15 Ağustos ruhu ile özgürlüğe yürüyor

Transkript

15 Ağustos ruhu ile özgürlüğe yürüyor
P
STÊRKA CIWAN
Tebax 2012
Hejmar:111
K o v a r a
C i w a n a n
a
M e h a n e
e
l
i
u
h
u
r
s
o
t
e
s
ğ
u
ü
r
ğ
l
o
r
y
A
ü
ü
g
r
5
z
ü
1
ö
y
Komalên Ciwan Rojava Örgütü yöneticisi ÇEKTAR
İçindekiler
Editörden
PKK’nin demokratik ulus yaşamındaki yeri...................................... 2
Abdullah ÖCALAN
Merhaba Güneş’in genç yoldaşları!
Metin Aydın’a özgürlük........................................................................................................... 6
Stêrka CİWAN
Rojava gençliği, Önderliğine bağlılığını
devrim yaparak gösteriyor................................................................................................. 8
Ciwan AZAD
15 Ağustos bir ruhtu................................................................................................................... 11
Sterka CİWAN
Agît Kürdistan’da gerilla çizgisidir................................................................ 14
Duran KALKAN
Cinsiyetçilik................................................................................................................................................ 16
Fadile YILDIRIM
Mazdek, Babek, Hürremizm ve
Ebu Müslim Horasanî.............................................................................................................. 20
Stêrka CIWAN
Kendekol, büyük yara.............................................................................................................. 23
Bir grup Kürt GAZETECİ
Gençlerle 15 Ağustos’u konuştuk........................................................................ 32
Stêrka CİWAN
Hevpeyvînên ji Festîvala Çand û Spora
a Mazlum Doğan............................................................................................................................... 35
Stêrka CIWAN
Di warê felsefik û ideolojik de parastina cewheri................... 38
Akademiya zanisten ya Abdullah ÖCALAN
Ez di çi bibim........................................................................................................................................... 46
Abdullah DEMİR
Her çi kêwî beno................................................................................................................................ 55
Jêhat BERTÎ
Der Kapitalismus ist kein Wirtschaftssystem,
sondern macht...................................................................................................................................... 57
Abdullah ÖCALAN
La renaisance du peuple kurde................................................................................................. 61
Ali HAYIRLI
28 yıl önce Agit yoldaşın komutasında
bir grup Apocu'nun Kürdistan tarihini
yeniden yazdığı ve düşmana "vardık,
varız ve var olmaya devam edeceğiz" diye
haykırdığı Ağustos ayına giriyoruz ve
ağustos ayı yine devrimlere gebe.
Tüm Kürdistan'da 15 Ağustos ruhu
dolaşıyor. Bu, Önder Apo ile doğru
yoldaş olmanın, Kürt halkını zafere götürme kararlılığının ruhudur. Bizi tam
28 yıldır tüm acılara, engellere, zorluklara
ve saldırılara rağmen bugünlere getiren
bu ruhtur.
Batı Kürdistan başta olmak üzere
Kürdistan'ın dört parçası da devrime
doğru yürüyor. Birçok kentin yönetimini
ele geçiren halkımız kendi özgücü ve iradesiyle kendi kendisini yönetme iradesini
göstermiştir. Ancak böylesi süreçler birçok
şeyin birdenbire değişebileceği süreçlerdir.
Bundan kaynaklı tüm Kürt halkı tek
yürek olup kazanımlarına sahip çıkmalıdır.
Kürt gençleri üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Bilindiği üzere tüm devrimlerin öncülüğünü gençler yapmaktadır.
Egemen güçler de bundan hareketle devrim sürecini yaşayan Batı Kürdistan'da
ilk olarak gençliği hedef almış ve Çektar
yoldaşı kaçırıp şehit etmiştir. Çekdar yoldaşın şahadeti Batı Kürdistan başta olmak
üzere tüm alanlarda Apocu Gençlik Hareketi çalışmaları ve mücadelesinin yükseltilmesi için büyük bir gerekçe olmalıdır.
Bütün Kürt gençleri bilmelidir ki eğer
gençler örgütlü bir biçimde mücaleye
dahil olur ve devrime öncülük ederlerse
halkımızın iradesini kırmaya, başlayan
görkemli özgürlük yürüyüşünü durdurmaya, Demokratik-Özerk Kürdistan’ı kurma mücadelesini engellemeye hiç kimsenin
gücü yetmeyecektir.
Amed’de buluşmak dileğiyle...
Genç kalın...
Mail adresi; [email protected]
Ö
N
D
E
R
L
İ
K
STÊRKA CİWAN
PKK’nin Demokratik Ulus Yaşamındaki Yeri
Abdullah ÖCALAN
“PKK’yi tıpkı uygarlık
tarihinin şafak vaktinde
Zagros-Toros
eteklerinde Proto
Kürtlerin oynadığı
rolün bir benzerini bu
sefer sınıfsız, devletsiz,
ekolojik kent, karsız
ekonomi ve demokratik
toplum doğrultusunda
yeni uygarlık ve
demokratik modernite
lehine oynamaya aday
kılmaktadır”
Tebax 2012
Modern partilerin rolünü daha önceki
çağlarda toplumların bilge kişilikleri,
rahipleri, politik tarafları ve dinsel
mezhepleri oynardı. Somutta çatışan
hanedanlar, bürokrasinin askeri ve ilmiye kanatları yanlarına çok sayıda
müttefik alarak etkinlik ve üstünlük
kazanmaya çalışırlardı. Toplumsal sorunların doğuşuyla birlikte farklı çözüm
partileri de beraberinde doğarlar. Gizli
veya açık, çağlar boyunca partiler hep
var olagelmiştir. Herhangi bir toplumsal
soruna müdahale etmek, dışta ve içte
yönetimlere karşı koymak için bireysel
güç yetmeyince, parti gücüne başvurmak en rasyonel yoldur. Her karşı koymanın bir partisi vardır. Dinler ve dinlerdeki mezhepler ve tarikatlar bile çıkışta parti rolünü oynamaktadır. İdeolojik, politik ve ahlaki olarak kendilerini
hangi kimlikle adlandırırlarsa adlandırsınlar sonuçta birer partidirler. Modernite döneminde bu tarihsel gelenekler
yeni biçimlere evrilmişler, adım adım
günümüzdeki parti anlamına kavuşmuşlardır.
Partiler dayandıkları veya hedefledikleri toplumsal kesimleri görünür
kılmak, temsil etmek, hak sahibi yapmak, yeniden ve daha çağdaş ölçülerde
şekillendirmek gibi önemli roller oynarlar. Tüm bu gerekçeler parti gerçeğinin toplumlardaki rolünden kolay
vazgeçilemeyeceğini kanıtlamaktadır.
Gelişmek ve kendini savunmak isteyen
bir toplum için partisizliği savunmak
2
kolay değildir. Fakat bu durumlar partilerin hiç gereksizleşmeyecekleri anlamına gelmez. Bir toplum geliştikçe,
kendi işlerini tüm mensuplarıyla birlikte
yaptıkça partileşmenin anlamı kalmaz.
Bunun tersi de geçerlidir: Bir toplum
ilkel klan halindeyken ve kabile boyları
halinde yaşarken partileşme ihtiyacı
duymaz. Tüm klan veya kabile zaten
bir parti gibidir. Partilerin oluşması,
toplumda karşıt sınıflar ve çıkarların
varlığını gerektirir. Sınıfsal farklılıklar
ortadan kalktıkça ve çıkarlar ortaklaştıkça, ayrı partileşmelerin anlamı kalmaz. Bazen de aynı toplumsal işlev
için birden fazla parti kurulur. Bu tür
partiler de tutarlılığı ve rol oynayabilirliğiyle kendini kanıtlayan bir parti
karşısında tasfiye olmaktan kurtulamazlar. Anlatılanlar toplumsal partilerden neden vazgeçemeyeceğimizi
kanıtlamaktadır. Devlete sahip olmak
bile partileşme ihtiyacını tümüyle gidermeye yetmez.
PKK’nin daha doğuşta büyük ilgiyle
karşılanması, Kürt toplumunda büyük
bir boşluğu doldurmasından ve hayati
bir ihtiyacı gidermesinden kaynaklanır.
PKK söylem ve eylemiyle tutarlılığını
ne denli kanıtladıysa, toplumda kabul
görmesi de o denli arttı. Tüm yetmezliklerine, hatta verdiği zararlara rağmen
toplumdaki itibarını ve vazgeçilmezliğini koruyabilmesi, tarihsel toplumsal
bir ihtiyacı karşılamasından, böyle bir
rol oynamasından ileri gelmektedir.
STÊRKA CİWAN
PKK’nin yeni dönemde de rolünü
oynayabilmesi, tarihsel ihtiyaca cevap
vermesine ve güncel görevlere doğru
sahip çıkmasına bağlıdır. Kürt kimliğinin tanınması ve özgür yaşam iradesinin belirmesi, toplumsal sorunun
tümden çözüme kavuştuğu anlamına
gelmez; sadece önemli bir aşamanın
kat edildiğini gösterir. Kimlik ve özgürlük arzusunun sağlam güvencelere
kavuşturularak süreklilik kazandırılması, çözümü beklenen sorunların
başında gelmektedir. Hiçbir yasal,
ekonomik, politik ve savunma güvencesi olmayan Kürt kimliği ve
özgür yaşam arzusu düşmanları tarafından her an bastırılabilir ve katliamlara tabi tutulabilir. PKK’nin bu
nedenlerle asıl bundan sonra pozitif
rolünü başarıyla oynaması gerekir.
PKK şimdiye kadar negatif görevleri,
yani olumsuzlukların önlenmesi anlamındaki görevleri başarmak istedi.
Bundan sonra ise pozitif yönü ağır
basan inşa görevlerini başarması gerekir. PKK, temelinde demokratik
ulusun inşasının yattığı bu görevleri
ancak açıklanmaya çalışılan kimliği
ve anlamını kazanmakla başarabilir.
Herhangi bir PKK’lilikle bu görevler
başarılamaz.
içten her türlü saldırıya karşı kendisini
ancak ideolojik ve politik kimliğiyle
savunabilir; hamle gücünü kazanıp
toplumla bütünleşebilir. Parti kadroları
tamamıyla ideolojik ve politik yeterlilikle birlikte, özellikle her koşul
altında özgür yaşam ahlakına bağlılığı
sergileyecek güçte olmak durumundadır. Ortadoğu kültüründe ‘insan-ı
kamil’ denilen kendi kendine yeterli
birey olma gücünü güncelleştirerek
sağlamak durumundadır. Tüm iktidarcı,
milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve liberal
köreltici ve hakikatten uzaklaştırıcı
ideolojileri ve yaşam tarzlarını boşa
çıkaracak gücü sergileyebilmelidir.
Çağlar boyunca insan-ı kamillere duyulan ihtiyaç en çok günümüz için
gerekli olup, bu da ancak modern sosyalist kadrolar olmakla mümkündür.
Ancak bu kadroların varlığı temelinde
demokratik ulusal yaşamın inşa sürecine girişilebilir. Her kadro gerektiğinde
kendini yüzlerce demokratik ulus örgütüne dönüştürerek görevini başarabilir. Yoksa adı geçen ideolojiler ve
yaşam tarzlarının etkisi altında yaşayan
bir kadro ve örgütü ancak sorunların
kaynağı olabilir. İdeolojik, politik, ahlaki ve örgütsel yeterlilik, her önder
kadronun demokratik ulus inşasındaki
başarı güvencesidir.
Yoldaşlık ilişkilerini iyi kavramak
gerekir. Yoldaşlık ilişkileri toplumsal
ilişkilerin özünü yansıtır veya yansıtmak durumundadır. Tarihsel toplumu olduğu kadar geleceğin toplumunu da yansıtır. Esas olarak ideolojik ilişkilerdir; ideolojinin açığa
vurduğu ve ortaya çıkmasına yol
açtığı hakikat ilişkileridir. İki yoldaşın birliği bu anlamda sadece
ideolojik birlik olmayıp, ideolojik
kapasitenin yol açtığı hakikat birliği
olarak yaşanmak durumundadır. İki
yoldaş eğer gerçekten yoldaşlık sırrına erip birlik olmuşlarsa, bunu hakikatin güçlü temsili olarak kavramak gerekir. Yoldaşların yoldaşı olmak, temsil edilen hakikatten pay
almak demektir. Bunun dışında boşuna yoldaş tanımı aramamak gerekir. Büyük hakikat derdi olmayanların ‘yola’ girmemeleri gerekir.
Basit hevesler, güdüler ve çıkarların
peşinde olanlar asla yoldaş olamazlar. Bunlarla yoldaşlık yapılamaz.
Kör inançların, fanatik duyguların
meczubu gibi olanlar da yoldaş olamaz. Hele hele karı koca ideolojisini
aşmamış, basit eril dişil ilişkisini
kırıp zihniyet dünyasını özgürleştirememiş olanlar yoldaşlıktan dem
vurmamalı ve bu yola girmeye bo-
Yoldaşlık ilişkilerini
iyi kavramak gerekir
Demokratik ulus inşası sosyalizmin
inşasından öncelikli olup, sosyalizme
giden yolu da açar. Bu inşa sosyal bilimde devrimi gerektirirken, ahlaki
ve politik görevleri birlikte yerine getirmekle de bağlantılıdır. Kapitalist
modernitenin tüm kuşatmalarına rağmen, PKK öncülüğü bu çerçevede rolüne sahip çıktıkça başarılı olabilir.
Bu durumda kadroların kendilerini
eğitmeleri ve özgür yaşam felsefesini
yaşam tarzı haline getirmeleri şarttır.
Parti bir bütün olarak karşıdan ve
3
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
şuna heves etmemelidir. Yoldaşlık
ilişkisi para, mal, mülkiyet, karılık-kocalık, tüketim eşyalarına heveslilik, nefsinin peşinde koşmak,
iktidar derdine düşmek, kör cesaret
veya korkuya kapılmak vb. gibi hakikat yolcusu olmaktan ve temsil
edici kimliğine varmaktan alıkoyucu
her türlü ilişki, düşünce, söylem ve
eylemden uzak durmalıdır. Bu yönlü
tehlikelere başarıyla karşı koymalıdır.
Aynı zamanda büyük hakikatleri her
koşul altında söylemleştirecek ve
eylemleştirecek ideolojik, politik,
ahlaki ve örgütsel donanım da olmalıdır. Birleşilmesi, birlik olunması
düşünülen parti ancak bu kapsamdaki
yoldaşlık ilişkileriyle gerçekleştirilebilir. Tarihsel toplumun ve geleceğinin sözcüsü ve iradesi olabilir.
PKK de ancak bu ölçülerdeki yoldaşlık ilişkileriyle tarihsel ve toplumsal rolünü oynayabilir.
Demokratik çözüm büyük
entelektüel ve politik yetenek
ister
PKK somut ve güncel olarak önünde duran dev gibi iki sorunla karşı
karşıyadır. Birbirleriyle sıkı diyalektik
bağ içinde olan barış veya savaş soTebax 2012
runlarından bahsediyoruz. Demokratik ulus olma hakkı, Kürt sorununda
barışçıl çözüme en yakın asgari çözüm formülüdür. Fakat Kürdistan ve
Kürtler üzerindeki soykırım statüsü,
ulus devlet bütünlüğü içindeki barışçıl
demokratik çözüm formülüne bile
yaklaşmak istememektedir. İnkar ve
imha hakkına ve gücüne sahip olmakta ısrar etmektedir. Kürdistan ve
Kürtleri aralarında paylaşan ulus devletçi güç ve sömürü tekelleri, Kürt
kökenli işbirlikçileri ve ajanları, soykırım siyasetini ‘bireysel haklar’ kandırmacası altında süsleyip maskeleyerek tekrar sürdürmek istiyorlar.
Bunu ulusal ve sınıfsal vazgeçilmez
hakları saymaktadırlar. Bu tutum,
ulus devlet bütünlüğü içinde bile barışa ve demokratik çözüme imkan
vermez. Barış ve demokratik çözüm
olmayınca, bunun karşılığı tüm boyutlarıyla askeri, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, diplomatik ve psikolojik yöntemlerle soykırım savaşının bütünlük içinde yürütülmesidir.
Zaten yürürlükte olan da büyük kısmı
gizli ve örtülü olarak yürütülen bu
Kürt soykırım savaşıdır. Yüzyılı aşkındır büyük kısmı tek taraflı yürütülen ve Kürtleri tarihten silmeyi ve
özgür toplum olmaktan çıkarmayı
4
hedefleyen savaş çok müttefikli yürütülen soykırım savaşıdır.
Son otuz yıllık savaşımdan çıkarılacak derslerle anlamlı bir barış ve
demokratik çözüm gerçekleşebilirdi.
Kürt ulus devletçiliğine ihtiyaç duymadan, hatta hakim ulus devletleri
federasyon tarzı biçimlere dönüştürmeden gerçekleştirilmesi mümkün
olan en başarılı çözüm demokratik
ulus olma hakkıydı. Bu temelde devletle geliştirilen diyalog sonucunda
Önderlik tarafından sunulan 160 sayfalık ‘Yol Haritası’ bunun için gereken
çözüm ve barış ilkelerini yeterince
ifade ediyordu. Ama soykırım geleneğinin güçlü etkilerini taşıyan devlet
içi kesimlerle politik oligarşi (devlet
propaganda aygıtı) barışa ve demokratik çözüme bir türlü karar verememektedir. Çeşitli defalar geliştirdiği
tek taraflı ateşkes denemelerine rağmen, KCK gereken karşılığı bulamamıştır. Sürekli diken üstünde bir
durum hüküm sürmektedir. Çok açık
ki, bu durum uzun süremez. Ya iki
tarafın da üzerinde ana ilkelerde uzlaştığı kalıcı, anlamlı ve onurlu bir
barış ve demokratik çözüm sürecine
girilecek, ya da otuz yıllık savaş sürecinin çok üstünde, yoğun geçecek
yeni ve nihai bir savaş aşaması daha
yaşanacaktır. PKK her iki süreç üzerinde tüm yönleriyle yoğunlaşmak
durumundadır. Onurlu bir barış ve
demokratik çözüm büyük entelektüel
ve politik yetenek ister. Düşünülen
barış ve demokratik çözümün tüm
halkça paylaşılması gerekir. Sadece
anlaşılmasını değil, halkın üzerinde
eğitilmesini, örgütlendirilmesini ve
eylemselleştirilmesini gerektirir; binlerce tartışma ve karar toplantısını,
binlerce örgütlenme ve eylemini gerektirir. Söz konusu olan, tarihsel bir
barış ve tüm bölge halklarına ve insanlığa örnek teşkil edecek bir demokratik siyasal çözüm tarzıdır.
STÊRKA CİWAN
Daha güçlü bir olasılık gibi duran
savaş sorunları üzerinde de kafa patlatmak gerekir. Geçen otuz yıllık
savaş deneyimi en acemice, hatta
provokatörü bol olan, asgari bir gerilla tarzını bile tutturamayan, yarı
isyana yarı gerillaya benzeyen bir
tarzda yürütüldü. Önümüzdeki savaş
tarzı böyle olamaz. Her şeyden önce
halk eski halk değildir; savaşın gerçek
halk savaşı boyutunda yürütülmesini
dayatmaktadır. Otuz yıllık deneyimden sonra savaş önderliği yani HPG
de kendini bütünleşik bir kır kent
savaşına hazırlamak, gece gündüz,
yaz kış, köy kent, dağ ova demeden,
on binlerin aynı anda her alanda cereyan etmesi muhtemel olan savaşını
geliştirmek, yürütmek ve denetlemekle yükümlüdür. KCK kapsamında
yürütülse de PKK yeni savaş döneminin ideolojik, politik, ahlaki ve
karar sorumluluğunu paylaşmak durumundadır. Eskisi gibi partizan savaşı, yarı isyan yarı gerilla, hatta
avare asi türü çatışmalar döneminin
tekrarlanamayacağını, tekrarlansa da
kabul göremeyeceğini bilmek ve
buna göre yeteneğini geliştirmek
durumundadır. Yeni savaş aşaması
ne denli gelişirse gelişsin, ortaya çıkacak tüm sorunlara ideolojik, politik
ve ahlaki yetkinlik ve kararlılık yeteneğiyle her bakımdan zamanında
cevap vermek zorundadır. Tüm iç
ve dış koşulları değerlendirmek kadar, savaşın alabileceği tüm boyutların sonuçlarına zamanında katlanma
ve lehine çevirme sorumluluğu da
buna dahildir. Yeterli olamamak ve
cevap verememek, PKK adına eskisi
gibi anlayışla karşılanacak durumlar
olamaz. Hesap vermek kadar hesap
almak da daha yakıcı olacaktır. Eskisi
gibi sorumluluğu birilerine yıkarak
veya tasfiyeci pratiklere bel bağlayarak kurtulmak veya sıyrılmak
mümkün değildir. Mevcut halk ve
parti gerçeği buna imkan vermez.
Kaldı ki, eski tasfiyeci ve kaçak unsurların akıbeti belli olmadığı gibi
pek parlak da değildir. Devletler bile
geçmişe ilişkin kendi gerçeğiyle yüzleşmeye ve kendisini temizlemeye
çalışırken, itirafçı, işbirlikçi ve tasfiyeci unsurların durumu vahametini
açıkça ortaya koymaktadır.
Kürdistan artık eski mezar
sessizliğinde değildir
Bundan sonra her şey ya onurlu
bir barış ve demokratik çözüm, ya
da topyekun nihai bir savaşla bağlantılı olarak anlam bulacak ve yaşam
değeri kazanacaktır. Gerisi arada
çiğnenip geçilecektir. Tarihsel dönemler tarihsel kararlar ve eylemlerle
geçer. Gerisi yalan ve hayallerle
uçup gider. Kendini birey, örgüt ve
halk olarak, devlet ve parti olarak
böyle dönemlere hazırlayamayanlar,
hazırlayıp da yanıt oluşturamayanlar
tarihin çöp sepetine atılmaktan kurtulamazlar. PKK ancak geçmişin deneyiminden çıkarılacak dersler temelinde günceli tüm yönleriyle değerlendirip gerekli hazırlıkları yeterince yapmak ve pratiğin üzerine
aynı cesaret ve kararlılıkla yürümekle
önündeki iki tarihi görevin üstesinden
gelebilir. Süreçten büyük zafer veya
yenilgi beklemek gerçekçi değildir.
Sonuç mutlaka onurlu bir barış ve
daha da netleşmiş demokratik ulusal
çözüm lehine olacaktır. Gerisi soykırım girdabında kaybolmaktır ki,
mevcut insanlık durumu buna imkan
vermeyecektir.
Tüm koşullar önümüzdeki sürecin
olası gelişmelerini çağdaş tarihteki
büyük Fransız ve Rus devrimleri
kadar önemli kılmaktadır. İster savaş
ister barışla gerçekleşsin, Kürt halkı
kendisi için sadece ulusal demokratik
sorunu çözmüyor, bütün Ortadoğu
5
bölgesi ve insanlık için büyük anlam
ifade edecek olan bir çıkışı gerçekleştiriyor. Bu çıkışla sayıları her gün
çoğalan kapitalist modernitenin ulus
devlet aygıtlarına bir yenisini eklemiyor; modernitenin çoktan hazırlamış
olduğu kapitalist statüye, tekellere
ve sanayi dünyasına katılmıyor; yeni
bir uygarlığın, modernitenin ışıklarını
saçıyor. Demokratik modernite olarak
da adlandırılabilecek bu modernite
çıkışı, tarihinin en kaotik dönemlerinden birini yaşayan Ortadoğu kültürüne gerekli çözüm yolunu gösterebilecektir. Bu rol çözümleyici değerini daha şimdiden özellikle Irak
(Uruk) üzerinden kanıtlamış bulunmaktadır. Yaşanan ve bir nevi ‘III.
Dünya Savaşı’ diyebileceğimiz bu
süreç, PKK’yi tıpkı uygarlık tarihinin
şafak vaktinde Zagros-Toros eteklerinde Proto Kürtlerin oynadığı rolün
bir benzerini bu sefer sınıfsız, devletsiz, ekolojik kent, karsız ekonomi
ve demokratik toplum doğrultusunda
yeni uygarlık ve demokratik modernite
lehine oynamaya aday kılmaktadır.
PKK kendini baştan beri bu tarihsel
role uygun olarak tanımladı. Birçok
eksiği ve yanlışı olsa da fırtınalı
geçen son otuz yılı bu rolünü oynayabileceğini kanıtlamıştır. Seslendiği
Kürdistan halkı kendisine olumlu
yanıt vermiştir. Kürdistan artık eski
mezar sessizliğinde değildir. Önümüzdeki süreç ister barış ister savaşla
kazanılsın, sonuç demokratik ulusların
inşa çağı olacaktır. Böylece binlerce
yıldır süren sınıflı, kentli ve devletli
uygarlık oyunlarının kan deryasına
çevirdiği, kabilelerin, dinlerin, mezheplerin ve ulusların birbirini boğazladığı Ortadoğu uygarlık kültüründe,
demokratik ulusların bütünlüğü üzerinde yükselen demokratik modernite
çağı olacaktır.
***
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
H
A
B
E
R
METİN AYDIN’A ÖZGÜRLÜK
Stêrka CİWAN
Bu ay içerisinde geleneksel olarak
her yıl Avrupa’da yapılan Mazlum Doğan Gençlik, Kültür ve Spor Festivali
ile Hasan Kızıler Gençlik Kültür ve
spor festivali gerçekleştirildi.
Ayrıca Avrupa’da yaşayan Kürt
gençleri, İsviçre’de tutuklu bulunan
ve Almanya’ya teslim edilecek olan
Kürt genci Metin Aydın için “Metin
Aydın’a özgürlük” adı altında bir kampanya başlattı. Bu kampanya temelinde
İsviçre’nin bir çok yerinde eylemler
gerçekleştirildi.
15. Mazlum Doğan Gençlik Kültür
ve Spor Festivali
Bu yıl 15’incisi yapılan Mazlum Doğan Gençlik, Spor ve Kültür Festivali’ne
binlerce Kürdistanlı genç katıldı. Hazırlığı aylar öncesinden başlayan festival,
Bonn Pennenfeld Spor kompleksinde
yapıldı.
Bir dakikalık saygı duruşunun ardından başlayan yürüyüş kortejinde
sarı-kırmızı-yeşil tişört giyen gençler,
ulusal kıyafetleriyle TEV-ÇAND’a bağlı
halkoyunları ekipleri ve müsabakalara
katılan sporcular yer aldı.
Festival öncesi üç yüz futbol takımı
arasında yapılan elemeler sonucunda
finale kalan Hanau’dan Serhildanspor
ve Ludwisghafen’den Agitspor’un arasında yapılan final karşılaşmasında,
Serhildanspor karşılaşmayı 3-0 kazanarak şampiyon oldu. Agitspor ikinci,
Şeren Zapê üçüncü olurken, Özgür
Roni takımı da festivalin en centilmen
Tebax 2012
takımı seçildi. Serhildanspor’un kaptanı
Şaban Sakalıkaba ise en centilmen futbolcu unvanını kazandı. Futbolun yanısıra, kick-boks, boks, masa tenisi,
voleybol, dama, satranç, atletizm ve
maraton dallarında oldukça çekişmeli
geçen karşılaşmaların sonucunda yüz
metre de Ramazan Yılmaz birinci olurken, Cudi Hüseyin de ikinci oldu. Bin
metrelik koşuyu ise Hannover’den katılan Ahmet Zana kazandı. Boksta 63
kiloda Şiyar Yıldız, 59 kiloda Welat
Yıldız, 57 kiloda ise Dewran Yıldız
birinci oldu. Masa tenisinde Fehim
Genç birinci olurken, Ali Güler ise
ikinciliği kazandı. Uzun yılardır organizasyon içerisinde yer alan Kick Boks
hakemi Mutlu Gündoğdu da şeref madalyası ile ödüllendirildi.
Festivalde, Bengî Agirî, Hint dans
grubu Spirit Of Bollywood, Koma Baran, Jan Jiyan, Koma Çar Newa, Grup
Munzur, Ali Ciwan, davul şov, Ûse û
Xwededa, Hozan Jala şarkılarıyla yer
aldı. TEV-ÇAND halk dansları ekibi
tarafından Roboskî katliamının işlendiği
kareografi de büyük beğeni topladı.
6
7. Hasan Kızıler Gençlik Kültür
ve Spor Festivali
Bu yıl 7. si gerçekleştirilen Hasan
Kızıler Gençlik Kültür ve Spor Festivali bu yıl İsviçre'nin Basel şehrinde
yapıldı. Festival Kürdistan özgürlük
mücadelesinde yaşamını yitiren şehitlere adandı.
Futbol turnuvasıyla başlayan etkinlikler Kürt gitarist Azad'ın konseriyle
devam etti. BDP Van milletvekili Özdal
Uçer siyasal süreçle ilgili değerlendir-
melerde bulundu ve gençlerin gerçekleştirmiş oldukları festivale ilişkin duygularını dile getiren bir konuşma yaptı.
Uçer'in konuşması sık sık "biji Serok
Apo" sloganlarıyla kesildi.
Festivalde hiphop tarzında şarkılarıyla
tanınan Rezan ve Delil Tofan sahne
aldı. Ardından Nuarin, Bengi Agiri,
Comerd, Sipan Xelat, Rotinda ve yerel
gruplar sahne aldı.
Festivalde Davullarla gösteri gerçekleştirildi. Gowenda Zaroken Çanda
Med adlı folklor ekibi de oyunlarıyla
festivale renk kattı.
STÊRKA CİWAN
Festivalde futbol, voleybol, masa tenisi, 100 ve 400 metre koşu dallarında
turnuva ve yarışmalar gerçekleştirildi.
Bu turnuvada kazananlar kupa ve madalyalarını aldı.
Futbol turnuvasında birinci gelen
Merdan Spor'a birincilik, Dirok Spor'a
ise ikincilik kupası verildi. Ayrıca Esen
Spor'a centilmenlik kupası verildi.
Voleybol turnuvasında Avaşin takımına birincilik kupası verildi.
100 metre atletizm dalında İhsan
Özçelik'e birincilik madalyası verildi.
Hamburg'ta nöbet eylemi
Hamburg'un Altona semtinde Kürt
gençleri nöbet eylemi gerçekleştirdi.
"Öcalansız Asla" şiarıyla başlatılan
eylemde bilgilendirme stantları da açıldı.
İki gün süren eylemde 2000 tane bildiri
dağıtıldı. Bildirilerde Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve
Kürtlere uygulanan soykırım politikaları
anlatıldı.
Eylemin amacını Strasbourg'ta Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan için
Nöbet eylemi gerçekleştiren Kürt siyasetçilere destek olmak olduğunu belirtildi.
Metin Aydın'a Özgürlük
07 Temmuz 2012
Almanya ve Türkiye'nin yargılama
talebi üzerine İsviçre'de gözaltına alınan
ve 1 yıldır tutuklu bulunan Metin Aydın’ın serbest bırakılması için İsviçre'nin
Zürih şehrinde kampanya başlatıldı.
Kampanyanın ilk gününde Metin
Aydın için açılan imza standına siyasetçi
ve sanatçılar gelerek eyleme destek
sundular.
Komite konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Metin Aydın'ın Almanya'ya
iadesi, Türkiye'ye iadesi anlamına gelmektedir. Aydın'ın Türkiye'ye verilmesi
durumunda işkence ve karşılaşacağı
hukuksuzlukla yaşamı tehlikeye atılmak
istenmektedir. Human Rights, Uluslararası Af Örgütü Türkiye raporları da
bu durumu teyit etmektedir. Biz İsviçre'den Metin Aydın'ın derhal serbest
bırakılmasını, Türkiye veya Almanya'ya
iade etmemesini istiyoruz” dedi.
12 Temmuz 2012
Metin Aydın için oluşan Özgürlük
İnisiyatifi ve İsviçre Dernekler Federasyonu (FEKAR) yöneticilerinin de
içinde yer aldığı bir heyet İsviçre Adalet
Bakanlığı Bilgilendirme Büro Sözcüsü
İngrid Ryser ile bir görüşme yaparak
Metin Aydın'ın durumu ile ilgili bir
dosya sundu.
Heyetin yaptığı görüşmeden sonra
FEKAR üyesi Hatice Sonu Adalet Bakanlığı ile yapılan görüşme hakkında
şunları aktardı.
“Metin Aydın'ın 1 yıldan fazla tutuklu
olduğunu ve Almanya'ya teslim edileceğini, bu tutumun doğru bir tutum olmadığını biran önce Metin Aydın'ın özgürlüğüne kavuşması gerektiğini belirttiklerini söyledi”
Adalet Bakanlığı'nın yaptığı açıklama
ise Metin Aydın'ın Almanya'ya teslim
edilmesi kararının İsviçre Berlizona
Yüksek Ceza Mahkemesinin bir kararı
olduğu ve kendilerinin buna yönelik
bir şey yapamayacaklarını belirtti.
İsviçre Halk Meclis'i adına Hanefi
Ceylan İsviçre’de yaşayan Kürtlere seslenerek Metin Aydın için yapılan kampanyaya destek çıkmaya çağırdı ve
Metin Aydın özgürlüğüne kavuşana dek
7
eylemlerinin devam edeceğini belirtti.
Paris'te gençler Öcalan'a özgürlük
yürüyüşü gerçekleştirdi
Fransa'nın başkenti Paris’te Strasbourg-saint-denis semtinde "Azadiya
Rêbertî Azadiya mey ye, An azadî an
azadî" şiarıyla yürüyüş gerçekleştirildi.
Yapılan yürüyüşte, Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’ın üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit ve Türk devletinin Kürtlere
yönelik baskıları protesto edildi.
Yağmura aldırış etmeyen gençler
kontenjan oluşturarak yürüyüşe geçti.
Yürüyüşte Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan'ın posterleri ve KCK flamaları
açıldı. Yürüyüşte sık sık, “biji serok
Apo”, “Öcalan’a özgürlük”, “be serok
jiyan nabe”, “PKK halktır, halk burada”,
“terörist Türkiye” ve “katil Erdoğan”
sloganları atıldı. Gençler Türkçe ve
Fransızca attıkları sloganlarla Öcalan'a
özgürlük taleplerini dile getirdi.
***
Tebax 2012
P
E
R
S
P
E
K
T
İ
V
STÊRKA CİWAN
Rojava gençliği Önderliğine bağlılığını
devrim yaparak gösteriyor
Ciwan AZAD
“Halk ve hareket
olarak zafere her geçen
gün bir adım daha
yaklaştığımız
bu süreçte
Kürt gençliği olarak
her zamankinden daha
yoğun bir örgütlülük,
mücadele ve eylem
içerisinde olmamız
gerekmektedir.
Bugünden sonra her
yer İstasyon Meydan’ı,
her yer Kobani ve
Afrindir”
Tebax 2012
Önder Apo üzerindeki tecrit birinci
yılına girmiş bulunmakta, İmralı’da
tecrit derinleştikçe direnişte tüm sahalardan artarak devam ediyor. Son
olarak Amed’de gerçekleşen 14 Temmuz serhildanı da göstermiş oldu ki
Kürt halkı, Önderliği özgürleşene kadar mücadelesinden asla taviz vermeyecektir. Amed’de gerçekleştirilen
direniş bu anlamda salt Kürt halkı
ile devlet arasında gerçekleşen bir
sınav ya da savaşım olmamıştır.
Amed’de sadece devlete değil, Kürt
sorunu konusunda söz sahibi olan,
direk ya da dolaylı olarak sorunla
ilişkili olan tüm güçlere şu mesaj
açık olarak verilmiştir. Önderliğimiz
özgürleşmeden, sağlıklı ve güvenlikli
hareket koşulları oluşturulmadan sorunun çözümü mümkün değildir.
14 Temmuz Amed mitingi öncesi
Kürt halkı kapsamlı bir hazırlık sürecini yaşamıştır. Kürdistan’ın tüm
il ve ilçelerinden köylerine, Türkiye
metropollerine kadar yayılan kapsamlı
çalışmalar yürütülmüştür. Bu hazırlıklar AKP hükümeti cephesinden de
ciddi bir tedirginlik oluşturmuştur.
AKP, Amed’de bir milyondan fazla
insanın bir araya gelmesi ve tek bir
ağızdan Önder Apo’nun özgürlüğünü
haykırması durumunda yürütmüş olduğu tecrit sisteminin hiçbir anlamının
kalmayacağını görmüştür. Kuşkusuz
Kürt halkı 15 Şubat’lardan Newrozlara, 1 Mayıslara tüm kitlesel eylemlerinde Önderliğinin özgürlüğünü her
defasında talep etmektedir. Ancak
8
Amed’de gerçekleştirilen bu miting
çok daha farklı bir durumu işaret ediyordu. Temel gündemi Önder Apo’nun
özgürlüğü olan bir miting ve bu mitinge katılacak milyonlar. 14 Temmuz
mitingi bu anlamda bir referandum
niteliğine kavuşacaktı. AKP hükümeti
bu korkudan dolayı 14 Temmuz mitingini engelleme kararı almıştır. Bizzat Tayip Erdoğan tarafından alınan
ve valisi aracılığı ile açıklanan karar
sonrası Amed’de, üst düzeyde bir
devlet terörünün uygulanacağı günler
öncesinden ilan edilmiş oluyordu.
AKP devletinin bu engellemelerine
rağmen Amed’in birçok noktasında
bir araya gelen grubun İstasyon Meydan’ı’na yürüyüşe geçmesi ile beraber
artık Amed’in her yanı istasyon meydan’ı halini almıştır. Kürt halkı en
meşru hakkı olan demokratik bir miting
yapma istemine karşı gösterilen yasakçı zihniyete karşı, halk serhildana
kalkarak yanıt vermiştir. Bunlar
Amed’den 14 Temmuz günü yansıyan
görüntülerdir. Esas önemli olan ise
14 Temmuz serhildanın yaratmış olduğu politik yansımadır. 14 Temmuz
göstermiştir ki, hiç bir güç Kürt halkının özgürlük talebi karşısında engel
durumunda kalamaz. 14 Temmuz salt
engellemeye karşı klasik bir direniş
olmanın ötesine geçmiştir. Gençliğinden, kadınına, 60 yaşındaki insanına,
seçilmişlerine, Kürt halkının mücadelesine destek veren demokrat ve
sosyalist çevrelerine kadar herkes direniş içerisinde yer almıştır. Yine 14
STÊRKA CİWAN
Temmuz sonrası Hak-Par’dan tutalım, AKP’ye yakınlığı ile bilinen
Dicle Fırat Diyalog Grubu gibi birçok
sivil toplum kuruluşu ortak bir basın
açıklaması yaparak BDP’nin yanında
olduklarını açıklamıştır. Bu anlamı
ile 14 Temmuz Serhildanı aynı zamanda ulusal ve devrimci bir birlikteliği de ortaya koymuştur.
