görüşme notları

Transkript

görüşme notları
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
01.01.2010
Tarihli Görüşme Notu
Belediye başkanlarına operasyon provokasyondur
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, belediye başkanlarına yönelik operasyonun bir provokasyon olduğunu belirterek,
orduya karşı operasyon görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstünün örtülmeye çalışıldığını söyledi.
PKK lideri Abdullah Öcalan avukatları ile yaptığı haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konuları değerlendirdi.
Belediye başkanlarına yönelik operasyonu provokasyon olarak değerlendiren Öcalan, orduya karşı operasyon
görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstünün örtülmeye çalışıldığını belirterek şunları söyledi:
KÜRT HALKI KENDİ ÖRGÜTLÜLÜKLERİNİ SAVUNACAKTIR
''Belediye Başkanlarına dönük bu operasyon aslında bir provokasyondur. Halkın tepkileri yoğundur sanırım bu
provakasyonlara karşı. Kürt halkı herşeye karşı örgütlüdür, örgütlülüğünü koruyorlar. Kendi örgütlülüklerini elbette
savunacaklar, protestoları da bu yönlü geliştireceklerdir.
3 HALKA
Aslında benim KCK ile söylemek istediğim; KCK illegal bir yapılanma yani Türkiye’ye göre yasal sayılmıyor. KCK’nin ayrı
bir yapılanması vardır, işte başı Kandil’dedir. KCK’nin bir sürü yerde örgütlenmeleri vardır, yapılanmaları vardır, Türkiye
içinde de yapılanmaları vardır. Onların kendilerine göre bir sistemi vardır, çalışmaları da buna göredir. KCK ile legal
siyaset ayrıdır. Belediye Başkanlarının, siyasetçilerin bu oluşumun üyesi olduklarını sanmıyorum, olmamaları da gerekir.
Seçilmişlerin de bunu kabul edeceklerini sanmıyorum. KCK dediğim gibi ayrı, kendine göre sistemi ve örgütlenmesi olan
bir oluşumdur, Türkiye’de yasal olmadığını bilir, buna göre davranır.
DEMOKRATİK SİYASETE ÖRGÜTLENME
Demokratik siyaset farklı bir statüde örgütlenmeye gitmelidir. Bunun için dernekler şeklinde örgütlenmeler olabilir, sivil
toplum kuruluşları, insiyatifleri şeklinde örgütlenebilinir. Demokratik Toplum Kongresi’nin merkezi Amed’tedir. İçinde
Kürtler elbette olur, ama başkaları da olur. Demokratik Toplum Kongresi pek çok alanda siyasetten ekonomiye, spordan
sanata, kültüre kadar her alanda başta kadın ve gençlik olmak üzere, halkın içinde olurlar. Kürtlerin demokratik temelde
örgütlenmesini söylemiştim. İstanbul’da da DTK’nın içinde yer alanlar olabilir ama bunlar Diyarbakır’a, Amed’e bağlıdır.
İkinci halka Demokratik Toplum Kongresi’dir.
SADECE KÜRTLERİN DEĞİL TÜRKİYE’NİN PARTİSİ OLMALIDIR
Üçüncü halka siyasal partidir. Bu, sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin partisi olmalıdır, buna ne kadar hazırlıklıdırlar onu
bilemiyorum. Sanırım hala tartışmalar sürüyor. Yerelden Kongrelerini yaparak, her türlü demokratik tartışmaya
Türkiye’nin her yerinde hayata geçirerek bir yapılanmaya gidilebilir. Değişik çevrelerin, farklı görüşlerin bu parti içinde yer
almasını önemsiyorum. Kendi düşünceleriyle, kendi gruplarıyla ortak ilkeler çerçevesinde olabilir. Siyasal parti içinde
feminist grubun, feminist çevrelerin yer alması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu çevresel problemler, bunlar önemlidir.
Çevreciler de bu siyasal partinin içinde yer alabilir. Birçok çevreden akademisyenlerle, aydınlarla, farklı isimlerle, farklı
görüşlerle, üç ilke çerçevesinde görüşülebilinir. Geniş çevrelerin siyasal partide yer alması gerekir. Ben feministlerin de,
çevrecilerin de farklı grupların da parti içinde kendi görüşleriyle almaları gerektiğini düşünüyorum. Siyasal partinin üçüncü
halka olarak Türkiye’nin her yerinde örgütlenmesi gerekiyor. Dürüst alevi kesimler de, alevi aydınlar da dahil edilmelidir.
SİYASAL PARTİ İÇİN ORTAK İLKELER
Siyasal parti için bu üç hususu belirtmek istiyorum. Bu ortak ilkelerden birincisi Demokratik Cumhuriyet’tir. Bundan
kastım, devletin demokratikleştirilmesidir. İkinci ilke; demokratik vatan’dır. Ben daha önce ortak vatan diye niteliyordum,
bundan kastım bu bütün ülke toprağıdır. Vatan gene ortaktır ama herkesin bu topraklarda farklı ulusların, etnisitelerin
yaşadığı gerçeğinin görülebilmesi için demokratik vatan diyorum. Üçüncü ilke demokratik ulus’tur. Demokratik ulus
kavramı, ulusun demokratikleşmesi, burada söylemek istediğim aslında çoklu ulus’tur. Sadece Kürtler, Türkler değil,
farklı etnisiteler, azınlıklar var, tümünü kapsayan çoklu kültür, çoklu kimlik, çoklu ulus, bunların bileşimine, bunların
tümüne demokratik ulus diyebiliriz.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
İspanya’da bu var. İspanya’da tek bir İspanyol ulusu yok, ortak bir vatan var, İspanya var ama herkesi İspanyollaştıran,
herkese tek tip ulus, tek tip dil dayatan bir anlayış, devlet yok. İngiltere’de buna benzer bir anlayış var. Tek devlet, tek
ulus anlayışı Türkiye’de olduğu gibi, Kara delik gibidir. Herşeyi yutar, kendine benzeştirip tek tipleştirmeye çalışırken yok
eder.
Kürtler demokratik uluslaşmasını DTK yoluyla gerçekleştirebilirler. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmesini, Kürtlerin
demokratikleşmesini, demokratik uluslaşmasını sağlamaya yöneliktir. Biz o yüzden DTK’nın merkezi Amed’tir dedik. Bu
özellikle bölgede örgütlenir. Ancak siyasal parti tüm Türkiye’de olur. Programı da buna göre olur, Türkiye’nin sorunlarıyla,
tüm Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle ilgili yani bir Türkiye partisi olması gerekir. Yeni partinin tüzüğünün,
yönetmeliklerinin buna göre tartışılması yeniden düzenlenmesi gerekir. Bunun için savunmalarımdan, geçmiş
tartışmalarımdan da yararlanılabilir. Yeni partinin kendini bu çerçevede geliştirmesini, stratejik olarak böyle örgütlemesini
öneriyorum. Anadoludaki kumar kapitalizminden ancak böyle kurtulabilinir. Herkesin içinde yer alabileceği ortak ilkeleri
belirttim. Bu çerçevede yürütülebilir.
Ben stratejik önderliğim, sosyolojik belirlemeler yapıyorum, talimat vermiyorum, bunu uygun da bulmam, siyasi etik
açısından doğru olmaz, görüşlerimi belirtiyorum. Herkes gibi benim de tartışma hakkım var.
KÜRTLERE YAPILANLARIN ÜSTÜ ÖRTÜLMEYE ÇALIŞILIYOR
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evi önünde iki subayın polis tarafından gözaltına alınmasıyla başlayan soruşturma
kapsamında özel harp dairesi Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki aramalara da değinen Öcalan şunları söyledi:
“Bütün bunlar danışıklı döğüştür. Yok öyle operasyon moperasyon, özel harp dairesine girmişler, kozmik oda diyorlar. Ne
zaman ki Kürtlere AKP bir operasyon yapıyor, bunu örtbas etmek için işte ben bazı adımlar atacağım ama bana engel
oluyorlar, ordu bana engel çıkarıyor, diyerek Kürtlere yönelik belirsizlik yaratıyor. Ne zaman Kürtlere karşı bir operasyon
yapılsa hemen orduya karşı da bir şeyler yapılarak, orduya karşı operasyon görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstü
örtülmeye çalışılıyor. Olası gelecek tepkileri de ortadan kaldırdılar. KCK adı altında operasyon oldu bu bir
provokasyondur ama hiç kimseden çıt çıkmadı, tartışılmıyor.
AKP ORDU İLE DANIŞIKLI DÖĞÜŞ HALİNDEDİR
AKP ordu ile danışıklı döğüş halindedir. Biraz özgür durmaya çalışan Kürtleri hapishanelere tıkıyor. Kürtlerin özgürdemokratik siyaset yapmak isteyen kesiminin önünü kesiyor, orduyu bahane ediyor. Yani Kürtlere bana sığının diyor. Bir
yandan Kürtleri tasfiye ediyor öte yandan para vb. şeylerle bazı ailelerle Kürtleri kendine bağlamaya çalışıyor, bu açılım
falan değil.
KÜRTLER KENDİ DEMOKRATİK AÇILIMINI HAYATA GEÇİRMELİ
Buna karşı Kürtlerin gerçek demokratik açılımı, kendi demokratik duruşlarını hayata geçirmeleri gerekiyor, bütün Türkiye
için. Eğer siyaset yapacaklarsa, eğer özgürlükleri için mücadele edeceklerse bu provokasyonu, AKP’yi iyi görmeleri,
bunun ne olduğunu bilince çıkarmaları gerekiyor. AKP’yi yüzde onun altına düşürmeleri gerekir. Bunların tasfiyeden
başka bir çözümleri yok. Kürtleri bu yolla kendilerine bağlamak istiyorlar. Ben buna karşı savunmaları geliştirdim.
Ortadoğu kültürünü demokratikleştirmek savunmamda buna ilişkin ayrıntılar var. Bu tür oyunları boşa çıkarmak, siyaset
yapabilmek için bunları anlamak gerekiyor. Ben bu yüzden siyaset akademileri önermiştim ama gerçekleşmedi. Bunların
mutlaka yapılması gerekiyor. Bunu bir sürü yerde hatta dört parçada, İran, Irak, Suriye, Türkiye Kürdistan’ı hatta
Avrupa’da; kadınlar için de Özgürlük Akademisi demiştim, bunların hayata geçirilmesi gerekiyor. AKP bile söylediklerimizi
alıp bir sürü siyaset akademisi açtı. Bütün demokratik kurumları etkin ve güçlü bir şekilde kullanmasını bilmek gerekiyor.
2010 YILI DEMOKRATİK TEMELDE BÜYÜK BİR MÜCADELE YILI OLMALI
Bu vesileyle tekrar söylüyorum. 2010 mesajımı da bu temelde vermek istiyorum. İşte KCK, siyasal soykırımdır diyor,
doğrudur, siyasal soykırımdır. Kürtlere uygulanan siyasal soykırımdır, ekonomik soykırımdır, kültürel soykırımdır. Buna
karşı halkın ciddi bir direnişi olduğunu, örgütlü bir duruşla buna karşı çıktığını biliyorum ve onlara inanıyorum. 2010’da
siyasal örgütlülüklerini yükselterek demokratik bir ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber
etmeleri gerekir. 2010 yılının demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olması gerektiğini bir kez daha vurguluyorum.
İşte 15 Şubat’a kadar AKP’nin tavrı da gerillanın duruşu da biraz netleşir. Abbas söylüyor, otonom gruplardır, kendi
tepkileri var, biz bile engelleyemeyiz diyor, ben de engelleyemem.
Şimdiye kadar birşeyler yaptım, buraya kadar getirdik. Ama böyle devam edemeyeceğini Hükümet’in görmesi gerekir.
Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik
önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik önderlik yapabilirim, bunları da sosyolojik değerlendirmeler olarak sunuyorum.
Ama böyle gelişirse kimse bunun önünü alamaz. Sadece dağlarda değil, çok vahim sonuçları olacak çatışmalar
derinleşir. Türk aydınlarının da bunları görerek o yüzden Kürtlerle demokratik siyaset yürütmesi gerektiğini söylüyorum.
AKP’nin provokasyonlarına gelmek yerine bütün bunları açığa çıkararak onların da kıyamet koparmaları gerekir.
KADININ ÖZGÜRLÜĞÜ, TOPLUMUN DEMOKRATİKLEŞMESİNİN, ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TEMELİDİR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Ben kadın arkadaşların sonsuz boşanmayı kavradığını düşünüyorum. Bu anlamda manevi bir güç açığa çıkardıklarını da
düşünüyorum. Sonsuz boşanmadan kastım beş bin yıllık erkek egemen kültüründen boşanmadır. Kadın üzerinde bu beş
bin yıllık tahakkümü ben tecavüz kültürü olarak nitelendiriyorum. Bu kültürden boşanmak elbette kadının özgürleşmesini
getirecektir. Kadının özgürlüğü toplumun demokratikleşmesinin özgürlüğünün de temelidir. Kadını ulusun, sınıfın
ötesinde toplumun ilk ezilen kesimi, ulusu olarak niteledim. Elbette ki kadının özgürlüğü ve eşitliği, eşit bir topluma
gidecek tek yoldur. Toplumun eşitliği diyorsak bunu sağlamak gerekir. Sonsuz aşk kavramından ise özgürlük aşkını,
maddi anlamda değil ama manevi anlamda büyük bir gücü açığa çıkarmayı kastediyorum. Bundan maddi bir kazanç ya
da mutluluk sağlayamazsınız ama sonsuz boşanmadan insan olarak, kadın olarak özgürlük ve güzelliğinizi, Hellenleşme,
tanrıçalaşma diyoruz ya, işte İştar, İnanna sağlayabilirsiniz. Manevi olarak kazanırsınız.
Ben kadının sadece siyasal anlamda değil, ideolojik ve manevi anlamda da derinleşeceklerini, derinleştiklerini
düşünüyorum. 2010’da erkek egemen kültüründen sonsuz boşanma temelinde özgürlüklerini yükselteceklerini
düşünüyorum.
CEZAEVİNDE DİRENMEK MANEVİDİR
Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece maddi olarak direnemezsin, sadece fiziki olarak cezaevi şartlarında
direnemezsin. Sadece maddi olarak direnirsen bu fiziki yok oluşa kadar gider, manevi gücünüzü açığa çıkarmalısınız.
Manevi olarak güçlü olmak gerekir ki cezaevi şartlarına dayanabilesin. 2010 yılı cezaevlerindeki arkadaşlar için manevi
özgürlük yılı olacaktır, yeni yıllarını bu temelde kutluyorum.
İTALYA TARİHİNİ ÇÖZÜMLEMEK AVRUPA’YI ÇÖZÜMLEMEKTİR
İtalyadan bir dergi makale yazmamı istiyormuş. İtalyan tarihine önem veriyorum. Gramsci’den özellikle daha önce de
bahsetmiştim. Bu çerçevede Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesi isimli savunmamda ana çizgileriyle belirtmiştim.
Ama eğer olursa İtalyanlarla görüşlerimi paylaşmak isterim, İtalyanların görüşlerimi öğrenmesini, paylaşmasını
önemsiyorum. Ayda bir makale yazmayı düşünebilirim. Daha önce İtalya çözümlemeleri ana hatlarıyla yapmıştım. Ama
bundan sonraki Avrupa çözümlemelerimi İtalya üzerinden geliştirmeyi düşünüyorum. Kısmen de çözümlemiştim. İtalya’yı
anlamak, Italyan tarihini çözümlemek Avrupa’yı çözümlemektir. İtalya’yı anlarsanız, çözümlerseniz Avrupa’yı da
anlarsınız.
Ermeni yazarlar birliğinde sanırım benim üyeliğim var zaten, PEN de olabilir, bir sakıncası yok. Bu yazarlar vesilesiyle
Aramı da anarak Ermeniler için şunu söylemek istiyorum. Benim bu son çözümlememde geliştirdiğim konular, bütün
Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesidir. Savunmamdaki çözümlemelerim aslında Ermenileri de ilgilendiriyor,
Ermeni sorunun çözümünü de sağlayabilir. Bu katı milliyetçilik yerine, demokratik çerçevede çözümün Ermeniler için de
tartışılabilir olduğunu, bunu hayata geçirmelerini önemsiyorum. Güncel sorunlarını da ancak böyle aşabilirler.
Bana cezaevinden gelen mektuplar var, Tekirdağ’dan pek çok küçük küçük mektuplar, Van Cezaevi’nden iki mektup.
Bakırköy cezaevinden, mektuplar aldım. Bitlis, Midyat cezaevinden, genel olarak cezaevinden gelen mektupları iyi
buluyorum. Arkadaşların gelişmeleri fena değil. Arkadaşların da belirttiği gibi, direnmek, maddi bir şey değildir sadece.
Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece fiziki olarak cezaevi şartlarında direnemezsin. Manevi olarak güçlü
olmak gerekir ki cezaevi şartlarına dayanabilesin. Van, Muş ve Bulanık halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
03.01.2010
Tarihli Görüşme Notu
Öcalan: Kürtler 2010’da tüm güçlerini seferber etmeli
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürtlerin 2010'da siyasal örgütlülüklerini daha da yükselterek demokratik bir
ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber etmeleri gerektiğini söyledi. Öcalan, “2010 yılı
demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olmalıdır” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla yeni yıl vesilesiyle bir mesaj yayınladı. Öcalan
mesajında, geçen her yılı Kürt sorunun demokratik çözümü için değerlendirdiklerini, değerlendirmeye de devam
edeceklerini belirterek şunları kaydetti:
KÜRTLER ORDADOĞU’DA DEMOKRASİNİN GELİŞİMİNE ÖNCÜLÜK EDECEKLERDİR
“Kürt sorununun demokratik çözümü demek; toplumların bir arada barış içinde yaşaması, kardeş olması
demektir. Herkese, Ortadoğu'ya lazım olan demokrasidir. Kürtlerin ihtiyacı olan şey demokrasidir. Benim anlayışım
demokratik toplumun inşa edilmesi, demokratik mekanizmanın toplumda kurulmasıdır. Kürtler demokrasi ilkeleri
DERLEYEN : AZAD BADIKI
temelinde kendi Ulusal Kongrelerini gerçekleştirebilmelidir. Kürtler, Ortadoğu'nun demokratizasyonunu üstlenip,
Ortadoğu'da model olacaklar, demokratik bir sistem oluşturacaklar, demokratik bir çıkışın anahtarı olacaklar. Kürtler
Ortadoğu'da demokrasinin gelişimine öncülük edeceklerdir. Kürtler demokratizmi sağlarsa, demokratizm tüm
Ortadoğu'ya yayılır.
Türkiye'yi de demokratikleştirmek gerekiyor. Birlikte yaşamaktan yanayım. Kürtler ve Türkler bin yıldır birlikte
yaşıyor. Şunu anlamak gerekiyor. Kürt Türksüz, Türk de Kürtsüz olmaz. Kürt olmadan Türk de biter. Soruna doğru
yaklaşılır, demokratik çözüm gelişirse barış sağlanabilir.
DEMOKRATİK ÇÖZÜM VE BARIŞ ÇABALARIMIZA TASFİYE İLE CEVAP VERİLDİ
Ben dışarıda ve burada olmak üzere tam on altı yıldır demokratik çözüm ve barış için çabalıyorum. Biz
demokratik çözüm ve barışa hep şans verdik, 2009'da da verdik. Ama bütün bu çabalarımıza geçmişte olduğu gibi bu yıl
da tasfiye ile cevap verildi. Bir yandan askeri operasyonlar sürerken öte yandan Kürtlerin demokratik siyaset alanlarına
yönelik operasyonlar yapılıyor. Bu operasyonlar aslında bir provokasyondur. Biraz özgür durmaya çalışan Kürtleri
hapishanelere atıyor. Kürtlerin özgür-demokratik siyaset yapmak isteyen kesiminin önünü kesiyor, kalan Kürtleri bu yolla
kendilerine bağlamak istiyorlar. Anlaşılan bunların tasfiyeden başka bir çözümleri yok.
KÜRTLER 2010’DA TÜM GÜÇLERİNİ SEFERBER ETMELİ
Buna karşı Kürtlerin gerçek demokratik açılımı, kendi demokratik duruşlarını hayata geçirmeleri, kendi
demokratik örgütlenmelerini korumaları, savunmaları, güçlendirmeleri, ilerletmeleri gerekiyor. Eğer siyaset yapacaklarsa,
eğer özgürlükleri için mücadele edeceklerse AKP'nin provokasyonunu iyi görmeleri, bunun ne olduğunu bilince
çıkarmaları, AKP'yi yüzde onun altına düşürmeleri gerekiyor. AKP yedi yıldır çözüm yönünde ciddi somut bir adım
atmadı, demokratik açılım diyor ama bu demokratik açılım değil, bu olsa olsa baskı açılımıdır. Kürtlere uygulanan siyasal
soykırımdır, ekonomik soykırımdır, kültürel soykırımdır. Buna karşı halkın ciddi bir direnişi olduğunu, örgütlü bir duruşla
buna karşı çıktığını biliyorum ve onlara inanıyorum. Kürtlerin 2010'da siyasal örgütlülüklerini daha da yükselterek
demokratik bir ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber etmeleri gerekir.
2010 YILI DEMOKRATİK TEMELDE BÜYÜK BİR MÜCADELE YILI OLMALIDIR
Türkiye halkının, demokratlarının, aydınlarının da bunları görerek AKP'nin provokasyonlarına gelmek yerine
bütün bunları açığa çıkararak onların da kıyamet koparmaları gerekir. Halklar çatışırsa herkes acı çeker, bundan hiç
kimse bir şey elde edemez. Bu sorunu iki halk olarak çözersek Türkiye'nin önü açılır, Türkiye fırlar, Ortadoğu'nun lider
ülkesi haline gelir. Ben burada karşılıksız, yurtseverliğin gereği olarak bunun için çabalıyorum. Ben demokrasiden asla
vazgeçmem. Demokrasinin dışındaki yöntemlerin sorunu ne kadar ağırlaştırdığını biliyorum. Biz demokrasinin
gelişmesini, Türkiye'de de Kürtler arasında da gelişmesini istiyoruz. Ciddi yaklaşılırsa sorun çözülür. Ciddi yaklaşalım ve
bahara güçlü bir barışla girelim, çatışmayla değil. Herkesi sorumluluklarını üstlenmeye, sahiplenmeye çağırıyorum. 2010
yılı demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olmalıdır.
Bu temelde halkımızın, halkların, herkesin yeni yılını kutlar, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde başarılar
dilerim."
Görüşme Notları:
10.01.2010
Tarihli Görüşme Notu
Öcalan'dan Abdullah Gül'e çağrı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e seslenen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan barışçıl süreç geliştirilmezse “katı-milliyetçi
Ergenekoncu çizginin” Kürt-Türk çatışmasını yaratacağını söyledi. “İşte Şubat ayı yaklaşıyor. PKK engellemek istese bile
halkın tepkisinin önüne geçemez” diye uyaran Öcalan, “Ben burada görüşlerimi iletiyorum. Ben konuşmazsam çatışmalar
olur, kan gövdeyi götürür” şeklinde konuştu. Öcalan, söylediklerinin Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü için
olduğunu vurguladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık görüşmesinde güncel gelişmelerin yanı sıra tarihsel tespitlerde bulunduğu
öğrenildi. Öcalan’ın şu değerlendirmelerde bulundu:
MUSTAFA SUPHİ’NİN KİMLER TARAFINDAN KATLEDİLDİĞİNİ ANLAMAK GEREK
“Türkiye Cumhuriyeti tarihini çözümlemek istiyorsanız, İttihat Terakki, Mustafa Kemal ve Mustafa Suphi ilişkisinin doğru
incelenmesi ve doğru anlaşılması gerekiyor. Mustafa Suphi’nin nasıl ve kimler tarafından katledildiğini, boğdurulduğunu
bilmek, anlamak gerekir. Mustafa Kemal’in yaptığı söyleniyor ama M. Suphi’nin boğdurulması olayında kimlerin rol
aldığının ortaya çıkması birçok şeyi açıklığa kavuşturacaktır.”
İNGİLİZLER FRANSIZ DEVRİMİ’Nİ ETKİSİZLEŞTİRMİŞTİR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“O dönemde Mustafa Kemal’in etrafı İngilizler tarafından İttihat Terakki kadrolarıyla müthiş kuşatılmıştır; İngilizler onun
etrafını çepeçevre sarmışlardır. İngilizler, İttihatçı kadrolar eliyle kendi politikalarını dayatıyorlardı. Mustafa Kemal ise
Moskova ve Lenin kartını oynamak istiyordu. Ancak İngilizler bu konuda çok akıllı ve ustadırlar. Kazım Karabekir ve
İnönü üzerinden politikalarını yürütüyorlardı. Ben şimdiye kadar İngilizlerin etkinliğini tahmini olarak söylüyordum ama
artık İngilizlerin rolü kesindir, belgeler bunu ortaya koyuyor. Hürriyet’te de okudum, Cemil Koçak yazmıştı, kısmen bunu
doğruluyor. İngilizler, Fransız Devrimini etkisizleştirmiştir, Rus devrimini ve Türkiye Kurtuluş Savaşını da yönlendirmiştir.
Bu yönüyle Mustafa Kemal’e Robespierre’e yapılanın aynısı yapılmıştır. Fransız Devrimi’nde Kral, Robespierre’e
öldürtülmüş, daha sonra daha ılımlı bir gruba da Robespierre öldürtülmüştür.”
1922 ÖNCESİ VE SONRASI
“Mustafa Kemal’in de etrafı İttihat Terakki kadrolarıyla kuşatıldı, bunlarla mücadele etti. O dönemde Meclis’te olan Ali
Şükrü adlı bir milletvekili öldürülüyor. Yine Deli Halit Paşanın ölümü olayı var. Hatta Maliye Bakanı Cavit’i astırdı fakat
1927’lerden sonra bunlarla uzlaşmak zorunda kaldı. Bu uzlaşmadan sonra ittihatçılar Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı
yaparak etkisizleştirdiler, tüm iktidarı ele aldılar. Fethi Okyar, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşıydı. Onu da tasfiye ettiler,
yerine İnönü Hükümeti’ni getirdiler. İngilizler, İnönü ve Kazım Karabekir üzerinden kendi etkinliğini sağladı, politikalarını
uygulamaya geçirdi.
Taha Akyol, Kürt politikaları açısından bu dönemi 1922 öncesi ve sonrası diye ayırıyor. 1922 öncesinde Kürtlere verilen
sözler var, 1922 sonrası bu sözler inkâr ediliyor. Kurtuluş savaşında Yunanlılara Türkiye’yi işgal ettiren İngiltere’dir, daha
sonra denize dökülmelerini sağlatan da yine İngiltere’dir. İngiltere’nin birinci gündem maddesi Musul-Kerkük ve petroldür.
Yunanlıları çıkartıp Türkleri etki altına aldıktan sonra Musul-Kerkük karşılığında Kuzey Kürtlerini de feda etmiştir. Bu
yerler Misak-ı Milli sınırları içinde olmasına rağmen İngiltere ile yapılan gizli bir anlaşmayla Türkiye bunlardan vazgeçmek
zorunda kalmıştır. Halen de bu anlaşmanın içeriği bilinmemektedir.”
ANADOLU YAHUDİLİĞİ İLE FİLİSTİN YAHUDİLİĞİ
“Aslında Mustafa Kemal Jakobendir. Cumhuriyetçidir. Fransız Cumhuriyeti’nden esinleniyor. Mustafa Kemal yaşadığı
sürece İngilizler ve Sovyetler arasında denge politikaları izledi. İngilizler Anadolu’dan İonyalıları, Ermenileri ve Anadolu
Rumlarını sürdü. Kürtlere de aynı politikayı uygulamak istiyorlar. Kürtleri de Kuzey’den sürüp Güney’deki ulus-devletçiğe
hapsetme politikasını yürütüyorlar. Şeyh Sait ayaklanmasında, Şeyh Sait’in haberi bile yoktur. O sırada Dicle’de
bulunmaktadır. Dicle’de iki asker öldürülüyor, ondan sonra hazırlıksız bir şekilde ayaklanma başlıyor. Şeyh Sait
ayaklanma yürütecek durumda da değildir.
Türkiye’de İngiliz etkisi 1940’lı 50’li yıllara kadar devam ediyor, hatta bu ilişkiler çok ileridir. 1941’de birçok Türk savaş
pilotları İngiltere için savaşırken ölüyor. Bunlar daha sonradan ortaya çıktı. 1950’lerden sonra ABD ve İsrail hakim
olmaya başlıyor. Yurt edinme konusunda Yahudilerin iki siyonizmi çatışıyor; Anadolu Yahudiliği ile Filistin Yahudiliği.
Anadolu Yahudileri İzmir, Manisa, Selanik, Edirne’ye kadar varan yerde yurt edinmek istiyorlar. Filistin’de yurt edinmek
isteyen, Rusya’dan, ABD’den göç edenlerden oluşan Yahudi Siyonizmi ise, Filistin topraklarını esas yurtları olarak
görüyor. Bunlar baskın çıkıyor ve İsrail kuruluyor. Anadolu Yahudileri arasında Sami Kohen’in babası da var. Anadolu
Yahudileri, Cumhuriyetin kuruluşunda çok etkinler; halen de ordu, yargı, üniversitelerde çok etkindirler.”
AKP İSRAİL İLE ÇALIŞIYOR
“AKP de İsrail ile çalışıyor. Netanyahu radikal milliyetçidir ama özellikle Olmert ve Barak AKP ile uyum içindedirler.
Kozmik oda bir görüntüdür. Bunun gerisine, arka planına bakmak gerekir. AKP tek başına yapmıyor, Erdoğan-Başbuğ
ittifakı var, arkalarında ABD var. Bugünlerde söylemeye başladıkları o “yüzyıllık” lafını benden almışlardır. Önceden
beridir diyorum bu Ergenekon’un yüz yıllık kökleri vardır. Ta 1906 yılındaki Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetlerine
dayanmaktadır. Hatta öncesinde 1876’da Abdulaziz’in idamı da benzeri bir şeye dayanır. O günlerden bu günlere geliyor.
O dönemde bunlar bütün İslam ülkelerinde ümmetçilik bağlamında örgütleniyorlar. Ilımlı İslam da Radikal İslam da
Amerika ile bağlantılıdır. ABD AKP’ye Ilımlı İslam rolünü vermiş.”
AKP ARAPLARI ILIMLI İSLAM ÇİZGİSİNE ÇEKEMEZ
“AKP, Arapları radikal İslam çizgisinden ılımlı İslam çizgisine çekmeye çalışıyor. Bunu Hamas üzerinden yapmaya
çalışıyor. Ama ben Arapları tanırım, AKP’nin bu çizgisine gelmezler, AKP de bunu beceremez. Tam bir kördüğüm söz
konusudur. İşin içinden çıkamazlar. El-Kaide’yi ve Taliban’ı da savaş döneminde Amerika örgütledi, Obama şimdi bunları
geri çekmeye çalışıyor ama baş edemiyor. Bunlar iktidara alıştılar, iktidarlarından vazgeçmek istemiyorlar. Aralarındaki
çatışma iktidar çatışmasıdır. Benazir Butto’ya yapılan saldırı bu çatışmanın sonucudur. Benazir Butto da Tansu Çiller gibi
Amerikancıydı. Afganistan’da da Hamit Karzai’yi başa getirdiler.”
CIA SALDIRISINDA ERGENEKON BAĞLANTISI
“Obama bu radikal İslam’ın olduğu yerlerde onları iktidardan düşürüp yerine ılımlı İslam’ı devreye koymaya çalışırken,
radikal İslamcılar da kendi yerlerini korumaya çalışmaktadırlar. Bu yedi CIA ajanını öldüren kişinin eşi de Türktür. Hatta
Amerika’dan beş CIA görevlisinin bu olayı soruşturmak için Türkiye’ye geldiğini radyodan gazetelerin haber başlıkları
okunurken dinledim. Buradaki Ergenekon bağlantısı barizdir. Bu, Türk Ergenekonudur. Daha önce Ankara’daki Amerikan
Elçiliği saldırısını da gerçekleştirenlere El-Kaide dediler ama Türk Ergenekon’u çıktı arkasından. Bunlar CIA ajanlarını
DERLEYEN : AZAD BADIKI
öldürecek kadar gözü karadırlar. Bu katı Ergenekoncu çizgi halen güçlüdür. Mustafa Balbay’ın günlüklerinde de geçiyor.
Özkök için biz doksandokuz onlar birdir, diyor. Ordu içinde de kısmen hala varlar.”
KÜRTLER KONUSUNDA İKİ İMHACI POLİTİKA VAR
“Kürtler konusunda iki imhacı politika var. Biri katı inkar ve imha çizgisidir. İşte Ergenekon’un, MHP ve CHP’nin dayattığı
budur. İkincisi ise PKK’siz ve Öcalansız, sırtını Irak, Amerika ve kısmen Avrupa, Talabani ve Barzani’ye dayayan,
Kuzey’den bazı sahte Kürt liderlikleri yaratarak, bunlar üzerinden sonuç almaya çalışan AKP’nin yumuşak imhacı
çözümdür. AKP’nin son yedi yıllık iktidarında gerçekleştirmeye çalıştığı budur.”
“Ben, daha önce mahkemeye verdiğim savunmamda da belirtmiştim. Ben ancak demokratik ve barışçıl bir çözüm içinde
yer alabilirim. Kesinlikle tasfiye sürecine beni katamazlar. Bizi tasfiye etmek çözümü kolaylaştırmaz. Bizim çözümümüz
demokrasidir, demokratik çözüm ve barıştır. Ben yol haritasında çözümün nasıl olması gerektiğini açıkça ortaya koydum.
Bu çerçevede çözüme varız, başka türden bir çözüme kimse beni dahil edemez.”
ŞUBAT AYI YAKLAŞIYOR…
“Cumhurbaşkanı bir programda demokratik açılım açısından önemli bir çözüm fırsatının heba edildiğini ancak henüz geç
olmadığını belirtiyormuş galiba. Çözseymiş o zaman, kendisinin işi nedir? Elini tutan mı var? Buradan Sayın Abdullah
Gül’e seslenmek istiyorum. Bizim geliştirmek istediğimiz çözüm, demokratik barışçıl çözümdür. Bunu engellemeye
çalışanlar var. İşte Şubat ayı yaklaşıyor. PKK engellemek istese bile halkın tepkisinin önüne geçemez. Bu süreyi iyi
değerlendirmek gerekir. Çok sert ve şiddetli, kanlı durumlar yaşanmasın. Halklar arasındaki gerginlikler artırılıyor.
Romanların yerlerinden zorla sürülmesi buna bir örnektir. Eğer devlete bırakılırsa bunu çok sert bir şekilde geliştirir. Eğer
bu süreçte çözüm geliştirilmezse, barışçıl çözüm dışındaki yollar güçlenir. Ben burada KCK’yi de uyarıyorum, devleti de
uyarıyorum; demokratik çözüm ve barışçıl süreç geliştirilmezse katı-milliyetçi Ergenekoncu çizgi Kürt-Türk çatışmasını
yaratır, bunlar acımasızdır, halkları birbirine boğazlatırlar. Geçenlerde halkı taradılar, halkın üzerine ateş açtılar.”
ESARET KOŞULLARINDA BİR ŞEY YAPAMAM
“Sayın Cumhurbaşkanının bunları iyi görmesi gerekir. Eğer çözümde samimiyseniz, ciddiyseniz, bu süreyi iyi
değerlendirmeniz gerekiyor. Yok biz tasfiyeyi, imhayı dayatacağız diyorsanız, PKK kendini çok iyi bir şekilde koruyabilir,
yaşatabilir, bu savaşı uzun süre yürütebilir. Bunun önüne geçmek için diyalog yolunu başlatmalısınız. İşte Sönmez
Köksal da söylüyor, diyalogun binbir türlü yolu var; illa benimle olmayabilir, doğrudan olmayabilir. Yeter ki ciddiyet olsun.
Benim rol almam isteniyorsa bu koşulların değiştirilmesi gerekiyor. Bu esaret koşullarında ben bir şey yapamam.”
ERGENEKONCU KANADIN PARLAMENTODAKİ ZANLILARI, CHP VE MHP
“İmhacı-İnkarcı çizgi 5 Kasım 2007’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bush’la görüşmesiyle sona erdi. Katı milliyetçi sert
Ergenekoncu kanat, bunların bir kısmı Silivri’de bir kısmı da parlamentodadır. MHP ve CHP bunların parlamentodaki
zanlılarıdır. MHP, CHP, Eruygur bu kanattadır. Bunlar katı fiziki inkâr ve imhada ısrar ediyorlar. Baykal ve Bahçeli’nin kişi
olarak bir güçleri yoktur, dayandıkları güçler vardır. Bunların uluslararası bağlantıları da vardır. Bahçeli Çin’e bir geziye
gitmişti. Levent Ersöz de yakalanmadan önce Moskova’dan gelmişti. Tuncer Kılınç’ın da bir demeci vardı, İran ile ittifaka
ilişkin, İran’a dayanıyorlar. MHP, CHP ikisi de milliyetçidir. Biri katı milliyetçi, diğeri ulusalcı milliyetçidir.”
BDP’NİN BOŞLUĞU DOLDURMASI GEREKİR
“CHP ile solculuk olmaz. BDP’nin bu boşluğu doldurması gerekir. BDP’nin anti faşist tüm sol kesimleri, radikal
demokratları kapsaması lazım. Demokrat Müslümanlar da yer alabilir. Türkiye’nin sorunlara yaklaşımda üç temel çizgi
var; biri katı milliyetçi Ergenekoncu çizgi, ikincisi AKP, ABD, kısmen Avrupa ve Talabani ile Barzani’nin içinde olduğu
yumuşak tasfiye çizgisi. Üçüncüsü ise radikal demokratların çizgisi.”
BDP TÜRKİYELİLEŞMELİ
“BDP Türkiyelileşmeli, Türkiye’nin tüm sorunlarını ele alan bir perspektifle çalışmalarını yürütmelidir. Daha önce de
söylemiştim, feminist çevreler, çevreciler demiştim. Çeşitli kesimlerden bahsetmiştim. BDP çok renkli olmalı, Türkiye’nin
renkliliğini yansıtmalı. Ben bunun için üç ilkeden bahsetmiştim; demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, bunun içinde
Kürdistan’da var, inkar edilmiyor. Ve demokratik ulus. CHP ve MHP’nin katı milliyetçi ulus anlayışına karşı demokratik
ulus. Bu ilkeler etrafında biraraya gelebilirler. Bunların temsil güçleri yüksek olmalıdır.”
DTK DEMOKRATİK KÜRT TOPLUMUNUN İNŞAASI İÇİN UĞRAŞIR
“DTK, demokratik Kürt toplumun inşası için uğraşır. Tamamiyle yasalara uygun çalışmalar yapar; Kürt toplumunun
ihtiyaçlarına uygun çalışmalar yapar. Spordan tutalım sağlık, sanat, folklor, çevre, kadın, kültür v.s. tüm alanları
demokratik anlayışla örgütler, çalışmalar yapar. DTK tamamen yasalara uygun ve sivildir. Çalışmalarını da buna göre
yürütür. Mevcut tutuklamalar siyasidir, bilinçlidir, hukuki olmaktan uzaktır.”
BEN KONUŞMAZSAM ÇATIŞMALAR OLUR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Ben burada görüşlerimi iletiyorum. Ben konuşmazsam çatışmalar olur, kan gövdeyi götürür. Ben bunların önüne geçmek
için görüşlerimi dile getiriyorum. Bin yıllık kardeşiz diyorlar, ben de kardeşlik için, barış için konuşuyorum. Devletin
bütünlüğüne, birliğine karşı değilim, bu yönlü bir tutumum ve konuşmam yoktur. Kürt sorununun barışçıl demokratik
çözümü içindir söylediklerim.”
KADINLAR KENDİLERİNİN GELİŞTİRMELİ
“Kadının özgürlüğü, benim çalışmalarımın temelidir, esasıdır. Kadın dünyada ve Ortadoğu’da motor güçtür. Kadın
meselesi tam anlaşılmamış herhalde, suistimal ediliyor. Benim kadın özgürlüğü konusundaki çözümlemelerim doğru
anlaşılmalı, doğru hayata geçirilmelidir. Kadınlar kendilerini geliştirmelidir. Bu temelde bütün kadınlara selamlarımı
iletiyorum. Diyarbakır ve Kars halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
13.01.2010
Tarihli Görüşme Notu
İmralı'daki tutuklular Öcalan'la birlikte eylemde
Öcalan, İmralı Cezaevi'ne getirilen 5 mahkumla birlikte 12 Ocak tarihinden itibaren cezaevindeki şartlar düzeltilinceye ve
tüm haklar verilinceye kadar ortak görüşe çıkmama kararı aldıklarını açıkladı. Öcalan, 'Bundan sonra bu durumlar
düzeltilmeyene kadar ortak görüşe çıkmayacağım' dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede İrlanda'yı değerlendiren
Öcalan, 'Kürdistan ile İrlanda arasında benzerlikler var. İrlandalılar bizi daha iyi anlayabilir. Benim İrlanda hakkında da
bazı çalışmalarım var' dedi.
Öcalan, şöyle devam etti: 'Daha önceki problemlerden farklı olarak yeni yerde nefes alma sorunu, uykusuzluk durumu
var. Hiç doğru dürüst uyuyamıyorum. Uyku ciddi bir problem. Yeni yapılan yer ustalıkla ve bilinçli olarak yapılmış, sistemli
bir yerdir. Çok özel ve bilinçli olarak ve ince planlamayla yapılmış bir yerdir. Çok masraf edilmiş, bundan sonra bunun
düzeltilme durumunun olacağını da zannetmiyorum. Kendimi 15 metre derinlikte bir kuyunun dibinde gibi hissediyorum.
Nefessiz kalıyorum, uyuyamıyorum. Dün de uyuyamadım. Odanın havalandırmasını pencereyi açarak sağlıyorum.
Havalandırmada oturamıyorum. Havalandırma yeri yüksekçe beton duvarlardan oluşan ve sadece beş ile yedi metre
uzunluğunda olan bir alandan oluşuyor. Eski havalandırmadan daha küçük. Üstü de tam açık değil. Sadece orada
yürüyebiliyorum. Ancak derinliğin etkisiyle basınç yüksek.'
YÖNETMELİĞİ DAHİ UYGULAMIYORLAR
'Boğazımdaki akıntı devam ediyor. Havalandırmada diğer arkadaşlarla bir araya gelemiyorum. Haftada on saat görüşme
hakkımız varken haftada sadece bir saat görüşebiliyoruz. Bakanlığın açıklaması uygulanmıyor. Bugüne kadar toplam
dört kez görüştüm. Ancak son görüşmede görüşme süresini elli dakikaya indirdiler. Bakan'ın açıkladığını bile burada
uygulamıyorlar. Mevcut yasa ve yönetmeliklerini dahi uygulamıyorlar. Eğer doğru dürüst bunlar uygulanmayacaksa
görüşmenin ne anlamı var. Biz de dün arkadaşlarla durumu değerlendirdik. Bu şartlar düzeltilinceye ve tüm haklarımız
verilinceye kadar ortak görüşe çıkmama kararı aldık. Bundan sonra bu durumlar düzeltilmeyene kadar ortak görüşe
çıkmayacağım. Diğer arkadaşlarla görüşürken arkamızda iki yetkili önümüzde iki yetkili duruyor. Havalandırmada
görüştürülmüyoruz. Kısa bir süre öncesine kadar burada Kürtçe konuşma yasağı vardı. Fakat bu yasak yönetmelikle
kaldırıldı ancak biz henüz Kürtçe konuşmayı hiç denemedik. İzin verip vermeyeceklerini bilmiyoruz. Denersek izin verilip
verilmeyeceği ortaya çıkar. Buradaki şartlar çok zor, diğer arkadaşların önceki yerlerine göre çok daha ağır şartlar. Ben
bu şartlara alışkınım, yine dayanırım ama arkadaşlara yazık ediliyor. Avukatlarım ve ailem dışında diğer buradaki
yetkililerle konuşma şansım yok. Yemek verirlerken bile yemeği koyup sonra tabağı alıyorlar, aramızda hiçbir konuşma
geçmiyor. Burada kural dışı hiç bir şey olmuyor. Odamın dışında jeneratör çalıştırılıyor sürekli ses çıkarıyor. Bu da beni
çok rahatsız ediyor.'
MANİFESTO AYDINLARDAN OLUŞUYOR
Makalesini yayınlayan İl Manifesto gazetesine de değinen Öcalan, 'İl Manifesto gazetesi yazarları aydın kişilerden
oluşuyor. Nitelikli yazarlardır, biliyorum' dedi. Öcalan, şöyle devam etti: 'Felsefede tekillik ve evrensellik meselesi,
kavramları var. Ben tekillik ile evrensellik arasında bir bağ kuruyorum. Tekilliklerin önemli olduğunu ama her tekilliğin
evrensellikle bir bağının olduğunu belirtiyorum. Evrenselliğin de tekillikle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bunlar
birbirleriyle karşıt şeyler değil ilişkili olan durumlar. Mesela İrlanda'nın bir tekilliği var, Kürdistan'ın da bir tekilliği var. Ama
her ikisinin de evrensellikte buluşan mutlaka bağları var.'
HÜCRE CEZASI ONAYLANDI
'Daha önce verilmiş olan 20 günlük hücre cezası onaylandı. Onaylandığına dair karar tarafıma tebliğ edildi. Ancak
kararın ne zaman uygulanacağını bilmiyorum. Herhalde yakında uygulamaya koyarlar. Yine 160 sayfalık savunmamın,
Yol haritasına ilişkin kısmının AİHM'e gönderilmesi için talepte bulunmuştum. Gelen cevapta AİHM'e gönderilmeyeceğini
DERLEYEN : AZAD BADIKI
belirtmişler. Bu savunmamın eğitim, propaganda ve talimat içerdiği gerekçesiyle gönderilmeyeceği belirtilmiş. Bu doğru
değil. Ben kimseye talimat vermiyorum. Eğitim deniliyor ama benim zaten bütün savunmalarım birer eğitimdir. Ben
buradan kimseye talimat vermiyorum, bunu doğru da bulmuyorum. Bu esaret koşullarında, bir hükümlü koşullarında bunu
yapmam mümkün değildir, bu durumda bunu yapmayı ahlaki de bulmuyorum. Ancak görüşlerimi ifade etmeye devam
edeceğim. Kimse benim düşüncelerimi ifade etmemi engelleyemez. Ölümüm pahasına bile olsa görüşlerimi söylemeye
devam edeceğim. Benim burada yaptığım tespitler talimat değil, bir sosyolojik çözümlemedir, sosyolojik tespitlerdir.'
TASFİYEYİ AKP YÜRÜTÜYOR
'Kürtlerin islami özelliğinden yararlanarak politika yapıyorlar, otuz yıldır böyle. 1970'lerde Refah Partisiyle şimdi de AKP
ile bu politikaları yürütüyorlar. Numan Kurtuluş da aynı anlayıştadır. CHP ve MHP'nin Kürtler içinde maskesi düşmüş,
deşifre olmuştur. Kürtler AKP ile kontrol edilmek isteniyor. CHP ve MHP'nin katı– ulus milliyetçi tasfiye anlayışını AKP
daha yumuşak, ılımlı ve ince yöntemlerle sürdürüyor. Bu çok daha tehlikelidir. Amaç özünde aynıdır, tasfiyedir. Aslında
2002'den bu yana AKP ile MHP ve CHP arasında örtülü bir anlaşma var. Sözde ve sahte bir muhalefet var, ben
muhalefet güçsüzdür demiyorum.'
BEN ARADAN ÇEKİLECEĞİM
'Buradaki koşullarımın ağırlığından çok anlaşılmamak beni zorluyor. İrlandalılar inatçı olurlar Kürtler de çok direngen bir
halktır ama başlarına nasıl bir tezgahın örüldüğünü tam anlayamıyorlar, bunun farkında değiller. Ben Şubat-Mart'tan
sonra ne gelişir bilemiyorum. Savaşsınlar, barışsınlar demiyorum, talimat vermiyorum, ne yaparlarsa kendi kararlarını
kendileri vermelidir. Kürtler kendi onurlarını korumayacaklar mı, kendi haklarından vaz mı geçecekler onlar karar
verecekler. Öyle anlaşılıyor ki operasyonlara daha da yoğunluklu devam edecekler, tasfiye planı devrededir. Üzerimize
daha da gelecekler. Her açıdan üzerimize gelecekler, bizi nefessiz bırakacaklar. Arkasından da askeri operasyon
gelebilir. İşte Şubat ve Mart ayları geliyor. Ben nötr hale geleceğim aradan çekileceğim. Eğer çözüm için gelirlerse ben
burada her zaman katkı sunmaya hazırım.'
HALKIMIN ÜMİDİ İÇİN YAŞAYACAĞIM
'Daha önce burada bana yönelik bazı olumsuzluklar yaşandı, provokasyon yaratılmaya çalışıldı. İşte üstüme çullandılar.
Ben tepki verdim. Neden yapıyorsunuz dedim. Ancak onlar tavırlarından geri adım atmadılar. Karşılık verseydim belki
beni öldürebilirlerdi de. Neden karşılık vermedim? Çünkü ölmek iyi bir şey değil. Ben burada kendim ölümüme sebebiyet
vermeyeceğim, kendi hayatımı sonlandırmayacağım ama onlar öldürürse öldürebilirler. Halkımın moralini yüksek tutmak,
halkımın barış ve özgürlük ümidini korumak için daha fazla yaşamaya çalışıyorum.'
AVRUPA'DA BİREYCİLİK HAKİM
'Avrupa'da bireycilik çok hakim. Tabi ben burada bireyi kastetmiyorum, bireycilikten bahsediyorum. Çözümün
gelişmemesinin, toplumsal sorunların çözülememesinin temelinde herkesin fazlasıyla ulus-devlete bulaşması
nedeniyledir. Ben Marksizmin başarılı olamamasının temelinde ulus-devlet çözümlemesinin önemli rol oynadığını
düşünüyorum. Ulus-devlet anlayışı kapitalizmin, kapitalist modernitenin sonucudur. Sol bunu iyi anlayamadı. Biz sol,
sosyalist ve ezilenler olarak bunu pek anlayamadık. Reel Sosyalizmin çöküşünün temelinde de bu anlayış yatıyor.
Rusya'da Lenin, Çin'de Mao dahil hepsi aynı hataya düşmüşlerdir. Bunu iyi anlamak gerekir. Ki bugün Çin olmadan
Amerika yaşayamıyor. Sendikalar, bazı işçi kuruluşları gibi birçok kurum aslında kapitalizme hizmet ediyorlar. Ben
Marks'ın sınıfa karşı sınıf çözümlemesini doğru bulmuyorum. Sınıfa karşı sınıf değil, sınıfa karşı ya da kapitalizme karşı
toplum diyorum. Toplum derken herhangi bir bölümünü kastetmiyorum. Toplumun genelini kastediyorum. Ben toplum
olmadan birey olmaz diyorum. Birey toplumla anlam kazanır. Ben çözüm olarak bireyin toplumla evrensel olarak
birbirleriyle buluşmasında görüyorum. Ama bu söylediğim enternasyonalizm değil.'
YAPTIĞIM GRAMCİ'NİN GÜNCELLENMİŞ HALİ
'Avrupa tekilliği esas alıyor. Bu tek başına eksiktir, yetersizdir. Benim önerdiğim ne Avrupa tarzı tekilcilik ne de Reel
Sosyalizmdeki gibi enternasyonalizmdir. Yine benim önerdiğim ne iktidar, ne federal ne de klasik konfederal sistemdir.
Benim önerim tekillikle evrenselliği buluşturan anlayıştır. Biz buna demokratik komünalite diyebiliriz. Bu anlayış gereği
demokratik ulus, demokratik vatan kavramları kullanılabilir. Bu anlayış iktidar ve devleti hedeflemiyor, iktidar ve devlete
bulaşmıyoruz. Ben bu anlamda sosyalizm diyorum. Benim bu anlayışım Kürdistan'a biraz yerleşmiştir. Kürtlerin çok
ezilmelerine, katliamlara uğramalarına rağmen yine de bu anlayış Kürtler arasında biraz gelişti. Herkes ulus-devlete
bulaştığı için çözüm gelişemiyor. Güney'de de bu nedenle bir katliam gelişebilir, katliama uğrayabilirler, uyarıyorum.
Talabani ve Barzani'yi de bunun için uyarıyorum.Gramci biliniyor o da on yıl hapiste yattı. Düşüncelerine değer
veriyorum. Benim aslında burada yaptığım Gramci'nin yeni ve güncellenmiş halidir.'
TÜRKİYE'DE KURUMSAL FAŞİZM VAR
'Türkiye'de bir kurumsal faşizm var. Benim şu anda içinde tutulduğum cezaevi koşulları da bu kurumsal faşizmin
ürünüdür, devam ettiğini gösteriyor. Bu kurumsal faşizm yüz yıldır değişmeden bugüne kadar geldi. İttihatçıların
1906'daki faaliyetlerinden bu yana kurumsal faşizm var Türkiye'de. Bugünkü temsilcileri MHP ve CHP'de kendini ifade
ediyor. Bu anlayış katı ulusalcı ve milliyetçi bir çizgidir. Ne MHP ve CHP'nin çizgisindeki bu katı ulusçuluk ne de AKP'nin
İslamcı hegemonyası diyoruz. Biz her ikisini de reddediyoruz ve doğru bulmuyoruz. Türkiye'de halen katı ulusalcımilliyetçi-laik çizgideki hegemonik güç ile Türk İslam sentezini savunan hegemonik güç var. Üçüncü bir yolu doğru
buluyorum. Bu üçüncü yol da bizim defalarca ifade ettiğimiz demokratik yoldur; Demokratik konfederalizm, demokratik
cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik ulustur.'
BENİ GLADİO TESLİM ETTİ
'Benim buraya getirilmeme de İtalya Gladiosu gibi diğer gladiolar etkili oldu. İngiltere'deki MI6, Yunanistan Gladiosu etkili
oldu. İngiltere yoğun olarak işin içindeydi. Bunları iyi bilmek gerekir. İşte Türk Başbakanı ile İtalya Başbakanı kendilerini
kardeş olarak ilan ediyorlar. Bu iki ülke üzerinden kapitalist bir evlilik yaratılmak isteniyor. Bu İtalya ve Türkiye üzerinden
kapitalizmin bir model yaratmaya yönelik politikasıdır. Türk Gladiosu Ergenekon da ittihatçıların bir devamıdır. İtalya
kendi gladiosunu 1990'larda dağıtmayı başardı. Ancak Türk Gladiosu-Ergenekon ise halen dağılmış değil. Şu anki
Ergenekon davası Ergenekon'un tamamı değil, çok küçük bir kısmıdır. Cezaevindeki arkadaşlara, Halkımıza selamlarımı
iletiyorum.' ANF
13 Ocak 2010 tarihli Görüşme Notu'dur
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Benim için önemli olan halkın
özgürlüğüdür
Avukatlarıyla görüşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan "Bu sorun bir şahıs temelinde kilitlenmemelidir. Bu sorun
toplumsal bir sorundur, siyasi bir sorundur. Bir halkın özgürlük, kimlik sorunudur. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Önemli
olan bireysel durumum değildir. Benim için önemli olan halkımın ve cezaevindeki beş bin arkadaşımın durumudur,
onların özgürlüğüdür. Benim koşullarımın düzelmesi veya özgürlüğüm ancak ondan sonra sözkonusu edilebilir" dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında önemli mesajlar verdiği öğrenildi.
ORTAK GÖRÜŞE ÇIKMADIK
Geçen hafta ortak görüşe çıkmamak yönünde aldıkları eylem kararının sürdüğünü ifade eden Öcalan, "Ortak görüşe
çıkmadık, eylemimiz devam ediyor. Haftada on saat olan ortak görüş hakkımız bilindiği gibi 1 saat uygulanıyordu, bir saat
görüşebiliyorduk. Ortak görüşe çıkmamak benim için sorun değil, ben zaten bu durumlara alışığım. On bir yılı tek başıma
burada geçirdim. Zaten kimseyle de görüştürülmüyordum, öyle bir hak da verilmedi. Ben burada kendime yetiyorum ama
arkadaşlara üzülüyorum. Onlara da yazık oluyor. Onlar bu duruma dayanır mı bilemiyorum. En son ortak görüşme 1
saatten 50 dakikaya indirildi. Bu koşullarda bu görüşmeleri sürdürmek, devam ettirmek anlamsız. Biz de bu nedenle ortak
görüşe çıkmama kararı aldık. Biz burada kendimize dair farklı bir şey istemiyoruz. Sadece kendi kanunlarını
uygulamalarını istiyoruz. Anlam veremiyorum bazen, hayret ediyorum bunlara. Ne kadar basit yaklaşıyorlar, kendi
kanunlarını bile uygulamıyorlar, kendi kanunlarına bile saygıları yok. Diğer taraftan bizim uymamızı istiyorlar. Esefle
karşılıyorum." diye konuştu. Öcalan, şu hususlara dikkat çekti:
TELEVİZYONU PAZARLIK KONUSU YAPIYORLAR
"Çok yakın bir zamanda cezaevi müdürüyle de görüştüm. Bana uslu durmam halinde, konuşmamam halinde televizyon
vereceklerini söylediler. Yani çok konuşma, uslu dur diyorlar. Tabi ben bu basit yaklaşımlara karşı çok öfkeleniyorum.
Onlara da söyledim. Ben çok onurlu bir insanım, ilkelerime bağlıyım. Onurum için yaşıyorum. Bana bu kadar basit
yaklaşamazsınız. Beni bir televizyonla kandıracaklarını zannediyorlar, hayret bir şey! Bu kadar basit mi bu sorunlar? Bu
kadar mı ciddiye alınıyor? Burada on yıldır ellerinde tuttukları bir televizyon var ancak vermiyorlar. Bu hakkı çok
gördükleri gibi bir de pazarlık konusu yapıyorlar. Herhalde beni bizden kaçan bazı şahıslarla karıştırıyorlar. Alışmışlar
tabi. Birkaç küçük şeyle bunları kandırdıklarından bize de bunu yapabileceklerini zannediyorlar. Ama ben bunlara
gelmem. Ben ilkelerime, onuruma, kimliğime laf söyletmem. Bunlar benim için önemli değerlerdir. Biliniyor geçmişte bu
yöntemlerle birçok insanı düşürdüler. Burada da beni düşüreceklerini zannediyorlar aynı yöntemlerle. Bu kadar basit, bu
kadar sıradan bir yaklaşım olamaz. Bunlar ne zannediyor, gerçekten şaşırıyorum ve kızıyorum. Ben bu kadar ucuz
pazarlıklara gelmem, gelebileceğimi nasıl düşünürler? Biz burada kendi koydukları kanunlarının uygulanmasını istiyoruz,
fazlasını istemiyoruz."
AKP FAŞİST PARTİDİR
"AKP’nin gerçek yüzü budur. Bu gerçeğin de herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. Beni burada “terörist” vb. sıfatlarla
suçlayarak bu işin içinden çıkamazsınız. AKP bütün bu politikaların sorumlusudur. Bir televizyonu bile pazarlık konusu
haline getirecek kadar küçük düşünüyorlar. Devlet adamlığı, devlet ciddiyeti bu değildir. Böyle ucuz yaklaşımlarla olmaz.
Hükümet olmak, devleti yönetmek böyle olmamalı. Gerçekten hayret ediyorum, şaşırıyorum, esefle karşılıyorum. Biz
aşağılık mıyız, bu tür ucuz oyunlara gelelim. Ben aşağılık mıyım, arkadaşlarım aşağılık mı, halkımız aşağılık mı ki bu tür
ucuz oyunlara gelsin. İşte AKP’nin zihniyeti budur. Ben tasfiye tanımını o yüzden yaptım. Faşist zihniyet, faşizm budur.
Bunların bu zihniyetinin görülmesi, anlaşılması gerekiyor. Herkesin de bu konuda uyanık olması gerekiyor. Halkımızın
bunları iyi görmesi gerekiyor. Bunlara oylarını bile çok görmelidir. Kürtler kendi birliklerini sağlamalıdırlar. AKP’nin
oyunlarına gelmemelidirler. İşte AKP Kürtleri aç bırakarak ardından bölgeye yardım, kredi şeklinde “yatırımlar” adı altında
Kürtleri kendilerine bağlamaya çalışıyor. Kürtler bunlara tenezzül etmemelidir, bu tür oyunlara gelmemelidir. Sonuçta
kaybedenler, ölenler yine halkımız olacak. Bunlar böyle bilinmelidir. İşte bu nedenle çok kızıyorum, herkese
öfkeleniyorum, halka da öfkeliyim, bunları sadece Kürtlere demiyorum, Türk halkına da diyorum; niye bu tür küçük
oyunları fark etmiyorlar, böyle bir zihniyete niçin oy veriyorlar, böyle bir zihniyete tek bir oy vermemeliler. AKP tüm bu
oyunları oynarken bir taraftan da Baykal ve Bahçeli’nin ulusalcı-milliyetçi-katliamcı yönünü gösterip bize razı olun
diyorlar.”
AKP’NİN TEK DERDİ İKTİDARININ SÜRESİNİ UZATMAK
“Daha önce de belirttim CHP ve MHP’nin ulusalcı-milliyetçi-katliamcı yönünü gösterip “bak bunlar gelirse sizi öldürürler,
size yaşam şansı bile tanımazlar” diyerek, bu tehditleri bize gösterip, “AKP’ye razı olun” diyorlar. Açıkça Baykal-Bahçeli
eliyle ölümü gösterip kendileriyle sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Bizim önümüze konulan konsept budur; ölümü
gösterip sıtmaya razı olun diyorlar. Bu ulusalcı-milliyetçi yaklaşımla Sünni- siyasal İslamcı yaklaşım arasında bir fark yok.
Geçmişte uygulanan ulusalcı-milliyetçi faşizmdi. Şimdi AKP eliyle uygulanan ise Sünni-siyasal İslamcı faşizmdir.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Halkımız içinde durum budur. Kürtler, halkımız geçmişte ulusalcı-milliyetçi politikalarla kandırılıp yönetiliyordu, oyları
alınıyordu. Şimdi ise AKP eliyle Sünni-siyasal İslamcı politikalarla kandırılmaya çalışılıyor. Biliyorsunuz Kürtlerin büyük
çoğunluğu Sünni’dir. AKP de bu kimliği kullanıp halkımızı bu yönüyle sömürmeye çalışıyor. Biliyorsunuz özellikle Urfa’da
da aynı oyunlar devamlı tekrarlanmaktadır. Tabi bütün bu politikaların arkasında İngiltere var, ABD var. Bu politikalarla
amaçlanan Türkiye bölge ülkeleriyle yüksek güvenlikli anlaşmalar yapacak, Güney’deki güçlerle birlikte PKK’yi
sıkıştıracak, bölgesel baskı altına alacak, Türkiye’de de AKP eliyle Kürtler kandırılıp sorun çözülmeye çalışılacak.
AKP’nin burada tek derdi işte bu bilinen güçleri arkasına alarak ömrünü uzatmak, biraz daha fazla oy almak, iki üç
dönem daha iktidarını sürdürmektir. AKP yedi yıldır yaptığı gibi yedi yılı nasıl geçirdiyse bundan sonrasını da bu şekilde
bu yöntemlerle geçirmeye çalışacak. Tek derdi iktidarının süresini uzatmaktır."
DERSİMLİLER HESAP SORMALI
"İşte bütün bu tehlikeler iyi görülmelidir. BDP de bunları iyi görmelidir. İşte tarihinizi bileceksiniz ki sizi bekleyen tehlikeleri
göresiniz. Hakeza Diyarbakır için Dersim için de durum aynıdır. Siz Dersimliler, aleviler kendi tarihlerinizi iyi bilmelisiniz.
Her önüne gelen Dersim için alevilik için konuşmamalı. Birçok alevi kurum örgütlenmeleri var ancak hepsinden farklı
sesler çıkıyor, hepsi farklı farklı şeyler söylüyor. Ortak noktalarda buluşamıyorlar. Kendilerinin doğru temsiliyetini
sağlayacak örgütlenmelerini ve doğru öncülerini ortaya çıkarabilmeliler. İşte geçen gün radyodan dinledim; Kemal
Kılıçdaroğlu’na soruyorlar; “Onur Öymen ile aranızdaki buz dağı eridi mi?” diye. Kılıçdaroğlu da cevaben “aramızda buz
dağı yoktu ki erisin” diyor. İşte görüyorsunuz bir de bu haliyle kendisine Dersimliyim, aleviyim diyor, kendisini böyle
tanıtıyor. Temsil ettiğini iddia ediyor ancak kendi değerlerine bile sahip çıkmaktan aciz. Siz Dersimliler de bunlardan ders
çıkarıp, bu anlayışlardan hesap sormalısınız. Bu anlayışın üzerine gitmelisiniz. “Bizi kandıramazsınız” diyebilmelisiniz.
Tepkiniz bu konuda oldukça sert olmalıdır, tavrınız net olmalıdır."
SORUN BİR HALKIN ÖZGÜRLÜK SORUNUDUR
"Ben aslında bugün barış konusunda da birşeyler söylemek istiyorum. Bana karşı olan yaklaşımları da eleştirmek
istiyorum. İşte devlet tarafı beni “terörist” vb. sıfatlarla göstermeye çalışıp sorunu çarpıtıyorlar. Bizimkiler de Kürt tarafı da
benim sağlık durumumu, buradaki koşullarımı ileri sürüp benim adıma eyleme geçiyorlar. Benim koşullarımın kötü
olduğunu ileri sürüp benim adıma eylemler yapıyorlar. Bu tarz yaklaşımları kabul etmediğim gibi ucuz da buluyorum hatta
çok öfkeleniyorum bu yaklaşımlarına. Beni taklit ederek benim buradaki koşullarımı, koşullarımın ağırlığını ileri sürerek,
bunları bahane ederek hareket edemezsiniz. Tamam biliyorum onlar için anlam ifade edebilirim ancak bu sorun bir şahıs
temelinde kilitlenmemelidir. Bu sorun toplumsal bir sorundur. Siyasi bir sorundur. Bir halkın özgürlük, kimlik sorunudur.
Bunun böyle bilinmesi gerekir. Ben bu tarz yaklaşımlara değer vermem. Ben politik yönelimlere, yaklaşımlara, siyasi akla
değer veririm, bu yaklaşım tarzını önemserim. Sorunumuz siyasal, sosyal bir sorundur. Bu tarz siyasal meseleler de
siyasal akıl, siyasal yöntemlerle çözülür. Budur politik-siyasi yaklaşım. Bu durum böyle bilinmeli. Gidilen her yerde ben
böyle anlatılmalıyım. İşte benim koşullarım tartışılıyor, bunun üzerinden eylemler yapılıyor. Bu tarz bir yaklaşım
oynanmak istenen oyunlara araç olmadır. Böyle yapılırsa benim üzerimden oynanan oyunlara araç olursunuz.”
GEREKİRSE AVUKATLARIMI DA REDDEDER GÖRÜŞLERE ÇIKMAM
“Ben tekrar belirtiyorum, önemli olan bireysel durumum değildir. Benim için önemli olan cezaevindeki beş bin
arkadaşımın ve halkımın durumudur, onların özgürlüğüdür, benim koşullarımın düzelmesi veya özgürlüğüm ancak ondan
sonra sözkonusu edilebilir. Beş bin arkadaşım cezaevindedir yine halkımızın durumu, yaşadıkları ortadadır. Beş bin
arkadaşım ve halkımızın durumu ne kadar iyiyse benim durumum da o kadar iyidir. Benim durumum onların durumuna
bağlıdır. Onlar nasıl yaşıyorlarsa benim durumum da öyledir. Ben bu soruna böyle yaklaşıyorum, böyle ele alıyorum.
Herkesin de bunu böyle bilmesi gerekir. Diyelim ki durumumu iyileştirdiler ama halkımın ve arkadaşlarımın durumu kötü
olduktan sonra benim bireysel durumumun burada hiç bir anlamı, hiç bir değeri olmaz. Halkımız bu tarz bir önderliği
kabul etti ben de halkımızın bana yaklaşımını böyle anladım. Benim demokratik önderlik anlayışım budur. Beni bu
şekilde herkese anlatmak zorunluluğu vardır. Bu anlamayla alakalıdır. Benim anlayışımda, ilişkilerimde anlamaya dayalı
bir yaşam söz konusudur. Anlamaya dayalı bir yaşamı yaratmak zorundayız. Anlayan insan özgürleşen insandır.
Özgürleşen insan ise güzelleşir, güzel insandır. Güzelleşen insan da hayattan zevk alır. Özgürleşmeyle güzelleşen insan
anlamlı bir yaşamın sahibi olur. Daha önce de söyledim anlaşılmazsam herkesi sert eleştireceğim. Gerekirse
avukatlarımı da reddederim, görüşlere çıkmam."
PRATİK ÖNDERLİK YAPAMAM
" Bu koşullarda pratik önderlik yapılamaz, talimat verilemez. Bunu ne ahlaken doğru buluyorum ne de kanunen doğru
buluyorum. Bu yaklaşım ne ahlakidir ne de kanunidir. Ben bu hakkı kendimde görmüyorum. Pratik önderlik yapmaya ne
koşulum var, ne zamanım var ne de yaşım başım müsait buna. Tabi otuz kırk yıllık siyasi tecrübem var. Burada on yıllık
hatta on bir yıllık sosyolojik düşünsel derinleşmem var. Bütün bunlar paralelinde görüşlerimi, eleştirilerimi dile
getirebilirim. Ancak bunu da bana çok görüyorlar, konuşma diyorlar. Ben buradakilere de söyledim; onurlu bir insanım,
buradaki duruşum onurlu bir duruştur. Bana burada 12 kezdir hücre cezası veriyorlar. Beni bu şekilde disiplin cezalarıyla
da sindirmeye çalışıyorlar, ben bunlara gelmem. Beni öldürebilirsiniz de ben bundan da korkmam ancak bana konuşma
diyemezsiniz.”
HALKIMIZIN DEĞERLERİNİ HAK EDEN BİR ŞEKİLDE YAŞAMAYA ÇALIŞIYORUM
“Ben burada bir hükümlüyüm. Bunun da çok iyi farkındayım, bu durumumun bilincindeyim. Bir hükümlü olarak burada
arkadaşlarıma, halkımıza layık bir şekilde son yürüyüşümü tamamlayacağımı belirtebilirim. Tek amacım budur. Ancak
bunları yapabilirim buradan. Halkımıza karşı sorumluluğum gereği kendimi yaşatmak zorundayım, bunun için bu ölümden
beter koşullara dayanmaya çalışıyorum. Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin direnişini biliyorsunuz. Mazlum kendini feda
etti, Kemal ve Hayri ölüm orucunda yaşamlarını yitirdiler. Ben bu arkadaşların anılarına saygılı olmak zorundayım,
onların anılarını yaşatmak zorundayım. Onlar çok cesur insanlardı. Ben açık söylüyorum, onlar kadar cesur da değilim.
Belki sıradan biriyimdir, çok abartılacak biri olmayabilirim de. Ancak bildiğim tek şey var, burada onurlu, kişilikli, halkımızı
ve değerlerimizi hak eden bir şekilde yaşamaya çalışıyorum. Benim buradaki mücadelem en basit en çıplak haliyle
nefsimi koruma mücadelesidir, nefsime sahip çıkma mücadelesidir. Bu konuların bu şekilde bilinmesi gerekiyor."
TERÖR DEĞİL SAVAŞ VAR
“Bütün bu zor koşullarımıza rağmen barışı getirmeye çalıştık. Bunun çabasını yürüttük. Ancak olmadı, bunu başarmak
isterdik, başaramadık. 2010 yılının başlarında olmamız vesilesiyle bu konuya değinmek istiyorum. Aslında barışa giden
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yolda yapılması gerekenler belliydi, çok basitti. Yine belirtiyorum gözyaşlarının dinmesi iki kelimeye bakar. İnsanların
gözyaşları iki kelimeyle biter aslında.: Barış görüşmeleri. Yakınlarını kaybeden aileler bu iki kelimeyi dillendirerek bu
sorunun çözümünü Hükümete dayatabilirler. Bu kadar basittir gözyaşlarını dindirmek. Tekrar 2010 vesilesiyle
Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Genelkurmay Başkanı’na, Emniyete, İstihbarata sesleniyorum. Barış için herkes üzerine
düşen görevi gerçekleştirmelidir. Bu devlet olmanın, devlet ciddiyetinin gereğidir. Bu sorunun çözümü o kadar da zor
değil. Bu konuda açık-net görüşlerimiz oldu. Çok da zor değildi bu adımları atmak ancak nedense hiç görülmedi
çabalarımız. Ben burada bütün dünya deneyimlerini, barışa giden yolları inceledim, bütün bu çalışmalarımın neticesinde
“ülkemizde barışa nasıl gidilir?” Konusunda görüşlerimi yazdım, belirttim, çabaladım. Ancak bu çabalarımız dikkate
alınmadı. Bu dikkate almama yaklaşımı karşısında da esef duyuyorum. Kırk elli bin insan öldü deniyor, her iki taraftan
toplam kırk elli bin insan öldü. Ancak bunlardan ne kadar sonuç çıkarıldı? Bunu “terör” diyerek açıklayamazsınız.
İnsanları bu türden tabirlerle kandıramazsınız. Yaklaşık elli bin insanın öldüğü bir yerde “terör” değil savaş vardır. Başka
ülkelerde bu kadar kayıp verilse masaya oturulur, konuşulur, çözüm yolları tartışılır. Ben illa ki bu konuda benimle de
konuşun, görüşün demedim. Değişik adresler, değişik yöntemler gösterdim, tespitler yaptım bu konularda ancak bunlar
da dikkate alınmadı. Geçenlerde radyodan dinledim.”
HAKLARIMIZ İÇİN MÜCADELE YÜRÜTTÜK
"Cumhurbaşkanı Gül’ün katıldığı törendeki olayı duydum. Orada da “terör”ü sonlandırıncaya kadar mücadeleye devam
deniyor. İşte görüyorsunuz dökülen kanlar üzerinden hala siyaset yapılıyor. Şehitlerimiz var deniliyor, kendi şehitlerine de
saygıları yok. Madem bir savaş oldu, bunun karşılığında insanlar öldü, bu insanların acılarını dindirecek, bu kayıpların
önüne geçecek barışın da yapılması gerekiyor. Devlet adamlığı bunu gerektirir. Biz “93’ten beri barışın mücadelesini
yürüttük, son olarak 11 yıldır da burada yürütmeye çalıştım. Bu yönde çabalarımız oldu ama bu çabalarımız sonuçsuz
bırakıldı. Evet elli bine yakın insan öldü ancak yeni ölümlerin önüne geçmek bir yana hala bu kayıplar kullanılıyor; “terör”
“bölücülük” deniliyor. Biz hiçbir zaman bu vatanı bölmek istemedik. Şehitlerimiz var deniliyor, peki onların şehitleri var da
bizim şehitlerimiz yok mu? Biz tüm bu acılarımıza rağmen, arkadaşlarımızın, halkımızın bağırlarına taş basa basa onları
barışa ikna ettik, barışa hazır hale getirdik, peki siz ne yaptınız? Acıları körüklediniz. Daha önceleri de barışa dönük bu
hamlelerimizi yaptık, bu nedenle yüzlerce arkadaşımızı kaybettik.”
“Son olarak da Kandil’den ve Mahmur’dan arkadaşlarımız herşeyi göze alarak, başlarına geleceklerin farkında olarak bile
bile barışa katkı sunmak için geldiler. Bu arkadaşlarımızın gelişinin Hükümet-Devlet tarafından nasıl ele alındığı da
ortada. Bu arkadaşlarımızın gelmesiyle amaçladığımız; herşeye, tüm acılarına rağmen Kürtlerin barışa hazır olduklarını
göstermek ve sorunun çözülmesi durumunda tavrımızın ne olacağını ispatlamaktı. Ancak bu görmezden gelindi. Bu
vesileyle tekrardan gelen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, halkımıza şükranlarımı sunuyorum. Belirttiğim gibi biz bütün
acılarımıza rağmen, arkadaşlarımızın halkımızın bağırlarına taş basarak barışa hazır hale getirdik. Ancak siz hala kanlar
üzerinden siyaset yapıyorsunuz. Devlet ciddiyeti burada yok. Ortada bir savaş var, kayıplar veriyorsun. Devlet adamlığı
savaşa hazırladığın gibi barışa hazırlanmayı da gerektirir. Savaşmasını bilenler barışmasını da bilmelidirler. İşte tarihten
örnekler var. Gandhi savaştı, savaşını yürüttü, barışmasını da bildi. Yine De Gaulle örneği var. Yine biliyorsunuz
Churchill ikinci dünya savaşına girdi, savaşını yürüttü ama sonunda barışmasını da bildi, barışı sağladı. Barış için
yaptıkları ortada. İşte devlet adamlığı, ciddiyeti budur. Aşiretler çağında da durum böyleydi. İki aşiret birbirleriyle
savaşırdı, toplumda önde gelen birileri araya girer, barış sağlamaya çalışırlardı. Barışa hazır mısınız, diye sorarlardı,
onlar da kabul ederse, aşiretler arasında barış sağlanırdı. Aşiret hukukunda da bu böyledir. Savaşırlar ve barışırlar. Bu
sorunu “terör sorunu” deyip geçiştiremezsiniz, öyle basit yaklaşamazsınız. Biz kimliğimiz, özgürlüğümüz, haklarımız için
mücadelemizi yürüttük. Binlerce tutsağı var, halkı var. Bu soğuklarda buz kesmiş dağlarda kalanları var. Oralarda niye
bulunduklarının anlaşılması gerekiyor.”
AKP ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİĞİ DAYATIYOR
“Ben daha önceleri de söyledim, benim koşullarımı ileri sürerek hareket etmesinler. Beni taklit etmesinler, beni ileri
sürmesinler, benim gibi düşünmeye çalışmasınlar, kendileri gibi hareket etsinler, benim yerime geçer gibi hareket
etmesinler, kendi düşünceleri olsun. Yapabiliyorlarsa becerebiliyorlarsa önderlik yapsınlar. Ama nasıl yapacaklar, bunu
da kendilerinin belirlemesi gerekiyor. Cuma onlara bir şey demiyorum. Onlara saygım var. Cuma’nın geçen hafta AKP
hakkındaki yorumunu dinledim. AKP’nin özel olarak misyonundan bahsediyor, sürecin tehlikelerine işaret ediyor,
tasfiyeye vurgu yapıyor, demek ki anlamışlar. Bir şey demiyorum. Kendileri kendi kararlarını kendileri versinler. Hakeza
Karayılan’a da bir şey demiyorum, ona da saygım var. Ancak kendi kararlarını kendileri versinler. Ben benimdir, onlar da
kendileridir. Kendilerine göre düşünsünler, karar versinler, bana göre karar vermesinler. Onlar kendileri olsunlar.
Gerekirse bana, ‘’bize karışma’’ desinler. Biz kendi kararımızı verdik, desinler, sen niye karışıyorsun desinler. Ben buna
saygı duyarım. Benden sonra da bu mücadele devam edecek böyle bilinsin. Kendileri kararlarını alırlar. Ben bu
kararlarına müdahale edersem, hayır böyle olmaz dersem beni sert eleştirsinler. Ancak onlar da verdikleri kararları
uygulamazlarsa ben de onları sert eleştireceğim. Bundan sonra barışırlar mı savaşırlar mı bilemem, karar kendilerinindir.
Teslim mi olurlar, direnirler mi kendi kararlarını verirler.”
BENDEN SONRA DA MÜCADELE DEVAM EDECEK
"Ben daha önceleri de söyledim, benim koşullarımı ileri sürerek hareket etmesinler. Beni taklit etmesinler, beni ileri
sürmesinler, benim gibi düşünmeye çalışmasınlar, kendileri gibi hareket etsinler, benim yerime geçer gibi hareket
etmesinler, kendi düşünceleri olsun. Yapabiliyorlarsa becerebiliyorlarsa önderlik yapsınlar. Ama nasıl yapacaklar, bunu
da kendilerinin belirlemesi gerekiyor. Cuma onlara bir şey demiyorum. Onlara saygım var. Cuma’nın geçen hafta AKP
hakkındaki yorumunu dinledim. AKP’nin özel olarak misyonundan bahsediyor, sürecin tehlikelerine işaret ediyor,
tasfiyeye vurgu yapıyor, demek ki anlamışlar. Bir şey demiyorum. Kendileri kendi kararlarını kendileri versinler. Hakeza
Karayılan’a da bir şey demiyorum, ona da saygım var. Ancak kendi kararlarını kendileri versinler. Ben benimdir, onlar da
kendileridir. Kendilerine göre düşünsünler, karar versinler, bana göre karar vermesinler. Onlar kendileri olsunlar.
Gerekirse bana, ‘’bize karışma’’ desinler. Biz kendi kararımızı verdik, desinler, sen niye karışıyorsun desinler. Ben buna
saygı duyarım. Benden sonra da bu mücadele devam edecek böyle bilinsin. Kendileri kararlarını alırlar. Ben bu
kararlarına müdahale edersem, hayır böyle olmaz dersem beni sert eleştirsinler. Ancak onlar da verdikleri kararları
uygulamazlarsa ben de onları sert eleştireceğim. Bundan sonra barışırlar mı savaşırlar mı bilemem, karar kendilerinindir.
Teslim mi olurlar, direnirler mi kendi kararlarını verirler.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
BEN KARARIMI VERDİM, BURADA GÜNLERİMİ ANLAMLI BİR ŞEKİLDE DOLDURACAĞIM
“Ben burada kararımı vermişim. Ne çok ılımlı, uzlaşmacı ne de çok sert bir tutum takınacağım. Politakada esnek
olacağım ancak ilkelerimden taviz vermeyeceğim. İki taraflı uç yaklaşımlarda bulunmayacağım. Burada nefsimi koruma
mücadelesi vereceğim. Burada günlerimi anlamlı bir şekilde doldurmaya çalışacağım. Mazlumların Kemallerin anısına
bağlı kalacağım. Buradaki yürüyüşüm bu şekilde olacak.”
PLANLAR TERSİNE DÖNEBİLİR
“İran idam ediyor, Suriye tutukluyor. Her tarafta halkımıza yönelik baskılar devam ediyor. Her yerde operasyonlar
yapılıyor, zincirleniyorlar, kelepçeleniyorlar, tutuklanıyorlar. Avukatlar da tutuklanıyor. AKP İran ile Irak ile Suriye ile
yüksek güvenlikli anlaşmalar yapıp Güneyli güçleri de yanına çekip Avrupa’nın, İngiltere’nin, ABD’nin de desteğini alarak
Kürtleri tasfiye etmeye çalışıyor. Ancak unutulmamalı ki bu planlar tersine dönebilir. AKP bütün uluslararası güçleri kendi
desteğine çekip bizi tasfiye etmeye çalışıyor. Tarihten örneklerde de anlaşılacağı gibi bu plan tersine dönebilir. Bu
konuda vereceğim örneklerden birincisi Fransız İhtilalidir. Biliyorsunuz 1791 yılında zor durumda olan Fransız Kralı
Avrupa’dan yardım istiyor, o dönem Jakobenler var biliyorsunuz, Jakobenlere karşı Avrupa’nın yardımını istiyor. Bütün
Avrupa Kral’ın yardımına koşmasına rağmen halkın desteğiyle gerçekleşen Fransız Devrimi tüm Avrupa’ya kısa sürede
yayıldı. Etkileri çok uzun yıllar Avrupa’yı kasıp kavurdu. İkincisi Ekim Devrimi’dir. Ruslar Birinci Dünya Savaşı’ndan
çekiliyorlar, biliyorsunuz kendi içlerinde sorunlar var. Bütün Avrupa devrime karşı Çar’ın yardımına koşuyor. Buna
rağmen Ekim Devrimi halkın desteğiyle gerçekleşiyor. Ekim Devrimi 1917’de oldu ama 1918’den sonra da Avrupa Çar’ın
yardımına koşmaya devam etti ancak bu yardım devrimi engellemedi tam tersine bunlara karşı verilen mücadele bolşevik
devrimini daha da pekiştirdi. Bolşevik Devrimi 1918-1922 arası daha çok pekişiyor. Devrimin pekiştiği yıllar bu yıllardır.
Bütün bu müdahalelere karşın Ekim Devrimi sınırlarını aşıyor, Avrupa ve dünyaya yayılıyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti
Devriminin kuruluşu ve kazandığı karakter de bu yıllara denk geliyor. Bu söylediklerim uygun bir dille ifade edilebilir.
Burada AKP’nin yapmak istediği de aynıdır, yani, bütün uluslararası güçleri kendi desteğine çekip bizi tasfiye etmeye
çalışıyor. Buna karşı PKK, Ekim Devrimi gibi bir devrimi gerçekleştirir mi gerçekleştiremez mi bilemiyorum. Bahsettiğim
bu iki örnekte de ortaya çıkıyor ki iki devrimi de Avrupalılar engellemek için her tür yardımı sundular, yardıma koştular
ancak bu iki devrim tam tersi yardıma koşan Avrupa’yı da etkisi altına aldı kasıp kavurdu. Bizim sorunumuz da benzer bir
şekilde ele alınabilir. Bize karşı muazzam bir güçbirliği ve AKP’ye destek olabilir ancak bu, halkımızın desteklediği
mücadelemizin büyümeyeceği, yayılmayacağı anlamına gelmez.”
BDP GENŞ YELPAZEDE ÖRGÜTLENMELİ
“Bugünlerde ortaya çıkan İsrail-Türkiye gerginliği biraz da İsrail’in politikalarına dayanıyor. İsrail’in mevcut politikalarıyla
İngiltere’den çok fazla destek göremeyeceği ortaya çıkıyor.
Bir Botaş bürokratı, 1998’de Rusya’dan sınır dışı edildikten sonra askıya alınan Mavi Akım Projesi’nin hayata geçirilmesi
talimatı aldıklarını belirtiyormuş. Rusya’dan sınır dışı edilmem ve yakalanmamla birlikte Mavi Akım Projesinin hayata
geçirildiğini söylüyormuş. Evet, çok önemlidir. O dönem yapılan ittifaklara, anlaşmalara ben daha önce de değinmiştim.
Bugün de bu durum geçerlidir. Moskova, Türkiye, bir sürü uluslararası güç bize karşı bu ilişkileri sürdürüyor.”
“BDP için şunu söyleyebilirim. Çevrecileri kadar değişik kesimlerden insanları içine katabilir, geniş yelpazede kendisini
örgütleyebilmelidir. BDP kimlik partisi görünümünü aşmalıdır. Ülkenin genel sorunlarına daha duyarlı bir parti haline
gelebilmelidir. O yüzden çok değişik kesimlerden insanları, çevreleri kendi içine katabilmelidir, perspektifi bu olmalıdır.
Türklerin ve Kürtlerin birlikteliğine hayati derecede ihtiyaç var. Yine büyüyebilmeleri için Çatı tarzı bir araya gelmek, temel
konularda ortaklaşmak zorundalar. Ben en eski Mahirci, Denizci olarak bunları söylüyorum. Onlara da bu söylenmeli,
bunu en eski Mahirci, Denizci söylüyor denilmeli.”
AYDINLAR ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI
“Haluk Gerger yazıp çiziyor ama pratik politikaya gelmiyor, pratik politika yapmıyor. Onu pratik politikaya çağırıyorum. Bir
de Nabi Yağcı var, o da yirmi otuz yıldır yazıp çiziyor ama pratik politika yapmıyor. Ellerini taşın altına koysunlar, pratik
politika yapsınlar, sadece konuşmakla, yazıp çizmekle bu işler olmuyor. Yine Celal Beşiktepe, Ertuğrul Kürkçü
çalışmalarını yürütebilirler, bir şey demiyorum. Ancak ittifaklarını geliştirebilmeliler. Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara
selamlarımı iletiyorum. Tüm halkımıza, dostlara selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
29.01.2010
Tarihli Görüşme Notu
AKP darbe pazarlığı yapıyor
Balyoz Darbesi iddiaları tartışmalarını değerlendiren Öcalan, “Balyoz darbe planı 2003’te yapılmış, Madem AKP bunu
biliyordu neden o zaman üzerine gitmedi? Demek ki bir pazarlık söz konusudur” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere gören görüşmede basın yayın organlarında
çıkan kız kaçırma olaylarına değinen Öcalan, “Basında bazı Kürt kızlarının kaçırılması ve öldürülmesi olaylarını okudum.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Arkasında ne olduğu açığa çıkarılmalıdır. Bunu ilginç buluyorum, son dönem yaygınlaştı Kürdistan’da. Daha önce de
Iğdır ve Nusaybin’de olmuştu. Bunun arkasında bir şey var, bunun açığa çıkması gerekiyor. Bunu yapanlar kötü
oynuyorlar. Bunun sonuçları kötü olur. Üzerinde durulması gerekiyor. 13-14 yaşındaki Kürt kızlarını kaçırıyorlar. Ne olup
bittiğini bilmek gerekiyor.” dedi.
“AKP Kürt siyasetçilerine siyasi operasyonlar yaparak kendince önlem alıyor. Demokratik kalkışma ve halkın demokratik
eylemliliklerinin önüne geçmeye çalışıyor” ifadelerini kullanan Öcalan, şöyle devam etti:
BDP KENDİSİNİ KAPATTIRMAMALI
“Demokratik çevrelerin kendi çalışmaları olabilir ama gene de BDP’ye değişik çevrelerin katılmasını önemli buluyorum. 1
Şubat’taki Kongre’den sonra bu çatı partisi benzeri çalışmalara hız verilebilir. Bu çalışmalar önemlidir. Daha önce bir çok
parti kapatıldı. Bu yenisi olmamalıdır. Uyarmıştım, önerilerimi de yapmıştım, tekrar ediyorum ve uyarıyorum; aynı
hatalara düşmemek önemlidir. Şunu da belirtmek istiyorum; İşte ‘PKK’nin sözcüsü olmak’ falan deyip partiyi kapatıyorlar.
PKK yasa dışı silahlı bir örgüttür. PKK der ki ‘ben devletle sorunlarımı silahla çözüyorum’. PKK’nin kendi gücü, oluşumu,
daha ağırlıklı olarak dağda ve kırsalda bir yapılanması var. Ama Barış ve Demokrasi Partisi der ki “biz sorunlarımızı
Meclis aracılığıyla yasal zeminlerde tartışmak ve çözmek istiyoruz”. Bu ayrımı iyi koymak gerekir. PKK’nin sözcülüğü söz
konusu değildir. Kaldı ki PKK kendi sözünü söyleyebilir. ”
BDP ARABULUCU OLABİLİR
“Eğer süreç gelişirse ve tarafların tartışma noktasında bir aracıya ihtiyaç olursa ve gerekli görülürse BDP bu aracılığı
üstlenebilir. Ancak şimdiden bu biçimiyle kimsenin sözcüsü değildirler. Bu “PKK terörist bir örgüttür” tartışmasına da
gerek yok. PKK’yi terörist ilan etmek BDP’nin görevi ya da işi değildir. Bu konuda lafı evirip kıvırmaya, dolandırmaya
gerek yok, “PKK’yi terörist ilan etmek benim işim değil” denilebilinmelidir. PKK’nin devletle olan sorununu silahla çözmeyi
tercih eden yasa dışı bir örgüt olduğunu herkes bilir. Sonuçta PKK ile BDP arasında bir bağ olması mümkün de değil,
mantıklı da değil. Barış ve Demokrasi Partisinin örgütlenmesi de bu çerçevede düşünülmelidir. Daha önceki partiler biraz
bu sebeple kapatıldı. Yeni parti bu hususlarda dikkatli olmalıdır. Parti açıp kapatmakla nereye varılacak? Sonuçta bunu
kırmak gerekiyor. Kaldı ki BDP sadece Kürtlerin partisi değildir. Milliyetçi temelde örgütlenen bir parti değil. Milliyetçi
temelde örgütlenen partiler var. İşte Türkiye’de de MHP onlar milliyetçi temelde örgütleniyorlar. Ama ben milliyetçiliğin
ideolojik olarak ulus-devletin dini olduğunu açıklamıştım. Bu savunmalarımda genişçe görülebilir. Kürtlerin devlet
temelinde örgütlenen bir halk olmadığını söylemiştim.”
DEVLETSİZ DEMOKRATİK HALK OLACAĞIZ
“Bu yönüyle Türklerle Kürtler farklıdır. Türkler daha çok devlet temelinde örgütlenmiş bir halktır ve devlet desteğini
almaktadır. Kürtler örgütlenmelerini demokratik temelde gerçekleştirirler. “Devletsiz demokratik halk kavramı”nı daha
önce kullanmıştım. Bu konudaki düşüncelerimin merak edildiğini ve tartışıldığını düşünüyorum. Ulus-devlet, kapitalizmin
var oluş sebebidir. Kapitalizm ulus-devletsiz olmaz, ulus-devletsiz kendini var edemez. Buna karşı ben demokratik
modernite kavramını geliştirdim. Ulus-devlet özgürlüğün ve demokrasinin sonu olmuştur. İşte anarşistler bu devlet
kavramını tartışmaya çalıştı. Bakunin, Kropotkin ve diğerlerinin devlete yönelik eleştirileri yoğundu, ancak devletin yerine
neyi koyacaklarını sistematize edemediler. İşte daha önce de belirtmiştim; Marks ve Lenin ise devleti çözmek yerine
kapitalist devlet yerine sosyalist devlet getirebileceklerini böylelikle sosyalizmi kurabileceklerini düşünüyorlardı. Ulusdevlet kapitalizm doğurur. Devlet sosyalist olamaz. Ulus-devletin doğuracağı şey kapitalizmdir. Bununla nasıl bir
sosyalizm ortaya çıkardıklarını gördük. Sonuçta bu sosyalizm anlayışı kapitalizme hizmet etmiştir. Çin’in durumu ortada.
Kürtlerin de milliyetçi temelde örgütlenen partileri var. Mesela Şerefattin Elçiler, YNK ve KDP bunlar milliyetçi temelde
örgütleniyor. İşte federasyon talepleri ortada.”
TÜM TÜRKİYEYİ KAPSAYAN PARTİ GEREKİYOR
“Bu hususlar onların bileceği şeylerdir. Zaten bu temelde örgütlenen partiler var ama bizim anlayışımız böyle değildir.
Demokratik siyaset akademilerini de bu temelde önermiştim. Nasıl siyaset yapacaklarını anlamaları için demokratik
siyaset akademilerinin varlığı önemlidir. İşte AKP ve diğer partiler bunu iyi yapıyorlar. AKP’nin bir tane de değil, birçok
siyaset akademisi var. Kürtlerin de bu demokratik siyaset akademileri aracılığıyla nasıl bir siyaset, nasıl bir örgütlenme
yapacaklarını tartışmaları gerekiyor. Bunu gerçekleştiremezlerse daha önce de söyledim onları eleştireceğim. Kürtlerin
bütün Türkiye genelinde örgütlenmeleri önemlidir. BDP, DTK değil, BDP’nin daha farklı, bütün Türkiye’yi kapsayan bir
parti olması gerekiyor. BDP, sonuçta bir siyasi partidir. Bunun gereklerini yerine getirmesi, demokratik temelde siyaset
yapması gerekiyor. Bunun ilkelerini daha önceleri ortaya koydum. Çatı partisi ya da biraraya gelebilecekleri platformlar,
demokratik siyasetin gereklerini yeterince yerine getiremediler.”
SADECE KÜRTLERİ ÖRGÜTLEYELİM OLMAZ
“Eğer biraraya getirebilirlerse oy oranları yüzde 10’lara varır. Diğer önceki partiler bu konuda biraz dar kaldılar. “Sadece
Kürtleri örgütleyelim”, “her yerdeki Kürtler” mantığıyla yaklaştılar, BDP’nin bu anlayışı aşması gerekiyor. Elbette ki Kürt
sorunu çözülmesi gereken çok önemli bir sorundur. Ancak sadece milliyetçi temelde dar kalan bir anlayışla Kürt sorunu
çözülemez. O yüzden diğer çevrelere tekrar tekrar gidilebilir. Ne yapmak istediğimiz iyi anlatılmalıdır. Bu konularda temel
siyasetlerini içerir bir broşür düzenlenip dağıtılabilir. Bu broşür üzerinden çeşitli çevrelere gidilerek kendileriyle
DERLEYEN : AZAD BADIKI
görüşülebilir. Ben de bu hususlarda üzerime düşeni yapmaya çalışacağım. Geçenlerde Ahmet İnsel’in bir yazısını
okudum. Kürtlerle Türklerin birlikte siyaset yapmasından ve ortak alanlardan, ortak siyasal alanlardan bahsediyordu. İşte
bunu yaratmaları, Türklerle Kürtlerin birlikte siyaset yapabilecekleri alanları yaratmaları gerekiyor. Herkese de bu temelde
gidilmelidir. Kürtler örgütlenmelerini de siyasal parti olarak bu çerçevelerde ortaya koymalılar. Benim daha önceki
dönemlerdeki önerilerimi de ele alarak siyaseti böyle yönlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Grup için de şunu
söylemek istiyorum: diğer partiler gibi davranılmamalıdır. Grup içi bir demokrasi anlayışları olmalıdır. Diğer partilerin grup
toplantılarında sadece parti başkanları çıkar konuşur. Mesela AKP’de sadece Tayyip Erdoğan, CHP’de sadece Deniz
Baykal çıkar konuşur. Bir başkanlık hiyerarşisi vardır. Kürtlerin ise farklarını, demokratik duruşlarını açığa çıkarmaları
gerekiyor. Sadece başkanlar değil diğerlerinin de sözünü söyleyebilmesi önemlidir. Böylece bir tartışma ortamı, tartışma
platformu olur. BDP mevcut partilerden farkını ortaya koymalıdır. Meclis kürsüsü çok iyi kullanılmalıdır. İyi hitap etmeleri
çok önemlidir. Hitabet çok önemlidir. İyi hitap edebilirler, ortalığı ayağa kaldırabilirler, hitaplarıyla çok etkili
olabilmelidirler.”
DTK SİVİL ÖRGÜTLENMEDİR
“Bu son tutuklanmalar işte KCK, DTK falan diye yapıyorlar. Ama KCK’nin DTK yani Demokratik Toplum Kongresi ile
ilişkilendirilmesi mümkün değil. Daha önce de söyledim. DTK bütün Kürtleri örgütler, yasaldır. İşte Kürtlerin tüm
alanlardaki örgütlenmelerini sivil toplum alanındaki örgütlenmesini oluşturur. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmeye
büyük bir ihtiyacı var. Kürtlerin toplumsal olarak da demokratikleşmesi gerekiyor. DTK her alanda Kürtlerin toplumsal
demokratikleşmesini sağlamak için çalışır. Bunun birçok yolu ve tarzı var. Ekonomik örgütlemeler, spor, sanat, dil
alanlarında Kürtlerin örgütlenmelerini sağlar. Yatay olarak toplumun örgütlemesini sağlar. İşte kır, kent kooperatifleri
demiştim, bunun gibi şeyleri sağlar. Yatay örgütlenme modeli, demokratik yönetim, demokratik kültür çok önemlidir.
Demokratik sistem budur. BDP siyasi bir partidir. DTK ise Kürtlerin kendini demokratik temelde devlet dışı bir topluluk
olarak örgütlemesinin aracıdır. İkisi aynı şey değildir. DTK toplumu örgütleyebilir, Demokratik halk kitlelerini arkasına
alabilir.”
DEMOKRATİK AÇILIM ÇÖZÜMÜN TASFİYESİDİR
“Bir örnek verirsem daha iyi anlaşılacak; İşte FKÖ örneği var. İsrail içinde milyonlarca Arap yaşıyor. Bu Araplar orada
örgütlüler. İsrail Parlamentosunda işte birkaç tane partileri, bir sürü milletvekilleri var. O milletvekilleri o parlamentoda iş
yapıyor. O parlamentoda Arapların bir temsiliyeti var. Öte yandan Araplar FKÖ içinde de örgütlüler. FKÖ bir nevi İsrail’e
karşı Arapların temsilcisidir. Biraz bu örnekteki gibi görmek gerekir. Bu tutuklamaların çoğunu KCK diye yapıyorlar, oysa
KCK, ağırlıklı olarak Türkiye dışında örgütlenmiştir, işte PKK KCK’dir. KCK ağırlıklı olarak dağda silahlı örgütleniyor. DTK
ise belirttiğim gibi FKÖ benzeri ama yasal zeminde Kürtlerin arasında metropollerde kendini örgütlemiş bir sivil toplum
kuruluşu, insiyatifi diyebiliriz. Ama burada sivil toplum vurgusunu da doğru yapmak istiyorum. Ben öyle devleti arkasına
alan, devletin örgütlediği sivil toplumdan söz etmiyorum. O zaten gerçek sivil toplum da sayılmaz. Kürtlerin demokratik
temelde yasal alanda örgütlenmeleri, gerçek sivil toplum örgütlülüğü DTK ile sağlanıyor. Yoksa KCK ağırlıklı olarak
dağdadır. Siyasal partinin ve DTK’nın işlevleri FKÖ benzeridir ama KCK daha farklı bağımsız bir örgütlenmedir.”
AÇILIM YOK AÇILIM DEDİKLERİ SAFSATADIR
“Davutoğlu dışarıda sıfır problem diyerek bizim Ortadoğu’da Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu ile yaratmaya
çalıştığımız çözüm ihtimalini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bizi kapitalist modernitenin hizmetinde tutmak istiyorlar.
AKP’nin tasfiye politikası olduğu kesinlikle anlaşıldı, bu çok nettir. Açılım falan yok, açılım dedikleri safsatadır. Zaten
“demokratik açılım” demiyorlar artık, milli birlik projesi diyorlar. Tayyip Erdoğan Ortadoğu’yu karış karış geziyor,
Davutoğlu’nun söyledikleri “sıfır sorun politikası”, bütün bunlar benim yol haritasında açıp tartıştığım meselelerdi. Eğer
açıklanmış olsaydı orada demokratik bir çözüm isteniyorsa yapılabilecekleri tartıştığım görülecekti. Bunu bildikleri için
bana yükleniyorlar. İşte AKP’nin demokratik açılımla ilgili bir broşürü varmış, orada ilk sayfada hemen “Apo’ya af yok”
falan diyorlar, işte bu ip mip meselelerini tartışıyorlar, faşizan bir yaklaşımdır. Ben onlardan kendim için bir şey
istemedim. Biz “barış, halkların sorunlarının çözümü” dedik. Öncelikle halkımın sorunlarının çözümünü tartışıyorum. Ben
kimseden kendim için af maf dilemedim. Ben burada halkım için yaşamaya çalışıyorum, işte arkadaşlarımız vardı, onların
direnişi benzeri bir direniştir. Oysa AKP’nin bu yaklaşımı MHP’nin yaklaşımıdır. CHP ve MHP milliyetçi bir tarzda
yaklaşıyorlar. Onların mantığı Kürt gerçekliğini Türk milliyetçiliği içinde eritmek, tam da beyaz soykırım, asimilasyon
dedikleri budur. ”
AKP YEDİ YILDIR HERKESİ OYALIYOR
“AKP demokratik açılım, Kürt sorunun çözümü diyerek yedi yıldır herkesi oyalıyor. Bununla muazzam oy da aldılar. Hem
Kürtleri hem Avrupa’yı ve ABD’yi böyle oyaladılar. Ama artık bunun bir tasfiye ve oyun olduğu açığa çıkmıştır. Kürtlerin
de bunu böyle iyice anlaması gerekir. AKP’nin bu politikaları artık sonuç vermez. CHP ve MHP’nin tutumu da topluma
yeni bir şey getirmiyor. Zaten CHP bu haliyle yürüyemez. Ya Deniz Baykal aşılarak CHP yeni bir yola girecek ya da
aşılacaklar, tasfiye olacaklar. Sarıgül’ü hazırlıyor olabilirler. Ama AKP böyle giderse sağ bir ittifak-koalisyon
düşünebilirler. 1977’de böyle bir milliyetçi cephe hükümeti vardı. MHP yüzde onları bulursa buna benzer bir ittifak ortaya
çıkabilir. AKP-MHP ittifakı düşünüyor olabilirler ama bu kadar sağ bir ittifak işte faşizm gibi neler getirdi, biliniyor. BDP
DERLEYEN : AZAD BADIKI
diğer demokratik kesimlere, işte sol örgütlere, iyi anlatabilmelidir. Bir araya gelirlerse bir alternatif oluşturabilirler. Güç
olabilir, siyaset yapabilirler. Bu hafta arkadaşlarla görüştüğümde o diğer arkadaşa da söyledim işte böyle böyle
parçalanarak bir yere varılamaz. Bir araya gelmenin, ortak alanlar yaratmanın, siyaset yapmanın zorunluluğunu
görmeleri gerekiyor. Demokratik Türkiye, Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu derken Kürtlerin bir bütün olarak, bütün
parçalarda bir araya gelebilecekleri bir çeşit ortak platformdan söz ediyorum. Kürtlerin bunu Ortadoğu’da
başarabileceğini düşünüyorum. Bütün Ortadoğu’nun işte Arapların durumu da ortadadır bu temelde örgütlenmek
gereklidir.”
KADIN VE ERKEK FELSEFİ TEMELDE BULUŞABİLİR
“Kadın konusunda şunu belirtmek istiyorum; benim kadınla ilişkilenmem farklıdır. Kendini özgürleşmeye, özgürlük
mücadelesine adamış insanlar için ne olursa olsun iki kişi arasındaki tutku, kimseyi hiç bir yere götürmez ancak
hiyerarşiye, patriarkal tutuma, baskıya, tecavüz kültürüne götürür. Kadınla erkek arasında ancak felsefik temelde bir
buluşma olabileceğine inanıyorum. Geçende Taraf’ın yirmi soruluk anketine felsefeci Zizek bir cevap veriyor. Sizin için
güzellik nedir diye soruyorlar, “benden güzel ve akıllı bir kadınla felsefe tartışmak” diyor. İlginçtir ama ben de aynen böyle
düşünmüştüm. Benim kadınla buluşmam da tabi yeterince anlaşılmıyorsa da ama bu temeldedir. Kadınla felsefi buluşma
dışında bütün buluşmalar, doğru bir buluşma değildir. Kadınla felsefi buluşma dışındaki bütün ilişkilerin, evliliklerin
geleceği yer patriarkal, hiyerarşik ilişkidir ve bu tür ilişkiler eninde sonunda ilişkiyi tüketir, bitirmeye götürür. Felsefik
buluşma dışında hiç bir buluşma bunu kurtarmaz. ”
DARBE TİCARETİ YAPILIYOR
“Darbe planlarını basında dinledim. “Darbe senaryoları” diyenler de var. “Darbe ticareti yapıyor“ diyorlar AKP’ye. Aslında
danışıklı döğüştür. Balyoz darbe planı 2003’te yapılmış, Madem AKP bunu biliyordu neden o zaman üzerine gitmedi, o
zaman neden Tayyip Erdoğan bunu tartışmadı? Demek ki bir pazarlık sözkonusudur. İslamiyet’e dair şunu tekrar
söylüyorum; bugünkü Müslümanlık gerçek Müslümanlık değil. Gerçek Müslümanlığı, ümmet anlayışını tartışmak
gerekiyor. Müslümanlığı halkın benimsediği, kabul ettiği tarzda modern Müslümanlık olarak yeniden tartışmaya açmak,
diğer dinlere de bunu uygulayarak demokratik niteliğini öne çıkarmak gerekiyor. Demokratik İslam ve İslam’ın
demokratikleşmesi tartışılabilir.”
CPT HEYETİ ALTI KİŞİLİKTİ
“CPT heyetiyle de görüştüm. Altı kişiydiler. Onlara işte buranın koşullarını, yeniden yargılamanın önemini, AİHM’deki
davamı konuştum. Burada bu hafta diğer arkadaşlarla bir saat görüştüm. Diğer cezaevlerinde arkadaşlara bir şey
demiyorum. Ancak kendilerini hırpalamasınlar, kendilerine fiziki zarar verecek eylemlerden kaçınmalarını öneriyorum.
Cezaevlerinden gelen mektuplar var, otuz adet kadarı verilmedi. Çok sayıda kart da var. Tekirdağ, Kırıklar
cezaevlerinden mektuplar var. Adana Karataş Kadın Cezaevinden arkadaşların mektupları var, bir kısmını vermediler.
Diyarbakır D Tipi, Siirt cezaevlerinden gelen mektuplar var. Midyat ve Bakırköy cezaevindeki kadınların mektuplarını
aldım. Son dönem tutuklanan bütün arkadaşlar için özellikle şunu söylemek istiyorum. Cezaevinde tek başına kalmak
yalnız olup etkisizleşmek anlamına gelmez. Kişi tek başına da kalsa cezaevinde kendini koruyabilir, geliştirebilir. Dışarıda
da içeride de bir birey çok iyi yoğunlaşır ve kendini çok iyi programlarsa birçok şeyi aşacağına ve güçleneceğine
inanıyorum. Kendilerini bu temelde geliştirmelerini diliyorum. İzmir’de ortak bir çalışma, bütün güçlerle buluşma önemlidir.
Orada bunu başarırlarsa birçok şeyi başaracaklarını ve aşacaklarını düşünüyorum. Tüm halkımızı ve cezaevindeki
arkadaşları selamlıyor, mücadelelerinde başarılar diliyorum.”
Görüşme Notları:
10.02.2010
Tarihli Görüşme Notu
Komplo boşa çıkarılmıştır
Türkiye'ye getirilişinin 11. yıldönümünü değerlendiren Öcalan, 'Komplonun 12. yılına girilirken komplo boşa çıkarılmıştır.
Bu kesin olarak anlaşılmıştır. Bu benim buradaki sabırlı duruşum ve halkımızın ortak çabasıyla gerçekleşmiştir' dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Mardin'de düzenlenen İnanç
çalıştayına değinen Öcalan, 'Önemli olan bu çalışmaların pratikleştirilmesidir. Bu çalışma kurumsallaşabilir, Diyarbakır ya
da Mardin merkezli olabilir. Önemli olan güncel sorunlara pratik çözümler bulabilecek şekilde sürekli çalışabilmeleridir.
Aslında ben bunu Demokratik Toplum Kongresi'nin tümü için söylüyorum. Temel mantığı bu olmalıdır, pratikleşme, pratik
çalışmalar yapmak ve bu şekilde sorunlara çözüm olabilmektir. Ben bunu defalarca dile getirdim. Haberlerden duydum,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Adıyaman'da Medine adlı kızcağızı diri diri gömmüşler, bu korkunç bir şey. Aslında gömülen yalnız o değildir onun
şahsında bütün kadınlar gömülmüştür, hepimiz gömülmüşüz. İslam anlayışına göre de böyledir, bir kişiyi öldürmek
herkesi öldürmek olarak kabul edilir. Bunun gibi çözülmesi gereken bir sürü toplumsal sorun var, bunlarla ilgilenilmelidir'
dedi.
DTK KOMÜNLER İNŞA ETSİN
Öcalan, şöyle devam etti: 'Demokratik komünalizm diyordum. Ya da komünler demokrasisi de denilebilir. Bunun
mantığında şu vardır; küçük küçük komünler oluşturarak bütün toplumun örgütlenmesi gerekir. En tepeye kadar bu böyle
örülmelidir. Mesela bir köyde üç beş tane dürüst demokrat insan yok mudur? İşte bunlar bir araya gelip bir komünü
oluştururlar. Ortak karar alırlar, bütün sorunlara ortak çözüm ararlar. Aynı zamanda şehirdeki mahallelerde de bu tür
komünler oluşturulur. Ve bunlar en üste kadar böyle gider. Diyarbakır'daki DTK'nın amacı budur. Bu komünleri bir an
önce oluşturmalılar. Halkımız buna müsait. Binlerce köy, onlarca belediye var. Bu imkanlar kullanılmalı.
Mesela Diyarbakır'da yüzlerce bu şekilde komünler oluşturulabilir.'
BDP KCK'DEN AYRI BİR ÖRGÜTLENMEDİR
'Bakın bir noktayı ayırmak gerekiyor. DTK farklıdır, BDP farklıdır. KCK'nin ise bunlarla hiç bir alakası yoktur. KCK'nin
örgütlenmesi farklıdır. KCK dağda örgütlenmiştir, şehirde de örgütlenebilir. BDP ile aynı bölgelerde örgütlenmeleri
gerekiyor, olabilir ama bu tamamen farklı oluşumlar oldukları gerçeğini değiştirmez. KCK dört parçada
örgütlenmiştir. KCK'nin kendi birimleri var. AmaKCK ile DTK ve BDP kesinlikle birbirine karıştırılmamalıdır. BDP kimsenin
legal uzantısı değildir. Bunu açıkça söylemelidir. Onlara düşman da değiliz ama hiç bir alakamız yoktur, demeliler ki bu
böyledir. Yani karşı da değildir ama ben ayrı bir örgütlenmeyim onlar ayrı bir örgütlenmedir, demelidir.'
BDP TÜRKİYE PARTİSİDİR
'Demokratik Toplum Kongresi, Kürt halkını komünal olarak örgütlemek için vardır. Legal bir çalışmadır. Bu çalışmaya
gereken önem verilmelidir. BDP ise bir Türkiye partisidir. Bu gerçekten böyledir, böyle olmalıdır. Bunun doğru olduğuna
yürekten inandığımız için, başka çare olmadığını bildiğimiz için bu böyledir. Tek doğru yolun bu olduğunu bildiğimiz için
böyledir. Bu çok önemlidir, BDP bütün çalışmalarını buna göre yapmalıdır. Ben Sol'u anlamıyorum. Artık kendisine
gelmelidir. Sol hala 1920'de Mustafa Suphilerin katledilmesini bile aydınlatamadı, açığa çıkaramadı. Sol hala bu darbenin
etkisindedir. Artık kurtulmalıdır. Türkiye'nin bu alternatife ihtiyacı var.'
SOLCULAR YAZMASIN PRATİK YAPSIN
'Soldaki arkadaşlar artık yazmaktan öteye pratiğe de dönmeliler, halkı örgütlemeliler. Ben anlamıyorum bunlar böyle
sonsuza kadar sadece yazacaklar mı? Otuz yıldır yazıp çiziyorlar, hala somut bir şey yok. Neden pratiğe, bir harekete,
bir partiye dönüşmüyorlar? Bu çalışmalar, BDP içinde de olabilir, Çatı Partisi şeklinde de olabilir. Artık harekete
geçilmelidir. Artık kaybedecek zaman yok. Mahir Çayanlar, Deniz Gezmişler boşuna hayatlarını kaybetmediler. Onlar
benim de yoldaşlarımdı. Onların anılarına sahip çıkılmalıdır. Ben bu anılara bağlı kalarak sosyalist hareketin içinde kırk
yıldır mücadele veriyorum. Ben Mahir'den etkilendiğimi hep söyledim. Mahir olmasaydı ben ve arkadaşlarım olmazdı.
Ben olmasaydım PKK olmazdı. PKK olmasaydı işte DTP olmazdı, BDP olmazdı. Yani bunlar hepsi birbirini tetikliyor,
birbirine bağlıdır bu hareketler, aynı mirastan geliyorlar. İbrahim Kaypakkaya da hakeza öyledir. O da böyle olmasını
ister. Buradaki TİKKO'cu arkadaşa da anlatıyorum bu konuları tartışıyoruz. Geçmişte Dev-yol'un içinde meydana gelen
olumsuz süreçleri de iyi biliyorum.'
TOPLUMU SOSYALİSTLEŞTİRMELİYİZ
'Bu da bizim temel paradigmamız olmalı. Bizim paradigmamız ise şudur: Halkı komünler halinde en tabandan en tepeye
kadar her yerde örgütlemektir. Pratik, günlük ihtiyaçlara da çözüm ürtecek bir şekilde yapılmalıdır bu. Sosyalizmi ancak
bu şekilde hayata geçirebiliriz. Paris komünü iyi bir deneyimdi ama iyi anlaşılamadı. Başarılı olunsaydı Marks'ın da
hedeflemiş olduğu sosyalizme ulaşılabilecekti. Ancak daha sonra devlet eliyle sosyalizm anlayışı hakim hale geldi. Oysa
devlet sosyalizmi olmaz, devlet sosyalist olmaz, toplum sosyalist olur. Toplumu sosyalistleştirmeliyiz. Bu yüzden
demokratik toplum diyoruz. Biz Marks'ı tam anlamıyoruz. Aslında o da sosyalist devlet olamayacağını söyler. Bu konuda
doğru tespit yapmıştı ama Lenin bu konuda yanlışa düştü. Proleterya diktatörlüğü, ulus-devlet eliyle sosyalizmi
gerçekleştirebileceği yanılgısına düştü. Ulus devlet aslında iki yüz yıllık bir kavramdır. Fransız devrimi aslında demokratik
temelde gelişti fakat daha sonra jakobenlerin müdahalesiyle ulus-devlet olarak sonuçlanmış oldu. İnsanlık tarihiyle
kıyasladığımızda devlet, vatan gibi kavramlar çok yeni kavramlardır. Artık devlet ve vatan kavramlarını kutsal olmaktan
çıkarmak gerekiyor. İnsanlar bu kavramlar için değil, bunlar insan için olmalıdır. Bu nedenle demokratik vatan diyoruz.'
ORTAM SOL İÇİN MÜSAİT
'MHP ve CHP'nin paradigması milliyetçi, laikçi, ulusalcı faşizmdir. Öte yandan AKP'nin paradigması milliyetçi-islamcı
paradigmadır. Bunların Türkiye'yi getirdiği nokta ortadadır. Bunlara karşı demokratik vatan, demokratik ulus ve
demokratik cumhuriyet esas alınmalıdır. Aslında Devletin demokratı da olmaz, demokrasi halk içindir. Halk devlete karşı
demokrasi ve hak mücadelesi verir. Demokrasi olmadan sosyalizm, komünizm olmaz. 1917'deki Ekim devriminden
sonraki iç savaşta Troçki de bunun böyle olmayacağını söylüyordu. Bakunin ve Proudhon da öncesinde bu yolun yanlış
olduğunu söylüyorlardı. Sovyetler dağıldıktan sonra halkın düştüğü durum ortada. Çin'i de görüyoruz, ABD kapitalizmini
DERLEYEN : AZAD BADIKI
besliyor. Bu sosyalizm mücadelesinde, devrimlerde milyonlarca insan bugüne kadar hayatını kaybetti ama gelinen
noktada ne yazık ki klasik sol yenildi, kaybetti. Bunun sebepleri iyi tahlil edilmelidir. Artık bunu anlayıp bahsettiğim yeni
paradigma etrafında bir araya gelmek gerekiyor. İşte Güney Amerika'da bu anlamda olumlu gelişmeler var. Türkiye'de de
ortam, koşullar müsait. Bu paradigma etrafında bütün sol, demokrat, sosyalist, liberal hatta demokrat samimi dindar
kesimler bir araya gelirlerse milyonları harekete geçirebilirler, çok da başarılı olurlar. Sol metafizik konusunda da biraz
daha esnek olmalıdır. Bununla bağlantılı olarak ahlakın toplumsal yaşamdaki rolünün ne kadar önemli olduğu ortadır. Bu
anlamda metafizik alan sadece milliyetçi ve muhafazakar kesimin tekeline bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.
İşsizlik oranı çok yaygın, yüzbinlerce, milyonlarca insan işsiz. İşte Tekel işçilerinin durumu ortada. Hak mücadelesi
veriyorlar.'
SOLCULAR BDP'DE YER ALMAK ZORUNDA DEĞİL
'Ortak mücadele artık kaçınılmazdır, ekmek kadar su kadar gereklidir. Sol için söylüyorum. BDP'nin içinde yer almak
zorunda değiller, kendi çalışmalarını da yürütebilirler ama Çatı partisi şeklinde ya da başka bir şekilde ortak bir
platformda buluşmak zorunludur. Tekrar ediyorum BDP Türkiye partisidir, böyle olacak. Demokratik Barış Partisinin
Türkiyelileşmesi Türkiye için hayati önemdedir. Söylediğim gibi Soldaki arkadaşlar kendi çalışmalarını yürütebilirler ama
bir çatı partisi etrafında mutlaka bir araya gelebilmelidirler. Buna benzer başka çalışmalar da olur, hepsi birleştirilebilir.
Samimi demokrat müslümanlar da bu çalışmalar içinde yer alabilir.
SUPHİ CİNAYETİ DE AYDINLATILMALIDIR
'Komplonun 12. Yılına girerken şunları belirtebilirim. Nasıl ki 1920'li yıllarda, öncesinde 1915'lerde Ermenileri önce
destekleyip onları öne sürüp daha sonra Anadolu'dan tamamen tasfiye olmalarına neden oldularsa aynı şekilde
Yunanlılar nasıl önce desteklenip sonra Anadoludan tamamen tasfiye edildilerse aslında 15 Şubat 1999'da
gerçekleştirilen komployla amaçlanan nihai şey de buydu. Türkiye'den daha sonra komünistler ve diğer muhalifler de
tamamen tasfiye edildiler. Ve bu şekilde Türkiye tamamen batılı kapitalist devletlerin istediği özelliklere sahip, onların
amaçlarına uygun bir devlet haline getirilmiş oldu. Bu önemli bir tespittir. Sol'un da artık bu tespiti yapması lazım. İşte
Mustafa Suphi'nin tasfiyesiyle Solun almış olduğu ve halen devam eden darbe de bundan bağımsız değildir. Halen
Mustafa Suphi olayının arkasında yer alan gerçek failler ortaya çıkarılmış değildir. Yakınlarını kaybeden aileler bir araya
geldiler. İçlerinde Sebahattin Ali'nin yakınları da var, gerçek katillerin açığa çıkarılmasını istiyorlar. Bunun Mustafa
Suphilere kadar götürülmesi, bu cinayetin de aydınlatılması gerekir. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nu bu
nedenle önerdim. Bu komisyonun yapması gereken çok iş var. Bu mutlaka olacaktır ki bu ailelerin bir araya gelmesi de
bir başlangıçtır, süreç başlamıştır. Bu şekilde tüm faili meçhuller aydınlatılabilir.'
KOMPLO BOŞA ÇIKARILMIŞTIR
'Komployla amaçlanan üç şey vardı. Benim teslimimle PKK'nin tasfiyesi karşılığında aynı 1920'lerden Türkiye devletini
kendilerine bağladıkları gibi Güney'de kendilerine bağlı, kendi denetimlerinden ve kontrollerinden çıkmayacak bir siyasal
Kürt oluşumunun önü açılacaktı. Ki bu kısmen oldu. Ayrıca Kıbrıs'ta Yunanistan'a söz verilmişti. Bir de küçük Ermeni
devletine verilen sözler vardı. Türkiye'ye bunlar kabul ettirilecekti. Ama bunların hiç birisi gerçekleşmedi. Ben buradan
halkımıza artık müjdeyi verebilirim. Komplonun 12. Yılına girilirken komplo boşa çıkarılmıştır. Bu kesin olarak
anlaşılmıştır. Bu benim buradaki sabırlı duruşum ve halkımızın ortak çabasıyla gerçekleşmiştir. Bunu artık halkımıza
açıkça ifade edebiliriz; komployu boşa çıkarmayı başardık. Nasıl bunun için 11 yıl direndiysem 12. Yılda da yine aynı
şekilde direnmeye devam edeceğim. Bütün bu komploya ve tasfiye girişimlerine rağmen sonuçta hareket ve halkımız
güçlenerek çıkmıştır.'
AKP YOL AYRIMINDADIR
'AKP'nin önümüzdeki dönem yapacağı tercih önemlidir. Ya gerçek demokrasi tarafında yer alacak ve kendileriyle beraber
tüm Türkiye -Kürt, Türk, Alevi, Ermeni, Çerkez vb hiç bir ayrım yapmıyorum- kazanacak ya da CHP ve MHP'nin tarafında
yani ulusalcı, milliyetçi inkarcı tarafta yer alarak yine tasfiyede ısrar edecek ve bu da Türkiye'nin kaybetmesine neden
olacaktır. Ben bunları tespit olarak söylüyorum. Hüseyin Çelik yaptığı açıklamada 'ya bu açılım sürecini sonuna kadar
götürürüz ya da bu süreç bizi bitirir' şeklinde bir açıklama yaptı. Bunu anlamaları önemlidir. Sayın Başbakan'ın da bu
hususu iyi anlaması önemlidir.'
TUTUKLULAR MORALLERİNİ YÜKSEK TUTSUNLAR
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: 'Muş halkına selamlarımı iletiyorum. Bulanık'ta halkımızın iki değerli evladı yaşamını
yitirdi, onları saygıyla anıyorum.
Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Midyat cezaevinden, Bitlis cezaevinden mektuplar aldım. Bakırköy cezaevinden,
Gebze cezaevinden mektuplar aldım. Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selam ve saygılarımı iletiyorum. Demokratik
Kadın Hareketini çok önemsiyorum. Çalışmalarını başarılı görüyorum, çalışmalarını devam etsinler. Onlara
çalışmalarında başarılar diliyorum. Kadın konusunda yoğunlaşmaya devam ediyorum. Mart ayında 8 Mart vesilesiyle
kadın konusuna değineceğim, mesaj olarak sunacağım. Kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır, Van,
Batman, Siirt, Antalya, Aydın, İzmir, Mersin Akdeniz ilçesindeki halkımıza saygı sevgi ve selamlarımı iletiyorum.'
ANF
DERLEYEN : AZAD BADIKI
10 Şubat 2010 tarihli Görüşme Notu'dur
Görüşme Notları:
13.02.2010
Roma sürecimde bir Gladio birimi rol
aldı
İtalyan İl manifesto gazetesindeki makalesinde PKK lideri Abdullah Öcalan kendisine yönelik komployu kaleme aldı.
Köşe yazısında Öcalan, İtalya’da olduğu dönem abluka altında tutulduğunu, kaçırtılmak istendiğini belirterek,
‘’Kanaatimce İtalyan hükümetini de aşan bir Gladio birimi Roma sürecimde belirleyici rol almıştır’’ dedi.
Öcalan İl manifesto’daki yazısı şöyle:
‘’İnsanlık tarihi, komploculuğu iyi tanıyor. Egemen iktidarların kendini sürdürme aracı olarak komploculuğun tarihi oldukça
eskidir. Örneğine Sümerlerden Roma'ya pek çok tarihsel dönemde rastlamak mümkündür. Kürt halkının komploculuğun
mağduru olmasının da aynı ölçüde tarihsel bir arka planı vardır.
15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirilmemle sonuçlanan uluslararası komployu, egemen iktidarların komplocu geleneğinin
en önemli olaylarından biri olarak görüyorum. 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkıp Atina'ya ayak basmamla başlayan
Avrupa serüvenim, Rusya ve İtalya ile devam etmiş ve ardından tekrar Rusya ve Yunanistan'a dönmek zorunda kalmam
ve Kenya'ya kaçırılmam ile son aşamasına gelmiştir. Dört kıtayı kapsayan uluslararası güçler koalisyonunun içinde
olduğu bu olaylar dizisine komplo dememin nedeni, politik oyunlar ve ekonomik çıkarlar yanında içinde bolca ihanet, zor
ve aldatmayla örülü bir süreç olmasından dolayıdır.
Aradan 11 yıl geçmesine karşın, bu uluslararası komplonun güncelliğini halen de yitirmediğini düşünüyorum. Şahsımda
Kürt halkına karşı gerçekleşen bu siyasi komplonun neden ve sonuçlarının anlaşılması, günümüz siyasetinin de
anlaşılmasına katkı sunacaktır.
Hiç şüphesiz bu siyasi komplonun temel yürütücü gücü olan ABD'nin esas hedefi, beni Ortadoğu'dan tasfiye etmekti.
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi’yle amaçladığı milliyetçilikleri ve ulus-devletçikleri ortaya çıkarıp çatıştırarak yüz yıl
daha Ortadoğu’da egemen olmaydı. Böylesi bir projede özgürlük hareketlerine yer olmadığı gayet açıktır. Bu nedenle
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi, benim komployla Türkiye’ye teslim edilmemle yakından ilgilidir. Nitekim 2003 yılından
itibaren başlayan süreç, beni doğrulamaktadır. Ortadoğu halklarını uluslararası egemen güçler ile yerel gerici güçler
arasında bir tercihe mecbur bırakan dengeye karşın, halkların demokratik birliğini savunan üçüncü ve gerçek alternatifi
temsil ediyor oluşumuz, ideolojik ve siyasal hedef haline gelmemize yol açmıştır.
Uluslararası komplonun bu temel amacının yanında hedeflediği iki amaç daha vardı. Birincisi, benim bu süreç içinde
imha olmam ya da teslim edildiğimde alacağım tutumla bir Türk-Kürt savaşının çıkartılmasıydı. Aslında bugünkü
Iraklaşma önce Türkiye’de planlanmıştı. Böylece Türkiye’yi ekonomik, siyasi, her açıdan zayıf düşürerek tamamen
kendilerine bağlamayı hedeflemişlerdi. Benim buradaki sorumlu tutumum ve beklemedikleri bir tezle ortaya çıkmam
nedeniyle bu amaçları boşa çıkmış, Türkiye’nin Iraklaşması önlenmiştir. Bütün gücümle bunu önlemeye çalıştım. Bunu
inanarak, gönüllü bir şekilde, halkların yararına olduğu için yaptım. Çünkü bizim duruşumuz bağımsız ve özgürlükçüdür.
Zaten bu nedenle gözden çıkarıldık.
Benim ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin yirmi yıllık savunma anlayışımız, Kürt ve Türk halkı ve bütün Ortadoğu halklarının
kardeşliği ve demokratik birliğini sağlamaktır. Kendi özgücümüze, öz irademize dayanıyoruz. Bunu her koşulda ve şartta
korumaya büyük özen gösterdik. Bu nedenle 93 yılından itibaren geliştirdiğimiz Kürt sorununda demokratik ve barışçıl
çözüm yaklaşımımızı uluslararası komplonun tüm yakıcılığına rağmen daha da yükseltmemiz hem çizgimizden kaynaklı
hem de uluslararası komploya bir yanıt olması amacıyladır. Eğer bu komplo sonuçlarına tam olarak ulaşamamışsa,
bunda bizim barış ve demokratik çözüm stratejimizin büyük bir payı vardır.
Uluslararası komplonun ekonomik arka planını ikinci bir boyut olarak dile getirmek istiyorum. İlk günden itibaren, bu
ekonomik ilişki ağının aydınlatılması kapsamında Mavi Akım Projesine dikkat çekmiştim. Bilindiği gibi Mavi Akım Projesi,
Rusya gazının Karadeniz altından Türkiye'ye getirilmesini amaçlayan büyük bir projedir. Geçen hafta içinde Türk
basınında çıkan bir haber avukatlarım tarafından bana aktarıldı. Dönemin bir Türk bürokratı, 12 Kasım 1998 tarihinde
Rusya'dan çıkarılmamdan sonra, Türk hükümetinden gelen bir talimatla daha önce, dezavantajlı olduğu için askıya
alınan bu projenin hayata geçirilmeye başlandığını itiraf ediyordu. Ve projenin kaderinin bu süreçte değiştiğini ifade
ediyordu. Aynı kapsamda, İtalya'dan çıkarılmamdan sonra bu projeye İtalyan Eni şirketinin de dahil edilmesi bu
bürokratın ifadeleri arasında yer almaktadır.
Sadece bu örnek bile benim şahsımda Kürt halkının trajedisi üzerinden nasıl bir ekonomik döngünün sürdüğünü ortaya
koymaktadır. Elbette bu kirli ilişkiler, şu ana kadar ortaya çıkanlardan daha derindir.
Demokrasi ve insan hakları kavramını her fırsatta temsil ettiğini söyleyen Avrupa devletlerinin, komplo sürecinde bana
tamamen kapılarını kapatması, Kürt sorunun çözümü konusunda rolünü oynamaması aksine ABD ve NATO'nun
iradesine boyun eğerek, komplonun mekanı olarak talihsiz ve dramatik bir rol oynaması, Avrupa sisteminin gerçek
yüzünü bir kez daha ortaya koymaktadır.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Yunan hükümetinin rolü ise, bu kapsam içinde daha özeldir. Bazı dostların çağrısıyla Yunanistan'a geldiğimde bana
gerek kendi iç hukuklarını gerekse uluslararası hukuku uygulamadan beni Kenya'ya kaçırmaları, en kirli rolün bu ülkeye
verildiğini ortaya koyuyordu. Komplo kavramının içerdiği yalan, ihanet ve ikiyüzlülük en çok bu zeminde kendini
göstermiştir.
İtalya'da açısından şunu söylemek isterim ki, diğer ülkelere nispeten daha olumlu bir tavır sergilemesine karşın, orada da
bir abluka altında tutulduğumu ve kaçırtılmam için her yolun denendiğini ifade etmek isterim. Kanaatimce İtalyan
Hükümetini de aşan bir Gladio birimi Roma sürecimde belirleyici rol almıştır. Bu anlamda İtalya Hükümeti, kendine
güvensizdi ve belirleyici olma güçleri de yoktu. Yine de Yunan hükümetinin aksine, oraya gelişimden sonra ki süreci,
tamamen hukuk sürecine çekmeleri ve o kapsamda yaklaşmaları olumlu olarak belirtilebilinir.
Komplonun yıldönümünde bir kez daha, onun panzehiri olan barış ve demokratik çözüm konusunda elimizden gelen her
şeyi yapacağımızı ifade etmek istiyorum. Ayrıca Türkiye'nin geçmişte olduğu gibi, şu anda da barışçıl çabalarımıza yanıt
vermemesi, tasfiye merkezli bir strateji izlemesi, uluslararası komplonun amaçlarına ulaşma konusundaki gayretlerinin
devamı olarak ta okunabilir. Bu nedenle barış ve demokrasi stratejisi sadece Kürtler açısından değil Ortadoğu halkları
açısından da önemli bir emsal olmaktadır.
Komplocular, ulusal ve uluslararası gerici güçler dün olduğu gibi bugün de işbaşında. Buna karşı demokrasi ve özgürlük
mücadelesi yürüten güçler de, Kürt halkı da kendi mücadelesinde kararlı ve inançlı olarak yoluna devam edecektir.
Komplonun çapı ve derinliği, kapitalizmin 'küresel taaruzuna' karşı, halkların ve ezilenlerin de 'küresel demokrasi'
anlayışını güçlendirecek bir tutumun sahibi olmalarının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyduğunu ve bu gerçeğin
bugün için de geçerli olduğunu ifade etmek isterim.''
*Bu yazı “il manifesto” gazetesinin 13 Şubat 2010 tarihli nüshasında yayınlanmıştır. Gazetenin onayını alarak ANF'de
yayınlıyoruz.
Görüşme Notları:
13.02.2010
Tarihli Görüşme Notu
DAL CARCERE TURCO DI IMRALI
COMMENTO
di Abdullah Ocalan
Contro di me scelte di guerra
Nella sua storia l'umanità è stata spesso testimone di intrighi usati dalle potenze dominanti come strumento per la
conservazione del potere. Si potrebbero citare numerosi esempi, dai Sumeri all'impero romano. Sono premesse storiche
lontane, ma spiegano bene le congiure delle quali il popolo kurdo spesso è stato vittima. Credo che la congiura
internazionale che il 15 febbraio 1999 terminò col mio rapimento e deportazione in Turchia, sia uno degli eventi più
importanti nella tradizione di intrighi delle potenze dominanti. La mia odissea attraverso l'Europa iniziò il 9 ottobre 1998
con la partenza dalla Siria. Mi condusse ad Atene, in Russia ed in Italia. Da lì fui costretto a tornare in Russia e poi
nuovamente in Grecia. Il tutto terminò col mio rapimento dal Kenya. Parlo di una congiura internazionale, poiché l'intero
processo al quale prese parte una coalizione di potenze di quattro continenti, oltre ad intrighi politici ed interessi
economici, conteneva anche un complesso mix di tradimento, violenza e inganno.
Nonostante siano passati 11 anni, credo che questa congiura internazionale rivolta, attraverso la mia persona, contro il
popolo kurdo possa suscitare interesse ancora oggi. Comprenderne le cause e le conseguenze può contribuire a far luce
sulla situazione politica attuale. Non ci sono dubbi sull'obiettivo primario degli attori principali, gli Usa, vale a dire
l'eliminazione del nostro movimento di liberazione. Gli Stati Uniti, con il loro progetto di Grande Medio Oriente, volevano
accendere la fiamma del nazionalismo e creare nuovi piccoli stati nazionali per mantenere il controllo del Medio Oriente
nei decenni a venire. Un tale progetto non lascia naturalmente alcuno spazio ai movimenti di liberazione. Esiste quindi
un collegamento diretto tra il loro progetto di un Grande Medio Oriente e la mia estradizione in Turchia. Gli avvenimenti
che si sono succeduti dal 2003 confermano la mia affermazione. Il fatto che noi rappresentiamo una terza, vera
alternativa, rispetto ad un equilibrio fondato esclusivamente sulla scelta tra potenze dominanti internazionali e forze
reazionarie regionali, ci ha resi bersaglio di attacchi ideologici e politici.
Oltre a questo fine principale, la congiura internazionale perseguiva altri due obiettivi. Da un lato, con la mia morte o la
mia reazione all'estradizione, ci si aspettava un'etnicizzazione del conflitto, vale a dire una guerra tra turchi e kurdi.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Quello a cui oggi assistiamo in Iraq era stato allora pianificato per la Turchia. L'indebolimento della Turchia a tutti i livelli sia politico che economico - l'avrebbe completamente legata agli Usa. Il mio comportamento accorto ed il mio intervento
per una soluzione pacifica sventarono invece questo piano. Si evitò «l'irachizzazione» della Turchia. Ho lottato con tutte
le mie forze per una soluzione pacifica. L'ho fatto di mia spontanea volontà e nella convinzione che fosse nell'interesse
dei popoli. Ho inoltre sempre mantenuto un comportamento indipendente e pacifico. È proprio per questo motivo che
siamo stati la loro spina nel fianco. Il movimento di liberazione kurdo aveva sempre inteso la propria battaglia, in corso
ormai da vent'anni, come difesa del sentimento di fratellanza tra Turchi, Kurdi e tutti i popoli del Medio Oriente. Ha
sempre avuto come fine un'unione democratica. Abbiamo sempre fatto affidamento sulle nostre forze e sulla nostra
libera volontà. Abbiamo sempre fatto tutto il possibile per preservare la nostra sovranità. Per questo motivo, nonostante
la situazione estremamente critica, continuai con la nostra politica perseguita a partire dal 1993 e volta ad una soluzione
democratica e pacifica. Ciò in accordo con la nostra linea e come risposta alla congiura. Se la congiura quindi non ha
conseguito a pieno il suo scopo, lo si deve in buona parte alla nostra strategia per la pace e per una soluzione
democratica.
Dall'altro lato questa congiura politica ebbe anche una dimensione economica. Fin dall'inizio ho sempre sottolineato
l'importanza del progetto del gasdotto chiamato Blue Stream, sul quale bisognerebbe fare chiarezza e che fa parte di
questa rete di intrecci economici. Blue Stream è un grande gasdotto che trasporta il gas russo in Turchia passando sotto
il Mar Nero. Di recente attraverso i miei avvocati sono venuto a conoscenza di un articolo apparso su un giornale turco,
nel quale uno dei funzionari allora in servizio afferma che questo progetto, inizialmente bloccato a causa delle condizioni
svantaggiose per la Turchia, dopo la mia espulsione dalla Russia il 12 novembre 1998 venne improvvisamente
ripristinato su richiesta del governo turco. Ciò avrebbe cambiato il destino del progetto. Il funzionario continua dicendo
che dopo la mia partenza dall'Italia il gruppo italiano Eni entrò a far parte del progetto. Questo esempio da solo basta a
mostrare come, in collegamento con la mia persona, si stringono accordi economici alle spalle del popolo kurdo. Queste
losche relazioni vanno ben più in profondità di quanto ad oggi non si sia potuto scoprire. Gli stati europei affermano
ripetutamente di rappresentare la democrazia ed i diritti umani. Tuttavia mi chiusero tutte le porte e non fecero alcun vero
tentativo di giocare un ruolo costruttivo nella soluzione della questione kurda. Al contrario si inchinarono ancor di più al
volere degli USA e della Nato e, accettando di divenire il palcoscenico della congiura, si assunsero una parte infelice e
drammatica. Ecco il vero volto del sistema europeo.
In questo contesto il governo greco giocò un ruolo particolare. Il fatto che andai in Grecia a seguito di un invito da parte
di alcuni amici e che fui rapito e portato in Kenya, in violazione del diritto nazionale ed internazionale, mostra c ome a
questo paese venne affidato il ruolo più sporco. Qui si rivelarono nel modo più palese le menzogne, il tradimento e
l'ipocrisia che sono alla base del concetto di congiura. L'Italia invece, se paragonata agli altri paesi, si comportò in
maniera leggermente migliore. Tuttavia anche lì venni isolato e fecero di tutto per liberarsi di me. Credo che durante il
mio soggiorno a Roma abbia avuto un ruolo decisivo un'unità della Gladio, contro la quale il governo italiano era
impotente. Il governo italiano non ebbe la fiducia in se stesso e le forze necessarie per prendere una decisione
autonoma. Devo comunque ricordare che, a differenza del governo greco, tutto ciò che accadde dopo il mio arrivo fu
trattato nell'ambito del diritto.
Ancora una volta vorrei ribadire che farò di tutto per opporre a questi intrighi la pace ed una soluzione democratica. Il
fatto che la Turchia come in passato non abbia alcuna reazione ai nostri tentativi di pace, ma persegua una strategia
volta all'eliminazione del movimento di liberazione, può essere interpretato come la continuazione della congiura
internazionale. A tale riguardo la strategia della pace e della democrazia rappresenta un'opzione importante non solo per
i kurdi, ma per tutti i popoli del Medio Oriente.
I cospiratori di allora, le forze reazionarie nazionali ed internazionali, reggono ancora le fila come in passato. Tuttavia
anche le forze che combattono per la democrazia e la libertà continueranno la loro lotta, al pari del popolo kurdo e
avanzeranno sulla loro strada decise e risolute. Le dimensioni di questa congiura hanno mostrato quanto sia importante
che gli oppressi ed i popoli del mondo contrappongano all' «offensiva globale» del capitalismo una loro «democrazia
globale», e rafforzino ulteriormente questa posizione. Io la penso così, oggi come allora.
Traduzione: Simona Lavo
13.02.2010
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
19.02.2010
Tarihli Görüşme Notu
Çatışmalı bir sürecin olmaması için çabalıyoruz
Avukatlarıyla görüşen PKK lideri Abdullah Öcalan çatışmalı bir sürecin yaşanmaması için çabaladıklarını belirterek,
‘’Türkiye’de bir boşluk var. Kürtler ve demokrasi güçleri bu boşluğu doldurmazsa savaş ve kayıplar şiddetlenir ama bu
boşluk bizler tarafından doldurulursa Türkiye’de çok anlamlı ve uzun vadeye yayılan bir barışın önü açılır’’ dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında önemli mesajlar verdiği öğrenildi. Öcalan
görüşmesinde şunları söyledi:
‘’Adıyaman’da 16 yaşındaki bir kızı diri diri gömdüler. Adıyaman Menzil tarikatının merkezidir, yıllardır orada yoğun
faaliyetler yürütüyorlar. Kahta’da öyle bir şey kurmuşlar ki, bu kızın öldürülmesinin nedeni buradaki tarikatla ilişkili olabilir.
Bu ideolojik yaklaşım üzerinde durulabilir. Cezaevindeki arkadaşlar bu olay üzerinden derinleşerek, bu konuları
işleyebilirler. Cezaevindeki arkadaşlar hem bu konuda hem diğer konularda roman yazabilirler, öyküleştirebilirler, makale
yazabilirler. Bu tür olaylar roman diliyle daha iyi anlatılabilir, bu konuda anlamlı çalışmalar yapabilirler. Buna zamanları
vardır, koşulları uygundur, yapabilirler. DTK da bu türden toplumsal sorunlar konusunda çalışmalar yapabilir. Bu tür
sorunlar gerçek birer çalışma alanıdır.
BOŞLUK VAR
DBH’da yer alan arkadaşlar, ister BDP’ye katılım biçiminde olur, ister ayrı bir parti kurarlar ister çatı partisinde görev
alırlar ama önemli olan ortak mücadele hattını örmeleri ve pratik bir şeyler yapmalarıdır. Anladığım kadarıyla bazı
çekinceleri var. Yani sanki devlet yeni parti kurmalarına izin vermeyecekmiş gibi, onlara şiddetli yöneleceklermiş gibi bir
kaygıları olduğunu hissettim. Bu konuda rahat olmalılar. Türkiye’de bir boşluk var. Kürtler ve demokrasi güçleri bu
boşluğu doldurmazsa savaş ve kayıplar şiddetlenir ama bu boşluk bizler tarafından doldurulursa Türkiye’de çok anlamlı
ve uzun vadeye yayılan bir barışın önü açılır. Türkiye’de bu konuda ortak bir hattın örülmesi gerekir. Yoksa CHP-MHP
gibi ulusalcı faşist güçler bu boşluğu kullanırsa çıkmazı derinleştirirler.
1965-68 döneminde ortanın solu söylemi vardı. O dönem TİP’in muazzam bir yükselişi vardı, bu yükselişi durdurmak için
ortanın solu söylemini geliştirdiler. Ben o zamanlar Siyasal Bilgilerde öğrenciydim. Rahşan Ecevit Siyasal’a geldiğinde
devrimci öğrenciler onu protesto ettiler ve o zaman Rahşan’a şunu diyorlardı, “siz solun içini boşaltıp bu değerleri
saptırmaya çalışıyorsunuz”. O zamanın devrimci gençliği bu konuda çok sert bir tavır aldı; “devrimci solun ve devrimci
gençliğin önünde engelsiniz” dediler. Rahşan Ecevit onları dışarı attırdı. O zamanki devrimci gençliğin bu tavrının iyi
anlaşılması gerekir. Şimdiki koşullar o dönemki koşullardan daha uygundur. Şimdiki mevcut boşluğun radikal demokratlar
tarafından doldurulması gerekiyor. O zaman ortanın solu, devrimci solu engelliyordu. Şimdi ise aynı şeyi CHP ile
yapıyorlar, yapabilirler. Bunun çok iyi görülmesi gerekiyor. Bu nedenle bir an evvel ortak mücadeleyi örgütlemeleri
gerekiyor. Bunu ister BDP’nin içinde yaparlar, ister çatı partisi içinde yer alırlar, nasıl yaparlarsa yapsınlar ama önemli
olan bu boşluğu doldurmalarıdır. BDP de daha önceki partiler gibi olmamalı, onların bıraktıkları milliyetçi izlenimden
kurtulmalıdır. Yeni dönemde kendisini radikal demokratik bir Türkiye partisi olarak örgütleyebilir. Bu ortak mücadele hattı
projesi Kürtler ve radikal demokratların projesidir. Hatta bunun içerisinde muhafazakar demokratlar da yer alabilir. Her
konuda hemfikirlilik olmasına gerek yok. Kendi içlinde demokratik olunmalı, demokratik usul oturtulmalı, demokrasi
işletilmelidir. Demokratik anlayış olmalıdır. Eğer bu yapılamazsa, ortak mücadele geliştirilemezse, ben o zaman
Ergenekon etkilemesi demek zorunda kalacağım.
Bizim çözüm yönünde ‘93’ten beri çabamız oldu. Ta Özal’dan beri bu konularda çabalarımız oldu. Her şey bitmiş değil,
yani çözüm umudumuz devam ediyor, ama burası Türkiye, ne olacağı belli olmaz. Barış gelişirse çok anlamlı olacak.
Hatta etkileri ta Pakistan’a, Yemen’e kadar yayılır. Her tarafa örnek bir model olur. Ancak barış gelişmezse çok derin bir
çatışma süreci de başlayabilir. Biz bunların olmaması için çabalıyoruz.
ALEVİLERE PARTİ KURDURMUYORLAR
Yıllardır Alevilere parti kurduracağız diyorlar kurdurmuyorlar, oyalıyorlar. Yine 10 Aralık Hareketi’ne parti kurdurmuyorlar.
Bir türlü örgütlülükleri gelişmiyor; partileşeceğiz diyorlar parti kurdurmuyorlar. Geçmişten bu yana bunlar sanki bilinçli
oyalanıyor. Bunlardan dolayı bu alanda sürekli bir boşluk yaratılıyor. Böylece bu kesimler oyalanarak eritilmeye çalışılıyor
ve bu şekilde siyaseten etkisizleştiriliyorlar. Buna dikkat edilmelidir, bunların farkında olunmalıdır. BDP’nin oy oranının
DERLEYEN : AZAD BADIKI
anketlerde yüzde 7,5’larda olduğu belirtiliyor. Ben BDP’nin oy oranının yüzde on, yüzde on buçuklarda olduğunu tahmin
ediyordum. Şaşırdım, nasıl bu kadar düşük. Demek ki iyi örgütlenilmiyor. Ortak mücadele hattını geliştirirlerse yüzde on
beşlere rahatlıkla çıkabilirler. Yüzde on yüzde on beş oy alırlarsa demokratik çözümü daha rahat geliştirebileceklerini
düşünüyorum, daha etkin olurlar. Sarıgül harıl harıl çalışıyor geliştiriyor örgütleniyor. Sarıgül bile bunu yapabiliyorsa, BDP
niye yapmasın? BDP örgütlenmesini Türkiye’nin her yerine yaygınlaştırabilir. Başta Konya, Bursa, İstanbul, İzmir, Adana
olmak üzere diğer bütün batı illerinde örgütlenmelerini geliştirebilir, buna öncelik verebilirler.
Barış umudumuzu koruyoruz ama herşeye de hazırlıklı olmak gerekir. Yine diyorum, olası gelişmelere karşı PKK kendi
kararlarını kendisi alır. Bahara kadar gelişmelerin olması önemlidir. Çatışmalı bir sürecin yaşanmaması için çabalıyoruz.
Tabi tek başına bizim çabalarımızla olacak bir şey değil. Ben burada gerekli katkıyı sunmaya her zaman hazırım, bu
güne kadar da sundum. Ancak bundan sonra sağlığım elvermeyebilir. Nefes alıp vermekte bile zorluk çekiyorum, nereye
kadar dayanırım, bilemiyorum ama dayanmaya çalışıyorum.
AKP’nin bu konuda yaklaşımı önemli. AKP bir şeyler yapmak zorunda ancak yapısı buna ne kadar müsait? Kendi
tabanına bu süreci ne kadar kabul ettirdiğini bilemiyorum. Yine değişime karşı ciddi direnen güçler de var. Ancak AKP’nin
bu konuda cesur olması gerekiyor. Bu meselelere kararlı güçlü bir şekilde yaklaşmalılar. AKP’ye de buradan çağrı
yapıyorum; tutuklamalara, baskılara derhal son vermelidir, çözüme hizmet eden yaklaşımlar içinde olmalıdır. AKP bir
yandan bunu yapıyor öte yandan değişimi de gerçekleştirmek zorundadır. Bunun sancısını yaşıyor.
İKİ HEGEMONYA
AKP bir taraftan iktidarını sürdürmek zorunda, bunun kaygısını güdüyor, bir taraftan da değişim için kendini zorluyor.
AKP herşeye rağmen değişimi gerçekleştirme konusunda cesur olmak zorundadır. Biz de Türkiye’de demokratik çözümü
geliştirmeye çalışıyoruz. Bu bizim yolumuz. Bu güne kadar Türkiye’de iki hegemonya vardır. Birinci hegemonya İttihat
Terakki hegemonyasıdır. CHP ve MHP’yle ulusalcı-milliyetçi güçlerin temsil ettiği İttihat terakki hegemonyasıdır. Bu
hegemonya 80-90 yıldır varlığını sürdürmektedir. İkinci hegemonya ise Türk-İslam sentezli hegemonyadır. Bu
hegemonyanın temsilini ise şu anda AKP yapmaktadır.
Bizim bu iki hegemonya karşısında geliştirdiğimiz üçüncü yol ise demokratik çözüm yoludur. İşte demokratik cumhuriyet
dediğim budur. Bu hususu Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda da ayrıntılı olarak işlemiştim. Bizim demokratik çözüm
anlayışımızda üç ilke var. Birincisi demokratik ulus, ikincisi demokratik vatan, üçüncüsü demokratik cumhuriyettir.
Demokratik ulus, hiç bir ulusun başka bir ulusa tahakküm kurmadığı, üstünde olmadığı, zorla asimile etmediği ulus
anlayışıdır. Burada, demokratik ulusta zorunlu asimilasyon yoktur, gönüllü asimilasyon vardır. Halklar, kültürler
birbirleriyle gönüllü bir şekilde ilişki kurarlar, iç içe geçerler, birbirlerini yok etmezler, birbirlerinin yaşamsal varlıklarına
saygılı, karşılıklı birbirlerini beslerler. Demokratik ülke veya demokratik vatanda ise sınırlara takılmadan, herhangi bir
sınır problemi yaratmaksızın birlikte yaşama vardır. Demokratik cumhuriyet ile bu tamamlanır. Bu anlayışımız
Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için de geçerlidir. Ortadoğu Kültürünü Demokratikleştirmek savunmamda bu
işlenmiştir.
İRAN’DAKİ DURUM ÇOK TEHLİKELİ
İran’da faili meçhuller de yaşanmaya başladı. İran’ın durumu Türkiye’nin 90’lı yıllarının sonrasına benziyor. Çok tehlikeli.
Ben oradaki halkımıza idamlardan dolayı başsağlığı diliyorum, sabır ve metanet diliyorum. Direnişlerini saygıyla
karşılıyorum. Kendi güvenliklerini alabilirler, Zagros’a çekilebilirler, ama kadın, çoluk, çocuk demiyorum, hedef haline
gelenler kendi öz savunmalarını alabilirler, yaşlılar, çocuklar köylerinde kalabilirler ama hedef haline gelenler Zagros’a
çekilebilirler.
IRAK’TA DEMOKRATİK BİRLİK VE BARIŞ KONFERANSINA ÇAĞRI
Yine bu vesileyle Irak’a ilişkin de şunları belirtebilirim. Irak’ta bir demokratik birlik ve barış konferansı yapılabilir. Amerika
Irak’tan çekilirse oradaki Araplar Kürtlere saldıracaklardır, adeta bir soykırım tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. O yüzden
ben demokratik birlik ve barış konferansı öneriyorum. Bütün oradaki halklar, Araplar, Kürtler ve diğerleri bu konferansta
bir araya gelip kendi demokratik birliklerini ve geleceklerini oluşturmalılar, bu konuları derinlikli tartışmalılar. Aksi taktirde
Kürtleri çok büyük tehlike bekliyor. Özellikle Saddam’ın idam edilmesinden sonra Kürtlere yönelik bu tehlike azalmamış,
tam tersine daha da artmıştır. Eğer bu demokratik birlik ve barış çalışmaları gerçekleşmezse, bu yönde çabalar sarf
edilmezse Hitlerin Yahudilere yaptığının daha beterini Araplar Kürtlere yapacaktır.
Ayrıca Suriye için de şunları belirteyim; kendi öz örgütlülüklerini, savunmalarını sağlamlaştırmalılar. Bu temelde İran, Irak
ve Suriye’deki halkımızı selamlıyorum.
İRAN’DAKİ İDAMLAR TÜRKİYE’YE SUNULMUŞ BİR HEDİYEDİR
Ben daha önce hazırladığım 160 sayfalık yol haritasında bugüne kadar Kürtlere olan yaklaşımları üç kategoride
değerlendirdim. Birincisi Kürtlere 80-90 yıldır uygulanan imha ve inkar yaklaşımıdır. Bu yaklaşım tutmadı. Bu yaklaşımla
Kürtler bitirilemedi. İkincisi ise Kuzey Irak’ta küçük bir ulus-devletçik kurup, bütün Kürtleri ve sorunu bu küçük devlete
hapsederek boğma yaklaşımıdır. Böyle bir politika, İngilizlerin politikasıdır. Bu politikanın uygulamasında birinci amaç
PKK’nin tasfiyesidir. Biliniyor, bazılarını kopardılar. Türkiye’de de DTP’nin üzerine giderek DTP’yi koparmaya çalıştılar.
Yine diğer parçalardaki halkımıza baskıyı derinleştirip bu politikayı hayata geçirmeye çalıştılar. İran’daki idam
DERLEYEN : AZAD BADIKI
uygulamaları da bu politikaların bir sonucudur. Bu son idamlar Ahmet Davutoğlu’nun İran’a gittiği gün gerçekleştirildi. Bu
bir nevi Türkiye’ye sunulmuş bir hediyedir.
Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim, sonuçta bu yaklaşım veya politika da tutmadı. Biz bunun üstesinden de geldik. Bu
konuda özellikle halkımıza şükranlarımı iletiyorum. Onların yoğun bağlılığı, mücadelesi, direnişi bu politikayı boşa çıkardı,
daha da güçlenerek çıktılar. Eğer bu politikaları tutsaydı, sonuç Iraklaşma, İranlaşma, İsrail-Filistinleşme gibi olacaktı.
Bizim buradaki sabırlı duruşumuz ve halkımızın mücadelesiyle bunun böyle olmasının önüne geçildi. Bizim demokratik
çözüm çizgimiz gelişme gösterdi.
“SİYASİ SOYKIRIM TEHLİKESİ ORTADAN KALKMIŞTIR”
Komplo’nun 12. Yılı vesilesiyle geçen hafta yaptığım 15 Şubat açıklamalarına şu ekleri de yapabilirim. Halkımızın
gösterdiği duyarlılık nedeniyle şükranlarımı sunuyorum. Halkımızın gösterdiği direniş komployu boşa çıkarmıştır.
Komployla amaçlanan benim imhamdı. Bunun gerçekleşmesi durumunda bir kaos ortamı ve kanlı bir süreç olacaktı. Ben
burada zor bela komployu boşa çıkarmak için kendimi yaşatmaya çalıştım. İmralı’daki koşullara karşı 11 yıllık duruşumun
esası budur. Artık şunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Halkımızın muazam direnişi, sahiplenmesi sonucunda Kürtlerin imha
tehlikesi ve siyasi soykırım tehlikesi ortadan kalkmıştır.
DTK TOPLUMSAL SORUNLARLA İLGİLENMELİ
KCK, DTK, BDP ilişkisine ilişkin de şunları söyleyebilirim. KCK silahlı, illegal, yasa dışı bir örgütlenmedir. Kırda, şehirde,
dört parçada, Türkiye’de, metropollerde, Avrupa’da her yerde kendi örgütlemesini yapmıştır. DTK ise Kürtlerin sosyal,
kültürel, ekonomik, spor, sanatsal alanda örgütlenmesidir. DTK sadece Kürtleri ilgilendiren bir örgütlenmedir. Bir sivil
toplum kurumudur. Kendini bu şekilde örgütler, yasaldır, legaliteye dayanır. İşte Adıyaman’da 16 yaşındaki kız
çocuğunun dramı. DTK’nin işi bu tür sorunlarla ilgilenmedir. Yine bu kaçırılan kız çocukları var. Kimileri sahte doktorlar
falan bunu yapıyor diyor ama işin iç yüzü böyle değildir. Hepsi öldürülüyor. DTK bu türden toplumsal sorunlarla
ilgilenmelidir, çözümler geliştirmelidir.
HALKA ÖZ SAVUNMALARI, ÖZ ÖRGÜTLÜLÜKLERİNİ GELİŞTİRME ÇAĞRISI
Bu vesileyle halkımıza da şunu söylüyorum, kendi öz savunmalarını, öz örgütlülüklerini geliştirmeliler. Kendilerini
bekleyen bu büyük tehlikelere karşı sivil savunmalarını kendileri örgütleyebilmeli, geliştirebilmelidir. Herhangi bir devlet
tedbirine ihtiyaç duymadan kendileri bu türden sorunlarını halledebilirler.
DTK Kürtlerin sivil toplum alanıdır. BDP ise, tüm Türkiye alanına hitap eden legal siyasal partidir, legal siyasal alanda
kendisini örgütler. Siyasal alandaki boşluğu doldurur. Siyasal temsiliyeti sağlar, taleplerini bu şekilde ifade eder. KCK ile
organik bir bağı olamaz, olmamalıdır. Ancak onlara da düşmanlık yapmamalıdır; “bizim görevimiz onlara düşmanlık
yapmak değildir” diyebilmeliler. Bu konuda net olmalılar. KCK genel tüm parçalardaki örgütlülüğü ifade eder. Bunun
içinde illegalitesi vardır, silahlı güçleri vardır. Şimdi KCK yasadışı ele alınıyor ama süreç barışçıl yönde gelişirse
demokratik sürece dahil olurlar. DTK ise Kürtlerin sivil toplum kurumu, alanını ifade eder.
15 Şubat komplosunu gerçekleştiren güçler için şunu söylemek istiyorum. Bütün halkımızın da bunu bilmesi gerekiyor.
Bunların politikaları halkların yararına değil, kendi çıkarlarınadır. Bunların politikaları kendi çıkarları doğrultusunda
kendilerine bağlı küçük ulus-devletçikler yaratarak -İşte küçük Kıbrıs, küçük Yunanistan, küçük Ermenistan, küçük
Kürdistan bunlara örnektir- halkların özgürlük mücadelelerini boğmaktır. Eğer bizim söylediğimiz demokratik çerçevede
bir çözüm gelişirse o zaman bunlara gerek kalmayacak, onlar da bu politikalarında başarılı olamayacaklardır.
Sağlık koşullarım her zamanki gibidir. Çok fazla değişen bir şey yok. Geceleri uyuyamıyorum, nefessiz kalıyorum.
Geceleri arada uyanma oluyor. Çok terleme oluyor. Pencerenin açılmasıyla biraz daha rahatladım tabi, açılmasaydı daha
çok zorlanacaktım. Ancak görünür bütün rahatsızlıklarım devam ediyor. Nedeni buranın kuyu gibi bir yer olmasındandır.
Kuyu etkisi yapıyor. Herhalde bundan sonra bu koşullarda kalacağım. Pek fazla değişiklik olmayacak galiba. Bu şekilde
dayanmaya çalışacağım. Burada bundan sonra koşulların değişeceğini söylediler. Haftada üç gün diğer arkadaşlarla
görüşme olacağını söylediler, görüşme günlerimiz üç güne çıktı.
Mehmet Karasungur KDP-YNK arasındaki bir çatışmada talihsiz ve erken bir şekilde şehit düştü. Kardeşlerinden birisi de
şehit düştü. Aileyi iyi biliyorum. Selamlarımı iletiyorum. Tabi Bingöl de bizim için önemli bir yerdir. Burada çok değerli
şehitlerimiz vardır. Mücadelemize değer kazandıran bir yerdir. Muş ve Çermik’teki halkımıza selamlarımı iletiyorum. MuşBulanık olayında yaşamını yitiren halkımızın iki değerli evladının ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum.
Cezaevlerinden mektuplar alıyorum. Erzurum c.evinden, Adıyaman, Muş c.evinden mektup alıyorum. Hepsine tek tek
cevap yazamıyorum, mektuplarını aldım, selamlarımı iletiyorum. Cezaevindeki tüm arkadaşlara da selamlarımı
iletiyorum.’’
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Balyoz operasyonunun arkasında
ABD var
Öcalan, “Bu Balyoz Planı Ergenekon’dan biraz farklı. ABD bunlarla bu şekilde artık işlerin yürüyemeyeceğini gördüğü için
Başbakanı zorladı, bunları tasfiye et diye, Başbuğ’u da uyarmışlardır. Ona da bu şekilde devam edilemeyeceğini
söylemişlerdir. Bunlar şimdi tasfiye oluyor” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, yaşamla ilgili olarak
“Davaya girmek öyle kolay bir iş değildir, getirdiği birçok zorluk var, yaşamın kendi zorlukları da var. Duyuyorum,
izliyorum korkunç bir işsizlik var. Üniversite mezunu gençler kahve köşelerinde yaşam tüketiyor, ne yapacaklarını
bilemiyorlar. Kapitalizm böyledir, insanı tüketir. Biliyorum hala sigara içen arkadaşlarımız var. Kapitalizme yanılmamak
gerekir. Yaşlanma bence beyinle ilgilidir. İnsanın zihninin güçlü olması gerekir. Zihin ne kadar güçlü olursa beden de o
kadar zinde kalır. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Zihin güçlü olmazsa, sistemi iyi çözememişse beden de erken çöker.
Kapitalist sistemde gerçeği bulmak, gerçeği doğru yorumlamak çok zordur, bireyleri saptırır. Saptırılmış birey de artık hiç
bir şey yapamaz hale gelir” ifadelerine yer verdi.
DARBECİLER ÇILDIRMIŞ
Öcalan, şöyle devam etti: “Gelişmeler, ABD’nin kontrolünde gelişiyor. Balyoz planı ortada. Çıldırmış bunlar. Camileri
bombalamaktan bahsediyorlar. Tam çılgınlık. Kürtleri de tamamen yok etmeyi planlamışlar, Kürtleri Yunanlıların yerine
koymuşlar, Yunanlılar gibi sürmeyi düşünmüşler. Bu kadar kişi sürelim, öldürelim diye plan yapmışlar. Korkunç bir şey
bu. Benim burada yıllarca Kemalizmi yeniden ele almak gerekir düşüncemin doğruluğu ortaya çıkıyor. Türkiye mevcut
haliyle devam edemez demiştim. Bunlar şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bunlar bu korkunç planlarına NATO’nun destek
vereceğini de düşünmüşler, hayal etmişler. Bu kadar katliama NATO bile destek vermez. Bu fikrin, planın çılgınlığı ortada
ama bir defa işin içine girmişler şimdi çıkamıyorlar. Amerika da bunu kabul etmez.”
BALYOZ’UN ARKASINDA ABD VAR
“Veli Küçük onlar zaten daha önce tasfiye oldular. Bu Balyoz Planı Ergenekon’dan biraz farklı. ABD bunlarla bu şekilde
artık işlerin yürüyemeyeceğini gördüğü için Başbakanı zorladılar, bunları tasfiye et diye, Başbuğ’u da uyarmışlardır. Ona
da bu şekilde devam edilemeyeceğini söylemişlerdir. Bunlar şimdi tasfiye oluyor. Bir taraftan CHP, MHP ve ordu içindeki
Kemalistlerin daha doğrusu ittihatçı artıkların olduğu, ulusalcı katliamdan yana olan kesim. Diğer taraftan AKP’nin olduğu
muhafazakar kesim. Üçüncüsü de bizim ve demokratların temsil ettiği demokratik çizgi. Türkiye’deki durum şu anda tam
bir karmaşa halidir. Bir yandan o katı ulusalcı kesim, bunların gücü az değildir. Haberde duydum Çetin Doğan son anda
Meksika’ya kaçmayı planlamış. Bedrettin Dalan onlar da çalışma içindeler, İsrail’in sağcı kesiminin onlara desteği var.
Amerika’da en uç kesim olan Neo-conlar bunlara destek veriyor. İsrail’de Netenyahu onlar da AKP’ye destek veriyor.
Diğer taraftan da AKP ve Fethullah. Aslında tam Fethullah da değil. Birçok cemaat var, bir organizasyon halindeler. Diğer
taraftan da Kürt hareketi var.”
KÜRTLER ARTIK TASFİYE OLMAZ
“Kürt Hareketi üzerinde birçok oyunlar oynandı, tasfiye edilmeye çalışıldı. Fakat ne oldu? PKK ve halk direndi,
demokratik alanda büyük güçlenme yaşandı. Ben de burada büyük bir sabırla direndim. Ve oyun bozuldu. Artık Kürtler
tasfiye olmaz. Kürt hareketinin de artık tasfiye olunamayacağı gerçeği var. Bu görüldü. Ama bu gerçekle ne
yapacaklarını, bu gerçekle nasıl yaşayacaklarını bilemiyorlar. Her iki taraf da Amerika’nın kontrolünde. Bütün bu
gelişmeler Amerikanın kontrolünde gelişiyor. Türkiye’de MHP ve laik kesim güçsüz değildir, AKP de güçlüdür, peki bu
gelişmelerle bu süreç nasıl sonuçlanacak? Kanaatimce sonuçta demokrasi üzerinde uzlaştıracaklar. Bir demokratik şey
üzerine uzlaşma olacak. Türkiye değişecek. Değişen Türkiye’de Kürtler de demokratik bir güç olarak kabul görecek.
Kürtleri kabul ederler. Ben yol haritamda da belirtmiştim. Demokratik özerklik Kürtler için uygun bir çözümdür.”
AKP KÜRTLERLE UZLAŞIR MI?
“Aslında Cumhuriyet üç kesimi hep tasfiye etmek istedi. “İrtica” adı altında İslamcı çizgi, “yıkıcılar” diyerek Sol-Komünist
kesimi, “bölücü” diyerek de Kürtleri tasfiye etmek istedi. Ama ne oldu? Erbakan üzerinden bir tasfiye oldu ama, AKP ABD
ile bir şekilde ilişkilenerek kendisini korudu ve daha da güçlendi. Sol önemli oranda zayıflatıldı ama hala epey bir grupları,
partileri var, kalıntıları var. Kürt halkı da tasfiye olmadı, tasfiye olmayacağı da anlaşıldı. Dolayısıyla Cumhuriyet bu
DERLEYEN : AZAD BADIKI
gerçekleri kabul etmek zorunda kalıyor. AKP Kürtlerle uzlaşır mı, bu sorunu demokratik olarak çözer mi? AKP’de herşey
Tayip Erdoğan’ın tutumuna bağlı. Ama AKP de demokratik davranmıyor. AKP kendi içindeki Kürt milletvekillerine,
işbirlikçi Kürtlere dayanarak birşeyler yapmaya çalışıyor. Ama bunlar sorunu çözemez. Kürtlere ilişkin nasıl bir tutum
takınır, bu önemli.”
KÜRT SORUNUNDA ÜÇ YOL VAR
“Kürt sorunu konusunda üç yol var. Birincisi 80-90 yıldır devam eden inkar-imha politikası, anlayışı. İkincisi küçük
Kürdistan kurup tüm Kürtleri oraya bağlamak. Yani küçük Kürdistan’ı kurararak Büyük Kürdistan hayaliyle Kürtleri bir yüz
yıl daha oyalamak. Tıpkı Yunanlıların megalo ideası gibi. Küçük Yunanistan’ı kurup, megalo ideasını yaşatmak. Yine
tıpkı küçük Ermenistan’ı kurdurarak Büyük Ermenistan hayaliyle Ermenileri oyalamak gibi. Burada da küçük Kürdistan’ı
kurup Büyük Kürdistan hayalini yaşatmak istiyorlar. Küçük Kürdistan’ı kurup bütün Kürtleri orası üzerinden kontrol
edecekler. Bunu ortaya çıkarmak hayati önemdedir. On yıldır bunu söylüyorum. Kaçanların birçoğuna her türlü imkân
verdiler. Birçok kişiye de orada şirket kurdurup kendilerine bağlıyorlar. Geçmişte nasıl ki ülkü ocakları üzerinden Sol
pasifize edildiyse, bugün de bu cemaatler eliyle hareketimiz pasifize edilmek isteniyor. Çok güçlü ekonomik imkanları da
var. Bunu da devreye sokuyorlar. Bazı aileleri bu çerçevede kendilerine bağlıyorlar. Osman “benim önümü açın ben gidip
Muhafazakar Kürtleri örgütleyeyim” diyordu. Bunun gibi birçok oyun oynandı ama hiçbirisi tutmadı. Üçüncü yol da bizim
savunduğumuz demokratik çözümdür. Biz burada demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik toplum diyoruz.”
KARMAŞADA POLİTİKA ÜRETEN KAZANIR
“Şu an yaşanan bu karmaşa halinden muazzam politika üretenler büyük gelişme kaydeder. Erdoğan ortalığı ayağa
kaldırıyor. Bahçeli Baykal hergün feveran ediyorlar. Neden? Çünkü şu anki siyaset bunu gerektiriyor, onlar bunu biliyor.
