smyrna`nın tılsımı

Transkript

smyrna`nın tılsımı
SMYRNA’NIN TILSIMI
Erdal Aktan
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa1
BÖLÜM I
Yatağın ortasındaki ıslaklıktan bir türlü gözlerini ayıramıyordu. Büyükannenin anlattığı
masallardaki çöllerde rüzgarın her gün şekilden şekle soktuğu kum tepelerini andıran çarşafın
kıvrımlarının tam ortasında küçük, sakin, huzurlu bir göl aklını ve tüm benliğini etkisi altına
almış, ismini fısıldar gibiydi. “Korkma Fotios. Utanma. Biz hiç ayrılmayacağız. Seni her gece
düşlerindeki sıkıntıdan kurtaracağım, rahatlayacaksın.” Büyükannenin masalları gibi güzel
konuşabiliyordu göl. Birkaç kez burnunu çekerek yanaklarından süzülen yaşları sildiğinde
ağladığının farkına vardı. Yeterince büyüdüğünde bitecek diye düşünüyordu annesi ama
ısrarla yinelediği “ne zaman?” sorusuna ise hiçbir bıkkınlık belirtisi göstermeden sadece “çok
yakında bebeğim, çok yakında” diye fısıldayarak yanıt veriyor, bu yanıtın yaratacağı düş
kırıklığını telafi etmek için de cesaret verici gülümsemesini yüzünden hiç eksik etmiyordu. Bu
sırrı paylaştıkları süre boyunca sanki çocukların yataklarını ıslatmaları normal bir olaymış
gibi davranmış, herkesin bu sırrını sadece annesiyle paylaştığını ima eden sözleriyle de, belki
de arkadaşlarının birçoğunun aynı durumda olduğunu düşünmesini sağlayarak içindeki eziklik
hissini bir miktar azaltmayı başarabilmişti. Annesinin bu durumdan yakındığını hiç
anımsamıyordu. Her sabah erkenden öperek kaldırır, çarşafı değiştirirken hiç önemli
olmadığını tekrarlayıp dururdu. Buna rağmen, çarşafı kaldırdığında ortaya çıkan muşamba
çok utanç vericiydi. Üstünde yatarken çıkardığı hışırtıların, sırrını tüm dünyaya alaycı bir
şekilde fısıldadığını düşünür, her ne kadar annesi aksini iddia etse de bunun aslında pek az
çocuğun sorunu olduğunu hissederek her gece uykuya dalmadan önce ya ertesi sabah bu
utancın bittiğini görerek uyanmayı ya da uykusunda ölmeyi dilerdi. Bari bu gece olmasaydı!
Aylardır evin içinde giderek büyüyen huzursuzluk ve kavgalar son zamanlarda babasının sık
sık eve geç gelmesinden kaynaklanıyordu. Bu gece olduğu gibi onu beklerken oyunlar
oynuyorlar ama annesinin gülümseyen yüzünün ortasındaki iki endişeli göz kendisinden bir
şeyler gizlendiğini ele veriyordu. Korku evin içine sinmişti sanki. Ona belli etmemeye
çalışsalar da endişe ve korkunun kokusunu duyabiliyordu. İşitebildiği bölük pörçük cümleler,
evde konuşulanları hiç kimseye anlatmaması gerektiğine dair tembihler, geceleyin sıkı sıkıya
kapatılan perdeleri aralamasına dahi izin verilmemesi annesiyle babası arasındaki kavgalara
neden olan şeyin bu korku olduğunu sezmesi için yeterli olmuştu. Bu düzeyde olmasa da,
tanıdığı herkesin giysilerinde korkunun o bildik kokusunu belli belirsiz duyabiliyor, gelişi
güzel konularda konuşurlarken bile seslerindeki endişenin tınısını hissedebiliyordu. Evdeki o
berbat kavgalar bile neredeyse fısıldayarak yapılırdı. Aslında oldukça komikti, yüzleri
sinirden kıpkırmızı olmuş iki insanın fısıldar gibi birbirlerine bağırdıklarını gördüğünde
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa2
birkaç kez kendini tutamamış ve gülmüştü. Bir yandan da içerliyordu bu duruma, çünkü ona
kızdıklarında avazları çıktığı kadar bağırabiliyorlardı. Bir keresinde kıskançlıkla bu
duygusundan annesine söz ettiğinde kadın hiçbir şey söylemeden onu göğsüne bastırmış, sıkı
sıkı sarılırken ağlamaya başlamıştı.
Babası neşeli ve güler yüzlüydü. Diğer babalar gibi uzak durmaz her eline geçen fırsatta çok
sevdiği yürüyüş gezilerine çıkartırdı onu. Neredeyse her tarafını dolaşmışlardı Atina’nın. Ya
da ona öyle geliyordu. Belki de o uzun yürüyüşlerin hiç birisi Nea Smyrni’nin dışına
ulaşabilecek kadar uzun değildi. Yorulduğunda babası onu omzuna bindirir, “Dünya çok
büyük, buradan daha fazlasını görebilirsin” derdi. Ona bu kadar sıcak, şakacı ve eğlenceli
gelen birisinin annesini o kadar kızdıracak ne yaptığına bir türlü akıl erdiremiyordu. Koskoca
mühendis olmuştu ama aklı bir karış havadaydı annesine göre. Halbuki o babasıyla gurur
duyardı. Nerede çalıştığını sorduklarında dili biraz zor dönerdi ama becerip de yüksek sesle
“Politeknikte” diyebildiğinde insanların ona arkasından imrenerek baktıklarını düşünürdü.
Önceleri Politeknik’in polislerin çalıştığı bir yer olduğunu sanıyordu. Babasının her gün niye
oraya gittiğini merak eder dururdu. Boşuna değildi bu yanılgısı, babasının annesine sık sık iş
yerindeki polislerden söz ettiğini duyardı yarım yamalak. Daha sonraları, Politeknik’in
ülkenin en bilinen üniversitelerinden birisi olduğunu anlatmışlardı. Üniversite, büyüklerin
gittiği, çok büyük bir okul demekti. Babası orada öğrencilere ders anlatıyor, nasıl mühendis
olacaklarını öğretiyordu. Aslında, annesi de sık sık gururla söz ederdi babasından, ama birkaç
kez kavga esnasında, onları yeterince düşünmediğini, işinde henüz yolun başında olduğunu,
saçma sapan olaylara karışmayıp işiyle ilgilense kısa sürede yükselip kalıcı bir yere sahip
olacağını, o zaman belki biraz rahata kavuşabileceklerini söylediğini, daha doğrusu
fısıldayarak bağırdığını duymuştu. Çok rahat bir yaşamları olmadığından ilk kez o zaman
haberi olmuştu. Halbuki kendisinin günleri –geceleri hariç- oldukça mutlu geçiyordu.
Annesinin babasından kalan önü arkası bahçe iki katlı eski ama oldukça rahat bir evde
yaşıyorlardı. Babasının işten sonraki zamanlarını bazı öğrencilerle geçirip eve geç vakitlerde
gelmesi annesini oldukça huzursuz ediyordu. “Polis her yerde” diyordu ısrarla. Altı yaşında
bir çocukla her gece korku içinde onun dönüşünü beklemeye daha ne kadar katlanacağını
soruyordu. Oğlunu ve karısını biraz sevse, ne olduğu belirsiz kişilerle orada burada toplanıp
saatlerce konuşacağına, eskiden olduğu gibi onlarla ilgileneceğini söylüyor ve çoğu zaman da
söylediklerini gözyaşlarıyla destekliyordu.
Üşüdüğünü hissetti. Odanın içi oldukça soğuktu. Pencere ve kapı kapalı olmasına rağmen
bedenini yalayan serin rüzgarı belirgin bir şekilde hissedebiliyordu. Neredeyse kış geliyor
deyip yorganları çıkartmıştı bile annesi. Sabah olduğunda yorganın da bahçedeki çamaşır
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa3
ipine yayılıp bu geceki kazanın kanıtı olarak gözler önüne serileceğini düşününce içindeki
sıkıntı karnına doğru yayılarak baskısını iyice arttırmıştı. Sabah ilk iş olarak, yorganı ön
bahçede değil de arka bahçenin kuytu bir yerinde sandalyelerin üzerinde kurutmak için
annesini razı etmesi gerecekti. Nereden geldiğini bir türlü çözemediği serin bir esinti ile
karnındaki baskı daha da arttı. Neyse ki uyanığım diye düşünüp biraz rahatladı ama yeniden
artan işeme ihtiyacına da bir çözüm bulması gerekiyordu. Odası üst katta, tek penceresi ön
bahçelerine bakan oldukça küçük bir yerdi. Aradaki banyo ve tuvaletten sonra koridorun öbür
ucunda ise anne ve babasının yatak odası vardı. Çıkıp birkaç adım yürüsem tuvalete
varabilirim diye düşündü ama bir türlü cesaret edemiyordu. Ahşap evlerinin yer tahtalarına
bastıkça çıkan çıtırtılardan artık eskisi gibi korkmasa da gece vakti annesini uyandırıp
marifetini şimdiden ortaya sermek şu an en son isteyebileceği şeydi. Üstelik bu gece
diğerlerinden oldukça farklı geçmişti ve olayların neden olduğu gerginlik herkes yatmış
olmasına rağmen varlığını hala hissettiriyordu. Babasının geç vakitte usulca kapıyı tıklattığını
duyduklarında farklı bir gece olacağını sezmişti. Annesi, koşarak kapıyı açması ile birlikte her
zaman alışık oldukları kısık sesle ama insanı yerinden hoplatan çığlıklarından birini daha attı.
İlk şaşkınlığını attıktan sonra kolundan çekip içeri soktuğu babasının üstü başı yırtılmış, toz
toprak içinde ve korku dolu gözlerle kapıyı arkasından kapatıp, kısa bir süre perdenin
aralığından sokağı gözlediğini hatırladı. “Kabalis!” dedi nefes nefese. “Nikahı bastılar”.
Karısının bir koşu getirdiği suyu boğulurcasına içti. Bir süre hiç konuşmadılar. Adamın
gözlerindeki endişe ve pişmanlık kadının gözlerinden acıma ve kızgınlık olarak yansıyor
gibiydi. Dostları Pavlos ve Asi’nin nikahına gitmişti o gün. Üstelik karısının tüm itirazlarına
rağmen gitmiş ve onları da götürmek için uzun süre dil dökmüştü. Annesi hiçbirini sevmedi
bu yeni dostların, özellikle de Pavlos’tan hiç hoşlanmadığını defalarca söylemişti. Pavlos’un
evlendiği Asi ise zengin bir ailenin kızıydı. Pavlos’la, üniversitede okurken tanışmıştı ama
Pavlos’un cuntaya karşı düzenlenen eylemlere karışması nedeniyle sık sık hapishaneleri
ziyaret etmesi aşklarını oldukça sekteye uğratmıştı. Sonunda olan olmuş, nikahı haber alan
gizli polis şefi Pertras Kabalis kiliseyi basarak örgüt üyelerinin önemli bir kısmını davetliler
arasından armut toplar gibi ele geçirmişti. Polis şefi tutuklulara yaptığı işkencelerle Atina
halkı arasında kayda değer bir üne sahipti. İsminin anıldığı yerde sohbetler kesilir, insanlar
kuşkuyla etraflarına bakınırlardı.
Bu konuda ne kadar çok şey bildiğini fark edince birden hayret içinde kaldı. Oysa annesi ile
babasının onun önünde hiç bu kadar ayrıntılı konuştuklarını hatırlamıyordu. Kavga ederlerken
bile ağızlarından bir şey kaçırmamaya dikkat ederlerdi. Belki de başkaları konuşurken
duymuştu. Pek de fazla önemsemedi, bir yerlerden biliyordu işte.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa4
Polis kiliseyi bastığında babası nikaha geç kalmış olduğu için yakalanmamış ama sağdıç
dahil, erkek tarafının neredeyse tüm davetlileri tutuklanmıştı. Asi’nin, gelinliğinin içinde
gözleri yaşlı kalakaldığını anlattı babası. Onu fark ettiklerini anladığı anda ters yüz edip
kaçmaya başlamıştı. Birkaç polis arkasından koşturmuş ama babası eski sportmenliğinin de
verdiği hızla ara sokaklarda düşe kalka izini kaybettirmeyi başarmıştı. “Yüzümü yeterince
görebildiklerini sanmıyorum” demişti annesini sakinleştirmek için. “ Üstelik polis tarafından
tanınmıyorum ve hiç sabıkam yok”. Yine de tüm akşam ve gece saklanmış, evin girişini
uzaktan birçok kez gözledikten sonra emin olup çalabilmişti kapıyı. Makis ve Anitta’nın da
tutuklandığını anlattı. Annesi ise haklı çıkmış olmanın verdiği güç ve acımasızlıkla “umarım
seni ele vermezler” diye iğnelemeyi ihmal etmemişti. “Pavlos’la Makis’i bilmez gibi
konuşuyorsun” diye itiraz etti babası, suçluluğun neden olduğu oldukça alçak bir tondan.
Makis’i o da tanıyordu. Babasıyla yaptıkları sokak gezilerinden birinde karşılaşmışlar, yüzüne
baktığında annesinin anlattıklarının tersine, sert ve kavgacı bir yetişkin yerine sakallı ve neşeli
bir çocuk fark etmişti. Oldukça komik bir adamdı, fıkralar anlatıp saatlerce güldürmüştü onu.
Babasının cesur bir adam olduğunu ve onunla gurur duyması gerektiğini söylemişti. Doğal
olarak, bu karşılaşmadan annesine bahsetmemesi konusunda yol boyunca babasına defalarca
söz vermesi gerekmiş, bir yandan da cesur adamın bu tavrını biraz komik bulmuştu. Makis
deli dolu ama yürekli bir insandı. Bir keresinde polise telefon edip işkence gören arkadaşlarını
bırakırlarsa, onların yerine kendisine işkence yapabileceklerini söylemişti. Olayın sonucunda
ne olduğunu hatırlamıyordu ama Makis konusunda da bu kadar ayrıntıyı, hem de bu yaşta
nereden öğrendiğine bir türlü aklı ermemişti. Sanki hem büyük hem de küçük bir insan gibi
hissediyordu.
Karnındaki basıncın verdiği rahatsızlık dayanılmaz hale gelmişti artık. Ne olursa olsun
tuvalete gitmesi gerekiyordu. Uyurken neyse de, uyanıkken yatağını ıslatması kabul edilemez
bir durum olacaktı. Cesaretini toplayıp yatağından kalktığı anda perdenin aralığından sızan loş
ışıkta odasının duvarında bir şey gözüne ilişti. İyice yaklaşınca bunun bir pisuvar olduğunu
fark etti. Sinemanın tuvaletinden hatırlamıştı. Babası kollarının altından tutup kaldırarak çişini
yaptırmıştı içine. Adını da oradan hatırlıyordu herhalde. İstediği bisikleti alsalar ancak bu
kadar sevinebileceğini düşündü. Daha önce nasıl fark etmediğine hayret ederken, aceleyle
pijamasını indirip çişini yapmaya başladı. Bir yandan rahatlamanın verdiği zevki saçlarından
ayaklarına kadar titreyerek hissediyor, bir yandan da pisuvarı boyuna uygun yere taktırdıkları
için anne ve babasına ayrı bir minnet duyuyordu. İşini bitirmesi oldukça uzun sürdü ama
yavaş yavaş tüm vücuduna yayılan sıcaklıkla bir süre daha bekledi pisuvarın başında.
Sonunda sorunu çözmenin verdiği rehavetle yatağına dönerken, gördüğüyle olduğu yerde
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa5
donakaldı. Çarşafın ortasındaki ıslaklık daha da büyümüş neredeyse yatağın yarısını
kaplamıştı. Üstelik sidik kokusu da iyiden iyiye hissedilir olmuştu. Biraz önceki rehavet
duygusu yerini öyle bir telaş ve üzüntüye bıraktı ki, kendini öldürme isteğinin somutlaşıp bir
bıçak gibi midesine saplandığını sandı. Umutsuzluğu kötü bir his olmaktan çıkmış, neredeyse
gözle görünür hale gelmişti. Gölün biraz önce fısıldadığı doğruymuş diye düşündü. Biz
birbirimizden hiç ayrılmayacağız.
Nasıl olduğuna bir türlü akıl erdiremediği bu olayın yarattığı düş kırıklığı tüm utancını silip
götürmüştü. Tek düşünebildiği, bir an önce koşup annesiyle babasının arasına kıvrılmak ve
kendini güvende hissedebilmekti. Henüz birkaç adım atmıştı ki hatırladı. Bu geceki olaydan
sonra annesi hiçbir şey söylemeden onu kucağına almış, tahta merdivenleri gıcırdata gıcırdata
üst kata yatmaya çıkarken kendi kendine defalarca “artık bitti, bir türlü bizi seçemedin” diye
söylenip durmuştu. Babası ise oturduğu kanepeden kıpırdayamamış, tek bir söz dahi
söyleyemeden arkalarından bakakalmıştı. Her zamanki tartışmalardan biri olmadığını
biliyordu ama neyse ki o gece annesi oyalanmak için bulaşıkları yıkamaya gittiği sırada
merdiven altındaki odunluğa kapanarak kutsal efendinin resmi önünde onlar için dua ettiğini
hatırladı. Küçüklerin dualarının her zaman kabul edildiğini söylerdi annesi. Üstelik iki tane
mum da yakmıştı. Kendisine şimdiye dek pek faydası olmamış olsa da, başkaları için istenen
iyiliğin mutlaka yerini bulacağını anlatmışlardı bir pazar ayininde. Biraz rahatladığını fark
etti. Hafif hafif bastıran uykuyla tekrar yatağa dönüp kuru kalmış olan kenarına kıvrıldı.
Ne annesinden vazgeçmek istiyordu ne de babasından ama çok yakında bir seçim yapması
gerekebileceğini de seziyordu. Daha önceleri de onu bu seçime zorladıklarını anımsadı.
Uyuyana dek aralarında yatmasına izin verdikleri sıralarda hangisini daha çok sevdiğini
sorarlar, kendisi için yaptıklarını ve sonrası için vaatlerini anlatırlarken, girdiği sıkıntıyı
eğlence olsun diye izlemeyi severlerdi. Her seferinde nasıl kandırıldığına şaşırıyordu ama
aniden patlayan kahkaha dolu finaller çektiği tüm sıkıntılara değiyordu. Bu sefer mutlu son
ihtimali biraz uzak diye düşündü. Aradan bu kadar süre geçmesine rağmen annesinin şaka
yaptığına dair en küçük bir belirtiye rastlamamıştı. Olabilecekleri düşündükçe ikisi için de
kaygılanıyor ama bir yandan da onların seçim yapmak zorunda olmadıkları gerçeğiyle asıl zor
durumda kalanın kendisi olduğunu seziyordu. Gün gelip aynı soruyu sorarlarsa yine aynı
meraklı gözlerle kendisini izlemelerini istemiyordu. Sanki izlenmediğinde ikisini de
seçebileceğine dair bir olasılık vardı.
Nereden geldiği belli olmayan esinti tüm bedenini ürpertince yattığı yerde ayaklarını karnına
doğru çekti. İçinde giderek büyüyen bir boşluk, korkusunun yarattığı endişeye rağmen onu
telaştan uzak ama kalbi kırık bir durumda olduğu yere çivileyivermişti. Korktuğu henüz
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa6
başına gelmemiş olsa da, seçim yapmak zorunda bırakılabileceği düşüncesi giderek artan bir
sıcaklık gibi karnının içindeki o boşlukta artık iyiden iyiye kendini hissettirir olmuştu. Bedeni
dıştan ürperiyor içten yanıyordu. İçindeki ateş sevincini, sevgisini, merakını ve giderek,
üzüntüsünü ve kaygılarını tutuşturup yakarak yok ediyordu. Endişesi alevleri besliyor onlar da
duygularına daha fazla zarar veriyordu sanki. Geri kalanlar ne ümidi ne de mutsuzluğu
hissetmesine yetecek kadardı. Hissedebildiği tek şey içinde tutuşup yananların dumanı ve
yanık kokusuydu.
Giderek artan yanık kokusunu daha belirgin algılayabiliyor, dumanı ise artık görebiliyordu.
Birden bunun içinden değil de kapının altındaki aralıktan geldiğini anladı. Aklına ilk gelen,
akşam yemeğinin altındaki ateşin açık kaldığı oldu. Ama yemek yedikten sonra uzun süre
oturup beklemişlerdi. Bu arada farkına varılırdı herhalde diye düşündü. Belki de bu geceki
olaydan sonra alt katta yatmak zorunda kalan babası geç vakitte acıkıp bir şeyler pişirmeye
çalışıyordu. Bu fikir endişesini azalttı. Henüz bu kadar küçük yaşta olmasına rağmen bu denli
hızlı ve detaylı düşünebilmek oldukça hoşuna gitmişti. Tanıyan herkes çok zeki bir çocuk
olduğunu tekrarlar dururdu ama kafasının bu geceki kadar hızlı çalışmasını kendisi bile
beklemiyordu. Bir süre daha yatakta hareketsiz ve hiçbir şey düşünmeden yattı. Çok uzun bir
zaman geçmemişti ki duman ve yanık kokusunun yanında, yanan bir şeylerin giderek artan
çıtırtılarını da duymaya başladı. Durum biraz önceki varsayımlarıyla açıklanabilir olmaktan
çıkmıştı artık. Endişesi artarak geri geldi. Mutlaka odadan çıkıp bakması ve gerekirse onları
da uyandırması gerektiğini düşündü. Marifeti de ortaya çıkacaksa çıkacaktı artık. Nasıl olsa
gizleyebileceği bir şey değildi zaten. Hızla yataktan kalktı, kapıyı biraz araladığında içeriye
dolan dumanın genzine kaçmasıyla aklı başına geldi. Telaş ve korkuyla “mumlar” diyebildi
öksürükler arasında. Pijamasının yakasını ağzına ve burnuna bastırıp koridorda biraz
ilerleyince alt kat ve üst kat arasındaki ahşap merdivenin, tırabzan kenarından tutuşmuş
olduğunu gördü. Gözleri alt katta babasını aradı bir an. Pencerenin önündeki divanda
uyuyordu. İlk anda bu koku ve dumanda nasıl uyuduğuna şaşırmıştı ama hemen yanındaki
boşalmış bir şarap şişesi her şeyi açıklıyordu. Merdivenin bir yarısı henüz aşağıya inilebilecek
kadar sağlam ve tutuşmamışken koşup babasını uyandırabilirdi. Ama annesinden de bir ses
çıkmadığını fark etti. Babasını uyandırdıktan sonra tekrar yukarı çıkıp annesini de uyaracak
fırsatı bulabilecek miydi? Korku ve telaşla annesine seslendi ama sesi kendisinin duyabileceği
kadar dahi çıkmadı. Ağzını açıp tüm gücüyle bağırdı ama yine cılız bir ses dışında bir sonuç
elde edemedi. Sanki bir düşte bağırmak isteyip de birkaç inilti dışında herhangi bir ses
çıkaramıyor gibiydi. Önce ya annesine koşacaktı ya da babasını uyandırmak için
merdivenlere. Her durumda da diğerini uyandırmak ya da kurtarmak için vakit kalmayabilirdi.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa7
Kararsızlığın ve içinde bulunduğu durumun baskısı başının dönmesine ve sıcaktan bayılacak
gibi hissetmesine neden olmuştu. Son bir gayretle toparlandı ve hangisini seçtiğinin henüz
kendisi dahi farkında değilken ayakların hızla götürdüğü yere, koridorun diğer ucunda
annesinin yattığı odaya doğru koşmaya başladı.
Süre çok kısa da olsa kapıya ulaşıp açması, annesini uyandırması ve kollarına atlaması kesik
kesik, sanki birbirini izleyen fotoğraflar gibi gözlerinin önünden geçiyordu. O anları kesintisiz
olarak yaşıyor gibi değil de, bir anı yaşayıp diğerini atlıyor ve bir sonrakini yaşıyormuş gibi
hissetti. Sanki arada eksik olanları başka birisi yaşıyor ama onların varlığını da
hissedebiliyordu. Kargaşa mutlak bir sessizliğin içinde hüküm sürüyordu. Annesinin
merdivenin başında korkudan büyümüş gözlerini, aşağıya babasına doğru avazı çıktığı kadar
bağırdığını görüyor fakat en küçük bir ses dahi duymuyordu. Düşüyormuş gibi hissettiğinde
annesinin boynuna daha sıkı sarıldı. Ne kadar zaman geçtiğini anlayamadı ama hareket
ettiklerin farkına vardığında annesi merdivenlerden birkaç basamak inmiş, onu boynundan
kopartıp ileri doğru uzatmaya çalışıyordu. Başını çevirdiğinde merdivenin ortasında yukarı
doğru koşup gelen babasını gördü. Annesi onu elinde bir masa örtüsüyle gelen babasına doğru
uzatıyordu. Kurtarılacaklarını anladı ve sevinçle kollarını babasına doğru uzattı. O da tüm
gücüyle bağırarak onlara doğru koşuyordu ama hiç sesi çıkmıyordu. Biraz sonra onları
dumandan korumak için elindeki örtüyle sarıp aşağıya indirecekti. Annesinin kollarından
babasına doğru geçtiği sırada bir an kendini boşlukta hissetti. Ateşin tam ortasına doğru
düşmekte olduğunu anladığında sırtında sıcaklığı hisseti ama yüzü ve göğsünün üzerinden
bedenini yalayan serin bir esintinin ürpertisi duruma oldukça ters düşüyordu. Birden tüm
sesleri duymaya başladı, en çok da avazı çıktığı kadar bağıran bir çocuğun sesini.
Kendi sesiyle yatağında zıplayarak uyandığında bir süre nerede olduğunu anlayamadan
oturdu. Sesi düşünde bağırdığı kadar çıkmamış olmalıydı ki kimsenin koşarak odasına doğru
geldiğini duymuyordu. Tüm gördüklerinin bir düş olduğunu anlayınca sevinçle yatağını
gözden geçirdi ama tam ortasında düşünde gördüğü kadar bir ıslaklık odanın loş aydınlığında
dahi oldukça belirgin bir şekilde gözüne ilişti. Çok kısa süren sevincin ardından
düşündekinden daha büyük bir hayal kırıklığı yukarıdan aşağıya doğru tüm bedenini sarmaya
başlamıştı. Gözlerini bir süre odada gezdirdi ama doğal olarak duvarlarda pisuvara benzer bir
şey göremedi. Zaten düşünde gördüğünde bile saçma gelmişti. Bu saçmalığa gülümseyerek,
bir süre daha yatağın içinde oturdu. Düşünde gördüklerini anımsamaya çalışıyordu ama her
şey sanki bir anda buharlaşıp yok olmuş, sanki yatağın içinde otururken bir düş gördüğünü
zannetmişti. Anımsayabildiği tek şey hala burnunda olan duman kokusuydu. Sonra, içindeki
umutlarıyla birlikte başka bir şeyleri de yakan ateşin çıtırtılarını da anımsadı. Hala
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa8
kulağındaydı, hala duyabiliyordu sanki. Acaba o geceki olaylar da düşün bir parçası olabilir
miydi? Aslında şu an mutlu ve huzurlu bir evin içinde yaşıyan ve hala tek derdi yatağını
ıslatmak olan bir çocuk muydu? Anne ve babası arasında seçim yapmak zorunda
olmayabileceği fikri onu biraz heyecanlandırmıştı. Yatağını ıslatmak artık umurunda değildi.
O geceki olaylar bir düş ise her şeye razı olduğunu düşündü. Nasıl olsa bir gün sona erecekti.
Umutla ellerini göğsünün önünde birleştirip, her şeyin bir düşün parçası olması için dua
etmeye başladı. Dua ettikçe buna daha çok inanmaya, inandıkça sevinçle ferahlamaya
başlamıştı ki, ellerinin karası gözüne çarptı. Gözlerine iyice yaklaştırıp loş ışıkta ne olduğunu
anlamaya çalışırken giderek artan duman kokusunun burnunu yakmaya başladığını ve kapının
altından sızan bir aydınlığın odasının içini daha rahat seçilir hale getirdiğini fark etti. Bir anda
düşünün gerçek, gerçeğin düş olduğunu sezdi. Artık ne yapacağını biliyordu. Hızla
yatağından kalkıp, kapıyı açtı. Çıkmadan önce ağzını ve burnunu pijamasının yakasıyla
kapatmasının ne kadar işe yaradığını anımsayıp aynen tekrar etti. Koşarak odasından çıkarken
dizini kapıya vurmuş ama telaştan olacak, hiç acı hissetmemişti. Merdiven başına geldiğinde
tırabzan kenarından merdivenin aynı şekilde tutuşmuş olduğunu ve babasının boş bir şarap
şişesiyle divanda yattığını görünce korkuyla olduğu yerde donakaldı. Yangından çok,
olayların aynı şekilde gelişeceğinden korkuyordu. Bir süre tereddüt ettikten sonra neden
olduğunu bilmeden merdivenin sağlam kenarından aşağıya doğru, bu sefer babasını
uyandırmak için koşmaya bir yandan da tüm gücü ile bağırmaya başlamıştı. O andan itibaren
yine tam sessizlik ve yine kesik kesik görüntüler ile olanları sanki bedeninin dışından
izlemeye başlamıştı. Babası uyanarak, ne olduğunu anladıktan sonra kendisini kucaklayıp bir
çekişte aldığı masa örtüsüne sarıyor ve yukarıda merdiven başında korku dolu gözlerle onlara
bakan annesine doğru koşuyordu. Tüm gücüyle karısının adını haykırmasına rağmen ağzından
hiçbir ses çıkmıyor ve tüm bu keşmekeş mutlak bir sessizlik içinde sürüp gidiyordu. Bir anlık
şaşkınlıktan sonra kendine gelen kadın kollarını uzatmış onlara doğru çığlıklar içinde koşarak
birkaç basamak inmişti ki merdivenin ortasında karşılaştılar. Adam kucağındaki çocuğu
karısına uzatıp elindeki örtüyle ikisini birden korumaya davrandığı sırada yine tüm sesler
duyulmaya başladı. Bir anda kendisini yine bedeninde ve boşlukta hissetti. Düşündeki gibi
ateşin tam ortasına doğru düşüyordu. Yine sırtında bir sıcaklık ve göğsünde bir esintinin
ürpertisi. Birden bir süre havada asılı kaldığını sandı. Babası bir eliyle ayak bileğinden
kavramış “onu tuttum” diye var gücüyle bağırıyordu. Başının döndüğünü ve gözlerinin
karardığını hissetti. Tüm sesler tekrar zayıflayıp kaybolurken gözlerinin kapanmasını
engelleyemiyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa9
Gözlerini açtığında ne kadar zaman geçtiğini ve nerede olduğu anlayamadan, bir süre yatakta
kıpırdamadan yattı. Sabahın ışıkları gece açık bırakmış olduğu pencereden odayı dolduralı
epey olmuştu. Serin bir esinti çıplak bedenini ürperterek yalıyor, gözlerinin takılı kaldığı
tavandan sarkan güzel bir avizeyi de hafif hafif sallıyordu. Dirseklerinin üzerinde doğrularak
yatağın içinde oturdu. Televizyonda sonradan renklendirilmiş eski bir film belli ki reytingi
düşük saatlerin ucuza geçiştirilmesi için yayındaydı. “Ne geceydi ama” diye düşündü. Otuz
sene sonra çocukluğuyla ilgili kısmen gerçek kısmen kurmaca bir düşün nedeni belki de yerde
yatan boş şarap şişesiydi. Hala başında bir ağırlık vardı ve üstelik oldukça sıkışmıştı. Daha
fazla kafa yormadan zar zor kalkarken, bir an yatağa göz atmaktan da kendini alamadı. Sonra
bunu yaptığına kendisi de gülerek hızla tuvaletin yolunu tuttu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa10
BÖLÜM II
Bir şeyler atıştırdıktan sonra giyinip evi terk etmesi epey vaktini aldı. Merdivenleri hızla inip
sokağa çıktığında dönüp apartmana bakmaktan kendini alamadı. Belki de gece gördüğü düşün
etkisiyle, uzun süredir oturmakta olduğu apartmanın yerinde eski evlerini görmeyi ummuştu.
Aslında ummaktan çok düşündeki küçük çocuğun hala anımsayabildiği saflığıyla içten bir
şekilde dilemiş, yerinde yıllardır yaşadığı apartmanı görünce anlamsız bir şaşkınlık geçirmişti.
Alevler, yıkıntı ve boş bir arsa. Belleğinden ardı arkasına kopup gelen bu görüntüler, uzun
sürmüş ama artık eskilerde kalmış bir suçluluğun acı tadını dilinin ucuna dek getirdiler. Bu
denli bir suçluluk duygusunun küçük bir çocuğun sağlığını ve ruhsal gelişimini bozmadan
taşıyabileceği bir yük olmadığını düşünmüş olmalılar ki, olaydan sonra tüm akraba ve
yakınların kendisini teselli için giriştikleri çabadan, sanki ev yanmasaydı yerine yeni bir ev
yaptırabilmek için birkaç gün içinde yakmayı planlamış oldukları sonucunu çıkartabilirdiniz.
Aslında, yanmamış bile olsa, onca yılın dayattığı değişime çocukluğunun geçtiği eski evin
direnmesi imkansızdı. Otuz yıl içinde neredeyse tüm mahalle yıkılıp yeniden kurulmuş, eski
güzel anılar yerlerini yeni başlangıçlara terk edebilmek için izlerini taşıyan çevrenin yavaş
yavaş ortadan kalkmasına neredeyse hiç direnmeden boyun eğmişlerdi. Sokaklar bile eski
yerlerinde değildi artık, çocukluğunda koşturduğu yollar ya bir apartman ya da bir park ile
kesintiye uğrayarak yön değiştirmiş, bazen eski bir komşunun evinin arsasının, bazen de alış
veriş ettikleri bir dükkanın üzerinden acımasızca geçerek anılarını iyice bulanıklaştırmıştı.
‘Değişmeyen tek şey değişim’ diye düşündü. Gözlerimizin önünde sürekli olup giden bir
değişim nasıl da kendini kanıksatıyor, eskisinin yerine geçen her yeni parçaya rağmen hala
varlığını sürdürebilen geçmişin verdiği teselli eksilenin farkına varmayı nasıl da önlüyordu.
Ancak belleğin derinliklerinden kurtulan bir düş adım adım gerçekleşen bu kırımı tümüyle
gözler önüne serebiliyor, insanın kayıtsızca seyretmiş olduğu değişimin hayretle farkına
varmasını sağlıyordu. Kabullenilmiş ve anlayışla yoğrulmuş bir hayretle.
‘Saat neredeyse dokuz olmuş’. Kaskını takıp motosikletin kontağını çevirdiğinde günün
planlarını yapmaya başlamıştı bile. Önce gazeteye gidip çizimlerini gözden geçirmesi, bir
sonraki Çarşamba günü basılacak çizgi romanının son şeklini editöre teslim etmesi
gerekiyordu. ‘Onbeş dakikaya kadar oradayım’ diye geçirdi içinden. Venizelos Bulvarı’na
çıktığında trafiğin umduğu kadar yoğun olmadığını fark etti. Gazeteye kadar dört-beş
kilometrelik mesafede biraz daha kendine gelebileceğini, vardığında ise gece ile ilgili
herhangi bir iz taşımayacağını hesaplıyordu. Dün gece gibi hareketli bir geceden sonra öğleye
varmadan uyanmış olması bile şanstı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa11
Üniversitenin Grafik Bölümünden mezun olduktan sonra uzun süre çeşitli reklam ajanslarında
çalışmış ve bu süre içinde kesinlikle reklamcı olmak istemediğini fark etmişti.
Çocukluğundan beri düşlerinde gördüğü olayları resimleyerek, geceleri yaşadığı serüvenlere
herkesi olabildiğince ortak etmeyi seviyordu. Bu denli canlı bir hayal gücü günün birinde
rastladığı bir yarışma ilanı sayesinde gelişip serpilecek bir ortam yakalayabilmişti.
Eleftherotipia gazetesinin her Çarşamba günü yayınladığı ‘Magazin 9’ isimli çizgi roman
ekinin, yeni yetenekler için açtığı yarışmaya katıldığında bunun hayatının dönüm
noktalarından biri olduğunun farkındaydı. Yarışmaya hazırlanabilmek için hiç tereddüt
etmeden işinden ayrılmış, günlerce eve kapanarak çizimlerinin arasında aç susuz çalışmak
zorunda kalmıştı. Biraz Supermen biraz da büyükannenin anlattığı masallardan birindeki
Arkut isimli korkunç kahramandan yarattığı ve zorda kalınca aynı anda iki yerde birden
olabilen Apa-ulla-wana ya da kısaca Apulu adındaki bir karakterin, yarı düş yarı gerçek bir
boyutta geçen serüveninin çizimlerini teslim ettiği anda kazanacağını biliyordu. Öyküsü iki
sayı boyunca yayınlanmış, yaklaşık ikiyüzbin okuru olan dergi sayesinde bir anda tüm ülkenin
tanıdığı bir isim oluvermişti. Yeni işinden ve çalışma ortamından oldukça hoşnuttu.
Gazetedeki çalışanlar da daha önceki işyerlerinde birlikte olduğu kişilerden oldukça farklı,
daha az hırslı, daha çok yardımsever ve içten insanlardı. Gazetenin yöneticileri ve ağır topları
bile diğer çalışanlardan bir anda ayırt edilebilecek bir hal ya da tavır içinde değillerdi. Buna
rağmen, işin ciddiyetinden taviz vermeyen bir hoşgörü ile sağlanan sahiplenilme, gazeteyi
kendi kendine yönetir gibiydi. Bu havanın devamını sağlayan en önemli ağır top ise Bayan
Eleni’ydi. Yarışmanın ödül töreninde kendisini tebrik eden jüri üyeleri arasında tanımıştı onu.
Dergi çalışanlarından olmasa da gazetenin önemli yazarlarından biri olması nedeniyle jüriye
çağrılmıştı. Törenin kokteylinde cana yakın ama aynı zamanda otoriter tavırlı bu esmer ufak
tefek kadını çok güzel bulmamış olmasına rağmen bir türlü gözlerini ayıramamıştı. Öykü ve
çizimleri için ölçülü övgülerini sıralayıp tebrik ettiğinde göz göze gelmişler, birlikte
çalışmaktan duyacakları memnuniyeti belirtirlerken en azından kendi adına içten olduğunu
hissetmişti. İlk zamanlarda kalıcı bir yer edinmenin hırsıyla sarıldığı yeni işindeki yoğunluğu
nedeniyle oldukça az görüşmelerine rağmen, Bayan Eleni’nin her bulduğu bahane ile
‘Magazin 9’ bölümüne uğraması da gözünden kaçmıyordu. Giderek sıklaşan karşılaşmalar ve
çeşitli konularda ortak toplantılar samimiyetin ilerlemesine yol açmış ve birkaç yıl önce
ağzından dökülüveren bir akşam yemeği teklifi ile aralarındaki ilişki tutkulu bir aşkın
başlangıcına dönüşüvermişti. Yaklaşık üç yıl sürdü bu büyük aşk. O zamana dek hiçbir
kadında hissetmediği içtenlik ve kendini verme karşısında şaşkına dönmüştü. Her fırsatta
Eleni’nin evine gidiyor çok zaman da geceyi birlikte geçiriyorlardı. Eleni’nin genç yaşında
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa12
yaptığı bir evlilikten 12 yaşında birlikte yaşadığı ve kısa süre içinde dost oldukları oldukça
sevimli ve akıllı bir kızı vardı. Eski eşi hakkında konuşmayı pek sevmiyordu ama zaman
içinde adamın Eleni’nin onaylamadığı bazı olaylara karışması nedeniyle ayrıldıklarını
öğrenmişti. Buna rağmen aralarında her şeyin bitmemiş olduğu hissi onu oldukça rahatsız
etmiş, göstermekten kaçındığı bir kıskançlığın giderek içinde büyümesine yol açmıştı.
Eleni’nin eski eşinin Kostas adında bir öğretmen olduğunu biliyordu ama karıştığı işlerin bu
denli büyük kapsamda olduğundan geçen yıl 17 Kasım Örgütü üyesi olarak tutuklanana kadar
kendisinin ve belki Eleni’nin de haberleri yoktu. Bir yıla yakın süren yargılama Eleni ve kızı
için oldukça yıpratıcı geçti. 113 yıl hapis isteğine karşın 24 yıl hapis cezası ile sonuçlanan
davada, savcının teklifi ile Kostas’ın cezası mahkemeye dava konusunda yardımları da göz
önüne alınarak tecil edilmiş, 8000 Euro para cezası ile yurt dışına çıkma yasağı ve düzenli
olarak polise imza karşılığında üç ay kadar önce salıverilmişti. Mahkeme sürecinde Eleni ve
kızının karşı karşıya kaldığı yoğun baskı ilişkilerinin de giderek soğumasına neden olmuştu.
Zaman içinde artan ilgi eksikliği hissi zaten var olan kıskançlık duygusunu giderek arttırmış,
böyle bir dönemde çıkarttığı ek sorunlarla baş edemeyen Eleni ise ani bir ayrılık kararı
almıştı. Uzun süre ilişkiyi düzeltmek için elinden geleni yaptı. Hatta bir süredir Eleni’nin
beklediğini çeşitli yollarla ima ettiği evlenme teklifini, hem de tekrar tekrar yapmasına karşın
çabalarına bir türlü karşılık bulamadı. Hayatının en önemli fırsatını büyük bir
vurdumduymazlıkla es geçmiş bir aptal gibi hissediyordu kendini.
Motosiklet yolu kendisi bulmuş, Neos Kosmos’taki gazete binasının önüne park etmişti bile.
Kontağı kapatıp kaskını çıkarttıktan sonra ani bir kararla idare kısmına yöneldi. Merdivenleri
aceleyle çıkarken bunca zamandan sonra söylenebilecek yeni bir şey kalıp kalmadığını bile
düşünmüyor, sadece bir kez daha şansını denemek istiyordu. Üçüncü kata vardığında
Eleni’nin cam duvarlarla ayrılmış odasında Kostas’ı fark etti. Son birkaç aydır Kostas’ın sık
sık Eleni ve kızını ziyaret ettiğini duymuştu ama buna bizzat şahit olmak içindeki son birkaç
umut kırıntısının da yok olmasına neden oldu. Dönüp gidecekken Eleni ile göz göze geldiler.
Arkası dönük olarak oturan Kostas’ın omzunun üzerinden gelen sıcak ama kısa bir
gülümseme hiç beklemediği bir tepkiydi. Neydi bu? Henüz her şeyin bitmediği anlamında
yeni bir umut mu, yoksa bu karşılaşma ile kesinleşen ayrılık için içten ve merhamet dolu bir
veda mı?
Kendi bölümüne varıp masasına oturduğunda kafası dün gecenin üstüne eklenen bu sürprizle
allak bullak olmuştu. Belki yardımı olur diye kahve makinasından bir bardak kahve almaya
kalktığında karşılaştığı editörü gelecek sayının çizimlerini sordu. Her şeyin yolunda olduğu
anlamına gelebilecek bir şeyler geveledikten sonra yerine dönerken Alisha’nın yerinde
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa13
olmadığını fark etti. Her sabah gürültülü neşesiyle ortalığı hareketlendiren, yaşama sevinciyle
tüm dergiyi her gün motive edebilen küçük kızın yokluğunu fark etmemek imkansızdı.
Dergide işe başlayalı bir sene bile olmamıştı ama henüz yirmi yaşındaki bu sevimli kızın
insanın içini ısıtan öyküleri, en kıdemli çizerleri dahi imrendiren çizimleri ile neredeyse
konuşma balonlarına dahi gereksinim duyurmayacak bir anlatıma sahipti. Öykülerindeki
kahramanlar, herkesin farkına bile varmadan yaşayıp geçtiği olaylarda alışkanlıkların
dayattığı seçimler yerine çoğu kez bilinçli olarak değil de bir tesadüfün yardımıyla diğer
seçeneklere yönlenirler ve yaşamlarına küçük de olsa anlam kazandıran bir derse ulaşacak
serüvenlere doğru ‘yelken açarlardı’.
Dün geceki davranışından ötürü Alisha’ya karşı suçluluk duyuyordu. Hem gönlünü almak
hem de şu an nerede olduğunu, neden gelmediğini öğrenmek için cep telefonundan ulaşmaya
çalışıp başaramayınca, masasındaki telefonu kaldırıp derginin dedikoduya meraklı santral
görevlisini aradı. Kısa bir sabah sohbetinden sonra, o an evde olmadığını bildiği bir dostunun
numarasını bağlamasını isteyip tam kapatacakken son anda aklına gelmiş gibi sordu:
‘Alisha’dan haberin var mı?’
Bir anlık bir sessizlikten sonra, kadın sanki çok önemli bir sır verir gibi yanıtlamıştı:
‘Bu sabah erkenden arayıp editörle görüştü. Sanırım kendini pek iyi hissetmiyormuş. İzin
almış.’
Sesindeki gizemli tını ‘ben her şeyden haberdarım’ der gibiydi. Telefonları dinlemiyorsa
oldukça iyi işleyen bir haberleşme sistemi olmalı diye düşünmekten kendini alamadı.
Alisha’nın büyük olasılıkla dün geceki duyarsızlığına kırıldığı, bir an önce küçük kıza
ulaşmanın bir yolunu bulup bu durumu telafi etmesi gerektiği birden kafasına dank etti.
Birkaç aydır birlikte planladıkları bir proje nedeniyle oldukça içli dışlı olmuşlar, birbirlerini
tanıdıkça aralarındaki iş ilişkisi giderek dostluğa dönüşüp günlük yaşamlarına da taşmıştı.
Çoğu zaman öğle yemeklerini bile birlikte yiyorlar, Eleni’yle ilgili sorunlarından
bunaldığında iş çıkışı Alisha’yı ‘bitpazarındaki kafelerde küçük bir kaçamak’ teklifiyle
karşısında buluveriyordu. Belki biraz da bu yüzden kaybettiği aşkın hüzünlü sularına
kendisini son zamanlarda sık sık bırakır olmuştu. Nasıl olsa derinlerden çıkıp gelecek güzel
bir denizkızı, dünyanın en güzel sesiyle söylediği en güzel şarkıları eşliğinde, daha nefesi
bitmeden onu elinden tutup yavaşça yüzeye çıkartacaktı. Bir yandan böyle bir ilgiye
hazırlıksız ve olabilecek en uygunsuz durumunda yakalandığını düşünürken, bir yandan da bu
ilginin yarattığı huzura ve sevince bir süredir ilgisiz kalamadığını fark etmişti. Küçük kıza
karşı hissetmeye başladığı duyguların Eleni’ye vermek isteyip de artık bir türlü kabul
ettiremedikleri mi, yoksa geçmişte kalan tutkulu bir aşkın ruhunda yarattığı yangın yerinden
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa14
küçük kızın kendisinin bulup çıkarttığı, temizleyip parlatarak kendisine de gösterdiği orijinal
parçalar mı olduğuna bir türlü karar veremiyordu.
Alisha’nın yokluğunun dün gece ile ilişkisi olabileceği fikri giderek daha da telaşlanmasına
neden oldu. Dün öğleden sonra Alisha akşam yemeğini birkaç kez birlikte gittikleri salaş bir
meyhanede yemeyi önerdiğinde, yanıt olarak hangi mazereti öne sürdüğünü bile
anımsayamadı. O an aklında olan tek şey gazetenin aldığı bir ödülle ilgili olarak çalışanların
aralarında düzenledikleri, oldukça kalantor bir restorandaki akşam yemeğine nasıl kapağı
atabileceğiydi. Yemeğe dergiden de birkaç kişinin davet edileceğini duymuş, davetliler
arasında yer alabilmek amacıyla yapmayı düşündüğü görüşme için editörün yolunu
beklemişti. Amacının kutlamaya katılmak ya da yemek olmadığını kavrayan editör ise
niyetini onaylamadığını belirten bir duraksamaya rağmen isteğini kabul etmişti. Eleni’yi
görüp belki de yakınına oturarak, ne diyeceğini bilmemesine karşın bir şeyler konuşabilmeyi,
hiç olmazsa gözlerinden anlaşılabilecek bir umudu yakalayabilmeyi umuyordu. Eve gidip
restorana uygun ceket, pantolon, kravattan oluşan kıyafetini ütüleyip giydikten sonra yemek
saatine dek beklerken heyecanını biraz olsun yatıştırabilmek amacıyla bir kadeh kırmızı şarap
doldurdu. Yatağın üzerine şarabını yudumlamak için oturduğunda biraz sonra Eleni’yi
göreceğini, her şeyin sihirli bir bakışma ya da can alıcı bir konuşma ile tekrar yoluna
gireceğini düşünmek hiç de gerçek dışı gibi gelmiyordu.
Restorana vardığında olaylar pek de umduğu gibi gelişmedi. Eleni onu görünce yakınlık
göstermesine göstermişti ama gördüğü yakınlığı özel kılan herhangi bir işarete de
rastlayamamıştı. Masada Eleni’den oldukça uzak bir yere oturtulmuş, birkaç kez göz göze
gelip birbirlerine gülümsemelerinden başka umut verici hiçbir gelişme yaşanmamıştı. Daha
geçen sene yine böyle bir masada etrafındakilere aldırmadan gözlerinin içine bakarak şarkılar
söyleyen, tüm ilgisini ve neşesini sadece kendisine yönelten Eleni’nin tutkularından bu denli
kolay vazgeçebilecek birisi olduğuna inanamıyor, işin peşini bırakmazsa hala kurtarılabilecek
bir ilişki olabileceği fikri kafasından bir türlü uzaklaşmıyordu. Zaman ilerledikçe içkinin de
etkisiyle giderek neşesi artan gurup beraber ve solo şarkılar faslına geçmiş, herkesin kalan
tüm dikkati ancak kendi sesinin güzelliğine ve performansına odaklanmaya yetebildiği için
kimsenin diğerlerinin ne yaptığıyla ilgilenecek hali kalmamıştı. Bir türlü kalkıp gidemediği
yemek masasında kendisini unutulmuş boş bir tabaktan farksız hissediyordu. Şarap
kadehlerini arka arkaya yuvarlamaya başladı. Etrafındaki insanların neşeli gürültüsü git gide
işitilmez olup içkinin etkisiyle biraz gevşeyince, kendini Alisha ile her zaman gittikleri salaş
meyhanede sohbet ederken hayal etmeye başladı. Birlikte olmalarından kaynaklanan
mutluluğu Alisha’nın her halinden belliydi. Cıvıl cıvıl neşesiyle konudan konuya atlıyor,
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa15
yarattığı ortamın çekiciliği ile zaman zaman düş ile gerçeği karıştırmasına bile neden
oluyordu. Bir ara karşısındaki boş sandalyeye kadeh kaldırdığını fark edip utançla etrafına
bakındı ama kimsenin kendisini izlemediğini anlayınca rahatlayarak Alisha’nın masasına geri
döndü. Hayali o denli gerçek gelmişti ki, bir an Eleni’yi tamamen unutup Alisha’yı öptüğünü,
hatta ilk defa ağzına yayılan bu yeni tadın ne denli hoşuna gittiğini düşünmesi geceye ait
anımsayabildiği son ayrıntılardı.
Bir kez daha cep telefonundan ulaşmaya çalışıp başaramayınca, çizimlerine ait bazı ayrıntıları
evde unuttuğunu söyleyerek Alisha’yı bulmak üzere son hızla dergiden çıktı. Nerede
arayacağını çok iyi biliyor, bir an önce ulaşmak için en kısa yolu planlamaya çalışıyordu.
Motosiklete atlayıp her zaman alışık olduğunun aksine oldukça hızlı kullanmaya başladı.
Artık pek de yoğun olmayan trafikte beş-altı kilometrelik yolu beş dakikaya varmadan aşıp
eski kentin dar sokaklarına ulaştığında biraz daha yavaşlamak zorunda kalmıştı. Pazar günleri
bitpazarının en hareketli olduğu bölgedeki bu sokaklarda hafta içi olması nedeniyle yavaş ama
oldukça rahat yol alabiliyordu. Andrianou sokağının girişine vardığında az ileride Alisha’yı
eliyle koymuş gibi bulacağından emin, Atina’da en sevdiği mekan olan Cafe Dioscouri’ye
doğru yöneldi. Gerçekten de oldukça eski ama bir o kadar da bakımlı olan bu sevimli kafe,
önündeki kaldırımları dolduran eski tahta masa ve sandalyeleri ile yılın bu döneminde bile
konuklarını dışarıda ağırlayabiliyordu. Yol kenarına park edip birkaç adım attığında tam da
düşündüğü gibi, Alisha’yı köşedeki ağacın altındaki masada dalgın bir şekilde kahvesini
yudumlarken buldu. Genç kadın, kafenin sarı duvarları ve yarısı camlarla kaplı eski tip büyük
mavi kapıları ile tezat oluşturan kırmızı montu içinde, şimdi adını anımsayamadığı çok ünlü
bir ressamın tablolarındakine benzer huzur dolu bir görüntünün parçası olmuştu.
Karşısındaki sandalyeyi çekip oturduktan ancak bir süre sonra kendisini fark etti. Yüzüne
hafifçe yayılan tebessüm dün geceki vurdumduymazlığı için kolayca affedileceği anlamına
gelebilir miydi?
‘Seni kırdığım için çok üzgünüm’
Küçük, yumuşak bir el hareketi ile daha fazla söze gerek olmadığını anlatıvermişti.
‘Nasılsın?’ diye sordu anlayışlı ve şefkat dolu bir sesle, ‘Şarabın etkisi geçti mi?’
Dün gece oldukça fazla içtiğinin anlaşılmasından rahatsız olmuş bir şekilde, inkar etmeyi
denedi önce.
‘Ölçüyü biraz kaçırmış olabilirim ama aslında sandığın kadar içmedim’
Şaşırma sırası Alisha’ya gelmiş gibiydi, ‘Sandığım kadar mı?’
Konunun gereksiz uzadığını ve altından kalkamayacağını düşünerek lafı değiştirmeyi denedi.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa16
‘Dün gece hep seni düşündüm, nasıl başlasam…’ Sıkıntı içinde kıvırtmaya çalışırken,
dudaklarına değdirdiği parmağıyla Alisha onu yine susturmuştu.
‘Sus’ dedi yumuşak sesiyle, ‘Ben söyleyeyim’
Şaşkınlıktan ve meraktan fal taşı gibi açılmış gözlerine yemyeşil gözlerini dikip bir çırpıda
söyleyiverdi.
‘Seni seviyorum’
Hiç beklemediği bu içten, sevecen ve cesur davranış karşısında dili tutulmuş, duyduklarını ve
olayın gerçekliğini kavramak için Alisha’nın gözlerinin daha bir içine bakmaya çalışırken, o
yemyeşil güzel gözlerin içinden kendisininki gibi iki kahverengi gözün bakmakta olduğunu
gördü. Korkuyla irkildiğinde neredeyse masayı deviriyordu.
Durumun sözü beklenmedik bir şekilde sadede getirmesinden kaynaklanmış olabileceğini
düşünen Alisha, söylediğinden biraz pişman biraz da mahcup bir şekilde ‘Duymak
istemediğin bir şeyi mi söyledim?’ diye sordu. Sonra da yanıtı beklemeden kadınca bir
içgüdüyle sürdürdü konuşmasını. ‘Dün geceden sonra çok düşündüm, her şeye rağmen ve
sonucu ne olursa olsun söylemem gerekiyordu. Ama istersen hepsini unutabiliriz’
‘Unutmaya hiç niyetim yok, belki ben de bunu söylemeye gelmiştim’ diye fısıldayabildi
ancak. Söyledikleri, fazla duygusal bir oyunun asıl oğlanının replikleri gibi ağzından kendi
kendine dökülüvermişti. Alisha’nın şaşkın ama daha çok mutlu bakışlarının, son duyduğuna
inanabilmek için tüm mimiklerini kontrol ettiğini fark edince az önceki davranışı için bir
açıklama yapması gerektiğini hissetti.
‘Biraz önce gözlerinin içinde kendi gözlerimi gördüm. Kendimi seyrediyordum sanki’
Açıklamayı yeterince anlamadığı belli olsa da iyi bir şey duyduğunu varsayarak konunun
üzerinde durmaya çok da fazla niyetli olmadığı Alisha’nın yüzünden belli oluyordu.
Biraz önceki mahcubiyeti artık kaybolmuş olan Alisha yalnız olmadığını bilse de sevdiği
insanın kalbinde kendine de yer bulabilmiş olmanın verdiği cesaretle ‘ama bir şey daha
istiyorum senden’ diye ekledi ve yine her zaman yaptığı gibi soruyu dahi beklemeden yanıtını
söyleyiverdi ‘Bir daha beni öperken başkasının adını fısıldama, olur mu?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa17
BÖLÜM III
O günden sonraki iki gün boyunca bir daha ne o geceden bahsettiler, ne de birbirlerine aşk
dolu sözler söylediler. Olayların onları getirdiği yerde emin oldukları tüm duygular içtenlikle
ortaya dökülmüş, geleceğe yönelik bağlayıcı sözlerin sınırında ise bir nefeslenme için sesiz
bir anlaşma imzalanmış gibiydi. Alisha henüz edindiği pozisyonda yalnız olmadığının
bilinciyle fazla bir şey işitmek istemiyor, Fotios ise hem o gecenin ayrıntılarını duymaktan
rahatsız olacağının hissi hem de bir kulvarda fazla ilerlemiş olması korkusuyla belki isteyerek
belki de zorunluluktan şimdilik konuyu olduğu yerde sessizliğe gömmeyi tercih ediyordu.
Buna rağmen iki gün boyunca dergide birbirlerinden neredeyse hiç ayrılmadılar. Alisha işini
gücünü bırakmış, tüm zamanını onun bir sonraki sayıda çıkacak öyküsünün son
düzeltmelerine ayırmıştı. Kendisinin de bu durumdan pek rahatsız olduğu söylenemezdi
doğrusu. Dergide bu yeni hava hemen fark edilmişti. Üstelik, henüz hiç kimse durumu fark
ettiğine dair en küçük bir açık vermemiş olmasına rağmen, birlikte çalışırlarken yanlarına
eskisinden daha az uğruyor olmaları tüm çalışanların bu yeni durumu onayladığını gösteriyor,
buna rağmen içinde tutkusuna ihanet etmiş olduğuna dair giderek büyüyen bir kuşku yeni
ilişkisini sahiplenmesine, geliştirip, kaybettiğinin yerine koymasına engel oluyordu. Oysa
Alisha dahil herkes oldukça mutluydu. Yine de sanki ağır, ateşli bir hastalıktan yeni
kurtulmuş bir çocuğu dinlenirken rahatsız etmekten çekinen ebeveynler gibi neredeyse
parmaklarının ucunda yürüyorlar, kaçamak bakışlarla nekahat döneminin sağ selamet sona
ermesi için ortaya çıkabilecek terslikleri kontrol etmeyi umuyorlardı. İkinci günün akşamına
doğru tüm çizimler gözden geçirilmiş, öykü ufak tefek düzeltmelerle editöre teslim edilmişti.
İş bittikten sonra küçük bir kutlama için Alisha’yla Plaka’daki kafelerden birine gitmeye karar
verdiler. Birlikte gitmeyi teklif ettikleri tüm dostlarının bir işinin çıkmasına gülmekten
kendini alamamıştı ama bunu onların yüzüne vurarak dalga geçmeye, olayı açıkça kabullenip
konuşmaya kendini hazır hissetmediği için henüz cesaret edemiyordu. Böyle bir durumda
mümkün olabilecek en iyi olasılık gerçekleşmiş ama bunun verdiği mutluluğun –gerçekten de
bu mutluluğu ve heyecanı hissedebiliyordu- küllenmeye yüz tutmuş eski tutkusunu tamamen
söndürmesi gerekirken, kaybettiğinin hüznü ile kafasının giderek daha fazla meşgul olmasını
bir türlü engelleyemiyordu.
Motosiklete binerlerken idare binasındaki üçüncü katta bir siluetin pencereden izlediğini
hissettiğinde başını kaldırıp kısa bir bakış atmaktan kendini alamadı. Çok kısa bir an içinde de
olsa bu bakışın Alisha tarafından fark edilmemiş olması olanaksızdı. Ama o bunu fark ettiğini
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa18
belli etmek yerine, saçlarını toplayıp kaskını taktıktan sonra, arkadan beline sıkı sıkıya
sarılmayı tercih etti.
Alisha’nın her şeye rağmen gösterdiği sıcak ilgi biraz önceki huzursuzluğunu alıp götürmüş,
yol boyunca motosikletin tekdüze patırtısı ve sallantısı ise çocukluğunda büyükanneyle sık sık
gittikleri Selanik’teki lunaparkta binmekten büyük zevk aldığı atlıkarıncayı anımsatmıştı.
Boşlukta süzülür gibi inip kalkan süslü atların üzerinde dönüp dururken atlıkarıncadan yayılan
metalik sesli hoş müziğin büyükannenin masallarda anlattığı dans sahnelerindeki müzik
olduğunu hayal ederdi. Birden, çok uzun süredir görmediği büyükanneyi ne denli özlediğini
fark etti. Çocukluğunun masal dünyasına açılan penceresi büyükanne… Birlikteyken, belki de
anne ya da babası gibi yapacak bir sürü işi olmadığı için sadece onunla ilgilenen, her türlü
sıkıntısını sanki büyük bir insanı dinler gibi dikkatle dinleyip, sonra da konuyla hiç ilgisi
yokmuşçasına anlattığı birbirinden güzel masallarla üzüntüsünü dağıtıp, neşelendirip,
güldüren, bu arada sorununu nasıl aşacağına dair ipuçlarını gizlice veren dünya tatlısı
büyükanne… Dinlediği onlarca belki de yüzü aşan masalın her biri farklı dünyalardan, farklı
insanlardan ve farklı sorunlardan söz eden, müzikle söylenmiş şiirler gibi dinleyeni kendi
dünyasına çekip, mutlu ya da beklenmedik hüzünlü sonlarıyla insan yaşamındaki olasılıkların
çeşitliliğini vurgulayan zeka eseri masallardı. Anlattıklarının ne kadarını kendisi uydurmuş,
ne kadarını başkalarından dinlemişti acaba? Daha sonraları, büyükannenin masallarına hiçbir
masal kitabında rastlamadığını fark etmiş, bunların bir kısmının alışık olduğu dünyaya ait
izler taşımasına rağmen, bir kısmının tamamen yabancı olduğu daha masalsı bir dünyadan
çıkıp geldiğini düşünmüştü. En çok da bu eski yabancı dünyadan, onun insanlarından,
adetlerinden, geleneklerinden ve bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalarından söz eden
masallardan hoşlanırdı. Bu dünyada, çok farklı insanlar iç içe yaşarlar birbirlerini çok
sevmelerine rağmen zaman zaman bir türlü paylaşamadıkları bir şeyler için kıyasıya savaşırlar
ama sonunda paylaşamadıkları şeylere aslında ancak hep birlikte sahip olabildiklerini anlayıp
tekrar birbirlerinin yaralarını sararlardı. ‘Ne seninle ne de sensiz’. O masalların birçoğunu bu
sözlerle bitirirdi büyükanne. İlk önceleri, yaramazlıklarına bir dokundurma sanmış üzülmüştü
ama sonraları bunların büyükannenin annesinden duyduğu ve onu anmak için tekrarladığı
sözler olduğunu öğrenmiş, her masalın sonunda bir süre uzaklara dalıp giden büyükannenin
yanağına kondurduğu öpücükle hüznünü hafifletmeye çalışırken, bir yandan da ‘denizin
karşısından kopup gelmiş’ o gizemli kadın hakkında asla doyurucu bir yanıt alamadığı onlarca
soru sormuştu. Büyükannenin bu denli ketum davranmasının nedeninin genç yaşta kaybettiği
annesine hala duyduğu özlem olduğunu düşünüyor, onunla ilgili sözlerin büyükanneyi
hüzünlendirmekten başka bir işe yaramadığını anladığından beri de bu konuda çok fazla
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa19
ısrarlı olmamaya dikkat ediyordu. Buna rağmen uzun yıllar içinde bölük pörçük edindiği
bilgilere göre, büyükannenin anne ve babasının Küçük Asya Savaşı’ndan sonra doğup
büyüdükleri İzmir’i terk etmek zorunda kaldıklarını, ilk anda sığındıkları Sakız adasında bir
yıl kadar zor şartlar altında yaşayıp sonra beraberlerinde getirdikleri para ve kıymetli takıların
büyük bir kısmı karşılığında ve binbir güçlükle Selanik’e göç etmenin bir yolunu bulup, terk
ettikleri şehirlerine oldukça benzeyen bu kente yerleştiklerini öğrenebilmişti. Büyükanne, bu
uzun göç yolculuğunun ilk durağı olan Sakız adasında 1923 yılında dünyaya gelmişti. Nadiren
de olsa, annesinden özlemle bahsetmiş, onun güzelliğinden, zekasından ve sevgisinden söz
etmiş olmasına rağmen babası hakkında neredeyse dişe dokunur hiçbir şey anlatmamış olması
çok sonraları dikkatini çekmişti. Birden içinde bulunduğu kararsız duruma dair dişe dokunur
tek öneriyi büyükanneden alabileceği geldi aklına. Bu fikir tüm endişelerini silmiş, içinin
kıpır kıpır aceleci bir sevinç ve tüm bedenine yayılan bir iç huzuru ile dolmasına neden
olmuştu. Bir an önce Selanik’te büyükannenin yanında olmak için dayanılmaz bir istek
duymaya başladı. Tek sorun, Alisha’yı kırmadan bunu nasıl anlatacağı, henüz iki günlük
beraberliklerine rağmen bir süre ortadan kaybolmayı onu kaygılandırmadan nasıl
açıklayacağıydı. Plaka’daki kafeye vardıklarında büyükannenin seksen yaşında bir kadın
olarak bazı sağlık sorunlarının ortaya çıkmış olmasının kabul edilebilir ve şüphe
uyandırmayacak bir neden olabileceğine karar vermişti. Üstelik Alisha onun büyükanneyi ne
kadar çok sevdiğini de biliyordu. Bu sorunu da halletmenin verdiği mutlulukla motosikleti
kafenin önüne park etti.
İki saat boyunca baş başa bira içip bir şeyler atıştırdılar. Öyküyü tam istedikleri şekilde ve
zamanında tamamlayıp teslim etmelerini kutlarlarken daldan dala oldukça keyifli bir sohbet
sırasında Alisha ile kızın hiç beklemediği bir yoğunlukta ilgilenmişti. Kalkmalarına yakın
sanki aklına yeni gelmiş gibi, dün gece büyükanne ile konuştuğundan, çok önemli olmasa da
bazı sağlık sorunları olduğundan, gidip görmezse rahat edemeyeceğinden söz etti. Öyküyü de
tamamladıklarına göre, izninden bir haftayı kullanmayı düşündüğünü söyleyip dergiye haber
verme işini tatlı dille Alisha’nın üzerine yıkmayı da ihmal etmemişti.
Alisha’yı evine bırakırken, her şeyin istediği gibi gitmiş olmasından duyduğu sevinçle
motosikleti daha bir kıvrak kullanmaya başladı. Büyükanneyi görmeyi akıl etmesi ve bunu
Alisha’yı üzmeden halledebilmesini sorununun çözümüne doğru en nihayet atmayı
başarabileceği adımların ilki gibi görüyor, sekseninde de olsa zekasından ve sevgisinden hala
emin olduğu yaşlı kadının yanından yaşamına yeniden çeki düzen verecek bir fikirle
dönebileceğinden hiç kuşku duymuyordu. Sadece büyükannenin bunu nasıl yapacağını,
çocukluğunda olduğu gibi laf arasında anlatıvereceği yepyeni bir masaldan esinlendireceği
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa20
kıssadan hisse ile mi yoksa eski günlerden derleyeceği anıların dolaysız örnekleri ile mi
kafasına dank ettireceğini merak ediyordu.
Alisha’yı bırakıp eve varınca ilk işi büyükanneyi aramak oldu. Eski günlerdeki gibi ziyaretine
geleceğini söylediğinde, büyükannenin sevinçten sesinin titrediğini, büyük olasılıkla da her
zamanki sulu gözlülüğü ile ağlamaya başladığını hissetti. Bir süre özlemle sohbet ettikten
sonra, büyükanneye sadece ziyarete geleceğini, önemli bir sorununun bulunmadığını, bazı
konularda onun görüşlerini alacağını anlatıyor olduğunu fark edip, yaşlı kadının kıvrak
zekasından daha fazla umutlanmaya başladı. Telefonu kapattıktan hemen sonra Larissa tren
istasyonunu arayarak sabah saat 10.10’daki Intercity Hızlı Tren’den yer ayırtıp, uzun süredir
ilk kez mutlu ve huzurlu bir uykuya dalabildi.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa21
BÖLÜM IV
Gece o kadar deliksiz bir uyku çekmişti ki, sabah daha saat çalmadan uyanıp odayı aydınlatan
parlak gün ışığının verdiği keyifle bir çırpıda küçük valizini hazırlayarak alelacele yola
koyulmuş, onbeş dakikalık taksi yolculuğundan sonra Larissa tren istasyonuna vardığında saat
dokuz bile olmamıştı. Kahvaltıyı istasyondaki küçük bir kafede yaparken hem etrafını
seyrediyor hem de Selanik’te büyükanne ile geçireceği birkaç muhteşem günün hayalini
kuruyordu. Bir an, çocukluğunun en mutlu günlerinin geçtiği, büyükannenin Ana Poli’deki
küçük avlulusu rengarenk saksı çiçekleriyle süslü eski evindeki odasını düşledi. Kendini sedir
üstündeki sert ama bir o kadar rahat yatağının, mis gibi kokan çarşaflarıyla, kenarı dantellerle
bezeli uzun dar yastığının kollarına bıraktığını, sonra da büyükannenin denizi uzaktan gören
terasında hazırladığı birbirinden güzel yemekler eşliğinde uzun ve sıcak bir sohbet için
kendisini yatağından kaldırmaya geldiğini hayal etti. Büyükannenin hiç olmazsa bir kadeh
uzo ile eşlik edeceğinden emindi. Biraz gevşeyip duygusallaştıktan sonra eski günlerden
bahsetmeye başlayacak, bir keresinde birlikte geçirdikleri yaz tatili bitiminde anne ve
babasıyla Atina’ya döndükleri gün, pencere camlarında kalan küçük el izlerine bakıp bakıp
arkalarından nasıl ağladığını yine anlatacak, bu sefer belki de birlikte gözyaşı dökeceklerdi.
Ziyareti ile son günlerini yaşayan yaşlı kadını ne denli mutlu edeceğini düşünüyor ama
sonuçta lafı asıl ziyaret nedenine nasıl getireceğini, hatta büyükanneye ne soracağını bile bir
türlü kafasında şekillendiremiyordu. Bir yandan da, büyükannenin nasıl olsa kendi yöntemleri
ile konuyu en ince detayına dek ağzından alacağına olan güveni tamdı. Soracağı can alıcı
sorularla, anlatmaya kalksa unutup eksik bırakacağı düşüncelerini, hatta tam yerinde yapacağı
bazı kışkırtmalarla kendisinin dahi tanımlayamadığı duygularını ortaya dökmesini sağlayacak,
sonra dünyadaki en zor soruyu soracaktı: ‘Sen ne istiyorsun?’ Bu soruyu nedense her
seferinde sorar, arkasından da ‘Ne istediğine dikkat et, gerçekleşebilir’ diye uyarmayı ihmal
etmezdi.