Kürt halkı Rojava’da Demokratik
Özerk bir sistemi örmektedir
Kürt halkı tarihi bir dönemece girmiş bulunmakta, 14 Temmuz Amed
Serhildanı'nın hemen ertesinde, Rojava’da yaşanan gelişmeler bu tarihin
şafağını işaret ediyor. Ortadoğu her
dönem dünya siyasetinde belirleyici
bir rol oynamıştır. Ancak bugün gelinen aşamada Ortadoğu’daki gelişmeler tüm zamanlardan daha fazla
böylesi bir öneme sahiptir. Zira Ortadoğu’da kemikleşen birçok iktidar
son bir kaç yıl içerisinde ard arda yıkılmış, yerine yeni siyasal oluşumlar
ya da iktidarlar gelmiştir. Hiç şüphe
yok ki bu durum uzun vadede dünya
siyasetini yönlendirecek ciddi gelişmeleri de beraberinde getirmektedir.
Yaşanan bir diğer gerçeklik ise yenilenen yapıların ne kadar alternatif
olacakları sorusuna verilecek yanıttır.
Evet, Ortadoğu’da bir değişim süreci
yaşanmaktadır. Ancak yaşanan değişim köklü bir değişimden uzaktır.
Bunun sebebi geçmiş iktidarların ve
sistemlerin cilalanarak sunulmasıdır.
Bu durum dönemsel bir değişimi yaratmak ile birlikte Ortadoğu’daki siyasal, sosyal ve ekonomik krizlerin
çözümüne çare olmayacağı gibi ilerleyen süreçte derinleşebilecek krizlerin
habercisidir. Zira yaşanan sorunların
temeli sistemsel krizlerdi, bu durumda
geçmiş sistemlere alternatif bir sistem
oluşturulmadığında gerçek bir kurtuluş
gerçekleşmeyecektir.
Ancak Rojava’da gelişen süreç
ise çok daha farklı bir durumu işaret
etmektedir. Hareketimiz Rojava’da
izlediği politik çizgi ile devrimi
adım adım örmüştür. Halk meclislerinden, mahalle ve köy komünlerine kadar bir yandan halk örgütlendirilirken, öte yandan halkın savunmasını alacak özsavunma birlikleri aşama aşama bu sürece hazırlanmıştır. Rojava bu anlamı ile
Ve bugün Rojava tarihi gelişmeleri
yaratan bir konuma gelmiştir.
Rojava’daki gelişmeler Önder
Apo’nun özgürlüğü noktasında da
önemli bir rol sahibi olacaktır. Zira
hareketimiz ve Önderliğimiz geçmiş
süreçlerde yapmış olduğu değerlendirmelerde Ortadoğu’ya ilk müdahalenin 9 Ekim komplo süreç ile
başladığını her defasında dile getirmiştir. Bilindiği üzere Önder Apo
Arap Baharı olarak tanımlanan ve
Ortadoğu ülkelerindeki değişmelerden ayrışan bir özellik taşımaktadır.
Kürt halkı Rojava’da Demokratik
Özerk bir sistemi örmektedir. Bu
sürece Rojava’daki diğer Kürt oluşumları ne kadar dahil olur bilinmez
ancak, bugün Rojava’da büyük oranda örgütlü olan Tev-Dem öncülüğündeki bileşen buna hazır görünüyor. Sonuç olarak Kobani ile başlayan ardından Afrin, Derik ve sonrasında tüm Rojava’ya yayılan bu
süreçte neredeyse kan-sız bir devrim
yaşanmaktadır. Bu süreçte harekemiz
başta Türkiye olmak üzere kimi
güçlerce Esad ile ortak hareket etmekle itham edilmiştir. Hareketimiz
bağımsızlıkçı çizgisinde emin adımlar ile ilmik ilmik bu süreci örmüştür.
uzun süre Suriye’de kalmış, bu süreçte Rojava’da bulunan halkın örgütlenmesi ile birebir ilgilenmiştir.
Bu anlamda Rojava bir Önderlik
sahası olma rolünü taşıyor. Ancak
9 Ekim 1998’de Türkiye ve ABD’nin
baskıları sonucunda Önder Apo Suriye’den çıkmak zorunda kalmıştır.
Bundan sonraki süreçte 15 Şubat
komplosu ve Önder Apo’nun esareti
ile başlayan bir süreci beraberinde
getirmiştir. bugün Önder Apo’nun
esaretine sebep olan bu gelişmeler
Kürt halkının eli ile tersine evirilmeye doğru adım adım ilerliyor.
Rojava gençliği Önderliğe olan
bağlılığını devrim yaparak ortaya
koymaktadır. Bu noktada şu tespit
oldukça anlam kazanıyor. Önder
Apo’nun esaretine sebep olan Suri-
9
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
ye’den çıkış, bugün Önder Apo’nun
özgürlüğünün yolunu açacak süreç
olacaktır.
Avrupa gençliğinin üzerine de
önemli bir rol ve misyon düşüyor
Bu anlamı ile Rojava devriminin
bir diğer önemli noktası da gençlik
yönünün ağır bastığı bir devrim
süreci olmasıdır. Başlangıç sürecinden bu yana Rojava gençlik örgütü
Komalen Ciwan Rojava (KCR) öncülüğünde Kürt gençlerinin gelişmelere dahil olma durumu vardır.
Eylemlerden tutalım, özsavunma birliklerine, kurumlaşmalara kadar gençliğin bu sürece aktif katılımı vardır.
Bu da Rojava’daki devrime dinamik
bir boyut katmıştır. Öncüsü gençlik
olan bir devrim hiç şüphe yoktur ki
zafer ile taçlanacaktır.
Tüm bu gelişmeler hiç şüphe yok
ki AKP cephesinde büyük bir tedirginliğe neden olmaktadır. Binlerce
tutuklamaya rağmen Amed’de gelişen
halk serhildanı, Yine Rojava’daki
devrim süreci, baharla birlikte gelişen
ve her geçen gün artan gerilla eylemleri tüm sahalara yayılan bir direnişe işaret etmektedir. 2012 yılının
Tebax 2012
başlangıcında hareketimiz yıl için
tarihi gelişmelerin yaşanacağı, bu
gelişmeler ışığında verilecek mücadelenin önümüzdeki on yılları belirleyecek nitelikte olacağı vurgusunu
yapmıştı. bugün gelinen aşamada
bu tahlil doğrulanır bir niteliktedir.
Henüz yılın ortalarında olunmasına
rağmen 2012 yılı şimdiden Kürdistan
tarihi içerisindeki yerini almış bulunmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler
karşısında ise AKP hükümeti yaşadığı
bozgunun üzerini örtmek için her
türlü kirli savaş yöntemini devreye
koymuştur. Basın kuruluşlarından
tutalım, askeriyesine, polisine kadar
tüm özel savaş birliklerini harekete
geçirmiştir. Ancak şu bir gerçektir
ki AKP iktidarı bir eşiğe ulaşmıştır.
Bundan sonrası AKP için başaşağı
bir gidiş olacaktır. Bu gidişatı başlatacak olan da hiç şüphe yok ki hareketimizin gerçekleştirmekte olduğu
mücadele olacaktır. İç politikada ve
dış politika da darbe üzerine darbe
alan Erdoğan ve kurmaylarının mevcut durumdaki çırpınışları bu süreci
zamana yayarak kurtulma arayışından
başka bir şey değildir.
Bu durumda yapılması gereken
topyekûn direnişi örgütlemektir.
10
Amed ‘de gelişen direnişe nasıl ki
Rojava’dan yanıt verildiyse, Rojava’da gelişen sürece tüm sahalardan
güç sunmak gerekmektedir. Bu noktada hiç şüphe yok ki Avrupa gençliğinin üzerine de önemli bir rol ve
misyon düşüyor. Avrupa gençliği bu
sürece özgür Kürdistan özlemi ve
tutkusu ile sarılmalı, örgütlenmesini
her sahadan geliştirmelidir. Zira sürecin nereye evirileceği halen net
değildir. Yarın Rojava’da gelişecek
bir çatışmalı süreçte çok bir çok şey
değişebilir. Bu durumda Kürdistan’da
yaşanan gelişmelerin dünya kamuoyuna duyurulması noktasında Avrupa
gençliği önemli bir yerde bulunmaktadır. Yine Önder Apo üzerinde devam ettirilen tecride karşı tepki eylemlerinin devam ettirilmesi ve Avrupa’da bir kamuoyunun yaratılması
oldukça önemlidir. Zira yaşanan gelişmeler karşısında salt Kürt örgütleri
ve devrimci demokrat yapılar değil,
Avrupa Birliği de sorunun artık Önderliksiz ve PKK’siz çözülemeyeceğini açıktan ortaya koymaktadır.
Son olarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye raportörü
Josette Durieu’un, yaptığı açıklamada
“Bunun başka çaresi yok. Kürtler
hak taleplerinde o kadar ısrarlılar
ki, bunu daha da ötelemek mümkün
değildir” demesi sorunun geldiği
aşamayı işaret etmektedir.
Sonuç olarak halk ve hareket olarak zafere her geçen gün bir adım
daha yaklaştığımız bu süreçte Kürt
gençliği olarak her zamankinden
daha yoğun bir örgütlülük, mücadele
ve eylem içerisinde olmamız gerekmektedir. Bugünden sonra her yer
İstasyon Meydan’ı, her yer Kobani
ve Afrindir.
An serkeftin An serkeftin
***
A
N
A
L
İ
Z
STÊRKA CİWAN
15 AĞUSTOS BİR RUHTU...
Stêrka CİWAN
“15 Ağustos bir ruhtu,
heyecandı,
bir kararlılıktı, bilinç,
irade ve inançtı.
Şimdi 15 Ağustos
Atılımlarını yenileme
temelindeki
yürüyüşümüz, bunun
üzerine büyük bir
birikimi, gelişmeyi de
ekliyor. Zorluklar,
engeller, ayak bağları
geçmişte fazlasıyla vardı, hepsi çözüldü”
15 Ağustos düşüncede, örgütlenmede, eğitimde yürütülen çalışmaların diriliş mücadelesini gerçekleştirmek için
sağlanan bütün hazırlıkların ete-kemiğe büründüğü, pratikleştiği, yaşamsallaştığı gün oluyor. 19 yıllık büyük ruh,
duygu, büyük özgürlük yürüyüşü, binlerce kahramanı ortaya çıkartan, bir
halkı kelimenin tam anlamıyla dirilten, 21. yüzyılın başında insanlığın
büyük coşku ve heyecan kaynağı haline getiren yürüyüş, onun pratik kararlılığı bugünde başladı. Yürütülen tartışmalarla alınan kararlar, yapılan planlama bu 19 yıllık sürekli büyüyen,
Kürdistan’ı da aşarak bir Ortadoğu
demokrasisi, günümüzde ise yeni bir
sistem, yeni bir çağ, Demokratik Uygarlık Çağı yaratma iddiasıyla yürüyen bir mücadelenin, yaratıcısı, geliştiricisi, başlatıcısı oldu.
15 Ağustos büyük atılımı başladığında doğanlar, şimdi bu ikinci hamlenin başlatıcısı, yaratıcısı oluyorlar.
Bu bize daha büyük heyecan ve güç
veriyor, kararlılığımızı ve irademizi
daha çok pekiştiriyor. Bu temelde
bu 20. yılla birlikte; Önderliğimizin
açtığı yolda halkın beklentilerine daha fazla cevap verecek, demokrasi
ve özgürlük mücadelesini Kürdistan’da ve Ortadoğu’da yeni bir çağı
geliştirecek düzeyde bir atılımın ve
mücadelenin başlatıcısı olacağız. Bunun kararlılığı içerisindeyiz. Özellikle de bu 19 yılda, 19 yıl önce bü11
yük mi li tan ge ril la cı Agit
arkadaşımızın komutasında iki takım olarak başlayan gerillalaşmanın
binlerce savaşçıyı içine alan büyük
bir gerilla ordusu temelinde bu yeni
başlangıçla sürüyor.
Geçmişle elbette hiçbir biçimde kıyaslayamayacak durumdayız. Hem
nicelik hem de bu son dört yılda yaptığımız büyük hazırlıklar, örgüt ve
mücadele tarihimizin hiçbir döneminde yapılamayan büyük bir hazırlık
anlamına geliyor. Ordumuz 20 yıllık
mücadelenin deneyimiyle yenilendi,
kendini iyi eğitti, donattı. Böyle bir
gerilla gücünün sağlam duruşu, örgütlülüğü, yönlendirmesi temelinde
sorun hangi yöntemle çözülecekse,
toplum hangi yöntemle özgürleşip demokratik bir yaşama kavuşacaksa, her
türlü mücadeleyi başarıyla yürütecek
ve başlattığı özgürlük yürüyüşünü
sonsuz kılacak güçte.
15 Ağustos koşullarının iyi irdelenmesi, çözümlenmesi, yine 15 Ağustos Atılımı’nı ortaya çıkartan ruhun,
anlayışın iyi tespit edilmesi, değerlendirilmesi fazlasıyla önem arz ediyor. Karşı karşıya bulunduğumuz
sorunlara çözüm bulmada bize en fazla yol gösteren, ihtiyaç duyduğumuz
gücü veren temel husus oluyor. Bu
açıdan değerlendirilmesi, çok yönlü
üzerinde durulması gerekir.
Bugünün görevlerini yerine getirmede önümüzde engeller, zorluklar
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
var. Uluslararası gericilik, komployu yeniden tezgahlamaya, hareketimizin gelişimi üzerinde yeni
bir baskı ve saldırı konsepti geliştirmeye çalışıyor. Bunu çok yönlü
-ülke içinde, dışında hayata geçirmek istiyor. Bu engel ve zorlukların ortaya çıkardıklarını da yaşıyoruz. Bazılarımız bu zorluklar ve
engeller altında ezilebiliyor, çözümsüzlüğe düşüp bunalan, umudunu ve inancını zayıflatan durumlar da yaşayabiliyor. Bugünün baskı, saldırı, zorluk ve engelleri; 15
Ağustos sürecinin gerici baskı ve
saldırılarıyla kıyaslanamayacak düzeydedir. O açıdan bugünün zorluklarının, engellerinin, gerici baskı ve sal dı rı la rı nın abar tıl ma sı;
tarihten bir şey anlamamak, tarihin derslerini, tecrübesini bilmemek, tarih bilincinden yoksun olmak anlamına geliyor. 15 Ağustos
süreci ve gelişimi; dümdüz, imkanlarla dolu, her şeyin hazır olduğu, kolaylıkla yürüdüğü bir süreç değildi. O dönemde belirsizlik,
kadrolaşmada, örgütsel gelişmede
nicelik azlığı, tecrübe yoksunluğu,
dolayısıyla neyin nasıl yapılacağı
konusundaki bilinçsizlik, zayıflık
Tebax 2012
ve güçsüzlük, bugünle kıyaslanamayacak düzeydeydi. Bu bakımdan da eğer bugünkü gücümüzü
zayıf görüp “bununla özgürlük ve
demokrasi mücadelemizi geliştiremeyiz, bir şey yapamayız” gibi düşün ce le re ka pı lan lar, umu du nu,
inancını yitirenler oluyorsa, bu tarihten hiç bir şey anlamamaktır.
15 Ağustos bir heyecandı
Önderlik PKK’nin kuruluşunun
10. yıl dönümünde; “geçmiş 10 yılda yaptıklarımız gelecek 10 yılda
yapacaklarımızın aynasıdır” demişti. Geleceğe bakarken, geleceği çizerken her zaman böyle bir
geçmiş bakışımız olmalı. 15 Ağustos’a yürürken, 15 Ağustos Atılımı’nı geliştirirken örgütümüzün bakacağı bir geçmiş yoktu. Bir gücün, bir toplumun, bir hareketin
en zayıf olduğu dönem; bakacak,
güç alacak, elle tutulur bir geçmişinin olmadığı zamanlardır. Geçmişi olmayanın, geleceği de olmaz
derler. Tarih bilinci, bütün gelişmelerin anasıdır deniliyor. Dola12
yısıyla bakılacak, elle tutulur hiçbir geçmişi olmadığı koşullarda bu
kadar büyük mücadeleleri, atılımları yaratmayı başarmış, bu kadar
tecrübe kazanmış, güç biriktirmiş,
gelişme yaratmış, Kürdistan’ı değil bölgeyi de aşarak, kendini bir
uluslararası mücadele haline getirmiş bir Önderlik, bir çizgi, bir halk,
bir örgüt -bugün sorunlar, zorluklar, engeller ne olursa olsun- neler
yapamaz ki? Bu birikim üzerinde,
geçmişin 20 yılına bedel gelişmeleri şimdi tek yıla sığdırabilir. Bu
oldukça açık, kesin, kimsenin inkar edemeyeceği, reddedemeyeceği
bir durum.
15 Ağustos bir ruhtu, heyecandı,
bir kararlılıktı, bilinç, irade ve inançtı. Şimdi 15 Ağustos Atılımı’nı
yenileme temelindeki yürüyüşümüz,
bunun üzerine büyük bir birikimi,
gelişmeyi de ekliyor. Zorluklar, engeller, ayak bağları geçmişte fazlasıyla vardı, hepsi çözüldü. Zayıflıklar, güçsüzlükler en çok geçmişteydi, yenildiler. Bu nedenle şimdi
kendimizi zayıf görmemiz, sorunlarla yüklü görmemiz, daraltmamız,
bunaltmamız, coşku ve heyecandan
yoksun kılmamız yanlıştır. Kendini
gerici ve köleci bağlardan kurtaramamaktır, çözememektir, özgürleştirememektir. Sadece 15 Ağustos
sürecinin derslerinin doğru edinilmesi bile, hem halkımız için hem
hareketimiz için büyük, özgür bir
gelecek yaratmak için yeterlidir. 15
Ağustosun bu 20. yılına girerken;
bu 20 yılın büyük dersleri, birikimi
eğer doğru anlaşılır, iyi sahiplenilir, gerekleri 15 Ağustos ruhuyla
yerine getirilirse etkisi yüzyıllara
yayılacak kadar büyüktür. Çünkü
bir kere bir umut, heyecan, inanç,
gelecek görme, kararlılık, bağlanma oluştuktan sonra insan her şeyi
yapabilir.
STÊRKA CİWAN
İnsanı engelleyecek hiçbir kuvvet yok tur. Bu ger çe ği en iyi
kanıtlayan, 15 Ağustos Atılımı oluyor. Eğer imkansızlıklar, zorluklar,
zayıflıklar insanı engellemiş, iş yaptıramaz kılmış olsaydı bu, 15 Ağustos’ta olurdu ve 15 Ağustos Atılımı
gerçekleşemezdi. Ama böyle büyük bir diriliş devrimini ortaya
çıkarmışsa demek ki iş yapmaya
karar kılmış, azimli insanın önünde onu tutacak, engelleyecek hiçbir
güç, hiçbir tutum olamaz. Bu gerçek, şim di de bi zim için önem
taşıyor. Kuşkusuz geçmişle kıyaslanamayacak kadar birikimimiz, gücümüz, tecrübemiz, büyük mücadele mirasımız var. Tüm bunlar, iş
yapmamız, ilerlememiz için büyük
güç kaynakları ama yalnız bunlara
dayanarak mücadele yürütmek elbette ki doğru ve yeterli olmuyor.
Bunların olmadığı zamanlarda yapılan büyük atılımların derslerini
anlayıp özümsersek yeni atılımlar,
üzerinde büyük binalar inşa edilecek sağlam temeller atan büyük
başlangıçları yapabiliriz. İrademizi, kararlılığımızı bu temelde geliştirmeliyiz. Bu, tabii ki boş, kof
olmamalı, sadece bir övgüye, kendini abartmaya dayanmamalı. Kendini 15 Ağustos’la iyi bütünleştiren, o dersleri iyi özümseyen bir
militanı, örgütü, halkı hiç kimse
tutamaz, engelleyemez.
15 Ağustos, Kürdistan
dağlarında çakılan bir kıvılcımdı
Daha ‘90’ların başında PKK mücadelesi bir uluslararası mücadele
haline geldi. Uluslararası sistemin
öncülüğünü, liderliğini yapan güç,
Önderlik ve PKK hareketiyle açıktan savaşmak, mücadele etmek
durumunda kaldı. Uluslararası komplo da bir savaştır. Önderliğe, Kürt
özgürlük ve demokrasi hareketine
yöneltilen bir uluslararası saldırı oluyor. 15 Ağustos mücadelesinin ne
kadar hızlı gelişip yayıldığını gösteriyor. Kürdistan dağlarında çakılan
bir kıvılcımdı. Ama daha 10 yıl geçmeden sadece bölgeye yayılan olmakla da kalmadı, bütün uluslararası sisteme, dünyaya yayılan bir mücadele haline geldi. Bu gerçeği iyi
görmeli, iyi anlamalıyız. 15 Ağustosla ne değişti, ne gelişti? Neden
böyle oldu? Nasıl böyle bir mücadele geliştirilebildi? Böyle bir gelişmenin olacağına nasıl karar verildi?
Şimdiki sonuçlara bakarak öncesinden de böyle olduğu sanılmamalıdır.
kanıtıdır. Önderlik hep şunu söyledi; “benim gibi birisi böyle bir çıkış yapıp mücadeleyi bu duruma
getirdiyse, Kürt toplumunda herkes bunu kat kat ileriye götürebilir,
benden kat kat fazlasını yapabilir.”
Bunu kulağımıza küpe yapmalıyız.
Bize moral vermek için söylemiyordu, yanlış anlamamalıyız. Önderlik, kendi yaşadığı gerçeklikten
çıkardığı sonucu ifade ediyordu.
Eğer Önderlik özellikleri anlaşılır,
kavranır, özümsenir, Önderlik tarzında karar kılınırsa yapılamayacak bir şey yoktur. Önderlik şöyle
tanımlıyordu “bir yüce davaya kişi
kendini yatırırsa onun yapamaya-
Önderlik tek kişilik ordu olarak
savaştı, savaşıyor. Tek kişilik bir
liderlik olarak doğdu, çıkış yaptı.
Bir kişi büyük karar verebilir mi?
Bunun en açık kanıtı, Önderlik gerçeğimizdir. İnsan anlarsa, yoğunlaşırsa, çalışırsa, kafa yorarsa, azimli olursa, inançlı, iradeli olursa ve
bütün bunlardan doğan büyük bir
çabanın sahibi olursa büyük kararlar da verir, eylemler de, çıkışlar
da yapar. Büyük gelişmeler ortaya
çıkartan mücadelelerin yaratıcısı da
olur. İşte 15 Ağustos bunun açık
cağı hiç bir şey yoktur. En güzel
duyguyu ve düşünceyi o üretir, en
güzel davranışı o ortaya çıkartır,
en güçlü eylemi, hareketi o kişi rahatlıkla yaratabilir.” Gerçeğin böyle olduğunu anlamalıyız. Bunu da
soyut kavramlarla değil, 15 Ağustos,
PKK ve Önderlik gerçeğinden çıkartılan temel derslere, karşımızda
somutta gerçekleşmiş kanıtlara bakarak, yaşanmış gerçekler olarak
anlamalıyız.
13
***
Tebax 2012
Ç
Ö
Z
Ü
M
L
E
M
E
STÊRKA CİWAN
AGÎT, KÜRDİSTAN’DA GERİLLA ÇİZGİSİDİR
Duran KALKAN
“Önderlik Agît arkadaşı
Kürdistan’da gerilla
çizgisi olarak kabul etti.
Kendi çizgisinin hayata
geçirilmesi olarak
değerlendirdi.
Dolayısıyla Agit kişiliğini
ulusal kurtuluşta
partileşme kişiliği olarak
tanımladı, örnek olarak
gösterdi. İkinci
Partileşme Hamlesi’nin
örnek militan kişiliği
olarak tanımladı”
Tebax 2012
Geniş bir birlik Botan’a düzenlendi.
Agit arkadaşın da Botan’a gitmesi öngörüldü. Önderlik sahasından yeni gelmişti. Yol bulabilirse, sınırdan geçip
kongreye katılıp geri dönmesi, olmazsa,
Botan’da çalışmaları yürütmesi, gitmemesi biçiminde bir karar vardı. Görevden
alınanlar da dahil, yönetimin diğer üyelerinin kongreye gitmesi kararlaştırıldı.
Onlar hareket ettiler, Agit arkadaş o biçimde düzenlenen birlikle Botan’a geçti.
Zaten iyi düzenleme de oydu. O zaman
bizim düşüncelerimiz öyleydi. Agit arkadaş engelleniyordu.
Yönetim olup destek vermek yerine,
köstek olunuyordu. Hiç olmazsa yönetim
oradan çıkarsa, daha rahat pratik yapabilir
biçiminde bir düşünce vardı. Aslında önü
açılmış oluyordu. Bu iyi de oldu. Öyle
fırsat, imkân verecek bir durumdu. Çünkü
önü ‘85’te hep engellenmişti;
“Biz de yönetimiz, sözümü dinleyeceksin” diye birçok pratiğini
engellemişlerdi. Bu biçimde biraz daha fırsat bulmuş olacaktı.
Kış düzenlemesi böyle oldu.
Ama pratik koşullar buna uymadı. Önderlik sahasına gidiş
kolay olmadı. Savaş olmuş, koşullar değişmiş, siyasi ilişkilerde
değişiklikler olmuştu. Önderlik
sahasına gitme önünde engeller
oldu. Birkaç kişi dışında birçoğu
gidemedi. Bu ’86 yazına kadar
uzadı. ‘85’in Aralık ayında gidip
’86 baharında kongreyi yapmış
olarak geri dönmek hesaplanır14
ken, ‘86’ın yazına kadar Önderlik sahasına
gidilemedi.
Yönetimimiz, 15 Ağustos Atılımının
siyasi süreçte yarattığı değişiklikleri öngöremedi. Eskisi gibi olur sanıldı, oysa
savaş olmuş, siyasi koşullar değişmişti.
Agit arkadaş da Botan’da kaldı. Çünkü
sınırda önlemler çoktu. Onun üzerine
gitmemeye karar veriyor. O da gidilip
kışın toplantı yaparak, baharda dönmüş
olduğunu düşünerek, Martta bazı eylemler
ardından Habur tarafına gelip kongre sonuçlarını öğrenmeyi planlıyordu. Son
gönderdiği not öyleydi. Böyle bir süreçteyken düşman operasyonu içerisinde
Newroz’da eylemler geliştirildi, Gabar’da
bir pusuda 28 Mart 1986’da şehit düştü.
Agit arkadaşın şahadetinin etkisi büyük
oldu. Olayın nasıl gerçekleştiğine dair
hala somut bir şey yoktur. Önderlik son
yazımlarında da komployla şehit düşürüldüğünü belirtiyor. Büyük bir birliktir,
düşmanı görüyorlar. Yer değiştirmek için
gece hareket ediyorlar. Nasıl oluyorsa
birlik dönüp dolaşıp pusunun üzerine gidiyor. Öncüler pusuyu atlatıp geçiyorlar.
Daha sonra çatışma çıkıyor. Birliğin başında Agit arkadaş vardı. Birlik vuruluyor
ve yanlarında bir-iki yaralı var. Çatışma
çıkıyor, biraz dağılıyor sonra toplanıyorlar.
Ondan sonra “Agit arkadaş toplanma yerine gitmiştir, haydi gidelim” diye yürüyüp
gidiyorlar. Çatışma yerini hiç aramıyorlar
bile. Sabah buluşma yerine ulaşınca Agit
arkadaşın olmadığını görüyorlar. Agit arkadaşın şehit düştüğünü radyodan duyuyorlar. Böyle bir gidiş var. Agit arkadaşı
STÊRKA CİWAN
orada bırakıyorlar. Kimin düzenlediği,
nasıl olduğu konusunu henüz tam çözümleyemedik. Önderlik bu olayı, ondan
sonra sürekli inceledi. Fakat olay tam
açığa çıkmadı. Agit arkadaşın ‘bir kurşunla’ vurulduğu söylendi. Düşman
günlerce bu olayın propagandasını yaptı.
Türk gazeteleri “PKK cellâdı öldürüldü”
diye manşet attılar. Düşman buna epey
umut bağladı.
PKK’nin şekillenmesi,
Agit arkadaşın anısına geliştirildi
Bu olayın hareket üzerinde de önemli
bir etkisi oldu. Agit arkadaş Batman’da,
lisedeyken katılmıştı. Ataktı, gençlik
kavgalarında yer aldı. Sonra Siverek’teki
mücadeleye katıldı. Askeri eğitim için
yurtdışına çıkan ilk grubun içinde yer
aldı. Batman’ın askeri sorumlusuydu.
Siverek’te de o zamana kadar eylemlerde
belli bir pratik sahibi olmuştu ve artık
tanınıyordu. Yurtdışından sonra ’80
Mayısında Siirt-Botan alanında gerillayı
örgütlemek üzere, Kemal Pir ile birlikte
geri döndü, görevlendirildi. Kemal Pir
arkadaş yakalandığında yaralı olarak
kurtuldu. O olayda köprücük kemiği
kırılmıştı. Bir süre tedavi olduktan sonra
yurtdışına çıktı. I. Konferansa katıldı.
Konferans sonrası o büyük eğitim yönetimi içerisinde yer aldı. Askeri ve
ideolojik eğitimlere katıldı. Agit arkadaş,
judocu, yakın dövüşçüydü. O konularda
eğitimler verdi. Kısa boylu, biraz tıknaz
bir fiziki yapıya sahipti. Fiziki olarak
çok güçlü değildi; düztabandı, onun
için yürümekte zorlanıyordu. Fakat
kuvvetli ve ataktı. Yakın dövüş eğitimleri
biliyor, refleksleri çok güçlüydü.
Eğiteme çok fazla katkısı oldu. Eğitim sonrasında, yurtdışı eğitim süreci
uzatılınca Önderlik birkaç arkadaşla
birlikte Güney ve Doğu Kürdistan’daki
çalışmalara katılması, Mehmet Karasungur arkadaşa yardımcı olması için
’81 Kasımında Güney Kürdistan’a
gönderdi. Böylece Güney ve Doğu
Kürdistan’da gerillaya hazırlık çalışmalarını yürüttü. Ülkeye geri dönen
gerilla gruplarını onlar karşıladılar. 25
Mayıs ‘83’te Habur tarafında ilk sınır
ötesi operasyon oldu. Bu operasyon
sürecinde ülkeye girip Garzan’a kadar
gitti. Birimleri denetledi, pratik çalışmalara katıldı. ‘84’te Çiyayereş’teki
toplantı ardından Uludere’de askeri
eylemliliği geliştirmek üzere görev
aldı. Sonra ’84 ortasında 14 Temmuz
Silahlı Propaganda Birliğinin komutanı
olarak Eruh eylemini düzenledi. Denetimindeki takım, o alanda üç ay
eylem yaptı. ’84 sonunda Önderlik sahasına gitti, ’85 Nisanında tekrar gelerek
Botan’a geçti. Botan’da kayıplar verilirken, bir birlikle hareket etmişti.
Kendi birliğini korumuştu, ama diğerleri
üzerinde etkili olamadı, kayıpları önleyemedi. Yazın toplantıdan sonra Botan’da yine eylemliliği geliştirdi. Bir
komuta duruşu vardı. Önemli bir bilinç
birikimine sahipti. Az konuşuyordu,
ama özlü konuşuyordu. Öyle boş zaman
geçiren, sohbet eden değil, ya okurinceler ya da bir şeyler tartışır, bazı
sorunlara çözüm arardı. Sakin bir kişiliği vardı. Kimseyi incitmez, kırmazdı.
Farklı ilişkiler, yaşam arayışları içerisine
hiç girmezdi. O bakımdan çok olgundu.
Askeri tecrübe yanında, refleksleri de
güçlü, belli bir yeteneği vardı. Hem
örgütleme, hem de pratikleştirmede
eylemci ve ataktı. Dolayısıyla parti
çizgisinin, Önderlik çizgisinin askeri
alanda uygulanması üzerinde çok yoğunlaşıyordu. Araştırma-incelemeleri
vardı ve kendini pratiğini yapmaya
vermişti. Agit arkadaş bir komuta
çizgisi geliştirdi. 15 Ağustosu hazırlayan, gerçekleştirip devam ettiren öncü
komuta gücüydü. Şehit düştüğü için
Agit ismiyle olaylar geliştirilmiyor,
onu pratikte yapıyordu. Şehit düşmeseydi, gerilla ordusunu kendi komutasında yine kurardı. Önderlik “Bu ger15
çeği pratiğe geçirmeye kendini adadı”
diyordu. Anısına, gerilla ordusunun
kurulmasını öngördü. Yani gerilla komutanlığını savaşarak, pratikte yaparak
hak etmişti. Öyle kendine sonradan
verilmiş bir şey değildir. Olduğu yerde
yönetimdi, komutandı. Herkes sözünü
dinlerdi, kendisi de çalışırdı. Yetkiciliği,
kariyerizmi asla yoktu. Olduğu yerde
ne gerekiyorsa oydu, pratik iş yapardı.
Başkomutan olmak gerekiyorsa onu
yapardı, birlik komutanlığıysa onu yapardı. Bir yerde yönetim varsa, kendisi
bir nefer olarak katılırdı. Hiçbir ayırımı,
bu yönlü bir yaklaşımı kesinlikle yoktu.
Eğitici, çekici bir kişilikti. Kırmayan,
etkileyen, hep insanları olgunlaştıran,
fikir veren, ama daha çok da pratikte
iş yapıp insanları iş yapmaya katarak
eğiten bir konumdaydı. Onun için herkes Agit’le olmak isterdi. İş yapıyordu,
yeteneklerini geliştiriyordu, güç kazanıyordu. O nedenle öncülüğü yetkiyle
değil, fiilen vardı. Zaten bir resmi yetkisi yoktu, kongrede seçilmiş bir yönetim değildi. Fiili bir savaşçıydı, yönetim düzenlemesinin verdiği görev
düzeyinde onu yaptı. Yoksa öyle yetki
almış, onu kullanan durum resmen de
yoktu. Ama elbette gerilla ordusunun
oluşmasına, 15 Ağustos Atılımının gelişmesine öncülük etti. Bir komuta
çizgisi, gerilla çizgisi yarattı. Önderlik
bu çizgiyi Kürdistan’da gerilla çizgisi
olarak kabul etti. Kendi çizgisinin hayata geçirilmesi olarak değerlendirdi.
Dolayısıyla Agit kişiliğini ulusal kurtuluşta partileşme kişiliği olarak tanımladı, örnek olarak gösterdi. İkinci
Partileşme Hamlesi’nin örnek militan
kişiliği olarak tanımladı. Birinci Partileşme Hamlesi nasıl ki Haki arkadaşın
anısına gerçekleştirildiyse, İkinci Partileşme Hamlesi, gerilla partisi olarak
PKK’nin şekillenmesi de Agit arkadaşın
anısına geliştirildi, gerçekleştirildi.
***
Tebax 2012
K
A
D
I
N
STÊRKA CİWAN
Cinsiyetçilik
devletli uygarlığın değişmez karekteridir
Fadile YILDIRIM
“Kölelikte en
derinleşmiş toplum
kadını en çok
küçümseyen
toplumdur.
Yaşamaktan en
anlamayan toplum da
kadınla rastgele
yaşamayı kabul eden
toplumdur.
Yine en kötü, duyarsız,
heyecan ve anlamdan
uzak yaşam da köle
kadınla
gerçekleştirilen
yaşamdır”
Tebax 2012
Biz kimiz? Biyolojik bir cinsiyetten
mi ibaretiz? Tarihin içinde neden görünmüyoruz? Uygarlık tarihi kadın
kırımına mı dayanır? Devletin, iktidarın temel karakteri nedir? Sorulara
elbette ki yenilerini eklemek mümkün
ancak konun başlığının açımlanması
dahi tarihin en çarptırılmış ve kapatılmış alanını irdelerken işimizin
kolay olmadığını anlatır gibi…”Uygarlığı” devletin, iktidarın yarattığı
koca bir anlam kirliliği olarak yorumlayabiliriz.
Bilme eylemi olarak
bilimin cinsiyeti
Biz kadınların, tarihsel süreç içerisindeki yerini ve geldiği aşamayı
irdelemek“kendini bilme” sürecine
doğrudan müdahale olduğu kadar,
bedenimizden başlayarak toplumsalın
kendisini sorgulamayı ve anlamlandırmayı gerekli kılar. Mevcut egemenlik ilişkileri ve cinsler arasındaki
eşitsizliğin kökenine ışık tutma beklentisini taşıdığımız sosyal bilimler
ve tarih yazıcılığı, geldiği nokta itibariyle yetersiz olduğu kadar cinsiyetçidir. Bilginin etikten ve bütünselliğinden koparılmış olması bilimin
cinsiyetçiliğin en yoğun olduğu alan
olma özelliğinden ileri gelir. Tarihi
egemenler yazar ve ideolojik olarak
kurgular. Biz yani ötekilerin sesi bu
16
egemen yazıcılık içerisinde siliktir.
Bilginin üretim şekli ve kulanım
biçimi iktidarın kendini ürettiği ve
kurguladığı bir alan olma niteliğini
içinde barındırır. Bu nedenle tarihsel
bilginin nasıl oluştuğu, kimler tarafından ele alındığı ve yazıldığı bilginin
oluşum süreçlerinin kendisi kadar
önem kazanır. Sosyal bilimlerin cinsiyetçi karakteri egemenlik ilişkilerinin meşrulaştırılmasının önünü açar.