Günün siyaseti için böyle yapmaları gerekiyor. Bizimkiler gün gün muazzam politika yürütmelidirler. Kim bu karmaşa
halinde çok iyi örgütlenirse iyi ve doğru politika yürütürse o kazançlı çıkar. Akademi kurun diye o kadar çok söyledim,
bugün akademi ihtiyacı nasıl hissediliyor, ortadadır. Bu yaşananları süreci doğru kavrarlarsa tutuklamaları da boşa
çıkarırlar. Kendi yerel demokratik önderliklerini ortaya çıkarmaları gerekir. Bu tutuklamalar devletin bir taktiğidir. İyi bir
siyaset yürütümüyle bu tutuklamalar rahatlıkla boşa çıkarılabilir. Ben siyaseti iyi yürütün derken kimseye illegal bir alanı
işaret etmiyorum. Demokratik zeminde yapılabilecek muazzam çalışmalar var, bunlar yapılmalı diyorum. Ama çok iyi
anlaşılmıyor, hantal çalışılıyor. Yerel demokratik önderlikler ortaya çıkmadı. Teorik olarak da çok dogmatikler. DTK Kürt
toplumunun yasal demokratik örgütlenmesinin adıdır. Yine BDP yasal ve Türkiye’nin tümünde çalışmalarını yürüten bir
siyasal partidir, Türkiye partisidir. Bunlar KCK’dan ayrı çalışmalardır, birbirine karıştırılmamalıdır.”
SOL HEP EZBER TEKRARLIYOR
“Ben burada on yıldır hep söylüyorum, ortada bir çalışma göremiyorum. Sol’un geleneksel durumudur bu. Bir şeyler
ezberlemişler habire aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Ben burada muazzam bir çaba sarfettim. Ben Stalinizmi katbe kat, fersah
fersah aşmışım, dünya düşüncesine mal olacak kadar düşünce üretmişim, kendi düşüncemi oluşturmuşum. Ezbercilik ve
dogmatizm diyorum ben buna. Önemli olan pratikleşmedir. Türkiye siyasetinde şu anda en önemli olan husus
pratikleşmedir, pratik politikadır. Üç ana çizgi ve güçten söz etmiştim. Birincisi katı-ulasalcı milliyetçi çizgi, ikincisi AKP’nin
temsil ettiği ılımlı-islamcı-muhafazakar çizgi. Türkiye’yi bu iki hegemonyadan kurtaralım diyordum, diyorum. Bunlara karşı
bir çıkış olarak üçüncü yol ve çizgiyi önerdik, geliştirdik. Demokratların birlik çizgisidir bu. İşte dağ gibi kitle var ortada,
ben daha ne yapabilirim! İster BDP içinde ister dışarıda önemli olan ortak çalışma yürütülmesidir. Bunun için bir
koordinasyon kurulu kurulabilir, paralel çalışmalar yapılabilir, yürütülebilir.”
AVNİ ÖZGÜREL İYİ TESPİT YAPMIŞ
“Geçen gün de Aktüel’de Avni Özgürel’in yazısını okudum. Özgürel de Kürtler, PKK ve Öcalan konularının ayrı konular
olduğunu ancak bunların bağlantılı, iç içe oluğunu, bir arada ele alınmazsa sorunun çözülemeyeceğini belirtiyor. İyi bir
tespit yapmış, söylediği doğru. “Öcalan’ı devre dışı bırakan her seçenek Öcalan’ı güçlendiriyor” diyor. Bu da doğru.
Bugüne kadar da güçlendirdi zaten. Ben burada kimseye, devlete falan yalvarmıyorum. Yol haritamda da belirttim,
sağlığım hala elverişliyken rolümü oynamak istiyorum.”
MÜSLÜM DOĞAN AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI
“Adıyaman’da Malatya Yazıhan’lı bir lise öğrencisi bedenini ateşe vererek hayatını kaybetmiş. Ailesine sabır, metanet ve
başsağlığı diliyorum. Dil, bedendir. Coğrafya bedendir. Kültür bedendir. Bedenlerinize sahip çıkın. Öyle tek başına kuru
bir dil bir anlam ifade etmez. Bunlar hepsi bütünlüklüdür. Bir arada düşünülürse demokratik bir toplulukla bunlar birlikte
bir anlam ifade eder. Dil, coğrafya, kültür, bunların hepsine ben beden diyorum. Bedeninize sahip çıkmazsanız baş bir
işe yaramaz bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar DTK’nın çalışma alanlarıdır; dil, kültür, sanat, spor her alanda toplum
içinde çalışmalarını yürütürler” şeklinde konuştu.
KADIN-ERKEK TESLİMİYETİ TARTIŞILSIN
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Kadın ile erkek ilişkisinde -bir yazar da belirtiyor– kadın mı erkeğe teslim oluyor yoksa erkek mi kadına teslim oluyor?
diye. Burası tartışılabilir, bence günümüzde ikisi de birbirine teslim olmuştur. Kadın erkek ilişkisi doğru anlaşılmalıdır. Bir
kadınla hangi temelde yan yana gelineceği önemli. Bu yaşıma geldim hala bir kadınla hangi temelde biraraya gelinebilir,
bir kadınla bir araya gelirsek ne konuşacağız, hangi konuları konuşuruz kendisiyle diye düşünüyorum. Slovaj Zizek “beni
en çok heyecanlandıran şey benden daha zeki bir kadınla felsefe konuşmaktır” diyor. Kadınla belli bir temelde diyalog ve
ilişki kurulmalıdır. Doğru yaklaşımla yani kadınla erkeğin bir araya gelme konusunda, ben buna evrenin oluşum dili
diyorum. Yani evrenin oluş tarzıdır diyorum. Ben kadın erkek ilişkisine böyle bakıyorum. Bu ilişki tarzı bu özgürlük
temelinde yakalanırsa Nirvana’ya o zaman ulaşılabilir. Ben kadına saygı temelinde yaklaşıyorum. Kadınlar beni bu kadar
takip ettiklerine göre demek ki bende bazı yönleri keşfetmişler. Ben kadına çok değer veriyorum. Kadın, özgürlüğünü
savunmalıdır. Ben buna değer veriyorum. Kadın her türlü özgürlüğünü geliştirebilmelidir, kendini bu konuda yetkin hale
getirmelidir. Ben buna örnek vermek istiyorum. İskenderiyeli Hypatia isimli bir kadın M.S. 415’te dönemin ilk Hıristiyanları
tarafından fikirlerinden dolayı ölüme mahkum ediliyor. Kadına diyorlar ki, “sen bizim yasalarımıza karşı geldin”. Onların
şiddetine karşı kadın felsefeyle cevap veriyor. Onlar saldırdıkça kadın felsefeye sarılıyor, felsefeyle kendini savunuyor,
kendi felsefesini ortaya koyuyor. Etrafını saran gençlere de “siz bana faydacı, kaba cinsellik temelinde yaklaşıyorsunuz,
ben bunu kabul edemem” diyor. Sonra kadını taşlarla linç ederek öldürüyorlar. İşte kadın özgürlüğü için kendini böyle
savunmalıdır. Adıyaman’da kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüşler, diri diri! Üzerine atılan toprak boğazına, iç
organlarına kadar dolmuş, diriyken. Aslında toprağa gömülen kadındır, kadınlıktır, bütün insanlıktır. Bir kişinin toprağa
gömülmesiyle bir milyon kişinin toprağa gömülmesi arasında fark yoktur. Dinsel dogma o dönemde de bu dönemde de
tehlikelidir. Bu kızın anısını, hayatını roman yapabilirler. Adıyaman cezaevindekiler bunun üzerinde durabilir. Bunun için
kadınlar kendilerini çok iyi yetiştirmelidir diyorum.” Öcalan, sözlerini “Kars halkına selamlarımı iletiyorum. Bütün
cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum” diyerek bitirdi.
Görüşme Notları:
AKP çözüm önünde
en büyük engeldir
05.03.2010
Öcalan, “AKP Kürt sorununun demokratik çözümü önünde en büyük engeldir. AKP sorunu çözmek istiyormuş gibi
gözüküyor ancak çözdürmüyor. Bana göre, devlet diyaloga hazır. Ama AKP çözüm önünde en büyük engeldir. Bunu da
çok kurnazca, sinsice yapıyor. Çözüyormuş gibi görünüp aslında tasfiyeyi geliştiriyor” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre sağlık sorunlarına değinen Öcalan,
“Cezaevinden kaynaklanan eski sorunlarım devam ediyor. Geceleri uyuyamama durumu devam ediyor, nefes alıp
vermekte zorluk çekiyorum. Yine Prostat vb. Yaşla alakalı hastalıklarım da var. Ama koşullara dayanmaya çalışıyorum.
Bu saatten sonra da bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. 11-12 yıldır burada dayandım, dayanmaya çalışacağım. Ben
dayanırım da diğer arkadaşlar dayanır mı bilemiyorum. İleride koşullar değişir mi bilmiyorum. Sonuçta sağlığım cezaevi
sistemine bağlıdır, sağlık sorunlarım bu şekilde ele alınmalıdır” dedi.
SOLU BEKLEYECEK DURUMUMUZ YOK
“AKP’nin oyları herhalde yüzde otuzlara kadar düşmüş. CHP ve MHP de oy oranını artıramaz. Muazzam bir işsizlik
ordusu oluştu. On beş milyona yakın kararsız seçmen var, bunların yeni bir partiye ihtiyaçları var. Bunun için Çatı Partisi
çalışmasını önemsiyorum. Türkiye’nin böyle bir alternatife ihtiyacı var. Kısır tartışmalar içerisine girilmemeli. Sorunlarımız
devasadır, çözüm için el atmayı gerektiriyor, enerjiler kısır tartışmalar için tüketilmemeli. Yeni partiye ihtiyaç var. Bu yeni
parti çalışmalarına ağırlık verilmelidir, bu boşluk doldurulmalıdır. Kapitalist sistemin yarattığı devasa sorunlar var. İşte
Türkiye’de muazzam işsizlik var. Hatırlıyorum, bize geçmişte Türklerden, diğer farklı kesimlerden gençlerin çok ilgisi
vardı, bize geliyorlardı, katılıyorlardı, herhalde bugün de öyledir. Bu gençlerin örgütlenmesi lazım. Geçmişte olduğu gibi
bugün de bu gençler örgütlenebilir. Bu yapılırsa muazzam bir güç ortaya çıkar. Batı’daki insanların örgütlenmesi
gerekiyor. Sol’un durumu ortada, bizim onları bekleyecek durumumuz yok. Bu yakıcı sorunlara artık zaman kaybetmeden
el atmamız gerekiyor. BDP bu perspektifle Batı’da örgütlenmesini güçlendirebilir, Afyon’da, Bursa’da, İzmir’de, diğer batı
illerinde örgütlenmelidir. Bergama örneği biliniyor. Bergama köylülerinin mücadelesinin içinde gençler de yer alıyordu.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
BDP bu tür sorunlara da duyarlı olmalıdır. BDP her türden ülke sorunlarıyla ilgili olduğunu gösterir ve pratikleştirirse
ancak böyle bir Türkiye partisi haline gelir, o zaman oy oranını da bu paralel de yükseltir.”
TÜRKİYE VEKİLLİĞİ OYUNDUR
“AKP’nin Anayasa paketiyle getirmek istediği “Türkiye milletvekilliği” büyük bir oyundur, aslında burada amaçlanan
BDP’nin mecliste grup kurmasının önüne geçmek, engellemeye yönelik bir düzenlemedir. BDP de tek başına seçim
barajının düşürülmesi koşuluyla destek vermesi de yetersiz bir yaklaşımdır. AKP binlerce çocuğu cezaevine göndermiş
hala da tutuklamalar devam ediyor, yüzlerce siyasetçi cezaevindedir. Bu anayasa paketine destek vermek için öncelikle
anti- terör yasasının değiştirilmesi gerekiyor. Hatta değiştirilmesi yetmez tümden kaldırılması gerekiyor. Bu anti- terör
yasalarıyla bir sürü insanı cezaevine gönderiyorlar. Bu yasanın kaldırılması gerekiyor. AKP gerçekten samimiyse önce
bu cezaevindeki çocukları, tutuklu Kürt siyasetçileri serbest bırakmalıdır. Hepsi bu anti- terör yasasına dayanıyor. Bu
yasa değiştirilmeden, kaldırılmadan Kürtler bu anayasa paketine destek vermemelidir. Hatta destek vermeme değil, bu
anayasa paketinin en sert muhalefetini Kürtler yapmalıdır. Bu konuda demokratik tepkilerini sonuna kadar kullanmalılar,
mevcut tartışıldığı kadarıyla, bu anayasa paketine hayır demelidirler. Biz demokratik bir anayasaya karşı değiliz. Ben üç
temel ilkeyi söylemiştim. Bu üç temel ilkeye dördüncü bir ilke eklemiştim. Bunlar demokratik vatan, demokratik ulus,
demokratik cumhuriyet ve dördüncüsü demokratik anayasadır. Bu dördüncü ilke olan demokratik anayasa çerçevesinde
bir yaklaşım olmalıdır. Bütün bu ilkeleri kapsayacak yeni demokratik bir anayasanın inşası gerekmektedir. Biz bu temelde
ancak iki koşulda anayasa paketine destek veririz. Bir, seçim barajının düşürülmesi. BDP’nin bu konudaki tavrı
olumludur, ancak yetersizdir. İkincisi anti- terör yasalarının kaldırılmasıdır. Bu vesileyle öncelikle tüm cezaevindeki
çocuklara gösterdikleri duyarlılıktan dolayı sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum. Daha önce ve 15 Şubat vesilesiyle
tutuklanan çocuklara ve diğer tutuklananlara sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum.”
AKP KURNAZ VE SİNSİ
“AKP bu konuda çok kurnaz ve sinsice hareket ediyor. Demokratik adımlar olarak gösterdiği bütün çalışmalarının özünde
Kürtlerin demokratik siyasetinin, gerçek demokratik açılımının tasfiyesi amacı var. Burada amaçlanan Kürt siyasetinin,
gerçek demokratik açılımın tasfiyesidir. Sorunları çözmek istiyor gibi gözüken AKP aslında sorunların çözümü önünde en
büyük engeldir. O kadar operasyon yapıp çocukları, siyasetçileri cezaevine gönderiyorsun sonra demokratik açılım
diyorsun. Kimseyi bırakmadılar. Demokratik yarış diyorsun, bu koşullarda demokratik yarış yapılır mı, bunun adı
demokratik yarış olur mu? Aslında AKP Kürt sorunun demokratik çözümü önünde en büyük engeldir. AKP sorunu
çözmek istiyormuş gibi gözüküyor ancak çözdürmüyor. Aslında bu yönüyle devlet, AKP’ye göre çözüme daha yakındır.
Bugün bunu engelleyen AKP’nin kendisidir. 11 yıl önce buraya ilk getirildiğim dönem, sorunun çözümü önünde MHP
engeldi. Bugün ise AKP engeldir. Bugün AKP’nin önünde hiç bir kurum duramıyor, sesini çıkaramıyor, karşı koyamıyor,
işte Başbuğ’un durumu görülüyor. Ben 11 yıl önce buraya ilk getirildiğimde devletin dört kurumu gelip benimle
görüşmüştü. Sorunun çözümünden bahsediyorlardı. Ben onlara sizin gücünüz bu sorunun çözümüne yeter mi? demiştim,
güçlerinin yetmediği zamanla ortaya çıktı. O zaman MHP sorunun çözümünü engelledi. Bugün ise AKP aynı misyonu
görüyor. Bana göre, Devlet diyaloga hazır ama AKP çözüm önünde en büyük engeldir. Bunu da çok kurnazca, sinsice
yapıyor. Çözüyormuş gibi görünüp aslında tasfiyeyi geliştiriyor.
BEYAZ VE YEŞİL HEGEMONYA
“Türkiye’de iki tür hegemonya bugüne kadar gelişmiştir. Birinci hegemonya MHP ve CHP’nin temsil ettiği Beyaz Türkçü
hegemonyadır. İkincisi ise AKP’nin temsil ettiği Yeşil Türkçü hegemonyadır. İki hegemonyanın temelinde de faşizm yatar,
ikisi de kurumsal faşizmdir. MHP ve CHP’nin temsil ettiği Beyaz Türkçü hegemonya 19. Yüzyıla kadar kendisini
dayandırır, yüz yıldan fazla geçmişi var. İttihat terakki zihniyetinin devamıdır. Alman milliyetçiliğine dayanır, Alman ulusal
faşizminden esinlenmiştir, kaynağı budur. MHP ve CHP’nin temsil ettiği bu Beyaz Türkçü hegemonya ile Türkiye’yi bir
yere kadar getirdiler, bir yere kadar bu politikaları uyguladılar. Şimdi ise uygulanan AKP’nin temsil ettiği Yeşil Türkçü
hegemonyadır. AKP’de temsiliyetini bulan Yeşil Türkçü hegemonyanın kaynağı ise İngiltere ve Amerika’ya dayanır,
Anglo-Sakson’dur. AKP bugün de bu güçlerden desteğini alıyor. Bu iki hegemonyanın faşizmi de kurumsaldır. MHP ve
CHP’nin çizgisi ulusal-faşist bir çizgidir, inkar-imha ve asimilasyona dayalıdır. AKP ise her ne kadar kendisini liberal
çizgide gösterse de daha kurnaz ve daha sinsidir. AKP’nin şu anda yüzünde liberal bir maske var. Yüzü şirin görünüyor
ancak o maskenin altında çok sinsi ve çirkin bir yüz var. Bunu görmek gerekiyor. AKP’nin maskesinin altındaki yüzünü iyi
görmek gerekiyor, politikayı da bu yönlü derinlikli ele almak gerekiyor. AKP yüzüne liberal maskeyi takıp, sorunları
çözüyormuş gibi gözüküp gerçekte tasfiyeyi örmeye çalışıyor. AKP’nin gösterdiği yüzüne aldanılmamalıdır, gerçek yüzü
görülmelidir. Sinsi ve kurnazca oynuyor. Şu anda AKP’nin yürüttüğü politikalar ‘90’lı yıllarda Çiller’in yürüttüğü
politikalardan daha tehlikelidir. Çiller döneminde açık bir şekilde imhayı dayatıyorlardı, bunu açık yaptıkları için herkesçe
görülen bir tehlikeydi. Ama şimdi ise AKP daha gizli ve derinden bu işi yapıyor. Görünüşte Erdoğan ve Beşir Atalay’ın
dediği gibi demokratik açılım, milli birlik projesi gibi söylemlerle sorunları çözmeye çalışıyor gibi gözüküyorlar ancak
uygulamada tersi yaşanıyor, tersi yapılıyor. Bu iki hegemonya kurumsal faşizmdir. Cengiz Çandar da işte Lozan’da
yapılan hatalardan bahsediyor. Orada hatalar yapılmasaydı sorun bu kadar büyümezdi, diyor. Lozan’da yükseltilen Tek
Türkçülük’tü. Şimdilerde ise yükseltilmeye çalışılan Tek Kürtçülük’tür. İkisinin de bizim anlayışımızda yeri yoktur. Biz
demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa ilkeleri çerçevesinde bir demokratik
yaşamı, demokratik birlikteliği esas alıyoruz.”
“Tabi bu haftalar, bu iki üç hafta kritik haftalardır. Sonuç da tarafların yaklaşımı süreci belirleyecektir. Ben buradan
sorunun çözümüne dair katkılarımı sunmaya devam edeceğim. Ama sonuç da bu tarafların vereceği karar önemlidir. İşte
Cemil Bayık’ın geçenlerde yaptığı bir açıklamasını okudum. Büyük ve final niteliğinde bir savaşa hazır olduklarını
belirtiyor. Tabi taraflardan olumsuz yaklaşımlar gelişirse çatışmalar derinleşir, bu sosyolojik bir tespittir, işin sosyolojisi
gereği böyledir. Barış gelişmezse savaş derinleşir. Kendi hazırlıklarının olduğunu söylüyorlar, işte dört parçadan gerillaya
katılımların arttığı belirtiliyor. Herhalde katılımlar artmıştır.
Yine belirtiyorum, anlamlı yaklaşımlar gelişirse ben burada tarihsel rolümü oynarım. Ben burada PKK’ye de talimat
vermiyorum, verme durumum da olmaz, bu doğru da olmaz. Bahar’ın ortasına kadar herşey netleşir. Bu haftalar kritik
haftalar, çözüm yönünde olumlu gelişmeler olmazsa savaş derinleşir.”
GENÇLER TOPLUMA HAYAT VERMELİ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Bütün bunlar karşısında Kürtler, bilinçli olmalıdır, demokratik siyasetlerini, demokratik komünlerini geliştirmelidirler.
Kürtler devletten artık bir şey beklememelidir. Devlete dayanmadan, devletten bir beklenti içine girmeden kendi
demokratik örgütlülüklerini geliştirmelidirler, kendi sistemlerini oluşturmalıdırlar. Kendi yaşamlarını bu şekilde
doldurmalıdırlar. Eğer Kürtler demokratik bilinçlerini, demokratik siyasetlerini geliştirmiş olsalardı, demokratik siyaset
anlayışı toplumun geneline yedirilseydi bu kadar genç hayatını kaybetmezdi. İşte Adıyaman’da Malatyalı genç kendini
yakmış, bu vesileyle tekrardan ailesine başsağlığı diliyorum, sevgilerimi ve selamlarımı iletiyorum. Söylediğim gibi
demokratik siyaset zeminine olan inanç gelişmiş olsaydı böyle intiharvari eylemler yerine, bu gençler kendilerini yaşatıp,
toplum içinde demokratik bilinç, demokratik ruhla harıl harıl çalışırlardı. Yoksa bu kadar genç şimdi harıl harıl demokratik
zeminde büyük bir iştahla çalışmalarını yürütüyor olacaktı. Ben bu yüzden demokratik siyaset akademilerini çok
önemsiyorum. Bu akademiler olsaydı, buradan yetişecek gençler topluma hayat verirlerdi. Belki anlaşılmıyor ama,
demokratik bilince sahip olmak, demokratik komünler içinde yaşamak, demokrasiyi özümsemek hayatın her alanında
insana değer katar, yaşama daha çok bağlar. Adıyaman’da bir kız çocuğunu diri diri gömdüler. Birçok yerde de kadın
intiharları oldu, oluyor. Demokratik siyaset, demokratik bilincin toplumda örülmesi bunun çaresidir.”
BATMAN’DA İNTİHAR AZALDI
“Batman’da daha önceleri bir çok kadın intiharları oluyordu, son süreçte bunlar azaldı. Bunun sebebi Batman’da
demokratik siyasetin gelişmesi, demokratik tartışmaların yükselmesidir. Demokratik kültür topluma yaygınlaştıkça daha
çok yaşama bağlar. Benim siyaset felsefemde, bunca yıllık deneyimle ortaya çıkardığım en doğru sonuç, demokratik
komünler halinde örgütlenmek ve toplumun her kesiminde bu komünleri yaymaktır. Savunmalarımın Özgürlük Sosyolojisi
bölümünde bu konuları ayrıntılı olarak işledim. Savunmalarımda çözüm modelini de geniş bir şekilde açtım. Kapitalist
moderniteden kurtuluş, demokratik uygarlığa nasıl ulaşılır? Bunları işledim. Benim siyaset felsefemin özü demokratik
komüncülüktür. Bunu bir nevi eski dönemlerdeki aşiret, kabile ve tarikatlara benzetiyorum ancak demokratik komünlerin
zihniyeti bunlardan farklıdır. Demokratik komünler, bir nevi modern aşiret, modern kabile, modern tarikat, modern ailedir.
Bütün bunların modern gelişmiş halidir.
Kapitalizmin liberal, bireyci anlayışından kurtarılmalıdır toplum. Toplumun her alanında demokratik komünler şeklinde
çalışıp, demokratik zihniyeti egemen kılınırsa toplumu bekleyen tehlikelerin de önüne geçmiş olunur, sistemin karşı
yönelimleri boşa çıkarılmış olur. Herkes kendi yerini bilmeli ve bulunduğu yerdeki konumuna göre uslubunu, tarzını
şekillendirmeli, zihniyetini kendi çalıştığı alana göre şekillendirmelidir.”
DTK YASAL VE LEGALDİR
“Daha önce de belirttiğim gibi KCK ayrıdır DTK ayrıdır, BDP ayrıdır, her birinin görevi, işlevi, konumu, yerleri farklıdır.
DTK, Kürtlerin demokrasisini, barışını geliştirir, bunu hedef alır. DTK’nın Türkiye’de, Batı’da da çalışanları, dostları,
müttefikleri olabilir ancak ağırlıklı olarak Kürtlerin demokrasisini, barışını hedefler, asıl hedefi budur. DTK’nın merkezi
Diyarbakır’dır. DTK, Kürtlerin sivil toplum kuruluşudur, yasaldır, legaldir. Yan örgüt gibi olmamalıdır, yan örgüt haline de
getirilmemelidir. DTK tabandan tavana örgütlenmelidir. Tabanı örgütleyip bütün alanları doldurup, bütün alanlardaki
örgütlülüğü yaratıp üste doğru bir sinerji yaratmalıdır. DTK sadece Kürtlerin yaşadığı yerlerdeki boşluğu doldurur.
Sanatsal, kültürel alandan tutalım, sosyal, ekonomik, spor her alanda Kürtlerin ilişkisini düzenler, sorunlarını çözer.
Mesela Kürtler için bir bankacılık girişimi de olabilir, kendi bankacılık çalışmalarını da geliştirebilir. DTK bütün bu
alanlardaki boşluğu doldurur. BDP ise Türkiye partisidir. Türkiye’deki ve Kürdistan’daki siyasal boşluğu doldurmalıdır.
Çalışmalarını bu yönlü yürütmelidir. Sadece Kürdistan’da değil Türkiye’nin her yerinde metropollerde de kendisini
örgütlemelidir. DTK’nın merkezi, Diyarbakır’dır. DTK demokratik, meşru zeminde, demokratik siyaset zemininde
çalışmalarını yürütmelidir. Yasaları bilerek, yasalara uygun davranırlar. KCK ise tamamen farklıdır, illegal bir
yapılanmadır. Silahlı güçleri vardır. Dört parçada örgütlemesini yürütür, kendisini dört parçada örgütler. Ben bunları
sadece Türkiye için belirtiyorum. KCK İran’da, Irak’ta, Suriye’de nasıl örgütlenir, diğer oluşumlarla ilişkileri nasıl olur,
bunu kendileri belirler. Kendileri kendi koşullarına hakimdirler, o yüzden bulundukları koşullara göre örgütlenmelerini
nasıl geliştireceklerine kendileri karar verir. Benim buradan diğer parçalardaki örgütlenme modellerine karışmam çok
doğru da olmaz. Bu konuda kararları kendileri verirler.”
8 MARTI KUTLUYORUM
“Bütün kadınların 8 Mart’ını kutluyorum, selam ve sevgilerimi iletiyorum. 8 Mart’a ilişkin olarak şunları belirtebilirim:
Sümerlere kadar olan beş bin yıllık süreçte anaerkil bir dönem yaşandı. Sümerlerde bu anaerkil dönem yerini babaerkil
ya da ataerkil döneme bıraktı. Bu dönemde, Sümerlerde ataerkil dönemin ilanı yapıldı. Sümerlerden bu yana geçen beş
bin yıllık zaman da ataerkil dönemdir. Günümüze kadar beşbin yıl anaerkil, beş bin yıl da ataerkil dönem yaşandı. Bizim
anlayışımızda ne tam anaerkillik ne de tam ataerkillik vardır. Bizim anlayışımızda ikisini buluşturan, felseyefe dayalı,
felsefik temeli olan bir birlikteliktir. Evet kadın ve erkek bir arada yaşamalıdır, yaşayabilir. Ancak bu yanlış anlaşılmasın,
burada kastettiğim bir cinsel özgürlük değildir, bunu da tasvip etmiyorum. Kastettiğim kadın erkek birlikteliği, felsefeyle
yoğrulmalı ve felsefik temeli olan bir birliktelik olmalıdır. Kadın ve erkek birlikteliği ancak böyle anlamlı kılınabilir. Aksi
durum vahşi kapitalizmde görülen kadın cinselliğine bizi götürür. Vahşi kapitalizmin bu kadın cinselliğinin sonucu
felakettir. Kadın özgürlüğünden kastettiğim bilinçi ve iradeli kadındır. Benim kadına ilişkin düşüncelerim çok farklıdır, çok
yenidir, Özgürlük Sosyolojisi kitabımda bu konuyu detaylı ele aldım oradan da yararlanılabilir. Kadın özgürlük mücadelesi
kazanılmadan sosyalizm mücadelesi, demokrasi ve özgürlük mücadelesi başarıya ulaşamaz.”
“Yine kadın konusuyla ilgili olarak Berlusconi’den bahsetmek istiyorum. Berlusconi kadınlara yaklaşımı yönüyle çok ön
plana çıktı, çok tartışılıyor İtalya’da. Berlusconi’nin bir tespiti vardı, buna dikkat çekmek istiyorum. Berlusconi “Ben bütün
İtalyanların hayallerinde yaşamak istediklerini yaşıyorum, o yüzden hedef gösteriliyorum” diyor. Berlusconi kendi
açısından doğru bir tespitte bulunmuş. Berlusconi kapitalist sistemin temsilcisi durumundadır. O yüzden İtalyan
sosyalistlerine buradan sesleniyorum. İtalyan sosyalistlerine çağrımdır. Berlusconi’nin yaşadıklarıyla İtalyan halkının
hayalindekileri aşacak felsefik temele dayanan bir kadın erkek birlikteliğini yaratmak zorundasınız. İtalyan sosyalistlerinin
bir görevidir bu; yani Berlusconi’nin yaşadıklarına ve İtalyanların hayallerinde yaşattıkları kadın-erkek anlayışına alternatif
bir kadın-erkek anlayışı yaratmalılar. Vahşi kapitalizmin bu iğrenç, kaba anlayışına karşı, felsefik temeli olan, anlamlı bir
kadın-erkek anlayışı geliştirmelidir. Bu anlayış yani doğru bir kadın-erkek, cins anlayışı geliştirilmezse sosyalizm
mücadelesi, demokrasi ve özgürlük mücadelesi başarıya ulaşamaz, anlamsız olur ve sosyalist mücadele yarım kalır. Bu
vesileyle bütün İtalyan halkına selamlarımı, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
KOÇERLER İÇİN ÖZEL PROJELERİM VAR
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Son yaşananlar, Beyaz Türkçü hegemonya ile Yeşil Türkçü hegemonyanın savaşıdır.
Beyaz Türkçü hegemonya tarihsel kaynağını İttihat Terakki ve Alman faşizminden alır. Bunlar statükonun devamını
isteyenlerdir. Şu andaki statükocu kesimler bunlardır. Statükonun ötesine geçmek isteyen hegemonya ise Yeşil Türkçü
hegemonyadır. Bunlar da kaynağını ABD ve İngiltere’den alır, Anglo-Sakson’dur. Yaratılmak istenen Yeşil Türkçü
Gladiodur. Daha önceki Beyaz Türkçü Gladio şu anda Yeşil Türkçü Gladio içinde eritilmeye çalışılmaktadır. Dersim, Siirt,
Kurtalan ve Eruh’a selamlarımı iletiyorum. Bana cezaevlerinden gelen mektuplar var, tüm cezaevlerindeki arkadaşlara
çok çok selamlarımı söylersiniz. Trabzon, Rize Kalkandere, Siirt, Batman, Adıyaman, İzmit, Midyat, Erzurum
cezaevinden mektuplar aldım. Hepsine selamlarımı iletiyorum. Onlara önerim kendi felsefelerini, felsefik çalışmalarını
oluşturmalıdırlar.”
Görüşme Notları:
Son büyük bir saldırı tehlikesi var
14 mart 2010
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürtlere Newroz öncesi mesajında ulusal bir kongre ve ortak bir savunma
hattı oluşturmaları çağrısında bulunurken, “Son büyük bir saldırı tehlikesi vardır, uyarıyorum. Halepçenin on katı
katliamlara yönelebilirler” dedi. Öcalan sol demokrat partilerin de tek çatı altında birleşebileceğine dikkat çekerek, “Eğer
bu birliktelik sağlanırsa yüzde on barajı rahatlıkla geçilebilir. Bu baraj bir kere aşılırsa muazzam bir güç ortaya çıkar,
taşar, bütün anti demokratik yasaları, kurumları, uygulamaları süpürür” tespitinde bulundu.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında Türkiye, İran, Suriye, Kürdistan ve
Avrupa’daki gelişmeleri değerlendirdiği öğrenildi. Öcalan Elazığ’daki depreme değinerek üzüntü verici olduğunu söyledi.
DEPREMDE YAŞAMINI YİTİRENLERE BAŞSAĞLIĞI
Öcalan, “Elazığ’da deprem oldukça üzüntü verici. Yaşamını yitirenlerin ailelerine ve halkımıza başsağlığı
diliyorum” dedi.
REEL SOSYALİZM DİLİ TERK EDİLMELİ
Solda birlik arayışlarına dikkat çeken Öcalan bu konuda şunları söyledi: “Eşitlik ve Demokrasi Partisi adı altında
yeni bir parti kurulmuş. Son zamanlarda Sol’da kayda değer gelişme bu olsa gerek. Bunlar, bu haliyle yüzde 1-2 gibi bir
oy alabilirler. Ama iyi çalışır ve ittifak yaparlarsa bu oranlarını yükseltebilirler. Birlikteliğin daha da genişletilmesi
gerekiyor. Solda duranlar artık daha geniş düşünmeliler. Eski sol dili bilinmektedir, Reel Sosyalizm dilidir. Bu dil
yenilmiştir. Bu dil artık terk edilmelidir. Sol kendini yenilemelidir. Ortak paydalar etrafında bir araya gelinmelidir. Bütün sol
demokrat çevreler ayrılıkçı olmadığımızı bu konuda samimi olduğumuzu iyi bilmelidirler. Biz halkların demokratik
birlikteliğine önem veriyoruz. Bu nedenle demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve demokratik
anayasa çerçevesinde birlikte yaşamı savunuyoruz. Bu Türkiye için hayatidir.”
SEÇİM BARAJI BİR KEZ AŞILSA, MUAZZAM GÜÇ ORTAYA ÇIKAR
“Bütün sol demokratik partiler bir çatı altında birleşebilirler” diyen Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: “BDP de bu
çalışmalara ciddi yaklaşabilmelidir. Eğer bu birliktelik sağlanırsa yüzde on barajı rahatlıkla geçilebilir. Bu baraj bir kere
aşılırsa muazzam bir güç ortaya çıkar, taşar, bütün anti demokratik yasaları, kurumları, uygulamaları süpürür. Geniş
çerçevede bir araya gelinirse bu yüzde on barajının aşılacağına buna ortamın müsait olduğuna inanıyorum. AKP yüzde
on barajını kaldırmak istemiyor, çünkü onun da işine geliyor. Bu baraj AKP’nin anti demokratik yüzünü net ortaya
koyuyor, bu demokrasiye barajdır. Bu, küresel sermayenin talebidir. AKP de bunların politikalarını uyguladığı için barajı
indirmeye kolay kolay yanaşmaz. Bir de Türkiye milletvekilliği politikası var, bu tuzaktır. Türkiye milletvekilliği tasfiye
politikasının bir başka yönüdür. BDP buna zaten karşı çıkıyor, kendi taleplerini açıklamışlar. BDP bir barış projesine
dönüşebilir.”
MARKSİZMİN KARŞISINDA DEĞİLİM, ELEŞTİRİLERİM YAPICI
Marksizmin karşısında olmadığını da dile getiren Öcalan, “Sevim Belli ve Mihri Belli’yi selamlıyorum. Mihri Belli
umarım kısa sürede sağlığına kavuşur. Onların idealleri, bizim ideallerimizdir ve hep yaşatacağız. Benim demokratik
komünalizme ilişkin görüşlerim biliniyor. Benim Marksizme ilişkin yaptığım eleştiriler iyi anlaşılmalıdır. Marksizm
karşısında değilim, sadece yapıcı eleştiriler yapıyorum. Marks da gençlik yıllarında komünalizme ilişkin fikirlere sahipti.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Paris Komününden etkilenmişti, ilk gençlik yıllarında bu komün meselesi üzerine düşünceler üretmişti. Demokratik
komünalizm etrafında binlerce genç örgütlenebilir” şeklinde konuştu.
İDAM CEZASI ALANLARA SABIR DİLİYORUM
Öcalan Irak parlamento seçimleri, İran’daki idamlar ve Suriye’deki gelişmelere de değinerek şunları söyledi:
“Irak seçimlerinde önemli bir farklılık, öne çıkan bir gelişme Goran hareketidir. Zihniyet açısından, feodal, aşiretçi yapının
değişmesi açısından biraz diğerlerinden farklı. İran’da siyasi nedenlerle idam cezası alıp da hala bekleyenler var. Onlara
sabır diliyorum. Dayanmaları gerekiyor. İran’daki tutuklu arkadaşlar arasında Zeynep Celaliyan adlı bir arkadaş var. Ona
özel selamlarımı iletiyorum. Qamişlo katliamının yıldönümü nedeniyle Suriye’deki halkımıza tekrar başsağlığı dileklerimi
iletiyorum. Örgütlülüklerini güçlendirmelidirler.”
NEWROZ MESAJI: ULUSAL KONFERANS TOPLANMALI
Öcalan, Newroz’un yaklaşması nedeniyle de bir mesaj verdi. Öcalan şöyle dedi: “Newroz’un yakınlaşması
vesilesiyle bütün halkımıza, Suriye, İran, Irak, Avrupa’daki bütün halkımıza çağrım şudur; Daha önceki savunmalarımda
da belirttiğim gibi beş ilke dört pratik öneri çerçevesinde Ulusal Konferans toplanıp, ulusal bir Kongre oluşturulmalıdır. Bu
kongre tüm Kürtler için ortak politikalar belirlemelidir. Ortak savunma hattı örülmeli ve savunma güçleri
ortaklaştırılmalıdır. Kürt halkına yönelim tehlikesi her zaman mevcuttur. Biliniyor ABD Irak’tan çekiliyor. Arap devletleri
Güney’deki Kürt federe oluşumunu boğabilirler. Bunların da bu tehlikeyi bilmesi gerekir.”
SON BÜYÜK SALDIRI TEHLİKESİ VAR
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Son büyük bir saldırı tehlikesi vardır, uyarıyorum. Halepçenin on katı
katliamlara yönelebilirler. Federe Kürt yapısını tasfiye etmeye yönelik müdahaleler olabilir. Barzani ve Talabani bu
durumun ciddiyetini görmelidir. Kürtlerin Ermeni ve Rum halkının düştüğü duruma düşmemesi için birliklerini sağlamaları
gerekir. Birincisi ortak ulusal bir kongre ve meclis yapılanmasına gidilmelidir. İkinci olarak Kürtleri bekleyen tehlikelere
karşı savunma güçleri ortaklaştırılmalıdır. Üçüncü olarak da FKÖ tarzı ulusal bir ortak yürütme organı oluşturulmalıdır.”
PKK VE DEVLETE MEKTUP GÖNDERDİM
Demokratik çözüm ve barıştan yana olduklarını ifade eden Öcalan, PKK ve Devlete çözüme yönelik mektup
gönderdiğini belirtti. Öcalan, “Biz demokratik çözüm ve barıştan yanayız. Bu konudaki çabalarımız devam ediyor ama
çözüm bir türlü gelişmiyor. Şunu belirtmek istiyorum. Ben PKK’ye de devlete de çözüme yönelik görüşlerimi içeren
mektuplar gönderdim. Cevap bekliyorum. Bakalım gelecek cevapları göreceğiz. Bu husus böyledir” ifadelerini kullandı.
AVRUPA’DAKİ OPERASYONLAR TASFİYE AMACININ DEVAMIDIR
Avrupa’da Kürtlere yönelik operasyonları da değerlendiren Öcalan, bu konuda şu tespitlerde bulundu: “Bu
Avrupa’daki operasyonlar Türkiye’deki tasfiye amacının bir devamıdır. Arkasında ABD vardır. Bu bir ABD-İngiliz
siyasetidir. AKP’nin arkasında Anglo-Sakson siyaseti vardır. Londra merkezlidir. CHP-MHP çizgisi Beyaz Türkçülük
faşizmidir. Bunların Kürt sorununa bakış açısı inkar ve imhadır, bu nettir. Ama AKP’nin yaptığı da Yeşil Türkçülük
faşizmidir. CHP-MHP’nin Beyaz Türkçülük çizgisi İttihat Terakki geleneğine dayanır, ta 1906’lara kadar götürülebilir.
Arkasında Alman faşizmi anlayışı vardır. İlk defa İttihat Terakki ile birlikte faşizm kurumsal olarak ideoloji ve iktidar
alanında yer etmiştir. Enver paşa gibi ittihatçıların çoğunda bu zihniyet egemendir. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Alman
destekli bu ittihatçı zihniyet tamamen etkilidir. İsveç de bu Ermeni Soykırım yasasını kabul etti. Basında Deniz Baykal “bu
cumhuriyete bir saldırıdır” dedi. O biliyor. Bu, ittihat Terakki’nin cumhuriyete hakim olan ideolojik ve iktidara dayalı
kurumsal faşizmini günümüzde de CHP ile devam ettirildiğini gösteriyor. Baykal bu anlayışla “cumhuriyete saldırıdır”
diyor. Ancak Mustafa Kemal, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren biraz bağımsız kalmaya çalışmıştır. Ama daha sonra
ittihatçılar İngilizler tarafından desteklenmiştir. İşte İngiliz yanlıları olan İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak gibi ittihatçı kadrolar
tarafından Mustafa Kemal’in etrafı kuşatılmış ve etkisiz hale getirilmiştir. Bundan dolayı Mustafa Kemal İngilizlere
yakınmış gibi görünmek zorunda kalmıştır. Hatta Mustafa Kemal’in ölümü bile şüphelidir. Bugüne gelindiğinde ise ABD
ve İngiltere bu ittihatçılardan desteğini çekmiş görünüyor. Artık AKP politikalarını destekliyor. Ilımlı İslam denilen politika
budur.”
AKP’NİN YAPTIĞI YEŞİL TÜRKÇÜLÜK FAŞİZMİ
Öcalan şöyle devam etti: “AKP’nin yaptığı şu nedenle yeşil Türkçülük faşizmidir: Bunlar çözümden ziyade;
çözüyormuş gibi görünüp, tasfiyeyi örüyorlar, yürütüyorlar. Bu nedenle bu politika çok daha tehlikelidir. Bu İngiliz
siyasetidir. Kökenleri ta 1550’lere kadar gidiyor. İngilizler, İspanya’ya bu politikayla müdahale ettiler, önce Portekiz’i
kopardılar. Basklıların durumu da bunun sonucudur. Avusturya ve Macaristan imparatorluğunu da Prusya’yı kullanarak
zayıflatıp çökerttiler. Yine Osmanlı İmparatorluğu’nu bu politikalarla dağıttılar. İşte Kıbrıs’ta, Ermenistan’da,
Yunanistan’da yaptıkları gibi küçük bir Kıbrıs, küçük bir Yunanistan, küçük bir Ermenistan yaratarak bu halkları
kendilerine bağladılar. Bunun benzeri, Kürtler üzerinde de deneniyor. İşte Güney Kürdistan’da kendi kontrollerinde küçük
bir Kürt ulus-devletçiği yaratıp, bütün Kürtleri oraya bağlamayı ve oradan kontrol ederek kendi politikalarının hizmetine
koşturmayı amaçlıyorlar. Bunu Diyarbakır’da da geliştirmek istiyorlar. Bunun için de bağımsız duruşu olan ve özgür
iradeli Kürdü temsil eden Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi hedefliyorlar. AKP de içine aldığı Kürtler eliyle bu politikayı
yürütmeye çalışıyor. Aslında açılım denilen proje de bu politikaların yürürlüğe konulmasıdır. Küresel sermaye AKP’ye bu
DERLEYEN : AZAD BADIKI
rolü biçmiştir. Küresel hegemonyanın ‘30’lu yıllardaki politikalarındaki amaç, CHP yanlısı bir burjuva sınıfı yaratmaktı. İşte
Vehbi Koç; Ankara’da küçük bir dükkandan devasa bir küresel holdinge bu politikalar sayesinde gelmişti. Normal
koşullarda bu mümkün müdür? Bunlar hep o küresel politikaların gereği olarak yapılmıştır.”
AKP YANLISI BİR SINIF YARATILMAYA ÇALIŞILIYOR
“Şimdi ise AKP yanlısı bir sınıf yaratılmaya çalışılıyor, yeşil sermaye deniliyor buna.” diyen Öcalan, şunları
kaydetti: “Aynı şekilde AKP eliyle işbirlikçi bir Kürt burjuva sınıfını yaratmaya çalışıyorlar. Zaten Güney’de bu iş
halledilmiş sayılır. Aynısını Diyarbakır’a da taşırmak istiyorlar. Ama AKP’nin hepsi böyledir demek yanlış olabilir, içinde
samimi demokrat, çözümden yana olanlar da olabilir. Erdoğan için net bir şey söylemek zor. Onun hakkında soru
işaretlerim var. Gerçekten çözümü istiyor da gücü mü yetmiyor! Bunu bilemiyorum, gücü yetmeyebilir. Bu benim için soru
işaretidir. Özal olayı var. Özal gerçekten samimiydi, Anadolu çocuğuydu. Bu İngiliz-ABD siyasetinin dışına çıkmak istedi
biraz. Gerçekten barış istiyordu, o yüzden Özal’ı ortadan kaldırdılar. Ecevit de biraz böyleydi, o yüzden Ecevit’i de felç
ettiler, tasfiye ettiler. Beni de CIA ve MOSSAD Türkiye’ye teslim etti. Bütün bunları iyi anlamak lazım. Binlerce Kürt
siyasetçisi tutuklandı. AKP demokratik siyaseti tasfiye edip, kendi anlayışlarına hizmet edenleri öne çıkarıyor. Demokratik
siyasetten korktukları için bu tutuklamaları gerçekleştiriyorlar. Siyaset Akademileri önemlidir. Demokratik siyaset için
gereklidir. Demokratik siyasetin öneminin farkında oldukları için bu şekilde Kürtlerin önüne geçmeye çalışıyorlar.
Çocuklarla ilgili yasa değişikliği tartışması var, çocuk yargılamalarının, terörle mücadele yasası kapsamında çıkarılması
tartışılıyor. Bu tartışmalar da çözüme yönelik bir adım değildir.”
İZMİR’DEKİ HALKIMIZI SELAMLIYORUM
Öcalan son olarak şunları belirtti: “Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Bingöl c.evinden bir arkadaş demokratik
komünalizm üzerine bir mektup göndermiş. Güzel yazmış, çalışmalarını sürdürmelidir. Yine Rize, Siirt, Erzurum
c.evlerinden gelen mektuplar var. Midyat c.evinden Şadiye Manap’tan mektup aldım. Bütün cezaevindeki arkadaşlara,
İzmir Kırıklar c.evindeki arkadaşlara, İzmir’deki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Kadın arkadaşlara da özel selamlarımı
iletiyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Yine Günlük Gazetesinin dağıtımcılarına, bütün çalışanlarına selamlarımı
iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Öcalan: Tehlike çok büyük!
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Newroz sonrası yeni bir sürecin başlayacağını belirterek, “Tehlike çok büyük. Bir KürtTürk boğazlaşması yaratılmak isteniyor” dedi. Kültürel soykırımın fiziksel soykırıma dönüşebileceğini ifade eden Öcalan,
Avrupa’daki operasyonlar için ise, “Uyarıyorum, bu bir NATO kararıdır, Roj TV’yi temelli kapatabilirler” diye kaydetti. “Ben
rolümü oynadım” diyen Öcalan, PKK, BDP ve Kürtlere şu çağrıda bulundu: “Açık söylüyorum; Kararlarını kendileri
versinler.”
Öcalan, ayrıca, “Barış çabalarının devamı için tutuklanan çocukların ve siyasetçilerin bir an önce serbest
bırakılması ve barajın yüzde beşe düşürülmesi gerekir. Bunlar olursa süreç gelişir ben de üzerime düşeni yaparım”
mesajını verdi.
Öcalan görüşmesinde, tehlikenin büyük olduğunun altını çizerek, Kürt-Türk çatışması tehlikesine dikkat çekti.
Öcalan şunları söyledi:
GÜNEY KÜRTLERİNE YÖNELEBİLİRLER
“Ben daha önce Lozan’ı güncelleyelim derken sadece Kuzey Kürtleri’nin hakları için değil, Güney Kürtleri’nin
hakları için de bunu öneriyordum. ABD çekiliyor, Güney Kürtlerine yönelebilirler. Türkiye’de de Kürt-Türk çatışması
tehlikesi var. Ulusal Konferans bu tehlikelere karşı önemlidir. İlkeleri ve öneriler konusunda düşüncelerimi daha önce
belirtmiştim. Beş ilke ve dört pratik öneriyi tekrar öneriyorum. Konferans bu ilkeler temelinde geliştirilebilir.”
BEN YARIN BİLE ÖLDÜRÜLEBİLİRİM
“Ben yarın bile ölebilirim daha doğrusu öldürülebilirim. Beni buraya getirip koyanlar burada beni öldürme gücüne
de sahiptirler. Mesela yemeğe bir ilaç katarlar, belki de katıyorlardır, çok da zor değil bu, buna güçleri var, CIA’nın buna
gücü var. Teslim edildiğimde Türkiye ile bir anlaşma yapılmıştı. “Hemen öldürmeyin” demişlerdi. Yani öldürebilirsiniz ama
hemen değil, öyle anlamak lazım. Bu nedenle belirttiklerim önemlidir diyorum. Newroz sonrası yeni bir süreç başlıyor.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
TEHLİKE ÇOK BÜYÜK
“Tehlike çok büyük. Bir Kürt-Türk boğazlaşması yaratılmak isteniyor. Oyunlar var. Ama kimse bunu net olarak,
ciddi olarak görmüyor. Ben burada kendimi yırtıyorum. BDP, bunun ne kadar farkında bilemiyorum. Bu bir İngiltere-ABDNATO oyunudur. Kürt-Türk çatışması yaratarak Türkiye’yi kendisine daha fazla bağlamak amaçlanıyordu. Benim buraya
getirilmem Bağdat’ta yapılanların Türkiye’de yapılmak istenmesiydi. Ama ben bu oyunu bozdum. Halkların
boğazlaşmasının önüne geçtim. Bu ne kadar anlaşılıyor bilmiyorum. Ben 11 yıldır bas bas bağırıyorum. Sorunu
çözmezseniz olacakları kimse tahmin edemez. Halkımız öyle 15 yaşındaki kız gibi kandırılacak bir halk değildir. Halkımız
uyanmıştır. Öyle oyunlara falan da gelmez.”
CUMHURİYET YARALI DOĞMUŞTUR
“Ben sık sık Mustafa Kemal’in 1920’lerde nasıl başardığını belirtiyorum. Erzurum Cezaevinden Cahit İlboğa,
Hüseyin Ahmet’in ortak mektubunda 1920’ler, belgeler üzerinde ayrıntılı olarak incelenmiş, iyi sonuçlara ulaşmışlar. Ben
de aynı sonuçlara ulaşmıştım. İşte bunun için ben hep Siyaset Akademisi diyorum. Tarih bilinmeden güncel
yorumlanamaz, eksik kalır. Bütün bunların akademilerde eğitim konusu yapılması gerekir. Şu önemlidir, Mustafa
Kemal’in bir kişilik olarak oluşmasında Çanakkale deneyimi önemlidir ama asıl önemli olan 1916 ile 1919 arasında
Kürdistan’da yaşadığı deneyimdir. Neredeyse dört yıl oradan çıkmadı, oradaki güçleri örgütledi. Kürtler bu süreçte
Mustafa Kemal’in her şeyini karşıladılar, ekmeğini verdiler, güvenliğini sağladılar. Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan
Kürtlerden aldığı bu destekti. Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan Kürtlerdir, Kürtler olmadan Mustafa Kemal olmazdı.
Bunu o sözde Kemalistler de anlamalı. Sabahtan akşama kadar Atatürkçüyüz, Kemalistiz diyen ordu da anlamıyor.
Bunların Kürtlerin bu dönemdeki rolünü iyi anlamaları gerekir. İngiliz ajanı Lawrence ile Arapları kopardılar. Kürtleri de
Binbaşı Noel ile koparmaya çalıştılar. Noel, Adıyaman-Sivas hattında çalışıyordu. Mustafa Kemal Sivas’tayken onu
ortadan kaldırmak istediler ama Kürtler Mustafa Kemal’i korudu. Biliniyor Misak-ı Milli, Kürtler ve Türkler birlikteliğinin
belgesidir. Cumhuriyet Misak-ı Milli temelinde Türklerin ve Kürtlerin ortak mücadelesiyle kuruldu. Kürtler Araplar gibi
İngilizlerle birlikte hareket etmemiştir, Mustafa Kemal ile birlikte hareket etmiştir. İngilizler hem bu nedenle hem de petrol
nedeniyle Kürtlerin parçalanmasına izin vermiştir. 1920’lerde yapılan Kahire Konferansı’yla İngilizler tarafından bugünkü
çözümsüzlük süreci başlatılmıştır. İngilizler daha sonra Musul-Kerkük karşılığında ilk defa Türklere “Kürtleri
öldürebilirsiniz, asimile edebilirsiniz” demiştir. Mustafa Kemal, Misak-ı Milli içinde yer alan Musul ve Kerkük’ten
vazgeçerek 1926’da İngilizlere taviz vermek zorunda bırakılmıştır. O dönem Diyarbakır milletvekilleri bağıra bağıra buna
karşı çıkmış, Mustafa Kemal’e “Kürdistan’ın parçalanmasına niye izin verdiniz, Musul-Kerkük’ü niye koparıyorsunuz?”
diye itiraz etmişler, Mustafa Kemal “mecbur kaldım” demiştir. Cumhuriyet bu nedenle yaralı doğmuştur, trajedi böyle
başlamıştır.”
LOZAN’I GÜNCELLEYELİM
“1920’lerde ülkeyi ele geçiremeyenler 1926’dan itibaren ve bugün ülkeyi ele geçirmişlerdir. Buna karşı demokratik
çözüm ve ittifak şarttır. Kürtlerle Türklerin 1920’lerde yaptığı ittifakı bugün demokratik temelde yeniden gerçekleştirmeye
ihtiyaç vardır. Şimdi yaşadığımız Sevr tehlikesi deniyor ya, ben de diyorum ki, Sevr tehlikesine karşı Lozan’ı
güncelleyelim. Lozan’ın güncellenmesinde hem Kürtler hem de Türkler kazanacaktır. Lozan’ın güncellenmesi demokratik
ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik vatandır. Ben bu temelde buradan demokratik çözüm için, barış için çok
çabaladım. Ama çabalarım ortada kaldı. Buraya getirildiğimde Kıvrıkoğlu’nu temsilen gelenler vardı. O zaman dikkatimi
çekmişti, çok ürkeklerdi adeta kısık sesle konuşuyorlardı. Ben şaşırıyordum, bir Genelkurmay Başkanı’nı temsilen
gelenler nasıl böyle korkar diye. Sonradan farkettim ki Kıvrıkoğlu NATO’dan habersiz olarak birşeyler yapmak istedi.
Kıvrıkoğlu gerçekten kıvrak zekalıymış, tehlikeyi görmüştü, birlikte çözümden yanaydı ama izin vermediler, o ekibi tasfiye
ettiler. O zaman Ecevit de dürüsttü bir şeyler yapmak istiyordu ama etkisizleştirdiler. Ecevit’e yapılanlar ortada. Daha
önce Özal da kendi inisiyatifiyle çağrı yapmıştı, ben de kabul ettim, tam bir şeyler olacakken tasfiye edildi. Erbakan da bir
şeyler yapmak istiyordu siyasi hayatına mal oldu. İşte buradan Erdoğan’a söylüyorum; saydıklarım sorumluluk aldılar bir
şeyler yapmak istediler, ama Erdoğan çözümden kaçıyor, sorumluluk almak istemiyor. Bunların zihniyeti Türk-Sünni
zihniyetidir.”
ERDOĞAN ÇOK ZİK-ZAK ÇİZİYOR, ÇOK TEHLİKELİ OYNUYOR
“Erdoğan çok zik-zak çiziyor, çok tehlikeli oynuyor. İşte şimdi Londra’da tam olarak ne görüştüğünü bilmiyorum
ama ‘93’te Güreş’in Londra’ya gidip icazet alması gibi o da icazet alıyor. Ne demek Roj Tv’nin kapatılması? Ne demek
yüzde on barajının devam etmesi? Ne demek Türkiye milletvekilliği? Roj Tv’nin kapatılması öyle basit bir TV kanalının
kapatılması değildir, Çiller bile o dönemde Kürtlerin televizyonuna bu kadar yönelmemişti. Bu, bizi imhaya hazırlıktır.
Kültürel soykırım fiziki soykırıma da dönüşebilir.”
BU BİR NATO KARARI, ROJ TV’Yİ TEMELLİ KAPATABİLİRLER
“Uyarıyorum, bu bir NATO kararıdır, Roj TV’yi temelli kapatabilirler. NATO’nun etkisi dışındaki bir yerde
kendilerine yeni bir alternatif aramalıdırlar. Avrupa’daki tutuklamalar devam edebilir, Heronlarla üst düzey PKK
kadrolarını vurabilirler, beni de burada öldürebilirler de. Yüzde on barajı öyle basit bir düzenleme değil. Niye yüzde 5’e
indirmiyorlar? Bu, siyasi soykırımdır. Baraj sadece bir seçim tekniği değildir, bunun nedenini görmek gerekir. Bununla bir
DERLEYEN : AZAD BADIKI
iradenin ortaya çıkması engellenmek isteniyor. Tabi ki herşeyi baraja bağlamayalım ama barajın da gündemleşmesi
lazım. Türkiye milletvekilliği de yine buna yöneliktir, grup kurulması engellenmek isteniyor.”
AKP ZİHNİYETİ ÇOK TEHLİKELİ
“Son günlerdeki tutuklamalara yönelik sessizlik beni de etkiliyor, benim onurumu da zedeliyor, ne demek bu
tutuklamalar? Önüne geleni tutukluyorsun, çoluk, çocuk, yönetici, belediye başkanı herkesi tutukluyorsun! Ben seni içeri
kapatıyorum ama sen ses çıkarma, deniliyor, böyle şey olur mu? AKP’nin zihniyeti çok tehlikelidir. Tehlike sadece Kürtler
için değildir. AKP kadınlar için de büyük bir tehlikedir. Kadınlar şimdi buldukları özgürlük kırıntılarını bile arar hale
gelebilirler. Adıyaman’da Menzil tarikatı etkilidir, burada bir kız çocuğu diri diri gömülüyor, bu recmden de daha
tehlikelidir. İşte AKP’nin zihniyeti budur. Diri diri gömülmede yavaş yavaş toprağı yutar ölürsün, oysa recm’de en azından
nefes alabiliyorsun. Yine gazetelerde hergün kadınlara yönelik şiddet haberleri var. İşte adam sokak ortasında kadını
sözde “beni sevmedin” diye öldürmüş, başka bir yerde kulak kesmiş, burun kesmiş, bunların hepsi bu zihniyetin
tezahürüdür. Bunun için diyorum ki felsefe temelinde yaklaşılmalı, felsefik çalışmalar yapılmalı, tartışılmalı, örgütlenilmeli.
Bunları, bu zihniyeti ancak bu şekilde durdurabiliriz. Yoksa varılacak son budur, şimdiki sınırlı özgürlükler bile kaybedilir.”
ORDUDAKİ İNTİHARLAR
“Aytaç Yalman bir demecinde “biz Apo ve PKK’yi yanlış değerlendirdik, Kürtlere yanlış yaklaşım gösterdik”
demişti. Önceleri çok önemsememiştim, üzerinde durmamıştım ama dikkat çekicidir. Son günlerde artan bu asker
intiharları nedendir, özellikle Deniz kuvvetlerinde neden bu kadar çok intihar var diye düşünüyorum! Ordu içinde de bir
tasfiye var. Ergenekon diye soruşturulanların hepsi Ergenekoncu olmayabilir. Tamam Veli Küçük gibi, Temizöz gibi
JİTEM’ci olanlar var ama hepsinin böyle olduğunu düşünmüyorum. Özellikle bu deniz kuvvetleri içinde intihar edenler
oyunları görüp güç getiremediklerinden midir, içlerinde 9 Mart-Celil Gürkan benzeri radikal demokratlar olabilir mi
bilemiyorum. Bunların içinde bizimle bir diyalog ve çözüm isteyenler olabilir. Büyükanıt ile Başbuğ ikili oynadılar, bir
taraftan diyaloga-çözüme yakın duranlarla öte yandan JITEM’cilerle temas içinde oldular, kendilerini böyle korudular.
Özkök bu iki eğilimin çatışmasından sıyrılarak ortaya çıkmıştı.”
YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR
“Yeni bir dönem başlıyor demiştim. Bu PKK için de böyledir. Aslında PKK’yi dönemlere göre şöyle ayırıyorum.
Birinci dönem 1973-84’e kadar olan dönem. İkinci dönem 1984-93 arasıdır. Üçüncü dönem ‘93’ten bugüne kadar olan
dönemdir. Biliniyor ‘93’te Özal’ın bize bir çağrısı olmuştu, biz de buna yanıt verdik. ‘93’ten bugüne kadar hep çözüm,
uzlaşma, diyalog arayışı içinde olduk. Newroz’dan sonra yeni bir dönem başlayabilir. Ülkelerin tarihlerinde devrim
dönemleri vardır. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra Napolyon dönemi, 1917 Sovyet Devrimi’nden sonra 1918-22
arasında yaşanan iç savaş durumu var. Bunlar bu ülkelerin tarihinde önemli dönemlerdir. Türkiye’de bilemiyorum bir
çözüm süreci gelişebilir mi, biraz zayıf görünüyor. Ama az da olsa hala umudum var.”
BEN ROLÜMÜ OYNADIM, PKK VE KÜRTLER KARARLARINI VERSİN
“Gelişmezse ne olur? Ben rolümü oynadım. Zaten buradaki koşullarım da sağlığım da, fiziğim de artık elverişli
değil. Bir hükümlü durumundayım, bir hükümlüden daha fazla şey beklenemez. Şimdilik yaşıyorum ama yarın ne
olacağım belli değil, ölebilirim, öldürülebilirim. Bu kuyunun dibinde fiziğim de eski esnekliğini kaybetti. Bu koşullarda
önderlik yapmayı ahlaki de bulmuyorum. Ne ahlaki anlayışım ne de fiziki durumum buna elvermiyor. PKK’ye de, BDP’ye
de, Kürtlere de açık söylüyorum; Kararlarını kendileri versinler. PKK zannedersem dört parçada da güçlenmiştir, güçlerini
toparlamıştır. BDP de dilerim barış sürecini başarıya ulaştırır, sağlığım ve koşullarım elverdiği ölçüde ben de barışa
yardımcı olurum.”
ÇABALARIN DEVAMI İÇİN ÇOCUKLAR SERBEST BIRAKILMALI, BARAJ İNDİRİLMELİ
“Yeni dönemin demokratik çözüm ve barış yönünde gelişmesi için önümün açılması lazım. Ben yazdığım
mektuplara cevap bekliyorum. Barış çabalarının devamı için tutuklanan çocukların ve siyasetçilerin bir an önce serbest
bırakılması ve barajın yüzde beşe düşürülmesi gerekir. Bunlar olursa süreç gelişir ben de üzerime düşeni yaparım.”
SORUN DİYARBAKIRSPOR’UN LİGDE KALMASI DEĞİL
“Böyle ciddi ve dağ kadar sorunlar varken ciddi yaklaşılmıyor. Diyarbakır Spor’un ligde kalması için herkes;
Erdoğan, Baykal, Bahçeli uzlaşmış. Yani Diyarbakır Spor ligde kalırsa sorunlar çözülecekmiş gibi basit yaklaşıyorlar.
Diyarbakır Spor’u bile tasfiyenin bir aracı gibi kullanmak istiyorlar, işi buraya kadar düşürdüler. Sanki Diyarbakır Spor
ligde kalırsa Kürtlerin ulusal onuru kurtarılıyormuş gibi yaklaşanlar da var. Bu işler bu kadar basit değil. Tehlike gerçekten
büyüktür.”
PKK, EL KAİDE’Yİ CEBİNDEN ÇIKARIR
“ABD’ye söylüyorum, Taliban’a yalvarıyorsun görüşmek için ama biz silahları gönüllü bırakmak istediğimiz halde
bizimle görüşmüyorsun, bitireceğim, tasfiye edeceğim diye PKK’yi sıkıştıracağım diyorsun. Bir kediyi bile sıkıştırdığın
zaman kedi yüzünü tırmalar. PKK’yi sıkıştırırsan PKK de kendini korur, savaşır. Gerilla savaşını mı yükseltir, şehir
eylemleri mi yapar bilemiyorum ama kendilerini her türlü savunurlar. PKK’yi tanıyorum. PKK, El Kaide’ye benzemez, El
Kaide değildir, El Kaide’yi cebinden çıkarır. PKK gücünü geliştirmiştir, yükseltmiştir. PKK de üç kuşak vardır; eski, orta ve
yeni kuşak güçleri vardır, deneyimleri vardır, önderlikleri vardır. Süleymaniye’den Karadeniz’e kadar gerilla gücü vardır,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
direnir. Bu direniş sadece PKK-Kürt direnişi de değildir, halkların direnişidir, Türkiye adına Türkiye halkları adına da bir
direniş olacaktır.”
KÜRTLER ESKİ CAHİL KÜTLER DEĞİLDİR
“PKK sınırları değiştirmiyor, ABD’nin çizgisine gelmediğimiz için sınırları değiştireceğimizi söylüyorlar, öyle
olmadığını ABD’de iyi biliyor. Bizim sınırları değiştirmek gibi bir hedefimiz yok. Silahlar da bizim için vazgeçilmez değildir,
kendimizi korumak ve savunmak içindir. Çözüm gelişirse silahlar bırakılır. Kürtler eski cahil Kürtler değildir, Kürtleri
kandıramazlar.”
BAYKAL VE BAHÇELİ JİTEMCİ-FAŞİSTTİRLER
“Tehlike büyük, bunu herkese anlatmak gerek. Daha önce bir saatte yapılanlar, şimdi bir dakikada, bir haftada
yapılanlar bir günde yapılmalı. Mustafa Kemal neden acele etti, oyunu gördü, şimdi de böyle, şimdi de oyun var. Öyle
beklemekle olmaz. Ben eminim ki iyi anlatılırsa Türk halkının yüzde doksanı bu sürece gelir. Zannedersem altı-yedi parti
var, EMEP, ÖDP de var herhalde. Bunlar hızla bir araya gelebilir, bir çatı olur. Şimdi EDP de var. Gerekirse çatının çatısı
gibi EDP’yi de içine alan bir oluşuma gidilir. Hatta bütün demokratlara gidilebilir. AKP içinde, CHP içinde de demokratlar
var. Bunlarla da görüşülür. Bu oluşum daha da genişletilebilir. Genişlemeye göre yeni modeller de bulunabilir. Bu
çalışmalar hızlandırılmalıdır. Sol hakkında şunu söyleyebilirim; bu işler öyle lafla falan olmaz. Pratik gerekir. Siyaset ciddi
iştir, halkın işleri ciddi işlerdir. Sorumluluk alınmalıdır. Böyle yapılırsa AKP de boşa çıkarılır. Aslında AKP perdedir,
arkasında başka oyunlar var. Küresel sermaye, Finans Kapital Türkiye’yi ele geçirmiştir, AKP bunlara teslim olmuştur.
Baykal ve Bahçeli Jitemci-faşisttirler. ABD’de bunlardan desteğini çekti. Paniklemeleri bundandır. Ama AKP’de de
CHP’de de demokratlar vardır. Bu konular onlarla da görüşülmeli. Hızla yeni bir alternatif yaratmak gerekiyor. Tekrar
ediyorum. Mustafa Kemal nasıl ki Kürtlerle ittifak yaparak başardıysa ben de Türklerle ittifak yapmak arayışındayım.
Rolümü abartmıyorum ancak yapmak istediğim budur. İngiltere, ABD-NATO oyunları ancak böyle boşa çıkarılabilir.”
MÜSLÜM DOĞAN MALATYA KÜRTLÜĞÜNÜN ONURUDUR
“Aslında daha önce üzerinde duracaktım. Kendini yakan Malatyalı genç arkadaşa, Ebu Müslüm Doğan’a ilişkin bir
şeyler söylemek istiyordum. Ben geçmişte Malatya Kürtlüğünü eleştirmiştim, sert de eleştirmiştim. Ancak bu genç
arkadaşla Zeynep Kınacı şahsında yeni bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bunlar Malatya Kürtlüğünün onurudur. Ben
bile bu arkadaşlar karşısında kendimi ezik ve çok sorumlu hissediyorum. Geçmişte Zeynep Kınacı’nın sesini de
dinlemiştim. Bence bu arkadaşlar için Malatya’da bir anıt yapılmalıdır. Malatya Kürtleri bu arkadaşların yüce kişiliğini, bu
arkadaşların anısını yaşatmalıdır.”
GENÇLERE SELAM
“Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Veysel Avcı Feminizmle ilgili yazmış. İyi yoğunlaşmış. Erzurum
cezaevinden Cahit İlboğa, Hüseyin Ahmet’in mektubunu aldım. 1916-1919 arası Mustafa Kemal Kürt ilişkilerini yazmış.
İyi sonuçlara ulaşmışlar. Adıyaman cezaevinden Gülizar Akın’ın mektubunu aldım. Diyarbakır cezaevinden Nesrin
Akgül’ün mektubunu aldım. Daha cezaevlerinden birçok mektuplar geldi. Hepsine selamlarımı iletiyorum.Batman halkına
özellikle gençlere ve kadınlara özel selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Ortak mücadele hattı örülmeli
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tehlikeli bir süreçten geçildiğine dikkat çekerek, “Tehlikeler herkesi
beklemektedir. O yüzden ortak mücadele hattı an be an saat saat örülmelidir” dedi. Anayasa değişikliği konusunda
tutarsız tartışmalar yürütüldüğünü belirten Öcalan, eğeri pakette değişiklik olmazsa, güçlü bir ‘Hayır Cephesi’
oluşturulmasını önerdi. Öcalan ayrıca PKK mücadele sürecinde ‘üçüncü dönem’in bittiğini, Newroz’la yeni bir sürece
girildiğini
vurguladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında gündemdeki konulara ilişkin önemli
açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.
RAKKA’DAKİ SALDIRI JİTEMVARİ BİR İŞ OLABİLİR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
21 Mart Newroz günü Suriye devlet güçlerinin Rakka kentinde Kürtlere karşı düzenlediği saldırıya değinen
Öcalan bu konuda şunları söyledi: “Suriye-Rakka’daki Newroz kutlamalarına saldırı olmuş, üç kişi hayatını kaybetmiş
sanırım. Oradaki yönelim jitemvari bir yönelim olabilir. Bu olayın iyi araştırılması gerekiyor. Jitemvari bir yapının işi
olabilir. Bir provokasyondur diye düşünüyorum. Bu olayın Kürt şehirlerinde değil de Rakka’da olması düşündürücüdür.
Suriye içinde jitemvari yapılar, Kürtlerle diğer halklar arasındaki dostluğu provoke etmeyi amaçlamış olabilirler. Böyle bir
yapının işi olabilir. Kürtlerin Rakka’da hedef alınması ilginç. Bu olayın iyi araştırılması gerekiyor. Bu olayda yaşamını
yitirenlerin ailelerine, halkımıza başsağlığı diliyorum.”
URFA’DA JİTEM’E DAYALI GİZLİ YAPILANMALAR VAR
Urfa’da da JİTEM’e dayalı geçmişten gelen gizli yapılanmalar olduğuna dikkat çeken Öcalan şöyle devam etti:
“Hilvan’da büyük emeklerimiz, mücadelemiz oldu. Aslında sadece Hilvan’da değil Siverek’te birçok yerde bu mücadeleyi
yürüttük. Urfa’da JİTEM’e dayalı geçmişten gelen gizli yapılanmalar var. Bunlar daha çok devletten beslenen çevrelerdir.
Bahçeli de Urfa’ya gelip propaganda yapacak. Bahçeli orayı kullanmaya çalışıyor. Bahçeli Urfa’ya gittiğinde propaganda
yapacağı kesim işte bu devletten nemalanan kesimlerdir. Burada bazı aşiretler halk üzerinde baskı kurmaya çalıştı.
Urfa’da kendini gizli tutan ve devletten nemalanan bu baskıcı güçler var. Yine bir takım çocuk ölümleri meydana geldi
Urfa’da. Çocuk ölümlerinde artış oldu. Bu ölümlerin de bu gizli yapılanmalarla ilişkisi olabilir. Bu çocukların niçin öldükleri,
ölüm nedenleri açıklanmıyor, ilginçtir, üzerinde düşünülmesi gerekiyor. Yine kendi köyümün gençlerini düşünüyorum.
Bizim köyün gençleri kolaylıkla yurt dışına çıkabiliyor, Türkiye’de pasaport alıp yurt dışına çıkma koşulları o kadar zorken
bu gençlerin bu kadar kolay pasaport ve vize işlemlerini kolayca halledip yurt dışına çıkmaları düşündürücüdür.”
URFA BİLİNÇLİ OLARAK BOŞALTILMAYA ÇALIŞILIYOR
Öcalan, bu konudaki görüşlerini şöyle sürdürdü: “Aslında burada amaçlanan buraların bilinçli olarak
boşaltılmasıdır. Bu politikalar gizli bir şekilde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Urfa’daki halkın büyük kesimi dışarıya
ırgatlığa gidiyor, bir nevi o bölge boşaltılmaya çalışılıyor. Kürtler kaçırtılıp oranın yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Orada
barajlar ve sulama kanalları yapıldı. Yapılan barajlarla, sulama kanallarıyla birlikte oraya gelen büyük Arap sermayesi ve
İsrailliler oradaki arazilere göz diktiler. Buradaki arazileri almaya çalışıyorlar. Araplar sermayelerini kullanarak holdingler
ve fabrikalar kuruyorlar. İsrail ise burada toprak almaya çalışıyor. Bu şekilde bu kesimler orada sermayelerini geliştirirken
orada aç bırakılan insanların açlığını, yoksulluğunu kullanarak, insanları açlıkla terbiye etmeye çalışıyorlar. Böylece
buranın yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Burada hem kat kat klasik ulusal sömürgecilik hem de küresel sermayenin
uluslararası sömürüsü var. Tabi bu keskin bir sınıf ayrışmasına yol açıyor. Bu belirttiklerim sadece Urfa’ya özgüdür
demiyorum. Her ilin farklılığına göre farklı politikalar uygulanıyor. Her ilin özelliklerine göre ayrı politikalar uygulanıyor.
BİTLİS VE BATMAN’DA DA OYUNLAR OYNANIYOR
Bitlis ve Batman gibi yerlerde de bu oyunlar oynanıyor. Bitlis’te holdingler kurdurularak bu politikalar
uygulanıyor. Bölgeyi bu şekilde değerlendirmek gerekir. Bu tür ekonomik-kültürel oyunlar, politikalar anlaşılmalıdır.
Ekonomik ve kültürel politikalar anlaşılmadan siyaset yapılamaz. BDP de oradaki bu oyunları görmeden oralarda doğru
bir siyaset geliştiremez. Bu bir ekonomik soykırımdır. Bu ekonomik soykırım anlaşılmadan siyasal, kültürel soykırımları
anlamak da mümkün değildir. BDP’nin bunları görerek siyaset yapması gerekiyor. Ekonomi-politik çözümlenmeden,
anlaşılmadan siyaset geliştirilemez. BDP bu ekonomik kırımı, faili meçhulleri ve katliamları anlamadan politik-kültürel
soykırımı anlayamaz, doğru bir siyaset geliştiremez.”
OYUNLAR LONDRA MERKEZLİ
“Aslında bütün bölgede, her yerde ayrı ayrı oyunlar oynanıyor” diyen Öcalan, oyununların Londra merkezli
olduğuna işaret etti. Öcalan şunları ifade etti: “Bu küresel kapitalizmin bir oyunudur. Bu oyunlar Londra merkezlidir,
oyunların arkasında İngiltere ve ABD var. Bu güçler bugün NATO’yu da kullanarak bu politikalarını hayata geçirmeye
çalışıyorlar. Avrupa’daki baskılar, Roj tv’ye yapılan baskılar hep bu merkezden yönetiliyor. 15 Ağustos Atılımını
yaptığımızdan beri yani 1984’ten bugüne 25 yıldır bu güçler bizimle uğraşıyorlar. Almanya’nın bu tarihten beri bize
yaklaşımı biliniyor. Bizim üzerimizdeki NATO politikaları ağırlıklı olarak Almanya üzerinden yürütüldü. Zaten NATO’nun
Türkiye politikaları Almanya üzerinden geliştirildi ve geliştiriliyor. Almanya NATO’nun Türkiye politikalarının yerel
ayağıdır. Almanya da NATO’nun Türkiye politikalarını uyguladı. 1999’a kadar tam 15 yıl NATO-Gladio’sunun Türkiye’deki
ayağı JİTEM’i, bize karşı kullandılar. 1985’ten 1999’a kadar 15 yıl boyunca Türkiye üzerindeki NATO politikaları ağırlıklı
olarak Almanya üzerinden yürütülürken Türkiye içinde de bu politikalar Gladio’nun Türkiye uzantısı JİTEM eliyle
uygulandı. Aslında bu Ergenekon JİTEM’in deşifre olmasından sonra kuruldu. 1999’larda JİTEM lağvedildi onun yerine
Ergenekon devreye konuldu.”
AKP, İNGİLİZ,ABD-NATO POLİTİKALARININ UYGULAYICISIDIR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“NATO Türkiye’den birşeyler koparma karşılığında Türkiye’ye Kürtler konusunda tavizler veriyor. Ancak NATO,
Türkiye’de iktidarlar kendi isteklerinin dışına çıktığında ise gözden çıkarmak için bir dakika bile düşünmez, onları gözden
çıkarır. Erdoğan bunu göremiyor. Menderes biliniyor Rusya’ya gidecekti, bu nedenle devre dışı bırakıldı. Yine Demirel, o
da Rusya’ya gidecekti, o da devre dışı bırakıldı. Sonrasında Ecevit Hükümeti Irak operasyonu kapsamında o dönem
taviz vermediği için Ecevit’in sağlığını bozdular, devre dışı bıraktılar ve sonrasında AKP iktidara getirildi. Zaten o dönem
ABD’nin ılımlı islam projesi de vardı. AKP bunun üzerine denk geldi ve iktidara getirildi. Aslında şimdiye kadar bunu
söylemedim ama şimdi söylüyorum. AKP İngiliz-ABD-NATO politikalarının uygulayıcısıdır. AKP bu politikalar için yeni bir
araçtır. Bunun dışında AKP’nin bir anlamı yoktur. Şimdilerde AKP eliyle birçok şeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Aslında AKP’nin tabanının ve AKP içindeki Kürtlerin de olan bitenden pek haberi yok.”
OLAN BİTENİ SADECE ERDOĞAN VE BAŞBUĞ BİLİYOR
“Olan biteni sadece Erdoğan biliyor. Bu durumdan sadece Erdoğan ve Başbuğ haberdar. Bunların birbirleriyle
yaptıkları haftalık toplantılar ve yurt dışına gidip yaptıkları toplantılarda hep Kürtlerle ilgili bu sorunlar tartışılıyor, karara
bağlanıyor. Bütün bu operasyonların kararları bu toplantılarda alınıyor. ABD, Kürtlere “gelin AKP koalisyonunun bir
parçası olun” deniyor. Buradan da net olarak anlaşılıyor ki, AKP’nin sorunu çözmek gibi bir niyeti yok, çözer gibi yapıyor
ama çözmüyor, ABD’nin politikalarını uyguluyor. Bu temelde yaptıklarından bile geri adım atabilir. Çünkü attıkları
adımların hiç bir anayasal-yasal altyapısı bulunmuyor.”
AVRUPA’DAKİ HALKIMIZ MÜCADELELERİNİ YÜKSELTMELİ
“Bunun dışında yapabilecekleri fazla bir şey yok” diyerek sözlerini sürdüren Öcalan, “En fazla Avrupa’da bir iki
operasyon yapabilirler, Roj Tv ellerindedir onu kapatabilirler, çalışanlarına baskı uygulayabilirler. Avrupa’daki halkımız da
bu yönelimlere karşı mücadelelerini yükseltmeli, örgütlülüklerini, sahiplenmelerini geliştirmelidir” diye belirtti.
BAYKAL VE BAHÇELİ’NİN ÇÖZÜMÜ DEHŞET BİR ANLAYIŞTIR
Öcalan şöyle devam etti: “AKP’nin bu yaklaşımlarının yanı sıra CHP ve MHP’nin Kürtlere yaklaşımı dikkatle
izlenmelidir. Bahçeli “Diyarbakır’ı, bölgeyi yeniden fethedelim” diyor. Fethin nasıl olabileceği biliniyor. Yani “tankla, topla,
tüfekle üzerlerine gidelim” diyor. Bütün Kürtleri keselim, topyekün ortadan kaldıralım demeye getiriyor. CHP’nin sözde en
ılımlılarından Onur Öymen de “Dersim’deki gibi meseleyi halledelim” diyor. Baykal’ın Dersim yöntemi ve Bahçeli’nin
fetihçi anlayışı ortadadır. Bu belirttiklerim Baykal ve Bahçeli tarafından bizzat dile getirilmiştir, onların kendi ağızlarıyla
söyledikleri şeylerdir. Bunların Kürtler için düşündükleri çözüm anlayışları budur ve bu anlayış çok korkunç dehşet bir
anlayıştır. Bu iki anlayışa AKP’nin tasfiyeci yaklaşımı da eklendiğinde Kürtleri bekleyen tehlikenin büyüklüğü
anlaşılmalıdır.”
ÖZKÖK VE BAŞBUĞ’UN ÇIKIŞI ÖNEMLİ
Özkök ve Başbuğ’un ortaya çıkışının da önemli olduğunu belirten Öcalan, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Özkök ve Başbuğ’un çıkışı da önemli ve dikkat çekicidir. 12 Eylül öncesi sol cuntacılar ve sağ cuntacılar vardı. Bu iki
gücün çatışması sonucu aradan Evren çıktı. Darbe yaparak yönetimi ele geçirdi. Yine 12 Mart dönemi de benzerdir. 9
Mart olayı biliniyor. Solcu generallerin darbe girişimi vardı. O dönem sağcı Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç
çizgisiyle, solcu hava kuvvetleri komutanı Orgeneral Muhsin Batur çizgisi çatışıyordu. Sonuçta sağcı kanat darbeyi yaptı.
12 Mart’taki çatışmalar nasılsa, 12 Eylül’de iki karşıt gücün arasında nasıl Evren çıktıysa, 1999’lardaki durum da o
dönemlere benzerdi. Karadayı-Kıvrıkoğlu çizgisi ile Doğan Güreş-Çevik Bir-Çiller çizgisi arasındaki çatışmadan da
Özkök-Başbuğ sıyrılarak aradan çıktı. Kıvrıkoğlu ve Karadayı, Doğan Güreş-Çiller-Çevik Bir çizgisine göre daha
yurtsever, daha Türkiye içine dönük kişiler gibi görünüyordu. Doğan Güreş-Çiller-Çevik Bir çizgisi ise İngiltere ve ABD
güdümündeydi.”
KIVRIKOĞLU TEHLİKEYİ GÖRMÜŞTÜ
“1990’da Özal, bu sorunu bizimle çözmek istemişti. Yine o dönem Genelkurmay ve devlet içinde belli kişiler bize
haber gönderip bu sorunu çözmek istediklerini belirtmişlerdi. Ancak Doğan Güreş ve Çiller İngiltere ve ABD tarafından
devreye sokulup bu süreç sabote edilmişti. Biliniyor Doğan Güreş o dönem Londra’ya gitmişti, dönüşte, gazetecilere
“bize yeşil ışık yakıldı” demişti. O dönem böyle yitirilmişti. Beni buraya 1999’da getiren ekip çok donanımlı bir ekipti.
1999’da ben buraya getirildiğimde Kıvrıkoğlu adına birileri gelip benimle görüşmüştü. Ancak bunlar benimle görüşürken
kısık sesle konuşuyorlardı, tasalıydılar, korkuyorlardı. Ben o zaman bu davranışlarına pek anlam verememiştim. Meğer o
dönem Kıvrıkoğlu ekibi NATO tarafından tasfiye edilmekten korkuyormuş. Hatta biliniyor 1997 yılında Kıvrıkoğlu, Kıbrıs’ta
bir suikast girişiminden kurtulmuştu. Kurşun omuzunu sıyırarak arkadaki Albay Vural Berkay’ın ölümüne neden oluyor.
Sonradan farkettim ki Kıvrıkoğlu NATO’dan habersiz olarak birşeyler yapmak istedi. Kıvrıkoğlu gerçekten kıvrak
zekalıymış, tehlikeyi görmüştü, birlikte çözümden yanaydı ama izin vermediler, o ekibi tasfiye ettiler. O dönem İngiltere
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ve ABD’nin desteğini arkasına alan Çevik Bir ve ekibiydi. Kıvrıkoğlu ekibi, Çevik Bir’in temsil ettiği çizgiden korkuyorlardı.
Kıvrıkoğlu ekibi o zaman bana “savaşın tırmanması hem Kürtlere hem Türklere, size ve bize, her iki tarafa da kaybettirir”
demişlerdi. Aytaç Yalman da bir demecinde “biz Apo ve PKK’yi yanlış değerlendirdik, Kürtlere yanlış yaklaşım gösterdik”
demişti. Bu onların o dönem ki yaklaşımlarındaki pişmanlığın ifadesidir. Onlar da o dönem bir fırsatın kaçırıldığını kabul
etmiş oluyorlar. 2002’ye kadar süreci bu şekilde getirdik. O dönem çözüm için bir zemin vardı aslında. Ecevit Hükümeti o
dönem iktidardaydı. Ecevit Hükümeti aslında bir geçiş hükümetiydi. Kenan Evren nasıl 12 Eylül döneminde sağ ve sol
cuntanın arasından sıyrılıp çıktıysa 2002’den sonra Karadayı-Kıvrıkoğlu çizgisiyle Doğan Güreş-Çevik Bir çizgisi
arasından da Özkök sıyrılarak çıkmıştır. Ecevit Hükümeti o dönem de düşürüldü. Yani Ecevit’in Irak işgaline ve ABD’nin
Ortadoğu politikalarına karşı çıkması kendisinin sonunu getirdi. Biliniyor ki Ecevit’in o dönem sağlığını bozdular. Ondan
sonra AKP tek başına iktidara getirildi. Böylece Irak’a müdahaleyle birlikte yeni bir sürece girildi.”
ÜÇÜNCÜ DÖNEM BİTTİ, NEWROZ’LA YENİ DÖNEM BAŞLADI
Newroz’da yeni bir dönemin başladığını söyleyen Öcalan, “Şimdi 2010 Newrozuyla yeni bir sürece girildiği
söyleniyor. Doğrudur, ben de bu tespite katılıyorum. Üçüncü dönem bitti. Birinci dönem 1973-84’e kadar olan dönem.
İkinci dönem 1984-93 arasıdır. Üçüncü dönem ‘93’ten bugüne kadar olan dönemdir. Aslında ben bu üçüncü dönemin
2002’de bittiğini ilan edecektim. Ancak bu Hükümet bir şeyler yapar, gerçekleştirir umuduyla bundan vazgeçtim,
bekledim. 2002’den bugüne kadar olan gelişmeler gösterdi ki AKP, İngiltere ve ABD politikalarını uygulayarak bizi tasfiye
etmeye çalışıyor. AKP’nin gelişimi bu temelde oldu” dedi.
BALYOZ OLAYI AVRASYACI KESİMDİR
Öcalan şunları ifade etti: “Ayrıca 1999’a kadar varlığını sürdüren JİTEM lağvedildi yerine Ergenekon geçirildi.
Geçmişte JİTEM’in yaptıklarını 1999’dan sonra Ergenekon örgütlenmesi yaptı. 1999’dan sonra bazı faili meçhul olaylar
gerçekleştirildi. Bunlar Ergenekon eliyle gerçekleştirildi. AKP’nin 2002’de iktidara gelişi ve bölgede Irak’a müdahaleyle
birlikte değişen dengelere tepki olarak bugün Balyoz hareketi olarak bilinen olaylar patlak verdi. Bu Balyoz olayı farklıdır,
bunlar Avrasyacı kesimdir, Ergenekon kapsamında değerlendirilemez. Bunlar “Kürtlere operasyon yapıp tamamen
katledelim” diyorlar, çok katıdırlar. ABD ise “liberal haklar” diyor. Liberal haklar nedir? İşte AKP eliyle uyguladığı
politikalardır. O dönem, AKP’nin iktidara geldiği ilk dönemlerdir. Sinagoglar bombalandı, ABD konsolosluğu ve İngiliz
bankasına saldırılar oldu. Bu saldırılar bugün Ergenekon faaliyeti olarak adlandırılıyor ancak öyle değil. O dönem yapılan
bu eylemler İngiltere-ABD politikalarına karşı bir tepki niteliğindedir. Kendilerine Avrasyacı diyorlar, kendilerini böyle
adlandırıyorlar. Bunlar Kızılelmacı olarak da adlandırılıyor. Kızılelmacılar bunların siyasal alandaki temsilcileridir, siyasal
ifadeleridir. Bunlar AKP-ABD’nin ılımlı islam projesine karşı geleneksel duygularla yapılmış tepki niteliğinde eylemlerdir.
ABD’nin yeni politikalarına duyulan bir tepkinin ürünüdür. Bunlar yeni dönemde ABD tarafından terkedildikleri,
desteklenmedikleri düşüncesi ile bu eylemleri yapmışlardır. Yoksa bunların bahsedilen Ergenekon’la bağlantısı yoktur.
Şimdiki Silivri Cezaevi, o dönem politikalarına tepki duyan ve eyleme geçen bu kişiler için hazırlanmış bir cezaevidir. Asıl
yargılananlar bunlardır.”
ERGENEKON VARLIĞINI KORUYOR
“Yoksa bu gerçek bir Ergenekon davası değildir, eğer böyle olsaydı onbinlerce faili meçhuller aydınlatılırdı”
diyen Öcalan, “Ergenekon sadece bunun kılıfıdır. Yoksa ne Ergenekonu? Ergenekon hala varlığını koruyor. Bu Silivri
yargılamaları bir nevi Ergenekon’u aklama davasıdır. Madem bu Ergenekon yargılamasıdır deniliyor, bölgede işlenen 17
bin faili meçhul cinayet var, bunlar Ergenekon davasının konusu bile edilmiyor. Böyle Ergenekon operasyonu olur mu?
Faili meçhullere bile değinilmiyor. Bu olaylar bu şekilde anlaşılmazsa 17 bin faili meçhul 170 bin faili meçhule çıkar”
ifaelerini kullandı.
20 MİLYON KUZEY KÜRDÜ GÖZDEN ÇIKARILDI
Öcalan şu tespitlerde bulundu: “İngiltere-ABD gücü bugün bölgesel politikalarına destek olması şartıyla AKP’ye
Kuzey Kürtlerine istediğini yapabilirsin diyor. Bu güç aldığı tavizler karşılığında 20 milyon Kuzey Kürdünü gözden
çıkarmıştır. İşte bu güç verdiği şeyler karşılığında tavizler alan bir güçtür. Mustafa Kemal döneminde de aynı politikalar
geçerliydi. Musul-Kerkük’ün kendilerine verilmesi karşılığında Mustafa Kemal’e ‘’Kuzey Kürtlerine istediğini yapabilirsin’’
denilmiştir. Cezaevindeki arkadaşlar da bu konuları gönderdikleri mektuplarda oldukça ayrıntılı bir şekilde işlemişler.
Onlar da aynı sonuca varmışlar. Biliniyor Mustafa Kemal dört yıl boyunca Kürdistan’da kalıyor 1916-1917-1918-1919
yıllarında Kürdistan’da kalıyor. Bitlis, Silvan ve Diyarbakır’da bulunuyor. Bu illeri dolaştıktan sonra en son Erzurum’a
gidiyor. Erzurum Kongresi bu dönemin sonlarında yapılıyor. Mustafa Kemal bu dönemde Kürtlerle ittifak yapıyor ve
Kürtler tarafından Erzurum Kongresi Reisi seçiliyor. Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından destekleniyor.
Yine o dönem 7. Kolordu Komutanlığı tamamen Kürtlerden oluşmaktaydı. 7. Kolordu Komutanlığı ve Şark Vilayetleri
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin Mustafa Kemal’i desteklemesi sonucunda Mustafa Kemal tarihteki rolünü oynayabiliyor,
tarih sahnesine çıkabiliyor.”
KÜRTLER MUSTAFA KEMAL’İ RESİ SEÇMESELERDİ KURTULUŞ MÜCADELESİ OLMAYACAKTI
“Kürtler Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal’i Reis seçmeselerdi, Kurtuluş Mücadelesi diye bir şey olmazdı. O
zaman da Türkiye diye birşey olmazdı. Kürtlerin bu ittifakı olmasaydı Mustafa Kemal diye bir şey olmazdı. O yüzden ben
o dönemki mücadeleye bundan sonra Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesi diyeceğim. Bu mücadele hem Kürtlerin hem de
Türklerin Ulusal mücadelesi oluyor. Hatta o dönem biliniyor Binbaşı Noel Adıyaman tarafına kadar gelip Kürtleri
kışkırtmaya bu ittifakı bozmaya çalışıyor. Ancak bunu başaramıyor. Hatta o dönem Suruç’ta, -Suruç Rakka hattındadır–
300 Fransız askeri öldürülüyor, Fransızlar buradan kovuluyor. Bu ittifakın içinde o dönem Mir Dengir Fırat’ın dedesi de
vardır. Mustafa Kemal’in Kürtlerle ittifakı bu şekildedir. Diğer taraftan da içeriden İngiliz yanlısı İttihatçılarla Mustafa
Kemal sıkıştırılıp Kürtlerle yaptığı bu ittifaktan vazgeçirilmeye çalışılıyor. Mustafa Kemal ya tasfiye edilecekti ya da bu
politikalara uyacaktı. İçeride İttihatçı kadroların kuşatması altında Mustafa Kemal buna mecbur bırakılıyor. Bugün de AKP
için aynı politikalar uygulanıyor olabilir. Bu politikalar sonucunda Mustafa Kemal ve Kürtler arasındaki ittifak daha sonra
Kürtlerin aleyhine bozuluyor. Musul ve Kerkük karşılığında İngilizler Mustafa Kemal’e Kuzey Kürtlerine istediği gibi
davranma özgürlüğünü veriyor. O dönem Ortadoğu’nun sınırları böylece çizilmiş oluyor. Hatta o dönem Mustafa Kemal
ilk anlaşmalarını 1921’de Fransızlarla, 1922’de İngilizlerle yapıyor. Bu antlaşmalarla ilişkilerini karşılıklı olarak
geliştiriyorlar. Kürtler, bu ittifakın bozulması sonrasında yeni statülerine karşı çıkıyor ve Şeyh Sait İsyanı bu koşullarda
ortaya çıkıyor.”
İSYANIN ÖNDERİ CİBRANLI HALİT BEY’DİR
“Aslında isyanın önderi Cibranlı Halit Bey’dir -cezaevinde bulunan torununun hala mektupları bana geliyor onlar
da belirtiyorlar, benim yaptığım bu tespitleri mektuplarında yapıyorlar–. Şeyh Sait bu isyana önderlik yapabilecek biri de
değildir. Bu isyanın liderleri daha isyan başlamadan tek tek imha ediliyorlar. Kürtlerin Cumhuriyete olan tepkileri böyle
ortaya çıkıyor. O gün Mustafa Kemal’e Musul-Kerkük karşılığında Kuzey Kürtlerini teslim eden güçler ile bugün kendi
bölgesel politikalarına hizmet karşılığında Kuzey Kürtlerini AKP’ye teslim eden güçler, aynı güçlerdir. Bugün Kürtlere
yapılan siyasi ve kültürel soykırımdır. Bu siyasi ve kültürel soykırım fiziki soykırımdan daha da tehlikelidir. Geçmişte nasıl
Ermenileri sürdülerse Pontusları, Rumları sürdülerse Kürtlere yapılmak istenen de aynısıdır. Küçük Ermenistan devleti
kurararak Ermenileri Anadolu’dan sürdüler, Küçük Rum devleti kurarak Rumları Anadolu’dan sürdüler. Pontusları
Yunanistan’a sürdüler.”
KÜRTLERİ ANADOLUDAN SÜRMEYE ÇALIŞACAKLAR
Öcalan Kürtlerin sürülmek istendiğini şu sözlerle anlattı: “Kürtleri de işte Güney’de küçük bir devlet kurarak
Anadolu’dan sürmeye çalışıyorlar. Ermeniler ve Rumlara yaptıkları gibi Kürtlere de o küçük devleti adres gösterip Türkiye
Kürtlerini Anadoludan sürmeye çalışacaklar. Coğrafyayı ıssızlaştıracaklar. Amaçları budur. Bu politika dehşettir. Bu
politikalar hayat bulursa Anadolu Türklüğü de kaybeder. Bu ıssızlaşma Türklerin de ıssızlaşması anlamına gelecektir.
Burada Türkler de kaybedecektir. İşte İsveçte Ermeniler hakkında verilen kararda görüldüğü gibi bunların tek tek
işaretleri veriliyor. Bu politikalar Türklerin de yararına değildir.”
Bu nedenle ortak mücadelee hattı öneren Öcalan, şöyle dedi: “O yüzden BDP bu bilinçle Türkiye’de kendini bir
Türkiye partisi gibi örgütlemelidir. Sol ve demokrat güçlerle birlikte ortak bir mücadele bloğu oluşturmalıdır. Türkiye’de
bahsettiğim tehlikeler herkes içindir, tehlikeler herkesi beklemektedir. O yüzden ortak mücadele hattı an be an saat saat
örülmelidir. Bu konuda yoğun çaba sarfedilmelidir, ciddi olunmalıdır. Herkes bu konuda üzerine düşen görevi yerine
getirmelidir.”
KÜRTLER İKİ MAKAS ARASINDA
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarihsel anlamda ABD-İngiltere politikaları belirttiğim gibidir. Ortadoğu tarshini
bu şekilde inşaa etmişlerdir. Daha önce makas örneği vermiştim. Bu ABD-İngiltere küresel politikaları makasın bir
ucudur. Makasın diğer ucunda ise İran-Suriye-Türkiye gibi geleneksel-yerel imhacı güçler var. İşte Kürtler bu makasın iki
ucu arasında kalmışlardır. Kırp, kırp, kırp diye kırpılıp, yok edilmeye çalışılmaktadırlar. Türkiye, Suriye ve İran arasında
bu konuda üçlü bir uyum var. Bu geleneksel-yerel imhacı güçler kendi aralarında uzlaşarak Kürtlere yönelik bu
politikalarını, bu geleneklerini sürdürmeye çalışıyorlar. Irak’ı şu anki konumu itibariyle bunların dışında tutuyorum. Suriye
ve İran’ın durumu boğulan adam misalidir. Boğulan adam nasıl yılana sarılırsa Suriye ve İran da üzerlerindeki baskıdan
dolayı Türkiye’ye sarılmaktadırlar. Kendi üzerlerindeki dış baskıları hafifletmek ve etkisini kırmak için Türkiye ile zorunlu
olarak yüksek düzeyli antlaşmalar yapmaktadırlar.Türkiye’ye bu amaçla yakın durmak zorundadırlar. Kürtlere
yaklaşımlarını da bu durumlarına göre belirlemektedirler. Bu üç devletin aralarında yaptığı anlaşmaların temel nedeni de
DERLEYEN : AZAD BADIKI
budur. Çıkarları ortaktır. İşte Rakka’daki saldırılar bunun en açık örneğidir. Kürtlere yaklaşım konusunda adeta birbirleri
ile yarışmaktadırlar.”
KÜRTLERE ULUSAL KONFERANS ÇAĞRIMI YİNELİYORUM
“Ancak Irak ayağında bunu tam uygulamanın koşulları yok. Irak’ı bu durumun içine katamayız, Irak farklıdır.
Irak’taki halkımız da kendilerini korumalıdır, gerekirse korunabilecekleri alanlara çekilebilirler. Yine İran’daki halkımız
katliamlara karşı korunmak için Bradost bölgesinde güvenli alan yaratabilir. Makasın iki ucu arasına alınan bütün Kürtler
için Ulusal Konferans çağrımı yineliyorum. Bu konuda daha önce beş teorik dört pratik önerilerimi referans olarak
belirtmiştim.”
ANAYASA KOMPLOSUNA KARŞI ‘HAYIR CEPHESİ’ OLUŞTURULMALI
AKP’nin Anayasa değişiklik paketine de değinen Öcalan, bu paketin oldukça tutarsız olduğunu söyledi. Öcalan,
“Anayasa değişikliği konusunda tutarlı tartışmalar yapılmıyor. Oldukça tutarsız tartışmalar yapılıyor. Benim bu Anayasa
konusundaki tespitim şudur; Anayasa paketiyle amaçlanan hukuk komplosudur, anayasa komplosudur. Benim
geliştirdiğim slogan “Anayasa Komplosuna Hayır Demokratik Anayasaya Evet” şeklindedir. BDP Anayasa paketi
konusunda şartlarını ileri sürmüştür bunu olumlu karşılıyorum bu şartları kabul edilirse Anayasa paketini
destekleyebilirler. Ancak ileri sürdüğü şartlar kabul edilmezse Türkiye’deki diğer Sol ve demokrat çevrelerle birlikte güçlü
bir Hayır Cephesi, ortak muhalefet bloku oluşturulmalıdır” diye belirtti.
BAŞBAKAN’A ‘MUHATTAPLIK’ CEVABI
Muhattaplık sorununa da dikkat çeken Öcalan şöyle konuştu: “Ben buradan tekrar söylüyorum. Sayın Başbakan
hakkındaki görüşlerim yanlış anlaşılmamalı. Gerçekçi olmak durumundayız. Sayın Erdoğan belki bu sorunu şu anda
çözebilecek tek liderdir. Ancak biz bunu bilemeyiz. Belki çözmek istiyordur, engelleniyordur ya da böyle bir çözüm niyeti
hiç yoktur, tasfiye etmeye çalışıyordur. Ben buradan bunları bilebilecek durumda değilim. İçeride neler olup bitiyor
bunlardan haberim yok. O yüzden bu konuda kesin bir şey söyleyemem. Erdoğan Newroz alanlarında benim muhatap
olarak gösterilmemi eleştirmiş. Buradan bu konu hakkında şunları söylemek durumundayım; BDP kendini sorunun
çözümünde muhatap haline getiremiyorsa, PKK-Kandil kendisini bu konuma getiremiyorsa bu benim suçum değil. Bu
konuda bütün yük benim omuzlarıma yüklenmiş, Sayın Başbakan bunu böyle bilmeli. Bana burada fiziki ve sağlık
koşullarımdan ziyade üstüme yüklenen bu sorumluluk daha ağır geliyor. Ben burada üzerime düşen herşeyi yapmaya
çalışıyorum. Ama bunu nereye kadar götürebilirim, nereye kadar gücüm yeter bilemiyorum. Çözüm için burada
görüşmelerde bulundum, mektuplar gönderdim ancak hala cevaplarını alamadım. En son gönderdiğim mektupların
cevabı hala gelmedi. Benimle görüşme yapanlar gerçekten iyiniyetli olabilirler, sorunun çözümünü istiyor olabilirler. Ben
onların niyetlerini sorgulamıyorum. Ancak şunu bilmeliler ki güçleri herşeye yetmiyor. Görülüyor ki, bir mektup bile
engellenebiliyor. Devlet içinde bir yerlerde önleri kesiliyor.”
YENİ SÜRECE GİRİLDİ
Öcalan, yeni bir sürece girildiğine şu vurgularla dikkat çekti: “Bizim ‘90’da 93’te barış çabamız oldu. Bu yıllarda
çözüm konusunda çabalarımız oldu. Yine 1997’de benzer bir çabamız oldu. Yeni bir sürece girildiği söyleniyor. Evet
doğrudur, bundan sonra yeni bir sürece girilmiştir, bu tespite katılıyorum. Önümüzdeki iki-üç ayda her şey daha da
netleşecek, açığa çıkacaktır.”
BUNDAN SONRA YAŞANACAK ÇATŞMALARIN SORUMLUSU BEN DEĞİLİM
“Yine söylüyorum benim buradan bu koşullarda pratik önderlik yapmam mümkün değil. Benden bu
beklenmemeli. PKK çözüm gelişmezse kapsamlı bir şekilde direnişe geçeceklerini belirtiyor. Buna hakları var. Benim de
bu karara saygım olur. Bundan sonra taraflar arasında gelişecek bir çatışmanın sorumlusu ben değilim. Bu konuda
sorumlu tutulmam haksızlık olur. İşte bana gelen iddianamelerden, hakkımda açılan davaların iddianamelerinden
okuyorum, orada PKK’nin hedefinin 50 bin silahlı güç olduğu belirtiliyor. Her taraftan katılımların olduğunu ve bunların
arttığı belirtiliyor. Gençlerin yoğun katılımı olduğu söyleniyor. İşte demokratik çözüm gelişmezse bu koşullarda çatışma
da kaçınılmaz olur. Yine söylüyorum biz demokratik çözüme hazırız, barışa hazırız, kardeşçe yaşamaya hazırız. Bunun
için üzerimize düşen herşeyi yapmaya hazırız. Demokratik bilinçle demokratik zeminde mücadelemizi yürütürüz, devam
ettiririz. Bize düşen görev demokratik-yasal zeminde mücadele etmektir. Ancak KCK için bir şey diyemem. KCK dağlarda
illegal bir şekilde örgütlenmiştir, kendi kararlarını onlar kendileri verir, biz karışamayız. Ancak Kürtlerin üzerine gidilirse,
Kürtler yok edilmeye çalışılırsa Kürtlerin de dağlara çekilmeye hakları vardır. Dağları kendilerine mesken etmeye hakları
vardır, başka ne yapabilirler ki. Elbette Kendilerini korumaya hakları vardır. Kendi güvenliklerini almaya hakları vardır. Bir
kediyi bile köşeye sıkıştırırsan insanı tırmalar.”
MANDELA VE GÜNEY AFRİKA HALKINA SELAM
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Güney Afrika’da başlatılan 1 Milyon İmza Kampanyası’nı da hatırlatan Öcalan, “Güney Afrika’da imza
kampanyası başlatılmış. Ben yakalanmadan önce Güney Afrika’ya gitmek istiyordum. Güney Afrika’ya dostluk
duygularımla gitmek istiyordum, yarım kaldı. Hala buradan da bu dostluğu sürdürmeye çalışıyorum. Başta Nelson
Mandela olmak üzere bütün Güney Afrika halkına ve oradaki dostlarımıza selam ve saygılarımı sunuyorum” dedi.
Öcalan, geçtiğimiz günlerde yaşamaın yitiren PKK’nin ilk kadrolarından Cuma Tak’ın annesi için de başsağlığı
dileğinde bulundu: “Cuma Tak’ın Annesi hayatını kaybetmiş. Ailesine başsağlığı diliyorum. Selamlarımı ve saygılarımı
iletiyorum.”
TUTSAKLARA SELAM
Öcalan son olarak şu mesajları verdi: “Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Bolu c.evinden Suat Göksu oldukça
uzun bir mektup yazmış, kendisine selamlarımı iletiyorum. Yine Rize-Kalkandere c.evinden Kadri Emek, annesi ve
babası oldukça yaşlıymış, bana selam göndermişler, ben de onlara selamlarımı iletiyorum. Barış grubundan Haydar
Ergül’e de selamlarımı iletiyorum. Adıyaman c.evinden Gülizar Akın ve Veysel Avcı’nın mektuplarını aldım, selamlarımı
iletiyorum. Diyarbakır c.evinden İnan Akın’ın mektubunu aldım, selamlarımı iletiyorum. Tekirdağ c.evlerindekinin hepsine
selamlarımı iletiyorum. Siirt c.evinden gelen mektuplar var, selamlarımı iletiyorum. İskenderun c.evinden gelen mektuplar
var, selamlarımı iletiyorum. Karaman c.evinden mektup aldım, selamlarımı iletiyorum.
Yine başta Diyarbakır, Urfa ve Dersim olmak üzere bütün halkımızın Newrozu’nu kutluyorum. selamlarımı
iletiyorum. Tüm cezaevlerindeki arkadaşlarıma selamlarımı gönderiyorum. Newroz’a katılan tüm sanatçılara da
selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Öcalan '500 üyeli Anayasa Meclisi'
önerdi
Anayasa tartışmalarını değerlendiren Öcalan, “Demokratik bir anayasa için Demokratik Anayasa Konvansiyonu’nu,
Meclisini öneriyorum. Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her çevreden, her kesimden temsil
sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur” dedi.
Anayasa tartışmalarını değerlendiren Öcalan demokratik bir anayasa için Demokratik Anayasa Konvansiyonu ve
Meclisini önerdi. Öcalan, ‘’Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her çevreden, her kesimden temsil
sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Anayasa tartışmalarına
değinen Öcalan, “Daha önce Anayasa komplosu demiştim. Anayasa değişikliğinden önce yapılması gereken iki tane
yasal düzenleme var. Bir seçim barajının düşürülmesi, iki parti içi demokrasinin sağlanması” dedi.
Öcalan, şöyle devam etti: “BDP, Demokratik Anayasa koalisyonlarını ilan edebilir. EDP kuruldu, Çatı Partisi çalışmaları
da var. Benim sloganım ‘Komplocu Anayasa’ya Hayır Demokratik Anayasa’ya Evet’tir. Demokratik bir anayasa için
Demokratik Anayasa Konvansiyonu’nu, Meclisini öneriyorum. Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her
çevreden, her kesimden temsil sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur. Anayasa
değişikliği konusunda TÜSİAD barajın düşürülmesi gerektiğini söylüyor. Sermaye çevrelerinin de bunu tespit etmeleri iyi.
Demokrasi için bu olmalıdır. Bunlar biliyorlar, araştırıyorlar, çevrelerinde birçok profesör var, akademisyenler var, tespit
yapıyorlar, tespitleri doğrudur, katılıyorum.”
200 ÇOCUK MEKTUP GÖNDERDİ
“Mahmur’dan 200 çocuk bana Kürtçe yazılı iki yüz mektup göndermiş. Onlar Kürtlerin ve Kürdistan’ın çiçekleridir,
teminatıdır. Bunlar bizim özgürlüğümüzün model birimleridir. Mektup gönderen her bir çocuğa tek tek teşekkür ediyorum,
onları selamlıyorum.” diyen Öcalan, “Mayın patlamasında yaşamını yitiren askerlerden birinin babası, ‘açılım olsun bu
ölümler son bulsun’ diyor. Biz de açılım istiyoruz ama bu vicdansızlar gerekli olanı yapmıyorlar, çok üzücü” ifadelerini
kullandı.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Öcalan, şöyle devam etti: “Bugün yapacağım değerlendirmeleri, bu tarihte, 30 Mart’ta şehit düşen Mahir Çayan ve
arkadaşlarına adıyorum, onları anıyorum. Bugünkü konuşmamda otobiyografim hakkında kısa bir değerlendirmede
bulunmak istiyorum. Buna daha önce de biraz değinmiştim. Biliniyor, Mahirlerin katledilişinin kırkıncı yılına yaklaşıyoruz.
Bu vesileyle bugünkü değerlendirmeyi Mahirlerin anısına adıyorum. Özellikle Türkiye devrimci gençliğinin bunu iyi bilmesi
gerekiyor. Benim çıkışım biraz da bu arkadaşların katliamına cevap olma şeklindedir. Biliniyor bizim çıkışımız Türkiye
devrimci güçleri arasından bir çıkıştır, 70’lerde biz de devrimci gençlik hareketinin bir parçasıydık. Dev-Genç’in
sempatizanıydım, DDKO içinde de yer almıştık. Mahirlerin katledilmesiyle başlayan, biraz da bu katiamların atmosferinde
bir çıkış yapılmıştır. Daha önce de dile getirmiştim. Bizim mücadeleyi üç döneme ayırıyorum. Bunların her birisi yaklaşık
onar yıl sürmüştür. Birinci dönem ‘73’te başlayıp -1973’te özerk grup kararı vardı- ‘84’e kadar gelen süreçtir. ’84-93 Özal
dönemine kadarki sürece ikinci dönem; ‘93’te başlayıp 2002-2003’e kadar devam eden sürece de üçüncü dönem
diyorum. Bu dönemi aslında o tarihte sonlandıracaktım. Ancak çeşitli nedenlerle bu güne kadar geldi.”
PKK’DE BİRİNCİ DÖNEM
“ Birinci dönem ‘73’te başlayıp ‘84’e kadar gelen süreçtir. Birinci dönemin ilk halkası 1973-78 arası Haki Karer ve diğer
arkadaşlarla birlikte olduğumuz dönemdir. Bu dönemde biz soruna milli mesele olarak bakıyorduk. Bu dönemde ayrı bir
oluşum olarak çıkma düşüncemiz yoktu. Ancak çekirdek arkadaşlar vardı. Ali Haydar Kaytan, Cemil Bayık ve Duran
Kalkan’ın da içinde bulunduğu bu grupla 1976’lara kadar gelindi. Bunlar daha Kürdistani bir mücadeleyi ön planda
tutuyorlardı. Nitekim 1976’ya kadar bu tartışmalar devam etti. Kemal Pir ve Haki Karerlerin de -ki bu arkadaşlar Türktür–
dahil olduğu 1976’larda giderek Kürt ve Kürdistan eksenli sosyalist bir çıkışa doğru gidildi. 1978’de de PKK olarak ayrı bir
örgütlenmeye gidildi. Bilinen partileşme süreci yaşandı. 1979’larda yurt dışına çıkma süreci başlatıldı. 1980’lere
gelindiğinde bilinen o darbe yaşandı. Diyarbakır cezaevinde yoğun tutuklamalar ve inanılmaz işkenceler yaşanıyordu.
Diyarbakır’da yaşanan bu sürece ve daha önce -Mahirler, Denizler şahsında- yaşanan katliamlara cevap olabilmek için
silahlı mücadele için hazırlıklara başlandı. 1980 darbesiyle birlikte silahlı mücadeleye başlama kararı, bir bakıma
Diyarbakır cezaevinin kurtarılışı da diyebiliriz. Biz aslında silahlı mücadeleyi 1982-1983 yılında başlatacaktık. Bilinen
1984 atılımının aslında iki üç yıl önce yapılmasını planlanmıştık. 1982’de 1983’te başlatılması gerekirken, defalarca
eleştirisini yaptığım o cevap olabilme ancak 1984’te gerçekleştirilebilindi. Hazırlık döneminin uzun sürmesi nedeniyle
biraz da gecikmeli oldu.”
PKK’DE İKİNİ DÖNEM
“ İkinci dönem 1984-93 arasıdır. Bu dönem biliniyor, daha önce çok yazıldı, çizildi. Bu dönem silahlı mücadelenin
yükseltildiği, yoğun çatışmaların olduğu dönemdir. Ancak bu süreç aynı zamanda yoğun bir şekilde Kürt sorununa çözüm
arayışlarımın olduğu bir süreçtir de. ‘90’lara kadar ben ulus-devlete inanıyordum. Her ulusun bir devleti olması gerekir
diye düşünüyordum. Ancak 1990’larda Reel Sosyalizmin çöküşü ve Çin’in kapitalizme yönelmesi olayı yaşandı. Bu
deneyimlerden sonra Kürt sorununun demokratik çözümü için ciddi arayışlar içine girdim ama net bir çözüm metoduna
ulaşamadım. Bu arayışlarım devam etti. Bu nedenle 90-95 arasını siyasal bunalım süreci olarak niteliyorum. Oysa ki her
ulusun devleti olması anlayışı aslında sosyalizme ihanettir. Reel Sosyalizm örneği, devletin sorunları çözemeyeceğini,
hatta daha da ağırlaştıracağı gerçeğini ortaya koymuştur. Peki devlet ne olmalı? Devlet, uzmanlık ve tecrübenin biriktiği
küçük bir idare aygıtı olmalıdır, küçültülmelidir. Ben buna devletin reorganizasyonu diyorum. Devletin yanında demokrasi
olmalıdır. Ben halkı esas alıyorum, örgütlüyorum, demokratik konfederalizm diyorum. Demokratik Konfederal sistemi
esas alıyorum. Bunu Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda da dile getirdim. Ortadoğu sorunlarının çözümü de bundan
geçer, bu sistem Ortadoğu için ilaç gibidir. Dünya için de bu sistemi öneriyorum. Siyasal bunalımı bu sistemle aştık ve bu
temelde tasfiyeci anlayışa değişim-dönüşümle cevap verdik, değişim-dönüşümü sağladık.”
PKK’DE ÜÇÜNCÜ DÖNEM
“1993’lere gelindiğinde ‘93’ten 2002’ye kadar süren döneme üçüncü dönem diyorum. Ben bu sürece tasfiye ve çözüm
süreci diyorum. Üçüncü dönem Özal ile başlıyor. Talabani’nin aracılık ettiği daha sonra Erbakan, Ecevit ile devam eden
bir süreçti. Sorunun çözüm şansının olduğu bu dönemde bütün muhataplarımız sırasıyla tasfiye edildiler. Kim bu sorunu
çözmek istediyse tasfiye edildi. Özal tasfiye edildi, suikaste uğradığı da biliniyor. Özal ve partisi bu sürece iyi
hazırlanmamıştı, hazırlıksız yakalandı. Sonuçta hem kendisi hem partisi tasfiye edildi. Daha sonra Erbakan’ın çağrısı
olmuştu. Erbakan’ın çağrısına olumlu yanıt verdim. Çözüm ve diyaloga samimi yaklaştım. Oldukça şans tanıyan, barışçıl
ve yumuşak bir tutum sergiledim. Ateşkes önerisinde bulunuyordu. Ben ona da olumlu yanıt verdim. Çözüm için Erbakan
da muhatap olmak istiyordu, onu da tasfiye ettiler. Erbakan da, partisi de yine bu sürece hazırlıklı değillerdi. 28 Şubat
müdahalesiyle, bu süreç sonlandırıldı. Bu tasfiyeci güçler açısından 28 Şubat süreci aslında tam olarak tamamlanamadı.
Sonuçta Erbakan ve partisi de tasfiye edilmiş oldu. ‘99’dan sonra Ecevit’in de çabaları oldu, bir şeyler yapmak
konusunda samimiydi. Ecevit’in yaklaşımı küçümsenmemeli. Onun sağlığını bozdular, felç ettiler, bilinçli yaptılar. Tam da
o süreçte Irak müdahalesi gündeme geldi. Ecevit müdahaleye karşıydı. Ecevit’i de tasfiye ettiler. Üçüncü dönem boyunca
tüm muhataplarımız tasfiye edildi. Dışarıdan bir güç, muhataplarımızı tek tek tasfiye ediyordu. 2002’de AKP geldiğinde
Abdullah Gül’e mektup yazdım, bir yanıt alamadım. Erdoğan’a da yazdım biliniyor. 160 sayfalık Açılım başlıklı Yol
Haritası’nı yazdım, verdim. En son yazdığım mektuplar var, hala yanıt alamadım.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ÜÇÜNCÜ DÖNEMİ SONLANDIRIYORUM
“ Bu dönemler; birinci dönem 1970-83; ikinci dönem 84-93; üçüncü dönem 93-2002 ardından uzatma ve oyalamalarla bu
güne gelindi. Aslında ben üçüncü dönemin 2002-2003’te bittiğini ilan edecektim. 2002’den bu yana olan 7-8 yılı üçüncü
dönemin uzatmaları olarak niteliyorum. 2002’lerde biliniyor, AKP hükümete geldi. O dönem çözüm için Başbakan Gül’e
mektup yazmıştım ancak cevabını alamadım. Daha sonra biraz sabretmemizi, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na
hazırlandığını, bu iş bir bitsin bir şeylerin yapılacağı mesajını bana ilettiler. 2007’den sonra ise bazı adımlar atıldı ancak
bunun da AKP’nin sahte açılımı olduğu ortaya çıktı. Gelinen noktada Kürt açılımı, Roman açılımına dönüştü, içi
boşaltıldı. Adına tasfiye ve çözüm dediğim üçüncü dönem bitti. Açık net ve kesin bir şekilde üçüncü dönemi
sonlandırıyorum. Üçüncü dönem boyunca sürekli tasfiye edilmeye çalışıldık, hem biz hem muhataplarımız tasfiye
edilmek istendi. Biz de, tasfiyeye karşı değişim dönüşüm hamlesini yaptık.”
BARZANİ ABD’YE FAZLA GÜVENME
“Bir parantez açıp Barzani’ye son Irak seçimleri üzerinden şu değerlendirmede bulunuyorum. Talabani ve Barzani’ye
mesajım şudur: ABD’ye öyle fazla güvenmesinler. Seçim sonuçlarıyla Irak’ta da bir tasfiye süreci başlayabilir,
uyarıyorum. Irak’ta milliyetçi Araplar güçlenirse Saddam rejimini de aşan katliamlar gelişebilir. Uyarıyorum bir Halepçe
değil on Halepçe gelişebilir. Her şeyi tek tek ellerinizden alabilirler. Kürtler Kerkük’ü kaybedebilir hatta diğer yerleri, Erbil,
Süleymaniye’yi de kaybedebilirler. Zamanında yapılması gerekeni yapmayacaksın, şimdi de seçim sonuçlarından
memnun olmayacaksın, öyle olmaz. Güneyli Kürtlere önerimi daha önce de belirtmiştim. Beş teorik ilke dört pratik
önerimi gözönünde bulundurarak Kuzeydekilerle birlikte Filistin örneğindeki gibi Ulusal Meclis, Ortak Yürütme ve Ortak
savunmayı yani savunma güçlerini ortaklaştırmalarını öneriyorum. Bu yapılırsa bir çok şey kurtarılabilinir. İran’daki
halkımız da Zagros bölgesinde gerekli savunmalarını oluşturabilirler. Komplo büyüktür, bütünlüklüdür. Tüm Kürdistan’ı
hedeflemektedir. Komplonun arkasında ABD var, NATO var. Kimse ABD’ye bel bağlamasın, komplonun tamamını
görmeleri gerekiyor. Kürt oluşumuna izin vermeyecekler. AKP’nin görünen yüzüne de aldanmasınlar, gerçek yüzünü
görsünler.”
JİTEM NATO BAĞLANTILIDIR
“Komployla amaçlanan geniş kapsamlı bir Türk-Kürt çatışması yaratmaktı. Komplo sonucu buraya getirildiğimde
Türkiye’nin buraya getirilişimden kısa süre önce haberi olmuş. Bu konuda Oltan Sungurlu geçen bir gazetede, sanırım
Yeni Şafak’ta olabilir, satır aralarında okudum, şöyle diyor; “‘99’da Öcalan’ı ABD’den teslim almamız, buraya getirmemiz
büyük hata oldu, Türkiye oldu-bittiye getirildi” diyor. Türkiye’nin beni almaya hazırlığı da yoktu. Böyle bir planı da yoktu.
Bu ABD’nin NATO’nun planıdır, dışarıdan güçlerdir, Türkiye’nin içinde de bağlantıları vardır. NATO-Gladio Avrupa’da çok
güçlüdür, Türkiye’de de uzantısı vardır. İşte JİTEM ve Ergenekon. Bunlar maaşlarını dahi Gladio’dan alıyorlar.
Ergenekon operasyonları diyorlar, bu JİTEM’in tasfiyesi değildir. JİTEM Özal’dan beri iş başındadır, NATO ile
bağlantılıdır, Gladio’dur. Neden üzerine gidilemiyor? Zaten Özal suikastinin üstüne bile gidemiyorlar, neden bunu
aydınlatamıyorlar. Neden Özal’ın ölümü aydınlatılamıyor? Özal’ın tasfiyesinin aydınlatılacağını da zannetmiyorum.
Özal’ın tasfiyesi aydınlatılmayıncaya kadar açılım maçılım olmaz, yapamazlar, yaptırmazlar. Derin, kökleşmiş bir yapıdır.
Katı faşist bir zihniyettir.”
ERGENEKON İKTİDARI YENİDEN ALABİLİR
“Anayasa tartışmalarına ilişkin şunu söyleyebilirim: Aslında AKP uzlaştı, mesele böyle bir anayasa değişikliği değildi. İki
yasa, iki madde değişikliği yetiyordu. Birincisi seçim barajının düşürülmesi, ikincisi parti içi demokrasi. Bu ikisinin
değiştirilmesi çok önemli. Ama AKP bunu yapmıyor? Niye yapmıyor? Oyu mu yok? Var. 276 oy bunu değiştirmeye
yetiyor. İsteseler bir günde çıkarabilirler. İki dakikalık iştir, bunu yapmıyorlar. Çünkü istemiyorlar. Bu yapılsa parti içi
demokrasi gelecek, demokratların önü açılacak, demokrasinin önü açılacak. Kürtlerin temsil şansı doğacak. Bu iki madde
değişikliği, büyük değişiklik yaratacak. Öyle anayasa değişikliği de değil bunlar, buna yasa değişikliği yeter. AKP
yapamıyor mu, yapabilir ama yapmıyor. Çünkü uzlaştı. Kendi derdine düştü. Kendini kurtarmaya çalışıyor. Komplo
derindir, kökü dışarıdadır, içeride destekçileri vardır, çözüm istemiyorlar. Bu işin arkasında Amerika var. Veli Küçük şu
anda cezaevindedir ama Ergenekon’un büyük kısmı dışarıdadır. İşte Dalan Amerika’dadır, Çömez İngiltere’dedir.
Rusya’ya da gidip gelmektedirler. Amerika her an tekrar bunları destekleyebilir. Eskisi gibi darbe olur demiyorum ama bin
türlü oyunla iktidarı alabilirler. İçeridekiler Ergenekon’un küçük bir kısmıdır. Bu adamlar burayı basıp beni dahi
öldürebilirler, yirmidört saat içinde bunu yapabilirler. Veli Küçük’ten Genelkurmay Başkanları dahi korkmaktadırlar.
Madem Ergenekon’un üzerine gidiyoruz diyorlar o halde 17 bin faili meçhulün de aydınlatılması gerekir. Eğer bu 17 bin
faili meçhulü aydınlatmazsan bu 170 bin olur. Faili meçhulleri aydınlatmıyorsun, demek ki yalan söylüyorsun, kendini
kandırıyorsun.”
EN BÜYÜK ENGEL ERDOĞAN’DIR
“Bu anayasa tartışmaları aslında; Ankara merkezli laik-milliyetçi hegemonik kesim -ki bunlar devlet kapitalizmini temsil
ediyorlar– ile, kağıt oyunlarıyla yılda kırk milyar dolarları haybeden kazanan Kapitalist Finans’ı temsil eden KonyaKayseri merkezli muhafazakar islami kesim faşizmi çatışmasıdır. Biz bunlara taraf olmayacağız. Aslında
demokratikleşme önündeki en büyük engel AKP ve Erdoğan’dır, CHP ve MHP’nin etkisi talidir. CHP ve MHP ulusalcı-
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ırkçı faşisttir. AKP kapitalist faşisttir. BDP’nin bu oyuna gelmemesi gerekiyor, referandum olsa da bu tavrını koruması
gerekiyor. Bugün 1918’deki durum yeniden yaşanıyor gibi. 1916-20 sürecinden sonra 1921 Anayasası oluştu. Bu
anayasanın daha sonra netleştirilip demokratikleştirilmesi beklenirken 1924 anayasası ile -bu anayasada tamamen
Kürtlerin inkarı vardır- daha oligarşik ve bürokratik bir anayasa haline getirildi. Şimdi de AKP anayasası haline getiriliyor.
Ben buna AKP anayasası diyorum. Şu anda AKP anayasası ile de Kürtler inkar edilmeye devam ediliyor. Ben demokratik
anayasa diyorum, komplocu anayasa ile olmaz. Ben, 1921 Anayasasını yeniden güncelleyelim diyorum.”
AKP SAMİMİ DEĞİL
“AKP samimi değildir. Samimi olacaksa öncelikle öyle anayasa değişikliklerinin yapılması da gerekmiyor. Öncelikle seçim
barajının düşürülmesi ve parti içi demokrasiye ilişkin yasal düzenlemelerin yapılması yeterlidir ama bunu yapmıyor. AKP
anayasa değişikliği adı altında sadece kendini kurtarmaya çalışıyor. Seçim barajı düşürülürse demokratik muhalefetin
önü açılacak, demokrasi gelişecek ve muazzam gelişmeler olacak. Ancak AKP bu değişikliği yapmıyor. Erdoğan’ın
iradesinin olup olmadığını bilmiyorum. Ya da iradesi var da dışarıdan mı engelleniyor, bilemiyorum, net bir şey diyemem.
Eğer seçim barajı düşürülürse ve de parti içi demokrasi için yasal düzenleme olursa AKP demokrasi blokuna dahil edilir,
o zaman desteklenebilir. BDP tavrını ona göre belirler. BDP bu tarihsel süreci anlamalıdır. Bu nedenle olup-bitenin
anlaşılması için siyaset akademilerinin mutlaka kurulması gerekir diyorum.”
YENİ DÖNEM ÖZGÜRLÜK DÖNEMİDİR
“Mahirlerin katliamının kırkıncı yılı yaklaşıyor. Kırk yılı; bir, iki, üçüncü dönem diye adlandırdım. Üçüncü dönemin sonuna
geldik. Ben, barış, çözüm konusunda çok esnek yaklaştım. Zaman zaman eleştiri de aldım. Bu eleştirilerin
sorumluluğunu da alıyorum. Çözüm için, barış için ‘93’ten bugüne ateşkesler ilan ettim. Elimden gelen ne varsa yaptım.
Onlar tasfiyeyi dayattı ben çözümü dayattım. Üçüncü dönem boyunca çözüm için çok esnek yaklaştım, çok çaba
sarfettim. Bundan sonraki süreç varlıklarını koruma, özgürlüklerini sağlama ve yaşatma sürecidir. Ben bu hususu 160
sayfalık demokratik çözüm ve barış belgesinde -Yol haritası- de belirtmiştim. Herkesin bilmesini istiyorum. Üçüncü
dönem bitmiştir. Oyun büyüktür. Komplo büyüktür. Tüm Kürtleri hedeflemektedir. Bir mektup göndermiştim. Mektup,
ulaşmış. Cevabının şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu, gelmedi. Belki mektuplar gelmiş, bana vermiyorlar. Bir güç
engelliyor. Mektuba el koydu bu güç. Bu çözüm istemeyen tasfiyeci güçtür. Durum ciddi, bunlar bu kadar güçlüler.
İsteseler her an burayı basıp beni öldürebilirler. Ben buradan kimseye emir veremem, yönetemem, pratik liderlik
yapamam. Üçüncü dönem bitmiştir. Yeni dönem, Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemidir. Kürtlere
söylüyorum, kendi kararlarını kendileri alacak, ne yapacaklarsa kendileri bilir. Bu üçüncü dönemden sonra ben birşeye
karışmayacağım. Burada kimseye talimat veremem, bu şartlarım yok, bu ahlaki de değildir. Ancak devlet bana gelip
“senin demokratik çözüm ve barış projeni kabul ediyoruz” derse müzakere süreci başlanır. Demokratik çözüm ve barış
mektuplarıma henüz cevaplar yok, bunun bile başlıbaşına bir anlamı var.”
ROJ TV ÇALIŞANLARINA SELAM İLETİYORUM
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Bismil’den gelen mektuplar vardı. Bunlar cezaevinin değil. Bunlar o yörede oturan
köylüler tarafından yazılmış. Bunlara cevap olarak şunu söylüyorum. Bulundukları yerleri terketmesinler, orada
yaşamlarını sürdürsünler. Ilısu barajı 90 köyü kapsıyor. Bu köyler halkımızın tarihsel dokularıdır. Bu köyler
boşaltılmamalı. Bu tarih katliamıdır, kültür katliamıdır. Tarihsel ve kültürel soykırıma izin vermesinler. Demokratik
eylemliliklerini sonuna kadar kullansınlar. Bunu Hasankeyf için de söylüyorum. Roj tv çalışanlarına selamlarımı
iletiyorum, Cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Bismil’e ve Diyarbakır’a özel selamlarımı iletiyorum. Denizli
ve Bursada yaşayan halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
MAYIS’TA KRITIK SEYLER OLABILIR
AKP’nin kendilerini oyaladığını ve amacının tasfiye olduğunu belirten Öcalan, "Mayıs’ta bazı kritik şeyler olabilir.
Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı
şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler de gelişebilir" dedi.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Anayasa tartışmalarında Kürtlere yer olmadığını söyleyen Öcalan, AKP’nin İslamo Faşizmi, CHP-MHP’nin
beyaz Türk faşizmini temsil ettiğini belirterek 1921 Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi
gerektiğini kaydetti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede 61. doğum
yıldönümü kutlamalarına değinen Öcalan, “Doğum günü kutlamaları olmuş. Aslında mesele benim doğum günüm de
değil, halk kendi doğuşu olarak görüyor. Mesele benim o şehirde, o köyde, o toprakta doğmuş olmam meselesi değil,
halk kendi doğuşunu kutluyor, bunu kendi doğuş günü olarak görüyor, kendi rönesansı gibi görüyor. Gidenlere,
kutlayanlara, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, şükranlarımı sunuyorum. Ama içinin boşaltılmaması gerekir.
Ortadoğu’nun böyle bir kültürü var, ben bu kültüre saygılıyım ama içi boşaltılmış bir kült haline dönüştürülmemesi gerekir.
Benim bir anlamım var, ki böyle bir anlamım olduğuna inanıyorum. Benim bu anlamım üzerinde durmaları önemlidir,
bunu anlamaları önemlidir. Ben bu 61 yıllık ömrüme bir çok şey sığdırdığıma inanıyorum. Halk bununla kendini
özdeşleştirmiş.” dedi.
HRİSTİYANLIK ÜZERİNDE DURUYORUM
Öcalan, şöyle devam etti: “Aslında Paskalya dolayısıyla Süryanilere ilişkin bir mesaj vermeyi düşünüyordum.
Sadece Süryanilerle ilgili de değil, bütün Hıristiyanlara ilişkin bir mesaj vermek istiyordum. Ben Hıristiyanlık üzerinde
epeyce duruyorum, araştırmalarım var. Islam ile Hıristiyanlığı ve Yahudiliği kıyaslıyorum. Hıristiyanlığa bazı haksızlıklar
yapıldığını da düşünüyorum. Süryaniler Doğu Hıristiyanlığını temsil ediyor, Doğu’ya aittir. Batı Hıristiyanlığı özel olarak
Doğu Hıristiyanlığını anlamalıdır. Ortadoğu’nun da bir Rönesansa ihtiyacı var; sadece Kürtler açısından değil, Süryaniler
ve tüm Ortadoğu halkları için. Onların bayramlarını da bu temelde kutluyorum.”
GÜNEY MODELİ BAŞARILI OLMAZ
“Savunmalarımda yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğini geniş olarak açıkladım. Devletin bir uzantısı olan
belediyeler değil, topluma dayalı bir belediyecilik, bir yerel yönetim olmalıdır. Yerel komünler oluşturulmalıdır. Bu
çalışmalar topluma dayanarak gerçekleştirilirse devlet de saygı gösterir. Devlet para vermedi, vermiyor şeklinde
devletten para bekleyerek bir şey yapılmaz. Bu anlayıştan vazgeçilmesi gerekir. Güney’de oluşturulan model devletmerkezlidir, bir ulus-devlet taslağıdır. Başarılı olmaz, yozlaşır, çürür gider. Ama bizim modelimiz topluma dayandığı için
sürekli gelişir. Demokratik komünler kurulduktan sonra buna ihtiyaç da kalmaz. Her yerde güçlü bir örgütlenmeye gidildiği
zaman para gibi diğer yan şeyler de gelir. Yerel komünler demokratik konfederasyon şeklinde de örgütlenebilirler.
Toplumun sorunlarını ancak böyle çözebilirler. Ben, böyle yapılırsa, herşey yüzde yüz çözülecek demiyorum. Belki
Türkiye şartlarında her şey yüzde yüz çözülmez ama yüzde elli oranında çözüm gelişebilir. Bunun için çok yoğun çaba
olmalı ve yoğunca örgütlülük içinde olunmalıdır.”
Irak parlamento seçimlerini de değerlendiren Öcalan, “Güney Kürdistanlıların tek blok olmaları iyidir, kutluyorum.
Kürtlerin toplam sandalye sayıları Toplam 57 sanırım. Sandalye sayısı biraz düşmüş. Daha önce söylemiştim, bu şekilde
başarmaları zor görünüyor. Kürtlerin ulusal birliğe ihtiyacı var. Kürtlerin bundan böyle ulusal birlik için çalışmaları
gerekiyor. Talabani ve Barzani’nin de bu yönde çalışmaları gerekiyor. Onları seçimlerden dolayı da kutluyorum, başarılar
diliyorum.” şeklinde konuştu.
MODANIN DOĞDUĞU YER MEZOPOTOMYADIR
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Avrupa’daki halkımız yoğun bir örgütlülük içinde olmalıdır. Kendi demokratik
örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Avrupa’daki örgütlenme bir KCK örgütlenmesidir. Oradaki yasaları da dikkate alarak bir
örgütlenme içerisinde olmalıdır. Avrupa’daki örgütlenme belki tam başarılamıyor ama oradaki yasaları da dikkate alan bir
KCK tarzında örgütlenme olabilir. Ben oradaki yasaları dikkate almayın demiyorum. Zaten orada her şey açıktır. Burada
da yerelde bu örgütlenme tarzı başarılı olursa, birbirlerini etkiler, birbirlerine yansır. Benim savunmam en çok bu konular
üzerinedir.
Kadın sorunu konusunda şunu söyleyebilirim: Aslında benim 61 yıllık yaşamım kadına dayatılan sahte namus
anlayışıyla mücadele ile geçti. Köyden çıkışım da bununla bağlantılıydı. Ben bu konuda çok yoğunlaştım. Kadının kendi
özgürlük bilincini ortaya çıkardığıma inanıyorum. Benim 61 yıllık yaşamımın bir başka özeti de budur. Adıyaman’daki
kadının diri diri gömülmesi, yine küçük kız çocuklarına yapılanlar ortadadır. Kadınlar kendi örgütlülüklerini yaratmak
kadar, küçük kızlar dahil, bütün kadınların eğitimleriyle de ilgilenmelidirler. Daha önce Özgür Kadın Akademilerinden
bahsetmiştim. Bu basite alınmamalıdır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir
eğitim olmalıdır. Geçenlerde Batman’da açılan bir mağaza için Ukrayna’dan getirilen bir kadın-modele ilişkin haber
okumuştum. Bu bana çok gülünç geldi. Oysaki modanın doğduğu yer, Batman’ın da içinde olduğu Mezopotamya’dır.
Önemli olan bunu ortaya çıkarmaktır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim
olmalıdır, bunu kıyafetlerine de yansıtmalıdır. Ben kadında bireyselliğin önemini yadsımıyorum, bireysellik tabii ki
önemlidir. Ama toplumsallık olmadan bireysellik tek başına bir anlam ifade etmez. Böyle bir anlayış PKK’de de
yerleştirilmeye çalışıldı. O bizim kaçkınların yaptığı basit evlilikler, birliktelikler bana göre kadının bitirilişidir. Böyle basit
evliliklere, birliktelik değil, en ucuz tabiriyle birbirinin bitirilmesi diyorum. Kendilerine başarılar diliyorum, selamlarımı
iletiyorum.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
1921 ANAYASASI BUGÜNE UYARLANMALI
“Anayasa tartışmaları konusunda öncelikle şunu belirtmek istiyorum, anayasa tartışmalarında Kürtlere yer yok.
Kürtleri tanıyan bir anayasa değişiklik paketi değil bu. Sadece Kürtler de değil, bunun dışında diğer demokratik alanlarda
da açılımlar yok, yeni şeyler yok. Bir tarafta CHP-MHP’nin temsil ettiği Beyaz Türk faşizmi var. Diğer tarafta ise AKP’nin
başını çektiği bir iktidar-İslam çizgisi var. Ben, AKP’nin temsil ettiği bu çizgi, Beyaz Türk faşizm çizgisinden daha az
tehlikelidir diyemem. Bana göre her ikisi de demokratik değil, hegemonik anlayıştır. Birincisi Ankara merkezlidir. İkincisi
de Kayseri-Konya hattında oluşturulan Suudi sermayesi tarafından desteklenen çizgidir. Bu her iki anlayışın da tarihsel
geçmişi vardır. Birinci anlayış Beyaz Türk oligarşisi ve faşizmidir. Bunlar İttihat-Terakki’nin devam eden zihniyetidir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra bunlar M. Kemal’i de kuşatarak etkisiz hale getirdiler. Kurtuluş Savaşı’nda M. Kemal dört
yıl, 1916,17,18,19 boyunca Kürtlere dayanarak poltitka yapmıştır. Kürtlere dayanan bir politika ve savaş olmasaydı,
kurtuluş mücadelesi denen bir mücadele de olmayacaktı. Bu ortaklaşma siyasal ifadesini 1921 Anayasasında buldu. Bu
nedenle ben İttihat-Terakki ve bu Beyaz Türk faşizm çizgisinden bahsederken 1921 Anayasasını kastetmiyorum.
1921 Anayasası demokratiktir, devlet ve Kürtlerin ortaklaşması sonucunda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 1921
Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi gerektiğini söylüyorum. BDP’nin 1921 Anayasası ve
bugüne güncellenmesi konusunda çok yoğun bir çalışma içinde olması gerekmektedir. Bahsettiğim o dönemde devlet
içinde Kürtlere karşı iki çizgi vardı: Birisi İnönü’nün başını çektiği İngiliz yanlısı çizgiydi. İttihat-Terakki kadroları bu çizgiyi
yürütüyordu. Diğeri de M. Kemal ve Fethi Okyar’ın çizgisiydi. Hatta Fethi Okyar Kürtlere karşı yumuşak davrandığı için
onu başbakanlıktan alıp, yerine İnönü’yü geçirdiler. Cibranlı Halit’in iki torunu bana mektup göndermişler. Onlar da bizim
dedelerimiz nasıl tasfiye oldular diye soruyorlar bana. İşte söylüyorum. Yine Şeyh Sait’in torunları var. Onların da durumu
aynı. Bunlar bahsettiğim laik beyaz Türk faşizm çizgisi tarafından tasfiye edildiler. 1924 Anayasası bu İttihatçı oligarşik
beyaz Türk faşizmi çizgisinin anayasal ifadesidir. Bu anlayış, bu 1924 Anayasası, daha sonra ufak değişiklikler olsa da
çizgisini koruyarak geldi. Bugün de temsilini CHP-MHP çizgisinde buluyor.”
AKP İSLAMO FAŞİSTTİR
“İkinci çizgiye gelince; AKP’nin temsil ettiği bu çizgi İslamo-faşizm de denilen ve Emevilere kadar giden bir
devlet İslamıdır, iktidar İslamıdır, karşı-İslam’dır. Her iki çizgide de Kürtlere yer verilmiyor. BDP’nin ve tüm demokrat
kesimin bunu iyi anlaması gerekir. Her iki çizgide de demokratik açılımlar yok. Kürtler ve demokratik güçler bunların
birinden birini tercih etmek zorunda değiller. BDP ve demokratik güçler anayasa için yoğun bir çaba içerisinde olur ve
kendi önerilerini sunarlar. İzlediğim kadarıyla da zaten sunuyorlar. Baraj ve parti içi demokrasi meselesi bu anlamda
önemlidir. Kürtler eğer kendilerini tanıyan, demokratik açılımlar getiren bir anayasayı kim yaparsa yapsın desteklemelidir.
Bunu AKP de yapsa destekler, CHP ve MHP de yapsa destekler. Ama kendilerini tanımayan, demokratik açılımları
bünyesinde taşımayan bir anayasayı da desteklemezler.”
KÜRTLERİN ARTIK ARA SEÇENEĞİ KALMADI
“Daha önceki haftalarda da dile getirmiştim. Bizim mücadele tarihimizi üç döneme ayırmıştım. Birinci dönem,
93’e kadar devam eden ikinci dönem, 93’ten bu yana da devam eden üçüncü dönem. Bu üçüncü dönem aslında 2002’ye
kadardır. Ben 2002’de bu üçüncü dönemi sonlandıracaktım ancak o dönemde AKP yeni iktidar oldu. AKP’ye şans
vermek istedim ama AKP bizi oyaladı ve bugüne kadar oyalayarak getirdiler. AKP kesinlikle tasfiyeyi amaçlıyor demiştim.
17 yıldan beri ben rolümü yerine getiriyorum. Bir çok şey benim omzuma binmiş durumda. Herşeyin benim üzerimden
yürütülmesi ya da her şeyin benim omzuma bindirilmesi doğru değil. Benim burada yerine getirebileceğim şeyler, barış
için oynayacağım rol imkanlardan dolayı sınırlıdır. Bu önümüzdeki süreçte onlar her ne karar vereceklerse,
mücadelelerini, politikalarını nasıl yürüteceklerse, nasıl bir seyir izleyeceklerse bunları kendileri belirlerler, kendileri karar
verirler. Mayıs’a doğru gidiyoruz, Mayıs’ta bazı kritik şeyler olabilir. Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin
artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler
de gelişebilir. AKP bir yandan da binlerce Kürdü tutukladı, tutuklamaya da devam ediyor. Ben fiziksel yönelimleri de
saymıyorum.”
ÇATI ÇALIŞMALARI DEVAM ETSİN
“Solun, Mustafa Suphilerin neden ve nasıl tasfiye edildiğini iyi anlamaları ve çözmeleri gerekir. Sol bunu
çözmeden bir atılım yapamaz. Devlet 1920’lerde Mustafa Suphiler şahsında solu, 1924 anayasasıyla birlikte Kürtleri,
daha sonra da Mehmet Akif ve Said-i Nursi şahsında da İslamcıları tasfiye etti. Çatı partisi ile ilgili çalışmalar var sanırım.
Çatının çatısı diye bir öneride bulunmuştum. Birçok parti ve çevre vardı. Şimdi EDP de var. Hepsi birlikte ortak çalışmalar
yürütebilir.” diyen Öcalan, “Kürtler kendi içindeki sorunlarına yönelebilirler. İç barışın sağlanması için çalışmalar
yürütülmelidir. Sadece buradaki Kürtleri kastetmiyorum. Her parçadaki bütün Kürtlerin iç barışı ve birliğinin sağlanmasına
ilişkin çalışmalara ağırlık verilmelidir. Mesela korucular var, bir çok suç işlemişler ama bir araya gelip barış sağlanabilir.
Demokratik Toplum Kongresi bu çalışmaları yürütebilir.” ifadelerini kullandı.
İSTANBUL’UN İLÇELERİNİ SELAMLIYORUM
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Diyarbakır Cezaevindekilerin hepsine de selamlarımı iletiyorum. Bana
Newrozla ilgili çok sayıda kart geldi, ben de herkesin Newrozunu kutluyorum. Bismil’den de gelen mektuplar vardı. Bismil
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ve Hasankeyf halkı bu Ilısu Barajı’na karşı durmalı. Bunun sulamayla ilgisi yoktur. Askeri amaçlı ve stratejiktir. Sincan
Cezaevinden gelen, Nilüfer Şahin isimli Malatyalı bir kadın arkadaşın mektubu vardı. Yazdıklarını oldukça beğendim,
değerli buldum. Savunmalarımdaki Marx değerlendirmelerimi yorumlamış. Doğru, Marx emek-değer teorisi ve sosyoloji
konusunda epey kafa yormuş ve yetkindir ancak Marx ulus-devlet ve endüstriyalizm konusunda sınıfta kalmıştır.
İstanbul’un tüm ilçelerindeki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
ABDULLAH OCALAN
Görüşme Notları:
Türk’e saldırı tesadüf değildir
Ahmet Türk’e saldırıyı değerlendiren Öcalan, “Samsun’da Ahmet Türk’e yönelik bu saldırıların gerçekleşmesi
tesadüf değildir, planlıdır. Kürtlere işgalci Yunan gözüyle bakıyorlar, bunun iyi anlaşılması gerekir” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Ahmet Türk’e
Samsun’da yapılan saldırıyı değerlendiren Öcalan, “Daha önce İzmir’de şimdi de Samsun’da Ahmet Türk’e yönelik bu
saldırıların gerçekleşmesi tesadüf değildir, planlıdır. İzmir’in de Samsun’un da onlar için özel bir önemi var. Ahmet
Türk’ün, Kürtlerin İzmir’e gidişini İzmir’in Yunanlılarca işgali gibi algılıyor bu kesimler. Bu kesimlere kontrgerilla mı denir
ne denir bunlara bilemem ama bunlar, örgütlüdürler ve hala devletin içerisinde etkindirler. Bunlar kendilerini Kuva-i Milliye
olarak da isimlendiriyor olabilirler. Devletin ne kadarı bunların elinde onu bilemem. Ama Kürtlere işgalci Yunan gözüyle
bakıyorlar, bunun iyi anlaşılması gerekir. Bunların vatanseverlik anlayışı böyledir! Samsun’da da böyle bir olayın olması
tesadüf değildir. Samsun da 19 Mayıs nedeniyle bu kesim için özel anlamı olan bir yerdir. İzmir’deki olayı da
Samsun’daki olayı da yapanlar birbirleriyle bağlantılıdır, bunları aynı örgüt organize ediyor. İttihat Terakki döneminden
beri örgütlüler. Mersin’deki bayrak provokasyonu da bunların işiydi. Söylediğim gibi bunlar Kürtlere işgalci gözüyle
bakıyorlar. Bunların vatan anlayışı Kürtleri bile işgalci olarak gören bir anlayıştır. Bu tür olayları polis amblemiyle,
rozetiyle yapacak halleri yok ya! Bunlar bir örgüttür, bunu anlamak gerekir.” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:
AKP ÇIKARLARINI DÜŞÜNÜR
“Kemal Yamak eski bir kontrgerilla başıydı. 12 Eylül’de Diyarbakır’da kolordu komutanıydı. Onun bir kitabı vardı,
Diyarbakır cezaevinde yaşananlarla ilgili şeyleri de yazmış. Bu kitapta Ecevit’le olan bir konuşmasına da yer vermiş.
Ecevit kontrgerillayı duyunca kendisine tavır alıyor. Ve ona “kontrgerilla nedir?” diye soruyor. O da “kontrgerilla her
partide yer alan senin partinde de yer alan yüzlerce kişidir ve bunların hiçbirisinin birbirinden haberi yok, hiç birisi de
birbirini tanımaz” diyor. Ve bu Kemal Yamak aynı zamanda Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde genel
sekreterliğini yapmıştır. Ki Turgut Özal’ın kuşkulu ölümü ortadadır. Söylediğim gibi bu kesimler devletin içinde hala
güçlüdürler. Biliniyor Bülent Arınç’a yapılmak istenen suikast resmi kayıtlara da geçmiştir. Kontrgerilla demiştim bu
Ergenekon olarak da adlandırılabilir. Ama adı her neyse devletin bu kesimi aslında tasfiye edilmiyor. Ergenekon davası
olarak kamuoyuna yansıyanlar buzdağının sadece görünen kısmıdır, bu örgütün, yapılanmanın asıl gövdesi karşısında
ortaya çıkarılanlar sadece devede kulaktır. Bunun dışarıdaki ayakları da vardır. AKP şu anda bunlara karşı görüldüğü
gibi tasfiye çalışmasında değildir. Çalışmaları sadece kendisini kapattırmamaya dönüktür. AKP bunları tasfiye eder gibi
gösterse de aslında kendi çıkarlarını korumaktadır. Hatta bu kesimlere Kürt meselesini ben kendi yöntemimle tasfiye
edeceğim mesajını vermiştir. Asıl yapılan Kürt hareketinin tasfiyesidir. Ama söylediğim gibi AKP’nin içinde iyi niyetliler de
olabilir.”
SÜREÇ İÇİN ÖNGÖRÜ YAPMAK ZOR
“Umarım süreç olumlu sonuçlanır. Net bir şey söyleyemiyorum. Süreç kesin çözüme evrilecek demek de zor,
tersi olacak demek de zor. 160 Sayfalık yol haritasını vermeleri gerekiyor. Bu yol haritasını revize etmem de söz konusu
değil, bir daha yol haritası yazamam. Ben orada gereken herşeyi ifade etmiştim, bunların tartışılması lazım. Ben artık
eski sağlığımı, esnekliğimi kaybettim. Artık vücuduma bir ağrı-sızı girdiğinde haftalarca, bir ay çıkmıyor, eskisi gibi
değilim. Muhataplık konusunda benden bir şey bekleniyorsa bu koşullarda daha fazla bir şey yapamam. Benden bir şey
bekleniyorsa koşullarımın düzeltilmesi lazım.Kimse yanılmasın, doğru anlasınlar. Ben on iki yıldır burada bu koşullarda
dayanmaya çalışıyorum, taviz de vermiyorum. Devlet benim bu ciddi duruşumu anlamıştır, anlamak zorunda kalmıştır.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
İKİ HAYATİ KONUDA TAVİZ OLMAZ
“Ben daha önce de mektuplarımda iki şarttan bahsettiğimi açıklamıştım. Bunlar hayatidir ve bunlardan taviz
veremeyiz. Birincisi insan hakları ve demokrasi şartıdır. Bir çözüm gelişecekse insan hakları ve demokrasi ekseninde
gelişecektir. Öyle burjuva tarzı insan hakları anlayışından bahsetmiyorum. İkincisi de güvenlik şartıdır. Bu güvenlik şartını
KCK üzerinden değerlendiriyorum. Halkımızın güvenliğinin güvenceye alınması lazım. Güvenlik öyle sadece benim
güvenliğim değil. Ben burada öldürülebilirim diyorum, bazıları “Apo öldürülecek! diye anlıyor. Bu öyle değil, ben burada
çürütülüyorum. Benim buraya getirilmemde ABD’nin rolü var. Onların politikalarını da eleştiriyorum. Bu nedenle hedef
alınabilir ve öldürülebilirim, diyorum. Ama bunu öyle birileri camı kırıp gelip beni öldürecek anlamında söylemiyorum.
Beni burada 12 yıldır tasfiye etmeye çalıştılar ama başaramadılar. 12 yıldır burada yavaş yavaş çürütülerek
öldürülüyorum. Burada bir ölüm çukurunda gibiyim, nefes alamıyorum, gün be gün çürütülüyorum. Bu iki şart dikkate
alınmadan diyalog ve uzlaşı sağlanamaz.”
ANAYASA YAZ BOZ DEĞİLDİR
“Bu Anayasa Paketi konusunda da geçtiğimiz haftalarda değerlendirmeler yapmıştım. Anayasa işi öyle basit
değil, öyle safsata değildir, yaz-boz kağıdı değildir. Anayasa şudur: Anayasa, egemen güçlerin birbirleriyle olan ilişkilerini
ve halkın bunlarla ilişkilerini, hukukunu düzenler. Bu nedenle çok önemlidir. BDP hala tam olarak anlamıyor. Bizim
anayasa konusundaki tutumumuz şudur. Anayasa bir toplumsal sözleşmedir, toplumun taleplerinin ortaklaşmasıyla olur.
1921 Anayasası eksiklikleri olsa da bu niteliği yansıtıyordu. Önemli olan mevcut anayasada kendisini ifade etme imkanı
bulamayan sınıfların, grupların, kesimlerin sesi olabilmektir. Önemli olan milyonlarca yoksulun, emekçinin haklarının
anayasal güvenceye alınmasıdır. Mevcut anayasa ve yapılmak istenen değişiklikler sadece CHP’nin, MHP’nin ve
AKP’nin taleplerini karşılıyor. Milyonların talepleri gözardı ediliyor. Eğer samimilerse neden bunların talepleri de
görülmüyor? Yüzde on barajını yüzde beşe bile indirmiyorlar. Bu şekilde milyonlarca ezilenin iradesinin meclise
yansımasına engel oluyorlar. Biz bunların samimi olduğuna nasıl inanalım? Birazcık samimi olsalardı bunu düzeltirlerdi.
Parti içi demokrasiyi sağlayacak düzenlemeler yaparlardı. AKP zaten devletin ilgili kesimleriyle uzlaşmış görünüyor. CHP
ile de aslında uzlaşmışlardır. Bu konu çok önemlidir, oyuna gelmemek gerekir. Biz ne ittihatçı gelenekten gelen CHP ve
MHP hegemonyasına mahkumuz ne de AKP’nin bunun yerine koymaya çalıştığı yeni hegemonyaya mahkumuz. CHP ve
MHP Ankara merkezli hegemonyanın İttihatçı temsilcisidir. AKP ise Kayseri-Konya merkezli küresel kapitalist
hegemonyanın temsilcisidir. Halklarımız bu iki hegemonya arasında tercih yapmak zorunda değildir. Bu nettir.”
ÖNÜMÜZDEKİ BİR KAÇ HAFTA KRİTİK
“Önümüzdeki birkaç hafta kritiktir. Sürecin nasıl evrileceğini önümüzdeki haftalar gösterecektir. Ben
değerlendirmelerimin esas bölümünü üçüncü dönemin bitişi ve sonrasına ilişkin olarak yapmak istiyorum. Artık üçüncü
dönem bitiyor. Önümüzdeki dönemin barış ve demokratik çözümü geliştirecek bir dönem mi olacağına yoksa savaşın
gelişeceği bir dönem mi olacağına devlet ve PKK karar verecektir. Ben elimden gelen herşeyi yaptım, yapmaya da
devam edeceğim ama söylediğim gibi kararı onlar verecekler, sorumluluk bende değil.”
KÜRTLER ARASI BİRLİKTELİK ÇALIŞMALARI YÜRÜTÜLMELİ
“Kürtler arasındaki birliktelik çalışmaları yürütülmelidir. Sadece Kuzey Kürtleri için değil dört parçada çalışma
yürütülmelidir. Kürtler arasındaki ilişki sağlanmalıdır. Hatta buna dönük Kürt Ulusal Konferansı’nın toplanmasına öncülük
yapılmalıdır.”
EVRİM ALATAŞ İÇİN ÜZÜLDÜM, ANISINI YAŞATMAK İÇİN NE GEREKİYORSA YAPILMALI
“Gazeteci Evrim Alataş hayatını kaybetmiş. Üzüldüm. Başsağlığı diliyorum. Ben Evrim’in birkaç yazısını
okumuştum. Yazılarını özellikle doğduğu köy ve Kürt çocuklarla ilgili bir yazısını beğenmiştim. Aynı zamanda Teslim
Töre’nin yeğeniymiş galiba. Ben onun, Malatya’nın, kendisini halkına adamış Zeynep(Zilan) ve Müslüm Doğanların
hatırasını önemsediğini biliyorum. Okuduğum yazısından da bu sonucu çıkarmıştım. Kürt halkı ve Malatya gençliği
Evrim’in de, Zilanın da, Müslümün de anılarına bağlı kalmalı, anılarını yaşatmalıdır. Başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
Halkımızın başı sağolsun. Evrim, Zilan, Müslümlerin anısını yaşatmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.”
ERKEKLER KENDİLERİNİ DÖNÜŞTÜREMİYOR
“Kadın Konferansı yapılacak sanırım. Kadınların dönüşümünde benim de biraz katkım olduğunu düşünüyorum.
Bir anımı anlatarak konuya girmek istiyorum. 11 Nisan Annemin ölüm yıldönömüydü. Bu vesileyle onu da anmış olalım.
Ölünceye kadar ona bir telefon bile açmamıştım, o yüzden kızgındı bana. Bazen üniversiteden köye uğradığım zamanlar
annem bana hep “bana dört metre kumaş bile almadın” derdi. Oysa ben daha büyük ideallerin peşindeydim. Ne yazık ki
bu sistem içinde kadınlar somut elle dokunulur şeyler isterler. Eşya isterler. Maddi değerler, eşyalar onları mutlu eder. Ki
bu onların suçu değildir, böyle yetiştiriliyorlar. Ama biz böyle yapmadık, ne yaptık, kadın sorununu toplumsallaştırdık. Bu
şekilde kadın sorununun çözümü konusunda gelişme yarattık. Ben hep toplumun kurtuluşunun kadının kurtuluşundan
geçeceğini söyledim ve hala yıllardır bunu söylüyoruz. Cinsiyetçi toplum sistemi içerisinde ne kadın kurtulabilir ne de
erkek kurtulabilir. Kadınlarımız gerçekten çaresizdirler. Düşünün 14-15 yaşında bir kız, özgür bir şekilde erkeklerle ilişki
geliştirmeye kalksa hemen toplumda ismi çıkar, dışlanır. Ya da toplumun dayattığını kabul eder evlenir yine bir erkeğin
hakimiyetini kabul eder ve köle gibi yaşar. Nereden baksanız bir çıkar yol bırakılmıyor kadınlara. Kadın ve erkeğin
DERLEYEN : AZAD BADIKI
sağlıklı bir temelde ilişki kurması bu sistem nedeniyle çok güçtür. Ben bizzat kendim yıllardır bu konuyla uğraşmama
rağmen bir kadınla bu sistem içinde bir ilişki kurmaya korkuyorum. İkinci gün sorun çıkacağından korkuyorum. Bu sorun
benden kaynaklı da olabilir. Neden böyle söylüyorum. Çünkü erkekler bu konuda kendilerini dönüştüremiyorlar. Özgür
ilişki, özgür yaşamı sağlayacak şekilde bir birliktelik yaratmak bu sistem içinde çok zor görülüyor. Kadına yaklaşımı bir
enstrümana yaklaşıma benzetiyorum. Bu yanlış anlaşılmasın, kadını bir araç olarak ele alıyoruz anlamında
düşünülmesin. Müzik enstrümanına doğru yaklaşıldığı takdirde çok güzel müzik meydana getirilebilir. Hangi sesi vermek
istersen o sesi alırsın. Yani kötü, yanlış yaklaşırsa kötü sonuçlar ortaya çıkarır. Ben daha önce de kadınlara söylemiştim.
Bir kadın akademisi kurulabilir. Bunun bünyesinde çalışmalar yürütülebilir. Akademi konusunda sadece Diyarbakırla
yetinilmemeli, yaygınlaştırılmalıdır.”
CEZAEVLERİNE SELAM GÖNDERİYORUM
“Siirt halkına , Siirt cezaevindeki arkadaşlara, Diyarbakır E ve D Tipi C.evindekilere, Urfa Cezaevi’ndeki
kadınlara selamlarımı iletiyorum. Cezaevlerindeki arkadaşlar, bu kötü durumu iyiye çevirebilir. Cezaevinde olmayı bir
fırsata çevirebilir. Bu fırsatı iyi değerlendirebilir, içeride daha huzurlu biçimde yoğunlaşabilirler, bol bol araştırma
yapabilirler. Cezaevlerinden çok sayıda mektup elime ulaştı. Çoğu Newroz kutlamalarıyla ilgili. 70’e yakın mektup elime
geçti, 6’sı hakkında verilmeme kararı verildi. Hemen hemen bütün cezaevlerinden Muş, Diyarbakır, Siirt, Urfa, Mardin
mektup var. Trabzon bile var. Adana Karataş cezaevinden mektup var. Cezaevindeki tüm arkadaşlara selamlarımı
iletiyorum. Daha önce istediğim kitaplar vardı. Grek mitolojileri, Ermeni mitolojileri bunlar Say yayınlarından çıkmış olmalı.
Tarih Öncesinde Ticaret, Helen ve Roma Uygarlığı, Anadolu’nun Neolitik Tarihi gibi kitaplar. Diyarbakır ve Siirt halkına
selamlarımı iletiyorum.
Görüşme Notları:
Demokratik Anayasa şartı ile paket
desteklenebilir
Öcalan, “AKP’nin sunduğu anayasa paketinin desteklenmesi tek şarta bağlıdır. Tek bir şartla bu anayasa paketi
desteklenmelidir, o şart da şudur: Demokrasi ve İnsan Hakları Şartı. En önemli ve en genel başlık demokratik
anayasadır” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede son siyasi
gelişmeleri değerlendiren Öcalan, Kürtlere ilişkin “Bundan sonra hiçbir güce ihtiyaç duymadan kendi öz savunmalarını
geliştireceklerini söylüyorlar. Öz savunma başta olmak üzere siyasi, sosyal, kültürel her alanda örgütlenmelerine ağırlık
verecekler. Örgütlü oldukları her tarafta Suriye, İran, Irak, Türkiye, Avrupa, her yerde öz savunma örgütlenmelerini de
içeren siyasal, sosyal, kültürel her türlü örgütlenmelerine ağırlık verecekler, bunu anlıyorum. Yani eskisi gibi tek başına
siyasi diyalog arayışıyla yetinmeyecekler, kendi toplumsal örgütlülüklerini geliştirecekler, ağ gibi, böyle örecekler”
değerlendirmelerini yaptı.
Öcalan, “Siyasi diyalog yoluna da açıktır ancak esas olarak kendi sistemlerini inşa edeceklerini,
oluşturacaklarını söylüyorlar. Kendi demokrasimizi kendi özgücümüzü yaygınlaştıracağız diyorlar. Bu da her yerde
yaygın örgütlülük anlamına geliyor. Bu şekilde toplumun her kesiminde örgütlenmeleri durumunda BDP’ye de fazla
ihtiyaç kalmayacak” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:
ÇATIŞMA BİZİM TERCİHİMİZ OLMAYACAK
“Kürt sorunun çözümü konusunda siyasi diyalog yolu açılırsa buna cevap verilir, veririz. Bu diyalog sürecinin
başlatılması demek çatışma riskininin, olasılığının önüne geçmek demektir. Aksi taktirde hiç istemediğimiz, tasvip
etmediğimiz, önceliğimiz olmadığı halde çatışma ortamı gelişecektir. Ancak üstüne basa basa söylüyorum. Gelişecek bu
çatışma ortamı bizim tercihimiz değildir, olmayacaktır. Siyasi diyalog ve müzakere süreci başlatılırsa bu çatışma riski
ortadan kalkar. Aksi taktirde bizim istemediğimiz halde bir çatışma ortamı oluşur. Yine söylüyorum, bu bizim tercihimiz
olmayacak, sorunun çözümü için geliştirilecek, geliştirilmesi gereken diyalog süreci önemlidir. Bu şekilde süreç
geliştirilebilir, sorunun çözümü bu tartışmalarla rayına oturabilir. Yine bu konuda iyiniyet adımları atılabilir. Bu süreçte
bazı iyiniyet adımları atılabilir, yasal düzenlemeler yapılabilir, bazı belediye başkanları bırakılabilir. Aksi taktirde gelişecek
olan çatışma ortamı geçmiş dönemlerdekinden daha farklı olarak daha şiddetli bir şekilde gelişecektir.”
TERCİHİMİZ ÇÖZÜMDÜR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Ancak bizim tercihimiz çatışma değil çözümdür, bunun için de siyasi diyalog ve müzakere sürecine ihtiyaç
vardır. Biz gerek İmralı öncesi gerekse de İmralı süreci dahil toplam 17 yıldır sorunun çözümü konusunda çabalarımızı
yürütüyoruz. Biliniyor ben 17 yıl önce bu konudaki stratejik tavrımı belirlemiştim. Bu bir stratejik tavırdı, karardı. Bu
kararın, demokratik barışçıl yöntemlerin doğruluğuna olan inançtı. O günden bu güne kadar bu yönde, sorunun
demokratik ve barışçıl yönde çözümü için çabalarımız ve emeklerimiz oldu. Son yedi yıldır da özelde AKP genelde devlet
nezdinde diyalog ve çözüm konusunda çabalarımız ve girişimlerimiz oldu. Ancak AKP ile 7 yıl, ondan öncesi de on yıl
toplam 17 yıldır bu çabalarımızı tek yönlü geliştirmeye çalışıyoruz. Bu konudaki ısrarımız ortada, biliniyor. O yüzden
tekrar söylüyorum, sorunun çözümü konusunda siyasi diyalog ve müzakere süreci başlatılmalıdır ve sorunun
muhataplarıyla bu süreç derinleştirilmelidir. Yoksa hiç istemediğimiz halde, arzu etmediğimiz halde orta şiddetli bir
çatışma süreci yaşanacaktır. Bu da herkesin kaybı demektir, gelişecek olan bu çatışma süreci herkesin kaybına
olacaktır. Bu dönemde olumlu gelişmeler de olabilir, olmayabilir de, gelişmeler olumsuz da olabilir. Yaz başına kadar,
Mayıs sonu Haziran başına kadar tahminimce bazı şeyler netleşir.”
PAKETE DESTEK ŞARTA BAĞLANMALI
“Pratik-güncel meselelere ilişkin değerlendirme yapmak istediğim ikinci husus Anayasa tartışmalarına ilişkin
olacak. AKP’nin sunduğu bu anayasa paketinin desteklenmesi tek şarta bağlıdır. Önceki haftalarda da bahsetmiştim bu
şarttan. Tek bir şartla bu anayasa paketi desteklenmelidir, o şart da şudur: Demokrasi ve İnsan Hakları Şartı. Bu şartın
içinde öncelikli ve en önemli olarak yer alan husus Demokratik Anayasa’dır. Türkiye’de demokratik bir anayasanın varlığı
zorunludur. Anayasa çalışmasıyla ne CHP ve MHP’nin temsil ettiği statükocu-direnç konumuna ne de AKP’nin olası
oyunlarına gelinmemelidir. Bunlardan farklı olarak kendisine ait üçüncü tarz oluşturulmalıdır. Gerçek demokratik bir
anayasanın anlam ve ruhuna uygun hareket edilmelidir. Demokratik bir anayasa olmadan demokratik bir toplum nasıl
oluşturulabilir! Bu birincisi ve en önemlisidir; yeni ve demokratik bir anayasanın oluşturulması. Bunun yanında bir de
çocukların durumu var. Terör yasası var, bu yasanın kaldırılması gerekiyor. Belediye başkanlarının, BDP kadrolarının
tutuklanması var, KCK operasyonları kapsamında tutuklamalar var. Bütün bu tutuklananların serbest bırakılması
gerekiyor. Yine yüzde onluk seçim barajının düşürülmesi, BDP’nin hazine yardımından faydalandırılması gibi konular da
demokratik anayasa yanında ayrıntılı bir şekilde ele alınmalı, düzenlenmelidir. En önemli ve en genel başlık demokratik
anayasadır, Bu hususlar da demokratik anayasa başlığı yanında ayrı ve ayrıntılı olarak ikinci bir başlık altında
düzenlenmesi gereken hususlardır. Bu şart çerçevesinde AKP’nin bu konuda samimi bir adım atacağına kanaat
getiriliyorsa, bu anayasa taslağı desteklenebilir. Bu konuda inisiyatif tamamen kendilerinindir. Bu konuda bunları
düşünüyorum.”
KCK VE DTK TAMAMEN FARKLI ŞEYLERDİR
“Avrupa’da dernekler vardır, örgütlülükleri vardır ama bunların hepsi aynı sistem dahilindedir, dolayısıyla
yapacağı kongreler de bu şekilde ele alınır. Bunlar konfederal örgütlenme içindedirler. Bunun adı rejim oluyor, yani bir
nevi sistemdir, bu sistem içinde kendilerine yer buluyorlar. Her yerin bir örgütlenmesi vardır. Bu Avrupa Demokratik
Topluluğudur. Buna Avrupa Demokratik Topluluklar Birliği de denilebilir. Bu şekilde tanımlanabilir. Bunlar Avrupa’daki
yasal örgütlenmelerdir. Yasal zemine göre örgütlenirler ve oranın yasalarını dikkate alırlar. Her yerde bulundukları yerin
yasallığına göre örgütlenme olmalıdır.