Yaşlı kadının olayları bu denli berrak bir görüşle değerlendirebilme yeteneği büyük olasılıkla
yaşamını çocuklarla geçirmiş olmasına bağlıydı. Kırk yılı aşkın bir süre ilkokul öğretmenliği
yaptıktan sonra emekli olmuş, şehrin en eski mahallesinde annesinden kalan küçük cumbalı
bir evde yalnız başına yaşıyordu. ‘Genç yaşta tüberküloz hastalığına yakalanan babamı uzun
ve zahmetli bir hastalık sürecinden sonra kaybettiğimizde belki bir belki de iki yıl kadar
bocaladı. Ama sonra, sanki babam hiç olmamış sanki başından beri sadece ikimiz varmışız
gibi tüm yükü metanetle omuzladığını anımsıyorum. Sadece ben değil de tüm öğrencileri
yetim kalmış gibi hepimizin sorunlarını çözmek, sıkıntılarını giderebilmek için bizleri
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa22
anlamaya çalıştı. Çocuk gibi düşünebilmeyi öğrendi sonunda’ diye anlattığını hatırlıyordu
babasının. Aslında o zor yıllardan bahsetmeyi pek sevmezdi ama bazen karısının ısrarlı
sorularına dayanamaz, pek az anımsadığı babasından özlemle söz ederken kendisi gibi küçük
bir çocuk olur, sanki cenazeyi biraz önce kaldırmışlar gibi yeniden yaşadığı üzüntüyle giderek
tizleşen sesi cümleleri tamamlamasına çoğu zaman izin vermezdi. Büyükannenin yatak
odasında eski demir karyolanın başucunda asılı siyah beyaz fotoğraftaki babasına tıpa tıp
benzeyen adamı anımsıyordu. İlerlemiş hastalığı, ince uzun yüzü ve yorgun bakışlarından
belli olan bu genç adam zaman zaman aralık kalan kapıdan kendisini de gözetler, büyükanne
ortalarda yokken biricik torununu büyükannenin bahsettiği tok sesiyle yanına çağırırdı.
‘Saat 10.10’da Selanik’e hareket edecek olan Intercity hızlı tren yolcuları için ilk çağrı! Tren
birinci peronda yerini almıştır.’
‘Nihayet’ diyerek toparlandı. Kahvaltıya oturmadan biletini alıp valizini verdiği için elinde
küçük bir çanta ve iPodu kalmıştı. Yerini bulup oturduğunda yaklaşık beş buçuk saat içinde
Selanik’te büyükannenin yanında olacağını düşünerek çocukluğunda olduğu gibi çantasından
bir naneli şeker çıkartıp ağzına attı. Bu eskiden beri isteyerek çıktığı yolculukların
başlangıcında hiç eksik etmediği bir ritüel olagelmişti. Diğerlerinde, yani iş veya
zorunluluklar nedeniyle yaptığı yolculuklarda kesinlikle uygulamadığı bir işlemdi. Nane
şekeri ile başlayan yolculukları her zaman gittiği yerde hoş zaman geçirdiği, döndüğünde ise
belleğinde anımsanmaya değer anılar bölümünde otomatik olarak arşivlenen gezileriydi. Bu
sefer de – belki biraz hile gibi oluyordu ama- istasyonun girişindeki kafeden bir paket satın
almış, yerine oturup tren hareket etmeden bir tanesini ağzına atınca artık işi garantiye aldığı
düşüncesiyle rahatlamıştı.
iPodunun kulaklıklarını takıp müziği açtığında tren hareket etmişti bile. Dead Can Dance
ikilisinin oldukça eski bir albümünden Ubiquitous Mr Lovegrove isimli parçası yer yer
oryantalizme kaçan tınıları ile benliğinin en uçlarına dek sızmaya başladığında, aşkın
büyüsüne kapılıp sadakatin ritmine ayak uydurmaya çalışırken aldatıldığını anlayan zavallı bir
aşığın kırbaç sesleri arasındaki sızlanmaları ile hüznün karşı konulmaz melankolisine bıraktı
kendisini.
‘…….
İnanmıyorum artık sana
Sana inanmıyorum.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa23
Şarkının duyguları, zamanı ve isyanı teslim alan ezgileri, sözlerini dahi gereksiz kılacak bir
anlatıma sahipti. Hani bir kez söylendiğinde artık iş işten geçmiş olan şarkılar var ya, işte
onlardan biriydi bu da…
‘Eminim daha birçok kişinin yaşamının bir yerlerinde bu ya da bunun gibi şarkılar uzayda
başıboş dolaşan tesadüfün sırtından kafalarına düşüp canlarını epey acıtmıştır.
Ezgiler, sözler ve ritim… Her şey Eleni’yi anlatıyor. Oysa Alisha’yı düşünmeyi ne çok
isterdim. Alisha, seni seviyorum. Fakat senin bana, benim sana olan sevgim fazlasıyla masum,
olağandışılığın güvensizliğinden uzak ve birlikteyken zamanın akışı gözlenemeyecek
derecede çalkantısız.
Beni garipsediğinizi, hatta bazılarınızın daha ileri giderek ayıpladığınızı biliyorum. Ağaçtan
düşüp, her yerini kırdıktan sonra hasta yatağına değil de henüz kemikleri bile kaynamadan
ağaçtaki elmalara gözü takılan yaramaz çocuk gibi davrandığımı da biliyorum. Aslında
kendimi yatağın rahatlığına teslim etmeyi çok istememe rağmen aklımda hep o elmalar.
Aşığın nankörlüğü mü, aşkın ikiyüzlülüğü mü? Alisha’yı çok severken Eleni’yi isteyemez
miyim? Eleni’ye tutkum devam derken Alisha’yı sevebilmem yüzsüzlük mü size göre?
Peki ama siz hiç, içki masasında karşınızdakilerle sohbet ederken hemen yanı başınızda
oturan kadının rebetikonun kıvrak ezgilerine kendisini kaptırıp, yüzünüzde bakışlarını
gezdirdiğini hissettiniz mi? Farkında değilmiş gibi sohbete devam ederken onun saldırgan
ama sevecen bir tebessümle gözlerinize değil de yanağınıza, kulağınızın kıvrımlarına, bir
şeyler anlatan dudaklarınıza ya da burnunuza baktığını? Bakışlarının ensenize dokunduğunu,
hatta biraz gıdıkladığını? Siz hiç, bir kadının elleriyle değil de bakışlarıyla sizi okşadığını
dokunma duyunuzla algıladınız mı? Siz ilgilenmiyormuş gibi yaparken masadaki herkesin
neler hissettiğinizi anladığının farkına vardınız mı? Kendinizi onun herkesten sakındığı tek
oğluymuş gibi hissederken onun size bir erkekten zevk alarak baktığını sandınız mı? Bir
kadında aşık olunan şeyin kadının içindeki aşk olduğu fikrine katılıyor musunuz? Onun içinde
dönüp duran yıldırımların tesadüfen de olsa paratoneri oldunuz mu hiç? Hayatınızda kazara
hiç elektriğe çarpıldınız mı? Çarpıldığınızda, tırnaklarınız bile yataklarında titrerken hiçbir
şey yokmuş, bunlar sizin için olağan şeylermiş gibi başkalarıyla sohbetinize devam ettiniz mi?
Ettiyseniz karşınızdakinin dediklerinden bir şey anladınız mı? Siz hiç bu kadar yüceltildiniz
mi?
Ben evet diyebiliyorum, ya siz?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa24
BÖLÜM V
Gözlerini açtığında bir saat kadar uyumuş olduğunu fark etti. Tren artık Atina’nın
kuzeyindeki platolarda etrafı seyretmeye pek fırsat tanımayan bir hızla yol almaktaydı.
Kompartımanda oturanların bir kısmı yarım bıraktıkları sabah uykularına devam ederlerken
bazıları da pencereden oldukça uzaklara takılı gözleriyle geçip giden manzarayı izlemeye
çalışıyor, zaman geçiriyorlardı. Çocukluğunda çıktığı yolculuklar sırasında can sıkıntısından
kurtulmak için oynadığı bir oyun geldi aklına. Etrafındaki kişilerin yüzlerine, giyimlerine ve
eşyalarına bakarak niçin yolculuğa çıktıklarını, vardıkları yerde onları nasıl bir ortamın
beklediğini anlamaya çalışırdı. Yolculuklarda, annesi ve babası genellikle yan yana otururlar
ona da hemen önlerindeki sıradan bir yer alırlardı. Yerine geçip oturduğunda yanındaki koltuk
henüz boş ise yol arkadaşını heyecanla beklemeye başlardı. Binen her yolcuyu dikkatle
inceleyerek yanına kimin oturacağını tahmin etmek oyunun ilk bölümüydü. Nefes nefese
ihtiyar teyzeler, gürültücü çocuklarıyla kalabalık aileler ve gizemli bakışlarla oturan diğer
yolcuları süzen iyi giyimli gizli polis kılıklı orta yaşlı erkekler değişik öykülerin kahramanları
olarak ilerlerler, yanından geçip giderlerse hayalinde henüz başlatmış oldukları öykülerini de
alıp başka bir yere otururlardı. Sonunda içlerinden birisi yanında durur üstteki raflara
çantasını ya da çıkarttığı paltosunu bıraktıktan sonra yanındaki koltuğa yerleşirdi. Onu çoğu
kez tahmin edebiliyordu. Yaklaştıkça koltukları sayar, iki sıra öteden gözü yanındaki koltuğa
takılır ve sabırla koridordaki diğer yolcuların yerleşmesini bekleyip yerine doğru ilerlerdi.
İşte, ilk kez göz göze geldikleri bu anlarda asıl öykü için kanıt toplamaya başlardı.
Yolculuğun sonuna doğru, oluşturduğu senaryoyu kontrol etmek için yanındakiyle sohbete
girişip gerçekle öykünün ne kadar örtüştüğünü sınamak ise oyunun en zevkli tarafıydı.
On ya da onbir yaşlarında her yaz olduğu gibi tatilin bir ayını büyükannenin yanında
geçirmişti. Bir ay boyunca büyükannenin sınırsız hoşgörüsüyle şımarmış, her gün akşam
karanlığı çökene dek Selanik’in tarihi mekanlarla bezeli eski şehri Ana Poli’nin iki yanı
cumbalı ve rengarenk eski tip evlerle süslü sokaklarında gönlünce oynamıştı. Bir çocuğun
bulabileceği en güzel, en sıcak ve en özgür sokaklardı onlar. Herkes birbirini tanır, çocuklar
acıktıklarında topluca herhangi bir evden birer dilim üzerine yağ sürülmüş ekmek, süt ya da
şeker isteyip oyunlarına kaldıkları yerden devam edebilirlerdi. Ama onun için bu cennetteki
günler hep sayılı olmuştu. Bir gün oyunun ortasındayken aniden sokağın başında anne ve
babasını görür, bir aylık ayrılığın özlemiyle koşup kollarına atılma isteği ve tatilin bittiğine
dair düş kırıklığı arasında bir süre bocalardı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa25
O yıl da anne ve babası onu almaya geldiğinde yine birkaç gün kalıp büyükanne ile hasret
gidermişlerdi. Bu ek süre oyunların en zevkli, özgürlüğün en doyumsuz ama geçen zamanın
en çok farkına varıldığı günlerdi. Yolculuk günü geldiğinde büyükanne ile uzun uzun
vedalaşmışlar seneye tekrar görüşecekleri sözleriyle birbirlerini teselli ettikten sonra otobüse
yetişmek için aceleyle garaja doğru yola çıkmışlardı.
Yerine yerleştiğinde her zamanki gibi binen yolcuları izlemeye başladı. Bir ara annesinin
verdiği bisküvilerden birini almak için arkaya döndüğü sırada otobüse bindiğini dahi fark
edemediği oldukça şişman, esmer bir adam yanındaki koltuğa kendini büyük bir sarsıntıyla
bıraktı. İlk defa oyunun başlangıcını kaçırmış, öykünün kahramanı hakkında bir ön fikir
edinemeden serüvene ortasından dalmak zorunda kalmıştı. İlk anlarda ilgisiz görünmeye
çalışarak oyunu bozacak bir başlangıç sohbetinden kaçınmak gerekiyordu. Kaçamak
bakışlarla adamı izlemeye başladığında, giysilerinin oldukça sıradan ve temiz görünümlü
olduğunu fark etti. Çizgili bir takım elbisenin içinde göbeğini sıktığı için alttan iki düğmesi
açılmış bir yelek ve altında açık mavi renkte bir gömlek öykü için herhangi bir başlangıç
ilham edememişti. Koltuğun boşluğuna sığdıramadığı bacaklarını iki yana doğru genişçe
açmak zorunda kalmış, bir diziyle koridordan geçenleri engellerken diğer yandan da onu
daracık bir alana sıkışmak zorunda bırakmıştı. Otobüs hareket ettikten kısa bir süre sonra
adam koltuğunu yatırıp uykuya dalınca daha uygun bir fırsat olamayacağını düşünerek
kaçamak bakışları bırakıp doğrudan incelemeye başladı. Yanında getirdiği gazeteyi katlayıp
hiç okumadan önündeki koltuğun arka cebine yerleştirmişti. Gazetenin görünen kısımlarına
göz attığında adamın daha önce küçük ilanlara göz gezdirmiş ve birini mavi tükenmez
kalemle işaretlemiş olduğunu fark etti. Bir yandan işaretli yerde ne yazdığını okumaya
çalışırken bir yandan da ara sıra kıpırdayan adama yakalanmamak için her zaman yaptığı
uyku numarasına geçiyor, bir süre gözlerini kapalı tuttuktan sonra kıpırtı kesilince tekrar
incelemeye devam ediyordu. Yazın sonu gelmiş olmasına rağmen oldukça sıcak bir havada
devam eden yolculuk ve o zamanlar otobüslerde yeterli havalandırmanın bulunmaması oyuna
devam etmesini oldukça zorlaştırıyordu. Birkaç kez, uyuyor numarası sırasında kısa bir süre
gerçekten daldığını fark ederek telaşla uyanmıştı. Adamın kıpırdanmaları tamamen kesilip
nefes alış verişi iyice seyrekleştikten sonra eski deneyimlerine dayanarak rahatça
çalışabileceği zamanın geldiğine karar verdi.
Bu sefer gerçekten önemli bir durumla karşı
karşıya kaldığına dair içinde giderek büyüyen kuşkuyu gözlemlerinden elde ettiği bilgiler de
destekliyor, oyunun gerçek bir serüvene dönüşebileceği fikriyle heyecanlanırken bir yandan
da tüylerinin ürperdiğini hissediyordu. Her şeye rağmen, cesaretini toplayıp gazetenin
ucundan biraz çekince işaretli yeri kısmen de olsa okuyabileceği bir görüş elde etti. Buna
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa26
rağmen, mavi tükenmez kalemin çevrelediği küçük ilanın ancak ‘… kilisede toplantı…
bağlantı: peder… telefon…’ kelimelerini seçebiliyordu. Elini tekrar gazeteye uzatırken
adamın ani bir kıpırtısıyla bu girişiminden vazgeçti. Oturduğu yerde biraz daha kendisine
doğru dönmüş uykusuna devam eden şişman adamın gömleğinin üstten iki düğmesi açılmış,
boynunda oldukça büyük üçgen şekilli siyah bir kolye göze çarpıyordu. Her ne kadar daha
önce bir benzerini gördüğünü anımsıyor olsa da aslında bunun sıkça kullanılan tipte bir kolye
olduğunu söylemek pek mümkün değildi. ‘Belki de özel bir gruba ait bir işaret olabilir.
Birbirlerini tanımalarına yardım ediyordur’ diye geçirdi aklından. Ceketinin koltuk altının
oldukça şişkin ve bu sıcağa rağmen ceketini çıkartmıyor olması ise adamın silah taşıdığı
yönündeki şüphelerini oldukça kuvvetlendirmişti. Artık, heyecanı o ana dek hiç duymadığı bir
düzeye tırmanmış, aklından hızla geçen binbir türlü olasılık içinde en anlamlı olanını seçmeye
çalışıyordu. Sonunda tüm veriler birleştirilince, şişman adamın yakın zamanda seyrettiği bir
mafya filmindeki gibi acımasız bir tetikçi olduğuna, gazete ilanında kurbanın teşhis edileceği
yer, muhbir ve muhbirle iletişim kurulacak telefon numarasının şifreli bir şekilde verildiğine
dair herhangi bir kuşkusu kalmamıştı.
Durumu anne ve babasına bildirmesi mümkün görünmüyordu. Aslında adamla fazla
ilgilenmez ve dikkatini çekmezse ne kendisinin ne de anne ve babasının tehlikede olmasını
gerektiren bir sebep vardı. Ama nedense, gazeteyi biraz daha çekip işaretli yerdeki ilanı
tümüyle okuyabilmeyi de bir türlü aklından çıkartamıyordu. Sonunda olan oldu, tam elini
uzattığı sırada adam birden gözlerini açarak önce gazeteye uzanmış olan eline, sonra da
yüzüne sert ama meraklı bir ifade ile bakarken, bir yandan da neler olduğunu anlamaya
çalışıyordu. Birden olayın bir tuzak olduğuna hükmetmiş olmalı ki elini aceleyle tabancasının
bulunduğu cebine doğru atarken aynı anda koca gövdesiyle anne ve babasının oturduğu
koltuklara doğru dönmek için ani bir hamle yaptı. Masum oyununun nelere mal olacağını fark
edince bir yandan telaşla adamın eline doğru atılmış, diğer yandansa anne ve babasını
uyarabilmek için avaz avaz bağırmaya başlamıştı.
Gözlerini açtığında, yakınlardaki koltuklarda oturan yolcuların yerlerinden kalkarak merakla
baktıklarını ve muavinin de onlara doğru hızla gelmekte olduğunu gördü. Yanındaki şişman
adam endişeyle kenara doğru çekilmiş hemen arkalarında oturan anne ve babasının ne
olduğunu anlamak isteyen korku dolu gözlerine anlamsız bakışlarla bakmaktaydı.
Olanları anlamaya başladığında utancından yerin dibine geçtiğini sanki her şey daha dün
olmuş gibi anımsayabiliyordu. Zavallı şişman adamı düşürdüğü garip durumun farkına varmış
ve bu yüzden kendisini mecbur hissettiği bir açıklama için ağzını açabilmişti: ‘Bir kabus
gördüm.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa27
Her şey anlaşılıp tatlıya bağlandıktan sonra epey bir süre daha diğer yolcuların eğlence
konusu olmuştu. Annesi ve babası dahil herkes bir yandan kendisine sempati dolu bakışlarla
bakarken diğer yandan da biraz önceki gülünç olayı anımsayıp yüzüne karşı sırıtmaktan
kendilerini alamıyorlardı. Yanında oturan şişman adam ise belli ki düştüğü bu küçültücü
durum nedeniyle ona acımış, bir yerlerden bulup çıkarttığı bir elmandan kestiği parçayı
dostane bakışlarla kendisine uzatmıştı. Bu tavır karşısında tekrar kazandığı cesaretle yeni
arkadaşına masum oyunundan ve kendisiyle ilgili edindiği izlenimler ve toplamış olduğu
kanıtlardan söz etti. Kanıtların bir kısmı gerçek olmasına karşın bir kısmını aralarda dalıp
gittiği düşlerinde görüp eklediği de belliydi. Örneğin, adamın gömlek yakası tamamen
kapalıydı ve gömleğinin üstüne taktığı ince ve zarif bir zincirin ucunda basit bir haç
sallanıyordu. Koltuk altında ise tabanca olduğu izlenimini veren herhangi bir şişkinlik yoktu.
Düşündüklerine bir süre birlikte güldükten sonra şişman adamın adının Dimitri olduğunu ve
Sakız’ın bir köyünde papaz olarak görev yaptığını öğrendi. Köyün çocukları ona oldukça iri
yapısı nedeniyle ‘Tomruk Dimitri’ adını takmışlar. Dimitri her ne kadar görev nedeniyle
sonradan gelip yerleşmiş olsa da Sakız’daki köyünü çok sevdiğini ve yaşamının sonuna dek
oradan ayrılmak istemediğini de anlatmıştı. Gazetede işaretlediği küçük ilanın, Atina
yakınlarında bulunan doğduğu köyde, tüm Yunanistan’a dağılmış köy halkından kişilerle
kilisede yapılacak bir toplantı için verilmiş olduğundan söz etti. Büyük bir şirket köyün
topraklarını iyi para vererek satın almak istiyordu ama tek şartı fire vermeden tüm toprakların
satışının kabul edilmesiydi. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen gençler de büyüklere satış için
baskı yapıyorlardı. Gazetede yaklaşık bir haftadır yayınlanan ilanı daha ilk günlerinde görüp
köy kilisesinin papazını arayan Dimitri’nin oğlu da durumu öğrenmiş, ellerindeki toprakların
satışı için babasının rızasını almaya çalışmıştı. Oğlunun Atina’da öğretmen olduğunu anlattı.
Eşini kaybettikten sonra daha iyi bir eğitim alsın diye onu Atina’da akrabalarının yanına
göndermiş, ama oğlan öğrenimini tamamladıktan sonra geri dönmeyerek Atina’da yerleşmeye
karar vermişti. Dimitri bir yandan uzun süredir görmediği oğluna ve torununa kavuşacağı için
heyecanlanıyor, bir yandan da bir türlü içine sindiremediği bu kararı için üzülüyordu.
Hazır yola çıkmışken Selanik’te kendisi gibi papaz olan ve uzun süredir görüşemediği eski bir
dostunu da görüp hasret gidermiş, oğlunun zoruyla kalkıştığı atasından kalan toprakları bu
kadar sudan bir nedenle elden çıkartma konusunda onun da fikrini almıştı.
Yolculuğun geri kalan kısmının oldukça eğlenceli bir sohbetle akıp gittiğini anımsıyordu.
Dimitri’nin ayrılırken başını okşayarak verdiği öğüt ise hala hatırındaydı: ‘Görünenin
arkasında ne kadar farklı insanlar ve öyküleri olabileceğini sakın unutma.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa28
‘Yolculuklar’ diye düşündü: ‘İnsanın iç sesinin en geveze olduğu zamanlar…’ Düşündüğüne
hak verir gibi gülümsedi. Atina’dan uzaklaştıkça içindeki sıkıntının giderek hafiflediğini fark
etmek hoşuna gitmişti.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa29
BÖLÜM VI
Tren Selanik Merkez istasyonuna girdiğinde saat öğleden sonra dörde yaklaşıyordu. Uzun
süredir görmediği çocukluk cennetinin içinde ilerlerken aynı heyecanı duymuş, sanki yine yaz
tatiline çıkmış küçük bir oğlan gibi büyükanneye bir an önce ulaşmanın sabırsızlığıyla daha
perona yanaşmadan iniş hazırlıklarının tümünü tamamlamıştı. İstasyonun kalabalığı ve
gürültüsü çocukluğunda olduğu gibi yine her yerdekinden farklı ve özel geldi. Hiçbir ayrıntıyı
atlamadan Selanik’e varışın tadını çıkartmaya çalışıyor, büyükanneyi görmeden hemen önceki
heyecanın doruk noktasını yine aynı saflıkla yakalayabilmek için çevrede hala değişmemiş
birkaç detayın yardımını arıyordu.
Taksi şoförüne ‘Ana Poli, Moreas sokağı lütfen’ diyerek adresi verdikten sonra arka koltukta
etrafı seyretmeye başladı. Şoför Akdenizlilere özgü tez canlılıkla park yerindeki kalabalıktan
birkaç manevra ile kurtulmuş, göz açıp kapayıncaya kadar Monastiriou Bulvarına kapağı
atmıştı bile. Henüz akşam trafiğine yakalanmadıkları için iki yanı yüksek binalarla kaplı
bulvarı oldukça hızlı bir şekilde geçtikten sonra, artık seyrin daha keyifli olduğu Egnatias
Bulvarında yola devam ediyorlardı. Şehrin alış veriş ve iş merkezlerinin yoğun bir şekilde yer
aldığı bu ana caddenin seyri oldum olası hoşuna giderdi. İnsanların ne aradıklarını bilmeden,
belki de hiç umursamadan oradan oraya dolaşmalarını izlemek onda Atina’dan sonra daha
gevşek, daha rahat bir kente geldiği izlenimini pekiştiriyordu. Bu yol yeni ve eski binaları,
parkları ve tarihi yapılarıyla sürekli barındırdığı insan kalabalığından öte bir seyir sunuyordu.
Bir keresinde babası bu yolun aslında Adriyatik kıyısından başlayıp İstanbul’a kadar devam
eden eski bir Roma yolu olduğunu anlatmıştı. Bir zamanlar Jül Sezar’a, sonra da Markus
Antonius’a şanlı birer zaferin kapılarını açan ve haçlı ordularının da defalarca çiğnediği bu
yol ona ise her zaman büyükanneye ulaşmanın son birkaç dakikasının tatlı heyecanını
yaşatmıştı.
Taksi Egnatias’ın sonuna geldiğinde doksan derece sola dönerek tırmanmaya başladı. Kısa
sürede Ana Poli’nin eski evlerinin çevrelediği dar sokaklarda ilerlemeye başlamışlardı. Bunca
yıla rağmen bu bölge o kadar az değişikliğe uğramıştı ki, her baktığı köşede çocukluğundan
kalma, belki de bazılarını bizzat kendisinin bıraktığı izlere rastlaması hala mümkün olabilirdi.
Moreas sokağına girdiklerinde heyecanı biraz daha arttı. Az ilerideki kırmızı evi işaret ederek
‘burada ineyim’ anlamında şoförün omzuna dokundu. Biraz sonra bavulunu çekerek kırmızı
evin yanından giren dar sokağa saptığında az ileride bembeyaz badanası, yeşil kapısı ve
pencerelerinden sarkan rengarenk saksı çiçekleriyle küçük, cumbalı, sanki merakla gelecek
misafirini bekler gibi sokağa doğru bir parça eğilmiş eski ve şirin bir ev çarptı gözüne. Eve
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa30
doğru yürürken, yerde rastladığı tebeşirle çizilmiş sek sek merdivenleri ve az ilerisinde bir
köşesi yıkılmış taştan mamul futbol kalesi, belki de biraz önce kızlarla oğlanların yan yana
sek sek ve tek kale futbol maçına tanıklık etmiş bu sevimli sokağın üzerinde süs gibi geldi
gözlerine.
Kapıya ulaştığında üzerindeki eski demir tokmağı sevgiyle kavradı. Birisinin üzerinde taşlı bir
yüzük şekli işli olan parmaklarının ucuyla kibar bir şekilde madeni bir top tutmakta olan
kadın eli şeklindeki kapı tokmağının çıkardığı ses görüntüsüyle uyumsuz bir toklukta idi.
Daha ikinci vuruşta içeriden oldukça yüksek perdeden ve o ölçüde duygusal bir çığlık işitildi.
‘Fotios… Yavrum...’
Kim bilir kaç yıldır görmediği yaşlı kadın, bu beklenmedik ziyaretin haberiyle o denli
sevinmiş ve duygulanmıştı ki buluşma anının gerçekliğiyle tek başına baş edemeyeceğini
düşünerek birkaç komşusuyla birlikte bekliyordu. Terliklerini bile unutarak avluya fırlayan
büyükannenin yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle boynuna sarılması eşlik eden komşu
kadınların bile gözleri yaşartmış, ziyaretinin bu denli büyük bir mutluluğa neden olduğunu
görmek ise onda da karşı konulmaz bir heyecana yol açarken bir yandan da bu tatlı ihtiyarı ne
denli ihmal etmiş olduğunu hatırlatarak bir miktar utanmasına neden olmuştu.
Büyükannenin sevinci o denli içtendi ki, yan yana oturdukları ilk yarım saat boyunca bir
yandan torununun ellerini ve yüzünü okşuyor, bir yandan da aklına gelen bölük pörçük
çocukluk maceralarını komşu kadınlara anlatırken yavaş yavaş sakinleşmeye çalışıyordu. Bir
süre sonra ortalığın durulduğuna kanaat getiren komşular, yaşlı kadına karşı görevlerini yerine
getirmiş olmanın gönül rahatlığıyla veda edip ayrıldılar.
Akşama doğru eski odasında gözlerini açtığında çarşaf ve nevresimlerin kokusunu derin derin
içine çekti. Bu koku her zaman güven, eğlence ve özgürlüğün kokusu olarak beyninde yer
etmişti. Ne zaman başı sıkışsa ya da canını sıkan bir olay olsa bu kokuyu uzaklardan bir
yerden duyar gibi olurdu ama büyükannenin evi dışında hiçbir evde aynısına rastlayamamıştı.
Kaç kere annesi onu temiz çarşaf ve nevresimleri koklarken yakalamış ama o annesini
gücendirmemek, muhtemelen annesi de onu utandırmamak(!) için birbirlerini görmezden
gelmişlerdi. İki eliyle yorganı bir kez daha burnuna götürüp derin derin koklarken odanın
kapısında gülümseyerek kendisini izleyen büyükanne ile göz göze geldi.
‘ Büyükannenin kuzusu.. Çok mu özledin eski yatağını? Yoksa yine aralarda mı kaldın?’
‘Büyükanne yine formunda’ diye düşünüp gülümsedi. Bir yandan uzun süredir arayıp
sormadığı için dokunduruyor, bir yandan da yine önemli bir kararın eşiğinde çaresizce yardım
beklediğini sezmiş olduğunu hissettiriyordu.
‘Seni özledim de geldim bir tanem’ diye yaltaklandı önce rol icabı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa31
‘Ben seni bilmez miyim? Büyükanneni hiç unutmasan, çok özlesen de buralara kadar seni
getirecek başka bir derdin olmalı. Hadi gel mutfağa, hem anlat hem de bana yardım et biraz’
diyerek anlına bir öpücük kondurup, yatağından kaldırdı.
Mutfağa girdiğinde, onca geçen zamana karşın neredeyse hiçbir değişikliğin olmadığını
görmek neşesini bir kat daha arttırmıştı. Tabakların özenle dizili olduğu duvardaki tahta
rafların altındaki tezgahta şimdilerde artık kimsenin kullanmadığı kadar eski model bir ocak,
üstündeki tencerelerin kapaklarını ağır ateşte titreterek eskiden hatırladığı güzel bir melodiyi
tutturmuştu. Pencere kenarında büyükannenin sedir dediği kenarı işlemeli yastıklarla döşeli
oturma yerine keyifle yerleşti. Pencereden baktığında gördüğü küçük bir elektrik lambasının
aydınlattığı çiçek saksılarıyla dolu avlu ve bahçe duvarının üstünden ışıl ışıl körfez her ne
kadar bildiği bir manzara olsa da kısa bir süre hoş bir şaşkınlık geçirmesine neden oldu.
‘Büyükanne, ne zamandır baş başa kalamadık biz?’ diye sordu biraz çekinerek.
Bu içtenlikli soru ile asıl konunun açılmakta olduğunu hisseden yaşlı kadın tencerelerin
altındaki ateşi biraz daha kısarak gelip torununun yanına yerleşti.
‘Çok uzun zaman oldu kuzucuğum. Yangından sonra doktorun da tavsiyesiyle babanlar bütün
yaz seni bana bırakmışlardı hatırlarsan. En güzel yazımız o yazdı bana göre. Daha sonra
babanın işi nedeniyle Kanada’ya gittiğinizde üç yıl birbirimizden ayrı kalmıştık. Bana ne
güzel mektuplar yazardın. Hala saklıyorum onları biliyor musun?’
Her şeyi değiştiren yangını hatırlamak belli belirsiz ürpermesine neden oldu. Yangından sonra
duyduğu suçluluk iyice içine kapanmasına sebep olmuş, giderek artan korkuları ve uyku
bozuklukları nedeniyle onu bir psikiyatriste götürmek zorunda kalmışlardı. Aylarca süren
konuşmaları, psikolojik testleri ve bu sürecin onu ne denli sıktığını hala anımsıyordu.
Sonunda bir süre çevre değiştirmesinin yararlı olabileceğine ve o sene tüm yaz tatili boyunca
büyükannenin yanında kalmasına karar verilmişti. Tam da öngörüldüğü gibi yaz tatilinin
sonunda büyükannenin de büyük çabalarıyla yine eski neşesine kavuşmuş, annesi ve
babasıyla yine eskisi gibi utanıp sıkılmadan konuşabilir, geceleri ise huzurlu ve kesintisiz bir
uyku uyuyabilir olmuştu.
‘Beni asıl tedavi eden sendin değil mi büyükanne?’
Yaşlı kadın bu soruyu bekliyormuş gibi anlatmaya başladı.
‘Doktor annenle babana, asıl sorunun yangın nedeniyle duyduğun suçluluk hissinden çok o
gece onlar arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığını düşünmen olduğunu söylemiş. O
yaşta bir çocuk için oldukça büyük bir yük. Sürekli, ikisini de senin uyandırdığını, ikisini de
aynı şekilde sevdiğini, hiç birisinden vazgeçmek istemediğini söyleyip durmuşsun.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa32
Hatırlıyorum da, herkes yangından çok, senin durumuna üzülmüştü. Özellikle de baban çok
etkilendi bu durumdan ve kendini sorumlu tuttu.’
‘Ben hala o gecenin çok farklı bir deneyim olduğunu düşünüyorum büyükanne. İnanır mısın
bilmem ama adım gibi eminim ki aynı anları iki kez farklı şekilde yaşadım o gece. Bana da
biraz saçma geliyor ama anımsadıklarım o denli gerçek ve detaylı ki bu şekilde düşünmeden
de edemiyorum.’
‘Büyükannenin bir tanesi, bırak artık o anılar hatırlandıkları şekilde kalsın sende. Hepimiz
için en iyisi bu. Sen gerçekten ne annenden vazgeçtin ne de babandan. O gece olanlar küçük
bir çocuğun seçimlerinin arkasına saklanamaz. Hem zaten iyi biten her şey iyi değil midir?’
‘Sen mi söylüyorsun bunu?’ deyip bastı kahkahayı.
Sıkıntılı anların sona erdiğini gören yaşlı kadın ‘Ha şöyle, benim eski neşeli, yaramaz
Fotios’um ol yine. Ama büyükanne ile de fazla dalga geçme bakayım’ diyerek şakadan
azarladı torununu.
Büyükanne havanın serinlediğini düşünmüş olmalı ki terasta yemek yerine tabakları
mutfaktaki küçük masaya yerleştirmeye başlamıştı bile. O da yerinden kalkıp yardım etmeye
karar verdi. Çatalları ve bıçakları yerleştirirken göz göze geldiler. Muzip bir gülüşmenin
ardından büyükanne torununun ne düşündüğünü anlamış, tezgahın altındaki dolaptan
çıkardığı küçük şişeyi uzatmıştı bile.
‘Al bakalım, seninle bir kadeh içemeyecek kadar yaşlanmadım daha.’
‘Büyükannelerin güzeli, ruhum benim. Her zaman aklımdan geçenleri okursun değil mi? Hem
de artık aynasız yapıyorsun bunu.’
Kadın duyduğu sevgi dolu tezahürata karşılık memnuniyetle gülümsedi torununa. Ama sonra
söylediklerini anlayınca biraz bozulmuş gibi yaparak ‘Nerden hatırladın şimdi onu? Yok, artık
uğraşmıyorum o işlerle uzun süredir’ diyerek kestirip atmaya çalıştı lafı.
Üzeri dolmalar, turşu çeşitleri, mezeler ve çeşitli otlardan yapılmış salata tabakları ile dolu
olan masayı sedire doğru çekip yan yana oturduktan sonra birer kadeh uzoyu tokuşturup ilk
yudumlarını aldılar.
‘Hadi büyükanne, kırma beni. Anlat şunu bir daha. Neydi o senin aynalı fal hikayesi?’
Olayın eğlence konusu olmasına biraz içerlemiş gibi suratını asan yaşlı kadın şakayla karışık
terslendi.
‘Fal değildi o. Evet emekli olduktan sonra bir süre kahve falı bakarak oldukça meşhur
olmuştum Selanik’te. Ama o sözünü ettiğin şeyin kesinlikle fal ile uzaktan yakından bir ilgisi
yok.’
‘Neydi o zaman?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa33
‘Fal bakmayı ilk kez annemden görüp öğrenmiştim. Geldiği yerde oldukça yaygın bir
eğlenceymiş kahve falı. İnsanlar yaşadıklarını kendilerini hiç tanımayan birinin ağzından
duyduklarında şaşırıp eğlenirlermiş. Annem bunun aslında fal ile bir ilgisi olmadığını
söylerdi. Çünkü insanlar geçmişte yaşadıklarını zaten bilirler. Hoşlarına giden şey ise
geçmişteki tercihlerinin başka biri tarafından da onaylanması ve gelecekteki seçimlerinde de
aynı isabetle davranacaklarına dair cesaretlendirilmeleridir.
Dinleyenlerin fal sırasında söylediklerime verdikleri tepkilere dikkat ettikçe onların
karşılaştıkları ya da karşılaşacakları olaylarla ilgili gerçek düşüncelerini ve tercihlerini henüz
kendileri bile farkında değilken sezme yeteneğim giderek gelişmişti. Geriye kalansa, onları
seçimleri konusunda desteklemekten başka bir şey değildi. En çok duymak istedikleri şey
yani.’
‘Ama bu doğru bir şey mi? Hele bundan para kazanmak?’ diye girdi lafa.
‘Parayı eğlendirdiğin için alıyorsun. Doğruluğuna gelince, işin aslı senin söylediklerinden çok
onların sana söylediklerinde gizli. Dinlemesini bilirsen, insanların kendilerine bile
söylemedikleri düşüncelerini kulağına fısıldadıklarını duyabilirsin. Hiçbir değişiklik
yapmadıktan sonra, onların fikirlerini yine onlara söylemekte ne zarar var?’
‘Büyükanne sen müthiş birisin. Keşke hep yanımda olsan’
‘Yağcılığı bırak. Benim kaç günlük ömrüm kaldı? Kendinle yüksek sesle konuşmayı öğren
kimseye ihtiyacın kalmaz’
‘Ne diyeceğim ki kendime?’
‘Kendi öykünü yüksek sesle başka birinin ağzından anlat. Sonra da ona akıl ver.’
‘Hepsi bu mu?’
‘Olur mu hiç? En önemli şeyi unutmamalısın. Cesaret. Korkaklar, seçmedikleri şeyler için
seçtiklerini suçlarlar. Cesur insanlarsa, seçimin bir kayıp içerdiğini bilip, kendi istedikleri ile
mutlu olmaya çalışan insanlardır.’
Büyükanne giderek daha hoş sohbet olmaya başlamıştı. Bu gecenin bitmesini hiç istemiyordu
ama bu yaştaki bir kadını onca saat oturmaya zorlamanın ne derece doğru olacağını da
kestiremiyordu. Biraz daha oturup asıl konuyu ertesi gün açmaya karar verdi.
‘Aynadan bahsedecektin büyükanne. Hadi nazlanma artık’ diyerek konuya geri döndü.
Söz etmek istemediği konunun tekrar açılmasından hoşnut olmadığı açıkça belli olsa da
torununun ısrarlı bakışları karşısında fazla direnemeyen büyükanne ‘Nereden çıkarttın bu
gece bunu bilmem ki’ diye söze başladı. ‘Dedim ya, çocukluğumdan beri fal bakıyorum. Fal
bakarken söz edilecek konular sınırlıdır. Aşk, para ve iş ile ilgili olayların dışına pek çıkılmaz.
Ben ise zaman içinde kendimde farklı bir durumun gelişmekte olduğunu sezinledim. Fallarına
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa34
baktığım insanlardan, o sırada konuşmakta olduğumuz konudan farklı konularda da sezgiler
alıyordum. Bunları bazen sözler şeklinde, bazen de benimle ilgisi olmayan olaylar hakkında
birden ortaya çıkıveren kendi düşüncelerimmiş gibi algılıyordum. Bölük pörçük, sanki arada
bazı parçaları eksikmiş gibi algıladığım bu düşüncelerin karşımdaki kişiye ait olabileceği
izlenimine ilk kez, bunları yanlışlıkla yüksek sesle tekrar ettiğimde aldığım bir tepki
sonrasında kapıldım. Aramızda hiç sözü edilmemiş konularda henüz tamamlanmamış
kararları ya da bir nedenle çözemeden bir kenara attıkları sorunları ile ilgili olgunlaşmamış
tercihleri hakkında fikir sahibi oluyordum. Bununla birlikte, çok dağınık bir şekilde gelen bu
izlenimlerin gerçekten karşımdaki kişi ile ilgili olduğunu da birçok kez sınadım ve gördüm.
Hatta önceleri oldukça eğlenceli olduğunu düşünmüştüm. Fal bakarken aniden kendileri ile
ilgili çok farklı ve önemli bir konu hakkında önerilerde bulunarak oluşturduğum etki çoğu kez
hoşuma gidiyordu ama giderek insanların bunu istemediklerini anladım. Onlar bir parça
eğlenceyle birlikte, yaşamın basit sorunları hakkında ürettikleri ya da üretmeyi düşündükleri
çözümler için desteklenmek istiyorlardı. İstemedikleri tek şey yeni çözümlerdi. Farklı fikirleri
duymaktan hoşlanmadıklarını, istedikleri şeyin alıştıkları şekilde davranmaları konusunda
cesaretlendirilmeleri olduğunu öğrenmem uzun zamanımı almadı. Ama merakım da giderek
artıyordu. İnsanların akıl odalarına pervasızca dalabilme fikri çekici gelmeye başlamıştı. Buna
rağmen algılarım oldukça düzensiz ve tatmin edici olmaktan da oldukça uzaktı.’
O ana kadar merakla dinlemekte olduğu büyükannenin sözlerini kendini tutamayarak kesti.
‘Aynayla mı hallettin sorunu?’
Büyükanne bir yandan anlatırken bir yandan da yemeğin üstüne yapmış olduğu kahveleri
masaya taşıdı. ‘Ayna bana sevgili annemin eski bir dostu olan Madam Fresnel’in hediyesi idi.
Kendisini sadece bir kez, bizi ziyarete geldiğinde görmüştüm. Benim için getirdiği hediye
paketini açınca oldukça güzel bir ağaç çerçevenin içinde o muazzam kristal aynayı gördüm. O
an ne kadar sevindiğimi anlatamam. Ayna yaklaşık elli santim çapında kusursuz bir daire
şeklinde imal edilmiş bir çerçevenin içinde, arkasından açılan bir ayakla desteklenerek
masanın üzerinde durabiliyordu. Madam Fresnsel aynanın oldukça değerli bir parça olduğunu,
onu değerini pek anlamamış olan son sahibi Madam Poisson isminde bir bayanın
ödeyemediği borçları nedeniyle satılığa çıkan eşyaları arasından seçip aldığını anlatmıştı.
Madam Fresnel’i bir daha hiç görmedik ama ayna benim en değerli eşyalarım arasına onu ilk
gördüğüm anda girmişti bile. Karşısında saçlarımı tararken, kendimden çok aynaya ve o
mükemmel ağaç çerçevesine bakıyordum. Aynayla ilgili keşfim, ilk kez annemi aynanın
karşısında taranırken seyrettiğimde oldu. Bir yandan hala ipek gibi olan kumral saçlarını
tarıyor, bir yandan da aynanın arkasında oturmuş kendisini seyreden bana sevgi dolu
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa35
bakışlarla dalmış, kim bilir neler düşünüyordu. Aslında çok fazla merak etmem de gerekmedi.
Birden sanki bir meleğin kulaklarıma fısıldadığı sevgi dolu sözcükleri duydum. Benim için
duyduğu üzüntüyü anlattığını düşündüğüm bir şarkının ilk kez duyduğum birkaç sözünü ona
tekrarladığımda çok şaşırmıştı. O ana kadar bana bu şarkıyı söylediğini hatırlamadığını
mırıldanabildi ancak. Ama sonraları ne olup bittiğini onun da fark ettiğini anlamıştım, çünkü
bir daha hiç o aynanın karşısına geçip taranmadı.’
Büyükannenin anlattıkları uzonun da etkisiyle ortamı oldukça hassaslaştırmıştı. Onca yıl
duymadığı detaylarla sersemlemiş bir halde aklına gelen ilk soruyu sordu.
‘Büyükanne, neydi o şarkının sözleri?’
Kadın sanki bu soruyu bekliyormuş gibi söylemeye başladı şarkıyı. Aksak bir ritimle kıvrak
bir melodiyi oldukça başarılı bir şekilde söylüyordu.
‘Elmam, mandalinam benim
Tatlı gözlerinde, tatlı güzelliklerinde
Yavaş yavaş unuttum diğer bütün sevgileri.
Elmam, mandalinam, o dediğimiz olacak’1
‘Bu şarkı annemin karşı kıyıdaki ülkesinden getirdiği bir şarkı’ diye devam etti anlatmaya.
‘Ben henüz küçük bir çocukken babamın bizi terk edip gitmesinden sonra bir daha evlenmedi.
Genç yaşta dul bir kadının o yıllarda üstelik küçük bir kız çocuğuyla yalnız kalmasının ne
denli zor olduğunu şu anda tahmin etmen dahi olanaksız. Tanrıya şükür ki, o sıkıntılı yılları
şimdi artık hiçbiri hayatta olmayan birkaç akrabamız ve onların artık izini bile kaybettiğimiz
çocukları ile bu mahallede birbirimize dayanarak geçirdik. Annem fal bakarak ve dikiş
dikerek kıt kanaat biriktirdiği paralarla yetiştirdi beni. Bir de, karşı yakadan geldiğimiz için
bizi kendinden kabul etmeyen halka karşı verdiğimiz mücadeleyi eklersen o yılları nasıl olup
da dağılmadan atlatabildiğimize şaşmak gerek. İşte bu kadar sıkıntı içinde yaşamak zorunda
kalan annem bir de babasız büyümemin nedeni sanki kendisiymiş gibi üzülürdü.’
Bir süre dalıp gittikten sonra mırıldandı ‘Belki de haklıydı, kim bilir?’
‘Neyse, konumuza dönelim. Aynanın yeteneğimi tamamlayan bir araç olduğunu fark ettikten
sonra birçok kişinin üzerinde denedim onu. Karşısına geçip uzunca bir süre kendi yüzüne
bakan insanları aynanın yaklaşık iki üç karış arkasından izlediğimde düşüncelerine, hatta daha
ötesine dahi ulaşabildiğimin farkına vardım. Algılarım daha berrak, daha yoğun bir şekilde
biçimleniyordu kafamın içinde. İnsanlar uzun bir süre aynada kendi yüzlerine baktıklarında en
sık düşündükleri şey nedir biliyor musun?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa36
Hiç beklemediği bu soruya ne cevap vereceğini şaşırdı. ‘Ne kadar güzel oldukları mı?’
Yaşlı kadın aceleyle gelen bu komik yanıta gülümseyerek tamamladı sözlerini. ‘Ölümleri
oğul, ölümlü oldukları. Hayatları boyunca nadiren düşündükleri ölümleri, kendi yüzlerini
görünce geliyor akıllarına. Bunu düşünürken ise arkada tüm düşünceler serbest kalıyor.
Yaşamlarındaki her şey hakkında fikirleri belirginleşip, neredeyse görünür hale geliyorlar.
Kendi gözlerinin içine daldıklarında geçmişlerini görüyorlar.’
Bir süre durup, merakla dinleyen torununun yüzünü inceledikten sonra sanki bir sır
veriyormuş gibi kısık bir sesle mırıldandı. ‘Bazılarının atalarını gördüğünü dahi hissettim.’
Son duydukları ile hafif bir ürperti geçirerek yaşlı kadının sözünü kesti. ‘Atıyorsun artık
büyükanne.’
Oldukça neşeli bir kahkaha patlatan büyükannenin verdiği yanıtla birlikte gülmeye başladılar.
‘Evet ama sen başlattın.’
Birbirlerine sarılıp öpüştükten sonra bir süre daha ara ara gülmeye devam ettiler. Büyükanne
uzonun etkisiyle hem iyice açılmış hem de neşelenmişti. Sofrayı toplayıp bulaşıkları
yıkamaya başlayan kadını seyrederken, bir yandan da bütün gece konuşulanları düşünüyordu.
Birden aklına geleni sormak için kalkıp büyükannenin yanına gitti. Yıkanan tabakları bezle
kurulamaya başladığında kendisine mutlulukla bakan yaşlı kadına son bir soru daha sordu.
‘Büyükanne, aslında anlattıklarının hepsi gerçek, değil mi?’ Yanıt vermesine fırsat
bırakmadan devam etti söyleyeceklerine: ‘Yangından sonra sana geldiğim yaz beni de sık sık
o aynanın karşısına geçirirdin. Ne kadar mutsuz göründüğüme bakıp yüzümdeki ifadeyi
düzeltmem için gülümseme alıştırmaları yaptırırdın. Aslında sen o gece ne olduğunu
biliyorsun değil mi?’
Bulaşıkları yıkamayı bırakan büyükanne torununun yanağına küçük bir öpücük kondurduktan
sonra kaçamak bir yanıtla geceye son noktayı koydu. ‘İnan ki bu konuda sana anlatılandan
başka bir gerçek yok. Merak etme baban seni çok seviyor. Annen de tabii. Onları görmeye
daha sık gitmelisin.’ Bir an dengesini yitirir gibi olunca torunu telaşla koluna girip sedire
oturttu. ‘İyi misin büyükanne, bir şeyin yok ya?’
Hıçkırdığı için biraz utanarak ayağa kalmaya çalışan büyükanne ‘Hadi artık beni yatağıma
götür ama bu uzo işini de daha sık yapalım, olur mu?’ diyerek torununun koluna yapıştı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa37
BÖLÜM VII
Sabah gözlerini açtığında koridordaki eski duvar saatinin gongu dokuzuncu kez vuruyordu.
Saymaya muhtemelen uykusunda başlamış, sonuna doğru ancak uyanabilmişti. Ama evdeki
gündelik yaşam her zamanki gibi erkenden başlamış, üstelik epey bir yol kat etmiş
görünüyordu. İçerden gelen kızarmış ekmek kokusuna bakılırsa, büyükanne dün gecenin
finaline rağmen sabahın erken saatlerinde gündelik işlere ayak uydurabilme konusunda en
küçük bir sıkıntı çekmemiş gibiydi.
‘Günaydın büyükanne.’
Sesi oldukça gür ve neşeli çıkmıştı. Yanıtı beklemeden bavulundan diş fırçasını ve tıraş
makinesini kapıp tuvaletin yolunu tuttu. Yaklaşık on dakika sonra çıktığında büyükanneden
hala ses soluk çıkmıyordu. Merakla mutfağa doğru yürüdü. İçeri girdiğinde büyükanne
kahvaltıyı çoktan hazırlamış, sedirde otururken önündeki bir albümden çıkarttığı eski
fotoğrafları biraz özlem, bekli de biraz hüzünle inceliyordu.
‘O baktıkların nedir büyükanne?’
Yaşlı kadın torununun sesi ile dalıp gittiği dünyadan çıkıp, elinde tuttuğu fotoğrafı uzatarak
demlediği çaydan ikisine de birer bardak doldurmak için kalktı.
‘Dün gece zavallı annemi gördüm rüyamda. Bana sanki anlatmak istediği bir şeyler vardı.
Ama uzun süre hiç konuşmadan birbirimize baktık. Hasret giderdik. Bak onun bulabildiğim
en genç hali. Güzelmiş değil mi?’
İlk kez yıllar önce, henüz küçük bir çocukken görmüş olduğu fotoğrafı hemen anımsadı.
Siyah saçlı, esmer ve oldukça alımlı genç bir kadın fotoğraftan insanın gözlerinin tam içine
hüzünlü bir bakışla sanki yardım ister gibi bakıyordu.
‘Sendeki bu güzelliğin nereden geldiği belli’ diyerek ortamı neşelendirmek istedi.
Ne kadar yaşlı olursa olsun her kadının hoşuna gidecek bir iltifatla hedefe tam isabet etmiş
olmalıydı ki, büyükanne ‘Hadi bakalım, yaptın gene yapacağını. Bu yaşlı kadının gönlünü
kazandın yine’ diyerek, kızarmış ekmeğin üzerine eskiden sevdiği gibi bir parça zeytinyağı
gezdirip tuz ve karabiber serperek tabağına koydu. O dayanılmaz nefis kokuyu bir süre içine
çektikten sonra iştahla kahvaltıya başladılar.
‘Büyükanne, bu fotoğraf nerede çekilmiş? Anlatsana yine’
Kadın sanki anımsamakta zorluk çekiyormuş gibi bir süre düşündükten sonra daha önce de
dinlediği o acıklı öyküyü yeniden anlatmaya başladı.
‘Sevgili anneciğim İzmir’den kaçıp Sakız’a yerleştiklerinde çektirmiş bu fotoğrafı. O sıralar
annesiyle birlikte oldukça zor bir dönem geçiriyorlarmış. Babası kaçamayıp İzmir’de kalmış,
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa38
sonradan aldıkları habere göre o zamanın kargaşası içinde şehre giren Türk kuvvetlerine karşı
direnirken öldüğünü öğrenmişler. Zavallı annem, annesiyle birlikte kaçırabildikleri birkaç
parça altın ve ziynet eşyasıyla adada tutunmaya çalışırken yine onlar gibi İzmir’den gelen
babam ve ailesiyle tanışmışlar. Babam annemleri korumasına almış. O zor günlerde annemin
cazibesine kapılan babam ne yapmış etmiş, biraz da anneannemin yardımıyla bir ay içinde
annemle evlenmeyi başarmış. Düşünsene o sıralar Sakız’da o kadar göçmen için ne doğru
dürüst kalacak bir yer var ne de o kadar insan için doğru dürüst yiyecek içecek. Ellerindeki
altınların bir kısmı ile yerlilerin birinin evinde kiraladıkları iki göz odada kalıyorlarmış. İşte
ben o evde doğmuşum. Selanik’e ancak bir yıl kadar sonra gelebilmişiz.’
Öykünün burasında büyükanne derin bir nefesle soluklandı. Bir süre beklemesine rağmen
öykünün arkasının gelmediğini görünce genç adam elindeki fotoğrafı uzatarak konuya
dönmeyi denedi.
‘Bu fotoğraftaki kolyesini daha önce de görmüştüm. Eskiden beri zaman zaman belleğimin
derinliklerinden
ilgisiz
yerlerde
gün
yüzüne
çıkar
dururdu.
Demek
ki
buradan
anımsıyormuşum.’
Büyükanne fotoğrafa dikkatle baktıktan sonra anımsadığını belli eden bir gülümsemeyle ‘O
gördüğün şey kolye değil, daha çok bir tılsım’ diyerek düzeltti.
‘Geldiği yerde yerli halk bu şekilde üçgen katlanmış deri muhafaza içine kutsal sözler
yazılmış tılsımları yine deri bir kordonla boynuna asar ya da fanilasına iğnelerse, kötülüklerin
uzak duracağına inanırmış. Anneme de kaçmasına yardım eden bir arkadaşı vermiş. Adını
söylediğini hiç anımsamıyorum ama bir keresinde kim olduğunu sorduğumda Ölüler
diyarından bir dost demişti. O günlerden konuşmayı çok sevmezdi. Büyük Elen ordusu
İzmir’e ayak bastığında bizimkiler onları şenliklerle karşılamışlar ama üç yıl sonra Türkler
geri geldiklerinde yurtlarını bırakıp kaçmak zorunda kalmaları onu çok derinden etkilemiş.
Her iki dönemde de kötü şeyler yaşanmış. Savaş hakkında konuşmak bile uğursuzluktur, biz
bundan sonraki hayatımıza sarılalım derdi hep.’
Büyükanne öyküyü tamamladıktan sonra birer bardak daha çay doldurmak için kalktı.
‘Bana bak, sen yine iki lokma bir şey yedin. Bir dilim daha yemezsen ağzımdan bir kelime
bile alamazsın ona göre’ diye gözdağı vermeyi de ihmal etmedi.
İstediğinde ne kadar inatçı olduğunu bildiği büyükanneyi kızdırmanın hiç sırası olamadığını
düşünerek hemen kızarmış ekmeklerden bir tanesini daha zeytinyağıyla hazırlayıp göstere
göstere büyük bir ısırık aldı. Hızla çiğneyip yuttuktan sonra kendisini küçük bir çocuğu
seyreder gibi gülümseyerek izleyen kadından yüz bulup yaltaklandı.
‘Hala duruyorsa o tılsımı görebilir miyim büyükanne’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa39
‘Ben de hiç görmedim ki onu evladım. Sanırım buraya taşınırken kaybolup gitmiş.’
Aniden aklına gelen bir başka fotoğrafı aramak için elindeki ekmeği bırakıp, albümün
sayfalarını karıştırmaya başladı.
‘Annenin bir de gelinlikli fotoğrafı yok muydu büyükanne?’
Torununun bir şey keşfetmiş gibi telaşlı telaşlı fotoğrafları karıştırmasına müdahale ederek
‘Dur bir dakika. Hepsini dökeceksin haylaz oğlan. Ben bulurum sana’ diye aralardan bir
yerden çekip çıkarttığı fotoğrafı uzattı.
Yine oldukça eski ve yıpranmış bir siyah beyaz fotoğrafta, ortada sandalyede oturan bir gelin
solgun bir yüzle insanın gözünün içine bakarken bir eliyle yanı başındaki eşinin elini tutuyor,
her iki yanda ise iki yaşlı kadın ve bir de yaşlı adam çocuklarının mutluluğunu paylaşan
gülümseme ile fotoğraf makinesine sırıtıyorlardı.
‘Bak burada tılsım yok’ diyerek fotoğrafı büyükanneye uzattı. Kadın uzatılan resmi
incelemeden alaylı bir tebessümle parmağını sallayarak torununa takılmadan edemedi.
‘Seni gidi Sherlock Holmes’
‘Sen de biliyordun değil mi? Anlattıklarına göre, bu iki fotoğraf arasında en fazla bir ay
olmalı. Buna göre, tılsım Sakız’da kalmış.’
‘Kim bilir kuzucuğum, belki de yolda bir yerlerde kaybolmuştur. Hem o kadar da önemli bir
şey değil ki bu. Alt tarafı bir batıl inanış işte’ diyerek yanıtladı büyükanne.
Büyükannenin kaçamak yanıtları merakını iyice kışkırtmıştı. Kendi derdini unutarak, bulduğu
eski öyküye daha bir sarılıp konuyu iyice deşmeye karar verdi.
‘Benim hiç tanıyamadığım bu güzel ve gizemli kadının yüzüne baktığımda, onda beni rahatsız
eden bir şeyler görüyorum. Senin yıllarca beraber olduğun annenin bu kadar ilginç bir geçmişi
olacak da sen bu anlattıklarından fazla bir şey bilmeyeceksin. Hiç de inandırıcı değil gibi
geliyor bana.’
Sözlerinin boşa gitmediğini, bilmediği bazı hedeflere isabette bulunduğunu kadının bir süre
sessiz kalarak gözlerinin buğulanmasından anlamıştı. Büyükanne torununun geçmişine
gösterdiği ilgiden hoşlanmış gibi görünüyordu. Buna rağmen, şimdiye dek hiç açılmamış
konulardan söz etmeye başlarsa sanki bazı suçlarını da itiraf etmesi gerekecekmiş gibi bir
kararsızlıkla bir süre bocaladı. Neden sonra, belki de doğru zamanda doğru kişinin isteği
olduğuna karar vererek çekine çekine anlatmaya başladı.
‘Sana anlatacaklarımdan babanın dahi haberi yok. Benim oğlum hiçbir zaman bunları merak
edip bir soru sormamıştır. Bizim Küçük Asya geçmişimizi benim annemin de istediği gibi
silerek tam anlamıyla buraya ait olmamızın daha doğru olduğunu düşünüyordu sanırım. Ama
insan ne ise odur. Ne fazla ne eksik.’ Bir süre durakladıktan sonra, başladığı işi artık
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa40
tamamlamaktan başka çaresi olmadığına karar vermiş olacak ki herhangi bir ısrara gerek
kalmadan sözlerine devam etti.
‘Annemin, yaşamının ilk on dokuz yılını geçirdiği memleketinden hemen hemen hiç söz
etmemesi senin gibi benim de ilgimi çekmişti. Etrafımızda bizim gibi oradan göç etmiş
ailelerin çocukları annelerinden ve babalarından öğrendikleri birçok şeyi anlatırlar, bense
neden bizim de onlar gibi bu konuyu aile içinde konuşmadığımızı merak eder dururdum.
Anneannemi neredeyse hiç hatırlamıyorum. Biz buraya geldikten kısa bir süre sonra ölmüş
zavallı. Babamın bizi terk edip gitmesinden sonra ise, annemin bu derece ketum davranmasını
geçmişe ait her şeyi geride bırakmak istemesine bağlamıştım. Ama…’
‘Ama…’ diye tekrar ederek herhangi bir kesintiyi kabul etmeyeceğini yaşlı kadına hatırlattı.
‘Ama sonradan bazı şeyleri öğrendim.’
Heyecanla büyükannenin sözlerini tamamladı ‘Öğrendin mi? Annen mi anlattı sonunda?’
‘Pek anlattı diyemeyiz. Uzun kış gecelerinde baş başa geçirdiğimiz onca zaman sorduğum
ısrarlı sorulara ne kadar dirense de, ağzından kaçırdığı bölük pörçük anılar ve anlattığı
masallardaki benzer olaylar, annemin bana hem söz etmek hem de unutmak istemediği bir
şeyler olduğu izlenimini vermişti. Ben de merakımı yenemedim ve kendim biraz araştırdım.’
‘Nasıl araştırdın? Anneni tanıyan birilerine mi ulaştın?’
Kadın suçunu itiraf etmenin zamanı gelip çatmış gibi sıkıntıyla yanıtı ağzında geveledi.
‘Bizzat annemden öğrendim desek daha doğru olacak.’
‘Ama sen demiştin ki..’ Birden anlaması gerekenin farkına vararak hayretle tamamladı
sözlerini. ‘Büyükanne yoksa sen?’
‘Evet. Gerçi çok fazla cesaret edemedim buna. Hem insanlar uyurken düşünceleri çok
karmaşık oluyor. Bu şekilde fazla bir şey öğrenebildiğimi söylemek zor. Daha çok, annemin
bölük pörçük anlattıklarını birleştirmeme ve bazı sonuçları çıkartabilmeme yaradı.’
Konu giderek ilginç olmaya başlamıştı. İtirafların yaratabileceği bir kararsızlığı önlemek için
büyükannenin biraz daha cesaretlendirilmesi gerekiyordu.
‘Sonuçta her yetenek kullanılması için verilmiştir. Ayrıca, senin de geçmişini merak etmen
doğal bir şey’
Yaşlı kadın torununun niyetini anladığını belli eden bir alaycılıkla sözlerine devam etti.
‘Merak etme başladığım işi bitirmekten caymayacağım… Senin de fark ettiğin gibi annemin
geldiği yerden yüreğinde taşıyıp getirdiği, belki de hiç unutamadığı bir derdi vardı. Doğup
büyüdüğü yerde bırakıp gelmek zorunda kaldığı bir aşk hemen hemen hiç yaşanmadan sona
ermiş, savaşın onu sürüklediği yerde karşılaştığı babamla muhtemelen istemeden evlenerek
bambaşka bir yaşama geçmek zorunda kalmıştı. Ölmeden önce bana İzmir’de yaşadığı evden,
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa41
komşularından bahsetti. Ama tüm yaşamı boyunca kalbinden çıkartıp atamadığı aşkından ne o
söz etti ne de ben bildiğimi ona söyleyebildim. Buna hala çok pişmanım.’
Öykünün burasında ikisi de hem heyecanlanmış, hem de böyle bir sonun getirdiği hüzünle bir
süre konuşmadan o şanssız kadının son günlerinde neler düşündüğünü anlamaya çalışmışlardı.
Sonunda söze başlayan yine büyükanne oldu.
‘Emekli olduktan sonra, bazı yazlar turlarla gezmeye giderdim hatırlarsan. 1983 yazında da
yine benim gibi emekli öğretmenlerden oluşan bir gurubun Türkiye’ye gezi düzenlediğini
duyunca hiç düşünmeden katıldım. Önce İstanbul’da üç gün gezdik eğlendik. Sonra turun
İzmir ve civarındaki kısmı için şehre geldiğimizde ben arkadaşların tüm itirazlarına rağmen,
dönerken buluşmak üzere onlardan ayrıldım. Ah Fotios, bilemezsin ne kadar güzel bir kent.
Deniz kıyısındaki kafeleri, birahaneleriyle Kordon boyu aynen Selanik. Gözlerini kapayıp
açtığında, hangisinde olduğunu bir an ayırt edemiyorsun. Şimdilerde nasıldır bilmem ama o
zamanlarda hala birçok yer annemlerin orada yaşadığı zamanların izlerini taşıyordu. Tahmin
edeceğin gibi, gruptan ayrılmamın özel bir nedeni vardı. Otele yerleşip, şehri bir süre
gezdikten sonra cesaretimi toplayıp bir taksiye atladım. Kırık dökük İngilizce’mle şoföre
Karantina’ya gitmek istediğimi zar zor anlatabildim. Şansım varmış ki semtin adı
değişmemiş. Hala hatırlarım, şoför beni Karantina’da Köşk Sinemasının önünde indirdi.
Annemin bölük pörçük tarifinden aklımda kaldığı kadarıyla eskiden iskelenin bulunduğu
yerin az ötesinde olduğunu tahmin ettiğim sinemanın tam karşısındaki yokuşu tırmanmaya
başladım. Hala ayakta olan eski evlere bakıyordum. 1922’deki büyük yangının ulaşmadığı bir
semt olduğu için annemin eski evini bulabileceğimi umuyordum. Ama tüm o evlerin yerine
apartmanların dikilmiş olduğunu görmek cesaretimi oldukça kırmıştı. Rastladığım birkaç eski
evden birinin kapısını nasıl çalabildim hala bilmiyorum. Kapıyı açan genç kızla bir süre
anlaşamadık. İkimizin İngilizce’si de birbirimizi anlamaya yetecek derecede değildi. Neden
sonra, Yunanistan’dan geldiğimi ve annemin savaştan önce buralarda bir yerde yaşadığını
anlatabildim. Kız beni içeri buyur edip annesine bir şeyler anlattı. Bir yandan çok hoş bir
misafirperverlikle tüm aile etrafımda toplanıp bana çay ve kurabiye ikram ederlerken, bir
yandan da muhtemelen anlattıklarımla ilgili tartışarak bana nasıl yardımcı olacaklarına karar
vermeye çalışıyorlardı. Sonunda yaşça daha büyük olan bir hanım Kemal adında birinden
bahsetti. Çayım bittikten sonra her biri ile candan bir şekilde vedalaşarak beni başka birinin
evine götürecek genç kızın peşine takıldım. Kız bir yandan gideceğimiz evin yakın olduğunu
anlatmaya, bir yandan da koluma girmiş yürümem için yardımcı olmaya çalışıyordu.
Gördüğüm ilgi korkularımı gidermeye yetmiş, moralim düzelmişti. Bir üstteki sokağa sapıp
biraz ilerleyince yine eski bir evin önünde durup kapıyı çaldık. Eski olmasına rağmen,
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa42
oldukça bakımlı, bahçesi yüksek bir duvarla çevrili, iki katlı güzel bir evdi. Ev sahibi genç bir
kadın bizi içeri aldıktan sonra beni getiren genç kız heyecanlı bir şekilde benim hakkımda tüm
anlayabildiğini anlattı. Rahat bir koltuğa yerleşip, ikram edilen kahvemi içerken bir an
kendimi evimde sandığımı anımsıyorum. Yine tüm ev halkı etrafımda toplanmış güler yüzle
tek tek elimi sıkıp -küçük bir kız ise öperek- bana hoş geldin demek istiyorlardı. Kahve aynen
bizim burada cezve içinde kaynatıp küçük fincanlarda içtiğimiz kahve gibiydi. Bir an bize ne
kadar benzediklerini fark ederek iyice rahatladım. Biz neşe içinde anlaşmaya çalışırken
‘Kalispera’ sözünü işittiğimde şaşkınlıkla sesin geldiği yöne doğru döndüm. Benden on yaş
kadar büyük olduğunu tahmin ettiğim, iyi giyimli yaşlı bir bey, gülümseyerek bana doğru
geliyordu. Elimi sıkıp hoş geldin dedikten sonra yanımdaki koltuğa oturdu. Yunanca
konuşurken biraz zorlansa da söyledikleri gayet iyi anlaşılıyor, o da benim söylediklerimi
eksiksiz anlayabiliyordu.’
Hiç tahmin etmediği bir anda karşısına çıkan bu gerçek öykünün karşı konulmaz çekiciliğine
kapılmış, büyükannenin anlattıklarını neredeyse kelimesi kelimesine küçük dudak
kıpırtılarıyla sessizce tekrar ederek duyduklarının gerçekliğine inanmaya çalışıyordu.
‘Ne mırıldanıp duruyorsun öyle?’ Büyükanne anlatmayı kesip, bir süre torununun hayretten
donakalmış yüzünü inceledi. Büyükannenin uyarısıyla bir an için içine düştüğü şaşkınlıktan
kendini kurtarıp, aklındaki soruları sormaya fırsat bulabildiği için mutlu olmuştu.
‘Kimdi o büyükanne? Yoksa annenin bırakıp kaçmak zorunda kaldığı aşkı mı? Niye
ayrılmışlar? Niçin onunla birlikte gitmemiş?’
‘Yavaş ol bakalım. Heyecanlanma. Sandığın kişi değil. Ama oldukça yaklaştın.’
Büyükannenin anlatacaklarını karıştırıp, unutabileceği korkusuyla sorularını daha fazla
uzatmadan dinlemeye karar verdiğini belli eden bir suskunlukla bir süre bekledi. Yaşlı kadının
olayları kafasında bir süre toparladıktan sonra yeniden anlatmaya başlamasıyla rahat bir nefes
almış, öyküyü sonuna dek kesmemeye kendi kendine söz vermişti.
‘Yanıma oturan kibar yaşlı bey, önce nasıl olduğumu, yolculuğumun nasıl geçtiğini sordu.
Anlaşılan yanıma gelmeden önce nereden ve ne amaçla geldiğim hakkında bilgilendirilmişti.
Hal hatır soran birkaç cümleden sonra, benim ve annemin ismini öğrenebilirse büyük
ihtimalle yardımcı olabileceğini belirtirken heyecanı gözlerinden okunuyordu. Ben de
gösterilen ilgi ve rahatça anlaşabileceğim bir kişiye rastlamanın mutluluğuyla her şeyi hızlı
bir şekilde anlatmaya başladım. İsmimin Fotini olduğunu, annemin bu civarlarda bir evde
doğup büyüdüğünü anlatırken beni merakla dinliyordu. Yüzündeki ifadenin acıyla karışık bir
şaşkınlığa döndüğünü ilk kez annemin adının Despina olduğunu söylediğimde fark ettim. Bir
süre sanki nefesini tutmuş, sonra çekinerek Yorgo’nun kızı mı? diye sormuştu. Bir an
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa43
aradığımı bulmuş olmanın sevinciyle adamcağızın boynuna sarılacaktım. Ama onda benzer
bir sevincin işaretleri yerine yaşlı yüzüne yayılan eski bir hüznün belirtilerini gördüğümde
hem şaşırdım hem de ortada ters bir durum olduğunu düşünerek biraz korktum. Ama bu
durum pek uzun sürmedi. Yaşlı adamın yüzündeki ifadenin yerini görmeyi umduğum sevince
bırakması yeniden rahatlamama neden oldu. Bir anda etrafındakilere beni göstererek
heyecanla bir şeyler anlatmaya başladı. Dinleyen herkesin yüzüne bir mutluluk ifadesi
yayılıyor, sanki uzun süredir görmek istedikleri bir yakınlarına kavuşmuş gibi çığlık çığlığa
yanıma gelip ellerimi tutuyorlardı. Gördüğüm ilginin giderek artmasından oldukça mutlu
olamama karşın, ne olup bittiğini benim de merak ettiğim yüzümden belli olmuş olmalı ki
yaşlı adam özür dileyerek bana da anlatmaya başladı. Annemi ve ailesini tabii ki tanıyorlardı.
Her ne kadar onları tanıyan hayattaki tek kişi evin büyükbabası olan bu yaşlı adam olsa da,
diğerlerinin de bizlerden haberdar olduğu belli oluyordu. Yaşlı adam annemi tanıdığında on
yaşlarında olduğunu anlattı. Rumcayı da büyük oranda annemden öğrendiğini, kendisini
oldukça güzel, alımlı ve çekici bir bayan olarak o an bile gözlerinin önüne hiç zorlanmadan
getirebildiğini anlatması çok hoşuma gitmişti. Öldüğünü öğrenince bir süre sustu ve
gözlerinde biriken yaşları sildi. O an ben de annemi sanki yeni kaybetmişim gibi ağlamaya
başlamıştım. Hep birlikte, beni teselli etmeye çalıştıkları belli olan kelimeler ve yumuşacık
tavırlarıyla ellerimden tutarak bir süre oyaladılar. Gördüğüm yakınlık hiçbir zaman sahip
olmadığım böyle geniş bir ailenin içimde zaten var olan özlemini tekrar hatırlamama neden
olmuştu. Yaşlı adam anlatacaklarının oldukça fazla olduğunu bu yüzden beni mutlaka misafir
etmek istediklerini söyleyerek kalmam için oldukça içten bir ricada bulundu. Bir yandan ilk
kez geldiğim bu yabancı evde misafir olma fikri doğru gelmezken, bir yandan da kısa bir süre
içinde bu insanlarla geçirdiğim hoş deneyim ve yaşlı adamın anlatacaklarına olan merakım bir
süre kararsız kalmama neden olmuştu. Ama aldığım bu nazik daveti, merakla yanıtımı
bekleyen ev halkının yüzlerindeki kuşkuya yer bırakmayan içtenlikten dolayı reddedemedim.
