muhammed

Transkript

muhammed
‫‪1‬‬
‫‪K İ R Â M‬‬
‫‪A S H Â B-I‬‬
‫ﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّﮫِ اﻟﺮﱠﺣْﻤﻦِ اﻟﺮﱠﺣﯿﻢِ‬
2
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
A S H Â B-I
K İ R Â M
MUHAMMED
ALEYHİSSELÂM
ve
ASHÂB-I KİRÂM
ERENKÖYLÜ
MUHAMMED HİKMET EFENDİ
3
4
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Baskı
Seçil Ofset Ltd. Şti.
Mas-Sit Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No: 77 Bağcılar-İstanbul
Tel: 0212 629 06 15
www.secilofset.com
Eylül 2010
Sipariş : 0536 - 2991922
A S H Â B-I
K İ R Â M
5
َ ‫ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺧَﯿْﺮَ اُﻣﱠﺔٍ اُﺧْﺮِﺟَﺖْ ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﺗَﺎْﻣُﺮُو‬
‫ن‬
َ‫ﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُوفِ وَﺗَﻨْﮭَﻮْنَ ﻋَﻦِ اﻟْﻤُﻨْﻜَﺮِ وَﺗُﺆْﻣِﻨُﻮن‬
ِ‫ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫ‬
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve
Allah'a inanırsınız…” Âli İmran Sûresi Âyet 110
6
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
İÇİNDEKİLER
HZ. MUHAMMED ALEYHİSSELÂM
ASHÂB-I KİRÂM’IN FAZÂİLİ
1. HZ. EBU BEKİR SIDDIK
2. HZ. ÖMER B. HATTAB
3. HZ. OSMAN B. AFFAN
4. HZ. ALİ B. EBÛ TÂLİB
5. HZ. SAİD B. ZEYD
6. HZ. SAD B. EBİ VAKKAS
7. HZ. ABDURRAHMAN B. AVF
8. HZ. ZÜBEYR B. AVVAM
9. HZ. UBEYDE B. CERRAH
10. HZ. TALHA B. UBEYDULLAH
11. HZ. EBU MUSA EL-EŞ’ÂRÎ
12. HZ. HASAN
13. HZ. HÜSEYİN
14. HZ. HAMZA
15. HZ. DIRAR B. EZVER
16. HZ. HALİD B. VELİD
17. HZ. KÂB B. MALİK
18. HZ. DIHYE B. HALİFE
19. HZ. MUSAB B. UMEYR
20. HZ. SAD B. MUAZ
21. HZ. HALİD B. ZEYD
22. HZ. BİLAL-İ HABEŞÎ
23. HZ. SELMAN-I FARİSÎ
24. HZ. EBÛZER GİFÂRÎ
25. HZ. EBÛ KATÂDE
9
36
39
55
69
73
81
86
95
101
104
113
122
127
133
140
150
154
170
179
183
191
198
212
217
228
237
A S H Â B-I
K İ R Â M
7
26. HZ. MUAZ B. CEBEL
244
27. HZ. ABDULLAH B. ÜMMİ MEKTUM
28. HZ. ABDULLAH B. SELÂM
29. HZ. HUZEYFE B. YEMÂNİ
30. HZ. AMMAR B. YÂSİR
31. HZ. ABDULLAH B. REVÂHA
32. HZ. ESAD B. ZÜRÂRE
33. HZ. ZEYD B. HÂRİSE
34. HZ. SAD B. UBÂDE
35. HZ. USEYD B. HUDAYR
36. HZ. EBÛ DÜCÂNE
37. HZ. ENES B. MÂLİK
38. HZ. EBU HUREYRE
39. HZ. CÂFER-İ TAYYÂR
40. HZ. ABDULLAH B. ABBAS
EHLULLAH HAZERÂTININ EVSÂFI
PEYGAMBERİMİZİN ÂHİRETE İRTİHALİ
252
255
262
271
281
285
292
297
303
306
313
322
329
346
357
371
8
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
A S H Â B-I
K İ R Â M
9
HAZRET-İ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM
Cenâb-ı Hak Kadir-i Mutlak ve Tekaddes ve Teâlâ
Hazretleri şöyle buyurur:
َ‫ﻦ اﻟْﻤُﺴْﻠِﻤِﯿﻦ‬
َ ِ‫وَﻣَﻦْ اَﺣْﺴَﻦُ ﻗَﻮْﻟًﺎ ﻣِﻤﱠﻦْ دَﻋَﺎ اِﻟَﻰ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻋَﻤِﻞَ ﺻَﺎﻟِﺤًﺎ وَﻗَﺎلَ اِﻧﱠﻨِﻰ ﻣ‬
“(İnsanları) Allah'a çağıran, sâlih amel işleyen ve "Ben
müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?” 1
Resûl-i kibriya, sertâc-ı enbiya, seyyidü’l-mürselîn,
hatemü’n-nebiyyîn Muhammed Mustafa aleyhisselâtü
vesselâm efendimiz de şöyle buyurur:
Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı ve peygamber
olarak da Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ı seçen kimse
imanın tadını almıştır.2
Dünya yaratıldığından beri beşeriyeti ulvîleştiren veya
suflîleştiren birçok hadiseler görülmüştür. Bu kevnü fesâd,
gözleri kamaştıran geçici gösterişlere sahne olduğu gibi,
insanı yerin dibine batıran fenalıklar, hayâsızlıklar ve
zulümler de zahir olmuştur. Fakat binlerce seneden beri
beklenen sürur günü henüz gelmemişti. Kâinatın ezelden
beri müştak olduğu, O’na ermek için gece gündüz döndüğü,
O yüce nur doğmamıştı. Bütün semâvât-u mukadderât ve
anâsır-ı erbaa, ziya veren güneş, geceyi aydınlatan ay ve
1
2
FÜSSİLAT SÛRESİ, ÂYET 33
HADİS, MÜSLİM
10
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
yıldızlar, esen rüzgâr, yağan yağmur, türlü türlü nefehâtıyla
âlemi cilvegâh eden asumân…
Adem aleyhisselâm’ın safası, Şit aleyhisselâm’ın
şecaatı, İbrahim aleyhisselâm’ın tevhidi, İsmail aleyhisselâm’ın teslimiyeti, İshak aleyhisselâm’ın rızası, Salih
aleyhisselâm’ın fesâhati, Lut aleyhisselâm’ın hikmeti, Yakup
aleyhisselâm’ın beşareti, Yusuf aleyhisselâm’ın hüsnü, Musa
aleyhisselâm’ın mucizâtı, Eyyüb aleyhisselâm’ın sabrı, Yunus
aleyhisselâm’ın itaati, Yûşa aleyhisselâm’ın cihadı, Davud
aleyhisselâm’ın sadası, Yahya aleyhisselâm’ın ismeti, Îsa
aleyhisselâm’ın diriltici nefesi; bütün bunların hepsi günün
birinde zuhur edecek olan varlığın bir danesi, Seyyidü’lKevneyn, İmam-ı sakaleyn Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’a hazırlık idi.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm varlığın
kalbi ve nurudur, hidâyet güneşidir, kainatın efendisidir.
Mahlukattan sevilmişlerin başı ve evvelidir. Kendisinden
evvel yaratılanlardan habib ve mahbub yok idi. Bütün
kalplere sevgisini bahşetmek için mahbub olarak âlemlere
gönderildi. İlk yaratılan nur, O’nun nurudur. Bütün nurlar,
feyizler, cezbeler ve aşklar bu nurun varlığından doğmuştur.
Allah celle celâlühu için Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü
vesselâm Habib, (sevgili), Mahbub, (sevilen) ve Maksûd
(arzu edilen) oldu. Muhammed aleyhisselâtü vesselâm
olmadan Allah celle celâlühu layıkıyla bilinemezdi. Allah
celle celâlühu varlığını ve birliğini beşere bildirmek için
Peygamber-i zîşân efendimizi gönderdi. O’nun yaratılışı
herkesten, herşeyden, her zî-rûh ve bî-rûhdan ve her zî-şekil
A S H Â B-I
K İ R Â M
11
ve bî-şekilden evveldir. Bi’seti (gönderilmesi) her resûlden
sonradır. Yaratılmasıyla hilkatin kapısı açılmış. Bi’seti ile
resûller ve nebîler kapısı kapanmış ve mühürlenmiştir. O
hilkatin fatihası, risaletin hâtimesidir. O’nu hiçbir kalem
tasvir, hiçbir beyân teşrih edemez.
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm efendimizi hakkıyla
yine Muhammed kelimesi tasvif eder. Yaratılmışların
sultanını ise yalnız Hazret-i Kur’ân tasvir eder. Allah onun
hakkında “Hulukin Azîm” (büyük meziyet, büyük seciye ve
büyük yaratılış) der. Bilcümle nebîler ve resûller, O’nu beşere
müjdelemek için geldiler. Enbiya-ı izam, nebiler sultanı
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın teşrifatçılarıdır. Tevrat, İncil, Zebur Allah celle celâlühu’nun bütün
kitapları, Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın
nübüvvet şehadetnamesidir. Tevrat’ta “Mahmud”, İncil’de
“Ahmed”, Zebur’da “Hamid” diye zikredilir. Bu kitaplar
onun risaletle geleceğini söylediler. Onun ismi melek dilinde
“Ahmed” olarak anılır. Hazret-i İsa aleyhisselâm bidâyette
bu ismi bir melekten duymuş ve âşık olmuştur.
Resûlü Ekrem efendimiz Rahmet Peygamberi olarak
gönderilmeden evvel rahmet tebliğcileri ve müjdeleyicilerini
sünnetullah gereği arz üzerine gönderilmiştir. Bu müjdeleyiciler bazen bir resûl bazen bir mukaddes kitap bazen de
salih bir zat olmuştur. Kuss bin Saide onlardan birisidir.
Mekke kadınlarına: “Ey Teymâ kadınları, ey Kureyş kadınları topluluğu! Çok sürmez yakında Mekke’de aranızdan
Ahmed ismiyle anılan peygamber zuhur edecektir!” diye
nida eden zât da bu tebliğcilerden biridir. Şam’daki mânâs-
12
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
tırda Allah’ın dinini tebliğ ederken son Peygamberi çocuk
yaşlarında iken tanıyan rahip Bahira da bunlardan biridir.
Mekke’de Hazret-i Hatice’nin amcalarından Varaka bin
Nevfel de Rahmet Peygamberini müjdeleyen mümtaz şahsiyetlerdendir. Hakikatte Âdem aleyhisselâmdan İsa aleyhisselâma kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberler silsilesi de
Rasûlullah aleyhisselâtu vesselam efendimizi tevatüren müjdelemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de, İncil’de, Tevrat’ta ve Zebur’da
O’nun ahlâkının yüksek evsafı beyân edilmiştir. Görene!
Köre ne?
O, mânâ âlemlerinin Muhammed’i, ilm-i ledün ve ilmi vahdetin muallim-i evveli, ümmü’l-kitab’ın dibacesi, kalemi ibtidasıdır. Kalem onunla fahretti (iftihar etti). İlim onunla
hatmolundu. Hâdiseler ancak kelâm-ı Muhammed’den sızan
mevceler (dalga dalga sözler)’dir. O kudretin kâtib-i zîşânıdır. O, cihana rahmetle geldi, merhametle baktı, sine açtı,
şefkat saçtı. Ve dahi öyle hatimdir ki “mübteda” onunla
başlar ve öyle ibtidâdır ki “hitamlar” onda münteha olup son
bulur.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın her
kelimesinden, her sözünden, her hareketinden, her
sükûtundan bir hüküm çıkar. Zira kanunların sustuğu yerler
çoktur. Fakat onun her kelâmı, bir kanun-ı felâh mahiyeti
gösterir. Her kelimesi, beşeri saadete sevk için kifâyet eder.
El’an ve cihanın sonuna kadar kâinatta yalnız onun getirdiği
hükümler hâkim ve câridir.
A S H Â B-I
K İ R Â M
13
Nâme-i Râhman olan Kur’ân’ın hükümlerini
insaniyete ve insan kalbine getiren O’dur. Eğer bütün âlem,
saadet ve refaha kavuşmak isterse sevgisini Hazret-i
Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’a hasretsin, bu muhabbet
vesilesiyle derhal mesut olur.
Allah celle celâlühu, layıkıyla ancak Peygamber-i zîşân
efendimiz aleyhisselâtü vesselâm ve O’nun tarif ettiği Şeriat-ı
Garra ve Sünnet-i Seniyye yolunda gidilmek şartıyla bilinir.
İmam-ı Katâde Rahmetullahi Aleyh buyuruyor ki:
“Allah, onun şânını dünyada ve ahirette yüceltmiştir. Hiçbir
hatip, hiçbir davetçi ve hiçbir peygamber yoktur ki “eşhedü
en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve
resûluh” demesin. Bunun ötesinde bir şereflendirme ve
ta’zim var mıdır? “ Elbette yoktur.
Kadî İyaz Şifâ’da buyuruyor ki: “Resûl-i Ekrem
efendimizin
diğer
peygamberlerde
olmayan
hususiyetlerinden birisi, Allah onlara, meselâ, Ey Âdem, Ey
Nuh, Ey İbrahim, Ey Musâ diye isimleriyle hitab ederken ona
hiç ismiyle hitab etmemiş: Ey Nebî, Ey Resûl, Ey Müzemmil,
Ey Müddessir diye hitap etmiştir” .
İbn-i Abbas buyuruyor ki: “Allah Teâlâ efendimiz
Muhammed aleyhisselâmdan daha şerefli hiçbir varlık
yaratmamıştır. Allah’ın bütün peygamberlerden O’nun
hakkında ahd-ü misak almış olması, Rasûlullah efendimiz’in
Allah tarafından tâ’zîm edilmesinin işaretidir.” Allahü Teâlâ
şöyle buyuruyor:
14
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
‫وَاِذْ اَﺧَﺬَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻣِﯿﺜَﺎقَ اﻟﻨﱠﺒِﯿﱢﻦَ ﻟَﻤَﺎ اَﺗَﯿْﺘُﻜُﻢْ ﻣِﻦْ ﻛِﺘَﺎبٍ وَﺣِﻜْﻤَﺔٍ ﺛُﻢﱠ ﺟَﺎءَﻛُﻢْ رَﺳُﻮلٌ ﻣُﺼَﺪﱢقٌ ﻟِﻤَﺎ ﻣَﻌَﻜُ ْﻢ‬
‫ﻟَﺘُﺆْﻣِﻨُﻦﱠ ﺑِﮫِ وَﻟَﺘَﻨْﺼُﺮُﻧﱠﮫُ ﻗَﺎلَ ءَاَﻗْﺮَرْﺗُﻢْ وَاَﺧَﺬْﺗُﻢْ ﻋَﻠَﻰ ذَﻟِﻜُﻢْ اِﺻْﺮِى ﻗَﺎﻟُﻮا اَﻗْﺮَرْﻧَﺎ ﻗَﺎلَ ﻓَﺎﺷْﮭَﺪُوا وَاَﻧَﺎ‬
َ‫ﻣَﻌَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ اﻟﺸﱠﺎھِﺪِﯾﻦ‬
“Hani Allah, peygamberlerden: "Ben size Kitap ve hikmet
verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber
geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış,
"Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul
ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun;
ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.”3
Müverrihler (tarihçiler) mahdut bir görüşle şöyle
söylerler: “Resûl-i Ekrem aleyhisselâtü vesselâm’ın doğduğu
gece, Kisra’nın sarayında on dört sütun yıkıldı. Mecusîlerin
ateşgedeleri söndü ve Sava Gölü kurudu. Hakikat şu ki
yıkılan, Kisra sarayıyla beraber İran’ın zulme dayanan
saltanat ve ihtişamı, Bizans’ın sefahatı, Çin’in satveti idi.
Sönen ateş, Mecûsilerin ateşgedelerinde parlayan alevlerle
beraber dünyayı saran küfür ile ilhad ateşi idi. Kuruyan
Sava, Hıristiyanlığın tagallübü ve zorbalığı idi.”
Mevlid-i nebi ile tevhid nuru, yeniden parladı.
Hak’tan haber geldi, saadet ve rahmet kapıları açıldı,
selâmete erildi, hidâyet güneşi dünyayı aydınlattı. İnsanların
ahlâkına semavî bir nur in’ikas etti. Çünkü Âdem
aleyhisselâm’ın en asil ve en temiz soyundan, Abdullah ve
Âmine’nin neslinden âlemin ebedî hükümdar-ı manevîsi,
3
AL-İ İMRAN SÛRESİ, ÂYET 81
A S H Â B-I
K İ R Â M
15
kevneynin server-i şehinşah-ı daimîsi Muhammed
aleyhisselâtü vesselâm doğdu. Elhamdülillah…
İnsanların hatta mevcudâtın felâhını istemekte hazret-i
Muhammed aleyhisselâtü vesselâm kadar geniş ve derin
düşünen, selim kalpli insan dünyaya gelmemiştir bundan
sonra da gelmeyecektir. Her düşüncesi, her devirde kâbil-i
tatbik olan Hakk elçisi, vahyi esas alarak vacîbü’l-vücud olan
şânı yüce Allah’a mutlak iman eden mü’minleri sermed-i
saadete ulaştırmak vazifesini yüklenmişti.
Muhammed aleyhisselâtü vesselâm bizzat Âmine
validemizin pak unsurundan zuhura geldi. O unsurun hâsılı
ne güzel intihadır. Bu unsur, Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm’ın maye-i hilkati olan nur-ı celil-i Muhammed
aleyhisselâtü vesselâm’dır. O nur, tahir sulblerden ve
rahimlerden intikal ede ede peder-i âlî, güher-i nebî
Abdullah radıyallâhu anh’e ve ondan sonra da
Peygamberimizin valide-i muhteremeleri Âmine radıyalahu
anha’ya vâsıl oldu ondan da Muhammed Mustafa
aleyhisselâtü vesselâm hâsıl oldu. Peygamberimizin anneleri
hakkında İbn-i Halebî: “Peygamberimiz aleyhisselâtü
vesselâm’in soyunu tetkik ettim; beşyüz annesini yazdım,
içlerinden cahiliye üzerinde hiçbir kimsenin olmadığını
gördüm” demektedir.
Peygamberimiz
buyuruyor
ki:
“Ben
içinde
bulunduğum asr-ı saadete kadar, her asırda âdemoğullarından en hayırlı, asırlar ve tabakalar içinde nakil ve ba’s
oluna geldim. Cenâb-ı Hak, mahlûkâtı yarattı. Beni onların
16
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
en hayırlısı kıldı. Sonra kabileleri seçti, beni o kabilelerin en
hayırlısı olarak beğendi. Sonra batınları seçti beni onların en
hayırlısı kıldı. Ben, bütün insanlığın, rûhen de sülben de
hayırlısıyım. Cenâb-ı Hak İbrahim Aleyhisselâm’ın
evladından İsmail Aleyhisselâm’ı, onun evladından Kinane
oğullarını, onlardan Kureyşi, onlardan Haşim oğullarını,
onlardan da beni beğenip seçti.
İbn-i Abbas radıyallâhu anh buyuruyor ki:
“Rasûlullah
aleyhisselâtü
vesselâm’ın
rûhu
Âdem
Aleyhisselâm’ın yaratılmasından iki bin sene evvel huzur-ı
ilâhî’de bir nur idi. O nur Hakk’ı tesbih eder, melekler de
onun tesbihini vird-i zeban (lisan) ile tekrar eylerdi. Cenâb-ı
Hak, Âdem Aleyhisselâm’ı yaratacağı zaman o nuru onun
sulbüne nakil ve ilka buyurdu.”
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm buyuruyor ki: “Hak
beni, Âdem Aleyhisselâm’ın sulbünde olarak yere indirdi.
Beni, Şit ve İdris Aleyhisselâm’dan sonra Nuh
Aleyhisselâm’ın sulbüne ondan da İbrahim Aleyhisselâm’ın
sulbüne tevdi etti. Ondan sonra yine beni mütemadiyen
kerîm sulblerden, temiz rahimlerden nakil ede ede, nihayet
ebeveynimden dünyaya getirdi ki onların hepsi nikâhla
birbirine mülâki olmuşlardır.”
Hazret-i Âmine Hatun radıyallâhu anha bint-i Vehb,
kâinatın fahr-i ebedîsi iki cihan güneşi Peygamber efendimiz
aleyhisselâtü vesselâm’ın anneleridir. Kureyş kabilesinden,
Benî Zühre’nin büyüğü ve seyyidi olan Abdi Menaf oğlu
Vehb’in kerîmesidir. Böylelikle pederleri cihetinden üç batın
A S H Â B-I
K İ R Â M
17
yukarıda yani Âl-i Haşim’in de ceddi bulunan Kilab’da,
Peygamber efendimizin baba cihetinden ceddi ile birleşirler.