Türkiye’deki model ise Demokratik Toplumdur. Merkezi Diyarbakır’dadır. Oradaki hukukçu arkadaşlar da bu
yasal zemin hakkında bilgi sahibidirler, bu konuları biliyorlardır, ona göre örgütlenirler. Yoksa bu KCK değildir. KCK
tamamen ayrı bir şeydir. DTK bundan farklıdır. KCK kendi örgütlenmesini kendi yapar, kendi alanını kendisi yaratır. DTK
ise ayrı, yasal zemine oturur. BDP de yasal zeminde siyaset yapar. BDP’nin alanı da yasal siyaset alanıdır ve Türkiye’nin
genelinde örgütlenir. Sadece Kürdistan’da değil Batı’da her yerde örgütlenmesini yürütür ve Türkiye partisi olarak
kendisini inşa etmeye çalışır. Bu perspektife uygun bir örgütlenmeye gider. DTK bölgede çalışma yürütebilir, hatta
Türkiye ile birlikte İran, Irak, Suriye yani Ortadoğu’da çalışma yürütebilir. Bu vesileyle İran’daki, Irak’taki, Suriye’deki
halkımıza selamlarımı gönderiyorum. Kendi demokratik birliklerini, örgütlülüklerini geliştirme yönünde çaba
sarfetmelidirler. Bu yönlü çalışmalar yapabilirler, çalışmalarında başarılar diliyorum.”
IRAK’TA KONGRE YAPILSIN
“Irak’ta Demokratik Ulus Kongresi yapılması yönündeki önerimi yineliyorum. Bu Kongre’ye her taraftan, her
kesimden katılım olmalıdır. Evet bu Demokratik Ulus Kongresi’dir. Konferans şeklinde değil de Kongre tarzında ele
alınmalıdır. Bunun için daha önce belirttiğim beş teorik üç pratik araçla Kongre yapılabilir. Bu beş teorik üç pratik araç
Kongre’nin aracı olmalıdır. Bu araçlarla Kongre’ye gidilmelidir. Bu şekliyle ele alınırsa Kongrelerinde bir düzeyi, başarıyı
yakalarlar. Onun için öneriyorum bu araçları. Bu vesileyle tekrardan halkımızı selamlıyorum.”
TÜM KADINLARI SELAMLIYORUM
“BDP’nin yerel yönetimler Konferansı yapıldı sanırım. Kendilerine çalışmalarında başarılar diliyorum. Yine Kadın
Konferansı yapılacakmış herhalde bugünlerde. Bu vesileyle kadınlar için şunu söylemek istiyorum. Kadınlar, kadın bilinci
oldukça gelişti, bir düzeye geldi. Yine kadın özgürlük mücadelesinin başarıya ulaşacağına olan inancımı belirtiyorum.
Kadın özgürlük mücadelesi başarıya ulaşacaktır. Kadın cinsi ekseninde yürüttüğümüz özgürlük mücadelemiz de kadın
DERLEYEN : AZAD BADIKI
özgürlük mücadelesinden aldığı güçle başarıya ulaşacaktır. Buna inancım tamdır. Kadın özgürlük mücadelesi genel
özgürlük mücadelesine güç verecektir. Bu vesileyle bütün kadınları selamlıyorum. İzmir’deki kadınlara da teşekkür ve
selamlarımı iletiyorum. Avrupa’daki halkımıza, Roj Tv’ye, çalışanlarına, Türkiye’de Günlük gazetesi çalışanlarına
selamlarımı iletiyorum.”
KOPANLARI MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUM
“Daha önce 21 Mart Newroz vesilesiyle bizden ayrılan, kopanlara bir çağrım olmuştu. Ben bu çağrımı buradan
yineliyorum. Bizi eleştirebilirler. Bana dair de, düşüncelerime dair de eleştirileri olabilir. Bu şekilde eleştirisi olanlar olabilir.
Bu hususlar tartışılabilir, doğaldır. Eleştiri yapabilirler. Kimilerinin çelişkileri olabilir, kimileri de bizzat dönmek için benden
çağrı bekliyor olabilir. Ben bir kez daha bir şekilde bizimle bağını koparıp da aşırı bir şekilde bizimle çelişmemiş, uç
çelişkiler yaşamayanlara, yerinde oturanlara tekrar çağrı yapıyorum. Doğru, kazanımcı bir tartışma sürecini kendi
içlerinde yaşamalılar. Hareketimiz etrafında birleşmeyi ve güç katmayı esas almalıdırlar. Aksi taktirde bu sürecin bu
gelişmelerin üstesinden tek başlarına gelemezler, ezilirler, bu sistem hepsini boğuntuya getirir. O yüzden tekrardan bir
katılımı esas almalılar. En azından bu çabanın sahibi olmalıdırlar, diyorum. İran’da, Irak’ta, Suriye’de, Avrupa’da,
Türkiye’de, her tarafta bu durumda olanları tekrar mücadelemiz etrafında birleşmeye çağırıyorum.”
PKK DAHA GÜÇLÜ KONUMA GELMİŞTİR
“Yunanistan’da kendini yakan bir genç varmış. Adı Şiyar Bozkurt. Benim durumum için kendini yakmış. Ama bu
çok önceleri, daha önce olan bir şey. Ben yeni duydum, çok üzüldüm. Üniversite son sınıftaymış hatta o sene okulu
bitirecekmiş. Tabi bu bu genç arkadaşı saygıyla anıyorum. Bu gencin, Şiyar Bozkurt’un anısı yaşatılmalıdır. Hayatı, anısı
bir kitapla yaşatılmalıdır. Onun hayatını içeren, onu anlatan güzel bir kitap çalışması yapılabilir. Böylece anısı
yaşatılabilir. Bunlar önemli değerlerimizdir, anlamları bilinmelidir. Yine Viyan adında bir arkadaş bedenini ateşe vermişti,
Güney Kürdistan’lı bir arkadaş oluyor galiba. Benden üç ay haber alınamadığı zaman kendini yakıyor, bedenini ateşe
veriyor. Viyan arkadaşı da bu vesileyle saygıyla anıyorum. Yine daha önceki haftalarda da belirttim, Malatya’da Evrim
Alataş, Zeynep ve Müslüm’ü saygıyla anıyorum. Bu vesileyle hayatını kaybeden bütün yoldaşları saygıyla anıyorum.
Vedat Türkali’nin açık mektubu varmış Başbakana. Türkiye’nin sorunlarının çözümüne ilişkin Vedat Türkali ve diğer
aydınların katkısı önemlidir. Bu çalışmalara görüşleriyle, önerileriyle katılabilirler, destek sunabilirler. Değerlidirler,
katkıları önemlidir. Bu vesileyle selamlarımı iletiyorum. Ayşe Hür’ün tespiti doğru bir tespittir. Çözüm yönünde adımlar
atılmadığı için bu durum PKK’yi güçlendirdi. PKK her zamankinden daha güçlü bir konuma gelmiştir.”
DİPNOT DERGİSİNİ OLUMLU BULUYORUM
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Andre Gunder Frank’ın Yeniden Doğu kitabını istemiştim. Dipnot dergisi
bana ulaştı. Düzeyini olumlu buluyorum, İyi yazılar var. Daha önce Ermenilerle ilgili Üç Bin Yıllık Kavga adlı kitabı
istemiştim. Cumhuriyet Yayınevinden çıkmış bildiğim kadarıyla. Çin’e ilişkin bir kitap almıştım. Rusya’ya ilişkin yeni bir
kitap çıkmış. Yine bu aralar böyle biyografi kitapları olabilir. Son dönemlerde Osmanlı’daki padişahlara ilişkin işte o
dönem saray çevresini anlatan kitaplar çıkmış. Türki şahsiyetlere ilişkin kitapları önceden vermiyorlardı ama şimdilerde
bu tarz kitapları verebilirler. Yine İttihat Terakki ile ilgili bir kitap çıkmış. Bu arada 21 Mart ve 4 Nisan vesilesiyle mektup
gönderenlere ve cezaevindeki yoldaşlara özel selamlarımı iletiyorum. Erzurum C.evinden Cahit İlboğa sık sık mektup
gönderiyor. Bayağı iyi ve içerikli yazıyor, düzeyi oldukça iyi, çalışmalarını devam ettirmelidir, başarılar diliyorum,
selamlarımı yolluyorum. Adana Karataş c.evinden Ayfer Ayçiçek ve dört arkadaşının mektubunu aldım, yoğunlaşmaları
iyidir, yürüyüşlerine devam etsinler. Yürüyüşlerini zaferle taçlandıracaklarına inanıyorum. Rize-Kalkandere’den yine
mektup aldım, selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır c.evinde Nesimi Kalkan arkadaşın ekonomiye ilişkin yazısını aldım,
oldukça iyiydi. Yine ağır bir hasta bir arkadaş Vasiyet gibi bir mektup kaleme almış. Kendisine şunları söyleyebilirim.
Mücadelemizi başarıyla yürüteceğiz. Mücadelemiz başarıya ulaşacaktır. Bunu böyle bilmesini, bu konuda rahat olmasını
istiyorum. Kendisine çok özel selamlarımı gönderiyorum. Suriye Kürdistan’ında Türkiye’deki Hüseyin Musto adlı bir
arkadaşın mektubunu aldım. Onun şahsında tüm Suriye’deki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Bolu cezaeviden mektup
var selamlarımı iletiyorum. Yine başta Batman, Mardin, Siirt, Diyarbakır c.evleri olmak üzere bütün cezaevlerindeki
yoldaşlara selamlarımı iletiyorum. Yine 4 Nisan ve 21 Mart vesilesiyle mektup gönderenlere selamlarımı iletiyorum.
C.evlerinden oldukça düzeyli, gelişkin mektuplar alıyorum. Suat ve dört arkadaşı, oldukça gelişkin mektuplar yazıyorlar.
Onların da bahsettiğim arkadaşların mektupları ve bu gibi mektuplar da dergilerde yer alabilir. Onların bu konulardaki
düşüncelerini ifade imkanı verilebilir. Bu konularda oldukça yetkin değerlendirmeleri var. Kars-Göle ve Dersim halkımıza
özel selamlarımı iletiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
AKP oyununu bozduğum için
üzerime geliyorlar
Öcalan, “Haziran başına kadar bekleyeceğim eğer çözüm konusunda bir irade gelişmezse artık aradan
çekileceğim” dedi. Anayasa paketi eleştirileri için de “8. Maddenin geçmemesini bahane ederek BDP ve beni hedef
gösteriyorlar. AKP’nin oyununu bozduğum için bu kadar üzerime geliyorlar’’ diye konuştu.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, Anayasa
Paketi konusunda AKP’nin derdinin demokratikleşme olmadığını belirterek, oyun oynadığını söyledi.
Öcalan şöyle dedi: “Bu anayasa paketi konusunda AKP’nin ne yapmak istediğini çözdüm. AKP’nin kodunu,
şifrelerini çözdüm. AKP’nin bu anayasa paketi konusundaki yaklaşımlarının hepsi bir oyundur. Anayasa Mahkemesi’ne
ilişkin düzenleme 337 oyla geçti, radyodan dinledim. Ancak 8. Madde 327 oyda kaldı ve düştü. Aslında AKP istese bu
maddeyi de geçirebilirdi, buna gücü yeterdi ancak maddeyi geçirmeyerek bunun üzerinden beni ve BDP’yi sorumlu
tutmaya, suçlamaya çalışıyorlar. Yoksa maddenin geçip geçmemesi kendilerinin çok umurlarında değildir. Bu maddenin
geçmemesini bahane ederek BDP ve beni hedef gösteriyorlar. AKP kendisini demokratik hamleler yapıyor şeklinde
gösterip bizi de bunun engelleyicisi olarak sunmaya çalışıyor! AKP bu konularda oyun oynuyor. Yoksa derdi
demokratikleşme değildir. Bazı sağ liberal kesimler de bu oyuna alet oluyor. İşte Nuray Mert gibi bazı kimseler bunu
anlamış. AKP gerçekten demokratik gelişmelerden yanaysa Siirt’teki bu tecavüz olayının üzerine niye gitmiyor? ”
SİİRT’İN NAMUSU KİRLETİLMİŞTİR
PKK lideri Öcalan şu değerlendirmelerde bulundu:
“Siirt’teki Pervari’deki yine yatılı bölge okulundaki yaşanan tecavüz olaylarının hepsi bilinçli, örgütlü ve planlı bir
şekilde yapılıyor. Bu olayların içinde onlarca, yüzlerce insan var. Bu olaylar derin ve planlıdır, bu kadar insanın içinde
olması tesadüf olmadığının göstergesidir. Ben bu konularda daha önceleri uyarılar yapmıştım. Bu olaylarla büyük bir
soykırımın provası yapılıyor. Siirt’te Pervari’de yaşananlar bir soykırımın işaretidir. O kadar insan bu işin içine bulaşacak
ve bunların hiçbiri bunca zaman açığa çıkarılmayacak! İki yıl devam etmiş. İşte görüldü kendi adamları var bu işin
başında, oradaki müdür yardımcısı var olayın içinde. En başta bunlar var. Bu olayların Siirt’te yaşanması da manidardır.
Kürtlerin yerel seçimlerde burayı almasına karşı bir nevi Kürtler’den intikam alınmak istenmiştir. Bu bir öç alma olayıdır.
Siirt’teki, Pervari’deki tecavüz bütün Kürtlere yöneliktir. Bu tecavüz olayıyla Siirt’in, Pervari’nin namusu kirletilmiştir, Siirt
lekelenmiştir, Pervari lekelenmiştir. O yüzden daha önce de dedim, kıyamet koparılmalıdır. Ufacık kız çocuklarını
korkutarak, onların acziyetini kullanarak istismar ediyorlar ve istediklerini yapıyorlar. Bu bir vahşettir, dehşettir. Buna nasıl
seyirci kalınır, anlamıyorum.”
TECAVÜZ KÜLTÜRÜ İLE HESAPLAŞILMALI
“Bu tecavüz kültürünü düşünüyorum da bazen kadınlara çok kızıyorum, bu tecavüz kültürünü aşmadan, bununla
mücadele etmeden ne aşk olur ne de aş olur. Ne sevgi olur ne de aşk olur. Bu tecavüz kültürüyle çatışmak kadın
özgürlüğü için şarttır. Ben kadınları anlamıyorum. Ne yapıyorsunuz? Ne yapıp edin buna bir çözüm getirmeleri gerekiyor.
Radyodan, TRT-1’den dinledim. Olayla ilgili olarak aydınların, yazarların konuşmaları istendiğinde yutkunuyorlar, çok
etkilendiklerini ve konuşamayacaklarını söylüyorlar. Oradaki insanlar da hakeza öyle, olayla ilgili konuşamıyorlar,
konuşmakta zorlanıyorlar. İşte alın size Siirt ve Pervari’de yaşananlar. AKP gerçekten demokratsa, samimiyse bu
sorunların üzerine gitmelidir. Yatılı Bölge Okullarında da buna benzer şeyler yaşanıyor. Orada küçük çocuklar ailelerinin
yoksulluğu, açlığı da kullanılarak yerinden yurdundan ediliyorlar. Bu durumlarından, bu aciziyetlerinden cesaret alarak bu
çocuklara istedikleri gibi davranıyorlar, istismar ediyorlar. ”
YİBOLARDA SOYKIRIM VAR
“YİBO’ların durumu çok iyi çözümlenmelidir. Burada Kürt çocukları ailelerinden koparılıp, kendi kültürlerinden,
dillerinden uzaklaştırılmakta, böylece başkalaştırılmaktadır. Türkçe bilmeyen Kürt çocukları buralarda kendi dillerini
unutmaktadır. Bu mudur AKP’nin demokratlığı? Bizdeki Kürt aydınları YİBO’lar hakkında yazmalı ve bu konu üzerinde
durmalılar. Bu çocuklara uygulanan soykırımdır. Bu bir kültürel soykırımdır. Bu bir dil soykırımıdır. Birleşmiş Milletler’in
67. Maddesinde de belirtiliyor. Orada soykırımın tarifi yapılıyor; İnsanları kendi dilinden ve kültüründen kopartıp,
uzaklaştırıp başka bir kültüre ve dile yöneltmek ve bu kültür içinde yaşamaya zorlamak bir soykırımdır diyor. Bu maddede
soykırımın tanımı böyle yapılıyor. YİBO’larda da uygulanan budur. Buralarda binlerce Kürt çocukları küçük yaşlardan
itibaren ailelerinden koparılıp kendilerine yabancı bir dil ve kültürün içine atılarak soykırıma tabi tutulmaktadırlar.”
DİLSİZ TOPLUM ONURSUZ TOPLUMDUR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Tabi burada biliyorsunuz toplumda devasa işsizlik sorunu vardır, Kürtlerin işsizliği ve açlığı da kullanılmaktadır.
Buna mecbur bırakılmaktadırlar. Bunlar da yetmiyormuş gibi her tür iğrenç uygulamaları da bu çocuklara yapmaktadırlar.
Üç yaşındaki çocuğa tecavüz ediliyor; bu onursuzlaştırmadır, kişiliksizleştirmedir. Yani bu durum tecavüz ede ede her
istediğini yaptırmadır. Çaresiz bırakmadır. Kürtlere yapılmak istenen de budur. Bu yüzden diyorum bu bir Kürt
soykırımıdır. En önemli şey kültür ve dildir, bir halkın onurudur dil ve kültür. Kültürü ve dili alırsanız onursuz bir insan
topluluğu kalacaktır. Hatta bu konuda hiç unutmam. O zamanlar çok küçüktüm. Anneme ağır yöneliyordum. Sen kendi
çocuğunla kendi dilini konuşmuyorsun, kendi kültürünü öğretmiyorsun diye çıkışıyordum. Hiç unutmam; çardağın
altındaydım. Anneme tavuk ve civcivlerini göstererek, “görüyorsun” demiştim “tavuk bile yavrularıyla kendi diliyle iletişime
giriyor onları kendi diliyle çağırıyor. Sen beni niye bir tavuk kadar bile koruyamıyorsun!” demiştim. O dönemler okula
giderken Türkçe bilmiyordum, bu konuda oldukça zorlanıyordum. Görüyorsunuz o yaşlarda bile bir çelişkimiz vardı. Ve ilk
isyanımız, başkaldırımız böyle oluyordu. Tabi sonra bu isyanı geliştirip, derinleştirip günümüze kadar getirdik.”
BDP BİRLEŞMİŞ MİLLETLERE GİTSİN
“Bu soykırımın birçok boyutu var. Kültürel soykırım, dil soykırımı, siyasi soykırım, ekonomik soykırım, doğa
soykırımı hepsi buna dahildir. Sanırım BM Sözleşmelerinde bu soykırım tarifi düzenleniyor. BDP de bu kapsamda
konuyu Birleşmiş Milletler’e götürmelidir. Bu konuda çalışma yürütmeliler. BM de halkımızın haklarını savunmalıdırlar.
Her türlü soykırım yapılıyor; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, doğa soykırımı yapılıyor. Hiç bir tepki yok. Çocuklar
ailelerinden kopartılıyor bir tepki yok, tecavüz olayları yaşanıyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyor, bir tepki yok.
Yanıbaşınızda kültürünüz, mirasınız, doğanız katlediliyor, barajlar yapılıyor, insanlar hiçbir tepki vermiyor, bunlara engel
olamıyor, sadece seyirci kalıyor. Bunlar çok acı şeyler. Daha önce de söylemiştim, Dersim’de de buna benzer şeyler var.
İşte AKP iktidarı altında bunlar yaşanıyor. Yine daha önce siyasi soykırım olarak nitelediğim 1500 Kürt siyasetçinin, DTPBDP’linin tutuklanması var. Tam bir yıldır bu insanlar mahkemeye çıkarılmadan öylece cezaevinde tutuluyorlar,
iddianameleri bile hazırlanmamış. Bu bir siyasi soykırımdır.”
BU UYGULAMALAR HİTLERİN GAZ ODALARINI ARATMIYOR
“Ermeni soykırımı, “Büyük Felaket” deniliyor ya; sadece 220 tane Ermeni aydınının 24 Nisan’da tutuklanıp
sürülmesiyle başlıyor bu büyük felaket. Ama Kürtler’de bu sayı 1500’dür. Bu operasyonlar kapsamında tutuklanan BDP
yöneticisi Osman Yiğit cezaevinde yaşamını yitirmiş, ailesine, halkımıza başsağlığı diliyorum. Kürtlerin soykırımı 1500
Kürt siyasetçisi-aydınının cezaevine gönderilmesiyle başlamış bulunuyor. Bu siyasi soykırımla amaçlanan Kürtleri
iradesizleştirip teslim almadır. Bu uygulama Hitler faşizmini aratmayan bir uygulamadır. Biliyorsunuz Hitler, Yahudi
soykırımında Yahudileri gaz odalarına gönderiyordu, toplama kamplarında tutuyordu. Kürtlere uygulanan soykırım ise
Hitlerin gaz odalarını aratmayacak cinstendir. ”
ERDOĞAN HİTLER’İ PARTİSİNDE ARASIN
“Erdoğan Hitler-İnönü değerlendirmesi yaptı. İnönü’yü daha önceleri benim ne kadar eleştirdiğim biliniyor, onun
hakkında ne kadar değerlendirme yaptığım biliniyor, ona girmeyeceğim. Ancak Erdoğan Hitler’in ruhunu çok uzaklarda
aramasın, kendi partisine, partisinin politikasına baksın yeter. Bir taraftan tecavüzlerle bir taraftan YİBO’larla, bir taraftan
da Kürt siyasetçilerin tutuklanmasıyla Kürtlerin soykırımına girişeceksin öte yandan da Kürtlerden destek isteyeceksin!
AKP bu konuda samimi olmalıdır. Bu anayasa paketini bütün bu gelişmelerden bağımsız ele alıp “demokrasi hamlesi”
olarak görmek, bu konuda beni ve BDP’yi hedef göstermek insafsızlıktır, vicdansızlıktır! AKP’nin bu anayasa paketiyle
gelişmeleri kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Gerçekleştirmek istediği kendi siyasi iktidarını, egemenliğini güçlendirerek
devam ettirmektir. Bana niye bu kadar yöneliyorlar? Ben AKP’nin oyununu bozduğum için bu kadar üzerime geliyorlar.
Bütün nedeni budur. Kimse bu konuda bizi suçlayamaz, kimsenin buna hakkı yoktur. Bunları görmeden nasıl bu sonuca
varıyorlar? Bu soykırımı görmeyeceksiniz, bunları işlemeyeceksiniz, üç yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edilecek, bunlar
tartışılmayacak ama ben ve BDP sorumlu tutulacağız! Bu çevreler bizi MHP ve CHP’nin konumuna düşmekle
suçluyorlar. Biz ne MHP ve CHP’nin durumuna düşeceğiz ne de AKP’nin yedeğine düşeceğiz. BDP demokratik anayasa
çalışmasını geliştirebilir. Bu demokratik anayasa çalışmasını bütün topluma, sivil toplum örgütlerine, aydınlara, her
kesime yayabilir. Demokratik anayasa konusunda bir tartışma platformu yaratılabilir. Herkese demokratik anayasanın
zorunluluğunu anlatılabilir. Bu konuda yoğun bir çalışma yürütülebilir.”
AKP BİZİ ASKERLE ÇATIŞTIRIP GÜÇTEN DÜŞÜRMEK İSTİYOR
“Daha önce de belirtmiştim, Türkiye’de iki Türkçü kesim var. Bir tarafta laik-ulusalcı-Türkçü bir çizgi var. Bu,
başkenti Ankara’da olan ve ağırlıklı olarak MHP ve CHP’nin temsil ettiği Türkçülük çizgisidir. Öte yandan da AKP’nin
temsil ettiği Konya-Kayseri merkezli İktidar İslamcı-Türkçü anlayış var. Biz bu iki Türkçü anlayış arasında tercih
yapmayacağız. Hatta İktidar İslamcı-Türkçü anlayış Ulusalcı-Türkçü anlayıştan daha tehlikelidir. İkisi de birbirinden
tehlikelidir. İki Türkçü anlayış da faşizmdir, ikisi de kurumsal faşizmdir, demokratik olanı, çoğulculuğu yok eder. Kürtler
konusunda CHP ve MHP, AKP’nin gizli müttefikleridir. Sayın Erdoğan’a söylüyorum. Senin gizli müttefiklerin Baykal ve
Bahçelidir. AKP özünde demokrasiyi getirmiyor, iktidarını sağlamlaştırmaya çalışıyor, demokratik talepleri oyalıyor.
AKP’nin amaçladığı bizi, Ergenekon’un ve askerin bir kısmıyla çatıştırıp güçten düşürerek aradan sıyrılmaktır. Bu
politikaların arkasında ABD var, İngiltere var. Benim buraya getirilmemde de bu güçlerin rolü var. Küçük parçaları bir
DERLEYEN : AZAD BADIKI
araya getirdiğimde iyice anlaşılıyor. Benim buraya getirilmem de belli pazarlıkların belli tavizlerin karşılığında oldu. Bu
komplonun arkasında ABD ve İngiltere başta olmak üzere belli tavizler karşılığında Yunanistan, İran, Irak, Suriye ve
Ermenistan gibi ülkeler de vardı. Türkiye benim iade edilmem karşılığında birçok taviz vermiştir ve kendisini bu ülkelere
bağlı kılmıştır. İşte benim yakalanmamla birlikte kendi bölgesinde birçok ülkeyle İran’la Suriye’yle, Irak’la ikili anlaşmalar
yaptılar. Bölgedeki ilişkileri düzenlemeye çalıştılar. Yunanistan’a Ege Adaları konusunda taviz verdiler. Yunanistan’la 14
Mayıs’ta müzakereye oturacaklar, bakalım ne çıkacak? Sonrasında işte biliniyor Suriye ile, İran ile ikili anlaşmalar
yaptılar, kendi Kürt politikalarını ortaklaştırdılar. ”
AHMET TÜRKLER OYUNLARA GELMEDİLER
“İşte şu anda İran-Suriye-Türkiye ant-i Kürt irttifakı geliştiriyor, bu çok tehlikelidir. Irak’ta da benim
tutuklanmamdan sonra Saddam rejimini çözdüler ve orada yeni bir düzenlemeye gittiler. Güney liderliklerini öne
çıkardılar. Ermenistan’la da ilişkileri düzenlemeye çalışıyorlar, işte protokoller. Bütün bu gelişmelerin benim
yakalanmamla ve Kürt hareketiyle yakından ilgisi vardır. Bütün bu gelişmeler benim komployla Suriye’den çıkarılmamla
başladı, bu komployla yakından alakalıdır. Aslında bütün bu çabalarla amaçlanan BDP’nin teslimiyeti ve PKK’nin
tasfiyesiydi. BDP teslim alınmaya çalışılarak PKK de kuşatılarak tasfiye edilmeye çalışılacak, ben de burada ölüme
terkedileceğim. Ancak gerek benim buradaki çabam, gerek PKK’nin çabası, gerekse halkımızın direnişiyle bu oyunlar
boşa çıkarıldı. BDP’nin teslim alınmasını, bir dönem Ahmet Türk üzerinden yapmaya çalıştılar. Biliyorum Ahmet Türk,
iyiniyetli biridir, ancak onun üzerinden bu teslimiyet politikasını uygulamaya çalıştılar. Ahmet Türk onlar bu oyuna gelmedi
sonra da bazı saldırılar, Samsun’daki saldırılar oldu. Bu saldırılar tesadüfi değildir. Aslında Samsun saldırısı, bu
oyunların boşa çıkmasından sonra Ahmet Türk’e duyulan öfkenin ifadesiydi, amaçlarına ulaşamamanın bir
dışavurumudur, bunun böyle anlaşılması gerekir.”
ÇÖZÜM ZOR DEĞİLDİR
“Aslında sorunun çözümü çok zor da değildir. Ben daha önce de değindim iki şartım vardı. Birincisi İnsan
Hakları ve Demokrasi Şartı. İkincisi Güvenlik şartıydı. Ben daha önceleri gerek yazılı gerekse sözlü bu konuları AKP
iktidarı döneminde devletin sağduyulu, bilen kesimine gerekse AKP’ye, Başbakan’a ilettim. Bu konuda çok şey
istemediğimiz de bilinmelidir. Bu iki şart da anayasal haklardır. Birinci şart İnsan hakları ve demokrasi şartıdır. Bu da
demokratik anayasa demektir. Demokratik bir anayasanın inşası demokratik haklar demektir. Kürtlerin demokratik
haklarının anayasal güvenceye alınmasıdır. İkinci şart ise güvenlik şartıdır. Güvenlik şartı da anayasada düzenlenmiş bir
anayasal haktır. Bütün toplulukların güvencesi olmalıdır. Türkiye Halkı’nın da güvencesi olmalıdır, Kürtlerin de güvencesi
olmalıdır. Bu iki şart gerçekleştiğinde ben de üzerime düşeni yaparım dedim. Daha önce de çağrı yaptım, “bu şartlar
yerine getirilirse ben silahlı güçleri bir yere toplarım” dedim. “Sizin de uygun gördüğünüz onların da uygun gördüğü bir
yerde güçleri toplarım. Ve bunu başaracak gücüm de var, buna inanıyorum” dedim. Öyle içeride dışarıda onların yanında
olup olmamam farketmez. Ben buna şimdi de hazırım. İşte örgütün silahlı güçleri Kandil’de, Cudi’de, Cilo’da ya da
Süphan’da toplanabilir. Bu şartlar gerçekleşirse bunu yapabilecek gücüm var. İlla ki öyle yanlarında olmak zorunda da
değilim.”
ARTIK NE OYALAYACAĞIM NE DE OYALAMALARINA İZİN VERECEĞİM
“Tabi ta Özal’dan beri bizim çözüm ve diyalog konusunda çabamız ve arayışlarımız oldu, oluyor, devam ediyor.
Ancak her görüşmemizde, ilişkiye her geçtiğimizde dönemin hükümetleri tasfiye edildiler. Özal döneminde de güçlerin bir
yerde toplanması görüşülmüştü. Özal sorunun çözümü konusunda samimiydi. Biz de buna yanıt vermekte geç kaldık
ancak Özal da tasfiye edildi. Sonra Erbakan döneminde de bu güçlerin bir yerde toplanması gündeme geldi. Erbakan’ın
da bu konuda iyiniyetli girişimleri vardı. Erbakan’ın bu girişimlerine yanıtımız olumlu oldu. Erbakan bu iradeyi gösterdi
ancak onu da tasfiye ettiler. O dönemdeki bu girişimimiz de böylece heba oldu. Sonra Ecevit dönemi geldi, onun
döneminde de görüşmelerimiz oldu, buraya geldiler görüştük. Güçlerimizi geri çekme konusunda adım da attık. Ancak bu
çabamız da karşılık bulmadı ve Ecevit tasfiye edildi. Özal’dan beri diyalog ve çözüm konusunda yazılı ve sözlü
girişimlerimiz oldu, oluyor. Ancak bundan sonra ne ben oyalayacağım ne de beni oyalamalarına izin vereceğim. Sekiz
yıldır AKP’ye sabrettim. Başbakana sesleniyorum: kalk de ki “ben Kürtlerle barışmak istiyorum”, bu iradeyi göster, biz de
güçlerimizi çözüme imkan sunmak için uygun bir mevzilenmeye tabi tutalım. Son olarak Mayıs sonu ve Haziran başına
kadar bekleyeceğim eğer çözüm konusunda bir irade gelişmezse ben artık aradan çekileceğim. Bundan sonra ben
sorumluluk kabul etmeyeceğim. KCK’ye de diyeceğim ki “sağlık koşullarım artık elvermiyor”. Sonra Hükümet, Devlet ne
yapar, KCK ne yapar, savaşırlar mı, barışırlar mı, kendi aralarındaki sorunları nasıl ele alırlar, kendileri karar verirler
bunlara. Ben bundan sonra aradan çekileceğim. Haziran başında herşey netleşir. Bundan sonraki gelişmelerden de
kimse beni sorumlu tutamaz, bunu açık ve net söylüyorum. Bu benim son çağrımdır.”
PKK KENTLERDE İSYAN ÇIKARIR
“PKK’ye KCK’ye de şunu söylüyorum. Karayılan, Duran ve son olarak da Cemil Bayık’ın söyledikleri ortada.
Kendileri görüşlerini, düşüncelerini dile getiriyorlar. Artık bu işin merkezinde kendileri vardır. Hepsinin görüşlerine,
düşüncelerine saygım var. Kendi koşullarını kendileri daha iyi biliyorlar. Artık bu işi onlar yürütecekler ve kararlarını
verecekler, devletle savaşırlar mı barışırlar mı kendileri karar verecekler. Yüzde seksen oranında sosyal, siyasal,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ekonomik, kültürel her alanda halkın içinde örgütlenip ihtiyaçlara cevap olabilecekler mi? Devrimci Siyaset Akademilerini
oluşturabilecekler mi? İşte belirtiyorlar, kentlerde isyanlar, şehir ayaklanmaları, yaygın çatışmalar olacağını söylüyorlar,
şiddeti orta düzeye tırmandıracağız diyorlar, bunu ben demiyorum, kendileri diyor. Bunların hepsine kendileri karar
vereceklerdir”
Öcalan ayrıca, “İran’daki Kürt sorunun çözülmesi gerekiyor, İran’ın bu kuşatmadan kurtulabilmesi için
demokratikleşmesi gerekiyor’’ dedi.
Görüşmede sağlık sorunlarına da değinen Öcalan “Bel kısmında soğuma var. Muhtemelen bu kaslardandır.
Öne doğru eğilemiyorum, bu bölgemde kas ağrısı var, oturup kalkarken zorlanıyorum. Muhtemelen yeni cezaevi
koşullarıyla alakalıdır. Son dönemlerde gözlerimde yaşlanma, sulanma, ağrı ve kaşınma var. Zorlanıyorum. Muhtemelen
bunlarda buranın havasıyla ilgilidir.” dedi.
KADIN KONFERANSI ÖNEMLİ
Diyarbakır’daki kadın konferansını da değerlendiren Öcalan, şöyle konuştu: “Diyarbakır’da yapılan Kadın
Konferansına o zaman çok değinemedim, aslında bu konferans çok önemliydi. Demokratik Özgürlükçü Kadın Hareketi
çok önemlidir. Kadın özgürlüğü kapsamında kadın demokrasisinin geliştirilmesi önemli. Kürt kadınlarının gelmiş olduğu
düzey iyidir. Güney’deki kadınların da kadın bilincinin geliştirilmesi önemli. Bu konuda Türkiye Kürdistan’ındaki kadınların
durumu daha iyidir, Türkiye Kürdistan’ındaki kadınlar diğer parçalardaki kadınlara yardımcı olabilmeliler, bu konuda
onlara öncülük edebilmeliler. Aslında söylenecek çok şey var.”
TATVAN DA DESTANSI YERDİR
“Tatvan’da önümüzdeki günlerde bir Kadın Festivali yapılacak herhalde. Tatvan ve o çevre açısından kadın
özgürlüğü ve mücadelesi önemlidir, çünkü kadın mücadelesi dönüştürücüdür. Kürdistan demokratik özgürlükçü kadın
hareketi mücadelesinde kendilerine başarılar diliyorum ve kendilerini selamlıyorum. Tatvan ve Batman’ın ve o bölgelerin
bizim mücadelemizde çok önemli yeri vardır. Tabi Tatvan çok önemli bir yerdir. Adıyaman C.evinden bir kadın Ahlatlı bir
arkadaş ağır hastadır herhalde. Bir yazısında çıktığında en büyük hayalinin Tatvan’da Kadın Akademisi’ni kurmak
olduğunu belirtiyor. Tabi bunlar önemlidir. Tatvan için şunu söyleyebilirim. İleride daha güzel ve önemli şeyler olabilir
orada. Tatvan, Van çevresi, Van Gölü’nün çevresi tarihi-kültürel açıdan çok önemlidir. Kültürel açıdan zengin yerlerdir,
destansı yerlerdir. Bir ucu Zağroslora, bir ucu Kafkaslara, diğer ucu da Anadolu’ya uzanıyor. Sanat ve estetik açıdan
Tatvan festivallere uygun bir yerdir. Yanlış hatırlamıyorsam Zilan için de öyle bir değerlendirme var. Orada kadın
kültürleşmesi, kadın topluluğu olduğu söyleniyor. Van-Tatvan tarafları bu damarın, bu kültürün oluştuğu yerlerdir. O
yüzden orada kadın çalışmaları ve bu çalışmaların kökleşmesi anlamlıdır. Orada kadın kültürleşmesi önemlidir. Tatvan
bu anlamda demokratik öz yönetimin, toplumsal inşanın iyi bir örneği olabilir, buna uygun bir yerdir. Burada Kadın
Siyaset Akademisi kurulabilir. Bu vesile ile Ozan Mizgin ile Lübnanlı, adını hatırlayamadığım bir kızı anıyorum. Bunlar
yanımda yetiştiler. Mizgin, Tatvan’da ele geçmemek için kendi eliyle yaşamına son verdi. Bir de Lübnan’lı bir kız vardı. O
da Batman’da ele geçmemek için o da kendi eliyle yaşamına son vermişti. Şehit Mizgin ve Lübnan’lı kız da çok yiğitti,
ikisi de elimizde büyüdü. Halkımızın çok değerli şehitleridir.”
Öcalan sözlerini “Kadınlara, Tatvan’a, Batman’a, halkımıza özel selamlarımı iletiyorum” diyerek tamamladı.
Görüşme Notları:
31 Mayıs’tan sonra çekileceğim
Öcalan, “Dört yıl önce elimi birçok şeyden çekmiştim, ancak barışçıl bir çözüm ihtimali için yine elimden geleni
yaptım. Bundan sonra bunu yapmayacağım. 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme
olmazsa artık hiç bir şeye karışmayacağım” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına
değinen Öcalan, “Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim de ağrı var, sürekli yaş akıyor, alerji gibi bir şey olabilir, mikrop
kapmış olabilir. Göz için verilen bir ilacı kullanıyorum” dedi.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Son günlerde tutumunu sertleştiren İran’a da değinen Öcalan, “Basından öğrendiğime göre İran’da 4 PJAK’lı
idam edilmiş ve 5 gerilla da zehirlenmiş. Tüm ölenlerin ailelerine başsağlığı diliyor, acılarını paylaşıyorum. İran’ın
durumunu bilmek gerekiyor. Oradaki mollaları küçümsememek gerekir. Bunlar çok güçlü ve baskıcıdırlar. Bunlar çok
acımasızdır. Molla rejimi çok baskıcı, gerici bir rejimdir, vicdansızdır, vahşidir. Bunların öyle bilindiği gibi acıma
macımaları da yoktur. İran daha fazla sert de yönelebilir. Ben İran’ın bu şekilde yönelebileceğini tahmin etmiştim. Daha
öncesinden de söylemiştim, Bradost hattında halkın savunmasını yapabilecek bir hat oluşturulabilir. Aksi halde İran
kadın, çoluk çocuk demez, hepsini tarar, katliam yapar, bu tarihsel olarak da böyledir, çok tehlikelidir İran, bunun
bilinmesi gerekir. Bu konuda çok dikkatli olmak gerekiyor. İran’da farklı, köklü kesimler, örgütler de var. Beluciler,
Acemler, Azeriler, bunlarla ittifak yapılabilir. Bunlarla ilişkilenilebilir. Ancak İran rejiminin karakterini de bilmek gerekir. ”
dedi. Öcalan, şöyle devam etti:
SURİYE ARABULUCULUK YAPABİLİR
“İran ve Türkiye arasında ittifak var. İdamlar, İstanbul’da gerçekleştirilen ittifak toplantısından sonra gerçekleşti.
İran bu ittifaktan da güç alarak bu idamları gerçekleştirdi. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın bir açıklamasını da öğrendim
basından. Esad, sorunların bölgesel müzakerelerle çözülmesini istiyor. Biz bu mesajı aldık. Bu bize yönelikti. Beşar Esad
bu mesajıyla İran ve Türkiye’nin sertlik politikalarına bir şekilde ortak olmak istemediğini söylemeye çalışıyor. Bu
açıklaması önemlidir. Türkiye ve İran’ın bu imha politikalarına ortak olmayabilir. Suriye’nin rolü önemlidir. Türkiye’nin
Suriye’yle İsrail arasındaki arabuluculuk rolü gibi Suriye’nin de Türklerle Kürtler arasında arabuluculuk rolü ve misyonu
olabilir. Ben 20 yıl Suriye’de kaldım. Suriye’yi tanırım. Hafız Esad ve Cemil Esad anısına da Beşar Esad önemli rol
oynayabilir. Bunlar bizim yaklaşımımızı biliyorlar. Beşar Esad’ın sorunların bölgesel müzakerelerle çözülebileceği
yaklaşımı, bizim yaklaşımımızla örtüşüyor. Böyle bir rol oynarlarsa, bu, Türkiye ile aralarını bozmaz, Türkiye ile ilişkilerini
geriye götürmez, hatta ilişkileri daha da ileriye götürür. Demokratikleşmeye de yardımcı olur.Aynı şekilde Güney’deki
güçler de Türkiye, İran ve bizim aramızda, daha doğrusu sorunun çözümü konusunda arabuluculuk rolünü
üstlenebilirler.”
TÜRKALİ DEVRİM ABİDESİDİR
“Kürtler ve Türkiye devrimci-demokratik hareketi arasındaki ilişkinin romanlaşması önemlidir. Bunu en iyi
yapabileceklerden biri de Vedat Türkali’dir. Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye devrimci-demokratik hareketi çok daha
önce biraraya gelmiş olsalardı, Türkiye’nin şu andaki hali çok başka olurdu. Kürt Özgürlük Hareketi’nin geldiği konum ile
Türkiye devrimci-demokratik hareketinin bulunduğu konum bellidir. Bunun en canlı örneği, abidesi Vedat Türkali’dir.
Kürtlerle komünistler, sosyalistler, devrimciler, demokratlar arasındaki manevi bağı, ilişkiyi, birlikteliği, umudu ve bunun
gerçekleşeceğini yazabilir. Bunun yüzde ellisi gerçekleşmiştir. Devrim konusunda umutlu olmak gerekir. Mutlaka
gerçekleşecektir devrim. Şu an gerçekleşiyor zaten ve ardı arkası da dalga dalga gelecektir. Bu konuda umudumu
koruyorum.”
81 İLDE AKADEMİ KURULMALI
“Birçok şeyde geç kalınıyor. İşte siyaset akademilerinde, bölge ülkelerinde temsilciliklerin açılmasında da geç
davranılıyor. Oysa 81 ilde akademi kurulmalıydı. Komünal bir yaşamın örnek alınması önemlidir. Komünal demokratik
yaşama inanan, bunun pratiğini iyi yapabilen birkaç kişi bunları pratikleştirebilir. Yaşamımın büyük bir bölümü o
topraklarda geçti. Ben on bin yıllık komünal yaşamı önemsiyorum. Mesela ben şimdi dışarıda olsam, büyük şehirlerde,
İstanbul’daki plazalarda yaşamam. Gider, bir köyde ya da on bin nüfusluk bir yerleşim biriminde doğa ile iç içe komünal
bir hayatı gerçekleştirerek yaşarım. Dışarıda olsam benim tercihim böyle olur.”
ÇETE ANLAYIŞI İLE MÜCADELE ETTİM
“15 Ağustos’a gerillaları ben hazırladım. Bunu savunmalarımda da yazdım, kabul ettim. 15 Ağustos için
gerillaları yurt içine gönderdim. Ancak gelişen gerilla anlayışı tam benim istediğim gibi gelişmedi. Benim gerilla anlayışım
bu değildi. Bazen bir korucu için on tane çocuk öldürdüler. Ben başta böyle olayları gerçekleştirdiklerine inanmıyordum.
Hatta ilk birkaç ay bunlara inanamıyordum. Ancak sonra anladım ki, gerillaların bir kısmı farklı ilişkiler gerçekleştirmişler,
çete anlayışını geliştirmişler, devletin bazı unsurlarıyla ortak şeyler yapmışlar. İşte Çürükkayalar, Dörtlü Çete, Hogir,
Şemdin onlar farklı bir anlayışı, çete anlayışını geliştirdiler. Benim istediğim gerilla anlayışı bu değildi. Bunlar bizi çok
zorladılar. Bunlar bir de yaptıkları bazı şeyleri benim adıma yaptıklarını söylüyorlardı. Ben kesinlikle bunlara bu konuda
talimat vermedim, bunların yaptıklarını tasvip de etmedim.”
HALKIMIZA SOYKIRIM TEHLİKESİ VAR
“Öcalan ismi kullanılarak kahramanlık yapılmamalıdır. Ben dört yıl önce elimi birçok şeyden çekmiştim, ancak
barışçıl bir çözüm ihtimali için yine elimden geleni yaptım. Bundan sonra bunu yapmayacağım. Benim zihniyetimde ucuz
şeylere yer yoktur. Ben 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Önümüzde iki-üç hafta var. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme
olmazsa artık hiç bir şeye karışmayacağım. Kim, ne yapacaksa, kendi kararlarıdır. Orta yoğunluktaki bir savaştan söz
ediliyor,bunun şöyle bir tehlikesi var: böyle bir savaş gelişirse bu sadece öyle dağla da olmaz, şehirlerde de bunun etkisi
çok büyük olur. Şehirlerdeki serhıldanlar kent isyanlarına dönüşebilir. Her şehirde büyük katliamlar da gelişebilir.
Halkımız bunu bilmeli ve buna hazırlıklı olmalıdır. Savaştan beslenenler büyük bir şiddet uygulayabilir. Bu şiddette birçok
DERLEYEN : AZAD BADIKI
genç, kadın, çoluk, çocuk ve halkımızdan birçok insan da ölebilir. Devlet çok daha sert ve acımasızca Kürtlere
yönelebilir. Herkes tedbirini almalıdır. Benim için bir şey yapmasınlar, ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Halkımızın
üzerinde soykırım, bir tehlike ve tehdit olarak duruyor. Onun için ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Benim buradaki
durumum gerekçe yapılmamalı. Ne yapıyorlarsa kendi onurları, kendi kaderleri, kendi hakları için yapsınlar. ”
AKP TÜCCAR KÂRI İÇİN SAVAŞ ÇIKARIYOR
“Eğer bu şiddette bir çatışma gelişirse, gerisini AKP, MHP, CHP ve PKK düşünsün. Burada sorumluluk onlara
aittir. Baykal kaçıyor, sorumluluk AKP ve MHP’ye kaldı. Durumun ciddiyetini herkes bilmelidir. Herkes elini taşın altına
koymalıdır. AKP, MHP, CHP teşhir edilmelidir. Aslında devlet içinde çözüm isteyenler var, siyasiler istemiyor, AKP
istemiyor. Marks’ın ünlü bir sözü var; “sermaye bir günlük kârı için babasını bile asar”. AKP de tüccarlarının bir yıllık kârı
için tüm orduyu savaşa sürüklüyor. Bunlar kendi sermayeleri için her şeyi yapar. Onlarca, yüzlerce askerin, polisin ölmesi
bunların umurunda değildir. Bunlar için asıl olan kârdır. Sınıra tonlarca yığınak yapmışlar. Bir milyon askeri kendi kârı için
sınıra yığmışlar. Ben daha önce Konya-Kayseri merkezli sermayeden bahsetmiştim. Aynı şekilde TOBB’un
sermayesinden de bahsetmiştim. AKP de bu sermaye için sorunları çözmüyor. Demokratik açılımı bu tüccarlarının bir
yıllık kârına kurban ettiler.”
ÇÖZÜM İSTEYENLER BAYKAL’A MÜDAHALE ETTİ
“Devlet dediğimiz de iki kesimdir. Birinci kesimi Kürt sorunun çözümünden yana olan bir kesim. Diğeri de
çözümü istemeyen mevcut durumdan memnun olan bir devlettir. Bunlar da kendi içlerinde çatışma içindedir. Baykal, Kürt
sorununun çözümü önünde engel olduğu için, yaşanan olay, devlet içinde çözüm isteyen kesimin Baykal’a
müdahalesidir. Baykal öyle tek başına bir kişi değildir, güçlüdürler. Devlet Baykal’ı durduramadığı, engelleyemediği için
böyle bir şeye başvurdu. Ama Baykal, hodri meydan diyor, savaşa devam edeceğini, durmayacağını söylüyor. Bunda
başarılı olup olmayacağını da bilmiyorum. Baykal dediğimiz bir kişi değildir. Bunlar geniş bir ekipten oluşuyorlar.
Baykal’ın yaptığı da bir tecavüz kültürüne dayanıyor. Üstte Baykal böyle davranıyorsa altında ne olabileceği de tahmin
edilebilir. AKP de açılım ve anayasa ile kendisini kurtarma çabası içerisindedir. Anayasa değişiklik paketinin içerisi
boştur.”
‘AKP ÇÖZMEK İSTEMİYOR’
“Bugün artık çok net anlaşılıyor ki AKP de en az CHP ve MHP kadar Kürt sorunu önünde engeldir. AKP Kürt
sorununu çözmek istemiyor. CHP, Deniz Baykal’ın tasfiye edilmesiyle şimdilik kenarda duruyor. Bir müddet sorumluluk
AKP ve MHP’de olacak. 8 yıldır Erdoğan, Baykal ve Bahçeli Kürt sorunu konusunda bir ittifak içerisindedirler.
Birbirlerinden farkı yoktur. Anayasa değişiklikleri de bir oyundan ibarettir. Şu anki anayasa değişikliği paketinde Kürtler
yok, Kürtlerin hakkı yok, demokratikleşme yok, insan hakları yoktur. 8 maddeyi de AKP çekmiştir, orada bir oyun var;
hem 8. maddeyi çekti hem de bunu bizim boynumuza bırakmaya çalıştı. Dolayısıyla referandum Kürtleri, demokratları
ilgilendiren bir husus değildir. Ancak yüzde yüz baraj var, yüzlerce çocuğun tutuklanması var, tecavüzler var, Kürt
özgürlük mücadelesinin 1500 siyasi tutuklusu var. Bu anayasa, mevcut 12 Eylül anayasasından daha ileri değildir.”
KÜRT SOYKIRIMI DEVAM EDİYOR
“Kürtlerin üzerinde fiziki soykırım, kültürel soykırım ve her türlü soykırım devam ediyor. Ermeni sorunu bile 220
kişinin tutuklanmasıyla başladı. Ama Kürtlerde şu an 1500 siyasi tutuklu var. Kürt özgürlük hareketinin en aktif çalışanı
tutuklu durumundadır. Bu idamlara karşı Kürtler duruşunu netleştirmelidir, eğer netleştiremezlerse yarın onları da idam
ederler. Yarın Kürtlerin başına Ermenilerin başına geleni getirirler; 1913’lerde 250 Ermeni aydınını İstanbul’dan
sürüyorlar, buna karşılık bugün Kürtlerin biri parti genel başkanı olan iki milletvekilini tasfiye ettiler. Sekiz belediye
başkanı, 1500 den fazla kadrosu, ikibin üçbine yakın kadın, çocuk, halktan insan cezaevinde. Milletvekillerini safdışı
ediyorlar, diğerlerini içeri alıyor. Bu açılım falan değil, bu AKP’nin Kürt Özgürlük mücadelesine karşı imha politikasıdır.
Türkiye’de siyasette bir kilitlenme yaşanıyor, bu durum 31 Mayısa kadar devam ederse ben artık karışmayacağım.
Güneydeki halkımızın, KDP ve YNK’nin de bu durumu görmesi gerekiyor. Eğer bizi tasfiye ederlerse sıra size gelir,
Kuzeyi tasfiye edip daha sonra sizi tasfiye edecekler, bu tüm Kürtler için geçerli. Burayı halledip oraya gelecekler. Eğer
ulusal bir birlik sağlanırsa, buna karşı bir güç oluşturabilir, bunun önüne geçilebilir; eğer ulusal birlik oluşursa bir çözüm
geliştirilebilir.”
CİDDİ YAKLAŞMIYORLAR
“Burada bana öyle teröristtir diyorlar, eylem, savaş, anayasaya değişiklik paketine red talimatı veriyor diyorlar.
Bizim çözümümüz demokratik anayasadır. Otoriter anayasa değil, oligarşik anayasadan değil demokratik anayasadan
yanayız; tek ulustan değil demokratik ulustan yanayız. Oligarşik bir cumhuriyetten değil demokratik bir cumhuriyetten
yanayız. Tekçi vatandan değil demokratik vatandan yanayız. Ben buradan Başbakan’a sesleniyorum. Sayın Başbakan!
Demokratik çözüm için ciddi yaklaşın. Önümü açarsanız ben, etkimin olduğu bütün kesimleri silahların susması konusu
dahil, bir hafta içerisinde ikna etmezsem bana ne derseniz deyin, bana ne yaparsanız yapın. Ben bunu yapma gücümün
olduğuna inanıyorum ve bunu yapabilirim. Yapmazsam o zaman haklısınız derim. Ama ciddi yaklaşmıyorlar, ciddi
değiller, çözüme yaklaşmamaktadırlar. Ciddi yaklaşsınlar, ben bir hafta içinde silahlı güçleri bir yerde toplarım, çatışmalı
DERLEYEN : AZAD BADIKI
süreci bitirebilirim, buna gücüm vardır. Bunun için öncelikle Hükümetin ve Büyük Millet Meclisi’nin önümü açması gerekir.
AKP de demokratik çözüme ciddi yaklaşmalıdır.”
KÜRTLERE YAKLAŞIMLARI TECAVÜZDÜR
“Siirt’teki tecavüz olayıyla ilgili iddianame açıklanmış; olaya içinde AKP’lilerin, polisin, jandarmanın ve müdür
yardımcısının bulunduğu birçok kişinin katıldığı belirtiliyor. Bu bir devlet politikasıdır. Seçimden sonra Kürtlerden intikam
alınıyor, bu şekilde intikam alınıyor. “Sana her türlü soykırımı, tecavüzü uygulatırım” diyor. Bunu bilinçli olarak yapıyorlar,
“benim Kürtlere yaklaşımım budur” diyor. Bunu yapan, devletle bağlantılı bir çete vardır. Urfa’da da çocuklarla ilgili
uygulanan politikalar var. Siirt’ten Urfa’ya kadar, Mardin’den Bingöl’e, Hakkari’ye, Ağrı’ya kadarki hat üzerinde bu çete
faaliyetlerini sürdürüyor. Toplam beşyüz kişiden bahsediliyor. Baykal’ın yukarıda yaptığı, çeteler eliyle burada yapılıyor.
Bu korkunçtur, Kürtlerin onurlarıyla oynamaktır. Kabul edilemez. Kürtlerin burada anlaması gereken şudur: Bunlar
seçimden sonra oldu değil mi? Bununla Kürtlere şunu demek istiyorlar; “siz ne yaparsanız yapın, belediyeyi de
kazansanız, seçimi de kazansanız, bizim tecavüzümüzden kurtulamazsınız.” Bunun böyle anlaşılması gerekir. Bu
tecavüz kültürünü açığa çıkaramamak, zavallılıktan başka bir şey değildir.”
“Batman’da iki haftada on’a yakın çocuğun kaybolması da bu devlet bağlantılı çetelerin işidir. Yoksa tek başına
bu yapılamaz. Jitem, şimdi Ergenekon diyorlar, kontrgerilla, ne derseniz deyin, bunlar devletin işidir. Devletin bilgisi
olmadan bunlar gerçekleşemez. Çocukları bu şekilde kaçırıyorlar, çocuklara tecavüz ediyorlar. Amaçlanan, halkı
hazırlıksız, örgütsüz bir isyana teşvik etmektir. Bu şekilde halkı hazırlıksız yakalayıp taramaktır. Daha korkunç şeyler de
olabilir. Bu kontrgerilladır. Midyat ve Diyarbakır, Batman ve diğer birçok cezaevinden gelen mektuplar var. Birçoğu 1
Mayıs’la ilgili. Teşekkür ediyorum. Hepsine selamlarımı iletiyorum. Tüm halkımıza da selam ve sevgilerimi sunuyorum.”
Görüşme Notları:
Çekilirsem Kuzey Kıbrıs statüsü
istenebilir
21.05.2010
Öcalan, çekilmesi halinde KCK’nin ortaya çıkarak sorumluluk üstlenebileceğini belirterek, “Demokratik özerkliği
ilan ediyoruz’ diyebilirler. İşte Abhazya, Kosova, Çeçenistan örnekleri var. Uzağa gitmeye gerek yok; Türklerin,
Türkiye’nin de çok iyi bildiği Kuzey Kıbrıs örneği var” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre sağlık sorunlarına değinen
Öcalan, “Gözlerimdeki problem artarak devam ediyor, beni zorluyor. Merhem ve damla verdiler, kullanıyorum ama
geçmedi, etkili olmuyor. Yine nefes almakta sıkıntılar devam ediyor, bu yüzden pencereyi açtığımda da kapı-pencere
arası cereyan oluyor, bel ağrılarım devam ediyor. Ayrıca uyumama durumu, uykusuzluk devam ediyor. Havasızlık
problemi var. Böyle olunca da sağlığım ciddi şekilde bozuluyor. Buradaki arkadaşlar da nasıl dayanacak bilemiyorum,
daha yeni gelmişler, zaman gösterecek. Daha önce buraya bir heyet gelmişti, burada inceleme yapmışlardı, yarım saat
kaldılar, onlar bile etkilendiler, özellikle havasızlığa dayanamadılar” dedi.
KILIÇDAROĞLU’NUN GELİŞİNİ ÖNEMLİ BULUYORUM
CHP’ye genel başkan seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun partiye yenilik getirebileceğini ifade eden Öcalan,
“Kılıçdaroğlu bir yenilik getirebilir, Kemalizmin demokratik güncellenmesi sağlanabilir. Buna bir ihtiyaç olduğunu daha
önce de belirtmiştim. Önemli buluyorum” diye konuştu.
Öcalan, İran’daki gelişmelere ilişkin olarak “İran’da idam edilen arkadaşların ailelerinin acılarını paylaşıyorum.
Direnen halkımıza selamlarımı iletiyorum. Sorunların çözümü için İran’la da bir diyalog ve müzakere süreci başlatılabilir
ama İran yönetimi zor bir yönetimdir, müzakerenin zorlukları var” ifadelerine yer verdi. Öcalan, şöyle devam etti:
UZLAŞMA İLKELER ÜZERİNDEN OLUR
“Tarihi günler yaşıyoruz ama bunun ne kadar farkındalar, taraflar ne kadar bunun ciddiyetinde bilemiyorum.
Sonuç nereye gider bilemiyorum. Biz sorunu köklü biçimde çözmek istiyoruz. Ben 18 yıldır bunun mücadelesini
veriyorum. Bu kadar tarihi ve köklü bir sorun bazı küçük tavizlerle ele alınamaz. Şunu söylüyorum uzlaşma, tavizler
üzerinden değil ilkeler üzerinden olur, bu çok önemlidir. Bunu tüm ilgililere, herkese söylüyorum. Kalıcı çözüm ilkeler
üzerinden olur. Taviz, yozlaştırır.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Ben daha önce insan hakları ve demokrasi şartı demiştim. Bu çerçeve önemlidir. Başbakan da AKP de
demokratik anayasa diyor. Biz de demokratik anayasa diyoruz. Bunun ne anlama geldiğini daha önce defalarca anlattım.
Yine bunların hepsini 156 sayfalık yol haritamda ayrıntılarıyla anlatmıştım. Tekrar tekrar aynı şeyleri söylemek, ayrıntıya
girmek istemiyorum. Toprak bütünlüğü ve sınırlar diyorsunuz, tamam diyoruz. Ulus-devleti bana bir tepsi içindeki elma
gibi sunsalar, hayır diyorum. Bunun nedenlerini daha önce geniş geniş izah ettim.”
BAŞBAKAN’A BÜYÜK İYİLİKLER YAPTIM
“Demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik anayasa dedim. Tabi demokratik
anayasada sorunun çözümü formüle edilecektir. Seçim barajı ve parti içi demokrasinin önemine tekrar vurgu yapıyorum.
Hükümet’e Başbakan’a söylüyorum, bu barajı düşürmeyerek birkaç fazla milletvekili çıkarmakla neyi halledeceksiniz! Bu
sorunu halletmezseniz zaten üç ay sonra gidersiniz. Ayaklarının altındaki toprak kayıyor. İşte görüyorsunuz Kılıçdaroğlu
geliyor. Başbakan’a diyorum ki sen çözmezsen Kılıçdaroğlu çözecek. AKP’ye, Başbakan’a söylenmelidir; Öcalan 8 yıldır
size büyük iyilik yaptı, ama siz bunun değerini bilmediniz. Binlerce, hatta onbinlerce gerilla aç, açıkta, mevzilerde, benim
hatırım için durdular. Çatışmasızlık, eylemsizlik dönemleri benim etkimle gelişti. Ben bunun farkındayım. Bu gücümü
barış için, diyalog için, çözüm için kullandım. Ben burda bir askerin bile ölmemesi için çabaladım. Defalarca mektup
yazdım. Sayısız öneri geliştirdim. Ama hiç birini dikkate almadınız. Bu bir nevi son şansınızdır. Ben her defasında
uzatılan eli tutmak istedim. Bütün risklerine rağmen bu çaba içerisinde oldum. Ama olmadı. Şimdi yeni bir dönemdeyiz,
yeni bir süreç var.”
GÜVENLİK ŞARTI OLMADAN SÜREÇ İLERLEMEZ
“Asıl önemli şey insan hakları ile demokrasi şartı ve Güvenlik Şartı’dır. Güvenlik Şartı için müzakere diyalogu
çok önemlidir, bu olmadan süreç ilerlemez. Güvenlik şartı önemi ve kapsamı nedeniyle BDP’yi de aşıyor. BDP’nin
müzakere çerçevesi bellidir. Güvenlik Şartı tartışmalarında KCK olmadan olmaz. KCK demokratik meşru bir
örgütlenmedir. KCK ve benim katkım olmadan güvenlik şartı yerine getirilemez. Binlerce, onbinlerce gerilla var. Bunlar ne
olacak, nerede toplanacak, nasıl bir geçiş süreci olacak? Cezaevinde beş bin tutuklu var. Avrupa’da onbinlerce mülteci
var. Binlerce siyasi yasaklı var. Silah bırakmak istediklerinde silahları nereye bırakacakları belli değil. On binlerce kişinin
siyasi-sosyal yaşama nasıl dönecekleri belli değil. Bütün bunların adım adım konuşularak çözümlenmesi lazım. Bütün
bunlar kiminle konuşulacak? BDP’yi aşıyor derken bunu kastediyorum. Burada KCK devreye girmelidir. KCK de doğal
olarak bu konularda hakim olacaktır. Onlarda bana soracak, bana bakacaklardır. Böyle olmadan kalıcı bir çözüm olmaz.”
CİDDİYET, KARARLILIK VE İRADE İSTİYORUM
“Tekrar ediyorum biz köklü ve kalıcı bir çözüm geliştirmek istiyoruz. Bizim niyetimiz çok ciddidir. Hazırlıklıyız.
Ciddi ve kalıcı bir çözüm isteniyorsa bunun için kendileri bilir, gidip Kandil’le görüşebilirler. Ama bu her açıdan zordur,
pratik açıdan da zordur. Bunlar ciddi işlerdir. İçişleri Bakanı isterse bu diyalog kanallarını yaratabilir. Kaldı ki kendileri bir
Kamu Güvenliği Müsteşarlığı kuruyorlar. Bu müsteşarlık üzerinden harekete geçebilirler. Bu güvenlik müsteşarlığı
Hükümet cephesinden güvenlik şartıyla ilgili müzakereleri koordine edebilir. Onların işi bu zaten. Bilmeleri lazım. ‘99’da
Genelkurmay adına gelenler olmuştu. Onlarla görüşmelerimiz vardı. Ancak ne zaman ki Ecevit tasfiye edildi, o
görüşmeler de kesildi. AKP geldi bu görüşmeler kesildi. Ondan sonra AKP’ye büyük şans verdik, 8 yıl büyük bir iyilik
yaptık ama bunun değerini bilmediler. Benim her dönemde uzlaşma ve diyalog çabam oldu. Ben bu konuda son derece
istekli ve dürüst davrandım. Önce Özal ile diyalog sürecimiz oldu ama Özal tasfiye edildi. Ardından Erbakan’la böyle bir
süreç geliştirilmeye çalışıldı, 28 Şubat süreci geldi Erbakan tasfiye oldu. Sonra Ecevit dönemi geldi, bazı gelişmeler
olabilirdi, Bahçeli’nin de içinde olduğu bir müdahaleyle Ecevit tasfiye edildi. 2002’den beri de AKP iktidarda. Bu iktidar
dönemindeki mektuplarım, çabalarım biliniyor ama bir sonuca ulaşılmadı. Ben geri çekilme konusunu bir taktik falan
olarak söylemiyorum. Ben tutumumu gözden geçirmeye, bir süre daha ertelemeye hazırım. Ama ciddiyet istiyorum.
Kararlılık istiyorum. İrade istiyorum.”
ÇEKİLİRSEM NE OLUR?
“Şimdi yeni bir süreç gelişmez ve ben daha önce söylediğim gibi aradan çekilirsem ne olur? Tarihi
sorumluluğum gereği herkese bunu belirtmek istiyorum. Burada üç şey olur: Birincisi Devlet PKK’ye ağır saldırılarla
yenilgi olmazsa bile ciddi kayıplar verdirebilir -işte son hava saldırılarında görülüyor bazı şeyler–, bu birinci seçenektir. Bu
durumda bunun sorumlusu devlet ve hükümet olacaktır. İkinci seçenek ne olabilir? İkinci seçenek ise KCK ortaya çıkarak
sorumluluk üstlenebilir; zaten daha önce Murat Karayılan ve Duran Kalkan’ın açıklamaları olmuştu, yeni bir süreç
demişlerdi. “Siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel her açıdan halkımızın sorumluluğunu üstleniyoruz, demokratik özerkliği
ilan ediyoruz” diyebilirler. İşte dünyada bunun çok örneği var; Abhazya, Kosova, Çeçenistan örnekleri var. Uzağa gitmeye
gerek yok; Türklerin, Türkiye’nin de çok iyi bildiği Kuzey Kıbrıs örneği var. Bunun sorumluluğu da KCK’ye aittir,
kendilerinin bileceği iştir.”
SAVAŞ YOZLAŞTIRABİLİR
“Şimdi üçüncü seçeneğe geliyorum. Üçüncü olarak da savaş devam eder, bir dengede sürer. Zaten kendileri de
çözüm gelişmezse orta-şiddette bir savaş gündeme gelebilir diyorlar. Fakat ben 15 Ağustos Atılımı’ndan sonraki sürece
baktığımda benim savaş-gerilla anlayışımda olmayan şöyle bir tehlike görüyorum. Savaş daha fazla uzarsa, her iki
DERLEYEN : AZAD BADIKI
tarafın da yozlaştırdığı bir savaş gündeme gelebilir. Bununla ne demek istiyorum, şunu söylüyorum: Devlet içinde de
PKK içinde de bazı çeteler türeyebilir, kontrolsüz, denetimsiz bir şiddet, yozlaşmış bir savaş gündeme gelebilir. Devlet
içinde işte bu Ergenekon vb. şeyler; bizde de daha önce üzerinde çok durduğum Hogır, dörtlü çete vb. şeyler gündeme
gelebilir. Bunun sorumluluğu ise PKK ve devlete aittir. Bunlar iyi anlaşılmalıdır. Bütün bu süreçlerden kimlerin sorumlu
olacağını belirttim. Önemlidir, tekrar ediyorum, sorumluluk kendilerine aittir. Ben tarihi sorumluluğum gereği bunları
belirtiyorum, uyarı görevimi yerine getiriyorum.”
MADENCİLERE BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUM
“Halkın onuruyla oynamaya kimsenin hakkı yoktur. Benim bütün derdim bu. Halk adına iş yapmak insana onur
kazandırır. Bu onur kazanılmak isteniyorsa, buna uygun davranılmalıdır. Halkın onuru her zaman ve her yerde titizlikle
gözetilmelidir. Ben burada bütün zorluklara rağmen halkımızın onurunu koruyorum, onlar için yaşıyorum, buna çok dikkat
ediyorum. Onurlu yaşam da ancak böyle olur.
Son yaşanan maden felaketinde yaşamını yitiren işçilere rahmet, ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyor,
acılarını paylaşıyorum. Cezaevinden gelen çok sayıda mektuplar var. Cezaevindeki tüm arkadaşlara selamlarımı
iletiyorum. Van ve Muş halkımıza özel selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Muhatap bulamadığım için
çekiliyorum
“Kürtlerin bugün yaşadığı bir soykırımdır” diyen Öcalan, “Bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne
faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. ANF’nin edindiği bilgilere göre görüşmede Kürt meselesinin
barışçıl çözümü için muhatap bulamadığı belirterek, ‘’31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Ben bir savaş çağrısı değil bir
savaş falan başlatmıyorum. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra
sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir’’ dedi.
HALKIMIZIN İRADESİNİ KIRMAK İSTİYORLAR
Son günlerde Kürtlere yönelik eylemleri de irdeleyen Öcalan, “Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şerzan
Kurt’un yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer
saldırılar var. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak devam edebilir, buna karşı
tedbirler alınabilmelidir. Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu, halkımızın ve gençliğin iradesini kırmak için bu tür linç
kampanyalarının giderek yoğunlaştığı, toplumu katliama hazırlamanın hedeflendiğini herkes söylüyor. Evet, öyledir.
Kürtlere uygulanmak istenen siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir soykırımdır. İşte görülüyor 1500 Kürt siyasetçisi
içeride, yüzlerce çocuk, kadın içeride. Bu saldırıların hepsi birbirleriyle bağlantılı ve tek merkezlidir. Siirt’teki olaylar, bu
linç olayları, operasyonlar, hatta İran’daki idamlara kadar hepsi aynı merkezi kararla gerçekleşmektedir.”
MUHATAP BULAMADIM
Bundan sonra sorumluluğun KCK’de olduğunu belirten Öcalan, “Bir kez daha söylüyorum. Karşımda muhatap
olmadığından dolayı bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap
bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş
falan başlatmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarım da ortada. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir
faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir. Sonuçta ben burada yönetemem. Ne
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yapacaklarına kendileri karar verecekler. Bayık, Karayılan, Abbas, Haydar onlar samimidirler, halkın önderliği rolünü
üstlenmişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk onlardadır. Bulunduğum şartlardan dolayı haklarında olumlu, olumsuz bir şey
demek istemiyorum. Osman-Botan gibi alçaklar ise yanlarına kadın ve milyonlarca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuz
bunların izi hala Avrupa’da çıkıyor. Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarak gittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum kendilerini
bir şekilde affettirsinler, yoksa bunları bu haliyle bundan sonra ne yer, ne gök kabul eder. Bana dayanarak bir şey
yapılmamalıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisi için yapsın artık kendi siyasetlerine kendileri karar vermeliler.’’ dedi.
‘’Bir kez daha belirtiyorum, ben muhatap bulamadığım için çekiliyorum’’ diyen Öcalan, şartların değişmesi ve
muhatabın çıkması durumunda görüşmeye hazır olduğunu kaydetti.
DEVRİMİMİZ BÜYÜK SONUÇLAR DOĞURACAK
Öcalan şunları belirtti: ‘‘Kürtler arasında birlik çok önemlidir. İran’da, Türkiye’de, Kerkük’te, Erbil’deki saldırılar,
Ezidi katliamları hepsi aynı merkezden yapılıyor. Türkiye-İran-Suriye ittifakının sonucudur bunlar. Tüm Kürtler
hedeflenmektedir. Bu nedenle dört parçadaki tüm Kürtlerin kendi iç birliklerini sağlamaları, bir Ulusal Birlik Kongresi’nin
Erbil’de düzenlenmesi bu süreçte önemlidir. Uluslararası kamuoyu, aydın ve demokrat çevreler Kürt sorununa sadece bir
etnik mücadele olarak bakmamalılar. Kürt devrimi Ortadoğu’nun kalbindedir. Öyle Filistin, Afganistan falan gibi değildir.
Bu devrimin sonuçları en az Fransız Devrimi, Rus Devrimi gibi geniş, kapsamlı sonuçlar yaratacaktır, ancak onların
aksine milliyetçilikten arınmış olacaktır.”
“Benim çözüm projem demokratik özerkliği esas almaktadır. Benim demokratik özerklik projem bir yandan kendi
içinde sınırlarla çatışmayan bir çözüm, öte yandan esasında evrensel hegemonyayı reddeden ama çatışmayan, kendi
ilkelerini korumak şartıyla, “imparatorluk” da denen Küresel hegemonyanın içinde erimeden, varlığını sürdürebilen bir
çözümdür. Bu çözüm demokratik konfederalizmin ilkelerini de ihtiva ediyor. Siyasal, sosyal-kültürel, ekonomik,
diplomatik, güvenlik beş ilke demiştim, bunları ihtiva eder. Bu meselenin demokratik özerklik temelinde çözümü bütün
Ortadoğu’yu aydınlatacak, İtalya için de, İspanya için de bir model olacaktır. Benim devlet ve iktidar konusundaki
görüşlerim Gramsci’nin görüşleriyle paraleldir. Marks, ulus-devleti kabul etmişken, ben bunu kabul etmiyorum. Avrupa’nın
şu an yaşadığı krizin sebebi de yine bu ulus-devlet yapılanması, anlayışıdır.”
‘KÜRTLER ANAYASALARINI VE DEMOKRATİK ÖZERKLİĞİNİ İLAN EDİP REFERANDUMA GÖTÜREBİLİR’
“Anayasa referandumuyla ilgili olarakta: Kürtler AKP’nin bu sahte anayasa refarandumuna gitmemelidir. Bu
anayasa değişikliği Kürtlere yönelik gerçekleştirilen siyasal ve kültürel soykırım örtbas eden, soykırımı gizleyen sahte bir
adımdır. Ayrıca yeni demokratik bir anayasanın koşullarını ortadan kaldırıp, öteleyen bir girişimdir. Buna karşı BDP,
Kürtler bir alternatif yaratabilirler. Kendi anayasalarını, demokratik özerkliklerini ilan edip bunu referanduma götürebilirler.
Halkın oyuna başvurulur, bizim de alternatif çözüm paketimiz budur, diye halka sorulabilir. Bu bir anket tarzında da
olabilir. Bu anayasa değişikliği içinde Kürtlere dair bir şey yoktur. Yapılan, tamamen bir iktidar, yargının kontrolünü ele
alma savaşıdır. AKP bürokrasiyi kendi eline almaya çalışıyor. Yargının kontrolünün CHP’nin veya AKP’nin elinde
olmasının Kürtler açısıdan hiç bir farkı yoktur. Hatta bu şekilde yargı daha da kötüye gidecektir. Şunu anlamak gerekir.
Kürtlere karşı AKP, CHP ve MHP arasında faşist oligarşik bir ittifak vardır. Normalde bu ittifaklar fazla uzun sürmezdi, en
fazla bir yıl sürebilirdi. Oysa bu ittifak 2002’den günümüze kadar 8 yıldır sürmüştür. Şimdi Deniz Baykal’ın gitmesiyle
birlikte bu ittifak da çözülmeye başlamıştır. Kılıçdaroğlu ile ilgili ise şu anda kesin bir şey söylemek istemiyorum.
Başbuğ’un temsilcisini yönetime almış; olumlu da olabilir, olumsuz da olabilir, ama sonuç itibariyle bu üçlü faşist ittifak
çözülmüştür.”
AKP’YE TASFİYE GÖREVİ VERİLDİ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Aslında AKP’nin iktidara geldiği süreçte ordu AKP’yi tasfiye etmeyi amaçlamış ve buna karşı planlar da
hazırlamıştı. Bu 27 Nisan’daki muhtıra da AKP’yi korkutmaya yönelik bir adımdı. Fakat Amerika bu kez Erdoğan’a sahip
çıkmıştır, ABD’nin bu desteğiyle birlikte askerler tutuklanmış ve Genelkurmay da buna ses çıkaramamıştır.ABD bu
süreçte AKP’ye her türlü desteği vermiştir. Şimdi bu Silivri’deki yargılamadaki darbe planları Özal ve Erbakan’a zaten
uygulanmıştı, ABD sahip çıkmasaydı aynı ekip Erdoğan’a da bu planları uygulayacaktı. 27 Nisan açıklamasından sonra
Dolmabahçe Sarayı’ndaki görüşmeyle Büyükanıt’a “sizi de yargılarız” mesajı açıkça verilmiştir. Bunun karşılığında da
Kürt hareketinin tasfiyesi konusunda anlaşmışlardır. Bu anlaşma gereğince AKP tasfiye edilmeyecek, bunun karşılığında
AKP de Kürtlere yönelime ses çıkarmayacaktır. Kürtlere karşı üçlü faşist ittifak bu temelde kurulmuştur, sahte açılım
öyküsü de ondan sonra başlamıştır. AKP içinde bu konuda iyiniyetli olanlar olabilir ama etkin değiller.”
DEVRİMCİ ÖNDERLİK POZİSYONUM VARDI
“Ben buraya getirildikten sonra da öncesinde de yirmi yıldır belki benim de layıkıyla yerine getiremediğim bir
devrimci önderlik pozisyonum var. Aynı şekilde yirmi yıldır devlet de çözüm konusunda üzerine düşeni layıkıyla yerine
getiremedi. Önceleri muhatap vardı. Özal, Erbakan bu konuda dürüst insanlardı, ya bir şeylere evet ya da hayır derlerdi.
Ama Erdoğan’dan farklı olarak arkalarında ABD’nin bu denli desteği yoktu. Özal’ın çok pratik bir zekası vardı, Özal
yaşıyor olsaydı, sorun bu noktada olmazdı, çözümlenmiş olurdu ama tasfiye edildi. Erbakan da ben Suriye’deyken
sorunun çözümü için Suriye Devlet Başkanı üzerinden bana üç kere mektup göndermişti, çözümde samimiydi ama
engellendi, tasfiye edildi. Ecevit de bir şeyler yapmaya çalıştı, af çıkarmaya çalıştı ama Bahçeli engelledi ve Hükümeti
düşürmek suretiyle süreci tıkattı. Bahçeli öyle sıradan biri değildir, özel harbin adamıdır. Oysa Erdoğan, Dolmabahçe
görüşmesinde bu güçlerle uzlaşmıştır, bunlara taviz vermiştir, dürüst davranmamıştır, Kürtlere yönelik tasfiyenin bir
parçası olmuştur. Biz sekiz yıl boyunca çözüm için AKP’ye sabrettik, muhatap arayışındaydık, muhatap bulamadık,
bulamıyoruz. Az önce de anlattığım gibi ‘90’lı yılların başından beri devletin içinden bazı kesimler, kurumların çözüm
yaklaşımları oldu. Hem ordu içerisinden hem de hükümetlerden bu yaklaşımları gördük ama hiç biri sonuca ulaşamadı.
Bugün gelinen noktada devletten öte AKP hükümeti çözüm istemeyen taraf konumuna düşmüştür, oy kaybetmemeye
çalışıyorlar.”
ÇEVİK BİR’E ‘GELİN BU SORUNU ÇÖZELİM’ DEDİM
“Bir anımı paylaşayım. Ben 1999’da buraya ilk getirildiğimde havalandırmadayken Çevik Bir olduğunu tahmin
ettiğim kişiyi merdivenin üzerinde gördüm. Belki başka bir şey için gelmişti, beni de öyle bir–iki dakikalığına görmüş oldu.
Ona hitaben “Gelin, bu sorunu çözelim, artık bu ölümleri durduralım” dedim. O da bana hitaben “nasıl dağa çıkardıysan
öyle indireceksin” dedi. Devletin hakim görüşü hala bu şekilde görünüyor. Şimdi anlaşılıyor ki Çevik Bir göründüğünden
daha etkiliymiş, Bir yanda Karadayı, öte yanda Çevik Bir, Orduda bir ikilik sözkonusuymuş. Hasan Cemal’in kitabından
da bu anlaşılıyor. Çevik Bir’in Karadayı’dan daha etkin ve güçlü olduğu anlaşılıyor. Ben de bu cevap üzerine “bu
meseleye ciddi yaklaşmak lazım öyle basit değil, yardım edin birlikte çözelim” dedim. Ve çekip gitti. Zaten kendiliğinden
gelişen kural dışı bir karşılaşmaydı. ”
İRAN VE TÜRKİYE SOYKIRIM İÇİN ANLAŞTI
“Bahsettiğim Kürt karşıtı üçlü faşist ittifakın aynısı AKP tarafından uluslararası alanda da Türkiye-İran–Suriye
üçlemesiyle hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu ittifakın amacı da Kürtlere dönük soykırımdır. Hatta bu halka daha
geniştir; Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap Birliği de bu ittifakın içinde sayılabilir. Daha geniş yorumlarsak Çin ve
Rusya da bu ittifaka dahil edilmeye çalışılıyor. Ben boşuna yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’dır demiyorum. Fakat Suriye
Devlet Başkanı Esat, İstanbul’daki açıklamasında, “müzakereyle çözüm esas alınmalı” demek suretiyle bu ittifaktan
DERLEYEN : AZAD BADIKI
çekilmiştir, bu işte ben yokum demiştir. Türkiye’nin savaş yoluyla çözüm arayacağını anladı ve buna girmek istemedi.
Türkiye ve İran arasında bu ittifak devam etmektedir. Daha doğru bir deyişle bu anlaşma Erdoğan ve Ahmedinecad
arasında yürümektedir. 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesinde Türkiye her ne kadar PKK’nin etkin bir şekilde tasfiyesiyle
ilgili söz almış ise de beklediğini bulamamıştır. Çünkü Türkiye, ABD’nin Barzani’yi de kullanarak PKK’yi tasfiye etmesini
beklemiştir. Ama gerek ABD gerekse Güneyli güçler bunun silahla yoluyla mümkün olmadığını gördüklerinden sonuç
alınmamıştır. Bu arada AKP Türkiye’deki çözümü de kendi içindeki Kürtler üzerinden, bazılarını yanına çekerek işi
götürebileceğini düşündü ama başaramadı. Bunlar gerçekleşmeyince Türkiye İran’la anlaşmıştır. Yapılan operasyonlar,
idamlar, kesinlikle bu anlaşmanın sonucudur. Ben Tayyip beyi daha önce bu konuda uyardım, ona da Cumhurbaşkanı’na
da mektuplar yazdım, bu şekilde olmaz dedim. Ama Tayyip bey beni dinlemedi, tabi Başbakandır dinlemeyebilir de, onun
bileceği iş, yanlış ata oynadı.”
ERDOĞAN İTTİFAKTAN ÇEKİLECEK
“Ben bu ittifakı 2.Dünya savaşındaki Almanya-Japonya-İtalya ittifakına benzetiyorum. İtalya o zaman şu an
Suriye gibi ittifaktan çekilmişti. Japonya’ya da atom bombası atılmıştır. İran’a da bu bir yıl içinde bombardıman olabilir
diye tahmin ediyorum. Erdoğan ve Davutoğlu bir yandan Suriye ve İran ile ittifak yaparken diğer yandan ise İsrail ve
Amerika ile görüşmelerini sürdürmeyi amaçlıyor. İki kocalı kadın misali iki tarafı da idare etmeye çalışıyor ama bu
mümkün değil. Zaten İran’a verilen bir süre var, bu süre de dolmak üzere. Erdoğan’ın daha fazla dayanabileceğini
sanmıyorum. Belki İran biraz dayanabilir ama Erdoğan bir-iki aya kadar bu ittifaktan çekilmek zorunda kalacaktır. Tıpkı
Japonya’ın bombalanmasından sonra Almanya’nın teslim olması gibi.”
KÜLTÜREL SOYKIRIM UYGULANIYOR
“Şimdi soykırımla ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum. Eğer Japonya Almanya’ya destek vermemiş olsaydı
Yahudi soykırımı yapılamazdı. Aynı şekilde Almanya Osmanlı’ya destek vermeseydi Ermeni soykırımı gerçekleşmezdi.
Ermeniler ve Yahudiler oldukça bilinçliydiler, bu nedenle soykırımları ancak fiziki şekilde olabilirdi. Türkiye de İran’la
anlaşalarak Kürt soykırımını gerçekleştirmeye çalışıyor. Oysa Kürtlerin durumu fiziki soykırıma fazla uygun
olmadığından, kültürel soykırıma daha müsait olduğu için bu uygulanmıştır. Anadilde eğitimin yasaklanması kütürel
soykırım değildir de nedir. Soykırımla ilgili uluslararası sözleşmlere göre anadilde eğitimin yasaklanması açıkça kültürel
soykırımdır. Ama fiziki soykırımlar da denenmiştir, işte Halepçe buna bir örnektir. Daha önceleri de 1925’lerde GençHani-Dicle olayı buna bir örnektir. İşte İran’daki idamlar, Van-Özalp’ta çocukların bombayla ölmesi son örneklerdir.
Bunlar soykırıma uygun ortam yaratmak için düzenlenmiş tahriklerdir. Balonu erken şişirtip patlatmışlardır. Şeyh Sait’in
adamları Diyarbakır’a girdiğinde kadınlara tecavüz olayları bilinçli bir şekilde arttırılarak bunlara mal edilmiştir. Bu tertip
nedeniyle Diyarbakır halkı desteğini çekmiştir. Benim yakalanmam da fiziki soykırıma uygun ortam yaratmak için bir
tahrikti, ancak bu oyunu görerek boşa çıkardım. Aynı şekilde Siirt’teki tecavüz olayları da bir tahriktir. Halkımız bilinçlidir,
oyuna gelmemiştir. Eğer halk bu provokasyona gelmiş olsaydı kanlı şekilde bastıracaklardı. Bu nedenle yine söylüyorum
bu tecavüz olayları devletle bağlantılıdır. Psikolojik savaşın, özel savaşın bir parçasıdır.Kürtlerin bugün yaşadığı bir
soykırımdır. Zaten anadilini bile yaşatmıyor. Ermeni soykırımı yapılırken iki yüz kişi tutuklanmıştır ama Kürtlerin 1500
siyasetçisi tutuklandı, aynı zamanda 4000 çocuk tutuklanmıştır, çocuk! Kadınlar içeridedir, kadınlar tutuklanmıştır!”
KCK KENDİ KARARINI VERİR
“Ben karşımda bir muhatap olmadığı için çekiliyorum ama bu muhatap olursa görüşme olmaz anlamına
gelmiyor. Dediğim gibi çekiliyorum, bundan sonra ne olacağına Kürtler kendileri karar verecektir. Türkiye’deki ve diğer
parçalardaki KCK örgütlenmeleri kendi koşullarına göre karar verip mücadele yöntemlerini belirleyebilirler. Ben masum-
DERLEYEN : AZAD BADIKI
sivil insanların zarar görmemesini umut ediyorum. 1984’te silahlı mücadeleyi başlatmak amacıyla Ülkeye gönderidiğim
güçler benim öngördüğüm bir savaş yürütemediler. İşte bu Hogir gibi örnekler var. Benim savaş anlayışım bu değildir.
Ümidim sivillerin ölmemesidir.”
DEVLET SİVİLLERE, KADINLARA VE ÇOCUKLARA DOKUNMAMALI
“Devlet de savaş hukukuna uymalı, sivillere, kadınlara ve çocuklara dokunmamalıdır. KCK de buna uymalıdır.
Ama olur mu olmaz mı bilemiyorum, sorumluluk onlara aittir. Bundan sonra PKK devletle uzlaşabilir de, bir çözüme de
gidebilirler, ‘90’lı yıllardaki gibi savaşırlar ve sonuç alamadan tıkanabilirler de. Ya da ihtimaldir PKK yenilebilir, savaşı
kaybedebilir, tasfiye de edilebilir, bunları bilemeyiz. Savaş geliştikten sonra ne olacağını bilemeyiz. Ben Sayın Erdoğan’a
yine sesleniyorum. Bu sorunu kendi içimizde demokratik barışçıl yollardan çözebiliriz. Aksi taktirde bundan sonraki tüm
sorumluluk AKP hükümetinindir.”
SAĞLIK SORUNLARI SÜRÜYOR
Sağlık sorunlarına değinen Öcalan, “Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim sürekli sulanıyor, biber sürülmüş gibi
yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini bilmiyorum. Daha önceleri doktor her gün
rutin kontrol yapardı ama bir süredir sistem değişti, artık her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji
olabilir ama bilemiyorum.” dedi.
Öcalan son olarak “Demokratik Özgür Kadın Hareketi’ne ve yeni dönem kampanyalarına başarılar diliyorum.
Diyarbakır, Dicle, Siirt halkına, tüm halkımıza selamlarımı iletiyorum” diye belirtti.
Görüşme Notları:
Katkı sunmam için
Meclis karar almalı
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Benim bu süreçte soruna katkı yapabilmem için Meclis karar alacak, önümü
açacak. Daha önce de Koçgiri İsyanı konusunda Meclis ortak karar aldı. Bir uzlaşma yolunu seçti. Anayasada ‘anayasa
Kürtlerin haklarını, kültürlerini güvence altına alır’ şeklinde tek bir madde yer alırsa çözüm gerçekleşir’’ dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede siyasi akademilere
değinen Öcalan, “Urfa’da akademinin kuruluşu önemli ama sadece Akademi değil, BDP, tüm kurumlar, tüm demokratik
çevreler güçlerini birleştirmelidirler. Bir güçbirliği sağlanmalıdır. Toplumu her yönüyle dayanışma halinde olunmalıdır,
böyle hareket edilmelidir. Akademi için de acele etmelidirler, tamamlamalıdırlar” dedi.
Öcalan, şöyle devam etti: “Çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç çok önemli. Nasıl sonuçlanacak
bilemiyorum. Bu süreçle ilgili medyada yanlış anlaşılıyorum. Ben burada artık bir şeyin önüne geçmek istemiyorum.
Kendimin kendime engel, alet olmasını istemiyorum. 12 yıldır bir şey gelişmedi. Ben artık bir şeylerin önünü tıkamak
istemiyorum. Türkiye’de sanki sahte bir şekilde barış varmış gibi kandıramam kendimi. Sanki sahte bir şekilde demokrasi
varmış gibi davranamam. Kendi kendimi kandıramam, kendimi de kullandırmam. Benimle gelip görüşmelerinin bir önemi
yok. Önemli olan sonuçtur. Eğer sonuç ortada yoksa, çözümle neticelenmiyorsa görüşmelerinin de anlamı kalmıyor.”
DÖRT KOMPLO DÖNEMİ YAŞANDI
“Ben son iki yüz yıllık çağdaş Kürt tarihinde, benimle ilgili son otuz yıllık süreci dört komplo dönemine
ayırıyorum. Birinci Komplo Dönemi, Özal döneminde. Türkiye’de bir özel savaş lobisi var. Bu özel savaş lobisi çok
gelişkindir. Geçmişten bugüne 1925 M.Kemal döneminde, Cibranlı Halit, Şeyh Said, Seyit Rıza’nın idamları özel savaş
lobisinin işiydi. O dönemde Musul-Kerkük sorunu vardı, şimdi yine bu sorun var. 1960 darbesi, 12 Eylül darbesi, bunların
hepsi özel savaş lobisinin işidir. Savaş lobisi terimiyle sadece Özel Harp Dairesi’ni kastetmiyorum. Özel Harp
Dairesinden birçok alana kadar özellikle sivil alanda çok örgütlüler. Artık adını koyuyorum, savaş lobisi diye. Bu savaş
DERLEYEN : AZAD BADIKI
lobisi Türkiye’ye hükmediyor. Sivil alanda çok daha güçlüdür. Geçmişten bugüne Çiller, Yılmaz, Bahçeli, Baykal ve
bunlar gibi birçok kimse özel savaş lobisinin içindedir. Ben bu sisteme özel oligarşik sistem diyorum. Özal, Kürt sorunu ve
PKK ile karşılaştığında buna ilk tepki olarak, geleneksel savaş lobisini harekete geçirdi, devreye soktu. Ancak Özal, bu
özel savaş lobisinin gücünü ya tam olarak bilmiyordu ya da dikkate almadı. Ama bence Özal bunların gücünün sınırlı bir
şekilde farkındaydı. Bu özel savaş lobisi Özal’ın Kürt sorunu yönündeki girişimlerine karşı -bizim de o dönem bilinen ’93
ateşkes süreci ile buna yanıt olmamız vardı- Özal’ı götürdüler, ortadan kaldırdılar. O dönemde bir Füsunoğlu vardı ancak
bunun genelkurmay başkanı olmasına engel oldular.”
ÖZEL SAVAŞ LOBİSİ ÇİLLERİ GETİRDİ
“Geleneğe aykırı bir şekilde özel savaş lobisinden olan Güreş’i getirdiler, Çilleri de getirdiler. Hatta Demirel de
anlamamıştı Çiler’in getirilmesini. Çiller’in başa getirilmesi aslında Demirel’e de bir darbeydi. Demirel bunu geç anlamıştı.
Güreş başa gelir gelmez Londra’ya gitti ve İngiltere’den PKK’ye karşı yeşil ışık aldıklarını söyledi. Güreş-Çiller ikilisi özel
savaş lobisiyle beraber o dönemde korkunç şeyler yaptılar. Bütün fail-i meçhuller, binlerce insanın öldürülmesi, köylerin
boşaltılması vd. hep bu dönemde oldu. Bu özel savaş lobisi her yerde çok örgütlüdür. Mesela Urfa’yı ele alalım: özel
savaş lobisinin Urfa’nın özelliğinden dolayı, Urfa üzerinde özel politikalar uyguladığının bilinmesi gerekir. Orayı
bildiğimden dolayı bunları anlatıyorum. Gerek ailelerle gerekse oradaki feodal yapı ile oynanmaktadır. Bilindiği gibi Faik
Bucak Türkiye KDP’sinin kurucusu ve genel sekreteriydi. Onun öldürülüş biçimi de aile içindendi. Peki kim öldürdü onu,
özel savaş lobisinin aile içine sızan yapısı onu öldürdü. Bugün bunların Türkiye’deki özel savaş lobisinin oyunları olduğu
anlaşılıyor. Özel savaş lobisinin faaliyetlerinin feodal yapı ve aile üzerinde etkileri de bu şekilde ortaya çıkıyor. Yine aynı
zamanda bölgede yaşayan Arap kesimler, araziler üzerinden oynanan oyunlar da bunun göstergesidir. Mesela sulama
kanallarıyla bazı yerlere su verilip bazı yerlere verilmemesi bununla bağlantılıdır. On milyon insanı doyurmaya yetecek
kadar zengin topraklara sahip olan Urfa’da insanlarımız işsiz-aç bırakılmış, %80 işsizlik oranı var. Her yıl ırgatlığa,
mevsimlik işçiliğe gidiyor.”
ERBAKAN ÇÖZÜM İSTİYORDU
“İkinci Komplo Dönemi, Erbakan dönemidir. Suriye üzerinden Erbakan’la mektuplaşmıştık. Sorunun çözümü
yönünde adımlar atılacaktı. Bunun için o dönem bir ateşkes “95 ateşkesi’’ sürecimiz oldu, sekiz ay kadar sürdü. Ancak
Erbakan’ı da tasfiye ettiler. Erbakan Hükümeti sorunun çözümünü istiyordu, askerin de bir kısmı istiyordu hatta devletin
de bir kısmı istiyordu ama özel savaş lobisi daha baskın çıkınca çözüm gelişemedi. Karadayı da o zaman çözümden
yanaydı, olumlu bakıyordu ancak özel savaş lobisine karşı etkili olamadı.’’
‘’Üçüncü Komplo Dönemi, Ecevit-Kıvrıkoğlu dönemidir. Bu dönemde de çözüm yönünde diyaloglar, görüşmeler
oldu. Biz ’98 ateşkes sürecini başlatmıştık. Ama özel savaş lobisinin dış ayakları da vardı, bunlar daha güçlüydü ve bu
dönemde harekete geçerek Suriye üzerinde yoğun baskı uyguluyorlardı, ABD-Londra-İsrail’in Suriye’den çıkarılmamız
yönünde yoğun baskıları vardı. Bu nedenle Suriye’den çıkmak zorunda kaldık, bilinen Yunanistan ve Rusya
yolculuğumuz var. Rusya’da 10 milyar dolar ve Mavi Akım Projesi karşılığında buradan çıkmamızı ve İmralı’da tutulmamı
sağlayan da bu güçlerdir.”
ÇÖZÜM İÇİN SİYASİ KANAL AÇACAKLARDI
“99’da da ben buraya getirildikten sonra da Ecevit-Kıvrıkoğlu adına gelip benimle görüştüler. Bunları daha önce
çok anlatmıştım. Görüşmeler iki yıl kadar sürdü. Şimdi ben bu süreçlerde Karadayı-Kıvrıkoğlu-Ecevit sorun çözecekti
demiyorum ancak onların bir siyasal alanın açılmasını, sorunun çözülmesi için bir siyasi kanal açacaklardı. O dönem
Ecevit-Kıvrıkoğlu döneminde bir af meselesini de gündeme getirdiler, MHP buna engel oldu. Böylece affı çok sınırlı
tuttular. MHP’nin burada tarihi bir sorumluluğu vardır. MHP-Bahçeli de özel savaş lobisinin içindeydi. Bu dönemde daha
sonra özel savaş lobisi harekete geçerek Ecevit’i etkisizleştirmeye çalıştılar. Özel savaş lobisinin temsilcisi Çevik Bir ile
Kıvrıkoğlu’nu etkisizleştirmeye çalıştılar. Kıbrıs’ta Kıvrıkoğlu’na bir suikast yapıldığı biliniyor. Bu suikastin bu özel savaş
lobisiyle direkt ilgisi var. Hasan Cemal de yeni kitabında sanırım bundan bahsediyor, bu konuda böyle bir bağlantıdan
bahsediyor. Ben bunu bilmiyordum, bu kitaptan öğrendim. Avni Özgürel’in de bu konuyla ilgili yazısını okudum. Bu
dönemde savaş lobisinin ismi de değişti, Ergenekon oldu. O döneme kadar farklı isimler vardı. O dönemden itibaren
kesin bir şekilde Ergenekon’a çevrildi. 60 yıllık Gladio Ergenekon adını aldı. 2002’de özel savaş lobisi Ecevit’e baskılarını
arttırdı. Ve Hükümete erken seçim kararı aldırarak bilinen süreci, AKP döneminin başlamasına neden oldular.”
ERGENEKON’UN SADECE PARMAKLARINA DOKUNUYORLAR
“Şimdi de Dördüncü Komplo Dönemi var. Ergenekon’un bu Silivri kesimi Ergenekon’un çok küçük bir
bölümüdür, daha çok deşifre olan kesimidir. Ergenekon’un büyük kısmı henüz ortaya çıkarılmamıştır. Şu anki deşifre
olmuş kısmını ben Ergenekon’un kolları ve bacaklarıyla daha doğrusu parmaklarıyla oynanması olarak görüyorum. Yani
bir bedenin sadece parmaklarını alıyorlar, koparıyorlar. Ama gövde, kol ve bacaklar yerinde duruyor ve sağlamdır.
Ergenekon’un bir numarası dışarıdadır ve sağlamdır ve hala çok etkindir. Kim olduğu da bilinmiyor ya da karışılamıyor.
Hatta bu üst düzey yöneticilerine ulaşılamadı. Silivri kesiminde bir kısmı ise Ergenekonla doğru dürüst bağlantısı da yok,
hatta mağdur durumunda olanlar da var. Seyfi Oktay onlar gibi. İlgisi olduğunu düşünmüyorum. Ama Ergenekon’un
büyük bir kısmına, ana gövdesine dokunulamıyor. Ecevit döneminde rol alanların bir kısmı şimdi yargılanıyor ama
DERLEYEN : AZAD BADIKI
diğerlerine dokunulamıyor. Benim anlayamadığım nokta AKP’nin gücü mü yok, bunların üzerine gitmeye mi korkuyor
yoksa onların üzerine gitmek mi istemiyor. Bu konuyu tam netleştiremedim. Bu sabah buradaki arkadaşlarla da konuştum
bu konuyu. Bazıları AKP’nin buna gücünün yetmediğini söylüyor, bazıları da AKP’nin özel savaş lobisiyle uzlaştığını
söylüyor. Başbakan’a da haksızlık etmek istemiyorum. Ama durumu anlamaya çalışıyorum.”
ÖZEL SAVAŞ LOBİSİ DEVREYE GİREBİLİR
“Bu dönemde ne olur bilemiyorum. 31 Mayıs sonrası yani 1 Haziran’la başlayan dönemde özel savaş lobisi yine
etkin olmak isteyecektir. Bu özel savaş lobisinin gücünü küçümsememek lazım, her yerde örgütlenmişler. Ben 1980’den
bu yana örgütü çok eleştirdim. 1984 öncesi de 1990’da da sonrasında da örgütü çok ağır eleştirdim. Şimdi tekrar bu ağır
eleştirilerimi yapmak istemiyorum ancak bu eleştirilerimi hatırlatıyorum, sadece hatırlatmakla yetiniyorum. Özel savaş
lobisi devreye girerse eskisi gibi olmaz, çok daha etkin şekilde devreye girer. Hiç acımaz, yönelirler. Daha önce
Ermenilere yönelmişlerdi. Kürtlere de yönelebilirler. Ermeniler çok bilinçli oldukları için onları fiziki soykırıma uğrattılar.
Kürtler ise çok dağınık, sayıca çok, feodal ve aşiretsel yapıda oldukları için onlara kültürel soykırımı uygulattılar, kültürel
soykırımla asimile etmeye çalıştılar. Şimdi ise fiziki soykırımı uygulamak isteyebilirler. Behçet Cantürk’lere yönelme
şeklinden çok daha ağır bir şekilde yönelebilirler.”
AKP KENDİ ERGENEKON’UNU KURUYOR
“AKP kendi Ergenekonu’nu kuruyor. Anlamak lazım. AKP kendi derin lobisini kuruyor. Ben ne özel savaş
lobisinin ne de AKP’nin derin lobisini kabul ederim. Her ikisinin de oyununa gelmem, bu konuda çok netim. İkisi de kendi
iktidarlarını kurmak için uğraşıyor. BDP gibi ciddi bir kurum bile neden bunları yeteri kadar anlayamıyor? BDP bu
dönemde çok dikkatli olmalıdır. BDP dışından yüzlerce Kürt BDP’den rahatsız oldukları için BDP’yi eleştiriyor. Toplumun
her kesimiyle çok yönlü bir ilişki içinde olunmalıdır. Sol kesimle ilişkilerini ittifaka yönelik demokratik çalışmaları başarıya
ulaştırmaları gerekir. CHP ile de ilişkilerini geliştirmelidir. BDP, eğer AKP’nin gücü geriletilirse sonrasına hazırlık
bakımından CHP ile Kürt sorunun demokratik çözümü konusunda görüşürler, konuşurlar, bu hayatidir. Türkiye’de özel
savaş lobisi çok güçlüdür ancak bu durum, barışı isteyenlerin güçsüz olduğu anlamına gelmiyor. Devlet içinde barışı
isteyen güçlü bir kesim var. Barışı isteyen kesimin gücünün savaşı isteyen tarafa gitmemesi için de BDP çalışmalar
yapmalıdır. Şu an sadece bir düşünce olarak şunu belirteyim. Eğer olumlu şeyler gelişirse yeniden bir yol haritasını
hazırlayarak devlete sunabilirim, Devletin dört kurumuna da -Cumhurbaşkanı’na, Hükümet’e-Başbakan’a, belki
Genelkurmay’a, Meclis Başkanı’na– mektuplar gönderebilirim. Ancak dediğim gibi bu kesin karar verdiğim bir durum
değildir, sadece bir düşüncedir, paylaşmak istedim. Olur mu olmaz mı daha sonra gelişen duruma göre karar veririm.
Ayrıca sağlığım da buna elverir mi bilmiyorum. Yeni bir yol haritası yazmak için sağlığım elverir mi, onu da bilemiyorum.”
BARIŞ İSTEYENLERİ GÜÇLENDİRMEK GEREKİR
“Barış isteyen kesimin güçlenmesi için Kürt sorunun demokratik şekilde çözülebilmesi için Meclis’in olaya el
atması lazım. Meclis bir karar almalı sorunun çözümü yönünde. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulabilir, Güney
Afrika’daki gibi. Ya Meclis’in kendisi ya da Meclis adına özel bir komisyon kurulabilir. Bu belki zordur ama kurulabilir. Bu
komisyon barışın önünde engel olan ne varsa bunların hepsini ortaya çıkaracak. Savaşta kimin ne kadar rolü varsa hepsi
ortaya çıkarılmalıdır komisyon tarafından. Bu komisyon böylece herkesi dinleyecek. Devlet içinde mesela Demirel’i
dinlemeli, Mesut Yılmaz’ı dinlemeli, Tansu Çiller’i dinlemelidir, diğer ilgili olan herkesi dinlemeli, beni dinlemeli, KCK
dosyasında tutuklu 1500 kişiyi dinlemeli, Silivri’dekileri dinlemeli, PKK içindeki bazı kişileri dinlemelidir. Bu komisyon
herkesi böylece Meclis’e çağırıp dinlemelidir. Ancak komisyona olan samimi beyanlarından dolayı kimseyi
cezalandırmama güvencesi verilmelidir. Komisyon bakacak eğer samimiyse ona cezalandırmama güvencesi verecek.
Eğer bu güvence verilirse herkes daha rahat samimi itiraflarda bulunacaktır. İtiraf derken yanlış anlaşılmasın, itirafçılığı
kastetmiyorum. Burada çözüm için samimi beyanları kastediyorum. Ne kadar fail-i meçhul varsa bunların hepsi ortaya
çıkarılacak. Sorunun çözümünün önünde ne kadar engel varsa hepsi ortaya çıkarılacak. Silivri’deki davada eksik olan
kısım budur, bu sebeple bir sonuca varılamıyor, göstermelik bir mahkemedir Silivri’deki. Bu biçimiyle çok fazla şey
beklenemez. Bu komisyon bir çeşit yargı görevini görecek ama öyle ‘99’daki sahte, uydurma, göstermelik bir İmralı
yargılaması gibi değil, ciddi, sorunu çözücü, bütün bilinmeyen noktaları ortaya çıkaran gerçek bir yargı anlayışı
işlemelidir. ‘’
KATKI SUNMAM İÇİN MECLİS KARAR ALMALI
“Benim de bu süreçte soruna katkı yapabilmem için Meclis karar alacak, önümü açacak. Ben de halkımla, siyasi
kesimlerle, örgütle iletişim kurabileceğim, onları bu sürece ikna edeceğim. Buna gücümün olduğunu da biliyorum. Bu
Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu daha önce denenmiş ve başarıya ulaşmıştır, Güney Afrika’da, Latin
Amerika’da başarıyla uygulanmıştır. Meclis’in sorunun çözümü için insiyatif alması çok önemlidir. Daha önce de Koçgiri
İsyanı konusunda Meclis ortak karar aldı. Bir uzlaşma yolunu seçti. Kürt sorunun demokratik çözümü için Meclis yine
önerilerde bulunacak. Ve o öneriler hayata geçirilecek. Kürtlerin hakları anayasal güvence altına alınacak. Anayasada
“anayasa Kürtlerin haklarını, kültürlerini güvence altına alır” şeklinde tek bir madde yer alırsa çözüm gerçekleşir. Ben bu
anayasal güvenceyi çok uzun bir süredir dile getiriyorum. ‘90’lı yıllarda da bunu dile getirmiştim. Öyle TRT-6 gibi, kurs
gibi göstermelik, sahte adımlarla değil gerçek demokratik haklar güvenceye alınmalıdır.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
KAÇMADIM DURUMUM ROL ALMAMI ENGELLİYOR
“Ben ‘90’lı yıllardan beri ortalama 15 yıldır barış yönündeki ısrarımı sürdürüyorum. Ama benim mevcut şu an
içinde bulunduğum durum, bu konuda daha fazla rol almamı engelliyor. Benim 31 Mayıs’tan sonra çekilmem sorundan
kaçmak değil tam aksine buradaki bu şartlarda daha fazla çabalarımı sürdürememeden kaynaklanıyor. Burada bu
şartlarda pratik olarak hiçbir şey üstlenemem. Benim bu pozisyonum çözüm önünde engel teşkil ediyorsa bu da ortadan
kalkmış oluyor. Gidin savaşın da demiyorum, savaş talimatı da vermiyorum. Savaşırlar mı barışırlar mı, kazanırlar mı
kaybederler mi, kendileri bilir. Son olarak herkes üzerine düşeni yapmalıdır. BDP çok yönlü çalışmalıdır. Öyle göstermelik
bir anayasa değişikliği değil, yeni demokratik bir anayasa için BDP var güçlerini ortaya koymalılar.
Peru Komünist Partisi’ne özel selamlarımı iletiyorum. Bana cezaevlerinden gelen mektuplar var.
Cezaevlerindeki arkadaşlara, Muş ve Urfa’daki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Çözüm gelişmezse Türk-Kürt
çatışması gündeme gelir
Öcalan, “Eğer bir diyalog ve çözüm süreci gelişmezse Türk-Kürt çatışması gündeme gelir. Kimse bu tehlikenin farkında
değil” dedi. Öcalan, İsrail’in Türkleri aşağılaması gibi Türklerin de Barzani şahsında Kürtleri aşağıladığını belirtti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Barzani’nin Türkiye
temaslarına değinen Öcalan, “Barzani’nin BDP’lilerle de görüşmesi olmuş. Barzani AKP’nin desteklenmesi gerektiği,
diğer hükümetlere göre Kürt sorununa yaklaşımlarının daha olumlu olduğu, desteklenmesi gerektiğini belirtiyor. Ancak
son gelişmeler ortada, tutuklamalar, operasyonlar ortada. Barzani’ye “siz AKP konusunda bunu demekle aslında AKP’yi
de zor durumda bırakıyorsunuz” denilmeli. Ortada çözüm falan yok. Barzani’nin bu tutumu AKP’nin de işine yaramaz,
Barzanilerin kendilerinin de işine yaramaz. Geçmişte bunlar benim yanıma geliyorlardı, bana başı kesilmiş fotoğraflar
gösteriyorlardı, işte böyle böyle yaptılar diye. Onları çok uyardım, şimdi de uyarıyorum; akıllarını başlarına almazlarsa
daha kötüsü olur, elli tane Halepçe olur. Bunu nasıl görmüyorlar? Daha önce ulusal konferansın, kongrenin önemini
defalarca belirttim. Beş teorik ilke üç pratik önerme demiştim, bunu esas alabilirler. Bu temelde yapmazlarsa sorumluluk
kendilerine aittir derim.” dedi.
İSRAİL KÜRTSÜZ YAŞAYAMAZ
Öcalan, şöyle devam etti: “Aslında mesele Gazze meselesi değil, mesele Kürdistan üzerinde oynanan oyunlardır. Gazze
maskedir, Gazze ile Kürdistan’da oynanan oyunların üstünü örtüyorlar. Fırtına Kürdistan üzerinde koparılıyor. Urfa’ya
zaman zaman değiniyorum, tipik bir örnek olduğu için, Urfa’yı bildiğim için belirtiyorum. Sadece bir Urfa yüzlerce
Gazze’dir. Urfa’dan kadınlar, çocuklar Akdeniz’e, Karadeniz’e her gün onbinlercesi sürülüyor. On milyonu doyuracak
verimli toprakları susuz bırakılmış, her gün göçe tabi tutuluyor. İşte bu insanların gittikleri yerlerde çektikleri Gazze’den
yüz kat daha beterdir. Birinci olarak şunu söylüyorum; İsrail bu bölgede Kürtlersiz yaşayamaz, boğulur. Bunun için on
yıldır bir proje peşindedir. Güney’de küçük bir ulus-devleti kurduruyor, buna ihtiyaç duyuyor. Türkiye bunu daha yeni
anladı. Türkiye’yi yönetenler bu projenin tehlikesini anlayınca büyük öfkelendiler.”
AMERİKA DESTEĞİNİ ÇEKTİ
“İkinci olarak şunu görmek gerekir. Türkiye’nin şimdiye kadar yürüttüğü Kürtlerin inkarı ve imhası politikasına kayıtsızşartsız destek veren Amerika ve İsrail, bu desteklerini geri çekiyorlar. Şimdi bu Türkiye-Suriye-İran ittifakı da çözülüyor
olabilir, kesin bir şey demiyorum, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat İstanbul’da yaptığı açıklamada; “inkar etmekle
olmaz, tanımak lazım” demişti. Bu ittifak çatırdıyor olabilir. İran çekiliyor, Suriye de bu oyuna gelmiyor. Böylece yükün
tamamını Türkiye’nin sırtına yığacaklar. Asıl mesele budur, Gazze bunu örtmek içindir. Daha önce AKP’nin Gazze
üzerine gitmesine, bunu kaşımasına destek verdiler ama bu son Gazze olayında destek vermediler. AKP ABD’nin İsrail’e
destek vermeyeceğini düşündü, fakat tersi oldu. Gazze öfkesi bu yüzdendir. AKP şok oldu. Beklemiyorlardı. Başka ne
yapacaktı, İsrail’e savaş açacak hali yok ya. Gazze olayında öyle ederler, böyle ederler, birkaç açıklamadan sonra,
anlaşma olur, İsrail’e boyun eğerler. Barzani’nin Ankara ziyaretinde sadece Türkiye bayrağının olması da İsrail’e bir
mesajdır. Türkiye Barzani’ye İsrail’in temsilcisi gözüyle bakıyor, devletin bakışının bu olduğunu söylüyorum. İsrail, Türk
büyükelçisini nasıl alçak bir koltuğa oturtup, masaya sadece İsrail bayrağı koyduysa, bunlar da sadece Türk bayrağı
DERLEYEN : AZAD BADIKI
koyarak cevap veriyorlar. İsrail nasıl Türkleri aşağıladıysa, Türkler de Barzani şahsında Kürtleri aşağılıyor. Bu bilinçli bir
şeydir. ”
KÜRT YARARINA SİYASET OLMALI
“Geçen hafta belirttiğim dört komplo dönemi basında da işlenmiş. Buradaki arkadaşlar bana söyledi sağ basın da epey
işlemiş, ilgi göstermiş. Savaş lobisi Erdoğan’ı götürecek dedim, bu Kılıçdaroğlu olayı da bunun bir parçası gibi görünüyor.
Ermeniler akıllı oldukları için fiziksel soykırıma tabi tutuldular. Kürtleri ise insan ile hayvan arası yaşam koşullarına
terketmişler. Kürtler çok dağınık fiziksel imhaya gelmiyor, onları da kimlik soykırımına, kültür soykırımına tabi tutuyorlar,
bunu hergün yapıyorlar. Bu devirde anadilde eğitim yapmayan halk kaldı mı? Afrika’nın en ücra yerindeki kabileler bile
anadilde eğitim yapıyor, bunu bile doğru dürüst mecliste dile getirmeyeceksin, bunun siyasetini yapamayacaksın, ben
sana nasıl saygı duyayım! Barzani’ye anlatacaksın, tehlikenin büyük olduğunu söyleyeceksin, onlarca kez, yüzlerce kez
görüşeceksin, toplantılar yapacaksın. Elindeki gücü bileceksin. Barzani’ye-Talabani’ye diyeceksin ki bu olup bitenler sizin
de yararınıza değil diyeceksin. Barzani onların da anlamaları gerekiyor, öyle ufak çıkarlar peşinde koşmakla işler
yürümez, Kürtler yararına siyaset geliştirilemez. Böyle ufak çıkarlarla bugünü kurtarırsın ama yarın felaketle karşılarsın!
Ben bazen düşünüyorum, neden işler yürümüyor, neden tarzları böyle diye çok düşünüyorum. Ayda yılda bir heyet
göndermek diyorlar, başkaları günlük görüşüyor, kendi içlerinde ayda yılda bir bile görüşemiyorlar. Burada çok
öfkeleniyorum. Vardığım sonuç şu: Kürt aydını, ne kadar aydın bilmiyorum ama Kürt aydını, Kürt siyasetçisi kendi
doğasını tanımıyor, kendi doğasıyla barışık değil, daha da önemlisi kendi doğasıyla, kendi gerçeğiyle yüzleşmekten
korkuyor diye düşünüyorum. Bu sonuca ulaşıyorum. Bu durum da ortaya böyle şizofrenik bir kişilik çıkarıyor. Bir Fransız
düşünürü kapitalizmin kendisinin ortaya şizofrenik kişilikler çıkardığını söylüyor. Ama Kürdistan’da gelişkin bir kapitalizm
de yok, bu şizofrenik kişilikler nasıl ortaya çıkıyor, anlayamıyorum.”
SİYASET AKADEMİLERİ ÖNEMLİ
“Siyaset akademileri önemli. Hem kadromuz yok diyorlar, hem bu kadar yavaş gidiyorlar, anlamıyorum. AKP üç yüze
yakın akademi kurmuş, Ben bu akademileri niçin diyordum? Tartışın. Yerelde tartışın. Yörenin aydınları, yerel
entellektüelleri, siyasetçileri, bu konuyu bilenler tartışsın, her türlü tartışılsın, her olasılık gözönünde bulundurulsun,
siyaset böyle üretilsin. Kaybedecek zaman yok, hızlandırılmalıdır. Ben buna demokratik anayasal süreç diyorum.
Çalışmalarını yoğunlaştırsınlar, pratikleştirsinler. Demokratik anayasa çerçevesinde diğer demokrasi güçleriyle de bir an
önce ortaklaşsınlar. “Gün pratik siyaset yapma günüdür.”
PKK KENDİSİNİ DRENİŞİYLE İSPATLADI
“KCK sanırım benim cümlemin aynısını kullanmış; “varlığını koruma özgürlüğünü sağlama direnişi” demişler. Aktif
savunma durumuna geçmişler. Sanırım bazı kararlaşmalar yaşamışlar. Herhalde, bu kararları birkaç gün içinde
kamuoyuna bildirirler. Bunlar şimdi bu demokratik özerkliği pratikleştireceğiz diyorlar. Yani Amanoslardan Kaçkarlara
kadar her yerde onlarca yüzlerce üslenmeleri var. Şimdi ben bunları geçmişte çok eleştirdim. Hiç bir zaman benim
öngördüğüm şekilde bir savaş tarzları olmadı. Ama kendilerine göre bir direniş tarzları oldu. Bugünlere böyle bir direniş
geleneğiyle geldiler. Belki benim istediğim tarzı geliştiremediler ama yenilmezliklerini de kendilerince geliştirdikleri direniş
tarzıyla ispatladılar.”
ÖNEŞ’İN TESPİTLERİ DOĞRU
“Cevat Öneş’in AKP’ye de sorunun çözümü için Öcalan, PKK ve BDP ile görüşmesi gerektiği yönünde açıklaması olmuş.
Ben defalarca çağrıda bulundum, mektup yazdım, yol haritası verdim ama herhangi bir adım atılmıyor. Tamam tespit
doğru ne olacak o zaman, nasıl olacak, nasıl çözülecek? Kararlı bir duruş sergilemiyorlar, çözüm için en küçük bir adım
atmıyorlar. Ben yazdım hepsini devlete verdim, böyle böyle çözülebilir dedim, işte size yol haritası dedim. Ama en en
küçük bir adım, en küçük bir diyalog işareti bile yok. Liberal aydınların genelinde AKP’nin çözümü gerçekleştireceğine
dair bir kanı var. Ancak tam tersine, çözümün önünde engel olan AKP’dir. AKP kendi korkusuna düşmüş, can derdine
düşmüş, bu yüzden hegemonik iktidarını kurmak istiyor, bu anayasa değişikliği de bunun içindir, demokrasiyle ilgisi
yoktur. AKP’nin demokrasiyle bir ilgisi yoktur. Bunun iyi anlaşılması gerekir.”
AKP FAŞİZMLE HEGEMONYA KURUYOR
“Nasıl ki 1921’den sonra CHP anayasa değiştirerek -1924 anayasasına geçerek- 80 yıl hegemonyasını sürdürdüyse
AKP’ de bunu 2002’den bu yana yapmak istiyor. CHP’nin 80 yılda yapmak istediğini AKP 8 yılda yapıyor. Yani AKP,
CHP’nin kötü bir taklidini yapıyor. Mustafa Kemal’e şunun için değindim; 1916-1924 arası Kürtlerle ittifak halindedir.
Bunun için 1921 anayasası nispeten farklıdır diyordum, bu anayasada demokratik bazı maddeler vardı, özerklik gibi ama
bu şans da kaçtı. 1921 anayasasından sonraki bütün anayasalar şimdiki anayasa da dahil hepsi darbe anayasalarıdır.
Mustafa Kemal, Yahudi sermayesi ve İngilizler tarafından kuşatıldıktan, etkisizleştirildikten sonra 1924 anayasasıyla
birlikte CHP hegemonyası kuruldu, 2002’de de AKP hegemonyası devraldı. Hegemonik iktidarın sürdürülmesi ancak
faşizmle mümkün olabilir, AKP’nin yaptığı budur. Bunu yaparken arkasına Konya-Kayseri merkezli Arap-Suudi destekli
ve küresel sermayeyi arkasına alarak yapıyor. Öz kaldı, sadece biçim değişti. Ben şimdiye kadar çözümün önünde engel
olan bürokratik oligarşi diyordum, şimdi buna siyasi oligarşi diyorum. Siyasi oligarşiyi sadece iktidar anlamında
kullanmıyorum, siyasi muhalefeti de buna katıyorum. Bu gidişattan onlar da sorumludur. Anayasa değişikliklerine
DERLEYEN : AZAD BADIKI
bakıyoruz, hiç bir demokratik içeriği yok, Kürtlere ilişkin hiç bir gelişme yok. Asgari demokratik koşullar bile yok. Yüzde on
barajının kaldırılması ve parti içi demokrasi bir adımdı onu bile atamadılar. Yani çözüm için hiç bir adım atılmadı, AKP
başından itibaren çözüme engel oldu.”
AVRUPA ÇÖZÜMÜ ENGELLEDİ
“2001-2002’de Ecevit çözmek istiyordu, Ecevit’ten Genelkurmaydan geldiler görüştük, tam çözümün arifesine gelinmişti,
af filan çıkarılacaktı, tam da o süreçte savaş lobisi devreye girdi, Ecevit’i etkisizleştirdiler. Tam da aynı süreçte Avrupa
Birliği PKK’yi “terörist” ilan etti! Yirmi yıldır savaşan PKK’yi terörist ilan etmeyenler, tam da barış-çözüm sürecinde PKK’yi
“terörist” ilan ettiler! Bu tesadüf değil. Çözümün arifesinde olduğu bir dönemdi, af çıkarılacaktı ama affı adli suçluların
affına çevirdiler. MHP süreci engellemek için Hükümetten çekildi. MHP emperyalizmin bu politikalarına yattı,
emperyalizm adına hareket etti. Yine Kıvrıkoğlu’na “sen bizden habersiz iş çeviriyorsun” dediler, Kıbrıs’ta ona suikast
girişiminde bulundular. O dönem devlette, orduda çözümden yana iradeler vardı ama savaş lobisi bunu engelledi.
AKP’nin iktidara gelişiyle çözüm yönündeki görüşmeler tamamen kesildi. Gül başbakanken Gül’e, daha sonra Erdoğan’a
mektuplar yazdım. “Hazır güçlerimiz dışarıdayken, çatışmasızlık süreci varken bu işi çözelim” dedim, yanaşmadılar.
Sonra bilindiği gibi 1 Haziran süreci gelişti. Eğer AKP çözüme gelseydi, ordu engel olamazdı.”
TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI GÜNDEME GELEBİLİR
“AKP siyasi iktidardır, sen siyasi iktidarsın, ordu senin dediğini yapacak, siyasi sorumluluk sendedir. Siyasi iktidar
görevini yapmayınca, rolünü oynamayınca ordu bildiği gibi yapar. AKP çözümsüzlüğü devam ettirme konusunda orduyla
anlaşmıştır; “sen bana karışma ben de Kürtlere yönelim konusunda sana karışmayacağım” temelinde uzlaşmıştır. Şimdi
bugüne geliyorum. Eğer bir diyalog ve çözüm süreci gelişmezse işte o istedikleri Türk-Kürt çatışması gündeme gelir.
Kimse bu tehlikenin farkında değil. Şimdi ben bunu, 1918 Rusya’sındaki o dönemde yaşananlar yine 1789 sonrası 91
Fransa’sında yaşanan o iç savaş dönemlerine benzetiyorum. Biliniyor bu dönemlerde buralarda çok kan döküldü. KürtTürk çatışması derinleşebilir. Ben tarihi görevimi yerine getiriyorum, herkesi uyarıyorum.”
BÖYLE SÜRERSE YARI BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN İLAN EDİLİR
“Böyle devam ederse zaten demokratik özerklik diyorlar, bunu pratikleştireceğiz diyorlar, bunun bir adım ötesi İran’ı da
Suriye’yi de başka güçleri de arkalarına alan yarı-bağımsız Kürdistan ilanına kadar giden bir kanlı sürece yol açılabilir,
çok kan dökülür, çok insan ölür. İşte 1 milyon askerimiz var diyorlar, güçlüyüz, yenebiliriz diyorlar, yenebilirler de ama
ben PKK’yi tanıyorum PKK direnir, yenilmez. Fakat, benim tercihim bu değildir. Demokratik cumhuriyet, demokratik ulus,
demokratik vatan, demokratik anayasa demiştim. Benim tercihim kan akmadan demokratik anayasal çözümdür. Eninde
sonunda çok kan dökülse de gelinecek nokta çözümdür, çözüm galebe çalacaktır. Bu kadar acı çekmeden bu kadar kan
dökülmeden çözümün sağlanması için çabalıyorum. Bunun için BDP’lilere demokratik anayasa çalışmalarını
yoğunlaştırmalı diyorum. Bu çerçevede herkesle görüşülmeli diyorum. Demokratik anayasa çerçevesinde kim ilkeli
davranıyorsa onunla demokratik anayasa konusunda ittifak yapılabilir. AKP buna geliyorsa AKP ile, CHP buna geliyorsa
CHP ile hatta ilkeler temelinde MHP ile bile ilkelere doğru yanaşıyorsa yapılabilir.”
“Ben mevcut durumu kaba bir benzetme olacak ama evlilik ilişkisine benzetiyorum. Öyle bir evlilik ilişkisi ki, erkeğin her
dediği oluyor, sabahtan akşama kadar dövüyor ama kadının sesi çıkmıyor. Böylesi evliliğin erkeğe de faydası yok, erkeği
de yozlaştırır, kadının her gün dayak yediği bir evde huzur da olmaz. Ya bu evliliğe itiraz etmeyeceksin, boyun eğeceksin
ya da kabul etmiyorsan bunun gereğini yapacaksın. Kadın hareketini selamlıyorum, beni merak etmesinler, bütün
zorluklarına rağmen sağlığımı koruyacağım, çalışmalarında başarılar diliyorum. Cezaevlerinden gelen mektuplar var.
Batman, Adıyaman, Erzurum Oltu, Elbistan, Kırıkkale, Tekirdağ, Edirne, Diyarbakır, Rize-Kalkandere, İzmir-Kıraklar ve
diğer birçok c.evinden mektuplar aldım. Hepsine ayrı ayrı selamlarımı iletiyorum. Batman ve Denizli’deki halkımıza
selamlarımı iletiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Son nefesime kadar direneceğim
Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasıyla kendisini tehdit ettiğini belirten Öcalan, “Direneceğim, kimliğimden,
onurumdan taviz vermeyeceğim, son nefesime kadar onurumla direneceğim. Bütün halkımız bunu böyle bilsin.
Gördüğüm kadarıyla devlet barış yapmaktan, PKK de devrim yapmaktan korkuyor” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre AKP hükümetinin Kürt sorunu
karşısındaki tutumuna değinen Öcalan, “Buradaki pozisyonumun barış ve demokratik çözüm olduğunu, bu konuda ciddi
adımlar atılması halinde bu rolümü oynayacağımı ama Hükümetin böyle bir yaklaşımı olmadığını söyleyebilirim” dedi.
Öcalan, “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı kuruldu. Muammer Güler bu hafta bu konuyla ilgili olarak İçişleri Bakanıyla birlikte
İngiltere’ye gitmiş. Bunlar yine icazet almaya gitmişler. Yeni konsept uygulamaya konacak. Aynen ‘90’lı yıllarda Doğan
Güreş’in İngiltere’ye gidip “yeşil ışık” alması gibi. Ne yazık ki yüz yıldır Kürdistan’ın kaderini İngilizler belirliyor. Sadece
İngiltere demek de doğru değil, Anglo-Sakson siyasetidir bu. Buradan Müsteşara bir uyarım olacak. Eski politikalarında,
imha temelindeki politikalarda ısrar ederlerse, geçmişte yaşandı, görüldü, bu çok kötü sonuçlara yol açacaktır.” diye
konuştu. Öcalan, şöyle devam etti:
İRAN’LA DİYALOG GELİŞEBİLİR
“İran’ın kabul etmesi halinde bir diyalog süreci başlayabilir. İran diyaloga gelmezse çok zorlanır, üzerinde büyük
bir uluslararası baskı ve kuşatma var, bunun altından kalkamaz. Bu kuşatmayı Kürtlerle diyalog ve içeride
demokratikleşme adımlarıyla, demokratik birliği sağlayarak ancak aşabilir. Bu arada Suriye’de bazı gelişmeler olmuş, işte
11 PKK’li öldürdükleri yönünde haberler basına yansımış. Sanmıyorum, Suriye böyle bir şey yapmaz. Suriye devleti,
Kürtleri imha konseptinde tam olarak yer almaz, öyle düşünüyorum. Oradaki Kürtler de demokratik mücadelelerini,
demokratik örgütlenmelerini geliştirmeliler. Mesut Barzani Türkiye’den sonra Almanya ve Fransa’yı ziyaret etmiş. Gidip
herhalde Almanya İngiltere ile yeni konsept üzerine konuşacak. Bu konuda onları daha önce uyarmıştım. Tüm Kürtlere
yönelik katliam tehlikesi var, tehlikenin farkında olmalıdırlar. Öyle dış güçlere fazla güvenmesinler. Dış güçler menfaatleri
gerektirdiğinde Kürtleri gözünü kırpmadan satarlar, Güney’deki devleti de çok kolay bir şekilde satarlar. ”
TECAVÜZ OLGUSUNA DAR YAKLAŞILIYOR
“Kadınların düzeyi iyi görünüyor ama daha çok yol almaları gerekiyor ancak çok değerli kadınlarımız var. Bu
tecavüz kültürünü aşalım meselesini iyi yakalamışlar ama galiba biraz somut ve dar yaklaşılıyor. Bu basına yansıyan
Siirtteki gibi somut tecavüz olaylarını protesto ediyorlar gibi bir hava oluşuyor. Halbuki bu tecavüz kültürü binlerce yıldan
beri ataerkilliğin kadını esir almasından itibaren başlamış ve günümüze kadar gelmiştir. Kadınlarımızın bu zihniyetle
mücadele etmesi gerekir. Feministlerin de böyle dar ve yüzeysel yaklaşım sorunu var. Sıradan evlerde meydana gelen
tecavüzlerden söz ediyorum. Sanılmasın ki bu evlerde her şey kadının özgür iradesiyle, seçimiyle oluyor. Kadının hiç bir
konuda karar verme hakkı yok. Her şeyi erkek belirliyor, her şey onun canının istediği şekilde oluyor. Yanlış anlaşılmasın,
ben aile kurumuna karşı değilim. Çok ilkeli bir şekilde olursa ve taraflar kendilerine gerçekten güvenirlerse belki olabilir.
Bazen burada düşünüyorum, dışarıda olsam ben böyle bir ilişkiyi yürütebilir miyim diye. Bana göre kadın-erkek ilişkisi,
birlikteliği, adeta bir sanat gibi olmalıdır. Böyle olursa anlamlı olabilir. Ama bugünkü koşullarda en kendine güvenen
DERLEYEN : AZAD BADIKI
kadın, hangi erkekle olursa olsun, isterseniz en ideal erkek olsun, birlikte olmaya başladıktan sonra 24 saat içinde
erkeğin boyunduruğu altına girmeye başlar. Çünkü sistem böyle kurulmuş. Bu sözü daha önceleri de söylemiştim. Ben
bu yaşıma kadar bu tür ilişkilerden hep kaçtım, halen de kaçıyorum. Bu konuyla ilgili yazılan başka kitaplar, düşünceler
de var, okudum. Fatmagül Berktay’ın bu konuyla ilgili bazı kitapları var, onlardan da yararlanılabilir.”
HAYATI KADIN VAR EDİYOR
“Sistem kadını tamamen esir haline getirmiştir. Kadın hiç bir yerde gerçek anlamda yoktur. İş hayatında yoktur,
yönetimde yoktur vesaire. Ama aslında kadın doğal olarak bu yeteneklere sahiptir. Neolitik dönemde doğuran, besleyen
kadındı, yemek kültürü onların eseridir. Hayatı onlar var ediyorlardı bugün de bu yeteneklere doğal olarak sahiptirler.
Savunmalarımda hep neolitik dönemin tanrıça kültüründen bahsediyorum ama bunun da yanlış anlaşılmaması gerekiyor.
Tanrıça derken dini anlamda bir kutsallıktan bahsetmiyorum. Kadın tabi ki kutsaldır ama ben bu tanrıça kültüründen
bahsederken kadının o çağlardaki sosyal konumundan bahsediyorum, kendini nasıl koruduğundan bahsediyor, onu
kastediyorum. Tanrıçalıktan, bugünkü duruma nasıl düşürüldüğünün anlaşılması açısından tarihe gidip tanrıça
kültüründen bahsediyorum.”
NAZIM KADINA DUYGUSAL YAKLAŞTI
“Kadın meselesine üç farklı bakış var; 1-Duygusal yaklaşım, 2-İmgesel yaklaşım, 3-Düşünsel ve Felsefik
yaklaşım. İşte Nazım Hikmet onlar ve başka bazı yazarlar, şairler, edebiyatçılar kadın meselesine duygusal ve imgesel
yaklaşıyorlar. Hatta bizden de özellikle cezaevindeki bazı arkadaşlar imgesel, hayali yaklaşıyorlar. Ama bizim
yaklaşımımız imgesel-hayali değil, gerçekçi, düşünsel ve felsefik yaklaşımdır. Bu beşbin yıllık erkek egemen tecavüz
kültürü ancak böyle düşünsel ve felsefik yaklaşımla aşılabilir. Duygusal ve imgesel yaklaşımlar kurtarmaz. Kapitalist
modernite kadını bir seks objesi haline getirmiştir, işte moda adı altında bu süslemeler, püslemeler, “yakışıyor” adı
altında aslında kadını pazarlıyorlar. Kadına adeta bir seks makinesi olarak bakılıyor. Erkekler kadına sadece seks
gözüyle bakar hale getirilmiştir. Yirmidört saat bunu düşünüyorlar ve kadına da bu gözle bakıyorlar. Kadına verilmiş en
önemli bir görev bu, erkeğin sınırsız seks güdüsünü karşılamak. Halbuki hayvanlarda bile böyle değil, hayvanlarda bunun
bir düzeyi, düzeni var. Erkek ve dişi sadece belli dönemlerde karşılıklı ihtiyaç temelinde çiftleşir.”
ÇOK ÇOCUK KADINI YIPRATIR
“Kapitalist modernite kadının gerçeğini örtbas etmek için onun sürekli fiziksel yonünü, cinsellik yönünü ön plana
çıkararak, moda adı altında pazarlayarak kadının gözünü boyuyor ama özünde aslında kadını köleleştiriyor. Ne
giyeceğine, saçını nasıl keseceğine, nasıl kokacağına, kilosuna, her şeyine sistem ve erkekler karar veriyor. Aşk ve sevgi
kavramlarını da çarpıtıyor. Oysa aşk ve sevgi veya birliktelik karşılıklı bir irade kabulüne, kadının iradesine saygıya ve
kadının doğasına, özüne uygun temelde olursa anlamlı olur, aksi takdirde egemen tecavüz kültürü anlayışıyla yaşanan
“aşk-sevgi” kadını bitiriyor. İşte Erdoğan’ın kadına bakışı ortadadır, fazişan, ırkçı-ulusalcı bir yaklaşımdır. Bunların
İslamiyet anlayışı da kadını tepeden tırnağa tamamen kendisi dizayn etmek istiyor. Ne giyeceğine, kılık kıyafetine kadar
her şeyini onlar belirliyor. Çok sınırlı bir rol veriyor. Kadını erkeğe göre şekillendiriyor. Erdoğan, kadının iradesini hiçe
sayarak, “en az üç çocuk” diyor. Buna sen karar veremezsin, bu ancak kadının kendisinin karar vereceği bir meseledir,
çünkü bundan en çok etkilenecek olan kadının kendisidir, kadının doğasına saygı, bu konudaki kararı kadına bırakmayı
gerektirir. Hele bir de çok çocuk yaparsa kadın, tamamen sosyal, ekonomik, siyasal her alanda yaşamdan kopuyor,
hiçleşmiş oluyor. Ben aileye ve çocuğa karşı değilim. Ama bir çocuk doğurmak, kadını hem fiziksel hem psikolojik olarak
çok yıpratır. Bir çocuğun bakımı bile kadını yıpratıyor, eve kapatıyor, bitiriyor. Kadının bunun bilinciyle kendini bu duruma
düşürmemesi, kendini koruması ve özgürlüğü için örgütlenmesi, mücadele yürütmesi gerekiyor.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
KILIÇDAROĞLU ÇÖZÜM İÇİN GETİRİLMEDİ
“Alevilik ve Kılıçdaroğlu meselesiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Kılıçdaroğlu meselesini anlamak için
özel savaş kesimlerinin Baykal’ı neden düşürdüğünü anlamak lazım. Şimdi Baykal çözümün önünde engel olarak
görüldüğü için mi tasfiye edildi yoksa özel savaş lobisi tarafından onların istediği pozisyona yeterince gelmediği için,
yetersiz görüldüğü için mi tasfiye edildi? Bu soruyu tersten de sorabiliriz; Kılıçdaroğlu bir çözümün önünü açmak için mi
getirildi yoksa Deniz Baykal’ın ulusalcı politikaları yetersiz görüldüğü için mi onun yerine getirildi? Bu soruların cevabını
zaman gösterecek. Bu nedenle Kılıçdaroğlu hakkında net bir düşünce ifade etmek istemiyorum. Bunu BDP’nin tavrı ve
politikaları deşifre edebilir, netleştirebilir. Birinci olasılık yani Kılıçdaroğlu çözüm için getirilmiş ise, daha önce ifade ettiğim
gibi demokratik kemalizm çözümü olarak getirilmiş olabilir. Böyle olursa çözüm için olumlu olacaktır ama galiba çözüm
için getirilmemiş gibi görünüyor.”
ABD, İNGİLTERE ÇÖZÜMÜ ENGELLEDİ
“Başbakan da benimle ilgili açıklamalar yapmış, beni suçlamış, bu yüzden cevap hakkım doğuyor, ona cevap
vereceğim. Benim geçen haftalarda söylediklerim basında işleniyor, Ecevit, Erbakan, Özal meseleleri tartışılmış. Ben
tekrar uzun uzun o süreçleri anlatmayacağım. Ama 2002’de ne olduğunu anlatayım. Buraya ilk getirildiğimde hem Ecevit
adına gelip görüşenler hem Kıvrıkoğlu adına gelip görüşenler bana şunu söylediler. “Bu Kürt meselesinde bölücülükten
ve şiddetten vazgeçilirse siyasal yöntemlerle her türlü çözümün gündeme gelebileceğini, tartışılabileceğini” söylediler. Bu
benim de anlayışıma zaten uygundu, ‘90’lı yıllardan beri bu konudaki görüşlerimi defalarca ifade etmiştim zaten. Ben de
onlara “olur” dedim, hatta bunun için silahlı güçlerin tamamını sınır dışına çektik. Bu süreç yıllarca devam etti. Ama bu
süreç değerlendirilmedi ve hiç bir adım atılmadı. Ecevit bir şeyler yapmak istedi, işte bu Rahşan Affı falan tartışıldı.
Aslında o daha geniş bir af olarak düşünülüyordu, ama olmadı. Buna içeriden siyaseten Bahçeli engel oldu, Bahçeli net
bir şekilde demokratik çözümün önünü tıkadı. Dışarıdan da Anglo-Sakson politikalar bu çözüme engel oldu. İngiltere ve
Amerika, Anglo-Sakson siyaseti Irak’a müdahaleyi önlerine koymuşlardı, Ecevit buna karşı çıkıyordu, Kürt meselesinin
çözümünde de atmak istediği adımlar vardı, bu nedenlerle Ecevit’i tasfiye ettiler. Bu güçler Güney’de kendilerine bağlı bir
Kürt federe devleti karşılığında Kuzey Kürtlerinin ve PKK’nin ezilmesine, tasfiyesine onay verdiler. Kuzey’deki Kürtler bu
şekilde Anglo-Sakson’a bağlı Güney oluşumuna feda edilmiştir.”
AKP’NİN ÇÖZÜM PROJESİ YOKTUR
“AKP’nin de onlarla kurduğu ilişkiler bu çerçevededir. AKP, Güney oluşumunu da gerçekte kendi kimlikleriyle
kabul etmiş değildir, sadece Kuzey Kürtlerinin ve PKK’nin tasfiyesi için onları kullanma temelinde yaklaşmaktadır, bunun
için onlara bazı ekonomik imkanlar tanıyarak sahte, ikiyüzlü bir ilişki içindedir. Barzani ve Talabani’nin bunu anlaması
gerekiyor, bu konuda uyanık olmalılar. AKP bu Anglo-Sakson politikalar için iktidara getirilmiştir, AKP’nin çözüm için hiç
bir projesi yoktur. Başbakan Erdoğan’ın dünkü konuşmalarını da dinledikten sonra kesin olarak bu sonuca vardım. AKP
tamamen Anglo-Sakson politikaları uyguluyor, bu açılım projesi de aslında Anglo-Sakson politikasıdır, onlara aittir. İşte
Türkiye’de sözde bireysel haklarla bu işi halledecekler! Bu da İngiltere’nin emekçilerine verdiği bireysel haklara benziyor,
bu şekilde sol, sosyalist hareketleri ve sendikaları etkisiz hale getirmişlerdi. Bireysel haklarla işçi partisini sisteme entegre
ederek, devrimci niteliğini ortadan kaldırdılar.Kürtlere de bireysel haklar deyip PKK’yi tasfiye etme konseptidir bu. Yaşar
Kaya gibi milliyetçi isimler, Okçuoğlu, Kemal Burkay gibileri işte bu bireysel haklar politikasıyla aldatıyorlar, onlar da bu
oyuna geliyorlar. İşte Ecevit’i gördünüz, Haberal’in hastahanesinde sözde tedavi oluyordu ama aslında ne olduğunun
farkında değildi, Haberal’in hastahanesinde bilinçli şekilde felç edilerek, çökertildi. Öte yandan orduda da bu Kıvrıkoğlu
ekibini tasfiye ettiler. Ecevit ve Kıvrıkoğlu’na yapılan aslında bir darbedir. Hatta o dönem Kıvrıkoğlu adına benimle
DERLEYEN : AZAD BADIKI
görüşenler şimdi Ergenekon’dan yargılanıyorlar! Siyaset arenasında AKP ön plana çıkarıldı, aynı politikaları uygulamak
için orduda Özkök ve ekibi ön plana çıkarıldı, Büyükanıt ve Başbuğ’da bu çizgiyi sürdürdüler.”
MUSTAFA KEMAL KÜRTLERE OTONOMİ SÖZÜ VERDİ
“Ortadoğu’nun ve Kürdistan’ın kaderini yüz yıldır İngiltere belirliyor. Az önce anlattığım Anglo Sakson politikaları
İngilizler 1920’lerde de uygulamışlardır. Mustafa Kemal 1916-1924 arasında sekiz yıl boyunca politikalarını belirlerken
hep Kürtlerle yaptığı ittifakla birlikte hareket etmiştir. İngilizler için Musul-Kerkük’teki petroller çok önemliydi. Ne olursa
olsun kendi denetimlerine almak istiyorlardı fakat Musul-Kerkük çok açık bir şekilde Misak-ı Milli sınırları içinde kalıyordu
o dönem. Musul Kerkük Kuzeydeki bölgeler gibi Kürtlerin çok yoğun yaşadığı yerlerdi, yani Misak-ı Milli Kürtlerin yaşadığı
bu yerleri de içine alıyordu. Mustafa Kemal’in politikası Kürtlerle birlikte hareket etmeydi. İşte İzmit konuşmasında
Kürtlere muhtariyet verileceğinden bahsediyor, 1921 anayasasına işaret ediyor, bu anayasada bu yönlü düzenlemeler
var. Yine başka bir tarihteki konuşmasında Kürtlere otonomi verileceğinden sözediyor. İngilizler ise Musul-Kerkük’ü kendi
denetimlerine almak için harekete geçtiler.”
YAHUDİLER BEYAZ TÜRKÇÜLÜĞÜ GELİŞTİRDİ
“Aynen bugün nasıl kendi kontrollerinde federe oluşuma gittiylerse o dönemde kendi kontrollerinde ve MusulKerkük’ü de içine alan bir Irak devleti peşindeydiler. İngilizlerin öte yandan İngiliz yanlısı İsmet İnönü, Fevzi Çakmak
üzerinden ittihatçı kadroları da örgütleyerek Mustafa Kemal’i kuşatarak, etkisizleştirdiler, yalnızlaştırdılar. İnönü, Çakmak,
Mustafa Kemal arasında en zayıf durumda olan Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal bunların gücünü anlayınca bunlarla
uzlaşmak zorunda kalmıştır ve bunun sonucunda bilinen inkar-imha süreci geliştirilmiştir. Bu süreçte Yahudiler de bu
Anglo-Sakson politikaları içinde yer almıştır, Ortadoğu’da kendilerine ait bir devlet istiyorlardı, bunun altyapısını
hazırlamak peşindeydiler. İşte Türkiye’deki Yahudiler, örneğin Sami Kohen’in babası, “biz Yahudiliğimizden vazgeçtik
artık bundan sonra Türküz” demişlerdir. Aslında böyle de değildir, Yahudiliklerinden vazgeçmemişlerdir. Daha sonra
Cumhuriyet’in resmi ideolojisi olan beyaz Türkçülük anlayışının öncülüğünü de bunlar yapmıştır.”
AKP’YE TASFİYE ROLÜ VERİLDİ
“Mustafa Kemal bu noktaya çok da isteyerek gelmemiştir, zorunlu olarak gelmiştir. İngilizler Lozan’da MusulKerkük gizli görüşmelerinde, Musul-Kerkük’ü alma ve cumhuriyetin sınırları dışında tutma karşılığında İnönü’ye “Kuzey
Kürtlerine istediğinizi yapabilirsiniz” deniliyor ve Cumhuriyet bu temelde tanınıyor. Buna karşı Kürtler kıyameti koparıyor,
Şeyh Sait isyan ediyor. İngilizler bu isyanı da kullanarak Mustafa Kemal’i buradan da sıkıştırmışlardır. Şeyh Sait idam
ediliyor, daha sonra Ağrı, Dersim isyanlarıyla devam ediyor. İmha ve asimilasyon politikaları, çözümsüzlük süreci bugüne
kadar geliyor. Bu politikalar 2002’den beridir AKP eliyle uygulanıyor. Bugün yaşanan da aslında 1925’lerin aynısıdır. O
dönem Musul-Kerkük karşılığında bugün de Güney’deki federe devlet karşılığında AKP’ye sözde açılım adı altında
Kuzey Kürtlerini tasfiye etme rolü verilmiştir. Yahudiler-İsrail bugün de geçmişte olduğu gibi bu Anglo-Sakson politikalara
destek vermektedirler.”
ANLAŞMA OLMAZSA TOPLUMLAR AYRILABİLİR
“Şimdi Erdoğan’a cevap vermek istiyorum. Erdoğan son grup toplantısında yaptığı konuşmalarında çok sert
BDP’yi, bizi suçluyor. İşte burada tecavüz, zor kültürü var. BDP de Erdoğan’ın neden böyle bir şey yaptığını tam olarak
anlayamadı. BDP’nin Erdoğan’a vermesi gereken cevabı şöyle olmalıydı; “Evet ben küçük bir parti-grup olabilirim, senin
içinde de Kürtler var, sana destek olan Kürtler de var ama bana destek veren, kendi iradesiyle özgür bir şekilde varolmak
isteyen beş milyona yakın Kürt de var” demeliydi. Erdoğan burada belki ifade edilmesi hoş değil ama Kürtleri “karı” olarak
görüyor. Bu benzetmeyi kullanmak çok uygun olur mu, ama durum budur. Erdoğan Kürtlere bu gözle bakıyor. Binlerce
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yıllık ataerkil tecavüz kültürünün şekillendirdiği bir zihniyetle Kürtlerle zorla ilişkiye girmek istiyor. Bir evlilik ilişkisinde bile
zorla ilişki olmaz. Bir evlilik ilişkisinde erkek eşiyle zorla ilişkiye girebilir mi? Bunun için eşlerin karşılıklı rızası olmalı, bu iş
özgür iradeyle olur. BDP şunu demeliydi. Senin yanında yeralan, seni kendi özgür iradesiyle destekleyen Kürtler de var.
Onlarla istediğin şekilde ilişki kurabilirsin, istediğini yapabilirsin, çünkü kendileri kendi iradeleriyle seninle birlikte oluyorlar.
Ama bizimle birlikte olmak istiyorsan, bizim rızamızı alman lazım. Aksi taktirde zorla ilişkiyi dayatırsan boşanma
gündeme gelir. Toplumlarda da bu böyledir, bu iş gönüllü birliktelikle olur, zorla olmaz. Gönüllü birliktelik ya da gönüllü
ayrılma. İşte Çekoslovakya örneği ortadadır. Bugün de işte Belçika tartışıyor bunu. Eğer anlaşma olmazsa toplumlar
birbirlerinden ayrılabiliyor. Ama bizim istediğimiz ayrılma değildir, bunu da defalarca söyledik, biz özgür, eşit, gönüllü
birlikten yanayız. Söylediğim gibi durum budur. AKP Anglo-Sakson politikaları uygulamakta ve açılım adı altında Kürtleri
oyalamaktadır.”
DİRENECEĞİM TAVİZ VERMEYECEĞİM
“Bu arada KCK açıklama yapmış, Özerk Kürdistan’dan, Kürdistan’ı yönetmekten bahsediyor. Bu çok ciddi bir
iştir, Kürdistan’ı yönetmekten bahsediyorsunuz. Yapmayın demiyorum, kararı siz vereceksiniz, daha önce zaten söyledim
bunu. Ben savaşın ya da savaşmayın demiyorum. Benim koşullarım ortada, kimse bana güvenerek, bana dayanarak iş
yapmasın, kendi kararlarını kendileri versinler. Ayrıca burada ne olacağım da belli değil, beni burada yarın bile
öldürebilirler. Erdoğan dünkü (Salı günü) konuşmasında beni tehdit etti. Ama ben direneceğim, kimliğimden, onurumdan
taviz vermeyeceğim, son nefesime kadar onurumla direneceğim bütün halkımız bunu böyle bilsin. Devlet barış istiyorsa
ben buradayım. Ben burada açıkça şunu söylüyorum. Benim gördüğüm kadarıyla devlet barış yapmaktan korkuyor, PKK
de devrim yapmaktan korkuyor. Ben yirmi yıl Ortadoğu’da çalıştım, 12 yıldır da burada bu zor koşullarda barış için
elimden geleni yaptım. 12 yıldır ben burada barış için çabalarken arkadaşlar gerekli tüm desteği verdiler ve çağrılarıma
disiplin içinde uydular, hepsine teşekkür ediyorum. Aslında buraya ilk getirildiğimde beni karşılayan albaylardan biri,
bana; “Öcalan sen yanlış yaptın, Mustafa Kemal gibi ordularının başına geçmen, bizzat savaşın içinde olman gerekirdi”
demişti. Yani neden Kandil’e gidip askeri güçlerin başına geçmedin demek istiyordu. Tabi ben bu ihtimali de o zamanlar
çok yoğun bir şekilde düşünmüştüm ama kararımı Avrupa’ya gitme yönünde kullanmıştım. Bu kararı almamda siyasi
çözüme olan inancım rol oynadı. Hala da verdiğim bu kararın arkasındayım, işte buradayım ve bu kararımdan pişman da
değilim.”
POZİSYONUM BARIŞ POZİSYONUDUR
“Söylediğim gibi benim buradaki pozisyonum barış pozisyonudur. Ama daha önce de defalarca söylediğim gibi
artık muhatap bulamıyorum. Eğer Hükümet bir temsilcisini gönderirse, bu konuda parlamentodan bir karar çıkartıp
önümü açarlarsa ben iki günde tüm silahlı güçleri bir alanda toplayabilirim. Buna gücüm de var iddiam da var, kendime
güveniyorum. Silahlı güçleri BM’nin ya da NATO’nun denetimi altında bir bölgeye de çekebiliriz. Hatta Türk ordusunun
görebileceği bir alan da olabilir. Bunları Türkiye kamuoyu da bilmelidir. Cezaevlerinden gelen birkaç mektup vardı.
Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara, tüm kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Kars, Hınıs ve Çınar halkına selamlarımı
iletiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Öcalan çözümün
koşullarını açıkladı
“Çözüm gelişmezse özel savaş lobisi ülkeyi iç savaşa götürür” diyen Öcalan, çözümün koşullarını açıkladı.
Öcalan, önce seçim barajının düşürülmesini, TMK’nın kaldırılmasını, çocukların salıverilmesini, KCK tutuklarının serbest
bırakılmasını, sonra da demokratik anayasa hazırlanmasını istedi.
Kürt Halk Önderi Abdllah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere gore sağlık sorunlarına değinen
Öcalan, “Sağlık durumumda çok fazla değişen bir şey yok. Gözlerimin yaşarması devam ediyor. Muhtemelen buranın
ortamıyla alakalıdır. Yaz, havalar sıcak bunun da etkisi olabilir, sıcaklardan kaynaklı olabilir” dedi. Son günlerde
kendisinin tehdit edilmesi değerlendirmelerine de değinen Öcalan, şöyle devam etti: “Benim tehdit edilmemi,
sınırlandırmamı savunanlar var. Klasik yöntemlerle Kürt sorunun çözülemeyeceği ortadadır. Basından öğrendiğime göre
Nuray Mert de belirtmiş, artık Kürtler de eski Kürtler değildir, öyle klasik imhacı yöntemlerle de bitirilemezler. Habertürk’te
bir yazı yayınlanmış. Bu yazıda avukatlarımla görüşmelerde suç unsuruna rastlandığında direkt fiili müdahalenin olacağı
belirtiliyor. Talimat verdiğim söyleniyor, ben şimdiye kadar burada kimseye talimat vermedim, vermeyeceğim de, öyle bir
hataya da düşmem. Ben burada savaş talimatı da vermedim. Zaten burada bu konulara müdahele etmem doğru da
olmaz.”
HALKTA ÇATIŞMASIZLIK BEKLENTİSİ VAR
“Çözüm süreci gelişmezse özel savaş lobileri devreye girer ve denetimi imkansız bir süreç başlar. Süreç
tarafların denetiminden çıkar. Bu son çatışmalar da saldırılar da ortaya çıkardı ki Kürt sorunu en temel sorun olarak
ortada duruyor. Diğer sorunları gölgeliyor, kendini dayatıyor. Halkta da büyük beklentiler her yerde bir heyecan ve
hareketlilik var. Bu konuda benden de beklentiler var. Bir açıklama bir çözüm önerisi bekleniyor herhalde. Çatışmasızlık
konusunda, çatışmaların durdurulması konusundaki beklentilerdir bunlar. Bu beklentiler Kürtlerde, halkımızda var.”
PSİKOLOJİK ATMOSFER OLUŞTURULMALI
“Benim Kürt sorununun çözümündeki tercihim bilinmelidir. Ben Kürdistan Devrimi’nin derinleştirilmesi yoluna da
gidebilirdim. Kürdistan Devrimi’nin derinleştirilmesi demek Vietnam devriminde olduğu gibi milyonlarca insanın ölümü
demektir. Ben bu yolu tercih etmedim, demokratik yoldan çözümü tercih ettim. Kürt sorunun demokratik çözüm yöntemini
tercih ettim. Tabi Kürt sorunun demokratik barışçıl çözümü için benim daha önce de belirtiğim görüşlerim vardı, bunlar
biliniyor. Sorunun çözümü demokratik anayasa ekseninde yapılacak düzenlemelerle mümkün kılınabilir. Demokratik
anayasa talebi temel beklentimizdir. Sorun bu eksende yapılacak düzenlemelerle çözülebilir. Bu demokratik anayasa
inşasından önce pratik olarak bazı adımların atılmasıyla başlanabilir, bu bir nevi çözüm konusundaki iyiniyetin ifadesidir
ayrıca psikolojik atmosferin oluşturulması için gerekli kanuni düzenlemeler de yapılmalıdır. Seçim barajının düşürülmesi,
TMK’nın kaldırılması, çocukların meselesinin halledilmesi, KCK operasyonlarında tutuklananların serbest bırakılması,
parti içi demokrasinin geliştirilmesine ilişkin hususlarda yasal düzenlemeler, iyileştirmeler yapılabilir. Bu konularda
yapılacak iyileştirmelerle birlikte son olarak demokratik anayasa hazırlanabilir. Benim sorunun çözümünde öngördüğüm
yöntem budur.”
AKP KARARLI TAVIR SERGİLEMELİDİR
“AKP, Erdoğan Hükümettedir. Bunları yapabilir. Bu konuda muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin de desteğini
alabilir. Ben buradan tekrar Başbakan’a bu konuda çağrı yapıyorum. Kürt sorunu demokratik barışçıl yollarla çözülebilir.
Meclis bu sorunun çözüm yeridir. Meclis’te bu sorunun çözümü konusunda karar alabilirler. Tabi ben daha once Erdoğan
için, “Erdoğan’ı tam çözemedim” demiştim. Bu sorunu çözmeye Erdoğan’ın gücü yeter mi bilmiyorum. Yetmeyebilir,
güçleri sınırlı olabilir. AKP demokratik anayasa temelinde bu sorunu çözmezse daha önce belirttiğim üçlü komplo
dönemlerindeki gibi kendileri de bir komployla götürülebilirler, bu da dördüncü komplo dönemi olur. AKP bu sorunu
çözmezse bir komployla düşürülebilir. Böyle bir sonucun sorumluluğunu da bize yükleyemezler. Bizi bu konuda sorumlu
tutamazlar. Ne BDP ne de PKK bu konuda sorumlu tutulabilir. İktidarda olan AKP’dir, sorumluluk da ona aittir. AKP bu
sorunu çözmezse belirttiğim gibi özel savaş lobileri devreye girer, AKP’nin bunlara gücü yetmez. Bu özel savaş lobileri
içeride de dışarıda da bürokraside, yargıda, ordu içinde her yerde vardır ve desteğini bulur. Özel savaş lobileri gelişirse
AKP bunların karşısında duramaz. Ben bu tehlikeye şimdiden işaret ediyorum. AKP daha önce belirttiğim üçlü komplo
dönemlerindeki Hükümet komplolarıyla karşılaşmak istemiyorsa cesur olmak zorundadır. AKP tutarlı, uygulanabilir,
kararlı bir tavır sergilemelidir. Yoksa gelişecek olan özel savaş lobileri tehlikeli olur, sonlarını getirir. ”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
KILIÇDAROĞLU MASKELİ İSE TEŞHİR EDİLSİN
“Bu sorunun çözümünde CHP’ye de görev düşüyor. Demokratik anayasa konusunda Kılıçdaroğlu da destek
vermelidir. AKP ve CHP’ye bu görev düşüyor. Kılıçdaroğlu’nun gelişi Baykal’ın tasfiyesi de iyi çözümlenmelidir. Bu
konuda ben de tam net değilim. Baykal’ın tasfiyesinin çeşitli nedenleri olabilir. Baykal statükocu, çözümsüzlüğü
derinleştirdiği için tasfiye edilmiş olabilir, ya da tam tersi tehlikeyi gördüğü, çözümsüzlük politikalarını farkettiği ve buna
ikna olmadığı için tasfiye edilmiş veya kendisi bu işi bırakmış olabilir ya da özel savaş lobisi Baykal’la bu işi, çözümsüzlük
siyasetini götüremeyeceklerini anladıkları için de Baykal’ı tasfiye etmiş olabilirler. Kılıçdaroğlu da bu olasılıklar üzerinden
getirilmiş olabilir. Kılıçdaroğlu çözümsüzlüğü derinleştirmek için de getirilmiş olabilir. Bu amaçla getirilmişse CHP, Baykal
döneminin de gerisine düşebilir. Kılıçdaroğlu özel savaş lobisi maskesini taşımıyorsa bu sorunun çözümüne katkı
sunmalıdır. Yok eğer çözümsüzlüğü derinleştiriyorsa, statükoda ısrar ediyorsa özel savaş lobisi maskesi var demektir. O
zaman da bu maskesini düşürmek gerekir. Kılıçdaroğlunu bu yönüyle teşhir etmek ve çözmek gerekiyor. Ayrıca AleviKürt kimliğinden dolayı Kılıçdaroğlu ile alevi-Kürt kesimi tutulmak istenmiş olabilir. Kaybedilen Alevi-kürt tabanını
kazanmak için Kılıçdaroğlu’na oynanmış olunabilir. Kaybedilen alevi-kürt tabanını kazanmaya yönelik ucuz bir siyaset
sözkonusuysa bu siyaset teşhir edilmelidir.”
ÇÖZÜM GELİŞMEZSE ÖZEL SAVAŞ LOBİSİ DEVREYE GİRER
“Tekrar söylüyorum, Kürt sorunun demokratik yollarla çözümü gelişmezse özel savaş lobileri devreye girer,
dışarıdakilerle bağlantı kurar, komplolar dönemi başlar, Kürdistan Devrimi derinleşir ve iç savaş çıkar, bundan da herkes
kaybeder. Bu benim tercih ettiğim bir yol değildir. Benim tercihim Kürdistan Devriminin derinleştirilmesi yani çatışma, iç
savaş tercihi değildir. Ben demokratik barışçıl yollarla demokratik zeminde sorunun çözümünü esas aldım. Tercihim bu
yoldadır. Bizim Türkiye’yi bölme, sınırları değiştirme gibi bir niyetimiz yoktur. Ben daha önce de belirtmiştim “devlet
barıştan PKK devrimden korkuyor” diye, devletin barışa niyeti yok PKK’nin de devrime niyeti yok. Bugüne kadar
hükümetler Kürt sorununu çözmeye yanaşmadıkları gibi PKK de Kürdistan Devrimini gerçekleştirmeye niyet etmedi.
Bugüne kadar gelen ve otuz yıldır süren bu iki yaklaşım karşılıklı olarak birbirini bu şekilde bugüne kadar getirdi. Bunun
sonucunda da yozlaşan bir savaş ortaya çıktı ve günümüze kadar bu yozlaşma devam etti. Bundan sonra da iki tarafta
aynı yaklaşım devam ederse yozlaşma derinleşerek sürer. Ben bu konuda bir anti parantez açmak istedim. Yine
söylüyorum benim tercihim Kürdistan Devrimi’nin derinleşmesi, çatışmaların yükselmesi, iç savaş durumu değildir.
Demokratik zeminde demokratik anayasa başta olmak üzere belirttiğim çeşitli yasal düzenlemelerle çözüm yoluna
girilebilir.”
FRANSIZ DEVRİMİ DEMOKRASİ TARİHİDİR
“Tarihte biliniyor Fransız Devrimi ve Ekim Devrimi döneminde yaşananlar var. Fransız Devrimi demokrasinin
Ekim Devrimi ise demokratik sosyalizmin tarihidir. Tarih bunu böyle yazar. Tarih böyle der. Bunu ben söylemiyorum, tarih
kitapları söylüyor. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra yaşananlar biliniyor. Devrimden sonra meşruti bir anayasa tartışması
yapılıyor. Meşruti bir anayasaya ihtiyaç duyuluyor. Bu meşruti anayasa gerçekleştirilemediği, yapılamadığı için iç
çatışmalarla devrim derinleşti. Bir terör ortamı ortaya çıktı, 1792-1794 terör dönemi var. Bu yıllar arasında terör olayları
tırmandı. Fransız devrimiyle ortaya çıkan demokrasi anlayışı bu nedenle tam layıkıyla yayılamadı, etkisini gösteremedi.
Meşruti anayasa kabul edilmiş olsaydı, terör olayları yaşanmasaydı Fransız devriminin sonraki yüzyıllara etkisi daha
anlamlı olurdu. Yine 1917 Ekim Devrimi’nde ise devrimden sonra Çarlık yanlılarının Çarlık Rusyası etkisiyle de olsa
talepleri vardı. Lenin ise bu taleplere karşı demokraside fazla ısrarcı olmadı. Ben burada bunları Lenin’i eleştirmek
amacıyla söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın ancak Lenin demokraside biraz daha ısrar etseydi yüzyıla damgasını vuran
demokratik sosyalizm daha iyi ve daha doğru kendini tamamlayabilirdi. Ancak bu olmadığı için 1918-1922 yılları arasında
Rusya’da iç savaş çıktı. Lenin bu savaştan zaferle de çıksa, demokratik sosyalizm zayıflayarak çıktı. Bu iç savaş
demokratik sosyalizmin sonraki yıllara olan etkisini zayıflattı. Bu iç savaş olmasaydı, o dönem demokraside ısrar edilmiş
olsaydı 20. Yüzyıla damgasını vuran Ekim Devrimi demokratik sosyalizm geleneğini daha uzun yaşatabilir ve bugüne
kadar ayakta kalabilirdi. Ancak bu olmadığı için yozlaşma oldu. Lenin’den sonra bilinen Stalin diktatörlüğü yaşandı ve
günümüze kadar yozlaşarak etkisini yitirdi. Her iki örnekte de ortaya çıktığı gibi dönemin ihtiyaçlarına, taleplerine
demokratik zeminde cevap verilmiş olsaydı Fransa’da demokrasi, Rusya’da demokratik sosyalizm geleceğe daha iyi,
derinlikli, kalıcı bir etki bırakabilirdi. Fransa’daki terör, Rusya’daki iç savaş son iki yüz yılımıza bu şekilde damgasını
vurdu.”
M. KEMAL ÖZERKLİK TARAFTARIYDI
“Bugünkü Türkiye’ye de damgasını vuran gelişmeler III. Selim’den bugüne kadar yaşananlardır. III. Selimle
başlayan komplolar tarihi günümüze kadar devam etmiştir. III. Selim’in komployla ortadan kaldırılması, sonrasında
Alemdar Mustafa’nın yine komployla tasfiye edilmesi, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, tanzimat fermanı, ıslahat fermanı,
I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet, Abdulhamit diktatörlüğü yaşandı. Cumhuriyet öncesi bu komplocu gelenekle kapitalist
komploculuğun buluşması sonucunda daha vahim bir komploculuk gelişti. İşte İttihat Terakki komploculuğu. Son olarak
da Cumhuriyetin ilanıyla günümüze kadar gelen 80 yıllık komplolar tarihi, Cumhuriyet komploculuğu ortaya çıktı. Bu
komplocu gelenek cumhuriyet doğmadan cumhuriyetin etkisini zayıflattı, cumhuriyeti boğuntuya getirdi. Bu komplolar
DERLEYEN : AZAD BADIKI
neticesinde Mustafa Kemal de yarı-tutsak hale getirildi. İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak gibi isimler bu yıllarda daha
etkindirler. Başlarda Kürtlere muhtariyet verilmesi tartışılıyor hatta 10 Şubat 1922 tarihinde Meclis’te Kürtlere özerklik
verilmesi yönünde görüşmeler oluyor. Yapılan oylama sonucunda 64 ret oyuna karşılık 373 kabul oyuyla Meclis’ten
geçiyor. Yine İzmit Basın Konferansı’nda Mustafa Kemal Ocak 1923’te Kürtlere özerklik verileceğini söylüyor. Ancak
sonrasındaki gelişmeler bunların tam tersi oluyor. Şeyh Sait, Seyit Rıza, Cibranlı Halit gibi Kürtlerin bastırılması da bu
komplocu gelenekle alakalı, bağlantılıdır. Burada Kürtler önce havaya kaldırılıyor sonra sırtları yere vuruluyor, imha
ediliyorlar. Provokasyonları hazırlayıp, yaratıp kendileri bastırdılar. Aslında bunlar komployla doğdurulup komployla
boğuntuya getirildiler. Hatta biliniyor Seyit Rıza görüşmeye çağrılıyor, seni affedeceğiz deniliyor, sonra ne olduysa
bilinmedik bir şekilde alelacele idam ediliyor. İşte komploculuk budur. Kürtler önce kaldırıldı sonra sırtları yere vuruldu ve
komplolarla tasfiye edildiler.”
KÜRT TASFİYESİNDE YAHUDİLERİN PAYI VAR
“Bütün bu gelişmelerde aslında İngiltere’nin de etkisi vardır. Hatta Yahudilerin de bu yaşananlardan payı vardır.
Yanlış anlaşılmasın ben bunu yahudi karşıtlığı temelinde anti-semitik düşüncelerle söylemiyorum, tarihsel gerçeklikleri
ifade ediyorum. Biliniyor bir grup Yahudi, İsrail devletinden önce Anadoluyu anayurt yapmaya çalıştılar. 1925’lerden
itibaren de önceki yıllardan farklı olarak milliyetçi-beyaz Türkçü anlayış geliştirilmeye başlandı. Bu anlayışın öncülüğünü
Yahudiler yaptı. Anti-semitizm yapmıyorum, tarihsel tespit yapıyorum. Beyaz Türkçülük nedir, nasıl gelişmiştir, onu biraz
açayım. O dönem Yahudiler kendilerine rakip olarak gördükleri Hıristiyanları, özellikle Ermeni ve Rumları tasfiye
ettiler. Çünkü o dönem Ermeni ve Rumlar ticareti ve sermayeyi ellerinde bulunduruyorlardı. Yine aynı şekilde orta sınıf
müslümanlar da bu gerekçelerle hedefe alındılar, tasfiye edildiler. Kendileri tek kaldıklarında ise kendilerini Yahudi Türk
olarak tanımladılar, biz hem Yahudiyiz hem Türküz dediler, Yahudi Türküyüz dediler. Beyaz Türkçülük anlayışı bu
temelde gelişti. Bu Beyaz Türkçülüğü yani Yahudi Türkçülüğünü kabul edenler bu ideolojinin hizmetçisi olacaklar, kabul
etmeyenler ise hain ilan edilip tasfiye edileceklerdi. Beyaz Türkçü anlayış böyle gelişti.”
BEYAZ TÜRKÇÜLÜĞÜ YAHUDİLER GELİŞTİRDİ
“Bu geliştirilen Beyaz Türkçülüğün Yahudilerin Anadoluyu yurt edinme düşüncesiyle de alakası vardır.
Günümüze kadar da Türkiye’de bu beyaz Türkçü anlayışın izleri görülüyor ve kendisini var etmiştir. İşte Üzeyir Garih
örneği biliniyor. Üzeyir Garih Küçük Hüseyin Efendi’nin mezarını ziyaret ediyor, bu ziyaret esnasında öldürülüyor. Bu olay
Küçük Hüseyin Efendi’nin bağlı olduğu tarikat ile Yahudiler arasındaki ilişkinin derinliğini gösteriyor. Yine Fevzi
Çakmak’ın mezarı da buradadadır, ikisi de Eyüp mezarlığındadır. Fevzi Çakmak da vasiyetinde burada gömülmek
istediğini belirtmiş. İsmet İnönü, Fevzi Çakmak gibi isimlerin bu beyaz Türkçülükle ilişkisi ve ittifakı vardır. Biliniyor
Mustafa Kemal’in arkadaşı Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası da kapatılıyor, bunda bu Beyaz Türkçü
anlayışın, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmakların etkisi ve müdahalesi var. İşte bu Beyaz Türkçü anlayışın gelişmesi 19251926’lardan itibaren başlar. Mustafa Kemal’in sınırlandırılması, yalnızlığa itilmesi de bu ittifakın sonucudur. Mustafa
Kemal adeta gölge olmuştur. Biliniyor İzmir Suikasti için yapılan mahkemede bunlar bütün kurmaylarıyla mahkemeye
gidip Mustafa Kemal’e karşı güç gösterisinde bulunuyorlar, ona mesaj veriyorlar. Mustafa Kemal bu mesajı alıyor ve bu
tarihten sonra iyice çekiliyor.”
