muhammed
Transkript
muhammed
1 K İ R  M A S H  B-I ﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّﮫِ اﻟﺮﱠﺣْﻤﻦِ اﻟﺮﱠﺣﯿﻢِ 2 MUHAMMED ALEYİSSELÂM A S H  B-I K İ R  M MUHAMMED ALEYHİSSELÂM ve ASHÂB-I KİRÂM ERENKÖYLÜ MUHAMMED HİKMET EFENDİ 3 4 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Baskı Seçil Ofset Ltd. Şti. Mas-Sit Matbaacılar Sitesi 4. Cadde No: 77 Bağcılar-İstanbul Tel: 0212 629 06 15 www.secilofset.com Eylül 2010 Sipariş : 0536 - 2991922 A S H  B-I K İ R  M 5 َ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺧَﯿْﺮَ اُﻣﱠﺔٍ اُﺧْﺮِﺟَﺖْ ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﺗَﺎْﻣُﺮُو ن َﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُوفِ وَﺗَﻨْﮭَﻮْنَ ﻋَﻦِ اﻟْﻤُﻨْﻜَﺮِ وَﺗُﺆْﻣِﻨُﻮن ِﺑِﺎﻟﻠﱠﮫ “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız…” Âli İmran Sûresi Âyet 110 6 MUHAMMED ALEYİSSELÂM İÇİNDEKİLER HZ. MUHAMMED ALEYHİSSELÂM ASHÂB-I KİRÂM’IN FAZÂİLİ 1. HZ. EBU BEKİR SIDDIK 2. HZ. ÖMER B. HATTAB 3. HZ. OSMAN B. AFFAN 4. HZ. ALİ B. EBÛ TÂLİB 5. HZ. SAİD B. ZEYD 6. HZ. SAD B. EBİ VAKKAS 7. HZ. ABDURRAHMAN B. AVF 8. HZ. ZÜBEYR B. AVVAM 9. HZ. UBEYDE B. CERRAH 10. HZ. TALHA B. UBEYDULLAH 11. HZ. EBU MUSA EL-EŞ’ÂRÎ 12. HZ. HASAN 13. HZ. HÜSEYİN 14. HZ. HAMZA 15. HZ. DIRAR B. EZVER 16. HZ. HALİD B. VELİD 17. HZ. KÂB B. MALİK 18. HZ. DIHYE B. HALİFE 19. HZ. MUSAB B. UMEYR 20. HZ. SAD B. MUAZ 21. HZ. HALİD B. ZEYD 22. HZ. BİLAL-İ HABEŞÎ 23. HZ. SELMAN-I FARİSÎ 24. HZ. EBÛZER GİFÂRÎ 25. HZ. EBÛ KATÂDE 9 36 39 55 69 73 81 86 95 101 104 113 122 127 133 140 150 154 170 179 183 191 198 212 217 228 237 A S H  B-I K İ R  M 7 26. HZ. MUAZ B. CEBEL 244 27. HZ. ABDULLAH B. ÜMMİ MEKTUM 28. HZ. ABDULLAH B. SELÂM 29. HZ. HUZEYFE B. YEMÂNİ 30. HZ. AMMAR B. YÂSİR 31. HZ. ABDULLAH B. REVÂHA 32. HZ. ESAD B. ZÜRÂRE 33. HZ. ZEYD B. HÂRİSE 34. HZ. SAD B. UBÂDE 35. HZ. USEYD B. HUDAYR 36. HZ. EBÛ DÜCÂNE 37. HZ. ENES B. MÂLİK 38. HZ. EBU HUREYRE 39. HZ. CÂFER-İ TAYYÂR 40. HZ. ABDULLAH B. ABBAS EHLULLAH HAZERÂTININ EVSÂFI PEYGAMBERİMİZİN ÂHİRETE İRTİHALİ 252 255 262 271 281 285 292 297 303 306 313 322 329 346 357 371 8 MUHAMMED ALEYİSSELÂM A S H  B-I K İ R  M 9 HAZRET-İ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM Cenâb-ı Hak Kadir-i Mutlak ve Tekaddes ve Teâlâ Hazretleri şöyle buyurur: َﻦ اﻟْﻤُﺴْﻠِﻤِﯿﻦ َ ِوَﻣَﻦْ اَﺣْﺴَﻦُ ﻗَﻮْﻟًﺎ ﻣِﻤﱠﻦْ دَﻋَﺎ اِﻟَﻰ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻋَﻤِﻞَ ﺻَﺎﻟِﺤًﺎ وَﻗَﺎلَ اِﻧﱠﻨِﻰ ﻣ “(İnsanları) Allah'a çağıran, sâlih amel işleyen ve "Ben müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?” 1 Resûl-i kibriya, sertâc-ı enbiya, seyyidü’l-mürselîn, hatemü’n-nebiyyîn Muhammed Mustafa aleyhisselâtü vesselâm efendimiz de şöyle buyurur: Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı ve peygamber olarak da Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ı seçen kimse imanın tadını almıştır.2 Dünya yaratıldığından beri beşeriyeti ulvîleştiren veya suflîleştiren birçok hadiseler görülmüştür. Bu kevnü fesâd, gözleri kamaştıran geçici gösterişlere sahne olduğu gibi, insanı yerin dibine batıran fenalıklar, hayâsızlıklar ve zulümler de zahir olmuştur. Fakat binlerce seneden beri beklenen sürur günü henüz gelmemişti. Kâinatın ezelden beri müştak olduğu, O’na ermek için gece gündüz döndüğü, O yüce nur doğmamıştı. Bütün semâvât-u mukadderât ve anâsır-ı erbaa, ziya veren güneş, geceyi aydınlatan ay ve 1 2 FÜSSİLAT SÛRESİ, ÂYET 33 HADİS, MÜSLİM 10 MUHAMMED ALEYİSSELÂM yıldızlar, esen rüzgâr, yağan yağmur, türlü türlü nefehâtıyla âlemi cilvegâh eden asumân… Adem aleyhisselâm’ın safası, Şit aleyhisselâm’ın şecaatı, İbrahim aleyhisselâm’ın tevhidi, İsmail aleyhisselâm’ın teslimiyeti, İshak aleyhisselâm’ın rızası, Salih aleyhisselâm’ın fesâhati, Lut aleyhisselâm’ın hikmeti, Yakup aleyhisselâm’ın beşareti, Yusuf aleyhisselâm’ın hüsnü, Musa aleyhisselâm’ın mucizâtı, Eyyüb aleyhisselâm’ın sabrı, Yunus aleyhisselâm’ın itaati, Yûşa aleyhisselâm’ın cihadı, Davud aleyhisselâm’ın sadası, Yahya aleyhisselâm’ın ismeti, Îsa aleyhisselâm’ın diriltici nefesi; bütün bunların hepsi günün birinde zuhur edecek olan varlığın bir danesi, Seyyidü’lKevneyn, İmam-ı sakaleyn Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’a hazırlık idi. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm varlığın kalbi ve nurudur, hidâyet güneşidir, kainatın efendisidir. Mahlukattan sevilmişlerin başı ve evvelidir. Kendisinden evvel yaratılanlardan habib ve mahbub yok idi. Bütün kalplere sevgisini bahşetmek için mahbub olarak âlemlere gönderildi. İlk yaratılan nur, O’nun nurudur. Bütün nurlar, feyizler, cezbeler ve aşklar bu nurun varlığından doğmuştur. Allah celle celâlühu için Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm Habib, (sevgili), Mahbub, (sevilen) ve Maksûd (arzu edilen) oldu. Muhammed aleyhisselâtü vesselâm olmadan Allah celle celâlühu layıkıyla bilinemezdi. Allah celle celâlühu varlığını ve birliğini beşere bildirmek için Peygamber-i zîşân efendimizi gönderdi. O’nun yaratılışı herkesten, herşeyden, her zî-rûh ve bî-rûhdan ve her zî-şekil A S H  B-I K İ R  M 11 ve bî-şekilden evveldir. Bi’seti (gönderilmesi) her resûlden sonradır. Yaratılmasıyla hilkatin kapısı açılmış. Bi’seti ile resûller ve nebîler kapısı kapanmış ve mühürlenmiştir. O hilkatin fatihası, risaletin hâtimesidir. O’nu hiçbir kalem tasvir, hiçbir beyân teşrih edemez. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm efendimizi hakkıyla yine Muhammed kelimesi tasvif eder. Yaratılmışların sultanını ise yalnız Hazret-i Kur’ân tasvir eder. Allah onun hakkında “Hulukin Azîm” (büyük meziyet, büyük seciye ve büyük yaratılış) der. Bilcümle nebîler ve resûller, O’nu beşere müjdelemek için geldiler. Enbiya-ı izam, nebiler sultanı Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın teşrifatçılarıdır. Tevrat, İncil, Zebur Allah celle celâlühu’nun bütün kitapları, Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın nübüvvet şehadetnamesidir. Tevrat’ta “Mahmud”, İncil’de “Ahmed”, Zebur’da “Hamid” diye zikredilir. Bu kitaplar onun risaletle geleceğini söylediler. Onun ismi melek dilinde “Ahmed” olarak anılır. Hazret-i İsa aleyhisselâm bidâyette bu ismi bir melekten duymuş ve âşık olmuştur. Resûlü Ekrem efendimiz Rahmet Peygamberi olarak gönderilmeden evvel rahmet tebliğcileri ve müjdeleyicilerini sünnetullah gereği arz üzerine gönderilmiştir. Bu müjdeleyiciler bazen bir resûl bazen bir mukaddes kitap bazen de salih bir zat olmuştur. Kuss bin Saide onlardan birisidir. Mekke kadınlarına: “Ey Teymâ kadınları, ey Kureyş kadınları topluluğu! Çok sürmez yakında Mekke’de aranızdan Ahmed ismiyle anılan peygamber zuhur edecektir!” diye nida eden zât da bu tebliğcilerden biridir. Şam’daki mânâs- 12 MUHAMMED ALEYİSSELÂM tırda Allah’ın dinini tebliğ ederken son Peygamberi çocuk yaşlarında iken tanıyan rahip Bahira da bunlardan biridir. Mekke’de Hazret-i Hatice’nin amcalarından Varaka bin Nevfel de Rahmet Peygamberini müjdeleyen mümtaz şahsiyetlerdendir. Hakikatte Âdem aleyhisselâmdan İsa aleyhisselâma kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberler silsilesi de Rasûlullah aleyhisselâtu vesselam efendimizi tevatüren müjdelemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de, İncil’de, Tevrat’ta ve Zebur’da O’nun ahlâkının yüksek evsafı beyân edilmiştir. Görene! Köre ne? O, mânâ âlemlerinin Muhammed’i, ilm-i ledün ve ilmi vahdetin muallim-i evveli, ümmü’l-kitab’ın dibacesi, kalemi ibtidasıdır. Kalem onunla fahretti (iftihar etti). İlim onunla hatmolundu. Hâdiseler ancak kelâm-ı Muhammed’den sızan mevceler (dalga dalga sözler)’dir. O kudretin kâtib-i zîşânıdır. O, cihana rahmetle geldi, merhametle baktı, sine açtı, şefkat saçtı. Ve dahi öyle hatimdir ki “mübteda” onunla başlar ve öyle ibtidâdır ki “hitamlar” onda münteha olup son bulur. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın her kelimesinden, her sözünden, her hareketinden, her sükûtundan bir hüküm çıkar. Zira kanunların sustuğu yerler çoktur. Fakat onun her kelâmı, bir kanun-ı felâh mahiyeti gösterir. Her kelimesi, beşeri saadete sevk için kifâyet eder. El’an ve cihanın sonuna kadar kâinatta yalnız onun getirdiği hükümler hâkim ve câridir. A S H  B-I K İ R  M 13 Nâme-i Râhman olan Kur’ân’ın hükümlerini insaniyete ve insan kalbine getiren O’dur. Eğer bütün âlem, saadet ve refaha kavuşmak isterse sevgisini Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’a hasretsin, bu muhabbet vesilesiyle derhal mesut olur. Allah celle celâlühu, layıkıyla ancak Peygamber-i zîşân efendimiz aleyhisselâtü vesselâm ve O’nun tarif ettiği Şeriat-ı Garra ve Sünnet-i Seniyye yolunda gidilmek şartıyla bilinir. İmam-ı Katâde Rahmetullahi Aleyh buyuruyor ki: “Allah, onun şânını dünyada ve ahirette yüceltmiştir. Hiçbir hatip, hiçbir davetçi ve hiçbir peygamber yoktur ki “eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resûluh” demesin. Bunun ötesinde bir şereflendirme ve ta’zim var mıdır? “ Elbette yoktur. Kadî İyaz Şifâ’da buyuruyor ki: “Resûl-i Ekrem efendimizin diğer peygamberlerde olmayan hususiyetlerinden birisi, Allah onlara, meselâ, Ey Âdem, Ey Nuh, Ey İbrahim, Ey Musâ diye isimleriyle hitab ederken ona hiç ismiyle hitab etmemiş: Ey Nebî, Ey Resûl, Ey Müzemmil, Ey Müddessir diye hitap etmiştir” . İbn-i Abbas buyuruyor ki: “Allah Teâlâ efendimiz Muhammed aleyhisselâmdan daha şerefli hiçbir varlık yaratmamıştır. Allah’ın bütün peygamberlerden O’nun hakkında ahd-ü misak almış olması, Rasûlullah efendimiz’in Allah tarafından tâ’zîm edilmesinin işaretidir.” Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: 14 MUHAMMED ALEYİSSELÂM وَاِذْ اَﺧَﺬَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻣِﯿﺜَﺎقَ اﻟﻨﱠﺒِﯿﱢﻦَ ﻟَﻤَﺎ اَﺗَﯿْﺘُﻜُﻢْ ﻣِﻦْ ﻛِﺘَﺎبٍ وَﺣِﻜْﻤَﺔٍ ﺛُﻢﱠ ﺟَﺎءَﻛُﻢْ رَﺳُﻮلٌ ﻣُﺼَﺪﱢقٌ ﻟِﻤَﺎ ﻣَﻌَﻜُ ْﻢ ﻟَﺘُﺆْﻣِﻨُﻦﱠ ﺑِﮫِ وَﻟَﺘَﻨْﺼُﺮُﻧﱠﮫُ ﻗَﺎلَ ءَاَﻗْﺮَرْﺗُﻢْ وَاَﺧَﺬْﺗُﻢْ ﻋَﻠَﻰ ذَﻟِﻜُﻢْ اِﺻْﺮِى ﻗَﺎﻟُﻮا اَﻗْﺮَرْﻧَﺎ ﻗَﺎلَ ﻓَﺎﺷْﮭَﺪُوا وَاَﻧَﺎ َﻣَﻌَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ اﻟﺸﱠﺎھِﺪِﯾﻦ “Hani Allah, peygamberlerden: "Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.”3 Müverrihler (tarihçiler) mahdut bir görüşle şöyle söylerler: “Resûl-i Ekrem aleyhisselâtü vesselâm’ın doğduğu gece, Kisra’nın sarayında on dört sütun yıkıldı. Mecusîlerin ateşgedeleri söndü ve Sava Gölü kurudu. Hakikat şu ki yıkılan, Kisra sarayıyla beraber İran’ın zulme dayanan saltanat ve ihtişamı, Bizans’ın sefahatı, Çin’in satveti idi. Sönen ateş, Mecûsilerin ateşgedelerinde parlayan alevlerle beraber dünyayı saran küfür ile ilhad ateşi idi. Kuruyan Sava, Hıristiyanlığın tagallübü ve zorbalığı idi.” Mevlid-i nebi ile tevhid nuru, yeniden parladı. Hak’tan haber geldi, saadet ve rahmet kapıları açıldı, selâmete erildi, hidâyet güneşi dünyayı aydınlattı. İnsanların ahlâkına semavî bir nur in’ikas etti. Çünkü Âdem aleyhisselâm’ın en asil ve en temiz soyundan, Abdullah ve Âmine’nin neslinden âlemin ebedî hükümdar-ı manevîsi, 3 AL-İ İMRAN SÛRESİ, ÂYET 81 A S H  B-I K İ R  M 15 kevneynin server-i şehinşah-ı daimîsi Muhammed aleyhisselâtü vesselâm doğdu. Elhamdülillah… İnsanların hatta mevcudâtın felâhını istemekte hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm kadar geniş ve derin düşünen, selim kalpli insan dünyaya gelmemiştir bundan sonra da gelmeyecektir. Her düşüncesi, her devirde kâbil-i tatbik olan Hakk elçisi, vahyi esas alarak vacîbü’l-vücud olan şânı yüce Allah’a mutlak iman eden mü’minleri sermed-i saadete ulaştırmak vazifesini yüklenmişti. Muhammed aleyhisselâtü vesselâm bizzat Âmine validemizin pak unsurundan zuhura geldi. O unsurun hâsılı ne güzel intihadır. Bu unsur, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm’ın maye-i hilkati olan nur-ı celil-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’dır. O nur, tahir sulblerden ve rahimlerden intikal ede ede peder-i âlî, güher-i nebî Abdullah radıyallâhu anh’e ve ondan sonra da Peygamberimizin valide-i muhteremeleri Âmine radıyalahu anha’ya vâsıl oldu ondan da Muhammed Mustafa aleyhisselâtü vesselâm hâsıl oldu. Peygamberimizin anneleri hakkında İbn-i Halebî: “Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm’in soyunu tetkik ettim; beşyüz annesini yazdım, içlerinden cahiliye üzerinde hiçbir kimsenin olmadığını gördüm” demektedir. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ben içinde bulunduğum asr-ı saadete kadar, her asırda âdemoğullarından en hayırlı, asırlar ve tabakalar içinde nakil ve ba’s oluna geldim. Cenâb-ı Hak, mahlûkâtı yarattı. Beni onların 16 MUHAMMED ALEYİSSELÂM en hayırlısı kıldı. Sonra kabileleri seçti, beni o kabilelerin en hayırlısı olarak beğendi. Sonra batınları seçti beni onların en hayırlısı kıldı. Ben, bütün insanlığın, rûhen de sülben de hayırlısıyım. Cenâb-ı Hak İbrahim Aleyhisselâm’ın evladından İsmail Aleyhisselâm’ı, onun evladından Kinane oğullarını, onlardan Kureyşi, onlardan Haşim oğullarını, onlardan da beni beğenip seçti. İbn-i Abbas radıyallâhu anh buyuruyor ki: “Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm’ın rûhu Âdem Aleyhisselâm’ın yaratılmasından iki bin sene evvel huzur-ı ilâhî’de bir nur idi. O nur Hakk’ı tesbih eder, melekler de onun tesbihini vird-i zeban (lisan) ile tekrar eylerdi. Cenâb-ı Hak, Âdem Aleyhisselâm’ı yaratacağı zaman o nuru onun sulbüne nakil ve ilka buyurdu.” Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm buyuruyor ki: “Hak beni, Âdem Aleyhisselâm’ın sulbünde olarak yere indirdi. Beni, Şit ve İdris Aleyhisselâm’dan sonra Nuh Aleyhisselâm’ın sulbüne ondan da İbrahim Aleyhisselâm’ın sulbüne tevdi etti. Ondan sonra yine beni mütemadiyen kerîm sulblerden, temiz rahimlerden nakil ede ede, nihayet ebeveynimden dünyaya getirdi ki onların hepsi nikâhla birbirine mülâki olmuşlardır.” Hazret-i Âmine Hatun radıyallâhu anha bint-i Vehb, kâinatın fahr-i ebedîsi iki cihan güneşi Peygamber efendimiz aleyhisselâtü vesselâm’ın anneleridir. Kureyş kabilesinden, Benî Zühre’nin büyüğü ve seyyidi olan Abdi Menaf oğlu Vehb’in kerîmesidir. Böylelikle pederleri cihetinden üç batın A S H  B-I K İ R  M 17 yukarıda yani Âl-i Haşim’in de ceddi bulunan Kilab’da, Peygamber efendimizin baba cihetinden ceddi ile birleşirler. Hazret-i Âmine radıyallâhu anha Kureyş kabilesinin kadınları içinde edep, haya, fazilet ve nesebi camî, müstesna bir hanım idi. Peygamber efendimizin dedesi Abdulmuttalib, mahdumları Abdullah radıyallâhu anh için Âmine radıyallâhu anha’yı kendilerine de onun amcazâdesi olan Hale’yi nikâh etmişlerdi. Böylece Hazret-i Abdullah radıyallâhu anh ile Âmine radıyallâhu anha‘dan eşref-i mahlûkat olan fahr-i cihan aleyhisselâtü vesselâm efendimiz dünyâya teşrif ettiler. Abdulmuttalib ile Hale’den de seyyid-i şühedâ Hazret-i Hamza radıyallâhu anh dünyaya geldi. Hazret-i Abdullah radıyallâhu anh haseb ve neseb sahibi, şerefli, faziletli bir zat idi, seyredilmeye doyulmayan müstesna bir güzelliğe de sahipti. Mahbub-ı Kibriya aleyhisselâtü vesselâm efendimizin Abdullah’ın sulbünden geleceğine işaret-ü beşaret olmak üzere Allah tarafından, alınlarında, cedlerinden intikal edegelen bir nur lemean ediyordu. Eşsiz bir endam ve yaratılış, müstesna bir edep ve haya timsali idi. Kureyş kızları içinde onun eşsiz güzelliğine tahammül edemeyerek, zevciyete çok rağbet edenler oldu ise de nur-i cihana sadef olmak, o inci tanesini muhafaza etme saâdeti ve şerefi ancak Âmine radıyallâhu anha’ya mukadder ve müyesser olmuş idi. Zifaf vukuundan sonra, Allah’ın bir hikmeti olarak Abdullah radıyallâhu anh’deki lemeân eden nur intikali, hakiki sahibinin dünyaya teşrifinin yaklaştığının alâmeti olarak annesi Âmine hatuna intikal etmişti. Şimdi hazret-i 18 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Âmine, İbrahim aleyhisselâm’ın tevhidini, Yusuf aleyhisselâm’ın güzelliğini, Musa aleyhisselâm’ın mucizelerini, İsa aleyhisselâm’ın hayat bahşeden nefesine haiz olan enbiyalar serverine hamile bulunuyordu. Hazret-i Âmine sinesinde bir fazilet cihanı, bir medeniyet âlemi taşıyordu. Hamileliği müddetince artık hazret-i Âmine’nin necip simasında, yüksek bir asalet nuru parlıyor, bakanlar ona hayran oluyordu. Evet! Hazret-i Âmine’nin meşime-i ismetinde bütün beşeriyetin halaskârı, hidâyet meşalesi olacak bir nur vardı. Hazret-i Âmine’nin naif vücudu ebediyetlere aksedecek olan bir nur-ı mübînin şuasını nasıl saklayabilirdi? Herkes, hatemü’l-enbiyanın nurunu anasının yüzünde ayan beyân görüyordu. Bütün siyer âlimleri bunu böyle bildirirler. Hazret-i Âmine radıyallâhu anha o derece mûnis, mûtî ve sabırlı idi ki kıskananlara karşı, metanetini, ağırbaşlılığını asla kaybetmemiştir. Habib-i Hüda aleyhisselâtü vesselâm anne rahminde henüz altı aylık iken babası hazret-i Abdullah radıyallâhu anh yirmi yaşında olduğu hâlde vefat etti. Zevcinin bu ebedî kaybı üzerine Âmine Hatun o gün sadakat ve tehassürle şu şiiri okudu: “Bath-ı Mekke, Haşim oğullarından boş kaldı. Haşimîler içinde onun yerini tutacak kimse yoktur. O, ölümün davetine icabet etti. Evinden beyaz örtüler içinde çıkarak Rabbine gitti fakat ölüm onun yerine bir mislini bırakmadı…” A S H  B-I K İ R  M 19 Mübarek cesetleri götürülürken, görülmedik bir izdiham içinde dost ve arkadaşları cesedini elden ele kapışıyorlardı. Ecel onu pek çabuk götürdü. Bütün insanlar ona ağladılar. Nasıl ağlamasınlar ki atâsı çok, keremi bol, rahim bir zat idi. Fâhr-i cihanın doğuşunda çok büyük alâmetler belirdi. Viladet-i seniyye hakkındaki rivayetlere göre Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm’ın muhterem valideleri hazret-i Âmine radıyallâhu anha Resûl-i Ekrem efendimize yüklü olduktan altı ay sonra, rüyasında kendisine şöyle denilmiştir: “Ya Âmine! Sen âlemlerin hayırlısı bir zata gebesin. Onu doğurduğun zaman ‘Muhammed’ diye isim ver. Ve onun sırrını sakla. Müşarünileyhâ validemiz anlatıyor: “Bana kadınlara ârız olan doğum hâli geldi ki onu kimse bilmiyordu. Evimin bir köşesinde yapayalnızdım. Müthiş bir taraka duyup korktum. Gördüm ki ak bir kuş kanadıyla sırtımı meshediyor. Benden derhâl o korku ve duyduğum ızdırap zail oldu. Baktım ki bütün etrafı nur kaplamış ve uzun boylu kadınlar kuşatmış. Kendi kendime: ‘Acaba bunlar benim vaz’ı haml edeceğimi nerden bildiler?’ dedim. Ben bu halde kendimi gökle yer arasında beyaz atlas döşek içinde buldum. Hatiften şu ses geldi: ‘Ya Âmine! O’nu insanların gözünden sakla.’ Cevv-i semâdan ellerinde gümüş ibrikler taşıyan, gagaları zümrütten, kanatları yakuttan kuşlar vardı. Allah gözümün perdesini açtı. Arzın maşrık ve mağribini temaşa ettim. Maşrıkta bir sancak, mağripte bir sancak gördüm. O sırada Muhammed aleyhisselâtü vesselâm doğdu. O, gözü semaya dikili ve kendisi secdeye kapanır 20 MUHAMMED ALEYİSSELÂM vaziyette idi. Oğlumun doğmasıyla beraber benden büyük bir nur çıktı ki bütün yeryüzünü ziyalar içinde bıraktı.”4 Ebû Şabe, ”Bu nur vak’ası, Kureyş’in arasında meşhurdur.” demiştir. Muhammed isminin kelime mânâsı pek çok ve tekrar tekrar övülmüş, methedilmiş anlamındadır. Cenâb-ı risaletmeab viladetinde sünnetli ve göbeği kesikti. Arkasında da nübüvvet mührü vardı. Hazret-i Âmine radıyallâhu anha şöyle dedi: “Ben onu tertemiz doğurdum. O’nda ne kir, ne de leke hiçbir şey yoktu.” Doğum zamanında Ümm-i Osman Ebil As da hazırdı. Müşarünileyhâ o anda yıldızların arza doğru yaklaştığını ve onların nurundan başka bir şey göremez olduğunu söylemiştir. İmam Busîyrî de “Hemziyye”sinde buna şu beyitle işaret etmiştir: “Parlak yıldızlar, doğumu sırasında ona yaklaşarak etrafı nurlara gark etti.” Yine viladet zamanında hazır bulunan aşere-i mübeşşere’den Abdurrahman bin Avf radıyallâhu anh’ın validesi Şifa radıyallâhu anha şöyle anlatıyor: “O muhterem mevlid, ellerimin üstüne düşüp aksırdı. Bir nida duydum ki: ‘Rahimekellah’ (Allah sana rahmet etsin) diyordu. O anda doğu ile batı arası ziya içinde kaldı. Hatta ben bilad-ı Rum’un köşklerini gördüm.” 4 HADİS, BEYHAKÎ A S H  B-I K İ R  M 21 O gece Abdulmuttalib hazretleri Mescid-i Haram’da Cenâb-ı Hakk’a teveccühle münacat ederken “Müjde ey Ebû Talib’in babası, şimdi Âmine’den bir çocuk doğdu ki vücudu âlemlere rahmettir” diye hatifî bir ses işitmiş ve hemen hazret-i Âmine’nin yanına gitmiştir. Orada da harikulâde şeyler temaşa etmiştir. Viladet-i seniyyenin ayı ve günü sabittir. Rebiülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi dünyaya gelmiştir. Doğuşun altıncı senesinde de hazret-i Âmine radıyallâhu anha, yirmi yaşlarında iken vefat etti. Hâl-i ihtizarda, son nefeslerinde, âlemlerin nuru olan mükerrem ve muhterem nur Muhammed’in yüzüne bakarak şu mealdeki sözleri söylediler: “Herkes ölecek, her yeni eskiyecek, her çok fena bulacak, ben de öleceğim fakat namım kalacaktır. Tertemiz bir evlat doğurdum. Dünyaya büyük bir hayır bıraktım.” Ve mübarek rûhlarını Medine’den dönerken Ebva’da teslim ettiler. Radıyallahu anha. Sallâllâhu âlâ Muhammedin ve âlâ ebeveyni ve âlihî ve ezvâcihî ve ashâbihî ecmâîn. ÂMİN Vilâdet-i Seniyye Yaratanın çok sevdiği, saâdetli bir gecesi Bu gecede doğacaktır, insanların en yücesi Kâbe O’na selâm etti, Âmine’nin kucağında Yer beşiği sallanıyor, Rabb’in kudret avucunda 22 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Yayıldı anda gül kokusu, beklenen vakit geldi Doğmuştur bak cihan nûru, gönüllere sürûr verdi Sevinerek can atıyor, melekler hep yeryüzüne Değişilir gece mi bu, âlemlerin gündüzüne Dağlar, taşlar ve ağaçlar hep, durdular selâm için Salât selâm getirmeye koyuldular O’nun için Bir nur ki gök döşeğinde, dolduracak yok yerini Kundaklamış sarmış değil, hilkât eli benzerini Yerde, gökte beklenilen, doğmamış hiç dengi eşi Zuhûr etti bir gecede, halkedenin tek güneşi Çağlayarak bütün sular O’na sevgi arz ediyor Kâinata “Beklenilen Rasûlullah geldi.” diyor Mahzûn olmuş güneş gökte, yetim kalan öksüz gibi Erememiş rikâbına, ne bir melek ne de Nebî Günah olur günah, O’nu güzellikle hudutlamak Sûretini, sîretini tezyîn etmiş yaratmış Hak Peygamberimizin Şemâil-i Şerifleri Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: َوَﻣَﺎ اَرْﺳَﻠْﻨَﺎكَ اِﻟﱠﺎ رَﺣْﻤَﺔً ﻟِﻠْﻌَﺎﻟَﻤِﯿﻦ A S H  B-I “Resûlüm gönderdik.”5 biz seni K İ R  M ancak âlemlere 23 rahmet olarak Kâinatın seyyidi, resûl-i kibriya, sertac-ı enbiya Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, risaleti neşrolmuş mukaddes fermanın ser-levhası, levh-i mahfuza “Kün!” emriyle yazılmış kelime-i şehadettir. Eli kalem tutmamış, fakat kalemler ona muhtaç olmuş en büyük insanı kâmildir. Kitab-ı kâinatın satr-ı evveli, Ümmü’l-Kitab’ın dibâcesi, âlemlerin Efendisidir. Tevhid dininin Resûl-i Azam’ı, tarik-i ürefanın hidâyet mürşidi hayrü’l-en’amdır. Beşere Allah’ın tercümanı, rumuz-ı hakâikin lisânı, sıddıkların da serveridir. Vahdet ilminin muallim-i evveli, mânâ âleminin sertâcı, gönüllerin tabibi, Allah’ın da son peygamberi ve habibidir. Kudret-i ilâhiyenin beyân-ı fasihi, ilm-i ledünnün menbaı, dareyn saâdetinin kaynağı ve hüsn-i hulkun timsalidir. İnsanlığın rehnümâsı, risaletin penahı, hilkatın fatihası, nübüvvetin de hâtimesidir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm efendimiz sevilmişlerin seçilmişi, peygamberlerin ilki ve sonuncusudur. Resûl-i Ekrem Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm efendimiz, hilkaten ve ahlâken benî âdemin en mükemmelidir. O, İbrahim aleyhisselâm’ın duası, Mûsa ve İsâ aleyhisselâm’ın müjdesi ve peygamberlerin önderidir. Hayatın ve bekânın O’nunladır safâsı, 5 ENBİYA SÛRESİ, ÂYET 107 24 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Allah’ın çok sevdiği Muhammed Mustafâ’sı, İbadet niyetiyle oku O’nun aslını, Dikkat et kulak ver de dinle onun vasfını. O, cism-i pâk-i muntazam, azası mütenasip, endâmı makbul, matbu, insanların matlûbu ve mahbubu idi. O’nun şemâilini bilmek hayatı süsler, gönüllere nur ve surur verir. Sünnetine tâbi olmak hayatı tanzîm eder. O’nun mübarek şeklü şemâlini, güzel ahlâkını ve yüksek evsafını bilmek onu tanımanın ve sevmenin yoludur. Resûl-i zişânı tanımak ve sevmek onun sünnetine, sîretine ittiba ile tamamlanır. Sünnetini tatbik etmek hubb-ı Resûl alâmetidir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu: وَاِﻧﱠﻚَ ﻟَﻌَﻠَﻰ ﺧُﻠُﻖٍ ﻋَﻈِﯿ ٍﻢ “Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”6 Nebiyyi muhteremin vücud-i pâkı bir bütün olarak güzel olduğu gibi cümle uzuvları ayrı ayrı güzeldi. Cism-i nazif, kokusu latif idi. Teri ve teni en güzel kokulardan daha alâ koku verir, bir kimse onunla musafaha etse, bütün gün râyiha-yı tayyibesini duyardı. Mübarek eliyle bir çocuğun başını meshetse, okşasa çocuk güzel kokusuyla sair çocuklar arasında belli olurdu. Doğduğu vakit de pâk, nazif, tahir ve latif idi. Sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğmuştu. 6 KALEM SÛRESİ, ÂYET 4 A S H  B-I K İ R  M 25 Teni gül gibi pembemsi beyaz, nûranî ve parlak ve ipekten yumuşak idi. Başı büyükçe, alnı açıktı ve genişti. Saçları kıvırcık ile düz arasında idi. Saçları kendiliğinden ikiye ayrılır, yanlarına dökülür, uzattığı zaman kulak yumuşaklarına kadar varırdı. Onları her zaman temiz ve düzgün tutardı. Kaşları uzun ve kavisli, uçları ince, hilâl gibi olup ikisinin arası açıktı, çatık değildi. Birbirine fazla uzak da değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı, öfkelendiği zaman kabarırdı. Kirpikleri sık ve uzundu. Dipleri kudretten sürmeli idi. Gözleri büyükçe, beyazı tam beyaz, siyahı tam siyahtı. Gözünün akında şecaat ve letafet alâmeti olarak birazcık kırmızılık vardı. Burunları mevzun ve çekme olup delikleri küçüktü. İki kaşının başladığı yer hafifçe kavisli olup gayet mütenasip idi. Yanakları düzgün ve pürüzsüz idi. Çok yuvarlak değildi. Yüzü, ayın ondördü gibi parlaktı. Ağzı tabiî büyüklükte idi. Dudakları orta ve mütenasip idi. Dişleri gayet düzgün, inci gibi beyaz ve parlak olup araları açıktı, konuşurken dudakları letafetle açılır ve ön dişlerinden nurlar saçılırdı. Söze şevkle başlar, sukûnetle bitirirdi. Sakalı gür ve siyahtı. Fazla uzatmaz bir tutamdan fazlasını kısaltırdı. Sakalı, simasının güzelliğini artırırdı. Bekâ âlemine göçtüklerinde saç ve sakallarında yirmi kadar beyaz tel vardı. Mübarek nurlu boyunları uzun veya kısa değil vasat idi. Gümüş gibi ak ve pâk idi. Göğüsleri geniş olup iki omuz arası açıktı, göğsünden karnına kadar çizgi halinde uzanan ince tüyler vardı. Sırtı geniş, iki küreği arası açık olup orada keklik yumurtası büyüklüğünde nübüvvet mührü vardı. Bu 26 MUHAMMED ALEYİSSELÂM mühür püskürtme ben gibiydi. Bu ben üzerleri tüylü, kabarık, kırmızımtırak inci gibi küçük benlerin bir araya gelmesinden hâsıl olmuştu. Kemikleri iri, bilekleri uzundu. Elleri kuvvetli ve mutedil, el ayaları, avuçları genişti. İpek gibi yumuşaktı. Ayak parmakları da kalınca, orta uzunlukta ve araları açıktı. En sıcak günlerde bile elleri serindi. Ayakları hafif etli idi. Parmakları kalınca ve uzundu. Başparmağının yanındaki parmak hepsinden uzundu. Ayaklarının altı çukur olup düz değildi. Boyu vasat olup mevzundu. Vücudu ne şişman ne zayıftı. Diri kalpli, cevval, hareketli, sıkıca etli idi. Mübarek karınları, göğsü ile aynı seviyede olup şişman değildi. Vücudu kıllı değildi, yalnız omuz başlarında pazu ve bileklerinde biraz kıl vardı. Her tarafı mütenasip idi. Yürürken vakar ve tevazu ile sanki bir yokuştan iniyormuş gibi canlı yürürlerdi. Ayaklarını yerden tamamen kaldırır ve sağlamca basardı. Adımlarını uzunca atarlardı. Ayaklarını sürümez, sallanmaz ve sendelemezdi. Hızlıca, vakar, sükûnet ve rahatlıkla yürürlerdi. Sahabelerinin yanlarında, ortalarında giderlerdi. Sürat ve suhûlet üzere yürür; yavaş yürür gibi görünür, fakat yanındakiler ona yetişemezlerdi. Bir yere bakarken bütün vücuduyla döner ve bakarlardı. Sadece başını çevirerek ve eğerek bakmazlardı. Etrafa bakışları gelişi güzel değildi. Yeryüzüne bakışları semaya bakışlarından çoktu. İşaret ederken elinin tümüyle A S H  B-I K İ R  M 27 işaret ederlerdi. Konuşurken hareketleri çok tatlı idi. Sağ elinin başparmağını sol avucuna vurarak dikkat çekerdi. Gülmeleri tebessümdü. Femm-i saadetleri hafifçe açılır, nurlu simalarının belli çizgileri en güzel şekli alır, ortalığa Cennet ve cemâl sürûru saçılırdı. O anda görmeye doyulmaz, bakmalara kıyılmaz bir hâl alırdı. Sonradan o likanın hayali mahzun gönülleri mesrur eder, O’nun âşıkları O’nun hasreti ve firakıyla kavuşmayı arzular, bu arzusuyla coşarlar, kuşlar gibi ürperir, çırpınır, hâlden hale geçerlerdi. Peygamberimizin sohbetinde ashâb-ı kiram hazeratı neşe ve huzur içinde Cennet hayatı yaşarlar, dünya ve ukbayı unuturlar, her şeyden vazgeçerlerdi. Rasûlullah efendimizin bütün hisleri, duyuları fevkalâde kuvvetli idi. Çok uzaklardan işitir, herkesin göremeyeceği uzak mesafelerden görürlerdi. Güzel kokuyu seçer ve severlerdi. Kendisinde kuvve-i kudsiye, marifet nuru, anlama duygusu mükemmeldi. Velhasıl O, sûreti ve siretiyle en güzel, en mükemmel ve misli yaratılmamış bir zat-ı kudsiyyü’s-sıfat idi. Hilye-i Şerif İnsanların arasında boylu boslu görünürdü Tek kalınca tevazuun hâlesine bürünürdü İpek gibi saçlarıyla, çok güzeldi nurlu başı Kemâlatı kâmil idi, eğikti tek Hakk’a karşı 28 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Sakal-ı şerîf vücûduna, ilâhî bir heybet vermiş Yaratanın sevgisiyle, yükselerek arşa ermiş Rasûlullah’ı görünce tüm gönüller, gelmiş vecde Habîbinin hürmetine, düşmüş yere gökten secde Ak çehrede nûrlu yüzler, Hakk’ın esrarını taşır Bakıldıkça mânâlaşır, semâlaşır göz kamaşır Kudretten sürmelenmiş ahû gözlere o kirpikler Güzellikler yanağının, safasıyla bezenmişler Nâsıyeden süzülerek inen ince çekme burun Güler yüzlü tebessümü, goncalaşan bir ak nûrun Ne sık idi ne de seyrek, ağzındaki inci dişler Lü’lü gibi nûr damlalar, gülümserken dizilmişler Sevindirmiş aydınlatmış o gözleri Rü’yetullah Gündüz gibi gece görür, onlar birer Âyetullah Habîbini övmüş Hak, onun sevgisiyle yaşamak Sûretini sîretini, tezyîn etmiş yaratmış Hak Hülâsâ, Muhammed aleyhisselâtü vesselâm Hak’tan halka beşer sûretinde gelmiş hidâyet nurudur. Allah celle celâlühu Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın ezelî âşıkı, Muhammed aleyhisselâtü vesselâm da Allah celle celâlühu’nun ebedî mâşukudur. Hak, beşere Muhammed A S H  B-I K İ R  M 29 aleyhisselâtü vesselâm’la merhamet ve muhabbet etti. Beşer onunla necat ve felâh buldu ve kurtuldu. O’na Muhammed bin Abdullah nazarıyla bakanlar yıkıldılar. Fakat Muhammed Rasûlullah diye görenler onu Hak ile gördüler ve bahtiyar oldular. Resûl-i Kibriya aleyhisselâtü vesselâm’ı kabul eden mü’mindir. Zira tevhid hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’la başlar ve onda biter. O’nsuz tevhid, tevfik ve muhabbet yoktur. Kendisini Hakk’a sevdirmek isteyen evvelâ kendini hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’a sevdirip kabul ettirmelidir. Hakk’a sevdirmenin şartı budur. Çünkü bütün mevcudatın kalbi hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’dır. Kâinatın, cihanın Efendisi hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’dır. Kalpsiz vücut nasıl olmazsa O’nsuz da mevcudat olamazdı. Gökler meşalesi, melek velvelesi, tulu-ı şems ve gurub-ı şems gulgulesi yok iken Nakkâş-ı Ezel nakışını mevcudata nakşetmemişken Adem ve Havva esrar-ı hilkatte henüz bir hiç iken seyyidimiz, efendimiz, Resûlümüz Peygamber-i zîşân var idi. Ulûm, ümmîlik deryasında bir nokta olup, toplanmaya muhtaç bir bilgi pıhtısı halinde bâb-ı Muhammed aleyhisselâtü vesselâm da râkid (hareketsiz) idi. Resûl-i Ekrem aleyhisselâtü vesselâm ümmî fakat ümmü’l-kitabın satr-ı evveline, esrar-ı hilkatine ve serâir-i ulûme vâkıfdır. Heyhat nazara muhtaç ve maddiyata müstenit hangi ilim ve hangi ilmin hocası ona ne ile neyi öğretilebilecek idi. Hangi fizik hâdiselerini, hangi tabiat 30 MUHAMMED ALEYİSSELÂM hareketlerini okutacaktı. Mağlûp (yenilen), mağyup (kayıp olan), meflüç (felç olmuş) bir dünyanın yine meflüç ve mahdut bilgilerini mi öğretecek? Zavallı meflüç fikir. O bahr-ı ulûm (ilimler denizi), ilimleri kuşatmıştı. Fakat ulûm onu kuşatamaz. O, kâinatın hâce-i evvelidir. Mevcut mahlukun hiçbiri O’na rehberlik edemez çünkü O’nun muallimi, ezelî ve ebedî feyyaz-ı mutlak olan Allah celle celâlühu’dur. O kadar ki Allah celle celâlühu, kendi ismi ile O’nun ismini birleştirdi; “Ehad” ile “Ahmed” bir oldu. Ara yerde “mahbubluk” “mim”i kaldı. Ondaki en büyük rütbe “abdiyyet” ve “mahbubiyet”tir. “Ehad”la “Ahmed”in farkı hemen bir mim-i imkândır. Bunu tefrik eden Ferik-i Sırr-ı Sübhan’dır. Öyle bir peygamber ki nazik, edip, zarîf, lâtif, enis, hassas, mûnis, muhlis, hasip, nesip, muhsin, asil, nezih, nebil, lebib, habib, tâhir, mutahhar, fasih, beliğ, rahîm, kerîm, selîm, halîm, hakîm, sâfi, safiy, şâfi, şefî, kâmil ve âdildir. Hülâsâ Muhammed’dir yani övülmüştür. Onda vazife-i nübüvvet umûmîdir. O’nun davetini kabul edenlere ümmet-i icâbî, etmeyenlere de ümmet-i dâvetî denir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm teslim ve tevhid peygamberidir. Allah celle celâlühu indinde talebi hiçbir zaman redde uğramayan daima nazı geçen bir Resûldür. Getirdiği ahkâm Hakk’a teslim olmaya ve kalbi tevhide davet eder. A S H  B-I K İ R  M 31 Resûl-i Kibriya, Sertâc-ı Enbiyâ efendimiz’in benzeri yoktur. Harekât ve sözleri beşerîdir. Fakat beşerin hiçbir ef’al ve harekâtına benzemez. Şekil itibariyle beşerdir. Fakat şekilden hariç mânâsıyla nurdur. Tevhid ve tevfik peygamberidir. Herhalinde O’na tâbi ol. Ehadiyet huzurunda: “Muhammed’im bu can sana kurban!” diye niyazını arzet, kendini bilir, onu bulursun. Kendileri her şeyden sevgi ve birlik ister. O hâlde kalbine en büyük sevgiye lâyık olan Hazret-i Allah’ı ve Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın sevgisini koy, kalbini Allah’a tahsis et, sevgisini israf etme; zira her sevgi ebterdir. Sonu hiçtir. Fakat Allah ve Resûlü’nün sevgisi bâkidir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, risalet-i menşuriyyetin ser-levhası, levh-i mahfûzun satr-ı bercestesidir. Beşeriyetin melce-i gufranı, insaniyetin menşeidir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, kemâlâtın mebdei, şefkat ve faziletin meşheridir. Kudretin beyân-ı fasihi, hikmetin kalem-i sarihidir. Varlığın kalbi, cihânın cânânıdır. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, Hakk’ın habibi, halkın mahbûbudur. Tulû-i ekber, şems-i azamdır. Evvelin zîneti, âhirin meziyyetidir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, kâinata nur, vicdanlara sürûr ve huzurdur. O kâinatın Efendisi, 32 MUHAMMED ALEYİSSELÂM mevcudatın sultanıdır. Asfiyânın vicdanı, evliyânın nuru, mü’minlerin de sürûrudur. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, Hakk’ı en çok bilen, Hâlık’ı en çok tanıyandır. Küfrü ve kibri kıran, cehli ve şirki yıkandır. O’nun eli kalem tutmamış fakat kalemler ona muhtaç olmuş en müstesna insan-ı kâmildir. Tevhid dininin Resûl-i azam’ı, tarik-i urafanın hâdi-i efhamıdır. Beşere Allah celle celâlühu’nun tercümanı, rumuz-ı hakâikin lisanıdır. Vahdet ilminin muallim-i evveli, mânâ âleminin MUSTAFASI’dır… Alâ Resûlinâ salâvât adede halkıhi rıdâe nefsihî zîneti arşihî midâde kelimetihî. Âlem diler senden meded Ey mahrem-i sırr-ı Ahmed Hem mazhar-ı ferd-i Samed Bâbındadır bu derd-mend Peygamberimiz için Hazret-i Fatıma söylediği mersiyelerinde şöyle dedi: Gökyüzünün ufukları tozlandı! Güneş, dürülüp ışığını kaybetti. Yeryüzünün gecesi, gündüzü, karanlıklara gömüldü. Peygamberden sonra, sanki dünya, O’na duyduğu teessür ve şiddetli ızdıraptan dolayı bir kum yığını haline geldi! Varsın, O’na, doğunun ve batının şehirleri ağlasın! Mudarlar ve bütün Yemen kabileleri O’na ağlasın! O’na, yüce dağlar, ovalar, Örtülü Beytullah ve Rükûnler de ağlasın! Ey peygamberler hâtemi olan (Babam)! Furkan’ı indiren, sana getirdi salât-ü selâm! A S H  B-I K İ R  M 33 Peygamberimiz kabrinde manevî bir diriliğe sahiptir. Verilen salatü selâmlar kendisine sunulur. Peygamberimiz: “Günlerinizden efdal ve üstünü cuma günüdür. Âdem aleyhisselâm o günde yaratılmış ve o günde vefat ettirilmiştir. Sûr o günde üfürülecek ve bütün canlılar o gün ölecektir. Cuma gününde benim üzerime salât’ü selam getirmeyi çoğaltınız. Çünkü sizin salât’ü selâmlarınız bana sunulur.” buyuruyor. “Ya Resûlallah! Sana nasıl sunulur?” diye sordular. Peygamberimiz: “Biliniz ki Allah, peygamberlerin cesetlerini çürütmeyi yere haram kılmıştır!”7 “Allah’ın peygamberleri hayydır ve merzuk olurlar!”8 “Bir kimse, bana selâm verince muhakkak Allah bana rûhumu iade eder. Ben de onun selâmına karşılık veririm.” buyurmuştur.9 Peygamberimizin yüce makamlarda bulunan rûhu kabrindeki bedeni ile ilişkisini devam ettirmektedir. Peygamberimiz başka bir hadislerinde de “Allah’ın yeryüzünde gezen melekleri vardır ki ümmetim tarafından getirilen salat’ü selâmları bana ulaştırırlar!”10 “Sağlığım, sizin için hayırlıdır. Siz, benimle konuşursunuz, ben de sizinle konuşurum. Vefatım da sizin için HADİS, AHMED BİN HANBEL HADİS, İBNİ MACE 9 HADİS, EBU DAVUD 10 HADİS, AHMED BİN HANBEL 7 8 34 MUHAMMED ALEYİSSELÂM hayırlıdır. Amelleriniz bana arz olunur. Hayırlı amellerinizi gördüm mü Allah’a hamd ederim. Kötü amellerinizi gördüm mü sizin için Allah’tan mağfiret ve yarlığama dilerim.” buyurmuştur. Peygamberimize Salavât Getirmenin Fazîleti Şânı Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de: “Gerçekten, Allah ve melekleri, peygambere salat ederler. Ey İman edenler! Siz de ona salât ediniz! Selâm veriniz!” buyurmuştur. Ashâbdan Kâb bin Ucre der ki: “Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, yanımıza çıkınca, kendisine ya Resûlallah! Sana salatü selâm getirmek gerektiğini öğrendik ama sana salatü selâmı nasıl getireceğiz?” dedik. Rasûlullah Aleyhisselâm: “Allahümme salli alâ Muhammedin ve Alâ âl-i Muhammed kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âl-i İbrahim inneke hamîdün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âl-i İbrâhîm. İnneke hamîdün mecîd deyiniz!” buyurdu.11 (Ey Allah’ım! İbrahim’in âline salât buyurduğun, onların şân ve şereflerini yücelttiğin gibi Muhammed’e ve âline de salât buyur. Onların da şân ve şereflerini yücelt! Muhakkak ki sen, hamd edilmeye lâyık ve yücesindir! Ey Allah’ım! İbrâhim’in âline bereket verdiğin gibi, 11 HADİS, BUHÂRİ VE MÜSLİM A S H  B-I K İ R  M 35 Muhammed’e ve âline de bereket ver. Muhakkak ki, sen, hamd edilmeye lâyık ve yücesindir!) Peygamberimize salat’ü selâm getirene şânı yüce Allah mukabele eder. Abdurrahman bin Avf der ki: “Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm vakıf hurmalıklarına doğru çıkıp gidince kendisini takip ettim. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm hurmalığa girer girmez kıbleye yöneldi. Secdeye kapandı. Secdeyi o kadar uzattı ki aziz ve celil olan Allah’ın secdede onun rûhunu kabz ettiğini sandım. Bakmak için yakınına varıp oturdum. Resûlullâh, secdeden başını kaldırdı ve “kim o?” diye sordu. ‘Abdurrahman b. Avf ’ dedim. ‘Ey Abdurrahman! Senin, burada ne işin var,’ diye sordu. ‘Ya Resûlallâh! Sen, secdeye kapandın, bir kere secde ettin. Şânı Yüce Allah’ın secdede senin rûhunu kabz etmiş olmasından korktum!’ dedim. Rasûlullah: ‘Cebrail aleyhisselâm bana gelip “Aziz ve celil olan Allah, sana salât getirene ben de salât getiririm! Sana selam verene ben de selam veririm!’ buyuruyor,’ dedi. ‘Bunun için yüce Allah’a şükran-ı nimet olarak secde ettim.” buyurdu.12 12 HADİS, AHMED BİN HANBEL 36 MUHAMMED ALEYİSSELÂM ASHÂB-I KİRÂM’IN FAZÂİLİ Ashâb lügat itibariyle arkadaş manasına gelen sahib kelimesinin çoğuludur. Istılâhda ise "Hz. Peygamber'in arkadaşları" demektir. Sahabî sayılabilmek için kısa bir zaman bile olsa Resulullah ile görüşmek veya sohbetinde bulunmuş olmak şarttır. Mümeyyiz olan çocuklar da ashâbtan sayılır. Hz. Peygamber'e iman eden ilk kişi olarak ilk sahabî, Resulûllah'ın mübarek eşi Hz. Hatice'dir. Sahabe-i Kirâm, İslâm'ın güçlenip yayılması için canlarıyla başlarıyla çalışmışlar, bu yolda, ölüm de dahil olmak üzere hiç bir şeyden çekinmemişler, Allah ve Resûlünü, eşlerinden, çocuklarından, mallarından, hatta canlarından daha çok sevmişlerdir; Allah yolunda hiç çekinmeden yurtlarından hicret etmiş ve canlarını vermişlerdir. Ashâb-ı kiramın fazileti Allah ve Resûlü tarafından bir çok kere beyan edilmiştir. Şânı Yüce Allah şöyle buyuruyor: ْوَاﻟﺴﱠﺎﺑِﻘُﻮنَ اﻟْﺎَوﱠﻟُﻮنَ ﻣِﻦَ اﻟْﻤُﮭَﺎﺟِﺮِﯾﻦَ وَاﻟْﺎَﻧْﺼَﺎرِ وَاﻟﱠﺬِﯾﻦَ اﺗﱠﺒَﻌُﻮھُﻢْ ﺑِﺎِﺣْﺴَﺎنٍ رَﺿِﻰَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻨْﮭُﻢ ُوَرَﺿُﻮا ﻋَﻨْﮫُ وَاَﻋَﺪﱠ ﻟَﮭُﻢْ ﺟَﻨﱠﺎتٍ ﺗَﺠْﺮِى ﺗَﺤْﺘَﮭَﺎ اﻟْﺎَﻧْﮭَﺎرُ ﺧَﺎﻟِﺪِﯾﻦَ ﻓِﯿﮭَﺎ اَﺑَﺪًا ذَِﻟﻚَ اﻟْﻔَﻮْزُ اﻟْﻌَﻈِﯿﻢ “(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, A S H  B-I K İ R  M 37 içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”13 ِﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺧَﯿْﺮَ اُﻣﱠﺔٍ اُﺧْﺮِﺟَﺖْ ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﺗَﺎْﻣُﺮُونَ ﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُوفِ وَﺗَﻨْﮭَﻮْنَ ﻋَﻦِ اﻟْﻤُﻨْﻜَﺮِ وَﺗُﺆْﻣِﻨُﻮنَ ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫ “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız…”14 َﻟَﻘَﺪْ رَﺿِﻰَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻦِ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦَ اِذْ ﯾُﺒَﺎﯾِﻌُﻮﻧَﻚَ ﺗَﺤْﺖَ اﻟﺸﱠﺠَﺮَةِ ﻓَﻌَﻠِﻢَ ﻣَﺎ ﻓِﻰ ﻗُﻠُﻮﺑِﮭِﻢْ ﻓَﺎَﻧْﺰَلَ اﻟﺴﱠﻜِﯿﻨَﺔ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ وَاَﺛَﺎﺑَﮭُﻢْ ﻓَﺘْﺤًﺎ ﻗَﺮِﯾﺒًﺎ “Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle mükâfatlandırmıştır.”15 Ehl-i Sünnet nazarında ashâb-ı kirâmın büyük bir değeri vardır. Zikrettiğimiz ayetlerde ashâbın faziletinden bahsedilmiştir. Peygamber efendimiz'in pek çok hadîslerinde de ashâb-ı kirâmın faziletinden bahsedilir. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur: "Ashâbım hakkında Allah'tan korkun, ashâbım hakkında Allah'tan korkun! Benden sonra onlara düşmanlık etmeyin! Kim onları severse bana olan sevgisinden dolayı sever. Kim TEVBE SÛRESİ, ÂYET 100 ÂLİ İMRÂN SÛRESİ, ÂYET 110 15 FETİH SÛRESİ, ÂYET 18 13 14 38 MUHAMMED ALEYİSSELÂM de onlara kin beslerse bana olan kini dolayısıyla böyle yapar. Kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiş olur. Kim bana eziyet ederse Allah'a eziyet etmiş olur. Her kim de Allah'a eziyet ederse çok geçmeden Allah onun belâsını verir" 16 Ashâb-ı Kirâm’ın Rasûlullaha hizmetleri, İslâm uğrunda çektikleri çileler ve gösterdikleri gayretler, gün gibi aşikardır. Ancak onlarda insandır, hepsinin fazileti aynı değildir. Sahâbenin en efdali Ebû Bekir Sıddık radıyallahu anh’dir. Hz. Ali’nin şu sözleri de buna delâlet etmektedir: Hz. Ali bir gün Kûfe Câmii minberinde hutbe okurken Muhammed ibnü’l-Hanefiyye: “Rasûlullahdan sonra bu ümmetin hayırlısı kimdir”, diye sordu. Hz. Ali kerremellahu veche: “Ebû Bekir Sıddîk radıyallahu anh” cevabını verdi. “Ondan sonra kimdir?” Sualine de: “Ömer’dir”, dedi. “Sonra kimdir?” Sualine: “Osman’dır”, dedi. “Sonra kimdir?” deyince Hz. Ali kerremellahu vecheh sükût etdiler. radıyallahu anhüm. Muhammed bin Hanefiyye: “Ondan sonra sen değil misin?” deyince Hz. Ali: “Evlâdım, baban müslümanlardan birisidir”, diyerek mütevazi bir cevab verdi. Hz. Ali’nin kendisinden 16 HADİS, AHMED BİN HANBEL A S H  B-I K İ R  M 39 bahsetmeyip sükût etmesi nefsini medhden kaçınmasından dolayıdır. HAZRET-İ EBU BEKİR SIDDIK Hz. Ebû Bekir’in adı “Abdullah”, künyesi Ebû Bekir’dir. Lâkabı, Sıddîk ve Atik’dir. Babasının adı Osman, künyesi Ebû Kuhâfe’dir. Anasının adı Selmâ Ümmülhayr’dır. Babası ve anası tarafından nesebi “Mürre” de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birleşir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumundan iki sene sonra dünyaya gelmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‘i ilk tasdik edenlerden olduğu gibi Mi’râc-ı Nebiyi dahî müşriklerin inkârına rağmen hiç tereddüt etmeden derhal tasdik ettiğinden “sıddîk” nâmını hak kazanmıştır. Cehennem ateşinden âzâd olunmuş bulunduğu Hz. Peygamber tarafından kendisine müjdelenmiştir. Bu itibarla da “atik” lâkabını taşır. Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh nezih bir hayat geçiren afif bir zât idi. Faziletten ayrılmaz, daima iyilik yapmayı severdi. İslâmiyet’ten evvel doğruluğu, hayırperverliği ile marûf, mu’teber bir tüccardı. 40 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bahru’l-hakayık tefsirinde Rebia bin Kâb’den naklen Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh’in müslüman olması hadisesi şöyle anlatılır: Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh gençliğinde ticaret için gittiği Şam’da bir rüya görür ve rüyâsını Rahib Bahira’ya anlatır. Bahira ona: - “Sen nereden geldin?”, diye sorar. Ebû Bekir: “Mekke’den”, der. “Mekke’nin hangi kabîlesinden?” “Kureyş kabîlesinden”, “Eğer rüyan doğru ise senin kavminden bir nebî gelecek ve sen O nebînin hayatında vezîri, vefatında halîfesi olacaksın!” Ebû Bekir Sıddîk, evvel ve âhırîn seyyidi Hz. Muhammed, nebî olarak gönderilinceye kadar bu rüya tabirini içinde gizledi. Vaktâki, Muhammedül-Emîn’e nebîlik geldi. Ebû Bekir O’nun yanına vardı ve: - “İddia ettiğin şeyde delîlin nedir?”, dedi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de: “Şam’da gördüğün rüyadır”, buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir, Hz. Muhammed’in boynuna sarıldı ve alnından öptü. Kendisinden din telkini istedi ve beraber kelime-i şehâdet getirdiler. Hz. Ebû Bekir, Kureyş kavmi arasında sevilir, sözüne inanılır ve sözü dinlenir; hâtırı sayılır, itibarlı, muhterem bir A S H  B-I K İ R  M 41 zât idi. Dostlarına müslümanlıktan bahsetmiş ve onun bu gayretiyle İslâm tarihinde fevkalâde mühim ve kıymet ihrâz eden şahıslar müslümanlığı kabul etmişlerdir. Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Osman bin Affan, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkas, Talha bin Ubeydullah, Ebû Ubeyde bin Cerrah rıdvanullahi Teâlâ aleyhim ecmâîn hazarâtı ile Osman bin Ma’zûn, Abdullah bin Mes’ûd, Habbâb bin Eret, Suheyb-i Rûmî gibi zatlar İslâm nûruna kavuşarak sâbikûn-ı evvelûn’dan olmuşlardır. Hz. Ebû Bekir, müslümanlığı kabul ettikten sonra Hz. Peygamber’in irtihâline kadar onun yanından ayrılmamış seferde ve hazarda onun sohbetinde bulunmuş ve onun dâima mahrem-i esrârı olmuş, malıyla, canıyla ve bütün kudretiyle ona yardım etmiştir. Onun büyük ve unutulmaz hizmetlerinden biri de müşriklerin işkencesi altında inleyen biçare müslüman esirleri satın alarak azâd etmesidir. Bu suretle hem işkenceden kurtulan ve hem de hürriyete kavuşan müslümanları çok sevindirmiştir. Hz. Âişe radiyallahu anhâ der ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, Mekke-i Mükerreme’de bulunan ehl-i İslâma hitaben: “Bana sizin dâr-ı hicretiniz gösterildi, iki taşlık ortasında hurmalık bir mahaldır.” buyurmuştur. Buna 42 MUHAMMED ALEYİSSELÂM binâen artık hicret edenler Medine-i Münevvere’ye hicret ettiler. Habeşistan tarafına hicret edenler de tekrar Mekke’ye avdet edip sonra Medine’ye hicret ettiler. Sonra babam Ebû Bekir de hicrete hazırlandı ise de, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri babama hitaben: “Biraz sabredin; zira Allah tarafından hicretim için bana izin verilmesini ümid ediyorum.” buyurdu. Babam Hz. Ebû Bekir tekrar: “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah, hakikaten hicret-i nebevîniz için izn-i ilâhi’yi me’mûl eder misiniz?” dedi. Rasûlullah hazretleri: “Kaviyyen me’mûl ederim.” buyurdu. Babam Rasûlullah’ın sohbet ve maiyet-i risalet-penâhîlerinde hicret etmek üzere nefsini hicretten men eyledi; hem de dört ay mütemâdiyen “ha bu gün ha yarın” diyerek iki hecin deveyi de evimizde besledi. Hz. Âişe devamla der ki: Bir gün öğle vaktinin evvelinde cümlemiz evimizde oturmakta iken hâne halkımızdan biri babama hitaben: “Allah’ın Rasûlü mübarek re’s-i saadetini bir başörtüsüyle örtmüş olduğu halde teşrif ettiler.” dedi. Babam Ebû Bekir: A S H  B-I K İ R  M 43 “Anam babam ona fedâ olsun, vallahi öyle ise bu vakitte ve bu saatte teşrif-i nebevîleri ancak büyük bir hâdise zuhurundan dolayıdır” dedi. “Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri gelip hânemize girmek için istizân buyurdu. Ebû Bekir de zât-ı nübüvvetpenâhilerine izin verip hanemize teşrif buyurdular. “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, Babam Ebû Bekir’e hitaben gizli bir şey söyleyeceğini beyan etti ve etrafında bulunan bizlere baktı. Babam risaletpenahîye cevaben: “Aman yâ Resûlallah anam babam sana feda olsun, hânemizde bulunanların cümlesi ancak sizin ehl-i iyâlinizdir.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, Ebû Bekir’e hitaben: “Muhakkak ki artık Medine’ye hicretim için bana izin verildi.” buyurdu. Ebû Bekir radıyallahu anh: “Anam Babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah ben de maiyetiniz de bulunacak mıyım?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri de: “Evet, sen de benimle berabersin” buyurdu. Sonra Babam: “Yâ Resûlallah! Anam babam sana fedâ olsun bu iki devemin birini alınız” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri de: “Ancak kıymet-i hakîkiyesini vermek kaydıyla alacağım” buyurdu. 44 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Âişe devamla: “Biz çarçabuk dağarcık içinde her ikisinin levâzım-ı seferiyyelerini hazırladık. Kız kardeşim Esma kendi kuşağını ikiye ayırdı. Bu yüzden hemşirem Esmâ’ya “Zâtünnıtakeyn” dendi. Yani belinin kuşağını ikiye şakkedip birisi ile zahire dağarcığının ağzını ve diğer parçasıyla da su kırbasının ağzını bağladığı için iki kuşaklı diye Rasûlullah tarafından tesmiye olundu. Sonra Rasûlullah babam Hz. Ebû Bekir ile, “Cebel-i Sevr”deki mağaraya girip üç gece ihtifâ ettiler. Perşembe günü girip Pazartesi günü çıktılar. Hz.Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da mağara yanında geceleri bekler, gayet çevik bir delikanlı olduğundan seher vaktinde süratle Mekke’ye gelerek Kureyş ile Mekke’de bulunur ve Kureyş tarafından Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ve Hz. Ebû Bekir haklarında hangi hileye karar verildi ise akşam karanlığında gelip haber verirdi. “Âmir bin Füheyre nâm kölemiz, çobanımız da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleriyle Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh için mağara civârında koyunları güderdi. Yatsı vaktinden bir saat sonra taze süt ve ateşte kızdırılmış taş, süt kabı içine atılıp bir dereceye kadar ısınmış süt içerlerdi. Hattâ gecenin âhirinde Âmir bin Füheyre koyunlarıyla mağraya gelip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleriyle Hz. Ebû Bekir işitsin ve kendisinin Âmir olduğunu anlasınlar diye koyunlarına sayha ederdi. Üç gece bu hal devam etti. Kâdir-i mutlak A S H  B-I K İ R  M 45 Allahu Teâlâ Hazretlerinin emri ile bir örümcek gelip o mağaranın ağzına ağını gerdi ve bir çift yabani güvercin de gelip yumurtladı. Kureyş’in arayıcıları gelip Sevr dağının etrafını dolaştılar. Onlardan Ümeyye bin Halef de beraber gelip o mağaranın önünde durdular, şu mağarayı da arayalım diye birbirleriyle söyleştiler. Ümeyye bin Halef onlara: “Allah akıllar versin orada ne işiniz var? Orada Muhammed doğmadan bu örümcekler ağ germiş sonra güvercinler yuva yapmış” deyince cümlesi dönüp gittiler. Hâlbuki mağaranın ağzına geldiklerinde içeriden Resûlü Ekrem aleyhisselâtu vesselâm ile Ebu Bekir radıyallahu anh onları görüyordu. Lakin müşrikler onları göremiyorlardı. Hafız-ı Hakikî Hak Teâlâ Hazretleri onları vikaye buyurmuştu. Onlar mağara önüne geldiklerinde Ebu Bekir radıyallahu anh pek ziyade mahzun olarak “Ya Resûlallah beni öldürürlerse ne gam. Amma Allah celle celâluhu göstermesin sana bir zarar eriştirecek olurlarsa bütün ümmetin helâkına sebep olur.” deyince Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem “Mahzun olma Allah celle celâluhu bizimle beraberdir” diye teselli etti. Müşrikler dönüp gittikten sonra Ebu Bekir radıyallahu anh “Ya Resûlallah eğer içlerinden birisi şöyle önüne bakı verseydi bizi görürdü” deyince Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem “Ya Eba Bekir sen ne zannedersin o iki refik 46 MUHAMMED ALEYİSSELÂM hakkında ki onların üçüncüsü Allah celle celâluhudur” diye buyurdu. Ebu Bekir radıyallahu anh mağaraya girince bir delik gördü oradan bir haşerat çıkıpta Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e zarar vermesin diye o deliği ayağıyla tıkayıp oturdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde Hz. Ebu Bekire dayanıp uykuya daldı. Hâlbuki o delikte bir yılan vardı. Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anh’ın ayağını ısırdı. Ebu Bekir, fahri âlem sallallahu aleyhi ve sellem uyanıp da rahatsız olmasın diye ayağını çekmedi lakin canı acıyıp gözlerinden yaş aktı ve gözyaşları Resûlü Ekrem’in mübarek yüzüne damlayınca rasûlullah uykudan uyandı. “Neyin var Ya Ebâ Bekir?” diye sordu. “O ayağımı bir şey ısırdı amma beis yok. Anam, babam sana feda olsun” diye cevap verdi. Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yılanın ısırdığı yere tükrüğünü sürdü derhal acısı zail oldu ve Hz. Sıddık da şifa buldu. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh şöyle demiştir: Cimri kişi yedi şeyden kurtulamaz, Kendisi ölür; servetini Allah’ın yasakladığı yerlerde harcayacak biri ona varis olur. Ya da Allah ona zalim bir yöneticiyi musallat eder; ona zulmettikten sonra servetine el koyar. Veya servetini boşa harcamasına yol açacak ihtiras ve tutkulara kapılır. A S H  B-I K İ R  M 47 Yahut sarp bir alanda bina yapma düşüncesine kapılır; orada serveti heba olup gider. Ya da serveti suya düşmek, yanmak, çalınmak gibi bir âfete uğrar; böylece yok olur. Veya kendisi müzmin bir hastalığa yakalanır; servetini tedavi masraflarını karşılamak için tüketir. Ya da servetini bir yere gömer; gömdüğü yeri unutur, bir daha bulamaz. Hz. Ebû Bekir’in Rasûlullaha Yakınlığı Cenâb-ı hak şöyle buyuruyor: ُاِﻟﱠﺎ ﺗَﻨْﺼُﺮُوهُ ﻓَﻘَﺪْ ﻧَﺼَﺮَهُ اﻟﻠﱠﮫُ اِذْ اَﺧْﺮَﺟَﮫُ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻛَﻔَﺮُوا ﺛَﺎﻧِىَﺎﺛْﻨَﯿْﻦِ اِذْ ھُﻤَﺎ ﻓِﻰ اﻟْﻐَﺎرِ اِذْ ﯾَﻘُﻮل َﻟِﺼَﺎﺣِﺒِﮫِ ﻟَﺎﺗَﺤْﺰَنْ اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﻣَﻌَﻨَﺎ ﻓَﺎَﻧْﺰَلَ اﻟﻠﱠﮫُ ﺳَﻜِﯿﻨَﺘَﮫُ ﻋَﻠَﯿْﮫِ وَاَﯾﱠﺪَهُ ﺑِﺠُﻨُﻮدٍ ﻟَﻢْ ﺗَﺮَوْھَﺎ وَﺟَﻌَﻞَ ﻛَﻠِﻤَﺔ ٌاﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻛَﻔَﺮُوا اﻟﺴﱡﻔْﻠَﻰ وَﻛَﻠِﻤَﺔُ اﻟﻠﱠﮫِ ھِﻰَ اﻟْﻌُﻠْﯿَﺎ وَاﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﺰِﯾﺰٌ ﺣَﻜِﯿﻢ “Eğer siz ona (Rasûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.”17 diyordu Bu âyeti kerime Hz. Ebû Bekir’in Rasûlullah’ın ashâbından olduğuna kat’î surette delâlet ettiğinden bir kimse Ebû Bekir radıyallahu anh hazretlerinin sahâbeden 17 TEVBE SÛRESİ, ÂYET 40 48 MUHAMMED ALEYİSSELÂM olduğunu inkâr ederse kâfir olur. Zira bu inkâr nass-ı Kur’ân-ı inkârdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “İnsanlar arasında arkadaşlık ve mal noktasında en ziyade minnettar olduğum Ebû Bekir radıyallahu anh’dır. Şayet ümmetimden kendime bir dost ittihaz etmiş olsaydım elbette Ebû Bekir Sıddîk’ı edinirdim. Lâkin uhuvvet ve meveddet-i İslâmiye kâfidir. Artık bundan sonra Ebû Bekir Sıddîk’ın kapısı müstesna mescide açılan kapıların hepsi seddolunsun, yani kapansın.” buyurdu. İrtidat ve isyanların bastırılması ve Kur’an-ı Kerîm’in cemedilmesi Hz. Ebû Bekir Sıddık radıyallahu anh’ın devrinde idi. Hz. Ebû Bekir’in Ahidnamesi “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.” Bu Abdullah bin Kuhafe’nin dünyadan âhirete giderken ilk deminin başlangıcında, kâfirin imana fâcirin îkana geldiği, kâzibin doğru söylediği dakikadaki ahid ve vasiyetidir. Ömer bin Hattab-ı kendime halef tayin eyledim. Onun sözünü dinleyiniz. Ona itaat ediniz. Ben bununla Allah’a Peygambere, dinime, nefsime ve size iyilik istemiş bulunuyorum. İcrâ-i adalet ederse, ondan beklediğim ve A S H  B-I K İ R  M 49 umduğum odur. Başka bir hat ve hareket takip ederse; biliniz ki kişi ne işlerse onu kazanır. Benim bütün hedefim hayırdır. Gaybi bilmem. Zulm edenler nelere giriftar olacaklarını bilirler. Vesselamü aleyküm verahmetullahi veberakâtüh.” Bu ahidnameyi ikmal ederek mühürledi ve herkese okutarak umum nazarında hüsn-i kabûl ile karşılandı. Bunu müteâkip Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’i çağırarak ona şu nasihat ve vasiyette bulundu: “Ben sana bir vasiyet edeceğim. Onu iyi hıfz edesin. Allah’ın gecede bir hakkı vardır. Onu gündüzün kabûl etmez ve gündüzün bir hakkı vardır. Onu da gece de kabûl etmez. Bizim hiç birimiz için farzı edâ etmedikçe nâfile yoktur. Kıyamet günü mizanları ağır gelenler dünyada Hakkın emirlerine tâbi olanlardır. Kıyamet günü mizanları hafif gelenler dünyada bâtıla tâbi olmalarındandır. Batıldan başka bir şey konmayan bir mizanın hafif gelmesi de hakkıdır. Görmez misiniz? Allah Teâlâ ehl-i Cenneti en güzel amelleriyle zikretmiştir. Onun için bir kâil derki, benim amelim bunların ameline nerede erişecek?” onun sebebi, Allah Teâlâ onların kötü amellerinden geçmiştir de onları ızhar etmez. Ve görmez misin Allah Teâlâ ehl-i nârı kötü amelleriyle anmıştır da bir kail der ki; “Ben amelce onlardan iyiyimdir.” Onun sebebi Allah Teâlâ onların en güzel amellerini onlara redd etmiştir. Görmez misin Allah Teâlâ şiddet ayetini rıza ayetinin yanında ve rıza ayetini şiddet ayetinin yanında indirmiştir ki, müminler hem ümidli, hem saygılı olsunlar da kendilerini tehlikeye atmasınlar ve Allah’a karşı hak olmayan bir kuruntuya kapılmasınlar.” 50 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh kendi hayatında temin ettiği ittihadı irtihalinden sonra da temine muvaffak olmuştur. Umumi vezâifi îfâdan sonra son dakikasına ait husûsî işleriyle meşgul olmuş. Hz. Âişe’ye Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanında defnedilmesini vasiyyet eylemiş, sonra iki kat elbisesini yıkamalarını ve kendisini ona tekfin etmelerini, çünkü yaşayanların yeniye daha muhtaç olduklarını söylemiş. Şahsi servetine ait vasiyetini yazdıktan sonra makâm-ı riyâsete geldiği günden beri beytü’l-mâlden alıp harcettiği her şeyin kendi şahsi malından alınarak iâde olunmasını emretmişti. Nihayet Hicretin onüçüncü yılının Cemaziyelâhir ayında pazartesi gününün gecesi rûhanî bir itmînân içinde Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh zenginlik, arzu etmekle, gençlik, süslenmekle elde edilmez buyururdu. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh muhtelif zamanlarda evlenmiş, zevcesi Kuteyle’den oğlu Abdullah ile kızı Esmâ doğmuş, diğer zevcesi Ümm-i Rûman’dan Hz. Âişe ile oğlu Abdurrahman dünyaya gelmiş, bir başka zevcesi Esmâ’dan oğlu Muhammed, Habibe bint-i Harice isimli zevcesinden de kızı Ümm-i Gülsüm olmak üzre üç kızı üç erkek evlâdı olmuştur. A S H  B-I K İ R  M 51 Bir gün Hz. Ali radıyallahu anh meclisinde bulunanlara “insanların en şecaatlısı kimdir” diye sormuş, “sensin” dediklerinde: Ben biiznillah her kim ile mübareze meydanına çıktım ise öcümü aldım, demiş ve tekrar “Nâsın en şecâtlısı kimdir” diye sormuştu. Onlar da: Bilmiyoruz, “kimdir?” diye sorduklarında Hz. Ali radıyallahu anh da: Hz. Ebû Bekir’dir. Ki “Bedr” günü Resuli Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’e müşriklerden kimse hücûm etmesin diye bir hayme yapıldı ve “Kim nöbet bekleyecek” denildi. Ebû Bekir kalktı. Kılınç elinde olduğu halde Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin başı ucunda durdu. Her kim hûcüm etti ise kılınç ile karşılayıp defeyledi. İşte nâs’ın en şecâatlisi O’dur, dedi. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh fıtraten halîm, selim, son derece refîk ve şefîk idi. Bununla beraber mes’ûliyet ve vazîfelerde yada Din, millet devlet işlerinde zerre kadar müsamaha göstermez hakkaniyetten ayrılmazdı. Onun rıfk ve mülâyemeti, şahsî muâmelâtına ait idi. Fakat insanların kusurlarını i’zâm etmez onlara kusurları derecesinde muamele ederdi. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh, ...