belirgin rotatuar nistagmus, ince uzun vücut yapısı belirlendi. Heriki olgunun yapılan
laboratuvar testlerinde hemogram, iyonlar, renal ve karaciğer fonksiyon testleri normaldi. Karın USG, iskelet sistemi
grafileri normal olarak yorumlandı. İşitme testlerinde patoloji saptanmadı. Göz muayenelerinde her iki olgunun optik
disklerinde solukluk ve nistagmus dışında anormallik bildirilmedi. Kranyal MR’da hafif serebellar atrofi olduğu
belirlendi. Olgularda bu bulgularla öncelikle siliyopatiler, özellikle Joubert Sendromu düşünüldü. Bu sendrom açısından
Illumina MiSeq platformunda 552 genin değerlendirmesini sağlayabilen TruSight Inherited Disorders Yeni Nesil Dizi
Analizi paneli ile genetik analiz yapıldı. Olgularda bu panel içerisindeki Joubert Sendromu’na sebep olduğu bilinen
genlerden hiçbirinde hastalık yapıcı bir mutasyon saptanmadı. Panel içerisindeki diğer genlerde yapılan analizler
sonucunda SRD5A3 geninde birleşik heterozigot p. Trp19Ter ve p. Gly166Glu mutasyonları heriki kardeşte de
belirlendi. Mutasyonların doğrulaması Sanger dizi analizi ile gösterildi, ayrıca anne ve babalarının da bu mutasyonlar
için taşıyıcı oldukları belirlendi. CDG1Q açısından olguların klinik bulgularının uyumlu olduğu görülürken, izoelektrik
transferrin odaklamada hastalığı destekleyecek şekilde, anormal (Tip 1 patern) belirlendi. Aileye kapsamlı genetik
danışma verildi. Hastalar kesin tanı altında izleme alındı.
Bulgular:
Sonuç:Yeni nesil dizi analizi yöntemlerinin kullanımı genetik heterojenitesi olan ve klinik tanısında zorlanılan
hastalıklarda kesin moleküler tanıya ulaşmada giderek çok önemli bir yer tutmaktadır.
Anahtar:Yeni nesil dizi analizi, CDG1Q, mikrosefali, Joubert Sendromu
34
S-24 - BARDET BIEDL SENDROMUNUN TANISINDA HEDEFLENMİŞ YENİ
NESİL DİZİ ANALİZİ KULLANIMI: BBS1, BBS2, BBS4, BBS7, BBS9 VE BBS10
GENLERİNDE DOKUZ YENİ MUTASYON
Aslı ECE SOLMAZ , Hüseyin ONAY , Tahir ATİK , Ayça AYKUT , Meltem CERRAH
GÜNEŞ , Özge ÖZALP YÜREĞİR , Veysel Nijat BAŞ , Filiz HAZAN , Özgür KIRBIYIK ,
Ferda ÖZKINAY
1
3
1
2
4
1
5
6
7
2
Ege Universitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 2Ege Universitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Bilim Dalı, 3Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim
Dalı, 4Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Genetik, 5Eskişehir Devlet Hastanesi, Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Kliniği, 6Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi, Tıbbi Genetik Kliniği, 7Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi,
Tıbbi Genetik Kliniği,
1
Amaç:Bardet Biedl Sendromu (BBS) obezite, rod-kon distrofi, post aksiyal polidaktili, renal anomali, genital anomali
ve öğrenme güçlüğü ile karakterize nadir görülen otozomal resesif geçişli bir silyopatidir. BBS’nin sıklığı toplumlar
arası farklılık göstermektedir. KuzeyAvrupa’da 160.000’de 1 iken, akrabağa evliliğinin daha sık olduğu bazı Arap
toplumlarında 13.500’de 1 görülmektedir. Türkiye’deki sıklığı ise bilinmemektedir. Bugüne kadar belirlenmiş BBS’den
sorumlu olan 18 gen mevcuttur; BBS1, BBS2, BBS3 (ARL6), BBS4, BBS5, BBS6 (MKKS), BBS7, BBS8 (TTC8),
BBS9, BBS10, BBS11 (TRIM32), BBS12, BBS13 (MKS1), BBS14 (NPHP6), BBS15 (WDPCP), BBS16 (SDCCAG8),
BBS17 (LZTFL1), BBS18 (BBIP1). Bu çalışmada klinik olarak BBS tanısı konulan 15 olguda, hedeflenmiş yeni nesil
dizi analizi ile 16 BBS geninde mutasyon dağılımı ve fenotip-genotip korelasyonu araştırılmıştır.
Yöntem:Klinik olarak BBS tanısı konulan 15 olguda, Illumina MiSeq platformu kullanılarak TruSight Exome paneli ile
moleküler analiz yapılmıştır. Analiz sonucu elde edilen varyantlar önce veritabanlarındaki toplum sıklıklarına, daha
sonra da in-silico analizlerdeki patojenitelerine göre otozomal resesif filtrelemeden geçirilmiştir. Hastalarda hastalık
yapıcı olarak değerlendirilen varyantların, ailede segregasyonu Sanger dizi analizi ile gerçekleştirilmiştir.
Bulgular:Çalışmaya alınan 15 olgunun 13’ünde, araştırılan genlerde hastalığa sebep olan mutasyon saptandı. BBS1
geninde, 1’i tanımlı (Y284SfsX5), 2’si yeni (IVS1-3C>G, Q338X) 3 mutasyon, BBS2 geninde 1 yeni mutasyon
(G88AfsX6), BBS4 geninde 1 yeni mutasyon (IVS6-2A>G), BBS7 geninde 1’i tanımlı (R238EfsX59), 1’i yeni (L317V)
2 mutasyon, BBS9 geninde 1 yeni mutasyon (N35X), BBS10 geninde 1’i tanımlı (S311A), 3’ü yeni (K619IfsX10,
I342NfsX20, T516NfsX8) 4 mutasyon saptanmıştır. Olgular klinik bulguları ve moleküler genetik özellikleri ile fenotipgenotip korelasyonu açısından değerlendirilmiştir.
Sonuç:Bu çalışma, BBS moleküler tanısı ve fenotip-genotip korelasyonu ile ilgili Türkiye’de ilk ve dünya literatründeki
az sayıda çalışmalardan biridir. Olgulardaki moleküler bozukluğun ortaya konması, gelişebilecek komplikasyonların
önlenebilmesine ve sağlıklı nesillerin yetişmesine katkı sağlayacaktır.
Anahtar:Bardet Biedl Sendromu, Yeni Nesil Dizi Analizi, Mutasyon, Fenotip-Genotip Korelasyonu
35
POSTER
BİLDİRİLER
36
P-01 - AKUT BÖBREK YETMEZLİĞİ VE SEPSİS TANILI ÇOCUĞUN SİNERJİ
KURAMI KULLANILARAK DEĞERLENDİRİLMESİ
NURİYE EFE , NURSEREN İŞLER , NİHAL ÖZDAMAR , ESRA ARDAHAN ,
1
2
2
1
İzmİr Katİp Çelebİ Ünİversİtesİ, 2Behçet Uz Çocuk Hastanesİ,
1
Amaç:Bu çalışma; ABY ve Sepsis tanılı olgunun hemşirelik bakımının Sinerji Modeli uygulanarak değerlendirilmesi
amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Akut Böbrek Yetmezliği (ABY); böbreklerin fonksiyonlarının ani olarak bozulmasıdır. Bu durum sıvıelektrolit ile asit- baz dengesizliğine ve metabolik toksinlerin vücutta birikmesine neden olur. ABY’de primer belirti
oligüri olup böbrek disfonksiyonunun önemli bir göstergesidir. Klinik bulguları; hipertansiyon, ödem, hepatomegali,
galo ritmi (S3 ile beraber üçlü ses duyulması), pulmoner ödem gibi konjestif kalp yetmezliği komplikasyon bulguları,
intravasküler volüm kaybı ve bilinç değişiklikleridir. Azotemi, BUN ve CRP düzeyinde artma, metabolik asidoz,
hiponatremi, hiperkalemi, hipokalsemi, anemi, lökopeni, trombositopeni ile kendini gösterir. Sepsis kana bakteri ya da
toksin karışması olarak tanımlanır ve pediatrik yoğun bakım ünitelerinde, sepsis ve septik şok, önemli mortalite
nedenlerinden biridir.
Bulgular:Bebek BA, C/S doğum ile 3100 gr ve 52 cm olarak sağlıklı doğmuş olan 9 aylık kız bebektir. Postnatal
dönemde Patolojik Hiperbilirubinemi sebebiyle fototerapi tedavisi almıştır. 10 günlükken Atrioventriküler Septal Defekt
saptanan, 4,5 aylıkken Pulmoner Banding yapılan ve 4,5 aydır ev tipi mekanik ventilatör ile izlenen olgunun solunum
sıkıntısı sebebiyle hastaneye yatışı yapılmıştır. Hastaya Akut Böbrek Yetmezliği ve Sepsis tanıları konmuş olup,
tedavisi Yoğun Bakım Kliniği’nde sürdürülmektedir. Genel durumu kötü olan, immobil, bilinci kapalı, kürarize (Curon
100 mg/24 saat) ve monitörize olarak izlen olgunun trakeostomisi, sağ torax tüpü, foley sonda, hemodiyaliz kateteri,
batın orta hatta periton diyaliz kateteri mevcuttur. Ev tipi MV ile izlenen olgu %60 FiO₂ desteği almaktadır. Nitrik oksit
tedavisi alan olgu, mama ile nazogastrik tüpten beslenmekte, sıvı kısıtlaması uygulanmaktadır. Vücut sıcaklığı
hipotermik olarak seyrettiğinden (ortalama 35.5°C) ısıtıcılı battaniye ile ısıtılmaktadır. Derisinde solukluk ve siyanotik
görünüm, labia majörlerde ödem, gözlerinde kuruluk ve göz kapaklarında ödem, dudaklarında kuru ve çatlak görünüm,
dilinde çatlaklık ve kızarıklık, kas tonüsünde hipotoni mevcuttur. Yatağa bağımlı olan immobil, entübe çocuklar öz
bakımlarını ifade etmekte güçlükler çekmektedir ve bakımlarının karşılanması için yardımcı olacak bir kişiye
gereksinim duymaktadırlar. Yatağa bağımlı olan çocuğun bakımı ailesinde de anksiyeteye yol açmaktadır. Bu
anksiyeteyle birlikte, aile çocuk iletişimi bozulabilmektedir. Sinerji Modeli; günlük yaşam aktivitelerini ve bakımlarını
yerine getiremeyen çocuklar ile ailelerine hastalıkla baş edebilmeleri amacıyla oluşturulmuş bir modeldir. Modelde
sağlık personeli ile aile-çocuğun birlikte çalışması gerekmektedir. Sinerji modeline göre, hasta özellikleri ile hemşire
yeterlilikleri uygun olduğunda, sinerji oluşturduklarında en iyi hasta sonuçları elde edilmektedir. Model; çocuğu
Stabilite, Karmaşıklık, Tahmin Edilebilirlik, Esneklik, Hassasiyet, Karar Verme Sürecine Katılım, Bakıma Katılım ve
Kaynak Bulabilme olmak üzere 8 ayrı başlıkta inceler ve istendik bakımı vermeye yardımcı olmaktadır. Stabilite(1):
BA. düşük derecede stabildi. Karmaşıklık (1):BA’nın, durumunun kompleksliği yüksek düzeydeydi. Birden fazla vücut
sistemi etkilenmişti. Tahmin Edilebilirlik (5): BA’nin durumu yüksek düzeyde tahmin edilebilirdi. Hastalığının
beklenen süreci doğrultusunda ilerliyordu ve uygulanan tedavilere istenen yanıtı vermemişti. Esneklik/Dayanıklılık (1):
BA, dayanıklı değildi. Durumunu kötüleştirecek altta yatan başka sağlık sorunları da vardı. Hassasiyet (1): BA’nın
hassasiyeti bebek olmasından dolayı yüksekti. BA’nın beklenen sonuçlarını etkileyebilecek kabul edilebilir stresörleri
yoğundu. Karar Verme Sürecine Katılım (3):BA’nın ailesinin, kararlara katılımı orta düzeydeydi. Bakıma Katılım(3):
BA’nın ailesinin, bakıma katılımı sınırlıydı. Kaynak Bulabilme (3):BA’nın ailesinin kaynak bulabilme durumları sınırlı
düzeydeydi
Sonuç:Olguya Etkisiz Solunum Örüntüsü, Özbakım Eksikliği, Oral Muköz Membranlarda Bozulma, Aspirasyon Riski,
37
Sıvı-Elektrolit Dengesizliği Riski, Sekonder Enfeksiyon Riski, Kardiak Doku Perfüzyonunda Bozulma Riski, Düşme
Riski hemşirelik tanıları konulmuş ve sinerji modeline göre hemşirelik bakımı uygulanmıştır.
Anahtar:Sinerji Modeli, Olgu Sunumu, Hemşirelik, Pediatri, Akut Böbrek Yetmezliği
38
P-02 - ATRİOVENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT TANILI ÇOCUĞUN GORDON
FONKSİYONEL SAĞLIK ÖRÜNTÜLERİ KURAMI’NA GÖRE
DEĞERLENDİRİLMESİ: OLGU SUNUMU
ÖYKÜ KARA , SAİME YILDIRIM , ESRA ARDAHAN ,
1
2
1
İzmİr Katİp Çelebİ Ünİversİtesİ, 2Behçet Uz Çocuk Hastanesİ,
1
Amaç:Bu çalışma; Atrioventriküler Septal Defekt Tanılı çocuğun Gordon Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri Kuramı’na
göre değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Atrioventriküler Septal Defekt (AVSD) kalbin atriumlarının ve ventriküllerinin birleşme yerindeki defekt
sonucu meydana gelen asiyonotik kalp anomolisidir. Genellikle kapakçık defektleri de AVSD‘ye eşlik etmektedir.
AVSD sonucuyla meydana gelen sol-sağ şant ile ilerleyen dönemlerde Pulmoner Hipertansiyon ve Konjestif Kalp
Yetersizliği gelişmektedir. Patent Ductus Arteriozus (PDA); doğumu izleyen ilk 72 saat içerisinde kapanması gereken,
fetal dolaşımda aorta ile pulmoner arter arasında bağlantıyı sağlayan Duktus Arteriosusun kapanmaması sonucu
pulmoner arterden aortaya doğru sol-sağ şant olması ile seyreden asiyonotik kalp hastalığıdır.
Bulgular:Bebek E.K.; 39. gestasyonel haftada 25 yaşındaki sağlıklı anneden vajinal doğum ile 2900 gr olarak doğan 10
aylık bebektir. Anormal kalp bulguları sonucu doğumun hemen ardından 20 gün de küvözde izlenmiştir. Ebeveynleri
arasında akrabalık ilişkisi mevcuttur. Bebek E.K.’de AVSD ve PDA’nın yanı sıra Polidaktili ve Yarık Damak
mevcuttur. Bebek E.K. 9 aylıkken opere edilmiştir. Sağ ve sol thorax olmak üzere iki adet dreni mevcuttur. Foley sonda
ile mesane kateterizasyonu sağlanmıştır. Sağ femoral artere bağlı arter kateteri, juguler vene bağlı santral venöz katateri
mevcuttur. Ayrıca bebek E.K. mekanik ventilatör ile solunum desteği almaktadır. 6x1 Similac High Energy ile
nazogastrik yolla beslenmektedir. Aldığı çıkardığı takibi normal seyretmektedir. Ortalama idrar miktarı 382-786 cc
arasında değişmektedir. Sekresyonları oldukça yoğundur. Sol ayak bileğinde hareket kısıtlılığı mevcuttur. Bebek
E.K.’nın vücut ağırlığı 4500 gr, boy uzunluğu 59 cm olup persentil değerleri 3 persentil değerinin altındadır. Arka
fontanel kapalıdır ve ön fontanel açıklığı ise 2x1cm genişliğindedir. Servikal bölgede 1x1cm genişliğinde, sakral
bölgede 3x2 cm genişliğinde üçüncü derece bası ülseri mevcuttur. Sırt bölgesinde kızarıklık, ağız çevresinde tespitlerle
ilişkili deri irritasyonuna bağlı küçük açık yaralar mevcuttur. Operasyon öncesi dönemdeki kas gücü 5/5 olan bebek
EK.’nın yoğun bakımda yapılan muayenesinde kas gücü devamlı aldığı sedasyonun etkisi ile 3/5 ‘tür. Ağrısı NIPS
skalası ile değerlendirilmiş ve ağrı puanı sürekli olarak analjezik tedavisi almasına bağlı ‘0’ puan olarak bulunmuştur.
Hasta operasyon sonrası dönemde KVC YB takibinde exitus olmuştur.
Sonuç:Olgu bakım verilen süre boyunca Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri Kuramı’na göre değerlendirilmiş ve
Deri Bütünlüğünde Bozulma, Havayolunu Temizlemede Etkisizlik, Yatak İçi Mobilitede Bozuma, Sekonder Enfeksiyon
Riski, Aspirasyon Riski, Sıvı Elektrolit Dengesizliği Riski, Vücut Sıcaklığında Dengesizlik Riski, Kardiak Out-Putta
Azalma Riski, Büyüme ve Gelişmede Gecikme hemşirelik tanıları belirlenmiş ve bakımı yapılmıştır.
Anahtar:Gordon Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri, Vaka Sunumu, Pediatri, Hemşirelik, Atrioventriküler Septal Defekt
39
P-03 - ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİN VE ÇALIŞAN ÇOCUKLARIN TÜRKİYE’DEKİ
LİSANSÜSTÜ ÇALIŞMALARDAKİ YERİ
Aslı AKDENİZ KUDUBEŞ , İsmet Emir KUDUBEŞ , Murat BEKTAŞ ,
1
2
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi,
1
Amaç:Türkiye’de yapılan lisansüstü çalışmalarda çocuk işçiliğinin ve çalışan çocukların yerini incelemektir.
Yöntem:Tanımlayıcı nitelikte olan bu çalışmada, Yüksek Öğretim Kurumu’nda “Çocuk işçiliği”, “Çocuk işçi” ve
“Çalışan çocuk” anahtar kelimeleri ile 1990-2015 yıllarına ait lisansüstü çalışmalar incelenmiş ve 76 çalışmaya
ulaşılmıştır. Tam metnine ulaşılan lisansüstü tezlere (n=39) ait bulgular sayı ve yüzde olarak verilmiştir.
Bulgular:Çocuk işçiliğine ve çalışan çocuklara yönelik lisansüstü tezlerin %82.5’i (n=32) yüksek lisans tezi olup, bu
konuya yönelik yalnızca dört doktora tezine ve üç tıpta uzmanlık tezine rastlanmıştır. Çalışmaların büyük çoğunluğu
(%58.9, n=23) Sosyal Bilimler Enstitüsü öğrencileri tarafından yapılmıştır. Ayrıca, Sağlık Bilimleri, Fen Bilimleri,
Eğitim Bilimleri, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü öğrencileri de konuyla ilgili tezler yürütmüşlerdir. Tezlerin sosyal
politikalar, iktisat, sosyoloji, hemşirelik, halk sağlığı, güzel sanatlar, ilahiyat gibi bölümleri kapsayan geniş bir
yelpazede çalışıldığı belirlenmiştir. Bu konuya, 1990 yılında yapılan ilk çalışmayı takiben, konunun en çok 2009 yılında
çalışıldığı (%25.6), son dokuz yıldır daha çok yer verildiği (%92.3) ve tezlerin ağırlıklı olarak İç Anadolu (%41) ve
Marmara Bölgesi’nde (%30.7) yapıldığı belirlenmiştir. Tezlerde veri toplama yöntemleri olarak anket,
geçerlik/güvenirliği yapılmış ölçekler ve gözlem yöntemi kullanılmıştır. Ulaşılan tezlerin büyük bir çoğunluğunun
tanımlayıcı nitelikte olduğu ve bu konuya yönelik sadece bir deneysel çalışma olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca,
tezlerin %17.9’u (n=7) niteliksel araştırma yöntemi kullanılarak yapılmıştır. Yüksek lisans tezlerinin konulara göre
çeşitlilik gösterdiği, master tezlerinde genel olarak çocuk işçiliğinin risk faktörleri (yaş, cinsiyet, ailenin
sosyodemografik özellikleri, gelir durumu), çalışma alanları, sağlık sorunları, yaşanan iş kazaları, madde kullanımı
konuları incelenirken, doktora tezlerinde çalışan çocukların eğitim ihtiyaçları, çocuk işçilerin yoksullukla ilişkisi ve
sosyolojik yaklaşımlar ele alınmıştır. Deneysel olarak yürütülen yüksek lisans tezinde ise verilen müzik eğitiminin
çocukların tutumlarına olan yansıması değerlendirilmiş ve sosyal sorumluluk projesi olarak hayata geçirilmiştir. Ayrıca
doktora tezlerinin üçünün niteliksel çalışmalar olduğu belirlenmiştir. Çalışmalara katılan çocukların çoğunluğunun
erkek (%53.84-100 arası değişen oranlarda) ve 16-18 yaş aralığında olduğu, genellikle düşük gelirli ve düşük eğitim
seviyesine sahip ailelerin çocukları olduğu, okula devamlılığın az olduğu ve başarılarının düşük olduğu, sıklıkla sanayi
sitesinde ve sokaklarda çalıştığı, çocukların otomotiv-mobilya-elektrik gibi sektörlerin yanında kuaförlük/berberlikseyyar satıcılık alanlarında da çalıştıkları, çalışan çocukların %17.7-62 arasında değişen oranlarda her gün sigara
tüketiminin olduğu ve %15-45.1 arası değişen oranlarda iş kazası yaşadıkları sonucuna ulaşılmıştır.
Sonuç:Çocuk işçilerin hak ettikleri hayatı yaşamaları için gereken asgari şartlara dahi sahip olamadıkları, istismara ve
emek sömürüsüne uğradıkları, iyi bir geleceğe sahip olmaları için gereken şanstan mahrum kaldıkları, incelenen tezlerde
fikir birliğine varılan sonuçlardır. Bununla birlikte tezlerin çoğunluğunun İç Anadolu ve Marmara Bölge’sinde yer alan
birkaç il ile sınırlı kaldığı, özellikle çocuk işçiliğin en yaygın olduğu kolların başında olan tarım ve hayvancılık
sektörlerinin yoğun olarak yapıldığı Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz Bölgelerini kapsayan çalışmaların çok az olduğu
sonucuna varılmıştır. Konu ile ilgili çalışma sayısının arttırılmasının yanında çalışmaların kapsadığı alanın
genişletilmesi, yapılan çalışmalardan elde edilen bulguların ve çözüm önerilerinin uygulayıcı makamlara doğrudan
iletilmesi ve akademik olarak bu konuda hayata geçirilmesi gereken projelerin yapılması önerilmektedir.
Anahtar:çocuk işçiliği, çocuk işçi, çalışan çocuk, lisansüstü çalışma.
40
P-04 - ELEKTİRİK YANIĞI OLAN OLGUNUN LEVİNE KORUMA MODELİ İLE
İNCELENMESİ
Şeyda BİNAY , Atiye KARAKUL , Nurdan AKÇAY DİDİŞEN , Seda ARDAHAN , Merve
GÜMÜŞ ,
1
1
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
1
Amaç:Yanık, yüksek ısı, elektrik, kimyasal maddeler ve ışın gibi etkenler sonucunda organizmada oluşan yumuşak
doku yaralanmalarıdır. Yanık ve yangınlar kasıtlı ölümler içinde 5. sıradadır. Çocuklarda yanık vakalarının %70’i 5
yaşın altında ortaya çıkar. Çocuklarda en sık sıcak su, ateş/ alev ve elektrik yanıkları görülmektedir. Yanıklar derinlik ve
yüzey alanına göre sınıflandırılır. Elektrik yanıkları genellikle 3. ve 4. derece yanık ile sonuçlanmaktadır. 3. Derece
yanıklarda; hipodermis, kas, tendon, fasya harap olmuştur. Yara zemini sarı-yeşil arası bir renktedir. Yer yer kahverengi
lekeler görülür. 4. Derece yanıklar; derinin tüm katları, cilt altı yağ dokusu, kas, tendon, kemik gibi yapıları içine alır.
Yanık vakalarına bütüncül yaklaşılması için hemşirelerin yanığın derecelendirilmesini, fizyopatolojisini, etkilerini,
prognozunu bilmeli ve değerlendirebilmelidir. Levine’in felsefesine göre; insan yaşamındaki her değişikliğe bir bütün
olarak yanıt verir. Bireylerin kendi çevreleri dışında anlaşılmaları zordur. Hemşire enerji, yapı, kişisel ve sosyal
bütünlüğünün korunması yoluyla modelin hedefini gerçekleştirir. Modelin amacı; adaptasyonu desteklemek ve koruma
ilkelerini kullanarak bütünlük sağlamaktır. Levine hemşirelik süreci üzerinde durmuştur ve hemşirenin bilimsel süreçler
ve yaratıcı yeteneğinden yararlanarak bakım verdiğini savunmuştur. Bu çalışmada, hasta ve ailesinin gereksinimleri
hemşirelik girişimleri başlığı altında ele alınması planlanmıştır.
Yöntem:Yanık tanılı olgu (% 4) Levine “Koruma Modeli” çerçevesinde değerlendirilecektir.