CUMHURİYET KOMPLOLAR TARİHİDİR
“Tabi benim tarih anlayışım kendime göredir, kendime has bir tarih anlayışım vardır. Cumhuriyet bu komplolar
sonucunda ölü doğmuştur. Cumhuriyet tarihi bu nedenle komplolar tarihidir, Kürtlerin, İslamcıların, yine sosyalist ve
komünistlerin komplolarla tasfiye edilmesi tarihidir. Yine Kürdistan’da Cumhuriyet tarihi boyunca her bölgenin yapısına
göre farklı komplolar tezgahlanmıştır. İşte Batman’da Cemilê Çeto örneği buna birebir uymaktadır. Yine Van’da
Ermenilere karşı yapılanlar buna örnektir. Aynı şekilde Dersim’de Seyit Rıza’nın başına getirilenler değişik bir örnektir. Bir
bütün olarak her yörede farklı da olsa bir komploya rastlanır. Ben bunları niye belirtiyorum? Şuraya varıyorum:
Türkiye’nin yakın dönem tarihi, siyasal tarihi anlaşılmadan, öğrenilmeden Türkiye’de siyaset yapılamaz, yapılsa da
başarıya ulaşılamaz. Bunları bilmek gerekiyor. Cumhuriyet komploculuğu anlaşılmalıdır. Mustafa Kemal’in içinde
bulunduğu durum öğrenilmeden, Mustafa Kemal anlaşılmadan günümüze dair sağlıklı sonuçlar çıkarılamaz.”
AKADEMİLER YAKIN TARİHİ TARTIŞSIN
“Demokratik Siyaset Akademilerinde Türkiye’nin yakın dönem siyasal tarihi üzerinde aylarca durulmalıdır.
Sadece benim bu söylediklerimden yola çıkılarak bile altı ay boyunca bu konular siyaset akademilerinde tartışılabilir. Ben
demokratik siyaset akademilerini bu yüzden öneriyorum. Verdiğim Fransa ve Rusya deneyimleri tartışılabilir. Çözüm
konusunda kendime güveniyorum, çözme gücüne ve yeterliliğine sahibim. Benim çözüm çizgim demokratik anayasa
ekseninde gelişecek çizgidir.”
ÇÖZÜM ISRARIMI SÜRDÜRÜYORUM
“Yine belirtiyorum demokratik zeminde çözüm gelişmezse ne olur? Kürdistan Devrimi derinleşir, karşılıklı
çatışma süreci tırmanır. Özel savaş lobileriyle denetim dışına çıkan bir süreç yaşanır. Ben biliyorum Kürdistan
dağlarından Kürtler sökülüp atılamaz, Kandil’e yüzbin kişilik bir ordunun yönelmesi durumunda bile başarıya
ulaşamayacağı söyleniyor, basında okudum bunu. O dağlarda Kürtlerin yenilmesi güçtür, mümkün değildir. Kürtler o
DERLEYEN : AZAD BADIKI
dağlarda yenilmezler, asla kaybetmezler, kesinlikle kaybetmezler, karşılıklı çok kanlı bir süreç de gelişse karşılıklı çok
kayıplar da verilse Kürtler mutlaka kazanacaktır. Ancak bu bizim tercihimiz değildir. Bu şekilde çatışma sürecinin
derinleşmesi durumunda Vietnam Devrimi gibi iki milyon insan ölebilir. Ben bugüne kadar böylesi bir sonuca engel
oldum, kan dökülmeden demokratik çözüm için çabaladım ve hala da bu konudaki ısrarımı sürdürüyorum.”
İKİ TARAFLI ATEŞKES GELİŞTİRİLEBİLİR
“Diyarbakır’daki sivil toplum örgütlerinin yaptığı açıklamaya da belirttiğim paralelde sonuna kadar katılıyorum.
Ancak sadece bir açıklama yetmez ben buna eylemsellik boyutuyla katılıyorum. İki taraflı çatışmasızlık süreci
geliştirilebilir. Böyle bir irade ortaya çıkarsa KCK de buna uyabilir. Ancak şunu belirteyim, kimse kurbanlık koyun gibi de
kafasını uzatarak bekleyemez. Meşru müdafaa hakkı kullanılır, bu evrensel bir haktır. Ayakta kalmak için her canlı
kendisini savunmak zorundadır. Bitki-hayvan bütün canlılar için bu geçerlidir. Ben daha önce de belirtmiştim, “Gül
Teorisi” demiştim. Gül bile yaprakları dökülürken dikenleriyle kendi öz savunmasını yapıyor, kendisini koruyor. Bu böyle
anlaşılmalıdır. Bu öz savunma hukuki, ekonomik ve diplomatik çalışmalarla güçlendiğinde kendiliğinden fiilen demokratik
özerklik ortaya çıkıyor. Böylesi bir durumda demokratik özerklik de fiilen zaten gelişir. Dört temel alanda öz savunma,
hukuk, ekonomi, diplomasi olarak gelişebilir demokratik özerklik.”
SEÇİMLER İÇİN SEFERBER OLUNMALI
“Bir demokratik seferberlik başlatılabilir. Bu yanlış anlaşılmamalıdır, savaş anlamında değil seçimlere yönelik bir
seferberliktir. Demokratik anayasa zeminini hazırlamak için seçimlerde başarı sağlanmalıdır. Sürecin önünde engel olan
sadece yargı değil, her yerde orduda, bürokraside, toplumda, siyasette bahsettiğim bir çok çevreden engelleme vardır.
Engelleyenler güçlüdür ama asıl sorumlu hükümettir. Sen Hükümetsin bunlara hakim olman, bu engelleri ortadan
kaldırman gerekir.”
HALKIMIZA SELAM İLETİYORUM
“Cezaevlerinden sık sık mektuplar alıyorum. Siirt, özellikle Batman cezaevinden çok mektup aldım. Daha da
derinleşeceklerini düşünüyorum. Bütün halkımıza selamlarımı gönderiyorum. İran’daki halkımıza selamlarımı
gönderiyorum. Türkiye’deki demokratik anayasa eksenli bir çözüm İran’da da ele alınabilir. İran çözüme gelmelidir, bu
İran’ın da yararınadır. Yine Suriye’deki halkımıza, Irak’taki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Avrupa’daki halkımıza,
Kafkasya’daki halkımıza, bütün her yerdeki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Ayrıca Diyarbakır D Tipi c.evi, Urfa c.evi,
Siirt c.evi ve bütün c.evlerindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Dersim, Ağrı, Van, Batman halkımıza, Serhat
halkımıza özel selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Müzakere olmazsa
devrim süreci gelişir
"Müzakere olmaz ise devrim süreci gelişir" diyen Öcalan, "Öldürerek PKK yok edilemez. Profesyonel ordu,
teknolojik silahlar, bunlar PKK'yi yok edemez. Kaldı ki çatışmaların şehirlere yayılması tehlikesi var. O zaman işin içinden
çıkılamaz" dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Suriye’nin Kürt
sorununa değinen Öcalan, “Suriye Devlet Başkanı Sayın Beşar Esad'ın daha önce İstanbul'a geldiği sırada basına sarf
ettiği beyanları var. Demokratik çözüm için diyalog ve uzlaşmadan bahsetmişti. Bu çerçevede bir çözüm önemlidir” dedi.
HEWLER’DE TEMSİLCİLİK ÖNEMLİ
Öcalan, Başbuğ’un konuşmasına ilişkin olarak da “Başbuğ'un bu son beyanları eskinin tekrarıdır. Denenmiş,
bitmiş, iflas etmiş bir anlayışın tekrarıdır” şeklinde konuştu. BDP’nin dış temsilcilik açmasının önemine değinen Öcalan,
“BDP Hewlêr'de temsilcilik açacak sanırım. Orası çok hareketli bir yer. Brüksel önemlidir, Washington önemlidir ama
Hewler daha önemlidir. Temsilcilik açılması önemlidir. Oradakiler bizim insanlarımız. Orada beşyüzü aşkın şirket var.
Şimdiye kadar orada bir büronun olmaması hatadır.” ifadelerini kullandı. Öcalan, şöyle devam etti:
URFA OLMASA SAVAŞ BAŞARILAMAZDI
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Siyaset akademisinin Urfa'da açılması çok önemlidir. Daha önce söylemiştim, Urfa'da devasa sorunlar var,
Irgatlık, işsizlik, yoksulluk, göç, -dünyanın dört bir yanına Urfa'lı gençler göçüyor- kadınların durumu ortada, muazzam
sorunlar var. Bu sorunların çözümü için çok ciddi çaba ve demokratik mücadele gerekiyor. Urfa'yı çözmek bir çok şeyi,
bölgeyi çözmek anlamına gelir. Urfa'nın tarihini biliniyor. Aslında Urfa'da Fransızların yenilgiye uğratıldığı mücadele -ki bu
Kürtlerin eseridir- olmasaydı belki de Kurtuluş Savaşı başarılamazdı. Bu sürecin ilk kazanımı Fransızlarla yapılan TürkFransız anlaşmasıdır. Yine bu süreçte Binbaşı Noel'in Mustafa Kemal'e yönelik takibi Urfa'dan başlamış, oradan sonra
Sivas ve Elazığ'a kadar uzanmıştır ama başlangıcı Urfa'dır.”
M. KEMAL ÖZERKLİK TANIDI
“Kürtlerin Kurtuluş Savaşındaki yeri ve önemli rolü aslında 1921 anayasasına da yansıdı. O dönemde Kürtlere
özerklik tanıyan düzenlemeler de yapıldı, Özerklik tanındı. Mustafa Kemal'in o dönemdeki konuşmalarında da bunlar var.
Ama İngilizler, İttihat Terakki Kadroları, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak eliyle Mustafa Kemal'i etkisizleştirdiler, Kürtler
İngiliz politikasına kurban edildi. Daha sonra Kürt meselesinde giderek özel savaş lobisi etkin olmaya başladı.
Günümüzde de Urfa'da özel savaş lobisi etkinlik kurmaya çalışıyor. Araplar üzerinden oynanıyor, halkımızın maruz
bırakıldığı durum da ortada. Urfa'nın geniş olanaklarına rağman korkunç bir yoksullaştırma politikası yürütülüyor. Bu
nedenle Akademi'nin kurulması önemlidir, çok önemsiyorum. Göbekli Tepe, İbrani tarihinde Urfa'nın yeri ve önemi
üzerine yaptığım değerlendirmelerim var. Urfa'da bugünlerde sivil toplum örgütlerinin bir açıklaması olmuş herhalde, bu
yönlü açıklamalar sanıyorum devam ediyor. Antep, Adıyaman, Maraş, Malatya hattı sessiz görünüyor. BDP buralarda
etkin bir örgütleme yapamıyor herhalde. Ben biliyorum, hatırlıyorum, bu bölgeler gelişkin bölgelerdi, demokratik yönü,
demokratik özü gelişkin yerlerdi. Kapitalizm bu bölgeleri mahfvetti. Bu bölgeleri kapitalist özentiden kurtarmak gerekir.
BDP buralarda çalışma yapması önemlidir.”
ÜÇ ÖNERİSİNİ YİNELEDİ
“Hükümet'e, KCK'ye, BDP'ye ve tüm ilgililere sorunun demokratik çözümü için bazı pratik önerilerde
bulunuyorum. Bu kapsamda üç öneri sunuyorum: Birincisi, önce bir eylemsizlik, karşılıklı bir eylemsizlik durumu
sağlanabilir. İkincisi, Meclis bünyesinde Güney Afrika benzeri bir Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulabilir. Bu komisyon
kendi alanında uzman kişilerden oluşmalıdır. Meclis'te bir komisyon olur ama ona bağlı çeşitli alt çalışma grupları olur.
Yine bu da uzmanlardan oluşur. Aydınlar ve sivil toplum temsilcileri yer alabilir. Bu komisyon çatışmalı süreçle ilgili ben
dahil bütün tarafları dinler. Geçmiş dönemde yer alan Çiller, Ağar ve dönemin diğer aktörlerini dinler. Bu komisyon
gerçekleri açığa çıkarır. Komisyon kapsamlı çalışır, bütün tarafları dinler, ulaştığı sonuçları halkla, kamuoyuyla paylaşır,
taraflar birbirini affeder, bir dönem böyle kapanır. Bunu yapmak o kadar zor değil, Güney Afrika'da başarılı oldu, çözüme
götürdü, burada da başarılı olmaması için bir neden yok. Bununla paralel olarak güçlerin bir alana toplanması gündeme
gelir. BM gibi uluslararası güçlerin güvencesi altında çözüme kadar bekletilebilir.Bun dan sonra üçüncü aşama gelir.”
KURTULUŞ OLACAKSA HEPİMİZ İÇİN OLACAKTIR
“Üçüncüsü de, belli bir alanda toplanmış güçlerin yurda dönüşü sağlanır. Öyle Habur'daki gibi değil, toplu bir
geliş olur. Bu sürecin güvenlik boyutu KCK ile görüşülür. Demokratik Anayasa çalışmaları ise BDP üzerinden yürür, bu
çalışmaya diğer partiler de katılır. Bu temelde anayasal ve yasal çözümler gelişirse silahlar bırakılır. Burada benim rolüm
yanlış anlaşılıyor. Öyle kendisini kurtarmak istiyor gibi yaklaşımlar ucuz yaklaşımlardır. Benim içinde olmadığım bir
sürecin başarı şansı yoktur, bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Benim öyle kendimi kurtarmak gibi bir derdim yok,
kurtuluş olacaksa hepimiz için olacaktır. Sorunun çözümü için bir müzakere süreci başlatılmalıdır.”
MÜZAKERE OLMAZSA DEVRİM SÜRECİ GELİŞİR
“Bu olmazsa ne olur, Müzakere süreci olmazsa ne olur? Burası önemlidir. Ben geçenlerde Devrim
Süreçlerinden bahsetmiştim. Bu süreçlerden şunun için bahsediyorum. Devrim süreçleri bir başladı mı kontrolden çıkar,
hiç kimse kontrol edemez. Şu an Türkiye'de bu tehlike var mı, var. Ben buradan PKK'ye 'şöyle yapın, böyle yapın'
demiyorum. PKK'ye taktik de vermiyorum. PKK kendi taktiklerini zaten uyguluyor, kendine göre bir direniş tarzı var,
kendileri bilir. Ben kimseye savaşı yükseltin derinleştirin demiyorum. Bir tespit yapıyorum, bir tehlikeye dikkat çekmek
istiyorum. Benim 31 Mayıs açıklamam da yanlış anlaşılıyor. Ben 'bir ateş yanıyor, bunu söndürelim' diyorum. Bazıları
çıkmış Bahçeli gibi habire ateşe odun atıyor, böyle ateş söndürülemez. Ben tersini söylüyorum, gelin bu ateşteki odunları
çekelim diyorum. Ateşin alevlenmesinin getireceği tehlikelere dikkat çekiyorum.”
ÇATIŞMALAR ŞEHİRLERE YAYILIR
“Ben sadece gerilla ölümlerine değil asker ölümlerine de gerçekten üzülüyorum. Ben bunların önüne geçmek
istiyorum, demokratik-barışçıl çözüm yolunu, önerilerini ortaya koyuyorum ama ne ittihatçı artığı CHP ve MHP ne de
Hürriyet ve İtilaf Partisinin devamı sahte-islamcı zihniyetiyle çözüm gelişmez. İşte 'hala bitiririz, öldürürüz, yok ederiz'
diyenler var. Öyle bazılarının dediği gibi vurarak, öldürerek PKK yok edilemez. Profesyonel ordu, teknolojik silahlar,
bunlar PKK'yi yok edemez. Belki zarar verebilirler. Sonra Türkiye'den dünyanın dört bir tarafında yaşayan Kürtlerden
oraya bir akış oluyor. Bu nedenle PKK bitirilemez. Kaldı ki çatışmaların şehirlere yayılması tehlikesi var. O zaman işin
içinden çıkılamaz.”
ETNİK ÇATIŞMALAR GÜNDEME GELEBİLİR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Daha önce 'Devrim ve Karşı-Devrim' dönemlerinden bahsetmiştim. 1789 Fransız Devrimi, 1917 Ekim Devrimi,
Alman Nasyonal Sosyalizmin ilk yılları incelenmelidir. Bu Türkiye'de illa böyle olacak anlamında demiyorum. Bir tehlikeye
dikkat çekiyorum. Daha önce de söyledim, önemli olduğu için tekrar ediyorum. Bir çözüm gelişmezse üç şey olabilir
demiştim. Birincisi çatışmalı süreç, savaş devam eder, bu süreçte devlet PKK'ye büyük zarar da verebilir ama daha önce
de söylediğim gibi PKK'nin bir direniş tarzı var, sürekli katılım kaynağı var, olanakları var, PKK'yi bitiremezler. İkincisi
çatışmalı süreç daha da derinleşir, sürece yayılırsa, savaş uzarsa her iki tarafta da yozlaşma gündeme gelir, iki tarafta da
çeteler türeyebilir. İşte devlet içerisinde jitem tarzı faili meçhuller, köy yakmalar gündeme gelir. Böyle zamanda PKK'de
de çete benzeri şeyler gelişebilir. Üçüncüsü çatışmalar, savaş her tarafa sıçrar, şehirlere yayılır. Etnik-toplumsal
çatışmalar gündeme gelir. Süreç kontrolden çıkar, kaos olur. Kimse kazanmaz, herkes kaybeder ama devlet daha büyük
kaybeder.”
GELEN MEKTUPLAR VERİLMİYOR
“Bana gönderilip de verilmeyen birçok mektup var. Almanya'dan sanıyorum Offenbach'tan yazılmış bir mektup
verilmedi. Diyarbakır-Bağlar 5 Nisan Mahallesinden gelenbir mektup verilmedi. Bunlar gibi verlmeyen birçok mektup var.
Bunlar dışarıdan gönderilip de verilmeyen mektuplardır. Bir de cezaevlerinden gönderilip de verilmeyen mektuplar var.
Malatya cezaevinden gelen bir mektubu aldım. Mektup gerçekten derindi, başarılar diliyorum. Erzurum cezaevinden
gelen iyi mektuplar va Bunlardan biri özellikle güçlüydü. Özellikle Cumhuriyet Tarihi konusunda iyi bir yoğunlaşması vardı
yazarın. O döneme ait bazı gelişmelere ilişkin belgeleri bulup çıkarıyor, başarılar diliyorum. Zonguldak cezaevinden
gelen bir mektup aldım. Yine İran Kürtlerindendi. Türkiye c.evlerinde bulunan diğer parçalardaki tüm arkadaşlara özel
selamlarımı iletiyorum. Adıyaman, Tekirdağ, Buca, Diyarbakır c.evlerinden de ark.ların mektupları var, hepsine
selamlarımı iletiyorum. Avrupa'daki tüm kurumlarımızın çalışanlarına, tv, gazete, dernek çalışanlarına, sanatçılara çok
çok selam söylüyorum. Tüm halkımıza, Urfa, Kars, Erzurum, Serhat'daki tüm halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Hükümet operasyon hazırlığı içinde
Hükümetin yeni bir operasyon hazırlığı içinde olduğunu ve son iki hafta içinde cezaevi koşullarının
ağırlaştırıldığını kaydeden Öcalan, “Baskıları giderek artıracaklar. Hükümet yeni bir operasyonun hazırlığı içinde. AKP'nin
geliştirdiği Kürt imhasıdır. Erdoğan-asker ittifakı daha tehlikeli” dedi.
İMRALI’DA ARTAN BASKIN VAR
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Görüşmede cezaevi koşullarına değinen Öcalan,
“Buradaki koşullar, son iki haftaki gelişmelerle çok bağlantılı. Dışarıyla orantılı olarak artan bir baskı var. Bir haftadır
radyo dinleyemiyorum. Tamir edeceğiz diye aldılar hala vermediler. Aşırı bir havasızlık var. Nefes alamıyorum.
Uyuyamıyorum. Ancak mazgalı kaldırdığım zaman başımı dışarı uzatarak soluk alabiliyorum. Mektuplar da artık tam
verilmiyor. 15 mektup gelmiş ikisi verildi 13'ü verilmedi. Verilenler Siirt cezaevinden. Verilmeyenler arasında Siirt,
Erzurum, İskenderun cezaevlerinden gönderilen mektuplar var. Daha önce veriliyordu mektuplar. Ama şimdi verilmiyor,
ne değişti ki verilmiyor! Gelişen süreçle bağlantılı bunlar. Yine buraya konuştuklarımızı yazıya çeviren makine
koyacaklarmış. Baskıları giderek artıracaklar. Çok net olan bir şey var, Hükümet yeni bir operasyonun hazırlığı içindedir”
dedi.
CPT’NİN YAPTIĞI SAMİMİYETSİZLİKTİR
CPT raporuna da değinen Öcalan, şöyle devam etti: “CPT Raporunu açıkladı. Ben İmralı sistemi demiştim.
Bunların işbirliğiyle bu sistemi burada yürüttükleri biliniyor. Yaptıkları samimiyetsizliktir. Madem bunları dile
getiriyorsunuz, gelin söylediklerinizin arkasında durun. Bunların hiçbiri uygulanmıyor. Bunlar Türk devletiyle işbirliği içinde
koordineli olarak çalışmaktadırlar. CPT cezaevi idaresi tarafından görülmemek kaydıyla mektup gönderme hakkına vurgu
yapıyor. Neden bahsediyorlar bunlar, bu cezaevi idaresi bunu dinler mi? Elli kere söylesem dahi mektubu açmadan
gönderirler mi? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Böyle bir yol olsa ben her hafta bir mektup gönderirim onlara. CPT'nin
bu söylediklerinin burada uygulanma şansı yok. Bunlar el ele verdiler, CPT-Avrupa Konseyi-Türkiye elbirliğiyle yeniden
yargılanmamın önünü de kapattılar.”
AÇILIM KONSEPTİN ÇARŞAFIDIR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Öyle görülüyor ki Hükümetin çözme niyeti yok. Demokratik açılım dedikleri kirli imha konseptinin bir örtüsüdür,
peçesidir, çarşafıdır. Yürütülen budur. Halkımızın bunu iyi görmesi gerekir, tüm kesimlerin bunu iyi görmesi gerekir.
Zaten bu gerçekleştirilen demokratik açılımın aslında bir imha ve inkarın bir kamuflajı olduğu ortaya çıktı. Bu Mavi
Marmara olayı aslında göründüğü gibi değildir, Gazze'ye yardım değildir, orada 9 vatandaşın öldürülmesi onların
umurunda değildir. O “one minute” krizinin nedeni de öyle Gazze ya da Filistin değildir. Gazze ve Filistin bir örtüdür. Asıl
amaç İsrail'i sıkıştırarak Kürt imhası için kendi yanına çekmektir. İsrail'i Kürt imhası operasyonuna dahil etme
pazarlıklarının bir parçasıdır. İsrail'i yanına çekerek, ABD'yi de yanına alarak Batı'da böyle üçlü bir ittifakla Kürt imhasına
ortak etmeye çalışıyorlar. İsrail tabi böyle bir şeye gelmez, sanırım gelmek de istemez. Çıkarlarıyla ne kadar uyuşur
bilemem. ABD'nin de zaten oraya kullanacak askeri yok. Irak'ın da yok, Barzani'nin de yok. Zaten Türkiye'nin orada
yapacağı tek şey uçaklarla gidip bombalamaktır, onun dışında yapacağı bir şey yok. Türkiye Doğu'da da Türkiye-İranSuriye ittifakını geliştirmeye çalışıyor. Suriye operasyon yapmaz sanırım. Daha önce de böyle bir haber çıkmıştı.
Suriye'yi kullanmak isteyen kesimlerin uydurdukları haberler bunlar. Suriye kolay kolay buna gelmez. İran da buna
gelmez sadece sınır ötesinden obüslerle bombalar.”
AKP KÜRT İMHASI GELİŞTİRİYOR
“AKP'nin geliştirdiği budur, Kürt imhasıdır. Bütün kesimlerle bu yönde ittifak yapmaya çalışmaktadır. Askerle
pazarlığı da bu temeldedir. Tarihi Dolmabahçe görüşmesi bir dönüm noktasıdır. Ben o zaman bu görüşmenin konusunun
Kürtler üzerinde pazarlık olduğunu belirtmiştim, bu netleşti. Erdoğan bu görüşmenin içeriğine ilişkin olarak bir açıklama
yapmayacağını, bu görüşmede konuşulanların kendisiyle mezara gideceğini belirtmişti. Erdoğan bu görüşmede askerle
uzlaşarak, Kürt imhası karşılığında iktidarını sağlama almaya çalışmaktadır. Son üç genelkurmay başkanıyla da bu
yönde mutabakatları vardır. Düşünüyorum da Eski Ergenekon mu daha tehlikeli yoksa AKP'nin yeni Ergenekonu mu
daha tehlikelidir. Hatta şunu da söyleyebilirim. '93'teki Çiller-Güreş ittifakı mı daha tehlikeli yoksa bugünkü Erdoğan-asker
ittifakı mı daha tehlikeli? Net olmamakla birlikte bugünkünün daha tehlikeli olduğunu söyleyebilirim.”
SAVAŞ TARZIM KİTAPLARIMDA VAR
“Ben burada savaşın da savaşmayın da diyemem, koşullarım maddi ve manevi olarak buna elvermiyor. Ben
sadece görüşlerimi belirtiyorum. 1999'da benim önümde iki yol vardı; Dağ ve Avrupa. Neticede şu an buradayım.
Avrupa'yı seçtiğim sıralarda çok ciddi bir ikilem yaşamıştım, daha önce buna ilişkin değerlendirmelerim olmuştu. Bunu
tarih nasıl yazar bilemem ama ben böyle karar verdim. Dağa gitmiş olsaydım büyük bir operasyonla belki beni imha da
edebilirlerdi. Eğer imha olmasaydım da belki bu arkadaşlar kadar ne cesur ne dayanıklı olabilirdim. 1984 atılımı
öncesinde ben arkadaşları hazırladım, ülkeye yolculadım. Ben onları eğitirken işte gidin çoluk, çocuk, kadın öldürün
demedim. Benim savaş anlayışım böyle değildir. Benim savaş tarzım kitaplarımda var, orada yazmıştım. Ancak gidip bir
korucu yüzünden bir köyü cezalandırmak gibi eylemler daha önce de bahsettiğim üçlü, dörtlü, beşli çetelerin işiydi. İşte
bahsettiğimiz Hogir, Şahin Baliç, Kör Cemal ve Şemdin'in işleridir. 1984 atılımından sonra onların savaş tarzlarını hep
eleştirdim. Ben bunu buraya beni sorgulamaya gelenlere de söylemiştim, benim savaş anlayışım bu değildir, demiştim.
Onlar da hak vermişti, “sizin savaş anlayışınız değil ama sizin adınıza bunları yaptılar” demişlerdi. İşte bazıları yanlarına
kadınları kızları alarak kaçma olayları Şemdin'de de Osman'da da yaşandı.”
DONKİŞOTVARİ EYLEMLER TARZIM DEĞİLDİR
“Ben son karakol baskınlarını Donkişotvari tarzda eylemler olarak görüyorum. Yel değirmenlerine karşı kılıçla
savaşan Donkişot var. Burada bu kadar güçlü teknolojiyle korunmuş karakollara karşı iki-üç gencin gidip açık alanda
normal bir arabayla saldırı yapmaları benim onayladığım bir tarz değildir. Doğru bir tarzın yakalanması gerekir. Ben
askerlerin öldüğü bir eyleme de sevinmiyorum. Ne asker ne gerilla ölmesin istiyoruz. İşte anaların çektiği acıları
görüyorsunuz. Gerçi ölen askerlerin yarısı da Kürtmüş, burada Türk-Kürt ayrımı yapmıyorum tabi ki, kimsenin ölmesini
istemiyoruz, çözüm için çabalıyoruz. Üç aşamalı çözüm planımızı ortaya koyduk, buna karşılık hiçbir şey yapılmadı.
Bizim bu çabamıza karşı devletten-Hükümetten bir adım gelmedi. Devletin mevcut çözüm anlayışı en ağır imhadır.”
İNTİHARVARİ ŞEYLER YAPMAYACAĞIM DİRENECEĞİM
Benim buradaki konumum da iyi anlaşılmalıdır. KCK vardır, BDP vardır bir de ben varım. Buradan her zaman
söylüyorum, beni taklit etmesinler. Benim konumumla onların konumu farklıdır. Benim maddi ve manevi olarak pratik
önderlik yapmam mümkün değildir. Ben burada görüşlerimi açıklıyorum. Benim burada yaptığım onurlu bir direniştir, bu
direnişi göstermeye devam edeceğim. İntiharvari şeylere girişmeyeceğim, sonuna kadar direneceğim. Çatışmaların
sonlandırılması için bölgede STK'ların yapmış olduğu işte o 99 STK'nın açıklaması bana gelir gelmez ben uyacağımı
söyledim. Şimdi diyorum ki bakın ben sizin çağrınıza anında uydum, üzerinden bir hafta geçti, ama devlet hala bu
çağrıya uymadı, bir şey yapmadı, aksine operasyonları arttırdı. Peki siz devletin ne yaptığını takip ettiniz mi, devletten
hesap sordunuz mu? Anlaşılıyor ki devletin bize yönelik imha politikası devam edecek ve bunlar bize yönelik çağrılarla,
bizi kurban edecekler ama devletten bir hesap sorulmayacak. İşte Erdoğan bugünkü gazetede “dünyanın neresinde
görülmüş dağda eli silahlı adama devletin bir şey yapmaması” diyor. Gerilla cesetlerine yapılanlar ortada, sağ
yakalananlar infaz ediliyor. Bunlarla rencide ediliyoruz. Biz diyoruz ki gerillayı BM güvencesi altındaki bir yere çekmeyi
DERLEYEN : AZAD BADIKI
dahi teklif edip siyasetin önünü açmaya çalışalım ama buna dahi gelinmiyor, toptan imha dayatılıyor. Hükümet büyük bir
operasyon hazırlığı içinde. Kültürel, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri her alanda büyük bir operasyon içinde.”
BOYKOT ÖNEMLİ VE OLUMLUDUR
Biliniyor basına da yansıyan yargılaması süren ikiyüz kişinin tecavüzüne uğrayan bir Mardinli kız var. Ben ona
çok özür dileyerek Mardinli mağdure diyorum, olay Mardin'de gerçekleştiği için. Kendisi diyor ki ben bu işe para
kazanmak için, zengin olmak için göz yumdum. Bu şekilde zengin olunmaz. Şimdi bu açıklamayı yapan STÖ'lere, baroya
söylüyorum: Ticaret Odaları, iş adamlarının zengin olmayı planlamadan önce tecavüzü durdurmaları gerekiyor. Ben
zengin olmayın demiyorum, zengin olabilirsiniz ama önce tecavüzü durdurun. Bu sorun çözülmeden ne avukat
avukatlığını yapabilir, ne doktor doktorluğunu yapabilir, ne de işadamı işadamlığını yapabilir. Referandum konusunda da
şunlara değineceğim. Boykot kararını olumlu ve önemli buluyorum. “Demokratik bir anayasaya kadar kesin boykot”
dememiz lazım.
Muş, Diyarbakır, Hakkari'deki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Ayrıca hayatını kaybeden gerilla ailelerine
başsağlığı diliyorum, özel selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Çatışmasızlık ortamı için kanallar
oluşturulmalı
Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının önerilerini dikkate aldığını belirten Öcalan, “Önce karşılıklı olarak bir güven
ve çatışmasızlık ortamının oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bunun kanalları oluşturulmalıdır. Bu süreçte herkes sorumlu
davranmalıdır” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Öcalan görüşmede Kürt meselesinin çözümü
konusunda görüşlerini dile getirerek şöyle konuştu:
“Bu son eylemlerden anlaşılıyor ki Botan'da orta yoğunluklu savaş ve çatışmalar yaşanıyor. Diğer yerlerde de
var, Doğubeyazıt oralarda da çatışmalar var herhalde. Boru hattına da eylem düzenlenmiş herhalde. Operasyonlar
devam ediyor. Zaten hava operasyonları yapıyorlar, daha büyüğünü de yapabilirler.Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının
da bir açıklaması olmuş. Bu açıklama önemli. Bu açıklama çerçevesinde yeni bir durum değerlendirmesi olabilir. Meclis
bünyesinde sorunun çözümü için demokratik anayasa komisyonu kurulabilir. Bu bir çeşit devletin anayasa konvansiyonu
görevini yerine getirmelidir. Aynı zamanda bu bir Kurucu Meclis görevini de yerine getirmelidir. Kurucu Meclis gibi
çalışmalıdır. Ayrıca Meclis bünyesinde Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu kurulmalıdır. Bu komisyon Silivri, KCK
davası ve tutuklamaları, İmralı ve diğerlerini ele alıp, araştırmalıdır. Gerekli olan yasal ve anayasal düzenlemeler
yapıldıktan sonra hukuk dışında bırakılan tüm kesimlerin geri dönüşü sağlanmalıdır. Avrupa'da onbinlerce politik mülteci
konumunda bulunanlar geri döner. Vatandaşlıktan atılmış binlerce kişinin dönüşü sağlanır. Maxmurdakilerin geri dönüşü
sağlanır. Yani kısaca hukuk dışında bırakılan herkesin böylece geri dönüşü sağlanır. Burada yeni bir kavram
kullanıyorum; Buna bir tür demokratik bir anayasa projesinin yol haritası diyebiliriz. Bu süreçte herkes sorumlu
davranmalıdır. Köşe yazarları da demokratik ve sorumlu bir şekilde haber yapmalıdırlar. Ben Sivil toplum örgütlerinin
yaptığı açıklama ve önerilerini dikkate alıp sorumlu davranıyorum. Tabi bütün bunlardan önce karşılıklı olarak bir güven
ve çatışmasızlık ortamının oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bunun kanalları oluşturulmalıdır. Herkes bu konuda üzerine
düşen demokratik siyasi sorumluluğu yerine getirmelidir.”
REFERANDUMU BDP BELİRLER
“Referandum konusunda halkımız her yerde her bölgede her kentte toplanacaklar, durumu tartışacaklar ve bir
karara varacaklar. Kimsenin iradesine ipotek koymuyoruz. Ancak serbest bırakıyoruz derken kimse yanlış anlamasın,
yine boykot olabilir ancak halkımız referandum öncesi evvela toplanacak, bol bol tartışacak ve gelişecek sürece göre
kendisi karar verecek. Yanılmıyorsam referandumda evet ile hayır atbaşı durumda gidiyor. BDP burada kilit
konumundadır. BDP'nin tavrı referandum sonuçlarını etkiler. BDP önümüzdeki günlerde bu konuda toplantılar da
yapmalıdır. BDP bu referandum sürecini yeni bir anayasanın yapılması sürecine dönüştürebilir. Bir seferberlik ruhuyla
seçime kadar çalışılmalıdır. Yeni demokratik bir anayasanın hazırlanması için çalışmalarını hızlandırabilir. Halkımızı yeni
bir anayasa talebine hazırlayabilir. AKP'nin bu referandum politikaları bir yol kazası anlamında bir delinin bir kuyuya taş
atıp da kırk akıllının çıkaramamasına benzetilebilir. Tam da böyledir. Halkımız da buraya çok takılmadan yeni bir
DERLEYEN : AZAD BADIKI
anayasanın hazırlanması çalışmalarına hız verebilir. BDP bölgedeki STÖ'lerle birlikte yeni bir anayasa hazırlığına girişip
bu yeni anayasayı sunabilir, aydınlarla, yazarlarla paylaşabilir bunu.”
KÜRTLERİN HUKUKLARI İNKAR EDİLDİ
“Şu an referanduma sunulacak olan anayasa paketini ben daha önce Kürtlere karşı komplo olarak
nitelendirmiştim, doğrudur. Ancak bu komplo çok daha derinliklidir. 1921 anayasasında bazı demokratik şeyler vardı. 10
Mart 1922'de gizli bir oturumla Kürtlere karşı bir komplo hazırlanıyor. 1924-25 ve 26 yıllarında Kürtlere karşı hep komplo
kuruldu ve Kürtler hukuk dışında bırakıldılar, hukukları inkar edildi, hukukları ellerinden alındı. 1922'den bu yana tam 88
yıldır Kürtler hukuk dışında bırakıldılar. Mustafa Kemal'e yapılan suikast, Şeyh Sait isyanı ve sonraki isyanlar, İstiklal
Mahkemeleri bunların hepsi Kürtlere karşı bilinçli bir komplonun parçalarıdır. Yani bazı isyanlar provoke edildi. İsmet
İnönü, Fevzi Çakmak'lar bu komployu derinleştirdiler ve devam ettirdiler. Kürtleri hukuk dışında bırakanlar, bir halkın
sürülmesini isteyenler, Kürtlere karşı bu komploları yapanların çoğu da Türk değil, Türklük adına bunları yapıyorlar.
Bunlar Beyaz Türklerdir, “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözündeki gibi. Kürtlere karşı uygulanan komplo Alman faşizmine,
Hitlere esin kaynağı olmuştur. Hitler bunlardan feyz aldığını bizzat söylemiştir. CHP, DP, AP, Komünist Partisiyle bu
komployu devam ettirdiler. Bu komploda bütün bunların rolü vardır, Komünist parti de dahil. Kürtlere karşı 1920'lerde
alınan kararlarla Kürtlerin yerlerinden sürülmesi amaçlanmıştır. Bir halkı bu şekilde kim hukuk dışına itmiş, kim hukuk
dışında bırakmış, bunda kimin ne kadar rolü var, provokasyonların ne kadar rolü var, CHP ve diğer saydığım partilerin
bunda ne kadar rolü var? Bütün bunların ortaya çıkarılması lazım. Akademiler bunun için önemlidir. Bunlar siyaset
akademilerinde bol bol işletilmeli, bol bol tartışılmalıdır.”
NASRETTİN HOCA GİBİLER
“Halkımız taş atan-TMK mağduru çocuklarla ilgili AKP politikalarına da aldanmasın, takılmasın. Hükümetin
çocuklarla ilgili yaptığı Nasrettin Hoca'nın fıkrasına benziyor. Önce Nasrettin Hoca'nın eşeğini kaybettiriyorlar sonra
eşeğini bulup getiriyorlar, diyorlar ki “Hoca sevindin mi?” Hükümet de önce yasa çıkarıp bütün çocukları cezaevlerine
atıyor sonra da yeni yasa çıkarıp yasayı değiştirip, “bak gördünüz mü demokratik düzenleme yapıyoruz, demokratik yasa
çıkarıyoruz” diyorlar. Hükümetin yaptığı budur. Tekirdağ, Bakırköy, Midyat, Diyarbakır, Gebze cezaevlerinden mektup
aldım. Mektup gönderen ve cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Bana son gelen mektupları ise
vermediler. Hakkari ve Yüksekova'daki çocuklara ve gençlere özel selamlarımı iletiyorum. İzmir, İstanbul ve Balıkesir'deki
halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
‘ERKEKLER SORUNUN NASIL ÇÖZÜLECEĞİNİ BİLMİYORLAR’
Edinilen bilgilere göre görüşmede kadın-erkek ilişkilerini değerlendiren Öcalan, “Erkekler işin içinden
çıkamayınca kadını dövüyor, kadına şiddet uyguluyor. Yani ne çıkış bulabiliyor ne de o “erkekleşme” denilen şeyi
uygulayabiliyor. Tabi ben genel bir durumu anlatıyorum. Bu köklü ve derin bir sorundur, ta Sümerlere kadar gider. Sümer
Rahip Devletinden bu yana beş bin yıldır kadın sorunu devam ediyor. Erkekler bu sorunun nasıl çözüleceğini
bilemiyorlar. Kadına hiçbir şekilde tokat, dövme, küfür gibi şeylerle kesinlikle yaklaşılmamalıdır. İşin içinden
çıkamıyorlarsa “buyrun ne yapmak istiyorsanız serbestiniz” denilmeli. Bırakın kadın nereye gidiyorsa, ne yapmak
istiyorsa yapsın. Bu konuda en ufak bir öfke, kırgınlık da duyulmamalı. Ben şahsen böyle yaklaşıyorum. Yani kadına
prensiplerle yaklaşıyorum. Ben hep kadına ilkeli yaklaştım. Bana da farklı şekilde yaklaşmak isteyen kadınlar oldu ama
ben bana prensip dışı yaklaşmalarına, bana yanaşmalarına izin vermedim. Belli bir prensiple yaklaşılmadığı zaman da
böyle sonuçlar ortaya çıkıyor. Onun için ben kadın konusunda çok dikkatliyim. Ben hayret ediyorum belli sorumluluklar
yüklenenler, aile sorununu çözemiyorsa, nasıl mesleklerini sürdürecekler, nasıl toplumu demokratik temelde inşa
edecekler!” dedi.
SAVUNMALARIM KÜRTÇEYE ÇEVRİLSİN
Urfa ilindeki siyasi çalışmalara da değinen Öcalan, “Urfa'da Belediyeler neden kaybediliyor, neden
kazanılmıyor? Demek ki sadece devletin baskısından değil, çok düşürülmüş bir halk var. Kendi düştüğü durumun
bilincinde bile olamayacak kadar düşürülmüş bir halk var, bir gerçeklik var. Orada okumuş birçok avukat var, demokratik
inşaayı esas alan bir çalışma yürütülürse çok yol alınabilir. O bölgede bunu yapacak insanlar yok mu? Oradaki halkımıza
selamlarımı iletiyorum.” ifadelerin kullandı.
Öcalan, şöyle devam etti: “Benim düşüncelerim, görüşlerim Azadiya Welat'ta Kürtçe olarak yayınlanıyordur
sanırım. Görüşlerimin Kürtçe yayınlanması önemlidir. Hatta görüşlerimin Kürtçe yayınlanması, her tarafa gitmesi
önemlidir. Kürtçe yayınlanması, herkese ulaşması ve herkesin okuması, anlaması demektir. Savunmalarımın da
Kürtçeye çevrilmesini rica ediyorum. Demokrasi bir devlet biçimi ya da devlet yönetimi değil, bir devlet formu değil, bir
toplumun politikleşmiş halidir. Toplumun politik işleyiş halidir. Devletsel değil toplumsal bir formdur. ”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Müzakere olmadan çözüm olmaz
Öcalan, “Bu sürecin ana karakteri müzakeredir, müzakere olmadan bu sorun çözülmez, mutlaka müzakere
olmalıdır. Çatışmasızlık sağlanmazsa, buna ortam hazırlanmazsa hiçbir gelişme olmaz’’ dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına
değinen Öcalan, demokratik çözüm gelişmemesi durumunda Kürtlerin çaresiz ve seçeneksiz olmadığını, kendi başının
çaresine bakacağını söyledi.
Öcalan değerlendirmeleri şöyle:
KÜRTLER NEREDE NASIL KAYBETTİ?
“BDP'nin referandum süresince asıl tartışması gereken konu varlığının kabul edilip-edilmeyeceğidir, yani
Kürtlerin varlık-yokluk meselesidir. Asıl tartışılması gereken konu budur. Önemli olan boykot kararı alıp almamak değil,
soruna bütünlüklü yaklaşılıp yaklaşılmadığıdır. Ben bu soruna bütünlüklü yaklaşıyorum. Bu konuda kamuoyunda çok
teknik-dar tartışmalar yapılıyor, çok basit üsluplarla, evet ve hayırla sınırlı tartışmalar yürütülüyor. Bu çok önemli değil,
evet de hayır da olsa çok önemli değil, asıl önemli olan sorun bunun ötesindedir. Önemli olan tarihsel bütünlükten
kopmamaktır. Kürtlerin nerede nasıl kaybettiğini iyi anlamak gerekiyor. Bunlar anlaşılmadan, bilince çıkarılmadan
günümüzü nasıl belirleyeceğiz?
1922'den bugüne tam 88 yıl boyunca ne oldu da Kürtler kaybetti?! Kürtler şu anda bu cumhuriyetin neresinde?
Bu kaybedişin tek bir nedeni yok. Bu kaybedişte sonuçta sosyal, siyasal, sınıfsal, ekonomik, kültürel birçok neden var.
Kürt isyanları da oldu. Tek bir nedenle Kürtler bu hale getirilmedi. Ben tartışılmalı derken bu hususlar tartışılmalı ve tarih
bilinci oluşturulmalı diyorum. Benim istediğim, her problemin, tüm platformlarda kendi aralarında ve halkla birlikte
tartışılmasıdır. Altı ay boyunca tartışılsın, bütün problemler çözülür. Kürtleri kim dışarıda bıraktı, neden bıraktı? Bu
cumhuriyeti birlikte kurduk, Kürtler bu cumhuriyetin kurucu öğesidir deniliyor. Bunun, tarihi kaybedişin, dışarıda
bırakılmanın hesabını sormak gerekiyor. Madem bu cumhuriyeti birlikte kurduk diyorsun, madem kurucu üyeyiz, kardeşiz
diyorsunuz, o zaman bizi anayasanın neresine yerleştireceksiniz? Demokratik anayasa eksenli bir süreç yürütülmeli.
Baştan aşağıya yenilenmiş bir anayasa. Kendimize ait bir ana okulumuz dahi yok, bu nasıl bir kardeşliktir, böyle kurucu
öğelik mi olur? Çanakkale'de Kürtler de savaştı, Kurtuluş Savaşında vardık, Sakarya'da vardık, Cumhuriyetin
kuruluşunda vardık, peki sonra ne oldu da Kürtler bu hale düştü! Bu belirteceğim birinci husus.”
MÜZAKERE OLMADAN SORUN ÇÖZÜLMEZ
“İkinci husus ise; Bu sürecin ana karakteri müzakeredir, müzakere olmadan bu sorun çözülmez, mutlaka
müzakere olmalıdır. Çatışmasızlık sağlanmazsa, buna ortam hazırlanmazsa hiçbir gelişme olmaz. Ben daha önce de
çatışmalar kentlere sıçrayabilir demiştim, hemen çarpıtıp işte “Apo tehdit etti” diyorlar. Böyle ucuz değil! Ben burada
olabilecekleri belirtiyorum. Sen sorunu siyasi yollarla çözmezsen, tıkanır ve sonucunda doğal olarak çatışmalar yükselir.
Dörtyol'da İnegöl'de yaşandığı gibi çatışmalar, saldırılar, insanların yaşadığı yerlere, kentlere sıçrar. Çatışmaların
kentlere sıçraması kır çatışması gibi değildir. Çok daha ağır sonuçları, tahribatları olur. Ben buradan uyarıyorum, tehdit
etti diyorlar. Ne oldu, en sonunda kentlere sıçradı, hem de hiç beklenmeyen yerlerde, Dörtyol'da, İnegöl'de -ki İnegöl
Bursa'da Türkiye'nin en sakin, kimsenin bilmediği, beklemediği, en barışçıl yerlerinden biridir- oluyor. Toplumda bir
birikim var. Örneğin Yüksekova gibi bir yerde kent çatışması olursa ne olur? Yüzbin kişi bir anda sokağa dökülür, insanlar silahlıdır, oradaki aşiretler biliyorsunuz her zaman silahlıdır- halk arasına gerilla da karışırsa, uçaklar kalkar,
bombalar, panzerler tarar, bir an da on bin kişi ölebilir. Bunun İstanbul, Mersin, Adana, Diyarbakır gibi kentlerde olması
halinde, Diyarbakır gençlerini böyle bir durumda kim durdurabilir? Ben Diyarbakır'ı biliyorum, Diyarbakır'ın gençleri bir
hareketlendi mi, sokak aralarına yayıldı mı, aralarına bir de gerilla katılmışsa kimse durduramaz. Böyle şeyler gelişirse,
kent çatışmalarına sıçrarsa, bir günlük bilanço otuz yıllık süreçteki bilanço kadar olur. O zaman böyle bir durumda askerpolis de halkın karşısında duramaz, ya memleketine kaçar ya birliğine çekilir. Daha çok uçakla, helikopterle, panzerle
hareket eder. Ben bu tehlikeli sonuçlara işaret ediyorum, taraflara bunu söylüyorum, devlete de PKK'ye de bunu
söylüyorum, olası tehlikelere dikkat çekiyorum. Bunlar sosyolojik tespitlerdir. Ben burada sosyolojik tespitler yapıyorum,
tehlikelere işaret ediyorum.”
PKK DE DEVLET DE BENİ DİNLEMİYOR
“Bu toplum daha ne kadar kaldıracak bu yaşananları. Ben bu yaşananlardan üzüntü duyuyorum, sadece
PKK'liler için değil ölen polisler-askerler için de üzülüyorum. Ama yetmiyor. Bu sorunu ya çözeceksin ya da bunlar doğal
olarak yaşanır. Bu anlattıklarımı Türk halkı da anlamalıdır, ben tehlikelere işaret ediyorum. Demokratlar, Türkiye'deki
sosyalistler, aydınlar, bu konuda sadece fikirlerini dile getirmekle yetinmesinler, sorumluluk da almalılar. Ben tüm bu
gelişmelerden ve olabileceklerden endişeliyim, kaygılıyım, bunlardan memnun değilim. Bunların yaşanmaması için,
sorunun çözümü için gece gündüz düşünüyor, çabalıyor, hatta bir saat bile uyuyamıyorum. Bu gelişmelerden rahatsızım
ve bunları aşmaya çalışıyorum. Devlet de PKK de bildiğini okuyor. İşte görüyorsunuz iki taraf da beni dinlemiyor, aldıkları
kararları uyguluyorlar. Ben devlet ile PKK arasında boğulmayıp, bunları aşmaya çalışıyorum. Şu andaki durum bıçak
sırtında bir barış, barıştan ziyade bıçak sırtında bir durumdur. Bu bıçak her an batabilir, zaten batıyor da. Çözüm
gelişmezse bıçak her iki tarafa da şiddetli batar. Yani bu işi, bıçak sırtında yürütüyoruz. Bu nedenle tüm kesimlere
“Öcalan'ın sesini duyun” diyorum.”
KURUCU MECLİS OLUŞTURULMALI
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Bu sorunun çözümü için ben daha önce de önerilerimi belirtmiştim. Meclis önce bu sorunu gündemine alıp bazı
ilkesel kararlar almalıdır. Sonra iki şey yapmalı, bir Kurucu Meclis oluşturmalı, ikincisi Hakikatleri Araştırma ve Adalet
Komisyonu. Bunlar yapılmadan sorun çözüm yoluna girmez. Bunlar sağlanıp gerekli yasal adımlar atılırsa bir ortam
oluşturulur, ardından KCK'de, PKK'de silahlı güçlerini Birleşmiş Milletler gözetiminde güvenli bir yerde toplar, çözüm
süreci böyle gelişir. Benim buna gücüm yeter, ben bunu yapabilirim. Eğer koşullar oluşturulursa bunu yapabilirim. Aksi
taktirde son günlerde şahit olduğumuz gelişmeler cereyan ediyor. Bu koşullarda benden bir şey istenemez. İki tarafa da
sesleniyorum; bu koşullarda yaşayan birisinden bir şey istemek ahlaki, vicdani, insani değildir, bu demokratça bir
yaklaşım da değildir. Bir insana bu koşullarda bu kadar sorumluluk yüklenemez, el insaf! Devlet başarısızlığını, PKK de
yetersizliğini bana yüklüyor. ”
ÇÖZÜM İÇİN ORTAM GEREKİR
“Sorunu BDP ile çözebiliyorsan çözebilirsin, sorunu PKK ile çözebilirsin ancak görülüyor ki onlarla
çözemiyorsun, onların çözüm gücü yok ama benim rol almamı istiyorsan da Meclis'te bana ilişkin ilke kararı çıkarmalısın.
Bunun dünyada örnekleri var. Ben bu koşullarda rol alamam, gerillaya ulaşmam gerekir. Bu konular hakkında
konuştuğumda suç sayılıyor, rahat bir şekilde konuşamıyorum, iletişime geçemiyorum, onun için sorunun çözümünde rol
almam isteniyorsa Meclis bu konuda benim için bir ilke kararı almalıdır. 12 yıldır televizyon yok, diğer arkadaşlar telefon
edebiliyorlar, ben bundan bile faydalanamıyorum. Bu koşullarda nasıl rol oynayabilirim? Kaldı ki artık yaşım da ilerliyor.
Buna cezaevi koşullarını da eklersek daha fazla rol almam imkansızlaşıyor. Bir de şu bilinmeli ki fiziksel durum bir yere
kadar, ben ebediyen olmayacağım. Olsam da aynı zindelikte, sağlıkta her zaman olamam. Kaldı ki önemli olan toplumsal
sağlıktır, toplumsal sağlık olmazsa, o zaman herkesin sağlığı bozulur, böyle bakılmalıdır.”
ÇATIŞMALAR YÜKSELİRSE BİNLERCE KİŞİ ÖLÜR
“Ben daha önce 31 Mayıs'ta çekileceğim derken biraz da yaş ve sağlık koşullarımı düşünerek bu kararı verdim.
Benden çok şey bekleniyor. Benim birdenbire çekilmem durumunda bir patlama olabilirdi, benim yokluğum durumunda
olabilecek bir kaosa engel olmak için yavaş yavaş çekilmem ve hareketi, halkımızı buna hazırlamam gerektiğini
düşündüm. Ben bu şekilde daha ne kadar yürütürüm bilemiyorum. Ne devletin bu sorunu çözmeye ne de PKK'nin
devrimi yapmaya niyeti var. Artık halk da bezmiş durumda. Bu karşılıklı, iki halkta da var. Halk aç, yoksul, yorgun,
yıpranmış ne yapsın, çözüm istiyor. Bu çatışmalardan bu kaostan en fazla yoksul halkımız etkileniyor. Artık halkımız bu
yoksulluktan, açlıktan dolayı başkalarının yüzüne bile bakacak durumda değil. Bu çatışmalar yükselirse binlerce insan
ölür. Hakkari'de bir günde on bin insan ölür kimse kendini kurtaramaz. Birkaç holding sahibi Kürt var, onlar işte bir-iki
saat içinde pılını pırtını toplar, kaçıp giderler, onlara bir şey olmaz. Sadece açıklama yapmakla bu sorun çözülmez.
Ancak STÖ'ler sadece açıklama yapıyor. Açıklamalar sadece bize yönelik değil, devlete yönelik de olmalı, devlete de
çözüm önerileri ile baskı uygulanmalıdır. Demokratik çözüm gelişmezse Kürtler çaresiz, seçeneksiz değildir, kendi
başlarının çaresine bakarlar. ”
DEVLET VE PKK’YE SESLENİYORUM
“Devlete sesleniyorum, bu sorunu çözeceksen çöz, imha edeceksen et! PKK'ye de sesleniyorum, devrim
yapacaksan yap teslim olacaksan da ol! Artık bu işi uzatmanın manası yok, artık toplum bu çözümsüzlüğü, oyalamayı
kaldırmıyor. Bana burada yedi-sekiz yıldır dört kez 'bekleyin' dediler, her seferinde seçim var dediler. Ama sonuç ortada.
Bizi oyalıyorlar, durum budur. Ben burada 12 yıldır sabrettim, sorunun çözümü için gece-gündüz uğraştım. Burada
sabırla barışı, toplumsal çözümü gerçekleştirmeye çalıştım, bu sabrı gösterdim, ancak benim de bir sınırım var. Bir kere
de herşeyi bozabilirim, kim ne yaparsa yapsın diyebilirim. O zaman gelip burada beni bir saat içinde öldürebilirler de hiç
umurumda değil, bundan da korkmuyorum. Ben referandumdan sonra oyalamaya izin vermeyeceğim. Ben gerektiğinde
12 yıl daha dayanırım, gerektiğinde bir saniye bile sabretmem ve oyalamayı asla kabul etmem. İşte referandumdan
sonra bu sefer önümüzde seçim var, seçime az süre kalmış bahanesiyle oyalanmayı kabul etmeyeceğim. Aksi taktirde
Kürtler kendi başlarının çaresine bakacaklar. Halkta yoğun bir tepki var. Bu durum daha fazla kaldırılamaz, ruhsal bir
kopuş var. Her iki tarafta da bir birikim var.”
KOSOVA BENZERİ ŞEYLER GELİŞEBİLİR
“Cemil Bayık'ın “demokratik özerklik ilan edeceğiz” açıklaması vardı. Bir çözüme gelinmezse işte Kosova da bir
örnektir, bu tarz şeyler gelişebilir. İşte benim Kürtler kendi başlarının çaresine bakarlar dediğim de budur. Kürtler birlikte
yaşamaktan yanadırlar, ayrılmaktan yana değiller hatta biz eski Misak-ı Milli'yi de dahil ederek birlikte bir çözüm istiyoruz.
Ancak birlikte yaşama isteği tek başına anlam ifade etmez, bunun karşılıklı olması, hukukunun olması, gereklerinin
yerine getirilmesi lazım. Madem birlikte yaşıyorsak bu birlikte yaşamanın yasal bir evlilik şeklinde olması, anayasal
ifadesinin olması gerekir. Kadın örneğinden de yola çıkarsak; evlilikte bir kadın her gün dayak yer, hakarete uğrarsa ya
kaçar ya da bu durumu kabul etmez boşanır. Kürtlerin durumu da böyledir. Eğer Kürtleri inkar edersen, hiçbir hakkını
vermezsen Kürtler de bunun gereğini yapma hakkına sahiptir.”
KONFERANSA ÜÇ SOMUT ÖNERİ
“Güney için de öyle Amerika'ya, başka güçlere dayanarak bir yerlere geleceklerini düşünürlerse yanılırlar; o
destek çekildiğinde iki saatte yok olurlar, onların da can güvenliği yoktur. Amerika kendi çıkarlarını korur, onları korumaz.
Ulusal konferansa ilişkin FKÖ tarzında bir önerim var. FKÖ gibi sadece silahlı bir örgüt değil, diplomasisi, yürütmesi ve
savunması olan bir örgütlenme olabilir.
Burada ben üç şey öneriyorum,
1-Ulusal Konsey oluşturulmalı,
2-Yürütmesi oluşturulmalı, tam Hükümet değil, yürütme olabilir, işlerin yürütülmesi ve diplomatik bağlantıları,
ilişkileri sağlayacak, pratik işleri görecek bir yürütme oluşturulabilmeli, bu yürütme dar tutulmalıdır.
3-Savunma güçlerinin koordineli ve uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Güçlerin daha önceki gibi karşı karşıya
gelmemeleri ve birbirleriyle savaşmamaları, birbirlerinden haberleri olması gerekir.
Bunların yanında daha önce belirttiğim ulusal kongre, teorik ilkeler var, beş ilke şartı biliniyor. Bunlar tartışılmalı.
Daha önce belirttiğim demokratik konfederalizm tarzında sınırlarla oynamadan Kürtlerin yaşadığı her yerde demokratik
örgütlenmeler oluşturulabilir. Kürtlerin yaşadığı her yerde devletin sınırlarıyla oynanmadan, ayrı devlet olmadan,
sorunlarının demokratik çözümü esas alınarak örgütlenirler. Ben bunu Suriye'deki, İran'daki Kürtler için de söylüyorum
DERLEYEN : AZAD BADIKI
onlar da bu kongreye katılabilirler. Güney Afrika'da da Afrika Ulusal Kongresi var. Buna benzer örnekler dünyada var, bu
örneklerden de yararlanılabilir. Artık zaman birlik zamanıdır.”
DTK’NİN AMACI DEMOKRASİDİR
“DTK, BDP gibi bir siyasal parti değildir. Bir parti iktidara gelmek için vardır, DTK'nın böyle bir misyonu yoktur,
yani bir siyasal parti değildir, sivil toplum kuruluşudur. Amacı toplumun demokratikleştirilmesidir. DTK'nın yasal zemine
oturtulması gerekir, bu konuda örnekler var. DTK her kesimden Kürdün içinde kendisini ifade edebildiği bir sivil toplum
kuruluşudur. İşte 650 sivil toplum kuruluşu deniliyor. İşte bu 650 sivil toplum kuruluşu DTK içerisinde kendisini ifade
edebilir. Diyarbakır Barosu da, Ticaret Odası da hepsi DTK'nın içinde olarak kendisini orada ifade edebilir. DTK sivil
toplum örgütlerinin bir üst çatısı olmalıdır. DTK'da talepler ortaklaştırılır ve kendi içlerinde bir komisyon kurup,
Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, ilgililere taleplerini iletir, ortak bir ses olurlar. DTK'nın ayrı, bağımsız bir yeri olmalı,
gerekirse yeniden başvuru yapılmalı, tüzüğü olmalı, yoksa hazırlanmalı, tamamiyle bir sivil toplum kuruluşu şeklinde
çalışmalıdır. ”
“Urfa'da Erkan Gönültaş isimli genç kendini yakmış. Bu tür yakma eylemlerini tasvip etmiyorum ama
direnişlerine saygı da duyuyorum ama direnişin bir çok çeşidi var, daha değişik direnebilirler. Ailesine ve halkımıza
başsağlığı diliyorum. Sanırım gelecek hafta Aram Tigran'ın anması olacak. Defnedildiği yerde anma olacaktır, ayrıca
Diyarbakır'da bu sene çok görkemli, kalabalık, geniş katılımlı bir anma olur herhalde. Dersim'de inanç akademisinin işlevi
önemlidir. Ben sadece Dersim için değil o bölge için belirtiyorum. Bildiğim yerlerdir. Bu akademi o bölgenin tüm
kültürlerini, inançlarını geniş şekilde temsil eden bir merkez olabilir. BDP ve diğer çevreler de bu çalışmayı
destekleyecektir. Tüm halkımıza, cezaevindeki arkadaşlara, Özgür Halk dergisi çalışanlarına selamlarımı iletiyorum.
Ayrıca tüm Hakkari ve Yüksekovalı çocuklara sevgilerimi ve selamlarımı iletiyorum. ”
Sağlık koşulları hakkında bilgi veren Öcalan, “Sağlık koşullarım daha önce belirttiğim gibi, farklı bir şey yok.
Nefes alma sıkıntım devam ediyor. Burası için Kuyu demiştim, bu koşullarda kalmamın etkisi de var, nefessiz kalıyorum.
Bu son günler çok sıcak olduğu için etkiliyor, oldukça havasız ve boğucu. Uyurken başımı ancak mazgal deliğine
dayayarak nefes alabiliyorum. Bu şekilde oraya dayamasam, nefes alamıyorum, uyuyamıyorum. Sağlık durumu böyle,
ancak dayanacağız, bu şekilde yaşamaya çalışıyorum.” dedi.
Görüşme Notları:
Oyalama siyasetini kabul etmeyeceğiz
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, PKK’nin aldığı eylemsizlik kararını onayladığını belirterek referandum
sonrasına kadar hükümet ve ordunun tavrının belli olacağını ve bu süreci izleyip değerlendireceğini söyledi. Öcalan tüm
demokrasi çevrelerini de sürece katkı sunmaya çağırdı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, geçtiğimiz Cuma günü avukatlarıyla görüştü. Öcalan görüşmede KCK ve
KONGRA-GEL’İN eylemsizlik kararını, AİHM’deki yeniden yargılanma başvurusunu ve diğer önemli güncel gelişmeleri
değerlendirerek şu belirlemelerde bulundu:
“Yeniden yargılamayı AİHM ret etti. Bana özel hukuk uygulanıyor. Hukuksuzluğa hukuksuzlukla cevap
veriyorlar. Bunlar zaten Kenya'daki komplo ve kaçırılmayı da otaya çıkarmadılar. Bir dönüm noktası olabilirdi. Ya bu
komployu açığa çıkarıp beyaz bir sayfa açabilirler, ya da hukuksuzluğa devam ederler.
KİŞİYE ÖZEL HUKUK UYGULANIYOR
İdam cezasının ağırlaştırılmış müebbete dönüştürülmesi ile ilgili dosya önemlidir. Bize, yargılandığımız zaman
olmayan bir cezayı verdiler. AİHM eğer kendilerine ulaşması konusunda garanti verirse savunmamın beşinci cildini de
yazarım. Çünkü bu son savunma önemlidir, sorunun çözümüne dair somut durum ile ilgilidir, somut şeyler
düşünüyorum. Verirler mi bilemiyorum. Mahkeme buradaki şartlara ilişkin gelip inceleme yapabilirler. 24 saat burada
kalsınlar. Ben burada nefes almak için kafamı pencereye dayıyorum. Öyle ancak zar-zor nefes alabiliyorum. Bu şartlar
altında ben savunmayı yılsonuna doğru hazırlayabilirim. Ek süre istenebilir. Kendilerine ulaşmasını sağlayacaklarsa, ben
savunmayı hazırlarım. Söylediğim gibi burada bana özel hukuk uygulanıyor, kişiye özel hukuk uygulanıyor, AİHM'in bunu
görmesi gerekiyor.
BATMAN’DAKİ OLAY AYDINLATILSIN
Bu Batman meselesi nedir? Karanlık bir olaya benziyor. Çok yönlü araştırmak gerekir. PKK'nin üzerine yıkmaya
çalışıyorlar. Komplo olabilir. Batman'da vurulan bir şeyh vardı. Bu aileler ile özel olarak ilgilenilmelidir. Bu oyuna
gelmemeleri konusunda uyarılmalılar. Bu konuda diğer aile ve aşiretler de aydınlatılsın, bilinçlendirilsin. Uyanık olsunlar.
Bu olay söylediğim gibi bir komplo olabilir ve yeni bir faili meçhuller süreci de başlayabilir. Ben bunun için öz savunma
diyorum. Bu vesileyle Salih Özdemir ve diğer hayatını kaybedenleri de saygıyla anıyorum.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Kendinizi koruyun diyorum ama bundan bile acizler. Çevrelerinde binlerce kişi var, kendilerini örgütleyemiyorlar
mı, koruyamıyorlar mı? Ben bunları duydukça çok öfkeleniyorum, kızıyorum. Bu olayda özellikle o arkadaşların evden
çıkış gerekçesi ortaya çıkarılmalıdır. Daha önce de söylemiştim; tanınan şahsiyetler geceleri zorunlu olmadıkça dışarı
çıkmamalı, tek başına dolaşmamalı.
ARAM TİGRAN İÇİN MÜZE AÇILMALI
Aram Tigran için Diyarbakır'da bir müze açılabilir. Hatta sanatçılar müzesi ya da sanat evi adıyla açılabilir,
burada Aram Tigran'a bir oda ayrılır. Onun dışında önemli Kürt sanatçı ve şahsiyetlerinin hatıralarına yer verilir. Ayrım
yapılmadan, örneğin Celal Güzelses gibi kendilerine mal etmeye çalıştıkları sanatçılar da sahiplenilir.
DEVLETÇİ ÇÖZÜM YOLLARINA İNANMIYORUZ
Demokratik özerklik meselesi de sanırım tartışılıyor. Biz bu öneriyi Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl
yöntemlerle çözülmesi için en uygun yol olduğu için önerdik.
Taha Akyol anlamıyor. Bunların kafaları devletçi ideolojilerle dolu. Ama bu şekilde olması da normaldir. Çünkü
insanlar yüzyıllardır kapitalizmin yoğun bombardımanı altında. Basmakalıp düşünce biçimleriyle yetişmişler. Sosyal
bilimler ve üniversiteler de kapitalizme hizmet etmişlerdir. Bu yüzden farklı bir çözüm modeli olabileceğini anlamakta
güçlük çekiyor, bunu tasavvur edemiyor, bu düşünce kalıplarının dışına çıkamıyorlar. Ben bu değerlendirmeleri yaparken
hem kendi düşüncelerimden hareket ediyorum, hem de bir çok kapitalist düşüncenin dışına çıkabilmiş yazarların
kitaplarından, fikirlerinden de yararlanıyorum.
Biz devlete, devletçi çözüm yollarına inanmıyoruz. Bunu yıllardır söylüyoruz. Bu arada ben tam anarşist
düşünürler gibi de düşünmüyorum. Sadece devletin, ırkçı-faşist yapılanmalarından, bakış açısından arındırılmasını
istiyoruz. Bizim için asıl olan, toplumun demokratizasyonudur. Halkın gerçek anlamda demokrasiyi içselleştirmesidir. Bu
sistemde önemli olan halkın örgütlenerek bilinçlendirilmesidir. Devletten bağımsız ve ondan beklentide olmadan bu
yapılabilir. Bu nedenle yüzlerce sivil toplum örgütünün, meclislerin kurulmasını önerdim.
GÜNEY’DE TUZAĞA DÜŞÜLDÜ
Devletçi bir çözümün çözüm olmayacağı, işleri daha da kötü bir noktaya getireceği açıktır. Burası için
federasyon çözümünü savunan Elçi gibi isimler de var. Ama böyle bir modelin sorunu çözmeyeceği ve Filistin sorunu gibi
belki de kangrenleşerek yüz yıl sürecek bir kaosa neden olacağı açıktır. İşte biz, bütün bunların önüne geçmeye
çalışıyoruz. Güney'de de aslında bu tuzağa düşülmüştür. Bu, emperyalizmin bir tuzağıdır, tıpkı Filistin gibi. İşte Filistin'de
emperyalizmin oyuncağı bir devlet kurdurup, oraya istedikleri gibi müdahale ettiler. Ne İsrail'e ne Filistin'e bu nedenle
barış geliyor. Aslında Güney'deki Kürdistan oluşumuyla da yapılmak istenen budur. En azından bu görülüp, bu tuzağa
düşülmemelidir.
Ben demokratik özerklik meselesini savunmalarımda, özellikle “Özgürlük Sosyolojisi”nde ayrıntılı bir şekilde
anlattım. Demokratik özerkliğin anlaşılması için bu kitapların yoğun şekilde okunup, tartışılması gerekiyor.
PKK’NİN KARARINI ONAYLIYORUM
Ben PKK'nin aldığı bu kararı onaylıyorum. Zaten daha önce benim de bu yönlü çağrılarım olmuştu. Arkadaşlara,
özellikle dağdakilere bu konuda çok teşekkür ediyorum. Herhalde bu referandumun sonuna kadar olacak. Bana kalsa 35
gün de yeter, referanduma kadar sürmesi kafiydi, yani 13-14 Eylül'e kadar yeterdi. Ama çok da önemli değil. Önemli olan
bu sürecin iyi değerlendirilmesidir. Gerilla bu süreçte karakol saldırılarından uzak duracaktır. Ayrıca kendilerini korumak
durumunda kalmadıkları müddetçe kesinlikle mayınlı saldırı da yapmayacaklar. Ama söylediğim gibi eğer imha amaçlı
geliyorlarsa ve başka çare kalmamışsa, kesinlikle kendilerini korumak için herşeyi yapabilirler.
Bu süreçte tüm kesimler her zamankinden çok çalışmalıdır. Öyle rehavete kapılıp bu sorun zaten zamanla
kendiliğinden çözülür diye düşünülürse, bu çok büyük bir hata olur. Çünkü bu süreç hem büyük bir barışın vesilesi
olabilir, demokratik çözüm doğurabilir; hem de tam tersi, istemediğimiz, çok büyük ölçüde bir savaş da gelişebilir. Ben
gerçekten tedirgin oluyorum. Ergenekonvari savaş lobileri tekrar devreye girebilir.
Barışın ve savaşın koşulları at başı gidiyor. Bunu gerillalar da iyi anlamalıdır. Süreç hem barışa hem savaşa
gebe bir süreçtir. Bütün gerilla alanlarında benim adıma bu belirttiğim hususlar çerçevesinde konuşmalar yapılmalı ve
hepsine tek tek teşekkür ettiğim belirtilmelidir.
OYALAMA SİYASETİNİ KABUL ETMEYECEĞİZ
Söylediğim gibi referanduma kadar bekleyeceğiz ve hükümetin tavrına bakacağız. Bu eylemsizlik süreci AKP'nin
ne kadar samimi olup-olmadığını açığa çıkaracak. Eylemsizliğe karşı ordunun tavrı da belli olacak. Bu sürenin sonuna
doğru gelişmeleri izleyip yeni bir değerlendirme yapacağım. Bundan sonra oyalama kabul etmeyeceğiz. Ben daha önce
çekiliyorum derken de bu oyalamalar yüzünden devletin, hükümetin ciddi bir yaklaşımı olmadığı sonucuna vararak öyle
bir karar almıştım. Bundan sonra da oyalamaya çalışırlarsa, ben artık bir şey yapamam.
Bu süreçte bütün sivil toplum örgütleri, aydınlar, yazarlar, sosyalistler, demokratlar, bu sorunun demokratik ve
barışçıl yoldan çözümünü isteyen herkes sürecin kalıcı bir çözüme dönüşmesi için ellerinden gelen katkıları
yapmalıdırlar. Ateşkes çağrısında bulunanlar bu süreci iyi değerlendirmelidirler.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Bu ateşkes dönemi siyasetin rolünü oynaması gereken bir dönemdir, siyaset ön plana çıkarılmalıdır. BDP adeta
bu dönemi politik hamle dönemi olarak değerlendirebilir.
REFERANDUMDA SON GÜNE KADAR DÜŞÜNÜN
Diğer bir konu da referandum meselesidir. Bilindiği gibi bu anayasa paketinde Kürtleri doğrudan ilgilendiren bir
husus yoktur; Kürt meselesi adeta yok sayılmıştır. Halkımız da konuyu her türlü tartışmada serbesttir. Bu düzenlemeler
AKP'nin kendi hegemonyasını kurabilme ihtimalinin önünü açıyor. Bunu görüp bu tuzağa da düşmemek gerekiyor.
Halkımız da son güne kadar tartışsın, gözlem yapsın. Buna göre kendi kararlarını versin, eğilimlerini olgunlaştırsın. Biz
biliyoruz ki, “evet” diyen taraf islamcı milliyetçi kesimdir. Ama karşılarındakiler de ulusalcı milliyetçilerdir. Ama biz bu
demokratik gelişmelere göre demokratik bir tavır almalıyız.
Bir kere şunun netleştirilmesi lazım. Biz Kürtler neden bu cumhuriyette yokuz. Madem asli kurucu unsuruz, bu
cumhuriyetin kuruluş aşamasında Kürtler de yer aldı, neden yok sayılacak bir hale geldik. Bu sorunun yoğun bir şekilde
tartışılması gerekir. İşin püf noktası burasıdır; biz nasıl bu kadar iradesizleştik? Osmanlı'da Kürtlerin özerk bir pozisyonu
vardı. M. Kemal bile cumhuriyetin kuruluş yıllarında Kürtlerle birlikte hareket etmiştir ve özerklikten de söz etmiştir. Ama
düşünebiliyor musunuz, bu konudaki sözleri “Nutuk”ta bile sansürlenmiş, hem de M. Kemal hayatta iken. Ahmet Özer'in
“Türkler ve Kürtler” kitabında da bu konular yer alıyor. Türkiyeli demokratların da konuya bu açıdan yaklaşmaları
gerekiyor.
Batman halkına özel selamlarımı iletiyorum.
Görüşme Notları:
Öcalan demokratik özerkliğin
esaslarını açıkladı
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tarihi bir süreçten geçildiğini belirterek Demokratik Özerklik projesinin siyasi,
hukuki, ekononomik, kültürel, öz savunma ve diplomasi boyutlarını açıkladı. Öcalan, “Demokratik Özerklik Kürtlerin
çözüm projesidir” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konuları değerlendirirken,
demokratik özerkliğin nasıl olacağı konusunda da detaylı açıklamalarda bulundu. Öcalan, “Herkes benden birşeyler
bekliyor. Herşey omuzlarıma yıkılmış. Devlet zorlanıyor, KCK zorlanıyor. Herşey yine bana yüklendi. Beklentiler var”
dedi.
BAZI STK’LARLA ANLAŞMIŞLAR
Demokratik Toplum Kongresi’nin son kongresini değerlendiren Öcalan, “DTK son Kongresine Türkiye'deki diğer
gruplar katılmamış. Onlara yönelik yapılan katılım çağrısı onların tavırlarını açığa çıkardı. Referanduma yönelik
Diyarbakır'da birkaç gün önce bazı sivil toplum kurumlarının açıklamalarını dinledim. Tabi bunlar devletle anlaşmışlar.
‘Eğer PKK tasfiye olursa insiyatifi size veririz’ diye onları ikna etmişler. Bu konuda birileri kendileriyle anlaşmış. Tabi biz
buna engel oluyoruz. Onların bu planları tutmuyor” diye belirtti.
DEMOKRATİK ÖZERKLİK KÜRTLERİN PROJESİDİR
“Demokratik Özerklik Kürtlerin çözüm projesidir” diyen Öcalan, bu projeyi şöyle anlattı: “Demokratik Özerkliği
şöyle izah edebiliriz; Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik özerklik ise bedendir. Demokratik özerklik demokaratik ulus
inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış, bedenleşmiş halidir. Demokratik özerkliğin birkaç unsuru veya
boyutu vardır:
Siyasi Boyutu: Bu boyutta bir meclis olur. Ya da halkın bir kongresi olur. Bu kongre demokratik toplum
kongresidir. Bu kongrenin bir de yürütmesi olur.
Hukuki Boyutu: Demokratik Özerklik projesinin hukuki statüsünü ifade eder. Katalanlar bunu 'status' olarak
ifade ediyorlar. Biz de buna statü diyelim. Bu çok önemli. Yani hukuki olarak Kürtlerin statüsü ne olacak? Bu belirlenerek
Anayasa ve yasalara yansıtılır. Yasalarla demokratik özerkliğin çerçevesi içeriği belirlenir.
Ekonomik Boyutu : İnşa edilen demokratik ulusun bir de ekonomik politikası olur. Nasıl bir ekonomi olmalıdır,
bu belilenir. Barajlar, yeraltı yerüstü kaynaklarına ilişkin bir politikası olur. Ekonomik sistem olarak kapitalizmi kabul
edemeyiz. Belki kapitalizmi tam olarak ortadan kaldıramayız ama önemli oranda kapitalist ekonomik sistemi değiştirebilir,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
onu aşındırabilir, kendi ekonomik sistemimizi kurabiliriz. Bu sistemde halkın ekonomisi olur, bir kısmını da özel ekonomi
oluşturur. Bütün bunlar tartışılmalıdır.
Kültürel Boyutu: Kültürel boyut daha çok dil, anadilde eğitimi, tarih ve sanatı kapsar. Kürtçe'nin Türkçe ile
ilişkisi nasıl olmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmalıdır, bunlar
tartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Kürtler kültürel soykırımı tam olarak nasıl aşabilir, bunu da bolca
tartışıp, bilince çıkarmalı ve kültürel soykırımı aşmalıdır.
Öz savunma Boyutu: Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Kürtler
soykırımdan nasıl kurtulabilir bunu somutlaştırmalıdırlar. Buradaki soykırım kavramı tüm soykırım çeşitlerini kapsıyor.
Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir özsvunma durumuna kavuşması
sağlanır. Toplum burada kendi öz savunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz
savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapılanmayı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasını ifade eder. Demokratik toplumun
her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını, kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum. Bu konuda halk
tartışarak farklı sonuçlara ulaşabilir. Mesela askeriyede yer alacaklar mı, bunlar tartışılır. Korucular nasıl lağvedilecek,
koruculuk meselesi nasıl halledilecek, bunlar tartışılmalıdır. Bu güvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava
kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.
Diplomasi Boyutu: Bu da Kürtlerin diğer halklarla, toplumlarla olan ilişkilerini ele alır. Komşu çevre ülkeler ve
diğer parçadaki Kürtlerle ilişkiler olur. Diğer toplumlar ile nasıl bir ilişki istiyoruz, onlarla nasıl yaşamalıyız? Diplomasi
boyutu bunu karşılar.”
DEMOKRATİK ÖZERKLİK İÇİN TOPKEYÜN SEFERBERLİK
Öcalan şöyle devam etti: "Kürtler, BDP, DTK demokratik özerklik projesi ile uğraşmalıdır. Demokratik özerklik
projesini somutlaştırmalıdırlar. Kürtlerin gerçek gündemi budur, bu olmalıdır. Bu referandum Kürtlerin gerçek gündemini
değiştirmek için bu kadar ön plana çıkarılıyor, suni bir gündemdir. Bu tartışmalarla Kürtlerin demokratik özerklik taleplerini
gölgede bırakmaya çalışıyorlar. Kürtler bunun üzerine seçime kadar çalışmalıdır. Ki yarın öbür gün geç kalmayalım,
Kürtlerin projesi budur diye sunmak önlerine koymak gerekebilir. Kürtlerin projesi nedir dendiğinde projemiz hazır
olmalıdır. Demokratik Özerklik konusunu Katalanlar da tartışıyor, Katalanlar zekidirler. Bu özerklik konusunda bir proje
hazırlayıp sundular. İspanya Anayasa Mahkemesi de bu projeyi birkaç noktası hariç onayladı. Kalan noktaları da
önümüzdeki dönemde muhtemelen kabul ederler. Halen tartışıyorlar. DTK, BDP demokratik özerklik projemiz ile ilgili
seçime kadar çok hızlı bir şekilde çok büyük tartışmalar gerçekleştirmelidir. Demokratik özerklik projesini somutlaştırmalı,
somut bir şekle getirmelidir. Çok büyük tartışsınlar, gece gündüz ibadet eder gibi ekmek su kadar lazım olan bu
demokratik özerklik projesi üzerinde çalışmalıdırlar. Belki bazen aç kalınabilir, az yenilip az içilebilir ama demokratik
özerklik Kürtlere ekmek ve sudan daha önemlidir. Demokratik özerkliği bol bol tartışsınlar. Ben buna topyekün seferberlik
diyorum.
TARİHİ BİR SÜREÇTEYİZ
Demokratik özerklik üzerinde çalışmaları DTK yapar. Bu DTK'nın alanıdır. Demokratik bir anayasayı hazırlamak
da BDP'nin alanıdır. Yarın seçimlerden sonra devlet çözüm önerilerini tartıştığında bir çözüme dair önerileri olmalıdır.
Çözüme dair bir projeleri olmalıdır. Bunu yoğun bir şekilde tartışsınlar. Milyonlarca halkımızın demokratik özerkliği yoğun
tartışması ve kavraması gerekiyor. Bunu bir çözüm projesi olarak geliştirebilmeliyiz. Bilinmelidir ki demokratik özerklik ve
demokratik anayasa ayrı şeylerdir. BDP, Demokratik anayasa çalışmalarını tüm Türkiye genelinde yapmalı ve Türkiye
genelindeki sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapmalıdır. BDP'nin demokratik anayasaya ilişkin yoğun bir çalışması
olmalıdır. Demokratik anayasaya ilişkin geniş bir projeleri olmalıdır. Kürtler, DTK, BDP nasıl bir yaşam isteyeceklerini
tartışacaklar, buna karar verecekler. KCK, PKK demokratik özerklik sistemi içinde kendi yerini belirleyecektir. Bu onların
bileceği bir iştir. Bunu gece gündüz tartışacaklar. Tarihi bir süreçteyiz. Demokratik özerklik konusunu daha önce
tartışmıştım. Özgürlük sosyolojisi kitabımda değinmiştim. Bu defa anlamlı bir çözümün geliştirilmesi önemlidir.
Demokratik ulus inşası ulus devlet inşası anlamına gelmez. İşte Filistin'i görüyorsunuz; Filistin, Güney Kürdistan
tarzı, ulus devlet bile değildir. Bunlara küçük bir devlet kurdurarak birbirleriyle çatıştırmayı düşünüyorlar. Bu anlayışta
olan Kürtler 'küçük bir devletimiz olsun bize yeter' diyorlar. Bu anlayış yüz binlerce insanın ölümü anlamına gelir.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkını sadece devletle, devlet sahibi olmakla sağlanabileceği düşüncesi reel sosyalizmin
yıkılışının temel nedenlerindendir. Bu ulus devlet anlayışı reel sosyalizmi bitirdi. Kendi kaderini tayin etme hakkı, ister
ulus devlet ister sosyalizmin ister liberalizmin görüşü olarak ortaya çıksın, nihayetinde bu kapitalizme hizmet etmektir.
Marx, Engels, Lenin hepsi bunu yanlış yorumladılar. Demokratik ulus inşası ile ilgili görüşlerimi özgürlük sosyolojisi
savunmamda geniş tartıştım."
BATMAN OLAYI MUTLAKA AYDINLATILMALI
Batman olayına da değinen Öcalan, olayın mutlaka aydınlatılması gerektiğini söyledi. Öcalan şöyle dedi:
“Batman olayı üzerinde durulmalı ve mutlaka aydınlatılmalıdır. BDP'nin bunu ortaya çıkarmış olması gerekiyordu. Kim
tarafından yapılırsa yapılsın BDP buna karşı çıkmalı tavır almalıydı. Batman'daki Salih Özdemir olayında bunların niçin
gece yarısı dışarı çıktığı da mutlaka aydınlatılmalıdır. Tanınan şahıslar gece randevularına gitmesinler. Gideceklerse de
DERLEYEN : AZAD BADIKI
programlı planlı gitsinler. Mesela BDP de bir yerde açıklama ya da miting yapacağı zaman kendi tedbirini önceden
kendisi alır. Hiçbir boşluğa yer bırakmayacak şekilde planlamasını yapmalı. Öyle sadece devletin güvenliklerini
sağlamalarını bekleyerek olmaz. Bunları yapmayacaksan kendi güvenliğini sağlamayacaksan sonra da sızlayıp bize
yöneliyorlar demenin bir anlamı yok. Provokasyonlar tanıdık simalara yönelebilir. Geçmişte Mersin'deki bayrak
provakasyonunda da provakasyon sonrası kime yöneleceklerini planlamışlardı. Amacına ulaşamadı ama bu
provakasyonlar planlıdır. Tüm planlamasını önceden yapıyorlar, provakasyon esnasında kime yöneleceklerini iyi
biliyorlar. Özellikle tanıdık simalara yönelebilirler. Bu nedenle herkes kendi tedbirlerini alabilmeli, can güvenliklerini
koruyabilmelidirler. Bu anayasada da yer alan bir haktır.”
30 - 40 AYRI YERDE PROVOKASYON PLANLIYORLAR
Öcalan, Dörtyol’daki olaylara dikkat çekerek, 30 -40 ayrı yerde bu provokasyon olaylarının planlandığını söyledi.
Öcalan şunları belirtti: “Dörtyol'da bir provakasyon tasarlanmıştı. Mesele sadece Dörtyol'da değil 30-40 ayrı yerde bu
provakasyon olaylarının planlandığını düşünüyorum. Bu olaylar Maraş, Sivas olaylarına benziyor. Bu Dörtyol olayında üç
yüz kişiyi öldürebilirlerdi. Bu Sivas katliamın Maraş katliamının eksik kalanının tamamlanmasıdır. Musa Anter'in
öldürülmesi gibi aydın komploları gerçekleştirilebilir. Bunlar bir örtülü katliam denemesidir. Burada başarılı olunamadı.
Sebebi AKP içindeki çelişkiler, MHP içindeki çelişkiler ve devlet içindeki çelişkiler ile ilgiliydi. Ve biraz da tesadüftü. Göze
alamadılar. Devlet içinde bu olaylara karşı olan dürüst kimseler de var. Bu olayları burada ben de engellemek için
elimden geleni yaptım, yapıyorum. Bu provakasyonlar akim kaldı. Bu olayların önceki olaylardan farkı şudur: Önceki
olayların başarıya ulaşma sansları yoktu ama şu anki olayların başarıya ulaşma şansı var. Bu nedenle çok tedbirli ve
dikkatli olmak gerekiyor. Özellikle bazı bölgelerde daha risklidir. Şimdi durum buna daha musait. Devlet içinde bazı
yapılar her türlü provokeyi yapabilirler. Savaş bu şekilde devam ederse her iki taraftan da yozlaşmış bir savaş tarzı
devreye girer ki bu çok daha tehlikeli olur. Bir sonrakinde katliam girişimi gerçekleştirilebilir. Çok fazla insan ölür. İşin
içinde çıkılamaz. Bu provakasyonlarla yapılmak istenen örtülü bir soykırımdır. Dörtyol'daki olayların içinde AKP mi var
MHP mi var devlet mi var bilemiyorum. Ama bu olaylardan AKP'nin haberi olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin ise bunlara
karşı şu an yaptıkları savaş değil sadece kendilerine karşı yapılan bu örtülü soykırımı durdurmaktır, başka bir şey
değildir.”
KADIN ÖZGÜRLEŞMELİ
Haftalık görüşmesinde kadın çalışmalarını da ele alan Öcalan, bu konuda şu meajları verdi: “Kadın
çalışmalarında sadece tecavüz kültürüne karşı çalışma yürtümek yetmez. Tecavüz kültürüne karşı mücadele edilirken
her anlamıyla yetkinleşmek ve mücadele etmek gerekir. Bu çalışmaların yaygınlaştırılması ve kurumsallaşması lazım.
Aksi halde yapılan yürüyüşler, mitingler kuru bir gürültüden öteye geçmez. Kadın özgürleşmeli. Bu tarihten gelen bir
sorundur. Ne kadın erkeğin kölesi olmalı ne de erkek kadının kölesi olmalı.Tecavüz derken sadece cinsellik anlamıyla bir
tecavüzden bahsetmiyorum. Burada çok derinlikli çok boyutlu bir kuşatma var. Medyaya da yansıyan Mardin'den bir
haber vardı. Bu kız çocuğu yüz kişinin tecavüzüne uğramış orada. Aynı şey Mardin'in bir köyünde de olmuştu. Aslında bu
sadece oralarda değil her tarafta yüzlerce örneği mevcut. Bu kültürel anlayış her yerde ortaya çıkmaktadır. İran'da da
recm cezasına çarptırılan kadınlar var. Tabi ben sadece tecavüz kültüründen de bahsetmiyorum, medyada çıkan şu
klasik tacavüzleri kastetmiyorum. Hem kültürel hem ekonomik hem sosyal, hayatın her alanındaki tecavüzden
bahsediyorum. Bu nedenle kadınlar hayatın her alanında özgün örgütlenmelerini yaratmalıdırlar. Siyaset
akademilerinden bahsetmiştim, burada kurumsallaşabilirler. Diyarbakır'da ve her yerde kadınlar bunları iyice
tartışmalıdır.
Erkek kadın ilişkisinde kadın belirleyici olmalıdır. Hem kadın üzerindeki hem toplumsal kuşatma hemde erkeğin
kuşatması tarihten gelen bir sorundur. Kadın burada özgürlüğünü kaybetmiştir. Evlilik de şu anda kadın üzerinde
hükmetmenin bir aracı olarak uygulanıyor. Siz de anlamalısınız ki kadın erkek ilişkisi dipsiz bir kuyu gibidir. Çok derindir.
Buradan herşey çıkabilir. Ya birbirlerini bitirirler ya da filozof olurlar. Biliyorsunuz bunun güzel örneklerinde bir tanesi
filozof Sokrates'tir. Zaten kendisi de diyor: 'Evlilik beni filozof yaptı'. Zizek'in de bu konuda ki tespiti çok önemlidir. Ben
evliliği mahkum etmiyorum ama bu ilişkilerin çok zorlu olduğunu, özgürlük temelinde olması gerektiğini belirtiyorum.
Evlilikte kadının tercihi esas alınmalıdır. Kadın belirleyici olmalıdır. Kadınlar yaşamdaki ihtiyaç ve taleplerini doğru
belirleyip ve bu konuda karar alma gücünü göstermelidirler. Hayatın her alanına dair kendi özgün tartışmalarını yapıp bu
kararları alıp bu kararlarını uygulamalıdırlar.”
DOĞUBAYAZIT’I ÇOK SEVERİM
Öcalan son olarak “Doğubeyazıt’ı çok severim” diyerek, “Doğubeyazıt halkına, Patnos halkına, Serhad halkına,
Botan'a, Tatvan, Bitlis, Van ve İzmir'deki halkımıza özel selamlarımı iletiyorum, Bitlis' e özel bir savaş sistemi uyguladılar.
Ancak bu artık kırıldığını düşünüyorum, gelecekte çok önemli gelişmeler olacaktır. Tüm tutsaklara özellikle kadın
tutsaklara özel selamlarımı iletiyorum. Evrim Alataş'ı da tekrar anıyorum. Tüm halkımıza ve aydınlara selamlarımı
iletiyorum” dedi.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Boykot daha da aktifleştirilebilir
Öcalan, “AKP'yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler, aktif boykot
konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından sonra hayır
bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım” dedi.
AKP’nin modern Hamidiye Alaylarını geliştirdiğine dikkat çeken Öcalan, ‘’Daha önce Türk-İslam’dı şimdi İslamTürk zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür
güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını
geliştiriyor’’ diye konuştu.
Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların geliştiğini belirten Öcalan, eylemsizliğin meşru müdafaayı ve
misillemeyi haksız kılmayacağına dikkat çekti. Öcalan İmralı’da kendisiyle yapılan görüşmelerin ise devlet sıfatıyla
yapıldığını belirtti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına
değinen Öcalan, “Sağlık açısından yeni bir durum yok ama bilinen sorunlarım devam ediyor. Başarırsak bir mucize olur,
buradan sağ çıkmam bir mucize, büyük bir başarı olur. Kitaplarla, romanlarla anlatılacak bir durumdur yaşadıklarım”
dedi.
Öcalan, şöyle devam etti: “Süreci genel olarak takip ediyorum, devletle görüşmem konusunda neden bu kadar
kıyamet kopartılıyor. Bunun tarihsel arka planı var. Yalçın Akdoğan'ın değerlendirmelerini okudum. Benim tutumumla ilgili
bir değerlendirme de yapmış. İşlerin bu noktaya geleceğini ben hep söyledim. Ama anlaşılmadı. Daha önce rolümü hep
söylüyordum. Fakat kurumların rolünü oynamadığı bir ortamda bütün yük omuzlarıma biniyor. Ben çekilmeyi biraz da bu
nedenle, kurumlar rolüne uygun hale gelsin diye belirtmiştim. Yoksa bütün sorumluluğu bana bırakıyorlar. Kaldı ki
sağlığım da gerçekten her zaman böyle olmayabilir. Buranın beni ne kadar zorladığını hep söylüyorum. ”
GELENLER DEVLET SIFATIYLA GÖRÜŞÜYOR
“Karayılan aslında herkesin bildiğini söylemiş. Taraf çevresi ve bunun süreci tıkatacağı yorumunu yapanlar
aslında Hükümeti kurtarmaya çalışıyor. Bütün bu olup bitenlerde Hükümetin rolüne değineceğim. Hazırlıksız ve yetersiz
olduklarını zaten belirteceğim. Karayılan'ın dediklerinden anlaşılması gereken şudur. Önemli olan görüşmedir, görüşmeyi
yapan devlettir. Gelenlerin genelkurmaydan, istihbarattan veya sivil otoriteden olmasının önemi yoktur, devlet sıfatıyla
görüşüyorlar. Karayılan'ın söylediklerinden ben de bunu anlıyorum. ”
DİYARBAKIR ÖZSAVUNMA OLUŞTURSUN, KENT KONSEYİ KURSUN
“Diyarbakır'daki esnaf ve sanayicilerin açıklamalarına da değineceğim. Selahattin Demirtaş için Pol Pot tarzı
filan demişler. Saçmalıktır bu. Bu cesareti nereden alıyorlar. Fakat bizimkiler de çok rahat. Herkes çok kendini beğenmiş,
herşeyi bildiklerini zannediyorlar. Nasıl böyle oluyorlar anlamıyorum. Yıllardır Diyarbakır için Kent Konseyi tarzında bir
önerim oldu. Zannedersem Diyarbakır'da kent merkezinde yüzde seksene yakın bir destekleri var. Böyle bir destekle
nasıl bu kadar dağınıklar anlamıyorum. Ben konuşuyorum onlar bildiklerini yapıyorlar.
Diyarbakır için öz savunma güçlerini önermiştim. Bir tehlike durumunda Diyarbakır'ı, Diyarbakır merkezindeki
halkı kim koruyacak? Soruyorum, gerilla mı koruyacak? Mümkün değil. Özsavunma, silahlı güç anlamında değildir,
örgütlülük anlamındadır. Mahalle birlikleri oluşturulur, bunlar temsilini Kent Konseyi'nde bulur. Bütün bunlar Akademilerde
tartışılabilir. Halk kendi çözüm ve analizlerini kent meclislerinde karara bağlayabilir. İran'ın eylemsizlik kararına rağmen
saldırıları oluyorsa, karşısındakilerin de kendini savunma ve misilleme hakkı meşrudur. Böyle olmazsa meydan
provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de böyle gelişmez.”
MİSİLLEME DOĞAL BİR HAKTIR
“Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların devam ettiği anlaşılıyor. Eylemsizlik meşru müdafaayı haksız
kılmaz. Meşru müdafaa ve misilleme doğal bir haktır. Geçmişte de geri çekilme döneminde buna benzer saldırılar
olmuştu. Geri çekilen güçlere saldırılar yapılmıştı. Zannedersem o dönemde beşyüze yakın kayıp verilmişti. Bu vesileyle
şunu da belirtmek istiyorum. Kimse benim arkama sığınarak, onun verdiği karardır, eylemsizliktir diyerek kayıplara
sebebiyet vermesin, savunmasız kalmasınlar. Savunma ve misilleme hakkı her zaman doğal olarak vardır, eylemsizlik
kararı bu hakkın kullanılmasına engel değildir. Ben kimseye talimat vermiyorum ama kendini savunma ve cevap verme
DERLEYEN : AZAD BADIKI
hakkı meşrudur. Tekrar belirtiyorum, anlamlı bir barışa ancak böyle ulaşabiliriz. Böyle olmazsa meydan provokatörlere
kalır, anlamlı barış süreçleri de gelişmez.
Batman'daki olayda provokasyon ihtimali yüksektir, açıklığa kavuşturulmalıdır. Ben öteden beri ta dörtlü çete
sürecinden beri savaş tarzlarını eleştirdim. İyiniyet-kötüniyetten ziyade objektif olarak bakıldığında ortada provokatif bir
durum var. Tehlikelere karşı önlem alınması gerekirdi. Jitem tarzı sızmalara karşı daima uyanık olunması gerektiğini hep
belirtmiştim. Bu tehlike bitmiş, sona ermiş değil, sızmak isteyenler her zaman olabilir.”
ANADOLU’YU KÜRTLER TÜRKLERE AÇTI
“Ben uzun bir süredir ABD ve İsrail başta olmak üzere uluslararası sistem neden Türkiye'de Kürtlerin dışlandığı
bir siyasal sistem istiyor diye yoğunlaşıyordum. Ulaştığım bazı sonuçlar var. Bu aralar Ahmet Özer'in kitabını da
inceliyorum. Orada da bazı şeyler var. Kürt-Türk ilişkisi tarihi söylendiği gibi gerçekten de bin yıllık bir tarihi kapsıyor.
Hatta 1071 değil 1050'lerde başlayan bir tarih sözkonusu. Anadoluya Türk beyliklerinin akınları var, bunlar Kürtlerin
yardımıyla Anadolu'ya yayılıyor, yerleşiyor. Bizanslara karşı Kürt beylikleriyle birlikte savaşıyorlar, hatta Silvan hattında
bir tampon bölge oluşturuyorlar. Kürt beyliklerinin desteği olmazsa Malazgirt savaşını kazanma ve Anadolu'ya yerleşim
mümkün olmazdı. Türklerin Anadolu'ya siyasal yerleşmeleri Kürtlerin sayesinde oluyor. Bu kesin tarihi bir gerçek.
Yayılmaları da yine Kürtlerle yaptıkları ittifaklarla gerçekleşiyor. Yavuz Selim döneminde bu ilişki yenileniyor, yeniden
kuruluyor. Bu sayede Doğu'da 1514'de İran-Safevilere karşı Çaldıran Savaşı kazanılıyor, Ortadoğu yolu böyle açılıyor.
Ardından 1516'da Yavuz, Mercidabık savaşında Memlükleri yenilgiye uğratıyor. Daha sonra Kürtlerin desteğiyle 1517'de
Ridaniye savaşıyla Memlükleri nihai olarak yenilgiye uğratıyor, Memlük hükümdarının idamıyla Mısır yıkılıyor ve Halifeliği
ele geçiriyorlar. ”
KANUNİ ÖZERKLİK VERDİ
“Sonra Kanuni dönemi geliyor. İlişkiler devam ediyor. Kanuni”nin meşhur bir sözü var; “Kürtler
imparatorluğumuzun etten duvarı ve etten kalesidir” diyor. O dönemde Kürt beylikleriyle imzalanan, bilinen Cumhuriyet
dönemi Amasya Protokolü dışında ayrı bir Amasya protokolü var. İlginçtir bu protokolde bugünkü deyimiyle Kürtlere
özerklik anlamına gelecek açık hükümler var, özerklik veriliyor. Gelişen uluslararası kapitalist sistem bu ilişkileri bozuyor.
Uluslararası sistemin müdahalesiyle III.Selim dönemiyle başlayan bir süreç var, daha sonra bu toprakların ruhuna
yabancı bir zihniyet olan İttihat Terakki zihniyetini empoze ediyorlar. Mustafa Kemal bu zihniyetin farkında ve bunun
dışında bir yaklaşımı var. Buna uygun pratik çabaları da var. 1916'da Kürdistan'a gidiyor, ta 1919'a kadar esas olarak
Kürdistan'daki ilişkileri sayesinde ayakta kalıyor. Hatta şuna dikkat çekmek istiyorum. Erzurum Kongresi'nde delege
olması Kürtlerin sayesindedir. Kongre'deki Bitlis delegesi çekiliyor, yerini Mustafa Kemal'e bırakıyor ve Mustafa Kemal
böylece esasen bir Kürt delegesi olarak bu kongreye katılıyor. Bu tarihi hakikati herkesin bilmesi gerekiyor. Fakat
uluslararası sistem Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin dışlanmasına onay veriyor. 1925'te Mustafa Kemal'e komplo
düzenliyor. 1925 komplosuyla Mustafa Kemal etkisiz hale getiriliyor. Biliniyor, İzmir Suikastiyle Mustafa Kemal
yalnızlaştırılıyor. Aynı dönemde kendi ekibinden olan Fethi Okyar başbakanlıktan alınıyor, yerine İsmet İnönü getiriliyor.
Ardından Mustafa Kemal ilahlaştırılıyor, sen tanrısın, İnönü de peygamber, Fevzi Çakmak da vurucu güç deniliyor.
Mustafa Kemal etkisizleştiriliyor, yetkileri sembolik hale getiriliyor, asıl güç İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'a veriliyor.
Uluslararası sistem böylece hakimiyetini kuruyor, İttihat Terakki zihniyetini geliştiriyor. Gerçek Türklükle alakası olmayan
Beyaz Türk kavramı böyle ortaya çıkıyor. Türk kapitalistleşmesi bu temelde gelişiyor. Yalçın Küçük de bunları
kitaplarında yazmış. O öyle Mustafa Kemal'e atfen söyledikleri “Ne Mutlu Türküm Diyene” söylemi de Beyaz Türkler
tarafından geliştiriliyor. Kürtler bu şekilde siyasal sistemden dışlanıyor.”
AKP ESNAFLARI KULLANIYOR, 1925’TEKİ GİBİ
“Burada ulaştığım ve dikkat çekmek istediğim sonuçlardan biri, ilginçtir, bugünkü esnaf-sanayici açıklamalarına
da ışık tutuyor. 1925 Şeyh Sait isyanı döneminde yine Diyarbakır merkezli bazı esnaf oluşumları, çevreleri Şeyh Sait
aleyhine devlet tarafından kullanılıyor. Ben açıklama yapan esnaf-sanayiciler kötüniyetli falan demiyorum, onların
niyetlerinden bağımsız objektif gerçekliği açıklıyorum. Bir kullanılma durumu var, uyanık olmaları gerekir. AKP bunları
kullanır, bir süre sonra da atar.
AKP’NİN HESAPLARI TUTARSA KÜRT HAREKETİ BİR YÜZYIL DAHA GERİYE GİDER
Buradan AKP politikalarına geliyorum. AKP'yi de aşan ve AKP'ye dayatılan bir uluslar arası sistemle karşı
karşıyayız. Bu sistem AKP'ye bir rol biçmiştir. AKP'yi de yekpare bir blok olarak görmüyorum, içinde farklı düşünenler de
olabilir. Fakat uluslararası sistem AKP'ye “Kürtlere sınırlı, sembolik, kırıntı anlamında bazı haklar ver, Kürtleri kendine
bağla” rolünü biçmiştir. Bazı akademisyenler, “Abdulhamit döneminde kurulan Hamidiye Alayları koruculuk sistemine
dayalı inşa edilip yüz yıl Kürt hareketini oyalamış ve kesintiye uğratmıştır” diyorlar, doğrudur, katılıyorum ama AKP'nin
Kürtler üzerindeki oyunları ve politikaları bundan daha tehlikelidir. Uluslar arası sistem ve AKP'nin hesapları tutarsa Kürt
hareketini bir yüzyıl daha geriye götürmeyi bir tarafa bırakalım, boğuntuya ve bitişe götürecektir. Dil ve kültürel
asimilasyon da gerçekleşeceği için bu sefer özünü kaybetme sözkonusu olacaktır. Tehlike bu kadar büyüktür. Yatılı
Bölge okullarında daha beş yaşındayken çocuklar alınıp asimilasyona tabi tutuluyor. Bu, BM yasalarına göre de bir
DERLEYEN : AZAD BADIKI
insanlık suçudur. Dünyanın hiçbir yerinde böyle uygulama kabul görmüyor. Çocuğu doğal ortamından ve anadilinden
kopartarak asimile etmek kabul edilemez.”
KAPSAMLI BİR PLANLA KARŞI KARŞIYAYIZ
“Kürt politikalarının uygulanması konusunda uluslararası sistemle AKP arasında bazı çelişkiler ve çatışmalar da
var ama bunlar uzlaşmaz çelişkiler değil, uzlaşabilirler. Aynı şekilde uluslararası sistem Güneyli güçleri AKP'yi
desteklemeye endekslemiş. Son günlerde Atalay'la Burkay'ın da bir görüşmesi olmuş. Burkay ve Hüseyin Yıldırım
röportajları da biraz bu mesajları vermeye yöneliktir. Yani kapsamlı bir planla karşı karşıyayız. Güney'de Erbil merkezli
bir tür Katar Emirliği gibi -Katar Emirliği'yle bütün Arap dünyasını kontrol ediyorlar- bütün Kürtleri de Güney'e bağlayarak
kontrol altına almak istiyorlar.”
İSLAM-TÜRK ZİHNİYETİ YAPILANDIRILIYOR, AKP MODERN HAMİDİYE ALAYLARI GELİŞTİRİYOR
AKP uluslararası sermayenin de desteğiyle Kayseri-Konya merkezli İslam-Türk -daha önce Türk-İslamdı şimdi
İslam-Türk- zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür
güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını
geliştiriyor; özellikle ekonomik ve kültürel yozlaşma anlamında uyguluyor. Ben bu durumu, kendilerinden de özür
diliyorum, “Mardin Mağduresi” ne benzetiyorum. Aslında amacım kişiselleştirmek değildir, Siirt'te de aynı olay yaşandı.
Ekonomik sebeplerle tecavüz kültürü geliştiriliyor. Ekonomi alayları, kültürel alaylar, siyasal alaylar şeklinde kapsamlı bir
soykırım sözkonusudur. Ekonomik anlamda bazı aileleri palazlandırıp kendilerine bağlıyorlar. Bu şekilde AKP içine alınan
Kürtler de var.
DOLMABAHÇE’DE NE KONUŞULDUĞUNU KESTİREMİYORLAR
MHP ve CHP son günlerde AKP'yi Dolmabahçe görüşmelerini açıkla diye sıkıştırıyorlar ama orada ne
konuşulduğunu kestiremiyorlar. Bence Dolmabahçede bir uzlaşmaya varıldı. Erdoğan'a “sen Kürtleri dışla biz de sana
karışmayalım, yol verelim” temelinde uzlaştılar. AKP'nin muhalifi gibi görünen CHP ve MHP de bu politikaların diğer
versiyonlarıdır, alternatifi olamazlar. Bunlara karşı biz kalıcı-gerçek çözümü geliştiriyoruz.”
DEMOKRATİK ESNAFLAR, SANATÇILAR, SPORCULAR BİRLİKLERİ KURULMALI
“Daha önce belirtmiştim. Demokratik özerkliğin altı boyutu-unsuru var. Bunları tekrar etmeyeceğim. Demokratik
özerklik kurumları kapsamlıdır. Kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki, güvenlik ve diplomasi. Her konuda derin tartışmalar
yapılabilir. Akademilerde bu tartışmanın zemini oluşturulabilir. Halk analiz ve çözümlerini Kent Meclislerinde karara
bağlayabilir. Örnek olsun diye söylüyorum, mesela Diyarbakır'da yoğun örgütlenmelerle birlikte bazı birlikler
oluşturulabilir. Demokratik Esnaflar Birliği, Demokratik sanatçılar Birliği, Demokratik sporcular birliği gibi... bunun gibi
pekçok demokratik birlik oluşturulabilir. Bu birlikler temsilini Kent Meclislerinde bulur. Demokratik özerklik, demokratik
ulusla ruh ve beden gibidir. Demokratik ulus ruhsa, demokratik özerklik bedendir. Yani demokratik özerklik bedense
demokratik ulus ruhtur, birbirlerini bu şekilde tamamlarlar, birbirlerinden ayrılmazlar, ruh-beden ilişkisi de bu şekildedir.
Beden olmazsa ruh, ruh olmazsa beden olmaz. Demokratik ulus olmazsa demokratik özerklik olmaz, demokratik özerklik
olmazsa demokratik ulus olmaz. Bayrak meselesine de takılmamak gerekir.
KÜRTLER GÜVENLİĞİNİ GARANTİYE ALSIN
Demokratik özerkliğin güvenlik boyutu da bazı aydınlar tarafından farklı devlet arayışı olarak yorumlanıyor.
Bunun da farkındayım. Bu konu yanlış anlaşılıyor. Şunu söylemek istiyorum. Mevcut askeri yapı içinde Kürtler yer alacak
mı, almayacak mı? Polis-emniyet yapısı içinde Kürtler yer alacak mı almayacak mı? Bu kurumların Kürtlere bakışı ne
olacak? Kürtler kendisini nasıl koruyacak, güvenliğini nasıl garantiye alacak? Bunlar çok önemli konulardır. Bu konular
üzerinde ileride çok geniş duracağım. Bu güvenlik boyutunu BDP de, PKK de tek başına yapamaz, bunu ben
yürüteceğim, bu konulara ileride ayrıntılı olarak değineceğim.”
EYLEMSİZLİK SONRASI ÇATIŞMALAR BAŞLAYABİLİR
“Güncel siyasi görev ise hızla Türkiye'de bir demokratik anayasa hazırlanmasına yönelik olmalıdır. Bu konuda
bütün ilgili çevrelerle hızla bir diyalog geliştirilmelidir. Aydınlar, sivil toplum örgütleri, yazarlar, gazeteciler bu konuda
seferber olmalıdır. Demokratik anayasa olmadan demokratik çözüm gelişemez. Bu olmazsa ne olur? Ben uyarımı
tekrarlıyorum. Eylemsizlik sürecinden sonra yeni bir çatışma dönemi başlar, hatta daha önce Cemil Bayık'ın da söylediği
orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebilir. Sadece kırsalda değil, kent merkezlerine de sıçrar. İşte bu Dörtyol
tesadüfen başka yerlere sıçramadı. Böyle olursa çok rahatlıkla başka yerlere de yansır, bunun zemini var; iki halk karşı
karşıya gelir, çatışma kaçınılmaz olur, onlarca hatta yüzlerce kişinin ölümüne yol açabilir. Bunun ne kadar farkına
varılıyor, bilemiyorum. Tehlike büyüktür, herkesin dikkatini çekiyorum. Ben burada bu tehlikelerin önüne geçmek,
demokratik çözüm ve barışı sağlamak için çabalıyorum. Benim bu çabalarım uluslararası sistemin AKP'ye dayattığı
politikaları boşa çıkardığı, Kürtler üzerindeki oyunları bozduğu için benim üzerimden işte “görüşülüyor” diye bu kadar
kıyamet koparılıyor. Ben bunun arkasında nelerin yattığını böyle ifade ediyorum.”
AKP’Yİ SAMİMİ GÖRMÜYORLARSA BOYKOT TUTUMU AKTİFLEŞTİRİLEBİLİR
“Erdoğan'ın açıklamalarını biliyorum. 3 Eylül'de Diyarbakır'da yeni bir şey söyleyeceğini de zannetmiyorum.
Dilerim yanılırım. Ama bir bütün olarak baktığımda AKP'yi bu konuda hazırlıksız buluyorum. Yani belli bir hazırlıkları yok,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
olumlu adım atmayacaklar gibi görünüyor. Herşeyi bir tarafa bırakalım, yüzde on barajını bile kaldırmaları hayati
derecede önemlidir, fakat böyle bir düzenleme hazırlıkları da görünmüyor, bir oyalama taktiği içinde olabilirler. Halkla
yoğun tartışılmalı, AKP'yi ciddi ve samimi görürlerse tutumlarını elbette değiştirebilirler, buna ben değil kendileri karar
verirler. Aksi taktirde yani AKP'yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler,
aktif boykot konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından
sonra hayır bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım.”
AKADEMİLER EKONOMİ DE TARTIŞMALI
“Malatya, Siirt ve Urfa halkına selamlarımı iletiyorum. Urfa, sorunların çok biriktiği bir yer; ekonomik sorunlar
dizboyu. Göç, ırgatlık ne dersen var. Bu yüzden Akademilerin bu sorunları tartışması gerekir. Akademilere katılım
düzeyinin nicel ve nitel artırılması gerekir. Urfa'da aşiretlerarası sorunlar, arazi sorunları, kan davaları hala sürüyor.
Sorunlara çözüm üretmek için Akademiler şarttır. Cezaevinden Taylan Çintay'ın mektubunu aldım, güzel çalışmaları var,
sanırım Malatyalıydı. Kendisine selamlarımı iletiyor, rahatsızlığı için de geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum. Tüm
cezaevlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Görüşmeler devam ederse rol
alabilirim
İmralı’da kendisiyle gerçekleştirilen görüşmeleri açıklayan Öcalan, “Görüşmeler devam ederse ben burada
aklımı, mantığımı kullanarak rol alabilirim. Kamuoyuyla da yaptığım bu görüşmeleri açıkça paylaşırım, bütün
gelişmelerden de kamuoyunu bilgilendiririm.” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına
değinen Öcalan, “Sağlığımla ilgili bilinen şeyler devam ediyor, değişen bir şey yok, durum aynı. Yukarıdan, yüksek olan
pencereden gelen hava akımı aşağıya doğru basınç uyguluyor, nefessiz bırakıyor, baskı var, boğuyor. Nefes almakta
zorlanıyorum, ancak dayanıyoruz. Ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Bu nefessizlik durumundan öteye, üzerime
yüklenen siyasi sorumluluk, baskı beni daha çok zorluyor. İki taraf da hem PKK hem devlet burada bana yükleniyor. Ben
iki hafta daha bu sorumluluğu taşıyabilirim, tabi gelişmelere bağlı. Gelişme olursa rolümü oynarım ama Başbakan
Erdoğan'ın son dönemdeki çıkışlarına baktığımda hayrete düşüyorum, Kılıçdaroğlu'ndan bile geri konuşuyor. Bir taraftan
görüşüyorlar, diğer taraftan niye böyle yapıyorlar, milliyetçi söylemler geliştiriyorlar, milliyetçiliği körüklüyorlar? Tamam
milliyetçi oyları hedeflediğinden yapıyor olabilir ancak böyle yapmamaları gerekiyor, bu yaklaşım herkese kaybettiriyor.
Böyle kısa vadeli hesaplarla sorunu nasıl çözecek! Bu son konulara ilişkin açıklamalarına bakıyorum, oldukça hayrete
düşüyorum. Böyle ucuz yaklaşımlarla çözüm gelişmez, milliyetçi söylemlerle olmaz.” dedi.
BOYKOT DERİNLEŞTİRİLMELİ
“Boykot fikrini sadece benimsemek ve buna destek yetmez, boykot daha aktifleştirilmeli ve derinleştirilmelidir”
diyen Öcalan, şöyle devam etti: “Demokratik özerklik tartışılırken Batıdaki Kürtleri de elbette hesaba katıyoruz. Biz zaten
Türkiye'nin batısındaki Kürtleri düşünüyoruz, onları da hesaba katıyoruz. Tabi bu demokratik özerklik tartışmaları yanlış
tartışılıyor. Çok yanlış boyutlarda ele alınıyor. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik projesi, etnisiteye ve coğrafi
sınırlara dayanmıyor. Bizim demokratik özerklik anlayışımızda tek etnisite anlayışı, tek coğrafya anlayışı yok. Bu
konulara Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda oldukça ayrıntılı olarak değinmiştim. Alıp okunabilir, incelenebilir. Bizim
anlayışımız Kürtlük anlayışı değildir, bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Sadece bu anlayışla hareket etmiyoruz.
Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye
dayanıyor. Örneğin Hatay'da da, Adana'da da bir demokratik özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade
ederler. Bizim demokratik özerklik anlayışımız tek bir inanca da dayanmıyor. Halklara dayanıyor hatta tek başına halklar
diye ifade etmem de eksik kalır, değişik toplumsal tabakalara, toplumsal sınıflara, toplumsal kesimlere dayanır.
Bahsettiğimiz demokratik özerklik sadece Kürdistan'a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya da ilişkindir. Burada
önemli olan kapitalist moderniteyle ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının sorgulanması ve aşılmasıdır. Tartışmalar bunun
üzerinden gelişmelidir.”
ULUS-DEVLETİ SORGULUYORUZ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Biz kapitalist moderniteyle ortaya çıkan dört yüz yıllık ulus-devlet deneyimini sorguluyoruz. Ulus-devlet
modelinin halklara, toplumsal sınıflara, toplumsal tabakalara, toplumsal kesimlere dar geldiğini, yetmediğini görmek
zorundayız. Nitekim Avrupa bile bu konuları tartışmaya ve aşmaya başladı. Ulus-devlet merkezli kapitalist anlayış
aşılmak zorundadır. Sosyolog Weber'in benim de katıldığım “Demir Kafes Teorisi” var. Bu teoriye göre ulus-devlet,
toplumu boynundan demir kafese alıyor ve kendine tutsak ediyor. Toplum bu demir kafesin içinde esir ediliyor. Ulusdevletin toplum üzerindeki tahribatı bu teoriyle izah edilebilir. Ulus-devletin kurduğu bu kafes topluma dar geliyor. Bizim
de yapmaya çalıştığımız ulus-devletin bu tahribatlarını gidermektir. Türkiye'de de mevcut ulus-devlet anlayışı sorunları
çözmekten ziyade sorunun kaynağını teşkil etmektedir. Bu sistem Ortadoğu ve Türkiye toplum gerçekliğine aykırıdır,
aşılmak zorundadır. Türkiye mevcut haliyle hiçbir kesime cevap olamamaktadır, Hiçbir kesimi tatmin edememektedir.
Türkiye'de varolan bu ulus-devlet anlayışı, her taraftan yontulmaya başlanmıştır. Böyle bir süreç başladı Türkiye'de. Her
kesim bir köşeden bu ulus-devleti yontmaya çalışıyor. Burada biz Kürtlere düşen görev belki de bu konularda öncülük
etmektir. Biz demokratik özerklik projesini kendimizle sınırlandırmıyoruz. Salt Kürtlük etnisitesine dayandırmıyoruz.
Kürtler bugün bunun öncülüğünü yapabilir ancak bu demokratik özerklik anlayışı bütün Türkiye'yi kapsayan bir projedir.
Burada görülmesi gereken ulus-devlet anlayışıyla Türkiye'nin yönetilemeyeceğidir. Demokratik özerklik, ulus-devlet
karşısında en doğru, uygulanabilir bir seçenektir. Sadece Kürtler için değil her yerde, Türkiye'de, Ortadoğu'da
uygulanabilir bir seçenektir.”
ÖZERKLİKTE ÖNELİ OLAN TOPLUMUN İRADİSİDİR
“Demokratik özerklik yönetiminde önemli olan toplumun yönetim iradesidir. Toplum devletin belli yetkilerini ele
geçirip kendi yönetim anlayışını geliştirir. Devletin elinde kalan yetkiler sınırlı bazı yetkiler olacaktır. Toplum, merkezi
devleti sınırlayarak kendi yetkileriyle kendini yönetecektir. Önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Ben buna merkezin
yetkilerini topluma devretmek diyorum. Burada sadece halk da demiyorum, toplum diyorum. Bahsettiğim gibi Kürtler
sadece Türkiye'de bunun öncülüğünü yapıyorlar. Bu proje Türkiye ile de sınırlı değildir. Irak için de Ortadoğu için de
geçerlidir. Burada da uygulanır, gelişir. Bu gelişmeler birbirlerini besler, birbirlerinden haberdar bir şekilde gelişir. Ben
ulus-devleti hemen ortadan kaldıracağız demiyorum fakat ulus-devleti olduğu gibi de kabul edemeyiz. Ulus-devlet belki
hemen aşılamaz, bunun farkındayız ancak ulus-devletle yetinmeyeceğiz. Ulus-devleti idare etmeye de niyetimiz yok.
Türkiye'de de yaratılmaya çalışılan “tek ulus inşaası”dır. Cumhuriyet tarihinde yaratılmak istenen ulus kimliği Türklük
kimliğidir. Hatta ben buna daha önce ‘Türk olmayan Türkçü ideoloji’ demiştim, böyle tanımlamıştım. Burada yanlış
anlaşılmasın daha önce de dile getirmiştim, Yahudi düşmanlığı, anti-semitistlik yapmıyorum ancak tarihsel bir gerçeklik
olarak ‘Türk olmayan Türkçü ideoloji’ de Yahudilerin rol aldığını söylemek zorundayım. Ben daha önceleri buna “Anadolu
Siyonizmi” de demiştim. Yahudiler bu Türkçü ideolojiyi geliştirerek Türkiye'de ulus-devleti inşa ettiler. Türkiye'deki ulusdevletin temelinde bu ideoloji vardır. Bu faşist-Türkçü anlayış biliniyor, İttihat ve Terakki'de de ifadesini bulur. Bir ulus
inşa etme adına bütün farklı dil ve kültürler, kimlikler ve inançlar tek tipleştirilmeye çalışılmıştır. Bu İttihat ve Terakki
faşizmi Hitler faşizmine bile fikir babalığı yapmış, Hitler faşizmini cesaretlendirmiştir. Biz demokratik özerklik derken bu
tarihsel haksızlığa vurgu yapıyoruz: ‘Cumhuriyetin kuruluşunda varsınız ama içinde yoksunuz’ haksızlığıdır bu.”
ÖZERKLİKTE DEVLET KARŞITLIĞI YOKTUR
“KCK'nin bu ateşkes sürecinden sonra demokratik özerkliği ilan etme olasılığı var. İlan edilecek demokratik
özerklik Türkiye'nin cumhuriyet tarihine de bir eleştiri olacaktır. Demokratik özerklik ilanı 1919-1922'nin güncellenmesi
olacaktır. Biliniyor ki o yıllarda Erzurum'daki Kongre'ye, delegeliği düşen düşen Bitlis delegesinin yerine Mustafa Kemal,
Bitlis delegesi olarak yani Kürt delegesi olarak Erzurum Kongresi'ne katılıyor. İşte biz bu tarihin güncellenmesini istiyoruz.
Niye güncellenmesi gerektiğini söylüyorum, bu yıllar arasında demokratik özerkliğin tarihsel kökleri var. Bir de 1925'teki
kırılmanın-provokasyonun-komplonun, ilişkilerdeki bozulmanın iyi anlaşılması gerekir. Demokratik özerklikte devlet
karşıtlığı yoktur. Kürtler, güvenliğinden spora kadar tüm alanlarında devlete ihtiyaç duymadan kendi toplumsal
örgütlülüklerini geliştirmeliler. Sosyal, ekonomik, kültürel örgütlenmelerini gerçekleştirmelidirler. Kendi iç güvenliklerini
sağlamalılar. Bunun için devletin bunları kabul etmesini beklememelidirler. BDP de siyasi mücadelesini geliştirebilir.
Burada demokratik siyasi seferberlikten bahsediyorum. Demokratik özerklik ile birlikte Kürtler ulus olma hakkını, tarihsel
haklarını, diğer kimlikler de kendi demokratik haklarını, azınlık haklarını elde ederler. Kürtler sosyal, siyasal, kültürel
konumları gereği demokratik özerkliğe en yatkın toplumsal kesimdir. Kürtler bu özelliğiyle demokratik özerkliğin ve
Türkiye demokrasisinin öncülüğünü yapabilirler. Kürtlerin demokratik özerkliği, kademe kademe Türkiye'nin her tarafına
yayılabilir. Sadece Kürtlere ait bir proje değil. Aslında İlker Başbuğ'un korktuğu, tehlike olarak gördüğü husus budur.”
GÖRÜŞMELER DEVAM EDERSE ROL ALABİLİRİM
“Önümüzdeki bu son iki hafta oldukça önemli. 15-20 Eylül'de birçok şey netleşir. Referandum sonrası 12-20
Eylül arası bazı şeyler daha çok netleşir. Ben de halkımıza bu tarihe kadar bekleyin diyeceğim. Eğer bu tarihe kadar bir
gelişme olmazsa ben sorumluluk almayacağım. Ve KCK alacağı kararlara göre kendi sorumluluğunu üstlenmelidir. Eğer
belirli adımlar Hükümet tarafından atılırsa o zaman rolümü oynamaya çalışacağım. Benimle yapılan görüşmeleri, biraz da
ilk buraya getirildiğim dönemdeki gelişmelere benzetiyorum. Buraya ilk getirildiğim dönemler askeri heyet, bir süre
benimle diyaloga geçti, bir süre görüştüler ardından görüşmeler aniden kesildi. Ve bir daha uzun süre görüşme olmadı,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
buna bir anlam veremedim. Şimdi de benzer bir durum yaşanabilir. Ve bunun ardından topyekün bir saldırı olabilir, bunlar
ihtimal dahilinde olabilecek şeylerdir. Son genelkurmay başkanının 17 Ekim süresinin uzatılmasını istemesi de bunun
işareti olabilir. Diyalog ve görüşme olmazsa kapsamlı bir yönelim olursa benim burada yapabilecek bir şeyim kalmaz.
Görüşmeler devam ederse ben burada aklımı, mantığımı kullanarak rol alabilirim. Kamuoyuyla da yaptığım bu
görüşmeleri açıkça paylaşırım, bütün gelişmelerden de kamuoyunu bilgilendiririm.”
PARTİLER UCUZ YAKLAŞIYOR
“Bütün bunların yanında siyasi partilerin polemiklerine, ağız dalaşlarına baktığımda oldukça ucuz, dar, çıkarcı
yaklaşımlar görüyorum. Türkiye'deki bu partiler devleti içinden çürütmüşler, yozlaştırmışlardır. Belki devlet değiller ancak
devlete zararları büyüktür. Burada ilan ediyorum, bu partiler devletin içini oymuşlar, devletin devletliği de kalmamış. Ben
bunlara “politik parti oligarşisi” diyorum. Türkiye'deki bu siyasi partiler ülkeyi bir kaosa sürüklüyorlar. İktidar olamazsa bile
oligarşik egemenlikleri her zaman mevcuttur. Bu siyasi parti oligarşisi gerçeğini iyi görmek gerekir. AKP de bu oligarşinin
bir parçası durumundadır. AKP öyle dile getirildiği gibi, söylendiği gibi çetelerin, statükoculuğun üzerine gitmiyor. Tam
tersi AKP, Ergenekon gibi oluşumlarla pazarlık yaparak, tavizler koparıp, tavizler vererek kendi varlığını sürdürüyor.
Teslim olmuşlardır. Varlığını bu teslimiyete dayandırarak sorunların köklü çözümünü gerçekleştirme şansını yitiriyor.
Erdoğan'ın kullandığı dile bakıyorsunuz, çok ucuz. Ancak Kürt sorunun çözümü için Sayın Başbakan'ın, Sayın
Cumhurbaşkanı'nın daha aktif rol almaları gerekiyor. Bu konuda bütün tarafları üzerlerine düşen sorumluluğu
gerçekleştirmeye çağırıyorum. Devlet de Hükümet de Başbakan da kendi sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır.
Son olarak tekrar ediyorum. Cumhurbaşkanı “insiyatifimi kullanacam” diyor. Cumhurbaşkanı'na buradan sesleniyorum.
İnsiyatifini kullansın. Sorumluluk alabilir, devreye girebilir.”
AKP DİKTATÖRLÜĞE GİDİYOR
“Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki AKP, diktatörlüğe doğru gidiyor. Türkiye'de İttihat ve Terakki'den bu yana yüz
yıllık bir çete kültürü var. İktidarda olmasalar da iktidar adına cinayetler, katliamlar işliyorlar. Ben bunlara “örtülü-gizli
soykırım çeteleri” diyorum. İttihat ve Terakki'den bugüne kadar gelen gelenek “örtülü-gizli soykırım rejimi”dir. Gelirken de
emin olmak için tekrar bir göz attım. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa anlatır; “İttihat Terakki adı geçmesin, ittihat terakki
adına olmasın diye biz yöntem olarak şunu geliştirmiştik”, “Yunanlı askerlerin kılığına girip cinayetler işlerdik. Bu
cinayetleri Yunanlılara mal ederek, Yunanlılar adına işlenmiş gibi gösterirdik, üzerlerine Yunan isimleri yazılı mektuplar
bırakırdık” demektedir. Günümüzde de bu tür örtülü-gizli cinayetler işlenmektedir: Siirt-Pervari'deki tecavüzler, Şırnak'taki
tecavüzler, yine hatırlanırsa Maraş'ta dört kızkardeşin el ele tutuşarak suya atladığı -bu intihar olarak basına yansıtılmıştı
ancak intihar değil- söylenen olay, yine bu son Konya-Kulu'daki dört kardeşin ölümü. Bu son olayda dört çocuğun oyun
amacıyla oraya girdiği çok inandırıcı gelmiyor.”
BATI KÜRTLERİNİ GÖÇERTMEK İSTİYORLAR
“Bu tür olaylarla ne amaçlanabilir? Birincisi Batıdaki Kürtleri korkutmak ve göçertmek olabilir. İkincisi Örtülü
soykırım çetelerinin faşist, tekçi Türkçü zihniyetinden kaynaklı olabilir. Bu katiamları KCK de BDP de anlayamıyor,
anlamaya da çalışmıyor. Bu konular üzerinde kafa yorulmalıdır. İşte bütün bu olayların hepsi planlı, programlı bir
soykırımdır, cinayetlerdir. Devletin direkt içinde olmasalar bile Türkiye toplumunda yaratılan Kürtlere karşı “soykırım
çeteleri”nin işidir. Bu olayların çok yönlü araştırılarak ortaya çıkarılması gerekir. Bu olaylar öyle kendiliğinden gelişen
olaylar değildir. Cumhuriyet tarihinde bu tarz cinayetler, soykırım uygulamaları sadece Kürtlere karşı uygulanmadı. İşte
Maraş'ta, Sivas'ta -insanlar yakıldı-, Çorum katliamları, 1938'de yaşanan Dersim katliamı - Dersim'de çocukların çok
vahşice öldürüldükleri anlatılır-, bütün bunlar birer örnektir. Yine Ermenilere yapılan katliamlar, uygulamalar ortadadır.
Son olarak Hrant Dink kalmıştı, onu da katlettiler. Hrant Dink, ayakta kalan son Ermeni'ydi. Türkiye'de yaşayan diğer
Ermeniler zaten korkularıyla yaşıyorlar. Hrant Dink tek Ermeni'ydi. Bu özelliğinden dolayı hedef alındı, katledildi. Bu da
son Ermeni katliamıdır. Sonra ne oldu? Hrant Dink'in katili Ogün Samast emniyette polis tarafından omuzlara alındı,
kahraman ilan edildi! Yine Malatya'da Zirve Yayınevi'ne yapılan baskın, vahşice boğaz kesme, işte rahip Santori cinayeti.
Bunların hepsi “Türklük” adına yapılan soykırım uygulamalarıdır. Bu çeteler, tarihten bugüne örgütlüdürler ve her dönem
Türkiye'yi esir aldılar ya da almaya çalıştılar. İşte “Hizb-i kontra”, Türk İntikam Tugayı, TİT deniyordu. İşte Akın Birdal'in
vurulması vardı. Bu ölümleri bile anlamıyorlar. AKP'nin bugün temsil ettiği birinci kimlik “Türklük”, ikincisi ise “İslam”, yani
“Türk-İslam”dır. AKP bugün bu iki kimliği yani Türk-İslam kimliğini temsil etmektedir. AKP ile bu çeteler arasındaki savaş
da bir iktidar savaşıdır. Yoksa sanıldığı gibi statükoya karşı, yeni, değişimci bir mücadele değildir. Bu bir iktidar savaşıdır,
ben buna “çeteler savaşı” diyorum hatta bu tanım da karşılamaz, “iki hegemonik gücün savaşı” diyorum. AKP bu
hegemonik savaşı kazanırsa iktidarını sağlamlaştırır, diktatörlüğünü ilan edecektir. Bu hegemonik savaşı kaybederse işte
bahsedilen Yüce Divan yolu gözükür, yargılanır. AKP de bütün bunların bilincindedir. AKP diktatörlüğe doğru gidiyor.
Bütün gelişmeler bunu gösteriyor.”
KÜRTLER SOYKIRIMI İYİ GÖRMELİ
“Kürtler kendilerine yıllardır uygulanan bu soykırım rejimini iyi görmelidir. İşte son olarak Konya'daki dört
kardeşin ölümü dikkat çekicidir. BDP bu olayları aydınlatmaya çalışabilir. Toplumun her tarafında, her yerinde ağ ağ
örgütlenebilir, hakim olabilir, böylesi olaylar olduğunda hemen müdahale edebilir. Hukukçular da olayların mantığını
DERLEYEN : AZAD BADIKI
anlayabilir. Bu tür olayların peşini bırakmamalıdırlar. Bu tür olaylar öyle kolay açıklanamaz! Bunların hepsi planlı, belli
güçler tarafından organize edilen cinayetlerdir. Örneğin Şırnak'taki yatılı bölge okulundaki tecavüzler, bunlar tek başına
yatılı bölge okulu gerçekliğiyle açıklanamaz. Bu tür olaylarda çok değişik etmenler, etkenler de vardır, cinsel sapıklık,
sadistlik, vahşilik gibi nedenler de var. Avukatlar da bu tür olayların üzerine gidebilir. Örneğin akıllı, çalışkan bir avukat
tek başına bu olaylardan sadece birinin üzerine gidip, aydınlatsa, açığa çıkartsa İtalya'daki temiz eller operasyonu gibi
diğer bütün kirli işlerin hepsi çorap söküğü gibi aydınlatılabilir. Ama doğru düzgün bir ilgilenme bile yok. Bu da
örgütlülüğün zayıf olmasıyla alakalıdır. Toplumun içinde ağ gibi örgütlenilirse bütün bu olaylar hemen aydınlatılabilir ve
halkımıza sahip çıkılabilir.”
İKİ HAFTA BEKLEYECEĞİM
"Bu son iki hafta çok önemli. İki hafta daha bekleyeceğim. Buradaki çabalarım; yasal, anayasal bir zemin yaratıp
bu zeminde sorunun çözülmesi yönündedir. Tercih ettiğim yol, yasal-anayasal yoldur. Önümüzdeki günlerde olumlu
gelişmeler olmazsa benim burada yapabileceğim bir şey kalmayacak. Eğer bazı gelişmeler olursa ben de rolümü
oynamaya çalışırım. Süreç tıkanırsa o zaman devlet de KCK de kendi yaptıklarının sorumluluğunu almak zorundadırlar.
AKP'nin önünde tarihi fırsatlar var, bunları değerlendirebilir. KCK de bundan sonra attığı adımların sorumluluğunu
almalıdır. Çözümün gelişmemesi durumunda Kürdistan'da ikili iktidar durumu ortaya çıkar. Bir taraftan KCK iktidarı diğer
taraftan devlet iktidarı olur, bu şekliyle yürür. İşte Kosova, Kuzey Kıbrıs örnekleri var, devletten bir beklenti içine
girmezler. Gelişmeler gösteriyor ki yeni bir çatışma süreci ihtimal dahilindedir. KCK de bundan sonra bir karar alırsa bu
devrimci bir karar olmalıdır. Geçmişteki gibi kontra, jitemvari eylemlere bulaşılmamalıdır. Ben yine buradan belirtiyorum,
böylesi bir durumda da sorumluluk kendilerinindir. Ben böyle yapın demiyorum. Benim geliştirmek istediğim tarz, yasalanayasal düzlemde sorunu çözmektir.”
HALKI ZOR DURUMA SOKACAK EYLEMLERDEN KAÇINILMALI
“Halkı zor duruma sokacak eylemlerden kaçınmalıdırlar. Ben geçmişte de bahsettim, bizim gerillacılık, savaş
anlayışımızı kendi içimizden çıkan çeteler yıprattı. Ben doğru-devrimci savaş tarzında eğitip gönderdiğim bazı tipler
benden ayrılır ayrılmaz benim adımı da kullanarak söylediklerimin tam tersini yaptılar. Bir köydeki korucuları
cezalandıracağım diye içimizde türeyen çeteler yapıyordu bunları. Hogir, Kör Cemal, Şahin Baliç, Şemdin Sakık...
Bunlardan daha önce bahsetmiştim. Bunların Jitemle kol kola bu tarz kontravari eylemleri yaptıkları daha sonra açığa
çıktı. Bazıları da iktidar hırsıyla yaptı. PKK Ana Karargahı olarak bunlara hakim olamıyorduk. Biz böylesi eylem emirleri
vermiyorduk, bize rağmen böylesi eylemler yapıldı ve savaş yozlaştı.”
KENTİ YAĞMALAYIP ŞEYH SAİT’E MAL ETTİLER
“Tarihten bir örnek verecek olursam, Şeyh Sait daha Diyarbakır'a girmeden Diyarbakır şehir merkezinde
bugünkü jitemvari tarzda hırsızlık ve talan yaparak onlara malettiler. Şimdiki KCK de kendi içindeki sızmaları, jitemvari
kontra oluşumları önleyebilmelidir. Üzerinde hiçbir şaibe bırakmamalıdır. Salih Özdemirlerin olayları gibi olaylar
yaşanmamalıdır. Batman'daki bu olayda iki yönden araştırılmalıdır. Birincisi şudur: Evet eylemi PKK yapmış olabilir,
eylemi yapanlar bilmeyerek de yapmış olabilirler. Ancak içlerinde sızma olabilir ya da yönlendirilmiş olabilirler, bu
araştırılmalıdır. İkinci araştırılması gereken husus ise Salih Özdemirleri akşam vakti öyle apar topar eylem yerine
gönderten etkenler, sebepler açığa çıkarılmalıdır. Akşam vakti öyle apar topar onları oraya kim gönderdi? Ne oldu da
hemen eylem yerine koştular. Bunlar araştırılmalı, açığa kavuşturulmalıdır.”
ROJ TV DAVASI AFGANİSTAN İLE İLGİLİ
“Roj tv hakkında açılan davaya ilişkin de şunu belirtebilirim: Afganistan'la ilgilidir. Afganistan'da Türkiye'nin
askerine ihtiyaçları var. Rasmussen de oradan sorumlu. Bu gelişmeler onunla alakalıdır. Çok tarihi günlerden geçiyoruz.
Kürtler kararlarını kendileri vermelidirler, kendilerini bekleyen tehlikeleri görmek zorundadırlar. Dörtyol, İnegöl benzeri
olaylarla amaçlanan, Kürtleri erken isyana teşvik edip, erkenden isyan ettirip, boğuntuya getirmektir. Dörtyol ve İnegöl'de
üçyüz-dörtyüz kişinin öldürülmesi planlanmıştı. Biz de burada kendimize göre aldığımız bazı önlemlerle bunları
engellemeye çalıştık. KCK, BDP bunları yeterince anlayamıyor. Bunlarla Kürtlerin katliamı hesaplanıyor. Katliam dışında
kalan Kürtleri de Güney'deki Federe devlete sürerek oraya hapsetme planları var. Kürtlere de bu şekilde Ermeniler gibi
yapmak istiyorlar. Böylesi tehlikeler vardır.”
URFA’DA PARA DAĞITILIYOR
“Urfa'da birçok yerde boykotun kırılması için paralar dağıtılıyor. Urfa'da bunun için 8 trilyon para harcandığı
söyleniyor. Bazı kesimleri de kendilerine bağlayarak Kürtlerin boykot tavrını yumuşatmaya çalışıyorlar. İşte o esnaftüccarlar da açıklama yaptılar. Buradan onlara sesleniyorum, kendilerini kullandırtmamaları gerekir. Yine Kürtler adına,
alakası olmayan isimleri kullanarak, gazetelerde, tv'lerde konuşturarak bu birliği bozmaya çalışıyorlar. Kürtlerin siyasal
tavrını parçalamaya çalışıyorlar. İşte 2003, 2004'lerde de PKK'yi ikiye böldüler. Kürtler içindeki islami duyguları
kullanarak, AKP'ye taban yaratılmaya çalışılıyor. Yine imamları kendi yanlarına çekmek istiyorlar. İmamlar da kendi
üzerlerinde oynanan bu tehlikeli oyunların farkında olmalılar, kendilerini korumalılar. Hakkari'de bir imam öldürüldü. Bunu
PKK'nin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Bu tür oyunlara karşı uyanık olunmalıdır. BDP sadece boykotla yetinmemelidir, bu
tür oyunları teşhir etmek için de mücadele edebilir, bunlar teşhir edilmelidir. Bursa'da mevsimlik işçiler ahırlarda
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yaşatılıyormuş. Yerleşim yerlerinin dışında yaşıyorlar ve sırf Kürt oldukları için minübüslere alınmıyormuş. BDP bu
sorunlara el atmalıdır, gidip yerinde incelemelidir. Halkımızın yaşadığı bu sıkıntılara duyarlı olmalı ve onlara sahip
çıkmalıdır. Öyle sadece boykotla yetinmemeli, Kürtlerin tüm sorunlarıyla ilgilenmeli, örgütlemeli, birbirinden haberdar
olmalıdır. Tüm cezaevindeki arkadaşlara, dostlara, Dersim, Hatay ve Kars'taki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Kürtler her saldırıya karşı kendilerini
savunmalı
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, son günlerde yaşanan gerilla kayıplarının “çok üzücü” olduğunu belirterek,
“Kesinlikle Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir” dedi. Öcalan, "Kürt halkının
güvenliği garantiye alınmadan kimse barıştan sözetmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi
hallolmadan bundan sonra hiçbir şey olamaz" diye belirtti. 13-20 Eylül arasında pek çok şeyin netleşeceğini belirten
Öcalan, devlet ve hükümete “son kez” şu çağrıyı yaptı: “Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme
hakkımızı da kullanmakta haklıyız.”
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, şunları
söyledi:
BOYKOT
“Hükümet Musa Anter'in adını ağzına alıyor. Bunu yapmaya hakları yok. Onu katledenler kontrgerilla, devlettir.
Şimdi bunları sorgulamadan adını kullanıyorlar. Referanduma ilişkin daha önce de belirmiştik, Hükümet, herkesi
kapsayan demokratik bir anayasa konusunda somut bir adım atsaydı Kürtler “evet” diyebilirdi. Aynı şekilde eğer CHP
tutumunu değiştirip bu konuda olumlu ve net bir duruş gösterseydi Kürtler “hayır” da diyebilirdi. Boykotun anlamı şudur:
Boykot, “biz demokratik-çoğulcu, herkesin kendisine ait hissettiği bir anayasa istiyoruz” demektir. Biz hem ulusalcımilliyetçi faşizme karşıyız hem de İslamcı-milliyetçi faşizme karşıyız. Biz Türkiye Cumhuriyeti'ne, devletine ve
hükümetine demokratik çözümü, demokratik anayasayı dayatmak için boykot kararının arkasındayız.”
DEVLETLE GÖRÜŞMELERİM OLDU
“Devletin bazı yetkili kişileriyle görüşmelerim oldu. 13-20 Eylül tarihleri arası önemlidir, bu tarihten sonraki
gelişmelere bakmak gerekiyor, o zaman belli olacak her şey. Ama kesin bir şey söylemekte mümkün değil. 2001 yılında
da benzer bir süreç yaşanmıştı. O dönem askerler görüşmeleri yürütüyordu. Ama 2001 yılında bu görüşmeler aniden
kesildi. Bu yüzden kesin bir şey söylemek mümkün değil, aynı şey yaşanabilir. Biliniyor o dönemde Ecevit'e müdahale
edilmişti. Şimdi gelen yetkili kişiler bu sürecin farkındalar, içlerinde bunun böyle gitmeyeceğini görenler de var.”
WALLERSTEIN ÖNEMLİ SOSYOLOGDUR
“Wallerstein, önemli bir sosyologtur. O da, Türkiye'nin artık üniter yapısını değiştirmesi gerektiğini, üniter devlet
modelinin miadını doldurduğunu, bu modeli keşfeden ülkelerin örneğin İtalya, İngiltere, Fransa'nın bile bunu terkettiğini,
Türkiye'de özerklik uygulanırsa üniter devletin sona ereceğini belirtiyor. Bizim söylediklerimizle paralel. Ayrıca demokratik
özerkliğin toplumsal hiyerarşiyi aşmayı hedefleyip hedeflemediğinin çok önemli olduğunu da belirtiyor. Muhtemelen o da
bizim hareketimizi ve görüşlerimizi takip ediyor ve onun üzerinden bazı açıklamalar yapmış olabilir. Ben hep söylüyorum,
bu ulus-devlet, en fazla beş yüz yıllık bir maziye sahiptir. Kapitalist modernitenin beş yüz yıldır halkları kontrol altına
almak için kullandıkları son modeldir. Bunu uzun zamandır tartışıyorum ama özellikle Özgürlük Sosyolojisi adlı savunma
kitabımda bu konulara çok geniş değindim.”
ULUS DEVLET FAŞİZM GETİRİR
“Ulus-devlet gerçekliğini iyi çözümlemek gerekir. En üst aşaması faşizmdir. Avrupa bunu Hitler Almanya’sıyla
yakından gördü. Ve aslında sanıldığı gibi bu Hitler faşizmi de sona ermemiştir. Bu ulus-devlet anlayışı devam ettiği
sürece faşizm tehlikesi de devam edecektir, yeni Hitlerler yaratmaya da devam edecektir. Bu devlet modeli, Ortadoğu'ya
kesinlikle uymaz. Ortadoğu’nun toplumsal ve kültürel dokusu bu modele uymuyor. Amerika da ulus-devlet modelinin
Ortadoğu’daki uygulayıcılarından biridir ve şu anda da uygulayıcısıdır. Siz bu modeli Irak'a uygulayamazsınız, bunu
kesinlikle yapamazsınız. Aynı şekilde bu modeli Afganistan'da da uygulayamazsınız, olmuyor. İşte İran'da Şia devleti, bu
DERLEYEN : AZAD BADIKI
modeli uygulamakta direniyor ama olmuyor. Halklar direniyor. Şia rejimi-milliyetçiliği katliamlar doğuruyor. İran da bu
ısrarını sürdürürse bundan zarar görecek. Aynı şekilde Arap milliyetçiliği, ulus-devleti de faşizme, katliamlara yol açtı,
açıyor. Türkiye'nin durumu zaten ortada. Beyaz Türklerin uyguladığı faşizm diğer tüm farklılıkları yok sayıyor. Hatta
Osmanlı-İttihat ve Terakki döneminde yapılan Ermeni kırımını Nazi Almanya’sı kendine örnek almıştır, bundan feyz
almışlardır! Hitler, faşizmi bunlardan öğrenmiştir. Bu nedenle biz demokratik özerkliği öneriyoruz, sadece Kürtler için
değil, tüm halklar için, Ortadoğu için, Afganistan için bunu öneriyoruz.”
ÖZERKLİK ETNİSİTEYE DAYANMAZ
“Kapitalist Modernite'nin ulus-devlet projesi, Ortadoğu'nun sorunlarını çözmüyor, tersine daha da içinden
çıkılmaz hale getiriyor. İşte İsrail-Filistin ortada. Bizim önerdiğimiz demokratik özerklik, etnisiteye dayanmaz, katı coğrafik
sınırları da yoktur, demokratik toplum birimlerine dayanır. Bu birimler çok ve çeşitlidir. Her toplumsal kesim, bir
demokratik toplum birimi olarak kabul ediliyor. Örneğin Diyarbakır'ın Bağlar semti, Bağları iyi bilirim, bir demokratik
toplum birimi olarak kabul edilebilir. Burada yaşayan insanlar, günlük sorunlarını, diğer tüm meselelerini tartışıp
çözebilmek için kendi konseylerini-meclislerini oluşturur. Diyarbakır'ın kendisi de bir toplumsal birim olarak kabul
edilebilir. Kendi Kent Konseyi'ni oluşturur. Diğer mahalle birimleri de kendini bunun içinde temsil ederler. Özgürlük
Sosyolojisi kitabımda demokratik özerkliğin 6 boyutunu çok derinliğine tartışmıştım. Demokratik özerkliğin anlaşılması
açısından bu kitaptaki tezlerin iyi okunup tartışılması gerektiğini düşünüyorum, böylesi araştırmalarla kitaplar yazılabilir,
gelişkin yazılar çıkarılabilir.”
KÜRT ULUSAL KONSEYİ KURULMALI
“Kürt Ulusal Konferansına ilişkin çalışmalar çok önemlidir. Tüm Kürt kesimleri bu çalışmaya katılmalıdır. Bu
konuda daha önce görüşlerimi paylaşmıştım. Dört teorik ilke üç pratik öneri demiştim. Özellikle üç pratik önerinin
uygulanmasını önemli buluyorum. Birincisi Kürtlerin karar mekanizması olacak, parlamento benzeri bir kurum. Ancak
bunu yalnızca ulusal parlamento anlamında değerlendirmek zorunda değiliz. Parlamentodan ziyade Kürdistan Ulusal
Konseyi olarak da isimlendirilip değerlendirilebilir. Önemli olan bunun, bütün Kürtlerin ortak karar alabilecekleri bir
mekanizmanın olmasıdır. FKÖ örneğine bakılabilir, kısmen benziyor. Bunun bir de icra ve yürütmesi olmalıdır, ikinci
önerim budur. Burada alınacak kararları pratik hayata geçirecek organ olacaktır. Üçüncüsü ortak bir özsavunma gücünün
oluşturulmasıdır. Bu da çok önemlidir. Bu, Kürtlerin güvenliğiyle direkt ilgili bir durumdur. Kürt halkının güvenliği garantiye
alınmadan kimse barıştan sözetmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi hallolmadan bundan
sonra hiçbir şey olamaz. Kürtler bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyalar. Fırsatını bulsalar bu katliamları yapmaktan
çekinmeyecek güçler var. Kendi varlığını korumak için özsavunma şarttır. Kürtler de kendilerini korumak zorundadır.
Bunu sadece gerilla ile HPG ile sınırlı anlamamak lazım, bu nedenle özsavunma olmazsa olmaz diyoruz. Herkes bundan
sorumludur, bireyler de kendi savunmalarını kendileri sağlamalıdırlar, halk da kendi tedbirlerini almalıdır. Hatta bu
güvenlik meselesi, Kürtlerin güvenliği sağlanmadan artık halkımız çocuklarını askere gönderirken bir kez daha
düşünmelidir, askere gönderdiği gençlerini bir de bu açıdan değerlendirmelidir.”
TARAF’I ESEFLE KARŞILIYORUM
“Diyarbakır’daki bu halk adına konuştuğunu söyleyen tüccarlara, iş örgütlerine de şu hatırlatılmalıdır; bu halkın
güvenliği sağlanmadan barıştan sözetmek ne kadar samimidir. Bunlar görmüyorlar mı bu soykırım tehlikesini ki, böyle
konuşabiliyorlar. Bu tavrı protesto ediyorum. Taraf çevresini, Orhan Miroğlu, Yasemin Çongar'ı esefle karşılıyorum.
Bunlar bizim yıllardır barış için yaptığımız görüşmeleri, yaptığımız fedakarlıkları görmezden geliyor, bize haksızlık
ediyorlar. Taraf çevresinin “Kürt burjuvazisi” diyerek öne çıkarmak istediği, sözde barışçıl çözüm isteyen, seslerinin
kısıtlanmak istendiğini söylediği bu grupların Kürtlükle bir alakası kalmamıştır. Bunlar Kürtlüklerini ne kadar inkar
ederlerse bu sistem içinde o kadar çok rant elde ediyorlar, bu sistem içinde o kadar yükseliyorlar! Halk açlık yoksulluk
içinde perişan olurken bunlar en lüks şekilde yaşıyorlar! Bunlar Kürtleri de, Diyarbakır’ı da temsil edemezler. Diyarbakır
halkı bunları kabul etmez, asla temsilcileri olarak da kabul etmez. Bunlar şimdi hep birden Kürtler adına konuştuklarını
söylüyorlar! Oysa ki ne kadar çok ihanet ederlerse o kadar çok sistemden çıkar elde ediyorlar. Kürtler bunları iyi
tanımalıdır.”
KÜRTLERE SOYKIRIM UYGULANIYOR
“Daha önce de söyledim, bu soykırım sadece fiziksel soykırımla sınırlı değildir. Kültürel, ekonomik, her alanda
soykırım zaten uygulanıyor. Düşünsenize bir anadilimizi bile özgürce öğrenip, kullanamıyoruz. Bu en doğal haktır.
Birleşmiş Milletlerin sözleşmelerinde de anadilin yasaklanması, baskı altına alınması, serbestçe kullanılmaması kültürel
soykırım olarak nitelendiriliyor. Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa Sözleşmeleri de bu hakları güvence altına almaktadır.
Varolan yasaklara da çok takılmamak, aşmak için çaba göstermek gerekir. Buna annemle olan ilişkim iyi bir örnektir. Ben
daha yedi yaşında okula başladığımda baktım ki kendi anadilimden farklı bir dili öğrenmek zorunda bırakılıyorum. Bir
çocuk olarak korktum, yabancı bir dili nasıl öğreneceğim diye düşündüm. Bu benim çok zoruma gitti. Bu konu yüzünden
anneme kin besledim, onunla tartıştım ve o çocuk zihniyetimle annemin beni bu kültürel soykırımdan kurtarmasını
bekledim ve bunu yapamadığı için -ne yapabilirdi ki zaten- onunla çok tartıştım ve tepki gösterdim. Ve düşünebiliyor
musunuz evden çıktıktan sonra ve annem ölünceye kadar bir kez bile telefondan onunla konuşmadım. O kadar buna
DERLEYEN : AZAD BADIKI
isyanım büyüktü ki, ölüm döşeğindeyken bile annemi aramadım. Bunun acısını hala yaşıyorum. Tartışmalarımda
anneme “tavuklar bile kendi yavrularıyla kendi anlayacağı dilden konuşuyor, anlaşıyor, yavrularını tehlikelere karşı
koruyor, sen bunu neden yapamıyorsun” diyordum. İşte benim meselem, Apo'yu ortaya çıkaran gerçeklik budur. Bu
anadil meselesi, ekmek kadar su kadar önemlidir.”
ANADİL OLMAZSA BEYİN ÖLÜMÜ OLUR
“Anadilini öğrenemezsen, eğitimini yapamazsan sağlıklı düşünemezsin, üretemezsin, adeta beyin ölümünü
yaşamış oluyorsun. Kürt aydınının yaşadığı sorunların temelinde bu vardır. Bu nedenle yeterince güçlü, nitelikli Kürt
aydını yetişemiyor! Annemle başlattığım -aslında o zavallı kadının da yapabilecek çok fazla bir şeyi yoktu- isyanımı,
sisteme karşı devam ettirdim. İşte bu yüzden de buradayım. Yurtsever ailelerimiz, mutlaka ne olursa olsun kendi
çocuklarına anadillerini öğretmelidir. Bu bizim mücadelemizin en önemli boyutudur. Bütün yasaklara rağmen, yasakları
aşarak bunu yapmalıdır. DTK de kendini bu konuda sorumlu görmelidir, mahallelerde kendi anadilini öğretecek
yöntemler, kurumlar geliştirmelidir. Aileler de evlerini birer anadilini geliştirdikleri eğitim okullarına dönüştürmelidir. Bu
konudaki hassasiyetim biliniyor. Bu anadil meselesinin önemini iyi anlamalıyız. Ben işte bu acı yüzünden, bunu bildiğim
için evliliğe de karşıyım, ciddi eleştirilerim var. Çocuk yapılmasına da karşıyım demeyeyim de çocuk sahibi olanların
sorumluluğunu da bilmesi gerekiyor. Önemli olan çocuğun, doğduğu günden bugüne içinden geçtiği sürecin anlamını
kavrayabilmesi, kendi ana dilini ve kültürünü özümseyerek kültürel soykırıma karşı kendini koruyabilmesidir. İşte bu
yüzden tüm bu evlilikleri ağır eleştiriyorum. Kadınlar belki alınabilirler ama çocuklarımıza anadilimizi bile
öğretemeyeceksek, bu sisteme teslim olacaksak bütün bunların hiçbir anlamı olamaz. Bu konu bizim için en hayati bir
konudur. Anadil ve kültürleri çocuklara büyürken özümsetilmelidir. Kültürel soykırım, başka soykırımlara benzemez, en
tehlikelisidir, fiziksel soykırımdan bile daha tehlikelidir ama anlaşılmıyor, insanı çürütüyor, insanlığından çıkarıyor,
onursuz bir kişilik ortaya çıkarıyor. Hatta kültürel soykırım insanı öyle bir hale getiriyor ki bunun farkına vardığın zaman
bile artık bir şey yapamayacak duruma gelmiş oluyor. Bu kültürel soykırım boğazımızdan-boynumuzdan bir zincir, bir ip
gibi bizi yakalamış, köleleştiriyor. Çocuklar boyunlarında bu zincirle büyüyorlar, aileler de bunu kırmaya çalışmayarak,
buna katkı sunuyorlar. Bu, Türkçe'ye, Türkçe öğrenime karşı olduğum anlamına gelmiyor. Türkçeyi de öğreniyoruz, ona
bir itirazımız yok. Bu koşullarda Kürtçe'yi bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Ama bütün bunlar mücadeleyi bıraktığımız
anlamına gelmez.”
DİYARBAKIRSPOR’A ELEŞTİRİLER
“Faşizm spora da bulaşmıştır. Futbolun faşizmle ilişkisi biliniyor. Bu Diyarbakırspor'un yönetiminde de
yaşanıyor. Öyle fakirlik edebiyatı da falan yapıyorlar! Ama bu durum yeni değildir. Ta Büyükanıt'ın Diyarbakır'da kolordu
komutanı olduğu dönemde uygulamaya konan bir projedir. Erdoğan'ı da gördünüz işte Diyarbakır'da yanına Hakan
Şükür'ü, birtakım Galatasaray'lı futbolcuları sahneye çıkardı. Bunlar hep bilinçli yapılan şeylerdir. Bu üç renk
meselesinden bahsediliyor, Galatasaray sempatizanlığımdan bahsediliyor ama şu anda Galatasaray da Diyarbakırspor
da özel harp politikalarına hizmet ediyor. İyi bakılmazsa bazı şeyler gözden kaçıyor. Mesela 90'lı yıllarda Diyarbakır'da
Galatasaray ile Diyarbakırspor'un bir Türkiye Kupası maçı vardı. Diyarbakırspor taraftarları Galatasaray'ı sevdikleri için
alkışlıyorlardı. Galatasaraylı futbolculardan sadece yabancı kaleci olan Tafarel yüzünü seyircilere dönüp seyircilere el
sallayıp onları selamlamıştı, diğer futbolcular taraftarlara yüzlerini bile dönmemişlerdi! Galatasaray ve Diyarbakırspor, bu
politikalara alet olmaktan kurtulursa eğer, ikisine de sempati duyabilirdim. Diyarbakır halkı da böyle bir Diyarbakırspor'u
kabul etmez. Eğer Diyarbakırspor halka aitse o zaman tüm halka, herkese Diyarbakırspor'a üye olmanın yolu açılsın, bu
şekilde demokratikleştirilsin. O zaman halk da Diyarbakırspor'a sahip çıkar, herkes elinden gelen katkıyı sunar. Aslında
sporun kapitalizm tarafından nasıl kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Ama bu halkın demokratik bir şekilde spor kulüpleri,
dernekleri kurup geliştirmelerine engel değildir. Kürtler bütün kent, köy ve kasabalarda her türlü spor kuluplerini kurup,
spor yapıp, sporlarını geliştirmeliler. Spor, ruh ve beden sağlığı açısından faydalıdır, tabi ki yapılmalıdır.”
İMAMLARI KULLANMAK İSTİYORLAR
“Geçenlerde bir imam öldürülmüştü. Şimdi burada AKP'nin yeni bir politikasının sözkonusu olduğunun görülmesi
gerektiğini düşünüyorum. Bu imamları kullanmak istiyorlar. Onlar vasıtasıyla halka propaganda yapıp halkı kandırmak
istiyorlar. Geçmişteki Hizbullah uygulamasına benzer bir uygulama gibi. Halkımız bu oyunlara gelmemelidir. Kendisine
yakın imamların olmadığı camilere gitmemeli, onlara itibar etmemeli, gerekiyorsa kendi evlerinde toplanıp kendi
cemaatleriyle ibadetlerini yaparak böylesi politikaları boşa çıkarmalıdırlar. Sanırım bir iki gün önce bir imam daha
öldürülmüş. Halktan biri, halkımızın mele dediği biri. O zaman bir karışıklık yaratmaya çalıştıkları iyice açığa çıkmış
oluyor! Halkımız bu oyunlara karşı uyanık olmalıdır, bunlara karşı tedbirlerini almalıdır, bunları dışlamalıdırlar. Antipropagandalarına karşı her türlü önlemlerini almalılar.”
AKP VE ORDU ANLAŞMIŞLARDIR
“Daha önce de tartışmıştım, AKP ile ordu, askeri şura'da anlaşmışlardır. Ordu siyasette AKP'ye yol verecek,
karışmayacak, AKP de ordunun Kürtlere yönelik her türlü operasyonlarına, Kürdistan'daki şiddetine göz yumacak. Hem
de şimdiki Genelkurmay Başkanı Koşaner'in, Büyükanıt ve Başbuğ'dan daha ileri bir anlaşma yaptığını düşünüyorum.
Başbuğ ve Büyükanıt'ın döneminde de hükümetle çelişkiler vardı ama bu çelişkiler daha da asgariye inmiş görünüyor.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Zaten sınırötesi operasyon için yeni genelkurmay başkanı talepte de bulunmuş! AKP de bu arada kendi yöntemleriyle
Kürtleri kandırmaya devam edecek, işte örneğin bazı imamları devreye koyacak.”
KÜRTLER HER SALDIRIYA KARŞI KENDİLERİNİ SAVUNMALI
“Son günlerde yaşanan gerilla kayıpları da çok üzücü. Bu eylemsizlik sürecinde bunların olması öfke
uyandırıyor. Eylemsizlik süreci yanlış anlaşılmamalıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde her türlü savunma ve
misilleme hakkının varlığı tartışmasızdır. Görülüyor işte, demokratik çözüm ve barış için biz elimizden geleni yapıyoruz,
tüm fedakarlığı gösteriyoruz ama sonuç ortada. Yine vurguluyorum 13-20 Eylül arası pek çok şey netleşir. Bu
referandumdan sonra topyekün imha amaçlı operasyonlar, yönelmeler olabilir. Bunlar hesaba katılmalıdır. Ama kesinlikle
Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir. Eski tarzla olmaz. Daha önce de
belirttim; pratik önderlik yapamam, koşullarım buna uygun değil. Bu nedenle herkes kendi kararlarını kendisi verecek ve
uygulayacaktır. 20 Eylül'den sonra ben karışmayacağım, sorumluluk da bana ait değil, devlet de bunu böyle bilsin.
Kürtler her konuda kendi kararlarını kendileri alıp, uygularlar. Uygulayamayacakları kararları da almasınlar. Eğer
demokratik özerkliği uygulayacaklarsa buna uygun bir yapılanma ve konumlanma içine girmelidirler.”
HÜKÜMETE SON KEZ ÇAĞRI YAPIYORUM
“Devlete de Hükümete de son kez çağrı yapıyorum. Biz bu ülkede özgürce yaşamak istiyoruz, ayrılmak gibi bir
talebimiz yok, defalarca söyledik. Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme hakkımızı da
kullanmakta haklıyız.”
ÜZÜLÜYORUM SABIR DİLİYORUM
“Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yaşadıkları sorunlar var. Ayrıca tüm cezaevlerinde toplam 50'ye yakın
ağır hasta var, bunların çoğu kanser ve durumları kötü. Bu arkadaşlar için çok üzülüyorum, hepsine sabır diliyorum,
geçmiş olsun diyorum. Bu konuda herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. BDP'liler, Cumhurbaşkanı ve Başbakan
nezdinde bu konuda girişimlerde bulunmalıdır. Diğer koşulların kötü olmasına gelince; ne yazık ki bu sorunları hepimiz
yaşıyoruz. Burada biz de aynı sorunlarla uğraşıyoruz. Hatta ben örneğin telefon ve televizyon hakkından da
yararlanamıyorum. Arkadaşların hepsine söylediğim gibi sabır diliyorum. Hepsini sevgiyle selamlıyorum. Ben de bütün
halkımızın bayramını kutluyorum. Diyarbakır ve İzmir’deki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Buradaki görüşmeleri bombaladılar
Hakkari’deki patlamayı değerlendiren Öcalan, “Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi,
bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Hakkari’deki
patlamaya değinen Öcalan, şu görüşleri ifade etti:
“Hakkari'deki patlamaya ilişkin Başbakan'ın ilk saatlerde yaptığı açıklamalarda hızlı bir şekilde PKK'yi hedef
göstermesi ilginç. Yine aynı şekilde Genelkurmay Başkanlığı da olaydan hemen sonra jet bir açıklamayla örgütü sorumlu
tuttu. Nasıl böyle yapıyorlar, bunu nasıl göze alıyorlar, ne yapmaya çalışıyorlar? Burada söylemek istediğim bunun ağır
siyasal sonuçlarıdır, bunun altından nasıl kalkacaklar? Daha sonra PKK'nin yapmadığı anlaşıldığında Genelkurmay
bunun siyasi sorumluluğunu nasıl taşıyacak, bunun altından nasıl kalkacak, kamuoyunu nasıl ikna edecek! Genelkurmay
ve Başbakanın böyle alelacele açıklama yapması ilginç! Ben bu olaya daha temkinli yaklaşıyorum, ihtimallere göre şartlı
değerlendireceğim bu olayı. Bu patlamaya ilişkin şöyle düşünüyorum. Bu, PKK içerisine sızmış jitem-kontra tarzı bir
ekibin işi de olabilir. Yine PKK içinde yönlendirilen başıboş bir grubun işi de olabilir, bunlar iyiniyetli olabilir ancak
kendileri durumdan vazife çıkarıp eylem yapmış olabilirler. Batman'da Salih Özdemirlerin olayı gibi olabilir de. Yine
milislerin işi olabilir, köylü intikamcılığının bir sonucu olabilir. Köylü intikamcılığıyla kendilerince intikam almış olabilirler.
Bakın ben ihtimaller üzerine konuşuyorum. Devlet içerisinde devletten kaynaklı bir olay da olabilir. Genelkurmay ya da
Hükümetin bilgisi dahilinde olmuş olabilir. Yine Genelkurmay ve Hükümetin bilgisi dahilinde olmayabilir, Genelkurmay ve
Hükümetin bu olayları engellemeye gücü yetmemiş olabilir de. Her iki durum da oldukça vahimdir. Tehlikeli sonuçlar
doğurur. Ben bu olayı duyduğumda şok oldum, şu andaki ruh halim kaos gibidir, anlamaya çalışıyorum.”
HÜKÜMET VE GENELKURMAY ANLAŞTIYSA BÜYÜK BİR TEHLİKE
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Bu olay, Güçlükonak olayına benziyor. Sadece 2011 seçimleriyle sınırlı değildir, Kürtlerin imhasıyla ilgilidir. Eğer
Hükümet ve Genelkurmay anlaşmışsa, bu, Kürtler için çok büyük bir tehlikedir, bu bir soykırım provasıdır. Eğer böyleyse,
bu, Hakkari'nin özel hedef seçilmesi demektir, Hakkari'nin, Şırnak'ın kuşatılmasıdır. Hakkari'nin özel hedef haline
gelmesidir. Bir nevi Hakkari'nin geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi kuşatılmasıdır. Dersim nasıl kuşatıldıysa, Hakkari de bu
şekilde kuşatılmış olabilir, bu konuda uyanık olunmalı, tedbirler alınmalıdır. Eğer böyle Hükümet-Genelkurmay bilgisi
dahilinde kasıtlı bir olaysa, Dersim gibi imha edilene kadar, teslim alınana kadar bu tür saldırıları devam ettireceklerdir.
Olayın olduğu köy, korucu köyü ama bir kısmı daha önce silah bırakmış, Güçlükonak gibi. Her iki köyde korucu köyüydü,
benzerlikler var, bunlardan silah bıraktıkları için intikam alınmaya çalışılmış olabilir. Yine büyük oranda boykota uymuşlar,
bu onurlu davranışları karşısında hedef alınmış olabilirler.
HAKKARİ OLAYI ÇOK ÖNEMLİDİR
Bu Hakkari olayı çok önemlidir. Bu patlamanın mutlaka aydınlatılması gerekiyor. Bu konuda herkes üzerine
düşen görevi yapmalıdır. Benim burada görüşmelerim devam ediyor. Bir gazetecide yazdığı yazılarda bu görüşmelerin
yapılabileceğini işliyor. Takip ettiğim kadarıyla akıllı biri, anlıyor. Tabi bu konulara kafa yoruyor. Biraz öyküleştirerek bu
meseleleri ele alıyor ama tespitlerinin zamanlaması, öngörüleri dikkat çekici. Bu heyet ile yaptığım görüşmeler, anlamlı
görüşmelerdi. Bu görüşmelerden oldukça umutluydum. Bu patlama, devlet içindeki birimlerin birbirleriyle kopukluk içinde
olduğunun da göstergesi olabilir. Devlet içerisinde belli birimlerin birbirleriyle çelişki ve çatışmalarının sonucu da bu tarz
eylemler olabiliyor. Bazı iyiniyetli birimlerin bu saldırılardan haberi olmayabilir. İyiniyetli bazı çabalar, bu tür saldırılarla
sabote edilmeye çalışılabilir. Ben bu konuda bir tarafı da suçlamak istemiyorum. Sayın Başbakan'ın da bu konuda haberi
olmayabilir.