ﻇَﮭَﺮَ اﻟْﻔَﺴَﺎدُ ﻓِﻰ اﻟْﺒَﺮﱢ وَاﻟْﺒَﺤْﺮ 52 MUHAMMED ALEYİSSELÂM “...Karada ve denizde düzen bozuldu.”18 Kerîmesinin tefsiri hakkında şöyle demiştir: Ayet-i Ayette geçen kara, insanın dili; deniz de kalbidir. Dilde çürüme ve bozulma başladığında insanlar bu kişinin hâline üzülüp ağlarlar. Kalpte çürüme ve bozulma başladığında ise, melekler o kişinin hâline ağlarlar. Yine Hz. Ebû Bekir efendimiz şöyle buyurmuştur: Kabre azıksız giren kişi, denizde gemisiz yolculuğa çıkmış gibidir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’nin Edebi Ebû Hureyre radıyallahu anh rivâyet etmiştir: Bir gün Hz. Ebû Bekir Sıddık ile Hz. Ali bin Ebî Tâlib, Rasûlullah’ın hücre-i saadetlerinin kapısı önüne geldiklerinde Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir’e: Buyur yâ Ebâ Bekir! diyerek ikramda bulunur: Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir: “Yâ Ali! Sen önden buyur” der. Hz. Ali radıyallahu anh der ki: Rasûlullah’tan, zât-ı âlîniz hakkında şu sözleri işittiğimden önünüze geçemem: “Benden sonra üzerine güneşin doğup battığı en faziletli insan Ebû Bekir’dir. Bu söze Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh şöyle cevap verir: Ben de Rasûlullah’ın hakkında şöyle buyurduğu zâtın 18 RUM SÛRESİ, ÂYET 41 A S H  B-I K İ R  M 53 önüne geçemem. “Kadınların en hayırlısını erkeklerin en hayırlısına nikahladım.” Hz. Ali radıyallahu anh: Rasûlullah’ın hakkında şöyle buyurduğu kimsenin önüne geçemem: “Yeryüzü halkının imânı ile Ebû Bekir’in imânı tartılsa, Hz. Ebû Bekir’in imânı ağır gelir.” Bu söze Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh şöyle mukâbelede bulundu: Rasûlullah’ın, hakkında “Cennet’te benim sarayımla, İbrâhim Halîlullah’ın sarayı arasında Ali bin Ebî Tâlib’in sarayı bulunacaktır.” Buyurduğu kimsenin önüne geçemem. Bu hâdiseye binâen Cebrâil aleyhisselâm gelir: Yâ Muhammed! Allah Teâlâ sana selam ediyor ve buyuruyor ki: “Yedi göğün melekleri, Ebû Bekir Sıddık ile Ali bin Ebû Tâlib’e bakmakta ve aralarında geçen muhâvereyi duymaktalar. Allah bu hüsn-i edeb ve muhabbetlerinden dolayı her ikisini de rahmet ve rızâsıyla kuşatmıştır.” Nebî aleyhisselâm, kapıya gitti. Onları Cebrâil’in kendisine anlattığı şekilde buldu. Ve tebessümle içeri davet etti. 54 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ebû Bekir Sıddîk Kâinâtın serveri, Rasûlullah’ın Yâveri Issız çölde ve dağda, sevirde yâr-ı gâr-ı Her zemîn ve zamanda düşünerek Hâlık’ı O’na ikrâm olunmuş, yüksek İslâm Ahlâkı Böylece zikr-i hâfi, O’na telkîn edilmiş Her an Allah’la olmak, Sıddîkına verilmiş Devrinde tefrika yok, fitneler bastırılmış Hakimler ibâdette, mahbesler hep boş kalmış Âleme Nûr-u Nebî yayılır dalga dalga İnsanlar uyanıyor gafletten halka halka Nebîlerden sonra en şerefli insan odur Allah yolunda canını, kurban eden budur İdârede adâlet, O’nu örnek almalı Artık bu keşmekeşden, insanlık kurtulmalı Sıddık-ı Ekber-i medh etti Hazret-i Kur’ân Ol Râsûlün Sevgili Dostu, Fatih-i îman Onları çok severiz Câr-ı Yâr-ı güzîni Ashâb-ı Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali’yi Anlatmış bu neşveyi, tattırmış hayatıyla Hâlis îmanlı Sıddık, kavuşmuş Rabbısına A S H  B-I K İ R  M 55 HAZRET-İ ÖMER B. HATTAB Hazret-i Ömer’in Nesebi Ömer bin Hattab bin Nüfeyl bin Abdü’l-Uzzâ bin Rabâh bin Abdullah bin Kurt bin Zürâh bin Adîy bin Ka’b bin Lüey bin Fihr bin Mâlik. Sekizinci ced’de Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’le nesebi birleşir. Hazret-i Ömer radıyallahu anh Hicret-i Nebeviyye’den kırk sene evvel doğmuştur. Hazret-i Ömer radıyallahu anh’in müslümanlığı kabûlden evvel arablar tarafından sefâret işleri ile tavzif edildiğini bütün müverrihler beyân ederler. Hitâbet ve güzel konuşmada mümtâz olduğuna bu vazîfe delâlet etmektedir. Mevâhib-i Ledünniyye’nin beyânına göre, Hz. Ömer radıyallahu anh îmân’a gelince, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri, mübârek elini Ömer radıyallahu anh’in sadrına koyup: “Yâ Rabbi! Ömer’in sadrındaki müzmin sıfatları giderip, yerine ilmüledün lütfet.” diye üç kere duâ buyurmuşlardır. Hazret-i Ömer radıyallahu anh’in müslümanlığı kabûl etmesi, İslâmiyet târihinde yeni bir devir küşâd etti. Müslümanlığı kabûl edenler Hz. Ömer radıyallahu anh ile berâber kırk olmuştu. Bunların içinde arabların meşhûr kahrâmanı, müslümânların Seyyid’üş-şühedâsı Hz. Hamza radıyallahu anh’da vardı. Fakat yine müslümanlar ferâiz-i dîniyyelerini alenen îfâ edemiyordu. Müslümanların Kâ’be’de namâz kılmaları imkânsızdı. 56 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ömer’in İslâmiyeti kabûl etmesiyle her şey değişti. Ömer radıyallahu anh müslümanlığı alenen kabûl etmiş, bu yüzden pek ağır tecâvüzlere ma’ruz kalmakla berâber her şeye göğüs germiş, nihâyet bir gün diğer müslümanlarla berâber Ka’be’de cemâatle namâz kılmıştı. Kısas-ı Enbiyâ’nın beyanına göre, Hz. Ömer radıyallahu anh iman edince, Ehl-i İslâm’ı alıp Harem-i Şerif’e götürdü. Ve cemâate namâz kıldırdı. Hz. Sıddık radıyallahu anh’ın arzû ettiği hâle, Ömer radıyallahu anh muvaffak oldu. O gün rüesâ-yı Kureyş: - “İşte kavmimiz şimdi ikiye bölündü” dediler “Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem radıyallahu anh’e “Fâruk” ismini taktı. Ömer Bunun üzerine: َﯾَﺎ اَﯾﱡﮭَﺎ اﻟﻨﱠﺒِﻰﱡ ﺣَﺴْﺒُﻚَ اﻟﻠﱠﮫُ وَﻣَﻦِ اﺗﱠﺒَﻌَﻚَ ﻣِﻦَ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦ “Ey Peygamber! Sana Allah ve ittibâ eden mü’minler kâfidir!”19 âyet-i kerimesi nâzil olmuştur. Hz. Ömer radıyallahu anh, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’in altıncı sene-i Nübüvvetinde müslüman olmuştur. 19 ENFÂL SÛRESİ, ÂYET 64 A S H  B-I K İ R  M 57 Hicret ederken Ashâb-ı Kiram, gizlice Mekke’den çıkıp Medine’ye gittiler. Fakat Ömer’ül-Fârûk radıyallahu anh alenî olarak hicret eyledi. Şöyle ki: Kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı. Oklarını eline aldı. Ve Rüesây-ı Kureyş Ka’be-i Mükerreme etrâfında halka halka olup oturmakta iken Harem-i Şerif’e gitti. Beyt-i Şerifi yedi defa tavâf etti. İki rekât namaz kıldı. Sonra: - “Yüzleriniz kara olsun!” diye Rüesây-ı Kureyş’e beddua ederek yanlarından geçerken: “Anasını ağlatmak, evlâdını yetim ve karısını dul bırakmak isteyen varsa, yoluma çıksın!” dedi. Vakur ve heybetli yürüyüşüyle koca Ömer Mekke’den çıktı ve Medine’ye hicret etti, müşrikler Hz. Ömer’den korktuğundan yoluna çıkamadı, arkasına düşmedi. Tarih-i Fîl’den üç sene sonra doğmuş bulunan Hz. Ömer, uzun boylu, iri gövdeli, koyu buğday renginde idi. Alnı geniş, bilekleri uzun, saçları dökük ve gözlerinde hafif bir kırmızılık vardı. Hz. Ömer radıyallahu anh, zühd, takvâ, tevâzu, sâdelik, doğruluk, sabır, rızâ, tevekkül, Cenâb-ı Hakk’a şükrân gibi ahlâk-ı hamîde ile muttasıf idi. 58 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ömer radıyallahu anh yamalı elbise giymekten çekinmez, kadınların sularını taşır, toprak üstünde yatar, maiyyetsiz seyâhate çıkar, Devlet’e ait develere bizzât bakar, kapısında bir tek muhafız bulundurmaksızın yaşar, fakat bununla berâber, dünyânın en büyük imparatoru O’nun sıyt ü şöhretinden titrerdi. Kimi sultanlar cihanı ordularıyla korkutmuşlardır. Fakat Hz. Ömer radıyallahu anh deve ile Sûriye’ye seyâhat etmesiyle korkutmuştu. İmâm-i A’zam, İmâm-ı Şafiî, İmâm-ı Gazâlî rahmetullahu aleyhim ecmaîn hazerâtı gibi Eimme-i Müçtehidin Hz. Ömer radıyallahu anh’ın mevzû-i bahs ettiği bir meseleye bir şey ilâve etmemişlerdir. Çünkü Hz. Ömer radıyallahu anh’ın birçok defa reyi vahiy ile tasdiklenmiştir. Milyonlarca emvâl-i ganâimi nâsın derecelerine göre taksim ederken, kendisi orta halde bir muhâcir gibi tasarruf ile geçinirdi. Hattâ bir gün hutbe okurken gömleğinin oniki yerinde yama olduğu görülmüştü. Kimsenin ona bir diyeceği yoktu. Herkes ondan utanır, mehâbetinden korkar ve sakınırdı. Adamın biri Hz. Ömer radıyallahu anh’ın huzûrunda birini medhedince Hz. Ömer radıyallahu anh sormuş: - “Bu adamla bir muâmeleniz oldu mu?” “Hayır!” demiş. “Berâber yolculuk ettiniz mi?” A S H  B-I K İ R  M 59 - “Hayır!” demiş. - “O halde siz hiç tanımadığınız bir kimseden bahsediyorsunuz.” demiştir. Hz. Ömer radıyallahu anh gündüz kesret-i meşgûliyetten dolayı ancak ferâizi edâ eder, geceleri nâfile ibâdete vakit bulurdu. Erkenden uyanarak âilesini uyandırır. وَاْﻣُﺮْ اَھْﻠَﻚَ ﺑِﺎﻟﺼﱠﻠَﻮةِ وَاﺻْﻄَﺒِﺮْ ﻋَﻠَﯿْﮭَﺎ ﻟَﺎ ﻧَﺴْﺌَﻠُﻚَ رِزْﻗًﺎ ﻧَﺤْﻦُ ﻧَﺮْزُﻗُﻚَ وَاﻟْﻌَﺎﻗِﺒَﺔُ ﻟِﻠﺘﱠﻘْﻮَى “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.”20 Âyet-i kerimesini okurdu. Sabah namazında Sûre-i Yûnus, Hud veya Kehf’i okurdu. Hz. Ömer radıyallahu anh Kıyâmet hesâbından pek korkardı. Bir gün Ebû Mûsa’l-Eş’arî radıyallahu anh’e sordu: “Ey Ebû Mûsa! Biz ki müslümanlığı kabûl ettik. Yerimizi, yurdumuzu bırakarak hicret ettik. Her yerde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’le berâber bulunduk. Acabâ kıyâmet gününde bir ecr-ü mükâfata nâil olacak mıyız?” Ebû Mûsa radıyallahu anh da şu cevabı verdi: “İnşallah nail olacağız? Bilakis biz Cenâb-ı Hakk’ın bizden razı olmasını umuyoruz.” 20 TÂH SÛRESİ, ÂYET 132 60 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ömer radıyallahu anh de şu cevabda bulundu: “Nefsimi yed-i kudretinde tutan Zât-ı Kibriyâ nâmına kasem ederim ki, hesâbtan kurtulmaktan başka bir şey istemiyorum.” Hz. Abdurrahmân bin Avf radıyallahu anh der ki: “Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh evime gelmişti. Niçin beni çağırtmayıp zahmet ettiğini sorunca: “Medine’ye bir kervân gelip şehrin hâricine konakladığını, yolcuları yorgun olduğu için istirâhata muhtâç olduğunu söyledi; haydi gidelim de kervâna göz kulak olup muhâfaza edelim, dedi. Sabaha kadar kervânı bekledik.” Arabistân kıtlığı esnâsında Hz. Ömer radıyallahu anh et, yağ, balık yememiş ve şöyle tazarruâtta bulunmuştu: “Yâ Rabbi benim günâhlarım yüzünden Ümmet-i Muhammed’i helâk etme!” Kölesi Eslem radıyallahu anh demiştir ki: “Kıtlığın şiddeti azalmamış olsaydı, Hz. Ömer radıyallahu anh fakirlerin hâlinden duyduğu teessürden dolayı mutlaka ölürdü.” Bir defa Hz. Ömer radıyallahu anh hutbede cemâate hitaben: “Ben fenâ yol tutup, nefsime uyarsam ne yaparsınız?” diye sordu. A S H  B-I K İ R  M 61 Cemâatten biri kalkarak: “Seni doğrulturuz!...” dedi Hz. Ömer radıyallahu anh de sözü söyleyen adamın cesâretini tecrübe için: “Benim hakkımda böyle söz söylemeye nasıl cüret ediyorsun?” dedi. Adam: “Evet! Bu sözleri senin hakkında söylüyorum!” dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh da: “Cenâb-ı Hakk’a çok şükür ki, yanlış yola sapacak olursam beni doğrultacak yiğitler var.” dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh iyilik, hilim, tevâzu, cesâret, adalet ve insafın timsali olmuştu. Hz. Ömer’in Mühim Hizmetlerinden Bazıları Beytü’l-Mâl tesisi. Kâdılar ta’yini, mahkemeler tesisi. İdâre-i askeriye tesisi. Gönüllülere maâş tahsisi. Arâzîyi ölçtürmek. Tahrîr-i nüfûs icrâsı. Öşürler tarhı. Nehirlerden çıkarılan şeylere vergi tarhı. Düşmân memleketlerine mensûb tâcirlerin, İslâm memleketleriyle ticâretine müsâade. Hapishâne inşâsı. 62 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Polis idaresi tesisi. Mekke ile Medine arasında ve muhtelif şehirlerde yolcular için misafirhane inşası. Metrûk çocukları himaye. Çocuklar için mektepler tesisi ve maâş tahsisi. Kıyas esasını kabul. Teravih namazının cemaatle edasının kabulü, Bir defada vukû bulan talak-ı selâseyi talak-ı bayin olarak kabul. Evkaf usûlünü tesis. Camilerde vaaz adetini tesis, Hz. Ömer’in emriyle ilk defa vaaz eden Temîm-i Dârî radıyallahu anh’dır İmâm ve müezzinlere maaş verilmesi. Bîkes (kimsesiz) Yahûdi ve Hıristiyanlara tahsisat verilmesi. Hz. Ömer radıyallahu anh makâm-ı riyaset’e geldiği zaman şöyle dua etmiştir: “Yâ Rabbi, bana biraz rıfk ve mülâyemet ver. Yâ Rabbi zayıfım, bana kuvvet ihsan et. Yâ Rabbi zimâm-ı umûrunu elde ettiğim bu milleti doğru yola irşad için bana kuvvet bahşet!...” demişti. Namaz vaktinin keyfiyet-i ilanı meselesi mevzû-i bahs olduğu zaman, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ömer radıyallahu anh’ın mutâlaasını kabul etmişti. A S H  B-I K İ R  M 63 Hz. Ömer radıyallahu anh’ın Bedir esirleri hakkında dermeyân ettiği nokta-i nazar, sonra vahy-i ilahi ile teeyyüd etmişti. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’in zevcelerinin tesettüre riâyet etmelerini, Hz. Ömer radıyallahu anh’ın tavsiyesi üzerine, Vahy-i ilahi ile Hicâb âyet-i nazil olmuştu.21 Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy öldüğü zaman, Makam-ı Nübüvvete lâyık Ahlâk-ı aliyye’nin sevkiyle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz cenâze namazını kılmak istemişse de, Hz. Ömer radıyallahu anh buna itiraz etmişti. Bilâhare ْوَﻟَﺎ ﺗُﺼَﻞﱢ ﻋَﻠَﻰ اَﺣَﺪٍ ﻣِﻨْﮭُﻢْ ﻣَﺎتَ اَﺑَﺪًا وَﻟَﺎ ﺗَﻘُﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﻗَﺒْﺮِهِ اِﻧﱠﮭُﻢْ ﻛَﻔَﺮُوا ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫِ وَرَﺳُﻮﻟِﮫِ وَﻣَﺎﺗُﻮا وَھُﻢ َﻓَﺎﺳِﻘُﻮن “Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.” 22 Âyet-i-celilesi nâzil olmuştu. Abdullah İbn-i Abbâs radıyallahu anh der ki: “Hz. Ömer radıyallahu anh isâbet-i fikriyyesi veçhile Kur’an bugünkü şekilde toplanabilmiştir. “ “Hz. Ömer radıyallahu anh bir mesele hakkında benim mutâlaam şu merkezdedir dedi mi, o mesele mutlaka onun gösterdiği yolu takib ederdi.” 21 22 HADİS, BUHARİ TEVBE SÛRESİ, ÂYET 84 64 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ömer Efendimiz’in Nasihatları Günah işlemekten vazgeçmek, tevbe ile uğraşmaktan daha kolaydır. En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir. “Çok konuşan, çok yanılır. Çok yanılanın, hayâ duygusu azalır. Hayâ duygusu azalanın, günah ve harama düşme tehlikesi artar. Günah ve haramı fütursuzca irtikab edenin ise; kalbi ölür.” “Gaybı bilme iddiâsı olmasaydı, beş kimsenin Cennet ehli olduklarına şâhitlik ederdim: Çok çocuk sahibi olup şükür ve sabır hâlinde olan fakir mü’min. Kocası kendisinden râzı olan sâliha kadın. Mehr-i müsemmâsını kocasına tasadduk eden kadın. Baba ve anası kendisinden râzı olan kişi. Günahından samîmi olarak tevbe eden kimse…” “İnsanlarla güzel dostluk kurmak, aklın yarısıdır. Yerinde sual sormak, ilmin yarısı; iyi tedbir almak da yaşamanın yarısıdır.” “Malayaniyi terk eden kimseye hikmet bahşedilir. Enâniyet ve böbürlenmeyi terk edenin kalbine tevâzû bahşedilir. Fazla yemeyi terk edene ibâdet lezzeti bahşedilir. Gülmeyi terk edene heybet bahşedilir. Dünya sevgisini terk edene, âhiret muhabbeti bahşedilir. Başkasının ayıbı ile A S H  B-I K İ R  M 65 meşgul olmayı terk edene, nefsinin ayıplarını ıslah etme hâli bahşedilir. Hz. Ömer radıyallahu anh buyurmuştur: “On şey, on şeysiz olmaz: Akıl-iffetsiz; fazîlet-ilimsiz; kurtuluş-korkusuz; sultan-adâletsiz; asâlet ve şeref-edepsiz; ferah-emniyetsiz; zenginlik-sehâvetsiz; fakirlik-kanaatsız; yücelik-tevâzûsuz; cihâd-tevfiksiz olmaz.” “Duâ, semâ ile arz arasında durur. Rasûlullâh’a salevât getirilmedikçe, Allâh’a yükseltilmez. Kadı Şurayh, Hz. Ömer’e mektup yazarak nasıl hükmedeceğini sordu. Hz. Ömer radıyallâhu anh cevâben şöyle yazdı: “Allâh’ın kitabında olanlarla hükmet. Eğer onda bulamazsan Allah Rasûlü’nün sünnetiyle hükmet. Allâh’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinde de bulamazsan sâlihlerin verdiği hükümlerle hüküm ver. Sâlihlerin verdiği hükümler arasında da yoksa istersen devam et hükmünü ver, istersen geri dur. Geri durup hüküm vermemenin senin için daha hayırlı olduğu kanaatindeyim. Ve’s-selâm.” “Akıllı kimse, insanların hareketlerini iyi takdîr edendir.” “Kişinin sorduğu soru onun akıl seviyesini gösterir.” “Şerri bilmeyen, onun tuzağına düşer.” “Dünyaya az meylet ki nefsin esâretine düşmeyesin.” “İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” 66 MUHAMMED ALEYİSSELÂM “İnsanları düzeltebilmeniz için önce kendinizi ıslah etmeniz gerekir.” “İnsanların en câhili ve ahmağı, kendi âhiretini başkasının dünyası için satandır.” “Sırrını gizleyen, kendine hâkim olur.” “Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol.” Hz. Ömer radıyallâhu anh dâimâ: “Ey Allâh’ım! Beni ansızın yakalamandan, gaflet içerisinde bırakmandan ve gâfillerden kılmandan, Sana sığınıyorum.” diye duâ ederdi. Akşamları da, elindeki kamçısıyla ayaklarına vurur ve; “Bugün Allah için ne yaptın ey Ömer?” diye kendisini hesâba çekerdi. Abdullah bin Ömer şöyle anlatıyor: Babam Ömer radıyallahu anh hastalığının ölümle sonuçlanacağını anladığında; “Eğer bütün dünya benim olmuş olsaydı bu çıkışın dehşet ve korkusundan şu anda hepsini fidye olarak verebilirdim” buyurdu. Sonra da bacağımın üzerinde durmakta olan başını indirmemi söyledi. Ben de onu dizime indirdim. Bunun üzerine “Ey Abdullah! Başımı yere bırak!” dedi. Böylece mübarek sakalı ve yanağı yere değecek şekilde onun başını dizimden indirerek yere koydum. Şöyle diyordu: “Ey Ömer! Eğer Allah seni affetmeyecek olursa sana ve annene yazıklar olsun!” Sonra da Allah Teâlâ onun ruhunu aldı. A S H  B-I K İ R  M 67 Ey kardeşim, bizler de o mübârek sahâbînin bu güzel hâllerini gönlümüze nakşetmeli ve sık sık; “Bugün Allâh için ne yaptım?” diyerek kendimizi vicdan muhâsebesine çekmeliyiz. Maddî ve mânevî vazîfelerimizde gaflet, ihmâl, atâlet ve tembellik göstermekten titizlikle sakınmalıyız. Rabbimiz âhiretteki hesâbımızı kolay getirsin. Îman ve güzel ahlâk iklîminde amel-i sâlihlerle dolu bir dünya hayatı yaşayıp ebedî hayâtın saâdetiyle gönüllerimizi mes’ûd eylesin. Âmîn! 68 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ömer Bir garip zaman idi ortalık figan oldu Katreler umman oldu Ömer imanla doldu Kuran, hidayet nûru… Sonsuzluğun surûru Gösteren Hak, kulluğu… inkârı iman oldu Nebi çok sevindi müslüman olmasına Yeni bir aslan geldi ashâbın arasına Onunla kırkı buldu müminlerin adedi Sayımız kırk olduysa niçin gizleniyoruz dedi Hattab oğlu Ömer’in şecaattı şiarı İslam’la şereflendi çok güzeldi kararı Allah düşmanları hemen çıksın karşıma Gidiyorum işte ben medineye tek başıma Hicret ediyorum, çıksın yoluma dileyen Karısını dul, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen Birçok ayet-i kerime sıdkını tasdik etti Ebu Bekir Sıddıka ilk o beyat etti Nil taşınca bir kere ona ferman gönderdi Bu fermanla taşkın nil, hemen sukûna erdi Onun hilafetinde kurt kuzu bir gezerdi Fakirleri gözetir, hainleri sezerdi. A S H  B-I K İ R  M 69 HAZRET-İ OSMAN B. AFFAN Osman bin Affân dört büyük halife'den üçüncüsü, en uzun süre halifelik yapan odur. Ümeyyeoğullarından olan Hz. Osman'ın künyesi Ebû Abdullahtır. Nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf'ta Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke'de doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia’dır. Büyükannesi ise Rasûlullahın halası Abdülmuttalib'in kızı Beyda'dir. Hazreti Ebu Bekirin yakın arkadaşlarından olan hazreti Osman İslam'a giren ilk kişilerdendir. Peygambere iki kez damad olması, iki kızıyla evlenmiş olması hasebiyle 'Zi'n-Nûreyn' yani "iki nur sahibi" olarak da anılır. Habeşistan'a hicret eden ilk sahabilerden olan hazreti Osman daha sonra Mekke'ye geri dönmüş, Medine'ye hicret kararının alınmasından sonra da Medine'ye hicret etmiştir. Bedir Savaşı dışında peygamberin hayatta olduğu dönemde yapılan tüm büyük savaşlara katılmış olan hazreti Osman, Veda Haccı'nda da peygamberimizin yanında yer almıştır. Rasûlullahın vefatından sonra halife seçilen hazreti Ebu Bekir'e bey'at etmiştir. Ridde Savaşları sırasında hazreti Ebu Bekir'in vekili olarak Medine'de kalmıştır. Daha sonra hazreti Ebu Bekir'in hazreti Ömer'i bir sonraki halife olarak tayin eden belgesini kaleme alan da hazreti Osman'dır. Hazreti Ömer'in hilafeti sırasında da hilafet makamının vekili olarak Medine'de kalmıştır. Hazreti Ömer kendisinden sonra aralarından bir sonraki halifenin seçileceği bir şura 70 MUHAMMED ALEYİSSELÂM kurulmasını talep etmiştir. Hazreti Ömer'den sonra kimin halife olacağı tartışmaları sırasında arabulucu hazreti Abdurrahman bin Avf'ın, başkalarının görüşlerini de alarak kendisine beyat etmesiyle halife seçilmiş, kendisiyle birlikte halifeliğe düşünülen hazreti Ali de Hz. Osman radıyallahu anha bey'at etmiştir. Halife olduğu dönemde İslam devletinin sınırları genişlemiş, bir donanma kurulmuş, birçok ekonomik gelişmeler gerçekleştirilmiştir. Ayrıca ilk İslamî paralar da onun zamanında basılmıştır. Kabe ve Mescid-i Nebevi de onun zamanında genişletilmiştir. Hz. Osman radıyallahu anh şöyle demiştir; İbadetin tadını dört şeyde buldum. Farzları yerine getirmek. Yasaklardan uzak durmak. İyiliği emretmek. Kötülüğü nehyetmek. Ehl-i Şûra Hz. Osman’ı halife nasbedip kendisine bey’at ettikleri zaman O, son derece mahsun ve müteessir bir haldeydi. Rasûlullah’ın minberine çıkarak; besmele, hamdele ve salvele’den sonra insanlara şöyle hitap etti: “Siz fâni bir dünyadasınız. ömrünüzün sonuna geldiniz. Ahiret için en iyi bir şekilde hazırlanınız. Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: ِﯾَﺎ اَﯾﱡﮭَﺎ اﻟﻨﱠﺎسُ اﺗﱠﻘُﻮا رَﺑﱠﻜُﻢْ وَاﺧْﺸَﻮْا ﯾَﻮْﻣًﺎ ﻟَﺎﯾَﺠْﺰِى وَاﻟِﺪٌ ﻋَﻦْ وَﻟَﺪِهِ وَﻟَﺎ ﻣَﻮْﻟُﻮدٌ ھُﻮَ ﺟَﺎزٍ ﻋَﻦْ وَاﻟِﺪِه ُﺷَﯿْﺄً اِنﱠ وَﻋْﺪَ اﻟﻠﱠﮫِ ﺣَﻖﱞ ﻓَﻠَﺎ ﺗَﻐُﺮﱠﻧﱠﻜُﻢُ اﻟْﺤَﯿَﻮةُ اﻟﺪﱡﻧْﯿﺎَ وَﻟَﺎ ﯾَﻐُﺮﱠﻧﱠﻜُﻢْ ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫِ اﻟْﻐَﺮُور A S H  B-I K İ R  M 71 “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” 23 Gençlerden ibret alınız, gayretle çalışınız. Gafil olmayınız, hiçbir hareketinize göz yumulmaz. Hani nerede dünyaya gelip te orada uzun müddet menfaatler sağlayan, orayı imar edenler, ekip biçenler ve onların kardeşleri… “Onları unuttunuz mu? Dünyaya Allah’ın verdiği değer kadar değer veriniz. Ahiretten de nasibinizi unutmayınız.” Dedi ve sonra şu Ayet-i Kerimeyi okudu: َ َوَاﺿْﺮِبْ ﻟَﮭُﻢْ ﻣَﺜَﻞَ اﻟْﺤَﯿَﻮةِ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ ﻛَﻤَﺎءٍ اَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎهُ ﻣِﻦَ اﻟﺴﱠﻤَﺎءِ ﻓَﺎﺧْﺘَﻠَﻂَ ﺑِﮫِ ﻧَﺒَﺎتُ اﻟْﺎَرْضِ ﻓَﺎَﺻْﺒ ﺢ ھَﺸِﯿﻤًﺎ ﺗَﺬْرُوهُ اﻟﺮﱢﯾَﺎحُ وَﻛَﺎنَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞﱢ ﺷَﻰْءٍ ﻣُﻘْﺘَﺪِرًا )(اَﻟْﻤَﺎلُ وَاﻟْﺒَﻨُﻮنَ زِﯾﻨَﺔُ اﻟْﺤَﯿَﻮةِ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ وَاﻟْﺒَﺎﻗِﯿَﺎتُ اﻟﺼﱠﺎﻟِﺤَﺎتُ ﺧَﯿْﺮٌ ﻋِﻨْﺪَ رَﺑﱢﻚَ ﺛَﻮَاﺑًﺎ وَﺧَﯿْﺮٌ اَﻣَﻠًﺎ “Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir. Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.”24 23 24 LOKMAN SÛRESİ, ÂYET 33 KEHF SÛRESİ, ÂYET 45-46 72 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Osman’ın bu konuşmasından sonra halk gelerek kendisine bey’at etmeye başladı. Bey’at işi tamamlandıktan sonra Hz. Osman halka hitaben şöyle devam etti: “Bana bir vazife verildi, bende kabul ettim. Ben, benden öncekilerin yolundan gideceğim. İcraatımda Azîz ve Celîl olan Allah’ın kitabı ve Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm’ın sünnetinden sonra üç şeyi daha takip edeceğim. Bunlardan biri üzerinde ittifak ettiğiniz ve takip ettiğiniz konularda benden öncekilere ittiba, ikincisi daha öncekiler tarafından ihdâs edilmeyen, fakat sonradan ehl-i hayrın ortaya koyduğu yolu takip etmek, üçüncüsü de cezayı hak etmediğiniz sürece size ceza vermemek. Dünya göz alıcıdır. İnsanları kendisine çeker. İnsanların çoğu ona kendini bağlamıştır. Dünyaya meyledip ona güvenmeyiniz. O güvenilir değildir. Bilinizki dünyayı terk etmeyeni dünya terk etmez.” Şehâdeti Hilafetinin ilk altı yılı huzur ve barış içerisinde geçse de hilafeti sırasında yaptığı atamalar ile ilgili bazı tartışmalar sebebiyle hilafetinin son altı yılında çeşitli kargaşalar çıkmış ve bu kargaşalar sonucu abluka altına alınmış daha sonra da isyancılar tarafından şehit edilmiştir. Hz. Osman radıyallahu anh şöyle buyurmuştur: Beş vakit namazda dikkatli ve devamlı olanlara Allah dokuz keramet bahşeder. A S H  B-I K İ R  M 73 Allah onu sever. Sağlıklı bir bedeni olur. Melekler onu korur. Evine bereket gelir. Yüzünde, iyi ahlâk sahibi dindar insanların karakteri belirir. Allah onun kalbini yumuşatır. Kıyamet gününde sırat köprüsünden şimşek hızıyla geçer. Allah onu Cehennem ateşinden korur. Allah onu Cennette “Onlar için artık ne korku vardır, ne de üzüntü”25 müjdesine ermiş insanlara komşu yapar. Allah cümlemizi şefaatı uzmalarına nail eylesin. Amin bihürmeti Taha ve Yâsin. HAZRET-İ ALİ B. EBÛ TÂLİB Annesi, Fâtıma binti Esed bin Hâşim idi. Bi'setin ikinci günü îmân etti. Hazret-i Ali radıyallahu anh’ın künyesi Ebûl Hasen Ebû Turab, lakabı Haydar, ünvanı Emir-ül Müminindir. Hem pederi hem de validesi tarafından hâşimi’dir ve Resûl-ü Ekrem aleyhisselât-ü vesselâm’in amca zadesidir. Biset-i Seniyyeden on sene, hicretten yirmi üç sene önce recep ayının 13. günü Mekke-i Mükerreme’de 25 BAKARA SÛRESİ, ÂYET 38 74 MUHAMMED ALEYİSSELÂM doğmuştur. Rasûlullahın amcası Ebu Tâlibin dördüncü oğludur. Hulefâ-i râşidîn ve Aşere-i mübeşşerenin de dördüncüsüdür. Hz. Ali’nin validesi Fatıma bint-i Esed, Peygamberimizin Vâlide-i muhteremeleri Hz. Amine’nin irtihalinden sonra dedesini de kaybeden Hz. Muhammed aleyhisselât-ü vesselâm’ı şefkat ve merhametle kucaklamış, O’na öz evladı gibi bakmıştı. Yürüyerek hicret edip, mübârek ayakları şişdi. Bütün gazâlarda arslan gibi döğüşdü ve çok yara aldı. Uhudda on altı yerinden yaralanmışdı. Tebük gazâsında, Medînede muhâfız olarak bırakılmışdı. Âyet-i kerîme ile medh ve senâ buyurulmuşdur. Hicri 37 de Sıffîn denilen yerde hazret-i Mu'âviyenin askeri ile meydân savaşı yapmış, askerinden yirmibeşbin, karşı tarafdan kırkbeşbin kişi şehîd olmuşdu. Karşı tarafın sulh teklîfini kabûl edince, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara hâricîler denildi. Hâlid bin Zeydi, bunlara nasîhat için gönderdi ise de, fâidesi olmadı. Bunların üzerine yürüyüp, perîşan etdi. Hâricîler, kendisine çok iftirâ ettiler. Hazret-i Alî "radıyallahü anh", hâricîlerden Abdürrahmân bin Mülcem tarafından kırk yaşındayken Ramazanın onyedinci günü, sabâh namazını kıldırırken, kılıncla başından yaralandı. İki gün sonra şehîd oldu. Kabri Necefdedir. Üçü Fâtımadan olmak üzere onsekiz oğlu ve on sekiz kızı vardı. Orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun sakallı idi. Bir dönem Ebu talib maişet darlığı içindeydi. Bu sebeple Resûl-i Ekrem aleyhisselât-ü vesselâm Hz. Ali’nin A S H  B-I terbiye ve iâşesini büyütmüştür. K İ R  M üzerine almış 75 ve onu yanında Hz. Ali’nin vech-i mübarekleri güzel ve müdevverce, rengi âlîleri esmerce ve mübarek gözleri iri ve koyu elâ, kirpikleri uzun ve boyları orta idi. Lihye-i şerifleri büyük, omuzlarının arası ve göğsü geniş, omuzları ile kolları kalın, bilekleri ile pençeleri gayet kâvi idi. Hangi nâmdar cengâver ile mübâreze eyledi ise, galip gelmiş ve Esed’ullahi-l Gâlip ünvanını almıştır. Kılıcı bir kere vururdu. Bir vuruşta ikiye bölerdi. Kâfirler O’nun yüzünü görünce korkar, hazan yaprağı gibi titrerlerdi. O mübarek cüssesi ile üç dört gün, bazen hiçbir şey yemediği olurdu. Güler yüzlü, halim, kerim, mütevâzi, kâffe-i fezâil-i insaniyyeyi câmi idi. İlmi, adaleti, fesâhati, belâğati herkesce bilinirdi. En sahih rivayet olmak üzere henüz çocuk yaşlarında iken Fahr-ül Mürselin aleyhisselât-ü vesselâm efendimizin mebûsiyyetlerinin ferdâsı Salı günü sabahleyin imân-ı ezeli cebhe-i pâkinde lemeân etmiştir. Hz. Ali radıyallahu anh şöyle buyurmuştur: “Allah’ın ve Peygamberin sünnetlerine sahip olmayan kimse, gerçekte hiçbir şeye sahip değildir.” Bunun üzerine ona; “Allah’ın sünneti nedir?” denildi. Sırrı saklamaktır, cevabını verdi. “Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’in sünneti nedir?” denildi. “İnsanlarla iyi ve güzel geçinmektir” dedi. 76 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bizden önceki insanlar, şu üç şeyi birbirlerine tavsiye ederler di; Kim ahiret için çalışırsa, Allah onun dünyasına da ahiretine de kâfidir. Kim içini güzelleştirirse, Allah onun dışını da güzelleştirir. Kim Allah ile arasını düzeltirse, Allah onunla insanların arasını da düzeltir. Hz. Ali radıyallahu anh yine şöyle buyurmuştur: Allah katında insanların iyilerinden ol. Kendi gözünde insanların kötülerinden ol. Halkın arasında ise insanlardan biri ol. Hz. Ali radıyallahu anh, halife seçildiği zaman Allah’a hamd-u senâ’dan sonra şöyle dedi: “Aziz ve Celil olan Allah, içinde hayır ve şerri beyan ettiği doğru yolu gösteren Kur’anı indirdi. Onun için hayırlı olanı yapın, şerri bırakın. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ın emrettiği farzları yapınız ki Allah sizi Cennet’e koysun. Allah, haramları açıkça bildirmiş, Müslümanların haklarını gayri müslimlerin haklarından üstün kılmış, Müslümanları samimiyet, Tevhid inancıyla birbirlerine bağlamıştır. Müslüman, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyendir. Umumun menfati için çalışınız. Bilhassa ölüm için hazırlanınız. Görüyorsunuz ki herkes ölüyor. Ölüm sizin de peşinizde… Yükünüzü hafifletin kendinizi dünyaya tamamen bağlamayın ki ahiretinizi kazanasınız. A S H  B-I K İ R  M 77 İnsanlar arasındaki muamelerinizde Allah’a muhalefetten sakınınız. Çünkü sizler dünyada her yaptığınızdan mes’ulsünüz ahirette hesaba çekileceksiniz. Hz. Ali, başka bir konuşmasında şöyle söylemiştir: “Allah’a muhalefetten sakınınız. Kulu kurtaracak olan vesileler; iman, ilim, amel ihlâs ve Allah yolunda cihattır. Amellerden en önde gelenler ise; dinin direği olan namazı vaktinde kılmak, Allah’ın farz kıldığı zekâtı vermek, Allah’ın azabına karşı bir kalkan olan ramazan orucunu tutmak, fakirliği gideren ve günahlardan arındıran haccı ifa etmek, serveti bollaştıran ömrü uzatan ve dostların sevgisini kazandıran akraba ziyaretleri yapmak, Allah’ın gazabını önleyen sadakayı cariyeyi fakir fukara ve garip gurabaya alenen veya gizlice vermek. Sû-i hâtimeye engel olan ve korkudan emin kılan iyilikleri yapmak. “Allah’ı çok zikrediniz. Zikirlerin en güzeli Allah’ı zikretmektir. Kur’an-ı hakkına riayet ederek okuyunuz. O, gönüllerdeki marazlara şifadır. Muttakilere vaad edilenleri isteyiniz. Çünkü Allah’ın vaadi, vaadlerin en doğrusudur. Rasûlullahın yolundan gidiniz. Çünkü O, yolların en efdalidir. İlmiyle amel etmeyen âlim, bilgisizliğinden dolayı doğru yolu bulamayan günahkâr cahil gibidir. Hatta cahile nisbetle ilmi ile amel etmeyen âlimin vebali daha büyüktür. ” 78 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ali radıyallahu anh mev’ıza mahiyetindeki bir başka konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları! Size güzel misaller veren, ecelinizi tayin eden Allah’a muhalefetten sakınmanızı tavsiye ederim. Allah, sizlere dinleyen kulak, gören göz ve felaketleri sezen kalp vermiştir. Allah sizleri boş yere yaratmadı. Sizi başıboş olarak da bırakacak değildir. O size güzel nimetler ikram etti. Dünya aldatıcıdır. Zayıf bir gölge ve yıkılmaya yüz tutmuş bir dayanaktır. Nimetleri geçicidir biter. Arzu ve emelleri insanı helâk eder. Ey Allah’ın kulları, ibret alınması gerekenlerden hisse kapınız! Öğütlerden istifade ediniz! Ölümün pençesine geçmek üzeresiniz. Cebbar olan Allah’ın denetimi altında hesaba çekileceksiniz. Mahşer yerine giderken herkesin yanında yaptıklarına şahitlik edecek bir şahit bulunacak. O gün Allah’ın kudreti ile yer yarılır, amel defterleri ortaya konur Peygamberler ve şahitler huzura getirilir. Kimseye zulüm edilmeden aralarında adaletle hükmedilir. Ey Allah’ın kulları, Allahtan korkun, iyiliği istemekte acele edin. İyiliklerin mükâfatı olarak Cennet, kötülüklere karşı ceza olarak Cehennem kâfidir. Kendim için ve sizler için Allah’dan af dilerim. İbn-ü Asakir’den, Hz. Ali başka bir konuşmasında hamdü senâdan sonra ölümü hatırlatarak şöyle dedi: “Ey Allah’ın kulları! Vallahi ölümden kurtuluş yoktur. Önüne durursanız, yakalar, kaçarsanız yetişir. önünüzde sizi A S H  B-I K İ R  M 79 bekleyen bir kabir var. Onun sıkmasından, karanlığından ve yalnızlığından korkunuz. Kabir ya Cehennem çukurlarından bir çukur yada Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Cehennemin ötesinde ise muttakiler için hazırlanmış, genişliği yer ve gökler kadar olan Cennet vardır. Allah bizleri ve sizleri muttâkîlerden kılsın! Bizleri ve sizleri elem verici azaptan korusun!” Hz. Ali, dünya hayatının fâniliği hakkında şunları söylüyordu: “Ey Allah’ın kulları! Dünya hayatı sizi aldatmasın! Çünkü dünya belâlarla çevrili fâniliği ile maruf ve aldatıcılığı ile mevsûf bir yerdir. Oradaki her şey, yok olmaya mahkûmdur. Dünyadakiler dünyanın şerrinden aslâ beri olamazlar. Ey Allah’ın kulları! Siz, bu dünyadan göçüp gidenlerden farklı değilsiniz. Onlar sizden daha uzun ömürlü, daha kuvvetli, daha mamur beldelere sahip idiler. Onlar muhteşem saraylarını ve atlastan dokunmuş yatak yastıklarını üzerleri toprak örtülü mezarlara değiştiler. Onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenlerin birbirleri ile samimi olmayanların arasındadırlar. Hayattan sonra ölümü, refahtan sonra sıkıntıyı tattılar. Dostlarından ayrıldılar, toprağı mesken edindiler, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktılar. Heyhat! Onların ‘Yarabbi beni tekrar dirilt, iyi ameller yapar ve bıraktıklarımı tamamlarım.’ Demeleri lafı güzaftır. Onların arkalarında tekrar diriltilecekleri güne kadar geri dönmelerine mani olan engeller vardır. Sizin de ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklarınıza karşı rehin olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak. İşler 80 MUHAMMED ALEYİSSELÂM bitince haliniz nice olur. Kabirdekiler diriltilir, gizli olanlar açığa çıkarılır. Azâmetli bir hakimin huzurunda hesap için durdurulursunuz. Dünyada işlenen günahların korkusundan dolayı kalpler ürperir, örtü ve perdeleriniz yırtılır. Ayıplarınız ve sırlarınız ortaya çıkar. Orada herkes yaptığının karşılığını alır. Kötülük yapanlar yaptıkları ile cezalandırılır. İyilik yapanlar da iyilikle mükâfatlandırılır. Amel defterleri ortaya konar konmaz günahkârların, defterlerinde olanlardan korktuklarını görürsünüz. Onlar, vah bize eyvah bize… Bu defter nasıl olmuş da büyük küçük bir şey bırakmadan hepsini muhafaza etmiş, derler. Yaptıkları her şey o defterde görülür. Rabbiniz, hiç kimseye zulüm etmez. Allah bizlere ve sizlere kendi lûtfu ile ebedî kalınacak Cennete yerleştirinceye kadar kitabı ile amel etmeyi ve dostlarına uymayı nasib etsin. Şüphesiz Allah, hamd etmeye en layıktır.” Hz. Ali radıyallahu anh şöyle buyurmuştur: Dört şey devam ettiği sürece din zayi olmaz dünya mamur olur; Zenginler, cömert olursa Amirler, âdil olursa Âlimler, âmil olursa Fakirler, sâbir olursa din zayi olmaz dünya mamur olur; Hz. Ali radıyallahu anh işlerin en zoru dört tanedir: Öfke anında karşısındakini affetmek. Yokluk zamanında cömertlik yapmak. Kimsenin olmadığı yerlerde günahtan korunmak. Korktuğu veya menfaat beklediği kişiden gerçeği gizlememek. A S H  B-I K İ R  M 81 HAZRET-İ SAİD B. ZEYD Cennetle müjdelenen on sahabiden biridir. Babası Zeyd b. Amr’dır. Nesebi Ka'b da Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ile birleşmektedir. Künyesi Ebul-A'ver'dir. Annesi Fatıma binti Ba'ce'dir. Babası Zeyd, Mekke müşriklerinin dinlerini akıl dışı bularak cansız putlara tapınmanın anlamsızlığı karşısında gerçek dine ulaşmak için araştırma yapmaya başlamış ve bunun için Suriye taraflarına giderek yahudi ve hristiyan âlimleriyle görüşmelerde bulunmuştu. Ancak onların verdikleri dini bilgiler Zeyd'i tatmin etmemişti. Zeyd'in bu durumunu gören bir papaz ona, şirkten ve hurâfelerden uzak, Hz. İbrahim aleyhisselâm'in dini olan Hanifliğe tabi olmasını tavsiye etmişti. Zeyd, Hanifliğin ne olduğunu öğrendiği zaman aradığı dini bulduğunu anlamış ve Mekke'ye dönmüştü. O, Kâbe'ye yönelerek ibadet eder, Mekke'de İbrahim'in dini üzere bulunan kimse olduğunu Kureyş müşriklerine karşı iftihar ederek söyler ve onların putlar adına kurban kesmelerini ayıplardı. Zeyd, İsmail aleyhisselâm'ın neslinden bir peygamberin geleceğini öğrenmişti. Arkadaşı Amr b. Rabî'a'ya kendisinin bu peygambere kavuşamayacağını zannettiğini, eğer ona ulaşırsa kendi selamını ona iletmesini söylemişti.26 Zeyd, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in Peygamberlikle görevlendirilmesinden önce vefat etti. 26 HADİS, İBN SA'D, TABAKÂT 82 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Said, babası Zeyd'in kendisine telkin ettiği hanif dininin bilincinde olarak yetişmişti. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, İslâm dinini tebliğe başladığı zaman, onun çağırdığı dinin babasının söyledikleriyle aynı olduğunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre o, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in az sayıdaki ashâbıyla Erkam'ın evinde gizlice toplanmaya başlamasından önce iman etmiştir. Said radıyallahu anh; Hz. Ömer'in kızkardeşi Fatıma ile evli idi. Hz. Ömer radıyallahu anh da Said'in kızkardeşi Atîke ile evli bulunmaktaydı. Hz. Ömer, onların yeni dine girdiklerini öğrendiği zaman son derece kızmış ve yaptıklarının hesabını sormak için hemen evlerine gitmişti. Ancak olay Ömer radıyallahu anh'ın iman etmesi sonucunu doğuracak bir şekilde gelişmişti Medine'ye hicret edildiği zaman Said, Rıfaa b. AbdulMunzır radıyallahu anh'ın evinde misafir olmuştur. Muâhât olayında bir rivayete göre Ebu Lübabe başka bir rivayete göre de Rafi' b. Malik ile kardeş ilan edilmişti.27 İbnül-Esîr ise, Ubey b. Ka'b ile kardeş ilan edildiğini kaydetmektedir. Saîd b. Zeyd, Bedir savaşı hariç, Uhud, Hendek ve Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in diğer bütün savaşlarına katılmıştır. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, Said ile Talha b. Ubeydullah radıyallahu anh'ı, Suriye taraflarına giden Kureyş kervanının dönüşü hakkında bilgi toplamak ve bu 27 HADİS, İBN SA'D, TABAKÂT A S H  B-I K İ R  M 83 bilgileri hızlı bir şekilde Medine'ye ulaştırmakla görevlendirdi. Böylece, Ebu Süfyan'ın başkanlığındaki bu kervan Suriye dönüşünde yakalanabilecekti. Said, Talha ile birlikte el-Havra denilen yere kadar gitmiş ve kervanın dönüşünü beklemeye başlamıştı. Ancak onların bu kervanın dönüşü hakkındaki haberi Medine'ye ulaştırmadan önce Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm başka kaynaklardan gerekli bilgileri almış ve Medine'den Ensar ve Muhacirlerden oluşan ordusuyla yola çıkmıştı. Onlar Medine'ye Bedir savaşının vuku bulduğu gün ulaşabildiler. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in, kervanın yolunu kesmek için Medine'den ayrılmış olduğunu gören Said ve Talha derhal ona katılmak için Bedir'e doğru yola çıktılar. Onlar Turban denilen yere geldikleri zaman Bedir'den dönmekte olan Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'le karşılaştılar. Bedir savaşına fiilen iştirak edememiş olmalarına rağmen Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm onları savaşa katılmış sayarak ganimetten diğer mücahitler gibi pay vermişti. Said radıyallahu anh, Hz. Ömer zamanında Suriye bölgesinde sürdürülen askerî harekâtlara katılmış; Dımaşk muhasarası ve Yermuk savaşında bulunmuştur. Said radıyallahu anh, ömrünün son günlerini, Medine'nin dışında bulunan Akik vadisindeki hanei saadetinde geçirdi ve burada yetmiş yaşını geçmiş olduğu halde Hicrî 50 veya 51 yılında vefat etti. Abdullah İbn Ömer onun öldüğünü öğrendiği zaman doğruca Akik vadisindeki evine gitti ve cenazesiyle ilgilendi. Said radıyallahu anh'ın cenazesi Medine'ye taşındı ve Sa'd b. Ebi Vakkas tarafından yıkandı. Medine'de defnedilen Said radıyallahu anh'ın cenaze 84 MUHAMMED ALEYİSSELÂM namazını İbn Ömer kıldırdı ve onu mezara Sa'd b. Ebi Vakkas ile birlikte indirdi. Said radıyallahu anh, Hz. Osman radıyallahu anh'ın şehid edilmesiyle başlayan fitne olaylarına şahid olmuştur. O, ümmetin içine sürüklendiği fitne belasından ve kendini bilmez bazı kimselerin ileri gelen ashâbdan bazılarına dil uzatmalarından aşırı derecede ızdırap duymuştur. Said radıyallahu anh, bir gün Küfe camiine gitmiş, orada Muaviye'nin Küfe valisi Muğîre b. Şu'be'yi, etrafında Kûfelilerden bir takım insanlarla otururken görmüştü. Muğîre ona saygı göstererek yanına oturtmuştu. O esnada bir adam birilerini kastederek kötü sözler sarfetti. Said, Muğîre'ye; "Bu adam kime küfrediyor" diye sorduğu zaman; "Ali b. Ebi Talib'e" cevabını alınca son derece üzüldü ve Muğîre'ye; "Muğîre, Muğîre! Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in Ashâbına senin önünde sövülüyor ve sen buna susuyor ve bir harekette bulunmuyorsun öyle mi? Ben Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'i; "Ebu Bekir Cennet’tedir, Ömer Cennet’tedir, Osman Cennet’tedir, Ali Cennet’tedir, Talha Cennet’tedir, Zübeyr Cennet’tedir, Abdurrahman b. Avf Cennet’tedir. Sa'd b. Ebi Vakkas Cennet’tedir, Ubeyde b. Cerrah Cennet’tedir” derken duydum dedi ve şunu ekledi; "Bunların onuncusunu da gerekirse sayarım". Ertesi gün Küfeliler etrafını sarmış ve onuncu kimsenin kim olduğunu söylemesi için çok ısrar etmişlerdi. Bunun üzerine O; “onuncu benim” dedi ve sonra da etrafındaki insanlara bakarak sahabilerin İslâm'daki seçkin konumlarını; "Bir kimsenin, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanması, sizin herhangi birinizin Hz. A S H  B-I K İ R  M 85 Nuh kadar yaşasa bile, bu müddet zarfında yaptığı amellerinden daha hayırlıdır" sözüyle vurgulamıştır.28 Onun hakkında kaynaklar şöyle bir olay zikretmektedir: "Erva adındaki bir kadın, Medine valisi Mervan b. Hakem'e giderek Said b. Zeyd'in kendi arazisine tecavüzde bulunduğunu şikâyet etti. Mervan, memurlarını Akik vadisindeki hanei saadetinde bulunan Said radıyallahu anh'a göndererek şikâyet konusu olayı soruşturdu. Said radıyallahu anh gelenlere; "Ona haksızlık ettiğimi zannediyorsunuz öyle mi? Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in şöyle dediğini duydum: "Haksız yere her kim bir karış toprağı gasbetse, kıyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanır". Sonra şöyle ekledi: "Allahım bu kadın yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canını alma ve kuyusunu ona mezar yap". Rivayet edildiğine göre bu kadın, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düşerek öldü. Bu olaydan dolayı Medineliler birisine kızdıkları zaman ona, "Allah seni Erva gibi etsin" diyerek beddua etmekteydi.29 Said radıyallahu anh'dan bazı hadisler rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi, Cennetle müjdelenen on kişi hakkında olanıdır. Abdullah b. el-Mazinî, Said b. Zeyd'den şöyle rivayet etmektedir: 28 29 HADİS, AHMED B. HANBEL HADİS, AHMED B. HANBEL 86 MUHAMMED ALEYİSSELÂM “Muaviye Kufe'den ayrıldığı zaman, Muğîre b. Şu'be'yi vali tayin etmişti. Hatipler minberlere çıkarak Ali radıyallahu anh'a hakaretlerde bulunuyordu. Ben Sâid b. Zeyd'in yanındaydım. O, kızdı ve kalktı. Benim de elimden tutmuştu. Ben de ona uydum, o bana; "Şu nefsine zulmeden adamı görüyor musun? Cennet ehlinden olan bir adama lânet edilmesini emrediyor. Halbuki "Onlar her zaman savaşta Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in önünde, namazda ise arkasında durmuşlardır.” HAZRET-İ SAD B. EBİ VAKKAS Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b. Abdi Menaf b. Zühre. Babası Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in künyesi Ebî Vakkas olup, Sa'd bu künyeye nisbetle İbn Ebî Vakkas olarak çağrılırdı. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in annesi Zuhreoğullarından olduğu için, anne tarafından da nesebi Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ile birleşmektedir. Sa'd'ın annesi Hamene binti Süfyan b. Ümeyye'dir. Sa'd radıyallahu anh, ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapılan rivayetlere göre o İslâmı üçüncü kabul eden kimsedir. Sa'd radıyallahu anh, müslüman olduğu gün henüz on yedi yaşında bulunduğunu söylemektedir.30 Sa'd radıyallahu anh İslâma girişine sebep olan olayı şöyle anlatır: Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç bir şeyi göremediğim karanlık bir yerde gördüm. Bu arada 30 HADİS, İBN SA'D, TABAKÂT A S H  B-I K İ R  M 87 ay doğdu ve ben onun aydınlığına tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarını sorduğumda, onlar; "Bir saat kadardır" dediler. Araştırdığımda öğrendim ki, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm gizlice İslâm'a davette bulunmaktadır. Ona Ecyad tepesi taraflarında rastladım namaz kılıyordu. Orada İslâmı kabul ettim. Benden önce bu kimselerden başkası imân etmemişti" Sa'd'ın müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok üzülmüş ve oğlunu atalarının dinine döndürebilmek için çareler aramaya başlamıştı. Sa'd'a, eğer girdiği dinden dönmezse, yemeyip içmeyeceğine dair yemin etmişti. Sa'd, annesine, bunu yapmamasını, çünkü dininden dönmeyeceğini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra açlık ve susuzluktan bayılmıştı. Ayıldığında Sa'd ona; "Senin bin tane canın olsa ve bunları bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyeceğim" demişti. Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçmişti. Sa'd radıyallahu anh annesine çok düşkündü ve ona bir zarar gelmesini asla kabul edemezdi. Ancak imanla alakalı bir konuda Rabbine isyan edip başkalarının heva ve heveslerine de tabi olamazdı. Sa'd radıyallahu anh ve benzerlerinin karşılaşacağı bu gibi durumları çözümlemek ve iman edenleri rahatlatmak için Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi göndermişti: وَاِنْ ﺟَﺎھَﺪَاكَ ﻋَﻠَﻰ اَنْ ﺗُﺸْﺮِكَ ﺑِﻰ ﻣَﺎﻟَﯿْﺲَ ﻟَﻚَ ﺑِﮫِ ﻋِﻠْﻢٌ ﻓَﻠَﺎ ﺗُﻄِﻌْﮭُﻤَﺎ وَﺻَﺎﺣِﺒْﮭُﻤَﺎ ﻓِﻰ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ ﻣَﻌْﺮُوﻓًﺎ َﻰ ﺛُﻢﱠ اِﻟَﻰﱠ ﻣَﺮْﺟِﻌُﻜُﻢْ ﻓَﺎُﻧَﺒﱢﺌُﻜُﻢْ ﺑِﻤَﺎ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺗَﻌْﻤَﻠُﻮن وَاﺗﱠﺒِﻊْ ﺳَﺒِﯿﻞَ ﻣَﻦْ اَﻧَﺎبَ اِﻟَ ﱠ 88 MUHAMMED ALEYİSSELÂM “Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” 31 Sa'd radıyallahu anh, Medine'ye hicrete kadar Mekke'de kalmıştır. Dolayısıyla müşrikler tarafından uğradıkları bütün saldırı ve işkencelere diğer müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca muhatab olduğu muhakkaktır. Mekke'de müslümanlar, Mekke zorbalarının saldırılarından emin olmak için ibadetlerini gizli ve tenha yerlerde ifa ediyorlardı. Bir gün Sa'd radıyallahu anh arkadaşlarıyla birlikte ibadet ederlerken müşriklerden bir grup onlara sataşarak İslâmla alay etmişler ve onlara saldırmışlardı. Sa'd eline geçirdiği bir deve kemiğini alıp müşriklere karşılık vermiş ve onlardan birini yaralayarak kanlar içerisinde bırakmıştı. İşte İslâm'da, Allah için ilk akıtılan kan budur. Sa'd radıyallahu anh, orta boylu, güçlü, heybetli, ve samimi bir kişiliği vardı. Sa'd radıyallahu anh kardeşi Ümeyr radıyallahu anh ile Medine'ye hicret ettiği zaman, kan davası yüzünden Mekke'den kaçıp buraya yerleşmiş olan diğer kardeşleri Utbe'nin evinde kalmaya başlamışlardı. Muahat olayında Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, Sa'd'ı Mus'ab b. Umeyr ile kardeş ilân etmişti. Başka bir rivayete göre de kardeş ilân edildiği kimse Sa'd b. Mu'az'dır.32 31 32 LOKMAN SÛRESİ, ÂYET 15 HADİS, İBN SA'D, TABAKAT A S H  B-I K İ R  M 89 Medine'ye hicretle birlikte İslâm devlet olmuş ve kendini tehdit eden güçlere karşı askerî faaliyetler başlamıştı. Bu çerçevede Mekke kervanlarına yönelik askerî birlikler (seriyye) sevkediliyordu. İlk seriyye, Hicretin yedinci ayında Mekke kervanının yolunu kesmek için otuz kişiden oluşan Hz. Hamza komutasındaki seriyyedir. Sa'd radıyallahu anh'da bu ilk askerî birliğe katılanlardandır. Bir ay sonra Ubeyde b. Haris komutasında gönderilen seriyye Kureyş kervanıyla karşılaştığında ilk oku Sad b. Ebi Vakkas radıyallahu anh atarak çatışmayı başlatmıştı. Mekke'de Allah yolunda ilk kan akıtan kimse olma şerefi Sa'd radıyallahu anh'a ait olduğu gibi, yine Allah yolunda ilk ok atma şerefi de böylece ona nasip olmuştur. Aynı yılın Zilkade ayında Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, Sa'd b. Ebi Vakkas'ı yirmi kişilik bir askerî birliğe komutan tayin ederek el-Harrar mevkiine göndermişti. Bu seriyyenin gayesi de Mekkelilere ait kervanı vurmaktı. Ancak kervan bir gün önceden bu yerden hareket etmiş olduğu için, bir çatışma çıkmamıştı. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, sadece seriyyeler göndermekle yetinmiyor, bizzat ordusunun başına geçerek seferler düzenliyordu. Bunlardan biri olan ve Hicrî ikinci yılın Rebiu'l-Evvel ayında gerçekleştirilen Buvat gazvesinde, ordu sancağını Sa'd taşımaktaydı. Peşinden tehlikeli bir görevle Mekke ile Taif arasındaki Nahle mevkiine keşif maksadıyla gönderilen Abdullah b. Cahş seriyyesine katılan Sa'd b. Ebi Vakkas radıyallahu anh'ın bütün cihad faaliyetlerine aktif bir şekilde iştirak ettiği görülmektedir. 90 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bedir savaşında müşrik süvari birliğinin komutanı olan Sa'id b. el-As'ı öldürüp kılıcını Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'e getirmişti. Rasûlullah, Zülkife adındaki bu kılıcı ganimetlerin dağıtılışında Sa'd'a vermişti. Uhud savaşında, müşriklerin üstünlüğü ele geçirdiği ve müslümanların paniğe kapılarak, dağıldığı esnada Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in yanından ayrılmayıp gövdelerini siper ederek onu korumaya çalışan bir kaç yiğitten birisi Sa'd b. Ebi Vakkas radıyallahu anh idi. O, cesaretinden hiç bir şey kaybetmeden ok atmaya devam ediyordu. Sa'd radıyallahu anh ok atmakta mahirdi ve hedefini şaşırmıyordu. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ona ok veriyor ve şöyle diyordu: "At! Sa'd Anam babam sana feda olsun."33 Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, övgü, rıza ve hoşnutluğu ifade eden bu kelimeleri, ana ve babasını bir arada zikrederek başka hiç kimse için kullanmamıştır. Sa'd radıyallahu anh'ın Uhud günü gördüğü hizmet ve gösterdiği kahramanlık gerçekten çok büyüktü. Onun bu günde tek başına bin ok attığı rivayet edilmektedir.34 Sa'd b. Ebi Vakkas Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi ve diğer gazvelerin tamamına katılmıştır35 HADİS, HADİS, MÜSLİM ÜSDÜL-ĞÂBE 35 İBN SA'D 33 34 A S H  B-I K İ R  M 91 Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh'a bey'at eden Sa'd radıyallahu anh, Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet idaresinde görevler almıştır. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden birisi, asrın zalim güçlerinden birisi olan İran imparatorluğunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanlığıdır. Bizansa yönelik askerî faaliyetler sürerken, İran topraklarına da seferler yapılıyordu. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh döneminde İranlıların elinde olan Irak'ın büyük bir bölümü fethedilmişti. Hz. Ömer radıyallahu anh iş başına geçtiği zaman İran'a karşı kapsamlı ve netice alıcı bir askerî sefer düzenlenmesi için çalışmalara başladı. Yapılan istişareler sonucunda Sa'd b. Ebî Vakkas'ın hazırlanan orduya komutan tayin edilmesi kararlaştırıldı. Havâzin kabilelerinden zekât toplamak için bu bölgede bulunan Sa'd, Medine'ye çağrılarak ordu ona teslim edildi. Sa'd ordusuyla Irak'a doğru yürüyüşe geçerek Kadisiye mevkiinde kârargah kurdu. İran şahı, müslümanlara karşı savaşmak üzere ünlü komutanı Rüstem'i görevlendirmişti. Yapılan savaşı müslümanlar kazanmış ve İran toprakları İslâm tebliğine açılmıştı. Sa'd hasta olduğu için bizzat savaşa iştirak edememiş ve yüksekçe bir yerden, savaşı ve ordusunu idare etmişti. Kadisiye İslâm ordularının kazandığı en parlak ve kesin zaferlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Daha sonra Sa'd radıyallahu anh, Celula'ya yönelmiş ve burasını fethetmişti (H.16) Celula'nın fethi bölgede büyük bir ihtida hareketini de peşinden getirmişti. Daha sonra İran imparatorluk merkezi olan Medâin iki aylık bir kuşatmadan 92 MUHAMMED ALEYİSSELÂM sonra düşmüş, büyük meblağlarda ganimet ele geçmiş ve Kisra Yezducerd buradan Hulvan'a kaçmıştı. Sa'd b. Ebi Vakkas, bir ordu göndererek sulh yoluyla burayı fethetmişti. Yezducerd ise İsfahan bölgesine kaçarak orada tutunmaya çalışmıştır. Daha sonra Sa'd radıyallahu anh, Medâin'e yerleşerek, fethedilen toprakların idarî yapısını oluşturmaya çalıştı. Medâin'in havası, askerlerin sıhhatini olumsuz yönde etkilediği için, Hz. Ömer radıyallahu anh'ın onayı alınarak Küfe, ordugâh şehir haline getirildi. Sa'd bölge valisi olarak Kûfe'de üç buçuk yıl kalmıştır. O, tekrar toparlanıp kaybettikleri yerleri geri almak için hazırlıklara girişen İranlıların hareketlerini takip ediyor ve gerekli askerî önlemleri almaya çalışıyordu. Ancak tam bu sıralarda Kûfe'de bir topluluk, Hz. Sa'd'ı ganimetleri adil dağıtmadığı ve gaza işlerinde gevşek davrandığı yolunda iddialarla Hz. Ömer radıyallahu anh'a şikâyet etti. Ayrıca onun namaz kıldırış tarzını da beğenmiyorlardı. Hz. Ömer radıyallahu anh meseleyi inceletmiş; yapılan şikâyetlerin asılsız olduğunu anlamış olmakla birlikte, maslahatı gözeterek onu geri çağırmıştı. Hz. Ömer radıyallahu anh, kendisinden sonra halife seçimini gerçekleştirmek için altı kişilik bir şûra oluşturmuştu. Sa'd radıyallahu anh da bunlar arasındaydı. Hz. Ömer radıyallahu anh'in vefatından sonra halife tayini için müzakereler başladığı zaman Sa'd, Abdurrahman b. Avf lehine adaylıktan çekildiğini açıklamıştır. A S H  B-I K İ R  M 93 Sa'd radıyallahu anh, Hz. Osman radıyallahu anh'ın şehid edilişiyle başlayan fitne ve ihtilaflardan tamamen uzak kalmaya gayret etmiştir. O, müslümanlar arasında kan dökülmesinden çok rahatsız oluyor ve taraflardan kendisine gelen teklifleri geri çeviriyordu. O, ümmetin üzerinde anlaştığı bir halife ortaya çıkıncaya kadar kendisine hiç bir şeyden bahsedilmemesini istemişti. Sa'd radıyallahu anh, gruplar arasında verilen mücadelelerde kimin haklı kimin haksız olduğunun açıklığa kavuşturulmasının mümkün olmadığını bildiği ve haksız yere bir müslümanın kanını akıtmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. O, kendisine gelenlere şöyle diyordu: "Bana, iki gözü, dudağı ve dili olan şu kâfirdir, şu mü'mindir diyen bir kılıç getirilinceye kadar asla kimseyle savaşmam"36 Sa'd radıyallahu anh, güçlü bir kişiliğe ve siyasî desteğe sahip olduğu halde, riyaset çekişmelerinin içine girmekten ömrünün son günlerine kadar kaçınmıştır. Oğlu Ömer ve kardeşinin oğlu Haşim gidip ona; "Yüz bin kılıç sahibi var ki, hepsi seni hilafet için en liyakatli adam tanıyor" dediklerinde onun buna verdiği cevap şu olmuştu: "Bu sizin yüz bin kılıcınızdan daha kuvvetli tek bir kılıç, mü'mine çekilince onu kesmeyen, kâfire karşı sıyrılınca onu kesen kılıçtır" Onun bu anlamlı sözleri, müslümanların birbirlerine zarar vermelerine karşı ne kadar hassas olduğunu ifade etmektedir. 36 HADİS, İBN SA'D, TABAKAT 94 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Sa'd radıyallahu anh, Hicrî 55 yılında ikâmet etmekte olduğu Medine'nin dışındaki Akik vadisinde vefat etmiştir. Cenazesi Medine'ye on mil kadar uzaklıkta olan Akik vadisindeki evinden alınarak Medine'ye getirilmiş ve Mescid-i Nebi de kılınan namazdan sonra, Bâkî mezarlığına defnedilmiştir.37 Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'ın zevceleri de cenaze namazına iştirak etmişlerdi. Sa'd radıyallahu anh, vefat edeceğini anladığı zaman yünden mamül cübbesini getirtmiş ve ölünce onunla kefenlenmesini vasiyet etmişti. Bunun sebebi olarak, Bedir gününde müşriklerle karşılaştığı zaman onu giymekte olduğunu ve bundan dolayı bu cübbesini çok sevdiğini söylemiştir. İbnül Esir'in kaydettiği, Sa'd radıyallahu anh'ın oğlu Âmir'den nakledilen rivayete göre Sa'd radıyallahu anh Muhacirlerden en son vefat eden kimsedir. Sa'd radıyallahu anh, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'i korumak ve ona gelebilecek zararları engellemek için sürekli gayret içerisinde bulunmaktaydı. Aişe şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm hendek savaşında bir gece uyuyamadı ve; "Keşke ashâbımdan biri bu gece beni korusa"dedi. Biz bu durumda iken dışarıdan bir silah hışırtısı duyduk. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm; "Kim o?" dedi. Gelen zat; "Sa'd b. Ebi Vakkas'ım" karşılığını verdi. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, ona; "Neden buraya geldin?" diye sorduğunda Sa'd, şöyle cevap verdi: 37 HADİS, İBN SA'D, TABAKAT A S H  B-I K İ R  M 95 "İçime Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm hakkında bir korku düştü de onu korumak için geldim". Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ona dua etti ve sonra da uyudu" 38 Sa'd radıyallahu anh'dan çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Ondan, İbn Ömer, İbn Abbas, Cabir b. Semure, Sâib b. Yezid, Aişe radıyallahu anh, Said İbn Müseyyeb, Ebu Osman en-Nehdî, İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, Kays b. Ebi Hazm ve diğerleri hadis rivayet etmişlerdir. Ayrıca, Amir, Mus'ab, Muhammed, İbrahim ve Aişe'de babaları olan Sa'd radıyallahu anh'dan hadis rivayetinde bulunmuşlardır. O hadis rivayeti konusunda çok itimat edilenlerden birisidir. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'e atfedilen hadisler hakkında çok titiz ve hassas davranan Hz. Ömer radıyallahu anh'ın oğluna söylediği; "Oğlum, Sa'd, Rasûlullah'dan bir rivayette bulundu mu, artık o meseleyi bir başkasına sorma" sözü onun bu konudaki güvenilirliğini açıkça ortaya koymaktadır. HAZRET-İ ABDURRAHMAN B. AVF Rasûlullah'ın hayatta iken Cennetle müjdelediği on sahâbîden ve ilk müslümanlardandır. Kureyş kabîlesinin Zühreoğullarından Hâris'in oğludur. Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâmın Erkam'ın evindeki faaliyetlerine başladığı günlerde İslâm'a girince 38 HADİS, MÜSLİM 96 MUHAMMED ALEYİSSELÂM kendisine Rasûlullah efendimiz Abdurrahman ismini vermiştir. Ebû Muhammed künyesi ile tanınan Abdurrahman'ın annesi Şifâ binti Avf idi. Rivâyete göre Abdurrahman “Fil Olayı”ndan yaklaşık yirmi yıl sonra dünyaya gelmiştir. Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh ilk müslümanlardan olmasından dolayı Kureyş'in zâlim tutumuna dayanamayan ashâb ile birlikte Habeşistan'a yapılan iki hicrete de katılmıştı. Nihayet Rasûlullah, ashâbı Medine'ye hicret etmeye teşvik edince, o da diğer ashâb ile birlikte hicret etmişti. Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm Medine’de Ensâr ile Muhâcirler arasında kardeşlik ilân ettiği zaman Abdurrahman b. Avf ile Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'i kardeş ilân etmiştir. Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî' 'Din kardeşi' Abdurrahman'a şunları söylemişti: "Benim bir hayli malım vardır. Bunun yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki eşim vardır. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti bitince onu nikâhlarsın." Bu büyük âlicenaplık karşısında Abdurrahman b. Avf kardeşine şunları söylüyordu: "Cenâb-ı Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı Allah ecrini versin. Sen yalnız bana çarşının yolunu göster, benim için yeterlidir." Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh ticareti çok iyi bilen Kureyş içinde büyüdüğü için bu işin tam bir ehli olarak A S H  B-I K İ R  M 97 Medine çarşısında alışverişe başlamış ve Allah ona büyük servet vermişti. Abdurrahman bu ticârî hayatını şöyle anlatır: "Cenâb-ı Allah bana öyle bir nimet verdi ki, bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koyduğumda sanki altın oluveriyordu." Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm'ın bütün gazvelerine katılmıştır. Ashâbtan Muğîre b. Şu'be radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm çıktığı gazvelerin birinde yolda konaklarken Ashâb'ın bulunduğu yerden biraz uzak bir noktaya çekilip hâcetini defederek abdest alıp döndü. Rasûlullah ashâbının yanına vardığında ashâb Abdurrahman b. Avf'ın arkasında namaza durmuştu. Muğîre hemen gidip Abdurrahman'a Rasûlullah'ın geldiğini haber vermek istediyse de Rasûlullah buna engel olmuş ve Abdurrahman'ın arkasında namazını kılmıştı. Böylece Hz. Peygamber'in ilk defa arkasında namaz kıldığı kişi Abdurrahman b. Avf olmuştur. Daha sonra da bilindiği gibi Rasûlullah hastalığı sırasında Hz. Ebu Bekr'in arkasında namaz kılmıştır. İbn Sa'd Tabakâtu'l-Kübrâ adlı eserinde bu seferin Tebük seferi olduğunu kaydetmektedir. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm Abdurrahman b. Avf'ı ashâbtan yediyüz kişilik bir askerî kuvvetle H. 6. yılı Şa'ban ayında Dûmetu'l-Cendel'e göndermişti. 98 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Abdurrahman, Hıristiyanların hüküm sürdüğü bu bölgeye gelip onları İslâm'a davet etmiş, büyük bir kısmı buna yanaşmadığı halde bölgenin ileri gelen kabile reislerinden el-Asbağ b. Amr el-Kelbî Hıristiyanken İslâm'a girmişti. Hz. Peygamber'in vefatından sonra bir gün Medine'de bir heyecan ve kalabalık meydana gelmişti. Bunun sebebini soran Hz. Âişe'ye Abdurrahman b. Avf'ın kervanının şehre yaklaştığı söylenince Hz. Âişe şöyle demişti: "Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştu: "Abdurrahman sırattan geçerken düşer gibi oldu ama düşmedi." Hz. Âişe'nin bu sözlerini haber alan Abdurrahman beşyüz deve olduğu söylenen bu kervanını sırtındaki yüklerle birlikte tamamen Allah rızası için bağışlamıştı. Develerin sırtındaki malların develerden çok daha değerli olduğu kaydedilmektedir. Ashâbın en cömertlerinden biri olduğu bilinen Abdurrahman b. Avf'ın birçok gazvede ve özellikle Tebük gazvesinde Allah yolunda büyük infâklarda bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber'in vefatından sonra Nâdiroğulları mahallesinde sahip olduğu arazisini kırkbin dinâra satarak Rasûlullah'ın zevcelerine dağıtmıştı. Hz. Âişe'ye payı getirildiğinde bunu kimin gönderdiğini sormuş, Abdurrahman b. Avf'ın gönderdiği söylenince şöyle demişti: "Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm "Benden sonra Allah'ın sabırlı kulları size karşı şefkatli davranacaktır. Allah, Abdurrahman b. Avf'a Cennet pınarlarından kana kana içmeyi nasip etsin" buyurmuştu." A S H  B-I K İ R  M 99 Hz. Ebû Bekir vefatından önce hilâfete Ömer b. elHattab'ın geçmesi hususunda Abdurrahman'ın görüşünü sormuş o da şöyle demişti: "Ömer senin düşündüğünden daha iyidir. Fakat O celal sahibidir." Hz. Ebû Bekir de şöyle karşılık vermişti: "Ömer'in celali benim yumuşaklığımdan kaynaklanıyor. İşleri üzerine alırsa bu celali kaybolur. Bir gün ben adamın birine çok kızmıştım. Ömer ise çok mülayim davranmıştı. Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında büyüyen devlet ve genişleyen sınırlar karşısında işlerin daha rahat çözülmesi için oluşturulan devlet şûrâsında Abdurrahman b. Avf'ın önemli bir yer aldığını görüyoruz. Yeni fethedilen Irak arazisinin gaziler arasında paylaşılması veya devlete bırakılması hususunda ortaya çıkan iki görüş vardı. Hz. Ömer ashâbın diğer ileri gelenleriyle birlikte bu toprakların paylaşılmamasından yana iken Abdurrahman b. Avf, Bilâl-i Habeşi ile birlikte buna muhalif olup fethedilen yerlerin paylaşılmasından yana idiler. Hz. Ömer şehid edildiğinde yarım kalan namazın tamamlanması için Abdurrahmanı görevlendirilmişti. Nihayet Hz. Ömer'in tedâvî edilmesinin zor olduğu ve ecelinin yaklaştığı anlaşılınca yeni seçilecek halîfenin belirlenmesi için kurulan şûrâ'da Abdurrahman b. Avf da yer almıştı. Şûrâda bulunanlardan Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Sa'd b. Ebi Vakkas haklarından ferâgât edince Şûrâda halîfe adayı olarak üç kişi kalmıştı. Hz. Ali, Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf. Abdurrahman da bu husustaki hakkından ferâgât edince, adaylar ikiye düşmüştü. 