Hazret-i Âmine radıyallâhu anha Kureyş kabilesinin
kadınları içinde edep, haya, fazilet ve nesebi camî, müstesna
bir hanım idi. Peygamber efendimizin dedesi Abdulmuttalib, mahdumları Abdullah radıyallâhu anh için Âmine
radıyallâhu anha’yı kendilerine de onun amcazâdesi olan
Hale’yi nikâh etmişlerdi. Böylece Hazret-i Abdullah
radıyallâhu anh ile Âmine radıyallâhu anha‘dan eşref-i
mahlûkat olan fahr-i cihan aleyhisselâtü vesselâm efendimiz
dünyâya teşrif ettiler. Abdulmuttalib ile Hale’den de seyyid-i
şühedâ Hazret-i Hamza radıyallâhu anh dünyaya geldi.
Hazret-i Abdullah radıyallâhu anh haseb ve neseb sahibi,
şerefli, faziletli bir zat idi, seyredilmeye doyulmayan
müstesna bir güzelliğe de sahipti.
Mahbub-ı Kibriya aleyhisselâtü vesselâm efendimizin
Abdullah’ın sulbünden geleceğine işaret-ü beşaret olmak
üzere Allah tarafından, alınlarında, cedlerinden intikal
edegelen bir nur lemean ediyordu. Eşsiz bir endam ve
yaratılış, müstesna bir edep ve haya timsali idi. Kureyş
kızları içinde onun eşsiz güzelliğine tahammül edemeyerek,
zevciyete çok rağbet edenler oldu ise de nur-i cihana sadef
olmak, o inci tanesini muhafaza etme saâdeti ve şerefi ancak
Âmine radıyallâhu anha’ya mukadder ve müyesser olmuş
idi.
Zifaf vukuundan sonra, Allah’ın bir hikmeti olarak
Abdullah radıyallâhu anh’deki lemeân eden nur intikali,
hakiki sahibinin dünyaya teşrifinin yaklaştığının alâmeti
olarak annesi Âmine hatuna intikal etmişti. Şimdi hazret-i
18
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Âmine, İbrahim aleyhisselâm’ın tevhidini, Yusuf aleyhisselâm’ın güzelliğini, Musa aleyhisselâm’ın mucizelerini, İsa
aleyhisselâm’ın hayat bahşeden nefesine haiz olan enbiyalar
serverine hamile bulunuyordu.
Hazret-i Âmine sinesinde bir fazilet cihanı, bir
medeniyet âlemi taşıyordu. Hamileliği müddetince artık
hazret-i Âmine’nin necip simasında, yüksek bir asalet nuru
parlıyor, bakanlar ona hayran oluyordu.
Evet! Hazret-i Âmine’nin meşime-i ismetinde bütün
beşeriyetin halaskârı, hidâyet meşalesi olacak bir nur vardı.
Hazret-i Âmine’nin naif vücudu ebediyetlere aksedecek olan
bir nur-ı mübînin şuasını nasıl saklayabilirdi? Herkes,
hatemü’l-enbiyanın nurunu anasının yüzünde ayan beyân
görüyordu. Bütün siyer âlimleri bunu böyle bildirirler.
Hazret-i Âmine radıyallâhu anha o derece mûnis, mûtî
ve sabırlı idi ki kıskananlara karşı, metanetini, ağırbaşlılığını
asla kaybetmemiştir. Habib-i Hüda aleyhisselâtü vesselâm
anne rahminde henüz altı aylık iken babası hazret-i Abdullah
radıyallâhu anh yirmi yaşında olduğu hâlde vefat etti.
Zevcinin bu ebedî kaybı üzerine Âmine Hatun o gün sadakat
ve tehassürle şu şiiri okudu:
“Bath-ı Mekke, Haşim oğullarından boş kaldı.
Haşimîler içinde onun yerini tutacak kimse yoktur. O,
ölümün davetine icabet etti. Evinden beyaz örtüler içinde
çıkarak Rabbine gitti fakat ölüm onun yerine bir mislini
bırakmadı…”
A S H Â B-I
K İ R Â M
19
Mübarek cesetleri götürülürken, görülmedik bir
izdiham içinde dost ve arkadaşları cesedini elden ele
kapışıyorlardı. Ecel onu pek çabuk götürdü. Bütün insanlar
ona ağladılar. Nasıl ağlamasınlar ki atâsı çok, keremi bol,
rahim bir zat idi.
Fâhr-i cihanın doğuşunda çok büyük alâmetler belirdi.
Viladet-i seniyye hakkındaki rivayetlere göre Peygamberimiz
aleyhisselâtü vesselâm’ın muhterem valideleri hazret-i
Âmine radıyallâhu anha Resûl-i Ekrem efendimize yüklü
olduktan altı ay sonra, rüyasında kendisine şöyle denilmiştir:
“Ya Âmine! Sen âlemlerin hayırlısı bir zata gebesin. Onu
doğurduğun zaman ‘Muhammed’ diye isim ver. Ve onun
sırrını sakla. Müşarünileyhâ validemiz anlatıyor: “Bana
kadınlara ârız olan doğum hâli geldi ki onu kimse
bilmiyordu. Evimin bir köşesinde yapayalnızdım. Müthiş bir
taraka duyup korktum. Gördüm ki ak bir kuş kanadıyla
sırtımı meshediyor. Benden derhâl o korku ve duyduğum
ızdırap zail oldu. Baktım ki bütün etrafı nur kaplamış ve
uzun boylu kadınlar kuşatmış. Kendi kendime: ‘Acaba
bunlar benim vaz’ı haml edeceğimi nerden bildiler?’ dedim.
Ben bu halde kendimi gökle yer arasında beyaz atlas döşek
içinde buldum. Hatiften şu ses geldi: ‘Ya Âmine! O’nu
insanların gözünden sakla.’ Cevv-i semâdan ellerinde gümüş
ibrikler taşıyan, gagaları zümrütten, kanatları yakuttan
kuşlar vardı. Allah gözümün perdesini açtı. Arzın maşrık ve
mağribini temaşa ettim. Maşrıkta bir sancak, mağripte bir
sancak gördüm. O sırada Muhammed aleyhisselâtü vesselâm
doğdu. O, gözü semaya dikili ve kendisi secdeye kapanır
20
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
vaziyette idi. Oğlumun doğmasıyla beraber benden büyük
bir nur çıktı ki bütün yeryüzünü ziyalar içinde bıraktı.”4
Ebû Şabe, ”Bu nur vak’ası, Kureyş’in arasında
meşhurdur.” demiştir.
Muhammed isminin kelime mânâsı pek çok ve tekrar
tekrar övülmüş, methedilmiş anlamındadır. Cenâb-ı risaletmeab viladetinde sünnetli ve göbeği kesikti. Arkasında da
nübüvvet mührü vardı.
Hazret-i Âmine radıyallâhu anha şöyle dedi: “Ben onu
tertemiz doğurdum. O’nda ne kir, ne de leke hiçbir şey
yoktu.” Doğum zamanında Ümm-i Osman Ebil As da
hazırdı. Müşarünileyhâ o anda yıldızların arza doğru
yaklaştığını ve onların nurundan başka bir şey göremez
olduğunu söylemiştir. İmam Busîyrî de “Hemziyye”sinde
buna şu beyitle işaret etmiştir: “Parlak yıldızlar, doğumu
sırasında ona yaklaşarak etrafı nurlara gark etti.”
Yine viladet zamanında hazır bulunan aşere-i
mübeşşere’den Abdurrahman bin Avf radıyallâhu anh’ın
validesi Şifa radıyallâhu anha şöyle anlatıyor: “O muhterem
mevlid, ellerimin üstüne düşüp aksırdı. Bir nida duydum ki:
‘Rahimekellah’ (Allah sana rahmet etsin) diyordu. O anda
doğu ile batı arası ziya içinde kaldı. Hatta ben bilad-ı
Rum’un köşklerini gördüm.”
4
HADİS, BEYHAKÎ
A S H Â B-I
K İ R Â M
21
O gece Abdulmuttalib hazretleri Mescid-i Haram’da
Cenâb-ı Hakk’a teveccühle münacat ederken “Müjde ey Ebû
Talib’in babası, şimdi Âmine’den bir çocuk doğdu ki vücudu
âlemlere rahmettir” diye hatifî bir ses işitmiş ve hemen
hazret-i Âmine’nin yanına gitmiştir. Orada da harikulâde
şeyler temaşa etmiştir. Viladet-i seniyyenin ayı ve günü
sabittir. Rebiülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi
dünyaya gelmiştir.
Doğuşun altıncı senesinde de hazret-i Âmine
radıyallâhu anha, yirmi yaşlarında iken vefat etti. Hâl-i
ihtizarda, son nefeslerinde, âlemlerin nuru olan mükerrem
ve muhterem nur Muhammed’in yüzüne bakarak şu
mealdeki sözleri söylediler: “Herkes ölecek, her yeni
eskiyecek, her çok fena bulacak, ben de öleceğim fakat
namım kalacaktır. Tertemiz bir evlat doğurdum. Dünyaya
büyük bir hayır bıraktım.” Ve mübarek rûhlarını Medine’den
dönerken Ebva’da teslim ettiler. Radıyallahu anha. Sallâllâhu
âlâ Muhammedin ve âlâ ebeveyni ve âlihî ve ezvâcihî ve
ashâbihî ecmâîn. ÂMİN
Vilâdet-i Seniyye
Yaratanın çok sevdiği, saâdetli bir gecesi
Bu gecede doğacaktır, insanların en yücesi
Kâbe O’na selâm etti, Âmine’nin kucağında
Yer beşiği sallanıyor, Rabb’in kudret avucunda
22
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Yayıldı anda gül kokusu, beklenen vakit geldi
Doğmuştur bak cihan nûru, gönüllere sürûr verdi
Sevinerek can atıyor, melekler hep yeryüzüne
Değişilir gece mi bu, âlemlerin gündüzüne
Dağlar, taşlar ve ağaçlar hep, durdular selâm için
Salât selâm getirmeye koyuldular O’nun için
Bir nur ki gök döşeğinde, dolduracak yok yerini
Kundaklamış sarmış değil, hilkât eli benzerini
Yerde, gökte beklenilen, doğmamış hiç dengi eşi
Zuhûr etti bir gecede, halkedenin tek güneşi
Çağlayarak bütün sular O’na sevgi arz ediyor
Kâinata “Beklenilen Rasûlullah geldi.” diyor
Mahzûn olmuş güneş gökte, yetim kalan öksüz gibi
Erememiş rikâbına, ne bir melek ne de Nebî
Günah olur günah, O’nu güzellikle hudutlamak
Sûretini, sîretini tezyîn etmiş yaratmış Hak
Peygamberimizin Şemâil-i Şerifleri
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
َ‫وَﻣَﺎ اَرْﺳَﻠْﻨَﺎكَ اِﻟﱠﺎ رَﺣْﻤَﺔً ﻟِﻠْﻌَﺎﻟَﻤِﯿﻦ‬
A S H Â B-I
“Resûlüm
gönderdik.”5
biz
seni
K İ R Â M
ancak
âlemlere
23
rahmet
olarak
Kâinatın seyyidi, resûl-i kibriya, sertac-ı enbiya
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, risaleti
neşrolmuş mukaddes fermanın ser-levhası, levh-i mahfuza
“Kün!” emriyle yazılmış kelime-i şehadettir. Eli kalem
tutmamış, fakat kalemler ona muhtaç olmuş en büyük insanı kâmildir. Kitab-ı kâinatın satr-ı evveli, Ümmü’l-Kitab’ın
dibâcesi, âlemlerin Efendisidir. Tevhid dininin Resûl-i
Azam’ı, tarik-i ürefanın hidâyet mürşidi hayrü’l-en’amdır.
Beşere Allah’ın tercümanı, rumuz-ı hakâikin lisânı,
sıddıkların da serveridir. Vahdet ilminin muallim-i evveli,
mânâ âleminin sertâcı, gönüllerin tabibi, Allah’ın da son
peygamberi ve habibidir. Kudret-i ilâhiyenin beyân-ı fasihi,
ilm-i ledünnün menbaı, dareyn saâdetinin kaynağı ve hüsn-i
hulkun timsalidir. İnsanlığın rehnümâsı, risaletin penahı,
hilkatın fatihası, nübüvvetin de hâtimesidir.
Hazret-i
Muhammed
aleyhisselâtü
vesselâm
efendimiz sevilmişlerin seçilmişi, peygamberlerin ilki ve
sonuncusudur. Resûl-i Ekrem Hazret-i Muhammed
aleyhisselâtü vesselâm efendimiz, hilkaten ve ahlâken benî
âdemin en mükemmelidir. O, İbrahim aleyhisselâm’ın duası,
Mûsa ve İsâ aleyhisselâm’ın müjdesi ve peygamberlerin
önderidir.
Hayatın ve bekânın O’nunladır safâsı,
5
ENBİYA SÛRESİ, ÂYET 107
24
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Allah’ın çok sevdiği Muhammed Mustafâ’sı,
İbadet niyetiyle oku O’nun aslını,
Dikkat et kulak ver de dinle onun vasfını.
O, cism-i pâk-i muntazam, azası mütenasip, endâmı
makbul, matbu, insanların matlûbu ve mahbubu idi. O’nun
şemâilini bilmek hayatı süsler, gönüllere nur ve surur verir.
Sünnetine tâbi olmak hayatı tanzîm eder. O’nun mübarek
şeklü şemâlini, güzel ahlâkını ve yüksek evsafını bilmek onu
tanımanın ve sevmenin yoludur. Resûl-i zişânı tanımak ve
sevmek onun sünnetine, sîretine ittiba ile tamamlanır.
Sünnetini tatbik etmek hubb-ı Resûl alâmetidir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:
‫وَاِﻧﱠﻚَ ﻟَﻌَﻠَﻰ ﺧُﻠُﻖٍ ﻋَﻈِﯿ ٍﻢ‬
“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”6
Nebiyyi muhteremin vücud-i pâkı bir bütün olarak
güzel olduğu gibi cümle uzuvları ayrı ayrı güzeldi. Cism-i
nazif, kokusu latif idi. Teri ve teni en güzel kokulardan daha
alâ koku verir, bir kimse onunla musafaha etse, bütün gün
râyiha-yı tayyibesini duyardı. Mübarek eliyle bir çocuğun
başını meshetse, okşasa çocuk güzel kokusuyla sair çocuklar
arasında belli olurdu. Doğduğu vakit de pâk, nazif, tahir ve
latif idi. Sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğmuştu.
6
KALEM SÛRESİ, ÂYET 4
A S H Â B-I
K İ R Â M
25
Teni gül gibi pembemsi beyaz, nûranî ve parlak ve
ipekten yumuşak idi. Başı büyükçe, alnı açıktı ve genişti.
Saçları kıvırcık ile düz arasında idi. Saçları kendiliğinden
ikiye ayrılır, yanlarına dökülür, uzattığı zaman kulak
yumuşaklarına kadar varırdı. Onları her zaman temiz ve
düzgün tutardı. Kaşları uzun ve kavisli, uçları ince, hilâl gibi
olup ikisinin arası açıktı, çatık değildi. Birbirine fazla uzak da
değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı, öfkelendiği
zaman kabarırdı. Kirpikleri sık ve uzundu. Dipleri kudretten
sürmeli idi.
Gözleri büyükçe, beyazı tam beyaz, siyahı tam siyahtı.
Gözünün akında şecaat ve letafet alâmeti olarak birazcık
kırmızılık vardı. Burunları mevzun ve çekme olup delikleri
küçüktü. İki kaşının başladığı yer hafifçe kavisli olup gayet
mütenasip idi. Yanakları düzgün ve pürüzsüz idi. Çok
yuvarlak değildi. Yüzü, ayın ondördü gibi parlaktı. Ağzı
tabiî büyüklükte idi. Dudakları orta ve mütenasip idi. Dişleri
gayet düzgün, inci gibi beyaz ve parlak olup araları açıktı,
konuşurken dudakları letafetle açılır ve ön dişlerinden nurlar
saçılırdı.
Söze şevkle başlar, sukûnetle bitirirdi. Sakalı gür ve
siyahtı. Fazla uzatmaz bir tutamdan fazlasını kısaltırdı.
Sakalı, simasının güzelliğini artırırdı. Bekâ âlemine
göçtüklerinde saç ve sakallarında yirmi kadar beyaz tel
vardı. Mübarek nurlu boyunları uzun veya kısa değil vasat
idi. Gümüş gibi ak ve pâk idi. Göğüsleri geniş olup iki omuz
arası açıktı, göğsünden karnına kadar çizgi halinde uzanan
ince tüyler vardı. Sırtı geniş, iki küreği arası açık olup orada
keklik yumurtası büyüklüğünde nübüvvet mührü vardı. Bu
26
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
mühür püskürtme ben gibiydi. Bu ben üzerleri tüylü,
kabarık, kırmızımtırak inci gibi küçük benlerin bir araya
gelmesinden hâsıl olmuştu.
Kemikleri iri, bilekleri uzundu. Elleri kuvvetli ve
mutedil, el ayaları, avuçları genişti. İpek gibi yumuşaktı.
Ayak parmakları da kalınca, orta uzunlukta ve araları açıktı.
En sıcak günlerde bile elleri serindi. Ayakları hafif etli idi.
Parmakları kalınca ve uzundu. Başparmağının yanındaki
parmak hepsinden uzundu. Ayaklarının altı çukur olup düz
değildi.
Boyu vasat olup mevzundu. Vücudu ne şişman ne
zayıftı. Diri kalpli, cevval, hareketli, sıkıca etli idi. Mübarek
karınları, göğsü ile aynı seviyede olup şişman değildi.
Vücudu kıllı değildi, yalnız omuz başlarında pazu ve
bileklerinde biraz kıl vardı. Her tarafı mütenasip idi.
Yürürken vakar ve tevazu ile sanki bir yokuştan
iniyormuş gibi canlı yürürlerdi. Ayaklarını yerden tamamen
kaldırır ve sağlamca basardı. Adımlarını uzunca atarlardı.
Ayaklarını sürümez, sallanmaz ve sendelemezdi. Hızlıca,
vakar, sükûnet ve rahatlıkla yürürlerdi. Sahabelerinin
yanlarında, ortalarında giderlerdi. Sürat ve suhûlet üzere
yürür; yavaş yürür gibi görünür, fakat yanındakiler ona
yetişemezlerdi.
Bir yere bakarken bütün vücuduyla döner ve
bakarlardı. Sadece başını çevirerek ve eğerek bakmazlardı.
Etrafa bakışları gelişi güzel değildi. Yeryüzüne bakışları
semaya bakışlarından çoktu. İşaret ederken elinin tümüyle
A S H Â B-I
K İ R Â M
27
işaret ederlerdi. Konuşurken hareketleri çok tatlı idi. Sağ
elinin başparmağını sol avucuna vurarak dikkat çekerdi.
Gülmeleri tebessümdü. Femm-i saadetleri hafifçe
açılır, nurlu simalarının belli çizgileri en güzel şekli alır,
ortalığa Cennet ve cemâl sürûru saçılırdı. O anda görmeye
doyulmaz, bakmalara kıyılmaz bir hâl alırdı. Sonradan o
likanın hayali mahzun gönülleri mesrur eder, O’nun âşıkları
O’nun hasreti ve firakıyla kavuşmayı arzular, bu arzusuyla
coşarlar, kuşlar gibi ürperir, çırpınır, hâlden hale geçerlerdi.
Peygamberimizin sohbetinde ashâb-ı kiram hazeratı neşe ve
huzur içinde Cennet hayatı yaşarlar, dünya ve ukbayı
unuturlar, her şeyden vazgeçerlerdi.
Rasûlullah efendimizin bütün hisleri, duyuları
fevkalâde kuvvetli idi. Çok uzaklardan işitir, herkesin
göremeyeceği uzak mesafelerden görürlerdi. Güzel kokuyu
seçer ve severlerdi. Kendisinde kuvve-i kudsiye, marifet
nuru, anlama duygusu mükemmeldi. Velhasıl O, sûreti ve
siretiyle en güzel, en mükemmel ve misli yaratılmamış bir
zat-ı kudsiyyü’s-sıfat idi.