HEDEF BENİMLE GÖRÜŞMELER OLABİLİR
Burada hedef, benimle yapılan görüşmeler de olabilir. Burada oldukça anlamlı görüşmeler oldu. Çok anlamlı
sonuçları da olabilirdi. Tam bu esnada Hakkari'de bu patlamanın olması oldukça düşündürücüdür. Bu olay çok yönlü
araştırılmalıdır. Yine belirtiyorum, ben bu olayla ilgili ihtimallere göre şartlı konuşuyorum. Bir tarafı peşin hükümle
suçlamıyorum, çünkü bir tarafa yüklenmek için elimde veriler yok, genel gelişmelere göre değerlendirme yapıyorum. Bu
olayı PKK'nin içinde de, devletin içinde de birileri gerçekleştirmiş olabilir. Ben iki tarafa da şüpheci yaklaşıyorum. Yoksa
tek başına bir tarafa yüklemiyorum. Bu patlama PKK'nin içinde bir grubun işi olabilir, içine sızmış bir ekibin işi olabilir,
kendisince durumdan vazife çıkarmış başıboş bir grubun işi de olabilir, yine belirttim, eski tarz milislerin işi olabilir, milis
gelip oraya bomba koymuş olabilir, köylü intikamcılığıyla hareket edilmiş olabilir. Yine bu patlama Genelkurmay ve
Hükümetten habersiz olarak bir jitemvari-kontra bir gücün işi olabilir. Böyleyse durum oldukça vahimdir. Eğer böyleyse bu
durum gösteriyor ki, devlet içindeki çeteler hala etkindir ve gelişmeleri, süreci sabote edecek güçleri vardır, çok
güçlüdürler. Ya da bu patlamayı gerçekleştirenler tek başına genelkurmayın ya da tek başına hükümetin bilgisi dahilinde
bu eylemi gerçekleştirmiş olabilirler. Ya da hem genelkurmay hem de hükümetin bilgisi dahilinde yapılmış olabilir. Eğer
böyleyse bu durum da oldukça vahim bir durumdur. Genelkurmay ve hükümetten bağımsız-habersiz bu saldırının
gerçekleşmesi de, yine genelkurmay ve hükümete bağımlı olarak onların bilgisi dahilinde bu saldırının gerçekleştirilmesi
de vahimdir. İki durum da oldukça vahimdir. Ben bunu PKK dışı olasılığa göre değerlendiriyorum, eğer PKK'den kaynaklı
bir eylem değilse böyledir diyorum. Ben böyle ihtimallere göre şartlı değerlendiriyorum. Bu konu hakkında şartlı-seçenekli
düşünüyorum.
HASSASIM KAYGILARIM VAR
Bu konuda hassasım. Kaygılarım var. Bu konudaki hassasiyetimi kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Ben burada
yine tekrarlıyorum, şu sonuca ulaşıyorum: Eğer PKK'den kaynaklı bir eylem değilse ve devletten haberli ya da habersiz,
ilişkili ya da ilişkisiz bir grubun işiyse, bu oldukça tehlikelidir. Eğer bu eylem kendi başına bir grubun işiyse devlet içinde
hala özel çetelerin varlığına işarettir ki bu da bir güçtür ve tehlike arzeder. Böyleyse bundan sonra da bu tarz olaylar,
eylemler, provokasyonlar gerçekleştirilebilir. Bu konuda halkımız, herkes uyanık olmalı ve kendi özsavunmalarını
almaları gerekir. Asfalta, yola çıkarken bu tarz eylemlere dikkat etmeliler, uyanık olmalılar. Eğer bu olay genelkurmay ve
hükümetin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu da soykırım demektir. Bu daha çok tehlikelidir. Bu durumda çıkaracağımız
sonuç, devletin Hakkari ve Şırnak gibi yerleri özel hedef seçtiğidir. Buralara önümüzdeki dönem bu tarz yönelimler
olabilir, halkımızın bu konuda da bilinçli olması ve özsavunmasını geliştirmesi gerekiyor. Bu saldırı planlı ve devletin
bilgisi dahilinde bir saldırıysa Hakkari'nin yüzde doksandört oranında boykotuna bir cevaptır. Ve özel olarak burayı hedef
seçmedir. Aynı geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi. Dersim nasıl her yönlü kuşatılıp üzerinde oynandıysa Hakkari'nin de bu
şekilde kuşatılma tehlikesi vardır. Yine diyorum ben burada bu olay hakkında tek yönlü düşünmek istemiyorum ve
kamuoyuyla şunu da paylaşmak istiyorum. “Öcalan bu konuda hassastır, kaygıları vardır” diyorum. Halkımızın
provokasyonlara karşı uyanık olması ve bunları açığa çıkarmaya çalışması gerekiyor. Halkımız çift taraflı
provokasyonlara karşı uyanık olmalı, sadece devletten gelen provokasyon değil PKK kaynaklı provokasyonlara karşı da
uyanık olmalıdır. İşte PKK tarihinde biliniyor, en iyi örneği Hogir'dir. Hogir, on sene içimizde kaldı ve binlerce gerillanınsivilin ölümünden sorumludur. Bu ve benzeri örnekler çoktur. O yüzden provokasyonlara karşı herzaman dikkatli
olunmalıdır.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
PATLAMA HÜKÜMETE DE MESAJDIR
Yine söylüyorum, bu saldırı eğer PKK kaynaklı değilse, devlet içinden kontra bir gücün, kontracı bir anlayışın ya
da devletin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu iki durum da vahimdir. Genelkurmay ve hükümetin bilgisi dışında süreci
provoke etmek isteyen grupların işiyse bu, şu anlama gelir: Biz istediğimiz zaman süreci sabote edebiliriz, bu gücümüz
var. Burada verilen mesaj budur. Bu sadece bize değil, hükümete de bir mesajdır. “Bize rağmen hiçbir şey
yapamazsınız” mesajıdır. Ama devlet içerisindeki tüm birimler, insanlar bunlar gibidir diye düşünmek doğru değil, iyiniyetli
olanlar da var. Benim burada yaptığım görüşmeler oldukça anlamlı bir görüşmelerdi, anlamlı sonuçları olabilirdi, buna
inancım vardı. Bu görüşmeler sırasında hükümetten veya genelkurmaydan bağımsız bir şekilde böylesi bir eylemin
yapılması, “sizin yaptığınız görüşmeler fasa-fisodur. Bak, ben istediğim zaman sizin çalışmalarınızı engelleyebilirim,
sabote edebilirim, aldığınız kararları boşa çıkarabilirim” mesajıdır. Burada amaçlanan, bu görüşmeleri sabote etmek
olabilir.
HÜKÜMET SORUMLULUARI AÇIĞA ÇIKARMALI
Burada Hükümete, AKP'ye düşen görev, bu olayın üzerine kararlı bir şekilde gitmek ve sorumluları açığa
çıkartmaktır. Önümüzdeki dönemdeki gelişmeler, hükümetin bu konudaki iradesine bağlıdır. Bu kadar önemli
görüşmelerin olduğu bir aşamada Hakkari'deki bu patlamanın yaşanması düşündürücüdür. Bu patlama, cumhuriyet
tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu patlama devletten ve PKK'den kaynaklı olabileceği gibi başka devletlerden de
kaynaklanmış olabilir. İran gibi devletlerin parmağı da olabilir, isim vermek istemiyorum, herhangi bir devletin PKK
kılığıyla yaptığı bir eylem de olabilir. Hakkari konumu gereği, Hakkari'ye yakın bölgesel devletlerin, bölgesel güçlerin PKK
kılıfıyla bu tarz eylemlerine uygun bir coğrafyadır. Bu saldırı, bölgesel hatta uluslararası güçlerin de içinde olduğu bir
saldırı olabilir. AB ve ABD'nin bu mesele hakkındaki tutumları biliniyor.
BÖLGESEL KÜRESEL GÜÇLER DE OLABİLİR
Bölgesel-küresel kontrgerilla, iç-dış güçler, tekrar bazı sonuçlara ulaşabileceğimiz görüşmeleri sabote etme
amacıyla bu Hakkari olayını yapmış olabilirler. Bu bir oyundur. Eğer böyleyse Öcalan diyor ki “bu bir siyasi komplodur”.
Yine tekrarlıyorum, Öcalan bu konu hakkında şartlı, seçenekli düşünüyor. Devletin içinde, dışında, devletten kaynaklı bir
eylem olabilir, aynı şekilde PKK'den kaynaklı bir eylem olabilir ya da üçüncü bir olasılık olarak bölgesel-uluslararası
devletlerin PKK kılıfıyla gerçekleştirdikleri bir eylem olabilir. Çok önemli görüşmelerin yapıldığı bir süreçte böylesi bir
eylemin gerçekleştirilmesi üzerinde durulmalıdır. Hakkari'de 10 gerilla yaşamını yitirmiş. Eylemsizlik halinde olan gerilla
güçlerinin genelkurmay merkezli, merkezi bir koordinasyonla ağır teknik kullanılarak katledilmesi oldukça tehlikeli bir
işarettir. Genelkurmayın Hakkari'deki patlama sonrası da hemen jet hızıyla PKK'yi hedef göstermesi tesadüf olmuyor bu
durumda. Bu on gerilla olayının ayrıntılarıyla birlikte Hakkari'deki olay da başka bir anlam kazanıyor. İki olay da birbirine
yakın yerlerde olmuş sanırım. Durum biraz daha netleşiyor. Bu durumda bu iki olayı değerlendirdiğimizde Hakkari'ye
merkezi bir yönelim olduğundan bahsedilebilir. Hakkari hedef haline getiriliyor, pilot bölge olarak seçilmiş olabilir. Zaten
daha önce de referandum sonuçları sonrası hedef gösterilmişti.
HAKKARİ KUŞATMASI
Referandum sonrası bazı yetkililer, Hakkari'nin halledilmesi gerektiğinden bahsettiler. Hakkari halkının
referandumdaki bu onurlu duruşuna, yüzde 94'ler oranındaki boykotuna bir cevap olabilir bu saldırılar. Ben buna “Hakkari
Kuşatması” diyorum. Hakkari kuşatma altına alınıyor olabilir, alınmaya çalışılıyor olabilir.
OLAY MERKEZİ İSE ATEŞKES ANLAMSIZLAŞIR
Eğer bu iki olay merkeziyse, genelkurmay ve hükümet imha planında anlaşmışlarsa, imha kararı almışlarsa tek
taraflı eylemsizlik anlamsızdır. Bundan sonra belirleyici olan AKP'nin-Hükümetin bu olaylar karşısındaki tutumudur.
Hükümet, öyle “bitiririz, yok ederiz, tasfiye ederiz” der hedef gösterirse, o zaman geliştirmeye çalıştığımız bu demokratik
çözüm ve barış süreci fiilen ortadan kalkacaktır, bunun sorumlusu da Hükümet olacaktır. Ancak bu olaylar karşısında “biz
tasfiyeci çeteleri bertaraf ettik ya da bunlarla mücadele edeceğiz” denilirse, bu kararı verdiklerini görürsem, bu konuda bir
irade gösterilirse süreç geliştirilebilir. Ben burada Sayın Başbakan'a da haksızlık etmek istemiyorum. Sayın Başbakan
konusunda hassasım. Bu konuda kesin yargıyla konuşmak istemiyorum. Başbakan hakkında kesin bir yargıda bulunmak
istemiyorum. Ancak Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsa bu türden olayların-provokasyonların peşini
bırakmamalıdır. Hakkari olayının hemen sıcaklığında hedef gösterici yaklaşımlardan kaçınmalıdır. Herkes bu konularda
hassas ve temkinli olmalıdır. Başbakan yaptığı açıklamada, Demirtaş'ın Hakkari olayı sonrası açıklamalarını talihsiz
açıklamalar olarak değerlendirdi. Ben de buradan Sayın Başbakan'ın açıklamalarını talihsiz açıklamalar olarak
değerlendiriyorum. Böyle alel acele açıklamalar doğru değil, olayın araştırılıp, aydınlatılması gerekir. Bu patlama
cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir, aydınlatılması gerekiyor. Bu patlama, kesin oyundur. Ben demokratik
çözüm ve barıştan yanayım, ölümlerin olmasını istemiyorum. Ben ölümlerin durmasından yanayım.
ORDU HÜKÜMET ANLAŞMIŞ DA OLABİLİR
Referandumda “evet”in kazandırılmasını da farklı değerlendirdik burada. Hükümetin orduyla anlaşmış
olabileceği ihtimalinden bahsetmiştim. Referandumda “Evet”in kazanmasıyla AKP iktidarının önü açılacak, güçlenecek
bunun karşılığında da ordu, AKP'den askeri anlamda önünün açılmasını ya da bir serbesti almış olabilir demiştik. “Evet”e
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yol vermekle Hükümetin önü açılacak ve bunun karşılığında genelkurmayın da askeri anlamda önü açılacak. Bu son
olaylar da bu tezimizi, bu ihtimali güçlendirir durumda. Bu durum ta 2007'deki Dolmabahçe görüşmelerine dayanıyor ve
son olarak da son YAŞ toplantısında bu konuda hükümet ile ordu arasında bir anlaşma ihtimalini de düşünüyorum.
Hükümet kendi iktidarının önünün açılması karşılığında genelkurmaya belli tavizler vermiş olabilir. Işık Koşaner dönemi
bu yönüyle tam bir uzlaşmanın sağlandığı bir dönem de olabilir. Eğer Erdoğan, bu son olayların üzerine gidip
aydınlatmaya çalışmazsa, bunların üzerine gitmezse; “1925'ten itibaren İsmet İnönü Kürtler için neyi ifade ediyorsa
günümüzde de Erdoğan Kürtler için aynı şeyi ifade ediyor” diyeceğim. Hakkari'deki bu iki olayı yan yana getirdiğimizde
halkımızın büyük tehlikelerle, soykırım tehdidiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Hakkari bir nevi Dersim gibi
kuşatma tehdidindedir, belki oradaki gibi katliam olmaz, amaç topyekün bir yönelim olabilir. Buna karşı KCK ve halkımız
özsavunmalarını almalıdırlar. Ben daha önce bu konuda “devrimci halk savaşı”ndan bahsetmiştim. Ancak yine diyorum,
kendi kararlarını kendileri bu konularda alırlar.
BEŞİNCİ DARBE GİRİŞİMİDİR YAŞANILAN
Bu saldırılar yine belirtiyorum devlet içinde denetim dışı bazı çetelerin, grupların işi de olabilir. Bu denetim dışı
kontra çetelerinin tamamen genelkurmayın denetiminden çıktığı dönem Karadayı dönemidir. Karadayı dönemiyle birlikte
genelkurmay bu çetelere hakim olamadı. Karadayı döneminde bu konuda bir kırılma yaşandı. O dönemki bazı
gelişmelerle bu tezimi güçlendiriyorum. Yine hatırlanırsa Kıvrıkoğlu dönemi de böyleydi. Kıvrıkoğlu'na Kıbrıs'ta suikast
girişimi olmuştu. Bu suikast girişimi de bu kontra çetelerin artık denetlenemez duruma geldiğinin bir göstergesi, işaretiydi.
Bu gelişmeler aynı zamanda Kürt sorunun çözümünü geciktiren ve zorlayan gelişmelerdi. Demokratik çözüm ve barışa
her yaklaştığımızda böylesi çeteler devreye girerek süreci sabote ettiler. '98 ateşkesi süreci biliniyor, o dönem
geliştirdiğimiz ateşkes sabote edildi. Sayın Özal döneminde de barış girişimlerimiz bu çeteler tarafından sabote edildi ve
tarihi bir fırsatı kaçırdık. Sonra Erbakan dönemindeki çabalarımız boşa çıkarıldı. O dönemde Türkiye açısından tarihi bir
fırsat kaçırılmış oldu. Yine Ecevit döneminin barışı da benzer komplolarla boşa çıkarıldı. Ecevit barışı da böylece heba
oldu. Bu dört darbenin ardından bugün yaşadığımız beşinci darbe sürecidir. Son geliştirilen bu eylemsizlik sürecine karşı
beşinci darbe girişimi sözkonusudur. Hakkari'deki olaylar bu şekilde değerlendirilmelidir. Bu olaylarla özellikle bu
patlamayla gerçekleştirilmek istenen, benimle görüşen ekibin devlet katındaki tasfiyesi de olabilir. Burada hedef sadece
ben değilim, benimle görüşen ekibin de tasfiyesi amaçlanmış olabilir. Yani burada yaptığımız görüşmeler engellenip, biz
devre dışı bırakılmak isteniyor olabiliriz, amaçlanan bu olabilir.
PATLAMA İLE BURADAKİ GÖRÜŞMELER DİNAMİTLENDİ
Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli
geçiyordu, umutluydum. Türkiye'de ne zaman bu konularda olumlu gelişmeler olsa, böylesi provokatif bir eylemle bu
gelişmeler sabote ediliyor. Hatırlıyorum İlker Başbuğ'un meşhur 14 Nisan 2009 tarihli konuşması vardı. Başbuğ 14 Nisan
2009 tarihli konuşmasında olumlu ifadeler kullanmıştı ancak bu konuşmanın yapıldığı tarihlerde yine böylesi bir sabote
eylemi olmuştu ve havayı tersine çevirmişti. Burada asıl hedefleri, yapılan ve yapılacak olan görüşmelerdir, bu
görüşmelerde ulaşacağımız sonuçlardır. Yoksa belirtildiği gibi asıl hedef sadece BDP ile yapılacak görüşme değildir.
Bütün bu tehditlere karşı herkes savunmasını almalıdır. Süreç her an sabote edilebilir. Bu süreci sabote etmek isteyen
güçlerin eli çok uzun da olabilir, sanıldığının aksine güçlü de olabilirler. Süreci sabote etmek isteyen bu güç burada bana
bile ulaşabilir, bilmiyorum, belki bu kadar güçlü de değiller. Ancak herşey ihtimal dahilindedir. Bana burada ulaşıp beni
imha da edebilirler, o yüzden, herkes uyanık olmak zorundadır.
KCK SİSTEMİNİ UYGULAR
KCK de kendi çatısı altında nasıl bir sistem öngörüyorsa onu uygular. İşte demokratik özerklik konusunda
savunmamda da belirttiğim gibi altı boyut var. Kendi sistemlerini kendi çatısı altında uygulayacakları toplumsal sistemi
ilan edeceklerini belirtiyorlar. Kendilerini nasıl yöneteceklerine nasıl savunacaklarına artık kendileri karar verirler ve bunu
uygulayıp sorumluluğu kendileri üstlenirler, ben bu konulara karışmayacağım, bu konularda görüş bildirecek durumda da
değilim. Zaten burada sürekli olmayacağım, bir gün öleceğim, herkesin bunu gözönünde bulundurması gerekir. 20 yıldır
her şeyi sırtıma yüklemişler, her şeyi benden bekliyorlar, herşeyi benim üzerimden geliştirmeye çalışıyorlar, bana
yaslanmışlar, hala da hem devlet hem PKK benden bir şeyler bekliyor. Ben burada, bu koşullarda ne yapabilirim? Bu
konuda insaflı olunmalıdır. Rica ediyorum herşeyi benden beklemesinler. Dolayısıyla kendi kararlarını kendileri
verecekler. İşte DTK, BDP, Belediyeler Birliği, Sivil Toplum Örgütleri kendileri hakkında kararlarını kendileri verecekler ve
uygulayacaklar. Gece gündüz çalışacaklar, iş yapmaya odaklansınlar, az konuşup çok iş yapmalılar. Aksi taktirde onları
çok sert eleştireceğim. Belediyeler birliği de yasallık içerisinde birliklerini geliştirip organizeli, bütünlüklü çalışmaları
geliştirebilirler. İşte 99 belediye başkanından bahsediliyor. Bu belediye başkanları, birliklerini geliştirecek, yasal zeminde
demokratik halkçı belediyecilik anlayışını geliştirip yaygınlaştırmadırlar.
KÜRTLER UZLAŞSINLAR YOKSA ZARARLI ÇIKARLAR
Bölgedeki sanayici, işadamlarına, tüccarlara da seslenmek istiyorum. AKP'li Kürtlere de seslenmek istiyorum.
BDP'li Kürtlerle, diğer kesimlerdeki Kürtlerle biraraya gelip tartışsınlar, birbirleriyle uzlaşsınlar, hatta sadece AKP'li
Kürtlere değil, diğer kesimlerdeki bütün Kürtlere sesleniyorum. Biraraya gelip tartışın, uzlaşın ve ortak çıkarlarınızı
DERLEYEN : AZAD BADIKI
koruyun. Aksi taktirde bu ilişkisizlik, diyalogsuzluk ortamında karşılıklı birbirinizin provokasyonuna gelip, birbirinizin
ekonomik çıkarlarına, ailelerinize, çoluk çocuğunuza zarar verirsiniz. Özsavunmaları için bu gereklidir. İki taraftan da
karşılıklı provokasyonların önüne geçmek için bir araya gelip diyalog kurup uzlaşmayı esas almalıdırlar. Aksi taktirde
üzerlerinde oynanan her türlü oyunun karşılıklı olarak kurbanı olurlar. Diyarbakır buna en iyi örnektir. Diyarbakır'ın
yapısını biliyorum, bu tür provokasyonlara müsait bir zemini vardır.
DTK STÖ’LERİ TEMSİL ETMELİ
DTK ise kendi bağrında sivil toplum örgütlerini temsil etmelidir. Sivil toplum örgütlerinin kendilerini bağrında
ifade edebildikleri bir platform haline getirilmelidir. Bölgedeki bütün sivil toplum örgütlerinin DTK içerisinde kendilerini
rahatça ifade ettiği bir birlik kurulmalıdır. Sivil toplum örgütleri kendilerini DTK'da ifade edebilmelidir. Gereksiz
tartışmalardan kaçınıp bu konuda bir çabanın sahibi olmalıdırlar. Yine belediyeler kendi birliklerini sağlamlaştırmalıdır,
geliştirmelidir. KCK de kendi sistemini kendisi kurmalıdır. KCK, DTK, BDP ve Belediyeler dışında kalan alanı örgütler.
Birbirleriyle değişik alanlarda karşılaşabilirler ancak hepsi kendini ayrı örgütler. KCK, bu son gelişmelerin, bu son
saldırıların üzerinde ciddiyetle durmalıdır. “Devrimci halk savaşı” tarzında örgütlenmeden bahsetmiştim. Yine bunu
yaparken Türkiye demokrasi ve devrimci güçleriyle ittifakı her zaman esas alınabilir. Böylece hem Kürdistan hem de
Türkiye'de bir bu tarzda bir mücadele hattı örülür. PKK için de daha önce '98'lerde de belirtmiştim, o dönemki gerillacılık
anlayışını eleştirmiştim, böyle gerillacılık yapılacaksa ben bu tarz gerillacılığı kabul etmiyorum demiştim. Bugün için de
PKK'ye söyleyeceğim aynıdır. Gerillacılık yapılacaksa doğru bir tarzda yapılmalıdır, aksi taktirde ben ağır eleştireceğim.
Gerilla birlikleri de gerekirse KCK'nin anlayışını eleştirebilir, dinlemeyebilir, kendi doğru tarzlarını geliştirebilirler.
ÇOCUKLAR SOYKIRIMA MARUZ BIRAKILIYOR
Soykırım tehdidinden bahsetmiştim. Şimdi de bu imamlar ve yeni öğretmen atamaları dikkatimi çekiyor. Bu
konulara kafa yoruyorum. Radyoda dinledim. Erdoğan, okulları boykot kararına ilişkin BDP'nin çocukları istismar ettiğini
belirtiyor. Ben BDP'nin bu boykot kararına ilişkin olarak çocukları okula göndersinler veya göndermesinler demiyorum.
Ama Başbakanın bu konudaki konuşması üzerinde duruyorum. Başbakan boykotu çocuk istismarı olarak değerlendiriyor
ve bunu, çocuk istismarını da yeni anayasa paketindeki çocuk hakları düzenlemesine dayandırıyor. Milli Eğitim Bakanı
Nimet Çubukçu da BDP'nin anayasal suç işlediğini belirtiyor. Ben Başbakan'ın çocuk istismarına ilişkin bu açıklamasını
ilk dinlediğimde “yeni anayasa düzenlemesine göre BDP çocuk istismarı yapıyor” dediğinde başımdan aşağı adeta
kaynar sular boşaldı. Anayasal değişiklikteki çocuklarla ilgili bu maddenin de hangi amaçla düzenlendiği böylece ortaya
çıktı. Hemen ilk fırsatta bu maddeye atıf yaparak çocuk istismarından bahsettiler. Çocuklar hakkındaki bu anayasal
düzenlemeyle amaçlanan kültürel soykırımdır. Çocuklarımızın kendi anadilinde eğitim alamaması kültürel bir soykırımdır.
Bunun bir hak değil de, istismar olarak yorumlanması kültürel soykırım amacını gösteriyor. Anayasadaki bu düzenleme
kültürel soykırıma hizmet amaçlı kullanılıyor! Burada çocuk istismarı yoktur, tersine en temel insani bir hakkın talep
edilmesi sözkonusudur. Daha önce kadınlar-analar konusunda da değinmiştim, tavuk meselesini örnek vermiştim.
Çocuklarımız kendi dillerinden koparılıp kültürel soykırıma tabi tutulacaksa, çocuklarımızı devletin elinden çekip
almalıyız, o zaman devletin elinden çekip alsınlar. Biz bu kültürel soykırıma izin vermeyeceğiz desinler. Gerekirse okulları
tamamen boykot edip kendi eğitimlerini kendileri sağlasınlar. Hatta evler, her ev birer okul haline getirilmeli, evlerde dil
eğitimleri sağlanmalıdır. Selahattin Demirtaş, bu konuda bir açıklama yaptı. “Ben de çocuğumu okula göndermeyeceğim”
dedi. Benim de kendisine bu konuda bir önerim olacak. Bu okula göndermemeyle birlikte çocuklarının dil eğitimini
devletten beklemeden bir özel Türkçe öğretmeni bir de özel Kürtçe öğretmeni tutup, çocuklarına dillerini bu yöntemle
öğretebilirler. Bunu gerçekleştirerek kamuoyuna deklare edebilirler. Bu benim bir önerimdir. Bu anadilde eğitim
konusunda Birleşmiş Milletler, AİHM ayağa kaldırılmalıdır. Başvurular ve davalar açılmalıdır. “Çocuklarımız kültürel
soykırıma tabi tutuluyor, anadilde eğitimlerini göremiyorlar” gerekçesiyle bu konularda BM'ye, AİHM'e binlerce başvuru
yapılmalı, davalar açılmalıdır. Haklarını her düzeyde savunmalıdırlar. Türkiye'nin Kürt çocuklarına uyguladığı politikalar
BM Çocuk Hakları Sözleşmelerine de aykırıdır. Bu sözleşmelerde buna ilişkin düzenlemeler var, kültürel soykırım tanımı
var. Bu konuda bütün dünya ayağa kaldırılmalıdır. Yine Avrupa'daki halkımız da dil konusunda duyarlı olmalıdır. Aksi
taktirde Kürt çocuklarının durumu Ermeni çocuklarından daha kötü olacaktır. Kürt çocuklarının okuduğu okullar çok daha
asimile edici, tahrip edici olacaktır.
HİZBULLAH’IN YERİNİ DİYANET ALMIŞTIR
Bu son saldırıların yanında iki imamın öldürülmesi gibi cinayetler de yaşanıyor. Bu konulara dikkat edilmelidir.
Din konusunda da şunları belirtebilirim. Geçmişte Hizbullah ile fiziki soykırım, bugünkü manevi soykırım Diyanet imamları
aracılığıyla yapılmaktadır. Hizbullah'ın yerini bugün Diyanet almıştır. Bugün yaptıkları manevi-dini soykırımdır. Halkımız
bugün faşist-devletçi propaganda yapan imamlara rağbet etmemelidir, bunlar öldürülsün demiyorum, bunu doğru da
bulmuyorum ama bu tür imamlardan uzaklaşmalıdır, onları yalnız bırakmalıdır. Bu imamları boykot etmelidir. Demokratik
islam temelinde kendi mescitlerini, camilerini kendileri yapmalı ve ibadetlerini, dini vecibelerini buralarda
gerçekleştirmelidir. Hizbullah, eskiden enselerine sıktığı tek kurşunla yurtsever insanları katlediyordu. Bu fiziki bir
soykırımdı. Ancak bugün Diyanet imamları aracılığıyla yapılan dini-manevi soykırım, bu Hizbullah'ın fiziki soykırımından
daha tehlikelidir. Ben, sahte imamların verdikleri hutbeleri çok iyi biliyorum. Bu hutbeler faşist zihniyetle verilen ve manevi
DERLEYEN : AZAD BADIKI
soykırımı amaçlayan hutbelerdir. Bunun ne islamla ne de insanlıkla alakası vardır. O yüzden dini bütün halkımız
demokratik islami zihniyetle gerekirse parasını kendileri karşılayarak ibadetlerini mahallelerde kuracakları mescitlerlecamilerle gerçekleştirebilirler, dini bütünlüklerini böyle korurlar. Bu tarz manevi-dini soykırım yapan camilere de gitmezler,
ibadetlerini bu tür yerlerde yapmazlar, buraları boykot ederler. Yine aleviler de aynı şekilde manevi-soykırımcı sisteme
hizmet eden cemevleri yerine kendilerini ifade eden cemevlerini inşa ederek ibadetlerini buralarda yaparlar. Halkımızı da
bu konularda uyarıyorum, uyanık olmaya çağırıyorum, manevi soykırıma dikkat çekiyorum.
İRAN’LA ÇÖZÜM KANALLARI İŞLETİLMELİ
İran'a ilişkin son dönemlerde çatışmalar yaşanmıyorsa, bir çatışmasızlık ortamı varsa, İran'la sorunlarını
demokratik temelde çözmek esas alınabilir, barışçıl bir çözüm esas alınabilir, çatışmasızlık durumu devam ettirilebilir.
Yine Suriye için de aynı şeyleri, İran'a önerdiğim şeyleri öneriyorum, burada da sorunun çözümü için demokratik kanallar
zorlanabilir. AİHM'deki ana davamıza ilişkin mahkeme savunma yapmamız için 30 Ekim'e kadar ek süre vermiş. süreyi
31 Aralık'a uzatmamız iyi olurdu. Hukukta geçmişe yönelik hakların korunması var. Benim geçmişte kazandığım haklarım
korunmalıdır. Benim burada kazanılmış haklarım önemli. İşte soykırımdan bahsettim, bu davamla da amaçlanan hukuki
haklarımın elimden alınması, hukuki soykırımdır. Ben bunu hukuki soykırım olarak değerlendiriyorum.
ÖZDEMİR AİLESİNE SELAMLARIMI GÖNDERİYORUM
Cezaevlerindeki arkadaşlara da ayrım yapmaksızın hepsine selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum. Gereksiz
yere birbirleriyle didişeceklerine, tartışacaklarına bütün güçlerini, birikimlerini demokratik özerkliğe yani dışarıya kanalize
etmeye, oraya güç vermeye seferber etmeliler. Aksi taktirde hepsini sert bir şekilde eleştireceğim. Ciddi olsunlar,
lafazanlık yapmasınlar, sorumlulukla davranmalılar. Bu son olayda hayatını kaybeden ailelere ve halkımıza başsağlığı
diliyorum. Öncelikle referandumda gösterdiği iradeden dolayı halkımıza selamlarımı gönderiyorum, özellikle Hakkari
halkına gösterdiği onurlu duruştan dolayı özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum, onları tebrik ediyorum, yanlarında
olduğumu bilmelerini istiyorum.Yine belirtiyorum. Herkes bu son gelişmeler karşısında tutumunu netleştirmelidir. Bu son
Hakkari olayı PKK içinden dışından, devlet içinden dışından ya da bölgesel ve uluslararası güçlerin işi olabilir. Mutlaka
açıklığa kavuşturulmalıdır. Herkes bu konuda uyanık olmalı, kendi tedbirlerini almalıdır. Ben bu özsavunma konusunda
buradan nasıl hareket edeceklerini belirleyemem, kendilerini bu konuda tedbirlerini alıp hayata geçirmeliler. Taşlıçay,
Diyadin, Tutak, Iğdır, bir bütün olarak Kuzey Serhat halkına, Batman'daki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Yine
çocuklarla ilgili annelere yaptığım eleştiriler iyi anlaşılmalıdır. Ben çocukları çok sevdiğim için analara bu eleştirileri
yapıyorum. Batman'da Salih Özdemir'in ailesine selamlarımı iletiyorum. Birbirleriyle sıkı ilişkiler içine girsinler, “kardeşi
kardeşe düşürme, aralarında bölünme yaratma” oyunlarına gelmesinler, kendi içlerinde bir araya gelip, tartışsınlar,
birbirleriyle dayanışma içinde olsunlar. Bu şekilde yaparlarsa kendileri üzerinde hesaplanan oyunları, provokasyonları
boşa çıkarabilirler.
Görüşme Notları:
İki protokol hazırlanıp Meclis’e
sunulmalı
Öcalan, “Buradaki görüşmelerin sonucunu karşılıklı üzerinde uzlaşılacak iki protokol şeklinde ele alıyorum. Biri
güvenlik boyutu-protokolü, diğeri de demokratik haklar ve anayasa boyutu-protokolü. Bu protokoller seçimlerden sonra
oluşacak parlamentoya sunulabilir” dedi. Öcalan Hakkari’deki sivillere yönelik saldırının ise Ankara merkezli bir karar
olabileceğini söyledi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede demokratik siyasete
değinen Öcalan, şu görüşleri dile getirdi: “Demokratik siyaset önemlidir, bu meseleler siyasal alanda çözüme kavuşur.
Hem siyaseti yapamıyorlar hem de bırakamıyorlar. Dürüstler, birikimliler ama birikimlerini harekete geçiremiyorlar.
Tarzları ve tempoları yetersizdir. İyi niyetliler ama Ahmet Türk’e dönük yumruk olayını bile tam çözemediler, basite
aldılar. Daha kötüsü de olabilirdi, öldürücü bir darbe de vurabilirlerdi, tehlikenin farkında değiller.”
DIŞ SEFERLER NEYİN NESİ?
Buradaki görüşmelere çok ilgi var deniliyor, benden çok beklenti olduğu belirtiliyor. Gördüğünüz gibi işler geldi
bana düğümlendi. Ben böyle olacağını aslında çok önceden söylemiştim. Ben ‘99’da durumumu “çarmıhtaki adam”
olarak değerlendirmiştim. Aslında bu hala devam ediyor. Buna rağmen büyük bir çaba içerisindeyim. Dünyada en az
DERLEYEN : AZAD BADIKI
bilgilendirilen kişi benim ama en küçük bir bilgi kırıntısıyla en detayına kadar yorumlayabiliyorum. Zor koşullardayım ama
hala ilk günkü gibi canlıyım, diriyim, sorumluluğumun farkındayım, bu nedenle öyle çok şikayetçi de değilim. Başbakan
ne yapmaya çalışıyor? Bu kadar dış seferler neyin nesi? Dışarıda ne var, sorun ancak burada çözülür.
HAKKARİ'DEKİ SALDIRI ANKARA MERKEZLİ OLABİLİR
Hakkari’deki olay üzerinde durmak istiyorum, bu olay çok önemli. Kürt siyasetçileri yeteri kadar
değerlendiremiyorlar, kişilikleriyle bir sorunum yok, bırakıp gidenlere bir şey demiyorum fakat tarzları, tempoları çok
yetersiz. Bu Hakkari olayını da tam anlayamadılar, yorumlayamadılar. Ben zaman olsa sabahtan akşama kadar bir
olaydan hareket ederek Türkiye’de ne olup bittiğini, kimin ne yapmak istediğini rahatlıkla anlatabilirim. Şimdi Hakkari
olayına geleyim. Hakkari’deki imamın öldürülüşüne karşılık bir olay olabilir. O dokuz köylünün öldürülüşü bununla
bağlantılı olabilir. BDP’liler, siyaset yapanlar bunu nasıl anlamıyor? Dünyada en az bilgilendirilen kişi benim, ben en ufak
bir bilgi kırıntısıyla yola çıkarak olayın en ince detayına kadar anlamaya çalışırım. Bu olayla deniliyor ki “sen benden bir
kişi öldürürsen ben senden yirmi kişiyi öldürürüm” diyor. İşte 1700 Kürt siyasetçinin tutuklanması da bir cemaat
operasyonudur. Bu merkezi bir karar olabilir.
YEŞİL TÜRKÇÜ FAŞİZM ÖRGÜTLENDİ
Daha önce de değinmiştim, 75 yıl Beyaz Türk Faşizmi egemendi şimdi ise Yeşil Türkçü Faşizm her yönüyle
örgütlenmiştir. Bunun içinde ABD’si de Irak’ı da var. Bir ucu okyanus ötesindedir, bir ucu Kürdistan’da Güneydedir. Ben
buna “yeni hegemonya” diyorum. AKP, evrensel Yahudilik ile İsrail Siyonizmi arasındaki çelişki ve çatışmalardan ustaca
yararlanıyor. Sırtını evrensel Yahudiliğe dayayarak İsrail Siyonizmine karşı çıkıyor! Eğer sırtını evrensel Yahudiliğe
dayamazsa bu karşı çıkışı yapamazdı, bu gücü kendisinde bulamazdı. AKP, bir tarafta ABD ve İngiltere bir taraftan da
evrensel Yahudilikle cemaatin gücünü arkasına alıyor. AKP, bu uluslar arası hegemonyanın politikalarının yürütücüsüdür.
Cumhuriyetin kuruluşundan önce Osmanlı döneminde İstanbul’da bir Yahudi sermaye gücü vardı, Osmanlı yönetimiiktidarı üzerinde etkisi güçlüydü. Hatta Kırım’da olduğu gibi bazı Türk devletlerinin kuruluşunda etkili olmuşlardır -İlginçtir
takip ettim Davutoğlu kızını bir Kırım Türkü’ne vermiş- Bunlar Cumhuriyetle birlikte bu gücünü artırarak devam ettirdi.
Mustafa Kemal’in durumu ilginçtir, aslında Çankaya’da hapiste gibiydi. İktidar ve yönetim gücü İnönü ve Fevzi
Çakmak’taydı. Fevzi Çakmak’ın Yahudi kökenli olduğu ispatlandı.
‘YENİ HEGEMONYA ERGENEKON’DAN DAHA TEHLİKELİ’
İşte biliniyor, Yahudi işadamı Üzeyir Garih vardı. Fevzi Çakmak’ın mezarını sık sık ziyaret ettiği söyleniyordu. O
da enteresan bir şekilde öldürüldü. Bu güç daha önce Mustafa Kemal’in kurduğu Serbest Fırka’yı da kapattırmıştı. Hatta
bazıları Mustafa Kemal’in 2.Dünya savaşının hemen öncesinde ölümünü de kuşkulu olarak değerlendiriyor, tıpkı Ecevit’in
ABD’nin Irak mücadelesinden hemen önce etkisizleştirilmesi gibi. Mustafa Kemal o kadar kuşatılmıştı ki en yakınlarından
bile bilgi alamıyordu. Şimdi ortaya çıkmış; Mustafa Kemal, İnönü öldü zannederek çocuklarına miras bırakmıştı! O kadar
kuşatılmıştı yani. Bütün bunların altında İngilizler var. İngiltere ve ABD Yahudi sermayesiyle birlikte uluslar arası alanda
egemen güç oldular. AKP bunlara dayanıyor, bu temelde yeni hegemonyasını kuruyor. Yeni hegemonya Ergenekon’dan
daha tehlikelidir.
‘CAMİNİ, CEMEVİNİ AYIRACAKSIN’
Ergenekon biliniyor, emir-komuta içerisinde bir hiyerarşik işleyişi var, işte o Hizbullah falan iki kutuba ayrılmıştı,
Menzil ve diğeri. Eline silah verilmişti, gidip adam öldürüp geliyordu. Burada ise öyle değil, her yönüyle fethediyor,
katliam yapıyor, imamları da o amaçla kullanıyorlar. Bunların öyle dine inandıkları da yok, onlar için din bir maskedir, dini
kendi hegemonyaları için kullanıyorlar. O zaman böyle imamları yalnızlaştıracaksın, böyle imamların camiine
gitmeyeceksin, kendi camiini kuracaksın.
Bu yeni hegemonya cami üzerinden mi gelişiyor, sen de camini ve cemevini ayıracaksın. İbadetini kendi dilinden
yapacaksın. İslamiyetin esaslarını Kürtçe anlatacaksın, halkın dini ihtiyacını kendi diliyle gidereceksin. Ben onun için
diyorum mücadeleyi yürüten siyasetçiler bu olayı bile anlamıyorlar yeterince.
İşte PKK diyor “kesin kesin benim dokuz köylünün öldürülmesi olayıyla bir ilgim yok”. Başbakan bu olayı neden
araştırmıyor? Ben yıllardır, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulsun diyorum. Bir an önce kurulmalı ve gidip araştırarak,
bu olayı açığa çıkarmalı. PKK kesin yapmadım diyor, o zaman hükümet bunu araştırıp açığa çıkarmalıdır.
‘ORDU YAPTI HABERİM YOK DEMEK’ ALDATMACADIR
Başbakan bir gazeteciye 9 gerillaya ilişkin operasyon hakkında bilgisinin olmadığını, referandum öncesi
kendisine karşı yapılmış bir operasyon olduğunu söylemiş. Ne kadar doğru acaba! Ben gelişmeleri dikkatle izliyorum.
Öyle başkası yaptı, ordu yaptı, benim haberim yok demekle kurtulamaz. Doğrudur daha önce AKP ile ordu arasında bir
çelişki ve çatışma vardı ama Büyükanıt döneminde uzlaşma süreci başladı, Başbuğ ile sürdü, son YAŞ toplantılarıyla
birlikte AKP ordu ile tam bir uzlaşma içindedir. Bu yüzden öyle “ordu yaptı haberim yok” demek tam bir aldatmacadır.
‘BİZ BÜTÜNLÜK İÇİNDE ÇÖZÜM ARIYORUZ’
Biz Türkiye’nin bütünlüğü içinde soruna çözüm arıyoruz, öyle bölücü falan değiliz. Kardeşlik anlayışımız, birlik
anlayışımız stratejiktir. Bu topraklar üzerindeki medeniyetler bizim katkılarımızla inşa edilmiştir, atalarımızın bunda çok
emeği var. Biliniyor Kürtlerin ilk proto tipleri Hurilerdir. İşte Gutiler, Mitaniler, Medler, bunlar bizim atalarımız. Biz bu
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yüzden ayrılıkçı olamayız. Ben Anadolu ve Mezopotamya’da iktidar yapılanmalarını uzun uzun ve derinliğine inceledim
ve şu sonuca vardım: Anadolu ve Mezopotamya’daki iktidar diyalektiği bir arada yaşama ilkesine göre oluşmuştur. Hitit
uygarlığıyla Mezopotamya uygarlığı her zaman birbirini desteklemiştir. Devlet ve iktidar ilişkilerinde biri olmadan diğeri
başarılı olamamıştır. Onun için ben dedim ki siz Orta Asya’ya geldiğiniz yere bile gitseniz biz buradayız. Bizim
atalarımızın bu uygarlıkların oluşumunda emeği var, katkısı var, dört bin yıllık tarihi var. Biz bu emeğe ve bu tarihe sahip
çıkıyoruz. Burada bu kadar birikmiş emeği bırakmayız, bırakmayacağız. Bu konuda ilginç bir şey okumuştum, çok ilginçti,
aslında biraz bugüne benziyordu. Elbistanlı Kürt köylüsü ile bir Kayserili tüccar arasında bir diyalog var. Kayserili tüccar
Kürt köylüsüne “biz ortağız” diyor. Kürt köylüsü de Kayserili tüccara; “sen benim malımı aldın gasp ettin payımı
vermiyorsun, bu nasıl ortaklık” diyor. Ne kadar ilginç değil mi bu güne çok benziyor. Şimdi de devletin başında Kayserili
var.
‘İKİ BOYUTLU PROTOKOL OLUŞTURULMALI’
Bu konuda iki esastan bahsedeceğim. Yapılan görüşmelerin sonucunu karşılıklı üzerinde uzlaşılacak iki protokol
şeklinde ele alıyorum. Biri güvenlik boyutu-protokolü, diğeri de demokratik haklar ve anayasa boyutu-protokolü. Bunun
içinde yasal zemindeki durum var. Bu şekilde protokollerin, seçimlerden sonra oluşacak parlamentoya sunulabilir. İki
komisyon oluşturulabilir: biri Anayasa Hazırlık Komisyonu olabilir, şimdi mecliste bulunan komisyonu kast etmiyorum.
Onun rolü ve görevi ayrıdır. Bahsettiğim komisyonu yeni anayasa ile ilgili tartışmalardan sonra çıkacak sonuca göre
oluşan taslağı seçimden sonra oluşacak yeni parlamentoya sunulabilir.
İkincisi ise Hakikatleri araştırma komisyonu olabilir. Bu komisyon ise işte bu Hakkari gibi bütün faili meçhul
olayları, Ergenekon’u araştıracak, inceleyecek sorumlularını ortaya çıkarabilir. Süreç böyle işleyebilir. Önümüzde sekiz
ay var. Bu sekiz ayı heba etmeyelim.
Geçen gün Günlük’te gördüm, Katalan Anayasası’na ilişkin bir çalışma vardı. Bunun gibi çalışmaları örnek
alabilirler. Şimdiden Kürtler kendi anayasa önerilerini hazırlayabilirler, bunun için gecelerini gündüzlerine katarak
çalışabilirler, komisyonlarını kurabilirler, kendi anayasa taslaklarını oluşturabilirler. Bu konuda güçlü bir hazırlık olmalı.
‘CHP İLE GÖRÜŞÜLMELİ, DEVLET AKP’DEN İBARET DEĞİLDİR’
Bu çerçevede CHP ile görüşülebilir. Kılıçdaroğlu’nun “seçimi beklemeden yeni anayasa yapalım” yaklaşımını
anlamlı gördüm. Gelişecek süreç, bir devlet projesidir sadece Hükümetin değildir. Önümüzdeki sekiz ay çok önemlidir.
“AKP dışında bir alternatif de yok” diyenlere geliyorum. Bir süredir CHP’yi izliyorum. Baykal etkisi hala var ancak
Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’de bir değişim işaretleri de var, bu gerçekleşir mi bilemiyorum. Bu nedenle CHP ile
görüşülmeli. Türkiye-Devlet AKP’den ibaret değildir. Evet AKP devlette örgütlenmiş ama devletin tamamı AKP değildir.
Burada yapılan görüşmeler devlet adınadır. Kimsenin korkmasına gerek yok, bu bir devlet projesidir.
‘ŞU AN GEÇİŞ SÜRECİ YAŞIYORUZ’
Şu an bir geçiş süreci yaşıyoruz. Ben demokratik özerkliği Kürtlerin özgürlük alanı olarak ele alıyorum.
Demokratik özerklik daha önce de belirttiğim gibi etnisiteye ve coğrafi sınırlara dayanmaz. Bu bir özyönetimini
oluşturmadır. Demokratik Özerklikle Kürtler kendi demokratik özyönetimlerini inşa edecekler. Bu bir savaş ilanı falan da
değildir, demokratik bir inşa, demokratik örgütlenme faaliyetidir. Bu her alanda yaygınlaştırılır, spor kulüplerinden tutalım
kooperatiflere kadar, toplumun her alanı örgütlenir.
‘DİYARBAKIR GERÇEK BİR KALE HALİNE GETİRİLMELİ’
Daha önce ve Özgürlük Sosyolojisi kitabımda altı ilke-boyut demiştim. DTK, bu konularda çok çaba sarf edebilir.
Hatta, Kürtler gece gündüz bu konuları tartışmalıdırlar demiştim. DTK tüm farklı kesimlerin, sivil toplum örgütlerinin bir
platformu, konfederasyonu gibidir. Bütün illerde icra kurulları, temsilcilikleri vardır.
Özgürlük Sosyolojisi’nde bunları detaylı açtım. Bunlar iyi algılanmalıdır. Diyarbakır’da daha önce söylemiştim,
Kent Konseyi oluşturulabilir. Kürtler Diyarbakır’ı adeta ilmek ilmek örmelidirler, gerçek bir kale haline getirmelidirler.
Mesela anadilde eğitimi devlet kabul etmiyor, o zaman ne yapılabilir? Kürtler de her mahallede Kürtçe eğitim
birimlerini oluştururlar. Bunu yaparlarsa sonra yasal boyut da gelir. Tehlike, örgütlü olmayan Kürtleri de kapsıyor, biz
olmazsak devlet onları da ezer geçerler, tehlike bütün Kürtler içindir. Ben tehlike büyüktür derken paniğe de kapılmamak
gerekir aksine daha da cesur olunmalıdır. Kürtler demokratik temelde, yasal zeminde çalışmalarını yürütürler, öz
savunmayı da her alanda kurarlar. İşin özü şu; biz kapitalist moderniteyi yaşamadan demokratik moderniteyi kuruyoruz,
bunun mücadelesini veriyoruz.
‘KUZEY ÇÖZÜLMEZSE GÜNEY GÜVENDE OLMAZ’
Kuzey’deki sorun çözümlenmeden Güney’deki sorun çözümlenemez, hiç kimse güvende olamaz.
Güneydekilerin bunu anlamaları iyi. Tehlikenin tüm Kürtleri kapsadığını, büyük olduğunu görmeleri lazım. Bunun için
Ulusal Konferans diyorum. Tüm Kürtleri kapsayan ortak temsiliyet, ortak savunmayı oluşturmak gerekir.
Kadın özgürlüğüyle ilgili çok değerlendirmelerim oldu, çabalarım da biliniyor. Kadın çalışmalarını izliyorum,
düzeylerini iyi buluyorum. Tecavüz kültürüyle ilgili söylediklerim yanlış anlaşılmamalı, doğru anlaşılmalıdır. Tecavüz
kültürü derken kadının bir bütün olarak iradesizleştirilmesi şeklinde ele alıyorum.
BDP’lilere, halkımıza ve herkese selamlarımı iletiyorum.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Yeşil komplo dönemi başladı
Bugüne kadar PKK ve Kürtlere üç kez komplo uygulandığını belirten Öcalan, “Bu Hükümet döneminden önceki
komplo dönemlerini siyah komplo dönemleri olarak nitelendirebiliriz. Şimdi yaşanan komplo dönemi ise Yeşil komplo,
yeşil kontra dönemidir” dedi. Öcalan, “31 Ekim'e kadar bekleyeceğiz ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve
artık süreci KCK götürecektir” dedi ve uyardı: “Orta yoğunluklu savaş kapıdadır.”
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Özal’ın ölümü ile ilgili
haberlere değinen Öcalan, “Özal'ın ölümü medyada bol tartışılıyor. Kardeşi Korkut, “abimin öldürüldüğünden hiç şüphe
etmiyorum, kesin öldürülmüştür” diyormuş. Daha önce bu kesinlikte konuşmuyordu, yaşı ölüme yaklaştığı için daha rahat
konuşuyor, daha korkmadan konuşuyor. Bu konuda daha önce ilk tespiti ben yapmıştım. Benimle görüşüleceği gün Özal
öldürüldü. Öldürüldüğünü ilk söyleyen de ben oldum. O dönem bir komplo dönemiydi. Özal'ın öldürülmesi Kürt sorunun
çözümüne, bize dönük bir komploydu. Şu an yaşananlar 1925'teki komploya benziyor. 1925 komplosu önemli bir
komplodur. Bunu iyi bilmek, iyi kavramak gerekir. Bu '25 komplosunda Kürtler tasfiye edildi. O tarihten itibaren Mustafa
Kemal de kuşatılmaya başlandı, Çankaya'ya kapatıldı, yetkisiz sembolik bir hale getirildi. Bir çeşit burası gibi tecrit edildi.
Hasta yatağındayken İsmet İnönü'nün öldüğü haberini alıyor ve onun çocuklarına miras bırakıyor. Bu derece dünyadan
tecrit edilmiş bir haldedir. Özal öldürüldü. Mustafa Kemal'in de İkinci Dünya Savaşı öncesinde ölümü de kuşkuludur.
Çünkü İkinci Dünya Savaşı dengelerinde Mustafa Kemal gibi birisi belirleyici olacaktı, bu nedenle ikinci dünya savaşında
yeri yoktu! Tıpkı Amerikan'ın Irak'a müdahale öncesinde Ecevit'in ölüme doğru götürülmesi gibi. Bütün bu kuşatmalar o
dönemde Londra merkezliydi. O dönem Kurtuluş Savaşından gelen beş general vardı bunlara “beşli general” deniyordu.
Birisi hariç dördü tasfiye edildi. Kazım Karabekir mesela çok güçlü bir komutandı, tasfiye ettiler. Diğer paşaları da Rauf
Orbay, Rıfat Bele, Ali Fuat Cebesoy onları tasfiye ettiler. Bu önemli bir kuşatmaydı.” dedi.
DÖRT KOMPLO DÖNEMİ
Öcalan şöyle devam etti: “Bize karşı da çok önemli komplolar oldu; dört komplo dönemi var. Birincisi Özal'ın
öldürülmesiyle yaşanan Birinci Komplo Dönemi: Özal, Kürt sorununa cesur bir biçimde yaklaştı. “Bu sorunu kesin
çözeceğim, çözmem gerekir” diyordu. Oğlu Ahmet Özal, bu konuda kesin bilgiler veriyor. “Babam bu işi kesin çözmek
istiyordu” diyor. O dönemde Özal'ı kuşattılar, ordu içinde de çözüm isteyen herkesi tasfiye ettiler. Eşref Bitlis, Bahtiyar
Aydın gibi o dönem birçok subayı çözüm yanlısı gördükleri için, kendilerinin önünde engel gördükleri için öldürdüler,
tasfiye ettiler. Bu konuda Talabani'nin de önemli bilgileri var. Talabani “biz Eşref Bitlis ile çözüm noktasında aynı
fikirdeyiz” diyordu. Talabani '93'te bunu bana söylemişti. O dönemde Uğur Mumcu gibi bazı aydınları da tasfiye edip
öldürdüler.”
İKİNCİ KOMPLO DÖNEMİ : '97, '98'de yaşandı. O dönemde Erbakan daha samimi, daha çözüme yakın
yaklaştı. Erbakan, Kurtulmuş'a oranla daha dürüsttü. Kurtulmuş da diğerleri gibi “Öcalan dışında her türlü çözüme
hazırız” diyor. Bu cümle onun hangi merkeze bağlı olduğunu gösteriyor, zaten dağılıp gittiler, bir daha da kendilerine
gelemezler. Erbakan'da da Özal'da olduğu gibi saf ve doğru bir yanı vardı. Bizimle de ilişkiye geçmişti. '97-98 döneminde
bizimle hem sivil kesim hem de askeri kesim irtibata geçmişti. Ancak Gladio çok güçlüydü. Taraf Gazatesi'nin bir
yazısında da okudum. “Kim bu dönemi baltalayan?” diye soruyordu. Doğru bir soru. O dönem de çözüm şeyi varken
komplo devreye konuldu.
ÜÇÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ: 2003-2004 yılında denendi. Bu dönemde Kürtleri parçalamak suretiyle yeni bir
komplo tarzı ortaya konuldu. O dönemde de başarılı olamadılar.
Şimdi de ‘DÖRDÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ’ ile karşı karşıyayız. Benim açımdan Erdoğan'ın konumu
netleşmiştir. Kesin bazı şeyleri artık rahatlıkla söyleyebilirim. Hakkari olayı kesin kontra eylemiyse eğer, örgütle bir ilgisi
yoksa, bu durum bazı şeyleri gösteriyor.
ŞİMDİ YEŞİL KOMPLO DÖNEMİ BAŞLADI
Bu Hükümet döneminden önceki komplo dönemlerini Siyah Komplo Dönemleri olarak nitelendirebiliriz. Şimdi
yaşanan komplo dönemi ise Yeşil Komplo Dönemidir. Siyah komplo dönemleriyle bu yeşil komplo dönemi birbirinden
farklıdır. Siyah komplo dönemlerinde jitem'e, kontraya, itirafçılara sınırsız yetki verilmişti, sokak başlarında, her yerde
adam öldürme yetkisi verilmişti. Mesela sokak ortasında Musa Anter'i öldürdüler, bunun gibi Diyarbakır'ın birçok
sokağında gündüz ortasında ve diğer birçok şehirlerde insanlarımızı öldürüyorlardı. Bu yetki bizzat devlet tarafından
DERLEYEN : AZAD BADIKI
onlara verilmişti. O dönemde Türk Gladio'su bizzat en üste bağlıydı. Tansu Çiller, Doğan Güreş bunlar emir veriyorlardı.
Bütün bu cinayetler bunların bilgisi dahilinde gerçekleşiyordu.
Özal öldürüldükten hemen sonra bu ekibin güçlü hale gelmesi tesadüfi değildir. Türk Gladio'su o dönemde
İtalya'daki gibi, önünde engel gördüğü herkesi rahatlıkla öldürebiliyordu, işte Özal'ın öldürülmesi. Tıpkı İtalya'daki Gladio
gibi önünde engel gördüğü herkesi öldürüyordu. İtalya Gladiosu biliniyor kendi başbakanlarını bile öldürdüler.
Öldürdükleri bu başbakan Komünistlerle ittifaka yönelmişti yani standartların dışında davranan birisiydi bu nedenle
öldürdüler. Türkiye'deki Gladio da bu şekilde davrandı. Fakat daha sonra Türk Gladiosu-kontrası-Ergenekonu artık
üstekilerden bağımsız hale geldiler, aldı başını gitti. Karadayı “biz bunlara dahil değiliz” derken bunu kastediyordu.
Kıvrıkoğlu'na da Kıbrıs'ta suikast düzenlediler, kurşun kolunu sıyırıp arkasındaki bir albaya değdi. Bu dönemde Gladio'da
Çevik Bir ve ekibi çok güçlüydü. Birçok şey onlara bağlıydı. Hatta Çevik Bir bu suikastin sorumlusu olarak Ergenekon
dosyasında adı geçiyor.
CİNAYETLER ERDOĞAN'IN BİLGİSİ DAHİLİNDE
Şu anki komplo döneminde eski tarz cinayetler, fail-i meçhuller işlenmez. Hakkari olayı biraz farklıydı. Daha
sonra buna değineceğim. Eskiden bu cinayetleri Gladio işlerdi, Gladio'nun bu cinayetleri işlemesi için tam yetki verilmişti.
Ancak bu yeşil komplo döneminde eski tarz Gladio-kontra yok. Öyle tek tek cinayetle sokak başlarında, şurada burada
adam öldürmek olmaz bu dönemde. Yeni bir anlayış yeni bir tarz olarak artık herşey Erdoğan'ın bilgisi dahilinde
gerçekleşir, Erdoğan'ın bilgisi olmadan kimse cinayet işleyemez, kimse cinayet işleme yetkisine sahip değil. Hakkari
meselesi orada bir imamın öldürülüşüne bir karşılıktır. 10 gerillanın imha edilmesi olayı Ankara merkezlidir, operasyonu
Ankara'dan gelip yapmışlardır. Hem o 10 gerillanın imha edilmesi hem de Hakkari'deki patlamayla halkımızın
öldürülmesi, o imamın öldürülmesine karşılıktı. Bizzat emri veren Ankara'dır, Ankara'dan gönderilen özel bir ekip oraya
bombayı yerleştiriyor ve gidiyor. Bu benim için nettir. Erdoğan'ın imam olayıyla ilgili açıklamasında ağzından yakaladığım
bir iki cümle ile bunu anladım. Bu yeşil komplonun merkezi Washington'dur. Washington merkezli yürütülüyor.
FETHULLAH GÜLEN’İ ÇOK BÜYÜTMEMEK GEREK
Bu öyle zannedildiği gibi Washington derken sadece Fethullah Gülen anlaşılmamalıdır, Fethullah Gülen'in rolü
burada basittir, onu çok da büyütmemek gerekir. Çok daha başka önemlileri var. Haberlere de yansıdı, bazı Türk pilotları
Afganistan'da Taliban için savaşmış, bu ilişkiler çok iç içe ve bilindiğinden çok daha farklı boyutlardadır. Hanefi Avcı
kitabında imamlardan, imamların örgütlenmesinden bahsediyor. Her birimde sorumlu imamlar olduğunu söylüyor. Bu
örgütlenmelerin farkındadır bu nedenle bazı açıklamalar yapıyor. Ben bütün bu yeni örgütlenmeleri yeşil komplo, yeşil
kontra olarak adlandırıyorum. Bunlar her yerde de örgütlenmişlerdir.
ULUSLARARASI GÜÇLER HENÜZ ÇÖZÜME HAZIR DEĞİLLER
Yürütülen son uluslararası diplomasi, örgütün tasfiyesine yönelik bu çalışmalar şu sonucu doğuruyor. Türkiye
üzerinde hesabı olanlar, yani bazı dış ülkeler-güçler henüz bu sorunun çözümüne hazır değiller. Bir çözümün olması
onları hazırlıksız yakalayacaktı, yani anlaşıldı ki buna henüz hazır değiller. Çünkü Kürt sorununda geçmişi olan, yüzyıllık
hesapları var. Bu komplo 1920'den itibaren Kürtler için hazırlanıyor. Çözümün olması bu hesaplarını bozacaktı ve onlar
bu nedenle bir çözüme henüz hazır değiller. Bu uluslararası komplonun merkezi Paris'tir, Berlin'dir, Moskova'dır ve diğer
birçoğudur. Tabi başta Washington olmak üzere bu çalışmalar yürütülüyor. Daha da kuşatabilirler, muhtemelen Roj tv'yi
de kapatacaklardır. Neden şimdi bu kadar AKP'ye destek veriyorlar, şunun için: Eskiden Avrupa AKP'yi bir türlü kabul
etmiyordu. Ancak şimdi kabul ediyor. Kabul ettiği için bazı pazarlıklar, bazı tavizler koparmak istiyor. Bu pazarlık ve
tavizler karşılığında da Kürtler üzerinde oynanıyor. Kürtler korkmasınlar. Bu ittifakları ilelebet değil. Bu ittifak dağılacaktır.
Kürtler kendi çalışmalarını aynı şekilde sürdürmelidirler. Onların bu diplomasi oyunu da hiçbir sonuç vermeyecektir. İşte
İsrail, Türkiye-Suriye-İran ortaklaşmasından rahatsız olmuştur, bu yüzden Türkiye ile ittifakında geri çekilmiştir, ABD'de
de bu durumdan rahatsızdır.
BİZ DE BOŞ DURMUYORUZ
'99'dan bu yana benim üzerimden tasfiye planları hazırlamak isteyenler olabilir. Ancak ben bu oyunlara
gelmedim, bu komploların, tasfiye planlarının hiçbirisini gerçekleştiremediler. Biz de burada boş durmuyoruz. Bazıları
buradaki kavganın büyük bir boğuşma olduğunu söylüyorlar. Ama bu Kürt aydınlarının zavallılıklarını gösteriyor,
anlayamıyorlar. Bu kavgamızı, bunları idrak edemiyorlar, çözemiyorlar.
DÖRTYOL AYDINLATILIRSA ERDOĞAN’IN YENİ TARZ KONTRA İLİŞKİSİNİN BOYUTU ORTAYA ÇIKAR
Kıvrıkoğlu ve Ecevit çizgisi diğerlerine oranla biraz daha bağımsızlıkçıydı. Bu nedenle oynanan bazı oyunların
önüne geçme çabaları vardı. Tabi benim Türkiye'ye teslim edilmem karşılığında bazı şeyleri kabul etmiş olabilirler ama
herşeyi de yapmak istemiyorlardı. Daha sonra Ecevit'i de ölüme götürdüler. 2005 yılında Başbakan Diyarbakır'a gidip
“Kürt sorunu benim sorunumdur, çözeceğim” dediğinde Türk Gladiosu onu da Ecevit gibi götürecekti, ancak anlaştılar.
AKP döneminde Balyoz gibi dört tane darbe planı yapıldı. Daha sonra Başbakanla bu Gladio anlaştılar, bazı esaslar
üzerinde anlaştılar. Birlikte yönetme kararı aldılar. Ancak Erdoğan-Bush görüşmesiyle Türk Gladiosu-Ergenekonunun
kontrol dışı kısmının tasfiyesine karar verildi. Ancak bu Erdoğan-Bush görüşmesiyle de Türkiye bu uluslararası alandaki
önemli bazı pazarlıkları da kabul ettiler. Erdoğan-Bush görüşmesinde, Erdoğan Kürtlerin tasfiyesini gerçekleştireceklerine
DERLEYEN : AZAD BADIKI
inandığı için Balyoz gibi darbe planları geri çekildi ve Ergenekon tasfiye süreci başlatıldı. Şimdi yeşil komplo döneminde
artık kontrolsüz pek bir şey gerçekleşmez. Yeni bir yeşil kontra devrededir. Bu yeni bir tarz kontradır. Dörtyol olayı tam
aydınlanırsa Erdoğan'ın yeni tarz kontra ile ilişkisinin boyutu ortaya çıkacaktır.
KADININ ÖZ SAVUNMASI ÖNEMLİ
Dördüncü komplo dönemi veya yeşil komplo döneminde kadın konusunda şunları belirtmek istiyorum. Bu
dönemin kadın boyutu var. Bu dönemde en çok kadının öz savunması önem taşıyor. Doğrudan namus anlayışıyla
yaklaşmıyorum, kadının beyinsel, ruhsal, bedensel kendini korumasından bahsediyorum. Erdoğan'ın “üç çocuk yapın”
açıklamasının altı boş değildir. İşte Rize Belediye Başkanı diyor ki Kürtlerden kız alın. Bu öyle basit bir söylem değildir.
Rize belediye başkanı kendi başına bunu söylemiyor, Tayyip Erdoğan'ın bilgisi dahilinde konuşuyor. Tayyip Erdoğan
kendi döneminde söyleyemediklerini bu belediye başkanı dile getiriyor. Bunlar belli bir planın, komplonun parçasıdır.
Bildiğim kadarıyla Ağrı'dan Rize'ye 12-13 yaşlarından bir kız, sanırım oraya fındık toplamaya giderken bir Rize'liyle
tanışmış, bu basında büyük bir “aşk” olarak gösteriliyor. Bu nasıl bir aşk! 12-13 yaşındaki bir kızın aşkı mı olur! Oraya
çalışmaya, fındık toplamaya giden bir kız, çok kötü şartlarda çalışıyor, maddi olanaklara ihtiyacı var, daha iyi şartlarda
yaşamak için böyle bir tercihe mecbur kalmış. Aile de buna onay veriyor. Diğer taraf da hiç ihtiyacı olmamasına rağmen
kendi bölgelerinde çok daha eğitimli kızlar olmasına rağmen bunu tercih ediyor!
Aslında bu normal bir evlilik ya da aşk değil, bir köleliktir, bir kölelik muamelesidir. Kızı alıp köle gibi çalıştıracak,
kullanacak. Ben bu kız için “Ağrılı mağdure” tanımlamasını kullanıyorum. Sanırım bu şekil evlilikler Ağrı'da yaygınmış.
Ağrı, Muşta da yaygındır. Kısmi olarak Urfa ve Diyarbakır'da da oluyor. Örneğin Urfa'dan kız Karadeniz'e götürülürken
Malatya'da bir kaza olmuştu. Bu yeşil komplo döneminin bilinçli bir politikasıdır. İşte bölgeden Kürt kızları götürülerek bu
şekilde aileler üzerinden bir ilişkilenme geliştiriliyor. Mesela Diyarbakır'da Kepoğlu ailesinin kızı bir karadenizliye
verilmişti. Bu ailenin 13 bin kişilik bir nüfusu var. Bu şekilde bu aileler üzerinden kültürel bir soykırım geliştirilmek
amaçlanıyor. Sanmayın ki Kürt kızlarıyla normal bir evlilik yapılıyor, tamamen onları köleleştirme, kendi hizmetlerinde
kullanmaya yöneliktir. Aslında kendi çevrelerindeki kızları, Kürt kızlarından daha okumuş ve daha kendi anlayışlarına
uygundur ama kendi çevresinden değil, bilinçli olarak Kürt kızları seçiliyor! Bin tane Kürt kızı bu şekilde Karadeniz,
Kayseri'ye götürülmesi, bin tane Kürt ailesiyle ilişkilenmek, bu bin aileyi kendi toplumundan koparıp kontrolleri altına
almak anlamına gelir. Ağrı'da bir konuda birinci gelen kıza, Toki'den bir ev vermişler. Fakat bunun çok planlı bir şekilde
reklamnı yaptılar. Mardin'de tecavüze uğrayan, mağdur olan bir kız vardı. İlk olayda tecavüze uğrayan bu kız daha sonra
“bunu para kazanmak için yapmaya devam ediyorum” demiş. Hakim de rıza olduğu gerekçesiyle suçluların cezalarında
indirim yaptılar.
EVLİLİK ÖZGÜR EŞ KURAMINA DAYANMALI
Onun hayatını anlatan bir kitap yazılmalı, sadece bu değil, bunun gibi konular üzerinde yoğunlaşılmalıdır.
Batman'da da bilinen tecavüz olayları var. Yatılı bölge okullarında da bu tür olaylar çok yaygındır, planlıdır, bunlara çok
dikkat etmek gerekiyor. Bu saydıklarım örnekler gibi binlerce örnek var. Siirt'te yaşanan olaylar var. Küçük yaştaki
çocuklara tecavüz edip öldürüyorlar. Bir toplumda kadın kültürel soykırıma uğramışsa o toplum bitmiştir, o toplumdan bir
şey çıkmaz. Yine bir toplumda kız çocuklarına tecavüz ediliyorsa ve bir yerde buna yüzlerce insan da dahil oluyorsa o
toplum bitmiştir. Peki Kadın kurumları ne yapıyor? Yarısı sisteme hizmet ediyor. Kadın kurumları, kızları eğitmeliler,
bilinçlendirmeliler. Kadın kurumları bir Kongre oluşturmalıdırlar, bu kongrenin bir daimi yürütmesi mutlaka olmalıdır, gece
gündüz durmadan çalışmaları gerekir. Batman'daki, Siirt'teki, Mardin'deki tecavüz olayları, bahsettiğim olaylar var.
Bunlarla ilgilenilmelidir. Bizim bu konudaki çabamızı burada uygulamak zorundayız.
Bütün bunlar bu dönemin politikalarının sonucudur. Yani Kürtler, büyük bir kültürel soykırım pençesindedir. Ben
bizimkilere de şunu söylüyorum, öneriyorum; Özgür Eş Kuramı. Bu kavramı kullanıyorum. Savunmamda da bu konuyu
belirttim. Ben bütün evlilikleri lanetlemiyorum, mahkum etmiyorum. Ancak bir evlilik özgürlük temelinde tutarlı olmalıdır.
Evlilik bu anlamda tutarlıysa anlamlı olur. Kürtlere bu konuda şunu söylüyorum, kendi kızlarının eğitimine özel önem
vermelidirler, kendi kızlarını korumalıdırlar. Kendi kızlarına, çocuklarına kendi eğitimlerini vermelidirler, bunlar için eğitim
yerleri açmalıdırlar. Çocuklarına sahip çıkmalıdırlar. Kürtler çok büyük bir soykırım planının kıskacındadır. Hatta ben yeni
savunmamın adını “Kürtler Kültürel Soykırımın Kıskacında” olarak verdim.
31 EKİM’DE ÇEKİLECEĞİM
Ben aslında daha evvel çekiliyordum. Ancak bana geldiler, 2006'da benden barış için yardım istediler. Ben de
2006'da barış için ateşkes çağrısında bulundum. Şimdi daha iyi anlıyorum ki 2006'daki aslında bir tasfiye planıymış. O
döneme ilişkin bir araştırma yapılmalıdır. Bu tarihten itibaren beş yıldır ben burada barış için çaba sarfediyorum.
31 Ekim'e 15 gün kaldı. Bu ayın sonuna kadar bekleyeceğim. Ben 31 Ekim'in sonuna kadar eğer çözüm amaçlı
gelmezlerse kellem de gitse bundan sonra karışmayacağım. Bu oyuna gelmeyeceğim, bana çözüm temelinde
gelmezlerse hiçbir açıklama da yapmayacağım. Eğer bana çözüm amaçlı gelirlerse de ben o zaman kendi görüşümü
belirtirim. Ama özet olarak şunları söyleyeyim: Daha önce de belirttiğim gibi “iki protokol” görüşümü tekrarlayacağım.
Birincisi güvenlik protokolü, ikincisi demokratik haklar protokolü, anayasa bunun içindedir. Ben daha önce yazdığım
mektupta da bu iki protokol hususunu belirtmiştim. Devlete ve Kandil'e yazdığım mektupların cevabını da henüz
DERLEYEN : AZAD BADIKI
alamadım. 31 Ekim'e kadar bekleyeceğiz ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve artık süreci KCK götürecektir,
KCK kendi kararını kendisi verir.
‘ORTA YOĞUNLUKLU SAVAŞ KAPIDADIR’
İşte “orta yoğunluklu savaş” kapıdadır. Her türlü savunma, öz savunma konumlarını güçlendirirler. Halkla birlikte
bu işi yürütürler. Dün sınır ötesi operasyon izni veren teskere de meclis'ten geçmiş. Meclis'in gizli görüşmesi oldu, bunun
ne kadar gizli olduğu da ortada. Diyarbakır ve bölgedeki STK'lar da devletin, hükümetin bu soykırım politikaları
konusunda çok bilgi sahibi değiller, bilmiyorlar. Devlet soykırım politikalarını uyguladığında hiç fark yaratmaksızın tüm
Kürtleri bu soykırıma dahil edeceklerdir. Onlar öyle bireysel çıkarlarla, birkaç holdingle yaklaşıyorlar ama yarın
gelişebilecek yönelimlerde kendileri de altında kalırlar. Hiçbir şey yapamıyorlarsa en azından tarafsız kalmalıdırlar.
Bölgedeki STK'ların bir çözüm formülü varsa getirsinler kabul etmezsem o zaman derler Öcalan kabul etmemiş. Ama bir
çözüm formülleri yoksa, o zaman en azından devletin bu kültürel soykırım politikalarına alet olmasınlar, bu öyle şu veya
bu partiye oy vermek, referandumda evet veya hayır meselesi değildir.
DEMOKRAT İMAMLAR GÖREV ALMALI
İmamlar konusunda da çok dikkatli olunmalıdır, imamlara doğru yaklaşılmalıdır. Bölgedeki camilerde demokrat
imamlar görev almalıdır. Bu işi de halkın demokratik imamları üstlenmelidir. Aynı şekilde bölgedeki diğer demokratik
konularda da bölgedeki demokratik örgütler, sendikalar ve diğerleri görev üslenmelidirler. Kürtler çocuklarına dikkat
etsinler. Ağrılılar çocuklarına sahip çıksınlar. Ağrı'daki halkımıza özel selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır, Van ve Muş
halkımıza selamlarımı iletiyorum. Ermenistan'daki halkımıza da selamlarımı iletiyorum.
Görüşme Notları:
Görüşmeler müzakereye geçiş
aşamasında
“Kimse AKP'nin oyununa gelmesin, devletin yaklaşımı AKP'den yani hükümetten çok daha olumlu bir
durumdadır” diyen Öcalan, kendisiyle yapılan Devlet görüşmelerinin daha da ciddileştiğini kaydetti. Öcalan, “Henüz
diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak değerlendirebiliriz”
dedi. Ancak hükümet dahil muhalefet partileri CHP ve MHP’nin çözüm önünde engel oluşturduğunu ifade eden Öcalan,
“Oligarşik iktidar, günlük siyaset yapanlar devleti yıkacak. AKP'nin amacı kendi Hamas'ını yaratmaktır” diye belirtti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede kadın sorunlarına
değinen Öcalan, “Kadın meselesine zaman zaman değinmiştim, yeni hazırladığım savunmamda da buna değiniyorum.
Daha önce söylemiştim şu Rize Belediye Başkanı'nın kuma açıklaması, tesadüfi değildir. Bunun tarihi geçmişi vardır,
bunlar çok derin şeyler. Kürt kadınlarının Karadeniz-Kayseri-İç Anadolu bölgesine götürülmesi-evlilikler yapması ve bu
çabaların desteklenmesi basit, sıradan olaylar değildir. Köklü bir asimilasyon çabası, göstergesidir. Bu bir politikadır.
Kadın üzerinden sistemli bir asimilasyon politikası, uygulaması sözkonusudur. Tarih boyunca beşbin yıldır kadın eve
hapsedilmiştir, ölümden beter ucube bir yaşam devam etmektedir. İntiharlar bu nedenle oluyor. Kadına öyle yaşam
koşulları dayatılmış ki, ölse daha iyi; bu yaşam koşulları ölümden daha öte, daha beterdir. Bundan dolayı kadınlar o
kadar çok sıkışıyor ki çareyi intiharda buluyor. Bu Batman'daki, bölgedeki diğer intiharlar, sanırım Güney'de daha da
yoğun oluyor bu olaylar, yüzlerce kadın intiharından bahsediliyor. Sonuçta kadınların nasıl bir sıkışmışlık içinde olduğunu
gösteriyor bu olaylar. Ölümü tek çare olarak görüyorlar. ” dedi. Öcalan, şu şekilde devam etti:
KADINLAR ERKEĞİ YENİDEN YARATMALI
“Kadınlarımızın ‘geleceğimiz ne olacak’ gibi kaygılara düşmesine gerek yok. İçinde bulundukları ya da ileride
içine hapsedilecekleri koşullardan daha kötü ne olabilir? Kadınlarımız artık öyle küçük kaygıları bir kenara bırakmalıdırlar.
Biliyorum bizim saflarımızdaki kadın arkadaşlarımızın bir kısmında da zaman zaman bu tür kaygılar oluyordu. Kadınlar
kendi özgün çalışmalarını ortaya koymalı ve bu şekilde kendilerini özgünleştirmelidirler. Kendi öz bilinçlerini, öz
örgütlenmelerini güçlü yaratmalılar. Kadınlar bu anlamda çalışmalı, yeniden erkeği yaratmayı gerçekleştirmeliler.
Tecavüz kültürünün esiri olmamalılar. Bu bahsettiğim sadece fiziki anlamda tecavüz değildir, binlerce yıldır devam eden
tecavüz kültüründen bahsediyorum. Kadınların Diyarbakır'da bir yerleri, merkezleri olmalıdır, çalışmalarını buradan daha
sağlıklı yürütebilirler. Ve halkın içindeki kadınlara ulaşıp onları aydınlatmalıdırlar. Hepsine selamlarımı iletiyorum.”
KCK DAVASI KOMPLOYDU
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Bu KCK davası, operasyonu zaten bir komploydu. Belli ki bu konuda devlet içinde de çatlaklar var. Bu
komploda devlette farklı düşünenler var, hepsi bu komploya dahil değil. Bu komploda amaçları Hatip Dicle ve Fırat Anlı
ile birlikte diğer Kürt siyasetçilerini operasyonla rehin almak suretiyle komployu gerçekleştirmekti. Bunu hükümete akıl
verenler sözde radikalleri ayırıp bu şekilde örgütü güçten düşürüp, zayıflatarak tasfiye edebileceklerini hesapladılar. Ama
bu boş bir hesaptı, bunu boşa çıkardık. Bu aslında 2005'ten beri devam eden bir süreçti. Bir yandan oyalayarak öbür
yandan da kendilerine göre şahin kesimleri tasfiye etmenin hazırlıklarını yapıyorlardı. Bunların planına göre bir yandan
bizi oyalamaya çalışmak, öte yandan da sözde kendilerine göre KCK'de öne çıkanları, yeteneklileri içeri alıp dışarıda
kalanları ise sindirmeye çalışmaktı. Ama bu komploda başarılı olamadılar. Bu komplo, tasfiyeye yönelikti, biz bu
komployu boşa çıkardık. Bu şekilde sonuç alamayacaklarını bilmeliydiler.”
CHP DEĞİŞMEK ZORUNDA
“CHP değişmek zorunda, değişmezlerse kendileri de zarar görecek; yok olup giderler, değişim onların da
yararınadır. Ben 2000'de de söylemiştim, CHP, Kemalizmi güncelleştirmelidir, bu, onların tek çıkar yoludur. Yol
ağzındayız. Bunun farkında olmalılar. Bu, onların son çaresidir. Buradan Kılıçdaroğlu'nu uyarmak istiyorum. Kemalizmin
güncelleştirilmesinde, demokratikleştirilmesinde onların da çıkarı vardır. Kemalizmin güncelleşmesi önemlidir, bunu
CHP'nin yapması lazım, yaparsa kurtulur, yapmazsa biter gider, bu onun son şansıdır. Mustafa Kemal etrafında yanlış
temelde oluşturulmuş mitolojinin artık yıkılması gerekiyor. Bu anlayış Kemalizmi de ifade etmiyor. Mustafa Kemal'in etkili
olduğu dönem 1919-1923 arası dönemdir. Atatürk'e karşı komplolar yapıldı, Atatürk yalnızlaştırıldı. İsmet İnönü ve Fevzi
Çakmak İngilizlerin güdümünde ayrı bir ekip olarak bunun içinde yer aldılar.Bunlar Mustafa Kemal'le birlikte hareket eden
Fethi Okyar'ı da tasfiye ettiler. Bugünkü cumhuriyet Mustafa Kemal'in ilk kurduğu cumhuriyet değildir. O uzlaşma
zemininden uzaklaşılmıştır. Aslında biz başından beri 1921 Anayasasını ve yanılmıyorsam tarihi 10 Mart 1922 olacak,
Kürtlere özerklik veren kanunu kabul ettiğimizi, bunların güncelleştirilmesi gerektiğini istedik, istiyoruz. Mustafa Kemal,
Kürtlere özerklik verme temelinde Kürtlerle anlaşmıştır, onları bu temelde yanına almıştır. Bunlar kamuoyundan
gizleniyor, bu kanunun bulunması gerekiyor, açığa çıkarılması gerekiyor. Mustafa Kemal'in bu yönü toplumdan
gizlenmiştir.”
1920’DE KÜRT ÖZERKLİK KANUNU ÇIKARILDI
“Ben ne ucuz Atatürk hayranıyım ne de Atatürk'ü düşman sayıyorum. Bilinçli olarak Atatürk, Kürtlerin bir
numaralı düşmanı olarak lanse ediliyor. Cumhuriyetin kuruluşundan beri böyle bir Kemalist mitoloji oluşturuldu ve
günümüze kadar devam ettirildi. Kürtlere yapılanların tamamını Atatürk'ün yaptığı şeklinde şimdiye kadar anlatıldı.
Kürtler bu şekilde Cumhuriyete düşman haline getirildiler. Ben bunun böyle olmadığı gerçeğini ortaya çıkardım. Mustafa
Kemal'i kuşatan, yalnızlaştıran Beyaz Türk diye nitelediğim bu kesimin iktidarı 2000'li yıllara kadar devam etmiştir. Bunlar
aslında Türk milliyetçisi de değiller, bunlar Sabetayistlerle de işbirliğiyle bunu devam ettirdiler. Yalçın Küçük de bunlara
değiniyor ama karışık anlatıyor, pek anlaşılmıyor ama yine de okunmaya değer. Ben şunu söyleyeyim, Yahudi düşmanı
değilim, yanlış anlaşılmasın, Yahudilerin de Ortadoğu'da barış içinde yaşama hakları vardır. Hem İsrail'de hem de
Dünyadaki Yahudiler içinde önemli demokratlar hatta dünyaca önemli demokratlar vardır. Ben genelleme yapmıyorum,
tarihi hakikatlere değiniyorum. Atatürk'ün bir numaralı Kürt düşmanı olmadığı gerçeğini başta Genelkurmay'ın ortaya
çıkarması lazım. Aslında bu onların görevi ve onların sorumluluğudur. Bunu açığa çıkarmalılar. Buradan onlara
sesleniyorum, Atatürk'ün Kürt düşmanı olmadığını ortaya çıkarmalıdırlar. Kürtlere 10 Mart 1922'de özerklik yasası
çıkarılmış, yasa kabul edilmiştir, adı da Kürt Özerklik Kanunu'dur. Ancak uygulanmayıp rafa kaldırılmıştır. Hatta bu
Kanunun daynağı da 1921 Anayasası'dır. Bu Anayasa'da bunun zemini vardır. Bunun araştırılması gerekiyor. Bu
dönemdeki belgelere ulaşılmalıdır. ”
BEYAZ TÜRKLER GİTTİ YEŞİL TÜRKLER GELDİ
“2000'li yıllardan sonra Beyaz Türkçülüğün yerini Yeşil Türkçüler almış durumdadır. AKP bunu temsil ediyor.
Bunların arkasında da ABD ve İngiltere vardır ve şimdi iktidardadırlar. Ve bunlar daha sinsi ve daha tehlikeli hareket
ediyorlar, çünkü arkalarında muazzam bir güç var, bunlara muazzam paralar aktarılıyor. Bunun kökleri dışarıdadır.
Bunun için dışarıdan büyük para ve güç desteği sağlanmaktadır. Bunlar için söylenen sivil diktatörlük kaygıları da boş
değil. Böyle bir hegemonyaya gitme ihtimalleri olduğunu başından beri söylüyorum. Gülen okullarının Güney
Kürdistan'daki etkisine kadar, ki burada Talabani'nin torunları da eğitim görmekte, ilişkileri vardır, Işık okullarında
okumaktadırlar. Bu tesadüfi ve rastgele bir olay değildir. Onlar da buna dahiller. Ki Zaman gazetesinin son zamanlarda
bu yöndeki tutumları da ortada. Bölgede islami rengin gelişmesi de, daha önce de söylediğim kendi kontrollerindeki
imamları halkı kandırmak için kullanmaları da bununla bağlantılıdır, bölgede de örgütleniyorlar. Eskiden silahla şimdi ise
bu tip eylemlerle varlıklarını devam ettiriyorlar. Bugün bölgede yapılan örgütlenmeler Hizbullah'ın silahsız halidir. Bu çok
ciddidir, silahsız Hizbullah'ı oluşturuyorlar. Zamanla İslam dinini amaçları için kullanmaları çok tehlikeli bir karaktere
bürünebilir.”
AKP KENDİ HAMASINI YARATMAK İSTİYOR
“AKP'nin amacı kendi Hamas'ını yaratmaktır. Böyle bir durumda bizleri çiğ çiğ yutarlar. Sayın Başbakan da bu
tehlikenin boyutunun, işin ciddiyetinin farkında olmayabilir ama bu Hamas tarzı örgütlenmeler bölgeyi ele geçirirse
DERLEYEN : AZAD BADIKI
kendisi de artık kontrol edemez ve bunlar sadece bizi tasfiye etmeye çalışmakla kalmazlar, bütün bölgeyi kontrolleri
altına alabilirler. Filistin'de de böyle yaptılar, El Fetih'ten iktidarı nasıl aldılar? Bu Hamas zihniyetinin Filistin'de yaptıkları
görülmüyor mu? İktidarı ele geçirme sürecinde insanları binaların tepelerinden aşağıya attılar. Aynı süreç bölgede de
tekrarlanmak isteniyor. Bunların dinle bir alakası da yoktur. Bunları sahte İslamla yapmaya çalışıyorlar. Kürtler de buna
karşı kendi İslami anlayışını geliştirmelidir. Kendi imamları olmalı. Bu konudan daha önce bahsetmiştim.”
SEÇİM ÇALIŞMALARI BAŞLAMALI
“Seçim çalışmaları başladı mı bilmiyorum, her yerde komisyonlar kurulabilir. Başlamamışsa bir an önce
çalışmalara başlanmalıdır. Milyonlarca Kürt oyu var, bir tane oy bile AKP'ye gitmemelidir.
Bunlar Diyarbakır'daki o sivil toplum örgütlerini de dahil etmeye çalışıyorlar. Onlar bu oyunun farkında değiller.
Onları kandırıyorlar. Bu durum Savaş Buldan, Behçet Cantürk cinayetleriyle aynı niteliktedir, aynı mekanizma yapıyor
bunları. O zaman öldürmeyle yapılmak istenen şimdi bunlarla bu şekilde yapılmaya çalışılıyor. Onlarda öldürülme vardı,
bunlarda ise kazanarak yaşatma, kendi yanına çekme ve bu şekilde hedef haline getirme vardır. Bunları kullanıp bir
kenara atabilirler. Bu çok büyük bir oyun, farkında olmayabilirler, iyiniyetli olabilirler ama bu politikaların farkında
olmalılar. Aslında iki durum da, öldürme de yanına çekme de aynıdır, aynı amacın uygulamalarıdır. Kürt hareketini tasfiye
ederek bunlarla yapay bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Tabi bunları kullanıp daha sonra işleri bittiğinde bunlara tekmeyi
atarlar. 2004'te buna benzer bir oyunu örgüt içinde de yaptılar. Bunlar farklı düşünebilirler, farklı önerileri olabilir ama
parçalı görüntü vermemelidirler. Bunlar DTK içine alınmalıdır. Kendi düşüncelerini DTK platformunda istedikleri gibi ifade
etmelidirler, böyle yaparlarsa kimse onlara bir şey de demez. Parçalı duruş olmamalı, kendilerini kullandırmasınlar.
Tehlike tüm Kürtler içindir, birlik olma zamanıdır. Söylediğim gibi bu, aynı mekanizmanın işidir, sadece tarz farklıdır. O
zaman imha etmek istediklerini Savaş Buldan, Behçet Cantürk gibileri jitem vd. küçük grupları kullanarak imha
ettiriyorlardı. Şimdi de bahsettiğim çevreleri ön plana çıkarıp, kullanıp, hedef haline getirip, imha ettirmeye çalışıyorlar. Bu
oyuna gelmemeliler.”
DEVLETLE GÖRÜŞMELERİM DEVAM EDİYOR
“Kamuoyu ile şunları paylaşmak isterim. Öcalan'ın devletle görüşmeleri devam ediyor, görüşmeler daha da
ciddileşiyor. Henüz diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak
değerlendirebiliriz. Gelen yetkililer dürüst ve ciddi insanlar. Biz çatı rolünde devlete karşı değiliz. Devlet uzlaşmacı,
birleştirici, çatı rolünde olmalı ve hizmeti esas almalıdır. Devlet bir ideolojiye bağlı kalmamalıdır. Etnik-ırki, cinsiyetçi, dini,
ideolojik olmamalıdır. Devlet politik oligarşinin-iktidarın-siyasi yapının rant aracı olmamalıdır. Kamuoyunun şu hususu net
bir şekilde anlaması lazım. Şu anda devletin yaklaşımı olumludur ancak bir bütün olarak politik oligarşi, yani hükümet
dahil muhalefet partileri CHP ve MHP çözümün önünde engel olarak duruyorlar. Siyasiler, CHP, MHP ve AKP daha çok
sermaye, daha çok para, daha çok menfaat peşindeler. Onlardaki devlet algısı bu şekildedir, rant kapısı olarak
bakıyorlar. İktidara bu nedenle talipler, devleti bu amaçla ele geçirmeye çalışıyorlar, dürüst değiller. Ama siyasilerin bu
yaklaşımı Türkiye'yi felakete götürür. Bu şekilde vahşice devleti parçalamaya çalışıyorlar. Devlete böyle yaklaşılmamalı.
Devlet aygıtı aslında toplumun yönetiminde tecrübe birikimi ve hizmet aracı demektir. İşlevi bu olmalıdır. Toplumun tüm
kesimlerine eşit mesafede ve onların ihtiyaçlarını karşılayacak bir konumda olmalıdır. Bizim ayrı bir devlet ya da
federasyon gibi taleplerimiz yok. Biz, demokratik taleplerimizin karşılandığı böyle bir devlette birlikte yaşamaktan
yanayız. Türkiye kamuoyu bunu böyle bilmelidir. Devlet çatı görevini görmeli. Bu durumda basın, devletten yana tavır
koymalı. Politik oligarşinin popülist ve gündelik siyaset yaklaşımı doğru değildir. Basın, devletin bu olumlu yaklaşımını
anlamalı ve ön plana çıkarmalıdır. Siyasi partilerin, yani benim politik oligarşi dediğim yapının kışkırtmalarına,
oyunbozanlığına alet olmamalıdır. Oligarşik iktidar, günlük siyaset yapanlar devleti yıkacak. Devlet bir üst çatıdır.”
KİMSE AKP’NİN OYUNUNA GELMEMELİ
“Kimse AKP'nin oyununa gelmesin, devletin yaklaşımı AKP'den yani hükümetten çok daha olumlu bir
durumdadır. AKP'nin kendi çıkarları ve rant peşinde olduğunu, meselenin çözümüne doğru yaklaşmadığını belirtmek
istiyorum. 8 yıldır AKP bizi oyalıyor, samimi davranmıyor. Bakın geçmişte benzer birçok süreç de yaşadık. Özal mesela
daha samimiydi. Bu nedenle öldürüldü. Yine Erbakan bizimle daha ciddi, olumlu diyaloglar kurdu. Hatta Kıvrıkoğlu
zamanında görüşenler daha samimiydiler. Ecevit de öyleydi. Ama etkisizleştirildiler. MHP ise daha önce söylediğim gibi
Siyah Türkçülüğü temsil eden zihniyettir. Bunların Türkçülük anlayışı Hitler'den etkilenmiştir. Nihal Atsız vb.lerinin
durumu biliniyor. Üç partiye söylüyorum, özellikle de MHP'ye söylüyorum, Devlet ciddi bir üst yapıdır. Oligarşik iktidar;
rant peşinde, ihale peşinde, devleti yabancılara satıp talan peşinde. Bunlar devleti dışarıda uluslararası sermayeye,
içeride de birkaç tane zengine peşkeş çekiyorlar. Öcalan ise bunların tersine birlik peşinde, ülkeyi güçlendirmek ve adalet
peşindedir. Ben mektup gönderdim. Ateşkes kararını artık KCK ve devlet verecek. ”
HAKİKAT KOMİSYONU KONUSU ÇOK ÖNEMLİ
“Bu komisyon konusu çok önemli. Bugün de yapacağım en önemli önerim bu olacak, bu hayatidir. Meclis
bünyesinde bir Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun kurulmasıdır. Başlangıç ve pratik anlamda bu, en hayati
şeydir. Bu Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu Meclis'e bağlı olarak Meclis çatısı altında kurulmalıdır. Bu
komisyon araştırmalarının sonuçlarını rapor halinde meclise sunar. Bu komisyonun ortaya koyacağı hakikatlere sonuna
DERLEYEN : AZAD BADIKI
kadar bağlı kalacağız. Bu komisyon herkesin bilgisine başvurabilir, herkesi dinleyebilir, beni, Tayyip Erdoğan'ı,
geçmişteki siyasetçileri ve generalleri dinleyebilir. Ben giderim gerekirse beyanda bulunabilirim, hatta Karayılan da bu
komisyona bilgi verebilir, yaşanan karanlık olaylara ilişkin binlerce belge sunulabilir, PKK'nin de bu konuda arşivi var. Bu
komisyon bu şekilde gerçekleri ortaya çıkarabilir. Araştırmaya, yakın zamanda gerçekleşen Taksim patlaması, Hakkari
patlaması, 10 gerillanın yaşamını yitirmesi ve imam olayıyla başlayabilirler. Dediğim gibi bu üç olayla başlanabilir.
Ardından geçmişe doğru, örneğin geçmişte yaşanan faili meçhulleri ortaya çıkarırlar. Ben bu konuda elimden geleni
yaparım. Bunu yapmaya hazırım. Her türlü desteği sunmaya hazırım. Eğer AKP samimiyse bu komisyonu kurmalıdır.
AKP bundan kaçmamalıdır. Bu komisyon hakikatleri açığa çıkaracaktır, bundan kaçılamaz. Bu şekilde AKP'yi
yakalayacağız, bundan kaçıyorsa demek ki suça bulaşmıştır. Bu şekilde, bu esaslara uygun bir şekilde komisyon
kurulursa ondan sonra kimse komisyon kararı olmadan konuşmaz. Biz, bu komisyonun aldığı her karara sonuna kadar
bağlı kalacağız, ne derlerse onlar gibi olacak. Çatışmasızlık, silah bırakmaya kadar herşeyde biz bu komisyonun alacağı
kararlara bağlı kalacağız. Bu konuyu buraya gelen devlet yetkileriyle de konuştuk. Onlar da bu düşünceye olumlu
yaklaşıyorlardı. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'yla AKP'nin gerçekliği ortaya çıkabilir. Bu şekilde demokratik
siyaset yoluyla onlara yanıt veriyoruz. Eğer bu komisyonu kurmazlarsa ve buna yanaşmazlarsa o zaman bu patlama ve
olaylarda Hükümetin de parmağı olduğu anlaşılır. Demek o zaman bunların ortaya çıkmasını istemiyor. Bu komisyonu
şayet kurarlarsa o zaman herşey ortaya çıkarılır. PKK mi yapmış, bu da ortaya çıkarılır.”
DİYARBAKIR AYAĞA KALKSIN MI İSTİYORLAR
“İkinci bir önerim de Demokratik anayasaya ilişkindir. BDP, Demokratik Anayasa üzerine çalışmalarını devam
ettirebilir. Demokratik Anayasa Konferansı çalışmaları 8 ay boyunca devam ettirilebilir. Anayasa konusunda iki farklı
çalışma olabilir. BDP yeni demokratik anayasayı tüm Türkiye geneli boyutuyla ele alır. DTK ise Kürtlerin taleplerini
ilgilendiren özerklik anayasası üzerinde çalışabilir. Benim önerilerim bunlardır. Ben 8 yıldır AKP'ye şans veriyorum.
Şimdiye kadar beşinci seçim oldu. Yanıma geldiler bu seçim geçsin, şu seçime kadar bekleyin dediler, 8 yıldır bu şekilde
oyaladılar, şimdi de önümüzdeki seçime kadar diyorlar. 8 yıldır ben onları bekliyorum, onlar bizi ne sanıyorlar, ne
yapmaya çalışıyorlar, ne istiyorlar! Diyarbakır ayağa mı kalksın istiyorlar. Kürtler isyan mı etsin istiyorlar, istedikleri bu
mu? Artık biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Bu defa da ciddi şekilde gelinmezse “çıkın gidin işinize” derim. Şayet bu süreç
değerlendirilmezse Fransız Devrimi'ndeki 1791-94 gibi, Rus devrimindeki gibi iç çatışma, olaylar gelişir. ”
TORİ VE GÖLDAŞ AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUM
“Tarihçi Tori ve yazar İsmail Göldaş hayatını kaybetmiş. Ailelerine taziye dileklerimi iletiyorum. Tutuklanan SDP
Başkanı Rıdvan Turan ve arkadaşlarına selamlarımı iletiyorum, Solu tek parti altında biraraya getirebilirlerse çok iyi olur.
Van, Silvan, Siirt ve Eruh halkına selamlarımı iletiyorum. Özellikle Van kadınlarına ve diğer bölge kadınlarına özel
selamlarımı iletiyorum. C.evlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. ”
Görüşme Notları:
Demokratik Özerklik Anayasası
hazırlanmalı
Avukatlarıyla görüşen PKK lideri Abdullah Öcalan, Demokratik Özerklik Anayasası’nın hazırlanması gerektiğine
dikkat çekerek, KCK’nin örgütlenmesini hızla tamamlamasını istedi. KCK'ye çağrı yapan Öcalan, Kürdistan illeri başta
olmak üzere bütün il merkezlerinde Kent Konseyleri ilçe ve köylerde ise Bölge Konseylerinin oluşturulmasını istedi.
‘‘Tek başına ne Hükümet ne Genelkurmay ne MİT, Emniyet hiç kimse tek başına çözemez’’ diyen Öcalan, bir
Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun mutlak şekilde kurulması gerektiğini belirtti. Silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi
konusunda bir anlaşmanın olmadığını kaydeden Öcalan, KCK davasındaki tutukluların rehin alındığını hatırlattı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Kürt sorunun dış
yansımalarına değinen Öcalan, “Eylemsizlik kararı Avrupa basınında olumlu yankı bulmuş. Yani Avrupa da artık sorunun
ciddiyetinin farkına mı vardı, Avrupa artık olumlu-ılımlı mı düşünüyor, bu PKK'nin terörist örgütler listesinden çıkarmanın
başlangıcı olabilir mi? Bilemiyorum. Avrupa Parlamentosunda her yıl yapılan 7. Kürt Konferansı bu ay yapılacakmış.
Buradan bu Konferans aracılığıyla şunu ifade etmek istiyorum: “Siz bu toprakların son yüzelli yıllık tarihinde
politikalarınızla dört halkın katliamlarına yol açtınız. Halkların özgürlüğünü bir avuç ranta, ekonomik çıkarlarınıza kurban
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ettiniz. Bu rant karşılığında sattınız. Türkiye'deki egemen sistemle de uzlaştınız. Bu çözümsüzlük politikasıydı. Bunda
Avrupa'nın sorumluluğu var, bununla yüzleşmelisiniz, aksi halde tarih karşısında sorumluluktan kurtulamazsınız.” dedi.
KCK DAVASINDA TUTUKLU OLANLAR REHİN DURUMUNDA
KCK davasındaki tutsakların rehin alındığını belirten Öcalan, şöyle devam etti:
“Diyarbakır'daki KCK davasını takip ediyorum, dil meselesi ön plana çıkarılmış biliyorum, bu konuda yapın veya
yapmayın demiyorum. Ancak KCK sisteminin anlaşılmasında bir sıkıntı var. KCK hususunun tam anlaşılamadığını
görüyorum, beş yıldır da yanlış uygulanıyor. KCK davasında tutuklu olanların durumu tam rehine almadır, onlara rehine
muamelesi yapılıyor. İki yıldır hukuksuz bir şekilde yargılamadan cezaevinde tutuyorlar, Silivri'de de öyle yapıyorlar.
Böyle giderse bu şekilde yargılamalar on yıl devam eder. Bu bir çürütme politikasıdır. Daha önceleri infaz ediyorlardı
şimdi çürütüyorlar.
Vedat Aydın biliniyor, zaten Hatip Dicle ile de yakın arkadaşlardı, Vedat'ı katlettiler Hatip'i de böyle cezaevinde
çürütmeye çalışıyorlar. Daha önce on yıl hapsedilmişti, şimdi de hapiste çürütülmek isteniyor. Hatip Dicle'yi de biliyorum
öyle silahla da ilişkisi yok. Yaptıkları, söyledikleri tamamen ifade özgürlüğü çerçevesindedir. Vedat Aydın'ın
katledilmesiyle Hatip Dicle'nin cezaevinde çürütülmesi aynıdır, aynı politikanın biçimleridir. Bu tehlikeler görülmelidir,
bunlar görülmeden doğru bir duruş sergilenemez. Basından izledim, bir avukat çıkmış, “inatlaşmayı bırakın, bayramdır,
çoluk çocuğunuz evde sizi bekliyor” demiş. Bireysel düşüncesi, olabilir ancak anadil onurdur, oradaki ısrar onurunu
korumada, varlığını korumada ısrardır, buna yöneliktir. Bu, varlık yokluk meselesidir, hayati konulardır. Çıkıp nasıl
bundan vazgeçin diyebiliyorlar. Avukatların yarısı bu şekilde hiçbir şey anlamıyor. Tek tek insanların peşine düşüp onları
bu tür yöntemlerle cezaevinden çıkarmaya çalışıyorlar! Çıkardıktan sonra da işte müvekkilimizi kurtardık diyerek bunu
başarı sayacaklar, bundan mutlu olacaklar! Hani o bilinen Nasrettin Hoca'nın eşeğinin kaybettirilmesi hikayesine
benziyor. Önce Hoca'nın eşeğini kaybettiriyorlar, sonra tekrar kendileri bulup getirip “Hoca sevindin mi?” diyorlar. KCK
tutuklularının durumu da buna benziyor. Haksız-hukuksuz şekilde tutup rehin aldılar, ardından teslim almak isteyecekler,
teslim olanları da tek tek bırakacaklar. Bunu da bir lütuf gibi gösterip sevinmelerini bekleyecekler. KCK tutuklamaları
aslında bir çürütme politikasıdır. Ben daha önce buna siyasi soykırım demiştim. Aslında bütün bunların tarihi bir geçmişi
de var.”
SOYKIRIMIN TARİHİ 15 ŞUBAT 1925’TİR
“Bana göre Kürtlere yönelik geliştirilen siyasal soykırımın başlangıç tarihi 15 Şubat 1925'tir. Neden böyle
diyorum? 15 Şubat 1925'te Şeyh Sait hiç de hazırlıklı olmadığı halde aslında planlanan tarihten çok önce ayaklanmaya
zorlandı. Şeyh Sait'e Dicle'nin bir köyündeyken, köye aranan birisi gelip sığınıyor. Ardından silahsız-tesisatsız askerler
gönderilerek, “bu adamı bize verin” diyorlar. Şeyh Sait, onurlu biri, kendisine sığınan adamı verir mi? Direniyor vermiyor,
vermeyince çatışma çıkıyor, askerler ölüyor. Böylece Şeyh Sait hiç hazırlıklı olmadığı halde bu olay gerekçe gösterilerek
isyana zorlanıyor. Bu olay ne zaman başlıyor? 15 Şubat 1925'te. Ne kadar ilginç değil mi? Benim de komployla teslim
edilmemin tarihi 15 Şubat 1999. Bana verilen idam cezası da Şeyh Sait'in idam edildiği tarih olan 29 Haziran tarihli, çok
ilginç. Bütün bunlar tesadüf değil. 15 Şubat 1925 komplosuyla siyasal soykırım tarihi başladı ve daha sonra Kürdistan'ın
bütün geneline ta Diyarbakır'dan Dersim'e kadar her yerde ve günümüze kadar uygulandı. Şimdi de KCK davası adı
altında aynı siyasal soykırım politikası Diyarbakır'da yine devam ediyor. Ermeniler için 24 Nisan 1915 neyse Kürtler için
de 15 Şubat 1925 odur.”
ÇÖZÜM İÇİN HAKİKAT KOMİSYONU ŞART
“Kürt Sorununun demokratik şekilde çözülmesi için yapılması gereken çok önemli şeylerden hatta en önemli
olanı, Bir Hakikat ve Adalet Komisyonu'nun oluşturulmasıdır. Bunun ismi o kadar önemli değil, önemli olan işlevidir,
hakikatin açığa çıkarılması, adaletin sağlanmasıdır. Bu konuda Türkiye'de uzman, tecrübe sahibi kişiler var. Her
kesimden, işte sivil ve askeri kesimlerden, akademi çevrelerinden, aydınlardan, hatta halktan bu konuda uzman ve
tecrübeli insanlar bu komisyona dahil edilir. Sayıları çok sınırlandırılmayabilir, 30-50 olabilir. Bu komisyon konusu Meclis
kararı olmadan olmaz, hatta hukuken ve siyaseten bu mümkün değildir, Meclis kararı gerekir, dünya deneyimleri de
böyledir. En bilineni Güney Afrika'dır ama Dünyada 16 ülke bu şekilde bu yöntemle sorunlarını çözdü.
BU SORUNU KİMSE TEK BAŞINA ÇÖZEMEZ
Bu sorunu tek başına ne Hükümet ne Genelkurmay ne MİT, Emniyet hiç kimse tek başına çözemez. Meclis
kararı olmadan zor olur. Önemli olan Meclis öncülüğünde geniş yelpazede birçok kesimin içinde yer alacağı bir
komisyonun kurulmasıdır. Şunun için komisyon diyorum: Meclis bir konuyu nasıl ele alıyor, doğrudan genel kurula
gelmiyor, genel kurula gelmesi için önce konunun komisyonlarda görüşülmesi sonra genel kurula gelmesi gerekiyor.
Burada yapılacak olan da budur. Burada komisyonun ismi önemli değildir, önemli olan hakikatlerin açığa çıkarılmasıdır.
Bu komisyon son otuz yılı kapsayan bir çalışma yapabilir. Son otuz yılda yaşanan olayları inceleyip hakikatleri ortaya
çıkarır. İşte herkes izliyor, son günlerde Turgut Özal'ın kardeşi, oğlu, eşi çıkıp onun öldürüldüğünü söylüyor, hatırlanırsa
bunu ilk ben söylemiştim. Böyle iddialar var. Kardeşi doğru söylüyor, bu işin çözüm yeri savcılık değil, mahkeme değil,
Meclis'tir diyor, ancak Meclis araştırma komisyonuyla çözülebilir diyor. Doğru söylüyor. Buna benzer pek çok olay var,
işte Eşref Bitlis olayı var, diğer komutanlar var, 9 gerillanın öldürülmesi var, Taksim'deki patlama var, benzeri birçok olay
DERLEYEN : AZAD BADIKI
var. Bunlar ancak belirttiğim komisyon çalışmaları çerçevesinde açığa çıkarılabilir. Bu komisyon gerçeğin açığa çıkması
için Tansu Çileri, Doğan Güreşi ilgili herkesi dinler, beni de dinler, ben de görüşlerimi açıklarım.”
SEÇİM SONRASINI BEKLEMEYE GEREK YOK
“Bu komisyon, bugüne kadar yaşanan acı olaylardaki sorumluları ortaya çıkarır, Meclis'in gündemine getirip, bu
konularda Meclisten karar aldırabilir. Bu konuda öncelikle Hükümetin karar vermesi gerekir sonra diğer partilerle uzlaşı
sağlar. AKP'nin seçim sonrasını beklemesine gerek yok. Çünkü bu Komisyon parlamento çalışmasıdır, sadece bir
dönemlik de değil, yani bir dönemin parlamentosunun işi değil, diğer parlamento dönemlerine de sarkabilir, dolayısıyla
seçim sonuçlarından etkilenecek bir çalışma değil. Bazı konularda AKP, seçim sonrasını bekleyebilir ancak bu konu
seçimle ilgili değildir, seçim sonrasını beklememelidir. Bu komisyon en kısa sürede kurulmalıdır.
‘AKP’NİN TİRANLIĞINA HİZMET ETMEYECEĞİZ’
Bu komisyon üzerinde sanırım bütün partiler de mutabıklar. Bu AKP'nin de CHP'nin de istediği bir şeydir, hatta
CHP'nin bir önerisi oldu galiba bu konuda. Herkes bu konuda seferber olmalıdır. BDP de bu konuda özel bir çalışma
yürütmelidir. En kısa sürede bu komisyon kurulmalıdır. Bu dönemde AKP'nin ikili bir karakteri sözkonusu. Biz AKP'nin
tiranlığına hizmet etmeyeceğiz, bizim görevimiz bu değildir, buna alet olmayacağız. Ben cumhuriyetçiyim, demokratik
cumhuriyetçiyim. Ne CHP'nin 80 yıllık hegemonyası ne de AKP'nin 8 yıllık hegemonyasını kabul etmiyorum, ikisine da
karşıyım, ikisini de reddediyorum. “Ben ilkesel olarak silahları devreden çıkarmak istiyor, silahların devreden
çıkarılmasına evet diyor, bu ilkesel bir tutumdur”. Ancak silahların devreden çıkarılması için hakikatlerin açığa çıkarılması
ve toplumda bir uzlaşının gerçekleşmesi gerekir. Bunun için ilk Hakikatleri Araştırma komisyonu kurulmalıdır. Kurulan
komisyon bu konuda karar verirse, uyarız. Eğer komisyon işlevini görürse, bu konuda ilerlemeler sağlanırsa, o zaman
silahlı güçler sınır dışına çekilebilir veya ülke içinde bir yerde toplanabilir, hükümetin, devletin bilgisi dahilinde bunu
yapabiliriz.
Bu komisyonun kurulması gerçekleşmezse sorun nasıl çözülecek, sorun çözülmezse benim tarihe ve halka
karşı sorumluluğum var, bunları söylemek zorundayım, bunları söylerken Öcalan tehdit ediyor falan demek ucuz
yaklaşımlardır. Uyarı görevimi yapıyorum. Burada benimle yapılan görüşmelerle bir düzeye gelinebilir, bu konuda
ilerlemeler sağlanabilir. Bundan dört-beş yıl önce, 2006'da Kürtlerin de içinde olduğu çevreler beni ateşkese zorladı,
bunu sizin üzerinizden yaptılar, illa ki ateşkes yapmamız gerekiyor dediler, bu konuda beni oldukça zorladılar. Ama ben
artık bu tür oyunlara gelmeyeceğim. Eğer ilerleme sağlanırsa ben devreye girer geri çekilme dahil rolümü oynarım.
Herkesin şunu iyi görmesi gerekir, bu geri çekilme benzeri kararlar hayati kararlardır. Bu kararı da benden başka kimse
veremez.”
SİLAHLI GÜÇLERİN KONUMUNU YANLIŞ DEĞERLENDİRİYORLAR
“Fakat bakıyorum bazen öyle şeyler oluyor ki, çok şaşırıyorum, öfkeleniyorum. İşte basından izledim, bazıları
çıkıp sorumsuzca “silahlı mücadele miadını doldurmuştur” diyor. Buna kendileri nasıl karar verirler, bu hakkı nasıl
kendilerinde buluyorlar? Silahlı güçlerin pozisyonu ve geleceği hakkında Kandil bile tek başına karar veremezken, bunları
nasıl söyleyebiliyorlar? Açık söylüyorum Kandil bile bu konuda tek başına yetkili değil. Bu sorunu Kandil bile çözemezken
onlar nasıl çözecekler? Bunları dile getirenler, silahlı güçlerle bir ilişkileri yok ki nasıl onlar hakkında söz söylesinler!
Herkes kendi işine bakmalı, herkes sorumlu olduğu konularla ilgilenmeli, kafa yormalı, söz söylemelidir. Bazıları bırakmış
kendi asıl işlerini silahlı güçlerin durumunu konuşuyor, bu konu onlara düşmez. Bunları anlamıyorum, niye kendi işlerini
yapmıyorlar, niye kendi işi olmayan konulara giriyorlar? Anlamıyorlar mı?
Şöyle bir düşünüyorum da herkes işin içinde görünüyor ancak Kürtlerin geleceği, özgürlüğü hakkında kafa
yoran, üreten yok. Burada yanlış anlaşılmasın, binlerce, onbinlerce arkadaşımızın emeği, katkısı var ama yeterli değil.
Yeni savunmalarımda bu konuyu işledim, nasıl başladığımı, nasıl bugüne getirdiğimi edebi bir dille anlatıyorum. Ama
siyasi mücadele yürütenlerin çoğu fiziken varlar ancak bu konularda kafa yormuyorsunuz. Herkes hala bana yaslanmış,
herşeyi benden bekliyorlar. Ben bu yüzden uyuyamıyorum burada, kafa yoruyorum. Ama onlar kendi yapması gereken
işleri dururken, bunu doğru dürüst yapmazken kalkıp kendilerini aşan, dünyanın, ABD'nin Avrupa'nın bile çözemediği
silahlı güçler konusunda ahkam kesiyorlar. Çözebilseydi ABD ve Avrupa bu konuyu çözerdi ama onları bile aşan bir konu
olduğunu gördüler. ABD'si Avrupa’sı bile artık bu konuda beni tek etkili-yetkili kişi olarak görürken bunların yaptıkları
açıklamalara bakın! Çevik Bir bile burada benimle görüşürken “sen dağa çıkardın sen dağdan indireceksin” demişti. Tabi
burada yarı tehdit de vardı, tehdit olabilir de olmayabilir de. Önemli olan bir gerçeği tespit etmesiydi. Burada yaptığım bu
süreçteki görüşmelerde heyettekiler bile ancak silahlı güçler sorununu benim çözebileceğimi belirttiler. Bu gerçekleri
herkes görürken, bizimkiler niye göremiyorlar? Kalkıp silahlı güçler miadını doldurmuş diyorlar, AKP seni bırakır mı? Hem
parası, hem olanakları, hem gücü var, senin neyin var, yer yutar seni. Bunu nasıl görmüyorsunuz? Şimdiki gibi rahat
siyaset yapabilecek misiniz, devlet seni yaşatır mı, neyin karşılığında silahlar bırakılsın diyorsunuz? İşte basit gibi
gelebilir ama Diyarbakır'da Toki inşaat çukurunda iki çocuk boğulmuş, bu ölümleri engellemek için ne yapıldı, iki kepçe
toprak atılsa içine, o çukur kapatılsa bu ölümler olmayacak. ”
AKP POLİTİKALARI CESARETLENDİRİLİYOR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Yanlış anlaşılmasın ben, burada kişilerle ilgili değilim, bir zihniyeti, anlayışı ve bir oyunu ortaya çıkarmaya
çalışıyorum. Oyun kurmuşlar, Kürtlerin altını oyuyorlar, çoğu farkında değiller. Ama burada bir oyun var. AKP
referandumdan önce basbas bağırarak ‘sivil toplum örgütleri cesur olsun, ön plana çıksın’ dedi. İşte bu tür açıklamalar da
buna hizmet ediyor, benim demek istediğim bu. Bu tür çıkışlarla AKP tasfiye politikası konusunda cesaretlendiriliyor
sonuçta. Benim derdim bu. Aynı şeyi işte ticaret odası da başkaları da aynı şeyi yaptı. Bunu görmüyorlar mı, yine altlarını
oyduklarını görmüyorlar mı? Bunlar bu oyunlara gelerek kendilerini düşürdükleri tehlikeyi farketmiyorlar mı? Bu sistem bu
haliyle bunları bir gün bile yaşatmaz. Bunlar bu tür açıklamalar yaparak tasfiye planının değirmenine su taşıyorlar. Basın
da bilinçli olarak bunları ön plana çıkarıyor. Türk basını bu konuda çok tecrübeli. Hemen o eğilimi ön plana çıkarıp “işte
muhatap alınması gerekenler bunlardır” diyorlar. Herkes kendi işini yapacak. Kandil'in bile üstesinden gelemediği bir
konuda sen nasıl böyle olmalı dersin, kurucusu sen misin? Bunlar ahlaki değil, saygısızlıktır. Apo vicdan sahibidir, adil bir
insandır, hakkaniyetlidir, hak bilirim ancak bu tür şeylere de taviz vermem.”
SINIR DIŞINA ÇEKİLME ANLAŞMAMIZ YOK
“Bizim de burada silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi konusunda bir anlaşmamız yok. Şu anda heyetle
yaptığımız görüşmelere diyalog da diyebiliriz, müzakere de diyebiliriz, kavram çok önemli değil, buna takılmamak
gerekiyor. Ben burada sorunun demokratik barışçıl yollarla çözümü için 11-12 yıldır çabalıyorum. Burada birçok görüşme
yaptım. Bugüne kadar yaptığım bu görüşmelerden sonra daha yeni yeni birbirimizi anlamaya başlıyoruz. 11-12 yıldır
daha yeni ortak dili ve karşılıklı saygıyı yakalıyoruz, bu kolay olmadı. Ben buraya benimle görüşmeye gelen heyetlere de
yaptığımız görüşmelerde defalarca söyledim. “Siz bile bu sorunun nereden kaynaklandığını anlayamıyorsunuz, o yüzden
çözemiyorsunuz” dedim. Bu sorun, bir İngiliz planıdır. Daha yeni yeni beni anlamaya, bu konularda ikna olmaya
başladılar. Tabi bu durum, bu düzey kolay yakalanmadı. İşte bu nedenle ben her fırsatta demokratik siyaset akademisi
diyorum ne kadar yerine getiriliyor bilmiyorum. Doğru bir siyaset ve dilin ortaya çıkması için bu akademiler zorunludur,
gereklidir. Burada devletle olgun bir dil geliştiriyoruz. Karşılıklı saygı temelinde birbirimizi anlıyoruz. Bu olmasaydı
korkunç katliamlar gelişirdi.”
‘DEMOKRATİK ÖZERKLİK ANAYASASI’
“Demokratik özerklik konusunda şunları belirtmek istiyorum: Bu konu da eksik ele alınıyor. KCK davasını takip
ediyorum. Sadece dil konusuna vurgu yapılıyor. Ancak bizim demokratik özerklik anlayışımız salt dil ile sınırlı değil. Bizim
demokratik özerklik anlayışımızın bir arka planı var. Arka planında demokratik dünya sistemi çözümlemesi var,
demokratik siyaset felsefesi var, demokratik örgütlenme modeli var. Demokratik özerklik anlayışımız böyle kapsamlı,
bütünlüklüdür, bütünlüklü yaklaşmak gerekiyor. Bu bir toplumsal yönetim modelidir. Hukukçular bu konularda faydalı
çalışmalar yapabilirler. Niye yapamıyorlar, anlamıyorum, engel olan nedir? Burada bir halkın özgürlük sorunu var, bu işler
ciddidir.
Daha önce demokratik özerklik anayasası konusunda çalışma yapılmasını söylemiştim, bu çalışmaya
hukukçular katkıda bulunabilir. Bu demokratik özerklik anayasası yanlış anlaşılmasın, ayrı bir anayasa değildir. Genel
ülke anayasasının bir parçası, bir bölümüdür. Yani genel anayasadan ayrı değildir. Demokratik özerkliğe ilişkin
savunmalarımda daha önce işlemiştim, altı boyuttan hukuki, ekonomik, siyasi, kültürel, sosyal, güvenlik-savunma
boyutlarından bahsetmiştim. Bu altı boyut çeşitlendirilebilir, çoğaltılabilir, azaltılabilir, önemli değil. Tüm bu boyutlar
temelinde bunları esas alarak bir demokratik özerklik anayasası hazırlanabilir. Demokratik özerkliğin boyutlarının her biri
üzerinde günlerce, haftalarca hatta aylarca tartışmalar yürütülebilir, dar bir zamana sıkıştırılmamalıdır, mesela ben
burada zaman imkanım olsa on saat güvenlik boyutunu anlatabilirim. Bu çalışmaya hemen başlanmalı, harıl harıl
çalışılmalıdır. Bu vesileyle BDP'ye de iki çağrıda bulunuyorum. Birincisi, Diyarbakır merkezli ve DTK'nın yürüttüğü Kürt
halkının demokratik özerklik anayasası çalışması ile eşgüdüm içinde olmalıdır.
1921 ANAYASASI REFERANS ALINABİLİR
“Bu çalışmalar yürütülürken 1921 anayasasının özerklikle ilgili bölümlerinden yararlanılabilir. Ayrıca Mustafa
Kemal'in o dönemde Kürtlere özerkliğe ilişkin yaptığı konuşmalar var, daha önce bahsettiğim 10 Şubat 1922 Kürt
Özerklik Kanunu araştırılarak ortaya çıkarılabilir. Biliniyor, Mustafa Kemal'in ilk Başbakanı Fethi Okyar'dı. “Ben elime Kürt
kanı bulaştırmam” dediği için tasfiye edildi. Bir başbakandı, ama tasfiye edildi, ardından bilinen süreç gelişti. İngiliz
hegemonyasını arkasına alan İnönü-Çakmak ikilisi iktidarı aldı. Mustafa Kemal bu şekilde etrafı sarılarak etkisizleştirilme
sürecine alındı. Kürtler devre dışı bırakıldı. Sonraki anayasalar biliniyor. BDP, ikinci olarak Ankara merkezli ve demokrasi
güçleriyle birlikte yeni demokratik anayasa çalışmasını yürütmelidir. Bunun için acilen bir demokratik anayasa konferansı
yapılmalıdır.”
KCK ÖRGÜTLENMESİ HIZLA TAMAMLANMALI
“Daha önce önermiştim, Kent Konseyi demiştim. Kürdistan illeri başta olmak üzere bütün il merkezlerinde bu
konseyler oluşturulur. Bir de il merkezi dışında kalan o ilin ilçe ve köylerini kapsayan bir Bölge Konseyi oluşturulur. Buna
bir örnek vereyim. Diyarbakır merkezde Kent Konseyi oluşur. Bu konsey daha önce de söylemiştim, merkezde yer alan
bütün STÖ' leri, zanaatkarlar, esnaflar, gençlik, kadın, bütün mahalle ve semt temsilcilerini bünyesinde barındırır. Bir de
merkezin dışında yer alan Diyarbakır'a bağlı işte kaç ilçe varsa o ilçe ve köylerin temsilcilerinden oluşan bir Bölge
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Konseyi oluşturulur. Sorunlar burada tartışılır. Bunlar öz örgütlülüğün oluşturulmasına yönelik çalışmalardır. Beni soran,
bana selam gönderen herkese özel selamlarımı iletiyorum.Dersim'e özel sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.”
Görüşme Notları:
Çözümün önünde en büyük engel AKP
1 Mart'a kadar eğer çözümün gelişmemesi halinde savaşın daha da derinleşebileceği uyarısı yapan Öcalan,
“Devlet ve ordu çözüm istiyor, AKP çözüm istemiyor, çözüme hazır değil. Barışın önündeki en büyük engel AKP'dir”
dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre Avrupa Parlamentosu’ndaki Kürt
Konferansı’na değinen Öcalan, “Avrupa Parlamentosundaki Kürt Konferansı'na Desmond Tutu da mesaj göndermiş,
önemlidir. Siyasi tecrübeleri çok fazla, çok deneyimliler, nasıl çözülebileceğini iyi biliyorlar. PKK'nin Avrupa'da terör örgüt
listesinden çıkarılmasının gelişen diyalog sürecini olumsuz etkileyeceği yönünde ifade edilen görüşler isabetli değil, tersi
doğrudur. Yani tersi, işimizi kolaylaştırır. Asıl PKK'nin terör örgütü listesinde bulunması çözümü zorlaştırıyor. ” dedi.
Öcalan, şöyle devam etti:
BİR AYDIR GÖRÜŞMELER OLMUYOR
“Burada son bir aydır herhangi bir görüşme olmuyor ama bu ileride olmayacağı anlamına da gelmez. Buradaki
görüşmeler müzakere değil hatta diyalog da değil aslında ben bir aracıyım, arabulucuyum burada. Ben devlet ile PKK
arasında aracıyım. Çünkü henüz müzakerelere geçmedik. Müzakereye geçilse maddeler üzerinde tartışılır. Fakat henüz
üzerinde somut konuştuğumuz bir madde yok çünkü Hükümet henüz karar vermemiş. Müzakereye geçilse bu
görüşmeler nasıl sonuçlanır bilemiyorum.”
VERDİĞİM TARİH 1 MART
“1 Mart'a kadar bir sonuç çıkması lazım. 1 Mart iyi bir tarihtir, güzel-uygun- bir tarihtir. Bu tarihe kadar bu
görüşmeler bir sonuç verirse, anlamlı bir barış, onurlu bir barışla sonuçlanır. Ben buna kutsal barış, büyük barış derim.
Ya da bu görüşmelerden bir şey çıkmaz, daha kötü bir süreç başlayabilir. 1 Mart'a kadar görüşmelerden anlamlı bir barış
çıkmazsa ben bu aracılıktan çekilirim, çekilmekten ziyade “yapamadım, başarısız oldum, devlet de, hükümet de çözüme
gelmedi, artık daha fazla aracı olamam” diyeceğim. Karışmayacağım onlara. Verdiğim tarih 1 Mart. Sıfıra doğru geri
sayım başladı.”
SİLAHSIZLANMA EN SON AŞAMADIR
“2006'da bizi çok oyaladılar. O dönem silahsızlanmayı gündeme getirdiler, bize dayatmaya çalıştılar. Beş yıldır
oyalandık. Başta yapılan bir yöntem hatası yanlış sonuçlar doğurur. Ben beş yıl sonra bu yanlışı fark ettim. Bu süreçte
pek çok gerilla, masum-yoksul Anadolu çocuğu olan asker-polis yaşamını yitirdi. Onlara da çok üzülüyorum. O dönem
silahsızlanma en başta masadaydı, o bir hataydı, artık silahsızlanma en son aşamadır. Devlet benimle barış için
görüşüyor. Bu görüşmelerin barışla sonuçlanması çabasında. Fakat Hükümet henüz kararını vermemiş. Ne müzakere
kararını veriyor ne de barış kararını veriyor. Devlet adına benimle görüşenler beni anladı, tehlikenin farkındalar. Türkiye
Iraklaşabilirdi ama bunu ben engelliyorum. Buraya gelen yetkililere de söyledim, Türkiye'nin Iraklaşmasını önleyen kişi
benim.Barış için elimden gelen çabayı gösteriyorum. Fakat Başbakan burada yapılan görüşmeleri dahi sahiplenmiyor,
“devlet görüşüyor” diyor. Sayın Erdoğan'dan, Başbakan'dan bir tek şunu istiyorum, Meclis'ten bir barış kararı çıkarsın
yeter. Bir tek barış kararı. Ondan sonra her şey çözüm yoluna girer. Öncelikle bu barışa karar vermesi lazım.”
HÜKÜMET ÇÖZÜME HAZIR DEĞİL
“Devlet ve ordu çözüm istiyor, AKP çözüm istemiyor, çözüme hazır değil. Bu durumda, barışın önündeki en
büyük engel AKP'dir. AKP içinde iyi niyetli insanlar olabilir, hatta Başbakan da iyi niyetli olabilir, fakat AKP barış
konusunda bir karar vermiyor. Ben Başbakan'ı henüz çözemedim, çünkü kapalı biri. Şu çok önemli; Başbakan, Özal'a mı
evrilecek, Çiler mi olacak? Yani Özal gibi birisi olmaya mı karar verecek, yoksa Çiller gibi olmaya mı karar verecek? Bu
benim için kocaman bir soru işaretidir. Özal barış için kararını vermişti, öldürülmeden önceki gün, bize diyalog için bir
heyet göndermişti. Diyalog halindeydi bizimle. Başbakan Amerika'ya gidiyor, İngiltere'ye gidiyor, Çiller gibi olursa
Çiller'den daha tehlikeli olur. Ama şu an kapalı biri, kapalı duruyor. AKP'nin “biz barışa güç getiremeyiz, yapamayız”
görüşü de doğru değildir. Sen Hükümetsin, barış kararını vermen gerekir.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ÖZKÖK ÇÖZÜM İSTEYEN TARAFTAYDI
“Mahmut Övür yazısında, AKP iktidara geldiği ilk dönemde, H. Özkök'ün 'Kürt sorunu çok önemli bir sorundur,
mutlaka çözülmelidir' diyerek bir projeyle Hükümete geldiğini, Özkök'ün bu teklifini Meclis'e götürdüklerini, ancak
siyasette çok büyük dirençle karşılaştıkları için Hükümetin ürktüğünü ve teklifi geri plana aldığını yazmış. Özkök, Eşref
Bitlis gibi çözüm isteyenlerdendi. Bitlis paşayı öldürdüler. Özkök, daha önce '97'de, 98'de bizimle diyalog kuran
gruptandı. Taraf'ta da bu yazıldı. O dönem sorunu çözmek isteyen bir grup vardı, ancak dış güçler izin vermedi. Asker
içinde de, polis içinde de çözüm isteyenler var. AKP şu anda barış için bir karar vermemiş, hatta MHP'nin pozisyonuna
girmek üzere. MHP'nin bir zamanlar ki engel pozisyonu gibi bir pozisyona da girebilir.”
AKP BAŞKA ŞEYLER PEŞİNDE
“Bu sorunun barışçıl çözülmesi lazım fakat AKP başka şeyler peşinde, başka şeylerle ilgileniyor. AKP
hegemonik bir inşa içerisinde. Kendi hegemonyasını her alana inşa ediyor. Anayasa Mahkemesi'ni halletti, HSYK'yı ele
geçirdi, diğer bir çok alanda da hegemonik inşasını devam ettiriyor. İşte bugün de generalleri görevden aldı. Önümüzdeki
seçimle birlikte bu hegemonyayı tamamlamak istiyorlar. AKP'nin gelişiyle hem ordu hem devlet ikiye bölündü. Bizi de
ikiye bölmeye çalıştılar. 2003-2004'te kısmen başardılar. Ama sonuç almadılar. Bu süreçte de bizi bölmek için
uğraşıyorlar. İşte bunun için, anlamak önemlidir diyorum. Demokratik siyaseti, felsefesini anlayan birkaç kişi olsaydı, ikiüç kişi bile iyi anlasaydı bugün bu halde olmazdık. Ben bunun için siyaset akademileri demiştim. Bu akademilerde
yüzlerce, binlerce siyasetçi yetiştirilir. Benim burda söylediklerim anlaşılmıyor. Benim burada söylediklerimden AKP
faydalanıyor, hayata geçiriyor, kendine göre uyguluyor, siyaset akademileri açıyor. Ama asıl anlaması gerekenler
anlamıyor.”
AKP MÜSLÜMANLIĞI MÜSLÜMANLIK DEĞİL
“AKP'yi bazı dış güçler yönlendiriyor. Mesela AKP bölgede çok para harcıyor, bu para, AKP'nin parası değil,
dışarıdan gelen paradır. Bunların Müslümanlığı Müslümanlık da değil. Gerçek Müslümanlık, dürüstlüktür, demokrasidir.
Bunların tüm derdi, kaygısı ranttır, paradır, insanlar ölmüş umurlarında değil. İşi gücü oy peşinde koşmaktır. Kendi
çıkarları uğruna masum Anadolu insanları ölsün, hiç umurlarında değil. Ama ben ölen yoksul Anadolu çocuklarına, asker
ve polise de çok üzülüyorum. Ben insanların inançlarına saygı duyuyorum ama samimi olunmalıdır. Din, para getiren bir
şey değil ama bölgedeki tüm cemaatlerin ciddi para harcadıklarını biliyorum. Bu para din üzerinden elde edilen para
değil, kaynağı dışarıdır, yeşil gladio'dur. Bunların müslümanlıkla da ilgileri yoktur. Dürüst müslümanlar, namazlarını
kılarlar, gerekli olan şeylerini yaparlar. AKP'nin bölgede tek derdi birkaç aşirete para kazandırmaktır. Bunların tek dertleri
rant, insanlar ölmüş hiç umurlarında değil. AKP'nin bazı milletvekillerinin kendilerine, aşiretlerine beş on bin dolar daha
kazandırmak için yapmadıkları şey yok. Bu milletvekillerinin maaş almak dışında hiçbir marifetleri, hünerleri yok. Başka
bir iş bildikleri de yok. AKP'nin bölgede yüzde beşten fazla oy almaması gerekir. Neden oy alsınlar ki! Şu an çok iyi
çalışılsa AKP'nin bölgedeki oyu yüzde beşe düşer. Şurası çok net: AKP'ye verilen her oy savaşa gider, AKP ve diğer
partilere gitmeyen her oy barışa gider. Bunu halkımız böyle bilmelidir. AKP şimdi paralı asker sistemini kuruyor. 50 bin
paralı asker almayı düşünüyor. Bu, şu demektir; kendine bağlı, kendi adamlarından oluşan 50 bin asker oluşturuyor
demektir.”
ÖNÜMÜZDE ÜÇ AY VAR
“Önümüzde üç ay var. Barış olmaz ve savaş hatta bir toplumsal savaş gelişirse, herkes, bölgedeki,
Diyarbakır'daki STK'lar da etkilenirler. Herkes altında kalır bu işin. Bölgedeki iş adamlarına, iş çevrelerine sesleniyorum;
yine para kazanın, para kazanmanıza kimse bir şey demiyor. Barış için söylediklerinize de aynen katılıyorum, altına imza
atıyorum ancak bunu Hükümet'e de kabul ettirin, öyle gelin. Örneğin iş adamları neden bölgede yatırım yapmadıklarını iyi
tespit etmelidirler. Bunun sebebinin savaş olduğunu, yatırım yapma koşullarının olmadığını da hükümete
söyleyebilmelidirler. Barış şartlarını öncelikle Hükümete kabul ettirmelidirler. Siyaset kolay iş değildir. Bakıyorum,
çoğunlukla ciddiyetten uzak bir şekilde konuşuluyor. Siyasetle ilgili Kürt çevrelerinin yayınlarında da görüyorum;
demokratik özerklik ile ilgili bir çalışma yok. Örneğin bir yazıda Bedirhan işleniyor. Tamam Bedirhan önemli bir şahsiyettir
ama şu an daha hayati konular var önümüzde. Kürt sorununu işleyen gazeteler ve dergiler genelde böyle, hiçbirisi doğru
düzgün bir şeyler yazıp çizemiyor. Seviyeleri genelde aynı, bir adım öne çıkamıyorlar. Görevlerini yerine getirmesi
gerekenler bir türlü işlevsel, ciddi çalışmıyorlar. Yeterince çalışılmıyor, siyaset anlaşılmıyor. Fransız Devrimi'nde yapılan
anayasa çalışmalarına benzer bir çalışma yürütülebilir ve bu çalışma 8-10 ayı da bulabilir. İki-üç günlük toplantılar
yapıldıktan sonra dağılıyorlar ve sonra hiçbir şey yapılmıyor. Bu sefer de çalışılmazsa çok ağır eleştiririm. Bu süreç
hassas bir süreçtir, önemlidir, bu süreçte daha aktif olunmalıdır.”
ŞEHİR KONSEYLERİ KURULMALI
“Bütün şehirlerde Şehir Konseyleri kurulabilir. Mesela Diyarbakır'da en az 300 kişiden oluşan bir Şehir Konseyi
kurulabilir. Batman'da 200 kişiden oluşan bir Şehir Konseyi kurulabilir. Diğer şehirlerde de yüz-yüzelli kişilik Şehir
Konseyleri kurulabilir. Şehir Konseylerinin içinde her kesimden her görüşten kişiler olabilir. Şehir Meclislerine, samimi
İslami gruplar da var, onlar AKP'den ayrıdır, onlar da girebilir. Barış isteyen herkes olabilir, barışı kabul ediyorsa MHP'li
biri de olabilir. Şehir Konseylerinin derhal bir barış kararı vermesi gerekir, barışa ilişkin bir deklarasyon açıklayabilirler.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
AKP ve diğer partilere barış şartları, barışa ilişkin prensipler belirtilebilir, bunları kabul ederseniz gelirsiniz diyebilirler. Bu
karar çıkarılır ve uygulanırsa, ben de buna uyarım. Bu yapılırsa hızlı bir şekilde barış gelişir. Beş on şehir bunu
uygulamaya koyarsa barış mutlaka gelir.”
ÖZERKLİK ANAYASASI EN AZ 8 AY GEREKTİRİR
“Demokratik özerklik anayasası iki-üç toplantıda ortaya çıkacak bir şey değildir; en az 8 ay gerektirir. Bunun çok
iyi hazırlanması gerekir. DTK'nın demokratik özerklikle ilgili çalışması da çok önemlidir. Bunun için savunmalarımdan
yararlanılabilir. Demokratik özerklik anayasasını son savunmamda daha ayrıntılı işleyeceğim. Demokratik özerklik,
Kürtlere özgü bir sistemdir. Demokratik özerklik çalışmasının yarısı belediyelerin payınadır. Yani yüzde elli ellidir.
Demokratik özerkliğin anayasası çalışmaları yapılabilir ve hızlandırılabilir. Baydemir ve diğer belediye başkanları da bu
konuyla ilgilenebilir. 1924'te Kürtlere verilen bir demokratik özerklik sözü var. 1922'de özerklik yasası Kürtlere ilişkin
çıkarıldı. Bunlar konuşulmuyor. Halbuki bu konuların bol bol işlenmesi lazım. Kürdistan İslami Hareketi'nin bildirilerini
basında okudum, aynen katılıyorum fakat bir şartla, dürüst olmalılar, söylediklerini pratiğe geçirmeleri lazım. DTK kendi
içinde İnanç Komisyonu kurulabilir. Dürüst olanları, Abdullah Timoqi gibi dürüst olanların DTK içerisinde yer almaları
faydalı olur. Altan Tan gibileri bu konuları işleyebilir, ilgilenebilir, dürüst olanları bir araya getirebilirler.”
BAŞBAKAN BARIŞA KARAR VERSİN
“Çözüm gelişmezse, 1791 Fransa'daki büyük terör dönemi, 1918 Sovyetlerin kuruluşundan sonraki iç çatışma
gibi bir çatışma çıkabilir. Biz savaş yanlısı değiliz, savaş yerine direnişi esas alıyoruz. Başbakan barışa karar verirse,
demokratik çözüm için barış süreci gelişirse, biz gerillaları da araziden çekebiliriz, silahsızlandırmayı da o zaman
konuşabiliriz. Bu bireysel hak meselesi de AKP'nin verdiği bir şey, bir lütuf değildir, AKP'nin ortaya koyduğu bir mesele
de değildir. Ta '99'dan bu yana benimle görüşen devlet yetkililerinin gündeme getirdiği bir şeydi. Ama AKP sanki bunu
kendisi yapıyormuş gibi yansıtıyor! Bu doğru değildir, bu, AKP'nin yaptığı bir şey değildir. İşte yazıda da vardı, Özkökasker çözüm için Hükümete gidiyor ama Hükümet sorumluluk almıyor, çekiniyor, “tabanımız hazır değil” diyor. O zaman
hazırla tabanını, on yıldır neden hazırlamadınız tabanınızı?”
15 ŞUBAT’I KÜRTLER İÇİN SOYKIRIM GÜNÜ İLAN EDİYORUM
“Kürtlere karşı komplonun-soykırımın başlangıç tarihi 15 Şubat 1925'tir. 15 Şubat 1925'te biliyorsunuz Şeyh
Sait'e karşı komplo düzenlendi. Bana da 15 Şubat'ta komplo yapıldı. Cibranlı Halit onları tasfiye ettiler, sonra 15 Şubat'ta
Şeyh Sait'e yöneldiler. Şeyh Sait'in idam günü 29 Haziran; bana verilen idam kararının günü de 29 Haziran'dır. Bunlar
tesadüf değildir, mekanizma bu kadar tesadüfi çalışmaz. 15 Şubat, sadece benim için kara gün değil, 15 Şubat 1925
Kürtlere karşı yapılan soykırımın başlangıcıdır. 15 Şubat'ı Kürtler için soykırım günü ilan ediyorum.”
AKP GLADİO’NUN PARÇASIDIR
“Mustafa Kemal, soykırımcı olarak sunuluyor, öyle değil. Başbakan Fethi Okyar, Mustafa Kemal'in arkadaşıydı,
onu hükümetten düşürdüler. İngiliz yanlısı İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'ı yerine getirdiler. Bunlar Mustafa Kemal'in
etrafını kuşatmışlardı. Ben buna Beyaz Türkçü hegemonya demiştim. Bu, 1980'lere kadar devam etti. 1980'lerden sonra
da Yeşil Türkçü hegemonya devreye konuldu.”
“Ben son savunmamda gladioya ilişkin çok kapsamlı değerlendirmeler yaptım. MHP ve ülkücüler Gladio
tarafından ABD'de eğitildiler. Şu an AKP'nin arkasında duran da aynı güçlerdir, aynı gladio'nun ürünüdürler. Son beş
yıllık süreci değerlendirdiğimde gladio'nun benim düşündüğümden daha kapsamlı olduğunu anladım, son savunmamda
ayrıntılı şekilde işliyorum bunu. Türk Gladiosu-Ergenekon'u bir ahtapot gibidir, birçok kolu vardır. Başını ezsen bile kolları
çalışır, kollarını birbirinden ayırsan her kol ayrı çalışır. AKP de bu sürecin bir parçasıdır. Bunu iyi anlamak gerekir. AKP'yi
yönlendiren bazı güçler var, onlar da bir çözüm sunmuyorlar.”
1 MARTTA BARIŞ GELMEZSE SAVAŞ DERİNLEŞİR
“Beş yıllık süreç içerisinde PKK silahlı mücadeleyi yükseltemedi, devlet de çözümü geliştirmedi ikisi de
tıkandılar. Hem devlet hem de PKK her şeyi üzerime yıktı, her şeyi benden beklediler, bekliyorlar. 1 Mart'a kadar eğer
çözüm gelişmezse, savaş daha da derinleşebilir. Bunu yaparlar mı yapmazlar mı, savaşırlar mı savaşmazlar mı kendileri
bilir. Bütün bunları bir an önce söyleme gereğini duyuyorum. Belki ömrüm de yetmez, belki burada ölebilirim de,
nefessizlikten de ölebilirim. Dolayısıyla söyleyebildiğim kadarını söyleme ihtiyacını hissediyorum. Bir boşluk bırakmak
istemiyorum.”
BEYLERBEYİ’NDE AKP İLE CHP AŞKI
“Bu platonik aşk konusunda da şunu söyleyeyim: Başbakan “CHP ile BDP platonik aşk yaşıyor” demiş. Asıl AKP
ile CHP, Erdoğan'ın Başbakan olması için Beylerbeyi sarayında gerçek aşk yaşadılar. Oradan da nurtopu gibi bugünkü
iki partili bir iktidar doğdu. Suriye halkımıza, PYD'ye, İran'daki halkımıza, PJAK'a selamlarımı iletiyorum. Ağrı'ya,
Doğubeyazıt'a, Iğdır'a, Kars'a özel selamlarımı iletiyorum. Şırnak, Silopi, Hakkari, tüm Botan halkına özel selamlarımı
iletiyorum. Avrupa'da yaşayan Asuri halkına selamlarımı iletiyorum. Kendi varlıklarını korumalıdırlar. Kürdistan'daki tüm
halklar korunmalıdır; Asurileri, Ezidileri, diğer tüm halkları koruyacağız.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Demokratik ulus inşası yapıyoruz
11 Aralık 2010
Kürtlerin yapmak istediği şeyin demokratik bir ulus projesi olduğunu belirten Öcalan, ‘’Bizim yapmak istediğimiz
demokratik ulusun inşasıdır. Demokratik ulus anlayışımız tamamen halka dayalıdır. Demokratik özerklik ise demokratik
ulus projesinin politik ifadesidir’’ dedi.
Belediye başkanlarının tutuklanmasını sert bir dille eleştiren Öcalan, seçilmiş belediye başkanlarının
tutuklanmasının savaş kışkırtıcılığı olduğunu belirterek, ‘’bizi kışkırtıyorlar. Seçilmişlerin tutuklanması savaşın devamını
istemek demektir. Bu tutuklamalara derhal son verilmelidir” diye konuştu.
PKK lideri Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede belediye başkanlarının
tutuklanmasına değinen Öcalan, “Seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanması savaş kışkırtıcılığıdır, bizi kışkırtıyorlar.
Belediye başkanlarının, seçilmişlerin tutuklanması savaşın devamını istemek demektir. Bu tutuklamalara derhal son
verilmelidir. Tutuklanan belediye başkanlarının yerine geçeceklerin on katı daha fazla çalışması gerekir. Eşbaşkanlık
usulüne geçebilirler. Her yerde belediye başkanları tutuklanıyor, eşbaşkanlık sistemi aynı zamanda buna karşı bir
önlemdir” dedi.
Avukatlar ile görüşmede Öcalan şöyle devam etti:
KENT MECLİSLERİ HEMEN KURULMALI
“Kent Meclisleri hemen kurulmalıdır. Bugüne kadar neden önemle üzerinde durulmadığını anlayamıyorum. Ben
art niyetli olunduğunu, dürüst olunmadığını söylemiyorum, böyle olduğunu da düşünmüyorum ama madem siyasetle
uğraşılıyor, o halde bunlar çok iyi yapılmalı, başarılmalıdır. İl Konseylerini de her yerde kurmalıdırlar. Ben burada barışın
gelişmesi için çok çaba sarf ediyorum. 12 yıldır bunları defalarca dile getiriyorum. Bugüne kadar büyük bir emekle yoğun
bir çabayla bu noktaya getirdik fakat dışarıdakiler çözüm konusunda çok çaba sarfedemiyor, yol alamıyorlar. Sürekli
benden bekleniliyor. Gidilen her yerde halk ayağa kalkıyor ama bu değerlendirilemiyor. Halkın öncülüğü yeterince
yapılamıyor. Halkın ne istediği de bellidir. Halk kendi hakları için güvence istiyor. Yöneticiler, bu işi yürütenlere düşen
halkın istediklerini, Kürtlerin istediklerini bir siyasi forma sokmak ve bunu kamuoyuna sunmak, hükümete, devlete
sunmaktır. Bunlar bile iyi yapılamıyor.”
STÖ’LER ÇÖZÜM ÖNERİLERİNE SUNSUNLAR
“Diyarbakır'daki STK'lardan bazıları benim için “Apo'nun vesayeti var” diyorlar. Onlara şunu söylüyorum; çözüm
önerilerini sunsunlar, maddeler halinde sunsunlar, o zaman ben onların vesayetini kabul edeyim. Madem Diyarbakır
Ticaret Odası olarak sorunu biliyorlar ve anlıyorlarsa bunun çözümüne ilişkin önerilerini de sunmalıdırlar. Bu STK'lar Kent
meclislerinde bu önerilerini açıklamalıdırlar, kent meclisleriyle birlikte hareket etmelidirler, DTK'da yer almalıdırlar, varsa
önerileri sunarlar. Hepsi koordineli ve ilişkili çalışmalıdırlar. Küçük hesaplar yapmamalıdırlar. Yoksa onlar da şehir
korucuları durumuna düşerler, AKP bunları kullanır, işleri bitince de ortada bırakır. Kürdistan'daki bütün STK'lar
konumlarını iyi bilmeli, iyi belirlemelidir.”
ROJ TV’YE NATO BASKISI OLDU
“Roj tv'ye yönelik baskı, NATO içindeki Gladio baskısıdır. Bu Gladio, Türk Gladiosuyla birlikte bize karşı da çok
mücadele ettiler. 1960'larda 27 Mayıs'la birlikte Türkiye'de bu Gladio uygulamaları başladı. Bu gladionun bize karşı
yürüttüğü politikaları dört aşama olarak değerlendirebiliriz. 1985'ten başlayarak bize karşı mücadele yürüttüler. Bugün
dördüncü aşama yaşanmaktadır. '90'lı yılların başında bu mücadeleyi çok yönlü yürüttüler. O dönem bu politikalarını
Çiller üzerinden yaptırıyorlardı. Çiller, bir bütünüyle kendini bize karşı yapılan bu politikalara vermişti. NATO gladiosu
Tansu Çiler-Doğan Güreş ekibini tamamen ele geçirmişti, bunlar tamamen gladionun kontrolünde hareket ediyordu. O
dönem Güreş'e karşı çok büyük rahatsızlıklar da vardı. NATO gladiosu Güreş onları tamamen kontrollerine almışlardı.
Bunlar '98'e kadar bize karşı çok yönlü mücadele ettiler. '98'de bizim gerçekten artık yenildiğimizi düşünüyorlardı. O
dönem Çevik Bir'in Gladyo'nun adamı olduğundan şüphem yok artık. Özkök ve Kıvrıkoğlu ordu içinde daha olumlu
bakıyorlardı sorunun çözümüne. Bu gladyo daha sonra Ecevit'i de tasfiye etti. Daha sonra o 2002-2004 döneminde bizi
parçalama politikasını yürüttüler. Bizi tasfiye edeceklerini düşünüyorlardı, AKP onlar bunu bekliyordu. Bugün de
Dördüncü aşama yaşanmaktadır. Bu, en tehlikeli olan aşamadır.”
DEVLET ÇÖZÜM İÇİN AZ DA OLSA AÇIK KAPI BIRAKACAK
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“AKP 2005 yılına kadar bizi tasfiye edebileceğine inanıyordu. Bu gerçekleşmeyince 2005 yılından bu yana
Türkiye'deki Gladio'yla uzlaşma yoluna gitti. Ve böylece Genelkurmay Kürtleri istediği gibi öldürebilecek, katliamlar
yapabilecek ve AKP de buna karşılık iktidarını sürdürebilecekti. Bu uzlaşma bugüne kadar devam etti. Bu anlaşmayla
gladyonun tepesindekilere dokunulmadı. Tasfiye edilenler daha çok alt kademedekilerdir. Bu anlaşmayla Büyükanıt,
Eruygur, Tolon onlar paçalarını sıyırdılar. Böylece AKP ile Gladio kendi aralarında anlaşınca MHP ve CHP boşluğa
düştü. Çünkü CHP bugüne kadar ordu ile ittifak halindelerdi. AKP ile ordu uzlaşınca artık Baykal'a da gereksinimleri
kalmadı. Baykal'ın tasfiyesini böyle okumak gerekir.
CHP Kılıçdaroğlu ile birlikte kendini kurtarmak istiyor. AKP ile Gladyo Kürtlere karşı mücadeleyi birlikte
yürütüyorlar. Türkiye'nin İsrail ile ilişkileri de biliniyor ayrıca. Eskiden Gladio-Jitem Kürtlere karşı cinayet işliyorlardı, AKP
ile gladionun anlaşmasından sonra artık AKP'den habersiz ve bağımsız olarak bir cinayet işlenmeyecek. Eğer cinayet
işlenecekse bu, AKP'nin izniyle ve bilgisi dahilinde ancak gerçekleşir. Devlet 2006’dan bu yana bir taraftan görüşmeyi,
diğer taraftan tasfiyeyi birlikte devreye sokmuştu. Devlet bunu başaramayacağını yeni anlamış durumda, bunu 2010'da
yeni anlamış durumdadır. Bundan sonra devlet çözüm için az da olsa açık bir kapı bırakacak. Yani bir kapı aralığı olacak.
Bizim de çok önemli çabalarımız oldu. BDP'ye çok iş düşüyor.”
1071 TARİHİ DEVRİMDİR
“1071, Kürt-Türk ittifakı için çok önemli bir tarihtir, devrim niteliğinde bir ittifak söz konusudur. O dönem Kürtler,
Güney'de sıkışmış ve tehlikeyle karşı karşıya. Türkler de Batı'da sıkışmış, zor durumda. Ve her iki güç, Türkler ve Kürtler
ittifak yapıyorlar Bizans'a karşı. Bu ittifak aslında bir devrimdir. Ve bin yıllık bir ittifak olan bu ittifak, kardeşliğin de
başlangıcı olmuştur. Bugün de gerçekleştirmek istediğimiz Türk-Kürt kardeşliğidir. Bu kardeşliğin, bu ittifakın bugün
demokratik bir şekilde gerçekleşmesini istiyoruz. Benim bu konuda yeni ve önemli bir tespitim var. Avrupa'da 1789'la
başlayan bir demokratik ulus devrimleri var. Bu devrimler başta demokratik ulus devrimleri şeklinde ortaya çıktı. Ancak
burjuvazi, biraz da masonik öğeler, bu devrimleri amacından saptırarak ulus-devlete dönüştürdüler. Yani bu, devrim
içinde bir karşı-devrimdir. Uluslar batıda demokratik devrimlerini gerçekleştirme yoluna gittiler ancak burjuvazi ve diğer
güçler bir karşı devrimle bunu dönüştürdüler. Daha sonra batıda Hitler gibi yönetimler çıktı. Avrupa günümüzde bu ulusdevleti aşarak yeni bir yapılanmaya gitti.”
ULUS DEVLET SINIRLANDIRILMALI
“Avrupa Birliği ulus-devleti sınırladı. Bu önemli. Ulus-devletin sınırlandırılması çok önemli. Bu belki devrim
yoluyla gerçekleşmedi fakat evrimle gerçekleşti. Avrupa Birliği ulus-devleti sınırlamadan yol alamayacağını,
ilerleyemeyeceğini anladığı için ulus-devleti sınırlama yoluna gitti. Son 60 yıldır Avrupa'da hiç savaş olmaması, ulusdevletin sınırlanmasının bir sonucudur. Avrupa ulus-devlet nedeniyle 25 yılda iki büyük dünya savaşı yaşadı, ulus-devlet
sınırlanmasaydı yenidünya savaşları gerçekleşebilirdi. Ortadoğu'da ise, ulus-devlet sınırlaması yoktur. Bu nedenle de
bugünkü kötü durumundadır. Saddam Hüseyin'i doğuran Ortadoğu'daki ulus-devlet yapısıdır. Ortadoğu'nun
demokratikleşebilmesi için ulus-devletin mutlaka sınırlandırılması gerekmektedir. Yine İsrail, Filistin, Hamas devleti,
Arafat'ın devleti, Afganistan'da Taliban savaşları, bunların hepsi Ortadoğu'daki ulus-devletin sonuçlarıdır. Marksizm'in
uluslara, ulus-devlete ilişkin çok önemli yanlış yaklaşımları oldu. O dönem Kropotkin, Bakunin işçi sınıfına uluslara, ulusdevlete daha doğru yaklaşımlara sahipti. Marks'ın bu konudaki tezleri çöktü, Kropotkin ve Bakunin'in tezleri daha doğru
çıktı.”
JÖN TÜRT HAREKETİ YAHUDİ ETKİSİNDEYDİ
“İttihat Terakki de bir pro-faşizm zihniyetini taşımaktadır. Çok tehlikeli bir zihniyettir. Başarabilselerdi çok daha
kötü sonuçlanabilirdi. Bu zihniyet, bir ulusun küçük bir iktidarı için ya da bir ulusun iktidarını sürdürmesi için herkesi feda
edebilecek bir zihniyettir. Bugün de mesela CHP'deki Canan Arıtman gibileri bu zihniyetin temsilcileridir. Jön Türk
hareketi önemli oranda Yahudilerin etkisindedir ve bir Yahudi hareketi gibidir. Bazı arkadaşlarım da beni bu konuda
bilgilendirdiler. Jön Türk Hareketiyle ilgili okuduğum bir kitaptaki 1910'daki gelişmeler-belgeler de bunu göstermektedir:
Bu tarihte bir İngiliz elçisinin İngiltere'ye gönderdiği bir raporunda Yahudilerin İttihat ve Terakki'yi ele geçirdiğini ve
yönettiğini belirtmektedir. Burada tabi ki Yahudilerin tamamı için söylemiyorum, bu yanlış da anlaşılmasın, ant-i semitist
de değilim, Yahudi düşmanlığım yok ama bazı Yahudilerin böyle bir etkinliklerinin olduğu kesindir.”
15 ŞUBAT KÜRT KOMPLOSUDUR
“15 Şubat 1925, Kürtlere karşı yapılan komplonun başlangıcıdır. Benim buraya getirilmem de 15 Şubat'tadır.
Şeyh Sait'e yapılan komplo, bugüne kadar gelen komplonun başlangıcıdır. 29 Haziran idam tarihleri-kararları da aynıdır.
Bir taraftan Kürdistan'ın büyük parçası Kuzey'deki Kürtler topyekün imha edilmeye çalışılırken Güney'de bir güç
oluşturulmak isteniyor. Yani bir tarafta imha planları hayatı geçirilirken diğer tarafta Güneyde bir güç yükseltiliyor ve
bugüne kadar getiriliyor. Ta 1925'ten bu yana uygulanan plan, strateji budur. 10 Mart 1922'de Kürtlere ilişkin bir özerklik
yasası çıkarılıyor ancak bu gizlenerek hiç uygulanmıyor. 1921 anayasası da önemli ve demokratik bir anayasadır. Ancak
daha sonra Kürtlere karşı 1925'teki komployla birlikte bu yasalar hiç uygulanmıyor.”
DEMOKRATİK ULUS İNŞASI YAPIYORUZ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Yüksekova eskiden en geri kalmış bir yerdi ama şimdi nasıl en gelişmiş ve ileri bir yer haline geldi! İşte bu,
örgütlenme ve kolektif yaşamla başarılabilir. Halk istedi mi yapamayacağı, başaramayacağı şey yoktur. İşte Yüksekova,
Hakkari de öyledir. Her yer, Yüksekova'yı örnek almalıdır. Yüksekova halkı her şeye hazır, yüzde 99'u hazır ama lider
eksikliği var. Her yer Yüksekova gibi olmalıdır. Yüksekova gibi birkaç yer daha olsa çözüme daha daha çok zorlarız,
çözüm daha hızlı gelişir. Bizim yapmak istediğimiz demokratik ulusun inşaasıdır. Yani Kürtlerin yapmak istediği şey,
demokratik bir ulus projesidir. Demokratik ulusu her yönüyle inşa etmek istiyoruz. Demokratik ulus anlayışımız tamamen
halka dayalıdır. Demokratik özerklik ise demokratik ulus projesinin politik ifadesidir. Bunun politik açıklamasıdır.
Demokratik özerkliğin bütün unsurları birlikte ele alınmalıdır. Böylece yanlış anlaşılmaların da önüne geçilmiş olunur. Tek
tek ele alınınca yanlış anlaşılıyor. Sanırım medyada tartışılıyor yanlış anlaşılıyor, öz savunma gücünden bahsediliyor. Bu
sadece demokratik özerkliğin bir ayağıdır. Diğer ayakları da var, ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal, hukuksal vb.
boyutları da vardır. Bir bütün olarak ele alınmalıdır. Özsavunma çalışmalarına da hız kazandırılmalıdır. Kırsalda-köyde
kendini koruyabilirsin ama şehirlerde nasıl koruyacaksın! Türkiye'de hastalıklı bir aydın anlayışı var. Bu 12 Eylül'ün, 12
Eylül faşizminin getirdiği sorunlu bir aydın anlayışı var, bu anlayış kanser gibidir. Aydınların bundan kendilerini uzak
tutmaları gerekir.”
ÇÖZÜM GELİŞMEZSE HER TÜRLÜ SAVAŞ GELİŞİR
“DTK demokratik ulus inşaası projesini güçlendirmelidir. Savunmalarımda var. Bunları ben yedi boyut olarak
açıklıyorum, daha önce altı boyut olarak açıklamıştım ancak bunu sınırlandırmıyorum, bu daha da genişletilebilir.
Demokratik ulus inşaası projesi demokratik esaslara dayanır. Bunun ekonomik, sosyal, politik, kültürel vs. boyutları
vardır. Benim üzerinde çalıştığım model Karl Marks'ın modelini aşan bir modeldir. Avrupa, ulus-devletten çok çekti.
Üzerinde çalıştığım model özgün ve kendi alanında bir ilktir. Üzerinde yoğunlaşmak lazım1 Mart'a kadar süre belirledik,
AKP'nin tavrına göre en fazla Haziran'a kadar beklenebilir. Eğer sorun çözülmezse dağda bir günde yüzlerce gerilla ve
askerin öleceği çatışmalar yaşanabilir. Ben buradan tehdit etmiyorum, bu savaşın önüne geçmek istiyorum, bunun için
çabalıyorum. Çözüm gelişmezse her türlü savaş gelişir, büyük savaş yaşanır. Öncekilere benzemez. Barış ve çözüm
gelişmezse çok büyük bir savaş, geçmişi geride bırakacak bir savaş bizi bekliyor. Bunları yol haritamda da belirttim.”
ÖZERKLİK PROJESİ HALKLA TARTIŞILMALI
“Cezaevlerindeki arkadaşlar, kendilerine zarar vermesinler. Kendilerini geliştirsinler, üretsinler, yazsınlar,
çizsinler. Onlardan cezaevlerinden çok sayıda mektup alıyorum, benden özel selam bekliyorlar ama bu kadar kişiye tek
tek özel selam sayamıyorum, kendilerini geliştirsinler, cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.
Demokratik özerklik projesi halkla paylaşılmalı, halkla tartışılmalıdır. Yapılan her toplantının sonuçları halka
sunulmalıdır. Halk kendi görüşlerini kendi taleplerini belirtir, sunar. Demokratik özerklik konusunda halk toplantıları
yapılmalı. En az beş milyon kadar insan bu şekilde bilgilendirilmelidir.”
Görüşme Notları:
Özerklikten kasıt,
Kürtlerin statüye kavuşturulmasıdır
Öcalan, "Demokratik özerklikten kasıt, Kürtlere bir statü belirlemesidir, Kürtlerin bir statüye kavuşturulmasıdır.
Kürtlerin projesinin bölmekle bir alakasının olmadığının iyi anlaşılması gerekir. Kürtlerin çözüm projesinde önemli olan
husus, Kürtlerin bir demokratik-politik güç olarak kabul edilmesidir’’ dedi.
‘PİLOT SABİHA GÖKÇEN’İ KAÇIRALIM DEMİŞTİ’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan şunları
söyledi:
“Pilot Necati'nin bizimle olduğu bir yıl çok önemli bir yıldı. Mutlaka bilinmesi ve araştırılması gerekir, bir de ölüm
şekli, kimin onu öldürdüğünün araştırılması çok önemli. Bu, birçok şeyi netleştirir. Ajan olup-olmadığı belirsizdir, ajan ise
durum değişir. Bizimle olduğu dönemde bize “Sabiha Gökçen'i kaçıralım” demişti. Kaçıralım deseydim anında kaçırırdı.
Bunu yapsaydık bizleri de Deniz Gezmişler gibi ortadan kaldırırlardı. Ancak bunu istemesi acaba provokatif amaçlı mıydı,
yoksa intikamcı bir amaçla mı söylemişti? Onun devletle işbirliği var mıydı acaba, bunların aydınlatılması çok önemlidir.’’
PROJE DAHA İYİ SUNULABİLİRDİ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Kongre de, Parti de demokratik özerkliği çok dar ve basit ele almışlar. Onlardan beklenen bir taslak veya
kırmızı bir kitap ortaya koymaları değildir. Bu projeyi daha iyi sunabilirlerdi. Mesela demokratik özerkliğin tüm Türkiye'nin
projesi olduğunu yeterince açıklayabilirlerdi. Öncelikle Türklerle nasıl bir demokratik bütünleşme sağlayabileceğini
açıklayabilirlerdi. Türkiye'deki milliyetçi kesimin ne kadar güçlü olduğunu, dirençli olduğunu bilmeleri gerekirdi. DTK'nın
basit ve dar şekilde demokratik özerkliği kırmızı kitapçık şeklinde ele alması tehlikeli olabilir. Bu tarz, yarar yerine zarar
da verebilir. Onlar çözüm projelerini ortaya koydular, buna karşı Türkiye'deki milliyetçi güçler ayağa kalktılar. Onların sinir
uçlarına dokunmuş deniliyor. Her iki taraf da sertleşerek çatışmaya gidebilirler, ben de her zaman olmayabilirim. Ben
burada bunun önünü almaya çalışıyorum.”
SON SAVUNMAMDAN RAHATSIZ OLDULAR
“Hükümetin, MGK'nın bu kızgınlıkları sanıyorum savunmamdan kaynaklanıyor. Son yazdığım savunmamdan
rahatsız olmuş olabilirler. 22 Aralık'ta müdüriyete teslim ettim. Toplam 792 sayfa. Herhalde AİHM'e gönderirler. Bu
savunmamdan rahatsız olduklarını tahmin ediyorum, bundan dolayı kıyamet koptu. Herhalde hükümet, MGK bundan
rahatsız oldu. MGK da bunun için sert bir bildiri yayınladı.
Savunmamın ismini “Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü” koydum. Demokratik Özerklik de kitabın içinde
geniş bir yer kaplıyor. Çözüm önerilerini toplam dokuz başlıkta topladım. Demokratik özerklik, bu başlıklardan sadece bir
tanesidir. Demokratik Özerklik zaten başlıbaşına çok geniş, önemli bir konu, epey geniş yer verdim kitabımda. Kitabın
redakte ihtiyacı olacaktır. İsmi, Kürt Sorunu ve Demokratik Modernite Çözümü olalabilir. Bu tabi ki genel isimdir. Altında
da “Demokratik Ulus Olmak” ibaresi olabilir. Ben bu kitabımda birçok konuyu çok geniş bir şekilde işledim. Sanıyorum
MGK bildirisi de buna yöneliktir, öyle tahmin ediyorum.”
CUMHURİYET’E ELEŞTİREL YAKLAŞTIM
“Ben Cumhuriyetin ilk dönemlerine de eleştirel yaklaştım. Tamamen komplolar tarihini işliyorum. Gladio'yu çok
geniş ele alıyorum. Türkiye tarihini bir komplolar tarihi biçiminde ele alıyorum. Türkiye'deki bu komplo-Gladio tarihini dört
döneme ayırıyorum. Günümüze kadar dört komplo-gladio dönemi olmuştur. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Kürtlere karşı
hep komplolar kurularak o dönemde politikalar yürütülüyor. Bu konu benim için gittikçe netlik kazanıyor. 1925'te Kürtlere
yönelik komplolar gelişince o dönemin başbakanı Fethi Okyar; “ben elimi Kürt kanına bulamam” diyerek çekildi. Daha
sonra başka bir ekiple bu komplo devam etti. 15 Şubat'ta Şeyh Said'e gönderilen birlikten iki asker vurdurularak komplo
başlatıldı Kürtlere karşı. O dönem bir ekip, özellikle bu komploları geliştirdi, yürüttü. Bu ekibin başında beş general var.
Şeyh Said'e karşı komplo geliştirdi. Menemen'de aynı ekip, komplo kurarak cumhuriyete karşı bir provokasyon
geliştirdiler. Yine Seyit Rıza'nın idam edilmemesi için Mustafa Kemal'le görüşmeler yapılacağı esnada, aynı ekip, aynı el,
alelacele Seyit Rıza'yı idam ettiler, Mustafa Kemal'le yapacakları görüşmeyi bu şekilde engellediler. Böylece Seyit
Rıza'ya karşı da bu şekilde komplo devam ettirildi.
Aynı şekilde kitabımda, bu komploları geliştiren aynı ekibin Mustafa Kemal'i de etkisizleştirdiğinden,
yalnızlaştırıldığından bahsediyorum. Fevzi Çakmak ile İnönü bazı entelektüel Yahudilerle de anlaşarak Kürt komplolarını
gerçekleştirmişlerdir. Mustafa Kemal'i bir çeşit tutuklu durumuna koydular, bunu belirtiyorum.
ERDOĞAN GLADİO İLE UZLAŞTI
Özal döneminde de bu komplolar daha da farklı şekilde devam etti. O dönem Kürtlere karşı infazlara, faili
meçhullere NATO izin veriyordu. Doğan Güreş'in “Londra'dan yeşil ışık aldık” demesi de bu nedenledir. O dönemde
Jandarma Komutanına, birçok subaylarına da suikast kurup, normal bir ölüm süsü vererek ortadan kaldırdılar. Tansu
Çiller Gladio'ya teslim olmuştur. Gladio, Erbakan ile Ecevit'i tasfiye etti. Erdoğan ise Gladio ile uzlaştı. Ben kitabımda
Başbakan'ın pozisyonunu da bir uzlaştırma pozisyonu olarak belirtiyorum. Benim kafamda Başbakanın durumu tam net
değildir; acaba AKP Gladio'yu etkisizleştirdi mi, yoksa Gladio'ya teslim mi oldu? Kitabımda AKP ile Gladio'nun
uzlaştığından bahsediyorum. Önceki Kızılelmacı koalisyon yerine kendi gladiosunu yarattığından bahsediyorum.
Savunmam hükümete ulaştırılmış olabilir, öfkeleri bundan dolayı olabilir. Bu dönemde AKP ile Gladio'nun uzlaştığından
bahsediyorum, Kürtlere karşı tabi ki. Yeni dönemde AKP'den habersiz bir şey olmaz, gerçekleşmez.”
DİYALOG SÜREÇLERİNDE PROVOKASYONLAR GELİŞEBİLİR
“Bu dönemde iki boyutta bir durum gelişebilir. Çözüm derinleştirilebilir, buna bağlı olarak da diyaloglar daha
derinleşerek devam edebilir. Çünkü kendi tecrübelerimden de, önceki tecrübelerden de biliyorum ki bu diyalog
süreçlerinde provokasyonlar gelişebilir. Bu nedenle Mart ayında yeni bir değerlendirme yapılabilir, ben de bir
değerlendirme yapacağım. Bu provokasyon her yönden de gelebilir.
BURADA ÖLÜMÜM SAVAŞ NEDENİ OLUR
Benim burada ölümüm sonsuz bir savaş nedeni olur, sonsuz bir savaşı başlatır. Yarın öbür gün deprem bile
olsa ve ben burada ölürsem bu yine savaş nedeni sayılacaktır. Ya da burada birisi bana saldırırsa bu bir savaş nedeni
sayılacaktır. Ya da ben normal bir hastalıktan da ölsem bu bir komplo sayılacaktır, PKK bunu böyle algılayacaktır. Ama
ben şunu diyorum; “İmralı'da ölmek yok öldürülmek var”. Burada ölmek yok, öldürülmek vardır. Burada her türlü ölüm,
öldürmek olarak algılanır, PKK bunu böyle algılar. Burada normal ölüm yok, öldürülmek vardır. Sonuçta nasıl ölürsem
öleyim öldürülmüş olurum, çünkü burası cezaevi. Dolayısıyla yarın ne gelişeceği belli değil, hatta başbakana da
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yönelebilir. Çünkü ben kendi tecrübemden de biliyorum. Öylesi bir süreçte Özal öldürüldü, yarın Erdoğan da öldürülebilir,
yarın darbe de olabilir ülkede.”
HER AN HER ŞEY OLABİLİR
“Her an her şey olabilir. Mesela Özal öldürüldü, Jandarma komutanı öldürüldü, Erbakan ve Ecevit tasfiye edildi.
Tüm bunlardan tecrübeliyim, yarın ne olacağı hiç belli olmaz. Bu nedenle Mart diyorum. Hatta Mart'tan önce de olabilir.
Bu sadece benimle ilgili değildir. Yarın devlet saldırır on gerilla öldürür, yine süreç böyle provokasyonlarla tersine döner,
bu nedenle çözüm için acele etmek gerek.