Bir özgürleşme adımı olarak, Kadın
bilimine (jineoloji) ihtiyaç her zamankinden daha yoğun ve hissedilir
düzeydedir.
Kadın çözülmeden
devlet ve sınıf çözülmez
“Hiyerarşik sistemle başlayan kadının içine alındığı statü çözümlenmeden, ne devlet ne de dayandığı sınıflı toplum yapıları izah edilebilir.
En temel yanılgılardan da bu nedenle
kurtulunamaz. Kadın bir cins olarak
değil, bir insan olarak doğal toplumdan koparılıp en kapsamlı köleliğe
mahkûm edilmiştir”(A.Öcalan)
Devletli uygarlık tarihinin kendisi
kadar, yazıcılığının da cinsiyetçi ve
ideolojik bağlardan yoksun olmadığını
aklımızda tutarak, egemenlikli sistemin geçtiği yollara ışık tutmak beslendiği cinsiyetçilik, ataerkil, milliyetçilik gibi ideolojik kodlarla iliş-
STÊRKA CİWAN
kisini görmek açısından aydınlatıcı
ve anlamlı olacaktır. Kadının toplumsal tarihine bakış, tahakküm
zincirinin ilk halkasını anlamlandırmak açısından devleti, toplumu,
iktidar ilişkilerini ve bunlara içkin
olan cinsiyetçiliğin görünür olmasını
sağlar.
Kadın,
toplumlaşmanın gövdesidir
Ataerkil dönem ve devletli uygarlığın zeminini, yoğunca ifade edilen
sınıf çelişkisi değil cins çelişkisi
oluşturur. Çelişki ve eşitsizliğin kökenine ilişkin ifade edilen biyolojik
izahın kendisi indirgemeci olduğu
kadar ideolojiktir. Kadını tamamlanmamış, eksik kusurlu olarak kurgulama, kadını toplumsal değişim alanının dışında konumlandırılmasının
önünü açar. Mitoslardan(Sümerler
kaburga kemiği)antik felsefe
Aristo(kadın eksik erkektir deyisi)
ve günümüz bilimcilerinin Freudçu
(elektra kompleksi) ifadeleri birbirini
besleyen ideolojik süreçlerin ürünüdür. Oysaki gerek arkeolojik bulgular
gerekse dilin kültürleri aydınlatmadaki
rolü ve mitolojik anlatılar göz önüne
alındığında insanın toplumsallaşmasında kadın belirleyici olanın kendisidir ve bilim dahil doğal toplumun
açığa çıkardığı tüm değerlerin oluşumunda başat bir rol oynamıştır.
Ekolojik bütünlük-komünal
yaklaşım
Evet, başka bir dünya mümkündü
ve kadın toplumsallığının ifadesi
ana tanrıça kültü etrafında şekillenen
toplum bu gerçeğin en görünür kısmıydı. Gerek komünal ilişki biçimi
gerekse ani mistik inanç sistemiyle
doğayla canlı bir beslenme süreci
geliştiren kadın, kır toplumunun
başat öğesiydi. Bu konumunu doğadan kopmayan zeka olarak nitelendirilen duygusal zekanın gelişkin
oluşuyla bağlantılı olduğu kadar
“eko-nomi”ye ilişkin koyduğu ahlaki
yasalar ve artı ürünün değerlendirilmesine ilişkin geliştirdiği yöntemlere borçluydu. Doğurganlık ise
klanlarca uzunca süreler kutsallaştırılacaktı. Çocuk komünalite içerisinde şekillenirken tanımsal olarak
anayla ilişkilendirilirdi. Devrimsel
gelişmelerin yaşandığı bu tarihsel
dönem ilk bilimsel icatların da or-
sonucu olan bu birlik bugünkü ordu
devlet din üçlüsünün çekirdeğini
oluşturur. Kadın başta olmak üzere
çocuk ve erkeklerin de köleliliğinin
başlangıcıdır bu. Devlet kutsal üçlünün ve kentlerle ortaya çıkan sınıflaşmanın omuzları üzerinde yükselir. Ailenin kendisi bu toplumsal
sürecin sonucudur. Egemen erkek
kadın üzerinde ilk mülk ilişkisini
kurar ve soyunun devamı olarak
gördüğü çocukları sahiplenir, küçük
iktidarını ilan eder.
taya çıktığı dönemdir. İlk politikanın demokrasinin toplumun ihtiyaçlarına paralel üretildiği bu dönem halen hak ettiği ilgiyi görmekten uzaktır. Artık ürün birikimi
akışı, güçlü adam tarafından süreçler
içerisinde hedeflenmesinin ana gerekçesini oluşturur. Bu anlamda kadının hedeflenmesini biyoloji ve
cinsel güdüyle izah etmek büyük
bir saptırmadır.
Devletli uygarlığın
temel karekteri cinsiyetçilik
Devletli uygarlığın doğuşu
Güçlü erkek+tecrübeli yaşlı erkek+şaman işbirliği ekseninde gelişen ve artı-ürüne göz koymanın
17
Tarihsel örgü içinde Ortadoğu'da
ortaya çıkan bu süreç toplum yaşamı
üzerinde büyük bir cinsel kırılmaya
yol açar. Uygarlığın ilerlemecilik ve
gelişmişlik olarak değerlendirişinin
aksine başaşağı gidişin ilk adımıdır.
Yani bu bir karşı devrimdir. İnsanlık
beş bin yıldır bu karşı devrimin yarattığı sistemle yaşamaktadır. Bu
karşı devrimin yol açtığı sonuçlar
ise bugün katmerleşmiş biçimde kendini ortaya koymaktadır. Toplumun
olumlu gelişmesini dumura uğrattığı
gibi ana tanrıça ekseninde şekillenen
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
toplumsallığın, kırın, gönüllü, yatay
temsiline büyük bir darbe niteliğindedir. Cins kırım öylesine sarsıcı
olur ki kadın tanrıça adeta bir fahişeye
çevrilir. Bu talancı kültüre karşı direnen kadınlar ve gruplar cinsiyetçi
tarih anlatılarında görünmez kılınır,
Amazonlar masalımsı bir hikayeye
dönüştürülür.
Devletli uygarlık
kadın köleleştirilmesi üzerine
inşa edilmiştir
Kadının toplumsallığı ve bedeni
üzerinden gelişen iktidar militarizmi
beslerken kendini daha güçlü üretir.
Tebax 2012
Ele geçirilecek topraklar, mülkleştirilen insanlar, talan edilen doğa tecavüz kültürünün kanlı evreleridir.
Devletli uygarlık “ilkel” olan her
şey karşı savaş başlatmıştır. Kadın
bedeninin ve kimliğinin parçalanması
üzerine inşa edilen iktidar tıpkı kadın
bedeni gibi yeryüzünü parçalamaya
girişir. Savaş aletleri bugün olduğu
gibi fallus görünümündedir. Devletler
arasında savaş kılıcı, aile içinde erkek
eli egemenlik göstergelerdir. Toplum
kılıç ve elin kıskacındadır. Bugün
dahi savaşlar “ilkelleri” sözümona
“uygarlaştırmak” adına yapılır.
Mitolojiler kadınların acılı çığlıklarını, kaybedilen yaşamı dillendirir.
18
Komünal sömürüden uzak, paylaşıma,
üretkenliğe, emeğe dayalı cennet
bahçeleri yeryüzü cehennemine çevrilir. Yaşam çoğulcu çokluğunu yitirmeye başlar. Kadın susturulur. Geriye erkeğin hala da yeri göğü inleten
naraları kalır. Her yer erkekleşmeye
çalışır. Teklik devletli uygarlığın
temel karakteri haline gelir. Şüphesiz
ki kaybeden kadın şahsında toplum,
yaşam, adalet ve özgürlük olur. Kazanan egemenler ve tecavüz kültürü
olarak görülmede hakikatten düşürülen ve kaybeden insanlıktır.
Bu kaybediş adım adım derinleştirilir. Ahlaki ve politik toplum adım
adım kendi karar alma gücünü, toplumsal kimliğini yitirmeye başlar.
Tek tanrılı dinlere ulaştığımızda
geriye son çırpınışlarda bulunan kadınların sessiz çığlıkları kalır.
Demokratik toplum aleyhine gelişen bu kırılma dinlerin devreye girmesiyle bir diğer kırılmanın önü
açılmış olur kadın cennetsi bir yaşamın öncüsüyken bu kez de büsbütün
kapatma konumuna indirgenir. Toplumun manevi dünyasında olabildiğince silikleştirilir. Ademi baştan çıkaran kadın şeytansılaş-tırılır, lanetlenir. Yahudilik İslami-yet ve Hıristiyanlığın ortak noktalarından biri
de kadınların denetlenmesi gerektiği
ve eksik oldu-ğunu kabul etmesidir.
Kadın şehvet yüklü, kirli olandır.
Çıkışı itibariyle dinlerin yayılma felsefesini eşitlik ve barış söylemleri
oluştursa da pratikte sorunun çözümüne etkisi olmadığı gibi din adı altında büyük kıyımların yaşanma gerekçesi olduğu ortadadır.
Uygarlık kadın ve temsil ettiği
değerler toplamından hala çok ürkmektedir. Salt kadın için tehdit olmayı
çoktan aşmış erkeğe, kadın bedenini
denetleyebildiği oranda kimlik bütünlüğü bağışlamıştır. Cinsiyetçilik
kendini hanedanlık, kral-lık ve ulus
STÊRKA CİWAN
devlet gibi aygıtlar içerisinde tanımlayarak iktidarını milliyetçilik dincilik
bilimcilik gibi formlarda güncel kılar.
İktidar toplum gözeneklerine sızarak
her defasında anlam dünyası üzerindeki cinsiyetçi perdeye yenilerini ekler. Kadın değersizleştirilerek ayaklar
altına alınırken toplum belleksizleştirerek bilimsellik adı altında parçalara
ayrılır.
16. yy ile birlikte Avrupa'da
yaygınlaşmaya başlayan kapitalist
modernite aydınlanmanın entelektüel birikimini de arkasına alarak
toplum karşıtı pozisyonunu güçlendirir. Devletli uygarlığın çürüttüğü toplum yapısı kapitalist modernite için yaşam zeminidir. Felsefi gücünü aydınlanmanın insan
ve aklı merkeze alan bilgi birikimiyle oluşturur. Teknolojinin gücünü kullanarak boyut kazanır.
Kapitalizm toplumun artık ürün
potansiyeli geliştikçe bunları kemirmenin yollarını bulabilmek için
esnek nitelikler gösterir. Kapitalist
modernitenin kendini sürdürebilmesi
için yönlendireceği yığınlara ihtiyacı
vardır. İktidar kendinin devamını
sağlayacak gönüllü köleler ve yönlendirmeye açık yığınlar oluşturur.
Kadın bir kez daha iktidar politikalarının nesnesi durumundadır. Bedeninin her bir parçası meta haline
getirilmiş kimliği parçalanmıştır.
Cinsellik azgınlaştırılıp kışkırtılarak
pazara sunulur alınıp satılan kadın
bedenidir. Seks köleliği erkek ve
çocuklar dahil olmak üzere dev bir
endüstri halini almıştır. Hiçbir ahlak
kural tanımayan kapitalist modernite
toplum kırımının merkezini bedenlerin denetlenmesi ve metalaşması
üzerine kurmuştur. Sistemin ideolojik
dumuruna uğratılan beyinler köksüzleştiği gibi anlam ve sorgulama
gücünden de uzaklaşırlar. Arzu nesnesi olarak kurgulanan kadının beden
ölçülerinden tutalım nasıl davranacağına neyi nasıl yemesi gerektiğine
kadar cinsiyetçi kalıplarla belirlenir.
İçselleştirilen bu roller kadınlık ve
erkekliği koflaştırıp çarpıtarak yeniden üretir. Kadınlaştırılan doğa,
kadınlaştırılan halklar ve nihayetinde
kadınlaştırılan erkeklik sömürünün
geldiği düzeyin görünürlülüğü açısından oldukça önemlidir.
Kapitalist Modernite
cinsiyetciliği aşan
bir tecavüz kültürüdür
Kapitalist modernite liberalizmi
kullanarak toplumun özlemlerini
çarpıtıp kar ve iktidara dönüştürmekte en az ilizyonistler kadar yeteneklidir. Doğaya, özgürlüğe, kadına
yönelimin altında yatan bunların
toplumsal özlemlerin simgeleri olmasıdır. Asıl kaygı verici olan ise
allayıp pulladığı özünden saptırdığı
bu değerlerin alıcısı olacak yığınların
her daim hazır olmasıdır. Kültür,
sanat ve spor endüstrisi ile yönlendirilen güdümlenmiş bir toplum gerçekliği söz konusudur. Evrenin çeşitliliğine aykırı olarak insanın gönüllü tek tipleşme hali oldukça dramatiktir. Hazın ve arzunun iktidarın
19
temel kurgu alanına girmesi tüketim
toplumunun oluşturulması anlamında
anlaşılırlık kazanır.
Bu kapsamda değerlendirildiğinde
kapitalist modernite cinsiyetçiliğin
tahripkar boyutunu kat be kat aşan
bir tecavüz kültürüdür. Kapitalist
modernitenin sirayet ettiği her alanda kadın erkek kutuplaşmasının arttığı
ve cinsiyetçi rollerin güçlendiğini
gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla da
devletli uygarlığın temel ve değişmeyen en temel karakteri cinsiyetçiliktir. Yani ataerkillik beş
bin yıllık erkek egemenlikli sistemin
temel yapılanmasıdır, ideolojisidir.
Bu gerçeklikle cesurca yüzleşmeden hiç bir toplum özgürleşmeyecektir. Başta kadınlar olmak üzere
tüm ezilenler olarak özgürlüğün
yolunun devletçi zihniyet ve uygar-lıkla mücadeleden geçtiğini
bilmek durumundayız.
“Kölelikte en derinleşmiş toplum kadını en çok küçümseyen
toplumdur. Yaşamaktan en anlamayan toplum da kadınla rastgele
yaşamayı kabul eden toplumdur. Yine
en kötü, duyarsız, heyecan ve anlamdan uzak yaşam da köle kadınla
gerçekleştirilen yaşamdır. Şeytan ve
eksik denilen kadın, aslında kaybetmiş
erkek toplumun en aşağılık bir yalanıdır. Erkek egemen ideolojiye, ahlaka
ve toplumsal güç ve bireylere karşı
güçlü bir savaşım verilmeden özgür
yaşam kazanılamaz. Dolayısıyla kadın
köleliği çözümlenmeden diğer kölelikler çözümlenemez. Kadın köleliği
aşılmadan diğer kölelikler aşılamaz.
Gerçek bir demokratik toplum yaratılamaz. Dolayısıyla eşitlik olarak
sosyalizm de gerçekleştirilemez.
Halkların politik seçeneği sadece demokratik değil, demokratik ve cinsiyet
özgürlüklü toplumdur.”(A:Öcalan)
***
Tebax 2012
Y
A
Z
I
D
İ
Z
İ
S
İ
STÊRKA CİWAN
Mazdek, Babek, Hürremizm ve
Ebu Müslim Horasani
Stêrka Ciwan
“Hürremizmin eşitlikçi
ve özgürlükçü yaşam
anlayışı Babek’in
ölümünden sonra da
yok olmamış ve
Ebu Müslim Horasani
şahsında yeniden
direnişe geçmiştir”
Tebax 2012
Mazdek isyanı tarihin tanık olduğu
ilk komünalist hareketlerden biri olarak
önemli bir yere sahiptir. Doğum tarihi
tam olarak bilinmeyen Mazdek, Hamedan’lı olup 499 tarihinde katledilen
reformcu bir halk önderidir. Mazdek
geliştirdiği felsefi anlayışla, Zerdüşt
rahipleri ile Sasani aristokratlarının
ortaklığıyla bozulan toplumsal düzene
karşı eşitlikçi, ortakçı ve özgürlükçü
bir düzeni savunmuştur.
1-Mal ve servetlerin paylaşılması
anlamında ortakçılığı
2-Kadın-erkek arasında eşitliği
3-İnsanlar üzerinde iktidar ve tahakküm kurulamayacağını savunmuştur.
Toprak sahibi Dikhan’lar ve tapınak topraklarının sahibi din adamları
buna karşı hemen tavır almışlardır.
Her çağda olduğu gibi egemenlerin
karalamasına maruz kalan bu düşünceleri çarpıtarak “Mazdek, kadınların
da aynen servetler gibi ortak olması
gerektiğini savunuyor” iftirasını ortaya
atmışlardır.
Tüm saldırılara rağmen Mazdek’in
düşünceleri ve savunduğu toplumsal
düzen anlayışının toplum içinde hızla
kabul görmesinin ve yaygınlaşmasının
en temel sebebi, Mezopotamya topraklarında yaşayan halkların ortakçı
yaşama aşinalığı ve o günkü koşullarda
halen canlı olan köy komünlerinin
varlığıdır.
20
Ne var ki 499’da Mazdek tutuklanmış, taraftarları yenilgiye uğratılmıştır.
İnanç kaynağı gereği şiddet karşıtlığını
savunmuş -pasifist- olan ve devletin
içine girerek reform çalışmalarına yönelen Mazdek ve taraftarları kendilerini
korumayı başaramamış ve katliamdan
geçirilmişlerdir.
Mazdek’in katledilmesinden sonra
eşi Hürrem bu mücadeleyi yüklenmiştir.
Mazdekizm Hürrem tarafından sürdürülmüş ve daha sonra Hürremizm adını
alacak olan harekete de kaynaklık yapmıştır. Hürremizm, kökenleri Zerdüşti
felsefeye dayanan özgürlükçü, eşitlikçi
komünalist bir mücadele çizgisidir.
Anadolu Aleviliğinin de temel çıkış
kaynağıdır.
Mazdekilere karşı takibatlar Mazdek’in öldürüldüğü katliamla birlikte
bitmemiştir. Bundan dolayı Hürremizm yayıldığı her yerde farklı adlar
almış, bazen yer altına çekilmek zorunda kalmış ve kültürel olarak etkisini toplum içinde ve direnişlerde
sürdürmüştür...
Mazdek’ten esinlemeli Hürremizm
hareketinin gücünün zirvesine ulaşması
Babek döneminde gerçekleşmiştir. 808
yılında Azerbaycan’ın Bezz bölgesinde
bir isyan başlatmış olan Hürremi hareketin başında Cavidan bin Sehl bulunmaktadır. Cavidan’ın ölümünden
sonra Babek Hürremi hareketin başına
geçmiştir.
STÊRKA CİWAN
Babek hareketin güçlendirilmesi
için gerekli tüm hazırlıkları yapar ve
816 yılında Bezz bölgesinde programının tebliğlerine başlar. Programı
en sade haliyle eşitlikçi, ortakçı bir
yaşam kurmaktır. Bu yaşamı korumak
için bir nevi kurtarılmış alanlar yaratmanın mücadelesini başlatmıştır.
Babek genellikle Bezz karargâhından savaşları yönetse de, birçok savaşa
bizzat katılmıştır. Mücadeleyi yürüttüğü coğrafyanın niteliği ve kayıtlara
düşen savaş sahnelerinden anlaşılmaktadır ki, özellikle dağlık araziyi
iyi kullanarak yer yer pusu, sızma,
baskın gibi gerilla tarzları ile başarılar
elde etmiştir. Abbasi zulmünden bıkan
Kürtler, Türkmenler, Farslar, Bedeviler, Ermeniler ve Gürcüler tarafından desteklenen Babek esas gücünü
de buradan alarak savaşlardan galip
çıkmaktadır.
Abbasiler 835’te Babek’e karşı saraydaki devşirme Türk komutan Afşin’i hazırlar ve Bezz üzerine gönderirler. Savaş birçok cephede yürür
ve üç yıl boyunca sürer. Afşin orduları
yenildikçe Halife destek gönderir ve
en son Bezz kalesini kuşatmaya almayı başarırlar. Kuşatma karşısında
Babek kent halkının savaş bölgesi
dışına çıkması için anlaşma önerir.
Afşin bunu red edip üstelik Halifeden
bir af belgesi isteyip ardından teslim
olursa ancak o zaman bağışlanacağını
söyler. Babek’in yanıtı kimsenin affına
ihtiyacının olmadığı şeklinde olur ve
bir yarma hareketiyle kuşatmayı aşıp
Ermeni topraklarına doğru yol alır.
Kaledeki halk-Müslümanlığı kabul
edenler hariç-kılıçtan geçirilir.
Ermeni emirlerinden Sehl İbnSumbat, yanına sığınmış olan Babek’e
ihanet eder. Babek Bizans topraklarına
geçip gücünü toparlamak isterken
onu oyalayıp bir komployla, yanındaki
yoldaşlarıyla birlikte Abbasilere teslim
eder.
Babek kendi döneminde kurduğu
toplumsal düzenle eşitlikçi, ortakçı
yaşamı hâkim kılmış ve ezilen bölge
halklarının umudu haline gelerek 20
21
yıl sürecek olan isyanlara katılımını
sağlamıştır. Fakat kimi yetmezlik ve
hatalar bu büyük mücadeleyi kalıcı
kılmanın önüne geçmiştir.
Birincisi; Devlet ve iktidar dışı
olan toplumsal alanda eşitlikçi-ortakçı
bir yaşamı savunurken devlet ve iktidar ilişkilerinden tümden soyutlanamamış olması, ideolojik ve stratejik
olarak sistem karşıtlığını uzun vadeli
başarıya ulaştırma şansının olmadığını
göstermektedir. Taktik olarak ise dağlara dayandıkça savaşlarda başarılar
elde ederken kaleye girip de kuşatmada kalınca yenilgi ile karşılaşması
neredeyse kaçınılmaz olmuştur.
İkincisi; Diğer bölgelerdeki Hürremi hareket ve isyanları örgütleme
ve birleştirme gücünü gösterememiş
olmasıdır. Bunu başarmış olsa Abbasi
zulmünü bertaraf etmesi mümkün
olabilirdi.
Üçüncüsü; İslam dininin ve feodalitenin yaygınca geliştiği ve henüz
rolünü tam oynamadığı bir döneme
denk gelmiş bir isyan olarak karşı
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
hamlesi objektif olarak dezavantajlı
durumdaydı.
Dördüncüsü; İslam’ın yorumlanması, içtihat dönemi devam ediyor
ve sistem kendini gerektiğinde düşünsel düzeyde esneterek sürdürme
kabiliyetini gösterebiliyordu.
Beşincisi; Buna karşı Babek’in
toplumsal düzeninin teorik-felsefi temellerini çok kapsamlı ortaya koyabilmesi gerekmekteydi fakat daha
çok eylemsel yönüyle öne çıkmıştı.
Abbasi orduları zulüm ve vahşette
sınır tanımıyordu. Bu durumda Babek
ve halkı seçeneklerini ‘Ya özgürlük
ya ölüm’ biçiminde belirlemişti. Onlarınki bir yenilgi değil tarihe sökülmemecesine yazılmış bir özgürlük
destanıydı.
Sonuçta dost bildiğinden gelen
ihanet Babek’i dönemin Abbasi başkenti olan Samarra meydanına kadar
getirmiştir. Samarra’da ölüme giderken bile Babek’in sergilediği tutum
tek başına insanlığa bahşedilmiş çok
büyük bir onur ve direniş mirası olmuştur. Af dilerse kurtulacağını söyleyen Halifeye karşı ölürken de diz
çökmemiştir. Said Nefisi Babek’i anlattığı kitabında bu son anları şöyle
hicveder:
"Mutesim onun ellerinin ve ayaklarının kesilmesini emretti. Onun bir
elini kestiklerinde, öteki elini kana
Tebax 2012
batırıp yüzüne sürdü
ve yüzünü gözünü
kanla kıpkırmızı yaptı. Mutesim, 'ey it bu
ne iştir?' diye sordu.
Babek şöyle dedi: '...
İnsanların yüzü, bedenlerindeki kan nedeniyle kırmızı oluyor. Kan bedenden
akıp gittiğinde, yüz
sararır. Bedenimden
kan akıp gittiği zaman halk, 'yüzünün
rengi korkudan sararmıştır' demesin
diye yüzümü kana boyadım."
"Ona acı çektirmek amacıyla Mutesim, cellâda kılıcı onun iki alt kaburgasının arasından yüreğine sokmasını emretti. Bunu yaptıktan sonra,
Mutesim'in emri üzerine onun dilini
kestiler, onun vücudunu darağacına
astılar. Başını Bağdat'a götürüp, köprü
üzerinde bir ağaca taktılar. Sonra
aynı başı, Horasan'ın kent ve kasabalarında dolaştırdılar. Nedeni ise
şuydu ki; o, halkın yüreğinde kök
salmış büyük bir nüfuza sahipti.
Babek’in son sözleri:
"... Bütün müstebitler (zalim hükümdarlar) gibi sen de yanılıyorsun.
Çünkü benim destanım öyle bir destandır ki, ne Babek'le başlamıştır, ne
de Babek'le bitecektir. Ey zavallılar,
siz hiçbir zaman özgürlük yangısının
ne demek olduğunu anlamayacaksınız.
O dehşetli yangı ki, yüreği yakıp
küle çeviriyor. Özgürlük, o ister tatlı
olsun, isterse acı; yalnız oydu benim
secdegâhım! Ve müstebit ki beni öldürüyor, o da hiçbir zaman anlamayacak ki, ölümü ile özgürlük fedaisi
büsbütün yok olmuyor..."
Hürremizmin eşitlikçi ve özgürlükçü yaşam anlayışı Babek’in ölümünden sonra da yok olmamış ve
Ebu Müslim Horasani şahsında yeniden direnişe geçmiştir.
22
Ebu Müslim Horasani’nin asıl adı
Abdurrahman'dır. Çeşitli kaynaklarca
718 yılında geçmişte İran-Horasan’a
bağlı olan bugün Afganistan sınırlarında yer alan Belh kentinde dünyaya
geldiği belirtilmektedir. Emevi egemenliğine son verip iktidarın Emevi
Hanedanlığı’ndan Abbasi Hanedanlığı’na geçmesine yol açan büyük
ayaklanma hareketine liderlik eden
Ebu Müslim, Abbasi devletinin kuruluş sürecinde de önemli roller üstlenmiştir.
Ebu Müslim’in temel özelliği muazzam bir birleştirici olması, örgütçü
özellikleriyle temel ve tali çelişkileri
halklara göstermesidir. Bunu büyük
bir ustalıkla gerçekleştirmiş, Emevi
zulmünden rahatsızlık duyan tüm kesimleri, aralarındaki çelişki ve çatışmaları bir kenara koymaya ve birlik
olmaya ikna edebilmiştir.
Önderlik ettiği isyan hareketiyle
Abbasi devrinin açılmasına yol açan
Ebu Müslim, katledildiği 754 yılına
kadar yönetimini yürüttüğü Horasan
eyaletinde ilginç bir biçimde adaletli
ve eşitlikçi bir yaklaşımı esas almış,
kendisini Arap kabilelerinden çok
mevaliye, yani şu ya da bu nedenle
İslam’ı kabul etmiş kavimlere, özelde
de Kürt kabile ve aşiret yapılarına
dayandırmıştır. Birliklerini Kürt, Acem
ve Türkler başta olmak üzere bölgenin
Arap olmayan diğer halklarından
oluşturmuş, Zerdüşti ve diğer inançtan
insanlara saflarında yoğun olarak yer
vermiştir. Onlarla eşitlikçi, adil bir
ilişki içinde olmuş, aynı haklardan
yararlandırmıştır.
Ebu Müslim’in eşitlikçi alternatif
yönetimini ve bunun güçlenmesini
kendileri için tehdit olarak gören Abbasiler 754’te Ebu Müslim’i davet
ettikleri Bağdat’ta sinsice hazırladıkları komployla katlederler.
***
STÊRKA CİWAN
Kendekol, büyük yara!
Katliamdan hemen sonra Kendekol’a giden Kürt gazeteciler
“Dönemin Başbakan
yardımcısı Mesut
Yılmaz Kendekol
katliamı ardından
basının karşısına çıkıp
açıklama yaptı. Yılmaz
‘zomların’ yanlışlıkla
vurulduğunu söyledi”
15 Ağustos 2000 tarihinde saat 16.05
sularında havalanan Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucu Kendekol'de çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 30 kişi yaşamını yitirirken, onlarca kişi de yaralandı...
Kürt trajedisinin en çarpıcı örneklerinden biri Kendekol katliamı... Sebebi
ne diye sorulamaz. Zira katletmenin
hiçbir sebebi olamaz. O zaman ‘‘niye
hep Kürtler katlediliyorlar” diye sormak
gerekiyor!
Kendekol katliamı Türk uçaklarının
Lolan-Xinere bölgesinde gerçekleştirdiği en büyük katliamlardan biridir.
Herki, Surçi, Bradost ve Mamsal
gibi aşiretleri yazın Kelaşin, Lolan,
Xinere ve Xakurkê yaylalarında koyun
sürülerini otlatarak geçirirler. Bu göçebe
Kürt aşiretleri kışları Musul, Hewlêr
ve Behdinan’ın ovalarında bulunan
köylerinde geçirirlerken, yazları ise
zozanlara çıkarlar. Her aşiret kendisine
ait otlatma alanında kışa kadar kalır.
Herkiler, Sideka’dan Axa Çeka’ya,
yine Sideka’dan Nazdara Daxê’ye ve
Türk sınırı boyunca kendi koyunlarını
otlatırlar. Diğer aşiretler ise, Kela
Şin’den Berbizina’ya kadar olan alanlara yerleşirler. Barzan aşireti ise daha
çok kurulu düzen içerisinde ve yaşadığı
alanlarda kalır.
Herki aşireti için en çekici yer Kendakolê ve Xinêrê alanlarıdır. Herkilerin
gönlünde yatan ve onlara yaşama sevinci veren otlaklar ve suların bolluğu,
23
bu alanları onlar için çok daha değerli
kılmıştır. Her Herkili Kani Germiyanê’yi bilir. Hiç görmeyen sadece ismini
duymuş bir Herkili bile bu kaynağın
suyunu içmek için bin bir bahane uydurur...
Yaşamlarını böyle sürdüren Herki
koçerlerine yönelik Türk savaş uçakları
tarafından gerçekleştirilen saldırıların
ilk halkası 1992 yılında başlar. Xinêre
alanına yönelik bir hava saldırısı düzenlenir. Hedef; Herki aşiretine ait göçebe çadırlarıdır; ölenler kadın ve çocuklardır. Gerekçe; ‘‘teröristlerin yuvaları...” İlkin Irak’a ait olduğu sanılan
uçakların kısa süre sonra Türklere ait
olduğu anlaşılır.
1995’de Xinêre ve Lolan alanı yeni
bir hava saldırısına maruz kalır, gerekçe
yine aynıdır. Hedef de. Ölenler de…
1997’de 8 uçağın katıldığı hava saldırısı Mêrga Hewşê’den başlayarak
Lolan, Xinêre, Şewa Bihikê’de bulunan
kıl çadırları birer birer vurulur. Gerekçe
biliyoruz.
1999’de aynı uçaklar bu kez Kelaşin
yakınlarında 10’a yakın İran askerini
de vururlar. Bu saldırıda da ölen Kürt
kadınları ve çocukları İran askerlerinin
gölgesinde unutulup gider...
Ve 15 Ağustos 2000. Saat; 16:15.
Yer; Xinêrê ve Lolan arasına sıkışmış,
Qaşmukê ve Avxwar vadilerine bakan
Kendekol!
100’e yakın reşmal (kıl çadır), Xîwet
(beyaz çadır) ve Kepîr (çardak).
Tebax 2012
İ
Z
L
E
N
İ
M
STÊRKA CİWAN
Kendekolê'de bir vahşet anı
Ve gökyüzünde ölüm gürültüsü...
30 kadın ve çocuk bombardımanda
hayatını kaybeder.
Katliamdan sağ kurtulan Kendekol
sakinleri, bombardımandan hemen
sonra, kan ve göz yaşı içinde kendilerine en yakın Sideka kasabasının
yollarına düştüler. Arkalarında havada
uçuşan canavarlardan yağan bombalarla parçalanan ölülerine ait parçaları
toplayamadan, yaşadıkları basıncın
şokunu henüz atlatmadan düştüler
Sıdeka yollarına. Sadece yanıp kül
olan xîwet, çadır ve kepirler ile
yanıp harap olan bir doğaydı arkalarında bıraktıkları gibi.
Sıdeka’ya giden köylüler 5-6 gün
sonra tekrardan zozanlarına geri döndüler. Yaz mevsiminin kızgın sıcağında hayvan sürülerini otlatabilecekleri hiçbir yerleri olmadığından,
ölüm tehlikesine rağmen geldiler...
Sideka’ya gidip geri dönenlerden
biri de Cewher Haco. Katliamda
yakınlarını yitiren Cewher Haco 60
yaşlarında. Bize katliam anını anlatmakta güçlük çeken Haco’ya soruyoruz:
* Uçaklar geldiğinde neredeydiniz?
- Cewher Haco: Xinere Suyu’nun
üstündeydik. Bêri (koyun ve keçiTebax 2012
lerin sağıldığı yer) için aşağı inmiştik. Kadınlar süt sağıyorlardı.
Aniden uçak seslerini duyduk. Bombalayacaklarından korktuğumuz için
hayvanları kurtarmaya çalıştık. Sonrasında uçakların aşağıya bıraktıkları
bombaların patlama sesleri gelmeye
başladı. Ağaçların arasına gizlendik.
Bombalanan yerden biraz uzaktık.
Bombardımanın uzun sürmesi ve
bombaların bizim zomlarımızın (göçebelerin konakladıkları yerler) üzerine yağdığını anlayan kadınlar, çocuklara bir şey olduğu kaygısıyla
gizlendikleri yerlerden çıkarak, ağlama ve bağrışmalarla bombardıman
altında zomlara doğru koşmaya başladılar. İstemediysem de ayaklarım
beni de onların peşinden sürükledi.
Ancak bombardıman bitinceye kadar
zomlara yaklaşamadık...
* Kendekol’e geldiğinizde ne gördünüz?
- Cewher Haco: Şîva Bihîkê tepesinden baktığımız zaman kocaman
bir köyü andırıyordu. Geri döndüğümüzde aynı tepeden baktım. Dizlerim
beni taşıyamaz oldu. Bütün reşmaller
(kıl çadırlar) xîwetler (beyaz çadırlar)
kepirler (çardaklar) alevler içindeydi.
Uçaklar uzaklaşıp gittikten sonra aşağıya indik. Yanık et kokusu burnu24
muza kadar geliyordu. Beriye giderken
sağ bıraktığımız birçok kadın ve
çocuk parça parça olmuştu. Kimisinin
kafası, kimisinin kolu ve bacağı yoktu.
Bazılarının gövdeleri parçalanmış, iç
organları ortalığa saçılmıştı. ...
Bine yakın insanın yaşadığı bir
zom yerleşim alanın yanlışlıkla, gerilla sığınakları olduğunun düşünülerek vurulması bizimle dalga geçmektir. Düşmanlarımız hem katlediyorlar ve hem de bütün dünyanın
gözlerinin içine baka baka bize yalan
söylemeye kalkıyorlar. Renga renk
entarileri giymiş yüzlerce kadın ve
çocukları, silahlı gerillalara benzetmeleri mümkün mü? Hem PKK’nin
çıplak bir arazide reşmal ya da xîwet
açabilecek kadar acemice hareket
etmeyeceğini çok iyi biliyor. Bunun
için bizi, kadınlarımızı ve çocuklarımızı bilerek ve hedef seçerek vurduklarına inanıyorum.
* Peki neden hep sizi, Herki aşiretini
vuruyorlar?
Cewher Haco: Düşmandır, vuruyor
işte. Sadece Herkileri değil, Kürt olan
her şeyi vuruyorlar. Türkler de vuruyor, Farslar da vuruyor, Araplar da...
Sideka’dan geri dönüp gelen köylüleri bulabilmek için YDK üyesi Ali
Şerif ile birlikte Xinere’den yola çıktık. Xinere suyu boyunca saatleri
alan bir yürüyüşten sonra Şekîf suyu
ile Xinere suyunun birleştiği üçgene
ulaştık. Her iki suyun birleştiği yerde
ceviz ağaçlarının altına yaptıkları kepirlere yerleşen birkaç aileye rastladık.
Yere serilecek battaniyeleri yoktu,
belimizi yaslayacağımız yastıkları da
kalmamıştı. Düzettikleri kum yüzeyin
üzerine kurutulmuş ağaç yapraklarını
serip üzerine oturuyorlardı. Yaşlı, kadın, çocuk ve genç herkesin gözle-
STÊRKA CİWAN
rinden yaşadıkları dehşet anını okuyabilmek mümkündü.
Katliamı yaşayanlardan Mahir ve
Xecê ile burada ve böyle bir ortamda
konuştuk...
Mahir 45 yaşlarında ve sürü çobanı.
Son katliamda ve daha önceki katliamlarda yakınlarını yitirmiş...
* Katliam günü Kendekol’de miydiniz?
- Mahir: Sürünün yanındaydım.
Uçaklar vurup gittikten sonra Kendekol’ye doğru geldim. Tam bir vahşetle karşılaştım. Et parçaları ve kan
izleri hala ortalıktaydı. Çadırlar, içindekilerle beraber yanıp kül olmuşlardı.
Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemedim. Her şey parça parçaydı.
Hepsini yaktılar...
* 97’de vurdukları zaman yine burada mıydınız?
-Mahir: Buradaydım. O zaman
da 25 kadın ve çocuğumuzu şehit ettiler. 30 yaralımız vardı. 97’de sadece
bir yeri vurmadılar. Mêrga Hewşê’den
başladılar, Dola Mendokê, Dola Berrûbar, Mêrga Fatokê ve Xinêre Suyu’nun kıyısında açılmış bir çok
çadırı vurdular. O zaman 8 uçaktı. 45 saat boyunca bombaladılar. Dört
uçak cephanelerini bize yağdırdıktan
sonra gidiyor, yerine dört uçak daha
geliyordu. Tam beş saat! Çocuklarımız
ve kadınlarımız böyle yaşıyorlar...