Hilye-i Şerif
İnsanların arasında boylu boslu görünürdü
Tek kalınca tevazuun hâlesine bürünürdü
İpek gibi saçlarıyla, çok güzeldi nurlu başı
Kemâlatı kâmil idi, eğikti tek Hakk’a karşı
28
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Sakal-ı şerîf vücûduna, ilâhî bir heybet vermiş
Yaratanın sevgisiyle, yükselerek arşa ermiş
Rasûlullah’ı görünce tüm gönüller, gelmiş vecde
Habîbinin hürmetine, düşmüş yere gökten secde
Ak çehrede nûrlu yüzler, Hakk’ın esrarını taşır
Bakıldıkça mânâlaşır, semâlaşır göz kamaşır
Kudretten sürmelenmiş ahû gözlere o kirpikler
Güzellikler yanağının, safasıyla bezenmişler
Nâsıyeden süzülerek inen ince çekme burun
Güler yüzlü tebessümü, goncalaşan bir ak nûrun
Ne sık idi ne de seyrek, ağzındaki inci dişler
Lü’lü gibi nûr damlalar, gülümserken dizilmişler
Sevindirmiş aydınlatmış o gözleri Rü’yetullah
Gündüz gibi gece görür, onlar birer Âyetullah
Habîbini övmüş Hak, onun sevgisiyle yaşamak
Sûretini sîretini, tezyîn etmiş yaratmış Hak
Hülâsâ, Muhammed aleyhisselâtü vesselâm Hak’tan
halka beşer sûretinde gelmiş hidâyet nurudur. Allah celle
celâlühu Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın ezelî âşıkı,
Muhammed aleyhisselâtü vesselâm da Allah celle
celâlühu’nun ebedî mâşukudur. Hak, beşere Muhammed
A S H Â B-I
K İ R Â M
29
aleyhisselâtü vesselâm’la merhamet ve muhabbet etti. Beşer
onunla necat ve felâh buldu ve kurtuldu.
O’na Muhammed bin Abdullah nazarıyla bakanlar
yıkıldılar. Fakat Muhammed Rasûlullah diye görenler onu
Hak ile gördüler ve bahtiyar oldular. Resûl-i Kibriya
aleyhisselâtü vesselâm’ı kabul eden mü’mindir. Zira tevhid
hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’la başlar ve onda
biter. O’nsuz tevhid, tevfik ve muhabbet yoktur. Kendisini
Hakk’a sevdirmek isteyen evvelâ kendini hazret-i
Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’a sevdirip kabul
ettirmelidir. Hakk’a sevdirmenin şartı budur. Çünkü bütün
mevcudatın kalbi hazret-i Muhammed aleyhisselâtü
vesselâm’dır. Kâinatın, cihanın Efendisi hazret-i Muhammed
aleyhisselâtü vesselâm’dır. Kalpsiz vücut nasıl olmazsa
O’nsuz da mevcudat olamazdı. Gökler meşalesi, melek
velvelesi, tulu-ı şems ve gurub-ı şems gulgulesi yok iken
Nakkâş-ı Ezel nakışını mevcudata nakşetmemişken Adem ve
Havva esrar-ı hilkatte henüz bir hiç iken seyyidimiz,
efendimiz, Resûlümüz Peygamber-i zîşân var idi.
Ulûm, ümmîlik deryasında bir nokta olup, toplanmaya muhtaç bir bilgi pıhtısı halinde bâb-ı Muhammed
aleyhisselâtü vesselâm da râkid (hareketsiz) idi.
Resûl-i Ekrem aleyhisselâtü vesselâm ümmî fakat
ümmü’l-kitabın satr-ı evveline, esrar-ı hilkatine ve serâir-i
ulûme vâkıfdır. Heyhat nazara muhtaç ve maddiyata
müstenit hangi ilim ve hangi ilmin hocası ona ne ile neyi
öğretilebilecek idi. Hangi fizik hâdiselerini, hangi tabiat
30
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
hareketlerini okutacaktı. Mağlûp (yenilen), mağyup (kayıp
olan), meflüç (felç olmuş) bir dünyanın yine meflüç ve
mahdut bilgilerini mi öğretecek? Zavallı meflüç fikir.
O bahr-ı ulûm (ilimler denizi), ilimleri kuşatmıştı.
Fakat ulûm onu kuşatamaz. O, kâinatın hâce-i evvelidir.
Mevcut mahlukun hiçbiri O’na rehberlik edemez çünkü
O’nun muallimi, ezelî ve ebedî feyyaz-ı mutlak olan Allah
celle celâlühu’dur. O kadar ki Allah celle celâlühu, kendi
ismi ile O’nun ismini birleştirdi; “Ehad” ile “Ahmed” bir
oldu. Ara yerde “mahbubluk” “mim”i kaldı. Ondaki en
büyük rütbe “abdiyyet” ve “mahbubiyet”tir.
“Ehad”la “Ahmed”in farkı hemen bir mim-i imkândır.
Bunu tefrik eden Ferik-i Sırr-ı Sübhan’dır.
Öyle bir peygamber ki nazik, edip, zarîf, lâtif, enis,
hassas, mûnis, muhlis, hasip, nesip, muhsin, asil, nezih,
nebil, lebib, habib, tâhir, mutahhar, fasih, beliğ, rahîm, kerîm,
selîm, halîm, hakîm, sâfi, safiy, şâfi, şefî, kâmil ve âdildir.
Hülâsâ Muhammed’dir yani övülmüştür.
Onda vazife-i nübüvvet umûmîdir. O’nun davetini
kabul edenlere ümmet-i icâbî, etmeyenlere de ümmet-i
dâvetî denir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm
teslim ve tevhid peygamberidir. Allah celle celâlühu indinde
talebi hiçbir zaman redde uğramayan daima nazı geçen bir
Resûldür. Getirdiği ahkâm Hakk’a teslim olmaya ve kalbi
tevhide davet eder.
A S H Â B-I
K İ R Â M
31
Resûl-i Kibriya, Sertâc-ı Enbiyâ efendimiz’in benzeri
yoktur. Harekât ve sözleri beşerîdir. Fakat beşerin hiçbir ef’al
ve harekâtına benzemez. Şekil itibariyle beşerdir. Fakat
şekilden hariç mânâsıyla nurdur. Tevhid ve tevfik
peygamberidir. Herhalinde O’na tâbi ol. Ehadiyet
huzurunda: “Muhammed’im bu can sana kurban!” diye
niyazını arzet, kendini bilir, onu bulursun.
Kendileri her şeyden sevgi ve birlik ister. O hâlde
kalbine en büyük sevgiye lâyık olan Hazret-i Allah’ı ve
Muhammed aleyhisselâtü vesselâm’ın sevgisini koy, kalbini
Allah’a tahsis et, sevgisini israf etme; zira her sevgi ebterdir.
Sonu hiçtir. Fakat Allah ve Resûlü’nün sevgisi bâkidir.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, risalet-i
menşuriyyetin ser-levhası, levh-i mahfûzun satr-ı bercestesidir. Beşeriyetin melce-i gufranı, insaniyetin menşeidir.
Hazret-i
Muhammed
aleyhisselâtü
vesselâm,
kemâlâtın mebdei, şefkat ve faziletin meşheridir. Kudretin
beyân-ı fasihi, hikmetin kalem-i sarihidir. Varlığın kalbi,
cihânın cânânıdır.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, Hakk’ın
habibi, halkın mahbûbudur. Tulû-i ekber, şems-i azamdır.
Evvelin zîneti, âhirin meziyyetidir.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, kâinata
nur, vicdanlara sürûr ve huzurdur. O kâinatın Efendisi,
32
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
mevcudatın sultanıdır. Asfiyânın vicdanı, evliyânın nuru,
mü’minlerin de sürûrudur.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, Hakk’ı
en çok bilen, Hâlık’ı en çok tanıyandır. Küfrü ve kibri kıran,
cehli ve şirki yıkandır. O’nun eli kalem tutmamış fakat
kalemler ona muhtaç olmuş en müstesna insan-ı kâmildir.
Tevhid dininin Resûl-i azam’ı, tarik-i urafanın hâdi-i
efhamıdır. Beşere Allah celle celâlühu’nun tercümanı,
rumuz-ı hakâikin lisanıdır. Vahdet ilminin muallim-i evveli,
mânâ âleminin MUSTAFASI’dır… Alâ Resûlinâ salâvât
adede halkıhi rıdâe nefsihî zîneti arşihî midâde kelimetihî.
Âlem diler senden meded
Ey mahrem-i sırr-ı Ahmed
Hem mazhar-ı ferd-i Samed
Bâbındadır bu derd-mend
Peygamberimiz için Hazret-i Fatıma söylediği
mersiyelerinde şöyle dedi: Gökyüzünün ufukları tozlandı!
Güneş, dürülüp ışığını kaybetti. Yeryüzünün gecesi,
gündüzü, karanlıklara gömüldü. Peygamberden sonra, sanki
dünya, O’na duyduğu teessür ve şiddetli ızdıraptan dolayı
bir kum yığını haline geldi! Varsın, O’na, doğunun ve batının
şehirleri ağlasın! Mudarlar ve bütün Yemen kabileleri O’na
ağlasın! O’na, yüce dağlar, ovalar, Örtülü Beytullah ve
Rükûnler de ağlasın!
Ey peygamberler hâtemi olan (Babam)!
Furkan’ı indiren, sana getirdi salât-ü selâm!
A S H Â B-I
K İ R Â M
33
Peygamberimiz kabrinde manevî bir diriliğe sahiptir.
Verilen salatü selâmlar kendisine sunulur. Peygamberimiz:
“Günlerinizden efdal ve üstünü cuma günüdür. Âdem
aleyhisselâm o günde yaratılmış ve o günde vefat
ettirilmiştir. Sûr o günde üfürülecek ve bütün canlılar o gün
ölecektir. Cuma gününde benim üzerime salât’ü selam
getirmeyi çoğaltınız. Çünkü sizin salât’ü selâmlarınız bana
sunulur.” buyuruyor.
“Ya Resûlallah! Sana nasıl sunulur?” diye sordular.
Peygamberimiz: “Biliniz ki Allah, peygamberlerin
cesetlerini çürütmeyi yere haram kılmıştır!”7 “Allah’ın
peygamberleri hayydır ve merzuk olurlar!”8 “Bir kimse, bana
selâm verince muhakkak Allah bana rûhumu iade eder. Ben
de onun selâmına karşılık veririm.” buyurmuştur.9
Peygamberimizin yüce makamlarda bulunan rûhu
kabrindeki bedeni ile ilişkisini devam ettirmektedir.
Peygamberimiz başka bir hadislerinde de “Allah’ın
yeryüzünde gezen melekleri vardır ki ümmetim tarafından
getirilen salat’ü selâmları bana ulaştırırlar!”10
“Sağlığım, sizin için hayırlıdır. Siz, benimle konuşursunuz, ben de sizinle konuşurum. Vefatım da sizin için
HADİS, AHMED BİN HANBEL
HADİS, İBNİ MACE
9 HADİS, EBU DAVUD
10 HADİS, AHMED BİN HANBEL
7
8
34
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
hayırlıdır. Amelleriniz bana arz olunur. Hayırlı amellerinizi
gördüm mü Allah’a hamd ederim. Kötü amellerinizi gördüm
mü sizin için Allah’tan mağfiret ve yarlığama dilerim.”
buyurmuştur.
Peygamberimize Salavât Getirmenin Fazîleti
Şânı Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de: “Gerçekten, Allah
ve melekleri, peygambere salat ederler. Ey İman edenler! Siz
de ona salât ediniz! Selâm veriniz!” buyurmuştur.
Ashâbdan Kâb bin Ucre der ki: “Rasûlullah
aleyhisselâtü vesselâm, yanımıza çıkınca, kendisine ya
Resûlallah! Sana salatü selâm getirmek gerektiğini öğrendik
ama sana salatü selâmı nasıl getireceğiz?” dedik. Rasûlullah
Aleyhisselâm:
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve Alâ âl-i Muhammed kemâ
salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âl-i İbrahim inneke hamîdün mecîd.
Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed kemâ
bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âl-i İbrâhîm. İnneke hamîdün mecîd
deyiniz!” buyurdu.11
(Ey Allah’ım! İbrahim’in âline salât buyurduğun,
onların şân ve şereflerini yücelttiğin gibi Muhammed’e ve
âline de salât buyur. Onların da şân ve şereflerini yücelt!
Muhakkak ki sen, hamd edilmeye lâyık ve yücesindir! Ey
Allah’ım! İbrâhim’in âline bereket verdiğin gibi,
11
HADİS, BUHÂRİ VE MÜSLİM
A S H Â B-I
K İ R Â M
35
Muhammed’e ve âline de bereket ver. Muhakkak ki, sen,
hamd edilmeye lâyık ve yücesindir!)
Peygamberimize salat’ü selâm getirene şânı yüce
Allah mukabele eder. Abdurrahman bin Avf der ki:
“Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm vakıf hurmalıklarına
doğru çıkıp gidince kendisini takip ettim. Rasûlullah
aleyhisselâtü vesselâm hurmalığa girer girmez kıbleye
yöneldi. Secdeye kapandı. Secdeyi o kadar uzattı ki aziz ve
celil olan Allah’ın secdede onun rûhunu kabz ettiğini
sandım. Bakmak için yakınına varıp oturdum. Resûlullâh,
secdeden başını kaldırdı ve “kim o?” diye sordu.
‘Abdurrahman b. Avf ’ dedim.
‘Ey Abdurrahman! Senin, burada ne işin var,’ diye
sordu. ‘Ya Resûlallâh! Sen, secdeye kapandın, bir kere secde
ettin. Şânı Yüce Allah’ın secdede senin rûhunu kabz etmiş
olmasından korktum!’ dedim.
Rasûlullah: ‘Cebrail aleyhisselâm bana gelip “Aziz ve
celil olan Allah, sana salât getirene ben de salât getiririm!
Sana selam verene ben de selam veririm!’ buyuruyor,’ dedi.
‘Bunun için yüce Allah’a şükran-ı nimet olarak secde
ettim.” buyurdu.12
12
HADİS, AHMED BİN HANBEL
36
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
ASHÂB-I KİRÂM’IN FAZÂİLİ
Ashâb lügat itibariyle arkadaş manasına gelen sahib
kelimesinin çoğuludur. Istılâhda ise "Hz. Peygamber'in
arkadaşları" demektir.
Sahabî sayılabilmek için kısa bir zaman bile olsa
Resulullah ile görüşmek veya sohbetinde bulunmuş olmak
şarttır. Mümeyyiz olan çocuklar da ashâbtan sayılır. Hz.
Peygamber'e iman eden ilk kişi olarak ilk sahabî,
Resulûllah'ın mübarek eşi Hz. Hatice'dir.
Sahabe-i Kirâm, İslâm'ın güçlenip yayılması için
canlarıyla başlarıyla çalışmışlar, bu yolda, ölüm de dahil
olmak üzere hiç bir şeyden çekinmemişler, Allah ve
Resûlünü, eşlerinden, çocuklarından, mallarından, hatta
canlarından daha çok sevmişlerdir; Allah yolunda hiç
çekinmeden yurtlarından hicret etmiş ve canlarını
vermişlerdir. Ashâb-ı kiramın fazileti Allah ve Resûlü
tarafından bir çok kere beyan edilmiştir. Şânı Yüce Allah
şöyle buyuruyor:
ْ‫وَاﻟﺴﱠﺎﺑِﻘُﻮنَ اﻟْﺎَوﱠﻟُﻮنَ ﻣِﻦَ اﻟْﻤُﮭَﺎﺟِﺮِﯾﻦَ وَاﻟْﺎَﻧْﺼَﺎرِ وَاﻟﱠﺬِﯾﻦَ اﺗﱠﺒَﻌُﻮھُﻢْ ﺑِﺎِﺣْﺴَﺎنٍ رَﺿِﻰَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻨْﮭُﻢ‬
ُ‫وَرَﺿُﻮا ﻋَﻨْﮫُ وَاَﻋَﺪﱠ ﻟَﮭُﻢْ ﺟَﻨﱠﺎتٍ ﺗَﺠْﺮِى ﺗَﺤْﺘَﮭَﺎ اﻟْﺎَﻧْﮭَﺎرُ ﺧَﺎﻟِﺪِﯾﻦَ ﻓِﯿﮭَﺎ اَﺑَﺪًا ذَِﻟﻚَ اﻟْﻔَﻮْزُ اﻟْﻌَﻈِﯿﻢ‬
“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler
ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, Allah onlardan
razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara,
A S H Â B-I
K İ R Â M
37
içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler
hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”13
ِ‫ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺧَﯿْﺮَ اُﻣﱠﺔٍ اُﺧْﺮِﺟَﺖْ ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﺗَﺎْﻣُﺮُونَ ﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُوفِ وَﺗَﻨْﮭَﻮْنَ ﻋَﻦِ اﻟْﻤُﻨْﻜَﺮِ وَﺗُﺆْﻣِﻨُﻮنَ ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫ‬
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a
inanırsınız…”14
َ‫ﻟَﻘَﺪْ رَﺿِﻰَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻦِ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦَ اِذْ ﯾُﺒَﺎﯾِﻌُﻮﻧَﻚَ ﺗَﺤْﺖَ اﻟﺸﱠﺠَﺮَةِ ﻓَﻌَﻠِﻢَ ﻣَﺎ ﻓِﻰ ﻗُﻠُﻮﺑِﮭِﻢْ ﻓَﺎَﻧْﺰَلَ اﻟﺴﱠﻜِﯿﻨَﺔ‬
‫ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ وَاَﺛَﺎﺑَﮭُﻢْ ﻓَﺘْﺤًﺎ ﻗَﺮِﯾﺒًﺎ‬
“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o
müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven
duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle mükâfatlandırmıştır.”15
Ehl-i Sünnet nazarında ashâb-ı kirâmın büyük bir
değeri vardır. Zikrettiğimiz ayetlerde ashâbın faziletinden
bahsedilmiştir.
Peygamber efendimiz'in pek çok hadîslerinde de
ashâb-ı kirâmın faziletinden bahsedilir.
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur:
"Ashâbım hakkında Allah'tan korkun, ashâbım hakkında
Allah'tan korkun! Benden sonra onlara düşmanlık etmeyin!
Kim onları severse bana olan sevgisinden dolayı sever. Kim
TEVBE SÛRESİ, ÂYET 100
ÂLİ İMRÂN SÛRESİ, ÂYET 110
15 FETİH SÛRESİ, ÂYET 18
13
14
38
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
de onlara kin beslerse bana olan kini dolayısıyla böyle yapar.
Kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiş olur. Kim bana
eziyet ederse Allah'a eziyet etmiş olur. Her kim de Allah'a
eziyet ederse çok geçmeden Allah onun belâsını verir" 16
Ashâb-ı Kirâm’ın Rasûlullaha
hizmetleri, İslâm
uğrunda çektikleri çileler ve gösterdikleri gayretler, gün gibi
aşikardır. Ancak onlarda insandır, hepsinin fazileti aynı
değildir.
Sahâbenin en efdali Ebû Bekir Sıddık radıyallahu
anh’dir. Hz. Ali’nin şu sözleri de buna delâlet etmektedir:
Hz. Ali bir gün Kûfe Câmii minberinde hutbe okurken
Muhammed ibnü’l-Hanefiyye:
“Rasûlullahdan sonra bu ümmetin hayırlısı kimdir”,
diye sordu. Hz. Ali kerremellahu veche:
“Ebû Bekir Sıddîk radıyallahu anh” cevabını verdi.
“Ondan sonra kimdir?” Sualine de:
“Ömer’dir”, dedi.
“Sonra kimdir?” Sualine:
“Osman’dır”, dedi.
“Sonra kimdir?” deyince Hz. Ali kerremellahu vecheh
sükût etdiler. radıyallahu anhüm.
Muhammed bin Hanefiyye: “Ondan sonra sen değil
misin?” deyince Hz. Ali:
“Evlâdım, baban müslümanlardan birisidir”, diyerek
mütevazi bir cevab verdi. Hz. Ali’nin kendisinden
16
HADİS, AHMED BİN HANBEL
A S H Â B-I
K İ R Â M
39
bahsetmeyip sükût etmesi nefsini medhden kaçınmasından
dolayıdır.
HAZRET-İ EBU BEKİR SIDDIK
Hz. Ebû Bekir’in adı “Abdullah”, künyesi Ebû
Bekir’dir. Lâkabı, Sıddîk ve Atik’dir. Babasının adı Osman,
künyesi Ebû Kuhâfe’dir. Anasının adı Selmâ Ümmülhayr’dır.
Babası ve anası tarafından nesebi “Mürre” de Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem ile birleşir. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumundan iki sene sonra
dünyaya gelmiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‘i ilk tasdik
edenlerden olduğu gibi Mi’râc-ı Nebiyi dahî müşriklerin
inkârına rağmen hiç tereddüt etmeden derhal tasdik
ettiğinden “sıddîk” nâmını hak kazanmıştır.
Cehennem ateşinden âzâd olunmuş bulunduğu Hz.
Peygamber tarafından kendisine müjdelenmiştir. Bu itibarla
da “atik” lâkabını taşır.
Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh nezih bir hayat geçiren
afif bir zât idi. Faziletten ayrılmaz, daima iyilik yapmayı
severdi. İslâmiyet’ten evvel doğruluğu, hayırperverliği ile
marûf, mu’teber bir tüccardı.