100 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Abdurrahman bu hususta ashâbın ileri gelenleriyle uzun görüşmeler yapmış ve Hz. Ali ve Hz. Osman'dan karara uyacaklarına dair kesin söz aldıktan sonra bu konudaki kanaat ve karar Hz. Osman'a bey'atin yararlı olacağı hususunda toplanınca, hilâfete Hz. Osman getirilmişti. Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh artık bir hayli yaşlanınca Hz. Osman devrinde çok sâkin bir hayat yaşamış ve nihayet hicretin 32. yılında Medine'de vefat etmiştir. Cenaze namazını Hz. Osman kıldırmış, onu kabrine götürürken Hz. Ali şöyle demiştir: "Ey Avf'ın oğlu! Allahın hoşnutluğuyla ebedî hayata git. Sen bu fânî hayatın en güzel günlerini gördün. Bu revnaklı hayat bulanmadan Âhirete göçüyorsun" Sa'd b. Ebi Vakkâs da onun cenazesini taşırken: "Ey koca dağ" diyerek Abdurrahman'ın seciyesindeki sağlamlık ve metâneti ifâde etmişti. Hazreti Abdurrahman, el-Bakî'de medfundur. Abdurrahman b Avf Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm'den altmışbeş kadar hadis nakletmiştir. Vebâ hastalığı ile ilgili alınan 'tedbir'e dair hadisi Abdurrahman radıyallâhu anh rivâyet etmiştir. "Bir yerde vebâ olduğunu haber alırsanız oraya gitmeyin. Vebâ sizin bulunduğunuz yerde olursa vebadan kaçmak için oradan çıkmayınız. " A S H  B-I K İ R  M 101 HAZRET-İ ZÜBEYR B. AVVAM Zübeyr b. Avvam Peygamber aleyhisselâtü vesselâm'in dostu ve havarisi (yardımcısı), aynı zamanda halası Safiyye binti Abdulmuttalib'in oğludur. Künyesi Büyük oğlu Abdullah'tan dolayı "Ebû Abdillah"tır. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hz. Ömer'in vefatından sonra, halife seçimini gerçekleştirmeleri için tayin ettiği altı kişilik "Ashâbü'ş şûra" (danışma kurulu) üyelerindendir. Annesi kendisini "Ebu't-Tâhir" diye çağırırdı. Fakat Zübeyr radıyallahu anh kendisini oğlu Abdullah ile künyelendirmiş ve bu künye ile tanınmıştır.39 Zübeyr, Hz. Ebu Bekir'in İslâm'a girmesinden kısa bir müddet sonra müslüman olmuştur. İlk müslümanların dördüncüsü veya beşincisidir. Ancak ne doğum tarihi, ne de kaç yaşındayken müslüman olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtelif kaynaklar, müslüman olduğu sırada onun genç yaşta bulunduğunu söylerse de bu tahminlerin doğruluğu şüphelidir. Zira babası Avvam b. Huveylid'in Ficar savaşlarından birinde (kuvvetli bir ihtimalle dördüncü ve son savaşta) öldürüldüğü, onu öldürenin de Mürre b. Muatab es-Sakafi olduğu kabul edilmektedir. Bazı kaynaklarda Zübeyr radıyallahu anh'ın Talha ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile aynı yılda doğduğu ifade edilmektedir. 39 HADİS, HADİS, BUHARİ 102 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Zübeyr'in babası ölünce, amcası Nevfel onun velâyetini üstlenmişti. Ancak Zübeyr büyüyüp müslüman olunca, amcasınının bu sevgisi öfkeye dönüştü. Öyle ki, İslâm'dan dönmesi için onu bir hasıra bağlayıp yukarı asar ve ateş yakarak dumanla ona işkence ederdi.40 Zübeyr, 615 yılında Mekkeli müslümanlarla birlikte Habeşistan'a hicret etmiştir. Medine'ye hicretten sonra muhacirlerle ensâr arasında kardeşlik tesis edildiği zaman Zübeyr ile Seleme b. Selâme kardeş ilan edilmişti. Bedir günü müslümanların sayılı birkaç atı vardı. Bunlardan biri de Zübeyr'in Ya'sub adlı atı idi. O gün bir çok müşriki öldürmüştür ki, bunlardan biri "Kureyş'in aslanı” diye bilinen amcası Nevfel idi. Yermük Vakası gününde Peygamber'in sahâbîleri, Zübeyr'e hitaben: "Ey Zübeyr! Rumlara şiddetli bir saldırı yapmazmısın ki, biz de seninle beraber şiddetli bir saldırı yapalım" dediler. Bunun üzerine Zübeyr radıyallahu anh Rumlar üzerine şiddetli hamleler yaptı. Bu hamleler sırasında, Rumlar, Zübeyr'in omuz köküne iki darbe vurdular. Bu iki geniş yara arasında Bedir'de yediği bir darbenin çukurluğu vardı ki, oğlu Urve; "Ben çocukken bu darbenin yerine parmaklarımı sokar, oynardım" demiştir.41 Zübeyr, Mısır fethinde de önemli bir rol oynamıştır. Nitekim halife Hz. Ömer, 642'de Mısır'ın Babilin kalesini 40 41 EL-ASKALÂNİ, İBN SA'D HADİS, BUHARÎ A S H  B-I K İ R  M 103 kuşatan Amr İbnü'l-Âs'a yardım için onu onbin kişilik bir kuvvetle göndermiştir. Mısır'ın o zamanki hükümet merkezi Zübeyr tarafından alınmıştır. Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, ashâbın büyük bir çoğunluğu Hz. Ali'ye bey'at etmişlerdir. Zübeyr ile Talha da bey'at edenler arasındadır. Hz. Zübeyr, Talha ve Hz. Âişe'nin, Sıffin Savaşında Hz. Ali'ye karşı cephe aldıkları görülmektedir. Hz. Ali, Bir ara Zübeyr'le karşılaşınca ona; " Ey Zübeyr! Rasûlullah'ın sana; "Sen Haksız olduğun halde Ali ile savaşacaksın " dediğini hatırlıyor musun?" deyince, Zübeyr; "Allah şahidimdir ki bu doğrudur" dedi ve ağladı. Hz. Ali; "Öyleyse benimle ne diye savaşıyorsun?" diye sorunca Zübeyr "Vallahi bunu unutmuştum, şayet hatırlasaydım sana karşı çıkmazdım, seninle savaşmazdım" dedi. Bu konuşmadan sonra Zübeyr savaştan çekilerek geri döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su başına vardığında, orada bulunan Amr b. Cürmüz, onu takibe başladı. Vâdi's-Sibâ' denilen mevkide bir fırsatını bularak Zübeyr'i şehid etti (H. 36). Zübeyr radıyallahu anh rivayetlere göre uzun boylu, esmer benizli, ve seyrek sakallıdır.42 42 EL-ASKALÂNÎ, İBN SA'D 104 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ashâbdan en çok fetva verenler yedi kişidir. Bunlar; Hz. Ömer, Ali, İbn Mes'ud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Âişe'dir. Bunlardan sonra ikinci derecede yer alan yirmi sahabeden biri de Zübeyr radıyallahu anh'dır.43 Zübeyr radıyallahu anh, cesur ve gözüpek bir müslümandı. Mekke'de, Allah için ilk defa kılıç çeken odur. Medine'ye hicret ettikten sonra da yapılan tüm savaşlara katılmış, bütün sıkıntılı zamanlarda daima Peygamber aleyhisselâtü vesselâm'in yanında bulunmuştur. Rasûlullah efendimiz onun hakkında; "her peygamberin bir havarisi vardır, benim havarim de Zübeyr'dir" buyurmuşlardır. Allah şefaatlarına cümlemizi nail eylesin. Amin HAZRET-İ UBEYDE B. CERRAH Ümmetin Emîni” diye övülen yüce Sahâbînin asıl ismi, Âmir bin Abdullah bin Cerrâh’tır. Ubeyde bin Cerrâh ve arkadaşları Osman bin Maz’ûn, Ubeyde bin Hâris, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Hz. Ebû Bekir’in vâsıtasıyla, Rasûlullahın huzûrunda müslüman oldular. Îmân ettiğinde 31 yaşındaydı. O günden, vefâtına kadar malıyla, mevkisiyle ve canıyla İslâmiyeti yaymak için çalıştı. 43 EL-ASKALÂNÎ A S H  B-I K İ R  M 105 Mekke’de kâfirlerin eziyet ve işkencelerinin artması üzerine, Peygamber efendimizin izniyle Habeşistan’a hicret etti. Sonra Medîne’ye hicret edince, Peygamberimiz onu Hz. Sa’d bin Mu’âz ile kardeş yaptı. Hz. Ubeyde Bedir ve Uhud cenginde de büyük kahramanlık gösterdi. Peygamber efendimiz, uhud gazvesinde Ebû Ubeyde ile Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerini ön safta çarpışanlara kumandan olarak seçti. Müşrikleri sevgili Peygamberimize yaklaştırmamak için bütün güçleri ile savaştılar. Peygamber efendimiz dahî düşmanı geriletecek şekilde yayıyla, okuyla, kılıcıyla çarpışıyordu. Eshâb-ı kirâm Peygamberimizin etrafında pervane olmuşlardı. Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Ebû Dücâne, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs, Hz. Mus'ab bin Umeyr, Hz. Ubeyde bin Cerrâh, Hz. Talha, Hz. Zübeyr gibi Eshâb-ı kirâmın önde gelen yiğitleri, Peygamberimizi canları pahasına koruyorlardı. Pek çok ashâb çarpışa çarpışa şehîd oldu. Düşman gerilemişti. Zafere yaklaşılmıştı. Zafer sevinciyle yerlerini terkeden Eshâb-ı kirâmın bulundukları yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular. İbni Kâmia denilen müşrik, Rasûlullahın mübârek başına kılıcını vurdu, miğferin demiri peygamberimizin mübârek yanağına saplandı. 106 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Eshâb-ı kirâm, tekrar toparlanıp müşriklere hücum ettiler. Müşrikleri Peygamberimizin yanından uzaklaştırdılar. Hz. Ebû Ubeyde’nin, Peygamberimizin mübârek yanaklarına batan demir halkaları dişleriyle çekip çıkarırken iki ön dişi yerinden söküldü. Bu uhud savaşı, müşriklerin bozguna uğramasıyla neticelendi. Yetmişiki şehîd verildi. Bunların içinde şehîdlerin serdârı Hz. Hamza, yeğeni Abdullah bin Cahş ile aynı kabre defnedildiler. Mus’ab bin Umeyr de bu savaşta şehîd olmuştu. Hz. Ebû Ubeyde, Uhud, Hendek, Hayber gazâlarında görülmemiş şekilde cenk etti. Mekke’nin fethinde de Peygamber efendimizin yanlarında bulundu. Rasûlullah efendimiz, hicretin onuncu yılının Rebî’ulevvel ayının 12’sinde, Pazartesi günü öğleden önce vefât etti. Eshâb-ı kirâm, pek çok üzülüp gözyaşı döktü. Çoğunun dili tutulup, bir müddet konuşamadı. Hz. Ebû Ubeyde de gözyaşlarını tutamıyordu. Bütün Eshâb-ı kirâm ağlıyor ve devâsız derdi çekiyordu. İçerde cenâze hazırlıklarını yaparlarken, kapı vuruldu. Gelen kimse dedi ki: - Ebû Bekir ve Ömer burada mı? Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer cevap verdiler: - Evet buradayız. A S H  B-I K İ R  M 107 - Medîneliler, Benî Sa’îde konağında toplandılar, kimin halîfe olacağını konuşuyorlar. Herkes, kendi kabîlesi reisinin seçilmesini istiyor. Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık baş göstermek üzere bir karışıklık çıkabilir. Acele gelip bu işi hâllediniz. İşte böyle bir anda, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetiştiler. O anda, Ensârdan biri kalkıp: Bizler, Rasûlullaha yardım ettik. Muhâcirler bize sığındı. Halîfe bizden olmalıdır. Hâlbuki Rasûlullah her yerde, sağ yanına Hz. Ebû Bekir’i, sol yanına Hz. Ömer’i alır, Ebû Ubeyde için de, “Bu ümmetin emînidir” buyururdu. Üçü birdenbire meydana çıkınca, sanki Rasûlullah kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu. Herkes, bunların ne söyleyeceğini bekliyordu. Hz. Ebû Bekir, vasat bir konuşma yaptı. Sonra Hz. Ömer konuştu. Sonra da Hz. Ebû Ubeyde dedi ki: - Ey! Bu dîne hizmet edenler. Sakın ola kargaşaya sebebiyet verip önce bozan sizler olmayınız! Sonra Hz. Ebû Bekir, “Size şu iki zâtı aday yaptım, birini seçiniz” diyerek, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde’yi gösterdi. Her ikisi de çekindiler, “Hz. Peygamberin ileri geçirdiği bir kimsenin önüne kim geçebilir!” dediler. Hz. Ömer buyurdu ki: 108 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Yâ Ebâ Bekir! Rasûlullah, seni hepimizin önüne geçirirdi, elini uzat! Ben sana biat ettim dedi. Sonra da Hz. Ebû Ubeyde ve diğer Eshâb-ı kirâm Hz. Ebû Bekir’e biat edip halîfe seçtiler. Hz. Ebû Bekir halîfe olunca, Ebû Ubeyde’yi kumandan tayin etti. Humus, Şam, Ürdün ve Filistin’i fethetmek ve oradaki insanların da müslüman olmalarını sağlamak için gönderdi. Hz. Ebû Ubeyde, Bizanslıların, Suriye’yi kurtarmak için topladıkları büyük bir haçlı ordusunu Yermük’te karşıladı. Halîfe Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde’ye yardım için Hz. Hâlid bin Velid’i gönderdi. İslâm kumandanları bu savaş için Hâlid bin Velîd’i başkumandan seçtiler. Düşman ordusu ikiyüzkırkbin, İslâm ordusu sadece kırkbin civârında idi. Hâlid bin Velid, orduyu biner kişilik alaylara bölüp, her birine alay kumandanı tayin etti. Ebû Ubeyde’yi merkeze, diğer kumandanları sağ ve sol kanatlara yerleştirdi. Bizans ordusu üzerine saldırıya geçildi. Savaş bütün hızıyla devam ederken, Bizans generallerinden Yorgi, Hz. Hâlid bin Velid’in “Allah’ın kılıcı” lâkabını duyarak, hidâyete gelip Müslüman oldu. O da Müslümanların safında Bizanslılarla savaştı. Uzun ve çetin savaşların neticesinde, koca Rum ordusu yenilerek dağıldı. Yüzbin Rum öldürüldü. İslâm ordusundan ise üçbin yiğit şehâdete kavuştu. A S H  B-I K İ R  M 109 Hz. Ebû Bekir vefât edince, yerine geçen halîfe Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde’nin başkumandan olarak yine fetihlere devam etmesini emretti. Ebû Ubeyde, ordusuyla Humus’a hareket etti. Sulh ile Humus’u da aldı. Hz. Ebû Ubeyde, ordusunu toplayarak Antakya’ya hareket etti. Maarra, lazikiye, Antaritus, Banyas, Selimiye zaptedilerek gidiliyordu. Kinnesrin’e Hz. Hâlid bin Velid’i gönderdi. Kendisi Haleb’e geldi. Haleb’i fethederek, Antakya’yı kuşattı. Antakya da zaptedildi. Hz. Ebû Ubeyde halîfeye durumu bildiren bir rapor gönderdi. Halîfe, fethedilen yerlere, İslâm kuvvetlerinin yerleştirilmesini emretti. Bu emri yerine getiren Hz. Ebû Ubeyde, birçok kale ve şehri fethederek Fırat nehrine kadar ilerledi. Fethettiği yerlere memurlar tayin ederek Kudüs’e geldi. Kudüs kuşatıldı. Kudüslüler sulh yapmak istediklerini, yalnız bu sulhta Hz. Ömer’in de bulunmasını, yoksa sulh yapmayacaklarını Ebû Ubeyde’ye bildirdiler. Durum Hz. Ömer’e arzedildi. Hz. Ömer, yerine Hz. Ali’yi vekil tayin ederek Kudüs’e geldi. Kudüslülerle sulh yapıldı. Hz. Ömer sulhtan sonra Medîne’ye döndü. Şam’da 639 senesinde, veba hastalığı salgın hâlde olup, çok Müslümanın ölümüne sebep olmuştu. Hz. Ebû Ubeyde de bu salgına yakalandı. Öleceğini anlayınca, orada 110 MUHAMMED ALEYİSSELÂM hazır bulunanlara bir Vasiyetinde buyurdu ki: vasiyetinin olduğunu bildirdi. - Namazınızı kılınız! Orucunuzu tutunuz! Sadakanızı veriniz! Haccınızı yapınız! Birbirinize iyilikte bulununuz! Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz! Dünyaya aldanmayınız! İnsanların en akıllısı Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenlerdir. Hepinize Allahü teâlânın selâm ve rahmetini, lutuf ve bereketini niyâz ederim. Haydi yâ Mu’âz, cemâ’ate namazı kıldır! Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini yummuş, yerine Mu’âz bin Cebel’i vekil etmişti. Vefât ettiğinde 58 yaşında idi. Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, fazîlet timsâli bir zâttı. Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmazdı. Peygamber efendimize muhabbeti pek ziyâde idi. Rasûlullah efendimizden aldığı bir emri yerine getirmek için, canını fedâdan çekinmezdi. Zühd ve takvâ sâhibi, pek merhametli idi. Askerlerine ve tebaasına çok şefkatli idi. Hz. Ömer, Şam’a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara, “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Geliyor efendim” diyerek gelmekte olan Hz. Ebû Ubeyde’yi gösterdiler. Sağlığında, Cennet ile müjdelenen iki büyük Sahâbî selâmlaştılar. Hz. Ebû Ubeyde, Hz. Ömer’e: Buyurunuz yâ Emîr-el-Mü’minîn, diyerek, onu evine götürdü. Hz. Ömer, Ebû Ubeyde’nin evinin içini görünce buyurdu ki: A S H  B-I K İ R  M 111 - Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi şeylerden başka bir şey yok. Sen emîrsin, senin burada yiyecek bir şeyin yok mu? Hz. Ebû Ubeyde, ona bir zenbil getirerek, içinden birkaç lokma çıkardığında, Hz. Ömer ağlamaya başladı. Bunun üzerine Ebû Ubeyde dedi ki: - Sen bizlere, “Kuşluk vakti dinlenmemize yetecek kadar şey bize kâfi” demiştin. Bu kadarı da bizim için kuşluk dinlenmesine kâfidir. Bunun üzerine iyice duygulanan Hz. Ömer, buyurdu ki: - Ey kardeşim Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi. Peygamberimizin huzuruna 630 senesinde, Necrân’dan bir Hıristiyan heyeti geldi. Uzun konuşmalardan sonra, Rasûlullah efendimizin Peygamber olduğunu kabûl ettiler. Ve dediler ki: Yâ Resûlallah! Ashâbından bir emîn kimseyi bizimle beraber gönder, zekâtlarımızı, vergilerimizi ona verelim! Peygamberimiz de yemin edip, buyurdu ki: Gâyet emîn bir kimseyi sizinle gönderirim. Eshâb-ı Kirâm, emîn olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı. Rasûlullah efendimiz buyurdu ki: Ümmetimin emîni işte budur! Kalk yâ Ebâ Ubeyde! 112 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ebû Ubeyde bu müjdeye kavuşunca, sevincinden ağladı. Hz. Ömer, Ebû Ubeyde hazretlerini çok severdi. Hattâ bir gün Hz. Ömer arkadaşlarına sordu: Allahü teâlânın dînine hizmet için ne isterdiniz? Birisi hizmet için ev dolusu altın, bir başkası da mücevher istedi. Onlar da Hz.Ömer’e sordular: - Sen ne isterdin? Hz. Ömer de şöyle buyurdu: - Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi emin arkadaşlarımın olmasını isterdim. Bunlar ile dînin yayılmasına hizmet ederdim. Ebû Ubeyde bin Cerrâh Sevgili Peygamberimizin yanında bütün gazâlarda bulundu. Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfleriyle şereflendi: Ebû Bekir Cennet’tedir. Ömer Cennet’tedir. Osman Cennet’tedir. Ali Cennet’tedir. Talha Cennet’tedir. Zübeyr Cennet’tedir. Abdurrahman b. Avf Cennet’tedir. Sa’d b. Ebî Vakkâs Cennet’tedir. Sa’îd İbni Zeyd Cennet’tedir. Ebû Ubeyde bin Cerrâh Cennet’tedir. Allah şefaatlarına cümlemizi nail eylesin. A S H  B-I K İ R  M 113 HAZRET-İ TALHA B. UBEYDULLAH Talha bin Ubeydullah Cennetle müjdelenen on güzide sahabeden biridir. Hicretten yirmi dört yıl önce Mekke'de doğdu. Künyesi; Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr bin Ka'b bin Sa'd bin Teym bin Murredir. Rasûlullah'ın aleyhisselât-ü vesselâm dâvetine uyarak İslâmiyet'i ilk kabul edenlerdendir. Oğluna atfen Ebu Muhammed lakabıyla anıldı. Hazret-i Talha; orta boylu, geniş göğüslü, geniş omuzlu ve iri ayaklı idi. Esmerdi, sık saçlı fakat saçları ne kısa kıvırcık ne de düz ve uzundu. Güler yüzlü, ince burunlu idi. Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Rasûlullah efendimizin; "Talhâ ve Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle medhedilen sahâbidir. Ticaret için sık sık seyahatlerde bulunurdu. İslâmiyet'le müşerref olmasında, bir seyahati sırasında karşılaştığı olay etkili oldu. Ticaret maksadıyla gittiğii Busra'da, Mekke'den birilerini arayan ve kendisiyle karşılaşan bir Hıristiyan rahiple görüştü. Rahip; "Ahmed zuhur etti mi?" diye sorunca, "Ahmed kimdir?" diye karşılık verdi. Rahip; " O, peygamberlerin sonuncusudur. Mekke O'nun peygamberliğini ilân edeceği yerdir. Sonra oradan hicret edecektir." diye cevapladı. Bu sözlerin etkisinde kalan Talha, Mekke'ye döner dönmez, kendisi yokken her hangi bir olayın olup olmadığını sordu. "Abdullah'ın oğlu Muhammed nebilik iddiasıyla ortaya çıktı" dediler. Peygamberliğin ilan edildiğini öğrenince büyük bir sevinçle Hazret-i Ebubekir'in yanına koştu. Duyduklarını ona da sordu, doğru olduğu cevabını alınca kendisini Rasûlullah'a aleyhisselât-ü 114 MUHAMMED ALEYİSSELÂM vesselâm götürmesini istedi. Rasûlullah'ın kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu. huzurunda Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh, müslüman olduktan sonra çok ağır işkencelere maruz kaldı. Onu iple bağlayarak, eski dinine dönmesi için işkence yaptılar. Bütün işkencelere rağmen, "Beni öldürseniz de dinimden dönmem" diyerek işkencelere dayandı. Müslümanların Medine'ye hicret ettikleri sırada Şam'da bulunuyordu. Yolda hicret haberini alınca, bütün mallarını ve kazancını bırakarak Medine'ye göç etti. Bilahare ailesini de yanına aldı. Bedir Savaşı başlamadan önce müşrikleri takip etmekle görevlendirilenler arasında olduğundan bu savaşa katılamadı. Uhud Savaşında bulundu. Çarpışmanın ve düşman saldırısının en şiddetli olduğu sırada vücudunu Rasûlullah aleyhisselât-ü vesselâma siper ederek korumaya çalışan fedailerdendi. Gelen darbelerden birine kolunu siper ettiğinden büyük bir yara aldı. Sahabeler onun bu kahramanlığına hayran kaldılar. Bizzat Rasûlullah O'nu tebrik etti. Hazret-i Ebubekir radıyallâhu anh, "Talha bin Ubeydullah, bir Uhud kahramanıdır" derken, Hazret-i Ömer radıyallâhu anh, "Uhud gününün en büyük kahramanıdır" ifadelerini kullandı. Uhud'da; Ashâbı kirâm, Peygamberimizin etrâfında toplanmışlar, canlarını siper edip O'nu muhâfazaya çalışıyorlardı. Hz. Talhâ bin Ubeydullah da bunlar arasında olup, Resûlulahın yanından ayrılmamıştı. A S H  B-I K İ R  M Uhudda Müslümanlar şaşkınlık içinde dağıldıkları zaman, sevgili Peygamberimiz; 115 bulunup - Ey Allahın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah'ın kulları bana doğru geliniz! buyurarak seslenince ancak otuz sahâbî gelebilmişti ve Peygamber efendimiz müşrikler tarafından tamâmen kuşatılmıştı. Müşriklerin iyice yaklaştıkları bir Peygamberimiz: Şunları kim durdurur? buyurdu. sırada, Talhâ bin Ubeydullah hazretleri: Ben Yâ Rasûlallah! deyip ileri atılmak istedi. Peygamber efendimiz: Senin gibi daha kim var? buyurdular. Medîneli sahâbîlerden biri: Yâ Resûlallah! Ben! diyerek izin istedi. Sevgili Peygamberimiz: Haydi, sen karşıla! buyurunca Medîneli Sahâbî ileri fırladı ve müşriklerin üzerine atıldı. Eşine rastlanmadık kahramanlıklar gösterdi. Bir kaç müşrik öldürdükten sonra şehâdet şerbetini içti. Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında bulunan bütün sahâbîler vuruşa vuruşa şehâdete erdiler. Kâinâtın sultânı efendimizin o anda yanında Talhâ bin Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı. Hz. Talhâ, Rasûlullaha bir zarar erişir diye endişe ediyor, dört bir tarafa koşuyor, kâfirlerle kıyasıya çarpışıyordu. Onun bu kadar seri kılıç sallaması, bir anda Resûlulahın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok, 116 MUHAMMED ALEYİSSELÂM kılıç darbelerine vücûdunu rastlanmayacak bir hâdiseydi. kalkan yapması, eşine Hz. Talhâ, pervâne gibi dönüyor, kendisine değen kılıç darbelerine hiç aldırmıyordu. Dileği, kâinâtın sultânını korumak, bu uğurda diğer kardeşleri gibi şehîd olmaktı. Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde kandan başka bir şey görünmez olmuştu. Fakat o, buna rağmen dört bir tarafa yetişiyordu. Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran bir okçu vardı. Bu müşrik peygamber efendimize nişan alıp bir ok attı. Rasûlullaha doğru gelen bu oka, başka hiç bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Hz. Talhâ, elini açarak oka karşı tuttu. Ok elini parçaladı. Hz. Talhâ'nın atılan oka karşı elini tutması, candan çok ötelere yükselmiş aşkın, kemâle gelmiş bir îmânın, muhabbet ile dolu bir kalbin, anlatılamıyan bir sevginin fiili olarak ortaya çıkmasıdır. Uhud savaşında müşriklerin saldırdığı ve Rasûlullah efendimiz ve Talha bin Ubeydullah'ın yanında kimse kalmadığı anda, Hz. Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler. Yiğitlerin efendisi Hz. Talhâ da bu arada kan kaybından sıcak toprağa düşüp bayıldı. Her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti. Altmış altı büyük yarası vardı. A S H  B-I K İ R  M 117 Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir'e, hemen Hz. Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz. Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti. Talhâ bin Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz; - Yâ Ebâ Bekir! Rasûlullah nasıl? - Resululah iyidir. Beni O gönderdi dedi. Talha bin Ubeydullah Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sona her musîbet hiçtir dedi. Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh Mekke'nin fethine kadar süren bütün savaşlara katıldı. Hudeybiye'de Biat-ı Rıdvan'da bulundu. Huneyn Gazvesine katıldı. Bu savaşta da çok büyük kahramanlık gösterdi. Bu sıralarda Müslümanların susuz kalmamaları için önemli miktarda para ödeyerek bir su kuyusunu satın aldı ve müslümanlara vakfetti. "Talhatü'l-Cûd" (Cömert Talha) lakabı bu hareketinden dolayı kendisine Rasûlullah tarafından verildi. Tebük Gazvesi'ne katıldığı gibi bu savaşta bütün malını ordunun hazırlanmasına harcadı. Bu cömertliğinden ötürü de; "Ey Talha! sen çok feyizli ve cömertsin." şeklindeki iltifat-ı Muhammedi'ye mazhar oldu. Veda Haccı'nda Rasûlullah'ın aleyhisselât-ü vesselâm yanında bulundu. Hazret-i Ebubekir radıyallâhu anh halife seçilince hemen biat etti ve elinden gelen yardımı da esirgemedi. Hazret-i Ebubekir vefât edinceye kadar müşavere ettiği 118 MUHAMMED ALEYİSSELÂM kişiler arasında yer aldı. Kendisinden sonra kimin halife olması gerektiği konusunda onunla istişarelerde bulundu. Halifeliğe, Hazret-i Ömer'in layık olduğu şeklinde fikrini bildirdi. Hazret-i Ömer halife seçildikten sonra şûra heyetinde yer aldı. Hazret-i Ömer'in kendisinden sonra kimin halife olmasının uygun olduğunu tesbit etmek maksadıyla teşkil ettiği altı kişilik heyette de yer aldı. Hazret-i Ömer'in halifeliğe aday olabilecekler arasında Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh'ı göstermiş olmasına rağmen bundan feragat ederek Hazret-i Osman'ın radıyallâhu anh halife seçilmesini destekledi ve biat etti. Bu dönemde münafıklar tarafından müslümanlar arasında çıkarılan fitneler sırasında Hazret-i Osman'ın radıyallâhu anh yanında yer aldı. Asilere karşı mukabelede bulunarak Hazret-i Osman'ı radıyallâhu anh korumaya çalıştı. Asiler tarafından Hazret-i Osman'ın şehid edilmesinden büyük üzüntü duydu. Hazret-i Zübeyr radıyallâhu anh ile birlikte yeni halife seçilen Hazret-i Ali'den katillerin bulunup cezalandırılmasını istediler. Hazret-i Ali, durumun çok karışık olduğunu, biraz beklemek gerektiğini ve daha sonra gerekenin yapılacağını kendilerine söyleyince, yanından ayrıldılar. Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, müslümanların büyük bir kısmının Hz. Ali'ye bey'at ettiğini biliyoruz. Bu bey'atte bulunanlardan biri de Talha b. Ubeydullah'tır. Ancak, bey'atten kısa bir süre sonra, Talha ile Zübeyr ibnü'lAvvam'ın, Hz. Ali'ye karşı çıkan Hz. Âîşe'nin yanında yer almışlardır. Neticede Hz. Zübeyr, Hz. Ali'ye karşı çıktığına pişman olarak savaş meydanını terketmiştir. Hz. Talha ise; A S H  B-I K İ R  M 119 mücadeleye devam etmiş, nihayet Cemel günü şehid edilmiştir. Cemel vakasında taraflar arasında bir içtihad farkı vardı. Hazret-i Ali adalet-i mahza ile devam edilmesinden yanaydı. Kur’an’ın “Hiçbir günahkar başkasının günahını çekmez.” Ayeti kerimesi adalet-i mahzayı ifade eder. Yani suçun şahsiliği esastır; birinin hatasından başkası sorumlu olamaz. Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayında, katil bilinmiyordu. Medine’yi işgal eden bir grup Hz. Osman’ı şehit etmişti. Hz. Osman’dan sonra halife seçilen Hz. Ali adalet-i mahzayı esas alarak katili tespit edip kısas cezasını uygulamak istiyordu. Şam valisi ve taraftarları ise, adalet-i nisbiyeyi esas alarak şüpheli grubun toptan cezalandırılmaları fikrini savunuyorlardı. Her iki taraf da adaletin tecellisini istemekle beraber, aralarında ictihad farklılığı söz konusuydu. Hz. Ali, “Haksız yere kim bir cana kıyarsa, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.”44 ayetini nazara alıyor muhalifleri ise, “Fitne katilden daha şiddetlidir.”45 Âyetinden yola çıkarak fitnenin önlenmesi için masum kanı akmasına fetva veriyorlardı. İşte, bu iki farklı adalet telakkisinden Hz. Ali devrinde Cemel Vakası ve Sıffin Savaşı meydana geldi. İki taraf arasında cereyan eden savaşta Hazret-i Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh aldığı bir ok darbesiyle yaralandı ve daha sonra şehid oldu (656). Durumu öğrenen Hazret-i Ali büyük bir üzüntü duydu ve cenaze namazını 44 45 MAİDE SÛRESİ, ÂYET 32 BAKARA SÛRESİ, ÂYET 191 120 MUHAMMED ALEYİSSELÂM bizzat kıldırdı. "Ey Talha, yıldız dolu bu semanın altında seni toprağa serili görmek bana çok ağır geldi. Keşke ben yirmi yıl evvel ölseydim de bu günü görmeseydim" diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Hazret-i Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçârelere yardım eder. Muhtâç olanlara para verirdi. Teymoğulları'nın bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talhâ, bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi. Talha, Peygamber efendimizin bacanağıydı. Talha b. Ubeydullah'ın, onbiri erkek, ikisi kız olmak üzere onüç çocuğu vardı. Erkek çocukların herbirine bir peygamber ismi vermişti. Bunlar Muhammed, İmran, Musa, Ya'kub, İsmail, İshak, Zekeriyyâ, Yusuf, İsâ, Yahya, Salih idi. Kızları ismi ise Aişe ve Meryemdir. Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât, Ümmi Ebân hâtunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat o hiç birisini kabûl etmedi. Talhâ bin Ubeydullah, teklifte bulununca kabûl etti. Sebebi sorulduğu zaman; Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusûr görünce affeder, diye cevap vermiş ve onunla evlenmişti. A S H  B-I K İ R  M Aşere-i Mübeşşere Onlar dünyada Cennetle müjdelendiler Her şeylerini İslama feda ettiler Başı çekmekteydi Hazreti Ebu Bekir Sanırım sual sormaz ona Münker ve Nekir Hazreti Ömer şecaatlı ve adildi Her sahabe belki bir meleğe muadildi Üçyüz onüç sahabe Bedire çıktılar Allah’ın yardımıyla putperestliği yıktılar Osman Zinnureyn hayalıydı hemde çok Esedullah Galibin yiğitlikte dengi yok Yâ Ali sancağı bugün de al eline İslamın sancağını dik natat kalesine Sad bin Ebi Vakkas okcuların başıydı Bu olanlar boş değil hak batıl savaşıydı Ubeyde bin Cerrah bir başka yiğitti Onlar amel defterini doldurdu gitti Sâid bin zeyd de müjdelenenlerdendi Henüz hayatta iken nurdan bir libas giydi Abdurrahman bin Avf eşraftandı, Mekkeli Allah için infak ederdi nice develeri Bir diğer müjdelenen Talha bin Ubeydullah Hak yoluna baş koydu razı ondan Habibullah Zübeyr bin Avvam Peygamberin havarisi Onlar manen yaşıyorlar arifler onların varisi 121 122 MUHAMMED ALEYİSSELÂM HAZRET-İ EBU MUSA EL-EŞ’ÂRİ Yemen'in Zebid şehrinden Eş'ar kabilesindendir. İsmi Abdullah'dır. Ebû Mûsa künyesiyle meşhur olmuştur. Babası Kays annesi Zabye binti Vehb'dir. İslâm'a girişini kendisi şöyle anlatır: "Biz Yemen'de iken son peygamberin geldiği ve halkı islâm'a davet ettiği haberi bize ulaştı. Ben ve iki ağabeyim Eş'arî kabilesinden elli iki kişilik bir heyetle birlikte Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem'i görmek için bir gemiye binerek yola çıktık. Hava muhalefeti sebebiyle gemi bizi Habeşistan'a çıkardı. Orada Ca'fer İbni Ebî Tâlib radıyallâhu anh ile buluştuk. Yeni din ve Peygamber hakkında ondan bilgiler aldık. Ve orada müslüman olduk. Kendilerini buraya Rasûlullah'ın gönderdiğini söyleyen Ca'fer radıyallâhu anh bizim de bir müddet burada kalmamızı istedi. Bizler de onlarla birlikte Habeşistan'da oturduk. Daha sonra Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem'in müsadesiyle Habeş hükümdarı Necâşî bizi Medine'ye gönderdi." Bu kafilenin Medine'ye gelişi sırasında Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem Hayber fethinde bulunuyordu. efendimiz bu savaşta bulunmayanlara hisse vermediği halde Eşarîlere ganimetten hisse verdi.46 Onlara yufka yürekli insanlar diye iltifat etti. Ebû Mûsa Hayber'in fethinden sonra yapılan bütün gazve ve seriyyelere katıldı. Huneyn Gazvesinde bozguna uğrayan düşman askerlerini takip etmekle görevlendirilen 46 İBNÜ'L-ESİR A S H  B-I K İ R  M 123 amcası Ebû Âmir el- Eş'arî kumandasındaki birlikte o da vardı. Amcası şehid düşerken kumandayı Ebû Mûsa'ya bıraktı. Evtas zaferini kazanan Ebû Mûsa el-Eş'arî radıyallâhu anh Medine'ye döndü. İki Cihan Güneşi efendimizin huzuruna vardı. Durumu arz etti: efendimiz her iki kumandana da duâ etti. Ebû Mûsa'ya da: "Allahım! Abdullah İbni Kays'ın günahını affeyle ve kıyamet gününde ona en güzel makamı ver." diye dua buyurdu. Hicrî 9. yılda Tebük gazası vuku buldu. Ebû Musa ve arkadaşları bu savaşa katılmak için Rasûlullah'tan deve istediklerinde Rasûlullah onlara deve satın aldı. Tebük seferinden sonra Rasûlullah, Ebû Musa'yı Muaz b. Cebel ile birlikte Yemen'e tebliğe gönderdi. Onları yollarken şöyle dedi: "Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Sarhoşluk veren herşey haramdır; içkiden menediniz."47 Yemen'in iki tarafında Muaz ile Ebû Musa İslâm'ı tebliğ ettiler ve sonra buluştukları noktada aralarında bir mürtedin öldürülmesi konusunda şu tartışma geçti: Muaz: "Ya Abdullah, Kur'an'ı nasıl okuyorsun?" Ebû Musa: "Gece ve gündüz azar azar okuyorum. Yani Kur'ân'dan okumak istediğimi bir hamlede okumuyorum. " Muaz da şöyle dedi: "Ben gecenin başında uyuyorum, uykumu aldıktan sonra uyanıyorum ve Allah'ın kitabından okuyacağımı okuyorum." 47 HADİS, BUHÂRİ, MÜSLİM 124 MUHAMMED ALEYİSSELÂM O Rasûlullah efendimiz zamanında Yemen'in Zebid Aden Me'rib ve sahil taraflarının zekâtını toplamakla görevlendirildi. Hz. Ebû Bekir radıyallâhu anh devrinde de orada kalan Ebû Mûsa radıyallâhu anh dinden dönen Esved el-Ansî ile mücâdele etti. Daha sonra Medine'ye döndü. Kur'an-ı Kerîm'in kitap haline getirilmesinde büyük hizmetleri oldu. O Kur'an-ı Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan öğrenerek ezberleyen sayılı sahabîlerden biridir. Güzel sesliydi. Kur'an okuyuşu herkesi hayran bırakırdı. Dinleyeni titretip sarsan bir sesi vardı. Evinin önünden geçerken okuyuşunu işitenler onu durup dinlemeden geçemezlerdi. Bir gece Rasûl-i Ekrem efendimiz Âişe radıyallâhu anha annemizle bir yere gidiyorlardı. Ebû Mûsa'nın evinin hizasına gelince durdular. İçerden tatlı tatlı okuyuşunu dinlediler. Okumasını bitirinceye kadar beklediler. efendimiz sabahleyin onu görünce, akşamki hadiseyi anlattı ve "Ebû Mûsa'ya Hz. Davud'un sesine benzer güzel bir ses verilmiştir." buyurarak ona iltifat etti. O Resûl-i Ekrem efendimizin sağlığında fetva verenlerdendi. Saffan İbni Süleyman bu konuda: "Rasûlullah zamanında Hz. Ömer Hz. Ali Muâz İbni Cebel ve Ebû Mûsa el-Eş'arî radıyallâhu anhüm den başkası fetva vermezdi." diyor. Onun verdiği fetvalar küçük bir cüz hacminde idi. Kendisi fetvâ konusunda: "Gerçek gün ışığı gibi ortaya çıkmadan bir hâkimin hüküm vermesi doğru değildir." derdi. A S H  B-I K İ R  M 125 Ebû Mûsa el-Eş'arî radıyallâhu anh uzun yıllar idarecilik yaptı. Dünya malına hiç iltifat etmedi. O zühd ve takvâsıyla şöhret buldu. Etrafındakilere hep İki Cihan Güneşi efendimizin zamanında yaşadıkları mütevazı hayatı ihlâs ve samimiyeti sâde yaşamanın güzelliğini anlatırdı. Ne olursa olsun her konuda ihlâs gerektiğini Allah Teâlâ'dan çok korktuğunu söylerdi. Her an son nefesini düşünürdü. Son nefesini imanla vermek onun en büyük gayesiydi. Yakınları onun bu haline bakar ve: "Kendine biraz acısan" derlerdi. O da şöyle karşılık verirdi. "Atlar koşuya çıktığı vakit son noktaya gelesiye kadar nasıl bütün güç ve kuvvetlerini kullanırsa ben de son nefesimi imanla veresiye kadar bütün gücümü kullanmak mecburiyetindeyim." derdi. Onun en belirgin vasıflarından biri de son derece hayâ sahibi olup edepli olmasıydı. Yıkanırken dahi Allah Teâlâ'dan hâyâ edip karanlıkta iki büklüm olarak yıkandığını söylerdi. Talebelerine yumuşak huylu olmayı tavsiye ederdi. Onları Allah korkusundan ağlamaya teşvik ederdi. "Ağlayamıyorsanız ağlamaya gayret edin. Zira Cehennem ehli göz pınarları kuruyuncaya kadar ağlayacaktır" derdi. Ebu Musa el-Eş'arî radıyallâhu anh Hz. Ömer radıyallâhu anh devrinde Basra valiliği ve kadılığına tayin oldu. Valilik görevinde bulunmasına rağmen daima fakirlik içinde yaşamıştır.48 Valiliği esnasında Nusaybin Kum gibi birçok şehrin fethinde önemli hizmetleri oldu. Ahfaz ve İsfahan'ı aldı. Tüster'de İran'ın meşhur kumandanı 48 İBNÜ'L-ESİR 126 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hürmüzan'ı esir aldı ve halifeye gönderdi. Daha sonra Hz. Ömer radıyallâhu anh onu Ammar bin Yâsir radıyallâhu anh'dan boşalan Kûfe valiliğine tayin etti. Hz. Osman radıyallâhu anh devrinde de aynı vazifeye devam etti. Bu arada Kur'an ve fıkıh dersleri verdi. Cemel vak'asında tarafsız kaldı. Sıffinde Hz. Ali radıyallâhu anh'ın vekili oldu. Hakem olayında sulh için çok gayret etti. Sonunda yapılanlara üzülerek tamamıyle uzlete çekildi. O valiliği esnasında hicrî takvimin tesbit edilmesine vesile oldu. İslâm takvimini yazılarında ilk defa o kullandı. Hz. Ömer radıyallâhu anh'a bu konuda bir mektup yazarak: "Bize tarihsiz mektuplar gönderiyorsunuz." diye uyardı. Hz. Ömer radıyallâhu anh’da derhal bir şûra toplayarak hicreti tarih başlangıcı olarak kabul etti. Ebû Mûsa el-Eş'arî radıyallâhu anh'ın üçyüzaltmış hadis-i şerif naklettiği ve 662 m. tarihinde vefat ettiği rivayet edilir. Vefatı Kûfe'de mi? Mekke'de mi? olduğu da ihtilâflıdır. Hastalığı sırasında feryad eden zevcesine Rasûlullah'ın bağırıp çağırarak ağlamayı yasakladığını hatırlatmıştır. Vasiyeti şöyledir: "Cenazemi süratle götürünüz. Peşimden kimse gelmesin, mezarımda vücudumla toprak arasına birşey konmasın. Kabrimin üstüne bir türbe yapmayınız. Kadınlar içinde saçını-başını yolarak ağlayanları uzaklaştırınız. Bunu Rasûli Ekrem'den naklediyorum."49 Cenâb-ı Hak bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Amin. 49 HADİS, AHMED B. HANBEL A S H  B-I K İ R  M 127 HAZRET-İ HASAN Hazreti Hasan radıyallahu anh’ın annesi Hazreti Fatıma radıyallahu anh dedesi Fahri Kâinat efendimizdir. Babası, Hazreti Ali Kerremallahû Vecheh radıyallahu anh’dır. Hicretin üçüncü senesi Ramazan-ı Şerif ortasında Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmiştir. Server-i Âlem efendimiz, isimlerini Hasan olarak tesmiye buyurmuşlardır. Rasûlullah Hz. Hasan yedi günlük olunca akîka kurbanı kesilmesini ve saçlarının kesilerek, ağırlığınca gümüş tasadduk edilmesini emretti. Hasan radıyallahu anh güzel yüzlü, melek huylu, başlarından göğüslerine kadar Resûl-ü Ekrem aleyhisselât-ü vesselâm efendimize tam olarak benzerlerdi. Gayet tatlı konuşur, dillerinde latif bir rekâket mevcud olup, herkes O’nun konuşmasına hayrandı. Seyyid-ül Mürselin tarafından taltîf ve takdir buyurularak: “Amcası Hazret-i Mûsa aleyhisselâm’dan mirastır.” Denilmiştir. Hasan radıyallahu anh küçüklüğünde de çok sevilirdi. Peygamberimiz bağırlarına basarak severler ve ona dua ederlerdi. Hazret-i Ebû Bekir radıyallahu anh küçük Hasan’ı omuzlarına alarak, Hz. Ali radıyallahu anh de hazır bulunduğu halde; Ali’ye değil, Nebi’ye benzeyen zata anam babam feda olsun !” diyerek severlerdi bu nüvâzişten Hz. Ali 128 MUHAMMED ALEYİSSELÂM radıyallahu anh çok memnun olurlar ve tebessüm buyururlardı. Hz. Hasan radıyallahu anh’ın künyeleri Ebu Muhammed, lâkâpları Takî, Seyyid, Müçteba ve Vâris’dir. Haseb ve neseb itibarı ile cihanda mümtaz idi. “Hasan ve Hüseyin, Cennet ehli gençlerinin Efendisidirler.” Hadîs-i Şerifi, yüksek kadirlerini ve Âlem-i Bekâdaki mazhariyetlerini beyan ediyor.50 Temkin, vekar, cûd, inâyet, sehâ O’nun vasıflarındandır ve hayatında kimseyi incitmemiş ve kimseden de incinmemiştir. Birkaç defa mal ve mülkünü muhtaçlara tasadduk etmiştir. Beşinci halifedir. Altı ay hilafette bulunmuştur. Hicretin 50. senesinde 48 yaşında iken ahrete irtihal etmiştir. Hz. Fahr-ül Mürselîn Muhammed aleyhisselât-ü vesselâm buyurdular ki; “Şüphesiz benim bu mahdumum; şerefli bir zâttır. Cenâb-ı Hakk iki ordu içinde, meydana gelecek olan kavga ve mücadeleyi bununla islâh buyursun!”51 Hasan radıyallahu anh Hazretlerinin halifeliği zamanında, kendisine biat eden ve emrinde bulunan kırk bin kadar asker ile Hz. Muaviye’ye tâbi olan askerlerin arasında savaşın çıkacağı son anda İmam Hasan radıyallahu anh efendimiz basiretli davranarak, ani bir kararla kendisinde olan hilâfeti büyük bir fedâkarlık göstererek Hz. Muaviye’ye 50 51 HADİS, TIRMÎZÎ, İBN-İ MACE HADİS, BUHARÎ, EBÛ DÂVÛD A S H  B-I K İ R  M 129 terk etmiş ve böylelikle Müslüman kanının akmasını önlemiş, fitne ateşinin sönmesine vesile olmuştur. Hasan radıyallahu anh Ashâb arasında hilafete en ehil ve lâyık iken uğurlarında fedâ-i nefs etmek üzere kırk bin kişi bey’at ettiği halde ehl-i İslâm’a olan şefkat ve merhametleri hasebi ile ümeyye oğullarının elde etmek için her hile ve desiseyi mübah görerek şiddetle arzu ettikleri mülk-i dünyayı terk etmiştir. Halbuki hilafet her cihetten Hasan radıyallahu anh’ın Hakk-ı idi. Hazret-i hasan bu mülahazalarla hicretin kırk birinci senesi hilâfeti Muaviye’ye terk ettiler. Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. Hasan ve Hüseyin'e bakıp: "Allahım, ben Hasan ve Hüseyin'i seviyorum, sen de sev!" buyurdu." Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a "ehl-i Beyti'nden hangisini en çok seviyorsun?" diye sorulmuştu. "evlatlarım Hasan ve Hüseyini!" diye cevap verdi. Hz. Fatıma radıyallahu anha'ya: "Oğullarımı bana çağır!" diye emreder, onları getirtip koklar, başlarını okşar ve kucaklardı." Hz. Hasan radıyallahu anh hicretin üçüncü yılında Medine'de dünyaya geldi. Yedi yaşına kadar dedesi olan rasulullahın ziri himayesinde yetişti. Hz. Peygamber torunlarını öper ve her iki torununun Cennet ehli gençlerinin efendileri olduğunu söylerdi hatta 130 MUHAMMED ALEYİSSELÂM onları sevenleri Allah'ın sevmesini dilediği duaları da rivayetler arasında yer almıştır. Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in âhirete göçtüğü sıralarda sekiz yaşlarında idi. Henüz çok küçük olduğu için, Hz. Peygamber'den doğrudan doğruya rivayet ettiği hadislerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan biri Ebu'l Havrâ'nın rivayet ettiği şu hadistir: "Hz. Hasan'a, Hz. Peygamber'den duyduğun hangi hadisi hatırlıyorsun? diye sordum. O da şunu anlattı: "Şu hadiseyi hatırlıyorum: Zekat hurmalarından bir hurma alıp, ağzıma atmıştım. Hz. Peygamber o hurmayı ağzımdan çıkardı. Oradakiler "ya Rasûlallah, bu çocuğun ağzına attığı tek bir hurmayı, niçin geri çıkardınız?" dediler. O da "biz Âl-i Muhammed'e sadaka (zekat) helâl değildir" buyurdu. Hatırladığım diğer bir hadis de "Seni ilgilendirmeyen şeyleri bırak, ilgilendiren şeylere bak..." hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana şu duayı da öğretmişti: "Ey Allah'ım! beni hidayete erdirdiğin kimselerden eyle, âfiyet verdiğin kişilerden eyle, dost edindiğin kullarının arasına kat! Verdiğin şeyleri benim hakkımda mübarek kıl ve hüküm verdiğin şeylerin şerrinden de koru. Senin dost edindiğin bir kişi asla zelil olmaz"52 Buna mukabil Hz. Hasan'ın bu hadislerin dışında başta babası Hz. Ali olmak üzere bir çok sahabîden rivayet ettiği hadisleri vardır. 52 EBU DAVUD A S H  B-I K İ R  M 131 Kendisinden de mü'minlerin Annesi Hz. Aişe, kardeşinin oğlu Ali b. Hüseyin, onun iki oğlu Abdullah ve elBakır ile İkrime, İbn Sirin, gibi diğer raviler radıyallâhu anhüm hadis rivayet etmişlerdir. Hz. Osman'a baş kaldıranlara karşı, halifeyi savunmak için Hz. Osman'ın yanında ona yardım etmek için kalan şahısların arasında Hz. Hasan da yer almıştır. Hz. Hasan'ın ortaya çıkması, babası Hz. Ali'nin şehid edilmesini müteâkiben, Kufelilerin kendisine beyat ederek halife seçmeleriyle başlar. Hz. Hasan halife seçilirken ilk beyat edenin Kays b. Sa'd olduğu söylenir Arkasından da diğer Iraklılar beyat ettiler .53 Hz. Hâsan beyattan sonra "el-Mescidü'l-Camiye" çıkıp, uzunca bir hutbe okudu. Sonra babasının katili Abdurrahman b. Mülcem'i getirtti. İfadesini aldıktan sonra ölümle cezalandırdı . Hz. Hasan'ın cenazesine Ümeyyeoğullarından sadece Medine valisi olan Saîd b. el-Ass katıldı başka hiç kimse katılmadı. 54 Hz. Peygamber'in soyu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in çocukları vasıtasıyle devam etmiştir. Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere halk arasında "seyyid" Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere de "şerîf" veya "emir" adı verilir. 53 54 TABERÎ, İBNÜ'L-ESÎR, ÜSDÜ'L-ĞÂBE 132 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hasan radıyallahu anh Kûfe’de hutbeye çıkıp: “Ey Nâs! Biz ancak sizin ümerânız ve misafirleriniziz. Biz, Allah’ın üzerlerinden bütün kötülükleri kaldırdığı Nebî’nin ehl-i beytiyiz” buyurmuşlar ve bu sözleri tekrar ederek herkesi ağlatmışlardır. Sonra Hasan radıyallahu anh Medine-i Münevvere’ye avdetle orada ikamet buyurmuşlardır. Ben-i Umeyye’nin avanesi Hz. Hasan radıyallahu anh’ın hayat-i tayyibelerini orada da rahat bırakmayıp o zatı muhteremi zevcesi “Ca’de” ile zehirlemişlerdir. Hastalığı başlayınca, birâderi Hüseyin radıyallahu anh’a: “Ey birader! Üç defadır zehirleniyorum. Bu sefer ki gibi şiddetli hiç olmamıştı!”buyurmuştur. Hz. Hüseyin radıyallahu anh: “Sizi zehirleyen kimdir?” diye sual edince, “Niçin sual ediyorsun? Katillerimle kıtal mi edeceksin? Ben onları Cenâb-ı Hak’a havale ettim.” buyurmuşlardır. Vefatları yaklaştığında, Hz. Aişe radıyallahu anh’ya haber gönderip, hanesinde kurb-i ravza da kendileri için kabir talep etmiş ve Hz. Aişe’den muvafık cevap almış idi. Biraderi Hz. Hüseyin’e: “Ben öldüğüm vakit Kabr-i Nebî cânibine defnim hususunda Aişe’den istizân eyle. İzin verirse beni O’nun hanesine defneyle. Zannederim ki, ben-i Umeyye seni bu işten men edeceklerdir. Eğer men ederlerse talebini tekrar etmeyip beni Cennet-i Bâki’ye defneyle.” Buyurdular. A S H  B-I K İ R  M 133 Vefatını müteakip Hz. Aişe vasiyyetini yapmak istedi fakat Medine-i Münevvere valisi Mervan ve sair ben-i Umeyye âvânesi “Oraya hiçbir zaman defnolunmaz!” dediler. Bu haber Hz. Hüseyin’e ulaştığında silahlandılar. Bunun üzerine mervan’ın adamları da silahlandı. Az kaldı bir fitne hadisesi olacaktı. Ebû Hûreyre bu hadiseyi işittiğinde: “Hasan’ı pederiyle beraber medfûn olmaktan men etmek vallahi zulümdür. Vallahi Hasan, Rasûlullah’ın oğludur.” Dedi. Sonra Hz. Hüseyin’e gelip and vererek: “Biraderin eğer fitneden havf edersen beni mekabir-i müslimine defn et! demedi mi?” diyerek, Cennet-i Bâki kabristanına defnine Hz. Hüseyin’i razı etti. Radiyallahu Anh, Rahmeten Vâsıa. HAZRET-İ HÜSEYİN Fahri Cihan, Peygamber-i Zîşan aleyhisselât-ü vesselâm Hazretlerinin Kerimeleri Seyyidetünnisâ Fatımâtüz Zehrâ radıyallahu anha ve Aliyyil Mürtezâ radıyallahu anh’ın oğlu ve Hasan radıyallahu anh’ın küçük kardeşidirler. Hicret-i Nebiyyenin 4. senesi Şaban ayının 5’i Salı günü Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir. Dedeleri Resûl-i Ekrem aleyhisselât-ü vesselâm tarafından isimleri Hüseyin olarak tesmiye buyurulmuştur. Rasûlullah Hz. Hüseyin de yedi günlük olunca akîka kurbanı kesilmesini ve saçlarının kesilerek, ağırlığınca gümüş tasadduk edilmesini emretti. 134 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin radıyallahu anh'a son derece düşkün olup onları çok severdi. Onların hakkında, "Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kolladığım iki reyhanımdır. Hasan ve Hüseyin'i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur" buyurmuştur.55 Peygamber efendimiz, bir gün, cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, güreşmeye başladılar. Peygamber efendimiz tebessüm ederek "Ha gayret Hasan; Göreyim seni, yakala Hüseyin'i!" diyerek Hz. Hasan'ı kayırınca, Hz. Ali: "Yâ Rasûlallah: Sen Hüseyin'i kayırmalı değil miydin? Hasan daha büyüktür" dedi. Peygamberimiz "Baksana Cebrail'de, Hüseyin'e: (Ha gayret Hüseyin göreyim seni) diyor." Buyurdu .56 İmam Hüseyin radıyallahu anh gayet hâlim, selim, kerim, edip, sâbur, zâhit, âbit, kâmil, Evsâf-ı Hamîde’yi câmi ve şerefi bütün ümmete şâmil bir Zât-ı melâik sıfat idi. Veliler silsilesinin Ser-tâcıdır. Hazret-i Hüseyin radıyallahu anh’ın altı erkek, üç kız olmak üzere dokuz evladı vardı. Nesilleri, Aliyyil evsât ile Aliyyil asğar, Zeynel’abidin radıyallahu anh’dan devam etmişlerdir. 55 56 AHMED B. HANBEL, MÜSNED, ZEHEBÎ A S H  B-I K İ R  M 135 İmam Hüseyin radıyallahu anh’ın hamâseti, cesâreti ve kahramanlığı dünyaya misâl olacak derecede yüksek idi. Camiüs’sağir’deki bir Hadis-i Şerifte mealen: “Hasan bana benzer, Hüseyin Ali’ye benzer.” Buyurulmuştur. Hakîkaten Hazret-i Hasan radıyallahu anh, hilim ve teenni, avfi ve idarede Peygamberimiz efendimize benzediği gibi; göbekten yukarı kısımları da tamamen onu andırırdı. Hazret-i Hüseyin radıyallahu anh ise atılganlık da, cesaret ve kahramanlık da pederleri Hazreti Ali radıyallahu anh’ya benzerlerdi ve göbekten aşağı kısımları Peygamberimizi andırırdı. Çok defa yaya olarak Haccı eda ettikleri, oruç, namaz ve sadakaya çok ehemmiyet verdikleri bilinirdi. İbn-i Abbas radıyallahu anh bir gün Hz. Hüseyin’in yanına gittiğinde “Ey amcamın oğlu! Gitmekten vazgeçip bekleyecek misin? Eğer beklemeyip gideceksen sana söyleyeceklerim var. Senin yönelip gideceğin yerde helak olacağından, kökünün kazınacağından korkuyorum! Çünkü Iraklılar gaddar, vefasız, sözlerinde durmaz bir kavimdir. Sakın onlara yaklaşma. Sen şu beldede otur. Çünkü sen Hicaz halkının seyyidi ve ulususun. Eğer, Iraklılar dedikleri gibi seni istiyorlarsa, onlara yaz; düşmanlarını (valilerini) sürüp çıkarsınlar. Sonra yanlarına git. Burada oturmayacak, oturmaktan kaçınacaksan, bari yemen diyarına git. Çükü orada kaleler, vadiler var. Orası enine boyuna geniş bir topraktır. Hem orada Baba’nın taraftarları da vardır. Orada 136 MUHAMMED ALEYİSSELÂM münzevî bir hayata kavuşmuş, halktan ayrılıp bir köşeye çekilmiş de olursun. Orada halka yazılar yazar davetçilerini her tarafa dağıtırsın. Böyle yaparsan istediğin selamet ve afiyetin sana vasıl, böylelikle muradın hâsıl olacağını umarım!” dedi. Hz. Hüseyin “Ey Amcamın oğlu! Vallahi biliyorum ki, Sen şefkatli bir öğütçüsün. Fakat ne yapayım ki ben gitmek için derlenip toparlanmış bulunuyorum” dedi. İbn-i Abbas radıyallahu anh “Eğer mutlak gideceksen, kadınlarını ve çocuklarını yanında götürme. Vallahi Osman bin Affan ‘ın kadın ve çocuklarının gözleri önünde öldürüldüğü gibi, senin de öldürüleceğinden korkuyorum” Hz. Hüseyin “Ey Amcamın oğlu! Ben ev halkımla gitmekten başka bir şey düşünemiyorum. Müslim bin Akil, Kûfelilerin bana bey’at ve yardım hususunda birleştiklerini yazdı. Bunun üzerine bende onların yanına gitmek üzere derlenip toparlandım.” Dedi. İbn-i Abbas radıyallahu anh “Onlar seni harb için çağırıyorlardır. Gitmekle acele etme. Babanın kardeşinin Eshabı olduklarını söyleyen o kişiler, bir sabah başlarındaki valileri ile birlikte gelip seninle birlikte çarpışacaklardır! Sen Mekke’den çıkacak olursan İbn-i Ziyad senin yola çıktığını haber alacak, sana mektup yazmış olanları ürkütüp başından dağıtacak ve onlar sana en azılı düşman kesileceklerdir. Sanıyorum ki, Sen bir sabah kadınlarının A S H  B-I K İ R  M kızlarının arasında Osman’ın öldürüldüğü öldürüleceksin! İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” dedi. 137 gibi Hz. Hüseyin: “ey amcamın oğlu sen artık iyice yaşlandın.” Dedi İbn-i Abbas radıyallahu anh ise;“Eğer sen, beni ziyaret etmiş olsaydın, seni durdurmak için iki elimle başına sarılır, saçını yakalardım!” dedi ve ağladı. Hz. Hüseyin “Vallahi falan yerde şöyle şöyle öldürülmem için Mekke Hareminden çıkıp oraya girmem, bana daha sevgili ve hayırlıdır!” dedi. Bunun üzerine İbn-i Abbas Hz. Hüseyin’in üzerine düşmekten vazgeçti ve oradan kalkıp gitti. Hz. Hüseyin’in Kûfe Süvarilerine Hitabı Hz. Hüseyin, Hûrr’un adamlarına hitaben bir konuşma yaptı. Bu konuşmada Allah’a Hamdü Senâda bulunduktan sonra şöyle dedi: “Ey İnsanlar! Rasûlûllah Aleyhisselâm buyurmuştur ki; ‘Kim zalim bir sultanın Allah’ın haram kıldığına helal dediğini, Allah’ın ahdini bozduğunu, Rasûlûllah’ın sünnetine muhalif olarak Allah’ın kullarına düşmanlık ettiğini ve günah işlediğini görür de onu elle veya dille değiştirmeye çalışmazsa, Allah’ın zalim sultanı sokacağı yere (Cehennem’e) onu da sokması, üzerine düşen bir haktır.’ 138 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Haberiniz olsun ki! Onlar şeytana itaat, Rahman olan Allah’a isyan eder fesatlık çıkarır, dîni cezaları istediklerine verir, ganimetleri de arzu ettiklerine ikram ederler. Allah’ın haram kıldığına helal derler. Helal kıldığına da haram derler. Ben onların bu zulümlerini durdurmak için âzimetle gayret etmem gerektiğini biliyorum. Sizin bana bey’at ettiğinize dair beni düşmanlara teslim etmeyeceğiniz ve bırakmayacağınız hakkında gönderdiğiniz, mektuplarınız ve elçileriniz bana geldi. Eğer bana bey’at ederseniz samimiyetinizi göstermiş, doğru ve yerinde bir iş yapmış olursunuz. Ben Hüseyin bin Ali’yim ve Rasûlûllah Aleyhisselam’ın kızı Fâtımâ’nın oğluyum. Benim vücudum sizinle beraberdir. Benim ev halkımda sizinledir. Eğer verdiğiniz sözün gereğini yapmaz, ahdini bozar, yaptığınız bey’atdan tekrar dönerseniz ki; Vallahi buda sizin için manevi mes’ûliyettir; yapmadığınız bir şey de değildir, siz Babama da, Kardeşime de, amcamın oğlu Müslim’e de aynı şeyi yaptınız. Hâlbuki “Gerçekte aldanan bizi aldatandır. ”Sizin nasibiniz yanılmanızdan yanlış iş tutmanızdan ibarettir. Siz nasibinizi gaybetmiş yitirmiş bulunuyorsunuz. A S H  B-I K İ R  M 139 Yüce Allah’ın Kitabında bulunduğu gibi ‘Sana gerçekten bey’at edenler, ancak Allah’a bey’at etmiş olurlar Allah’ın himayesi siyaneti onların üzerindedir.’ Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Allah beni sizden müstağnî kılacak (sizin yardımınıza muhtaç etmeyecektir.) “Vesselâmü aleyküm ve Rahmetullâhi ve berakâtüh.”dedi. Hz. Hüseyin ‘in Allah’a Münâcâtı ve Kûfelilere Son Hitabı Hz. Hüseyin, atının üzerine bindi, bir Mushaf getirip önüne yerleştirdi. Kûfeli süvariler, Hz. Hüseyin’e doğru ilerlemeye başlayınca Hz. Hüseyin ellerini göğe doğru kaldırdı ve; “Ey Allah’ım! Her üzüntüde, sıkıntıda en sağlam güvencim, her darlıkta ümidim sensin. Hakkımdaki her işte benim en sağlam dayanağım Sensin… Senin indirdiğin musîbetlerden sana sığınırım. Tedbirler azalıp yetişmeyecek, dostlar arkadaşlar bırakıp ayrılacak, düşmanlar sevinecek ne kadar musîbet ve kederler varsa ben onların hepsinden şikayetimi yalnız Sana arz eder, senden başkasından yüz çevirir, seni ister ve yalnız Sana yönelirim YÂRÂB!... dedi ve zâlim yezidin âvanelerine karşı yiğitçe çarpışmaya başladı. Hz. Hüseyin, Hicrî altmışbirinci yılın on Muharreminde muaviyenin oğlu yezidin askerleri tarafından 140 MUHAMMED ALEYİSSELÂM bu çarpışmada Yezid’in emriyle Kerbelâ'da şehid edildi. Kerbela fâciasında Hz. Hüseyin ile beraber “Ehlibeyt“ten yetmişiki kişi daha şehid düştü. Hz. Hüseyin Şehid düştüğünde elliyedi yaşında idi. HAZRET-İ HAMZA Hz. Peygamber'in amcası, Şehidlerin serdârı seyyididir. Hz. Hamza, orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli, bir sahabîdir. Hz. Hamza radıyallahu anh keskin nişancı ve Kureyş'in en şereflilerindendir. Mazlumlara yardım etmeyi seven cesur bir kahramandır. Hz. Hamza; Peygamberimiz aleyhisselâmın amcası olup, Süveybe Hatun önce Hz. Hamza´yı, sonra da Peygamberimiz aleyhisselâmı emzirmiş olduğu için, Hz. Hamza Peygamberimiz aleyhisselâmın sütkardeşi idi. Nübüvvetin 6. yılında Müslüman olmuştur. Peygamberimiz aleyhisselâmın bir gün Safa tepeciğinin yanında oturduğu sırada, Ebu Cehil ile Adiyy b. Hamrâ ve İbn Esda, oraya uğradılar. Ebu Cehil Peygamberimiz aleyhisselâma hakaret etti. İslâm dinini ayıplamak, peygamberliğini tahkir etmek., gibi şeyler söyleyip; kendisini çok incitti. Peygamberimiz aleyhisselâm ise ona hiçbir şey söylemedi, kalkıp evine gitti. Abdullah b. Cüd´an´ın azadlı kölesi bir hatun, evinden, Ebu Cehil´in bütün söylediklerini işitmişti. Ebu Cehil, A S H  B-I K İ R  M 141 Peygamberimiz aleyhisselâma söyleyeceklerini söyledikten sonra, Kabe´nin yanında, Kureyşlilerin toplandıkları yere gitti, onlarla oturdu. Çok geçmeden, Hz. Hamza, yayı omuzunda olduğu halde, oraya geldi.Kendisi Mekke dışından döndüğü zaman, Kâbe´yi tavaf etmeden, evine gitmezdi. Hz. Hamza, Kureyş yiğitleri arasında en şerefli ve en güçlü olanı, taşkınlığa ve haksızlığa hiç dayanamayanı idi. Safa tepeciğinden Kâbe´ye doğru giderken, azadlı cariye ona: "Ey Umâre´nin babası! Kardeşinin oğlu Muhammed sallallahu aleyhi vesellem´e biraz önce yapılan kötülüğü görmüş olsaydın, tahammül edemezdin. Muhammed ise onlara hiçbir şey söylemedi" dedi. Hz. hamza kadının söylediği şeylerden son derece öfkelendi ve hiç kimsenin yanında durmayıp, ebu cehil ve avanesine yapacağını yapmak üzere hızla Mescid-i Haram´a girdi. Ebu Cehil´in Kureyşlilerden bir cemaat arasında oturduğunu gördü, ona doğru vardı. Heybetle başucuna dikildi, hemen yayını kaldırıp onun başına şiddetle vurdu. Başını fena halde yaraladı. "Sen misin yeğenime sövüp sayan? İşte, ben de onun dinindeyim! Onun söylediğini söylüyorum! Gücün yetiyorsa, o yaptıklarını bana da yap bakayım" dedi. 142 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ebu Cehil´in mensup bulunduğu Mahzum oğullarından bazı kimseler, Hz. Hamza´ya karşı Ebu Cehil´e yardım etmek üzere ayağa kalktılar ve ona: "Biz seni dininden dönmüş görüyoruz!" dediler. Hz. Hamza: "O’nun (Hz. Muhammed aleyhisselâmın) dininin hak ve gerçek olduğu, bence belli olmuştur! Beni ondan kim men edebilir? Ben Muhammed´in Rasûlullah olduğuna şehadet ediyorum. Onun söyledikleri Haktır. Vallahi, ben ondan ayrılmam! Eğer sözünüzde sadık iseniz, haydi bana engel olun bakayım?" dedi. Ebu Cehil kendi kavminden olanlara: "Bırakın Ebu Umâre´yi. Vallahi ben onun kardeşinin oğluna çok kötü hakaret ettim" dedi. Hz. Hamza evine dönünce: "Sen Kureyşlilerin seyyidi, ulu kişisiydin! Atalarının dinini bıraktın” diyerek, şeytan ona vesvese vermeye çalıştı. Geceyi, gözüne uyku girmeksizin, şüpheler içinde geçirdi ve: "Ey Allahım! Şu yaptığım şey doğru ise, onun doğru olduğunu kalbime tasdik ettir! Değilse, bu hususta benim için çıkar yolu kalbime doğdur!" diyerek Allah´a yalvardı. Sonra da, Kâbe´ye gidip, göğsünü hakka açmasını ve kendisinden şüpheyi, gidermesini Yüce Allah´tan diledi. Ertesi günü, sabahleyin Peygamberimiz aleyhisselâmın yanına vardı. Uykusunu kaçıran şüphe ve tereddütlerini Peygamberimiz aleyhisselâma haber verdi. A S H  B-I K İ R  M 143 "Ey kardeşimin oğlu! Ben öyle bir iş içine düştüm ki, onun çıkış yolunu bilemiyorum. Ey kardeşimin oğlu! Senin bana nasihat etmeni çok arzu ediyorum" dedi. Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselâm ona va´z u nasihatta bulundu. Ahiret azab ve nimetlerini anlattı. Onu azab ile korkuttu, Cennet ile tebşir etti. Yüce Allah Hz. Hamza´nın kalbine imanı Rasûlullah aleyhisselâmın sözleri ile yerleştirdi. Kalbini yakîn ile doldurdu. Hz. Hamza bu yolda söylediği bir şiirinde şöyle dedi: "Kalbimi İslâma yönelttiği zaman, Allah´a hamdettim. O islam ki, kullarının bütün yaptıklarından haberdar olan; hepsinin iyisini kötüsünü bilen; mâsiyetleri sebebiyle kendilerini açlıktan, susuzluktan öldürmeyip, lutfu ile muamele eden; kudretiyle herşeye üstün gelen Rabbü´lâlemîn tarafından gelmiştir. Onun emirleri bize okunduğu zaman, kalb ve akıl sahibi olanların gözlerinden yaşlar akar. Onlar apaçık Kur"ân âyetleri olarak Ahmed´e gelmiştir ki, Ahmed Mustafa içimizde sözü dinlenir ve kendisine boyun eğilir biridir! Hayır! Vallahi, biz o kavimle aramızdakini kılıçla halletmedikçe, kendisini hiç kimseye vermeyiz! Ona yardımı kesmeyiz!" 144 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Hamza´nın Müslüman oluşu, Peygamberimiz aleyhisselâmı çok sevindirdi ve müslümanları güçlendirdi. Hz. Hamza, Yüce Allah´ın dinini kendileriyle güçlendirdiği sayılı kişilerdendir. Allah, ondan razı olsun! Amin. Hz. Hamza Müslüman olunca; Kureyş müşrikleri Peygamberimiz aleyhisselâma yapageldikleri işkencelerin bir kısmından vazgeçtiler. Mekke müşrikleri, hicretten sonra da rahat durmadılar. Peygamberimizin ve müslümanların Medine'den çıkarılması için Abdullah b. Übeyy, Hazreç ve Evs kabilesi müşrikleriyle ilişki kurdular. Müslümanların hac yollarını da kapadılar. Müşriklerin gözlerini korkutmak, Şam ticaret yollarını keserek onları sıkıntıya düşürmek gerekiyordu. Peygamberimiz bu amaçla Hz. Hamza'yı Sifu'l-Bahr'e gönderdi. Otuz kişilik bir kuvvetle Hz. Hamza belirtilen yere vardı. Müşriklerin kervanı Sifu'l-Bahr’e gelmişti. Kervanda Ebû Cehil de bulunuyordu. Üçyüz kişilik bir kuvvetleri vardı. Henüz müşrik olan Mecdi b. Amr b. Cühenî bu iki grubun arasına girdi. Hem müslümanlarla hem de müşriklerle görüştü. Sonunda iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi. A S H  B-I K İ R  M 145 Hz. Hamza, Bedir savaşında kahramanca savaştı. Allah ve Rasûlünün hoşnutluğunu kazandı. Müşriklerden Hârisû't-Temîmî, Hz. Hamza'nın Bedir'deki durumunu anlatan bir rivayetinde şöyle diyor: "Ne yaptıysa bize O yaptı" Peygamber Medine'ye geldiğinde Yahudilerle anlaşma yapmıştı. Yahudiler, Bedir savaşını müslümanların kazanmasını hazmedemediler. "Siz savaşın ne demek olduğunu bilmeyen adamlarla çarpıştınız" dediler. Savaş için fırsat kollamaya başladılar. Taşkınlıkları sebebiyle müslüman bir kadına edepsizlik yaptılar bunu gören bir müslüman müdahale etmek isteyince onu’da şehit ettiler. Bu olay üzerine Peygamberimiz beyaz sancağını Hz. Hamza'nın eline verip Kaynukaoğulları yahudilerinin üzerine gönderdi. Kaynukaoğulları Yahudileri korktular ve teslim oldular. Bedir savaşı'nın acısını unutmayan Kureyşliler yeniden savaş için hazırlığa başladılar. Bir yıl önceki kervanın gelirini savaş için harcamaya karar verdiler. Savaş için değişik müşrik kabilelerden yardım isteyerek büyük bir kuvvet oluşturdular. Cübeyr b. Mut'i'nin Vahşi adında Habeşli bir kölesi vardı. Bu köle mızrak atmakta oldukça maharetli idi. Hz. 146 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hamza, Cübeyr b. Mut'im'in amcası Tuayma b. Adiyy'i Bedir savaşında öldürmüştü. Cübeyr, amcasının acısını unutmamıştı. Kölesi Vahşi ile konuştu. Hz. Hamza'yı öldürmesi şartıyla kendisini serbest bırakacağını bildirdi. Hz. Hamza muharebenin Medine dışında yapılmasına taraftardı. Hattâ Peygamberimize "sana, kitabı indirmiş olan Allah'a yeminederim ki, bu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim" demişti. Hz. Hamza Cuma günü oruçlu idi. Cumartesi müşriklerle karşılaştığı zaman da oruçlu bulunuyordu. Peygamberimiz, sabahleyin "Rüyada, meleklerin, Hamza'yı yıkadıklarını gördüm" diye buyurdu. Uhud bölgesine varıldı, orduya savaş düzeni verildi. Kureyş'in birinci bayraktarı Talha b. Ebî Talha, Hz. Ali tarafından, ikinci bayraktarı Osman b: Ebî Talha da Hz. Hamza tarafından öldürüldü. Sancaktarların ölmesi Kureyş'i şaşkına çevirdi. Sarsıldılar, sendelediler. Halid b. Velid'in saldırıları da sonuç vermedi. Hâris b. Amr kızı ile Utbe'nin kızı Hind de Hz. Hamza'yı öldürmesi için Vahşi'yi teşvik ediyorlardı. Vahşi, açık dövüşmekten korkuyor, haince dövüşmeyi tercih ediyordu. Vahşi, Uhud Savaşındaki durumu şöyle açıklıyor: "Halk arasında Ali'yi aradım. Çok uyanık, girişken, çevik, çekingen ve etrafına çok bakınan bir adamdı. Kendi A S H  B-I K İ R  M 147 kendime:"benim aradığım adam bu değildir" dedim. O sırada Hamza'yı gördüm. Mekkelileri kasıp kavuruyor, kesip biçiyordu. Fırsat kollamak için kayanın arkasına gizlendim. Bir ara Ümmü Emmâr "var mı benle çarpışacak bir yiğit' diyerek meydan okuyordu. Hamza ona: "Allah ve Rasûlüne sen misin meydan okuyan' dedi. Göz açtırmadan, bacaklarından vurdu yere serdi. Zeminin kayganlığından ayağı kayıp düşünce mızrağımı fırlatıp attım; göğsünden Hamza’yı vurdum." Hz. Hamza'yı Şehid eden Vahşi daha sonra bir kenara çekilir. Hind üzerindeki takılarını çıkarır Vahşi'ye verir. Hz. Hamza'nın yanına gelen Hind, onun burnunu, kulaklarını keser, cesedine işkence yapar, hatta ciğerini bile çiğneyerek parçalar. Vahşi müslüman oluşunu anlatırken: "Mekke'nin fethinden sonra Mekke'ye gelerek Rasûl-i Ekremi gördüm. Bana dedi ki: "Sen Vahşi misin?" "Evet" dedim Hamza'yı sen mi şehid ettin? buyurdular. "Öyle oldu" dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: "bana yüzünü göstermemen mümkün mü? Ben de mahcubiyetimden çıkıp gittim. Rasûlullah'ın vefatından sonra yalancı peygamber Müseyleme ortaya çıktı. Belki bu yalancıyı öldürürüm de günahıma keffâret olur diye düşündüm. Müslûmanlarla birlikte Yemâme'ye gittim ve bildiğiniz gibi Mûseyleme'yi öldürdüm.57 Allah Rasûlünün Hz. Hamza'ya derin bir sevgisi vardı. Bu sebeple de Vahşi'yi görmek istememişti. 