Tam o esnada yaşlı bir kadın Mahir
ile konuşmalarımızın arasına girerek
şöyle dedi; 95’te de vurdular o zaman
da ben buradaydım. Yine Kendekol’deydim. Kendekol dışında her
yeri vurdular. O zaman sayımız azdı.
Şimdiki gibi fazla değildi. Çadırlarımız dağınık olduğu için bize fazla
zarar veremediler. Yine çoğu kadın
ve çocuk 17 kişiyi öldürdüler. Ne
için vurduklarını bilmiyorum. PKK
için değil, KDP için de değil, bizim
için, Kürt olduğumuz için vuruyorlar.
Onlar için olsa yerleri zaten belli,
onların bulundukları yerleri vururlardı...
* Katliamın gerçekleştiği akşam
siz de burayı terk ettiniz. Niçin
geri döndünüz?
- Mahir: Niçin mi? Elbette yaşamak için. Bu mevsimde çocuklarımı
ve hayvanlarımı ovaya indiremem.
Susuzluktan dolayı hepimiz kırılırız.
Burada uçak tehlikesi olsa da gelmek
zorundayız. Bizim tek çaremiz budur.
Onun için geri döndük. Dönmek zorundaydık.
Kapkara elbiseleri içindeki on çocuk annesi Xecê, en çok dikkatimi
çekenlerden biri oluyor. Giysileri gibi
kara olan başörtüsünün altında göze
çarpan ak saçları ve sözlerine yansıyan
kesinlik ise, bütün yaşadıklarının göstergesi adeta... Katliamdan sonra dünya kamuoyunun seşiz kalmasından
şikayetçi...
rımız yok ki içinde kalalım... Birkaç
gün başkaları bize baktı.
Ölümü göze alan kadınlar
Konuştuğumuz bütün kadınlar katliam esnasında ilk düşündükleri şeyin
çocukları olduğunu söylediler. Erkekler ise, aynı şekilde hareket edememişler. Erkeklerde yaşam korkusu
her şeye hakim gelirken kadınların
ilk yaptığı şey çocuklarını kucaklayıp
kaçmak olmuş. Bazı kadınlar ölümü
göze alarak kalan çocuklarını alabilmek için bombardıman altında zomlara koşmuşlar. Zaten can kaybının
bu kadar fazla olmasının bir sebebi
de bu. Çocuklar annelerini bırakmadıkları için kaçamamışlar, anneler de
çocuklarını.
İki çocuk annesi Fatma da kendisini
çocuklarına siper eden kadınlardan...
* Uçaklar geldiğinde ne yaptınız?
- Fatma: Kaçtım. Kayalıkların
arasına gizlendim.
* Uçakları gördünüz mü?
* Siz de katliamı yaşadınız, birkaç
soru soracağız...
- Xecê: Vurdular! Tonlarca bombayı
bir çırpıda yağdırdılar! Kaçtık, ne
erzak, ne battaniye, ne ekmek kaldı...
O yollara düştük. Perişan olduk. Kuranın hakkına söylüyorum. Çıplak
ayaklarla düştük yollara. Gittik buralardan aziz oğlum. Her zaman olduğu gibi. Kadın ve çocukları vurdular...
* Neden kadınlar ve çocuklar?
- Xecê: Hepsini öldürdüler. Dört
kere dönüp dolaştılar özellikle gelip
bizim çadırlarımızı vurdular. Tüm
her şeyimiz yandı. Şimdilik bir çadı25
- Fatma: Gördüm. İlkin iki taneydi.
Sonra dört tane oldular. Üzerimizde
üç-dört kez döndükten sonra bize
vurmaya başladılar. Aşağı zomlara
iki kez vurdular, sonra da bize vurdular.
* Zomlarda kimse kalmış mıydı?
- Fatma: Bizim zomlarda kimse
kalmamıştı. Hepsi kayalıklara gizlenmişti. Aşağıdaki zomlarda kadınlar
ve çocuklar kalmıştı. Hepsi parçalanarak, yanarak can verdiler.
* Yanınızda çocuklar var mıydı?
- Fatma: Vardı. Benim çocuklarım
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
da yanımdaydı. Kadınlar çocuklarını
alıp kaçtılar. Ben de çocuklarımı kucaklayıp kaya oyuklarına gizlendim.
Bedenimle çocuklarımı korumaya çalıştım. Uçaklar gidene kadar öyle
kaldım. Sonra kayalıktan çıktık. Çadırlarımız yanmıştı. Dört aydır emek
vererek postlara doldurduğumuz peynirler heder olmuştu. Birçok çocuk
ve kadın yanarak parçalanmıştı...
(Hıçkırıklar içinde) bizi bitirdiler...
- Heja: Gençti, on yedi yaşlarında.
* Hayvanlarınızı satıp başka işlerle
uğraşamaz mısınız?
* Çocuklarınız yanınızda mıydı?
- Heja: Hayır, olmaz. Satmayız.
Yapabileceğimiz hiçbir iş yoktur. Biz
hayvansız yapamayız. Hayvanlarımız
dışında hiçbir şeyimiz yok
- Heja: İki çocuğum vardı. Biri
yanımda değildi. Uçak sesiyle birlikte
kendimden önce çocuğumu kurtarmaya çalıştım. Çocuğumu kaptığım
gibi kayalıkların arasına gizlendim.
Uçaklar gidene kadar çocuğumu hiç
bırakmadım.
--------------------------Çimen 8-9 yaşlarında kız çocuğu
katliam gününü anlatıyor:
* Sonra ne yaptınız?
* O an ne düşünüyordunuz?
- Fatma; Sağ kalanları alarak kaçtık.
Sinînê’ye gittik. Üç gün aç kaldık.
Kaybolmuştuk. Sonradan Sininê yakınlarında bazı zomlara gittik. Göçerler
çoktu. Zomların erzağı azdı. Hepimize
verebilecek ekmekleri yoktu. Beş gün
sonra ailemi buldum, çocuklarımla
birlikte buraya geri döndüm.
Katliamdan sağ kurtulan 25 yaşındaki iki çocuk annesi Heja ile konuşuyoruz.
* Uçaklar geldiğinde neredeydiniz?
- Heja: Zomların arkasındaki kayalıklara gizlenmiştim.
* Yanınızda ölen oldu mu?
- Heja: Üç yakınım şehit oldu.
Bir genç kız kayalıkların arasında
yanımdaydı. Tam arkamda oturuyordu. O da şehit oldu. Adı Bahar’dı.
* Vurulduğunu gördünüz mü?
- Heja: Parçanın değdiğini görmedim, birisi Bahar’ın öldüğünü söyledi. Yengesinin yanındaydı. Yan düştü, hiç sesi çıkmadı, kafasının üstüne
baktım delikti. Saçları kan içerisinde
kalmıştı. Beyni dışarı çıkmıştı.
* Kaç yaşlarınadaydı?
Tebax 2012
* Uçaklar geldiğinde ne yapıyordun?
- Heja: Valla hiçbir şey düşünmüyordum. Ben diyordum kimse
kalmaz. Ben de çocuklarım da hepimiz öleceğiz. Ne zaman parça değeceğini düşünüyordum. ‘‘Hepimiz
parçalanarak ya da yanarak öleceğiz”
diyordum.
- Çimen: Uçaklar geldiğinde Xınêrê’deydim. Beriye gitmiştik. Sesleri
duyduğum zaman söğüt ağaçlarının
altına gizlendik. Beri için gelen
bütün kadınlar ve çocuklar kaçıp
saklandılar.
* Uçaklar gittikten sonra ne yaptınız?
* Uçakları gördüğün zaman ne düşündün?
- Heja: Ne yapalım, kayalıkların
içinden çıktık, etrafıma baktım; her
taraf harabe. Her taraf ateşler içerisinde. Her tarafta ceset parçaları
vardı. Ne konuşabildim, ne ağlayabildim. Uçaklar yeniden gelir diye
her şeyimizi alevler içinde bırakarak
Sıdeka’ya doğru kaçtık.
- Çimen: Bizi vuracaklarını. Evlerimizi vuracaklarını anladım. Babam
hep söylerdi; oradan bilirim. Uçaklar
Kendekol’nin üzerinde dolaştıkları
zaman bizim çadırları vuracaklarını
düşündüm...
* Çadırınızda neler vardı, değerli
eşyalarınız var mıydı?
- Heja: Peynir, lor, erzak, para,
yatak... Bir şey kalmadı. Hepsi kül
oldu.
* Kaç aydır Peynir hazırlıyordunuz?
* Heja: Üç aydır, hepsi yandı. Bir
şey kalmadı. Bütün çabamız boşuna
gitti.
26
Newroz; (Altı yaşında kız çocuğu)
*Uçakları gördün mü?
Newroz: Gördüm.
Ne yaptın?
Newroz: Kaçtım. Önce ağaçların
altına gizlendim. Sonra kayalıkların
arasına gizlendim. Uçaklar vurdular,
çok vurdular.
Korktun mu?
STÊRKA CİWAN
Newroz: Çoook...
Annen, baban yanında mıydı?
*Uçak sesini duyduğun zaman
ne yapıyorsun?
Beru: Hayır, akrabalarım yanımdaydılar.
*Eve geldiğinde ne yaptın?
Ferho: Ağladım. Çadırlarımız yanmıştı. Ölenler, parçalananlar vardı.
En çok ne zaman ağladın?
Newroz: Kaçıyorum,
taşların arasına gizleniyorum.
Ferho: Annemin ve babamın
nerede olduğun bilmiyordum.
Onların öldüğünü düşünüyordum. Onlar için ağladım.
Rewşen: (Dört yaşında)
*Başka kimin için ağladın?
*Sen ne yaptın?
Rewşen: Taşların
arasına saklandım.
9 yaşındaki Çimen
*Annen, baban yanında mıydı?
Rewşen: Hayır, yalnızdım, yalnız
başıma saklandım.
*Çok korktun mu?
Beru: Ağladım, çok ağladım.
*Sonra ne yaptın?
Rewşen: Uçaklar gidene kadar
bekledim. Sonra çıktım.
*Ağladın mı?
Rewşen: Evet
Ferho: (Dokuz yaşlarında erkek
çocuğu)
Ferho: Sadece onlar için
değil, herkes için ağladım.
*Cenazeleri gördün mü?
Ferho: M.Ali yi, Fatma yı ve Beritan’ı gördüm, parçalanmışlardı.
*İlk gördüğün zaman ne yaptın?
Ferho: Ağladım.
*Uçaklar geldiğinde sen ne yaptın?
*En çok kimin için ağladın?
Ferho: Söğüt ağaçlarının arasına
gizlendim.
Ferho: Beritan... Beritan için ağladım...
*Çok mu?
*Neredeydin?
Rewşen: Çoook. Çok ağladım.
Sonra annem geldi beni götürdü.
Beru: (8 yaşında)
*Uçaklar geldiği zaman neredeydin?
Ferho: Xınêrê’deydim. Çobandım.
Hayvanları bir tarafa sürdüm. Bir
tümseğin üstüne çıktım, uçaklara baktım. Uçaklar çadırlarımızı vuruyorlardı.
*Ne düşündün?
*Beru: Zomdaydım.
Ferho: Çok korktum.
*Ne yaptın?
*Kimin uçaklarıydı?
Beru: Kaçtım. Kayalıkların arkasına saklandım.
Ferho: Türklerin.
27
*Beritan kim?
Ferho: Dayımın kızıydı.
Seviyor muydun?
Ferho: Çook... Beritan’ı çok özlüyorum.
Dönemin Başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz Kendekol katliamı ardından basının karşısına çıkıp açıklama
yaptı. Yılmaz ‘zomların’ yanlışlıkla
vurulduğunu söyledi!
***
Tebax 2012
S
Ö
Y
L
E
Ş
İ
STÊRKA CİWAN
Gençlerle 15 Ağustos’u konuştuk
Stêrka CİWAN
“Halk olarak, gençler
olarak, gerilla olarak
15 Ağustos Atılımına,
15 Ağustos ruhuna
denk bir duruş
sergilememiz gerekiyor.
Dönemin bizden
istediklerini dönemin
görevlerini
15 Ağustos’un bize
bıraktığı mirasla,
inançla, kararlılıkla
göğüslememiz
gerekiyor”
15 Ağustos yıl döneminin yaklaşması ile Medya Savunma Alanları’nda
bir grup gerillayla ve Avrupa’daki
Kürt gençleri ile 15 Ağustos’un anlamı
ve bugün Kürt gençlerine düşen görevler ve yapılması gerekli olanlar
üzerine konuştuk.
ARGEŞ AFRİN: Adım Argeş Afrin.
Başta tüm devrim şehitlerini anıyorum.
15 Ağustos bizim için yeni bir adımdı.
Köleliğe sıkılan ilk kurşun ve özgürlüğe
atılan ilk adımdı.15 Ağustos eylemi
Eruh’ta yapıldı. TC devletine ve düşmanın etkisine giren işbirlikçilere karşı
yapıldı.15 Ağustos Agit arkadaşın öncülüğünde gelişti. Her yıl olduğu gibi
bu yılda 15 Ağustos’la heval Agit’i
ARGEŞ AFRİN
Tebax 2012
28
anıyoruz. Her yıl 15 Ağustos ile güçleniyor ve yeni adımlar atıyoruz. Bu
yılda önderliğin özgürlük yıl faşizmin
sisteminin yıkılacağı, halkın başkaldırışlarına cevap bulacağı yıl olacaktır.15
ağustos’ta şehit düşün her yoldaşımız
15 Ağustos’u temsil ediyor.15 Ağustos
bizim için büyük bir adımdı, bize düşen
görevde bu adıma güçlü bir şekilde
sahip çıkmak ve bu adımı daha da
güçlendirmektir.
FİKRET HOZAT: Adım Fikret
Türk Hozat Dersim’liyim.15 Ağustos
dönemine yaklaştığımız bu dönemde
insan çok şey söyleyebilir. Halkların
tarihinde de böyle önemli günler vardır.
Öncülüklerin çıktığı, halkların ege-
STÊRKA CİWAN
menlere karşı kinlerini açığa çıkardığı
tarihi anlar yarattığı, tarihi süreçler
yarattığı günler var. Kürdistan özgürlük hareketi de bu temelde gelişen
ortaya çıkan bir gerçekliğe sahip,
ancak şöyle bir gerçeklik var ki Kürdistan da büyük bir bastırılmışlığın,
yenilgi psikolojisinin olduğu, yeni
bir başkaldırıya yeni bir serhildana
hazır almayıp, yok oluşu kendisine
kabul eden bir dönemdi. Önderlik
etrafında hareketlenen çıkışta, diğer
hareketlerden ayıran şey de halk zemininde kendilerini oluşturma gibi
bir durumları var. Yani önderliğin
deyimiyle “sıfırdan” başlanılıyor.
Üzerinde yürünebilecek ne bir halk
zemini ne bir hareket vardır. İnancını
yitirmiş, yok oluşu kabullenen bir
halk gerçekliği vardır. Zaten düşmanda “üstünü betonladık Kürdistan’ın” diyorlar. Böyle koşullarda
çıkıyor bu hareket, önderlik etrafında
şekilleniyor. Yine 12 Eylül darbesi
sürecinde Mazlumların, Kemallerin,
Hayrilerin, Alilerin, Akiflerin ve
nice büyük devrimcinin direnişleri
var. Bu direnişlerde bu temelde
ortaya çıkıyor. Yani herkesin bitti
dediği, herkesin olmaz dediği, inançsızlığın var olduğu koşullarda Mazlumların Kemallerin önderliği anlayarak, önderlikle birlikte yaşayarak,
yoldaşlık görevlerini yerine getirerek
yürüttükleri eylemler var.
14 Temmuz direnişini de dışarıda
gerillayla tamamlayan 15 Ağustos
eylemidir. İlk’tir, bu anlamda ilkler
önemlidir. Her tarafta baskı var. Her
tarafta zulüm var. Kürdistan halkı
üzerinde yılarca uygulanan katliamlar
var. Halkın kendisinde de çok fazla
bir inanç bir umut yok. Yani bir şeylerin gelişeceğine inanmıyor. Bu nedenle 15 Ağustos tarihi önemlidir.
Böyle bir tarihi öneme sahip olması
öyle bir dönem olmasındandır. İmkânlar, koşullar yok. Daha önceden
bir tecrübe yok.
Önderliğin perspektifleri doğrultusunda, önderliği doğru
anlamak, önderliği pratikleştirerek yaratılan
bir gündür. Gerilla hareketini
geliştirmenin
çok fazla imkânı
olmadığı koşullarda eldeki var
olan imkânlarla
yoktan var ediFİKRET HOZAT
lerek düşmana
vurulabileceğini, gerilla hareketinin başlatıla bi- mirasla, inançla, kararlılıkla göğüslieceğini önderliğin tezleri doğrul- lememiz gerekiyor.
Bu temelde önderlik üzerinde yütusunda, önderliğin perspektifleri
doğrultusunda, önderliği anlayarak, rütülen bir tecrit var, halkımız üzerinde
önderlikle yoldaşlık yaparak Agit yürütülen baskılar, zulümler var. Kürtler
arkadaş öncülüğünde gelişen tarihi üzerinde uluslar arası düzeyde halen
oynanılan oyunlar var. Böyle bir döbir hamle.
Bizler açısından da çok öğretici, nemde 15 Ağustos ruhuna denk inanç
HPG militanları olarak sadece yıl ve kararlılıkla hepimizin kendi cepdönemlerinde değil her anımızda hemizden cevap olması gerekiyor.
15 Ağustos inancı, morali, ruhu
canlı yaşayan bizlere öğreten, bizleri
eğiten bizlere moral ruh aşılayan ta- bizlere Bugüne kadar bir miras olarihi bir gündür. “Agit arkadaş ölüm- rak kalmıştır. Bizlere bu mirasın
süzdür. Şehitler ölümsüzdür” diyoruz. yarattığı değerler var. Bizlerin bunGerçekten bu boyutuyla ölümsüzdür. lara denk bir pratikle sürece katılHala da bizlere bıraktıkları mirasla mamız gerekiyor, üzerimize düşeni
önderliği doğru anlama noktasında yapmamız gerekiyor.15 Ağustos’un
bizleri eğitiyor, bizlere inanç veriyor. bizlere gösterdiği şöyle bir gerçeklik
Önderlikle olan yürüyüşüne devam var, olmazı, imkânsızı başarabiliyorsun. Apocu hareketin bizlere gösediyor.
Böyle bir günde yaşadığımız dö- terdiği şey imkânların olmadığı konem itibariyle 4. stratejik döneme şullarda imkânlar yaratılabiliyor.
girmiş bulunuyoruz. Böyle bir süreç Günümüz açısından çok büyük bir
itibariyle önümüzde büyük görevler Apocu ruh var, güçlü bir gelenek
var. Halk olarak, gençler olarak, ge- var. Bu temelde bu miras ve geleneği
rilla olarak 15 Ağustos Atılımına, güçlendiren önderliğin, özgürlük
15 Ağustos ruhuna denk bir duruş şiarıyla bizimde sürece kendi cepsergilememiz gerekiyor. Dönemin hemizden yüklenmemiz gerekiyor.
bizden istediklerini dönemin görev- Buna inanmamız bu temelde pratiğe
lerini 15 Ağustos’un bize bıraktığı girmemiz gerekiyor.
29
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
BAZ MORDEM:
15 Ağustos Direniş ve
Diriliş Bayramı Kutlu
Olsun!
Kürdistan halkının,
bin yıllık kölelik ve
esaret zincirini Reber
Apo çizgisinde büyük
komutan Agit komutasında 28 yıl önce
Kürdistan dağlarında
karanlığı aydınlatan
şanlı Eruh-Şemdinli atılımıyla, düşmanın
Kürtler üzerindeki korKAMURAN ZAGROS
ku ve umutsuzluğunu
yerle bir etmiştir. Bu
temelde özgürlüğe kiKAMURAN ZAGROS: Adım litlenmiş olmanın heyecanını ve onuKamuran Zagros. 15 Ağustos’un yıl runu Kürt halkına yaşatmıştır.
15 Ağustos bu anlamda, her şeyden
dönümü vesilesiyle bende görüşlerimi
önce
lanetli tarihe, her türlü düşürüldile getirmek istiyorum.
15 Ağustos bizim için yeniden ye- müşlüğe ve horlanmaya karşı bedeli
niden doğuşun güçlü adımların dö- ne olursa olsun özgür ve onurlu yanemleridir. 15 Ağustos, 14 Temmuz şamda ısrar ve sinirsiz bir direnisin
zindan direnişlerine destek amaçlı geliştirme kararlığıdır. 15 Ağustos zingelişmiş ve direnişi dağlara taşırmıştır. dan direnişçileri ile ve kahraman şeSilahlı mücadeleyle ilk kurşunu dev- hitlerle buluşmanın adıdır.
15 Ağustos, her türlü inkârcılığa
letin etkisine giren feodal kompradorlara, ağalara ve işbirlikçilere sı- ve inançsızlığa karşı halkın kendi
karak 14 Temmuz direnişine 15 Ağus- özgücüne ve özgürlüğüne inanmanın
tos adımıyla direnişi yükseltmenin mucize düzeyde devrimsel gelişmeye
sözünü verir heval Agit. Bizde bu vesile olmuştur.
Apocu çizginin PKK öncülüğünde,
direnişi daha da güçlendirmek için,
teslimiyeti,
inkârcı, imhacı anlayış ve
onların izinde yürüyeceğimizin sözünü
yönelimlere karşı haklılığı ve doğruluğu
veriyoruz.
Bu yılki hedefimiz önderliğin öz- 15 Ağustos direniş ruhuyla ortaya cıkgürlüğüdür. Önderlik özgürleşirse mış ve kanıtlanmıştır. Uluslararası söonunla beraber halkta özgürleşecektir. mürgeci ve şoven güçlerin halkımızın
Halk uyanmış bunu biliyor. Onun geleceğini belirleme kudreti olmadığı
için her gün sokaklardadırlar. 15 ve Kürdistan halkının kendi Önderliği
Ağustos’un anlamı bizim için çok ve öz gücüyle direnerek varlığını ve
önemlidir. Agit arkadaşın mirası yeni özgürlüğünü koruyabileceğini ortaya
doğuşların, yeni hamlelerin dönemidir. koymuştur. Kürdistan da bugün basta
Bu anlamda 15 Ağustos’la biz her yiğit Kürdistan gençliğinin ve halkıyıl heval Agit'le yeniden doğuyoruz. mızın ayağa kalkışı ve topyekûn müBu yılda bizim final yılımız olacağını cadelesi ruh ve direnme geleneğini
15 Ağustos'tan almaktadır.
söyleyebilirim.
Tebax 2012
30
Reber Apo ve kahraman şehitlerimiz
öncülüğünde, özgürlüğe ve zafere en
yakin olduğumuz tarihi bir aşamada
bulunmaktayız. Hareket ve halk olarak kırk yıllık amansız engin mücadelenin kazanım ve tecrübesiyle karsımıza çıkacak olan zorluklar ne olursa
olsun bunları bertaraf ve yerle bir
edecek güç ve kararlıktayız.
Mücadelemizin bu tarihsel ve zafer
sürecinde 15 Ağustos Diriliş Bayramını
yiğit Kürdistan gençliği başta olmak
üzere tüm Kürdistan halkına kutlu olsun.15 Ağustos zafer ruhuyla mücadeleye sarılmaya, Reber Apo'nun özgürlüğüyle birlikte özgür geleceği inşa
etmeye ve bu temelde bir kez daha
direniş ve dirilişin adı olan 15 Ağustos
Atılımını kutluyoruz.
Avrupa’daki Kürt Gençleri 15
Ağustos’un Kürtler açısından anlamı
nı nasıl değerlendiriyorlar
DENİZ: 15 Ağustos 1982 atılım
kararını, birçok yönden değerlendirebiliriz.‘İlk kurşun', 'ilk komutanlaşma'
olarak tarihe geçen bu moment.
Özellikle Kürt’ün soykırımcılığın
yüreğine beynine şıkmış olduğu bir
kurşundur. Böyle nitelendirmek mümkün; Özgür yürüyebilmenin açık kanıtı
da diyebiliriz. Kürdistan realitesinin
dününü ve bugününü de belirleyen, muazzam cesaret, üstün ve fedakârlık ile
yürütülmüş harekettir. Deniliyor ya:
“an tarih yaratır, tarihçe bir anda gizlidir”. Evet, öyle. Yani, 15 Ağustos
atılım gerçekleştiği için, bugünün zemini var olabildi, bugün güncel, sosyal
gerçeklik ile karşı karşıyayız.
Aslında Önderlik gerçeğidir 15
Ağustos. Çünkü Önder Apo hiç bir
zaman, varolanla olup bitene razı olmayan ve bunun için de çocukluk yıllarından tutalım ilerleyen yaşlara kadar,
yanlışları görüp bunlara karşı sonuna
kadar doğru mücadele etmeyi bilen bir
STÊRKA CİWAN
kişilik gerçeğidir. Mucize gibi bir
şeydir aslında, ama bence 15 Ağustos
Atılımı, Önderlik gerçeğinde saklıdır.
15 Ağustos, Ortadoğu hafızasının
yok olmadığının devrimci ifadesidir.
Hallaç-ı Mansur var bir hakikat savaşçılığın başlangıç momentidir.
Denilir ya, “Gerçeğin gücü ile yaşadığım sürece kâinatı bile fethedebilirim.” Bu gerçeğe dayanma,
mücadelede kolay kaybetmememin
ifadesidir aslında.
Önemli olan bu bilince varmaktır.
Bugün İmralı çukuruna gömülmek
istenen ise bu gerçekliktir. Ancak
oradan bile düşmana 15 Ağustosların
ne demek olduğu her gün yaşatılmaktadır; orada üstlenilen bir başkomutanlıktır. Yani bir anlamda teslimiyetsizliğin de ifadesidir. Gerçeğin
peşini bırakmadığı için bugün dünya ile bağı kesilmiş durumunda. Fakat hakikatin ömrü sonsuzdur, o
hep özgürdür. Ona gem vurmak,
çarpıtmak, diz çöktürtmek hiç olası
değildir.
15 Ağustos tarihinde şehit düsen
Agit komutanı anıyorum. Önünde saygıyla eğiliyorum.
FIRAT: 15 Ağustos, kesinlikle
Türk faşizmin ve işgal zihniyetin
kürdün kişiliğine yerleştirilmiş hainliğe sıkılan ve buna karşı mevzi alan,
anlamı büyük bir atilimdir.
Komutan Agit’ten süre gelen PKK
kusaklarında örnek ve anlam yerini
bulmuştur ve bu temelde anılarına
sahip çıkmıştır. Nasil ki Koçgiri isyanlarinda Alişer'ler, ihanete uğratılmış, nasıl ki Seyit Rıza ve Şex Saitler
ihanete uğratılmışsa Kürt tarihinde
ihanet ve kahramanlık hep başabaş
gitmiştir. Komutan Agit kahramanlığın sembolüdür.
Yaşamın mimarı, tüm ezilen halkların savunucusu ve Kürt halkının
Önderi “PKK’de ölmek zordur”
diyor. Komutan Agit bu anlamda yaşamaktadır. Komutan Agit, Kürt’ün
kanına işlenmiş ihanet zehrinin panzehiri olarak yerini Bugün PKK komutanlık mertebesinde almış ve gelecek kuşaklara aktarmıştır. Komutan
Agit, Kürdistan’da süregelen ihaneti
kendi yürüyüşünde ve Başkan Apo’ya
bağlılığıda yakmıştır.
kalacak ve 15 Ağustos’u her zaman
yaşatacağız.
ŞEWDER: 15 Ağustos, sömürgecilerin Kürtleri tarihte kaybetme çabalarına karşı verilmiş bir başkaldırı
cevabı ve bugünkü başkaldırıların öncüğü olmuştur.
30 yıl önce kimilerinin adına birkaç
eşkiya dedikleri devrimciler bugün
milyonları ayağa kaldırarak Türk devletinin nefesini kesecek derecede bir
direniş, başkaldırı ortaya koymuştur.
O kutsal eylem(15 Agustos), sadece
bir karakol baskını değil, bir silahın
ilk ateşlenmesi değil bir halkın susturulmasına karşı bir haykırıştır. Bir
halkın karanlıktan sonra doğan en anlamlı güneşi, özgürlüğe giden adımlarıdır. Bu sayede bambaşka bir 15
Ağustos yaşıyoruz. Bugün Komutan
Ağit fiziksel olarak olmasada onun
ruhu, cesareti hala aramızda dolaşıyor.
Onun inancıyla bizler mücadeleni devamını getirmeye amadeyiz. Onun
mücadelesi ve anısına her zaman bağlı
Ağustos yapan bu özellikleridir. Kürtlerin ölümden yaşama geçiren bir gündür. Büyük Komutan Agit yoldaşın
izinden 15 Ağustos’un içinde bulundurduğu özellikleri taşımaya, kanımızın
son damlasına kadar 15 Ağustos ruhunu
yaşatacağımıza söz veriyoruz.
31
REZAN: 15 Ağustos patlayan ilk
kurşun, Kürt halkının köleliğine sıkılmış
bir kurşundur. Sömürgeciliğe, zulme
ve ihanete sıkılmıştır.
15 Ağustos özünde direniş, umut,
kararlılık ve inançtır. 15 Ağustos’u 15
SERKAN: Gerilla denilince elinde
silah dağların şahini ölümsüz tarihi
15 Ağustos’u yazan efsane Komutan
Agit’i anıyoruz.
15 Ağustos, Kürtlerin kaderini belirleyecek ilk hamle ve özgürlük umudunun başlangıcı olmuştur.
15 Ağustos’tan aldıkları güçle halkımız günümüzde serhildanlara devam etmektedir. Biz Kürt gençleri
olarak bu efsaneleşen tarihe ve değerlere sahip çıkarak mücadeleye devam edeceğiz.
***
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
A
N
I
AĞUSTOS SICAĞININ ÖZGÜRLÜK GÜLLERİ
Çiçek TEKOŞİN
24 Ağustos 2007
tarihinde şehit düşen
Şehit Roza, Şehit Delila,
Şehit Avesta şahsında
Önder Apo’nun tüm
fedailerine...
Tebax 2012
Ağustos ayı, Kürdistan tarihinde
‘84 yılıyla, Agit arkadaşın zihinlerimizdeki düşmana attığı ilk kurşunla
yer edinmiş bir zaman parçasıdır. İlk
kurşun ile bu zaman diliminde aralanan
küçücük kapı zaman içinde öyle büyümüş, çoğalmış ve kendi dilimini
dahi aşmıştır ki, bir kıvılcımın sığabildiği aralıklar Kürt halkının yüreğinde
büyük özgürlük yangınları başlatmıştır.
Özgürlüğün ekmek ve sudan daha değerli olduğunu söyler Önder Apo. Bu
vurgusunu çok defa dile getirerek özgürlüğe olan açlığımıza da dikkat
çeker. Bu uyarılar biz kadın özgürlük
militanlarını tüm zamanlarda özgürlük
mücadelesine çeken temel bir yaşam
manifestosu olmuştur.
Roza arkadaş işte Önderliğimizin
bu uyarısını her zaman için kendine
esas alan değerli yoldaşlarımızdan biriydi. Bu uyarıyı bir emir bilmiş ve
aynı diriliş ruhunu Ağustos günlerinde
Kuzey’e yönelerek kendi yürüyüşünde
yeniden başlatmıştır. Roza arkadaş özgürlüğün yangınını kendi yüreğinde
tutuşturmuş bir komutandır.
Roza arkadaş Kürdistan özgürlük
mücadelesinde kadın ordulaşmasının
önemli görevlerini üstlenmiş öncü arkadaşlardan biridir. Mücadelenin en
kızgın zamanlarında en zorlu pratiklerde
yer almış, Garzan sahasındaki zorluklarla örülen mücadelenin ilk zamanlarına kendi emeğiyle kendi gücünü katmış ve kendini bu anlamda yaratmış
bir kadın öncüsüdür. Ülke ve dağ
32
sevgisi Garzan’da somutlaştığından
yeniden aynı topraklara, mücadeleyi
ilk öğrendiği, kendi gücünün değerini
ilk görmeye başladığı ve özgürlüğün
onu kanatlandırışını ilk tattığı sahalara
gitmedeki ısrarı, O’nu bir kez daha
Kuzey yolculuğuna çıkardı. Özgürlüğü,
kendi hakikatini aşkla yaşamanın tek
yolu bildi ve o yolu Kuzey yollarıyla
birleştirdi Roza arkadaş. Bu O’nun
bağlılığının da göstergesiydi.
Garzan’da mücadele yürütmek, Garzan dağlarını adımlamak ve o dağların
havasını solumak, Şehit Mizgin’in
(Gurbet Aydın) sesiyle su gibi aktığı,
savaşıyla öncü kadın gerillacılığının
ilk örneklerini oluşturduğu ve kadın
özgürlüğünün kadın ordulaşmasıyla
olacağı gerçeğini yüreklere yerleştirdiği
zamanları kendi yürüyüşünde yeniden
duyumsamanın da bir yoluydu. Kürdistan’ın kalbi Botan ile karşı karşıya
olan Garzan dağları Kürdistan özgürlük
mücadelesinde derin izler bıraktığı kadar yaratılan anlamlı zamanlarıyla da
gönüllerde yer edinmiş bir ülke parçasıydı. Ve bu ülkeyi yüreğinde yeniden
yaşatmanın, özgür zamanlarla bu ülkeyi
yüreğine nakışlamanın arzusu, Roza
arkadaşta aşk düzeyindedir. Ve bu arzuyu zirvede yaşamanın kararlılığıyla
Garzan yolculuğuna çıkmıştı.
Dağlarda özgürlüğün zirvede yaşanacağının somutlaşmış ifadesiydi Roza
arkadaş. Komutanlaşmış bir öncü olarak
Roza arkadaşın kadın ordu çalışmalarındaki anlamı ve değeri, her kadın
STÊRKA CİWAN
militan tarafından bilinmektedir. Kadının savaşta yer alışıyla, savaşın anlamsız ve gereksiz şiddete boğulmasını
engellediğini, çeteci çizgilere karşı
kadın ordulaşmasının nasıl bir panzehir rolü oynadığını ve toplumun
özgürleşmesinin kadın özgürleşmesi
olmadan mümkün olmadığını en iyi
bilen ve bu bilgisini kendi pratiğiyle
gerçeğe dönüştüren bir komutandır.
Bunu bilmek, öz anlamında her arkadaş için kendini bilmenin bir parçasıdır. Çünkü Roza arkadaşın yer
aldığı ve kendinden bir parça katarak
ördüğü anlamlı zamanları, kendi tarihini bilince çıkarmak, kendini bilmenin bir kıstasıdır.
Roza arkadaşın, Önderliği görme
şansı olmamıştı. Bu O’nun içinde
derin bir iz bırakmıştı. Mücadele
içinde yaşadığı zorlukların her zaman
üstesinden gelmeyi bilmişti ve hiçbir
zorluk O’nda derin kırılmalar yaratmamıştı. Bir tek zorlandığı nokta Önderliği görememesiydi. Bunu kendi
mücadelesini yükselterek tamamlamak
istiyordu. Mardinli olmasına ve kendi
doğduğu, özünü şekillendirdiği toprakları büyük bir toprak sevgisiyle
yüreğinde taşımasına rağmen Garzan’ın en acılı, zorlu ve yoğun bedellerin verildiği zamanlarına terini, kanını, emeğini, yüreğini katmış olduğundan, tam bir Garzan kızı olmuştu.
Güney sahalarında belli bir süre
kalmıştı. Örgütün tüm çalışmalarına
kaygısız, hesapsız katılımıyla emeğiyle kendini yaratmış bir arkadaştı.
Onun bağlılıkları ideolojik kaynaklardandı. Kimseden beklemeden, Önderlik ideolojisinden aldığı güçle kendini yaratan ve bu yaratımı özgürleşmenin bir şartı sayan duruşu her
zaman için saygı uyandırmıştır her
arkadaşta. Garzan’a gidişi de orada
yeni bir açılım yapma üzerindeydi.
Uzun aradan sonra o bölgeyi tanıyan,
halkı bilen, oraya emek vermiş bir
arkadaş olan Roza arkadaşın aynı
alana yönelmesi bir anlamda kadın
özgürlük mücadelesi için de büyük
bir kazanımı getirecekti. Bunun öncülerinden biriydi Roza arkadaş. Büyük yaşamasını ve büyük eylemlere
adını yazdırmasını bilmiş olan öncülerimizden olan Roza arkadaş, şahadetiyle de kendi büyüklüğünü bizlere
bir kez daha göstermiş oldu.
1 Haziran 2004 hamlesinin başlamasıyla birlikte örgüt içinde yaşanan
sorunlar, zorlanmalar karşısında bu
arkadaşlar şahsında yaşanan büyük
direnişler her zaman için özgürlük
umudu olmuşlardır. Önderliğimiz
getirmiştir. Ailesi metropollere göç
etmesine rağmen ulusal özünü tüm
egemen ulus baskılarına rağmen korumasını ve yaşatmasını bilmiş bir
ailedir. Bu öz Roza arkadaşta mücadele değerleriyle buluşmuştur. Bu
buluşmanın kaynağı da Roza arkadaşın arayışlarının yüksek düzeyde
olmasıdır. Bu arayışlar katılımdaki
sıcak ruhu, coşku dolu duruşu ve her
şeyi öğrenmeye hazır yaklaşımlarıyla
ortaya konulmuştur. Güney’de kaldığı
zamanlarda her zaman için Kuzey’e
gitmenin mücadelesini vermiş, büyük
ısrarlarla Kuzey sahalarına gitmeyi
dayatmış ve kendi ısrarını pratikleş-
“Beni seven kızlar yönünü Botan’a
çevirsin” demişti. Bu arkadaşlar da
bu sözü yaşam manifestosu sayarak
yönlerini Botan başta olmak üzere
tüm Kuzey alanlarına dönmüşlerdir.