ÖNEMLİ GELİŞMELER OLABİLİR
Çözüm için gerekli şartların oluşturulması gerekir. Çözümün şartları açıklanır, seçime kadar da bu şartlar,
çözüm şartları, durumları hazırlanır. Süreç ve diyalog iyi bir şekilde gelişiyor ve gittikçe derinleşiyor. Yarın olağanüstü bir
durum gelişmezse, bir engel çıkmazsa çözüm gelişebilir, önemli gelişmeler olabilir. Ocak ayında yine engelleme olmazsa
çözüme yönelik önemli gelişmeler olacaktır. Seçimlerden sonra da AKP veya iktidara gelecek olanlar çözüm için gerekli
projelerini açıklarlar. Seçimden sonra çözüm de derinleşebilir. Bu, şuna bağlı. Kürtler ne kadar kendilerini geliştirirlerse,
oylarını arttırırlarsa, büyürlerse o kadar demokratik çözüm için bir özne haline gelirler, bu şekilde kabul edilme durumuna
gelirler. Fakat AKP ne kadar Kürtlerden daha fazla oy alırsa, Kürtlerin oyu ne kadar daha az olursa o zaman AKP
“Kürtleri ben temsil ediyorum, Kürtler bir şey istemiyor” diyecektir. Bu durumda da Kürtlerin talepleri, statüleri büyük
tehlikeye girer, Kürtler geriler, yok olma noktasına gelirler.”
ÖZERKLİKTEN KASIT STATÜDÜR
“Bu yeni diyalog döneminde birbirlerine karşı herhangi bir saldırının olmaması gerekiyor. Sadece misilleme
haklarını kullanabilirler. Yani o saldırırsa diğeri, diğeri saldırırsa o misilleme hakkını kullanabilir.
Bizim çözüm anlayışımızda temel olan şey demokrasidir. Kürtlerin demokratik çözüm projesi herkesedir, herkes
için geçerlidir, tüm Türkiye için geçerlidir. Çünkü esası demokrasidir. Demokratik özerklik kavramı sanıyorum bazı
kesimleri rahatsız ediyor. Burada demokratik özerklikten kasıt, Kürtlere bir statü belirlemesidir, yani Kürtlerin bir statüye
kavuşturulmasıdır. Burada biz sınırlarla, bayrakla, bu tür şeylerle uğraşmıyoruz. Kürtlerin demokratik bir Türkiye'yle nasıl
bütünleşebileceğini tartışıyoruz. Böyle bir bütünleşme herkes için önemlidir. Dolayısıyla burada bu Kürtlerin projesinin
bölmekle bir alakasının olmadığının iyi anlaşılması gerekir.”
BİZİM BAYRAKLA İŞİMİZ OLMAZ
“Bizim uğraştığımız Statüdür. Kürtlerin statüsü nasıl olmalı? Statü, bir varlık nedenidir. Burada söz konusu olan
antitedir, yani Kürtlerin antitesi sorunudur. Antite, yani Kürtlerin varlığı sorunudur (Entite: varlık, özvarlık, kendilik).
Demokratik özerklikten kastımız Kürtlerin siyasi bir statüsünün belirlenmesidir. Kürtlerin bu statüye kavuşturulmasıdır.
Buna “demokratik siyasi statü” diyoruz. Bunun neresi ülkeyi böler? Buna demokratik sosyalite de diyebiliriz. Kürtlerin
çözüm projesinde önemli olan husus, Kürtlerin bir demokratik-politik güç olarak kabul edilmesidir. Bu, dünyanın her
yerinde böyle çözülmüştür. Kürtlerin bu statülerinin çözümü derinleştirilmelidir. Kürtlerin talepleri dile getirilirken de bunun
iyi formüle edilmesi, iyi dile getirilmesi, iyi işlenmesi lazım. Bu iyi işlendiği zaman kim buna karşı çıkabilir? Kürtlerin
varlığına, bu statülerine kim karşı çıkabilir? Yoksa bizim bayrakla, sınırlarla, resmi dille bir işimiz, bir sorunumuz yok. Biz
sosyal alanda çözüme önem veriyoruz. Sosyal, kültürel, siyasal projelerle ve çözümlerle ilgileniyoruz.”
BÖLMEK DEĞİL BÜTÜNLEŞMEK İSTİYORUZ
“Biz devleti bölmek istemiyoruz, biz demokratik Türkiye ile bütünleşmek istiyoruz, bunun için çaba sarf ediyoruz.
Bayrak bir simgedir. Bizim için çok önemli değildir. Bayrak egemen sınıfların simgesidir. Biz egemenler gibi, egemen
sınıflar gibi bakmıyoruz. Bu olaylarda etrafında dolandıkları bir dil var; bu dil, Türkiye'de ulus-devletin oluşturduğu bir
dildir. Devletin yanına yeni bir devlet, bayrağın yanına yeni bir bayrak doğru değildir. Bu bir tuzaktır, bundan uzak
durulmalıdır. Tek dil, tek bayrak gibi şeyler ulus-devlet ideolojisi olup, küçük burjuva milliyetçiliğidir. Bundan dolayı
milliyetçiler ortalığı ayağa kaldırıp velveleye verdi. Ben defalarca söyledim, yol haritasında da bunu belirttim. Biz
demokratik siyasetle, demokratik ulus inşaasını gerçekleştirmeye çalışıyoruz. CHP ve MHP boğazına kadar rantçılığa
bulaşmıştır. 80 yıldır CHP bunu yapıyor, MHP de öyle. Bu devlet rantçılığıdır. Partiler daha çok olaya rantçı yaklaşıyorlar,
asıl bu devleti böler.”
KÜRTLER DEMOKRATİK TOPLUM İNŞAALARINI HER ALANDA GERÇEKLEŞTİRMELİDİRLER
“Kürtler demokratik toplum inşaalarını her alanda gerçekleştirmelidirler. Kent Meclisleri gibi diğer
örgütlenmelerini iyi yaparlarsa, Kürtlerin talepleri konusunda birlik olurlarsa kim buna direnebilir? Örneğin bir milyonluk bir
kentte, mesela Van'da bütün kent bir olduğu zaman kim buna direnebilir? Yani birlik halindeki bir milyonluk bir kenti kim
yıkabilir, kim karşı gelebilir? DTK'nın demokratik özerklik taslağı erken, acele oldu. Çözüm nasıl gelişir? Örneğin Van.
Ben Van'da olsam ve 24 saat halka gitsem elbette halk beni dinler. Bu halk işsiz ve çaresiz. Onlara sıkıntılarını ve çözüm
yollarını anlatırdım, onları ikna ederdim. Ben boşuna Kent Meclisleri demiyorum. Dört dörtlük Van demokratikleşmeden,
dört dörtlük Batman demokratikleşmeden, dört dörtlük Diyarbakır demokratikleşmeden çözüm gelişmez. Mesela Van'ın
bir milyon nüfusu var, onlara gitseniz ve onları ikna etseniz zaten bunlar çözümü dayatırlar. Devlet bunların karşısında
duramaz ki, böyle çözüm gelişir.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
BİZİM İSTEDİĞİMİZ KENDİ DİLİMİZLE, KÜLTÜRÜMÜZLE ÇOCUKLARIMIZI YETİŞTİRMEK
Bizim istediğimiz kendi dilimizle, kendi kültürümüzle çocuklarımızı yetiştirmek. Daha önce anlatmıştım benim bu
konuda çocukken kültür ve dilim için annemle mücadelemi. Çocuklar kendi dili ve kültürüyle yetiştirilmelidir. Başkalarının
kültürüyle yetişen çocuk o kültürün çocuğudur. Ben başka kültürleri öğrenmesinler demiyorum, ancak önce kendi
kültürlerini öğrenmelidirler. Bizim amacımız kültürümüzü, dilimizi, sanatımızı nasıl yaşatırız, bunları nasıl yaşarız'dır.
İnsanın kendi dilini, kültürünü, sanatını yaşaması son derece doğal bir şeydir. Buna kimse karşı çıkamaz.
Bölgedeki, Diyarbakır'daki bu sermaye kesimi de Kürtlere ilişkin projelerini ortaya koymalıdır. Öyle şuraya
buraya bakarak değil, kendi projelerini ortaya koymalıdırlar.
2011 YILI DEMOKRATİK SEFERBERLİK YILI OLMALI
“Hannah Arendt'in kitaplarını Politikayla ilgilenen herkes okumalıdır. Çok önemli tespitleri var. Siyaset sanatı,
siyaset felsefesi hakkında çok doğru tespitleri var, benim tespitlerimle çok örtüşüyor.
Muş c.evi, Diyarbakır D Tipi c.evi Bitlis c.evi Siirt c.evindeki arkadaşlardan gelen mektuplar var. Tüm c.evindeki
arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Hasta olan arkadaşlara özellikle selamlarımı iletiyorum.
Bölgedeki Ezidilerin, Hıristiyanların, Asurilerin yeni yılını kutluyorum. Bizim demokratik çözüm projemize onlar
dahildir, onlar da bu demokratik çözüme güç versinler. Bizim demokratik çözüm projemize Irak'taki Türkmenler, İran'daki
Türkler (Azeriler), diğer halklar hepsi dahildir, herkes içindir. 2011 yılı Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünün
geliştiği bir yıl olabilir. Bütün halkımız demokratik seferberlik ruhuyla hareket etmeli. 2011 yılı demokratik seferberlik yılı
olmalıdır.”
VAN’DA KÜLTÜR MERKEZİ YAPILABİLİR
“Van'da Kültür Merkezi yapılabilir. Güzel bir yerde, mesela Van Gölü'nün kenarında olabilir. Örneğin tarihte Babil
Kralı'nın kızı için yapılan saray ve bahçesi de olan bir şey yapılabilir. Hatta bu Kralın kızı için yapılan saray, dünyanın
harikalarından biri sayılıyor. Güzel, geniş, mermerden yapılan, halkın çalışabileceği ve halk için kültür merkezi yapılabilir.
Urartuların merkezi konumundadır Van. Urartuların oradaki uygarlığı belirgindir, çok katkısı olmuştur. Tabi bu proje
düşünülmelidir, güzel ve geniş bir yerde bahçesi de olan bir kültür merkezi inşa edilebilir. Eğlence merkezi tarzında değil;
kültür merkezi sadece Van için de değil, bölgesel olmalı. Aynı şekilde Diyarbakır ve Batman'da da yapılabilir.
Aram için Diyarbakır'da kendi sanatının, müziğinin de içinde bulunduğu bir müze olabilir. Sadece Aram değil
genel olarak sanata yönelik, dengbejleri ve diğer sanatçıları da kapsayan bir merkez yapılabilir. Bunların hepsini içine
alabilecek daha komplike, daha geniş bir merkez açılabilir. Diyarbakır'da Dicle kenarında olabilir. Aram'ın naaşını ileride
getirmek gerekecek.
Hakkari Yüksekova'da Sedat Karadağ'a ve ailesine özel selamlarımı iletiyorum. Batman, Muş, Van halkımıza
selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Hizbullahçıların bırakılması
tesadüf değildir
Hizbullahçıların serbest bırakılmasına sert tepki gösteren Öcalan, “Bu Hizbullahçıların bırakılması tesadüf
değildir. Bazı şeylerin hazırlığı yapılıyor olabilirler. Zamanında Sol'u milliyetçilikle bitirdikleri gibi demokratik Kürt
hareketini siyasal İslam’la bitirmek için yapılan bilinçli politikalardır ve birbiriyle bağlantılıdır” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede cezaevi koşulları ve
sağlık sorunlarına değinen Öcalan, “Benim sağlığım toplumsal gerçekliğimizle bağlantılıdır. İşte görülüyor Türkiye
toplumu ne hale getirildi! Üniversite gençliğinin hali ortada, apolitikleştirildiler. Sol paramparça, bir araya gelemiyor. Sol'u
bitirmek için MHP'yi kullandılar. CHP deseniz, bir şey çıkacağı yok, Mustafa Kemal'i bile hala anlayamıyorlar. Türkiye'de
tek muhalif dinamik olarak Kürtler kalıyor ama onlar da gerekenleri yeterince, gerektiği gibi yerine getiremiyor, etkisiz
kalıyor. Beni, sağlığımı asıl zorlayan bu durumdur. 12 yıldır burada bu tespitleri yapıyorum, kendimce çözüme yönelik
öneriler geliştiriyorum ama bir türlü gerçek anlamda yol katedemiyoruz. Fiziksel sorunlarım da var elbette, örneğin bu
nefes alma konusundaki sorunlarım, bir türlü bitmiyor. Ama bunlarla bir şekilde başa çıkıyorum. Asıl olarak toplumsal
sorunların çözümsüz kalması, toplumsal gerçeğin anlaşılmaması beni zorluyor” dedi.
Öcalan, şöyle devam etti:
DERLEYEN : AZAD BADIKI
HİZBULLAH’IN BIRAKILMASI TESADÜF DEĞİLDİR
“Hizbullah meselesini takip etmeye çalışıyorum. Bu nasıl olur, Diyarbakır'a nasıl yaparlar bunu! Diyarbakırlılar
buna nasıl müsaade eder? Bu katilleri, canileri, vahşice cinayet işleyenleri -işte insanların cesetleri çuvallarda, yer altında
çıkarılıyordu- bırakıyorlar ve halaylarla, kutlama havasında karşılanıyorlar! Bütün bunlar Diyarbakır'da oluyor. Diyarbakır
onbinlerce evladını verdi. Orada gençlerimizi vahşice doğradılar. Anlamıyorum, Diyarbakır'da nasıl oluyor bunlar,
Diyarbakır'da yüzde seksen oy alınıyor, nasıl oluyor? Diyarbakır halkı yurtseverdir, bilinçlidir ama demek ki
örgütlenemiyorlar, onlara öncülük yapılamıyor!
Bunların bu şekilde bırakılması tesadüf değildir, bazı şeylerin hazırlığı yapılıyor olabilir. Bu adamlar sıradan
suçlular değildir. Bu katilleri öyle sıradan suçlularmış gibi bırakamazlar. Eğer bizimkilerin içinden böyle benzer canice
işler yapanlar varsa onları da bırakmasınlar. İşte o Konca Kuriş meselesi hafızalardadır, kadını ne şekilde öldürdükleri
biliniyor. Sanırım farklı feminist düşünceleri de vardı. Aslında vahşice katledilen Konca Kuriş şahsında katledilen bütün
kadınlardır.”
ÇARŞAFLI ÖZGÜRLÜK MÜ OLUR?
“Kadın meselesiyle ilgili çok yazdım, bu meseleye nasıl baktığımız biliniyor. Savunmalarımda da bu konuya
önemli bir yer verdim. Kadın sorunu bütün sorunların temelidir, kadının özgürlük meselesinin halledilmesi genel olarak
toplumsal özgürlük mücadelesinin çözüme kavuşturulması demektir. Kadın derken cinsiyetçi anlayışla söylemiyorum.
Amerikalı bir yazarın geçenlerde bir kitabını okudum, kadın bir yazar, Amerikan feminist yazarın yaptığı tespitlere ben de
katılıyorum, objektif yazmış. O biyolojik feminizm ve kültürel feminizm ayrımı yapıyor. Tabi işin siyasi boyutu da var.
Kadının siyasal mücadelede yer alması çok önemli. Bu noktada kadın çalışması daha da önem kazanıyor. Özgürleşmiş
kadın, tek başına değil, erkeği de katarak, erkek egemen zihniyete ve iktidara karşı birlikte mücadele etmelidir. Binlerce
yıldır devam eden bu tecavüz kültürüne artık son verilmelidir. Tecavüz kültürünü aşarak özgür kadını yaratmak gerekir.
Yanlış anlaşılmasın, ben evliliğe de karşı değilim ama eşit olmayan, erkek egemen koşullardaki evlilikler birbirini
bitirmeye götürüyor. Aslında bugünkü kadınlık ve erkeklik anlayışı verili bir anlayıştır. Kadın, oluşturulmuş bu kimliğe göre
binlerce yıldır sömürülmektedir. Emeğinin karşılığını alamamaktadır. Örneğin bu Hizbullah vb. dini anlayışlar kadını
kapatıyorlar, toplumdan izole ediyorlar, hadi türbanı bir tarafa bırakalım, bu çarşaf mı burka mı onun içine kapatıyorlar,
tepeden tırnağa kapalı, yüzleri bile görünmüyor. Böyle özgürlük anlayışı mı olur? Kadının bu şekle sokulması özgürlükle
açıklanabilir mi? Gerçek İslamiyette de böyle bir şey yok, bunların zihniyetinin İslamiyetle bir alakası da yok.”
“Geçen ilginç bir haber dikkatimi çekti. Mardin'in bir köyünde oluyormuş galiba. Mardin'in bir köyünde erkekler,
Fas'tan kadınları gelin getiriyorlarmış kuma olarak. Bu kadınların bir kısmı birkaç dil biliyor, içinde öğretmen olanlar var.
Birkaç eşi ve onbir-oniki çocuğu olanlara kuma olarak geliyorlar. İlginç bir durum. Benim okuduğum haberde bu şekilde
yetmiş-seksen evlilikten bahsediliyor. Fas Arapların etkisinde ama Yahudilerin de bir egemenliği var. Ve bütün bu olanlar,
yaşananlar planlı olabilir. Bu şekilde kadınlar kullanılmış oluyor. Hem de Siyonizm bu şekilde Mardin'e de el atmış oluyor.
Daha önce Urfa'da da aynı şekilde örneğin Harran eski belediye başkanı dört kadının üstüne yanılmıyorsam Ankara'dan
bir kadını kuma alarak evleniyor. Daha sonra bu kadın AKP milletvekili oluyor. Bu, kadının nasıl kullanıldığının bir diğer
göstergesidir. Yine Urfa'da İsraillilerin binlerce dönüm toprak aldıkları söyleniyor. İşte mayınlı arazilerin temizlenmesi işi
de İsrail firmalarına verilmişti. Filistin'e de bu şekilde toprak satın alarak vb. şekilde yerleştiler, sonra devletlerini kurdular.
Arap devletleri sesini çıkarmadı. Özellikle tekrar belirteyim, yanlış anlaşılmasın ben anti-Semitist değilim. Yahudilerin de
bütün halklar gibi Ortadoğu'da barış içinde yaşama hakları var. Hatta gelip bölgede toprak alıp yaşayabilirler ama bunu
açık açık yapmalılar, art niyetleri, gizli ajandaları olmamalıdır. Aynı şekilde Arap halkıyla da bir sorunumuz yok, birçok
Arap dostumuz, arkadaşımız var, yanlış anlaşılmak istemiyorum, ben Şam'da yıllarca kaldım ama Arap devletleri,
örneğin Suudi sermayesi İsrail'e destek oluyor, ses çıkarmıyorlar.”
50 BİN KİŞİLİK ÖZEL PARALI ORDU KİMİN İÇİN KURULUYOR?
“Özsavunmayla ilgili söylediklerim galiba yanlış anlaşılmış. Bizim siyasetçileri de anlamıyorum onlar da yanlış
ele alıyorlar, beceremiyorlar. Yerinde ve zamanında gerekli olanı yapamıyorlar, siyaset yapmayı bilmiyorlar. Gerektiği
gibi siyaset yürütemedikleri için ben burada o kadar zorlanıyorum. Siyaseti iyi yapamıyorlar. İşte bu katilleri, canileri
serbest bıraktılar. Bunların ne yapacakları belli değil. Öte yandan 50 bin kişilik özel paralı ordu kuruluyor. Bunu kim için
ne için kuruyorlar. “Terör” için kuruyoruz diyorlar, operasyon için diyorlar, operasyon başına para alacaklar deniliyor.
Kime operasyon yapacaklar, “Terör” dedikleri Kürttür, Kürt halkıdır. Bunlar Kürt halkıyla savaşacaklar. Bunların hepsi
bölgeye gönderilecekmiş! Şimdi böyle bir ordu neden kuruluyor? Bir yandan sorunun diyalogla çözümünü istiyoruz
diyorlar öte yandan bu hazırlıklar yapılıyor, Hizbullahçılar bırakılıyor. Ben anlamıyorum, bizim siyasetçiler bunu
görmüyorlar mı, niye sormuyorlar, bu ordu ne zaman kiminle savaşacak? demiyorlar. Bunlar halkımızla savaşacaklar. Bu
durumda tabi ki Kürt halkı da özsavunmasını yapacaktır, meşru savunmasını yapacaktır. Ondan sonra da özsavunma
denince yanlış anlaşılıyor. Uluslararası hukukta, anayasada vardır, meşru savunma hakkı anayasal bir haktır. Ben neden
ısrarla Kent Konseyleri kurulsun diyorum. Meşru savunma tehlikeleri anlamak, kendini korumaktır."
AMED KONSEYİ MEŞRU SAVUNMAYI TARTIŞMALI
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Kongre ve Amed Konseyi toplanmalı, meşru savunmayı tartışmalıdır. İşte Hizbullahçılar bırakılıyor, özel ordu
kuruluyor, geçmişte cumhuriyetin başından bu yana yapılan katliamlar var, kültürel soykırım devam ediyor, ayrıca
bölgedeki dini örgütlenmeler hızla sürüyor. On bin imam kadrosundan bahsediliyor, cemaatler var. Bütün bunları birarada
düşünmek gerekiyor. Kongre ve Amed halk konseyi toplanıp bütün bunları tartışmalı. Meşru savunma işte budur. Bu
şekilde toplanıp tartışmak, tehlikenin farkında olmak gerekir. Gerektiğinde işte halkımız sokağa dökülüyor ama bu katiller
böyle bırakılırken niye sessiz kalınıyor, mitingler, yürüyüşler yapılmıyor? Herşey benden beklenmemeli, herşeyi benim mi
söylemem lazım, kendileri bunları düşünmelidir. Bir yandan devlet bir yandan örgüt herşeyi benden bekliyor, ben ise
burada nefes bile almakta zorlanıyorum. İşte benim sağlığımı asıl zorlayan budur. Daha önce de ifade ettim, Kent
Konseyinde Diyarbakır'ın bütün kesimleri gelip yerini alabilirler, orada her şeyi özgürce tartışabilmelidirler. Bu
Hizbullahçılarla da konuşulur, diyaloga geçilir, eğer eski tarzlarında devam etmeyeceklerse, özeleştirilerini yapmışlarsa,
hatalarından ders çıkarmışlarsa, bundan sonra kendilerini legal olarak ifade edeceklerse onlar da çağrılır, hem
Konsey'de hem Kongre'de kendilerini temsil edebilirler. Eğer eski tarzda devam edeceklerse o zaman meşru savunma,
öz savunma devreye girer, onlara Diyarbakır'da yer verilmez. Yine Sanayi Odası ve diğer çevreler de, Kongre ve
Konsey'de yerlerini almalılar. Burada tartışmalara, kararlara katılmalılar. Sadece devletten ihale ve para alıp oturmakla
olmaz.
ÖZERKLİK DEMOKRATİK TOPLUM ÖRGÜTLÜLÜĞÜDÜR
“Demokratik özerkliğe ilişkin de bir iki şey belirtmek istiyorum, o da tam anlaşılmıyor. Ben ısrarla belirtiyorum.
Bizim bu çözüm modelimiz devletçi bir çözüm modeli değildir, devlet hedeflemiyor. Bazı yazarlar ya anlamıyorlar ya da
bilinçli şekilde çarpıtıyorlar. Benim farklı bir bakış açım var. Ben toplumun ve devletin tarihini ayrı ayrı ele alıyorum. Bizim
savunduğumuz sistem demokratik bir toplum modelidir, devlet modeli değildir, toplumun örgütlülüğüne dayanıyor.
Toplum içinde hiyerarşi ve devlet ortaya çıktığından beri ona karşıt-paralel olarak sivil toplum örgütlülüğü de her zaman
var olmuştur. Bu ikisi devlet-iktidarla sivil toplum bugüne kadar hep çatışarak gelmiştir. Ben devlet-iktidar karşıtı
kesimlere zaman zaman politik ve ahlaki toplum da diyorum, demokratik toplum olarak da adlandırıyorum. Önerdiğimiz
sistemi bazen Demokratik Özerklik bazen Demokratik Konfederalizm olarak da isimlendiriyorum. Öyle sanıldığı gibi
federatif bir yapılanmayı da hedeflemez. Toplumun demokratik örgütlenmesi, demokratik yönetimi ile ilgileniyoruz.
Bunları savunmalarımda geniş şekilde açımlamıştım. Geldiğimiz 20. ve 21. Yüzyıl itibariyle bu iktidar ve devlet
yapılanması ulus-devlet şeklinde olmuştur.”
PARADİGMAMIZI OKUYAMIYORLARI
“Geçmişte toplumda iktidar ve devlet ortaya çıktıktan sonra bugüne dek değişik aşamalar katederek ulusdevlete kadar gelmiştir. Ama bütün bu aşamalar birbirleriyle bağlantılıdır. Ulus-devlet yapısını kazın, altından ortaçağın
teokratik devletı çıkar. Aynı şekilde onun da altında ilkçağların köleci devleti çıkar. Aslında bugünkü ulus-devlet
sistemiyle geçmişteki devlet yapılanmaları arasında temelde bir fark yoktur. Yine herzamanki gibi egemen sınıf vardır,
iktidar ve devlet vardır ve öbür tarafta da sömürülen halk yığınları, kesimleri vardır. Geçmişte köle, günümüzde ücretli
köledir. Günümüzde birçok insan ücretli köle gibi çalışıyor, hatta bir kısmı köleden de beter iş bile bulamıyor, işsiz. İşsizlik
en kötü durumdur. Bu nedenle devletçi, iktidar odaklı yaklaşım çözüm önerimiz olamaz, bunlar çözüm değil sorun
doğuran yapılardır. O yüzden bizim sistemimizde tarihin başından beri toplumun dinamik, direnen yapıları esastır.
Demokratik toplumu güçlendirmeye çalışıyoruz amaç budur.
Savunmalarım okunursa orada daha detayları var. Bizim yaklaşımımız tamamen farklı olduğu için onlar bunu
anlayamıyorlar, klasik yaklaşımlarının dışına çıkamadıkları için farklı bir model olabileceğini düşünemiyorlar. Bunlar çok
geriden takip ediyorlar, paradigmamızı okumuyorlar, incelemiyorlar. Biz paradigmamızın değiştiğini, yeni bir ulus-devletin
soruna çözüm olamayacağını yıllardır söylüyoruz.”
SOL MİLLİYETÇİLİKTE, KÜRT HAREKETİ İSE SİYASAL İSLAMLA BİTİRİLMEK İSTENİYOR
“Türkiye'de Sol, MHP'nin ulusal-milliyetçiliği kullanılarak ezildi, marjinalleştirildi, bu hale getirildi. Bugün aynısını
siyasi İslam kullanılarak Kürt hareketine yapmak istiyorlar. Bunu görmek ve uyanık olmak gerekir. Bu nettir. Bu
Hizbullahçıların bırakılması, bu binlerce imam kadrosu, bölgedeki cemaatler, özel paralı ordu kurulması vb. çabalar hep
zamanında Sol'u milliyetçilikle bitirdikleri gibi demokratik Kürt hareketini siyasal İslam’la bitirmek için yapılan bilinçli
politikalardır ve birbiriyle bağlantılıdır. Sormak gerekiyor bu Hizbullahçıların arkasındaki para nereden geliyor? Artık eski
klasik sömürge yöntemleri kullanılmıyor, küresel finans bütün dünyaya hükmediyor, dizayn ediyor. Sanırım İngilizlerin bir
sözüydü, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra söyleniyor; “artık sömürmek için ülkeleri klasik yöntemlerle, askeriyeyle top tüfekle
işgal etmeye gerek yok. Bunun başka yollarını bulmak gerekir” diyorlardı. Bugün Küresel finansın yaptığı şey işte budur.
Bu anlamda Türkiye, dünyanın en çok sömürülen ülkelerinden biridir. Bu uluslararası sermaye boşuna mı Türkiye'ye
yatırım yapıyor? Sözümona Türkiye'de üretimin arttığı söyleniyor, bu gerçekçi değil. Üretilen malların ara ürünlerinin
çoğu yurtdışından geliyor, Türkiye'de montajı yapılıyor ve tekrar yurtdışına gönderiliyor. Asıl büyük kârı, uluslararası
sermaye bu şekilde Türkiye'den çekiyor. Türkiye'deki çalışanlar karın tokluğuna çalıştırılıyorlar. İş bulamayan milyonlar
da çabası. Yine bölgeye yapılan ve uluslararası sermayenin de destek verdiği HES'ler var. Hem cüzi bedellerle
vatandaşın toprağını elinden alıyorlar hem de ekonomik olarak kendilerine bağlıyorlar, büyük ekonomik çıkarlar elde
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ediyorlar. Verimli topraklar baraj altında kalıyor, kullanılamıyor. Bu da o yörede tarımın yok olmasına, işsizliğe neden
oluyor. Bu kadar büyük paralarla yapılan barajlar da onbeş-yirmi yıl içinde toprakla doluyor, kullanılamaz hale geliyor.”
AKDENİZ KIYILARI PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR
“Asıl büyük tahribat ise çevre katliamıdır. Ilısu Barajı, Dersim'de ve bölgedeki birçok yerde yapılmak istenen
barajlar var. Doğa ve tarih yok ediliyor, vadiler yok ediliyor. Bizim Halfeti oralar da o verimli topraklar da sular altında
kaldı. Güzelim Karadeniz kıyıları, doğası aynı şekilde yok ediliyor, sular altında bırakılıyor. Akdeniz kıyıları da turizm adı
altında belli sermaye çevrelerine peşkeş çekiliyor, plaj falan kalmamış durumda. Mesela Antalya. Dünyanın değişik
yerlerinde maddi durumları iyi olanlar burada yiyip içip eğleniyor. Ama oraların yerli halkı sadece köle gibi, karın
tokluğuna çalıştırılıyorlar. Türkiye'de yaşayan insanlar bu nimetlerden yararlanamıyor. Mesela orada yaşayan
Sarıkeçililerin durumu ortadadır, artık konaklayacak yayla ve kışlak bile bulamıyorlar, hayvanlarını otlatacak yer-mera bile
bulamıyorlar. Antalya'da bu yapılanlara turizm adına yatırımlar deniyor, oysa turizm bir yatırım ve kalkınma aracı
sayılamaz. İşte tüm bu yaşananlar kapitalist modernitenin yarattığı tahribatlara bazı örneklerdir. Kapitalist modernite
bunları dört yöntemle milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve bilimcilikle örtbas ederek, halkları esir alıyorlar. Milliyetçilik işte
küresel finansın kullandığı bir yöntemdir, biz bu tuzağa düşmeyeceğiz, bu nedenle milliyetçiliğe karşıyız,
paradigmamızda milliyetçiliğe yer yoktur. Aynı şekilde kullanılan diğer yöntem cinsiyetçiliktir. Binlerce yıldır kadın, bu
yöntemle eve hapsedilip sömürülüyor. Biz bunu da reddediyoruz. Yine dincilik de kullanılan diğer bir yöntemdir, işte bize
karşı bölgede yapılan budur. AKP bunu iyi kullanıyor. Söylediğim gibi bunların gerçek İslam’la bir ilgileri yoktur, tamamen
küresel sermayenin çıkarlarına göre uygulanan politikalardır. Bilimcilik de bütün bunları perdelemek için kullanılmaktadır.
Bunların laikliği de sadece sözde kalmaktadır. İşte Türkiye'de Diyanet adeta devletle birbirine yapışık durumdadır.
Devlet, diyanet vasıtasıyla dini kendi politik çıkarlarının aracı olarak kullanıyor.”
ÇÖZÜM İSTEYENLER İÇERDE İSTEMEYENLER DIŞARDA!
“Önemli bir değerlendirme daha yapacağım. Bu değerlendirme tarihi ve aslında biraz da özeleştirel bir
değerlendirme olacak. Bugüne kadar Ergenekon yargılamalarıyla birlikte devletteki gladionun jitemvari yapıların tasfiye
edildiği söyleniyordu. Biz de biraz böyle düşünüyorduk. Aslında olanlar tam da böyle değildir. Bu konu üzerine sürekli
düşünüyorum. Geçenlerde buradaki arkadaşlarla da tartıştım. Nasıl fark etmemişiz bugüne kadar? Bu nedenle özeleştiri
diyorum. Sanırım Hanefi Avcı'nın kitabında da geçiyormuş. O da çözüm konusunda benimle görüşülmesi taraftarıymış,
bunu öneriyormuş ve şimdi içeride ve Ergenekon'dan yargılanıyor. Yine geçmişte benimle burada çözüm amacıyla
görüşen bazı isimler de Ergenekoncu diye yargılanıyor. Aslında Ergenekoncu diye tasfiye edildiği söylenenlerin bir kısmı
çözüm yanlısı isimlermiş. Ama asıl Gladionun çözümü istemeyen kesimleri dışarıda bırakılmıştır, onlar hala dışarıdadır
ve AKP bunlarla uzlaşmıştır. Deşifre olmuş Veli Küçük gibi, karanlık, cinayet işleyen, darbeci isimlerin yanına çözüm
isteyen, hatta geçmişte benimle burada çözüm amacıyla görüşen isimleri de bunlarla ilişkilendirerek bu şekilde asıl
çözüm yanlılarını tasfiye ediyorlar. Geçmişte biliniyor mesela Cem Ersever -jitemin bizzat kurucusudur, yüzlerce, binlerce
faili meçhule neden oldular- ama daha sonra yanlış yaptıklarını, sorunun bu yöntemlerle çözülemeyeceğini anlayıp dile
getirince tasfiye edildiler. Yani insanlar zamanla yaptıkları hatadan dönebiliyorlar. Bugün içinde bulunduğumuz durumda
AKP, asıl çözüme karşı olan ve dışarıda olan Gladiocularla-Ergenekonla anlaşmıştır ama çözüm yanlısı olan bazı
şahısları da Ergenekon'la ilişkilendirilerek içeri atarak, çözüm isteyenleri bu şekilde tasfiye ediyor. AKP'nin özel ordu
kurma çabaları, Hizbullah'ı bırakması bundan ayrı düşünülemez.”
“Meşru müdafaa doğal, yasal, anayasal bir haktır. Hatta mevcut anayasada bile vardır. Kongre ve Konsey'lerde
toplanıp, bu konuyu etraflıca tartışıp, biz anayasal hakkımızı kullanmak istiyoruz, denilebilir. Ayrıca öyle bireysel hak,
kolektif hak ayrımı da doğru değildir. Kürtler kendilerine yönelik saldırılara karşı kendilerini savunmasınlar mı? Böyle bir
düşünce olabilir mi? Elbette kendini savunacaktır, doğal olan da yasal olan da budur.”
KART GÖNDEREN YÜKSEKOVALI BERİTAN’A TEŞEKKÜRLER
“Cezaevinden gelen mektuplar var. Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Çınar ve Urfa'daki
halkımıza selamlarımı iletiyorum. Urfa'daki çalışmalar da hızlandırılmalı, Kent Konseyi ve mahalle meclislerini kurmalılar,
geç kalmamalılar, ciddi çalışmalar yapılmalıdır.
Yüksekova'da küçük bir kız çocuğu, Beritan Baban isminde. Kürtçe yazılmış bir yeni yıl kartı göndermiş.
Teşekkür ediyorum. Beritan Şahsında Yüksekova ve Hakkari'deki bütün çocuklara özel selamlarımı, sevgilerimi
gönderiyor, yeni yıllarını kutluyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Mart'ta çekilebilirim
PKK lideri Abdullah Öcalan, bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart’la birlikte aradan çekilebileceğini
söyleyerek, “Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir.
Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart'ta çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir” dedi.
Öcalan’ın Çarşamba günü gerçekleşen haftalık olağan görüşmesinde güncel gelişmeler ve tarihsel alt yapıları
konusunda önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi. Kürt sorununun çözümünde hükümetin tavrının önemli olacağını
belirten Öcalan, Mart ayına kadar güven verici bazı pratik adımların atılması gerektiğini kaydetti. Tahliye edilen
Hizbullahçıları da değerlendiren Öcalan, burada yaratılmak istenenin “Kürt Haması” olduğunu ancak bunların şebeke
olduğunu vurguladı. Öcalan, Kürtleri de özsavunma yöntemlerini geliştirmeye çağırdı.
Yazdığı savunmalarına değinen Öcalan şunları söyledi:
YOL HARİTASINDAKİ 10 İLKE
“2009 yılında savunmamın bir parçası olarak hazırlayıp sunduğum Yol Haritası sanırım AİHM'e ulaşmış. O
dönemin günceline cevap olmak için acelece ve taslak halinde yapılmış bir çalışmaydı. Yol haritasında işlediğim konuları
son savunmamın V. cildinde çok ayrıntılı ve çok daha derinlemesine işledim. Yol haritasında işlediğim konular bu yönüyle
aşıldı. Ancak yine de yararlanılabilir. Bazı bölümleri ise hala büyük oranda uyduğumuz bölümlerdir, özellikle çözüm
modelleri başlığı altında işlediğimiz konular. Büyük oranda orada bahsettiğim çözüm modeli halen geçerlidir, buna
uymaya ve uygulamaya çalışıyoruz. Bu yönüyle de değerlendirilebilir. Yol haritasında bahsettiğim özellikle çerçevesini
çizdiğim on ilke önemlidir. Bu ilkelerin kapsamlıca tartışılması ve anlaşılması gerekiyor.”
ÖZERKLİK ÇALIŞMALARI HALKA KAVRATILMALI
“Diyarbakır'daki Kongre bazı çalışmalarda geç kalıyor. DTK Demokratik Özerklik Çalışmasını eksik ele aldığını
ifade etmiştim. Ben defalarca demokratik özerklik çalışmalarının öncelikle topluma yedirilmesi, halka kavratılması, kendi
içinde tartışılması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu altyapı oluşturulmadan, bunlar tamamlanmadan sanki ilan anlamına
gelen bir çalıştay yapıldı, bu da yanlış anlamalara yol açtı. Demokratik özerklik tartışmaları başlangıçtır, bu bir starttır.
Benim burada dile getirdiğim bazı hususlar kamuoyunda yanlış tartışılıyor, eksik ele alınıyor. İşler bu şekilde gitmez. İşte
demokratik özerklik meselesi de böyle yüzeysel ele alındı. Ben bu projenin topluma yedirilmesi, halk içinde özce
tartışmaya açılmasından bahsettim. Ancak bunlar yapılmadan hemen kamuoyuna bir nevi ilan şeklinde yansıtıldı.
Altyapısı daha iyi hazırlanabilirdi. Hazırlıksız, altyapısı tam oluşturulmadan ele alınması yanlış anlaşılmaları da
beraberinde getirdi. Yine Hizbullah'a ilişkin değerlendirmelerim de öyle. Bu konular ele alınırken tarihsel arka planıyla,
tarihsel çözümlemelerle birlikte ele alınması gerekiyor. Sadece güncel boyutuyla ele alınırsa ne dediğimiz de anlaşılmaz,
yetersiz kalır. Yaptığımız her işin bir anlamı, derinliği olmalıdır.”
AKP HEGEMONİK GÜCÜNÜ İNŞA ETMEYE ÇALIŞIYOR
“AKP'nin hegemonik gücünü kurmaya çalıştığı yönündeki tespitlere yakınım. AKP'nin hegemonik gücünü
kurmaya çalıştığına büyük oranda ben de inanıyorum. Böyle bir tehlikenin işaretleri var. Burada AKP konusunda oldukça
yoğunlaşıyorum, son dönemlerde kafa yoruyorum, anlamaya çalışıyorum. Ulaştığım sonuçlar büyük oranda AKP'nin
DERLEYEN : AZAD BADIKI
hegemonik gücünü inşa etmeye çalıştığı yönündedir. Bu noktada medya da dahil her yeri ele geçirmeye çalışıyorlar.
Bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışı birçok kesimin de dikkatini çekiyor sanırım. Bazı bilim
adamları, felsefeciler bu konuda tartışmalar yürütüyor, yani modernlik kavramı etrafında ciddi tartışmaların yürütüldüğünü
görüyoruz. Bu tartışmaların bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum.
ANLAYIŞIMIZ ÖZGÜR YURTTAŞI HEDEFLER
Türkiye'de hegemonik güç savaşının yüz yıllık geçmişi vardır. Ta Enver Paşa dönemine kadar dayanır.
1920'lerde bunun işaretlerini görürsünüz. Türkiye'de bugüne kadar ortaya çıkan iki türlü hegemonik güç anlayışı var.
Birincisi CHP'nin başını çektiği laik-cumhuriyetçi hegemonya. İkincisi ise AKP'nin başını çektiği Türkçü-İslamcı
hegemonya. Biz bu iki hegemonyayı da reddediyoruz. Bizim geliştirmeye çalıştığımız üçüncü yol, demokratik modernite
anlayışıdır-yoludur. Bizim demokratik modernite anlayışımızda insan haklarına saygılı, demokratik yasal-anayasal bir
sistem vardır. Özgürlükçüdür. Özgür yurttaşı hedefler. Biz ne federalizm istiyoruz ne konfederalizm istiyoruz. Ayrı bir
devlet de istemiyoruz. Bir devlet verseler de kabul etmeyiz. Biz halk olarak, Kürtler olarak Cumhuriyet içinde demokratik
haklarını kullanabilen özgür yurttaşlar ve özgür toplum olarak birlikte yaşamak istiyoruz”.
HEGEMONİK GÜÇ SAVAŞININ 100 YILLIK TARİHSEL TEMELİ VAR
“Dediğim gibi Türkiye'de bu iki hegemonik güç savaşının yüz yıllık tarihsel temeli var. Laik-Cumhuriyetçi
hegemonya, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, 1920'lerde Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı sonucu ortaya
çıktı. Bu ittifak sonucu yeni cumhuriyetin inşasına gidilirken kendisince tehlikeli gördüğü bütün toplumsal kesimler tasfiye
edildi. Bu ittifakın arkasındaki hegemonik güç ise İngiltere'dir. Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı -bu ittifakın
içerisinde Yahudilerin entelektüelleri de vardır- bir nevi bugün Beyaz Türkçü denilen anlayışın da alt yapısını oluşturur,
onu temsil eder. O dönem Yahudilerin bir devleti de yoktu o nedenle yönlerini Anadolu'ya döndüler, burada etkin oldular.
O dönem ortaya çıkan tablo, daha önce de değinmiştim bir nevi proto-yahudilik, proto-İsrail’dir. Bir nevi İsrail devletinin
ön biçimiydi. O dönem yaratılan buydu. Bu ittifak yani laik-Cumhuriyetçi hegemonya 1923-1950 arası sisteme tam
hakimdir. Bu arada kendisine zararlı gördüğü bütün toplumsal kesimleri tasfiyeye yönelmiştir. Kürtlerin devlet içerisindeki
sürekliliği, ağırlığı bu dönemde sona erdirilmiştir. Bu tasfiye, çeşitli provokasyonlarla sağlanmıştır. Şeyh Sait’e karşı
yapılan provokasyonu gibi. Bu döneme kadar süren Kürtlerin devletsel sürekliliği-ağırlığı komplolarla provoke edilip
isyana teşvik ve sonrası askeri müdahalelerle sonlandırılmıştır. Böylece Kürtler sistem dışına atılmıştır. Yine İslamcılar
da aynı şekilde yaratılan provokasyonlarla tasfiye edilmiştir. İşte o şapka devrimi adı altında Kastamonu'da Atıf Hoca ve
Menemen örnekleri gibi olaylarla İslamcılar provoke edilip ardından bastırılarak tasfiye edilmiştir. Bunlar daha sonra
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nda da bir araya geldiler. Tekrar bir araya gelip bu partide toplansalar da darbelendiler,
partileri kapatıldı. Bu dönem Mustafa Kemal, sadece bir simge haline getirilip tamamen etkisizleştirildi. Cumhuriyetin
kuruluşunda önemli roller alan meşhur dört paşa da zaman içerisinde tasfiye edildiler. Bu dönem yine sosyalistlerin de ilk
tasfiye dönemidir. İşte bu tasfiyeler dönemi CHP öncülüğündeki laik-cumhuriyetçi hegemonya dönemidir.”
AĞCA PAPAYA SUİKAST İÇİN KAÇIRILDI
“1950'den sonra Türkiye'nin NATO'ya üye olmasıyla birlikte 1950-80 arası bu laik-cumhuriyetçi hegemonya
biraz farklılaşsa da etkinliğini sürdürdü. Öyle ki kendi hegemonik anlayışı dışına çıkan herkesi darbelerle tasfiye
etmekten de çekinmedi. Adnan Menderes'in başına getirilenler buna en iyi örnektir. Çünkü Menderes biraz bu
hegemonyanın dışına çıkmak istedi, işte Rusya'ya gidip burada ilişkiler geliştirmek istedi. Bunlar Menderes'in sistem
dışına çıkması olarak değerlendirildi ve bu süreç Menderes'in asılmasıyla sonuçlandı. Yine Erbakan, Demirel, Ecevit
dönemlerinde de aynı şekilde olmasa da yine hegemonik müdahalelerde bulunuldu. İşte Demirel buna en iyi örnektir.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Demirel gitti-geldi, en sonunda bu hegemonik güce ayak uydurdu. Bu dönem NATO'ya üyelikle birlikte Türkiye'de Gladio
örgütlenmesi, toplumsal gelişmelere müdahalede bulunup önemli rol oynamıştır. Bilindiği gibi Gladio, NATO'nun özel
savaş örgütlenmesidir. 1980'e kadar NATO Gladiosuyla Türkiye Gladiosu tamamen birdir, özdeştir.
Daha iyi anlaşılması için bir örnekle açıklayayım. Ağca'nın Maltepe cezaevinden kaçırılması, Papa'ya suikast
düzenlemesi karşılığında yapılmıştır. Türk Gladiosuyla NATO Gladiosunun birliğinin, özdeşliğinin bir örneğidir. Büyük
oyunun bir parçası için bir Türk kullanılıyor. 1980 askeri darbesinden sonra ise aralarındaki ilişkide farklılaşmalar oldu.
1980 sonrası bu değişimi Kenan Evren'in “Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki ilişki 80'lerde farklılaştı,
'90'larda ise Türkiye Gladiosu özerkleşti’ anlamında ifadeleri çok iyi özetlemektedir. 12 Eylül askeri darbesinin ilk
yıllarındaki sonuçlarına fazla değinmeyeceğim. NATO Gladiosunun PKK üzerindeki ilk oynaması 1985 yılıdır. PKK'nin
silahlı atılımından hemen sonra, 1 yıl sonra uygulanmaya başlanmıştır. Ancak dikkat çekmek istediğim nokta şudur; 1985
yılı NATO Gladiosunun PKK'ye ilk müdahale yılıdır. 1984 silahlı atılımından hemen sonra, bir yıl sonra NATO Gladiosu
PKK ile savaşmaya başlamıştır ve bu müdahaleyi de NATO Antlaşmasının 5. maddesine dayandırmışlardır. Biliyorsunuz
NATO Antlaşmasının 5. maddesine göre NATO'ya üye devletlerden birine karşı yapılan saldırı tüm NATO üyelerine
yapılmış sayılır şeklinde düzenlenmiştir. İşte NATO bu maddeye dayanarak PKK'ye müdahalesini 1985 yılında
başlatmıştır. Türkiye NATO'nun 5. maddesinin uygulanmadığını söylüyor. Tabi bu müdahale yasal-resmi ilan edilmiş bir
kararla yapılmamıştır, açıklanmamıştır ama gizli bir şekilde Gladio tarzında, özel savaş olarak başlatılmış ve
yürütülmüştür. Biliniyor NATO Gladiosu'nun merkezi Almanya'dır. Almanya 1987 yılında PKK'yi terör örgütü listesine
alarak bir nevi NATO'nun tavrını netleştiriyordu. 1987 yılında Almanya'da alınan bu kararla PKK'nin üzerine gidildi. Onun
etkisiyle birçok yerde PKK'nın faaliyetleri yasaklandı.
EN KARANLIK DÖNEM, ÇİLLER-GÜREŞ DÖNEMİ
Son olarak da bu süreç 2000'li yılların başlarında AB'nin PKK'yi terör örgütü listesine almasıyla tamamlanmış
oluyordu. Türkiye'nin PKK ile savaşı, Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki özdeşlik ilişkisinin karakterini de
değiştirdi. Kenan Evren'in bahsettiğim sözü bunu kanıtlıyor. Çiller darbesiyle birlikte Türkiye Gladiosu bir nevi özerkleşti.
Özal'ın Kürt sorununu çözme konusundaki iyiniyetli yaklaşımı biliniyor. Hatta o dönem Özal ve Jandarma Genel
Komutanı'nın -Eşref Bitlis'in- iyiniyetli çözüm çabaları vardı. Bu çabalar Gladio'yu rahatsız etmişti. Hatta hatırlıyorum bir
gazeteci, sanırım Mehmet Ali Birand idi, benimle röportaj yaptıktan sonra Özal, kendisini arayıp ona ‘sen beni çok zor
durumda bıraktın, başıma iş aştın, şimdi benim üzerime gelecekler’ dediği biliniyor. Zaten bu konuşmasından iki üç gün
sonra kendisine Kartal Demirağ tarafından suikast düzenlendi. Özal bu tehlikelerin farkındaydı. Ancak bunlardan yılmadı,
yine de cesaretlice sorunu çözmek istedi. Bu sorunun çözümüne girişmeyi tek başına yapmaya çalışması kendi sonunu
getirdi. Ve görüyorsunuz hala ölümüyle ilgili dosya kapanmamış durumda, savcılık soruşturması aşamasında devam
ediyor. Özal'ın öldürülmesiyle açıkça Çiller'in başbakanlığı ve Doğan Güreş'in genelkurmay başkanlığı dönemine yol
açıldı. Bu dönem Türkiye Cumhuriyeti'nin en karanlık dönemidir. Kenan Evren'in bahsettiği özerkleşme budur. Bu, Çiller
darbesidir. O dönem 4 bin köyün yakılması, boşaltılması ve yüzbinlerce Kürdün göçe zorlanması hatta onbinlercesinin de
katledilmesi olayları da var. Bu olaylar bile tek başına en az Ermeniler ve Rumlara yapılanlar kadar ağırdır. Ermeniler ve
Rumlara yapılan fiziki soykırımdan daha da ağır sonuçları olan bir dönemdir. Belki Ermeniler ve Rumlar üzerinde
sağlanan başarı Kürtler üzerinde sağlanamadı ancak yapılmak istenen ve amaçlanan en az Ermeniler ve Rumların
başına getirilmek istenendi.
GÖRÜŞTÜĞÜM HEYET İYİ NİYETLİ AMA NE KADAR ETKİLİ?
DERLEYEN : AZAD BADIKI
PKK'nin ortaya çıkışından sonra, o dönemde PKK'ye karşı Gladio içindeki ittifaka Güney Kürdistan yönetimi de
dahil edildi. Daha sonra Suriye ve İran da PKK'ye karşı olan bu ittifaka çeşitli şekillerde dahil edilmiştir. Biliniyor,
geçenlerde NATO, Barzani'ye NATO Barış Ödülü verdi. Bu verilen ödül de bu ittifakla bağını gösteriyor. Yine 1990'lı
yıllarda bilindiği gibi Barzani'yle, o dönem bölgede görev yapan komutanlardan Necati Özgen ve bazı itirafçılarla birlikte
çektirdikleri fotoğrafları var. Bunların hepsi o dönemki Gladio ittifakının ispatı gibidir. Bu dönem ta 1997-98 Çevik Bir
dönemine kadar devam eder. 28 Şubat sürecine kadar bu şekilde gelindi. NATO Gladiosu, Türkiye Gladiosu'nun bu
özerkleşmesinden rahatsız olmuştur. Hatta Karadayı ve Kıvrıkoğlu NATO Gladiosunun o dönem için temsilcileri gibidirler.
Bunların hareket alanları da Türk Gladiosunun etkisi altında daraltılmıştı. Bütün bu olumsuzluklar karşısında dönem
dönem Kürt sorunun çözümü konusunda bazı iyi niyetli adımlar atılmak istendi. Özal'ın girişimleri onun sonu oldu, Özal o
şekilde tasfiye edildi. Yine Erbakan dönemindeki girişimler siyaseten tasfiye biçiminde bastırıldı. Ecevit döneminde bazı
iyiniyetli girişimler oldu. Ecevit döneminde ben buradayken bazı iyiniyetli kesimler sorunun çözümü için buraya gelip
benimle görüşüyorlardı. Çözüm için çabaladıklarını söylüyorlardı.
MART’LA BİRLİKTE ARADAN ÇEKİLEBİLİRİM
Son olarak da şimdi burada görüştüğüm heyetin iyiniyetli çabalar içerisinde olduklarını görüyorum. Ancak bu
heyetin ne kadar etkili-yetkili olduğunu, hükümet üzerinde ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum. Ecevit döneminde
gelenlere de sormuştum, ‘ne kadar güçlüsünüz, çözüm için gücünüz var mı, kendinizi dinletebilir misiniz?’ şeklinde
sorular yöneltiyordum. Onlar da “merak etme bütün sorumluluk bizde gücümüz var” diyorlardı. Ancak gittiler bir daha
gelmediler, taru-mar oldular, dağıldılar. Şu anda işleyen süreç nasıl devam edecek bilemiyorum. Burada önemli olan
hükümetin tavrıdır. AKP Mart'a kadar bazı pratik adımları atmalıdır. Mart'a kadar olumlu değerlendireceğimiz,
geliştirebileceğimiz bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart'la birlikte aradan çekilebilirim. Güven kaybı ve ortamın
gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir. Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart'ta
çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir.
MART’TA GENEL DEĞERLENDİRME YAPACAĞIZ
Yine Mart'ta genel bir değerlendirme zaten yapacağız. Ancak bu şekilde giderse sorumluluk almamın da bir
anlamı kalmayacak. AKP çözüme ne kadar yakın, çözüme ne kadar hazır göreceğiz. AKP iktidarıyla birlikte Türkiye'de
faşist-İslamcı bir hegemonik güç inşa edildiği yönünde işaretler-veriler oldukça kuvvetli.
ÖZELEŞTİRİ
Yeri gelmişken bir özeleştiri yapmak istiyorum. Geçen hafta da bu konuya kısaca değinmiştim. Ben Ergenekon
davasıyla içeri alınanların daha çok çözüm karşıtı, savaş kışkırtıcılığı yapanların olduğunu düşünüyordum. Ergenekon
operasyonuyla çözüm karşıtı güçlerin tasfiye edilmeye çalışıldığını sanıyordum. Ancak ondan sonraki siyasi gelişmeler
dikkatle incelendiğinde buradaki amacın çözüm karşıtı güçlerin tasfiyesi olmadığı görülüyor. Daha ziyade deşifre olmuş,
bilinen kesimler tasfiye edildi. Ama AKP, dışarıda olup da deşifre olmamış çözüm karşıtı güçlerle anlaşıp kendi
Gladiosunu-hegemonik gücünü inşa etmenin adımlarını atıyor. Aslında AKP bu Ergenokon konusunda kamuoyunu
aldatıyor. Görüntüde çözüm karşıtlarını tasfiye ediyor gibi görünse de, özünde çözüm karşıtlarıyla anlaşmıştır. Bütün
bunların bu amaçla olduğunu düşünüyorum. Geçmişte farklı düşünüyordum şimdi böyle düşünüyorum. Hatta AKP ile
ordu arasındaki anlaşmanın temeli 2007'de Büyükanıt ve Erdoğan'ın Dolmabahçe toplantısında atılmıştır. Öyle sanıldığı
gibi AKP'nin orduyu tasfiye etmesi değil burada bir anlaşma vardır. Bu anlaşma sonucunda günümüze kadar gelen
adımlar atıldı.
BİZİM SAMİMİ MÜSLÜMANLARLA BİR SORUNUMUZ OLMAZ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Günümüzdeki Hizbullahçıların tahliyesini de AKP'nin bu yeni hegemonik güç inşası bağlamında değerlendirmek
gerekiyor. Bu tahliyeleri iki üç kişinin tahliyesi olarak görmek hatalıdır. Böyle görülürse çok basit yaklaşılmış olur. Sonuçta
bu insanlar yüzlerce insanımızı canice, insafsızca katlettiler. Sadece tahliyeleriyle de yetinmediler, bir de bunlar
Diyarbakır'ın ortasında düğün dernekle karşılandılar! Oysa bu konuda güçlü bir şekilde tepki ortaya konulmalıydı. Nasıl
serbest bırakılıp bu şekilde “kahraman” gibi karşılanıyorlar! Burada kastettiğimiz tepki bir kesimi suçlayan bir tepki değil,
yüzlerce cinayet işleyenlerin serbest bırakılmasına duyulan demokratik tepkidir. Binlerce insanımız bunların cinayetlerinin
mağdurudur. Bu somut haksızlığa karşı bir demokratik tepkidir, yoksa bir kesime yönelik değil. Benim geçen hafta
yaptığım çağrı da yanlış anlaşıldı. Ben o çağrıyı yaparken içlerindeki tek tek bireylere, samimi olanlara çağrı yaptım. Yani
içlerinde samimi-dürüst Müslümanlar varsa, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyan varsa samimi bir şekilde özeleştiri
verip özür dileyip, Kürtlerin DTK, Kent Konseyleri gibi ortak platformlarına katılabilirler. Çağrıyla bunu kastetmiştim. Bizim
samimi Müslümanlarla bir sorunumuz olamaz.”
HİZBULLAH TAHLİYELERİ SIRADAN DEĞİL
“Biliniyor daha geçenlerde cemaate uzlaşma çağrısı yapmıştım. Çözüm konusunda rol alabileceklerini
belirtmiştim. Ama öyle bir fırtına koparıldı ki bu kesimleri adeta korkuttular. Geri çekilmek zorunda bırakıldılar. Bu örnekte
de çözümsüzlükte ısrar eden güçlerin kimler olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hizbullah tahliyelerindeki zihniyetle
çözümsüzlükte ısrar eden zihniyet aynıdır. Bunlar öyle sıradan tahliyeler değildir. Bir taraftan bu katilleri serbest
bırakacaksın diğer taraftan bazı PKK'lileri zorla mahkemeye çıkartıp ceza vereceksin! Sırf bu yasadan faydalanmasın
diye zorla ceza vereceksin. Benim bile aldığım ceza birkaç haftada Yargıtay tarafından onanırken, bunların dosyalarını
tozlu raflarda on yıl bekletmenin amacı nedir? Bir taraftan bu katilleri dışarı çıkaracaksın diğer taraftan her gün onlarca
Kürdü, demokratik siyaset hakkını kullandı diye tutuklayacaksın.
KCK TUTUKLAMALARI GAYRI MEŞRU
Alın işte 2000 KCK tutuklusu var, bunlar ellerine silah aldılar mı! Bir insan öldürdüler mi! Hayır, bir çakı bile
kullanmamışlardır. Tamamen demokratik kanallarla şiddete bulaşmadan özgür yurttaşlar olarak demokratik siyaset
yapma hakkını kullandıkları için şu anda cezaevindeler. Hiçbiri de KCK'li değil, KCK ile alakaları da yok. Ben bu KCK adı
altındaki tutuklamaları gayri meşru görüyorum. Bu tutuklamalar gayri meşrudur. Bunlara karşı halkımız, BDP doğal olarak
direnecek, hep ayakta olacak, tutuklamaları kabul etmeyecektir. Tutuklamalar karşısında Demokratik Direniş Haklarını
kullanabilmelidirler. Son olarak Hakkari'de vurulan genç de buna örnektir. Bunların demokratik siyaset hakkını
kullanmaları suç mudur? AKP bu konuda samimi olmalıdır. Bir taraftan Kürt siyasetçileri tutuklayıp alanı boşaltacaksın
sonra da bu katilleri, dışarı çıkararak yarattığın boşluğu bunlarla doldurmaya çalışacaksın! Bu tahliyeleri Hükümet ve
Yargıtay arasında bir çelişki olarak yansıtmaya çalışıyorlar! Ne alakası var, bu kadar basit değil. Burada günlük değil,
uzun vadeli planlar söz konusudur. Öyle Hükümet-Yargı çelişkisi gibi basit bakılmamalıdır.”
YARATILMAK İSTENEN KÜRT HAMASI’DIR, AMA BUNLAR ŞEBEKE
“Burada yaratılmak istenen “Kürt Haması”dır. Hamas'ı yaratarak nasıl ki FKÖ'yü bitirdilerse, -biliniyor Hamas,
FKÖ'lüleri dördüncü beşinci katlardan aşağılara atarak vahşice öldürüyordu- burada yarattıkları sahte İslamcılıkla da Kürt
hareketini bitirmeye çalışacaklar. Bunlara Kürt Hamas'ı demek de doğru değil, bunlar şebekedir, evet bunlara “şebeke”
diyeceğim. Bu şebekeler, bir de Müslümanız diyorlar, bunların dinle de İslamiyetle de alakaları yoktur. Kürtlere yaklaşımı
tamamen faşistçedir. Bunların onurlu aydın-yazarlara da yöneldikleri biliniyor. İlk işledikleri cinayetler Uğur Mumcu,
Muammer Aksoy gibi demokrat cumhuriyetçi aydın-yazarların katledilmesi olmuştur. Bu zihniyet faşist-İslamcı bir
zihniyettir. Bunların değerleri cumhuriyet değerleriyle de örtüşmüyor, cumhuriyet de bunları kabul etmez. Bizim
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yaptığımız da bu yönüyle cumhuriyeti de korumaktır. Bunların çoğunun birden fazla eşi var. Müslümanlıkla alakaları
yoktur.”
HALKIMIZA MÜSLÜMANLIĞI ÖĞRETMESİNLER, ZATEN MÜSLÜMANLAR
Öyle halkımıza da Müslümanlığı öğretmeye çalışmasınlar. Halkımız zaten müslümandır, değerleri konusunda
samimi bir halktır. Bakın görüyorsunuz bu çıkarılanlardan önde gelenlerinden üçünün imza atmadığı, ortadan kaybolduğu
söyleniyor. Neredeler bunlar? Nereye gönderildiler? İşte Mustazaf dernekleri varmış. Ulusal televizyon kanalı
açacaklarmış deniliyor. Bunlarda o kapasite yoktur, kendi başlarına değer yaratamazlar, kaynakları başka yerlerdir. Değil
ulusal bir televizyon kanalı açacak kadar, bir lokantada yemek yiyecek kadar bile paraları yoktur bunların. Bir televizyon
kurmak için milyonlarca dolar gerekiyor, bu paraları kimden temin edecekler? PKK'yi bitirmek karşılığında ta İran'dan
tutalım, Türkiye ve Uluslar arası çözüm karşıtı güçlere kadar uzanan tüm güçlerden nemalanacaklar!”
OYUN ÇOK TEHLİKELİ
“Burada oynanan oyun çok tehlikelidir. Sözde, İslamcı geçinenleri kullanarak, halkımızın dini duygularını
sömürerek Kürt Hareketini tasfiye etmektir amaçları. 1960'lı '70'li yıllarda nasıl MHP, milliyetçiler kullanılarak Türkiye sol
hareketi, sosyalistler tasfiye edildiyse şimdi de amaçlanan, sahte İslamcıları kullanarak Kürt Hareketinin tasfiyesidir.
1970'li yıllarda MHP'ye iktidar olmasa da siyasi iktidarla bütünleştirilerek sosyalistlerin tasfiyesinde önemli bir rol
oynatıldı. Bugün de bu sahte İslamcılıkla yapılmak istenen de aynıdır. Bu sahte İslamcılar geçmişte Kürtlere PKK'ye
karşı özel savaş yürüten Gladio örgütlenmesinin içinde yer alarak, kullanılarak masum insanlarımızı canice
katlediyorlardı. İşte domuz bağları, mezar evleri, işkence yöntemleriyle öldürülmeler biliniyor. Bu mudur Müslümanlık, bu
mudur insanlık? Halkımız uyanık olmalıdır.”
BUNLARIN NE DİNLE NE DE İSLAMİYETLE ALAKALARI YOK
“Bunların ne dinle ne de İslamiyetle alakaları yoktur. Bu tamamen faşist bir zihniyetin dışa vurumudur. Din de
İslamiyet de bu faşist hegemonyacılığa alet edilmemelidir. Halkımız bu oyunlara gelmemelidir. Bunlar belki de şimdiden
yarın-öbür gün hangi katliamları yapacaklarını ya da bireysel olarak kime yöneleceklerini planlamaya başlamış da olabilir.
Dolayısıyla bu tahliyeler sıradan tahliyeler değil, uzun vadeli bir planın parçasıdır. Bazı ihanetçi tipler de Kürt hareketinin
tasfiyesi için sahte İslamcılıkla birlikte kullanılacaklar. Bahsettiğim gibi bu meseleler daha geniş değerlendirilmesi
gereken meselelerdir.
BİZİM SİZİN İMAMLIĞINIZA İHTİYACIMIZ YOK
İşte alın Bardakoğlu'nun Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden alınması olayını. Yine Diyanetten farklı yaklaşım
gösteren 20'den fazla kadının başına getirilenler. Yine bölgeye on bini aşkın özel görevli imamın gönderilmesi olayı var.
Bunların hepsi tesadüf müdür? Bu gönderilen imamların hiçbirinin dinle alakası yoktur, bunlar özel amaçlı, özel görevli
olarak gönderilmiştir. Halkımız bunların görev aldığı camilere gitmemelidir, köylerine kabul etmemeli, sizin imamlığınıza
ihtiyacımız yok demelidir. İşte bunlar gelip köylerde imamlık yapmaya çalışacaklar! Kesinlikle bunlara izin verilmemeli,
“bizim sizin imamlığınıza ihtiyacımız yok” demelidir halkımız. Ve kendi öz dini örgütlülüklerini kendileri sağlamalıdır.”
ERDOĞAN VE AHMEDİNECAD NEREDEYSE İKİZ KARDEŞ OLDULAR
“Kürt karşıtı ittifakın içinde yer alan bir başka güç İran'dır. İran ve Türkiye, Kürt sorunu konusunda ikiz kardeş
gibidirler. Hatırlıyorum 1980 yılında ben Lübnan'da kamptaydım. Oradaki kampa iki İran'lı genç geldi ve Lübnan'daki
Hizbullah'ı kurmak için çalışacaklarını, bunun için geldiklerini söylüyorlardı. Sonra onların kurduğu o Hizbullah o kadar
büyüdü ki Lübnan'da rejimi krize soktu ve onlar istemedikçe rejim bir şey yapamaz hale geldi. Türkiye'de de benzer
gelişmeler olabilir, bu tarz oluşumlar önümüzdeki dönemde hem İran hem Türkiye tarafından desteklenebilir! Çünkü bu
DERLEYEN : AZAD BADIKI
iki ülke Kürt sorunun çözümsüzlüğü konusunda birbirlerine muhtaçtırlar. İran'da Kürt sorunu çözülürse Türkiye çözülür;
Türkiye'de Kürt sorunu çözülürse İran çözülür. İki ülke de bu durumun farkındadır. Burada hedeflenen Kürt sorunun
çözümsüzlüğü yani Kürtlüktür. İran ve Türkiye'nin bu Kürt karşıtlığı temelindeki zorunlu ittifaklarının sonucu Kürtlere
yönelimi de ortaktır. İşte İran'da idam edilen Kürtler var. Yüksekova, İran'a yakınlığından dolayı iki gücün ortak hedefi
haline gelebilir. AKP döneminde dikkat çekicidir, İran ziyaretleri sık sık oluyor. Erdoğan ve Ahmedinecat neredeyse ikiz
kardeş olmuşlardır.”
SOYKIRIM TEHDİDİ HALEN VAR
“Kürtlerin önünde bir soykırım tehdidi hala vardır, buna da bu yönelime de önce en örgütlü olduğumuz yerden
Hakkari'den başlayabilirler, sonra Cizre, Şırnak, Diyarbakır, Batman, böyle örgütlü olduğumuz bütün alanlara yönelik
saldırı dalgası da başlatabilirler, bu konularda uyanık olunmalıdır.”
İKİ DİLLİ YAŞAM
“İki dilli yaşam konusunda da şunları belirtmek istiyorum. Biz kendi çocuklarımıza kendi dilimizi
öğretemeyeceksek, kendi kültürümüzü yaşatamayacaksak yaşamın bir anlamı var mıdır Kürtler için? Bu bizim
varlığımızla ilgili bir sorundur. Dilimiz onurumuzdur, varlık nedenimizdir. Önce varlığını koruma sonra özgürlük
mücadelesi gelir. Bu, varlık sorunu çözülmeden özgürlük sorunu başta olmak üzere diğer sorunlara eğilemezsin. Ben bu
yüzden tehlike büyüktür diyorum. Özsavunmadan kastım da budur. Hakkari'de Geçitli Köyü'nde öldürülen köylüler,
katledilen 9 gerilla, bunların hepsi birer işarettir. Bilindiği gibi Hakkari'de bir “imam” öldürüldü, bu imamın öldürülmesinden
sonra bu olaylar oldu. Verdikleri mesaj, bir kişiye karşı yirmi kişi öldürürüz mesajıdır. Buna benzer olaylar -işte Hizbullah
katilleri de serbest bırakıldı- ileride daha da geliştirilebilir, katliamları planlıyor olabilirler, kanlı vahşetler geliştirebilirler.
Niye Hakkari, niye Yüksekova? Çünkü orası Kürt siyasi hareketine kendi duruşuyla değer katmıştır, katmaya devam
ediyor. Bahsettiğim hegemonik güçler bu durumdan oldukça rahatsızlık duyuyorlar. Saldırı bu değeredir. Bu 20
insanımızın faillerinin bulunması için bir komisyon kurulmasını ve bu olayların bu komisyon tarafından aydınlatılması
gerekmektedir. Halkımız da oraya gelen yetkililerin her AKP'linin yakasına yapışabilmeli, “bu yirmi insanımızın katillerini
açığa çıkarın” diyebilmelidir.
HAKKARİ’NİN HEDEF ALINMASININ NEDENİ KÜRTLEŞMESİDİR
Hakkari-Yüksekova bu konuda çok daha hassas olabilir. Oradaki esnaflar da maddi kaygılarla hareket
etmemelidir. Üç beş maddi kayıp yaşayabilirler ama bu çok önemli görülmemelidir asıl önemli kayıp toplumsal kayıptır.
Buradaki ölümler benim için canalıcı, kilit roldedir. Geçitli köylülerinin ve gerillanın içinde olduğu 20 insanımızın
öldürülmesi olayı aydınlatılırsa birçok şey bu olaylarla birlikte açığa çıkacaktır. Bu ölümler açığa kavuşturulursa günümüz
siyasi dengeleri için birçok husus da aydınlatılır, buna inanıyorum. Geçitli Köyü niye hedef alındı? Sonradan öğrendim,
orası korucu köyüymüş ancak referandumda bu köyde yüzde doksanların üzerinden boykot çıktığı için burası hedeflendi.
Demek oluyor ki hedef olmamak için korucu olmak da yetmiyor. Bu nedenle Korucular da tehlike altında olduklarının
farkında olmalıdırlar. Yine belirtiyorum, Hakkari'nin, Yüksekova'nın hedef alınmasının nedeni oranın Kürtleşmesidir,
hepsinin Kürt olmasıdır, kentin tamamının örgütlenmesidir. Geçmişte Dersim'in başına getirilenler bugün Hakkari'ye
yapılmak isteniyor. Dersim'de başarılı oldular, büyük oranda Dersimlileri de asimile ettiler. Kendilerini Dersim'in
bastırılması ve asimilasyonu konusunda başarılı görmeselerdi, Dersim'in sorun olmaktan çıktığını kabul etmeselerdi
Kılıçdaroğlu'nu CHP'nin başına getirmezlerdi.”
KANDİL HALKINI KORUMALI
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“BDP'nin de bu tehlikeleri, bu yönelimleri iyi görmesi gerekiyor. Halkına sahip çıkması, halkını koruması
gerekiyor. Bu konuda sürekli tetikte olmalıdır. Öyle halkını sokağa dökmek yetmez, sokağa döktüğün gibi korumasını da
bilmeli, örgütlülüğünü derinleştirmeli, güçlendirmelidir. Halkımızı korumalıdırlar. Yine Kandil'i de bu konuda eleştiriyorum.
Kandil, halkını korumada yetersizdir. Halkımız gerektiği gibi savunulamazsa, demokratik devrim geliştirilemezse bu
durum karşı-devrime zemin sunar. Halkımız da kendi özsavunma yöntemini geliştirebilmelidir. Önemli olan ve kalıcı olan
halkın kendi demokratik meşru özsavunma kanallarını-örgütlülüklerini oluşturmasıdır.”
GENELKURMAY’IN NE DEDİĞİ UMRUMDA BİLE DEĞİL
“İşte Genelkurmay muhtırasının özsavunmaya ilişkin olduğu belirtiliyor, genelkurmayın ne dediği umurumda bile
değil. Neye ilişkin olursa olsun biz varlığımızı korumak zorundayız. Burada yarın öbür gün öldürülebilirim de ama bu da
hiç umurumda değil, biz her zaman ve her koşulda varlığımızı korumayı esas alacağız. Ben vicdanım ve sorumluluğum
gereği halkıma bu uyarıları yapmak zorundayım. Kaldı ki özsavunma hakkı anayasal, evrensel bir haktır. Yarın öbür gün
diyecekler Apo isyana teşvik ediyor. Hayır öyle değil. Özsavunma hakkında söylediklerim de çok çarpıtılıyor, çok dar ele
alınıyor.
ÖZ SAVUNMA
İşte hemen silahlı güçlerden bahsediliyor, oysa özsavunma tek başına silahlı savunmayı ifade etmez, bizim
geliştirmek istediğimiz öz savunma, yasal, demokratik meşru yollarla demokratik muhalefet yoluyla varlığımızı
korumaktır. Bizim özsavunma anlayışımız bölünmeyi değil, tam tersine anayasal-yasal haklar temelinde demokratik
muhalefet hakkını kullanarak Türkiye ile demokratik bütünleşmeyi sağlayan bir anlayıştır. Yani özsavunma anlayışımız
bölünmeyi değil demokratik temelde birleşmeyi ifade eder. Yasal demokratik yollarla özgür yurttaşlar olarak varlığımızı
koruma-savunma hakkımız vardır. Bir demokratik muhalefettir, asıl bunun, bu demokratik muhalefet hakkımızın önü
açılmazsa şiddet tırmanır ve bölünme olur. Kürtlerin demokratik muhalefet hakkı kısıtlanmamalıdır. En önemli tehlike de
bu hakkın kısıtlanmasıdır. Özsavunma ulaslararası evrensel bir haktır, herkes, her topluluk için kullanılabilir. Belirttiğim
bu hususları savunmamın V. Cildinde ayrıntılı bir şekilde işledim.”
“Suriye, İran, Irak halkımıza da bu temelde selamlıyorum. Kendilerini demokratik birlik temelinde değiştirip
dönüştürebilirler, örgütlenmelerini geliştirebilirler. Yılbaşı vesilesiyle cezaevlerindeki bütün arkadaşları selamlıyorum.
Ayrıca İzmir, Dersim, Hınıs, Yüksekova ve Hakkari'yi selamlıyorum.”
Görüşme Notları:
AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmek
Öcalan, “Şu anda sorunun çözümü için AKP Hükümetinin bir barış kararının olması gerekir. Ama bütün
gelişmeler gösteriyor ki hükümetin böyle bir barış kararı yok. Aksine AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmektir” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede yazdığı son
savunmalara değinen Öcalan, “Daha önce de belirttiğim gibi el yazımla 790 Sayfadan oluşan son savunmamın 5. cildini
AİHM'ne gönderdim. Bu savunmama ek olarak ayrıca 2 sayfa daha yazmıştım, dilek ve temenileri içeriyor. Benim
durumumun tam bir hukuk skandalı olduğunu AİHM'in de artık anlaması gerekiyor. AİHM oyunlara gelmemelidir, bazı
siyasi ittifaklar olabilir ona bir şey demiyorum ama hukuk sözkonusu olunca ilkeli olmak gerekir. Türkiye'de benimle ilgili
bir şey sözkonusu olduğunda tam bir hukuk oyunu sergileniyor. Geçenlerde bir yasa çıkacaktı öğrenci affıyla ilgili sırf ben
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yararlanmayayım diye yüz bin öğrencinin yararlanmasına engel oldular. Daha önce de buna benzer şeyler yaşandı,
biliniyor, sırf ben yararlanmayayım diye kanunu çıkarmaktan vazgeçtiler. Benim infaz şartlarımı da AİHM iyi
değerlendirmelidir. İdamı kaldırdılar ama ağırlaştırılmış müebbet hapis de idam benzeri bir uygulamadır. Benim durumum
söz konusu olduğunda Türkiye kendi kanunlarını bile uygulamıyor.” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:
15 ŞUBAT SOYKIRIM TARİHİDİR
“15 Şubat, Kürtlerin soykırım tarihidir. Sadece benimle ilgili değil. Şeyh Sait'le başlayan ve benimle devam eden
Kürtlerin soykırım tarihidir. Cibranlı Halit onları daha önce yakalamışlardı, isyandan önce. Şeyh Sait'in öyle ayaklanma
başlatma gibi bir hazırlığı da yoktu. Niyeti de yoktu. Bir komplo, bir provakasyon sonucu Şeyh Sait olayı gelişmişti.”
M. KEMAL ÇELİŞKİLERDEN YARARLANDI
“Mustafa Kemal esas itibariyle İngiltere'yle Sovyet Rusya'sı arasındaki çelişkilerden yararlanarak devleti yaşattı.
Mustafa Kemal İngiltere'yle Rusya arasındaki çelişkileri ve bu çelişkilerin kaynağını iyi biliyordu. Sovyet'e dayanıyordu
fakat İngiltere'ye de yaklaşan politikalar sergiliyordu. Aslında o dönem Rusya'yla İngiltere arasında Ortadoğu'da üç yeni
tampon-ara-denge devlete izin çıkmıştı; Türkiye, İran ve Afganistan. Türkiye denge unsuru bir devlet olarak ortaya çıktı.
İngiltere'de Türkiye'ye karşı iki farklı görüş vardı. Bir taraf Türkiye'yi kesinlikle istemeyen kesimdi. Bu kesim Türkiye'nin
doğuşuna izin verilmemesi gerektiğini savunuyordu. Fakat George Lloyd 1922 Hükümet değişikliğiyle gitti, daha
muhafazakar, ılımlı, Türkiye'nin doğuşuna izin veren kesim yeni Hükümetin başına geldi. İngiltere'deki bu yeni hükümet,
Türkiye'nin kontrolü temelinde bir denge unsuru olarak ortaya çıkmasına izin verdi. Mustafa Kemal de kendisi anti
komünist birisi olmasına rağmen Lenin'e ve Stalin'e dayanarak onların desteğini sağlıyordu, özellikle de Stalin'e
dayanıyordu. Mustafa Kemal ömrünün sonuna kadar da bu iki devletin çelişkilerinden ve arasındaki dengeden
yararlanarak yaşattı devleti.”
TÜRKİYE’NİN DOĞUŞUNDA YAHUDİLERİN KATKISI BÜYÜKTÜ
“Fakat İngiltere “imparatorluğumuzun Ortadoğu'daki yayılma politikalarına ilk çomak sokan Mustafa Kemal'dir”
diyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal'i hiçbir zaman affetmediler, etrafını kuşattılar. Mustafa Kemal de etrafının İngiliz
yanlılarıyla kuşatıldığını biliyordu ve buna ses çıkarmıyordu. Mustafa Kemal'i böylece kuşattılar. İngiltere o dönem
Türkiye'de Yahudilere destek sağlıyordu. Yahudilere Türkiye'nin şu an bulunduğu coğrafyayı yurt olarak gösteriyordu ve
Yahudilere Yahudi devletinin burada kurulacağını söylüyordu. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunda ve
sonrasında Yahudilerin çok büyük katkısı vardır. Yani aslında Türkiye Cumhuriyeti bir proto-İsrail olarak kuruldu, yani bir
ön-İsrail devleti olarak kuruldu. Bunun için biliniyor ilk önce Anadolu'yu Hrıstiyansızlaştırdılar, Ermeni, Asuri ve
Suryanileri fiziki soykırımdan geçirdiler. Hıristiyanlara yapılan soykırımla Kürtlere yapılan soykırım farklıdır. Hrıstiyanlara
fiziki soykırım'da başarılı oldular ama Kürtler'de bunu tam başaramadılar. Bu nedenle Kürtlere fiziksel soykırımla birlikte
ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel soykırım uyguladılar, hala uyguluyorlar.”
80’DE GLADYO MİLLİLEŞTİRİLDİ
“O dönem Türkiye Cumhuriyeti'nden Kürtleri tasfiye ettiler. Fethi Okyar “ben elimi Kürt kanına bulaştırmam”
dediği için tasfiye edildi, iktidardan düşürüldü, yerine İngiliz yanlısı İnönü Hükümeti ve Fevzi Çakmak ekibi getirildi.
Bunlarla iktidarı ele geçirdiler. Mustafa Kemal gücünü yitirdi ve bir nevi sembol olarak kullanıldı. Öylesini
güçsüzleştirilmişti ki İnönü ve o ekibe karşı daha sonra kurdurduğu Serbest Fırka da başarılı olamadı. İkinci olarak
islamcı kesimi tasfiye ettiler. Bir de komünist-sosyalist kesimleri tasfiye ettiler. Aslında bu üç kesimin, kuruluş
aşamasındaki üç müttefikin cumhuriyetten dışlanması günümüzün de sorunu olarak varlığını sürdürüyor. 1920'lerden
50'lere kadar İngiltere, Türkiye üzerinde denetim sağlıyordu. 1950'lerden sonra denetim Amerika'ya geçti. 1950'lerde
Türkiye'de NATO'ya bağlı özel bir Gladio kuruldu. 1950'lerde kurulan bu Gladio, Türkiye ve Amerika için “milli bir Gladio”
iken, 1990'larda bu gladio özerkleşti. 1990'da Doğan Güreş, “Kürtleri tasfiye için İngiltere'den yeşil ışık aldık” demişti.
NATO PKK'ye karşı Türkiye'yi destekledi, Merkezi de Almanya'ydı. 1985'lerden itibaren NATO sözleşmesinin 5.
maddesini de bize karşı harekete geçirdiler. Türkiye'ye çok yoğun bir destek verdiler. Fakat binlerce köyün
boşaltılmasını, binlerce faili meçhul cinayeti NATO'nun emri ve onayıyla gerçekleştirmediler. NATO, köy boşaltmalarına
ve faili meçhullere izin vermemişti. Bu köy boşaltmalar ve faili meçhuller Türkiye'de özerkleşen gladio eliyle yapıldı.
Türkiye'deki NATO Gladio'su 1980'de Kenan Evren döneminde millileştirilmeye çalışıldı. 1990'da ise Çiller darbesiyle
özerkleşti. Şu an var olan mücadelede bunun sonucudur. Bugün içeride tutulan kesim deşifre olan kesimdir.”
DEŞİFRE OLAN GLADYO TASFİYE EDİLDİ SADECE
“1990'larda Tony Blair'in bir sözünü hatırlıyorum. “Kuzey Irak'ta bir Kürt bölgesi oluşturmaktan başka bir
politikamız yok” diyordu. NATO bu şekilde Türkiye'yi bize karşı destekledi. Fakat özerkleşen bu gladio'nun da 2007'de
Washington'da Erdoğan-Bush görüşmesinde tasfiyesine karar verildi. NATO Gladiosu deşifre olan ve kontrollerinden
çıkmaya çalışan gladioyu AKP'nin desteğiyle tasfiye ediyor. İçeride olanlar bunlardır. Ancak benim daha önce bu konuda
söylediklerimi düzeltiyorum. Daha doğrusu düzeltmek değil de açıyorum. Daha önce iyi formüle edemedim belki, şimdi
netleştirip daha iyi ifade ediyorum. AKP'nin Türkiye'deki iktidarını ordu içinde kabul eden kesim vardı, etmeyen kesim
vardı. AKP ordudaki kabul eden kesimle anlaşarak -ki bu ordu içinde NATO Gladiosunu temsil eden kesimdir- anlaşarak
diğer özerkleşen gladio kesimini tasfiye yoluna gitti. Yani gladio tam tasfiye edilmedi, gladionun bir kesimiyle tam
DERLEYEN : AZAD BADIKI
anlaşma ve uzlaşma sağlandı. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Bu NATO gladiosu dediğimiz, öyle küçük değil, çok büyük
bir alana yayılmış durumda. Türkiye'den Afganistan'a Pakistan'a kadar yayılmış durumdadır. Süleymaniye'deki çuval
olayı da bununla bağlantılıdır. Oradaki özerkleşen gladio, Talabani'ye suıkast hazırlığı yapıyordu. Ama her anı
izleniyordu ve anında müdahale ettiler. Çuval olayı bu nedenle gerçekleşti. Orada üç bin kişilik Türk birliği var. Niye
kimse üzerinden durmuyor, bundan bahsetmiyor.”
KOMPLOYU DAĞ VE HALK BOŞA ÇIKARDI
“Erdoğan ile Baykal 2002'de Beylerbeyi'ndeki bir köşk'te anlaştılar. Bu görüşme belgelidir. Yanılmıyorsam Yalçın
Küçük'ün bir kitabında dageçiyor fakat biz de biliyoruz. Bu anlaşmayla Erdoğan'ın başbakanlığının yolu açıldı. Yani
c.evindeyken başbakanlığa giden yolunu açtılar. Baykal, “AKP nasıl olsa gidicidir, iki yıl kadar iktidarda kalır sonra gider”
diye düşünerek Erdoğan ile anlaştı. Anlaşmanın içeriği de aslında Kürtlerdi. Erdoğan'a “sen siyasal islamla Kürtleri bitir”
dedi. Baykal Kürtleri AKP eliyle bitirip sonra kendisinin 2004'te başbakan olacağını düşünüyordu. Plan buydu. Bu plan
içerisinde Bahçeli de vardı. Bahçeli onlar da bu oyunun içindeydiler ve yıllarca AKP'yi desteklediler. O dönemde ayışığı,
sarıkız vb. darbe planları da bu planla bağlantılıdır. Bu süreçte PKK'yi de içeriden tasfiye edeceklerdi. 2003'lerdeki barış
tutumumuz Devlet tarafından zaaf olarak nitelendiriliyordu. Bunda kısmen başarılı da oldular, o bilenen kaçışlar yaşandı.
Dağdaki arkadaşların ve halkımızın büyük direnişi bu planı boşa çıkardı, plan tutmadı. İngiltere onlar da AKP'yi
destekledi, Amerika ve İngiltere'den yeşil ışık aldı, iktidarını sürdürdü.”
GAZETELERİNDE ELEŞTİRİYORLARDI HAKLI OLDUĞUM ÇIKTI
“İngiltere'nin, Amerika'nın, büyük güçlerin Kürt sorununu çözme gibi bir niyetleri yok, çözmek istemiyorlar. AKP
de Kürt sorununu çözmek istemiyor. İngiltere-Amerika, büyük güçler Kürt sorununu çözmek istemedikleri için PKK'yi koz
olarak ellerinde tutmak istiyorlar. Bu nedenle PKK'ye ihtiyaçları var. Bu kozla Türkiye'ye baskı yaparak Kuzey Irak'taki
süreci tamamlamak istiyorlar. Ayrıca İran konusunda da Türkiye'yi kullanmak istiyorlar. İngilizlerin bir sözü var; “Limanı
sert bağlamak” diyorlar. Yani Türkiye'yi kendilerine sağlam bağlamak istiyorlar. Büyük plan bu. Bu planı AKP de tam
olarak bilmiyor. Aslında AKP bir şemadır. AKP'nin büyükbabaları vardır. Ancak AKP de sorunu çözmek istemiyor. Cevat
Öneş diyor ya “ortada bir siyasi irade yok”. Doğrudur, ben de öyle düşünüyorum. Liberallerle de şimdi kavgalılar. Taraf
çevresi, onlar yeni mi farkediyorlar? Biz uzun zamandır söylüyorduk bunları. Bize kızıyorlardı. Hatta aleyhime yazı
yazıyorlardı. Bana; “Apo sen AKP'ye çok haksızlık ediyorsun” diyorlardı, gazetelerinde. İşte ne yazık ki şimdi benim haklı
olduğum ortaya çıktı.”
DEVLET ARTIK ADIMLAR ATMALI
“Devletin artık barışın yolunu açabilecek adımlar atması gerekiyor. Yerine getirilmezse ben artık çekileceğim.
Haziran sonrasına yönelik bir adım atılacağının işaretini, yeşil ışığını bile henüz vermediler. Bu işaret verilmezse, barış
adımları atılmazsa benim yapabilecek bir şeyim kalmaz. Bu durumda Haziran kararı da gözden geçirilebilir. Herkes bunu
doğru anlamalıdır. Somut şeyler tartışılırsa, varsa Hükümetin bir barış projesi yine değerlendirmelerimi yaparım. Ben
bütün verileri değerlendiriyorum. Şu an somut bir barış projesi göremiyorum. Ancak ABD gibi İngiltere gibi büyük
devletlerin ani çıkışları da olabilir, bilemiyorum.”
MECLİS BARIŞ KARARI ALMALI
“Ben daha önce de ifade etmiştim. Hükümetin bu sorunun çözümü için bir barış kararı alması lazım. İsterse,
iradesi olursa bu çok kolay alınacak bir karardır. Gül'e başbakanlığı döneminde mektup yazmıştım. Gerekli uyarılarda da
bulunmuştum. Ancak cevap vermedi. Çok yazdım, Erdoğan'a da yazdım, cevap olmadı. Halen de barışa ilişkin bir
karşılık vermeleri, bir kararları yok. Hanefi Avcı da kitabında “Apo'yla çözmemiz lazım, Apo'yla görüşülebilir” demiş.
Mehmet Ağar “düz ovada siyaset yapsınlar” dediği için önünü kestiler, tasfiye ettiler. Biliniyor Hanefi Avcı ve Mehmet
Ağar, geçmişte benimle en çok uğraşan, benimle en amansız mücadele eden kesimlerdendi. Hatta Suriye'de bana
suikast düzenleyen kesimin içindeydiler. Fakat bunlar bile sorunun çözülmesi gerektiğini, bunun için benimle görüşülmesi
gerektiğini söylüyorlar. Bunlar anladılar ki bize karşı olan mücadele tarzıyla başarılı olamıyorlar o zaman barışa
yöneldiler. Bana 2002'de burada askerler “savaşacaksanız adam gibi savaşın” demişlerdi. Hanefi Avcı, Mehmet Ağar,
Eşref Bitlis, Cem Ersever, Erbakan, hatta Turgut Özal -ki başta bize karşı şahindi- bu tarzla bize karşı başarılı
olamayacaklarını anladıkları için diyaloga, barışçıl çözüme yöneldiler. Kıvrıkoğlu ve Karadayı da biraz böyleydiler,
diyaloga karşı değillerdi, biraz diyalogtan yanaydılar. Yani böyle kendilerinin sınırlı bir yaklaşımları vardı. Ecevit dürüst bir
adamdı fakat görev yapamaz hale getirildi.”
AKP’NİN AMACI KÜRTLERİ TASFİYE ETMEKTİR
“Şu anda sorunun çözümü için AKP Hükümetinin bir barış kararının olması gerekir. Ama bütün gelişmeler
gösteriyor ki hükümetin böyle bir barış kararı yok aksine tasfiye kararı olduğu görülüyor, hükümete yakın bazı kesimler, o
Polis Akademisi ve oradaki bazı yazarlar, Zaman çevresi vb.lerinin yönlendirmesiyle KCK operasyonları yapıldı. Şimdi de
her tarafta böyle sinsice, gizli şekilde bu operasyonlar durmadan devam ediyor. Kars'taki gibi. Bu operasyonlar
hükümetten kesinlikle bağımsız değil. Bu kesimler “biz bunları içeri alırız ortalık bize kalır, istediğimiz gibi at oynatırız,
geriye kalan kitle bize kalır” düşüncesindeydiler. Fakat bu plan tutmadı. Devlet içinden de bu KCK operasyonları doğru
bulmayan kesimler var. Kürt Hareketi ne kadar farkında bilmiyorum ama AKP'nin bu tasfiye planları jitemin tasfiye
DERLEYEN : AZAD BADIKI
planlarından daha az tehlikeli değil. 2010 yılı da AKP'nin bu planının tutmadığını gösteren yıl oldu. Ortada alınmış bir
tasfiye kararı var. BDP de Kandil de yeteri kadar farkında değil. Hakkari'deki imam olayında da görüldü. Başbakan'ın bize
karşı öfkesi çok büyük, tehdit ediyor. Bire-yirmi alırım anlamındaydı o. Bir imama karşılık yirmi insanımız öldürüldü,
Geçitli olayı bununla ilgilidir. Tüm bunlar bir soykırım tehlikesine işaret ediyor. Bülent Arınç da geçenlerde bir açıklaması
vardı; “amacımız onları pasifize etmektir” diyor. Yani bir pasifikasyon uyguluyorlar. Bu görülmüyor mu? Bu tasfiye
niyetleri fark edilemiyor mu? KCK'den dolayı 2000 kişi içeride. 10 bin kişi bile daha alabilirler. Çünkü ortada alınmış bir
karar var. Çözüm projeleri yok, böyle bir merkezi kararları var. Bütün bunlar kapsamlı bir planın parçaları. İşte görülüyor
bölgeye 1.500 yeni imam atanmış, yeni camiler kuruluyor. Ben söylüyorum, kendi cemaatlerinizi, kendi camilerinizi
kendiniz kurun. Bölgeye maksatlı atanan bu imamların arkasında saf tutmayın. AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmektir.”
KCK TUTUKLULARI ÖLÜM ORUCUNA GİRMEMELİ
“KCK tutukluları şunu bilmelidirler, onlar birer rehinedir. Belediye başkanları, Iğdır Belediye Başkanı, o da
içeride. İyi bilsinler, bunlar rehinedir. Devlet onları rehine tutuyor içeride. Kürtçe savunma da işin görünen kısmı. Daha
örgütlü ve tehlikelerin farkında olarak hareket edebililer. Bu gayri meşru yargılamalara ilişkin demokratik tepkilerini ortaya
koyabilirler. Fakat ölüm orucu türü eylemlere girişirlerse, onların provokasyon çıkarma amaçlarına zemin sunabilirler,
kolay hedef haline gelirler. Tehlike sanılandan daha büyüktür. BDP de yeteri kadar farkında değil. AKP kendi hegemonik
gücünü inşa ediyor, her tarafa yayıyor. Kendi iktidarını sağlama alıyor. Faşist-İslamcı bir hegemonyadır, bunların
müslümanlıkla, islamlıkla alakası yok. Bütün bunları siyaset akademilerinde tartışılabilecek konulardır. Ciddi konulardır.
Bu Hizbullah'ın çok küçük bir güç olduğuna dönük değerlendirmeler var. Doğru küçük grup olabilir ama devlet onları,
başka grupları harekete geçirebilir, size yönelir, farkına bile varmazsınız. Her tarafta bunlar bekliyorlar, yanıbaşınızda
bekliyorlar, tehlikenin farkında değilsiniz. Önemli olan içlerindeki samimi kesimlerle bir ilişkinin kurulmasıdır. Onlar Kent
Konseyi'ne çağrılır, konuşulur. Samimi kesimleri işin farkındalarsa Kent Konseylerinde yer de alabilirler.”
BURADA NEFES BİLE ALAMIYORUM
“Ben burada ağır mahkumiyet koşullarındayım, nefes bile alamıyorum, uyku yok. Burada daha fazla bir şey
yapamam. Ben burada bir rehine gibiyim, çarmıha gerilmiş biriyim. Çarmıha gerilmiş birisinin de özgür karar vermesi
doğru değil, ahlaki de değildir. Çarmıha gerilmiş birisi ancak bu kadarını yapabilir, ben de ancak böyle yapıyorum,
savunmalar hazırlıyorum. Kürt Hareketi de bunu bilerek hareket etmeli ve üstümdeki bu yükü kaldırmalıdır. Ben gerekli
olan savunmalarımı yazdım, görevimi de yerine getirdim. 2004, 2005, 2007, 2008'de kandırmaya çalıştılar. Bu sefer
kesinlikle böyle olmamalıdır. Ben halkımızı kandıramam. Yol haritasında da belirtmiştim, sorun çözülmezse, amaçlanan
tasfiye ise “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamak için topyekün direniş aşaması başlayabilir” demiştim. Bu konular
gece gündüz tartışılmalıdır. Kürt Hareketi kendi kararını kendi verecektir.
Benim sırtımdan geçinenler, beni kullananlar ayrılıp gittiler. İyiniyetli olanlar kaldılar. Ama bunu ne kadar
geliştirirler bilemiyorum, kendileri bunu belirlerler.”
MUHTIRA SAVUNMALARIMA YÖNELİKTİ
“MGK bildirisi çıktığında herkes çok şaşırdı, nerden çıktı bu eski tarz ifadeler. Hatta şok olanlar oldu. Ama ben
şaşırmadım. Bu bildiri doğrudan benim son savunmamla (V.Cilt) ilgilidir. Savunmamı kaldıramadılar, böyle cevap
verdiler. Gül, Diyarbakır'da halkın temsilcileriyle görüşmek istemedi. İsteseydi onlarla da biraraya gelebilirdi. Kent
Konseyi temsilcilerini kabul etmedi. Bunun yerine kendi yandaşlarıyla görüştü. O Diyarbakır burjuvazisi olarak
adlandırılan kesim var ya son zamanlarda, onlarla görüştü. Halkın iradesini tanıma yok, halkın temsilcilerini kabul etme
yok. Seni inkar etmeye geliyor, sen demokratik tepkini ortaya koymuyorsun! BDP de doğru değerlendiremedi. En iyi
değerlendirmeyi bir köşe yazarı yapmıştı; “Gül, 20-30 yıllık emeği ortadan kaldırmaya geldi” diyordu. Doğru kavramış, tek
cümleyle güzel söylemiş.”
DEMOKRATİK ULUS KAVRAMINI KULLANACAĞIM
“Arif Doğan çıkmış konuşuyor ama bilgi kirliliği yaratıyor. Öyle sandalyede falan oturması da hikaye olabilir.
Kürtler tehlikenin farkında olmalı, önlemlerini almalıdırlar . Hükümetle asker arasında çelişki olması işbirliği
yapmayacakları anlamına gelmiyor. Bunların hepsini bir bütün olarak düşünmek lazım. Kent Konseyleri, İl Konseyleri
önemini sürekli vurguluyorum. Bunların kısa sürede kurulup, tamamlanmaları demokratik çözüm açısından yararlı
olacaktır. Ben bundan sonra demokratik ulus ittifakı kavramını kullanacağım. Bu kavramı ilk defa dile getiriyorum. İttifak,
birlik arayış ve çalışmalarını bu şekilde kavramlaştırmış oluyorum. Bu çerçevede ÖDP, EMEP, ve diğer sol çevrelerle
görüşülüp, diyalog geliştirilmesi önemlidir. Onlar da bunun içinde yer alır. İyi örgütlenirse potansiyel var, harekete
geçirilirse yüzde on barajı bile aşılabilir.”
KILIÇDAROĞLU BDP İLE DİYALOĞA AÇIK OLMALI
“Kılıçdaroğlu, Baykal'ın yeni bir versiyonu olmak istemiyorsa, kemalizmi demokratikleştirme gibi bir misyonu
varsa BDP ile diyaloga açık olmalıdır. CHP ve Kılıçdaroğlu cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, kemalizmin
demokratikleştirilmesi yönünde bir açılım içine girerse bir birliktelik gelişebilir. Hatta böyle bir misyonu varsa, yapılacak bu
ittifak Kürt-Türk ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilir. Cezaevlerindeki tüm arkadaşları ile Kars ve Muş'taki halkımızı
selamlıyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Önümüzdeki günlerde açıklama
yapacağım
Öcalan, “Önümüzdeki günlerde, halkımıza somut demokratik çözümün belirdiği ya da belirmediği yönünde
açıklamada bulunacağım. Eğer umduğumuz yönde bir gelişme olursa ben “demokratik çözüm umudu hala var”
diyeceğim ve devam edeceğiz, yoksa ben aradan çekileceğim” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede 15 Şubat
komplosuna değinen Öcalan, “15 Şubat eylemleri her yerde olmuş sanırım. Güney'de Erbil-Hewler ve Süleymaniye'de
PÇDK öncülüğünde kitlesel eylemler olmuş. Demek ki orada halk bize dönüyor” dedi. Güney Kürdistan’daki protesto
eylemlerine de değinen Öcalan, “Güneyde halkımızın yönetime karşı olan bu tepkilerini, eylemlerini anlamlı buluyorum.
Talabani ve Barzani' de bunları görmelidir. Bu sorunların çözümü Ulusal birliğin sağlanmasından geçiyor. Ulusal Kürt
Konferansı için çalışılmalıdır” çağrısında bulundu.
Öcalan, “17 yaşında Lise öğrencisi Mustafa Malçok, 15 Şubat komplosunu protesto etmek için eylem yapmış.
Halk sahiplenmiş, taziyesi yapılmış. Çok önemlidir, çok değer veriyorum ama bu yaygınlaşmasın, gelenek haline
gelmesin. Önüne geçemediğimiz için üzülüyorum. Ailesine başsağlığı diliyorum. Bu tür yakmaların olmasını istemiyorum.
Ayrıca Midyat'ta bir arkadaş daha kendini yakma teşebbüsünde bulunmuş. Halkımız böyle eylemlere düçar kalmasın.
Mücadelenin çok çeşitli biçimleri vardır. Hewraman Nakşibendi Şeyhi Abdurrahman Nakşibendi, 15 Şubat komplosuna
ve Suriye'den çıkarılmamda Mübarek'in rolünü değerlendirmiş. Çok doğru tespitler. Mübarek'e ilişkin bedduamız tuttu”
dedi. Öcalan, şöyle devam etti:
KÜRTLERİN SOYKIRIMI PLANLANIYOR
“AKP hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Bu böyle bilinmelidir, böyle anlaşılmalıdır, çok nettir bu. Buna karşı
herkes elinden geleni yapmalıdır. Savaş lobisinin güçlü olduğu mu, etkili olduğu mu düşünülüyor. Bunların söylediği,
savaş lobisini güçlü oldukları için tasfiye etmek mi, yoksa bölgede Kürtlerle mücadelede başarısız oldukları için mi
cezalandırıyorlar? Mesela Hanefi Avcı olayı var. Çözümden yana olduğu için mi tasfiye edildi? Bu Balyoz'da
tutuklananların çoğunun bölgede Kürtlerle mücadelede başarısız oldukları söyleniyor. Bunun için mi cezalandırıyorlar?
Yoksa ordu içinde çözüm isteyenler mi cezalandırılıyor? Bunların yerine kendilerinin söyledikleri 50 bin kişilik özel ordu
kuracaklar. Bir de 100 bin kişilik hudut koruma birliği kuruyorlar, toplamda 150 bin paralı ordu kuruyor. Bir de bunlara
terörle mücadelede başarılı olursa prim verileceği söyleniyor. Terör kim? Onların dediği, terör Kürtlerdir, Kürt sorunudur.
Terör adı altında Kürtlerin soykırımı planlanıyor. Daha önce korucular, ülkücüler, hizbul-kontrayı kullandılar ama bu yeni
güç daha tehlikelidir. Çünkü yasal olarak silahlandırılmış ve yetkilendirilmiş bir güçtür. Bugünlerde meclisten geçecek,
yasallaşacak. Bu 150 bin kişilik paralı ordu, kelle başına primle çalışacak. En tehlikelisi budur. Doğan Güreş ve Tansu
Çiler zamanında yapılanlardan daha tehlikelidir.”
DİYARBAKIR MISIR’A DÖNSÜN DEMEDİM
“Basında benimle ilgili doğru olmayan birtakım haberler çıkıyor. Benim “Diyarbakır Tahrir meydanı olmalı”
şeklinde talimat verdiğimi, savaşı başlatacağımı söylüyorlar. Yine AKP basında bizim için “seçim öncesi kaos yaratmak
istiyorlar” diyor. Bunlar doğru değil, gerçeği yansıtmıyor. Ben buraya ilk getirildiğimde rahmetli Ecevit hükümeti vardı.
Ecevit'le birşeyler yapılabileceğini düşündüm, o da bir şeyler yapmaya çalıştı. Biliniyor olmadı. Ecevit tek başına olsaydı
belki bir çözüm gelişebilirdi. Hatta Mesut Yılmaz'la bile bir şeyler geliştirilebilirdi ama bunu engelleyen iç ve dış güçler
vardır.
Bu iç ve dış güçler hala var ve çözümün önünde engel teşkil etmektedirler. Dış güçlerin başında İngiltere
geliyor. İçte de MHP bunu engelledi. Aslında bu süreç Özal'la başladı. O dönemde Özal ile görüşmeler oldu. Özal
çözümden yana idi. Ama tasfiye edildi. Erbakan da bu konuda bir şeyler yapmaya çalıştı. Ama hepsi tasfiye edildiler.
İngiltere'nin rolünü iyi görmek gerekir. Ben o yüzden Talabani ve Barzani'yi de uyarıyorum. Ta Mahmut Berzenci'den
başlayarak Mahabat Cumhuriyeti'ne kadarki süreçte etkili olan İngiltere'dir. 1960'larda, '90'larda başarılı olamadılar.
2000'li yıllarda bu güçlerin oluşturduğu Güney'deki oluşum yapay bir oluşumdur. Bu politikalar görülmeli, oynanan
oyunlara karşı uyanık olunmalı, Kürtlere yönelik tehlikelere karşı ulusal konferans bir an önce toplanmalıdır.
Bunun iyi görülmesi, iyi anlaşılması gerekiyor. Bugün de bu devam ediyor. Aslında bu soykırım ve inkar
politikası 1925'ten başlayarak günümüzde hala devam ediyor. Öncesi 1923-1924'lere kadar gidiyor. Şeyh Sait isyanı
DERLEYEN : AZAD BADIKI
başlamadan önce İngiltere'ye gittiler-geldiler, isyanı ezerek bastırdılar. 1980 darbesinden önce İngiltere'ye gidildi-gelindi
80 darbesi oldu.”
AKP’NİN YAKLAŞIMI KESİNLİKE TASFİYEDİR
“Daha sonrasında 1990'larda Doğan Güreş İngiltere'ye gitti-geldi, o korkunç sonuçlar biliniyor gördük. Geçen
Tempo dergisinde Muzafer Ayata'nın bir röportajını okudum. O da 98 sürecini anlatıyor. 1999 sürecine kadar bunlarla işi
götürdüler. 2000'lerde AKP'yi İngiltere'de hazırladılar. Ve AKP'yi kurdular. AKP İngiltere'de kuruldu. Bunun çok iyi
bilinmesi gerekiyor. 2000'den bu yana da tasfiyeyi AKP eliyle yürütüyorlar.
Biliniyor Osmanlar olayıyla hareketi içten bölme ve tasfiye yoluna gittiler. Bin civarında kişiyi bizden kopardılar.
Ben o süreçte Abdullah Gül'e de mektup yazmıştım, çok mütevazi taleplerim olmuştu ama tasfiyeyi dayattılar. 2006'da
bazı görüşmeler yapıldığı söylendi. İçime sinmediği halde yine bir süreç başlattık. Daha önce de tek taraflı sınır dışına
çekilme de olmuştu, sonunda büyük acılar da oldu. Bir şey yapmaya çalışırken bunun bir karşılığının olması gerekiyor.
Siz tek başına ne yaparsanız yapın ne kadar çaba sarfederseniz edin bunun bir karşılığı olmadığı zaman bir sonuç elde
etmek çok zordur. Elini boşluğa ne kadar vurursan vur ses çıkmaz. Karşılığında bir el olmalı ki ses çıksın. Burada esas
bilinmesi gereken şey şudur. AKP'nin yaklaşımı kesinlikle tasfiye üzerinedir, çözüme yönelik değildir. Çok daha
tehlikelidir. Bu hususlar iyi teşhir edilmelidir. Devlet değil ama AKP kesin olarak çözüm istemiyor, tasfiyeyi örüyor.”
“Erbakan, AKP ile ilgili “bunlar sömürücülerin muhasebecileridir” demişti. Çok doğru bir tespitti. Evet bunlar
sömürücülerin muhasebecisidirler. Kendilerine de komisyon alıyorlar. Aldıkları bu komisyonla da bazı Kürtleri parayla
kendilerine bağlıyorlar. Tasfiyeyi şimdi de bu şekilde yürütmeye çalışıyorlar. Yani Şıwan gibilerini ve diğerlerini koçbaşı
yapmak istiyorlar. 2003'te Osman-Botanlara yaptırdıklarını şimdi de bunlara yaptırıyorlar. Bu gerçekliğin iyi görülmesi
gerekiyor.”
ÖNÜMÜN AÇILMASI GEREKİR
“Yürütülen bu tasfiye politikaları, 1925'ten bu yana CHP'nin katı laikçi anlayışıyla yapıldı. Bugün de aynı
politikalar AKP'nin ılımlı İslam rengini de katarak çok daha tehlikeli bir şekilde yürütülmektedir. Bunun açığa çıkarılması
gerekiyor. 1925 Şeyh Sait povokasyonu Kürtleri 15 yıl geriye götürdü. 15 yıl boyunca Kürtlere bu bahaneyle soykırım
yapıldı. Dersim katliamı bu temelde geliştirildi. 15 Şubat 1999 komplosuyla da yapılmak istenen bu soykırımı daha da
derinleştirmektir. Cemil Bayık da değerlendirmiş 15 Şubat komplosunu. Bu soykırım ve inkar politikalarını herkesin iyi
görerek ona göre hareket etmesi gerekiyor. Ben söylediğim için değil, kendi namuslarını, onurlarını gram kadar varsa
korumaları için yapmaları gerekir. Bilinmesi gereken şudur. Mart başına kadar ben bir açıklama yapacağım demiştim. Ne
yapacaklarına kendilerinin karar vermeleri gerekiyor. Burada herkes, Devlet de bizimkiler de yükü omuzuma yüklüyorlar.
Yirmi yıl boyunca Suriye'de aynı şeyi yaptılar. 12 yıldır da burada yine aynı şeyi yapıyorlar. Her şeyi benden bekliyorlar.
Kapitalizmden dolayı kimsede vicdan kalmamış. Ben nasıl yapacağım bunu? İşte Cevat Öneş açıklamasında diyor ki
Öcalan barışın önünü açmalıdır. Evet doğru söylüyor. Peki açmam için önümün de açılması gerekiyor. Ben bu koşullarda
bunu nasıl yapabilirim? Pratik önderlik yapma koşullarım olmadığı halde bunu nasıl benden isteyebilirsiniz? Daha önce
havuz örneğini vermiştim. Benden boş havuzda yüzmemi istiyorlar. Su yoksa veya dizlere kadarsa nasıl yüzebilirim?
Eğer çözüm gelişmezse Diyarbakır hatta on Tahrir Meydanı bile olabilir. Eğer Tahrir Meydanı olacaksa bunu ben
söylediğim için değil, kendi onurlarını korumak için yapmaları gerekiyor. Yapıyorlarsa yapsınlar, yapmıyorlarsa
yapmasınlar, bu Diyarbakır'ın bileceği bir iştir. Diyarbakır isterse bunu çok rahat bir şekilde yapabilir. İşte KCK de
mücadelelerini yürütebilecek durumda olduklarını söylüyorlar. Ben daha öncesinden savaş tarzlarını, gerillacılık tarzlarını
eleştirmiştim. Ben bu Mart başındaki durumla ilgili yine söylüyorum. Demokratik çözümün gelişmemesi halinde Mart'tan
sonra kimse şarlatanlık yapmasın. Hepsi için söylüyorum. Herkes ne yapacaksa onu yapsın. KCK, BDP, DTK ve
Diyarbakır ne yapmak istiyorsa onu yapacak. Bunun sorumlusu ben değilim. Herşeyi benden beklemesinler.”
ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE AÇIKLAMA YAPACAĞIM
“Kısaca seçimlerle ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum. Seçimlerin geniş bir yelpaze içerisinde ele alınması
gerekir. Rahatlıkla 30 çıkarabilirler. Galiba bağımsız-demokrat adaylarla girilecek. Dürüst, demokrat, herkesin adayı
niteliğinde kişiler aday gösterilirse olabilir. Biz barışa evet diyoruz, demokratik çözüme ve halkların kardeşliğine evet
diyoruz. Askeri dayatmaya, askeri vesayete hayır diyoruz.”
“İşte 150 bin kişilik özel ordu, bir askeri vesayet dayatmasıdır. Bizim temel anlayışımız demokratik ulustur. Biz
devletin bölünmesinden, parçalanmasından yana değiliz. Kardeşlikten, birlik beraberlikten, demokratik çözümden
yanayız. Bunun için bugüne kadar gerekli mücadeleyi verdim, üstüme düşeni yaptım. Bizim mücadelemizin bundan
sonraki adı, demokratik ulustur. Biz bu temelde bundan sonraki çalışmalarımızı Demokratik Ulus Anayasası şeklinde
yürüteceğiz. Bunun sonucunda demokratik ulus anayasası konferansı düzenleyeceğiz. Önümüzdeki günlerde, Halkımıza
somut demokratik çözümün belirdiği ya da belirmediği yönünde açıklamada bulunacağım. Eğer umduğumuz yönde bir
gelişme olursa ben “demokratik çözüm umudu hala var” diyeceğim ve devam edeceğiz, yoksa ben aradan çekileceğim,
herkes başının çaresine baksın, kendi kararını versin diyeceğim.”
GÜNEY AFRİKA’DAN ÖCALAN’A BARIŞ ÖDÜLÜ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Güney Afrika Mücadelesi Gazileri Eylem Komitesi 2010 Uluslararası Barış Ödülü bana verilmiş. Teşekkür
ediyorum, bunu anlamlı buluyorum. Benim Nelson Mandela gibi olduğumu söylüyorlar. Doğru söylüyorlar. Ama
Mandela'ya gerekli koşullar sağlandı, rolünü oynadı, gelindi-gidildi, bu sağlandı. Ama bu koşullar henüz bana
sağlanmadı.
Şeyh İzettin Hüseyni vefat etmiş. Halkımızın başı sağolsun. Ailesine taziyelerimi bildiriyorum.
Roj tv çalışanlarına selamlarımı iletiyorum. Erzurum c.evinde Mehmet Aras var, o da 20 yıldır kanser hastası.
Cezaevindeki tüm hasta tutsak arkadaşlarıma özel selamlarımı iletiyorum. Kadın hareketine selamlarımı iletiyorum.
Çalışmalarında başarılar diliyorum. Daha sonra 8 Mart'a ilişkin mesajım olacak. Siirt, Batman, Diyarbakır, Şırnak, Silopi,
Cizre, Erzurum, Antep, İzmir-Turgutlu-Söke'deki halkımıza, Mersin-Akdeniz gençliğine selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Newroz'a kadar gözleyeceğiz
‘AKP'nin amacı kesinlikle Kürt sorununu çözmek değildir, kendi hegemonyasını kurmaktır. İktidarını
güçlendirmek için Kürtleri tasfiye etmektir’’ diyen Öcalan, sorunun çözümü önünde en büyük engelin AKP olduğunu
belirtti. AKP'nin tasfiye politikalarına karşı Kürtlerin mücadelesini yükseltmesini isteyen Öcalan ‘’Newroz'a kadar
gözleyeceğiz, hükümetin tavrına bakacağız’’ dedi. Öcalan, CHP’nin şu anki pozisyonunu da AKP’den daha olumlu
bulduğunu kaydetti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Ortadoğu’daki
gelişmeleri değerlendiren Öcalan, “Mısır'da, Tunus'ta, Libya'da, Süleymaniye'de olanlar görülüyor. Aslında Türkiye'de de
bölgede de bu potansiyel var. Biz istersek benzer süreçleri başlatabiliriz. Bizim Tunus, Libya, Mısır ve Güney
Kürdistan'dan daha fazla halk gücümüz ve eylem yeteneğimiz vardır. Bizim bunu yapacak gücümüz ve potansiyelimiz
vardır. Newroz'a kadar gözleyeceğiz, hükümetin tavrına bakacağız. Haziran'a kadar bu tür gerginliklerin çözüm sürecini
olumsuz etkileyebileceğini hesaba katıyoruz. Bu süreçte çok büyük çatışmalarla devlet zor durumda bırakılmamalı.
Çünkü hala bir çözüm umudu olduğuna inanıyoruz.” dedi.
XİZRİ’NİN İDAMI İNSANLIK DIŞI
İran’da idamlara dikkat çeken Öcalan, “Hüseyin Xiziri sahiplenilmelidir, anısı yaşatılmalıdır. Hüseyin Xiziri'nin
halktan saklanarak idam edilmesi Kürt halkının varlığına, onuruna ve kimliğine yapılan insanlık dışı bir saldırıdır.” diye
konuştu.
Öcalan, şöyle devam etti:
MALÇOK’UN ANISINA SAHİP ÇIKILMALI
“Diyarbakır'da Genç Kadın Hareketinin Konferansı olmuş. Kendilerine selamlarımı iletiyorum, çalışmalarında
başarılar diliyorum. Gençlik de kendi kaderini kendisi çizecektir. Ne yazık ki, gençlere kendilerini özgürce ifade etme
imkanı bırakılmıyor. Bir kısmı başka seçenek bırakılmadığı için eline silah almak zorunda kalıyor. Bir kısmı da en son
Mustafa Malçok örneğinde olduğu gibi kendisini feda ederek çözümsüzlüğü protesto ediyor. Diyarbakır'da kendisini
yakan Mustafa Malçok ve geçen yıl Adıyaman'da kendisini yakan Müslüm Doğan'ın bu eylemlerini çok anlamlı
buluyorum. Bu eylemlere çok büyük değer veriyorum. Bu eylemler doğru anlaşılmalı ve sahiplenilmelidir. Bu 16-17
yaşındaki gençlerin anısına sahip çıkılmalıdır. Bu eylemlerini çok önemsiyorum. Böylesi bedenlerini ateşe verme
eylemleri son derece değerli, önemsenecek ve üzerinde dikkatle durulacak anlamlı davranışlardır, kutsal değerdedir.
Ancak bu tür eylemlere çok üzülüyorum. Gençlerin bu tür kendi bedenlerini ateşe verme eylemine girmemeleri gerekir.
Kesinlikle kendi bedenlerini benim için veya herhangi önemli bir şey için yakmamalarını söylüyorum. Bundan
vazgeçmelerini tekrar öneriyorum. Bu önemli günlerde örneğin benimle ilgili yıldönümlerinde bu tür eylemlerin
yapılmasını doğru bulmuyorum. Yine de bu eylemleri önemsiyor ve sahiplenmesi gerektiğini düşünüyorum. Diyarbakır'ın
ruhundan bahsediyorlar. İşte ruh budur, Diyarbakır'ın ruhu budur. Bu gençlerin kendilerini feda etmeleri başka nasıl izah
edilebilir? Konferansını yapacak olan gençlere de bu arkadaşların anısını unutmamaları, yaşatmaları gerektiğini
söylüyorum. Onların mücadelelerini yaşayarak ama mücadeleyi, örgütlenmeyi büyüterek sürdürmeleri gerektiğini
söylüyorum. Aynı şekilde Hüseyin Xiziri'nin anısını da yaşatmalıdırlar. Mustafa Malçok Eğilli'ydi herhalde. Eyleminde bir
not da bırakmış. Söylediğim gibi bu arkadaşlar ve önceden de bu tür eylemlere girişen arkadaşların anısı önünde
DERLEYEN : AZAD BADIKI
saygıyla eğiliyorum. Kutsal değerlerimizdir. Bu gençler, başka çıkar yol bulamadıklarından bu yönteme yöneliyorlar.
Fakat ben bu yöntemi doğru bulmuyorum, her zaman başka mücadele yöntemleri, yolları, çeşitleri vardır.”
KÜRTLERİN İMHA VE İNKARI DURDURULDU
“Devlet Kürtlere karşı 80-90 yıldır inkar ve imha politikasını acımasız bir şekilde uyguladı. 1950'lerden itibaren
de 60 yıllık gırtlağına kadar NATO Gladio'suna batma durumu yaşandı. Ama şimdi Kürtlerin varlığını kabul eden bir
noktaya geldi. Yapılan mücadele neticesinde artık devlette bir algı değişmesi meydana gelmiştir diyebiliriz. Benim de
buradaki çabalarımın da katkısıyla Kürtlerin imha ve inkarı durduruldu. Kürt varlığı artık kabul ediliyor. Artık çözüm
döneminin gelişmesi gerekiyor. Tabi 80-90 yıllık bir algıdan vazgeçmek öyle kolay değildir. Ama gelinen aşamada
devletin bu inkar politikasından vazgeçme noktasına geldiği anlaşılıyor. Biz de bu imha ve inkar politikasından kurtulmak
istiyoruz. Devletteki bu algı değişmesi de öyle kolay olmadı. Bu algının ne kadar köklü olduğunu anlamak için tarihe
doğru bakmak gerekir. Şeyh Sait ayaklanmasının 15 Şubat 1925 provokasyonuyla başlatılmasıyla benim 15 Şubat 1999
komplosuyla Türkiye'ye-İmralı’ya getirilişim aynı tarihlere tekabül etmesi tesadüf değildir. Daha önce de ben 15 Şubat
1925 tarihini Kürt soykırımının başlangıç tarihi olarak ilan etmiştim. Aynı şekilde Şeyh Said'in 29 Haziran'da idam
edilmesiyle bana aynı tarihte idam cezasının verilmesi de tesadüf değildir. Bunları bilmeden Kürt sorununu anlamak
mümkün değildir.”
AKP EN BÜYÜK ENGELDİR
“AKP'nin yaklaşımı tam bir faciadır. Bu öğrenci affı meselesinde bile benim yüzümden onbinlerce öğrencinin
hakkını yediler, gaspettiler. Bilmiyorlarmı ki, benim bu saatten sonra gidip Siyasal Bilimler Fakültesi, mülkiye son
sınıfında öğrencilik yapmayacağımı, bunu yapacak konumda olmadığımı. Bu kadar basit ve yüzeysel yaklaşıyorlar.
AKP'nin amacı kesinlikle Kürt sorununu çözmek değildir, kendi hegemonyasını kurmaktır. Kendi hegemonyasını kurmak,
iktidarını güçlendirmek için Kürtleri tasfiye etmektir. Kürtler bunu böyle bilmelidir. AKP'nin bu hegemonyacı yaklaşımı
tehlikelidir. Ben hegemonyaya karşı çıkıyorum ve buna karşı mücadele edeceğim. Devlet Kürtleri inkar politikasından
vazgeçerek Kürt sorununu çözme konusunda irade sahibi görünüyor ama AKP bunun önündeki en büyük engeldir.
Kürtlerin yapması gereken de AKP'nin tasfiye politikalarına, tasfiye ve inkara karşı mücadelelerini yükseltmektir.”
ÖZERKLİK EKSİK VE YANLIŞ ANLAŞILIYOR
“DTK'nın komisyonları olabilir. Ama parçalı görüntü vermemelidir. DTK bir bütünlük içerisinde çalışmalıdır.
Komisyonları olabilir ve daimi olarak çalışabilirler. Ama DTK bir bütün olarak hareket etmelidir. DTK'yi parçalara bölmek
doğru olmaz, bütünlükten kopulmamalıdır. DTK bütünlüklü bir çalışma içerisinde olmalıdır. Demokratik Özerklik de tam
anlatılamıyor. Savunmalarımda demokratik ulus çözümünü belirtmiştim, 8 boyut demiştim, demokratik özerklik bunun
sadece siyasi boyutudur. Son savunmamda Kürt sorununun çözümüne ilişkin somut önerilerim de var. Yol haritasının da
kamuoyuyla paylaşılması yararlı olur. Yol haritasında ortaya konulmuş bir proje vardır, bu bir çözüm projesidir. Önemli
tespitlerim de var orada. Devletin de bu yol haritasına yaklaşımı olumludur, onlar da farkındadırlar, tehlikenin, gidişatın
farkındadırlar. Yol haritasında daha öz ve pratik bilgiler var. Ben son savunmamda bunları daha geniş bir şekilde ele
aldım. Son savunmamda demokratik ulus çözümünü çok geniş ve tüm boyutlarıyla ele aldım. Demokratik ulus çözümü
bir bütün olarak ele alınmalıdır, parçalı yaklaşım doğru değildir. Bu nedenle örneğin demokratik özerklik çözümünün de
yanlış ve eksik anlaşıldığını düşünüyorum. Demokratik özerklik, demokratik ulus çözümünde yedi sekiz boyuttan sadece
bir tanesi olup işin sadece siyasi boyutudur. Bunun dışında ekonomik boyut, sosyal boyut, kültürel boyut, hukuki boyut,
güvenlik-özsavunma boyutu ve diplomatik boyut vardır. Bu boyutların her birinin ayrı ayrı önemi vardır ama demokratik
ulus çözümü bağlamında bir bütün olarak değerlendirmek lazım. Bu boyutları bir bütün olarak değerlendirmek gerekir,
sadece biri üzerinde -demokratik özerklik- yoğunlaşmak doğru değildir. Demokratik özerklik bu boyutlardan sadece siyasi
boyuttur. Ben bunları çok geniş bir şekilde son savunmamda ele aldım. Söylediğim gibi çözüm konusunda somut öneriler
de içerdiği için bu savunmamın AİHM'e ulaşması engellenme ya da geciktirilmeye çalışılabilir, bunun üzerinde
durulmalıdır.”
KADAFİ, MÜBAREK REJİMLERİ ÇÖKTÜ, BİZ GÜÇLENİYORUZ
“Demokratik ulus çözümüne ilişkin tezim, dünyanın en önemli teorilerinden biridir. Ortadoğu için de çözüm
modeli olabilir. Ortadoğu'da Mısır, Libya, Tunus, Süleymaniye'deki gelişmeler de benim haklılığımı ortaya koymakta ve
benim söylediğim noktaya gelmektedir. Ortadoğu'da yarattıkları ulus-devlet şu an çökmüş durumdadır. Bu sorunların
temelinde, arka planında kapitalist modernite vardır. Daha önce de belirtmiştim, Ortadoğu’da oluşturulan ulus-devlet
modeli İngiliz planıydı, dünyaya onlar yaydılar, daha sonra ABD de bunu sürdürmüştü ama günümüzde kendi yarattıkları
bu rejim çöküyor. Halkların talepleri tabi ki haklıdır. Ama bunu sadece bu şekilde ele almak eksik olur. İngiltere ve ABD
de kendi kurdukları sistemlerinin çöktüğünü, aşılması gerektiğini görüyorlar ve kendilerince müdahale ediyorlar. Artık
onlar da işin içindedir. Onların çözüm olarak sunmak istedikleri şey AKP benzeri ılımlı İslam dedikleri modeldir. Ama bu
henüz Türkiye'de bile sorunlara çözüm olamamıştır, Kürt sorunu bile tüm yakıcılığıyla devam etmektedir. AKP çözümden
kaçmaktadır. Çözüm bizim önerdiğimiz demokratik ulus çözümüdür. Daha önceki “Ortadoğu'da Uygarlık ve Demokratik
Uygarlık Çözümü” adlı savunmamda da Ortadoğu kültürünü demokratikleştirmek, demokratik kültürü egemen kılmak
demiştim. Bu savunmam tam da bu sorunlara işaret ediyor ve çözüm önerilerini getiriyordu. Yine “Özgürlük Sosyolojisi”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
savunmamda da bu konuya ilişkin önemli tespitlerim vardır. Hüsnü Mübarek, benim Suriye'de çıkmamda rol oynadı,
Türkiye ile Suriye arasında arabuluculuk yaptı. Fakat sonunda hizmet ettiği sistem onu koruyamadı, ülkesinden
çıkardılar. Kadafi de bana “Libya'ya gel, imkan yaratabiliriz” demişti ama şimdi kendisini bile kurtaramıyor. Kadafi'nin
Yeşil kitap dediği de çözüm getirmediği, sonuç almadığı ortaya çıktı. Bunların kurduğu rejim, kendi kendini bitirme
noktasına geldi ve çöktü. Ama içinde bulunduğum bu kısıtlı koşullara rağmen biz daha güçlüyüz, güçleniyoruz.”
EZİLENLERİN BİRLİKTELİĞİ ARAYIŞI SÜRMELİ
“8 Mart'a ilişkin kadınlara özel selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum. Bugünkü mücadeleye öncülük edecek birikim
ve kapasiteleri vardır. Bunu yapmalıdırlar da. Önemli olan bu gösterilerde eylemliliği ön plana çıkarmalarıdır. Kendilerine
başarılar diliyorum.”
“Benim seçimlere ilişkin daha sonra da bir şeyler deme imkanım olacak. Ama ana hatlarıyla şunları
söyleyebilirim. Yüzde on seçim barajını aşmak için ittifaklar geliştirebilirler. Mesela koşullar uygunsa çeşitli kesimlerle
ittifak söz konusu olabilir. Diğer sol partilerle, demokrasi güçleriyle, azınlıklarla, sendikalarla, çevreci gruplarla,
Yeşilcilerle ortak bir demokratik blok oluşturulabilir. Yani bütün ezilenler, sistemden şikayetçi olan muhalif güçler ve
Kürtler bu blokta yer almalıdır. Böyle bir bloğun hazırlıkları önceden iyi yapılmış olsaydı belki bu baraj zorlanabilirdi ama
geç kalınmış. Seçimlere bağımsız adaylarla girilecek gibi görülüyor. Ama yine de bu konuda aceleci davranmaya gerek
yok. Her ihtimal düşünülerek son zamanlara kadar da bu ittifak ihtimalleri göz önünde bulundurulmalıdır. Duruma göre
hareket edebilirler. Seçim barajını aşma durumu varsa bu bağımsız adaylık yeniden değerlendirilebilir.”
MANİSA, AYDIN, DENİZLİ’DEN VEKİL ÇIKARILABİLİR
“BDP bağımsız adaylarla girmeyi mantıklı görebilir, başka türlü riske girmek istemeyebilirler. Ama söylediğim
gibi bu ittifaklar durumu da göz önünde bulundurulabilir ve değerlendirilebilir. Aslında başından beri demokratik bir blok
için çalışmalar yürütülmüş olsaydı belki baraj da aşılabilirdi. Ben buna demokratik ulus bloku demiştim. Bunun için çeşitli
çalışmalar yapılabilir. Bu görüşmeler demokratik çevrelerle, sol çevreler, çeşitli sendikalar, emekçiler, ezilenlerle, ÖDP,
EMEP gibi kesimlerle görüşülmelidir. BDP'nin oyu için yüzde 7-8 diyorlar. Bence oyları bu değildir, daha fazladır. Bunun
için geniş çerçevede çalışmalıdır. Çıkaracakları milletvekili sayısı en az 30-35 olmalıdır. İyi çalışılırsa bu sayı 40 da
olabilir. “Az olsun bizim olsun” anlayışından vazgeçilmelidir. Batı'daki adaylar tanınmış ve demokrat adaylar olmalı. Öyle
adaylar olmalı ki aldıkları Kürt oyu kadar da Türk oyu alabilmeliler. İzmir'in iki bölgesinden Manisa'dan, Denizli'den,
Aydın'dan, Adana'dan, Mersin'den hatta Antalya'dan birer milletvekili çıkarılabilir, çıkarılmalıdır. Yine İstanbul'un üç
bölgesinden rahat çıkarılır. Eğer uygun ortak adaylar bulunursa hem Kürtlerin hem de Türklerin oy verebileceği şahıslar,
doğru isimler seçilirse neden olmasın? Sol demokrat çevrelerle görüşülmelidir. Bunlar Demokratik Ulus Bloku içinde yer
almalılar.”
DEMOKRATİK ULUS BLOKU OLUŞTURULABİLİR
“Devlet de artık bir noktaya gelmiş durumda. Bu demokratik ulus bloğunu devlet de kabul edecek. Bu süreci
değerlendirmek gerekir. Bu tarihi süreç kaçırılmamalıdır. Devleti demokratik bloğa ikna ederek, demokratik anayasa
çözümünü geliştirmeye çalışıyoruz. Daha önce de söylemiştim. Türkiye'de üç blok var. Bu blokların tarihi eskidir. Birinci
blok: 1920'lerin ulusalcı-milliyetçi bloğu ki bu bloğu şu an CHP ve MHP temsil ediyor. Bunların ilk meclisteki karşılığı
Birinci gruptu. Birinci grubu temsil ediyordu. İkinci blok muhafazakar-İslamcı bloktur. O dönem bu bloğun başını Mehmet
Akif Ersoy gibiler çekiyordu. Bunların da ilk meclisteki karşılığı ikinci gruptu. Terakkiperverle devam ediyor, şu an bu
bloğu AKP ve diğer dini çevreler temsil ediyor. Biz ise Üçüncü blok olan -ki Mustafa Suphilerin de içinde yer aldığıdemokratik bloğu oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü bu ilk iki bloğun söylediğim gibi ilk mecliste temsilcileri-grupları (birinci
ve ikinci grup) vardı ama bizim oluşturmaya çalıştığımız demokratik ulus bloğunun oluşmasına o dönem izin verilmedi.
İşte komünistleri, solcuları Mustafa Suphi şahsında Karadeniz'de boğdurdular, tasfiye ettiler. Yine Çerkez Ethem, Yeşil
Ordu aynı şekilde tasfiye edildi. Kürtler'de Koçgiri, Şeyh Sait, Seyit Rıza olaylarıyla tasfiye edildiler. Bu şekilde
demokratik bloğun oluşmasına engel oldular, bugüne kadar oluşmasına izin verilmedi. Şimdiye kadar devlete ulusalcımilliyetçi ve İslami dinci bloklar hep hakim oldu. Biz ise çözümü geliştirecek ve çözümü getirecek Üçüncü bir blok olan
demokratik ulus bloğunu oluşturmaya çalışıyoruz. İşte ben bu bloğu oluşturup devlete kabul ettirmeye çalışıyorum. Biz bu
demokratik ulus bloğuyla Mustafa Suphi suikastını ortaya çıkaracağız ve bu suikastı aydınlatacağız. Aynı şekilde Koçgiri,
Şeyh Sait, Seyit Rıza olaylarının gerçek yüzünü de açığa çıkaracağız. Bu demokratik ulus bloğunu Kürtler, demokrat
kesimler, solcular, emekçiler, azınlıklar, sendikalar, sivil toplum örgütleri, çevreciler, yani bütün ezilenler, bütün
demokratik talepleri olanlar yer almalıdırlar. Çözüm süreci gelişirse ilerideki seçimlerde bu blokla 150 -200 rakamlarına
da ulaşılabilir.”
PKK’YE YÜKLENMEKLE OLMAZ
“Eylemsizlik kararından benim haberim var. Önümüzde 8 Mart ve 21 Mart Newroz var. O zamana kadar
hükümetin tavrını izleyeceğiz. Çözümden yana olanlar ve demokratik çözümü isteyenler bir araya gelerek çözüm
önerilerini geliştirsinler. Bu arada bu Diyarbakır'daki ve bölgedeki sivil toplum örgütleri hepsi DTK toplantısında bir araya
gelir. DTK bütün bu sivil toplum örgütlerini derhal, en kısa sürede bir araya toplar. Buna Hak-par, Şerafettin Elçiler de
dahil olabilirler, çözüm istiyorlarsa dahil olmaları gerekir. Hatta bize karşı en uçta yer alanlar bile çözümden yanaysa,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
samimiyse, gelip çözüm süreci içinde yer alabilir. Onlar da çözüm yönünde taleplerini ortaya koyabilirler. Bunlar çözüme
dönük taleplerini hem Hükümete hem de KCK'ye aynı zamanda iletsinler. Şayet hangisi bu çözüm önerisini kabul
etmezse o zaman çözüm önerisini kabul etmeyene karşı politik tavır alsınlar. Baksınlar PKK ve hükümetin bu taleplere
karşılığı nasıl olacak? Eğer PKK bu taleplere olumsuz yaklaşırsa o zaman PKK'yi mahkum ederler. Ama hükümetin tavrı
önemli olacak. Eğer Hükümet-AKP bu taleplere olumsuz yaklaşırsa o zaman sürekli PKK'ye yüklenmekten vazgeçmeleri
gerekir. Kimin çözüm, kimin savaş istediği de bu şekilde ortaya çıkar. Öyle orada oturup sadece PKK'ye yüklenmekle
olmaz. Kürt sorunun çözümü için bir adım dahi atmayan ve çözüm önünde engel olan AKP'nin dümenine su
taşımasınlar. Çok tuhaf bulduğum bir şey var, diyorlar ki “silahlar sussun”. Hiçbir çaba göstermeden öyle ikide bir “silahlar
sussun” denmesinin hiçbir anlamı yok. Ne silahı? Biz silah mı kullanıyoruz? Biz kimseye karşı silah kullanmıyoruz, silah
kullanmak zorunda bırakılıyoruz.”
CHP AKP’DEN DAHA OLUMLU
“Biz demokratik anayasa çözümünü geliştirmeye çalışıyoruz. Demokratik Anayasa Konferansı geliştirilmelidir.
Seçime kadar bunun çalışmaları yapılmalıdır. Ben çözümden yana umutlarımı yitirmiş değilim hala umutlarım var. Çözüm
gelişiyor ve derinleşiyor. 21 Mart Newroz'a kadar devlette birtakım değişiklikler olabilir ve bazı pratik gelişmeler olabilir.
Ensarioğlu gibiler DTK bünyesinde çözüm için çaba göstermelidir. Çünkü çözümden en çok onların yararı var. Çözüm
değil de, şiddet baş gösterirse ilk önce ve en fazla zarar görecek onlar olur. Yanlış anlaşılmasın bunları bir tehdit olarak
söylemiyorum, bu bir tehdit değildir. Ama bu tür sorunların çözümü tüm dünyada ve tarihsel olarak böyledir. Bu böyle
bilinmelidir. Herkes pozisyonunu buna göre almalıdır. Bu noktada şunun da bilinmesini istiyorum, ben, CHP'nin şu anki
pozisyonunu AKP'den daha olumlu buluyorum. CHP'nin bu pozisyona geçmesinde halkın haklı talepleri ve baskısı, tavrı
etkili olmuştur. AKP de bu şekilde halkın baskısıyla çözüm yönünde değişime zorlanmalıdır. Şu haliyle CHP'yi AKP'nin
daha ilerisinde görüyorum. Zaman zaman olumlu açıklamaları oluyor.”
ŞİWAN KENDİSİNİ KULLANDIRTMASIN
“AKP'nin amacı Kürt sorununu çözmek değildir. Kendine yakın yandaş yaratmaktır. Amacı Kürtleri tasfiye
etmektir. AKP son zamanlarda Şıvan Perwer ve Kemal Burkay ile görüşüyor, onları Türkiye'ye getirmeye çalışıyor.
Kemal Burkay öyle televizyonda bizi eleştireceğine samimiyse gelip demokratik siyaset içinde yer alsın mücadeleye
katılsın, katkı sunsunlar, kimseye engel değiliz. AKP bunları Türkiye'ye getirerek bunlar üzerinden rant sağlamaya
çalışıyor. Askere karşı “ben bunları kendime bağlıyorum, özgür Kürdü tasfiye ediyorum” görüntüsü vermeye çalışıyor.
Şimdi bu Kemal Burkay'ın, Şıvan’ın bir kitlesi mi var? Peki Türkiye'dekiler Kürt değil mi? Onlarla niye konuşmuyorsun,
diyalog geliştirmiyorsun? Mesela Ahmet Türk ile niye görüşmüyorsun? Milyonlarca Kürdü temsil ediyor. Milyonlarca
Kürdü temsil edenlerle, kitlesi olanlar var. Onlarla niye görüşmüyorsun? Yine Sivil Toplum Örgütleriyle niye
görüşmüyorsun? Yani burada haklı talepleri olan milyonlarca Kürt ve bunların temsilcileri varken neden bunlarla
görüşmüyorsunuz da gidip Avrupa'daki birkaç kişinin peşine ısrarla düşüyorsunuz? Demek ki bu konuda bir
samimiyetiniz yok. Açık ki başka hesaplarınız var. Şıvan Perwer'e söylüyorum, gelsin demokratik çözüm sürecinde yer
alsın, kendisini kullandırtmasın. Şayet AKP ile hareket edeceklerse onların halk nezdinde beş paralık kıymeti kalmaz.
Gelsinler demokratik çözüm sürecinde yer alsınlar diyorum. Çözümden yana olan, ben çözüm istiyorum diyen herkes
gelip bu süreçte yer alabilir.”
HALA UMUTLUYUM DİYALOG SÜRÜYOR
“Ben Mısır ve Tunus’taki gibi kesintisiz ayaklanma yöntemini şimdilik önermiyorum. Biz potansiyelimizin
harekete geçmesini uygun bulmuyoruz. Kitlemizi, örgütlülüğümüzü harekete geçirme çabamız şimdilik yok. Ama Mısır ve
Tunus'takilerden çok daha ileri olduğumuz bilinmelidir. Çünkü yılların örgütlülüğü ve mücadelenin verdiği tecrübemiz var.
Devlet ile görüşmelerim, diyalog süreci devam ediyor ben bu görüşmelerden hala umutluyum, hala umudum var, diyalog
devam ediyor. 21 Mart'a kadar herhangi bir olumsuzluğun olmaması gerekir. Bazı gelişmelerin olabileceğini
düşünüyorum. 21 Mart'tan Haziran'a kadar da bu durum devam edebilir. Kürt sorunun çözümü için demokratik anayasal
çözümü geliştirmek istiyoruz. Bunun için burada yoğun çalışıyorum.”
DİYARBAKIR’DA BİR “AZADİ MEYDANI” OLMALI
“Diyarbakır'da bir özgürlük meydanı olmalı. İsmi de Azadi meydanı olabilir. Pratik öneri yapıyorum. Diyarbakır'da
böyle bir meydana demokratik çözüm ve barış çadırlarının kurulmasını öneriyorum. Bu çadırlar seçime kadar devam
edebilir. İnsanlar bu çadırlara yoğun bir şekilde gelip gidebilirler. Çadırlar Van'da, Batman'da başka uygun yerlerde de
kurulabilir. Bu çadırlarda kendi talep ve çözüm önerilerini bol tartışabilirler, geliştirebilirler. Bu demokratik bir eylem
olduğu için Hükümetin polisinin de karşı çıkacağını sanmıyorum. Bu seçim sürecinde anlayışla karşılayacaklardır. Zaten
önümüzde 8 Mart, 21 Mart gibi etkinlikler de var. Bu etkinliklerin merkezi de bu çadırlar olabilir. Başka türlü şeyler de
olabilir. Örneğin bütün partilerin adayları gelip bu çadırlarda seçime dönük programlarını açıklayabilirler, halk da bu
çadırlara gelen adaylara-partilere demokratik talep ve çözüm önerilerini iletebilirler. Kim bu önerilerini yerine getirecekse,
çözüm geliştirecekse oylarını onlara versinler. Bu çadırların üzerine demokratik çözüm ve barış çadırı yazılabilir. Bu
pratik öneriyle halk zamanla yoğun bir şekilde bu çadırlara gider, ziyaret eder ve sahiplenir. Zaman zaman kalabalık da
olabilir, az kitle de olabilir. Önemli olan böyle bir zemini oluşturmaktır, bu mutlaka yapılmalıdır. Ayrıca KCK davası da
DERLEYEN : AZAD BADIKI
devam ediyor. Duruşma günlerinde ve öncesinde çadırlar bu amaçla da kullanılır. Duruşmaya giden avukatlar da
duruşma öncesi ve sonrasında bu çadırları ziyaret ederler. Söylediğim gibi bizim potansiyelimiz gerek eylemsellik
açısından gerek halkın katılımı açısından çok daha yüksek bir durumdadır. Tunus, Mısır’a benzer süreçleri başlatmak
için daha fazla imkana sahibiz, bunu yapacak gücümüz ve potansiyelimiz de var. Ancak biz daha demokratik bir şekilde
bu çadırlarla seçime gidersek daha uygun olur.”
GERİLLA ÇATIŞMALARDAN KAÇINSIN
“Gerillaya özel olarak çağrım, bu süreçte çatışmalara girmekten mümkün olduğunca kaçınsınlar. Güvenlik
boyutunda ise kendi öz-savunmalarını yapsınlar, kendilerini en iyi şekilde korusunlar. Gerilladan bu süreçte demokratik
çözüme destek vermelerini bekliyorum. Gerilla kendilerine saldırı yapılmadıkça üstlerine gidilmedikçe herhangi bir
saldırıya geçmemeleri ama inisiyatifi daima ellerinde bulundurmaları gerekir, inisiyatifli olmalılar, inisiyatiflerini
artırmalıdırlar. Herhangi bir rehavete kapılıp Hakkâri’deki 9 gerillanın şehit edilmesi gibi acı kayıplara yol açmalılar, pusu
ve komplolara karşı da dikkatli olmalıdırlar.”
TÜRKİYE KAMUOYU AKP’Yİ ÇÖZÜME ZORLAMALI
“Türkiye kamuoyuna şunu söylemek istiyorum. Gençlerin kanının dökülmesine artık izin vermeyelim. Demokratik
çözüm umuduna güç vermelidirler. Demokratik çözüm sürecinde yer almalıdırlar, AKP'yi de çözüme zorlamalıdırlar.”
“Ağrı, Doğubayazıt, Iğdır, Kars, Batman, Diyarbakır ve Van'daki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Serhat halkına
özel selamlarımı iletiyorum. Serhat halkı çok çile çekmiş bir halktır. Serhat halkı bu dönem tam bir seferberlik ruhuyla
mücadeleyi yükseltmelidir. Ayrıca Maxmur halkına selamlarımı iletiyorum. Maxmur halkımız yaşadıkları bütün zorluklara
rağmen direndiler ve hala da direniyorlar. Orada kısıtlı ve zor şartlara rağmen örnek olacak bir model oluşturmuşlardır.
Onların bu mücadelesini özel olarak selamlıyorum. Cezaevinden bana mektuplar gelmişti. Bütün cezaevlerindeki
arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Anayasal güvence olmaz ise
KCK sistemi devreye girer
Kürtlere karşı hukuk kırımı yapıldığını söyleyen Öcalan, ‘Kürtlerin statülerine dönük bir gelişme sağlanmazsa,
Kürtlerin hakları anayasal güvenceye alınmazsa, artık Kürtlerle ilgili tamamen KCK sistemi devreye girer’ dedi. Öcalan,
“Şunu herkes bilsin, ben sağ olduğum, yaşadığım sürece hiç kimse, Kürtlerin onuruyla oynayamaz” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Son günlerde televizyonlarda aleyhinde yapılan
konuşmalara değinen Öcalan, “Son birkaç gündür de yazarları tehdit ettiğim şeklinde tartışmalar yapılıyor.
Televizyonlarda bir haftadır aleyhimde konuşuyorlar. Yok “Öcalan ölümle tehdit etti” diyorlar. Benim öyle kimseyi ölümle
falan tehdit etme durumum yok. Burada öyle bir söz de sarfetmedim. Bize ihanet eden Osman-Botanları falan bile ölümle
tehdit etmediğimiz biliniyor. Açıkça söylüyorum, bizim öyle kimseyi ölümle tehdit ettiğimiz yok” dedi.
‘KÜRTLERE KARŞI HUKUK KIRIMI YAPILIYOR’
Kürtlere karşı hukuk kırımı yapıldığını belirten Öcalan şunları söyledi:
“Çiller döneminde etrafında 1993-94'te Çiller'in Kürtlere dönük kirli politikalarına alet olan Kürt sözcüleri vardı.
Bir de bu dönemde Erdoğan'ın etrafında böyle 200 tane danışmanı var. Şimdi de sürekli bize karşı açıklama yapıyorlar.
Her dönemde böyle tipler vardır. Çiller'in özel savaş örgütünü çözdük, Başbakan'ın da özel savaş örgütü var onu da
çözmeye çalışıyoruz. Hukuk kullanılıyor. Çiller dönemi, 93-95'lerde yaptığını AKP de hukukla yapıyor. KCK'den 2000
tutuklu var, bunlara en ağır cezalar isteniyor, ağırlaştırılmış müebbede varıncaya kadar cezalar isteniyor. Bunlar öyle
silahlı da değiller, silahla alakaları da olmamıştır, tamamen demokratik siyaset yaptıkları halde tutuklanıyorlar. Bunları
tutukluyorsun Burkay'ın ise 35 yıllık cezasını bir gecede kaldırıyorsun, beraat veriyorsun. Bunları anlamak lazım.
Tutuklamalarla yapıyor. Tutuklamalar da halen devam ediyor. Kürtlere karşı hukuk kırımı yapılıyor. Daha bu sabah yine
Hakkari'de gözaltına alınanlar olmuş. Devlet-hükümet bu kişileri bize karşı kullanmaya çalışıyor. KCK tutuklularının bir
kelime bile Kürtçe konuşmalarına izin vermiyorsun ama Kemal Burkay'a devletin resmi kanalı TRT'de Kürtçe
konuşturuyorsun. Bu da devletle ilişkilerini ortaya koyan en büyük belgedir. Bu aydınlar hep bizi eleştiriyorlar, bunları niye
görmüyor, devleti-hükümeti neden eleştirmiyorlar. “
‘BEN SAĞ OLDUĞUM SÜRECE HİÇ KİMSE KÜRTLERİN ONURUYLA OYNAYAMAZ’
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Ben bu Şıvan meselesini de biraz açayım. Benim Şıvan'a özel bir karşıtlığım yok. Şıvan'ın Arınç'la
görüşmesinin benim açımdan hiçbir sakıncası yoktur, istediği kişiyle görüşebilir, görüşmesin demiyorum. Ama öyle kişisel
çıkar için değil. Kürtler için görüşsün. Kürtlerin hakları için ne diyor, çözümleri nelerdir bunları görüşsün. Peki Arınç'la
görüşüyorsun ama ne yapıyorsun? Kürt sorununun çözümü için bir plan, bir proje mi sunuyorsun? Kürtler adına
müzakere mi yapıyorsun? Hangi güvenceleri alıyorsun? Aleyhimize konuşan yazarların var mı Kürt sorununa ilişkin bir
projeleri, çözümleri? Kemal Burkay'ın bir projesi mi var, Kürtler adına devletle müzakere mi ediyor? Var mı böyle bir
durumu? Varsa böyle bir durumun, varsa bir projen ve devletle müzakere edebiliyorsan, Kürtler adına seni ciddiye alıp
müzakere ediyorlarsa o zaman sen bizi temsil et, biz sana uyalım. Hem Kürtler adına bir projen olmayacak, hem Kürtler
adına müzakere etmeyeceksin, hem de devletin resmi televizyonuna bizim aleyhimize röportaj vereceksin. Biz ilk kez
devletle ciddi müzakere fırsatı yakalamışız, bunu da bozmaya çalışıyorsun. Biz burada bir uzlaşmaya, Kürtlerin hakkını
anayasal güvenceye bağlamaya, görüşmelerle bunu sağlamaya çalışıyoruz. Belki de ilk defa tarihi bir fırsat yakalamışız,
devlet de ciddi yaklaşırsa, anayasal çözümü sağlayacağız. Kürtlerin hakları için bir çözümleri varsa konuşsunlar,
eleştirsinler. Yol haritamız var kamuoyuyla paylaşıldı. Bu konuda bir eleştirileri varsa söylesinler. Ama öyle Öcalan tehdit
ediyor demesinler, ciddi olsunlar. “
“Şunu herkes bilsin, ben sağ olduğum, yaşadığım sürece hiç kimse, Kürtlerin onuruyla oynayamaz. Bu böyle
bilinsin.”
‘BİZİM YAPMAK İSTEDİĞİMİZ ÜÇÜNCÜ BLOĞU ANAYASAL GÜVENCEYE ALMAKTIR’
“Demokratik ulus çerçevesinde ittifak yapılabilir. Bu sadece seçim ya da ittifak değil, tarihi bir durumdur.
1920'lerde yapılamayan bir durumdur. 1920'lerde iki blok var. Birincisi Müdafaa-i Hukuk olarak da bilinen ulusalcı blok.
İkincisi Terakkiperver-Liberal blok. Üçüncüsü de Mustafa Suphilerin de içinde olduğu; Kürtler, azınlıklar, emekçiler bloğu.
Üçüncü blok, yani Kürtler, dini azınlıklar, emekçiler ve ezilenler anayasanın dışında bırakılmışlardır. Biz, 1920'de
tamamlanmasına izin verilmeyen süreci kaldığı yerden ele alıyoruz. İttihat Terakkiden gelen ulusalcı-milliyetçi cepheyi
bugün CHP ve MHP temsil ediyor. İkinci bloğu günümüzde AKP temsil ediyor Ilımlı İslam adı altında. Üçüncü blok
Kürtler, dini azınlıklar, emekçiler ve ezilenler anayasanın dışında bırakılmışlardır. Bizim yapmak istediğimiz bu anayasa
dışı bırakılan Üçüncü Bloğu anayasal güvenceye almaktır. Çözümü Demokratik anayasal çözümdür. Biz dini azınlıkların
varlığını da anayasal güvenceye bağlamak istiyoruz. 1920'lerde Mustafa Suphilerin boğdurulmasıyla başlayarak gelişen
süreçle Üçüncü Bloğun anayasaya girmesi engellenmiştir. Üçüncü blok, bizim bugün savunduğumuz demokratik ulus
bloğudur. Kürtler, farklılıklar, dini azınlıklar, emekçiler ve ezilenleri kapsıyor. Benim buradaki görüşmelerimin özünde bu
Üçüncü Bloğun da anayasada yer alması vardır.”
‘DEMOKRATİK ULUS BLOĞU’
“Bugün katı-ulusalcı blok zayıflamıştır, yeni bir demokratik uzlaşma zemini doğmuştur. Belirttiğim bu üçüncü
bloğun da güvenceye alınmasıyla bir demokratikleşme sağlanabilir. Devletle bir anlaşmamız olursa bu temelde olacaktır.
Bu blok Kürtlerin, ezilenlerin, farklılıkların hepsinin, anayasa dışına itilmiş herkesin uzlaşma bloğu olsun. Birinci ve İkinci
bloğu daha önce açıklamıştım, hangisinin kimleri temsil ettiğini belirtmiştim. Aydınlar da bu durumu anlamalı. AKP'nin
bloğunda mı yer alacaklar yoksa demokratik ulus bloğunda mı yer alacaklar? Anayasa yapımı sürecinde hangi blokta yer
alacaklarını, yerlerini taraflarını belirleyebilmeliler.”
‘BİZ CUMHURİYETTEN DIŞLANAN HER KESİMİN, HERKESİN PARTİSİYİZ’
“Demokratik Ulus Bloğunun sadece Kürtlerden oluşmadığı anlaşılsın. BDP medyada bilinçli olarak MHP'nin
karşısında milliyetçi bir parti gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu anlayış kırılsın istiyoruz. Biz cumhuriyetten dışlanan her
kesimin, herkesin partisiyiz. Biz milliyetçi değiliz. Biz demokrat sosyalistiz. Cumhuriyetten dışlanan ne kadar azınlık
varsa, farklı kesimler varsa, emekçiler, ezilmişler varsa hepsinin partisiyiz. Demokratik Ulus çerçevesinde Süryaniler,
Ermeniler de temsil edilmelidir.”
‘ERMENİLERİN BUGÜNKÜ DURUMDA OLMALARININ NEDENİ DAR ERMENİ MİLLİYETÇİLİĞİDİR’
“Ermenilere ilişkin şunu belirtmek istiyorum: Ermeniler katliam ve kırıma uğradılar. Ermenilerin bugünkü
durumda olmalarının nedeni dar Ermeni milliyetçiliğidir, Ermeni milliyetçiliğinin durumudur. Dar Ermeni milliyetçiliğinin bu
durumundan da İngiltere sorumludur. Ermenilerin bugünkü sorunlarını aşabilmeleri için dar milliyetçilikten, dini
milliyetçilikten, Hrıstiyanlığa dayalı dini milliyetçilikten de vazgeçmeleri gerekir. Bu onlara kaybettirdi.”
“Düşüncelerim Araplar için de geçerlidir. Bu konuda yararlanmaları önemlidir. Yine Kuzey Afrika'dan; Fas'tan,
Tunus'tan Irak'a kadar gelişen halk iradesini selamlıyorum.”
‘EGEMEN ERKEĞE KAÇIŞ KURTULUŞ DEĞİLDİR’
“Cezaevinden mektuplar alıyorum. Kadın arkadaşlar evinden bir erkeğe kaçan kadınlara sahip çıkıyorlar, bu
yanı çok öne çıkarıyorlar. Mektuplarında daha çok bunu işliyorlar. Sıkışmış kadınlar, kızlar olabilir. Her türlü baskı, şiddet,
istismar altında olanlar olabilir. Ama kaçma farklı bir durumdur. Egemen erkeğe kaçış, kurtuluş değildir, bunun
savunulacak bir tarafı yok. Erkeğe kaçan kadın, kadını aşağılıyor, onurunu zedeliyor. Çünkü egemen erkeğe kaçıyor, bu
da bir çeşit ölümdür. Arkadaşlar bunlara sahip çıkılması gerektiğinden bahsediyorlar. Tamam, şiddete uğrayan, zor
durumda olan kadına sahiplenilsin, alınıp eğitilsin, her türlü olanaklar sağlansın ama biz bu kaçma kültürünü kabul
DERLEYEN : AZAD BADIKI
edemeyiz, bu kültüre teslim olamayız. Ben erkek egemene kaçan kadına karşıyım. Ataerkil bir toplum. Kaçma bu kadını
özgürleştirmez. Bu, kaçmanın kültürümüzde savunulacak tarafı da yok. Bu tür sorunlar DTK'nın görevidir, bunları
çözecek. Gidip bunları tespit edip, bu olayları çözmelidir.”
‘BELEDİYELER KADIN EVLERİ YAPABİLİR’
“Sıkışmış, zor durumda olan kadınlar için belediyeler kadın evleri yapabilir, belediye onları korumaya dönük
projeler geliştirebilir. İşte belediyenin koruma evleri, ya da yeni kurumlar, oraya getirecek, onları eğitecek,
bilinçlendirecek. Yoksa erkek egemene kaçış, bir egemenlikten diğerine kaçıştır, özgürlük değildir. Felsefi olarak
savunulacak bir durum değildir. Ama şimdi cenazesi yerde kalmış kadınlara el atılır, yardım edilir o ayrı. Ancak egemen
erkeğe kaçmanın, özgürlük açısından, felsefi olarak savunulacak bir yanı yoktur. Kadın kaçışının bu anlamda
savunulabilecek bir yanı yoktur. Zaten birinden diğerine kaçmak özgürlük değildir. Şimdi bu evlilik konusuna da biraz
değineceğim. Şimdi bir erkek kadına “karım oldu” diyorsa o erkek bitmiştir. Artık o erkekten bir şey çıkmaz. Bir kadın da
“benim erim” diyorsa o kadın da orada bitmiştir. Bunlar benim kabul edebileceğim şeyler değildir. Buradaki dil,
düşüncenin, zihniyetinin ifadesidir.”
‘BEN GÜDÜLERİME TESLİM OLMADIM’
“Kadın-erkek ilişkisi güdüsel temelde gelişiyorsa bu çok tehlikelidir, felsefi olarak hiçbir yere götürmez
insanı. Ben böyle bir ilişkiden hep korktum. Biliniyor benim de bir evlilik olayım oldu. Ben, güdülerimin beni teslim
almasına izin vermedim. Güdü karşısında teslim olma yaklaşımını kabul etmedim. Bu konuda beni ben yapan şey de
budur. Daha önce söylemiştim, evlilik insanı rezil de edebilir, vezir de edebilir. Böyle bir söz de var. Filozoflar da böyle
ifade ediyorlar. Ben güdülerime teslim olmadım. Ben güdülerime yenilmediğim için, güdüsel evlilik yapmadığım için
Apoyum. Güdülerine yenilen, güdüsel evlilik yapan bir süre sonra “ölür”! En aşık olanlar bile bakıyorsun, evliliğin
ertesinde birbirlerini boğazlıyorlar. Kadınla yaşamayı öğrenmek lazım, kadınla nasıl yaşanılır iyi bilince çıkarmak lazım.
Biliniyor, kadın Kürtçe'de jın diye ifade ediliyor. Jın, jin kelimesinden geliyor, anlamı hayattır. Kadınla rezonansa girmek
lazım. Bu evlilik olayında öyle şeklin, biçimin bir önemi yok. Bir rezonans -fizik ve kimya bilim dallarına ait bir kavram.
Daha çok iki kuvvet arasında bir dengeyi ifade eder- vardır, eşler arasında asıl olan onun yakalanmasıdır. Bu öyle çok
fiziksel güzellikle ilgili bir şey değildir. Ruhta bir rezonansın yakalanmasıdır. Fiziki olarak en güzel kadının bile, anlamlı,
özgürlükçü bir birliktelik yaşamadığı zaman güzelliği bir kerede kaybolup gider. Burada önemli olan kadının ruh
güzelliğini de ortaya çıkarabilecek, kadına yönelik bütünsel bir yaklaşımın ortaya çıkarılmasıdır. Kadına dönük böyle
bütünlüklü, anlamlı, ruh güzelliğini de ortaya çıkarabilecek bir yaklaşım olursa o zaman kadın erkek ilişkisi asıl anlamına
kavuşur ve jin yani hayat anlam kazanır. Bilinç düzeyleri henüz bunları yeterince anlamaya yetmeyebilir. Bu konuda
Kadın hareketi de bunlara öncülük yapmalıdır. Cezaevlerindeki kadınlar da bunları iyi anlamalıdır. Filozofik derecede
önemli yaklaşımlar gösterilmeli, bilince çıkarılmalıdır.”
‘KÜRTLERİN STATÜLERİNE DÖNÜK BİR GELİŞME SAĞLANMAZSA KCK SİSTEMİ DEVREYE GİRER’
“Mart konusunda asıl değerlendirmeyi önümüzdeki günlerde yapacağım. Eğer olumlu bir gelişme olursa, seçime
kadar mevcut eylemsizlik durumu devam eder. Olumlu bir gelişme olmazsa “artık yokum derim” aradan çekilirim. Ben
bugüne kadar da büyük bir savaşın önüne geçtim, durdurdum. Kürtlerin statülerine dönük bir gelişme sağlanmazsa,
Kürtlerin hakları anayasal güvenceye alınmazsa, artık Kürtlerle ilgili tamamen KCK sistemi devreye girer. Bundan sonra
varlığını koruma ve özgürlüklerini sağlama mücadelesi olur. Kürtlerin durumuyla ilgili tüm boyutları hayata geçirir. Bunlar
yedi boyuttur; sosyal, siyasi (demokratik özerklik), kültürel, hukuki, ekonomik, diplomatik ve demokratik öz savunma
boyutlarıdır. Eğitim, sağlık da sosyal boyuta girer. KCK bugüne kadar siyasi boyuta ağırlık verdi. Bundan sonra bu yedi
boyutu birlikte ele alır. Zaten Murat Karayılan'ın açıklaması da o yönde, topyekün direniş geliştireceklerini belirtiyor.
Benim sağlık durumum artık daha fazla bu işi yürütmeme uygun değil zaten. Bir gelişme olmazsa, siyasi-ideolojik
yönleriyle de artık yürütemem. Ben 13 yıldır sorunun çözümü için elimden geleni yaptım, yazılması gereken her şeyi
yazdım, sunulması gerekenleri, yol haritasını sundum. Bugüne kadar sınırlandırılmış bir savaş vardı, bunun önüne de
bugüne kadar geçtim. AKP'ye karşı da 2002'den beri çok sabırlı oldum. Ama AKP bugüne kadar sorunu çözmedi.”
“8 Mart kutlamalarına ilişkin olarak tüm katılanları kutluyorum, benim adıma yaptıklarına da teşekkür ediyorum.
Bakırköy Cezaevinde kalan tüm kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Gebze Cezaevi Adıyaman
Cezaevindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. Halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Artık bu halkın iradesini hiçbir güç
engelleyemez
PKK lideri Abdullah Öcalan, AKP’yi “provokasyonlar ve komplolardan vazgeçmeye” çağırarak, “Artık bu halkın
iradesini hiçbir güç engelleyemez” dedi. Öcalan, “Devletin ciddi kurumlarına sesleniyorum, ciddi olsunlar, halka yapılan
bu saldırıları durdursunlar. Bu yapılanlara engel olsunlar” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Çarşamba günü yapılan haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konulara
ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Öcalan bu yılki Newroz kutlamalarına ilişkin, “Newroza katılım yüksek olmuş,
halkımız kendi değerlerini sahiplenmiş. Ben de tekrar Newroz'a katılan halkımıza ve emeği geçenlere teşekkürlerimi
iletiyorum, Newrozlarını bir kez daha kutluyorum” dedi.
YAŞAM MÜCADELESİ VEREN TUTUKLULAR BU SÜRECİN KAHRAMANLARI
Hasta tutukluların durumuna da dikkat çeken Öcalan, şöyle dedi: “Yaşam mücadelesi veren tutuklu arkadaşlar,
çok değerlidir. Onlara özel selamımı iletiyorum. Onlara şunu söylüyorum. Çözüme giden süreçte bu sürecin kahramanları
onlardır. Benim nezdimde onlar herşeyi yapmıştır, onların eksik yaptığı bir şey yoktur. Ben dahil hiçbirimiz onlardan daha
değerli değiliz. Başarmışlardır. İşte bu Newrozu da hep beraber gördük. Mücadelenin geldiği noktayı gösteriyor,
mücadelemiz zafere doğru yürüyor. Bu kesindir. Artık bu halkın iradesini hiçbir güç engelleyemez. Bu Newroz'daki
katılımların coşkusunu görüp, sevinmeleri lazım. Mücadelenin geldiği noktayı görüyorlar, bundan dolayı huzurlu olmalılar.
Şehadete yürürken kalan hayatlarını bunun bahtiyarlığı ve huzuru içinde sürdürmelidirler. Onlar bu zaferin
kahramanlarıdır. Bu şekilde bakmak, değerlendirmek gerekir. Çok selam ve sevgilerimi sunuyorum.”
SAVUNMAMDAN RAHATSIZLAR
Savunmalarının halen AİHM’e verilmediğini sözlerine ekleyen Öcalan, “Son savunmam da herhalde daha
AİHM'e verilmemiş, bu kadar zaman geçtiğine göre sorun çıkarıyorlar, rahatsız olmuşlar galiba. O yol haritası broşürüne
de böyle yaptılar, uzun süre engel oldular. Tabi bu savunmamda önemli şeylere değindim, bundan dolayı rahatsız olmuş
olabilirler” ifadelerini kullandı.
DTK DİYALOG SÜRECİNDE ÖNEMLİ GÖREVLER ALACAK
Önerdiği demokratik ulus bloğunun stratejik olduğunu ifade eden Öcalan, “Bizim demokratik ulus bloğuyla
amaçladığımız 1920'den bu yana dışlanan, ezilen demokratlara, sosyalistlere, emekçilere, Kürtlere, dini azınlıklara bir
temsil kapısı açma çabasıdır. Eğer bu blok gerçekleşirse, CHP ve AKP kadar güçlü bir bloktur. Bunun zemini vardır.
Bunları da sadece seçime dönük ifade etmiyorum, Türkiye'nin demokratik dönüşümü açısından stratejik önemdedir bu
bloğun teşkili” diye belirtti.
Seçimlerde aday olmayacak vekillerin durumunu da değerlendiren Öcalan, “Aday olmayacak milletvekilleri,
bunu görev değişimi olarak görmeleri gerekir. Mücadeleye başka alanlarda devam edebilirler. DTK'da görev almalıdırlar,
DTK da önemlidir. Pratik çalışmalar yapmalıdırlar. DTK bu diyalog sürecinde önemli görevler alacaktır” dedi.
TÜSİAD’IN YENİ ANAYASA ÖNERİLERİ BENİM ÖNERİLERİME YAKIN
Öcalan, TÜSİAD’ın yeni anayasa önerilerine ilişkin ise şunları söyledi: “TÜSİAD'ın yeni anayasa konusundaki
önerileri fena değil. Bu konuda benim söylediklerimle örtüşüyor. Bu anayasa taslağı benim önerdiğim anayasa taslağına
yakın, tam inceleyemedim ama bazı eksiklikler de olabilir. Türkiye'de bu aşamada gelinen noktada TÜSİAD bile böyle bir
anayasa önerisi yapmak durumuna gelmiştir. Ben de daha önce değinmiştim, demokratik anayasayı biz de ileri
sürmüştük, ulus ve vatandaşlık tanımının bir etnisiteye bağlı olmadan yapılması gerektiğini belirtmiştik. Özgürlükler de
ülkesel bütünlük de önemlidir. İkisi birbirine karşıt şeyler değil, ikisini de önemsiyorum, ikisi birlikte de olabilir.”
ORTADOĞU’YU DİZAYN ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Ortadoğu’da yaşanan halk ayaklanmaları ve Libya müdahalesine değinen Öcalan, şu değerlendirmelerde
bulundu: “Amerika ve bağlı uluslararası güçlerin Ortadoğu'ya müdahalesi ve dizayn çalışmaları devam ettiği görülüyor.
Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye çalışıyorlar. Bunu Büyük Ortadoğu Projesi olarak da adlandırıyorlar. Bu projenin
önünde engel gördüklerini tek tek tasfiye ediyorlar. Bu tasfiye planı aslında benimle, benim şahsımda Kürt özgürlük
hareketi PKK ile başlamıştır. Irak'tan önce bize yöneldiler. Benim komployla 99'da Türkiye'ye teslim edilmemle bu süreç
başlamıştır. Daha sonra Afganistan müdahalesi, ardından Irak’a girdiler. Ecevit'in bu müdahalelere karşı bir duruşu var,
bu nedenle onu da engel olarak görüyorlardı. Bugün de görülüyor Ortadoğu kaynıyor, NATO Libya'ya müdahale ediyor,
Kaddafi'yi tasfiye etmeye çalışıyorlar. Arap ülkelerinin çoğu hareketli. Suriye'nin de suyu ısınıyor. Orada da olaylar
DERLEYEN : AZAD BADIKI
başlamış durumda. NATO'nun aslında Ortadoğu'ya ilk müdahalesi ve 5. maddenin ilk uygulanması da 1984'teki 15
Ağustos atılımından sonra bir yıl gecikmeli olarak 1985'de bize karşı yapılmıştır. NATO Sözleşmesinin 5. maddesi ilk
olarak bize karşı uygulandı. Bazıları bunu kabul etmese de gerçeği budur. Açık-resmi değil gizli olarak bize karşı
uygulanmıştır. Biliniyor, 5. maddeye göre bir NATO ülkesine herhangi bir saldırı olduğunda diğer müttefikler saldırıyı
kendilerine karşı yapılmış gibi sayıp saldırıya uğrayan ülkeyi korurlar. O dönem bize karşı 5. madde temelinde müdahale
resmi anlamda ilan edilmese de NATO'nun özel gizli savaş ordusu Gladio tarzında uygulamaya konuldu. O dönem
(1985) NATO-Gladiosunun merkezi Almanya'ydı. O yıl Almanya bizi, terör örgütü olarak kabul edip Almanya'da
yasakladı. Bu NATO-Gladiosunun Türkçesi JİTEM'dir. Gladio'nun Türkiye versiyonu JİTEM'dir. Daha çok orduya-askere
dayalı bir yapılanmaydı. Bu konsept 1985'ten 1999'a, benim buraya getirilişime kadar devam etti. Bu süreçte JİTEM bizi
sürekli tasfiye etmeye çalıştı, binlerce kişiyi yargısız şekilde katletti. Her türlü hukuksuz yöntemi uyguladılar, bir dönem
Hizbul-kontra yöntemini de kullandılar. Fakat bu yöntemlerinin hiçbirinde başarılı olamadılar, öldürmekle bizi
bitiremediler. Sonra 1999'da ne zamanki buraya getirildim, JİTEM'in de işi bitti. JİTEM, bu kadar cinayetine rağmen, bizi
tasfiye edemediği için başarısız bulundu. Bir de binlerce cinayet ve hukuksuzlukları, kirli yüzleri açığa çıkmıştı, artık
kullanılamaz hale gelmişti. Zaten basına da yansımıştı, 1999'da bu şimdi adı geçen Savcı Cihaner tarafından ilk kez
JİTEM İddianamesi hazırlanmıştı. Aslında bu durumda JİTEM'in gözden çıkarıldığının işaretiydi. Onlara göre JİTEM artık
fonksiyonel değildi, işi bitmişti.”