Bulgular:Yanık; psikolojik, fizyolojik, tıbbi ve sosyal problemlere neden olan kompleks bir sağlık sorunudur. Doku ve
deri hasarı oluşmaktadır. Ebeveynlerde, çocukta ileri derecede yanığın meydana gelmesi, hastane ortamında bulunmak,
sürecin bilinmezliği nedeniyle stres ve anksiyete yaşarlar. Çocukların ve ebeveynlerin yaşam kalitesini, benlik saygısını
bozar ve bakım gereksinimini artırır. 7 yaşındaki kız olgu evde su ısıtıcısını elle tutma nedeniyle elektrik çarpması
sonucu hastaneye yatışı yapılmış, genel durum orta kötü, şuur açık, oryantedir. Yanık alanı: göğüs; 10x15 cm, sol el; el
ucu, parmakların tamamı, sağ el; 4 ve 5. parmak distalde, dudak; sağ lateral.
Sonuç:Hemşirelik bakımı ve etkin tedavi ile birlikte çocukta var olan doku, enfeksiyon ve beslenme sorunları
düzeltilerek çocuğun normal yaşantısına dönüşümü hızlandırılabilir ve yaşam kalitesi artırılabilir.
Anahtar:Elektirik Yanığı, Levine, Koruma Modeli, Çocuk, Hemşirelik Bakımı
41
P-05 - GÖÇÜN ÇOCUK, AİLE VE TOPLUM SAĞLIĞINA ETKİLERİ
Dilek ZENGİN , Nurdan AKÇAY DİDİŞEN , Figen YARDIMCI ,
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği A.D.,
1
Amaç: Göç, coğrafi mekân değiştirme sürecinin, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi nedenlerden dolayı toplum
yapısını değiştiren nüfus hareketleri olarak tanımlanabilen evrensel bir olaydır. İnsanlık tarihiyle beraber toplumların
kimi zaman savaş, sürgün, afetler vb. durumlar yüzünden “zorunlu” olarak, kimi zamanda, daha iyi yaşam koşulları elde
etmek umuduyla “gönüllü” olarak gerçekleşen ve göçler sırasında kültürün maddi ve manevi öğeleri de taşındığı ve
farklı kültürlerden insanların karşılıklı olarak birbirlerinin hayatlarından etkilendiği sosyal bir olaydır. Başka bir deyişle
göç, bireylerin veya toplulukların ekonomik, toplumsal veya siyasal nedenlerle bir yerden başka bir yere giderek ikamet
etmeleridir. Göçün çocuk, aile ve toplum sağlığına etkileri derleme tarzında bildiri olarak kongrede detaylı olarak
paylaşılacaktır.
Yöntem:
Bulgular:Ülkemizde sanayileşme ve tarımda makineleşme sürecinden kaynaklanan sosyo-ekonomik yapıdaki önemli
gelişmeler nedeniyle 1950’lerden itibaren iç göçle ve 1960 yılının ortalarından itibaren de dış göçle tanışmaya
başlamıştır. İç göçlerin yoğunlukla kırdan kente, kentten kente ya da az gelişmiş bölgelerden, gelişmiş bölgelere doğru
olduğu belirtilmiştir. Bu yıllarda göçler, sanayileşmenin ve kentleşmenin etkisiyle birlikte köyden kente doğru yoğunluk
gösterirken, 1980’lerden sonra ise göçler daha çok kentten kente doğru eğilim göstermeye başlamıştır. Göçün temel
nedeni sosyal, ekonomik, çevresel imkânların bölgeler arasında dengesizlik göstermesidir. Bölgeler arasında görülen
sosyo-ekonomik farklılık göçün hem nedeni hem de sonucu olarak görülmektedir. Kentlerin kırdan göç çekmesinin
nedeni kentlerde istihdam ve eğitimin yaygın ve çeşitli olmasıdır. Bunların yanı sıra devlet gibi sosyal bir otoritenin
gündeme getirdiği sürgünler, iskânlar ve savaşlar nedeniyle de göçler meydana gelmektedir Göç sürecini yaşayan herkes
için sarsıcı bir deneyim olma riskini taşımakla birlikte özellikle kadınlar ve çocuklar bu süreçten daha fazla
etkilenmektedir. Çocukların gelişim evreleri nedeniyle daha hassas yapıda olduklarından göç olayından çocuk daha
fazla etkilenmektedir. Başka bir toplumda yaşayan çocuklar göçle beraber farklı ailesel özellikler ve geleneklere sahip
çocuklarla bir arada yaşaması ve eğitim görmek zorunda kalması daha fazla stres yaşamalarına neden olmaktadır. Göç
ile birlikte çocuğun ruhsal sağlığının olgunlaşmasında, en temel koşullar olan biyolojik ve fiziksel gereksinimlerinin
giderilmesinin yanı sıra güvenilir, hoşgörülü bir mekân, çevre ve insanlar arası ilişkilerin varlığının sağlanamaması,
yeteri kadar tanınamayan, güvenilmeyen insanlar arası ilişkiler, bilinmeyen, anlaşılamayan ortamlarda yaşama
zorunluluğu çocuklarda çoğu kez geri dönüşü olmayan şekilde etkilemektedir.
Sonuç:Çocuk sağlığı açısından önemli riskleri de beraberinde taşıyan göç ile birlikte gelişme çağında olan çocuğun
akademik yaşantısı, sosyal ve kültürel çevresi, yaşam doyumunda ciddi sorunlar yaşamalarına neden olmakta ve
çocukları yalnızlığa, suça teşvik etmekle birlikte şiddet, istismar ve ihmale açık hale getirdiği görülmüştür. Çocuk
üzerinde var olan tüm bu olumsuz etkiler aile yaşantıları, aile içi ilişkilerinin olumsuz etkilenmesini ve parçalanmaları
beraberinde getirmektedir. Aile yapısındaki bu olumsuz etki toplum sağlığı ve huzuruna etki etmekte ve ciddi sonuçlar
doğuran toplumsal sonuçlara yol açabilmektedir.
Anahtar:Göç, Çocuk Sağlığı, Toplum Sağlığı, Göç ve Etkisi,
42
P-06 - GÜNCEL DEĞİŞİKLİKLERLE YENİ APGAR SKORU
Dilek ZENGİN , Nurdan AKÇAY DİDİŞEN , Seda ARDAHAN SEVGİLİ , Figen
YARDIMCI ,
1
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği A.D.,
1
Amaç:Dr Virginia Apgar 1952’de yaşamının ilk dakikasındaki yenidoğanın klinik durumunu ve solunumu başlatmak ve
girişim ihtiyacı olup olmadığını değerlendirmek için bir puanlama sistemi geliştirmiştir. Bu sistem yenidoğanın
ekstrauterin yaşama uyumunu değerlendirmede kullanılan bir yöntemdir. Apgar puanlaması renk, kalp atım hızı, refleks,
kas tonusu ve solunum olmak üzere beş objektif kriteri içerir. Her bir bileşen 0,1 ve 2 puanlarından birini alır. Böylelikle
apgar skoru yenidoğanın; siyanoz ya da solukluk, bradikardi, uyarana yanıtta azalma, hipotoni ve apne ya da solunum
güçlüğü gibi klinik belirtilerini değerlendirir. Bu skorlama, tüm yenidoğanların doğumdan sonraki 1. ve 5. dakikalarında
uygulanır. Apgar skoru 7’den düşük olan yenidoğanlarda ilk 20 dk her 5 dakikada bir uygulanır. Apgar skorlaması,
doğumdan sonra yenidoğanın durumunu ve gerekli durumlarda resüsitasyon yanıtını hızlı bir şekilde değerlendiren,
kabul görmüş ve kullanışlı bir yöntemdir. Bu çalışmada; 28 Eylül 2015 tarihinde Amerikan Pediatri Akademisi (AAP)
tarafından revize edilen Apgar skorunun güncel bilgilerinin paylaşılması amaçlanmıştır.
Yöntem:
Bulgular:Güncel değişikliklerle revize edilen apgar skoru ile ilgili şu önerilerde bulunulmuştur. Apgar skoru, bireysel
neonatal mortalite veya nörolojik sonucu belirlemez ve bu amaçla kullanılmamalıdır. Ayrıca asfiksi tanısını koyabilmek
için Apgar skorunun tek başına kullanılması yeterli değildir. Bu arada yenidoğan ilk 5 dakikada 5 ya da daha düşük
apgar skoruna sahip olduğunda, umblikal kordun klempe edilmiş bölgesinden umblikal arteriel kan gazı örneği
alınmalıdır. Patolojik inceleme için plasentanın değerlendirilmesi uygun olabilir. Son olarak, Perinatal sağlık bakımı
uzmanları resüsitasyon esnasında Apgar Skoru belirlemede tutarlı olmalıdırlar; bu nedenle, Amerikan Pediatri
Akademisi ve Amerikan Obstetristler ve Jinekologlar Derneği yapılan resüsitasyon girişimlerinin açıklamasını
yaparken, revize edilmiş apgar skoru formunun kullanımını önermektedir.
Sonuç:Apgar skorunun güncel değişikliklerle yapılandırılmış son hali detayları ile birlikte sunumda paylaşılacaktır.
Anahtar:Apgar Skoru, Yenidoğan, Bilgi, Yenidoğanın Değerlendirmesi, Yenidoğan Bakımı
43
P-07 - HAVA KİRLİLİĞİ İLE BİRLİKTE ELE ALINAN YENİ BİR KAVRAM:
İSTANBUL/BÜYÜKŞEHİR BRONŞİTİ
Hatice ŞİMŞEK ,
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Halk Sağlığı Hemşireliği ABD,
1
Amaç:Modern yaşamın getirdiği şehirleşmenin bir sonucu olan hava kirliliği, yerel ve bölgesel olduğu kadar küresel
ölçekte de etki alanına sahiptir. Hava kirliliğinin insan sağlığına önemli etkileri olması sebebiyle, hava kalitesi konusuna
tüm dünyada büyük önem verilmektedir Hava kirliliği, Avrupa'da ve tüm dünyada sağlığa yönelik önemli bir risk
faktörüdür. Dünya genelinde yaklaşık 7 milyon kişi hava kirliliği nedeniyle erken ölmekte; 2050 yılında dış ortam hava
kirliliğinin, dünya genelinde çevresel koşullara bağlı ölümlerin birinci nedeni olacağı öngörülmektedir. Avrupa Çevre
Ajansı (European Environment Agency-EEA) verilerine göre, Türkiye'deki kentsel nüfusun yüzde 97,2'si sağlıksız
seviyelerde partikül maddeye (PM10) maruz kalmaktadır. Hem ülkemizde hem de dünya genelinde yapılan
epidemiyolojik çalışmalarda solunum yolu hastalıklarına çevresel hava kirliliğinin olumsuz etkisi olduğu
bildirilmektedir. Çalışmalar, yüksek PM konsantrasyonlarına sahip bölgelerde çocuklarda akciğer fonksiyonlarının
gelişmesinde azalma olduğunu bulgulamakta ve bu fonksiyonların, çocuklar daha az hava kirliliğinin olduğu bölgelere
yerleştirildiğinde iyileşme, daha fazla hava kirliliğinin bulunduğu bölgelere yerleştirildiğinde ise kötüleşme sergilediğini
göstermektedir. Bu bağlamda İstanbul Bronşiti, ilk olarak İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs
Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta tarafından tanımlanmıştır. İstanbul
Bronşiti, bronşların çeşitli uyaranlara karsı aşırı duyarlılığı olup nöbetler seklinde tekrarlayan, geceleri artan, küçük
çocuklarda öğürtü ve kusmaya yol açan öksürük ile karakterize bir hastalıktır. Şiddetli öksürüğe karşılık hiç balgam
olmayıp geceleri saç dipleri ve boynun terlemesi önemli bulgular arasındadır. Telefonla konuşurken ortaya çıkan
öksürük nöbetleri de ‘İstanbul Bronşiti’nin tipik özelliğidir. Sigara dumanı, çeşitli boya, cila kokuları, hava kirliliği de
öksürüğün başlamasına neden olan faktörlerdir. İstanbul bronşitinin astım ve diğer bronşitlerden farkı hırıltı ve nefes
darlığı şikayetlerine yol açmaması; ateş, halsizlik, iştahsızlık benzeri belirtilere rastlanmamasıdır. Astım gibi kalıcı bir
hastalık olmayıp hastaların çoğu uygun tedavi ile kısa sürede şikayetlerinden kurtulurlar. İstanbul gibi büyük kentlerdeki
yoğun trafik ve şehirleşmeden kaynaklanan iç ve dış hava kirliliğinin, ev, okul ve iş yerlerindeki ortam hava kirliliğinin
önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Büyükşehir Bronşiti’nin daha çok dış ve iç ortam hava kirliliğinin yoğun olduğu
kış aylarında ortaya çıkması, hastaların yaz aylarında veya Büyükşehirlerden uzaklaştıklarında şikayetlerin tümünün
kısa sürede kaybolması bu görüşü desteklemektedir İstanbul Bronşiti, genetik bir hastalık değildir ve ailesel özelliği de
yoktur. Bu, bir büyük şehir, yani metropol hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanmamak ve hastalığın tekrarlamaması için,
ev, okul, işyerleri… gibi yaşanılan yerlerin yoğun trafiğin ve fabrikaların uzağında olması ve kapalı mekanlarda
alerjenler, sigara dumanı, kimyasal maddeler, aerosoller… gibi irritan faktörlerden uzak kalınması gerekir. Sonuç olarak
yeni tanımlanan bu hastalık için hava kirliliğinin etkilerini belirleyecek epidemiyolojik araştırmaların yapılmasına ve
koruyucu sağlık yaklaşımıyla önlemler alınmasına gereksinim bulunmaktadır. Ayrıca sağlık eğitimi yoluyla toplumu
bilinçlendirmekte hastalığın gelişimi açısından önemlidir. Kaynaklar 1. Çimen, M., Öztürk, S.(2010). Küresel Isınma,
İklim Değişikliğinin Solunum Sistemi Üzerine Etkisi ve Büyükşehir Bronşiti. F.Ü.Sağ.Bil.Tıp Derg.24 (2):141-146 . 2.
Tecer, L.H. (2013). Balıkesir’de Hava Kirliliğinin Çocuk ve Yetişkinlerde Solunum Hastalıklarına Etkilerinin
Belirlenmesi Üzerine Bir Alan Çalışması. Hava Kirliliği Araştırmaları Dergisi.2:11-20. 3.
http://www.saglikvakfi.org.tr/html/psy.asp?id=612 Erişim Tarihi:03.11.2015 4.
http://www.havaizleme.gov.tr/Default.ltr.aspx Erişim Tarihi: 03.11.2015 5. Türkiye’de Hava Kirliliği ve Sağlık:
Gerçekler, Veriler ve Öneriler(2015) http://www.env-health.org. Erişim Tarihi: 03.11.2015
Anahtar:HAVA KİRLİLİĞİ, BÜYÜKŞEHİR, İSTANBUL BRONŞİTİ, ÇOCUK
44
P-08 - HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN İLAÇ UYGULAMA HATALARINA
YÖNELİK ALGILARININ BELİRLENMESI
Suzan ÖZKAN , Ayşe TOPUZ , Nazire ARAT , Kadriye BANCAR ,
1
1
1
1
Şifa Üniversitesi,
1
Amaç:Bu çalışmanın amacı çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği dersi alan öğrencilerin ilaç uygulama hatası ve hata
raporlanması üzerine algılarının tanımlanmasıdır.
Yöntem:Araştırmanın örneklemini, araştırmaya katılmayı kabul eden 52 öğrenci oluşturmuştur. Veriler üç bölümden
(39 soru) oluşan anket formu ile toplanmıştır. İlk bölümde öğrencilerin demografik özellikleri ve ilaç uygulamalarına
ilişkin bilgi düzeyleri, ikinci bölümde öğrencilerin tüm hemşirelik eğitimi süresince ilaç uygulama hataları ve tiplerine
yönelik uyguladıkları ya da gözlemledikleri hatalar, üçüncü bölümde ise ilaç uygulama hatalarının rapor edilmesine
ilişkin algılarına yönelik sorular yer almaktadır. Verilerin analizinde sayı ve yüzde dağılımları yapılmıştır.
Bulgular:Öğrencilerin yaş ortalaması 22 (+ 0.67)’dir. İlaç dozu hesaplamalarını öğrenmekte kısmen zorlandığını
söyleyenlerin oranı %40 iken zorlandığını söyleyenlerin oranı %14’dür. Öğrencilerin %89`u sıklıkla ilaç uygulaması
yaptığını belirtmiştir. İlaç hatası yapmaya ramak kaldığını belirten öğrencilerin oranı yaklaşık %36’iken, yaklaşık %90’ı
ilaç hatası gözlemlediğini belirtmiştir. Bu hatalar doz, zaman ve uygulama yolu hatalarıdır. Gözlemledikleri ilaç
hatalarının yazılı olarak rapor edilmediğini belirten öğrencilerin oranı %48 iken hatanın sorumlu hemşire ya da doktora
sözel olarak bildirildiğini ifade eden öğrencilerin oranı %73’dür. Öğrencilerin algılarını belirlemeye yönelik sorulardan
biri olan “Ciddi yan etkileri olan bir ilacın hastaya yanlış uygulanması sonrasında karşılaşabileceğiniz tepkiler neler
olabilir” sorusuna öğrencilerin %44`ü ‘hasta/hasta yakını hukuki yollara başvurabilir, %33`ü ‘hastanın/hasta yakınının
hemşireye güveni azalır’, %17’si ‘çalışma arkadaşlarım/yönetim tarafından suçlanabilirim’, % 6`sı ‘hasta/hasta yakını
sözlü ya da fiziksel şiddete başvurabilir’ yanıtını vermişlerdir.
Sonuç:Öğrencilerin yarısından fazlası ilaç hesaplamalarını öğrenmekte zorlanmaktadır. Öğrencilerin ilaç hatası hata
yapma oranları düşükken gözlemledikleri hata oranları yüksektir. Yapılan ilaç hataları yazılı olarak bildirilmekten çok
sözel olarak sorumlu hemşire ya da doktora bildirilmektedir. Öğrencilerin yarıdan fazlasının ilaç hesaplamalarını
öğrenmekte zorlanması, ilaç hesaplamalarını öğrenmelerini kolaylaştıracak stratejilerin geliştirilmesine yönelik
gereksinimi göstermektedir. Gözlemlenen hatalara ve hataların yasal olarak raporlanmamasına ilişkin algı oranlarının
yüksek olması bu alanda kurumsal ve ulusal düzeyde girişimlerin yapılması için ipucu niteliğindedir.
Anahtar:ilaç hatası, hemşirelik, öğrenci, çocuk
45
P-09 - HİPOKSİK İSKEMİK ENSEFALOPATİ MİKROSEFALİ MENTAL
RETARDASYON TANILI ÇOCUĞUN GORDON’UN FONKSİYONEL SAĞLIK
ÖRÜNTÜLERİ’NE GÖRE HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU SUNUMU
GÜLBEYAZ KINDAP , ARZU SARITAŞ , ESRA ARDAHAN ,
1
2
1
İzmİr Katİp Çelebİ Ünİversİtesİ, 2Tepecİk Eğİtİm Ve Araştyrma Hastanesİ,
1
Amaç:Bu çalışma; Hipoksik İskemik Ensefalopati, Mikrosefali ve Mental Retardasyon tanılı çocuğun Gordon’un
Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri Kuramı’na göre hemşirelik bakımının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Hipoksik İskemik Ensefalopati, çeşitli nedenlere bağlı olarak beynine yeterli kan ve oksijen gitmemesi sonucu
kalıcı beyin hasarı oluşmasıdır. Mikrosefali, yapısal olarak başın küçük olması durumudur ve bu duruma %30-40
genetik anomaliler de eşlik etmektedir. Mental Retardasyon, entelektüel fonksiyon, çevreye uyum, öğrenme ve problem
çözme gibi fonksiyonlar açısından normalin altında olma halidir. Periventriküler Lökomalazi, ventrikül olarak
isimlendirilen beyinde içi sıvıyla dolu boşlukları çevreleyen beyin dokusunda meydana gelen hasardır.
Bulgular:Düzeltilmiş yaşı 9 ay olan Bebek H.; Oligohidroamnioza sekonder meydana gelen İntrauterin Gelişme
Geriliği sebebiyle 24. gestasyonel haftada C/S ile 620 gr ve 25 cm boyunda doğmuştur. Prematürite, Hipoksik İskemik
Ensefalopati, Mikrosefali, Mental Retardasyon, Periventriküler Lökomalazi, Nekrotizan Enterokolit, Yenidoğan Sepsisi,
Prematürite Retinopatisi, Bronkopulmoner Displazi, Gastroözefagial Reflü, Kronik Malnütrisyon tanıları ile 7 ay
Yenidoğan YB ünitesinde yatırılan olgunun tekrarlayan Apne ve Bradikardi atakları mevcut olup hastaneye tekrarlı yatış
ve entübasyon öyküsü bulunmaktadır. 3 gündür devam eden apne ve 39 dereceye varan ateş şikayetiyle Acil Servise
başvurmuş olup Bronkopnömoni tanısıyla yatışı yapılmıştır. Bebek H.’nin yutma, emme refleksinin gelişmemiş
olmasından ve Gastroözafagial Reflü tanısından dolayı, beslenmesi 100cc/kg/gün Drip mama ile kontinum olarak
düzenlenmiştir. Boy ve ağırlık olarak 3 persentilin altındadır. Febril ateşi nedeniyle kan, idrar ve gaita kültürü alınan
hastanın kanında MRSE (metisiline dirençli koagülaz negatif stafilokok), gaitasında VRE (vankomisine dirençli
enterekok ) saptanmıştır. Hasta izole edilmiş ve Linezolid başlanmıştır. Aldığı çıkardığı takibi normaldir. Sesli,
dokunsal uyaranlara tepkisi olmayıp, ağrılı uyaranlara kısık sesle inleme şeklinde yanıt vermektedir. Prematürite
Retinopatisi nedeniyle lazer tedavisi görmüş olup Hipoksik İskemik Ensefalopatiye sekonder kalıcı hasar nedeniyle
görme kaybı mevcuttur. İşitme duyusu gelişmemiştir. Hipotonik bir genel görünüme sahiptir. Laterjiktir. FLACC skalası
ile ağrısı değerlendirilmiş olup 3 bulunmuştur. Göğüste retraksiyonlar vardır. Akciğerinin sağ üst ve orta alanlarında
Atelektazi mevcut olan hasta 15 lt/dk ile O₂ almaktadır. Motor, diş, dil ve sosyal gelişim açısından gelişim geriliği
mevcuttur. Hasta; Trakeostomi açılmasının planlanması üzerine Çocuk YB ünitesine devredilmiş ve Trakeostomisi
açılmıştır.
Sonuç:Olgu bakım verilen süre boyunca Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri Kuramı’na göre değerlendirilmiş ve,
Havayolu Açıklığında Yetersizlik, Beden Gereksiniminden Az Beslenme, Büyüme ve Gelişmede Gecikme, Aile İçi
Süreçlerin Devamlılığında Bozulma Deri Bütünlüğünde Bozulma Riski, Aspirasyon Riski, Enfeksiyon Bulaştırma Riski
hemşirelik tanıları belirlenmiş ve bakımı yapılmıştır.
Anahtar:Gordon Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri, Hemşirelik, Olgu Sunumu, Pediatri, Ensefalopati
46
P-10 - I CELL HASTALIĞI TANILI OLGUNUN İLİŞKİSEL – GELİŞİMSEL
YAKLAŞIM MODELİ İLE İNCELENMESİ
Hamide Nur ÇEVİK ÖZDEMİR , Nurdan AKÇAY DİDİŞEN , Atiye KARAKUL ,
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
1
Amaç:Amaç-Yöntem: Bu çalışmada, hasta ve ailesinin gereksinimleri “İlişkisel – Gelişimsel Yaklaşım Modeli”
çerçevesinde ele alınıp, hemşirelik girişimleri planlanmıştır. GİRİŞ: Mukolipidoz tip 2 (I-cell hastalığı) otozomal resesif
kalıtımlı, birçok lizozomal hidrolaz enziminin transfer bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkan bir hastalıktır. I-cell
hastalığı, lizozamal enzimlerin lizozomlarda toplanması için sinyal görevi gören mannoz- 6 fosfat rezidüsünü lizozomal
enzimlere ekleyen GlcNAc fosfotransferaz enziminin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Hastalıkta lizozomal enzimler
lizozomlarda toplanamaz ve hücre dışına gönderilir bu yüzden hücre içinde atıklar birikir ve defektler meydana gelir.
Yöntem:İlişkisel – Gelişimsel Yaklaşım Modeli ile sağlık ve yeterlilik gelişiminin hızlandırılması amaçlanmış olup,
hastalık ve bakım sürecindeki karışık aşamalara yönelik girişimler planlanarak, çocuk ve ailesi için stratejik destek
sağlanmaya çalışılmıştır.
Bulgular:Bulgular: Hastalığın gebelikte tanısı ancak koriyon villüs ve amniyon hücre kültürü örneklerinden yapılabilir.
Doğumdan sonra ise fizik muayene ile tanı konulur. Klinik belirtiler doğumda mevcut olabilir veya yaşamın ilk birkaç
ay içinde ortaya çıkabilir. Hastalık oldukça hızlı ilerleyen dizostozis multipleks, herniasyonlar, dişetlerinde hiperplazi ve
kalp tutulumu ile karakterizedir. Hastalarda 2-3 yaşlarından sonra büyüme yavaşlar. Kemik gelişimi gecikir. Yaşamın
ilk yıllarında başlayan omurga eğriliği ilerleyici olabilir. Kafa genişler, alın bölgesi öne çıkarak kafatasında şekil
bozukluğuna sebep olur. Eklemlerde sertleşme, el bileklerinde karpal tünel sendromu, pençe eli, beyin zarının
kalınlaşmasına bağlı hidrosefali, göğüs kafesinin esnekliğinde azalma olur. Boyları ilk yıl normalden hızlı uzar, sonra
gittikçe yavaşlayarak 3 yaş civarında durur. Yaşamın ilk yıllarından sonra psikomotor gelişim duraklar ve giderek
geriler. Konuşma ve bilişsel gelişim iyice gecikir.