40
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bahru’l-hakayık tefsirinde Rebia bin Kâb’den naklen
Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh’in müslüman olması hadisesi
şöyle anlatılır:
Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh gençliğinde ticaret için
gittiği Şam’da bir rüya görür ve rüyâsını Rahib Bahira’ya
anlatır. Bahira ona:
-
“Sen nereden geldin?”, diye sorar. Ebû Bekir:
“Mekke’den”, der.
“Mekke’nin hangi kabîlesinden?”
“Kureyş kabîlesinden”,
“Eğer rüyan doğru ise senin kavminden bir nebî
gelecek ve sen O nebînin hayatında vezîri, vefatında
halîfesi olacaksın!”
Ebû Bekir Sıddîk, evvel ve âhırîn seyyidi Hz.
Muhammed, nebî olarak gönderilinceye kadar bu rüya
tabirini içinde gizledi. Vaktâki, Muhammedül-Emîn’e nebîlik
geldi. Ebû Bekir O’nun yanına vardı ve:
-
“İddia ettiğin şeyde delîlin nedir?”, dedi Hz.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Şam’da gördüğün rüyadır”, buyurdu.
Bunun üzerine Ebû Bekir, Hz. Muhammed’in boynuna
sarıldı ve alnından öptü. Kendisinden din telkini istedi
ve beraber kelime-i şehâdet getirdiler.
Hz. Ebû Bekir, Kureyş kavmi arasında sevilir, sözüne
inanılır ve sözü dinlenir; hâtırı sayılır, itibarlı, muhterem bir
A S H Â B-I
K İ R Â M
41
zât idi. Dostlarına müslümanlıktan bahsetmiş ve onun bu
gayretiyle İslâm tarihinde fevkalâde mühim ve kıymet ihrâz
eden şahıslar müslümanlığı kabul etmişlerdir.
Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Osman bin Affan, Zübeyr
bin Avvâm, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkas,
Talha bin Ubeydullah, Ebû Ubeyde bin Cerrah rıdvanullahi
Teâlâ aleyhim ecmâîn hazarâtı ile Osman bin Ma’zûn,
Abdullah bin Mes’ûd, Habbâb bin Eret, Suheyb-i Rûmî gibi
zatlar İslâm nûruna kavuşarak sâbikûn-ı evvelûn’dan
olmuşlardır.
Hz. Ebû Bekir, müslümanlığı kabul ettikten sonra Hz.
Peygamber’in irtihâline kadar onun yanından ayrılmamış
seferde ve hazarda onun sohbetinde bulunmuş ve onun
dâima mahrem-i esrârı olmuş, malıyla, canıyla ve bütün
kudretiyle ona yardım etmiştir.
Onun büyük ve unutulmaz hizmetlerinden biri de
müşriklerin işkencesi altında inleyen biçare müslüman
esirleri satın alarak azâd etmesidir. Bu suretle hem
işkenceden kurtulan ve hem de hürriyete kavuşan
müslümanları çok sevindirmiştir.
Hz. Âişe radiyallahu anhâ der ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
hazretleri, Mekke-i Mükerreme’de bulunan ehl-i İslâma
hitaben: “Bana sizin dâr-ı hicretiniz gösterildi, iki taşlık
ortasında hurmalık bir mahaldır.” buyurmuştur. Buna
42
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
binâen artık hicret edenler Medine-i Münevvere’ye hicret
ettiler. Habeşistan tarafına hicret edenler de tekrar Mekke’ye
avdet edip sonra Medine’ye hicret ettiler.
Sonra babam Ebû Bekir de hicrete hazırlandı ise de,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri
babama hitaben:
“Biraz sabredin; zira Allah tarafından hicretim için
bana izin verilmesini ümid ediyorum.” buyurdu.
Babam Hz. Ebû Bekir tekrar: “Anam babam sana feda
olsun yâ Resûlallah, hakikaten hicret-i nebevîniz için izn-i
ilâhi’yi me’mûl eder misiniz?” dedi. Rasûlullah hazretleri:
“Kaviyyen me’mûl ederim.” buyurdu. Babam Rasûlullah’ın
sohbet ve maiyet-i risalet-penâhîlerinde hicret etmek üzere
nefsini hicretten men eyledi; hem de dört ay mütemâdiyen
“ha bu gün ha yarın” diyerek iki hecin deveyi de evimizde
besledi.
Hz. Âişe devamla der ki: Bir gün öğle vaktinin
evvelinde cümlemiz evimizde oturmakta iken hâne
halkımızdan biri babama hitaben:
“Allah’ın Rasûlü mübarek re’s-i saadetini bir
başörtüsüyle örtmüş olduğu halde teşrif ettiler.” dedi. Babam
Ebû Bekir:
A S H Â B-I
K İ R Â M
43
“Anam babam ona fedâ olsun, vallahi öyle ise bu vakitte
ve bu saatte teşrif-i nebevîleri ancak büyük bir hâdise
zuhurundan dolayıdır” dedi.
“Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
efendimiz hazretleri gelip hânemize girmek için istizân
buyurdu. Ebû Bekir de zât-ı nübüvvetpenâhilerine izin verip
hanemize teşrif buyurdular.
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
hazretleri, Babam Ebû Bekir’e hitaben gizli bir şey
söyleyeceğini beyan etti ve etrafında bulunan bizlere baktı.
Babam risaletpenahîye cevaben: “Aman yâ Resûlallah anam
babam sana feda olsun, hânemizde bulunanların cümlesi
ancak sizin ehl-i iyâlinizdir.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
hazretleri, Ebû Bekir’e hitaben: “Muhakkak ki artık
Medine’ye hicretim için bana izin verildi.” buyurdu.
Ebû Bekir radıyallahu anh: “Anam Babam sana fedâ
olsun yâ Resûlallah ben de maiyetiniz de bulunacak mıyım?”
dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
hazretleri de: “Evet, sen de benimle berabersin” buyurdu.
Sonra Babam: “Yâ Resûlallah! Anam babam sana fedâ olsun
bu iki devemin birini alınız” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
hazretleri de: “Ancak kıymet-i hakîkiyesini vermek kaydıyla
alacağım” buyurdu.
44
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Âişe devamla: “Biz çarçabuk dağarcık içinde her
ikisinin levâzım-ı seferiyyelerini hazırladık. Kız kardeşim
Esma kendi kuşağını ikiye ayırdı. Bu yüzden hemşirem
Esmâ’ya “Zâtünnıtakeyn” dendi. Yani belinin kuşağını ikiye
şakkedip birisi ile zahire dağarcığının ağzını ve diğer
parçasıyla da su kırbasının ağzını bağladığı için iki kuşaklı
diye Rasûlullah tarafından tesmiye olundu.
Sonra Rasûlullah babam Hz. Ebû Bekir ile, “Cebel-i
Sevr”deki mağaraya girip üç gece ihtifâ ettiler. Perşembe
günü girip Pazartesi günü çıktılar.
Hz.Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da mağara yanında
geceleri bekler, gayet çevik bir delikanlı olduğundan seher
vaktinde süratle Mekke’ye gelerek Kureyş ile Mekke’de
bulunur ve Kureyş tarafından Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem efendimiz ve Hz. Ebû Bekir haklarında hangi hileye
karar verildi ise akşam karanlığında gelip haber verirdi.
“Âmir bin Füheyre nâm kölemiz, çobanımız da
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleriyle
Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh için mağara civârında
koyunları güderdi. Yatsı vaktinden bir saat sonra taze süt ve
ateşte kızdırılmış taş, süt kabı içine atılıp bir dereceye kadar
ısınmış süt içerlerdi. Hattâ gecenin âhirinde Âmir bin
Füheyre koyunlarıyla mağraya gelip Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem efendimiz hazretleriyle Hz. Ebû Bekir işitsin
ve kendisinin Âmir olduğunu anlasınlar diye koyunlarına
sayha ederdi. Üç gece bu hal devam etti. Kâdir-i mutlak
A S H Â B-I
K İ R Â M
45
Allahu Teâlâ Hazretlerinin emri ile bir örümcek gelip o
mağaranın ağzına ağını gerdi ve bir çift yabani güvercin de
gelip yumurtladı.
Kureyş’in arayıcıları gelip Sevr dağının etrafını
dolaştılar. Onlardan Ümeyye bin Halef de beraber gelip o
mağaranın önünde durdular, şu mağarayı da arayalım diye
birbirleriyle söyleştiler.
Ümeyye bin Halef onlara: “Allah akıllar versin orada
ne işiniz var? Orada Muhammed doğmadan bu örümcekler
ağ germiş sonra güvercinler yuva yapmış” deyince cümlesi
dönüp gittiler. Hâlbuki mağaranın ağzına geldiklerinde
içeriden Resûlü Ekrem aleyhisselâtu vesselâm ile Ebu Bekir
radıyallahu anh onları görüyordu. Lakin müşrikler onları
göremiyorlardı.
Hafız-ı Hakikî Hak Teâlâ Hazretleri onları vikaye
buyurmuştu. Onlar mağara önüne geldiklerinde Ebu Bekir
radıyallahu anh pek ziyade mahzun olarak “Ya Resûlallah
beni öldürürlerse ne gam. Amma Allah celle celâluhu
göstermesin sana bir zarar eriştirecek olurlarsa bütün
ümmetin helâkına sebep olur.” deyince Resûlü Ekrem
sallallahu aleyhi ve sellem “Mahzun olma Allah celle
celâluhu bizimle beraberdir” diye teselli etti.
Müşrikler dönüp gittikten sonra Ebu Bekir radıyallahu
anh “Ya Resûlallah eğer içlerinden birisi şöyle önüne bakı
verseydi bizi görürdü” deyince Resulü Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem “Ya Eba Bekir sen ne zannedersin o iki refik
46
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
hakkında ki onların üçüncüsü Allah celle celâluhudur” diye
buyurdu.
Ebu Bekir radıyallahu anh mağaraya girince bir delik
gördü oradan bir haşerat çıkıpta Resûlü Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem’e zarar vermesin diye o deliği ayağıyla
tıkayıp oturdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde Hz.
Ebu Bekire dayanıp uykuya daldı.
Hâlbuki o delikte bir yılan vardı. Ebu Bekir Sıddık
radıyallahu anh’ın ayağını ısırdı. Ebu Bekir, fahri âlem
sallallahu aleyhi ve sellem uyanıp da rahatsız olmasın diye
ayağını çekmedi lakin canı acıyıp gözlerinden yaş aktı ve
gözyaşları Resûlü Ekrem’in mübarek yüzüne damlayınca
rasûlullah uykudan uyandı. “Neyin var Ya Ebâ Bekir?” diye
sordu. “O ayağımı bir şey ısırdı amma beis yok. Anam,
babam sana feda olsun” diye cevap verdi.
Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yılanın
ısırdığı yere tükrüğünü sürdü derhal acısı zail oldu ve Hz.
Sıddık da şifa buldu.
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh şöyle demiştir: Cimri kişi
yedi şeyden kurtulamaz,
 Kendisi ölür; servetini Allah’ın yasakladığı yerlerde
harcayacak biri ona varis olur.
 Ya da Allah ona zalim bir yöneticiyi musallat eder;
ona zulmettikten sonra servetine el koyar.
 Veya servetini boşa harcamasına yol açacak ihtiras
ve tutkulara kapılır.
A S H Â B-I
K İ R Â M
47
Yahut sarp bir alanda bina yapma düşüncesine
kapılır; orada serveti heba olup gider.
 Ya da serveti suya düşmek, yanmak, çalınmak gibi
bir âfete uğrar; böylece yok olur.
 Veya kendisi müzmin bir hastalığa yakalanır;
servetini tedavi masraflarını karşılamak için tüketir.
 Ya da servetini bir yere gömer; gömdüğü yeri
unutur, bir daha bulamaz.

Hz. Ebû Bekir’in Rasûlullaha Yakınlığı
Cenâb-ı hak şöyle buyuruyor:
ُ‫اِﻟﱠﺎ ﺗَﻨْﺼُﺮُوهُ ﻓَﻘَﺪْ ﻧَﺼَﺮَهُ اﻟﻠﱠﮫُ اِذْ اَﺧْﺮَﺟَﮫُ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻛَﻔَﺮُوا ﺛَﺎﻧِىَﺎﺛْﻨَﯿْﻦِ اِذْ ھُﻤَﺎ ﻓِﻰ اﻟْﻐَﺎرِ اِذْ ﯾَﻘُﻮل‬
َ‫ﻟِﺼَﺎﺣِﺒِﮫِ ﻟَﺎﺗَﺤْﺰَنْ اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﻣَﻌَﻨَﺎ ﻓَﺎَﻧْﺰَلَ اﻟﻠﱠﮫُ ﺳَﻜِﯿﻨَﺘَﮫُ ﻋَﻠَﯿْﮫِ وَاَﯾﱠﺪَهُ ﺑِﺠُﻨُﻮدٍ ﻟَﻢْ ﺗَﺮَوْھَﺎ وَﺟَﻌَﻞَ ﻛَﻠِﻤَﺔ‬
ٌ‫اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻛَﻔَﺮُوا اﻟﺴﱡﻔْﻠَﻰ وَﻛَﻠِﻤَﺔُ اﻟﻠﱠﮫِ ھِﻰَ اﻟْﻌُﻠْﯿَﺎ وَاﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﺰِﯾﺰٌ ﺣَﻜِﯿﻢ‬
“Eğer siz ona (Rasûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli
değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden
biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani
onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle
beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan)
emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve
kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir.
Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.”17 diyordu
Bu âyeti kerime Hz. Ebû Bekir’in Rasûlullah’ın
ashâbından olduğuna kat’î surette delâlet ettiğinden bir
kimse Ebû Bekir radıyallahu anh hazretlerinin sahâbeden
17
TEVBE SÛRESİ, ÂYET 40
48
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
olduğunu inkâr ederse kâfir olur. Zira bu inkâr nass-ı
Kur’ân-ı inkârdır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “İnsanlar
arasında arkadaşlık ve mal noktasında en ziyade minnettar
olduğum Ebû Bekir radıyallahu anh’dır. Şayet ümmetimden
kendime bir dost ittihaz etmiş olsaydım elbette Ebû Bekir
Sıddîk’ı edinirdim. Lâkin uhuvvet ve meveddet-i İslâmiye
kâfidir. Artık bundan sonra Ebû Bekir Sıddîk’ın kapısı
müstesna mescide açılan kapıların hepsi seddolunsun, yani
kapansın.” buyurdu.
İrtidat ve isyanların bastırılması ve Kur’an-ı Kerîm’in
cemedilmesi Hz. Ebû Bekir Sıddık radıyallahu anh’ın
devrinde idi.
Hz. Ebû Bekir’in Ahidnamesi
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.”
Bu Abdullah bin Kuhafe’nin dünyadan âhirete
giderken ilk deminin başlangıcında, kâfirin imana fâcirin
îkana geldiği, kâzibin doğru söylediği dakikadaki ahid ve
vasiyetidir.
Ömer bin Hattab-ı kendime halef tayin eyledim. Onun
sözünü dinleyiniz. Ona itaat ediniz. Ben bununla Allah’a
Peygambere, dinime, nefsime ve size iyilik istemiş
bulunuyorum. İcrâ-i adalet ederse, ondan beklediğim ve
A S H Â B-I
K İ R Â M
49
umduğum odur. Başka bir hat ve hareket takip ederse; biliniz
ki kişi ne işlerse onu kazanır. Benim bütün hedefim hayırdır.
Gaybi bilmem. Zulm edenler nelere giriftar olacaklarını
bilirler. Vesselamü aleyküm verahmetullahi veberakâtüh.”
Bu ahidnameyi ikmal ederek mühürledi ve herkese
okutarak umum nazarında hüsn-i kabûl ile karşılandı. Bunu
müteâkip Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’i çağırarak ona şu nasihat
ve vasiyette bulundu:
“Ben sana bir vasiyet edeceğim. Onu iyi hıfz edesin.
Allah’ın gecede bir hakkı vardır. Onu gündüzün kabûl etmez
ve gündüzün bir hakkı vardır. Onu da gece de kabûl etmez.
Bizim hiç birimiz için farzı edâ etmedikçe nâfile yoktur.
Kıyamet günü mizanları ağır gelenler dünyada Hakkın
emirlerine tâbi olanlardır. Kıyamet günü mizanları hafif
gelenler dünyada bâtıla tâbi olmalarındandır. Batıldan başka
bir şey konmayan bir mizanın hafif gelmesi de hakkıdır.
Görmez misiniz? Allah Teâlâ ehl-i Cenneti en güzel
amelleriyle zikretmiştir. Onun için bir kâil derki, benim
amelim bunların ameline nerede erişecek?” onun sebebi,
Allah Teâlâ onların kötü amellerinden geçmiştir de onları
ızhar etmez. Ve görmez misin Allah Teâlâ ehl-i nârı kötü
amelleriyle anmıştır da bir kail der ki; “Ben amelce onlardan
iyiyimdir.” Onun sebebi Allah Teâlâ onların en güzel
amellerini onlara redd etmiştir. Görmez misin Allah Teâlâ
şiddet ayetini rıza ayetinin yanında ve rıza ayetini şiddet
ayetinin yanında indirmiştir ki, müminler hem ümidli, hem
saygılı olsunlar da kendilerini tehlikeye atmasınlar ve
Allah’a karşı hak olmayan bir kuruntuya kapılmasınlar.”
50
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh kendi hayatında temin
ettiği ittihadı irtihalinden sonra da temine muvaffak
olmuştur.
Umumi vezâifi îfâdan sonra son dakikasına ait husûsî
işleriyle meşgul olmuş. Hz. Âişe’ye Resûl-i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem)’in yanında defnedilmesini vasiyyet eylemiş,
sonra iki kat elbisesini yıkamalarını ve kendisini ona tekfin
etmelerini, çünkü yaşayanların yeniye daha muhtaç
olduklarını söylemiş. Şahsi servetine ait vasiyetini yazdıktan
sonra makâm-ı riyâsete geldiği günden beri beytü’l-mâlden
alıp harcettiği her şeyin kendi şahsi malından alınarak iâde
olunmasını emretmişti.
Nihayet Hicretin onüçüncü yılının Cemaziyelâhir
ayında pazartesi gününün gecesi rûhanî bir itmînân içinde
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir.
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh zenginlik, arzu etmekle,
gençlik, süslenmekle elde edilmez buyururdu.
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh muhtelif zamanlarda
evlenmiş, zevcesi Kuteyle’den oğlu Abdullah ile kızı Esmâ
doğmuş, diğer zevcesi Ümm-i Rûman’dan Hz. Âişe ile oğlu
Abdurrahman dünyaya gelmiş, bir başka zevcesi Esmâ’dan
oğlu Muhammed, Habibe bint-i Harice isimli zevcesinden de
kızı Ümm-i Gülsüm olmak üzre üç kızı üç erkek evlâdı
olmuştur.
A S H Â B-I
K İ R Â M
51
Bir gün Hz. Ali radıyallahu anh meclisinde
bulunanlara “insanların en şecaatlısı kimdir” diye sormuş,
“sensin” dediklerinde: Ben biiznillah her kim ile mübareze
meydanına çıktım ise öcümü aldım, demiş ve tekrar “Nâsın
en şecâtlısı kimdir” diye sormuştu. Onlar da:
Bilmiyoruz, “kimdir?” diye sorduklarında Hz. Ali
radıyallahu anh da: Hz. Ebû Bekir’dir. Ki “Bedr” günü Resuli Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’e müşriklerden
kimse hücûm etmesin diye bir hayme yapıldı ve “Kim nöbet
bekleyecek” denildi. Ebû Bekir kalktı. Kılınç elinde olduğu
halde Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
hazretlerinin başı ucunda durdu. Her kim hûcüm etti ise
kılınç ile karşılayıp defeyledi. İşte nâs’ın en şecâatlisi O’dur,
dedi.
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh fıtraten halîm, selim,
son derece refîk ve şefîk idi. Bununla beraber mes’ûliyet ve
vazîfelerde yada Din, millet devlet işlerinde zerre kadar
müsamaha göstermez hakkaniyetten ayrılmazdı. Onun rıfk
ve mülâyemeti, şahsî muâmelâtına ait idi. Fakat insanların
kusurlarını i’zâm etmez onlara kusurları derecesinde
muamele ederdi.
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh,
...‫ﻇَﮭَﺮَ اﻟْﻔَﺴَﺎدُ ﻓِﻰ اﻟْﺒَﺮﱢ وَاﻟْﺒَﺤْﺮ‬
52
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
“...Karada ve denizde düzen bozuldu.”18
Kerîmesinin tefsiri hakkında şöyle demiştir:
Ayet-i
Ayette geçen kara, insanın dili; deniz de kalbidir. Dilde
çürüme ve bozulma başladığında insanlar bu kişinin hâline
üzülüp ağlarlar. Kalpte çürüme ve bozulma başladığında ise,
melekler o kişinin hâline ağlarlar.