Konuşmamızı aralıklarla bizi dinleyenlere aktaran yaşlı adamın çevirisine bu sefer gerek
kalmamış, verdiğim olumlu yanıt herkesçe anlaşılıp sevinçle karşılanmıştı. Benim için
hazırlanan odaya yerleştikten sonra akşam yemeği için tüm aileyle birlikte masanın çevresine
toplandık. Evin sahibi olan Dr. Kemal bey, adı Hamid Veli olan yaşlı adamın tek çocuğuydu.
Eşi, küçük kızı ve teyzeleri ile birlikte yaşıyorlardı. Akşam yemeği ve tüm gece boyunca
Hamid Veli beyle yan yana oturup sohbet ettik. Konuşmamız zaman zaman Yunanca
açısından çıkmaza girince Kemal beyden de İngilizce olarak yardım alıyorduk.
Bana kapısını çaldığım ilk evin annemlerin evi olduğunu ve ertesi gün gezdirmek için dostları
olan şimdiki sahiplerinden izin alacağını söyleyerek söz verdi. Sohbet sırasında benim de
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa44
kendimden ve annemden bahsetmem gerektiğini düşünerek, önce ben ailemizin göç ve göçten
sonraki öyküsünü bildiğim kadarıyla anlattım. Öykümü hiç kesmeden dikkatle dinlemişti. Sıra
kendisine gelince, babasının savaştan önce İzmir’de posta müdürü, annemin babasının ise
kuru incir ticareti ile uğraşan oldukça zengin bir tüccar olduğundan bahsetti. Daha önce sıkı
bir komşuluk ilişkisi bulunan iki ailenin İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgali sonrasında
eski ilişkilerini koruyamadıklarını, bunun da o zamanın zor işgal koşullarında anormal bir
durum olamadığını anlattı. İşgalden sonra babası bir süre görevden alınmış fakat daha sonra
tekrar aynı yerde ama daha düşük bir pozisyonda çalışmasına izin verilmişti. Hatta sırf o
yıllarda işgal kuvvetleri emrinde çalışmak zorunda kalan diğer Türk memurlar gibi, işgal
sonrasında yeni idare tarafından suçlanmasa da pek fazla kabul görmemiş, işinde ilerlemesine
izin verilmemişti. Gerçi bu duruma ağabeyi Ziya beyin de azımsanamayacak derecede katkısı
olduğunu kabul ediyordu. Ziya bey, kendisinden onbir yaş büyük, edebiyata ve eğlenceye
düşkün, iyi giyinmeyi seven, oldukça yakışıklı bir delikanlıymış. İşgal yıllarında yabancı
subaylarla kurduğu dostluklar sayesinde, davet edildiği eğlenceler ve alışık olduğu
yaşamından taviz vermek zorunda kalmamış. Hassas bir kişiliği olan ağabeyini her şeye
rağmen çok sevdiğini anlattı. Ama her gece dışarıda gezip, o zamanlar İzmir’in en meşhur
eğlence yerlerinden çıkmayan Ziya beyin bu alışkanlıkları yüzünden babasıyla arası oldukça
açıkmış. Ne yaptılarsa ağabeyinin geç vakitlere kadar gezip tozmasını hatta bazı günler gün
ağarırken eve dönmesini engelleyememişler. İşte o günlerde Ziya bey, henüz on sekiz yaşında
olan dünya güzeli bir kıza beklenmedik bir şekilde aşık olmuş. Sözün burasında biraz durup
ne diyeceğini tarttıktan sonra alıştıra alıştıra bu kızın annem olduğunu anlattı. Çekindiğinin
tam aksine, benim bu habere ancak aradığından fazlasını bulan birinin göstereceği bir sevinçle
verdiğim olumlu tepki sonrasında öyküsüne daha rahat ve biraz da mutlulukla devam edebildi.
Annem ile Ziya beyin kısa bir süre de olsa çocukluk arkadaşlığı, eski tanışıklıkları varmış.
Ama biraz büyüdüklerinde, o yıllarda kız-erkek arkadaşlıkları, hele hele farklı milletlerden
iseler hoş karşılanan bir durum olmadığı için görüşmeleri uzun süre sekteye uğramış. Ziya
beyin annemi tekrar görüp beğendiği o günlerde, yazdığı bir şiirle de süslediği ilk mektubunu
ulaştırmak henüz küçük bir çocuk olduğu için kendisine düşmüş. Aralarındaki aşk, sayfalar
dolusu mektuplar, kordon boyunda birkaç gizli buluşma ve o zamanlar Ziya beyin müdavimi
olduğu bir faytoncunun da yardımıyla annem ve sırdaşı olan bir genç kıza kılık değiştirmiş
faytoncu olarak refakat ettiği bir iki gezintinin dışına çıkamamış. Ama mektupları taşıyan kişi
kendisi olduğu için, ilişkinin sürdüğü yaklaşık bir yıl boyunca aralarındaki aşkın tüm bu
olumsuzluklara rağmen giderek arttığına çok yakından tanık olmuş. Tüm bunlara rağmen,
ordunun yenilgisiyle işgalin bitmesinden sonra bizimkilerin göçü bu aşka son noktayı
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa45
koymuş. Sevdiği gittikten sonra, Ziya beyi de ne ailesi ne de dostlarından bir daha gören
olmuş. İşgal yıllarında yabancı subaylar ve idarecilerle kurduğu dostluklar nedeniyle kaçıp
saklandığını iddiaları yanında, Türk ordusunun İzmir’e girmesiyle yaşanan o karışıklık ve
büyük yangında hayatını kaybettiği söylentileri de bir süre kulaktan kulağa dolaşmış. Aslında,
neredeyse hiç yaşanmadan biten bir aşkın zavallı annemin kalbinde varlığını nasıl olup da
ölene dek sürdürdüğünü anlamak zor. Belki de talihsiz kadının yaşamı boyunca karşılaştığı
tek güzel macera buydu. Her şey bir yana, o günlerden anımsadığım en güzel anılar, o içten
insanların iki gün boyunca beni misafir ederken rahat etmem için nasıl çırpındıkları idi. Bana
annemin eski evini ve çevreyi o kısa süre içinde ellerinden geldiğince gezdirmişler, Hamit
Veli bey de mahallede kalan eski evleri tek tek göstererek anımsayabildiği kadarıyla o günleri
ve olayları anlatmaya çalışmıştı. Buna rağmen ayrılırken nedense o kibar beyin bana her şeyi
anlatmamış olabileceği gibi bir hisse kapılmıştım.’
Dinlediklerinin etkisiyle sersemlemiş olan genç adam, büyükannenin anlattığı öykünün
sonuna geldiğini anladığında uzun süredir sürdürdüğü sessizliğini artık tutamadığı bir
şaşkınlık ifadesiyle bozdu.
‘Vay be! Sende neler varmış da haberimiz yokmuş büyükanne. Peki ama o zamandan sonra
görüşmeye devam etmediniz mi? Neden bunlardan hiç birimizin haberi olmadı şimdiye dek?’
Anlattığı gerçek öyküyle yarattığı heyecanı görmekten oldukça memnun olan yaşlı kadın, bir
yandan kahvaltı masasını toplamaya başlarken bir yandan da torununun haklı olarak yönelttiği
soruları yanıtladı.
‘Birbirimize birkaç kez kart attık fakat ne ben bir daha oraya gittim ne de onlar buraya
geldiler. Sanırım onca yıl sonra konuyu daha fazla kurcalamamanın hepimiz için en iyisi
olduğunu düşünmüştüm. Ayrıca, bunun için ekonomik şartlarım da pek uygun sayılmazdı.
Şimdiye dek sizlere niçin anlatmadığıma gelince, babanın bu konulara bakışı belli, ayrıca
senin gibi merak eden birisi olmadıkça, mutlaka anlatılmasını gerektiren bir önemi olduğunu
da hiç düşünmemiştim.’
‘Birbirlerini bu kadar seviyorlarsa neden birisi diğeriyle birlikte gitmedi, ya da kalmadı
acaba?’
Büyükanne nedenini açıklayamadığı her durum için kullandığı beylik sözleri bu sefer de
yineleyerek öyküsüne son noktayı koydu.
‘Tanrı işlerini her zaman gizemli yollardan görmüştür oğlum. Eğer onun amaçlarına aracı
olabiliyorsak ne mutlu bizlere.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa46
BÖLÜM VIII
Kahvaltıdan sonra çocukluğunun en güzel günlerinin geçtiği mahalleyi dolaşmak için dışarı
çıktığında her şeyin neredeyse hiç değişmeden yerli yerinde durduğunu görmek neşesini
arttırmıştı. Top oynadığı sokaklar, altına sabun sürdüğü tahta kızaklarla kaydığı yokuşlar,
dalları bahçesinden dışarı uzanan ağaçlardan meyve çaldıkları komşu evleri, hepsi sanki eski
bir dostu selamlar gibi bir bir karşısına çıkıyordu. Eylül ayının sonları olmasına karşın,
Selanik’te sık sık olduğu gibi yazdan kalma bir günün pek fazla ısıtmayan ama pırıl pırıl
parlayan güneşiyle uzattığı gezintisi onu bir sokaktan diğerine taşıyarak Yedi Kule
zindanlarına doğru götürdü. Karşısında Bizans’ın en parlak döneminde inşa edilen ve 19.
yüzyılın sonlarından itibaren yaklaşık yüz sene boyunca hapishane olarak kullanılan bu
muhteşem yapıyı görünce uzunca bir süre seyre dalıp, zavallı mahkum Stellaki’nin dertlerini
unutmak için başladığı afyonlu nargileyle ilgili şarkısını mırıldanmaya başladı:
beş yıl yattım Yedikule’de
dertlerimden başladım nargileye
üfle, em, çek, doldur, yak ama
aynasızları kolaçan etmeyi de unutma2
Şarkıyı duyduğu ilk günden beri Stellaki’nin kim olduğunu hep merak etmişti. Dertleri neydi
acaba? Afyonlu nargile yüzünden mi hapisteydi, yoksa hapiste mi nargileye alışmıştı? Hırsız
mıydı, katil mi? Yoksa zavallı, bağımlı bir serseri mi? Karısı, çocukları var mıydı?
Yaşamında hangi kararları vermek zorunda kalmıştı? Hapiste kaybettiği yıllar -belki de
yaşamı- kendi seçimlerinin bir sonucu muydu yoksa sadece ‘kader’ dediğimiz, dışımızdaki
dünyanın seçimlerinin karşı konmadan kabulü mü? Zavallı Stellaki… Bu kadar acı çekmişsin,
hiç mi bir şeyler öğrenmedin? Hayatta en iyi öğretmen olan pişmanlık bunca acıya rağmen hiç
mi kapını çalmadı? Yoksa afyonlu kafanla işitmedin mi?
Stellaki’yi, dostu Vangelis’i ve Yedi Kule zindanlarında kendilerini kendileri yapan talihsiz
tercihlerinin sebep olduğu acıları yaşayıp ölmüş ismini bile bilmediği nice insanların anılarını
yaşatsın diye şimdi müze olan bu hüzünlü yapıyı tekrar görmek kendi sıkıntısını
anımsamasına neden olmuştu.
Dün gece dinlediği öykünün etkisinden de henüz kurtulmuş değildi. Seksen yıl önce aynı
ülkenin iki çocuğu arasındaki aşk, farklılıkların birlikte yaşamaya engel oluşturduğunu
düşünen insanlar tarafından açılan bir savaşla son bulmuş, aşıklardan birisi bile buna karşı
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa47
koyan bir seçimde bulunmadığı için kadın aşkını yaşam boyu kalbine gömmek, erkekse bir
daha bulunmamak üzere ortadan kaybolmak zorunda kalmıştı.
Eve farklı bir yoldan dönmeye karar verdi. Sokaklarda karşılaştığı insanlardan hiç birisi
kendisini tanımasa da, bazı evler sanki rüzgarla sallanan bahçe kapılarını heyecanla
tıkırdatarak eski bir misafiri tekrar davet etmek ister gibi dikkatini çekmeye çalışıyorlardı.
Büyükanne ile gittikleri komşu gezmelerini anımsadı. Yaşıtı çocukları olan evlere
büyükanneyle yaptıkları gece misafirlikleri yaz tatillerinin vazgeçilmezleri arasındaydı. Ana
Poli o denli ilginç bir yerdi ki, burada yaşayan insanlar gelenek göreneklere bağlılıkları ve
alçak gönüllü yaşam tarzları ile Selanik’in diğer bölgelerinde yaşayanlardan oldukça farklıydı.
Örneğin şu an önünde durduğu ev büyükannenin en sevdiği arkadaşlarından Gözlüklü
Teyze’nin evi… Kadının adını anımsayamıyor muydu, yoksa hiç mi duymamıştı? O zamanlar
gözünden hiç düşürmediği gözlükleriyle neredeyse büyükanne kadar sevimli ve bir o kadar da
konuşkan olan kadına taktığı bu isim o kadar beğenilmişti ki daha sonra mahallenin tüm
çocukları kadıncağızı bu isimle anar olmuşlardı. Gözlüklü Teyze de büyükanne gibi bir masal
ustasıydı. Torunu ve misafir çocuklar evin altını üstüne getirdikleri sırada tatlılıkla onları
sakinleştirmesini bilir, anlatmayı vaat ettiği yeni bir masalla evin sessizliğini ve düzenini
yeniden sağlardı. Ne güzel masallardı onlar… Yıldızlarla kaplı gökyüzünün altındaki terasta
büyükler çay ya da kahvelerini yudumlarken yere serili kilimler üzerinde neredeyse nefes bile
almadan birbirinden güzel masalları dinleyen haylazlar birer meleğe dönüşürler, kendilerini
masal kahramanları yerine koyarak hayallere dalarlardı. Bir an kapıyı açıp eve girmeyi
düşündü. Kendini tanıttığında nasıl sevineceklerini, boynuna sarılıp hoş geldin diyerek sanki
nasıl daha dün birliktelermiş gibi bıraktıkları yerden sohbete devam edeceklerini hayal etti.
Ama eli daha kapının mandalına varmadan cesareti kırıldı. Belki de Gözlüklü Teyze’nin artık
hayatta olmadığını, hem de yabancı birinden haber alacak, düşünü kurduğu bu güzel kavuşma
anı küçük bir trajediye dönüşecekti. En iyisi girmemek diye düşündü, böylece Gözlüklü
Teyze’nin artık hayatta olmadığı ve hala yaşıyor olduğu olasılıkları birlikte var olmaya devam
edebilirdi.
Yavaşça dönüp tekrar yola koyuldu. Yürürken büyükanne ve Gözlüklü Teyze ile ilgili anılar
sağnak bir yağmur gibi belleğinin derinliklerinden gözlerinin önüne düşüyor, biraz önceki
kötü düşünceleri bir bir silip yok ediyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa48
Deniz kenarında hep birlikte yaptıkları gezintileri anımsadı. Büyükanne ve Gözlüklü Teyze
denizin kıyısındaki kafelerde bir şeyler içip güneşin batışını seyretmeyi ne çok severlerdi.
Birden, büyükannenin uzun süredir bu fırsatı bulamamış olabileceği geldi aklına. Çok önemli
bir şey keşfetmiş gibi sevinçle öğleden sonra büyükanneyi Eski Kordon’a götürmeye karar
vererek bir an önce eve varmak için adımlarını sıklaştırdı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa49
BÖLÜM IX
Bahçe kapısını açtığında büyükannenin sesi bahçeden bile duyuluyordu. Telefonla
konuşurken sanki alete pek güvenmiyor da karşıdakine sesini olduğu yerden duyurmak
istiyormuş gibi bağırırdı hep. Biraz dinleyince annesiyle konuştuğunu anladı.
‘Evet, evet, burada.’
……….
‘Hayır. Çok iyi görünüyor.’
…………
‘Ben de iyiyim kızım. Meraklanmayın. Bir şey olsa haber vermez miyim hiç?’
………....
‘Henüz bana da anlatmadı ama sanırım bir gönül işi. ’
………….
‘Anlıyorum kızım. Ama biliyorsun küçüklüğünden beri ne zaman başı sıkışsa beni arar.’
…………..
‘Sağlığı çok iyi, merak etme.’
…………..
‘Söylerim yavrum. Sizi arayacak. Konstantin’e çok selam söyle, ikinizi de öpüyorum. Merak
etmeyin.’
Aynı kentte yaşamalarına rağmen annesi ve babasıyla oldukça seyrek görüşüyordu. Yanan
evin yerine yapılmış olan apartmanın bir dairesinde tek başına yaşamayı seçmiş, onlar da bu
kararına saygı göstererek kampüse oldukça yakın bir mahalleden satın aldıkları yeni bir eve
taşınmışlardı. Yangından sonra babası kendini tamamen işine ve ailesine vermişti. Gerek
yangın, gerekse sonrasında oğlunun düştüğü zor durum için duyduğu sorumluluk nedeniyle
karısının isteklerine karşı koyamamış ve tüm enerjisini kariyerinde ilerlemeye adamıştı.
Kanada’da lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra döndükleri Atina’da yıllar içinde
yükselerek profesör olmuştu ama yaşantılarındaki tüm bu olumlu gelişmelere karşın
aralarındaki eski yakınlık yerini giderek daha mesafeli bir baba oğul ilişkisine bırakmıştı. Bu
duruma
neden
olan
her
ikisinin
davranışlarındaki
-nedenini
kendilerinin
bile
sorgulamadıkları- değişikliklerdi. Babası, belki olanlar nedeniyle kendisini sorumlu hissettiği
için utanarak, belki de o talihsiz olay ve sonuçlarını isteyerek ya da istemeden ona karşı
kullandıklarını ve kendi seçmediği bir yaşam tarzını dayattıklarını düşünerek, biraz kırgınlık
biraz da kızgınlıkla araya mesafe koymuştu. Ama yangın gecesiyle ilgili, tam olarak
anımsayamadığı bir şeylerin de bunda payının olabileceği fikri, aklının bir yerlerinden onu
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa50
sürekli rahatsız edip duruyordu. Bu fikir onun da babasına karşı eskisi gibi yakın
davranmasını engellemiş, aralarındaki mesafenin açılmasını önleyecek yaklaşımlardan
istemeyerek de olsa kaçınmasına neden olmuştu.
‘Belki de bunların hepsi sadece birer kuruntu’ diye geçirdi aklından. Öyle ya, çocuklar büyür,
kişiliklerini kazanırlar ve ebeveynleriyle olan ilişkileri de giderek kazandıkları bağımsızlık
ölçüsünde sadeleşir.
Üst kata çıkarken ahşap merdivenin gıcırtılarını duyan büyükanne geldiğini anladı.
‘Fotios, sen misin?’
‘Evet büyükanne. Mahalleyi dolaştım biraz. Gelirken Gözlüklü Teyze’nin evinin önünden
geçtim. Ama eve girmekten çekindim, belki de…’
Büyükanne ocağın üstüne yerleştirdiği tencerenin kapağını kapatıp, aklından geçeni anladığını
belirten bir tebessümle yarım bıraktığı sözünü tamamladı.
‘Belki de öldüğünü düşündün öyle mi?’
Karşılık vermediğini görünce anlatmaya devam etti.
‘Hepimiz çok yaşlandık Fotios. Artık ne zaman ne olacağımızın belli olmadığı yaşları
sürüyoruz.’
Büyükanne için aklına bile getirmek istemediği böyle bir olasılıkla ürpererek itiraz edecek
gibi oldu ama yaşlı kadın konuşmasına fırsat vermeden sözlerine devam etti.
‘Gözlüklü Teyze’n artık eskiden bildiğin kişi değil ne yazık ki. Hayır, ölmedi ama tüm
geçmişini ve anılarını yitirdi. Geriye kalan akıl kırıntıları arasında sık sık oluşan kısa devreler
ise onu bir bitkiden bile daha acınacak hale soktu. Görmediğin iyi olmuş. Hem bunları bırak
da annenle babanı daha sık ara, bak bizler bu gün varız yarın yok. Buraya geldiğinden bile
haberleri olmamış. Sabahtan beri seni evden ve cep telefonundan arayıp bulamayınca
telaşlanmışlar. Buraya geldiğini gazetedeki bir kızdan öğrenmişler.’
Sözün burasında biraz durup anlamlı anlamlı torununun yüzüne baktı.
‘Hiç kimsenin bilmediğini bilen bu kız kim bakayım?’
Büyükannenin olaylardaki hiçbir detayı kaçırmayan dikkatine hala şaşırabildiğini görünce
neşelendi.
‘İnsaf yani büyükanne. Hiçbir şey gözünden kaçmaz mı senin? Ama şimdi değil. Bunları
konuşmak için seni çok hoşlanacağın bir yere götüreceğim. Neresi olduğunu sorma, sürpriz.
Ben de gidip odada unuttuğum telefonuma bakayım, başka arayanlar da olabilir.’
‘Bak tabii. Olmazsa şaşarım zaten’ diye yüksek sesle arkasından laf sokuşturmayı da ihmal
etmedi.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa51
Cep telefonunda beklediğinden fazlasını buldu. Annesinin yanında Alisha ve Eleni’nin
yanıtsız aramalarını da görünce hem biraz heyecanlandı, hem de dayanılmaz bir merakla bir
süre oturup ne yapması gerektiğini düşündü. Doğal olarak, önce Alisha’yı araması
gerekiyordu. Numarayı bulup biraz çekinerek arama düğmesine bastı.
‘Alo. Fotios?’
‘Benim Alisha. Nasılsın? Kusura bakma, biraz dolaşmaya çıkmıştım. Telefonum evde
kalmış.’
‘Büyükannen nasıl? Her şey yolunda mı?’
‘Gayet iyi merak etme. Ama bir süre daha yanında kalmalıyım.’
‘Sen rahat ol. Ben burada her şeyi ayarladım. Nasılsa öyküyü de teslim etmiştin. Gerektiği
kadar kal, büyükanneyle ilgilen. Geçmiş olsun dileğimi de iletirsen sevinirim.’
‘Seni özledim.’
Kısa bir sessizlikten sonra Alisha’nın sesi eskisi gibi cıvıl cıvıl gelmeye başlamıştı.
‘Ben de. Ama sana söylemekten çekindim. Dönmeni sabırsızlıkla bekliyorum.’ Bir an
durakladıktan sonra çekinerek devam etti. ‘Bir de…’
‘Evet? Söylesene ne oldu?’
‘Eleni sordu seni. Büyükannenin rahatsızlığını ve gitmek zorunda olduğunu anlattım.’
Sesindeki çekingenliğin nerede olduğunu söylemek zorunda kalmasından mı, yoksa Eleni’nin
öğrenmek istemesinden mi kaynaklandığını anlayamadı. Yine de Alisha’nın sesini duymak
beklediğinden iyi gelmişti. Hayata karşı pervasız bir girişkenliği olan bu genç kadının onun
karşısında takındığı tutukluk nedense hoşuna gidiyordu. İçinden gelen sıcak bir karşılığın
dudaklarından dökülmesine karşı koymadı.
‘Önemli değil, mandalinam benim. Gazeteyle ilgili bir konudur. Aklını takma. Gelince,
seninle çok gezeceğiz.’
Tam yerinde yaptığı riyakarlığı hem beğendi, hem de biraz utandı. Ama dün geceki öyküden
yaptığı alıntının Alisha’nın hoşuna gittiği sesinden belli oluyordu.
‘Seni seviyorum. Büyükanneyi öp benim için.’
Telefonu kapatırken kapının eşiğinde büyükannenin alaycı bir gülümsemeyle kendisini
seyrettiğini görünce bir açıklama yapmak zorunda olduğunu hissetti.
‘Dün geceki öykü… Beni oldukça etkilemiş anlaşılan.’
Büyükanne yüzündeki ifadeyi hiç bozmadan yanıtladı.
‘İşe yaradığını görmek sevindirici.’
Arkasını dönüp çıkarken anlamamış gibi yaptığı sürprizi de anımsatarak: ‘Haydi bakalım, bir
an önce yemeğimizi yiyip beni nereye götüreceğini görelim.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa52
BÖLÜM X
Telefonun yanıtsız çağrılar bölümüne girdiği her sefer Eleni’nin ismini görmesi heyecanının
azalmasına değil de giderek artmasına neden olmuştu.
‘Bunca zaman sessizlikten sonra aramasının nedeni ne olabilir ki? Tam da Alisha’ya alışmaya
başlamışken… Kıskançlık mı? Hayır. Hiç Eleni’nin tarzı değil… Yoksa, Kostas’la tekrar
yaşanan bir hayal kırıklığı mı? Sanmam. Eleni gibi hiçbir zaman katıksız bir haklılığa
erişmeden hüküm vermeyen biri için henüz çok erken. Öyleyse? Belki o da benim gibi biri.
Artık istemese bile elindekileri kaybetmeyi kolay kolay göze alamayan bir kararsız. Aldığında
değil de her zaman bıraktığında gözü kalan bir tatminsiz. Eğer böyleyse benim için de hala
umut var demektir.’
Düşündükleriyle coşkusu iyice artmışken Alisha’nın biraz önceki sevincini anımsadı. Hiç de
adil olmayan bir durumda dahi içten bir sevgiyi cesaretle açığa vuran ve bundan da hiç
yerinmeyen o muhteşem gözler aklına geldiğinde utandığını hissetti. Aslında ne istediğini
bilen, istediği için diğerlerini kolayca terk edebilme cesaretini hiç tereddütsüz yaşabilen
insanlara öteden beri imrenirdi. Nasıl yapıyorlardı bunu?
Çocukken bir keresinde hangisini istediğine karar veremediği oyuncaklardan birisi canlansa
da kucağına atlayıverse diye düşündüğünü anımsadı. Oyuncakçı dükkanında geçirdiği süre o
kadar uzun gelmişti ki, kararsızlığın verdiği baskı ile terlediğini gören annesi, hastalanıp
fenalaştığını düşünerek oldukça telaşlanmıştı. Sonunda, kendine gelsin diye oturttukları
sandalyede oyuncakçının kucağına koyduğu oyuncağı alıp çıktıklarını anımsadı. Seçmeyi
sevmiyordu işte. Belki de seçimin, yani diğeri olanı reddetmenin sorumluluğu ağır geliyordu.
Etrafında bu konuda iyi bir örnek olmadan yetişmiş olmasının da bunda payı vardı elbet. Her
ne kadar annesinin böyle bir zayıflığı olmasa da, hiçbir zaman son kararı verecek konumda
olmamıştı. Daha çok babası için bir yaşam koçuydu. Aile için doğru olanı seçip, uygulaması
için babasına dikte ederdi. Adamcağız buna rağmen bazen bildiğini okusa da, bunu hiçbir
zaman annesine açıkça karşı çıktıktan sonra yapmamıştı.
‘Haydi artık, ben hazırım.’
Büyükanne, yaşı için oldukça gösterişli ama zarif bir elbisenin üzerine sadece yazın çıkarttığı
mantosunu geçirmiş, kapının önünde sabırsız bir ifadeyle bekliyordu.
‘Büyükanneme sözüm vardı ama sizin için erteleyebilirim güzel bayan’
Şaka da olsa beklemediği iltifat karşısında kendini tutamayıp hafif bir kahkaha atan yaşlı
kadın, abartılı giyinmiş olabileceğini düşününce biraz mahcup oldu.
‘Yakışmamış mı? Değiştireyim istersen.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa53
‘Olur mu hiç, büyükannelerin güzeli. Asıl benim senin yanına yakışmam gerek. Bekle biraz,
giyinip geliyorum.’
Telefon edip çağırdıkları taksiyi uzunca bir süre beklemek zorunda kaldılar. En nihayet yola
çıkabildiklerinde, bu kentte yaşam hep böyle telaşsız akıp gidiyor diye düşündü. İnsanlar
burada günlük yaşamlarını Atina’daki gibi zamana karşı yaşamak yerine, zamanı günlük
yaşamları için ölçü olarak kullanmayı yeğliyorlardı. Bir Atina’lı öğleye kadar işlerin ne
kadarını bitirdim diye düşünürken, Selanik’li bir işi yapana kadar günün ne kadarının
geçtiğini hesaplardı.
Taksi şoförüne Eski Kordon’a gitmek istediklerini söyledi. Ana Poli’nin dışına çıktıklarında
büyükanne tüm yol boyunca tek bir kelime bile etmemiş, sanki ilk defa görüyormuş gibi
çevresini seyre dalmıştı. Belli ki uzun süredir Selanik’te değil de Ana Poli’de yaşıyordu. Yaşlı
kadının küçük bir çocuğunkiler gibi parlayan gözlerindeki mutluluğu fark ettiğinde ne kadar
isabetli bir karar verdiğini anladı.
Deniz kenarında bir süre ilerledikten sonra taksiden indiler. Öğleden sonranın parlak güneşi
ile dışarı fırlayan yüzlerce insan havanın serinliğine aldırmadan deniz kıyısındaki kafelerin
dışarıdaki masalarını doldurmuş, bağıra çağıra, güle eğlene günün tadını çıkartıyorlardı.
Çevrede bunca kaygısız ve neşe içinde cıvıldaşan insanları görüp de onlara katılmamak olur
mu? Hesabı ödeyip kalkan bir çiftin masasına aceleyle seğirtti. Büyükanneyi denizi görecek
şekilde sandalyesine yerleştirdikten sonra bir süre konuşmadan etrafı seyrettiler. Herkes
mutluydu. Büyükannenin mantosuna rağmen üşüdüğünü hissettiği için, sipariş almaya gelen
garsona biraz beklemesini işaret etti.
‘İçeri geçelim mi? Denizi oradan da görebilirsin.’
Uslu bir çocuk gibi hiç bir şey söylemeden yerinden kaktı. Dışarıdaki masalardan sadece cam
bir çerçeve ile ayrılmış ve daha sakin olan bölümde yine deniz manzaralı bir masaya
yerleştiler. İçeride kendilerinden ve birbirlerine iyice sokulmuş cilveleşen iki çiftten başka
kimse yoktu. Bir süre havadan sudan sohbet ettiler. Büyükanne kahvesini yudumlarken
kendisiyle bu kadar ilgilenildiği için oldukça mutlu görünüyordu. Fotios ise, dünya bir yana
kendileri bir yana, aşklarını birbirlerine gözlerinden, iç içe geçmiş parmaklarından ve
neredeyse birbirine değecek yanaklarından aktaran aşıkların masasına dikmişti gözlerini.
Eleni’yi anımsadı. O da, şu masadaki kız gibi korkusuzca ve saldırgan bir mutlulukla bakardı
ona. Portre çizen bir ressam gibi. Sanki kendi yaratmış da, yarattığı eserden oldukça hoşnut ve
eserine aşık olmuş bir ressam gibi. Bir an, ağlayacağını sandı. Büyükanne denizi seyrederken,
usulca çıkarttığı telefonunun yanıtsız çağrıları arasında Eleni’nin ismini tekrar görünce
nabzının hızlandığını hissetti. Bir türlü arayamamıştı. Arayıp öğrenene kadar Eleni’nin onu
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa54
özlediğini, yaptıklarından çok pişman olduğunu, ne yaparsa yapsın onu tekrar geri istediğini
ve bir daha onu hiç terk etmeyeceğini söylemek için aradığını düşünebilirdi. Ya Alisha? Onu
hiç tereddüt etmeden aramıştı. Sadece ne söyleyeceğini bildiği için değil ama…
Söyleyeceğini zaten bildiği şeyleri Alisha’nın ağzından da duymak istemişti. ‘Giderek
batıyorum’ diye düşündü. Telefonu tekrar cebine koymaya hazırlandığı sırada hiç
beklenmedik bir şekilde gelen çağrının sesiyle korktu. Neredeyse düşürüyordu telefonu.
Baktı, Eleni.. Telaşlandı. Açıp açmamaya karar veremedi bir süre. Korka korka düğmeye
basıp, karşıda Eleni’nin yumuşak ama yine de buyurgan olabilen sesini duyduğunda bu sesi
bir süredir ne kadar özlemiş olduğunu fark etti.
‘Fotios?’
‘Benim… Yani, benim Fotios. Yani, merhaba Eleni, nasılsın?’
Heyecanlanmıştı. Ağzının kuruduğunu, konuşurken dilinin damağına yapışmaya başladığını
hissetti.
‘Sabah seni aradım. Niçin yanıt vermedin? Bir şeyin yok değil mi?’
‘Telefonu duymamışım. Yani, telefonu evde unutmuştum. Aslında, sabah etrafı dolaşmaya
çıktığımda telefonu almamışım yanıma. Yani unutmuşum, istemeden…’
‘İsteyerek nasıl unutulur ki, salak’ diye geçirdi içinden. Hiç beklemediği bir anda sesini
işitince telaşlanıp saçmalamaktan kendini alamamıştı işte. Kendi kendine çok kızdı. Karşıda
Eleni olmasa kesinlikle bir küfür savururdu.
‘Tamam Fotios, anladım. Üzülme.’
Sesi daha anlayışlı ve buyurgan olmaktan uzak bir tonda çıkmaya başlamıştı. Belki de biraz
önceki haline kıs kıs gülüyordu. Terlemeye başladı. Derin bir nefes alıp boğazını
temizledikten sonra sakin olmaya çalışan bir sesle karşılık verdi.
‘Aramanı hiç beklemiyordum da.. Yani, sabah aramıştın tabii, ama tekrar aramanı
beklemiyordum, ondan şaşırdım. Yani, sen aramadan ben ararım diye düşünmüştüm.’
Saçmalamaya devam ettiğini fark edince sesi giderek kısıldı. ‘Ben hemen arayacaktım ama
büyükanne ile ilgilenirken..’ Büyükanne ile göz göze geldiler. ‘bir türlü fırsat olmadı’ diye
tamamlayabildi saçmalamasını.
‘Nasıl büyükannen? Umarım rahatsızlığı önemli değildir. Senin için yapabileceğim bir şey var
mı?’ Sesindeki alaycı ton iyiden iyiye fark edilmeye başlamıştı. Hala onu düşündüğünü,
Alisha’ya rağmen onu bir türlü unutmadığını, ne zaman istese elde edebileceğini de anlamış
mıydı acaba? Belki de sesindeki alaycılık değil, onu her zaman istediğini, isteyeceğini
anladığı için duyduğu memnuniyetin neden olduğu ve ona her zaman yakışmış olan ölçülü
şımarıklığıydı. Teslim olmaya karar verdi.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa55
‘Beni niçin aradın? Söylemek istediğin bir şey mi var?’
Çok mu dolaysız sormuştu? Birden pişman oldu. Ya şimdi vazgeçerse söyleyeceklerinden?
Kısa bir sessizlikten sonra Eleni de kendisi gibi yelkenleri suya indirmiş bir tonda yanıtladı.
‘Konuşmamız gerek. Sen, ben ve onlar hakkında…’
Heyecanını saklamaya çalışarak ‘Onlar mı?’ diyebildi. Gerçekten anlamamıştı kimden söz
ettiğini.
‘Kostas ve senin yeni küçük sevgilin.’ Sesi biraz sinirli gibiydi.
‘Alisha..’
‘Efendim?’
‘Alisha dedim. Yeni küçük sevgilimin adı.’
Utanmıştı. Bir süre konuşamadı.
‘Özür dilerim. Kostas ve Alisha hakında. Sen ve ben de tabii.. Büyükannene iyi dileklerimi
ilet lütfen. Döndüğünde görüşürüz. Hoşça kal’ diyerek aceleyle kapattı telefonu.
Telefon elinde, bir süre ekranına boş boş bakarak bekledi. Bakışlarını kaldırdığında neredeyse
unutmuş olduğu büyükannenin meraklı gözleriyle karşılaştı.
‘Eee?’
‘Meraktan çatlayacağım, anlat artık’ demek istiyordu. Anlattı. Önce kimi niçin sevdiğini
anlattı. Sonra da olayları karman çorman etti. Sanki anlattıklarıyla aklından geçenler bir
öykünün birbirini tamamlayan cümleleri idi. Sonra, ne yapması gerektiğini bilmediğini anlattı.
Eleni’yi başka, Alisha’yı başka sevdiğini anlattı. Kendinden utandığını anlattı. Ama bunları
anlatırken de hangi sıra ile anlattığını, neleri söyleyip neleri sadece aklından geçirdiğini fark
etmedi. Buna rağmen, sözleri bittiğinde büyükannenin her şeyi anlamış olduğunu fark etti.
‘Sağol büyükanne. Beni her zaman anladın sen..’
Tahmin ettiğinden karışık bir durumla karşı karşıya kaldığını sezen yaşlı kadın, torununun bir
karşılık, hiç olmazsa kısa vadeli bir çözüm için umutsuzca yardım beklediğini kavramıştı.
Ne diyeceğini düşünürken bir yandan da kahve fincanının içine dalıp gitmişti. Birden, aklına
bir şey gelmiş gibi başını kaldırıp konuşmaya başladı.
‘Bak yavrum. Ben artık çok yaşlandım. Deneyimlerim, duyduklarım ve bildiklerimin artık bu
zamanda sürüp giden ilişkiler için açıklayıcı olabileceğinden bile emin değilim. En iyisi, ben
sana eskiden olduğu gibi bir masal anlatayım, belki onun bir yardımı olur.’
Büyükanneden duymak isteyebileceği en hoş yanıt olduğunu düşünüp heyecanlandı.
Başlamadan önce garsonu çağırıp birer tane daha kahve ve bira söyleyip merakla dinlemeye
başladı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa56
BÖLÜM XI
Perugia’lı Ulveno ile Ansbach’lı Cristoph’un Öyküsü
Şimdi sana anlatacağım zavallı ciltçi Ulveno’nun öyküsü eskiden beri dinleyenlerin yüreğini
titreten, garip ama kıssadan hisse bir öyküdür. Dikkatle kulak ver.
Bundan yüzyıllar önce şimdiki İtalya’nın Umbria denen bölgesinde Ulveno adında düşkün,
sefil bir adam yaşarmış. Ömrünün neredeyse tümünü Perugia’da cilçilik yaparak geçirmiş
olan bu zavallı, son yıllarını eski bir evde herkesten uzak, hasta ve muhtaç bir halde yaşayıp
ölmüş. Bölgenin yerlileri bu öyküyü ara sıra ihtiyar adama iyilik olsun diye birkaç kap yemek
götüren ve Ulveno’nun öldüğü gün kapı aralığından olaylara şahit olup sonra da aklını
kaçırarak birkaç gün içinde hızla yaşlanıp ölen bir komşu kadından duymuş, öğrenmişler. O
gün, yani ciltçi Ulveno’nun öbür tarafa göç ettiği günün akşam vakti, komşu kadın elinde
yemek kaplarıyla kapıya vardığında içerden konuşmalar geldiğini duymuş. Ulveno geleni
gideni olmayan kimsesiz bir ihtiyar olduğu için önce kadının garibine gitmiş, sessizce kapıyı
itip içeri girdiğinde ise gördüğü manzara zavallı kadını o denli korkutmuş ki, olduğu yere
çöküp oda kapısının aralığından istemeden olaylara şahit olmuş.
Ulveno uzun süredir çektiği hastalık ve açlıktan dolayı bir çocuk kadar küçülmüş olan
gövdesini yatağında son bir gayretle biraz doğrultarak, karşısında duran siyah pelerinli, uzun
boylu ve ilahi bir sesle kendisine hitap eden birine korkudan çukurlarından fırlamış gözleriyle
bakakalmış, yabancının dediklerini nefes bile almadan dinliyormuş.
‘Perugia’lı Ulveno’ diye başlamış söze yabancı. ‘Sana verilen zamanı yine sana sunulan
fırsatlarla istediğin gibi tamamladın. Artık gitme vaktin geldi. Korkma ve giderken bu
dünyada gördüklerine, yaşadıklarına şükret’ demiş. Bu sözleri duyan biçare adamın dehşetten
kurumuş dudaklarından ise zar zor son bir istek dökülmüş: ‘Zamanın hakimi yüce efendim, ne
olur şu zavallıya biraz merhamet edin de az bir süre daha verin. Her şey bitmeden önce bu
dünyada yaşadıklarının son bir muhasebesini yapsın ve bu dünyada bir süre var olduğunu
idrak ederek çıksın yola.’ Uzun boylu, siyahlar içindeki korkunç yabancı bir süre düşünüp razı
gelmiş bu isteğe. ‘Senin bu isteğini kabul etmemek olmaz, benim de bağlı bulunduğum merci
tam da böyle bir amacın olsun ister’ dedikten sonra eklemiş: ‘Şimdi yanına birlikte yola
çıkacağın bir yol arkadaşını da bırakarak bir süre daha zaman vereceğim. Tanış onunla ve bu
arada ben bir işimi daha görüp geleyim. Sonra hep birlikte çıkarız yola’ deyip, anında havanın
içinde eriyerek kaybolmuş. Kadın ancak o zaman yabancının yanında getirdiği Ulveno ile
aynı yaşlarda ama daha iyi yapılı, iyi giyimli adamı fark edebilmiş. Dikkat ettiğinde bu
adamın yüzünün de Ulveno’nunki gibi soluk beyaz bir renkte olduğunu görmüş. Adam
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa57
Ulveno ile aynı durumda olmasına karşın oldukça huzurlu, hatta mutlu bile denebilecek bir
ifadeyle yatağa yaklaşarak ‘Nedir bu halin, bu güne bu durumda gelmek için başından neler
geçti anlat da dinleyeyim’ demiş. Artık gerçeği kabullenip, korkusunu üstünden atmış olan
Ulveno da yoldaşının samimiyetine öyküsünü anlatarak karşılık vermiş.
‘Saygı değer efendim; ben Tanrı’nın bana verdiği yılları bu şehirde sürekli çalışarak ama
neredeyse mutluluğu hiç tatmadan geçirdim. Ne yazık ki, elime geçen fırsatları hep kaçırmış
olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Eğer her seferinde razı olduğumun aksine diğerini
seçmiş olsaydım, şimdi sizin gibi huzurlu bir şekilde bu dünyayı terk eder, bu son anlarımda
kısa bir süre de olsa burada var olmuş olduğuma ikna olurdum. Ben çocukluğumun büyük bir
kısmını ve gençliğimi annesiz babasız akrabalarımın yanında büyüyerek geçirdim. Evlenecek
çağa geldiğimde bizim burada sahaflık yapan Baglione ailesinden güzeller güzeli Monica ile
tanıştım. Kitaplara olan düşkünlüğüm nedeniyle sık sık sahaflara uğramayı adet edinmiştim.
Orada görüp beğendiğim bu güzel ile kısa sürede anlaşıp nişanlandık. Nişanlılığımız süresince
ben de artık sahaf dükkanından çıkmaz olmuş yakın zamanda ailenin bir ferdi olacak biri
olarak işlere de yavaş yavaş yardıma başlamıştım. Yeni gelen el yazmalarını yakınlardaki
ciltçiye taşır, ciltlendikten sonra da alıp dükkandaki raflarda ait oldukları yerlere
yerleştirirdim. Zaman içinde ciltçi dükkanına o kadar sık gidip gelir olmuştum ki sonradan
ustam ve kayınpederim olacak olan ciltçi Antoniono’nun kızı ile de tanıştım. Caterina da son
derece çekici, işveli ve bembeyaz tenli bir güzeldi. Onu görüp de başını çevirip bakmayacak
bir delikanlı değil Perugia’da, Umbria’da bile bulunamazdı. Giderek artan samimiyet bizi
farkında olmadan hiç beklemediğimiz bir maceranın içine taşıyıverdi. Bir gün, babası yok
iken dükkanda birbirimize iyice yakınlaştık.’ Ulveno sözünün tam burasında karşısındaki
yoldaşının hayretle kendisine gülümsediğini görünce durmuş. ‘Anladım, beni kınıyor ve alay
ediyorsunuz efendim ama ne yapayım, hayatımın bu son anlarında her şeyi olduğu gibi
gözden geçirmek zorundayım’ diye eksiklenmiş. Karşısındaki kibar adam da ne yaptığını
anlayıp biraz da utanarak ‘Hayır, saygıdeğer dostum. Ben ne seninle alay ediyorum ne de seni
kınıyorum. Sen öyküne devam et, sonra sana bu yanlış anlaşılan davranışımın nedenini
açıklayacağım’ diye Ulveno’nun gönlünü almış. Açıklama karşısında rahatlayan Ulveno da
son gayretiyle öyküsünü bitirebilmek için tekrar söze başlamış: ‘Böyle bir durumda takdir
edersiniz ki hiçbir genç kendini tutarak utanç verici bir duruma düşmekten kurtulamaz. Bizde
de öyle oldu. Ama kısa süre içinde güzel Caterina düştüğü durumdan sadece beni sorumlu
tutarak üzerime düşeni yapmam konusunda sıkıştırmaya başlayınca ister istemez nişanı
bozarak onunla evlenmek zorunda kaldım. Ama evliliğimiz boyunca ne Monica’yı ne de çok
sevdiğim ve kendime çok uygun bulduğum sahaflık mesleğini aklımdan çıkarabildim. Perugia
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa58
küçük bir kent. Olayın yarattığı skandal ise büyük oldu. Evlendikten sonra ben de mecburen
kayınpederimin yanında ciltçilik işine başladım. Ustam Antoniono aslında işinin ehli bir
adamdı. Mesleğini aslı Fransız olan ama ömrünü İtalya’da geçirmiş cilçilik sanatının piri Jean
Grolier’den öğrenmiş çok yetenekli bir kişiydi. Öyle güzel ciltler yapardı ki, kitabı alanlar
içinden çok dışının güzelliğine hayran olur, bazen kitabı okumayı bile unuturlardı.
Kahverengi ya da siyah deri ciltlerin üzerine birbirinden güzel geometrik desenler mi
istersiniz, arabesk figürler mi, akla gelebilecek ne kadar çarpıcı şekil varsa hepsini büyük bir
sabır ve yetenekle işler, kapakların arasına yerleştirdiği en sıradan yazarların kitapları bile
hemen alıcı bulurdu. Bana da öğretmek için çok uğraştı ama benim aklım sahip
olduklarımdan çok kaybettiklerimle meşgul olduğu için o yetenekli adamın verdiklerini ancak
bir yere kadar alabildim. Caterina ile evliliğimizden bir kızımız oldu. Benim mutsuzluğum ve
ilgisizliğim ne evliliğimizle ne de kızımla ilgilenmeme olanak tanıdığı için o yılları zevk
alarak yaşayamadım. Kızım evlilik çağına geldiğinde ise ne annesi ne de Antoniono usta
hayattaydı. Çıkan talipleri içinden kızım genç ve yakışıklı bir çiftçiye aşık olup evlendi. Bense
onun biraz ileri yaşta da olsa zengin bir kuyumcu olan Benito ile evlenmesini istiyordum. Bu
fikrimi onlar evlendikten sonra bir gün evlerinde ağzımdan kaçırınca kocası beni kovdu ve bir
daha da ne kendisi benimle görüştü ne de kızımı görüştürdü. İyice yıkılmıştım. Kendimi
içkiye ve kumara verdim. Gün geçtikçe hem işler kötüye gitti, hem de elde avuçta ne varsa
kaybettim. Sonra, zamanla daha da sefilleşerek düştüğüm bu durumda yıllardır sadece birkaç
hayırsever insanın getirdikleri yiyeceklerle yaşamaya çalışarak bu güne ulaştım. Görüyorum
ki halime gülüyorsunuz, ne deseniz haklısınız saygıdeğer efendim. Tanrı bilir ya, bu güne
sizin olduğunuz gibi ulaşabilmeyi ne çok isterdim. Hayatımı gözden geçirince bir zamanlar bu
dünyada var olduğumu düşündürecek bir kanıta rastlayamadım işte. Size hem imreniyor, hem
de biraz kıskanıyorum sevgili bayım’ diye tamamlamış öyküsünü.
Ulveno’nun acıklı yaşam öyküsü ile şaşkına dönmüş olan diğer adam, dinlerken gösterdiği
tepkilerin yanlış anlaşılmasından dolayı mahcup bir şekilde: ‘İçtenliğim konusunda sizi temin
ederek söze başlamak isterim sevgili yoldaşım’ diyerek Ulveno’nun gönlünü almış önce.
‘Ama siz de benim yerimde olsanız, başınıza gelen bu talihsiz olayları duyduğunuzda eminim
en az benim kadar hayretler içinde kalırdınız. İzin verin de sizi üzen bu tavırlarımın nedenini
açıklayayım’. Bu sözler üzerine bitkin ve sefil vücudunu ölüm döşeğinde son bir gayretle
doğrultmaya çalışan Ulveno’ya içten bir merhametle yardım ettikten sonra anlatmaya
başlamış. ‘Benim adım Ansbach’lı Cristoph’tur. Kuzeyde Bavyera adıyla bilinen bir bölgede
yaşadım. Sizin öykünüzü dinlerken emin oldum ki, bizi son yolculuğumuzda bir araya getiren
sadece bir rastlantı olamaz. Olsa olsa birbirimize anlatacaklarımızdan sonra çıkartılacak bir
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa59
ders için bir araya getirildik diye düşüneceğim ama böyle bir dersin bu andan sonra bize ne
gibi bir yararı olur onu da bilemiyorum. Eğer anlattıklarımızı duyan ve diğer insanlara
aktarabilecek birisi olsaydı bu zannımdan emin olabilirdim. Neyse, konuya gelelim. Ben de
çok küçük yaşta hem annemi hem de babamı kaybettim ve aynen sizin gibi akrabalarım
tarafından yetiştirildim. Gençlik yıllarımda girip çıkmadığım iş, yapmadığım yaramazlık
kalmadı. Sonunda, her zaman sevgi ve rahmetle andığım sevgili dayım beni kulağımdan tutup
çok yakın bir dostu olan ve o zamanlar Ansbach kentinin en zengin kitap koleksiyonuna sahip
sahafı Adolph ustaya çırak olarak teslim etti. Oldukça disiplinli ve sert bir adam olan ustam,
ilk başlarda işin sıkıcılığına dayanamayıp birkaç kez kaçmaya kalkmama rağmen her
seferinde beni bulup geri getirdi. Uzun süren uğraşlarından sonra isyankar doğama karşı
gösterdiği anlayışlı tavrın da etkisiyle işimi sevmeye başlamıştım. İşten kalan boş
zamanlarımı kitap okuyarak geçiriyor hatta bana göre kentin en bilgili ve akıllı insanı olan
ustamla okuduğum konularda tartışmalara girip anladıklarımın doğruluğunu sınıyordum.
Şimdi duyacaklarınızdan dolayı derin bir hayret içine düşeceğinize eminim, çünkü benim
ustamın da, aynen sizin nişanlanmış olduğunuz güzel Monica’nız gibi, girdiği her yere ışıltılar
saçan, melekler kadar güzel Engelbertina isminde bir kızı vardı. Böyle bir kız olur da o
yaşlarda genç bir erkeğin ilgisiz kalması mümkün olabilir mi? Doğal olarak ben de Tanrı’nın
özenerek yarattığı bu güzel kıza aşık oldum. Konumum nedeniyle sık sık görmek mutluluğuna
eriştiğim bu melek de bana karşı ilgisiz kalmamış ve aramızda gelişen sevgi ve ilgi de fark
edilir düzeye erişince ustam Adolph duruma el koyarak bizi nişanlamıştı. Düşünüyorum da, o
zamanlar benden mutlu bir erkek yok gibiydi. Aşkımın verdiği güç ile işime daha bir sıkı
sarılmış ustamın da izniyle dükkanın işlerinin neredeyse tümünü ben görür olmuştum. Her
konuda kitapları ben araştırıp buluyor, pazarlıklarını ben yapıyor ve aldıklarımı elden geçirip
gerekirse düzenledikten sonra konusuna ve alanındaki ciddiyetine uygun şekilde ciltlenerek
kitaplıklarda uygun yerlere yerleştirilmesini sağlıyordum. Bu denli ortak bir kaderi
paylaştığımıza belki de inanmakta zorluk çekeceksiniz ama sizi temin ediyorum
anlattıklarımda ne bir abartma ne de en ufak bir yalan bulunmaktadır. İşte, biraz önce de
bahsettiğim gibi işlerimin en önemlilerinden bir tanesi de kitapların ciltlenmesiyle bizzat
ilgilenmek idi. Kitaplara karşı her gün gelişen ilgim ve sevgim onları koruyacak, yaşamlarını
ve albenilerini mümkün olduğunca arttıracak giysilere sahip olabilmeleri için şehrin en ünlü
ciltçi ustasıyla samimiyeti ilerletmeme neden olmuştu. Artık kabul etmekte zorlanacağından
emin olduğum bir diğer rastlantıya bakın ki, bizim kentimizdeki bu ünlü cilt ustası Barnardo
usta da aynen sizin saygıdeğer kayınpederiniz gibi mesleğinin inceliklerini İtalyan ülkesinde,
üstad Jean Grolier’den öğrenmişti. Nadir insana bahşedilmiş olan yeteneğiyle deriyi dantel
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa60
gibi işler, ciltlediği kitaplar üzerinde, içindeki nadide fikirlerle boy ölçüşebilecek güzellikler
yaratırdı. Barnardo ustanın sanatındaki tartışılmaz üstünlüğü yanında, en az kabartma arabesk
desenli ciltleri kadar güzel ve çekici bir kızı vardı. Güzel olduğu kadar iyi kalpli ve arkadaş
canlısı olan bu kızla, dükkanlarına gidip geldikçe artan samimiyetimiz, bizi de sınırlarını iyi
çizemediğimiz bir ilişki içine soktu. Son pişmanlık fayda vermez; ne yaptığımızın farkına
vardığımızda benim için Engelbertina ve sahaflık hayallerimin sona erdiğini fark etmem çok
zamanımı almadı. Ama eski ustam ve nişanlıma karşı düştüğüm bu alçaltıcı durumun
utancından dolayı uzun süre insan içine çıkamadığımı da hatırlıyorum. Buna rağmen yaşamın
bana getirdiği bu felaketten bir şekilde kurtulmam gerektiğine karar verdim. Bu durum benim
seçimim sonucunda ortaya çıktığına göre sonuçlarına da katlanacaktım. Derhal Barnardo
ustaya giderek kızıyla evlenmek için izin istedim. Benim kendi isteğimle evliliğe talip olmam
aramızdaki soğukluğa anında son vermiş ve sonradan birlikte uzun yıllar mutlu bir evlilik
hayatı sürdüğümüz sevgili karımla aramızdaki aşkın tohumlarını atmaya yetmişti. Olayların
bu şekilde gelişmesinden dolayı kendimi her zaman şanslı bir insan olarak gördüm ve tüm
yaşamım boyunca Tanrı’ya minnettar kaldım. Gördüğünüz gibi sevgili dostum, biraz önce
acıklı öykünüzü dinlerken hiç istemeden kırılmanıza neden olan dikkatsiz tavırlarım, kendi
yaşadıklarıma bu denli benzer bir hayat sürmüş ama benden daha bahtsız bir insanla
karşılamamdan kaynaklanıyordu. Umarım, artık beni biraz da olsa hoş görebilirsiniz.
Bununla birlikte, geriye kalan şu birkaç dakikamızda öyküme devam etmemi arzularsanız, sizi
daha fazla şaşırtacağımdan da emin olabilirsiniz.’ Yoldaşının bu son sözleri üzerine yatağında
güçlükle biraz daha doğrulan Ulveno ise, öykünün geri kalanını dinlemeye can attığını ancak
bitkin bir el işaretiyle bildirebilmiş. Bunun üzerine, kalan zamanın azlığının farkında olan
Ansbach’lı Cristoph hiç duraksamadan öyküsüne devam etmeye başlamış. Evlendikten sonra
kayınpederinin yanında işe başladığını, durum böyle olunca sahaflık işini unutarak ciltçilik
sanatını en iyi şekilde öğrenmeye niyet ettiğini ve zaman içinde işin inceliklerini kavradıkça
bu seçiminden ne derece mutlu olduğunu bir bir anlatmış. ‘Kitapları ciltlemeden önce, onları
anlattıklarına en yakışan desenlerle bütünleştirecek kapaklara karar vermek için hepsini
okuyordum’ diye devam etmiş sözlerine. ‘İşime olan aşırı düşkünlüğüm giderek bir saplantı
halini almaya başlamıştı. Sürekli olarak işi büyütmeyi düşünüyor ama bunun için gereken
parayı nereden bulacağımı bilemiyordum. Bir gün özel notlarını ciltletmek isteyen oldukça iyi
giyimli, kibar görünümlü bir beyefendi dükkana geldi. Kente yeni geldiğini ve işi gereği
sürekli gezen birisi olduğunu söyleyerek, ilk bakışta ne olduğunu çıkartamadığım bir sürü
şifreli yazı ile dolu kağıtları bırakıp gitti. Çıkarttığım işten o kadar memnun olmuştu ki, kentte
kaldığı süre içinde dostluğumuz devam etti. Sonradan öğrendiğime göre, kendisi ülkedeki tüm
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa61
zenginlerin oldukça yakından tanıdığı ve özel kumar partilerinin müdavimi olan bir
kumarbazmış. İlgilendiğimi görünce bana da birkaç numara öğretmeyi kabul etti.’ Öykünün
burasında Ulveno söze karışmaktan kendini alamamış: ‘Yoksa siz de mi kumar illetine
bulaştınız? Ama anladığım kadarıyla, benim aksime, her konuda olduğu gibi kumarda da
şansınız yaver gitmiş.’ Ulveno’nun sesindeki kırgınlığı hisseden adam daha fazla uzatmadan
öyküsünü şu sözlerle tamamlamış: ‘Doğru tahmin ettiniz sevgili dostum. İstediğim parayı
öğrendiğim birkaç numara ile daha deneyimsiz insanların katıldığı, daha az aristokrat kumar
partilerinde kazanabileceğimi düşündüm. İşler ters giderse elimdekileri de kaybedebileceğimi
bilmeme karşın, oynamaya başladım. Ama ne yazık ki, sonuç konusunda yanıldınız.
Kaybettiğim parayı ödeyebilmek için sevgili kayınpederim dükkanı satmak zorunda kaldı.
Bunun üzerine biz de o zamandan sonra eskiden bizim olan dükkanda işçi olarak çalışmaya
başladık.’ Hiç beklemediği bu gelişme karşısında şaşıran Ulveno merakla sormuş: ‘Eşiniz ve
çocuklarınız ne yaptılar? Sizi reddetmediler mi?’ Masumca sorulmuş olmasına rağmen bu
sorulardan oldukça etkilenen adamcağız anlatmaya devam etmek zorunda kalmış: ‘Bizim hiç
çocuğumuz olmadı ne yazık ki. Başvurduğumuz tüm hekimler bunun bir tedavisinin
olmadığını, eşimin rahminin çocuk tutmaktan aciz olduğunu belirterek bizi geri çevirdiler.
Ama ne ben eşimi bu yüzden terk etmeyi seçtim, ne de sevgili eşim ve kayınpederim biraz
önce anlattığım hatam nedeniyle beni yüzüstü bıraktılar. Anlayacağınız, ben de size benzer bir
şekilde yaşamımın son yıllarını yokluk ve zorluklar içinde geçirdim. Ama size bir konuda
katılmıyorum. Hepimiz bu dünyaya bir şekilde fırlatılıp atılarak yaşamaya başladık ve
önümüze çıkan imkanlar arasından yaptığımız seçimlerle özümüzü kendimiz oluşturup bu
dünyada bir süre var olduk. Kendinize haksızlık etmeyiniz lütfen. Siz bile hiçbir şeyi
seçmeyerek aslında bir seçim yapmışsınız ve neredeyse aynı olayları yaşadığımız halde iyi ya
da kötü sonuçlarına katlanarak benden farklı bir insan olarak yolun sonuna ulaştınız. Aynı
olaylar ama farklı tercihler sonunda özgün yaşamlar. Emin olun, bu dünyada siz de bir süre
var oldunuz.’
Kapı aralığından olaylara bu ana kadar şahit olmak zorunda kalan zavallı kadın ise daha fazla
dayanamayarak çığlık çığlığa koşar adım evi terk etmiş. Daha sonra eve gelenler evde zavallı
Ulveno’nun cansız vücudundan başka anlatılanlara delil olabilecek bir şeye rastlamamışlar.
Buna rağmen zavallı kadının dehşet içinde anlattığı bu öykü yüzyıllardır dilden dile dolaşır
durur.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa62
Büyükanne masalı bitirdikten sonra sustu. Bir süre birlikte denizi seyrettikten sonra havanın
yavaş yavaş kararmakta olduğunu fark ederek kalktılar. Hesabı ödeyip, çevirdikleri taksiye
bindiklerinde birbirlerinin ne düşündüğünü merak etmeden sessizce etrafı seyretmeye
başladılar. Eve dönerken hiç konuşmadılar.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa63
BÖLÜM XII
Biz uyuyunca rüyalar uyanırlar.
Franz Seraphicus Grillparzer (1791-1872)
Kendini yatağa attığında yorgunluk ayaklarından çarşafa doğru kum gibi akıp gitmeye
başladı. O kadar hoş bir duyguydu ki hiç direnmedi. Sanki uzun süre tuttuktan sonra çişini
yaparken hissettiği gibi bir boşalmanın tüm bedenini yukarı doğru sardığını hissediyor,
uyanıklıkla uyku arası bir durumda, duyduğu zevki uzatmanın yolunu düşünüyordu. Gözlerini
açmak istedi ama göz kapakları tatlı tatlı direndiler.
‘Ne hoş bir yorgunluk… Ama uyursam sona erecek. Biraz daha diren. Biraz… daha…’
Yüzündeki tebessümü, bedeninden akıp giden yorgunluğu dışardan görüyordu. Bir süre zevk
içinde kendini seyretti. Gözlerini açamıyordu ama artık açmak da istemiyordu. Uyumak
istemediğini de fark etti. Uyanıktı ama biraz da uyuyor gibiydi. Şimdiye dek hiç yaşamadığı
bu deneyim hoşuna gitti. Bu halini devam ettirmek istiyordu. ‘Çok zevkli bir şey’ diye geçti
aklından. Sanki düş görüyor ama düş gördüğünü de biliyordu.
İçerden gelen konuşmalar düşüncelerini bölmeye başlamıştı. Uyanmak istemediği için tüm
dikkatini toplamaya çalıştı ama ne mümkün. Bu ilginç deneyimin, dağılan dikkati yüzünden
kısa kesilebileceğini düşünerek sinirlendi. Bu saatte hangi densiz gezmeye gelip bu kadar
gürültü yapar ki? Kaldığı yeri unutmasın diye gözlerini bile açmadan, odanın kapısını
kapatmak için yatağından kalktığında her şeyi görmeye devam ettiğini fark edince hem çok
şaşırdı, hem de hoşuna gitti.
‘Düş görmeye devam ediyorum herhalde, ne yaptılarsa uyandıramadı münasebetsizler’
Kapıya geldiğinde sesler daha net duyulmaya başlamıştı. Birkaç kadın kendilerini sohbetin
çekiciliğine kaptırmış lafı birbirlerinin ağzından kapıyorlar, neşeli neşeli kıkırdıyorlardı. Tüm
konuşulanları duymasına rağmen hiçbir şey anlamamıştı. Dikkatle dinlediğinde yabancı bir
dilde değil de Yunanca konuştuklarını fark etti. Yine de ne konuştuklarını anlayamıyordu.
Merakla koridora çıktı. Sesler mutfaktan geliyordu. Aralarında bir de erkek sesi fark etmişti.
‘Büyükanne’
Yanıt gelmeyince yineledi. ‘Büyükanne neredesin?’
İçerden bir çocuk neşeyle karşılık verdi.
‘Haydi Fotios, artık uyan. Yemek vakti.’
Koşarak mutfak kapısının önüne geldiğinde, masanın etrafında iki kadın ve bir erkeğin yemek
yemekte olduklarını gördü. Büyükanne misafirlerine hizmet ederken, oldukça kısa olan boyu
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa64
yüzünden zorluk çekmesine karşın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Fırfırlı rengarenk eteği
ve yakasında kocaman mavi kurdeleli beyaz gömleğiyle, yaklaşık yedi sekiz yaşlarında
oldukça şirin bir kız olmuştu.
‘Kim bunlar büyükanne?’
Soruyu tamamladığı anda masada oturan kadınlardan birinin Eleni olduğunu fark etti.
‘Sen de nerden çıktın?’
Sesindeki şaşkınlık hepsini güldürdü. Diğer kadının da yüzüne dikkatle baktığında onu da
tanıdığını fark edip korkmaya başladığını hissetti. Beline dek saldığı uzun saçlarının farklı bir
güzellik kattığı bu tanıdık yüz, sevgi ve hasret dolu gözlerle kendisine bakarken, bir eliyle de
boynundaki üçgen deri tılsımı okşuyordu.
‘Demek Fotios sensin. Gel yanıma otur lütfen.’
Büyülenmiş gibi itiraz etmeden dediğini yaptı. Kadın sevgiyle saçlarına dokunup adını
tekrarlarken, karşıda oturan adamın da gülümseyerek baktığını fark edince, şirin giysiler
içinde oradan oraya koşuşturan, mutluluk içinde konuklarını ağırlamaya çalışan büyükanneye
endişeyle seslendi.
‘Büyükanne bu adam kim?’
‘Ziya bey, yavrucuğum. Annemin bizi ziyaret edeceğini duyunca, onlar da gelmek istemişler.
Ne güzel değil mi? Hem zaten eşi Eleni’yi sen de tanıyorsun. Hoş geldin desene. Hadi ama.
Şaşkın şaşkın bakma öyle’
Çocuk da olsa büyükannenin bu rahatlığı sinirine dokunmuştu. Birden aklına hala düşte
olabileceği geldi.
‘Şu an düş mü görüyorum?’ Sesi kararsızlık ve endişeyle oldukça düşük çıktığı için kimse ne
dediğini fark etmedi. Yine sinirlendi.
‘Size, şu an düş mü görüyorum dedim.’
Beklenmedik çıkışı sohbeti bıçak gibi kesmişti. Herkes niye sinirlendiğini anlamadan
şaşkınlıkla yüzüne bakıyordu. Ziya bey, daha önce tarih dergilerinde gördüğü eski moda Türk
giysileri ve fesini düzelterek oldukça yumuşak ve anlayışlı bir sesle bir öneride bulundu.
‘Parmaklarını say istersen’
‘Ne dediniz?’
Saçma bulunduğu belli olan önerisini daha resmi olmaya çalışarak yineledi.
‘Parmaklarınız, dedim. Elinizde kaç parmak var sayın lütfen’
Anlam veremediği bu öneriye iyice sinirlenmesine rağmen eline göz atmaktan da kendini
alamadı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa65
‘Altı… Aman tanrım altı parmağım varmış’ Korku dolu gözlerle etrafına bakınırken
büyükanne dahil herkes yeniden gülmeye başlamıştı.
Ziya beyin giysilerini, fesini ve sesini oldukça net bir şekilde fark edebilmesine rağmen loş
ışıkta yüzünün detaylarını görememişti. Halbuki diğerlerinin yüzleri her ayrıntısıyla fark
edilebiliyordu. Karşısındaki bu çokbilmiş kişiyi iyice görebilmek için hırsla kalkıp elektrik
düğmesini çevirdi. Ampulün yandığını görmesine rağmen ortalık daha fazla aydınlanmamıştı.
Ziya beyin yüzünü, yine ancak bulanık bir şekilde görebiliyordu. Onlar gülmeye devam
ederken çaresizlik içinde, ilk bakışta bile büyükannenin annesi olduğu anlaşılan esmer güzeli
Despina’nın yanına oturdu. Genç kadın, ellerini sevgiyle elleri arasına alıp oldukça sıcak bir
sesle açıklamaya çalıştı.
‘Sen Ziya beye bakma sevgili yavrum. O eskiden beri gizemli olmaya bayılır. Seni üzmek için
söylemedi. Biz eskiden, böyle durumlarda kendimizi çimdiklerdik. Bunlar yeni moda
yöntemler. Ziya bey, neydi bunların adı?’
‘Gerçeklik testleri. Düş görmesine karşın, artık düşte olduğunun da farkında sanırım’
Duydukları korkusunun geçmesine yetmiş, rahatlayarak neşelenmesine bile neden olmuştu.
Tek yapması gereken düşe devam edebilmenin bir yolunu bulmaktı.
‘Merak etme. Uyanacak gibi olursan, yani kendini yatağında hissetmeye başlarsan, ellerini
ovuştur, tekrar düşe dönersin’ Ne düşündüğünü nasıl anlamıştı? Gülmekten kendini alamadı.
Öyle ya düşteydi. Tüm bunları kendisi düşünüyor olmalıydı. Ama oldukça zevk alıyordu bu
deneyimden. Sadece, Eleni ile yüzü olmayan Ziya beyin ilişkisi biraz canını sıkmıştı.
‘Değiştirsem mi acaba?’ diye düşündü kıskançlıkla. Sonra, düşünün akışını bozmaktan
çekinerek biraz da merakla her şeyi oluruna bırakmaya karar verdi. ‘Ne de olsa sadece düş.’
‘Haydi Fotios yemeğe.’
Şirin ama tanıdık yüzüyle büyükanneyi sıkıştırıp öpesi geldi birden.
‘Tamam büyükanne, hem sen büyüklerin işine karışma bakayım.’
Artık durum oldukça eğlenceli olmaya başlamıştı. Terslendiği için sessizce gözyaşı dökmeye
başlayan büyükanneyi kucağına alıp öperek teselli etmeye çalışan Despina’yı seyrederken,
büyükanneye biraz sert bir şekilde takılmış olabileceğini düşünerek yaptığından pişmanlık
duydu. Sonra da, Despina’yı, bu sevgi dolu kadını terk ettiği için pek de iyi duygular
beslemediği Ziya beye dönerek aklından geçenleri fütursuzca sordu.
‘Sizi ve Despina’yı çok merak ediyorum. Neden ayrıldınız? Yapabileceğiniz hiçbir şey yok
muydu?’
Beklemediği soru ile şaşırma sırası Ziya beye gelmişti. Lokmasını yutup peçeteyle ağzının
kenarını silerek zaman kazandıktan sonra yanıtladı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa66
‘Anlatacak çok şey var.’ Bir an duraksadıktan sonra Despinaya bakarak: ‘Değil mi Despina?’
Kadın duymamış gibi yapıp sessiz kalmayı tercih etmişti. Ortada Despina’ya yapılan bir
haksızlık olduğunu hissederek Ziya beye tekrar sinirlendi. Bir yandan da eski olayları
dinlerken kocasını kıskandığı her halinden belli olan Eleni’yi göz ucuyla süzmekten kendini
alamadı. ‘Eden bulur, işte...’
‘Siz niçin anlatmıyorsunuz? Çekindiğiniz bir şey mi var?’ Sesindeki düşmanca alaycılığı Ziya
bey fark etmemiş gibiydi.
‘Sizin bilmediğiniz bir şeyi size nasıl anlatırım?’ Hala düşte olduğunu anımsayarak hak verdi.
‘Öyleyse bir yolu yok. Halbuki aranızda gerçekte neler olduğunu öğrenmemin belki bana da
yararı olabilirdi.’ Kapıldığı umutsuzluğu fark eden Ziya bey biraz çekinerek sözünü kesti.
‘Bir yolu olabilir…’ Hiç beklemediği anda beliren bu çözüm umudu ilgisini çekmişti.
‘Nasıl?’ Yanıtını beklerken dikkatle tekrar incelemeye başladığı Ziya beyin yüzü yavaş yavaş
kara kalem çizgi ile belirginleşerek tanıdık bir yüz haline geldi. Çizgiler giderek tüm
bedeninin hatlarını dolaşıp karşısındakini bir çizgi roman kahramanı haline sokmaya
başlamıştı.
‘Beni izle. Benimle gel, öğreneceksin.’
‘Nereye?’
‘Biliyorsun.’
Birden anımsadı. Artık tam anlamıyla bir çizgi karakter haline gelmiş olan Ziya beye
ürpererek bakakaldı.