Sonuç:Hasta ve ebeveynlerin bu hastalıkla baş etmeleri oldukça zor olup, multidisipliner bir yaklaşıma ihtiyaç
duyulmaktadır. I Cell tanılı hastaların tıbbi, ekonomik ve psikolojik gereksinimlerinin karşılanabilmesi için etkin ve
etkili sağlık profesyonellerinden oluşmuş bir ekibin bakım ve yardımına gereksinimi vardır.
Anahtar:I Cell hastalığı , İlişkisel-Gelişimsel Yaklaşım Modeli, Hemşire, Çocuk
47
P-11 - İNSÜLİN POMPASI KULLANAN ÇOCUKLARIN TEDAVİ ALGILARININ
PROJEKTİF YÖNTEM OLAN RESİM ÇİZME YOLUYLA İNCELENMESİ
Nurdan AKÇAY DİDİŞEN , Figen YARDIMCI , Hamide Nur ÇEVİK ÖZDEMİR , Dilek
ZENGİN ,
1
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
1
Amaç:Bu araştırma, hastanede insülin pompa tedavisi alan Tip 1 diyabetli çocukların, tedavinin uygulanma biçimi ve
tedaviye yönelik algılarının projektif yöntem olan resim çizme yolu ile tanımlamak amacıyla planlanmıştır. Giriş: Tıp 1
Diyabetli çocuklarda insülin tedavisi uygulamasının çocuğun gelişimi üzerinde çeşitli olumlu ve olumsuz etkileri vardır.
Çocuklarda klasik insülin tedavisine bağlı olarak anksiyete, korku, ajitasyon gibi olumsuz duygular yaşanmaktadır.
İnsülin pompa tedavisi ile çocuklar yaşadığı olumsuz deneyimlerden ziyade daha pozitif algılar hissedip, kendilerine
güvenleri artmakta ve streslerini kontrol etmede daha başarılı oldukları belirtilmiştir.
Yöntem:Araştırma tanımlayıcı nitelikle olup, araştırmanın evrenini bir üniversite hastanesinin çocuk hastanesi
endokrinoloji servisinde yatarak izlenmekte olan 1-18 yaş arası çocuk hastalar oluşturmuştur. Örneklemini ise Tip 1
Diyabet tanısı alan ve insülin pompa tedavisi ile izlenen hastalar oluşturmuştur. Çocuklarla yüz yüze görüşülerek,
çocukların ve ailelerin sosyo-demografik özellikleri “ Çocuk Tanıtım Formu” ile toplanıp, çocuklara resim kağıdı ve 12
renk kuru boya kalemi verilerek “insülin pompa tedavisine yönelik tedaviye yönelik algılarının projektif yöntem olan
resim çizme yoluyla çizmeleri istenmiştir. Çocukların çizdikleri resimler klinik psikolog tarafından yorumlanmıştır.
Bulgular:Araştırma kapsamına alınan çocukların çizmiş olduğu resimler yorumlanmış, 3 tanesi ise sunum sırasında
bulguları ile paylaşılacaktır.
Sonuç:Çalışma sonucunda insülin pompa tedavisi alan çocukların projektif yöntem olan resim çizme yoluyla hastalık,
hastane ve sağlık çalışanı algıları belirlenip, ortaya konmuştur. Pediatri hemşirelerinin, çocuklara yönelik farklı iletişim
becerileri geliştirme konusunda eğitim alıp, çocukların tedavi süreçlerindeki yaşam deneyimlerinin, duygu ve algılarının
resim gibi objektif ölçüm araçları ile desteklenip, değerlendirilmesi konusundaki mesleki becerilerinin geliştirilmesi
gerekmektedir.
Anahtar:İnsülin pompa tedavisi, Tip 1 diyabet, çocuk, resim, hemşire
48
P-12 - KRONİK HASTALIĞI OLAN ÇOCUĞA SAHİP ANNELERİN ÇOCUK
YETİŞTİRME TUTUMLARI
MELAHAT AKGÜN KOSTAK , ÖZLEM AKARSU ,
1
2
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ, 2İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ,
1
Amaç:Kronik hastalığa sahip çocuğu olan annelerin aile hayatı ve çocuk yetiştirme tutumları ile etkileyen faktörlerin
belirlenmesi, bu konuda yapılacak eğitim programlarına rehber olması açısından önemlidir. Bu araştırma, kronik
hastalıklı çocuğa sahip annelerin aile hayatı ve çocuk yetiştirme tutumları ile etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla
planlanmış, tanımlayıcı ve kesitsel bir çalışmadır.
Yöntem:Araştırma 13.04.2011-15.05.2012 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi çocuk
kliniklerinde yatan, en az 6 aydır tanı almış, kronik bir hastalığa sahip çocuğu olan, çalışmaya katılmaya gönüllü 140
anne ile gerçekleştirildi. Veriler, veri toplama formu ve Aile Hayatı ve Çocuk Yetiştirme Tutumu Ölçeği (PARI)
kullanılarak elde edildi. Verilerin analizinde frekans, ortalama, t testi, One Way Anova kullanıldı.
Bulgular:Annelerin yaş ortalaması %33.1±7.4, %52.9’u ilkokul mezunu, sadece %11.4’ü çalışmaktaydı. Ailelerin
%81.4’ ü çekirdek aile olup, %13.6’ sının eşleriyle aralarında akrabalık bağı vardı ve %68.6’ sının gelir durumu orta
düzeyde idi. Çocukların yaş ortalaması 7.6±4.3 olup %55’i erkekti. Annelerin %77.9’ unun primer bakım veren olarak
çocuğun bakımını üstlendiği, %51.4’ ünün kendisinin olmadığı zamanda çocuğun bakımını kimin üstleneceği
konusunda kaygı yaşadıkları belirlendi. Annelerin %50’ si çocuğunu yaşıtlarına göre farklı bulduğu, %74.3’ü çocuğun
tedavi ve iyileşmesiyle ilgili endişeleri olduğu belirlendi. Annelerin %7.9’ unun kronik hastalığa sahip başka bir çocuğu
daha vardı. Annelerin PARI ölçeği aşırı koruyucu annelik alt boyutu puan ortalaması 43.79±7.49, demokratik tutum ve
eşitlik tanıma 25.73± 3.60, annenin ev kadınlığı rolünü reddetmesi 29.17± 5.73, karı-koca geçimsizliği 14.63±3.53, sıkı
disiplin alt boyutu puan ortalaması 38.63±7.77 olduğu bulundu. Annelerin eğitim düzeyleri ile aşırı koruyucu annelik,
annenin ev kadınlığı rolünü reddetmesi, sıkı disiplin alt boyut puan ortalamaları arasında istatistiksel anlamlı fark
bulundu. Okuryazar olmayan annelerin puan ortalamaları daha yüksekti (p<0,05). Erkek çocuğu olan annelerin ev
kadınlığı rolünü reddetmesi, sıkı disiplin alt boyut puanları daha yüksek olup, istatistiksel anlamlı fark vardı (p<0,05).
Kronik hastalığa sahip başka çocuğu olmayan annelerin demokratik tutum ve eşitlik tanıma alt boyut puan ortalamaları
daha yüksek olup, anlamlı fark vardı (p<0,05). Aile tipi ile aşırı koruyucu annelik, annenin ev kadınlığı rolünü
reddetmesi, sıkı disiplin, karı-koca geçimsizliği alt boyut puan ortalamaları arasında anlamlı fark vardı. Geniş aileye
sahip annelerin puan ortalamaları daha yüksekti (p<0,05). Çocuğun bakımında destek alma durumu ile karı-koca
geçimsizliği alt boyut puan ortalamaları arasında anlamlı fark bulundu. Çocuğun bakımını tek başına alan annelerin
puanları daha yüksekti (p<0,05). Annenin kendisi olmadığı zaman çocuğun bakımını kimin üstleneceği konusunda
kaygı yaşama durumu, çocuğun tedavisi ve iyileşme süreci ile ilgili endişe sahibi olma durumu ile aşırı koruyucu
annelik, annenin ev kadınlığı rolünü reddetmesi, sıkı disiplin alt boyut puan ortalamaları arasında istatistiksel anlamlı
fark bulundu. Kaygı yaşayan annelerin puanları daha yüksekti (p<0,05). Annelerin çocuğunun yaşıtlarına göre farklı
olduğunu düşünme durumları ile ölçeğin tüm alt boyut puan ortalamaları arasında anlamlı fark bulundu. Çocuğunun
farklı olduğunu belirten annelerin puan ortalamaları daha yüksekti (p<0,05).
Sonuç:Kronik hastalığı olan çocuğun bakımında özellikle anneler daha fazla sorumluluk aldıklarından annelerin
tutumları çocuklar için oldukça önemlidir. Kronik hastalığı olan çocuğa sahip annelere çocuğa karşı nasıl bir tutum
içinde olmaları gerektiğine ilişkin bilgilerin verileceği aile eğitim programlarının hazırlanıp, bu programların her anne
için ulaşılabilir olması sağlanabilir.
Anahtar:kronik hastalık, çocuk yetiştirme, ebeveyn tutumları
49
P-13 - OKULÇAĞI ÇOCUKLARINDA OBEZİTEYE GENEL BAKIŞ
Ayşe ARICIOĞLU ,
1
Ordu Üniversitesi,
1
derleme çalışması
Sonuç:Obezite vücudun yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının çok fazla artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut
ağırlığının istenilen düzeyin üzerinde olmasıdır.Günümüzde obezite gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda en önemli
sağlık sorunları arasında yer almaktadır.Türkiye'de yakın tarihe kadar çocuklarda şişmanlık üzerinde durulmamıştır.Tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye'de de obezite görülme oranının artması ve çocukluk çağı obezitesi ile kardiyovasküler
hastalıklar,diyabet gibi birçok hastalığın bağlantılı olduğu anlaşılması üzerine hem sağlık profesyonellerinin hem de
toplumun çocukluk çağı obezitesine bilinci artmıştır.Ülkemizde tüm ülke genelinde bu konu ile ilgili bir çalışma
yapılmamış olsa da farklı illerde çalışmalar yapılmış ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de obezite oranın
arttığı görülmüştür.Batı illerinde obezite oranı yaklaşık %7 ,doğu illerinde ise % 2 civarındadır.Bu oranlar yaşam
tarzının obeziteyi etkilediğini göstermektedir.Çocuğun fiziksel aktivitesi ve televizyon,tablet vb. medya kullanımı ile
obezitenin ilişkili olduğu bilinmektedir. Litaretürde Türkiye'de çocuklarda obezite görülmesi ebeveynlerin birinin yada
ikisinin obez olması ile doğru orantılıdır.Ayrıca annelerin mesleği,yaşam şekli de çocuklarda obezite görülmesini
etkilemektedir.Çünkü anneler diyetin ve aktivitelerin düzenlenmesinde etkendir.Bu durumda annelerin eğitilmesi, bu
eğitimler ile annelere fiziksel aktivite içeren yaşam biçimi kazandırmak gerekmektedir.Bu makalede okul çağı
çocuklarında obezite oluşumunu etkileyen risk faktörleri incelenecektir.
Anahtar:çocuklarda obezite,çocukluk çağı obezitesinde risk faktörleri,obezite prevelansı,çocuklarda obezitenin
önlenmesi,Türkiye
50
P-14 - OLGU SUNUMU, GRANÜLOSİTİK SARKOMLU BİR ÇOCUĞUN
HEMŞİRELİK BAKIMI
DENİZ YİĞİT , SERDAR DOĞAN , EMEL SEZİCİ , BETÜL YAVUZ ,
1
2
1
1
Dumlupynar Ünİversİtesİ Kütahia Sağlyk Yüksekokulu, 2Dunlupynar Ünİversİtesİ Kütahia Sağlyk Yüksekokulu,
1
Amaç:Kemik iliği ve lenfatik sistemin malign hastalığına lösemi denir. Lösemi, çocukluk çağı kanser türlerinde en sık
görülen kanser türüdür. Tübitak’ın dâhil olduğu 5 büyük pediatri merkezinde incelenen toplam 10548 pediatrik
malignite arasında lösemiler ilk sırada yer almaktadır.Lösemiler akut ve kronik olarak sınıflandırılır. Kronik lösemi
çocuklarda nadir görülür, başlangıcı sinsi ve uzun süre devam eder. Akut lösemi ise ani başlar ve hızla ilerleyerek
ölümle sonuçlanabilir. Daha çok ileri yaşlarda görülen AML olgunlaşmamış myeloid hücrelerinin kanda ve kemik
iliğinde artması sonucu meydana gelen, genetik ve klinik olarak heterojen bir hastalık olan akut lösemi türüdür.
Hastalığın yetişkinlerdeki insidansı 3-5/100.000 iken çocuk ve ergenlerde milyonda 5-7’dir AML’de sık karşılaşılan
semptomlar arasında anemi, trombositopeni ve nötropeni görülür. Çocukta anemiye bağlı solukluk, yorgunluk ve
dispne; trompositopeniye bağlı peteşi, purpura, ekimoz; nötropeni nedeniyle enfeksiyona yatkınlığın arttığı görülür.
Granülositik sarkom (GS), WHO 2008 sınıflandırmasındaki adıyla myeloid sarkom, yaygın olarak, AML’nin başlangıç
bulgusu olarak hastaların %2‐8’inde görülebilir. Bu tümörler; genellikle lenf nodları, periost, kemik, yumuşak doku
veya deride görülür. GS’li hastalar izlendiğinde, genellikle 8 gün ile 28 ay içinde (ortalama 7,4 ayda), AML geliştiği
görülmüştür. GS, AML’li hastalar için genellikle kötü prognoz göstergesidir. Bu çalışmanın amacı Granülositik Sarkom
tanısı ile takip edilen olguda ortaya çıkan semptomların hemşirelik bakım süreci ile yönetimini ortaya koymaktır.
Yöntem:Akut miyeloid lösemi (AML) öncesinde ortaya çıkan granülositik sarkoma bağlı kitle ile başvuran 14 yaşında
kız hastaya yönelik yapılan hemşirelik bakımı kavram haritası şeklinde sunulacaktır.
Bulgular:14 yaşındaki kız hastada, ilk olarak 5 ay önce diz ön yüzde nohut tanesi kadar ele gelen şişlik olmuş. Bu şişlik
3 gün içerisinde geçmiş. Ağrısız olan bu şişlikler 1 ay sonra bacağın arka kısmında aynı şekilde yeniden ortaya çıkmış.
Hastada meydana gelen şişliklerin dışında başka hiçbir belirti görülmemesine rağmen yeni ortaya çıkan şişlikler hafif
kızarıklık ve kahverengi lekeler bırakarak kaybolmuş. Son olarak 2 ay önce sağ ön kolda şişlik ve kızarıklık olması
üzerine Eğe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Kliniğine ailesi ile başvuran hastaya yapılan biyopsi
sonucu AML’nin erken belirtilerinden biri olan Granülositik Sarkom tanısı koyularak, hasta 2015 Nisan ayında Tülay
Aktaş Onkoloji Hastanesi Çocuk Onkoloji kliniğine yönlendirilmiş. Hastanın vücut ağırlığı 52 kg (25-50 p), boy
uzunluğu 149 cm (< 3 p)olarak ölçülen olgunun fizik muayenesinde daha önce vücudunun farklı yerlerinde çıkan
şişliklerin kaybolmasının ardından kolun ön yüzü, bacağın arka kısmında kahverengi lekeler saptanmıştır. Hastanın
kliniğe yattığı gün yapılan hemogram takibinde Hb: 8,8 g/dl, Plt: 37.000 mm3, Na: 141 mEq/dl, K: 3,5-5 mEq/dl olduğu
görülmüş. Hastanın klinikte yattığı süre boyunca PLT değerlerinin ortalama 37000 mm3 olması nedeniyle menstruasyon
kanamasının önlenmesi amaçlanmıştır. Aile içi süreçlerin devamlılığında bozulma riski, enfeksiyon riski, oral mukoz
membranda bozulma, kanama riski, akut ağrı, beden imgesinde rahatsızlık, güçsüzlük riski, gastrointestinal motilitede
fonksiyon bozukluğu komplikasyonu riski tanılarına yönelik girişimlerde bulunularak değerlendirilecektir.
Sonuç:Granülositik Sarkom tanısı nedeniyle kemoterapi alan hasta ve hastanın ailesine planlanarak uygulanan
hemşirelik girişimleri ile var olan problemlerin çözümü ve olası problemlerin ortaya çıkmasının önlenmesi
sağlanacaktır.
Anahtar:Çocuk, lösemi, akut miyeloid lösemi, granülositik sarkom, hemşirelik bakım süreci
51
P-15 - OLGU SUNUMU: HEMOFİLİ A HASTALIĞI OLAN ÇOCUĞUN
HEMŞİRELİK BAKIMI
Özlem KARAGÖZ , Nesrin ŞEN CELASİN ,
1
2
Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, 2Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık
Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Çocuk Sağlığı VE Hastalıkları Hemşireliği ABD,
1
Amaç:Giriş: Hemofili A, faktör VIII eksikliği sonucunda gelişen nadir bir kalıtsal kanama bozukluğu olup, eklem içi
(hemartroz) ve kas içi (hematom) kanamalarla kendini gösteren bir grup hastalıktır. Hemofili A yaklaşık 5.000-10.000
erkek doğumunda bir olarak görülürken, sıklığı Hemofili B’ye göre 5-6 kat daha fazladır. Tüm Hemofili’lerin %85’ini
Hemofili A oluşturmaktadır. Hastalık insidansı tüm coğrafyalarda aynı olup ırksal farklılık göstermez. Bu doğumsal
kanama bozukluğunun tanısı yaşla birlikte artmaktadır. Bebek büyüdükçe, özellikle emeklemeye ve yürümeye
başladığında hastalığın klinik bulguları ortaya çıkmaktadır. Vücudun kan pıhtılaşma Faktörü VIII ya da IX yapımını
belirleyen genlerden birinde eksiklik olmasından kaynaklanır. Bu genler X kromozomunda yerleşmiştir. Pıhtılaşma
faktörleri ile ilgili genleri yalnızca X kromozomu taşımaktadır. X kromozomunda anormal gen taşıyan bir erkek,
Hemofili hastasıdır. Bir kadının Hemofili hastası olabilmesi için her iki X kromozomun da anormal gen taşıması
gerekir, fakat bu çok nadir görülür. Bir kadının X kromozomunda anormal gen olması, Hemofili "taşıyıcısı” olduğunun
göstergesidir ve geni çocuklarına geçirebilir. Erken çocukluk döneminde kolay ekimoz oluşumu, özellikle eklem içi ve
kas içi spontan kanamaların varlığı ve girişimler, travma sonrası beklenenden uzun süren kanama öyküsünün varlığı
Hemofili’yi akla getirmelidir. Kanama bulgularının ağırlığı faktör VIII veya IX’un eksiklik derecesiyle doğrudan
ilişkilidir. Hemofili A tedavisinde; replasman tedavisi, desmopressin antifibrinolitikler ve gen tedavisi (rutinde daha
uygulanmaya başlanmamıştır) uygulanmaktadır. Bu olgu sunumunda, Hemofili A hastalığı olan bir çocuğun güncel
literatür bilgileri doğrultusunda hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır.
Yöntem:Olgu: 13 yaşındaki erkek olgunun, 2012 yılında diş kanaması şikâyetiyle hastaneye başvurduğu ve yapılan
tetkikler sonucunda “Hemofili A” tanısı konulduğu öğrenildi. Üç yıllık Hemofili A hastası olan F.Ç.’nın izlendiği
tarihler arasında (28.10.2015-3.11.2015), hastaneye yatış tarihinden 5 gün önce sağ dizine darbe alması sonucu: şişlik,
ayağının üzerine basamama, ağrı şikâyetleri ile acil servise başvurduğu öğrenildi. Üç gün Faktör VIII kullanan hastanın
şikâyetleri devam edince pediatri kliniğine yatışı yapılmış. Vital bulgularının; Tansiyon 100/60 mm/Hg, Nabız 72
vuruş/dk, Ateş 36.4°C, Solunum 28/dk olduğu tanımlandı. Hastanın laboratuvar bulguları incelendiğinde; RBC:4.54
10^6/µL, HGB:13.3 g/dl, HCT:40.4%, NEU:7.6%, PLT:274 10^3/µl, WBC:11.7/10^3/µL, CRP:0.4 mg/dl, DDİMER:282 mg/ml, APTT:42.5 sn olduğu ve ayrıca tüm rutin aşılarının (Hepatit B, BCG, DaBT-IPV-Hİb, OPV, KPA,
KKK, DaBT-IPV, Suçiçeği, Hepatit A) da uygulandığı öğrenildi. Pediatrik tanılaması yapılan hastanın; sağ bacak diz ve
diz altında ödem ve ekimoz olduğu saptandı. Hastanın giyinme, diş fırçalama gibi temel gereksinimlerini kendisi, banyo
ihtiyacını ise annesinin yardımıyla karşıladığı öğrenildi. Tedavisinde: Faktör VIII 2x1000 Ü Koaguate (I.V. yavaş puşe)
tedavisi uygulanmakta. Hastanın hemşirelik bakımında; konforda bozulma (ağrı), fiziksel mobilitede bozulma, deri
bütünlüğünde bozulma, uyku örüntüsünde rahatsızlık, öz-bakım eksikliği, beden imgesinde rahatsızlık, stres
yüklenmesi, bilgi eksikliği, kendi sağlığını yönetmede etkisizlik, enfeksiyon riski, kanama riski, travma riski, oral
mukoz membranda bozulma riski hemşirelik tanılarına yönelik girişimlerde bulunuldu.
Bulgular:Tartışma: İzlenen Hemofili A hastası olan çocuğun, annesinin taşıyıcı olması literatürde genetik geçişliliğe
bağlı görülen vakaların bilgisini desteklemektedir.
Sonuç:Kronik bir hastalık olan Hemofili A’lı çocukların medikal tedavisi ile birlikte, yaşam kalitesini yükseltmeye
yönelik hemşirelik bakımları da oldukça önemlidir.
Anahtar:Hemofili A, Çocuk, Hemşirelik Bakımı, Olgu Sunumu
52
P-16 - OLGU SUNUMU: NÖROBLASTOM’LU ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK BAKIMI
Zeynep AKKUŞ , Nesrin ŞEN CELASİN ,
1
2
Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD, 2Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD,
1
Amaç:Giriş: Nöroblastomlar, kötü huylu solid tümörlerdir. Sempatik sinir sisteminin kontrolden çıkmış ilkel
hücrelerinden ortaya çıkarlar. Sempatik sinir dokularının bulunduğu her yerde ortaya çıkabilirler. En sık görüldükleri
yerler: böbreküstü bezi ve omurganın her iki tarafındaki sinir ağlarındaki trunkus sempatikus isimli alanlardır. Örneğin
karın, kalça, göğüs ve boyunda nöroblastomlar oluşabilir. Vakaların çoğunda (%70) tümörler karın bölgesinde, 1/5’de
ise göğüs ve boyun bölgelerinde görülmektedir. Çocuk ve ergenlerde görülen tüm kanserlerin yaklaşık %8’ini
oluşturmaktadırlar. Özellikle küçük çocuklarda rastlanırlar, %90’ı 6 yaşından küçüktür. Erkek çocuklarda daha sık
görülmektedir. Hastalarda kemik iliğinde, kemikte, uzaktaki lenf düğümlerinde, karaciğerde veya ciltte, nadiren de
beyinde veya akciğerde metastazlar görülebilmektedir. Nöroblastomlu hastaların bir çoğunda herhangi bir hastalık
belirtisi yoktur ve tümöre genellikle çocuğun rutin muayenesinde tesadüfen rastlanmaktadır. Şikayetler, çoğu zaman
tümör ileri derecede büyüdükten, metastaz oluşturduktan sonra görülmektedir. Nöroblastom’u akla getirecek genel
semptomlar şunlardır: yorgunluk, isteksizlik, güçsüzlük, solukluk, belirgin bir sebebi olmaksızın sürekli hafif ateş,
terleme, karın veya boyundaki lenf bezlerinde şişkinlikler, şişkin büyük karın, kabızlık ve ishal, karın ağrısı, iştahsızlık,
bulantı, kusma; bunlara bağlı kilo kaybı, kemik ağrıları. Nöroblastom hastadan hastaya değişik seyreder. Hastalık seyri
özellikle tümörün büyüme şekline ve tanı anında hangi hastalık evresinde olduğuna bağlıdır. Bu olgu sunumunda,
çocukluk çağının en sık görülen ekstrakranyal solid tümörü olan Nöroblastom’un, güncel literatür bilgileri ışığında
hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır.