Yine Hz. Ebû Bekir efendimiz şöyle buyurmuştur:
Kabre azıksız giren kişi, denizde gemisiz yolculuğa çıkmış
gibidir.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’nin Edebi
Ebû Hureyre radıyallahu anh rivâyet etmiştir: Bir gün
Hz. Ebû Bekir Sıddık ile Hz. Ali bin Ebî Tâlib, Rasûlullah’ın
hücre-i saadetlerinin kapısı önüne geldiklerinde Hz. Ali, Hz.
Ebû Bekir’e: Buyur yâ Ebâ Bekir! diyerek ikramda bulunur:
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir: “Yâ Ali! Sen önden buyur”
der.
Hz. Ali radıyallahu anh der ki: Rasûlullah’tan, zât-ı
âlîniz hakkında şu sözleri işittiğimden önünüze geçemem:
“Benden sonra üzerine güneşin doğup battığı en faziletli
insan Ebû Bekir’dir.
Bu söze Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh şöyle cevap
verir: Ben de Rasûlullah’ın hakkında şöyle buyurduğu zâtın
18
RUM SÛRESİ, ÂYET 41
A S H Â B-I
K İ R Â M
53
önüne geçemem. “Kadınların en hayırlısını erkeklerin en
hayırlısına nikahladım.”
Hz. Ali radıyallahu anh: Rasûlullah’ın hakkında şöyle
buyurduğu kimsenin önüne geçemem: “Yeryüzü halkının
imânı ile Ebû Bekir’in imânı tartılsa, Hz. Ebû Bekir’in imânı
ağır gelir.”
Bu söze Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh şöyle
mukâbelede bulundu: Rasûlullah’ın, hakkında “Cennet’te
benim sarayımla, İbrâhim Halîlullah’ın sarayı arasında Ali
bin Ebî Tâlib’in sarayı bulunacaktır.” Buyurduğu kimsenin
önüne geçemem.
Bu hâdiseye binâen Cebrâil aleyhisselâm gelir: Yâ
Muhammed! Allah Teâlâ sana selam ediyor ve buyuruyor ki:
“Yedi göğün melekleri, Ebû Bekir Sıddık ile Ali bin Ebû
Tâlib’e bakmakta ve aralarında geçen muhâvereyi
duymaktalar. Allah bu hüsn-i edeb ve muhabbetlerinden
dolayı her ikisini de rahmet ve rızâsıyla kuşatmıştır.”
Nebî aleyhisselâm, kapıya gitti. Onları Cebrâil’in
kendisine anlattığı şekilde buldu. Ve tebessümle içeri davet
etti.
54
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ebû Bekir Sıddîk
Kâinâtın serveri, Rasûlullah’ın Yâveri
Issız çölde ve dağda, sevirde yâr-ı gâr-ı
Her zemîn ve zamanda düşünerek Hâlık’ı
O’na ikrâm olunmuş, yüksek İslâm Ahlâkı
Böylece zikr-i hâfi, O’na telkîn edilmiş
Her an Allah’la olmak, Sıddîkına verilmiş
Devrinde tefrika yok, fitneler bastırılmış
Hakimler ibâdette, mahbesler hep boş kalmış
Âleme Nûr-u Nebî yayılır dalga dalga
İnsanlar uyanıyor gafletten halka halka
Nebîlerden sonra en şerefli insan odur
Allah yolunda canını, kurban eden budur
İdârede adâlet, O’nu örnek almalı
Artık bu keşmekeşden, insanlık kurtulmalı
Sıddık-ı Ekber-i medh etti Hazret-i Kur’ân
Ol Râsûlün Sevgili Dostu, Fatih-i îman
Onları çok severiz Câr-ı Yâr-ı güzîni
Ashâb-ı Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali’yi
Anlatmış bu neşveyi, tattırmış hayatıyla
Hâlis îmanlı Sıddık, kavuşmuş Rabbısına
A S H Â B-I
K İ R Â M
55
HAZRET-İ ÖMER B. HATTAB
Hazret-i Ömer’in Nesebi Ömer bin Hattab bin Nüfeyl
bin Abdü’l-Uzzâ bin Rabâh bin Abdullah bin Kurt bin Zürâh
bin Adîy bin Ka’b bin Lüey bin Fihr bin Mâlik. Sekizinci
ced’de Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem
efendimiz’le nesebi birleşir. Hazret-i Ömer radıyallahu anh
Hicret-i Nebeviyye’den kırk sene evvel doğmuştur.
Hazret-i Ömer radıyallahu anh’in müslümanlığı
kabûlden evvel arablar tarafından sefâret işleri ile tavzif
edildiğini bütün müverrihler beyân ederler. Hitâbet ve güzel
konuşmada mümtâz olduğuna bu vazîfe delâlet etmektedir.
Mevâhib-i Ledünniyye’nin beyânına göre, Hz. Ömer
radıyallahu anh îmân’a gelince, Resûl-i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem hazretleri, mübârek elini Ömer radıyallahu
anh’in sadrına koyup: “Yâ Rabbi! Ömer’in sadrındaki
müzmin sıfatları giderip, yerine ilmüledün lütfet.” diye üç
kere duâ buyurmuşlardır.
Hazret-i Ömer radıyallahu anh’in müslümanlığı kabûl
etmesi, İslâmiyet târihinde yeni bir devir küşâd etti.
Müslümanlığı kabûl edenler Hz. Ömer radıyallahu anh ile
berâber kırk olmuştu. Bunların içinde arabların meşhûr
kahrâmanı, müslümânların Seyyid’üş-şühedâsı Hz. Hamza
radıyallahu anh’da vardı. Fakat yine müslümanlar ferâiz-i
dîniyyelerini alenen îfâ edemiyordu. Müslümanların
Kâ’be’de namâz kılmaları imkânsızdı.
56
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ömer’in İslâmiyeti kabûl etmesiyle her şey değişti.
Ömer radıyallahu anh müslümanlığı alenen kabûl etmiş, bu
yüzden pek ağır tecâvüzlere ma’ruz kalmakla berâber her
şeye göğüs germiş, nihâyet bir gün diğer müslümanlarla
berâber Ka’be’de cemâatle namâz kılmıştı.
Kısas-ı Enbiyâ’nın beyanına göre, Hz. Ömer
radıyallahu anh iman edince, Ehl-i İslâm’ı alıp Harem-i
Şerif’e götürdü. Ve cemâate namâz kıldırdı. Hz. Sıddık
radıyallahu anh’ın arzû ettiği hâle, Ömer radıyallahu anh
muvaffak oldu.
O gün rüesâ-yı Kureyş:
- “İşte kavmimiz şimdi ikiye bölündü” dediler
“Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
radıyallahu anh’e “Fâruk” ismini taktı.
Ömer
Bunun üzerine:
َ‫ﯾَﺎ اَﯾﱡﮭَﺎ اﻟﻨﱠﺒِﻰﱡ ﺣَﺴْﺒُﻚَ اﻟﻠﱠﮫُ وَﻣَﻦِ اﺗﱠﺒَﻌَﻚَ ﻣِﻦَ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦ‬
“Ey Peygamber! Sana Allah ve ittibâ eden mü’minler
kâfidir!”19 âyet-i kerimesi nâzil olmuştur.
Hz. Ömer radıyallahu anh, Peygamberimiz sallallahu
aleyhi ve sellem efendimiz’in altıncı sene-i Nübüvvetinde
müslüman olmuştur.
19
ENFÂL SÛRESİ, ÂYET 64
A S H Â B-I
K İ R Â M
57
Hicret ederken Ashâb-ı Kiram, gizlice Mekke’den çıkıp
Medine’ye gittiler. Fakat Ömer’ül-Fârûk radıyallahu anh
alenî olarak hicret eyledi.
Şöyle ki:
Kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı. Oklarını eline
aldı. Ve Rüesây-ı Kureyş Ka’be-i Mükerreme etrâfında halka
halka olup oturmakta iken Harem-i Şerif’e gitti. Beyt-i Şerifi
yedi defa tavâf etti. İki rekât namaz kıldı. Sonra:
- “Yüzleriniz kara olsun!” diye Rüesây-ı Kureyş’e
beddua ederek yanlarından geçerken: “Anasını ağlatmak,
evlâdını yetim ve karısını dul bırakmak isteyen varsa,
yoluma çıksın!” dedi.
Vakur ve heybetli yürüyüşüyle koca Ömer Mekke’den
çıktı ve Medine’ye hicret etti, müşrikler Hz. Ömer’den
korktuğundan yoluna çıkamadı, arkasına düşmedi.
Tarih-i Fîl’den üç sene sonra doğmuş bulunan Hz.
Ömer, uzun boylu, iri gövdeli, koyu buğday renginde idi.
Alnı geniş, bilekleri uzun, saçları dökük ve gözlerinde hafif
bir kırmızılık vardı.
Hz. Ömer radıyallahu anh, zühd, takvâ, tevâzu,
sâdelik, doğruluk, sabır, rızâ, tevekkül, Cenâb-ı Hakk’a
şükrân gibi ahlâk-ı hamîde ile muttasıf idi.
58
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ömer radıyallahu anh yamalı elbise giymekten
çekinmez, kadınların sularını taşır, toprak üstünde yatar,
maiyyetsiz seyâhate çıkar, Devlet’e ait develere bizzât bakar,
kapısında bir tek muhafız bulundurmaksızın yaşar, fakat
bununla berâber, dünyânın en büyük imparatoru O’nun sıyt
ü şöhretinden titrerdi.
Kimi sultanlar cihanı ordularıyla korkutmuşlardır.
Fakat Hz. Ömer radıyallahu anh deve ile Sûriye’ye seyâhat
etmesiyle korkutmuştu.
İmâm-i A’zam, İmâm-ı Şafiî, İmâm-ı Gazâlî
rahmetullahu aleyhim ecmaîn hazerâtı gibi Eimme-i
Müçtehidin Hz. Ömer radıyallahu anh’ın mevzû-i bahs ettiği
bir meseleye bir şey ilâve etmemişlerdir.
Çünkü Hz. Ömer radıyallahu anh’ın birçok defa reyi
vahiy ile tasdiklenmiştir. Milyonlarca emvâl-i ganâimi nâsın
derecelerine göre taksim ederken, kendisi orta halde bir
muhâcir gibi tasarruf ile geçinirdi. Hattâ bir gün hutbe
okurken gömleğinin oniki yerinde yama olduğu görülmüştü.
Kimsenin ona bir diyeceği yoktu. Herkes ondan utanır,
mehâbetinden korkar ve sakınırdı.
Adamın biri Hz. Ömer radıyallahu anh’ın huzûrunda
birini medhedince Hz. Ömer radıyallahu anh sormuş:
-
“Bu adamla bir muâmeleniz oldu mu?”
“Hayır!” demiş.
“Berâber yolculuk ettiniz mi?”
A S H Â B-I
K İ R Â M
59
- “Hayır!” demiş.
- “O halde siz hiç tanımadığınız bir kimseden
bahsediyorsunuz.” demiştir.
Hz. Ömer radıyallahu anh gündüz kesret-i
meşgûliyetten dolayı ancak ferâizi edâ eder, geceleri nâfile
ibâdete vakit bulurdu. Erkenden uyanarak âilesini uyandırır.
‫وَاْﻣُﺮْ اَھْﻠَﻚَ ﺑِﺎﻟﺼﱠﻠَﻮةِ وَاﺻْﻄَﺒِﺮْ ﻋَﻠَﯿْﮭَﺎ ﻟَﺎ ﻧَﺴْﺌَﻠُﻚَ رِزْﻗًﺎ ﻧَﺤْﻦُ ﻧَﺮْزُﻗُﻚَ وَاﻟْﻌَﺎﻗِﺒَﺔُ ﻟِﻠﺘﱠﻘْﻮَى‬
“Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et.
Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel
sonuç, takvâ iledir.”20 Âyet-i kerimesini okurdu. Sabah
namazında Sûre-i Yûnus, Hud veya Kehf’i okurdu.
Hz. Ömer radıyallahu anh Kıyâmet hesâbından pek
korkardı. Bir gün Ebû Mûsa’l-Eş’arî radıyallahu anh’e sordu:
“Ey Ebû Mûsa! Biz ki müslümanlığı kabûl ettik.
Yerimizi, yurdumuzu bırakarak hicret ettik. Her yerde
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’le berâber bulunduk.
Acabâ kıyâmet gününde bir ecr-ü mükâfata nâil olacak
mıyız?”
Ebû Mûsa radıyallahu anh da şu cevabı verdi:
“İnşallah nail olacağız? Bilakis biz Cenâb-ı Hakk’ın bizden
razı olmasını umuyoruz.”
20
TÂHÂ SÛRESİ, ÂYET 132
60
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ömer radıyallahu anh de şu cevabda bulundu:
“Nefsimi yed-i kudretinde tutan Zât-ı Kibriyâ nâmına kasem
ederim ki, hesâbtan kurtulmaktan başka bir şey
istemiyorum.”
Hz. Abdurrahmân bin Avf radıyallahu anh der ki:
“Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh evime gelmişti.
Niçin beni çağırtmayıp zahmet ettiğini sorunca:
“Medine’ye bir kervân gelip şehrin hâricine
konakladığını, yolcuları yorgun olduğu için istirâhata
muhtâç olduğunu söyledi; haydi gidelim de kervâna göz
kulak olup muhâfaza edelim, dedi. Sabaha kadar kervânı
bekledik.”
Arabistân kıtlığı esnâsında Hz. Ömer radıyallahu anh
et, yağ, balık yememiş ve şöyle tazarruâtta bulunmuştu: “Yâ
Rabbi benim günâhlarım yüzünden Ümmet-i Muhammed’i
helâk etme!”
Kölesi Eslem radıyallahu anh demiştir ki: “Kıtlığın
şiddeti azalmamış olsaydı, Hz. Ömer radıyallahu anh
fakirlerin hâlinden duyduğu teessürden dolayı mutlaka
ölürdü.”
Bir defa Hz. Ömer radıyallahu anh hutbede cemâate
hitaben: “Ben fenâ yol tutup, nefsime uyarsam ne
yaparsınız?” diye sordu.
A S H Â B-I
K İ R Â M
61
Cemâatten biri kalkarak: “Seni doğrulturuz!...” dedi
Hz. Ömer radıyallahu anh de sözü söyleyen adamın
cesâretini tecrübe için: “Benim hakkımda böyle söz
söylemeye nasıl cüret ediyorsun?” dedi.
Adam: “Evet! Bu sözleri senin hakkında söylüyorum!”
dedi.
Hz. Ömer radıyallahu anh da: “Cenâb-ı Hakk’a çok
şükür ki, yanlış yola sapacak olursam beni doğrultacak
yiğitler var.” dedi.
Hz. Ömer radıyallahu anh iyilik, hilim, tevâzu, cesâret,
adalet ve insafın timsali olmuştu.
Hz. Ömer’in Mühim Hizmetlerinden Bazıları
Beytü’l-Mâl tesisi.
Kâdılar ta’yini, mahkemeler tesisi.
İdâre-i askeriye tesisi.
Gönüllülere maâş tahsisi.
Arâzîyi ölçtürmek.
Tahrîr-i nüfûs icrâsı.
Öşürler tarhı.
Nehirlerden çıkarılan şeylere vergi tarhı.
Düşmân memleketlerine mensûb tâcirlerin, İslâm
memleketleriyle ticâretine müsâade.
 Hapishâne inşâsı.









62
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
 Polis idaresi tesisi.
 Mekke ile Medine arasında ve muhtelif şehirlerde
yolcular için misafirhane inşası.
 Metrûk çocukları himaye.
 Çocuklar için mektepler tesisi ve maâş tahsisi.
 Kıyas esasını kabul.
 Teravih namazının cemaatle edasının kabulü,
 Bir defada vukû bulan talak-ı selâseyi talak-ı bayin
olarak kabul.
 Evkaf usûlünü tesis.
 Camilerde vaaz adetini tesis, Hz. Ömer’in emriyle
ilk defa vaaz eden Temîm-i Dârî radıyallahu
anh’dır
 İmâm ve müezzinlere maaş verilmesi.
 Bîkes (kimsesiz) Yahûdi ve Hıristiyanlara tahsisat
verilmesi.
Hz. Ömer radıyallahu anh makâm-ı riyaset’e geldiği
zaman şöyle dua etmiştir: “Yâ Rabbi, bana biraz rıfk ve
mülâyemet ver. Yâ Rabbi zayıfım, bana kuvvet ihsan et. Yâ
Rabbi zimâm-ı umûrunu elde ettiğim bu milleti doğru yola
irşad için bana kuvvet bahşet!...” demişti.
Namaz vaktinin keyfiyet-i ilanı meselesi mevzû-i bahs
olduğu zaman, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem Hz. Ömer radıyallahu anh’ın mutâlaasını kabul
etmişti.
A S H Â B-I
K İ R Â M
63
Hz. Ömer radıyallahu anh’ın Bedir esirleri hakkında
dermeyân ettiği nokta-i nazar, sonra vahy-i ilahi ile teeyyüd
etmişti.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’in
zevcelerinin tesettüre riâyet etmelerini, Hz. Ömer
radıyallahu anh’ın tavsiyesi üzerine, Vahy-i ilahi ile Hicâb
âyet-i nazil olmuştu.21
Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy öldüğü zaman,
Makam-ı Nübüvvete lâyık Ahlâk-ı aliyye’nin sevkiyle Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz cenâze
namazını kılmak istemişse de, Hz. Ömer radıyallahu anh
buna itiraz etmişti. Bilâhare
ْ‫وَﻟَﺎ ﺗُﺼَﻞﱢ ﻋَﻠَﻰ اَﺣَﺪٍ ﻣِﻨْﮭُﻢْ ﻣَﺎتَ اَﺑَﺪًا وَﻟَﺎ ﺗَﻘُﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﻗَﺒْﺮِهِ اِﻧﱠﮭُﻢْ ﻛَﻔَﺮُوا ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫِ وَرَﺳُﻮﻟِﮫِ وَﻣَﺎﺗُﻮا وَھُﻢ‬
َ‫ﻓَﺎﺳِﻘُﻮن‬
“Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun
kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr
ettiler ve fâsık olarak öldüler.” 22 Âyet-i-celilesi nâzil olmuştu.
Abdullah İbn-i Abbâs radıyallahu anh der ki: “Hz.
Ömer radıyallahu anh isâbet-i fikriyyesi veçhile Kur’an
bugünkü şekilde toplanabilmiştir. “
“Hz. Ömer radıyallahu anh bir mesele hakkında
benim mutâlaam şu merkezdedir dedi mi, o mesele mutlaka
onun gösterdiği yolu takib ederdi.”
21
22
HADİS, BUHARİ
TEVBE SÛRESİ, ÂYET 84
64
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ömer Efendimiz’in Nasihatları
Günah işlemekten vazgeçmek, tevbe ile uğraşmaktan
daha kolaydır. En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve
kusurlarımı haber verendir. “Çok konuşan, çok yanılır. Çok
yanılanın, hayâ duygusu azalır. Hayâ duygusu azalanın,
günah ve harama düşme tehlikesi artar. Günah ve haramı
fütursuzca irtikab edenin ise; kalbi ölür.”
“Gaybı bilme iddiâsı olmasaydı, beş kimsenin Cennet
ehli olduklarına şâhitlik ederdim:
 Çok çocuk sahibi olup şükür ve sabır hâlinde olan
fakir mü’min.
 Kocası kendisinden râzı olan sâliha kadın.
 Mehr-i müsemmâsını kocasına tasadduk eden kadın.
 Baba ve anası kendisinden râzı olan kişi.
 Günahından samîmi olarak tevbe eden kimse…”
“İnsanlarla güzel dostluk kurmak, aklın yarısıdır.
Yerinde sual sormak, ilmin yarısı; iyi tedbir almak da
yaşamanın yarısıdır.”
“Malayaniyi terk eden kimseye hikmet bahşedilir.
Enâniyet ve böbürlenmeyi terk edenin kalbine tevâzû
bahşedilir. Fazla yemeyi terk edene ibâdet lezzeti bahşedilir.
Gülmeyi terk edene heybet bahşedilir. Dünya sevgisini terk
edene, âhiret muhabbeti bahşedilir. Başkasının ayıbı ile
A S H Â B-I
K İ R Â M
65
meşgul olmayı terk edene, nefsinin ayıplarını ıslah etme hâli
bahşedilir.
Hz. Ömer radıyallahu anh buyurmuştur:
“On şey, on şeysiz olmaz: Akıl-iffetsiz; fazîlet-ilimsiz;
kurtuluş-korkusuz; sultan-adâletsiz; asâlet ve şeref-edepsiz;
ferah-emniyetsiz; zenginlik-sehâvetsiz; fakirlik-kanaatsız;
yücelik-tevâzûsuz; cihâd-tevfiksiz olmaz.”