‘Sen… Sen Apulu’sun.’
Yavaş yavaş mutfaktaki herkes çizgi karakterler haline gelmeye başlamış, havada görünmez
bir kara kalemin hızla çizdiği çizgilerle oluşan yenileriyle de ortalık oldukça
kalabalıklaşmıştı. Aralarından son derece çirkin ve korkunç görünümlü bir erkek uzanıp
Despina’nın boynundan aldığı deri tılsımı avucunun içine koyarken içine doğan
dudaklarından dökülüverdi.
‘Sen de, Ölüler diyarından bir dost olmalısın.’
Tılsım avucuna değdiği anda son derece rahatsız edici bir ses uzaktan da olsa kulaklarını
tırmalamaya başlamıştı. Yarattığı huzursuzluk verici duygu sanki ölümü hissettiriyordu. Ses
birden kesildi, ardından gelen dinginlik ve sükunet ile bedeninden ayrılıp yükselmeye
başladığını fark ettiğinde korkusu geçmişti. Tüm çevresini, kendi vücudunu ve biraz önceki
kalabalığı artık yukardan seyrediyordu. Aralarında Alisha, Kostas, babası ve annesi, hatta
Ulveno ve Cristoph’u bile fark etti. Hepsi gerçek görüntülerinden sıyrılmışlar, havada
hoyratça gezinen kara kalemin çizgilerine teslim olmuşlardı. Birden, sonunda parlak bir ışık
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa67
olan mavi bir tünele girdiğini fark etti. Artık düşünde ölüme doğru yol aldığına iyice
inanmaya başlamıştı ki büyükannenin sesi giderek kuvvetlenip anlaşılır bir hale geldiğinde
tekrar sıcak bedenine döndüğünü hissetti.
‘Haydi Fotios, son kez söylüyorum bak. Kalk artık, yemek soğuyor.’
Gözlerini açtığında, büyükannenin yaşlı yüzünü görmekten dolayı bu kadar mutlu olacağını
hiç tahmin edemezdi. Yataktan fırlayıp, sevinçle her iki yanağından tekrar tekrar öperken
aklından geçenleri kulağına fısıldadı.
‘Büyükanne, ben yarın sabah İzmir’e gidiyorum.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa68
BÖLÜM XIII
Bu kadar kısa süre içinde ayrılması büyükanneyi hayal kırıklığına uğratmış olmasına rağmen
büyük bir hevesle bavulunu hazırlamasına yardımcı olmuştu. Sanki uzun süredir düşünüp de
çıkamadığı bir seyahate birlikte gideceklermiş gibi, planlar yapmasına yardım ediyor, genç bir
kız gibi heyecanla İzmir’de olacakları hayal etmeye çalışıyordu. Yararı olur diye Despina’nın
fotoğrafları ile Hamit Veli beyden gelen bir kartpostalı da yanına alması konusunda ısrar
etmişti. Yarım bırakmak zorunda kaldığı araştırmanın torunu tarafından tamamlanacağı fikri
ile yaşlı kadının kazandığı enerjiyi fark ettiğinde başlamış olduğu işi artık bırakamayacağını
anladı. Adres kartta yazılı olmasına karşın, büyükanne yine de anımsayabildiği kadarıyla evin
yerini tarif etmeye çalışmış, döndüğünde öğrendiği her şeyi eksiksiz anlatabilmesi için
gereğinde not tutmasını dahi öğütlemekten geri kalmamıştı.
Kahvaltıyı takiben, kısa bir telefon trafiğinden sonra otobüsle İstanbul’a, oradan da İzmir’e
uçakla gitmesine karar verildi. Uzun uğraşlardan sonra gece saat 11’de hareket eden bir
otobüste yer bulabildiklerinde serüvenin başladığına artık ikisi de ikna olmuşlardı. Pasaport
işlemleri, yolculuk ve araştırma ile ilgili planları bütün günlerini aldı. Garaja gitmek için
ayrılırken kadının gözlerinde fark ettiği merak ve mutluluk, kalkıştığı işin ani bir hevesten çok
hem kendisi hem de çok sevdiği bu yaşlı kadın için tamamlanması zorunlu bir görev olduğunu
hissettirmişti.
Tahmininden de berbat geçen 10 saatlik bir yolculuktan sonra ulaştığı İstanbul’un, tahmin
ettiğinden de göz alıcı, sanki büyükannenin bazı masallarındaki o farklı dünyadan izler
taşıyan rüya gibi şehir olduğunu düşündü. Bu şehri gezmek için tekrar gelmeyi aklına
koyarak, büyükanneyle yaptıkları plana sadık kalmak amacıyla bir an önce havaalanının
yolunu tutması gerekiyordu. İzmir uçağına yer bulabilmesi pek kolay olmadı. Uzun süre
beklemede kaldıktan sonra bilet bulabildiği 13.00 uçağı bir saatlik bir uçuştan sonra inişe
geçtiğinde pencereden gördüğü manzara içinde tuhaf bir heyecan ve garipsediği bir tanıdıklık
hissi uyandırmıştı. Büyük bir göl izlenimi veren muhteşem bir körfezin etrafına yerleşmiş
olan kent, denizin boynuna asılı inci bir gerdanlık gibi duruyordu. Buna rağmen, İstanbul’la
kıyaslandığında oldukça alçak gönüllü bir havası olduğunu fark etti. Tekerlekler yere
değdiğinde, çıktığı yolculuğun amacına ne kadar ulaşacağını tahmin edemese de, burada
geçireceği günlerden oldukça hoşnut kalacağını düşünüyordu. Ne olur ne olmaz diyerek
cebinden çıkardığı nane şekerlerinden bir tanesini daha ağzına attı.
Hava alanından aldığı bir turist rehberinden seçtiği otelin ismini –İzmir Palas- taksi şoförüne
gösterdiğinde, adam mükemmel bir seçim yaptığını ima eden bir işaretle içini rahatlatmıştı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa69
Yaklaşık yarım saatte ulaştıkları otel, kentin merkezinde 1. kordon denen, deniz kıyısındaki
oldukça gösterişli bir bulvarın üzerindeydi. Odasına çıkıp körfezi tümüyle gözler önüne seren
manzarayı görünce, bir an şaşkınlık ve hayranlıkla nefesini tutmak zorunda kaldı. Sonbaharın
bu kentte hala güneşli ve oldukça sıcak olan öğleden sonrasında insanlar denize dek uzanan
çimlerle kaplı gezinti alanlarında ya da yol boyu sıralanmış kafeler ve birahanelerin
kaldırımlara taşmış masalarında günün tadını çıkartmaya başlamışlardı bile. Bir an önce
kalabalığın arasına karışma isteğiyle hızlı bir şekilde yerleştikten sonra kendini dışarı attı.
İnsana heyecan veren parlak Ege güneşinin altında gezinen, gürültülü bir şekilde etrafa
aldırmadan koyu sohbetlere dalmış insanlarını serinletmek için denizden karaya esen hafif bir
rüzgarın getirdiği iyot kokusunu zevkle ciğerlerine çektiğinde büyükannenin sözü geldi
aklına. ‘İmbat’ demişti özlemle, ‘Annem hep anlatırdı, insanlar bu çok özel rüzgarın ten
okşayıcı serinliğinde kendilerinden geçmek için her öğleden sonra deniz kıyısında gezmeye
çıkarlarmış. Genç kızlar denize karşı durup gözlerini kapattıklarında, hayallerindeki
sevgililerin yanaklarından başlayıp boyunlarına dek inen öpücüklerini anımsatan İmbat
serinliği ile kıkır kıkır gülmekten kendilerini alamazlarmış.’ Acaba Ziya bey de Despina’yı
İmbatın dudaklarıyla öpmüş müydü hiç? ‘Kuşkusuz’ diye gülümsedi, ‘İnsan bu kentte yaşar
da sevgilisini ihmal edebilir mi? O etse, İmbat etmez.’
Sonbahar güneşinin altında bir süre gezdikten sonra birahanelerden birinde kalabalığın arasına
karışıp hiç anlamadığı bir dilde sürüp giden sohbetlere kulak vererek körfeze karşı içtiği bir
bira tüm yorgunluğunu alıp götürmüştü. Saatin beşi geçtiğini fark ettiğinde Kemal beyin evini
aramak için artık kalkması gerektiğini düşündü. Taksi, yolculuğu sürpriz bir şekilde deniz
kıyısını takip eden bulvarların birinden diğerine geçerek sürdüğü için, tadına doyulmaz bir
manzarayı yol boyunca seyrederken, büyükannenin her iki kentin benzerliği hakkında
söylediklerine hak vermemek elde değil diye geçirdi aklından. Gerçekten de otelin az
ilerisindeki Atatürk heykelinin bulunduğu meydana beyaz kuleyi koysanız alın size Selanik’in
eski kordonu. Her şey bu kadar benzer ise, insanların yaşam şekilleri de benzer olmalı diye
düşündüğü sırada, şoför ‘Karantina’ diyerek yolun sağına yanaşıp durmuştu bile. Adresteki
sokağı sorduğunu tahmin ettiği genç bir adam, eliyle caddeye inen yollardan birini işaret
ederek yukarı doğru bir sağ bir de sol işareti yapmıştı. Tarif üzerine tırmanmaya başladılar,
biraz önceki el işaretlerine uygun olarak döndükleri köşelerden sonra, az ilerde kendisinin de
hemen fark ettiği, dört- beş katlı apartmanların arasında yalnız kalmış eski bir evin önünde
durdular. Taksi gittikten sonra, bir süre evi seyretti. Girişteki süslemeli büyük demir kapı evin
oldukça eski bir mimari örnek olduğunu kanıtlıyordu. Açılıp her iki yana yaslanmış tahta
ızgaralı pancurları ve mavi boyalı çerçeveleriyle, kapının iki yanındaki geniş pencereler beyaz
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa70
badanalı duvarların üzerinden insana gülümser gibiydi. Evin bahçesini çevreleyen yüksek
duvarların işlevi ise, çevresindeki apartmanlar nedeniyle, sadece yoldan geçenlerin bakışlarına
engel olmakla sınırlı kalıyordu.
Zilin melodisi henüz sona ermeden açılan kapının ardından çıkan yirmili yaşlarında oldukça
hoş bir kadın, kibar bir ses tonuyla muhtemelen kimi aradığını ya da kim olduğunu sordu.
Birkaç saat boyunca hiç yabancılık çekmeden gezdiği kentte neredeyse unutmuş olduğu dil
sorunu birden tekrar karşısına çıkınca şaşırmıştı. Sanki bunu hiç beklemiyordu. Kendini
toparladıktan sonra tane tane telaffuz etmeye çalıştığı İngilizce sözcüklerle kendini tanıtarak,
Kemal beyi aradığını söyledi. Genç kadın, oldukça akıcı bir şekilde karşılık vermişti. Evet,
Kemal beyin eviydi. Bir dakika bekleyebilirse çağıracağını söylerken bir yandan da merakla
onu yukardan aşağı süzmüştü. Kemal bey, akşamüzeri çat kapı gelen konuğuna pek de belli
etmek istemediği bir isteksizlikle kapıya çıktı. Yaklaşık elli yaşında görünüyordu. Henüz bir
söz edemeden, kızı olduğunu tahmin ettiği genç kadın kendisini göstererek konuştuklarını
aktarmıştı bile. Söylenenleri dinlerken ev sahibinin yüzüne yayılan samimi tebessümü,
ziyaretinin herhangi bir sorun yaratmadığına dair işaret olarak yorumladı. Ev sahibi Kemal
bey oldukça meraklanmıştı. İçten bir nezaketle içeri girmesini teklif ettiğinde, işlerin bundan
sonra herhangi bir sorun çıkmadan yolunda gideceğine inanarak sevinçle teklifi kabul etti.
Evin içi belli ki elden geçmiş ama buna karşın orijinal mimarisinin ruhuna sadık kalınmıştı.
Oldukça yüksek tavanları içeriye, dışardan belli olmayan bir ferahlık hissi veriyordu. Ortada,
her iki yanı süslemeli tırabzanlarla destekli, geniş ve düz bir ahşap merdiven ise üst kata çıkışı
sağlıyordu. Kemal bey misafirini alt kattaki salona aldı. Olanca nezaketiyle hoş geldiniz
dedikten sonra evin içindekileri tanıştırdı.
‘Bu genç hanım benim kızım, Nur.’ Sonra yanında oturan yaklaşık kırkbeş elli yaşlarında ince
yapılı, oldukça güzel ve zarif görünümlü hanımı işaret ederek: ‘Ve eşim Güneş’ Kısa bir
sessizlikten sonra;
‘Nur sizin Yunanistan’dan geldiğinizi söyledi.’
‘Evet ismim Fotios. Siz benim büyükannemi tanırsınız. Kendisi yirmi yıl kadar önce ülkenize
yaptığı bir gezi sırasında sizi ziyaret etmiş.’
Kemal bey ve eşinin giderek heyecanlandıkları açıkça belli oluyordu.
‘Yoksa sizin büyükannenizin ismi Fotini mi?’
‘Evet Kemal bey. Kendisi size en içten selamlarını iletmemi söyledi. Ziyaretinden sonra
ilerleyen yaşı nedeniyle tekrar böyle bir geziye çıkamadığı için görüşemediğinizi, ama sizleri
ve misafirperverliğinizi hiç unutmadığını anlattı bana.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa71
Bu arada, karşısındaki kibar insanları kuşkuda bırakmamak için anlattıklarına kanıt olarak
cebinden çıkardığı İzmir manzaralı eski kartpostalı uzattı. Hepsinin duygulandıkları
gözlerinden belli oluyordu.
‘Bana Kemal deyin lütfen, siz de izin verirseniz ben de size Fotios diye hitap edeyim.’
Elindeki kartpostala eski bir dostu anımsamaya çalışır gibi baktıktan sonra geri verdi.
‘Biz de büyükannenizi hiç unutmadık. Babam Hamit Veli bey kendisinin annesine ne kadar
benzediğini anlatır dururdu. Ben de büyükannenizi son derece kibar bir hanımefendi olarak
anımsıyorum. Nur belki unutmuştur, çünkü henüz dört ya da beş yaşlarındaydı.’
‘Hayır, ben de anımsıyorum’ diye itiraz geldi Nur’dan. ‘Kendisini çok sevmiştim. Gittiğinde
ne kadar ağladığımı unuttunuz mu? Daha sonra dedem bana o yaşlı bayanın annesini ve
ailesini, büyük amcam Ziya beyi ve o yıllardan anımsadıklarını anlatmıştı uzun süre.’ Birden
bir pot kırmış olabileceğini düşünerek sustu. Kemal bey ve eşi, büyük bir nezaketsizlik
yapmış gibi kızlarına dik dik bakmışlardı.
‘Çekinmenize hiç gerek yok’ diye girdi söze. ‘Ben de bu eski öykünün peşine takılıp geldim
zaten. Büyükannem bölük pörçük olarak annesinden duyduğu anıları naklederken haberdar
oldum bu ilişkiden. Hamit Veli beyle yaptıkları sohbet annesiyle ve Ziya beyle ilgili ilginç
bilgiler edinmesini sağlamış. Artık çok yaşlandı, belki de son günlerini yaşıyor. Öyküyü
bildiği kadarıyla anlatırken fark ettim ki, ömrünün son günlerinde onu en mutlu edecek şey,
annesinin belki de mutlu olduğu tek ilişki hakkında tüm gerçeği öğrenmek olacak. Neler oldu
ve en önemlisi hiç bir araya gelemeden niçin ayrıldılar?’
Konunun bu kadar ani bir şekilde açılması ve kendisinin de fırsat bilip son derece pervasız bir
şekilde üstüne gitmesi uzun süren bir sessizliğe neden olmuştu. Belki de çok acele etmişti.
Henüz tanışma faslını bile doğru dürüst tamamlamamışken insanları sorguya çeker gibi tüm
soruları ortaya dökmüş olmasının bu ülkenin geleneklerine aykırı olabileceği de sözlerinin en
sonunda aklına gelebilmişti. Sessizliği bozan Nur’un alaycı sözleri oldu:
‘Yani, sadece büyükannen merak ediyor diye işini gücünü bırakıp, sonucunda ne elde
edeceğini bile bilmeden, seksen yıllık ve o günlerin şartları düşünüldüğünde olağan bir
nedenle sonlanmış olabilecek bir öykünün izini sürmek için mi buradasın?’ Mükemmel bir
İngilizce… Sözleri takip etmek bile zor gelmişti ama ne demek istediğini ve içindeki
alaycılığı rahatlıkla sezebilmişti. Kemal bey belki de, kızının yaptığı nezaketsizliği gidermek
için, aceleyle söze girerek işin tatsız bir tartışmaya dönmesini önlemek istedi.
‘İnsanların geçmişleri ile ilgili öykülerin peşinden gitmesi bizde sadece takdir görmesi
gereken bir davranıştır. Siz Nur’un sözlerini lütfen bir hayretin ifadesi olarak algılayın.
Aslında dedesi henüz hayattayken kendisi de bu öykü ile oldukça ilgilenmişti. O günlerle
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa72
ilgili her türlü anıyı dinleyebilmek için çoğu kez babamı geç vakitlere kadar uykusuz
bırakmıştır.’
Söylediklerinden dolayı biraz mahcup olan genç kadın, ‘Siz benim kusuruma bakmayın.
Arada bir bana böyle gelip giderler işte’ anlamında bir şeyler mırıldanarak kalktı.
‘Lütfen rahatsız olmayın. Ben kesinlikle alınmadım. Aslında pek haksız da değil. Ama bu
konuda sizinle uzun uzun konuşmak isterim. Birkaç gün kalmayı ve aynı zamanda kenti
gezmeyi planlıyorum. Bu arada bana zaman ayırabilirseniz çok mutlu olurum.’
Kemal bey konuğunun kalkmaya yeltendiğini görünce, ‘Biz de birazdan akşam yemeğine
oturacaktık. Bu gece yemekte bizimle birlikte olursanız çok mutlu oluruz. Değil mi Güneş?’
Konuşmanın başından beri sessizce dinlemekte olan kadın zarafetine yakışan bir ses tonuyla
ve tane tane vurguladığı kelimeleriyle bu teklife oldukça içten bir şekilde katıldı.
‘Lütfen bay Fotios, kalırsanız çok mutlu oluruz.’
Bu denli içten bir daveti reddetmenin kabalık olacağını düşünmesine rağmen, son derece
yorucu geçen yolculuğun etkilerini artık tüm bedeninde hissetmeye başlamıştı.
‘Bu gece lütfen beni affedin. O kadar yorucu bir yolculuk geçirdim ki, korkarım bu halimle
sizin de keyfinizi kaçırırım.’
Mazeretini haklı buldukları için fazla ısrar etmediler. Ama ayrılırken Güneş hanım ertesi gece
mutlaka yemeğe beklediklerini ve başka bir mazeret kabul etmeyeceklerini söyledi. Kemal
bey de kendisini oteline bırakmayı teklif ediyordu. Buna hiç gerek olmadığını taksiyle çok
rahat bir şekilde gelebildiğine göre yine aynı şekilde dönebileceğini söylemeye çalıştı ama
araya giren Nur’un sözleriyle tartışma sona ermişti.
‘Arabanın anahtarını alabilir miyim babacığım? Misafirimizi ben bırakmak istiyorum. Hem
böylece biraz önceki kabalığımı da affettirebilirim belki.’
Otele doğru giderken Nur oldukça neşeliydi. Sürekli konuştu, sorular sordu. Otele
vardıklarında işi, ailesi ve yaşadığı yer hakkında neredeyse her şeyi sorup öğrenmişti bile.
Teşekkür edip arabadan ineceği sırada Nur’un ilginç teklifiyle durakladı.
‘Sana bu araştırmada ben de yardım edebilir miyim?’
‘Araştırma mı gerekecek? Babandan öğreneceklerimin yeterli olacağını düşünmüştüm.’
‘Sanmam. Bence iş daha karışık. Hem dedemin ailede en çok benimle konuştuğunu, benimle
sırdaş olduğunu da hatırlatmak isterim sana.’
İş ilginçleşmeye başlamıştı. ‘Niçin yardım etmek istiyorsun?’
‘Merak. Hem unutma, Despina senin büyük büyükannen ise, Ziya da benim büyük amcam.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa73
Bir anda, aradığından fazlasını bulmanın keyfiyle yorgunluğunun bir parça hafiflediğini
hissetti. Anlaşmayı tamamlamak için elini uzatarak ‘Anlaştık’ dediğinde Nur motoru tekrar
çalıştırmıştı bile. Arabadan inip kapıyı kapatırken Nur’un son sözlerine gülümsemekten de
kendini alamadı.
‘Dikkat et Neo. Kırmızı hapı yutmak üzeresin.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa74
BÖLÜM XIV
Telefonun sesiyle uyandığında bir süre nerede olduğunu çıkartamadı. Uykusunu tam olarak
alamamış olmasına karşın, gözlerini açtığında karşılaştığı manzara ile aniden içine dolan
sabah neşesi günün mükemmel geçeceğinin habercisi gibiydi. Sabahın parlak ışıklarıyla karşı
kıyıya dek berrak bir gökyüzünün altında uzanan körfezde aceleyle yolcularını taşıyan şirin
şehir hatları vapurları, arkalarında bembeyaz köpükten bir iz bırakarak neredeyse odanın
içinden geçip giderken, çaldıkları düdükleriyle günaydın diyorlardı. İçinden gelen dürtüye
uyarak yatağından onlara el salladı. Bir süre arkasına yaslanıp bu muhteşem manzarayı
seyretmek istedi ama bir türlü susmak bilmeyen telefonun sesini kesebilmek için istemeye
istemeye ahizeyi kaldırmak zorunda kaldı.
‘Günaydın. Sizin orada bu saatte hala uyur musunuz?’ Nur’un sesini hemen tanımıştı.
Gözünü açtığından beri karşılaştığı bu ikinci sürpriz neşesinin katlanarak artmasına neden
oldu.
‘Günaydın. Sesini duymak ne güzel. Ben de bu günü nasıl geçiririm diye düşünüyordum.’
‘Hiç gerek yok. Kent turu için planlar yapıldı bile. Lobide bekliyorum. Hadi bakalım, biraz
acele et.’
Heyecanla beklediği yaş gününde erkenden kalkan küçük bir çocuk gibi sevinçli bir
acelecilikle giyinip sabah temizliğini yaptıktan sonra, asansörü bile beklemeden birer ikişer
koşarak indiği merdivenlerden lobiye ulaştığında Nur oturduğu koltukta dergilerden birini
karıştırmakla meşguldü.
‘Bugün benim için çok güzel başladı. Geldiğin için teşekkür ederim.’
Neşeyle gülümseyen genç kadın, kendinden emin dostane tavırlarıyla ve oldukça şık ama spor
giysileri içinde dün gece olduğundan daha hoş görünüyordu.
‘Benim için de iyi bir bahane olacak. Ne zamandır gezmediğim yerleri tekrar görme fırsatını
sayende yakalamış oldum. Hadi bakalım önce kahvaltıya gidiyoruz. Umarım kahvaltının
alçak gönüllülüğü sende düş kırıklığı yaratmaz.’
‘Bu sabah ne olsa yerim. Ama iştahım oldukça fazla. Baştan haber vereyim.’
Bu sabahki güzelliğine oldukça yakışan bir kahkahayla yerinden kalktı.
‘Merak etme. Gittiğimiz yerde istediğin kadar yiyebilirsin.’
Arabayla gideceklerini sanırken, Nur’un sahildeki bulvara sapıp sabah güneşi altında
yürümeye başladığını gördüğünde yakınlarda bir yere gideceklerini anlamıştı. Bir süre
havadan sudan sohbet ederek yürüdükten sonra, ortasında atının üzerinde denizi işaret eden
Atatürk heykelinin yer aldığı, Selanik’te beyaz kulenin bulunduğu meydana benzeyen bir
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa75
meydanın hemen yakınında, deniz kıyısında sıra sıra dizilmiş masalardan birine oturdular.
Nur çevredeki kaldırımlarda küçük camekanlı arabalar içinde satılan yiyeceklerden satın alıp
masanın üzerine koyduğunda yayılan mis gibi susam kokusunu hemen tanıdı.
‘Bunlar gevrek, bunlar poğaça, bunlar da boyoz ’ diye işaret ederken isimlerini Türkçe olarak
söylemişti. Birlikte aldığı lezzetli küçük peynir parçaları ile gevrek, poğaça ve boyozları
iştahla yerlerken garsonun renkli küçük tabaklar içinde önlerine koyduğu bardaklardan
çaylarını da yudumlayarak Pasaport iskelesine yanaşan vapuru seyre daldılar.
‘Bizimkilerin bir zamanlar burayı neden bu kadar istediklerini anlayabiliyorum.’ İçinden
geçen art niyetsiz bir duyguyu böyle pervasız bir şekilde açıkladığının farkına vardığında
biraz mahcup olmuştu ama Nur’un içten yanıtı tekrar gülümsemesine neden oldu.
‘İstediğin zaman gel, ben sana kahvaltı ısmarlarım.’
Körfez vapurunun yanaşırken alt üst ettiği sularda çığlık çığlığa kısmetlerini arayan martılar
denizin üzerinde seyri doyumsuz bir tablo oluşturuyordu. Aklına Ziya bey ve Despina’nın da
buralarda gezmiş ve belki de o günlerde de var olan bu küçük iskeleye yanaşan vapurların
peşindeki martıları onların gibi seyretmiş olabilecekleri geldi.
‘Despina’yı düşünüyorsun.’
Nur’un yüzüne oldukça şaşkın bir şekilde bakmış olmalıydı ki, genç kadın kendini gülmekten
alamadı.
‘Merak etme, düşünceleri okumak gibi bir yeteneğim yok. Ama öyle belliydi ki, şu manzaraya
daldığını görüp de seni buralara getiren olayları düşlediğini sezmek hiç de zor değil.’
Nur’un açıklaması içine su serpmişti. Yoksa, bir gün arayla iki tanesi gerçekten fazla
gelecekti.
‘Bana onlar hakkında bildiklerinden biraz bahseder misin?’
‘Nereden başlasam bilmem ki? En iyisi önce, büyük amcam Ziya bey hakkında bildiklerimi
anlatayım. Ziya bey, yani Somuncuzade Ziya, bizim aile için çok muteber biri değil aslında.
Ama küçük kardeşi, yani dedem Hamit Veli bey ailede kim ne derse desin biricik ağabeyini
çok severmiş. Ziya beyin edebiyata düşkün, gününün standartlarına göre oldukça fazla kitap
okuyan, dünyada olup biten hakkında bilgili, duygulu, hatta şiir yazma hevesi ile sık sık
odasına kapanıp aşk şiirleri karalayan hevesli bir genç olduğunu anlatırdı. Buna rağmen,
ailenin ağır başlı geçmişine hiç de uygun düşmeyen alışkanlıkları da varmış. Eğlenceye o
denli düşkünmüş ki, her gece İzmir’de hangi semtte, hangi milletten insanlar toplanıp bir
eğlence düzenlese aralarında mutlaka Ziya bey de olurmuş. Babasına göre insan mı yoksa
yarasa kuşu mu belli değilmiş. Böyle bir adamın da doğal olarak oldukça geniş bir çevresi
varmış. Her akşam, müdavimi olduğu bir faytoncu gizlice kapıya yanaşır, evden neredeyse
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa76
koşarak çıkan Ziya beyi kaptığı gibi kentin neresinde bir alem varsa oraya alıp götürürmüş.
Zavallı babası bir yandan ailenin adına gölge düşüren böyle bir oğulla ne yapacağını, bir
yandan da onun bu serseri haline nasıl para yetiştireceğini düşünerek sinirlenir, bazen kendini
tutamayıp oğlunun üstüne yürüdüğünde ise bütün aile adamcağızı sakinleştirmek için araya
girmek zorunda kalırlarmış. Bu kadarla kalsa iyi, böyle bir yaşantının belki de doğal bir
sonucu olarak, zaman zaman kavgalara da karışıp eve yara bere içinde döndüğünü de anlatırdı
dedem. Hatta bir keresinde karıştığı bir kavgada kolundan bıçaklanmış da günlerce evden
çıkamamış. Üstelik inanır mısın, bunların çoğu işgal yıllarında yaşanmış. Babası bir yandan
işgal kuvvetleri tarafından oğlu tutuklanacak, diğer yandan da onun işine son verilecek diye
korkar, Ziya beyi bu yaşantıdan vazgeçirmek için bıkmadan usanmadan binbir türlü dil
dökermiş.’
Adamın biraz serseri ruhlu olduğunu duymuştu ama bu denli sorumsuz ve lümpen bir kişilikle
karşılaşacağını da pek tahmin etmemişti doğrusu. Daha da önemlisi, Despina’nın böyle birine,
hem de yaşamının sonuna dek süren bir aşkla nasıl bağlı kalmış olabileceğine de bir türlü aklı
ermiyordu.
‘Despina’nın neden bu adama aşık olduğunu düşünüyorsun değil mi? Merak etme, yine
sadece tahmin ettim. Ben de senin gibi şaşırmıştım ilk duyduğumda. Kendi ailesi içinde bile,
küçük kardeşi hariç kimse tarafından iyi anılmayan birinin nasıl olup da genç bir kızın
gönlünü çalabildiği bana da ilginç gelmişti.’
‘Belki iyi yanları da vardı, kim bilir?’ Duruma mantıklı bir açıklama mı getirmeye
çalışıyordu, yoksa büyük büyükannesinin karizmasını kurtarmaya mı çalışıyordu, kendi de
anlayamadı.
‘Tabii ki varmış. Bir kere, adam oldukça yakışıklı, ağzı iyi laf yapan, dedim ya şiire meraklı,
zamanına göre entelektüel bir gençmiş. Hemen her konuda bir fikri ve karşısındakini kolayca
ikna edebilecek bir yeteneği olduğunu anlatırdı dedem. O zamanlar Hıristiyan da olsa henüz
onsekizinde genç bir kızın aşık olabilmek için böyle bir erkekten ne gibi bir beklentisi olabilir
ki?’
‘Belki doğru ama yine de anlattığın gibi bir ortamda nasıl filizlenmiş bu aşk?’
‘Bildiğim kadarıyla, sizinkilerle bizimkiler oldukça yakın oturuyorlarmış. Birinci karantina
denilen denize yakın kısımda Rum aileler, ikinci karantina denilen yukarı kısımda ise Türkler
yaşarmış. Bu iki ailenin evleri de her iki kısmın sınırlarında birbirlerine oldukça yakınmış.
İşgalden önce, iki aile oldukça iyi tanışırlar hatta birbirlerinin bayramlarında ve özel
günlerinde hediyeler verirler, görüşürlermiş. Anlayacağın bunlar daha çocukluklarından
birbirlerini tanıyorlarmış. Herhangi bir sorunları olmayan iki dost aile imişler ama neden
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa77
sonra aralarına bir soğukluk girmiş. Sorun tahmin edeceğin gibi, işgal ve işgalin getirdiği
toplumsal baskılar.’
Bir an durup söyleyeceklerini tarttıktan sonra devam etmeden önce çekinerek sordu:
‘Alınmıyorsun değil mi?’
Genç kadının hassasiyetinin farkına vardığında, geçmişte olanları duymaktan rahatsız
olmayacağı konusunda karşısındakini ikna etmesi gerektiğini anlamıştı.
‘Seksen yıl önce olanlarda ne benim ne de senin payın var. Herkesin bildiği şeyleri
konuşmaktan niye alınalım ki? Değil mi?’
Nur’un da aynı fikirde olduğu anlaşılıyordu. Anlatacaklarıyla konuğunun rahatsız olabileceği
fikrini kafasından atmış bir şekilde sözlerine devam etti.
‘İşgalden önce dedemin babası Somuncuzade Rüstem bey İzmir postanesinde müdür olarak
görev yapıyormuş. Ailenin kökeni Darende’ye, daha da eskilere uzanırsak Bursa’ya dek
dayanıyor. Oldukça geniş ve saygın bir aileye mensubuz anlayacağın. Zaten şu an bizim de
soyadımız Somuncu. Bizimkiler uzun süre önce aile ocağından kopmuş, gelip İzmir’e
yerleşmişler. Rüstem bey okuyup devlet kapısında yöneticilik bulabilen ilk kişi. O zamana
dek sülalenin devletle hiç işi olmamış. İzmir’e yerleştikten sonra bizimkilerin de sülalenin
geri kalanıyla pek ilişkilerini kalmamış aslında.
Neyse, öyküye dönersek, işgal sonrasında her savaşta olduğu gibi bir sürü kötü olay yaşanmış.
Yunan ordusu kente girdiğinde yerli Rumlardan birçoğu zaten uzun süredir gizli gizli
yürütülmekte olan propagandanın da etkisiyle olsa gerek, işgal kuvvetlerini kurtarıcı olarak
karşılamışlar. O günlerin şartlarında belki de pek fazla şaşırılmaması gereken bir durum. Ama
bu durum Türkleri oldukça yaralamış. Bir gün öncesine kadar görüşen aileler birbirlerinin
yüzüne bakmaz olmuşlar. Anlayacağın işgal, yüzyıllardır aynı topraklarda yaşayan insanların
arasına ayrılık sokmuş.’
Her nekadar geçmişte olanları konuşmaktan çekinmeyecek kadar açık görüşlü olduklarını
düşünseler de sohbet biraz kasvetli bir havaya bürünmüştü. Nur’un o günleri anlatırken belki
de kendisini sıkıntıya sokacağını düşünerek bazı olayları elinden geldiğince es geçmeye
çalıştığını fark etti. Karşısındakini rahatlatmak için onun da elinden geleni yapması
gerekiyordu.
‘Bu yüzden, iki ailenin arası bozuldu sanırım.’
Nur bulduğu destekten memnun, rahatlamış bir şekilde anlatmaya devam etti.
‘Hem evet, hem hayır. Despina’nın babası Yorgo doğal olarak genel havaya uymuş ve belki
de işi için yeni idareden daha fazla ayrıcalık alacağını da düşünerek işgal kuvvetleri ile yakın
bir dostluk kurmuş. Bizimkiler de diğer Türk ailelerin yaptığı gibi kabuklarına çekilmişler.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa78
Hatta Rüstem beyin Posta İdaresindeki yöneticilik görevine de son verilmiş. Bir ara işine
tümüyle son verilecekmiş ama komşuluk hatırına Yorgo’nun kendiliğinden araya girmesiyle,
yeni atanan bir yöneticinin altında daha küçük bir memuriyette devam etmesine izin verilmiş.’
‘Bu belki aralarını biraz düzeltmiştir.’
‘Aslında aralarını biraz da olsa düzelten, belki inanmayacaksın ama, Ziya bey. Yorgo’nun bu
jestine rağmen yine de ilişki eskisi gibi olmamış, ama işgal yıllarında Ziya bey onsekizini
geçip de iyice kendini eğlence dünyasına kaptırınca işgal kuvvetlerinin subayları ve bazı
küçük yöneticilerle dostluklar kurabilmiş. Bu durum Yorgo’nun da dikkatini çekince Ziya
beyin girişkenliğinden de yararlanabileceğini düşünerek kendisine yazıhanesinde hesapları ve
envanteri tutması için iş teklif etmiş. Oğlu Ziya’nın en sonunda bir iş sahibi olduğunu gören
Rüstem bey de Yorgo ile yeniden, daha içten selamlaşır konuşur olmuş. İşte, Despina ile
Ziya’nın aşklarının başlangıcı da, Yorgo’nun yanında işe giren ve aile ile yeniden yakın
temasa geçen Ziya’nın girişimleri ile olmuş.
Dedem, ağabeyi Ziya beyin, uzun süre sonra ilk kez gördüğü, artık çocukluktan kurtulup can
yakıcı bir afet olan Despina’nın hayaliyle, nasıl birçok geceyi aşk şiirleri yazıp yana yakıla
okuyarak geçirdiğini anlatmıştı. Zavallı çocuk. Saatlerce dinlediği, ağdalı bir dille yazılan
şiirlerden doğal olarak o yaşta hiçbir şey anlamamış ama çok sevdiği ağabeyinin aşk sarhoşu
haliyle epey eğlendiği de hiç aklından çıkmamış.’
‘Ziya beyden Despina’ya ilk aşk mektubunu dedenin götürdüğünü duymuştum.’
‘Sen de bu konuda epey bir şeyler öğrenmişsin bakıyorum.’
‘Herhalde… Buraya geçerken uğramadım.’
Nur bir süredir sormak isteyip de soramadığı bir şey varmış gibi duraksadı bir süre.
‘Dün geceki kabalığımı tekrarlamak istemem ama seni buralara kadar sürükleyenin
bahsettiğin neden olduğuna inanmak biraz zor geliyor. Bu öykünün peşine, kendine ait bir
sebeple düşmüş olmayasın?’
Ne diyeceğini düşünüp tartma sırası kendisine gelmişti. Her şeyi anlatması gerekmiyordu
belki ama en azından haklı olduğunu kabul edebilirdi.
‘Karar vermekte zorlandığım bir dönem geçiriyorum diyelim. Hem sen düşünce okuma
yeteneğin olmadığından emin misin?’
Bilmeden önemli bir konuya parmak basmış olmalıydı ki, genç kadın biraz ciddi biraz da
huzursuz bir şekilde yanıtladı.
‘O kadar değil ama bazı ufak tefek anormalliklerim olduğunu şimdiden öğrenmende fayda
var.’
‘Nasıl yani. Bir çeşit hastalık falan mı?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa79
‘Sayılır. Yani aslında öyle. Bipolar bozukluk tanısı aldım. İlacımı aksatmadığım sürece pek
yakınılacak bir durum olmuyor. Hem mesleğime de uygun.’ Son sözüne eklediği bir
kahkahayla ortamı biraz yumuşatmayı amaçlamıştı sanki. Bu konuya nasıl olup da şimdiye
dek girmediğini düşününce hem şaşırdı, hem de ilgisizliğinden dolayı biraz utandı.
‘Sahi, sen ne iş yapıyorsun?’
‘Amerika’da dört yıl bilgisayar mühendisliği okudum. Okulu bitirdikten sonra yüksek lisans
için de kalacaktım ama bu dert ortaya çıkınca bizimkiler bir süre ara vererek dönmemin daha
uygun olacağını, biraz zorla da olsa kabul ettirdiler.’
‘Zor günler geçirmiş olmalısın.’ Bu sözü neden söylediğini bilmiyordu. Belki de kendisine
güvenip, herkese açılmayacak bir sırrına ortak ettiği için duyduğu yakınlığı ve anlayışı ifade
etmek istemişti.
‘Kolay değildi. Önceleri tüm hareketlerimi kısıtlayan bir mutsuzluk dönemi şeklindeydi. Ama
sonra giderek artan bir konuşma ihtiyacı, birbiri ardı sıra gelen çağrışımlar, daldan dala
atlayan düşünceler ve uykusuzluk… Günlerce uyumadığım halde hiç yorgunluk
hissetmezdim. O kadar enerji doluydum ve kendime güvenim tamdı ki aynı anda birkaç yerde
olabileceğimi bile düşünmeye başlamıştım. Hatta birkaç kez bunu gerçekleştirdiğimi bile
düşündüm. Kimse beni izlemezken aynı anda yapılması mümkün olmayan, hoşlandığım iki işi
birden yaptığım konusunda yemin edebilirdim. Ama beni izlemeye başladıklarında onların
makul gördükleri şekilde olasılıklardan sadece birini, üstelik onların makul gördüklerini
yaşadığımın farkına varıyordum. Psikiyatristler beni ikna etmeseydi, belki şu an sana da bu
iddiamı tekrarlıyor olabilirdim.’
Nur sözlerini bitirdikten sonra etkisini görmek için gözlerini yüzüne dikmiş dikkatle inceliyor
biraz sonra vereceği yanıtın ne denli içten ya da ölçülüp tartılarak verilmiş olacağını anlamaya
çalışıyordu. Sanki ‘Bak işte sana önemli bir sırrımı açtım, şimdi benim için ne
düşünüyorsun?’ der gibi ağzından çıkacak sözcüklerin aralarında saklanacak gerçek
düşüncesini sezmeye çalışıyordu. Genç kadının davranışının sık rastlanmayacak bir dostluk
arayışı olduğunu düşündü. Yaşamı didik didik eden insanlara özgü bir dikkatle, belki de
aralarındaki benzerliğin farkına ondan önce varmıştı. Konu öyle beklenmedik bir zamanda ve
öyle dolaysız bir şekilde açılmıştı ki, söyleyeceklerini ağzından çıkmadan önce bir türlü
içinden geldiği şekilde, düzeltmeden bilincine ulaştıramıyordu. Her ne kadar geçmişte benzer
deneyimleri olsa da, bu gibi şeyleri gündelik yaşamın olasılıkları içinde görmediğinden,
üzerinde fazlaca düşünmeden bir kenara itmiş, Nur gibi birlikte sunabileceği ikna edici bir
nedeni de olmadığı için, uzun süredir diğer insanlarla paylaşmaktan kaçınmıştı. Şimdi de bu
tavrını değiştirmek için istekli olmadığını fark etti. Ama karşısında oldukça zeki bir kadın
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa80
vardı ve vereceği yanıtın istemese de bir mantık süzgecinden geçtikten sonra ağzından
çıktığını anlayacaktı. ‘En iyisi sorularla devam etmek’ diye düşündü.
‘Gerçekten ikna edebildiler mi seni?’
‘Sanırım. Üstelik, bu şekilde olması gerektiğine de inanıyorum artık’
‘Nasıl yani? İstediğin birçok şeye aynı anda sahip olmanın neresi kötü ki?’
Nur’un dudaklarında muzip bir gülümsemenin belli belirsiz görünüp kaybolduğunu
sezdiğinde kendini oyuna getirilmiş gibi hissetti.
‘Bu şekilde ifade edince güzel görünüyor tabii. Ama diyelim ki bende bir gariplik yok ve
bunlar gerçek. Bunun benim aradığım şey olduğunu hiç sanmıyorum.’
‘Değil mi?’
‘Değil tabii. Sence doğduktan sonra her geçen gün biraz daha değişerek, biraz daha kendimiz
olmuyor muyuz? Bunu planlasak da planlamasak da ölürken özel bir kişi olarak ölmüyor
muyuz? Bunun farkında olup, yaşam boyu kendi seçimlerimizin zevkini sürmemek niye?’
‘Hiç böyle düşünmemiştim. Bana daha çok, rastgele yaşıyormuşuz gibi geliyordu.’
‘Rastgele sadece doğuyoruz.’
Kafasının hala karışık olduğu bir konuda kendinden oldukça genç bir kadının ahkam
kesmesine sinirlenmeye başlamıştı.
‘Yaşamımızın gidişinde rastgele olan bir şey yok mu? Her şeyden sorumlu olmak, kusura
bakma ama, bana biraz ağır geliyor.’
‘Seçeneklerimizin çeşitliliği belki.’
Ortada bir yerde buluşmak heyecanını yatıştırmaya yetmişti. Biraz önceki gereksiz çıkışını
unutturmak için aklına gelen ilk makul fikri söyleyiverdi.
‘Belki de, gittiğimiz yolu belirleyen seçimlerin hep belli bir nedeni vardır.’
Nur, hiç beklemediği bir şey duymuş gibi yüzüne hayretle bakakalmıştı.
‘İyi bir Hıristiyansın galiba.’
Son sözleri oldukça patavatsız bulduğunu belli eden bir ifadeyle bir süre sustu. Genç kadın
her zaman olduğu gibi kendisini zor duruma düşüren bir şeyler söylediğinin farkına varmış,
durumu düzeltmek için ne yapacağını düşünerek kıvranıyordu.
‘Seni kırmak istemedim inan ki. Herhangi bir dine vurgu yapmak da istememiştim. Sadece,
bunun kaderci bir görüş olduğunu düşündüm hep. Tüm dinlerin vurgu yaptığı… Buna göre
her hareketimizin nedenini geçmişteki bir olaya bağlamamız gerekir. Bu şekilde geriye doğru
gidersek varabileceğimiz tek şey nedeni olmayan bir başlangıç olur ki buna ister Tanrı de
istersen Big Bang.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa81
Nur’un içten çabası, iletişim için kendisinin de aynı içtenlikle yeterli gayreti göstermediğinin
farkına varmasını sağlamış, biraz mahcup olmuştu. Giderek ilginçleşen sohbeti daha fazla
huysuzluk yapmadan sürdürmeye niyet ettiğini gösteren bir gülümsemeyle arkadaşını
rahatlattı.
‘Kendimizden tümüyle ve sadece kendimiz sorumluyuz yani?’
Nur karşısındakinin kırılmamış olduğunu görmekle rahatlamış ama yine de kontrollu bir
şekilde yanıtlamıştı.
‘Öyle görünüyor. Yaşantımızı rastgele olguların ya da kaderciliğin boyunduruğundan kurtaran
ve bizi sorumlu kılan şey sadece bizde var. Özgür irade ve bunu sağlayan bilinç. Yani,
bedenimizden ayrı ama ona bağlı yaşayan bir güç.’
‘Ruh demek istiyorsun herhalde. Ruhlara inanırmışsın gibi durmuyorsun.’
‘İnanırım, ama sadece beden yaşadıkça yaşadıklarına da inanırım.’
‘Ruhların şerefine…’ Çay bardağını kaldırıp Nur’unkine hafifçe vurdu. Son yudumlarını
birlikte kafalarına dikerlerken bir yandan da kahkahalarla gülmeye başlamışlardı.
Kahvaltıyı neşe içinde tamamlayıp kalktıklarında Nur bir sürprizi olduğunu söyleyerek
aceleyle hesabı ödeyip az ilerideki meydana doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Bir
yandan yürürken bir yandan da arkada kalan Fotios’u ‘Biraz acele et de şunu başkasına
kaptırmadan yetişelim’ diye hızlandırmaya çalışıyordu. Merakla adımlarını sıklaştırıp Nur’a
yetiştiği sırada meydanın diğer köşesine varmışlardı bile. Genç kadın deniz kenarında
beklemekte olan oldukça süslü, koltukları deri kaplı, üzeri bir güneşlikle örtülü ve belli ki
turistik amaçlı kordon gezintileri için hazırlanmış bir atlı arabaya doğru yöneldi. Sürücüyle bir
şeyler konuştuktan sonra çocuksu bir hazla kendini arabaya atıp şaşkın şakın bakmakta olan
misafirine eliyle binmesi için işaret ederken yarattığı şaşkınlığı da keyifle izliyordu. Araba
bulvarın parke taşları üzerinde ilerlemeye başladığında yarattığı hafif sallantı, atların taşlarda
yankılanan nal şakırtıları ve nereden geldiğini kestiremediği bir çıngırak sesiyle bütünleşen
körfez manzarası ile olay kendisi için gerçekten bir sürpriz olmuştu. Sağ taraflarında dizili
çeşit çeşit kafeler ve birahanelerin önünde güneşin tadını çıkaran mutlu insanlar ve sol
yanlarında neredeyse elli metre ötelerinden geçen küçük körfez vapurlarının süslediği çarşaf
gibi bir denizin arasında masalsı bir gezintiye çıkmış gibiydiler. Kendini tutamayıp vapurdaki
insanlara yine el salladı. Yaptığı Nur’un oldukça hoşuna gitmiş olmalıydı ki, her iki elinin
ikişer parmağını ağzına sokup oldukça kuvvetli bir ıslık çaldıktan sonra o da neşeyle
vapurdakilere el sallamaya başladı. Gezintiden en fazla Nur’un keyif aldığı her halinden belli
oluyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa82
‘Çocukluğumdan beri hiç fırsatım olmamıştı. İyi ki gelmişsin, sayende ben de unutulmaz bir
gün geçiriyorum.’
‘Eskiden sık sık yapar mıydınız bu gezintiyi?’
‘Çocukken. Babam neredeyse her Pazar bizi kordonda gezmeye getirir, eve dönmeden önce
de zamanla bir ritüel haline gelen fayton gezintisini benim huysuz ısrarlarıma meydan
bırakmadan sanki kendi fikriymiş gibi teklif ederdi.’ Mutlulukla anımsadığı belli olan
anılarını anlatırken gezintiden daha da fazla zevk almaya başladığı belli oluyordu.
‘Biz bu arabaya fayton diyoruz. Dünyanın birçok başka kentinde de örneklerine
rastlayabilirsin belki ama faytonla Kordon gezintisi İzmir’de oldukça eski bir gelenektir.
Senin de bundan mahrum kalmanı istemedim.’
Gözleri karşısındakinin alaycı yüz ifadesiyle karşılaştığında son söylediğinin pek inandırıcı
olmadığını fark ederek gerçeği itiraf etmek zorunda kaldı.
‘Tamam, kabul ediyorum. Aslında ben istediğim için bindik.’
Gezinti başladığı gibi neşe içinde devam ediyordu. Burada da insanların kendisi gibi,
çocukluk anılarının nostaljik albenisine kapıldıklarını görmekten mutlu olmuştu. Demek ki
çocukluğa ait anılara takılıp kalmak sadece kendisi için değil, birçok insan için söz konusu
olan, hatta belki de evrensel bir zayıflıktı. Bunun yaşama uyum göstermeyi engelleyen bir
zayıflık olduğunu eski iş yerinde birlikte çalıştığı, her şeyi fazlaca ciddiye alan bir
arkadaşından duyduğunu hatırlıyordu. İlk duyduğunda hoşuna gitmemiş olsa da sonraları
arkadaşına hak vermişti. İlerleyen yaşına rağmen hala karşısına çıkan olasılıkları
değerlendirme konusunda çekinik olmasını çocukluğunda bazı olaylara takılıp kalmış
olmasına bağlıyor, her zaman ne istediğini bildiğini sanan insanların yaşam karşısında inatla
ve inançla tercihlerini savunabilme cesaretlerine ise hayranlık duyuyordu.
Aklına gelen her şarkının ritmine kusursuz bir şekilde uyabildiğini hayretle fark ettiği atların
nal şakırtılarını dinleyerek, kendini faytonun sallantısına bırakıp başını geriye doğru yasladı.
Denizin sabah rüzgarıyla burnuna dek getirdiği taptaze kokusunu derin bir nefesle ciğerlerine
doldururken, bir süredir süren sessizliği bozmak için laf olsun diye, faytonun güneşliğinin iç
kısmında gözüne çarpan arabesk harflerle yazılı kelimelerin anlamını sordu. Nur, süslü püslü
yazılmaya gayret edildiği için okunabilirliği oldukça azalmış olan harfleri bir süre
inceledikten sonra zorlukla birleştirerek ‘Murtakiyeli Murat’ diyebilmişti. Ardından,
sürücüyle yaptığı kısa bir sohbetten sonra anlamını açıklamaya girişti.
‘Murat, sürücümüzün adı. Murtakiye ise İzmir’in bir semtinin eski ismi. Şimdiki ismi
Kahramanlar. Murat orada doğup büyümüş.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa83
Açıklamayı, ne dendiğini anlamadan ama kendinden bahsedildiğinin farkında, gülümseyen bir
yüzle izleyen sürücünün içtenliği hoşuna gitmişti. ‘Yassu’ diyerek ilgisine karşılık verdi. Bir
süre daha çevirmen aracılığıyla sohbet ettikten sonra tur başladığı yerde sona ermiş, Murat
yere atladığı gibi, ayağa kalktıklarında sallanan bu garip taşıttan inmeleri için ikisine de
yardım etmişti. Nur’un ödemesine fırsat vermeden uzattığı elli Euro sürücünün oldukça
hoşuna gitmiş olmalıydı ki, arkalarından uzun süre ‘Yassu, thank you!’ diyerek uğurlamayı da
ihmal etmedi.
Günün geri kalan kısmını yürüyerek yaptıkları kısa gezintilerle geçirdiler. Önce deniz
kenarından Konak’a dek nasıl bittiğini anlayamadığı neşeli bir yürüyüş yapmışlardı. Meydana
geldiklerinde Nur profesyonel bir turist rehberi edasıyla anlatmaya başladı. Ortada, kentin
sembolü olduğunu söylediği bir kuleyi işaret ederek ‘Saat kulesi’ dedi. ‘1901 yılında Osmanlı
İmparatorluğunun 34. padişahı olan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıldönümü için
yapılmış. Bu yüzden ilk ismi Hamidiye Kulesi imiş. Mimarı İzmir’li bir levanten olan
Raymond Charles Péré. En üstteki dördüncü kat, bugün artık çalışmayan çanın bulunduğu
bölüm ve onun altında da kulenin dört yanına bakan dört saati görüyor musun? Saatler Alman
İmparatoru II. Wilhelm’in hediyesi imiş. Bazıları, yapının savaş sonrası yıkılmış olan
İzmir’deki Aya Fotini Kilisesi’nin çan kulesinden ilham alınarak yapıldığını da iddia ederler.
Ama bizi ilgilendiren bir özelliği daha var.’
‘Nedir?’
‘Ziya bey kulenin açılışının yapıldığı gün doğmuş.’
Oldukça zarif, küçük kubbeli yapılarla çevrili ve kaideli narin sütunlar üzerinde yükselen ve
kendisini buralara sürükleyen öykünün kahramanlarından biri ile günü gününe aynı yaşta olan
bu tarihi yapıya, tüm öyküye tanıklık etmiş olduğunu düşününce, daha farklı bir gözle
bakmaya başladı.
‘Kentin tarihi konusunda bu kadar bilgili olman çok hoş.’ Nur’un kendisi için planladığı
geziye bir iltifatla karşılık vermek istemişti.
‘Bütün gece internette dolaştım durdum. Ama benim de oldukça hoşuma gitti.’
‘Hazırlıklısın yani.’
‘Elbette. Hadi bakalım geziye devam edelim.’
Meydana açılan dar bir sokaktan, hafta içi olmasına karşın oldukça kalabalık, tarihi bir alış
veriş merkezi olan Kemeraltı’na girdiler. Sokağın her iki yanında sıralanmış yüzlerce dükkan
ve mağaza arasında günlük gereksinimlerini biraz daha ucuza karşılamak için bakınan,
pazarlık eden, sokak ortasındaki tezgahlarda satılan ucuz giysileri karıştıran insan kalabalığı
arasından Nur’un alışkın hareketlerine ayak uydurarak sıyrılıp, bir büfeden nefis karadut
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa84
şerbeti içtikten sonra, başka bir büfeden Nur’un güvenli olduğuna kefil olduğu, söğüş adında
yassı bir ekmek içine sarılı et yemeği yediler. Oldukça yorulmuş olmalarına karşın Nur onu
son olarak hoşuna gideceğinden emin olduğu bir yere daha götürmek için ısrar etti. Yaklaşık
onbeş dakikalık bir yürüyüşten sonra deniz kıyısındaki bulvara paralel bir caddeden dar bir
sokağa saptılar. Nur burasının dünyaca tanınmış bir şarkıcı olan Dario Moreno’nun bir
zamanlar annesiyle birlikte yaşadığı evin bulunduğu sokak olduğunu anlattı. Sokağın sonunda
bir anda tüm dikkati çeken ve tarihi bir yapıya ait olduğu belli olan bir giriş gördüler.
‘Burası asansör. 1907 yılında Musevi bir işadamı olan Nesim Levi tarafından, yukarıdaki
semte merdivenlerle çıkmak zorunda olan halka kolaylık olsun diye yaptırılmış. İlk
yapıldığında su gücü ile çalışıyormuş. Merak etme. Şimdi elektrikli. Haydi gel, yukarda nefis
manzaralı bir restoran ve kafe var.’
Elli, belki de almış metre yükseklikte olduğunu tahmin ettiği muazzam kulenin tepesine kısa
sürede varıp asansörden çıktıklarında gerçekten de kendilerini tüm körfezi ve kenti kuşbakışı
gören bir açık hava kafesinde buldular. Nur, demir koruganlara en yakın masalardan birine
yöneldiğinde garsonu çağırmıştı bile. Hemen iki soğuk bira ve patates kızartması istediler.
Günün yorgunluğu ayaklarından akıp giderken hala ısıtmaya devam eden öğleden sonra
güneşinden korundukları şemsiyenin altında yudumladıkları soğuk biralar ikisinin de güçlerini
tazelemesine yardımcı olmuştu. Gözleri kuşbakışı seyrettikleri körfeze takılı, aklından geçen
ilk cümleyi kendi kendine kısık bir sesle tekrar etti.
‘Bir şey mi söyledin?’ Nur’u yanıtlamak için sözlerini İngilizce olarak yinelemek zorunda
kaldı.
‘Keşke Ziya beyin aşk şiirlerinden birisi elimizde olsaydı da, bu manzaraya karşı okusaydık.
Belki onları biraz daha anlardık.’
Nur’un yüzünde muzip bir gülümseme belirmişti.
‘Aslına bakarsan, bir tane var bende.’
Sevinçle karışık bir şaşkınlıkla yerinden zıpladı.
‘Sahi mi? Niçin söylemedin?’
Nur oldukça olağan bir şekilde yanıtlamıştı.
‘Sormadın ki. Bu şiirin bir müsveddesini dedem Hamit Veli bey, ağabeyi evi terk ettikten
sonra, odasında bir çekmecede bulmuş. Oldukça ağdalı eski Türkçe olarak yazılmış bir şiir.’
‘Yanında mı?’
‘Yanında sürekli eski Türkçe aşk şiirleri taşıyan birine benziyor muyum?’
Hayal kırıklığına uğramıştı. Oysa bu manzaraya karşı bir asırlık, üstelik büyük büyükannesine
yazılmış bir aşk şiirini okumanın oldukça hoşuna gideceğinden emindi.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa85
‘Ama aklımda.’ Söyleyeceği şeyi parça parça söyleyen arkadaşına kızsın mı, sevinsin mi
bilemeden gülümsedi.
‘Hadi öyleyse, ne bekliyorsun?’
‘Önce yazıldığı dilde dinle de ezgisini yakala. Sonra tercüme ederim.’ Kısa bir an dizeleri
anımsamaya çalıştıktan sonra kendisinin de telaffuz etmekte zorlandığı belli olacak şekilde
şiiri okumaya başladı:
Fehva-yi ziyayı beraber derk edelim
Aftab-ru rumiyle zamanı tayy edelim
İntizar-ı ziyayı memnu ederek
Kamet-i ömr racihi dübaredelim
Şiirin bir önceki yüzyıla ait olduğunu bilmese bile ezgisinden tahmin edebileceğini düşündü.
Sanki sabah bindikleri faytonun insana rehavet veren yumuşak sallantısı gibi, dinlerken
düşüncelere ninni söylüyordu.
‘Dedem bunun bir rubai olduğunu söylemişti. Yani Osmanlı edebiyatında dört dize halinde,
özel bir kalıpla yazılan şiir. Ben pek anlamam, ama yine dedem bunun pek iyi bir örnek
olmasa da hevesli bir amatörün duygularını anlatabildiğini düşünüyordu.’
‘Despina’nın anlaması pek mümkün değilmiş gibi gözüktü bana.’
‘Ben de aynı fikirdeyim. Sanırım Despina’ya gönderdiklerinden değil bu. Aşk acısıyla kendi
kendine karalayıp, okumuş durmuş herhalde.’
‘Adamla alay etmesene…’
‘Bakıyorum aynı taraftan oldunuz. Erkek dayanışması mı, aşık empatisi mi?’
Kötü yakalanmıştı. Bu kadının, ne kadar inkar etse de, düşünce okuma yetisi olduğunu
düşündü yine.
‘Ne demiş anlatsana.’
‘Dedemin çevirisini tam olarak anımsayabilecek miyim bilmiyorum. Sanırım şöyle bir şeydi:
Ziya’nın anlamını beraber düşünelim
Güneş yüzlü Rum güzeliyle zamanı aşalım
Ziya’yı gözlemeyi-belki de beklemeyi- yasaklayarak
Yaşam boyu, makbul olanı hep çift edelim’
‘Sen bir şey anladın mı?’
‘Bilmem. Belki de çok fazla bir şey aramamak gerek. Ne de olsa sadece şiire hevesli bir geçen
yüzyıl aşığı. Kendilerine hiçbir olanak tanımayan zamanlarını terk edip barış ve anlayış dolu
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa86
bir zamana gitmek istiyormuş gibi geldi bana hep. Ama dedem, bunun gizli bir anlamı
olduğundan da bahsetmişti sanırım.’
Merakla sözünü kesti. ‘Neymiş?’
‘Unuttum. Hem üstelik çocuktum o sıralar. Her şeyi anımsamamı bekleyemezsin. Belki de
çok sevdiği ağabeyinin vasat aşk şiirine özel bir anlam yüklemişti, kim bilir?’
‘Ben bir şeyler sezdim bu şiirde.’
‘Bak sen şuna… Osmanlı dönemi şiiri eleştirmeni oldu birden.’ Alaycılığı, küçük görmeye
çalışmaktan çok, sevecen bir üsluptaydı. ‘Neymiş bakalım bu gizli anlam?’
‘Sanki, iki aşk arasında kalmış ama hiç birinden vazgeçmek istemiyor gibi…’
‘Senin gibi mi?’
Soğuk bir rüzgar esmiş de tüyleri diken diken olmuş gibi hissetti birden. Genç kadın o kısa
sessizlik anında gözlerinin içine dikkatle baktıktan sonra sözlerinin etkisinden kendisi de
hoşlanmamış olmalıydı ki lafın sonunu ancak fısıldayarak getirebildi.
‘Bingo?’
‘Bingo.’
Bir süre konuşmadan manzarayı seyrettiler. Neden sonra, sanki büyükanneyle sohbet
ediyormuş gibi hissetti kendini. Eleni’yi ve Alisha’yı ve onlara söylemek isteyip de
söyleyemediklerini, en önemli sırrını sadece bir gündür tanıdığı birine verirmiş gibi değil de,
bir hekime neresinin ağrıdığını, neresine basınca canının yandığını anlatır gibi anlattı Nur’a.
Genç kadını, yaşam boyu birlikte olduğu sırdaşı, kız kardeşi gibi hissetmeye başlamıştı.
Sözleri bittiğinde sanki hiçbir şey söylememiş de, bir süre sessizce manzarayı seyrederken
tüm bunlar sadece aklından geçmişti. Ama gözleri Nur’un yanaklarından süzülen gözyaşlarına
takıldığında aklındaki her şeyi, hem de geldiği gibi yeni arkadaşına anlatmış olduğunun
farkına vardı. Yarattığı etkiye kendisi de şaşırmıştı. Durumunun sandığından da zor olduğunu
düşündü bir an.
‘Ne diyeceğimi bilemiyorum. İnsanın ruhuna dokunan bir yanı var bu öykünün.’
Sanki, öksürük yakınmasıyla gittiği bir hekim kendisini oldukça rahatsız eden ama pek de
ciddiye almadığı rahatsızlığından ciddi bir sonuç çıkartmış da birazdan tüm yaşamını allak
bullak edecek bir tanıyı yüzüne karşı söyleyecekmiş gibi rahatsızlık duydu birden.
‘Tüm bunlar sevdiklerimiz yüzünden geliyor başımıza.’ Nur yine anlaşılmaz kadını oynamaya
başlamıştı. Olaya yabancılaşmış, sorun sanki başka birinin sorunuymuş da kendisi anlamakta
zorluk çeken dert ortağıymış gibi merakla sordu.
‘Nasıl yani?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa87
‘En zayıf anlarımızda albenileri ya da sevgileriyle yakalıyorlar bizleri. Bedelin en yüksek
olduğu zamanda çıkıyor ortaya tüm teselliler. Üstelik onlara bu gücü biz veriyoruz.
Seçmeyerek, ayrım gözetmeyerek.’
Hani biraz önce derdini anlatanın kendisi olduğunu bilmese, Nur’u kollarına alıp teselli
etmeyi bile düşünebilirdi. Üstelik ilginç bir şekilde, Nur’u üzdükleri için Eleni ve Alisha’ya
bir parça kızgınlık duymaya başladığını da şaşkınlıkla fark etti.
‘Çok saçma. Ne yaparsak yapalım, çoğu zaman yaşamın basit ve amaçsız döngüsünden
kurtulamıyoruz. Biz bir anlam aradıkça karşılaştığımız dünyanın akıl almazlığı, saçmalığı
daha da görünür kılıyor. Ama bazıları ne derse desin, aklımızın aldığının ötesinde sezdiğimiz
olası bir anlam için, bir yandan yaşayıp giderken bir yandan da kendimiz olmak için
sevdiklerimiz arasından seçimlerimizi yapmamız gerek.’
Nur’un sözleri konudan giderek sapmış, sanki rahatsız, acemi bir yazarın ilk romanından
dünyaya gereksiz bir söylev şekline dönmeye başlamıştı. Aralarında oluşan samimiyete
güvenerek ama yine de bir parça çekinerek sordu.
‘Bugün ilacını almış mıydın?’
Nur durumun farkına varmış, gülmeye başlamıştı.
‘Seni korkuttuysam çok özür dilerim. Aslında bu ilaçlarla alkol almam yasak ama bugün o
kadar keyifliydi ki dayanamadım. Yarın hastaneye uğrayıp lityum düzeyimi ölçtürmem
gerek.’
Gözlerinin içine endişeyle bakmaya başlayan adamın görünüşü o kadar komik gelmişti ki
gülmemek için kendini zor tuttu.
‘Hadi, aşağıdan bir taksiye atlayıp eve gidelim artık. Bizimkiler yemeği hazırlamışlardır bile.
Hem benimle yalnız kalmaktan da kurtulursun.’
Neşeyle koluna girip asansöre doğru sürüklerken güneş denizin üstünü usul usul kırmızıya
boyamaya başlamıştı bile.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa88
BÖLÜM XV
Eve girdiklerinde, Kemal bey misafirini her zamanki güler yüzüyle karşılamıştı. Yemekten
önce salonda bir süre oturup gün boyu yaptıkları gezi sırasında kentin tarihi hakkında
öğrendikleri ve Nur’un Ziya bey ve Despina ile ilgili anlattıklarından bahsettiler. Sohbet
sırasında Güneş hanım zaman zaman Nur’un da yardımıyla masayı hazırlamaya devam etmiş
her şeyi son bir kez kontrol ettikten sonra her zamanki zarif tavrıyla yemeğin hazır olduğunu
bildirmişti.
Masa gerçekten muhteşem görünüyordu. Büyükannenin sofrasında iştahla yediklerine oldukça
benzeyen ot ve sebze yemekleri, çeşit çeşit mezeler ve ortada nefis kokusuyla, ızgarada ustaca
pişirilmiş çipuralar ne denli acıkmış olduğunun zevkle farkına varmasına neden oldu. Güneş
hanım yemekleri dağıtırken, Kemal bey de kaşla göz arasında buzdolabından alıp getirdiği
rakıyı kadehlere doldurmuş, sonra misafirin şerefine birlikte kadeh kaldırmışlardı. Buna
benzer neşeli akşam yemeklerini hayal meyal anımsar gibi oldu. Tartışmadıkları bazı
akşamlar babası bir şişe şarap açar, biraz çakır keyif olduktan sonra annesiyle şarkılar
söyleyip, kadını ardı arkası gelmeyen iltifatlara boğarak utanmasına neden olurdu. Bitmesini
hiç istemediği gecelerdi. Yemeği uzattıkça uzatır, nadiren yakaladıkları bu büyüyü başka
gecelerde de anımsayabilmek için onların o hafif içkili hallerini belleğine kazımaya çalışırdı.
Artık çok uzaklarda kalan bu mutlu anları aklından geçirirken dalıp gitmesi Nur’un gözünden
kaçmamıştı. Karşıdan kola dolu bardağını kaldırarak her zamanki neşeli tavrıyla takıldı.
‘Geri dön. Geri dön. Ne olur geri dön.’
Daha sonra İngilizce olarak da tekrarladığı sözleri, artık geride kalan mutlu anları hoyratça
anımsatan bir ezgi eşliğinde söylemişti. Şarkı benliğine bir dalga gibi çarptı. Yarattığı etkinin
söylenip bittikten sonra bile havada asılı kalan ezgisinden mi yoksa o kısacık içten çocuksu
sözlerinden mi kaynaklandığını bir süre kavrayamadı. Ezgi, sözlerdeki o şiddetli isteği
yalanlar bir umutsuzlukla akıp gitmişti kulaklarına. Ezgiyle sözlerin girişiminden geride kalan
görüntü ise Eleni olmuştu.
Daldığı düşüncelerden kurtulduğunda Nur’un her şeyi fark ettiğini düşündüren anlamlı ve
muzip bakışlarıyla karşılaştı. Bir anda tüm ilginin kendi üzerinde yoğunlaşmasına neden olan
sessizliği bozmak için asıl konuyu açması gerektiğini düşündü.
‘Bana Despina ve Ziya hakkında bildiklerinizi anlatacaktınız.’
Kemal bey rakısından büyükçe bir yudum aldıktan sonra yıllar içinde babasından
dinlediklerini toparlamaya çalışarak bir süre düşündü.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa89
‘İsterseniz, söze amcam Ziya beyden başlayayım. Nur’un da size bahsettiği gibi Ziya bey
ailemiz içinde pek takdir görmüş birisi değil. Babamın anlattığına göre, aralarındaki yaş
farkından dolayı anımsayabildiği ilişkileri amcamın ilk gençlik yıllarından başlıyor. Ama
sonradan annesinin büyük oğluna özlemle geçirdiği yıllarda anlattıklarına bakılırsa Ziya bey
çocukluğunda oldukça ağır başlı, akıllı ve daha o yaşlardan okumaya meraklı bir çocukmuş.
Çevresindeki insanlara içtenlikle yaklaşır, kolay arkadaş edinir ve elinden gelen yardımı
kimseden esirgemezmiş. Bununla birlikte, diğer çocuklardan oldukça farklı bir iç dünyasının
olduğu daha o yıllardan herkesin dikkatini çekmeye başlamış. Zaman zaman çocukluğa özgü
hayallerini abartılı bir şekilde anlatması nedeniyle önceleri düş dünyası zengin bir çocuk
muamelesi görmüş ama yaşı ilerlemesine rağmen bu durumun devam etmesi aile içinde bir
telaşa neden olmaya başlamış. Dedem Rüstem bey her ne kadar dindar bir adam olsa da
oğluna çareyi tıbbın bulabileceği umuduyla öncelikle hekim hekim dolaşmış. Amcamı gören
her hekim çocuklukta normal kabul edilebilecek olan hayal gücünün yarattığı iddiaların,
ilerleyen yaşına rağmen hayatın gerçekleri ile uyuşmayan ısrarını doğuştan gelen bir
dengesizliğe bağlamış. Ama verilen hiçbir telkine ya da ilaca olumlu yanıt vermediğini
gördüğünde dedem, karısının da ısrarıyla amcamı nefesi kuvvetli hocalara, hatta şifa verdiği
söylenen yatırlara dahi götürmüş. Ziya bey yıllar içinde gördüğü bu dolaylı ya da dolaysız
baskılar sonucunda çareyi kendi içine kapanarak sürekli okumakta bulmuş. Oğullarının bir
süredir mesnetsiz iddialarından vazgeçtiğini gören aile fertleri ise onun büyüdükçe iyileştiğine
hükmederek sevinmeye başlamışlar. Ama ergenlik çağının ilerleyen dönemlerinde giderek
başına buyruk, gezmek ve eğlenmekten başka bir kaygısı olmayan ve sorumluluklarına eskisi
kadar değer vermeyen bir genç olup çıkmış.’
Kemal beyin kısa bir süre duraksamasından yararlanarak merak ettiği şeyi sorma fırsatını
bulmuştu.
‘Aileyi bu denli rahatsız eden şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?’
Kemal bey soruya nasıl yanıt vereceğini düşünürken Nur yine kendini tutamayıp araya girdi.
‘Düşlerinde gördükleriyle yaşadıklarını harmanlayıp anlatmaktan başka bir suçu yokmuş
aslında zavallı çocuğun. Tek kusuru biraz uzun sürmesi. Aslına bakarsan, benden fazlaca bir
farkı da yokmuş. Şimdilerde olsa bilgisayar mühendisi bile olabilirmiş anlayacağın.’ Herkesin
güleceğini düşünmüş olmalıydı ki bardağını kaldırmıştı ama Kemal beyin ciddi bakışlarıyla
karşılaştığında son cümlesini ancak tamamlayabildi. ‘Bana da ondan miras kalmış olmalı.’