ÖZAL, ECEVİT VE KIVRIKOĞLU…
“Bütün bu anlattıklarım şunu gösteriyor. Kürt sorununda 1999'a kadar iç çözümden yana olanlar etkisiz
kalmışlardır. Bu dönem çözümsüzlükten yana olan NATO-Gladiosunun, JİTEM'in yani ABD ve Avrupa Devletlerinin
baskın olduğu bir dönem olmuştur. Bu dönemde ABD ve AB dışında iç çözümü geliştirmek isteyenler ise hep tasfiye
edilmişlerdir. Örneğin Özal ve ekibi bir noktadan sonra bu sorunun şiddetle çözülemeyeceğini anlamışlardı. Diyalog
yöntemini geliştirmek istediler. Biliniyor bu yönde temaslarımız da oldu. Ama sonuçta Özal da tasfiye edildi. Eşref Bitlis
de bu çerçevede tasfiye edildi. Halbuki Özal da başta bize karşı her türlü özel savaş yöntemlerini uygulamıştı. Fakat
bundan sonuç alınamayacağını anladıktan sonra diyalog ve iç çözüm noktasına gelmişti. Bu çerçevede benim de
devletle diyaloglarım 1993'te başladı. O dönem Özal'ın iç çözüm yaklaşımı Çiller-Güreş darbesiyle engellendi. Ve
JİTEM'in uyguladığı yöntemler daha da vahşileşerek devam etti. Bu konseptin devam ettiği süreçte Erbakan da iç
çözümü gerçekleştirmek istediği için tasfiye edildi. Karadayı'nın tutumu da biraz farklıydı. Kıvrıkoğlu da bu yöntemleri tam
tasvip etmiyordu. O yüzden Kıvrıkoğlu'na Kıbrıs'ta suikast yapılmıştı. 1999 sürecinin başlamasından 2002 yılına kadar
Kıvrıkoğlu ve Ecevit döneminde burada benimle devlet adına çeşitli görüşmeler yapıldı. Sadece 10 günlük sorgu
sürecinden bahsetmiyorum. 2002'ye kadar uzun bir süre devlet yetkilileri, gelip benimle görüşüyordu, fikir alış verişinde
bulunuyorduk. Bu dönemde görüşmeye gelenler arasında askeri, sivil ve istihbari görevliler vardı. 2002'de bu görüşmeler
aniden kesildi. Ecevit'in de o dönem tutumu iyiydi, iç çözümü geliştirmeye dönük çabaları vardı, bir rol almak, inisiyatif
almak istiyordu. Yine ABD müdahalesine karşı duruşu vardı. Bu nedenlerle tasfiye edildi, ölümü hala tartışılıyor.”
2002’DEN SONRA YENİ KONSEPT BAŞLADI
“1985'te bu şekilde başlayıp devam eden süreç, 1999'da benim buraya getirilmem ve GLADİO-JİTEM’İN
uyguladığı uluslar arası konseptin iflas etmesine kadar sürdü. Bundan sonra yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönem
aslında tam olarak 2002'de başladı. 1999-2002 arası bir ara dönemdi. Yeni dönem önemlidir ve iyi anlaşılması gerekir,
2002'den sonra yeni bir konsept başlamıştır. Bu yeni dönemin-konseptin merkezi Londra-Washington'dur, planlar burada
yapılıyor. Tam da bu süreçte, yani 2002 yılından itibaren burada süren yoğun barış çabalarımız sonucunda sağlanan
çatışmasızlık ortamına rağmen PKK'nin tüm Avrupa Birliği ülkelerinde ve ABD'de terör örgütü listelerine alınması tesadüf
değildir. Bu durum yeni konseptin uygulayıcılarının ABD ve Avrupa ülkeleri olduğunun bir başka göstergesidir. Bu
noktada geçmişi hatırlamakta fayda var.”
İNGİLİZ POLİTİKALARI
“Kürt sorunun Cumhuriyetin kuruluşundan beri çözümsüz kalması ve kangrenleşerek bugüne kadar gelmesinde
İngiliz politikaları belirleyici olmuştur. Mustafa Kemal'in etkisizleştirilmesinde de İngiliz politikaları etkili olmuştur. Aslında
Mustafa Kemal'in tavrı cumhuriyetin ilk yıllarından 1924'e kadar olumluydu. Kürtler için geniş bir muhtariyetten, yani
özerklikten bahsediyordu. Bu, bizim demokratik özerklik dediğimiz şeyin ta kendisidir. Hatta biliniyor 1924 yılı başlarında
İzmit konuşmasında bunu açıkça ifade etmiştir. Fakat daha sonra İngiliz politikaları devreye konularak işte bu MusulKerkük hesapları temelinde Şeyh Sait ayaklanmasını zamansız ve örgütsüz haldeyken bir provokasyonla başlatıp,
kullandılar. Bu şekilde Mustafa Kemal'i korkutarak sert önlemler almasını sağladılar. Bu sert önlemler 1940'a kadar
devam etti.”
AÇILIMDA İKİ YÖNTEM: SİYASİ TASFİYE VE TAVİZ POLİTİKASI
“Günümüzde yani 2002'den sonra yine bu merkezlerin desteğini de alarak iktidara gelen AKP hükümetiyle
birlikte yeni konsept uygulamaya konulmuştur. Yöntemler değişmiştir. Artık orduya-askere dayalı GLADİO-JİTEM yerine
daha çok sivil polislerin yani emniyetin koordinesinde, daha doğrusu bu polis akademisi olarak nitelenen çevrenin -yalnız
bir okul olarak kastetmiyorum bunun basında da siyasette de üniversitelerde de kısmen bazı askerler olmak üzere geniş
DERLEYEN : AZAD BADIKI
çevrelerde temsilcileri var- öncülüğünde bu yeni konsept uygulanıyor. Bilindiği gibi açılım ilk bu akademi çevresinde
ortaya atıldı. İlk çalıştay bu akademide yapılmıştı. Bu demokratik açılım dedikleri de bu konsepte dahildir. Bu konsepti
yürütenler iki yöntem kullanıyorlar. Bir yandan Kandil'in siyasi soykırım dediği benim siyasi tasfiye demeyi daha uygun
bulduğum yöntemle özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyenleri, legal siyaset yapıp teslim olmayan Kürtleri, özgürlük
mücadelesini sürdürenleri içeri tıkıyorlar. İkinci yöntem olarak da benim “taviz politikası” diye adlandırdığım yöntemi
kullanıyorlar. Her iki yöntem iç içe birbirine paralel uygulanıyor.”
SİYASİ TASFİYE YÖNTEMİNDE KCK ÖRNEĞİ
“Birinci yöntem olarak siyasi tasfiye yöntemine en iyi örnek KCK davasıdır. Akıl almaz bir şekilde iki bin kişiyi
sudan sebeplerle cezaevine koydular. Geçmişte JİTEM’in uyguladığı yöntemleri, faili meçhulleri yerine “hukuku”
kullanarak siyaseten tasfiye ediyorlar. Bunu çok acımasızca ve yaygınca yapıyorlar. Ağzını açanı, bir söz söyleyeni içeri
alıyorlar. Demokratik siyaset yapma hakkı tanımıyorlar. Öte yandan bu yeni konsepte direnen ve eski konseptte ısrarcı
geçmişteki GLADİO-JİTEM yönteminin taraftarlarını da Ergenekon davasıyla içeri alıyorlar. Evet, Ergenekondan
yargılananlar 1999'a kadar uygulanan JİTEM konseptinden vazgeçmeyip yeni konsepte direnenlerdir. Geçen bir yerde
okudum, Ergenekonla yeni konsepte karşı çıkanları içeri alırken, KCK tutuklamalarıyla da Kürt legal, demokratik
siyasetini tasfiyeyi kendilerince bir denge içinde yürütmeye çalışıyorlar. Şimdi Ergenekon sürecinde ortaya çıkan
belgelerden de anlaşılıyor ki, ordu içinde o dönem Hilmi Özkök, bu yeni konsepti kabul edenlerdendir. Ondan sonra
gelen Büyükanıt ve Başbuğ'un ikili oynadığı anlaşılıyor. Bu diğer basında yer alan İbrahim Fırtına onların içinde yer aldığı
yedi general ise 1999 öncesi konsepte direnen yeni dönem konseptine karşı çıkan isimler olduğu anlaşılıyor. Yine Baykal
da '99 öncesi konsepte dahildir, bundan dolayı yeni konsept sürecinde tasfiye edildi ve yeni konsepte uygun Kemal
Kılıçdaroğlu getirildi. Bu yeni konsept uyarınca 2002'deki süreçten itibaren bir yandan Güney'deki oluşum üzerinden KDP
ve YNK'yi de kullanarak PKK'yi Kandil'de tecrit edip kendi güdümlerine almaya çalıştılar. Bu kapsamda işte OsmanlarınBotanların nasıl kullanıldığını halkımız iyi biliyor. O zaman bizim de müdahalemizle ve halkımızın sağlam duruşuyla bu
girişimleri sonuçsuz kaldı. Öte yandan da DTP'yi kendilerine bağlamaya çalışmak istediler. DTP'nin de sağlam duruşuyla
yanlarına çekmeyi başaramadılar kapattılar. Bunların hepsi siyaseten tasfiye yöntemleriydi.”
TATLISES OLAYI PLANLI KOMPLO
“İşte bugün yaşananlar da dahil olmak üzere bu aydınları tehdit etme meselesi, Bengi'nin Sebahat'in meselesi,
sonra bu türkücü Tatlıses olaylarının hepsi planlıdır, tahrik yöntemi kullanılarak sivil polisler eliyle provokasyon
yaratılıyor, bunların hepsi planlı komplolardır.”
KİMSEYİ TEHDİT ETMİYORUZ
“Daha önce de söyledim biz buradan kimseyi tehdit etmiyoruz, kimse hakkında ölüm kararı vermedim, vermem
de. Bizde böyle bir gelenek yok. Bu aydınlar meselesinin bu şekilde ortaya çıkarılarak büyütülerek sunulması tesadüf
değildir, planlıdır. Daha başka bazı isimleri de davet ediyorlar. Ben kimseye gelmeyin de demiyorum. Ama amaç BDP'ye
karşı kendilerine bağlı yapay bir Kürt partisi oluşturmaktır. İşte bu marjinalleşmiş, etkisi olmayan federasyonu savunan bu
partilere izin vererek, sözümona “işte herşey tartışılıyor, konuşuluyor, çözülüyor,” diyecekler. BDP'ye yönelik KCK adı
altında tutuklamalarla legal siyaset alanında doğacak boşluğu bunlarla doldurmak istiyorlar. Bazı partileri bu temelde
yeniden canlandırmak istiyor olabilirler. Buna bazı isimleri de katmak istiyorlar. Bunların bu çabalarının hepsi boştur.
Eğer gerçekten demokratik çözümden yanaylarsa, dürüstlerse, katkı sunmak istiyorlarsa, buyursunlar gelsinler. Kürtlerin
ortak siyasi platformlarında, DTK'da kendi farklı düşüncelerini özgürce ifade edebilirler. HAK-PAR ve KADEP de gelip
DTK'da kendilerini temsil edebilirler. Hatta Hizbullah'ın çözüm isteyen samimi kesimleri de gelip DTK'da sorunun
çözümüne katkı sunabilirler. Çünkü DTK bütün Kürtler için bir şemsiye ve çatıdır. Kürtler DTK bünyesinde; diğer sol,
sosyalistler, ezilenler, dini azınlıklar, emekçiler, feministler, çevreciler, tüm demokrat grup ve çevreler ise Demokratik
Anayasa Konferansı çerçevesinde bir araya gelip, demokratik anayasa çözümü için çalışmalılar. Demokratik Ulus Bloğu
da demiştim. 1920'lerden bu yana cumhuriyetten dışlanan kesimlerin bloğudur bu. Bu belirtiklerimi sadece seçime dönük
olarak ifade etmiyorum, bu yaklaşımımız ilkesel ve stratejiktir. Aydınların, demokratların, sosyalistlerin bunu bilerek bu
tarihi süreçte rol almaları gerekiyor. Bunun tarihi sorumluluğu vardır, bu sorumluluğa uygun davranmalılar.”
TAVİZ POLİTİKASI, TRT 6…
“Yeni dönemin-konseptin siyasi tasfiyeyle birlikte uygulanan ikinci yöntemi de taviz politikasıdır. Bir yandan bu
tasfiye için her tür şiddet uygulanırken öte yandan sözde atılan küçük adımlarla, Kürtçe kurslara, Kürtçe türkü şarkıya izin
vererek, TRT-6'i kullanarak sorunu çözdük diyorlar! Onlara göre çözüm bundan ibaret. Yeni Şafak'ta hergün bu temelde
“sorunu çözdük, Kürt meselesi bitti” diyorlar. Diğer bazı gazetelerde de bazı yazarlar sürekli konuyu bu şekilde ele
alıyorlar. Oysa Kürt sorunu hala dağ gibi önümüzde duruyor. Bu aydınlar da bu taviz politikalarına, bu oyuna alet
oluyorlar. Ben bu politikalara alet olmalarını eleştirince de “tehdit etti” diyorlar. Ama halk her şeyi görüyor.”
“Bu konseptin uygulayıcılarına ve AKP'ye göre aslında bu iş 2010'da seçim öncesinde seçimler başlamadan
halledilecekti, seçimlere de böyle gidilecekti. Planlama buydu. Bizi tasfiye edip kendine bağlı Kürtlerle çözüm
geliştireceklerdi güya. Gördüler ki bizi tasfiye edemediler. Kürt sorunu da önlerinde duruyor. Bu noktada önemle şu
hususu belirtmek istiyorum: bana altın tepsi içinde bir devletçik sunsanız bile ben bu şekilde asla kabul etmem. Çünkü
DERLEYEN : AZAD BADIKI
ilkesel olarak devletin, ulus-devletin bir çözüm olmadığını biliyoruz. Demokrasiyi, demokratik anayasal çözümü esas
alıyoruz. Ben demokratik çözümden yanayım diyorum.”
AKP’Yİ UYARIYORUM, ARTIK BU PROVOKASYONLARDAN VAZGEÇ!
“AKP'yi uyarıyorum, artık bu provokasyonlardan, komplolardan vazgeç. Aydınların sözde tehdidi meselesinin
sürekli gündemde tutulması, halka yapılan saldırılar, devam eden tutuklamalar, işte bu Bengi ve Sebahat'a ilişkin olaylar,
son olarak bu Tatlıses olayı, bunların hepsi polis tarafından hazırlanan provokasyondur, komplodur, planlıdır. Bizim
türkücülerle Tatlıses’le ne işimiz olur? Önce saldıracaksın, tahrik edeceksin, sonra da yok işte taş attı, tokat attı diye
kıyamet koparacaksın! Sen bir milyonluk ordunla 30 yıldır bu halka soykırım uyguluyorsun, katlediyorsun, her türlü şiddeti
uyguluyorsun, hapsediyorsun, bu ağır saldırı ve tahriklere karşı bir taş-tokat atıldı diye ortalığı ayağa kaldırıyorsun. Bu
ahlaksızlıktır. Ben zaten gerillanın önüne zor geçiyorum. Ben önüne geçmezsem günde 1500 insan ölür. Devletin ciddi
kurumlarına sesleniyorum, ciddi olsunlar, halka yapılan bu saldırıları durdursunlar. Bu yapılanlara engel olsunlar.”
Öcalan, kendini yakma eylemlerine de değinerek, bunların engellenmesini istedi: “Avusturya'da yaşayan
Elbistanlı Hüseyin Çetinkaya Newroz günü bedenini ateşe vermiş. Çok anlamlıdır. Elbistan'daki asimilasyona karşı
gerçekleştirdiği bir eyleme benziyor. Özellikle asimilasyonun yoğun olarak uygulandığı Elbistan'dan birisinin böyle bir
eylem gerçekleştirmesini çok önemli buluyorum, asimilasyona karşı bir cevaptır. Bu yönüyle daha da anlam kazanıyor.
Elbistan ve benzer asimilasyonun yoğun uygulandığı bölgelerdeki halkımız Hüseyin arkadaşımızın verdiği mesajı iyi
anlamalıdır. Bunlar anlam-mana olarak çok değerli eylemlerdir. Bu eylemleri ben kahramanlık olarak görüyorum, bu
arkadaşlar birer kahramandırlar. Bu eylemlere çok değer veriyorum, çok önemsiyorum, anlamlı buluyorum ama bu
yöntemi tasvip etmiyorum. Bu tür eylemler yöntem haline gelmemelidir. Bu tür eylemlere engel olunmalı, önüne
geçilmelidir. Daha önce Diyarbakır'da Mustafa Malkoç ve Adıyaman'da Müslüm Doğan arkadaşlar da bedenlerini ateşe
vermişlerdi. En son dört gerilla da bedenlerini ateşe vermiş. Bunlar yöntem olmamalı, özendirilmemeli, başka eylem
biçimleri geliştirmeliler. Onların yaptığı kahramanlıktır ama onlar asıl bedenlerini ateşe vererek alevlendireceklerine,
kendilerini yakacak duruma getirenlere karşı etkin ve farklı mücadele yöntemleri geliştirmelidirler. Anılarının önünde
saygıyla eğiliyorum. Hiçbirimiz, ben dahil hatta hepimiz bu arkadaşlar kadar olamayız. Ben daha önce Diyarbakır'daki,
Malatya-Adıyaman'daki kendini yakan arkadaşlarla ilgili olarak da söylemiştim, bu eylemleri değerli bulmakla birlikte bu
tarzı tasvip etmediğimi belirtmiştim. Bu eylem ve irade gücüne büyük saygı duyuyorum ama bu iradenin bu tarzda değil
de mücadeleyi büyütmenin birçok yöntemi, biçimi yönünde değerlendirilebilmelidir.”
Öcalan son olarak, Diyarbakır ve Van halkına selamlarını iletti.
Görüşme Notları:
İtaatsizlik sonuç alınıncaya kadar
sürebilir
PKK lideri Abdullah Öcalan, ölümleri durdurmak için demokratik çözümde ısrarlı olduklarını belirterek, sivil
itaatsizlik eylemlerinin “sonuç alınıncaya kadar, çözüm gerçekleşene kadar devam edebileceğini” söyledi. Öcalan, Kürt
yönetmen Yılmaz Güney’e ilişkin de ilk kez bir anısını paylaştı.
Alınan bilgilere göre Öcalan, haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konuları değerlendirdi. Öcalan sağlık
sorunlarının sürdüğünü belirterek, “Sağlığım konusunda, gözlerim ağrıyor, akıntı ve yaşarma bir türlü durmuyor. Niye bu
kadar ağrıdığını bilmiyorum. Kitap okumakta zorlanıyorum. Sanırım farklı bir sorun var. Damla verdiler fakat bir işe
yaramadı, geçmedi. Sürekli temizliyorum, bu nedenle tahriş oluyor” dedi.
SURİYE’DEKİ KÜRTLER SÜRECE DAHİL OLABİLİR
Suriye’deki gelişmeleri ve konu hakkında KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın açıklamalarını
değerlendiren Öcalan şöyle dedi: “Karayılan, Beşar Esad'ın reform yapacağız sözünün yeterli olmadığını, Kürtlerin
Suriye'de ayaklanması halinde Arap ayaklanmalarından çok daha güçlü bir ayaklanma olacağını söylemiş. Doğrudur,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Arap ayaklanmalarından daha güçlü olur, Kürtler örgütlüdürler. Bu noktada halkı hazırlamak önemlidir. Suriye'deki
halkımız bu süreci iyi değerlendirebilir. Bu sürece müdahil olabilir. Suriye Kürtlere karşı düşmanlık yapmaz herhalde.
Suriye'deki halkımızın vatandaşlıklarının verilmesi de önemli. Orada demokratik örgütlenmelerine izin vermeleri önemli.
Demokratik bir uzlaşma sağlanabilir. Beşar Esad da demokratik adımlar atabilir, Suriye'nin böyle bir ihtiyacı var. Bu
adımları atıp babasının anısına da layık olmalıdır. Buna ilişkin bir açıklama da yapacak galiba. Umarım orada bazı
adımlar atılıp demokratik bir çözüm gelişmesinin önü açılır.”
ÇADIR EYLEMLERİNİN NE KADAR SÜRECEĞİNE HALK KARAR VERİR
Öcalan, çadır eylemleri için de şunları dile getirdi: “Demokratik Çözüm İçin Çadır eylemleri demokratik
eylemlerdir. Aydınların ziyaretleri de gerekli ve olumludur. Çadır eylemi, sivil bir eylemdir, demokratik bir eylemdir,
anayasal bir haktır. Kimse buna karşı da çıkamaz. Öyle taşa, sopaya da gerek olmadan, demokratik hak çerçevesinde
bu haklarını kullanabilirler, bu eylemliliklerini sürdürebilirler. Cumhurbaşkanı da anayasal bir hak olduğunu söylüyor. Sivil,
demokratik hak çerçevesinde bu eylemlerini devam ettirebilirler. Hükümet de bu çadır eylemlerine müdahale etmemelidir,
bu eylemleri bu çerçevede görmelidir. Başka türlü, gençler ölsün daha mı iyi? Biz kimse ölsün istemiyoruz. Biz ölümleri
durdurmak için demokratik çözümde ısrar ediyoruz. Bu çadır eylemlerinin ne zamana kadar süreceğine de halk karar
verecektir. Sonuç alınıncaya kadar, çözüm gerçekleşene kadar devam ettirebilirler. Zaten dört taleplerini de kendileri
belirtiyorlar. Bu çadırlar, çadır platformları demokratik siyaset akademisine çevrilebilir, orada halkımız aydınlatılabilir,
halkımızla tartışılır, oynanan oyunlar, halka karşı geliştirilen politikalar konusunda bilinçlendirilebilir. Halkımız buraları
sorunlarını tartışma ve çözme platformuna dönüştürebilirler. Bu çadır platformları halk akademileri haline getirilebilir.”
SEÇİMLER DE SÜRYANİ ADAYA DA YER VERİLMELİ
Yaklaşan seçimleri değerlendiren Öcalan şu mesajları verdi: “Seçimlerde demokrat adayların gösterilmesi, şu
açıdan önemli; Türkiye'deki faşist odaklar bununla geriletilebilir. Yaratılmak istenen bir Kürt-Türk savaşının önüne bu
birliktelikle geçilebilir. Adaylar arasında bir Süryani adaya da yer verilebilir. Süryanilerin bölgede, Midyat'ta tarihsel
bağları var. Zahferan'da dini merkezleri var. Oradaki diğer kesimleri de temsil edebilirler.
Seçim konusunda mühendislik hatası yapılmamalıdır. Böyle matematik hesap yanlışları olmamalıdır. Dengeli bir
dağılım gerçekleştirilmeli. Adaylarda yetenek, yeterlilik ve etkinliği olmasına dikkat edilmelidir.”
İRAN ÇOK TEHLİKELİ
Öcalan, İran’da Newroz sonrası yaşanan gözaltılara dikkat çekerek, İran rejiminin çok tehlikeli olduğunu söyledi
Öcalan şöyle dedi: “İran'da Newroz sonrası gözaltı ve tutuklamaların gerçekleştiği belirtiliyor. Tahminen yüzlerce kişi
vardır, belki de bin kişi olabilir. İran çok tehlikelidir, çok dikkat edilmelidir. Gerekirse oradaki insanlar dağlara sığınabilir,
Irak tarafına geçebilirler. Oradaki dağlarda barınabilirler. İran bu dönemde kötü rol oynayabilir. Buna ilişkin her türlü
tedbirlerini almalıdırlar.”
MAHİR ÇAYAN’LA GÖRÜŞMÜŞTÜM
30 Mart Kızıldere katliamı nedeniyle de bir mesaj vren Öcalan şunları belirtti: “30 Mart Kızıldere katliamının da
yıldönümüdür. Büyük bir değer biçiyorum. Ben, Mahir Çayan'la da görüşmüştüm. Onun ağzından duymuştum,
mücadelesi halkların ortak mücadelesidir. Ayrıca Deniz Gezmiş'in idama giderken söyledikleri de var. Kızıldere eylemi
Denizlerin idamını engellemek içindi. Sol'un sosyalistlerin ders çıkarması gerekiyor. Bu bir Birleşik Cephe eylemiydi. Kırk
yıldır bu mücadele devam ediyor. Benim ilk tutuklanma tarihim de Kızıldere olayından sonradır. Mahir Çayanlarla ilgili
bildiri dağıtma nedeniyle tutuklanmıştım. Kızıldere olayı bizim bu mücadelede kararlaşmamızda önemli bir rol oynamıştır.
Ben son savunmamda ayrıntılı bir şekilde bunları ele aldım. Onların başlattığı, bizim de kırk yıldır devam ettirdiğimiz
DERLEYEN : AZAD BADIKI
mücadele Kürt ve Türklerin, halkların birliği ve özgürlüğü mücadelesidir. Çayanların başlattığı mücadele tarihi önemdedir
ve bizlere, yolumuza her zaman ışık tutacaktır. Bizzat onun ağzından duydum; çözümü, kurtuluşu, Kürt-Türk demokratik
birliğinde görüyordu.”
NEWALA QESABA EYLEMİ
Öcalan, ilk toplu mezar yeri olarak bilinen Newala Qesaba’ya yapılan yürüyüşe de değinerek, yürüyüşe
katılanları kutladı. Öcalan şunları söyledi: “Newala Qesaba yürüyüşüne katılanları da kutluyorum. Bu vesileyle Agit ile
ilgili şunları belirtmek istiyorum. O, mücadelemizin değerlerine, ilkelerine çok sadıktı. O, gerçek bir halk önderiydi. 1985'te
onu gitmeye ben hazırlamıştım, bizim belirlediğimiz esaslar çerçevesinde gitti. Dörtlü Çete'yi ilk fark eden, onlara karşı ilk
ciddi tepkiyi gösteren, karşı koyan oydu. Ölümü de bu tavrıyla bağlantılıdır. Onu da burada saygıyla, sevgiyle anıyorum.
Agit için Nevala Qesaba'da bir anıt mezar yapılabilir. Kemikleri bulunursa bu anıt mezara konulur. Ama bulunmasa da
sembolik olarak bu anıt mezar yapılabilir. Orada gömülen diğer arkadaşlarımız, yurtseverler için de mezarlar
yapılmalıdır.
Öcalan kendini yakma eylemlerini de değerlendirerek, bu yöntemi benimsemediğini vurguladı: “Kendini yakan
arkadaşlarla ilgili bir iki hususu belirteyim. Bu arkadaşların eylemleri fedai eylemliliklerdir. Kendini davaya adamışlıktır.
Büyük bir fedakarlıkla bu eylemleri yapmışlardır. Diyarbakır'da Mustafa Malçok, Adıyaman'da Müslüm Doğan'ın eylemleri
yüksek fedai eylemleridir. Aynı şekilde Vedat Acar'ın eylemi de bu çerçevededir. Ancak daha önce bu yöntemi
benimsemediğimi belirtmiştim. Yine belirtiyorum, bu yöntemlere gerek yok. 1980-90'lardaki bazı fedai eylemlilikler vardı;
ancak Agit'in anısına da, mücadelesine de, değerine de bağlı kalınarak bugün mücadele daha farklı şekillerle, metodlarla
yürütülebilir.”
İDAM TARTIŞMALARI AKP KAYNAKLI
Öcalan çocuk tecavüzleri ve yeniden gündeme getirilen idam konusuna ilişkin şunları dile getirdi: “Çocuk
tecavüzleriyle ilgili birkaç şey söyleyeyim. Sanırım bir siyasi parti bununla ilgili bir gösteri yapmış. Orada çocuk
tecavüzcülerinin fotoğrafları yanında benim fotoğraflarımı da taşımışlar. Bu alçaklıktır, şerefsizliktir. Bunlar benim
fotoğraflarımı da gösterip yine idamdan bahsediyorlar. Bunlar AKP'den yeşil ışık alarak bunu yapıyorlar. Böyle bir şey
olmasaydı, bunlar bunu tek başına yapamazlardı. Halkımız bunu net olarak görmeli.
Bütün bu rahip cinayetlerini de bunlar işlediler. Tecavüze uğrayan bizim çocuklarımız. Bu yatılı bölge okulları
var, biliyorsunuz. Yıllardır Kürtlere yapılan tecavüzler ortada. Kürt çocuklarına yapılan tecavüzler ortada. Bizim çocuklara
yapılan sadece cinsel tecavüz değildir, bu iyi bilinmelidir. Hem tecavüz sadece fiziki-cinsel tecavüz de değildir. Birçok
tecavüz çeşidi vardır. Siyasal tecavüz bunlardan birisidir. Kürtlere her türlü tecavüz çeşidini uyguluyorlar. KCK davası bir
siyasal tecavüzdür. Tecavüz çeşitlerinden biri de ekonomi ve coğrafya tecavüzüdür, Kürtlere ekonomik tecavüz yapılıyor,
o HES'lerle coğrafi tecavüz uyguluyorlar. Kültürel tecavüz uygulanıyor. İşte dil, dilin yasaklanması, dilini kullanma
önündeki tüm engeller bir kültürel tecavüzdür. Fiziki-cinsel tecavüz, bu tecavüzlerden sadece birisidir fakat en aşağılık
olanıdır. Denizli'de işte Kürt kız çocuklarına tecavüz etmişlerdi. Hem Kürt çocuklarına tecavüz ediyorlar, hem Kürtlerin
her tür haklarına tecavüz ediyorlar, hem de kalkıp Kürtleri suçluyorlar. Yani hem tecavüze uğrayansın hem de suçlu
olarak ilan edilensin! Bu çok aşağılık bir durum. Tecavüz eden de ettiren de sensin. Yirmi yıldır sen; Maraş, Sivas, Çorum
katliamlarını yapıyorsun, rahiplerin boğazlarını kesiyorsun, çetelerin, gladyonun adına tetikçilik yapıyorsun, şimdi de
kalkmış bizim aleyhimize çalışıyorsun. Bunların kadroları yıllarca Gladyonun tetikçiliğini yaptılar. Bunun için Florida'da
eğitildiler.
GÜÇLERİ YETİYORSA HEMEN YARIN İDAM ETSİNLER
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Ben idamdan da korkmuyorum. Eğer güçleri yetiyorsa hemen yarın idam etsinler. Ben idamdan korktuğum için
değil, demokratik bir çözüm için bugüne kadar burada sabrettim. Ben idam değil de başka şekilde de burada ölebilirim.
Bu, büyük bir komplodur. İşte bu tecavüz olayları kullanılarak tekrar idamın tartışılması bilinçlidir. AKP de bunlara cesaret
veriyor. Burhan Kuzu idama karşı olmadığını söylemiş. Halk da, BDP de bunları görmelidir, bunlara karşı tedbirlerini
almalıdır.”
AYDINLAR MESELESİ ESKİLERE DAYANIR
“Aydınlar” konusunu da değerlendiren Öcalan bu konuda şöyle dedi: “Bu aydınlar konusunda da birkaç şey
belirtmek istiyorum. Bu aydınlar meselesi ta eskilere dayanır. 1985 yılında NATO bize karşı 5. maddeye dayanarak karar
aldı. NATO, iki şekilde çalışır: Biri, merkezi Florida olan Gizli NATO, diğeri Açık NATO şeklinde çalışır. Şu an Libya'da
uygulanan açık NATO'dur. NATO açıkça oraya müdahale ediyor. Bize karşı ise daha çok Gizli NATO çalıştı, çünkü biz
devlet değiliz. 1985'te NATO bu gizli görevi Almanya'ya vermişti. Almanya üzerinden bize karşı kampanyalar, çalışmalar
başlamıştı. O tarihten bu yana bize karşı sahte bir muhalefet geliştirilmeye çalışıldı. 1990'a kadar Almanya üzerinden bu
çalışmalarına devam etti Gizli NATO. 1990'dan itibaren İngiltere devreye girdi. Bize karşı politikaları artık İngiltere
devraldı. İngiltere Tansu Çiller-Güreş ekibini oluşturarak bize karşı büyük bir komploya girişti. Bu büyük komplo
sonucunda Özal tasfiye edildi. Özal iyi niyetliydi. Ama bu büyük komployla tasfiye edildi. Bu büyük bir tasfiyedir. İngiltere,
Çiller-Güreş ekibi üzerinden bize karşı yine bir sahte muhalefet geliştirmeye çalıştı. Planları şuydu; bizi tasfiye ettikten
sonra yerimize, oluşturdukları sahte muhalefeti geçireceklerdi. Bunun toplumsal bir dayanağı-gerçekliği yoktu. Bugünkü
Libya muhalefeti gibi paraşütle sahte bir muhalefet indireceklerdi. Libya'da bugünkü muhalafet de aynen paraşütle
indirilen bir muhalefettir. 1990'lı yılların başındaki komplo ve tasfiye de, 1998'deki komplo da Gizli NATO'nun işidir. Bizim
yerimize bir muhalefet geçirmek istiyorlardı. Burkay bu nedenle o tarihte benim için “o adada cüzzamlı mahkum” diyordu.
Burada cüzzamdan kasıt, kimsenin yaklaşamadığı, tecrit edilen, yani devreden çıkarılandır.
Bu Gizli NATO, Türkiye'de daha çok Gladio-jitem tarzında çalıştı. O dönemin jitemi, jandarma jitemiydi.
2002'den bu yana ise Polis Akademisi eksenli bize karşı komplolar, tasfiyeler yürütülüyor. Önder Aytaç gibileri bu
çerçevede konuşuyorlar, benim idam edilmem gerektiğini de söylemiş. Emre Uslu da yine bu çerçevede yazıyor.
2002'den sonra oluşturulmaya çalışılan konsept de bu polis akademisi çevresinde geliştiriliyor.
TATLISES OLAYI DA BİR KOMPLO
1985'ten 2002'ye oluşturulmaya çalışılan muhalefet bu Gizli NATO-Gladio-jitem ekseninde bize karşı devreye
konuldu. 2002'den sonra ise bu muhalefeti polis akademisi eksenli yürütüyorlar. Bu aydınlar meselesi de burdan çıkıyor.
Yani eskiden jandarma jitemi vardı, şimdi ise polis jitemi var. Adları farklı olsa da bize karşı yürüttükleri politikaların
amacı, zihniyeti aynıdır. Hükümetin bu açılım dedikleri politika da ilk olarak polis akademisinde başladı. Bu politika orada
oluşturuldu. Bunların hepsi o polis akademisinin oluşturmaya çalıştığı politikalar çerçevesinde hareket ediyor. Bunların
hepsi sahte aydındır. Bir etkileri de yok bunların.
Bunlar bu dönemde bize karşı sürekli yeni tarzlarıyla komplolar geliştiriyorlar. Bu Tatlıses olayının da komplo
olduğunu düşünüyorum. Yaralanması komplonun bir parçası olabilir. İşte AKP'den aday olacakmış, mesaj göndermiş,
mesajı okutuluyor. Aydınlarda olduğu gibi sahte bir sanatçı grubu yaratmak istiyorlar Kürtlerden.”
YILMAZ GÜNEY ÖCALAN’A NE DEDİ?
Öcalan bu konuda dünyaca ünlü Cannes Film Festivali Altın Palmiye ödülü sahibi Kürt yönetmen Yılmaz
Güney’e ilişkin bir anısını anlattı: “Yılmaz Güney bizzat bana, Tatlısesle ilgili ‘buna dikkat edin, bunu yerime geçirmek
istiyorlar, böylece sahte bir Kürt sanatçısı yaratmak istiyorlar’ demişti. Yılmaz Güney ile görüştüğümde bunu bizzat bana
DERLEYEN : AZAD BADIKI
söylemişti. Bu anımı da bu şekilde bir kez daha kamuoyuyla, medyayla paylaşıyorum. Her konser için yüz, yüzelli, ikiyüz
bin lira para istiyorlar. Bir konser için bu kadar para isteniyorsa bu artık sanat değil başka bir şeydir, başka bir şeye
hizmet ediyor. Halkı düşünüyorsan, halka yönelik sanat yapıyorsan o zaman demokratik kongrenin (DTK) sanat
komisyonu var, içinde yer alırsın, uygun şekilde sanatını icra edersin. Burada yer almazsan bir konser için bu kadar para
istersen o zaman halk da seni tecrit eder, izole olursun. Amacın türkü falan söylemek de değil, para kazanmaktır.”
BURASI BİR ÖNDERLİK KURUMUDUR
Öcalan, yürüttüğü görüşmelere ilişkin de bilgi verdi: “Sanırım buradaki görüşmeler merak ediliyor. Bu konuya da
kısaca değineceğim. Bu görüşmeler bilinmelidir. Bu görüşmeler burayla yapılıyor, burası bir önderlik kurumudur. Bunun
gereklerini yapıyorum. Yine burada yapılan görüşmeler burayı bağlar, buradaki görüşmeleri ne KCK, ne BDP, ne DTK,
ne de Türk Solu adına yapıyorum. Ne ben ne de burada yaptığım görüşmeler tam anlaşılmıyor. Yine KCK de,
Avrupa’dakiler de, BDP de beni yeterince anlamıyor. Sürekli benden bir şeyler bekliyorlar. Bütün sorumluluğu bana
bırakıyorlar. Neyin nasıl yapılması hususunda savunmalarımda olabildiğince destek sundum. Ama hala benden pratik
anlamda sorumluluk bekleniyorsa, bu yanlıştır. Çadır olayını bile bana bağlıyorlar. Ben bu görüşmeleri önderlik kurumu
adına yapıyorum. Burada benim şahsım önemli değil, önemli olan önderlik kurumudur. Burası bir önderlik kurumudur.
Burayla yapılan görüşmeler de bu kapsamda yapılıyor. Bunun bu şekilde anlaşılması gerekiyor. Ben önderlik olarak
sorunlar için ön açıcı oluyorum. Görüşmeye gelenler de benim bu önderlik konumumu bildikleri için gelip benimle
görüşüyorlar.
BDP DE KENDİ ADINA GÖRÜŞMELER YAPABİLİR
BDP de kendi adına görüşmeler yapabilir. Devletle görüşmeler, diyaloglar gerçekleştirebilir. Zaten zaman
zaman yapıyorlardı. BDP, KCK'den farklı bir yapılanmadır. Legal alanda siyasi örgütlülüğünü, siyasi faaliyetlerini yürütür.
BDP mutlaka kendi yerel önderliklerini oluşturmalıdır bu dönemde. Yaptıkları diyalogları da kendi adına yapabilir. Kendi
çözüm yöntemini, kendi programını, projelerini, parti programlarını nasıl uygulayacaklarına da kendileri karar verirler.
Mesela bu çadır olayı tam da BDP'nin işidir. Demokratik Blok çalışmasını yürütebilirler.
Aynı şekilde DTK da halkımız adına, kendi temsiliyeti adına devletle görüşmeler yapabilir. Temsil gücünü
kullanırlar. Ama bu da onların kendi programıdır, bunu da kendi adına yapar. DTK, aydınlarla birlikte çalışmalı ve
görüşmeler yürütebilmelidir. Yine Avrupa’dakiler bu yönlü çalışmalıdırlar. BDP, DTK, KCK kendi rollerini iyi oynamalı,
kendilerini çözüm için ve kendi projeleriyle ortaya koymalıdırlar. Demokratik çözüm için devletin takınacağı tutum,
önümüzdeki bir kaç görüşmede netleşebilir.”
Öcalan son olarak şunları belirtti: “Malatya cezaevinden, bana ulaşan bir mektup var. İlginç ve güzel bir
mektuptu. Çok ve özel selamlarımı iletiyorum, çalışmalarına devam etmelidirler. Adıyaman cezaevinden gelen bir mektup
var, selamlarımı iletiyorum. Diğer cezaevlerinden, Van, Bitlis, Muş cezaevlerinden gelen mektuplar var, hepsine
selamlarımı iletiyorum. Batman gençliğine ve Batman halkına da selamlarımı iletiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Bu son şans!
“Devlete ve Türk halkına” seslenen PKK lideri Abdullah Öcalan, yürüttüğü görüşmelerin tarihi sonuöçları
olabileceğini belirterek, “Demokratik anayasal çözüme şans vermelidir. Çünkü bu onların da son şansıdır... Demokratik
anayasal çözüm gelişmezse kendiliğinden topyekün savaş dönemi başlar. Kızılca kıyamet kopar. O zaman sözün bittiği
zamandır” dedi. Öcalan, “Seçimden sonra hükümet fark etmez, ister şimdiki hükümet olsun ister sonraki hükümet olsun
tutumları netleşecektir. Birkaç ay var önümüzde. Bu aylar demokratik anayasal çözüm için son şanstır” diye ekledi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesinde önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi. Öcalan,
Demokratik zeminde Kürt sorunu çözülmezse, “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşının” gündeme geleceği
konusunda uyardı.
HALFETİ’YE GİDEN HALKIMIZI SELAMLIYORUM
62. doğum günü vesilesiyle yapılan etkinlikleri değerlendiren Öcalan şunları söyledi: “4 Nisan vesilesiyle
kutlamalar yapan, eylemde bulunan, Halfeti'ye, köyümüze giden halkımızı selamlıyor, teşekkür ediyorum. Oraya ilişkin
anılarım çoktur. Orada üzerimizde emeği olanlar var, bunları unutamayız. Onlara borçluyuz. Onların ve halkın emekleri
olmasaydı bu noktada olmazdık, bugünleri göremezdik. Böyle her yerde pek çok değer ailesi var, ancak bu tür aileler
yalnız kalabiliyor; kıyıda, köşede sahipsiz bırakılıyor. Oysa gidip onlarla tartışılabilir, yeni süreç kavratılabilir. Yeni süreç
kavratılmalıdır. Bu tip aileler Diyarbakır'da da var. Bu tür ailelere sahip çıkmak, onlarla buluşmak gerekiyor. Yalnızlıkları
paylaşılmalıdır. BDP, DTK böylesi ailelere sahip çıkabilir. Bu ailelere sahip çıkmak sosyal bir iştir. Biz siyasallaşmadan
bahsetmiyoruz, burada bahsettiğim siyasallaşma da değil sosyalleşmedir. DTK bu tarz çalışmaları yürütebilir, asıl bu
DTK'nın görevidir ama DTK kendi görevini tüm boyutlarıyla anlamış değil. Sadece siyaset değil sosyalleşme de
önemlidir. Bu gibi boşlukların neden doldurulamadığını anlamıyorum. Kenara itilme, yalnızlaştırma, unutma, sahipsiz
bırakma gibi yaklaşımlar kapitalist modernitenin yarattığı davranış kalıplarıdır.”
KAPİTALİST MODERNİTE
Kapitalist modernitenin toplumdaki tahribatlarına değinen Öcalan şunları belirtti: “Kapitalist modernite toplumda
ve yaşamda bu ve benzeri tahribatları yaratıyor. Sosyal ağları parçalayan kapitalist moderniteye karşı demokratik
modernite diyoruz. Bunu aynı zamanda toplum modernitesi ya da halk modernitesi diye de adlandırılabiliriz. Bizim
geliştirmeye çalıştığımız demokratik modernite, toplum, halk modernitesidir. Sosyalleşmeye önem verilmelidir. Kapitalist
modernite ya da birtakım pots-modern yaklaşımlar da var. Bunlar anlaşılmadan, bilince çıkarılmadan demokratik
modernite anlaşılamaz. Demokratik modernite, kapitalist modernitenin alternatifidir. Kapitalist modernite hastalıklarından,
tahribatlarından kendini kurtarmadan demokratik modernite yaratılamaz. Bu tarz sosyal çalışmalar, sosyal ağlar yaratma
DTK'nın görevi olabilir. Kapitalist modernite toplumun sosyal ağlarını parçalamaktadır. Bunlara karşı, bu tehlikelere karşı
tarih bilincinin gelişmesi gerekir. Sosyalleşme olgusu iyi bilinmelidir. İşte Ergani Çayönü, kadının ilk toplumsallaşması
burada başlar, neolitiğin beşiğidir buralar, ilk toplumsallaşma buradan başladı ve her yere yayıldı. Hatta bir İngiliz
profesörü Çayönü için “buradan tarihe bakmak muhteşem!” diyor. Bizimkiler bu tarihsel gerçekliğin farkında değil, bir
yüzeysellik, bir bilinçsizlik var. Tabi bu durum üzücü bir durum. Tarihsel bilinç olmadan bu çalışmalar eksik kalır.”
DALKILIÇ İÇİN BAŞSAĞLIĞI
Öcalan, geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybeden BDP PM Üyesi Vakkas Dalkılıç için de başsağlığı
dileğinde bulundu: “Amara yürüyüşü çalışmalarında Vakkas Dalkılıç hayatını kaybetmiş. Hem Vakkas Dalkılıç'ın ailesine
hem de geçen yıl hayatını kaybeden Mahsum Karaoğlan ve Mustafa Dağ'ın ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum.
Saygıyla anıyorum.”
SURİYE’DE KÜRTLER KENDİLERİNİ YÖNETMELİ
Öcalan Suriye’de yaşanan gelişmeleri de değerlendirdiğ: “Suriye'de Esad'ın Kürt aşiretleriyle görüşeceğine dair
haberler var. Aşiretlerle değil, orada Kürt örgütleri var, PYD var. Onlarla görüşmelidir. Suriye-Esad demokratik reformlar
yaparsa biz destekleriz. Bu reformlar içerisinde demokratik özerklik gibi idari ve kültürel özerklik hakları tanınabilir.
Mesela belediyeler devredilebilir. Kürtlerin kendilerini yönetmelerinin önü açılabilir. Kimlik hakları tanınabilir. Bu şekilde
yapılırsa destekleriz. Suriye önemli bir ülkedir, dikkate alınmalıdır. Esadlar benim soruna yaklaşım tarzımı bilirler. Bu
şekilde idari ve kültürel özerklik hakları tanınırsa biz de kendilerini destekleriz, oradaki Kürt örgütleri de Suriye'ye destek
olurlar.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
İYİ HESAPLANIRSA DİYARBAKIR’DA 6 ADAY ÇIKARILABİLİR
Öcalan yaklaşan seçimler konusunda ise şunları söyledi: “Seçimlere ilişkin, iyi hesaplanırsa, hesap hatası
olmazsa, iyi programlanırsa Diyarbakır'da 6 aday çıkabilir. Kürt ittifakı temelinde adaylar da olabilir. Birikimi ve
deneyimleri var. Ama gruba dahil olmaları, grup disiplini içinde olmaları önemlidir. Kendi özgünlüklerini koruyabilir, farklı
partisel görüşleri de olabilir ama grup disiplinine uyma şartı olmalıdır. Yani ittifak çerçevesinde rollerini oynamalıdırlar.
Süryanilik ve Ezidilik de güçlü bir damar ve tarihtir, onların temsiliyeti de önemlidir. Seçim adaylığı partide çalışma içinde
bulunarak, emek vererek, bu işleyişten, bu süreçten geçerek gerçekleşmelidir. Yeni dönem milletvekili adayı olmayanlar
küsmemelidir, çalışmalarına devam etmeliler, örneğin DTK'da yer alabilirler. DTK önemlidir, bu çalışmalara destek
sunabilirler.”
HALK İBADETİNİ KÜRTÇE YAPMAK İSTİYOR
Öcalan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürtlerin çözüm çadırları önünde kıldığı Cuma namazlarına “dine
bölücülük sokuluyor” şeklinde tepki göstermesi konusunda şunları ifade etti: “Başbakan'ın ‘dine bölücülük sokuluyor’
yaklaşımı doğru değil. Halk inancını kendi anadiliyle yaşamak istiyor, inancını, ibadetini Kürtçe yerine getirmek istiyor. Bu
gayet normal bir durumdur. Demokratik Çözüm Çadırları çok önemlidir. Bu çadırlar demokratik siyaset akademileridir,
halkın akademileridir, bir nevi okuldur. Çözüm çadırları Kürtlerin kendi liderliklerini sınayacakları bir alandır. Burada
demokratik önderliklerini sınayacaklar. Bu demokratik çözüm çadırları sonuç alınıncaya kadar devam edebilir. Eğer bu
başarılırsa Kürt sorunu demokratik zeminde çözülür. Demokratik siyaset, demokratik toplumu, demokratikleşmeyi
hedefler. AKP biraz da demokratik çözüm çadırlarından duyduğu rahatsızlıktan dolayı, korkusundan dolayı halka
saldırıyor. Bu haklı, meşru, demokratik bir eylemdir, polis saldırmamalıdır. Demokratik çözüm çadırları halkın sivil
çözümdeki ısrarıdır. Çadır eylemleri yasal, demokratik eylemlerdir. Bu çerçevede olmalıdır, polis saldırmadıkça, şiddet
ortamına prim verilmemelidir. Halkın örgütlenebileceği yerlerdir. İyi işletilirse güçlü sonuçlar alınabilecek eylemlerdir.
Demokratik çözüm çadırları topyekün bir savaşa girmemek için son şanstır. Seçimlere kadar, Haziran'a kadar çözümün
gelişmesinde bu çadırların rolü önemlidir.”
TÜRK HALKINA: BEN DEVLETLE GÖRÜŞÜYORUM
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu vesileyle Türk halkına da seslenmek istiyorum. Ben devletle görüşüyorum,
bu bilinmelidir. Burada yürüttüğümüz görüşmelerle Kürt sorununun demokratik anayasal çözümünü amaçlıyoruz.
Görüşmelerin nasıl sonuçlanacağı belli değildir. Türk halkı şunu iyi bilmeli, Demokratik anayasal çözümün gelişmesi
demek, şiddet ortamının ortadan kalkması ve demokratik birlik-bütünlüğün demokratik kanallarla sağlanması demektir.
Siz de öyle anlamalısınız. Demokratik birlik-bütünlük, demokratik anayasal çözüm ile sağlanır. Bu görüşmeler böyle
okunmalıdır. Demokratik çözüm gelişmezse herkes kaybeder. Türk halkı bu tehlikeleri görmeli, tarihi rolünü oynamalıdır.
Demokratik anayasal çözüm, demokratik birliği her alanda tesis edecektir. Bu, halk, ulus, devlet olarak da böyledir.”
DEVLETE: BU SON ŞANS
“Devlete de seslenmek istiyorum. Yürütülen görüşmelerin tarihi sonuçları olabilir. Bunu değerlendirmelidir.
Demokratik anayasal çözüme şans vermelidir. Çünkü bu onların da son şansıdır. Bu yönde irade göstermesi, demokratik
geleceğin inşası demektir. Demokratik anayasal çözüm gelişmezse kendiliğinden topyekün savaş dönemi başlar. Kızılca
kıyamet kopar. O zaman sözün bittiği zamandır.”
GERİLLAYA: KENDİNİ SAVUN
“KCK, HPG ve DTK, BDP herkes kendi önderliğini geliştirmek zorundadır. Bu son kayıplar, özellikle Hatay'daki
kayıplar da gösteriyor ki, ortada bir zaafiyet var, boşluk var. Bu kadar deneyim, tecrübeye rağmen hala böyle kayıpların
yaşanması düşündürücüdür. Böyle gerillacılığı kabul etmiyorum. Son kayıplar da gösteriyor ki, ihmalci, kendiliğindenci bir
yaklaşım var. Bu tarz yaklaşımları kabul etmek mümkün değildir. Öncülük rolüne ciddi yaklaşılmalıdır. Halkımızın
beklentilerini kimse boşa çıkarmamalıdır.
Gerilla için meşru savunma esastır. Kimse öyle kurbanlık koyun gibi boynunu ölüme uzatmaz. Seni imha
ediyorsa, vuruyorsa, kırıyorsa, öldürüyorsa sen de kendini savunacaksın. Meşru savunma hakkını herkes kabul eder.
Benim burada imkanlarım sınırlıdır, kimse benden pratik önderlik beklenmemelidir. Ağır hükümlülük koşullarında
yaşamaktayım. Bütün yük benim omuzlarıma yüklenmemelidir. Benim burada yaptığım görüşmeler de yanlış anlaşılıyor.
Ben burada ateşkesi sağlamıyorum. Burada yürüttüğüm görüşmelerde demokratik anayasal çözümü geliştirmek
istiyorum. Demokratik anayasal çözümün gelişmesi durumunda can kayıpları da yaşanmayacak, Kürt sorunu demokratik
zeminde çözümüne kavuşmuş olacaktır.”
KÜRT HALKINA: PRATİK ÖNERİLER AŞAMASINDAYIZ
“Son olarak Kürt halkına seslenmek istiyorum. Ben burada yürüttüğüm görüşmeleri önemsiyorum. Olumlu
sonuçları olabilir olmayabilir de. Pratik öneriler aşamasındayız. Bazı pratik öneriler sundum. Gerçekleşirse olumlu
gelişmeler yaşanabilir. Anlaşılmayan bir hususa değinmek istiyorum. Sanki ben burada ateşkesi sağlamış gibi
görünüyorum, böyle bir algı var. Burada ateşkesi sağlamıyorum, anayasal demokratik çözümü zorluyorum. Burada
yaptığım görüşmeler beni bağlar. Yaptığım bu görüşmelerle BDP ve Kandil’le de diyalog zeminini açıyorum. Kendi
cephelerinde sorunun çözümü için çalışırlar. Ben burada, onlar bulunduğu yerlerde, herkes kendi rolünü oynamaya
DERLEYEN : AZAD BADIKI
çalışır. Halkımız da kendi örgütlülüğünü güçlendirir, güçlendirmelidir. Bahsettiğim gibi pratik öneriler sundum, bunların bir
sonuca bağlanması için seçimlere kadar bekleyeceğiz. Bu paralelde ben seçimlere kadar meşru savunma temelinde
hareket edilmesini uygun buluyorum. Halkımız ve gerilla güçlerimiz Haziran'a kadar meşru savunma temelinde kendini
konumlandırmalıdır diyorum. Ha üzerlerine gelinmesi durumunda savunma yapabilirler. Bu savunma, etkin savunma
olmalıdır. Bunu söylerken Haziran'a kadar topyekün savaş geliştirilsin demiyorum. Seçimlere kadar savunma temelinde
konumlanabilirler. Ben seçime kadar bu şekilde gidilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu, ateşkes sağlama değildir.”
BU YENİ BİR AŞAMADIR
“Buradakiler benim önderliğimi kabul ederek bu görüşmeleri yapıyorlar. Bu yeni bir aşamadır. Seçimlerden
sonra zaten süreç netleşecektir. Seçimden sonra hükümet fark etmez, ister şimdiki hükümet olsun ister sonraki hükümet
olsun tutumları netleşecektir. Birkaç ay var önümüzde. Bu aylar demokratik anayasal çözüm için son şanstır.”
İKİLİ BİR SAVAŞ
“Demokratik zeminde Kürt sorunu çözülmezse, daha önce 156 sayfalık yol haritasında da belirttiğim gibi –ki hala
güncelliğini korumaktadır- varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşı gündeme gelecektir. Biz istemezsek de böyle
bir aşama söz konusu olduğunda ikili bir savaş verilecektir. Birincisi varlığını koruma savaşıdır. Bu, varlığını sürdürme,
kendini var etme, yok olmama savaşıdır. Kürtler halk olarak soykırım kıskacındadır. Biz soykırım kıskacında varlığımızı
korumaya çalışıyoruz. Varlığını koruma savaşının yanında ikincisi özgürlüğünü sağlama savaşı da yürütülecektir. Bu da
hamlesel bir süreçtir. Bu savaş ikili karakterdedir, iç içe geçmiştir. Böylesi bir savaş da topyekün savaş aşaması
anlamına geliyor. Topyekün savaş aşamasında sana saldırdılar mı öyle anlık değil, gerekirse beş gün topyekün direnilir,
savaşılır. Bu savaş devam eder, bu böyledir. Kırsal da şehir de bu savaşın içine girer. Her yer kendi gücüne ve özgün
durumuna göre öz savunma savaşını yürütür. O zaman herkes üzerine düşen görevini yapar, kendi korumasını alır.
Böylesi bir durumda benim de durumum ne olursa olsun önemli değil, arada olmamın bir anlamı da kalmaz. Ama
topyekün savaş dönemi başlasa bile burada görüşmeler devam eder mi bilemiyorum. Ancak halkımız da topyekün
direnişin yanında kendi demokratik özerkliğini daha önce bahsettiğim yedi boyut çerçevesinde derinleştirerek hayata
geçirmeye çalışmalıdır. Durumun ciddiyeti ortadadır. Tarihi günler yaşıyoruz. Herkes kendini bu döneme göre
konumlandırmalıdır.”
BDP VE DTK ÖNCÜLÜK ROLÜNÜ OYNAMALI
“BDP, DTK de kendi öncülük rolünü oynamalıdır. Onlara da görev düşüyor. Milletvekili olmak istediğin kadar,
buna gösterdiğin çaba kadar halka sahip çıkmaya çalışıp, ona öncülük etmelisin. Halkına sahip çıkmayacaksın, öncülük
etmeyeceksin ama ben milletvekili olacağım diyeceksin. Bu şekilde olmaz, bu şekilde öncülük yapılmaz. Halka bağlılık,
halkçılık oldukça zayıf. Sorun, yarı-seçkincilik sorunudur. Yarı seçkincilik, yarı-aydın durumudur.”
7 GERİLLA AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI
“Operasyonlarda hayatını kaybeden 7 gerillanın ailesine ve halkımıza başsağlığı diliyorum, selamlarımı
söylüyorum. Bu kayıplar bizim değerlerimizdir. Her zaman anılmalı, yaşatılmalıdırlar.”
“Yine cezaevinden mektuplar aldım. Birçok ağır hasta var. Başta ağır hasta arkadaşlar olmak üzere tüm
cezaevlerindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır E ve D Tipi cezaevlerinde kalan arkadaşlara, Amed ve
Dicle halkına selamlarımı iletiyorum. Yine Dersim'e selamlarımı gönderiyorum. Kadın özgürlüğünü toplumsal özgürlük
olarak görüyorum. Bu temelde çalışmalarını geliştirmeliler. Kadınlara bu düşüncelerle selamlarımı iletiyorum. Özgür
Gündem gazetesine de yayın hayatında başarılar diliyorum.”
Görüşme Notları:
15 Haziran'dan sonra erteleme
olmayacak
PKK lideri Abdullah Öcalan, KCK’nin “savunma pozisyonunu” 15 Haziran’a kadar uzatma kararına dikkat
çekerek, “15 Haziran'dan sonra herhangi bir erteleme ya da uzatma durumu sözkonusu olmayacaktır. Bu nettir. 15
Haziran son tarihtir.” dedi. Öcalan, Anadolu’yu Vermeyeceğiz yürüyüşü ile sivil Cuma namazlarını da desteklediğini
belirtirken, barışçıl eylemlerin 15 Haziran’a kadar sürmesi çağrısında bulundu.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesinde, eylemsizlik sürecine ilişkin önemli açıklamalarda
bulunduğu öğrenildi. Sağlık sorunlarına da değinen Öcalan, “Gözlerimdeki yaşarma zorluyor. Ancak biraz azaldı halde
DERLEYEN : AZAD BADIKI
devam ediyor. Buranın hava koşullarının da olumsuz etkisi var. Yine kaldığım hücre kuyu etkisi yapıyor. Sadece gözlerle
ilgili değil nefes alma konusunda da çok zorlanıyorum” dedi.
TÜM ANNELERE SELAM
Tüm annelere selamlarını gönderen Öcalan, “Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun'un anneleri başta olmak üzere
tüm annelere sevgi, saygı ve selamlarımı iletirsiniz. Rıza Altun'un annesi rahatsızmış, kendisine geçmiş olsun dileklerimi
gönderiyorum. Ayrıca Avrupa'daki bütün kadınlar ve gençlerimize selamlarımı iletiyorum” diye belirtti.
AVRUPA’DAKİLER ÜLKE BAĞLILIKLARINI HEP SÜRDÜRMELİ
Avrupa’da açılan Mezopotamya Sosyal Araştırmalar Akademisi’ne dikkat çeken Öcalan, şu mesajları verdi:
“Belçika'da Mezopotamya Sosyal Araştırmalar Akademisi açıldığını duydum. Bu akademiler önemlidir, daha önce de
defalarca vurgulamıştım. Sadece ideolojik-siyasi eğitim değil, ekonomi, sosyal, kültür, tarih konusunda da eğitim
verilmelidir. Avrupa'daki gençliğin kendini koruyabilmesi, savrulmaması adına da bu Akademiler yararlı olacaktır.
Avrupa'da kapitalizmin, burjuvazinin göbeğinde yaşıyorlar, orada yaşam zordur. Gençlerin özellikle kendilerini iyi
korumaları gerekir. Aksi taktirde çok kolay ayakları kayabilir. Ülkeye dönme duygularını hep diri tutmalıdırlar. Hiçbir
zaman unutmamalı, ülkeye bağlılıklarını hep sürdürmelidirler. Orada sıradan basit hayatlar kurabilirler ama bu onları
bitirebilir, benim tarzım bu değildir. Eğer bir davaya inanıyorsanız, bir halkın davasını yürütecekseniz bir öncelik
sıralamanız olması gerekir. Benim için bu böyledir. Ben halkım için herşeyden vazgeçtim, benim için başka hiçbir şeyin
önemi yok. Ölünceye kadar Kürt halkının haklı mücadelesi için direneceğim. Benimle birlikte yürüyecek olanlar bunu
böyle bilmeliler ve buna göre benimle yürümeliler. Yoksa istiyorlarsa kendi bildikleri yoldan gidebilirler. Ama bu davaya
inanmışlarsa, birşeyler yapmak istiyorlarsa, benim peşimden geleceklerse ilkeli bir yaşam sürdürmeliler.
GENÇLİK DİKKATLİ OLMALI
Daha önceleri de belirtmiştim; evlilik hayatı sağlıklı bir temele oturtulabilirse anlamlı olabilir, mücadeleyle birlikte
yürütülebilir ama biliyorum ki bu çok zordur. Genelde aile hayatı başladı mı öncelikler sırası değişiyor. Ve insanların çoğu
bu nedenle savrulup gidiyor. Çünkü kapitalist sistem buna göre şekillenmiştir ve tuzaklarla doludur. Ben demokratik
moderniteyi bütün bu sorunları görüp aşmak için geliştirdim ve önerdim. İnsanlarımızı kapitalizmin çirkef yaşam
biçiminden kurtarmak için bu önerileri getirdim. Kapitalist hayat tarzı kadını, gençliği ve bir bütün olarak yaşamı tüketiyor.
Bu çerçevede Avrupa'daki gençliğin çok daha dikkatli olması gerekiyor. Başta Avrupa gençliği olmak üzere bütün genç
yoldaşlara tekrar selam ve sevgilerimi iletiyorum.”
“ANADOLU’YU VERMEYECEĞİZ” YÜRÜYÜŞÜNÜ DESTEKLİYORUM
Öcalan, doğa katliamına karşı başlatılan “Anadolu’yu Vermeyceğiz” yürüyşünü desteklediğini açıkladı: “Büyük
Anadolu Yürüyüşü adı altında “Anadolu'yu vermeyeceğiz” sloganıyla HES'lere, barajlara, bir bütün olarak doğa
katliamına karşı farklı şehirlerden Ankara'ya kadar yürüyüş düzenleniyormuş. Bu yürüyüşü önemsiyorum ve yürüyüşlerini
selamlıyorum. Biyolojik olarak “doğa katliamına hayır” çerçevesinde olmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Ve
bu doğrultuda desteklediğimi belirtiyorum.”
BEŞAR EL ESAD PYD İLE GÖRÜŞMELİ
Öcalan, 15 Mart’tan bu yana Suriye’de yaşanan protesto gösterileri ve Kürtlerin vatandaşlık haklarının verilmesi
konusunda da şunları dile getirdi: “Suriye'de vatandaşlık hakkı olmayan yaklaşık 300 bin Kürd'e vatandaşlık hakkı getiren
yasanın onaylandığı ve geçen yılki Newroz'da tutuklanan 48 Kürt yurtseverin serbest bırakıldığı belirtiliyor. Sanırım
Suriye biraz çekiniyor. Yapıldığı söylenen son reformalar, bu yükselen muhalefetten çekinildiği için, Kürtleri bunun
dışında tutmak için atılmış adımlara benziyor. Biraz durumu dengelemeye çalışıyor. Beşar Esad'ın aşiretlerle değil, resmi
olarak, siyasi temsilci olarak PYD ile görüşmesi gerekir. Ancak demokratik bir dönüşümü gerçekleştirirlerse Suriye bu
süreci atlatabilir. Bu durumda biz de destek sunarız. Suriye, bizim Türkiye için de önerdiğimiz demokratik özerklik
temelinde bir uzlaşma ve çözüm için diyalog yolunu açmalıdır. Eğer Suriye bunu kabul ederse Kürtler Esad'a destek
verecektir. Bu hem oradaki Kürt halkının hem de Arap halklarının kurtuluşu olur. Fakat aksine hareket edip sadece geçici
adımlar atıp oyalama tarzı siyaset yürütürlerse o zaman oradaki Kürt halkı da PYD öncülüğünde, oradaki Arap
muhalefetiyle demokratik özerklik temelinde birlikte mücadele yürütür. Öyle anlaşılıyor ki Suriye için artık bir
demokratikleşme dönemi başlamıştır. Suriye'nin bu süreci sonuna kadar demokratikleşmeyle götürmesi gerekir.”
LİSTE DIŞINDA KALANLAR DTK’DA GÖREV ALMALILAR
Öcalan, Türkiye’de 12 Haziran’da yapılacak genel seçimlere ilişkin, “Seçim listeleri belli olmuş. Öncelikle şunu
belirteyim; liste dışında kalan arkadaşlar DTK'da görev almalıdırlar. DTK önemsiz değildir. Bazı hatalar yapılmış olabilir
ancak herkes bu durumu anlayışla karşılamalıdır. Siyaset uzun soluklu bir iştir, aday olmayanlar önümüzdeki dönem
değerlendirilebilirler. Sol güçler, demokratik güçbirliği içinde birarada çalışmalara devam etme konusunda kararlılıklarını
sürdürmelidirler. Biz demokratik siyasette bir hamle yapmaya çalıştık. İşte bunlardan dolayı da siyaset akademileri
üzerinde o kadar duruyorum. Demokratik siyaset nasıl yapılır, öğretilmesi gerekmektedir. Bu temelde aday olmuşolmamış olan bütün arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. AKP'den aday olan Kürtler var, ama AKP'ye demokratik çözüm
ve barış şartını dayatmalıdırlar, bu sorumlulukları var, bunun bilincinde olmalılar” dedi.
KÜÇÜK BURJUVA KİŞİLİKLERLE HALKIN DAVASI SAĞLIKLI YÜRÜTÜLEMEZ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Küçük burjuva kişiliklerle halkın davası sağlıklı yürütülemez. Herkesin derdi
halk olmalı. Ben burada bu koşullarıma rağmen, bu sağlıksız vücuduma rağmen bütün ruhumla, bütün hücrelerimle
kendimi halkıma adamışım. Ben tek başına kalsam da Kürt halkının hakkını hiç kimse yedirmeyeceğim.
MERSİN’DE MAHALLE KOMİTELERİ KURULMALI
Ertuğrul Kürkçü Mersin'den aday olmuş. Mersin'de hemen mahallelerde komiteler kurulmalıdır. Seçim
çalışmalarını komite tarzı örgütlemelerle yapmalıdırlar. Birlik anlayışımız, demokrasi güçleri ve tüm sosyalistleri bir araya
getirme çabalarımız çok iyi anlatılmalıdır. Vekil seçileceklerin vekillik görevi dışında zaten böyle tarihi görevleri de var.
İTTİFAKA SADECE SEÇİME ENDEKSLİ BAKMIYORUZ
Biz Demokratik Ulus Bloğunu önemsiyoruz. Bu ittifaka sadece seçim endeksli olarak bakmıyoruz. Bu ittifak
demokratik bir Türkiye'nin, demokratik anayasal çözümün önünü açacaktır. Böyle stratejik bakıyoruz. Kürtlerin ve Türkiye
halklarının bu birliğe ihtiyacı var. Aslında doğru hareket edilseydi, yıllardır söylediğim bu demokrasi bloğu, demokrasi
güçlerinin ittifakı hayata geçirilmiş olsaydı, bugün vekil sayısı ikiye de katlanırdı, baraj sorunu da olmazdı. Ancak bu
konuda anlaşıldığımı zannetmiyorum.
Antep, Bingöl, Adıyaman, Malatya, Kars ve Elazığ'da bağımsız adayların komiteler tarzında örgütlü bir şekilde
çalışılması durumunda çıkabileceğini düşünüyorum.”
15 HAZİRAN’DAN SONRA HERHANGİ BİR ERTELEME OLMAYACAK
KCK’nin savunma pozisyonu 15 Haziran’a kadar uzatma kararına değinen Öcalan, bu konuda önemli
açıklamalarda bulundu: “KCK yaptığı açıklamayla savunma pozisyonunu 15 Haziran'a kadar uzattığını deklare
etmiş.Halkımız şunu bilmelidir ve önemli olan da şudur ki, 15 Haziran'dan sonra herhangi bir erteleme ya da uzatma
durumu sözkonusu olmayacaktır. Bu nettir. 15 Haziran son tarihtir. KCK'nin yaptığı açıklamalardan da böyle anlaşılıyor.
Halkımız bunu böyle bilmelidir. 15 Haziran'a kadar çözüm gelişmezse büyük bir savaş gelişecektir. Sürecin nasıl
gelişeceğini burada yaptığım görüşmeler belirleyecektir. Büyük ihtimalle 15 Haziran'a kadar görüşmelerim olacak. Bu
yapacağım görüşmelerden sonra hükümetin demokratik çözüm yönünde adım atacağı yani çözüme gideceği konusunda
veriler ortaya çıkarsa, müzakere süreci başlamış olacak ve bu şekilde bir çözüm yoluna girmiş olacağız. Bu seçimlerden
sonra AKP'nin anayasal bir çözüme, bu yeni anayasa kapsamında çözüme gitme ihtimali var, umarım öyle olur. Ama
tersi olursa benim yapacağım bir şey kalmaz.
TEHLİKELİ SÜREÇ BAŞLATILIRSA, ÇEKİLECEĞİM
Başbakan'ın 2005'te Diyarbakır'da çözüme dönük yaptığı konuşmadan sonra başlatmış olduğu tehlikeli süreç
gibi bir süreç başlatılırsa, söylediğim gibi çekileceğim. Halkımız böyle bilsin. Bu durumda benim burada ölü veya diri
kalmam farketmez, beni artık yok saysınlar. Bana ne yapacakları umurumda değil. Artık halkımız ve hareket kendi
bildiğini yapacaktır. Ki muhtemelen topyekün bir savaş gelişecek. Bu savaş kırda da kentte de dağda da ovada da
metropolde de her yerde sürecek, savaş sanatının bütün yönleri uygulanacaktır. Ben bunu bir tehdit olarak
söylemiyorum, öngörü olarak söylüyorum, olabileceklerden bahsediyorum. Ki KCK yaptığı açıklamalarda da aynen
bunları söylüyor. Bunu ben söylemiyorum KCK söylüyor. KCK böyle olacağını söylüyor. Böyle bir savaş gelişirse kan
gövdeyi götürür, biz bunu istemiyoruz. Ben 12 yıldır burada sürekli demokratik-barışçıl çözüm için elimden gelen herşeyi
yapıyorum. Bu tehlikelerin önüne geçmeye çalışıyorum. Türkiye kamuoyu da şunu iyi bilmelidir ki, önemli bir eşikte
bulunuyoruz.”
DEMOKRATİK ÇÖZÜM İHTİMALİ VAR
Kürt sorununun demokratik yollarla çözülme ihtimalinin de var olduğunu kaydeden Öcalan şöyle dedi: “Kürt
sorununun demokratik yollardan çözülme ihtimali de mevcuttur. Böyle olursa, demokratik çözüm gelişirse Türkiye'nin önü
ekonomi de dahil her alanda açılacaktır. Ama aksi taktirde istemediğimiz büyük bir savaşın gelişme ihtimali de var.
Halkımız bunu böyle bilsin ve hazırlıklarını buna göre yapsın. Ben burada tek başıma barış arayışlarımı sürdürüyorum.
KCK'nin, BDP'nin, DTK'nın konumu farklıdır. AKP daha önce de söylediğim gibi polis eliyle bu polis akademisi dediğimiz
çevrenin akıl hocalığında halka ve demokrasi güçlerine baskı uyguluyor. İşte binlerce kişi havadan sudan sebeplerle
tutuklanıyor.
JİTEM’İN MERKEZİ FLORİDA’YDI
Ama dikkat edilirse ben emniyet genel müdürlüğü diyorum, MİT'i, yani istihbaratı ve genelkurmayı buna
katmıyorum. Bu akademi çevresi ve polis 2002 öncesi JİTEM’in yaptığı görevi üstlenmiş durumda. JİTEM’in merkezinin
Florida olduğunu daha önce söylemiştim. Çiller, Çatlı vb.leri burayla bağlantılıydılar.
YENİ KONSEPTİN MERKEZİ UTAH
Bahsettiğim yeni konseptin uygulayıcısı olan akademi çevresi gibilerinin merkezi ise Amerika Utah'tır. Bugün
yaşananların çoğu Utah'ta planlanıyor. İşin içinde CIA ve FBI vardır. Amerikan desteği olmadan bunlar bu politikaları
burada uygulayamazlar.
İMAM’IN ORDUSU
Söylediğim gibi 15 Haziran'a kadar bu durum netleşecektir, elli dokuz günümüz kaldı. Hem halkımız hem tüm
Türkiye kamuoyu bunu böyle bilmelidir. AKP şu anda her şeye hakimdir, “bu sorunu çözmeye gücüm yok” demeye hakkı
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yoktur. Artık ordu ve medyada da etkindir. Eğer Kürt sorununu çözmeye yanaşmazsa Çiller hükümetinden daha tehlikeli
olduğunu ilan edeceğim. Zaten uyguladıkları yöntemler de bunu gösteriyor. Sınır boylarına sürekli çok sayıda özel
birlikler gönderiliyor. Bir yandan ordu içinde etkinler demiştim ama öte yandan bu özel okullarla bir sürü imam ordusuyla
bölgede halkımızın kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Bu “imamın ordusu” denilen kitapta da sanırım bu hususlara
değiniliyor.”
SİVİL CUMA’YI DESTEKLİYORUM
Öcalan, devam eden sivil taatsizlik ve sivil Cuma namazlarını da değerlendirdi: “Sivil cuma namazlarına ilişkin
de şunları belirtmek istiyorum; Bu sivil itaatsizlik eylemlerini destekliyorum ve onları selamlıyorum. Gerçek İslam işte
budur. Bu Medine İslam'ıdır. İktidara bulaşmamış Hz. Muhammed'in islamı budur. Ben de ilkokuldan itibaren Cuma
namazlarına gittiğimi iyi biliyorum. İslam'la Selam kelimesinin kökeni aynıdır, barış, huzur, esenlik demektir. Bu sivil cuma
namazlarına katılan bütün halkımızı selamlıyorum. Onların, barışı, selam'ı yani İslam'ın da gerçek anlamı olan barışı
esenliği getirme yolundaki namazlarının kabulünü diliyorum.”
BARIŞÇIL EYLEMLER 15 HAZİRAN’A KADAR SÜRMELİ
Öcalan, “Bu barışçıl eylemlerini 15 Haziran'a kadar sürdürmeleri gerekir. Gerçek İslam da bunu gerektiriyor.
Devlete, iktidara dayanan imamların değil, çözüm isteyen, barış isteyen halkın gerçek imamlarının arkasında
durulmalıdır. Bu devlet barış, adalet ve demokratik çözümü sağlayana dek bunu yapmaya hakları vardır, İslam'ın adalet
anlayışı da bunu gerektiriyor.
Son olarak tekrar söylüyorum, fazla vaktimiz yok, iki ayımız kaldı. Savaş gelişirse herkes bundan zarar görür
ama kaybedecek şeyi olanlar daha çok zarar görür.”
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Cezaevlerinden gelen mektupların çoğunu ne yazık ki vermiyorlar. Edirne
cezaevindeki arkadaşlar ve diğer tüm cezaevlerindeki arkadaşları selamlıyorum. Ayrıca Mehmet Aras gibi cezaevindeki
tüm hasta arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Başta Diyarbakır, Batman halkı olmak üzere bütün halkımıza selamlarımı
iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Çözüm için muhatap bulamıyoruz
PKK lideri Abdullah Öcalan, çözüm için muhatap bulamadıklarını belirterek, askeri ve siyasi operasyonlarla
tasfiyenin derinleştirildiğini ifade etti. Yaşananlar karşısında Yemen ve Tunus örneğini hatırlatan Öcalan, BDP, DTK ve
Kandil’e “Kendinize güveniyorsanız işte Yemen'deki, Tunus'taki örnekleri görüyorsunuz, ben sizi tutmam” mesajını verdi.
Öcalan, Biz bu diyalog sürecine şans verme adına 15 Haziran'a kadar biraz bekleyip görelim dedik. Ama şimdi
yaşananlar ortada. Kendi kararlarını kendileri vermelidirler. CIA başkanı gelip burada beş gün boşu boşuna kalmadı, en
önemli gelişme budur. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye ve Amerika gizli bir anlaşma yaptı” diye belirtti.
HAK-PAR’DAN DA ADAY OLSAYDI İYİ OLUDU
Alınan bilgilere göre haftalık görüşmesinde 12 Haziran seçimleri için belirlenen bağımsız adayları değerlendiren
Öcalan, “Seçimlerde SDP genel başkanı da aday olsaydı iyi olurdu. Yine HAK-PAR'dan da olsaydı iyi olurdu. HAK-PAR
seçimden çekilerek demokrasi bloğu adaylarını destekleyeceklerini açıklamış. Bu olumlu bir yaklaşımdır, mesele sadece
seçim değil, birlikte hareket edilmesi önemlidir. Demokrasi bloğu stratejiktir, sadece seçime dönük olmamalıdır” dedi.
DAHA BÜYÜK BİR YÖNELİME HAZIRLANIYORLAR
Devam eden operasyonlara dikkat çeken Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Öyle anlaşılıyor ki bu siyasi ve askeri
operasyonlar durmayacak. Hatta daha da büyük bir yönelime hazırlanıyorlar. Seçimden sonra bu operasyonları
derinleştirebilirler. İki yönlü yapıyorlar. Hem kırda hem şehirde birlikte yürütüyorlar. Vekillere, siyasetçilere de
yönelebilirler. Leyla Zanalara yaptıkları gibi yapabilirler. Kimsenin can güvenliği yok. Önemli bir sürecin içindeyiz.
Yaklaşık üç yıldır burada görüşmeler yapıyorum, hatta YSK kararıyla aynı günde bir görüşmem de oldu. Son görüşme
tam da YSK'nın kararını verdiği gün yapıldı, ilginçtir. Bu karar buradaki görüşmeleri sabote etmeye dönüktür. Daha önce
de bu tür şeyler oldu. Bir seferinde de tam buraya benimle görüşmeye geldiklerinde Hakkari'deki 9 köylünün katledilmesi
olayı yaşanmıştı. Onlar da ne olduğunu anlamamıştı, habersizdiler. Yine yaptığım bir başka görüşme de tam da bu KCK
tutuklamalarının başladığı güne denk gelmişti.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
KCK OPERASYONLARI ARKASINDAKİ GÜÇ KARANLIK
Bu KCK operasyonlarının arkasındaki güç kimdir, karanlıktır. Bu hususların aydınlatılması siyaseten önemlidir.
Hakikatleri araştırma komisyonunu biraz da bunları aydınlatmak için öneriyorum. Yine Hakkari'deki 9 köylünün
öldürülmesi, YSK kararı gibi örnekler böyledir. Bir yandan benimle görüşüyorlar öte yandan hem askeri ve siyasi
operasyonlar devam ediyor.
BU BİR TASFİYE POLİTİKASIDIR
Bir tasfiye politikası devrededir. Böyle düşünüyorum. Tasfiye derinleştiriliyor. Bir tasfiye politikası devrede,
benim üzerimden bir oyalama geliştiriyor olabilirler. Ama ben net ifade ediyorum, ben halkımı oyalamayacağım. Bunu
söylemek zorundayım. Zaten bunun işaretleri de çok net görülüyor. CIA başkanı gelip burada beş gün boşu boşuna
kalmadı, en önemli gelişme budur. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye ve Amerika gizli bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre
Amerika'nın Suriye, İran ve Libya politikalarını Türkiye alttan destekleyecek. Türkiye'nin Suriye ve İran politikası bu
anlaşmayla değişmiştir. Daha önce Türkiye-İran-Suriye ittifakı almış başını gidiyordu, etkiliydiler. Türkiye sözde antiemperyalistti. Beş altı yıldır sözde Amerika'ya karşı dik duruyorlardı, İsrail'le çatışıyor gibi görünüyorlardı. Fakat bu
sadece bir görüntüden ibaretti. Bugün bu anlaşmayla Türkiye-İran-Suriye ittifakı dağılmıştır. Türkiye, Amerika'nın Suriye
ve İran politikalarına destek verecek. Bunun karşılığında Türkiye, Kürtlere istediği gibi yönelecektir. Kürtler defalarca
katliamdan geçirilse de Amerika'nın hiç umurunda olmaz, çıkarları için Kürtleri de herşeyi de feda ederler, Kürtlerin
katledilmesi, binlercesinin ölmesi umurlarında değildir. Bu çerçevede hem askeri operasyonlar yoğunlaşıyor,
yoğunlaşacak hem de Kürt siyasetçilerinin ileri gelenleri ve kadrolar hedeflenecek, etkisizleştirilmeye çalışılacak. Bu,
tutuklamayla olur, başka biçimde olur.”
ABD’NİN KARARI NE ANLAMA GELİYOR?
ABD Hazine Bakanlığı’nın PKK’liler hakkındaki kararını da değerlendiren Öcalan şöyle dedi: “Amerika üst düzey
PKK'liler hakkında malvarlığını dondurma kararı vermiş. Bu arada da Türkiye Amerika'dan helikopter ihalesi aldı. Bizim
malvarlığımız mı var, Amerika bilmiyor mu ki bunların malvarlıkları yok. Aslında çok ince yöntemleri var, bu onlara bir
mesajdır. “Ben sizinle uğraşıyorum” mesajını veriyor, “sizin hakkınızda bir karar aldım” demiş oluyor. Daha önce
Karayılan, Duran Kalkan onları da listeye almışlardı. Amerika ve İngiltere'nin eskiden beri uyguladığı genel bir
politikasıdır. Türkiye bunların oyunlarına gelmemelidir. Saddam'a aynısını yapmadılar mı, Saddam'ı Kuveyt'e
saldırtmadılar mı, önce İran daha sonra Kuveyt batağına çekmediler mi? Önce Saddam'a “seni destekleyeceğiz” dediler,
hem İran'a hem Kuveyt'e saldırttılar, sonra ne olduğunu hepimiz gördük. Bugün de aynısını Türkiye'ye yapıyorlar,
Türkiye'yi Kürtlere saldırtıyorlar. Ama bunun sonuçları ağır olur, bu felaket getirir.
TALABANİ VE BARZANİ TEHLİKENİN FARKINDA OLMALILAR
Öcalan şöyle devam etti: “Talabani ve Barzani de tehlikelerin farkında olmalıdırlar. Onlar da bu oyunun içine
alınıyorlar. Fakat şunu net bilmelidirler ki, PKK olmazsa onların ömrü sadece yirmi dört saattir. Eğer PKK'yi tasfiye
ederlerse sıra onlara da gelir, onları yirmi dört saatte bitirirler. Talabani ve Barzani bu tehlikelere karşı ve Kürtlerin ortak
çıkarı için Demokratik Ulusal Kongre'yi toplamalıdırlar. Amerika'nın Ortadoğu liderlerinin başına getirdiklerini
görüyorlardır. Kaddafi'yi yanlarına çektiler, sırtını sıvazladılar, işte gittiğinde Elysse'de, Amerika'da çadır kurdurttular.
Fakat şimdi onun da hali ortada. Yine Beşar Esad'ın durumu benzerdir. Onu da Türkiye'yle ilişkilendirdiler, İngiltere
basınında Esma Esad'ı öne çıkardılar, pohpohladılar. Şimdi Esad'ın durumu içler acısı, Türkiye Amerika'yla anlaşarak
Suriye'ye ilişkin politikalarını değiştiriyor. Yine Mübarek olayı biliniyor. Otuz yıl boyunca Amerika'nın has adamıydı. Fakat
Amerika onu yirmidört saatte gözden çıkardı. Şimdi sözde bir hastanede tutuluyor. Ama aslında gözaltındadır ve bunun
da arkasında İsrail vardır.
ERDOĞAN’A: ORTADOĞU LİDERLERİNİN AKIBETİ BUDUR
Ortadoğu'nun liderliklerinin akıbeti budur. Erdoğan bunu bilmelidir. İşte şimdi ABD ile anlaşarak alt-emperyalist
ülke havasına girdiler, son zamanlarda “bölgede büyük-güçlü-etkili-model devletiz” diyorlar! Tarihten de mi ders
almıyorlar? Amerika ve İngiltere'nin bugün uyguladığı politikaların tarihte de örnekleri var. İngilizler Yunanlıları da bu
şekilde kullandılar, kendi politikaları için Anadolu'ya sürdüler. Sonuç tüm Rumların Anadolu'dan tasfiyesi oldu. Yunanlıları
önce yanına çekti daha sonra batağa sürükledi, Yunanlıları kurban etmiş oldu. Yine 1925'te Şeyh Sait olayında Kürtleri
yanına çekiyormuş gibi bir görüntü oluşturdu, daha sonra Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin kurban edilmesine onay
verdi. Ve Kürt katliamları, jenosidi ondan sonra başladı. Kürtler hakkında soykırım kararı 1925'de alınmıştır. Bu
politikaların İkinci Dünya Savaşı sıralarında da örnekleri var. Türkiye'yi 2. Dünya Savaşı ve sonrasında yanlarına çekmek
karşılığında Hatay'a onay verdiler. Daha sonra Menderes biraz çizgileri dışına çıktığında tasfiye ettiler. Özal da iyi
niyetlice, kendince bir çözüm geliştirmek isterken onu da götürdüler. Ecevit'i de tarumar ettiler. 2002'de bir şeyler olacaktı
ama pişmanlık yasasıyla birlikte boşa çıktı. 2002'den beridir AKP süreci var, tasfiye politikasını uygulamaya koydular,
PKK'yi bölme, parçalama yoluna gittiler, işte 2004'te bu Osmanlar-Botanlar alçak bir şekilde yanlarına kadınları-kızları da
alarak gittiler.
Bize karşı ABD ve İngiltere'nin Türkiye'yle anlaşma örnekleri daha önce de vardı. 92'de Doğan Güreş
İngiltere'ye gidip anlaşmaya vardıktan sonra dönüşte “yeşil ışık aldık” demişti. Hatta bunu bir gazeteci kitabında da
DERLEYEN : AZAD BADIKI
yazmıştı, Doğan Güreş'in gidip İngiltere'de yeşil ışık aldığını belirtmişti. Bundan sonra Kürtlere yönelik çok acımasız
yönelimler geliştirdiler. İnsanları vahşice öldürdüler, binlerce faili meçhul yaşandı. Erdoğan farkında değil, iktidar insanı
sarhoş eder. Çiller'i biliyorsunuz, nasıl korkunç hale geldiğini. Bugün yaşanan da budur. CIA Başkanı buraya gelip
anlaşma yapmıştır. Fakat söylediğim gibi bu tehlikelidir, bu politikalarla hareket ederse Erdoğan'ın sonu daha beter olur.
Buradan uyarıyorum, bu sorumluluğu kabul etmeyeceğim, bundan sonra gelişeceklerin sorumluluğu bana ait değildir.
2002'de AKP iktidarı başladıktan sonra ordudaki, benim JİTEM dediğim GLADİO güçlerinin iki-üç sefer darbe
teşebbüsünde bulundukları şimdi anlaşılıyor, fakat başarılı olamıyorlar. 5 Kasım 2007 tarihinde Bush-Erdoğan
zirvesinden sonra ABD açıkça desteğini ordudan çekip AKP'yi desteklemeye başlamıştır. Aslında Ergenekon davasıyla
da yapılan budur. Ben bu generaller için “satılmış” demiştim, daha sonra Veli Küçük de 5 Kasım Erdoğan-Bush
görüşmesini kastederek “biz o gün satıldık” demişti. Aslında başlarına geleni iyi anlamıştı.
ASKERİ VE SİYASİ OPERASYONLARLA BDP VE PKK TASFİYE EDİLMEYE ÇALIŞLIYOR
Askeri ve siyasi operasyonlarla BDP ve PKK tasfiye edilmeye çalışılıyor yerine bazı işbirlikçi Kürtlerle görüşüp
sahte bir Kürt oluşumu yaratmaya, alternatif bir Kürt partisi oluşturulmaya çalışılıyor. Aslında bunlardan Kürt partisi de
olmaz, Kürtler bunların partisini kabul etmez. Bunları Kürtlerin üzerine sürüyorlar. Altında başka şeyler, planlar var.
Bunlardan Kürt partisi falan da olmaz, başaramazlar, bir alternatif olamazlar. Kürtler şu anda ateş topu olmuşlar, her gün
cinayet, tutuklamalarla karşı karşıyadırlar. Bunlar akıllarını başlarına alsınlar, ateş topuna dönmüş Kürtlere
yaklaşmasınlar. Uzak dursunlar Kürtlerden. Diğer partilerden aday olan Kürtler de bunu böyle bilmeli, onlar da bunların
farkında olmalı, kendilerini bu politikalara alet etmemeli, kullandırtmamalıdırlar.
KCK TUTUKLULARINA SAHİP ÇIKILMALI
İşte Kürt siyasetini de “şahinler güvercinler” diye ayırmak istediler. Ortada derin bir tasfiye politikası var. Aslında
bu tasfiye çok önceden başlamıştı. Ben 2006'da da Kürt politikacıları uyarmıştım, beni anlayamadılar. O dönemki
görüşmeler kafama çok yatmamıştı aslında ama karışmadım, onayladım. Bazı Kürt siyasetçilerin iyiniyetle yaptığı
görüşmeler sonuçsuz kaldı. Anlamıyorlar, dürüstler ama kandırılabiliyorlar. O dönem MHP ile yapılan tokalaşma
sahneleri de yumuşatma yaklaşımları da bunun bir parçasıydı. Avrupa'da o dönemde yapılan görüşmeler de bununla
bağlantılıydı. O dönemdeki diyaloglar konusunda ikna olmamıştım, temkinli yaklaşmıştım ama bir şans tanımak adına
onaylamıştım. Fakat daha sonra işte DTP'yi de kapattılar, bilinen yönelimler oldu. İyiniyetliydiler ama bunların farkında
değildiler. Bu süreçten onları zor kurtardık. Geçmişte JİTEM eliyle yaptıkları tasfiyeciliği şimdi o polis akademisi
çevresinde geliştiriyorlar. Bunlar geçmişteki CHP diktatoryasından yirmi kat daha tehlikelidirler, daha beterdirler. Bunlar
Kürt politikacılara daha da yönelebilirler. Onların çevresini, yanındakileri, ailelerini alabilirler, zaten alıyorlar. Bu durum
görülmelidir. Bu kadar tutuklamalar var. Cayır cayır tasfiye ediyorlar. Siyaset kurumu ne yapıyor? Bu kadar tutuklama,
KCK tutukluları var. Bu tutuklular serbest bırakılıncaya kadar daha etkili bir pratik ve politikanın sahibi olabilirler.
Diyarbakır, çocuklarına, KCK tutuklularına sahip çıkmalıdır, “bunlar bırakılmıyorsa biz de tutum alıyoruz” diyebilirler. Tek
başına bunun için bile sonuç alıncaya kadar çok şey yapılabilinir, siyasetçiler bunu bile başaramıyorlar.
15 HAZİRAN’A KADAR NETLEŞECEK
Aslında İsmail Beşikçi doğru söylüyordu; “Öcalan'ın tutukluluk koşullarında müzakere yürütmesi doğru değil”
demişti ama bu süreci götürecek kimse olmadığı için ben bu sorumluluğu üstlenmek zorunda kaldım. Benden başka
kimse var mı, kim yapacak! Ben halkımıza teşekkür ediyorum, beni bu noktaya onlar getirdiler. Halk arkamda durdu,
halkla aramda özel bir bağ var. Kürt siyaseti de Sayın Öcalan dedi, muhatap gösterdi, teşekkür ediyorum ama benim
burada koşullarım çok sınırlı. Görülüyor elim-kolum bağlı. Daha önce “dar bir koridordayım, kıpırdayamıyorum, hareket
alanım kısıtlı” demiştim. Benim tek yapabildiğim buraya gelen heyetle görüşmeleri sürdürmek. Bunu da bir umut ışığını
değerlendirmek için yapıyorum. Ama öyle anlaşılıyor ki bunlar inisiyatifli değil, AKP'ye belirlediğimiz çözümü kabul
ettiremiyorlar, ikna edemiyorlar. Anladığım kadarıyla ne orduya ne AKP'ye burada belirlediğimiz çözümü kabul
ettirebiliyorlar. Bu KCK tutuklamalarından, operasyonlardan onlar da rahatsız olduklarını, yanlış olduğunu söylüyorlardı.
Heyetin yetki düzeyi düşüktür, yükseltilmesi gerekir. 15 Haziran'a kadar bir ya da iki görüşme yapma ihtimali var. Bu
görüşmelerden sonra artık durum netleşecektir. Ben yol haritasındakilerden daha somut-pratik bazı öneriler içeren kısa
metinler hazırlayacağım.Fakat daha farklı, daha somut, net yapılması gereken şeyler var. Bunlar da yapılmazsa zaten
yapacak bir şey kalmaz. Bu durum 15 Haziran'a kadar netleşecek, herşey bu tarihte belli olacak.”
SAVUNMAM RAHATSIZ ETTİ
Öcalan ayrıca şu noktalara dikkat çekti:
-Savunmamın 5. cildi henüz AHİM'e verilmemiş. Bu da gösteriyor ki içeriğinde yaptığım değerlendirmelerden
rahatsız olmuşlar. Bu nedenle vermemeleri anlaşılıyor. Ben bu savunmamın ismini bu duruma uygun şekilde “Soykırım
Kıskacında Kürtler” olarak koyacaktım. Sonrasında değiştirerek “Demokratik Ulus Çözümü” yaptım.
MUHATTAP BULAMIYORUZ
-Türkiye kamuoyuna sesleniyorum. Türkiye kamuoyu bilsin ki bu bir oyundur. Amerika kendi çıkarları için
herkesi satar. Amerika'yla yapılan bu anlaşma çözüm getirmez, felaket getirir. Ben bu durumun sorumluluğunu
üstlenmiyorum. Biz aslında demokratik anayasal çözümle sonuca gitmeye çalıştık, yumuşak bir geçiş yapmak için
DERLEYEN : AZAD BADIKI
elimizden geleni yaptık. Fakat karşımızda çözüm için muhatap bulamıyoruz. Demokratik anayasal çözüm çabamıza
askeri-siyasi operasyonlarla, tasfiyeyle cevap veriliyor.
BEN KÜRTLERİN ONURUNU TEMSİL EDİYORUM
-Ben burada Kürtlerin onurunu temsil ediyorum ve ölünceye kadar da bunu çiğnetmem. Bu gelişmeler
karşısında Kürtler de kendi pozisyonlarını değerlendirmek durumundadırlar. Kürtler bu özgürlük davasından
vazgeçmezler. Bu ateşkes meselesi de yanlış anlaşılıyor. Ben biraz bu sürece şans vermek için gerillanın karakol
baskını, sabotaj türü eylemlere girmemesini önermiştim, gerilla buna uydu. Buna karşı bir dönem operasyonlar azaldı.
Ama bu gerillanın kendisini imha ettireceği anlamına gelmez. Kendilerini iyi korumaları, çatışmadan kaçınmaları
gerekiyordu, üzerlerine gelindiği taktirde de kendilerini her türlü savunmaları gerekir. Sana saldırılırsa tabi ki kendini
koruyacaksın, cevap vereceksin, bunu defalarca söyledim. Sadece süreci biraz daha sağlıklı götürmek adına bazı
önerilerim vardı. Bu Kandil'de kendini yakan dört gerillanın yaptığı da doğru anlaşılmalıdır. Bu sürecin tıkandığını
gördükleri için, bu tutumlara tepkilerinden kendilerini yaktılar. Bununla yönetime bir mesaj verdiler. Bunlar büyük
direnişlerdir, tarihidir, hepsini saygıyla anıyorum. Mustafa Malçok meselesi de aynı şekildedir. O da Diyarbakır'a duyduğu
öfkeden dolayı bunu yapmıştır. Suyun kenarına gidiyor ve bir de mektup bırakıyor galiba. Ve öyle bir yumruğu havada
cayır cayır yanıyor ve üstelik yanma halindeyken bile kendisini suya atmıyor. Bu ne büyük bir iradedir. Bu tarihi bir
eylemdir. Büyük bağlılığın ifadesidir, kahramancadır. Bu eylemlerin yüklediği sorumluluğun bilincinde olunmalıdır.
GERİLLA KENDİ ÖZ SAVUNMASINI YAPSIN
-Ben burada gerillaya da sesleniyorum. Kendi öz savunmalarını kendileri yapsınlar. Yirmidört saat gerillacılık
yapacaklar. Gerilla yirmidört saat gerilladır. Her an uyanık ve tetikte olmaları gerekiyor.
YEMEN VE TUNUS ÖRNEKLERİ
-Şimdi bu durumu halk, BDP, DTK, Kandil oturup değerlendirmek durumunda. Kendi kararlarını almak
durumundalar, kendi kararlarını almalıdırlar. Söylediğim gibi yirmi yıldır herşey benim omuzlarıma yıkılıyor. Yeter artık
beni bu kadar zorladıkları. Burada yapacaklarım sınırlı, koşullarım zor, uygun değil. Ne yapacaklarsa kendileri bilir, büyük
ihtimalle çözüm gelişmeyecek, tasfiye geliştiriliyor. Onlar da hazırlıklarını buna göre yapacaklardır. Onları bu davaya ben
çağırmadım, vazgeçin de demem. Ben bırakın desem bile özgürlüğüne, onuruna düşkün Kürt halkı bu özgürlük
mücadelesini bırakmaz. Ama “gücümüz yetmiyor, biz Ermeniler gibi soykırıma uğramaktan, katledilmekten korkuyoruz
diyorsanız”, ona da saygı duyarım. Eğer “bu mücadeleyi sürdüreceğiz” diyorsanız da gereğini yapın, öyle konuşmakla
olmuyor. Kendinize güveniyorsanız işte Yemen'deki, Tunus'taki örnekleri görüyorsunuz, ben sizi tutmam. Bazı yerlerde
sonuç aldılar. İşte Tunus'ta biri kendini yaktı, onun üzerine üç gün ayaklandılar. İşte 15 Şubat'ta kendini yakanlar var.
Yapabiliyorsanız onlara layık olun. Dağdan da bir şey beklemeyin. Göze alabiliyorsanız gereğini yaparsınız. Biz bu
diyalog sürecine şans verme adına 15 Haziran'a kadar biraz bekleyip görelim dedik. Ama şimdi yaşananlar ortada. Kendi
kararlarını kendileri vermelidirler. Gücünüz yetiyorsa hazırlığınızı yaparsınız, demokratik özerkliği kurar, hayata
geçirirsiniz.
SURİYE’DE KÜRTLER BİRLİKTE HAREKET ETMELİ
-Suriye'ye ilişkin şunları söyleyebilirim. Esad'ın durumu da söylediğim gibidir. Amerika önce onu da yanına çekti,
fakat şimdi kritik noktadadır. Ya Zeynel Abidin gibi teslim olacak ya bir çözüm yolu açacak ya da zorla tasfiye edilecek, o
zaman herşeyini kaybeder, ailesi de gider. Suriye'de Kürtlerin birlikte hareket etmesi gerekiyor.
-Bütün emek, özgürlük ve demokrasi adaylarına başarılar diliyorum, selamlarımı iletiyorum. Ertuğrul Kürkçüler
de rollerini iyi oynamalılar. Şerafettin Elçi'ye de selamlarımı iletiyorum. Süreç önemlidir onların da sorumlulukları var.
Başarılar diliyorum hepsine.
-Van'daki halkımızın, gençlik ve kadınlara selamlarımı iletiyorum. Van önemlidir. Başarılar diliyorum. Kadınlara
ilişkin de bir iki şey söylemek istiyorum. Bakırköy ve Adana Kadın cezaevlerinden gelen mektuplar var. Mektuplarındaki
derinleşme düzeyini çok olumlu buluyorum. Kadın gelişme ve derinleşme düzeyleri beni umutlandırdı. Bu arkadaşlar hem
birbirleriyle hem de bütün cezaevlerindeki kadın arkadaşlarıyla mektuplaşarak bu görüşlerini paylaşabilir, daha da
geliştirebilirler. Bir de Erzurum cezaevinde ağır hasta olan Mehmet Aras'a selamlarımı iletiyorum. Bismil'de hayatını
kaybeden İbrahim Oruç'un ailesine sabır ve başsağlığı diliyorum. Iğdır ve Doğubeyazıt halkımıza da selamlarımı
iletiyorum.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
15 Haziran'dan sonra
ya müzakere, ya kıyamet!
“Kürtlere yönelik büyük bir tasfiye durumu var. Kararlarını almalılar” diyen PKK lideri Abullah Öcalan bu sürecin
kesinlikle hata kabul etmeyeceğini belirtti. Öcalan, “15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da
büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 4 Mayıs Çarşamba günü gerçekleşen haftalık olağan görüşmesinde önemli
değerlendirmelerde bulundu.
TÜRKİYE’DE HUKUK YOK
Türkiye’deki hukuk sistemine dikkat çekerek “soykırım kıskacında hukukun olmayacağını” vurgulayan Öcalan,
“Türkiye'de doğru-dürüst hukukçuluk yapmanın dahi zemini yok. Türkiye'de önce bir hukuk zemininin olması lazım,
Türkiye'de hukuk yok. Soykırım kıskacında hukuk olmaz. Demokratik zemin olmadan hiçbir şey doğru dürüst
yapılamayacağı gibi, hukukçuluk da yapılamıyor.” dedi.
BÜYÜK BİR TASFİYE DURUMU VAR
DTK çalışmalarını da değerlendiren Öcalan şunları söyledi: “DTK bir çatı örgütü olarak mücadeleye öncülük
edebilir. Kendi kararlarını vermeleri lazım. Kendi önderlerini oluşturabilirler. Kürt siyasetçiler siyasi bir alan açamadılar.
Bu konuda çok ilerleme kaydedemediler. Tasfiye ediliyorlar.”
Öcalan şöyle devam etti: “Kürtlere yönelik büyük bir tasfiye durumu var. Kararlarını almalılar. Doğru karar
vermeleri önemlidir. Bu süreç kesinlikle hata kabul etmez. Bu baskılara karşı nasıl tavır alacaklarını belirlemelidirler.
Benim burada yapabileceğim fazla bir şey yok. Önümüzde bir, birbuçuk ay kaldı. Ama Hükümetin mevcut tavrı sürerken
benim ve heyetin yapabileceği fazla bir şey olmaz. Heyetle belki en fazla bir iki görüşme daha olabilir. Sonrasında da
yapabileceğim bir şey kalmaz.
KÜÇÜK BURJUVALIK SÖZKONUSU
Ama siyasi alan da diğerleri de bir alan açamadılar, başarısız oldular. Demokratik siyaseti geliştiremiyorlar. Bu
zayıf kişiliklerden dolayı yol katedilemiyor, ilerlenemiyor. Demokratik siyaset anlaşılmıyor ve yapılamıyor. Biraz
demokratik siyaset anlaşılsaydı, halkın içinde, örgütlerde çalışılırdı, yanlış durumlarla karşılaşılmazdı. Vekil olarak onore
edilmek istenenlerin de yapması gereken buydu. Yoksa atama usulüyle vekil olunmaz. Bu anlamda dillere destan bir
küçük burjuvalık söz konusudur. Demokratik siyasetin kanallarını sonuna kadar açtığımız halde bu durum halk için
değerlendirilemiyor.”
YOKSUL HALKA DEMOKRATİK SİYASET KANALLARI AÇILMALI
2001’de demokratik blok projesini hayata geçirmek istediklerini belirten Öcalan şunları ifade etti: “Demokratik
ulus bloku projesini 2001'de hayata geçirmek istedik. O zaman anlaşılmadı, dar yaklaşıldı. Ben anlaşılmadığım gibi
önüme çeşitli engeller kondu, dar yaklaşımlarına beni de ikna etmeye çalıştılar. Eğer o zaman anlaşılmış olsaydı, bugün
sorunun çözümünde daha etkin olacaklardı, yüzde yirmi-otuzluk bir oyla-potansiyelle bugün iktidarın büyük kanadı
olunabilirdi. Böyle bir demokratik bloklaşmanın baraj sorunu olmazdı, baraj da aşılırdı. Bu da sadece baraj, seçim değil,
Türkiye'nin barışına katkı sunacaktı. Mücadele bir sürü olanak yarattığı, demokratik siyasetin kanallarını sonuna kadar
DERLEYEN : AZAD BADIKI
açtığı halde bu kanalda yürümeyi bilmiyorlar. Demokratik siyaset nasıl yapılır bilmiyorlar. AKP gece gündüz çalışıyor,
kendini bütünüyle bu işe veriyor. CHP bile artık bir şeyler yapmaya başlamış, kendine bir alan açmaya çalışıyor. Ben
seçimle ilgili ve diğer konularla ilgili eleştirilerimi, ağır eleştirilerimi, asıl değerlendirmelerimi seçim sonrasına bırakıyorum.
Seçim sonrasında bu konularda geniş açıklamalarda bulunacağım.
Demokratik siyasetin doğru temelde yürütülmesi halinde daha büyük gelişmeler olacağını düşünüyorum.
Yapılması gereken çok fazla bir şey de değil, sadece yoksul halka demokratik siyaset kanallarını açmaları, örgütlemeleri
yeterlidir. Örneğin Urfa'da potansiyel güçlüdür, eskiden Urfa'nın yarısı bizimleydi. Hakkari de üç adayı seçebilecek
güçtedir. Kars'ta da potansiyel vardır, bir vekil çıkarabilecek kadar vardır. Güçlü olunan yerlerde diğer bağımsız
adaylardan gruba dahil edilebilecek olanlar varsa desteklenebilir. Bu temelde anlaşılabilir onlarla, anlaşılabilecek
kimseler bulunabilir. Bu önemlidir.
TARİHİ ROLLERİNİ OYNAYABİLİRLER
Batı'da Türkiye kamuoyundaki çalışmaların yapılması, geliştirilmesi önemlidir. Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul
Kürkçü ve diğerlerine bu konuda önemli sorumluluklar düşüyor. Bunun farkında olarak çalışmalarını genişletebilir, birliği
sağlayabilirler. Bu tarihi sorumluluktur. Bu onlar için de iyi bir fırsattır, tarihi rollerini oynayabilirler.”
AKP’NİN YAPTIĞI MUAVİYE VE LADİN DİNİDİR
Diyanet İşleri’nin tutumuna da dikkat çeken Öcalan şöyle dedi: “Diyanet İşleri bölgeye iki yüz kadın vaiz atamış.
Dini kullanma politikalarını daha fazla devreye koymuşlar, daha önce vardı, derinleştiriyorlar. Daha da artırabilirler. AKP
burada dini kullanarak politika yürütüyor. Bunların yaptıkları Muaviye dinidir, Ladin dinidir, sonunu da gördük. Bunların
yaptıkları Muhammedi din değildir. Bunların amacı Kürtleri kendi politikalarına ikna etmektir. Dünya tv, TRT-6 bunların
hepsi onların politikalarının bir parçası. Bunların dini Muaviye'nin dinidir, Ladin'in dinidir, iktidara bulaşmıştır, iktidar
dinidir. Gerçek dinle, Muhammedi dinle hiçbir alakaları yoktur. Bunların yaptıkları, bunların politikaları tekçi-faşisttir.
Halkın sivil cuma namazları İslam'ın ta kendisidir.”
15 HAZİRAN SON TARİHTİR, YA MÜZAKERE YA KIYAMET
Öcalan heyetle görüşmelerine işaret ederek, “Biz heyetle görüşmelere başlarken ‘ölümler, tutuklanmalar
olmayacak diye anlaşmıştık. Ölüm de olmayacaktı, operasyonlar, tutuklanmalar da olmayacaktı, taş da atılmayacaktı.
Ancak bunlara uyulmadı. Hükümet bu kadar gözaltı, operasyonlar yapıyor. Hükümet bunun açıklamasını yapmak
zorundadır.
15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş
başlar, kıyamet kopar. Her ikisi de çok büyük olur. Müzakere olursa büyük ve anlamlı bir müzakere olur, savaş olursa da
büyük bir savaş olur. Her ikisi de büyüktür, anlamlıdır ve kutsaldır.”
ORTADA BİR KAFA KARIŞIKLIĞI VAR
Öcalan şöyle devam etti: “Benim buradaki koşullarım biliniyor. Mandela ‘ben özgür olmadan bir tek sağlam adım
atamam’ demişti. Mandela'nın bu tavrı doğruydu. Ama ben bazı şeyleri yapmasam bu işi çözebilecek, yapabilecek kimse
yok. Devlet kimseyi dikkate almıyor. 2005-2006'da ben çekilecektim ancak halkın ve siyasetçilerin talepleri, diyalog
kurma talepleri oldu. Ben de dikkate aldım. Ancak kimse üstüne düşeni yapamıyor, benim burada söylediklerim de
uygulanmıyor. Ortada bir kafa karışıklığı var, bu nedenle devlet de onları ciddiye almıyor, bastırma yoluna gidiyor.
BU TARZ SİYASET VE GERİLLACILIĞI ONAYLAMIYORUM
Diğerleri için de geçerlidir; otuz yıldır bir gerilla tarzını oluşturamadılar, benim bu yönde söylediklerimi
uygulamadılar. Bu tarz gerillacılığı onaylamıyorum. Gerillacılıkları da siyasi alandaki tarzları da benim tarzım değil,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
onayladığım şeyler de değil. Benim tarzım olsaydı Dersim coğrafyasında bu şekilde gerilla kayıpları yaşanmazdı.
Savaşmayı da barışmayı da bilmiyorlar. Otuz yıldır bütün mesele benim sırtıma yüklenmiş. Bu yapılanlar sadece
özentidir. Gerillacılıkları da özentidir, siyasi alanı da özentidir. Bununla ilgili hesap verilebiliyor mu? Veremiyorlar. Yani bu
işi ciddiye alan kimse yok. Taktik ve pratik önderlik yapılamıyor. Bu tarz siyaset ve gerillacılığı onaylamıyorum.
TUNUS’TA BİR KİŞİ KENDİNİ YAKTI, HÜKÜMET DEVRİLDİ
Mustafa Malçok, 17 yaşında bir genç. Dicle kenarında kendini yakıyor, elleri zafer işaretiyle havada, bu
durumdayken bile yanındaki suya tenezzül etmiyor. İşte Kürtlerin karar gücü budur. Kürtlerin gerçek karar ve düzen gücü
budur. Bunun dışında hiçbir kararı, hiçbir gücü tanımıyorum. İşte onurlu Kürdün tavrı budur. Benim tarzım böyle onurlu
bir duruştur. Aynı şekilde Kandil'de kendini yakan dört gerillanın tavrı da böyle anlamlıdır. Bu sorunu çok ciddiyetle ele
almak lazım. Ciddi bir karar, onur oldu mu bu iş yürür. Tunus'ta bir kişi kendini yaktı, hükümet devrildi. Kürtlerde de bu işi
ciddiyetle ele alan olursa sonuç alınabilir.
“Kürtler çok düşürülmüş, zihinleri-kişilikleri parçalanmış, tamam Kürtlerle çok oynanmış, kafaları karışmış”
diyenler olabilir. Kürtlerle çok oynanmış, çok düşürülmüş ama Kürtler ayağa kaldırılabilir, bu durum değiştirilebilir. Otuz
yıldır gelişen bir mücadele var, değişen şeyler var.”
ARAP BAHARI DEĞİL, HALKLARIN BAHARI
Öcalan, Suriye’de 15 Mart’tan bu yanan yaşanan protestoları da değerlendirdi: “Suriye'de bir uzlaşma durumu
olabilir. Esad'la demokratik zeminde uzlaşılabilir. Kürtler Suriye'de özsavunmasını oluşturabilir. Oradaki Kürtlerin birlikte
hareket etmeleri gerekir, bu önemlidir. Oradaki halkımız hızla örgütlenebilir. Ben daha önce Ortadoğu halklarının baharı’
demiştim. Sanırım 2003'te kullanmıştım. Şimdi gazeteler yazıyor, ‘Arap Baharı’ deniliyor ya. Arap baharı değil, halkların
baharıdır, merkezi Kürdistan'dır. Ortadoğu'da halklar, mezhepler, diğer farklılıklar bir arada konfederal temelde bir araya
gelebilir, ilişkilenebilir, örgütlenebilirler. Ben buna demokratik konfederalizm demiştim. O zaman Kürtlere hem kendi
aranızda hem de Ortadoğu halklarıyla bu temelde birarada örgütlenebilirsiniz demiştim. Kürtlere, ‘Ortadoğu'da böyle bir
örgütlenmenin zemini var, Kürtlerin de bunlara öncülük yapabilecek konumları var, Kürtlerin böyle merkezi bir rolü var,
eğer bu rolünü oynarlarsa Ortadoğu'da demokratik bir birliktelik doğabilir, halkların baharı gelişebilir’ demiştim.”
BENİM PROJELERİMİ AKP-DAVUTOĞLU HAYATA GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Benim projelerimi biraz AKP-Ahmet Davutoğlu hayata geçirmeye çalışıyor o da
içini boşaltarak yapıyor. Onlar asla başarılı olamaz. İlk olarak hemen Suriye, Irak, Türkiye arasında bir su birliği projesi
hayata geçirilebilir. Daha önce de söylemiştim; Su ve Tarım birliği. Bu, Avrupa'da daha önce kurulan kömür-çelik birliği
projesine benziyor ancak bu kömür-çelik projesi kapitalist temeldeydi, bizimkisi ise demokratik bir temelde kurulacak.”
ETNİK MİLLİYETÇİLİĞİ DOĞRU BULMUYORUM
Öcalan, “Savunmalarımda geliştirdiğim fikirler, teoriler Kafkasya için de geçerlidir. Kafkasya'nın durumuna da
çare olabilir. Onların gösterdiği ilgi önemlidir, kitaplarım aynı zamanda reel sosyalizme de eleştiri niteliğindedir. Ermeni
milliyetçiliği konusundaki eleştirilerimi yadırgayanlar olmuş, doğru anlaşılmasını isterim. Ben Ermeni milliyetçiliğinin,
soykırıma zemin oluşturduğunu söylüyorum. Onu da İttihat-Terakki milliyetçiliği kadar tehlikeli buluyorum. Ermeni
milliyetçiliğinde Kilise etkisi ve milliyetçiliğini tehlikeli buluyorum. Etnik milliyetçiliği doğru bulmuyorum. Kendi
milliyetçilikleriyle ilgili, tarihleriyle ilgili özeleştirel bir yaklaşım geliştirebilirler. Ben böyle yaptım” dedi.
CEZAEVLERİ
Öcalan “Cezaevlerine değinmek istiyorum” diyerek söyle devam etti: “Cezaevlerinden epey mektup alıyorum,
onlarda önemli teorik gelişme görüyorum. Bu çalışmalarını devam ettirmeliler. Sadece buraya değil, birbirlerine de teorik
DERLEYEN : AZAD BADIKI
mektuplar yazmalı, bu konuda iletişim halinde olmalılar. Kırıkkale'den Serhat Çetiner'in mektubunu önemli, derinlikli
buldum. İki konuda eleştirisi var bana. İlki, merkezi uygarlığın bir kolu olan Çin uygarlığının rolüne az değindiğimi
belirtiyor. Doğrudur, bu eleştiriyi kabul ediyorum. Bu konuda bir de kendisine bir öneride bulunuyorum. Bu konuyu kendisi
yazsın, yoğunlaşıp yazabilirse iyi olur. İkinci eleştirisi de Avrupa uygarlığının 16 ile 18. yüzyılda hegemonik olmadığını,
hegemonyanın Doğu'da, daha çok da Çin ve Hint uygarlıklarında olduğunu belirtiyor. Bu eleştiri doğru değil. Belki
ekonomik anlamda o zaman Doğu ileride olabilir fakat felsefi, bilimsel, edebi yönde Avrupa büyük hegemonik ilerleme
kaydetmiş, kendi büyük hegemonyasını inşa etmiştir o dönemde. Doğu'nun çok ilerisindedir. Daha çok inceleyebilir o
dönemi. Selamlarımı iletiyorum.
Adıyaman Cezaevi'nden Veysel Avcı, feminizm konusuyla özel olarak ilgileniyor, epey üzerinde durmuş, önemli
tespitleri var. Serdar Aslan da yerel siyaset üzerine yazmış. Bu görüşlerini yerel siyasette pratikleştirebilir. Selamlarımı
iletiyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Adana-Karataş cezaevinden Ayfer Ayçiçek bir mektup yazmış, bu arkadaşın
özde çok pozitif geliştiğini görüyorum, çalışmalarını değerli buluyorum. Başarılar diliyorum.
Gebze cezaevinden, Gülbahar'dan mektup aldım. Bakırköy cezaevinden gelen mektuplar var. Meltem
Yağmur'un mektubunu değerli, derinlikli buluyorum. Kimlik, siyaset gibi konularda çalışmalar yapıyor. Çalışmalarını
derinleştirebilir. Ona da selamlarımı iletiyorum. Yine orada görme engelli arkadaşımız Hediye'nin ve Gönül Erdoğan'ın
birer mektubunu aldım. Onlara ve Bakırköy'deki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Bazen bir mektup gönderiliyor,
içinde üç mektup çıkıyor. Hepsini tek tek okuyorum, çok değerli buluyorum.
Bir kadın arkadaş da mektubunda Özgür Kadın'dan, kadının özgür kılınmasından bahsediyor. Önemli ama özgür
kadın yaratıldı, yaratılıyor. Bu konuda çok yol kat ettiler kadınlar. Benim için kadın özgürlüğü herşeyden önce gelir. Çok
önemlidir. Benim için kadın özgürlüğü bütün özgürlüklerden, ulusal kurtuluştan, emeğin kurtuluşundan önce gelir. Kadın
özgürlüğü olmadan diğer özgürlükler sağlanamaz. Yeni yüzyılda, yeni dönemde bütün gelişmeler kadın özgürlüğü
ekseninde gelişecektir.
Siirt, Bitlis, Midyat, Ankara cezaevlerinden kadın arkadaşlardan gruplar halinde mektuplar alıyorum. Hepsine
selamlarımı iletiyorum. Cezaevlerinden gelen mektuplardan kadın özgürlüğü konusunun anlaşıldığını, anlaşılmaya
başlandığını görüyorum.
Cezaevlerinden epey gelen mektuplar var. Hepsine tek tek cevap yazamıyorum. Cezaevlerindeki arkadaşlar bu
teorik çalışmalarını pratikleştirebilir, hayata geçirebilirler. Yazılarını dergilere yazabilirler, makalelerini yayınlayabilirler.
Van ve Muş cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.”
Öcalan son olarak, “Urfa'daki halkımızı selamlıyorum. Hakkari'ye özel selamlarımı iletiyorum. Süleymaniye'deki
halkımızı da selamlıyorum. Avrupa’daki halkımıza, Özgür Politika ve Roj Tv çalışanlarına, hepsine selamlarımı
iletiyorum” dedi.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Kürtlerin kellesine karşılık
ABD-Türkiye anlaştı!
PKK lideri Abdullah Öcalan, 15 Haziran’dan önce heyetle son bir kez daha görüşeceğini belirterek, hükümetten
yeşil ışık gelmesi halinde silahlı çatışmanın devreden çıkacağını söyledi. “Artık ondan sonra yaşanacak olan
başkaldırıdır, isyandır, her şey olabilir” diye uyaran Öcalan, Erdoğan’ın da Özal’dan değil Çiller’den yana tercihini
koyduğunu belirti. Öcalan, ayrıca Türkiye'nin Ortadoğu'da ABD'ye vereceği destek karşılığı “Kürtlerin kellesi” üzerine
anlaşma yapıldığını belirterek, yeni bir Gladyo’nun devrede olduğuna dikkat çekti.
PKK lideri Abdullah Öcalan 18 Mayıs günü İmralı cezaevinde gerçekleşen görüşmede önemli açıklamalar ve
tespitlerde bulundu. Kürtlere karşı yeni bir Gladyo’nun devrede olduğuna işaret eden Öcalan, kendisiyle görüşen heyetin
de “iyi niyetli” olduğunu belirterek, görüşmeleri konusunda bilgi verdi.
Öcalan, ABD ile Türkiye arasında Kürtler üzerine anlaşma sağlandığını ifade ederek, ABD’nin etkisi altına
girmeyeceklerini vurguladı. Öcalan, Erdoğan’ın açıklamalarını da değerlendirirken, “Çillerleşti” ifadesini kullandı. 15
Haziran’a kadar çözüm sinyali verilmesi durumunda ise gerillaların uygun bir pozisyon alacağı ve silahlı çatışmaların
devreden çıkacağını kaydeden Öcalan, aksi halde “devrimci halk savaşı”nın başlayacağını tekrarladı.
TOPLU BİR İMHA SÜRECİ SÖZKONUSU
Öcalan cezaevinde, son gerilla kayıplarına işaret ederek, “Son yaşanan gerilla kayıpları eski tarz gerillacılıktan
kaynaklanıyorsa bu onların eksikliği. Dersim’deki, daha önce Amanoslar’daki toplu öldürmelerden anlaşılıyorki, toplu bir
imha süreci söz konusu. Çandar'ın da dediği gibi 15 Haziran süreci başlamış durumda” dedi.
Dörtlerin eylemi ile Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya’nın hayatını kaybedişini yıldönümü olan 18 Mayıs’a
dikkat çeken Öcalan, “Bugün (18 Mayıs) Haki Karer, Dörtler ve Kaypakkaya'nın şehadet yıldönümü. Ben bu
açıklamalarımı onlara ithaf ediyorum. 6 Mayıs'ta Deniz Gezmişler de idam edilmişti. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Bu konuya daha önceki görüşmelerimde de değinmiştim. Anılarını yaşatıyoruz” diye belirtti.
BENİMLE GÖRÜŞEN HEYET GLADYO İLE BAĞLANTILI DEĞİL
Öcalan, Türkiye sosyalistleri ile birliğin sağlandığına işaret ederek cezaevinde yaptığı görüşmelere değindi: “Bu
seçimle Türkiye halkıyla, Türkiye sosyalistleriyle birliğimizi sağladık ve geliştirdik, bu çok önemli. Bu bir başlangıç oldu,
daha da gelişecek. Ben iki konudan bahsedeceğim; Birincisi, şimdi bu gelen ve benimle görüşen heyet iyi niyetli bir
heyettir. Bu heyet gladio ile bağlantılı değildir. Ben bunu kendilerine de söyledim, Dedim ki, siz gladio ile bağlantılı
değilsiniz, komplonun içinde değilsiniz. Ben bu heyetin gladio'dan bağımsız olduğunu görüyorum. Bu konuda eminim.
Heyet sorunu çözme konusunda iyi niyetli olup, bu konuda komplo içerisinde değildir. Heyet güçlüdür, ikna edebilir, irade
sahibidir. Heyet ne tam hükümet memuru ne de kandırmaca bir devlet ekibidir, bağımsızdır. Bu heyetle görüşmelerimiz
ciddidir, bir kandırılma durumu söz konusu değildir. Ancak hükümeti, başbakanı ikna etme güçleri var mı? ABD'ye
rağmen bir şeyler yapabilecekler mi, burası önemli.
HEYETLE 15 HAZİRAN ÖNCESİ SON KEZ GÖRÜŞECEĞİM
“Heyetle önümüzdeki günlerde, 15 Haziran'dan önce son bir kez görüşeceğim. Çok önemli bir görüşme. Bu
konuda heyet bana ipucu verecektir. Bazı bilgiler verecektir. Bu görüşmede bazı şeyler az çok netleşecektir. Şimdiye
kadar bize karşı uygulanmakta olan NATO gizli ordusunun, gladiosunun bir komplosu devam etmektedir.
NATO GLADYOSU’NUN KOMPLOSU İLE KARŞI KARŞIYAYIZ
Dördüncü kezdir çözüme çok yaklaşırken, NATO Gladiosunun komplosuyla karşı karşıyayız. Burada heyetle
çözüme dönük, çözümü geliştirecek görüşmelerimize karşı, çözüme karşı yeniden bir gladio komplosu devreye
sokulmakta, çözüm engellenmektedir. Tam da bu noktada şunlara değinmek istiyorum; Şu an yeni bir gladio ile, gladio
darbesi ile, gladio komplosu ile karşı karşıyayız. Bu söylediklerimi kendi tecrübelerime de dayanarak söylüyorum. Belli bir
tecrübe var bu tecrübelerimi de dikkate alarak bunları dile getiriyorum. Dönemin iyi anlaşılması için biraz açmak
gerekiyor.”
BİRİNCİ KOMPLO DÖNEMİ
Öcalan şöyle devam etti: “Birinci komplo dönemi, Özal döneminde gerçekleşen komplodur. Ben buna çözüme
karşı 93 komplosu diyorum. Özal döneminde uluslar arası bir gladio vardı. Türkiye'deki gladio da bunun içindeydi ve
güçlüydü. Özal bu sorunu çözmek istiyordu. Bana ilk haber gönderdiğinde “bu işi çözelim, çözmek istiyorum” diyordu.
Ben buna fazla ihtimal vermiyordum. Özal'ın çözebileceğine fazla ihtimal vermiyordum. “Bu bir oyundur” diyordum.
Sorunu çözmek için Özal, Talabani'yi yanıma göndermişti. Talabani'ye bu kuşkumu dile getirdim. “Özal bunu çözemez,
çözebilir mi” dedim. Talabani bana “Özal bu işi çözmek istiyor” dedi. Özal Talabani'ye “Eşref Bitlis de benden yana, bu
DERLEYEN : AZAD BADIKI
sorunu çözeceğim” demişti. Talabani “yeter ki ateşkes ilan edilsin” demişti. Ben başta buna kuşkulu bakıyordum ancak
sonra ikna oldum, uzun bir tereddütten sonra ikna oldum. Özal silahlı birliklerin bir yerde toplanmasını, ateşkesin
olmasını benden istedi. Çözüm için onları kırmadım. Onlar bu şekilde çözümün gelişeceğini söylüyorlardı. O dönem bu
fırsata bir şans tanımak istedim. Barış, ateşkes ilan ettik. Fakat devlet o dönem çözüme hazır değildi. Özal devleti,
askeri, partisini barışa hazırlamamıştı, barışa ikna edememişti. Ateşkesten sonra gladio devreye girdi. O dönem çözümü
geliştirmeye çalışan Özal'a ve Eşref Bitlis'e karşı darbe yapıldı. Özal'ı götürdüler. Eşref Bitlis'i de götürdüler. Eşref Bitlis'in
ekibini de dağıttılar. Bahtiyar Aydın onlar, Mardin'deki Rıdvan Özden ve diğer bazı subayları tasfiye ettiler. O dönem
JİTEM de ikiye bölündü. Cem Ersever onları tasfiye ettiler, çünkü bunlar Eşref Bitlis'e bağlıydılar. O dönem bu gladio
Doğan Güreş, Tansu Çiller eliyle yürütüldü. 93'teki ateşkesin bozulmasıyla birlikte 93-94'te dört bin köy boşaltıldı, on
binlerce faili meçhul cinayet işlendi. Adeta bir felaket yaşandı. Bu NATO gladiosunun çözüme karşı geliştirdiği ilk
darbedir. Ben buna birinci komplo dönemi diyorum.
Özal ve Eşref Bitlis'e dönük darbenin başını çekenlerden biri de Süleyman Demirel'di. Bu darbeyi T. Çiller, D.
Güreş ve S. Demirel, NATO gladiosu ile birlikte gerçekleştirdi. Zaten bilindiği üzere o dönem Genelkurmay Başkanı
Muhittin Füsunoğlu olacaktı ama T. Çiller ekibi darbe yaparak onun genelkurmay başkanı olmasını engelledi ve onun
yerine Doğan Güreş genelkurmay başkanı yapıldı.
İKİNCİ KOMPLO DÖNEMİ
İkinci komplo dönemi 97-98 döneminde yaşandı. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı bu mevcut
savaşı sınırlandırma isteğindeydi. Yani savaşı sınırlandırma eğilimindeydi. Erbakan döneminde çözüme yönelik girişimler
oldu. Erbakan iyi niyetle bazı girişimlerde bulundu. Abdülhalim Haddam da tekrar yazmış, Hürriyet'te çıkmış, doğrudur. O
dönem Erbakan da Özal gibi, silahlı güçlerin bir yere toplanmasını, silahların susmasını ve bundan sonra çözüm için
görüşmelerin yapılacağını, çözümün konuşulacağını söyledi. Ben onu da kırmadım. Ancak tekrar gladio devreye girdi.
Birinci komplo döneminde gladionun başını çekenler Güreş-Çiller ekibiydi. Bu ikinci dönemde ise Türkiye'deki gladionun
başını çeken kişi Çevik Bir'dir. O dönem D. Güreş rolünü Çevik Bir oynadı. Hatta bu Çevik Bir, Kıvrıkoğlu'nun
genelkurmay başkanı olmasını istemediği için ona suikast girişiminde bulundu. Bu dönemde Karadayı, daha sonra da
Kıvrıkoğlu her ikisi de savaşı sınırlandırmak istiyorlardı. Onlar da silahların susmasını, çatışmaların bitmesini, silahlı
güçlerin bir yere toplanmasını, ondan sonra çözüme dair her şeyin konuşulabileceğini söylüyorlardı. Bize de haber
gönderdiler. Cezaevine gidip Muzafer Ayata ile görüşmüşlerdi, cezaevi üzerinden benimle de görüşme talepleri oldu.
Muzaffer Ayata da Tempo dergisine anlatmıştı. Doğru söylüyor. Onlara ulaşmışlar, bana da daha sonra telefon ettiler.
Avrupa'ya da bir temsilcilerini göndermişler. Ben onların bu savaşı sınırlandırma isteğine karşılık verdim. Çözüme şans
tanıdım. Ancak Tansu Çiller'e bağlı istihbarat şefi Bülent Orakoğlu bizim bu görüşmelerimizi tespit etmiş, dinlemeye
almış, daha sonra deşifre etti. Yine uluslar arası gladio devreye girdi. Bu dönemdeki çözüm arayışımız da bu şekilde
komployla boşa çıkarıldı. Türkiye'de o dönemde Çevik Bir'in başını çektiği gladio ekibiyle CIA ajanı T. Çiller bu
komplonun başını çektiler. T. Çiller'in CIA ajanı olduğu sonradan ortaya çıktı. Mesut Yılmaz nispeten daha ılımlı, iyi
niyetliydi. Bu dönemde de böylece çözüme dönük arayışlarımız komploya kurban gitti. O dönemi anlatan bir konuşma
yapmıştım Med TV de. Bir barış şansımız vardı, bir barış güvercini olduk ama bu barış güvercinini uçurdular diye
nitelemiştim.
Benim üzerime çok geldiler. NATO gladiosunun komplosu sonucu Suriye'ye baskı uygulandı ve Suriye'yi
savaşla tehdit ettiler. Benim Suriye'den çıkmam sağlandı. Suriye'den çıkarılma sürecimi Haddam da anlatıyor. Uluslar
arası NATO gladiosu bize karşı netti politikalarında, tavırlarında. Benim bu uluslar arası komploda öldürülme planım da
vardı. Bana karşı geliştirilen NATO gladiosu komplosunda AB, ABD ve Rusya anlaşmıştı. Rusya ile IMF üzerinden
anlaşma sağlamışlardı. Komploya Rusya, İtalya, İsrail ve Yunanistan da dahildi. Yunanistan'dan sonra beni Beyaz
Rusya'ya indirmek istiyorlardı. İçinde bulunduğum uçak Beyaz Rusya'ya indi. Oradan Hollanda'ya gideceksin dediler
ancak Beyaz Rusya'da havaalanına indiğimizde her taraf boştu, hiçbir güvenliğimiz yoktu. Ben durumdan şüphelendim
ve uçaktan inmeyi reddettim. O an bana karşı bir şeyler yapılacaktı ancak ben uçaktan inmeyince Mandela ile görüşme
talebimi kabul ettiler. Beni Mandela'ya götürme sözü verdiler. Daha sonra Kenya'ya götürdüler. Benim Kenya'ya
götürülmem aslında bir kaçırılmaydı. Bu hikaye uzundur, daha önce de defalarca anlatmıştım, uzun uzun anlatmaya
gerek yok. Kenya'da iken çiftlikte kalma fikri de ilk o dönem ortaya atıldı. Bana “seni bir çiftlikte tutalım, yüksek duvarları
olan, güvenlikli, geniş bir çiftlik, uzun bir süre kalırsın” dediler. Bu şu demekti; NATO'nun, Amerika'nın denetimi,
denetiminde kalmak demektir. Amaçları bir süre gözlem altında tutmaktı. Bin Ladin gibi bir çiftlikte uzun süre tutacaklardı.
Zamanı gelince de imha edeceklerdi veya başka bir şey yapacaklardı. Ama burada önemli olan onların kontrolünde olma
durumudur. Bin Ladin de Pakistan'ın kontrolünde bir çiftlikte kalıyordu. Pakistan’da ABD güdümündedir. Ben çiftlikte
kalma fikrini kesinlikle reddettim, kabul etmedim. Elçilikte kaldım. On beş gün kadar orada kaldım. O dönem bana eşlik
eden Yunan istihbaratı, Kalenderidis, Karamanlis onlar hepsi CIA elemanları, gizli NATO subaylarıydılar. Yunan elçisi
Kostullas da FBI, CIA ajanıydı, zaten ikisi de aynıdır, fark etmez. Daha sonra Kenya polisi bana “elçilikten çıkacaksın,
çıkmazsan elçiliği basarız” dediler. Ölümle sonuçlanabilecek bir baskın olacaktı. Ancak biz tedbirli davrandık. Elçilikten
çıkarken elimize bir tabanca vermek istediler. Dilan da oradaydı. “Bununla kendinizi korursunuz” dediler. Yani orada
DERLEYEN : AZAD BADIKI
bizim fiziki direneceğimizi zannediyorlardı. Eğer direnseydik, o silahı da kabul etseydik, bizi öldürüp direnmiş görüntüsü
vereceklerdi. Tek başıma silahla ne yapabilirdim ki, aslında ölmek çok şey değildi ama böyle ölmek istemedim. Bin Ladin
gibi, onun için de “elinde bir silahla direndi” dediler. Beni de bu şekilde öldürebilirlerdi. Benzer şeyler var fakat benim ve
Ladin'in durumu farklıdır, benim durumum daha özgündür. Biz elçilikten silahsız çıktık, silahsız çıktığımız için bize karşı
bir şey yapamadılar. Daha sonra beni kaçırıp uçağa bindirdiler. Yine de üzerimde silah olabileceğini düşünmüşler.
Uçakta dört-beş kişi üzerime çullandılar yere yatırdılar, silahsız olduğumu görünce de bağladılar. Hatta onlardan biri,
“üzerinde silah bulunsa öldürebilirdik” dedi. Bu şekilde benim buraya getirilmemle ikinci barış görüşmeleri de NATO
gladiosunun komplosuyla son buldu.
ÜÇÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ
99'da daha çok askeri ağırlıklı heyet gelip benimle o dönemde, görüştü. O dönemdeki askerler tecrübeliydi,
samimi gibiydiler. Onlardan birisi “Oyun büyük, bunu boşa çıkarmamız gerekiyor. Siz ülkeyi bölmek istemediğinizi belirtip
şiddetten vazgeçerseniz, her konuyu konuşabiliriz” dediler. Bunun üzerine ateşkes ve sınır dışına çekilme çağrım oldu ve
gerillalar sınır dışına çekildi. Ecevit o dönemde bir şeyler yapmak istiyordu çözüme yönelik. Rahşan affı da bu nedenle
düşünülmüştü. Gerillayı da kapsayacaktı. O dönemdeki heyetle olan görüşmelerimiz 2001'e kadar devam etti. Daha
sonra bilindiği gibi tekrar NATO gladiosu Türkiye'deki gladio ile birlikte devreye girdi. Ecevit'i tasfiye ettiler. Kürt hareketini
de o dönemde ikiye ayırmak için çoktan hazırlıklarını yapmışlar. Bu durum Amerika'nın Irak'a müdahalesiyle doğrudan
bağlantılıdır. Osman-Botan alçağı bu oyuna geldiler. Bunlar Güney'e gittiler, sığındılar. Diğerleri de Kandil'de kaldılar.
Kandil'de kalanlar bu ayrılmayı zamanında önleyebilirlerdi ancak bunu başaramadılar, süreci iyi yönetemediler, yetersiz
kaldılar. Benim müdahale etmemi istediler. Ben o dönemde “Bir bedenimi ikiye ayırdıktan sonra birini tercih etmemi
istiyorsunuz, ben bunu kabul edemem” diyerek büyük bir öfkeyle karşılık verdim. Onlara çok öfke duydum, çok ağır
eleştiriler yönelttim, çok ağır hakaretler ettim. Adeta bedenimizi ikiye bölmelerini nasıl kabul edebilirdim? Ama o alçak
Osman-Botanlar kopup gittiler. Bine yakın kadro da eridi. O dönem zamanında yeterli bilgi getirilmedi bana. Kopukluklar
oldu. Sonuçta örgüt ikiye bölmek istediler. Bu süreci Bir Halkı Savunmak kitabında geniş geniş anlattım. Hem Kürtlere
karşı geliştirilen politikalar hem de Kürtlerin kendi içindeki kopuşlar hakkında çok detaylı çözümlemeler yaptım. Örgüt
üzerindeki bu oyun, bu komplo 2002'de başladı. 2002-04 arası bu kopmalar, ayrışmalar, bu tasfiye politikası yaşandı.
Tabi o dönem ABD'nin Ortadoğu ve özellikle Irak'a dönük politikaları söz konusuydu. İşte AKP de 2002'de bu temel
üzerine, bu politikalar üzerine başa getirildi. AKP'nin 2002'de iktidara gelmesiyle yeni bir konsept hayata geçirildi. NATO
gladiosunun komploları farklı bir şekilde gelişmeye başladı. Bu, üçüncü komplo dönemiydi.”
2006’DA BİR ÇAĞRIDA BULUNDULAR, BU BİR OYUNDU
Öcalan değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Böylece 99'dan 2004'e kadar beş yıl geçmiş oldu. Tüm bunlara
rağmen PKK'nin yeniden inşasıyla, Kongra-Gel ve KCK sistemleriyle örgütü yeniden şekillendirdik. O dönem örgütteki
kopuşlar ve örgüte yönelik tasfiye politikaları karşısında Abdullah Gül'e mektup yazdım. Kendisine bu sorunları birlikte
aşabiliriz, bu sorunların önüne geçebiliriz, çözüm için gerekli olan adımları atabiliriz dedim. Ama bana cevap vermediler,
duyarsız kaldılar, bir şey yapmadılar. Ben de o dönemde yaşanan bütün bu gelişmelerden dolayı örgüte ‘ne yapıyorsanız
yapın, sizi serbest bırakıyorum, kendi kararlarınızı kendiniz alın, kendi örgütlenmenizi kendiniz yaparsınız’ dedim. Ve
PKK yeniden bir yapılanmaya, bir silahlı hamleye başladı.
O dönemi de böylece geçirdik. 2006'da bana çağrıda bulundular. Ahmet Türk onlar üzerinden haber gönderdiler.
Bize karşı tasfiye politikalarında başarılı olamayınca, ateşkes için bana haber gönderdiler. Ben tam ikna değildim ama bir
çağrıda bulundum. Ahmet Türk onlar bir politika geliştiremediler. DTP de başarısız kaldı. Bana göre o dönemde yapılan,
bir hataydı. Bunun bir oyun olduğu da sonradan anlaşıldı. Bu da başarılı olamayınca, kuşatmaya aldılar, hücre cezaları
vermeye başladılar. Hücre cezasıyla bize karşı yeni politika oluşturdular. Hem hücre cezalarıyla burada bana karşı hem
de askeri operasyonlarla örgütü kuşatmaya almaya başladılar. 2006'da ben 125 sayfalık bir broşür hazırladım ona da el
koydular ve vermediler. Halen onlardadır. O 125 sayfada bir çok ilişkiyi, gladioyu açıklamıştım. Bu komplolar dönemini de
orada geniş açmıştım.”
KOMPLOLARA RAĞMEN ÖLMEDİYSEK HATA YAPMAMAMIZDANDIR
“Bugüne kadar bu komplolara rağmen ölmediysek, hayatta kaldıysak, hata yapmamamızdan kaynaklanıyor.
Dikkatli davrandık. Hata yapsaydık durum farklı olurdu” tespitinde bulunan Öcalan şunları söyledi: “Örgüte yönelik
politikalar ile bana karşı geliştirilen hücre cezaları da başarılı olmayınca yeni bir tasfiye politikasını devreye koydular. Bu
yeni bir Gladioydu, yeşil Gladio! Daha önce buna yeşil komplo dönemi demiştim. Bu dönem diğer dönemlerden daha
farklı gelişti. Bu dönemde hem siyasi operasyonlar, KCK operasyonları başladı hem de askeri operasyonlar. İkisi birlikte
devreye girdi. Yani hem siyasi hem askeri operasyonlar eş zamanlı olarak yürütüldü. Bu AKP iktidarının politikasıydı.
Tam bu gladio-komplo döneminde önceki dönemlerdeki gazetelerin yerini Zaman gazetesi aldı. Zaman üzerinden daha
çok yapılmaya başlandı. KCK operasyonları diri Kürdü tasfiye etme amaçlıydı. Bu dönemde geliştirilen politikalar daha
çok örgütlü Kürtleri dikkate almadan, muhatap almadan onları tasfiye ederek, bunun yerine kendine bağlı yeni sahte bir
Kürt yaratma politikalarıydı. Bu dönemde TRT-Şeş vb sözde açılımlarla, bu diri Kürt kesiminin yerine kendi benzeri Kürdü
yaratmaya çalışıyorlardı. Benimle de o dönemde görüşme yaptılar. KCK operasyonlarını doğru bulmadıklarını söylediler.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Üç yıldır heyetle bu görüşmeleri yapıyoruz. Heyetle görüşmeler başladıktan sonra mektup göndermeye başladım. Ben de
o dönemde bu politikalara karşı, 2009'da yol haritasını yazdım. Yol haritasına da el koydular, vermediler. Daha sonra
AİHM üzerinden ancak alınabildi.
KÜRTLERİN YOK EDİLMESİ ÜZERİNE ABD İLE ANLAŞMIŞLAR
Daha önce de Türkiye'de Gladio dönemleri olmuştur. 1980'de oldu, 60'da oldu. Kore savaşı döneminde oldu.
Türkiye'de özellikle 1952 Kore savaşından bu yana Gladio dönemleri hep olmuştur. Bugün yeni bir durumla karşı
karşıyayız. Türkiye NATO gladiosu ile, ABD ile anlaşmış durumda. Kürtleri topyekün bitirme, tasfiye etme planı
devrededir. Ortadoğu'da Türkiye desteğine karşılık Kürtlerin kellesi Türkiye'ye verilecek. Bu konuda ABD ile anlaşmışlar,
bu anlaşma Kürtlerin yok edilmesi üzerinedir. ABD elçisi gördüğünüz gibi Erdoğan'ı helikopter pistinde yakalıyor, ona
talimat götürüyor. Mevzu bu politikalardır. Tüm bunlar ABD ile Türkiye'nin anlaştığını gösteriyor. Daha önce ABD ile
Türkiye Ortadoğu konusunda tam anlaşamamışlardı, Kürtlerden dolayı tam anlaşamıyorlardı. Kürtlerden dolayı bazı
nüanslar, bazı ufak-tefek anlaşmazlıklar vardı. Ancak şu an o anlaşmazlıkları da çözmüş durumdalar. Bugünkü durum 5
Kasım 2007'de Erdoğan-Bush görüşmesindeki anlaşmanın bir benzeridir.
ORTADOĞU’DAKİ TÜRKİYE DESTEĞİNE KARŞILIK KÜRTLERİ KELLESİ
Ortadoğu'daki Türkiye desteğine karşılık Kürtlerin KCK şahsında kellesi verilecek. Anlaşma budur! Bu tüm
kamuoyuna ve aydınlara bu şekilde anlatılmalı. Bu yeni bir durumdur, Kürtler bunu aylarca tartışmalı. Türkiye, Suudi
Arabistan ve Pakistan arasında bir ittifak, bir ortak politika oluşturulmuştu.
LADİN’İ ASIL DESTEKLEYENLER TÜRKİYE, PAKİSTAN VE SUUDİ ARABİSTAN
Bin Ladin'in meselesi de bu politikalarla bağlantılıdır. El Kaide lideri Ladin'in öldürülmesi fasa fisodur. ABD diyor
ki “Biz birkaç senedir Ladin'i, gözetim altında tutuyorduk”. Doğru söylüyorlar. Zaten Ladin'i etkisiz hale getirmişlerdi.
Yıllarca gözetim altında tuttu. Ve en son silahlı çatışma görüntüsü vererek öldürüldü. Aslında Ladin'i asıl destekleyen
devletler Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan'dır. Bu devletleri Ladin arkalamıştı. Bu devletler Ladin'i destekliyordu,
kendi güdümlerinde tutuyordu. ABD bunu biliyordu, bu devletleri zorlamaya başladı, bu devletler de zorlanınca Ladin'i
satıp Amerika'nın hedefine bıraktılar.
BEŞAR ESAD’I GÖTÜRECEKLER, SIRA İRAN’A GELECEK
Amerika'nın Ortadoğu'da yeni politikaları söz konusudur. Türkiye de bunu görüyor. Beşar Esad'ı götürecekler.
Artık fazla dayanamaz. Ya onu teslim alacaklar ya da Kaddafi gibi direnecektir. Muhtemelen direnecektir de. Ama
sonunda düşürülecektir. Zaten Libya'yı sattılar. Suriye'nin düşmesinde ise Türkiye ağır hareket ederek bunu sürece
yayıyor, öyle ani yapılmasını istemiyor. Aynı şekilde sıra İran'a da gelecektir. Belki İran geciktirilecek ve İran da
direnecek ama sonunda İran da düşürülecektir. İran'ı sürece yayacaklar ama sıra oraya da gelecek.
ABD İLE AB ARTIK ORTADOĞU’DA BİRLİKTE HAREKET EDİYOR
Daha önce ABD ile AB ülkeleri arasında Ortadoğu politikaları konusunda bir fark vardı. Bazı ufak nüanslar vardı,
bir makas aralığı vardı. Ancak şimdi o makas aralığı da kapandı. Birlikte hareket ediyorlar.
AKP ABD’NİN AYAKLARINA KAPANDI
AKP de bu nedenle kendisini kurtarmak için Amerika'nın bu politikalarına tam teslim olmuştur. Adeta ayaklarına
kapanarak kendi iktidarını sürdürme peşindedir. Bu nedenle Kürtleri satıyor. Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan, Suriye
ve Libya'yı sattıkları gibi İran'ı da satacaklar. Beşar Esad da bu nedenle şu an Türkiye'ye öfkeli. Pakistan ve Suudi
Arabistan'a politikalarından dolayı menfaatler sağlandı. Şimdi de Suriye politikaları için Türkiye'ye 18 milyar dolar para
sağlanıyor. Libya'ya müdahale sürecinde Türkiye ilk birkaç gün farklı konuştu. Ancak on gün geçmeden Türkiye tam tersi
bir tutum sergiledi.
TÜRKİYE KADDAFİ’Yİ SATTI
Türkiye ABD ile anlaşarak Kaddafi'yi sattı. Şu an NATO'ya sağlanan İzmir'deki askeri üs de gösteriyor ki,
Türkiye tamamen ABD ile anlaşmış durumda ve bütün imkanlarını seferber etmiştir. Kürtleri de bu politikalarla bağlantılı
olarak satmıştır. Buna bütün Kürtler dahildir. Suriye’deki, İran’daki, Irak’taki Kürtler de dahildir.
KÜRTLER SURİYE İLE DE İRAN İLE DE ANLAŞMAYA ÇALIŞABİLİR
Bu süreçte Kürtler Suriye ile de, İran ile de anlaşmaya çalışabilirler. Suriye ve İran'a şu söylenebilir; sakın
Kürtleri kullanmaya kalkmasınlar. Bu, onlar için bir felaket olur, onların sonu olur. Ben onları sert bir şekilde uyarıyorum:
Kürtlerle anlaşmalıdırlar. Demokratik özerklik temelinde bir anlaşmaya gidilebilir. Şayet Suriye devleti kabul etmezse
Kürtler muhaliflerle hareket edebilirler. Ancak Suriye'deki muhaliflerle birlikte hareket etme durumunda da çaba Suriye'yi
demokratikleştirmek yönünde olmalıdır. Şayet bunlar gerçekleşmezse Suriye ve herkes bilmelidir ki Kürtler soykırım
kıskacındadırlar. Kürtler bu süreçte var olma-yok olma mücadelesi vermektedirler. Kürtlere imha dayatılmaktadır, ölümkalım meselesidir.”
KÜRTLERİN POLİTİK OLARAK İKİYE BÖLÜNME TEHLİKESİ VAR
Öcalan bugünden sonraki tabloyu ise şöyle çizdi: “Bugünden sonraki tabloyu şöyle görüyorum. Bunu halkımız,
herkes bilmeli. Suriye ve İran’daki Kürtler özgürlük çizgisinde kalacak ve daha da gelişecekler. Irak’taki Kürtler ise
DERLEYEN : AZAD BADIKI
özellikle bir kesimin İran’la derin ilişkileri var ve İran’ın etkisi çok fazla. İran'ın buradaki etkisi köklü olduğu için tamamen
İran'dan kopmazlar. Bu nedenle oradaki Kürtlerin politik olarak ikiye bölünme tehlikesi vardır, bu şimdiden görülmelidir.
ABD’NİN ETKİSİ ALTINA GİRMEYECEĞİZ
Biz bugüne kadar hiç kimsenin boyunduruğu altına, etkisi altına girmedik, girmeyiz de. Bugüne kadar hep
bağımsız kaldık. ABD'nin etkisi altına hiç girmedik, bugünden sonra da girmeyeceğiz. Türkiye, İran, Irak, Suriye de
bunları iyi bilsin. Ama Kürtlerin daha fazla üzerine gelirlerse, daha fazla imha, daha fazla tasfiye dayatırlarsa, başka
ittifaklar gelişebilir. Kürtler daha farklı ittifaklara yönelebilir. Nasıl ki ABD Türkiye ile ittifak geliştirip Kürtleri imhayı
planlıyorsa, Kürtler de bu imhalara karşı ittifaklar geliştirebilirler.”
BDP ÇÖZÜME HAZIRLANMALI, KANDİL KENDİNİ SAVUNMAYA
Öcalan şöyle devam etti: “BDPliler ‘Biz halkı zor durduruyoruz, zaptedemiyoruz, onları tutmakta güçlük
yaşıyoruz’ diyorlar. Kimsenin halkı zorla tutmak gibi bir görevi yoktur. Artık bu dilden vazgeçilmelidir. Senin görevin halkı
durdurmak değil, halkı demokratik çözüme, demokratik çözüm sürecine hazırlamaktır. Aynı şekilde Kandil de ‘biz gerillayı
zor tutuyoruz, zapt edemiyoruz, gerillayı durduramıyoruz’ diyor. Bu dilden, bu politikadan vazgeçilmesi gerekiyor. Gerilla
kendi savunmasını yapmak zorundadır, kimse bunun önüne geçemez. BDP’nin ve Kandil’in de bu dili sürdürmemesi
gerekir. Bu doğru da değil, etik de değil. BDP'nin görevi halkı demokratik çözüm sürecine hazırlamak, Kandil'in de görevi
doğru çizgide hareket etmeyi sağlamaktır.
GERİLLA MİSLİYLE CEVAP VERME HAKKINA SAHİPTİR
Gerilla sınırı geçtikten sonra aktif savunma, pasif savunma diye bir şey kalmaz. Bunlar boş şeylerdir. Gerilla 24
saat gerillacılık yapar. 24 saat ayakta, uyanık şekilde hareket ederler. Ben burada heyetle görüştüğümde onlara da
söyledim. Meşru savunma hakkı vardır, üzerlerine gidilirse, operasyon yapılırsa misliyle cevap verilir. Gerillaya yapılan
operasyonlara karşı kimse gerillayı tutmaya kalkamaz. Kendilerini on kat daha iyi savunacaklardır. Misliyle cevap verme
hakkına sahiptir. Bunun önünde bir engel de yok! Kimse de engel olamaz. Tüm kamuoyu da bunu bilmelidir. Bu son
yaşanan kayıplardan dolayı da Kandil sorumludur. Gerillasından komutanına kadar yaşanan bu kayıplardan dolayı Kandil
sorumludur. BDP’nin kullandığı bu dilden vazgeçmesi gerekiyor. Halkı demokratik özerkliğe hazırlama görevi
bulunmaktadır.
GENÇLİK İNİSİYATİFİ İNTİFADA GİBİ BAĞIMSIZ HAREKET EDER
Ayrıca gençliğin inisiyatifi vardır, zaten kendi özerk örgütlenmeleri vardır. Her yerde kendi örgütlülüklerini
kurarlar, kendi önderlerini de kendileri seçerler, önderliklerini oluştururlar. Öyle kimseyi de esas almalarına gerek yok.
Filistin'deki intifada gibi kendi örgütlülükleriyle bağımsız hareket ederler.”
HÜKÜMET ŞU AN TAMAMEN SAVAŞ POLİTİKALARINA TESLİM OLMUŞ
“ABD ve Türkiye'nin bu ittifakına, bu anlaşmasına karşı benimle görüşmeye gelen heyet bir şey yapabilir mi?
Heyet veya devlet içinde savaşın gelişmesini istemeyen, barışı arzulayan kimseler Kürtlere karşı geliştirilen bu
politikalara karşı gelebilir mi, bu politikaları durdurabilir mi, bilemiyorum. Tekrar ediyorum, buraya gelip benimle görüşen
heyet iyi niyetlidir. Bu meselelere de hakimdir. Ancak bu şeylere gücü yeter mi, onu da göreceğiz. Hükümet şu an bu
savaş politikalarına tamamen teslim olmuştur. ABD ve Türkiye Kürtlerin kellesi karşılığında anlaşmışlar diyorum. Bunun
için tüm aydınlara diyorum ki; “buna karşı çıkılmalı, sessiz kalınmamalıdır.” Bugün radyodan dinlediğim kadarıyla
Erdoğan'ın üslubu gösteriyor ki ABD ile anlaşmışlar. Türkiye'nin Ortadoğu'da ABD'ye vereceği destek karşılığı Kürtlerin
kellesi kendilerine verilecektir.
ERDOĞAN ÇİLLERLEŞTİ
Eskiden teslim almaya çalışıyorlardı, şimdi teslim olunsa bile böyle bırakmazlar, siyaseten yok ederler. Ben
daha önce Recep Tayyip Erdoğan için Özal mı olacak, Çiller mi olacak diye sormuştum. Recep Tayyip Erdoğan
Çillerleşti. Tercihini Çiller olmaktan yana kullandı. Bu bir taktik midir, bilemiyorum ancak şu anki yürüttüğü politikalar Çiller
olmaktan yana tercihini kullandığını gösteriyor. Kürtleri sürekli tasfiye ediyor, hem askeri hem siyasi operasyonla her gün
Kürtleri tasfiye ediyorlar. Benim şu andaki duruma ilişkin yorumum; Kürtler soykırım kıskacındadır.
KÜRTLER İÇİN YENİ BİR GLADYO DEVREDE
Kürtlere karşı yeni bir gladio devrededir. Gelinen aşamada çözüme yaklaşırken bir NATO Gladiosu komplosuyla
karşı karşıyayız. Son savunmamın beşinci cildinde bu yeni Gladio örgütlenmesini daha önceki yapılanmalarıyla birlikte
çok geniş açımladım. Savunmamı da bu nedenle vermiyorlar.”
15 HAZİRAN’A KADAR BEKLİYORUM
“15 Haziran tarihini kullanmakla, 15 Haziran'da mutlaka çözüm olur demiyorum. Hemen 15 Haziran'da çözüm
gelişir demiyorum, beklemiyorum. Burada önemli olan husus şudur: 15 Haziran'a kadar başbakanın -büyük ihtimalle
hükümet yine onlar olacak- Kürtleri çözüm sürecine dahil ederek sorunu çözeceklerine ilişkin bir açıklama yapmasıdır. Bu
konuda Başbakanın bir adım atması, yeşil ışık yakması önemlidir. Ben bu nedenle 15 Haziran akşamına kadar
bekliyorum bu mesajı. Buraya benimle görüşmeye gelen heyet de bana bu konuda herhalde bir ipucu verecektir. ABD ile
anlaşma kesin yapılmış mı, bu konu önemli. 15 Haziran'a kadar bekliyorum. Eğer bana bu konuda yeşil ışık yakılırsa,
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Kürtleri de dahil ederek -çünkü daha önce dahil edilmeyerek yol katedilmeye çalışılmıştı- ben de buna büyük öfke
duymuştum.
ÇÖZÜMÜ DEKLARE EDERLERSE SİLAHLI ÇATIŞMA DEVREDEN ÇIKAR
Ama şimdi sorunu çözeceklerini deklare ederlerse, ben de gerillaları bir yere toplamak için devreye girerim.
Gerillalar uygun bir pozisyon alır, silahlı çatışma devreden çıkar, demokratik çözüm süreci de başlamış olur. Başbakan
15 Haziran'a kadar çıkıp konuşsun ve bana: “Silahlı güçlerini bir yere çek ve biz demokratik anayasa çözümü üzerinden
çözüm geliştireceğiz” desin. O zaman bu savaşı durdurmuş olur.
HALKA ÇAĞRI
Burada halkımıza, örgütlerimize şu çağrıda bulunuyorum: Ben sizlere pratik önderlik de yapmak isterdim ancak
koşullarım elvermediği için teorik önderlik yapıyorum. 15 Haziran'a kadar bu söylediğim çerçevede bir yeşil ışık
yakılmazsa, çözümün gelişeceğine dair bir bildirim yapılmazsa, beni ölmüş bilin! Artık ondan sonra yaşanacak olan
başkaldırıdır, isyandır, her şey olabilir. Ben buna devrimci halk savaşı diyorum. Tarihi günler yaşıyoruz, tarihi süreçteyiz,
önemli gelişmeler olur. Herkes bunların farkında olmalı. BDP, Kandil hepsi bunun farkında olarak hareket ederler.
Umarım savaş olmaz, çözüm gelişir, barış olur.
Görüşme Notları:
Yeşil ışık bekliyorum
PKK lideri Abdullah Öcalan, 15 Haziran’dan sonra çekilme yönündeki açıklamalarının “tehdit ve şantaj”
olmadığını belirterek, bunun gerekçelerini üç madde halinde sıraladı. “Bir yeşil ışık bekliyorum” diyen Öcalan, heyetle
yaptığı görüşmelerden bir sonuç çıkarsa demokratik çözüm yolunun devreye gireceğini söyledi. Öcalan, “Sonuç almamız
durumunda 15 Ağustos'tan itibaren yeni bir süreç başlayacak” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 25 Mayıs Çarşamba günü yapılan görüşme sırasında seçim çalışmaları,
İmralı’daki görüşmeler, AKP iktidarının yürüttüğü politikalar ve 15 Haziran uyarısına ilişkin önemli açıklamalarda
bulunduğu öğrenildi.
Öcalan, bu görüşmesinde neden çekileceğini 3 maddeye bağlarken, AKP’nin dokuz yıllık iktidarını kendi
üzerinden yaşattığını ifade etti. Bir yeşil ışık beklediğini ifade eden Öcalan, aksi halde 15 Haziran sonrasının herkes için
farklı olacağını kaydetti.
ÇUKUROVA ROMANLAŞTIRILABİLİR
Çukurova’ya değinen Öcalan şunları söyledi: “Çukurova yöresinin insanları dürüst, namuslu insanlardır.
Çukurova kültürü önemlidir. Oraya göç eden Kürtler, çoğunluğu son derece temiz, duyarlı insanlardır. Belki çok fazla
mücadeleye katkıları olmuyor. Bu da daha çok ilgisiz bırakıldıklarından, yoksulluklarındandır. Bu ilgisizlikler beni oldukça
rahatsız ediyor, üzülüyorum bu durumlara. Çukurova kültürü emeğe dayalı yaşayan, emeğin değerli olduğu bir kültürdür.
Buranın kültürü ve burada yaşananlar güçlü bir dil, iyi bir anlatımla romanlaştırılabilir. Orhan Kemal'in toprakla ilgili bir
romanı var. Orhan Kemal'in bu romanında iki onurlu emekçi var. Çukurova'nın durumunu çok güzel, edebi, güçlü şekilde
romanlaştırıyor. Bugünkü emekçi insanların durumu da benzer bir dil, benzer bir edebi güçle romanlaştırılabilir.”
MERSİN EMEĞİN SEMBOLÜDÜR
Mersin’i de değerlendiren Öcalan şunları ifade etti: “Mersin'i iyi biliyorum. Mersin emeğin sembolüdür, yoğun
emek kültürünün olduğu bir yerdir. Bu anlamıyla önemli bir yere sahiptir. Orada yaşayan herkes emeğiyle geçinen
insanlardır. Yoksulluk vardır. Mersin'de Araplar da var. Onlar da yoksul, emekçi insanlardır. Sadece Araplar değil,
Kürtler, Aleviler, hatta oradaki Türkmenler de buna dahildir. Bütün bu kesimler emeğiyle geçinen, yaşayan kesimlerdir.
Türkmenler çok önemlidir. Bu yönüyle Mersin emek kültürünün olduğu bir yerdir. Aleviler tarihleri boyunca katliam
gerçeğiyle yüzleşmiş en önemli topluluklardandır. Bu tarihi gerçekliği anlamak için daha ne yaşamak gerekir? Bu süreçte
kendilerini ifade etmekten geri durmayacaklardır. Bu kesimlerin tümü örgütlenme sürecine katılmalıdır. Mersin'deki tüm
grupları; Kürtleri, Arapları, Alevileri, Türkmenleri selamlıyorum ve demokratik mücadelelerinde başarılar diliyorum.
Ertuğrul Kürkçü'yü de bu temelde selamlıyor, başarılar diliyorum. Mersin'de bu kültüre uygun bir çıkış yakalanabilir.”
SEÇİMLERDEN SONRA ÇATI PARTİSİ GİRİŞİMİ OLABİLİR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Seçimlerden sonra bir çatı partisi girişimi olabileceğini söyleyen Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Seçimden
sonra bir çatı partisi girişimi olabilir. Ertuğrul Kürkçü bu çalışmalarda da yer alabilir. Bu çatı partisi tek başına milliyete
dayalı olmayacak, etnisite sorunlarını çözmüş, kendi içinde milliyetlere ve kültürlere duyarlı olan, emek eksenli bir çatı
örgütü olur. Türkiye'de böylesi yeni bir çatıya ihtiyaç var. Seçimlerden hemen sonra bütün kültürleri bir araya getiren, bu
kültürlere açık, emek eksenli bir çatı partisi çalışması başlayabilir. Türkiye'de bu anlamda ciddi bir boşluk var. Saldırgan
kapitalist tekelciliğe, tekelci kapitalizme karşı ancak bu tarz örgütlenmelerle cevap olabiliriz. Bundan sonrası öyle klasik
partilerle gitmez. Bugüne kadar varolan klasik partiler, hayati sorunlara cevap olamaz, çok fazla başarı şansları da
yoktur. Oluşturulacak yeni parti, ciddi bir alternatif olacaktır. Hemen olmasa da % 20-30'larda bir oy rahat alır. İktidarın
alternatifi olacaktır.
Çatı örgütü çalışması emek eksenli bir parti girişimi olacak. Marx'ın kapitalizm eksenli modernite tespitini aşan
bir modernite çözümlememiz var. Bizim bu yeni girişimle amacımız bütün ezilenlerin birlikteliğini sağlayarak ciddi bir
alternatif yaratmaktır. Böylesi bir oluşumun baraj sorunu da olmayacaktır. Yoksa eskinin klasik partileriyle Türkiye'nin
devasa birikmiş sorunları çözülemez. Klasik partiler demokratik öncülük rollerini oynayamıyorlar. Demokratlar,
sosyalistler hayal kırıklığına uğramış, umutlarını yitirmiş olabilirler. Artık bu duyguları aşarak birlikte demokratik ulus
bloğu çerçevesinde bir araya gelmek zorundayız. Zaten bahsettiğim bu yeni çatı partisi çalışması da Demokratik Ulus
Bloğu mantığına dayanıyor. Bu konulara şimdilik bir giriş yapmış olduk. Bu konuyu önümüzdeki süreçte geliştirebiliriz.”
TÜZEL VE ÖNDER MUTLAKA SEÇİLMELİ
İstanbul’daki adayların seçilmelerinin de önemli olduğunu belirten Öcalan, aslında İstanbul’un daha fazla aday
çıkaracak kapasiteye sahip olduğunu kaydetti. Öcalan şöyle dedi: “İstanbul'daki adayların seçilmeleri de önemlidir.
Levent Tüzel'in, Sırrı Süreyya Önder'in, diğer arkadaşların seçilmelerini önemsiyorum, mutlaka seçilmeleri gerekir.
Aslında İstanbul'da daha fazla aday çıkaracak kapasite de vardır.”
URFA, ADIYAMAN VE MALATYA’NIN POTANSİYELİ
Öcalan Urfa, Adıyaman ve Malatya konusunda ise şunları dile getirdi: “Yine Urfa'nın da dört aday çıkaracak
kapasitesi vardır. Urfa'nın neredeyse Türkiye'nin tamamı kadar bir potansiyeli vardır. Son dönemlerde çok büyüdü.
Bunlar yeterince değerlendirilemiyor. Adıyaman, Malatya yörelerinde de durum öyledir. Bu yörenin insanı kendisine
misyon biçen, iyi ve güçlü insandır. Güçlü kişilikler vardır.”
15 HAZİRAN TEHDİT VE ŞANTAJ DEĞİL
Öcalan, daha önceki haftalarda 15 Haziran’da çekileceği yönündeki açıklamalarının hem Kürtler hem de Türkiye
kamuoyunda yeterince anlaşılmadığını belirterek, bunu tehdit ve şantaj olarak değil çözüm için söylediğini vurguladı.
Öcalan şunları ifade etti: “15 Haziran'da çekileceğim yönünde yaptığım açıklamaların gerek Kürtler gerek Türkiye
kamuoyu tarafından yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. Uzun zamandan beri ve şu an omzumda oldukça yük var.
Üzerimde çokça düğüm var. Benim burada, bu koşullarda daha fazla rol almamın, pratik önderlik yapmamın doğru
olmadığını düşünüyorum. Ben daha önceleri de pratik önderlik yapamayacağımı, bunun doğru olmadığını belirttim. 15
Haziran'da çekileceğim derken, bu, tehdit, şantaj olarak değerlendiriliyor. Tehdit amaçlı değil, Kürt sorununun çözümü
için bu açıklamaları yaptım. Mevcut koşullarla pratik önderlik yapmam faydadan çok zarar veriyor. Gerek devlet gerek
Kandil ve BDP, bütün sorunları benim üzerime yıkmış, Kürtler de benden pratik önderlik bekliyor. Bundan sonra kendi
durumlarına ilişkin kendi kararlarını kendileri almalıdırlar. Benim burada zaten sonumun ne olacağı da belli değil. Bir
deprem olsa burası üzerime yıkılsa ne olacak. Bu durum ömür boyu süremez. Bir kayanın bile fiziksel bir ömrü vardır.
Fiziksel açıdan en fazla ne kadar dayanabilirim, bilemiyorum. O yüzden herkes kendi önderliğini yapmalıdır. Aynı şekilde
Kandil'dekiler de hepsi 60'lı yaşlarına gelmişler, belli bir tecrübeye sahipler, kendileri önderlik yapabilecek tecrübeye ve
olgunluğa sahiptirler.”
DEVLET BURAYA KADAR SABREDECEĞİMİ BEKLEMİYORDU
Öcalan şöyle devam etti: “Buraya getirildiğim günden bugüne hep sabırla sorunun demokratik yollarla çözümü
için çalıştım. Hatta hatırlıyorum; 2000'li yılların başıydı, buraya gelip benimle görüşenler “Savaşacağınız kadar savaşın”
diyorlardı, “Savaşabiliyorsanız savaşın, nereye kadar savaşacaksınız” diyorlardı. Aslında devlet benim burada bu kadar
sabredeceğimi beklemiyordu. Erkenden bu süreci bitireceğimi düşünüyorlardı. PKK de aynı şekilde benden bu kadar
sabır beklemiyordu. Hem PKK hem devlet benim burada bu kadar sabırla demokratik çözüm üzerinde duracağımı, bunun
için çalışacağımı kestiremiyorlardı. Ben sadece İmralı sürecinde değil, öncesi de dahil olmak üzere toplam olarak tam 18
yıldır silahlı yöntemin devre dışı bırakılması ve silahsız yöntemlerle sorunun çözümü için tek taraflı olarak uğraşıyorum.
Ancak gelinen aşamada sonuç aldığımızı söyleyemem.”
BİR YEŞİL IŞIK BEKLİYORUM
İmralı’da yaptığı görüşmelere de dikkat çeken Öcalan, şu açıklamalarda bulundu: “Son olarak burada heyetle
yaptığım görüşmelerde silahlı mücadele yönteminin devre dışı bırakılıp, silahsızlanma sürecinin de içinde olduğu
demokratik çözüm yönteminin devreye girmesi için çalışıyorum, çabalıyorum. Bir yeşil ışık bekliyorum. Bu heyetle
yaptığımız görüşmelerden sonuç alınırsa demokratik çözüm yolu devreye girecektir. Seçimlere kadar, muhtemelen
Haziran başında bir görüşmemiz daha olacak. Ben bu yapacağımız görüşmede heyete daha somut, pratik öneriler
DERLEYEN : AZAD BADIKI
sunacağım. Bu önerilerime olumlu cevap verilirse, devletin stratejik önderliği bu önerilere olumlu yaklaşır, demokratik
çözüm yolunda karar alırsa, ben de o zaman rolümü daha anlamlı bir şekilde oynarım. Böylesi bir durumda
sorumluluktan kaçmam da söz konusu olmaz.
ÜZERİME DÜŞEN ROLÜ OYNAYACAĞIM
Üzerime düşen rolü oynayacağımı herkesin bilmesini isterim. Sunacağım bu önerilerin kabul edilmesi ve
demokratik çözüm konusunda mutabakata varılması durumunda barışçıl çözüm için burada çalışmalarıma
başlayacağım. Böylesi bir durumda daha rahat çalışma yürütebilmenin koşullarının oluşturulması gerekecek. O zaman
şimdiki gibi haftada bir saatlik görüşmelerle bu işler yürütülemez. Sorunun aktörleriyle, BDP ile, herkesle görüşmeler
yapacağım. Sonuç alıcı iletişim koşulları oluşturulmalı ki, ben de burada rolümü daha iyi oynayabileyim. Bu koşulların
sağlanması durumunda gün gün burada ben barış çalışmaları yapacağım, çalışma yürüteceğim, buradaki tüm zamanımı
bu çalışmalara ayıracağım.
DEVLET BİR KARAR VERECEK
Heyete sunacağım pratik önerilerim değerlendirilecek ve AKP demiyorum, devlet bu konuda bir karar verecek.
O zaman AKP engel, şu engel, bu engel olmayacak. Böylesi engelleri kabul etmeyeceğim. Bunlar olursa ben de rolümü
oynarım. Aksi takdirde 12 yıldır tutulduğum bu ağır koşullarda rolümü oynamam beklenmemelidir.