57 HADİS, BUHÂRÎ 148 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Peygamberimiz, Hz. Hamza'nın şehit olduğunu öğrenince onun başı ucuna geldi cenaze namazını kıldırdı ve O’na dua etti. Hz. Hamza, kız kardeşi Safiyye'nin getirdiği bir hırka ile kefenlendi ve Uhud'a defnedildi. Hz. Peygamber'den iki yaş büyük olan Hamza, öldürüldüğünde elli yedi yaşında idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem öldürülen her şehid ile beraber Hamza'nın namazını tekrarlamış; o gün yetmiş iki defa onun cenaze namazını kıldırmıştır. Hz. Hamza'nın eşi, çocukları Medine'de olmadığı için şehâdetine ağlanmamış bunu gören Hz. Peygamber "Hamza'nın niçin ağlayanları yok" buyurmuştur. Bunu duyan Ensâr önce Hamza için sonra kendi şehidleri için ağlamaya başlıyorlar. Tarihçi Vâkıdî benim zamanıma kadar bu adet devam etmekteydi diye naklediyor.58 Hz. Hamza, bir gün Peygamber efendimize gelerek Cebraîl aleyhisselâm'ı asli yapısıyla görmek istediğini bildirdi. Peygamberimiz, Hz. Hamza'ya "O'nu görmeye dayanabilir misin?" diye sordu. Hz. Hamza, "inşallah dayanabilirim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz "otur, öyleyse" buyurdular. Cebrail aleyhisselâm Kâbe'ye indi. Peygamberimiz Hz. Hamza'ya "Kaldır gözünü, bak" dedi. Hz. Hamza bakıp, Cebrail'in zebercede benzeyen ayaklarını görünce bayıldı. Arkasının üzerine düştü.59 Hz. Hamza Peygamber'den şu hadisi rivâyet etmiştir: "Şu duayı hiç bırakmayın; "Allahümme inni es'eluke bismike'l-a'zam ve rıdvânıke'lekber".60 İBNÜ'L-ESİR, USDÜ'L-GÂBE IBN SA'D TABAKAT' 60 İBNÜ'L-ESİR, USDÜ'L-GÂBE 58 59 A S H  B-I K İ R  M Seyyidül Şühedâ Hz. Hamza Peygamberin amcası Seyyidül Şühedâ, Etti canını O, Allah yolunda feda. Yiğitlikte benzemez kimse, O aslan avcısına, Çıkılmazdı meydanlarda, O’nun karşısına. Dua ederdi altında Kâbe örtüsünün, Bende Allâha îman ettim diye haykırdı birgün. Peygambere cahiller işkence eder dururdu, Hamza müslüman olunca işkenceler durdu. Birgün avdan dönerken dedi ki kadının biri, Ammi yetiş müşrikler incitti peygamberi. Aslan gibi hücum etti mekkeli müşriklere, Dedi çıksın meydana hakaret edenler peygambere. Câhil mağrurlardan biri atıldı ileri, Hamzanın darbesiyle çekildi hemen geri. Bundan sonra bende, dinindeyim yeğenimin, Bilmezmisiniz ki onun adı, Muhammedül Emîn. Abdulmuttalibin oğlu Safiyenin kardeşi, O korkusuz Cengâverin yiğitlikte yoktur eşi. Bedirde meydanlarda yenilmedi, kükredi, Müşrikler korkusundan, tirtir titredi. Uhud’da şehîd oldu peygamberin yanında, Rasûlullah ağladı, şehâdeti anında. Şefâatın umarız O mübârek şehidin, Uhud’a gidince Hamzâ’ya selâm verin. 149 150 MUHAMMED ALEYİSSELÂM HAZRET-İ DIRAR B. EZVER Dırar b. Ezver radıyallahu anh Rumlara esir düştü, türlü işkencelere maruz kaldı. Kılıç darbeleri arasında kan revan içinde baygın olarak yere yıkıldı ama davasından zerre miktar taviz vermedi. Dırar İbni Ezver radıyallahu anh korkusuz kahramanlardandır. Cesaret ve secaatiyle meşhur bir yiğittir. Ünlü atı Muhabber'in sırtında çeşitli savaşlara katılan ve arslanlar gibi düşmana hücum eden bir cengaverdir. O, Esedoğullarının zenginlerindendi. Bine yakın devesi ve bunları güden birkaç çobanı vardı. Babası Ezver lakabıyla tanındığı için o da Dırar İbni Ezver diye şöhret buldu. Asıl adı Dırar İbni Malik İbni Evs el-Esedi'dir. Dırar İbni Ezver 630 m. senesinde kabilesinden bir heyetle Medine'ye geldi. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzurunda Lamiyye" kasidesini okudu. Bu kasidesinde o, içki, kumar, eğlence gibi zevkleri bıraktığını, ailesini ve bütün servetini terkederek müşriklere karşı savaşmaya geldiğini ve bu alış-verişte zararlı çıkmayacağını ümit ettiğini ifade etti. Sevgili Peygamberimiz de kasideyi dinledikten sonra ona: Karlı bir alışveriş yaptın Ey Dırar!" dedi. O da kelime-i şehadet getirerek islam'la şereflendi. Ne güzel teslimiyet ve ne kârlı alışveriş!... Dünya zevklerinden vazgeçip ebedi zevklere ermek... Gönlünü islam'ın nuruyla aydınlatıp o nurla dünyaya veda etmek... A S H  B-I K İ R  M 151 Allah'ım bizlere de böylesi teslimiyet ve kârlı alışveriş nasib et!.. O nura sahib olarak huzuruna kabul et!.. Amin. Sevgili Peygamberimiz Dırar radıyallâhu anh'daki bu samimi teslimiyeti görünce onu çeşitli kabilelere elçi olarak gönderdi. Kendi kabilesi Esedoğullarında çıkan Tuleyha İbni Huveylid diye birinin dinden dönerek peygamberlik iddiasında bulunması üzerine onu, Beni Esed yöneticilerini yakından gözetlemekle görevlendirdi. Dırar bu yöneticilerin Tuleyha'nın gücünden korktuklarını gördü ve Tuleyha'ya karşı harekete geçerek kabiledeki müslümanları bir araya topladı. Fakat bu sırada iki Cihan Güneşi efendimizin dar-ı bekaya irtihalleri haberi geldi. Bunun üzerine o, müslüman yöneticilerle birlikte Medine-i Münevvere'ye döndü. Dırar radıyallâhu anh çeşitli bölgelerin fethi sırasında Halid İbni Velid radıyallâhu anh'ın emrindeki orduda yer aldı. Temimoğulları üzerine gönderilen birliklerden birine kumandanlık yaptı. Zekat toplanmasına karşı çıkan Malik İbni Nuveyre ve adamlarıyla çarpıştı. Hepsini esir alarak Halid İbni Velid radıyallâhu anh'a teslim etti. O, Kadisiye, Hire, Yermük, Şam ve Halep'in fethinde bulundu. Yemame'de büyük kahramanlıklar gösterdi. Şam civarında devam eden muharebelerde 100 kişilik keşif kolunda düşman kuvvetlerine yakalanarak esir düştü. Fakat arkadaşlarının şiddetli hücumlarıyla kısa müddette kurtuldu. İkinci defa esir düştü. Bu sefer başından çok acıklı sahneler geçdi. Türlü işkencelere maruz kaldı. Kılıç darbeleri arasında kan revan içinde baygın olarak yere yıkıldı ama 152 MUHAMMED ALEYİSSELÂM davasından zerre miktar taviz vermedi. Onun esaret altında çektiği işkence tüyler ürpertir. Gösterdiği yiğitlik de göğüs kabartır. O Hirakl'in karşısında eğilmedi. Daha gür imanla islam'ı savundu. Bu karşılıklı konuşma şöyle gerçekleşti: İmparator Hirakl üst üste alınan hezimetlerden dolayı çok üzgündü. Dırar ve arkadaşlarının esir alındığını işitince çok sevindi. Derhal getirilmesini emretti. Karşısına çıkarılınca: Arabların fırka kumandanı Dırar sen misin?" dedi. Dırar radıyallâhu anh da: Evet! Peygamber yolunda sizinle harbeden Dırar benim!" dedi. Hirakl: Kendini askerlerinin yanında mı sanıyorsun da öyle sert konuşuyorsun." dedi. Dırar: Her nerede olsam din düşmanlarına karşı göğsümü gere gere cevab vermekten çekinmem. Sen beni korkar mı zannediyorsun?" dedi. Hirakl: Kime güveniyorsun? Burasının askerlerimin merkezi olduğunu unutuyor musun?" dedi. Dırar: İslamiyet, güneş gibi adaletiyle her tarafı kaplamağa başladı. Hala sen kendine teselli vermek istiyorsun!" diye cevap verdi. Hirakl: Bilmiş ol ki, şu anda vucudunu paramparça yapmak benim için zor değil!" dedi. Dırar radıyallâhu anh da: Huzuru Muhammed'i de bulunmuş bir müslüman yetmiş tane Hirakl olsa hiçe sayar, tehdidine aldırmaz. Senin son yapacağın öldürmek değil mi? Gideceğim yer huzur-u Rasulullah'tır. İslam için terk-i hayat etmek bize her şeyden lezzetlidir." diye karşılık verdi. Dırar radıyallâhu anh'ın yiğitce verdiği bu cevaplar Hirakl'in umerasını gazablandırdı. Her birisi ellerini kılıçlarına götürdü ve bir ağızdan Hirakl'e: Bu arabı niçin A S H  B-I K İ R  M 153 böyle konuşturuyorsunuz? Hayatının luzumu var mı?" dediler. Hirakl de: İcabına bakınız diye emretti. Bir anda otuz-kırk kılıç birden Dırar radıyallâhu anh'ın vucuduna inmeğe başladı. Ağır şekilde yaralanarak kan revan içinde kaldı. Kininden kibrinden küplere binen Hirakl: Sağ bırakmayınız! diye bağırıyordu. Bu dehşetli hal karşısında daha önce islam'ı kabul eden ancak gizli tutan General Mika ne yapacağını şaşırdı. Yüreği kan ağlıyordu. Din kardeşinin helak olmasına engel olamıyordu. Ne çare ki sahiblense kendini de telef edeceklerdi. Bir tedbir olarak Hirakl'e: Ey Melik! Bunu burada telef etmek ne faide verecek. Onu tedavi edelim ve herkese ibret olsun diye halkın gözü önünde asalım." dedi. Bu teklif Hirakl'in hoşuna gitti ve: Öyleyse buradan kaldır. Evine götür. İyileşince asalım" dedi. Bu müsaadeden pek sevinen General Mika, Dırar'ı evine götürdü. Orada gözlerini açan Dırar Mika'ya: Eğer müslümansan bana yardımını esirgeme. Hristiyan isen insani vazifeni yap." dedi. General Mika: Korkma ya Dırar! Muhammed'in aşkına sana her türlü yardımı yaparım. Yeter ki, sen iyileş. Askerinle birlikte firar bile ederiz" dedi. Mika'nın bu hayat bahşeden sözlerinden pek memnun olan Dırar bir kaç hafta sonra sağlığına kavuştu. Kızkardeşi Havle binti Ezver'e bir mektup yazdı ve Mika vasıtasıyla gönderdi. Bu sırada Antakya müslümanlar tarafından muhasara altına alındı. Allah Teala herşeye kadirdi. General Mika bir fırsatını buldu ve Dırar İbni Ezver ile arkadaşlarını islam ordusu tarafına kaçırdı. Bu kahraman yiğit yeniden zırhını giydi ve rumlara karşı: Ey ehl-i Salib!.. Evvelce esir 154 MUHAMMED ALEYİSSELÂM tuttuğunuz Dırar benim. Hamran'ı Batros'u öldüren benim" diye meydana atıldı. Karşısına çıkan Istafanı şaşırtıp bir kılıçda yere serdi. Oradan Halid İbni Velid radıyallâhu anh'ın üzerine yürüyen Vardan'a hucum etti. Onu da yere serince rumlar Şam'a doğru kaçışmaya başladı. Dırar İbni Ezver radıyallâhu anh hiç bir zaman hayatını Allah için tehlikeye atmaktan çekinmedi. Daima din uğruna feday-ı can etti. Bu savaşta onunla birlikte üç bin müslüman şehid oldu. Kabri Ürdün'de Dırar köyünde bir mescidin içinde bulunmaktadır. Cenab-ı Hak'tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin. HAZRET-İ HALİD B. VELİD Hâlid bin Velid, Kureyş arasında süvâriliği ve askerliği ile tanınırdı. Bedir ve Uhud savaşlarında henüz Müslüman olmadığından düşman birliklerinin kumandanıydı. Hudeybiye’de de düşman tarafında idi. Kardeşi Velid, Bedir’de esir edildi. Fidye karşılığında serbest bırakılıp, Mekke’ye dönünce, îmâna geldi ve tekrar Medîne’ye döndü. Oradan, Hz. Hâlid bin Velid’in Müslüman olması için, teşvik edici mektuplar gönderdi. Rasûlullah efendimiz de Ona teşvik edici sözler söyledi. Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin sözlerini haber alınca, İslâma meylı arttı. Peygamberimizin yanına gitmek için hazırlandı. Bu durumu kendisi şöyle anlatıyor: A S H  B-I K İ R  M 155 "Allahü teâlâ, benim hayrımı dilediği zaman, kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri anlayacak hâle getirdi. Kendi kendime dedim ki: - Ben, Muhammed’e karşı her savaşta bulundum. Bulunduğum savaşlardan hiçbiri yoktur ki, dönerken, aykırı ve yanlış bir iş üzerinde bulunduğumu ve Muhammed’in, muhakkak gâlip geleceğini içimde sezmiş olmayayım! Rasûlullah efendimiz, Hudeybiye’ye çıkıp geldiği zaman, ben de, müşrik süvârilerinin başında yola çıktım. Usfan’da, Rasûlullah efendimizle Ashâbına yaklaşıp gözüktüm. Rasûlullah efendimiz, bizden emîn bir sûrette Ashâbına öğle namazını kıldırıyordu. Üzerlerine, birden baskın yapmayı düşündükse de, gerçekleşmedi. Böyle olması da, hayırlı oldu. Rasûlullah efendimiz, kalbimizden geçenleri sezmiş olmalı ki, ikindi namazını, Ashâbına korku namazı olarak kıldırdı. Bu, bana çok tesir etti. Kendi kendime, “Bu zât, herhâlde, Allah tarafından korunuyordur” dedim. Mekke’ye döndüğümde, çeşitli düşünceler içinde bocalıyordum. Ertesi sene, Rasûlullah efendimiz umre için Mekke’ye gelip girince, Ondan gizlendim. Kendisinin Mekke’ye girişini görmedim. 156 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Kardeşim, Velid bin Velid de umre için gelip Mekke’ye girmişti. Beni arayıp bulamayınca, bana bir mektup yazmış ve mektubunda şöyle demişti: Doğrusu, ben, senin İslâmiyetten böyle tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüşün kadar şaşılacak bir görüş görmedim! Hâlbuki, eğri yola gitmekten seni alıkoyacak bir aklın da var! Aklını kullansan ya! İslâmiyet gibi bir dîni, nasıl olurda bilmezsin ve rasulullaha tâbi olmazsın ? Rasûlullah efendimiz, seni, bana sordu. "Hâlid nerededir?" dedi. Ben de, "Allah, onu getirir" dedim. Rasûlullah efendimiz bunun üzerine buyurdu ki: - Onun gibi bir adam, İslâmiyeti bilmez ve tanımaz olabilir mi? Keşke o, bütün savaş ve çabalarını Müslümanların yanında, müşriklere karşı gösterseydi, kendisi için ne kadar hayırlı olurdu! Biz, kendisini başkalarına tercih eder, üstün tutardık! - Ey kardeşim! En elverişli, en yararlı yerlerde kaçırmış bulunduğun fırsatlara acele yetiş! Bana, kardeşimin bu mektubu gelince, gitmek için, acele ettim. İslâmiyete olan isteğim de arttı. Rasûlullah efendimizin söyledikleri ise, beni çok sevindirdi, ferahlattı.” Hâlid bin Velid söyle anlatır: Kardeşimin mektubu bana ulaşınca, Müslüman olma arzûsu bende çok kuvvetlendi. Gitmek için acele ediyordum. Rasûlullahın A S H  B-I K İ R  M 157 söyledikleri beni çok sevindirmişti. O gece uyurken, rüyâmda sıkıntılı dar ve çöl gibi susuz yerlerden, yemyeşil geniş ve ferah bir yere çıkmıştım. Medîne’ye varınca, bu rüyâmı Hz. Ebû Bekir’e anlatıp, tâbirini ondan sormaya karar verdim. Ben Rasûlullaha gitmek için hazırlanırken, “Acaba oraya giderken bana kim arkadaş olabilir” diye düşünüyordum. Safvân bin Ümeyye’ye rastladım. Vaziyeti ona anlattım. O teklifimi reddetti. Daha sonra İkrimeye rastladım. O da aynı şekilde dâvetimi reddedince, Hayvanıma binip, Osman bin Talha’nın yanına vardım. Müslüman olmak üzere, Peygamberimize gideceğimi, kendisinin de gelmesini söyledim. Tereddütsüz kabul etti ve ertesi günü seher vakti beraberce yola çıktık. Hadde denilen yere vardığımızda, Amr bin Âs ile karşılaştık. O da Müslüman olmak için Medîne’ye gidiyordu. Hep beraber Medîne’ye vardık. Elbisenin en güzelini giyip, Rasûlullah efendimizle görüşmeye hazırlandım. O sırada kardeşim Velid geldi ve dedi ki: - Acele et! Çünkü Peygamberimize sizin geldiğiniz haber verilmiş ve O da çok sevinmiştir. Şimdi sizi bekliyor. Ben de acele ile O yüce Peygamberin huzuruna vardım. Gülümsüyordu. Selâm verip dedim ki: - Allahtan başka ilâh olmadığına ve senin de Allahın Peygamberi olduğuna sehâdet ediyorum. 158 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Rasûlullah efendimiz de: Sana hidâyet veren, doğru yolu gösteren Allaha hamd olsun. Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun, er veya geç seni selâmet ve hayra ulaştıracağını umuyordum. Buyurdu. Sonra günahlarımın affı için, Allahü teâlâya duâ etmesini istedim. “Allah kişinin müslüman olmadan önce işlemiş olduğu günahları mağfiret eder” buyurdular. Peygamber efendimiz, bana, kendi evinin yanında bir yer verdi. Beni savaşta hep süvâri birliklerinin başına kumandan tâyin etti. Daha sonra Mekke’de iken gördüğüm rüyâyı Hz. Ebû Bekir’e anlattım. O da buyurdu ki: - Görmüş olduğun o ferahlık yer, Allahü teâlânın, seni, müşriklikten İslâmiyete erdirmesidir. Hz. Hâlid bin Velid’in Müslüman olması, hicretin sekizinci yılında oldu. Müslüman olduktan sonra Medîne’de yerleşti. Hz. Hâlid bin Velid, Müslüman olduktan sonra, ilk olarak Mûte gazâsında bulundu. İslâm askeri Mûte’ye hareket ederken, Peygamber efendimiz buyurdu ki: - Cihâda çıkacak olan şu insanlara Hz. Zeyd bin Hârise’yi kumandan tâyin ettim. Eğer o şehîd olursa, yerine Ca’fer bin Ebî Tâlib geçsin. O da şehîd olursa, yerine Abdullah bin Revâha geçsin. Eğer o da şehid olursa, aranızda münâsip gördüğünüz birini seçip, ona tâbi olursunuz. A S H  B-I K İ R  M 159 Mûte harbi başladı. Şiddetli çarpışma olurken; Hz. Zeyd bin Hârise, Hz. Ca’fer ve Hz. Abdullah bin Revâha sırasıyla şehîd oldular. Sonra sancak Hz. Sâbit bin Akrem’e verildi. O, sancağı bir yere dikip, mücâhidleri yanına çağırdı. Herkes toplanınca dedi ki: - Aranızdan birini kendinize kumandan olarak seçiniz ve ona tâbi olunuz! Ona dediler ki: Biz seni kumandan seçtik. Bunun üzerine, “Ben bu işi yapamam” dedi ve Hz. Hâlid bin Velid’e dönerek dedi ki: - Yâ Hâlid! Senin savaş tecrüben, askerî bilgin, askeri heyecanlandırarak harekete geçirmen benden fazladır. Sancağı acele al! Savaş devam ederken bu işlerle oyalanmamız bizim aleyhimize oluyor! Böylece Hz. Hâlid bin Velid sancağı aldı. Akşam vakti yaklaşmış idi. Güneş batıncaya kadar pek müthiş çarpıştı. Onun bu mahâretine kâfirler bile şaşırdılar. Akşam oldu. Sabahleyin tekrar saldırılacaktı. Hz. Hâlid bin Velid, şaşılacak derecede askerî dehâya ve savaş tecrübelerine sahip bir kahramandı. Sabah olunca, İslâm askerinin düzenini değiştirdi. Sağ taraftakileri sol tarafa, sol taraftakileri sağ tarafa, ön taraftakileri arka tarafa ve arka taraftakileri ön tarafa aldı. 160 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Rum askerleri, daha önce tanımış oldukları kişilerle karşılaşmayınca, hepsi birden şaşırdılar. “Demek ki, bunlara yardımcı kuvvetler gelmiş” diyerek korkuya kapıldılar. Hz. Hâlid bin Velid’in kumandasındaki mücâhidler, Rum askerlerinin morallerinin bozulmasından istifade edip, hücûma geçtiler. Üç bin kişilik İslâm askeri, Heraklius’un yüzbin kişilik ordusunu bozguna uğrattı. Başkumandan Hz. Hâlid bin Velid’in elinde, o gün dokuz kılıç parçalandı. Rum askerinin çoğu kılıçtan geçirildi. Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velid’in, bu fevkalâde başarısını haber aldığı zaman, onu “Seyfullah” lâkabı ile şereflendirdi. Hâlid bin Velîd hazretleri, başında sarığı arasında bir sakal-ı şerîf taşırdı. Bunu taşıdığı her muhârebede zafer kazanırdı. Bütün savaşlarda muzaffer olmasının sebebini sorduklarında, sarığını çıkarıp, içindeki mübârek sakal-ı şerîfi gösterir ve onun sayesinde zafer kazandığını söylerdi. Peygamber efendimiz Hz. Hâlid bin Velid’i Benî Huzeyme kabîlesini İslâma dâvet için gönderdi. Onlarla anlaşma yaptı. Hicretin onuncu senesinde, yine Hz. Hâlid bin Velid’i, Hâris bin Kâ’b oğullarına gönderdi. Peygamber efendimiz, ilk üç gün kılıç kullanılmamasını tenbih etmişti. Bunun için Hz. Hâlid bin Velid, tatlılıkla işi halletti ve onlar da İslâmı kabul ettiler. A S H  B-I K İ R  M 161 Hz. Hâlid bin Velid, Hâris bin Kâ’b oğullarının İslâma gelmesi üzerine, Peygamber efendimize bir mektup gönderdi. Bu mektup şöyledir: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Hâlid bin Velid tarafından, Allahü teâlânın Resûlü Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma, Esselâmü aleyke yâ Resûlallah! Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya hamd ederim. Yâ Resûlallah, beni, Hâris bin Kâ’b Kabîlesine gönderdiniz. Onlarla üç gün savaşmamamı ve onları İslâma dâvet etmemi, Müslüman olurlarsa, aralarında kalmamı ve İslâmın esaslarını, Allahü teâlânın kitabını ve Resûlünün sünnetini öğretmemi, eğer Müslüman olmazlarsa savaşmamı emir buyurmuştunuz. Ben de, emr-i şerîfleriniz üzere hareket ederek, Hâris bin Kâ’b oğullarına üçgün nasîhat edip, İslâmı tebliğ ettim. Süvârilerim, “Ey Benî Hârisler! Selâmete ermek isterseniz, Müslüman olunuz!” diye onları İslâma dâvet ettiler. Onlar, hiç çarpışmadan Müslüman oldular. Ben de onlara, Allahü teâlânın emirlerini, Resûl aleyhisselâmın sünnet-i şerîflerini öğrettim. Yâ Resûlallah! Bundan sonra, nasıl hareket etmem gerektiği hakkında ikinci bir emr-i şerîfiniz gelinceye kadar burada bekleyeceğim. Esselâmü aleyke yâ Resûlallah. 162 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Peygamber efendimiz de, Hz. Hâlid bin Velid’in mektubuna şöyle cevap yazdırdılar: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâmdan, Hâlid bin Velid’e, Esselâmü aleyke Yâ Hâlid! Allahü teâlâya hamd ederim. Benî Hâris bin Kâ’blıların kendileriyle çarpışmanıza ihtiyaç kalmadan Müslüman olup, Allahü teâlânın birliğine ve Muhammed’in, O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ettiklerini ve hidâyete kavuştuklarını haber veren mektubunu elçiniz bana getirdi. Allahü teâlânın ve Resûlünün emirlerine göre hareket ederlerse, onları âhiret nîmetleriyle müjdele! Eğer aykırı hareket ederlerse âhiret azâblarıyla korkut! Sonra buraya gel! Onların elçileri de seninle beraber gelsin! Vesselâmü aleyke ve rahmetullahi ve berekâtühü." Hz. Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin vefâtlarından sonra, Hz. Ebû Bekir devrinde ortaya çıkan ve Peygamberlik iddiasında bulunan bâzı kimseler üzerine yürüdü. Bunlardan Tuleyha ve avânesini öldürdü ve Ayniye bin Husayn’i yakalayıp Medîne’ye getirdi. Yemâme’de Müseylemet-ül-Kezzab’in ordusunu dağıttı. Bu muharebede Müseyleme’nin ordusundan yirmibin kişi, Müseyleme de Hz. Vahşî tarafından öldürüldü. İslâm ordusundan ikibin asker şehîd oldu. A S H  B-I K İ R  M 163 Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin vefâtından sonra mürted olanlarla ve zekât vermek istemeyenlerle uğraştı. Hâlid bin Velid, Hz. Ebû Bekir tarafından, İslâmın yayılması için, Irak tarafına gönderildi. Muzar muharebesinde otuzbin İran askeriyle çarpıştı. Galip geldi. Çoğunu nehre döktü. İranlı kumandan Hürmüz’le müthiş çarpışmalar oldu. Hz. Hâlid bin Velid’in kumandanlarından Hz. Ka’ka bin Amr fevkalâde kahramanlıklar gösterdi ve kalın zincirlerle yapılmış istihkâmları kırdı. İran ordusuna karşı muzaffer oldular. Hz. Hâlid bin Velid, Kesker’de, İran’ın büyük bir ordusunu âni gece baskınıyla hezimete uğrattı. İran kumandanı, kederinden öldü. Hz. Hâlid bin Velid, Elis’te de İranlılarla yapılan savaşta, gösterdiği kahramanlıklarla askerini coşturdu. Bu savaşta da gâlip geldi. Hâlid bin Velid, Hîre üzerine yürüdü. Kaleyi kuşattı. Görüşmek üzere bir kimse istedi. Hîreliler dediler ki: - Öldürmezseniz göndeririz! Hz. Hâlid bin Velid öldürmeyeceklerini söyleyince, Abdülmesih bin Hayyam ile Hîre vâlisi, Hz. Hâlid’in huzuruna geldiler. Hz. Hâlid onlara dedi ki: 164 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Sizi Allaha ve İslâma dâvet ediyorum. Eğer Müslüman olursanız, Müslümanlara âit olan haklara sâhip olursunuz ve Müslümanın yapacağı vazifeleri de yaparsınız. Bunu kabul etmezseniz, cizye verirsiniz. Bunu da kabul etmezseniz, sizin yaşamaya karşı olan hırsınızdan daha fazla şehîd olmaya karşı istekli olan bir orduyla geldim. Bunları söylerken Abdülmesih’in elinde bir şişe görerek, şişedekinin ne olduğunu sordu. Abdülmesih söyle cevap verdi: - Yâ Hâlid! Bu zehirdir. Eğer sen, bizim arzûlarımıza uygun bir anlaşma yaparsan ne âlâ. Milletimin arzûlarına uygun olmayan bir anlaşma ile gitmektense, bu zehiri içerek hayatıma son vereceğim. Hâlid bin Velid, zehiri Abdülmesih’in elinden aldı ve “Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihi sey’ün fil’ardi velâ fissemâi ve hüves-semî’ul-alîm" diyerek sonuna kadar içti. Abdülmesih ve Hîre vâlisi, Hâlid bin Velid’i hemen ölecek diye beklediler. Sonra Abdülmesih ve vâli anlaşma şartlarını görüşmek üzere kaleye girdiler. Halk onları merakla bekliyordu. Abdülmesih onlara dedi ki: - Ben, kendilerine zehir tesir etmeyen bir kavmin yanından geliyorum. Sonra kavmiyle istişâre edip, tekrar Hz. Hâlid bin Velid’in yanına gelerek dedi ki: A S H  B-I K İ R  M 165 - Biz, sizinle harp edemeyiz, fakat dîninize de giremeyiz! Size cizye vermeye hazırız! Bundan sonra, doksanbin dinar üzerinden sulh anlaşması yaptılar. Hz. Hâlid bin Velid buraları emniyet altına aldıktan sonra, Anbar kalesini muhasara etti. Sulh yoluyla şehri ele geçirdi. Bundan sonra, Mehran’ın, Müslümanlarla savaşmak üzere Aynüttemr’de hazırlık yaptığını haber aldı. Üzerine giderek bu kaleyi de fethetti. Hz. Hâlid bin Velid, Hîrelilerle yaptığı sulhnâmeyi bitirince, İran hükümdarına ve erkânına bir mektup yazdı. Bu mektup aynen söyledir: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Hâlid Rüstem, Mihran ve Acem reislerine. bin Velid’den, Selâm, hidâyete kavuşanlara olsun! Allahü teâlâya hamdederim. O’nun kulu ve Resûlü olan Muhammed aleyhisselâma salâtü selâm olsun. Yaptığınız bütün çalışmalarınızı dağıtan, topluluğunuzu parçalayan, sözlerinizde sizi ihtilâfa düşüren, gücünüzü, kuvvetinizi zayıflatan, mülk ve hâkimiyetinizi elinizden alan Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun.” 166 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bu mektubu, İran’a gönderilmek üzere Hîrelilere teslim etti. Hz. Hâlid bin Velid, bundan sonra, yavaş yavaş Fırat tarafına ilerledi. Burası, asker sevkiyatı için çok mühim bir mevki idi. Fırat nehri kenarında, gayri müslim Araplar, Rumlar ve İranlıların müşterek ordusu ile çetin bir muharebe oldu. Bu büyük zaferin elde edilmesi ile Irak’ın her tarafı Müslümanların hâkimiyetine girmiş oldu. Bundan sonra, Halîfe Hz. Ebû Bekir, Hâlid bin Velid’e, Şam tarafına hareket etmesini emretti. Bunun üzerine Hâlid bin Velid hazretleri, derhal yola çıktı. Birçok yerleri ele geçirerek Busra’ya ulaştı. Busralılar, Müslüman ordusu karşısında aman dilediklerinden, onlarla cizye ve haraç vermek şartıyla sulh yapıldı. Böylece Busralılar can ve mallarını teminat altına aldılar. Bu İslâm ordusu, Ecnadeyn’de yapılan savaşta da galip geldikten sonra, Şam civarına geldiler. Şehir üç taraftan kuşatıldı. Üç ay süren kuşatmadan netice alınamadı. Şehirde bir gün, patriklerden birinin bir oğlu dünyaya geldi. Halk her şeyi unutup, bayram yapmaya başladılar. Hâlid bin Velid geceleri uyumayıp vaziyeti araştırırdı. Askerî dehâsı ve halkın bu zaafından istifâde edip, ordusuna hücum emri verdi ve ordu şehre girdi. Fahl mevkiinde Rumlarla yapılan savaşta, Rum orduları perişan edilerek zafer kazanıldı. A S H  B-I K İ R  M 167 Şam’da yapılan ikinci karşılaşmada, Rumların bütün orduları yok edilinceye kadar savaş devam etti. Arka arkaya yenilen Rumlar, Anadolu’da papazlar vasıtasıyla köy köy dolaşarak asker topladılar. Büyük bir Haçlı seferi düzenlediler. ikiyüzbin Rum askeri Yermük’te toplandı. Buna karşılık, kırkbin kişilik Müslüman ordusu vardı. Yermük zaferi Müslüman kumandanlar, Hâlid bin Velid’i başkumandan seçtiler. Hâlid, ordusunu biner kişilik bölüklere ayırdı. Her bölüğe kumandanlar tâyin etti. Askerin mâneviyatını kuvvetlendiren konuşmalar yaptıktan sonra, hücum emrini verdi. Bu savaş, tarihte eşine ender rastlanan kahramanlıklara sahne oldu. Rum kumandanlarından Yorgi, Hz. Hâlid bin Velid’e gelip Müslüman oldu. O da kâfirlere karşı çarpışmaya başladı ve şehîd oldu. Harbin şiddetinden öğle ve ikindi namazlarını îmâ ile kıldılar. Bu harpte İslâm kadınları bile fevkalâde cenk ettiler. Allahın kılıcı Hz. Hâlid, bütün gücü ile Haçlı ordusunun merkezine yüklendi. Merkezdeki kuvvetlerini dağıtınca, Rum ordusu kaçmaya başladı. Bu savaşta kan gövdeyi götürdü. yüzbinden ziyade Haçlı askeri öldürüldü. Buna karşılık üçbin Müslüman şehîd oldu. 168 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hâlid bin Velid, 642 yılında Humus’ta hastalandı. Yanında silah arkadaşları vardı. Vefât edeceği sırada kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra buyurdu ki: “- Nice kılıçlar elimde parçalandı. İşte bu benim ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş olan bu Hâlid’in yatakta ölmesidir. Rasûlullahın hiçbir Ashâbı, rahat yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde Dîn-i İslâmı yayarken garip olarak şehîd oldu. Ah Hâlid! Şehîd olamayan Hâlid! Harp, benim etimi çiğneyemedi. Şehîdlik mertebesi hariç elde etmediğim makam kalmadı. Vücûdumda bir karış yer yoktur ki, ya kılıç yarası, ya bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın. Savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak üzerinde mi olacak? Ölümü harp meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehîd olarak beklerdim.” Hz. Hâlid bundan sonra Yermük savaşını hatırlayarak buyurdu ki: Ah Yermük! İnsan kanlarının vâdide sel gibi aktığı Yermük! Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan yağmura karşı, kalkanımın altında gecelediğimi unutamıyorum. O gece Muhâcirlerden kurulu akıncı birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. A S H  B-I K İ R  M 169 Ah Yermük! Üç bin yiğitle, yüzbin kâfire karşı zafer kazandığımız Mûte’yi bile unutturdun! Ey kardeşlerim! Cihâda sarılın! izzet ancak cihâd etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük savaştır. Bundan sonra, daha nice savaşlar birbirini takip edecektir. Sakın gaflete düşmeyin! Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, Allah Allah nidâlarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisi’nde hissediyorum. Vallahi Rabbimden, beni her gazâda diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim.” Hz. Hâlid biraz sustuktan kaldırın!” deyince, ayağa kaldırdılar. sonra, “beni ayağa “Beni bırakınız! Şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım, artık beni taşısın” diyerek kılıcına dayandı. Bundan sonra, “Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım. Öldüğüm zaman, atımı, savaşta tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz! Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız! Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alır” dedi ve yatağına düşüp Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. 170 MUHAMMED ALEYİSSELÂM HAZRET-İ KAB B. MALİK Kurtuluş takva ve sadakattedir. Abdullah b. Kâb b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre, Kâb b. Mâlik radıya’llahu anh gözlerini kaybettiği zaman oğulları içinden kendisini elinden tutup götüren Abdullah şöyle diyor: “Babamı Tebük gazasında Peygamber aleyhi’sselâm’dan ayrılıp kaldığını anlatırken dinledim, (Allah ondan râzı olsun) şöyle dedi: “Resûl-i Ekrem’in Tebük gazasından başka gazâlarının hiçbirinde ondan ayrılıp kalmamıştım. Yalnız Bedir gazâsında kalmıştım. Lâkin bu gazveden geri kalan hiçbir kimse azarlanmamıştı. Zira Rasûlullah ve Müslümanlar Kureyş’in (Ticâret) kervanını takîbe çıkmışlardı. Allah bunları, haberleri olmaksızın, düşmanları ile bir arada toplayıverdi. Lâkin şu var ki, İslâm için söz verirken Akabe gecesinde Resûl-i Ekrem’in yanında hazır bulundum. Bedir gazvesi insanlar arasında her ne kadar Akabe gecesinden daha ünlü ise de, Akabe’de bulunacağıma, Bedir gazvesinde bulunsaydım demem. Tebük gazvesinde Peygamber aleyhi’s-selâm’dan ayrı kalmama dâir olan hikâyem şudur: Hiçbir zaman bu gazvede Rasûlullah’dan ayrılıp kaldığımdakinden daha iyi ve daha vakitli değildim. Bu gazveye kadar hiçbir zaman iki binek sâhibi olmamıştım. Bu gazvede ise iki binek sahibi bulunuyordum. Sonra A S H  B-I K İ R  M 171 Peygamber aleyhi’s-selâm, bu gazaya gelinceye kadar, herhangi bir yere gazâ için gittiğinde o yeri söylemez, başka bir yere gider gibi görünürdü. Bu gazvede ise, uzak yere hareket ettiğinden ve bu gazâyı şiddetli sıcak mevsiminde yaptığından ve büyük askerle karşılaşmak için gittiğini açıkladı. Meselenin büyüklüğüne göre hazırlıkta bulunabilmeleri için, Müslümanlara, gidecekleri yeri söyledi. Rasûlullah’ın mâliyetinde Müslümanlar pek çoktu ve bunların isimleri bir deftere kaydedilmemişti.” Kâ’b sözlerine devamla şöyle dedi: “Herhangi bir kimse asker arasında sıvışsa, bu hususta vahy nazil olmadıkça, bu işin gizli kalacağını zannedebilirdi. Yukarıda zikrettiğimiz veçhile Peygamber aleyhi’sselâm bu gazveyi, meyvelerin yetiştiği ve gölgelerin arandığı mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara çok düşkündüm. Peygamber aleyhi’s-selâm ve O’nunla birlikte müslümanlar hazırlığa başladılar. Ben de hazırlanmak için çıkar, lâkin hiçbir şey yapmadan dönerdim ve kendi kendime: Bu işi ne vakit olsa yapabilirim, derdim. Bu hal devam etti. Herkes işini ciddî tuttu. Derken Peygamber aleyhi’s-selâm Müslümanlarla erkenden yola çıktı. Halbuki henüz hiçbir hazırlıkta bulunmamıştım. Ertesi gün sabahleyin hazırlık için yine çıktım. Lâkin hiçbir şey yapmadan evime döndüm. Benim bu halim devam etti. Cemâat harbe erişmek için acele ettiler, fakat henüz muhârebeye tutuşmamışlardı. Yola çıkıp arkalarından erişmeyi düşündüm. Keşke yapmış olsaydım; fakat bu da müesser olmadı. Rasûlullah bu gazaya gittikten 172 MUHAMMED ALEYİSSELÂM sonra insanlar arasına çıktığımda kendime arkadaş olarak ancak münâfıklık damgası vurulmuş kimseleri yâhud Allah’ın ma’zar gördüğü âciz kimseleri görmekliğim beni kederlendirdi. Peygamber aleyhi’s-selâm, Tebük’e varıncaya kadar beni anmamış, Tebük’e vardığında orada cemaatın içinde otururken: Kâ’b b. Mâlik ne yaptı, demiş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam: -“Cübbelerine ve endâmına bakıp gururlanması onu yola çıkmaktan alıkoydu.” demiş. Bunun üzerine Muaz b. Cebel, adama: -“Ne çirkin söz söyledin.” demiş; sonra Peygamber aleyhi’s-selâm’a dönerek, Yâ Resûlâllah! Allah’a kasem ederim ki, onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz” demiş. Bunun üzerine Peygamber aleyhi’s-selâm sükût etmiş. Bu halde iken beyaza bürünmüş serap içinde dalgalanan bir adam görmüş ve: -“Ebâ Haysem’e olaydı” demiş. Bir de ne görsün, o adam gerçekten Ensâr’dan Ebû Haysem’e imiş. Bu zat, münâfıklar kendisi ile alay ettikleri sırada, bir sa’ hurma tasadduk eden kimsedir. Kâ’b şöyle devam etti: “Peygamber aleyhi’s-selâm’ın Tebük’ten dönüp Medine’ye teveccüh ettiğini haber aldığımda bütün vücûduma kaygu sardı. Yalanlar düşünmeye başladım; yarın Rasûlullah’ın gadabından nasıl A S H  B-I K İ R  M 173 kurtulacağım, dedim. Akrabalarımdan düşünebilenlerin fikrine Mürâcât ettim. Uydurmuş olduğum bütün yalanlar, Rasûlullah dönüp geliyor” dendiği zaman kafamdan dağıldılar. Nihâyet bunların hiçbiri ile ondan asla kurtulamayacağıma kanaat getirdim. Ona doğrusunu söylemeye karar verdim. Peygamber aleyhi’s-selâm geldi. Resûl-i Ekrem seferden dönünce ilk evvel Mescid’e uğrar ve orada iki rekât namaz kılar, sonra halkın işlerini görüşmek için otururdu. Rasûlullah bu işleri yapınca, gazâdan geri kalanlar Peygamber aleyhi’s-selâm‘ın yanına geldiler, mâzeret gösterdiler, inandırmak için yemin ettiler. Bunlar seksen kadar kişi idiler. Resûl-i Ekrem bunların zâhirde gösterdikleri ma’zereti kabûl edip onlarla bîat etti. Nihâyet ben geldim. Selâm verdiğimde dargın kimse gibi gülümsedi, sonra: -“Gel” dedi. Bunun üzerine yürüyerek yanına vardım ve önünde oturdum. Bana şöyle dedi: -“Niçin gazâdan geri kaldın. Binek satın almış değil miydin?” Ben de şöyle dedim: -“Yâ Resûlallah! Allah’a kasem ederim ki, Sizden başkası, yâni ehl-i dünyâdan birisinin yanında bulunsaydım, özür beyân ederek onun gadabından kurtulabileceğimi zannediyordum; zîrâ söz söylemesini bilirim. Va’llâhi biliyorum ki, bu gün yalan söyleyip sizi memnun edersem de, Allahu Teâla sizi bana gücendirebilir. Eğer doğrusunu söylersem Siz bana kızacaksınız. Lâkin ben doğru söylemekle Allah’tan hayırlı sonuç beklerim. Yemin ederim ki, gazadan geri kalmam için hiçbir özür yoktu hiçbir zaman sizden 174 MUHAMMED ALEYİSSELÂM ayrılıp kaldığım zamankinden daha kuvvetli ve daha zengin değildim.” “Peygamberimiz aleyhi’s-selâm: -“İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, hakkında Allah’ın hükmü vahyedilinceye kadar bekle” dedi. Bende kalktım. Benî Selime’den bir çok adamlar peşime takıldılar. Ve: -“Allaha yemin ederiz ki, bundan önce hiçbir suç işlemediğini biliyoruz. Yazıklar olsun sana ki gazadân kalan başkaları gibi Rasûlullah’a ma’zeret beyân edemedin şuçun için Peygamber aleyhi’s-selâm’ın istiğfârı kâfi idi.” dediler. Durmadan beni o kadar azarladılar ki, hatta Peygamberimiz aleyhi’s-selâm katına dönüp kendimi yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara sordum: Benimle birlikte bu cezaya uğrayan kimse varmı?” -“Evet seninle beraber iki kimse cezaya uğradılar; senin gibi cevap verdiler de senin aldığın cevabı aldılar.” Dediler -“Bu iki adam kimlerdir?” dedim: Rebia oğlu mürâretü’l-Âmirî ile Hilâl b. Ümeyyetü’l-Vâkıfı” dediler. Bedir gazasında hazır bulunan ve bana örnek olabilecek iki iyi ve salih adamı söylediler. Bunları söylediklerinde yoluma devam ettim. Peygamberimiz aleyhi’s-selâm, bizim üçümüzle konuşmaktan (insanları) nehyetti.” Kâ’b şöyle devam etti: “Bunun üzerine ahâlî bizimle konuşmadılar. Hatta memleketim bana dar gelmeye başladı; tanıdığım yer olmaktan çıktı. Diğer iki kişi ağlayarak A S H  B-I K İ R  M 175 evlerinde oturdular. Ben bunların en genci ve en dinci olduğumdan evimden çıkar, cemâatle namazda hazır olurdum ve çarşılarda dolaşırdım. Lâkin kimse benimle konuşmazdı. Peygamber aleyhi’s-selâm’ın yanına gelir ve namazdan sonra oturduğu yerde ona selam verirde kendi kendime, “ Acaba selamımı alıp dudaklarını kımıldattı mı” der, sonra Ona yakın bir yerde namaz kılar, (ve namaz içinde) Peygamber aleyhi’s-selâm’a gizlice bakardım namaza daldığımda Peygamber efendimiz bana bakar ve kendisine baktığım zaman da benden yüzünü çevirirdi. Müslümanların bu suretle münasebeti kesmeleri uzun sürünce, gidip amcazadem ve en ziyade sevdiğin Ebû Katâde’nin bahçesinin duvarından atladım ve ona selam verdim. Allah’a yemin ederim ki, selamımı almadı. Bunun üzerine: -“Ya Ebû Katâde! Allah için sana soruyorum. Allah’ı ve Resûlünü, ne kadar sevdiğimi bilmiyormusun?” dedim. Sustu. Sözümü tekrarladım ve “Allah için sana soruyorum.” dedim. Yine sustu. Yine sözümü tekrarladım: “Allah için sana soruyorum” dedim. -“Allahu Teâlâ ve Peygamberi daha iyi bilirler.” Dedi. Bunun üzerine gözümün yaşı dolup taştı, geriye dönüp duvardan atladım. Medine çarşısında geziyordum. Yiyecek satmak için Medine’ye gelen şam Kıptîlerinden birisi: 176 MUHAMMED ALEYİSSELÂM -“Kâ’b b. Mâliki bana kim gösterir?” diyordu. Ahâli de beni gösterdi. Nihâyet yanıma geldi ve bana Gassân Melîki’in mektubunu verdi. Bende eli kalem tutanlardan bulunduğum için mektubu okudum. Şöyle deniliyordu. -“Selâmdan sonra derim ki, efendinizin size karşı uygunsuz muamelede bulunduğunu haber aldım. Allah sizi, hukukun çiğnendiği ve kıymetin bilinmediği bir yerde bırakmasın. Yanımıza gel, size ikram ederiz.” Mektubu okuyunca bu da bir belâ dedim ve mektubu ateşe atıp yaktım. Kırk gün geçince Peygamber aleyhi’s-selâm’ın elçisi geldi: Resûl-i Ekrem size zevcenizden ayrı oturmanızı emrediyor.” dedi. Bunun üzerine: Ne yapacağım, onu boşayacak mıyım?” dedim. -“Hayır, ondan ayrı oturacaksın, ona yanaşmayacaksın.” dedi. Peygamber aleyhi’s-selâm iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine hanımıma annesi ve babası yanına gitmesini söyledim ve: “Allah bu iş hakkında hüküm verinceye kadar onların yanında otur.” Dedim. Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Peygamber aleyhi’sselâm’ geldi ve: Yâ Resûlâllah! Hilâl b. Ümeyye yıpranmış bir ihtiyardır. Hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmeme darılır mısın?” dedi. Peygamber aleyhi’s-selâm: -“Hayır darılmam, lâkin sana yaklaşmasın.” dedi. Kadın da şöyle cevap verdi: A S H  B-I K İ R  M 177 -“Vallahi onun kımıldayacak hâli yoktur. Allâh’a kasem ederim ki, başına gelen o vak’adan beri bu güne kadar durmadan ağlıyor”dedi. Kâ’b şöyle devam etti: “Âilemden bâzıları, “Refîkan için, Peygamber aleyhi’s-selâm’dan izin isteseydin olmaz mı? Hilâl b. Ümeyye’ye hizmet etmesi için onun zevcesine izin vermiştir, sen de zevcen hakkında Rasûlullah’dan izin isteseydin” dediler. “Ben gencim, bu hâlimle onun hakkında izin istersem Peygamber aleyhi’s-selâm bilmiyorum ki, bana ne der?” dedim. Bu hal üzere on gün kaldım; ahâlinin bizimle konuşmaları nehyedildiği günden itibaren elli gün ve elli gece tamam oldu ellinci gecenin sabahında evlerimizden birinin damında namaz kıldım. Allâhu Teâlâ’nın bizi andığı veçhile canım sıkıldı ve yeryüzü, genişliğine rağmen, bana dar geldiği halde otururken Sel’ (dağı) üzerinde birisinin bağırdığını işittim. En yüksek sesi ile: “Ey Mâlik’in oğlu Kâ’b, müjde müjde” diyordu. Bunun üzerine kurtuluş günü geldiğini anladım ve secdeye kapandım. Peygamber aleyhi’s-selâm, sabah namazını kılınca tevbemizin Allah tarafından kabûl edildiğini halka îlân etti. Bunun üzerine ahâlî müjdeli haberle bize koştular. İki arkadaşıma da müjdeciler gitti. Biri bana atla koştu. Eslem’den bir adam da benim tarafıma yaya koştu ve o dağa çıktı; bunun sesi atlıdan evvel bana ulaştı. Sesini işittiğim adam gelip beni müjdeleyince, sırtımda ki iki elbiseyi de çıkardım; müjdesine karşılık olarak ona giydirdim. Allah’a yemin ederim ki, o gün de bunlardan başka elbisem yoktu. Emânet iki elbise alıp onları giydim. Peygamber aleyhi’s- 178 MUHAMMED ALEYİSSELÂM selâm’ı görmek maksadı ile yola düştüm. Ahâlî bölük bölük beni karşılıyorlar; tövbemin kabûlünü tebrik ediyorlar ve “Allah’ın affı sana kutlu olsun” diyorlardı. Mescid’e girdim. Peygamber aleyhi’s-selâm ahâlînin ortasında oturuyordu. Talha b. Übeydullâh radiya’llahu anh kalktı ve koşarak gelip elimi sıktı, beni kutladı. Allah’a kasem ederim ki, Muhâcirlerden Talha’dan başkası kalkmadı.” Kâ’b Talha’nın bu nezâketini hiç unutmazdı; sözlerine şöyle devam etti: “Peygamber aleyhi’s-selâm’a selâm verdiğimde sevincinden yüzü parlayarak şöyle dedi: -“Annen seni doğurduğundan beri üzerinden geçen günlerin en hayırlısı ile müjdelerim.” -“Yâ Resûlallah’ Sizin tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?” dedim. -“Benim tarafımdan değil, Aziz ve Celîl olan Allah katından” dedi. Sevindiği zaman Peygamber aleyhi’sselâmın yüzü daha da nurlanırdı, hatta ay parçası gibi olurdu. Sevindiğini bundan anlardık. -“Yâ Resûlallah! Tövbemi tamamlamak için bütün malımı Allah ve Resûlü uğrunda tasadduk edeceğim” dedim. Peygamber aleyhi’s-selâm, “Malından bir kısmını elinde bırakman senin için daha hayırlıdır” dedi. Ben de: “Hayber’deki hissemi elimde bırakıyorum yâ Resûlallah! Allah beni ancak doğruyu söylemek sâyesinde kurtardı. Hayatta kaldığım müddetçe ancak doğruyu söylemek de A S H  B-I K İ R  M 179 tövbemin tamamıdır” dedim. Allah’a kasem ederim ki, Peygamber aleyhi’s-selâm’ın bu sözleri söylediğim günden beri doğru sözlülük yüzünden Allahu Teâlâ’nın, kimseyi benden daha güzel surette mükâfatlandırdığını bilmiyorum. Yine Allah’a kasem ederim ki, Peygamber aleyhi’s-selâm’â bu sözleri söylediğin günden bu güne kadar, hiç yalan söylemedim, kalan ömrümde de Allahu Teâlâ’nın beni yalandan koruyacağını umarım.” Kab b. Mâlik Hazretlerinin tevbesinin kabulü şu ayeti kerîme ile beyan edilmiştir: ْوَﻋَﻠَﻰ اﻟﺜﱠﻠَﺜَﺔِ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﺧُﻠﱢﻔُﻮا ﺣَﺘﱠﻰ اِذَا ﺿَﺎﻗَﺖْ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢُ اﻟْﺎَرْضُ ﺑِﻤَﺎ رَﺣُﺒَﺖْ وَﺿَﺎﻗَﺖْ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ اَﻧْﻔُﺴُﮭُﻢ ُوَﻇَﻨﱡﻮا اَنْ ﻟَﺎ ﻣَﻠْﺠَﺎَ ﻣِﻦَ اﻟﻠﱠﮫِ اِﻟﱠﺎ اِﻟَﯿْﮫِ ﺛُﻢﱠ ﺗَﺎبَ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ ﻟِﯿَﺘُﻮﺑُﻮا اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ھُﻮَ اﻟﺘﱠﻮﱠابُ اﻟﺮﱠﺣِﯿﻢ “Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.”61 HAZRET-İ DIHYE B. HALİFE Ashâbın büyüklerindendir. Bedir gazasından önce müslüman olduğu halde bu savaşa katılmamış fakat Uhud gazvesinden itibaren önemli savaşlarda bulunmuş bir 61 TEVBE SÛRESİ, ÂYET 118 180 MUHAMMED ALEYİSSELÂM seriyyenin de kumandanlığını yapmıştır. Kızkardeşi Şeraf binti Halife, meşhur kadın sahabelerdendir. Hz. Dihye b. Halife radıyallahu anh yüzünün ve endamının güzelliği bakımından o devirde yaşayan insanların en güzeli idi. Kadınların fitnesinden korunması için Hz. Peygamber aleyhisselât-ü vesselâm çarşıda yüzü kapalı dolaşmasını istediği rivayeti vardır. Hoş tavırlı, kibar, zengin bir tacir idi. İslamiyet'ten önce de Hz. Peygamber'in dostu idi. Bir rivayete göre ortağı idi. Peygamberimizin habercilerinden biriydi. Yaptığı seyahatlerden her döndüğünde mutlaka Peygamberimize hediyeler getirirdi. Peygamberimizin de ona hediyeler verdiği bilinmektedir. Peygamberimiz Dihye'nin müslüman olmasını bilhassa arzu ediyordu. Zira onun müslüman olmasıyla eli altındaki yediyüz kişilik kabilesi de müslüman olacaklardı. Dihye'nin İslamı kabul etmeye karar vermesi üzerine Hz. Allah vahiyle durumu bildirdi. Ashâbına "Dihye'ye teenni ile davranın" buyuran Rasûlullah aleyhisselât-ü vesselâm O içeri girince de ridasını sırtından çıkarıp Dihye'nin oturması için altına serdi, "Şu ridanın üzerine otur!" diye işaret ettiler. Dihye bu kereme tahammül edemeyip ağladı. Ridayı alıp başına koydu. Yüzüne gözüne sürdü. A S H  B-I K İ R  M 181 Kelime-i tevhidi huzur-u Risalet penahi'de getirdikten sonra malını ve canını Allah için ortaya koyduğunu, rasulullah nasıl dilerse öyle davranacağını söyledi. Günahlarının keffaretinin ne olduğunu sordu. Sevgili Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm "kelime-i tevhid" söylenmesi ile geçmiş günahların af ve mağfiret edildiğini bildirdi. Hz. Peygamber heyetler tertip ederek komşu kabile ve devlet başkanlarına dine davet mektupları göndermiştir. Bunlardan Bizans İmparatoru Hirakl'e yazılan mektup, Dihye b. Halife tarafından hicretin yedinci yılı Muharrem'inde götürülmüştür. O sıralarda Filistin'de bulunan Krala mektubu bizzat vermiştir. Hirakl, Hz. Peygamber'in mektubunu okuduktan sonra Rumiye'de oturan yakın dostu Dağatır'a götürmesini ve İslamiyet hakkında onunla görüşmesini istedi. Zaten Dağatır'a da Hz. Peygamber'den ayrı bir mektup getiren Hz. Dihye onun yanına gitti. Dağatır, İslamiyet'i hemen kabul etti. Kiliseye gidip Rumlar'a İslamiyet'i kabul etmelerini teklif etti. Fakat onlar Dağatır sözlerini bitirir bitirmez hep birden üzerine atıldılar ve onu şehid ettiler. Bir mucize olarak Peygamberimiz'in elçileri gönderildikleri ülkelerin lisanlarını bellediler ve onlarla kendi dilleriyle konuştular. Bu meyanda Hz. Dihye'nin Rumca bildiği kitaplarda kaydedilmektedir. Cebrail aleyhisselâm insan suretinde vahiy getirdiği zaman çoğu kez Hz. Dihye'nin suretinde gelirdi. Bu vahiy 182 MUHAMMED ALEYİSSELÂM şekli Hz. Peygamber'e en kolay olanı idi. Dihye-i halife hane-i saadete geldiğinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e de hediye getirirdi. Hatta onlar Dihye'nin ceplerini ararlardı. Bir defasında Hz. Cebrail'i Dihye sanıp ceplerini aradılar, bir şey bulamadılar. İşin nedenini Hz. Peygamber aleyhisselât-ü vesselâm açıklayınca, Cebrail aleyhisselâm'ın Cennet'e uzanıp taze üzüm ve narı Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e ikram ettiği de rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh zamanında Suriye taraflarındaki savaşlara iştirak etti. Hz. Ömer radıyallahu anh devrinde Şam valisi tarafından Tedmür'ün fethi ile görevlendirildi. Bu şehri İslam hudutları içine soktu. Yermuk savaşında da bulundu. Suriye'nin fethinden sonra Şam'ın Mizze semtine yerleştiği ve orada vefat ettiği rivayet edilir. Doğum tarihi bilinmediği gibi ölüm tarihi de bilinmiyor. Ancak Hz. Muaviye devrinde vefat ettiği belirtiliyor. Bundan hareketle onun hicri 50 yılı civarında vefat ettiği rivayet edilir. Hz. Dıhye b. Halife el-Kelbi'nin Hz. Osman ve Hz. Ali devirlerindeki faaliyetleri hakkında geniş bir bilgi yoktur. Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm "Gördüğüm kimselerden Cibril'e en fazla benzeyeni Dihyetül Kelbi'dir" buyurmuşlardır. Rivayet ettikleri hadis sayısı beş civarındadır. Allah şefaatlarına bizleri nail eylesin. A S H  B-I K İ R  M 183 HAZRET-İ MUSAB B. UMEYR Mus'ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası tarafından Kureyş'in asîl ve zengin bir âilesine mensub idi. Zengin oldukları için gâyet râhat bir hayat sürüyordu. Orta boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî idi. Güzel konuşurdu. Akl-ı selîm sâhibi olduğundan, putların bir fayda veya zarar veremiyeceğini bilir onlara tapılmasından nefret ederdi. Annesi tarafından en iyi şartlar altında refah ve bolluk içinde yetiştirilmişti. Güzel yüzlü ve zengin, saçları kıvrım kıvrım idi. Mekke halkı ona gıpta ile bakardı. Peygamber efendimiz Mus'ab Mekke'nin en çok sevilen zarîf ve nârin gençlerindendir." buyurmuşlardı. Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük bir boşluk hissediyordu Mus'ab bin Umeyr. Bu maksatla sevgili Peygamberimizin bir merkez olarak seçtiği, İslâmı anlattığı ve o zaman Mekke'de müslümanların toplandığı Erkam bin Ebi'l-Erkam'ın evine gitti. Rasûlullahı görür görmez Müslüman oldu. İslâmiyeti kabûl ettiği an hayatı da birdenbire değişti. Eski servet ve zenginliğin yerini fakirlik aldı. 184 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Âilesinin sevgili oğullarına yapmadığı eziyet kalmadı. Onu dîninden döndürmek için evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar. Arabistan'ın yakıcı güneşi altında ağır ve tahammülü zor işkenceler yaptılar. Fakat Mus'ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız işkenceler karşısında sabır ve sebât göstererek aslâ İslâmiyetten dönmedi. Her seferinde bütün gücüyle şöyle haykırıyordu: Allahtan başka tapılacak, ibâdet edilecek ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm Allahın kulu ve rasûlüdür. İslâmiyet'i kabûl ettikten sonra Mekke'de sıkıntı ve işkencelere mâruz kalan Mus'ab bin Umeyr, Rasûlullahın izniyle iki defa Habeşistan'a hicret etti. Bir müddet orada kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı. Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi. Onun bu gelişini Hz. Ali şöyle anlatmıştır: Rasûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus'ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Rasûlullah onun bu hâlini görünce, mübârek gözleri yaşla doldu ve: - Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir, buyurdu. A S H  B-I K İ R  M 185 Birinci Akabe bî'atında Müslüman olan Medîneliler, Rasûlullah efendimize: "Yâ Resûlallah! İçimizde, İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. Halkı Allahın Kitâbına da'vet edecek, Kur’ân-ı Kerîmi okuyacak, İslâm dînini anlatacak, İslâmın sünnet ve emirlerini aramızda ikâme edecek, yerleştirecek, namazlarımızda bize imâmlık yapacak bir kimse gönder" diye talepte bulundular. Bunun üzerine Rasûlullah efendimiz Mus'ab bin Umeyr'i, Medine'ye gönderdi ve ona: "Medînelilere Kur’ân-ı Kerîm okumasını, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını" emretti. Mus'ab bin Umeyr Medîne'ye vardı. Orada kendisini büyük sevinçle karşıladılar. Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşti. Ev sâhibi Medîneli ilk Müslümanlardan idi. Orada insanlara dinlerini öğretmeye başladı. Mus'ab bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmeteri netîcesinde İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve girdi, medineliler alelekser îmân ettiler. Mus'ab bin Umeyr, Medîne'de Es'ad bin Zürâre'nin evinde Kur’ân-ı Kerîm öğretiyor ve İslâmiyet'i anlatıyordu. Onun bu hizmetiyle Medîne'de çok kimse Müslüman oldu. Medîne'de bulunan kabîle reîslerinden Sa'd bin Muâz, Üseyd bin Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Bunların 186 MUHAMMED ALEYİSSELÂM durumu çevreyi etkiliyor, İslâmiyet'in hızla yayılmasını engelliyordu. Bir gün Mus'ab bin Umeyr, bir bahçede, etrâfında bulunan Müslümanlara dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabîlesinin reîslerinden olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle konuşmaya başladı: Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın! Onun bu taşkın hâlini gören Mus'ab bin Umeyr; - Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla, beğenirsen kabûl edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gâyet yumuşak ve nâzik bir şekilde karşılık verdi. Üseyd sâkinleşip; - Doğru söyledin, dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu. Mus'ab bin Umeyr ona İslâmiyet'i anlattı ve Kur’ân-ı Kerîm okudu. Kur’ân-ı Kerîmin eşsiz belâgatı ve tatlı üslûbunu işiten Üseyd kendini tutamayıp; - Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne girmek için ne yapmalı, diye sordu. Güzel yüzlü, tatlı dilli Mus’ab cevap verdi: A S H  B-I K İ R  M 187 - Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah demek kâfidir. Mus'ab bin Umeyr'in, bu sözü üzerine Kelime-i tevhidi söyleyip Müslüman olan Üseyd, sevincinden yerinde duramadı ve: Ben gidip arkadaşlarıma da anlatayım, diyerek ayrıldı. Evs kabîlesinin reîsi Sa'd bin Muâz'ın ve kabîlesinin yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi. Bunu gören Sa'd şaşırarak hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in yanına koştu. Yanına varınca sert ve kızgın bir tavırla konuşmaya başladı. Mus'ab bir Umeyr, ona da gâyet yumuşak konuştu ve oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve dinlemeye başladı. Mus'ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet'i anlattı ve Kur’ân-ı Kerîmden bir miktâr okudu. Kur’ân-ı Kerîm okunurken Sa'd'ın yüzü birden bire değişiverdi. O da orada Müslüman oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve râhatlığın şevkiyle derhâl kavminin yanına gidip onlara şöyle dedi: - Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz? Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün. 188 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Öyle ise Allah'a ve Resûlüne îmân etmelisiniz... Îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun. Bunun üzerine kavmi hep birden İslâmiyeti kabûl etti. O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı. Mus'ab bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmetleri netîcesinde İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı. Ensâr-ı kirâm, Rasûlullahdan izin alarak Sa'd bin Heyseme'nin evinde ilk defâ Cum'a namazını edâ ettiler. Medîne-i münevverede ilk kılınan Cum'a namazı bu oldu. Mus'ab bin Umeyr, Müslüman olan Medîneli müslümanlar ile ikinci Akabe bîatında bulundu. Bedr savaşında sancaktâr olup, büyük gayret ve kahramanlık gösterdi. Süveyd bin Harmale ile birlikte Abdüddâroğullarından Bedir savaşına katılan iki kişiden biri idi. Mus'ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o taşıyordu. Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu hâliyle Peygamberimize benziyordu. Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı. A S H  B-I K İ R  M 189 Mus'ab o esnâda; "Muhammed (aleyhisselâm) ancak resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir" meâlindeki Al-i İmrân sûresinin 144. âyet-i kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini Peygamberimize siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sapladı ve Mus'ab bin Umeyr yere yıkılıp şehîd oldu. Mus'ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygaberimize benzediği için müşrikler onu şehîd edince Peygamberimizi ödürdüklerini zannetmişlerdi. Hz. Mus'ab şehîd olunca; onun sûretinde bir melek, sancağı aldı. Mus'ab'ın şehîd düştüğünden Rasûlullahın henüz haberi olmamıştı. "İleri ey Mus'ab ileri!" diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri dönüp Rasûlullah efendimize; "Ben Mus'ab değilim" diye cevap verince, Rasûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı ve hüzünlendi. Bundan sonra Peygamberimiz sancağı Hz. Ali'ye verdi. Rasûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehîd olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden: "Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehîd oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine 190 MUHAMMED ALEYİSSELÂM getirdi. Kimisi de şehîd olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu: - Allah'ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda şehîd olarak haşrolunacaksınız. Daha sonra yanındakilere dönüp; - Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyâmette bu aziz şehîdler kendilerine mukâbil selâm vereceklerdir, buyurdu. Sonra Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Mekke'nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus'ab bin Umeyr'in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da üzerlik otuyla örtülmek sûretiyle defnedildi. Habbâb bin Eret der ki: Mus'ab bin Umeyr, Uhud'da şehid edilince, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı. Rasûlullah bize: - Onu baş tarafına kapatınız! buyurdu. çekiniz! Ayaklarını otlarla A S H  B-I K İ R  M 191 HAZRET-İ SAD B. MUAZ Ensarın eşrafındandır. İsmi Sa'd bin Muaz'dır. Babası Muaz bin Numan, annesi Kebşe binti Rafi'dir. Künyesi Ebu Amr, lakabı Seyyid-ül-Evs'tir. Müslüman olmadan önce Medine'deki Evs kabilesinin ve Abdül-Eşheloğulları kabilesinin reisiydi. Evs kabilesi içinde Abdül-Eşheloğulları çok zengin ve itibarlı olup, Sa'd bin Muaz'ın sözlerini tereddütsüz kabul ederlerdi. Yaklaşık olarak 590 senesinde Medine'de doğdu. 627 (H.5) senesinde Hendek Savaşında şehit oldu. Peygamberliğin onuncu yılında Sa'd bin Muaz'ın Müslüman olması başlı başına mühim bir hadisedir. Çünkü o Müslüman olunca, ona bağlı olan kabilesi de onun bir teklifiyle hemen Müslüman oldu. Böylece Medine'de İslamiyet süratle yayıldı. Muhammed aleyhisselamın peygamberliğinin onuncu yılı başlarında Medine'den gelen oniki kişi Peygamberimizle görüşüp, Müslüman oldular. Birinci Akabe Biatı denilen bu görüşmeden sonra, Medinelilerin kendilerine Kur'an-ı Kerimi ve İslamiyeti öğretecek bir öğretmen istemeleri üzerine, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mus'ab bin Umeyr'i bu iş için Mekke'den Medine'ye gönderdi. Mus'ab bin Umeyr, Medine'de fevkalade bir gayretle çok kimsenin Müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa'd bin Muaz'ın teyzesinin oğlu olan Es'ad bin Zürare'nin evinde yerleşmişti. Sa'd bin Muaz, o zaman Araplar arasında akrabaya karşı hakaretten kaçınmak adet olduğu için teyzesinin evine gidip bu işe mani olma teşebbüsünde bulunamadı. Kendisi bir kabile reisi olarak bu 192 MUHAMMED ALEYİSSELÂM işe el koymak istiyordu. Bu maksatla kabilesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a: “Sen git, şu bizim hanemize gelen kişiyi gör, ne yapacaksan yap. Es'ad benim teyzemin oğlu olmasaydı bu işi sana bırakmazdım.” dedi. Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp Mus'ab bin Umeyr'in bulunduğu yere gitti. Ancak, oraya vardığı zaman, onun tatlı konuşmasını, insanın kalbine işleyen sözlerini ve hoş sesiyle okuduğu Kur'an-ı kerim ayetlerini dinleyince, kendinden geçip: “Bu ne güzel şey! Bu dine girmek için ne yapmak lazımdır?” dedi. Kendisine İslamı anlattılar ve Üseyd bin Hudayr kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu. Büyük bir huzur içerisinde olduğu halde Mus'ab bin Umeyr'e dönerek: “Arkamda bir zat var. Ben hemen gidip onu size göndereyim. Eğer o Müslüman olursa Medine'de onun kavminden iman etmedik hiç kimse kalmaz” diyerek kalkıp süratle gitti. Sa'd bin Muaz'ın yanına vardı. Sa'd bin Muaz onu görünce: “Yemin ederim ki Üseyd buradan gittiği yüzle gelmiyor!” dedi. Sonra da “Ne yaptın ya Üseyd!?” diye sordu. Üseyd bin Hudayr, Sa'd bin Muaz'ın Müslüman olmasını çok arzu ettiği için: A S H  B-I K İ R  M 193 “O kişiyle (Mus'ab bin Umeyr ile) konuştum. Onların bir fenalığını görmedim dedi. Sa'd bin Muaz, Üseyd bin Hudayr'ın bu sözleri üzerine hemen yerinden kalkıp, Es'ad bin Zürare'nin bulunduğu yere gitti. Oraya varınca baktı ki hazret-i Es'ad ile Mus'ab bin Ümeyr son derece huzur ve sükun içerisinde oturuyorlar. Teyzesinin oğlunun karşısına dikilerek onlara hitaben: “Ey Es'ad! Aramızda akrabalık olmasaydı sen bunları yapmazdın.” dedi. Bu sözlere hazret-i Mus'ab bin Umeyr cevap vererek: “Ey Sa'd, hele biraz dur oturup bizi dinle, anla, sözlerimiz hoşuna giderse ne ala, eğer sözlerimizi beğenmezsen biz bunu sana tekliften vazgeçeriz. Bizi bırakır gidersin.” dedi. Sa'd bin Muaz bu yumuşak ve tatlı sözler karşısında sakinleşip bir kenara oturarak onları dinlemeye başladı. Mus'ab bin Umeyr, Sa'd bin Muaz'a önce İslamiyeti anlattı. Esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur'anı kerimden bir miktar okudu. O okudukça Sa'd bin Muaz'ın yüzü ve hali değişiyor, kendinden geçiyordu. Kur'an-ı kerimin eşsiz belagatı karşısında büyük bir tesir altında kaldı. Kendini tutamayıp; “Siz bu dine girmek için ne yapıyorsunuz?” dedi. Mus'ab bin Umeyr hemen ona kelime-i şehadeti öğretti. O da: “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh.” diyerek Müslüman oldu. 194 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Sa'd bin Muaz Müslüman olmaktan duyduğu huzur ve sevinç içerisinde yerinde duramaz oldu. Hemen evine gidip öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra da Üseyd bin Hudayr'ı yanına alıp, kavminin toplandığı yere gitti. Eşheloğullarına hitaben; “Ey Abdül Eşheloğulları. Siz beni nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar da hep bir ağızdan; “Sen bizim reisimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tabiyiz.” dediler. Sa'd bin Muaz, onların bu sözleri üzerine: “O halde hepinize haber veriyorum. Ben Müslüman oldum Sizin de Allahü tealaya ve O'nun Resulüne iman etmenizi istiyorum. Eğer iman etmezseniz sizin hiçbirinizle konuşmayacağım, görüşmeyeceğim.” dedi. Abdül Eşheloğulları, reisleri Sa'd bin Muaz'ın Müslüman olduğunu ve kendilerini de İslama davet ettiğini duyar duymaz hep birlikte Müslüman oldular. O gün akşama kadar Medine semalarını kelime-i şehadet ve tekbir sedalarıyla çınlattılar. Bu hadiseden kısa bir müddet sonra bütün Medine halkı, Evs ve Hazrec kabileleri İslamiyeti kabul edip, iman ettiler. Hemen her ev İslam nuruyla aydınlandı. Bu durum sevgili Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem bildirildiğinde çok memnun oldu. Mekkeli Müslümanlar sevince garkoldular. Bu sebeple o seneye (M. 621) “sevinç yılı” denildi. A S H  B-I K İ R  M 195 Sa'd bin Muaz, İkinci Akabe Biatında bulunup, Rasûlullah'a biat etti. Bu biatte bulunanlar Rasûlullah'ı canları gibi koruyacaklarına ve gerekirse bu hususta mallarını ve canlarını feda edeceklerine söz verdiler. Hicretten sonra beş sene daha yaşayan Sa'd bin Muaz, Medine'nin ileri gelenlerinden ve reislerinden olduğu için, Mekke'ye gidip Ka'beyi tavaf ederdi. Müşrikler bu sebeple ona dokunamazlardı. Sa'd bin Muaz Bedir Savaşına katılarak Bedir ashâbından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı başlamadan önce, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mekkeli müşriklerin bir ordu hazırlayıp, Medine'ye doğru harekete geçtiklerini haber alınca bir meşveret meclisi kurup, Eshab-ı kiram ile istişare yaptı. Bu istişare sırasında Sa'd bin Muaz da söz alıp, şöyle konuştu: “Ya Resûlallah, biz sana inandık. Bize getirdiğin Kur'an'ın hak olduğuna şehadet ettik. Sen nasıl arzu edersen öyle yap. Vallahi Sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız. Ensar'dan tek kişi dahi geri dönmez. Biz sözümüzde duracağız.” dedi. Bu sözler Rasûlullah'ı çok memnun etti. Bundan sonra da Sa'd bin Ubade aynı şekilde konuşunca, Bedir Savaşı hazırlığı başladı. Sa'd bin Muaz bu savaşta Evs kabilesinin başında bulundu. Bedir Savaşından sonra, Uhud savaşına da katılan Sa'd bin Muaz gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla Eshab-ı kiram arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr bin Sa'd şehit oldu. 196 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Sa'd bin Muaz, müşriklerle yapılan Hendek savaşına da katılıp, bu savaşta aldığı yara sebebiyle şehit oldu. Savaş sırasında İbn-i Araka adlı bir müşrikin attığı ok ile kolundan yaralandı. Ok atardamara isabet edip, çok kan kaybına sebep oldu. Hazret-i Sa'd yaralı bir halde etrafındakilerin kanı durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun ciddi olduğunu anladı ve şöyle dua etti: “Ya Rabbi, Kureyş harbe devam edecekse bana ömür ihsan eyle. Çünkü senin Resulüne eziyet eden ve yalanlayan bu müşriklerle savaşmaktan hoşlandığım kadar başka bir şeyden hoşlanmıyorum. Eğer aramızdaki harp sona eriyorsa beni şehitlik mertebesine yükselt. Fakat, Beni Kureyza'nın akıbetini görmeden ruhumu alma.” Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mescidde bir çadır kurdurarak Sa'd bin Muaz'ı oraya yatırttı. Beni Eshem kabilesinden Refide'yi de onun tedavisine memur etti. Orada yattığı sırada Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem sık sık yanına gelip, halini sorardı. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Hendek Savaşı sona erince, derhal Beni Kureyza Yahudileri üzerine hareket emri verdi. Beni Kureyza Yahudileri Peygamberimizle sallallahü aleyhi vesellem anlaşma yaptıkları halde Hendek Savaşının en kritik anında, müşrikler tarafına geçmişler, Müslümanları arkadan vurmaya kalkmışlardı. Bu sebeple Beni Kureyza bir ay süren muhasara altına alındı. Haklarında verilecek hüküm için Sa'd bin Muaz'ı hakem olarak istediler. Peygamberimiz Sa'd bin Muaz'ı yattığı çadırından getirtti. O bu hususta, Beni Kureyza Yahudilerinin de kabul etmesi A S H  B-I K İ R  M 197 üzerine, Tevrat'a göre hüküm verdi ve haklarında verilen hüküm uygulandı. Sa'd bin Muaz, böylece Beni Kureyza'nın akibetini gördü. Sonra onu çadırına götürdüler. Yarası açılıp, tekrar kan akmaya başladı. Nihayet hicretin beşinci yılında (M. 627) şehit oldu. Onun vefatı, Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshab-ı kiramı çok üzdü, gözyaşı döküp ağladılar. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem cenazesini taşıdı. Cenazesi kabre indirilirken kabri başında oturup, sakalını eliyle tutup çok üzüldü. Cenazesinde yetmiş bin meleğin bulunduğu nakledilmiştir. Hadis-i şerifte; “Sa'd bin Muaz'ın ölümünden dolayı arş titredi.” buyruldu. Sa'd bin Muaz, genç yaşta vefat ettiği için, pek az hadis-i şerif rivayet etmiştir. Buyurdu ki: “Ben üç şeyde kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım. Birincisi namazdadır. Müslüman olduğumdan beri, başladığım hiçbir namazda, bir an önce bitirsem, diye hatırıma bir şey gelmedi. İkincisi bir cenazeye yardıma çıktığımda cenaze defnedilinceye kadar, ölümden başka hatırımdan hiçbir şey geçmezdi. Üçüncüsü Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi vesellem her buyurduğunu kabul ettim, bunda hiç terettüt etmedim.” Allah hepimizi mağfiret etsin ve bizleri şefaatlarına nail eylesin. Âmin bihürmeti tâha ve yâsin 198 MUHAMMED ALEYİSSELÂM HAZRET-İ HALİD B. ZEYD Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî en-Neccârî radıyallâhu anh; Ensâr'in Hazrec kabilesinin Neccâroğulları koluna mensup olup, annesi Zehra binti Sa'd'dir. Abdülmuttalib'in vâlidesi tarafından Rasûlullah'la akraba olan Ebû Eyyûb, İkinci Akabe bey'atında hazır bulunmuş, Rasûlullah'a iman etmiştir. Medine-i Münevvere’ye Teşrîf-i Nebevi Onbeş günlük hicretin sonunda Kubaya gelen Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Cum’a namazını kuba da kıldıktan sonra yine devesine bindi. Ve Medîne-i Münevvere’ye doğru teveccüh eyledi. Lâkin Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Medîne’de kimin evine misafir olacağını kimse bilmiyordu. Ensâr-ı Kirâm’ın evvelce bütün mühâcirlere yaptıkları muâvenet ve haklarında gösterdikleri hareket tarif edilemeyecek derecede iken bu def’a da bizzat Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem teşrîf edince medîne yerinden oynadı, Medîne’nin içi kaynadı. Halk âdeta düğün-bayram edercesine şenlik eylediler. Çocuklar sevinçlerinden sokaklarda : Allahu Ekber, Muhammed Geldi !!! Allahu Ekber, Rasûlullah Geldi !!! Allahu Ekber diyerek nida ediyorlardı. Yolların iki tarafına insanlar sıralanmışlardı. Ensar: A S H  B-I K İ R  M 199 “Yâ Resûlallah! İşte evlerimiz, işte mallarımız, işte canlarımız, emrinize âmâdedir. Yâ Resûlallah bize buyurunuz. Size yabancı olmayan, saygı duyan, düşmanlarını tepelemeğe gücü yeten âilemizde misâfir olunuz!” diyorlardı. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de onlara taltîf ve iltifatlarda bulunarak yoluna devam ediyordu. Tam şehre gireceği sırada hasretle bekleşen mü’minler o dereceyi bulmuştu ki, kadınlar evlerinin damlarından şu şiirleri okuyorlardı: Vedâ tepelerinden üzerimize dolunay doğdu. Allah’a yalvaran bulundukça, Bize de şükretmek vâcib oldu. Ey bize gönderilen Aziz Peygamber! Sen bize itâat edilmesi vâcib bir emirle geldin! “Buyurunuz yâ Rasûlallah” diye herkes dâvet ediyor, devenin yularından tutup yolundan döndürmeğe çalışıyorlardı. Halk bu sûretle deveye sarıldıkça Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz: “Ona dokunmayınız, o me’mûrdur, Allah tarafından me’mûr olduğu yere gidiyor.” 62 buyuruyordu. Peygamber efendimiz de devenin yularını bırakıp hiç dokunmadığı halde o mübarek deve de kendiliğinden gidiyordu. 62 İBN SA’D, TABAKAT 200 MUHAMMED ALEYİSSELÂM “Devenin yularını bırakınız” diye buyurmasında beliğ bir hikmet vardı. Çünkü herkes Resûl-i Ekrem efendimiz’i misafir etmek arzu, aşk ve heyecanında bulunduğundan hiç kimsenin hatırı kalmaması için bir mûcize olmak üzere biiznillâh Teâlâ tercih işi deveye havâle buyurulmuşdu. Deve evvelâ gitti, Mâlik bin Neccâr’ın evinin önündeki bir arsaya çökdü ki, Kabr-i Saâdet’in olduğu yerdir. Lâkin orada durmayıp kalkdı. Tekrar yürüdü Benî-Neccâr’dan Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’ın nûrlu evinin kapısı önüne geldi ve Cenâb-ı Allah’ın izni ile oraya çöktü. Boynunu uzatıp yere yapıştırıp genzinden böğürdü. Rasûlullah aleyhisselatü vesselâm efendimiz de: “İnşâallâhu Teâla konağımız burasıdır” diyerek deveden indi ve Ebû Eyyûb Hâlid’il-Ensârî radıyallahu anh’ın hânesine teşrîf buyurdu. Konak yerini deve tayin edince kimsenin, itirazı kalmadı. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in evine yerleştikden sonra sâbi yavrular şöyle nida ediyorlardı: “Biz Neccâroğulları kızlarıyız. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in komşuluğu ne hoş komşuluktur! Ve ona yakınlık ve hısımlık ne güzeldir!..” meâlinde gazeller okuyorlar, tekbir alıyorlar, defler çalıyorlardı. Habeşîler Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’in A S H  B-I K İ R  M 201 Medine-i Münevvere’ye teşrîfinden dolayı sevinçlerinden ellerindeki harbeleri yâni kısa ve küçük okları ile oyun oynuyorlar, hallerince, teşrîf eden bu şerefli misâfiri i’zâza çalıyorlardı. Peygamber efendimiz bu kasîde okuyan küçük kızlara iltifat buyurarak: Beni seviyor musunuz? deyince çocuklar hep bir ağızdan: “Evet seni seviyoruz yâ Rasûlallah!” diye çağrışıyorlardı. Resûl-i Ekrem efendimiz de: “Allah Teâlâ kalbimi biliyor ki, ben de sizleri seviyorum.” Buyurdular. Ebû Eyyûb radıyallahu anh: “Yâ Resûlallah! Burası benim evimdir. Dedi. Hz. Ebû Eyyûb ve Zeyd bin Hâris’e radıyallahu anhümâ-ikisi beraber rasûlullahın devenin üzerindeki eşyalarını alıp eve getirdiler. O esnâda bir zat: “ – Nereye oturacaksınız yâ Resûlallah?” diye sorunca Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ona cevap olarak: “- Kişinin eşyâsı nerede olursa kendi de orada oturur.” buyurdu. 202 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ensâr-ı Kirâmın büyüğü olan Es’ad bin Zürâre radıyallahu anh teberrüken deveyi alıp kendi evine götürdü. Hicret-i Muhammediyye burada sona erdi. 63 Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in hânesi Mescidi Nebevî’nin doğusundadır. Ebû Eyyûb radıyallahu anh buyuruyor ki: “Peygamberimiz Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’den Medîne’ye teşrîf buyurdukları vakit ilhâm-ı Rabbânî ve emr-i Samedâni ile bizim fakirhânemize teşrîf buyurdular. Maiyyet-i Seniyyelerinde Zeyd ibn-i Hârise radıyallahu anh de vardı. Zât-ı Risâletpenâhilerine evimin üst katını teklif etdimse de Fahr-i Âlem efendimiz: “- Gelen giden ziyaretçilere kolay olur” diyerek evimin alt katını tercih buyurmuşlardır. Fakat ben ve zevcem gece yatmak üzere evin üst katına çıktık. Ammâ çok müteessir olmuştuk. Kendi kendimize: “- Evin üst katına bizim çıkmamız edebe muhâlifdir. Çünkü, Cebrail aleyhisselâm Peygamber efendimize vahiy getireceği için O’nun evin üst katında bulunması daha münâsibdir. Hem de biz üstte dolaşacağız, yatıp kalkacağız, dolayısıyla Rasûlullah efendimizi rahatsız edeceğiz. Biz 63 TECRİD-İ TERC A S H  B-I K İ R  M 203 neden bunu düşünmedik, diyerek bütün gece hüzünlendik, ağladık. Sabah olunca vaziyeti Peygamberimiz’e arzettik. Bizim ısrârımız üzerine raûf ve rahîm olan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz derhal evimizin üst katına teşrîf buyurdular.”64 Resûl-i Kibriya efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Eyyûb radıyallahu anh’ın evinde bulunduğu yedi ay zarfında Ensâr-ı Kiram’dan üç dört kişi silâhlı olarak münâvebe suretiyle sabahlara kadar nöbet beklemişlerdir radıyallahu anhüm. Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz Medine-i Münevvere’ye teşrîfle Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in evine geldiği vakit, Yahûdilerin reisi, meşhûr âlimlerden Abdullah bin Selâm, Hz. Hâlid bin Zeyd radıyallahu anh’in evine geldi. Ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’i ziyâret edip dikkatle mübarek yüzüne bakarak vallahi bu yüzün sahibi ancak sâdık dır diyerek müslüman oldu. Ashâb-ı Kiram hazarâtı, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz için her gün Ebû Eyyûb radıyallahu anh’in evine nöbetle sofra getiriyorlardı. Zeyd bin Sâbit radıyallahu anh buyuruyor ki: 64 HADİS, AHMED BİN HANBEL 204 MUHAMMED ALEYİSSELÂM “Resûl-i Ekrem hazretleri Ebû Eyyûb’un evini teşrif buyurdukları zaman ilk olarak ben bir sofra yemek getirmiştim. Sofrada ekmek, su ve tereyağı vardı. Bu yemekleri Peygamberimiz’e annem Rumeysa göndermişdi. Peygamberimiz de orada bulunan Ashâb-ı Kiram’ı davet eyledi. Hepsi berâber yediler. Bunun üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem memnûniyyetinden bize dua buyurdular. Ebû Eyyûb el-Ensârî buyuruyor ki: “- Peygamber efendimiz’in önünden yemek kalktığı zaman biz mübârek parmaklarının dokunduğu yerleri araştırırdık. “Sen yiyeceksin” “Ben yiyeceğim” diye Ümm-i Eyyûb ile yarış eder ve teberrük eylerdik.”65 Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin Evi hk. Tarihî Malûmat Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in evi kadîm bir seadethânedir. İbni Sa’d Tabakâtü’l Kübrâ’sında bu ev hakkında şu bilgiyi vermektedir. “Yemen Meliklerinden Tübbe Evvel ki ismi Umeyr ibn-i Dürru’dur. Bir rivâyete göre Es’ad Ebû Küreyb’dir bu zat Kitâb-ı İlâhî olan Zebûr ile amel ederdi. Peygamber efendimiz’in Medine-i Münevvere’ye hicretinden takriben 65 HADİS, MÜSLİM A S H  B-I K İ R  M 205 700 sene evvel medine civarından geçerken yanında bulunan ulema ve hukemadan şöyle bir haber işitti: “Cenâb-ı Allah’ın insanları irşâd ve ıslah için gönderdiği Hâtemu’l-enbiyâ Mekke’de dünyayı teşrîf edecek, bilâhare buraya –Yesribyani Medine-i Münevvere’ye hicret edip ve burada vafât edecektir . Zuhûru zamanı da yaklaşmaktadır. Melik’in maıyyetindeki alimler bu vesile ile melikden şöyle bir istirhamda bulunmuşlardı: “- Ey Melik!... Sizin makarr-ı saltanatınızda kâfî derecede ulemâ vardır. Bizi burada bırakınız. Me’mûldür ki Hâtemu’l-enbiyâ hazretlerinin Asr-ı Seâdetlerine erişir ve kendine mülâkî oluruz. Eğer kendilerine kavuşabilirsek sizi de haberdar ederiz.” dediler. Bunun üzerine melik ulemalar için birer ev yaptırdı. Ve her birine birer de cariye verdi. Birçok mal ihsân etdi. Bir evde, gelecek Hâtemu’l-enbiyâ efendimiz için yaptırdı. “Ve O muhterem zat bu memlekete hicret buyurduğu vakit bu hanede ikâmet buyursun.” Diye vasiyetde bulundu. 66 Rivâyet olunduğu vechile Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’in mihman olduğu ev, yani Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’ın hânesi o melikin Peygamber efendimiz nâmına yaptırdığı hâneydi. 66 RUHU’L-BEYAN 206 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bir gün Melik Samûl adındaki reis ulemâyı dâvet ederek şöyle bi emir verdi: “- Şayed benim zamanımda beklenen Hâtem’l-enbiyâ zuhûr edecek olursa pekâlâ. Eğer benden sonra zuhûr ederse o muhterem zat nâmına size bir mektup tevdî edeceğim. Ve bu mektup elden ele, babadan evlâda emânet edilerek tâ Âhir-zaman Peygamberi’nin kendi eline varıncaya kadar devredilmelidir,” dedi. Melik bu mektûbu yazdırdıktan sonra maıyyetiyle berâber memleketi olan Yemen’e döndü. Aradan asırlar geçip de Hâtemu’n-nebiyyîn sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicretle teşrîf buyurunca Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh Resûl-i Ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz’e bu mektubu takdim etdi. Ebû Leylâ isminde bir zat tarafından takdim edildiğine dâir rivâyet de vardır. Bu mektubu kendilerine okurlar iken: “Sâlih kardeş Tübba’ merhabâ!” demiş ve bu sözü üç def’a tekrar eylemişlerdir. İmam Süyûti’nin Camiu’s-Sağîr’de rivâyet edildiği bir hâdîs-i şerifte Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Melik-i Tübba’yı hayırla yâd ediniz. Zira o mü’min idi” buyurmuştur: A S H  B-I K İ R  M 207 Nübüvetten Evvel Peygamberimiz’e Îmân Edenler Peygamber efendimiz için ev inşâ etdiren Melik-i Tübba, Seyf bin Zî-yezen, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Varaka bin Nevfel, Kuss b. Saide, Askalâni-i Hımyerî, Samuîl, Abdullah bin Selâm, İbn-i Sa’ye’nin iki oğlu, Bünyâmin, Muhayrîk Kâ’b’ul-Ahbâr, Buhayrâ, Nestûâu’l-Habeşe, Nastûrâu-ş-Şâm, Sâhib’ul-Busrâ, Cârudu’l-Âlâ, Sâhibu’rRûmiyye, Mukavkıs Sahib-i Mısır, İbn-i Sûriyâ, İbn-i Ahtab, Kâ’b ibn-i Es’ad, Zübeyr ibn-i Bâtıya… Medine-i Münevvere’de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem efendimiz’in hayatındaki komşuları İmam-ı Kastalânî’nin Mevâhib-i Ledünniyye kitabında yazdığı vechile şunlardır: 1. Hazret-i Hâlid Ebû Eyyûb el-Ensârî, 2. Sa’d ibn-i Muâz, 3. Umâre bin Hâzim, 4. Zeyd bin Sâbit radıyallahu anhum. Tefsir kitablarında izah edildiğine göre Ebû Eyyûb radıyallahu anh buyuruyor ki: َوَاَﻧْﻔِﻘُﻮا ﻓِﻰ ﺳَﺒِﯿﻞِ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻟَﺎﺗُﻠْﻘُﻮا ﺑِﺎَﯾْﺪِﯾﻜُﻢْ اِﻟَﻰ اﻟﺘﱠﮭْﻠُﻜَﺔِ وَاَﺣْﺴِﻨُﻮا اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﯾُﺤِﺐﱡ اﻟْﻤُﺤْﺴِﻨِﯿﻦ “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.”67 67 BAKARA SÛRESİ, ÂYET 195 208 MUHAMMED ALEYİSSELÂM “Bir gün Rasûlullah’dan gizli olarak bazı arkadaşlarla sohbet ediyorduk: “Allah Teâlâ artık İslâma kuvvet verdi. Her tarafdan iâneler çoğaldı. Biz harbi terk ederek malımız başında bulunursak ve harap olan bağlarımızı, bahçelerimizi imar edersek daha iyi olacaktır,” diye karar vermek istedik. Yani harb etmemeyi, cihâdı terk etmeği nefsimizde tercih edince Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri bu âyeti indirerek bizim o tasavvurlarımızı reddetti. O vakit anladık ki, bizim düşüncelerimiz hatâlıdır. Ve murâd-ı İlâhî’ye muhâlifdir. İşte bu âyet-i celîlenin nüzûlünden sonradır ki, Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh gerek Asr-ı Sâdette, gerekse İrtihâli-Nebî’den sonra hiçbir muharebeden geri kalmamış, Cihâda vakf-ı vücûd etmiş! Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali radıyallahu anhüm devirlerinde cepheden cepheye koşmuş, Cenâb-ı Allah’a ve Resûlüne karşı ahd ü va’dini ilân etmiş, Dîn-i Celîl-i İslâm’ın ızzet ve Ümmet-i Muhammediye’nin selameti, için şer’an “murâbıt”ların serdârı olmuş, son gazâsı olan İstanbul’un Muhasarası esnâsında şehîd düşmüştür. Hz. Hâlid Radıyallahu Anh’ın Zevcesi Hz. Hâlid radıyallahu anh’ın zevce’i muhteremesi “Ümm-i Eyyûb Fâtıma-i Hazreci” radıyallahu anhâ’dır ve Sahabiyâtdandır ve Hz. Hâlid radıyallahu anh ile birlikte İslâmiyyeti kabul etmişlerdir. A S H  B-I K İ R  M 209 Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in üç erkek ve bir kız evlâdı vardır. En büyük evlâdı Eyyûb’dur ki bu büyük oğlunun ismiyle künyelenmişdir. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin Kabr-i Şerîfi Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri Ebû Eyyûb el-Ensâri radıyallahu anh’in Kabr-i Şerîfinin yerini bulmak arzusunda bulunduğunu Akşemseddin Hazretlerine rica eyledi. Akşemseddin Sultan Fatih’e hitaben: “Sultanım, ben geceleri şu semt’de bir yere nûr inmekde olduğunu görüyorum. Zannediyorum ki, o nurun indiği yerde o mübarek kabr-i Şerîf olsa gerektir,” dedi. Bir müddet Ebû Eyyûb’un kabr-i Şerîfinin bulunduğu yere teveccüh’de bulunduktan sonra: Evet, Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin rûh-ı Şerîfi ile şimdi mülâkat etdim. İstanbul’un fethini tebrîk etdi ferâh ve sürurunu ızhar eyledi, buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Fatih ve Akşamseddin ve maıyyeti, hep berâber işaret etdiği yere geldiler. Fatih, Akşemseddin’e: “Efendim, Kabr-i Şerîf’in yerini tayin buyurunuz ki üzerine bir kubbe bina edelim,” diye rica etti. Akşemseddin Hazretleri de halvete varıp teveccüh eyledi. Ve elyevm Kabr-i Şerîfin yeri olan makam-ı Mübâreki Mükâşefe-i Sâdıka ile ta’yin edip müteaddid alâmetler beyan 210 MUHAMMED ALEYİSSELÂM eyledi. Filhakîka oranın, Mezâr-ı Şerîf olduğu anlaşıldı. Sonra: “Burasını kazınız, inşaallahu Teâlâ iki arşın sonra “Burası Ebû Eyyûb el-Ensârînin Kabr-i Şerîfidir” diye yazılmış bir mermer çıkacakdır buyurdu. Filvaki o yer kazıldı, Akşemseddin’in dediği gibi bir levha zuhur etti. O taş kaldırılarak içine Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin Mûbârek vücud-i Şerîfini safran ile boyanmış bir kefen içinde ter ü tâze yattığını gördüler. Hazır olanlar ve İslâm askerleri mübârek Kabr-i Şerîf’in topraklarını Kelime-i Tevhid ve Zikri Mevlâ ile doldurdular. Bunun üzerine Gazi Sultan Muhammed Hân Mihmandâr-ı Resûl-i Kibriyâ’nın Kabr-i Şerîfini yaptırdı ve hâlen üzerinde bulunan Kubbe-i Şerîfi ve Câmi-i Şerîf, Medrese, Han, Hamam, İmâret, Çarşı-Pazar cümlesi Fatih Sultan Muhammed’in binalarıdır. Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in Kabri Şerîfinin orada olduğuna Akşemseddin’in ilmel-yakîn, ayn’el-yakîn hakkal yakîn bir kanaati hâsıl olmuşdur ki, o zamandan bu zamana kadar bütün ulemâ sulehâ, mü’minin ve mü’minâtın o makam-ı mübâreke teveccüh ve muhabbet ederek tam alâka ve râbıta ve hürmetle ziyâret etmeleri de umumi bir tevâtür ve huccet olduğuna şübhe yoktur. İstanbul muhasarası sırasında şehid olan Ebû Eyyûb el-Ensârı bugün hâla İstanbul'un Eyüp ilçesindeki Eyüb Sultan Camii avlusunda bulunan türbesinde medfundur. A S H  B-I K İ R  M 211 Mübârek Kabr-i Şerîfi bütün dünya Müslümanları tarafından gönüllerden gelen bir muhabbetle ziyâret edilmektedir. Hâlid Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in muharebelerde kullandığı kılınç ise; bugün İstanbul’da Topkapı Sarayında Mukaddes Emanetler arasında bulunmaktadır. İstanbulda Kabirleri Belli Olan Ashâb-ı Kiram Kâ’b (r.a): Eyûb’de Beylik değirmeni civarında. Ebûderdâ (r.a): Zâl Mahmud Paşa Camii kurbunda. Muhammed El-Ensârî (r.a): Abdülvedud Mahallesinde Bâb’ul Ensâr kurbunda. Abdüssâdık Âmir (r.a): Eğrikapı haricinde Makber civarında. Hâfir (r.a): Eğrikapı’da kapı arasında. Ca’fer b. Abdullah el-Ensârî (r.a): Hâce Kasım Camii Mihrabı tarafında (Meydancı camii). Abdullah el-Hudrî (r.a): Eğrikapı dahilinde rum kilisesi sokağında. Ebû Sâid el-Hudrî (r.a): Kariye camii şerifi kurbunda sultan hamamı civarında. Câbir (r.a): Ayvansaray kapısı dahilinde Mustafa Paşa Camii derununda. Şu’be (r.a): Eğrikapı dahilinde Şişhane kurbunda. Amr’ibni-îl-As (r.a): Yeraltı camiinde kurşunlu mahzen camii derununda Vehb bin Hüşeyre (r.a): Yeraltı camiinde kurşunlu mahzen camii derununda 212 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Süfyan b. Uyeyne (r.a): Kurşunlu mahzen camii derununda Hamdullah Ensârî ve Ebû Şeybe El-Hudrî (r.a): Ayvansaray’da Toklu İbrahim Dedenin Kabri yanında (Bu iki sahâbe Peygamber efendimiz’in, Halîme’den olan süt kardeşleridir. ) Usâme bin Zeyd (r.a): Eğrikapı civarında. Abdullah ibn-i Hişam (r.a): Sultan Hamamı kurbunda. Abdurrahman Şâmî (r.a): Ayasofya’da cephane civarında. Abdulvehhâb (r.a): Üsküdar’da dere kenarında. HAZRET-İ BİLAL-İ HABEŞİ Aslen Habeşistanlıdır. Mekke'de Beni Cumha kabilesinin kölesiydi. Asıl İsmi Bilal bin Rebah Habeşidir, künyesi Ebu Abdullah, annesinin adı ise Hamame'dir. 581 senesinde Mekke'de doğdu, Peygamber efendimizin ilk sahabilerindendir ve Rasûlullahın ilk müezzinidir. Peygamber efendimize ilk iman eden ve müşriklere karşı Müslüman olduğunu açıkça ilan eden yedi sahabiden biri olan Bilal-i Habeşi, Ümeyye bin Halef'in kölesiydi. Sahibi, Bilal-i Habeşi'ye Müslüman olduğu için çok eziyet ederdi. Boynuna ip takıp çocukların ellerine verir, Mekke sokaklarında dolaştırırdı. Müşrikler de onunla alay ederlerdi. Garib ve kimsesiz olan Bilal-i Habeşi diğer müşriklerden de işkence görürdü. Ümeyye bin Halef aşırı sıcak altında Bilal-i Habeşi'yi tamamen soyar. Üzerinde bir donla kalırdı. Bu haliyle kızgın A S H  B-I K İ R  M 213 çölün yanan kumları üzerine yatırır. Karnı üzerine de büyük taşlar koydururdu. Bilal-i Habeşi'nin kumlara yapışan teni yanıyor, çektiği azab dayanılmaz hal alıyordu. Bilal-i Habeşi bu tahammülü zor işkenceler altında kelime-i şehadet getirerek "Allah birdir" diyordu. Bu sırada sevgili Peygamberimiz oradan geçerken, Bilal-i Habeşi'nin durumunu görerek üzüldü ve ona; "Ya bilal Allahü tealanın ismini söylemek seni kurtarır." buyurdu. Rasûlullah efendimiz hanelerine döndükten biraz sonra hazret-i Ebu Bekir geldi. Hazret-i Ebu Bekir'e, Bilal'in çektiklerini anlattı ve üzüntüsünü bildirdi." Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, müşriklerin yanına gitti. Bilal'e böyle yapmakla elinize bir şey geçmez, onu bana satın." dedi. Onlar ise; "biz onu satmayız, yalnız senin kölen Amir ile değişiriz." dediler. Amir, hazret-i Ebu Bekir'in ticaret işlerini yapan becerikli bir köleydi. Fakat iman etmiyordu. Bilal ile Amir'i değiştiler. Hazret-i Ebu Bekir, Bilal'in elinden tutup, Rasûlullah'a götürdü; "Ya Resûlallah, Bilal'i bugün Allah için azad eyledim." dedi. Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem çok sevinip, hazret-i Ebu Bekir'e dua etti. O anda Cebrail aleyhisselam gelip; "Leyl" suresinin ilgili ayetlerini getirdi. Cenab-ı Hak, Ebu Bekir efendimizin Cehennem'den azad olduğunu müjdeledi. وَﺳَﯿُﺠَﻨﱠﺒُﮭَﺎ اﻟْﺎَﺗْﻘَﻰ )( اَﻟﱠﺬِى ﯾُﺆْﺗِﻰ ﻣَﺎﻟَﮫُ ﯾَﺘَﺰَﻛﱠﻰ “Temizlenmek üzere malını hayra veren iyiler ondan (ateşten) uzak tutulur.”68 68 LEYL SÛRESİ, ÂYET 17-18 214 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Namazın eda edilmesi için, Medine'de Müslümanlar, biraya gelip vaktin girmesini beklerlerdi. Namazın vaktinin girdiğinin haber verilebilmesi ve Müslümanların namaza davet edilmesi konusunda yapılan görüşmelerde muhtelif teklifler yapıldı. Namaz vakti bir bayrağın dikilmesi ve bunu görenlerin namaza gelmeleri, Yahudilerin yaptığına benzer tarzda bir boru çalınması, Hıristiyanlar gibi çanın çalınması teklifleri yapıldı. Ancak, bunların hiç biri kabul görmedi. Diğer dinlerin müntesiplerinin yaptığına benzeyen veya onların davetini çağrıştıran bir alametin seçilmesi Müslümanlar için uygun düşmezdi. Nitekim bu tekliflerin hiçbirini Peygamber efendimiz kabul etmedi. Hz. Bilâl, Medine'de Rasûlullah'ın Mescidi'nin yapımı tamamlanıncaya kadar, yanında bulunan binanın üstüne çıkardı. Seher vakti gider, evin üzerine oturur, fecrin doğmasını beklerdi. Beklediği an gelince, "Allahım! Ben, Sana hamd eder, Kureyş müşriklerinin Senin dinine karşı ayaklanmalarından dolayı yardımını dilerim." şeklinde dua ederdi. İşte bu sıralarda, bugün dünyanın dört bir yanında büyük bir huzur içinde dinlenen Ezan-ı Muhammedi'yi rüyasında gören sahabe Abdullah bin Zeyd rüyayı gelip Peygamber efendimize anlattı. Sahabeyi dinleyen Peygamber efendimiz, rüyasına giren ezanı Bilâl'e öğretmesini ve akabinde okunmasını buyurdu. Bilal'in okuduğu ezanı duyan Hazreti Ömer radıyallâhu anh, aynı rüyayı on beş gün önce kendisinin de gördüğü halde utandığından dolayı söyleyemediğini bildirdi. Böylece ezanı ilk okuyan Bilal radıyallâhu anh aynı zamanda müezzinlerin piri ünvanını da A S H  B-I K İ R  M 215 almış oldu. Bu olay Hicretin birinci yılında gerçekleşti ve böylece Ezan-ı Muhammedi İslam'ın bir şiarı oldu. Bilal-i Habeşi azad edildikten sonra hicrete kadar Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. Medine-i münevvereye hicret ettiğinde, bir müddet Sa'd bin Hayseme'nin evinde misafir olmuştu. Peygamber efendimiz onu Ensar'dan Ebu Rüveyha Abdullah bin Abdurrahman ile kardeş yaptı. Bir gün sabah namazı vaktinde Peygamberimizin kapısı önünde "Esselatü hayrun minennevm - namaz uykudan hayırlıdır” diye iki defa seslendi. Peygamber efendimiz beğenerek; "Bilal bu ne güzel söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle." buyurdular. Böylece sabah ezanında bu sözler de söylenmeye başlandı. Bilal-i Habeşi bütün gazalarda, Peygamberimizin yanında bulundu. Bilâl'in sesi gür ve güzeldi. Mekke'nin fethinde Kabe putlardan temizlenince, Kabe-i muazzamanın üzerine çıkıp ilk ezanı okudu. Peygamber efendimize de ömür boyu müezzinlik yaptı. Irk ayrımı gözetmeyen İslam Peygamberi'nin bu mübarek sahabeye ezanı okutması, ten renginden dolayı bazı kimseleri insan olarak görmeyen müşrikler tarafından hoş karşılanmadı. Peygamber efendimizin vefatından sonra, Bilal-i Habeşi ayrılık acısına tahammül edemeyerek Şam'a gitti ve oraya yerleşti. Hazret-i Ebu Bekir devrinde o bölgede yapılan gazalara katıldı. Hazret-i Ömer ordusuyla Şam'a geldiğinde, Bilal-i Habeşi orduya katılıp Kudüs Seferine iştirak etti. 216 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Şam'da bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında gördüğü Peygamber efendimizin daveti üzerine Medine-i münevvereye gitti. Ravda-i mütahheraya yüzünü sürerek, Peygamberimizin kabr-i şerifini ziyaret etti. Rasûlullah ile geçirdiği günleri hatırlayıp hasret ve muhabbet gözyaşları dökerek uzun müddet ağladı. Peygamber efendimizin torunları Hasan ve Hüseyin'in ısrarları üzerine, dayanamayarak bir gün sabah namazı vaktinde ezan okumaya başladı. Ezan sesini duyan Eshab-ı kiram, kadın, erkek, çoluk-çocuk sokaklara dökülerek, Rasûlullah ile yaşadıkları saadetli günleri hatırlayıp ağladılar. Bu ezan, Bilal-i Habeşi'nin okuduğu son ezanı oldu. Birkaç gün Medine'de kaldıktan sonra, Şam'a döndü. Fakat yolda rahatsızlanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastalıkla ömrünün son günlerini yaşadı. 641 (H.20) senesinde Şam'da vefat etti. Bab-üs-Sagir Kabristanında defnedildi. Hayatta iken Yüce Peygamberin övgüsüne mazhar oldu. Rivayet ettiği hadis-i şeriflerden kırk dördü Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ve dört Sünen kitabında yer almıştır. Peygamber efendimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler şunlardır: ”Gece ibadetine devam edin; zira bu sizden önceki salihlerin halidir. Kıyamülleyl Allah'a yakınlık ve günahlara keffaret olup, insanı bedeni hastalıklardan korur ve günahlardan uzaklaştırır.” Başka bir rivayeti ise ” Tatlı sesinle bizi ferahlandır ya Bilal!” hadisi şerifidir. A S H  B-I K İ R  M 217 HAZRET-İ SELMAN-I FARİSİ Selman-ı Farisi hazretleri, ashâb-ı kiramın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Peygamber efendimiz tarafından ehl-i beytten sayılmıştır. Müslüman olunca, Peygamberimiz ona Selman ismini verdi, İran'lı olduğu için de Selman-ı Farisi olarak meşhur oldu. Lakabı Selman-ül Hayr, künyesi ise Ebu Abdullah'tır. Selman-ı Farısi, hayatını şöyle anlatır: "İran'ın, İsfahan şehrindenim. Babam zengin bir Mecusi idi. Evimizin tek çocuğu idim." Bir gün dışarıda dolaşırken bir hristiyan kilisesine rastladım. İçerde ibadet ediyorlardı. Ben daha önce öyle bir şey görmediğim için hayret ettim. Onlar görünmeyen bir Allah'a ibadet ediyorlardı ve kendi kendime dedim ki, bunların dini haktır ve bizimki batıldır. Akşama kadar onları seyrettim. Onlara dedim ki: "Bu dinin aslı nerededir?" Bana, "Bu dinin aslı Şam'dadır" dediler, "Peki dedim. Ben de Şam'a gitsem beni de bu dine kabul ederler mi?" "Evet kabul ederler" dediler. "Sizlerden yakında Şam'a gidecek kimseler var mıdır?" diye sordum "Bir müddet sonra bir kervanımız Şam'a gidecektir." diye cevap verdiler." Eve döndüğümde babam beni merak etmiş "Bu zamana kadar nerede kaldın evladım" dedi. Ben de "Babacığım bugün bir Nasrani kilisesi gördüm içeri girdim, onlar her şeye hakim ve kadir olduğunu söyledikleri 218 MUHAMMED ALEYİSSELÂM görünmeyen bir Allaha ibadet ediyorlardı. Onların ibadetlerine hayret ettim ve akşama kadar onları seyrettim. Anladım ki onların dini daha doğrudur" dedim. Babam "Ey oğlum sen yanlış düşünüyorsun senin babalarının ve dedelerinin dini, onların dininden daha doğrudur. Onların dini bozuktur. Sakın onlara aldanma, inanma" dedi. Ben de "Hayır babacığım onların dini bizimkinden daha hayırlıdır ve onların dini haktır. Bizimki ise bâtıldır" dedim. Babam buna çok kızdı ve beni el ve ayaklarımdan bağlayıp eve hapsetti. Ben evde hapis iken devamlı Şam'a gidecek olan kervanı beklerdim. Nihayet hıristiyan rahipler Şam'a gidecek kervanı hazırlamışlardı. Bunu haber alınca beni bağlayan iplerimi çözüp kaçtım ve kervanın bulunduğu kiliseye gittim. O kervanla beraber Şam'a gittim. Şam'da hıristiyan dininin en büyük âlimini sordum. Bana bir âlimi tarif ettiler. Onun yanına gittim. Ona durumu anlattım. Onun yanında kalmak istediğimi, ona hizmet edeceğimi söyleyip, ondan bana Nasraniliği öğretmesini rica ettim. O da kabul etti. Ben de Ona hizmet etmeye, kilisenin işlerini yapmaya başladım. O da bana dini öğretti. Dünyaya hiç ehemmiyet vermezdi. Gece-gündüz ibadet ederdi. uzun zaman yanında kaldım. Onun ve kilisenin hizmetini yapar ve de onunla ibadet ederdim. Vefat zamanı geldi ve ona "Ey efendim, uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Vefat A S H  B-I K İ R  M 219 ettiğiniz zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersin" diye sordum. Bana "Oğlum Şam'da insanları ıslah edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsad ederler. Fakat Musul'da bir zat vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim" dedi. "Ben de peki efendim" dedim. O zat vefat edince Şam'dan Musul'a gittim. Onun tarif ettiği zatı buldum, başımdan geçenleri anlattım. Beni hizmetine kabul etti. O da diğer zat gibi zahid, abid bir kimse idi. Onun vefat zamanı aynı soruları ona da sordum. O da bana Nusaybin'de bir zatı tavsiye etti. O vefat ettikten sonra ben de derhal Nusaybin'e gittim. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğimi söyledim, isteğimi kabul etti ve bir müddet de onun hizmetinde kaldım. Bu zat da vefat etmek üzere iken, beni başka birine göndermesini söyledim. Bu sefer bana Amuriye'deki bir Rum şehrinde bulunan başka bir kimseyi tarif etti. Vefatından sonra da oraya gittim. Tarif edilen bu son şahsı da bulup, hizmetine girdim. Uzun bir zaman da onun yanında kaldım. Artık onun da vefatı yaklaşmıştı. Ona da beni birine havale etmesini rica edince, şimdi böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat ahir zaman Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O Arablar arasından çıkacak, vatanından hicret edip, kara taşlık içinde hurması çok olan bir şehre yerleşecek. Alametleri ise şunlardır: Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır, diyerek alametlerini saydı. Yanında bulunduğum son zat da vefat edince, onun tavsiyesi üzerine, Arab diyarına gitmeye hazırlandım. 220 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ben Amuriye'de çalışıp, bir kaç deve ile bir miktar koyun sahibi olmuştum. Beni Kelb kabilesinden bir kafile Arap beldesine gitmek üzere idi. Onlara dedim ki, bu develer ve koyunlar sizin olsun, beni Arap vilayetine götürün. Kabul edip beni kafilelerine aldılar. Vadi’ül Kur’a denilen yere gelince bana ihanet edip, köledir diyerek beni bir yahudiye sattılar. Yahudinin bulunduğu yerde hurma bahçeleri gördüm. Ahir zaman Peygamberinin hicret edeceği yer herhalde burasıdır diye düşündüm. Fakat kalbim oraya ısınmadı. Bir müddet yahudinin hizmetinde kaldım. Sonra beni köle olarak amcasının oğluna sattı. O da alıp Medine'ye getirdi. Medine'ye varınca, sanki bu beldeyi önceden görmüş gibiydim, çok sevdim. Artık günlerim Medine' de geçiyor, beni satın alan yahudinin bağında bahçesinde çalışıp, ona hizmetçilik yapıyordum. Bir taraftan da asıl maksadıma kavuşma arzusuyla bekliyordum. Bir gün beni satın alan yahudinin bahçesinde bir hurma ağacı üzerinde çalışıyordum. Sahibim, yanında biri ile bir ağaç altında oturup konuşmakta idi. Bir ara dediler ki, Evs ve Hazreç kabileleri helak olsunlar. Mekke'den bir kimse davet ettiler Kuba ya geldi. Peygamber olduğunu söylüyor. Ben bu sözleri işitince kendimden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordum. Hemen aşağı inip, O şahsa ne diyorsun? dedim. Sahibim bana bir tokat vurdu ve "Sana ne niçin soruyorsun, sen işine bak" dedi. O gün akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kuba'ya vardım. Rasûlullahın yanına girip "Sen salih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka A S H  B-I K İ R  M 221 getirdim" dedim. Rasûlullah yanında bulunan Eshaba "Geliniz hurma yiyiniz" buyurdu. Onlar da yediler. Kendisi asla yemedi. Kendi kendime işte birinci alamet budur. Sadakadan yemiyor dedim. Eve dönüp bir miktar hurma daha alıp, Rasûlullaha getirdim. Bu hediyedir dedim. Bu defa yanındaki Eshab ile birlikte yediler, işte ikinci alamet budur dedim. Götürdüğüm hurma yirmibeş tane kadar idi. Halbuki yenen hurma çekirdekleri yüzlerceydi. Rasûlullahın mucizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendime bir alameti daha gördüm dedim. Rasûlullahın yanına ikinci defa varışımda nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiğim için yanına yaklaştım. Benim muradımı anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez varıp öptüm ve ağladım. O anda Kelime-i şehadeti söyleyerek müslüman oldum. Sonrada Rasûlullaha uzun yıllardan beri başımdan geçen hadiseleri bir bir anlattım. Hâlime teaccüb edip, bunu Eshab-ı Kirama da anlatmamı emir buyurdu. Eshab-ı Kiram toplandı, ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım.." Selman-ı Farisi iman ettiği zaman Arap lisanını bilmediği için tercüman istemişti. Gelen yahudi tercüman, Selman-ı Farisi'nin Peygamber efendimizi methetmesini aksi şekilde söylüyordu. O esnada Cebrail aleyhisselam gelip Selman'ın sözlerini doğru olarak Rasûlullaha bildirdi. Durumu yahudi anlayınca, Kelime-i şehadet getirerek O da müslüman oldu. 222 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Selman-ı Farisi müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devam etti. Peygamber efendimizin, "Kendini kölelikten kurtar ya Selman" buyurması üzerine sahibine gidip, azat olmak istediğini söyledi. Buna zorla razı olan yahudi, üçyüz hurma fidanı dikerek yetiştirip ve hurma verir hale getirmeyi ve kırk ukiye altın vermesi şartıyla azad etmeyi kabul etti. Selman bunu Rasûlullaha haber verdi. Rasûlullah ashâbına; "Kardeşinize yardım ediniz" buyurdu. Onun için üçyüz hurma fidanı topladılar. Rasûlullah "Bunların çukurlarını hazır edip, tamam olunca bana haber veriniz" buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince Rasûlullah teşrif edip, sahabeleri yardımıyla o fidanları dikti. Bir tanesini de Hz. Ömer dikmişti. Allahü teâlânın izni ile, o sene hepsi hurma verdi ve Peygamberimiz bana "Bu altını da al borcunu öde" buyurdu. Ya Resûlallah, bu altın yahudinin istediği ağırlıkta olurmu" deyince, Rasûlullah o altını alıp, mübarek dilinin üzerine sürdü. "Al bunu! Allahü teâlâ bununla senin borcunu eda eder" buyurdu. Allah hakkı için o altını tarttım, tam istenilen miktarda geldi. Götürüp onu da sahibime verdim. Böylece kölelikten kurtuldum.”69 Selman-ı Farisi Bedir ve Uhud savaşı hariç Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı. Hendek savaşında istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta, Selman-ı Farisi, Rasûlullaha hendek kazmak suretiyle kendimizi savunalım dedi. Onun bu teklifi 69 İBN SA’D A S H  B-I K İ R  M 223 kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Numan bin Mukarrin ile Ensar'dan altı kişinin bulunduğu bir grupla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah: "Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinden önce kazıp bitirdiğini gördüm" buyurmuştur. Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı ona Peygamber efendimiz "Selman-ül Hayr" "Hayırlı Selman" buyurdu. Selman-ı Farisi Eshab-ı kiram tarafından da çok sevilip hürmet görürdü. dünyaya hiç rağbet etmezdi. Kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı. Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman da Allahü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünürdü ki, bu tefekkürü Peygamber efendimizin "Bir saat tefekkür bin sene nafile ibadetten hayırlıdır" buyurdukları tefekkürdü. Birazcık dinlenince "Ey nefsim sen iyi dinlendin. Şimdi kalk Allahü teâlâya ibadet et." Diline de "Ey lisanım, sen de Allahü teâlânın zikrine başla" derdi. Selman-ı Farisi hazretleri Eshab-ı Suffe denilen ve Peygamber efendimizin bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle 224 MUHAMMED ALEYİSSELÂM vazifeli kıldıkları ve Peygamberimizden hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi. Bazı geceler Rasûlullahın huzurunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı. Hazret-i Ebu Bekir devrinde Medine'den ve Hazret-i Ebu Bekir'in sohbetinden bir an ayrılmayan Hazret-i Selman, Hazret-i Ömer zamanında İran’ın fethine katılmıştır, İslam ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde çok büyük hizmetleri olmuştur, İranlılar hakkında büyük malumat sahibi idi. Çünkü kendisi İranlıydı. İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman fillerle nasıl çarpışılacağını İslam askerlerine gösterdi. İran'ın Medayin şehri alınınca onu Hazret-i Ömer şehre vali tayin etti. İlmi, basireti vazifesindeki adaleti ve nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı. Selman-ı Farisi hazretleri Hazret-i Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Vali olduğu için kendisine maaş verildi. Maaşını aldığı zaman ondan hiçbir şey harcamaz hepsini fakirlere dağıtırdı. Kendi emeği ile geçinirdi. Topraktan tabak çanak yapar üç dirheme satardı. Onun bir dirhemi ile bir daha tabak yapmak A S H  B-I K İ R  M 225 için malzeme alır, bir dirhemini sadaka verir, bir dirhemiyle de evinin ihtiyacı olan şeyleri alırdı. Medayin'de vali iken Şam'dan bir kimse geldi. Yanında bir çuval incir vardı. Selman-ı Farisi hazretlerini tek bir hırka ile görünce işçi zannetti ' "Gel şunu taşı" dedi. O da çuvalı yüklendi ve yürümeye başladı. Bunu görenler, adama, "Sen ne yapıyorsun bu validir" dediler. Adam, "Kusurumu bağışlayınız, sizi tanıyamadım. Çuvalı lütfen indirin efendim." dedi. Hazret-i Selman; "Hayır niyet ettim gideceğin yere kadar götüreceğim" dedi ve adamın evine kadar götürdü. Çok sade bir hayat yaşayan Selman-ı Farisi hazretleri, Hazret-i Osman devrinde hastalandı. Bu sırada kendisini ziyarete gelen Sa'd bin Ebi Vakkas'a artık dünyadan ayrılacağını ve bütün servetinin bir kase, bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibaret olduğunu söyledi. Kendisini ziyarete gelen Eshab-ı kiram nasihat isteyince, onlara hasta olduğu halde devamlı nasihatte bulunuyordu. Bu hastalığı neticesinde Medayin'de vefat etti. İlim öğretmeyi çok severdi. Çok âlim yetiştirmiştir. Ebu Said el-Hudri, ibni Abbas, Evs bin Malik, onun talebeleri arasında idi. Tabiinin büyüklerinden ve o zaman Medine'de Fukaha-i Seb'a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kasım bin Muhammed de Selman-ı Farisi'nin talebelerindendir. Onun derslerinde ve sohbetlerinde kemale gelmiştir. 226 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Selman-ı Farisi hazretleri, Rasûlullah efendimizin huzurunda ve sohbetlerinde kemale geldi. Zahir ve batin ilimlerinde mahir idi. Eshab-ı kiramın hepsi de böyle olmuştu. Fakat Rasûlullahtan herkes, kendi kabiliyeti ve kapasitesi kadar feyz alırdı. Hazret-i Ebu Bekir'in kavuştuğu derecelere hiçbir Sahabi kavuşamadı. Selman-ı Farisi hazretleri, Rasûlullahtan sonra Hazret-i Ebu Bekir'in sohbetinde ve hizmetinde de çok bulunarak, ondan da feyz aldı. Selman-ı Farisi hazretlerinin hanımı anlatır: Vefatına yakın bana: "Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve başımın etrafına saç, melekler yanıma geleceklerdir" dedi. Söylediği gibi yaptım. Dışarı çıktım. Odadan, "Esselamü aleyke, ey Allah’ın velisi ve Rasûlullahın arkadaşı" diyen bir ses duydum, içeri girdiğimde ruhunu teslim etmişti. Yatağında uyuyor gibiydi. Said bin Müseyyeb, Abdullah bin Selam'dan naklen anlatır: "Selman-ı Farisi bana: "Ey kardeşim, hangimiz evvel vefat edersek, vefat eden kendini, hayatta olana göstersin" dedi, ben de bu mümkün müdür? dedim. "Evet, mümkündür. Çünkü müminin ruhu bedeninden ayrılınca, istediği yere gidebilir; kâfirin ruhu Siccinde hapsedilmiştir" dedi. Selman vefat etti. Bir gün kaylüle yaparken (gün ortasında uyurken) Selman'ın geldiğini gördüm. Selam verdi. Selamına cevap verdim. Yerini nasıl buldun diye sordum, " elhamdülillah iyidir. Tevekkül et. Tevekkül ne iyi şeydir" dedi ve üç kere tekrarladı." A S H  B-I K İ R  M 227 Selman-ı Farisi hazretlerinin ilmi ve fazileti pek çoktu. Her ilimde âlim idi. Hazret-i Ali, "Selman-ı Farisi evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini öğrenmiş bitmez tükenmez bir denizdir" buyurmuşlardır. Rasûlullaha sıdk ve muhabbeti sebebiyle Eshab-ı kiramın seçkinleri arasına Rasûlullah tarafından dahil edildi. Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca Peygamber efendimiz, "Selman bizdendir, ehl-i beyttendir" buyurdu. Selman-ı Farisi hazretlerinin kıymetli nasihatlerinden bazıları şöyledir: "Üç şey beni hayrete düşürdü. Bunlar; ölüm kendisini yakalamak üzere olduğu halde, dünyalık peşinde olan kimselerin hali, kendisi gaflete dalıp, kendini unuttuğu halde unutulmamış olup, hesaba çekilecek olan kimseler ve Rabbinin kendinden razı olup, olmadığını bilmediği halde, ağız dolusu gülen kimselerin hali." "İlim çoktur fakat ömür kısadır. O halde önce dinde zaruri olan ilimleri öğren!" "Kalb ile bedenin hali kör ve topal bir kimsenin hali gibidir. Kör bir ağacın altına gider, fakat onda meyve olduğunu göremez. Topal, ağaçtaki meyveyi görür fakat alamaz, ilahi nimetleri kalb bilmeli, inanmalı, beden de onunla amil olmalı ki ahiretteki sonsuz nimetlere kavuşmak nasip olsun." 228 MUHAMMED ALEYİSSELÂM "Bir kimse Allahü teâlâya açık günah işlerse; tevbesi açık, gizli olarak günah işlerse tevbesi gizli olur. Tevbe ettikten sonra: "Ya Rabbi bu tevbe ile günahımı affet" diye dua etsin." "Bir zenginle arkadaş olduğun zaman, kendisinden bir şey isteme. İstemeden verilince de ikramı ilahi olduğunu bil ve onuda reddetme." "Müminin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlânın rahmetine nail olduğunun alametidir." Çok cömert olan Selman hazretleri fakirleri daima doyurur, onlarla beraber yerdi. Kendisi çok ihtiyar olduğu halde kendi işini kendi görürdü. Bir şey taşırken elleri titrerdi. Halk etrafına toplanır, eşyalarını biz taşıyalım derler, onlara; "Hayır kendim götüreceğim" derdi. Halbuki emrinde binlerce kişi vardı. Buyurdu ki: "Dünyada Allah için tevazu edin. Dünyada tevazu sahibi olanları Allahü teâlâ kıyamet günü aziz eder yüceltir." Allah cümlemizi şefatı uzmalarına nail eylesin. Amin bihürmeti Tâha ve Yâsin HAZRET-İ EBÛZER GİFÂRÎ İlk müslümanlardandır, sahâbî Ebû Zerr, Benû Gıfâr kabilesine mensub olup doğum tarihi bilinmemektedir. H. 31 A S H  B-I K İ R  M 229 yılında Mekke ile Medine arasında bir yer olan Rebeze'de vefât etmiştir. Ebû Zerr radıyallahu anh'in ismi ve babasının adı hakkında kaynaklarda çeşitli isimler zikredilmektedir. Bazı eserlerde ismi Cündüb b. Cenâde b. Kays b. Amr olarak zikredilmektedir. Annesinin künyesi Ümmü Cündüb'dür.70 Hz. Cündüb b. Cenâde'nin künyesi Ebu Zerr'dir. İslâm tarihinde isminden ziyade bu künyesi ile meşhur olup bununla anılmaktadır. Lâkabı ise Mesîhu'l-İslâm'dır. Bu lâkabı ona Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem vermiştir. Ebû Zerr, cesareti ile meşhurdu. Genç yaştaki Ebû Zerr hazretleri bir gün, birdenbire değişerek mesleğini bırakıp haniflerden oldu. İslâm'ın henüz zuhur etmediği bir zamanda Allah yolunu tuttu. Öyle ki, etrafındakilere, 'Allah'tan başkasına ibadet edilmez. Putlara tapmayınız, onlardan meded beklemeyip hiçbir şey istemeyiniz!' demeye başladı. Böylece hak yolunu bulmuş ve lebbeyk demişti. Bu husustaki ifadesine göre, müslüman olmadan üç yıl evveline kadar kendine mahsus bir şekilde Allah'a ibadet ettiğini ifade etmiştir. Ebû Zerr radıyallâhu anh, İslâm daha duyulmadan hakkın dâvetine cevap veren ve iman eden büyük sahâbîlerden biridir. 70 İBNÜ'L-ESİR 230 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ebu Zerr radıyallâhu anh, müslüman oluşunu şöyle anlatır: "Bir gün kardeşim Üneys bana: "Benim Mekke`de görülecek bir işim var. Sen bana baş-göz ol (eksikliğimi duyurma) dedi ve Mekke`ye gitti. Oraya varınca bana dönmekte gecikti. Nihayet geldi. "Ne yaptın?" dedim. "Mekke`de bir adama rastladım, senin (gibi farklı bir) din üzerine yaşıyor. Ancak O, kendisini Allah Teala`nın gönderdiğini söylüyor" dedi. "Halk ne diyor?" diye sordum. "Halk mı? Halk O`na şair diyor, kahin diyor, sihirbaz diyor!" dedi. Esasen Üneys şairlerden biriydi. Tekrar sordum: "Pekala sen ne diyorsun?" "Ben kahinlerin sözünü işittim, bilirim. Onun ki kahin sözü değil. Onun söylediklerini şiir çeşitlerine tatbik ettim. Hiçbirine uygun gelmiyor. Vallahi O doğru sözlüdür, kahinler ise hep yalancıdırlar!" dedi. Bu açıklama üzerine ben ona: "Öyleyse benim işlerime de sen baş-göz ol, bir de ben gidip göreyim!" dedim. Ebu Zerr, gerisini şöyle anlatır: "Mekke`ye geldim. Birkaç gün rasulullahla görüşemedim sonra bir vesileyle peygambere ulaştım bana: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. "Gıfar`danım!" dedim. Bunun üzerine eliyle eğilerek parmaklarını alnına koydu, içimdem: "Galiba kendimi Gıfar`a nisbet etmemden hoşlanmadı" dedim. Elinden tutmak üzere ilerledim. Fakat arkadaşı bana mani oldu. Sonra başını kaldırıp sordu: "Buraya ne zaman geldin? "üç gündür burdayım!" dedim. "Sana kim yiyecek verdi?" dedi. "Zemzem suyundan başka bir yiyeceğim olmadı. Susayınca ondan içtim acıkınca ondan içtim açlık hissi de duymadım!" dedim. "Zemzem suyu mübarektir. O hakikaten besleyici bir gıdadır!" buyurdu. Sonra Rasûlullah bana dedi ki: "Ben hurmalıklı bir yere sevkedileceğim. Sen kavmine benden mesaj götür. Umarım, A S H  B-I K İ R  M 231 Allah onları hayırla menfaatlendirecek ve onlar sebebiyle de sana sevap verecek." Bundan sonra ben kardeşim Üneys`e geldim. Bana: "Ne yaptın?" diye sordu. Ben: "Müslüman oldum ve (Muhammed`in hak bir peygamber olduğunu) tasdik ettim" dedim. "Ben senin dinine karşı değilim. Ben de müslüman oldum ve tasdik ettim" dedi. Sonra kalkıp annemize geldik. (Durumu anlattık). O da bize: "Ben sizin dininize karşı değilim. Ben de müslüman oldum ve tasdik ettim!" dedi. Sonra kalkıp hayvanlarımıza binip kavmimiz Gıfar`a geldik. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’in mesajını getirdik, ilk anda yarısı müslüman oldu. Eyma İbnu Rahza el-Gıfari müslüman olanların imamlığını yürütüyordu, bu onların efendisi idi. Kavmimizin diğer yarısı "Rasûlullah Medine`ye gelince müslüman oluruz!" dediler. Derken Medine`ye geldi. O geri kalanlarda müslüman oldu. Bir müddet sonra Eşlem kabilesi de gelerek: "Ey Allah`ın Resulü! (Gıfarlılar) bizim kardeşlerimizdir. Onların müslüman oldukları şey üzere biz de müslüman oluyoruz!" dediler ve onlar da müslüman oldular. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem: "Gıfar`a Allah mağfiretini bol kılsın. Eşlem`i de Allah selamete kavuştursun!" diyerek bizlerden memnuniyetini ifade buyurdular.71 Ebu Zerr`in Buhari`de gelen bir diğer rivayetinde ise; şöyle denmiştir: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’in bi`set (peygamber olarak gönderildi) haberi Ebu Zerr radıyallâhu anh’a ulaşınca, kardeşi Üneys`e: "Devene bin! Mekke`ye git! Kendisine semadan haber geldiğini söyleyen 71 HADİS, MÜSLİM, KÜTÜB-İ SİTTE 232 MUHAMMED ALEYİSSELÂM şu adam hakkında bana bilgi edin, sözlerini dinle ve bana getir!" dedi. Kardeşi gidip, Mekke`ye vardı. Onun sözlerinden dinledi. Sonra Ebu Zerrin yanına döndü ve şu bilgiyi verdi: "Onu gördüm, insanlara güzel ahlakı emrediyordu, insanlara getirdiği kelam da şiir değil." Ebu Zerr kardeşinin anlattıklarını tatminkar bulmayarak, kardeşine: "Arzuladığım kadar merakımı gideremedim!" dedi. Azık hazırladı. İçerisine su olan dağarcığını yüklenip yola çıktı. Mekke`ye geldi. Beytullaha uğrayıp Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’i kolladı. Esasen O`nu tanımıyordu. Doğrudan sormayı da uygun görmedi. Böylece birkaç gece geçirdi. Tutup bir kuytuya yattı. Derken Hz. Ali radıyallâhu anh onu görüp, bir yabancı olduğunu anladı. Hazreti Ali Ebu Zerr`i beraberinde götürdü. Ebu Zerr onu geriden takip etti. Birbirlerine hiçbir şey söylemediler. Üçüncü güne ermişlerdi. O gün de aynı şekilde hareket ettiler. Hz. Ali onu beraberinde ikamet ettirdi. Ve: "Seni bu memlekete getiren sebebi bana söylemez misin?" diye sordu. Ebu Zerr: "Bana yardımcı olup yol göstereceğin hususunda ahd-u misakda bulunur kesin söz verir sen açıklarım!" dedi. Hz. Ali söz verdi, o da açıkladı. Hz. Ali dedi ki: "O haktır ve Allah`ın Resulüdür. Sabah olunca peşimi takip et. Ben, senin hakkında korktuğum bir şey görürsem, sanki su döküyorum gibi doğrulurum, değilse yürümeye devam ederim. Böylece girdiğim yere sen de girinceye kadar beni takip et!" Hz. Ali böyle yaptı. O da onu takip edip geldi. Hz. Ali, Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’in yanına girdi. O da onunla birlikte içeri daldı. Rasûlullah`ın sözünü dinledi ve anında müslüman oldu. Rasûlullah kendisine: "Hemen kavmine dön. Gördüklerini onlara haber ver. Emrim sana gelinceye A S H  B-I K İ R  M 233 kadar orada kal" ferman etti. Ebu Zerr de: "Nefsim elinde olan Zat`a yemin olsun, ben de haberi onlar arasında bağırarak söyleyeceğim!" dedi. Oradan çıkıp Mescid`e geldi. Yüksek sesle: "Eşhedu en-la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh!" dedi. Halk üzerine atılıp, onu iyice dövdüler, canını pek yaktılar. Derken Abbas radıyallâhu anh gelip üzerine kapanarak mani oldu. "Yazık size! Bunun Gıfarlı olduğunu, Şam`a giden tüccarlarınızın yolunun oradan geçtiğini bilmiyor musunuz?" diyerek onu ellerinden kurtardı. Ebu Zerr, ertesi günü aynı şeyi tekrarladı. Mekkeliler, üzerine atılıp tekrar dövdüler. Yine Abbas üzerine kapandı ve onu kurtardı. Ravi der ki: "Bu, Ebu Zerr el-Gıfari`nin müslüman oluşunun başlangıcı oldu."72 Yukarıda rivayetlerde belirtildiği gibi kabilesi onun vesilesiyle müslüman oldu. Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra meydana gelen Bedir, Uhud, Hendek ve diğer gazvelere katıldı. Tebük gazvesinde İslâm ordusu hazırlandığı zaman Ebû Zerr gecikmiş; devesinin bitkinliğine rağmen Rasûlullah'ın ardından yürüyerek Tebük seferine katılmıştı. Mekke fethi sırasında kendi kabilesinin sancaktarlığını yapmıştır. Ebû Zerr radıyallâhu anh tabiaten fakir, zâhid ve inzivâyı seven bir sahâbî idi. Dünyaya hiç değer vermezdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisine Mesîhu'l-İslâm lâkabını takmıştı. Nitekim Ebû Zerr radıyallâhu anh, Rasûlullah'ın irtihâlinden sonra bu lâkaba uygun olarak dünya ile alâkasını tamamen keserek inzivâya çekildi. Medine'nin bağı bahçesi onun için 72 KÜTÜB-İ SİTTE 234 MUHAMMED ALEYİSSELÂM bir harabeden başka birşey değildi. Hele Hz. Ebû Bekir radıyallâhu anh’da vefât edince Ebû Zerr radıyallâhu anh tamamen içine kapandı. Yüreğindeki acılara tahammül edemez hale geldi. Medine'den ayrılıp Şam'a yerleşti. Hz. Osman radıyallâhu anh devrinde fetih hareketleri oldukça genişlemiş ve bu yüzden fethedilen bölgelerin gelenekleri de İslâm'a etki etmeye başlamıştı. Bunun neticesi olarak emirler, sâdelikten ayrılarak dünyevî bir yaşantının içerisine girmişlerdi. Saraylar, köşkler, konaklar yapılmaya. Hizmetçiler tutularak işler onlara gördürülmeye başlanmıştı. Rasûlullah'ın, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devrinin sâdeliği unutulmuştu. Bu sâdeliği unutmayanlardan birisi de Ebû Zerr radıyallâhu anh idi. O, sâde yaşayışını sürdürmekte ısrâr ediyordu. Mal ve servet biriktirme hırsı yoktu. Debdebeli bir hayat tarzını seçenlere gereken ikazları yapıyor; bu durumun onlara kötülükten başka birşey vermeyeceğini, bir gün bunların hesabının sorulacağını söylüyordu. Ve sık sık delil olarak: 'Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda sarfetmeyenlere elim azabı müjdele...' meâlindeki âyeti okuyordu. Hz. Muâviye ve emirlerinin yaşantılarını sürekli eleştiriyordu. Bu yüzden Şam'da fesat çıkardığı iddiasıyla Ebû Zerr radıyallâhu anh, Hz. Osman radıyallâhu anh'a şikâyet edildi. Hz. Osman, Ebû Zerr'i Medine'ye çağırdı. Hz. Ebû Zerr Medine'ye geldikten sonra Hz. Osman'a, 'Benim dünya malına ve dünya metama ihtiyacım yoktur!' diye haber gönderdi. Hz. Ebû Zerr'in Medine'ye gelişi halk üzerinde büyük bir tesir ve hayret icra etti. Fakat Ebû Zerr, Medine'de fazla kalmayarak Mekke civarında bulunan Rebeze mevkiine giderek oraya yerleşti. A S H  B-I K İ R  M 235 Onun bu hareketini Hz. Osman da tasvib etti. Hz. Osman ona birkaç koyun ve bir deve verip bunlarla geçimini sağlamasını söyledi. Medine'de âsiler Hz. Osman aleyhine faâliyetlerde bulundukları zaman Ebû Zerr'i bu işe karıştırmak istedilerse de bir kenara çekilip âsilere bu fırsatı vermedi. Ebû Zerr, Rebeze'de çok sıkıntılı günler geçirdi. Evi harab olmuş, sırtında elbise kalmamıştı. Ailesi elbiseden bahsettikçe, o 'bana elbise değil, kefen lâzım' diyordu. Nihâyet hastalandı. Öleceğini anlayan eşi, kefeni dahi olmadığını söyleyerek ne yapacağını ve kendisini nasıl defnedeceğini hem düşünüyor ve hem de Ebû Zerr'e düşüncesini açıklıyordu. O ise yattığı hasta yatağından biraz doğrularak eşine, üzülmemesini, Mekke tarafından bir kâfile gelmedikçe ölmeyeceğini, zira bu kâfile ile gelen bir gencin kendisine kefen getireceğini anlatıp arada sırada hanımına 'Bak bakalım, ufukta toz bulutu görüyor musun' diyordu. Nihâyet H. 31 (M. 651-652) yılında bir gün ufukta bir kervan gözüktü. Kervan konakladıktan kısa bir süre sonra Hz. Ebû Zerr dâr-ı bekâ'ya göçtü. Ensâr'dan bir genç gelip onu kefenledi ve cenaze namazını kıldırarak Rebeze'ye defnetti. Uzun boylu, esmer, geniş omuzlu ve saçları beyazlaşmış haliyle Hz. Ebû Zerr bir âbide gibi idi. Vefâtında geriye harab bir ev ile üç koyun ve birkaç keçiden başka birşey bırakmadı. 236 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ebû Zerr radıyallâhu anh, ashâb tarafından 'ilim deryası' sıfatıyla vasıflandırılmıştı. Çünkü bilgi edinmek için Hz. Peygamber'e sık sık sorular sorardı. İman, ihsan, emir, nehy, iyilik ve kötülük hakkında ne varsa hepsini Rasûlullah'a sorarak öğrenmişti. Her hareket ve işinde Resûli Ekrem'e tâbi olduğunu gösterirdi. Gayet kanaatkâr olup basit ve sâde yaşardı. Âbid, zâhid idi. Hakkı söylemekten çekinmez ve korkmaz idi. Ebû Musa el-Eş'âri'yi ise yaşayışından dolayı çok severdi ve ona, 'Sen, benim kardeşimsin' derdi. Ebû Zerr radıyallâhu anh, yaratılıştan hak sever bir sahâbî idi. Ümmet arasında meydana gelen fitne ve fesatlara karışmaktan son derece sakınırdı. Hz. Osman'a muhâlif olmasına rağmen, etrafın sıkıştırmasına mukâbil bitaraf kalmıştır. Hz. Osman'a ve Hz. Muâviye'ye muhâlif olarak tanınırdı. Fakat bütün bu muhâlefetlerine rağmen onlara karşı gelmedi. Kendisine arzu etmediği birşey teklif edildiği zaman, zâhidlere mahsus bir edâ ile ve güler yüzle, hoş sohbetliğini de ileri sürerek reddederdi. Ebû Zerr, pek az sayıda fetvâ vermiştir. Zira bu hususta çok titiz davranırdı. Hz. Ebû Zerr'in oğlu, sağlığında vefât etmişti. Geriye yalnız eşi ve bir kızı kalmıştı.73 Allah cümlemizi şefeatı uzmalarına erdirsin. Amin 73 İBN-İ SAD TABÂKAT A S H  B-I K İ R  M 237 HAZRET-İ EBÛ KATÂDE Hazrec kabîlesindendir İsmi Nu’mân yada Hârisdir. Ebû Katâde onun künyesidir. Ashâb arasında Rasûlullahın süvârisi namıylada bilinirdi. Ebû Katâde ikinci Akabe bî’atından sonra Müslüman oldu. 602 yıllarında Medîne’de doğmuştur. Babası Rebi’ bin Beldeme, annesi Kebşe binti Mazhâr’dır. Ebû Katâde Sülâfe binti Berrâ bin Ma’rur ile evli idi. Sülâfe de kadın Sahâbîlerden idi. Ebû Katâde’nin bu zevcesinden Abdullah, Ma’bed, Abdurrahman ve Sabit adlarında dört oğlu oldu. Hz. Ebû Katâde, iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çok ehemmiyet verir, Resûl-i ekremin sünnet-i seniyyesine son derece riâyet ederdi. Onun gönlü Resûl-i ekremin sevgisiyle dolup taşardı. Hattâ Rasûlullahın yüksek duâlarına da kavuşmuşlardı. Rasûlullahla beraber bütün savaşlara katılmıştır. Peygamber efendimizin develerini Medîne’de otlağa götürme vazîfesini, bir çobanla birlikte Peygamberimizin hizmetçisi Rebâh üzerine almıştı. Gâbe dağının yokuşuna vardıkları zaman, Gatafan ve Fezârîlerden kırk atlı baskın yaparak, Ebû Zer’in oğlunu şehîd ettiler ve develeri götürdüler. 238 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Sabahleyin durumu öğrenen Seleme bin Ekvâ, hemen Rebâh’ı Medîne’ye haber vermek için gönderdi. Kendisi de tek başına eşkıyânın ardına düştü Nihâyet onlara yetişti. Onlardan birçoğunu öldürdü. Vuruşmaya başladılar. Durumu haber alan İslâm süvârileri, Peygamber efendimizin yanında toplandılar. Bu sırada, Ebû Katâde başını yıkamakla meşguldü. O anda atı kişnemeye ve ayaklarını yere vurmaya başladı. Ebû Katâde başını yıkamayı bırakarak dedi ki: “Vallahi bu at, süvâri kokusu almıştır. Bu sefere işârettir.” Hemen atına binerek Rasûlullahın yanına gitti. Rasûlullah efendimiz onu görür görmez hadisenin önemini belirterek: “Yâ Ebu Katâde! Hemen hareket et! Allah yardımcın olsun!” Buyurdu. Ebû Katâde, diğer süvârileri de topladı hemen hareket ederek müşriklere yetiştiler ve onlara hücûm ettiler. Ancak Abdurrahman El-Fezârî, Muhriz bin Nadre’yi şehîd etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Katâde dahada celallenerek bu azılı düşmanı ve reisleri olan Mes’ade’yi öldürdü. Bu adamı kendisinin öldürdüğünü belli etmek için de kaftanını çıkarıp, üzerine örttü. Ebû Katâde buyuruyor ki: “Sonra ilerledim. Mes’ade’nin yeğeninin üzerine yürüdüm. Kendisi müşrik süvâri müfrezesinin içinde belli A S H  B-I K İ R  M 239 oluyordu. Onu mızrakladım. Yanında bulunan süvâriler bozulup dağıldılar.” İslam birliğini takip eden Peygamberimizle birlikteki Sahâbîler, Ebû Katâde’nin, öldürdüğü Mes’ade’nin üzerine örttüğü kaftanını görünce tanıdılar ve dediler ki: “Ebû Katâde öldürülmüş. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci’ûn.” Peygamberimiz ise: Hayır, Ebû Katâde öldürülmemiştir. Bu ölen kimse, Ebû Katâde’nin öldürdüğü bir müşriktir. Ebû Katâde, onu, kendisinin öldürdüğü bilinsin diye kendi kaftanını onun üzerine örtmüştür. Allah-u Teâlâ, Ebû Katâde’yi rahmetiyle esirgesin. Beni Peygamberlikle şereflendiren Allaha yemîn ederim ki, Ebû Katâde şiir okuyarak müşriklerin ardına düşmüştür. Buyurdu. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer koşarak ölü üzerindeki örtüyü açtılar. Ölünün müşriklerden olduğunu gördüler. Ebû Katâde’nin müşriklerin reislerini öldürmesi netîcesinde, İslâm mücâhitleri müşrikleri bozguna uğrattılar. Develeri kurtardılar. Ebû Katâde Peygamberimizin yanına geldiğinde, Rasûlullah efendimiz onun müşriklerle mücadelesi neticesinde başının ve yüzünün sıyrıklarla darbe aldığını görünce Ebû Katâde’ye bakarak şöyle duâ etti: Ey Allah’ım! Onun saçına ve derisine bereket ver. Onu zinde yaşat ve murâdına erdir. 240 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Daha sonra, “Mes’ade’yi sen mi öldürdün?” diye sordu. Ebû Katâde, “Evet, yâ Resûlallah!” dedi. Peygamber efendimiz onun yüzündeki yara için buyurdu ki: - Yanıma yaklaş! Ebû Katâde Rasûlullahın yanına yaklaştı. Peygamberimiz onun yarasına mübârek ağzının suyundan sürdü. Ebû Katâde’nin hiçbir ağrısı ve sızısı kalmadı. Mücâhidler Medîne’ye dönerlerken, Peygamberimiz, Ebû Katâde’yi ve Seleme bin Ekvâ’yı şöyle takdir ve taltif etti: “Bugün süvârilerin en hayırlısı Ebû Katâde, piyâdelerin en hayırlısı da Selemedir.” Ebû Katâde birçok seriyyelere iştirâk etti. Bunların bir kısmında kumandan mevkiinde, bir kısmında süvâri olarak bulunmuştur. Hicretin sekizinci senesinde 15 kişilik bir keşif kuvvetinin başında Hadre tarafına gönderildi. Hadre havâlisinde Gatafan kabîlesi bulunuyordu. Bunlar zaman zaman Müslümanların bulunduğu yerlere baskınlar düzenler, yağma ederler ve Müslümanları rahatsız ederlerdi. Rasûlullah efendimiz, Ebû Katâde’yi gönderirken şu tavsiyede bulundu: Geceleri yürüyüp, gündüzleri gizleniniz! Dağınık düzenle, dört taraftan kuşatarak, Gatafanlara birden baskın yapınız! Kadınları ve çocukları öldürmeyiniz! A S H  B-I K İ R  M 241 Ebû Katâde, Rasûlullahın emirlerine harfiyen uydu. Çok tedbirli hareket etti. Hadre’ye vardığında, mücâhidleri ikişer ikişer gruplara ayırdı. Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmelerini ve yasaklarından kaçınmalarını tavsiye etti ve devamla şunları söyledi: - Ölmedikçe kimse arkadaşından ayrılmayacak! Dönünce arkadaşı hakkında bana bilgi verecek! Arkadaşından sorulduğunda, “Onun hakkında bilgim yok” demeyecek! Ben tekbîr getirdiğim zaman, siz de tekbîr getireceksiniz! Kaçan düşmanı kovalamak için birlikten ayrılmayacaksınız! Ebû Katâde bunları söyledikten sonra tekbîr getirerek Gatafanlılar üzerine hücûm ederek, onları muhâsara etti. Gatafanlıları çok sıkı bir şekilde baskı altına aldı. Sonunda Gatafanlılar mallarını bırakarak kaçtılar. Ebû Katâde elde ettiği ganîmetlerle geri döndü. Ganîmetlerin beşte biri Rasûlullaha arzedildikten sonra, geri kalanı mücâhitler arasında dağıtıldı. Hz. Ebû Katâde bu hâdiselerin peşinden Mekke fethine ve Huneyn seferine de katıldı. Ebû Katâde Tebük gazvesinde de bulundu. Bu seferde Resûl-i ekrem efendimizin yanı başında yürüyordu. Seferlerde rasulullahı muhafaza ile de meşgul oluyordu. Rasûlullah efendimiz Ebû Katâde’ye şöyle duâ buyurmuşlardı: “Yâ Ebâ Katâde! Sen Allahın Resûlünü 242 MUHAMMED ALEYİSSELÂM muhafaza ile meşgul oldun, Allah-u Teâlâ da seni muhâfaza etsin! “ Bir gün mescide bir cenâze getirildi. Peygamber efendimizden namazını kıldırması istendi. Fakat Rasûlullah efendimiz, onun borcu olup olmadığını sordu. İki altın borcu olduğu söylenince, Peygamber efendimiz tekrar, borcu için karşılık bırakıp bırakmadığını sordu. Yakınları bir şey bırakmadığını bildirdiler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki; “Onu götürünüz, namazını siz kılınız! Orada bulunanlardan Ebû Katâde dedi ki: “Yâ Resûlallah! Onun borcunu ödemeyi ben üzerime alıyorum.” Rasûlullah efendimiz: Bu iki altın borcu ödemeyi üzerine aldın mı? meyyit borçtan kurtuldu mu? Diye sordu. Ebû Katâde, “Evet” deyince, Rasûlullah efendimiz cenâze namazını kıldırdı. Uhud gazâsında Ebû Katâde’nin bir gözü düşmandan aldığı darbe sonucu çıkıp yanağı üzerine sarkmıştı. Onu yaralı halde Rasûlullaha getirdiler. Allah rasulü onu bu halde görünce çok duygulandı ve Mübârek eli ile gözünü yerine koyup buyurdu ki: “Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!” Bunun üzerine Allahın izniyle gözü, diğer gözünden daha güzel oldu ve daha kuvvetli görmeye başladı. A S H  B-I K İ R  M 243 Ebû Katâde’nin torunlarından biri, halîfe Ömer bin Abdülazîz’in yanına gelmişti. Halife Ona, “Sen kimsin” diye sordu. Ebû Katâde’nin torunuda bir beyitle Rasûlullahın mübârek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halîfe bu beyiti işitince duygulandı, kendisine ziyâdesiyle ikrâmda ve ihsânda bulundu. Ebû Katâde hazretleri, Vedâ Haccına Resûl-i ekremle birlikte gitti. Medîne’ye dönünce Resûl-i ekrem âhirete teşrif buyurdular. Resûl-i ekremden sonra Hulefâ-i Râşidîn devirlerini de gördü. Hz. Ömer zamanında İran seferlerine katılarak, Fars bölgesi hâkimini öldürmüş ve onun üzerindeki zırh kendisine ganîmet olarak verilmiştir. Hz. Ali’nin devrinde bir ara Mekke vâliliği yapmış, sonra yerine Kusem İbni Abbâs tayin edilmiştir. Bundan sonra Hz. Ali’nin yanında kaldı, 658 senesinde Hâricîlerle yapılan Nehrevan muharebesine katılarak, Hz. Ali’nin piyâde kuvvetleri kumandanlığını yapmıştır. Ebû Katâde yüzyetmiş civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. 674 senesinde de Kûfe’de vefât etmiştir. Allah şefaatlarına bizleri nail eylesin. Amin bihürmeti tâha ve yâsin. 244 MUHAMMED ALEYİSSELÂM HAZRET-İ MUAZ B. CEBEL Mu'âz Bin Cebel onsekiz yaşında müslüman olmuştur. Medinelidir ve Ensârın ileri gelenlerindendir. Adı Muaz b. Cebel b. Amr b. Evs el-Ensâri el-Hazrecî'dir. Künyesi, "Ebu Abdurrahman"dır. Peygamber efendimiz'le birlikte gazvelere katılmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu Muhâcirînden Abdullah b. Mes'ud ile kardeş yapmıştır. Eserler de kendisinden uzun boylu, beyaz tenli, güzel dişli, iri gözlü, kıvırcık saçlı" diye bahsedilir. Hz. Peygamber kendisini çok severdi ve zaman zaman: "Ey Muaz seni Allah için seviyorum" demek suretiyle bu sevgisini izhar ederdi. Ashâb arasında yüzünün güzelliğinin yanında, yumuşak huyluluğu, edebi, hayâsı ve cömertliği ile de meşhurdu. Hz. Muâz, aynı zamanda sahabenin fakihlerindendi. Rasülullah'ın sağlığında fetva vermeye başlamıştı. Hz. Peygamber onun hakkında: 'Ümmetim içerisinde helâl ve haramı en iyi bilenlerden biri Muâz b. Cebel'dir' buyurmuştur. Peygamber efendimiz onu, Hicretin dokuzuncu yılında Yemen'e göndermiştir. Mu'âz bin Cebel, Yemen'de valilik yapmak, halka İslâmiyeti anlatmak, Kur’ân-ı Kerîmi öğretmek ve Yemen ülkesinde toplanan zekât mallarını vazîfelilerden teslim almak ve onların arasındaki ihtilafları çözüp hükme bağlamak üzere Yemen'e gitmek için hazırlandı. Yola çıkmadan önce Peygamberimiz ona şöyle buyurdu: A S H  B-I K İ R  M 245 - Sen Ehl-i Kitaptan bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına varınca, onları islama davet et. Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allahü teâlânın beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları takdirde, Allahü teâlânın, zenginlerin fakirlere zekât vermesini emrettiğini bildir. Bunu da kabul ederlerse, zekât alırken sakın mallarının sadece en iyilerini seçme! Mazlumun âhını almaktan çekin. Çünkü Allahü teâlâ mazlumun duasını hemen kabul eder. Hz. Mu'âz buyuruyor ki: Rasûlullah efendimiz bana, onlardan, her 30 sığırda, bir yaşında erkek veya dişi bir dana; her 40 sığırda iki yaşında bir dana... Her bulûğ çağındaki gayrı müslimden de, bir dinar veya onun dengi Yemen kumaşı, yağmur suyu ile sulanan her mahsûlden öşür (onda bir) ve ücretle sulanan şeylerden de yarım öşür (yirmide bir) alınmasını emretti. Bundan sonra Rasûlullah’a dedim ki: Yâ Resûlallah! Bana nasîhatta bulunur musunuz? - Yâ Mu'âz! Her ne hâlde ve her nerede olursan ol, Allahtan kork! - Yâ Resûlallah! Bana nasîhatınızı artırır mısınız? 246 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Günâhın arkasından hemen iyilikte bulun ki, günâhı yok etsin! - Yâ Resûlallah! Bana nasîhatınızı biraz daha artırır mısınız? - İnsanlara güzel ahlâkla muâmele et! Yâ Mu'âz! Sen kitap ehli bir kavmin yanına gidiyorsun. Onlar senden, Cennetin anahtarının ne olduğunu soracaklardır. Onlara, Cennetin anahtarı Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, de! Mu'âz bin Cebel tekrar sordu: - Yâ Resûlallah! Bana, kitapta bulunmayan ve senden de işitmediğim bir şey sorulur ve halledilmesi için bana getirilirse ne yapmamı buyurursunuz? - Allah için tevâzu göster, Allahü teâlâ seni yükseltir. Sakın iyi bilmedikçe hüküm verme! Sana müşkil, karmaşık gelen işi ehline sor, danışmaktan utanma! En son ictihâd et! Muhakkak ki, Allahü teâlâ doğruluğuna göre seni muvaffak kılar. İşler sana karmakarışık gelirse, gerçek, sence belli oluncaya kadar bekle veya bana yaz! O husûsta keyfine göre hareket etmekten sakın! Yumuşak davranmanı sana tavsiye ederim. Rasûlullah efendimiz vedâlaşırken buyurdu ki: Yâ Mu'âz, sen belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin. Belki dönüşünde burada benim mescidime ve kabrime ziyâret için gelirsin. A S H  B-I K İ R  M 247 Bunu işiten Mu'âz bin Cebel hüzünle gözyaşı dökmeye başlayınca, Peygamberimiz buyurdu ki: - Ağlama yâ Mu'âz! Feryâd ederek ağlamak şeytandandır. Ben seni yürekleri yufka olan bir kavme gönderiyorum. Onlar hak üzerinde iki kere savaşacaklar. Onlardan sana itâat edenler, sana âsi olanlarla çarpışacaklar; hattâ kadın, kocasına; oğlu babasına; kardeş kardeşine öfkelenecek, sonra da İslâmiyete tekrar döneceklerdir. Rasûlullah efendimiz Mu'âz ile bir mil kadar yürüdü ve son olarak şu nasîhati yaptı: - Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz! Birleşiniz, fırkalara ayrılmayınız! Bana yakın olanlar, tam bağlı olanlar, nerede olursa olsunlar, takvâ sâhipleri ve Allahü teâlâya hakkıyla kulluk edenlerdir. Rasûlullah efendimiz ile Mu'âz bin cebel arasında şu konuşma geçti: - Sana bir da'vâ getirilince, insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin? - Allahın kitabıyla hüküm veririm. - Ya O'nda açıkça bulamazsan? - Rasûlullahın sünneti ile hüküm veririm. - Ya onda da açıkça bulamazsan? - Kendi reyimle ictihâd ederim. 248 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Peygamber efendimiz, Mu'âz bin Cebel'in bu cevabından dolayı çok memnun kalarak mübârek elini O'nun göğsüne koyup buyurdu ki: - Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün elçisini, Rasûlullahın rızâsına uygun eyledi. Sonra da Mu'âz bin Cebel'e şöyle duâ etti: - Cenâb-ı Hak seni her taraftan gelecek musîbetlerden muhafaza buyursun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın. Senin sebebinle Allahü teâlânın bir kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için dünyadan hayırlıdır. Mu'âz bin Cebel, Yemen'de uzun müddet kaldı. Yemen halkı onun davetine uyarak İslâmiyeti kabûl ettiler. Hz. Mu'âz'ın işini kolaylaştırdılar. Yemen'de kaldığı müddetçe halka va'z ve nasîhatlar da bulunurdu. Mu'âz bin Cebel yemende iken Peygamberimizin vefâtını haber aldı çok müteessir oldu günlerce ağladı göz yaşı döktü. Daha sonra Yemen'deki hizmetini tamamlayıp, Medîne'ye döndü. Hz. Ebû Bekir'in halîfeliği sırasında Medîne'de Hz. Ebû Bekir'in seçtiği danışma heyetinde yer aldı. Hazreti ömer döneminde Şam taraflarına da giderek hem oralarda yapılan savaşlara katıldı, hem de insanlara din bilgilerini ve Kur’ân-ı Kerîmi öğretti. A S H  B-I K İ R  M 249 Mu'âz bin Cebel'in fazîleti, üstünlüğü çoktur. Rasûlullah efendimiz birçok hadîs-i şerîflerinde onu medhetmiş, övmüştür. Abdullah bin Mes'ud buyurdu ki: - Mu'âz bin Cebel, Allaha ve Resûlüne itâat eden, doğru yolda bulunan bir cemâ'at gibiydi. Biz Onu İbrâhim aleyhisselâma benzetirdik. Çünkü O, insanlara hayrı, iyiliği öğretir. Allaha ve Resûlüne de itâat ederdi. Hz. Mu'âz şöyle anlatıyor: Bir gün Resûl-i ekrem efendimiz bir hayvana binmişti. Ben de arkasında bulunuyordum. Bana buyurdu ki: - Ey Mu'âz! - Emredin, yâ Resûlallah! Rasûlullah efendimiz üç kere ismimi söyledikten sonra buyurdu ki: - Cenâb-ı Hakkın kulları üzerinde olan hakkı nedir, biliyor musunuz? - Allah ve Resûlü daha iyi bilir dedim. - Cenâb-ı Hakkın kulları üzerindeki hakkı, onların Allaha kulluk etmeleri ve başka hiç bir varlığı O'na ortak koşmamalarıdır. Kullar bu vazîfelerini yerine getirirlerse, Allahü teâlânın onlara va'dettiği nedir, bilir misin? 250 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Allah ve Resûlü daha iyi bilir. - Bu takdirde kulların Allahü teâlânın üzerindeki hakkı, Onlara va'dettiği ni'meti vermesi ve azâb etmemesidir. Mu'âz bin Cebel der ki: Rasûlullah efendimiz bana buyurdu ki: - Ey Mu'âz! Sana Allahtan korkmayı, O'na sığınmayı, doğru konuşmayı, verdiğin sözde durmayı, herkese selâm vermeyi, güzel amel ve işlerde bulunmayı, yetime merhamet etmeyi, tatlı sözlü olmayı, Kur’ân-ı Kerîmi okumayı, âhireti sevmeyi, âhiret hesâbının korkusunu taşımayı ve herkese şefkat kanatlarını germeyi tavsiye ederim. Hikmet sahiplerine kötü söz söylemekten, doğruyu yalanlamaktan, günâhkâra itâatten, âdil hükümdara isyândan ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan da seni nehyederim.. Allahü teâlâyı çok zikretmeyi ve her günâhın peşinden tevbe etmeyi tavsiye ederim. Gizli günâh işlediğin zaman gizli, âşikâr günâh işlediğin zaman âşikâr tevbe edersin buyurdu. Yine Mu'âz bin Cebel buyurduğunu rivayet eder: Resûl-i Ekremin şöyle Kıyâmet günü Arşın etrafında, birtakım insanlar için kürsüler kurulacaktır. Bunlar yüzleri ayın ondördü gibi A S H  B-I K İ R  M 251 parlayan Allahın gerçek dostlarıdır. İnsanlar feryâd ederken onlar korkmazlar. Peygamberimize bunların kim olduğu sorulunca buyurdu ki: “Onlar, Allah için birbirlerini seven kimselerdir.” buyurdu. Peygamber efendimiz bir gün Hz. Mu'âz'a : - Yâ Mu'âz! Ben seni severim. Bunun için her namazdan sonra şu duâyı terketme! Allahümme e'ınnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsn-i ibâdetik. Recâ bin Hayve şöyle bildiriyor: Bir zamanlar Mu'âz bin Cebel'in bir sohbetinde bulunmuştum. İlim hakkında şöyle buyurdu: "- Size benim vasiyetim olsun! İlmi, ancak Allah rızâsı için öğrenin! Zîrâ Allah rızâsı için öğrenilen ilim, takvâyı, Allahtan korkmayı hâsıl eder. Bu niyetle ilim aramak ibâdettir. Bu ilmi müzâkere etmek tesbihtir; ilimden konuşmak, Allah yolunda cihâddır. Bilmeyene ilim öğretmek sadakadır. Zîrâ ilim, helâl ile harâmın terâzisi, gurbette insanın arkadaşıdır. Bir insan, bir yerde yalnız kaldığı zaman, ilim ona sıkıntıyı gideren bir arkadaş olur. Sıkıntı ve genişlik zamanlarında ilim, sahibine delildir. İlim, düşmanlara karşı çok iyi bir silâhtır. Dostlarının yanında insanın süsüdür. Cenâb-ı Hak bir kavmi, ilim ile yükseltir. İnsanı ilimle 252 MUHAMMED ALEYİSSELÂM başkalarına rehber yapar ve ona itâat ederler. Melekler dahî ilim sahiplerinin dostluklarını arzular ve kanatlarını onların üzerine gererler. Canlı ve cansız her ne varsa, hattâ denizlerdeki balıklar ve diğer hayvanlar, havada uçan kuşlar, karadaki bütün hayvanlar, âlimlere istigfâr ederler. İlim, insanın kalb gözünü açar. Gözleri karanlıktan aydınlığa kavuşturan bir nûrdur. Birisi Mu'âz bin Cebel'e, "bana öğüt ver" deyince, buyurdu ki: “Merhametli ol ki, ben de senin Cennete girmene kefil olayım.” Bir defasında Mu'âz bin Cebel'i ağlarken gördüler ve sebebini sordular. Buyurdu ki: “İnsanlar iki gruptur: Biri Cennetlik, diğeri Cehennemlik. "Acaba ben hangisinden olacağım" diye ağlıyorum buyurdu.” Allah bizleri şefaatına nail eylesin. Amin. HAZRET-İ ABDULLAH B. ÜMMİ MEKTUM Abdullah bin Ümm-i Mektûm, İki Gözü Görmeyen bir sahabidir. Peygamberimizin tebliğe başladığı ilk zamanlarda Müslüman oldu. Kendisi âmâ olup, sesi çok gür idi. Peygamberimizin müezzinlerindendir. Âmâ olmasına rağmen namazlarını Mescid-i Nebevi’de kılardı. Mescide gelirken Hazret-i Ömer ona yardım ederdi. A S H  B-I Abdullah bin Ümm-i Kur’an-ı Kerimi ezberden kıraatını diğer sahabelere buyurduklarını unutmamak hadis-i şerifler rivayet ederdi. K İ R  M 253 Mektûm hazretleri hafız idi. okurdu. Kur’an-ı Kerim’in de öğretirdi. Rasûlullah’ın için, sohbetlerinde devamlı Müşriklerle cihad başlayınca, harplere katılır, gür sesiyle düşmanın moralini bozardı. Peygamber efendimiz gazveye çıkınca onu bazen Medine-i Münevverede vali olarak bırakırdı. Peygamberimizin zamanında, on üç defa Medine’de kalıp, valilik ve imamlık yapmıştır. Rasûlullah efendimiz bu zât-ı muhtereme çok iltifat ederdi. Bir gün Mekkede Peygamberimiz Aleyhisselam Kureyş müşriklerinin ulularından, Velid b. Mugîre’yi İslamiyet’e davet ettiği ve onun Müslüman olmasını umduğu bir sırada, âmâ İbn Ümmi Mektum geldi ve: “Ya Resûlallah! Beni irşad et! Allah’ın sana öğrettiği şeylerden, bana da öğret!” dedi, kendisine Kur’an okumasını Peygamberimiz aleyhisselâm’dan isteyip durmaya başladı. Abdullah bin Ümm-i Mektûm ’un böyle araya girip Peygamberimizin sözünü kesmesi, Peygamberimizi aleyhisselâm rahatsız etti. Kendisini meşgul ettiği Velid Bin Mugîre’nin Müslüman olması hakkındaki ümidini boşa giderdiği için peygamberimiz ondan yüzünü çevirip ötekilere tebliğ için yönelmeye devam etti. Bu sırada Kur’an-ı kerimin sekseninci 254 MUHAMMED ALEYİSSELÂM suresi olan Abese suresinin ilk on ayet-i kerimesi nazil oldu ve peygamberimiz uyarıldı. Bu İlâhi uyarılar üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselâm çok müteessir oldu. Hemen Abdullah bin Ümm-i Mektûm’un gönlünü aldı. Mekke ve Medine’de Abdullah bin Ümmi Mektum Res’ulullah’la karşılaşırsa peygamberimiz ona “Merhaba, Rabbimin bana kendisi yüzünden itab buyurduğu kişi!” diye iltifatta bulunur, ona ikram eder, “Bir hâcetin var mı?” “Bir şey ister misin?” diye sorar iltifat edip, yanına oturturdu. Peygamberimiz Aleyhisselam Abdullah bin Ümm-i Mektûm hazretlerini bazen Hane-i saadetine alıp, onunla sohbet ederdi. Bir defasında, yine Peygamber efendimizi ziyaret için evine gelmişti. Rasûlullah’ın huzuruna girmek için müsaade istedi. O sırada, Peygamberimizin hanımları da huzurundaydı. Rasûlullah efendimiz, onun eve girmesine müsaade ettikten sonra, hanımlarına, çekilmelerini emir buyurdular, hanımları ise; Abdullah bin Ümm-i Mektûm’un gözlerinin görmediğini bildirdiler. Bunun üzerine Rasûlullah efendimiz buyurdu ki: “O görmüyorsa, siz de görmüyor değilsiniz! “ Abdullah İbni Ümm-i Mektûm, Veda Haccına katıldı. Peygamberimiz Veda Hutbesini okurken, O da gür sesiyle hutbeyi tekrarladı. Hazret-i Ebû Bekir’in hilâfetinde müezzinlik, Hazret-i Ömer devrinde de İslâm ordusunda vazife aldı. A S H  B-I K İ R  M 255 636 senesinde yapılan Kadisiye savaşında, elinde sancak olduğu hâlde, bir tepeye çıktı. Gür sesiyle düşmanın moralini bozdu. İbni Ümm-i Mektûm’un bu muharebede şehit olduğu rivayet edilir. Allah şefaatlarını cümlemizi nail eylesin. Amin HAZRET-İ ABDULLAH B. SELÂM Abdullah bin Selâm'ın faziletine Kur'ân-ı Kerim’in şu âyet-i kerîmesi şehâdet etmektedirler. َﻗُﻞْ اَرَاَﯾْﺘُﻢْ اِنْ ﻛَﺎنَ ﻣِﻦْ ﻋِﻨْﺪِ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻛَﻔَﺮْﺗُﻢْ ﺑِﮫِ وَﺷَﮭِﺪَ ﺷَﺎھِﺪٌ ﻣِﻦْ ﺑَﻨِﻰ اِﺳْﺮَاﺋِﻞَ ﻋَﻠَﻰ ﻣِﺜْﻠِﮫِ ﻓَﺎَﻣَﻦ َوَاﺳْﺘَﻜْﺒَﺮْﺗُﻢْ اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﻟَﺎﯾَﮭْﺪِى اﻟْﻘَﻮْمَ اﻟﻈﱠﺎﻟِﻤِﯿﻦ “De ki: Hiç düşündünüz mü; şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız)? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”74 Tefsir âlimlerine göre, âyetteki İsrail oğullarından bir şâhid olarak bahsedilen kimse Abdullah bin Selâm'dır. Çünkü O kendi milletine: 74 AHKÂF SÛRESİ, ÂYET 10 256 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Hz. Musa’ya inen Tevrat'ı Allah kelâmı olarak kabul edip de Hz. Muhammed'i ve O'na inen Kur'ân-ı Kerimi inkâr etmek zulümdür, diyerek Müslüman olmuştur. Abdullah bin Selâm hazretleri yahudi âlimlerinden idi. Benî Kaynuka kabîlesindendir. Müslüman olması diğer sahabeler gibi oldukça ibretlidir. Abdullah bin Selâm hazretleri şöyle anlatır: Müslüman oluşunu "Babam Yahudilerin ileri gelen âlimlerinden idi. Bana Tevrat'ı okutur, dindar yetişmem için elinden geleni yapardı. Bir gün ahir zaman Peygamberinin alâmetlerini ve yapacağı işleri anlatarak dedi ki: - Eğer âhir zaman Peygamberi, Hârûn aleyhisselâmın neslinden kendi kavmimizden gelirse inanırım, başka kavimden gelirse inanmam! Sen de böyle yap ! Rasûlullah efendimiz Medine’ye hicret etmeden önce babam vefat etti. Rasûlullah efendimiz Mekke'de Peygamberliğini ilan ettikten sonra, sıfatlarını ve yaptığı işleri inceledim babamın anlattıklarına uyuyordu. Fakat, kavmimizin ileri gelenleri, sırf Arab kavminden geldi diye Rasûlullah’a karşı çıkıyorlardı. Tevrat'ta bildirilen alâmetler onda mevcut idi. A S H  B-I K İ R  M 257 Bir gün Yahudilerin hurma bahçelerine gittim. Kendi aralarında, "Arabların adamı geldi!" diye konuşuyorlardı. Bu sözü duyunca beni bir titreme tuttu. Elimde olmadan "Allahü Ekber" diye bağırdım. Benim tekbîr getirdiğimi gören halam Hâlide binti Hâris bana kızıp dedi ki: - Allah seni umduğuna kavuşturmasın, elini boşa çıkarsın? Vallahi sen Mûsâ bin İmrân'ın geleceğini işitmiş olsaydın bundan fazla sevinmezdin. Ben de ona şöyle karşılık verdim: “ Ey hala! Vallahi O, Hz. Musa gibi Peygamberdir. Musa Aleyhisselâmın tevhîd dinîndendir. Buna niçin karşı çıkıyorsunuz? - Ey kardeşimin oğlu! Yoksa o Kıyamete yakın gönderileceği bize bildirilen Peygamber midir? “ Evet.” - Öyleyse sevinmekte haklısın. Dedi. Daha fazla dayanamayıp, Rasûlullah’ı görmek için bulunduğu yere gittim. İlk gördüğümde, "Bu güzel yüzün sahibi yalan söyleyemez!" dedim. Rasûlullah insanlar arasına oturmuş, onlara nasihat ediyordu. Ondan ilk işittiğim söz: - Selâmı aranızda yayınız, fakirleri doyurunuz, sıla-i rahim yapınız, İnsanlar uykuda iken namaz kılınız! Böylece Cennete selâmetle girersiniz. Sonra bana dönüp sordu: - Sen Medine âlimi İbni Selâm değil misin? 258 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Evet dedim. - Ey Abdulah, Allah için söyle! Tevrat'ta benim vasıflarımı okuyup öğrenmedin mi? - Evet, öğrendim. Ya Resûlallah Cenâb-ı Hakkın sıfatlarını söyler misin? Rasûlullah efendimiz bana İhlâs suresini okudu. O’nun söylediklerini işitince: “Şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Sen O'nun kulu ve resulüsün, diyerek iman ettim.” Abdullah bin Selâm Müslüman olduktan sonrasını şöyle anlatıyor: Müslüman olduktan sonra Rasûlullah’a dedim ki: - Ya Resûlallah! Yahudiler, yalancı, inatçı, zalim ve iftiradan çekinmeyen bir topluluktur. Benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse olmadık iftira ederler, bunu açıklamadan önce onlara beni lütfen sorunuz! Bunun üzerine ben bir perdenin arkasına saklandım. Rasûlullah bir grup Yahudiyi çağırdı ve onlara sordu: - Aranızdaki Abdullah bin Selâm nasıl bir kimsedir? - Çok büyük bir âlimimizdir. Onun gibi hayırlı birisi az bulunur. O doğru sözlüdür. Dediler. A S H  B-I K İ R  M 259 - Eğer o Müslüman oldu desem siz ne dersiniz? - Allah onu böyle bir şey den korusun! Sonra saklandığım yerden çıkıp dedim ki: - Ey Yahudi topluluğu, Allahtan korkunuz! Size geleni kabul ediniz! Allaha yemin ederim ki, siz Rasûlullah’ın hak Peygamber olduğunu biliyorsunuz. Çünkü alâmetleri Tevrat'ta açık olarak yazılıdır. Başka kavimden geldiği için inadınızdan iman etmiyorsunuz. Ben şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allahın kulu ve Resulü’dür. Bunun üzerine Yahudiler: - Bizim en kötümüz budur. Aramızda bundan daha kötü biri yoktur, deyip bana olmadık iftiralar etmeye başladılar. Peygamber efendimiz Yahudilere dönüp buyurdu ki: Birinci şehâdetiniz bize kâfidir, ikincisi ise lüzumsuzdur. Hz. Abdullah hemen evine döndü. Ailesini ve akrabalarını İslâmiyet’e davet etti. Halası da dâhil hepsi Müslüman oldular. O'nun iman etmesi Yahudileri çok kızdırdı. Bunun için kendisini sıkıştırmaya başladılar. Hatta Yahudi âlimlerinden bazıları: 260 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Araplardan peygamber çıkmaz. Senin adamın hükümdardır, diyerek, Abdullah bin Selâm'ı İslâmiyet’ten vazgeçirmeye kalkıştılarsa da muvaffak olmadılar. Kendisi ile birlikte Sa'lebe bin Sa'ye, Üseyd bin Sa'ye, Es’ed bin Ubeyd ve bazı Yahudiler samimî olarak Müslüman oldular. Fakat bazı Yahudiler dediler ki: - İslâmiyet’e yalnız bizim kötülerimiz inandı. Eğer, onlar hayırlılarımızdan olsalardı, atalarının dinîni bırakmazlardı. Bunun üzerine inen âyet-i kerîmede şöyle buyuruldu: َﻟَﯿْﺴُﻮا ﺳَﻮَاءً ﻣِﻦْ اَھْﻞِ اﻟْﻜِﺘَﺎبِ اُﻣﱠﺔٌ ﻗَﺎﺋِﻤَﺔٌ ﯾَﺘْﻠُﻮنَ اَﯾَﺎتِ اﻟﻠﱠﮫِ اَﻧَﺎءَ اﻟﱠﯿْﻞِ َوھُﻢْ ﯾَﺴْﺠُﺪُون “Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.”75 Abdullah bin Selâm hazretleri nefsini kötü huylardan ve isteklerden tamamen temizleyip terbiye etmişti. Kendisi zengin olduğu hâlde, ba'zan Medine çarşısında sırtında yük taşıdığı görülürdü. Abdullah bin Ömer şöyle anlatır: “Medine’de bir takım Yahudi topluluğu Rasûlullah’a gelerek dediler ki: “ 75 ÂL-İ İMRAN SÛRESİ, ÂYET 113 A S H  B-I K İ R  M 261 - Senin getirdiğin dinde recm var mıdır? Rasûlullah efendimiz de onlara sordu: “Recm cezası hakkında Tevrat’ta ne yazıyor?” - Tevrat’ta recm cezâsı yoktur. Abdullah bin Selâm Yahudilere dedi ki: “ Yalan söylüyorsunuz! Tevrat’ta recm âyeti vardır.” Bunun üzerine Tevrat’ı getirip açtılar. Yahudilerden birisi elini recm ayetinin üzerine koyarak bundan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah bin Selâm ona: “ Elini kaldır! dedi. “ O da elini kaldırınca recm âyeti göründü. O zaman Yahudiler dediler ki: “Ey Muhammed! Abdullah bin Selâm doğru söyledi. Tevrat’ta hakikaten recm âyeti vardır. “ Bir gün Hz. Abdullah bin Selâm, Ka'b-ül Ahbâr'a şöyle bir soru sordu: “Âlimler ilmi öğrendikten sonra, onu kalplerinden söküp atan nedir? “ Hz. Ka'b dedi ki: “Enâniyet, tamâ, hırstır.” Tama', insanın bir şey uğruna mukaddes değerlerini feda etmesi demektir. Hırs ise nefsinin her şeyi istemesi, senin de onun istediklerini yerine getirmendir. 262 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Peygamber efendimiz, Ashâbı ile sohbet ederken buyurdu ki: “Şu kapıdan ilk girecek olan, Cennet ehlinden biridir.” Eshâb-ı Kiram merakla kimin gireceğini beklerken, Abdullah bin Selâm'ın girdiğini gördüler. Daha sonra bu müjdeli haberi kendisine bildirerek sordular: - Ya Abdullah, bu dereceye hangi amel ile ulaştın? - Ben aciz bir kulum. Ümidim odur ki Allah bizi af ve mağfiret eder. Kimseyi hor ve hakir görmem hiçbir mü’mine karşı içimde kötülük beslemem ve boş sözleri de konuşmam terk ederim. Buyurdu. Allah şefaatlarına cümlemizi nail eylesin. HAZRET-İ HUZEYFE B. YEMÂNİ Hz. Huzeyfe b. Yemâni Peygamberimizin sırdaşı idi. Peygamberimiz ona, ashâb-ı kirâm arasına karışarak kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu bildirmiştir. Hz. Huzeyfe b. Yeman Ashâb-ı kirâm arasında çok sevilir ve ona ayrı bir itibar gösterilirdi. Çünkü o, Rasûlullahın verdiği sırlarla dolu idi. Babasının ismi Hisl İbn-i Câbir'dir. El-Yeman lakabıdır. Doğum tarihi ve vefatında kaç yaşında olduğu bilinmemektedir. A S H  B-I K İ R  M 263 Hz. Huzeyfe'nin kabilesi Beni Abs, Hayber ile Teyma arasındaki bölgede ikamet etmekte idi. Hıristiyanlık dinine mensubtular. Peygamberimizin İslam'ı yaymaya başladığı ilk zamanlarda bilgi sahibi olmadıkları için, hicretten sonra müslüman oldular. Önce kabilesinden dokuz kişi İslam'ı kabul etti. Bunların arkasından Hz,. Huzeyfe b. el-Yeman radıyallâhu anh ve babası Medine'ye gelip İslam'la şereflendiler. Muhacir veya Ensar'dan sayılmaları konusunda kendilerini Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm muhayyer bıraktı. Ensar'dan olmayı ihtiyar ettiler. Peygamberimizle devamlı beraber olanlardan idi. Bedir'de bulunamadı. İlk olarak Rasulü Ekrem'le Uhud gazvesine iştirak etmiştir. Bu savaş sırasında yaşlı babası Hisl ibn-i Cabir ile yine yaşlı sahabilerden Sabit b. Vakş (r. anhüma) Medine'de idiler. Kadın ve çocukların korunduğu metin binaların içindeydiler. İslam ordusunun bozgun haberi gelince, "Ne duruyorsunuz. Ömürlerimizden birşey kalmadı, Kılıçlarımızı alıp cihat meydanına gidelim" dediler. Her ikisi de muratlarına erip şehit oldular. Yalnız Huzeyfe'nin babası yanlışlıkla bir müslüman tarafından şehid edildi. Rasulü Ekrem işin yanlışlığını ona izah ederek babasının diyetini vermek istedi ise de almadı. Neticede diyet olarak verilen bütün malları sadaka olarak dağıttı. Bu hareket Peygamberimizin çok hoşuna gitti. Hz. Huzeyfe b. Yemânî radıyallâhu anh Peygamberimizin sırdaşı idi. Bu sebeble ashâb kendisine büyük itibar gösterirlerdi. Bazı ileriye dönük meseleleri ona sorarlardı. 264 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Fakat o, bunlara hiç cevap vermezdi. Hz. Ömer radıyallâhu anh fitnenin kendi devrinde mi çıkacağını ağlıyarak sorduğunda, "hayır" sözü ile cevaplandırdı. Memurları arasında münafık olup olmadığını sorduğunda, bir tane var dedi ama ismini vermedi. Hz. Ömer radıyallâhu anh feraseti ile bulup onu görevinden aldı. Ayrıca Hz. Ömer onun bulunduğu cenaze namazında bulunup namazını kılar, bulunmadığı cenazede bulunmazdı. Hendek gazvesinde bizzat Peygamberimiz tarafından müşrik ordusu hakkında malumat edinmek üzere gönderilmesi olayı meşhurdur. Soğuk, karanlık ve fırtınalı bir gecede çok üşüdüğü halde gönderilmiş, fakat gidip gelinceye kadar hamam içinde gibi olmuş idi. Gerekli bilgileri verdikten sonra tekrar üşümeye başladı. Bu seferde oturduğu kilimin bir ucunu üzerine sarkıtıp salınca tekrar ısınıverdi. Bu görevi esnasında dönüş yolu üzerinde yirmi kadar beyaz sarıklı süvari gördüğünü de söylemiştir. Huzeyfe bin Yemân hazretleri bu hadiseyi şöyle anlatır: "Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak Rasûlullah’ın yanında idik. Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başlamıştı.” Bu sırada müşrik ordusu, telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber efendimiz bize onların bu hâlini haber verdi. Rasûlullah efendimiz gece A S H  B-I K İ R  M 265 bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum. Bana dokunarak buyurdu ki: Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın. Rasûlullah’ın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar gelmeyecek. Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım. Rasûlullah efendimiz benim için duâ etti: Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru! Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihâyet müşriklerin ordugâhına vardım. Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş yakmışlar, başında ısınıyorlardı. Ebû Süfyân daha o zaman Müslüman olmamıştı. Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi. Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim. Ateşin ışığından faydalanarak onu vurmak istedim. Tam atacağım sırada Rasûlullahın, "Benim yanıma dönüp gelinceye kadar bir hâdise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve onu öldürmekten vazgeçtim. 266 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bundan sonra kendimde bir cesâret buldum. Müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturdum. Allahü teâlânın görülmeyen orduları onlara yapacağını yapıyordu. Esen şiddetli rüzgârla, kap kacakları devriliyor, ateşleri ve ışıkları sönüyor, çadırları başlarına yıkılıyordu. Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp dedi ki: “İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat ediniz, herkes yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes yanında oturanın elini tutsun! “ Ebû Süfyân, aralarına benim girdiğimi sezer gibi olmuştu. Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve solumda bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce isimlerini sordum. Böylece tanınmamı engelledim. Nihayet Ebû Süfyân: “Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz. Atlar, develer ölmeye başladı. Rüzgârdan, başımıza gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz. İşte ben gidiyorum, diyerek devesine bindi.“ Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye doğru hareket etti. Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum. Müşrik ordusu çekilip gidince, ben de Rasûlullahın yanına döndüm. Yolun yarısına geldiğimde karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvâri çıktı Bana dedilir ki: Rasûlullaha haber ver Allahü teâlâ düşmanı perişan etti! Rasûlullahın yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Namazı bitirince olan biteni kendisine anlattım. ben döner A S H  B-I K İ R  M 267 dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâli bende tekrar başladı. Ömrü cihadla geçti. Uhud, Hendek, Heyber, Huneyn, Taif savaşlarında bulundu. Veda Haccı'na Peygamberimizle gitti. Hz. Ebu Bekir radıyallâhu anh devrinde Umman'da mürtedlerle savaştı ve oraya emir tayin edildi. Hz. Ömer radıyallâhu anh devrinde Mezopotamya taraflarında savaştı. Nihavend savaşlarına iştirak edip, Hz. Ömer'i şehid eden Ebu Lu'lu'yu esir alıp Medine'ye gönderdi. Medain valiliği yaptı. Medain'e bir hırka ile gitti ve bir hırka ile geri döndü. Hz. Osman radıyallâhu anh zamanında Azerbeycan ve Ermenistan taraflarının fethine gittiğinde Iraklı ve Suriyeli askerlerin K. Kerim'in okunuşunda kendi kıratlarının doğru olduğu iddiaları ile münakaşa etmelerini Hz. Osman'a bildirerek K. Kerim'in Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasına sebep oldu. Peygamberimizden yüzü aşkın hadis rivayet etmiştir. Hicri 36 tarihinde Hz. Osman'ın şehadetinden kırk gün sonra vefat etmiştir. Nihâvend savaşında Nu'man bin Mukarrin şehîd olunca, İslâm sancağını Huzeyfe eline alarak Hemedân, Rey ve Deynura'yı fethetmiştir. Cezîre'nin fethinde bulunarak, Nusaybin vâliliğine ta'yîn olundu. Nusaybinliler, karşılamaya çıktılar. Onu gördükleri zaman; hayvanı üzerinde, bir parça kuru etle ekmek yiyordu. Selâmlaştılar. Sonra halîfenin emirnâmesini gösterdi. Onlar da dediler ki: 268 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Hz. Ömer'in emirleri, başımız üzerine! Sen de hoş geldin, safâ geldin. Lâkin, bizden isteklerin ne ise; şimdi söyle. Belki karşılıyamıyacağımız şeylerdir! Yeni vâli tebessüm ederek şu cevabı verdi: “Aranızda kaldığım müddetçe sizlerden; sâdece, kendimin ve hayvanımın yiyeceğini istiyorum. Başka hiçbir şey istemem.” Hz. Ömer halîfeliği zamanında Huzeyfe'nin bir cenâze namazını kılmadığını görerek, ona sordu: “Niçin cenâze namazını kılmadın?“ Rasûlullahın sırdaşı Hz.Huzeyfe dedi ki: ”Rasûlullah efendimiz, bana o kişinin münâfık olduğunu açıklamıştı. Bunun için onun namazını kılmadım.“ Hz. Ömer, Huzeyfe'nin gitmediği cenâzeye gitmemiştir. Çünkü onun gitmemesini, ölenin münâfık olduğuna işâret sayardı. Birgün Hz. Ömer, huzurunda bulunan ba'zı Eshâb-ı kirâma sordu: “Rasûlullah efendimizin fitne hakkında olan sözü hatırında olan var mı?” İçlerinden Huzeyfe dedi ki: “Ey mü'minlerin emîri! Peygamberimizin bu konudaki sözü benim hatırımdadır.” buyurdu ki A S H  B-I K İ R  M 269 "Kişi ailesinden, malından, çocuklarından ve komşusundan dolayı fitneye düçâr olur. Böyle günâhlara oruç tutmak, namaz kılmak ve iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak keffâret olur." - Maksadım o değil, deniz gibi dalgalanacak fitneyi soruyorum. - Ey mü'minlerin emîri! Senin için endişelenecek bir şey yok. Senin zamanınla onun arasında bir kapalı kapı var. Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor: "Herkes Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a hep hayırdan sorardı, ben ise, bana bulaşabilir korkusuyla, şerden sorardım. Bir seferinde aramızda şu konuşma geçti:” - Ey Allah'ın Resûlü, biliyorsunuz biz bir câhiliye devri yaşadık. Allah bizi İslâm’la nimetlendirdi. Bu hayırdan sonra tekrar şer var mı? - Evet var buyurdu. - Peki, bu şerden sonra tekrar hayır var mı? - Evet var, fakat bunda bulanıklık var. - Ey Allah'ın Resûlü Ondaki bulanıklık nedir dedim? - O zaman bir gurub insan olacak, sünnetimden ayrılıp, bir başka yolda gidecek. Onlar İbâdet de yaparlar. Günâh da işlerler. - Ey Allah'ın Resûlü , bu hayırdan sonra şer var mı? 270 MUHAMMED ALEYİSSELÂM -Evet, bunlardan sonra Cehennem kapılarına çağıranlar olacak. Onlara kim uyarsa, uyanı Cehenneme atacaklar. - Ey Allah'ın Resûlü, bunları (cehenneme çağıranları) bize tavsif buyurunuz lütfen, “Onlar bizim gibi insanlardır Bizim gibi konuşurlar ” O zamana yetişirsem bana ne yapmamı emredersiniz? “Müslümanların cemâ'atına tâbi ol!” O zaman onların cemaatleri ve imamları yoksa? “O takdirde mevcut olan hizipleri terket, öyle ki bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette olman pahasına bile olsa ölüm sana gelinceye kadar uzlet et. (tefrikaya düşmüş hiziplere karışma.) " Hayatının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe bin Yemân, Hz. Osman şehîd edildiğinde Medîne'de bulunuyordu. Bu sırada yaşı oldukça ilerlemişti. Dördüncü halîfe Hz. Ali'nin, ilk günlerinde hastalandı. Artık iyice ihtiyarlamıştı. Müslümanlar akın akın ziyâret ediyorlardı. Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde yattığı vakit şöyle duâ etmiştir: Dost ânî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allahım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm, yaşamaktan hayırlı ise; sana ulaşıncaya kadar ölümü bana kolaylaştır. 656 senesinde, Huzeyfe hazretleri de, sırlarıyla birlikte sevgili Peygamberimize kavuştu. A S H  B-I K İ R  M 271 HAZRET-İ AMMAR B. YÂSİR Ammar b. Yasir radıyallâhu anh, ilk müslümanlardandır Fakir bir ailenin çocuğudur Babası Yasir radıyallâhu anh, aslen Yemen’lidir; kaybolan bir kardeşini aramak üzere diğer üç kardeşi ile birlikte Mekke’ye gelmiş Kaybolmuş olan kardeşlerini bulamayınca birlikte geldiği kardeşleri Yemen’e dönmüş, Yasir ise Ebu Huzeyfenin himayesine girerek Mekke’de kalmış Ebu Huzeyfe onu Sümeyye isimli cariyesi ile evlendirmiş Ammar bu evlilikten dünyaya gelmiştir. Ammar’ın doğumu, Rasûlullah efendimizin doğumundan üç veya dört yıl önceye rastlar çocukluk ve gençlik yıllarını Mekke sokaklarında birlikte geçirirler Nihayet Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’in yeni bir dine, yeni bir inanca davet ettiğini duyunca, Mekke’li müşriklerin bütün baskılarına rağmen O’nunla görüşmeye karar verir Süheyb-i Rûmî ile birlikte, Dâr-ül Erkam'da aynı vakitte Müslüman olmuşlardır. Ammâr müslüman olmasını şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Erkam'ın evinin önünde Hz. Süheyb bin Sinan'a rastladım. Ona dedim ki: “Burada ne yapıyorsun?” O da bana Sen ne yapıyorsun? Dedi. “Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği dîne gireceğim. Dedim.” 272 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ben de aynı maksatla buraya geldim. Dedi. Böylece ikimiz beraber içeri girdik. O sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Beraber kelime-i şahadet getirdik, akşama kadar orada kaldık. Akşamdan sonra evimize döndük. Ammar b Yasir’i anlatanlar, onun uzun boylu, kara yağız, elâ gözlü ve geniş omuzlu bir kişi olduğunu söylerler Sade ve nezih bir hayat sürerek dünya hayatını tamamlayan Ammar radıyallâhu anh hakkında Resul-i Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem’in şu sözü, ne kadar ibretâmizdir: “ Ammar iliklerine kadar iman dolu bir mü’mindir!” İmâm-ı Mücâhid buyurdu ki: Mekke'de Müslüman olduğunu ilk açıklayan, önce Rasûlullah sonra da Ebû Bekir, Bilâl, Habbâb, Süheyb, Ammâr ve annesi Sümeyye hanımdır. Peygamber efendimiz halkı açıktan îmâna çağırmaya başlayınca, müşrikler, kimsesiz müslümanlara ezâ ve cefâ etmeye başladılar. Ebû Tâlib hayatta iken, putperestler Resûl-i ekreme kötülükte bulunamazlardı. Ashâbdan tanınmış kimselere de kavimlerinin himâyesi ve aşîretlerinin kalabalık oluşu sebebiyle, istedikleri gibi ezâ ve cefâ edemezlerdi. Ancak Müslümanların kimsesizlerini ve fakirlerini bulup, bunlara çeşit çeşit azâb ile eziyet edip, türlü cefâlar ederlerdi. Bunların içinde en çok eziyet görenler, hazreti A S H  B-I K İ R  M 273 Bilâl, hazreti Süheyb, hazreti Habbâb ve hazreti Ammâr bin Yâsir'dir. Müşrikler Ammâr'ı yalnız yakaladıkları zaman Ramda mevkiine, Mekke kayalıklarına götürürler, elbiselerini çıkarıp, demir gömlek giydirirler, günün sıcağında kızmış taşlarla dağlarlar, ba'zan da sırtını ateşle dağlar, kızgın güneş altında aç ve susuz bırakıp derlerdi ki: “Muhammed'in dîninden dön, Lat ve Uzzâya tap kurtul!” Onlar, bu dayanılmaz cefâlara sabredip, “Rabbim Allah, Peygamberim Muhammed aleyhisselâmdır, diyerek İslâm dîninden dönmezler eza ve cefalara sabrederlerdi.” Ebû Huzeyfe, Ammâr'ın babası Yâser'in dostu olduğu ve sözleşme gereğince yardım etmesi lâzım geldiği hâlde, o da müşriklerle bir olup, o Müslüman âileye, arkalarına ateş yapıştırmak sûretiyle işkence yapıyordu. Benî Mahzûm kabîlesinin ileri gelenleri, Ammâr bin Yâser'in babasına ve vâlidesi Sümeyye'ye işkenceye devâm edip, sıcak günde kuma gömerler ve sıcak taşları, gövdesine dizerlerdi. Sonra derlerdi ki: “Lât ve Uzzâ, Muhammed'in dîninden iyidir deyin!“ Bunun üzerine onlar da şöyle cevap verirlerdi: - Derimizi yüzseniz, etimizi dilim dilim doğrasanız sizi dinlemeyiz. Allahtan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve rasulüdür. 274 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Yine bir gün, Rasûlullah efendimiz Bathâ denilen yerden geçerken, Yâser âilesine işkence yapıldığını görüp çok üzüldüler. Hz. Yâser suâl etti: “Yâ Resûlallah! Zamanımız hep böyle işkence ile mi geçecek?” Peygamber efendimiz de buyurdu ki: “Sabrediniz ey Yâser âilesi! Hiç şüphesiz, sizin mükâfât yeriniz Cennettir.” Ammâr bin Yâser'in, Kureyşli müşriklerden gördüğü işkence, dillere destân olacak şekildedir. Bir defasında Ammâr Rasûlullah efendimize gelerek hâlini arz etti: Yâ Rasûlallah! Müşriklerin bize yaptığı işkenceler son haddine vardı. Rasûlullah efendimiz onların bu hâlini biliyor ve onlar için çok üzülüyordu. Buyurdu ki: “Sabrediniz ey Yekzân'ın babası!“ Sonra da şöyle duâ ettiler: “Yâ Rabbî! Ammâr âilesinden hiç kimseye Cehennem azâbını tattırma.“ Yine bir gün Mekke müşrikleri Ammâr'a ateşle eziyet ve işkence ediyorlardı. Rasûlullah efendimiz orayı teşrif ettiler. Buyurdular ki: “Ey ateş! İbrâhim aleyhisselâma serin olduğun gibi, Ammâr'a da serin ol.“ Bu duadan sonra Ammâr, ateşin acısını hissetmedi. A S H  B-I K İ R  M 275 Yine güneşin çok yakıcı olduğu bir gündü toprağın üstünde ve altındaki bitkiler kavrulmuştu. Kureyşli Mahzumoğulları Yâser ve hanımı Sümeyye'ye, yapmadık işkence bırakmadılar. Fakat bu Yemenli Müslümanlar, onların bunca işkencelerine rağmen onların isteklerini yerine getirmedi. Nihayet Yâser'i kızgın taşlar üzerine yatırdılar. Üzerindeki kısa çöl elbisesini yırttılar. Burası, Mekke'nin baştan başa taşlık ve çorak bir semtiydi. Hiç su bulunmadığı için zalimler, burayı seçmişlerdi. Güneşin en kızgın olduğu bir saattı. Ama yere yatırılan Yemenli Müslüman, gülümsüyordu! Putperest Mahzumoğulları, hırslarından çatlayacak gibiydiler. Hepsi kıpkırmızı olmuşlardı. Nihayet Yâser'in bir koluna, bir deve; öbür koluna, başka bir deve bağladılar. Ayaklarına da, aynı şeyi yaptılar. Sonra içlerinden, en dinsizi bağırdı: “Hemen şimdi, İslâm dînini inkâr edeceksin!” Hz. Yâser: “Allah birdir, O'ndan başka tapılacak ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm, Allahın Resûlüdür, diye haykırdı. Hâin müşrik, şiddetle üzerine doğru eğildi: O hâlde, hiç görülmedik şekilde, can vermeye hazırlan! Dedi.” İşte o zaman, develeri ters istikamete sürerek gerçekten, dünyada pek görülmemiş bir vahşet emri verilerek oracıkta şehid edildi. 276 MUHAMMED ALEYİSSELÂM O bu vahşet esnasında şu ilâhi kelimeyi tekrarlıyorlardı: Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Rasûlullah. Bu manzaraya, insan yüreği dayanır mı? Fakat Sümeyye Hâtun dayandı. Çünkü kat'î olarak biliyordu ki; sevgili kocası Yâser şu anda, Cennet-i âlâdadır. Yâser âilesinin ezâya ve musîbete uğramadığı gün, hemen hemen yok gibiydi. Hz. Yâser'i görülmedik şiddetli bir işkence ile şehîd ettikten sonra, Sümeyye Hâtun İslâm’ın en büyük düşmanıyla karşılaştı. Ebû Cehil sırıtarak dedi ki: “İnandığın Allah, kocanı ölümden kurtaramadı!” Sümeyye Hâtun sükûnetle cevap verdi: Allah O'nu, Cennetine aldı. Kocamı; sizin gibi putlara, paraya ve dünyaya tapınmaktan kurtardı. Allahü teâlânın Resûlü O'na ve bize doğru yolu gösterdi. Ey Allahın ve Rasûlullahın düşmanı! Sen git, kendi ahmaklığınla yaşa! Kocaman kafanı, vücûdundan kopardıkları gün; hakikatı anlayacaksın. Ama o zaman, ne fayda! Ebû Cehil bu söz üzerine kızdı ve bağırdı: Sus, ey Ebû Huzeyfe'nin kölesi! Benim gibi bir efendiye, bunları nasıl söyleyebilirsin? Ebû Cehil, elindeki kısa mızrakla oynuyordu. Birden onu, kadıncağıza fırlattı. Sümeyye Hâtun oracıkta şehîd oldu. İslâm'da ilk şehîd kadınlardan Sümeyye Hâtun, erkeklerden ise kocası Hz. Yâser idi. A S H  B-I K İ R  M 277 Anasını ve babasını gözlerinin önünde ve işkenceler altında kaybeden Ammar, bir taraftan bu acı ile kıvranırken, diğer taraftan müşriklerin işkenceleri altında inliyordu, yapılan eziyetlere artık dayanamayacağını anladığı bir anda, müşriklerin teklifini kabul ederek, “Muhammed’den hoşlanmadığı; müşriklerin ilâh olarak kabul ettikleri Lat ile Uzza’nın iyiliği” konusunda bazı sözler söylemek zorunda kalır. Bunun üzerine müşrikler onu bırakır giderler Onlar gittikten sonra Ammar radıyallâhu anh, kendini tutamaz ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar, Resul-i Ekrem onun bu halini görünce, ne oldu sana diye sorar?” Ammar radıyallâhu anh olanları tek tek anlatıp “Perişan oldum ya Rasulallah!” deyince efendimiz sorar: “Bunu söylerken kalbini nasıl buldun?” Ammar cevap verir: “İman ile dopdolu idi ” Bunun üzerine efendimiz şöyle buyururlar: “Eğer bir daha seni yakalarlarsa aynı şekilde davran ve kurtul!” İşte bu olay üzerine Allah-u Tealâ şu ayeti indirmiştir: ِﻣَﻦْ ﻛَﻔَﺮَ ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫِ ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ اِﯾﻤَﺎﻧِﮫِ اِﻟﱠﺎ ﻣَﻦْ اُﻛْﺮِهَ وَﻗَﻠْﺒُﮫُ ﻣُﻄْﻤَﺌِﻦﱞ ﺑِﺎﻟْﺎِﯾﻤَﺎنِ وَﻟَﻜِﻦْ ﻣَﻦْ ﺷَﺮَحَ ﺑِﺎﻟْﻜُﻔْﺮ ٌﺻَﺪْرًا ﻓَﻌَﻠَﯿْﮭِﻢْ ﻏَﻀَﺐٌ ﻣِﻦَ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻟَﮭُﻢْ ﻋَﺬَابٌ ﻋَﻈِﯿﻢ “Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.”76 Ammâr bin Yâser hazretleri, Mekke devrinde gördüğü işkenceler karşısında Habeşistan'a hicret edenler arasında 76 NAHL SÛRESİ, ÂYET 106 278 MUHAMMED ALEYİSSELÂM bulunmuştur. Bilâhare tekrar Mekke'ye dönmüş, bir müddet orada kaldıktan sonra Medîne'ye göç ederek, Hz. Münzir bin Abdülmübeşşir'in misâfiri olmuştur. Daha sonra Peygamber efendimiz onu, Ensârdan Huzeyfe bin Yemân ile din kardeşi yapmıştır. Hz. Ammâr, Medîne-i münevvere ye gelince, Rasûlullah için bir ibâdet ve istirâhat yerinin gerekli olduğunu söyledi. İslâmda mescid yapılmasına ilk teşebbüs eden o idi ve bu sâyede Kubâ mescidi yapıldı. Ammâr bin Yâser, Mescid-i Nebevî'nin de yapımında bulundu. Mescid-i Nebevî'nin temeli atıldığında, duvar yapılmak üzere kerpiç kestirilmişti. Kuruyan kerpiçler, bulundukları yerden mescid arsasına Eshâb-ı kirâmın sırtlarında taşınıyordu. Herkes birer birer taşırken, Hz. Ammâr büyük fedâkârlık gösterip; Biri kendim, biri Rasûlullah için, diye iki kerpiç getiriyordu ve diliyle de; “Biz müslümanlar mescidler inşâ ederiz, diyordu.“ Peygamber efendimiz Ammâr'ın yanına geldi ve mübârek eliyle arkasını sığadı ve buyurdu ki: - Ey Sümeyye'nin oğlu! Başkalarının bir senin iki ecrin var. Senin, dünyadan son rızkın da bir içim süttür. Buyurdu. Hz. Ebû Sa'îd Hudrî der ki: A S H  B-I K İ R  M 279 - Biz kerpici birer birer taşırdık. Ammâr ise, ikişer ikişer taşırdı. Rasûlullah efendimiz, Ammâr'ı böyle üzeri toz toprak içinde görünce, onun üzerindeki tozları silkeleyerek: - Vah Ammâr! Vah ! Onu bâgîler öldürecektir, diye haber verdi. Ammâr bin Yâser, Bedir başta olmak üzere, Uhud, Hendek ve Tebük gazâsı dâhil, Rasûlullah efendimizin bütün gazâlarına katıldı. Her savaşta şecâat ve cesâretiyle tanındı. Rasûlullahın yanından hiç ayrılmadı. Bedir günü, hâin Ebû Cehil'in koca kafası; iki mücâhîd tarafından kesildi. O zaman Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ammâr'a buyurdu ki: “Allah teâlâ, anacığının katilini öldürdü.” Rasûlullah efendimizin vefâtından sonra, Hz. Ebû Bekir devrinde yapılan savaşlarda da aynı şecâat ve cesâretle döğüştü. Abdullah bin Ömer der ki: “Yemâme'de mürtedlere karşı saldıran eşsiz bir yiğit gördüm. Düşman saflarını yerle bir ediyor, bir taraftan kılıç sallıyor, diğer yandan şöyle söylüyordu: “ "Bizim Peygamberimiz, Muhammed-ül Emîn'dir. Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra, Peygamber gelmeyecektir. Aksini söyleyenlerin hepsi, yalancı ve sahtekârdır." Bu sözleri, Müseylemet-ül Kezzab taraftarlarını bile ikna ediyordu. Tam o sırada, hızlı bir kılıç darbesi, 280 MUHAMMED ALEYİSSELÂM başucunda vızıldadı. Keskin demir, bir kulağını kesti. Akan kanları, eliyle durdurmaya çalışıyordu. Bir yandan da "Cennet ilerde!.. Cennet ilerde!" diye haykırıyor, mücâhidleri aşka getiriyordu. Sanki, şehîd ana ve babasını görüyor gibi, savaşıyordu. Onların bu gayretleriyle yalancı Müseyleme de, yalancılar ordusu da kısa zamanda; darmadağın oldular. Ammâr bin Yâser, Hz. Ömer devrinde Kûfe vâliliğine tâyin olundu. Halîfe, tâyin emrinde Kûfelilere şöyle yazdı: - Size Ammâr bin Yâser'i vâli, İbni Mes'ûd'u öğretmen ve yardımcı olarak ta'yin ettim. Bunların ikisi de Eshâb-ı kirâmın seçilmişlerindendir. İkisi de Bedir harbinde bulunmuşlardır. Onları dinleyip, itâat ediniz. Hz. Ali radıyallâhu anh ile birlikte Cemel ve Sıffin savaşlarına katıldı Sıffin gününde içecek bir şey istedi süt getirildiğini görünce: “Rasûlullah, dünyadan son içeceğin şey süt olacaktır buyurmuştu ” dedi ve sütü içti. O gün şehit düşünceye kadar savaştı. Mübarek teni yere serildiğinde 94 yaşında idi Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem hayatta iken: “Sana müjdeler olsun ya Ammar! Seni azgın bir topluluk öldürecektir ” buyurduğu için, Ammar b Yasir’in şehit düşmesi birçok kişinin uyanmasına vesile olmuştur. Hz. Ali radıyallâhu anh efendimiz’in kıldırdığı cenaze namazından sonra şehit olduğu yerde defnedildi. Allah-u Teâlâ Ammâr'a rahmet eylesin. O, Rasûlullahın etrafında birkaç kişi varken Müslüman olmuştu. Kendisi hiç şüphesiz mağfirete kavuşacaktır. A S H  B-I K İ R  M 281 Çünkü Allahü teâlânın Resûlü, Ammâr âilesini Allahın mağfiretiyle müjdelemişti. Ammâr bin Yâser, ahlâken yüksek bir zâttı. Az konuşur, çok kere hüzünlü ve kederli olurdu. Son derece doğru ve hakka riâyetkâr idi. Zühd ve takvâ sahibi olup sâde yaşardı. Gâyet belîğ (açık) ve veciz bir hitâbete sahipti. Namazına çok dikkat ederdi. Ammâr bin Yâser, hadîs-i şerîfleri en doğru bilenler arasında sayılmaktadır. Şöhretini; dünyaya düşkün olmamasına ve harâmlardan sakınmasına, insanlar üzerinde bıraktığı itimâda, davâsına sadâkatle bağlılığına borçludur. Hz. Ammâr hadîs-i şerîflerle medholundu: "Cennet üç kişiyi şiddetle arzû eder. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân'dır." "Ammâr'a düşman olana, Allah düşman olur. Ona buğzedene, Allah buğzeder." buyurmuştur. HAZRET-İ ABDULLAH B. REVÂHA Sahâbenin büyüklerinden ve Ensar'ın ileri gelenlerinden olan Abdullah Medine'de doğdu. Hazrec kabilesine mensup olup ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. İkinci Akabe gününde müslüman olmuş ve kabilesini temsilen Peygamberimize bey'at etmiştir. 282 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Nesebi Abdullah b. Revâha b. Sa'lebe b. İmriü'l-Kays b. Amr'dır. Künyesi Ebu Muhammed, ünvanı Rasûlullah'ın şairidir. Babası Revâha, annesi Kebşe'dir. Hicret günü Rasûlullah'a mihmandarlık etti. Muhacirlerden Mikdad b. Esved'i kardeş edindi. Aynı zamanda O, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kâtiplerindendir. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazvelerine katıldı. Hudeybiye barışı ve Umretu'l-Kaza seferlerinde peygamberimizin yanında yer aldı. Bedir savaşının zafer müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine'ye ulaştırdı. Bedru'l-Mev'id gazasında Rasûlullah'a vekâleten Medine'de kaldı. Hicretin 6. yılında üç kişilik heyetin başkanı sıfatıyla Hayber'e gitti. Yahudilerin başkanı Üseyr b. Zârim'in Yahudilerle birlikte Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını gördü. Hayber'de üç gün kaldı. Dönüşünde gördüklerini Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e aktardı. Yine aynı yılın Şevvâl ayında Hayber'e elçi olarak gönderildi. Hz. Peygamber'in Basra hükümdarına gönderdiği elçinin Şam valisi Şurahbil tarafından öldürülmesi olayıyla ilgili olarak hicretin 8. yılında bir ordu hazırlandı. Bu ordunun komutasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şu açıklamada bulundu: "Cihada çıkacak şu insanlara Zeyd b. Hârise'yi kumandan tayin ettim. Zeyd b. Hârise şehid olursa, yerine Ca'fer b. Ebi Talib geçsin, Ca'fer b. Ebi Talib de şehid edilirse, yerine Abdullah b. Revâha geçsin. A S H  B-I K İ R  M 283 Abdullah b. Revâha şehid olursa, müslümanlar, aralarından uygun birini seçip, kendilerine kumandan yapsınlar." Müslümanlar bir müddet ilerlediler. Düşman ordusunun gücü ve sayıca çok oluşu Müslümanları endişelendirdi. Zeyd b. Hârise, ne yapmak gerektiği konusunda istişâre yaptı. Abdullah b. Revâha, Rumlar'la çarpışmaktan yana olduğunu bildirdi. Müslümanlar, Mûte'de savaş düzeni aldılar, çarpışmaya başladılar. Zeyd b. Hârise, vücudu mızraklarla delik deşik oluncaya kadar savaştı. Ve şehid oldu. Sancağı Ca'fer aldı. O da savaştı, şehid oldu. Ca'fer'den boşalan sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Bir mızrak darbesiyle yaralandı ve o da şehid, oldu. Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre, Mûte şehidleri İbn Hârise, Ca'fer ve İbn Revâha'nın şehâdet haberi geldiğinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mescid' te oturmuştu. Yüzünde hüzün ve kederin izleri görülüyordu. Bu sırada Rasûlullah'a birisi geldi ve "Ca'fer'in kadınları ağlaşıyorlar" dedi. Rasûlullah ondan kadınları çığlık atmaktan alıkoymasını söyledi. Adam gitti, ancak kadınlar ona itaat etmediler. Geriye gelip kadınların hâlâ ağlaştıklarını Rasûlullah'a söyledi. Üçüncü defa gelişinde Rasûlullah şöyle buyurdu: "Hadi git bu kadınların ağızlarına, yüzlerine toprak saç." Hz. Abdullah b. Revâha Mûte'ye giderken evliydi, fakat çocuğu olmamıştı. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük bir şâirdi. Peygamberimize şiir yoluyla sataşan kâfirlere karşı onu savunan şiirler yazdı. İbn Revâha, Ka'b b. Malik ve 284 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hassan b. Sâbit müslümanların şâirleriydi. İlk İslâmî şiirleri onlar yazdı. Onlar hakkında Şuarâ sûresinde şöyle buyrulur: () َوَاﻟﺸﱡﻌَﺮَاءُ ﯾَﺘﱠﺒِﻌُﮭُﻢُ اﻟْﻐَﺎوُنَ )( اَﻟَﻢْ ﺗَﺮَ اَﻧﱠﮭُﻢْ ﻓِﻰ ﻛُﻞﱢ وَادٍ ﯾَﮭِﯿﻤُﻮنَ )( وَاَﻧﱠﮭُﻢْ ﯾَﻘُﻮﻟُﻮنَ ﻣَﺎﻟَﺎ ﯾَﻔْﻌَﻠُﻮن ُاِﻟﱠﺎ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ اَﻣَﻨُﻮا وَﻋَﻤِﻠُﻮا اﻟﺼﱠﺎﻟِﺤَﺎتِ وَذَﻛَﺮُوا اﻟﻠﱠﮫَ ﻛَﺜِﯿﺮًا وَاﻧْﺘَﺼَﺮُوا ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ ﻣَﺎ ﻇُﻠِﻤُﻮا وَﺳَﯿَﻌْﻠَﻢ َاﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻇَﻠَﻤُﻮا اَىﱠ ﻣُﻨْﻘَﻠَﺐٍ ﯾَﻨْﻘَﻠِﺒُﻮن “Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Baksana onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.”77 Abdullah müşriklerin küfrünü yüzlerine vuran şiirler söylerdi. Peygamberimiz onun şiiriyle ilgili olarak "Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha etkilidir" buyurmuştur. Abdullah, Mute gazasına giderken ağlamış, sebebi sorulduğunda şöyle demişti: "Benim dünyaya karşı sevgim, sizlere karşı ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i Ekrem'den sallallahu aleyhi vesellem "İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür."78 âyetini işitmiştim. Âyette bahsolunan Cehennem'e uğradığımda halim nice olur? diye düşündüğümden ağlıyorum." Uğurlayanlardan bazıları onu teselli ederek, "Cenab-ı Hak sizleri korusun, buyurmuştur 77 78 ŞUAR SÛRESİ, ÂYET 224-227 MERYEM SÛRESİ, ÂYET 71 A S H  B-I K İ R  M 285 Hicret'in yedinci yılında Hz. Peygamber Umre için Mekke'ye girerken yanında Abdullah bin Revâha da vardı ve şiir söylemekteydi. Bunun üzerine Hz. Ömer ona: "Ya Abdullah, Harem'de Allah'ın Rasûlu'nün huzurunda mı şiir söylüyorsun?" demiş, Rasûlullah da: "Bırak ya Ömer söylesin. Vallahi Abdullah'ın sözleri bu kâfirlere okdan daha fazla tesir eder" buyurmuştur. Rasûlullah, İbn Revâha için "Kardeşiniz şüphesiz bâtıl söz söylemez" buyurmuş, bâtıl olmayan şiirler hayırlıdır buyurmuştur. HAZRET-İ ES’AD B. ZÜRÂRE Es'ad b. Zürare radıyallahu anh Hazrec Kabilesi'nin Neccaroğullarındandır. Peygamberimizin dayızadelerindendir. Medinelilerden İslamiyet'i ilk kabul eden Ebu Ümame Es'ad b. Zürare el-Ensarî radıyallahu anh dir. İslam'dan önce muvahhidlerden idi. Cenabetten gusleder, bildiği kadarıyle Hanif şeriatı ile amel ederdi. Bu inançta olan diğer Ensari arkadaşları; Bera bin Ma'rur, Muhammed bin Mesleme ve Ebu Kays idi. Hepsi de Rasülullah'ın davetini derhal tasdik edip ona yardımcı oldular. Ebu Ümame künyesi olup lakabı el-Hayr'dır. Annesinin ismi bilinmemektedir. 623 yılında Bedir savaşından önce Şevvâl ayında medinede vefât etmiştir. 286 MUHAMMED ALEYİSSELÂM İslamiyet'i kabulü şöyle olmuştur: Medineli Araplar içiçe yaşadıkları yahudilerden dolayı vahiy peygamberlik gibi konular hakkında az çok bilgi sahibiydiler. Yahudilerin yakın bir zamanda bir peygamber geleceği konusundaki beklentilerini de biliyorlardı. Çünkü yahudiler sık sık, 'Bir peygamber gönderilmek üzeredir. Onun geleceği zamanın gölgesi düştü. O peygamber gelince biz ona tâbi olacağız. Onunla birlik olup Âd ve İrem kavminin öldürüldükleri gibi biz de sizi öldüreceğiz' diyerek Arapları tehdit ediyorlardı. Bu nedenle Es'ad b. Zürâre müslüman olmadan önce yeni bir peygamber için hazırlıklıydı. Zekvan b. Abdülkays ile birlikte bir iş için Mekke'ye gelmişlerdi. Müşriklerin ileri gelenlerinden Utbe b. Rebia'mn yanında kalıyorlardı. Birgün üçü beraber iken İslam dininden bahsedildi. Tam o sırada bir kişi de Kur’anı Kerim okuyordu. Kur'an'ı dinledi. Utbe'ye bazı sorular sordu. Kendisini Hz. Muhammed'e aleyhisselât-ü vesselâm götürmesini söyledi. Teklif kabul edilmeyince bunun üzerine kendisi kalkıp Rasülullah ile görüşmeye gitti. Hz. Peygamber'le tanıştı. O'ndan İslamiyet hakkında bilgi aldı. Kur'an dinledi. Es'ad ve arkadaşı Zekvan müslümanlığı hemen kabul ettiler. Utbe ile görüşmekten vazgeçerek Medine'ye döndüler. Hicretten üç yıl önce meydana gelen bu olaydan sonra iki sahabi Medineliler'e İslamiyet'i tanıtmaya başladılar. Onlar vasıtasıyla Medine'de İslam'ı Hz. Ebu'l Heysem ilk olarak kabul etti. A S H  B-I K İ R  M 287 Akabe'de yapılan üç görüşmeye Hz. Es'ad b. Zürare radıyallahu anh iştirak etti. Bir hac mevsiminde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile görüşmek üzere Medine'den Mekke'ye 10'u Hazrec, 2'si Evs kabîlesinden olmak üzere 12 Müslüman geldi. Bunlardan 5'i, bir yıl önceki ilk Akabe görüşmesinde bulunanlardandı. Başkanları yine, birinci görüşmede olduğu gibi " Hz. Es'ad b. Zürare idi. Mekke Devri'nin 11'inci yılı Zilhicce ayında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile buluştular. Bu ikinci buluşmada Medine'li 12 Müslüman "Allah'a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık ve zinâ yapmayacaklarına, (kız) çocuklarını öldürmeyeceklerine, kimseye iftirâ etmeyeceklerine, Allah ve Peygamberine itâatten ayrılmayacaklarına" dâir Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e taahhütte bulundular; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in elini tutarak bîat ettiler. Medine'li Müslümanlar, bu görüşme ve bîattan sonra, Müslümanlığın yayılmasına gayret etmek üzere, memleketlerine döndüler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Medine'de Müslümanlığı ve Kur’ân-ı Kerîm'i öğretmek üzere öğretmen olarak görevlendirdiği Mus’ab’ı da berâberlerinde götürdüler. Hazreti Mus'ab, Akabe'de bîat edenlerin reisi Hazrec kabîlesinden Es'ad b. Zürâre'nin evinde misâfir olmuştu. Evs ve Hazrec kabîlesi'nden Müslümanlığı kabûl edenlerin evlerine birer birer giderek, onlara Kur’ân-ı Kerîm ve din 288 MUHAMMED ALEYİSSELÂM bilgileri öğretiyor, güzel ahlâkı, nezâketi ve kibarlığı ile herkesi İslâm'a bağlıyordu. Es'ad b. Zürâre ve Mus'ab b. Umeyr'in gayretleriyle Medine'de Müslümanların sayısı hızla artıyordu. Mus'ab, Medine'deki bu memnûniyet verici gelişmeleri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e bildirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve Müslümanlar bu duruma çok sevindiler. Bundan dolayı bu seneye "Senetü'l İbtihâc" Sevinç yılı denildi. Mekke Devri'nin onikinci yılı hac mevsiminde, Medine'den Mekke'ye gelen ziyâretçiler arasında yetmişüç’ü erkek, ikisi kadın yetmişbeş mü’min vardı. Bunlar hac'dan sonra eyyâm-ı teşrik'in ikinci gecesi, gece yarısı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile yine Akabe tepesi'nde gizlice buluştular. Dikkati çekmemek için, her biri, değişik zamanlarda ve ayrı yollardan gelerek burada toplandılar. İçlerinde, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Medine'li akrabası Neccâr oğullarından Ebû Eyyûb el-Ensârî de vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem toplantıya amcası Abbâs'la birlikte geldi. Abbâs henüz Müslüman olmamıştı. Fakat yeğenine son derece bağlıydı. Ebû Tâlib'in ölümünden sonra, Arab âdetine göre O'nu himâyesine almıştı. Bu sebeple önce toplantıda Abbâs konuştu: - Ey Evs ve Hazrec Cemaati, A S H  B-I K İ R  M 289 Siz de bilirsiniz ki, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem'in aramızda üstün bir yeri vardır. Biz, O'nu şimdiye kadar, düşmanlarına karşı koruduk, yine de koruyacağız. Siz şimdi O'nu, Medine'ye dâvet ediyor, orada kalmasını istiyorsunuz. Kendisi de böyle arzu ediyor. Ancak siz O'nu düşmanlarına karşı koruyabilecekseniz, götürünüz. O'nu ele verecekseniz, bundan şimdiden vazgeçiniz.".. dedi. Medineliler Abbâs'ı dinledikten sonra: Yâ Rasûlallah, siz de konuşunuz. Bizden, Allah için ve kendiniz için istediğiniz taahhüdü alınız. Hazırız... dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir miktâr Kur'ân-ı Kerim okuduktan sonra: - Sevinçli hâlinizde de, kederli hâlinizde de din işinde kusur etmeyeceğinize, hakkın yerine getirilmesi için hiç bir şeyden çekinmeyeceğinize, yurdunuza hicret ettiğimde beni âileleriniz ve çocuklarınız gibi koruyacağınıza.. sizden söz istiyorum" dedi. Medineli Es'ad bin zürare: Yâ Rasûlallah, biz buraya sana bîat etmeğe geldik. Sen nasıl emredersen öyle yaparız. Çocuklarımızı, âilelerimizi nasıl korursak, seni daha fazla koruruz. Sözümüzde dururuz. İnâyet Allah'tandır... dedi. Medineliler: 290 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Yâ Rasûlallah, sözümüzde durur, Allah ve Rasûlunün yolunda gidersek bize ne vardır? diye sordular. Hz. Peygamber aleyhisselâm: “Dünya ve âhirette Allâh’ın rızası ve mükâfat olarak da Cennet vardır.” dedi. Bunun üzerine hepsi de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in elini tutarak, "İslâm yolunda gerekirse öleceklerine" söz verip bîat ettiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ve Müslümanların Medine'ye hicreti de bu görüşmede kararlaştırıldı. Toplantı bittikten sonra, müslümanlar, geldikleri gibi, gene gizlice ayrı ayrı yollardan dağıldılar. Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm Medinelilere, Kur'an okutmak, İslamiyet'i, İslam itikad ve ibadetlerini öğretmek üzere Mus'ab b. Umeyr'i radıyallahu anh onlarla birlikte Medine'ye gönderdi. Mus'ab'dan başka Abdullah b. Ümmü Mektum da, Kur'an öğreticisi olmak üzere Medine'ye gönderilmişti. Mus'ab Medine'de Es'ad b. Zürare'nin evine indi. Birçok kişinin müslüman olmasını sağladı. Bu itibarla Hz. Es'ad b. Zürare'nin evi İslamiyet'i neşredenlerin karargâhı olmuştur. İlk Cuma'yı hicretten evvel Medine-i Münevvere'de En-sar'dan Es'ad ibn-i Zürare radıyallahu anh kıldırmıştır. Medine'de inşa ettiği bir mescidde namaz da kıldırdı. Cuma gününe Cuma ismini verenler de o ilk Cuma namazında bulunan 40 kişi olmuştur. Ensar dediler ki; "Yahudilerin haftada birgün biraraya geldikleri, ibadet ettikleri günleri var. Hristiyanların da öyle. Haydi biz de A S H  B-I K İ R  M 291 kendimize hep birlikte bulunup Allah'ı zikretmek, namaz kılmak ve Allah'a arz-ı şükretmek için bir gün tahsis edelim. O da varsın Arube günü olsun." Cuma'ya onlar yevm-i arube derlerdi. Hz. Es'ad'ın imamlığında toplanıp iki rekat namaz kıldıkları o güne Cuma adını koydular. Es'ad onlar için bir davar kesti. Onlar o davarı hem sabah, hem akşam yemeği olarak yediler. Ka'b b. Mâlik radıyallahu anh gibi Medineli bazı sahabiler ilk Cuma namazını hiç unutamadılar. Es'ad b. Zürare'nin ölümünden sonra Cuma ezanını duyduklarında onu hatırlayıp kendisine dua ederlerdi. Medine'ye hicretinden sonra Hz. Peygamber aleyhisselât-ü vesselâm de Hz. Es'ad b. Zürare'nin namaz kıldırdığı mescidde namaz kılmış ve kendi mescidini burada inşa ettirmiştir. Şöyle ki, Mescid-i Nebevî'nin sahası Hz. Esad b. Zürare'nin terbiyesi altında yetişen Sehl ve Süheyl adında iki yetim kardeşe ait idi. Bu yetim kardeşler Hz. Es'ad'dan aldıkları terbiye semeresi olarak parayla arsayı Rasülullah aleyhisselât-ü vesselâm'a satmak istemediler. Ancak Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm karşılıksız almak istemedi. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh bedelini verdi ve arazi istimlak edildi. Hz. Es'ad bu yetimlere başka bir arazi vererek geçimlerini sağlamalarını temin etmiştir. Mescid-i Nebi inşa olunurken Hz. Es'ad b. Zürare hastalandı. Hicretten dokuz ay sonra Mescid-i Nebî'nin inşası sırasında vefât etti. Es'ad b. Zürâre ilk olma özelliğini vefâtında da korudu ve Bakî kabristanına defnedilen ilk 292 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ensar, bir rivâyete göre de ilk müslüman oldu. Ölümü sırasında yanında bulunan Hz. Peygamber aleyhisselât-ü vesselâm cenazesini yıkayıp kefenledi, namazını kıldırdı, cenazenin önünde kabre kadar yürüdü. Böylece Hz. Es'ad radıyallahu anh hicretten sonra ilk ölen, cenaze namazı Hz. Peygamber tarafından ilk kıldırılan ve Ensar'dan Bakî Mezarlığı'na ilk defnedilen sahabi ünvanını almıştır. Hz. Es'ad b. Zürarenin Ölümünden sonra Beni Neccar peygamberimizden yeni bir nakib isteyince, "Sizin nakibiniz benim, sizler benim dayılarımsınız." diyen Rasülullah, Hz. Es'ad'ın üç kızını da kendi aileleri yanında yetiştirerek evlendirmiştir. HAZRET-İ ZEYD B. HÂRİSE Kur'an'da ismi geçen tek sahabi'dir. Müslüman olan ilk dört kişiden biridir.Yemen'de 575 yılında doğdu. Peygamber efendimizin azatlı kölesidir. Küçük yaşta annesinin yanından kaçırılmış ve Mekke’de köle olarak satılmıştır. Hakim bin Hizam onu köle alarak halası Hatice'ye hediye etti. Hz. Hatice radıyallâhu anh tarafından Peygamber efendimize hediye edilmiştir. Peygamberimizden anne ve babasının gösterdiği muhabbet ve sevgiden çok daha fazlasını görmüş, ailesi kendisini bulup almak için izin aldıkları halde, Peygamber efendimizin yanından ayrılmamıştır. Müreysi hariç, Peygamber efendimizin katıldığı tüm savaşlara katılmıştır. Ordu komutanı olarak katıldığı Mute Savaşında şehit olmuştur. A S H  B-I K İ R  M 293 Zeyd bin Harise, Oğluna nispetle Ebu Üsame olarak anılmıştır. Künyesi Ebu Üsame Zeyd bin Harise bin Şurahbil bin Ka’b bin Abduluzza bin Kays el-Kelbî şeklindedir. Peygamber efendimiz, Zeyd’e çok iyi davrandı. Ancak, ailesi kendisini her yerde aramaktaydılar ve nihayet Mekke’de olduğunu öğrendiler. Mekke’ye gelen babası ve amcası Zeyd’i kendilerine vermesini ve ne kadar fidye isterse ödeyeceklerini bildirdiler. Peygamber efendimiz ise, Zeyd’in karar vermesini, şayet kendileriyle gitmeyi kabul ederse hiçbir bedel istemeden serbest bırakacağını ailesine bildirdi. Ayrıca, “beni tercih edeni ben de tercih ederim” diye buyurdu. Bu karşılık Zeyd’in ailesini çok sevindirdi. Zeyd, geldikten sonra ailesinin hiç de beklemediği bir davranış sergiledi. Bir köle olmasına rağmen kendisine anne ve babasından çok daha iyi davranan Peygamber efendimizin yanından ayrılmayacağını ve ailesiyle gitmeyeceğini söyledi. Bu cevap üzerine Peygamber efendimiz, Zeyd’i azat etti ve yanına alıp Kabe’ye Hacerü’lEsved taşının yanına götürdü. Yüksek sesle, halktan şahit olmalarını istedikten sonra, Zeyd’i evlat edindiğini, birbirlerinin mirasçısı olduklarını beyan etti. İslamdan önceki dönemde bir çocuğu evlat edinmek isteyen kimse halkın önünde bunu açıklar, bundan sonra da o çocuk söz konusu şahsın evladı muamelesini görürdü. Yani, onun adını alır ve bütün evlatlık haklarından istifade ederdi. Bu olaya, evlat edinme anlamına gelen “tebenni” denilirdi. Nitekim, bu olaydan sonra Zeyd bin Harise yerine, Zeyd bin Muhammed 294 MUHAMMED ALEYİSSELÂM olarak anılmaya başlandı. Bu sıralarda henüz İslamiyet zuhur etmemişti. Dolayısıyla bu durum, evlat edinmenin yasaklanmasına kadar devam etti. Evlat edinme Ahzab Suresi 5. “Onları kendi babalarına nisbet edin; Allah katında doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zaten onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır…” ve 40. “Muhammed hiçbirinizin babası değildir; o Allah’ın Resulüdür ve peygamberlerin sonuncusudur…” ayetlerinin nazil olmasıyla kaldırılınca, Zeyd babasının ismiyle yani yeniden Zeyd bin Harise olarak anıldı. Peygamber efendimiz, azatlı kölesi olan Zeyd ile halasının kızı Hz. Zeyneb’i evlendirmiş, ancak, eşlerin anlaşamamaları neticesinde boşanmışlardı. Daha sonra Peygamber efendimiz Zeyneb’le evlenmek suretiyle, Cahiliye devrinden kalma evlatlık anlayışının ortadan kaldırıldığını bizzat göstermiş ve Kur’an-Kerim’de, َوَاِذْ ﺗَﻘُﻮلُ ﻟِﻠﱠﺬِى اَﻧْﻌَﻢَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻠَﯿْﮫِ وَاَﻧْﻌَﻤْﺖَ ﻋَﻠَﯿْﮫِ اَﻣْﺴِﻚْ ﻋَﻠَﯿْﻚَ زَوْﺟَﻚَ وَاﺗﱠﻖِ اﻟﻠﱠﮫَ وَﺗُﺨْﻔِﻰ ﻓِﻰ ﻧَﻔْﺴِﻚ ﻣَﺎ اﻟﻠﱠﮫُ ﻣُﺒْﺪِﯾﮫِ وَﺗَﺨْﺸَﻰ اﻟﻨﱠﺎسَ وَاﻟﻠﱠﮫُ اَﺣَﻖﱡ اَنْ ﺗَﺨْﺸَﯿﮫُ ﻓَﻠَﻤﱠﺎ ﻗَﻀَﻰ زَﯾْﺪٌ ﻣِﻨْﮭَﺎ وَﻃَﺮًا زَوﱠﺟْﻨَﺎﻛَﮭَﺎ ُﻟِﻜَﻰْ ﻟَﺎ ﯾَﻜُﻮنَ ﻋَﻠَﻰ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦَ ﺣَﺮَجٌ ﻓِﻰ اَزْوَاجِ اَدْﻋِﯿَﺎﺋِﮭِﻢْ اِذَا ﻗَﻀَﻮْا ﻣِﻨْﮭُﻦﱠ وَﻃَﺮًا وَﻛَﺎنَ اَﻣْﺮ اﻟﻠﱠﮫِ ﻣَﻔْﻌُﻮﻟًﺎ “(Resûlüm!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, A S H  B-I K İ R  M 295 karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.”79 şeklinde ifadesini bulmuştur. Zeyd, Müslüman olan azatlı kölelerin ilki olduğu gibi, iman eden ilk dört kişinin de arasında yer aldı. Peygamber efendimiz, Mekke’de bulundukları sırada onu Ümmü Eymen ile evlendirdi. Bu evlilikten, Sahabenin büyükleri arasında yer alacak olan Hz. Üsame dünyaya geldi. Müslümanların yaşadığı büyük sıkıntıları O da yaşadı. Peygamber efendimiz ile birlikte Taif’e gitti. Burada hiç kimse iman etmediği gibi, geri döndüklerinde taşa tutuldular. Kendi bedenini Yüce Peygambere siper ederek atılan taşlardan korumaya çalıştı. Bu yüzden bir çok yerinden yara aldı. Medine’ye hicret edildikten sonra Zeyd, Peygamber efendimiz tarafından amcası Hz. Hamza radıyallâhu anh ile din kardeşi yapıldı. Peygamber efendimiz Medine’den müreysi gazası için ayrılınca onu yerine vekil bıraktı. Ayrıca, Peygamber efendimizin katılmadığı bir çok savaş ve sefere de katıldı. Bir çoğunda da kumandanlık yaptı. Kahramanlığı ve cesareti ile dikkat çekti. Peygamber efendimizin Busra Valisine elçi olarak gönderdiği Haris bin Umeyr radıyallâhu anh şehit edilince, bir ordu hazırlandı. Peygamber efendimiz savaşa gidecek orduya hitaben; “Zeyd bin Harise’yi kumandan tayin ettim! Zeyd bin Harise şehit olursa yerine Cafer bin Ebu Talib 79 AHZAB SÛRESİ, ÂYET 37 296 MUHAMMED ALEYİSSELÂM geçsin. Cafer bin Ebu Talib şehit olursa, Abdullah bin Revaha geçsin. Abdullah bin Revaha da şehit olursa, Müslümanlar aralarından münasip birini seçip onu kendilerine kumandan yapsın!” buyurunca, bir anda Sahabe arasında hüzün ve ağlamalara sebep oldu. Çünkü, Peygamber efendimiz dolaylı olarak isimlerini saydığı bu şahısların şehit olacağını haber vermekteydi. Zeyd bin Harise’nin komutasında yola çıkan üç bin kişilik ordu, Suriye’de bulunan Mute isimli yere geldiklerinde kendilerinden çok büyük sayıda bir orduyla karşılaştılar. Savaş başladıktan sonra, Peygamber efendimiz tarafından sırayla ismi zikredilen kumandanlar birer birer şehit oldular”. Bunun üzerine Halid bin Velid kumandan seçildi. Halid bin Velid’in komutasında savaşı kazanan Müslümanlar muazzam bir zafer elde ettiler. Zeyd bin Harise bu savaşta şehitlik mertebesine ulaştı (629). Peygamber efendimiz, Medine’de kendi yerine onu vekil bırakmakla; kendisine verdiği önemi gösterdiği gibi, idareciliğini, dirayetini tasvip ettiğini, aynı zamanda, makamlara getirilmenin ırkla, soyla değil, takva ile olacağını göstermiş oluyordu. Zeyd b. Hârise, şehit olduğu zaman, elli beş yaşında idi. HAZRET-İ SA’D B. UBÂDE A S H  B-I K İ R  M 297 Ensârın sancaktarlarındandır. Sa’d bin Ubâde, ikinci Akabe bîatInda Müslüman oldu. O da bu biatte peygamberimizle görüşüp, kendi canlarını ve mallarını korudukları gibi Peygamberimize yardım edeceklerine söz veren Medinelilerdendi. Bu bîatte seçilen oniki temsilciden biri de Hz. Sa’d bin Ubâde’dir. Çok zengin ve cömert idi. Peygamber efendimiz Medîne-i münevvereye hicret ettiğinde, Hz. Hâlid bin Zeyd’in evinde yedi ay misâfir olmuştu. Sa’d bin Ubâde hazretleri, Peygamberimize bu misâfirliği sırasında her gün yemek göndermiştir. Hicretin ikinci yılında yapılan ve ilk gazve olan Ebvâ gazvesinde, Hz. Sa’d bin Ubâde Medîne’de vekil olarak görevlendirildi. Peygamberimiz Bedir savaşı yapılmadan önce müşâvere heyetini topladığında, Sa’d bin Ubâde hazretleri de bu heyette bulunmuştur. Bedir ve Uhud savaşlarına katılmıştır. Uhud savaşında Peygamberimiz Hazrec kabîlesinin sancağını Sa’d bin Ubâde hazretlerine vermiştir. Bu savaşta düşman karşısında büyük bir sebatla savaşmıştır. Müreysi gazâsında da Ensârın sancağı onun tarafından taşınmıştır. Bir gazvede, orduya erzak olarak on deve yükü hurma vermiştir. Onun bu infakı üzerine Peygamberimiz, “Allah’ım! Sa’d’ı ve Sa’d hanedanını esirge!” diyerek dua ettikten sonra: “Sa’d bin Ubâde ne iyi adamdır!” buyurdu. 298 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hazrecîler: “Yâ Rasûlallah! O, bizim aramızda büyüğümüzdür, büyüğümüzün de oğludur! Onlar kıtlık yıllarında halkın karınlarını doyururlar; yolda belde kalan aileleri taşırlar; kabileleri yurtlarına göçürürlerdi!” dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam: “İslamiyet devrinde halkın hayırlıları, Cahiliye çağında da insanların hayırlısı idiler!” buyurdu. Ensar eşrafından Sa’d bin Ubâde’nin annesi Amre binti Mes’ud Hatun, Hicretin 5. yılında Rebiülevvel ayında, Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Dûmetü’l- Cendel’de bulunduğu sırada vefat etti. Allah ondan razı olsun! Amre Hatunun vefatı sırasında, oğlu Sa’d bin Ubâde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam, seferden dönünce, Amre Hatunun kabrine gidip cenaze namazını kıldı. Sa’d bin Ubâde: “Yâ Rasûlallah! Annem vefat etmiş bulunuyor. Vefat etmeden benimle konuşma imkânını bulabilseydi, muhakkak, bir hayır, bir vakıf yapmayı vasiyet ederdi. Şimdi, ben onun adına bir hayır, bir vakıf yapabilir miyim? Onun adına bir hayır, bir vakıf yapacak olursam, ona bir faydası dokunur mu?” dedi. A S H  B-I K İ R  M 299 Peygamberimiz Aleyhisselam: “Evet!” buyurdu. Sa’d bin Ubâde: “Vakfın efdal ve üstünü hangisidir?” diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Bir kuyu kazdırıp su içirmektir!” buyurdu. Bunun üzerine Sa’d bin Ubâde, bir kuyu kazdırıp: “Bu, Sa’d bin Ubâde’nin annesi tarafındandır!” dedi. İşte, Medine’deki Sa’d bin Ubâde hanedanının su vakfı böyle meydana gelmiştir. Sa’d bin Ubâde, annesi için ayrıca bir bostan da vakfetmek isteyerek: “Yâ Rasûlallah! Ben yanında değil iken annem vefat etmiş bulunuyor onun için bir bostan vakfetsem ona hayrı dokunurmu diye sordu. Peygamberimiz: “Evet!” buyurdu. Sa’d bin Ubâde: “Şahit ol ki ya rasulûllah; bana ait bostan onun hayrı ve vakfıdır!” dedi. Bu hayrıyla peygamberimizin duasına ve iltifatını aldı. Sa’d bin Ubâdenin oğlu Kays rasulullahın diğer sahabilerininde bulunduğu bir sefere katılmıştı. Sefere katılan mücahidlerin bir müddet sonra azıkları tükenmiş sahabeler zor durumda kalmışlardı. Hazreti Kays yanında herhangi bir parası olmadığı halde babasının cömertliğini ve 300 MUHAMMED ALEYİSSELÂM malını kefil göstererek askerleri doyurmak için hurma ve develer temin ederek fedakarlıklar yapmıştı. Sa’d bin Ubâde ise seriyyeye katılanların yolda açlıkla karşılaştıklarını haber aldığı zaman oğlu için: “Eğer Kays benim bildiğim Kays ise, onlara muhakkak deve bulup boğazlar!” demişti. Seriyyeye katılanlar nihayet Medineye döndüler. Kays babası Sa’d’ın yanına varınca, Sa’d bin Ubâde, ona; “Evladım arkadaşların açlığa uğradıklarında, onların açlıklarını gidermek için sen ne yaptın?” diye sordu. Kays bin Sa’d: “Develer boğazladım!” dedi. Sa’d bin Ubâde:“Develer boğazladığına iyi etmişsin!” dedi. Kays bin Sa’d: “Sonra yine açlığa uğradılar! baba” dedi. Sa’d bin Ubâde: “Peki sen ne yaptın? Yine develer boğazlasaydın ya!” dedi. Kays bin Sa’d: “Boğazladım!” dedi. Sa’d bin Ubâde: “Boğazladığına iyi etmişsin!” dedi. Kays bin Sa’d: “Ertesi gün yine yiyecek bir şeyimiz yoktu!” dedi. A S H  B-I K İ R  M 301 Sa’d bin Ubâde: “Peki sen ne yaptın? Yine develer boğazlasaydın ya!” dedi. Kays bin Sa’d: “Develer boğazlamaktan men edildim!” dedi. Sa’d bin Ubâde. “Seni bundan kim men etti?” diye sordu. Kays bin Sa’d: “Kumandan Ebu Ubeyde b. Cerrah!” Sa’d bin Ubâde. “Niçin men etti!” diye sordu. Kays bin Sa’d: “Benim malımın bulunmadığını söyledi ve ‘Mal ancak babana aittir’ dedi. ‘Bende babam, kendisine en uzak olanların bile borçlarını öder, yorulanların yüklerini taşır, açları doyurup dururken, bana gelince mi bunu yapmayacak?’ dedim.” Sa’d bin Ubâde: Bunun üzerine oğluna; “Evladım bundan sonra dört hurma bahçem senindir!” dedi. Bu hususta, Kays için bir de tapu senedi yazdı. Senedi de Ebu Ubeyde b. Cerrah’a götürdü ve onu da senede şahit yazdı. Bu bahçe ve bostanlardan en az 50 deve yükü hurma çıkardı. Seferde iken kendisinden hurma borçlandığı kişi Cühenî, Kays’la birlikte Medine’ye gelmişti. Kays, ona borçlu bulunduğu hurma yüklerini yükledi ve sırtına bir de elbise giydirdi. 302 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Peygamberimiz Aleyhisselam, Kays’ın bu tutum ve davranışını işitince: “Muhakkak ki, onun kalbinde ve onun ev halkında cömertlik vardır!” buyurdu. Kays bin Sa’d hastalandığında ziyaretine gelenlerin gelmekte geciktiklerini görünce sordu ve yanındakiler: ‘Yâ Kays! Onlar, sana olan borçlarından dolayı yanına gelmeye utanıyorlar.” dedi. Hz. Kays şöyle cevap verdi: “Kays’ın her kimde alacağı varsa, Kays, o borcu ona helâl etmiş, bağışlamıştır!” diye nida ettirdi; bunun üzerine, gelen giden ziyaretçilerin çokluğundan, merdivenin basamakları kırılmıştır! Hz. Sa’d bin Ubâde, Hz. Ebû Bekir’in halîfeliği sırasında Medîne’de ikâmet etti. Sonra Şam tarafında Havran’a gitti. Ömrünün sonuna kadar orada yaşadı. 635 senesinde orada vefât etti. Gûta kasabasında defnedildi. Sa’d bin Ubâde hazretleri sayısı çok olmasada Peygamberimizden bizzat işiterek hadis-i şerif rivâyet etmiştir. Şanı yüce Allah onlardan ve bizden razı olsun! Bizleri şefaatlerine nail eylesin. HAZRET-İ USEYD B. HUDAYR Useyd b. Hudayr Medinelidir. Ensardandır, kavminin seyyidi ve en akıllılarındandı. A S H  B-I K İ R  M 303 Araplar içinde okuma yazma bilenler pek az bulunurken o, okur yazardı. İyi yüzme bilir ve iyi ok atardı. Bu hasletler bulunanlara, Cahiliye devrinde "Kâmil" denirdi. Useyd b. Hudayr'da bunların hepsi bulunurdu, kamil bir insandı. Medinenin ileri gelenlerinden Es'ad b. Zürâre bir gün islamı tebliğ için rasulullah tarafından medineye gönderilen Mus'ab b. Umeyr'i yanına alarak Abduleşhel oğullarıyla Zafer oğullarının evlerine doğru götürdü. Es'ad b. Zürâre, Sa'd b. Muaz'ın halasının oğlu idi. Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr, Zafer oğullarının bostanlarından birisine girdiler. Medineliler’den, Müslüman olan kimseler de, onların yanına toplandılar. Sa'd b. Muaz ile Useyd b. Hudayr, o zaman, Abduleşhel oğulları kabilesinin seyyidleri olup, müşrik idiler. Bunlar Es'ad b.Zürâre'nin Mus'ab b. Umeyr'i oraya getirdiğini ve başına bazı kimselerin toplandığını işitince, Sa'd b. Muaz, Useyd b. Hudayr'a: "Sen işini iyi bilen ve kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın! Zayıflarımızın inançlarını bozmak için mahallemize gelmiş olan şu adamların yanına git ve mahallemize gelmekten men et! Bilirsin ki; Es'ad b. Zürâre benim akrabam olmasaydı, bu işi kendim yapmaya yeterdim! O halamın oğlu olduğu için, üzerine varmayı uygun bulmam!" dedi. 304 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bunun üzerine, Useyd b. Hudayr hemen mızrağını alıp onlara doğru ilerledi. Es'ad b. Zürâreye: Sen şu yabancı, kovulmuş adamı, zayıflarımızın inançlarını bozmak için mi getirdin? Eğer hayatınız size gerekse, hemen yurdumuzdan ayrılın!" dedi. Mus'ab b. Umeyr, ona: "Biraz oturup, söyleyeceklerimi dinlesen; beğenirsen kabul etsen, hoşuna gitmezse, dinlemekten yüz çevirsen olmaz mı?" dedi. Useyd b. Hudayr: "Yerinde bir söz söyledin!" dedikten sonra, mızrağını yere saplayıp onlarla oturdu. Mus'ab b. Umeyr ona Kur’ân-ı Kerîm okudu ve İslamı anlattı. Useyd b. Hudayr islamı ve Kur’an-ı Kerîm'i dinlediği zaman, kendisinin yüzünde çok açık bir nur parlamıştı. Useyd b. Hudayr, Kur’ân-ı Kerîm hakkında: "Bu, ne kadar güzel, ne kadar yüce bir söz! Siz bu dine girmek istediğiniz zaman ne yaparsınız?" dedi. Onlar da: "Önce şehadet getirirsin. Sonra Gusledip temizlenmelisin! Elbiseni de temizlersin! Sonra da namaz kılarsın!" dediler. Useyd b. Hudayr Şehadet getirdi, kalkıp gusletti, Elbiselerini temizledi.. Sonra da, iki rekat namaz kıldı ve: A S H  B-I K İ R  M 305 "Gerimde bir adam var ki, o size tâbi olursa, kavminden hiçbir kimse ona muhalefet etmez, ondan geri kalmaz. O, Sa'd b. Muaz'dır! Ben şimdi onu size gönderirim!" dedi. Mızrağını alıp Sa'd b. Muaz'ın ve kavminin yanına döndü. Onlar, bir araya toplanmış, oturuyorlardı. Useyd b. Hudayr gelirken, Sa'd b. Muaz ona bakınca: "Allah'a yemin ederim ki; Useyd, yanınızdan gidişinden başka bir yüzle geliyor!" dedi. Ve o gün kendiside müslüman oldu. Üseyd bin Hudayr'ın radıyallâhu anh sesi cok güzeldi. Onun en çok sevdigi şey gözler uykuya dalınca ve gönüller saf bir hale gelince Kur'an-ı Kerim okumaktı. Ashâb-ı kiram onun Kur'an okudukları vakitleri gözler dinlemek icin birbirleri ile yarışırlardı. Yerdekiler onun okuyuşunu beğendiği gibi göktekilerde beğenmişlerdi. Üseyd bin Hudayr radıyallâhu anh bir gece vakti evinin avlusunda oturuyordu. Kücük oğlu Yahya kendisine yakın bir yerde yatıyordu atı da yanında bağlı idi. Üseyd bin Hudayr radıyallâhu anh Bakara Suresi'nin ilk ayetlerini okumaya başladı. Bu esnada atı huysuzlaşmaya başladı. Bunun üzrerine Useyd bin Hudayr radıyallâhu anh sustu. O susunca atı da sakinleşti. Sonra tekrar okumaya başladı atı yine ürktü ve süratle dönmeye başladı. Bunun üzerine Usayd bin hudayr radıyallâhu anh yine sustu. o susunca atı da sakinleşti. Bu hadise bir kaç kez tekrar etti. 306 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Her okuyuşunda atı ürkerek şaha kalkıyor sustuğunda sakinleşiyordu. Üseyd radıyallâhu anh atın oğlu Yahya’yı çiğnemesinden korkup oğlunu uyandırmaya gitti. O esnada gökyüzünde fevkâlade bir bulut gördü. Sanki ona kandiller takılmış ufukları ziyasıyla aydınlatıyordu. Gördüğü bulutlar gökyüzünde yükselerek kayboldular. Üseyd bin Hudayr radıyallâhu anh sabahleyin Resulüllah aleyhisselât-ü vesselâm'e gitti ve önceki gece başından gecenleri anlattı. Rasul-ü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu: "Onlar meleklerdi ey Usayd şayet Kur'an okumaya devam etseydin şüphesiz insanlarda melekleri görürlerdi." HAZRET-İ EBÛ DÜCÂNE Hazrec'in Saideoğulları kabilesine mensuptur. Ensâr'ın meşhur kahramanlarındandır. Asıl adı Semmak veya Simak bin Hareşe olup, İslam tarihinde Ebu Dücâne künyesiyle meşhurdur. Doğum tarihi belli değildir. Peygamber efendimizin Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden önce Müslüman oldu. Hz. Peygamber hicretin birinci yılında Muhâcirler ile Ensâr arasında "kardeşlik" tesis ettiğinde, Ebû Dücâne de Muhâcirlerden Utbe b. Gazvan ile kardeş olmuştur. Ebû Dücâne, Ensâr'ın ve İslâm askerlerinin en cesur savaşçılarındandır. A S H  B-I K İ R  M 307 Siyer kitaplarında Uhud gazvesinin büyük kahramanlarından biri olarak, Ebû Dücâne'den bahsedilir. Hz. Muhammed aleyhisselât-ü vesselâm Uhud harbinde mübârek ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki: Bu kılıcı hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister? Mücâhidlerin hepsi istiyordu. Fakat Hz. Ebû Dücâne, yüksek sesle sordu: “Yâ Resûlallah! Bu kılıcın hakkı nedir?” O'nun hakkı, eğilip bükülünceye kadar; düşmana vurmaktır. Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allahü teâlâ sana zafer yahut şehîdlik nasîb edinceye kadar, Allah yolunda çarpışmandır. Hz. Ebû Dücâne, şunları söyledi: “Kılıcı, o şartla almak istiyorum yâ Rasûlallah.” Peygamber efendimiz, tebessüm ettiler. Sonra, kılıcı uzattılar. Kılıcın üzerine Arapça şu beyt kazınmıştı: "Korkaklıkta zillet, şecaatta korkaklıkla kaderinden kaçamaz." izzet vardır. İnsan, Ebû Dücâne hazretleri kılıcı alınca o kadar sevindi ki, bu sevinçle pehlivanlar gibi yürümeye başladı. Savaş meydanına çıkınca başını kırmızı bir bez ile sardı. Sanki fırtına gibi, düşmana esmek için hazırlanıyordu. 308 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ashâb-ı kîrâm mütevâzi, alçak gönüllü insanlardı. Halbuki şimdi Ebû Dücâne hazretleri biraz gururlu görünüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı: - Böyle yürümek, Müslümana yakışır mı? - Gurur ve kibir, bize göre değil. Fakat Resûl-i Ekrem efendimiz, onlara şöyle buyurdular: “Bu yürüyüş sadece harp meydanlarında caizdir.” Hz. Ebû Dücâne, aslan gibi düşman üstüne atılıyordu. Elindeki kılıcın hakkını vermek için, canını vermeye hazırdı. Önüne çıkan müşrikleri kılıçladı. Kimini öldürdü, kimini yaraladı. Zâten yürüyüşünden, heybetinden korkan hâinler; çil yavrusu gibi dağılıyorlardı. Uhud savaşında müşriklerin azılılarından Âsım bin Ebî Avf Müslümanlara saldırıyor, bir taraftan da: Ey Kureyş cemâ'atı! Akrabâlık haklarını gözetmeyen, kavminizi bölen kimse ile çarpışmaktan geri durmayınız. Eğer O kurtulursa ben kurtulmayayım, diye bağırarak Kureyş müşriklerini harbe teşvik ediyordu. Ebû Dücâne hazretleri bu azılı kâfirin susturulması îcab ettiğini anlamış ve çarpışa çarpışa ona yaklaşıp, bu İslâm düşmanını öldürerek gerekli cezâsını vermişti. A S H  B-I K İ R  M 309 Ebû Dücâne hazretleri bununla meşgul iken, müşriklerden Ma'bed bin Vehb, Ebû Dücâne'ye müthiş bir kılıç darbesi indirmişti. Ebû Dücâne hazretleri çok seri bir şekilde yere çökerek bu öldürücü darbeden kurtulmuş, hemen sonra acele kalkıp hücum ederek, Ma'bed'i yaralamış, bir çukura düşürmüştü. Sonra da çukura atlayıp başını kesip kâfirlere doğru fırlattı. Bu hâl, Kureyş kâfirlerinin zaten bozulmuş olan morallerini daha da bozmaya sebep olmuştu. Uhud savaşının iyice kızıştığı sırada muhâcirinden Zübeyr bin Avvâm, kılıcın kendisine verilmemesinden dolayı üzgün idi. Kendi kendine dedi ki: "- Ben Rasûlullahtan kılıcı istedim. Onu bana vermedi, Ebû Dücâne'ye verdi. Gidip bakayım hangi hikmet için, Ebû Dücâne bu kılıcı aldı?" Ebû Dücâne'yi takibe başladı. Ebû Dücâne hazretleri beytler okuyor, müşriklerden kime rastlarsa, onu vurup öldürüyordu. Müşriklerin en azılılarından, iri cüsseli Ebû Zûl-Kerş her tarafı zırhlarla kaplı, sadece gözleri görünüyordu. Ebû Dücâne hazretleri ile karşı karşıya geldi. Kâfir bağırıyordu: - Ben Ebû Zûl-Kerş'im! Bu isim kendisine uzun boyuna rağmen büyük göbeğinden dolayı verilmişti. 310 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Önce Ebû Dücâne hazretlerine hücum etti. Ebû Dücâne, onun darbesinden kalkanıyla korundu. Ebû ZûlKerş'in kılıcı Ebû Dücâne hazretlerinin kalkanına gömüldü. Sıra Ebû Dücâne hazretlerine gelmişti. Ebû Dücâne o müşriği bir kılınç darbesiyle omuzundan, tâ uyluklarına kadar ikiye biçti. Bundan sonra Ebû Dücâne, önüne çıkan her kâfiri devirerek dağın eteğinde defleriyle müşrikleri kışkırtan kadınların yanına kadar geldi. Ebû Dücâne buyuruyor ki: - Uzaktan bir kişi gördüm ki, müşriklere son derece kızıyor, bağırıyor ve harbe teşvik ediyordu. Üzerine yürüdüm. Etrafından imdat istedi, bağırmaya başladı. Onun bir kadın olduğunu görünce Rasûlullahın kılıcının şerefini gözettim ve kılıcı kadına vurmadım. Kadın bu işime şaşırıp kaldı! Bu kadın Ebû Süfyân'ın hanımı Hind idi. Ebû Dücâne'nin her yere yetiştiğini, kılıcını kaldırdığı halde Ebû Süfyan'ın karısı Hind'i öldürmekten vazgeçtiğini gören Zübeyr bin Avvâm hazretleri, kendi kendine buyurdu ki: - Kılıcın kime verileceğini Allahın Resûlü benden daha iyi bilir. Vallahi ben onun çarpışmasından daha üstün çarpışan, vuruşan bir kimse görmedim. Sonra Ebû Dücâne'nin yanına vararak dedi ki: “Yaptığın her şeyi gördüm. Kadına kılıcını kaldırıp sonra vurmaktan vazgeçtiğini de gördüm.” A S H  B-I K İ R  M 311 Ebû Dücâne cevap verdi: “Rasûlullahın kılıcına hürmet ettim ve onu kadın kanına bulaştırmadım. “ Daha sonra Ebû Dücâne hazretleri, Hz. Hamza ve Hz. Ali ve diğer Eshâb-ı kirâm ile beraber yeniden düşman saflarına umumî taarruz için ileri atıldı. Birçok Sahâbî şehid düştü, fakat müşrikler de kaçmaya başlamışlardı. Uhud savaşında Müslümanlar bir ara dağılınca, Peygamber efendimizin yanında yedisi muhâcirlerden, yedisi de ensârdan olmak üzere ondört sahâbi kalmıştı. Bu yedi ensârdan biri de Ebû Dücâne idi. Ebû Dücâne, aynı zamanda ölmek ve ayrılmamak üzere üçü muhacirlerden beşi ensârdan olan sekiz sahâbiden birisi olarak Rasûlullaha biat etmişti. Bu sekiz sahâbiden hiçbiri Uhud'da şehid olmadı, çünkü bunlara Peygamberimiz duâ etmiş idi. Ancak Ebû Dücâne, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in üzerine kapanarak düşman oklarına ve taşlarına karşı kendisini siper etmiş, yaralanmıştır. Uhud savaşında, müşriklerin azılılarından Abdullah bin Hüneyd, Peygamberimizi görünce atını mahmuzladı. Kendisi tepeden tırnağa silahlı ve zırhlar içerisinde olup, başında da miğfer vardı. - Ben Züheyr'in oğluyum. Bana Muhammed'i gösteriniz. Ya ben O'nu öldürürüm yâhut onun yanında ölürüm, diye haykırıyordu. 312 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ebû Dücâne hazretleri hemen onun karşısına çıkarak dedi ki: “Bana gel! Ben Rasûlullahın fedaisiyim.” Abdullah bin Hüneyd'in atının bacaklarına bir kılıç çaldı. Atın ayakları çökünce kılıcını kaldırıp: “Al bunu da Hareşe'nin oğlundan, deyip bir vuruşta onu Cehennem’e gönderdi.“ Peygamber efendimiz bu olanları görüyordu ve: “Allahım, Hareşenin oğlundan ben râzıyım Sen de râzı ol buyurdu.“ Siyer yazarları Rasûlullah'ın gazvelerinde onun seçkin bir yeri bulunduğundan söz etmişlerdir. Bütün savaşlarda korkusuzca öne atılıp çarpışmasıyla İslâm ordusuna büyük bir cesaret örneği olmuş, askerleri savaşa teşvik etmiştir. İrtidat edenlere karşı girişilen Yemame savaşında da yalancı peygamber Müseylime'nin mağlup edilmesinde onun bu kahramanlığının büyük etkisi olmuştur. Hz. Ebû Dücâne. 632 (H.11) senesinde Yemame Savaşlarında şehid düşmüştür. Allah ondan razı olsun. Ebû Dücâne Rasûlullah'ın yakın ashâbından birisi olmasına rağmen kendisinden hiç hadis rivâyet edilmemiştir. Bunun en önemli sebebi, onun Rasûlullah'tan hemen sonra şehid olmasıdır. HAZRET-İ ENES B. MÂLİK Hz. Enes b. Mâlik Ensar’ın Hazrecî kabilesindendir 613 yılında Medine'de doğmuştur. A S H  B-I K İ R  M 313 Annesi Ümmi Süleym’ dir. Hz. Enes b. Mâlik’in babası Müslüman olmamış hanımı Ümmi Süleym’in müslüman olduğunu öğrenince de hoş karşılamamıştır. Hatta onu islamdan ayırmak için tehdid etti, ancak tehditleri işe yaramayınca Hz. Enes b. Mâlik’i ve annesini yalnız bırakarak medine dışına gitti bir dahada dönmedi. Çıktığı bu seferde öldü. Ümmü Süleym daha sonra Ebû Talhâ ile evlendi. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem'in Medine'ye hicretlerinde, Enes b. Mâlik henüz on yaşlarında bir çocuk idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Medine'ye gelişlerinde Medineli müslümanlar arasında meydana gelen heyecan ve coşkuyu Hz. Enes şöyle anlatmaktadır: 'Medine'nin çocukları hem koşuyorlar ve hem de 'Muhammed geldi, Muhammed geldi!' diye bağırıyorlardı. Ben de onlarla birlikte koşmaya ve bağırmaya başladım. Bu şekilde koşup bağırırken etrafıma baktım, bir şey göremedim. Çocuklar ise yine koşuşarak bağırıyorlardı. Ben de koştum ve bağırdım. Fakat etrafıma dikkat edince gelenleri göremedim. Nihayet Resulullah ile Hz. Ebû Bekir geldiler. Biz kendilerini gördükten sonra, adını şu anda hatırlayamayacağım adamın biri bizi şehre gönderdi. Bize 'Resulullah'ın geldiğini haber verin' diye tenbih etti. Şehre koştuk ve müslümanlara haber verdik. Ensardan yüzlerce kişi onları karşılamaya çıktılar. Ensâr, onları karşılayarak, ‘hoşgeldiniz safa getirdiniz, Buyurunuz Buyurunuz ' dediler. 314 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Resul-i Ekrem kendisini karşılayanlarla birlikte şehre girdi. O sırada şehrin bütün halkı Resul-i Ekrem'i karşılamak üzere evlerinden ve dükkânlarından dışarı çıkmışlardı. Kadınlar da evlerinin damlarına çıkarak Hz. Peygamber'in gelişini seyrediyorlardı. Resul-i Ekrem ile birlikte gelen Hz. Ebû Bekir'i de görüyorlar ve fakat ikisinden hangisinin Resulullah olduğunu etraflarına soruyorlardı. Ben hayatımda o güne benzeyen bir gün görmemiştim.! Hz. Peygamber, Medine'ye geldikten sonra bütün ensâr kendisine hizmet etmek hususunda yarışıyorlardı. Annemin hizmet yarışında yapabilecek veya verebilecek hiçbir şeyi yoktu. Bundan dolayı hemen beni çağırıp elimden tutarak Resul-i Ekrem'in huzuruna çıktı: 'Ya Resulallah, ben fakir bir kimseyim. Sizlere yardım edecek bir şeyimiz yok. Bu oğlumdur, yardım etmek ve hizmetinizde bulunmak üzere sizlere bırakıyorum. Onu lütfen kabul ediniz' dedi. Resûl-i Ekrem, annemin bu içten gelen arzusunu kırmadı, beni yanına aldı. Enes b. Mâlik, Resulullah'ın hizmetine girdikten sonra O'nun bütün emirlerini büyük bir dikkat ve itina ile yerine getirmeye çalıştı. Resul-i Ekrem ile aralarında sır olarak kalmasını arzu ettikleri şeyleri büyük bir dikkatle muhâfaza eder ve onları annesine bile söylemezdi. Nitekim kendisinden rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Enes şu olayı anlatır: 'Çocuklarla birlikte oynuyordum. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem olduğumuz yere teşrif buyurdu. Bize selâm A S H  B-I K İ R  M 315 verdi. Sonra benim elimden tuttu. Ve beni bir işe gönderdi. Kendisi de bir duvarın gölgesinde oturarak benim geri dönmemi bekledi. Ben, O'nun emrini yerine getirmek için gittim, emirlerini ifa ettim ve sonra dönüp gelerek neticeyi kendilerine bildirdim. Sonra dâ evime döndüm. Annem Ümmi Süleym neden geciktiğimi sordu. Ben de, 'Rasûlullah, beni bir işe gönderdi' dedim Validem, 'Ne işi?' dedi. Ben de, 'sırdır' diyerek söylemedim. Annem benim bu tavrımı çok beğenmiş olacak ki bana, 'Âferin oğlum, Resul-i Ekrem'in sırlarını iyi sakla! Resûl-i Ekremin sırlarını, dâimâ muhafaza et, Onları hiç kimseye açıklama. Bütün ömrünce böyle davran, diye tenbih etti. Sonra da sevgiyle, beni bağrına bastı.!' Hz. Enes b. Mâlik, her sabah, sabah namazında Resul-i Ekrem'in yanında bulunarak O'nunla birlikte sabah namazını kıldıktan sonra Resul-i Ekrem'e oruca niyet edip etmediğini sorardı. Eğer oruca niyet ettiğini öğrenirse akşam ona iftar yemeğini hazırlardı. Hz. Enes b. Mâlik, Resul-i Ekrem'e o kadar sokulurdu ki, adeta ikisinin dizleri birbirine değerdi. Nitekim Hayber gazvesinde, Resul-i Ekrem, Hz. Enes b. Mâlik ile birlikte giderken dizleri birbirlerine dokunuyordu. Hz. Enes, Resul-i Ekrem'e çok yakın olduğu gibi ailesi de çok yakındı. Nitekim Ümmi Süleym Hayber'den sonra Hz. Safiye ile evlenen Resulullah'ın evlenme işlerinde O'na yardım etmiştir. Yine Resul-i Ekrem, Hz. Zeyneb ile evlendiği zaman, Hz. Ümmü Süleym, O'na yemek yaparak hizmet etmiştir. Bu arada Hz. Enes davet olunacak şahısları çağırmakla görevlendirilmişti. 316 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Enes b. Mâlik, Bedir gazvesinde henüz oniki yaşında olmasına rağmen savaş alanına gitmiş ve savaş esnasında mücâhidlere hizmet etmiş bu arada Resulullah'ın hizmetini de aksatmamıştır. Hz. Enes'e yaşının küçük olduğu hatırlatılarak Bedir'e iştirak edip etmediği sorulduğunda, 'Bedir'den kim geri kaldı ki ben geride kalayım?' cevabını vermiştir. Uhud ve Hendek gazvelerinde Enes b. Mâlik yine Resulullah ile beraberdi. Hudeybiye barışı sırasında henüz delikanlılık çağına gelmek üzere idi. Umretü'l-Kaza'da ise Resul-i Ekrem'e refâkat ederek Mekke'ye gitti. Daha sonra Hayber gazvesine ve Mekke fethine katıldı. Daha sonra Huneyn gazvesinde de bulundu. Ayrıca Resul-i Ekrem ile birlikte Tâif muhâsarasına katıldı. Veda Haccı'nda da bulunan Enes b. Mâlik, Resul-i Ekrem'in irtihalinde Medine'de idi. Hz. Enes Medine’de şâhit olduğu olayları sonraki âlimlere nakletti. Rasûlullah’ın son günlerindeki bir hâdiseyi şöyle anlatır: Bir sabah Hz. Ebû Bekir ve Hz. Abbâs, beraberce yürüyorlardı. Bir topluluğa rastladılar. Bunlar, Medîneli Müslümanlar idiler. Hepsi de, üzüntüyle ağlaşıyorlardı. Kalbi çok rakik, hassas, yumuşak olan Hz. Ebû Bekir sordu: “Ey Kardeşlerim! Sizleri ağlatan şey nedir?” A S H  B-I K İ R  M 317 Bizler, Rasûlullah efendimizin huzûrunu düşünüyoruz. O’na ağlıyoruz. Gerçekten sevgili Peygamberimiz, bir müddetten beri rahatsız idiler. Bunu bilen Medîneliler öbek öbek toplanıp, üzüntülerini paylaşıyorlardı. Yüreği, sevgi ve ayrılık üzüntüsüyle çarpan, Hz. Ebû Bekir de ağladı. Biraz sonra da, efendimizin mübârek evlerine vardı. Gördüklerini, duyduklarını saygı ile arzetti. Sevgili Peygamberimiz çektiği bütün acılara rağmen, mescide geçtiler. Bunu gören Eshâb-ı kirâm da oraya koşuştular. efendimizin üzerlerinde, uzun bir hırka ve başlarında, siyah sarık bulunuyordu. Güzel bir hutbe okudular. Önce Allaha hamd ve şükrettiler. Sonra da ağır ağır buyurdular ki: Ey Nâs! Sizlere, Ensârı ya’nî Medîneli Müslümanları vasiyet ediyorum. Diğer insanlar çoğalıyor. Ensâr ise azalıyor. Onlar, kendi zararlarına bile olsa, size karşı vazîfelerini yerine getirdiler. Artık sizler de, Onları kollayın. İstemeyerek sizlere, bir kusurları dokunursa; o kusurlarından vazgeçiverin! Bu, sevgili Peygamberimizin son hutbeleri oldu. Bir daha minbere çıkamadılar. Dünya hayatlarını ve Peygamberlik vazîfelerini, şerefle tamamladılar. Gözyaşları arasında, Hz. Enes dedi ki: 318 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Sevgili Peygamberimizin Medîne’ye geldikleri günü de, vefât ettikleri günü de gördüm. Müslümanlar birincisi kadar sevinçli; ikincisi kadar elemli gün yaşamadılar. Buyurmuştur. Hazret-i Enes bin Malik radıyallâhu anh Peygamber aleyhisselâtü vesselâm efendimiz’den en çok hadis rivayet eden sahabelerdendir: Hazret-i Enes bin Malik radıyallâhu anh 2686 hadis rivayet etmiştir. Hz. Ebû Bekir devrinde Enes b. Mâlik, Bahreyn çevresindeki kabilelere âmil olarak zekâtları toplamaya memur tayin edildi. Hz. Ebû Bekir'in vefâtında Bahreyn'de idi. Sonrâ Medine'ye geldi. Hz. Ömer, Enes b. Mâlik'i savaş meydanlarına göndermeyerek yanında alıkoydu ve istişâre meclisine dahil etti. Hz. Ömer, Enes b. Mâlik'in akıl ve ileri görüşlülüğünden daima istifâde etmiştir. Hz. Enes b. Mâlik, Hz. Ömer devrinde zamanının çoğunu fıkıh öğretmekle geçirdi. Daha sonra Basra'ya göçerek orada yerleşti. Orada da müslümanlara aynı şekilde fıkıh öğretmeye devam etti. Bir defa da İran bölgesindeki cihad birliklerine katıldı. Tuster şehrinin alındığı savaşa katılan Enes b. Mâlik şehir teslim alındıktan sonra ganimet mallarının Medine'ye getirilmesi işini üstlendi. Tekrar Basra'ya dönüp şehre vardığında Hz. Ömer'in şehâdet haberini öğrendi. A S H  B-I K İ R  M 319 Enes b. Mâlik Hz. Osman zamanında Basra'da kalarak fıkıh öğretimine devam etti. Hz. Osman'ın son devirlerinde fitne ve fesad olaylarına katılmamak için her imkânını kullandı. Medine'nin âsiler tarafından tehdit altında olduğunu öğrendiği zaman, yanına Umran b. Husayn'ı alarak ashâbın çoğu gibi Halifenin yanına hareket etti. Ertesi günü yolda iken Hz. Osman'ın şehâdet haberini aldı. Hz. Osman'dan sonra hilâfet makamına Hz. Ali geçti. Fitnenin en büyük merkezlerinden biri Basra şehriydi. Enes b. Mâlik, Basra'da ikamet etmesine rağmen fitne ve fesad olaylarına hiç karışmadı. Kendisine müsbet veya menfi açıdan yapılan fikir alışverişlerine de itibar etmeyerek hepsini reddetti. Hz. Enes b. Mâlik, fitne ve fesad olaylarına karışmamakla birlikte zulme ve haksızlığa karşı sessiz de kalmamış ve cephe almıştır. Nitekim Haccâc b. Yûsuf'un valiliği sırasında yapmış olduğu zulmü gördüğünde, onu hemen Abdülmelik'e şikâyet etmekte tereddüt göstermedi. Buna rağmen Haccâc-ı Zâlim, Enes'in derslerine devam etmiş ve onu hoşnut etmeye gayret sarfederek dâima hâl ve hatırını sormuştur. Hz. Enes b. Malik, güzel huylu idi. Kendisi son derece nazik, lâtif ve yumuşak huylu güzel yüzlü, hoş sohbet bir sahâbî idi. Resulullah'a olan sevgisini her zaman ve her yerde açığa vuruyordu. Hz. Peygamber'in hizmetinde bulunmak onun için son derece sevindirici, zevk verici ve neşeli bir işti. Resulullah da onun halini her zaman takdir edip fırsat buldukça onu hayır ile yâd eder ve hizmetini dua ile karşılardı. Resul-i Ekrem'in vefâtından sonra Enes b. Mâlik, ders vermeye başladığı zaman Resulullah devrini 320 MUHAMMED ALEYİSSELÂM büyük bir zevk ve şevk içinde anlatır ve O’nun sünnetinden ve yaşayışından söz ederken vecd içinde adeta kendinden geçerdi. Hz. Enes b. Mâlik, her davranışını Resulullah'ın sünnetine uydurmaya çalışırdı. Resulullah'ın bütün hal ve hareketini kendisine rehber yapmıştı. O'nu aynen taklid ederdi. Herhangi bir sahâbîye namaz hakkında soru sorulduğu zaman onlar hemen Enes b. Mâlik'i örnek olarak gösterirdi. Enes b. Mâlik, çoluk çocuğunun kalabalıklığı ile tanınır. Bütün ensârdan daha fazla çocuk sahibi idi. Bu da Resulullah'ın bir duası eseriydi. Hz. Enes'in annesi Ümmü Süleym, oğlunu Resulullah'a getirdiği vakit, Ondan oğlu için dua etmesini istemişti. Resul-i Ekrem de Ümmü Süleym'i kırmayarak ellerini kaldırıp: 'Ya Rabbi, onun malını, evlâdını çoğalt ve onu Cennete koy' buyurarak dua etmişti. Bu dua' kabul olunmuş ve Hz. Enes b. Malik'in hem malı çoğalmış ve hem de evlâtları çok olmuştu. Hz. Enes b. Mâlik nurânî yüzlü cesur ve cömert bir zât idi. En çok korkulan vali ve hükümdarlar karşısında her sözünü açıkça ve çekinmeden söyleyerek onların kötülüklerine engel olurdu. Cihada katıldığı zaman, sanki bir ordu imiş gibi gayet fütursuzca düşman üzerine saldırarak gözlerini yıldırır ve onları korkuturdu. Zaman zaman sakalını boyardı. Hz. Enes b. Mâlik 'Resul'i Ekrem efendimize on yıl hizmet ettim, onun beni bir kez bile, kınadığını yahut yaptığım işi ayıpladığını görmedim. ' A S H  B-I K İ R  M 321 Bütün hayatı boyunca son derece sade ve basit bir hayat sürmüştür. Fakir-fukara garip guraba gördüğü zaman hemen yanına giderek tasaddukta bulunur, onları görüp gözetirdi. Talebeleri arasında tanınmış pekçok tâbiîn vardır. Hasan-ı Basrî, Katâde, Muhammed b. Sîrin el-Ensârı, Saîd b. Cübeyr bunlardandır. Rivâyet etmiş olduğu hadis-i şeriflerin sayısı oldukça fazla olup bunların pek çoğu ittifak halinde hadis kitaplarında zikredilmiştir. Hz. Enes b. Mâlik de Ashâb-ı kirâm içinde en uzun ömürlü olanlarındandır. Hz. Enes b. Mâlik Hulefâ-i Râşidîn devrinde yaşadığı gibi Emeviler devrinde de yaşadı. Hicretten sonra seksen seneyi geçen bir ömür sürdü. Hz. Ömer zamanında, Basra’ya yerleşti. Hayatının sonuna kadar orada, ilim öğretmeye devam etti. Çok kıymetli talebeler yetiştirdi. Basra şehrinde hastalandığı etrafa yayılınca, halk dalgalar halinde evine gelerek kendisini ziyaret etti ve gece gündüz onu yalnız bırakmadı. Nihâyet milâdı 709 yılında Basra'da Rahmeti Rahmana kavuştu. Vasiyyeti gereği Rasûl-i Ekrem'in saçlarından bir kısmı kabrine kondu. Allah şefatlarına cümlemizi nail eylesin. HAZRET-İ EBU HUREYRE 322 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Ebu Hüreyre Hazretleri şöyle buyurur: "Ya rasûlallah kıyamet günü senin şefaatinle en ziyade saadete erecek kimdir?" diye sordum. Rasulullah buyurdu ki; ey Ebu Hureyre "ilme olan düşkünlüğün sebebiyle bu sualde sana kimsenin tekaddüm edemeyeceğini tahmin etmiştim" açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi: "Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, ihlâslı olarak "La ilahe illallah" diyen kimsedir". Hadîs rivâyeti deyince ilk akla gelen Ebu Hüreyre Hazretleri'dir. Zira 5374 hadîsle en çok hadîs rivâyet eden Sahâbidir. Ashâb-ı Suffe'dendir. Ebu Hüreyre Hazretleri radıyallahu anh Yemen'in Devs Kabilesi'ndendir. Hicretin yedinci yılında, müslüman olduğu rivayet edilir. Bazı kayıtlarda hayberin fethinden bir kaç yıl önce Tufeyl İbnu Amr ed-Devsî'nin dâvetiyle İslâm'a girdiği belirtilir. Müslüman olmadan önceki ismi pek bilinmemektedir. Müslümanlıktan sonra, Abdurrahmân İbnu Sahr diye de bilinir di. "Ebu Hüreyre" künyesi, Kedileri çok sevdiği için Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm tarafından verilmiştir. Ebu Hüreyre'nin müslümanlara dâhil oluşu Hayber Gazvesi'nin sona erdiği zamana rastlar, yâni gazveye fiilen katılmamıştır. Ancak Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm ganimetten ona da bir pay ayrılmasını emretmiştir. A S H  B-I K İ R  M 323 Hazret-i Ebu Hüreyre, Müslüman olduktan sonra, annesinin de Müslüman olmasını çok istiyor, bunun için çok uğraşıyordu; fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Bu hususta şöyle anlatmıştır: Resulullaha, annemin hidayete kavuşması için dua buyurun dedim. Resulullah, “Allah’ım, Ebu Hüreyre’nin annesine hidayet ver” diye dua buyurdu. Eve varınca annem, ya Eba Hüreyre, ben Müslüman oldum dedi ve kelime-i şehadeti söyledi. Ben sevincimden ağlayarak rasûlullaha koştum annemin Müslüman olduğunu müjdeledim. Âişe validemize, Resulullahın söz ve hallerini en iyi bilenin kim olduğu sorulduğunda, buyurdu ki: ”Resulullahın hâl ve sözlerini, en iyi bilen Ebu Hüreyre’dir. Yemin ederim ki, Ebu Hüreyre, bütün vaktini Resulullahın huzurunda geçirmiştir.” Rasûlullahla üç yıllık berâberliğe rağmen birçok sahâbeden daha çok hadis ezberlemiş ve rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre radıyallahu anh, kendi ifâdesiyle "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir gün kendisine sorar: "Arkadaşlarının istediği şu ganimetlerden sen istemiyor musun?" Ebu Hüreyre şöyle cevâp verdiğini belirtir: "Ben senden, Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğretmeni taleb ediyorum". Nitekim hâfızası ile ilgili şikâyeti de onun ilim aşkını dile getirir: "Ey Allah'ın Resûlü, senden çok şey 324 MUHAMMED ALEYİSSELÂM işitiyorum fakat unutuyorum" diye müracaatta bulundum. Bana: "Rıdânı yay!" dedi. Ben de yaydım. Dua buyurdu, sonra rıdamı toplayıp kucağıma kapadım. Bundan sonra işittiğim hiçbir şeyi unutmadım". El-Hâkim en-Nisâbûrî, Müstedrek'te şu haberi vermektedir: 'Bir adam Zeyd b. Sâbit'e gelerek ona bir mesele sordu. O da Ebû Hureyre'ye gitmesini söyledi ve şöyle devam etti; bir gün biz, Ebû Hureyre ve bir başka sahâbî ile Mescid'de oturuyorduk, dua ve zikirle meşgul idik. O sırada Hz. Peygamber geldi, yanımıza oturdu; biz de dua ve zikri bıraktık. Buyurdu ki: 'Her biriniz Allah'tan istesin. ' Ben ve arkadaşım, Ebû Hureyre'den önce dua ettik, Hz. Peygamber de bizim duamıza âmin dedi. Sıra Ebû Hureyre'ye geldi ve şöyle dua etti: 'Allah'ım, senden iki arkadaşımın istediklerini ve de unutulmayan bir ilim dilerim.' Hz. Peygamber bu duaya da âmin dedi. Biz de, 'Ey Allah'ın Rasûlü, biz de Allah'tan unutulmayan bir ilim isteriz' dedik. Hz. Peygamber, 'Devsli genç sizden önce davrandı' buyurdu. Ebu Hüreyre radıyallahu anh Bir rivâyette, "gecesini üçe ayırdığını, bir bölümünde uyuyup dinlendiğini, bir bölümünde namaz kıldığını, bir bölümünde de hadîs müzâkere ettiğini" belirtir. Hz. Ömer hilâfeti sırasında Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan rastgele rivâyette bulunulmasını önlemek için, rivâyet tahdidi koymuştur. Ebu Hüreyre radıyallahu anh de Hz. Ömer’in muâhazesinden geçmiştir, ancak Hz. Ömer A S H  B-I K İ R  M 325 radıyallâhu anh, Ebu Hüreyre Hazretleri'ne mülayim davranmıştır. Ebu Hureyre kendisinin çok rivâyet ettiğini söyleyenlere şu cevabı vermiştir: "Eğer Allah'ın Kitabı'nda şu iki âyet olmasaydı bir tek hadîs bile rivâyet etmezdim" buyurmuş ve Bakara Sûresi'nin 159 ve 160. ayetlerini okumuştur: َاِنﱠ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﯾَﻜْﺘُﻤُﻮنَ ﻣَﺎ اَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ ﻣِﻦَ اﻟْﺒَﯿﱢﻨَﺎتِ وَاﻟْﮭُﺪَى ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ ﻣَﺎﺑَﯿﱠﻨﱠﺎهُ ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﻓِﻰ اﻟْﻜِﺘَﺎبِ اُوﻟَﺌِﻚ ﯾَﻠْﻌَﻨُﮭُﻢُ اﻟﻠﱠﮫُ وَﯾَﻠْﻌَﻨُﮭُﻢُ اﻟﻠﱠﺎﻋِﻨُﻮنَ )( اِﻟﱠﺎ اﱠﻟﺬِﯾﻦَ ﺗَﺎﺑُﻮا وَاَﺻْﻠَﺤُﻮا وَﺑَﯿﱠﻨُﻮا ﻓَﺎُوﻟَﺌِﻚَ اَﺗُﻮبُ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ وَاَﻧَﺎ ُاﻟﺘﱠﻮﱠابُ اﻟﺮﱠﺣِﯿﻢ “İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar müstesnâdır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.”80 Ve devamla Ebu Hureyre radıyallâhu anh şöyle beyan etmiştir. "Mekkeli muhâcir kardeşlerimiz çarşı-pazar alışverişle, Medineli Ensârî kardeşlerimiz ziraat ve bahçıvanlıkla meşgul olurken bu kardeşiniz, karnının açlıktan kazınmasını düşünmeden Allah'ın Resülü aleyhissalâtu vesselâm'dan ayrılmadı ve yeni şeyler öğrendi." Übey İbnu Ka'ab radıyallahu anh da Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh'nin öğrenme hususundaki üstünlüğünü 80 BAKARA SÛRESİ, ÂYET 159-160 326 MUHAMMED ALEYİSSELÂM te'yîden şöyle der: "Ebu Hüreyre Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan çok şey sorma hususunda cür'etli idi. Bizim soramadığımız şeyleri o sorardı." Ebu Hüreyre radıyallahu anh, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Kim bir cenâzeye katılırsa bir kırat sevab kazanır" sözünü nakledince bunu ilk defa işiten İbnu Ömer radıyallahu anh: "Şu rivâyet ettiğin şeye bak ya Ebu Hüreyre" diye itiraz eder. Ebu Hüreyre de onu elinden tutup Hz. Aişe'ye çıkarır ve konu hakkında Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ne söylediğini sorar. Hz. Aişe Ebu Hüreyre'yi tasdik eder. Ebu Hüreyre "Beni, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinlemekten ne hurma fidanı dikmek ne de alış-veriş alıkoymadı" der. Bunun üzerine İbnu Ömer de: "Ey Ebu Hüreyre sen hakikaten Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı bizden daha iyi tanıyor, hadîslerini daha çok biliyorsun" diye hakkı teslim eder. Belki de bu hâdiseden sonra olacak, İbnu Ömer radıyallahu anh'e, Ebu Hüreyre'nin çok hadîs rivayet ettiğini şikâyet eden kimseye: "Ebu Hüreyre'nin rivâyet ettiklerinden şüphe etmekten Allah'a sığın. Rivâyette o cüretli davrandı, biz ise korktuk" der. Benzer bir tenkide Talha İbnu Ubeydullah'ın verdiği cevap da burada kayda değer. Bir kimse gelerek Talha radıyallahu anh'a: "Ey Ebu Muhammed! Allah'a yemin olsun bir türlü anlamıyoruz, nasıl olur da şu Yemenli Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı daha iyi biliyor, O, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan sizlerin rivâyet etmediklerinizi rivâyet ediyor" der. Talha b. Ubeydullah şu cevabı verir: "Allah'a kasem olsun, ki, o, Rasûlullah'dan bizim A S H  B-I K İ R  M 327 işitmediklerimizi işitti, bizim öğrenmediklerimizi öğrendi. Bizler zengin kişilerdik, evlerimiz ve âilelerimiz vardı. (Biz onlarla meşguliyet sebebiyle) Rasûlullah âleyhissalâtu vesselâm'a sâdece sabah ve akşamları uğrayabiliyorduk. Uğrayınca da çabuk ayrılıyorduk. Ebu Hüreyre ‘nin ne malı, ne de âilesi vardı. Onun eli Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın eli ile beraberdi, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm nereye gitse o da oraya giderdi. Onun, bizim öğrenmediğimiz çok şeyi öğrendiğinden, dinlemediğimiz çok şeyi de dinlediğinden asla şüphe etmiyoruz. Bizden hiç kimse, Onu, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın söylemediği bir şeyi söylemekle de ithâm etmez." buyurdu Hz. Aişe radıyallâhu anh, bir gün Ebu Hureyre’yi davet eder ve O’na şunları söyler; “İşittiğini işitmemize, gördüğünü görmemize rağmen sadece Allah Rasülü’nden senin rivayet ettiğin ve bize ulaşan bu sözler de neyin nesidir? Ebu Hureyre radıyallahu anh ona da şu cevâbı verir: "Ey ümmü’l mü’minin! Seninle Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm arasına ayna ve sürmedanlık girdi. Sen Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm için süslenirken onlar seni fazla meşgul etti. Beni ise Allah'a yemîn olsun, hiçbir şey meşgul etmemiştir." Allah Rasülü’nün irtihalinden sonra evlenen Ebu Hureyre’nin dört çocuğu oldu. Üçü erkek biri kızdı. Kızı, tabiin devrinin büyük imamı Said b. Müseyyeb ile evlendi. 328 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Şu rivâyet de Ebu Hüreyre'nin ilim ve âhiret düşüncesine kendisini samimiyetle verdiğini gösterir: Bir gün Ebu Hüreyre'nin kızı babasına gelerek: "Babacığım, kız arkadaşlarım beni ayıplıyorlar ve: "Baban seni niye takılarla tezyîn etmiyor?" diyorlar" der. O şu cevabı verir: "Kızım, onlara: "Babam takva ile tezyini öğretiyor.” de.” Buyurur. Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın ve bir rivâyete göre Hz. Ümmü Seleme radıyallahu anha'nın de cenâze namazını Ebu Hüreyre radıyallahu anh kıldırmıştır. İbnu Hacer Ebu Hureyre’den sekizbinden fazla sahâbenin hadîs dinlediğini belirtir.. Allah şefâatine cümlemizi mazhar kılsın. Ebu Hureyre’nin radıyallâhu anh gittiği her yerde meclisler kurulur mukteza-i hale göre Rasülülah’ı anlatırdı. Hadis muallimliğinin yanı sıra, daha hususi görevler de ifa etmişti. Bizzat efendimiz’in emriyle A’la el-Hadrami ile birlikte İslam’ı yaymak ve Müslümanlara dini meselelerini öğretmek üzere Bahreyn’e gitmişti. Orada müezzinlik yaptı, hadis rivayet etti, fetva verdi. Hz. Ömer radıyallâhu anh, devr-i hilafetinde O’nu tekrar Bahreyn’e gönderdi. Fakat müezzin-muhaddis olarak değil, vali-muhaddis olarak. Ebu Hureyre radıyallâhu anh hoş sohbet, temiz ve ince duygulu, saf gönüllü idi. Emirlik ve valilik ona kibir vermedi. Üstelik alçak gönüllülüğünü arttırdı. Medine valisi A S H  B-I K İ R  M 329 olduğu sıralarda, üzerine semeri bağlanmış bir eşekle, hurma lifinden örülmüş bir başlık başında olduğu halde çarşıya çıkardı.81 Ebu Hureyre, Hz. Osman’ın radıyallâhu anh şehadetini müteakip yıllarda hadiselere karışmadı. Bir çok sahabenin yaptığı gibi i’tizali tercih etti. Ne Hz. Ali’nin radıyallâhu anh ne de Hz. Muaviye’nin radıyallâhu anh ordusunda yer aldı. Çünkü “Yakında fitneler zuhur edecek. O zaman oturan ayaktakinden, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim ona rastlarsa geri dursun. Bir melce ve sığınak bulan oraya sığınsın.” Hadisini O rivayet etmişti. Dar-ı Bekaya irtihal ettiğinde yaşı 78 idi. Cenazenin techiz ve tekfin işlerini İbn Ömer radıyallâhu anh ile Ebu Said-i Hudri radıyallâhu anh ifâ etti. Namazı Velid b. Utbe kıldırdı. Cennetu’l-Ba’gi’ye defnedildi. HAZRET-İ CA'FER-İ TAYYÂR Nesebi, Ca’fer bin Ebî Tâlib bin Abdülmuttalib bin Hâşim bin Abd-i menaf bin Kusay’dır. Künyesi Ebû Abdullah, Lâkabı Tayyar ve Zülcenâheyn’dir. Hz. Ali’den on yaş büyük, Hz. Akîl’den on yaş küçük idi. H.z Câ’fer bin Ebu Tâlib radıyallahu anh; Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in oğlu. Ebû Tâlib’in Tâlib, 81 İBN SA'D, ET-TABAKATÜ'L-KÜBRÂ, 330 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Akîl, Câ’fer radıyallahu anh ve en küçükleri Hz. Ali radıyallahu anh olmak üzere dört oğlu vardı Hz. Câfer radıyallahu anh, Rasûlullah daha Erkam’ın evine girip İslâm’ı yaymaya başlamadan önce müslüman olmuş; ikinci Hicret kâfilesine katılarak hanımı Esma binti Ümeys radıyallahu anh ile birlikte Habeşistan’a hicret etmişti. Cafer'i Tayyar gerçekten önemli bir sahabe. efendimiz'in amcası Ebu Talib'in dört oğlundan üçüncüsü. Çok erken bir dönemde İslamiyet ile şereflenmiş. Habeşistan'a ilk hicret edenlerin arasında o ve eşi Esma binti Umeys'de var. Kureyş bu muhacirleri geri alma adına Amr bin As'ı elçi olarak Habeşistan kralı Necaşi'ye göndermiş ve hazret-i Cafer’in Necaşi huzurunda yaptığı savunma çok tesirli olmuştur. Kur'andan okuduğu ayetler ile Necaşi'yi ağlatmış müşriklerin elçisi olan Amr bin As'ı sorduğu sorular ile terletmiştir. Peygamber efendimiz, 36 yaşlarında bulundukları sırada Hicaz topraklarında şiddetli bir kuraklık ve açlık hüküm sürüyordu. Hemen herkes her geçen gün bunun ağırlığını daha çok, daha derinden hissediyordu. Peygamber efendimizin amcası Ebû Tâlib, kalabalık bir ailenin reisiydi. Ailesini geçindirecek bir servete sahip değildi. Bunun için geçinmekte herkesten daha çok sıkıntı çekiyordu. Peygamber efendimiz, küçük yaşından beri yanında büyüdüğü ve iyiliğini gördüğü amcasına bu sıkıntılı zamanında bir yardım yapmak, onun geçim yükünü A S H  B-I K İ R  M 331 hafifletmek istiyordu. Bu sebeple, amcalarının en zengini olan Hz. Abbâs'a bir gün şöyle teklifte bulundular: Ey Amcam, biliyorsun ki, amcam Ebû Tâlib'in çok çocuğu vardır. İnsanların uğradığı şu kıtlık ve açlığı da görüyorsun. Dilersen amcama gidelim, onun aile yükünü biraz hafifletelim. Bakıp, büyütmek üzere oğullarından birini ben yanıma alayım, birisini de sen alırsın. Evlâtlarından iki tanesini onun üzerinden alalım dedi. Hz. Abbâs, iyi olur deyince, kalktılar, Ebû Tâlib'in yanına vardılar. Ona dediler ki: “Halkın, içinde bulunduğu kıtlık ve darlık kalkıncaya kadar, senin çocuklarından bir kısmını yanımıza alıp yükünü hafifletmek istiyoruz.“ Ebû Tâlib de onlara dedi ki: “Oğullarımdan Ukayl ve Tâlib'i bana bırakıp, istediğinizi alabilirsiniz.” Böylece Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi, Hz. Abbâs da Hz. Ca'fer'i yanına aldı. Birgün Ebû Tâlib, oğlu Ca'fer ile şehrin dışında yürürken Peygamber efendimizi gördü. Hz. Ali ile beraber namaz kılıyorlardı. Ebû Tâlib, oğlu Ca'fer'e: “Git, sen de kardeşinin yanına dur, namaza başla, dedi. “ Ca'fer gidip, Hz. Ali'nin yanında namaza durdu. Namazdan sonra, Peygamber efendimiz, Ona duâ ederek buyurdu ki: “Hak teâlâ, sana iki kanat versin. Cennette onlar ile uçarsın.” 332 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Allahü teâlâ bu duâyı kabûl etti. Hz. Ca'fer, Mûte gazâsında, şehîd olmakla şereflendi. Allahü teâlâ, ona iki kanat verdi. Kureyş müşriklerinin Eshâb-ı kirâma karşı revâ gördükleri zulüm ve işkenceden sonra, Peygamber efendimiz, bir kısım Ashâbın Habeşistan'a hicret etmelerine müsaade etti. Kâfile, Hz. Ca'fer'in başkanlığında hareket etti. Habeşistan'da çok iyi karşılandılar. Mekkeli müşrikler bu durumdan haberdar olunca toplandı. Habeşistan meliki Necâşî'ye iki elçi göndermeye karar verdiler. Son derece kıymetli hediyeler hazırladılar. Necâşî'nin din adamlarına, devlet erkânına hediyeler ayrıldı. Bu işe Abdullah bin Rebia ile Amr bin Âs vazifelendirildi. Bu iki elçiye Neçâşi'nin huzurlarında neler söyleyecekleri öğretildi. Onlara denildi ki: Hükümdar ile konuşmadan evvel onun kumandanlarının her birine, hediyesini verdikten sonra Necâşî'nin hediyesini takdim ediniz. Bu işi yaptıktan sonra oradaki Müslümanların size teslim edilmesini isteyiniz. Necâşî'nin Müslümanlar ile konuşmasına imkân bırakmayınız. Mekkeli müşriklerin elçileri Habeşistan'a geldiler ve devlet erkânının hediyelerini verdikten sonra Mekkeli muhâcirlerin kendilerine teslim edilmesi hususunda yardım etmelerini istediler. A S H  B-I K İ R  M 333 Mekkeli elçiler Necâşî'nin hediyelerini takdim ettiler. Melik Necâşî'ye şöyle söylediler: Ey Melik! İçimizden birtakım kimseler sizin memleketinize sığınmışlardır. Bu gelenler, kendi milletlerinin dînini terkettikleri gibi sizin dîninize de girmemişlerdir. Kendi kafalarına uygun uydurma bir dinleri vardır. Ne biz, ne de siz, bu dîni tanımazsınız. Bizi, bunların mensup oldukları milletin eşrâfı, sizin memleketinize iltica eden adamların babaları ve kendi öz akrabaları gönderdi. İstekleri, gelenlerin tekrar iâde edilmeleridir. Çünkü onlar, bunların hâllerini daha yakından bilir dediler. Gerek Amr bin Âs ve gerekse Abdullah bin Rebia'nın en çok arzû ettikleri şey, Necâşî'nin bu sözleri dinliyerek, arzûlarına uygun hareket etmesiydi. Elçiler, bu sözleri söyledikten sonra Necâşî'nin daha önceden Mekkelilerden hediye alan bir takım adamları söz almış, şöyle demişlerdi: Bunlar çok doğru söylediler. Bunların milletleri, onlarla daha iyi meşgul olabilir, onların neyi beğenip beğenmediklerini daha iyi takdir ederler. Onun için saygıdeğer kral siz bu adamları teslim ediniz de, bunlar onları memleketlerine ve milletlerine götürsünler. Melik Necâşî bu sözlere çok kızdı ve dedi ki: 334 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Vallahi hayır! Ben bu adamları teslim etmem. Bana iltica eden, memleketime gelen adamlara hıyânet edemem. Bunlar, beni başkasına tercih etmiş ve benim memleketime gelmişlerdir. Onun için, gelen muhâcirleri sarayıma da'vet eder, onlara, bu adamların söyledikleri sözlere karşı ne diyeceklerini sorar, cevaplarını dinlerim. Eğer muhâcirler bunların dedikleri gibi iseler, onları teslim eder ve kendi milletlerine iâde ederim. Öyle değilse onları korur, ülkemde kaldıkça onlara iyilik ederim. Daha önceleri Necâşî semâvi kitapları incelemişti. Muhammed aleyhisselâmın gelme zamanının yakın olduğunu, kavminin ona yalancı deyip inanmayacaklarını ve Mekke'den çıkaracaklarını biliyordu. Necâşî, Mekkeli elçilere sordu: - İnandıkları kimse kimdir? - Muhammed'dir. Necâşî bu ismi işitince, O'nun Peygamber olduğunu anladı ve belli etmedi. Gelenlere tekrar sordu: - Onun dîni nedir ve neye da'vet eder? - Onun dini bilinen bir din değildir dediler. - Dînini bilmediğim bir topluluk ki, gelip bana sığınmışlardır. Ben onları size nasıl teslim ederim? Meclis kuralım. Onları da getirelim. Sizlerle yüzleştirelim. Hepinizin de durumları belli olsun. Onların da dînini bileyim. A S H  B-I K İ R  M 335 Necâşî, Mekkeli müşriklerle yüzleştirmek için Müslümanları saraya da'vet etti. Müslümanlar önce kendi aralarında istişâre ettiler ve, "Habeş hükümdarının hoşuna gidecek ve mizaçlarına uygun olacak şekilde neler söyleyelim" diye konuştular. Hz. Ca'fer dedi ki: - Bizim bu husûstaki bildiklerimiz, Peygamberimizin bize buyurduğundan ibârettir, deriz. Netice neye varırsa râzıyız. Hepsi kabûl ettiler. Sadece Hz. Ca'fer'in konuşması için ittifak ettiler. Necâşî de âlimlerini topladı. Büyük bir divan kuruldu. Sonra muhâcirleri getirdiler. Müslümanlar geldiklerinde selâm verdiler ve secde etmediler. Necâşî, Müslümanlara sordu: Neden secde etmediniz? - Biz Allahü teâlâdan başkasına secde etmeyiz. Peygamber efendimiz bizi, Allahtan başkasına secde etmekten men edip, "Secde, yalnız Allahü teâlâya mahsûstur" buyurdu. Necâşî dedi ki: “Ey huzuruma getirilmiş olan topluluk! Bana söyleyiniz. Ülkeme ne için geldiniz? Hâliniz nedir? Tüccâr değilsiniz, bir istediğiniz de yok. Sizin şu ortaya çıkmış olan Peygamberinizin hâli nedir? “ Hz. Ca'fer şöyle cevap verdi: 336 MUHAMMED ALEYİSSELÂM - Ey Hükümdar! Ben, önce, üç söz söyleyeceğim. Eğer doğru söyler isem beni tasdik edin, yalan söylersem yalanlayın. Herşeyden önce lütfen emret ki; şu adamlardan yalnız biri konuşsun, diğerleri sussun! Mekkeliler adına Amr b. Âs dedi ki: “Ben konuşayım.