Yöntem:Olgu: 3 yaşındaki erkek hastanın, 02.02.2015 tarihinde 6 gündür dışkı yapamama şikayeti ile dış merkeze
başvurduğu, order edilen Osmolac süspansiyonu tedavisi ile kabızlığa çözüm bulunamayınca hastanemizin Acil
servisine başvurduğu, ileri tetkik sonucu hastanın Çocuk onkoloji birimine sevk edildiği öğrenildi. Hastanın özgeçmişi
incelendiğinde; miadında, sezaryen doğum ile doğan hastanın doğum ağırlığının 3.100gr., doğum boyunun 52 cm
olduğu, özgeçmişinde postnatal özellik olmadığı, motor mental gelişiminin normal sınırlar içinde olduğu, rutin aşılarının
Sağlık Bakanlığı takvimine uygun yapıldığı, herhangi bir operasyon geçirmediği, 6 ay önce ranzanın ikinci katından
düştüğü, bilinen alerjisinin olmadığı, 9 ay anne sütü ile beslendiği, 6. ayda ek gıdalara başlandığı, bir yaşına kadar D vit.
ve Fe takviyesi aldığı, 8 aylıkken desteksiz oturduğu, yürümeye 13 ve konuşmaya da 13-14 aylıkken başladığı
öğrenilmiştir. Hastanın pediatrik tanılamasında vücut ısısının: 36,5ºC, apikal nabzının: 124/dk, kan basıncının:
90/50mmHg, solunumunun: 32/dk ve genel durumunun ajite olduğu belirlendi. Hastada; bacak, böbreküstü bezi ve
kemiklerde kitle olduğu, hastanın ilk şikayetinin konstipasyon ve ilk tedavisinin de buna yönelik yapıldığı, daha sonra
Lomber ponksiyon (LP) ile hastalığın derecesinin saptandığı ve tedaviye başlandığı öğrenildi. 04/03/2015 tarihinde
yapılan ileri tetkikler sonucunda hastaya Nöroblastom tanısı konulduğu ve hastada sol sürrenal glanddan başlayıp renal
hilusta atnalı böbrek görünümü veren lobüle kontürlü kitle lezyonu, sol akciğer üst lob anterior segmentte nonmetabolik
milimetrik nodül, prevertebral lenf nodu metastazı, sol servikal seviye 6 lenf nodu metastazı, anterior mediastende
izlenen timus glandında artmış tutulum, kemik iliğinde diffuz artmış tutulum ile uyumlu PET BT bulguları saptandığı
öğrenildi. Hastanın laboratuvar incelemelerinde; hemoglobin: 11gr/dl, lökosit sayısı: 3.100/mm3, sedimantasyon: 31,
idrar dansitesi: 1.004 olduğu ve idrarda lökosit: olmadığı belirlendi. Hastanın hemşirelik bakımında; beden
gereksiniminden az beslenme, bulantı, kusma, ağrı, oral müköz memranda değişiklik, beden algısında bozulma,
güçsüzlük, fiziksel harekette bozulma, duygusal değişiklikler, aile sürecinde değişiklik, enfeksiyon riski, sıvı-volüm
eksikliği riski ve hipertermi riski hemşirelik tanılarına yönelik girişimlerde bulunuldu.
Bulgular:Tartışma: İzlenen Nöroblastom’lu olgunun, literatürde 6 yaşından küçük ve erkek çocuklarda daha sık
görüldüğü ve görülen hastalık bulguları bilgisini desteklemektedir.
53
Sonuç:Medikal tedavinin yanı sıra yoğun bakım ihtiyacı olan Nöroblastom’lu çocuklarda hemşirelik bakımı da oldukça
önemlidir.
Anahtar:Nöroblastom, Hemşirelik Bakımı, Olgu Sunumu
54
P-17 - OLGU SUNUMU: WİLLM’S TÜMÖR’Ü OLAN HASTANIN HEMŞİRELİK
BAKIMI
Ceylan YILMAZ , Nesrin ŞEN CELASİN ,
1
2
Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD, 2Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD,
1
Amaç:Giriş: Kanser, tedavisi ve hastanede kalış süresi uzun, mortalite-morbidite oranları yüksek olduğu için her yaş
grubunun hayatını ağır etkilemesine karşın bu durum çocuklarda daha ciddi problemler yaratarak hasta ve ailesinde
fiziksel, duygusal, sosyal, kültürel ve manevi krizler yaratarak aileyi parçalamaktadır. Kanser çeşitlerinden biri olan
Nefroblastom (Wilms tümörü) böbreklerde rastlanan çok kötü huylu solid bir tümördür. Wilms tümörlü hastaların
yaklaşık %10’da henüz ilk tanı sırasında metastazlar bulunmaktadır. Wilms tümörü, çocuk ve gençlerde rastlanan kanser
hastalıklarının yaklaşık %5,5’ini oluşturur. Çocuklarda en sık rastlanan böbrek tümörüdür ve bu yaşlarda görülen solid
tümörler arasında da sık görülenidir. Wilms tümörleri embriyonal tümör sayıldıklarından, özellikle küçük yaşlarda
görülürler. Hastaların yaklaşık %68’i 1-5 yaşları arasındadır. Hastaların %16’sı ise emzirme dönemindeki bebeklerdir.
Öte yandan Wilms tümörlerine daha büyük çocuklarda ve gençlerde de rastlanmaktadır. Kız çocuklarında erkek
çocuklarına oranla daha sık görülmektedir. Bu olgu sunumunda, Wilms tümörü tanısı alan çocuğun güncel literatür
bilgileri doğrultusunda hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır.
Yöntem:Olgu: 17 yaşındaki erkek olgu 2002 yılında hematüri şikayetiyle başvurduğu sağlık merkezinde yapılan USG
ve BT sonrasında Willm’s Tümör tanısı aldığı. Cerrahi tedavi karar verilerek sol nefroktomi ameliyatı yapılan olgunun
takipleri sırasında patalojik durum saptandığı ve 2011’de karaciğer metastazı nüks ettiği, karaciğer içinde ve
retroperitonda saptanmış olan kitleye eksizyonel biyopsi uygulanarak, kemoterapi ve radyoterapi tedavilerini alan
olguya cerrahi tedavi düşünüldüğü için Ege Üniversitesi Hastanesi önerildiği öğrenildi. Mayıs 2015’de Ege Üniversitesi
Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniğine yatışı yapılan olgunun, yapılan tetkikler sonucunda: karaciğer sağ ve sol lobda
metastaz lehine lezyonlar, kitle içerisinde geniş vasküler besleyici dallar izlenmekte olduğundan, portal ven, sağ böbrek,
dalak, safra kesesi ve akciğer üzerinde bası olduğu için organlar itilmiş durumda olduğu saptandığı öğrenildi. Lenf
nodları, sağ akciğer üst lobda fibroektazik alanlar ve hepatomegali basısına bağlı atalektazik alanlar (+) olduğu
öğrenildi. Hastanın pediatrik tanılamasında: karın bombe görünümünde, sert kıvamda kitle, karın içi organlar itilmiş
durumda, ayaklarda ödem ve solunum problemleri olduğu saptanmış. Mayıs 2015 pediatri onkoloji konseyinde tartışılan
olguya direkt cerrahi rezeksiyon uygulanamayacağına karar verilerek, embolizasyon açısından çekilen BT sonucunda
embolizasyonun faydalı olmayacağı ve kitlenin büyüklüğü nedeniyle hayati risk taşıyacağı kanaati bildirildiği ve yüksek
doz RT uygulanmasına karar verildiği öğrenildi. Olgu, RT tedavisi, antibiyoterapi, analjezikler, antidiüretik tedavi,
moniterizasyon ve AÇT yapılarak izlendi. Olguya etkisiz solunum örüntüsü, enfeksiyon riski, kanama riski, sıvıelektrolit dengesinde bozulma, konforda değişim: kronik ağrı, yorgunluk, fiziksel hareket kısıtlılığı, deri bütünlüğünde
bozulma, aktivite intoleransı, öz-bakım eksikliği, uyku bozukluğu, beslenme bozukluğu, hareket bozukluğu, doku
bütünlüğünde bozulma, aile-çocukta anksiyete hemşirelik tanılarıyla orta düzey bağımlı hasta grubu standartlarına
uygun bakım verildi. İzleminin 37. gününde RT sonrası BT’de lezyonlarda gerileme olmadığı, tedaviden alınamadığı ve
cerrahi tedavinin risk olduğu kanısından dolayı olgunun önerilerle taburculuğu planlandığı öğrenildi.
Sonuç:Sonuç: Medikal tedavinin yanı sıra yoğun bakım ihtiyacı olan Wilms tümör’lu çocuklarda hemşirelik bakımı da
oldukça önemlidir.
Anahtar:Wilms tümörü, Hemşirelik Bakımı, Olgu Sunumu
55
P-18 - OLGU SUNUMU; BUDD CHİARİ SENDROMU TANILI ÇOCUĞUN
HEMŞİRELİK BAKIMI
Esma SÜLÜ UĞURLU , Hamide Nur ÇEVİK , Zümrüt BAŞBAKKAL ,
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD,
1
Amaç:Giriş/Amaç:Budd Chiari Sendromu (BCS), karaciğerde venöz akımın obstrüksiyonuna bağlı fonksiyon
bozukluğu ve portal hipertansiyon bulguları ile belirti veren, nadir görülen, fetal bir hastalıktır. Hepatik venlerde,
inferior vena kavanın suprahepatik segmentinde obstrüksiyon olabilir. Portal hipertansiyonun en sık nedenidir.
Çocukluk çağında genellikle tromboz veya membranöz zeminde kronik BCS hakimdir. Abdominal travma, ülseratif
kolit veya çölyak hastalığı, altta yatan trombofili olan hastalarda BCS’nun birer sebebi olabilmektedir. BCS dünya
genelinde nüfusun 1/100.000’inde görülmektedir. Nadir görülen bir hastalık olması sebebiyle, ülkemizde kesin ve net
bir epidemiyolojik veri bulunmamaktadır. Genellikle hastalar karın ağrısı, hepatomegali ve asite bağlı karında şişkinlik
gibi şikayetlerle kliniğe başvurmaktadır. Hastalığın, metastatik karaciğer hastalığını taklit eden yaygın BCS nodülleri
mevcut olup, hiperplazik BCS nodülleri ve siroz izlenir. Hastalığın teşhisi için öncelikle iyi bir anamnez alınması
gerekmektedir. Daha sonra laboratuar bulgularında transaminaz, bilirubin seviyelerindeki yükseklik, protrombin
zamanında artış ve asit varlığının tespit edilmesi ile ultrasonagrafi, magnetik rezonans inceleme, bilgisayarlı tomografi
ile hepatik vasküler yapı ve venöz sistemin çalışıp çalışmadığı incelenebilir. BCS’nin tedavisinde medikal ve cerrahi
yöntemler kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, bir üniversite hastanesinde takip edilen ve Budd Chiari Sendromu
tanısı ile izlenmekte olan hasta ve ailesinin gereksinimlerini belirleyip, NANDA Hemşirelik Tanıları çerçevesinde
hemşirelik bakımı ve girişimlerinin paylaşılmasıdır.
Yöntem:
Bulgular:Bulgular/Olgu: Halsizlik, karında şişlik, kilo kaybı, sarılık şikayetleri ile 2015 yılının Temmuz ayında Aile
Sağlığı Merkezinde muayene olan 9 yaşındaki hastanın, fiziksel değerlendirme bulguları üzerine bir üniversite
hastanesine sevki yapılıyor. Burada hepatomegali saptanması üzerine, Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesinde ileri tetkik
ve tedavi amacıyla yatışı yapılmıştır. Gerekli incelemelerin ardından hastaya Budd Chiari Sendromu tanısı konularak,
tedavisi başlanmıştır.
Sonuç:Sonuç/Öneriler: Hastanın fiziksel ve gelişimsel değerlendirmesinden yola çıkarak hasta ve ailesinin
gereksinimleri NANDA Hemşirelik Tanıları çerçevesinde ele alınarak, hemşirelik bakımı ve girişimlerinin paylaşılması
yapılacaktır.
Anahtar:Anahtar Kelimeler: Budd Chiari, Çocuk, Hemşirelik Bakımı, Olgu sunumu, Budd Chiari'li Çocuk
56
P-19 - OLGU SUNUMU; HİPOALBUMİNEMİ TANILI ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK
BAKIMI
Hamide Nur ÇEVİK , Esma SÜLÜ UĞURLU , Seda SÜTLÜGÜL , Zümrüt BAŞBAKKAL ,
1
1
2
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, 2E.Ü. Hemşirelik Fakülresi, 3.
Sınıf Öğrencisi,
1
Amaç:Giriş/Amaç: Kanda bulunan albümin miktarının 3.5g/dl nin altına inmesine hipoalbüminemi denir. Özellikle
2g/dl nin altına düştüğü durumlarda damar içindeki ozmotik basıncın azalmasına bağlı olarak damar içerisinde bulunan
su extrasellüler alana geçer. Plazma albümin sentezinin azalması, katabolizmanın artışı, kayıplardaki artış, kanamalar,
barsak yolu ile ortaya çıkan kayıplar, vasküler enflamasyonlar nedeniyle albümin miktarı azalmaktadır. Malnütrisyon,
karaciğer disfonksiyonu, böbrek hastalığı, preeklemsi, yanık, travma, sepsis hipoalbüminemiye eşlik eden hastalıklardır.
Hastalığın varlığında; fizyolojik uyum ile birlikte homeostatik mekanizmada bozulur. Kas gücünde azalma, vücut
sıcaklığındaki bozukluklar, immünosupresyon, ekstrasellüler volüm genişlemesi gibi bozukluklar ortaya çıkmaktadır.
Tedavide; hipoalbüminemiyi ortaya çıkaran sebepler hedef alınmalı, su ve tuz yüklemesinden kaçınılmalı, sepsise
yönelik cerrahi ve medikal tedavi başlatılmalıdır. Hasta için en uygun nütrisyon desteği sağlanmalıdır. Hastalara yüksel
proteinli diyet ile yağda ve suda eriyen vitamin desteği verilir. Hipoalbümin tedavisinin hemşirelik bakımında; vital
bulguların izlemi, şuur durumu, deri turgoru, reflekslerin değerlendirilmesi, aldığı çıkardığı sıvı takibi, elektrolit ve sıvı
kayıplarının yakından izlemi, diyet programının düzenlenmesi, ilaçlar hakkında eğitim verilmesi, parenteral desteğin
sağlanması gibi konu alanları yer almalıdır. Bu çalışmanın amacı, hipoalbüminemi tanısı almış hastanın ve ailesinin
bakım gereksinimlerinin belirlenerek, NANDA Hemşirelik Tanıları çerçevesinde hemşirelik bakımı ve girişimlerinin
ortaya konulmasıdır.
Yöntem:
Bulgular:Bulgular/Olgu:Daha önceden bilinen herhangi bir hastalığı bulunmayan 16 aylık F.Y., ateş, ishal, kusma,
bacaklarda ödem nedeniyle Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi Acil Servisi’ne getirilmiştir. Yapılan tetkikler sonucu
hastanın albümin düzeyi 2.2 g/dl olarak tespit edilmiştir. Albümin replasmanı verilerek, 3 gün acil serviste müşahade
altında tutulmuştur. Taburcu olduktan 10 gün sonra hasta benzer şikayetlerle tekrar acil servise başvurmuştur. Fizik
muayene sonrasında bifüssür ödem, bacaklarda bilateral ödem saptanmış olup, hipoalbüminemi ön tanısıyla
gastroenteroloji servisine yatışı yapılmıştır. Fiziksel değerlendirme esnasında hastanın ajite olduğu, solunum aktivitesini
yeterli oranda gerçekleştirdiği, gastrointestinal sistemle ilgili olarak nazogastrik tüp ile beslendiği, gelişimsel evrelerdeki
bazı alanlarda gecikmeler olduğu saptanmıştır. Olgu “Boşaltım aktivitesinde değişiklik (Diyare), sıvı volüm eksikliği
riski, büyüme ve gelişmede gecikme riski, enfeksiyon riski, doku bütünlüğünde bozulma, aile süreçlerinde bozulma”
hemşirelik tanıları kapsamında değerlendirilerek, bu tanılar izinde girişimler planlanmıştır.
Sonuç:Sonuç/Öneriler: Etkin ve kaliteli bir hemşirelik bakımının sunulmasıyla, çocukta var olan sorunlar düzeltilerek,
normal yaşantısına uyum sağlaması kolaylaştırılabilir, pediatri hemşiresinin danışman ve eğitici rolü ile ebeveynin
bilgilendirilmesi sağlanarak, hastalıkla baş etme yöntemleri güçlendirilebilir ve yaşam kalitesi artırılabilir.
Anahtar:Anahtar Kelimeler: Hipoalbüminemi, Çocuk, Hemşirelik Bakımı, Olgu sunumu, Hipoalbuminemili Çocuk
57
P-20 - OLGU SUNUMU; KİSTİK FİBROZİS TANILI BİR ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK
BAKIMI
Seda ARDAHAN SEVGİLİ , Esma SÜLÜ UĞURLU , Zümrüt BAŞBAKKAL ,
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD,
1
Amaç:Giriş/Amaç: Kistik fibrozis (KF), otozomal resesif geçişli, ekzokrin salgı bezlerinde fonksiyon bozukluğu ile
karakterize genetik bir hastalıktır. Ekzokrin bezler etkilendiği için solunum, gastrointestinal, iskelet ve üreme sisteminde
fiziksel değişikliklere neden olur. Beyaz ırkta yaklaşık 3300 doğumda bir görülür. Kistik fibrosizli bireylerin ortalama
yaşam süresi 35 yıldır. Ülkemizde ise yapılan kısıtlı sayıdaki çalışmalarda insidansın 1/3000 olduğu belirtilmesine
karşın, akraba evliliğinin çok sık olduğu göz önüne alınınca bu oranın daha yüksek olduğu sanılmaktadır. Geçen
yüzyılın başında ilk yıl içinde ölümcül seyreden bir çocukluk hastalığı olarak tanımlanırken, hastalıkla ilgili bilgilerin
artması ile birlikte hastaların yaşam süresinde belirgin uzama sağlanmış ve erişkinleri de ilgilendiren bir hastalık
durumuna gelmiştir. Bu çalışmanın amacı, KF tanısı almış bir olgunun hastaneye yatışından itibaren ortaya çıkan
semptomların ve alınan ilaç tedavilerine bağlı oluşan komplikasyonların yönetimine ilişkin hemşirelik bakımını ortaya
koymaktır.
Yöntem:
Bulgular:Bulgular: İntrauterin dönemde yapılan tetkikler sonrasında konulan kistik fibrozis tanısı ile doğan 3.5 aylık
erkek olgu öksürükte artma, beslenme sonrası kusma, balgam şikayetleriyle EUTF Hastanesi acil servisine başvurmuş
ve Çocuk Solunum Servisine yatırılmıştır. Olgunun kendisi gibi KF tanılı 1.5 yaşında bir kız kardeşi bulunmaktadır.
Anne ve baba birbiriyle 3. dereceden akrabadır. Olgunun klinik belirtilerinde bacaklarda +1 gode bırakan ödem, takipne,
öksürük, hırıltılı solunum ve balgam vardır. Sekresyonları ve solunum sıkıntıları olmasından dolayı inhaler ilaç tedavisi
uygulanmaktadır. Olgunun baş çevresi, boy ve ağırlık persentili %3’tür. Mükopürülan sekresyonların birikmesine bağlı
yetersiz solunum ve etkisiz hava yolu açıklığı, kusmaya bağlı dehidratasyon riski, sekresyonlara bağlı aspirasyon riski,
hospitalizasyona bağlı enfeksiyon riski, ailesinin tedaviye dair bilgilerinin eksikliğine bağlı çocuğun sağlığını etkisiz
yönetme riski düşünülen hemşirelik tanıları arasında yer almaktadır.
Sonuç: Sonuç/Öneriler: Kistik Fibrozis tanı ve tedavisi sırasında hem hastalığa hem de tedavi amaçlı verilen ilaçlara
bağlı olarak ortaya çıkan komplikasyonların etkili bir şekilde yönetilmesi ile çocuğun normal yaşamına dönüşü
kolaylaşacaktır. Bu süreç hızlandırılarak çocuğun hastalığını kabul etmesi ve tedavi sürecine uyumu daha erken
dönemde sağlanabilir.
Anahtar:Anahtar Kelimeler: Çocuk, Kistik Fibrozis, Hemşirelik Bakımı, Olgu Sunumu, Kistik Fibrozisli Çocuk
58
P-21 - OREM’İN ÖZ BAKIM YETERSİZLİK KURAMI VE PNÖMONİDE
HEMŞİRELİK BAKIMI
Nurdan AKÇAY DİDİŞEN , Şeyda BİNAY , Figen YARDIMCI ,
1
1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
1
Amaç:Pnömoni, sıklıkla bakteriler olmak üzere infeksiyöz ya da infeksiyöz olmayan etkenlere yanıt olarak akciğer
parankiminde (alveol ve interstisiyum) gelişen akut bir inflamasyondur. Pnömoniyi ateş, solunumsal belirtiler ve
paran¬kimal tutulumun fizik muayene ve/veya göğüs radyografi bulguları ile tanımlandığı klinik bir tablo olarak da
tanımlanmaktadır. Bu hastalık savunma mekanizmalarının yetersiz kaldığı (yetersiz öksürük refleksi,yetersiz mukosilier
etki ve inhale edilen patojenlere yetersiz immun ve enflamasyon yanıt,yetersiz alveolar makrofaj) durumlarında görülür.
Hastaların öz bakımında yardımcı olabilmeleri için hemşirelerin hastalığın fizyopatolojisi, etkilerini, prognozunu bilmeli
ve değerlendirebilmelidir. Uygulamalı bir disiplin olan hemşirelik, felsefe, kuram, uygulama ve araştırma üzerine
kurulmuş bir sağlık disiplinidir ve bilimsel bir temele dayanmaktadır. Hemşirelik teorisyenlerinden Orem, insan ve
çevre arasında karşılıklı etkileşim olduğunu savunmaktadır. Orem teorisinde, insanın eşsiz üniter bir varlık olduğunu,
asla çevresinden ayrı düşünülemeyeceğini ifade etmiş ve hemşireliğin paradigmasını oluşturan insan, sağlık, çevre ve
hemşirelik kavramlarının tanımlarını da bu görüş doğrultusunda yapmıştır. Bu çalışmada, hasta çocuk ve ailesinin
gereksinimleri hemşirelik girişimleri başlığı altında ele alınması planlanmıştır.
Yöntem:Pnömoni tanılı olgu Orem’in Öz-bakım Yetersizliği Hemşirelik Teorisi çerçevesinde değerlendirilecektir.
Bulgular:On yaşındaki kız hasta, erken ergenlik dönemde bulunmaktadır.Çocukluktan yetişkinliğe bir geçiş evresi olan
bu dönem, fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörlerden oldukça etkilenmektedir. Bu dönemde ayrıca bedensel
değişikliklerin yanı sıra davranış ve düşüncede, anne-baba-arkadaş ilişkilerinde de hızlı değişmelerin yaşandığı bir
dönemdir. Bakım veren pediatri hemşiresi, bu gelişim dönemindeki çocuklar ile çalışırken, çocuğun sağlığı ve beden
yapısı ile ilgili oluşan kaygılarını ve fiziksel değişikliklere oldukça duyarlı olduğunu bilmelidir.Hastalığının yarattığı
fizik bulgular özbakımını yerine getirmede onu zorlasa da kendi kendine bakım becerilerini kazanma ve özbakımını
yerine geitrmede oldukça isteklidirler.Uzun süren tedavi süreci nedeniyle hastanede yatması, okul ve gelecekle ilgili
kaygılar yaşamasına neden olur. Bu çocukların evdeki bakımı çok önemli olduğu için bakımına yönelik öğretimi ve bu
konuda yeterli ortamı ve zamanı sağlamalıdır.Sık ve az miktarlarda sıvı alımı, pulmoner drenajın sağlanması için iki saat
bir pozisyon değişimi ve perküsyon ve postural drenaj gerektiğinden demostrasyon yöntemiyle çocuğun öz bakımını
yapmasına yönelik uygulamalarda ve tekrarlarda bulunmalıdır.
Sonuç:Hemşirelik bakımı ve etkin tedavi ile birlikte çocukta var olan sorunları düzeltilerek çocuğun yaşam kalitesi
artırılabilir. Öz bakım kuramı yaşamın sürekliliği için öz bakımın neden gerekli olduğunu açıklar. Bu kurama göre hasta
kendisinin bakımına aktif olarak katılır. Bununla birlikte olayları algılamayan, psikomotor işlevleri yasam
gereksinimlerinin karşılanmasına engel teşkil eden hastalar için bu eksiklikler sistem içinde hemşire tarafından
değerlendirilir ve giderilir.
Anahtar:Öz-bakım, Hemşirelik, Bakım, Adolesan, Pnömoni
59
P-22 - ÖFKE TARZININ VE EMPATİ BECERİSİNİN ÇOCUKVE EBEVEYN BAKIŞ
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
MÜGE UZUN , NURTEN ARSLAN ,
1
2
BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ ZONGULDAK SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÇOCUK SAĞLIĞI VE
HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ABD, 2BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ABD,
1
Amaç:Bu çalışma sağlık çalışanı ebeveynlerin sosyo-demografik özelliklerinin ve empati kurabilme becerilerinin 10-25
yaş grubu ergen çocuklarında sürekli öfke ve öfke ifade tarzına etkisinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem:Çalışma tanımlayıcı olarak Zonguldak İli kamu hastanelerinden birinde Haziran-Ekim 2015 tarihleri arasında
10-25 yaş grubu çocuğa sahip olan hemşireler ve bu hemşirelerin çocuklarıyla gerçekleştirilmiştir. Veriler ebeveynler
tarafından doldurulan “Kişisel Bilgi Formu” ve “Empatik Eğilim Ölçeği” ve çocuklar tarafından doldurulan “Sürekli
Öfke Ölçeği ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği” ile yüz yüze görüşmeyle toplanmıştır. Veri analizinde SPSS21.0 istatistik
paket programı kullanılmıştır.