Sadelik ve doğallık kadar komutanlaşmanın en anlamlı duruşunu yaşatmasını bilmiş, askeri çizgiyi geliştirmek kadar kadın özgürlük çizgisini
temsil etmenin güçlü örnekleri olmuşlardır. Roza arkadaş işte bu arkadaşlardan biridir. Aile olarak da
yurtsever bir ailesinin olması, onun
yurtseverlik değerleriyle büyümesini,
düşman bilincini erkenden yaşamasını
ve mücadele ruhuyla dolu olmasını
tirmenin ilk adımlarını büyük bir arkadaş grubuyla birlikte paylaşmıştır.
Bizler için Roza arkadaşın şahadeti
bir onurdur. Bir tek şey var içimizi
burkan ve yüreğimizde bir ince sızı
yaratan, o da Roza arkadaşın Garzan
topraklarına ulaşamadan şehit düşmesidir. Botan’ın kutsal toprakları
O’nu bağrına basmasını, O’na sinesinde anlamlı bir toprak ayırmasını
bilmiştir. Ama her şeye rağmen yarım
kalan bir yürüyüş, yürüyüşün tam
ortasında şehit düşmesi bizlerin de
içinde bir yara açmıştır.
Tabii ki O’nun ve aynı grupta bulunduğu tüm arkadaşların kahramanca
33
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
direnmeleri, son dakikalarına kadar
direnişi elden bırakmadan düşman
karşısında savaşmaları ve onurlu bir
direnişi esas alarak Botan topraklarına
düşen anlam tohumları olmaları bizlerin onur kaynağıdır. Mücadelenin
kızgın bir zaman kesitinde, yüreğini
ve özgürlük aşkını omuzlamış ve
yollara düşmüş olan 11 arkadaş, 11
yüreği özgürlüğe sevdalı gerilla, 11
yaşam ve hakikat aşığı, adım adım
kendini yaratmanın, emekle, yürekle, zihniyet dönüşümüyle ve
aşkla mücadelenin anlam damlalarını yüreğine akıtmanın onurunu
yaşamışlardır.
Yaşam ve anlam damlalarını yüreğine akıtmanın sanatçı inceliğini
gösteren ise Delila arkadaştır.
Delila arkadaşın sanatçı kişiliği
onun dağ yaşamındaki katılımına
incelik katmış, tüm zamanlardaki
duruşuna da bu incelik, bu estetik
yaklaşım yansımıştır. Yaptığı işi,
bulunduğu ortamı, yaşadığı zamanı
en anlamlı olanına çevirmesini bilmiştir. Yine Avesta arkadaş, yaşadığı
tüm zorlanmalara karşı yoğun bir
mücadele yürütmüş, kendini aşmanın
zirvesine Kuzey topraklarında, mücadelenin en kızgın alanlarında ulaşacağına inanmış ve inancına yürümekte gözünü kırpmamış bir arkadaştır. Avesta arkadaşın bu direnişinde
ailesinin dile getirdiği onurlu sözler
halk olarak hepimizin onuru olduğu
kadar, gerillalar olarak bizlerin ayrıca
onur kaynağıdır. Kadın özgürleşmesinin önemli bir aşaması olan kadın
ordulaşmasını yeni bir zaman diliminde yaşatmanın yolcuları olan her
üç arkadaş da kadın özgürlük mücadelesinin en anlamlı yaşam abideleri
olmuşlardır.
Yine Garzan grubuna bu kutsal
yolculukta öncülük eden, kuryelik
yapan Xwinrej ve Andok arkadaşlar,
yaptıkları kutsal eylemin, üstlendikleri
Tebax 2012
kutsal görevlerin bilinciyle, yürüdükleri her adıma yüreklerini katmasını
bilmiş arkadaşlardandır. Her adımda
yüreklerinin coşkusunu, emeklerinin
en moralli ve anlamlısını yürüyüşlerine katarak, Garzan yolculuğunu
gerçek anlamda kutsallaştırmış olan
bu arkadaşlar şahsında Kürdistan özgürlük mücadelesinin en anlamlı gelecek ışıklarını görmek mümkündür.
Çünkü bu arkadaşlar, kendi yaktıkları
kıvılcımla yolları aydınlatmakla kalmamış, attıkları her adımla yönünü
Kuzey’e dönmüş gerillaların yüreklerini de aydınlatmışlardır.
Gerillacılık, bir anlamda karanlık
zamanlarda ışık olabilmektir. Bu anlamda en büyük gerilla Önder
Apo’dur. Kürt halkının en karanlık
zamanlarında en aydınlık zamanların
umudu olmuş, kuru dallara can vermiş
ve verdiği umudu gerçeğe dönüştürmüş olan Önder Apo, 4. stratejik
hamle döneminden geçerken “Varlığını korumak, özgürlüğünü sağlamak” esprisini belirleyerek yaşadığımız sürecin görevlerini de ortaya
koymuştur.
Bu mücadele aşamasının Kürdistan
özgürlük militanlarına verdiği görevlerin öncü gücü HPG ve YJA Star
34
güçleridir. Bizler ancak, Zilan arkadaşın tanrıçalık yanlarını anlayarak,
bilince çıkararak ve Rozaların, Nudaların, Gülbaharların komutanlık
çizgisinde yürüyerek, Viyan ve Semaların iç yoğunlaşma derinliğine
ulaşarak ve tüm fedai arkadaşların
yaşamı uğruna ölecek kadar sevme
kararlılığını kendi yaşamımıza uyarlayarak, bu öncü görevleri başarıyla
yerine getirebiliriz. Bundan başka
şansımız yoktur. Bundan başka tercih edilecek bir yol da yoktur. Özgürlüğün tek şartı başarmaktır ve
başarmak da bilinçli ve anlamlı bir
mücadele yürütmekle mümkündür.
Agit yoldaş öncülüğünde yaratılan 15 Ağustos diriliş ruhunu tüm
zamanlarda yaşayarak, imha ve inkar siyasetinden kendimizi kurtarmanın öncü gücünü yaratma kararlılığını pratiklerimizde görünür
kılarak ancak kendimizi anlamlı
yaşam sahipleri haline getirebiliriz.
Nasıl ki bu direniş Kürdistan tarihinde bir milat olduysa, Ağustos
sıcaklığının direniş ve diriliş ruhuyla
Kuzey’e yönelen arkadaşların mücadele kararlılığı da bizler için bu
miladın tüm zamanlara yedirilmesi
anlamını taşımaktadır.
Adil ve Nuda arkadaşların öncü
duruşu, fedai ruhu da bunları anlatır
bizlere. Kuzey sahalarına, savaşın en
sıcak alanlarına nasıl ki özgürlüğe
yöneliş sevinciyle, gerilla gülüşleriyle
ve sımsıcak yürekleriyle yürüdülerse,
bizler de aynı ruhu kendimizde yaratarak, aynı zafere kilitlenmiş mücadele ruhuyla, başarıdan başka hiçbir
yola ihtimal vermeyen kararlı bir duruşla yaşadığımız zamanı özgür ve
ahlaki toplumun yaşanacağı bir geleceğe dönüştürebiliriz. Özgürlükte
ve Önderlik çizgisinde ısrarımız, bizlere bunu emretmektedir.
***
STÊRKA CİWAN
Hevpeyvînên ji Festîvala çand û sporê
ya Ciwanan a Mazlum Doğan
Stêrka CİWAN
Dayîkek Kurd
Ez wekî dayîkekê kurd festîvala Mazlum Dogan ya 15. li
tevahiya gelê kurd û bi taybetî jî li Serokê Serokan pîroz dikim.
Me dixwest ciwan, dayîk, xwişk û birayên me hemû di festîvalê
de amade bûna. Ji ber ku tecrîdeke gelekî giran û qirêj li ser Serokatiya me, li ser gelê me û şervanên me tê meşandin. Birastî jî
bêbextiyeke pir mezin bi gelê kurd re dikin. Gelê kurd mafda e.
Em jî wekî cîhanê 40-50 milyon kurd hene. Yanî ji xwe yên ku
em perçekirin ev cîhana bêbext bû. Em kirin çar perçe û em di
ewrûpa re derketin. Bangewaziya min ji bav û dayîkên kurd hemûyan re heye. Li netewa xwe, serokatiya xwe, li şervanên xwe,
li şeref û namûsa xwe xwedî derkevin.
Dayîka Kurd Ezîze
Di serî de ez ji ber vê Festîvala Mazlum Dogan gelekî spasiya
xwe dikim. Çiqasî tevlîbûn û coşa vê festîvalê gelek be em jî
ewqasî pê kêfxweş dibin. Li ewrûyê belavbûna ciwanan heye. Ji
çand û hunera xwe vediqetin. Bangawaziya me li tevahiya dayîk û
bavê ciwanan heye; ji çand, huner, festîval û ji nirxên xwe veneqetin.
Bila gelê kurd yê li başûr, bakûr, rojava û rojhilat dest bidin hev û
tecrîda li ser serokatiya xwe ji holê rakin. Ev saleke ku tecrîda giran
li ser Serokatîya me dewam dike. Bi Serokê me re hevdîtin pêk
nayê û agahiya me jê tine ye. Em dixwazin ev tecrîd bi dawî bibe û
Rêberê me di nava me de be. Dewleta Tirk ne ziman, ne jî
nasnameya me dide me. Lê em ziman û nasnameya xwe dixwazin.
Em welatekî azad û serbixwe dixwazin. Erdogan dibêje ez misilman
im, lê em naletê li erdogan dikin. Ew kurdên ku li pey erdogan
diçin em wan şermezar dikin. Erdogan kafir e, wahş e û ji Hîtler jî
xerabtir e. Hîtler eşkere dikir, Erdogan dizî dike. Erdogan zarokê
me yê 10 salî dikûje. Polîtîkayên destavêtinê li ser zarok û jinên
kurd pêk tên. Êdî bes e. Bila kurd dest bidin hev û li serokatiya xwe xwedî derkevin.
35
Tebax 2012
R
O
P
O
R
T
A
J
STÊRKA CİWAN
Medîne
Festîvala Mazlum Dogan ya 15. wekî her sal îro jî xweş e. Ez
dixwazim ku gelek ciwan tevlî vê festîvalê bibin. Herkes were
ser riya kurdayetiyê û nekeve riya xerab de. Her kesek li ser serokatiya xwe soz bide ku li dijî dewleta tirk ku me tine dike serî
hilde. Wekî ku Serokatî gotiye me bi ciwanî dest pê kir, em ê bi
ciwanî serkevin. Ez hêvî me ku her ciwanê li çar aliyê cîhanê
bibe yek û Serokatiya xwe ji wê zilm û zextê derxînin.
Taswa
Ez vê festîvala hevalê Mazlum Dogan ya 15. pîroz dikim. Paşeroja gelê me ciwan in. Bi taybetî ciwanên ku li vê derê ne ez
hemûyan silav dikim. Ji ber ku li çand û dîroka xwe xwedî derdikevin ez wan pîroz dikim. Li ser Serokatiya me tecrîdek giran
tê meşandin. Her wiha polîtîkayek xerab li ser gelê kurd jî tê
meşandin. Ev dewletên ewrûpî berjewendiyên wan li kuderê
hebe ew der demokrasiya wan e. Ji bo ku ciwanên me li ewrûpa
nekevin riyên xerab divê dayîk û bav li zarokên xwe xwedî
derkevin. Divê zarok û ciwanên me werin tevlî meş û festîvalan
bibin. Dema zarok werin komeleyên xwe wê zanibin bê çand û
dîroka wan çawa ye. Li aliyê din ev saleke agahiya me ji
Serokatiya me tine ye. Divê em li Serokatiya xwe xwedî
derkevin. Îro ne roja rûniştinê ye. Tecrîdeke gelek giran li ser
girtiyên siyasî jî heye. Bi taybetî wekî dayîyek kurd li ewrûpayê ez Erdogan şermezar dikim. Dayîkên kurd li
benda aştiyê ne û dilê dayîkan dişewite. Bila dilê Erdogan û jina wî jî bişewite. Em dixwazin rojek beriya
rojekê vegerin welatê xwe Kurdistanê. Xwedê mafê dayîkan ji Erdogan re nehêle.
Ez bi dil û can vê festîvala çand û hunerê ya
Mazlum Dogan tevahiya hevalan pîroz dikim. Me jî
îro li vê derê xwepêşandanek folklorê pêşkêş kir.
Komploya qirêj ku li ser gelê kurd tê meşandin me
bi vê lîstika xwe şermezar kir. Her wiha me komkujiya
Roboskiyê jî şermezar kir. Em bi van xebatên xwe
dixwazin balê bikşînin ser rewşa kurdan. Ji îro û
şûnde êdî bila nasnameya me jî hebe. Em jî dixwazin
bi çand, huner, ziman û rengê xwe û siyaseta xwe bi
zimanê xwe binirxînin. Em azadî û serfiraziyê ji bo
xwe jî dixwazin. Em ji bo serokatiya xwe azadî û
gelê kurd re jî yekîtiyê dixwazin.
Tebax 2012
36
STÊRKA CİWAN
Festîvala îsal gelekî xweş bû û bi coş derbas bû.
Em hêvîdarin ku salên pêşiya me de jî ciwanên
kurd hê bêtir tevlî van festîvalan bibin. Ev festîval
yekîtiya ciwanên kurd dide nîşandan. Ev cîhan
hemû li vê festîvalê dinêre. Pêşeroja gelê kurd ciwanên kurd in. Divê ciwanên kurd destê hev bigirin
û di rojên wiha de bên cem hev. Divê ciwanên kurd
nîşanî dewleta Tirk bidin ku ew her dem li pişt serokatiya xwe ne.
Ciwanên ku li vê derê amade ne ez hemûyan pîroz dikim.
Festîvala çand û sporê ya Mazlum Dogan wekî her sal vê carê jî bi
coş derbas bû. Dirûşmeya festîvala îsal jî “An Azadî An Azadî” bû.
Ne tenê di rojek wiha de divê hemû deman hovîtiya dewleta Tirk
were şermezar kirin. 34 hevalên me yê ku li Roboskiyê jiyana xwe
ji dest dabûn me îro li vê derê bibîranî. Tecrîda li ser serokatiya me
jî nêzî salekê dewam dike. Ti agahî ji serokatiya me nayê girtin.
Ciwanên kurd bi vê festîvalê peyamên xwe yên li dijî tecrîdê anîn
ziman. Li ber çavên hemû cîhanê ciwanên kurd rastî zilm û zorê
tên. Lê dengê ti kesî dernakeve. Ciwanên kurd jî bi dirûşmeyên
xwe tînin ziman ku ne dewleta Tirk û hevkarên wan nikarin wan ji
serokatiya wan dûr bixin.
Dîlan
Festîvala me gelekî xweş û coş derbas bû. Li vê derê lîstika folklorê
hat pêşkêşkirin. Di vê derê de komkujiya Roboskiyê hat nîşandan. Ev
peyamek gelekî girîng bû. Bi vî awayî jî ez festîvala Mazlum Dogan li
tevahiya ciwanan pîroz dikim. Ev saleke em ji serokatiya xwe ti
agahiyan nagirin. Lê divê em li serokatiya xwe xwedî derkevin.
Filiz
Di van festîvalan de xebatên tên kirin mirov dibîne. Min jî îsal dît ku
festîval pir xweş e. Yanî li vê derê xebat û têkoşîna gelê kurd û ciwanê wan tê
dîtin. Gelekî xweşiya min çû. Ji niha şûnde her sal ez ê werim û tevlî vê
festîvalê bibim. Divê em jî ji bo azadiya welatê xwe têbikoşin û di nava
hewldanan de bin. Çawa ku welatên xelkê hene em ê jî di nava xebata wê de
bin ku welatê me jî hebe.
37
Tebax 2012
C
Î
V
A
K
STÊRKA CİWAN
DI WARÊ FELSEFÎK Û ÎDEOLOJÎK DE PARASTINA CEWHERÎ
Akademiya Zanistên Civakî ya Abdullah Öcalan
“Feraseta parastina
rewa û parastina
cewherî di cewhera xwe
de, heman aliyê
îdeolojiyê îfade dikin.
Her çiqas xebatên
parastina rewa bi
HPG’ê re bê îfadekirin û
weke hêzên parastina gel
HPG di vê mijarê de
misyona bingehîn bigire
ser xwe jî, cewhera
parastina rewa û
parastina cewherî;
di her qadê de gel
bikaribe mekanîzmayên
parastinê ku xwe bi xwe
biparêze biafirine
dikare pêk bê”
Tebax 2012
Têkoşîna mirov a li jiyîn û berdewamkirina jiyana xwe du bûyerên
wisan in ku ji hev venaqetin û hevdu dimercînin. Weke hebûn mirov çiqas ji
xwezayê re xerîb bibe jî girêdanên xwe
yên bi xwezayê re nikare tu carî biqetîne. Ji ber ku mirov berhemeke xwezayê ye û mîna her hebûnê di dawiyê
de digihîje xwezayê û bi wê re dibe
yek. Wekî her madeyê di xwezayê de,
mirov jî mîna encameke derfetên jiyanê
yên ku xweza ji bo mirov çêdike, heye.
Ger mirovahî zêde dibe û bêyî ku bandoreke çêkirî ya ji hundir û derve ve
hebe jiyana xwe demeke dirêj bikaribe
berdewam bike, ev ji ber guncawî û
besbûna mercên xwezayê ye. Mirov,
qasî ku xwezayê fêm dike û wê derdixe
zanebûnê, dikare ji derfetên jiyanê yên
ku xweza dide zêdetir feyde bigire û demeke dirêjtir bijî. Ji ber ku xweza, tevî
hemû tevliheviya xwe, bi behre û qabiliyeta fikirandinê ya ku pêşkêşî (dide)
mirov dike, bingeha bipêşxistina jiyanê
û dahûrandina qanûnên xwezayî pêşkêş
dike. Xweza, weke hebûnekî/ê her ku ji
bo mirov bijî derfet pêşkêş dike, mafê
jiyankirina mirov heye.
Mafê jiyanê, mafê mirov ê herî bingehîn û pîroz e. Felsefeya parastina
rewa jî li ser mafê jiyanê yê pîroz ê
mirov şekil (teşe) digire. Ji ber vê yekê,
têkoşîna ku wê li hember her cure êrîş
û gefxwarinên (tehdîtên) bi armanca jiholêrakirin û astengirina jiyana mirov
bê dayîn jî têkoşîneke pîroz e. Bûyer û
diyaroka (olgu) parastina rewa, vegu38
here şerekî parastina cewherî yê bi
amûrên leşkerî tê dayîn, xwe dispêre
merca ku ji bo jiyanê tu vebijark (hilbijêrk-alternatîf) nemaye. Di encamê de;
şerê parastina cewherî ne weke vebijark, mîna pêwîstiyekê derdikeve holê.
Ger hema çi kes û civak, ji bo jiyana
xwe berdewam bikin, ji bo bibin xwedî
amûrên zor û şîdetê (tundiyê), vana
bikar bînin û bigihên hêzeke leşkerî zor
li ser wan hatibe kirin, ev, weke pêwîstiyek encama hebûna êrîşeke ku mafê
jiyanê yê pîroz ê mirov tehdît dike ye.
Ger em jiyana mirov, li gel jiyaneke biyolojîk, bi awayê jiyana ku xwe ji aliyên civakî, çandî, siyasî, fikrî û
hestiyarî yên mirov dikin mirov, xwe
pêk tîne û îfade dike bi kurtasî pênase
bikin; ji bo mirovê ku xwe îfadekirina
wî/ê hatiye astengkirin, mercên şerê parastina rewa çêbûne. Ji ber vê yekê, bi
armanca xwe bi awayekî herî bi bandor
û bi hêz biparêze xwe bi amûrên leşkerî
bipêçe (bixemilîne), rêxistinbûnên leşkerî çêke, ji bo êrîşa pê re rû bi rû maye
bêbandor bike taktîk û rêbazên cur be
cur bi kar bîne, ev weke mafekî rewa
derdikeve holê. Ev şer, sînorkirin û jiholêrakirina xetereyên ku jiyana mirov
û jiyaneke mirovane tehdît dikin bi
sînor dibe an jî ji holê radibe.
Weke di qanûna tek û bertek a di
xwezayê de, ger ji diyarokên ku hevdu
dimercînin diyaroka ku bandor dike biguhere û veguhere, diyaroka ku bertek
(refleks) nîşan dide jî wê biguhere û veguhere. Ev guherîn, bi çendayitî û wes-
STÊRKA CİWAN
fayetiya bandora ku diguhere û vediguhere re paralel (rastênhev) bi pêş
dikeve. Ev paraleltî, li gor merca
hêzên defdan û kişandinê yên di xwezayê de bi hevseng hene, ango bi hêzeke ku wê hem girêdana tam, hem jî
serxwebûna tam (serberadaytî) hevseng bike, hevdu li beramber hev notralîze (bêalî) bike re bê bidestxistin
(pêkanîn).
Mirov, bi qabîliyeta xwe ya fikirandinê, ji ber ku xwedî hêza bikaranîn
an jî sekinandina potansiyela heyî ye,
mecbûr e dînamîkên xwe li gor rêgezên diyalektîkî derbasî tevgerê bike.
Di vî warî de, di diyalektîka civakî de
jî îzaha bertekekê, dikare bi bandoreke pêre rû bi rû hatiye mayîn bê
kirin. Piştî bandorên ji holê rabûne,
çawa ku wate û ravekirina zanistî ya
bertekên naqedin tune ne, ev tê wê
maneyê ku ev ji armanca xwe derbas
bûne. Diyarokên tek û bertekê ji ber
ku du diyarokên hevdu dimercînin in,
ger ji bo şerê parastina rewa bide sedemên (mercên ku bandor dikin) civakekê tune bin bikaranîna amûrên
zor û şîdetê bertekeke wateya wê ya
mirovî tune ye û dijxwezayî û mirovahî ye. Ango terorîzm e. Şerekî ku
gihîştibe armanca xwe, xetere û tehdîta heyî bêbandor kiribe ger nesekinîbe û berdewam bike, ji armanca
xwe bihuriye û ji rewabûnê derketiye.
Di şert û mercên serdema me de
şerê parastina cewherî xwedî pênc
merheleyên bingehîn e ku ev ji rêgezên diyalektîkî serbixwe nikare bê
destgirtin:
-Di şert û mercên ku ji bo mafê jiyanê yê bingehîn ê civakê, bi xebatên
siyasî, çandî, civakî, aborî, hiqûqî û
leşkerî xespkirin û ji holê rakirinê de;
ji bo navendên êrîşa bi tevahî bêbandor bike xebatên civakî, siyasî, çandî,
aborî, hiqûqî û leşkerî kirin;
-Di merceke ku amûrên zor û şîdetê, bi rêya hêzên leşkerî yên birê-
xistinkirî, bi rêya rêbaz û taktîkên cur
be cur, bi armanca tunekirinê bên bikaranîn de; amûrên parastina cewherî,
bi rêya hêza parastina rewa ya leşkerî
bikaranîn, hêza leşkerî ya bi armanca
tunekirinê bêbandor kirin, tunekirin,
ji bo vê serî li rêbaz û taktîkên cur be
cur dayîn û parastina çalak kirin;
-Di merceke ku posîzyona êrîşê hatiye şikandin, armanca tunekirinê nîn
e û veguheriye rewşeke armanca parastinê de; ji bo maf û mafên jiyanê
yên bingehîn ên civakê bên bidestxistin, hêza parastina leşkerî, heta merceke ku wê xeteriyên nû bi pêş
nekevin di rewşeke parastina pasîf de
girtin, bi sûdwergirtina ji hemû qadên
jiyanê, mercên siyaseta demokratîk
avakirin,
-Di mercên ku pêwîstiyên civakê
yên siyasî, civakî, çand, aborî û hiqûqî
li ser bingehên exlaqî bi sazî dibe û ji
aliyê hemû hêzên civakî ve digire bin
ewlehiyê de dawî li rewşa şerê çekdarî ya parastina rewa anîn.
Ev bûyer bi berxwedan û berteka
madeya di nav ahenga bandorkirina
beramber hev ku dixwaze hebûna
xwe berdewam bike re heman weke
hev e. Di diyalektîka civakî de şerê
parastina cewherî wê di kîjan şîdet û
hêzê de bi pêş bikeve, di kîjan kûrahî
û berfirehiyê de wê birêxistin bibe, li
gor qanûna defdan û kişandinê tê
eyarkirin. Çawa ku kes di nav civakê
de ye, civak jî di nav qanûnên xwezayê û qanûnên xwezayê de ye. Li ser
civakekê êrîş û şîdeta herî mezin
(bandor); wê ji cewhera wê ya madî û
manewî, ji nirxên wê yên civakî dûrxistin e. Vê bandorê, em dikarin bi hêzeke kişandinê ya bi bişaftin, helandin
û tunekirina civakê re di heman wateyê de bigirin dest, li hember vê bandorê berteka ku wê civak nîşan bide
bi hêzeke hevsenger ku wê hêza defdanê derxe holê rave bike û bê bandor
bikin. Di bûyera defdan û kişandinê
39
yan jî bandor û bertekê ya bi çendanî
(nîcel) û wesfanî (nîtel) hevdu parseng, hevkêşî nekin de, çawa ku xebitîna xwezayî ya made xera dibe, ji
şîdet û sînordarkirinan, ji tunebûnan,
ji cewherê xwe qutbûn û ji dagirkeriyê xelasî ne mimkun e. Bêyî ku şert
li ber çav bên girtin her cure rêxistinbûn, rê û rêbaz, amûr û taktîkên bên
bikaranîn, polîtîkayên ku wê bên pêşxistin, ji şerê parastina rewa re xizmetê nakin.
Di civakên roja me de desthilatdar,
bi eciqandina mafên jiyanê yê pîroz ê
civakên din, bi êrîşkirina ser wan, bi
sedemên çêkirî yên curbecur tenê bi
rewa dîtina jiyana xwe jiyankirinê, ji
xwe re kirine weke felsefe, îdeolojî û
siyasetê. Li çar aliyên dinyayê, di bi
dehan şerên ku bi bikaranîna rê û rêbazên herî li derveyî mirovahiyê berdewam dikin de jî ev rewş tê fêmkirin.
Felsefe, îdeolojî, siyaset û ola wê çi
dibe ew dizane, şerekî ji bo jiyankirin
û bicîanîna pêwîstiyên hebûnê yên
herî bingehîn, ji bo sûdwergirtina derfetên pêşketî yên serdemê bê kirin
rewa ye. Ji bo rastiyeke weke civaka
kurd ku ji cewhera xwe hatiye qutkirin, dagirkirin, nirxên wî yên herî mirovahî hatine perçiqandin, dema ku
xwestine di qetlîam û tunekirinên bi
tevahî re derbas kirine, şer, weke pêwîstiyeke jiyanê ya bingehîn erka qanûneke xwezayî girtiye ser xwe. Ji bo
civaka kurd a ku di merhaleyên cur be
cur ên şerê parastina rewa re derbas
bûye, merhaleyên ku hê jî divê bên temamkirin, bi nirxandina objektîf a
mercan ve girêdayî ye. Birastî jî navendên hêzê yên dinyayê, hêzên Rojhilata Navîn û neteweyên serdest, bi
awayekî ji rêgezên diyalektîkî qut,
teng û seransere destgirtinê re ketina
rewşeke netêr, kêm, bi madî û manewî ji tunebûnê re derfet pêşkêşkirin
e. Têkoşîneke çiqas dirêj berdewam
bike jî, heta armanceke dawî ya ku wê
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
aştiya navbera mirovan bê bidestxistin, di merhaleyên cur be cur ên vî şerî
de cîgirtin (kozik girtin), ewlehiya vê
armanca dawî ye.
Felsefeya Apocî, bi çendanî û wesfanî, di mercên hêzê yên bêhevseng û
newekhev ê nav civakan de, mirov,
fikir û hêza razberkirinê (soyut), bawerî, hêvî û îradeya wê weke dînamîkeke kontrolê ya bingehîn tespît dike;
polîtîka, taktîk, rêbaz, şêwaz û tempoya mirov digire navendê û birêxistin dike û derbasî jiyanê dike; viya
weke çavkaniya enerjiyeke potansiyel, şert û mercên newekhev û bêhevseng bi nêzikatiyeke diyalektîk
vediguherîne hêza berevajî, bingeha
pratîk-kirina viya li Kurdistan û dinyayê afirandiye.
Têkiliya Parastina Rewa û
Parastina Cewherî
Mafê herî bingehîn ê ku demokrasî
pêşkêşî civakê dike; mafê parastina
rewa ye. Parastina rewa encax di
mercên dagirkeriyê de watedar dibe.
Şerê parastina rewa yê li hember sîstemeke biyanî ku hebûn û azadiya gelekî digire bin pêkutiyê (çewisandinê)
rêya herî bingehîn a sazkirina demokrasiyê ye. Li şûna têkoşîneke rizgariya
neteweyî ya ku dewletê dike armanc,
Tebax 2012
şerê parastina rewa ya bi armanca demokrasiyê, ji bo rastiya rojane jî hîn
zêdetir guncaw dike. Çawa ku şerê
parastina rewa ji bo gel û civakan di
demên ku pêkutî û şîdet heye de dikeve rojevê, parastina cewherî sekneke bingehîn a ji bo her demê
derbasdar e. Parastina cewherî; çandeke wisan e ku gel bi jixwe re biyanîbûne winda kirine. Di civakan de
çanda parastina cewherî pêşxistin, di
asta herî bingehîn de pirsgirêkeke
azadî û hebûnî ya civakekê ye.
Gel û civakên ku dixwazin bigihên
sîstemeke demokratîk, destpêkê bi
pêşxistina çanda parastina cewherî,
divê bikaribin cewhera hebûn û azadiya xwe fêm bikin. Bikaribin hêza
parastin û xweykirina wê nîşan bidin.
Di vî warî de parastina cewherî, di
bingeh de karê hişmendî, rêxistinbûn
û çalakiyê ye. Hişmendiya xwebûnê,
hişmendiya parastina xwe bi xwe. Ev
yek bi hişmendiya bi kîjan amûr, bi
kîjan rê û rêbazan tê pêşxistin? Ev
hemû pêşketinên bi zanebûn bi xwe re
rêxistinbûnekê pêwîst dike. Weke kes,
di nav hişmendî û çalakvaniyeke parastina cewherî de bûyîn, weke xwedîbûna nasnameyeke civakî ne bes e.
Di vê wateyê de rêxistinbûn, hêza herî
bingehîn a gelekî ye. Li hember neheqiyeke li keseke/î din hatiye kirin
40
wekî ku li me hatibe kirin bertek
dayîn û helwest nîşandan, bi şikandina dinyaya egoîst a ku kes tê de hatiye asêkirin de bi pêş dikeve.
Rêxistinîbûn, civak û keseke/î ku
xwedî tu tiştekî nîn in, ji bo azadiya
gel di têkoşîna xwe de hêza herî bingehîn e ku xwe bispêrê. Tu hêzek bi
qasî hişmendiyeke hatiye rêxistinîkirin ku sîstemên serdest bitirsîne û hilweşîne tune ye. Li ser vê bingehê
rêxistinbûneke ku derbasî çalakiyê
bûye jî, di têkoşîna li hember neheqiyan de, bi bêdengî sekinandin an jî
tenê wî qîrkirin nîn e, ji bo jiholêrakirina vê neheqiyê gaveke ku wê bê
avêtin û kevirekî bê avêtin be.
Çalakîbûnên parastina cewherî
divê pir teng neyên destgirtin. Li hember hêzên çewisîner û dagirker bi qasî
ku wê di rengekî leşkerî de be, li hember kes an jî saziyên ku berjewendî û
îradeya gel temsîl nakin, gendeliyê
dikin, di qada siyasî de têkoşînê digire
nava xwe. Dîsa li hember nêzikahiyên
ku ji exlaq û nirxên gel re berevajî ne,
fihûş û sektorên weke vê, di qada civakî de têkoşînekê, dîsa em ji têkoşîneke di qada hiqûqî de bigirin heta
qada çandî hemû qadên civakî digire
nav xwe.
Parastina cewherî çalakiya kes
bixwe ye. Kes, civak an jî gel parastina xwe bixwe kirin, vî karî dewrî
kesên din nekirin e. Parastina cewherî, bi civakî, yek ji amûrên herî bingehîn ê gihîştina sîstem û zîhniyeteke
demokratîk e. Divê weke rêxistineke
civaka sivîl neyê fêmkirin. Di vê qonaxa ku têkoşîn gihayê de, her çiqas
stratejiyeke ji aliyê çareseriyeke aştiyane û demokratîk ve esas bê girtin jî,
li hember nêzikatiya hêzên serdest ku
dixwazin pirsgirêkê bi tunekirin, înkarî û şîdetê ji holê rakin, parastineke
cewherî ya çekdarî ya xwedî dîsîplîneke leşkerî, wê bibe nîşaneya daxwazî û baweriya gel a ji azadî û
STÊRKA CİWAN
demokrasiyê re. Li ser vî esasî, parastina cewherî bi gelek aliyên xwe, xwe
bispêre exlaq û wîcdana gel (giştîkamu), bi gelek aliyên xwe jî pêwîst
bi rêxistinbûneke xweser heye. Bi
qasî di pêvajoyên şer de, di pêvajoyên
aştiyê de jî bi armanca parastina nirxên cewyerî yên gel hebûna xwe berdewam dike. Rêber Apo, vê rastiyê di
parêznameya xwe ya ‘Parastina Gelekî’ de wiha tîne ziman, di dema nû
de têkoşîneke xwe spartiye îrade û
hêza cewherî ya gel bingeha demokrasiyê ye.
“Li derveyî rewşên neasayî (derasayî) di mercên normal de pirsgirêka
parastina cewherî ya gel jî nikare
piştguh bê kirin. Di şert û mercên
qeyranê (krîz) de li derveyî ewlehiya
giştî, ewlehiya cewherî hîn zêdetir
girîng e. Pîvanên ewlehiyê yên klasîk
ên dewletê, bi gelek aliyên xwe ve
nikare pêwîstiya ewlehiya gel bi cî
bîne. Desthilatdariya dewletê ku bikeve destê hêzên olîgarşîk û dîktaparêz, ewlehiya hiqûqî ya bi sînor jî ji
holê radike. Dewlet, her wekî tê parselkirin. Gelek çete û mafyayên seriyekî wan bi navendên dewletparêz
ve girêdayî derdikevin holê. Li ser
gel tam terorek tê meşandin. Sûc bi
rêjeyeke mezin zêde dibin. Li şûna
rêyên hiqûqî yên maf gerînê hêzên
taşeron tên girtin. Hiqûq her wekî
dibe meta. Hêzên ewlehiyê yên dewletê bixwe dibin pirsgirêka ewlehiyê.
Di gelek welatên di qonaxên qeyranê
de, di roja me de, li hember pirsgirêkên ewlehiyê yên wiha, parastina
cewherî dibe pêwîstiyeke jênerevîn.
Divê hêzên parastina cewherî bên
sazkirin.”
Di qonaxa ku têkoşîna me gihayê
de, di demokratîk-kirina civak û siyasetê de, ji demokrasiyê re hestiyarkirina dewletê, li gel têkoşîna gerîla,
pêşxistina hêza parastina cewherî ya
civakê, li gor pêwîstiyên rojane wê
hîn rastîparêz (rasttir) be. Mîrasa têkoşîna me ya sî salî, di gelê me û bi
giştî di civakê de rêxistinbûn û hişmendiyeke diyar bi pêş xistiye. Gelê
me fêm kiriye ku azadiya xwe ji keseke/î din hêvî neke, ji bo vê dibê têkoşîn bide, di qadên aborî, siyasî,
çandî û her qadê de divê xwe birêxistin bike. Azadiya civakî, bi rêxistinbûn tevgerkirina her kesî tê
bidestxistin. Weke mînak, mirov dikare têkoşîna ku gelê Filîstînê daye,
weke berxwedana parastina cewherî
bigire dest. An jî li Iraqê rejîma
Sedam her çiqas ji aliyê DYE’ê ve di
rojekê de hatibe hilweşandin jî, heta
îro jî têkoşîna berxwedanvanan li
hember hêzên emperyalîst û mudaxeleker berdewam dike. Bi çalakiyên
parastina cewherî yên ji aliyên berxwedanvanên gel ve tên meşandin,
DYE û hêzên hevgirtî yên ku di mudaxeleyê de hema bibêje qet windahî
nedane bi hezaran windahî û zirareke
mezin a aborî hatiye dayîn. Ji aliyê
rastiya têkoşîna me bixwe ve jî, sedema herî bingehîn ku dijmin heta îro
encam negirtiye, têkoşîna me xwe
spartiye cewhera berxwedêr a gel. Bipêşxistina hêza parastina cewherî, gel
ne tenê dike weke piştek, spartek, wan
dike birêvebirê û rasterast beşdarê têkoşînê bixwe. Di vê wateyê de ne tenê
xwe dispêre şêwaza têkoşîna gerîla,
xwe dispêre bi çalakvaniyên gel danîna holê ya berxwedêriyê.
Çawa ku têkoşînê tenê bi çiya û gerîla ve bisînor hiştin wê ne rast be, li
qadên weke bajêr, metropol û hwd. de
girîngiya jiyanî ya tevgeriya ku wê rêxistinbûnên li ser esasên parastina
cewherî bên kirin bide çareseriya demokratîk divê bê dîtin. Bi li ber çav
girtina rastiya dewleta olîgarşîk a Tirkiyeyê, li ser bingehê parastina rewa,
bi şêwazeke li gor rastiya bajêr, divêtiya rêxistinbûniyeke wiha bi aşkereyî
tê dîtin. Divê bê zanîn ku ev jî paras41
tina cewherî ya gelê kurd e. Rêxistinbûniya parastina cewherî ya bi gel re
hatiye pêşxistin di demên derbasbûyî
de her çiqas hatibe meşandin û beşdariya gel pêk hatibe jî, ji bo ev bigihê
rêxistinbûneke zêdetir û bi berdewamî
be, divê li gor rêzikên xebatên bajêr
bê meşandin. Di serî de di nav hêzên
me yên gerîla de ji bo kadro bigihê vê
astê, bikeve ferqa girîngiya jiyanî ya
xebatê, divêtiya vê û pêwîstiya bi kadroyên pêşeng ên ku wê viya pêk bînin
bê zanîn.