Güneş hanım bir anda ortaya çıkan soğukluğu gidermek için henüz kimsenin dokunmamış
olduğu bir tabağı uzatarak, ‘Bundan da bir parça almanızı öneririm. Kemal beyin ailesinin
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa90
geldiği yerde oldukça sevilen bir yemektir. Adı Herise. Kavrulmuş un ve tavuk etiyle
yapılıyor. Çok lezzetlidir.’
Pelte kıvamında ağzına yayılan tadın içindeki tavuk lezzetini şimdiye dek hiç karşılaşmadığı
şekliyle algılamak hoşuna gitmişti. Çok beğendiğini söyleyerek teşekkür ederken sohbet
boyunca sessizliğini koruyan ama gerektiğinde küçük bir müdahaleyle denetimi eline alabilen
bu hoş kadının aile içinde denge unsuru olduğunu hemen anlamıştı.
‘Ziya bey aile tarafından bu nedenle mi hoş görülmüyor?’ Gecenin geri kalanında öykünün
yarım kalabileceği hissiyle konuya geri dönmeyi istiyordu.
‘Aslında amcamın yaşamaya başladığı bu bohem hayattan çok bunu kimlerle ve ne zaman
yaşadığını da hesaba katmak lazım tabii…’ Sözün burasında bir an bir tereddüt geçirdiğini
hissettiği Kemal beyi desteklemek için yeniden söze girdi.
‘O yılların ülkeniz için zor yıllar olduğunu biliyorum. Bunun nedeninin o günün politikaları
nedeniyle Yunan ordusu eliyle topraklarınızda gerçekleştirilen işgal olduğunun da
farkındayım. Bu konuda bizim ülkemizde de, o zaman dahi yoğun eleştiriler olmuş. Ama
sonuçta artık bunlar geride kalmış şeyler. Hem, üzerinde hiç savaş yaşanmamış toprak var mı
ki yeryüzünde? Bence önemli olan, savaşlar arasında mümkün olduğunca uzun barış
dönemleri yaşayabilmektir.’
Fikrine katılıp katılmadıklarını anlayamamıştı ama Kemal beyin bir parça da olsa rahatladığı
konuya hemen geri dönmesinden belli oluyordu.
‘Evet. Dediğiniz gibi, işgal sırasında yaşananlar oldukça zor günlermiş. Aynı topraklarda
uzun süredir birlikte yaşamakta olan insanların farklılıkları artık onların ayrılık nedenleri
olmuştu. İşte o günlerde Anadolu’da yeni yeni oluşmaya başlayan direniş hareketlerine bölge
halkından katılımların giderek artmaya başlamasına rağmen Ziya beyin yeni kurulan işgal
idaresi ile, belki biraz da yanında işe girdiği Yorgo’nun himayesi sayesinde, ilişkiler kurarak
yaşantısına bu şekilde yön vermesi çok kişi tarafından hoş karşılanmaz olmuştu. Gerçi, ailesi
Ziya beyin her yakalandığında öldürülen direnişçiler arasında olmamasından pek yakınıyor
gibi değildi ama bunu iyice ileriye götürüp sanki bir işbirlikçiymiş gibi görünmesinden de
memnun oldukları söylenemezdi. Yaşadığı gece hayatı, katıldığı sonu gelmez eğlenceler hem
ailesinde bir korku ve huzursuzluğa, hem de direnişçiler tarafından çok kez ölüm tehditleri
almasına neden olmuştu. Zavallı babam, ağabeyini o kadar severdi ki, kim ne derse desin
onun kimseye zararı olmayan, ince ruhlu ve barıştan yana bir insan olduğunu söyler dururdu.
O zamanlar işgal güçleriyle yaşadığı iç içe hayatı o da onaylamıyordu ama onu bu hataya
sürükleyen nedenin, insanlara karşı suç olarak gördüğü savaşa mutlaka barışçıl bir çözümle
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa91
engel olunabileceğine olan inancı olduğunu anlatırdı. Ama Ziya bey bu yaşantısının bedelini
az daha canıyla ödüyormuş.’
‘Suikasta mı uğramış?’
Despina’nın o zamanlar kendilerine karşı tavır almamış olan bu barış yanlısı gence aşık
olmasını anlayabiliyordu ama Ziya bey için çizilen tablo yine de içine pek sinmemişti
doğrusu. Düşman topluluklar ya da aileler arasından çıkan aşıklarla ilgili birçok öykü, roman
ya da tiyatro oyunu vardı ama Ziya bey nedense hiç de bir Romeo gibi gelmemişti ona.
‘Birkaç kez hem de. Hatta birinden yaralı olarak kurtulabilmiş.’
‘Nur’un bahsettiği bıçaklanma olayı sanırım. Kim yapmış? Direnişçiler mi?’
‘Bir gün sabaha karşı eğlenceden dönerken olmuş. Gerçi, babasına eğlencede çıkan bir
kavgaya karışmak zorunda kaldığı için yaralandığını söylemiş ama sonradan böyle bir kavga
olmadığını öğrendiklerinde itiraf etmek zorunda kalmış. O zamanlar, direnişçiler arasında
kendine Kara Ali diyen birisi varmış. Bu adamın işi işbirlikçi olduğu düşünülen kişileri önce
korkutmak, olmazsa ortadan kaldırmakmış. Gecenin karanlığında boynuna ve yüzüne doladığı
bir paçavrayla açıkta kalan gözlerini kurbanına diker, suçunu söyledikten sonra sessiz bir
şekilde işini bitirirmiş. İşte bizimki de geç vakit eve dönerken bununla karşılaşmış. Kara Ali,
uyarılara aldırmadığını ve işbirlikçiliğe devam ettiğini söylerken arkadan yetişen bir
arkadaşının da müdahalesiyle amcam hamleyi savuşturup yaralı olarak kurtulmuş.’
‘Kimmiş yardım eden? Askerlerden birisi mi?’
Kemal bey rakıyı ve yemeği işaret ederek böyle giderse masadan aç kalkacağını hatırlatmaya
çalışıyordu. Ev sahibini kırmamak için yeni kadehinden bir yudum alıp hızlı bir şekilde
tabağındaki balığı da bitirdikten sonra öykünün gerisini beklemeye başladı. Kendisini bu
halde gören Kemal bey ve Nur bir an için bakıştıktan sonra gülümsediler. Nur her zaman
olduğu gibi yine içinden geçeni ağzından kaçırmıştı.
‘Hadi baba, devam etsene. Bak yemeğini de bitirdi bekliyor adamcağız.’
Kemal bey bir kez daha Nur’u bakışlarıyla susturduktan sonra biraz mahcup bir şekilde söze
başladı.
‘Siz ona bakmayın. Fıratsını yakaladı mı bize de aynı şekilde davranır.’
Aslında Nur’un bu teklifsiz tavırları ve dizginlenemeyen espri anlayışı onun da hoşuna
gitmeye başlamıştı. Karşılık vermeden gülümsemekle yetindi.
‘Hayır. Yardıma gelenler askerler değilmiş. Onlar sonradan gelmişler ama Kara Ali kaçmış
tabii. Yardıma koşan Mümin adında, yine bizimki gibi işgal subaylarıyla düşüp kalkan bir
Türk. Aslında eski bir subay. Çanakkale’de savaşmış ama mütarekeden sonra askerlikten
ayrılıp memleketi olan İzmir’e gelmiş ve batılılar gibi giyinip, onlarla iş yapmaya başlamış,
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa92
onlarla görüşüp, birlikte eğlenir olmuş. Bu yüzden adı halk arasında Gavur Mümin’e çıkmış.
Eski subay arkadaşları gözlerine inanamıyorlar ama gördükleri karşısında da buna diş
biliyorlarmış, hatta birkaç kez eski arkadaşlarından ölüm tehditleri bile almış. Ama savaş
bittikten sonra ortaya çıkmış ki, aslında Gavur Mümin Atatürk’ün emriyle sadece birkaç
kişinin bilgisi dahilinde bu göreve atanmış bir ajan. Anlayacağınız, Gavur Mümin fırsatını
yakalamışken bizimkine yardım etmiş ve onun ilişkilerinden de yararlanarak bilgi toplama
ağını genişletmiş. Ama savaşın sonuna doğru Yunanlılar hesabına çalışan bir Türk tarafından
ele verilmiş ve yakalanıp Atina’da bir hapishaneye gönderilmiş. Savaştan sonraki esir
değişimi sırasında Atatürk’ün, Yunan Genel Kurmay Başkanı General Trikopis’e karşılık, bir
Türk Generalini değil de tüm protokolü çiğneyerek Gavur Mümin’i isteyip aldığı söylenir.
Yani bizimkinin haberi olmadan da olsa, savaşta Türk kuvvetlerine yaptığı tek katkı bu.’
Despina’nın öyküsünü takip ederken karşılaştığı olaylar, yaşantıların ne denli kırılgan
olduğunu fark etmesini sağlamıştı. Bütün bu insanlar, aşık olmuşlar, savaşmışlar, ölmüşler ve
ayrı düşmüşler. Acaba kaçı kendi tercihlerini yaşamış kaçı başkalarının seçimlerine boyun
eğmek zorunda kalmıştı. Ziya bey her esen rüzgarın önünde oradan oraya savrulmayı kendi
mi istemişti? Ya Gavur Mümin? Komutanının emrine mi uymuştu yoksa yurtseverlik gibi,
öğretilen bir üst düzey hiyerarşik kavramınkine mi? Belki de Ziya bey ve Gavur Mümin, ikisi
de çok zeki insanlar olduklarına göre, en temel kavramlardan yola çıkarak tamamen özgür bir
şekilde kendi seçimlerini yaşadılar. Ziya bey yaşamdan zevk almayı her şeyin üstünde tutarak,
Gavur Mümin ise adalet kavramına hizmet eden seçimleriyle o günleri yaşamış olamazlar mı?
Peki ya Despina? ‘Aşk. Sadece aşk olmalı onunki. Umarım öyledir.’
‘Despina’yı düşünüyordum’ dedi. Bir süre kopup içine düştüğü sessizliği açıklamak istemişti.
Kemal bey içtenlikle gülümseyerek ‘Ben de şimdi oraya geleceğim’ diye karşılık verdi.
‘Despina, Ziya beyden iki yaş küçük, babamın anlattığına göre güzelliği çevredeki herkesin
anlata anlata bitiremediği ama zamanına göre oldukça başına buyruk, yani bu günün
deyimiyle havalı bir kız. İkisi çocukluktan arkadaşlar aslında. Ama Ziya beyin onu asıl keşfi
babasının yanında çalışmaya başladığı zamana denk geliyor. Zaten duygulu, edebiyata
meraklı, ince ruhlu bir adamın böyle bir kızı görüp de aşık olmaması mümkün mü?
Despina’ya gelince. O da tüm insanlar gibi, güzel bir yüze, bir gülüşe, yerinde söylenmiş tatlı
bir söze ya da yasak aşkın çekiciliğine kapılmıştır herhalde.’
Despina için değil de kendi beklentilerine ters düştüğü için itiraz edecek oldu.
‘Nasıl yani? Tüm insanlar için aşkın nedeni bunlar mıdır?’
‘Daha ne olsun genç adam? Doğru zamanda biri ya da birkaçı. Herkes için yeter de artar bile.
Despina için de böyle oldu sanırım. Aslında bildiğimiz kadarıyla aralarında yaşanmış pek
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa93
fazla bir şey de yok. Birkaç mektup, bir iki aşk şiiri ve birkaç kez fayton gezintisi. Birbirlerini
öptüklerini bile sanmıyorum.’
Öyküyü muhtemelen defalarca dinlemiş olmasına rağmen, Nur kendini anlatılanlara
kaptırmış, mırıldanıyordu. ‘Despina. Ne güzel bir isim. Anlamını biliyor musun?’
‘Bekar bayan demek. Yani İngilizce’deki Miss.’
‘Doğru. Ama başka bir yerde, Elf dilindeki anlamının bir an yanıp sönen ışık olduğunu
okumuştum. Fakat doğrulayan başka bir kayda rastlayamadım. Keşke doğru olsaydı. Bu
öyküye en yakışan anlamı bu olurdu herhalde. Düşünsenize. Ziya beyin Despina’sı. Işığın
gönlünde bir an yanıp sönen bir başka ışık.’
Nur’un sözleri herkesin üzerinde kısa bir süre saygı duruşuna benzer bir etki yarattı. Yıllar
önce henüz başlarken bitmek zorunda kalmış bir aşkın izini sürerken belki de her biri kendine
ait bir anının bir an belirip kaybolan görüntüsüne dalmış, o görüntülerin içinde Ziya ile
Despina’yı gördüklerini sanmışlardı.
Sessizliği bozan yine Nur oldu.
‘Babacığım sende amcanın bir iki fotoğrafı vardı. Fotios’a gösterelim mi onları?’
Bir an duyduklarına inanamadı. Nur, sürprizlerle dolu olduğunu kanıtlayan bir çıkış daha
yapmıştı. Kemal beye neredeyse yalvarır gibi bakarak Nur’un dile getirdiği isteği yineledi.
‘Lütfen Kemal. Görmeyi çok isterim.’
Kemal bey bir süre durumun keyfini çıkartarak yanıt vermeden onları süzdü. Gözleri Güneş
hanıma takıldığında ise sanki sessiz bir emir almış gibi gülümseyerek yerinden kalktı ve
içeriden bulup getirdiği iki fotoğrafla tekrar yerine oturdu.
Fotoğrafları eline aldığında kalbi yerinden çıkacakmış gibi koşturuyordu. En sonunda
Despina’nın yaşamının sonuna dek unutamadığı, belki de tek aşkının, neye benzediğini
görebilecekti. İlk baktığı fotoğrafta Ziya bey yaklaşık yirmi yaşında, esmer, ince uzun yüzü,
özenerek şekil verildiği bıyığıyla, zamanın batılı giysileri içinde oldukça yakışıklı bir genç
olarak fotoğraf makinasının objektifinde hayal ettiği Despina’ya gülümsüyor olmalıydı.
Düşünde gördüğü Ziya beyin artık bir yüzü vardı ve bundan sonra onu yüzüyle hayal
edebileceğini düşünmek hoşuna gitmişti. Ayrıca, büyük büyükannesinin en azından zevkli bir
kadın olduğunu da kabul etmek zorundaydı. Diğer fotoğrafa baktığında ise bir an nefesinin
kesildiğini hissetti. Burada Ziya bey daha küçük, yaklaşık on beş yaşında olmalıydı. Yüzünde
yine aynı çapkın gülümseme, hemen yanında üzerinde küçük bir çiçek saksısı bulunan yüksek
bir sehpaya sağ elini dayamış, üstten birkaç düğmesi açık gömleğinin yakalarının arasında
kendisine oldukça tanıdık gelen o üçgen deri tılsım ile sanki onu yıllar sonra görecek olan
kendisi için poz vermişti. Bir an, farkında olmadan eli cebindeki cüzdanına gitti. Despina’nın
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa94
fotoğrafını çıkartıp Ziya beyinkinin yanına tuttuğunda, ikisinin de boynunda gördüğü tılsımın
birbirinin benzeri değil de aynı tılsım olduğunu hissetmişti. Uzun süre hareketsiz ve hiçbir söz
etmeden fotoğraflara dalıp gittiğini gören ev sahipleri neler olduğunu merak edip yanına
geldiklerinde onlar da kendisi gibi derin bir şaşkınlığa düşmüş olmalıydılar ki sessizliğini
uzun bir süre paylaştılar.
Sessizliği kimin bozduğunu tahmin etmek sizler için de zor olmamıştır herhalde.
‘Bak sen… Ziya bey cevşenini Despina’ya vermiş.’ Olay bu kadar basitti işte. Birbirinden
habersiz iki yorum tam tamına çakışmıştı. Ama bu konuda büyükanneden dinlediklerini
anımsayınca biraz keyfi kaçtı.
‘Despina, bu tılsımı kaçış sırasında kendisini korusun diye Ölüler Diyarından bir dostunun
verdiğini söylermiş.’
Herkes aklındaki sorulara yanıt arayarak birbirinin yüzüne bakarken, Güneş hanım yanıtı
bilen çalışkan çocuklar gibi gülümsüyordu. Her zamanki sakin tavrıyla anlatmaya başladı.
‘Ölüler diyarı… Eskiden İzmir’de bu isimde bir yer varmış.’
Kemal bey ve Nur aynı anda hayretle mırıldandılar.
‘Ben hiç duymamıştım.’
Kadın sanki sözü hiç kesilmemiş gibi anlatmaya devam etmişti.
‘Çok eski bir Ortodoks mezarlığı. Bugün Alsancak Stadının bulunduğu yerden başlayıp
Fuarın 26 Ağustos ve Kahramanlar kapılarını birleştiren hatta dek uzanırmış. 1890’lı yıllarda
adalardan bölgeye artan Rum göçü sonucunda İzmir-Aydın Demiryolu hattı ile Fuar arasında
kalan kısım yeni yerleşimciler tarafından iskan edilmiş. İşte sizin bahsettiğiniz Ölüler Diyarı
bu bölge. Yani ölüm kelimesinden köken alan, eski Mortakya veya Mortakiye semti, ya da
Türklerin deyişiyle Murtakiye.’
Nur’un şaşkınlıkla kendisine baktığını fark ettiğinde aynı şeyi düşündüklerinden emindi. Tam
ikisi de akıllarından geçeni söylemek için ağızlarını açmışlardı ki Kemal bey heyecanla araya
girdi.
‘Şimdi anımsıyorum. Babam bana amcamın sürekli müşterisi olduğu bir faytoncudan
bahsetmişti. Adı neydi? Mutakiyeli bir şey… Evet, evet. Murtakiyeli Murat.’
Kemal bey sözlerini tamamladığında ikisinin de yüzünde gördüğü benzer şaşkınlığın
derecesinden biraz korkmuş olmalıydı ki eşine dönüp fısıldayarak sormak zorunda kaldı.
‘Ben şimdi ne dedim ki?’
Onları daha fazla merakta bırakmamak için, birbirlerinin ağzından lafı kaparak sabah
yaptıkları fayton gezisini ve faytoncu Murtakiyeli Murat’ı karmakarışık bir şekilde anlattılar.
Her şeyi sakince dinledikten sonra fikrini ilk belirten Güneş hanım olmuştu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa95
‘Gerçekten çok ilginç bir rastlantı. Belki sadece bir rastlantı ama sizin yerinizde olsam yine de
bu adamı bulup konuşurdum.’
Herkes aynı görüşteydi. Ama hiç birisi, eğer Despina’nın boynundaki Ziya beyin cevşeniyse
nasıl olup da onu Murat’tan almış olabileceği hakkında bir fikir yürütemiyordu.
‘Belki de Ziya beyinki değildir’
Kemal bey bu fikre katılmadığını belirten bir hareketle söze girdi.
‘Cevşen-i Kebîr, her biri Allah’ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtiva eden yüz bölümden
ibaret uzunca bir duadır. Dünya âfetlerinden ve ahiret azabından kurtuluş için yazılıp kişinin
üzerinde taşıması için deri bir kılıfa sarılır. Babama ve amcama anneleri vermiş. Bildiğim
kadarıyla ikisi de annelerinin bu hatırasına çok değer verirlermiş. Yine bildiğim kadarıyla
insanlar cevşenlerini çok sevdikleri kişilerden başka kimseye vermez ya da emanet
etmezlermiş. Ben hala Despina’nın boynundaki cevşenin amcama ait olduğunu düşünüyorum.
Ama bu Ölüler Diyarından bir dost meselesini de anlayabilmiş değilim doğrusu…’
‘Emanet mi?’ Aklına gelen şeyi anlatmak için Despina’nın gelinlikle çekilmiş diğer
fotoğrafını da cüzdanından çıkartıp masanın üzerinde diğerlerinin yanına yerleştirdi.
‘Bakın. Burada cevşen yok. Bu fotoğraf öbüründen yaklaşık bir ya da iki ay sonra çekilmiş.
Ne diyorsunuz?’
Nur aklından geçenleri her zamanki gibi okumuştu sanki.
‘Büyükannende de yok mu? Dedeminki şimdi babamda.’
‘Hayır. Büyükannem görmemiş bile.’ Bir süre düşündükten sonra da devam etti: ‘Demek
ki…’
‘Oralarda bir yerlerde kalmış’ diye tamamladı Nur sözün geri kalanını.
‘Ama bu cevşen denen şey madem o kadar değerli bir şey ve ona Ziya beyin verdiğini
varsayıyoruz, neden oralarda bıraksın ki? Yaşamı boyunca unutamadığı ilk veya tek aşkının
emanetini böyle kolayca kaldırıp atabilir mi? Bir şekilde saklaması gerekmez miydi sizce?’
Kemal bey Despina’nın gelinlikli fotoğrafına uzunca bir süre göz gezdirdikten sonra aklına
gelenleri tane tane, sanki söylerken düşünüp buluyormuş gibi sıraladı.
‘Kadın evleniyor. Boynunda amcamın cevşeniyle kocasının yanına gidecek değil. Kaldırıp
atamayacağını da varsayarsak, çok güvendiği birine vermiş olmalı. Belki de Ziya’ya geri
versin diye.’
‘Büyükannem, Despina ve annesi oraya gittiklerinde babasının ailesinden başka yakın
tanıdıkları olmadığından bahsetmişti. Ziya beye kim geri verebilir ki cevşeni?’
Soru uzun süre yanıtsız kaldı, ta ki Güneş hanım yine en akla yakın olasığı dillendirene kadar.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa96
‘Sözünü ettiğimiz yer Sakız adası değil mi? Ben Despina olsam, evlenmeden önce orada
tanıdığım ve güvenebileceğim tek kişi…’
Hepsi nefeslerini tutmuş ağzından çıkacak sözleri sabırsızlıkla bekliyorlardı.
‘Evet. Tek kişi, beni evlendirecek olan köy papazı olurdu herhalde. Üstelik evlenmeden önce
günah çıkartmaya gidip, ne yapması gerektiğini de söyleyerek o sırada emanet ederdim
cevşenimi. Bildiğim kadarıyla günah çıkartma sırasında olanlar sonsuza kadar gizli kalır.’
Herkes sözlerini tamamlayıp tekrar yerine oturan ev sahibesinin yüzüne hayranlıkla
bakakalmıştı. Sadece Nur itiraz etti söylenenlere.
‘Öyle bile olsa, bunun bize bir faydası yok. Papaz çoktan ölmüştür. Ölmemiş ya da, Despina
belki öyle istemiş olabilir diye düşünelim, halefine emanet etmiş olsun. Ziya’dan başka
kimseye vermeyeceklerine göre… Hem cevşeni bulsanız bile bize ne faydası olabilir ki?
Göğsünüze mi takacaksınız? Yoksa açıp içindeki bilmem kaç satır duayı mı okuyacaksınız?’
Nur’un annesini kıskanmaya başladığını hissetti. Alçak gönüllü halinden hiç beklenmeyen bir
zeka pırıltısı ile gecenin yıldızı haline gelmesini pek kaldıramamıştı anlaşılan. Güneş hanım
Nur’un tavrından belki de biraz da zevk alarak sözlerine devam etti.
‘Ben olsam, Ziya beye son bir şey söylemek isterdim doğrusu. Papaz söyleyemeyeceğine
göre?’
Masadaki herkes Güneş hanımın neyi ima ettiğini çok iyi anlamıştı. Ama Nur annesine karşı
son bir denemeye niyetli görünüyordu.
‘Bunların hepsi cevşenin Ziya beye ait olmasına dayanıyor. Ya değilse? Ya Murtakiyeli Murat
ile Despina’nın arasında bir şeyler var idiyse?’
Hiç de yabana atılacak bir varsayım olmasa da hepsi Nur’a çok ayıp bir şey söylemiş gibi
bakakaldılar. Hepsi bu ilişkiyi o kadar içselleştirmiştiler ki böyle bir olasılığı bir ihanetmiş de
bunu hiç birisi Despina’ya yakıştıramıyormuş gibi hep bir ağızdan reddettiler.
‘Olmaz öyle şey…’
Nur inatla karşı koyuyordu.’Neden?’
Uzun süre hiç kimse yanıt veremedi bu soruya. Artık sadece öykünün izini sürmek değil,
büyük büyükannesinin karizmasını da korumak gibi garip ve çocuksu bir isteğe kapıldığını da
hissediyordu yavaş yavaş.
‘Anlaşılan, benim yarın Sakız’a gitmem gerekiyor.’
Kemal bey daha önce gezmiş görmüş olduğunu belli eden bir tavırla işin zorluğunu anlatmaya
koyuldu.
‘Adada bir sürü köy ve bir sürü kilise var. Hangi köyde, hangi kilisede, hangi papazı
arayacaksın? Hiç gittin mi? Tanıdığın var mı?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa97
Kemal beyin son cümlesini duyduğunda içinden kopup gelen bir sevinçle, kendisini tutmasa
neredeyse adamın boynuna sarılacak, yanaklarından öpecekti.
‘Tanıdık mı? Elbette var. Tomruk Dimitri. Eski dostum Papaz Dimitri’yi bulacağım orada.’
Şaşkın bakışlar altında kadehini neşeyle kafasına dikti. O gece ayrılmadan önce her şeyi ev
sahiplerine anlatmış, aralarında iş bölümü yapmışlardı bile.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa98
BÖLÜM XVI
Ertesi sabah saat yediye doğru Nur otelin kapısından girdiğinde, lobide kendisinden ve birkaç
görevliden başka kimse yoktu. Bir gece önce içtiği üç kadeh rakının mahmurluğunu atmak
için koyu bir kahve söylemiş, bir yandan da gideceği yerde araştırmaya nereden başlayacağına
karar vermeye çalışıyordu. Kalkıp arkadaşını kapıda karşıladı. Ayaküstü biraz sohbet ettiler.
Nur internete girip Sakız feribotunun saat dokuzda olduğunu öğrenmişti. Son bir kez
pasaportunu kontrol ettikten sonra kapının önünde flaşörleri açık olarak bekleyen arabaya
bindiler. Sabah serinliğinde deniz kıyısını takip eden bulvarları izleyerek kenti boydan boya
geçtikten sonra Çeşme otabanına çıkmışlar, Nur otomobilin hızını saatte 120 kilometreye
sabitlemişti.
‘Kırk dakikada Çeşme’de oluruz.’
Son hızla tırmandıkları tepelerden sabah güneşinin altında pırıl pırıl parlayan körfezi
seyrederken günün heyecanının midesine bir yumruk gibi oturmuş olduğunu hissetti. Aniden
planlanan bu yolculuktan eli boş dönme olasılığının yüksek olduğunu hissediyor, ama yine de
kendisi ve büyükanne için kalkıştığı serüvende bu günün bir dönüm noktası olmasını tüm
kalbiyle diliyordu. Nur huzursuzluğunu fark etmişti. Önemli bir sınavdan önce oğlunu
sakinleştirmeye çalışan bir anne şefkatiyle yanında getirdiği kekten bir dilim uzattı.
‘Bir şeyler yemezsen kafan çalışmaz. Ayrıca, dün gece söylediklerime de pek aldırma.
Despina’nın o yaşta öyle karışık ilişkiler yaşayabileceğine de pek inanmıyorum aslında.’
Büyük büyükannesinin Ziya beyden başkasıyla gizli bir ilişkisi olabileceği fikri ancak Nur
gibi her şeyi önce iyice karıştırıp sonra da çözmeye çalışan bir fikir uçuşmaları üstadından
beklenebilirdi. Kendini asıl rahatsız edenin aslında Sakız’daki araştırmasından eli boş
dönebileceği düşüncesi değil de bu fikir olduğunu yüzüne bir kez bakıp da anlayan Nur’a ne
söyleyeceğini bilemedi. Bundan niye bu kadar rahatsız olmuştu ki? Despina’nın ne yapmış
olduğu seksen yıl sonra kendisini niye bu kadar ilgilendiriyordu? Sanki asıl istediğinin,
öyküyü araştırmak değil de Despina’nın ismini korumakmış gibi hissetmesinin kendisini
gülünç duruma düşürdüğünü fark etmişti. Aslında, düşündüğünün Eleni olduğunu da adı gibi
biliyordu. Sanki Despina Ziya beye sadık kalmışsa, Eleni de eninde sonunda hatasını
anlayacak ve ona geri dönmek için elinden geleni yapacaktı. Tüm bunların saçma sapan bir
obsesyon olduğunu düşündü, ama büyükannenin evinde gördüğü düş bir türlü aklından
çıkmıyordu.
‘Nerden başlamayı düşünüyorsun?’ Nur’un sözleriyle dalıp gittiği düşüncelerinden sıyrıldı.
‘Başlangıç için elimizde sadece Dimitri var.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa99
Bütün gece internette yaptığı araştırma sonucunda Nur hiç gitmediği Sakız adası hakkında
oldukça fazla bilgi edinmişti.
‘Seninle gelmek isterdim ama orada yalnız olmak isteyebileceğini düşündüm. Hem vize
almak için zaman da yok zaten. Bence, feribottan indikten sonra şehir merkezinden yaklaşık
dört kilometre kuzeydeki Vrondados’a gitmelisin.’
‘Niye? Ne var orada?’
‘Bulabildiğim en yakın kilise tabii ki. Agios Markos. Eğer bir papazı arıyorsan işe başlamak
için en uygun yer bir kilisedir.’
Araştırmayı birlikte yapmak için Nur’la anlaşmış olmasının ne kadar isabetli bir karar
olduğunun tekrar farkına varmıştı. En azından başlangıç için uygun noktayı bulmuş olmanın
verdiği keyifle yol boyu çeşitli fanteziler kurarak Çeşme’ye ulaştılar. Burası ülke içinde
oldukça tanınmış bir yerdi. Sörf sporu için dünyada en uygun birkaç yerden biri olduğunu
kendisi de duymuştu. Nur, nüfusun kış aylarında sadece yirmi beş bin kadar olmasına karşın,
yazın iki yüz binin üstüne çıktığını anlatmıştı. Limana ulaştıklarında aceleyle seyahat
acentesinin ofisine doğru yöneldiler. Bilet alıp işlemleri tamamladıklarında hala birlikte çay
içebilecek kadar zamanları kalmıştı.
Feribot tam zamanında hareket etti. Yaklaşık bir saat süren yedi millik yolculuğu sırasında
Nur’un anlattıklarını ve önerilerini içinden sürekli tekrarlayıp durdu.
Sakız limanından ayrılıp kentin içine girince Ege’nin tüm deniz kıyısı kasabalarına özgü
cıvıltılı yaşamı burada da fark etmişti. Bir yanda güne huzurlu bir şekilde başlayabilmek için
deniz kıyısında kahvesini yudumlayan akşamdan kalmalar, diğer yanda ise kalabalığın
arasında müşteri kapmaya çalışan telaşlı satıcılar. Birbirinden şık kuyumcular, ilginç
kitapçılar, pastaneler, kozmetik, elbise ve ayakkabı satan onlarca dükkan sezonun son
turistleri içindeki potansiyel müşterilerini bekliyorlardı.
Yakınlardaki bir duraktan bindiği taksi ile Vrondados’a ulaşması on dakika bile sürmedi. İçeri
girmeden önce üç katlı evlerin arasına sıkışıp kalmış kilisenin bembeyaz duvarlarına, kemerli
girişine ve oldukça yüksek ve üzeri şirin bir kubbe ile süslenmiş kulesine uzun uzun göz
gezdirdi. Dimitri’yi hemen burada bulabileceği fikri yeniden heyecanlanmasına neden
olmuştu.
Yaşadığı dingin ve huzurlu yaşamın verdiği uyuşuklukla sorduğu soruyu anlaması zaman alan
papaz, biraz ilerde, bahçedeki çiçekleri sulamakla meşgul uzun boylu sıska bir meslektaşını
işaret ettiğinde düş kırıklığına uğradı.
‘Zaten bu kadar kolay olmamalıydı’ diye geçirdi içinden.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa100
Sıska papazın da adı Dimitri idi. Aynı isimde bir papazı aradığını söylediğinde, adam nadiren
bulabildiği belli olan eğlence fırsatını kaçırmayarak gülümsemişti.
‘Bu adadaki papazların belki de yarısının adı Dimitri’dir. Nasıl bir Dimitri arıyorsun sen? Ben
olmadığımı hemen anladığına göre bana hiç benzemeyen biri olmalı.’
Şakacı papaza aslında aradığı kişiyle yirmi yıldan fazla bir süredir görüşmediğini, ama
anımsadığı kadarıyla oldukça kilolu ve şimdilerde yaşlı biri olması gerektiğini söyledi. Adam
sanki yanıt dilinin ucundaymış gibi umut veren bir düşünme süresinden sonra kafasını
sallayıp tekrar işine dönmüştü: ‘Böyle birini hiç anımsamıyorum’
Aslında bunu bekliyordu. Ama işlerin yolunda gidebileceği umuduyla beklentisini kısa bir
süre de olsa yüksek tutmuş olduğunu fark etti. Yarım ağızla teşekkür edip gitmek için
döndüğünde sıska papazın arkasından seslendiğini duydu.
‘Bir lakabı var mıydı bu Dimitri’nin?’
Olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Bazan ne kadar aptal olabildiği geçti içinden. Yeniden artan
umuduyla, heyecandan kuruyan ağzından sözlerin tane tane çıkmasına dikkat ederek ‘Dimitri’
diyebildi. ‘Papaz Tomruk Dimitri.’
Adamın yüzüne, sanki aradığı kişinin fotoğrafını görmüş gibi saf bir tebessüm yayıldı.
‘Şunu daha önce söylesene evladım. Tomruk Dimitri’yi herkes tanır. O hepimizin duayenidir.
Ama burada değil, Mesta köyündeki Taksiarhis Kilisesi’nde.’
Sıska Dimitri’nin kendisinden daha akıllı olmadığını düşünürken, bir yandan da alaycı bir
şekilde ‘Sizin lakabınız nedir acaba?’ diye sormamak için kendini zor tutmuştu.
‘Nasıl gidebilirim oraya?’
‘Taksiye bin. Mesta’ya gitmek istediğini söyle.’
Öyle ya… Bir de adamla dalga geçmeye yeltenecekti az daha. Bu sefer içtenlikle tekrar tekrar
teşekkür ettikten sonra aceleyle kilisenin çıkışına yöneldiğinde son kez arkasından
seslendiğini duydu.
‘Papaz Sıska Dimitri’nin selamını söylemeyi de unutma.’
Bir yandan adımlarını sıklaştırırken, bir yandan da gülerek ‘Tam isabet’ diye düşündü.
Taksi Sakız kasabasının son mahallesini de arkasında bıraktığında önlerinde kıvrıla kıvrıla
uzanan dar bir yolu takip ederek ucu bucağı görünmeyen tarlaların arasından ilerlemeye
başlamışlardı. Ne bir ağaç ne de bir insan. Sadece ara sıra karşıdan gelen bir otomobil doğanın
içinde yalnız olmadıklarını anımsatıyordu. Oldukça rahatsız geçen kırk dakikalık bir
yolculuktan sonra adanın güney-batısındaki Mesta köyüne ulaştılar. Yol boyunca şoför
nerdeyse hiç susmamış, Sakız ve Mesta hakkında bedava rehberlik hizmeti sunmuştu.
Mesta’nın orta çağdan hemen hemen hiç bozulmadan kalmış bir köy olduğunu, şu sıralar sona
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa101
ermekte olan sezonunun en civcivli zamanlarında yerli yabancı turistlerin köyün dar
sokaklarında dolaşarak beş yüz yıllık egzotik havayı koklamak için köye akın ettiklerini
anlatmıştı.
Sınırlarını oluşturan evlerin birbirine bitişik dış duvarları nedeniyle bir kale görünümü verdiği
köyün girişine ulaştıklarında yolun geri kalanını yürüyerek gitmek için taksiyi durdurup
parasını ödedi. Köyün giriş kapısından geçer geçmez kendini eski zamanları anlatan bir
filmde oynuyor gibi hissetmişti. Yer yer kubbelerle birleşmiş gri taş evlerin iki yanını
çevrelediği, kaldırım taşı döşeli dar sokaklarda yürürken içine çöken karamsarlığın, birden
bire daldığı orta çağ havasından mı, yoksa belki de biraz sonra yüzleşeceği bilinmezlikten mi
kaynaklandığını anlayamadı. Sokaklarda tek tük karşılaşıp selamlaştığı köy sakinleri için tarih
olan bu sokakların aynı halleriyle, şu anda kendileri tarih olmuş eski sakinleri için de çok
uzak geçmişin izleriyle dolu olduğunu düşünmek, zamanın sonsuzluğunda kendi
ölümlülüğünün farkında olan insanoğlunun karşı karşıya kaldığı laneti hatırlatıyordu. Ama bu
insanların birlikte yaşadıkları köpekleri, kedileri, inekleri ya da koyunları, zamanlarında aynı
sokaklarda yürümüş olmalarına rağmen, kendi yaşam sürelerini aşan bir zaman algısına sahip
olmadıkları için, sahipleri gibi ne tarihin, ne de günün birinde kendilerinin tarih olacaklarının
farkına varabilmişlerdi. Zamanın var olmasını sağlayanın algılanabilmesi olduğunu,
algılanabilmesinin de birbirini takip eden sonlar ve başlangıçlara muhtaç olduğunu biliyordu.
Aynen Despina ve kendisi gibi. Ama yaşamların iç içe geçmişliği nedeniyle, Despina’yı
tanımadan büyükanneye bakarak bu algılamanın mümkün olamayacağını da düşündü.
Sonunda köy meydanına vardığında gözüne ilk çarpan Yeni Taksiarhis kilisesinin çan kulesi
ve hemen altındaki çift yönlü taş merdivenlerle ulaşılan giriş kapısı olmuştu. Alt tarafı
süslemeli, üstü parmaklıklı demir kapıyı ittiğinde kendini küçük bir avluda buldu. Önünde,
demir halkalarla desteklenmiş sekiz beyaz sütunun taşıdığı bol kemerli bir giriş ve ardındaki
üstü kapalı koridor, kilisenin ön cephesini boydan boya kat ediyorlardı. Koridorun arkasındaki
açık mavi badanalı duvarı her iki yanında çok hoş demir parmaklıklı pencerelerin bulunduğu
küçük bir tahta kapı süslemekte ve sütunların her iki yanında büyük saksıların içindeki
çiçekler ise ortama daha da sevimli bir hava vermekteydiler. Avluda sütunların önünü
döşeyen siyah beyaz çakıl taşlarından yapılmış, sekiz kollu yıldız, çiçek ve benzeri
figürlerden oluşan mozaikleri incelerken omzuna dokunan bir el ürpermesine neden oldu.
‘Seni korkuttuysam özür dilerim evladım.’
Arkasını döndüğünde, Ortodokslara özgü siyah giysileri içinde oldukça yaşlı ve şişman bir
papaz son derece misafirperver bir gülümsemeyle elini uzatmış, kendisine hoş geldin demeye
hazırlanıyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa102
Papazın elini sıktıktan sonra avluya bakan kemerli koridorda, duvara dayalı duran banklardan
birine oturdular.
‘Kiliseyi beğendin mi? Köyün eski kilisesi nedeniyle adı Yeni Taxiarhis olsa da, bu da
yaklaşık yüz otuz beş yıllık bir yapı. Sezon sonuna kaldığınıza göre, kalabalık içinde
gezmekten pek hoşlanmıyorsunuz anlaşılan.’
Papazın arkadaş canlısı girişken tavrı hoşuna gitti. Bu sefer daha kolay iletişim kurabileceği
bir kişiyle karşılaşmış olması, sorularına daha kolay ve detaylı yanıtlar alabileceği konusunda
umudunu arttırmıştı.
‘Aslında, köyünüze gezmek için gelmemiştim.’ Bu söz üzerine şaşırdığı açıkça belli olan yaşlı
papazın, belki de uzun süredir köye gezmek dışında bir amaçla gelen bir yabancıdan farklı bir
öykü dinleyebileceği hevesiyle parlayan meraklı bakışlarına yanıt vermek için anlatmaya
devam etti.
‘Papaz Dimitri’yi arıyorum. Tomruk Dimitri de derlermiş. Kendisini bulmama yardımcı
olabilir misiniz?’
Papaz, kendinden istenen yardıma çok kolay bir şekilde karşılık verebilmenin zevkiyle
yanıtlamıştı.
‘Bu adadaki tek Tomruk Dimitri benim. Size daha başka nasıl yardımcı olabilirim evladım?
Sizi tanıyor muyum acaba?’
‘Umarım tanırsınız efendim. Sizinle bundan yirmi beş yıl kadar önce Selanik’ten Atina’ya
kadar birlikte yolculuk etmiştik. O zamanlar ben on bir, on iki yaşlarımdaydım. Uykudan
uyandığımda düştüğüm gülünç durum hala gözlerimin önünde.’
Yaşlı adamın gözleri uzun zaman sonra çok eski bir dosta rastlamış gibi parlıyordu. Bir anda
yanaklarını iki eli arasına alıp yıllar önce birlikte ilginç bir yolculuk geçirdikleri küçük
Fotios’u görmeye çalıştı.
‘Nasılsın Fotios? Hoş geldin eski küçük dostum.’
Papazın böylece kendini kanıtlamış olan keskin belleğinin, araştırmasında belki de
umduğundan fazla yardımcı olabileceğini düşünerek sevinmişti.
‘Umarım topraklarınızın satış işleri istediğiniz gibi sonuçlanmıştır. Oğlunuz nasıl? Hala
Atina’da öğretmenlik mi yapıyor?’ Yirmi beş yıl önceki yolculukta Dimitri hakkında edindiği
bilgileri sorulmadan ortaya dökmesinin nedeni yaşlı adamın güvenini kazanıp kendisinin o
Fotios olduğunu kanıtlamak istemesindendi.
Niyetini anladığı gülümsemesinden belli olan yaşlı papaz yine aynı kibarlıkla karşılık verdi.
‘Evet, sevgili dostum. Eşimi kaybettikten sonra oğlumun yanına dönmek yerine yaşamımı
burada devam ettirme kararımın aramızda neden olduğu soğukluk, onun oldukça
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa103
rahatlamasını sağlayan satıştan sonra tekrar düzeldi. Şimdilerde hemen hemen her yıl kısa bir
süre de olsa ya onlar buraya geliyor ya da ben gidiyorum. Böylece, oğlumu ve torunumu
görüp hasret giderebiliyorum.’
O zaman verdiği karardan ne denli mutlu olduğunu anlatırken birden aklına gelen soruyu
biraz çekinerek ama merakla sormuştu.
‘Gezmek için değilse, ne amaçla buradasın? Beni aramak için buralara kadar geldiğine göre
sana yardım edebileceğim bir konu olmalı.’
Olayların umduğundan da hızlı ve istediği yönde gelişmiş olmasından oldukça memnun,
amacını, Despina’yı, büyükannenin anlattıklarını, cevşeni ve ardına düştüğü öykü hakkında
tüm bildiklerini yaşlı papaza anlattı.
‘Büyük olasılıkla bu olayın detayları hakkında bir bilginiz yok ama seksen yıl önce bu adada
gerçekleşen bir evlilik ve Despina’nın burada bırakmış olabileceği cevşenini bulabilmek için
yardımını isteyebileceğim tek kişi sizdiniz.’
Papazın yüzü anlatılanları dinledikçe şekilden şekle girmiş, biraz önceki mutlu tebessümün
yerini alan sıkıntı, yüzünün tüm çizgilerinde kendini belli etmeye başlamıştı. Tüm
anlatılanları hiç sesini çıkartmadan dinledikten sonra bir süre sessizce düşünüp sanki bir
şeyler gizliyormuş gibi sordu.
‘Cevşenin bu adada kaldığını nereden biliyorsun?’
Cüzdanından çıkarttığı Despina’nın iki fotoğrafını uzatarak açıklamaya çalıştı.
‘Bunlar, büyükannemin annesi olan Despina’nın bu adada bir ya da iki ay ara ile çekilmiş
fotoğrafları. Gördüğünüz gibi sonradan çekilmiş olan gelinlikli fotoğrafta öncekinde
görülebilen cevşen boynunda değil. Büyükannem de yaşamı boyunca cevşeni hiç görmemiş.
Despina için çok değerli olduğunu tahmin ettiğim böyle bir şeyi kaldırıp atmış olmasını
düşünemiyorum. Bunu kendine verenin İzmir’de kalmış olduğu da düşünülürse…’
‘Burada birine emanet etmiş olmalı. Bu da olsa olsa bir papazdır diye düşündün.’
‘Evet. Hangi köye sığındıklarını ve büyük dedemle hangi kilisede evlendiklerini dahi
bilmiyorum. Belki gerekli araştırma için adadaki kilise kayıtları konusunda bana yardımcı
olabilirsiniz diye düşündüm.’
Papaz bu konuda herhangi bir bilgisi olmadığı anlamına gelebilecek şekilde başını iki yana
sallamış, ama bunu sözleriyle ifade etmemişti. Ortada anlayamadığı bir şeyler döndüğü
hissine kapıldı.
‘Sizi sıkıntıya soktuysam özür dilerim. Ama sizin için böyle bir araştırmaya katılmanın
bulunduğunuz pozisyon ya da sağlık durumunuz nedeniyle mümkün olmayabileceği fikrini de
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa104
anlayışla karşılayabilirim. Sadece bana yardımcı olacak bazı isimler verip referans olsanız
bile yeterli olabilir. Tabii, eğer bu da mümkünse…’
Papaz oturduğu yerden kalkıp, avluda sıkıntıyla ileri geri birkaç tur attıktan sonra durup
yüzüne bakmaya başladığında, biraz sonra bir sürprizle karşılaşacağını hissetmişti.
‘Sana yardım edebilmek için yorulmama hiç gerek yok genç dostum.’ Bir süre daha
düşündükten sonra neyi ne kadar anlatacağına karar vermiş olmalı ki sözlerine devam etti.
‘Aradığın köy Mesta ve aradığın kilise de burası. Despina 1922 yılında burada evlenmiş.
Hatta küçük kızı da burada vaftiz edilmiş.’
Birdenbire ortaya çıkan çarpıntısı nedeniyle başı dönmeye başlamış, oturduğu yerde dik
durabilmek için sırtını duvara dayamak zorunda kalmıştı. Aklına gelen soruyu ise sevinçten
sıkışan nefesi nedeniyle ancak bölük pörçük sorabilmişti.
‘Siz… Bunları nereden biliyorsunuz? O sıralar papaz olmanıza imkan yok.’
‘Evet. Ben Despina’yı hiç görmedim. Hatta o yıllarda henüz hayatta bile değildim. Ama
buraya papaz olarak geldiğimde tanıştığım, artık hayatta olmayan çok sevdiğim eski dostum
Peder Dositeos ile birlikte Tanrı’ya ve kilisesine yıllarca hizmet ettik. Tüm o süre boyunca ne
Despina’dan ne de öyküsünden haberim vardı. Eski dostum, Despina’yı evlendirmiş ve senin
de çok isabetli bir şekilde tahmin ettiğin gibi, Despina evlenmeden önce tüm öyküsünü ona
anlatmıştı.’
Yaşlı papazın elini koynuna sokup çıkarttığı şeyi tanıyordu.
‘Yoksa bu… Despina’nın cevşeni mi? Ama sizde ne arıyor?’
‘Despina bunu peder Dositeos’a vermiş. Sana anlatmaya iznim olmayan öyküsüyle birlikte.
Öyküsünü ve cevşeni saklamasını ve ömrü yetmezse her şeyi sadece halefine anlatarak
emaneti teslim etmesini rica etmiş. Aslında biz ne böyle bir emaneti saklamak için alır, ne de
bize anlatılanları bir başkasına naklederiz. Ama Dositeos Despina’nın içinde bulunduğu
durumu ve öyküsünü çok etkileyici bulmuş olmalı ki bu isteği kabul etmiş. Bana da ancak
ölüm döşeğinde her şeyi anlatarak cevşeni teslim etti. Despina bunun sadece Somuncuzade
Ziya bey veya ona iletilmek üzere kan bağı olan bir yakınına verilmesini istemiş.’
Anlaşılan bu kadar yaklaşmasına rağmen ne öyküyü öğrenebilecek, ne de birkaç adım ötedeki
cevşene ulaşabilecekti. Düş kırıklığı içinde aklındaki son soruyu da sordu.
‘Bana bir şey anlatamayacağınızı biliyorum ve hatta cevşeni açıp açmadığınızı, orada
herhangi bir nota rastlayıp rastlamadığınızı sormam da anlamsız olacak sanırım. Değil mi?’
Yaşlı adam kısa bir süre düşündükten sonra yanıtladı.
‘Doğru. Sana Despina’nın öyküsünü anlatamam. Ama…’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa105
Son kelimeyi duyduğuna inanamamıştı. Doğru duyduğundan emin olmak için çekine çekine
tekrarladı.
‘Ama?’
‘Büyükannenin kendinden büyük bir kız kardeşi olup olmadığını biliyor musun?’
‘Hayır büyükannem tek çocukmuş.’
‘Nerede doğmuş?’
‘Burada. 1923 yılında.’
Konuşmanın değişen yönü ilgisini çekmeye başlamıştı.
‘Bunları niye soruyorsunuz?’
Yaşlı papaz yapmak istediğinden artık emin olduğunu belli eden bir ses tonuyla konuyu
açmaya başladı.
‘Büyükannenin doğru kişi olduğundan emin olmak için tabii ki… Bize anlatılanları
anlatamayacağımız doğru. Ama yapmaya söz verdiğimiz bir işi de konu açığa çıkacak diye
yapmaktan vaz geçemeyiz. Hele bunu isteyen eski dostum küçük Fotios ise…’
‘Bana hiçbir şey anlatamayacaksanız ne yapmayı düşünüyorsunuz ki?’ Arkadan gelecek
sözleri tahmin etmek bile istemiyordu. Biraz hafiflemiş olan aynı çarpıntı yine başlamış,
başının dönmesi giderek artmıştı. Papaz tekrar yanına oturup, gözlerinin içine bakarak
sözlerine devam etti.
‘Cevşeni ne ben ne de Peder Dositeos açtı. İçinde insanları kötülüklerden koruduğuna inanılan
kutsal sözlerden ve Tanrı’nın adını anan dualardan başka bir şey var mı bilmiyoruz. İslam
dinine ait olsa bile Tanrı’nın adını saygıyla anan her duanın bizleri kötülükten koruyacağına
ve kalplerimizin üstünde taşınmaya layık olduğuna inancımızla Dositeos ve sonra da ben bu
cevşeni yaşadığımız sürece söz verdiğimiz gibi yanımızdan hiç ayırmadık. Nereye gittiysek o
hep bizimle birlikteydi. Şimdi, artık senin de onun korumasına ihtiyacın var. Bunu sana
vermek benim görevimdir. Bu görevi söz verdiğimiz gibi başarıyla tamamladığımızı görse
sevgili dostum Peder Dositeos da mutlu olurdu.’
Papazın, sözlerini tamamlarken boynundan çıkartıp bir süre elinde tuttuğu cevşeni avucunun
içine bıraktığını hissettiği ilk anda neler olduğunu kavrayamadı.
‘Ne demek oluyor bu? Bana mı veriyorsunuz? Ama biraz önce demiştiniz ki…’
Sözlerini tamamlaması mümkün olmamıştı. Bir süredir bilincine uzaklardan varlığını
hissettirmeye başlamış olan düşünce artık reddetmesine olanak tanımayan bir açıklıkla
görünür hale gelmişti. Ziya bey, Despina, savaş, kaçış, Despina’nın evliliği, kocasının
Despina ve büyükanneyi terk etmesi, küçük bir kızla yapayalnız yaşanan bir hayat, hepsi
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa106
birden aklının önünden hızlı bir geçit yapmış ve artık anlam kazanmış olarak bilincindeki yeni
yerlerine oturmuşlardı.
Yaşlı papaz, yaşadığı şaşkınlığı anlayışla karşıladığını belli eden bir içtenlikle omuzlarından
tutmuş destek olmaya çalışıyordu.
‘İnsanların yaşadıkları deneyimleri yargılarken adil olmaya çalış. Görünenin arkasında ne
kadar farklı insanlar ve öyküleri olabileceğini de sakın unutma.’
Yirmi beş yıl önceki görüşmeleri sonrasında ayrılırken, Dimitri’nin söylediklerini aynen
anımsıyordu.
‘Bunu bana ikinci kez söylüyorsunuz. Size tüm yaptıklarınız için teşekkür ederim. Ama izin
verirseniz yıllar sonra ilk defa dua etmek için yalnız kalmak istiyorum.’
Papaz onu, binanın yüksek tavanından uzun zincirlerle sarkıtılmış avizelerin süslediği
kilisenin iç salonunda, her yanı ikonalarla donatılmış son derece gösterişli bir mihrabın önüne
getirip yalnız bırakmıştı. Aslında, istediği dua etmek değil, yalnız kalıp düşünmekti. Yarım
saate yakın bir süre diz çökmüş durumda, onu buralara sürükleyen serüvenin başlangıcını, o
ana dek öğrendiklerini, Eleni, Alisha, Nur, büyükanne, Despina, Ziya bey, Kostas ve kendini
düşündü. Despina’nın sırrını öğrenmenin büyükanneyi nasıl etkileyeceğini hayal etmeye
çalıştı. Büyük olasılıkla kendisi gibi hiçbir olumsuz duyguya kapılmadan ama bu büyük
sürprizi hazmetmeye çalışacağı uzunca bir süreye gereksinim duyarak altından kalkmaya
çalışacaktı. Hem, Kemal bey, Nur ve Güneş hanım gibi insanlarla akraba olma fikri de
oldukça hoşuna gitmişti. Onların da duyduklarında çok sevineceklerini tahmin ediyordu.
Tüm bu olayların bedelini, sadece Despina ve belki bir de Ziya bey ödemişlerdi. Şimdi,
onların bu şekilde ayrılmalarının nedenlerini araştırmak için eskisinden daha büyük bir istek
duyduğunu fark etti.
Dışarı çıktığında oldukça rahat görünüyordu. Papaz, onun bu halini görünce memnun olmuş,
akşam yemeğine kalması için ısrar etmeye başlamıştı. Sabah çok erken saatteki feribota
yetişmek için gece geç vakit otele götürecek bir taksi ayarlanabileceğini de işitince, yaşlı
adamın teklifini kabul edip eski dostuyla sohbet dolu bir gece geçirmeye karar verdi.
Kararının yarattığı memnuniyet yaşlı papazın yüzüne kocaman bir tebessüm olarak yayılmıştı
bile. Kiliseden çıkarlarken birden aklına gelen selamı unutmadan iletmek için arkadaşını
durdurdu.
‘Bu arada; Agios Markos’tan Peder Sıska Dimitri size selamlarını iletmemi istemişti. Nerede
yaşadığınızı ondan öğrendim.’
Yaşlı papaz aldığı selamdan mutlu olduğu belli olacak şekilde mırıldanmıştı.
‘Sonunda çiçek sulamaktan başka bir işe de yaradı demek.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa107
BÖLÜM XVII
Sabah altı buçukta zar zor yetiştiği feribotta uyuyarak geçirdiği bir saate yakın süre, güne
zinde başlamak için oldukça işine yaramıştı. Çeşme iskelesinde pasaport işlemlerini
tamamladıktan sonra çalan cep telefonunda Nur’un adını gördüğünde şaşırdı.
‘Günaydın. Döndün mü?’
İçgüdüsel olarak etrafına bakındı. Nur’u göremeyince genç kadının tahmin yeteneğinin ne
kadar gelişmiş olduğunu anımsayarak şakayla yanıtladı.
‘Nereden bildin? Yoksa, üzerime çip falan mı yerleştirdin?’
Nur sesindeki neşeli hali fark edince rahatlamış olmalıydı.
‘Küçücük bir adaya, ismini bildiğin bir papazı bulmaya gittin. Ben de dün gece burada, bizim
yazlıkta kaldım. Rastladığım birkaç eski arkadaş yaza veda partisi yapıyorlardı.’
‘Biraz geç değil mi? Daha çok, kışa merhaba partisi olmuş.’
Buluştuklarında asıl konuya girmeden önce birbirlerinin ruh hallerini anlamak için
yapacakları gereksiz konuşmaları telefonda yapıyorlardı işte. Anlaşılan Nur da dünkü
araştırmanın sonucunu ölesiye merak ediyor, her şeyi duymak için vakit kaybetmek
istemiyordu.
‘Neredesin?’
‘Dışarı doğru bak.’
Çıkışın az ilerisinde Nur’un el salladığını gördü. Kalabalığı yararak kendini dışarı attığında
sanki uzun süre ayrı kalmış iki dost gibi kucaklaştılar. Genç kadının merakla parlayan
gözlerinden birazdan önemli şeyler duyacağını fark ettiği belliydi.
‘Madem bu kadar merak ediyordun, neden dün gece aramadın?’
‘Bir şeyler bulduğunu tahmin ettim. Ama yüz yüze dinlemek istedim. Hem böyle ayaküstü de
olmaz. Gel seni kahvaltı için güzel bir yere götüreyim.’
Sezonun artık geride kalmış olması nedeniyle rahatlayan trafikte Ilıca’ya kadar yaklaşık on
kilometrelik yolu kısa sürede almışlardı. Pırıl pırıl süt liman bir denizin kıyısında,
kahvaltılarını buraya özgü, kumru dedikleri, içinde erimiş peynir, sosis, domates ve turşu
bulunan simit ekmeğinden bir çeşit sandviç ve çayla yaptılar. Son lokmasını çiğnerken,
kendinden tahmin edilemeyecek bir hızla kumruyu yiyip bitirmiş olan Nur’un sabırsız
bakışlarıyla karşılaştı.
‘Doydun mu?’ Bunu sanki eleştirir gibi sormuştu. Arkadaşına daha fazla eziyet etmemek için
son lokmasını bir yudum çayın yardımıyla yutmaya çalışarak anlatmaya başladı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa108
‘Tomruk Dimitri’yi Vrondados’ta değil, adanın öbür ucundaki Mesta köyünde buldum.
Despina ve büyük dedem orada evlenmişler. Hatta büyükanne bile o kilisede vaftiz edilmiş.’
Duyduklarından onun adına oldukça mutlu olduğu belli olan arkadaşına vurucu hamleyi
yapma sırasının geldiğini düşündü. Cebinden cevşeni çıkartarak salladığında Nur’un yüzü
görülmeye değerdi doğrusu. Şaşkınlıktan açık kalan ağzını uzun bir süre kapatamamıştı.
‘Despina’nın cevşeni. Asıl sahibi kim sence?’
Nur bunu çok kolay bir soruyu yanıtlar gibi yanıtlamıştı.
‘Ziya bey.’
‘Yani?’ Nur bu soruyu da anlamsız bulduğunu hissettiren bir omuz silkişiyle tamamladı.
‘Yani, benim büyük amcam.’
‘Ve benim gerçek büyük dedem.’
Tam bitti derken ortaya çıkan bu son sürpriz, Nur’un uzun süre duyduğu şeye inanmaya
çalışarak bakakalmasına neden olmuştu.
‘Ne oldu? Ben bile senin kadar etkilenmemiştim. Yoksa, benimle akraba olma fikri hoşuna
gitmedi mi?’
Düştüğü şaşkınlıktan hızla toparlanan genç kadının yüzüne yayılan kocaman bir tebessüm
duyduklarından ne kadar hoşlandığını her hangi bir söze gerek kalmadan anlatabiliyordu.
‘Saçmalama lütfen. Olur mu öyle şey? Tam tersine, bayıldım bu işe.’
Söylediklerinin bir şaka olmadığına hala inanmaya çalışan Nur’a adada başından geçen her
şeyi tüm detaylarıyla anlattı. Cevşenin içinden çıkacak olanları görmeye can atmasına rağmen
açmaya bir türlü cesaret edemediğini, bu işi onlarla bırakmasının en doğru hareket olacağını
söyledi. Nur onun bu korkusunu anladığını gösteren içten bir gülümsemeyle yanıt vermişti.
‘Babamın bunu en iyi şekilde halledeceğinden eminim.’
Neredeyse bir asırlık bu emanet dönüp dolaşıp yine eski sahiplerini bulmuştu işte. Papazların
onca senedir boyunlarında taşıdıkları halde hiçbir hasar görmemiş olmasına karşın, avucunda
tutarken bile zarar vermekten korktuğunu fark ettiğinde bu ağır yükün sorumluluğundan
kurtulmak için cevşeni Nur’a uzattı.
‘Bunu sizin almanızı istiyorum. Kemal bey benden daha iyi koruyacaktır. Hem asıl sahibinin
de o olduğunu düşünüyorum. Bir uzmana açtırıp içindekini öğrendikten sonra tekrar eski
haline getirtip saklamak isteyebilir. Ne de olsa sizlere verilmek üzere iade edilmiş bir
emanet.’
Nur onun garip bir içgüdüyle cevşenden kurtulmak istediğini anladığı için itiraz etmeden alıp
dikkatli bir şekilde çantasına yerleştirmişti.
‘Merak etme. Babamın bu işlerden anlayan bir tanıdığı mutlaka vardır.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa109
Yıllardır üzerine sinmiş ter ve kirin cevşeni kaplayan deriye verdiği o garip kokunun tedirgin
edici rahatsızlığından kurtulmuş olması onu biraz rahatlatmıştı. Sözlerine kaldığı yerden
devam ederken aklında takılı kalan konuya da değinmeden edemedi.
‘Ama Dimitri bana herhangi bir şey anlatamadığı için, Ölüler Diyarından bir dost meselesi
açıklığa kavuşamadı.’
Nur konuyu fazla önemsemediğini belirten bir tavırla gülümsedi.
‘Bence bu küçük bir detay, kuzen. Hem daha araştırmaya yeni başladık.’
Çeşme’ye kadar gelmişken çevreyi görmeden dönmenin düşünülemeyeceğini söyleyen
Nur’un önerisine uyarak tüm öğleden sonrasını gezerek geçirdiler. Ilıca’ya birkaç kilometre
mesafedeki Alaçatı’ya girdiklerinde kendini Sakız’da gibi hissetti. Köyün içindeki eski taş
evler korunmuş, etrafında yeni yapılan yazlıklar da yine aynı mimari örnek alınarak inşa
edilmekteydi. Nur bu köyün tüm ülkeden yoğun turist aldığını, yazın dar sokaklarda
insanların yemek yiyip rakı içtikleri masalar arasından yürümenin oldukça zor olduğunu
anlattı. Mevsimin sona ermiş olması nedeniyle artık terk edilmiş sokaklarda köylülerden
başkası göze çarpmıyordu. Küçük bir meydandaki kahveye oturup –kafe değil kahve demişti
Nur- söyledikleri Türk kahvesini yudumlarken altında oturdukları dut ağacının artık yavaş
yavaş kuvvetlenen rüzgarlarla dökülen yapraklarını düştükleri yere dek gözleriyle izleyerek
başka hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu.
İzmir’e dönerken bir mola da Urla İskele’de verdiler. Nur onun burayı da mutlaka görmesi
gerektiğine inanıyordu. Savaştan kaçan Rumların bir kısmının gemilerle bu iskeleden tahliye
edildiğini söylediğinde birdenbire gözlerinin önünde beliren kalabalığın arasında Despina’yı
fark eder gibi olmuştu. Sanki telaşla çevresine bakınıyor, açıktaki gemilere yolcu taşıyan
sandala binmeden önce insan seli içinde umutsuzca birini arıyordu. Aradığı kişinin annesi
olduğunu düşünmedi bile. Olsa olsa Ziya beyi bekliyor olmalıydı. Nur’un da hemen hemen
aynı şeyleri düşündüğünü belli eden sözleriyle dalıp gittiği hayalden koptu.
‘Despina gemiye buradan binmiş olmalı. Ziya bey neredeydi acaba?’
Bu soruya bir yanıt bulamayacaklarını bildikleri için bir süre hiç konuşmadılar. Her ikisi de,
Despina’nın yaşamının en zor anında yaşadığı büyük düş kırıklığını bir an içlerinde
hissettiklerini sanmışlardı. Annesiyle birlikte bindiği sandalda kendilerini Sakıza götürecek
gemiye doğru yol alırken son bir kez baktığı iskelede Ziya beyi görmüş müydü acaba? Yoksa,
büyükannenin doğumuna neden olan beraberliklerine rağmen artık birlikte olamayacaklarına
karar vermişlerdi de, Despina arkasına bile bakmamış mıydı? Yolun geri kalan kısmı da yine
aynı sessizlik içinde geçti. İkisi de yeni durumlarını ve bundan sonra yapacaklarını gözden
geçiriyorlardı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa110
Otele vardıklarında, biraz dinlenip banyo yaptıktan sonra geleceğini söyleyerek arabadan
inmeye hazırlanıyordu ki, Nur üç saat sonra onu alabileceğini söyledi. Yeni akrabaları da olsa
insanlara giderek yük olmaya başladığını fark ederek itiraz edecek oldu.
‘Seni bir şoför gibi kullanmaya başladığımı fark ettim.’
Genç kadın bu hassasiyeti saçma bulduğunu belirten bir gülümsemeyle yanıtlamıştı.
‘Ben halimden hiç yakınmıyorum. Birkaç gündür sanki bir romanda yaşıyor gibiyim.’
‘Roman güzel mi bari?’
Nur içindeki hinliğe engel olamayarak biraz yüzünü buruşturup, eliyle ‘şöyle böyle’ anlamına
gelen bir işaret yapmıştı. Kapıyı kapatırken göz kırparak, yanıttan pek alınmadığını belli eden
bir ses tonuyla karşılık verdi.
‘N’apalım. Benim elimden gelen de bu.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa111
BÖLÜM XVIII
İki saat kadar uyuduktan sonra kalkıp banyoya girdiğinde, günün yorgunluğunun ter gibi
üzerinden akıp gittiğini hissetmişti. Körfeze bakan pencerenin önündeki koltuğa bornozunu
dahi çıkartmadan serilip, son birkaç gündür yaşadıklarını düşünürken dünya öylesine sessiz ve
her şey öylesine farklı gelmişti ki, bir anda hiç alışık olmadığı bir korkuya kapıldı. Sanki
başka birinin bedeninde, hiç tanımadığı yepyeni duyguların hedefi olmuştu. Duyduğu
rahatsızlığın dürtüsüyle aynanın karşısına geçip çıplak bedenini incelemeye başladı.
Kollarına, bacaklarına, karnına ve göğsüne uzun uzun baktıktan sonra nedenini ayırt
edemediği korkusu bir parça hafiflemiş ama yaptığından da utanmıştı. Kendi hakkında bu
denli önemli bir bilgiye bu kadar uzun süre sonra ulaşan herkesin böyle bir tepki
gösterebileceğini düşünerek kendini affetmeye çalıştı.
Çıplak bedenini daha fazla görmek istemediği için hızlı hızlı giyirken, akşam yemeğinde
konuşulacak olanları düşünüyor, biraz önceki gibi bir panik atağın kurbanı olmayı, kendini
aptal durumuna düşürecek saçma sapan sözleri ağzından kaçırmayı hiç istemiyordu.
Şimdiki gibi, biraz korku ve biraz da merakla karışık bu ruh hali, yeni bir öykü çizmeye karar
verdiği günlerde serüvenin detayları aklının derinliklerinden baş gösterip onu sarmalamaya
başladığında üzerine oturur ve ancak her seferinde olaylar ilerledikçe tasarladığından farklı bir
yöne doğru gelişen örgünün kendine çizdiği yol iyice belli olduğunda sükun bulurdu. Çizgiler
çoğu zaman düşündüklerinin dışında oluşturdukları şekillerle ona yeni fikirler armağan
ederlerdi. Karakalem, kağıdın üzerinde gezinip kahramanın silueti belirmeye başladığında,
onu çizen kendisi değilmiş gibi ortaya çıkacak olanı sabırsızlıkla beklerdi. Şimdi de, sanki
başka birisi kendisini yeniden çiziyor, henüz içini doldurmadığı kocaman bir konuşma
balonunu ağzına yerleştiriyordu.
‘Neden olmasın?’ diye düşünmekten kendini alamadı. İnsanlara söylemek istediklerini bir
kurgunun içinde vermeye alışıktı ama bu sefer öngörülen bir kurgu yoktu. Bir defalığına da
olsa, kendini tamamen olayların akışına bırakmak istiyordu. Her şeyi olduğu gibi çizecekti.
Asıl merak ettiği ise karşılaşacağı olaylara göstereceği tepkinin ne olacağıydı. Bu serüvene
nasıl birisi olarak girdiğini, serüven boyunca karşısına çıkan olayların sonunda nasıl biri
olarak geri döndüğünü, hepsini ama hepsini olduğu gibi çizmeye karar verdi.
Denize bakan pencerenin karşısına geçip, bu harika manzarayı çizeceği zaman gereksinim
duyacağı tüm detayları aklının bir köşesine kazımaya çalıştı. Körfez sanki poz veriyordu.
Akşamüstü güneşinin solgun ışığı altında kıpır kıpır dans eden dalgalarla denizin rengi biraz
daha koyulmuş, gökyüzünün turuncusu ile oluşturduğu tezat ortama daha çekici bir hava
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa112
vermişti. Pencerenin kenarından burnunu uzatan körfez vapurunu fark ettiğinde eski bir dostu
görmüş gibi sevindi. Yaşlı vapur yavaş yavaş görüntüyü boydan boya doldurmuş, alımlı
gövdesiyle biraz önceki tabloyu kusursuz bir şekilde tamamlamıştı. Hiç beklemediği bir anda
odanın içini dolduran düdük sesine yine el sallayarak yanıt verdi. Geldiği gibi ağır ağır
manzarayı terk etmekte olan emektar vapur belli ki bu körfezi karış karış gezmiş, gün içinde
kentin orasından burasına koşuşturan insanları eski motorlarının titreşimleriyle sallayıp,
arkasında bıraktığı bembeyaz köpükten bir izle oyalayarak inecekleri iskeleye tazelenmiş bir
ruhla teslim etmişti. Kısacık körfez yolculuklarında kim bilir neler görmüş geçirmişti. Kim
bilir kaç kişinin dertleştiği ya da sevinçlerini paylaştığı sohbetlere sessizce kulak kabartmış,
onların umutları ve kaygılarıyla yoğrularak her gün biraz daha buralı olmuştu. Gerçekten de,
sanki çok şey bilmenin verdiği bir ağır başlılıkla körfezin sularını yara yara yüzüyordu.
Bacasını hafifçe geriye doğru eğmiş, bende daha çok iş var der gibi neredeyse kıyıyı
yalayarak, burnunu daha dün yanı başında oturup kahvaltı ettikleri Pasaport iskelesine
çevirmişti. Birden, onun yerinde olmak istediğini düşündü. Şimdiye dek köşe bucak kaçtığı
aidiyet duygusunun aslında ne denli büyük bir huzur kaynağı olabileceğini bu küçük körfez
vapurunu izlerken fark etmişti.
Serildiği yumuşak koltuğun rehavetiyle göz kapakları yeniden kapanırken, yaşlı motorların
ritmik gürültüsünü işitir gibi oldu. Hayalinde iyiden iyiye duymaya başladığı sesler önce çok
tanıdık gelen ama bir türlü çıkartamadığı bir şarkının ezgilerini, sonra da uyaklarıyla insanı
beşik gibi sallayan, yabancı dilde bir şiirin dizelerini andırmaya başlamıştı. Ardından, ezgiler
ve dizeler içlerindeki anlamları dışa vurmaya başladığında emektar vapurun kendine bir şeyler
söylemeye çalıştığını hissetti. Sanki bilgeliğin yolunun insanların öykülerini paylaşmasından
geçtiğini anlatıyordu.
Birden, son birkaç gündür başından geçenleri kendisi için önemli olan birisiyle paylaşmanın
iyi geleceğini düşündü. Zihninde anlatacaklarını toparlarken bir yandan da Alisha’nın
numarasını çevirmişti. Böyle karmakarışık duygular içindeyken onun sesini duymaya, fikrini
almaya ve kendisini cesaretlendirecek yorumlarını dinlemeye ihtiyacı olduğunu hissetti.
Telefon henüz ikinci kez çalıyordu ki karşıdan gelen biraz endişeli ama neşeli bir ses içindeki
tüm sıkıntıyı süpürmüştü.
‘Alo, Fotios sen misin?’
‘Nasılsın Alisha? Uzun süredir arayamadım, özür dilerim.’
‘Seni çok merak ettim. Neler oldu? Bir şeyler öğrenebildin mi?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa113
‘Selanik’ten ayrılırken söylediğim gibi birkaç gündür Türkiye’deyim. Birçok kez arayıp olan
biteni anlatmayı düşündüm ama olaylar o kadar hızlı gelişti ki öğrendiklerim aklımı
karmakarışık etmişti. Ne anlatacağımı bile bilmiyordum.’