Bulgular:Araştırmaya katılan ebeveynlerin %86.4’ünün anne, %43.6’sının lisans mezunu olduğu, %20.0’sinin çocuk
gelişimi ile ilgili bir eğitim aldığı, %75.5’i çocuk gelişimine yönelik bir kitap okuduğu belirlenmiştir. Ebeveynlerin
%51.8’i çocuklarla kurduğu iletişimi iyi ve %37.3’ü ise çok iyi olarak değerlendirmiştir. Çocukların %52.7’sinin erkek,
%67.3’ünün devlet okulunda ve % 43.4’ünün lisede okuduğu, %41.8’inin genel okul başarısının iyi, %40.0’ının ise çok
iyi olduğu saptanmıştır. Çocukların %82.7’sinin müzik, resim gibi özel bir ilgi alanı vardır. “Çocuk gelişimi ile ilgili
eğitim alan” ebeveynlerin çocuklarının %100’ünün bir özel ilgi alanı olduğu, bunların %68,2’sinin kız, %45,5’inin ilgi
alanının resim, %59,1’inin müzik olduğu bulunmuştur. “Çocuk iletişimi iyi olan” ebeveynlerin çocuklarının genel
başarısının %51,2’sinin “çok iyi” ve %22,0’ının “iyi” olduğu bulunmuştur. Ebeveynlerin “empatik eğilim ölçeği”
toplam puanı (¯x=73,236±8,714) olarak bulunmuştur. Çocuklarla iletişimi “çok iyi” olanların “empatik eğilim toplam”
puanları (¯x=78,488±7,218) çocuk iletişimi “iyi” olanların puanlarından (¯x=70,526±8,109) ve çocuk iletişimi “orta”
olanların (¯x=68,167±7,697) puanlarından yüksek bulunmuştur. Çocukların özel ilgi alanları ile ebeveynlerin empatik
eğilimi karşılaştırıldığında, ilgi alanı “spor olanların” empatik eğilim puanları (¯x=75,413) ilgi alanı “spor
olmayanlardan” (¯x=71,672), ilgi alanı “resim olanların” (¯x=76,552) puanları ilgi alanı “resim olmayanların”
puanlarından (x=72,049) yüksek bulunmuştur. Çocukların “sürekli öfke” düzeyi (¯x=21,736±5,909); “durumluluk öfke”
düzeyi (¯x=22,946±3,196); “kontrol altına alınmış öfke” düzeyi (¯x=21,409±5,144); “dışa vurulan öfke” düzeyi
(¯x=16,236±4,041); “içte tutulan öfke” düzeyi (¯x=16,282±4,171) olarak bulunmuştur. Ölçekler arası karşılaştırmada
yapılan korelasyon analizi sonucunda “empatik eğilim” toplam puanı arttıkça “içte tutulan öfke” puanı azalmaktadır (r=0,188; p=0,049<0,05). Devlet okulunda (¯x=21,797±4,899) ve üniversitede (¯x=22,950±4,442) okuyan çocukların
“kontrol altına alınmış öfke” puanları özel okulda okuyan çocukların “kontrol altına alınmış öfke” puanlarından
(¯x=17,688±5,642) yüksek ve sayısal bilimler alanında okuyan çocukların “durumluluk öfke” puanları (¯x=24,188)
okumayan çocukların puanlarından (¯x=22,826) yüksek bulunmuştur. Müziğe ilgi duyan çocukların “kontrol altına
alınmış öfke” puanları (¯x=23,119) ilgi duymayanlardan (¯x=20,353); ilgi alanı resim olmayan çocukların “sürekli
öfke” puanları (¯x=22,852) ilgi alanı olanlardan (¯x=18,621), ilgi alanı resim olan çocukların “kontrol altına alınmış
öfke” puanları (¯x=23,724) ilgi alanı olmayanların puanlarından (¯x=20,580) ve ilgi alanı resim olmayan çocukların
“dışavurulan öfke” puanları (¯x=16,790) ilgi alanı resim olan çocukların puanlarından (¯x=14,690) yüksek
bulunmuştur.
Sonuç:Çocukların öfke düzeyini etkileyen pek çok neden vardır. Ebeveyn empatik eğiliminin ve sosyodemografik
özelliklerinin çocukların öfke ve sürekli öfke tarzına etkisi incelendiğinde ebeveynlerin empatik eğiliminin ve çocuk
gelişimi ile ilgili eğitim/kitap okumasının çocukların ilgi alanlarındaki farklılıkları etkilediği ve özel ilgi alanlarının da
çocuklardaki öfke puanlarına etkisinin olduğu bulunmuştur. Ayrıca çocuğun okuduğu okul türünün ve bölümünün de
60
öfke düzeyine etki ettiği bulunmuştur. Çocukların öfke ve öfke tarzındaki olumlu değişimlerin sağlanması için
çocukların özel ilgi alanlarına yönlendirilmesi ve ebeveynlerin empatik eğiliminin arttırılması için eğitim programlarının
etkili olacağı düşünülmüştür.
Anahtar:Empatik eğilim, Özel ilgi alanı, Çocuk gelişimi eğitimi, Çocuklarda öfke tarzı
61
P-23 - POMPE HASTASININ GORDON’A GÖRE HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU
SUNUMU
ECE MUTLU , NURSEREN İŞLER , NİHAL ÖZDAMAR , BESTE ÖZGÜVEN
ÖZTORNACI ,
1
2
2
3
İzmİr Katİp Çelebİ Ünİversİtesİ Sağlyk Bİlİmlerİ Fakültesİ Hemşİrelİk Bölümü 4. Synyf Öğrencİsİ, 2Dr. Behçet Uz
Çocuk Hastalyklary Ve Cerrahİsİ Eğİtİm Ve Araştyrma Hastanesİ Çocuk Yoğun Bakym Klİnİğİ, 3İzmİr Katİp Çelebİ
Ünİversİtesİ Sağlyk Bİlİmlerİ Fakültesİ Hemşİrelİk Bölümü Çocuk Sağlyğy Ve Hastalyklary Hemşİrelİğİ Ad,
1
Amaç:Pompe hastalığı, otozomal resesif kalıtım gösteren, asit maltaz (lizozomal alfa 1, 4 glikosidaz-GAA) enzimi
eksikliği sonucu ortaya çıkan bir glikojen depo hastalığı çeşididir. Enzim eksikliğinin seviyesine göre sınıflandırılıp,
enzim eksikliği normal seviyenin %1’inin altında olduğu infantil formda klinik bulgular daha ağırdır. Ciddi solunum
sıkıntısı ve kas güçsüzlüğü ile ortaya çıkabilir. Özellikle ilk 3 ayda kas güçsüzlüğü, hipotoni, başını dik tutamama
şeklinde bulgular görülür. Kalp kaslarında glikojen birikimine bağlı olarak hipertrofi en önemli bulgusu olup prenatal
dönemde fetal ekokardiografi ile anlaşılabilir. Rekombinan enzim tedavisi son yıllarda uygulanmaya başlanmış olup
özellikle infantil vakalarda erken dönemde tedaviye başlanırsa olumlu sonuçlar alınmaktadır. 27 Aylık erkek olgu,
12.100 gr (25-50 persantiller arası) ağırlığında, 92 cm (75-90 persantiller arssı) boyundadır. 24 ay önce solunum
sıkıntısı ile dış merkezden İzmir’de bulunan bir çocuk hastanesinin çocuk yoğun bakım kliniğine gelmiştir. Yapılan
tetkikler sonucu olguya Metabolik Hastalık (POMPE) tanısı konmuştur. 2 yıldır izlemi yoğun bakım servisinde
sürmektedir. Olguda ileri kas güçsüzlüğü, hipotoni, el parmakları ve bilekleri ile ayak bileklerinde kontraktür mevcuttur.
Solunum güçlüğü olduğu için trakeostomi açılmış ve hastanın var olan spontan solunumunu desteklerken basınç
kontrolü sağlayan APV+SİMV modunda mekanik ventilatör ile solunumu sürmektedir. Hastalığın ilerleyen
zamanlarında akciğerlerinde atelektazi ve enfeksiyon oluşmasına bağlı interkostal çekilmeler, yardımcı solunum
kaslarının kullanılması ve solunum seslerinde raller görülmüştür. Olguda önce akciğerinde sağ lobunda tıkanıklık
gözlenmiştir. Olgunun ilerleyen zamanlarında ise sağ lob düzelmiş ve sol lob da tıkanıklık meydana gelmiştir. Ağız ve
burunda bol miktarda köpük şeklinde sekresyonu olup, lüzum halinde aspirasyon yapılmaktadır. Yatağa bağımlı
olmasına bağlı nabızlarında zayıflama görülmüş; aynı zamanda yine uzun süre yatma ve yetersiz pozisyon değişimi
kaynaklı önceden oluşan occipital lobda 2x10 cm büyüklüğünde 2. evre bası yarası bulunmaktadır. Günde bir kez yarası
temizlenmekte, Fito Krem ve Balaban Krem ile yara bakımı uygulanmaktadır. Yutma güçlüğü olduğundan dolayı
nazogastrik sonda takılmıştır. Olgu günde altı kez 110 cc yüksek enerjili mama ve 110 cc formül bir mama şeklinde
dönüşümlü olarak beslenmekte ve her beslenme sonrası 40 cc su verilmektedir. Sağ jugular ven’de santral venöz katateri
mevcuttur. Olguya Demizolam ampul 11cc/24 saat IV infüzyon şekilde verilerek sedasyon sağlanmaktadır. Olgunun
sözel uyaranlara tepkisi yoktur ancak dokunsal uyaranlara tepkisi mevcuttur. Ağrı puanı 8’dir. Ağrısını ağlama, inleme
ve acılı yüz ifadesi ile ifade etmektedir. Ağrısını gidermek için lüzum halinde Paranox supuzituvar kullanılmaktadır.
Olguya Myozyme tedavisi başlanması planlanmış olup ilacın yurt dışından getirilme çabaları halen devam etmektedir.
Olgu bakım verdiğimiz süre boyunca Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntülerine göre değerlendirilmiş; NANDA’nın
etkisiz solunum örüntüsü, gaz değişiminde bozulma, etkisiz periferal doku perfüzyonu, doku bütünlüğünde bozulma,
ağrı, enfeksiyon riski, aspirasyon riski, oral mukoz membranda bozulma riski hemşirelik tanıları konularak bakımı
planlanmıştır ve uygulanmıştır. Bu çalışma ile POMPE tanısı ile Çocuk Yoğun Bakım Kliniği’nde tedavisi sürmekte
olan hastanın hemşirelik bakımının sunulması amaçlanmıştır.
Anahtar:infantil pompe hastalığı, asit maltaz eksikliği, çocuk, hemşirelik bakımı, fonksiyonel sağlık örüntüleri,
hemşirelik tanıları
62
P-24 - SANAL ORTAMDA BECERİ DENEYİMİ
Zehra KAN ÖNTÜRK ,
1
Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü,
1
Amaç:Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte ileri teknolojiye sahip hasta bakım üniteleri kurulmakta ve bu
ünitelerde ileri bakım teknolojileri kullanılarak bireylerin yaşam şansları ve kaliteleri arttırılmaya çalışılmaktadır. Ancak
teknolojide bu ilerlemenin bireylerin yaşamlarına yansıması için bu teknolojiyi kullanmayı bilen, bakım uygulamalarına
yansıtan, analitik düşünüp, hızlı karar verebilen, sürekli yeniliklere ve öğrenmeye açık hemşirelere ihtiyacın olduğu
kaçınılmazdır. Bu kompleks becerilere sahip hemşirelerin yetişebilmeleri için de klasik eğitim yöntemlerinin dışında
değişen öğrenme biçimlerinin desteklenebileceği bir eğitim planlanması önemlidir. Bu eğitim yöntemlerinden biri olan
simülasyon uygulamaları gerçek çalışma ortamına hazır, öz yönetimli hemşirelerin yetişmelerine fırsat vermektedir. Bu
çalışmada, hemşireliğin temel becerilerinden biri olup henüz mezuniyet öncesi yetkinlik kazanmayan öğrenci hemşireler
tarafından uygulanması hasta güvenliği açısından riskli olan intravenöz (IV) kateter uygulaması ele alındı ve becerinin
geliştirilmesi amacıyla bir vakıf üniversitesinde Yenidoğan Yoğun Bakım Hemşireliği dersi kapsamında “Pediatric IV
Virtual Simulator” kullanıldı. Bu çalışmada söz konusu uygulamaya yönelik deneyimlerin aktarılması amaçlandı.
Yöntem:Çalışmaya bu dersi alan 15 öğrenci katıldı. Ders kapsamında öğrencilere öncelikle yenidoğana özgü farklılıklar
kuramsal olarak aktarılarak IV kateter uygulaması beceri basamakları hatırlatıldı. Daha sonra eğitimci tarafından
Pediatric IV Virtual Simülator kullanılarak sanal IV kateter uygulaması aşamaları gösterildi, ardından öğrenciler birer
defa simülatörü kullanarak bu uygulamayı eğitici denetiminde denedi, öğrencilere uygulama sonrasında geribildirim
verildi. Bu basamaklar sonrasında simülatörden bir senaryo seçildi, senaryo eşliğinde öğrencilere hiçbir uyarı
verilmeden uygulamayı baştan sona yapması sağlandı. Uygulama sırasında yapılan tüm işlemler simülatörün veritabanı
tarafından kaydedildi ve puanlama yapıldı. İşlem sonrasında veri tabanından geribildirimler alındı. Veritabanı tarafından
her bir öğrencinin toplam puanı, prosedürü tamamlama durumu, süresi, kritik hatalar ve kritik olmayan hatalar
gruplandırıldı.
Bulgular:Öğrencilerin bu beceriden aldığı ortalama puan 67 iken en düşük 56, en yüksek 88’ dir. Prosedürü tamamlama
süreleri ortalama olarak 3' 20˝, en uzun 4' 43˝, en kısa 2' 16˝ dir. Ayrıca öğrencilerin prosedürü tamamlama durumuna
bakıldığında % 40’ ında IV kateter katlanırken, %33.3’ ü veni bulamadı ve % 26,7’ si ise veni sabitlemeden işlemi
sonlandırdı. Öğrencilerin en fazla yaptıkları kritik hata kateterin katlanması ve yerleştirilememesi, kritik olmayan
hataları ise katater iğnesinin açısının yanlış olması ve kateterin numarasının seçilen alan için uygun olmamasıdır.
Sonuç:Sonuç olarak öğrencinin bu beceri uygulamasını gerçeklik düzeyi yüksek bir sanal ortamda gerçekleştirmesi ve
geribildirim alması yapacağı bir sonraki uygulamasına en az hata ile başlaması yönünde katkıda bulunacağı
düşünülmektedir.
Anahtar:Beceri, hemşirelik, IV kateter, simülasyon, yenidoğan
63
P-25 - SENTETİK KANNABİNOİDLER: BONZAİ VE ÇOCUK HEMŞİRELİĞİ
MÜJDE ÇALIKUŞU İNCEKAR , SELEN ÖZAKAR AKÇA ,
1
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, 2HİTİT ÜNİVERSİTESİ,
1
Amaç:Adölesanlarda madde kullanım sıklığının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde giderek arttığı, madde ile ilk
karşılaşmanın çoğunlukla çocukluğun sonlarında yani adölesan dönemde gerçekleştiği bildirilmektedir. Dünyada ve
ülkemizde adölesanlar arasında sentetik kannabinoid kullanımı endişe verici hızda artmakta ve bu maddenin kullanımı
sonucu fizyolojik ve psikolojik birçok olumsuz etkileri ortaya çıkmaktadır. Sunulan bu çalışma ile sentetik
kannabinoidler hakkında bilgi, tedavi ve bakımla ilgili adolesanlarla çalışan çocuk hemşirelerinin bilgilendirilmesi
amaçlanmıştır.
Yöntem:Bu çalışmada, sentetik kannabinoidler ile ilgili literatür ve araştırma bulguları incelenerek konunun önemi
tartışıldı ve uygulamaya yönelik öneriler sunuldu.
Bulgular:Sentetik kannabinoidler suda çözünürlüğü düşük olduğu için genellikle bitkisel ürünlerde kullanılmaktadır.
Bir veya daha fazla sentetik kannabinoid içeren çözelti, ıslatma ya da püskürtme yöntemiyle bitki malzemesine (melisa,
nane, kekik, damiana, adaçayı, yavşan bitkisi) eklenmektedir. Sentetik kannabinoidlerin kullanım şekli genellikle sigara
şeklinde olsa da, buharlaştırma, oral veya rektal yolla da kullanıldığı bildirilmektedir. Amerika’da Michigan
Üniversitesi’nde 1991 yılından itibaren 8-10 ve 12. Sınıflar üzerinde SK kullanımı ile ilgili yapılan “Monitoring of
Future” isimli çalışmada 2012 yılında SK kullanımının yıllık prevelansı %11,3 olarak belirlenmiştir. Florida
Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmaya göre; öğrencilerin %68 (n=572)’inin 18-19 yaş aralığında, %53 (n=452)’ünün
erkek olduğu belirlenmiş öğrencilere mail yoluyla SK kullanımı hakkında sorular sorulmuş 852 öğrenciden %8
(n=69)’inin SK kullandığı sonucu ortaya çıkmıştır. Türkiye’de yapılan çalışmalara bakıldığında ise; adolesanlarda
kullanım durumuna ilişkin net bir çalışma bulunmamakla birlikte Türkiye’de 2013 yılında 780 kg SK yakalanmıştır.
Yakalamalarda 2012 yılına göre %79,72 oranında ve 2011 yılına göre ise yaklaşık 17 kat artış görülmüştür. Yapılan
çalışmalarda SK’ların kullanımının adolesanlar tarafından tercih edilmesinin nedenleri; rahatlatıcı ve hoşa giden etkileri,
merak duygusu, değişiklik aramaları, temininin kolay olması sayılabilmektedir. SK kullanan hastalarda en çok görülen
on semptom; taşikardi (%40), ajitasyon/irritabilite (%23,4), kusma (%15,3), uyuşukluk/letarji (%13,5), konfüzyon
(%12), bulantı (%10), halüsinasyon/delüzyon (%9,4), hipertansiyon (%8,1), baş dönmesi/vertigo (%7,3) ve göğüs ağrısı
(%4,7) olduğu raporlandırılmıştır.
Sonuç:Sentetik kannabinoid tedavisinde intravenöz sıvı tedavisi en yaygın kullanılan terapötik bir yöntem olmakta ve
bunu benzodiazepinler ve oksijen tedavisi takip etmektedir. İntravenöz sıvılar ciddi kusmaları önlemek için
kullanılabilmektedir. Madde bağımlısı adolesanları belirlemede ve bu gruplara yönelik koruyucu, önleyici müdahaleler
geliştirmede anahtar kişi rolü adolesanla çalışan hemşirelere aittir. Hemşirelerin bu rolü adolesanları ve adolesanların
riskli davranışlarını bilmesinin yanı sıra SK’ları, kullanan kişilerdeki belirtileri ve tedavisinde yapılması gerekenleri
bilmesinin önemini ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda özellikle çocuk hemşireleri, madde bağımlılığı danışmanlığı ve
tedavi sonrası takip/bakım/izleme için uygun sosyal servislere yönlendirmeler yapabilmelidirler. Ayrıca çocuk
hemşiresi; bilgilendirme, davranış kazandırma ve bu hedefe aktif katılımın sağlanmasında da eğitici ve danışmanlık
rolünü kullanmaktadır. Çocuk hemşiresi eğitim ve danışmanlık yaparken, bireyin sağlığına ilişkin esas bilgiyi
kazanmasını, olası riskleri öğrenip sağlığını bozacak ortam ve davranışlardan uzak durmasını ve hayatını nitelikli bir
şekilde devam ettirmesi yönünde yaşam tarzını benimsemesini hedeflemektedir. Bunlarla birlikte aileyi de olası risklere
karşı bilgilendirmeli ve alınması gereken önlemler konusunda rehberlik etmelidir. Adolesanın maddeyi bırakması
konusunda desteklenmesi ile ilgili yaklaşımları takip etmesi, takip ederken hemşirelik sürecini kullanması ve sonuçları
değerlendirmesi gerekmektedir. Çocuk hemşirelerinin ve diğer sağlık profesyonellerinin olumlu sağlık davranışları
geliştirmede adolesanlara rol model olmalarının gerekliliği de unutulmamalıdır.
Anahtar:Madde bağımlılığı, sentetik kannabinoid, bonzai, adolesan, hemşirelik
64
P-26 - SPLENEKTOMİLİ BİR HASTADA MENENJİT SONRASI GELİŞEN
TONSİLLER HERNİASYON: KRONİK SOLUNUM YETMEZLİĞİ, KUADRİPLEJİ
VE HEMŞİRELİK BAKIMI
Pınar YAZICI , Betül SARIMEHMETOĞLU , Demet KAYA , Neslihan SÜTÇÜ ,
Muhterem DUYU ,
1
1
1
1
1
Göztepe Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
1
Amaç:Dalak, sol tarafta diyaframın hemen arkasında, kaburgaların altında yer alan vücudun bağışıklık sisteminin
önemli organlarından biridir. Dalak, başta bakteriler olmak üzere birçok mikroorganizmanın kana karışmasını ve
enfeksiyona neden olmasını önlemektedir. Başta talasemi (akdeniz anemisi ) olmak üzere bazı hasta gruplarında dalağın
alınması (splenektomi) gerekebilmektedir. Dalağı çıkarılmış olgular başta pnömokok olmak üzere menenjit etkenlerine
duyarlıdırlar. Bu nedenle koruyucu antibiyotik ve menenjitten koruyucu aşılaeı belirli aralıklarla yaptırmaları
gerekmektedir. 9 yaşında erkek talasemi majör nedeni ile splenektomi geçiren bir olguda gelişen tonsiller herniasyona
sekonder kuadripleji gelişen bir olgu ve etkili ve doğru hemşirelik bakımı anlatılmaktadır.
Yöntem:
Bulgular:9yaşında erkek hasta Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi acil servisine başağrısı ve ateş yüksekliği nedeni ile
başvurdu. Bilinci açık olan ve 2 gündür başağrısı yakınması olan olgunun yapılan muayenesinde menings irritasyon
bulguları pozitifti. Olgunun talesemi majör (akdeniz anemisi) nedeniyle hematoji tarafından takipli olduğu öğrenildi.
Ailenin penisilin profilaksisini uzun süredir kullanmadığı ve menenjit için koruyucu aşılarını ( pnömokok, meningokok,
Hib) uzun süredir yaptırmadığı öğrenildi. Olguya çekilen kranial tomografi tetkikinde özellik yoktu. Göz dibi bakısında
papil ödem saptanmadı. Menenjit ön tanısı ile acil serviste yapılan lomber ponkisyon pürülan özellikte saptandı. Olguya
vankomisn ve seftriakson tedavileri planlanarak servise yatırıldı. Servise yatışının 3. Saatinde olgunun bilincinde
kötüleşme olması üzerine olgu entübe edilerek çocuk yoğun bakım ünitesine alındı. Olgunun tekrarlanan nörolojik
muyenesinde bilinç bulanıklığına eşlik eden alt ekstremitelerde daha fazla olmak üzere 4 ekstremitesinde kas
güçsüzlüğü olması üzerine kranial MRG çekildi. MRG tetkikinde serebellar tonsiller bölgenin herniasyonu
(fıtıklaşması) ve beyin sapına basısı mevcuttu. Olgu nöroşirurji ile yapılan acil konsültasyonu sonrası dekompresif
kraniotomi ( kafatası kemiğinin alınması) uygulanarak bası hafifletildi. Ancak yapılan girişim sonrası bilinci açılan
hastanın 4 ekstremitesinde kas güçsüzlüğü devam etmekteydi ve yer çekimini yenemiyordu. Solunum kasları da
etkilenen olguya trakeotomi açıldı. Aileye trakeotomi kanülü değişimi, bakımı ve aspirasyon eğitimleri verildi. 4
ekstremitesi felç olan olguya fizyoterapi desteği ve düşük ayak gelişimini önlemek için atel desteği uygulandı. Aile
eğitimi tamamlandıktan sonra hastanın evine taburculuğu planlanmaktadır.
Sonuç:Hemşireler danışmanlık ve eğitimlerini planlarken trakeostomili çocuğa sahip olmanın getirdiği bakım yükünü
göz önüne alarak planlama yapmalıdır. Trakeostomili olarak eve taburcu edilecek çocukların annelerinde uygulamalı
eğitimler eve verilen eğitimin davranışa yansımasına önem verilmeli ve taburculuk sonrası münkünse ev ziyareti ve
telefon danışmanlığına devam edilmelidir.
Anahtar: splenektomi, menejit, kuadripleji, trakeotomi, eğitim,hemşirelik bakımı
65
P-27 - STEVENS-JOHNSON SENDOMU OLAN ÇOCUK HASTANIN HEMŞİRELİK
BAKIMI: OLGU SUNUMU
Nalan KARAOĞLAN , Aslı ÇATIKOĞLU , Derya GÖK ,
1
1
1
İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
1
Bulgular:Stevens-Johnson Sendomu genellikle bir üst solunum yolu enfeksiyonu ya da penisilin, barbitürat,
sulfonomid, non-steroid antienflamatuar ilaçların kullanımı sonrasında ateş, deri ve mukozalarda büllöz lezyonlar ile
seyreden bir hastalıktır. Çocuklarda ve genç erişkinlerde sık görülür. Erkeklerde görülme sıklığı daha fazladır. İnsidansı
1,2-6/milyondur. Akut dönemde mortalite %10 civarındadır ve %20 oranında hastada, hastalık tekrarlayabilir. Tedavide
deri bakımı, sıvı ihtiyacının sağlanması, sekonder bakteriyel enfeksiyonlarda antibiyotik uygulaması ve özellikle
hastalığın gelişiminden sorumlu olabilecek ilaçların kesilmesi önemlidir. Olgu Sunumu: 5 yaşındaki erkek hastaya, 4-5
gün süren ağzı açık uyuma, dilde ve ağızda acıma duygusu ve yüksek ateş nedeniyle evde parasetamol şurup verilmiştir.