“Duâ, semâ ile arz arasında durur. Rasûlullâh’a
salevât getirilmedikçe, Allâh’a yükseltilmez.
Kadı Şurayh, Hz. Ömer’e mektup yazarak nasıl
hükmedeceğini sordu. Hz. Ömer radıyallâhu anh cevâben
şöyle yazdı:
“Allâh’ın kitabında olanlarla hükmet. Eğer onda
bulamazsan Allah Rasûlü’nün sünnetiyle hükmet. Allâh’ın
kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinde de bulamazsan sâlihlerin
verdiği hükümlerle hüküm ver. Sâlihlerin verdiği hükümler
arasında da yoksa istersen devam et hükmünü ver, istersen
geri dur. Geri durup hüküm vermemenin senin için daha
hayırlı olduğu kanaatindeyim. Ve’s-selâm.”
“Akıllı kimse, insanların hareketlerini iyi takdîr edendir.”
“Kişinin sorduğu soru onun akıl seviyesini gösterir.”
“Şerri bilmeyen, onun tuzağına düşer.”
“Dünyaya az meylet ki nefsin esâretine düşmeyesin.”
“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi
inanmaya başlarsınız.”
66
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
“İnsanları düzeltebilmeniz için önce kendinizi ıslah
etmeniz gerekir.”
“İnsanların en câhili ve ahmağı, kendi âhiretini
başkasının dünyası için satandır.”
“Sırrını gizleyen, kendine hâkim olur.”
“Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol.”
Hz. Ömer radıyallâhu anh dâimâ: “Ey Allâh’ım! Beni
ansızın yakalamandan, gaflet içerisinde bırakmandan ve
gâfillerden kılmandan, Sana sığınıyorum.” diye duâ ederdi.
Akşamları da, elindeki kamçısıyla ayaklarına vurur ve;
“Bugün Allah için ne yaptın ey Ömer?” diye kendisini
hesâba çekerdi.
Abdullah bin Ömer şöyle anlatıyor: Babam Ömer
radıyallahu anh hastalığının ölümle sonuçlanacağını
anladığında; “Eğer bütün dünya benim olmuş olsaydı bu
çıkışın dehşet ve korkusundan şu anda hepsini fidye olarak
verebilirdim” buyurdu. Sonra da bacağımın üzerinde
durmakta olan başını indirmemi söyledi. Ben de onu dizime
indirdim.
Bunun üzerine “Ey Abdullah! Başımı yere bırak!”
dedi. Böylece mübarek sakalı ve yanağı yere değecek şekilde
onun başını dizimden indirerek yere koydum. Şöyle diyordu:
“Ey Ömer! Eğer Allah seni affetmeyecek olursa sana ve
annene yazıklar olsun!” Sonra da Allah Teâlâ onun ruhunu
aldı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
67
Ey kardeşim, bizler de o mübârek sahâbînin bu güzel
hâllerini gönlümüze nakşetmeli ve sık sık; “Bugün Allâh için
ne yaptım?” diyerek kendimizi vicdan muhâsebesine
çekmeliyiz. Maddî ve mânevî vazîfelerimizde gaflet, ihmâl,
atâlet ve tembellik göstermekten titizlikle sakınmalıyız.
Rabbimiz âhiretteki hesâbımızı kolay getirsin. Îman ve
güzel ahlâk iklîminde amel-i sâlihlerle dolu bir dünya hayatı
yaşayıp ebedî hayâtın saâdetiyle gönüllerimizi mes’ûd
eylesin. Âmîn!
68
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ömer
Bir garip zaman idi ortalık figan oldu
Katreler umman oldu Ömer imanla doldu
Kuran, hidayet nûru… Sonsuzluğun surûru
Gösteren Hak, kulluğu… inkârı iman oldu
Nebi çok sevindi müslüman olmasına
Yeni bir aslan geldi ashâbın arasına
Onunla kırkı buldu müminlerin adedi
Sayımız kırk olduysa niçin gizleniyoruz dedi
Hattab oğlu Ömer’in şecaattı şiarı
İslam’la şereflendi çok güzeldi kararı
Allah düşmanları hemen çıksın karşıma
Gidiyorum işte ben medineye tek başıma
Hicret ediyorum, çıksın yoluma dileyen
Karısını dul, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen
Birçok ayet-i kerime sıdkını tasdik etti
Ebu Bekir Sıddıka ilk o beyat etti
Nil taşınca bir kere ona ferman gönderdi
Bu fermanla taşkın nil, hemen sukûna erdi
Onun hilafetinde kurt kuzu bir gezerdi
Fakirleri gözetir, hainleri sezerdi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
69
HAZRET-İ OSMAN B. AFFAN
Osman bin Affân dört büyük halife'den üçüncüsü, en
uzun süre halifelik yapan odur. Ümeyyeoğullarından olan
Hz. Osman'ın künyesi Ebû Abdullahtır. Nesebi beşinci ceddi
olan Abdi Menaf'ta Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile
birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke'de
doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia’dır.
Büyükannesi ise Rasûlullahın halası Abdülmuttalib'in kızı
Beyda'dir.
Hazreti Ebu Bekirin yakın arkadaşlarından olan
hazreti Osman İslam'a giren ilk kişilerdendir. Peygambere iki
kez damad olması, iki kızıyla evlenmiş olması hasebiyle
'Zi'n-Nûreyn' yani "iki nur sahibi" olarak da anılır.
Habeşistan'a hicret eden ilk sahabilerden olan hazreti
Osman daha sonra Mekke'ye geri dönmüş, Medine'ye hicret
kararının alınmasından sonra da Medine'ye hicret etmiştir.
Bedir Savaşı dışında peygamberin hayatta olduğu dönemde
yapılan tüm büyük savaşlara katılmış olan hazreti Osman,
Veda Haccı'nda da peygamberimizin yanında yer almıştır.
Rasûlullahın vefatından sonra halife seçilen hazreti Ebu
Bekir'e bey'at etmiştir. Ridde Savaşları sırasında hazreti Ebu
Bekir'in vekili olarak Medine'de kalmıştır. Daha sonra
hazreti Ebu Bekir'in hazreti Ömer'i bir sonraki halife olarak
tayin eden belgesini kaleme alan da hazreti Osman'dır.
Hazreti Ömer'in hilafeti sırasında da hilafet makamının
vekili olarak Medine'de kalmıştır. Hazreti Ömer kendisinden
sonra aralarından bir sonraki halifenin seçileceği bir şura
70
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
kurulmasını talep etmiştir. Hazreti Ömer'den sonra kimin
halife olacağı tartışmaları sırasında arabulucu hazreti
Abdurrahman bin Avf'ın, başkalarının görüşlerini de alarak
kendisine beyat etmesiyle halife seçilmiş, kendisiyle birlikte
halifeliğe düşünülen hazreti Ali de Hz. Osman radıyallahu
anha bey'at etmiştir. Halife olduğu dönemde İslam
devletinin sınırları genişlemiş, bir donanma kurulmuş,
birçok ekonomik gelişmeler gerçekleştirilmiştir. Ayrıca ilk
İslamî paralar da onun zamanında basılmıştır. Kabe ve
Mescid-i Nebevi de onun zamanında genişletilmiştir.
Hz. Osman radıyallahu anh şöyle demiştir; İbadetin
tadını dört şeyde buldum.
 Farzları yerine getirmek.
 Yasaklardan uzak durmak.
 İyiliği emretmek.
 Kötülüğü nehyetmek.
Ehl-i Şûra Hz. Osman’ı halife nasbedip kendisine
bey’at ettikleri zaman O, son derece mahsun ve müteessir bir
haldeydi. Rasûlullah’ın minberine çıkarak; besmele, hamdele
ve salvele’den sonra insanlara şöyle hitap etti: “Siz fâni bir
dünyadasınız. ömrünüzün sonuna geldiniz. Ahiret için en iyi
bir şekilde hazırlanınız.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
ِ‫ﯾَﺎ اَﯾﱡﮭَﺎ اﻟﻨﱠﺎسُ اﺗﱠﻘُﻮا رَﺑﱠﻜُﻢْ وَاﺧْﺸَﻮْا ﯾَﻮْﻣًﺎ ﻟَﺎﯾَﺠْﺰِى وَاﻟِﺪٌ ﻋَﻦْ وَﻟَﺪِهِ وَﻟَﺎ ﻣَﻮْﻟُﻮدٌ ھُﻮَ ﺟَﺎزٍ ﻋَﻦْ وَاﻟِﺪِه‬
ُ‫ﺷَﯿْﺄً اِنﱠ وَﻋْﺪَ اﻟﻠﱠﮫِ ﺣَﻖﱞ ﻓَﻠَﺎ ﺗَﻐُﺮﱠﻧﱠﻜُﻢُ اﻟْﺤَﯿَﻮةُ اﻟﺪﱡﻧْﯿﺎَ وَﻟَﺎ ﯾَﻐُﺮﱠﻧﱠﻜُﻢْ ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫِ اﻟْﻐَﺮُور‬
A S H Â B-I
K İ R Â M
71
“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne
babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği
günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın
dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına
güvendirerek sizi kandırmasın.” 23
Gençlerden ibret alınız, gayretle çalışınız. Gafil
olmayınız, hiçbir hareketinize göz yumulmaz. Hani nerede
dünyaya gelip te orada uzun müddet menfaatler sağlayan,
orayı imar edenler, ekip biçenler ve onların kardeşleri…
“Onları unuttunuz mu?
Dünyaya Allah’ın verdiği değer kadar değer veriniz.
Ahiretten de nasibinizi unutmayınız.” Dedi ve sonra şu
Ayet-i Kerimeyi okudu:
َ َ‫وَاﺿْﺮِبْ ﻟَﮭُﻢْ ﻣَﺜَﻞَ اﻟْﺤَﯿَﻮةِ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ ﻛَﻤَﺎءٍ اَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎهُ ﻣِﻦَ اﻟﺴﱠﻤَﺎءِ ﻓَﺎﺧْﺘَﻠَﻂَ ﺑِﮫِ ﻧَﺒَﺎتُ اﻟْﺎَرْضِ ﻓَﺎَﺻْﺒ‬
‫ﺢ‬
‫ھَﺸِﯿﻤًﺎ ﺗَﺬْرُوهُ اﻟﺮﱢﯾَﺎحُ وَﻛَﺎنَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞﱢ ﺷَﻰْءٍ ﻣُﻘْﺘَﺪِرًا )(اَﻟْﻤَﺎلُ وَاﻟْﺒَﻨُﻮنَ زِﯾﻨَﺔُ اﻟْﺤَﯿَﻮةِ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ‬
‫وَاﻟْﺒَﺎﻗِﯿَﺎتُ اﻟﺼﱠﺎﻟِﺤَﺎتُ ﺧَﯿْﺮٌ ﻋِﻨْﺪَ رَﺑﱢﻚَ ﺛَﻮَاﺑًﺎ وَﺧَﯿْﺮٌ اَﻣَﻠًﺎ‬
“Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten
indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi
(önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu
çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.
Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler
ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit
bağlamaya daha lâyıktır.”24
23
24
LOKMAN SÛRESİ, ÂYET 33
KEHF SÛRESİ, ÂYET 45-46
72
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Osman’ın bu konuşmasından sonra halk gelerek
kendisine bey’at etmeye başladı. Bey’at işi tamamlandıktan
sonra Hz. Osman halka hitaben şöyle devam etti: “Bana bir
vazife verildi, bende kabul ettim. Ben, benden öncekilerin
yolundan gideceğim. İcraatımda Azîz ve Celîl olan Allah’ın
kitabı ve Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm’ın sünnetinden
sonra üç şeyi daha takip edeceğim. Bunlardan biri üzerinde
ittifak ettiğiniz ve takip ettiğiniz konularda benden
öncekilere ittiba, ikincisi daha öncekiler tarafından ihdâs
edilmeyen, fakat sonradan ehl-i hayrın ortaya koyduğu yolu
takip etmek, üçüncüsü de cezayı hak etmediğiniz sürece size
ceza vermemek.
Dünya göz alıcıdır. İnsanları kendisine çeker.
İnsanların çoğu ona kendini bağlamıştır. Dünyaya meyledip
ona güvenmeyiniz. O güvenilir değildir. Bilinizki dünyayı
terk etmeyeni dünya terk etmez.”
Şehâdeti
Hilafetinin ilk altı yılı huzur ve barış içerisinde geçse
de hilafeti sırasında yaptığı atamalar ile ilgili bazı tartışmalar
sebebiyle hilafetinin son altı yılında çeşitli kargaşalar çıkmış
ve bu kargaşalar sonucu abluka altına alınmış daha sonra da
isyancılar tarafından şehit edilmiştir.
Hz. Osman radıyallahu anh şöyle buyurmuştur:
Beş vakit namazda dikkatli ve devamlı olanlara Allah
dokuz keramet bahşeder.
A S H Â B-I









K İ R Â M
73
Allah onu sever.
Sağlıklı bir bedeni olur.
Melekler onu korur.
Evine bereket gelir.
Yüzünde, iyi ahlâk sahibi dindar insanların
karakteri belirir.
Allah onun kalbini yumuşatır.
Kıyamet gününde sırat köprüsünden şimşek
hızıyla geçer.
Allah onu Cehennem ateşinden korur.
Allah onu Cennette “Onlar için artık ne korku
vardır, ne de üzüntü”25 müjdesine ermiş
insanlara komşu yapar.
Allah cümlemizi şefaatı uzmalarına nail eylesin. Amin
bihürmeti Taha ve Yâsin.
HAZRET-İ ALİ B. EBÛ TÂLİB
Annesi, Fâtıma binti Esed bin Hâşim idi. Bi'setin ikinci
günü îmân etti. Hazret-i Ali radıyallahu anh’ın künyesi Ebûl
Hasen Ebû Turab, lakabı Haydar, ünvanı Emir-ül
Müminindir. Hem pederi hem de validesi tarafından
hâşimi’dir ve Resûl-ü Ekrem aleyhisselât-ü vesselâm’in amca
zadesidir. Biset-i Seniyyeden on sene, hicretten yirmi üç sene
önce recep ayının 13. günü Mekke-i Mükerreme’de
25
BAKARA SÛRESİ, ÂYET 38
74
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
doğmuştur. Rasûlullahın amcası Ebu Tâlibin dördüncü
oğludur. Hulefâ-i râşidîn ve Aşere-i mübeşşerenin de
dördüncüsüdür. Hz. Ali’nin validesi Fatıma bint-i Esed,
Peygamberimizin Vâlide-i muhteremeleri Hz. Amine’nin
irtihalinden sonra dedesini de kaybeden Hz. Muhammed
aleyhisselât-ü vesselâm’ı şefkat ve merhametle kucaklamış,
O’na öz evladı gibi bakmıştı.
Yürüyerek hicret edip, mübârek ayakları şişdi. Bütün
gazâlarda arslan gibi döğüşdü ve çok yara aldı. Uhudda on
altı yerinden yaralanmışdı. Tebük gazâsında, Medînede
muhâfız olarak bırakılmışdı. Âyet-i kerîme ile medh ve senâ
buyurulmuşdur. Hicri 37 de Sıffîn denilen yerde hazret-i
Mu'âviyenin askeri ile meydân savaşı yapmış, askerinden
yirmibeşbin, karşı tarafdan kırkbeşbin kişi şehîd olmuşdu.
Karşı tarafın sulh teklîfini kabûl edince, ordusundan yedi bin
kişi ayrıldı. Bunlara hâricîler denildi. Hâlid bin Zeydi,
bunlara nasîhat için gönderdi ise de, fâidesi olmadı. Bunların
üzerine yürüyüp, perîşan etdi. Hâricîler, kendisine çok iftirâ
ettiler. Hazret-i Alî "radıyallahü anh", hâricîlerden
Abdürrahmân bin Mülcem tarafından kırk yaşındayken
Ramazanın onyedinci günü, sabâh namazını kıldırırken,
kılıncla başından yaralandı. İki gün sonra şehîd oldu. Kabri
Necefdedir. Üçü Fâtımadan olmak üzere onsekiz oğlu ve on
sekiz kızı vardı. Orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun
sakallı idi.
Bir dönem Ebu talib maişet darlığı içindeydi. Bu
sebeple Resûl-i Ekrem aleyhisselât-ü vesselâm Hz. Ali’nin
A S H Â B-I
terbiye ve iâşesini
büyütmüştür.
K İ R Â M
üzerine
almış
75
ve
onu
yanında
Hz. Ali’nin vech-i mübarekleri güzel ve müdevverce,
rengi âlîleri esmerce ve mübarek gözleri iri ve koyu elâ,
kirpikleri uzun ve boyları orta idi. Lihye-i şerifleri büyük,
omuzlarının arası ve göğsü geniş, omuzları ile kolları kalın,
bilekleri ile pençeleri gayet kâvi idi. Hangi nâmdar cengâver
ile mübâreze eyledi ise, galip gelmiş ve Esed’ullahi-l Gâlip
ünvanını almıştır. Kılıcı bir kere vururdu. Bir vuruşta ikiye
bölerdi. Kâfirler O’nun yüzünü görünce korkar, hazan
yaprağı gibi titrerlerdi. O mübarek cüssesi ile üç dört gün,
bazen hiçbir şey yemediği olurdu. Güler yüzlü, halim, kerim,
mütevâzi, kâffe-i fezâil-i insaniyyeyi câmi idi. İlmi, adaleti,
fesâhati, belâğati herkesce bilinirdi. En sahih rivayet olmak
üzere henüz çocuk yaşlarında iken Fahr-ül Mürselin
aleyhisselât-ü vesselâm efendimizin mebûsiyyetlerinin
ferdâsı Salı günü sabahleyin imân-ı ezeli cebhe-i pâkinde
lemeân etmiştir.
Hz. Ali radıyallahu anh şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın ve Peygamberin sünnetlerine sahip olmayan
kimse, gerçekte hiçbir şeye sahip değildir.” Bunun üzerine
ona;
“Allah’ın sünneti nedir?” denildi. Sırrı saklamaktır,
cevabını verdi.
“Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’in sünneti
nedir?” denildi.
“İnsanlarla iyi ve güzel geçinmektir” dedi.
76
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bizden önceki insanlar, şu üç şeyi birbirlerine tavsiye
ederler di; Kim ahiret için çalışırsa, Allah onun dünyasına da
ahiretine de kâfidir. Kim içini güzelleştirirse, Allah onun
dışını da güzelleştirir. Kim Allah ile arasını düzeltirse, Allah
onunla insanların arasını da düzeltir.
Hz. Ali radıyallahu anh yine şöyle buyurmuştur:
Allah katında insanların iyilerinden ol.
Kendi gözünde insanların kötülerinden ol.
Halkın arasında ise insanlardan biri ol.
Hz. Ali radıyallahu anh, halife seçildiği zaman Allah’a
hamd-u senâ’dan sonra şöyle dedi: “Aziz ve Celil olan Allah,
içinde hayır ve şerri beyan ettiği doğru yolu gösteren Kur’anı indirdi. Onun için hayırlı olanı yapın, şerri bırakın. Noksan
sıfatlardan münezzeh olan Allah’ın emrettiği farzları yapınız
ki Allah sizi Cennet’e koysun. Allah, haramları açıkça
bildirmiş, Müslümanların haklarını gayri müslimlerin
haklarından üstün kılmış, Müslümanları samimiyet, Tevhid
inancıyla birbirlerine bağlamıştır. Müslüman, elinden ve
dilinden kimseye zarar gelmeyendir. Umumun menfati için
çalışınız. Bilhassa ölüm için hazırlanınız. Görüyorsunuz ki
herkes ölüyor. Ölüm sizin de peşinizde… Yükünüzü
hafifletin kendinizi dünyaya tamamen bağlamayın ki
ahiretinizi kazanasınız.
A S H Â B-I
K İ R Â M
77
İnsanlar
arasındaki
muamelerinizde
Allah’a
muhalefetten sakınınız. Çünkü sizler dünyada her
yaptığınızdan mes’ulsünüz ahirette hesaba çekileceksiniz.
Hz. Ali, başka bir konuşmasında şöyle söylemiştir:
“Allah’a muhalefetten sakınınız. Kulu kurtaracak olan
vesileler; iman, ilim, amel ihlâs ve Allah yolunda cihattır.
Amellerden en önde gelenler ise; dinin direği olan namazı
vaktinde kılmak, Allah’ın farz kıldığı zekâtı vermek, Allah’ın
azabına karşı bir kalkan olan ramazan orucunu tutmak,
fakirliği gideren ve günahlardan arındıran haccı ifa etmek,
serveti bollaştıran ömrü uzatan ve dostların sevgisini
kazandıran akraba ziyaretleri yapmak, Allah’ın gazabını
önleyen sadakayı cariyeyi fakir fukara ve garip gurabaya
alenen veya gizlice vermek. Sû-i hâtimeye engel olan ve
korkudan emin kılan iyilikleri yapmak.