Parastina cewherî, xebateke hêza
milîsî an jî eniyê nîne. Weke yek ji
piyên (lingên) herî bingehîn ên têkoşîna parastina rewa, çalakvaniya hêza
cewherî ya gel e. Ev, ji çalakvaniyên
bêîteatiya sivîl bigire heta serhildanan, ji çalakvaniyên herî hêsan heta
yên herî tevlihev diçe çalakvaniyên
leşkerî digire nav xwe. Ji çalakiya
agirpêxistinê, molotofkirin, sabotaj û
heta çalakiyên çekdarî di qadeke berfireh de çalakiyên gel in. Xwe dispêre
hêza xwecihî û sivîl. Parastina cewherî xebateke kadro nîn e. Xwedî avabûneke gelek nerm, pir-reng, bikaribe
her beşî di nav xwe de bigire ye. Ji ber
ku mafê parastina xwe bi xwe ne tenê
aydî hinekan a her kesî ye. Qadeke
wisan e ku rola pêşengiyê ya jin û ciwanan e lê hemû beşên civakî jê berpirsiyar in.
Dema rêxistinbûna parastina cewherî bê pêşxistin armanc tenê hin
deran xerakirin an jî kuştin an lêdana
hin kesan nîn e. Yek ji rolên wan ên
herî girîng jî jiholêrakirina astengiyên
li ber pêvajoya avakirina demokratîk
e. Ji bo jiholêrakirina jirêderketina civakî ya ji ber polîtîkayên şaş û niheq
ên ku dewlet dimeşîne û pêvajoya
şerê ku bi salan e berdewam dike, beriya her tiştî bi şêwazekî bi zanebûn
sazî û amûrên ku jirêderketina civakî
bi pêş dixe hedefgirtin girîng e. Çetekarî, sîxurkirin, sektora fihûşê, bazirTebax 2012
STÊRKA CİWAN
ganiya mirovan, bazirganiya tiştên tevizîner, tiryak û hwd. ên heta roja me
berdewam kirine û sazî û dezgehên rê
li ber jirêderxistina nirxên manewî vekirine hedef digire. Armanca wê ya
bingehîn wê bibe pêşîlêgirtina texrîbatên nirxên manewî yên ku di encama van pêkanînên dewletê de
birîndar bûne.
a)Gerîla Tevgera Sekinandina
Qirkirina li Ser Kurdan e
Gotinek heye, dibêje destpêk dawiyê diyar dikin. Serdemên stratejîk
ên ku alî, serî vedibin û careke din digihên hev hene. Mirov salên destpêkê
yên têkoşîna rizgariya neteweyî fêm
bike, ji bo mirov hem gerîla hem ji
berxwedanên gel divê çawa bin, wê bi
ku derê ve biçin û pîvana serfiraziyê
çi ye fêm bike gîring e. Divê berxwedana Hîlwan û Sêwregê dubare bê
destgirtin. Berxwedana Hîlwan û
Sewregê di wateyeke teng de weke
bûyereke li hember navendên çete û
hevkar nirxandin wê kêm bimîne. Di
mînaka Hîlwanê de têr neke, kêm be
jî, prototîpa awayê parastina cewherî
ya hem gerîla hem jî gel heye. Derfet
û asta stratejîk ên berfireh ên roja me
yên têkoşîna me bi wan deman re dan
ber hev şaş, xelet be jî di wateya otorîteya xwecihî de bidestxistina asta ku
Hîlwan gihayê girîng e. Mirov şerê li
Kurdistanê di pêşengiya gerîla de bi
pêş ketiye bi têkoşînên gelên din re
tevlihev bike ev şaşiyeke mezin e.
Bûyera gerîla ya li Kurdistanê, ji parastina rewa zêdetir têkoşîneke hebûna cewherî, parastina cewherekê
ye. Rêber Apo got ku pirsgirêka kurd
beriya her tiştî pirsgirêkeke ontolojîk
e. Ango pirsgirêkeke li ser mustewiya
hebûn û tunebûne diçe û tê ye. Gerîlayê Kurdistanê bi têkoşîna ku daye
hewl da çand, ziman û dîroka kurdan
roj bi roj heyî û rewa bike. Parastina
Tebax 2012
rewa ya bûyera kurd a ku ji tunekirina
fizîkî zêdetir tê xwestin bi qirkirineke
spî bê tunekirin, dihêle ku em bi zehmetî têbigihîjin ku çi, çawa hatiye afirandin, çawa derketiye holê.
Rêber Apo di parêznameya xwe ya
bi navê ‘Ji Dewleta Rahib a Sumer
Ber bi Komara Demokratîk ve’ de bûyera kurd û rastiya PKK’ê şiband bizavên pêxemberî yên ku li hember
wehşet û zilmê serî rakirine. “Wan
dema dest bi kar kirin tenê meşiyan.
Destpêkê bername û stratejiyeke wan
a saxlem tune bû. Tiştê ku dikirin guhdarkirina li wîcdana xwe bû. Serhildanên koleyan ên pir mezin ên li dû
ezîz û ezîzeyên meşiyan Romayê derketin, li pey van mirovên ku serê wan
hatin jêkirin, çermê wan hatin gurandin bi pêş ketin.” Di dahûrandineke
din de jî got; “Ez bang li ruhê kurdan
dikim. Girêdaneke rêxistinî ya bi çav
tê dîtin tune be jî tiştê ku wan radike
ser piyana ev dengê ku digihê ruhê
wan e.” û bi berdewamî got; “Di serî
de ji bo ku ev pirsa ‘ev kî ne?’ bi cî
bikim, bi dehan komên me bêyî ku
kefenên wan jî hebe ketin axê.” Vaye
gotin û biwêjên gel ên wekî ‘ên ji me
çêtir, ê çolê’ aydî gerîla ne û li Kurdistanê sînorên têkoşîna gerîla bi awayekî aşkere îfade dike. Her wiha weke
dilopeke ava cewherî ya ku ji bûyera
kurd ku ber bi tarîtiyê ve diçû veqetiya, şitleke kêmdîtî, nadîde ku di axa
ketiyê de şîn dibe, awayekî hebûnê
ye. Ev rewş parastina tiştekî heyî nîn
e. Şêwazekî afirandin û zêdebûnê ye.
PKK û gerîla tê wateya vê dilopa
cewherî.
Di rastiya Kurdistanê de wateya gerîla cuda dibe. Li Kurdistanê gerîla
hêzeke parastina cewherî ye. Pêşketina dîrokî û stratejîk a bûyera kurd û
Kurdistanê, li hember qirkirina fizîkî
di nav berxwedaneke dijwar de bûye,
wisa hatiye roja me. Têkiliya Med û
Asûr, Helen û kurd di xala ku gihîş42
tiye qirkirina fizîkî de rastî berxwedaneke dijwar hatiye. Kengê di qada
çandî û îdeolojîk de qirkirinê dest pê
kiriye, pêşketinên bi bişaftina çandî
encam dane derketine holê. Dema
herî aşkere jî serdema Îslamê bûye.
Êrîşên Ereban di warê çandî de kurdan kirine bin çav, di bin çav de hiştine. Ber bi nav sîstemê ve kişandin,
belênaya çiya û deştê bi vê serdemê
re dest pê dike.
Kevneşopiya Osmanî, ev taybetiya
kurdan zanibûne ku ji qirkirina fizîkî
reviyane, buyerê di hevsengiya siyasî
de girtine. Îslamiyet bûye xaleke gihandina hev a hevpar. Lê di eslê xwe
de belavbûna erdnîgarî ya kurdan û
qirkirina fizîkî ya ji …… doku…
çandî çavkaniya xwe digire li gor berjewendiyên osmaniyan nebûye. Îdeolojiya komara tirk vê rewşê bi kontrol
kiriye, bi asîmîlasyonê xwestiye bi tirkîtiyê ve entegre bike, bike parçeyekî
ji tirkîtiyê. Hikûmetên dawî, bi piştgiriya îdeolojiyên gerdûnî xwestiye nirxên exlaqî û polîtîk ên ku têkoşîna
azadiya kurd bi dest xistiye parçe
bike, bi hilweşandina exlaqî hewl
dane bi tevahî teslîm bigirin. Em dîsa
diçin 78’an.
Me gotibû destpêk dawiyê diyar
dikin. Li Kurdistanê qirkirina çandî bi
78’an dest pê nake. Lê dîroka berxwedanê, lê dîroka gavên berxwedana gelekî ku anîne ber tunebûnê ye ev sal
in. Têkoşîna li hember hevkarên kurd
ên ku enterne kirine, girtine bin kontrolê, heta bibêjî di cî de ye. Rêbertî ji
bo vê rewşa li Kurdistanê gotibû “xesandına çandî”. Yekem mînaka gelê
me ku bû otorîteya xwecihî Hîlwan e.
Bi acemîtî, nezanî be jî gerîla û gel di
nav hev de ye. Di maneya komîteya
xwecihî û parastina cewherî de Hîlwan li Kurdistanê modêla yekem e.
Gerîla xizmeta viya dike. Xalên ku
hêza parastina cewherî ya xwecihî tê
de asê dibin, kadroyên pêşeng parçe
STÊRKA CİWAN
dikin. Li hember eşîreta Bûcak, ewlehî û hêzên paramîlîter ên din ên ku
çalakiyên pêximker (caydırıcı) dikin
gerîla ne. Ewlehiya tax û semtan bi
hêzên parastina cewherî ve girêdayî
çêdibe. Ger derbeya faşîst a leşkerî ya
12’ê Îlonê li dar nekeve pêşketinên pir
mezin en ku wê Hîlwan, Sêwreg û
Mêrdînê bigirin nav xwe li ber derî
ne. Generalê faşîst Kenan Evrenê ku
viya ferq dike gotibû “Em dema bi helîkoptêrê di ser Êlihê re diçûn agirê
serhildanê heta ba me dihat.”
Ev gavên biçûk lê watedar bi derbeyeke weke 12’ê Îlonê bi zorekê tê
sekinandin. Di warê otorîteya xwecihî
de hema bêje dewlet li bin dikeve. Diyalektîka Hîlwanê, bi şerê gel ê bi
demdirêjî ku piştî vekişandinê pêş dikeve re nakeve nakokiyê. Berevajî,
weke encamên dersên ji Hîlwanê tên
girtin ev pêşketin derdikevin holê.
Weke modêl otorîteya xwecihî û parastina cewherî rast e. Lê bi qadeke
teng ve bi sînor mayîn û hişmendiya
kêm a gelê kurd dezavantaj in. Qonaxa ku şerê gel ê demdirêjî digihê,
dîsa modêleke weke Hîlwanê ye.
Weke dema parastina stratejîk merheleya propagandaya bi çek serkeftî ye.
Rêber Apo wate û girîngiya gerîla ya
di vê pêvajoyê de wiha dinirxîne:
“Gerîla tenê ji bo xwenîşandana
hêz û egîdiyê nîn e. Gerîla ne tenê ji
bo lêdanê ye. Gerîla ji bo parçeya
destpêkê ya rastiya ku min ji gel re
gotiye bi bîr bîne, ji bo peyama ‘Ji vî
dijminê har netirse, ji terora wî ya
sedsalî, ji artêşa wî, ji qemçiya wî nekeve fikaran.’ bide heye. Di vê mijarê
de gerîla bi çalakiya xwe viya nîşan
daye: Ji aliyê pergalê ve deng ji me
birîn çarenûs, qederek nîn e. Ger te
hinek dest bi axaftina zimanê xwe kir,
ev hêza ku deng ji te dibire, te bêdeng
dike, qet jî hêzeke wisa ku mirov ê nikaribe li hember bisekine nîne. Gerîla
dibêje kû em dikarin li hember vê dij-
minî bisekinin, em jî dikarin bi rêbaz
û zimanê ku ew jê fêm dike hin tiştan
vebêjin. Vaye gerîla ev bû, di vê mijarê de hin tiştan kir û baweriyeke
mezin da gel. Gel jî êdî nihêrt û dît,
dibêje ‘Dijmin hêzeke ku wê deng ji
min bibire nîne’. Gelê ku dibîne artêşa
faşîst a dijmin dikare bê tirsandin,
heta derbe li ser derbeyê dikare lê bê
dayîn, tê qonaxa ku bibêje ‘em dikarin
têk bibin, bi ser bikevin’.
Dêmekî gerîla ew tevgera ku; wê
hêza li ser serê vî gelî ye dide bêdengkirin, navê wî nake devê wî û heta
mêjiyê wî tirsê dide, dibêje ‘Ev parçeyekî ji jiyana te ye ku naveqete’ û
jê re dibêje ‘Hûn nikarin wiha bikin’.
Ew tevger e ku nahêle kes bibe bela
gel, li hember gel na, ji serî heta binî
ji bo gel, ji bo derxistina holê ya hêza
gel û parastina gel û bipêşxistina hêza
siyasî ya gel hene.”
Berhema ku van pêşketinan dan bilindbûna gerîla ya navbera salên 90 û
91’an û serhildanên gel ên 89 û
93’yan e. Piştî 93’yan bi ketina dewrê
ya lobiya şer a nû hat xwestin ku 12’ê
Îlonê careke din biafirînin. Tevî meylên tasfiyekar ên hundirîn û derveyî di
navbera 93 û 99’an de gerîla têknebirina xwe îspat kiriye. Dijmin bi tevahî
artêşa xwe xwest Kurdistanê dagir
bike. Her wekî gelê welatekî neqlî
welatekî din hat kirin. Kurdistan hat
valakirin. Berxwedana gerîla, bişaftin
û entegrasyonê daye sekinandin, vala
serê gel. Û dîsa ew tevgera ku bi temsîlkirina îradeya gel, li hember zora
dijmin zorê dide ser wî û ev bûyera
destavêtinê ya mezin bi dawî dike ye.
Ev rola gerîla di cî de ye. Roleke ku
cihê wê di serê dîrokê de ye leyîstiye,
wê hîn jî bilîze. Hêzên şer ên çekdar
ên gel, hêzên îradeya gel in. Hêzên
şerker ên gel, ji bilêvkirina peyv û gotinên yekê bigire heta ku bibe hêzeke
mezin a îradeyê, hêzên parastina rewa
û parêzkar in. Her wiha hêzeke li ser
derxistiye, qirkirina spî bêbandor kiriye. Komîteya parastina rewa a ku bi
dema stratejîk a nû re ji nû ve hatiye
birêxistinkirin pêkhatina xeta parastina rewa û cewherî bi kurtasî wiha dinirxîne:
“Tevî ku sîstema KCK’ê di makezagona xwe de parastina rewa û parastina cewherî pênase kiriye, li ser vê
bingehê çarçoveya xwe ya xebat û rêxistinkirinê diyar kiriye jî divêtî, pêwîstiyên viya hîna têra xwe nehatine
43
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
bicîanîn. Feraseta parastina rewa û parastina cewherî di cewhera xwe de,
heman aliyê îdeolojiyê îfade dikin.
Her çiqas xebatên parastina rewa bi
HPG’ê re bê îfadekirin û weke hêzên
parastina gel HPG di vê mijarê de
misyona bingehîn bigire ser xwe jî,
cewhera parastina rewa û parastina
cewherî; di her qadê de gel bikaribe
mekanîzmayên parastinê ku xwe bi
xwe biparêze biafirine dikare pêk bê.
Xwe birêxistinkirina sîstema
KCK’ê, ji komunên tax, gund û kuçeyan, heta KONGRA GEL a ku
îdare û navenda rêxistinbûna konfederal a demokratîk e, rêxistinbûneke
fireh û piralî pêş dibîne. Di nav vê
sîstemê de nîqaşên xebatên parastina
cewherî divê çawa bên rêxistinkirin,
li ser esasên rêxistinbûna xweser a
ku Rêbertî jî weke perspektîf daniye
holê hatiye danîn. Ev rêxistinbûna
xweser jî divê şaş neyê nirxandin.
Rêxistinbûna xweser carcaran weke
xebateke mîna li derveyî sîstemê, di
nav sîstemê de cihekî wê yê pir cidî
tune ye tê destgirtin. Ev nêzikahiyeke şaş e. Berevajî, heta ku parastina rewa û parastina cewherî
bikaribe di navenda hemû xebatan de
bê rûniştandin, ewlekirin û biberdewamîkirina xebatan dikare mimkun
be. Xweserî jî, têkoşîna siyasî û deTebax 2012
mokratîk a li ser qada dewletê, venêrîn û serdestiya dewletê tê meşandin,
mîna pêwîstiyeke di nav çarçoveya
qanûnî de girtinê tê avakirin.
Viya, divê HPG’ê di nav xwe de
weke rêxistinbûneke xweser pêk
bîne ava bike. Lê parastina cewherî
ya gel, di cî de parastin, parastina cîgayî (heremî), li hember hêzên rantxur (gendelî), hêzên ewlehiyê yên
dewletê yên ew bixwe bûne pirsgirêka ewlehiyê, hêzên milîtarîst ên
sivîl, divê pêkhateyên xwe yên ku bikaribin parastina xwe bikin jî pêk
bîne. Di demên ku ev êrîş berfireh û
pir dijwar bûn de, parastin dikare bi
HPG’ê re bê pêkanîn, di mercên ku
parastina rojane pêwîst nake ku mutleq bi çek û bi şêwazê şîdetê be de
divê Hêzên Parastina Sivîl û mekanîzmayên parastina sivîl bên avakirin. Ev hemû, li hember ferzkirina
tunekirinê divê bi perspektîfeke ku
bikaribe hevpar tevbigere û hemû civakê biparêze bên avakirin.
Di vê xalê de pirsgirêka bingehîn,
hişmendiya parastina cewherî û parastina rewa têra xwe nehatiye rûniştandin. Her wiha di sîstema KCK’ê de
xebata herî pêşekî ku divê li ser parastina cewherî bê kirin; navendeke xebatê ya ku gel di vê mijarê de
perwerde bike, zana bike, perspektî44
fan bide bê çêkirin e. Ev navenda perwerdê jî xebateke di bin banê HPG’ê
de bê kirin nîn e. HPG avahiyeke zêdetir xebata wê ya leşkerî ya profesyonel li pêş be û li gor pêwîstiya viya
hatiye rêxistinkirin e. Ev xebatên perwerdeyê, di nav Komîteya Parastina
Gel de bên rêxistinkirin wê hîn guncawtir be. Ji bo vê jî, hem di nav
hemû sîstema KCK’ê de ji bo avakirina vê hişmendiyê bi awayekî seferberî pêvajoya zanakirinê bê
destpêkirin, hem jî divê ber bi biryargehbûneke (qerargeh) ku viya weke
navendî bi berdewamî bike, venêrîn
bike, kadro û mekanîzmayên viya yên
pêwîst biafirîne bê çêkirin. Ev biryargehbûn jî di bin banê Komîteya Parastina Gel de bi şêwazê Biryargeha
Parastina Cewherî bê birêxistinkirin û
pêkanîn.”
b)Hîlwan û Şemzînan awayê
pêkhatina bihara kurd e
Îfadeya herî rast û rasteras a parastina cewherî mînakên Hîlwan û
Şemzînanê ne. Bidestxistina otorîteya cîgayî û pêkanîna însiyatîfa
cewherî ya gel e. Bi dirûşma ‘Her
bajar û navçe bibin Hîlwan û Şemzînanek’ biharê pêşwazîkirin, wê bibe
dirûşma herî rast a sala 2012’an. Di
78’an de biberdewamîkirina Hîlwanê zor, zehmet bû, lê li gor qonaxa ku gelê kurd gihayê
Hîlwanîkirina hemû Kurdistanê
mimkun e. Kurd, li Rojhilata Navîn,
di mijara serhildanan de gihane
rewşa gelekî bi ezmûn, tecrûbe. Di
2006’an de berxwedana gel a
Amedê, li Geverê her sal meşên ciwanan û gel, bûyerên Şemzînanê mînakên herî baş in. Her wiha şerê gel,
di têkoşîna azadiya kurd de nayê wateya merhaleyeke pir nû. Rewşeke
stratejîk a ji destpêk û derketina tevgerê ve ye nas dike. Mezinahî û bi-
STÊRKA CİWAN
çûkahiya çapana wê bûyereke demî
û mekanî ye. Di vê mijarê de tevlihevî, di hin qadên me yên xebatê de
tê dîtin, şerê gel ê şoreşgerî weke
bûyereke pir cuda û hatiye cêribandin tê fêmkirin. Di vê mijarê de pir
eşkere ye ku dijmin şerekî pir zêde
yê psîkolojîk dide meşandin. Analîzên wek “PKK’ê pêşketinan şaş nirxand, Tirkiye û dewletên Ereb
tevlihev kir” bi qonaxa ku têkoşîna
azadiya kurd gihayê re tu eleqeya
xwe tune ne. PKK bi salan e tîne
ziman ku rastiya dewleta neteweyî ji
bo Rojhilata Navîn weke kirasekî
teng e. Ev roj ji bo PKK’ê mucîzeyek nîn in. Her wiha pêvajoya şerê
gel ê şoreşgerî yê ji bo Kurdistanê
hatiye destpêkirin, nayê maneya
Tehrîra deh rojî. Li Kurdistanê pêşketin wê cuda bin. Ev karê pêvajoyê
ye. Girtinên zêde ku dewlet di bin
navê operasyonên KCK’ê de dike
weke rêya astengkirina şerê gel ê şoreşgerî difikire, derdixe holê ku ji
şerê gel ê şoreşgerî fêm nake. Mirov
bifikire ku yên di qada siyaseta demokratîk de dixebitin wê pêşengiya
şoreşê bikin, mînaka herî aşkere ye
ku kî Bihara Ereban şaş dinirxîne.
Operasyonên KCK’ê operasyonên
zayînên zû dan kirin e.
Mirov potansiyela gelê kurd bi van
girtinan bipîve şaş e. Divê bê qebûlkirin ku girtin rê li ber belavbûn û jiberxwebûnekê vekirin. Sedema viya,
tê zanîn ku sekna lawaz a kadroyan
e. Rastkêşa (bo pîvandinê) şoreşan
tune ye. Tu şoreş bi planên mutleq û
sabit (neguherbar) pêk nayên. Taybetiya herî mezin a hemû şoreşan tenê
biryardarî ye. Em di serdemeke
wisan de ne ku gel dizanin pêwîst e
çi bikin. Em bi vê gotinê pêwîstiya bi
kadroyan piştguh nakin. Kadro hêzên
biryardariyê yên van deman in. Di
demên wiha de serkeftin û serfirazî,
bi asta biryardariya kadro diyar dibe.
Mîna ku gel dibêje, “yê ku kevir (ber)
kun dike ne hêza avêye , berdewamiya dilopan e”. Vaye di vê demê de
maneya kadro ev e. Berdewamîkirina
kevneşopiya berxwedanê di wateya
çîmentoya şerê gel ê şoreşgerî de ye.
Dirûşma parastina hebûna xwe, bidestxistina azadiya xwe, ji bo şerekî
gel ê şoreşgerî di maneyeke xurt de
ye. Parastina hebûna xwe şoreşgertî
ye. Ji bo vê hêz û wêrekiya (cesareta)
gelê kurd heye. Tiştê ku li Hîlwan û
Şemdînliyê hat kirin jî ev bû. Dema
kelepçe li îradeya gel bê xistin, gel
dizane viya parçe bike. Gavên parastina cewherî ya herî rast ji vê derê
dest pê dikin. Parastina cewherî ya
xweseriya demokratîk; gel li îradeya
xwe xwedî derkeve û otorîteya cîgayî
xurt bike ye.
c) Çalakiyên Çelê,
asta biryardariya gerîla ye
Pratîka 2011’an a gerîla, li derveyî
hin windahiyên bêsihûd moral dide.
Bûyera Farqînê (Slîva) û
pratîka havînê ya Amedê, îlankirina xweseriya demokratîk, di warê
nîşandana îradeya parastinê de di cî
de ye. Dest danîna ser mamoste û
leşkerên dîl hatin girtin, ji bo esasên
parastina rewa operasyonên di cî de
bûn. Zêdebûna çalakiyên li ser hêzên
ewlehiyê jî gavên rast bûn. Vê dawiyê çalakiya konvoyê ya Çelê û
êrîşên li ser girên (tepe) garnîzonê,
bi aşkerayî nîşan daye ku tu hedefeke ku wê gerîla nikaribe bi ser de
biçe tune ye. Çalakiya hatiye kirin û
hedefên ku bi ser de hatiye çûndin
mirov tenê ji girekî pêk tê bibîne şaş
e. Bi ser cihê herî saxlem a artêşa
KT’ê (TC) ve hatiye çûndin û encam
hatiye girtin. Weke vekirina taktîkî
ya şerê gel ê şoreşgerî, li gel encamgirtina di taktîk de, awayê herî sade
yê ruhê fedaî yê Apocîtiyê ye.
45
Çalakiyên li hember hedefên polêsan moral daye gel, pêşî li êrîşên ku
wê li ser gel bên kirin hatiye girtin. Li
hember qirkirina siyasî, çalakiya herî
pêximker (caydırıcı) çalakiyên li
hember hêzên ewlehiyê tên kirin in.
Li Kurdistanê di pêvajoya deh salên
dawîn de, di qirkirina çandî de rola
herî çalak hêzên ewlehiyê lîstine.
Wisa tê fêmkirin ku bi sererastkirinên
qanûnî yên dawiyê wê vê qirkirinê hîn
jî kûr û berfireh bikin. Yên ku li Kurdistanê li gel fihûş û narkotîkê çanda
modernîteya kapîtalîst belav dikin,
karmendiya viya dikin hêzên ewlehiyê ne. Çalakiyên di eniya gerîla de
pêk tên, dertê holê ku wê li hember
van êrîşan hîn jî xurt bibin.
Weke encam; bi sedsala nû re dinyaya me ketiye fetlonekeke nû. Bi
taybetî piştî her du şerên cîhanê mirovahî hîn bi zanebûn bi daxwaz e, li dû
maf û azadiyên xwe yên bingehîn e.
Di vê mijarê de standardeke gerdûnî
ya biçûk neyê dîtin jî derketiye holê.
Tevî hemû kêmasiyên xwe jî, mafên
mirovan û azadî û mafên binghîn têgînên di rewacê (balê dikşînin) de ne.
Ev serdema ku desthilatdariya klasîk
bi tevahî hilweşiyaye, bi şertê ku
civak baş bê rêxistinkirin, demeke
wisan e ku wê ji serdestan mafên xwe
yên bingehîn bi stratejiya parastina
rewa û parastina cewherî bigire ye.
Şert û merc ji bo vê guncaw in.
Sparteka bingehîn a rêxistinbûna
parastina cewherî, parastina rewa ye.
Di roja me de li Rojhilata Navîn, rastiya rejîmên heyî yên despotîk û olîgarşîk rêxistinbûneke bi vî rengî ji
pêwîstiyê wêdetir aniye rewşeke
mecbûriyetê. Parastina nirxên mirovahiyê yên gerdûnî û ev ji bo gelê me
jî bê bidestxistin, tenê û tenê ev bi
sekna parastina cewherî wê bi dest
bikeve.
***
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
J
Î
Y
A
N
“Ez Dê Çi Bibim”
Abdullah DEMİR
Girtîgeha Elbîstanê ya girtî ya tîpa E
“Encamên pirsa
“ez dê çi bibim” bi kesan
bisînor namîne û nîne.
Ev ferasetek e,
ev ferasetekî girêdayî
bîrdozîya sîstema heyî ye.
Ji ber vê endamekî/ê
têkoşînê dibê ku bi têgîna
“ez dê çi bibim” re di
nava redekî teqez de be.
Nexwe li cî û warê ku
rojê çend kes xwe
bi awayekî feda dikin,
berdêl didin, mirov behsa
“ez” bike, ango pirsa
“ez dê çi bibim” bîne
rojevê, çiqas sincî û
wijdanî ye, çiqas
mirovahî ye”
Tebax 2012
Beriya ku em li bersiva vê pirsê bigerin,
ez dixwazim di derbarê gelemperiyên
pirsan de çend gotinan bêjim. Dibêjin ku
pirskirin îdîakirina di jiyanê de ye. Ji
aliyê din ve pirskirin israra lêgerîna jiyanê
ye. Ku em vegerin pirsa xwe ya mijara
gotinê; “Ez dê çi bibim?” Bi taybetî ev
pirs ji me re ne biyanî ye. Hema bêje ji
destpêka partîbûna tevgera azadiya Kurd
û heta îro, bê hejmar ev pirs hatiye rojevê.
Bi vî awayî jî bûye mijara nîqaşan û
hatiye dahurandin. Lê balkeş e ku li gel
ewqas dahurandin û girtina dest, dîsa jî
di demên ku êrîş zêde dibin û demên
qels de pirsa “ez dê çi bibim” wekî ku
qet nehatibe rojevê û nehatibe bersivandin
tê pêşberî mirov. Gelo çima? Gelo çima
di vê pirsê de ewqas tê israrkirin?
Beriya ku em li bersivên van pirsan
bigerin, dibê têgîna “ez” bigirin dest.
Gava ku “ez” tê gotin, qala miroveke,
kesayeteke tê kirin; miroveke bi serê
xwe ango di nava “ez”an de “ez”eke bi
serê xwe. Baş e, ev “ez” çawa tê hole, ji
ku destpê dike, xwe çawa ava dike? Ji
bo em bersiva van pirsan bidin, hewceye
ku em herin destpêka avabûna kesayet.
Gava ku mirov ji dayik dibe, kesayet û
“ez”a mirov tuneye. Baş tê zanîn ku zarokek pirsa “ez dê çi bibim” nikare jixwe
bike. Heta di dema zarokatiyê de mirov
nikare behsa vînekî an jî kesayetekî bike.
Yanî zarok heta demekî temenê xwe di
asta zindewarekî de ye. Tê gotin ku
zindiyê herî bi hêz, herî bêparastin û
hewceyê alîkariyê ye. Di vê demê de kesayet û “ez”a zarok, di serî de dayik û
46
bav, bi gelemperî jî kesên derdorê zarok
kesayetî û “ez”a zarok dibersivînin û valahiya heyî tijî dikin.
Lê ev dem bisînor e. Di heman demê
de, di serî de malbat bi gelemperî jî
giştiyê civakê bi awayekî alîkariya gihîştina kesayetî bi hêz û vîna xwe li ser
lingên xwe bisekine. Baş dizanin ku alîkariya wan bi alîkarî û hêza vê zarokê
hebe. Her wekî ku alîkariya ku dane
zarok, piştî demekî jê paşve dixwazin.
Ev xwezayî ye jî.
Ferqa nava mirov û zindewarên di vê
xalê de derdikeve pêş. Di jiyana zindewarên din weke ajalên mezin û biçûk de,
têjikên xwe mezinkirin di asta ajoyî de
ye. Têjik ji bo bersiva keda mezinkirina
make û her wekî din derdorên xwe nakeve
nava hewldanekî. Kes jî li benda tiştekî
welê nîne. Belkî jî di vî derbarî de hin
têkîliyên welê di nava ajalan de jî hebin
lê li ber çav nayê xuyakirin.
Weke ku min li jor jî got, di vê xalê de
taybetiya mirovan ya bersivandina kedê,
li kedê xwedîderketin, keda heyî mezinkirin, ked û nirxên heyî dewrê pêşiya
xwe kirin, taybetmendiyekî mirovan e.
Belkî wekî nakokiyeke jî xuya bike, lê
zindewarek anjî ajalek pirsa “ez dê çi bibim” birin nayê xuyakirin. İncax di asta
her sê ajoyên bingehîn (xwarin-vexwarin,
parastin û zayendî) de domandina jiyana
xwe dişopîne. Li gel vê rewşa ku li jor
derdikeve holê, li rex taybetiyên mirov
ku me rave kir, di heman demê de ji ber
taybetiyên qebîliyeta fikirandina mirov,
pirsa “ez dê çi bibim” di demên xeternak
STÊRKA CİWAN
de ji xwe dike.
Di nava şîroveyên heta niha de ku
me kir, ev pirs wekî taybetiyekî mirov
û bi xwezaya mirov ve girêdayî derdikeve holê. Vê gavê pirsa “gelo şaşî li
ku ye, ango şaşî heye yan na” tê rojevê.
Ji bo mirov bersiva vê pirsê bide, dibe
mirov ji aliyê felsefî, bîrdozî, siyasî û
civakî-kesayetî ve binirxîne.
Di dîroka mirovatiyê de, piştî ku mirovatiyê bi qebîliyeta fikirandina xwe,
xwe ji jiyana ajalî qutkiriye, heta îro
mijara kes û civak bi awayekî zindî
timî di rojevê de ye. Carnan civak,
carnan jî kes derketiye pêş. Civakê ev
kes û “ez” eciqandiye bertek çêbûne.
(Ku ev xala kes eciqandin jî bi nîqaş e.
Ji ber ku ezitiya ku ji aliyê pergala kapîtalîst ve hatiye pêşxistin rewşeke cûdatir e; divê mirov vê xalê bi baldarî
bigre dest). Naxwe, gelo civak çima
nirxên herî mezin endameke xwe, ku
ewqas ked dide, kê, çima bieciqîne û
zirarê bide kê? Li vê derê hin pîvan û
nêrînên felsefîk, bîrdozî û konevanî
derdikevin pêş. Gelo mirov van nêzîkbûnan çiqasî dikare bike malê gelcivakê û bi vê awayê civakê tawanbar
bike? Mirov gava ku li mijara têkiliyên
civak û kes (ango “ez”) dinêre, tenê di
dema neolîtîk de kefeyên mêzin a kes
û civakê wekî hev xuyaye. Destpêka
xerabûna dengeya mêzin ji dema koletiyê dest pê dike. Her çiqas ji aliyekî
ve kes û kesayetî rakiriye di asta koletiyê
de be jî, ji aliyê din ve kes û kesayetî
rakiriye asta keyxweda û xweda bixwe.
Helbet li vir jî zagona kes ku kesek din
bigire ew bixwe jî ne azad e, di meriyetê
de ye.
Di vêdera mijarê de divê mirov balê
bikişîne ser lêgerîna çareseriyên ku ji
aliyê civakê ve bi rêya fikir û raman
xwestiye dengeyê çêbike. Vêya jî bi
taybetî bi pêşketina mêjiyê analîtîk, di
destpêkê de zimanê metelok, çîrok û
hwd. bikar aniye. Ramana pêşîn ku
herî bi sîstematîk mijar girtiye dest
felsefe bixwe ye. (Di vê navberê de
beriya felsefe, helbet mîtolojî (çîrok) û
ol jî heye) Felsefe ji aliyekî ve “ez” û
kesayetî girtiye dest, ji aliyê din ve jî
kes û takekesî jî bi kûrayî û berfirehî
girtiye dest û aliyê baş-xerab, xweşikpîs, sinc, wijdan, erdem û hwd. ve nirxandiye. Ya balkêş jî ew e ku mirov
gava li felsefeya giştiyên feylezofan
dinêre, balê kişandine ser xetereyên
dengeye mêzin a kes û takekesiyê. Ji
aliyekî ve “ez” û kesayetiya ku li aliyê
pergalê ve hatiye pelçiqandin û tunekirin
ji nû ve tê avakirin, ji aliyê din ve ew
“ez” û “kesayetî” ji bo ku berbi takekesiyê ve neçe û nirx û heyiyên civakê
biparêzin, di nava hewldanên çareseriye
de bûne. Helbet hin aliyên wan yên ku
xwe ji pergala desthilatî rizgar nekirine
û bûne mijara rexneyan hene, lê li ser
mijara “ez” û “kesayetî” pir rawestiyane
û serê xwe êşandine.
Ku em di van derbaran de çend mînakan bidin; Platon wiha dibêje; “Mirovê/a ku pirolatî (aşırı) ketibe destê êş
û xweşîyê (haz) dê rastiyê berovaj bike
û rast nefikire”. Platon li vir balê dikişîne
ser pirolatiya xweperestî û bêhnpakiyê
(erdem) derdixe pêş.
Platon, di derbarê xweşikî û hezkirina
yekes ya bi gelemperî ve de wiha dibêje:
“Ewil ji yekes hez dike, jê re tiştên
xweş dibêje, paşê fem dike ku ew xweşikiya di wî/ê bedenî/ê de xwîşk û
birayê di bedenên dinan de ye. Ango
xweşikiyên giştiyên bedenan yek in.
Mirov wexta ku vêya fêr dibe jî giştiyê
bedenan hez dike û girêdana wî/ê ya bi
yek bedenî/ê ve hindik dibe”. Platon
balê dikişîne ser hezkirina kevekêlî ya
ber bi gelemperî ve. Li vê derê pêşiyê
hezkirina yekes û ber bi pirkesan ve
diçe. Bi temenê mirov ve jî girêdayî ev
zagon timî wisa jî tê jiyandin. Ya balkêş
ku mirov bal bike ewe ku; ev zagon
berepaşkî nayê jiyandin û heta îro nehatiye jiyandin. Em ji Platon mînaka
têkiliya kes û civakê jî bigrin. Platon di
47
vê derbarê de wiha dibêje: “Mirov
incex bi civakê re dikare hebûna xwe
bidomîne; jiyana bi serê xwe hêza
mirov derbas dike”. Di heman xalê de
Arîsto jî heman tiştê dibêje: “Mirov
hebûnekî civakî ye. Ev hebûn (kes)
bextewariya ku jixwe re dike armanc
incex bi kesên din re di nava têkîliyan
de bigihêje kê. Kes nikare we ji civakê
qut bike, li gel vê li hember civakê berpirsyariyên xwe hene”.
Di vê derbarê de Thomas Hobbes,
têkîliyên nava kes û civakbûnê di du
beşan de digire dest. Ya yekemîn, rewşa
kes ya beriya civakbûna wî/ê ye. Ji vê
demê re dibêje, “rewşa xwezayî”. Ya
duyemîn jî “rewşa civakbûn”e. Divê
mirov ji merheleya “rewşa xwezayî”,
rewşa kes ango “ez” ya necivakbûyîn
fêm bike. Dibêjin ku Hobbes gotina
“mirov gurê mirov e” ji bo dema “rewşa
xwezayî” bikar aniye. Ji rastiya takekesiya ku heta îro hatiye jiyandin mirov
vê rastiyê bi rehetî dikare derxe holê.