Sabah gözlerde kızarıklık olması nedeniyle hastaneye başvuran olguya boğaz enfeksiyonu tanısıyla İbuprofen ve
Amoksisilin trihidrat-potasyum klavulanat süspansiyon başlanmıştır. İlaçları kullandıktan 1 saat sonra dudak kenarında,
çenede ve boyunda veziküler lezyonlar oluşmuş, 30 dk sonra sırt bölgesine de yayılması üzerine üniversite hastanesine
başvuran olguya ampisilin-sulbaktam ve hidroksizin HCL uygulanmıştır. Tedavi sonrası lezyonların tüm vücuda
yayılması ve ülserasyon gözlenmesi nedeniyle hastanemize sevk edilen olgu 22.05.2014 tarihinde Steven Johnson
tanısıyla enfeksiyon hastalıkları kliniğine yatırılmıştır. 09.06.2014 tarihinde şifa ile taburcu edilmiştir. Fizik muayene
bulguları: Dudaklarda ve ağızda ödem, kanama, şişlik ve lezyon. Tüm vücutta yaygın makülopapüler vezikilobülloz
ülserelezyonlar. Konjüktivada hiperemi. Rektal bölgede vezikobülloz ve hiperemi. Vücut ısısı: 38,6 C, Tansiyon:
104/58mmHg, Kardiak nabız: 110/dk, Solunum:22/dk, Spo2: % 98, Kilo :19.6 kg (50-75p), Boy: 109 cm (25-50p). Oral
Beslenme: Yok. Gaita: günde 1 kez. Bilinç: Açık. Kas-iskelet sistemi: Normal. Solunum sistemi: Normal. Enfeksiyon
hastalıkları kliniğimizde izlenen hastaya NANDA’ya göre hipertermi, oral mukoz membran bütünlüğünde bozulma, cilt
bütünlüğünde bozulma, kanama, sıvı volüm eksikliği riski, enfeksiyon/sekonder enfeksiyon gelişme riski, beden
gereksiniminden az beslenme, ağrı, korku, özbakım eksikliği, bakım vericilik rolünde zorlanma tanıları doğrultusunda
hemşirelik bakımı verilmiştir. Olguya ilk 3 gün 2 saatte bir vital bulgu takibi yapıldı. 12x1 ağız, 8x1 göz bakımı, 2x1
vücut banyosu, 1x1 aldığı çıkardığı sıvı takibi, 1x1 kilo takibi uygulandı. İlk 3 gün hipertermisi olan hastaya (38.6 C,
40.4 C, 39.0 C) öyküsünde parasetamol ve ibupurofen kullanmış olması nedeniyle antipiretik ilaç kullanılamadı. Tüm
vücudunda açık lezyonlar bulunması nedeniyle kaynamış soğutulmuş su ile eksternal soğuk uygulama yapıldı. Ağız
Değerlendirme Rehberine göre oral tanılama yapılan olguda 4. derece mukoz membran bütünlüğünde bozulma saptandı.
12x1 NaHCO3 ile ağız bakımı ve ağızdaki kanama odaklarına traneksamik asit damlatılan steril spançla basınç
uygulandı. Dudaklar mupirosin kalsiyum pomad ve etilen glikol monofenil kremli spanç ile kapatıldı. Cilt bütünlüğünde
bozulma nedeniyle 2x1 tüm vücut %09 NaCL ve rivanollü su ile yıkanıp, büller siteril iğne ucu ile patlatıldı. Mupirosin
kalsiyum pomad, metilprednizolon aseponat krem (2 gün) karışırılarak ince tabaka halinde sürüldü. Yatışın 3. günü
mametazon furoat krem ve kaşıntı için feniramin hidrojen maleat eklendi. Perine bölgesine de mupirosin kalsiyum
pomad ve etilen glikol monofenil krem yapıldı. Oral alımı olmayan hastaya 3 gün 1/3 izomix mai, intravenöz
immunglobulin, 11 gün TPN infüzyonu uygulandı. Hasta 18 gün sonunda cilt bütünlüğü tam, oral mukoz mebran
bütünlüğü tam ve enfeksiyon gelişmeden taburcu edildi.
Anahtar:Anahtar kelimeler: stevens-johnson sendomu, hemşirelik bakımı, cilt bakımı, ağız bakımı
66
P-28 - TALASEMİ MAJÖRLÜ ERGENLERİN UMUT DÜZEYLERİNİN
BELİRLENMESİ
Derya DEMİR UYSAL , Hüsniye ÇALIŞIR ,
1
2
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları
Hemşireliği AD. Muğla, 2Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Çocuk Sağlığı
Ve Hastalıkları Hemşireliği AD. Aydın,
1
Amaç:Bu çalışma, talasemi majörlü ergenlerin umut düzeylerini ve umudun sosyodemografik değişkenlerle ilişkisini
belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Araştırmanın evrenini, pediatrik hematoloji polikliniğinde takip edilen, 12-18 yaş grubundaki talasemi majörlü
ergenler ile Muğla’da iki ilköğretim ve ortaöğretim okulunda okuyan sağlıklı ergenler oluşturmuştur. Araştırma, Ege
Üniversitesi Çocuk Hastanesi, Muğla Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, S.B. Dr. Behçet Uz Çocuk
Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, S.B. Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, S.B. Aydın
Devlet Hastanesi ve S.B. Denizli Devlet Hastanesi’nin Pediatrik Hematoloji polikliniğinde ve MEB Muğla 75.yıl
İlköğretim Okulu’nun ikinci kademesinde ve Turgut Reis Anadolu Lisesi’nde yapılmıştır. Araştırmanın evrenini,
pediatrik hematoloji polikliniğinde takip edilen, 12-18 yaş grubundaki talasemi majörlü ergenler ile Muğla’da iki
ilköğretim ve ortaöğretim okulunda okuyan sağlıklı ergenler oluşturmuştur. Araştırma örneklemini olasılıksız örnekleme
yöntemi ile seçilen, 12-18 yaş grubunda 112 talasemi majörlü ergen (vaka grubu) ve talasemi majörlü ergenlerin yaş ve
cinsiyet özelliklerine göre eşleştirilen 12-18 yaş grubunda 121 sağlıklı ergen (kontrol grubu) oluşturmuştur.
Araştırmanın verileri, Talasemi Majörlü Ergenler İçin Sosyodemografik Veri Formu, Sağlıklı Ergenler İçin
Sosyodemografik Veri Formu ve Ergenler İçin Umutluluk Ölçeği ile toplanmıştır. Veriler, tanımlayıcı istatistikler,
Student t-testi, Ki-kare testi, Mann Whitney U testi, Kruskal-Wallis testi, Varyans analizi ve regresyon analizi ile
değerlendirilmiştir.
Bulgular:Talasemi majörlü ergenlerin umutluluk ölçeği puan ortalaması 1769,9 ± 290,5 iken, sağlıklı ergenlerin
umutluluk ölçeği puan ortalamasının 1824,5 ± 267,9 olarak belirlenmiştir. Talasemi majörlü ergenlerin umutluluk ölçeği
puan ortalaması sağlıklı ergenlerin umutluluk ölçeği puan ortalamaları arasındaki istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmamıştır (p>0,05). Talasemi majörlü ergenlerin; cinsiyet, yaş grupları, öğrenim durumları, aile tipi, kardeş sayısı,
yaşadıkları yer, aile gelir durumu, anne-babaların yaş grupları, anne-babaların çalışma durumu ve annelerin öğrenim
durumlarına göre umutluluk ölçeği puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark olmadığı belirlenmiştir (p>0,05). Çoklu
regresyon analizi sonucu babalarının ilkokul/ortaokul mezunu olmasının, ergenlerin düşük umutluluk puanı ile ilişkili
olduğu (p<0,05); annenin ilkokul/ortaokul mezunu olmasının, talasemi nedeniyle yakınını kaybetmiş olmasının ve iki
haftada bir kan transfüzyonu uygulanmasının ergenlerin düşük umutluluk puanı ile ilişkili olmadığı saptanmıştır
(p>0,05).
Sonuç:Bu sonuçlara göre talasemi majörlü ergenlerin umut düzeylerini artırmaya yönelik Pediatri hemşireleri girişimler
planlamalı ve umut düzeyleri ile ilişkili risk faktörlerinin belirlenmesi için sağlık profesyonellerinin farkındalığı
artırılmalıdır.
Anahtar:Ergen, Hemşirelik Bakımı,Pediatrik hematoloji, Talasemi majör, Umutluluk
67
P-29 - ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUKLARIN YAŞADIĞI SOSYAL VE DUYGUSAL
SORUNLAR
Özlem AKARSU , Birsen MUTLU ,
1
1
İstanbul Üniversitesi,
1
Amaç:Üstün yetenekli çocuk ve ergenlerin sosyal ve duygusal ihtiyaçlarının fark edilmesi ve bu ihtiyaçları
karşılanamadığı takdirde meydana gelebilecek sorunların bilinmesi önemlidir. Bu sayede sorunlar meydana gelmeden
önce önlenmesi mümkün olabilir. Bu amaçla bu derlemede yapılan çalışmalar temel alınarak üstün yetenekli çocukların
ve ergenlerin yaşadığı sosyal ve duygusal sorunlara bazı çözüm önerileriyle birlikte değinilecektir.
Yöntem:
Bulgular:Sosyal izolasyon, Sosyal açıdan yaşıtlarından daha olgun olan üstün yetenekli çocuklar eş zamanlı olmayan
gelişimleri nedeniyle insan ilişkilerinde sorunlar yaşayabilirler. Üstün yetenek ve başarıları nedeniyle, arkadaş
gruplarından, sosyal ortamlardan dışlanabilmekte, kıskanılarak yalnız bırakılabilmektedirler. Bu durum üstün yetenekli
çocuğun toplumdan izole olmasına neden olabilmektedir. Üstün yetenekli bireylerin çevresindeki yaşıtlarından izole
olmasının diğer bir nedeni de üstünlük etiketidir. Üstün yetenekli çocukların uyum sorunlarını engellemek ve erken
dönemde fark ederek gerekli girişimleri planlama aşamasında okul sağlığı hemşirelerine büyük sorumluluklar
düşmektedir. Çocuk ve aileye yönelik rehberlik ve destek hizmetleri sağlanmalıdır. Mükemmeliyetçilik, Üstün yetenekli
çocuklarda olumsuz mükemmeliyetçilik; sınav öncesinde kaygının artmasına, anksiyete, stres düzeyinin artmasına,
uyku/iştah sorunları, izolasyon sorunları gibi depresif belirtilere ve depresyona, intihara, benlik saygısında azalmaya,
olumsuz sosyal davranışlara neden olmaktadır. Bu nedenle üstün yetenekli çocuklarda mükemmeliyetçilik davranışları
dikkatle izlenmeli ve gerektiğinde psikolojik danışmanlık sağlanmalıdır. Stres, Üstün yetenekli çocukların stres
kaynakları arasında sıklıkla mükemmeliyetçilik, ulaşılması zor hedefler, aile ve arkadaşlık ilişkilerinde yaşanan
güçlükler, kendisinden yüksek beklentilerin olması, eleştirel tutum sergilemesi, okul değişiklikleri, akademik baskılar,
aile, arkadaşlar ve gelecekle ilişkili kararlar yer almaktadır. Üstün yetenekli çocuklara problem çözme ve stresle baş
etme için kullanabilecekleri uygun yöntemler erken yaşta öğretilmeli ve ihtiyaç duyduklarında da desteklenmelidirler.
Depresyon, Üstün yetenekli bireylerde görülebilecek depresyon bulguları; sosyal iletişim ve arkadaş ilişkilerinde
sorunlar, başka insanlarlayken bile yalnız hissetme, hüzünlü ve endişeli olma, kolay incinme, uyku düzensizlikleri,
yorgunluk, enerji seviyesinin düşmesi, umutsuzluk, yaşamına son verme düşüncesi, yaşamına son verme düşüncesi,
ölüm korkusu, aşırı hassasiyettir. Çocukta depresyonun gelişmesini önlemek ve erken müdahale etmek için depresyonun
nedenleri, üstün yetenekli çocuklardaki belirtileri ve önleme yöntemleri ile ilgili ailelerine, öğretmenlerine bilgi
verilmeli ve ihtiyaçları doğrultusunda rehberlik imkanları sunulmalıdır. İntihar, Geçmişte yaşanmış ve yaşanmakta olan
stres, üstün yetenekli ergenlerde intihar düşüncesini oluşturmada etkili olmaktadır. Üstün yetenekli gençlerde intihar
etme niyetinin belirtilerini anlayabilmek ve bunun önüne geçebilmek için ailelerin çocuklardaki intihara ilişkin sözel ve
davranışsal ipuçlarını tanıyabilmede çok iyi birer gözlemci olmaları ve şüphelendiklerinde zaman geçirmeden uzman
yardımı aramaları gereklidir.
Sonuç:Üstün yetenekli çocuklar sahip oldukları özelliklerden dolayı sosyal-duygusal sorunlar yaşamaktadırlar. Üstün
yetenekli çocukların ailelerine ve öğretmenlerine üstün yetenekli çocukların sosyal-duygusal gelişimleri, olası sosyalduygusal risk durumları ve sorunları erken dönemde fark etmedeki ipuçları hakkında eğitim programları hazırlanabilir.
Bu programlarda okul sağlığı hemşireleri de aktif rol alabilir ve bu çocukların gelişimlerini izleyerek yapılacaklar
konusunda yönlendirici olabilir. Bu konuda yapılacak araştırmalar, eğitimler ve rehberlik hizmetleri ile pek çok sorunun
ortaya çıkmadan önlenebilmesi sağlanabilir, oluşan sorunlarla daha iyi baş etme için ipuçları elde edilebilir.
Anahtar:üstün yetenekli çocuklar, sosyal sorunlar, duygusal sorunlar, hemşire
68
P-30 - YENİDOĞAN DÖNEMİNDE EPİDERMİS BÜLLOZALI OLGU VE
HEMŞİRELİK BAKIMI
Ayşe Betül OLGUN , Derya GÖK ,
1
1
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Hastanesi,
1
Amaç:Epidermis Bülloza Hastalığı'nın anlatılması ve hemşirelik bakımının bu hastalığın seyrindeki öneminin
aktarılması
Yöntem:Olgu sunumu
Bulgular:Epidermolizis bülloza (EB) otozomal dominant veya resesif geçişli monogenik bir hastalık olup, derinin
frajilitesinde artış sonucu ortaya çıkan tekrarlayıcı mekanik bül oluşumu ile karakterize çok sayıda bozukluğu içine alan
bir grup hastalık olarak tanımlanır. Epidermis ve dermis arasında bulunan fibrin dokularda olan bir anormallik sonucu
ortaya çıkan Epidermis Bülloza genetik geçişlidir, en küçük travmalar bile deride kabarmaya yol açar. Hastanemiz
Yenidoğan Servisinde 62 gün boyunca izlediğimiz olguda literatüre uygun olarak; özellikle ekstremitelerde büller,
sıyrıklar ve yaralar mevcuttu. İlerleyen zamanda vücudun farklı bölgelerinde de büller oluştuğu, iyileştiği ve bu şekilde
tekrarladığı gözlemlendi. Oral kavitede de yaralar ve kanama mevcuttu. Oral beslenemezken, ilerleyen günlerde
tamamen oral beslemeye geçildi. Ek olarak farklı bir sağlık sorunu saptanmadı. İzleminde kullanılan malzemeye göre
her gün veya gün aşırı 1 saat süren hemşirelik bakımı uygulandı. Bir aylık süreçte nem oranı %72-80 küvözde izlemi
yapıldı. Başlıca aldığımız hemşirelik tanılarımız Doku Bütünlüğünde Bozulma, Oral Mukoz Membranda Bozulma, Ağrı
ve Enfeksiyon Riski oldu. Girişimlerimiz bu tanılar altında planlandı ve uygulandı. Bakımlarımızda temiz teknik ve
steril malzemeler kullanıldı. Bakımda Mupirosin ve allantoin içerikli kortikosteroid içermeyen krem ile köpüklü yara
örtüleri kullanıldı. Ek olarak deride travmaya yol açmamak için cilt bariyeri kullanıldı. Bebeğini ilk olarak gören ailede
şok inkar süreçleri gözlemlendi. Hastalığı kabullenemeyen ailenin hastalığın ilerlemesinde hekim ve hemşireleri
suçladığı gözlemlendi. Buna yönelik Ailenin bakım verici rolünde zorlanma ve ailenin başetmesinde yetersizlik
hemşirelik tanıları alındı.
Sonuç:Konjenital ve kronik hastalığa sahip olgumuzda tam iyileşme sağlanamasa da özellikle ekstremitelerde bakım
sonucu iyileşmekte olan dokular gözlemlendi. Oral kavitedeki soyulma ve kanamalardan dolayı beslenemeyen olgu
izlem sürecinde total oral beslenmeye geçti. Ağrısını kontrol altına almaya yönelik uygulamalar ve tedavi sonucu ağrısı
(bakım dışında) kontrol altına alındı. 62 gün boyunca servisimizde yatan olguda kültür sonuçlarında ve kan değerlerinde
enfeksiyon görülmedi. Taburculuk eğitimi boyunca annenin bebekle kalması sağlandı ve bebeğin beslenmesi, özbakımı,
tedavileri ve deri bakımı anlatıldı. Aile taburcu olurken bebeğini kabullenmişti. Annenin hemşire gözetiminde bakımı
uygulayabildiği gözlemlendi ve bebeğin bakımından emin olunarak taburculuğu yapıldı. Devlet desteği için bebeğimizin
heyet raporu çıkartıldı ve polikliniklerde takibi devam etmekte.
Anahtar:Epidermis Bülloza, Yenidoğan, Hemşirelik bakımı, cilt bütünlüğü
69
P-31 - YENİDOĞAN YOĞUN BAKIMDA YATAN BEBEKLERDE PİŞİK GÖRÜLME
DURUMU VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Şafak DAĞHAN , Pelin SEVGİL , Gülçin YELTEN ,
1
2
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
1
Amaç:Pişik, yenidoğanda ve süt çocuklarında en yaygın görülen cilt problemlerinden biridir (Blume-Peytavi et all,
2014). Gerçek pişik prevalansının belirlenmesi zor olmakla birlikte, genel popülasyonda %7 ve %35 arasında olduğu
tahmin edilmektedir (Merrill,2015). Yaygın olarak görülen bu sorun bebeklerde ağrı ve strese sebep olurken, bakım
verenler içinde endişe yaratmaktadır (Blume-Peytavi et all, 2014). Bu araştırmanın amacı, yenidoğan yoğun bakımda
yatan bebeklerde pişik görülme durumu ve etkileyen etmenlerin incelenmesidir. Bu doğrultuda araştırma soruları; 1.)
Çocuğun yaşı ve cinsiyetine göre 2.) İshal ve ağızda pamukçuk görülme durumuna göre 3.) Çocuğun beslenme türüne
göre 4.) Kullanılan bez tipine, değiştirilme sıklığı ve bağlanma şekline göre 5.) Antibiyotik tedavisi alma durumuna göre
6.) Bez bölgesini temizleme şekli ve koruyucu madde kullanma durumuna göre pişik gelişimi arasında fark var mıdır?
olarak belirlenmiştir.
Yöntem:Araştırma, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi yenidoğan yoğun bakım kliniğinde yatan bebeklerde pişik
(bez dermatiti) görülme durumu ve etkileyen etmenleri incelemek amacıyla gerçekleştirilmiş, gözleme dayalı
tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. Araştırma 14 Şubat 2011-31 Mart 2011 tarihlerinde, yoğun bakımda yatmakta olan 80
yenidoğan hasta ile yürütülmüştür. İshali olan bebekler araştırma kapsamı dışında tutulmuştur. Araştırmada incelenen
bağımlı değişken, yenidoğan bebeklerde pişik görülme durumu ve şiddeti; bağımsız değişkenler, 0-24 aylık bebeklerin
sosyodemografik özellikleri (yaş, cinsiyet, anne eğitimi, çocuk sıralaması), beslenme türü, antibiyotik tedavisi, ishal
varlığı, pamukçuk varlığı, kullanılan bezlerin tipi, bezlerin değiştirilme sıklığı, bez bölgesinin temizlenme şekli, bezin
bağlama şeklinin uygunluğu, koruyucu madde kullanma durumudur. Veriler bebeklerin sosyodemografik özelliklerine
yönelik 12 soru, genital bakıma yönelik 11 sorudan oluşan anket formu ve Kırçuval (2002) tarafından geliştirilmiş pişik
derecesinin sınıflamasına yönelik değerlendirme formu kullanılarak toplanmıştır. Cilt değerlendirmesi için bebeklerin
genital bölgesi gözlenerek veri toplama formu doldurulmuştur. Bebekler çalışmaya alındıktan sonraki bir hafta
içerisinde gün aşırı 3 kez gözlemsel olarak değerlendirilmiştir. Araştırmanın yürütülmesi için E.Ü. hemşirelik
yüksekokulu etik kurulundan ve Tepecik eğitim araştırma hastanesinden gerekli izinler alınmıştır. Veri toplama
aşamasında bebeklerin ailelerinden sözel onam alınarak anketler uygulanmıştır.
Bulgular:Araştırma kapsamında değerlendirilen bebeklerin %58.8’i erkek, %41.2’si kızdır ve %56.2 si 0-16 günlük
bebeklerden oluşmaktadır. Birinci izlemde %80.0 bebek, ikinci izlemde %82.5 bebek, üçüncü izlemde ise %75.0 bebek
normal olarak gözlemlenmiştir. Pişik saptanan bebeklerin %8.0’ının candidiazis, %84.0’ı irritant kontakt dermatit,
%1.2’si allerjik kontakt dermatit , %1.2’si impetigo özelliğindedir. Oluşan pişikler ise %76.0’ı anüs ve çevresinde,
%4.0’ı genital bölgede, %20.0’ı inguinal pililerde görülmüştür. Pişiklerin %40.0’ı grade I , %56.0’ı grade II, %4.0’ı
grade III olarak saptanmıştır. Beslenme türü (X2=11,981 , p=0,007) ve bez bölgesinde kullanılan koruyucu maddeninvazelin (X2 =9,318 , p=0,009) pişik gelişiminde etkili olduğu saptanırken, antibiyotik kullanımı, ağızda pamukçuk
varlığı, bez değiştirme sıklığı ve bez bölgesini temizleme şeklinin etkisi görülmemiştir.
Sonuç:Pişik görülme oranı araştırma kapsamında yapılan izlemlerde %20-%25 arasında değişmiştir. Anne sütü ile
beslenen ve alt bakımında koruyucu madde olarak vazelin kullanılan bebeklerde pişik daha az görülmüştür. Elde edilen
sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda; bebeklerin anne sütü almasının sağlanması, koruyucu alt bakımının düzenli
olarak uygulanması, bebekleri pişikten korumak için her alt değişiminden sonra koruyucu krem olarak vazelin
uygulanması ve hemşirelerin bu konudaki farkındalığının artırılması önerilebilir. Çalışmanın daha büyük örneklem
grubuyla tekrarlanması ve farklı ürünler kullanılarak etkilerinin karşılaştırıldığı çalışmaların yapılması faydalı olacaktır.
Anahtar:yenidoğan, pişik, bez dermatiti, bakım, hemşire
70
P-33 - CROUZON SENDROMLU BİR OLGUDA TRAKEOSTOMİ UYGULAMASI
FATİH MEHMET AKİF ÖZDEMİR , GÖKHAN CEYLAN , MUHAMMET BULUT ,
YİĞİTHAN GÜZİN , RANA İŞGÜDER , HASAN AĞIN ,
1
1
1
1
1
1
İZMİR DR. BEHÇET UZ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
1
Amaç:Crouzon Sendromu ( Kranyofasiyel Disostoz Tip 1 ) kranyofasiyel iskelet gelişimini etkileyen otozomal
dominant bir hastalıktır(15/1000000). Yaygın özellikleri hipertelorizm, egzoftalmi, dışa şaşılık, gaga burun, kısa üst
dudak, hipoplastik maksilla ve mandibuler prognatizmdir .FGFR-2 gen mutasyonuyla ilişkilidir.
Yöntem:Pediatrik Yoğun Bakım Servisinde takip ettiğimiz olgu OMIM, PUBMED, COCHRANE gibi veritabanlarının
güncel bilgileri ışığında irdelenmiştir.
Bulgular:Otuz üç yaşındaki annenin miadında sezaryen İle doğan kız bebeği dış merkezde doğumsal anomali, sepsis,
pnömoni nedeniyle postnatal 1. saatinde entübe edilerek mekanik ventilatörde takibe alınmış. Ancak postnatal 1. ayın
sonunda ekstübe edilemediğinden hastanemiz Pediatrik Yoğun Bakım Ünitesine sevk edilmiştir. Fizik muayenesinde;
Crouzon Sendromuyla uyumlu olarak kranyosinostoz, brakisefali, düz alın, kısa boyun, belirgin egzoftalmi, hafif
hipertelorizm, gaga burun, basık burun kökü, kısa üst dudak, hipoplastik maksilla , mandibuler prognatizm ve her iki
dirsekte hareket kısıtlılığı saptandı. Nazofarinks bilgisayarlı tomografisinde; ‘’ Koana düzeyinde sağ nazal pasaj 1.7 mm
,solda 3 mm pasajı kapatan bilateral membranöz septum.Bilateral gözlerde proptozis, maksiller sinüsler hipoplazik, sağ
frontal kemik ve orbita lateral duvarında deformasyon, bilateral ventriküllerde ve 3. ventrikülde hidrosefalik
dilatasyon’’ saptandı. Daha önce 3 kez noninvaziv mekanik ventilasyon desteği ile ekstübe edilmeye çalışılan ancak
başarısız olunan hastanın KBB konsültasyonu sonucunda bilateral koanal atrezi ve laringomalazi tanısı kesinleşti ve
trakeostomi operasyonu yapıldı.Hasta trakeostomi işlemi sonrası herhangi bir solunum desteğine ihtiyaç duymaksızın
taburcu edildi.