‘Hep aramanı bekledim Fotios. Ama büyükannenin öyküsünün senin için çok önemli
olduğunun farkına varmıştım. Fakat bu gün de aramasaydın daha fazla dayanabileceğimi
düşünmüyordum.’
Alisha’nın sesindeki sevinçle karışık endişeyi konuşmanın daha başlangıcında fark etmişti.
İlişkinin henüz ilk günlerinde araya giren bu uzun ayrılık her ne kadar haklı sebeplere dayalı
gibi görünse de, Eleni’yle olan geçmişini ve onunla henüz tamamlanmamış bir hesabı
olduğunu bilen bu zeki kadının her şeye rağmen sürdürmeye çalıştığı ilişkisi için
endişelenmediğini düşünmek saflık olurdu. Tüm bunlara rağmen metanetini koruyor, genç
yaşından beklenmeyecek bir olgunluk ve gururla bir yandan tüm duygularını olanca
dürüstlüğüyle ortaya koyarken bir yandan da ondan gelecek karşılığın ne olursa olsun ama
özgürce verilmiş bir karar olması için elinden gelen hoş görüyü göstermeye çalışıyordu.
Alisha’ya, giderek onun aşkına karşılık olmayan bir aşkla bağlandığını hissetti. Bu denli iyi
özelliklerle donanmış bir kadının duygularına karşılık vermek yerine, onu tanımlayamadığı
nedenlerle sevmeye başladığını fark etmek daha çok hoşuna gitmişti.
Büyük bir istek ve heyecanla başından geçenleri, olayların kendisi üzerindeki etkilerini hiçbir
şeyi atlamadan bir bir anlattı. Alisha’nın da dinlerken gizleyemediği hayreti, merakla sözünü
keserek sorduğu soruları ve olanlara karşı takındığı olumlu tavrı tam beklediği gibi cesaret
vericiydi. Hepsini dinledikten sonra ne kadar sürerse sürsün sonuna dek orada kalıp,
araştırmaya devam etmesini istemişti.
‘Bizimkilere çalıştığımı söyle. Bir süre daha burada kalırsam iyi bir öyküyle dönebileceğimi
düşünüyorum. Birkaç ay içinde, yayınlayabilecekleri ilginç bir serüvenleri olacak.’
‘Sana ne kadar güvendiklerini bilirsin. Hele bunu duyduklarında seni uzun süre rahatsız
etmeyeceklerine bahse girerim. Türkiye’den bir öykü. Bu onlar için gerçekten büyük sürpriz
olacak.’
Alisha’nın cesaret veren destekleyici tavrı tüm olumsuz duygularını yok etmişti. İçinden gelen
coşkuyla, bu tasarıyı onunla paylaşma isteği dudaklarından dökülüverdi.
‘Bir şartım var ama… Birlikte çizeceğiz.’
Alisha bir süre bir şey söyleyemedi. Belli ki teklif heyecanlanmasına neden olmuştu.
‘Kesinlikle varım. Senin öykünü çizmek çok hoşuma gidecek, eminim.’
‘Tamam o zaman. En kısa zamanda tekrar arayıp seni olan bitenden haberdar edeceğim.
Despina’nın öyküsünü herkesin öğrenmesini istiyorum. Ne olmuş olursa olsun.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa114
‘Telefonunu bekleyeceğim, hoşça kal.’
Alisha’nın duymak isteği başka şeyler olduğunu da hissetmişti ama bir türlü aklından
geçenleri seslendirememiş, aniden kapıldığı telaşla telefonu neredeyse yüzüne kapatmıştı.
Yaptığından pişman, elindeki telefona boş boş bakarken oda telefonunun çaldığını işitti.
Ahizeyi kaldırdığında Nur’un sabırsız sesi tekrar kendine gelmesine yardımcı olmuştu.
‘Hala hazırlanamadın mı? Bu gidişle haftalarca burada kalmak zorunda kalacaksın. Acele et
lobide bekliyoruz.’
Hızla çoraplarını ve ayakkabılarını giyip aşağıya inmesi iki dakikadan fazla sürmemişti.
Lobiye indiğinde onu ilk kucaklayan Güneş hanım oldu. Dinlediği öykünün etkisiyle oldukça
duygusallaşmış, bakışlarını gözlerine dikerek son gelişmelerden nasıl etkilendiğini tahmin
etmeye çalışıyordu.
‘Umarım öğrendikleriniz sizi de benim kadar mutlu etmiştir. Kemal ve Nur da aynı duyguları
paylaşıyorlar. Kabul ederseniz, aramıza hoş geldiniz demek için bu gece sizi bizim için çok
özel bir yere davet etmek istiyoruz.’
Gördüğü yakınlıktan etkilenmişti. Henüz birkaç gün önce tanıştıkları bir yabancıyı ön yargısız
ve içtenlikte aralarına kabul etmekte herhangi bir sakınca görmeyen bu insanları o da
içtenlikle kucakladı. Ortaya çıkan duygusal manzara lobideki herkesin dikkatini çekmişti.
Tanık oldukları mutlu görüntünün uzun süreli bir ayrılıktan sonra aile içi bir kavuşma ile
ortaya çıktığını tahmin eden izleyicilerin konuşmaları kısa bir süre de olsa kesilmiş, yüzlerine
yayılan tebessümler onları da mutluluğa ortak etmişti.
‘Tüm bu olanlar arasında en güzel şey sizleri tanımaktı. Hele şimdi…’
Nur’un her zamanki sabırsız tavrı sözlerini tamamlamasına engel oldu.‘Hadi bakalım, kimse
ağlamadan çıkalım. Taksi kapıda bizi bekliyor.’
Komik bir şey duymuş gibi hep birlikte gülüştüler. Otelden neşeyle çıkarlarken, Nur onu biraz
geriye çekip gidecekleri yerle ilgili sırrı kulağına fısıldayıvermişti.
‘Gideceğimiz yere ilk kez annemin bana hamile kaldığını öğrendikleri gün gitmişler. Tahmin
edeceğin gibi tüm rakıyı babam içmiş. O gün bu gündür özel geceleri hep orada kutlarlar.’
Duyduğu şey çok hoşuna gitmişti. O da Nur’a takılmaktan kendini alamadı.
‘Bu gece hep birlikte içeriz herhalde.’
Güneş hanım ve Kemal bey arkalarından patlayan kahkahaları büyük olasılıkla biraz önceki
neşeli halin devamı sanmışlardı. Yaklaşık beş dakika süren bir yolculuktan sonra ikinci
kordonda inip Bornova sokağına saptılar. Az ilerde iki katlı bir evden bozma meyhanenin
kapısına geldiklerinde Nur anlatmaya başlamıştı bile.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa115
‘Kulüp Ali, babama göre, İzmir’de en iyi balık pişiren yerlerden birisidir. Bina oldukça eski
bir Rum evi. Biraz dökük bulabilirsin ama yemekleri tatmadan fikir yürütme.’
Kapıdan girdiklerinde birkaç garson ve patronları olduğu belli olan daha yaşlıca bir adam
Kemal beyi karşılamak için gelmişler, uzun süredir tanıdıkları belli olan misafirleri ile kısa bir
sohbete girişmişlerdi. Sol tarafta boy boy ve çeşit çeşit balıkların sergilendiği camlı
buzdolabından birkaç müşteri balık beğenmeye çalışıyorlardı. Girişin hemen sağındaki büyük
bir odanın içine kurulmuş geniş bir masanın üzerindeki muhteşem balık sofrasının etrafında
ise kalabalık bir gurup geceye çoktan başlamış, içkinin etkisiyle patlayan kahkahaları
sokaktan bile duyulmaktaydı. Odanın ilerisinde ahşap bir merdiven kıvrılarak yukarı kata
çıkıyordu. Nur yukarıda birbiri ile bağlantılı üç oda daha bulunduğunu, sessiz bir ortam
isteyen müşterilerin üst katı tercih ettiğini anlattı. Meyhane sahibi Ali bey onları alt kat
koridorunun açıldığı bir başka odadan geçirdikten sonra çok geniş olmayan bir bahçeye
çıkartmıştı. Bahçedeki masalar da içerdekiler gibi, koyu sohbetlere dalmış, zaman zaman şen
kahkahalarla kadeh kaldıran kadınlı erkekli gruplarla doluydu. Sonbaharın ilk ayı geride
kalmış olmasına rağmen hava hala bahçede oturmaya elverişli görünüyordu. İki insan boyu
kadar yükseklikte beyaz badanalı duvarlarla çevrili olan bahçedeki iki küçük ağaç ortama
doğal bir hava vermek için yeterli olmuştu. Bembeyaz örtülerin serili olduğu masalar
arasındaki mesafeler o kadar azdı ki, sanki tüm bahçe bir masada oturmuş hep bir ağızdan
sohbet eder gibi görünüyordu. Ali beyin gösterdiği dört kişilik masaya oturduklarında ne
istedikleri bile sorulmadan bir anda tüm mezeler bir bir önlerine konulmaya başlamıştı bile.
En sonunda büyük bir şişe rakı da gelince Kemal bey herkesin bardaklarını önüne toplayıp
sanki bu işte eşitlik en önemli şeymiş gibi tümüne aynı seviyede rakı doldurmuştu. Anlaşılan
bu gecenin şerefine Nur da bir kadeh içmeye niyetliydi. Rakılara su ve buz da koyup hep
birlikte kadeh kaldırırken Kemal beyin söylediklerini yaşamı boyunca unutamayacağını
düşündü.
‘Ailemizin yeni ferdi ve daha önemlisi dostumuz için kadeh kaldıralım. Onu bir daha
kaybetmemek dileğiyle.’
Ortamın duygusallığına kapılıp bir ekleme yapmaktan kendini alamadı.
‘Despina ve Ziya bey için de. Aralarında ne geçmiş olursa olsun.’
Kadehler ağızlara varmadan tekrar kalkmıştı. Rakının boğazını yakan hoş tadı ile birlikte içine
çektiği anason kokusunun daha ilk yudumda başını döndürmeye başladığını fark etti. O anın
güzelliğini belleklerine kazımaya çalıştıkları kısa sessizliği bozan ise her zamanki gibi Nur
olmuştu.
‘Fotios’un getirdiği cevşenden herhangi bir şey çıkacak mı acaba?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa116
Kemal bey Nur’un bu konuda anlattıklarını anımsadığında, cevşeni iade etmesinden duyduğu
memnuniyet sesinden açıkça belli olmuştu.
‘Gösterdiğin hassasiyet beni çok mutlu etti. Amcamdan kalan bu emanete herhangi bir zarar
gelmeden içindekilerin ortaya çıkartılıp sonra tekrar eski haline getirilmesi için yarın onu bu
işlerden anlayan bir tanıdığıma götüreceğim. Ama bende zaten babamdan kalan bir eşi var. O
yüzden, eğer istersen, daha sonra onu senin saklamanın uygun olacağını düşünüyorum.’
Kemal beyin, aralarındaki bağın kopmasını istemediğini anlamıştı. Bir şey söylemeden, teklifi
kabul ettiğini belli edecek şekilde hafifçe başını salladı.
Duygusallığın içki masasının kaldıramayacağı boyutlara ulaşmakta olduğunu fark eden Nur
konuyu değiştirmek için tekrar araya girmişti.
‘Babacığım madem aramıza katılamaya niyetli, bari Fotios’a aileden de bahset biraz.’
Kemal bey kızının isteğini haklı bulduğunu belirten bir ifadeyle başını sallayıp, bir süre
anlatacaklarını toparlamaya çalıştı.
‘Babam Hamid Veli beyin dedesi bundan yaklaşık 130 yıl önce kendine ayrı bir yol çizmek
için Darende’deki büyük aileden ayrılıp Aydın sancağına göçen ilk kişi. Burada evlenmiş ve
tek çocuğu olmuş. Dedem Rüstem beyden sonra ise ailenin Darende’deki kısmıyla ilişki
tamamen kopmuş. Babamın ve benim orası ile neredeyse hiç temasımız olmadı. Bildiğim
kadarıyla, oldukça dindar, sayılan ve sevilen bir aile imişler. Ne kadar doğrudur emin değilim
ama babam soylarının çok önemli kişilere dek ulaştığını söylerdi. Babasının ise dinine bağlı
bir adam olmasına karşın, çağın gereklerini yadsımayan ve çocuklarının yeni usullere göre
çağdaş bir eğitim almasını savunan bir kişi olduğunu da anlatmıştı. Şimdi düşünüyorum da o
zamanlar onlar gibi düşünen insanlar olmasaydı bu ülke belki de son şans olarak yakaladığı
fırsatı kullanarak çağdaş yaşam tercihini bu denli ısrarlı bir şekilde hayata geçiremezdi.
Dedemin bu fırsatı kurgulayanlara bir katkısı olmadığı yadsınamaz ama milletçe kabulünde
önemli rolü olan insanlardan biridir bana göre. Yine babamın anlattığına göre, her ne kadar
büyük oğlunu savaştan uzak tutmaya çalışmış olsa da, onun o zamanlar yaşadığı hayatı hiçbir
zaman onaylamamış ve oğlunun yaptıkları yüzünden ölene dek başı eğik gezmiş.’
‘Ziya beyi bu denli zevk düşkünü, sorumluluktan yoksun bir yaşama iten neymiş acaba?
Despina’ya olan aşkı mı?’
Aralarındaki bağlantı nedeniyle Ziya bey için hoş görülür bir neden bulmaya çalıştığını fark
etmek hoşuna gitmişti. Bir yandan adamın o zamanlar Yunan ordusuna yardım etmiş olmasını
olumlu buluyor, bir yandan da kendi insanlarının yanında tavır almaktan kaçınmasını kabul
etmekte zorlanıyordu. Ama biraz düşününce, Ziya bey o zamanlar ne yapmış ve Despina ile
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa117
aralarında ne geçmiş olursa olsun, olanları olduğu gibi kabullenip bu insanlarla kurmuş
olduğu dostluğu korumaya karar verdi.
Kemal bey soruya tatmin edici bir yanıt verememişti.
‘Sanmıyorum. Gerçi neler olduğunu tam olarak bilmiyoruz ama Despina’yı her ne olursa
olsun, hele böyle bir durumda bu kadar kolay terk edebilmesi ona duyduğu aşkın şiirlerindeki
kadar köklü olmadığını düşündürmüştü bana. En son, 9 Eylül sabahı erkenden eve gelip
gizlice birkaç eşyasını alarak ortadan kaybolmadan önce babamı uyandırarak öpmüş ve ilerde
bir gün mutlaka ona tekrar döneceğine ya da sadece onun için yazılmış bir defter bırakarak
her şeyi anlatacağına söz vermiş. Amcamı bir daha hiç kimse görmedi. Dedem onun Türk
kuvvetlerinden kaçıp saklandığını ve hala hayatta olduğunu düşünüyordu. Zavallı adam
oğlunu her ne kadar hiç affetmemiş olsa da uzun bir süre her yerde gizli gizli aramış. Ama
polisin de kendisi gibi amcamın peşinde olduğunu düşündüğünden, o zamanlar bu işin peşine
gerektiği kadar düşememiş. Gerçi zor da olsa gizli gizli faytoncusu Murtakiyeli’den
Darende’deki aile büyüklerine dek sormuş soruşturmuş ama hiçbir ize rastlayamamış.
Babaannemin son nefesini oğlunun adını anarak verdiğini anlatmıştı babam. Karısı öldükten
sonra ise, dedem bir daha amcamın adını ağzına almamış, üstelik babamın da bu konuda
konuşmasını yasaklamış.’
Kemal bey bir süre dalıp gittikten sonra gülümseyerek sözlerine devam etti.
‘Amcamın söz ettiği gibi bir defter bırakıp bırakmadığını uzun süre düşünmüştüm. Bıraktıysa
bile neler anlatabilirdi ki? Başından geçen birkaç ilginç olay ya da kendini aklamaya çalıştığı
birkaç bahaneden başka ne olabilir? Ama Despina ile ilgili bir şeyler bulma olasığı oldukça
yüksek olurdu herhalde diye düşünmekten de kendimi alamıyorum şimdi.’
Her ne kadar Ziya beyin anılarını anlattığı bir defter bulabilme fikri bir parça
heyecanlanmasına neden olsa da, daha o zamanlar yapılan araştırmalardan bile herhangi bir
sonuç elde edilemediğini duymak umudunu kırmıştı. Rakıdan büyük bir yudum alırken
gözleri bir an için Nur’un bakışlarına takıldı. Onun da gözlerinde aynı duyguları dışa vuran
çaresizliği fark etmişti.
‘O zaman bile hiçbir şey bulamadılarsa, bunca zaman sonra biz ne yapabiliriz ki?’
Sesi düş kırıklığını olduğu gibi yansıtmış olmalıydı ki, Güneş hanım söze girdi.
‘Daha dün, seksen yıl öncesi ile ilgili ne kadar önemli bilgiler elde ettiğinizi unuttunuz galiba.
Bilgi kaynaklarına ulaşabilme yönünden o zaman yapılan araştırmaya göre dezavantajımız
olduğu doğru, ama eğer birine bile ulaşırsak üstünü örtecek herhangi bir korkunun artık
kalmadığını da anımsatmak isterim.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa118
Her zaman olduğu gibi durumu en akıllıca özetleyen yine Güneş hanım olmuştu. Öyle ya, bu
gün hala bazı izlere ulaşmak mümkünse, en azından hiç kimsenin bunları gizlemek için bir
nedeni kalmamış olmalıydı. Bardağın dolu yanını gösterdiği için Güneş hanıma doğru
kadehini kaldırırken içten bir gülümsemeyle de teşekkürü unutmamıştı. Nur annesinin
bıraktığı yerden sözü alarak bundan sonraki araştırma için planlamayı yapmaya başladı.
‘Şimdi yapmamız gereken ilk iş, varsa böyle bir deftere bizi ulaştıracak ipuçlarını aramak
olmalı.’
Nur’un planının uygulanmasının ne denli zor olacağı Kemal beyin yüzünden açıkça belli
oluyordu.
‘Ben böyle bir defterin var olabileceğinden uzun süredir haberdardım. Fakat gerek amcamın
bu sözünü tutacağına dair inançsızlığım, gerekse böyle bir defter olsa bile içindekilerin önemi
ile ilgili görüşlerim nedeniyle pek üstünde durmamıştım. Şimdi ise, Fotios’un öyküsünü
dinledikten sonra yeni bir araştırmanın harcanan emeğe değeceğini düşünüyorum ama
nereden başlayabileceğimize dair en ufak bir fikrim bile yok.’
Nur önemli bir şey bulmuş gibi parmak kaldırmıştı.
‘Bence bizim bu konuda yardım almamız gerek. O günleri bilen ya da bu konuda araştırmalar
yapan birileri vardır mutlaka. Örneğin bir akademisyen. Böyle birinin bize en azından yol
gösterebileceğinden eminim.’
Güneş hanım ise başka bir yoldan gitmeyi öneriyordu.
‘Geçen gün rastladığınız faytoncunun isim benzerliğin bir rastlantı olup olmadığından emin
olmanız lazım önce. Niçin ondan başlamıyorsunuz?’
Bir süre tartışıldıktan sonra her iki yoldan birlikte gidilmesine karar verilmişti ki, Kemal bey
yan masadan yüksek sesle isminin söylendiğini duyunca dönüp bakmak zorunda kaldı.
Masasından kalkan kırk beş yaşlarında uzun boylu ve esmer bir adam dostça bir şeyler
söyleyerek Kemal beye sarılmış, masada oturan diğer altı kişi de Kemal beyi son derece sıcak
bir şekilde selamlamıştı. Bir süre ayaküstü sohbet ettikten sonra, Kemal bey arkadaşını
masaya davet etti.
Tanıştırırken kendisi için, Yunanistan’dan gelen bir akrabaları olarak söz etmişti. Arkadaşının
isminin Aydın olduğunu, üniversitede patoloji bölümünde öğretim üyesi olarak görev
yaptığını anlatırken, dışarıdan bakan birisi için durumun sıra dışılığının farkında değilmiş gibi
görünüyordu. Halbuki bu ayrıntı Dr. Aydın’ın ilgisini çekmişti. Kısa sohbetleri sırasında
birkaç yıl önce yaptığı bir gezide ülkesini çok beğenmiş olduğundan söz açıp, kendisinin de
İzmir hakkındaki izlenimlerini sorduktan sonra araya sıkıştırdığı birkaç soru ile Kemal beyle
akrabalık ilişkileri hakkında detay almaya çalışmıştı. Konunun kendileri için bile tazeliğini
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa119
göz önünde bulundurarak, sadece uzaktan bir akrabalık ilişkisinin bulunduğundan söz
ettiğinde, ayrıntı vermeye pek hevesli olmadığını fark eden Aydın daha fazla ısrar etmenin
kabalık olacağını düşünmüş olmalı ki,
bir süre daha sohbet ettikten sonra iyi geceler
dileyerek tekrar masasına dönmüştü. Kemal bey arkadaşını uğurladıktan sonra yerine
otururken yan masadakiler hakkında bilgi vermeye başladı.
‘Bu gurubun neredeyse tümü doktor. Ben Bornova Anadolu Lisesinde son sınıftayken onlar
da hazırlık sınıfındaydılar. Bir sene boyunca etüd ağabeyliklerini yapmıştım. Yani gece
etüdlerinde başlarında durup kendim de ders çalışırken bir yandan da sınıfta düzeni
sağlıyordum. Aynı meslekten olmamız nedeniyle daha sonra da sık sık görüştük. Birbirlerine
o kadar düşkünler ki, liseden mezun olduktan sonra aynı Tıp Fakültesine girdiler ve o
zamandan beridir zorunluluklar dışında pek ayrı düşmediler. Bildiğim kadarıyla yaklaşık
yirmi senedir her ayın ilk Cuma gecesi burada buluşurlar, sohbet edip sarhoş olduktan sonra
ayrı bir yerde buluşan eşleri gecenin sonunda arabalarla gelip bunları toplar götürür.’
Yan masadakilere alıcı gözle baktıktan sonra Kemal beyin anlattıklarına hak vermişti.
İlerleyen yaşlarına rağmen o kadar içten ve çocuksu bir şekilde eğleniyorlardı ki, eşlerinin
niçin başka bir yerde buluştuğunu anlamak zor değildi.
‘Oldukça neşeli insanlar. Bunca yıl boyunca sürekli birlikte olunup ne konuşulur ki? Bu olsa
olsa başkalarını dışlayan bir dostlukla açıklanabilir herhalde.’
Kemal bey yorumu tamamen haksız bulmadığını belli eden bir tavırla da olsa itiraz etti.
‘Bildiğim kadarıyla hepsi toplumla çok sıkı ilişkileri bulunan kişiler. Hangisine giderseniz
gidin ellerinden gelen yardımı esirgemezler. Hepsinin dışa dönük ve arkadaş canlısı bir
yaşamı vardır. Ama söylediğin belki bir anlamda doğru, göründüğü gibi herkes bir yana
kendileri bir yana. Neler konuştuklarına gelince, ben de masalarında birkaç kez bulundum. En
çok birbirlerine çocukça takılmaktan hoşlanırlar. Bir de, tarih ve politika konusunda bitmek
tükenmek bilmeyen iddiaları vardır. İçlerinde birkaç kişinin bu konuda oldukça fazla
okuduklarına ve profesyonel düzeyde bilgili olduklarına tanık olmuştum. Ama ortaya bir konu
atılınca masada bilen bilmeyen iddialaşır. Hemen her toplantıda genellikle yakın tarih
konusunda birkaç iddia kağıt peçetelere yazılarak taraflarca imzalanır ve saklanır. Günün
birinde hepsini ortaya döküp hesaplaşacaklarını söyler dururlar.’
‘Bize de yardımcı olabileceklerini mi söylüyorsun? Bana kalırsa bunlar bir gurup çocuktan
başka bir şey değil.’
Nur’un dalga geçmek için ağzından dökülen sözler Kemal beyin üzerinde oldukça ciddi bir
etki yaratmış gibi görünüyordu. En azından başlangıç için bir fırsat olabileceğini düşünmüş
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa120
olmalıydı ki ‘Neden olmasın?’ diyerek yanıtladı. ‘Kendileri yardımcı olamasa bile en azından
bazı kaynaklara ulaşmamızı sağlayabileceklerinden eminim. Sen ne dersin?’
Bu öykünün peşine düştü düşeli şansı o kadar yaver gitmişti ki, Kemal bey bu kadar ümitli
olduğuna göre itiraz etmek için herhangi bir neden göremiyordu. Ellerini iki yana açıp ‘Nasıl
isterseniz’ diyerek onayladı.
Birkaç dakika sonra Güneş hanım ve Nur’u masada bırakıp yan tarafta yerlerini almışlardı
bile. Kemal beyin olanı biteni anlatması yaklaşık yirmi dakika sürdü. Bu süre içinde Türkçe
konuşulduğu için biraz sıkılmıştı, ama masadaki herkes konuyu o kadar ilginç bulmuştu ki
tüm konuşma boyunca neredeyse hiç nefes almadan dikkatle dinlemişler, hatta aralarından
bazılarının birkaç kez not aldığını dahi görmüştü. Kemal beyin anlattıkları bittiğinde herkes
İngilizce konuşmaya başladı. Kendisiyle ve büyükanneyle ilgili sorular sormuşlar,
Despina’nın fotoğraflarını elden ele dolaştırarak dikkatle incelemişlerdi. İlk ipucu, Psikiyatri
profesörü olduğunu öğrendiği Tunç’tan gelmişti.
‘Ben çocukluğumda Murtakiyeli adında birini tanırdım. Kendisi daha yaşlı olmasına karşın,
Musti’nin, yani babamın bayramını kutlamak için her bayram bize ziyarete gelirdi. Musti o
zamanlar Tariş adında bir şirkette yönetici olarak çalışıyordu. Sanırım, vaktiyle bu
Murtakiyeli denen adamı Tariş’te bekçi olarak işe almış. Adam o kadar minnettar kalmıştı ki
babamın bir dediğini iki etmez bizim her türlü ufak tefek işimizi hiçbir karşılık beklemeden
görürdü. Yanlış anımsamıyorsam, Kahramanlar’daki Ege Mahallesi’nde, Romanlar için
yapılmış eski bir toplu konutta oturuyordu. Belki hala hayattadır. Sizin için bu konuyu yarın
Musti’yle konuşacağım. Sonucu en kısa sürede Kemal’e bildiririm.’
Tunç’un anlattıkları masadaki herkeste bir sevinç yaratmış, konuyu birden bire sahiplenen
diğerlerine de ek motivasyon sağlamıştı. Arkeoloji bölümünde doktora yapmakta olduğunu
öğrendiği Nezih ise, ertesi gün Tarih bölümden Ergin Tıraşçı adında bir arkadaşının yeni
evine ziyarete gideceklerini söyleyerek, yakın Türk tarihi hakkında çalışmakta olan
arkadaşından Kemal beyden dinledikleri ile ilgili bilgi almaya çalışacağına söz vermişti.
Yarım saat kadar daha konu ile ilgili sohbet ettikten sonra kalkarlarken, masadaki herkes
yardımcı olabilmek için elinden geleni yapacağını söyleyerek iyi geceler diledi.
Masalarına döndüklerinde balıkları gelmişti. Nefis bir Laos iştah açıcı bir görüntüyle büyük
bir tabağın içinde boylu boyunca yatmaktaydı. Tazelenen umutlarıyla, yan masada olan biteni
Güneş hanım ve Nur’a da anlattılar. Birer kadeh daha rakının eşliğinde silip süpürdükleri
balıktan sonra kahvelerini yudumlarlarken, her birinin aklı gelecek birkaç gün içinde
karşılaşmayı umdukları yeni sürprizlerle doluydu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa121
BÖLÜM XIX
Ertesi gün öğleye doğru uyandığında kendini oldukça zinde hissediyordu. Gece ortaya çıkan
gelişmeler moralini düzeltmiş, vaat edilen yardımlarla yeni ipuçlarına ulaşabileceklerine dair
bir sezgi, bu sabah dünyayı daha parlak gösteren farklı bir heyecan vermişti. Daha çok
içtikleri halde bir önceki sabah olduğu gibi akşamdan kalma bir hali yoktu. Tam tersine, içinin
her türlü sorunu halledebilecek bir enerjiyle dolu olduğunu hissediyordu. Banyodan çıktığında
cep telefonunda Nur’dan gelen bir aramayı kaçırdığını fark etti. Dilinde çok eskilerden artık
klasikleşmiş bir şarkı Nur’u geri ararken aniden açılan telefonla şarkıyı bir süre birlikte
söylemişlerdi.
All you ned is love, love
Love is all you need.
‘Bakıyorum bu gün neşen yerinde. Ama bende seni çok daha fazla keyiflendirecek bir haber
var. Yarım saat kadar önce babamın arkadaşı Tunç aradı. Bu sabah annesiyle babasını
kahvaltı için dışarı götürmüşler. Sohbet esnasında dün gece sizden dinledikleri öyküyü
aktardıklarında, Murtakiyeli’nin on üç yıl önce öldüğünü öğrenmiş.’
‘Bunun neresi iyi haber?’
‘İyi tarafı şu ki, bunun bir evlatlığı varmış ve hala hayattaymış. Bu adam da Tunç’un babasını
oldukça iyi tanıyormuş. Hatta babalığının hastalığı sırasında gördüğü destek nedeniyle bize
elinden gelen her türlü yardımı yapacağından da emin. Anlayacağın kendisi olmasa da
evlatlığının adresini bulduk. Üstelik görüşmeye son derece önemli bir referansla gidiyoruz.’
Sabahtan beri devam eden ruh halini bu iyi habere yordu. Duyduklarıyla sabırsızlanmış,
Nur’un ziyarete ne zaman gideceklerini neden hala söylemediğini merak ediyordu.
‘Ne zaman gidiyoruz?’
‘Bu ne acele? Bu gün cumartesi, bakalım adamın vakti var mı?’
‘…….’
‘Peki peki, tamam. Babama rica edeyim bir telefon etsin. Senin bu halini duyunca Tunç belki
insafa gelir de hafta sonu tatilinin bir kısmını bize ayırır.’
Sabırsızlıkla geçen bir saatten sonra Nur onu lobide kahve içerken yakalamıştı. Gözlerinde
neşeli bir pırıltıyla içeri daldığında sonucun beklediği gibi olduğunu tahmin etti.
‘Hadi bakalım gidiyoruz. Bugün şanslı günündesin. Tunç babamı kırmayıp bir iki saatini bize
ayırabileceğini söylemiş. Alsancak’ta babasının evinden onu da alıp birlikte gideceğiz.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa122
Sevinçle yerinden kalkarken neredeyse masadaki kahveyi deviriyordu. Bir an yaptığının
kabalık olabileceğinin farkına varıp, Nur’a kahve isteyip istemediğini sordu. Genç kadın, bu
acelesini anlayışla karşıladığı belli olan bir gülümsemeyle yanıtlamıştı.
‘Başka zaman. Hem babam da arabada. Bizi bekliyor.’
Tunç’u Alsancak’taki evin önünden alıp gidecekleri mahalleye varmaları en çok on beş
dakikalarını almıştı. Mahalle hemen bitişiğindeki semtten bir demir yoluyla ayrılmış, içlerinde
farklı bir yaşam tarzının sürdüğü belli olan tek katlı eski evleri ve sokaklarında gerek
giyimleri gerekse tavırlarıyla oldukça değişik görünen fakir ama mutlu insanlarıyla sanki
kentten ayrı bir getto havasındaydı.
Mahalleyi ortadan bölen geniş sokak, gelen geçen arabaların arasında nasıl olup da hiç
birisinin herhangi bir kazaya sebep olmadığına şaştığı, sürekli koşarak oynayan çocuklarla
doluydu. Yaşlılar ise yol kenarındaki kaldırımlara çektikleri sandalyelere oturmuşlar, çoğu
ağzında birer sigara, gürültüye aldırış etmeden sanki denizi seyreder gibi uzaklara dalıp
gitmişlerdi.
‘Ege mahallesine hoş geldiniz. Namı diğer Roman mahallesi. Yakın zamana kadar buradan
geçmek için yürek isterdi. Fakat son yıllarda oldukça düzeldi ve dışardan ziyaretler arttı.
Sanırım bizim de çekinmek için pek fazla bir nedenimiz olmamalı artık.’
Tunç’un mahalleye daha önce de geldiği ve eskiden kalan izlenimleri nedeniyle duyduğu
huzursuzluğu yatıştırmak istediği sözlerinden belli oluyordu.
Arabayı ana sokak üzerindeki kahvenin yakınındaki bir ara sokağa park ettiler. İyi giyimli
dört kişinin indiğini gören birkaç yaşlı adam yerlerinden kalkıp karşılamaya gelmişlerdi.
İçlerinden birisi, arabanın etrafına toplanan çocuklardan en büyük olanını yakalayıp sert bir
sesle bir şeyler söyledi. Nur adamın büyük çocuğu ziyaretçilerin arabasına herhangi bir zarar
gelmemesi için bekçi diktiğini fısıldamıştı. Adamlar hepsinin ellerini sıkıp hoş geldiniz
anlamına geldiğini düşündüğü bir şeyler söyledikten sonra kahvede boşalttıkları bir masaya
buyur ettiler. Henüz oturmuşlardı ki yaşlı bir garson hepsinin önüne birer bardak çay koydu.
Etraflarında oturanların bakışları nedense daha çok Nur’un üzerinde yoğunlaşmıştı. Nur ne
düşündüğünü fark edince biraz rahatsız ama gülümsemeye çalışarak nedenini anlattı.
‘Kahvelerde kadınların oturmasına pek alışık değiller. Her ne kadar son yıllarda bu gelenek
yıkılmaya başladıysa da bu mahalle için henüz geçerli değil anlaşılan.’
Kemal bey ve Tunç adamlara bir şeyler anlatmaya başlamışlardı. Konuya hemen girmiş
olduklarını, zaman zaman kendisini işaret etmelerinden ve ara sıra Murtakiyeli’nin adının
geçmesinden anlayabiliyordu. Uzun süre konuştuktan sonra adamları razı etmiş olmalıydılar
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa123
ki içlerinden birisi bağırarak sokakta oynayan çocuklardan birisini çağırmış, adam bir şeyler
söyledikten sonra çocuk koşarak çıkmıştı.
Nur heyecanla son konuşulanları kendisi için çevirdi.
‘Yaşlı adam Muratkiyeliyi çağırtıyor. Adam öldüğüne göre bu bizim faytoncu olmalı.’
Gerçekten de aradan henüz beş dakika bile geçmeden birkaç gün önce faytonuna bindikleri
genç adam kahvenin kapısından girmişti. Kendisini çağırtan yaşlı adama doğru ne istediğini
merak eden gözlerle bakarken masada onları da fark edince gülümseyerek hızla yanlarına
geldi. Yarı İngilizce yarı Türkçe ama son derece candan bir tavırla hoş geldiniz diyordu. Bir
süre sohbet edilip çaylar içildi. Nur sürekli konuşulanları kendisi için çevirmeye çalışıyordu.
Murat önce kendisini niçin aradıklarını öğrenmek istemiş, faytonda bir eşyalarını
kaybettiklerini sanarak, telaşla hiçbir şey bulmadığını söyleyip kendini savunmaya çalışmıştı.
Aslında aradıklarının kendisi değil de, onunla adaş farklı bir Murtakiye’li Murat’ın oğlu
olduğunu anlattıklarında rahatlayarak bir kahkaha atmış, ardından da aradıkları kişinin babası
olduğunu söylemişti. Bir an herkes sustu kaldı. Hepsinin aklında olaylar birleşmiş yerli yerine
oturmuş gibiydi.
Tunç kendini tanıttıktan sonra, uygunsa babasıyla görüşmek istediklerini söylemesine rağmen
adam bin dereden su getirip babasının çok hasta olduğunu, kimseyle görüşmesinin mümkün
olmadığını söyleyip duruyordu. Bir an Nur’la göz göze geldiler. İkisi de çözümün ne
olduğunu fark etmiş birbirlerine gülümsüyorlardı. Kimseye fark ettirmeden cüzdanından elli
euro çıkartıp masanın altından Nur’a uzattı. Genç kadın yine aynı şekilde masanın altından
parayı yanında oturan Murtakiyeli’nin avucuna sıkıştırdığında, adamın birden bire değişen
tavrına kendilerinden ve belki de masadaki yaşlı adamdan başka kimse bir anlam
verememişti.
Hep birlikte sokağa çıkıp yaklaşık yüz metre kadar ileride dört katlı, duvarları rengarenk
boyalı ve oldukça eski bir yapı olduğu belli olan bir toplu konuta doğru yürüdüler.
Merdivenlerden çıkarlarken bir arada yaşayan bina sakinleri meraklı gözlerle onları
seyrediyor, bağıra çağıra yollarını kesen çocuklardan bazıları da Murat’tan enselerine
yedikleri birer tokatla çil yavrusu gibi dağılıyorlardı. Üçüncü katta koridor boyunca
sıralanmış eski kapıların birinden teker teker içeri girdiler. Evi dolduran yoğun bir yanmış yağ
kokusu insanın içini kaldırıyordu. Kapıda Murat’ın karısı olduğunu tahmin ettikleri orta yaşlı
ama oldukça güzel bir kadın kocasıyla bir şeyler konuştuktan sonra bağıra çağıra evin içinde
oynamakta olan sekiz on yaşlarında iki oğlanı kapı dışarı etmişti. Odanın içinden hemen
yanındaki başka bir odaya geçtiler. Büyükannenin mutfağındakine benzer bir sedirde
oturmakta olan yaşlı bir adam onları görünce baskına uğramış gibi bir telaşla yerinden
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa124
kalkmaya çalışmıştı. Murat gülümseyerek bir şeyler söyledikten sonra yaşlı adamı
sakinleştirerek tekrar yerine oturttu.
Babası olduğunu öğrendikleri adam, misafirler kendisine tanıştırılırken rahatlamış
görünüyordu. Oturduğu yerden kalkmadan herkesin elini tek tek sıkıp hoş geldiniz derken
gözü ona ve söylenenleri çevirmekte olan Nur’a takılmıştı.
Tanışma faslı bittikten sonra Tunç babasından bahsedip, selamını iletince yaşlı adamın gözleri
doldu ve bin bir zahmetle de olsa yerinden kalkıp Tunç’u kucakladı. Anlaşılan Tunç’un
babasının kendilerine yaptığı yardımı hala minnetle anıyordu. Bir süre sohbet ettikten sonra
Kemal bey ve Tunç konuya girdiler. Nur’un, ‘şimdi olan biteni anlatıyorlar’ diyerek çeviriyi
kısa kestiği uzun bir sohbetten sonra Murat ve babası oldukça hüzünlü görünüyorlar, ara sıra
kaçamak gözlerle kendisini süzüyorlardı.
Yaşlı adam bir süre düşündükten sonra, Nur’un rahatça çeviri yapmasına fırsat verecek bir
hızda, bir yandan hatırlamaya çalışarak anlatmaya başlamıştı.
‘Benim babamın adı Murtakiyeli Murat’tır. Allah ruhuna huzur versin, kendisi asıl babam
olmasa da bir babanın oğluna yapabileceği hiçbir şeyi benden esirgememiştir. Önce annemi
sonra da babamı kaybedip küçük yaşta kimsesiz kaldığımda, kalan birkaç akrabam da
bakamayacaklarını söyleyip beni sokağa atmışlardı. Sanırım yıl 1945’di. Henüz on
yaşımdaydım. Sokaklarda bir başıma aç susuz ağlamaktan şişmiş gözlerle dolaşıp dururken
beni buldu, yanına çırak aldı. O da kimsesiz, yalnız bir adamdı. Hiç evlenmemiş, bir aile
sahibi olamamıştı. Hikayemi dinledikten sonra beni evlat edindi. Öyle resmi olarak değil tabii.
Biz aramızda anlaştık baba oğul olmaya. Hasan olan ismimi değiştirip bana babasının adı olan
Raşit ismini verdi. Sonra ben evlendiğimde de ölene dek bizimle oturdu. Ben de oğluma onun
adını verdim. Ayrıca, üç kuşaktır aynı mesleği sürdürüyoruz. Ben de Murat da, onun hem
adına hem mesleğine sahip çıktık.’
Yaşlı adamın hüzünlü öyküsü herkesi etkilemiş görünüyordu. Kısa bir sessizlikten sonra tane
tane sanki babalığının anısına ters düşecek sözlerden sakınırmış gibi tekrar anlatmaya başladı.
‘Allah kendisine ve çocuklarına hep iyi günler göstersin, Mustafa bey babamı 1960 yılında
Tariş’te işe soktuğunda hepimiz oldukça rahat ettik. Bir yandan o yaşına daha uygun bir işte
daha çok para kazanıyor, bir yandan da ben elden geçirip yenilediğim faytondan eve üç beş
kuruş getiriyordum. Bizi çok sevmesine rağmen geçmişiyle ilgili çok ketum davranırdı. Sizin
sözünü ettiğiniz yıllarla ilgili pek fazla şey anlatmadı. Sadece işgal yıllarının insanlar için çok
zor zamanlar olduğundan ve Allah’ın kimsenin başına böyle bir dert vermesini
istemediğinden söz etmişti. İkinci savaştaki kıtlık zamanlarında dahi o günleri hatırlayıp
haline şükrederdi.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa125
Kemal bey adamın nefeslenmesini fırsat bilip araya girdi.
‘Arkadaşı Ziya beyden, Despina’dan ve onların öyküsünden hiç bahsetmedi mi size?’
‘Vallahi Kemal bey’ diye başlamıştı söze yaşlı adam, ‘Eğer Mustafa beyin oğlu Tunç beyle
gelmemiş olsaydınız ben babamla ilgili bu anlattıklarımı dahi anlatmazdım. Ama mademki
kendisi rica etmiş, size benim de duyup anlam veremediğim bazı şeylerden de söz edeceğim
artık.’
Bu uyarıdan sonra adamın fikrini değiştirecek herhangi bir sözü ağızlarından kaçırma
korkusuyla hepsi sus pus oldular. O ise yarattığı etkiden memnun, tekrar anlatmaya başladı.
‘Dediğim gibi babam o yıllarla ilgili konuşmayı pek sevmezdi. Ama Allah’ın işlerine de akıl
ermez. Yıllar geçip yaşlandıkça daha çok konuşur oldu. Bir çeşit bunama babacığımı
pençesine aldı ve o ciddi, kendini bilir adam son yıllarında artık ne kendini ne de bizleri tanır
olmuştu. Sık sık Ziya bey ve Despina adında bir hanımdan söz ederdi. Ziya beyden çok mert
bir adam olarak bahsettiğini hatırlıyorum. Zaman zaman uyukladığı yerden kalkıp bana doğru
gelir ‘Merak etme Ziya bey emanetini verdim Despina’ya’ derdi. Emanet neydi, Ziya bey ile
Despina kimdi hep merak etmiştim şimdiye dek. Şimdi anlıyorum ki sevgili babacığım
dostuna söz verdiği önemli bir görevi yerine getirmiş. Hep böyleydi zaten, verdiği söze sadık
bir adamdı.’
Bir süre durduktan sonra biraz çekingen bir ifadeyle sözlerine devam etti.
‘Ama hala anlam veremediğim bir şeyler var bu olaylarda. Bazen… Genellikle öğleden
sonraları iyice yorulduğunda saldırganlaşır, eline geçirdiği bıçağı bana doğru sallarken, Ziya
bey sonun geldi artık yediğin haltların hesabını vereceksin diyerek üstüme yürürdü. Kaç kez
canımı elinden zor kurtardım. Uzun süre bıçakları kilitli bir dolapta tutmak zorunda kaldık.
Ölürken son sözleri ise yüzüme bakıp beni Ziya bey sanarak af dilemesi olmuştu.’
Faytoncu Raşit’in son anlattıkları herkesin üzerinde şok etkisi yaratmış gibiydi. Kemal bey
şaşkınlıktan ilk kurtulan kişi olarak son bir şey daha sormaya cesaret etti.
‘Babanızın çevrenizdekiler dışında görüşmeye devam ettiği bir tanıdığı ya da arkadaşı var
mıydı? Gidip geldiği bir dostu? Eski bir tanıdığı?’
‘Babam pek fazla arkadaşı olan birisi değildi. Yeni insanlar tanımaktan da pek hoşlanmazdı.
Sanki herkesten saklanır gibi bir hayat sürdü ve öldü. Ama, Turgutlu’da ara sıra gidip geldiği
bir çocukluk arkadaşı vardı galiba. Ben hiç görmedim, çünkü bize hiç gelmedi. Sanırım
babam onu bizim fakir evimize davet etmekten çekinmişti.’
‘Adı neydi hatırlıyor musunuz?’
‘Adını hiç duymadım. Zaten bizi de hiç götürmedi oraya. Günü birlik gider gelirdi kendisi.
Darendeli Hoca diye bilirdik biz onu.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa126
Nur’un attığı çığlık herkesin dönüp kendisine bakmasına neden olmuştu. Son cümleyi ancak
şaşkınlığı geçip özür diledikten sonra çevirebildi. O andan itibaren herkesin kafası iyiden
iyiye karışmış, bunca uyumsuz bilgi arasında hangisinin doğru hangisinin düş ürünü olduğunu
düşünerek bir süre oldukları gibi kalmışlardı.
Yaşlı adamdan öğreneceklerinin bittiğini anlayınca gitmek üzere kalktılar. Her biri tek tek
elini sıkıp teşekkür ettiler. Murat onlara arabalarının yanına dek eşlik etmiş, almış olduğu elli
euroyu yine kimseye belli etmeden Fotios’un avucuna sıkıştırmıştı. Bir an birbirlerine bakıp
dostça gülümsediler. Mahalleden ayrılırlarken Murat da herkesle birlikte arkalarından uzun
süre el sallamıştı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa127
BÖLÜM XX
Dönerken hepsinin kafası karışmış, son duyduklarını bildikleri ve umduklarına nasıl
ekleyeceklerini kestiremeden geçmişin gizemleri arasında kaybolmuşlardı. Uzun süren
sessizlik, Tunç’un arabasını almak için babasının evinin önünde inmesiyle bozuldu.
Görüşmenin açıklayıcı olmaktan çok kafa karıştırıcı olduğunu o da fark etmişti. Ayrılmadan
önce ziyaretin ne kadar işe yaradığını anlamak için Fotios’u yoklamaktan kendini alamadı.
‘Umarım bir yararı olmuştur.’
Kendilerine yardım için hafta sonu tatilinin bir kısmını ayıran bu kibar adama teşekkür
edebilmek için arabadan o da indi.
‘Hem de çok. Hatta eminim, üzerinde bir süre düşündükten sonra daha da fazla ipuçları elde
edeceğiz. Üstelik araştırmayı ilerletebileceğimiz yeni bir yön de keşfettik. Her şey için
teşekkürler.’ Herkes Tunç’a uzun uzun teşekkür ettikten sonra vedalaşıp ayrıldılar.
Kemal bey otelin önünde durmadan devam edince bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama Nur
babasının onu bırakmayı unutmadığını, annesinin akşam yemeğine getirmeleri için sıkı sıkıya
tembihte bulunduğunu anlatınca bu niyetinden vazgeçti. Artık o da kabullenmişti bu ülkedeki
misafirliğin gereklerini, hem evin oğlu gibi olmuştu neredeyse. Sonuçta, her ne kadar onlarla
da ilgili olsa, tüm aile sanki işi gücü bırakmış kendisinin Selanik’ten buralara taşıdığı bir
gizemin peşine istekle takılmışlardı. Bundan sonra da harekatın karargahı olacağı belli olan
Kemal beyin evinde daha birçok toplantı yapılacağı belliydi. En iyisi fazla ses etmeden
söylenenlere uyup, işin gidişatını bozacak uyumsuzluklardan kaçınmam gerek diye düşündü.
Bu nedenle, Güneş hanımın fikrini bile sormadan planladığı akşam yemeğine gitme konusunu
ağzını açmadan kabullenmiş, ekibin tam anlamıyla bir parçası olduğunu hissetmeye
başlamıştı.
Eve vardıklarında Güneş hanım masayı hazırlamış, heyecanla onları bekliyordu. Olan biteni
en ince ayrıntısına dek anlattılar. Herkesin morali biraz düzelmiş gibiydi. Hepsi yeni
edindikleri bilgilerle, Muratkiyeli’nin cevşeni Despina’ya Ziya beyin emaneti olarak teslim
ettiğine inanmışlardı. Bu da onları, nedense herkesi bir süredir huzursuz eden başka bir erkek
fikrinden uzaklaştırmıştı.
‘Her şeyi anladım da Murtakiyeli’nin ölmeden önce Ziya beye meydan okuyan sözleri neydi
onları hiç anlamadım.’
Kemal bey öğleden sonra dinlediklerini defalarca aklından geçirmiş, kafasında kurguladığı
öyküye hiç uymayan bu sözlerin nedenini anlamaya çalışıyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa128
‘Babacığım, belli ki adam o sıralar Alzheimer hastalığının pençesinde kıvranıyormuş. Her
şeyi karman çorman etmiş olamaz mı? Öyle bir durumda söylenen tüm sözlerin gerçeklikle
mantıklı bir bağlantısı olması şart mı?’
Kemal bey kızının getirdiği bu akılcı ve reddedilmesi neredeyse olanaksız açıklamayı
duyduktan sonra rahat bir nefes alacaktı ki karısı aklından geçenleri dillendiriverdi.
‘Belki de o hiç tahmin etmediğiniz birisi.’
Herkes Güneş hanımın ne kastettiğini anlamıştı. Şüpheyle geçen kısa bir sürenin sonunda hep
bir ağızdan itiraz ettiler.
‘Mümkün değil.’
Güneş hanım onları alaycı bir gülümsemeyle süzdükten sonra konunun daha fazla üzerine
gitmeden otoriter bir sesle hepsini masaya çağırdı.
‘Hadi bakalım yemeğe. Bütün gün aç gezdiniz o yüzden kafalar çok iyi çalışmıyor… Hadi
Fotios, sana da söylüyorum.’
Hep birlikte masanın etrafında yerlerini aldılar. Gün boyu açlıktan guruldayan midesini
memnun edebilmek için tabağına her çeşit yemekten birer parça almıştı. Bir süre hiçbir şey
düşünmeden sadece yiyip içmek istiyordu. Konuşmadan geçen bu süre içinde duyulan sadece
çatal bıçak tıkırtıları olmuştu. Doymaya başladığını hissettiği sırada Kemal beyin telefonunun
çaldığını işittiler. Heyecanla başlayan konuşmanın giderek canlılığını kaybettiğini hissetmesi
gelen haberin pek iç açıcı olmadığını anlamasına yetmişti. Kemal bey telefonu kapatıp
masaya döndüğünde beklediğini bulamamış olduğu yüzünden okunuyordu.
‘Arayan Mustafa’ydı. Cevşeni verdiğim, bu işlerden oldukça iyi anlayan bir dostum. İyi
haber, cevşene hiç zarar vermeden açıp içindekileri okuyabilmiş. Kötü haber ise, içinde eski
yazı ile yazılmış bildik duadan başka bir şey yok. Tekrar eski haline getirip Pazartesi günü
iade edecek.’
Herkesin yüzündeki hayal kırıklığı herhangi bir söze gerek kalmadan duygularını açıklamaya
yetiyordu. Demek ki eğer bir gün kendisini aramak için peşinden gelirse, Despina’nın papaza
söylediklerinden başka Ziya beye iletilmesini istediği bir sözü yoktu. Belki de isterse onları
arayıp bulmasını, becerebilirse tekrar sahiplenmesini, kendisiyle birlikte gelmeyen Ziya beye
bırakmıştı. Onu hiç unutmamıştı ama anlaşılan bundan sonraki sorumluluğu da onun
omuzlarına yıkmak istiyordu.
Kemal bey tekrar çalan telefonunu pek de istekli olmayan bir tavırla açmıştı. Arayanın Nezih
olduğu dışında konuşulanlardan bir şey anlamadı. Ama Güneş hanım ve Nur’un yüzlerinden
ortada önemli bir şeyler olduğunu da sezebilmişti. Kemal bey telefonu kapattıktan sonra
hayretten donakalmış ifadesiz bir yüzle olanları anlatmaya başladı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa129
‘Arayan Nezih’ti. Ergin beye durumumuzdan ve dün gece konuştuklarımızdan bahsetmiş.
Anlaşılan ilgi çekmeyi de başarabilmiş. Adamın elinde o dönemle ilgili oldukça fazla
miktarda belge ve mektup olduğunu söylüyor. Akşama kadar özel kütüphanesinde konuyu
araştırmışlar. Ergin beyin aynı dönemle ilgili yaptığı başka araştırmalardan anımsayabildikleri
ve kütüphanede bazı kaynaklardan edindikleri bilgileri toparladıklarında ilginç sonuçlara
ulaşmışlar. Yorgo’nun İzmir Metropoliti Hristostomos ile çok yakın olduğunu ve işgal
sırasında savaşa hazırlanan Türk birliklerinin konumları ile bölgedeki direnişçiler hakkında
elde ettiği bilgileri onun üzerinden Yunan işgal kuvvetlerine aktardığını tahmin ediyorlar. Bu
durumdan haberdar olan yeni Türk idaresi ise, savaşın son günlerine doğru Yorgo’nun
kaçmasını önlemek amacıyla tutuklanması için gizli bir emir bile çıkartmış. Ama 9 Eylül’de
kente giren Türk kuvvetleri iş yerine yaptıkları baskında adamı kendi deposunda asılı olarak
bulmuşlar. Yani bu bilgi, Yorgo’nun direnirken öldüğü bilgisi ile çelişiyor.’
Nur anlatılanlara kendini kaptırmış, içinden geçenlerin dudaklarından dökülmesini
önleyememişti:
‘Belki de direnirken yakalayıp buldukları yere astılar.’
‘Sanmam. Mahkemeye çıkartıp itiraflarını aldıktan ya da kanıtları kayda geçtikten sonra
cezalandırmayı tercih edeceklerini düşünüyorum.’
Fotios’un bu şekilde araya girmesi tartışmanın bir fikir jimnastiğine döndüğünü gösteriyordu.
Herkes taraf tutmadan konuya yaklaşıyor, sorunun çözümü için fikrini çekinmeden ortaya
atabiliyordu.
‘Ya da onu bulanlar düzenli kuvvetler değildi… Belki de Nezih’ten aldığınız bu bilgi doğru
değil… Ama her ne olursa olsun, bu konuda daha fazla tahminde bulunmak için henüz yeterli
veri olmadığı da belli.’
Güneş hanım konuyu açıklığa kavuşturmak için girişilen çabalara bilimsel sınırı çekmişti.
Anlaşılan bundan sonra eldeki diğer verilerle ilgilenmenin daha doğru olacağını ima ediyordu.
‘Hepsi bu mu? Konuşmanıza kulak misafiri olduğumda sanki daha başka şeylerden de
bahsettiniz gibi geldi bana.’
Kemal bey kızının uyarısıyla atlamış olduğu detayı hatırlayarak anlatmaya başladı.
‘Az daha unutuyordum. Nezih Kara Ali’den de bahsetmişti. Kendine bu adı takan bir kişinin,
işgalin ilk yıllarında Celal Bayar’ın kurduğu direniş örgütüne girdiği ama bağlantısı dışında
gerçek kimliğini bilen kimsenin olmadığından da söz etti. Bağlantısı olan kişi bir baskında
Yunan askerleri tarafından öldürülünceye kadar Ankara’ya birçok işe yarar bilgi ulaştırdığını
da düşünüyorlar. Ama oldukça muğlak olan bu kişi hakkında güvenilir bilgi çok az.’
‘Kim olduğuna dair izi sürülebilecek bir ipucu da mı yok?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa130
Kemal bey, eşinin kulak misafiri olduğu telefon konuşmasındaki detayı kendisi de
anımsayınca gülümsemek zorunda kaldı.
‘Bütün konuşmalarımı bu kadar dikkatli dinliyorsan yandık.’
‘Hadi baba kendine bir şeyler çıkartmayı bırak da konuya dön lütfen.’
‘Neyse, Nezih’in bu konuda söylediği son şey, Ergin beyin elindeki bir belgede adamın adının
Kıpti Kara Ali olarak geçtiğiydi.’
Anlatılanları pür dikkat dinlemesine karşın son cümledeki bir kelimeyi kaçırmıştı. Kemal
beyin sözünü biraz çekinerek de olsa kesmek zorunda kaldı.
‘Kıpti ne demek?’
Güneş hanım biraz önceki tahmininde haklı çıkmanın verdiği memnuniyetle eşine fırsat
bırakmadan, her zamanki gibi kelimeleri tane tane telaffuz ederek açıklamaya koyuldu.
‘Kıpti, Mısır’ın eski halkına Araplar tarafından verilen isimdir. Yani Firavunların soyundan
gelenlere. Ama Osmanlı’da Çingene ulusunu tanımlamak için de kullanılırmış.’
Açıklamayla birlikte biraz önce onların kapıldığı hayrete düşme sırası şimdi kendine gelmişti.
Herkesin aklından geçeni seslendirirken, söylediklerine kendisi bile inanamıyordu.
‘Yani, Kara Ali ile Murtakiyeli aynı kişi mi? Çok saçma.’
Murtakiyeli gibi bir faytoncunun işe yarayacak bilgileri nasıl toplayabileceğine, yakın
arkadaşı Ziya beye nasıl olup da bıçakla saldırıp yaralayacağına, böyle bir şeyi yapmış olsa
bile niçin tekrar denemediğine ve Despina’ya Ziya beyin emanetini teslim etmek için elinden
geleni ardına koymamasına anlam verememişti. Düşündüklerini anlattığında ne Kemal bey,
ne Güneş hanım, ne de Nur’dan herhangi bir itiraz geldi. Anlaşılan herkes son bilgilerin
uyumsuzluğu ile ilgili kaygılarını paylaşıyordu.
‘Çok saçma’ diye yineledi. ‘Ya bu bilgiler yanlış, ya da atladığımız bir şeyler var.’
Gecenin geri kalanında yapılan tüm tartışmalara, ortaya atılan yeni fikirlere rağmen akla yakın
herhangi bir açıklamaya ulaşamamışlardı. Sonunda Nur’un teklifinde uzlaştılar.
‘Biz niçin bu tartışmayı bir kenara bırakıp, Darendeli Hoca hakkında bir araştırmaya
girişmiyoruz? Bakalım adamın bizimle bir ilişkisi var mı?’
Kemal bey Nur’un önerisine aklına gelen yeni bir fikirle katkıda bulundu.
‘Ben yarın sabah Engin’i arayayım. Hani Kulüp Ali’de Tunç’ların masasında gördüğümüz iri
yarı bir doktor vardı ya. Anımsadığım kadarıyla babasının ailesinin o zamanlardaki adı
Kasaba olan Turgutlu ile ilişkisi vardı. Belki bize araştırmamızda yardımcı olabilecek
birilerini bulabilir.’
Tüm gece yapılan ve hiçbir sonuca ulaşmayan tartışmalardan sonra, bu fikir oldukça akla
yakın bir öneri olarak hemen kabul gördü. Ertesi gün buluşmak için sözleşip oteline dönmek
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa131
üzere kalktığında, kalması için yapılan tüm ısrarları reddetmesi nedeniyle, Nur’un kendisini
otele bırakmasına ses çıkartamamıştı.
Yol boyunca Ziya beyi düşündü. Despina’yı gerçekten sevmiş miydi acaba? Yoksa Despina
gibi onlar da sözde bir aşkın peşine takılmış, olayları olduğu gibi değil de umdukları gibi mi
değerlendiriyorlardı? ‘Zavallı Despina’ diye geçirdi aklından, belki de o iki çapkın kahverengi
gözün peşine takılmış, tüm yaşamını yalan bir aşkın anısı için harcamıştı. Aynen Alisha gibi.
Cafe Diascouri’de onun yeşil gözlerinin içinde kendi yalancı gözlerini gördüğünde de aynı
hislere kapılıp telaşlanmamış mıydı?
Aklına gelen bu anı onu oldukça rahatsız etmişti. Durumu fark eden Nur telaşlandı.
‘Neyin var? Oldukça huzursuz görünüyorsun.’
‘Sence ben Ziya’ya benziyor muyum?’
Nur bir süre fotoğraflardaki görüntüyü anımsamaya çalıştıktan sonra gülerek yanıtladı.
‘Hiç sanmıyorum… Belki sadece gözlerin.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa132
BÖLÜM XXI
Uyanmış olduğunu fark ettiğinde günün ilk ışıklarıyla aydınlanan odanın tavanına ne kadar
süredir bakmakta olduğunu anımsayamadı. ‘Belki sadece birkaç saniye’ diye düşündü. Oysa,
göz kapakları üzerinde uykusuzluğun ağırlığını hala hissediyor olması, gece boyu uykuya
dalıp dalmadığı konusunda bile şüphe duymasına yol açmıştı. Bir yandan da, bilincinin uzun
süre bedeninden hatta kendi düşlerinden bile kopup başka bir yerlerde dolaştığını, tüm
benliğini ele geçiren bu iç sıkıntısının da, geri dönerken beraberinde getirdiği bir ağırlık
olduğunu hissediyordu.
Sıkıntı hissinin giderek azalmasını beklerken tam tersine hızla arttığını fark etmek moralini
bozmaya başlamıştı. Kalbinin çarpıntısını artık kulaklarında hissediyor, hızla büyüyen bir
kitle gibi göğsünü sıkıştıran duygunun neden olduğu telaşla sıklaşan nefesi, başının
dönmesine neden oluyordu. Bu garip endişe yerine korkuyu tercih edeceğini düşündü. Çünkü
her korkusu için bir neden anımsayabiliyordu. Ama bu iç sıkıntısı sanki korkunun evrim
geçirmiş hali, ya da nedensizlik kipi gibi bir şeydi ve daha can yakıcıydı.
Zorla da olsa ayağa kalkmayı başarıp, titremesine bir türlü engel olamadığı bacaklarına
yardımcı olmak için bir eliyle duvara tutunarak lavaboya ulaşmaya çalıştı. Ardı ardına hızla
yüzüne çarptığı soğuk su bir parça da olsa kendine gelmesine yardımcı olabilmişti. Yüzünü
kuruladığı havluya gömmüş bir şekilde tekrar yatağına ulaştığında sakinleşmeye başladığını
hissetti.
Oldukça sersemlemesine neden olan bu duyguyu daha önce yaşadığını hiç anımsamıyordu.
Kalbini dörtnala kalkmış bir at gibi koşturan ve ölüm korkusunu andıran ama nedenini bir
türlü çıkartamadığı bu endişe neredeyse tamamen kaybolmuştu ama biraz öncesini düşününce,
yine sırtından soğuk bir yel geçer gibi oldu. Akşam yemeğinde içki içtiğini anımsamıyordu.
Mide bulantısı ya da karnında ve göğsünde herhangi bir ağrı da hissetmediğine göre, organik
bir nedene bağlı olamaz diye düşündü. Zihnini ne kadar zorlarsa zorlasın, sıkıntıyı ilk olarak
hissetmeye başladığı ana ulaşamıyordu. Sanki bunda başka birinin parmağı varmış ya da
duyduğu sıkıntı başka birininmiş de, aynı duyguları birlikte yaşamışlardı. Bir an, normalde
farkına varılmasının mümkün olmadığı kadar kısa bir süre içinde zihninde belirip kaybolan
bir görüntüyü yakalayıp aklında tutmayı başarabildi. Bir çift göz. Korku dolu ve insanın içine
bakabilen bir çift gözdü aklının ağlarına takılan. Yüz yok, sadece gözler. Bir başkası için
korkan, seven, endişelenen, çaresiz bir çift göz.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa133
Göğüs boşluğundaki tüm organları yerinden oynatan çarpıntısının tekrar başlayacağını
sezince, korkusu merakına galip gelerek, başını şiddetle iki yana sallayıp unutmaya karar
verdi. Aynı şeyi göze alamayacaktı.
Otelin restoranında kendisi gibi erkenci birkaç kişiyle birlikte yaptığı mükellef bir kahvaltı
moralini bir parça olsun düzeltmişti. Resepsiyon görevlisine yarım saat kadar deniz kıyısında
olacağını haber verdikten sonra dışarı çıktı. Otel ile deniz arasındaki çimlerle kaplı bölgede
bir süre durup etrafını seyrederken, sabah sporu yapanlar ve kıyıdaki banklara oturup denizi
ve martıları seyreden insanların yüzlerindeki huzuru kıskanmadan edemedi. Böyle yaşayan
insanları seyretmeyi seviyordu çünkü onları görmek dünyada karmaşa ve korkunun yanında
mutluluk ve dinginliğin de bulunduğunu kanıtlıyordu. Bu huzur dolu ortamdan kendine de bir
pay çıkartabilmek için boş bir banka doğru yönelmiş, bir yandan da bu insanların
gördüklerine inandığı, manzaranın bir yerlerinde gizli olan ipuçlarını aramaya başlamıştı.
Başının üzerinden neredeyse teğet geçen bir martının kuyruğuna takılan bakışları giderek
yükselip gökyüzünde şekilden şekle giren bembeyaz bulut kümelerine ulaştığında, çocukken
babasıyla yaptığı gezintilerde oynadıkları bir oyunu anımsadı. Bulut kümelerinin neye
benzediği ile ilgili hiçbir zaman bir birini tutmayan tahminleri, onları her zaman eğlendirmiş
olması yanında, zaman içinde daha iyi tanışmalarına da neden olmuştu. Bir gün babasına niye
kendisinin gördüklerini göremediğini sorduğunda aldığı yanıtı bu gün bile anımsayabiliyordu:
‘Ben senin düşlerini hiç görmedim ki.’
Başkalarının düşlerini görmek… Eğer mümkün olabilseydi, bu gerçekten onun düşü mü
olurdu hala? Ya da düşünün başkası tarafından görüldüğünü bilen kişi aynı düşü görmeye
devam edebilir miydi?
Üstünden geçip gitmekte olan bulutu bir kadın siluetine benzetti. Önüne düştüğü rüzgarın
etkisiyle ortaya çıkan ufak tefek şekil değişiklikleri siluete sanki canlıymış havasını veriyor,
bu da kendisinde izlendiği hissini uyandırıyordu. Daha dikkatli bakınca, biraz Alisha’nın,
biraz da Eleni’nin hatları fark etti. Hangisi olduğunu anlamak için gözlerini kısarak başını
biraz daha geriye attığında ise, sanki Nur’un yüzünü görür gibi olmuştu.
‘Beni yakaladın.’
Şaşkınlıkla yerinden fırladı. Yaramazlık yapan bir çocuk gibi utanmıştı. Oyun oynadığının
anlaşılmasından çekindiği için hiç bozuntuya vermeden Nur’un elini sıkarak yanında yer
gösterdi.
‘Evet, yakaladım.’
Nur, düşündüğü muzırlığı yapamadan fark edilmiş olmanın verdiği düş kırıklığını biraz
yaşayarak, biraz da taklit eden sevimli bir tavırla oturdu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa134
‘Sürpriz yapacaktım.’ Sonra, kendini tutamayıp, gülerek itiraf etti. ‘Biraz da korkutmayı
düşünmüştüm.’
Sadece gülümsemekle yetindi. Nur’un sessizce oturup o huzur veren manzarayı
seyredebileceğini düşündüğünden daha uzun bir süre hiç konuşmadılar. Geçirdiği tatsız
deneyimin etkisinden henüz kurtulmayı başarmıştı ki yüzünde dolaşan meraklı bakışları
hissettiğinde bir açıklamaya yapması gerektiğini düşündü. Ama ne söyleyeceğini, söze
nereden başlayacağını bilemiyordu.
‘Sanırım dün gece çok kötü bir şey oldu.’
Bir süre hiçbir şey söylemeden şaşkınlık ve merakla bakakalan Nur beklediği soruyu
sormamıştı.
‘Sanır mısın?’
‘Emin değilim. Yani tam olarak bilemiyorum. Çocukluğumdan beri zaman zaman olurdu.
Bazen kendimi başka bir yerde hissederdim. Olmadığım bir yerde. Ama öyle basit bir duygu
değil, geçtikten sonra da geriye gerçeklik hissini bırakan bir duygu. İnanç gibi. Olmadığını
düşündüğün bir şeye inanmak gibi.’
Nur’un gözlerindeki düş kırıklığını gördüğünde günah çıkarır gibi sözlerine devam etti.
‘Biliyorum, sana o gün anlatmam gerekirdi bunu. Bana kendinden bahsettiğin gün. Ama
yapamadım, çekinmiştim.’
‘Benim gibi olmaktan mı korktun?’
‘Tabii ki değil. Keşke senin gibi olsam. Keşke birileri de bana bunun nedenini anlatsa ve beni
ikna etse.’
Nur’un gözlerinde beliren hoşgörü içinin rahatlamasına neden oldu. Kendine bile itiraf
etmekte zorlandığı bu akıl dışı inancını paylaşabileceği tek kişinin Nur olduğunu düşünerek,
geçirdiği deneyimi anlatmaya karar verdi.
‘Dün gece bir şey oldu. Ne olduğunu anımsayamıyorum. Ama verdiği sıkıntı hissini hala
unutabilmiş değilim.’
Nur benzer deneyimleri nedeniyle psikiyatristinden öğrendiği belli olan en doğru soruyu
sordu.
‘Ne olduğunu sanıyorsun?’
‘Bence bir düş gördüm.’
‘Hepsi bu mu?’
‘Hayır. Sanki benim gördüğüm gerçekti. Ben, başka birisinin dün gece gördüğü düşü gördüm.
Bundan neredeyse eminim.’
Nur’un merakla bakan gözlerinden ne soracağını anlamıştı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa135
‘Anımsamıyorum. Aklımda kalan sadece bir çift göz. Sanki ölmekte olan, çaresiz, sevgi dolu
bir çift göz.’
Nur ancak aradan geçen uzun bir sessizlikten sonra anlatacaklarının bittiğinin farkına
varabilmişti.
‘Sana iyi bir psikiyatrist önerebilirim.’
Konuyu daha fazla deşmenin gereksiz, belki de tehlikeli olduğunu düşünüyor olmalıydı ki, işi
sulandırmaya niyetlenmişti.
‘İyi olduğundan emin misin?’
Nur ne demek istediğini anlamıştı. Gülerek karşılık verdi.
‘Adama haksızlık etme. Benim için elinden geleni yapıyor.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa136
BÖLÜM XXII
O gün Pazar olduğu için tüm günü kendilerine ayırdılar. Kentin görülmeye değer yerlerini
gezmek için ellerine geçen son fırsat olduğunu düşünerek, şehrin hızla büyüyen, oldukça fakir
bir semti içinde neredeyse kaybolmakta olan Kadifekale’ye gittiler. Tüm körfezi ve şehri
görebilen bir dağın üzerine kurulmuş bu eski kaleden geriye kalanları gezerlerken, Nur bir
gece önce internetten toparladığı bilgileri profesyonel bir rehber gibi aktarmaya başlamıştı.
Kentin beş bin yıllık bir tarihi olduğundan bahsetti önce. Truva savaşından sonra uzun süre
sahipsiz kalan bölge daha sonra Erektidlerin eline geçmiş. Kral Tantanos’un MÖ 1400
civarında Amazonlara yenilmesinden sonra ise kent, Amazon Kraliçesi Smyrna’nın adıyla
anılmaya başlamış. Kimileri ise yenilenin Kral Tantanos değil de, Amazonların o mağrur
kraliçesi Smyrna olduğunu söylerlermiş. Güya Tantanos savaş sona erip de yaralı bir şekilde
önüne getirilip atılan kraliçeyi zaferini taçlandırıp herkese ibret olsun diye kendi kılıcıyla
öldürecekken gözleri Smyrna’nın boynundaki deri bir tılsıma takılmış. İşte o an karşısındaki
tek memeli, yara bere içindeki düşmanına yıldırım aşkıyla vurulmuş. Onunla evlenip kraliçesi
yapmış ve kente de çok sevdiği eşinin adını vermiş. Bazıları, kraliçe Smyrna’nın boynundaki
tılsımın, çok daha önceleri Amazonların kraliçesi olan Hippolyte’ye babası Savaş Tanrısı
Ares’in hediye ettiği ve Herakles’in öldürdükten sonra ondan çaldığı büyülü bir deri kemerin,
dövüş sırasında kopup Hippolyte’nin avucunda kalmış bir parçasından yapılmış olduğunu
söylerlermiş. Tantanos bu tılsımı görünce ne için savaştığını unutup can düşmanına ömrünün
sonuna dek sürecek bir aşkla bağlanmış. İşte o günden beri de bu kentin adı Amazon kraliçesi
Smyrna’nın adının değişik kültürlerdeki farklı okunuşlarıyla söylenir olmuş.