“ Necâşî bunun üzerine: “Ey Ca'fer, önce sen konuş!” dedi. Hz. Ca'fer konuşmaya başladı: “Benim, üç sözüm var. Şu adama sorunuz. Biz, yakalanıp efendilerimize iâde edilecek köleler miyiz? Necâşî sordu: “Ey Amr! Onlar köle midirler? “ - Hayır! Onlar köle değil, hürdürler! Hz. Ca'fer tekrar sordu: “Acaba biz haksız yere bir kimsenin kanını mı döktük de, kanı dökülenlere iâde mi edileceğiz?” Necâşî, Amr'a sordu: “Bunlar, haksız yere birinin kanını mı döktüler? “ - Hayır, bir damla bile kan dökmediler. Bu sefer Hz. Ca'fer, Necâşî'ye hitaben dedi ki: “Başkasının mallarından haksız yere aldığımız, üzerimizde ödemekle mükellef olduğumuz mallar mı vardır? “ A S H  B-I K İ R  M 337 Necâşî de Amr'a sordu: “Ey Amr! Eğer borçlu iseler ödeyecekleri borçları çok da olsa, ben ödeyeceğim! Söyleyin! - Hayır, bir kuruş borçları yok! - O hâlde siz bunlardan ne istiyorsunuz? “Onlar ile biz bir dinde idik. Onlar, bunları bıraktılar. Muhammed'e ve dînine uydular. “ Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki: - Siz bulunduğunuz dîni bırakıp ne diye başkasına uydunuz? Kavminizin dîninden ayrıldığınıza, ne benim dînimde ne de bunların dîninde olmadığınıza göre, sizin edindiğiniz bu din hakkında bilgi veriniz? Hz. Ca'fer şöyle cevap verdi: - Ey hükümdar! Biz câhil bir millet idik. Putlara tapardık. Ölmüş hayvan leşini yer, her türlü kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla münâsebetlerimizi keser, komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi. Allahü teâlâ bize, kendimizden doğruluğunu, eminliğini, iffet ve temizliğini, soyunun düzgünlüğünü bildiğimiz bir Peygamber gönderinceye kadar, biz bu vaziyette idik. O Peygamber bizi, Allahü teâlânın varlığına, birliğine inanmaya, O'na ibâdete; bizim ve atalarımızın taptığı taşları ve putları bırakmaya da'vet etti. 338 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Doğru sözlü olmayı, emânete hıyânet etmemeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günâhlardan ve kan dökmekten sakınmayı bize emretti. Her türlü ahlâksızlıklardan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, namuslu kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten bizi alıkoydu. Allahü teâlâya eş, ortak koşmaksızın ibâdet etmeyi, namaz kılmayı, infak etmeyi oruç tutmayı bize emretti. Biz de kabûl ettik ve îmân ettik. Onun Allahtan getirip bildirdiklerine tâbi olduk. Allahü teâlâya ibâdet ettik, O'nun bize harâm kıldığını harâm, helâl kıldığını helâl olarak kabûl ettik. Bu yüzden kavmimiz, bize düşman olup, bize zulmettiler. Bizi, dînimizden döndürüp, Allaha ibâdetten vazgeçirip putlara taptırmak için türlü işkencelere uğrattılar. Bizi perişân ettiler. Bizi, yeniden putlara taptırmak için zulmettiler. Bizi sıkıştırdıkça sıkıştırdılar. Bizimle, dînimizin arasına girdiler ve bizi dînimizden ayırmak istediler. Biz de yurdumuzu yuvamızı bırakarak senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himâyene, komşuluğuna can attık. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramıyacağımızı ummaktayız. Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki: - Sen, Allahın bildiklerinden biraz biliyor musun? - Evet, biliyorum. - Ondan bana biraz oku! A S H  B-I K İ R  M 339 Hz. Ca'fer de Meryem sûresinin ilk âyetlerini okumaya başladı. O okudukça Necâşî ağlıyordu. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslatıyordu. Rahibler de çok ağladılar. Necâşî ve Rahibler dediler ki: “Ey Ca'fer! Bu tatlı ve güzel kelâmdan biraz daha oku!“ Hz. Ca'fer, Kehf sûresinden okudu. Necâşî, kendisini tutamıyarak: “Vallahi, bu aynı kandilden fışkıran bir nûrdur. Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ da onunla gelmiştir, dedi.” Necâşî daha sonra Kureyş elçilerine döndü: “Gidiniz! Vallahi ben ne onları size teslim eder, ne de onlara bir kötülük düşünürüm.“ Bunun üzerine Abdullah bin Ebî Rebia ile Amr bin Âs, Necâşî'nin huzurundan çıktılar. Amr bin Âs, Necâşî'nin huzurundan eli boş çıkınca, arkadaşı Abdullah'a dedi ki: - Onların bir kabahatini Necâşî'nin yanında ortaya koyup, köklerini kazıtayım da gör. Onların, Meryem oğlu İsâ'yı bir kul olarak bildiklerini ihbar edeceğim. Ertesi günü, Necâşî'nin yanına varıp: - Ey Hükümdar! Onlar Meryem oğlu Îsâ hakkında ağır sözler söylüyorlar. Onlara Hz. Îsâ için ne söylediklerini sor, dedi. 340 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bunun üzerine Necâşî, muhâcir Müslümanlara adam gönderdi. Müslümanlar, tekrar bir araya toplandılar. Birbirlerine sordular: - Îsâ aleyhisselâm hakkında sorarlarsa ne cevap vereceğiz? Hz. Ca'fer dedi ki: “Hz. Îsâ hakkında Allahü teâlânın buyurduğunu, Peygamber efendimizin bize getirdiğini söyleriz. “ Necâşî'nin huzuruna çıkınca, Necâşî sordu: - Siz Meryem oğlu Îsâ hakkında ne biliyorsunuz? Hz. Ca'fer şöyle cevap verdi: - Biz Hz. Îsâ hakkında, Peygamber efendimizin bize Allahü teâlâdan getirip tebliğ eylediğini söyleriz. Onun Allahın kulu ve Resûlü olduğunu, dünyadan ve erkeklerden vazgeçerek Allaha bağlanmış afîfe bir kız olan Hz. Meryem'den babasız olarak dünyaya geldiğini kabûl ederiz. Allahü teâlâ Hz. Âdem'i topraktan yarattığı gibi Hz. Îsa'yı da babasız yaratmıştır dedi. Necâşî, elini yere uzatıp, yerden bir saman çöpü aldı ve dedi ki: - Yemîn ederim ki Meryem oğlu Îsâ da sizin söylediğinizden fazla bir şey değildir. Arada bu çöp kadar bile fark yoktur. A S H  B-I K İ R  M 341 Necâşî bunu söylediği zaman etrafındaki hükûmet erkânı ve kumandanları, aralarında fısıldaşmaya ve homurdanmaya başladılar. Necâşî, bunu görünce, onlara: - Yemîn ederim ki, siz ne dersiniz deyin, ben bunlar hakkında iyi şeyler düşünüyorum, dedi. Sonra Müslüman muhacirlere dönerek devam etti: - Sizi ve yanından geldiğiniz zâtı tebrik ederim! Ben şuna inandım ki; O Allahın Resûlüdür. Zâten biz, onu İncil'de görmüştük. O Resûlü Meryem oğlu Îsâ da haber verdi. Vallahi eğer O, buralarda olsaydı gidip onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım! Gidiniz! Ülkemin el değmemiş kısmında, her türlü tecâvüzden uzak, emniyet ve huzura kavuşmuş olarak yaşayınız. Size kötülük edeni helâk ederim. Bana dağ kadar altın verseler de, sizlerden birini üzüntüye sokmam. Necâşî, bundan sonra, Kureyş elçilerinin getirdikleri hediyeler için: “Benim bunlara ihtiyacım yoktur! Başkalarının gaspettiği bu mülkümü, Allah bana geri verirken, halkı bana boyun eğdirirken, benden rüşvet almadı, diyerek hediyelerini kendilerine geri verdi. “ Necâşî İslâmiyeti seçmiş ve Eshâb-ı kirâmı ziyâdesiyle sevindirmişti. Bir gün, Necâşî eski elbiselerini giyip sarayından çıktı. Başında tac ve arkasında padişahlık elbisesi yoktu. Toprak 342 MUHAMMED ALEYİSSELÂM üzerine oturdu. Papazlar bu hâle şaşırdı. Sonra Hz. Ca'fer'i ve diğer Eshâb-ı kirâmı çağırdı. Onlar geldiler. Melik'i bu vâziyette görüp sustular. Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki: - Ben etrafa haberciler gönderdim. Bana müjde haberi getirdiler. Allahü teâlâ, Resûlüne yardım etmiş, Bedir savaşında düşmanlarını helâk eylemiş. Kâfirlerden Şeybe, Utbe bir Rebia, Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef cümlesi helâk olmuşlar ve bir çoğu da esir olmuşlar. Hz. Cafer sevincini açıklayıp şükrettikten sonra sordu: “Ey Melik! Böyle eski elbiseler giymenize sebep nedir?” Necâşi şöyle cevap verdi: “İncilde gördüm ki, Hak teâlâ, kullarına bir ni'meti başkasına haber veren kimsenin tevâzu yapması gerekir, buyuruyor. Şimdi Hak teâlâ, Sevgili Peygamberine zafer ihsân eylemiş. Ben de bunu size haber vermek için böyle yaptım.” Hz. Ca'fer ve beraberindeki Müslümanlar, birkaç sene kaldıktan sonra Habeşistan'dan Medîne'ye geldiler. Böylece iki defa hicret ettiler. Dönüşleri hicretin yedinci yılında, Hudeybiye'den sonra ve Peygamber efendimiz Hayber'de bulundukları sırada olmuştu. Peygamber efendimiz, Hz. Ca'fer ile karşılaşınca, onu alnından öpüp bağrına bastı ve buyurdu ki: - Ben Hayber'in fethine mi, yoksa Ca'fer'in gelişine mi sevineceğim bilemiyorum. Sizin hicretiniz iki defadır. Siz, hem Habeş ülkesine, hem de yurduma hicret ettiniz. A S H  B-I K İ R  M 343 Hz. Ca'fer Habeşistan'dan döndükten iki yıl sonra Mûte seferi kararlaştırıldı. İslâm Ordusu kısa zamanda hazırlandı. Rasûlullah efendimiz, mübârek sancağı Hz. Zeyd bin Hârise'ye teslim etti ve buyurdu: Zeyd bin Hârise'yi, cihâda çıkacak olan şu insanların başına kumandan tâyin ettim. O şehîd olursa yerine Ca'fer bin Ebû Tâlib geçsin, O da şehîd olursa yerine Abdullah bin Revâha geçsin. O da şehîd olursa, Müslümanlar, aralarında uygun birini seçip onu kendilerine kumandan yapsınlar! Peygamber efendimiz tarafından uğurlanıp yola çıkan mücâhidler yollarına devam ettiler. Şam topraklarında biraz dinlendiler. Mücâhidler ilerlerken düşman askerlerinin yaklaşmakta olduğunu görünce, hemen Mûte'ye çekilip, savaş düzenine girdiler. İki taraf arasında çok şiddetli bir savaş başladı. Müslümanların başında bulunan Hz. Zeyd bin Hârise'nin elinde Peygamber efendimizin sancağı bulunuyordu. Rum askerlerinin mızrak darbeleriyle, mübârek vücudu parçalanıp, kanlar fışkırıncaya kadar, kahramanca saldırıp dövüşmekten geri durmadı ve şehîd oldu. Bundan sonra Hz. Ca'fer hemen sancağı kaptı. Elinde sancak, atını düşmana doğru sürdü. Düşman askerleri Hz. Ca'fer'in heybetinden korkup aralarında şöyle konuştular: - Bunun hakkından kim gelecek? 344 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ca'fer, düşman askerlerinin arasına kahramanca dalmıştı. Nihâyet bir düşman askeri Hz. Ca'fer'in koluna bir kılıç darbesi vurdu. Sağ eli kesilen Ca'fer, sancağı diğer eline aldı. Biraz sonra o eli de kesilince, sancağı bırakmamak için, pazılarıyla göğsüne bastırdı. Nihayet mızrak ve kılınç darbeleriyle şehîd oldu. Şehîd olduğunda, mübârek vücudunda yetmişten fazla mızrak, kılınç ve ok yarası görülmüştü ve hepsi de vücudunun ön kısmında idi. Sonra sancağı Abdullah bin Revâha almış o da şehîd olunca sonra sancağı Hâlid bin Velid almıştır. Rumlarla yapılan bu savaşta kumandanların şehîd olduklarını, Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize bildirmiş. Hz. Peygamberimiz de mescidde Müslümanlara haber vermişti. Peygamber efendimiz çok üzülmüşlerdi. Eshâb-ı kirâm dediler ki: “Yâ Rasûlullah! Sizi üzüntülü görmek bizi daha çok üzüyor.” Bunun üzerine üzüntülerinin, şehîdlerin Cennette, karşılıklı tahtlar üzerinde oturduklarının kendisine gösterilmesine kadar devam edeceğini beyân ettiler. Ca'fer-i Tayyâr'ın hanımı Hz. Esmâ binti Umeys anlatıyor: "O gün ekmek yapacağım hamuru yoğurduktan sonra, çocuklarımı yıkadım, temizledim, güzel kokular sürdüm. A S H  B-I K İ R  M 345 Rasûlullah teşrif etti. Buyurdu ki: “Ey Esmâ! Ca'fer'in çocukları nerede? Onları bana getir!” Çocukları getirdim. Onları sevdi, okşadı ve mübârek gözlerinden yaş aktı. Bunun üzerine kendilerine sordum: “Ey Allahın Resûlü! Niçin ağlıyorsunuz? Yoksa Ca'fer ve arkadaşlarından size bir haber mi geldi?” Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Evet, onlar bugün şehîd oldular.” Bunu duyunca ağlamaya başladım. Peygamberimiz, ağzımdan uygun olmayan bir söz çıkmamasını tenbih edip, evlerine gittiler." Bundan sonra Peygamber efendimiz, kerîmesi Hz. Fâtıma'nın yanına vardı. O da ağlıyordu. Peygamberimiz Hz. Ca'fer'in âilesi için yemek yapılmasını emretti. Üç gün ev halkına yemek yedirildi ve bu sünnet oldu. Peygamber efendimizin üzüntüsü devam ederken, Cebrâil aleyhisselâmın gelerek, Hz. Ca'fer'in kesilen iki eli yerine Allahü teâlâ tarafından yâkuttan iki kanat ihsân olunduğunu, o kanatlarla Cennette uçmakta olduğunu haber vermesi üzerine Peygamber efendimiz, Hz. Ca'fer'in ailesine; Ey iki kanatlı mesûd kimsenin çocukları, diyerek bu durumu müjdelemiştir. 346 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hicretin sekizinci yılında Şam civarında Mû’te denilen yerde Rumlarla harb ederken kırkbir yaşında şehîd oldu. Rasûlullah’a çok benzeyen yedi kişiden biri idi. Eshâbı kirâmdan Hz. Ebû Hureyre buyuruyor ki: Cafer radıyallâhu anh, fakîrleri sever, onlarla otururdu. Onları görüp gözetirdi. Peygamber efendimiz, O’nu fakîrlerin babası diye künyelendirmişti.” HAZRET-İ ABDULLAH B. ABBAS Eshab-ı kiramın meşhurlarındandır. Resulullah efendimizin amcası hazret-i Abbas'ın oğludur. İbn-i Abbas olarak tanınır. Annesi Lübabe binti Haris Halid bin Velid'in teyzesidir. Hicretten birkaç sene önce Mekke'de doğdu. Nesebi: Abdullah ibn-i Abbas ibn-i Abdül-Muttalib ibn-i Haşim ibn-i Abdi Menaf el-Kureyşî el-Hâşimî'dir. Hazret-i Abdullah, hicretten üç yıl kadar önce Mekke'de doğmuştur. Hazret-i Abdullah doğunca, babası Abbas onu Rasûl-i Ekrem'in yanına getirir, Rasûl-i Ekrem onun ağzına biraz hurma ezmesi koymuş ve ona dua etmiştir. Küçük Abdullah'ın teyzesi Meymune, Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi vesellem mübarek hanımlarındandı. Hz. Peygamber'in ailesinin bir ferdi olarak Rasûlullah'ın evine sık sık giderdi. Çalışkanlığı, zekâsı ve dürüstlüğü ile kısa zamanda Peygamber'in sevgisini kazandığı için, bazı geceler birlikte ibadet bile ederlerdi. A S H  B-I K İ R  M 347 Uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücudlu bir zat olan Abdullah bin Abbas, bazen sakalını kına ile boyardı. Allah korkusundan dolayı çok ağlaması sebebiyle yanaklarında göz yaşlarının bıraktığı izler görünürdü. Hicretten sonra birkaç yıl Mekke-i Mükerremede kalan Abdullah bin Abbas, Mekke'nin fethinden önce Medine'ye ailesiyle birlikte hicret etti. Aklı, zekası, çabuk kavrayışı ile dikkat çeken Abdullah bin Abbas, Peygamber efendimizin sağlığında Kur'an-ı Kerimin bir kısmını ezberledi. Peygamber efendimiz vefat ettiği sırada on üç veya on dört yaşındaydı. Eshab-ı kiramın büyüklerinin meclislerinde bulundu. İlim ve fazilette yüksek dereceye ulaştı. Hulefa-i Raşidin devrinde fetvalar verdi. Hazret-i Osman devrinde Afrika seferine katıldı. Bu seferde İslam ordusu adına kendisine elçilik vazifesi verildi. Hazret-i Osman'ın şehid edildiği günlerde, halifenin emriyle hac emirliği yaptı. Hazret-i Osman'ın şehid edilmesinden sonra Hazret-i Ali'nin yanında yer aldı. Basra valiliği vazifesinde bulundu. Sıffin'de Hazret-i Ali'nin kumandanlarından olup, onun şehadetinden önce istifa edip, Mekke'ye oradan da Taif'e gitti ve vefatına kadar burada kaldı. Abdullah bin Abbas, Eshab-ı kiram arasında ilminin üstünlüğü ile tanınmıştır. İlimdeki yüksekliği sebebiyle, kendisine Bahr-ül-İlim yani ilim deryası veya Hibr-ül-Ümme yani Ümmetin Alimi denildi. Bilhassa Kur'an-ı kerimin tefsiri ve ayet-i kerimelerin izahında yüksek bir dereceye sahipti. Bu vasfından dolayı Tercüman-ül-Kur'an da denilmiştir. 348 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Abdullah bin Abbas tefsir ilminden başka hadis, fıkıh, edebiyat ve sahabenin ihtilaf ettiği konularda ve diğer ilim dallarında mütehassıs idi. Abdullah ibni Mes'ud radıyallahü anh, Abdullah bin Abbas hakkında; "O Sultan-ülMüfessirindir." derdi. Abdullah bin Abbas'ın günlük çalışmaları, plan ve intizam içinde geçerdi. Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve onlara eksiksiz uyardı. Küçük yaştan itibaren Peygamber efendimizin huzurunda ve hizmetinde bulunup iltifat ve ihsanlarına kavuştu. Meseleleri herkesin anlayacağı, çok tatlı bir dille anlatırdı. Peygamber'in güzel ahlâkı ile ahlaklanmış olan Abdullah, "Bu nimeti bana veren yüce Allah'tır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem benim için ilim ve hikmet niyazında bulundu. Cenâb-ı Hak da ihsan etti." derdi. Kendi döneminde yaşayan sahâbîler ve tanıştığı ilim adamları onu çok takdir ederlerdi. O, yetmiş sahâbînin üzerinde fikir beyan edip halledemediği bir meseleyi, kendi başına çözecek kadar ilim sahibi idi. O, rivâyet ettiği 1660 hadisle, en çok hadis rivâyet eden yedi sahâbîden beşincisi oldu. Bir kısmını bizzat Peygamber'den duydu; çoğunu ise Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz.Muaz, babası Abbas ve Hz.Ebû Zer gibi büyük sahâbîlerden öğrendi. Keskin bir kavrayış ve büyük bir anlayış ile en zor ilmî meseleleri dahi kısa zamanda çözerdi. Hz. Ömer, onu bu yüzden herkesten üstün tutmuştur. Hz. Ömer, önemli ve çözümü zor bir meseleyle karşılaştığı zaman, İbn-i Abbas'a danışır ve ona "Ey becerikli, çöz bakalım." derdi. Bir gün İbn- A S H  B-I K İ R  M 349 i Abbas sıtmaya yakalandığında, Hattab oğlu Ömer, onun ziyaretine giderek, "Senin hastalığın bizi perişan etti. Allah bize yardım etsin." Dedi Hazret-i Abdullah ibn-i Abbas son derece zeki, akl-ı selim sahibi, metin seciyeli, ince ve yüksek düşünüşlü bir zât idi. Onun Rasûl-i Ekrem'e mülâzemeti çocukluk zamanına tevafuk eder. Ümmül-mü'minîn Hazret-i Meymûne ki, Hazret-i İbn-i Abbas'ın teyzesidir, İbn-i Abbas'ı çok sever, ona son derece kıymet verirdi. Hazret-i İbn-i Abbas, sık sık Rasûl-i Ekrem'i ve teyzesini ziyarete giderdi ve onlarda misafir olurdu. Hazret-i Abdullah, bu hadiseleri şu şekilde nakleder: "Bir gece teyzem Meymune bint-i Hâris'in nezdinde kalmış idim. O gece Rasûl-i Ekrem aleyhisselâm onun nezdinde kalacaklardı. Geceleyin Rasûl-i Ekrem, kıyam ile namaza durdular. Onun namaza durduklarını görünce ben de hemen kalktım, Rasûl-i Ekrem'in solunda namaza durdum, ona iktida ettim. Rasûl-i Ekrem elini uzattı, başıma dokunarak beni sağına getirdi." Yine bir gece Rasûl-i Ekrem'in hanesinde teyzemin yanında misafir oldum, Rasûl-i Ekrem teşrif buyurunca beni henüz görmeden teyzeme misafirin kim olduğunu sordu, teyzemden amcazâdeniz Abdullah diye cevab alınca benim için“Allahümme fakkıh fid-dîni ve allimet-te'vîle" buyurdu. 350 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hazret-i İbn-i Abbas Rasûl-i Ekrem'in irtihâli anında, onüç yaşında bir gençti. Hazret-i Ebûbekir devrini yaşayan Hazret-i İbn-i Abbas, Hazret-i Ömer devrinde gençlik çağına varmış, bütün ekâbir-i Ashâb ile Hazret-i Ömer'in feyz-i sohbetinden, ilm ü irfanından istifade etmiş; onların Rasûl-i Ekrem'den telakkî ettikleri bütün maarifi ihata eylemiş, elhâsıl bütün muasırlarının bildiklerini kavramak ve anlamakla meşgul olmuştu. İmam Buhârî'nin bildirdiğine göre, Hazret-i İbn-i Abbas, Bedir muharebesine katılan sahabenin büyüklerine yetişmiş, onların telâkki ettikleri ulûm ve maarifi tahsil etmiş, devrinde bilhassa ilim ve irfanı ile temâyüz etmişti. Hazret-i Osman devrinde ve Mısır'ın Abdullah ibn-i Ebî Sehr tarafından idare olunduğu sırada, Hazret-i İbn-i Abbas, Afrika seferine iştirak etmiş, bu sefere Medine-i Münevvere'den iştirak eden kafile ile birlikte hareket ederek, İslâm ordusu adına elçilik görevinde bulunmuştu. O zaman Afrika'da hükümdarlık eden Cercis ile görüşmüş, zekâsının keskinliği ile, fikirlerinin kuvvetiyle, irfanının vüs'atiyle Cercis'i ve adamlarını hayrete düşürmüştü. Onlar, Hazret-i İbn-i Abbas hakkında: "Bu adam Arapların hıbrıdır, yâni en mütebahhir âlimidir." demişlerdi. Hazret-i İbn-i Abbas, bilhassa Kur'an-ı Kerim'in tefsir ve te'vilinde büyük bir kudret sahibi idi. Ayât-ı kerimenin esbâb-ı nüzûlünü gayet iyi bilir, nâsih ve mensuhu mükemmel bir surette anlardı. Ondan dolayı o devrin bütün büyükleri ona hürmet ederdi. Hazret-i Abdullah ibn-i A S H  B-I K İ R  M 351 Mes'ud onun ilim ve fazlını takdir eder, "Abdullah ibn-i Abbas Kur'an-ı Kerim'in tercümanıdır." derdi. İbn-i Abbas, Hazret-i Ömer'in ilim meclislerine iştirak ederdi. Bütün ashâb onun berrak muhakemesinden, geniş malumatından istifade ederdi. Hazret-i Ömer'in Hazret-i İbni Abbas'a itimadı o kadar ileri idi ki, onun Bedir ehli yaşlı kimselerle ile bir tutar ve onların meclislerinde hazır bulundururdu. Hatta Bedir ashâbından bazıları, onun gibi genç bir adamın meclislerinde bulunmasından müteessir olurlardı. Hazret-i ibn-i Abbas'ın kendisi bu vaziyeti naklederek der ki: "Hazret-i Ömer, beni Bedir ehli yaşlılarının meclislerine kabul ederdi. Anlaşılan bundan onların bazıları müteessir olmuş, benim niçin onların meclisinde bulunduğumu sormuş, hatta bizim onun kadar oğullarımız vardır demişlerdi. Hazret-i Ömer onlara: 'Yahu, bu genç sizin zannettiğiniz gibi değil!' demiş. Bir gün onları davet ederek beni de onlarla beraber kabul etmişti. Onun beni o gün onlara göstermek için davet ettiği besbelli idi. Hazret-i Ömer meclise sordu: "Nasr sûresi hakkında ne dersiniz?" dedi. Hazır bulunan zevâtın bazıları: “Cenâb-ı Hak, nusrete nail olduğumuz zaman hamd ve istiğfarı emir buyuruyor." demişler, birçokları da susmuşlardı. Hazret-i Ömer, bana bakarak: 352 MUHAMMED ALEYİSSELÂM "-Sen de bu fikirde misin, İbn-i Abbas?" dedi. "-Hayır!" dedim. Hazret-i Ömer: "- O halde ne diyorsun?" "-Bu sûre-i şerife Rasûl-i Ekrem'in ecelinden bahsediyor. Cenâb-ı Hak Rasûl-i Ekrem'e ecelinin yaklaştığını bildirerek: 'Allah'ın nusreti eriştiği ve fetih müyesser olduğu zaman, ki bu senin ecelinin yaklaştığına işarettir; sen Allah'ı tenzih, tesbih ederek ona hamd et, ondan mağfiret niyaz et! Cenâb-ı Hak tevbeleri kabul edicidir.' buyurmuştur." Dedim. Hazret-i Ömer bu cevaba karşı: "Ben de bundan fazlasını bilmiyorum!" buyurdu. Hazret-i İbn-i Abbas hadis ilminde mütebahhir olan ulemadandır. Hazret-i İbn-i Abbas bütün bu ehadis-i şerifeyi tetkik ve taharri ile öğrenmiştir. Çünkü onun bunları doğrudan doğruya Rasûl-i Ekrem'den telâkki etmesine imkân yoktu. Rasûl-i Ekrem'in irtihali zamanında İbn-i Abbas onüç yaşlarında idi. Onun için bu vâsi' malûmatı sa’y ve gayretle elde etmiştir. Ebû Seleme der ki: Hazret-i İbn-i Abbas bir kimsenin Rasûl-i Ekrem hakkında bir şey bildiğini haber aldı mı, o adamın bildiğini öğrenmeden rahat edemezdi. Rasûl-i Ekrem'in azadlı kölesi Ebû Rafi', Rasûl-i Ekrem'in birçok A S H  B-I K İ R  M 353 ahvâl ve ef'aline vâkıf bulunuyordu. İbn-i Abbas birçok malûmatı ondan öğrenmiştir. Bir kere Hazret-i İbn-i Abbas ile Misver ibn-i Mahreme arasında ihtilâf hâsıl olmuştu. İkisi de Ebvâ'da bulunuyorlardı. Mesele ihrama giren bir adamın başını yıkayıp yıkamaması idi. Abdullah İbn-i Abbas'a göre ihrama giren bir adam başını yıkayabilirdi. Misver ise, ihrama giren adamın başını yıkayamayacağını söylüyordu. Bunun üzerine Hazret-i İbn-i Abbas, Abdullah ibn-i Hüneyn'i Hazret-i Ebû Eyyûb elEnsàrî'ye göndermiş, ona bu meseleyi sormasını emretmişti. Abdullah ibn-i Hüneyn derki "Kalktım gittim. Hazret-i Ebû Eyyûb bir kuyunun başına dikilmiş iki tahta parçası arasında yıkanıyordu. Sırtında bir elbise vardı. Ona selâm verdim. Bana dönerek: Sen kimsin? Dedi. Ben: Abdullah ibn-i Hüneyn'im, dedim ve devam ettim: Beni sana Abdullah ibn-i Abbas gönderdi. Rasûl-i Ekrem'in ihrama girdikten sonra başını nasıl yıkadığını sormamı istedi. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Eyyüb önündeki bir adama başımdan suyu dök dedi. Su dökülmüş, o da iki eliyle başını ovmuş, ellerini ileri geri götürmüş, ondan sonra "Rasûl-i Ekrem efendimiz'in böyle yaptığını gördüm." demiştir. Ashâb-ı Kiram, Rasûl-i Ekrem efendimiz'in ahval ve ef'alini tahkik hususunda ihtilâfa düştükleri takdirde, Hazret-i İbn-i Abbas'a müracaat eder, onu dinlerdi. İhtilâfa düşülen noktalardan biri de ihrama girmenin vakit ve 354 MUHAMMED ALEYİSSELÂM mahalli idi. Hazret-i İbn-i Abbas bunların hepsini beyan etmiştir: Medine ahalisi, Zülhuleyfe makamında, Şam ahalisi Cuhfe, Necid ahalisi Karnulmenâzil, Yemen ahalisi Yelemlem'den itibaren ihrama girerler. Buyurmuştur. Hazret-i İbn-i Abbas'ın talebeleri oldukca fazladır: Saîd ibn-i Cübeyr, Mücâhid ibn-i Cebr, İkrime, Atâ ibn-i Ebî Rebah, Amr ibn-i Dinar meşhurlarındandır. Hazret-i İbn-i Abbas müşkil bir meselede evvelâ Kitâbullah'a müracaat ederdi, aradığını orada bulamazsa Sünnet-i Seniyyede arardı. Şayet bu büyük menbada da bir şey bulamazsa Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'in verdikleri hükümlere müracaat ederdi. Meseleyi yine halledemezse o zaman ictihad eder ve kıyasa bakardı ve kıyas ile meseleyi hallederdi. “Kur’an ve Sünnete tâbi olan mü’mini hiçbir batıl fikir yıkamaz. Fakat bu dinin pek nâzik meseleleri vardır. Kaza ve kader meseleleri bunlardan biridir. Bilhassa bu mesele ifrat ve tefrite mütehammil değildir. Bu mesele üzerinde ifrat ve tefrit, sürü sürü fitnelere sebebiyet verir.” Derdi. Kasım ibn-i Muhammed der ki: "Batıl hiçbir vakit İbn-i Abbas'ın meclisine girmemiştir. Onun verdiği fetvâlar tamamiyle Sünnet-i Seniyyeye mutabıktır." Akidenin sağlamlığı ve sıhhati bir dinin ruhu mesabesindedir. Hâlbuki İslâmiyet'e giren bazı kimseler, hayır ve şer, kaza ve kader meseleleri ile uzun uzadıya A S H  B-I K İ R  M 355 meşgul olmuşlar, Bunların kimi kaza ve kaderi inkâr etmiş, kimisi de insanın irade ve ihtiyarını inkâr ederek türlü türlü yollara sülûk etmişler, bu sûretle bid'at kapılarını açmışlar, akaidi sarsacak bir hattıhareket takib etmişlerdir. Abdullah b. Abbas’ anlatıyor: Babamla beraber Rasûlullah’ın yanındaydık. Orada rasûlullah’ın kendisiyle konuştuğu bir kimse vardı. Hz. Peygamber onunla konuştuğu için babama yönelmedi. Peygamber katından çıktıktan sonra babam, “Ey oğul! Görmedin mi, amcanın oğlu sanki benden yüz çevirir gibiydi!” dedi. “Ey baba! Peygamber’in yanında bir kişi vardı. Onunla bir mesele konuşuyordu” dedim. Bunun üzerine Rasûlullaha döndük. Babam, “Ey Allah’ın Rasûlü, ben Abdullah’a şöyle şöyle söyledim. O da bana seninle bir mesele konuşan bir zât bulunduğunu söyledi. Acaba böyle bir kimse var mıydı?” dedi. Hz. Peygamber, evet vardı diye cevap verdikten sonra: “Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?” diye sordu. “Evet, gördüm” dedim. Hz. Peygamber, “İşte o Cebrail’di. Sana yönelmekten beni meşgul eden oydu” ya ammi buyurdu. 356 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Peygamber olmadığı halde Cebrail’i gören kimsenin iki gözü kör olmazdan önce vefat etmeyecektir dedi. Allah bu yüzden Abdullaha büyük ecir verecektir” buyurdu. Vefatı İbn-İ Abbas, hicrî 68 yılında âmâ olarak ruhunu Taif'te teslim etti. Yüce Mevlası'na ve O'nun sevgili Peygamberine sallallâhu aleyhi vesellem kavuştuğunda yetmiş yaşlarına gelmişti. Cenaze namazını Hz. Ali'nin oğlu Muhammed bin Hanefiyye kıldırdı. Said bin Cübeyir, İbn-i Abbas'ın cenaze merasiminde yaşanan ilginç bir olayı şu şekilde nakletmektedir: "İbn-i Abbas'ın cenazesinde ben de bulundum. Hiç görülmemiş bir cins kuş gelip, tabutunun içine girdi ve dikkat ettik; bir daha çıkmadı. Gömüldüğü zaman kabrin kenarında birisi: () ﯾَﺎ اَﯾﱠﺘُﮭَﺎ اﻟﻨﱠﻔْﺲُ اﻟْﻤُﻄْﻤَﺌِﻨﱠﺔُ )( اِرْﺟِﻌِﻰ اِﻟَﻰ رَﺑﱢﻚِ رَاﺿِﯿَﺔً ﻣَﺮْﺿِﯿﱠﺔً )( ﻓَﺎدْﺧُﻠِﻰ ﻓِﻰ ﻋِﺒَﺎدِى وَادْﺧُﻠِﻰ ﺟَﻨﱠﺘِﻰ “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl, ve Cennetime gir!” 82 Âyet-i kerimelerini okudu. Fakat okuyanın kim olduğu bilinemedi." 82 FECR SÛRESİ, ÂYET 27-30 A S H  B-I K İ R  M 357 Yaşanan bu olağanüstü hadiseyi Meymun bin Mihran da şu sözleriyle teyit etmektedir: "İbn-i Abbas'ı kefenledikten sonra beyaz bir kuş, kefenin içine girdi. O kuş, ne kadar arandıysa da bulunamadı. İbn-i Abbas'ın azatlısı İkrime: Bu kuş, Rasûlullah'ın, vefat ettiği gün kendisine tekrar verileceğini vaat ettiği gözüdür.' dedi. Üstüne toprak atıldıktan sonra da bir ses işittik. Fakat sesin sahibini göremedik."buyurur. Allah cümlemizi ashâbı kirâm hazâratının şefaâtlarına nail eylesin. Âmin. Bi hurmeti tâha ve yâsin. Bi hurmeti sırrı sûre’ti el-fâtiha. EHLULLAH HAZARÂTININ EVSÂFI Bedru hâfâ Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendiye;“efendim Hak dostları halk içinde nasıl ayırt edilir?” diye sorarlar. Hazret de şu cevabı verir: “-Lisânlarındaki halâvetle, ahlaklarındaki letâfetle, hallerindeki istikametle, yüzlerindeki beşâşet ve beşâretle, edâlarındaki zerâfetle, nefislerindeki sehavetle, hülâsa cümle mahlûkata gösterdikleri merhametle onlar ayırt edilir. Ehlullah Hazretleri’nin bizzat yaşayıp insanlara telkin ettiği şu düsturlar da bu husûsiyetin bir başka tezâhürü mevkiindedir: “Şevkat ve merhamette güneş gibi ol! 358 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Başkalarının kusurlarını örtmekte gece gibi ol! Sehavet ve cömertlikte akarsu gibi ol! Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol! Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol! Olduğun gibi görün; göründüğün gibi ol!...” Tasavvuf yolunda zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş ve kalbi merhaleler kat ederek kamil insan şerefine ulaşmış bulunan Hak dostları, “Veresetü’l-enbiyâ” olma şerefine erişmişlerdir. Onlar, nebevî irşad ve davranış mükemmelliğinin zamanlara yayılmış zirveleri ve Rasûlullahın naibleridir. Yâni onlar, Hz. Peygamber aleyhisselam ve onun ashâbını görme şerefine nâil olamayanlar için fiilî ve müşahhas rehberlerdir. Ehlullâhın tavsiye ve nasihatleri, Rasûlullah aleyhisselât-ü vesselâm’in sohbetlerinden akseden birer feyiz ve bereket tecellisidir. Zirâ mânevi istifâdenin merkezi Rasûlullahtır. İlâhi hakikat ve rûhî heyecanlarla dolu sohbet ve nasihatler, hep o merkezden teselsülen in’ikas yoluyla mün’akis olan nurlardır. Hak dostlarının meclislerini ganimet bilmek gerekir ki, onlar Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’in nübüvvet hayatını kavlen, fiilen ve hâlen ümmete aksettiren örnek şahsiyetlerdir. Bu yüzden onların ikaz ve nasihatleri gönüllere şifadır. Allah Resulü aleyhisselât-ü vesselâm bir gün ashâbına: “-Cennet ağaçlarından birine rastladığınızda gölgesine oturun ve yemişlerinden yeyin! Buyurunca: A S H  B-I K İ R  M 359 “-Ya Rasûlallah! Bu hâl dünyâda iken nasıl mümkün olur? diye sordular. Rasûlullah aleyhisselât-ü vesselâm: “- Ehlullaha tevafük ettiğinizde Cennet ağaçlarından birine rast gelmiş olursunuz.” Buyurdular. Hak dostları Cennet ağaçlarıdır asırlar boyu insanlığı ilim ve irfanlarıyla, feyizleriyle tenvir etmiş ve halen de tenvir etmeye devam etmektedirler. Onların hikmet ve ibret dolu nasihatleri, hakikate meftûn gönüllerin gıdasıdır. Ehlullah hazaratı buyururlar ki: “Allah Teâlâ, nebileri ve velileri alemlere rahmet olarak göndermiştir. Bu yüzden insanlara bıkmadan, usanmadan nasihatte bulunurlar. Bu nasihatleri dinlemeyip kabul etmeyenler içinde, “Ya Rabbi! Sen bunlara merhamet buyur, rahmet kapısını bunlara kapatma! diye yalvarırlar.” Hak dostları bir nehir gibidir ki, uzun yollar boyunca binbir canlıya insana, hayvana, ağaca, güle, sümbüle, bülbüle, hayat vererek akıp gider. Bu ırmağın varacağı yer de Cenab-ı Hakk’ın ebedi vuslat deryasıdır. Onların hayatları, insanlık adına bir zirve teşkil ettiği gibi, vefatları da müstesna ibret ve hikmet dersleriyle doludur. Çünkü onlar dünya hayatını, daima ahiret gerçeğini dikkate alarak ve ilahi tanzime ram olarak yaşadıklarından onların nazarında 360 MUHAMMED ALEYİSSELÂM ölüm, karanlık bir kabus olmaktan çıkmış, ebedi vuslatın saadet kapısı olarak telakki edilmiştir. Hazreti Piranı izam buyurur: “Oğul! Herkesin ölümü kendi yaşantısı gibidir, insanı Allah’a kavuşturduğunu düşünmeyip ölümden korkanlar için ölüm, korkunç bir düşman gibi görünür. Allah ve Rasulüne kavuşmak isteyenlere ise ölüm bahtiyarlıktır.” Bu yüzden ekseri insanlara soğuk ürpertiler ve korkular saçan ölüm gerçeği, evliyaullah için vuslat gecesi haline gelmiştir. Onlar dünya hayatında Allah’ın murâdına muhalefet etmekten başka hiçbir şeyden korkmadıkları için ahirette bütün korkulardan emin kılınmışlardır. Bu hususta ayet-i kerimelerde şöyle buyurulur: Allahu Teâlâ buyuruyor: اِنﱠ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻗَﺎﻟُﻮا رَﺑﱡﻨَﺎ اﻟﻠﱠﮫُ ﺛُﻢﱠ اﺳْﺘَﻘَﺎﻣُﻮا ﺗَﺘَﻨَﺰﱠلُ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢُ اﻟْﻤَﻠَﺌِﻜَﺔُ اَﻟﱠﺎ ﺗَﺨَﺎﻓُﻮا وَﻟَﺎ ﺗَﺤْﺰَﻧُﻮا وَاَﺑْﺸِﺮُوا َﺑِﺎﻟْﺠَﻨﱠﺔِ اﻟﱠﺘِﻰ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺗُﻮﻋَﺪُون “Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan Cennetle sevinin!” 83 derler. Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: ُﻟَﮭُﻢُ اﻟْﺒُﺸْﺮَى ﻓِﻰ اﻟْﺤَﯿَﻮةِ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ وَﻓِﻰ اﻟْﺎَﺧِﺮَةِ ﻟَﺎﺗَﺒْﺪِﯾﻞَ ﻟِﻜَﻠِﻤَﺎتِ اﻟﻠﱠﮫِ ذَﻟِﻚَ ھُﻮَ اﻟْﻔَﻮْزُ اﻟْﻌَﻈِﯿﻢ 83 FUSSİLET SÛRESİ, ÂYET 30 A S H  B-I K İ R  M 361 “Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” 84 Cenâb-ı Hakk yine buyuruyor ki: ﻟَﮫُ ﻣُﻌَﻘﱢﺒَﺎتٌ ﻣِﻦْ ﺑَﯿْﻦِ ﯾَﺪَﯾْﮫِ وَﻣِﻦْ ﺧَﻠْﻔِﮫِ ﯾَﺤْﻔَﻈُﻮﻧَﮫُ ﻣِﻦْ اَﻣْﺮِ اﻟﻠﱠﮫِ اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﻟَﺎ ﯾُﻐَﯿﱢﺮُ ﻣَﺎ ﺑِﻘَﻮْمٍ ﺣَﺘﱠﻰ ٍﯾُﻐَﯿﱢﺮُوا ﻣَﺎ ﺑِﺎَﻧْﻔُﺴِﮭِﻢْ وَاِذَا اَرَادَ اﻟﻠﱠﮫُ ﺑِﻘَﻮْمٍ ﺳُﻮءًا ﻓَﻠَﺎ ﻣَﺮَدﱠ ﻟَﮫُ وَﻣَﺎﻟَﮭُﻢْ ﻣِﻦْ دُوﻧِﮫِ ﻣِﻦْ وَال “Onun önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” 85 Bu âyet uyarınca, evliyaullah dahi kendilerindeki o velâyet hasletini, o iman ve ittikayı değiştirip bozmadıkça Allahu Teâlâ’nın bu dünya ve ahiret için verdiği sözü, ve müjdeyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bunlar ebedî müjdelerdir. İşte bunlar felâha erenlerdir. Madem ki, evliyaullah böyle müjdelerle müjdelenmiştir ve onlara korku yoktur ve onlar mahzunda olmayacaktır, öyleyse peygamberlik rütbesi daha yüksek olduğu için peygamberlere hiç bir zaman korku ve hüzün yoktur. Nasıl ki her Peygamberin kendisine has bir takım hususiyetleri varsa, Evliyâullâh zümresinin de farklı hususiyetleri vardır. Meselâ, Celâlî veya Cemâlî mizacta olabilirler. Fakat bunların hepsi Cenab-ı Hakk’ı sıradan 84 85 YUNUS SÛRESİ, ÂYET 64 RA’D SÛRESİ, ÂYET 11 362 MUHAMMED ALEYİSSELÂM insanların idrak ve ihatasından daha farklı bilir ve bütün faniliklerden kalben müstağni kalarak Hakk’a yaklaşma gayreti içinde olurlar. Bu uçsuz bucaksız marifetullâh sahasında daima hakkel yakin olarak cenabı hakkı müşahede ederler. Böyle olmakla beraber veliullahın hepsi, aynı merhalede olmadığı gibi aynı vazife ile de mükellef değildirler. Bazıları, irşadla mükellef olmadıklarından, onlar, hayret makamında kalır ve daimi bir surette sûkut halinde olurlar. Böyleleri ilahi kudret akışları karşısında lâl (dilsiz) gibidir. Diğer bazıları ise, seyr-u sûlûkûn nihayetinde halka dönerler. Bunlar irşadla mükelleftirler. İnsanlığa vazifeli olan böyle Hak dostları, adeta çağlayanlar gibidir. Dillerinden ve gönüllerinden ilahi sır ve hikmetler taşmaya başlar. Nefsini tezkiye kalbini tasfiye edip, itminâna ermeden imanın hakikatına ulaşmak mümkün olmaz. İtminana kavuşmak, sırrına ermektir ki bu iman zevâl bulmaz. Bu iman Allah dostlarının imanıdır. İyi bil ki, hakikaten evliyâullahın üzerlerine korku yoktur. Evliyaullah ünvanı, Allah (c.c)’na dost olanlar, Allah için dost olanlar, Allah için birbirlerine destek olanlar gibi mânâlara gelir. Velâyet, muhabbet, dostluk, yardım ve vekâleten onun işine bakmak gibi anlamlar ifade eder. Bu ünvana kimlerin layık oldukları hakkında ulemânın naklettikleri bazı rivâyetler vardır. Said bin Cübeyr radıyallahu anh dan rivâyet olunmuştur ki Rasûlullah’a evliyaullah’ın kimler olduğu A S H  B-I K İ R  M 363 sorulmuş Oda şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah zikr olunur (yâd olunur).” 86 Başka bir rivâyette ise, “Görüldüklerinde Allah hatıra gelir.” 87 Yakınlarında bulunanlar görürler ki halleri, ve davranışları ile derhal Allah hatırlanır. Abdullah bin Abbas radıyallahu anh semt ve heyetleri yerine ihbat ve sekinet yani duruşlarını ve yürüyüşlerini görenlerin hatırına Allah gelir şeklinde tefsir etmiştir. Bunların dünya malına tamahları yoktur. Çalışmanın ibadet olduğunu bilirler kazançlarını Hakk yolunda infak ederler “Allah uğrunda birbirlerini severler. Nitekim Ömer bin Hattab’dan rivâyet olunmuştur ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur. “Allah`ın kullarından öyle insanlar vardır ki, enbiyâ değiller, şehid de değiller, fakat kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehidler imrenerek bakacaklardır”. Ashâb-ı Kirâm: “Ey Allah'ın Rasûlü ! bunlar kimler ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir ve bizde onlara sevgi ve yakınlık gösterelim” dediler. Rasûlullah: “Bunlar bir kavimdir ki aralarında ne akrabalık ne ticaret olmaksızın Allah’ın nuru ile nurlanıp Allah rızası için birbirlerini severler. Vallahi yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar 86 87 HADİS, İBNİ MACE HADİS, SÜYUTİ, ED-DÜRRÜL-MENSÛR 364 MUHAMMED ALEYİSSELÂM korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler” 88buyurdu. Ebu Hureyre radıyallahu anh dan ve Ebu Mâlik Eş’ârî radıyallahu anh dan da aynı mealde rivâyetler bulunmaktadır. Bu rivâyetlerin her biri bir başka özellikte tarif demek olduğundan hepsinin ortak olarak anlamını içine alan geniş bir tarif ortaya konmuştur. Bu sadık kullar Allah (c.c)’na ibâdet ve taatle sevgi gösterisinde bulunur, Allah da kendilerine kerâmet ihsan ederek dostluğunu gösterir. Onlar işte böyle kimselerdir ki, aşağıdaki âyette daha açık bir sûrette Cenâb-ı Hakk şöyle beyan buyurmuştur: َ اَﻟﱠﺬِﯾﻦَ اَﻣَﻨُﻮا وَﻛَﺎﻧُﻮا ﯾَﺘﱠﻘُﻮ ن “Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır.” 89 Peygamber efendimiz kutsi hadiste buyuruyor ki: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilân ederim. Kulum bana nafilelerle o kadar yaklaşır ki ben onu severim ve ben onu sevince işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” 90 Fahreddin Râzi hazretleri kerâmet hakkında şöyle buyurur: “Allah'ın Celâl nûru kul için kulak olunca o kul yakını işittiği gibi uzağıda işitir. Bu nur ona göz olunca HADİS, HAKİM EL-MÜSTEDREK YUNUS SÛRESİ, ÂYET 63 90 BUHARİ RİKAK- HADİSİ KUTSİ 88 89 A S H  B-I K İ R  M 365 yakını gördüğü gibi uzağıda görür ve yine bu nur bir kul için el olunca yakına, uzağa ulaşır.” 91 Velîlerin kerâmeti hakikatin zuhûrudur Mukaddesât eserleri tarikatın da nûrudur. Mus’ab bin Sa’d radıyallahu anh’dan rivâyet edilen “Siz ancak garibler hürmetine yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.”92 İşte bu hadis-i şerif Allah-ü Tealâ’nın sevdiği kullar hürmetine yardım ettiğinin gerçek bir delilidir. Hadis-i şerifinde ki gariblerden murad, Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz zamanında fakir muhacirlerdir. Kutub ve Gavs onlardandır. Bu taifeye âyetlerde “Allah'ın kulları” ve “Rahman’ın kulları” denilmiştir. Cenab-ı Hakk her asırda bu vasıftaki manevî rical-ü gaybleri arzda mevcut ve hazır bulundurur. Asr-ı Saadetten sonra bu zatlara Kutup, Gavs, Evtâd, Nücebâ ve Ebdal, üçler, yediler, kırklar seçkin veliler, mânevi direkler şeklinde isimler verilir. 93 Gavslık makamına ulaşan bir kişi o derece tasarruf sahibidir ki, karada veya denizde bir kişi veya bir cemaat, herhangi zulüm ve şiddete dûçâr olup, âciz ve zor durumda RÂZÎ, TEFSİRİ KEBİR HADİS, BUHÂRÎ 93 SÛYÛTÎ EL-HAVÎ 91 92 366 MUHAMMED ALEYİSSELÂM kalsa ve zamanın Gavsından yardım taleb etse; Allah-ü Tealâ o zatlara bunu ilham tarîkiyle bildirir. O gavsda hemen harekete geçerek Allah-ü Tealâ’nın izniyle onları o sıkıntı ve tehlikeden kurtarır. Bu yüzden o zata yardım manasına gelen “Gavs” ismi verilmiştir. İbni Mes’ud Radiyallahu Anh’dan rivâyet edilen; “Allah onlar sebebiyle yer halkından belaları kaldırır.”94 Hadis-i şerifi bu hakîkata delildir. Gavsiyet makamına ulaşıp da dili, icâbet hazinelerinin miftâhı hâline gelen bir zât kabul kapılarını açmak isterse, kalbini mevlâ Teâlâya dayandırıp, dilini de dua ile kıpırdattığında en büyük belâları insanlardan biiznillah uzaklaştırır, çünkü o Hakk Teâlâ’nın himayesindedir. Allahu Tealâ âleme nazar etmek dilediğinde evvelâ o zâta tecellî eder, sonra ondan alemlere bakar. Bu makam asâleten Rasûlullah Aleyhisselâtü vesselâm’a aittir. Vekaletende rasûlullahın nâibleri olan gavs-ı âzamlara mahsustur. Kettâni kuddise sirruhû şöyle buyurmuştur. Alemde büyük belâ ve âfatlar vukû bulacağında evvelâ Nüceba (kırklar) yalvarır belâ def olmazsa bu sefer urefâ (yediler) niyazda bulunur, yine kalkmazsa muhtârûn (üçler) dua eder yine mündefî olmazsa Gavs duaya başladığı anda Allah dilerse hemen belâ ortadan kalkar, çünkü iş büyük olunca ancak büyük bir zâtın diliyle def olması umulur. Fiilin faili Allah’tır. Hakikatta kendisinden yardım istenilen zât ancak 94 AHMED İBNİ HANBEL, MÜSNED A S H  B-I K İ R  M 367 Allah-u Tealâ’dır. Gerçek tevhid ve mecâzi isnadın ne demek olduğunu bilen bir kişi bir işi sebep ve vesîlelere dayandırmakla günahkar olmaz. Onun içindir ki evliyaullah ölmez. Çünkü Allah’ın Hayy ismine mazhardır. Evet o velilerdir ki dünya zevkini ehline, ahiret zevkini de yine ehline bırakıp Allah ile beraber olmuşlardır. Onlar Cennet ve Cehennem’i unutup ancak ALLAH için ibadet ederler. Ve O’nunla bulundukları an, iki cihânıda Cennet O’ndan ayrı oldukları an iki cihânı da Cehennem görürler. Ancak O’nu ister ve ni’met olarak O’nu bilirler başkalarına gaip olan, onlarca bilinmiştir. Vücudları bir yerde iken gönülleri Arş’da, Kürside sohbette bulunur. Gerçi onlar, vücudlarıyla mirac etmezler, fakat ruhlarıyle mirac ederler. Cenâb-ı Hakkı gözleriyle görmezler, fakat esrarıyla müşahade ederler. Onlar bu âlemde, herkesle her ne muamele ederlerse, ancak Hakk rızâsı için ederler. Onlar dinar ve dirhemsiz ağniyâ, taleb-i ilimsiz ülemâ ve ümerâdırlar. Eyliyaullah hazerâtının akvâli nebevî; ef’âli melekî; ahlâk’i ilâhîdir. Onların ibâdet-i husûsiyeleri Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda mülâzemet, âdetleri ketm-i esrâr ve setr-i kerâmettir. Veliler kavlen, fi’ilen, zâhiren ve bâtinen âdâb-ı Nebîye temessük etmiş zâtlardır. Onlar iki cihan nurunun ma’iyyetinde gönüllü kurbanlardır. Evliyâullahın sohbetine devam edenler mürde kalplerini yek nazarda biiznillah ihya 368 MUHAMMED ALEYİSSELÂM ederler. Hakîki zâkir ve veli-yi kâmil, şeriat, tarîkat, ma’rifet ve hakîkat mertebelerine müstenid, İslâm dininin cihanşümül vahdet akîdesini bîhakk'ın taşıyan, onu bizzat yaşayan ve tatbik eden zâttır. Sâliklerin Halleri Ey Sâlik, ehlullah buyurmuşlardır ki: Sâlikler iki kısımdır. Biri sâlik-i meczûb, diğeri de meczûb-ı sâlikdir. Sâlik-i meczûb; evvel ilâhî âsârı müşâhede eder, âsâr ile esmâya anlar, esmâ-ı ilâhîyye ile sıfât-ı ilâhiyyeye, sıfat-ı ilâhiyye ile fenâ fillâha, fenâ fillâh ile de bekâ billâha vâsıl olur. Alel ekser sâliklerin hâli budur. Kitab ve sünnette bunlara işaret vardır. Meczûb-ı sâlik ise, evvel bekâ billâhı müşâhede eder. İstidât ve liyâkatine göre kendisine bazı esrar ve sırlar zuhur eder. Sonra fenâ fillah daha sonra sıfat-ı ilâhiyeyi ve esmâ-i ilâhîyyeyi. Nihayet âsâr-ı ilâhîyyeyi müşâhede eder. Sâlikin ibtidası, meczubun intihâsıdır. Yâni sâlikin son vardığı yere meczub daha başında iken varmıştır. Sâlikin hâli; eşyayı Allah (c.c)’na vâsıl olmak için müşâhede etmek; meczubun hâli ise, eşyayı Allah ile beraber müşâhede etmektir. Meczubun seyru sülûku mahv-u fenâ (sekir, kendinden geçme hâli) ile sâlikin seyru sülûku da sahvu bekâ (uyanıklık, his âlemine dönmek hâli)ile son bulur. Sâlikin seyri sülûku aşağıdan yukarıya gitmek; Meczubun seyri sülûku ise, yukarıdan aşağı inmektir. Meczubların seyri sülûku mahvu fenâ ile son bulduğu için, onlar mürşid A S H  B-I K İ R  M 369 olamazlar. Bir kimsenin mürşid olabilmesi için sülûk edip, Hakk’a vasıl olup, fenâ fillâh makamından sonra bekâ billâh makamına ermesi lâzımdır. Çünkü bu makam Enbiyânın vârisleri olan mürşid-i kâmillerin makâmıdır. Zira makam-ı irşad ancak fenâdan sonra bekâ ile tahakkuk eden kimse için sahih ve sâlim olur. Sahvu bekâ; makam-ı mahvu fenâdan üstündür. Mürşid-i kâmillerin halleri de evvelâ sülûk sâniyen cezbe-i ilâhiyye ile Hakk’a vuslat, sonra da bu usül üzere insanları Allah (c.c)’na davet edip, tebliğ ve irşad için sa’yü gayret etmektir. Cenâb-ı Hakk buyuruyor: ﻗُﻞْ اِنْ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺗُﺤِﺒﱡﻮنَ اﻟﻠﱠﮫَ ﻓَﺎﺗﱠﺒِﻌُﻮﻧِﻰ ﯾُﺤْﺒِﺒْﻜُﻢُ اﻟﻠﱠﮫُ وَﯾَﻐْﻔِﺮْ ﻟَﻜُﻢْ ذُﻧُﻮﺑَﻜُﻢْ وَاﻟﻠﱠﮫُ ﻏَﻔُﻮرٌ رَﺣِﯿ ٌﻢ “(Rasûlum! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” 95 Nazm-ı celiline göre Rasûlü Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem efendimizin yoluna ittiba etmemiz lazımdır. Cezbesiz hiçbir veli yetişmemiştir. Çünkü Cenâb-ı Allah bir kulunu kendi tarafına çekmezse hiçbir kimse kendi kendine Cenâb-ı Hakk'a vasıl olamaz. Bazen sülûk mukaddem olur ve bazen de cezbe mukaddem olur. Cezbe-i hakikiyye sülûkten sonra olan cezbedir ki bu daha makbul ve kâmildir. 95 ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ, ÂYET 31 370 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bu kısım meczuba, sâlik-i meczub denilir. Meczub-ı sâlik ise, mübtedilerin hâlidir. İstikamette olurlarsa istifade ederler, değilse edemezler. Bazı meczublar, keşifler görür ki bu hal kendilerini yoldan alıkoyar. Şeriata ittiba etmeyince o hali de kaybolur, mahrum kalır. İşte bu, sâlikin hâli değildir. Meczub olanın; herhalde sülûk görmesi lazımdır. Sülûk ve cezbe ile terakkinin farkı, yürüyen insan ile uçan tayyarenin farkı gibidir. Cezbe ve aşk yolu daha yakındır. Cezbe, sahibinde iki şekilde zuhur eder: Bir kısmı sâkindir, zahirde ve vücutta cezbe eseri görülmez. Fakat sahibinin batını meczubdur. Bâtında hissedilen hâl, lezzet cezbe eseridir. Diğer bir kısmı ise, mâye-i fıtratta nâr cesede gâlib geldiği için cezbe zâhir olur, gelen fuyûzât-ı ilâhîye teskin edilemediği için sesli olarak Allah tezekkür edilir. İrşad için her halde sülûk lâzımdır. Meczub olanların hâli ârızîdir, aslî değildir. Canım Kardeşim, “Sen aklını başına alda, nebilerin ve velilerin öğütlerini canla başla dinle! dinle de, üzüntüden, korkudan kurtul, manevi rahata kavuş, hertürlü sıkıntıdan emin ol!” “Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden bu fâni âlemin aldatmacalarından sıyrılmış, kendini tamamıyla Hakk’a teslim etmiş olan kamil bir insanın eteğini tut ki, ahir zamanın ve Kevn-ü fesadın fitnelerinden kurtulasın!” A S H  B-I K İ R  M 371 “Velilerin sözleri ve nasihatları âb-ı hayatla dolu, saf, dupduru bir billur pınar gibidir. Fırsat elde iken ondan kana kana iç de gönlünde manevi güller ve sümbüller, açılsın.” vesselam. PEYGAMBERİMİZİN AHİRETE İRTİHALİ Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm da insan olması hasebiyle vefat etmesi muhakkaktı. Kendisine Allah’ın emanet ettiği bütün işleri yirmiüç yılda yılmadan yorulmadan, geceli gündüzlü çalışıp yerine getirdi. İnsanlığa değişmez esaslar bıraktı onları gerçek medeniyete kavuşturdu. Her iki alemde insanlığı rahata ve güvenliğe kavuşturacak kaideleri getirdi. İnsanları ahlaksızlıktan nefsin ve şeytanın hile ve tuzaklarından koruyup kurtaracak hükümler bıraktı. Peygamberlik görevini kusursuz yerine getirdi. Peygamberimiz aleyhisselamın vefatına sebeb olan hastalığı Safer ayının son gecesinde, Çarşamba günü, Bakiy kabristanına gidip evine döndükten sonra başağarısı ile başlamıştır. Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı onüç gün sürmüştür. Hz. Aişe der ki: “Peygamber Aleyhisselamın hastalığı ağırlaşıp da ağrısı şiddetlendiği zaman, benim evimde bakılmak üzere zevcelerinden izin istedi, onlar da izin verdiler. 372 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bunun üzerine, Peygamber Aleyhisselâmın bir tarafında amcası Hz. Abbas, diğer tarafında da başka biri olduğu halde ayakları yerde sürünerek çıktı.96 O sırada bir hizmetcim de bulunmuyordu. Peygamber Aleyhisselâm için yastığının içi ızhır otundan doldurulmuş bir döşek serdim hastalığı sırasında bana: “Ey Aişe! Hayber’de tatmış olduğum zehirli etin acısını zaman zaman duyuyorum. Şu anda sanki kalbimin damarı kopuyor!” dediğini haber vermiştir.97 Enes bin Malik de: “Rasûlullah Aleyhisselamın küçük dili üzerinde bu zehrin izini ve tesirini görür dururdum” demiştir.98 Abdullah b. Mesud da: “Peygamber Aleyhisselamın hastalığında vücudu hummânın hararetinden şiddetle sarsıldığı sırada yanına varmıştım. “Yâ Resulallah! Sen çok şiddetli bir hummâya tutulmuşsun!” dedim. Rasûlullah Aleyhisselam: “Evet! Ben sizden iki kişinin humması gibi hummâya tutuldum!”dedi. “Şüphe yok ki, sana iki ecir var!” dedim. HADİS, BUHARİ HADİS, BUHARİ 98 HADİS, MÜSLİM 96 97 A S H  B-I K İ R  M 373 Rasûlullah Aleyhisselam: “Evet, öyledir. Hastalığa tutulan hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah onun kusur ve günahlarını ağacın yapraklarının döküldüğü gibi dökmesin!” buyurdu” demiştir.99 Peygamberimiz Aleyhisselam, vefat ettiği Pazartesi günü sabah namazında Hz. Aişe’nin kapısının perdesini açıp Mesciddeki cemaate baktı.100 Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerinde nakışlı bir elbise vardı. Cemaat, Hz. Ebu Bekir’in arkasında saf olmuşlardı. Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzü bembeyazdı. Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanların saflarını görünce, gülümsedi. Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın cemaate namaz kıldırmak istediğini sanarak, ökçesinin üzerinde geriledi. Cemaat de, Peygamberimiz Aleyhisselamı iyileşti diye sevinmelerinden dolayı, az kalsın namazdan çıkacaklardı. Onlara: “Olduğunuz yerde durunuz! Namazınızı tamamlayınız!” diye eliyle işaret buyurdu. “Ey insanlar! Muhakkak ki, Müslümanın göreceği veya ona gösterilecek salih, sadık rüyadan başka, peygamberliğin gönüllere sevinç verecek müjdecilerinden 99 İBN SA’D HADİS, BUHARİ 100 374 MUHAMMED ALEYİSSELÂM hiçbir şey kalmamıştır! Haberiniz olsun ki; ben rüku ve secde halinde Kur’an okumaktan nehyolundum. Rükûda Yüce Rabbi tâzim ediniz! Secdede ise ona dua ediniz! Çünkü, secdede duanızın kabul olunması umulur!” buyurdu ve perdeyi indirdi. Bundan sonra, ashab Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünü bir daha göremediler.101 Yine Hz. Aişe der ki: “Rasûlullah Aleyhisselam, hastalandığı zaman, Felak ve Nâs surelerini okuyup bedenine üfler ve vücudunu eliyle mesheder, sığardı. Rasûlullah Aleyhisselam hastalığı şiddetlendiği zaman ben de ona Muavezeteyn surelerini okumaya ve elinin bereketini umarak kendi eliyle kendisine meshetmeye başladım. Cebrail’in Rasûlullah Aleyhisselama hastalığında okumuş olduğu istiâze duasını da: “Ey insanların Rabbi! Şu hastalığı gider! Şifa ancak Senin elindedir! Senden başka şifa verici yoktur! Sen öyle bir şifa ver ki, hiçbir hastalık bırakmasın!” diye okudum. Rasûlullah Aleyhisselam: Yâ Âişe üzerimden elini kaldır! Bu okuman bana fayda vermez! Ben müddetimi bekliyorum!” buyurdu.102 101 102 HADİS, AHMED B. HANBEL İBN SA’D, AHMED A S H  B-I K İ R  M 375 Peygamber Aleyhisselam, bundan önce ne zaman hastalansa, Allah’tan sıhhat ve âfiyet dilerdi. Fakat, vefatıyla neticelenen hastalığa tutulduğu zaman şifa için hiç dua etmedi. Yine Hz. Aişe der ki: “Rasûlullah Aleyhisselamın yanında oturuyordum. Fâtıma’yı çağırttı. Fâtıma yürüyerek geldi. Onun yürüyüşü Rasûlullah Aleyhisselamın yürüyüşünü andırırdı. Rasûlullah Aleyhisselam: “Merhaba hoş geldin kızım!” buyurdu ve onu yanına oturttuktan sonra, kendisine gizlice bir şey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra ona gizlice bir şey daha söyledi. Bu defa Fâtıma sevindi. Ben, bu günkü gibi, sevinmenin ağlamaya, bu derece yakın olduğunu görmemiştim!103 Bilâhere Fâtıma’ya, bu ağlamasının ve sevinmesinin sebebini sordum. “Babam tutulduğu hastalığı neticesinde vefat edeceğini haber verdi. Buna ağladım. Sonra, ev halkının kendisine ilk kavuşup katılanın ben olacağımı haber verince de sevindim!” dedi.”104 Hz. Aişe der ki:“Allah’ın bana ihsan ettiği nimetlerden birisi, Rasûlullah Aleyhisselamın benim evimde, benim 103 104 HADİS, AHMED B. HANBEL İBN SA’D 376 MUHAMMED ALEYİSSELÂM günümde ve başı benim göğsümde olduğu halde vefat etmesidir!105 Rasûlullah Aleyhisselamın başını göğsüme yasladığım sırada kardeşim Abdurrahman elinde bir misvakla eve girmişti. Rasûlullah Aleyhisselam ona ve elindekine baktı. Misvakı istediğini anladım. “Ya Resûlallah! Bu misvakı sana vermemi arzu edermisin?” diye sordum. Başıyla “Evet!” diye işaret buyurdu. Ben de misvakı yumuşatıp kendisine verdim. Rasûlullah Aleyhisselamın hiçbir zaman misvakla dişlerini bu derece şiddetli, bu kadar güzel oğuşturduğunu sanki hiç görmemiştim. Sonra misvaklamayı bıraktı, misvak elinden düştü.” Yine Hz. Aişe der ki: “Rasûlullah Aleyhisselamdan, sıhhatte iken, birçok defalar: “Hiçbir peygamber yoktur ki, ruhu, Cennetteki makamını görmedikçe alınmaz! Sonra, ölüm arzusuna bırakılır!” buyurmuştu. Kendisi, hastalanıp ruhu alınmak zamanı gelince, başı benim dizimde bulunduğu halde, üzerine bir baygınlık geldi. 105 İBN SA’D A S H  B-I K İ R  M 377 Ayılınca, gözü açılıp evin tavanına doğru dikildi ve: “Allah’ım! Refik-i A’lâ!” dedi. Ben o zaman: “Rasûlullah bizi tercih etmiyor!” dedim. Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı ağırlaşınca Hz. Fâtıma, Peygamberimiz Aleyhisselamı bağrına basıp: “Vay babamın çektiği ıztıraba!” diyerek ağlamaya başlamıştı. Peygamberimiz Aleyhisselam, ona: “Yavrucuğum bugünden sonra, babanın üzerinde hiç bir ızdırap kalmayacak! Sakın ağlama! Ben öldüğüm zaman “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!” de!” buyurdu.106 Pazartesi günü olunca, Cebrail Aleyhisselam indi. Cebrail Aleyhisselamın yanında ölüm meleği Azrail de inmişti. Cebrail Aleyhisselam: “Yâ Muhammed! Yüce Allah sana ikram olarak beni gönderdi. Sana soracağı şeyi senden daha iyi bildiği halde, sana “Kendini nasıl buluyorsun?” diye soruyor” dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Ey Cebrail! Kendimi baygın ve sıkıntılı bir halde buluyorum!” buyurdu. 106 İBN SA’D 378 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Bundan sonra ölüm meleği Azrail içeri girmek üzere izin istedi. Cebrail Aleyhisselam: “Yâ Muhammed! Bu ölüm meleği senin yanına girmek için izin istiyor! Halbuki, O, senden önce hiçbir Âdem oğlunun yanına girmek için izin istememiştir! Senden sonra da hiçbir Âdem oğlunun yanına girmek için izin istemeyecektir! Ona izin ver dedi. Ölüm meleği içeri girip Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde durdu ve: “Ya Rasûlallah! Yüce Allah beni sana gönderdi ve senin her emrine itaat etmemi de bana emretti! Sen istersen ruhunu alacağım!” dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Allah katında olan, daha hayırlı ve daha devamlıdır! Ey ölüm meleği! Haydi, emrolunduğun şeyi yerine getir! Buyurdu. Peygamberimiz Aleyhisselam, yanındaki su kabına iki elini batırıp ıslak ellerini yüzüne sürdü ve: “Lâ ilâhe illallah ! Ölümün de, akılları başlardan gideren ıztırap ve şiddetleri var!” buyurduktan sonra, elini kaldırdı, gözlerini evin tavanına dikti ve: “Ey Allah’ım! Refik-i A’lâya!” diye diye mübarek ruhunu teslim etti. Elleri yanına düştü. Hz. Aişe ve hâne-i saâdette bulunanlar bu elem ve kedere dayanamayıp ağlama ve hıçkırıklarla kendilerinden geçtiler Allahümme salli alâ nebiyyinâ ve seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ve sellim adede halkıhî rıdae nefsihî zîneti arşıhi! A S H  B-I K İ R  M 379 Cebrail Aleyhisselam:“Selam olsun sana ey Allah’ın Resûlu! Bu, senin için yeryüzüne inişimin sonuncusudur!” dedi.107 Enes b. Malik: “Ben hiçbir zaman Rasûlullah Aleyhisselam’ın Medine’ye gelip girdikleri günden daha ziyalı ve daha güzel olan bir gün görmemiştim! Kendisinin içinde vefat ettiği günden daha kederli bir gün de görmedim!108 Rasûlullah Aleyhisselamın Medineye gelip girdiği gün Medine’nin her şeyi aydınlanmış, vefat ettiği gün de Medine’nin her şeyi kapkaranlık olmuştur!”109 diyerek, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından duyulan derin acıyı dile getirmiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında ashâbı kiramdan kimi “Vefat etti,” kimisi de “Vefat etmedi” diyerek anlaşmazlığa düşünce; Esmâ binti Umeys, elini Peygamberimiz Aleyhisselamın iki küreği arasına koyup: “Rasûlullah Aleyhisselam vefat etmiştir! Çünkü onun iki küreği arasındaki peygamberlik hâtemi kaldırılmıştır!” dedi. Ashâb mescidde bu hal üzerindeyken Hz. Ebu Bekir kalkıp şehadet getirmeye başlayınca , ona yöneldiler. İBN SA’D HADİS, AHMED B. HANBEL 109 HADİS, TİRMİZİ 107 108 380 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Hz. Ebu Bekir şöyle konuştu: “Yüce Allah, Peygamberine daha aranızda iken ölüm haberini vermişti. Sizlerin de eceliniz gelince öleceğinizi haber vermiştir. “Her can ölümü tadıcıdır. Yaptıklarınızın karşılığı, kıyamet günü size muhakkak verilecektir!” buyuruyor. Ey insanlar! Dikkat ediniz! Sizlerde kim Muhammed’e tapıyor ise, bilsin ki Muhammed Aleyhisselam ölmüştür! Sizlerden kim de Allah’a ibadet ediyorsa, hiç şüphesiz Allah Haydır, ölümsüzdür! Yüce Allah: “Ey Resûlüm! Elbette sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir!” “Muhammed bir resûlden başka bir şey değildir. Ondan önce de nice resûller gelmiş geçmiştir. Şimdi o ölür yahut öldürülürse ökçenizin üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?!” “Kim böyle ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette ki Allah’a hiçbir şeyle zarar veremez! Allah şükür ve sebat edenlere mükafat verecektir” buyurmuştur. dedi. Cemaat, Hz. Ebu Bekir’den dinledikleri ayetlerden sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiğine artık iyice kanaat getirdiler. Hz. Ömer: “Vallahi o günümden önce o ayetleri sanki hiç işitmemiş gibiydim! Onları Ebu Bekir’den dinler A S H  B-I K İ R  M 381 dinlemez, dizlerimin bağı çözüldü, artık iyice kanaat getirdim ki, Peygamber Aleyhisselam vefat etmiştir!” dedi Rasûlullah’ın yanına girdi ve üzerine eğilip onu öptü ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Hz. Ebu Bekir konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamı, Allahın dinini ayakta durduracak, Allah’ın emrini açıklayıp hâkim kılacak, tebliğ vazifesini yerine getirecek ve Allah yolunda savaşacak kadar ömür verip yaşattıktan sonra vefat ettirmiştir! Rasûlullah Aleyhisselam sizi açık delilden sonra şekâvet üzerine helak olanlardan başkası helâk olmayacak bir yol üzerinde bırakmıştır. Ey insanlar! Allah’tan korkunuz! Dininize sımsıkı sarılınız! Rabbinize mütevekkil olunuz! Allah’ın dini (İslamiyet) yaşayacaktır! Allah’ın Kitabı tamamlanmıştır! Allah, dinine yardım edenlerin ve dinini üstün tutanların yardımcısıdır. Aramızda Allah’ın Kitabı ve Rasûlünün sünneti bulunmaktadır! Buyurdu. Hz. Ebu Bekirin konuşmasından sonra Hz. Ömer şöyle hitap etti: Babam, anam sana fedâ olsun Ya Resûlallah! Üzerine dayandığın hurma kütüğü, senin ayrılığına dayanamayarak inlemeye başladı, bizler senin ayrılığına nasıl dayanırız ya rasulallah! Babam, anam sana fedâ olsun Ya Resûlallah! 382 MUHAMMED ALEYİSSELÂM Cehennem halkının azab edilirlerken “Eyvah! Keşke Allah’a itaat etseydik, Rasûlullah’a itaat etseydik! diyerek sana itaati özlemeleri, senin Allah katındaki faziletini son dereceye ulaştırmıştır!” diyerek hüngür hüngür ağladı. Hz. Peygamberin hanımları peygamberimizin ruhunun uçup gittiğini görünce hıçkırarak ağlamaya başladılar. Onların sesleri mescidi şerifteki sahabeleri büyük bir telaş ve üzüntüye düşürdü. Hz. Ali cansız bir cesed gibi olduğu yere yığıldı. Hz. Osmanın dili tutuldu. Hz. Ebu Bekir gelip durumu görünce hemen peygamberimizin odasına girdi yüzünü açtı gördü ki, ruhu uçup gitmiş, mübarek vücudu yine nur gibi taptaze duruyordu. Ah ya Nebiyallah vefatında hayatın gibi güzel diyerek eğilip öptü, kokladı, kokladı, ağladı ve mübarek yüzünü tekrar örttü. Ehlibeyti teselli etti. Allah şefaati uzmalarına cümlemizi nail eylesin. *** REFÎK-İ A’L Mateme gark oldu cihan onun vefat ettiği günde Yetim kaldı beşeriyet, dağlar taşlar geldi vecde Ağdı küre, koptu fezâ, dalgalandı Ahmediyyet İndi yere dense sezâ, ezeliyyet ebediyet Mahsûn olmuş tüm medine O’na selâm arzediyor Mescid kuba, Cebel Uhud ‘Muhammed’im gitti’ diyor A S H  B-I K İ R  M Diriltirdi kâinatı yavaşça bir gülümsese Aşkın yüce mâbedinde kıble olmuş O herkese Muhammedin müjdecisi İbrâhimler, İsmâiller Divân durur huzurunda Azrailler, Cebrâiller Konulmuş ten levhasına Yaratan’ın şâheseri Varsa ancak kendisidir, O incinin bir benzeri Bir güzel ki güzellikler, güzelliği ondan almış Onsekizbin alem onun Cemâlini seyre dalmış Şems-i hidâyet doğmuştu, ezeldeki nûr içinden Duymuş berzah bülbülleri, ağlıyorlar sevincinden Ey gönlümün nâmeleri, uçanlarla uçun gidin Muhammed’im ravzasına selâmımı siz arzedin. ---------- 383