Sonuç:Diğer genetik sendromlara kıyasla daha uzun yaşam süresi ve normal zekaya sahip olabilen bu olgularda yaşam
kalitesini artırmak için erken dönemde uygun cerrahi müdahale planlanmalıdır.Özellikle ekstübasyon güçlüğü yaşanan
olgularda, koanal atrezi ve laringomalazi varlığında trakeostomi uygulanarak hastanede kalış sürelerinin kısaltılabileceği
akılda tutulmalıdır.
Anahtar:Crouzon Sendromu, Kranyofasiyel Disostoz Tip 1, Koanal atrezi, Laringomalazi, Trakeostomi
71
P-34 - ESCOBAR SENDROMLU BİR OLGU SUNUMU
FATİH MEHMET AKİF ÖZDEMİR , GÖKHAN CEYLAN , ÖZLEM SARAÇ SANDAL ,
FERHAT SARI , RANA İŞGÜDER , HASAN AĞIN ,
1
1
1
1
1
1
İZMİR DR. BEHÇET UZ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
1
Amaç:Escobar Sendromu otozomal resesif geçiş gösteren, kısa boy, düşük kulak ve saç çizgisi gibi yüz anomalileri,
eklemlerde deri katlantıları, eklem kontraktürleri ve çeşitli konjenital anomalilerle karakterize, nadir görülen bir
sendromdur . Hastalığın geçişinin otozomal resesif olarak bildirilmesine karşın literatürde otozomal dominant ve X’e
bağlı lethal Escobar Sendromlarına da rastlanmıştır . Cilt, göz, eklemler, diz ve bileklerde görülen kanat benzeri üçgen
şeklinde zarsı görünüme pterjium denilmektedir. Bu yazıda, eşlik eden akciğer anomalileri nedeniyle mekanik
ventilatörden ayrılmayı tolere edemeyen Escobar Sendromlu bir olguyu sunarak nadir görülen sendromik hastalarda
mekanik ventilasyon desteği gerektiren ciddi solunum sıkıntılarının görülebileceğine dikkat çekmeyi, ilgili olabilecek
klinik durumları ve tedavilerini tartışmayı amaçladık.
Yöntem:Bu olgu sunumunda Escobar Sendromlu bir olgu güncel literatür bilgileri ışığında sunulmuştur.
Bulgular:Yirmialtı yaşındaki baba ile 27 yaşındaki annenin 2. gebeliğinde 2. çocuk olarak, 40. gebelik haftasında
sezaryen ile doğan olgunun fizik muayenesinde; vücut ağırlığı, boy ve baş çevresi persantilleri 3. persantilin altında olan
olguda boyun derisinde yanlardan gerginlik, yele boyun, artmış cilt elastikiyeti, multipl pterjiumlar, sendromik yüz
görünümü, mikrognati, düşük kulak , kubbe damak, skafosefalisi, burun kökü basıklığı, kısa boyun,pectus ekscavatus
deformitesi, her iki dirsek ve dizde 45 derece fleksiyon deformitesine yol açan konjenital vebler, ileri torakolomber
skolyoz, her iki kalçada adduksiyon kontraktürü , her iki elde clubhand deformitesi. Sol vertikal talus sağ rijit pes
ekinovarus deformitesi, çekiç topuk, inmemiş testis mevcuttu. Olgunun tüm vücut grafisi; ‘’ Torakolomber vertebralarda
açıklığı sol bakan skolyoz, üst ve alt ekstremite eklemlerinde fleksiyon kontraktürü, ayaklarda ekinovarus deformitesi ve
sakrum agenezisi mevcut‘’ olarak değerlendirilmiştir. Beş ay entübe izlenen olgu mekanik ventilatörden ayrıldığı
dönemlerde de yüksek akışlı O2, noninvaziv mekanik ventilatör , küvöz içi O2 ve hood içi O2 desteği ile takip edildi,
oda havasında izlemi hiç tolere edemedi. Patent duktus arteriosus nedeniyle yenidoğan döneminde medikal kapatma
tedavisi alan olgunun takiplerinde; bronkopulmoner displazi, akut respiratuar distress sendromu ve 2 kez pnömotoraks
öyküsü mevcut olup olgu genel durum bozukluğu nedeniyle 5 farklı zamanda arrest olup kardiyopulmoner resüsitasyona
olumlu yanıt vermiştir ve halen mekanik ventilatör desteği ile takip edilmektedir. Olguya trakeostomi açılması
düşünülmüş ancak özellikle kısa boyun deformitesi ve düşük vücut ağırlığı nedeniyle ileri bir tarihe ertelenmiştir.
Sonuç:Escobar Sendromuna sahip kişilerde karşılaşılabilecek problemler eklemlerde pterjiumlar ve bunlara bağlı olarak
ortaya çıkan eklem hareket kısıtlılıkları ve ileri dönemde kontraktür gelişimi, omurgada gelişebilecek skolyoz,
sindaktili, equinovarus gibi el ve ayak deformiteleri, akciğerlerde solunum güçlüğü, çoğul yüz anormallikleri, düşük
kulak, yarık damak, konjenital diafram hernisi, dış genitallerin küçük olması, düşük doğum ağırlığı, intestinal
malrotasyon, erkek çocuklarda inmemiş testis ve kızlarda infertilitedir. Olgumuzda; normal mental kapasiteye sahip
olan bir konjenital anomali olan Escobar Sendromlu hastalarda hayat kalitesini artırmaya yönelik olarak şimdiye kadar
özellikle üzerinde durulan eklem deformiteleri ve diğer anomalilerden çok daha fazla öneme sahip olan solunum sistemi
problemleri ile karşılaştık ve oksijen/ventilatör bağımlılığı olgumuzda oldukça önemli bir problem olarak dikkat
çekti.Ayrıca çoğunlukla otozomal resesif kalıtım görülmekle birlikte, otozomal dominant ve X’e bağlı geçiş de
görülebildiği ve tekrarlama riski nedeniyle Escobar Sendromlu çocuk annelerinin sonraki gebeliklerinde prenatal tanının
oldukça önemli olduğu düşünülmektedir.
Anahtar:Escobar Sendromu, Pterjium, Solunum Sistemi Problemleri, Trakeostomi, Prenatal Tanı
72
P-35 - FARKLI BİR SURF1 EKSİKLİĞİ OLGUSU
Melis DEMİR KÖSE , Mehtap KAĞNICI , Gülçin AKINCI , Gürkan GÜRBÜZ , Selvinaz
EDİZER , Cenk ERASLAN , Gülden DİNİZ ÜNLÜ , Ünsal Yılmaz , Aycan Ünalp ,
1
2
1
2
3
4
2
2
2
2
İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Sağlığı Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Metabolizma Ve Beslenme
Bölümü, 2İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Sağlığı Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Bölümü, 3Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoloji Bölümü, 4Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi
Patoloji Bölümü,
1
Amaç:SURF1 gen defekti tanımlanan bir olgumuzun ön planda mitokondriyal hastalık düşündürmeyen radyolojik ve
labortauar bulgularının tartışılması amaçlanmıştır.
Yöntem:SURF1 Gen defektleri, Leigh Sendromu ve Sitokrom Oksidaz C (Kompleks IV) eksikliğinin en sık görülen
nükleer kalıtımlı nedenidir. Erken infantil dönemde başlayan ağır tubulopati, laktik asidoz ve Leigh Sendromundan 5.
Dekada kadar farkedilmeyen bulgulara kadar değişebilen bir klinik spektruma sahiptir.
Bulgular:SURF1 Gen defektleri, Leigh Sendromu ve Sitokrom Oksidaz C (Kompleks IV) eksikliğinin en sık görülen
nükleer kalıtımlı nedenidir. Erken infantil dönemde başlayan ağır tubulopati, laktik asidoz ve Leigh Sendromundan 5.
Dekada kadar farkedilmeyen bulgulara kadar değişebilen bir klinik spektruma sahiptir. Dirençli konvülziyon nedeniyle
yatırılan 8 aylık kız hastanın öyküsü incelendiğinde 34 haftalık prematür doğum ile doğduğu, postnatal 1.gün başlayan
konvülziyonları olduğu ve hidrosefali nedeniyle 2 aylık iken şant operasyonu geçirdiği öğrenildi. Yapılan fizik
muayenesinde dismorfik bulguları olan hastanın en belirgin nörolojik muayene bulgusu derin tendon reflekslerinin
alınamaması idi. Laboratuar analizinde laktik asit düzeyleri ve kan gazı normaldi. Tubulopati saptanmadı. Yapılan
EMG’sinde sensorimotor aksonal polinöropati saptandı. Beyin MR’da hidrosefali ve serebral serebellar global atrofi
dışında bulgu saptanmadı. Bazal ganglion ve beyin sapı tutulumu bulguları görülmedi. Derin tendon reflekslerinin
alınamaması nedeniyle yapılan kas biyopsisinde Sitokrom Oksidaz C (Kompleks IV) boyası negatif olarak saptandı.
Klinik olarak uyumlu olmamakla birlikte kompleks IV eksikliğinin en sık nedeninin SURF1 gen defekti olması
nedeniyle SURF1 gen analizi çalışıldı. Moleküler genetik analizde c769 G>A homozigot mutasyonu saptandı.
Sonuç:Bu yazımızda SURF1 eksikliği saptanmış ancak radyolojik bulguları ve 1.basamak laboratuar bulguları
mitokondriyal hastalığı desteklemeyen bir hastanın klinik özellikleri tartışılmıştır.
Anahtar:Aksonal polinöropati, hidrosefali, konvülziyon, kompleks IV, SURF1
73
P-36 - FENİTOİN KULLANIMI SONRASINDA GELİŞEN ANTİKONVÜLZAN
HİPERSENSİTİVİTE SENDROMU VE PANHİPOGAMAGLOBULİNEMİ
Yasin BULUT , Faruk DEMİR , Cemal EROĞLU , Semiha TERLEMEZ , Yavuz
TOKGÖZ , Ayşe TOSUN , Pınar UYSAL , Ahmet ANIK ,
1
2
1
1
3
1
2
4
Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilimdalı, 2Adnan
Menderes Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Allerji İmmunoloji Bilimdalı, 3Adnan Menderes
Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Nöroloji Bilimdalı, 4Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama Ve
Araştırma Hastanesi Çocuk Endokrin Bilimdalı,
1
Amaç:Antikonvülzan hipersensitivite sendromu (AKHS); fenitoin, fenobarbital, karbamazepin, primidon gibi aromatik
antiepileptik ilaçların neden olduğu, genellikle tedavinin başlangıcından 1-8 hafta sonra ortaya çıkan, ateş, deri
döküntüsü ve iç organ tutulumu triyadından oluşan bir sendromdur. Erken tanı, fatal olabilecek yeniden kullanımdan
kaçınmak ve sonraki antikonvülzan tedavi seçeneklerini etkilemesi açısından önemlidir. Bu sunumda ateş, kusma ve
döküntü yakınması ile başvuran, laboratuvar tetkiklerinde lökopeniye rağmen hipereozinofili ve pan
hipogammaglobulinemi saptanan 10 yaşında bir kız hasta sunulmuştur. Öyküsünden; 1 ay önce konvüzlyonları
nedeniyle fenitoin başlandığı ve 6 ay önce bakılan kan tablosu ve immunglobulinlerinin normal olduğu öğrenilmiştir.
Anahtar:fenitoin, antikonvülzan hipersensitivite sendromu, panhipogamaglobulinemi
74
P-37 - FRASER SENDROMLU BİR OLGU VE MOLEKÜLER ANALİZİ: YENİ BİR
MUTASYON
Tahir ATİK , Hüseyin ONAY , Esra IŞIK , Bilçağ AKGÜN , Ferda ÖZKINAY ,
1
2
1
1
3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Bilim Dalı, 2Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 3EEge Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Bilim Dalı,
1
Amaç:Fraser sendromu, ilk kez 1962 yılında tanımlanmış, otozomal resesif geçiş gözteren nadir görülen bir genetik
hastalıktır. Bu sendromda karakteristik olarak kriptoftalmus, sindaktili, anormal genitalya, burun, kulak ve larinks
anomalileri, renal agenezis, iskelet anomalileri, umblikal herni ve mental retardasyon gibi anomaliler görülür. Bu olgu
sunumunda klinik olarak Fraser sendromu düşünülen ve moleküler analizinde FRAS1 geninde homozigot mutasyon
belirlenen bir olgu bildirilmektedir.
Yöntem:Altı yaşında erkek olgu. Kriptoftalmus, displastik kulaklar, el ve ayak parmaklarında opere sindaktili, umblikal
herni, hipospadias bulguları nedeniyle başvurusunda Fraser sendromu klinik tanısı düşünüldü. Anne ve baba arasında
akrabalık mevcuttu (1. Kuzen). Hastaya yapılan moleküler analizde FRAS1 geninde homozigot c.516G>A (p. Trp172X)
mutasyonu belirlendi. Anne ve baba bu mutasyon için heterozigot saptandı. Aileye genetik danışma verildi.
Bulgular:
Sonuç:Burada sunulan olguda FRAS1 geninde saptanan nonsens mutasyon literatürde daha önce bildirilmemiştir.
Klinik olarak Fraser sendromu düşünülen hastalarda moleküler analiz sonuçları tanıyı kesinleştirmede ve genetik
danışmada önemlidir.
Anahtar:Fraser Sendromu, Kriptoftalmus, FRAS1
75
P-38 - HIŞILTILI ÇOCUKLARDA ASTIM GELİŞİMİ
Esen DEMİR , Ezgi ULUSOY , Cem Murat BAL , Remziye TANAÇ , Figen GÜLEN ,
1
1
2
1
1
Ege Üniversitesi Çocuk Alerji Ve İmmünoloji Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıklar Bilim Dalı,
1
Amaç:Hışıltılı Çocuklarda astım gelişiminin değerlendirilmesi
Yöntem:1997-2015 yılları arasında yineleyen hışıltı yakınması ile başvuran 1-18 yaşlarında(10,6±5,2), 114 kız(%31,7),
246 erkek(%68,3) 360 hasta astım (hışıltıları >6yaş devam eden, reverzibl havayolu obstrüksiyonu olan) geliştirme
açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Astım gelişimi oranı %45.4 (n:154) olup, astımı olmayan hastalarla risk
faktörleri açısından karşılaştırılmıştır.
Bulgular:Maturite, evde sigara içme, ailede akrabalık, ailede, ebeveynler ve kardeşlerde atopi öyküsü, baba ve
kardeşlerde astım, ısınma araçları, aile geliri, kişisel atopik dermatit astım gelişimi için risk faktörü olarak
belirlenmezken, ailede astım (p:0.008), annede astım (p:0.041), immun bozukluk varlığı (p:0.041), kişisel alerjik rinit
öyküsü (p:0.001) ve öyküde tetikleyici faktör belirtilmesi(p:0.001) risk faktörü olarak saptanmıştır. Immun bozukluk
olarak selektif IgA eksikliği(%20) atopik astımlılarda, SÇGH(%20,5) ise nonatopik astımlılarda daha sık görülmüştür .
Astımlı hastaların çevresel alerjen-spIgE’leri %52.6 oranında pozitifken, spIgE pozitifliği olanların
%74.1’inde(p:0.001), deri prick testi(DPT) pozitif olan hastaların %77’sinde astım gelişmiştir. Negatif olanlarda astım
gelişme oranı %35.9 olarak saptanmış olup fark anlamlı bulunmuştur(p:0.001). Astımlı hastaların %72.8’i (n:112)
atopik, %27.2’si (n:42) nonatopiktir. Ailede atopi varlığı atopik astım için risk faktörüdür (p:001). Ailede astım
yokluğunun astım gelişimi riskini belirlemede(p:0.021) negatif prediktif indeksi yüksek(NPI)(%83), pozitif prediktif
indeksi düşüktür(PPI)(%28.1). Astım prediktif indeks(API) pozitifliği astımlı hastalarda %73’dür ve APİ ile astım
gelişimi ilişkisi anlamlı bulunmuştur(p:0.001). Astım geliştirme açısından APİ’nin PPI %73.2 iken NPI %83.2 olarak
bulunmuştur. Atopik astım gelişimi için API’nin PPI %72, NPI %95.5dir(p:0.000).
Sonuç:Hışıltılı çocuklarda astım gelişimi açısından APİ, hastalarımızda uygulanabilir iyi bir indeks olup ailede ve
annede astım, immünite bozukluğu, alerjik rinit varlığı astım için risk faktörleridir. API’nin negatif olması, hışıltının
geçici olmasını öngörmede iyi bir kriterdir.
Anahtar:Astım, astım prediktif indeks, atopi, hışıltı, nonatopik
76
P-39 - LARİNGOMALAZİ: SON 5 YILLIK KLİNİK DENEYİMİMİZ
Yüksel OLGUN , Hüseyin ÖZAY , Aslı ÇAKIR , Taner Kemal ERDAĞ ,
1
1
1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı,
1
Amaç:Laringomalazi konjenital laringeal anomaliler içerisinde en sık görülen anomali olmak ile birlikte yenidoğan ve
bebeklerde stridorun da en sık nedenidir. Bu çalışmanın amacı kliniğimizde son 5 yılda laringomalazi nedeni ile takip
edilen 81 hastanın izlem-tedavi ve diğer klinik özelliklerini güncel literatür eşliğinde sunup tartışmaktır.
Yöntem:Kliniğimizde 2009 ve 2014 yılları arasında fleksibl fiberoptik laringoskopi yardımı ile tanısı konan 81
pediatrik hastanın dosya ve poliklinik izlem notları geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastalar cinsiyet, yaş, ilk
başvurudaki yakınma ve muayene bulguları, eşlik eden diğer konjenital laringeal anomaliler, izlem ve tedavi
özelliklerine göre sınıflandırılmış ve düzenli olarak poliklinik kontrollerine çağırılmışlardır.
Bulgular:Laringomalazi nedeni ile izlenen 81 hastanın (48 erkek, 33 kız) ilk başvurudaki yaş aralığı 1-12 ay (ortalama
4,9 ay) idi. Ortalama izlem süresi 12,1 ay olarak hesaplandı (minimum 2 ay, maksimum 36 ay). Başvuru anındaki en sık
yakınmalar hırıltılı solunum (%100) ve beslenme zorluğu (%27,16) idi. 81 hastadan biri trakeotomi ile takip edilen, ikisi
trakeotomisiz toplam üç hastaya (%3,7) supraglottoplasti uygulandı. Trakeotomili hastamız post-operatif 3. haftasında
dekanüle edildi. Supraglottoplasti uygulanan üç hastamızın post-operatif dönmede aktif yakınması olmadı. 78 hastadan
ikisi (%2,4) ise ek pulmoner komorbiditelerinin olması sebebiyle trakeotomi uygulanarak izlendi. Eş zamanlı bilateral
kord vokal paralizisi olan bir (%1,2) hastaya ise trakeotomi ve posterior kordotomi uygulandı. Kilo alımı, beslenme
durumu ve solunum paternini yakın olarak izlediğimiz 75 hastanın (%92,5) yakınmalarının ortalama 8,2 ayda gerilediği
izlendi.
Sonuç:Laringomalazi yenidoğanlarda ve infantlarda solunum sıkıntısı ve beslenme zorluklarının yaygın bir nedenidir.
Laringomalazi nedeni ile izlenen hastaların çok büyük bir kısmında (%92,5) konservatif yakın izlem uygun bir
yaklaşımdır. Konservatif izleme rağmen yakınmalarında progresyon gelişen hastalar ise supraglottoplastiden (%3,7)
fayda görmektedir.
Anahtar:laringomalazi, stridor, supraglottoplasti
77
P-40 - MALİGNİTE DIŞI PEDİATRİK MAJÖR TÜKÜRÜK BEZİ CERRAHİLERİ: 5
YILLIK ANALİZ
Aslı ÇAKIR , Hüseyin ÖZAY , Yüksel OLGUN , Taner Kemal ERDAĞ ,
1
1
1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı,
1
Amaç:Pediatrik tükrük bezi kitleleri inflamatuar, konjenital veya neoplastik karakterde olabilir. İnflamatuar kitleler,
brankial kleft kisti ve mukosel gibi non-neoplastik kistler çocukluk çağı tükürük bezi kitlelerinin çoğunluğunu
oluşturmaktadır. Tükürük bezi tümörlerinin ise ancak %3-5’i çocukluk çağında görülmektedir. Bu çalışmada
kliniğimizde son 5 yılda malign olmayan majör tükürük bezi kitleleri nedeniyle opere edilmiş 14 pediatrik hastanın tanı,
tedavi ve izlem özellikleri güncel literatür eşliğinde sunulmuştur.
Yöntem:Kliniğimizde nisan 2009 ve mayıs 2014 yılları arasında malign olmayan majör tükürük bezi kitleleri nedeniyle
opere edilmiş 14 pediatrik hastanın dosyası geriye dönük olarak araştırılmıştır. Hastalar cinsiyet, yaş, yakınma durumu,
radyolojik görüntüleme, operasyon ve patoloji sonuçlarına göre sınıflandırılmıştır.
Bulgular:Hastaların yaş ortalaması 12.6’dır (5-17). Cinsiyet dağılımı 5 erkek ve 9 kız hasta şeklindedir. Pre-operatif
muayenesinde ciltte mor-kırmızı renk görülüp vasküler malformasyon ön tanısı alan iki hasta, rekürren sialadenit
nedeniyle izlenen iki hasta ve kistik kitlesi olup brankial kleft kisti ön tanısı konulan iki hasta dışında tüm hastalara ince
iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) uygulanmış ve parotis kitlesi olan bir hastada saptanan düşük dereceli neoplazm tanısı
dışında tüm İİAB sonuçları benign sitoloji olarak raporlanmıştır. Hastalar pre-operatif ultrasonografi (USG), boyun
bilgisayarlı tomografisi (B-BT) ve boyun manyetik rezonans görüntüleme (B-MRG) ile de radyolojik olarak
değerlendirilmiştir. Kulak önünde şişlik şikayeti ile başvuran 10 hastaya parotis yüzeyel lob kitlesi nedeniyle
süperfisiyal parotidektomi uygulanmış, bu hastaların histopatolojik incelemelerinin dördü pleomorfik adenom, ikisi
kronik inflamasyon, ikisi epidermoid kist (tip 1 brankiyal yarık kleft kisti) ve iki tanesi de venöz kavernöz hemanjiyom
olarak sonuçlanmıştır. Çene altında şişlik şikayeti ile başvuran 4 hastaya submandibuler gland ablazyonu uygulanmış,
üçünün patolojik incelemesi pleomorfik adenom, bir hastanın ise kronik inflamasyon şeklinde sonuçlanmıştır.
Sonuç:Çocukluk çağı tükürük bezi kitlelerin tanısında öykü ve fizik muayenenin yanı sıra radyolojik incelemelerin de
yapılması gerekmektedir. Boyun USG, BT ve MRG ile kitlenin yapısı, çevre anatomik yapılar ile olan ilişkisi ve ayırıcı
tanısının yapılması mümkündür. İİAB, tükrük bezi tümörü düşünülen pediatrik majör tükürük bezi kitlelerinin preoperatif tanısında kabul edilebilir duyarlılık ve özgüllüğü ile güvenilir bir tanı aracı olarak önerilmektedir. Pediatrik
majör tükürük bezi kitlelerinin tedavisinde cerrahide esas olan, özellikle pleomorfik adenom düşünülen hastalarda
nükslerin önlenebilmesi açısından enükleasyondan ziyade kitlenin yerleşimine göre süperfisiyal parotidektomi, total
parotidektomi veya submandibuler gland ablazyonudur.
Anahtar:pediatrik, tükrük bezi, neoplazm, cerrahi
78
P-41 - OTOİNFLAMATUAR HASTALIKLARDA PROTEİNÜRİ NLRP3 İLİŞKİSİ
Şükriye HACIKARA , İpek KAPLAN BULUT , Afig BERDELİ , Sevgi MİR ,
1
1
1
2
1
Sağlığı Ve Hastalıkları AD, Çocuk Nefroloji BD, 2 Sağlığı Ve Hastalıkları AD, Moleküler Tıp ,
Amaç:GİRİŞ Otoinflamatuar hastalıklar periyodik ateş ve inflamasyon atakları ile giden kalıtsal bir hastalık grubudur.
Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF), bu gruptaki en iyi bilinen hastalıktır. Neonatal Başlangıçlı Multisistem İnflamatuar
Hastalık/Kronik İnfantil Nörolojik Kutanöz ve Artiküler Sendrom (NOMID/CINCA), Ailesel Soğuk Otoinflamatuar
Sendrom (FCAS) ve Muckle-Wells Sendromu (MWS) bu grupta yer alır ve CAPS (criyopirin ilişkili sendromlar) ortak
ismiyle anılırlar. Bu üç hastalıktan sorumlu gen CIAS1 dir. Bu gen criyoprin veya NLRP3 adı verilen proteini kodlar.