BU KOŞULLARDA DAHA FAZLA ROL ALAMAM
İsmail Beşikçi de daha önce belirtmişti; cezaevi koşullarında pratik önderlik yapılamayacağını söylemişti. Doğru
söylüyor, buradan kendisinin bu düşüncelerine katıldığımı belirtmek isterim. Zaten ben de pratik önderlik yapmıyorum,
teorik önderlik yapıyorum. Mevcut haliyle konumum sorunun çözümüne ilişkin değil, engel bir durum oluşturmaktadır.
Ben de bu koşullarda daha fazla rol almamın sorunun çözümü önünde engel olduğunu belirtmek istiyorum.
AKP DOKUZ YILDIR İKTİDARINI BENİM ÜZERİMDEN YAŞATTI
Bu şekliyle süreci yürütmenin ahlaki olmadığını düşünüyorum. Benim üzerimden oyalanma, çözümün
ötelenmesi vb oyunlara daha fazla müsaade edemem. AKP dokuz yıllık iktidarını benim üzerimden yaşattı. AKP hala
bana dayanarak yaşamaya, ömrünü uzatmaya çalışıyor. Buna daha fazla izin vermeyeceğim. CHP'nin 80 yıllık
hegemonyasından sonra AKP'nin son on yıllık hegemonyası yaşanıyor. Biz bu hegemonyaya hizmet etmeyeceğiz. Ben
çocuk değilim, beni kandıramazlar. Aslında ben bu süreci 2005 yılında bitirecektim. Ancak o zaman yine aracılar
üzerinden haber göndererek “sorunu çözeceğiz, çözmek istiyoruz” dediler. Ve 2005'ten bu yana altı yıldır bana ızdırap
çektirdiler. Demokratik çözüme olan inancımdan dolayı bütün bunlara katlandım. Ben bu şekilde gelişmelerin önünde
engel olmak istemiyorum artık. Mevcut statü sadece AKP'nin günlük politikalarını kurtarmaya yönelik bir sonuç
doğurabilir, bunun dışında ne Kürtlere ne de devlete bir faydası olacaktır.
KÜRT SİYASETÇİLERİ DE GELİŞMELERİN ÖNÜNDE ENGEL OLMAMALI
Kürt siyasetçileri de gelişmelerin önünde engel olmamalıdırlar. Onların görevi halkın, gerillanın devrimci
mücadelesini engellemek, önünde durmak, buna set çekmek değildir. Taktiksel, stratejik düzenlemeler yapabilirler ancak
halkın ve gerillanın mücadelesini engellemek gibi bir hak olamaz.
Ben de artık bu koşullarda pratik önderlik yapmayacağım derken bunu kastediyorum, mevcut statü de
gelişmelere engeldir. Herkes kendi taktik-stratejik kararlarını kendileri alacak. Bundan sonra bana dayanarak olmaz.
Benim buradaki rolümü, pozisyonumu kimse doğru anlamadı. Bana dair dogmatik bir önderlik anlayışı var. Ben bundan
sonra olmasam da yazılı, sözlü olarak çözüme dair görüşlerimi savunmalarımda ve yaptığım görüşmelerde belirtmiştim.
Bunlardan faydalanılabilir.
ÇEKİLME İÇİN ÜÇ NEDEN
Ben 15 Haziran'da çekileceğim derken üç nedenden dolayı çekileceğimi belirtiyorum. Bunlar;
1- AKP'nin kendi hegemonik iktidarını bana dayandırması, benim üzerimden kendi iktidarını yaşatmaya
çalışması,
2- Kürt siyasetinin ideolojisiz, örgütsüz siyaset anlayışı.
3- Askeri stratejik-taktik yöntemlerle alakası olmayan, bağdaşmayan gerillacılık tarzı.
Bu üç nedenle mevcut koşullarda rol almamın bir önemi olmadığı gibi, artık üzerimdeki bu düğümlerin çözülmesi
ve omzumdaki bu yüklerin atılması gerekiyor. Ben 15 Haziran'da çekileceğim derken bunu kastediyorum, yoksa kimseye
15 Haziran'dan sonra gidin, vurun, kırın, dökün demiyorum.
ASKER ATEŞKESİ DİNLEMİYOR
Gerillaya da seslenmek istiyorum. Benim burada barışı, ateşkesi devam ettirdiğim zannediliyor. Böyle bir algı,
inanç var. Ben burada barışı, ateşkesi sağlamadım. Asker ateşkesi dinlemiyor. Her türlü teknik araçlarıyla saldırıyor,
kimyasal silahlar kullanılıyor. Afganistan'daki gibi pilotsuz hava araçları kullanıyorlar. Tüm bu saldırılar karşısında gerekli
tedbirlerini almalıdırlar. Barışı, ateşkesi sağlama gibi bir durum söz konusu değil. Yapmaya çalıştığım, tecrübelerim
doğrultusunda sorunun çözümü için gidilmesi gereken yolu göstermektir. Kendimce doğru olan yolu göstermeye ve bunu
kabul ettirmeye çalışıyorum.
GERİLLA KENDİ PRATİK ÖNDERLİĞİNİ BELİRLEMELİ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Barışı ateşkesi sağlamışım gibi rehavete girilmemelidir. Gerilla, kendi bulunduğu somut koşullara göre üç
kişiyse üç, beş kişiyse beş, kendi pratik önderliğini o anda koşullarına göre belirlemelidir. Mücadele yöntemlerini kendi
pratik koşullarına göre belirlemelidirler. Ne yapıyorlarsa ona göre yapmalıdırlar.
GÖRÜŞMELERDEN SONUÇ ALINIRSA 15 HAZİRAN’DAN SONRA DA SÜRER
Burada yaptığım görüşmelerden sonuç almamız durumunda görüşmeler sonlanmayacak, 15 Haziran'dan sonra
da sürecektir. Sonuç almamız durumunda 15 Ağustos'tan itibaren yeni bir süreç başlayacak ve silahlı yöntemin devre
dışı bırakılmasıyla birlikte sorunun silahsız demokratik çözümü sürecine girilecektir. Olumlu gelişmeler olmazsa 15
Haziran sonrası herkes için farklı olacak, bu böyle bilinmelidir. Herkes bu durumda kendi rolünü oynamalıdır. Devlet bu
konuda adım atmazsa, demokratik çözüm seçeneğinin hayat bulmaması durumunda ortaya iki yönetimli çatışma süreci
çıkacaktır. Birinci yönetim, demokratik özerklik yönetimidir. Bu yönetim sadece Kürtlerle sınırlı değildir. Karadeniz'den
Trakya'ya, Ege'ye bütün Türkiye'de örgütlenen demokratik özerk yönetimdir ve onların güçleridir. İkinci yönetim ise,
AKP'nin hegemonik iktidar yönetimidir. Demokratik çözüm şansının yitirilmesi durumunda bu iki güç arasında, yani
demokratik özerk güçler ile AKP'nin iktidar güçleri arasında çatışma kaçınılmaz olacaktır. Ben burada tehdit etmiyorum,
sosyolojik bir tespit yapıyorum. Bu ortaya çıkan çatışma bir Türk-Kürt çatışması olmayacaktır. AKP'nin iktidar güçleriyle
demokratik özerk güçlerin çatışması olacaktır. Bu ikili yönetim gücü savaşı esnasında CHP, MHP, Ergenekon nereye
savrulur, nasıl konumlanırlar, nerede dururlar bilmiyorum. Bu meseleyle de çok ilgilenmiyorum. Ergenekon diye bir güç
var mı, ne yapar, CHP, MHP'nin pozisyonları ne olur, ne yaparlar net bir fikrim yok, umurumda da değil.”
GENÇLERE ÇAĞRI, O KADAR KOLAY TUTUKLANMAYIN
Öcalan gençliğe de seslendi: “Buradan bütün gençliğe de seslenmek istiyorum. Mustafa Malçok sınırsız bir
cesaret ve inancın göstergesidir. Eylemi bu anlamda anlamlıdır, anısı yaşatılmalıdır. Aynı zamanda gençler şahsında
manevi komutandır. Bu bağlılık ve cesaret örgütlülüklerine yansımalıdır. Yiğitlik ve cesaret var ancak bu tek başına
benim posterlerimi ellerine alarak sokaklarda taşınmasıyla, bana bağlılık ifadeleriyle olmamalıdır. Ayrıca kimse benim için
kendini de feda etmemelidir. Bu konuda manevi vicdan azabı çekiyorum. Bunu kabul etmiyorum. Somut koşulların somut
tahlili doğrultusunda kendi örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Yüzlercesi tutuklanıyor, cezaevine konuluyor, mücadele
edilirken o kadar kolay kendilerini tutuklattırmamalıdırlar, öldürtmemelidirler. Ciddi örgütlenmeler yaratmalılar. Öyle doğru
düzgün bir mücadele yürütmeden cezaevinde kendilerini çürütmemelidirler. Somut koşullara göre değişen daha anlamlı,
uzun vadeli öz örgütlülükler oluşturmalıdırlar.”
BU KOŞULLARI KABUL ETMİYORUM
Öcalan şöyle devam etti: “Bu koşullarda bir yaşamı alçakça bulduğumu, bu koşulları kabul etmediğimi de
belirtmeliyim. Kürtlerin bu koşullarda yaşaması, ölümden daha beterdir. Ben ölümü bu koşullardaki bir yaşama tercih
ederim. Tabii devrimcilik, adanmışlığı, büyük bir fedakarlığı gerektirir. Ben bu duygularla sadece Kürtlere değil, sol'a,
demokratik sol'a da bir şeyler katmaya, soluk kazandırmaya çalışıyorum. Uzun yıllar bunun için sabırla, inançla çalıştım.
Bakıyorum da kırk yıllık bir devrimci yaşamım var. Hatırlıyorum, 31 Mart Kızıldere katliamı ile başladım devrimci
mücadeleye. 31 Mart katliamını protesto etmek için 7 Nisan'da dağıttığım bildirilerden dolayı tutuklandım ve bir süre
Mamak cezaevinde kaldım. Böylece başladım.
SURİYE’DEKİ KÜRTLERE ÇAĞRI
Suriye’deki Kürtlere de seslenen Öcalan, “Suriye’deki halkımıza da sesleniyorum. Suriye’deki demokratik özerk
birliklerini, özsavunma birliklerini oluşturmalılar. Kendileri soykırım tehdidi altındadırlar. Bu tehdidi de göz önünde
bulundurarak örgütlülüklerini geliştirmeliler. Yine Iraktaki halkımız da kendi örgütlülüklerini geliştirmeliler. Orada
demokratik ulus birliği çerçevesinde konferanslarını gerçekleştirmeliler, birliklerini bu temelde güçlendirmelidirler.”
Öcalan son olarak şunları söyledi: “Yakın arkadaşım Faruk Vakıf Ahmetoğlu'nun vefat ettiğini öğrendim.
Ailesine, annesi-babasına başsağlığı ve sabır dileklerimi iletiyorum.
Demokratik Modernite dergisi çalışanlarına selamlarımı gönderiyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum.
Cezaevindekilerin açlık grevini bırakmış olması olumludur. Ben onlara ilişkin değerlendirmelerimi 15 Haziran sonrasına
bırakıyorum. Çalışmalı, yoğunlaşmalarını sürdürmeli, yeni döneme göre kendilerini konumlandırmalı, kendilerine iyi
bakmalılar. Tüm halkımıza selamlarımı iletiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
AKP'ye ikinci bir
şans tanımayacağım!
PKK lideri Abdullah Öcalan, 15 Haziran’dan sonra üç seçenek olduğunu belirterek, “Somut bir adım atmazlarsa,
ben AKP'ye ikinci bir şans tanımayacağım, kesinlikle ikinci bir kez şans tanımayacağım!” dedi. Öcalan iktidarın din
üzerinden yürüttüğü tartışmalara da dikkat çekerek, “Bugünkü iktidarın İslam anlayışı ABD'nin, kapitalizmin ürettiği İslam
anlayışıdır” diye belirtti.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1 Haziran günü gerçekleşen görüşmesinde özellikle iktidarın din üzerinden
geliştirdiği söylemler ile 15 Haziran sonrası olası gelişmeler üzerine durduğu öğrenildi.
GERÇEK İSLAM MEDİNE İSLAMIDIR
İktidar tarafından gündeme getirilen “Zerdüştlük” tartışmalarına değinen Öcalan şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bana yönelik Zerdüşt olduğumuz yönünde propagandalar yapılıyor. Buna cevap vermek istiyorum. Sivil cuma
namazlarına ilişkin eleştiri yapıyorlar. Bunlara cevap vereceğim. Ben kitaplarımda da belirtmiştim, Zerdüştlüğün birçok
din üzerinde etkileri olduğunu söylemiştim. Hz. Muhammed'in cenazesi daha ortadayken ihtilaf başlıyor, ayrışmanın
başladığı biliniyor. İktidar yanlısı, saltanat yanlısı İslam ile gerçek İslam-Medine İslamı arasında ayrışmalar, çatışmalar
başlıyor. Daha Hz. Muhammed'in cenazesi yerdeyken, kendini çok iyi gizleyen saltanat yanlısı Emevi anlayışı ile başını
Hz. Ali'nin çektiği dürüst Müslümanlar arasında kavgalar başlıyor. Bu dönemde Emevi anlayışı kendisini çok iyi gizler.
Hz. Muhammed'in çok sevdiği torunlarını, Hz Hüseyin'i çok vahşi bir şekilde katlettiler. O günden bu yana iktidar İslamı
ile gerçek İslam arasında süregelen bir çatışma var. Bugünkü iktidar da iktidar İslamı geleneğinden geliyor. Gerçek
İslam, Medine İslamıdır. Medine sözleşmesi diyoruz buna. Medine Sözleşmesi, Medine'de yaşayan tüm toplulukların,
toplum birimlerinin üzerinde anlaştığı bir toplumsal sözleşmedir.
DİN ÜZERİNDEN PROPAGANDA YAPANLAR DİNDEN ANLAMIYORLAR
Medine İslamı, toplumsal sorunların tartışıldığı camileşmenin de ilk gerçekleştiği dönemdir. Medine İslamında
toplumsal sorunlar camide tartışılıyor, zikrediliyor, dile getiriliyor ve çözüme kavuşturuluyor. ‘Zikir’ kelimesi de buradan
geliyor; ‘zikir’ kelimesi konuşmaktır. Bunun dışındaki zikir yalandır, gerçek değildir, sahtekarlıktır. Hakkımda bu şekilde,
Zerdüştlük üzerinden, din üzerinden propaganda yürütenler dinden anlamıyorlar. Dinde, İslam'da esas olan imandır.
İbadet imandan sonra gelir. İman olmazsa ibadetin de bir kıymeti yoktur. Bu iktidar, bu propagandayı yapanlar sahte bir
din anlayışına sahipler, sahip oldukları anlayış iktidar İslamı anlayışıdır.
İKDİDARIN İSLAM ANLAYIŞI ABD’NİN, KAPİTALİZMİN ÜRETTİĞİ İSLAM ANLAYIŞIDIR
Hakkımızda bu propagandayı yapanlar Amerika'nın 70'lerde ortaya attığı Yeşil Kuşak projesinin ürünüdürler.
Radikal İslamcılık -El-Kaide gibi- Amerika'nın ortaya çıkardığı bir projedir. El-Kaide'nin başına da oyun getirdiler. El-Kaide
liderinin öldürülmesi ya da öldürülme süsü verilmesi, cenazesinin bulunmaması bütün bunlar aslında bu oyunun
parçasıdır. Bahsettiğim gibi Yeşil Kuşak projesinin ürünü. Ladin'in öldürülüp-öldürülmediği de belli değil. Radikal
İslamcılık, ılımlı İslamcılık, ikisi de ABD'nin ürettiği, ortaya attığı İslam anlayışıdır. Bugünkü iktidar da Amerika'nın
1980'lerden itibaren Türkiye'ye dayattığı ılımlı İslam anlayışının ürünüdür. 12 Eylül darbesiyle Türkiye'ye “laik ulusalcılık
yerine, milliyetçi İslamcı anlayışı koy” denildi. Ilımlı İslam bir proje olarak Türkiye'ye dayatıldı. Bugünkü iktidarın İslam
anlayışı ABD'nin, kapitalizmin ürettiği İslam anlayışıdır. 12 Eylül'den sonra ortaya çıkan İslam anlayışında ABD'ye karşı
olan unsurlar, gruplar vardı. Bu nedenle Refah'ı, Saadet'i tasfiye ederek, içinden bugünkü iktidarı devşirdiler.
BUGÜNKÜ İKDİDAR DİNDEN, İMANDAN YOKSUNDUR
Bugünkü iktidar ABD kapitalizmiyle tam bir uyum içerisindedir. İktidar İslamı, Saltanat İslamı anlayışını temsil
etmektedir. Dinden imandan da yoksundur, din imanla hiçbir alakaları yoktur. Bunların din anlayışı maskeli bir din
anlayışıdır, şeklidir, usulidir, esasında iman yoktur. Esasında iman olmadığı için, gerçek dini temsil etmediği için de
aslında İslamın özünün de inkarıdır, reddidir. İmanla alakaları yok, ibadetleri de sahtedir. Benim İslam'a getirdiğim
yorumlardan AKP iktidarı son derece rahatsızlık duymaktadır. Büyük bir rahatsızlık duymaktadır.
ONLARIN SAHTE İSLAM ANLAYIŞINI ORTAYA ÇIKARDIĞIM İÇİN ÖFKELİLER
Ben onların sahte din anlayışını, iktidar İslam anlayışını ortaya çıkardığım için bana büyük öfke duyuyorlar. İşte
ben maskelerini düşürdüğüm için bana karşı saldırganlaşıyor ve bana karşı propaganda yapıyorlar. Bu nedenle bana her
yerden, planlı şekilde saldırıyorlar.
HALKIMIZ GERÇEK İSLAM’I ÖZÜMSEMELİ, KENDİ CAMİLERİNİ KURMALI
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Halkımız bunların din anlayışını iyi anlamalıdır. Uyanık olmalı ve bu oyunlara gelmemelidir. Bunların gerçek
dinle alakaları yoktur. Benim halkımıza söylediğim şudur: İktidar İslamı, Saltanat İslamından uzak durup, gerçek İslam'ı
yaşamaları, özümsemeleri gerekir. Bunun dışındaki sahte İslam anlayışlarına itibar etmemeleri gerekir. İslamın özüne
uygun olarak kendi camilerini, ibadethanelerini mahallelerde, her yerde kurmaları gerekir. Kendi camilerini, cemaatlerini
İslamın özüne uygun olarak kurmaları, yaşamaları ve bu şekilde örgütlenmeleri gerekir. Eğer bunu hemen
yapamıyorlarsa açık alanlarda da namazlarını kılabilirler, sonra bu açık alanları imkanları dahilinde ibadethanelere,
camilere çevirebilirler. Bunları sadece bu döneme özgü, dönemsel düşünmemeleri gerekir. Bunu uzun vadeli ve daimi bir
şekilde düşünüp, buna göre örgütlenmeleri gerekir. Halkımız kendi camilerinde mesela cuma namazında şunu
uygulayabilirler: Namaz kılındıktan sonra bir saat-iki saat kendi sorunlarını, örgütlülük sorunlarını, sosyal, siyasal,
ekonomik sorunlarını, toplumsal sorunlarını tartışırlar. Bunları bir çözüme kavuşturabilirler. Medine döneminde kılınan
cuma namazlarından sonra halkın camide mevcut sorunlarını çözmeye yönelik çabaları gibi. Zaten o mekanların özü ve
amacı da budur.
ÜÇ ANLAYIŞ MEVCUT
“Bugüne kadar Türkiye'de toplumsal sorunlara ilişkin üç anlayış mevcuttur” diyen Öcalan bunları şöyle dile
getirdi:
BİRİNCİSİ: MİLLİYETÇİ-ULUSALCI GELENEK VE ANLAYIŞ
Birincisi, milliyetçi-ulusalcı gelenek ve anlayıştır. Bugün bunun temsiliyetini MHP ve CHP yapmaktadır. MHP ve
CHP arasında bazı farklar olsa da özünde aynı anlayışı, bir anlayışı temsil etmektedir. Milliyetçilik İttihat ve Terakki'den
gelmedir, ulusalcılık ise Kemalizm'den, 1920'lerdeki anlayıştan gelmedir. 1925'ten 1950'lere kadar devlet milliyetçiulusalcı anlayışla gelmiştir. Günümüze kadar da devam etmektedir. Bu anlayış ABD tarafından desteklenmiştir, ABD
güdümündedir, biliniyor Türkeş ve arkadaşları ABD'de Florida'ya götürülüyor ve orada eğitiliyor. Kapitalisttir, burjuva
anlayışıdır, halka dayanmaz, halka dayanmayan bir anlayıştır. Bir önemli özelliği de hegemonik olmasıdır. Bugün
temsiliyetini CHP ve MHP de bulmaktadır.
İKİNCİSİ: MUHAFAZAKAR MİLLİYETÇİ ANLAYIŞ
İkinci anlayış, muhafazakar milliyetçi anlayıştır. Bugünkü temsiliyetini AKP'de bulmaktadır. Bu anlayış dincilik ile
milliyetçiliğin bir arada olduğu bir anlayıştır. 1950'lerden günümüze kadar gelmektedir. Ancak son yıllarda AKP ile birlikte
iktidar olmuştur. Özal döneminde de bu anlayış kısmen vardı. Bu muhafazakar milliyetçi anlayışın en büyük özelliği
dünya kapitalizmi ile finans kapital ile tam bir uyum içerisinde olmasıdır. Ulusalcı-milliyetçi anlayışta az da olsa ABD
kapitalizmine karşıt yönler vardır. Fakat muhafazakar milliyetçi anlayış global kapitalizm ile tam uyum içerisindedir. Halka
kesinlikle dayanmaz. Emekçilerle, işçilerle, halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenmez, bunlarla hiç alakası yoktur. Tamamen
hegemoniktir. Dünya kapitalizmi tarafından desteklenmektedir.
Uluslararası kapitalist sistem eski milliyetçi-ulusalcı anlayış yerine muhafazakar milliyetçi anlayışı, yani bugünkü
AKP'yi desteklemektedir. Bugün MHP'de yaşanan kaset olayları da bununla bağlantılıdır, MHP milliyetçiliği yerine,
ulusalcı-milliyetçi anlayış yerine Türk-İslamcılığını yerleştirme amaçlanmaktadır. MHP-CHP milliyetçiliği yerine AKP
anlayışını geçirmeye karar vermişlerdir. Yaşanan kaset olaylarının özü budur.
HÜRRİYET’İN YERİNİ ZAMAN ALDI
Bu ikinci anlayış, muhafazakar milliyetçi anlayış kendi hegemonik yapısını büyük oranda inşa etmeye girişmiştir.
Bununla bağlantılı olarak eski milliyetçi ulusalcı anlayışı yansıtan temel yayın organı Hürriyet gazetesi iken, ikinci anlayışı
yansıtan yayın organı ise Zaman gazetesidir. Hürriyet gazetesinin yerini Zaman gazetesi almıştır. Sabah, Yeni Şafak,
Zaman, Akit ve Star, daha doğrusu yandaş medya dedikleri gazeteler bu ikinci anlayışı topluma empoze etmektedir.
Zaman gazetesi şimdi okunmamasına rağmen tirajı en yüksek gazete konumuna yükselmiştir. Bu da yeni bir gladio'dur.
Bu ikinci anlayışın ekonomik örgütlenmeleri de MÜSİAD ve TUSKON'dur. TÜSİAD ise daha çok ulusalcı milliyetçi
çevrenin ekonomik örgütlenmesidir. Bu her iki anlayış da, milliyetçi-ulusalcı anlayış ve milliyetçi muhafazakar anlayış da
hegemoniktir, halkın sorunlarıyla ilgilenmez, halka dayanmaz, işsizlik vb. halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenmez, hatta
işsizliği bilerek artırır.
ÜÇÜNCÜSÜ: DEMOKRATİK ANLAYIŞ VE GELENEK
Üçüncü anlayış bizim sahip olduğumuz demokratik anlayış ve demokratik gelenektir. Bu ilk iki anlayışa karşı
üçüncü yoldur. İki anlayışa karşı bu üçüncü yolu öneriyorum. 1920'lerde Mustafa Suphilerden itibaren bize kadar gelen
demokratik örgütlenme, demokratik toplumsal anlayıştır. Bu anlayış ekolojik, kadın özgürlükçü, toplumsal demokratik bir
anlayıştır. 1920'lerde Mustafa Suphiler; tasfiye edilen, inkar edilen Kürtler; yine 1920'lerde tasfiye edilen dürüst
İslamcılar, kısacası dışlanan, ezilen tüm kesimleri kapsar. Bu anlayış tamamen demokratik, emekçilere, halka, ezilen
kesimlere dayanır. Bizim de yapmaya çalıştığımız, demokratik anlayışta da ilk iki anlayışta olduğu gibi, bir temsiliyeti
sağlamaktır. Bu üçüncü yolun, seçeneğin örgütlülüğünü belli bir düzeye çıkarmak, temsiliyetini sağlamaktır.
15 Haziran öncesi kendisiyle bir görüşme daha yapılabileceğini söyleyen Öcalan, AKP’ye ikinci bir şans
tanımayacağını kaydetti. Öcalan şunları ifade etti:
BİRİNCİ SEÇENEK: MEVCUT KAOTİK DURUM
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“15 Haziran'a ilişkin; muhtemelen son bir kez benimle burada bir görüşme daha yapılacak. 15 Haziran'dan sonra
önümüzde üç seçenek var. Birinci seçenek, bugüne kadar tek taraflı olarak devam eden daha çok kaotik bir durumu
yansıtan seçenektir. Tek taraflı ateşkes hali olup-olmadığı tam belli olmayan, daha çok kaotik devam eden bir durumdur.
Son birkaç yıldır devam eden mevcut durumu kast ediyorum. 15 Haziran'dan sonra bu durum devam edebilir. Böyle bir
seçenekte AKP'nin Kürtleri kasıp kavurma durumu da devam eder.
İKİNCİ SEÇENEK: KANDİL SEÇENEĞİ
İkinci seçenek, Kandil seçeneğidir. Kandil'in mevcut savaşı orta düzey savaşa çıkarmasıdır. Kandil ile PKK ve
KCK'nin süreci ele alıp savaşı orta düzeye çıkarmasıdır. Eskiden böyle bir tabir kullanıyorlardı. Böyle bir güçleri var mı,
savaşı orta düzeye çıkarabilirler mi, buna hazırlıklılar mı, bunu yapabilecek güç ve hazırlığa sahipler mi bilemiyorum. Bu
orta düzey savaş, pasif-aktif savunma vb de bu durumda anlamını kaybeden gereksiz kavramlardır. Böyle bir durumda
devlet de buna karşı Kandil'i dikkate alır mı, almaz mı bilemiyorum. Devlet de bu duruma karşı kendi hazırlığını yapar,
kendi metodunu uygular.
ÜÇÜNCÜ SEÇENEK: BENİM EĞİLİMİM
Üçüncü seçenek, benim eğilimimdir. Birinci seçenek devletin eğilimi ve tutumu, ikinci seçenek Kandil'in eğilimi
ve tutumu, üçüncü seçenek ise benim çözüm eğilimimdir. Üçüncü seçenek benim sunduğum demokratik çözüm
projesidir. Ancak benim bu üçüncü seçeneği hayata geçirebilmem için bazı koşullarım olacak. Bunları şart olarak ileri
sürmüyorum ancak üçüncü seçeneği hayata geçirebilmem için böyle üç-dört adet koşulun yerine getirilmesi lazım. Ben
burada pratik önderlik yapabilecek durumda değilim, çünkü tutukluyum. Şu anki mevcut koşulları da daha fazla
sürdürebilmem mümkün değil. Eğer devlet bu üçüncü yol eğilimimi önemserse, dikkate alırsa o zaman demokratik
çözümün gelişmesi için devreye girerim, elimden geleni yaparım. Böyle bir durumda gelişecek çözüme de demokratik
anayasal çözüm diyorum. Bu demokratik anayasal çözüm gelişirse Türkiye'de önemli demokratikleşme adımları gelişir.
PKK de bu çözüme bağlı olarak silahsızlandırılır. Ben demokratik çözümden yanayım, demokratik anayasal çözümden
yanayım. Devletin bu koşulları kabul etmesi ve demokratik çözüme imkan tanıması halinde de ben açık müzakere
yürüteceğim, her şeyi açık bir şekilde yürüteceğim. Ancak bunun için AKP'nin istekli olması lazım, çözümü istemesi
lazım. Belki devlet de bu çözümden yana tercihini kullanır. Ancak hayır, AKP “ben her şeyi tek taraflı yaparım” derse, ben
de bunu kesinlikle kabul etmeyeceğim ve çekileceğim. Birinci ya da ikinci seçenek devreye girer, daha doğrusu herkes
kendi seçeneğini devreye sokmaya çalışır.”
2005’TE DEVREDEN ÇIKMA EĞİLİMİNDEYDİM
Öcalan şöyle devam etti: “Ben aslında 2005 yılında mevcut durumu sonlandıracaktım. Devreden çıkma
eğilimindeydim. PKK de o dönem mevcut durumu sonlandırma ve AKP'ye karşı daha sert yöntemlere başvurma
eğilimindeydi. Ancak AKP iktidarda yeni olduğu için ona bir şans vermek, AKP'yi engellemek daha doğru göründü. 1
Haziran 2004 hamlesi olmasına rağmen savaşın derinleşmesini önledim. AKP iktidarının ikinci, üçüncü yılı olması
vesilesiyle yeni olduklarını ve biraz zaman ve fırsat verilmesi için çağrıda bulundular. Ben de demokratik çözümün
geliştirilebilmesi için fırsat sundum ancak anladım ki bugüne kadar hep bir oyalama eğilimindeler.
AKP’YE İKİNCİ ŞANS TANIMAYACAĞIM
Ben demokratik çözüme olan inancım ve gerekliliği de dikkate alarak hep sabırla bekledim. Eğer 15 Haziran'a
kadar Kürtleri de demokratik anayasal çözüme dahil ederek çözecekleri yönünde bir açıklama yapmazlarsa, somut bir
adım atmazlarsa, ben AKP'ye ikinci bir şans tanımayacağım, kesinlikle ikinci bir kez şans tanımayacağım! AKP, “hayır,
ben anayasayı tek taraflı yapacağım, kendi formülümü uygulayacağım, kendi bildiğimi okuyacağım” derse bu bir savaş
ilanıdır. Savaş ilanına karşı da nasıl cevap verileceği bellidir.
BEN DEMOKRATİK ÇÖZÜMDEN YANAYIM
Böyle bir durumda ben dahil ne Kandil ne BDP, hiç kimse halkın önüne geçemeyecektir. Öyle bir durumda
halkın önüne geçmek alçaklıktır. Ben de halkın önüne geçersem, halkın demokratik tepkilerinin önüne geçersem, bana
da çok şiddetli eleştiriler yöneltilmelidir. Tekrar ediyorum, ben demokratik çözümden yanayım. Fakat demokratik
çözümün önü açılmazsa kesinlikle AKP'ye bir daha şans tanımayacağım. Eğer demokratik çözüme şans tanımazlarsa,
AKP kendi formülünü dayatırsa, mevcut gözaltı sayıları ve tutuklamalar kat be kat artar, çok sancılı bir döneme geçilir.
Bundan devlet, herkes büyük bir zarar görür.
DEMOKRATİK ÇÖZÜM OLMAZSA, DEVLET İLE KANDİL KARŞI KARŞIYA KALIR
Demokratik çözümün gelişmemesi durumunda devlet ile Kandil karşı karşıya kalır, herkes kendi metodunu,
kendi çözümünü dayatır. Bu durumda arada kalanlar olabilir. Arada kaldığını söyleyen Diyarbakır'daki bazı sivil toplum
örgütleri de DTK'da yer alabilir. DTK böylesi bir durumda farklı kesimlerin, arada kalanların çatısı işlevini görebilir.
MUSTAZAF-DER DTK BÜNYESİNDE ÇALIŞMA YÜRÜTEBİLİR
Bazı sivil toplum örgütleri açıklamalar yapıyor, “biz tarafsızız, kimsenin tarafını tutmuyoruz” diyorlar. Mazlumder, Mustazaf-der gibi kurumlar DTK bünyesinde çalışmalarını yürütebilirler, DTK'da yer alabilirler. İki tarafla da
görüşebilirler, bir nebze olsun çözüme katkıları olabilir.
HER İKİ DURUMA HAZIRLIKL OLUNMALI
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Demokratik çözümün gelişmemesi durumunda büyük bir savaş, çatışma çıkabilir. Bundan herkes kaybeder,
herkes zarar görür. Bu durumda BDP'nin ise çok fazla yapabileceği bir şey kalmaz, daha doğrusu yapabileceği sınırlı
şeyler olabilir. Yine de sınırlı da olsa kendi çalışmalarına devam edebilir, yapabileceği şeyleri yapmaya devam etmelidir.
Demokratik çözümün gelişmesi hali de, savaş olması durumu da, her iki durum da Kürtlerin lehinedir. Her iki duruma da
hazırlıklı olunmalıdır.
EN ÇOK KORUCULAR ETKİLENİYOR
Bu savaştan en çok korucular etkilenmektedir. Çatışmaların daha da artması durumunda en çok zarar görecek
olan da onlar, öne sürülenler de onlardır. Onlar üzerinden savaş yürütülmekte. Onlarla görüşmeler devam edebilir, onlara
çağrılar yapılabilir.”
SEÇİMLERE SEFERBERLİK RUHUYLA ÇALIŞILMALI
Yaklaşan seçimlere ilişkin de mesaj veren Öcalan, Bingöl’ün durumuna dikkat çekti: “Bingöl'e dair şunları
söyleyeyim: Bingöl konusunda daha önce hata yapıldı. Devlet bu hat üzerinde büyük bir oyun oynadı. Yerellik, lehçeciliğe
dayalı ayrımcılık politikasını yaşama geçirmeye çalıştı ve kısmen de başarılı oldu. Bingöl-Muş-Diyarbakır üçgeninde çok
kirli şeyler yaşandı, devlet kirli politikaları hayata geçirmeye çalıştı. PKK içinde de Çürükkayalar bu politikaları
uygulamaya çalıştı. Bu üçgende PKK'yi ele geçirmek için her türlü pisliği, tasfiyeyi gerçekleştirmeye çalıştılar. 1980'lerde
bunlar PKK'yi bölgede ele geçirme amacıyla hareket ediyorlardı. Bağlılıkları da sahteydi. O bölgede devlet de JİTEM gladio da diyebiliriz- tarzı yapılanmaları büyük oranda hayata geçirdi.
BİNGÖLLÜLERE ÇAĞRI
Ancak buna karşılık Bingöl bölgesinden, Moskova'da kendi bedenini ateşe veren büyük bir kahramanımız,
militanımız da var. Onun gibi birçokları var. O dönem Moskova'da bizim yanımızda kalıyordu. İsmi Ahmet Yıldırım, biz
orada Tayhan diyorduk. Benim ve Kürtlerin o günkü durumuna karşı büyük bir cesaretle bedenini ateşe verdi. Böyle
kişiler tarihsel kişiliklerdir. En az Mustafa Malçok kadar sahiplenilmelidir, bu şekilde anılmalıdır. Bingöl'de anılmalı, sahip
çıkılmalıdır.
Bingöl'de devletin geliştirmeye çalıştığı bu politikalar çok köklüdür. Aslında 1925'ten beri süren bir politikanın
sonucudur. Özellikle Bingöl'de Zazalık-Kurmanclık gibi ayrıştırmalar hayata geçirilmeye çalışıldı. Ancak bu suni bir
ayrımdır. Bu yönlü geliştirilen pek çok ayrım politikası gibi yapay bir ayrımdır. Halk bu gerçeği görüp uyanık olmalı ve
demokratik birlik esasına dayalı birlikteliğini kurmalıdır.
İYİ SONUÇ ÇIKARSA DEMOKRATİK ÖZERKLİK ONAYLANACAK
Seçimlere de on gün kaldı. Bu son on gün içinde çalışmaların büyük bir seferberlik ruhuyla devam etmesi
gerekir. Bu seçimler demokratik özerkliğin onaylandığı seçimler olacaktır. Büyük bir ivme yakalanması halinde
demokratik özerkliğin onaylanması anlamına gelecektir. Bu bağlamda halk gerçek tercihini kullanmış olacaktır. Yani halk
demokratik özerklik ile AKP arasında bir tercih yapacaktır. Seçimlerin iyi sonuç doğurması halinde demokratik özerklik
onaylanacak, fiilen de hayata geçirilecektir. Seçimlerin kötü sonuçlanması halinde ise demokratik özerkliğe hayır
anlamını taşıyacaktır. Halkımız bunu böyle anlamalı, buna göre son on gün içinde büyük bir seferberlik ruhuyla seçimlere
hazırlanmalıdır. AKP de sandık sonuçlarını değiştirmek, kendi lehine sonuçlandırmak için elinden geleni yapacaktır. Her
türlü güvenlik tedbirini, her türlü baskıyı uygulayacaktır. Halkımız, bu kaygıya göre hareket edip sandıklara, oylarına
sahip çıkmalı, gözlemciler yerleştirmeli ve uyanık olmalıdır.”
ESP’Lİ ARKADAŞLARA SELAMLARIMI İLETİYORUM
Öcalan son olarak şunları ifade etti: “ESP'li arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Ben seçimlerden sonra çatı
partisi oluşumu hakkında açıklamalarda bulunacağım. Devletin de sol'un bu demokratik yolunu kapatmaması, en
azından yarışın, mücadelenin demokratik zeminde kalması için buna engel olmaması gerekir. Seçimlerden sonra bu
konularda çalışmalar yapılabilir. Ancak bu çalışmalar yapılırken büyük, küçük örgüt farketmez, tümü bu çalışmanın içine
dahil edilmelidir.
Bu vesileyle Şırnak, İdil, Siirt, Bingöl, İzmit ve İzmir'deki aday ve çalışanlara, tüm halkımıza selamlarımı
iletiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
AKP cuntası daha tehlikeli!
10 Haziran 2011
Öcalan, “AKP cuntası vardır! Yeni İslamcı milliyetçi cunta, ulusalcı milliyetçi cuntadan daha derin, daha tehlikeli
ve daha örgütlüdür. Yapılanmaları daha güçlüdür. Bu cuntanın ABD ile anlaşması daha derindir. İşte AKP bu derin
İslamcı milliyetçi cuntaya dayanıyor” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan, seçimler öncesi son görüşmesinde önemli açıklamalarda bulundu. Öcalan şunları
söyledi:
URFA TEK BAŞINA BİR ÜLKE GİBİDİR
“Urfa'da aslında büyük bir potansiyel var, dört aday bile seçilebilirdi. Urfa'yı iyi anlamak gerekir. Urfa tek başına
bir ülke gibidir. Urfa üzerinde oyunlar oynanıyor. Yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Urfa üzerinde oynanan oyunları iyi
görmek gerekir. Orada buna göre bir siyaset tarzının belirlenmesi gerekir. Urfa'da toprak ve su üzerine politikalar
üretiliyor, oyunlar oynanıyor. Urfa'nın verimli toprakları ve suyu boldur. Bu topraklara ve suya sahip çıkılmalıdır. Bu
verimli topraklar ve suyundan dolayı bir çok kesimin gözü Urfa'nın üzerindedir. Araplar ve İsrailliler gelip Urfa'da toprak
satın alıyor, yatırımlar yapıyor. Aynı şekilde Urfa'nın dinsel yapısından dolayı din üzerinden de oyunlar oynanmaya
çalışılıyor. Bütün bunları görmek zorundayız. Aksi takdirde orada demokratik siyaset geliştirilemez. Urfa'nın bu anlamda
kendisine ait bir demokratik örgütlenme çalışması olmalıdır.”
KİMSE BENİM SÖYLEDİKLERİMİ TEKRARLAMAK ZORUNDA DEĞİL
“Kimse benim söylediklerimi tekrarlamak zorunda değil, beni taklit etmek zorunda değil. Benimle uyumlu
görünmek zorunda da değiller. Böyle bir görüntü verilmeye çalışılıyor, ancak bu doğru bir yaklaşım değil. 30 yıldır bu
durum hep böyle gidiyor. Bütün yük benim omuzlarıma yükleniyor. Ben buradan herşeyi yüklenemem. Kandil'in koşulları
ayrı, demokratik siyaset koşulları ayrı, benim koşullarım ayrıdır. Her birimiz farklı farklı koşullarda yaşıyoruz. Kandil ayrı
bir kurumdur, demokratik siyaset ayrı bir kurumdur, ben ayrı bir kurumum. Her kurum da kendi çözüm politikalarını kendi
belirler ve bunları hayata geçirmeye çalışır. Ayrıca her üç kurum kendi kanallarını kendisi yaratabilir. Her kanal üzerinden
görüşmeler yapılabilir. Kandil, illegaldir, silahlı bir direniş örgütüdür, gerilla hareketidir. Politikasını da buna göre üretir.
Kendi konumunu bu gerçekliğine göre belirler. Demokratik siyaset kurumları ise ayrıdır, legal demokratik alanda
mücadele ediyorlar. Politikalarını buna göre belirlemeli, diplomasilerini bu gerçekliğe göre yürütmeliler. Ben ise ayrı bir
kurumum, koşullarım bellidir. Buradakiler de, heyettekiler de benim ayrı bir kurum olduğumu kabul ediyorlar. Bana buna
göre yaklaşıyorlar.”
HERKES KENDİ KOŞULLARINA GÖRE HAREKET ETMELİ
“Koşullarmız farklıdır, dışarıdakiler özgürdür, ben mahkumum. Onların yapacakları ve benim yapabileceklerim
farklıdır. Kimse benimle uyumlu olmak zorunda değil derken bunu kastediyorum. Herkes mevcut koşullarına göre hareket
etmek zorundadır. Yürütülecek çalışmalar buna göre belirlenmelidir. Ben bu koşullarda bütün güçleri yüklenemem, pratik
koşullara hakim değilim ve pratik önderlik de yapamam. Ayrıca burada ateşkesi de geliştirmiyorum. Yapmaya çalıştığım,
kendi tecrübelerim, birikimim doğrultusunda demokratik anayasal çözüme katkıda bulunmaktır. Bütün bu iyi niyetli ve
barışçıl çabalarıma rağmen bir Avrupa yetkilisi beni diktatörlükle suçluyor. Herşeyi otoriter bir şekilde elimde tuttuğumdan
bahsediyor. Kürtler üzerinde otorite kurmaya çalıştığımdan söz ediyor. Bu koşullarda demokratik çözüm konusunda bu
kadar çaba içerisinde olmamıza rağmen diktatörlükle itham edilmem kabul edilebilir değildir.
Bütün enerjimi demokratik anayasal çözüm temelinde harcıyorum, burada bunun için çalışıyorum. Benim
tutulduğum koşullarda bütün gelişmeleri kontrol etmem sözkonusu olamaz. Herkes kendi koşullarına göre hareket
etmelidir. Olası gelişmelere karşı ne kadar hazırlıklılar? Kendi örgütsel durumlarını, gerçekliğini görerek, süreci nasıl
göğüsleyeceklerine kendileri karar vermelidir. Kendilerini herhangi bir gelişme karşısında nasıl savunacaklar? Halkı,
onları bekleyen tehlikeleri göğüsleyebilecekler mi? Bunların hesabını-kitabını kendileri yapacak, kararlarını kendileri
alacak, kendileri uygulayacaktır.”
BURADA HUKUK YOK
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Siyasette boşluk bırakılmamalıdır. Ben de burada kendi koşullarıma göre çalışmalarımı yürütüyorum, hareket
ediyorum. Buradaki heyet de bunları kabul ederek, yani benim kurum olduğumu kabul ederek benimle görüşüyor. Ben
burada mahkumum. Aslında durumum mahkumiyet de sayılamaz. Gladio'nun, Nato Gladiosunun operasyonuyla buraya
getirildim. Dolayısıyla benim buradaki statüm hukuk dışıdır, rehine statüsüdür. Biliniyor rehineler bir şeyler karşılığında
rehin tutulurlar. Rehin tutulanın gücü-konumu karşılığında istediklerini elde etmek için karşı taraftan bir şeylerin yerine
getirilmesi istenir. Herkes benim bu statümün farkında olmalı. Burada hukuk yok, mahkemelerin nasıl yapıldığı biliniyor,
burada bir tiyatro oynandı. Guantanamo'da tutulanlar da bir nevi rehine gibi tutuluyor. Orada tutulanlardan hukuk dışı
yollarla bilgi alınmaya, onlardan yararlanılmaya çalışılıyor. Aslında burası da Amerika'nın Guantanamosundan önce
düşünülmüş, hayata geçirilmiş bir yerdir. Ben de burada rehine olarak tutuluyorum. Rehinelerin başına ne gelir? Ya
politik gücü-konumu karşılığında istenilenler yerine getirilir ve serbest bırakılır, ya rehin tutanların şartları yerine
getirilmez ve rehine öldürülür ya da hiç bir şey yapılmaz, rehine çürütülür. Rehineliğin böyle iki-üç sonucu vardır. Ben
burada çürütülmeme izin vermem.”
AKP TASFİYEYİ GERÇEKLEŞTİREMEDİĞİ İÇİN BDP’YE SALDIRIYOR
“Aslında Kürt sorununu da beni burada kullanarak kendilerine göre çözmek istediler. Ben bunun erken farkına
vardım, izin vermedim. Legal siyaset üzerinden oynanan oyunlar da aynıdır, onlar üzerinde de oyunlar oynamaya
çalıştılar. AKP, BDP'yi kendine bağlayıp, kuyrukçu konumuna düşürerek tasfiyeyi örmeye çalıştı. Ama bunu
başaramadılar. AKP'nin BDP'ye öfkesi de bundan dolayıdır. Bu tasfiye politikalarına derinlikli yaklaşılırsa bunlar boşa
çıkarılabilir. Yüzeysel yaklaşımlarla bu politikalar boşa çıkarılamaz, üstesinden gelinemez. Zaten mevcut siyaset tarzı da
fukaracadır. O kadar darbe yenmesine rağmen hala anlaşılmıyor ama yavaş yavaş anlaşılacaktır. AKP bu tasfiye
politikalarını gerçekleştiremediğinden şimdi bana, BDP'ye saldırmaya başlıyor. Öfkesinin nedeni, karşısında direnen tek
gücün Kürtler olmasındandır.”
MHP VE CHP DİZAYN EDİLECEKLER
“Zaten MHP ve CHP'nin içinde bulundukları durum da AKP'ye karşı direnmeye müsait değil; geçiş sürecindeler,
dizayn sürecindeler. Ancak demokratik siyaset güçlerinin durumu da oldukça zayıf, AKP de bunun farkında olarak bir
boksör edasıyla yumruklarını sağa-sola savuruyor, gördüğü boşluklara yumruklarını savuruyor. Boşluk bırakılırsa
darbelerin nereden geldiği bile anlaşılamaz. İşte yaygın tutuklamalar, gözaltılar bunun sonucudur.”
TAHRİR GİBİ ÖZGÜRLÜK MEYDANLARI YARATILABİLİR
“Her gün yüzlerce kişi gözaltına alınıyor, halk korunmazsa daha da fazla alırlar, buna göre sahip çıkılmalıdır.
Siyasilerin sorumluluğudur. Buna yanıt verilemedi. Halkı arkalarına alıp, her türlü operasyonlara karşı tutum alabilirlerdi.
Önlem alınmazsa bunlar devam edecektir. Çeşitli komplolar kurarak, her siyasiye farklı yönelimler olabilir. Bunlar
karşısında ise demokratik siyaset tarzı güçlendirilerek, Tahrir gibi özgürlük meydanları yaratılabilir.”
ERDOĞAN’IN EN BÜYÜK ÇILGINLIĞI KÜRTLERE YAKLAŞIMIDIR
“Direnme seçeneği bizim için yeni bir seçenek değil. Zaten yıllardır direniyoruz. Ben burada direniyorum,
siyasetçiler dışarıda direniyor, gerilla dağda direniyor, yıllardır yaptığımız şey direnmek. AKP yıllardır benim üzerimden
Kürt sorununu kendisine göre çözmeye çalıştı. Ben buna alet olmadım. Yine BDP'yi kendi yanına çekerek Kürtleri tasfiye
etmeye de çalıştı. AKP Kürt siyasal hareketini tasfiye ederek Kürt sorununu kendisine göre çözmek istiyor. Zaten
yaptıkları açıklamalarda da bunu, yani tasfiyeyi belirtmekten çekinmiyorlar. Erdoğan çılgın projelerden bahsediyor.
Aslında en büyük çılgınlığı siyaseten Kürtlere yaklaşımıdır. Kürtlerin tasfiyesi konusunda çılgınlık yapacağa benziyor. Bu
çılgın projelerini bu kadar rahatlıkla ifade etmesinin nedeni de tekelci kapitalist sistemi arkasına almasından kaynaklıdır.
Arkasındaki derin gücün farkında olduğu için bu kadar rahattır. Çılgın projelerle insanlarla adeta dalga geçiyor.”
AKP SORUNLARI ÇÖZECEKMİŞ GİBİ ALGI YARATIYOR
“AKP sorunları çözmek istiyormuş gibi bir algı yaratıyor. TRT-Şeş ve Kürtçe kurslarla çözeceğini, Kürtlerin de
bunu bir çözüm olarak kabul edeceğini zannetti. Fakat AKP çözüm partisi değildir. Kurulduğu günden beri Kürt hareketini
tasfiye etmek istiyor. Kuruluş amaçlarından biri de budur.”
AKP KENDİ CUNTASINI OLUŞTURDU
“AKP 2002'den bu yana kendi cuntasını oluşturarak, bu cuntadan aldığı destekle Kürtleri tasfiye etmeye
çalışıyor. ABD ile anlaşarak kendi cuntasını oluşturdu. ABD-AKP anlaşması sonucunda geleneksel ulusalcı milliyetçi
cunta yerine İslamcı milliyetçi cunta oluşturuldu. AKP böylece hegemonik iktidarını kuruyor. ABD de bu yeni cuntaya
destek verdi. Zaten geçmişin ulusalcı-milliyetçi cuntası teşhir olmuştu, açığa çıkmış ve yıpranmıştı. Bu cuntayla işlerin
yürümeyeceğini anlayan ABD, AKP ile birlikte İslamcı milliyetçi cuntayı oluşturdu. Tabi bunların hepsi ABD'nin bölgesel
politikaları dahilindedir.”
ABD FETHULLAHÇILARLA ANLAŞMA İÇERİSİNDE
DERLEYEN : AZAD BADIKI
“Ortadoğu'daki politikaları üzerine kuruludur. Geleneksel ulusalcı milliyetçi cunta döneminde ABD milliyetçilerle,
Türkeşgillerle anlaşma dahilinde cuntayı oluşturup politikalarını yürütürken, şimdi de Fettullahçılarla anlaşarak İslamcı
milliyetçi cuntayı oluşturdular. ABD geçmişte milliyetçilerle anlaşmıştı, şimdiyse Fettullahçılarla anlaşma içerisindedir.
Biliyorsunuz Türkeşler 1952'de ABD'ye giderek orada eğitim gördü. Ve Türkiye'ye gelip ulusalcı milliyetçi cuntayı
oluşturarak başına geçtiler. Geleneksel ulusalcı milliyetçi cunta tarihsel olarak İttihat Terakki milliyetçiliğine dayanır. O
dönem İttihat Terakki karşısında Hürriyet ve İtilaf fırkası vardı. AKP de buna benziyor. 2000'lerin başına kadar ABD bu
geleneksel cuntayla işlerini yürüttü. 2000'li yılların başında bu geleneksel cunta Ergenekon olarak ifadelendiriliyordu.
Artık bunlarla işlerini yürütemeyeceklerini anladıklarında ise AKP ile birlikte yeni cuntayı oluşturdular.”
ZAMAN YENİ CUNTANIN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR
“Geçmişte Türkeşlerle yapılan anlaşmanın daha etkili ve sonuç alıcı olanı 2004'te AKP ile ABD arasında yapıldı.
Sonrasında 2007 Dolmabahçe toplantısıyla da AKP, Genelkurmay ile anlaşmaya gitti. Yeni İslamcı milliyetçi cunta süreci
böyle geliştirildi. Bu yeni cunta sürecinde ABD Fettullahçılarla anlaşma halindedir, zaten o da Amerika'da yaşıyor. Zaman
gazetesi de bu İslamcı milliyetçi cunta döneminin sözcülüğünü yapıyor. Bu gazete dikkatli takip edildiğinde bu
görülmektedir. Dolayısıyla AKP'nin kuruluşunun amacı, Türkiye'nin köklü-temel sorunlarının çözümü değil, ABD ve
İngiltere'nin Ortadoğu'daki bölgesel politikalarının hayata geçirilmesidir.”
AKP ABD’NİN POLİTİKALARINI SÜRDÜRMEK İÇİN KURULAN BİR PARTİ
“AKP, çözüm için değil, ABD'nin politikalarını yeni boyutlarla sürdürmek için kurulan bir partidir. ABD geleneksel
ulusalcı milliyetçi cuntayla tarihsel bir boşanma yaşadı. Artık bu cuntanın teşhir olduğunu ve bunlarla işlerini
yürütemeyeceğini anladığında, bu sonuç ortaya çıktı. 2000'li yılların başındaki ulusalcı milliyetçi cuntanın dört darbe
girişimine destek vermemesinin nedeni de budur.”
AKP ULUSALCI MİLLİYETÇİ CUNTADAN DAHA TEHLİKELİ BİR ÖRGÜT
“AKP cuntası vardır! Yeni İslamcı milliyetçi cunta, ulusalcı milliyetçi cuntadan daha derin, daha tehlikeli ve daha
örgütlüdür. Yapılanmaları daha güçlüdür. Bu cuntanın ABD ile anlaşması daha derindir. İşte AKP bu derin İslamcı
milliyetçi cuntaya dayanıyor.”
İRAN’IN HAREKET SAHASINI DARALTIP KUŞATACAKLAR
“AKP, ABD-İngiltere'nin bölgesel politikalarına hizmet etmesi, onlara uyum sağlaması karşılığında iktidardadır.
İşte Başbakan Libya'ya gidiyor, Kaddafi'den madalya alıyor, dostluk ilişkileri geliştiriyor, geliyor, sonra ortada bırakıyor.
Suriye'de Esad'la kardeş oluyor, yoğun görüşmeler yapıyor, sonra Esad'ı yalnız bırakıyor. Afganistan'da ABD'ye yardım
ediyor, Pakistan'la yıllara varan işbirliği geliştiriyor. Aslında Bin Ladin'in Pakistan'da öldürülmesi de bu bölgesel
işbirliğinin, anlaşmanın sonucunda olmuştur. Bin Ladin'in yeri biliniyordu, kendisini kullandılar, işleri bittikten sonra da
tasfiye ettiler. Ahmedinecad'ın da yakınlarda buna benzer bir açıklaması oldu: Bin Ladin'in uzun süreden beri ABD'nin
kontrolünde olduğunu belirtiyordu. ABD bölgedeki politikalarıyla bölge ülkelerini kendine bağlıyor, politikalarına alet
ediyor. Bu politikaları sonucunda İran'ın da hareket sahasını daraltıp kuşatacaklardır.”
AKP ABD’NİN ELLİ İSLAM ÜLKESİNDEKİ VEKİL ÖRGÜTÜDÜR
“AKP Libya, Suriye, Afganistan, Pakistan'daki ABD politikalarına karşı gösterdiği uyum ve yaptığı katkılarla
iktidarını sürdürüyor. AKP bölgede elliye yakın İslam ülkesinde ABD politikalarına hizmet ediyor. AKP, ABD'nin elli İslam
ülkesindeki vekil örgütüdür. Tüm bu hizmetlerinin karşılığında ABD'den Kürtlerin tasfiyesinin icazetini almış durumdadır.
ABD ve AKP Kürtler konusunda anlaşma içerisindedirler. AKP, Avrupa ile de ilişkilerini düzeltti, daha önce sorunları,
çelişkileri vardı. Onlarla da ilişkilerini düzeltti, şu anda bazı eleştiriler alsa da aralarında sorun yok. Bu konuda da
rahatlamış durumdalar.”
12 EYLÜL İLE HESAPLAŞMA YOK, BUNLARIN HEPSİ TEZGAH
“12 Eylül ve Evren konusuna da değinmek istiyorum: AKP, 12 Eylül ile, Kenan Evren ile hesaplaştığını söylüyor,
kamuoyunda böyle bir algı yaratıyor. AKP'nin 12 Eylül'le hesaplaştığı filan yok. Bunların hepsi tezgahtır, oyundur. Aslında
Evren'in ifade vermesi daha önce hazırlanan bir senaryonun sonucudur. AKP, Kenan Evren'in zorla ifadesini almıyor,
Evren, kendi isteğiyle ifadesini veriyor.”
ÇATIŞMA BÜTÜN TÜRKİYE’YE YAYILABİLİR
“Bütün bu gelişmeler iyi görülmeden tasfiye politikalarının önüne geçilemez. Kandil de BDP de bunları iyi
görmeli, değerlendirmelidir. Stratejik derinliğe dayalı bir bakış açısına sahip olunmalıdır. Tekrar söylüyorum, benim
çabalarım demokratik anayasal çözüme yöneliktir. Burada yaptığım görüşmeleri bu eksende yürütüyorum. Kandil de
herkes de kendi koşullarına göre tavrını belirler. Benim söylediğim şeyleri yapmak zorunda değiller. Pratik konularda
pratik önderliklerini kendileri yaratabilirler. Ben burada demokratik anayasal çözümü sağlamaya çalışıyorum. AKP'nin
buna vereceği cevap önemlidir. AKP demokratik anayasal çözüme gelmezse, çözüm gelişmezse işin doğası gereği
DERLEYEN : AZAD BADIKI
çatışma
ortamı
doğabilir.
Bu
durumda
Kürtler
demokratik
özerklik
temelinde
kendi
toplumsal
inşalarını
gerçekleştirebilirler. Buna da güçleri vardır. İkili hukuktan bahsediliyor, bunlar geliştirilebilir. Çözümün gelişmemesi
durumunda ortaya çıkacak çatışma bir Türk-Kürt savaşı olmayacaktır; demokratik özerk güçlerin kuvvetleriyle AKP'nin
hegemonik iktidar güçlerinin kuvvetleri arasında bir çatışma süreci başlayacaktır. Bu çatışma bütün Türkiye'de
yaşanabilir. Ben bunları söylerken tehdit etmiyorum, deneyimime dayanarak sosyolojik bir tespit yapıyorum.”
KAPİTALİSTE SİSTEM SALDIRILARINA KARŞI ÖZERK GÜÇLERİN ORTAK DİRENİŞİ
“Ortaya çıkacak bu savaş AKP'nin, ABD ve Avrupa ile birlikte uyumlu bir şekilde yürüttüğü tekelci kapitalist
sistem saldırılarına karşı demokratik özerk güçlerin ortak direnişi olacaktır. Bu azgın tekelci hegemonyaya karşı Kürtlerin,
sosyalistlerin, çevrecilerin, feministlerin, değişik çevre ve grupların bir araya gelip geniş katılımlı, ortak bir mücadele alanı
yaratmaları gerekiyor. Bu saldırgan tekelciliğin yürüttüğü politikalarla Türkiye yaşanmaz kılınıyor, kültürler, doğa, toprak,
su katlediliyor. HES projeleriyle Anadolu sarıp sarmalandı, mahvedildi. Bu saldırgan tekelciliğe karşı Kürtlerin,
sosyalistlerin, değişik kültür ve inançların bir araya gelip demokratik ulus esprisiyle örgütlenmeleri gerekiyor. Seçimlerden
sonrası için bunun yolu çatı partisi girişimidir. Herkese bu konuda rol düşüyor. Herkes rolünü iyi oynamalıdır. Bizim çatı
partisi girişimimiz demokratik ulus anlayışına dayanır. Önemli olan bu bloklaşmanın olmasıdır. Çok tarihi önemde bir
çalışmadır. On yıl önce de söylemiştim ama çok anlaşılmadı. O zaman doğru bir şekilde hayata geçirilebilseydi, şimdi %
30'larda oy oranına sahipti. Bu blok oluşumu Türkiye'de, her yerde örgütlenebilir. Türkiye'nin temel sorunlarına duyarlı bir
şekilde çalışmalarını yürütür. Demokratik-siyasal yöntemlerle demokratik anayasal çözümü zorlar.”
KÜRTLER ARASI BİRLİK ÇALIŞMALARI ÖNEMLİ
“Çatı partisi bunları yaparken, DTK da kendi varlığını sürdürecektir. DTK Kürtler içerisindeki çalışmalarını devam
ettirebilir. Türkiye'deki, diğer parçalardaki Kürtlerin demokratikleşme, ulusal birliği sağlama çalışmalarını yürütebilir. Zaten
ulusal konferans çalışmaları yürütülüyor. Kürtlerin kendi içindeki sosyal, siyasal, ekonomik, bütün meseleleriyle ilgilenir,
projeler üretebilir. Ayrıca DTK Kürtlerin demokratik özerklik anayasası çalışmasını da yürütebilir. Demokratik özerklik
anayasası oluşturulabilir. Bu demokratik özerklik anayasasının genel anayasaya uyarlanması, uygun olması sağlanabilir.
Kürtler arası birlik çalışmaları da önemlidir, bu çalışmalara yer verilebilir. Yine olası çatışmalı durumlarda DTK devlet ile
Kürtler arasında arabuluculuk rolünü yerine getirir, etkin çalışmalar yürütebilir. Bayram Bozyellerin, Ş. Elçilerin DTK'da
aktif görev almaları, temsiliyetleri önemlidir, onlara da selamlarımı iletiyorum.”
HENÜZ HEYETLE GÖRÜŞMEDİK
“Önemle belirtiyorum; ben burada tecrübelerim, olanaklarım ölçüsünde uygun gördüğüm, Kürt sorununun
demokratik anayasal çözümü için çalışıyorum. Heyetle görüşmelerimi bu amaçla yapıyorum. 15 Haziran öncesi son bir
defa heyetle görüşmemiz olacaktı. Şu an itibariyle görüşmedik. Belki görüşme olur, belki de bir daha hiç gelmezler.
Bunları bekleyip göreceğiz. Gelirlerse benim daha önceki önerilerime olumlu-olumsuz bir cevap verecekler. Ben daha
önce kendilerine 156 sayfalık yol haritası çalışmamın çok net, açık bir özetini sunmuştum. Orada pratik önerilerimi
sunmuştum. Yine daha önceleri de sorunun demokratik anayasal çözümünün nasıl gelişeceği yönünde yazılı, sözlü
açıklamalarım oldu. Son savunmamda da bu konuları ayrıntılı işlemiştim.”
AKP’NİN İSLAMCI MASKESİNİ DÜŞÜRDÜĞÜMÜZ İÇİN ÇOK ÖFKELİ
“Az-çok sürecin karakteri belli oldu. Benim açımdan AKP'nin kendi hegemonik inşasını sağlamaya çalıştığı
nettir. AKP Kürtleri tasfiye etmek istiyor. Kürt tasfiyesi konusunda Türkiye'de değişen bir şey yoktur. AKP öncesi CHP ve
MHP öncülüğündeki ulusalcı milliyetçi hegemonya Kürtleri bitirmeye çalıştı. Şimdi de AKP öncülüğündeki İslamcı
milliyetçi hegemonya Kürt tasfiyesini geliştirmeye çalışıyor. Bu anlamda değişen hiçbir şey yoktur Türkiye'de. AKP bu
tasfiye politikasını uygularken sahte dincilik yapıyor, dincilik maskesini kullanıyor. Aslında AKP'nin dinle de alakası
yoktur. CHP'nin ulusalcı maskesi, MHP'nin milliyetçi maskesi, AKP'nin de İslamcı maskesi vardır. Bu üç parti de bu
maskelerin arkasına saklanarak kirli politikalarını hayata geçiriyorlar. Biz AKP'nin bu İslamcı maskesini düşürdüğümüz
için biraz da öfkeli. Son dönemlerde bana, BDP'ye, Kürt hareketine saldırıyor, bizleri karalıyor. Bu saldırının temelinde de
duyduğu bu rahatsızlık vardır.”
KİMSENİN İNANCIYLA SORUNUMUZ YOK, OLDUKÇA SAYGILIYIZ
“Bizim kimsenin inancıyla bir sorunumuz yoktur. İnançlara oldukça saygılıyız, değer veriyoruz. Değer verdiğimiz
için AKP'nin sahte İslamcı anlayışını kabul etmiyoruz ve buna karşı mücadele yürütüyoruz. Biz Medine İslamiyetini
önemsiyoruz. Medine İslamiyetinin doğru bir İslam anlayışı olduğunu savunuyoruz. Müslümanlar Medine'ye ilk geldiğinde
önceleri camiler yoktu. O dönem Medine'deki Müslümanlar önce hurma ağaçlarının gölgesinde, sonra yaptıkları damların
altında, sonrasında da mescitlerde dönemin toplumsal sorunlarını tartışıp, bu sorunlara çözüm üretmeye çalışmışlardır.
Sürekli kendi içlerinde tartışma, sorunlara çözüm bulma, aşiret sorunlarıyla ilgilenme, barış arayışında olmuşlardır.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Medine İslamı budur. Medine İslamı toplumsal İslamdır, sosyal İslamdır. Dayanışmacıdır. Biz Medine İslamını kabul
ediyoruz ve bunun gerçek İslam olduğunu düşünüyoruz.”
İKTİDARIN İSLAM ANLAYIŞI EMEVİ İSLAMI’DIR
“AKP'nin İslam anlayışı ise iktidar İslamıdır; Muaviye, Emevi İslamıdır. Biz bu iktidarcı İslam anlayışına karşıyız.
İslam Devrimi, dönemi itibariyle sosyal bir devrimdir. Toplumda ilerleme sağlamıştır. Biz toplumsal İslamı iktidar İslamına
tercih ediyoruz. Yapmaya çalıştığımız bu anlamda İslamın güncelleştirilmesidir. Halkımız böyle görmelidir. Ayrıca Kürtçe
ezan gibi şeyler doğru değildir. Önemli olan İslamın özüdür. Biz bu özle ilgiliyiz.”
HİZBULLAH VE MAZLUM-DER’E ÇAĞRI
“Bu temelde Hizbullah, Mustazaf-Der, Mazlum-Der gibi tüm İslami çevrelere sesleniyorum: Bizim kendilerinin
inancıyla bir problemimiz olamaz, tam tersi onların inancına saygılıyız, değer veriyoruz. Bu sahte İslamcılığa öfkemiz de,
gerçek İslama değer verdiğimizdendir. Bu çevreler kendilerini sahte İslamcılara kullandırtmamalıdırlar. İçlerinde kendi
dinine, inancına bağlı, aynı zamanda dürüst insanlar olduğunu biliyorum. Ama bu samimiyetlerinden, dürüstlüklerinden
dolayı kullanılanlar oluyor. Geçmişte Hizbullah böyle kullanıldı. Jitem'in onları nasıl kullandığı biliniyor. Zamanla bu
konuda bir çok itiraf da yapıldı. Hizbullah'ın içinde de samimi, dürüst insanlar vardı ve bu samimi kesimin tamamı
kulanıldı geçmişte ve on bin insan hayatını kaybetti. O yüzden uyanık olmalıdırlar. Gelişebilecek yeni bir çatışma
sürecinde geçmişte olduğu gibi bugün de AKP kendilerini kullanmaya çalışabilir. Bu kirli oyunlara alet olmamalıdırlar.
Geçmişte olundu ve bu binlerce insanın hayatına mal oldu. Bu çok tehikeli bir durumdur, bizi anlamalıdırlar. Karşılıklı
ölümler durdurulmalıdır. Ben bir tehlikenin varlığına işaret ediyorum. Kendilerine ilişkin bu kaygılarımı samimi bir şekilde
paylaşmak istiyorum. Ayrıca bahsettiğim bu çevreler DTK'ya da gidebilirler, kendilerini DTK'da ifade edebilirler, DTK
çalışmalarına katkıda bulunabilirler. Buradan hepsine çağrı yapıyorum ve tek tek hepsine selamlarımı iletiyorum.”
KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTEMİYORLAR
“AKP Kürt siyasi hareketini tasfiye ederek Kürt sorununu çözmek istiyor. Bu amaçla da her türlü operasyonu
yapıyor, gözaltına alıyor, tutukluyor, öldürüyor. Geçmişte bu işler Genelkurmay, ordu eliyle yapılıyordu, AKP döneminde
ise daha çok polis eliyle yaptırılıyor. Son bir ayda KCK, Kandil elli kayıp verdi. Hakkari'de PKK'nin infaz ettiği iddia edilen
bir imama karşı dokuz köylü ve dokuz gerillayı katlederek cevap veriyor. Yani bir kişiye karşı yirmi kişiyi öldürerek karşılık
veriyor. AKP bu konuda oldukça acımasızdır, gözünü karartmıştır. Demokratik anayasal çözümün gelişmemesi
durumunda saldırıları daha da artacaktır. Herkes bu konuda uyanık olmalıdır. Böylesi topyekün bir yönelimde meşru
savunma esastır. Kulakların kesildiğinden, gözlerin oyulduğundan, kimyasal silah kullanıldığından bahsediliyor. AKP
bunları tek başına yapmıyor. Tekelci kapitalist sisteme hizmeti karşılığında teknik yardım dahil bir çok yardım alıyor.”
KİMSE BENİ TABULAŞTIRMASIN
“Kimse kendini kurbanlık koyun konumuna düşürmemelidir. Ben geçmişten bu yana, otuz yıldır bu tartışmaları
yürüttüm. Çok uğraştık ama bana olan dogmatik yaklaşımları kıramadık. Ben de bir insanım. Beni kimse tabulaştırmasın,
ilişkilerimiz gayet normal olmalıdır. Eski arkadaşların hepsi fedakardırlar, benden de fedakar, yiğit ve cesurdurlar.
Hatırlarım, hiç durmuyorlardı, çok çalışıyorlardı. Böyle bakıyordum onlara, hiç yerlerinde durmuyorlardı, emek
veriyorlardı. Ben onlar kadar yiğit değilim. Ancak tek başına bu özelliklerle ne gerillacılık yapılabilir ne de demokratik
siyaset yapılabilir. Stratejik derinlik olmalıdır, ideolojik, örgütlü bir duruş olmalıdır. Bunlar olmadan tek başına fedakarlıkla,
dürüstlükle bu sorunların altından kalkılamaz.”
GERİLLACILIK
Ben mevcut gerillacılık tarzını da yıllardır eleştiriyorum. Gerillacılık yapmaya karar veren, kendi bilincini, zihnini
ona göre hazırlamalıdır. Bu konularda kendini sağlamlaştırmadan, kararlaşmadan, yeterince hazırlamadan silah omza
atılmamalıdır. Yoksa iki gün dahi gerilla koşullarına katlanamaz, kaçar gider ve zarar verir. Örgüt yaratmak, o örgütü
canlı tutmak derinlikli bir yaklaşım gerektirir. Kendi pratik koşullarına göre hareket etmeli, yaşamlarını ona göre
kurmalıdırlar. Ben de burada yaşamımı cezaevi koşullarına göre düzenliyorum. Burada dışarıdaymışım gibi
yaşamıyorum. Gerillacılık yapan 24 saat gerilla olduğunu unutmaz. Sadece fedakarlıkla yürünemez. Yine tek başına
bireysel yiğitlikle de mücadele yürütülemez, büyüyemez. Bunun için sağlam bir ideoloji, sağlam örgütlülükler
yaratılmalıdır. İdeolojin, örgütlülüğün olmasa, tek başına yiğitlik, fedakarlık bir şey ifade etmez. Devrimci mücadele ve
gerilla mücadelesi ancak böyle yürütülebilir.
DEMOKRATİK SİYASET
“Demokratik siyaset zemininde de öyle tek başına iyilik, dürüstlükle yol alınamaz. Bu alana göre yoğunlaşılmalı,
derinleşilmeli, örgütlenme gücü geliştirilmelidir. Herkes kendi görevini, devrimci mücadelesini layıkıyla yürütmelidir. Aksi
takdirde tehlike büyüktür. Bütün kazanımlar ellerinden alınabilir. Kapsamlı bir yönelim içerisine girebilirler. Bu tehlike
sadece bizim için, Türkiye'deki Kürtler için geçerli değildir, Barzani-Talabani için de geçerlidir. Güney'de kurulan henüz
DERLEYEN : AZAD BADIKI
devlet bile değildir, devletçiktir hatta devletçik bile değildir, beylik düzeyindedir. Zaten küçük bir yere sıkıştırılmışlardır.
Onları da 24 saatte bitirmek isteyebilirler. Buna engel olmak da zordur. Bu nedenle ulusal birlik çerçevesindeki çalışmalar
hızlandırılmalı, ilişkiler geliştirilmelidir.”
ABD’NİN PKK İMAJI
“ABD'nin PKK imajı bellidir. Bunu 2004'lerde gösterdiler. PKK içinde ayrılan bazılarını kullanarak PKK'yi
kendilerine bağlamaya, kendilerine bağlı bir örgüt haline getirmeye çalıştılar. Bu tipler de bu oyunlara geldi ve bazı
insanlar PKK'den bunun sonucunda ayrıldı. Ancak PKK'yi tamamen bitirmeyi, etkisizleştirmeyi başaramadılar. Tekrar bu
tür oyunları oynayacaklardır, bu tür girişimleri ileride de olacaktır. PKK'yi kendine çekme, kendi örgütü haline getirme,
BDP'yi kuyrukçu yapma, beni de burada rehine koşullarında tutarak kullanma yoluyla kendilerine ait bir çözüme alet
etmeye çalıştılar, çalışacaklar. Bu oyunlar karşısında sağlam bir örgütlülük kurulmalıdır. Ancak böyle başedilir bu
oyunlarla.
PKK’SİZ, BENSİZ ÇÖZÜM ARAYIŞINDALAR
“Sonuç olarak, PKK'siz, bensiz bir çözüm arayışındadırlar. Biz ise bunlara rağmen demokratik barışçıl çözümü
geliştirmeye çalışıyoruz. Geçmişte demokratik barışçıl çözüme şans vermek için gerillayı sınır dışına da çektik. Ancak bu
sınır dışına çekilme tam istediğimiz gibi olmadı. O dönem Ecevit dönemiydi. 2002'de burada benimle görüşen askeri
yetkililerden biri bana “Kendinizi kabul ettirmek istiyorsanız daha fazla savaşmalısınız” diyordu. Zaten onların geri
çekilmeden haberi yoktu, bunu duyduklarında da şaşırmışlardı. Biz onlardan habersiz attık bu adımı. Demokratik barışçıl
çözüme şans vermek için güçlerimizi sınır dışına çektik. Acı kayıplar da verdik. Ecevit döneminin olmasının da etkisi
vardı bu kararı vermemizde. Ecevit bazı gelişmeler kaydetti, barışçıl çözüme hazır görünüyordu. Böyle bir riski alacak
gibiydi ancak daha sonraki süreçte MHP-Bahçeli engeline takıldı. Aşamadı bu engeli, sonrasında da biliniyor, AKP
iktidara geldi ve biz 2004'lere kadar AKP'ye şans verdik. İki-üç yıl da öyle geçmiş oldu. Aslında biz o dönem AKP'yi iyi
okuyamadık. AKP'ye yanılgılı yaklaşımlarımız oldu, yanlış tespitler yaptık. Yine de bunlara rağmen 2005'te bu sürecin
önüne geçmeye çalıştım. Daha fazla alet olmadım. Ama bu dönemde yine haberler geldi, bunları dinledim,
değerlendirdim. O dönemde bu çağrılara karşılık vermeye çalıştık. Böylece açılan bu yeni süreç bugünlere kadar geldi,
devam etti, halen o süreci yaşıyoruz. Şimdi önümüzde demokratik anayasal çözüm seçeneği ya da demokratik özerklik
temelinde kendi yürüyüşünü gerçekleştirme, kendi kaderini belirleme seçeneği var. Bizim demokratik özerklik talebimiz
hukuki bir taleptir. Bunun hukukta yeri vardır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartında da bu hususlar düzenlenmiş,
Erdoğan zaten bunun böyle olduğunu bilir. Özerklik taleplerinin burada da karşılığı var. Avrupa özerklik şartı bizim
taleplerimizle birlikte Türkiye'de yaşam bulur.”
KÜRTLERLE DEVLER ARASINDAKİ İLİŞKİ BOŞANMA HALİ GİBİDİR
“Kürtlerle devlet arasındaki ilişki boşanma hali gibidir. Yaratacağımız yeni birliktelik ise özgür bir evlilik olmalıdır.
Bu yönüyle bir nevi kadın sorunu gibidir. Kürtler ve devlet arasındaki ilişki ve mücadele, kadın-erkek arasındaki özgür
birliktelik, eşit ilişki mücadelesi gibidir.”
ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLER TARİHİ GÜNLERDİR
“Önümüzdeki günler tarihi günlerdir. Türkiye'de ve bölgede Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesi zaferle
sonuçlanırsa, bu zafer ilk çağdaki toplumsal devrimin devasa, muazzam sonuçlarının bir benzerini yaratacaktır.”
SURİYE
“Suriye'de de demokratik birlik temelinde Kürtler mücadelelerini yürütebilirler. Emperyalist saldırılara karşı öz
savunma gücü oluşturulabilir. Bu güç kendilerine, Esad'a karşı değil, emperyalist saldırılara karşı bir güç olacaktır. Kürtler
bu güçlerini yaratırken karşıtlık temelinde değil, uzlaşma-diyalog temelinde görüşmeler yürütebilirler. İran ve Irak'taki
halkımızı da selamlıyorum. Kendi demokratik ulus birliklerini sağlamaları gerektiğini düşünüyorum. Yine Avrupa'ya
selamlarımı iletiyorum. Avrupa'daki basına, TV çalışanlarına başarılar diliyorum.”
SEÇMLER TARİHİ NİTELİKTE
“Birkaç gün sonra yapılacak seçimler tarihi niteliktedir. Tüm halkımızın ve demokrat, sosyalist ve devrimci
kesimlerin bu seçimlerdeki tarihi rollerini layıkıyla yerine getireceklerine inancım tamdır. Halkımız oylarına sahip
çıkacaktır. Seçim çalışması yürüten tüm alanları, halkımızı, blok adaylarını selamlıyorum, mücadelelerinde başarılar
diliyorum. Dersim'i selamlıyorum. Urfa, Ağrı, Dersim olmak üzere tüm halkımızı selamlıyorum. Vedat Türkali'nin
söylediklerinden haberim var, kendisine özel sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.”
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Görüşme Notları:
Öcalan Meclis'i göreve çağırdı
17 Haziran 2011
“Eylemsizlik süreci bu koşullarda ancak birkaç ay sürebilir” diyen PKK lideri Abdullah Öcalan‚ "Meclis derhal
toplanmalıdır. Çözüm konusunda rolümü oynayabilmem için Meclis'in bana bir çağrı yapması gerekiyor. Eğer Meclis bu
çağrıyı yaparsa ben de silahlı güçlerin çatışmasız bölgelere çekilmesi konusunda ve diğer hususlarda elimden geleni
yaparım. Meclisin önümü açması gerekiyor" dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan, seçimlerden sonra beklenen kritik görüşmeyi gerçekleştirdi. Heyetle görüştüğünü
belirten Öcalan önemli açıklamalarda bulundu.
BLOK TAM İSTENEN DÜZEYDE DEĞİL
Öcalan seçim sonuçları ile Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’una ilişkin şunları söyledi: “Seçim sonuçlarıyla
bloğa ilişkin önerilerimizin haklı olduğu ortaya çıkmış oldu. Zaten 13 yıldır bu doğrultuda tespitlerim, önerilerim oluyordu.
Türkiye'nin böyle bir güçbirliğine, bloğa ihtiyacı olduğunu sürekli vurguladım ama gereği yerine getirilmedi. Blok aslında
şu anki haliyle tam istenen düzeyde de değildir. Son değerlendirmelerimde de hep söylüyorum. Cumhuriyetin
kuruluşundan bugüne eksik olan blok, demokrasi ve özgürlük bloğu olmuştur. Mustafa Suphilerin, Çerkez Ethemlerin
tasfiyesiyle bu bloğun oluşumu ta başından engellenmiştir. Sosyalistlerin tasfiyesi 1920'lerde Mustafa Suphilerin
katledilmesiyle başlamıştır. Bu nedenle Türkiye bugüne kadar hep alternatifsiz kalmıştır, halklar hep milliyetçi-ulusalcı
blokla, milliyetçi-islamcı bloğa mahkum edilmiştir, bir alternatif yaratılmamıştır. Bugün artık devlet de bu konuda sorun
çıkarmayacaktır. Ve blok bileşenlerinin bunu iyi anlaması gerekir, ciddiye alması gerekir, bu yüzden zaman zaman onları
eleştiriyorum. Onlara çok önemli bir rol düşüyor. Önümüzdeki süreç demokratik anayasa süreci olacaktır. Ben bu süreci
demokratik anayasal çözüme işlerlik kazandırma olarak tanımlıyorum. Bu seçim sonuçlarıyla da bir blok gereksiniminin
olduğu ispatlanmış oldu. Artık bu husus üzerinden tartışma olmaz. Ertuğrul Kürkçü doğru söylüyor ama ben de diyorum
ki neden bu kadar geç kaldınız. Halkla temas kurmalıydınız, örgütlemeliydiniz. Bırakalım halkı doğru dürüst bir gençlik
birliği bile oluşturulamadı. Bu kadar yoksulluk, bu kadar kültürel dejenarasyon ortamında ciddi bir güç olunamaması
eksikliktir. Şimdi hem BDP hem blok bileşenlerine önemli roller düşüyor.”
ARTIK ÇATI PARTİSİ ELZEM OLDU
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Ne Kürt siyasetçiler ne blok bileşenleri ne de AKP beni anlıyor. Bu belki de
kimsenin suçu değildir, kapitalizmin kuşattığı, tükettiği kişilikler haline gelinmiş, ideolojik yoksunluk, örgütsüzlük ve kişisel
yozlaşma var, bireycilik almış başını gidiyor. Herkes adeta teslim olmuş. Bakıyorum bazen siyasetin rengi bile bilinmiyor.
Adeta bir boşluktan yararlanmak üzere siyaset yapılıyor, bu tarzla da kimse ciddiye almaz. İşte görülüyor, AKP'liler
seçimde nasıl çalıştılar, bunlar kurtturlar, çok çalışıyorlar. Siyasette bu şekilde gidilirse, kendini yenileme gerçekleşmezse
kimse kaale almaz.
Blok çalışmaları ciddi bir şekilde sürdürülmelidir. Bu seçim sonuçları da bunun bir ihtiyaç olduğunu ve bu
konuda geç kalındığını gösteriyor. Artık bu durumda bir çatı partisinin elzem olduğu anlaşılıyor. İlgi duyan, anlamak
isteyen üzerinde yoğunlaşabilir, daha önce üzerinde çok durdum, savunmalarımda da işledim. Bunlardan
yararlanabilirler. Bu çatı partisinin bütün bileşenlerin üyelerinden oluşan 100 kişilik bir meclisi olabilir. Bu meclisin içinden
de 24 kişilik bir yürütme kurulu olur, gölge kabine gibi çalışır ve ülkenin tüm sorunları için çözümler geliştirir. Çatı
partisinde de eşbaşkanlık sistemi uygulanabilinir. Daha sonra bu konuyla ilgili açıklamalarıma devam edeceğim.”
OLAN ALEVİLERE OLDU
Seçim sonrasında CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu da değerlendiren Öcalan, şunları ifade etti: “Kılıçdaroğlu
iyiniyetli olabilir, bir şey demiyorum, dürüst de olabilir, kişiliğine bir şey demiyorum ama bilinçli bir planın, senaryonun
sonucu CHP'nin başına getirildi, aslında kısmen de başarılı oldular ama olan Alevilere oldu. Kılıçdaroğlu bir askerErgenekon operasyonuyla CHP'nin başına getirilmiştir, iyi analiz edilirse bunu görmek zor değildir. Kılıçdaroğlu'nun
CHP'nin başına getirilişini iyi anlamak lazım. Bu operasyonun asıl amacı Alevi Kürtleri bizden uzaklaştırmak, CHP'ye
DERLEYEN : AZAD BADIKI
oyları kanalize etmekti. Dersim'de neden böyle oldu? Alevilik konusunda büyük bir mücadele verdiğimiz biliniyor. Aslında
bir süredir geliştirilen bir siyasettir.”
DERSİM’İN DE BİNGÖL’ÜN DE ŞANLI BİR DİRENİŞ TARİHİ VAR
Öcalan şöyle devam etti: “Dersim'de Alevicilik, yine Bingöl'de Zazacılık zihniyeti geliştirilerek, bunu dayatmaya
çalışıyorlar. Bingöl-Dersim hattında kontralar bilinçli olarak Sünni-Alevi Kürt ayrımı, Bingöl'de Kürt-Zaza ayrımı yapıyorlar.
Bunu iyi anlamak lazım, bu öyle kendiliğinden değil bilinçli olarak yapılıyor. Bazı sahte tiplemeler de bu politikalara
hizmet ediyorlar. Aslında dayatılmak istenen gericiliktir, bu yapılmak isteniyor, Kamer Genç gibilerle yapılmak istenen
budur. Kamer Genç bir açıklamasında “sadece Şafiler Kürttür, Dersimliler Türkoğlu Türktür” gibi laflar ediyor. Ankara'da
iki-üç binada sadece misafirlerine yemek verdiği, yedirip içirdiği söyleniyor. Bu parayı nereden buluyorlar? Bu para
Kamer Genç'in parası değildir, ona bunun için para bulunuyor. Bununla fakirleştirilen, aç bırakılan ve kişiliksizleştirilmeye
çalışılan halk üzerinden yapılmak istenen bir kampanyadır. 12 Eylül döneminde cuntanın danışma meclisinde yer almış
biridir. Bilemiyorum Dersimliler onurlarını bu şekilde nasıl koruyacaklar, kendilerini nasıl muhafaza edecekler, bu da
tartışma konusudur. Aslında bu tür sahte kişiliklerle halkı kandırma yoluna gittiler, bu da senaryonun bir ürünü. Sahte
kişiliklerle halkı aldatmaya çalışıyorlar. Derinliğine kavrayamama, yüzeysel yaklaşımların aşılması gerekiyor. Öteden beri
Dersim kişiliği olarak da biliniyor bu. Aslında Dersim'in şanlı bir direniş tarihi var, biliniyor. Biraz da bu nedenle Dersim'e
yöneliyorlar. Hakeza Bingöl de öyle, direnişçi bir tarihi var, birçok değerli direnişçi kadromuz, arkadaşımız da var. Bu
yüzeysellikten kurtulmak; ideolojik yoksunluktan, kişisel yozlaşmadan, aşırı bireycilikten, örgütsüzlükten uzaklaşmakla
olur. Demokratik-devrimci mücadele yürütmek o kadar kolay değildir. Bugüne kadar bu mücadeleyi layıkıyla yerine
getirmeye çalıştık. Bu sahtekar politikalara karşı devrimci-demokratik mücadeleyi yükseltmek gerekir. Bu sahte kişiliklere,
sahte Alevicilik anlayışına karşı yeterli mücadele yapılmadı mı, gerekli tedbirleri alamadılar mı? Yeterince anlatamadılar
herhalde. Yine AKP Dersim gibi bir yerde nasıl bu kadar oy alıyor? Oysa Dersim'in mücadeleci tarihi ortada. Hakkari,
Şırnak ve genel olarak Botan bölgesi bütün kontra ve özel savaş yöntemlerine rağmen kendilerini korumayı bildiler,
direnişlerini sürdürdüler, dejenere olmadılar, yozlaşmadılar. Dersim üzerinde iyi durulmalı, analizi yapılmalıdır.
URFA’DA BÜYÜK OYUNLAR OYNANIYOR
Urfa'da geçen seçimlerde de benzer bir oyun oynadılar, o zaman başarılı olmuşlardı, ikinci adayı
kaybettirmişlerdi, yoksa diğer aday da o zaman kazanmıştı. Urfa konusunda daha önce de söylemiştim, büyük oyunlar
oynanıyor burada. Devletin öteden beri toprak, su üzerindeki mülkiyetçi egemenliği halkı zorda bırakıyor. Onun üzerinden
kirli politikalar yürütüyorlar, bunu daha öncede söylemiştim, bunu iyi bilmek gerekiyor. Urfa'nın dağ kadar sorunları var,
nasıl bu kadar dar bir örgütlenme oluyor, siyasal örgütlenme nasıl böyle yetersiz kalıyor, bunu anlamak mümkün değil.
KCK TUTUKLULAR REHİNE STATÜSÜNDE
KCK davasında tutuklu bulunanlara ilişkin Öcalan şunları söyledi: “KCK tutukluları konusunda daha önce
söylemiştim, onların durumunun rehine statüsü olduğunu belirtmiştim. Onlara yapılan operasyon, hukuki, ahlaki, vicdani
ve insani değildir. Buraya gelen heyet de bu KCK operasyonlarının doğru olmadığını, karşı olduklarını söylüyorlar. Biz
burada demokratik anayasal çözüm üzerinde dururken bu operasyonların herhangi bir anlamı yoktur, bu operasyonlar
olmamalıdır.”
RIDVAN TURAN’A SELAMLARIMI İLETİYORUM
Öcalan SDP’lilere de seslenerek, kendilerine büyük değer verdiklerini söyledi: “SDP'li arkadaşlara ve genel
başkanları
Rıdvan
Turan'a
selamlarımı
iletiyorum.
Seçim
sürecindeki
sorunların
büyütülmemesi
gerektiğini
düşünüyorum. Onlara büyük değer veriyoruz. Kendilerini gösterebilirler. İşte bir oluşum, çatı partisi olacak, onlar da bu
çatı partisi konusunda rollerini oynamalıdır.”
Öcalan devamla, “Demokratik çözüme katkı sunmak isteyen aydınlar, istiyorlarsa sunabilirler. Şimdiki
durumumuz geçmişteki gibi değil. Devletle temas kurma konusunda bir sıkıntımız yok. Aydınlar kamuoyunu hazırlama
yönünde çalışmalar yürütebilirler” diye belirtti.
DEMOKRATİK ÖZERKLİK SEKİZ BOYUTTAN SADECE BİRİ
“Seçim sonuçlarıyla ilgili olarak mesele sadece demokratik özerklik değildir. Daha önce söylemiştim,
savunmalarımda da var” diyen Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Demokratik özerklik demokratik ulus çözümünün sadece
siyasi boyutudur, yani sekiz boyuttan sadece biridir. Demokratik özerkliğin hukuki boyutu var, diplomasi boyutu var,
sosyal boyutu var, kültürel boyutu var, özsavunma boyutu var, ekonomik boyutu var, ekolojik boyutu var. Bunları gözden
kaçırmamak lazım. İşte bir nehir üzerinde birden fazla HES'in yapılması, insanların bulunduğu coğrafyadaki yaşamını
DERLEYEN : AZAD BADIKI
etkileyen, elindeki yaşam olanaklarını yok eden, bulunduğu doğayı ve tarihini tahrip eden bir yaklaşımdır. Bu bile tek
başına bir isyan sebebi olacak önemdedir. Bu nedenle HES'lere karşı çıkılması doğru ve gereklidir.”
HEYETLE GÖRÜŞMEMİZ OLDU
Öcalan, heyetle beklenen görüşmenin de gerçekleştiğini belitti: “Heyetle bir görüşmemiz oldu. Görüşmemizin
temel konusu, demokratik anayasa çözümüdür. Böyle bir anayasal çözüm için koşullar uygun hale gelmiş sayılabilir. Bu
noktada BDP'nin ve blok bileşenlerinin az önce söylediğim gibi işin ciddiyetini ve alacakları rolün önemini iyi kavramaları,
geç kalmamaları gerekiyor.
BLOK BÜNYESİNDE HEMEN BİR KURUL OLUŞTURULMALI
Blok bünyesinde hemen bir kurul veya komisyon oluşturulmalı ve demokratik anayasa çalışmalarına
başlamalıdırlar. Ben buna Demokratik Anayasa Konseyi veya Kurulu diyorum. Kendi taslaklarını hemen oluşturmalıdırlar.
Blok bileşenleri bu konuda hazırlık yapmalılar. Elçi onların da bu konularda tecrübeleri var. Demokratik anayasanın
oluşturulması için, içinde tüm siyasi partilerin ve çeşitli sivil toplum temsilcilerinin yer aldığı bir Anayasa Meclisi
oluşturulması gerekiyor. Bloğun Demokratik Anayasa Komisyonu ya da Konseyi de bu mecliste yer almalıdır. CHP'li bir
yetkilinin de buna benzer bir açıklaması, tespiti vardı, ben de buna katılıyorum. AKP'nin de bu öneriyi kabul etmesi
gerekiyor.
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ SÜREÇ İKİ BOYUTLU
Şu an içinde bulunduğumuz süreci demokratik anayasal çözüme işlerlik kazandırmak süreci olarak
adlandırıyorum. Bu dönem anayasal süreci belirginleştirme dönemidir. Benim buradaki pozisyonum demokratik anayasal
süreci olgunlaştırma ve katkı yapma pozisyonudur.
İçinde bulunduğumuz süreç iki boyutu olan bir süreçtir. Birinci boyut benim heyetle yaptığım görüşmede
ulaşmaya çalıştığımız demokratik anayasal çözümdür. Burada bu görüşmelerim, bu çabalarım devam ederken sürecin
ikinci boyutu ise meşru savunma pozisyonunun sürdürülmesidir. Yani anayasal çözüm çalışmaları ile meşru savunma
pozisyonu atbaşı yürümelidir. Bu nedenlerle şimdilik devrimci halk savaşını, orta yoğunluktaki savaşı esas almıyoruz. Biz
Kürt sorununun çözümü için demokratik anayasal çözümü esas alıyoruz.
SÜRECİN ZORLUKLARI
Sürecin zorluklarından bahsediliyor. İşte seçimin yeni yapılmış olması, Meclis'in açık olmaması, yeniden
toplanmasının ve hükümetin kurulmasının zaman alacağı söyleniyor. Buna karşı ben de diyorum ki, süreci zorlayan diğer
bir zorluk da vardır. O da sürecin uzamasıdır. Belirsizliğin uzaması tehlikelidir, içinde bir sürü riski barındırır. Bu anlamda
devam eden bu askeri operasyonlar ve meydana gelen çatışma ve kayıplar süreci zorlayan diğer bir husus olmaktadır.
Bu süreç, belirsizlik uzadıkça çözümün gelmesi de zorlaşabilir, böyle bir handikap var. Çünkü süreç uzadıkça yaşanan
çatışmalar, meydana gelen kayıplar, yapılan tutuklamalar barış şansını da azaltıyor; handikap derken bunu
kastediyorum. İşte şehirlerde her gün yapılan onlarca tutuklamalar, süreci zorlayan, çözümsüzlük riskini artıran
sebeplerden biridir. Kadın, çoluk, çocuk ayrımı yapmadan adeta sürü gibi tutuklamalar oluyor. Her gün bir yerlerde on
beş, yirmi, otuz kişi gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Bu tür gözaltı ve tutuklamalar gençleri siyasetten koparıp dağa
yönlendiriyor, gerillaya katılımı da artırıyor. İşte sürecin uzamasının tehlikeleri derken kastettiğim bunlardır. Süreç
uzadıkça çözüm şansı da bu anlamda azalıyor. Bu tutuklamaların hiçbirisi hukuki değildir, bu tam bir saçmalıktır. Böyle
binlerce kişi gizli örgüt üyesi diye tutuklanır mı, böyle binlerce sivil üyesi olan gizli örgüt mü olur? Üstelik bu
tutuklananların hiçbirinin üzerinde silah milah da yok. Daha önce JİTEM üzerinden bunu öldürerek yapıyorlardı, şimdi
polis üzerinden topluca tutukluyorlar. Açıktır ki AKP derin devlet de denilen Ergenekon'un üst düzeyiyle anlaşmıştır.”
GENÇLERE ÇAĞRI
Öcalan “Ben bu noktada gençlere de çağrı yapmak istiyorum” diyerek şunları belirtti: “Kendilerini böyle kolay
tutuklatmamalıdırlar, tedbirlerini almalı, basitçe tutuklanmamalıdırlar. Gençliğin bu konuda örgütlenmesi gerekir. Ya
çalışma yürütmemeli ya da yürütüyorlarsa tedbirlerini almalıdırlar. Ayrıca o gösterilerde öyle gelişigüzel sağa sola molotof
atmalarına gerek yok, bu da süreci zorlayan bir husustur. Devrimci direnişleri olacak ama bu sağa-sola gelişigüzel
molotof atmak değildir. Eğer gençlerin tutuklanmasına engel olunmuyorsa bu KCK'nin de sorumluluğudur.”
GERİLLA KENDİNİ SAVUNMALI
Öcalan şöyle devam etti: “Benzer şeyleri gerilla için de söylüyorum. Üzerlerine gidilirse, saldırılırsa ellerindeki
imkanlarla misliyle cevap vereceklerdir. Bu her zaman böyledir. Kesinlikle kendilerini imha ettirmemek için kendilerini her
türlü şekilde savunacaklardır. Bu meşru savunmadır. Bunu anlamaları bu kadar zor mu? Daha önce defalarca söyledim.
Özellikle eylemsizlik süreçlerinde gerilla kayıplarının önüne geçmeleri gerekiyor. Gerilla çatışmaya girmekten özenle
DERLEYEN : AZAD BADIKI
kaçınmalı, kayıp vermemek için özellikle eylemsizlik sürecinde dikkat etmeli, elinden geleni yapmalıdır. Pek çok kez
yetersizliklerini, özeleştirilerini yapıyorlar ama 30-35 yıldır bu yetersizliklerinden, eksikliklerinden de bir türlü
kurtulamadılar. Bunu anlamış değilim.”
TBMM’YE ÇAĞRI: MECLİS TATİLE GİRMEMELİ
TBMM’ye de çağrıda bulunan Öcalan şunları kaydetti: “Tüm anlattığım nedenlerle yani sürecin uzamasının ve
belirsizliğin yaratacağı sakıncaların önüne geçmek amacıyla TBMM'ye çağrı yapıyorum. Bu nokta çok önemlidir.
Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Nasıl ki 1920'lerdeki birinci meclis olağanüstü toplandı, gece-gündüz çalışıp tatil
yapmadıysa, bu meclis de öyle yapmalıdır, tatile girmemelidir. Çalışma yapmak için Ekim ayını beklememelidir. Çünkü
yine 1920'lerdeki gibi tarihi bir süreçten geçiyoruz. Bu nedenle yeni Meclis derhal toplanmalıdır, benim önerim budur. Ve
çözüm için, benim çözüm konusunda rolümü oynayabilmem için Meclis'in bana bir çağrı yapması, hakikatleri araştırma
komisyonu kurulması ve demokratik anayasa meclisinin oluşturulması için harekete geçilmesi gerekiyor. Bu önemlidir,
daha önce de bu konuda öneri yapmıştım fakat yeterince önemsenmemişti. BDP'liler de AKP ile görüşmeler yapmalı,
meclisin kapanmaması ve bana rolümü oynamam konusunda çağrı yapması hususunun önemini anlatmalılar. Eğer
Meclis bu çağrıyı yaparsa ben de silahlı güçlerin çatışmasız bölgelere çekilmesi konusunda ve diğer hususlarda elimden
geleni yaparım. Öyle kendim için şarta falan da bağlamıyorum, kendimi düşündüğüm falan da yok. Fakat benim rolümü
oynamam için Meclisin önümü açması gerekiyor. Karayılan da söylüyor, gerillayı başka türlü indirmenin yolu yok. Benim
onları ikna etmem için gerillaya ulaşmam gerekiyor. Ben olmadan gerillanın bulunduğu mevzilerden kıpırdaması, belli bir
yerde toplanması mümkün değildir. Gerillanın bana farklı bir bağlılığı, sahiplenmesi vardır. Bu kendiliğinden oluşmuş bir
şeydir, ben ne yapayım. Bunu söylerken gerillayı bir tehdit aracı olarak kullanmıyorum. Dediğim gibi anayasal çözümü
sağlamak için gerillaya ulaşmalıyım.
SAVAŞ OLASILIĞINA KARŞI TEDBİRLER TAM ALINMALI
Seçimlerde AKP'nin yüzde elli oy alması, yine BDP'nin oylarını ve vekil sayısını önemli ölçüde artırması, ayrıca
seçim sürecinde CHP'nin hakikatleri araştırma komisyonu, akil adamlar, özerklik ve demokratik anayasa sürecine
katılacakları yönündeki beyanlarına şans vermek adına bu sürecin bir süre daha böyle gitmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bütün bunlar demokratik anayasal bir çözüm için umut verici verilerdir. Bunları gözönünde bulundurmak adına devrimci
halk savaşını şimdilik gündemimize almıyoruz. Fakat saldırılar devam ederse KCK de buna meşru savunma temelinde
gerekli cevabı verecektir. Savaş olasılığını düşünerek tedbirlerini tam almalıdırlar. Bu gözaltı, tutuklamalar devam ederse
KCK'nin de karşılığında o kadar gözaltı, tutuklama ve yargılama yapma hakkı doğar. Yanlış anlaşılmasın ben savaş
taraftarı değilim, savaş ilanı yapmıyorum. Fakat KCK de açıklamalarında bu yönde hazırlıklar yaptıklarını, bu tür
değerlendirmeler yaptıklarını belirtiyorlar. Zaten bu süreç bu koşullarda ancak birkaç ay sürebilir.
BU TARİHİ FIRSAT HEBA EDİLMEMELİ
Ben buradan, bu koşullarda savaş kararı almam, bunun da iyi anlaşılması gerekiyor artık. Daha önce olduğu
gibi şu seçim olacak, bu seçim olacak, şu bu nedenle bu tarihi fırsat heba edilmemelidir. AKP'nin seçimlerde yüzde elli oy
almasının iyi olduğu, ona Kürt sorunun çözümünde sorumluluk yüklediği yönünde yorumlar yapılıyor. Ben de bu
yorumlara katılıyorum. AKP bu sorumluluğunun gereğini yerine getirmeli ve Kürt sorununu çözmelidir.
SABRIMI, SAĞDUYUMU KORUMAYA DEVAM EDECEĞİM
Biz burada anayasal çözüm süreci üzerinde dururken ve çalışırken Başbakan daha önce ben olsaydım asardımkeserdim diyordu. Bu dil, sürece uygun olmadığı gibi ahlaki de değildir. Başbakanın tahrik, savaş çığırtkanlıklarına
gelmeyeceğim. Bütün bunlara rağmen sabrımı ve sağduyumu korudum, korumaya devam edeceğim. Başbakanın bu
savaş çığırtkanlığı bana savaş kararı aldırtmayacaktır. AKP de bunu bilmeli, beni anlamalı. Gerçekten tutuklamalara,
gözaltılara, gerilla ve asker gençlerin ölümlerine son vermeliyiz. Bunun yolu da Kürt sorununun demokratik anayasal
çözümünü geliştirmektir. Gerilla ölümleri de asker ve gençlerin ölümleri de beni üzüyor, bu ölümler karşısında çok
zorlanıyorum. 13 yıldır söylüyorum, şimdi de söylüyorum. Benim hassasiyetim, düşüncelerim neden anlaşılmıyor.
Aydınların, gazetecilerin de beni anlaması gerekir, çabama destek sunmaları, katkı sunmaları gerekir.”
Öcalan son olarak şunlara dikkat çekti: “Son savunmamı halen vermemişler. Hem acilen savunmayı bize
gönderin diyorlar, hem de vermiyorlar. Üzerinden 7-8 ay geçti. Bu ikiyüzlülüktür, benim açımdan ağır bir hak ihlalidir,
savunma hakkı ihlalidir.
Son olarak Hatip Dicle konusuna değinmek istiyorum. Bırakılması ve meclise gönderilmesi gerekiyor.
Bırakılmaması büyük siyasi riskler taşır, bizim savunduğumuz barışçıl çözüme de darbe anlamına gelir.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
İtalya'daki avukatım, Milano belediye başkanlığını kazanmış, kendisine başarılar diliyorum. Berlusconi gerilemiş
orada. Bunu bekliyordum. Seçildiği yerde ahlaki ve politik toplum modelini uygulamasını öneriyorum.
Şırnak ve Diyarbakır halkımıza selamlarımı iletiyorum. Hakkari halkımızı kutluyorum onlara özel selamlarımı
iletiyorum. Tüm bölgelerdeki halkımızı seçimlerdeki sonuçlarından dolayı kutluyor, selamlıyorum. “
Görüşme Notları:
Pratik adım yoksa
Meclis'e gitmeye gerek yok
PKK lideri Abdullah Öcalan, Hatip Dicle’ye ilişkin YSK kararını “AKP’nin de içinde olduğu büyük karanlık bir
komplo” olarak değerlendirerek, BDP ve Blok’un Meclisi boykot kararına destek verdi. Öcalan, “Hükümet söz versin yeter
deniliyor. Aslında yetmez. Artık Siyasi İktidar tarafından pratik adımların atılması gerekmektedir” dedi. İmralı’daki heyetle
yaptığı görüşmelerin hayata geçmesi gerektiğini vurgulayan Öcalan, “Bunun en önemli önceliklerinden biri de KCK
davalarının da derhal tasfiye edilmesi, lağvedilmesidir” diye belirtti.
Öcalan’ın 24 Haziran günü avukatları ile gerçekleştirdiği görüşmede Yüksek Seçim Kurulu’nun Hatip Dicle’ye
ilişkin verdiği karar ile İmralı’da devletle yapılan görüşmeler konusunda önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.
GÖRÜŞMELERİMİZDE TARTIŞMA AŞAMASI BİTTİ
“Son yaşananları sadece Hatip Dicle ile ilgili değil de bir bütün olarak ele alıyorum meseleyi. Yani basit tek bir
konu değil de konuya bir bütün olarak yaklaşıyorum. Bu konu ile ilgili çok yoğunlaştım, düşündüm” diyen Öcalan, şöyle
devam etti: “15 Haziran'daki açıklamamın bazı dayanakları vardı. Fakat eksik bıraktığım konular vardı. Benimle 15
Haziran'dan bir gün önce yapılan görüşmede birçok konuyu konuştuk. Burada yapılan görüşmeleri CHP de merak ediyor,
Öcalan'la ne konuşuluyor, ne görüşülüyor, bilmek istiyoruz diyorlar. Kamuoyu da, MHP de merak ediyor. Buradaki
görüşmelerin kamuoyu tarafından bilinmesi önemlidir.
Burada yaptığımız görüşmeler önemlidir, ciddidir. Belli bir aşamaya da gelmiştir. Artık konuşma, tartışma
aşamasını bitirmiş bulunuyoruz. Tartışacağımız bir konu kalmadı. Benimle görüşenler devlet adına görüştüler.
HÜKÜMETİN BU GÖRÜŞMELER KONUSUNDA KARAR VERMESİ GEREK
Bundan sonra hükümetin yaptığımız bu görüşmeler konusunda karar vermesi gerekiyor. Geçen hafta meclise
çağrı yapmamın nedeni de buydu. Meclis ve hükümet demokratik çözümü esas alırsa artık tamamen pratik bir aşamaya
geçeceğiz. 15 Haziran'da çağrı yaptım. Hükümet kurulunca derhal demokratik çözümü ele almalıdır. Hükümetin
kurulmasını beklemeye gerek yok. Eski hükümet de bunu yapabilir. Çünkü burada esas olan devlettir. Kalıcı ve süreklilik
arz eden devlettir.
MECLİS TATİLE GİRMEMELİ
Önceki hükümet ile yeni kurulacak hükümet arasında bu açıdan bir fark yok. Her ikisi de bunu ele alıp
onaylayabilir. Bu nedenle Meclis tatile girmemelidir. Tarihi süreçlerden geçiyoruz. 1920'de kurucu meclis ara tatil
vermeden çalışmıştı. Şimdiki süreç o günlerden daha tarihi süreçtir.
HÜKÜMET PRATİK ADIM ATMAZSA KRİZ DOĞAR
Şimdi pratik adımlar aşamasına geçilmezse ne olur? Hükümet Kürt Sorununun demokratik anayasal çözümü
konusunda pratik adımlar atmazsa kriz doğar. Bugüne kadar yapılan görüşmelerin oyalama amaçlı olduğu ortaya çıkar.
15 Temmuz'a kadar benimle tekrar görüşmeye gelecekler. Bu görüşmede pratik adımları hayata geçiremeyeceklerini
beyan ederlerse ondan sonrası devrimci halk savaşı devreye girer.
15 TEMMUZ’A KADAR SÜRE
Fakat 15 Temmuz'a kadar benimle görüşüp “biz bu pratik aşamaya geçeceğiz, pratik adımları atacağız,
demokratik çözüm gelişecek” derlerse o zaman ben de elimden geleni yapar, rolümü oynarım. O zaman da demokratik
anayasal çözüm gelişecektir.
ŞİMDİ İKİ YOL VAR
Bu nedenle şimdi önümüzde iki yol var: Demokratik anayasal çözüm ile devrimci halk savaşı. Birinci seçenekte
yani demokratik anayasal çözümde şu var: Kürt Sorununun demokratik anayasal çözümü pratikleşecek. Hükümet,
esaslar-ilkeler üzerine yapabileceklerini belirler ve bunları hayata geçirir. İkinci seçenekte ise çözüm gelişmezse devrimci
halk savaşı başlar. O zaman devlet de 3 bin kişi değil 300 bin kişi tutuklar. 50 bin kişi değil de 500 bin kişi ölür. KCK de
DERLEYEN : AZAD BADIKI
her türlü olasılığa hazır olduklarını, devrimci halk savaşı yürütebileceklerini ve demokratik özerkliği ilan edebileceklerini
söylüyorlar. Demokratik çözümün sekiz boyutu var. Demokratik özerklik bunlardan sadece biridir. Eğer demokratik
anayasal çözüm gelişmezse diğer yedi boyut da demokratik özerklikle birlikte hayata geçirilir.
DİCLE’YE YAPILAN BÜYÜK BİR KOMPLODUR
Hatip Dicle'ye yapılan büyük bir siyasi komplodur. Karanlık ve alçakça bir komplodur. 80 bin kişinin oyuyla
Diyarbakır'da seçilmesine rağmen Hatip'e yapılan aslında sadece Hatip'e değil Hatip'in şahsında Diyarbakır'a yapılmıştır.
Diyarbakır da semboliktir. Bütün Kürtlere yapılmıştır. Burada yapılmak istenen bir siyasi irade kırmadır. Hatip’e yapılan
daha doğrusu Diyarbakır'a yapılan siyasi fahişe dayatmasıdır. Fahişelik iradenin kırılması, iradenin tamamen teslim
alınmasıdır. İstediğini, yaptırmak istenen her şeyi ona yaptırılmasıdır. Kadın için kullanılan fahişelik kavramında erkek
kadının iradesini kırıp onu onursuzlaştırdıktan sonra her istediğini yaptırır ona. Siyasi fahişelikte de siyasi iktidar halkın
iradesini kırıp onursuzlaştırdıktan sonra ona her istediğini yaptırmak istiyor.
DİYARBAKIR’IN YARISI TOPRAĞIN ALTINA GİRSE BUNU ASLA KABUL ETMEZ
Burada da Hatip şahsında yaptırılmak istenen siyasi fahişeliktir. Diyarbakır'a yaptırılmak istenen siyasi
fahişeliktir. Tüm Kürt toplumuna yaptırılmak istenen siyasi fahişeliktir. Siyasi fahişelikle onların iradesi kırılmak isteniyor.
İradesi kırılan bir kimseye, bir topluma da her şeyi yaptırabilirsiniz. Fakat ben biliyorum, Diyarbakır onuruna düşkündür,
onurunu korur. Hatip de bu durumu kabul etmez. Hatip değerli saygıdeğer birisidir. Ne Hatip bunu kabul eder, ne de
Diyarbakır halkımız bunu kabul eder. Diyarbakır'ın yarısı toprağın altına da girse kendisine dayatılan bu siyasi fahişeliği
asla kabul etmez. Kürt halkı da bu durumu kabul etmez. Bu, AKP'nin de içinde olduğu büyük bir karanlık komplodur.
Biliyorum, AKP de içindedir. Amaç onların iradelerini kırmak, onları iradesizleştirmektir. AKP içinde Kürtler var, başbakan
onlara her istediğini yaptırabilir. Bu onun hakkıdır. Fakat biz özgür Kürtler, özgürlük hareketine bağlı Kürtler bu siyasi
fahişeliği bu irade kırmayı asla kabul etmeyeceğiz. 5 milyon kişi de ölse biz bu teslimiyeti asla kabul etmeyiz.
BLOK’UN KARARINA SAYGI DUYUYORUM
BDP-demokratik blok, meclise gitmeyeceği kararını almış. Onların kararına saygı duyuyorum. Meclise
gitmelerine gerek yoktur. Kendi halkının içinde mücadelelerini yürütebilirler. Bu kararları oldukça haklı ve onurludur,
demokratiktir, hukukidir. Eğer onların mecliste bulunmaları isteniyorsa bu ancak demokratik anayasal çözüm yolunda
atılacak pratik adımlarla gerçekleşebilir. Hükümete meclise hangi esaslar çerçevesinde gireceklerini sunabilirler.
Hükümet söz versin yeter deniliyor. Aslında yetmez. Artık Siyasi İktidar tarafından pratik adımların atılması
gerekmektedir.
KCK DAVALARI DERHAL LAĞVEDİLMELİ
Artık Başbakan ya da yetkili birisinin çözüme dönük açıklama yapması yetmez. Burada heyetle yaptığımız
görüşmelerin hayata geçirilmesi gerekir. Bunun en önemli önceliklerinden biri de KCK davalarının da derhal tasfiye
edilmesi, lağvedilmesidir. Öyle gözüküyor ki hükümet çözüme pek yanaşmıyor. Sonrasında ne olur, bilemiyorum. Devlet
kendi başına hareket edebilir mi? Devletin tek başına yapacağı şeyler, atacağı adımlar da var. Yüzleşme komisyonu
kurulacaktı. Barış için demokratik çözüm, hakikat komisyonları kurulacaktı. Artık 15 Temmuz'dan önce heyetle
yapacağım görüşmede somut adımlar bekleyeceğim. Buna göre hareket edeceğim.
PRATİK ADIM ATILMAZSA BLOK MECLİS’E GİTMEYEBİLİR
Demokratik çözüm gelişmezse, hükümet çözüme yanaşmaz, pratik adımlar atılmazsa BDP-Blok da meclise
gitmeyebilir. Herkes seçim bölgesinde halkıyla bir araya gelebilir. Halkın içinde demokratik siyasetlerini yürütürler,
geliştirirler. Bu durumda gerekli tedbirlerini, öz savunmalarını da alabilirler. Şimdiden almaya başlarlar. BDP-Blok kendi
öz savunmasını şimdiden alabilir, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları kendi öz savunmalarını alırlar. Her mahalle
örgütlenmelerini şimdiden oluşturabilir. Köyler de aynı şekilde.
ERDOĞAN’A ÇAĞRI: SİZE TUZAK KURULDU
Eğer çözüm gelişmezse devrimci halk savaşı gelişebilir. Devrimci halk savaşının esasları bellidir. KCK bunu
yapabileceğini söylüyor. Eğer böyle bir savaş gelişirse büyük bir savaş ve kaos ortamı doğar. AKP çözüme yanaşmıyor.
Hükümet Kürtlere karşı çok acımasızca hukuku, kanunları devreye koyarak onları tasfiye etmeye çalışıyor. Bu çok
tehlikeli bir durumdur. Sayın Başbakan'a açık çağrımdır: Sayın Erdoğan bugünkü haliniz Saddam'ın Kuveyt'e saldırdığı
anki durumuna benziyor. Amerika daha doğrusu İngiltere nasıl ki Saddam'ı İran'a sonra da Kuveyt'e saldırttıysa şimdi de
sizi Libya'ya gönderiyor, Suriye'ye gönderiyor. Kürtlerin üzerine gönderiyor. Saddam da kendi Kürtlerinin üzerine gitti,
kendi Kürtleriyle savaştı. Şimdi de siz arkanızda Amerika gücüyle Kürtlere karşı savaşıyorsunuz. Aslında bu büyük bir
tuzaktır. Bu tuzak size karşı da kurulmuş bir tuzaktır. Bunu anlamak gerekiyor. Tıpkı Saddam gibi, Saddam'ı tuzağa
düşürdüler. Burada size açık çağrı yapıyorum. Benim size aynı zamanda açık mektubumdur. Bu oyuna gelmeyin. Derhal
buna bir son verin. Demokratik anayasal çözüme yönelin. Yapmanız gereken doğru şey budur.”
KADIN KONUSU ÖNEMLİ VE TARİHİ BİR KONUDUR
Sema Yüce’nin hayatını kaybedişinin yıldönümü dolayısıyla da değerlendirmelerde bulunan Öcalan, kadınlara
ilişkin şu mesajları verdi: “Sema Yüce'nin şahadetinin yıldönümünde, Tutak’ta mezarı başında anma yapılmış, bu tür
anmaları önemli buluyorum, anlamlıdır. Sema Yüce şahsında tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Kadın konusu önemli ve tarihi bir konudur. Benim de en çok üzerinde durduğum konulardan birisi kadın konusu
olmuştur. Kadın Özgürlüğü konusunda bugüne kadar çok ciddi çalışmalarımız oldu, bundan sonra da bu çalışmalarımız
devam edecektir. Kadın konusunda bizim yapmaya çalıştığımız iki şey var ve bunlar çok önemlidir.
Birincisi; kadının ideolojik fikir olarak özgürleşmesi ve güç kazanmasıdır. Kadının ideolojik olarak çok yetkin hale
gelmesidir.
İkincisi; kadının kendi örgütlülüğünü oluşturması, kendi örgütlülüğüne kavuşması, kendi örgütlenmesini yapacak
düzeye gelmesidir. Kadın ancak bu iki konuda yol alabilirse özgürleşmesi alanında da önemli adımlar atmış olacaktır.
KADIN ÖZGÜRLEŞMESİ OLMADAN TOPLUM DEVRİM YAPAMAZ
Kadın özgürleşmesi olmadan toplumun devrim yapması, özgürleşmesi mümkün değil bana göre. Kadının
özgürleşmesi, verili kültüre karşı özgürleşebilmesi yoğun bir gelenek eleştirisiyle, mevcut gelenek eleştirisiyle mümkün
olabilir. Bu da çok zordur. Bunun çok zor olduğunu biliyorum. Mevcut ilişkiler büyük oranda tecavüzler, kadının bedeni
üzerinde tecavüzler üzerine kuruludur. Mevcut kültürde erkek, kadını üzerinde tecavüz edebildiği bir beden olarak görme
eğilimindedir. Bir erkeğin mevcut şartlarda kendini bundan arındırması, bu anlayıştan kurtarması çok zordur. Kadın
özgürleşmedikçe erkek de bu durumundan kurtulamayacaktır.
KADIN ERKEK İLİŞKİSİ BİYOLOJİK DEĞİL, İKTİDAR EKSENLİ VE SİYASALDIR
Kadın erkek ilişkisi biyolojik değildir, tamamen iktidar eksenli ve siyasaldır. Beş bin yıllık tarihi de eklediğinizde
kadının iktidarsızlaştırılmasıdır. Bu bilimsel açıdan da böyledir. Kadın konusunu çok önemsiyorum. Kadın köleliği,
özgürleşmesi toplumdaki en önemli sorundur. Kadının mevcut durumdaki köleliği bana göre toplumdaki köleliğin en
alasıdır. Verili kültürde kadının kendini özgürleştirmesi çok zordur, zor bir olaydır. Ben bunu kendimden de biliyorum.
Benim, küçüklüğümden beri boyunduruk altına girmeme, özgür olma, her şeyden azat olma gibi bir yanım, tarafım var.
Halen de öyleyim. Buna rağmen her gün kendimi özgürleştirme yönünde korumaya çalışıyorum. Kaldı ki bir kadının
kendini özgürleştirmesi, özgürlüğünü koruması çok daha zordur. Neredeyse imkansızdır. Çünkü kapitalist moderniteyle
birlikte beş bin yıllık uygarlıkta kadının düşüşü o kadar büyük ki, ayağa kalkması özgürleşmesi çok zordur.
HEM KADIN HEM DE ERKEK GELENEKSEL YÖNLERİNİ AŞAMIYORLAR
Tabi ben kadın özgürleşemez, direnemez demiyorum. Fakat kadının özgürlüğü, özgürleşmesi bu mevcut köle
gibi yaşamı, düşüşü kırmasıyla bağlantılıdır. Kadının her zaman direnen bir tarafı var. Kadının erkekte bulunmayan bir
çöz özelliği bulunmaktadır. Bazı konularda erkeklerden daha gelişkindir. Kadının özgürleşebilmesi için ilk önce kendisini
tanıması lazım. Düşüş ne kadar derinse özgürleşmek için direniş de o kadar derin ve büyük olmalıdır.
Hem kadın hem erkek geleneksel yönlerini aşamıyorlar. Bu çok zor ve çok derindir. Yani kadın geleneksel
kadınlığı aşmalıdır. Kendi özgürlük çizgisinde devam etmelidir. Geleneksel kadınsılığa ve yaşamına ilgi duymamalı,
tamah etmemelidir. Ve çok da önemsememelidir. Gündem gazetesinde Nesrin Akgül diye birisi yazmış. Orada Roma
Devleti tarafından asılarak öldürülen bir kadın filozofun, Hypatia'nın bir sözünü aktarıyor. Hypatia “Siz erkekler benim
bedenimden-cinselliğimden başka hiçbirşey göremiyorsunuz, anlamıyorsunuz” diyor. Hypatia dördüncü yüzyılda
yaşamış, Yunan felsefesinin son kültürünü temsil ediyor, Romalılar tarafından İskenderiye'de idam edilmiştir.
ÖZÜNDE KADIN ERKEKTEN DAHA GELİŞKİN VE İLERİDİR
Oysaki kadının bedeninden başka paylaşılacak çok yanı ve özelliği var. Çünkü kadın erkekten özünde daha
gelişkin ve ileridir. Verili kültürün etkisiyle kadın kendini tecavüz kültüründen kurtaramıyor. Çünkü bunu içselleştirmiştir.
Kapitalist uygarlıkta kadın-erkek ilişkisi en basit biyolojik istem olan cinselliğe dayanır. Bu kadar basit bir yaklaşımdır.
Oysa bu kısa süreli biyolojik, basit bir süreçtir. En benim diyen kadın dahi kendini bu tecavüzden kurtaramamaktadır.
Sema Yüce bunu kabul etmeyenlerden. Ve kabul etmediği için böylesi bir eylemi gerçekleştirdi. Ve bu şekilde de Sema
Yüce'yi anıyorum, bu değerlendirmelerimi Sema Yüce'ye atfediyorum. Bu temelde kadınların çalışmalarını önemsiyorum.
O zor koşullarda, dağda yaşıyorlar, ama mücadeleleri çok değerlidir ve önemlidir. Başarılar diliyorum.”
ALTAN, CONGAR, ÇANDAR VE HASAN CEMAL’E SELAM
Öcalan, Ahmet Altan, Yasemin Congar, Cengiz Çandar ve Yasemin Congar’a da selamlarını iletti: “Ahmet Altan
ve Yasemin Çongar'a selamlarımı iletiyorum. Ahmet Altan'ın yazılarını okuyorum. Özgürlükçü yanının güçlü olduğunu
biliyorum. Onların Taraf gazetesiyle önemli bir özgürsel yol açtığını biliyorum. Bunu çok değerli ve önemli buluyorum. En
değme solcudan daha yararlı ve cesur buluyorum. Taraf gazetesinin Türkiye'deki hegemonik yapıya eleştiriler yaparak
özgürlüksel bir duruş sergilediler. Benim Taraf gazetesine eleştirilerim de var. Onları zaman zaman eleştirdim de. Ama
benim bu eleştirilerim onların bu değerli, özgürsel yanını ortadan kaldırmaz. Eleştirilerim var ve bunu da anlasınlar. Zaten
Kürt sorununa, toplumsal konularda da eleştirisel yaklaşmak gerekir. Yasemin Çongar'ın da yazılarını aynı çerçevede
buluyorum. Değerlidir, özgürlük yanı gelişkindir. Onun edebi yanı da, yönü de var, gelişmiştir. Daha önce edebiyat
üzerine yazdığı yazıları okuyordum. Son zamanlarda yazmıyor ya da ben alamıyorum. Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'e
selamlarımı iletiyorum.”
HAK-PAR ADAYI DA BLOK’TA OLMALIYDI
Öcalan son olarak şunların ifade etti: “Hak-Par adayının da Emek, Demokrasi ve Özgürlük bloğunda yer
almasını istiyordum. Sayı çok önemli değil. Bir kişiyle de olsa temsiliyet önemliydi. Genel başkanları olabilirdi. Ya da
DERLEYEN : AZAD BADIKI
onların kendi içlerinden biri olabilirdi. Ama olmadı. Bundan dolayı kusura bakmasınlar. İttifak çalışmalarında yer
alabilirler. Özellikle Kürdistan ulusal konferansında bulunabilirler, yer alabilirler. Bu ittifak son derece önemlidir, tüm
Kürtlerin yararınadır. Tüm Kürtlerin bu mücadelede yer almaları önemlidir. Kim bu mücadeleyi iyi yaparsa onu
destekleyelim. Geçmiş önemli değil. Bundan sonra ulusal konferans ve Kürtlerin diğer çalışmalarında yer almak
önemlidir. Bu konuda kendilerine daha önce dile getirdiğim dört ilke üç pratik öneri sunuyorum. Kendilerine selamlarımı
iletiyorum.”
SÜRYANİLER BİRLİĞİ’NE BAŞARILAR DİLİYORUM
“Dünya Süryaniler Birliği'nin açıklamalarını takip ettim ve bu açıklamalarını çok değerli buluyorum, çok önemlidir.
Kendilerine başarılar diliyorum.”
“Cezaevinden bana bir mektup gelmiş. Muş, Zengok köyünden. Sakıkların köyünden olduğunu ve yoğunlaştığını
söylüyor. Ona önerim bol bol Hegel'i okusun. Hegel'i tam anlasın. Malatya, Bakırköy cezaevlerinden mektuplar aldım.
Malatya cezaevindeki tüm kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Hamili Yıldırım Maraş Cezaevi'nden mektup
göndermiş, hastaymış, kendisine selamlarımı iletiyorum. Başta Bolu Cezaevi olmak üzere tüm cezaevlerine selamlarımı
iletiyorum.”
“Siirt ve İzmir'deki halkımız başta olmak üzere bütün halkımıza ve dostlarımıza selamlarımı iletiyorum.”
Görüşme Notları:
Barış Konseyi için
mutabakat sağlandı
PKK lideri Abdullah Öcalan, heyetle görüşme yaptığını ve 15 Temmuz tarihinin kendisi için bir hükmü
kalmadığını söyleyerek, son görüşmesin Barış Konseyi’nin kurulması için mutabakata vardıklarını belirtti. Öcalan, “Barış
Konseyi ne resmi bir devlet organı olacak ne de sadece sivil bir organ olacaktır. Barış Konseyi, barış çalışmaları, barışın
gerçekleşmesi ve çözüm için çalışacaktır. Bir ay veya bir aydan daha kısa bir sürede Barış Konseyi kurulmalıdır” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 6 Temmuz günü gerçekleşen haftalık görüşmesinde İmralı’da devam eden
görüşmeler, daha önce sunduğu protokoller, 15 Temmuz tarihi, Çatı Partisi, yemin krizi ve çatışmasızlık sürecine ilişkin
önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.
PROTOKOLLERDE İMZA SÖZKONUSU DEĞİL
Öcalan, kendisiyle görüşen heyete ve Kandil’e sunduğu protokollere ilişkin şunları söyledi: “Benimle görüşen
heyet ve onlara daha önce sunduğum protokollere ilişkin şunları belirtmek istiyorum. Protokoller konusunda kamuoyunda
bir yanlış anlaşılma ve algılama olmuştu. Karayılan da söz etmiş. Protokoller kamuoyunda yanlış anlaşıldığı gibi bizim ve
devlet tarafından karşılıklı imzalanmış bir şey değildir. Protokollerde imza söz konusu değildir. Bu konularda bir yanlış
anlaşılma olmuştur. Protokoller karşılıklı imza şeklinde değil de çözüme ilişkin üzerinde mutabakata varılan bir metin
şeklindedir. Protokoller ön açıcı, çözüm geliştirici ve çözüme ilişkin devletle üzerinde uzlaşmaya vardığımız ve bağlı
kalacağımız çözüm metinleridir, çözüm protokolleridir. Protokoller önümüzdeki süreçte atılması gereken somut ve pratik
adımlara ilişkindir. Protokollere imza atma söz konusu değildir. Daha o aşamaya gelmiş değiliz. Halen heyetle protokoller
üzerinde görüşmeler ve çalışmalar devam ediyor, üzerinde çalışılıyor.”
15 TEMMUZ’UN ARTIK HÜKMÜ KALMADI
Öcalan, daha önceki açıklamalarında dile getirdiği 15 Temmuz tarihinin “artık bir hükmet ve anlamı kalmadığını”
söyledi: “Daha önce bahsettiğimiz 15 Temmuz tarihi yanlış algılanmasın. 15 Temmuz dememizin sebebi heyetle
yapacağımız son görüşme tarihinin 15 Temmuz'a yakın tarih olmasındandır. Zaten heyetle yapacağımız görüşmeyi daha
erken gerçekleştirdik. Benim için esas olan bu görüşmeydi 15 Temmuz tarihi değil. Bu görüşmeyi de bugün
gerçekleştirdiğimizden artık benim için 15 Temmuz'un bir hükmü ve bir anlamı kalmamıştır.”
BARIŞ KONSEYİ’NİN KURULMASI İÇİN MÜTABAKATA VARDIK
Heyetle son görüşmesinde Barış Konseyi’nin kurulması için mutabakata vardıklarını söyleyen Öcalan şöyle
konuştu: “En son heyetle yaptığımız bugünkü görüşmede üzerinde uzlaştığımız en önemli ve atılması gereken pratik
adım, Barış Konseyi'nin oluşturulmasına-kurulmasına ilişkindi. Heyetle Barış Konseyi'nin kurulmasına ilişkin bir
mutabakata varmış durumdayız. Zaten bu durum protokollerde de yer almaktadır. Barış Konseyi'nin kurulması, atılması
gereken ve atılacak en önemli somut adımdır. Barış Konseyi, mutlaka kurulmalıdır. Barış Konseyi ne resmi bir devlet
DERLEYEN : AZAD BADIKI
organı olacak ne de sadece sivil bir organ olacaktır. Barış Konseyi, barış çalışmaları, barışın gerçekleşmesi ve çözüm
için çalışacaktır. Bir ay veya bir aydan daha kısa bir sürede Barış Konseyi kurulmalıdır.”
ANAYASA KONSEYİ KURULMALI
Öcalan şöyle devam etti: “İkinci ve en önemli diğer bir husus da Anayasa Konseyi'nin kurulmasına ilişkindir.
Anayasa Konseyi, anayasa yapım çalışmalarını yürütecektir. Anayasa Konseyi ‘Anayasa Meclisi’ şeklinde ayrı bir meclis
olmayacaktır, klasik meclis şeklinde algılanmamalıdır. Anayasa Konseyi, yeni anayasa yapımı çalışmalarını yürütecek bir
konseydir. Bu konseyin içinde BDP de yer alıp anayasa çalışmalarını yürütebilir. BDP de Anayasa yapım çalışmalarında
yer alacak ve bu çalışmaları yürütecektir. Anayasayla ilgili diğer çalışmalar da var ama beni ilgilendiren Blok'tur. Aynı
şekilde anayasa konseyi çalışmalarına ben de katkı sunarım.”
YEMİN KRİZİ NASIL AŞILIR?
Öcalan, “Yemin krizi nasıl aşılır?” diyerek şöyle konuştu: “Bu kriz çözülür mü çözülmez mi bilemiyorum. Ancak
BDP daha önceki gibi oyunlara gelmemelidir. Daha önce söylediğimiz gibi hükümetle bir mutabakata varılarak yemin
edebilirler. Bu mutabakat mutlaka olmalı ve önemlidir. Yapacakları mutabakat metni, devlete sunduğum protokollerle
paralel olabilir veya kendi koşulları ve durumlarına göre yapabilirler. Örneğin bu protokollere Hatip Dicle'nin durumu,
diğer beş tutuklu vekilin serbest bırakılması, KCK'lilerin serbest bırakılması, hatta tüm tutsakların serbest bırakılması,
yüzde on barajının düşürülmesi ve TMK'nın değiştirilmesi gibi hususlar eklenebilir. Öyle hemen Hatip Dicle meselesi ve
diğer meseleler çözülmeyebilir, öyle hemen serbest bırakılma olmayabilir. Ancak bu koşulların yerine getirilmesi için
zaman içinde devletin-hükümetin yapacağı şeyler bir yazılı metne bağlanır ve zamanla yerine getirilir. Bu metinle, bu
sorunların gelecekte çözümü için bir mutabakat sağlanmış olur. Bu mutabakat, sorunların çözümü için ön açıcı ve çözüm
geliştirici olur. CHP’nin de yemin krizine ilişkin hükümetle bir protokolleri olur mu olmaz mı bu değil de beni asıl
ilgilendiren Demokratik Blok'tur.
CEMİL ÇİÇEK ÜZERİNE DÜŞENİ YAPABİLİR
Devletin, BDP'nin bu yazılı mutabakatı konusunda çok da sıkıntı çıkarmaması gerekir. Zaten basına yansıdığı
gibi Cemil Çiçek de çözülmesi gereken en önemli birinci sorunun Kürt sorunu olduğunu söylüyor. Bu konuda Cemil
Çiçek, üzerine düşeni yapabilir. Bu şekilde yazılı bir mutabakat sağlanırsa BDP de yemin edebilir ve Meclis'e dahil olur,
çalışır. Çalışmalarında başarılar diliyorum.”
ÇATI PARTİSİ TÜRKİYE’Yİ 20-25 BÖLGEYE AYRILABİLİR
Öcalan Çatı Partisi konusunda şunları söyledi: “Çatı Partisi konusunda, daha önce söylediğim gibi Türkiye 20-25
bölgeye ayrılabilir. Örneğin Karadeniz bölgesini Doğu, Orta, Batı diye üç bölgeye ayrılabilir. İstanbul bir bölge olabilir.
Ege üç bölge olabilir ve diğer yerlerde böyle sosyal, ekonomik ve kültürel durumlarına göre böyle bölgelere ayırabilirler.
Örneğin Kürdistan’ı yedi bölgeye ayırabilirler. Bu şekilde Türkiye'yi 20-25 bölgeye ayırabilirler. Bundan kastım
YERELLİK'tir. Yerellik esas alınmalıdır. Mesela iki-üç vilayet birleşerek kendi yerel konferanslarını yapabilir. Yapılan bu
yerel konferanslarda o yerlerden olan, orada oturan her bir bölge için 20-25 delege seçilebilir. Yerelden yaklaşık
seçilenlerin sayısı 400 kişi olabilir. Ancak söylediğim gibi yapılacak yerel konferanslarda seçilecekler mutlaka orada
olanlar ve orada oturanlar olmalıdır. Bunun mutlaka böyle olması gerekir. Örneğin İstanbul'da yerel konferans olacaksa o
zaman İstanbullu, orada oturan kişileri seçerler. Karadeniz'de mi yerel konferans yapılacak veya Botan'da mı, aynı
şekilde oralı olup da orada oturanlar seçilmelidir. Bu şekilde yaklaşık 400 kişi yerelden seçimle, seçilerek belirlenebilir.
Diğer 100 kişi de uzman kişilerden, akademisyenlerden, sivil toplum örgütlerinden, sendikalardan ve diğer kesimlerden
belirlenebilir. Bu şekilde 500 kişilik bir Kongre oluşturulabilir. Bu oluşturulacak Çatı Partisi sadece Kongre olmaz veya
sadece parti şeklinde de olmaz. Hem Kongre hem de Parti şeklinde yarı-Kongre biçiminde olabilir.
DEMOKRATİK ULUS KONGRE-PARTİSİ
Daha önce bu Çatı Partisi için Demokratik Topluluklar Partisi ismini önermiştim. Ancak bugün ilk defa daha
uygun bulduğum bir isim öneriyorum: DEMOKRATİK ULUS KONGRE-PARTİSİ. Araya tire koymamın sebebi ne tam
Kongre ne de tam parti olmasındandır. Yarı Kongre şeklinde olabilir. Aynı zamanda yasal mevzuata göre hukuken
varolabilmesi için ve hukuki varlığının kabullenilmesi için de Demokratik Ulus Kongre-Partisi şeklinde parti olarak
kurulabilir. Bu şekilde hukuken varlığı da olur. Gerçi anayasa ve diğer yasalar da değişecektir. Ancak şimdilik bu şekilde
hukuken de var olur.
100 KİŞİLİK KONGRE-PARTİ MECLİSİ DE OLABİLİR
Bu Kongre-Partinin aynı zamanda 100 kişilik bir de Kongre-Parti Meclisi olur. Bu yüz kişi, 500 kişilik Kongre
üyeleri arasından seçilir. Demokratik Ulus Kongresi-Parti Meclisi oluştuktan sonra üç ayda bir toplanır. Ve çalışmalarını
bu şekilde devam ettirir. Ayrıca bu Kongre-Partinin 25 kişilik bir de Yürütmesi olur. Bu 25 kişilik yürütme Konsey şeklinde
işleyebilir. Bu Kongre-Partinin başkanlığı da zaten Genel Başkan-Eşbaşkanlık şeklinde olur. Muhtemelen eş başkanlıklar
da şu anki parlamenterlerden seçilir. Ancak BDP'nin eş başkanları, Kongre-Parti'nin eş başkanları olmazlar, onlardan
farklı kişiler eş başkan olurlar. BDP varlığını devam ettirir. Ancak Çatı Partisine seçilecek eş başkanları BDP'nin
eşbaşkanları olmaz, seçilen iki parlamenter olur. Bu şekilde Demokratik Ulus Bloğu oluşturulur. Bu blokta tüm solsosyalist çevrelerin olması gerekir. Zaten üç sol-sosyalist adayı da seçildi. Seçilen üç kişi şimdilik yeterli sayılabilir.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Benim için Türk Solu, Kürt Solu gibi bir ayrım yoktur, Kürt-Türk ayrımı da yoktur. Benim için esas olan Demokratik Ulus
Bloğudur. Ben bunu esas alırım. Beni ilgilendiren budur.
DEMOKRATİK ULUS BLOGU İNŞA EDİLİRSE SOL MÜTHİŞ BAŞARI SAĞLAR
Şayet söylediğim şekilde Demokratik Ulus Bloğu inşa edilirse Sol, müthiş bir başarı sağlar. Bir sonraki
seçimlerde en az yüzde yirmi oy alabilirler. Bu blok o zaman Türkiye'nin en güçlü üç bloğundan biri olur. Bu bağlamda
Sırrı Süreyya, Ertuğrul Kürkçü'ye EMEP'in başkanı Levent Tüzel'e selamlarımı iletiyorum. Tüm sosyalist çevreler olmalı,
hiçbir sol-sosyalist çevre Çatı Partisinin dışında bırakılmamalıdır. Hatta liberal özgürlükçüler de olabilir. Buna inansınlar,
bu yönde çalışmalarını yürütsünler. Tüm bu çalışmalara hızlı bir şekilde başlanabilir. Sanırım Ekim'e kadar Demokratik
Ulus Kongre-Partisi çalışmalarını tamamlarlar.”
YOL HARİTASI İYİ OKUNMUYOR
Öcalan geliştirdiği yol haritasına da dikkat çekerek şöyle dedi: “Geliştirdiğim yol haritası iyi okunmuyor. Neden
yol haritasını okumuyorlar? BDP, benim yol haritamı ya okumamış ya da anlamıyorlar. Devlet bile yol haritasını iki yıl aldı
okudu, üzerinde yoğunlaştı ve üzerinde çalışmalar yaptı, faydalandı. Ama BDP, yol haritasını okumadı bile, okumuyorlar,
ya da anlamıyorlar, üzerinde çalışmıyorlar. BDP, hukukçular yol haritasını neden okuyup takip etmiyorlar? Yol haritası
çalışmam okunmalı ve anlaşılmalıdır. Türkiye'deki yazarlar da takip ettiğim kadarıyla bu çalışmayı olumluyorlar. TESEV
raporunda da Yol Haritasından faydalanılmış, üzerinde durulmuş ve raporda yol haritasına yer verilmiş. Son savunmam
da aynı şekilde yol haritasının daha kapsamlısıdır.”
SON SAVUNMAM ORTADOĞU’NUN KURTULUŞ MANİFESTOSUDUR
Yazdığı son savunmalarına ilişkin de bilgi veren Öcalan şunları kaydetti: “Son savunmam adeta Ortadoğu'nun
kurtuluş manifestosudur. Çok değerlidir. İçinde her şey var, faydalanmasını bilmelidirler. Zaten BDP'nin son seçimlerdeki
Dersim ile Urfa'daki en son hali ortada. Bunun için daha önce de demiştim. Demokratik siyaset akademileri bu nedenle
çok önemlidir. Çok güçlendirilmeleri gerekiyor. Bu akademilerde onlarca profesyonel insan yetiştirebilir. Ve her tarafta
çalışabilirler. Bu yöndeki çalışmalara hemen başlanabilir, seferberlik ruhuyla bu çalışmalar gerçekleştirilebilir.”
ÇATIŞMASIZLIĞA İLİŞKİN KARARI KCK VERİR
“Çatışmasızlık sürecine ilişkin de şunları söylemek istiyorum” diyerek sözlerini sürdüren Öcalan şöyle konuştu:
“Şu an gerilla birçok alana dağılmış durumda. Aynı şekilde asker de alanlara dağılmış operasyon yapmaktadır. Asker de
sınırlarda ve diğer bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Yaşanan bu çatışmalar daha çok birbirlerine karşı yaptıkları
misillemelerdir. Ben çatışmaların artmasını istemiyorum. Ölüm haberlerine üzülüyorum, keşke olmasın diyorum. Şu an
ne bir ateşkes durumu var ne de ateşkesi bitiren bir savaş başlangıcı var. Zaten şu an devrimci halk savaşını durdurmuş
bulunmaktayız. Şu an yaşanan çatışmalar karşılıklı misillemelerdir veya karşılaşmadır. Bu karşılıklı misillemeler veya
çatışmalar artabilir de azalabilir de. Ancak her koşulda gerilla öz savunmasını yapacaktır. Gerilla ölmemek için askerle
karşılaştığında kendini savunacaktır. Bunun için aktif veya pasif savunma yoktur. Gerilla yirmi dört saat öz savunmasını
yapacaktır. Kendisine yapılan saldırılara da misliyle karşılık verecektir. Gerilla bu konuda beni yanlış anlamasın. Ben
çatışmasızlığa ilişkin bir şey söyleyemem.Söylemem de doğru olmaz zaten. Ben burada KCK adına karar alamam.
Gerillanın şu anki dağılımını, konumlandırılmasını net bilemediğimden genel durum üzerinden bir değerlendirmede
bulunuyorum. Tüm hususları dikkate alarak kendi kararlarını kendileri verir. Ben buradan saldırı emri veremem, doğru da
olmaz. Artık tüm bunları değerlendirerek çatışmasızlık konusunda KCK, kararını kendisi verir. Daha önce söylediğim gibi
bana buradan bir görev verilirse ben buna hazırım, üstüme düşeni yaparım, rolümü oynarım. Bunun için daha önce
söylediğim gibi Hükümet, parlamentoyu toplar -ki Hükümet de kuruldu, Meclis başkanı da seçilmiş- bana çağrı yaparsa,
ben o zaman gerilla güçlerini bir yerde toplama konusunda üstüme düşeni yaparım. Ancak şu an çatışmasızlığa ilişkin
kararı KCK kendisi verir. Ayrıca Demokratik ulus inşası temelinde KCK, İran, Suriye ve Irak'ta yapacakları konusunda
kararını kendisi verir.”
ULUSAL KONFERANS
Öcalan Kürtler arası ulusal konferansa da değinerek şu ifadeleri kullandı: “Kürtlerin kendi aralarında yapacağı
Ulusal Konferans için benim doğrudan isim söylemem, isim önermem doğru değildir. Önerilecek isimler yetenekli, yaratıcı
ve becerikli olmalıdır. Bu konuda sorumluluk üstlenecek isimler önerilebilir. Ancak benim isim belirtmem doğru değildir.
Zaten hazırlık komitesinin görevi esas değil, konferansa ilişkin teknik çalışmaları yürütmektir. Örneğin konferansın ne
şekil yapılacağı, kimlerin katılacağı, nasıl katılım sağlanacağı ve konferansın gündemine ilişkin teknik çalışmaları
yürütmektir. İsim çok önemli değildir, nitelik önemlidir. Sözcülük sayısı az kişiden oluşabilir, çok da fazla kişiye gerek
yoktur. Zaten değindiğim gibi hazırlık komitesinin görevi çalışmaları konferansın yapılmasına ilişkin teknik
çalışmalardır. Buna ilişkin değerlendirmelerim daha sonra da olacaktır.
KONFERANS BÜNYESİNDE PARLAMENTO OLUŞTURULMALI
Ulusal konferans içinde ve bünyesinde bir parlamento oluşturulmalıdır. Ahmet Türk ve Şerafettin Elçi bu
çalışmaları yapabilirler. İkisine de selamlarımı iletiyorum. Daha önce söylediğim savaş ve barış ilkesiyle diğer temel ilke
ve pratik öneriler üzerinden konferans çalışmaları yapılabilir. Ulusal Konferansın yapacağı en önemli hususlardan biri
parlamento kurmaktır. Zaten KNK var, ancak bu kurulacak parlamento KNK'nin yeniden yapılandırılması şeklinde olabilir.
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Hatta Filistin'deki FKÖ modeli örnek alınarak bir parlamento oluşturulabilir. Daimi meclis şeklinde olur. Ulusal konferansın
yapacağı en önemli ikinci şey de bu parlamentonun bir yürütme organını oluşturmaktır. Hatta buna gölge kabine de
diyebiliriz. Bu şekilde parlamentonun da bir yürütmesi olmuş olur. Ulusal konferansın yapacağı üçüncü ve en önemli
şeylerden biri de silahlı güçlerin koordinesidir. Barzani'nin silahlı güçleri veya Irak Kürt federasyonu silahlı birlikleri ve
diğer silahlı güçlerin koordinesi sağlanmalıdır. KCK'nin temsilcisi de ulusal konferansta yer almalı ve KCK kendi
temsilcileriyle kendisini temsil etmelidir.”
SURİYE’DE KÜRTLER BİRLİKTE HAREKET ETMELİ
Suriye’deki gelişmeleri değerlendiren Öcalan, “Suriye'deki 11 Kürt partisi Suriye Kürt Partileri Koalisyonunu
kurmuşlar. Burada Demokratik Özerklik önemlidir. Birlikte hareket etmelidirler. Onlara ve Suriye'deki halkımıza da
selamlarımı iletiyorum. Bu yönde çalışmalarını devam ettirmeleri gereklidir. Onlar da Demokratik Özerkliği esas alırlar.
Türkiye için öngördüğümüz Demokratik Özerklik modelini Suriye şartlarına ve koşullarına uyarlayacak şekilde demokratik
çözüm geliştirme çalışmaları önemlidir. Suriye'deki durumun ne olacağı, geleceği belli değil. Kürtler hem rejim iktidarıyla
hem de muhaliflerle Demokratik Özerklik çözümü temelinde görüşebilirler. Yine varlıklarına yönelik gelişebilecek
tehlikelere karşı şimdiden özsavunma güçlerini oluşturmaları önemlidir.”
YAMAN, HPG VE MAOİST GERİLLALAR İLE TİKKOLU GERİLLA İÇİN BAŞSAĞLIĞI
Öcalan son olarak şu mesajları verdi:
*Yaşamını yitiren Nuri Yaman için üzüntülerimi ifade ediyorum. Ailesine başsağılığı dileklerimi iletiyorum.
*Şırnak'ta seçim kutlamalarına yapılan müdahalede gaz bombası sonucu yaşamını yitiren barış annesi Hatice
İdin, Maoist gerillalar, TİKKO gerillası ve HPG gerillası Mazlum Erenci'yi saygıyla anıyorum. Ailelerine ve halkımıza
başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
*Hatip Dicle'ye de selamlarımı iletiyorum.
*Son olarak cezaevlerine ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Hasta tutsak arkadaşlar için mücadele ediyoruz.
Onların durumuyla ilgileniyoruz.
*Bakırköy cezaevinden bir çok mektup alıyorum. Son zamanlarda oraya bayağı arkadaşlar getirildi. Orada bir
yığılma sözkonusu. Hediye Aksoy arkadaşın durumunu biliyorum, kendisine ve diğer hasta arkadaşlara özel selamlarımı
iletiyorum. Mektuplarına tek tek cevap yazamıyorum ama düzeyleri iyi, yoğunlaşmaları iyi, çalışmaları iyi. Hepsine, tüm
cezaevlerindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.
*Van, Muş ve Bitlis cezaevlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. Ayrıca Van, Hakkari, Diyarbakır ve
Batman halkımıza özel selamlarımı iletiyorum.
06 Temmuz 2011 Tarihli Gorusme Notudur
Görüşme Notları:
Benim dışımda kimse silah
bıraktıramaz
18.07.2011
PKK lideri Abdullah Öcalan, “Askeri yakan ateş de gerillayı yakan ateş de aynı ateştir” diyerek, “Sorun
sürüncemede bırakılırsa, demokratik çözüme gelinmez, silahların susturulması için bize gerekli olanaklar tanınmazsa ne
yazık ki bu çatışmalar devam eder” diye uyardı. Öcalan, Silvan olayına dikkat çekerek “Yarın bunun on katı gelişebilir. Bir
günde çok fazla kayıplar da yaşanabilir. Eskisi gibi sadece kırsalda da olmayabilir, şehirlerde de olabilir. Halk bir günde
toplanıp Paris'te nasıl Bastil zindanına yürüdülerse Diyarbakır'da da işte o tutukluların olduğu yere yürürse ne
yapacaksınız? Bütün bunlar olabilir. Öfke birikmesi var” diye belirti. Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösteren
Öcalan, yıllardır silah bırakmaktan bahsettiklerini vurgulayarak, “Silahları bıraktırma irademiz var. Açık ve net
söylüyorum. Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 18 Temmuz pazartesi günü yaptığı görüşme sırasında Demokratik Özerklik ilanı,
Silvan çatışması, Çatı Partisi ve İmralı’da heyetle yaptığı görüşmelere ilişkin önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.
ASLINDA DEMOKRATİK ÖZERKLİK 2005’TE İLAN EDİLMİŞTİ
DERLEYEN : AZAD BADIKI
DTK’nın 14 Temmuz’da ilan ettiği Demokratik Özerkliği değerlendiren Öcalan, “Aslında demokratik özerklik
2005'te ilan edilmişti. Önemli olan bunun içini doldurmaktır, pratik uygulamasını yapmaktır. İlandan ziyade pratikleşmesi
önemlidir. Pratikleşmedikten sonra ilan çok da anlamlı değil. Artık pratikleştirme yönünde çalışmalarını
yoğunlaştırabilirler” dedi.
BDP’NİN ŞİDDETLE HİÇBİR İLİŞKİSİ YOKTUR
BDP’nin “neden kendisini ifade edemediği” eleştirisinde bulunan Öcalan şöyle konuştu: “BDP'ye ‘şiddetle arana
mesafe koy’ deniliyor. Bu konuda, BDP'liler kendilerini tam ifade edebilmelidirler. BDP'nin şiddetle ne ilişkisi var,
denilebilir. Zaten şiddetle ilişkileri olsa silahlı olurlardı. BDP'nin şiddetle hiçbir ilişkisi yoktur. Zaten BDP'nin PKK'yi, KCK'yi
temsil gücü de, durumu da yoktur. Temsilcisi de değildir. Aralarında öyle bir siyasi temsiliyet ilişkisi yoktur. Bunu açıkça
söylemeliler. BDP'liler ‘biz siyasi temsilcileri değiliz ama PKK'ye de düşmanlık yapamayız’ diyebilirler. ‘İşte gelmişiz,
Meclisteyiz, biz demokratik sivil bir partiyiz, sorunun demokratik çözümünü sağlıyoruz, yasal, anayasal çalışmalarda
rolümüzü oynamaya hazırız’ diyebilirler. ‘Demokratik anayasal çözüm için arabuluculuk dahil rolümüzü oynarız’
diyebilirler.”
DTK’DA AZERİLER, TERKEMELER VE ARAPLAR DA YER ALABİLİR
DTK örgütlenmesine de işaret eden Öcalan, “Azeriler, Terekemeler, Araplar DTK'da yer alabilirler. Daha önce
de söylemiştim. DTK daha çok özgür Kürt ulus örgütlülüğüdür. Çalışmalarını yürütürler” ifadelerini kullandı.
ASIL ÖNEMLİ OLAN DEMOKRATİK BLOK ÇALIŞMALARI
Öcalan şöyle devam etti: “Ama asıl önemli olan Demokratik Blok Çalışmalarıdır. Çoktan başlamalılardı
çalışmalara. Bunu geliştirme sorumluluğunu anlamıyorlar. Benim yazdıklarımı okumuyorlar mı? Burada anlata anlata
dilimde tüy bitti, kulaklarım patladı. İşte ne halde olduğum ortadadır, nefessiz kalıyorum, nefesim tükendi. Durumum
merak ediliyor, soruluyor. Saygıdan soruluyor, biliyorum. Ama Saygı bir bilinç işidir, bir zihniyet işidir. Doksan yıllık ulusdevletçi faşizmle başka türlü mücadele edilemez. Bu kadar şovenizm, faşizmle -işte görülüyor nasıl yükseliyor- başka
türlü baş edilemez. Devletli ulus faşizmi görülmüyor mu? Devletli ulus anlayışı kimseye yaşam hakkı tanımıyor. Biz buna
karşı demokratik ulus anlayışını geliştirdik. İşte “tek, tek, tek....” diyorlar, tekçi zihniyete karşı bunları söylüyoruz.
CHP’DEN BİR ŞEY ÇIKMAYACAĞI ANLAŞILMIŞTIR
Doğru bir sosyalizm, doğru bir yönetim, doğru bir örgüt bunlara karşı birleşerek olur. Sosyalistler, demokratlar,
çevreciler, feministler, etnik, kültürel sorunu olan herkes, dini, etnik azınlıkların tümü bu çalışmaya dahil olmalıdır. Bu
aslında on yıl önce geliştirilmesi gereken bir işti. On yıl önce de söyledim. Adına Blok dedik, Emek Hareketi dedik, Çatı
dedik -ismi çok önemli değil-, o zamanlarda yapılsaydı şimdi yüzde yirmilerde oyu olurdu. CHP'den bir şey çıkmayacağı
anlaşılmıştır. Baykal'ın CHP'si ise onbeş yıl bunu engelledi. Anlaşılıyor ki CHP ulus-devletçi milliyetçiliği aşamayacak.
AKP dar ve muhafazakardır. Muhafazakar zihniyet de bu köklü sorunları çözemez. MHP zaten demokratik çözüme
kökten karşıdır.
HERKESİN AYRI AYRI EVİ OLSUN AMA BUNLARI ÖRTECEK BİR ÇATI OLMALI
Bu anlamda Demokratik Blok Çalışmalarının hayati önemi ortaya çıkmaktadır. Hemen tüm demokrat kesimlerle,
bütün sosyalist partilerle görüşmeler başlayabilir. İşte ÖDP vb. tüm partiler, gruplar gene kendi varlıklarını koruyabilir,
BDP de kendi varlığını korur. Ama bunların tümünü kapsayacak bir çadır gerekir değil mi? Yağmur yağdığında altına
sığınabilecekleri bir çadırları, çatıları olurdu. Herkesin ayrı ayrı evi olsun, vardır. Ama bunların tümünü örtecek bir çatı
olmalı; çatı olmazsa ne olur, ilk yağmurda gidersin. Bu küçük evler ilk yağmurda gider. Tek tek küçük kaldıklarında
yağmur onları götürür, kendilerini koruyamazlar, bunun en basit anlatımı budur. Onun için on yıldır çatı diyorum. Bunun
mutlaka yapılması gerekir. Son savunmamda demokratik ulus konusunu detaylı işledim. Hepsi orada var. Savunma,
herhalde kısa sürede kitaplaştırılır ve ilgili herkese ulaştırılabilir.
BLOK PARTİSİ TÜRKİYE’Yİ 20-25 BÖLGEYE AYIRMALI
Blok partisinin yerellerde örgütlenmesi konusunda özerk bölgeler meselesini daha önce de söyledim. Türkiye'yi
20-25 bölgeye ayırmalıdırlar. Sayı çok önemli değil. Birbirine kültürel, sosyal, ekonomik ve diğer özellikleriyle benzer olan
dört-beş il bir araya gelir, bu özellikleri etrafında bir bölge olur. Bu öyle tesadüfen söylenmiş bir şey değildir. Her bölgenin
yerel-özgün bir kültürü vardır. Örneğin İstanbul bir bölge olur, Trakya bir bölge olur. Ege, kuzey, güney ve iç Ege diye üçe
ayrılabilir. Akdeniz birkaç bölgeye - Örneğin Antalya özgün bir kültürdür, tek bir bölge olabilir-, İç Anadolu birkaç bölgeye
ayrılabilir. Konya bir bölge olur. Kayseri merkezli birkaç il bir bölge olabilir. Böyle coğrafik, ekonomik ve sosyal özellikleri
olan bir bölgelendirme daha uygundur. İşte Karadeniz üç bölgeye ayrılır. Doğu, güneydoğu birkaç bölge olur. 6-7 bölge
olabilir. Örneğin Botan bir bölge olur. Türkiye'yi yedi coğrafi bölgeye bölmek gerçekliğe uymuyor, yeterli de değildir. Çok
DERLEYEN : AZAD BADIKI
zengin bir kültürdür, öyle 80 il demek denk düşmüyor. Benim dediğim özerk bölgeler belli özelliklere göre bir araya
getirilen illerden oluşur.
ÇATI MECLİSİ
Böyle yerelden, bölgelerden örgütlenilebilir. Bir de Çatı Meclisi kurulur. Bu 25 civarındaki bölgelerden de yerel
konferanslar yapılarak Kongre'ye 400 delege gelir. 100 delege de sivil toplum kuruluşlarına, akademi, akil adamlara,
aydınlara ayrılabilir. Toplamda 500 delege olur. Daha önce de Kongre'ye ilişkin 500, 100 ve 25 formülünü söylemiştim.
Başkanları eş başkanlık şeklinde olur. 25 kişilik gölge kabinesi olur. Bu gölge kabineyi çok önemsiyorum. En geç Ekim
ayına kadar tamamlanması gereken bir süreçtir. Meclis'te -TBMM- de oluşturulur. Ekim'e kadar bitirilmesi önemlidir.
Çünkü Ekim'de Meclis açılacak, anayasa çalışmaları olacak. Bu şekilde anayasa çalışmalarına da katılırlar.
AKP-CHP-MHP FAŞİST BİR İTTİFAK KURDU
İşte Meclis'te AKP-CHP-MHP faşist bir ittifak kurup, bildiri yayınladılar. Bu ittifaka karşı hemen bir bildiri
hazırlayıp parlamentoda ilan edebilirler. Bu ittifaka karşı herkesi demokratik çatı altında alternatif ittifaka davet ederler.
Aynen şöyle formüle edebilirler: “Bu tekçi, dıştalayıcı, ayırıcı zihniyete karşı Ortak vatan ve ortak ulus anlayışı temelinde
ülkemizdeki tüm demokrat kesimleri, zenginliğimiz olan farklılıkları Demokratik Ulus Kongresi çatısı altında bir araya
gelmeye çağırıyoruz”.
ASURİ-SÜRYANİLERİ ÇOK ÖNEMSİYORUZ
Asuri-Süryaniler de demokratik özerklik sistemine dahil olmuştur. Onları çok önemsiyoruz. Son olarak bir
vekilleri de oldu. Demokratik çözüm sürecinde onlar da yerlerini almalıdırlar. Onların değerlerini biliyor, yaşadıkları
felaketlerdeki acı ve ölümleri saygıyla anıyorum. Tarihsel ve zengin bir kültürdürler. Özgürlük bugün herkes kadar
Süryaniler için de gereklidir. Ekmek ve su kadar ihtiyaçtır. Sadece onlar değil; Ermenilerin, hatta demokratik Hellen
kültürünün yerini bulması demokratik özerklik sistemiyle mümkündür. Ermeniler de Demokratik Ulus Kongresinde
yerlerini alabilirler. Bu temelde kendilerini saygıyla selamlıyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.”
EVRİM ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUM
Öcalan, Muş’ta 14 Temmuz’da bedenini ateşe veren Kürt kızı Evrim Demir’e ilişkin şunları söyledi: “MuşBulanık'ta 18 yaşındaki Evrim Demir 14 Temmuz'un yıldönümünde barış için bedenini ateşe vermiş, hayatını kaybetmiş.
Üzüldüm, keşke olmasaydı. Daha önce de söylemiştim. Bu tür yakma eylemlerini tasvip etmiyorum. Bu tür eylemler beni
derinden etkiliyor. Beni çok zorlayan eylemlerdir. Bu eylemler karşısında kendimi çaresiz hissediyorum. Tekrar
söylüyorum. Bu tarz kendini yakma eylemleri asla tasvip etmediğim eylemlerdir. Bununla beraber Evrim arkadaşın
eyleminin derinliğine saygı duyuyorum. Büyük anlam veriyorum. Önünde saygıyla eğiliyorum. Halkımıza düşen, bu büyük
değerleri asla unutmamaktır, hep yaşatmaktır. Ancak rica ediyorum, bu tür kendini yakma eylemlerine girişmesinler. Bu
tür eylemlerin sayısı 100'ü buldu. 15 Şubat yıldönümünde de dört gerilla arkadaş bu şekilde eylem yaparak kendilerini
feda etmişlerdi. Evrim arkadaş sanırım mektubunda benim de adımı anmış. Ben gerçekten bu eylemin büyüklüğü
karşısında eziliyorum. Bu tür eylemler yerine kendilerini özgürce ifade etme olanaklarını yaratmalılar ve yaşayarak
mücadelelerini yükseltmeliler.
Bıraktığı notta, Mustafa Malçok'un yanına defnedilmek istediğini belirtmiş. Evet, öyle istemişse öyle yapılmalıdır.
Mustafa da 17 yaşındaydı. O da eylemiyle bizi derinden yaralamıştı. Söylediği gibi Mustafa'nın yanına defnedilmelidir.
İkisi için onlara yakışacak bir anıt mezar inşa edilmelidir. Biz, kadınların hele Kürt kadınlarının bu acılı yaşamlardan
kurtulup adeta tanrıçalar gibi yaşamasının mücadelesini veriyoruz. Ailesini selamlıyor, başsağlığı dileklerimi iletiyorum.”
DEMOKRATİK ÖZERKLİK SADECE BÖLGEYE ÖZGÜ DEĞİL
Demokratik özerklik modelinin sadece bölgeye özgü olmadığını belirten Öcalan, geniş bir kuramın alt dalı
olduğunu ifade etti: “Demokratik özerklik modeli bir bölgeye özgü bir çözüm modeli değildir. Demokratik özerklik önerimiz
demokratik modernite adını verdiğimiz geniş bir kuramın alt dalıdır. Aslında son savunmamın adı Demokratik Modernite
idi. Öyle düşünmüştüm. Irak'tan Afganistan'a kadar kapitalist modernitenin çözümsüzlüğü ortadadır. Kapitalist modernite
şu anda Anadolu'yu yeme-bitirmeyi kendine hedef olarak seçmiştir. Biliniyor, kapitalist modernitenin üç sacayağı vardır.
Kapitalist modernitenin üç sacayağı; işte ulus-devlettir, kapitalizm ve endüstriyalizmdir. Buna karşı demokratik
modernitenin de üç sacayağı var demiştim; ulus-devletçiliğe karşı demokratik ulus; endüstriyalizme karşı ekolojik toplum,
kapitalizme karşı ise sosyal piyasa ya da komünal ekonomi diyebiliriz; üç sacayağı bunlardır. Son savunmamda bunları
geniş geniş anlattım. Demokratik özerklik, bu temel ayaklardan biri olan demokratik ulusun yedi ya da sekiz boyutundan
sadece biridir. Bu boyutlar çoğaltılabilir, azaltılabilir. Ancak demokratik özerklik, demokratik ulusun bu boyutlarından
DERLEYEN : AZAD BADIKI
sadece siyasi boyutudur. Böyle algılanmalıdır. Kaldı ki bölgesel bir çözüm biçimi değildir. Bütün Türkiye'de
uygulanabilecek, Türkiye gerçeğine, kültürüne daha uygun bir modeldir. Yerellerin, yerel kültürlerin güçlendirilmesidir.”
BAŞBAKAN YA NE SÖYLEDİĞİNİ BİLMİYOR YA DA FARKINDA DEĞİL
“Son günlerde yaşanan bu çatışma için şunları ifade etmek istiyorum” diyen Öcalan şunları söyledi: “Şu anda
mevcut durumda ortamı sakinleştirmek, yumuşatmak gerekir. Sayın Başbakan ‘silah bıraksınlar, yoksa bir şey olmaz’
diyor. Ya ne söylediğini bilmiyor ya da farkında değil. Çok açık ve net söylüyorum. Biz yıllardır silah bırakmaktan söz
ediyoruz. Ben daha önce de Sayın Erbakan döneminde de Özal zamanında da silahların bırakılabileceğini,
bıraktırabileceğimi belirtmiştim. 1993'te dışarıdaydım. O zamanlar öyle İmralı'da da değildim. Yani içeride veya dışarıda
olmam fark etmiyor.
HEYETLE BİR GÖRÜŞME DAHA OLDU
Şunu söylemekte sakınca bulmuyorum. Heyetle en son bir görüşme daha gerçekleştirdik. Kamuoyunun
bilmesinde fayda var. Böyle kritik ve sıcak bir dönemde bile görüşmenin sürmesi ciddidir, önemlidir. Silahları bıraktırma
irademiz var. Açık ve net söylüyorum. Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz. En azından şimdi durum budur. Bunu
ben söylediğim için böyle değildir, bu rolü ben kendi kendime biçmiyorum. Bunu herkes görüyor, herkes söylüyor, devlet
de söylüyor, ‘bir tek sen silahları bıraktırabilirsin’ diyor. Burada görüştüğümüz devlet yetkilileri, bilinçli, deneyimlidirler,
onlar da bunu söylüyor. ‘Ancak sen bunu yapabilirsin’ diyorlar. Herkes ‘ancak sen yapabilirsin diyor’. Ben de bu rolden
kaçamam. Gereği neyse yapmak istiyorum. Bunun için çok açık Sayın Başbakana buradan sesleniyorum. Bana rolümü
oynamam için gerekli pratik araçların sunulması gerekir.
BAŞBAKAN ÇAĞRI YAPARSA…
Önüm açılırsa rolümü oynarım. Ben bu pratik araçların sunulmasını İmralı'da olduğum için söylemiyorum,
dışarıdayken de aynı şeyi söylüyordum. Şimdi dışarıda olsam yine aynı şeyi söylerim. Bunun kendimi kurtarmakla ilgisi
yoktur. İçeride de olsam dışarıda da olsam pratik araçlarımın olması gerekir. Daha önce parlamentonun bu konuda karar
alması gerektiğini belirtmiştim. Ben Meclis'in tatile girmemesini bunun için istemiştim. Gerekirse Meclis acil toplanıp bu
konuda görüşüp çağrı yapabilir. Veya Başbakan bir çağrı yapabilir; “biz bu işin silahlarla çözülmeyeceğine inanıyoruz. Bu
meseleyi demokratik anayasal yöntemlerle çözeceğiz” derse, bir haftada hallederiz.
ELİMDE ALAATTİN’İN SİHİRLİ LAMBASI YOK
Pratik araçlar elime verilmezse ben nasıl rolümü oynarım? Elimde Alaattin'in sihirli lambası ya da sihirli değnek
yok ki! Tekrar söylüyorum rolümü oynamam için koşulların sağlanması gerekir. Ben sağımı solumu yoklayacağım, ne var
ne yok bileceğim, bu konuda örgütleme yapmam gerekir. Demokratik çözüm araçlarının elime verilmesi lazım.
SİLAHLARIN SUSMASI İÇİN GEREKLİ OLANAKLAR TANINMAZSA ÇATIŞMALAR SÜRER
Böyle olmazsa ne olur? Sorun sürüncemede bırakılırsa, demokratik çözüme gelinmez, silahların susturulması
için bize gerekli olanaklar tanınmazsa ne yazık ki bu çatışmalar devam eder. Ben gerilla kayıplarına da asker polis
kayıplarına da üzülüyorum. Askeri yakan ateş de gerillayı yakan ateş de aynı ateştir. İşte görülüyor Silvan'daki olaylar.
BASTİL ZİNDANI ÖRNEĞİ
Yarın bunun on katı gelişebilir. Bir günde çok fazla kayıplar da yaşanabilir. Eskisi gibi sadece kırsalda da
olmayabilir, şehirlerde de olabilir. Halk bir günde toplanıp Paris'te nasıl Bastil zindanına yürüdülerse Diyarbakır'da da işte
o tutukluların olduğu yere yürürse ne yapacaksınız? Bütün bunlar olabilir. Öfke birikmesi var. İşte Muşlu kız bedenini
ateşe vermiş. Bunlar küçük küçük kıvılcımlardır. Her an büyük patlamalara yol açabilir. Bunu söyleyen de ben değilim.
PKK söylüyor; Devrimci halk savaşını geliştirme güçlerinin, hazırlıklarının olduğunu söylüyor. Onun için parlamento
gerekirse olağanüstü toplanmalı diyorum.
BİZ BÖLÜCÜ DEĞİLİZ, TEKÇİ ZİHNİYETE KARŞIYIZ
Bunu çok net ve açık söylüyoruz. Türkiye kamuoyu bunu bilmeli. Biz bölücü değiliz. Biz tekçi zihniyete karşıyız.
Kesinlikle bölücü değiliz, bütünlükten yanayız. Vatanın bütünlüğüne itirazımız yok, ortak vatandan yanayız. Ulusun da
bütünlüğüne itirazımız yok ama demokratik ulus temelinde bütünlük diyoruz.
DİRENMA HAKKI MEŞRUDUR
DERLEYEN : AZAD BADIKI
Kürt halkı da demokratik anayasal çözümü küçümsememelidir. Bu önemlidir. Demokratik anayasal çözüm için
hızla gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. Demokratik anayasal çözüm gelişmezse halkın direnme hakkı vardır. Direnme hakkı
meşru ve anayasal bir haktır. Ben halkın direnme hakkını kullanmasının önüne geçemem. Kimse halkın meşru direnme
hakkını elinde alamaz.
HÜKÜMET İLE BDP ARASINDAKİ GÖRÜŞMELER SÜRMELİ
Hükümet ile BDP arasındaki görüşmeler devam etmeli. Hükümet kuruldu, artık hazırlıklarını yapmışlardır. Benim
yazdığım ikişer sayfalık protokoller önemlidir. Bu protokoller, genelde devletle üzerinde mutabık kaldığımız metinlerdir.
Bu protokoller çerçevesinde Hükümet ile görüşülebilir. Seçim yapılsın dendi bekledik, hükümet yok dendi bekledik, artık
hükümet kuruldu. Bir yaklaşım ortaya çıkmak zorunda. Hükümet bu protokollere ilişkin yaklaşımını ortaya koyabilir. Nasıl
yaklaşıyorlar, ne yapacaklar? Hükümet korkmamalıdır. Ben bu protokolleri burada devlete sundum. İşte devletin de
r