“Allah’ı çok zikrediniz. Zikirlerin en güzeli Allah’ı
zikretmektir. Kur’an-ı hakkına riayet ederek okuyunuz. O,
gönüllerdeki marazlara şifadır. Muttakilere vaad edilenleri
isteyiniz. Çünkü Allah’ın vaadi, vaadlerin en doğrusudur.
Rasûlullahın yolundan gidiniz. Çünkü O, yolların en
efdalidir.
İlmiyle amel etmeyen âlim, bilgisizliğinden dolayı
doğru yolu bulamayan günahkâr cahil gibidir. Hatta cahile
nisbetle ilmi ile amel etmeyen âlimin vebali daha büyüktür. ”
78
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ali radıyallahu anh mev’ıza mahiyetindeki bir
başka konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Size güzel misaller veren, ecelinizi tayin eden Allah’a
muhalefetten sakınmanızı tavsiye ederim. Allah, sizlere
dinleyen kulak, gören göz ve felaketleri sezen kalp vermiştir.
Allah sizleri boş yere yaratmadı. Sizi başıboş olarak da
bırakacak değildir. O size güzel nimetler ikram etti.
Dünya aldatıcıdır. Zayıf bir gölge ve yıkılmaya yüz
tutmuş bir dayanaktır. Nimetleri geçicidir biter. Arzu ve
emelleri insanı helâk eder.
Ey Allah’ın kulları, ibret alınması gerekenlerden hisse
kapınız! Öğütlerden istifade ediniz! Ölümün pençesine
geçmek üzeresiniz. Cebbar olan Allah’ın denetimi altında
hesaba çekileceksiniz. Mahşer yerine giderken herkesin
yanında yaptıklarına şahitlik edecek bir şahit bulunacak. O
gün Allah’ın kudreti ile yer yarılır, amel defterleri ortaya
konur Peygamberler ve şahitler huzura getirilir. Kimseye
zulüm edilmeden aralarında adaletle hükmedilir.
Ey Allah’ın kulları, Allahtan korkun, iyiliği istemekte
acele edin. İyiliklerin mükâfatı olarak Cennet, kötülüklere
karşı ceza olarak Cehennem kâfidir. Kendim için ve sizler
için Allah’dan af dilerim.
İbn-ü Asakir’den, Hz. Ali başka bir konuşmasında
hamdü senâdan sonra ölümü hatırlatarak şöyle dedi: “Ey
Allah’ın kulları! Vallahi ölümden kurtuluş yoktur. Önüne
durursanız, yakalar, kaçarsanız yetişir. önünüzde sizi
A S H Â B-I
K İ R Â M
79
bekleyen bir kabir var. Onun sıkmasından, karanlığından ve
yalnızlığından korkunuz. Kabir ya Cehennem çukurlarından
bir çukur yada Cennet bahçelerinden bir bahçedir.
Cehennemin ötesinde ise muttakiler için hazırlanmış,
genişliği yer ve gökler kadar olan Cennet vardır. Allah bizleri
ve sizleri muttâkîlerden kılsın! Bizleri ve sizleri elem verici
azaptan korusun!”
Hz. Ali, dünya hayatının fâniliği hakkında şunları
söylüyordu: “Ey Allah’ın kulları! Dünya hayatı sizi
aldatmasın! Çünkü dünya belâlarla çevrili fâniliği ile maruf
ve aldatıcılığı ile mevsûf bir yerdir. Oradaki her şey, yok
olmaya mahkûmdur. Dünyadakiler dünyanın şerrinden aslâ
beri olamazlar.
Ey Allah’ın kulları! Siz, bu dünyadan göçüp
gidenlerden farklı değilsiniz. Onlar sizden daha uzun
ömürlü, daha kuvvetli, daha mamur beldelere sahip idiler.
Onlar muhteşem saraylarını ve atlastan dokunmuş yatak
yastıklarını üzerleri toprak örtülü mezarlara değiştiler. Onlar
orada yalnızların, kendi başının derdine düşenlerin birbirleri
ile samimi olmayanların arasındadırlar. Hayattan sonra
ölümü, refahtan sonra sıkıntıyı tattılar. Dostlarından
ayrıldılar, toprağı mesken edindiler, dönüşü olmayan bir
yolculuğa çıktılar. Heyhat! Onların ‘Yarabbi beni tekrar dirilt,
iyi ameller yapar ve bıraktıklarımı tamamlarım.’ Demeleri
lafı güzaftır. Onların arkalarında tekrar diriltilecekleri güne
kadar geri dönmelerine mani olan engeller vardır. Sizin de
ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklarınıza karşı rehin
olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak. İşler
80
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
bitince haliniz nice olur. Kabirdekiler diriltilir, gizli olanlar
açığa çıkarılır. Azâmetli bir hakimin huzurunda hesap için
durdurulursunuz. Dünyada işlenen günahların korkusundan
dolayı kalpler ürperir, örtü ve perdeleriniz yırtılır.
Ayıplarınız ve sırlarınız ortaya çıkar. Orada herkes
yaptığının karşılığını alır. Kötülük yapanlar yaptıkları ile
cezalandırılır. İyilik yapanlar da iyilikle mükâfatlandırılır.
Amel defterleri ortaya konar konmaz günahkârların,
defterlerinde olanlardan korktuklarını görürsünüz. Onlar,
vah bize eyvah bize… Bu defter nasıl olmuş da büyük küçük
bir şey bırakmadan hepsini muhafaza etmiş, derler.
Yaptıkları her şey o defterde görülür. Rabbiniz, hiç kimseye
zulüm etmez. Allah bizlere ve sizlere kendi lûtfu ile ebedî
kalınacak Cennete yerleştirinceye kadar kitabı ile amel
etmeyi ve dostlarına uymayı nasib etsin. Şüphesiz Allah,
hamd etmeye en layıktır.”
Hz. Ali radıyallahu anh şöyle buyurmuştur: Dört şey
devam ettiği sürece din zayi olmaz dünya mamur olur;
 Zenginler, cömert olursa
 Amirler, âdil olursa
 Âlimler, âmil olursa
 Fakirler, sâbir olursa din zayi olmaz dünya mamur olur;
Hz. Ali radıyallahu anh işlerin en zoru dört tanedir:
 Öfke anında karşısındakini affetmek.
 Yokluk zamanında cömertlik yapmak.
 Kimsenin olmadığı yerlerde günahtan korunmak.
 Korktuğu veya menfaat beklediği kişiden gerçeği
gizlememek.
A S H Â B-I
K İ R Â M
81
HAZRET-İ SAİD B. ZEYD
Cennetle müjdelenen on sahabiden biridir. Babası
Zeyd b. Amr’dır. Nesebi Ka'b da Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm ile birleşmektedir. Künyesi Ebul-A'ver'dir. Annesi
Fatıma binti Ba'ce'dir.
Babası Zeyd, Mekke müşriklerinin dinlerini akıl dışı
bularak cansız putlara tapınmanın anlamsızlığı karşısında
gerçek dine ulaşmak için araştırma yapmaya başlamış ve
bunun için Suriye taraflarına giderek yahudi ve hristiyan
âlimleriyle görüşmelerde bulunmuştu. Ancak onların
verdikleri dini bilgiler Zeyd'i tatmin etmemişti. Zeyd'in bu
durumunu gören bir papaz ona, şirkten ve hurâfelerden
uzak, Hz. İbrahim aleyhisselâm'in dini olan Hanifliğe tabi
olmasını tavsiye etmişti. Zeyd, Hanifliğin ne olduğunu
öğrendiği zaman aradığı dini bulduğunu anlamış ve
Mekke'ye dönmüştü. O, Kâbe'ye yönelerek ibadet eder,
Mekke'de İbrahim'in dini üzere bulunan kimse olduğunu
Kureyş müşriklerine karşı iftihar ederek söyler ve onların
putlar adına kurban kesmelerini ayıplardı. Zeyd, İsmail
aleyhisselâm'ın neslinden bir peygamberin geleceğini
öğrenmişti. Arkadaşı Amr b. Rabî'a'ya kendisinin bu
peygambere kavuşamayacağını zannettiğini, eğer ona
ulaşırsa kendi selamını ona iletmesini söylemişti.26 Zeyd,
Rasûlullah
aleyhisselâtü
vesselâm'in
Peygamberlikle
görevlendirilmesinden önce vefat etti.
26
HADİS, İBN SA'D, TABAKÂT
82
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Said, babası Zeyd'in kendisine telkin ettiği hanif
dininin bilincinde olarak yetişmişti. Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm, İslâm dinini tebliğe başladığı zaman, onun
çağırdığı dinin babasının söyledikleriyle aynı olduğunu
gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre o,
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in az sayıdaki ashâbıyla
Erkam'ın evinde gizlice toplanmaya başlamasından önce
iman etmiştir. Said radıyallahu anh; Hz. Ömer'in kızkardeşi
Fatıma ile evli idi. Hz. Ömer radıyallahu anh da Said'in
kızkardeşi Atîke ile evli bulunmaktaydı. Hz. Ömer, onların
yeni dine girdiklerini öğrendiği zaman son derece kızmış ve
yaptıklarının hesabını sormak için hemen evlerine gitmişti.
Ancak olay Ömer radıyallahu anh'ın iman etmesi sonucunu
doğuracak bir şekilde gelişmişti
Medine'ye hicret edildiği zaman Said, Rıfaa b. AbdulMunzır radıyallahu anh'ın evinde misafir olmuştur. Muâhât
olayında bir rivayete göre Ebu Lübabe başka bir rivayete
göre de Rafi' b. Malik ile kardeş ilan edilmişti.27 İbnül-Esîr
ise, Ubey b. Ka'b ile kardeş ilan edildiğini kaydetmektedir.
Saîd b. Zeyd, Bedir savaşı hariç, Uhud, Hendek ve
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in diğer bütün savaşlarına
katılmıştır.
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, Said ile Talha b.
Ubeydullah radıyallahu anh'ı, Suriye taraflarına giden
Kureyş kervanının dönüşü hakkında bilgi toplamak ve bu
27
HADİS, İBN SA'D, TABAKÂT
A S H Â B-I
K İ R Â M
83
bilgileri hızlı bir şekilde Medine'ye ulaştırmakla
görevlendirdi. Böylece, Ebu Süfyan'ın başkanlığındaki bu
kervan Suriye dönüşünde yakalanabilecekti. Said, Talha ile
birlikte el-Havra denilen yere kadar gitmiş ve kervanın
dönüşünü beklemeye başlamıştı. Ancak onların bu kervanın
dönüşü hakkındaki haberi Medine'ye ulaştırmadan önce
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm başka kaynaklardan
gerekli bilgileri almış ve Medine'den Ensar ve Muhacirlerden
oluşan ordusuyla yola çıkmıştı. Onlar Medine'ye Bedir
savaşının vuku bulduğu gün ulaşabildiler. Rasûlullah
aleyhisselâtü vesselâm'in, kervanın yolunu kesmek için
Medine'den ayrılmış olduğunu gören Said ve Talha derhal
ona katılmak için Bedir'e doğru yola çıktılar. Onlar Turban
denilen yere geldikleri zaman Bedir'den dönmekte olan
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'le karşılaştılar. Bedir
savaşına fiilen iştirak edememiş olmalarına rağmen
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm onları savaşa katılmış
sayarak ganimetten diğer mücahitler gibi pay vermişti. Said
radıyallahu anh, Hz. Ömer zamanında Suriye bölgesinde
sürdürülen askerî harekâtlara katılmış; Dımaşk muhasarası
ve Yermuk savaşında bulunmuştur.
Said radıyallahu anh, ömrünün son günlerini, Medine'nin dışında bulunan Akik vadisindeki hanei saadetinde
geçirdi ve burada yetmiş yaşını geçmiş olduğu halde Hicrî 50
veya 51 yılında vefat etti. Abdullah İbn Ömer onun
öldüğünü öğrendiği zaman doğruca Akik vadisindeki evine
gitti ve cenazesiyle ilgilendi. Said radıyallahu anh'ın cenazesi
Medine'ye taşındı ve Sa'd b. Ebi Vakkas tarafından yıkandı.
Medine'de defnedilen Said radıyallahu anh'ın cenaze
84
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
namazını İbn Ömer kıldırdı ve onu mezara Sa'd b. Ebi
Vakkas ile birlikte indirdi.
Said radıyallahu anh, Hz. Osman radıyallahu anh'ın
şehid edilmesiyle başlayan fitne olaylarına şahid olmuştur.
O, ümmetin içine sürüklendiği fitne belasından ve kendini
bilmez bazı kimselerin ileri gelen ashâbdan bazılarına dil
uzatmalarından aşırı derecede ızdırap duymuştur. Said
radıyallahu anh, bir gün Küfe camiine gitmiş, orada
Muaviye'nin Küfe valisi Muğîre b. Şu'be'yi, etrafında
Kûfelilerden bir takım insanlarla otururken görmüştü.
Muğîre ona saygı göstererek yanına oturtmuştu. O esnada
bir adam birilerini kastederek kötü sözler sarfetti. Said,
Muğîre'ye; "Bu adam kime küfrediyor" diye sorduğu zaman;
"Ali b. Ebi Talib'e" cevabını alınca son derece üzüldü ve
Muğîre'ye; "Muğîre, Muğîre! Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm'in Ashâbına senin önünde sövülüyor ve sen buna
susuyor ve bir harekette bulunmuyorsun öyle mi? Ben
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'i; "Ebu Bekir Cennet’tedir,
Ömer Cennet’tedir, Osman Cennet’tedir, Ali Cennet’tedir,
Talha Cennet’tedir, Zübeyr Cennet’tedir, Abdurrahman b.
Avf Cennet’tedir. Sa'd b. Ebi Vakkas Cennet’tedir, Ubeyde b.
Cerrah Cennet’tedir” derken duydum dedi ve şunu ekledi;
"Bunların onuncusunu da gerekirse sayarım". Ertesi gün
Küfeliler etrafını sarmış ve onuncu kimsenin kim olduğunu
söylemesi için çok ısrar etmişlerdi. Bunun üzerine O;
“onuncu benim” dedi ve sonra da etrafındaki insanlara
bakarak sahabilerin İslâm'daki seçkin konumlarını; "Bir
kimsenin, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ile bir arada
bulunarak yüzünün tozlanması, sizin herhangi birinizin Hz.
A S H Â B-I
K İ R Â M
85
Nuh kadar yaşasa bile, bu müddet zarfında yaptığı
amellerinden daha hayırlıdır" sözüyle vurgulamıştır.28
Onun hakkında kaynaklar şöyle bir olay zikretmektedir: "Erva adındaki bir kadın, Medine valisi Mervan b.
Hakem'e giderek Said b. Zeyd'in kendi arazisine tecavüzde
bulunduğunu şikâyet etti. Mervan, memurlarını Akik
vadisindeki hanei saadetinde bulunan Said radıyallahu anh'a
göndererek şikâyet konusu olayı soruşturdu. Said
radıyallahu anh gelenlere; "Ona haksızlık ettiğimi zannediyorsunuz öyle mi? Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in
şöyle dediğini duydum:
"Haksız yere her kim bir karış toprağı gasbetse,
kıyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak
boynuna dolanır". Sonra şöyle ekledi: "Allahım bu kadın
yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canını alma ve
kuyusunu ona mezar yap". Rivayet edildiğine göre bu kadın,
daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düşerek
öldü. Bu olaydan dolayı Medineliler birisine kızdıkları
zaman ona, "Allah seni Erva gibi etsin" diyerek beddua
etmekteydi.29
Said radıyallahu anh'dan bazı hadisler rivayet
edilmiştir. Bunlardan birisi, Cennetle müjdelenen on kişi
hakkında olanıdır. Abdullah b. el-Mazinî, Said b. Zeyd'den
şöyle rivayet etmektedir:
28
29
HADİS, AHMED B. HANBEL
HADİS, AHMED B. HANBEL
86
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
“Muaviye Kufe'den ayrıldığı zaman, Muğîre b.
Şu'be'yi vali tayin etmişti. Hatipler minberlere çıkarak Ali
radıyallahu anh'a hakaretlerde bulunuyordu. Ben Sâid b.
Zeyd'in yanındaydım. O, kızdı ve kalktı. Benim de elimden
tutmuştu. Ben de ona uydum, o bana; "Şu nefsine zulmeden
adamı görüyor musun? Cennet ehlinden olan bir adama
lânet edilmesini emrediyor. Halbuki "Onlar her zaman
savaşta Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in önünde,
namazda ise arkasında durmuşlardır.”
HAZRET-İ SAD B. EBİ VAKKAS
Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b. Abdi Menaf b.
Zühre. Babası Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in künyesi Ebî
Vakkas olup, Sa'd bu künyeye nisbetle İbn Ebî Vakkas olarak
çağrılırdı. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in annesi
Zuhreoğullarından olduğu için, anne tarafından da nesebi
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ile birleşmektedir. Sa'd'ın
annesi Hamene binti Süfyan b. Ümeyye'dir. Sa'd radıyallahu
anh, ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapılan
rivayetlere göre o İslâmı üçüncü kabul eden kimsedir. Sa'd
radıyallahu anh, müslüman olduğu gün henüz on yedi
yaşında bulunduğunu söylemektedir.30
Sa'd radıyallahu anh İslâma girişine sebep olan olayı
şöyle anlatır: Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç
bir şeyi göremediğim karanlık bir yerde gördüm. Bu arada
30
HADİS, İBN SA'D, TABAKÂT
A S H Â B-I
K İ R Â M
87
ay doğdu ve ben onun aydınlığına tabi oldum. Benden önce
bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. Onlar, Zeyd
b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar
zamandan beri burada olduklarını sorduğumda, onlar; "Bir
saat kadardır" dediler. Araştırdığımda öğrendim ki,
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm gizlice İslâm'a davette
bulunmaktadır. Ona Ecyad tepesi taraflarında rastladım
namaz kılıyordu. Orada İslâmı kabul ettim. Benden önce bu
kimselerden başkası imân etmemişti"
Sa'd'ın müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok
üzülmüş ve oğlunu atalarının dinine döndürebilmek için
çareler aramaya başlamıştı. Sa'd'a, eğer girdiği dinden
dönmezse, yemeyip içmeyeceğine dair yemin etmişti. Sa'd,
annesine, bunu yapmamasını, çünkü dininden dönmeyeceğini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir
zaman sonra açlık ve susuzluktan bayılmıştı. Ayıldığında
Sa'd ona; "Senin bin tane canın olsa ve bunları bir bir versen,
ben yine de dinimden dönmeyeceğim" demişti. Onun
kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçmişti. Sa'd
radıyallahu anh annesine çok düşkündü ve ona bir zarar
gelmesini asla kabul edemezdi. Ancak imanla alakalı bir
konuda Rabbine isyan edip başkalarının heva ve heveslerine
de tabi olamazdı. Sa'd radıyallahu anh ve benzerlerinin
karşılaşacağı bu gibi durumları çözümlemek ve iman
edenleri rahatlatmak için Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi
göndermişti:
‫وَاِنْ ﺟَﺎھَﺪَاكَ ﻋَﻠَﻰ اَنْ ﺗُﺸْﺮِكَ ﺑِﻰ ﻣَﺎﻟَﯿْﺲَ ﻟَﻚَ ﺑِﮫِ ﻋِﻠْﻢٌ ﻓَﻠَﺎ ﺗُﻄِﻌْﮭُﻤَﺎ وَﺻَﺎﺣِﺒْﮭُﻤَﺎ ﻓِﻰ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ ﻣَﻌْﺮُوﻓًﺎ‬
َ‫ﻰ ﺛُﻢﱠ اِﻟَﻰﱠ ﻣَﺮْﺟِﻌُﻜُﻢْ ﻓَﺎُﻧَﺒﱢﺌُﻜُﻢْ ﺑِﻤَﺎ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺗَﻌْﻤَﻠُﻮن‬
‫وَاﺗﱠﺒِﻊْ ﺳَﺒِﯿﻞَ ﻣَﻦْ اَﻧَﺎبَ اِﻟَ ﱠ‬
88
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
“Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü
körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.
Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda
dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı
haber veririm.” 31
Sa'd radıyallahu anh, Medine'ye hicrete kadar
Mekke'de kalmıştır. Dolayısıyla müşrikler tarafından
uğradıkları bütün saldırı ve işkencelere diğer müslümanlarla
birlikte Mekke dönemi boyunca muhatab olduğu
muhakkaktır. Mekke'de müslümanlar, Mekke zorbalarının
saldırılarından emin olmak için ibadetlerini gizli ve tenha
yerlerde ifa ediyorlardı. Bir gün Sa'd radıyallahu anh
arkadaşlarıyla birlikte ibadet ederlerken müşriklerden bir
grup onlara sataşarak İslâmla alay etmişler ve onlara
saldırmışlardı. Sa'd eline geçirdiği bir deve kemiğini alıp
müşriklere karşılık vermiş ve onlardan birini yaralayarak
kanlar içerisinde bırakmıştı. İşte İslâm'da, Allah için ilk
akıtılan kan budur. Sa'd radıyallahu anh, orta boylu, güçlü,
heybetli, ve samimi bir kişiliği vardı.