Di nêrînên Hobbes de “mirov di
cewherê xwe de dercivakî ye”. Ya şaş
jî heye. Lê ji aliyê din ve wiha jî dibêje;
“Mirovê ku ji rewşa xwezayî derbasî
rewşa civakîbûnê bûye, çalakiyên wî
rewşeke sincî û konevanî qezenc kiriye.
Hobbes, di berdewama vê xalê de wiha
dibêje: “Mirov piştî ku ji rewşa xwezayî
ber bi rewşa lihevhatina civakî ve çû
jiyana bisinc û bi edalet dest pê kir.
Cardin Locke di derbarê civakbûnê
de wiha dibêje: “Rewşa civakbûnê ji
bo mirovatiyê rewşeke xwezayî nîne,
ji lihevhatina şirîgatiyan hatiye holê.”
Li gorî Locke, rewşa xwezayî li derveyî
giştiyên rêzikan (qural) dihatin jiyandin.
Civakbûn ji ber xwe ve nehatiye holê.
Bi ked û nirxên sedhezaran hatiye avakirin. Nêrîn û nêzîkbûnên Locke ji bo
kes (“ez), mirov dikare wiha rêz bike;
lê kes di nava civakê de tucarî bi temamî
hebûnekî bêtebat (edilgen) hebe, berovajî
dê qedera xwe ya rastir qedera civakê
nîqaş bike û hewce bike tevlî kar bibe.
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
Di vî derbarî de F. Nietsche pirtir bi
coş û hêcan e, heta xwedî helwesteke
dijwar e: “Ez mirovêjor (üst insan) hînê
we dikim. Mirov tiştekî ku were derbaskirin e. We, ji bo ku wî/ê derbas
bikin hin tişt afirandin. Wîn dixwazin
bibin vemirîna ev pêlên mezin û ji derbaskirina mirovên heyîn bêtir paş ve
berbi ajaliyê ve diherin.”
Ji aliyê din ve dibê mirov ji aliyên
bîrdozî ve jî bigre dest. Gelo bîrdoziyan
mijara “ez” / kes û civak çawa girtine
dest? Em pir dûr neçin. Bi destpêka
pergala kapîtalîst re “ez” û kesayetî di
asta herî jor de ketiye rojevê, zincirên
kesayetî hatine qetandin û kesayetî di
asta herî jor de ketiye nava xweperestî
û di nava vê xweperestiyê de li hember
nirxên civakê tu sînor û sinc nasnekiriye.
Li hember vê bi destpêka sedsala
nozdehemîn re bi bîrdoziya sosyalîzmê
pergalek hatiye avakirin û berovajiyê
bîrdoziya kapîtalîst li hember kesayetiya
takekes civakbûn derxistiye pêş. Lê
weke ku tê zanîn ev pergal nêzî 80 sal
bi navê sosyalîzma reel ev bîrdozî û
feraseta ku kes tune hesiband hate jiyandin.
Weke ku tê zanîn, piştî bandora sosyalîzma reel ya demekî ya li ser bizava
tevgera Kurd bi rengê rexne û xwerexneyê di bîrdoziya xwe de zelalbûnekî
çêkir. Ev zelalbûn û xwe ji şaşiyên sosyalîzma reel derxistin bixwe re alternatîfbûyînekî anî û di nava “ez” /
kesayetî û civakbûnê de dengeyekî
rastîn derxist holê. Niha di vê bîrdoziya
alternatîf û jiyandar de şêlîbûn û nezelalî
xuya nake. Di vê xalê de gelo mirov
dikare ji aliyê bîrdozî ve pirsa “ez dê çi
bibim” çawa binirxîne? Ango ev pirs
bingeha xwe ji ku û kîjan bîrdoziyan
digire? Wekî ku bi zelalî xuya dike ev
pirs bingeha xwe ji takekesî û xwebesiyê
digire. Bîrdoziya pergala kapîtalîst dixwaze kesayeteke çawa derxe holê? Helbet bersiv kesayetî û “ez”eke xwekes
e.
Tebax 2012
Dijminên gelê Kurd, bi taybetî ev
30 sal in çawa bi şerê qirêjê taybet û
derûnî bi ser endamên tevgerê û gel de
hatiye? Dibê ku mirov vê pirsê bi
çend mînakan veke. Bi rêya çapemenî
û belavokan çawa xwest serê endam û
şervanên azadiyê şêlû bike, tê zanîn.
Giştiyên hewldanên dijmin ji bo yek
tiştekî bûn, pirsek di nava serî û mêjiyan
de ava kirin.: “Pir na, tenê saniyekê
Apo ji serê xwe derxin, nefikirin û li
xwe, li ciwantî û jiyana xwe bifikirin.
Ma jiyana we jî heye? Hûn çima nejîn?
Şerê taybetê qirêj çima ewqas di van
xalan de israr kir û çima tevgera azadiyê
li hember ev pirs helwêstekî dijwar
nîşan da.
Ji bo bersiva vê pirsê dibê em çend
mînakan ji dîroka tevgera azadiyê bînin
bîra xwe. Mirov dikare bêje ku pêşengê
vê pirsê Şahîn Dönmez e. Hema di dû
wî re Semîr tê. Hewce nake ku mirov
texrîbatên kiryarên wana rave bike. Mirov difikire, gelo pirsa “ez dê çi bibim”
ya ku di serê Şemo (Şemdin Sakık) de
çêbû texrîbatên çawa çêkirin? Xwediyên
vê pirsê herî dawî Osman (Osman Öcalan) û Botan (Nizamettin Taş) bûn. Ev
pirs bi dijwarî di pratîka Osman û Botan
de hate ziman. Ev mînak bi tenê ku
mirov bîne ber çav, dê bersiva çima ev
pirs di serê mirov de zelal bibe. Gelo
ku Osman û Botan ev pirs ji xwe nekirana, pêvajoya piştî 2003’an de bi vî
awayî bihata jiyandin? Pirsa “ez dê çi
bibim” carnan çawa dibe sedema bi
48
dehan, sedan, heta bi hezaran şehadetan,
van pratîkan baş bidin xuyakirin. Bersiva
çima dijmin ewqas di vê pirsê de israr
dike û çima bizava azadiyê ewqas helwêst nîşan dide di van mînakan de veşartiye.
Baş e, ev pirsa ku taybetiyekî mirov
dide xuyakirin û xwezayî tê pejirandin,
çima ewqas dibe qada şerê bîrdozî,
siyasî û leşkerî? Nakokî li ku ye, an jî
şaşî li ku tê kirin? Dem, mêjû (zeman)
û cih rist û taybetiyekî çawa dide vê
pirsê? Mirov beriya karekî, di nava kar
de û piştî qedîna kar ku vê pirsê jixwe
bike, encamên cûda cûda bigire. Wateya
pirsê li gorî dem, cih û mêjû rewş diguherîne, bandorên cûda çêdike û encamên cûda derdixe holê. Mînak; endamekî/ê şerê azadiyê beriya ku tevlî
nava tekoşînê bibe, pirsa “ez dê çi
bibim” ji xwe bike, dê çi derxe holê?
Belkî kesên li dora mirov ku xwedî
ked in, bêbersiv bên hiştin, ewqas.
Zirara ev kes nagihîje civakê û tu kesan.
Mîsyon û wateyekî siyasî jî li pirsa vê
demê nayê kirin. Heman kes ku dest bi
mesa azadiyê (ango karekî) kir, êdî wateya vê pirsê diguhere. Heta mirov
dikare bêje ku têgîna “ez” bi xwezayî
“em” digre. Helbet wateya têgîna “em”
her dem di têkilî û jiyana mirov de
heye lê piştî ku kesekî/ê dest bi têkoşîna
civakî kir, êdî ev têgîn nabe nabe ye.
Êdî têgîna “ez” di xezîneya têgînên kesayetî de cihê xwe tune ye. Ji ber ku di
nava têkoşîna man û nemana civakî
de texrîbatên ku çêbike bi kes û kesan
bisînor namîne, nirx û heyînên civakê
û berjewendiyên civakê texrîp dike.
Li vê derê dibê mirov teqez bêje ku
hin tişt hene bar û berpirsyariyên mezin
û giran didin ser pişta mirov. Ji bona
vê ye ku hin rê hene ku mirov dest pê
kir, nikare li paş xwe binêre. Gotina
Lût pêxember ku dibêje; “Kî li pişt
xwe binêre dê bibe kevir” tê zanîn. Li
vê derê paşve nêrin waswase ye, dûdilî
ye. Ji cihê ku herin nebaweriyekî bixefî
STÊRKA CİWAN
ye. Pirs e. Pirsa “Gelo tiştên ku li pêşiya
min in, di giranbiha tiştên li paşmanê
de ye.”. Pirsa “ez dê çi qezenc bikim,
ez dê çi bibim” e. Li vê derê “ez” heye,
“ez”ê xweperest, takekesî, tucarî, di tu
demên dîroka civakan de nehatiye pejirandin. Timî hatiye naletkirin.
Mirov dikare bêje ku encamên pirsa
“ez dê çi bibim” bi kesan bisînor namîne
û nîne. Ev ferasetek e, ev ferasetekî girêdayî bîrdozîya sîstema heyî ye. Ji ber
vê endamekî/ê têkoşînê dibê ku bi
têgîna “ez dê çi bibim” re di nava
redekî teqez de be. Nexwe li cî û warê
ku rojê çend kes xwe bi awayekî feda
dikin, berdêl didin, mirov behsa “ez”
bike, ango pirsa “ez dê çi bibim” bîne
rojevê, çiqas sincî û wijdanî ye, çiqas
mirovahî ye? Şervaneke di nava tevgerekî ku îdîaya berzkirina mirov û mirovatîyê dike de, xwe desteserê ajoyên
ajalî ku “ez” û kesayetî jî ji holê radike
çawa asayî dibe? Belê rast e, sê ajoyên
bingehîn (xwarin, parastin û zayende)
ji bo her zindewarek pêkanîn mafên
(mirovan û hwd.) bingehîn e. Lê divê
ev maf çawa were bikaranîn, ango di
kîjan rewşan de were bikaranîn? Mînak;
ajalekî ku van ajoyên xwe dibersivîne
dem, cih û mêjû li ber çav digre. Ji bo
çûkek, mîhek ango çêlekek dem, cih û
mêjû pir girîng û teqez e. Ajal jî ji xwe
re hin zagonên jiyanê datînin û li gorî
van zagonan jiyana xwe didomînin. Ev
ji bo wan zelal û teqez e.
Wekî ku di mînakan de jî xuya ye,
ajal jî li gorî hin pîvanan ku jiyana xwe
didomînin, lê li gel vê mirovên ku
ewqas ji aliyê mêjiyê analîtîk û fikrandin
ve pêşketiye, di hin hal û deman de
tiştên ku ajal jî nakin çawa ew bixwe
dikin? Em ne xwe û ne jî hev bixapînin.
Di mînakên heta îro derketine pêş de,
derketiye holê ku di bingeha pirsa “ez
dê çi bibim” de ajoya zayendî serî dikişîne. Bi vê ve girêdayî têkîliya mêr û
jinê dikeve rojevê. Di vê derbarê de
bîrdoziya tevgera azadiyê (bi taybetî jî
nêrînên Serokatî Apo) hin pîvan û çarçoveyekî aniye holê. Ya ku pirsa “ez
dê çi bibim” ji holê rabike, mêjî û ferasetan sererast û zelal bike, têkîlî û jiyana
alternatîf bîne ev bixwe ye. Mirovê/a
ku ji aliyê bîrdozîve serê wî/ê zelal
nebe, ji vê pirsê rizgar nabe.
Her çiqas ku şîroveyên ku me heta
niha kir, zindan jî di nav de ji bo gelemperî be jî, bi taybetî gelo pirsa “ez
dê çi bibim” li zindanan xwedî rist û
encamekî çawa ye? Weke ku tê zanîn,
zindan ji jiyana herikbar qutkirî ye.
Her wekî ku jiyan çemekî herikî ye û
mirov tim û tim li qeraxê vê herikînê
rawestandiye. Her roj, her gav û her
deqqe her ku diçe keser û daxwazî di
hundirê mirov de gur û pir dibe. Keser
hestan tenik û ajoyan jî tehrîk û mezin
dike. Ser û mêjiyên ku li hember bîrdozî
û utopiya rojên pêş nezelal be, her ku
diçe dikeve bin bandoran. Di serî de
mêjiyan de pirs çêdibin. Ewil pirsên
mehsûm, ji rêzê û xwezayî ne. Pê re
pirsên ku hêdî hêdî “ez” û kes derdixin
pêş. Pirsa ku derbeya dawîn diweşîne,
pirsa “ez” û didome “dê çi bibim?”
Ev merhele destpêkek e. Ewilîn yê/a
ku vê pirsê ji xwe dike jî belkî ne di wê
fêrbuniyê de ye. Ango haydar e, lê vê
dixwaze. Li vê derê divê mirov balê
bikişîne ser ferqa zindanan. Li zindanan
ev pirs di hundir de ye, di quncikên tarî
û xetkirî de ye. Wekî derve, pratîkên
ku vê pirsê derxe holê tune ne. ev pirs
her ku diçe kes paşve dikişîne û dirizîne.
Ji derv eve tu tişt nexuya ye, heta
berovajî ye. Kes li hember vê dikeve
nava parastina xefkirinê. Di vê navberê
de heta ji bo xwe rûpûş bike, rizandinê
li dora xwe jî bi hostayî belav dike. Jiyanê timî şêlû û tevlîhev dike. Jiyan ku
qels û ne bi pîvan û rûniştî be, dixwaze
li gorî xwe pîvanan deyne. Li hember
pîvan û nirxan bêperwa û bihêrs e.
Çavtarî ye. Salên ku ji ciwaniya wî
bûne sedemê zilm û zira ku lê hatiye
kirin partî ye. Tehammulî navê partiyê
49
û nirxên partiyê nake. Bi derê xefi û
rûpûşî, hin caran dide pêş û şer dike.
Dikeve nava tolhildana salên çûyî. Niyetên baş ên qezenckirinê xerab bikar
tîne. Heta di asta dawîn de êdî mêjû û
hestan de dost, heval û dijin cih diguherin. Her feraset ji vê seknê dertê
holê, lê tenê lixwe mikurhatin çênabe.
Bi dûristî nêzî xwe bibe dê rewş biguhere. Lê tu nêzîkbûn û derfet (ji bilî pîvanên rast û zelaliyê) vî/ê seknî nikare
derxe holê. Ji bona vê jî ev sekn tu carî
îflah nabe. Lê timî jî bixwe re mijûldanê,
êş û janê tîne. Ya xeter ev e ku bunyeya
rêxistinê qels be, îhtîmala xerakirin û
tasfiyekirinê jî timî heye. Ji ber ku mirovê/a ku vê pirsê jixwe bike çavên wî
tarî dibin û ji bilî takekesiya xwe tu tişt
nabîne û nafikire.
Ji bo gotina dawî mirov dikare wana
bêje; şervan û endameke meşa azadiyê
li gel nêrîn û ferasetên bîrdozî bi berpirsyariyekî mezin ve rûbirû ye. Divê
xwedî wijdanekî qayîm, sinceke mirovî
û civakî, fedekarî û sebreke bêdawîn
be. Divê mirov bê şik bêje ku endameke
meşa azadiyê di van şert û mercan de
teqez nikare bêje “ez dê çi bibim”.
Helbet jiyan diherike û her roj parçeyekî
ji jiyana mirov didize û pêşeroj jî, ango
dawiya rê jî hêj xuya nake. Li gel vê
jiyan her roj berdêl ji mirov dixwaze.
Ji her alî ve rastiya ku mirov pêbigre û
xwe ji her alî ve li ser piyan bigire, ji
dayina ev berdêl û wê de tu alternatîf
nîne. Ji bo seknekî xurt pêşerojekî zelal
û birûmet, dibê mirov li hember pirsa
“ez dê çi bibim” têbikoşe, ev feraset ji
xwe û jiyana rêxistinî derbiçe. Ev jî ne
bes e, jiyana xwe ya îro, sibehê û pêşerojê ji vê pirsê rizgar bike. Ev pirs ne
biçûk û basît e; alî û encamên bîrdozî,
konevanî û civakî derdixe holê. Ev pirs
destpêka tercîhek e. Ev pirs tercîha
destpêka jiyan û bîrdoziyek e. Divê
mirov bi vê baldariyê nêzîk bibe.
***
Tebax 2012
B
Î
R
A
N
Î
N
STÊRKA CİWAN
Ber bi jor ve
Sarya KOBANÎ
“Ez li derfetekê
digeriyam bo ku ji
mirina jênerev
bifilitim. Heyama di
navbera derketina gulê
ya ji devê lûleya MG3 ê
ta gihîştina min gelek
kêm e, tew nîne! Yanî
rizgarbûn weke aşop û
rewrewkê diyar dikir!
Çerxa rojgarê ya lezgîn
zivirî, û tiliya xwe bi
ser tetikê de dagirt, êdî
mirin hat! Lê ew deng
û brûska ku ez li bendê
bûm çênebû gûleya
yekem rîzî derket.
Leşker jî matmayî
di şûna xwe de cemidî”
Tebax 2012
Şev ji me re berg e, bi roj jî xewa
di himbêza latên li vir û wir hilkişiyayî ku weke şaxên gayên berbi ezmanan ve de . Çenteyên ku bêhna
xwîdan, hilma nanê sêlê û tama xwêyê jê tê ji xwe re dikin balîv û palgî.
Em ezmana nakin mitêl (lihêv) weke
ku hozan û stranbêj li ser me dibêjin!!
Baranpoş ebrîşîmê me ye,
dolbend(kefiye) jî istebreqê me ye,
ku havîn û zivistanê bi me re hevrêtiyê dike, êdî bûye parek ji jiyana
me ya herdem.
Jiyana me ne gelek binakok û serhev e, ne jî belav e û bêpergal e;
giyan û naveroka hevaltiyê şêwaza
jiyana me ye. Rojekê li vir û roja
dîtir jî li cîhekî ku lingên me yên bi
hedar, weke hedara H. Eyûb, me bigihîne.
Her tişt li vê derê bi du aliye! Her
tişt dijminekî neyar e û di heman
demê de, hevalekî dilnaz e; av, agir,
çeka ku te diparêze û di heman demê
de jî dikare xala kutahiyê ji bo jiyana
te dayne û heman tişt jî ji bo hemû
tiştên ku li dora teneyan jî bi te re ne.
Her ku em digihîjin gewriya çiyayekî bilind, an jî girekî ji girên ku
berbi erşa yezdanan ve bilind bûyî
dibin, vinevin û xûşexûşa dengê bêsîman weke baranê tê guhên mirovan;
di navbera yekîne, tabûr û bîryargehên ku li nava çiyan belav belav in;
her yekê ji wan navekî xwe yê cuda
heye (Qendîl, Kawa, Botan, Herekol
50
û hwd...) Ev yek jî dihêle ku em
(koma rênasan) dilşad bibin, û bi
hêviya ku bîryara şandina me ji bo
erkekî heta Besta, ji ber ku ev bû
demeke dirêj e me hîn hevalên xwe
yên wê derê nedîti ne. Lewra her
tim me bi bendewariyeke mezin li
hêviya wê bîryarê bûn.
Dema ku hûn bi lûtkeyên berz ve
hilperikîn (hilkişiyan) tu car li jora
xwe mêze nekin; ji ber ku ew yek
dihêlê mirov biweste û ji wî lûtkeyî
bitirse, gihiştina lûtke jî ne mimkun
dibîne. Lewra pêwîste tu gavan bi
lez biavêjî û ji xwe re bibêjî “ Ev
lûtke gelek hêsan û besît e, ezê niha
bigêhêjim serê wê lûtkeyê”.
Çendî ku lûtke bilind û çetîn be,
gîhîştina serê wê lûtkê tiştekî gelek
xweş û cuda ye, nikarim bi çend
peyvan ve wê hestê daberînim. Ked
û westabûnê, hêl û vejeneke mezin
ji te standi ye, westabûneke ku galte
pê nabin. Xwîdana ji laşê te yê germ
herikî ye, li te weke cawekî teze ji
avşoyê derxistiye dike.
***
Lûtke: Çi pêzanînên te hene li
ser lûtke?... Nîgareke bilind, li bin
jî kendal û newalên kûr, ên ku devê
xwe weke tîmsahekî birçî- bo hemû
kesên bi lûtkeyan ve hildiperikin vekiriye! Hişyar be ji bo tu nekevî;
tuyê weke zebeşekî hencirî bibî, ew
STÊRKA CİWAN
jî berî ku tîmsahê birçî perçeyên te
yên mayî ji xwe re bike firavîn!
Dema ku tu digihîjî lûtkeyê herî
bilind di herêmê de, bi dilşadiyeke
mezin hîsdikî; dilşadiyeke ku ji
kûrahiya mêjuyê mejiyê te dertê.
Mêjuyê ku ji keştiya Nuh û ço yê
musa-bi hezar salan- kevintir e. Li
hawirdorê temaşe bike, cîhan hemû
di bin lingê te de ye. Bajarên dûr,
biriqîna fener û çirayên bi xembariya xwediyên xwe dilşad in. Rêkên
xwar ên weke marmasiyên avê li
ser rûpela tobografiya hatine kişandin û deştên kapikî û belek ku
weke welatê strincê li ser xaknîgarê
rêxistî xuya dike. Tiştekî gelek
şanaz û bihter e, dema ku tu çavdêriya cîhana di bin xwe de dikî!!
Weke ku tu di keştiyeke ezmanî de
yî... Hun jî ezmûn bikin ku rojekê
bi lûtkeyekî bilind ve hilperikin û
bi xwe azweriya vê yekê bibînin...
Li pêşiya te gelek lûtkeyên bilind
û newalên kûr hene; evrazî û sernîşîvî, rabûn û daketin. Ev e zagona
jiyanê, bilind bûn û nizimbûn!!
***
-Berwar berwar, berwar... berwar.....
Dengê banga bêsîmê ez ji avjêniya
di olgeha deryayên lazewerdî yên
aşopan de şiyar kirim. Bêsîmê bihedarî û li ser hev bangî min dikir.
-Belê belê, kî bangî Berwar dike?
-Berwar! Ez im ez, Sîpan! Tu
dengê min digrî?
-Rast e Sîpan.
-Silav û rêz.
-Silav û rêz Sîpan.
-Ya tu li kû dere bûyî? Min kanalek nehîşt û ez li te digerim?
-Vaye em êsta gihîştin nûqta Patata!
-Berwar, ku tu ji van me nasdikî
ka biçî?
-Belê! Ez nasdikim.
Yekser min bêsîma xwe bir ser
kanala ku berê me di nava xwe de
diyar kiribû.
-Berwar! Noteke min a lezgîn ji
we re heye.
-Fermo, guhdar im.
-(M/ 7 hene. Di h4 b....... por dirêj!!! Kv 20.... û ...!) berwar! Ma
te fêm kir?
-Belê Sîpan! Fêm bû. Tiştekî din
dibêjî?
-Na spas Berwar. Serkeftin ji we
re!
Çawa ku min bêsîm ji destên
xwe danî, yekser hevalên min weke
mêşên hingiv li dora min kom bûn
û bagerên pirsan bi ser min de berdan.
Ka bibêje, Sîpan çi dixwast?
Emê bi kû ve biçin?
Gelî hevalên hêja! Hun dizanin
berê me li kûderê ye?
Ma emê çawa bizanibin? Ka de bibêje heval bi lezî.
Bila hevalên hêja
xwe amade bikin û
berê xwe bidin Bestayê.
Min hîn gotinên
xwe bi dawî nekiribûn ta yekser ken û
dilşadiyeke mezin
kete nava hevalan ji
ber ku gelek bîrê hevalên Bestayê kiribûn. Lê hevalê herî
balkêş di vê yekê
de, hevalê Şiyar bû.
Dema ku me sedema dilşadiya wî ya
evqas mezin jê pirsiyar kir, wiha bersiv
da;
“Hemû nivîs û
defterên min li Bestayê veşartîne, dê ev
51
yek firsenda derfeta dîtina wan nivîsan careke din bide min”
Hevalê Ferzad, kete navberê û
got:
- “Ji bîr bike heval! Şeytan bixwe
jî niha nizanê ka xezîneya te ya
biha li kîjan derê ye. Dibe ku niha
di bin erdê de riziyayîbe.
- Na heval Ferzad! Min di cîhekî
hêmin de veşartiye, her wiha ez wî
cîhî gelekî baş nas dikim.
-“Ev edeta me ya her carê dinivisînin, dinivsînin, her tiştî dixin
deftera xwe, helbest, bîranîn, rojane
û çîrokên xwe, lê belê hezar car
mixabin! Çawa ku dijmin derdikeve
çiyan û şer dertê, yekser em defterên
xwe weke termekî mirî dixin zikê
gorên teng û tarî, di nav kevir û zinaran de vedişêrin, bi hêviya ku
careke din lê vegerin. Lê belê, yan
emê şehîd bikevin, an birîndar bibin
û heremê ji binî ve biguherin. Hopî
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
her tişt li ber ba çû!! Ku erd her
tiştê me dixwe, zikê wê tu car têrnabe.
-Tu caran ez bêhêvî nabim, ezê
ji nûve wan defterên xwe derxînim
û ji bo çapemeniyê rêbikim, belkî
ji bo weşandinê guncawbin.
Hevalekî bi awayekî matmayî û
galtewarî ji heval Şiyar pirsî:
-Heval Şiyar! Ma ev nivîsên te
ne gelek mezin in? Weke romana
Mamiş Oğlî ne.
- Na, na heval! Min li ser jiyana
yekîneyeke gerîla di heyama salekê
de, bi çalakî, bûyerên baldar, şehadeta hevalan, reva çend xayînan
û hindek helbestên xwe nivîsandine.
- Te li ser kîjan çalakiyê nivîsandibû?
- Min babeteke berfireh li ser
çalakiya Deriyê Qaçê nivîsand û li
ser çend çalakiyên dîtir.
- Çalakiyeke gelek mezin bû.
- Heval Avareş! Ma tu beşdarî
wê çalakiyê bûyî?
-Kêmekî, Ew çalakî berhema
ked, raman û taktîkeke gelek mezin
û jîr bû, derbeyeke mezin li hundirê
dilê dijmin xist, difna dijmin xiste
bin heriyê, hîşt ku ew duvika xwe
bikşîne bin şeqên xwe û bêveger ji
wir bireve.
Tebax 2012
Di vê dere de hevalê Kawa – ê
heya niha bêdeng bû-xwe xist nav
germahiya vegotina nêrîn û bîranînan. Leşkerên dijmin weke kevroşkan direviyan! Nêzî nod kesî
mirin, gelek ji wan xwe ji kendalan
–ku weke qoçên gayên mezin inavêtin. Serê wan weke zebeşan ji
serê Mihemedê Oso ketibûn û dipelixîbûn. Leşkerên ku ji ber narincok û guleyên me filîtîbûn, bibûn
mêvandarên gelî û kendalên kûr,
ên ku himbêza xwe fireh-fireh ji
wan re vekiribûn. “Bi xêrhatin, ser
ser û ser çavan re hatin, fermo!
Ezê we ji rovî û çeqelan re bikim
şîv û paşîv!”
-Ya heval! Hemû dîn û kêjbibûnî
jixwe piştî wê bûyerê, serkirdetiya
dijmin neçar ma ku hemû leşker û
serleşkerên heremê biguherînin.
-Ku ne hevkariya hemû yekînê
û hêzên heremê bûya ev çalakiya
mezin bi ser nediket!
-Rola wê çalakiyê di bilindkirina
moral û erwê hevalan de gelek
hebû, bi taybet jî piştî ku her kes li
ser şehadeta hevalê Rojhat xemgîn
û bêzarbûn
-Hevalno ku hûn amade ne, em
dest bi rê bikin. Dereng e, heval
niha li benda me ne.
Bi nîvbûna rojê re, em gihîştin
52
nêzî gundekî wêran û barkirî, ku ji
hovên lawirî, mirovên hov ji cerdevan û leşkeran re bêparastin û
bêdergîvan mayî ye. Ev gund û
gelek gundên hawirdorê berê ji bo
şoreşê piştevaniyeke mezin di hemû
aliyan de dikirin, lê xebînete ku
niha bûye lîstokgeha hov û lawirên
çolê.
-Em nêz bûn hevalno! Ka kêmekî
em bilezînin. Lingên min ji erdê
gav dixwarin, min hîsdikir ku kêm
mayî ye- berbi şûnwarê gundê ku
biaramî di himbêza dayîka xwe ya
jîngeh de bi narîniyeke bêzagon û
bêpanusk de razabû -ku ezê bifirim!
Min dît ku dûmanek ji xaniyên
gund derdiket ezmana, min di dilê
xwe de got:“law ev hevalên me çiqasî bêxem in, nehişyar in, tu dibêjî
qey derketina seyranê li kenarên
çemê Firatê!! „. Bala min ji hemû
tiştî valabû, tenê di mejiyê min de
dîtina hevalan- ku ev bû demeke
dirêj me ew nedîtine- hebû. Vê
yekê jî hîşt ku ez gelek bilez berbi
gund ve biçim. Min her bêhtir dilezand, bi sedan hizir û hestên curbecur weke pêlên agirekî gur di
bin çilkên baranê de dilîstin, di
mejiyê min de diçûn û dihatin.
Çawa ku ez gîhîştim ber xaniyê
despêkê, bi hêviya ku yekser ez
hevalan himbêz bikim, lêîîîîîîî..
Yekser bizav û libatên min di cîhê
xwe de hişk bûn, li min weke putekî
ji kevir afirî hat, bêeman hest û gisikên gur û har di mejî yê min de
bûne mêvan! Brûsk, bager, ba û
ziryan di mejiyê min de tar û bar,
har û dîn bûn, weke ecacê deşta
Sirucê û Heranê bûn. Vê sprîzê zimanê min bi girekorekê xirpoxe
kir, çilkên xwîdana sar weke çaviyan ji memleketa laşê min ê kevirî
diherikîn.
Mejî, hest, hizir û raman hemû
jî, ji karkirinê rawestiyan weke ku
STÊRKA CİWAN
di bêhndana havînê de ne. Yên ku
yekser li hembera min weke stunekê
disekinî, tenê di navbera me de
çend gav hene, wî jî bi sersamî û
matmayîyeke bêhempa li min mêze
dikir, li wî jî lerzîn, tirs û bizîn
bibû mêvan. Ez bawerim ku me
herdûyan jî baweriya me bi rûniştina
Hîtler a li ser kursiya papazê Vatîkana Roma hebû, bi firîna çêlekên
di ezmanan de hebû û dîtina stêrkên
nîvro hebû, lê belê ku di vê nêzikahiyê de, rûbirû li hemberî hev
weke keviran bisekinin, me tu caran
ev yek hizir nekiribû.
Min hilmên hinaseya wî ya germ
û bêzagon li rûyê xwe hîs dikir, di
navbera me de tenê dû-sê sapên
zirav hebûn, sînorê di navbera agir
û barutê de, roj û tariyê de, di navbera erê û na de. Di navbera mirin
û mayînê de! Bi awayekî netebitî
li min dinêrî, dizanibû ku em di çi
rewşê de ne. Min amartina her saniyekê bi hemû beşên wê dikirin!
Min tê derxist ku dema min û rabûna bi çi tiştî nîne. Wî jî bi rûyekî
zaroktî yê bêfam û serê kurkirî li
min dinêrî. Di jiyana min de ev
cara yekem e ku ez dikevim rewşeke
wisa, rewşeke pir çetin û bêrihm.
Xendeyeke melul li ser rûyê wî yê
di bin komê qirmijokî û cilên belek
de derhat. Min re hat weke ku ew
xendeya, dibêje “silav li temen û
jiyana te ya borî, êdî dawiya te
hat” maf a wî bû, însîyatîf di destê
wî de bû, destpêk û dawî di devê
lûleya MG3 a ku arasteyî sîngê
min de bû, jixwe çeka min bi milê
min ve daleqandîbû, derfeta kişandina çekê tûnebû. Min li rûyê leşkerê ku weke siya li pêşiya min
sekiniye mêzekir. Di ber çavên min
re her tişt weke brûskê derbasbûn,
rûyê dayîka min a westayî ku bi
destên xwe yên narîn li serê min
dixuşand, dibistan û demên zarok-
tiyê, şer, mirin, çalakî, hevalên
şehîd ên ku min bi destên xwe ew
binaxkirin û her tişt bêzagon, tevlîhev derbas dibû. Nizanim! Lê
min awêneyeke cuda di rûyê wî
leşkerê bûrjuwazî de dît, nermatî
û nezantiya bajarvanî yê. Min di
dilê xwe de wisa dikir ku hevalên
min neyên, bo ku ew jî weke min
nekevin çembera dijmin.
Ez li xaleke lewaz û derfeteke
biçûk-bi qasî serî derziyekê-ji bo
rizgarbûna ji vê belayê digeriyam.
Di heman demê de dengek ji pişt
leşker ve hat, komek cerdevan bûn,
dema ku çavên wan li min ketin,
yekser kenekî weke yê çeqelan li
ser rûyê wan ê weke ewrên bêbaran
derhat, diranên wan ên reş û kurisî
di bin simbêlên wan ên kujul de
na, ey kesên bêrûmet! Ez bi hêsanî
namirim! Ji bo hemû kesên baş, ji
bo hevalên xwe ez namirim ku hun
çibikin jî ez namirim „
xuya dikirin, te digot qey nû ji ser
xwarina fişqiyan rabûne!
-Ka wî terorîstî bikuje “Haydi
vur asker, vursana!” ka wî bike
weke pateteya kelandî “Çabuk asker, bitir bu terorîstin işini„
Cerdevanan dest bi dijûn û xeberên pîs ji min û şoreşê re kirin.
Min dît ku leşkerê tirk tiliya xwe
da ser tetikê bo ku xala dawiyê ji
jiyana min re dayne“ lê na û hezar
hêz û vejena xwe dest bi revê kir,
lê min ji nişka ve xwe li qeraxa
kendaleke kur dît!! Lê bêyî ku ez
bi çi tiştî bihizirim, bêyî ku li ser
encamê bifikirim, yekser min xwe
ji ser wî zinarê bilind avêt jêr.
Çawa ku ez li ser erdê hişk û biring
ketim, hemû hestiyên min weke
kayê lê hatin, hemû laşê min weke
hevîr bibû. Lê tişt nabe, ne xema
min e, niha jî pêwîste ku ez ji vir
53
***
Ez li derfetekê digeriyam bo ku
ji mirina jênerev bifilitim. Heyama
di navbera derketina gulê ya ji devê
lûleya MG3 ê ta gihîştina min gelek
kêm e, tew nîne! Yanî rizgarbûn
weke aşop û rewrewkê diyar dikir!!
Çerxa rojgarê ya lezgîn zivirî, û
tiliya xwe bi ser tetikê de dagirt,
êdî mirin hat! Lê ew deng û brûska
ku ez li bendê bûm çênebû gûleya
yekem rîzî derket. Leşker jî matmayî di şûna xwe de cemidî. Yekser,
bêyî ku demê windabikim, bi hemû
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
birevim. Heyanî ku leşker û koma
cerdevanan hatin ser hişê xwe û ji
wê suprîzê derketin, dest bi gulebarana bêserûber li min kirin. Di
navbera saniyan de min dest bi
revê kir, ez weke bayê dibeziyam,
bêyî ku guh bidim kevir, dar, strî û
barana guleyên agir ên ku ji her
mil û alî ve dihatin. Gelek gule li
kevir û latên derdora min diketin û
bi xwe re qîjînî, ax û toz radikirin
ezmanan. Êlegê min ji sedema bayê
bezê lê weke pereşutê hatibû, guleyan gav bi gav bi min re tevdigeriyan, min didît ku gelek bizotên
agir di elegê min re derbas dibin.
Armanca min ew bû ku xwe bigihînim dola jêr.
Çawa ku ez gîhîştim nava daristanê, min dît ku agirê guleyan berbi
hêzên dijmin tê,“bijî hevalên min
ên qehrema. Hevalên min, ji bo ku
bala dijmin bikşînin ser xwe, dest
bi êrîşê kirine. Ev yek jî bo sedema
ku ez hema ji bin rihma agirê dijmin
bifilitim. Min di nava daristana tarî
de, komek heval (ên ku em ji bo
wan hatibûn vir) dîtin, kêfa min
gelek xweş bû.
-Heval! Ka zû were vê derê, bilezîne.
-Bi xêr hatî heval. Înşalah tu
nexweşî bi serê te de nehatiye? Tu
birîn bûyî?
Wê demê êdî ez bi azareke weke
agir di tenişta xwe ya rastê hesiyam,
min mêze kir ku xwîna germ jê diherike. Lê ji bo dilniyatiya hevalan
min xemsarî nîşan da:
- Çi tişt nîne, ez başim baş. Hun
çawan in? Baş ê, hûn neketin çembera dijmin?
-Na! nexêr, me tedbîrên xwe girtibûn.
Di heman demê de, hevaleke
keç bi xembarî ber bi min ve hat û
got:
“Biborîne hevalê hêja, em bûn
Tebax 2012
sedema beleyê ji bo we, ji rûyê me
ve tu jî birîndar bûyî, me bi serê
we de bela anîn”
-Na heval! Ma ne şerm e? Ev
karê me ye, çi gunehê we nine. Ka
titun li gel we heye, dilê min cixareyekê dixwaze!
Dem derbas nebû da ku dengê
hirhura kobrayê ji derdorê hat.
Agirê xwe berdida cîhê hevalan,
her wiha jî car car diavêt nava daristanê ji bo ku me vekişîne livandinê, lê em nehatin lîstika wî. Hevalên me li rexê dîtir şer germ kiribûn, ji sedema ku ew û leşkerên
dijmin di nava hev de bûn lewra
kobrayê nikaribû bi serbestî cîhê
wan gulebaran bike. Hevalan dixwestin ku dijmin bi xwe re mijul
bikin ta ku em xwe ji wê dolê derbixînin.