Kale ise ilk kez yine burada, İskender’in generallerinden Lysmachos tarafından MÖ 4.
yüzyılda yaptırılmış, ama bugüne kalan yapılar daha sonra bölgede hakim olan uygarlıkların
elinden çıkan yapılarmış.
Kaleyi gezdikten sonra, girdikleri kuzey kapısından çıktıklarında az ilerde iki katlı derme
çatma bir binanın terasındaki kafeye oturup çay içmeye karar verdiler. Manzaraya karşı neşeli
bir sohbetin ardından keyfinin geri geldiğini hissetmeye başlamıştı ki Nur’un telefonu çaldı.
Kemal bey, Turgutlu’da yapacakları araştırma ile ilgili olarak Dr. Engin’in, babası ile bir
görüşme ayarlayacağını iletmek için aramıştı. Yaklaşık beş dakika kadar sonra ise Dr. Engin
aradı. Kısa bir konuşmadan sonra telefonu kapattığında Nur’un sevinci gözlerinden
okunuyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa137
‘Sana bir sürprizim var.’ Ne olduğunu soramadan devam etti. ‘Dr. Engin bizi babasıyla bu
öğleden sonra görüştürecek. O yıllarda henüz çocuk olmasına karşın bize yararlı olabilecek
bir şeyler anımsayabileceğini düşünüyor. Çok şanslı bir adamsın.’
Bu sevinci paylaşmak ona da iyi gelmişti. O da oldukça heyecanlanmış, kendisini buralara
sürükleyen amacı için onca gayret gösteren bu insanlara karşı hissettiği duyguların uzun
süredir özlemini çektiği duygular olduğunu düşünmüştü.
‘Evet, çok şanslıyım.’
Nur bir an bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açmış ama hiç beklemediği bu dolaysız duygu
ifadesi karşısında, benzer durumlarda kendisinden her zaman umulan o zirzopça tavrı
gösterememişti. Başka bir şey konuşmadan kalktılar. Şehre inip öğle yemeğini ikinci
kordonda bir çöp şiş lokantasında yedikten sonra Fuarı gezdiler. Öğleden sonra saat üçteki
randevularına dek zaman geçirmeye çalışıyorlardı. Karşıyaka’ya doğru yola çıktıklarında saat
neredeyse iki buçuk olmuştu. Yaklaşık onbeş dakikalık bir yolculuktan sonra Karşıyaka
iskelesinin önünden Engin’i aldılar. Engin uzun boylu, iri yapılı ve oldukça neşeli, teklifsiz
ama içten biriydi. Henüz iki gün önce tanışmış olmalarına karşın gösterdiği yakınlığı,
babasıyla ayarladığı görüşmenin de rahat geçeceğine işaret olarak yorumladı.
Kordondan Bostanlı’ya doğru giderlerken bu tarafın da en az karşı taraf kadar modern ve
güzel yapılarla, parklar ve enfes bir kıyı şeridiyle bezenmiş olduğunu fark etti. Bir yandan
etrafı seyrediyor bir yandan da Engin’in anlattıklarını dinliyordu. Kendisi gibi doktor olan
babasını bugünlerde artan sağlık sorunları nedeniyle kontrol etmek için ziyarete gitmeyi
planladığını, bu sırada Kemal beyden aldığı telefon üzerine onları da birlikte götürmeye karar
verdiğini anlatıyordu. Ayrıca, babasının da bundan memnun olacağından, eski günleri
anmanın kendisine iyi geleceğinden bahsederken, özellikle vurguladığı bir özelliği umutlarını
oldukça arttırmıştı.
‘Biraz yaşlandı ama zehir gibi bir belleği vardır. 1930’lar ve sonrası ile ilgili anımsayabileceği
çok şey olduğundan eminim.’
Beş on dakika içinde eve varmışlardı. Kapıyı açan, yaşına göre oldukça dinç görünen
tombulca bir hanım Engin’in elinden kendini kurtarmayı başardıktan sonra son derece içten
bir tavırla hoş geldiniz anlamına geldiğini düşündüğü bir şeyler söyleyip, onları da içeri davet
etti. Gördüğü manzara çok hoşuna gitmişti. Büyükannenin söylediklerini anımsayarak,
döndüğünde annesi ve babasını daha sık ziyaret etmeye karar verdi. Kim bilir ne kadar
şaşıracaklardı. Bunun kendisine de iyi geleceğini fark etti. Onlara ihtiyacı olduğundan ve boşa
geçen bunca yıl boyunca sürüp giden soğukluk ve ilgisizliğinin sorgulanmadan, hiç üzerinde
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa138
durulmadan unutularak aynı şekilde karşılık göreceğinden emin olmasına birkaç dakika önce
gördükleri yetmişti.
Salona geçtiklerinde, oldukça uzun boylu ve yapılı bir adam olan babası oğlunun sesini
duyduğunda okumakta olduğu gazetesini bırakıp ayaklanmıştı bile. Baba oğul bir süre
birbirlerine sarılıp şakalaştılar. Tanışma faslının ardından Engin ve Nur’un çevirmenliği ile
kendisine yöneltilen nezaket sorularını yanıtladı. Daha sonra Engin kendisi ve konu ile ilgili
olduğunu anladığı uzunca bir konuşma ile durumu babasına anlatmaya çalışmıştı. Yaşlı adam
dinlerken zaman zaman duygulanıyor, zaman zamansa şaşkınlıkla gözlerini açıp heyecanla
anlatılanları takip etmeye çalışıyordu. Ara sıra Nur’un da yardımıyla aktarılan öykü bittiğinde
kısa bir süre bir şey söylemeden arkasına yaslanıp uzaklara daldı gitti. Sonra oğluna dönüp
alçak sesle bir şeyler söyledi. Engin, babasının bir elini avuçları arasına alıp, bir süre
heyecanının geçmesini bekledikten sonra söylenenleri kendisi için çevirebilmişti.
‘Oldukça acıklı bir öykü olduğunu söylüyor, ama o zamanlar benzeri birçok öykünün daha
yaşandığını dinleyerek büyümüş.’
Yüzünden, eski canlılığını tekrar kazandığı belli olan yaşlı adam bir şeyler daha söylemişti.
‘Şimdi sorularınızı yanıtlamaya hazırmış.’
‘Bize o zamanlar Turgutlu’da yaşamış olabilecek biri hakkında bilgi verebilir mi? Darendeli
Hoca adıyla bilinen biri hakkında.’
Soruyu duyan yaşlı adam yine heyecanlanmış, yanıtı ise oldukça uzun sürmüştü. Nur’un bile
dinlerken yerinde oturmakta zorlandığını gördüğünde, anlatılanların sona ermesi için içindeki
sabırsızlığı bastırmanın giderek güçleşmekte olduğunu fark etti. Sonunda, çeviriyi yapmaya
başlarken, Engin de oldukça şaşırmış görünüyordu.
‘Bu isimden söz edildiğini oldukça iyi anımsıyor. Çocukluğunda bununla ilgili birçok söylenti
duymuş. Anlatılanlardan aklında kaldığı kadarıyla, 1935 yılında geçen oldukça etkileyici bir
aile dramı.
O zamanki adıyla Kasaba’da bu isimde, herkesçe sevilen bir adam varmış. Hacı Zeynel
Camii’nin imamı olan bu adam, aynı zamanda çok iyi bir cilt ustası ve hattatmış. Evinin bir
odasında kurduğu atölyesinde Mushaf ve diğer kitaplara her biri birer sanat eseri olan ciltler
yapar, bazı örneklerini o zamandan kalmış camilerin duvarlarında bugün bile görebileceğiniz
sülüs yazı ile yazılmış tahtadan levhalar oyarmış.
Din konusunda o kadar bilgiliymiş ki, zamanın müftüsü bile bazı konularda ona danışırmış.
Hatta, bir hutbede Fatiha suresini yedi farklı şekilde yorumlamış da, ilk birkaçından başkasını
cemaatten anlayabilen bir kişi bile olmamış.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa139
Bunca ilmine ve sanatına karşın, karısı ve küçük oğluyla oldukça alçakgönüllü bir yaşam
süren bu adam halk arasında yayılmakta olan ününden giderek rahatsız olmaya başlamış, hatta
birkaç kez Kasaba’yı terk edip memleketine dönmeye karar vermesine karşın araya giren
hatırlı kişiler onu bu fikrinden vazgeçirmişler.
Bir gece, yaşadığı evden gelen silah sesleriyle bütün mahalle uyanmış. Tüm aileyi katleden
adamlarsa, çıkan kargaşada kaçıp kaybolmuşlar. Polisin yaptığı soruşturma da sonuçsuz
kalınca olay zaman içinde unutulmuş, kapanmış gitmiş. O gece eve girenler gördüklerini
birbirlerine anlata anlata olayı bir efsaneye çevirmişler ama aslının ne olduğu hiç
anlaşılamamış. Kimileri olayın İngilizlerin başının altından çıktığı söylemişler. Babam, bunun
da diğer birçok dedikodu gibi gerçekle bir ilgisinin olmadığını düşünüyor.’
Engin sözlerini tamamlayıp sustuğunda ortalığı oldukça uzun süren bir sessizlik kaplamıştı.
Bir an Nur ile göz göze geldiler. Her ikisi de dinlediklerini hala anlamaya çalışıyorlar ama o
ana dek kafalarında oluşturmaya çalıştıkları serüvenin neredeyse birbirine bağladıkları kopuk
uçlarını şimdi iyice ellerinden kaçırmış olduklarını hissediyorlardı.
Yine olan olmuştu işte. Bu konu hakkında kimden bilgi almaya çalışsalar, anlatılan her yeni
öykü ile var olan bilgiler içinden çıkılmaz hale geliyordu. Ne ilgisi vardı şimdi İngilizlerin bu
olayla? Hem de 1935 yılında. Bu adamlar, o zamanlar bu ülkeden çoktandır çekip gitmemişler
miydi? Savaş biteli on yıldan fazla olmuştu. Koskoca İngiliz İmparatorluğu bu kadar süre
sonra Turgutlu’da gizli bir operasyon mu düzenlemişti yani?
Çaylarını bitirip gitmeye hazırlanırlarken, babasının Engin’e yeni bir şeyler fısıldadığını
gördü. Ailece kapıya kadar geçirdikleri sırada Engin son duyduklarını da aktarmayı
unutmamıştı.
‘Bu konuyu en iyi bilen kişi o zamanların müftüsü, şimdi hayatta olmayan Hasan Basri
beymiş. Babam, onun akrabalarından biri ile evli olan şimdiki müftü Mehmet beyden de bu
konuda bilgi edinebileceğinizi, hatta görüşmek için kendisini referans gösterebileceğinizi de
söylüyor.’
Tekrar tekrar teşekkür edip çıktıklarında, bu ziyarette edindiği bilgilerin gerçekliği konusunda
pek tatmin olmamıştı ama öğrendiği önemli bir şey vardı.
Artık, bir an önce bu işi bitirip Atina’ya dönmeye can atıyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa140
BÖLÜM XXIII
Kemal bey ertesi sabah erkenden Turgutlu Müftülüğünden Mehmet beye telefonla ulaşıp
Engin’in babasının da adını vererek onlar için randevu istemişti. Konuyu ana hatlarıyla
öğrenen müftü ise heyecanını saklayamamış, söz konusu olaya bir zamanlar kendisinin de ilgi
duyup araştırmış olduğunu belirterek elinden gelen her türlü yardımı yapacağına söz vermişti.
Öğleden sonra saat ikideki randevu için Nur onu otelin önünden aldığında yoğun Pazartesi
trafiğinden eser kalmadığını gördüler. Rahat bir sürüşle Bornova üzerinden Turgutlu’ya doğru
yol alırken bir gün önceki görüşmeleri hakkında onlarca fikir üretmişler ama bir arpa boyu
bile yol alamadıklarını görmek –bu deyimi Nur’dan öğrenmişti- heveslerini kırmıştı. Her bir
görüşme onları başka birine yönlendiriyor fakat edindikleri her yeni bilgi konuya bir açılım
getirmek şöyle dursun, kafalarının daha da karışmasına neden oluyordu.
Üstelik sahip
oldukları bilgi dağarcığı içinden hangisinin gerekli, hangisinin konu ile ilgisiz olduğunu
ayırmak da giderek zorlaşıyordu. Belki de araştırma için takip etmeleri gereken yolu
kaybetmişler, tamamen farklı bir öykünün peşine takılmışlardı.
Turgutlu’ya vardıklarında, müftülüğe ulaşmak için birkaç kez durup yol sormaları gerekti.
Oldukça eski bir geçmişe sahip olan şehrin içinde ilerlerken, o zamanları anımsatan herhangi
bir yapıya rastlamamaları yadırgamıştı. Sanki her yer bir ara tümüyle yıkılmış sonra tekrar
inşa edilmiş gibiydi. Belli ki bu insanların geçmişleriyle aralarındaki bağ hayatın zorlu
koşullarına koşulsuz teslim olmuş, gündelik zorunluluklar kendilerini eskilerin anısına karşı
dayatmıştı.
Müftülükte oldukça iyi karşılandılar. Kısa bir beklemeden sonra Turgutlu müftüsü Mehmet
bey odasının kapısına kadar çıkarak onları buyur etmişti. Müftü kelimesinin anlamını Nur’dan
öğrendikten sonra karşısında hayalinde tasarladığı kişiye hiç uymayan, herhangi bir devlet
memuru görünümündeki bu güler yüzlü adamı görmeyi yadırgamıştı.
Kısa bir süre hal hatır sorulmasından ve tanışma faslından sonra, yaptıkları araştırmanın
öyküsü ile ilgili olarak Mehmet beyin sorduğu soruları detaylı bir şekilde yanıtlamak zorunda
kaldılar. Müftü özellikle, Despina’nın emanet ettiği cevşenin papazlar tarafından yıllar boyu
kutsal bir emanetmiş gibi saklanmasından ve içeriği hakkında yapılan yorumlardan oldukça
etkilenmiş görünüyordu. Onları kendisine getiren kısma ulaştıklarında ise sözlerini nazik bir
şekilde keserek bildiklerini anlatmaya başladı.
‘Dr. Rasim beyin adını duyduğumda görüşme isteğinizi tereddütsüz kabul ettim. Kendisi
buradan yetişmiş çok kıymetli bir insandır. Rasim bey hakkındaki bilgilerim, aslen buralı olan
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa141
eşimin ailesi yoluyla olmasına karşın, zaman zaman ilçemize yaptığı ziyaretler sırasında
şahsen de tanışmış ve görüşmüştük.
İlgilendiğiniz konu hakkında anlattıkları büyük oranda gerçeği yansıtmasına rağmen bazı
eksiklikleri de tamamlamak gerekecek. Darendeli, asıl adı Nuri olan zamanının oldukça
sevilen ve sayılan bir din adamı. Eşim, Darendeli’nin karısının uzaktan bir akrabasının torunu
oluyor. Evlilik yoluyla aileye girdikten sonra, işgal ve sonrasındaki Turgutlu, yani o zamanki
adıyla Kasaba hakkında dinlediğim çoğu oldukça acıklı öyküler içinde ilgimi çekenlerden biri
de bu olmuştu. Doğal olarak Darendeli’nin de bir din adamı, üstelik eşimin uzaktan da olsa
akrabası olması olay hakkında daha fazla bilgi edinebilmemi kolaylaştırmıştı.’
Nur, adamın nefeslenmesini fırsat bilerek sorduğu soruyu daha sonra yanıtıyla birlikte kendisi
için de çevirdi.
‘Darendeli’nin adının Nuri olduğundan emin misiniz?’
‘Aslında bu da, diğer bir çoğu gibi kesin olmayan bir bilgi. Vefatından önce eşimin
büyükannesinden dinlediğim kadarıyla bir seferinde karısına, bunun babasının değil de
şeyhinin verdiği isim olduğunu söylemiş.’
Bir süre kendisini merakla izleyen gözlere dikkatle baktıktan sonra sorunun anlamını
kavradığı anlaşılan sözleriyle öyküsüne devam etti.
‘Araştırmalarınız sonucu elde ettiğiniz bulguların peşine takılıp beni görmeye buralara kadar
gelmenizden ve öykünüzdeki detaylardan anladığım kadarıyla bu soruyu sormanızın nedeni
aslında onun başka birisi olduğunu ummanız. Belli ki, Darendeli’nin, dedenizin kardeşi Ziya
bey olduğunu düşündüğünüz için şu anda birlikteyiz.’
İkisi de söyleyecek söz bulamadılar. Bir süredir birbirlerine bile itiraf etmedikleri düşünceleri
en sonunda olaylara dışarıdan bakan biri tarafından dile getirilmişti işte.
‘Umutlarınızı kırmak istemem ama bu bana biraz zorlama gibi geliyor’ diyerek anlatmaya
devam etti. ‘Ziya beyin işgal yıllarındaki yaşantısı nedeniyle savaş bittikten sonra ortadan
kaybolmaya karar vermesi, yıllar sonra tekrar eskiden yaşadığı yerlere yakın bir yer olan
Kasaba’ya yeni bir kimlikle dönmesi ve bir aile kurup yaşantısını burada sürdürmesi akla
yakın olasılıklar. Ama Ziya beyin anlattığınız kişiliği ve eğilimlerinin, hatta almış olduğu
eğitimin Darendeli Hoca’nın kimliğiyle örtüşmediğini de itiraf etmemiz gerekiyor.’
Nur’un çevirisi için müftünün zaman zaman verdiği aralardan birisi olan bu fırsattan
yararlanarak o da bir soru sormak istemişti.
‘Darendeli buraya ne zaman yerleşmiş?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa142
‘1929 yılında. Bizdeki kayıtlara göre işe müezzin olarak başlamış. Ana adı Fatma baba adı ise
Adem olarak görünüyor. Kısa sürede fark edilerek, ihtiyaca binaen Hacı Zeynel Camiine
imam-hatip olarak atanmış.
Büyüklerden dinlediğim kadarıyla, cemaat tarafından sevilen sayılan birisi imiş. Vaazlarında
hep aklın yolunu gösterir, yobazlar tarafından dinin çıkar amaçlı kullanımına karşı çıkarmış.
Aynı zamanda usta bir cilt ve hat sanatçı olduğunu da biliyoruz. Yazdığı ya da tahtaya oyduğu
bazı dini levhalar hala buradaki camilerin duvarlarını süslemektedir. Birçok kişinin evindeki
Kuran-ı Kerim’ler onun yaptığı ciltlerin içinde bugüne dek hiç hasarsız ulaşabilmişlerdir.
Bunlardan bir tane de bende var. Geleceğinizi duyunca görebilmeniz için kütüphanemden
çıkartıp getirdim.’
Büyük bir itinayla masaya koyduğu Kuran’ın cildinin gerçekten dikkat çekecek ölçüde yüksek
bir yeteneğin eseri olduğu belli oluyordu. Derinin büyük bir sabırla dantel gibi işlenmesi ile
elde edilen desenler, koyu renkli deri tabakasının içine gömülmüş görünümüyle ve olanca
alımlılığı ile hala ilk yapıldığı zamanki gibi göz kamaştırıcı bir görünüme sahipti.
‘Bu benim elimde olan tek örnek. Kaplamada koyun derisi kullanmış. Bu eserinde uyguladığı
tarzın adı Zilbahar şemseli Yekşah cilt olarak bilinir. Tüm kapağı kaplayan kafes
görünümündeki desenler Yekşah denen ucu sivri bir metalle deri üzerine bastırılarak
yapılmıştır. Ama farklı tarzlarda yaptığı birçok örneği de buradaki bazı kişilerin evlerinde
görmüştüm. Anlayacağınız, Darendeli sözünü ettiğiniz Ziya beyden oldukça farklı birisi.’
‘Bize ailesinden ve ölümünden de bahsedebilir misiniz?’
Nur kendilerine dayatılan fikri kabul etmeye pek istekli görünmüyordu. Mehmet bey de bu
durumu fark etmişti. Onları kırmamak için hiç nazlanmadan anlatmaya devam etti.
‘Bildiğim kadarıyla buraya yerleştikten ve kısa süre içinde imam-hatip kadrosuna getirildikten
sonra eşimin akrabası olan Muhsine hanımla evlenmiş. Bir yıl sonra da bir oğulları olmuş.
Hacı Zeynel Camiinin yakınlarında, bir odasını atölye olarak kullandığı üç odalı, bahçe içinde
bir evde yaşarlarmış. Şimdi bu ev yok tabii. Çoktan yıkılıp arsasına birkaç apartman dikilmiş
durumda. Ölümünden yaklaşık bir yıl önce çıkan kanun ile Darendeli soyadını almışlar. Ama
şu anda Turgutlu’da bu soyadında hiç kimse yaşamıyor.’
Yakaladığı bir detayı adamcağızın gözüne sokmak ister gibi, çevirmesi için Nur’a bir nefeste
söyleyivermişti.
‘Küçük bir oğlu olduğundan bahsetmiştiniz.’
‘Bu konuyu ben de araştırdım. Muhsine hanımın, eşimin ailesi gibi birkaç uzak akrabadan
başka hayatta olan tek yakını ablası imiş. O da kardeşinin ve eniştesinin ölümünden sonra,
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa143
subay olan eşinin tayinini istemesi ile buralardan çekip gitmiş. Giderken oğlanı da yanlarında
götürmüşler ama o da birkaç yıl sonra tüberküloz hastalığından vefat etmiş.’
Nur dinlediği öykünün etkisiyle oldukça sarsılmış gibiydi. Böyle bir adamın karısıyla birlikte
öldürülmesine bir türlü akıl erdiremiyordu.
‘Cinayeti kimlerin işlediği hakkında bir bilgi yok mu? Böyle bir vahşeti nasıl biri yapmış
olabilir?’
Biraz duraksadıktan sonra kendisinin de pek inanmadığı bir ayrıntı ile ilgili soruyu da ekledi.
‘İngilizlerle ilgili dedikodular doğru mu sizce?’
Müftünün yüzünde sıkıntılı bir ifade belirmişti.
‘Bu dedikoduyu ben de duydum. Ama siz de takdir edersiniz ki bunu düşündürecek herhangi
bir neden bulmak mümkün görünmüyor. Benim tahminim, işlerine çomak soktuğu bazı
yobazlar tarafından öldürülmüş, ya da öldürtülmüş olduğu şeklinde. Sözünü ettiğiniz
dedikodunun, İzmir’den polise yollanan imzasız bir mektuptan çıktığı söyleniyor. Doğal
olarak üzerinde pek durulmamış. Zaten soruşturma da kısa sürede tamamlanıp faili meçhul
olarak kapatılıp gitmiş.
Ölümünden sonra meçhul bir ziyaretçinin zaman zaman mezarına bir demet taze çiçek
bıraktığı da rivayet edilir. Ama bizim milleti bilirsiniz, bu tip olayların ardından böyle şeyler
üretmeye bayılırlar.’
Nur şaşkınlıktan kocaman açılmış gözleriyle çeviriyi yapmaya çalışırken, yüzündeki ifadeden
onun da kendisi gibi Murtakiyeli’yi düşündüğünü anlamıştı. Bir an gelip geçen tebessümünü
fark eden Nur da düşüncelerinin benzer olduğunu sezmiş gibiydi.
‘Çok zamanınızı aldık ama son bir soru daha sormak istiyorum. Anladığım kadarıyla, bize
sizden fazla yardımı olabilecek ancak bir kişi olabilir, o da Muhsine hanımın ablası.
Şimdilerde yaşadığını düşünmek saflık olur farkındayım, ama çocuklarına ya da ailesinden
herhangi birine ulaşmamızı sağlayacak bir ipucu aklınıza geliyor mu?’
Mehmet bey yazmakta olduğu kağıttan başını kaldırarak sorusuna soruyla karşılık vermişti.
‘Adres olur mu?’
Karşısındakinin şaşkınlıktan yanıt veremediğini gören müftü, kağıdı uzatırken açıklamasına
devam etti.
‘Geçen sene Muhsine hanımın ablasının torununun İzmir’e taşınmış olduğunu duyduk. Uzun
yıllar ailesiyle Ankara’da yaşadıktan sonra avukat olup, İzmir’li bir meslektaşı ile evlenince
gelip İzmir’de bir hukuk bürosu açmışlar. Buraya gelmediler. Dolayısıyla biz de hiç görmedik
onları, ama buralı bir müvekkilinden adreslerini almıştım. Belki lazım olur diye.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa144
Kağıda göz atan Nur, adresin Pasaportta, ikinci kordonda yeni yapılmış modern bir iş
merkezine ait olduğunu anlamıştı. Aceleyle kalkıp teşekkür ettikten sonra, kendisini de
kolundan çekiştirerek odadan çıkartmaya çalışırken Mehmet bey arkalarından selendi.
‘Çocuklar bir şeyler öğrendiğinizde benimle de paylaşırsanız sevinirim. Dr. Rasim beye de
selamlarımı iletin lütfen.’
O kargaşada doğal olarak bunların hiçbirini anlamamıştı. Niçin apar topar çıktıklarına bir
anlam vermeye çalışırken bir yandan da Nur’un peşinden koşturmaya çalışıyordu. Ancak
binanın dışına çıktıklarında durumun farkına varabilen Nur, neyse ki, ziyaretin son kısmını
alelacele ve ayaküstü de olsa anlatma zahmetine katlanmıştı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa145
BÖLÜM XXIV
Dönüş yolunda Nur sürekli olarak konuştu. Dinledikleri öykünün aslında kendi
varsayımlarına destek olacak kanıtlar da içerdiğini, mezar ziyaretçisi meçhul kişinin
Murtakiyeli’den başkası olamayacağını, Darendeli’nin isminin gerçek ismi olmamasının ve
memleketi dediği yerden oldukça uzak bir Ege kasabasına gelip yerleşmesinin ancak özel bir
anlamı olabileceğini, bunun da aslında Darendeli’nin buralı birisi olmasıyla açıklanabileceğini
anlattı durdu. Ziya beyin Darendeli olabilmek için gereken dönüşümü nasıl geçirmiş
olabileceğine, niçin öldürüldüğüne, peşine düşen devlet idiyse tutuklamak yerine neden
suikast yaptırdığına dair sorularını ise pek de inandırıcı olmayan yanıtlarıyla geçiştirmeye
çalışmıştı.
‘İşte inanmak buna denir’ diye düşündü. Bilmiyor ama inanıyorsan bir şeyler seziyorsun
demektir. Bir yerlerde, gerçeğin peşine düşüldüğünde sezginin de ona ulaşabilmenin
vazgeçilmez bir parçası olduğuna dair bir şeyler okuduğunu anımsadı. Bilgi ile sezginin
çeliştiği yerde ise insanoğlunun reddedilemez özgürlüğü başlıyordu. Serbest iradesiyle seçim
yapma özgürlüğü. Anlaşılan, şu anı da içeren geçmişinde kendini hangi olasılığının eksik bir
hali olarak düşünüyorsan, geleceğini ona göre şekillendirecek yola giriyorsun. Belki de kader
denen şey, insanın kendisinin bile reddedemeyeceği bu özgürlüktü.
İzmir’e yaklaştıklarında artık konuşacakları ve tartışacakları bir şey kalmamıştı. Nur eldeki
bilgilerin gerçeğin ancak bir parçası olabileceğini ve gerçeğin herhangi bir parçasının ise
tümünün anlamıyla çelişebilecek bir başka gerçeğe ya da olasılığa işaret edebileceğini aklına
koymuş, inandığı yolda yürümeye kararlı görünüyordu. Ona imrenerek baktı. Bir yandan da,
yanında böyle birini taşımanın yaşamı ne denli kolaylaştıracağını düşünüyordu.
Biraz kafasını dağıtmak için radyoyu açtı. Hoparlörden yükselen ince bir keman sesi,
duyduğu ilk anda bile içine bir huzursuzluğun girip yerleşmesine yetmişti. Bildik ezgiden
yoksun, daha çok, bir öncekinin bittiği yerden başlayıp başladığı yerde bittiği hissini veren
ardışık ses dizileriyle ve arada bir durup tekrar başlayan ritmiyle sanki çok sevilen birinin
ölümünü anlatmaya çalışan, çok acılı birinin sesi gibiydi. İçindeki huzursuzluğun giderek
büyüdüğünü hissetti. Bir önceki gece onu telaşlandıran, tüm sabahını neredeyse ölüm
korkusuna eş bir nedensiz korkuyla geçirmesine sebep olan duygu yine tüm benliğini ele
geçiriyordu işte. Keman ısrarla ağlıyordu sanki. Ölmekte olan sevilen, çektiği acının
pençesinden kurtulmak için sonunun gelmesi ister gibiydi. Sanki kemanın sesiyle Tanrı’ya
yalvarıyordu. ‘Yüce Tanrım. Kurtar artık beni bu acıdan. Bırak büyük ızdırabım geride kalsın.
Artık yeter. Artık yeter.’ Birden yine o gözleri görür gibi oldu. Ölmekte olan ama öldüğü için
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa146
değil de, geride bıraktığı sevdiği için endişelenen acılı gözler. Keman son nefesini de tüketip
derin bir sessizliğe ulaştığında ardından kopan alkış, yüzünde aniden patlayan bir tokat
etkisiyle kendine gelmesine yardımcı olmuştu. Bir yandan toparlanmaya çalışırken, bir
yandan da göz ucuyla Nur’u kontrol etti. Neyse ki kendini yola kaptırmış, büyük olasılıkla bir
sonraki adımı planlıyordu.
‘Böyle bestelerin yazılmasını yasaklamalı’ diye düşünürken, eserin ardından yapılan anonsun
Türkçe olması nedeniyle, bestecinin adının Berg olduğundan başka bir şey anlayamamıştı.
Motorun homurtusu sustuğunda, Pasaport’ta bir ara sokağa park ettiklerinin farkına vardı.
Daha önce deniz kıyısında simit ve poğaça yiyerek çay içtiğimiz yerin hemen arkası olmalı
diye düşündü. Birdenbire şehrin merkezinde durup park etmelerinin nedenini anlamaya
çalışırken, Nur’un arabadan bile inmeden cep telefonuna sarılmış, müftünün yazıp verdiği
adres notundaki telefon numarasını çevirmekte olduğunu gördü. Nota göz attığında telefon
numarasının yanında yazılı olan ismin Sema Kaygılı olduğunu fark etti. Nur, merakla
izlendiğinin farkına varmıştı. Muzip bir gülümsemeyle planını açıklayan ipucunu ele verdi.
‘Randevu almadan gitmek nezaketsizlik olur, değil mi?’
Yanıtını beklemeden telefonu açan kişiyle konuşmaya başladı. Sesinde şimdiye dek nadiren
tanık olduğu bir yumuşaklık ve yüzündeki yapmacık mimiklerle karşısındakinden kısa süre
içinde bir randevu almaya çalıştığı belli oluyordu. Konuşma ilerledikçe yüzündeki ifade
giderek bir mutluluğa dönüşmüş, telefonu kapattığında ise istediğini elde etmiş olmanın
gururuyla bu iş böyle yapılır der gibi göz kırpmıştı.
‘Avukat Sema bizi hemen kabul edecek. Cep telefonundan aradığımı görünce şaşırdı. Ben de
önemli bir konuyu görüşmek için bir aile dostundan aldığımızı söyledim. Acele et, büroyu en
geç saat altıda terk etmesi gerekiyormuş. Ancak bir saat vaktimiz var.’
Apar topar arabayı terk ettiler. Caddenin karşısına geçerken neredeyse eziliyorlardı. Nur’un
hemen karşılarındaki binaya doğru yöneldiğini gördüğünde, bu canı tez kadının yaşam
enerjisine hayran olmamak elde değil diye düşündü: ‘Muhtemelen şu an manik dönemini
yaşıyor olmalı’.
Binanın üçüncü katındaki büro oldukça sade ama bir o kadar zevkli döşenmişti. Kendilerini
kapıda karşılayan sekreter, Nur ile konuşmalarının ardından bir süre beklemeleri için
karşısındaki koltuklarda yer gösterdi. Gelenleri telefonla haber verdikten sonra olanca
kibarlığıyla görüşme odasının kapısını açıp, Sema hanımın onları beklediğini söyleyerek içeri
buyur ettiğinde söylenenleri kendisi bile anlayabilmişti.
Avukat Sema beklediğinin aksine oldukça genç biriydi. Muhtemelen henüz otuzunda bile
değildi ve oldukça şık bir etek-ceket takımın içinde son derece güzel görünüyordu. Genç ve
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa147
güzel bir kadın olmasına karşın kendinden emin tavırları ile bir avukat olarak güvenilir bir
seçenek olduğunu da belli ediyordu.
Masanın karşısındaki oldukça rahat deri koltuklarda yerlerini aldıklarında Nur her zamanki
heyecanıyla hızlı bir şekilde konuya girmişti. Kendilerini uzunca bir şekilde tanıttıktan sonra,
yaklaşık on beş dakika sürecek olan hızlı bir anlatımla öyküyü özetlemeye başladı. O
konuşurken vakit geçirmek için etrafı gözden geçirmeye karar vermişti. Avukatın masasının
arkasında Atatürk’ün sivil giyimli, büyük boy bir resmi asılıydı. Resmi incelerken göz göze
geldiklerinde, nedense olanlarda sanki kendisinin de payı varmış gibi bakışlarını kaçırma
ihtiyacı hissetti. Bir duvarı boydan boya kaplayan kütüphane, çeşitli hukuk konularına ait
olduğunu düşündüğü kitaplarla doluydu. Karşısında, duvarın yerinde odayı baştan sona kat
eden cam nedeniyle ise, akşamın bu saatinde bile içerisi gün ışığıyla yeteri kadar aydınlık
görünüyordu.
Avukat Sema, başlarda anlatılanları oldukça ilgilenmiş ve güler yüzle dinlerken, ilerleyen
dakikalarda suratına belli belirsiz bir hoşnutsuzluğun yerleştiği de gözünden kaçmamıştı. Ara
sıra Nur’un sözünü kesiyor, zaman içinde giderek huzursuzlaşan ve sertleşen ses tonuyla
anlatılanlara müdahale ediyordu. Kadının bu tavrı ilgisini çekmişti. Söylenenlerden bir anlam
çıkarabilmek için çevresini izlemek yerine konuşulanlara daha dikkatli bir şekilde kulak
vermeye başladı. Ama ne kadar gayret ederse etsin, bu değişik dilin şiirsel tınıları ve vurguları
dışında sözcüklerden bir şey çıkartamıyor ara sıra duyduğu Despina, Ziya, Darendeli, Rasim,
Mehmet gibi tanıdığı isimlerden başka kelimelerin anlamlarını çözemiyordu. Konuşmanın
sonlarına doğru ortamın iyice gerilmiş olduğunu hissetti. Nur, kadını sakinleştirmek için
elinden geleni yapıyor ama duyduklarına karşı anlaşılmaz bir tepki gösterdiği belli olan geç
avukatın pek de nazik sayılmayan tavrına bir türlü engel olamıyordu. Kadın zaman zaman ona
da bir göz attıktan sonra Nur’a dönüp oldukça sinirli olduğunu belli eden bir ses tonuyla,
ikisini de neredeyse azarlıyordu. Görüşmenin sarpa sardığını düşünüp, büroyu terk etme
vakitlerinin geldiğini anlatan bir bakış gönderebilmek için Nur’la göz göze gelmelerini
bekliyordu ki, kadının oldukça gergin bir tavırla kalkıp kapıya doğru yürüdüğünü gördüğünde
kovulduklarını anlamamak için artık aptal olmak gerekiyordu.
Sekreter daha nazik bir tavırla onları büronun dış kapısına kadar geçirmişti. Olanlara bir
anlam vermeye çalışırken, Nur’un epeyce sinirlendiğini hissetti. Her şeyi bir an önce
öğrenmek istiyor ama o anın bu isteğini belirtmek için uygun bir zaman olmadığını
düşündüğünden, ağzını açmaya bile cesaret edemiyordu. Asansörü beklerken Nur’un pek de
iyi anlamlar içermeyen sözlerle ayağını birkaç kez yere vurduğunu gördü. Hiç beklemediği bir
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa148
tavırla karşılaşmış, birbirlerine sinirlenen iki kadın arasında geçen konuşmalardan bihaber,
oldukça aptal bir görünümde olduğunun da farkındaydı.
Nur’un sakinleşmesini beklerken asansörün kapısının açıldığını ve içinden yetmiş yaşlarında
beyaz saçlı, iyi giyimli iki adamın çıktığını gördüler. Öndeki adam Nur’un durumunu fark
etmiş, meraklı gözlerle onları süzüyordu. Geri çekilip geçmeleri için yol verdikleri sırada
arkadaki yaşlı adamla göz göze geldiler. Bir an birbirlerini tanıyormuş gibi bakıştıklarında, bu
yaşlı adamı sanki kısa süre önce bir yerlerde görmüş olduğu hissine kapıldı. Bir yandan kim
olduğunu anımsamaya çalışırken bir yandan da o huzursuz duygunun yine içinde bir yerlerde
kendini belli etmeye başladığını fark etmişti. Ama daha ilginç olan, aynı duyguları yaşlı
adamın merak ve hayretle açılmış gözlerinden de okuyabilmesiydi. Bir süre kendisine hayalet
görmüş gibi bakan bu gözlere takıldı kaldı. Aniden terlemeye, sık ve derin nefesler almaya
başlayan yaşlı adamı, gözlerini kaçırıp yanından geçmeye çalıştığı sırada ayağı tökezleyince,
yere düşmesini önlemek için kucaklamak zorunda kalmıştı. Diğer yaşlı adam ve Nur’un da
yardımıyla kaldırırlarken, fenalaşan yaşlı adam kendine sorulan sorulara yanıt vermek yerine
tekrar kısa bir süre onun gözlerinin içine bakmış ama hemen tüm yüzünü saran bir hüznün
çaresizliğiyle yine bakışlarını kaçırıp, muhtemelen teşekkür etmişti.
Kol kola yürüyüp giden adamların Avukat Sema’nın bürosunun zilini çaldıklarını gördüler.
Asansöre binerlerken, başlarından geçen o tatsız olaydan çok, yaşlı adamı ve göz göze
geldikleri anda yüzünde beliren o tarifsiz hüznü düşünüyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa149
BÖLÜM XXV
Nur, binadan çıktıktan sonra sanki yanında kendisi yokmuş gibi sinirli ve dalgın bir şekilde
bir başına yürüyüp, deniz kıyısındaki kafelere ait, kaldırımdaki masalarından birine oturmuş,
elleri titreyerek bir sigara yakmıştı. Peşinden yetişip yanına oturduğunda karşı karşıya kaldığı
tavrın etkisini üzerinden atmış gibi görünmüyordu.
‘Sen sigara içiyor muydun?’
Birlikte olduklarını ancak fark etmiş bir şaşkınlıkla özür diler gibi elini tutup sıkmıştı.
‘Seni bir an için unuttum, kusura bakma.’
‘Ne oldu öyle içerde? Bana da anlatmayı düşünüyor musun?’
Yüzünden, boş ver der gibi bir anlam geldi geçti. Belli ki, biraz önceki tatsız olayın onu da
huzursuz ettiği düşüncesi ayrıca canını sıkıyordu.
‘Aslında kadının neden bu kadar sinirlendiğini ben de anlamış değilim. Yaptığım şey, sadece
bizim öyküyü anlatıp bazı sorular sormaktı. Ama Darendeli’nin büyük amcam Ziya bey
olabileceğinden bahsedip, bir de ölümünün İngilizlerle herhangi bir ilgisi olup olamayacağını
sorduğumda çok sinirlendi. Darendeli’yi, kişiliğinden biraz bahsetmiş olduğum Ziya beyle eş
tutmama mı, yoksa İngilizlerle müphem bir ilişkiye dokundurmama mı kızdı anlayamadım.
Ama nedeni ne olursa olsun böyle bir tavrı hak etmemiştik. Oldukça kaba ve kendini
beğenmiş bir kadın.’
Gerçekten de, bu ülkeye ayak bastığından beri ilk kez bu denli nezaketsiz bir tavırla
karşılaşmıştı. Şimdiye dek hep insanların yardım için ellerinden geleni esirgemediklerine
tanık olmuştu. Belki de bu durum, olayın özüne iyice yaklaşmış olduklarına dair bir işaretti.
Düşündüklerini Nur’a da söylediğinde aldığı yanıt umudunu kırmaktan başka bir işe
yaramadı.
‘Belki de. Ama artık bu öze ulaşabilmemiz pek mümkün görünmüyor. O kadınla bir daha
görüşebileceğimizi hiç sanmıyorum.’
Bir süre hiç konuşmadan denize karşı çaylarını yudumladılar. Ara sıra aklına gelen yeni bir
fikri, daha Nur’a söylemeden işe yaramayacağını fark ederek kafasından uzaklaştırıyordu.
Tam bir çözümsüzlük içinde olduklarını hissetti. Onca çaba belki de en can alıcı noktada bir
kadının kaprislerine takılıp kalmıştı işte. Hesabı ödeyip ayaklandıkları sırada Nur’un
telefonunun çaldığını duydular. Nur, yapmayı unuttuğu bir şeyi aniden anımsamış gibi yüzünü
buruşturmuştu.
‘Babam olmalı. Döndüğümüzü haber vermeyi unuttum. Şehirlerarası yola çıktığımda beni hep
çok merak eder. Bir sürü laf duyacağız şimdi.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa150
Cebinden çıkardığı telefona bir süre şaşkınlıkla bakakalmıştı. Sonra biraz merak biraz da
kuşkuyla çağrıyı kabul eden tuşa basıp konuşmaya başladı.
‘Alo?’
Karşısındakini dinledikçe yüzünün gergin hatlarının gevşediğini, biraz önceki umutsuz
ifadenin yerini ise mutluluk ve hoşgörünün aldığını izleyebiliyordu. Görüşme esnasında
birkaç kelimenin dışında bir şey söyleyememiş, sadece dinlemekle yetinmişti. Telefonu
kapattığında Nur’un gözlerindeki hayret onu biraz kokutmuştu doğrusu.
‘Bil bakalım ne oldu?’
‘Ben falcı mıyım?’
‘Avukat Sema. Bizden özür diliyor. Asansörden çıkan iki yaşlı adam vardı ya? Babası ve
amcasıymış. Olanları duyunca çok üzülmüşler ve bu gece mutlaka onları Bornova’daki
evlerinde ziyaret etmemizi istiyorlarmış.’
‘Umarım kabul etmişsindir.’
‘Elbette. Ne sandın? Ayağımıza kadar gelmiş bir fırsatı kaprisli bir kadının saçmalıklarına
feda edeceğimi mi?’
‘Biz yine de annenle babanı da alıp öyle gidelim. Bu olaydan sonra aranızda birkaç sakin
kişinin daha bulunmasında yarar var.’
Nur aldığı yanıttan pek hoşnut olmasa da olayın gelişiminden duyduğu memnuniyet tepkisini
oldukça yumuşatmıştı.
‘Ne yani? Tartışmayı ben mi çıkardım?’
Yol boyunca Nur’un kendini savunan açıklamalarını dinlemek zorunda kalmış, buna neden
olan sözleri nedeniyle çenesini tutamadığı için kendi kendine içinden söylenip durmuştu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa151
BÖLÜM XXVI
Kemal bey ve Güneş hanım da olayları dinledikten sonra onlarla birlikte gelmelerinin uygun
olacağı fikrini desteklemişler, bu da Nur’u biraz daha rahatsız etmişti. Üstelik öngörülerine
tanıdığından beri oldukça değer verdiği bu hanımefendinin ‘Bence artık bu işin sonuna geldik
sayılır’ şeklindeki sözlerini duyduğunda oldukça heyecanlanmış, Nur’un yemek boyu yaptığı
surata rağmen bir an önce bitirebilmek için tabağındakilere neredeyse saldırmıştı.
Gece saat dokuza doğru kendilerine verilen adrese vardıklarında Bornova’nın içini ilk kez
görüyordu. Adının Büyük Park olduğunu öğrendiği kentin merkezindeki yeşillik alanın
etrafında yeni görünümlü apartmanlardan birinin zilini çaldılar. Kemal bey asansörde kızına,
onun da Sema hanımdan özür dilemesi gerektiği yolunda son telkinlerini yapıyordu.
Akşamüzeri gördükleri iki yaşlı adam dairelerinin kapısına dek çıkmışlar, yanlarında Avukat
Sema ve eşi de olduğu halde onları güler yüz ve neşeyle karşılamışlardı. İçeri girerlerken
Nur’un endişeyle Sema hanımın yüzüne baktığını fark etti. Kadın, belki de Nur gibi
babasından aldığı uyarı sonucunda sanki hiçbir şey olmamışçasına ve olanca kibarlığıyla
ellerini sıkıp Nur’u da öperek hoş geldiniz diyordu. İkisi kapıda kısa bir süre karşılıklı bir
şeyler konuştular. Muhtemelen akşamüzeri ortaya çıkan durum hakkında herkes kendi payına
düşen hata için karşısındakinden özür diliyordu. Bu durum her iki tarafın da büyüklerini
oldukça memnun etmiş olmalıydı ki yaşlı adamlar Kemal bey ve Güneş hanıma gösterdikleri
özel ilgiyi daha bir arttırmışlardı.
Salona geçtiklerinde evin oldukça hoş bir şekilde dekore edilmiş olduğunu fark ettiler.
Eskiden kalma olduğu belli olan tahta oyma sehpa ve koltuklar belli ki elden geçmiş ve eski
alımlılıklarına kavuşarak ortama oldukça farklı bir hava vermişlerdi. Duvarlar çeşitli yağlı
boya tablolarla süslenmişti. Yine eskiden kalma olduğu belli olan, içinde çeşit çeşit kadehler
ve süs eşyaları ile aynalı tahta oyma bir büfe ona büyükannenin evindeki misafir odasını
anımsatmıştı. Tam üzerinde ise yaldızlı bir süslemeyle bezenmiş Arap harfleriyle yazılmış bir
levha asılıydı. Evin Avukat Sema’nın tarzına hiç uymadığını düşünüyordu ki, yaşlı
adamlardan birisi aklından geçenleri anlamış gibi oldukça akıcı bir İngilizce ile duruma
açıklık getirdi.
‘Bu ev benim ve kardeşimin evi. Sema ile eşi üst katta oturuyorlar. Kardeşim eşini, yani
Sema’nın annesini kaybettikten sonra birlikte yaşamaya başladık. Damadımız da aileye
katıldıktan sonra, onların da ısrarıyla Ankara’daki yaşantımıza son verip hep birlikte
olabilmek için geçen sene İzmir’e taşınmaya karar verdik.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa152
Bu açıklamanın ardından, herkes için de uygunsa, onun da sohbete katılabilmesi için
konuşmaların İngilizce olarak devam etmesini önerdi. Yaşlı adamın önerisi oy birliğiyle kabul
edilmişti. Kendisi için oldukça hoş olan bu sürpriz için herkese teşekkür etti.
Yaşlı adam sohbete evdekileri tanıştırarak devam etmişti. Adının Nurettin, Hasan ismindeki
diğer yaşlı adamın ise küçük kardeşi olduğunu, her ikisinin de Sema ve damatları Cemil bey
gibi hukuk fakültesi mezunu olduklarını anlattı. Kardeşi mezun olduktan sonra serbest avukat
olarak çalışmayı tercih etmiş, kendisi ise uzun yıllar Türkiye’nin dış temsilciliklerinde hukuk
müşaviri olarak devlet görevinde bulunmuştu. Hatta iki yıl kadar Atina’da da görev yaptığını
ekledi. Yurt dışı görevleri nedeniyle bir türlü evlenip bir aile kurma fırsatı bulamadığını
söylerken sevgi dolu gözlerle Sema’ya bakmış, ailenin tek çocuğuyla ne denli gurur
duyduklarını anlatmıştı.
‘Benim ailem kardeşim ve onun ailesi olmuştur. Bir de işim tabii ki. Sema ise hepimizin
çocuğu olarak büyüdü. Tatillerinde sık sık benim yanıma gelir, birlikte unutulmaz geziler
yapardık. Yaklaşık sekiz sene önce yaş sınırı nedeniyle emekli olduğumda, eşini henüz
kaybetmiş olan kardeşimin evine taşındım. O zamandan beri de birlikteyiz. Sağ olsunlar,
şimdi de Sema ve Cemil bizi hiç yalnız bırakmıyorlar.’
Sema hanım anlatılanlardan etkilenmiş, havadaki duygusallığı biraz dağıtabilmek için işi
şakaya vurmaya karar vermişti.
‘İşimize yarıyorsunuz da ondan. Her gün birkaç saat büroya gelip bize dava dosyaları
üzerinde yardım ederler. Şimdiye dek deneyimlerinden o kadar yararlandık ki, bundan sonra
da yanımızda çalıştırmaya devam etmeyi düşünüyoruz. Üstelik maaş da almıyorlar, daha ne
isteyelim?’
Herkesin birlikte attığı neşeli kahkahalar aradaki son buz parçalarını da eritmiş gibi
görünüyordu. Sohbetin ilerleyen dakikalarında kendisiyle ilgili birçok soruyu yanıtlamak
zorunda kaldı. İşinden, anne ve babasından, Atina’daki yaşantısından, büyükanneden, onun
annesi Despina’dan ve büyükanneden dinlediği bu öykünün onu nasıl buralara dek alıp
getirdiğinden bahsetti.
Ortama ağır bir duygusallık hakim olmuştu. Daha fazla devam
edemeyeceğini anlayan Kemal bey sözü ondan almış, kendi ailesinden ve geçmişlerinden,
kendisiyle tanışmalarından sonra yaptıkları araştırmalardan detaylı bir şekilde söz ederek ev
sahiplerinin güvenini kazanmaya çalışmıştı. Despina ve Ziya beyin aşklarının peşine hem
büyükanne Fotini’nin belki de son arzusunu yerine getirmek, hem de savaştan sonra ortadan
kaybolan amcalarının akibetini öğrenmek için düştüklerini anlatarak akşamüzeri ortaya çıkan
yanlış anlama ve verdikleri rahatsızlık için özür dilemeyi de ihmal etmemişti. Nur ağzını
neredeyse hiç açmıyordu. Kemal bey ve Güneş hanımı beraberlerinde getirmeyi akıl ettiği için
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa153
kendi kendini tebrik etti. Yoksa bu iş Nur’a kalsaydı belki şimdi yine kapının önüne konulmuş
olacaklardı.
Söz sırasının yine kendilerine geldiğini, ama konuşmak için ağabeyinin tereddüt ettiğini gören
küçük kardeş ilk kez söze girdi.
‘Sema’dan duyduğumuz kadarıyla anladık ki, ailemiz ve geçmişi hakkında oldukça bilgi
edinmişsiniz. Ama bu bilgilere aslında kendi geçmişinizi araştırırken ulaştığınız konusunda
ikna olduk. Bence ailemizin üzerinde her zaman bir kara bulut gibi gezinen bu gizemden
kurtulmanın zamanı da artık geldi.’
Ağabeyine onaylamasını isteyen bir bakışla bakmıştı. Karşıdan herhangi bir yanıtın
gelmemesini aynı fikirde oldukları anlamında yorumlamış olacak ki anlatmaya devam etti.
‘Ağabeyim, aslında benim ağabeyim değil, kuzenimdir. Yani söz konusu cinayette kocasıyla
birlikte öldürülen teyzem Muhsine hanımın tek çocuğu.’
Hiç beklemedikleri bu sürpriz karşısında hepsinin nefesi tutulmuş, şaşkınlıkla bakakaldıkları
ev sahiplerinin yüzlerinden, duyduklarının gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı.
Nur artık kendini tutamamıştı. Aklında kalan bir detayı açıklığa kavuşturmak için sessizliği
bozdu.
‘Ama ağabeyinizin, yani küçük çocuğun öldüğünü söylemişlerdi.’
Hasan bey bu soruyu bekler gibiydi. Bir süre nasıl açıklayacağını düşündükten sonra
ağabeyine baktı. Adam hafifçe başını sallayarak kardeşini yine onaylamıştı. Belli ki onlar
gelmeden önce ailece kararlaştırdıkları gibi artık bu sırdan tümüyle kurtulmak için gerekeni
yapmaya devam edeceklerdi.
‘Bugün asansörün önünde karşılaştığımızda ağabeyimin oldukça heyecanlandığının farkına
varmışsınızdır. Siz gittikten sonra olanları ve sizin anlattıklarınızı Sema’dan dinleyince
heyecanı iyice arttı. Hatta bu geceki görüşmeyi istediğinde ilk önce oldukça tereddüt ettik.
Yine aynı şeyler olur da, istenmeyen bir durumla karşılaşırız diye.’
Bir anda yaşlı adamın heyecanının nedenini sezer gibi olmuştu. Sözü kimseye bırakmadan
Nurettin beye dönerek aklından geçen soruyu soruverdi.
‘Biz daha önce karşılaşmış mıydık?’
Nurettin bey sessiz kalıp soruya yanıt veremeyince söze tekrar kardeşi girdi.
‘Ağabeyim evvelki gece bir düş görmüş. Henüz dört yaşındayken babasının ve annesinin
öldürüldüğü günkü baskında yatağın altına saklanıp kurtulan tek kişi o. Babası vurulup yere
düştüğünde yatağın altında saklanan ağabeyimle göz göze gelmişler. Uzun yıllardır görmediği
bu düşü tekrar gördüğünde bir şeyler olacağını sezdiğini söylemişti. Bugün ilk
karşılaşmamızda ölmekte olan babasının endişe dolu gözlerini sizin gözlerinizde de görmüş.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa154
O anki heyecanı da bundan kaynaklanmış. Şimdi kendisi anlatamıyor ama o an gözlerinizin
babasınınkilere tıpa tıp benzediğini fark etmiş. İşte bu yüzden Sema’ya anlatmış olduğunuz
öyküden oldukça etkilendi ve bu gece sizi görmek ve dinlemek için asıl ısrar ondan geldi.’
Bir an gözleriyle Nur’u aradı. Bakışları karşılaştığında, evvelki gece yaşlı adamın gördüğü
düşü onun da görmüş olduğuna artık Nur’un da inandığını fark etti.
‘Ağabeyimin çocukken ölümüne gelince… Annem ve babam cinayetin ardından olaylara bir
anlam veremedikleri ve bu durumun ağabeyimin bundan sonraki yaşamı için de bir tehdit
olabileceğini düşündükleri için tayin isteyip kendilerini unutturmak amacıyla oldukça uzak bir
yere, Erzurum’a taşınmışlar. Hatta bununla da yetinmeyip, o zamanlar çocukları da olmadığı
için ağabeyimi evlat edinmişler ve kendi çocukları gibi büyütmüşler. Babam onu muhtemel
tehlikelerden korumak üzere veremden öldüğüne dair bir söylentin Turgutlu’daki akrabalara
ulaşmasını da sağlamış. Sonra da ben doğmuşum. Zaman içinde olanlar ağabeyimin çocuk
hafızasından da silinmiş gitmiş. Bize gerçeği ancak üniversite öğrencisi olduğumuz yıllarda
anlattılar. Böylece biz de ağabeyimin zaman zaman çığlıklar içinde uyandığı düşlerin sırrına
erebildik.’
Güneş hanımın öngörüsü yine gerçekleşmişti. Kadına minnet dolu gözlerle baktığında içinden
geçenleri anladığını fark etti. Nur ise hala biraz önce duyduklarının etkisinde, hiç alışkın
olmadıkları bir suskunluğa gömülmüş bundan sonra olacakları bekler gibiydi.
Kemal bey, anlatılanları bir süre kafasında toparladıktan sonra biraz çekinerek de olsa asıl
konuya girebilmişti.
‘Amcam, küçük kardeşine, yani babama sadece onun anlayabileceği, kendi hakkındaki
gerçekleri anlatan bir defter ya da onun gibi bir şey bırakacağını söylemiş. Bununla ilgili
düşüncelerinizi de öğrenmek isterim.’
Ağabeyinin yanıtlamasına fırsat vermeden söze giren küçük kardeş, olayların bazı yerlerde
örtüşüyor olmasına rağmen bu konunun henüz tamamen spekülasyondan ibaret olduğunu
vurgulamaktan da geri kalmamıştı.
‘Olayların bağlantısına, yani ailelerimiz arasındaki ilişkinin gerçekliğine dair elimizde hiç bir
kanıt olmadığını anımsatmak isterim. Tabii, ağabeyimin gördüğü düş ile ilgili olanlar hariç.’
Bu son sözler, Nurettin beyin suskunluğuna bir son vermesine neden olmuştu. Kardeşinin
fikirlerine katılmadığını belli eden bir hışımla ayağa fırladığında çayları dağıtmakta olan
Sema hanımın elindeki tepsiyi neredeyse devirmesine neden oluyordu.
‘Bana bu anlatılanlar oldukça mantıklı geliyor. Belki bu bağlantının gerçek olduğuna dair
herhangi bir kanıt yok ama olmadığına dair bir kanıt da yok. Anımsıyor musun babamın
geçmişi ile ilgili vakti zamanında birlikte gizlice yaptığımız bir araştırmadan hiçbir sonuç elde
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa155
edememiştik. Üniversite yıllarımızda, ne babamdan koka korka gittiğimiz Darende’de ne de
Turgutlu ya da İzmir’de adamın geçmişine ışık tutabilecek bir kişiye rastlayabilmiştik. ‘Bu
adam ağaç kovuğundan mı çıktı?’ diye soran sen değil miydin? Bence sezgilerimize de bir
şans tanımak zorundayız. Baksana bu genç adam büyükannesinin öyküsünün peşinden ta
buralara kadar gelmiş. Ona daha gayretli bir şekilde yardımcı olmaya çalışmalıyız. Bence
birçoğumuzun sırlarının ortak bir yanı var.’
Bu çıkış ortada soğuk bir rüzgarın esmesine neden olmuştu. Küçük kardeş, ağabeyinin
heyecanına artık karşı koyamayacağını anlamış, isteğini haklı bulduğunu ve kabul ettiğini
belli eden bir şekilde sessizce başını sallamıştı.
‘Peki ama bunun için ne yapabiliriz ki?’
Verdiği karardan aldığı güçle yerinde duramayıp salonda gezinmeye başlayan Nurettin bey,
bir yandan da sesli olarak düşünmeye başlamıştı.
‘Ziya beyin kardeşine kendisi hakkında gerçekleri anlatan bir defter ya da ona benzer bir şey
bırakacağından söz ettiniz. Bu öyle hafife alınacak bir söz değil. Hele aileniz içinde Ziya beyi
anlayan ve koşulsuz olarak seven tek kişi küçük kardeşi idiyse, bunun üzerinde durmak
gerektiğini düşünüyorum.
Babam eğer aslında Ziya bey ise, işgal yıllarındaki o onaylanamaz yaşantısı –ki bunu kabul
etmek doğrusu bana da güç geliyor- onun savaştan sonra ortadan kaybolup, yeni bir kimlikle
sade bir hayat sürmesi olasılığını kuvvetlendiriyor. Belki ailesine de zarar vermemek, belki de
geçmişinden utandığı için hiç ortaya çıkmadı. Buralarda bir yerlere dönüp yaşamının sonuna
dek onları uzaktan izleyip hasret giderdi. Bu varsayım, benim babamın bilinen bir geçmişinin
olmamasına da uyuyor. Öldüğünü söylediği ve bizim de isimlerini annemden yani teyzemden
öğrendiğimiz anne ve babasını Darende’de tanıyan bile yok. Ama ne yazık ki sözünü
ettiğinize benzer bir doküman da yok elimizde. Sadece cinayetten sonra annemin yani
teyzemin evden topladığı iki kitap ve bir de öldürüldüğü zaman bile okumakta olduğu bir
Kuran. Ben, eğer babamsa Ziya beyin kardeşine verdiği sözü tuttuğuna inanıyorum. Ama
görünen o ki, sözünü etiğiniz doküman bir şekilde kaybolmuş.’
Sema hanımın eşi Cemil ilk kez söze karışarak, biraz önce duyduğu bir ayrıntıya parmak
basmıştı.
‘Kemal bey, siz amcanızın babanıza sadece onun anlayabileceği bir şeyler bırakacağını
söylememiş miydiniz? Eğer bu varsayım gerçekse, demek ki aralarında belki de bizim
bilmediğimiz bir anahtar sözcük var. Buna bağlı olarak bir yerlerde anılarını sakladığı yeri
işaret ediyor olabilir.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa156
Kemal beyin de herkes gibi heyecanlandığı belli oluyordu. Ama bir süre düşündükten sonra
ortaya çıkan düş kırıklığı sözlerine de yansımıştı.
‘Böyle gizli bir yer olsa ve biz de onu bulsak bile, bunca sene sonra artık o yerin olduğunu
düşünmek bile zor bence.’
‘Ya bu bir yer değil de bir şey ise?’ Damat oldukça dişli çıkmıştı. Kemal bey sorunun
ardındaki imayı öğrenebilmek için oyuna devam etmeye karar vermiş görünüyordu.
‘Sizin tahmininiz nedir?’
‘Bence amcamın elindeki kitaplara bir göz atmak gerek.’
Nurettin bey, Cemil’in bunca şişirdiği tahminin boş çıktığını görünce biraz dokundurarak da
olsa söze girmeden edemedi.
‘Onlar sadece o zamanın bazı dergilerin ciltlenmiş hali. Babam sanırım benim için hazırlamış.
Ben onları defalarca inceledim. Tabii ki bu amaçla değil ama babamdan kalan birkaç anıyı,
siz de takdir edersiniz ki, onun kişiliğine biraz olsun ışık tutabilir ümidiyle tekrar tekrar
gözden geçirmiş olmam gerekiyordu.’
‘Belki bu yüzden farkına varmadınız.’ Nur Cemil’in fikrini oldukça ilginç bulmuş gibi
görünüyordu. ‘Bence tekrar ve birlikte bakmamızda yarar var.’
Nurettin bey herkesin yüzünde ‘Neden olmasın?’ sorusunu fark ettiğinde kalkıp kitapları
getirmekten başka bir çaresinin kalmadığını düşünmüş olmalıydı.
Kucağında taşıdığı ciltleri sehpanın üzerine koyduğunda herkes dizlerinin üzerine çökmüş
sehpanın etrafında yerini almıştı bile. Merakla parlayan gözlerine rağmen hiç kimse kitaplara
dokunmaya cesaret edemiyordu. Nurettin bey ikisi de ayrı birer sanat eseri olan ciltlerin
üsttekinden başlayarak dikkatle sayfalarını çeviriyordu. Nur’un çevirisinden öğrendiğine göre,
ilk kitap, Darülbedayi adında o zamanlara ait bir sanat dergisinin örneklerini içeriyordu.
Fasiküller, 1927’den başlayarak aralıklı olarak 1934 yılına dek devam ediyordu. İçlerinde
neler yoktu ki? Ahmet Fehim adında, zamanın oldukça ünlü bir tiyatro oyuncusunun ölümü
üzerine Selim Kudret’in yazdığı bir yazıdan tutun da, Behzat Haki’nin jübilesi ile ilgili bir
yazıya ve hatta Muhsin Ertuğrul isimli çağdaş Türk Tiyatrosunun kurucu olarak kabul edilen
bir ustanın tiyatro hakkında cahil ve seviyesiz yazılar yazanlara hadlerini bildiren zehir
zemberek bir makalesine kadar ne ararsan var gibiydi. İkincisi cilt ise, Çocuk Sesi isimli bir
derginin 1928’deki ilk sayısından başlayarak, aralıklı olarak, muhtemelen bulabildiği tüm
sayılarından oluşuyordu. Dergilerde Ah Şu Yaramaz Kediler, Afrikalı Çocuklar Neler Yaptı?,
Şarlo ile Ceki Koğan’ın maceraları gibi o yıllara ait birçok çizgi roman örneği göze
çarpıyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa157
Her iki ciltteki dergilerin tümünü dikkatle incelemelerine karşın, üstlerine düşülmüş herhangi
bir not ya da işarete rastlayamamışlar, büyük bir hevesle başladıkları araştırma Nurettin beyin
haklı çıktığı bir düş kırıklığıyla sonuçlanmıştı.
Konu hakkında herkesin farklı bir yorum yaptığı sohbet esnasında, Sema hanım ikinci çayları
dağıtıyordu ki Nur işin peşini bırakmaya pek niyetli olmadığını belli eden soruyu sordu.
‘Peki ya Kuran? Öldüğü sırada okumakta olduğundan bahsetmiştiniz hani?’
Nurettin bey şaşırmış görünüyordu.
‘Kuran’ın içine herhangi bir not düşmüş olabileceğini mi söylüyorsun?’
‘Belki içine değil ama… Yine de görsek bir zararı olmaz sanırım.’
Yaşlı adam, sanki uzun süredir unutmuş olduğu bir şeyi anımsamış gibi hızla yerinden
kalktığında herkes arkasından merakla bakakalmıştı. Elinde yine mükemmel bir şekilde
işlenmiş bir cildin içindeki Kuran’la geri geldiğinde kimsenin konuşmasına fırsat vermeden
aklına gelen şeyi anlatmaya başladı.
‘Cildin üst kapağının iç kısmında Osmanlıca bir beyit var. Ben ilk okuduğumda, kutsal kitabı
koruyan cilt ve ciltçilik sanatını öven bir beyit olduğunu düşünmüştüm.’
İngilizce olarak söylemesine karşın, yaşlı adamın sözlerini anlayabilmek için Nur’un çevirisi
ve açıklamasına ihtiyaç duymuştu. Nur açıklamayı bitirdiğinde, Nurettin bey özenle önlerine
koyduğu Kuran’ın ona göre tersten açılan üst kapağının iç yüzünde oldukça süslü bir yazı ile
yazılmış olan Arap harflerini okumaya başlamıştı.
‘Hamdolsun vakıf-ı sırr-ı kitaba
San’at muhafız fehva-yı hitaba’
Herkes birbirinin yüzüne bir şeyler anlamak ister gibi bakıyordu. Onların bu hallerini oldukça
komik bulan yaşlı adam bir süre zevkle gülümseyerek bu hallerini izlemiş, sonra şiirin
Türkçe’ye ve kendisi için de İngilizce’ye açıklamalı çevirilerini yapmıştı.
‘Kitap, yani Kuran’ın sırrına sahip olana yani Allah’a övgüler olsun
Sanat, yani dışındaki gerçekten bir sanat eseri olan bu cilt, Allah’ın kula seslenişinin anlamını
içeren bu kitabı korumak için gereğinde kendini adayacak olan bir bekçidir diyor.’
Şiirin ezgisi oldukça hoşuna gitmişti. Nurettin beye bir kez daha okuttuktan sonra kendisi de
tekrarlamak istedi.
‘Hamit ol-sun vakf sırr… Nasılsıldı gerisi?’
Herkes çabasını gülümsemeyle karşılarken Nur parmağını kaldırmış durmasını işaret
ediyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa158
‘Ne dedin demin sen?’
Yanlış bir şey söylemiş olmaktan korkmuş, aynı sözleri tekrar etmekten çekiniyordu. Nur’un
ısrarlı tavrı üzerine daha bir dikkatle isteneni yerine getirmeye çalıştı.
‘Ha-mit ols-un..’
Nur tekrar durmasını işaret etmişti.
‘İşte şifre burada. Şiirdeki sözler iki farklı anlam içeriyor. Dedem bunu görseydi, ismi
nedeniyle bulmacayı hemen çözerdi.’
Nurettin bey dayanamayarak Nur’un sözünü kesmişti.
‘Dedenin adı neydi?’
‘Hamit Veli. Ya da sadece Hamit.
İsterseniz şiiri bir de şöyle okuyalım:
Hamit olsun vakıf-ı sırr-ı kitaba – ya da buradaki son kelimeyi kitabın olarak düşününYani, Hamit bu kitapta gizli bir başka sırrın sahibi olsun
Sanat muhafız fehva-yı hitaba
Sanat belki de kardeşine seslenişinin anlamına, yani gizli notlarına bekçidir demek istiyor.‘
Herkes Nur’un söyledikleri karşısında ne diyeceğini bilemeden donmuş kalmışken, o ilk başta
ancak Türkçe yapabildiği bu açıklamayı daha sonra zor da olsa, kendisi için İngilizce olarak
da ifade etmeye çalışmıştı. Nurettin bey şaşkınlıktan ilk kurtulan oldu.
‘Yani?’
‘Yani, size kabullenmesi zor gelecek ama bu kitabın, yani Kuran’ın cildinin bir kenarından
sökülerek içine bakılması gerekiyor.’
Bu öneri Nurettin bey ve kardeşini yerinden hoplatmıştı. İkisi bir ağızdan itiraz ettiler.
‘Böyle bir sanat eserinin bu kadar dayanaksız bir yorumla hırpalanması kabul edilemez.’
Nur oldukça sakin görünüyordu.
‘Kabullenmenizin zor olacağını söylemiştim’
Yaşlı adam bir süre hiçbir şey söylemeden bir ileri bir geri gezindikten sonra, yorumunun o
kadar da dayanaktan yoksun olmadığına hükmetmiş olacak ki birden durup Nur’a
gülümseyerek baktı.
‘Kabul ediyorum. Bu gizemin çözümü için kabul ediyorum. Eğer işe yararsa buna değmiş
olacak. Sen de bunu başarmış olan kişi olacaksın. Ama bu işi bu gece burada yapamayız. Bu
eski sanat eserine zarar vermeyi göze alamam. Yarın, üniversitede Sanat Tarihi bölümünde,
bu işlerden oldukça iyi anlayan bir tanıdığımdan yardım alacağım. Sonucu anında size
bildireceğimden de emin olabilirsiniz.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa159
Söylenecek fazla bir söz kalmamıştı. Misafirliğin son gereklerini de yerine getiren kısa bir
sohbetten sonra izin isteyip kalktıklarında her birisinin aklında ertesi gün karşılaşacakları
sonucun yarattığı meraktan başka bir şey yoktu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa160
BÖLÜM XXVII
Otele vardığında gece yarısını geçmişti. Kafasında bin bir türlü düşünce, içinde ertesi gün
olacakların belirsizliği ile bir süre körfezin ardındaki ışıl ışıl Karşıyaka sahilini seyre daldı.
Gün boyu karşılaştığı onca şeye rağmen aslında yaşamın ne kadar sakin ve sessiz bir şekilde
sürdüğünü fark etmek garibine gitmişti. Sanki o gün herkes bir sürü serüven yaşamış ama
gece olup karanlık çökünce tüm bunların bir hesabı görülüp ertesi güne kaldığı yerden
başlanmak üzere ara verilmişti. Gündüz yaşayan insanlar için gecenin sessiz karanlığı yeni
olasılıkların doğum zamanı olmalı diye geçirdi içinden.
‘Sabah ola hayrola’
Kemal beyin bu sözünü çevirmek için Nur’un ne denli zorlandığı, o mükemmel İngilizcesinin
ne denli yetersiz kaldığı aklına geldiğinde kendi kendine gülümsedi. Bir dili anlamanın en iyi
yolunun onu konuşan insanları tanımak olduğunu biliyordu. Bu yüzden, Nur’un çevirisinin
ötesinde, Kemal beyin ‘Artık daha fazla düşünmeyin, yatıp rahat bir uyku çekin’ demek
istediğini de anlamıştı.
Öneriye uyup yatmaya hazırlanırken cep telefonunun kapalı olduğunu fark etti. Son
zamanlarda sıkça tekrarladığı bu hata artık canını sıkmaya başlamıştı. Telefonu şarj aletine
takarken bir yandan Eleni ya da Alisha’nın aramış olabileceği düşünüyor, bir yandan da uzun
süredir büyükanneyi ihmal etmiş olduğu fikriyle duyduğu pişmanlık yüzünden içi içini
yiyordu.
Eleni ve Alisha’nın isterlerse tekrar arayabileceklerini düşündü. Ama tüm bu olanlardan sonra
büyükannenin fikrine ne denli ihtiyacı olduğunu hissettiğinde numarayı çevirmemek için
kendine son anda engel olmuştu. Yaşlı kadını bu saatte uyandırmaya kıyamadığı için ertesi
gün arayıp gönlünü almaya karar verdikten sonra soyunup yatağa girdi. Aklındaki tüm
kargaşayı sıfırlayacağına inandığı derin bir uyku çekmeye hazırlanıyordu ki telefondan gelen
kısa mesaj uyarısı ile fırladı. Mesajın babasından geldiğini görünce ortada tatsız bir durum
olduğunu sezmişti.