CİAS1 geninin hasarlanması durumunda NLRP3 proteinin fonksiyonda artış olur ve IL1β aktivitesi artarak inflamatuvar
cevap artar. Son yıllarda MEFV ve CİAS1 gen mutasyonu birlikteliği olan vakalar bildirilmiştir. Bu yazıda FMF
tanısıyla izlenen, 4 yıldır kolşisin tedavisiyle remisyonda olan, izlemde proteinüri ve serum amiloid A (SAA) yüksekliği
gelişen, yapılan böbrek biyopsisinde FSGS ve CİAS1 gen analizinde mutasyon tespit edilen vaka sunularak, literatür
eşliğinde tartışıldı.
Yöntem:Olgu: 15 yaşında kız hasta; ilk kez 10 yaşında yineleyen yüksek ateş ve karın ağrısı yakınmalarıyla başvurdu.
SAA, sedimentasyon, fibrinojen yüksekliği nedeniyle FMF düşünüldü. Teyzesi FMF tanısıyla kolşisin kullanan hastanın
bakılan MEFV geninde V726A homozigot mutasyonu saptandı. 4 yıldır 1,2 mg/m2/gün kolşisin tedavisi ile tam
remisyonda olan hastanın, izleminde proteinüri (13-20 mg/m2/sa) ve SAA yüksekliği saptandı. Yapılan genetik
tetkiklerinde CİAS1 geninde Val198Met heterozigot mutasyonu saptandı. TNFRSF1A geninde mutasyon saptanmadı.
Yapılan böbrek biyopsisinde ‘14 glomerülün 10’unda bowman kapsül mesafesinde daralma, podosit hücrelerinde
visseral epitel hücrelerine yapışma görülerek FSGS tanımlandı. IF’de spesifik depolanma saptanmadı, amiloid birikimi
saptanmadı. Hastaya kolşisine ek olarak 8 haftada bir, 3 kür, 5 mg/kg/doz Canacinumab tedavisi uygulandı ve
proteinünin gerilediği ve SAA düzeyinin normale geldiği görüldü.
Bulgular:Otoinflamatuar hastalıklarda böbrekte AA tipi amiloidoz gelişimi uzun zamandır bilinmektedir. FMF tanısıyla
izlenip, düzenli kolşisin tedavisi ile tam remisyonda olan hastada proteinüri gelişmesi üzerine yapılan böbrek
biyopsisinde FSGS’ye ait bulgular saptanması ve CİAS1 geninde mutasyon saptanması; NLPR3 kaynaklı podosit
disfonksiyonunun yol açtığı düşünülen inflamatuar olaylara bağlı histolojik değişiklikler ile genetik mutasyonlar
arasındaki ilişki tartışılmak amacıyla sunuldu.
Sonuç:Tedaviye rağmen proteinürisi olan FMF olgularında amiloid dışında da mutlaka NLPR3 kaynaklı inflamatuvar
olaylar da göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar:Otoinflamatuar hastalıklar, proteinüri, podosit, MEFV, CİAS1
79
P-42 - RAB3GAP1 GENİNDE HOMOZİGOT MUTASYON BELİRLENEN BİR
WARBURG MİCRO SENDROMU OLGUSU
Esra IŞIK , Tahir ATİK , Hüseyin ONAY , Aslı ECE SOLMAZ , Ferda ÖZKINAY ,
1
2
3
3
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Bilim Dalı, 2Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 3Ege Universitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim
Dalı, 4EEge Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Bilim Dalı,
1
Amaç:Warburg Micro sendromu ilk kez 1993 yılında bildirilen, kardinal bulguları mikrosefali, mikroftalmi, gelişme
geriliği, hipotoni ve alt ekstremitelerde spastisite, osteopeni olan, otozomal resesif geçiş gösteren nadir bir genetik
hastalıktır. Hastalıktan sıklıkla RAB3GAP1, RAB3GAP2 ve RAB18 genlerindeki defektler sorumludur. Bu olgu
sunumunda klinik olarak Warburg Micro sendromu tanısı konan ve yapılan moleküler analiz sonucunda RAB3GAP1
geninde homozigot mutasyon saptanan bir olgu bildirilmektedir.
Yöntem:Sekiz yaşında kız olgu. Anne ve baba arasında akrabalık bulunan (1. Kuzen) ve gelişme geriliği ve dismorfik
bulguları nedeniyle değerlendirilen olguda, mikrosefali, derin yerleşimli gözler, iri ve antevert kulak yapısı, gövde
hipotonisi ve alt ekstremite spastisitesi belirlenmesi, yapılan tetkik ve değerlendirmelerinde bilateral optik atrofi
saptanması, osteoporoz tespit edilmesi üzerine Warburg Micro sendromu klinik tanısı düşünüldü. Yapılan moleküler
analizde RAB3GAP1 geninde homozigot c.748+1G>A mutasyonu tespit edildi. Anne ve baba bu mutasyon için
heterozigot olarak belirlendi.
Bulgular:
Sonuç:Burada moleküler olarak tanısı kesinleştirilmiş bir Warburg Micro sendromu olgusu sunulmuştur. Hastada
belirlenen mutasyon daha önce bildirilmiştir.
Anahtar:RAB3GAP1, Warburg Micro Sendromu, mikrosefali
80
P-43 - STURGE WEBER SYNDROME TYPE 3 WİTH LATE ONSET SEİZURES:
TWO CASES.
Gürkan GÜRBÜZ , Selvinaz EDİZER , Olgay BİLDİK , Orkide GÜZEL , Ünsal YILMAZ ,
Aycan ÜNALP ,
1
1
1
1
1
1
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
1
Amaç:Struge Weber Syndrome (SWS) is a rare sporadic neurocutanous disorder. SWS is characterized with facial
angioma on the disturbation of the trigeminal nerve, ipsilateral leptomeningeal angiomatosis, glaucoma. Three types of
SWS occurs. Type 1 is the classical type with facial and leptomeningeal angiomatosis, type 2 is characterized with facial
angioma with the absence of intracranial manifestations, type 3 involves leptomeningeal angioma with absence of facial
angioma. We report two cases with leptomeningeal angioma without port-wine-strain, who was diagnosed after late
onset complex partial seizures.
Yöntem:
Bulgular:CSE-1: A 13-year-old girl was applied to the emergency room with the contraction on left arm and hand. She
was diagnosed as complex partial seizure and intravenous phenytoin applied at the first step in a peripheral hospital. She
has no significant health history. İn the clinical examination did not show any significant markers associated with
neurocutanous syndromes. Deep tendon reflexes were normal and any lateralisant neurological disfunction was found.
Organomegaly, macrocephaly or extremity asymmetry were not determined. Cranial nerve, cerebellar and sense
examination were normal.Electroencephalogram showed “ Frequent spike and wave activity on the temporooccipital
and parietooccipital region of the right hemisphere”.Computized tomography applied and calcification and gyral atrophy
seen in the temporoparital region of the right hemisphere. MRI showed leptomeningeal angomatosis on the
temporoparietal region of the right hemisphere which is compatible with the leptomeningel angioma in the Struge
Weber syndrome. CASE-2: 8-year-old boy who has no significant medical history, applied to the emergency room with
contractions of right arm and leg with the lack of consciousness. He diagnosed as complex partial seizure and controlled
with first intravenous loading dose of phenytoin. On the physical examination, his growth development was competible
with his age. His deep tendon reflexes are normoactive and motor functions were totally normal. Any lateralisant
neurological disfunction was found. Organomegaly, macrocephaly or extremity asymmetry were not determined.
Cranial nerve, cerebellar and sense examination were normal.Cranial CT showed “Calcification and increased
paranchymal density on temporooccipital region of the left hemisphere.“ which turned our mind to sturge weber
syndrome. For better paranchymal screening we applied cranial MRI which showed us leptomenengial angiomatosis on
the same region of the cerebrum. No other seizure present, phenytoin stopped and oral oxcarbazepine was given for the
maintanence antiepileptic therapy. Ophtalmologic examination was found normal. With all this symptoms and reports,
leptomeningeal angioma without facial markings led us to the Sturge Weber Syndrome Type 3.
Sonuç:We report these cases because of the rareity of late onset seizures in Sturge Weber syndrome type 3.
Anahtar:sturge-weber, epilepsy, phacomatosis
81
P-44 - TEMİZ ARALIKLI KATETERİZASYON YAPILAN ÇOCUK HASTALARDA
İDRAR YOLU ENFEKSİYON SIKLIĞI VE ENFEKSİYON OLUŞUMUNU
ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Tuba TUNÇ , Gülay GÖRAK , Ş.KEREM ÖZEL , İbrahim Alataş ,
1
1
2
2
3
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, 2İstanbul Bİlİm Ünİversİtesİ, 3İstanbul Bilim Üniversitesi,
Amaç:Bu araştırma; temiz aralıklı kateterizasyon yapılan çocuklarda idrar yolu enfeksiyon oluşumunu etkileyen
faktörleri belirlemek amacıyla gerçekleştirildi. Araştırmada aşağıdaki sorulara yanıt arandı; 1.Temiz aralıklı
kateterizasyon yapılan çocuklarda idrar yolu enfeksiyon sıklığı nedir? 2.Temiz aralıklı kateterizasyon sonrası idrar yolu
enfeksiyonu
oluşumunu
etkileyen
faktörler
nelerdir?
Yöntem:Bu çalışma retrospektif yöntemle tanımlayıcı ve ilişki arayıcı nitelikte bir araştırmadır. Araştırma İstanbul ili
sınırları bir vakıf üniversitesi hastanesi Çocuk Ürodinami Kliniğinde 01 Şubat 2015-20 Mayıs 2015 tarihleri arasında
yapıldı. Araştırma, ürodinamisi yapılmış Spina Bifida/Nörojen mesane tanılı temiz aralıklı kateterizasyon yapılan
çocukların anneleri ile gerçekleştirildi. Araştırmanın evrenini 2012-2014 yılları arasında Ürodinami yapılmış 300 SB li
hasta oluşturdu. Örneklem sayısı %95 güven düzeyinde ve %10 örnekleme hatası ile 68 TAK yapılan çocuk olarak
hesaplandı. Araştırmaya dahil edilme kriterleri: Spina Bifida tanılı, Ürodinami sonrası Nörojen Mesaneli tanısı alanlar;
Grubun 0-18 yaş aralığında yer alması alması ve TAK kullanıyor olmak olarak belirlendi. Bağımlı değişken: idrar yolu
enfeksiyonu sıklığı Bağımsız değişkenler ise; temiz aralıklı kateterizasyon tekniği, temiz aralıklı kateterizasyonu
uygulayan kişinin eğitim düzeyi ve sosyodemografik özellikleri, hastanın yaşı, cinsiyeti Çalışmanın yapılabilmesi için
söz konusu hastanenin yönetiminden gerekli izinler alındı. Araştırmaya başlanmadan önce etik kurul izni alındı.
Çalışmanın yapılacağı gruba, çalışma öncesi elde edilen bilgilerin gizli kalacağı ve kimse ile paylaşılmayacağı
açıklanarak bilgilendirilmiş onam sözel olarak alındı. Annelere bilgilendirilmiş onam formu okundu ve araştırmaya
katılıp katılmama konusunda özgür oldukları açıklandı. Annelere araştırma verilerinin sadece bilimsel amaçla
kullanılacağı, ad ve soyad bilgilerinin herhangi bir yerde yayınlanmayacağı anlatıldı ve ‘gizlilik’ ilkesine bağlı kalındı.
Araştırma verileri araştırmacı tarafından literatüre uygun olarak hazırlanan 25 adet sorudan oluşan anket formu
kullanılarak arşivdeki hasta dosyaları taranarak ve 10 hastayla yüzyüze görüşme tekniği, 58 hasta ile telefon görüşmesi
ile elde edildi.
Bulgular:Araştırma grubuna alınan çocukların yaş Ort. ± S.S. 64,78±56,91 ay’dır. Çalışma grubunu %52,9‘u erkek,
%47,1 kız çocuk oluşturdu. TAK yapılan çocuk hastalarda İYE görülme sıklığı TAK öncesi %36,8 iken TAK sonrası
%64,7 bulundu. TAK yapılan çocuk hastalarda TAK uygulama sonrası İYE görülme sıklığıyla yaş, alt bezi kullanımı,
idrar inkontinansı ve konstipasyon ile ilişkili anlamlılık gösterdiği bulundu (p< 0,05). TAK uygulama sonrası İYE
görülme sıklığıyla; günlük TAK uygulama sayısı, profilaktik antibiyotik kullanımı, perine ve el temizliği yöntemi, TAK
uygulayanların sosyodemografik özellikleri ile anlamlı ilişki göstermediği belirlendi (p> 0,05).
Sonuç:Çalışmaya katılan hastaların %13,2’si 0-1 yaş süt çocuğu iken, %58,8’inin 2-6 yaş arası oyun çocuğu olduğu,
%13,2’sinin 6-11 yaş arası okul çocuğu olduğu, %14,7’sinin ise 11-14 yaş arası ergenlik döneminde olduğu saptandı.
Yaş küçüldükçe İYE sıklığının arttığı görüldü. Çalışma grubunda temiz aralıklı kateter ile birlikte profilaktik antibiyotik
kullanımının idrar yolu enfeksiyonu oluşumunun önlenmesinde etkili olmadığı görüldü. Araştırma sonuçları
doğrultusunda; TAK eğitimlerinde hemşirelere önemli görevler düştüğü saptanmış olup, deneyimli hemşireler
tarafından TAK uygulaması konusunda hastaların eğitilmesi önerilmektedir. TAK uygulaması sonrası idrar yolu
enfeksiyonu varlığı görülen hastalara uygulanan günlük TAK sayısının, idrar yolu enfeksiyonu gözlenmeyen
hastalardaki sayıdan istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte dikkat çekici düzeyde büyük olduğu görüldü.
Anahtar:temiz aralıklı kateterizasyon, idrar yolu enfeksiyonu, çocuk, hemşirelik,
82
P-45 - ÜÇ YAŞ ALTI ADENOTONSİL CERRAHİSİNDE KLİNİK DENEYİMİMİZ
Berfu KIRMIZIGÜL , Yüksel OLGUN , Aslı ÇAKIR , Taner Kemal ERDAĞ ,
1
1
1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı,
1
Amaç:Kliniğimizde üç yaş altı çocuklarda yapılan adenoidektomi ve/veya tonsillektomilere bağlı ameliyat sırasında ve
sonrasında oluşan komplikasyonları belirlemek. Ameliyat sonrası izlem süresi ve özelliklerini değerlendirmek.
Yöntem:Araştırmamız geriye dönük gözlemsel çalışma olarak yürütüldü. 2009-2015 yılları arasında kliniğimizde 36
ayın altında adenoidektomi ve/veya tonsillektomi ameliyatı uygulanan pediatrik hastaların kayıtlarına dijital bilgi
yönetim sisteminden ulaşıldı. Hastaların demografik özellikleri, ameliyat endikasyonları, ameliyat özellikleri, ameliyat
sonrası komplikasyonlar ve izlem özellikleri kaydedildi.
Bulgular:Kliniğimizde 2009-2015 yılları arasında yaşı 36 ayın altında olan 186 hastaya adenoidektomi ve/veya
tonsillektomi uygulandı. Bu hastaların 105’ini erkek, 81’ini kız hastalar oluşturdu. Adenoidektomi yapılan en küçük
hasta 6 aylık, tonsillektomi yapılan en küçük hasta 14 aylıktı, hastaların ortalama yaşı 26,7 ay olarak hesaplandı. Yetmiş
hasta tıkayıcı uyku semptomları, 40 hasta tekrarlayan efüzyonlu otit, 7 hasta sık tonsillit, 69 hasta ortak sebepler
nedeniyle opere edildi. 110 hastaya adenoidektomi, 74 hastaya adenotonsillektomi, 2 hastaya sadece tonsillektomi
uygulandı. Sadece tonsillektomi yapılan hastaların birinin daha önce adenoidektomi öyküsü, diğer hastanın yarık damak
öyküsü vardı. Hastaların 8’inde ameliyat sonrasında solunum sıkıntısı gelişip, 5 tanesi yoğun bakımda izlendi. Solunum
sıkıntısı gelişen hastaların tümünde ameliyat öncesi tıkayıcı solunum yakınması mevcut olup, 8 hastanın 7’sinde
adenoid hipertrofisi %50’nin üzerinde, tonsil hipertrofisi ise +3 ve üzeri olarak saptanmıştı. İki hastada adenoidektomi
sonrası erken dönemde kanama gelişti ve ameliyathanede posterior tampon konulup ikinci gün çekildi. 186 hastanın
17’sine komorbid hastalıklar eşlik ediyordu. Bunlardan, prosensefaliyle birlikte santral diabetes insipituslu, kardiyak
problemlere sahip Down sendromlu ve Rubinstein Taybi sendromlu birer olmak üzere toplam 3 hastada ameliyat sonrası
solunum sıkıntısı gelişti. Motor-mental retarde olan 2 hasta ameliyat sonrasında izlem amacıyla yoğun bakıma alındı
ancak komplikasyona rastlanmadı. Komplikasyon gelişen veya izlem amaçlı yoğun bakıma alınanlar dışında kalan 174
hastanın ameliyat sonrası ortalama serviste izlem süresi 1.16 gün olarak hesaplandı. Taburculuk sonrasında hiçbir hasta,
ameliyata bağlı komplikasyonlar nedeniyle tekrar servise yatırılmadı.
Sonuç:Geriye dönük bu çalışmada adenotonsil cerrahisi uygulanan 186, 3 yaş altı pediatrik hastanın 10’unda (%5.37)
ameliyat sonrası erken dönemde komplikasyona rastlanmıştır. Ameliyat öncesi semptomlarının ciddiyeti, muayenede
ileri düzeyde adenoid ve/veya tonsil hipertrofisi olması, kardiyak problemler başta olmak üzere ek hastalıkların olması
göz önüne alınıp gerekli önlemler alınarak küçük yaştaki pediatrik hastalarda da adenoidektomi ve tonsillektomi
güvenle uygulanabilir.
Anahtar:adenoidektomi, tonsillektomi, pediatrik, hemoraji, komplikasyon
83
P-46 - YENİ NESİL DİZİ ANALİZİ İLE VIPAS39 GENİNDE İKİ YENİ MUTASYON
SAPTANAN ARC SENDROM OLGUSU
Esra IŞIK , Tahir ATİK , Hüseyin ONAY , İpek KAPLAN BULUT , Sevgi MİR , Samim
ÖZEN , Damla GÖKŞEN ŞİMŞEK , Şükran DARCAN , Ferda ÖZKINAY ,
1
1
4
2
3
4
4
3
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları, Çocuk Genetik Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları, Çocuk Nefroloji
Bilim Dalı, 4Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları, Çocuk Endokrin Bilim Dalı,
1
Amaç:Artrogriposis, renal disfonksiyon ve kolestaz (ARC) sendromu otozomal resesif geçişli oldukça nadir bir
sendromdur. Bu sendromun en belirgin bulgusu yenidoğan döneminde ortaya çıkan kolestatik sarılık tablosudur.
VPS33B ve VIPAS39 genlerinde orataya çıkan homozigot mutasyonların bu hastalıktan sorumlu olduğu bulunmuştur.
Yöntem:Büyüme gelişme geriliği nedeniyle tetkik edilen 8 aylık kız olgu dismorfik bulguları nedeniyle Çocuk Genetik
Hastalıkları Bilim Dalı kliniğine yönlendirildi. Hikayesinden 39 haftalık 3600 gr doğduğu, doğum sonrasında kilo
alımının yetersiz olduğu, yenidoğan döneminde indirekt hiperbiluribinemi nedeniyle fototerapi aldığı ve yaklaşık 1
aylıktan itibaren cildinde soyulma olduğu öğrenildi. İki aylık iken pes equinovarus nedeniyle opere edilmişti. Metabolik
asidoz sebebiyle tekrarlayan yatış hikayesi olan olguda renal tübüler disfonksiyon saptanmıştı. Olgunun fizik
muayenesinde büyüme geriliği, mikrosefali, hipotoni, yaygın lamellar iktiyozis, bilateral dirsek eklemlerinde
ekstansiyon kısıtlılığı saptandı. Laboratuvar incelemelerinde karaciğer fonksiyon testlerinde aspartat aminotransferaz,
alanin aminotransferaz ve alkalen fosfataz düzeylerinde artış olduğu, biluribin ve gama glutamil transferaz düzeylerinin
normal olduğu görüldü. Ek olarak hipotiroidi ve proteinüri saptandı. Artrogripoz, renal fonksiyon bozukluğu ve
karaciğer hastalığı olması sebebiyle ARC sendromu düşünülerek yapılan moleküler incelemesinde VIPAS39 geninde
daha önce bildirilmemiş birleşik heterozigot c.1179+1G>A ve c.20delA (p.Asp7ValfsTer26) mutasyonları saptandı.
Segregasyon analizleri sonucunda anne ve babanın taşıyıcı olduğu görüldü.
Bulgular:
Sonuç:Burada sunulan ARC sendromlu olguda belirlenen bu mutasyonlar litaretürde daha önce bildirilmemiştir.
Neonatal dönemde ikter, artrogriposis ve lameller iktiyozisi olan olgularda ayırıcı tanıda ARC sendromu düşünülmeli,
bu olgular moleküler analiz ve genetik danışma için ilgili merkezlere yönlendirilmelidir.
Anahtar:ARC sendromu, VIPAS39, artrogripozis, renal yetmezlik, kolestaz
84
P-47 - PEDİATRİ KLİNİKLERİNDE ÇALIŞAN SAĞLIK ÇALIŞANININ PULSE
OKSİMETRE KULLANIMI İLE İLGİLİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ
Nurdan AKÇAY DİDİŞEN*, Kahraman KOÇAK**
*Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağ. ve Has. Hem. AD
**İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Giriş: Pulse oksimetre arteriyel kanda oksijen saturasyonunu (SpO²) ölçmek için kullanılan noninvaziv, agrısız ve
güvenilir bir yöntemdir. Pulse oksimetre kullanımı pediatri alanında hasta takibinde giderek yaygınlaşmakta;
doğumhane odasında yaşamın ilk dakikalarının değerlendirilmesinde, pediatrik yoğun bakım ve yenidoğan yoğun bakım
ünitelerinde, çocuklara endoskopi veya biopsi gibi invaziv işlemler yapılması esnasında, serviste yatan ve stabil
olmayan çocukların izleminde ve tedavi kararlarında önemli veriler sağlamaktadır.
Amaç-Yöntem: Çalışma, pediatrik yaş grubundaki hastalar ile ilgilenen sağlık çalışanının; pulse oksimetre kullanımı ile
ilgili bilgi düzeylerinin belirlenmesi ve saptanan verilerin demografik özellikler ile ilişkisinin değerlendirilmesi
amacıyla planlanmıştır. Çalışma 1 Nisan – 1 Ekim 2015 tarihleri arasında, İzmir ilinde bir üniversite ve bir devlet
hastanesinde, kesitsel ve tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Verilerin toplandığı günlerde görevde olan ve araştırmaya
katılmayı kabul eden toplam 221 sağlık çalışanı örnekleme alınmıştır. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından
literatürde konu ile ilgili bilgiler doğrultusunda geliştirilen anket formu hazırlanıp kullanılmıştır. Ankette bireylerin
kimlik bilgileri alınmamış olup, gönüllülük esasına göre anketi kabul edenler ile görüşme yapılmıştır. Araştırmacılar
tarafından hazırlanan anket formunda 6 soruda bireyin demografik özellikleri, 20 soruda ise pulse oksimetrenin
özellikleri ve ölçüm esnasında gelişebilecek sorunlar ve yapılacak müdahaleleri içeren toplam 26 sorudan oluşmuştur.
Araştırmacılar ile çalışmayı kabul eden sağlık çalışanları arasında bire bir görüşme sonucunda elde edilen veriler
kaydedilmiş ve elde edilen veriler SPSS 11.5 programında değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmada çalışanların % 86.9’unu hemşireler, %13.1’ini ise doktorlar oluşturmuştur. Sağlık çalışanının
%64’ü Devlet hastanesinde %36’sı ise Üniversite hastanesinde çalışmaktadır. Her iki grubun da %33.8’i 10 yıl ve üzeri
çalışma süresi bulunmaktadır. %74.8’i pulseoksimeter ile ilgili bir eğitim almamış olup, klinikte en çok nellcor tip pulse
oksimeter aracı kullanılmaktaydı. Pulseoksimeter nasıl çalışır sorusuna her iki grubunda büyük oranda doğru cevap
verdiği, pulseoksimeter değerini etkileyen faktörlerden soğuk çevre (%88.7), tırnak cilası (72.5),şok (%92.8), periferik
vazokonstrüksiyon (%93.2), karbonmonoksit zehirlenmesi (75.7),fototerapi (64.9), hareket etme (%83.3) ve çocuğun
ağlaması (%86.9) ve diğerlerinin etkili olduğu belirtilmiştir. Pulse oksimeter kullanımında yaşa özel alarm limitleri
konusunda ankete katılanların yaklaşık olarak yarısından daha azın tam bir bilgiye sahip olduğu, bu durumunda
çalışmaya katılanların pulse oksimeter konusunda standart bir eğitim almamış olduklarına bağlanabileceği
düşünülmüştür.
Sonuç: Pediatri alanında hizmet veren sağlık çalışanının pulseoksimetre ile ilgili eğitim alma durumunun düşük, bu
kurumlarda çalışan hemşire ve doktorların, kullanım ve değerlendirilmesine ilişkin bilgi düzeylerinin de kısmen yeterli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Sağlık Çalışanı, Pulse Oksimetre, Bilgi, Pediatri
85

Benzer belgeler