-Hevalno! Ka bi bêsîme bi hevalên me re biaxivin ta ku xwe
bikşînin hêmnatiyê, bila jiyana xwe
nexin xeteriyê (Lê min hevalê xwe
baş nas dikirin ku tu car bi hêsanî
dev ji şer bernadin, jixwe ev bû
demeke dirêj e ku ew li derfeteke
wisa digeriyan, ji bo ku dilê xwe
rihet bikin, lê dîsa jî pêwîste ku jiyana xwe biparêzin.)
-Biborîne heval! Em nikarin bi
wan re biaxivin; rewş gelek xeter
e pêwîste ku em biçin alîkariya
wan.
Çend hevalan berê xwe dan cîhê
pevçûnê, di heman demê de firiniya
moşekekê hat û li ber me teqiya,
duman û ax avête ser me.
-Ez bawerim ku cîhê me tê derxistin e, pêwîst e ku em hemû ji
vir derbikevin.
Lê ji şensê min ê xirabe ku birîna
min her çû xerab bû û azarî bêhtir
bûn, lewra ez neçar kirim ji bo ku
du heval bi min re biçin cîhekî dûr
ji gule û narincokên dijmin. Çendî
ku min ev yek nepejirand jî lê dîsa
54
hevalan daxwaza min nepejirandin
-Na hevalê hêja! Tu birîndarî,
pêwîste ku tu xwe biparêzî, yê dîtir
jî emê çareser bikin, baweriya xwe
bi me bîne.
Xwîna min her diherikiya, tiştekî
ku me bida ser tunebû, hevaleke
keç, fanêleyê xwe qetand û ji min
re kir pêçek, vê yekê jî hîşt ku hestên hevaltiya rast di dilê min de
bikelin û dilê min li ser hevalên
min bişewite.
Çi nexweş e ku hevalên te di tekoşîna di navbera mirin û jiyanê
de bin û tu jî li vê derê di bin zinarekî de xwe veşêrî. Ez bêzarbûm.
Çi nebaşî bi hevalên min neyê. Ax
xwaziya ez niha li gel we bûma.
Lê heya ku roj neçe ava, ev şer ranaweste!
(Ey mehrîbanê şanaz û mezin,
wê çi demê ev roja avabibê ye, ku
dêla kerasê xwe yê sor û zêrîn bi
pê xwe ve bixuşîne pişt asoyên bi
ewr? Ji ber ku em tarîtiyê baş bikartînin, dijmin jî vê yekê dizanê,
lewra newêrê di tarîtê de bi me re
şer bike!
Ka bilezîne ey roja pîroz, ka zû
biçe mala xwe! Ey roja ku ji despêka afirandina gerdûnê, ta roja
îro her tim bi ser me de gizingên
xwe ên germ û narîn didî vê xaknîgara ku bi te teberuk dibe, ronahiya te ya ku dibe awêneya dil û
hêviya hemû evîndaran, tu her tim
ji pêxember û dilpakan re dibûyî
rêber û ronî, ji kerema xwe kêmekî
bilezgînî avabe, hevalên min di tekoşîna jiyanê li dijî mirinê de ne.
Dilnaziyê bi me bike ey roja pîroz,
ne tenê ji bo me; lê ji bo ew dayîkên
ku li paş van çiyayên bilind bi hêviya dîtina zarokên xwe rojan dijmêrin))
***
STÊRKA CİWAN
Her çî kêwî bêno…
Jêhat BÊRTÎ
Çeviri: Stêrka CİWAN
“E kê waşt ma nê
koyara bîvîsnê ma hîn
zêdê kunmê zêrê koya.
Ma amadêyê usêr
benmê. Amadêyê
usare bîl”
Şodîr vejtîmêra. Na jü ser yo hewn
ra wêjtara çayê xo nasnêkena. Waxto
qê urzênara en wêrdê xora pêrskêna
wana, ez kotî dera. Na rayê zaf dür
û derge bîyê. mi bawêr nêkerdênê
rayê qeydîna. Dormêmî heb kêwî
amêy bî guretenê. ez piştêsêr mêrêdîyabî ra. Binêmidê jü mindêro tênik
bî. Sêrrê midê jü battanîya pirçênê
bîyê. Lê midê, binê battanîya pîrçînê
dê ju tumo girs xurênê.
Ez unêlê ra jü rojtîya barîyê amênê.
Mı xoxodê wa wêrtê na kêwîtîyê dê
gêrê roj nîya barî mêbo, hîn dür
mêbo. Asmên kêwî yo ma no kêwîyo
kê mi pîştaxo no sêr çiko. Piştaxo
dayîna sêr kêwî çiko? Mordêm pista
xo dano kamcî kêwîyê? Ez mêzanêbî
jî mi piştaxo da kamcî kêwîyê zêrêmira êno kê ez cira wajîrî kêwîyê
asmênî, kêwîyê dêryayî. Qêy hêrçî
nîya kêwîyo? Pêydo wêrtê koyara
jü qêsê êno vîla kêno nê pêrsanê mi.
Wano xo hêp sêbêba mê qêcêlnê,
şar külî usêrdêro nika. Mordêm sêrê
koydê jî bi kaydê keyfê xo qe.
Hêrmanê xo wêrtê battanîyêra wêjêna, Nazê jî bînê nînganê mi dê ajî
üştara. Tûmê lê mi jî xo lêwnêno.
Battanîya sêrê tûm jî qîş bêna. Sêrê
dê o kê ezçîra wana kêçêl, o jî wano
şanîtanê xo çêtîn kafîka xo wêjîna
sêrê battanîyê. Rüyê xo dêjî çîyo kê
mi hona manê nîdo çî êsto.
Çî çînokê! Dêj, têngî, xêmgînîyê,
bîrî, hêsrêt, îronî jü jî wêrtê nîna dê
55
jü hüyayîşo kê dînya şanênowê onca
wîrazêno. Bînê çîmara kêytê mi
kêno. Dêrgayî wano "rojbaş" ezjî
wana rojbaş. Wano hêrhaldê qêy to
rind nêkêwtara. Ez wana "nê qîrab
nê bî" . Ez wazêna qêsê bîwîrnîya.
O cîgarê weşnêno. Wano "ezfîkrîna
qê nê cîgarî pêy sêran dîmê çawêrdî".
Ez wana "zana kam nê koşara şoro,
nê fîkrêno".
Ez wana ez jî wazêna çawêrdî lê
dostê çewres sêrî jü jî wayê xo kuno
wêrtê hêwrê kêwîya nîşkîna cawêrdî.
Wano kaşê Zagrosa xêyl tîryakî ya
bê qêrar wêrdo. Mordêm wêjîya
sêr nîşkîno cawêrdo, ên rınd to şîya
verba çêr çawêrdê.
Çî qêsê o… Hêb sêrano êno kuno
wêrtê kêsêkêrdêna ma no mêrat. ê
kê sêrê koyadarê rêwêna cawêrdê.
Nîka tênya dêrdê dîna cîgarê tafîştênê
nîya. Hêb sêrano têkoşînê vêrma cîgarî kênê, nîka nê kenê qêrarê rêqîstînê. Sêba ê kê têzê amêy mêkü
zorê hêr roj pêydê êrzênê. Rêbêrtîya
rêqîstînê rêwêna cawêrdê. Cepê nîkotîn dê hal rınd nîyo, cêpê vêrba
nîkotîn jî hêr roj bêno xurt. Ez mêşarmayî ez jî cêpê xo vîrnêna. Nîka
tênya mênda.
Nîka jü şîkêfta kewîyê dê ra. Tunêla dêrgara dêrbas bêna sona şîkêftê,
rengê odaya kêwî yo. Têr kês, têr jü
çî îna nîşkino kêwîra dêstbîwêrdê.
Sê kenê jü rayê vînênê hêm xo kêwî
kenê hêm jî dînya kêwî kênê. Tênya
Tebax 2012
V
Î
R
A
M
E
Y
Î
Ş
STÊRKA CİWAN
kêwîbîna asmên û dêryaya nê wazenê her cay bîkerê kêwî. E kê
wanê "koyara bêrê" vêrba dîna qêrêtê çadayîna û rindêk kêrdêna koyana. No qof kêna zêrê tayîna. Zêrya mi dînya o kê bînê nê asmên,
nê dêrya o kêwî dê amo wîraştênê
wêrtê îtay de beno kêwî. Roştîya
kêwîy tersnêna wêrtê labîrênta Rojhîlata miyayînê dê ê kê çîmê xo jî
sîya bîyê. Ê kê zêrya xo
hêsrêta kêwîy mênda înarê no projê tênya jü projêyo romantîk nîyo, hêm
jî projêya dînya nêwê ya.
Projê qêydîya. eznîka
saha nê projêyî înşa kêrdênê dêra.
Nênîgêmî wêrtê tuşadê
ênê şona, roştayîya tunêlê
jî sêrê jü tum dê kuna
wêrtê jü sîpîtîyê bêna vîndî. Jü hêm vazdayînê
kuno zêrê. ezwana têwêrra warê warêna. Wano
nê! to nêwêrdana kê ma
hêwnê xo bîçîmê hêyan şodîr ma
dana kêsêkêrdênê. Ma jî hêr şodîr
rojbaş dê nîşkînmê urzîmê ra.
Kûlî domanê. Hêr wêxt doman.
Jü 'Brr' oncênê enê kuna bêttanîya
Tebax 2012
kîşta mi. "Mira wanê to sê wînit
fêqirxanêma, rind şîya hêwn ra?
mi wa "ya cayêmî rêhêt bî"
Nayêra 20 sêr rawêrî mara nîya
caya înşa kerdenê waştênê o qe
xayalê koya wîndnêkerd. Ma here
kewt me. Lê here jî bî ma destpêkêrd. Hona têzê ma ca danmê xo
koyê kê ma cîra dür kêrdîmê. E
wazênê ma îtara çirakêrê, berzêrê.
Ma jî ca danmê xo. Xo amadêyê
kıyamêtê kênmê. Dîna dêst dê têknîk zafo. Têknîkê dêstê dîna madê
çîno. Kaytkê na şîkêfta kê ma vîraşta hêzar sêr manêna. Wazênê
56
bomba atom bêrzêrê sêrê ma. Pêrgala dîna şanînawê. Ma usar wîrazênmê zêrya koyadê.
E kê waşt ma nê koyara bîvîsnê
ma hîn zêdê kunmê zêrê koya. Ma
amadêyê usêr benmê. Amadêyê
usare bîl.
Çîmê mi wertê kêvîtîya dê cere
no. Kam nîvazêno qe bîküyo wêrtê
kêwîtîyê. E kê lê midêrê kaydê ekranê vîranamî kenê. Nîvîsa pêyênê
musnêna dîna. Hüyayîşê bîl hêşnêna. Kaytê çî kêna wano "zaf
rindo xêzîka mi jî bîşkîyênê çîyê
bînûsnî. A waxt ezzana mi çî ardênê
ê mêtaforê to. ezwana to vajê eznîvîsnênê hîn xora bawêr. Wano
tama çîmê to kêwtê kêwîtîyê qêy
na battanîya sûrê nînîvîsnêna.
Nazê kuna zêrê. Na şîkêftê dê
ên kaytê kêyfê xo kêna a Nazê ya.
Wana tayê axmakî zan kenê kê ma
cao kê kêyf nîcênmê îja wîndên
mê kê mara vanê koyara bêrê. Nazêra vano kaytkê zaf rü mêdê jêhatî
hona têza ama kêyfîyêttê tora dêrbaz
bîyo.
Nazê vano mi
rayê to hêwnra
wêznayîna mi
dîyo. To şo rüyê
xo hêp warê buşüyê. A waxt kêwîtîya çîmanê to
daha rind bêrêqîna. ezşona hêtê
tunêlê vano to
şona kotî. ezwana
ezwêrdê zêrê xo
mird kêrî pêydo
kaydê çîma kêna.
Ma külî pîya hünmê.
Dînya mana kêwîya wêrtê koya
hêb hüyayîş bêna pîr. Wêrtê kêwîtîyê dêrê karışê kêyfê mi mêkêrê.
***
STÊRKA CİWAN
Der Kapitalismus ist kein Wirtschaftssystem,
sondern Macht
Auszug aus Abdullah Öcalans türk. Verteidigungsschrift “Demokratik Toplum Manifestosu:
Kapitalist Uygarlik”. Erschienen im Mesopotamien Verlag
Abdullah ÖCALAN
“Wo genau ist der
Kapitalismus
innerhalb
des Nationalstaats
sowie der Industrie zu
orten? Obwohl ich die
Antwort darauf
akribisch suche, finde
ich sie nicht in der
Wirtschaft”
Auszug aus Abdullah Öcalans türk.
Verteidigungsschrift „Demokratik
Toplum Manifestosu: Kapitalist Uygarlik“. Erschienen im Mesopotamien
Verlag
Sich zu vergewissern, dass der
Kapitalismus keine Ökonomie verkörpert, ist ein Gedanke der mindestens genauso viele Ergebnisse
hervorbringt wie „Das Kapital“ von
Marx. Das, was ich versuche hier
zu veranschaulichen, ist nicht ein
Reduktionismus auf den Machtbegriff. Des Weiteren akzeptiere ich
nicht den Gedanken, der den Kapitalismus als Wirtschaft mit dem Staat
in Beziehung setzt. Ich spreche von
der Begriffsbildung des Kapitalismus,
der „kapitalistischen Wirtschaft“,
von einer politischen Kraft, welche
die Ökonomie lenkt; von der Entstehung einer Clique. Diese ist erstmals im Europa des 16.Jahrhunderts
durchdrungen. England sowie die
Niederlande haben sich hier zur realpolitischen Macht etabliert. Dass
sie die Wirtschaft ausgenutzt haben,
bedeutet nicht, sie hätten gewirtschaftet. Es kann gesagt werden, dass
Fernand Braudel derjenige ist, der
diese Wirklichkeit als Erster bemerkt
hat, jedoch hat er seine Gedanken
nicht systematisieren können. Auch
wenn er registrierte, dass er damit
ein Kredo des europäischen Denkens
beschädigte, hat er dies nicht be57
sonders zu Wort gebracht. Vielleicht
hat er seine Gedanken nicht in diese
Richtung entwickeln können. Braudel
sagt offen, dass der Kapitalismus
gegen den Markt arbeite; als eine
Plünderung durch Monopole sowie
eine Insistenz von außen zu begreifen
sei. So sollte man einschneiden und
fragen: Was wirkt hier von außen,
ist marktkonträr und keine Ökonomie? Die bestehende Antwort auf
diese Frage fällt zu dürftig aus.
Beschreibt es eine politische Kraft,
eine Religion, eine Denkschule?
Die Analyse praktischer Entwicklungen in Gebieten, wo sich die
Theorie verzweigt, kann noch lehrreichere Resultate hervorbringen. Im
Venedig des 13.Jahrhunderts besteht
eine Händlergruppe. Diese Gruppe
ist jedoch auch gleichzeitig in der
Stadtverwaltung dominant. Sie konkurriert mit ihren Kontrahenten. Es
gibt also auch ein militärisches Venedig. Ferner übt sie auch eine
Schirmherrschaft über die Renaissance aus. Ihre Wirtschaftsdominanz
sowie ihr Einfluss auf die Gesellschaft sind stark. Es kann mit Leichtigkeit konstatiert werden, dass all
diese Beziehungen ineinander gehen
und Geld als Bindemittel fungiert.
Welcher Begriff könnte demnach auf
die Vollständigkeit dieser Beziehungen eine Antwort liefern? Die Wirtschaft mit der großen Händlergruppe
Tebax 2012
P
O
L
İ
T
İ
K
STÊRKA CİWAN
wird kontrolliert und einen bedeutsamen Teil des Mehrwertes lässt
man durchsickern. Dafür wird das
politische Regiment selbst bzw. die
Kontrolle dessen in den eigenen
Händen gehalten. Im Falle der Notwendigkeit, der Heranziehung von
Gewalt, wird auf die Streitkraft zurückgegriffen. Auch wenn die
Gruppe sich zeitweise neu formiert,
besteht um Venedig eine entscheidende Clique. Charakterisieren wir
die Gruppe aufs Neue: es beschreibt
ein Handelsmonopol, einen Staat,
das Militär sowie ein bürokratisches
Gerüst; das Protektorat der führenden kirchlichen sowie künstlerischen Kreise. Es ist eine wahrheitsgetreue Feststellung, diesen Kreis
als das Staatsgebilde übertreffende,
sich der Wirtschaft wie ein Monopol
dekretierende – jedoch nicht als
Wirtschaft zu definierende – der
Gesellschaft eine Hegemonie anordnende Machtdichte, als die Macht
selbst zu definieren. Wäre der Zusammenschluss über ganz Italien
prädominant, würden wir es als
nationale Macht festmachen. Hätte
es sich über der ganzen Gesellschaft
verbreitet, würden wir es „Nationalstaat“ nennen. Hätte es die Kontrolle über die Wirtschaft des Landes,
Tebax 2012
würden wir es als ökonomische
Macht bezeichnen. Gesetz den
Fall, der Bund hätte seine Prävalenz
in Europa und sich von dort aus
global ausgedehnt, würde man ihn
als Europa- und Weltreich benennen. Ausgehend von diesen Wahrscheinlichkeiten, schauen wir uns die
Niederlande und das England des
16.Jhr. genauer an. Entscheidend
ist hier, dass sie sowohl vom französischen also auch vom spanischen
Königtum ununterbrochen in die
Enge getrieben wurden. Diese Königtümer intendieren dazu, sich zu
Imperien zu proklamieren und England sowie die Niederlande zu ihrem eigenen Distrikt zu machen.
Und das obwohl die Königinnen
und Prinzen dieser Länder ihre politische Souveränität schützen bzw.
ausbauen wollen. Deswegen müssen
sie vehement an Macht zugewinnen.
Ansonsten ist ihr Zerfall nur eine
Frage der Zeit. Die als notwendig
angesehene Macht ist von politischer, militärischer, monetärer sowie
intellektueller Natur. Sie laden Denker und Künstler - darunter befinden sich Persönlichkeiten wie Descartes, Spinoza sowie Erasmus zu sich ein. Die jüdischen Kaufleute
versammeln sich dort als Kapita58
leigentümer. Es wird ein Fundament
für die neue Streitkraft gelegt, welche nun professionaler hervorsticht
und über eine neue Disziplin sowie
Technologie verfügt. Das Bemerkenswerte ist, dass sie europaweit
eine ökonomisch ergiebige Praxis
gebildet haben. Wenn wir uns all
diese Faktoren zusammen vorstellen, legen England und die Niederlande eine bemerkenswerte Verteidigung zu Tage. Gegen Ende des
Jahrhunderts ergreifen sie sogar
die Chance, eine hegemoniale
Machtstellung zu erzeugen. Dass
die Entwicklungen sich im praktischem auf dieser Hauptgeraden
bewegen, werden diejenigen, die
zumindest ein wenig darüber aufgeklärt sind, rasch erfassen. So
sollten wir unsere Fragen erneut
formulieren: wie vermögen wir das
ineinander und miteinander verknüpfte Beziehungsgeflecht zu benennen? Haben all diese Entwicklungen eine neue ökonomische
Klasse geschaffen? Es wurde ein
effizient gestaltetes Wirtschaftssystem hervorgebracht. Nur wer steckt
dahinter? Myriaden von Handwerkern, Bauern, Arbeitern, Kleinhändlern; den Markt sowie die Zirkulation beschleunigende Gelder
und Anleihen. Das Wichtigste ist
vor allem, dass der Mehrwert die
wirtschaftliche Effizienz maximiert.
Wer übernimmt den Löwenanteil?
Wahrscheinlich diejenigen, die es
mittels Geld und der politisch- militärischen Kraft steuern. Denn mit
dem Fehlen des Geldes, kann auch
kein Verkauf stattfinden. Wenn das
nicht eintritt, hört auch die Effizienz
auf. Das Ausbleiben des Heeres
sowie der politischen Kraft bringt
neue Ineffizienzen mit sich. Einhergehend mit dem Einfluss des
Geldes und der Derivate, persis-
STÊRKA CİWAN
tieren sie die Gewalt über die
Wirtschaft und über den anschwellenden Mehrwert innezuhaben. Aller
Voraussicht nach, stehen sie in
enger Beziehung mit der politischen
Elite und der militärischen Kraft.
Mit ziemlicher Sicherheit waren
sie als Prinzen und Könige Oberbefehlshaber des Heeres; benötigten
Unmengen an Kapital und standen
mit den Mehrwert Anhäufenden
ebendeshalb in engem Kontakt.
Kurzhin pflegen sie gute Beziehungen zu den künstlerischen und
philosophischen Bewegungen. Es
kommt ihnen in Europa gerade
Recht, als den Freiheiten Nachdruck
legende Monarchen eine besondere
Achtung zu genießen. Stellen wir
die Frage nochmal: wie können
wir diese Bewegung in summa konzeptualisieren? Gesetzt den Fall
wir definieren es als ökonomisch,
werden wir feststellen müssen: es
gibt nicht einmal eine in der Realwirtschaft tätige Person. Der Teil,
der da jedoch geschäftig ist, ist
derjenige, der den Mehrwert in
Beschlag nimmt. Nur aus wem besteht dieser Teil? Jene, die von außen
auf die Wirtschaft Einfluss nehmen
wollen; jene, die den Umlauf des
Geldes beschleunigen, es anhäufen
und an den Staat als Schulden
übertragen; im Gegenzug ggf. mit
dem Staat assoziieren. Wir sehen,
dass dieser Kreis den Kapitalismus,
die „kapitalistische Wirtschaft“, die
Wirtschaft auf Umwegen kontrolliert – faktisch jedoch nicht darin
vertreten ist. Was bildet ihr wesentliches Tun? Sie beschäftigen
sich mit dem Machtmonopol; bündeln ihre wirtschaftliche Alleinherrschaft mit den Machtmonopolen, führen Kriege. Gesetzt den
Fall sie gewinnen eine Schlacht,
dehnt sich ihre Machtstellung im
Landinnern aus. Dies wiederum
bedeutet den Mehrwert zu maximieren. Erringen sie einen externen
Sieg, erlangen sie dadurch die auswärtige Besitzung eines Staates,
dass politisch und wirtschaftlich
von ihnen lediglich in Abhängigkeit
steht; zum anderen bedeutet dies
Hegemonie. Diese Entwicklung impliziert die monopolare Plünderung.
Dehnen wir das Modell um England
sowie der Niederlande räumlich
und zeitlich aus, gewinnen die Entwicklungen mehr an Konkretheit.
Sie nutzen das zwischen ihnen geflochtene Bündnis zunächst für ihre
Vormachtstellungen in Europa. Gegen Ende des 16.Jhr. bricht die Un-
Mit dem Dreißigjährigen Krieg
schließt das Zeitalter der Religionskriege. Mit dem Westfälischen
Frieden von 1649 legen sie damit
die Grundlage für das System der
Nationalstaaten. Frankreichs Revolution 1789 als Reaktion darauf,
führte mit Napoleon zu einem Verlust der strategischen Hegemonie.
Während des gleichen Zeitraums
werden die Kolonialkriege gewonnen und das 19.Jhr. mit der industriellen Revolution betreten. Die
industrielle Revolution hat das Imperium sichergestellt und den Weg
für das Weltreich geebnet. Der in
persona Preußens erst spät erwachende deutsche Riese erfährt nach
terdrückung des spanischen Imperiums zusammen. Die imperialen
Ambitionen bekommen im ganzen
europäischen Raum eine tödliche
Wunde. Mit dem Ende des 17. Jahrhunderts löst sich auch die Monarchie in Frankreich auf. Zudem
erleidet die Republik einen schweren Schlag in ihren hegemonialen
Bestrebungen. Darüber hinaus erfahren auch die herrschaftlichen
Aspirationen der Habsburger Monarchie einen folgenschweren Hieb.
dem Triumph von 1870 gegen Frankreich mit den beiden Weltkriegen
– mit dem Ziel zu einer Europaund Welthegemonie aufzusteigen
– zwei heftige Niederlagen. Die
Vereinigten Staaten – als zweites
England betitelt – gehen aus beiden
Weltkriegen siegreich heraus und
bilden seit dem 2.Weltkrieg die
neue Welthegemonie. Die sowjetische Weltmacht, die darauf abzielt
die Rolle Deutschlands zu wiederholen, verlor den Kampf um die
59
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
hegemoniale Machtstellung. Gegenwärtig spielen die USA auf die
Weltmachtposition hin und sind
darin bemüht, ihren Zerfall mit sogenannten „Verteidigunskriegen“
zu verhindern und folglich ihre Lebensdauer hinauszuschieben. So sieht die Hauptroute der Macht aus.
Der von der Stadt Uruk1 aus beginnende Machtfluss, bildete in
seinem Strom tausende von Nebenarmen und verschwand in den Vereinigten Staaten, nahe New York
in die Ozean Gewässer. Als andere
Richtung wird die chinesische Pazifikküste überlegt; gegenwärtig
besteht solch eine Annahme. Die
Wahrscheinlichkeit, dass ein Arm
dieses Machtflusses dort angelangen
werde, ist höher als die Voraussicht,
dass dies nicht geschehen werde.
Es ist sehr wahrscheinlich, dass
die bestehende Zivilisation sich
aufzulösen vermag. Die weltweit
vorherrschenden exorbitant gesellschaftlichen und ökologischen
Probleme schaffen primär die
Wahrscheinlichkeit für die Etablierung demokratischer Gesellschaften, die versuchen werden ihre
eigene Zivilisation aufzubauen.
Anstelle des aus dem Staatssystem
verbliebenen Imperialkults, besteht
die hohe Chance, dass ein Bündnis
Tebax 2012
konföderaler Demokratien sich mit
globalen Fragen konfrontiert sehen
wird. Diese Annahmen werden aufgestellt, um den Kapitalismus richtig
zu platzieren. Nachdem der Hauptfluss der Zivilisation einen mächtigen Wirbel an der Stelle Englands
und der Niederlande gemacht hat,
fließt er weiter; er gewinnt an Fahrt
und erhält eine neue Farbe. Der
traditionelle Nationalstaat und seine
Industrie – nach der neolithischen
Revolution, die größte wirtschaftliche Revolution – bilden zwei sehr
starke Ströme. Es sind diese beiden
Faktoren, welche die traditionelle
Zivilisation beschleunigen und einfärben. Nun kommt wieder die so
oft gestellte Frage ins Spiel: wo
ist der Kapitalismus? Wo genau ist
der Kapitalismus innerhalb des Nationalstaats sowie der Industrie zu
orten? Obwohl ich die Antwort darauf akribisch suche, finde ich sie
nicht in der Wirtschaft. Vielleicht
vermag es einem seltsam erscheinen, meiner Meinung nach, ist die
Frau die eigentliche Eigentümerin
der Wirtschaft. Wenn wir die Wirtschaft aus soziologischer Perspektive
versuchen zu beurteilen, ist dies
die präziseste Haltung – möge man
alleine daran denken, dass sie das
Kind monatelang in ihrem Leib
60
und auch nach der Geburt versorgt;
sie ist auch die Handwerkerin der
Verpflegung im Hause; somit ist
die Frau die grundlegende Kraft.
Darüber hinaus beschreibt die Frau
mit ihrer Rolle in der agrarwirtschaftlichen Revolution und ihrer seit
Millionen von Jahren getragenen
Rolle als Sammlerin, nicht lediglich
innerhalb der Hausstätte, sondern
in zahlreichen Sphären des wirtschaftlichen Lebens, eine tragende
Funktion. An zweiter Stelle stehen
natürlich die zivilisatorischen Kräfte, die es als Kunst betrachten, für
die kontinuierliche Besitzergreifung
des Mehrwerts, eigens kontrollierte
Sklaven, Leibeigene sowie Arbeiter
zu beschäftigen. An dritter Stelle
stehen etwas freiere Handwerker,
kleine Händler, Laden- und kleine
Landeigentümer. Wenn wir dazu
noch Architekten, Ingenieure, Ärzte
etc. und einschließlich noch Selbstständige hinzufügen, werden wir
die Liste ungefähr vervollständigen.
Es ist unbestritten, dass im historischen Hergang gesellschaftliche
Gruppierungen bzw. Klassen das
wirtschaftliche Zahnrad in Lauf
gebracht haben. Unter ihnen befinden sich keine Kapitalisten oder
gar Landherren. Es ist eindeutig,
dass diese keine ökonomische Elite,
sondern ausbeuterische sowie assimilatorische Kräfte darstellen.
Das was sich extern insistiert und
nicht als Ökonomie zu deuten ist,
ist nicht lediglich kapitalistisch.
Auch gewisse Herren, Politiker,
Soldaten sowie zivilisatorische Intellektuelle, die sich von den großen
Händlern, Industriellen unterscheiden, sind non-ökonomisch und dringen von außen auf die Wirtschaft
ein.
***
STÊRKA CİWAN
La renaissance du peuple kurde
Ali HAYIRLI
“Le 15 août
est l’insurrection d’un
peuple face à
l’assimilation,
à la négation,
à l’extermination, à la
trahison, à la peur, au
silence, à l’injustice et à
l’oubli. Ces actions des
combattants kurdes ont
changé le cours de
l’Histoire car ils ont
permis au peuple kurde
de renaitre de ses
cendres.
Ce jour marque
la volonté du peuple
kurde de vivre
librement et dignement
parmi les autres
peuples du monde”
Un peuple trahi
Depuis sa création, l’état kémaliste
poursuit sa politique de négation et
d’extermination des kurdes. Les kurdes n’ont cessé de lutter pour leurs
droits depuis la trahison de Mustafa
Kemal qui n’a pas respecté les promesses faites au peuple kurde. L’état
turc a réprimé dans le sang et la terreur les différentes révoltes et résistances kurdes. Les dirigeants turcs
avaient entrepris d’effacer de la mémoire humaine et de l’histoire écrite
toutes les références à l’identité kurde.
Les richesses des régions kurdes
étaient exploitées par l’état turc qui
maintenait le peuple kurde dans la misère et la peur. Les différents gouvernements turcs qui se sont succédé
étaient hantés par la pensée d’une
nouvelle révolte kurde. L’état kémaliste avait pris toutes les dispositions
pour éviter un nouveau soulèvement
des kurdes. Une assimilation intensive
était menée dans les régions kurdes
par le régime turc qui se présentait
comme invincible.
Les kurdes qui avaient perdu une
grande partie de leur identité et de leur
dignité espéraient secrètement la
création d’un parti qui lutterait pour
leur liberté et leurs droits face à l’état
turc. Le contexte de l’époque allait faciliter la création d’un parti et d’une
armée de libération kurde.
61
Le 15 août 1984
Des dizaines de milliers de kurdes
sont arrêtés et torturés après le coup
d’état du 12 septembre 1980. Les cadres du PKK qui n’ont pas pu quitter
le pays mènent une résistance historique dans les geôles. La lutte armée
du PKK est le résultat des politiques
de négation et d’extermination menées par l’état turc envers les kurdes.
Ces politiques de l’état turc n’avaient
pas laissé d’autre choix aux kurdes
que la lutte armée. Le président kurde
et les militants qui s’étaient installés
en Syrie organisaient la résistance
armée des kurdes.
Les combattants kurdes avaient
choisi de mener une action militaire
contre les forces armées de l’état turc
le 15 août 1984 à Semdili , Eruh et
Catak. Les actions avaient été soigneusement préparées par les combattants pour atteindre leurs objectifs. Le
principal objectif de ces attaques était
d’annoncer au peuple kurde et à la
communauté internationale la création d’une guérilla kurde.
Les combattants kurdes avaient attaqués avec leurs modestes moyens
les postes militaires de Semdili et
d’Eruh le jour convenu. L’attaque de
la ville de Catak n’avait pas lieu pour
différentes raisons. Les forces kurdes
s’étaient rapidement emparées des
deux villes. Les guérilleros kurdes
Tebax 2012
P
O
L
İ
T
İ
Q
U
E
STÊRKA CİWAN
avaient utilisé les haut-parleurs de la
mosquée pour transmettre leurs objectifs à la population.
Malgré une préparation minutieuse des attaques, l’excitation et le
manque d’expérience n’avaient pas
permis aux combattants kurdes de
respecter totalement le plan initial.
Néanmoins, le commandant Agit et
les résistants avaient atteint leur objectif qui était d’annoncer au monde
entier la création d’une armée de libération kurde.
Les autorités turques qui avaient
dissimulé durant deux jours les atta-
Tebax 2012
ques de Semdili et d’Eruh
pensaient pouvoir capturer les rebelles. L’armée
turque avait été mise en
état d’alerte face à une insurrection générale de la
population dans les régions kurdes. Ces mouvements au sein de l’armée
n’ont pas pu permettre de
dissimuler davantage les
actions des combattants
kurdes.
Le 17 août 1984, les
cadres du parti, la population kurde et la communauté internationale apprenaient à la
radio les attaques de Semdili et
d’Eruh. La nouvelle avait suscité un
grand espoir et une grande fierté
parmi les kurdes qui attendait ce
jour depuis des décennies. Les combattants kurdes avaient rejoint leurs
bases sans la moindre perte humaine
et en emportant un butin de guerre.
Le 15 août est l’insurrection d’un
peuple face à l’assimilation, à la négation, à l’extermination, à la trahison, à la peur, au silence, à
l’injustice et à l’oubli. Ces actions
des combattants kurdes ont changé
62
le cours de l’Histoire car ils ont permis au peuple kurde de renaitre de
ses cendres. Ce jour marque la volonté du peuple kurde de vivre librement et dignement parmi les
autres peuples du monde.
La détermination d’un peuple
L’état turc qui avait tenté de minimiser les attaques de Semdili et
d’Eruh est forcé de constater que le
peuple kurde a décidé de prendre
son destin en main. Depuis cette
date, les kurdes mènent un combat
légitime pour la liberté contre les
forces d’occupation qui cherchent
par tous les moyens à exterminer le
peuple kurde.
Cette renaissance kurde est célébrée partout dans le monde par les
kurdes qui luttent pour leurs droits.
Cette année, le peuple kurde célébrera le 28ème anniversaire du lancement de la lutte armée contre les
forces d’occupation turques. Le 15
août, les résistants kurdes ont ouvert
la voie vers la liberté pour le peuple
kurde qui poursuit la lutte pour une
vie digne.
***
Ş
İ
İ
R
STÊRKA CİWAN
ŞİİR KÖŞESİ
K
Ö
Ş
E
S
İ
Bi Ser Çiyan Ketin
CİGERXWİN KİMDİR?
Heval megrî çiya herdem
Cihê xweşmêr û şêra ye
Dîwarê serxwebûna kurd
Ji laşê xurtemêra ye
Asıl adı Şehmuz olan Cigerxwin, 1903'te Mardin’in Gercüş kasabası Hesarê köyünde doğdu. Ailece 1914 yılında Kamışlı’ya
bağlı Amud nahiyesine göçtüler. Savaş sonrasında Suriye sınırları içinde kaldılar ve tekrar köylerine dönmediler. Küçük yaşlarda çobanlık ve ırgatlık yaptı. Toprak ağaları ve beyleri iyi
tanıdı. Halktan diğer insanlar gibi okul yüzü görmedi.
18 yaşında Diyarbakır’a geldi. Dini eğitimi veren şeyhlerin yanına gitti. 15 yıllık eğitimi 8 yılda tamamladı. Eğitim gördüğü
her yerde Kürt halkının acı ıstıraplarını gördü. Medresede olduğu dönem Kürt kültür ve edebiyatını öğrendi, yazılı klasikleri
tanıdı.
1928 yılında Kürtçe şiirler yazmaya başladı. 1925 Şeyh Said İsyanı’na katıldı, isyandan sonra bir grup Kürt aydın ve yurtseverle Suriye’ye gitti. 1937’de XOYBUN adında kurulan örgüt
içinde yer aldı. Hawar dergisinde Cigerxwin isimiyle şiirler
yazdı.
1949 yılında bir toplantıda komünistlerle tanıştı. Komünistlerle
sıkı ilişki içinde çalışarak, 1957 yılına kadar Cizre İçin Barış
Komitesi Başkanlığı’nı yaptı. Bu yıllarda Suriye Kürdistan Demokrasi Partisi’ne katıldı. Cigerxwin yaşamının sonuna kadar
Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Merkez Komitesi Üyesi olarak kaldı. 1961 yılında Irak’taki ulusal harekete yardım etti. Burada parti kadrolarını eğitti ve Kürdistan Akademisi’nde dersler
verdi. Güney hareketi yenilince geri Suriye’ye döndü.
1973 yılında Suriye’nin baskısı karşısında Beyrut’a geçti ve tutuklanmaktan kurtuldu. 1979 yılında Stockholm’a geçti ve çalışmalarını burada sürdürdü.
Cigerxwin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki şiirlerinde Kürt
işçi ve köylülerin Kürt burjuvalarına ve toprak ağalarına karşı
verdiği mücadeleyi işledi. Bu şiirlerindeki devrimci öz, bütün
ülkenin işçilerinin mücadelesini yansıtıyordu. Cigerxwin’in birçok romanı ve şiir kitabının yanı sıra araştırma kitapları da vardır. Kürtçe sözlük hazırlayan Cigerxwin’in 16 tane Kürtçe eseri
vardır.
Sosyalist, araştırmacı ve şair olan Cigerxwin, 22 Ekim 1984’te
Stockholm’da öldü.
Serfirazî bilind e, lê;
Bi xwîn û kotek û zor e
Bi jêrdeçûne bindestî
Berê kurdan li berjor e
Tenê serbestî eywan e
Bilind û berze bala ye
Tenê şûna serê min, te
Di jorê wê de vala ye
Di kurtan de eger razî
Tu dê xewnên bînî
Kirasê tirs û sawîran
Li xokî tim tu xemgînî
Ji doza xwe venabin
Dixwazin ta wekû saxin
Gelek şerm e ku em sax in
û dijmin hê dinav bax in.
Cigerxwîn
63
Tebax 2012
STÊRKA CİWAN
MİZAH
Tebax 2012
64
M
İ
Z
A
H

Benzer belgeler