‘Beni hemen ara.’
Bir süre hiçbir şey yapamadı. Daha önce babasından bir mesaj aldığını anımsamıyordu.
Bunun da hayra alamet olmadığını düşünerek arama tuşuna basmadan önce uzun süreli bir
tereddüt geçirmişti. Karşıdan telefonun açıldığını duyana dek odanın içinde sabırsızca dönüp
durdu.
‘Fotios?’
‘Evet baba. Ne oldu? Annem iyi mi?’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa161
‘Merak etme. Annenin bir şeyi yok. Bütün gün seni aradık nerelerdeydin?’
‘Türkiye’deyim. Büyükanne söylemedi mi?’
‘Türkiye’de mi? Ne işin var orada?’
Büyükanneden söz edilmemesi iyice kuşkulanmasına yol açmıştı.
‘Büyükanne ile konuşmadınız mı?’
Babası bir süre suskun kaldıktan sonra neredeyse ağlamaklı bir sesle, bir anda yatağın üzerine
yığılıp kalmasına neden olan acı haberi verdi.
‘Büyükannen hastanede. Biz de yanındayız. Fotios, oğlum hemen gel. Sana ihtiyacımız var. O
hiç iyi değil.’
Babasını ağlarken hiç anımsamıyordu. Ne olursa olsun soğukkanlılığını o ana dek hiç
kaybetmemiş olan bu adam şimdi karşısında küçük bir çocuk gibi çaresizlikten ağlarken
kendisinden yardım diliyor, bir an önce gelmesi için neredeyse yalvarıyordu. Babasının
durumu onda sakinleştirici bir etki yaratmıştı. Duruma hakim olma sorumluluğunun kendine
geçtiğini fark ettiğinden olmalı, babasını yatıştırıp daha fazla bilgi edinebilmek için biraz
önceki telaşlı halinden sıyrılmayı başarabilmişti.
‘Baba, şimdi sakin ol ve bana olanları anlat.’
‘Büyükannen dün gece fenalaşmış. Komşuları hemen üniversite hastanesine kaldırmışlar.
Doktorlar, ağır bir inme geçirdiğini söylüyorlar. Tedaviye hemen başlamışlar ama neredeyse
bir gün geçtiği halde hiçbir düzelme yok. Gözleri açık, bize bakıyor ama tanımıyor.
Konuşmuyor. Anlamıyor. Yeni doğmuş bir bebek gibi Fotios. O akıllı kadın artık bir bebek
gibi. Ne olur gel Fotios. Bir an önce gel. Sana çok ihtiyacımız var.’
Tekrar ağlamaya başlayan babasını yine sakinleştirici sözlerle avutmaya çalışırken onun bu
halini daha çok sevdiğini fark etmişti. Hemen geleceğine dair söz verdikten sonra telefonu
kapatıp ardından Nur’u aradı. Olanları özetleyip, alelacele bavulunu hazırlaması sadece birkaç
dakikasını almıştı. Resepsiyonda çıkış işlemlerini henüz bitirmişti ki Nur annesi ve babasıyla
otelin kapısında göründü. Anlaşılan onlar da yatmaya fırsat bulamamıştı. Herkesin şaşkın ve
üzgün hali herhangi bir söze gerek bırakmayacak şekilde yüzlerinden belli oluyordu. Her biri
sessizce sarılıp acısını paylaşmaya gayret ettiler. Bir yandan da Nur sabaha karşı dört
buçuktaki İstanbul uçağında yer bulabilmek için, hava alanı yer hizmetlerinde çalışan bir
tanıdıklarını vaktin oldukça geç olduğuna aldırmadan yardım istemek amacıyla aramaya
çalışıyordu.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa162
Hava alanına ulaştıklarında saat bir buçuk olmuştu. Ayırtılmış olan yerin biniş kartını
düzenletirken, Nur’un bir çırpıda anlattığı şeyler görevliyi etkilemiş olmalı ki kadıncağız bir
yandan da İstanbul’dan Atina bağlantılı Selanik uçağına ait ayarlamalar için elinden geleni
yapmaya gayret ediyordu.
Sonunda, Türk Hava Yolları ile 4.30 da İstanbul’a ve 8.05’de Atina’ya, oradan da 13.45’de
Egean Airlines ile Selanik’e uçması için biniş kartlarının tümü avucunun içindeydi işte.
Öğleden sonra saat üç bile olmadan büyükanneye ulaşabilecekti. Nur’a yaptıkları için takdir
ve minnetle baktı. O an genç kadının gözlerinde gördüğü endişe, olayların neden olduğu
telaştan dolayı ayırtına varamadığı bir korkunun midesine taş gibi oturmasına neden olmuştu.
Büyükanneyi kaybedebileceğinin ya da şimdiye dek yaşamına gizliden gizliye yön vermiş
olan öykülerini bir daha dinleyemeyeceğinin henüz farkına varıyordu. Gözlerinden süzülen
yaşları silerken hepsi birlikte ona sarılmışlar içindeki acının ve korkunun birazını alıp yükünü
hafifletmeye çalışmışlardı. Belki büyükanneyi kaybediyordu ama yaşlı kadın gitmeden önce
son numarasını da yapmış ona bundan sonraki yaşamı boyunca ilişkisini kopartmak
istemeyeceği yeni dostlar, yeni akrabalar hediye etmişti. Artık, sınırların, vizelerin ve benzeri
engellerin neden konulduğunu da anlamaya başlıyordu.
Biniş saatine kadar birlikte oturup sohbet ettiler. Ayrılırlarken, ortaya çıkacak gelişmelerden
kendisini an be an haberdar edeceklerine söz vermişlerdi. O da büyükanneye ne olursa olsun,
onun dileğini yerine getirebilmek için sonuna kadar araştırmaya devam etme kararında
olduğunu, gerekirse tekrar geleceğini belirterek aralarındaki bağı korumak istediğini söyledi.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa163
BÖLÜM XXVIII
Kendi kendini yiyip bitirdiği, oldukça huzursuz geçen berbat bir yolculuktan sonra Selanik’e
indiğinde büyükanneyle ilgili kaygıları dayanılmaz bir boyuta ulaşmış, neden olduğu sıkıntı
ve türlü vehimlerle havaalanından hastaneye kadar geçen süreyi tam bir cehennem azabına
çevirmişti. Nöroloji kliniğinin kapısında uzun süredir yolunu gözleyen anne ve babasına son
zamanlarda sık sık düşünü kurduğu gibi istekle sarıldı. Her ikisi de başlarını göğsüne gömmüş
ağlarlarken artık aileyi bir arada tutma görevinin büyükanneden kendisine geçtiğinin farkına
varmıştı. Oysa bu durumdan en çok etkilenecek kişinin kendisi olması gerekiyordu. Ağlayan,
sızlayan, hatta büyükannenin olası kaybının yarattığı bunalıma giren evin küçük oğlu olması
gerekirken, nasıl olup da birdenbire çaresizlik içindeki yavrularını şefkatle kucaklayan bir
baba olgunluğuna ulaşabilmişti? Birkaç gün önce gördüğü gibi onları uzun süre öpüp kokladı.
Gösterdiği ilgi babasının sakinleşmesine, annesininse memnuniyet dolu bir hayretle
bakakalmasına neden olmuştu.
Halen yoğun bakımda olan büyükanneyi görebilmek için zorla da olsa izin alabildiğinde
karşılaşacağı manzaraya hazır olup olmadığını bile bilmiyordu. İçeri girdiğinde ürkek
bakışlarla büyükanneyi ararken heyecanı doruk noktasına ulaştı.
‘Ne yaptın büyükanne? Nasıl anlatacağım şimdi sana olanları?’
Genişçe bir salonun tüm duvarları boyunca sıralanmış hasta yatakları birbirinden perdelerle
ayrılmış, hepsi tam ortada tüm hastalara hakim durumdaki hemşire deskine bakıyordu. Bir an
korkup geri dönmek istedi. Ama onca dil döküp razı ettiği görevli hemşirenin acele etmesini
işaret eden ısrarlı bakışları karşısında boyun eğmekten başka çaresi de kalmamıştı. Sırayla
önlerinden geçtiği hastaların cesaret kırıcı durumlarını izlerken, hemşire birkaç adım ötesinde
durup henüz sadece ayakucunu görebildiği bir yatağı işaret ettiğinde olduğu yere çakılıp kaldı.
O kısa mesafeyi geçmek düşündüğünden de zor gelmişti. Yatağın içinde başı hafifçe
yükseltilmiş halde yatan büyükanneyi, koluna takılı serumlar ve göğsünden monitöre uzanan
kablolar olmasa, hasta ziyaretine gelmiş de çok yorulduğu için boş bir yatağa bir süreliğine
uzanmış sanmak işten bile değildi. Bakışları tavanda sabit bir noktaya takılı, diğer hastalarda
gördüğü o çaresiz durumla hiç ilgisi olmayan bir görünümde, sanki seslense geldiğini fark
edip boynuna sarılacak gibiydi. Daha dikkatle incelediğinde yüzünde alışık olduğu ifadeyi
göremedi. Ona o hoş mimiklerini veren kaslar yer çekiminin kuvvetine karşı koyamamış,
yüzü olduğu gibi boş bir ifadesizliğin derinliklerine sarkmıştı. Sol elini avucunun içine
aldığında hiçbir dirençle karşılaşmadığını fark etti. İşte o an, her ne kadar daha iyi gözükse de
büyükannenin de diğer hastalar gibi oldukça ciddi bir durumda olduğunu kavradı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa164
Dışarı çıkarken gözlerinde biriken yaşları silmiş, yüzüne takındığı tebessümle kendine
büyükannenin durumuyla ilgili olumlu bir görüşe sahip olduğu izlenimi vermeye gayret
etmişti. Babası onun bu halini görünce umutlandı.
‘Nasıl? Daha iyi, değil mi?’
Babasına büyükannenin içerdekiler arasında en iyi durumdaki hasta olduğunu, beyin
damarlarında oluşan tıkanıklığın ilaçlarla giderildiğini ve zaman içinde her şeyin daha iyiye
gitmesinin beklendiğini anlattı. Tüm söylediklerini tek bir cümleye sıkıştırmış olduğundan,
bilgilerin doktorlardan yorumların ise kendisinden geldiği fark edilmemişti.
Bir süre birlikte oturup sohbet ettikten sonra çok yorgun göründüklerini söyleyerek onları
büyükannenin evine gönderdi. Bekleme salonunda yerini aldığında, başından geçen ilginç
serüvenin bedeninde biriktirdiği gerginlik ayaklarından süzülüp akmaya başlamıştı bile.
Kafası tamamen boşalmış, ne İzmir’den her an gelebilecek önemli haberin merakı ne de
büyükannenin durumu ile ilgili endişeleri zihnini uzun süre meşgul edebilecek durumdaydı.
Oturduğu yerde dalıp gittiği kısa uykudan telefonunun titreşimiyle uyandı. Alisha döndüğünü
öğrenince oldukça sevinmiş fakat büyükannenin durumuyla ilgili verdiği kısa bilgiden sonra
sesindeki mutluluk neredeyse ağlamaklı bir hüzne dönüşmüştü. Onu da annesi ve babasına
yaptığı gibi olumlu beklentileriyle avuttu, ardından birkaç güzel sözle bir süre oyaladıktan
sonra telefonu kapattı.
Zemin kattaki kafeteryada kahve içip gazetelere göz atarken, içindeki huzursuzluğun o an
yaşadıklarıyla hiçbir ilgisinin olmadığını gayet iyi biliyordu. Sadece Eleni. Onu görmeyi, ona
dokunmayı ve öğrendiği her şeyi ona anlatıp, eskiden olduğu gibi başını kucağına koymayı
hayal etti. Çok değil, bir yıl öncesine kadar yaptığı gibi saçlarını karıştırdığını, burnunu,
dudaklarını ve gözlerini okşayarak yüzünü elleriyle görmeye çalıştığını hissediyordu. Onu ne
kadar özlediğini, aslında onu terk etmeyi hiç istemediğini, çok pişman olduğunu ve uzun
süredir dönmesini beklediğini söyleyen sesini duyar gibi olmuştu.
Gözlerinde biriken iki damla yaş tüm yaşadıklarına karşı duygularının özeti gibiydi. Gazeteyi
katlarken büyükannenin bir zamanlar ruhunun bam teline dokunan bir sözünü anımsadı.
‘Ne seninle ne de sensiz.’
Nasıl bir yaşam deneyimi böyle bir sözü damıtabilirdi ki? Bunun tek bir kişinin başarabileceği
bir şey olamayacağının yavaş yavaş farkına varıyordu. Yaşantılarımızın anlam kazanabilmesi
için başka insanların yaşamlarına, onların fark ettiği nüanslara, kısacası onların öykülerine de
ihtiyacı olduğunu kavramıştı. Buna karşın, acaba kaçımız kendi yolumuzda aceleyle yürüyüp
giderken kazara ayağımıza dolanmazsa başkalarının öykülerinin farkına varıyoruz?
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa165
Etrafa aldırmadan gözlerini sildi. Saat neredeyse akşamın sekizi olmuştu ama Nur’dan hala
bir haber yoktu. Arayıp büyükanneyi de sormamıştı. Bu durumun onlara hiç uymayan bir tavır
olduğunu düşündüğü için merakı giderek arttı. Neler olup bittiğini anlamak için telefon
etmeyi düşünüyordu ki, titreşimiyle neredeyse yerinden zıpladığı çağrının Nur’dan geldiğini
görmek içini rahatlattı.
‘Alo, Fotios nasılsın? Büyükannenin durumu nasıl?’
Sesinde o ana kadar aramamış olmasını açıklayacak, ama bir türlü söyleyemediği bir şeylerin
gizemi seziliyordu.
‘Ben iyiyim. Ama büyükannenin durumu henüz ciddiyetini koruyor. Size anlattığım gibi,
beyin damarları ile ilgili bir durum. Bekliyoruz.’
‘Annenle baban nasıl?’
‘Babam kötü. Onları büyükannenin evine gönderdim. Dinlenmeleri gerek. Nöbeti ben
devraldım.’
‘Lütfen onlara da hepimizin geçmiş olsun dileklerini ilet. Merakla haberlerini bekliyoruz. Ne
olur bizi sık sık arayıp durumdan haberdar et.’
‘Merak etme. Bundan sonra isteseniz de peşinizi bırakmam. Olanları ise henüz annemle
babama anlatmadım. Her şeyi öğrenene kadar beklemeyi düşünüyorum.’
‘Çok beklemen gerekmeyecek.’ Nur’un son sözleri nedense anlamlarının gerektirdiği coşkuyu
yansıtmıyordu.
‘Ne oldu? Yoksa?’
‘Hayır. Tam tahmin ettiğimiz gibi cildin her iki kapağının içinden büyük amcamın dedeme
yazdığı notlar çıktı. Bu zamana dek arayamamamın nedeni de bu. Sana nasıl anlatacağımı
bilemedim.’
‘Ne var notlarda? Ne olur, daha fazla meraklandırma beni.’
‘Bence kendin okumalısın. Pek özetlenecek gibi değil. Yaklaşık üç saattir İngilizce’ye
çeviriyordum. Yeni bitti. Şu anda e-posta kutunda olmalı. Okuduktan sonra lütfen beni ara.’
Nur’un tavrı itiraz kabul edecek gibi değildi. İster istemez boyun eğdi.
‘Fotios?’
‘Evet?’
‘En çok neye üzülüyorum biliyor musun?’
‘Neye?’
‘O kadar istediği halde büyükannenin olanları öğrenemeyecek olmasına. Umarım iyileşir.
Çünkü tüm bunları öğrenmeyi en çok o hak ediyor.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa166
Nur’un son söyledikleri aklında çok ilginç bir fikrin belirmesine neden olmuştu. Sesinde
gizleyemediği bir sevinçle yanıtladı.
‘Sen merak etme. Benim aklıma bir çözüm geldi galiba.’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa167
BÖLÜM XXIX
Ziya Bey’in Öyküsü
Çok sevdiğim biricik kardeşim, Hamit’im.
Birlikte yaşadığımız güzel günlerden sonra, kaderimde senden ayrı yaşamak zorunda
kalacağım bambaşka bir ömür de varmış. İnsan bir ömrü tamamladığında ölmeli, yepyeni bir
hayata eskinin anılarıyla geçmek onu acılarla bezemekten başka bir işe yaramıyor. Fazladan
yaşadığın günlerin sunduğu nefese şükretmekten çok, artık soluyamadığın bir havanın
özlemiyle
boğuluyorsun.
İnsanoğlunun
bildiği,
kazandıklarına
şükretmek
değil
kaybettikleriyle kavrulup kahrolmak galiba.
Seni her zaman özledim. Sizleri bırakıp gitmek zorunda kaldığımdan beri yaşadığım hiçbir
gün yok ki sabah uyandığımda yanı başımda seni görmeyi, o güzel yüzüne bakmayı,
ağabeycim diyen sesini duymayı,
kırmızı yanaklarını öpüp koklamayı umarken hayal
kırıklığıyla en derin üzüntülere kapılmayayım. Ama insan her gün seçimleriyle yeniden var
oluyor. Hoşlansan da hoşlanmasan da, bir gün sonra olmayı hayal edebildiğin kendinin bu gün
sende eksik olan kısmını tamamlayacak seçenekten başkasına yönelmek mümkün değil.
Kaybettiklerini ise kazandıklarının değerine eklemekten başka bir şansın yok.
Umarım beni bağışlayabilirsin. Sizlere yaşattığım zorluklar, utançlar ve mutsuzluklar için
affınıza sığınıyorum. Öykümü öğrendikten sonra, eminim yapmak zorunda olduklarımı
yaptığım için beni sevmekten vazgeçmeyeceksin ama yine de içinde bana karşı bir kırgınlığın
kalacağını biliyorum. Fakat ne olursa olsun, seni her zaman sevdiğimi, yaşadığım her dakika
özlediğimi unutma sakın.
Sevgili kardeşim, söz verdiğim gibi başımdan geçenleri yazarken her şeyi anlatabilecek kadar
zamanımın kalıp kalmadığını bile bilmiyorum. Tek istediğim, canımı almak için beni
arayanların amaçlarına ulaşmadan önce sana verdiğim sözü tutabilecek ve yan odada oturan
eşim ve küçük oğlum Nurettin’i emniyetli bir yere emanet edebilecek fırsatı bulabilmemdir.
Evet, küçük bir yeğenin var. Senin gibi kapkara gözlü, kırmızı yanaklı, cıvıl cıvıl masum bir
çocuk. Eğer bu Mushaf’ın eline geçmesini sağlayabilirsem bu sayfalara ulaşabileceğine de
eminim. Öğrendiklerini ona da anlatıp anlatmama kararını ise sana bırakıyorum.
Sevgili Hamit’im, beni hep havai, vurdumduymaz, neşeli bir insan olarak bildiniz ve sevdiniz.
Aslında öyleydim de. Ama bir yandan da yaşadığım hayattan, yaptığım serseriliklerden utanıp
sıkıldığınızı da biliyorum. Zavallı annemle babamı ne çok üzdüm. Ama sen sevginle her
zaman ve her şekilde beni hoş gördün, bunu gözlerinden okuyabiliyordum. Buna rağmen bir
gün ‘Ağabey, onlarla gezme. Senin hakkında kötü şeyler söylüyorlar, çok üzülüyorum’
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa168
dediğinde kahrolmuştum. Sana her şeyi anlatmak istedim. Ama ağzımdan dökülen
terslenmeye engel olamamıştım. Ne kadar alınıp ağladığını hala anımsıyorum. Ne olur beni
affet.
Sevgili kardeşim, işgalin ilk günü olanları görmedin ama eminim hepsini duymuşsundur. Ben
oradaydım. Gazeteci Osman Nevres beyin öldürülmesini, bu arada çıkan kargaşada 50-60
kadar masum insanın katledilişini ve Albay Süleyman Fethi beyin Zito Venizelos diye
bağırmayı reddettiği için süngülenişini izledim. Savaşta yenilen bir milletin topraklarına
yapılan ilk işgal hareketi değildi bu elbette. Karşılık görünce yapılan ilk katliam da değildi.
Farklı olan, onca yıldır birlikte yaşayan insanların bir kısmının komşularına yapılan bu
muameleyi hoş görmesi ve desteklemesiydi. Sanki her şey orada olanların dışında birilerinin
düzenlediği çılgın bir oyun gibiydi. Bir kısmı gücün kendilerinden yana görünen aldatıcı
büyüsü ya da korkusu altında sarhoş olmuş, bağırıp çağırıyor, bir kısmı da ölüyordu. Eski
Roma’daki bir arenada ölen ve sağ kalan iki zavallı esirle onları çılgınca alkışlayan, ertesi gün
yine aynı yoksulluklarına dönecek insanların görüntüsü geldi gözlerimin önüne. İmparatorsa
muhtemelen, locasında kıs kıs gülüp eğleniyordu. Hayatımda verdiğim en kolay karar
olmuştu. Ne bir aidiyet duygusu, ne hak ne de hukuk. Sadece, o an yapılması gereken o kadar
belliydi ki. Reddetmek, ya da kuşku duymak imkansız gibi görünüyordu. Üstelik yapmak
istediğimi sizler için veya o gün ölen, eziyet gören zavallılar için de yapmayacaktım. Sadece
kendim için. Bilirsin öteden beri insanın hayatını bir başkası için feda etmesine hep karşı
çıkmışımdır. Ama gün gelip de kendin için bir şey yapman gerektiği hissine kapılırsan sakın
vazgeçme, korkma ya da kuşkuya düşme. Çünkü bu bize öğretilmeyen bir şey, şansın varsa
bunun için savaşma fırsatı karşına çıkacaktır.
O gün gördüklerimin etkisiyle sersemlemiştim. Eve dönüp erkenden yatıp uyudum. Ertesi gün
devam eden olaylar beni iyice korkutmuştu ama bir yandan da bir gün önce verdiğim kararın
içimde bir yerlerde direndiğini hissediyordum. Birkaç gün evde gizlendikten sonra gizlice
dışarı çıkıp eskiden beni her gün evden kaçıran sevgili dostum Murtakiyeliyi buldum. Günün
erken saatinde beni görünce şaşırmıştı. Bir süre alemlere gidemeyeceğimizi söyleyip sıvışmak
istedi ama yakasını bırakmadım. Son zamanlarda benden gizli bazı işler çevirdiğinin de
farkındaydım. Biraz ağzını arayınca döküldü. Meğer işgalden kısa süre önce işgalin
gerçekleşeceğini duyan bazı kişilerin kurduğu bir örgüt için ufak tefek bazı işler yapıyormuş.
Getir götür işleri gibi şeyler. Beni de bu insanlarla tanıştırmasını istedim. Önce karşı çıktı.
Bunun çok tehlikeli bir iş olduğundan, cephede savaşmanın bile bundan emniyetli
olacağından dem vurarak beni vazgeçirmek istedi. Annemi, babamı ve seni düşünmeliymişim.
Bu işlerin benim gibi hayatın tadını çıkartmaya düşkün, kibar beyefendilere göre olmadığını
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa169
söylediğinde, istediğimi yapmazsa onu ihbar etmekle tehtit etmekten başka çarem kalmamıştı.
Buna inandı mı hiç bilmiyorum, ama beni bizzat bu işin başında bulunan Galip Hoca ile
görüştürecek bir aracıya götürebileceğini, daha fazlasının ise elinden gelmeyeceğini
söyleyerek konuyu kapattı.
Birkaç gün Murtakiyeliden haber almadım. Merak içinde olayların giderek yatışmasını
izlerken bir gece Murtakiyelinin faytonunun evin az ilersinde durduğunu fark ettiğimde
sevincimden deliye dönmüştüm. O gece Tilkilikte boş bir dükkanda Nebil bey ve Galip Hoca
ile buluştuk. Galip Hoca aklı başında, takkesi sakalı yerinde bir din adamı gibi görünüyordu.
Önce benim kim olduğumu, neden bu işe girmek istediğimi sorguladılar. Anladığım kadarıyla
benim hakkımda topladıkları bilgi onlar için tehlikeli biri olabileceğimi düşündürmüştü. Ama
bir yandan da yaşadığım hayatın özellikleri onları çeker gibiydi. Bana güvenmekte
zorlanacaklarını açık açık söylediler. Fakat tüm tehlikelerini bilmeme karşın yine de bu işe
girmek istersem, sadece Nebil beyle irtibat kurabileceğimi söyleyip, kendileri için elde
edeceğim bilgileri onun yoluyla aktarmamı şart koştular. Beni Nebil bey ve Galip Hoca’dan
başkası tanımayacaktı. Bunun benim için de iyi olacağını, açığa çıkma ihtimalimi de
azaltacağını anlattılar ama ben anlamıştım, asıl korktukları benim gibi birinden gelebilecek
ihanetti. Hiç alınmadım. Her türlü şartı kabul ediyordum. İnsanların uğruna ölümü göze
aldıkları bir konuda benimle yöntem hakkında tartışmayacaklarını biliyordum. Üstelik uzun
süredir sürdürdüğüm yaşantı göz önüne alındığında bunun gibi oldukça riskli bir işe girmek
için nedenlerimi açıklamakta yeterli olduğum da söylenemezdi. Neden olarak ne milliyetimi
ne de bizzat bana yapılan bir haksızlığı öne sürebiliyordum. Başkaları için kendini feda
etmeye hazır bir insan görüntüsü vermediğim de düşünülürse haklı olarak beni anlamakta
güçlük çekiyorlardı. Söyleyebildiğim tek şey bu durumda yapılacak başka bir şey ve tutulacak
başka bir taraf olmadığıydı. Bu açıklama her ne kadar bana çok şey ifade etse de
karşımdakileri ikna etmeye yetmiyordu. Bu da bana güvenmelerini zorlaştırıyordu. Ama
Galip Hoca sonunda beni anladı. Her ne kadar aynı nedenlere sahip olmasak da aynı tarafta
aynı içtenlikle savaşabileceğimizi bir şekilde sezmişti.
Benden önceki hayatıma devam etmemi, hatta mümkün olursa tanıdığım Levantenler yoluyla
işgal kuvvetlerinin subayları ve memurlarıyla da ilişki kurmamı istediler. Gözümü hep açık
tutacak, öğrendiğim her şeyi hiç vakit kaybetmeden Nebil beye aktaracaktım. Bu iş uzun süre
böyle devam etti. Ta ki Nebil bey bir baskında işgal kuvvetlerinin askerleri tarafından vurulup
öldürülene dek. Galip Hocayı ise bir daha ne gördüm ne de hakkında bir şey duydum. İhtimal
o da bir yerlerde vurulup gitmiştir.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa170
Yeni görevime kısa sürede uyum sağlamıştım. Eskiden yaşadığım eğlence hayatına geri
dönmekte gecikmedim. Hem de ne dönüş. Tanıdığım birçok önemli kişinin peşine düşüp,
onlarla yine eğlencelere ve sohbetlere gitmek için elimden gelen her türlü riyakarlığı
yapmaktan çekinmedim. Ama kısa sürede faydasını görmüştüm. Önceleri pek yüz vermeyen
işgal subayları, tanıdığım Rum ya da diğer Levantenlerin de etkileriyle benimle oturup
kalkmaya, yiyip içip eğlenmeye başladılar. Elbette sorup soruşturmuşlar, eski yaşantımı ve
ailemi öğrenince belki benden yararlanabileceklerini de düşünerek aralarına kabul etmişlerdi.
Önceleri pek fazla bir bilgi elde edemedim. Subaylar her ne kadar benimle yiyip içseler de, ne
harekatlarla ilgili bir şeyler anlatıyorlar ne de ben onlara bunlarla ilgili sorular
sorabiliyordum. Sonunda eski aile dostumuz Yorgo’nun, babamın yaralanmış gururuna karşı
belki bir diyet olarak yaptığı yardımlar imdadıma yetişti. Hem onun postanede daha altta da
olsa bir kadroda görevine devam etmesini sağlamış, hem de beni ticarethanesinde işe alarak
çok daha etkili kişilerle tanışmama ön ayak olmuştu. Onun yoluyla Genel Vali İstiryadis’in
çok sevdiği yeğeniyle tanışıp arkadaş oldum. Oğlan yeni fethettikleri topraklarda amcasını
ziyarete gelmiş ama çevreyi bilen tanıyan bir dostu olmadığı için de sıkıntıdan patlamak
üzereydi. Yorgo beni öyle övdü öyle allayıp pulladı ki ikimizin arkadaş olmasında herhangi
bir sakınca görmediler. Sık sık şehri gezmeye çıkıyor, korumaların eşliğinde çeşitli
eğlencelere katılıp günümüzü gün ediyorduk. Gel zaman git zaman sıkı fıkı dost olduk.
Sohbetler bazen öyle koyulaşıyordu ki doğal olarak evde konuşulanlardan da haberim
olabiliyordu. Yunanlıların bazı planları ile ilgili ağzından kaçırdıklarını hiç zaman geçirmeden
Murtakiyeli yoluyla Nebil beyin kulağına fısıldayıveriyordum. Bir gün laf arasında, kısa süre
önce şerefine birlikte kadeh kaldırdığımız bir baskının hem de çok yakından tanıdığım Türk
muhbirinin adını söyleyiverince, kendime örgütten bağımsız ve gizli yeni bir görev daha
biçtim. Gecenin karanlığında yol kesip can alan Kara Ali olmuştum bir anda. Haber aldığım
tüm işbirlikçileri bir fırsatını kollayıp hallediyordum. Bu durum hem işgal subayları hem de
bizim örgüt içinde büyük bir telaşa neden olmuştu. Nebil beyden olanları araştırmak için emir
bile aldım. Doğal olarak hiçbir şey bulamamıştım. Yunanlıların Kara Ali için kurdukları özel
araştırma ekibi ise her infazımdan sonra etrafımdaki çemberi yavaş yavaş daraltıyordu. Ama
gerek o sıradaki durumum, gerekse Kara Ali’yi ben ve Murtakiyeliden başka kimsenin
bilmemesi bizi bir süreliğine de olsa korudu. Kurbanımı kıstırdığım karanlık köşede işimi
bitirdikten sonra, faytona atlıyor üstümü başımı bir köşede değiştirip doğruca bir eğlenceye
gidiyordum. Valinin yeğeninin en yakın dostundan şüphelenmek kimsenin aklına gelmiyordu.
Ama bir gün Nebil bey pusuya düştü ve vuruldu. Artık örgütle herhangi bir bağlantımız da
kalmamıştı. Ne ben ne de Murtakiyeli Nebil bey ve Galip Hocadan başkasını tanıyorduk.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa171
Galip Hoca da sır olup gittiği için tüm uğraşlarımıza rağmen yeni birine ulaşamadık ve bir
başımıza kaldık. Zaman zaman edindiğim önemli haberleri iletecek birinin olmaması
sinirlerimi giderek daha fazla bozmaya başlamıştı.
Bir gün akşamüzeri Yorgo’nun yanındaki işim uzun sürdüğü için çıkmakta geciktim.
Anlaşılan Yorgo benim halen orada olduğumdan habersizdi. Yazıhanesinde birisiyle
konuşmakta olduğunu işittim. Rumcayı oldukça iyi anlayıp konuşmama rağmen hiçbir şey
anlayamıyordum. Biraz dikkat edince İngilizce konuşulduğunun farkına vardım. Yorgo bir
süre çat pat konuşmaya çalışmış fakat çok da iyi beceremediğini görünce ikisi de Türkçe
konuşmaya başlamışlardı. Köşeye sinip konuşulanlara gizlice kulak misafiri oldum.
Karşısında oldukça genç bir adam, Turgutlu civarında bir köyde Türklere silah sevkiyatı
olacağından bahsediyor, olayın detaylarını Yorgo’ya not ettiriyordu. Önce büyük bir öfkeye
kapıldığımı anımsıyorum. Yorgo’nun da bu işlere bu denli girmiş olmasının yarattığı hayal
kırıklığı neredeyse her şeyi berbat etmeme neden olacaktı. Ama kendimi tuttum. Despina’yı
düşündüm. Durumumu düşündüm. O an açığa çıkmanın son derece akılsızca bir davranış
olacağına kendimi zor da olsa ikna ederek gözetlemeye devam ettim. Genç adam sevkiyat ile
ilgili detayları tamamladıktan sonra Anadolu’da Türk kuvvetlerinin dağılımlarıyla ilgili bazı
detayları anlatmaya başlamıştı. Bilgilerin çok gizli olduğunu ve Mısır’daki bir bağlantıları
üzerinden oldukça dolaylı bir şekilde şifreli olarak aktarıldığını söylediğinde her şeyi
anlamıştım.
‘İngiliz istihbaratı’ diye düşündüm. Sonunda sahneye çıkmışlardı yine. Biraz sonra, arkası
dönük olan genç adam hafifçe döndüğünde kapı aralığından gördüğüm yüzü çok iyi
tanıdığımın farkına vardım. İzmir’de oldukça iyi tanınan İngiliz kökenli bir Levanten ailenin
küçük oğluydu. Aile her ne kadar toplantılara ve davetlere katılsa da, dışarıya karşı işgal
kuvvetleriyle içli dışlı oldukları izlenimini vermemeye çalışıyordu. Bu İngilizlerin taktiklerine
her zaman hayranlık duymuşumdur.
Konuşmanın sonunda genç adam Yorgo’ya bu bilgilerin işgal kuvvetlerine de iletildiğini,
fakat Aya Fotini Kilisesi’ne bağlı paramilislere haber verilmeyebileceğini düşündükleri için
bölgedeki ve Anadoluda’ki bağlantılarına da ulaştırılmak üzere bizzat kendilerini
bilgilendirmek için geldiğini anlatmış, bu görüşmeden işgal kuvvetlerinin bile haberi
olmaması gerektiği hakkında da sıkıca tembihlemişti.
Anlaşılan işgal kuvvetleri ile bunlar arasındaki ufak tefek fikir ayrılıklarının farkına varmışlar,
gerektiğinde onlara yaptıramayacaklarını bunlara yaptırmak için gerekli ilişkileri kuruyor ve
sağlamlaştırıyorlardı.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa172
İşte o an tüm hayatımı etkileyecek kararı verdim. Geldiği gibi sessizce çıkan genç adamı
akşam karanlığında izleyip sıkıştırdığım sakin bir köşede tek bir bıçak darbesiyle
cezalandırdım. Her şey gürültüsüz bir şekilde halledilmişti. Ama ertesi gün çıkan gazeteler
olayın hiç de bu şekilde kapanmayacağını haber verir gibiydi. Her ne kadar propaganda
olmasın diye olayı adi bir cinayet gibi göstermeye çalışsalar da, şüphelinin Kara Ali olduğu
halk arasında fısıltı ile yayılmaya başlamıştı bile. İşte o zaman, İngilizlerin peşimi hiçbir
zaman bırakmayacaklarının farkına vardım. Kimliğim bilinmediği için henüz güvendeydim
ama bundan sonra hareketlerime daha fazla dikkat etmem gerekiyordu. Bir yandan da kısa bir
süre sonra gerçekleşecek baskını iletebileceğim yeni bir bağlantıyı bulabilme telaşına
düşmüştüm. Ama güvenliğimi tehlikeye atmadan böyle birini nasıl bulabileceğimi de bir türlü
akıl edemiyordum.
Birkaç gün sonra Yorgo benimle görüşmek istediğini söyledi. Yazıhanesinde havadan sudan
konuşurken konu dönüp dolaşıp kısa süre önceki cinayete gelmişti. Birlikte, olayın ne kadar
vahşice işlenmiş bir cinayet olduğundan bahsederken ağzımı aradığını fark etmem uzun
sürmedi. Birden telaşlanmıştım. Akşam olanları Murtakiyeliye anlattığımda, eğer varsa
hakkımdaki bir şüpheden kurtulmanın en akıllıca yolunun benim de Kara Ali ile karşılaşmam
olduğunu söyledi. Fikir hoşuma gitmişti. Yaşantım dikkate alınırsa o zamana dek hedef
olmamam bile şüphe nedeni sayılabilirdi.
Plana göre Murtakiyeli bir seferliğine Kara Ali olacaktı. İstiryadis’in yeğeniyle çıktığım bir
eğlence gecesinden dönerken Kara Ali yoluma çıkacak öldürücü olmayan bir darbe ile beni
yaralayacaktı. Ölmemiş olmamın şüpheleri tam anlamıyla gidermeyeceğini biliyorduk ama
daha iyisi de elimizden gelmiyordu. Hemen o gece planı uygulamaya koyduk.
Geç vakte kadar süren Kraemer Palas’taki eğlencede birçok kişiyle konuşup sohbet ettim.
Biraz sonra olacaklara rağmen oldukça sakin ve neşeli davranabiliyordum. Hatta uzun süredir
toplantılarda gördüğüm halde o gece ilk kez tanıştırıldığım Mümin beyle uzun süre şakalaşıp
vakit geçirme fırsatını da elde etmiştim. Bizi tanıştıran İstiryadis’in yeğenine şimdi bunun için
ne kadar teşekkür etsem azdır doğrusu. Mümin bey de benim gibi işgal kuvvetleriyle dostluğu
ilerletmiş, onlarla düşüp kalkan bir gençti. Hatta onlara bilgi sağladığı yönünde dedikodular
bile vardı. Bu yüzden adı halk arasında Gavur Mümin’e çıkmış, birkaç kez kıl payı atlattığı
suikastler bile onu bu yaşantısından vazgeçirememişti. Bir ara onu da listeye almayı
düşündüm.
Gece sona erip dışarı çıktığımızda eve kadar yürümek istediğimi söyleyerek onlardan
ayrıldım. Yaklaşık yüz metre kadar yürümüştüm ki, karşıma planladığımız gibi yüzü gözü
sarılmış bir şekilde Murtakiyeli çıktığında onun bu haline güleyim mi yoksa biraz sonra
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa173
başıma geleceklerden dolayı korkayım mı bilemedim. Murtakiyeli kaşla göz arasında bıçağını
çekip bana doğru hamle yapmaya hazırlandığında bıçağın doğru hedefi bulması için gözlerimi
kapatmış dua ediyordum. Ama henüz otelin önünde İstiryadis’in yeğeniyle ayaküstü sohbet
etmekte olan Mümin bey olayın farkına varmış, bağırarak bize doğru koşmaya başlamıştı bile.
Murtakiyeli gelenleri görünce telaşla bıçağı savurdu. Sağ omzuma yakın bir yerde, göğsüm ve
kolumda planladığımızdan daha ağır, hatırı sayılır bir yara açmış, kaşla göz arasında gerisin
geri koşup kaybolmuştu. Canım gerçekten çok yanıyordu. Koşup gelen Mümin bey,
İstiryadis’in yeğeni ve korumalar bir yandan beni omuzlayıp kaldırırlarken bir yandan da
karanlığa sıkılan birkaç kurşuna rağmen gözden kaybolan Kara Ali’nin peşinden
bakakalmışlardı. Telaşa kapılan Murtakiyeli yüzünden neredeyse ölüyordum ama sonuç
beklediğimizden de iyi olmuştu. Ölmeden kurtulabilmemin ise su götürmez bir nedeni ve
şahitleri vardı artık. O gece Fransız hastanesinde yaralarıma dikiş atılıp, sarıldı. Tüm
itirazlarıma rağmen beni eve yakın bir yere kadar bırakmakta ısrar ettiler. Ailemin beni
onlarla bu kadar sıkı fıkı görmek istemeyebileceği fikrini anlayışla karşılıyorlardı ama eve
kadar sağ salim ulaşmam da onlar için oldukça önemliydi.
Birkaç gün evden çıkamadım. Babamla ettiğimiz kavgaları hatırlıyor olmalısın. Ama daha
sonra gerek Yorgo gerekse işgal kuvvetleri subayları tarafından tam bir kahraman gibi
karşılanmıştım. Bir süre tüm ilgi benim üstümdeydi. Her toplantıda başköşeye oturtuluyor,
geçirdiğim nefes kesici olayı en ince detayına dek tekrar tekrar anlatarak rolümün gereğini
yapmaya gayret ediyordum. Olayla ve Kara Ali ile ilgili sorulara her seferinde aynı yanıtları
verebilmek için mümkün olduğunca gerçeğe sadık kalmaya çalışmıştım. Bu nedenle bir ara
kendimi kaptırıp, Kara Ali’nin Çingene şivesiyle konuştuğuna dair bir detayı bile ağzımdan
kaçırdım. Bir süre yüzlerce zavallı Çingene benim yüzümden işkence ve eziyet çekmişti. Bu
konuda gördüğüm ilgi nedeniyle tanıştığım bir Amerikalı gazeteci, Mister Harry, benimle bir
röportaj yapmış, her ne kadar işgalcilerin hoşuna gitmeyecek bile olsa bu ilginç olayı ve Kara
Ali ile ilgili gizemli söylentileri ülkesinde yayınlatmayı düşündüğünü söylemişti. Sonraları,
ben, Mümin bey, Mister Harry ve İsiryadis’in yeğeni birbirinden ayrılmayan bir gurup olduk.
Bunlardan en çok ilgimi çeken Mümin beydi. Onda farklı bir şeyler olduğunu sezmiştim. O da
benim gibi İstiryadis’in yeğeniyle çok fazla ilgileniyor, zaman zaman dikkatimi çekecek
ölçüdeki ısrarıyla oğlandan işgal kuvvetleri ile ilgili bilgi sızdırmaya çalışıyordu.
Bu arada benden şüphelendiğini belli eden bakışları ve laf çarpıtmalarına bakarak aradığım
yeni bağlantıyı bulmuş olabileceğimi düşündüm. Çaresizlikten, riskli bir deneme yapmaya
karar verdim. Haber aldığım baskın henüz gerçekleşmemişti. Bir ara yalnız kaldığımızda
sanki İstiryadis’in yeğeninden duymuş da ağzımdan kaçırmışım gibi konuyla ilgili önemli
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa174
bilgileri söyleyiverdim. Bir süre sonra ise, baskına giden işgal askerlerinin baskına uğradığı
duyulduğunda Mümin beyin de ben gibi biri olduğundan hiç şüphem kalmamıştı. Buna
rağmen kimliğimi açıkça ortaya koymak istemediğim için öğrendiklerimi onun yanında hep
ağzımdan kaçırır oldum. Şimdi düşünüyorum da, bence o da benim ne olduğumu biliyordu.
İkimiz de birbirimizden habersiz gününü gün eden işbirlikçiler gibi görünmeyi tercih ediyor,
bu konuyu aramızda bile olsa açmamaya gayret gösteriyorduk. Hayatın garip cilvesine bak ki,
o gurupta olduğu gibi görünen sadece İstiryadis’in yeğeni olan o masum oğlanmış. İşgalin
sonlarına doğru, hem Mümin beyin hem de Mister Harry’nin Yunanlılar tarafından tutuklanıp
Atina’ya gönderildiğini duyduğumda şaşkınlıktan dona kalmıştım. Mister Harry’nin aslında
Kemal adında bir Türk olduğunu öğrenince Mümin beyin bize tercümanlık yapmaya çalıştığı
günler gözümün önüne gelmiş, bir yandan onlar için üzülürken bir yandan da nasıl olup da
hiçbir şeyin farkına varmadığımı düşünüp hayıflanmıştım. Kim bilir sonları nasıl oldu?
O günlerde tek yaşadığım bunlar değildi elbette. Senin de bildiğin gibi, aklımı başımdan alan,
güzeller güzeli Despina’ya olan aşkım da diğer yandan beni yiyip bitiriyordu. Ona yazdığım
şiirleri, götürdüğün mektupları unutmadığına eminim. Birkaç kez faytonda yan yana oturup
koklaşmanın dışında bir şey olmasa da ona olan tutkum, yapmakta olduğum iş konusunda sık
sık kuşkuya düşmeme neden oluyordu. Birleşmemizin ne denli zor olduğunu ikimiz de
bilmemize rağmen ne o benden vazgeçebiliyordu ne de ben ondan. Tek umudumuz benim
onlar arasında elde ettiğim saygınlık ve kabuldü. Bazen sırf buna bağlı olarak evlenmemizin
mümkün olacağını hayal ediyor, durumu daha da sağlamlaştırmak için neler yapmamız
gerektiğini planlıyorduk. Anlayacağın, durumum tam bir içler acısıydı. Bir yandan bunları
planlarken bir yandan da bunu imkansız kılacak bir düzen değişikliği için her gün hayatımı
ortaya koyuyordum. Hiç düşünmek istemesem de bir gün son seçimi yapmam gerekeceğini
biliyor, ama o gün geldiğinde neyi seçeceğimi hayal bile edemiyordum.
Sonunda hem istenen hem de istenmeyen o günler geldi. Türk ordusu beklenmeyen yengiler
elde etmiş batıya doğru ilerliyordu. Mümin bey yakalanmadan önceki son görüşmemizde,
Yorgo’nun faaliyetlerinin Ankara’da dikkat çektiğini, tutuklanması için karar çıkabileceğini
de bir yerlerden duyduğunu, sanki Yorgo’yu uyarmamı istermiş gibi fısıldadığında aslında bir
emir aldığımı fark etmiştim.
O günlerde Yorgo ile pek görüşemiyorduk. Yunan ordusunun geri çekilmesinin yarattığı
telaşla Aya Fotini’deki toplantılara her gün gidip gelir olmuş, işleriyse tümüyle benim üstüme
yıkmıştı. Paramilislerin orada silah depoladığını ve gereğinde Metropolit Hrisostomos’un
liderliğinde direnmek için planlar yapıldığını artık sağır sultan bile duymuştu. Ne yapacağımı
bilemiyordum. Bazen, artık yapacağımı yapmış olduğumu, sırrımı geçmişime gömüp
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa175
hayatımda aşık olduğum tek kadınla, ailesini de alıp Yunanistan’a sığınmanın en uygun yol
olduğunu düşünür olmuştum.
Sekiz Eylül günü Türkler Manisa’ya ulaştığında artık işin sona erdiği belli olmuş, çoktandır
sürüp gitmekte olan tahliye işlemleri hız kazanmıştı. İzmir’den kalkan gemilerde yer
bulamayan binlerce insan ise, korkuyla sırtlandıkları birkaç parça eşyalarıyla yollara düştü.
Herkes telaş içinde, gemilere, balıkçı teknelerine, hatta sandal bile olsa bulabilecekleri
herhangi bir deniz aracına kapağı atabilecekleri Urla, Karaburun ve Çeşme gibi iskelelere
ulaşmaya çalışıyordu. Sabah erkenden silahımı alıp Yorgo’nun iş yerine doğru yola çıktım.
Bazı evrakı yok etmek için o saatlerde orada olacağını biliyordum. İçeri girdiğimde beni
gördüğüne sevinmişti. Bana İzmir’i terk etmeyi düşünmediğini gerekirse direneceklerini
anlattı. Ama Despina ve karısının gitmesini istiyor, kızına olan ilgimi fark ettiği için onları
sadece bana emanet edebileceğini, istersem benim de onlarla giderek Yunanistan’da yeni bir
hayat kurabileceğimizi söylüyordu. Ona masanın önündeki sandalyeye oturmasını işaret ettim.
Karşısına geçip belimdeki tabancayı çıkarttığımda her şeyi anlamıştı. Kısa sürede tüm
öykümü özetledim. Beni ihanete uğramış çaresiz birinin donuk yüz ifadesiyle dinliyor,
gözlerinin nemlenmesine engel olamıyordu. Kendisini tutuklamak için emir aldığımı
söylediğimde omuzlarının çöküşünü görmek içimi sızlattı. Sanırım işin ciddiyetini ilk kez o
an kavramıştı. Gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan yeni kurulan İyonya Devleti’ni
savunmak için Metropolit Hrisostomos’un önderliğinde ne kadar umutsuzca da olsa
direnmeye hazır olduklarını ama hiçbir şey yapmadan teslim olmayı düşünmek bile
istemediğini anlattı durdu. Kurulalı daha beş hafta bile olmayan bu devletin Yunan
ordusundan ayrılıp kendi saflarına katılan subay ve askerlerle güç de olsa savunulabileceğine,
Türk kuvvetlerinin şehrin girişinde durdurularak bölge için bir özerklik kopartılabileceğine
dair saçma sapan söylevini sürdürürken bunları beni kandırmak için uydurup uydurmadığını
anlamaya çalışıyordum. Ama hayır. Giderek yalvarmaya varan ses tonundan ve artık tutmaya
bile gayret etmediği gözyaşlarından belliydi ki bu zavallı da peşine takıldığı hayalin esiri
olmuş, en az iki haftadır fiilien varlığı dahi söz konusu edilemeyecek o gülünç İyonya
Devletinin başkentini savunmak için sözü beni bile saflarına davet etmeye dek vardırmıştı.
Belli ki benim de içinde bulunduğum umutsuz durumun farkındaydı. Buna rağmen niçin hala
son bir gayretle Türkler için çalıştığımı anlayamıyordu. Anlattıklarını hiç tepki vermeden
dinlediğimi görünce vazgeçmek zorunda kaldı. Bir an kurtulmak için bana saldıracağını ve hiç
istemediğim halde onu benim vurmak zorunda kalacağımı sandığımda telaşlanmıştım. Evet,
onu tutuklayıp teslim etmek istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı henüz planlamamıştım
bile. Ama Despina’nın babasını öldüren kişi olmak da istemiyordum. Neyse ki böyle bir şeye
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa176
kalkışmadı. Bir süre sessizce oturduk. Ben onunla ne yapacağımı düşünürken o da hiçbir şey
yapamadan teslim olmayı içine sindirmeye çalışır gibi görünüyordu.
Bir anda toparlanıp son bir deneme yapmaya karar verdi.
Despina’yı koruyup buradan
kaçmasına yardım edecek kadar onu sevdiğimin farkında olduğunu söyleyerek, bana bir
zorluk çıkartmazsa bundan sonra ailesine göz kulak olup olmayacağımı sordu. Olumlu yanıt
aldığında biraz önce yaptığı planı hala uygulayabileceğimi, isterse kendisini depoya kilitleyip
yerini bildiren bir mektubu en geç ertesi gün İzmir’e ulaşması beklenen Türk yetkililere
iletmesi için güvendiğim birine bırakabileceğimi anlattı. Fikir bana da mantıklı gelmişti.
Böylece hem aldığım emri yerine getirecek, hem de beni bambaşka biri olarak tanıyan Türk
subaylarına Mümin beyin de yokluğunda asla kanıtlayamayacağım gerçek kişiliğim nedeniyle
alacağım kesin olan cezadan –belki de ölüm cezasından- kurtulacaktım. Nasıl olsa biz
gittikten sonra Murtakiyeli bir yolunu bulup bizimkilere Yorgo’nun yerini bildiren notu
ulaştırır diye düşünüyordum.
Artık ne yaptığımı bilecek halde değildim. Bana söylenen mantıklı gelebilecek her öneriyi
uygulamaya hazır gibiydim. O yüzden belki şimdi olsa kabul etmeyeceğim, Yorgo’nun da
ailesi için duyduğu korkuyla ortaya atıverdiği bu öneri neredeyse kendi kendine uygulamaya
konmuş oldu.
Akşamüzeri Despina ve annesini Yorgo’dan getirdiğim bir mektupla zor da olsa ikna edip
Murtakiyelinin faytonuyla yola çıkardık. Yolda başlarına bir şey gelmemesi için ben de
belimde silahımla eşlik ediyordum. Kaçmak için İzmir’den kalkan gemilerde artık yer
bulamayacağımıza göre, amacım ertesi gün Urla İskele’den Sakız’a gideceğini öğrendiğimiz
bir takaya yetişebilmekti. Planımı anlattıktan sonra Murtakiyeli’nin bir koşu gidip ensesinden
tutup getirdiği eski kulağı kesiklerden berduş bir Türk balıkçı, kan kardeşi olan Kilizmanlı
Kaptan Mikhael’in fırsat bu fırsattır diyerek ertesi sabah Urla İskele’den yapacağı yükleme
sırasında yer kapabilmemiz için bize bir mektup vermeyi biraz zorla da olsa kabul etti. Doğal
olarak, zahmeti karşılığında ona da biraz bahşiş vermemiz gerekmişti. Kan kardeşinin
mektubuna rağmen Mikael’e de yüklüce bir miktar ödeme yapmamız gerektiğinin de
farkındaydık. Neyse ki, Despina ve annesinin yanlarına aldıkları altın ve mücevherler her
türlü ihtiyacımızı karşılayabilecek düzeyin bile üstünde görünüyordu.
Karanlık çöktüğünde Urla’ya neredeyse varmıştık. Geceleyin kalabalığın arasında kalmak
istemediğimizden Murtakiyelinin bir tanıdığının terk edilmiş bir çiftlik evinde sabahı etmeye
karar verdik. Birkaç lokmadan oluşan akşam yemeği herkesin boğazına düğümlenmişti.
Despina babasının neden daha sonra gelmek istediğini bir türlü anlayamıyor, hiçbir
açıklamayı mantıklı bulmuyordu. Babasının yazısını tanımasa mektuba da inanmayacak
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa177
başına bir şey geldiğini düşünerek babasını bırakıp İzmir’i terk etmeye yanaşmayacaktı.
Annesi ise daha sakin duruyordu. Sanki eşini bir daha göremeyeceğini sezmiş, kızını
kuşkulandırmamak için ters anlaşılabilecek herhangi bir şey söylememeye gayret ediyordu.
Bunu Despina’ya babası için korkacak herhangi bir şey olmadığını, işlerini tamamladıktan
sonra belki şu anda yola çıkmış bile olabileceğini, Urla’da ya da en fazla Sakız’da bir araya
gelebileceklerini anlatmaya çalışmasından fark etmiştim. Kadın kocasından çoktan
vazgeçmiş, kızının bir delilik yapıp işleri bozmasından korkar gibiydi. Yemekten sonra
erkenden yatmaya karar verildi. Murtakiyeli ve ben dışarıda faytonda nöbetçi kalacaktık.
Gecenin geç bir saatinde Murtakiyelinin beni dürtmesiyle yerimden fırladım. Evden çıkıp
sessiz adımlarla bize doğru gelen Despina’yı işaret ediyordu. Sen git ben kalırım der gibi
gülümseyerek başını salladı. Tabancayı ona bıraktıktan sonra Despinayı çevirip rahatça
konuşabileceğimizi düşündüğüm az ilerdeki ahıra doğru götürdüm. Babasının merakından
uyuyamadığını söyleyip kendisinden sakladığım bir şey olup olmadığını soruyordu. Yalan
yere ettiğim bin bir yeminle ikna ettikten sonra benim de onlarla gitmemi istedi. İşte o an
yaptığımın farkına varmıştım. Eğer onlarla birlikte gidersem hayatımı bir yalan üstüne
kuracak ve mutlu olmaya çalışacaktım. Aslında, bunu pek umursadığım söylenemezdi. Her
şeyi unutabileceğimi ve hiç pişmanlık duymadan mutlu bir hayata başlayabileceğimi
düşünüyordum. Orada, Despina beni gelmeye razı etmek için ne gerekirse yaptı. İkimiz de o
kısacık süre içinde savaşı ve tüm dertlerimizi unutmuş, birbirini delice arzulayan
bedenlerimizin dürtüsüne uyarak düşlediğimiz yeni yaşantımıza adımımızı çoktan atmıştık.
Birbirimize korkunun ve yarınından emin olmayan insanların duyabileceği umutsuzluğun
sürüklediği bir pervasızlıkla sarıldık. Gecenin o zifiri karanlığında sadece birbirine
bastırdığımız çıplak bedenlerimizle yatıştırmaya çalışıyorduk endişelerimizi. Sanki Despina
bunun elimizdeki son fırsat olduğunu anlamıştı da ellerimin utangaçlığını, dudaklarımın
çekingenliğini bir an önce aşmak ister gibi kulağıma beni sevdiğini fısıldayıp durdu uzun
süre. İpek gibi teninin içimde yaktığı ateşe karşı koymanın imkansız olduğu o andan sonra ise
anımsayabildiğim tek şey uzun bir süre boşlukta düşmeye benzer bir duyguydu. Tüm
yaşantım boyunca ağırlığını hissettiğim vücudum yer çekiminin esaretinden kurtulmuş, sanki
hafif bir esintinin önünde kah yükselip kah alçalarak zihnimin etrafında dolanıyor, neden
olduğu baş dönmesiyle beni bu dünyanın üstüme yığdığı tüm ağırlıklardan da azad ediyordu.
Yere sanki bir tüy gibi kondum. Ruhumu ve bedenimi ayrıştırıp sonra tekrar bir araya getiren
bu deneyimi ne ondan önce yaşamıştım ne de bir daha ondan sonra. Hem hoşuma gitmişti,
hem de korkmuştum. Ama hiç unutmadım. Despina ise kollarımda geçirdiği dakikalar
boyunca bundan sonraki mutlu yaşantımızdan ve düşlediği bol çocuklu geniş bir aileden
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa178
bahsetti durdu. Bir süre sonra kalkıp gitmesine yakın kararımı kesinleştirmek için
söylediklerini hala unutmadım.
‘Bizimle gel. Şimdiye dek yaptıklarını, ulaşmaya çalıştığın şeyleri düşün. Aileni terk etmenin
zor olduğunu biliyorum ama olmaya çalıştığın şeyin arkasından gitme cesaretinin olduğunu
da biliyorum.’
Son söyledikleri kafamı iyice karıştırmıştı. Hele gitmeden önce o güzel gözlerini gözlerime
dikip ta içime baktığında gözbebeklerinin içinden gördüğüm o kahverengi gözler sanki
benimkilerdi. Geleceğimi gördüğümü sandım bir an. Hala o kararsız ve ne yapacağını
bilmeyen adam zamanın ötesinden bana bakıyordu sanki. Korktum ve kaçtım oradan.
Murtakiyelinin yanına döndüğümde allak bullak olmuştum. Bundan sonra ne olacağını, bunca
işi kimin için yaptığımı, kendim için değilse bunca tehlikeye neden atıldığımı
yanıtlayamıyordum. Murtakiyelinin, İngilizlerin hala beni aradığını, Despina’yla gitmemin
daha iyi olacağını da söylemesi üzerine iyice telaşlanmıştım. Onlara daha fazla zarar vermek
istemiyordum. Nasıl olsa beni bulacaklardı. O sırada yanımda Despina’nın olmasını göze
alamayacağımı fark ettim. Hala gerçekten bana mı ait olduğunu bilmediğim ani bir kararla
cevşenimi çıkartıp sabah olduğunda Despina’ya vermesi için Murtakiyeliye emanet ettim.
Şimdiye dek beni koruduğu gibi bu zor yolculukta onu da her türlü tehlikeden esirgeyeceğini
umuyordum. Gideceğimi anlayınca Murtakiyeli beni vazgeçirmeye çalıştı ama kafamda ok
yaydan çıkmıştı bir kere. Faytonu alıp İzmir’e doğru yola çıktım. Yol boyunca çektiğim
ızdırabı anlatamam. Artık Yorgo’nun cezasını çekmesinin de önemli olduğuna inanmıyordum.
Nasıl olsa aslında tüm dünyanın inançlarına ters olan bir plan, üzerlerine çöken uyuşukluktan
hiç beklenmedik bir anda silkinip kalkabilmiş bazı insanların gayretiyle alaşağı olmuş ve her
şey benim de kabul edebileceğim bir seyre oturmaya başlamıştı. Bence makul olan
gerçekleşmişti. Beni en çok ilgilendiren de buydu zaten. Bu arada, gelip geçici bir çılgınlığın,
saçmalığın sürdüğü zaman içinde birçok insan ölmüştü. Çok fazla suçlu vardı ve en önemlileri
ise hiçbir zaman cezalandırılamayacaklardı. Ha bir eksik ha bir fazla diye düşünüyordum.
Yorgo’nun ölümü neyi halledebilirdi ki. Zamanında yetişebilir ve becerebilirsem, Despina’nın
hatırı için onu da kurtarmaya karar verdim.
Sabah ilk işim sana uğramak oldu, biliyorsun. Bir süre kenar bir mahallede saklandım.
Bulabildiğim eski püskü birkaç kıyafetle kılık değiştirip, bilgi toplamaya çalıştım. Depoya
gittiğimde ise bir gün önce askerlerin, kilitli olan alt kattaki mahzenin kapısını kırıp
girdiklerini ve kendini asmış olan Yorgo’nun cesedini çıkarttıklarını öğrendim. Artık her şey
gerçekten bitmişti.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa179
Birkaç gün sonra başlayan yangın giderek kenti sarmış, ortaya çıkan kargaşada kenti terk
etmem kolaylaşmıştı. Ayrılmadan önce, neredeyse yarısı yanıp kül olan şehrime baktığımda
duymam gereken hüznü duyamadığımı anımsıyorum. Sanki Ermeni mahallesinden başlayıp
İzmir’in hiç alışık olamadığı güney rüzgarının da etkisiyle güzelim Frenk mahallesini yalayıp
yutan, Kordon’a dek her yeri kapkara bir kabusa dönüştüren o uğursuz yangın içimdeki tüm
duyguları da yakıp yok etmişti. Kendimi yapayalnız hissediyordum. Adeta ruhu ölmüş ama içi
boşalmış bedeni nedense dünyada kalmak için direnen bir gulyabani gibiydim. Tekrar bir
insan olmak, kalan günlerimi kendim olarak yaşayabilmek için bu içi boşalmış cesedi yeni bir
ruhla doldurmak gerekiyordu.
Ne yaptığımı bilmeden günlerce dağlarda dolaştım. Sonunda saklanabileceğim tek yere,
babamın memleketine gitmeyi akıl edebilmiştim. Kaçmam gerekiyordu. Hem Türklerden hem
de İngilizlerden.
Saklanarak yaptığım haftalar süren bir yolculuktan sonra Darende’ye ulaştım. Dergaha
gittiğimde şeyhe kim olduğumu anlatmak oldukça zor olmuştu. Uzun süre sorguya çektikten
sonra aileden olduğuma inandı. Öykümü dinledikten sonra ise beni koruması altına almaya
karar verdi. Kimseye kim olduğumdan bahsetmemişti. Ama bir tek şartı vardı. Madem buraya
gelmiştim, madem eskisine bir sünger çekip yeni bir hayata başlamak istiyordum, artık
bambaşka birisi olmaya da hazır olmalıydım. Orada yıllarca kaldım. Dergahta her türlü
hizmete koştum, kimliğimi silip cemaatin bir parçası oldum. Zaman içinde bana iyice
ısındılar. Hat sanatını, ciltçiliği hep orada öğrendim. Ben de huzur bulmuştum. Ama
gördüğüm yoğun din eğitimine rağmen hiçbir zaman onlar gibi olamayacağımı da
seziyordum. Kuşku duymadan yaşamak elimde değildi. Ben de, aldığım bu eğitimi insanlarla
inançları arasındaki çapulcuları aradan çıkartmak için kullanmaya karar verdim. Şeyhim bana
Nuri ismini vermişti. Durumumu ve niyetimi fark ettiğini biliyordum ama hiçbir zaman bunu
söze dökmedi. Sanki yapmak istediğimi onaylar gibiydi. Şüphelerime ise karışmak istemiyor,
sadece amacıma yardımcı olması için beni herkesten fazla bilgiyle donatmaya çalışıyordu.
Ayrılmak için izin istemeye gittiğimde bir şey demedi. Sadece alnımdan öpüp dikkatli olmamı
tembihledi. Amacım İzmir’e dönmek sizleri görmekti ama Kasaba’dan öteye gidemedim.
Burada yerleştim evlendim, küçük bir oğlum oldu. Burada yaşadığım yıllar boyunca yeni bir
hayatım oldu.
Eskilerden sadece Murtakiyeli ile görüşüyordum. Zaman zaman ziyaretime geliyor gizlice
sohbet edip geçmiş günleri anıyorduk. Sizden haberleri de o getiriyordu sağ olsun. Polisin
beni aradığını İzmir’e gelmemin çok tehlikeli olduğunu söyleyip durduğu için buradakileri ve
sizleri tehlikeye atmamak için yanınıza gelmeye hiç cesaret edemedim. Nasıl olsa Kasaba’da
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa180
yeni kimliğim, yeni görüntüm ve yeni ailemle güvendeydim. Bir tek seni özlüyordum. Her
sabah seni görmek hevesiyle açtığım gözlerim gerçeğin farkına varınca yaşlarla doluyordu.
Bir süre sonra eşim de bende bir gariplik olduğunu sezmişti. Ona hep Darende’de kaybettiğim
ailemi düşünüp üzüldüğümü anlattım. Zavallı ne çok kahroldu benim için.
Birkaç gün önce Murtakiyeli yine geldi. Bu sefer kararlaştırdığımız tarihten erken gelmişti.
Bir gariplik olduğunu sezmiştim ama kiralık bir çingenenin yeni adımla beni aradığını
anlattığında uzun süredir unutmuş olduğum belanın en nihayetinde beni bulmak üzere
olduğunu da anlamıştım. Devletten korunma isteyecek halim de yoktu. Bunun er geç başıma
geleceğini biliyordum. Demek ki tüm aile Türkiye’den göçmüş olsalar dahi paranın gücü ile
dışarıdan bile intikamları peşinde koşabiliyorlardı. Kaderime razı olmak çok fazla vaktimi
almadı. Sadece karımı ve oğlumu korumak için plan yaptık. Birkaç gün sonra onları bir
süreliğine bir bahaneyle yakınlardaki bir akrabalarının yanına göndereceğim. Katillerimi ise
burada tek başıma beklemek istiyorum. Onlara herhangi bir zarar gelmeden bu hesap kesilsin
de ödeşelim artık.
Sevgili kardeşim, kalan sayılı saatlerimde sana öykümü aklımda kaldığınca anlatmaya
çalıştım. Umarım beni affedersiniz. Umarım Despina da affeder. Bu sayfalar eline geçerse
yeğenine ve yengene sahip çık. Kısmet olmaz da ulaştıramazsam artık hepsi Allah’a emanet.
Seni herkesten çok seven ağabeyin Ziya.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa181
BÖLÜM XXX
Büyükannenin yoğun bakımda kaldığı iki gün içinde Ziya beyin öyküsünü tekrar tekrar
okudu. Olayları onun gözünden görmeye o kadar gayret etti ki sonunda tüm bunları yaşayanın
kendisi olduğunu sanmaya başladığında zamanın geldiğine karar verdi. Planını uygulaması
düşündüğünden de kolay olacaktı çünkü durumunda iyi yönde herhangi bir gelişme
olmamasına karşın bir kötüleşme de gözlenmediği için büyükanneyi servisteki bir odaya
çıkartmaya karar vermişlerdi. Yoğun bakımda yatağa ihtiyaç olmalı diye geçirdi aklından.
Hastaneye gitmek için giyinirken artık Ziya bey gibi düşünüp, onun gibi davranmaya
başlamıştı. Yapmayı düşündüğü şeyin büyükanne için ne müthiş bir sürpriz olacağını
düşündükçe yerinde duramıyordu.
Hastaneye büyükanneyi taburcu edecekmiş gibi neşeyle girdi. Durumunun ne olacağını, ya da
o halde daha ne kadar yaşayabileceğini bilmiyordu ama emin olduğu bir şey vardı ki o da bu
öyküyü öğrenmeden büyükannenin gitmesine izin vermeyeceğiydi.
Büyükannenin nakledildiği odaya girdiğinde annesiyle babası şaşkınlıkla bakakalmışlardı. Bin
bir zahmetle taşıdığı paketi açıp eski aynayı çıkarttığında ise kendisinden bir açıklama
beklendiğinin farkına varmıştı ama bunu hemen o anda yapamaya niyetli gibi görünmüyordu.
‘Bu bizim büyükanne ile aramızda bir şey. Lütfen şimdi gidin ve bir süre bizi yalnız bırakın.
Size daha sonra anlatırım.’
Oğullarının, üzüntüsü nedeniyle ne yaptığını bilmediğini düşünüyor olmalıydılar. İkisi de
böyle bir durumda ne söylenebileceğini, konuyu sorularla daha fazla deşmenin ne kadar
uygun olacağını kestiremeden, istemeye istemeye de olsa dediğini yapmak zorunda kaldılar.
Onlar gittikten sonra, hasta yatağının yanı başına çektiği masaya aynayı dikkatlice yerleştirdi.
Büyükannenin başı ile kendi oturacağı koltuğun arasındaki mesafenin tam ortasını
hesaplayarak aynaya ait son ayarlamaları da yapmıştı.
‘Bu da işe yaramazsa yapabileceğim başka bir şey kalmayacak. Kusura bakma büyükanne.’
Hafifçe yanağından öptükten sonra alnına düşmüş olan bir tutam saçı düzeltti. Şimdi daha
güzel görünüyordu. Yerine geçip oturdu. Önce gözlerini kapatıp Ziya beyi düşündü.
Despinayı, Murtakiyeliyi, savaşı ve İzmir’den kaçışı hayal etmeye çalıştı. Kısa bir süre sonra,
kapalı olan gözlerinin önünde sanki eski bir film oynamaya başlamıştı. Öyle ki son
zamanlarda seyrettiği üç boyutlu filmlerin yarattığı gerçekliğin ötesinde bir inandırıcılık
beklentilerini bile aşmıştı. Gördüğü her kahramanın duygularını da algılayabiliyor,
korkularını, arzularını ve kararsızlıklarını bire bir yaşayabiliyordu. Zaten ezberinde olan
öyküyü baştan sona aklından geçirmeye başladı. İlginç bir şekilde, büyükannenin de öyküye
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa182
tepki verdiğini hissediyordu. Yaşadığı şaşkınlığı, üzüntüyü ve heyecanı fark edebiliyordu.
Öylece, belki birkaç saat boyunca Ziya beyle Despina’nın öyküsünün içinde yaşadılar. Her
şey bittiğinde, gözlerini açmadan hemen önce yüzünde büyükannenin o tanıdık nefesini ve
yanağına hafifçe kondurduğu minnet öpücüğünü hissetmişti.
Heyecanla fırladı. Yanı başında ayakta görmeyi umduğu büyükannenin hala yatağında boylu
boyunca uzanmış yattığını görünce düş kırıklığına uğramıştı. Ama yüzündeki o anlamsız
ifadenin kaybolmuş ve dudaklarına belli belirsiz bir gülümsemenin oturmuş olduğunu fark
ettiğinde ise planladığı şeyi başarmış olduğunu düşünerek rahatladı.
Her şey yolunda görünüyordu. Sadece gözlerini açtığından beri büyükannenin göğsünün inip
kalkmadığını görmek onu biraz rahatsız etmişti. Yaklaşıp kulağını uzattığında gerçeğin
farkına varabildi. İlk şaşkınlığı atlatıp kendine gelmesiyle birlikte hemşire çağrı ziline
basmıştı. Odaya dolan doktor ve hemşirelerin çabalarını izlerken büyükannenin yüzündeki
gülümsemeye takılıp kalan gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Orada, o kargaşanın içinde
tüm sesler kaybolmuş, tüm görüntülerse gözyaşları nedeniyle giderek silikleşirken olanlara
yabancılaşmış, sadece ne hissettiğini anlamaya çalışıyordu. Belki bir eksiklik, bundan sonrası
için biraz endişe ve terk edilmişlik duygusu vardı ama üzülmüyordu. Büyükanne güzel ve
uzun bir hayat yaşamış, gitmeden önce son isteğine de ulaşmıştı. Sonuçta, bu da bir sonbahar
günü biten başka bir öyküydü işte.
Odadan çıkarken kendisiyle gurur duyuyordu. Bundan sonra yaşayacağı her günün bedelini
ödemeyi içine sindirmiş, kaybettiklerini kazandıklarının değerine eklemeye niyetli bir şekilde
sevdiği kadının yanına doğru yola çıktı.
‘ Güle güle büyükanne. Yol gösterdiğin için teşekkürler.’
SON
1
Muammer Ketencoğlu’nun izniyle kendisinin İzmir Hatırası isimli albümündeki ‘Elmam
mandalinam benim’ isimli geleneksel Rum aşk şarkısından alınmıştır.
2
En eski hali 1930’da Stellakis Perpiniadis tarafından plağa alınmış bir Vangelis Papasoglou
bestesi. Türkçe çevirisi(Ekşi Sözlük’de)’nden değiştirilerek alınmıştır.
Smyrna’nınTılsımı
Sayfa183

Benzer belgeler