Sa'd radıyallahu anh kardeşi Ümeyr radıyallahu anh
ile Medine'ye hicret ettiği zaman, kan davası yüzünden
Mekke'den kaçıp buraya yerleşmiş olan diğer kardeşleri
Utbe'nin evinde kalmaya başlamışlardı. Muahat olayında
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, Sa'd'ı Mus'ab b. Umeyr ile
kardeş ilân etmişti. Başka bir rivayete göre de kardeş ilân
edildiği kimse Sa'd b. Mu'az'dır.32
31
32
LOKMAN SÛRESİ, ÂYET 15
HADİS, İBN SA'D, TABAKAT
A S H Â B-I
K İ R Â M
89
Medine'ye hicretle birlikte İslâm devlet olmuş ve
kendini tehdit eden güçlere karşı askerî faaliyetler başlamıştı.
Bu çerçevede Mekke kervanlarına yönelik askerî birlikler
(seriyye) sevkediliyordu. İlk seriyye, Hicretin yedinci ayında
Mekke kervanının yolunu kesmek için otuz kişiden oluşan
Hz. Hamza komutasındaki seriyyedir. Sa'd radıyallahu
anh'da bu ilk askerî birliğe katılanlardandır. Bir ay sonra
Ubeyde b. Haris komutasında gönderilen seriyye Kureyş
kervanıyla karşılaştığında ilk oku Sad b. Ebi Vakkas
radıyallahu anh atarak çatışmayı başlatmıştı. Mekke'de Allah
yolunda ilk kan akıtan kimse olma şerefi Sa'd radıyallahu
anh'a ait olduğu gibi, yine Allah yolunda ilk ok atma şerefi
de böylece ona nasip olmuştur.
Aynı yılın Zilkade ayında Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm, Sa'd b. Ebi Vakkas'ı yirmi kişilik bir askerî birliğe
komutan tayin ederek el-Harrar mevkiine göndermişti. Bu
seriyyenin gayesi de Mekkelilere ait kervanı vurmaktı.
Ancak kervan bir gün önceden bu yerden hareket etmiş
olduğu için, bir çatışma çıkmamıştı. Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm, sadece seriyyeler göndermekle yetinmiyor, bizzat
ordusunun başına geçerek seferler düzenliyordu. Bunlardan
biri olan ve Hicrî ikinci yılın Rebiu'l-Evvel ayında
gerçekleştirilen Buvat gazvesinde, ordu sancağını Sa'd
taşımaktaydı. Peşinden tehlikeli bir görevle Mekke ile Taif
arasındaki Nahle mevkiine keşif maksadıyla gönderilen
Abdullah b. Cahş seriyyesine katılan Sa'd b. Ebi Vakkas
radıyallahu anh'ın bütün cihad faaliyetlerine aktif bir şekilde
iştirak ettiği görülmektedir.
90
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bedir savaşında müşrik süvari birliğinin komutanı
olan Sa'id b. el-As'ı öldürüp kılıcını Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm'e getirmişti. Rasûlullah, Zülkife adındaki bu kılıcı
ganimetlerin dağıtılışında Sa'd'a vermişti.
Uhud savaşında, müşriklerin üstünlüğü ele geçirdiği
ve müslümanların paniğe kapılarak, dağıldığı esnada
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in yanından ayrılmayıp
gövdelerini siper ederek onu korumaya çalışan bir kaç
yiğitten birisi Sa'd b. Ebi Vakkas radıyallahu anh idi. O,
cesaretinden hiç bir şey kaybetmeden ok atmaya devam
ediyordu. Sa'd radıyallahu anh ok atmakta mahirdi ve
hedefini şaşırmıyordu. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm
ona ok veriyor ve şöyle diyordu: "At! Sa'd Anam babam sana
feda olsun."33 Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, övgü, rıza
ve hoşnutluğu ifade eden bu kelimeleri, ana ve babasını bir
arada zikrederek başka hiç kimse için kullanmamıştır.
Sa'd radıyallahu anh'ın Uhud günü gördüğü hizmet ve
gösterdiği kahramanlık gerçekten çok büyüktü. Onun bu
günde tek başına bin ok attığı rivayet edilmektedir.34
Sa'd b. Ebi Vakkas Hendek, Hudeybiye, Hayber,
Mekke'nin fethi ve diğer gazvelerin tamamına katılmıştır35
HADİS, HADİS, MÜSLİM
ÜSDÜL-ĞÂBE
35 İBN SA'D
33
34
A S H Â B-I
K İ R Â M
91
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'in vefatından sonra
Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh'a bey'at eden Sa'd radıyallahu
anh, Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet idaresinde
görevler almıştır. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden
birisi, asrın zalim güçlerinden birisi olan İran imparatorluğunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanlığıdır.
Bizansa yönelik askerî faaliyetler sürerken, İran
topraklarına da seferler yapılıyordu. Hz. Ebû Bekir
radıyallahu anh döneminde İranlıların elinde olan Irak'ın
büyük bir bölümü fethedilmişti. Hz. Ömer radıyallahu anh iş
başına geçtiği zaman İran'a karşı kapsamlı ve netice alıcı bir
askerî sefer düzenlenmesi için çalışmalara başladı. Yapılan
istişareler sonucunda Sa'd b. Ebî Vakkas'ın hazırlanan
orduya komutan tayin edilmesi kararlaştırıldı. Havâzin
kabilelerinden zekât toplamak için bu bölgede bulunan Sa'd,
Medine'ye çağrılarak ordu ona teslim edildi. Sa'd ordusuyla
Irak'a doğru yürüyüşe geçerek Kadisiye mevkiinde kârargah
kurdu. İran şahı, müslümanlara karşı savaşmak üzere ünlü
komutanı Rüstem'i görevlendirmişti. Yapılan savaşı
müslümanlar kazanmış ve İran toprakları İslâm tebliğine
açılmıştı. Sa'd hasta olduğu için bizzat savaşa iştirak
edememiş ve yüksekçe bir yerden, savaşı ve ordusunu idare
etmişti. Kadisiye İslâm ordularının kazandığı en parlak ve
kesin zaferlerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Daha sonra Sa'd radıyallahu anh, Celula'ya yönelmiş
ve burasını fethetmişti (H.16) Celula'nın fethi bölgede büyük
bir ihtida hareketini de peşinden getirmişti. Daha sonra İran
imparatorluk merkezi olan Medâin iki aylık bir kuşatmadan
92
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
sonra düşmüş, büyük meblağlarda ganimet ele geçmiş ve
Kisra Yezducerd buradan Hulvan'a kaçmıştı. Sa'd b. Ebi
Vakkas, bir ordu göndererek sulh yoluyla burayı fethetmişti.
Yezducerd ise İsfahan bölgesine kaçarak orada tutunmaya
çalışmıştır.
Daha sonra Sa'd radıyallahu anh, Medâin'e yerleşerek,
fethedilen toprakların idarî yapısını oluşturmaya çalıştı.
Medâin'in havası, askerlerin sıhhatini olumsuz yönde
etkilediği için, Hz. Ömer radıyallahu anh'ın onayı alınarak
Küfe, ordugâh şehir haline getirildi. Sa'd bölge valisi olarak
Kûfe'de üç buçuk yıl kalmıştır. O, tekrar toparlanıp
kaybettikleri yerleri geri almak için hazırlıklara girişen
İranlıların hareketlerini takip ediyor ve gerekli askerî
önlemleri almaya çalışıyordu. Ancak tam bu sıralarda
Kûfe'de bir topluluk, Hz. Sa'd'ı ganimetleri adil dağıtmadığı
ve gaza işlerinde gevşek davrandığı yolunda iddialarla Hz.
Ömer radıyallahu anh'a şikâyet etti. Ayrıca onun namaz
kıldırış tarzını da beğenmiyorlardı. Hz. Ömer radıyallahu
anh meseleyi inceletmiş; yapılan şikâyetlerin asılsız
olduğunu anlamış olmakla birlikte, maslahatı gözeterek onu
geri çağırmıştı.
Hz. Ömer radıyallahu anh, kendisinden sonra halife
seçimini gerçekleştirmek için altı kişilik bir şûra
oluşturmuştu. Sa'd radıyallahu anh da bunlar arasındaydı.
Hz. Ömer radıyallahu anh'in vefatından sonra halife tayini
için müzakereler başladığı zaman Sa'd, Abdurrahman b. Avf
lehine adaylıktan çekildiğini açıklamıştır.
A S H Â B-I
K İ R Â M
93
Sa'd radıyallahu anh, Hz. Osman radıyallahu anh'ın
şehid edilişiyle başlayan fitne ve ihtilaflardan tamamen uzak
kalmaya gayret etmiştir. O, müslümanlar arasında kan
dökülmesinden çok rahatsız oluyor ve taraflardan kendisine
gelen teklifleri geri çeviriyordu. O, ümmetin üzerinde
anlaştığı bir halife ortaya çıkıncaya kadar kendisine hiç bir
şeyden bahsedilmemesini istemişti. Sa'd radıyallahu anh,
gruplar arasında verilen mücadelelerde kimin haklı kimin
haksız olduğunun açıklığa kavuşturulmasının mümkün
olmadığını bildiği ve haksız yere bir müslümanın kanını
akıtmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. O, kendisine
gelenlere şöyle diyordu: "Bana, iki gözü, dudağı ve dili olan
şu kâfirdir, şu mü'mindir diyen bir kılıç getirilinceye kadar
asla kimseyle savaşmam"36
Sa'd radıyallahu anh, güçlü bir kişiliğe ve siyasî
desteğe sahip olduğu halde, riyaset çekişmelerinin içine
girmekten ömrünün son günlerine kadar kaçınmıştır. Oğlu
Ömer ve kardeşinin oğlu Haşim gidip ona; "Yüz bin kılıç
sahibi var ki, hepsi seni hilafet için en liyakatli adam tanıyor"
dediklerinde onun buna verdiği cevap şu olmuştu:
"Bu sizin yüz bin kılıcınızdan daha kuvvetli tek bir
kılıç, mü'mine çekilince onu kesmeyen, kâfire karşı sıyrılınca
onu kesen kılıçtır" Onun bu anlamlı sözleri, müslümanların
birbirlerine zarar vermelerine karşı ne kadar hassas
olduğunu ifade etmektedir.
36
HADİS, İBN SA'D, TABAKAT
94
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Sa'd radıyallahu anh, Hicrî 55 yılında ikâmet etmekte
olduğu Medine'nin dışındaki Akik vadisinde vefat etmiştir.
Cenazesi Medine'ye on mil kadar uzaklıkta olan Akik
vadisindeki evinden alınarak Medine'ye getirilmiş ve
Mescid-i Nebi de kılınan namazdan sonra, Bâkî mezarlığına
defnedilmiştir.37 Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'ın zevceleri de cenaze namazına iştirak etmişlerdi.
Sa'd radıyallahu anh, vefat edeceğini anladığı zaman
yünden mamül cübbesini getirtmiş ve ölünce onunla
kefenlenmesini vasiyet etmişti. Bunun sebebi olarak, Bedir
gününde müşriklerle karşılaştığı zaman onu giymekte
olduğunu ve bundan dolayı bu cübbesini çok sevdiğini
söylemiştir. İbnül Esir'in kaydettiği, Sa'd radıyallahu anh'ın
oğlu Âmir'den nakledilen rivayete göre Sa'd radıyallahu anh
Muhacirlerden en son vefat eden kimsedir.
Sa'd radıyallahu anh, Rasûlullah aleyhisselâtü
vesselâm'i korumak ve ona gelebilecek zararları engellemek
için sürekli gayret içerisinde bulunmaktaydı. Aişe şöyle
anlatmaktadır: "Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm hendek
savaşında bir gece uyuyamadı ve; "Keşke ashâbımdan biri bu
gece beni korusa"dedi. Biz bu durumda iken dışarıdan bir
silah hışırtısı duyduk. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm;
"Kim o?" dedi. Gelen zat; "Sa'd b. Ebi Vakkas'ım" karşılığını
verdi. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm, ona; "Neden
buraya geldin?" diye sorduğunda Sa'd, şöyle cevap verdi:
37
HADİS, İBN SA'D, TABAKAT
A S H Â B-I
K İ R Â M
95
"İçime Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm hakkında bir korku
düştü de onu korumak için geldim". Bunun üzerine
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ona dua etti ve sonra da
uyudu" 38
Sa'd radıyallahu anh'dan çok sayıda hadis rivayet
edilmiştir. Ondan, İbn Ömer, İbn Abbas, Cabir b. Semure,
Sâib b. Yezid, Aişe radıyallahu anh, Said İbn Müseyyeb, Ebu
Osman en-Nehdî, İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, Kays b.
Ebi Hazm ve diğerleri hadis rivayet etmişlerdir. Ayrıca,
Amir, Mus'ab, Muhammed, İbrahim ve Aişe'de babaları olan
Sa'd radıyallahu anh'dan hadis rivayetinde bulunmuşlardır.
O hadis rivayeti konusunda çok itimat edilenlerden birisidir.
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm'e atfedilen hadisler
hakkında çok titiz ve hassas davranan Hz. Ömer radıyallahu
anh'ın oğluna söylediği; "Oğlum, Sa'd, Rasûlullah'dan bir
rivayette bulundu mu, artık o meseleyi bir başkasına sorma"
sözü onun bu konudaki güvenilirliğini açıkça ortaya
koymaktadır.
HAZRET-İ ABDURRAHMAN B. AVF
Rasûlullah'ın hayatta iken Cennetle müjdelediği on
sahâbîden ve ilk müslümanlardandır. Kureyş kabîlesinin
Zühreoğullarından Hâris'in oğludur.
Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâmın Erkam'ın
evindeki faaliyetlerine başladığı günlerde İslâm'a girince
38
HADİS, MÜSLİM
96
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
kendisine Rasûlullah efendimiz Abdurrahman ismini
vermiştir.
Ebû
Muhammed
künyesi
ile
tanınan
Abdurrahman'ın annesi Şifâ binti Avf idi. Rivâyete göre
Abdurrahman “Fil Olayı”ndan yaklaşık yirmi yıl sonra
dünyaya gelmiştir.
Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh ilk müslümanlardan olmasından dolayı Kureyş'in zâlim tutumuna
dayanamayan ashâb ile birlikte Habeşistan'a yapılan iki
hicrete de katılmıştı. Nihayet Rasûlullah, ashâbı Medine'ye
hicret etmeye teşvik edince, o da diğer ashâb ile birlikte
hicret etmişti. Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm
Medine’de Ensâr ile Muhâcirler arasında kardeşlik ilân ettiği
zaman Abdurrahman b. Avf ile Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'i
kardeş ilân etmiştir.
Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî' 'Din kardeşi'
Abdurrahman'a şunları söylemişti: "Benim bir hayli malım
vardır. Bunun yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki eşim
vardır. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti bitince onu
nikâhlarsın." Bu büyük âlicenaplık karşısında Abdurrahman
b. Avf kardeşine şunları söylüyordu:
"Cenâb-ı Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin.
Senin bu davranışına karşı Allah ecrini versin. Sen yalnız
bana çarşının yolunu göster, benim için yeterlidir."
Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh ticareti çok iyi
bilen Kureyş içinde büyüdüğü için bu işin tam bir ehli olarak
A S H Â B-I
K İ R Â M
97
Medine çarşısında alışverişe başlamış ve Allah ona büyük
servet vermişti. Abdurrahman bu ticârî hayatını şöyle anlatır:
"Cenâb-ı Allah bana öyle bir nimet verdi ki, bir taşı
bile bir yerden kaldırıp başka yere koyduğumda sanki altın
oluveriyordu."
Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh Hz. Peygamber
aleyhisselâtü vesselâm'ın bütün gazvelerine katılmıştır.
Ashâbtan Muğîre b. Şu'be radıyallâhu anh’dan rivâyet
edildiğine göre Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm
çıktığı gazvelerin birinde yolda konaklarken Ashâb'ın
bulunduğu yerden biraz uzak bir noktaya çekilip hâcetini
defederek abdest alıp döndü. Rasûlullah ashâbının yanına
vardığında ashâb Abdurrahman b. Avf'ın arkasında namaza
durmuştu.
Muğîre
hemen
gidip
Abdurrahman'a
Rasûlullah'ın geldiğini haber vermek istediyse de Rasûlullah
buna engel olmuş ve Abdurrahman'ın arkasında namazını
kılmıştı. Böylece Hz. Peygamber'in ilk defa arkasında namaz
kıldığı kişi Abdurrahman b. Avf olmuştur. Daha sonra da
bilindiği gibi Rasûlullah hastalığı sırasında Hz. Ebu Bekr'in
arkasında namaz kılmıştır. İbn Sa'd Tabakâtu'l-Kübrâ adlı
eserinde bu seferin Tebük seferi olduğunu kaydetmektedir.
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm Abdurrahman b.
Avf'ı ashâbtan yediyüz kişilik bir askerî kuvvetle H. 6. yılı
Şa'ban ayında Dûmetu'l-Cendel'e göndermişti.
98
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Abdurrahman, Hıristiyanların hüküm sürdüğü bu
bölgeye gelip onları İslâm'a davet etmiş, büyük bir kısmı
buna yanaşmadığı halde bölgenin ileri gelen kabile
reislerinden el-Asbağ b. Amr el-Kelbî Hıristiyanken İslâm'a
girmişti.
Hz. Peygamber'in vefatından sonra bir gün Medine'de
bir heyecan ve kalabalık meydana gelmişti. Bunun sebebini
soran Hz. Âişe'ye Abdurrahman b. Avf'ın kervanının şehre
yaklaştığı söylenince Hz. Âişe şöyle demişti:
"Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştu:
"Abdurrahman sırattan geçerken düşer gibi oldu ama
düşmedi." Hz. Âişe'nin bu sözlerini haber alan Abdurrahman
beşyüz deve olduğu söylenen bu kervanını sırtındaki
yüklerle birlikte tamamen Allah rızası için bağışlamıştı.
Develerin sırtındaki malların develerden çok daha değerli
olduğu kaydedilmektedir. Ashâbın en cömertlerinden biri
olduğu bilinen Abdurrahman b. Avf'ın birçok gazvede ve
özellikle Tebük gazvesinde Allah yolunda büyük infâklarda
bulunduğu bilinmektedir.
Ayrıca Hz. Peygamber'in vefatından sonra Nâdiroğulları mahallesinde sahip olduğu arazisini kırkbin dinâra
satarak Rasûlullah'ın zevcelerine dağıtmıştı. Hz. Âişe'ye payı
getirildiğinde bunu kimin gönderdiğini sormuş, Abdurrahman b. Avf'ın gönderdiği söylenince şöyle demişti: "Hz.
Peygamber aleyhisselâtü vesselâm "Benden sonra Allah'ın
sabırlı kulları size karşı şefkatli davranacaktır. Allah, Abdurrahman b. Avf'a Cennet pınarlarından kana kana içmeyi
nasip etsin" buyurmuştu."
A S H Â B-I
K İ R Â M
99
Hz. Ebû Bekir vefatından önce hilâfete Ömer b. elHattab'ın geçmesi hususunda Abdurrahman'ın görüşünü
sormuş o da şöyle demişti: "Ömer senin düşündüğünden
daha iyidir. Fakat O celal sahibidir." Hz. Ebû Bekir de şöyle
karşılık vermişti: "Ömer'in celali benim yumuşaklığımdan
kaynaklanıyor. İşleri üzerine alırsa bu celali kaybolur. Bir
gün ben adamın birine çok kızmıştım. Ömer ise çok mülayim
davranmıştı.
Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında büyüyen devlet ve
genişleyen sınırlar karşısında işlerin daha rahat çözülmesi
için oluşturulan devlet şûrâsında Abdurrahman b. Avf'ın
önemli bir yer aldığını görüyoruz. Yeni fethedilen Irak
arazisinin gaziler arasında paylaşılması veya devlete
bırakılması hususunda ortaya çıkan iki görüş vardı. Hz.
Ömer ashâbın diğer ileri gelenleriyle birlikte bu toprakların
paylaşılmamasından yana iken Abdurrahman b. Avf, Bilâl-i
Habeşi ile birlikte buna muhalif olup fethedilen yerlerin
paylaşılmasından yana idiler.
Hz. Ömer şehid edildiğinde yarım kalan namazın
tamamlanması için Abdurrahmanı görevlendirilmişti.
Nihayet Hz. Ömer'in tedâvî edilmesinin zor olduğu ve
ecelinin yaklaştığı anlaşılınca yeni seçilecek halîfenin
belirlenmesi için kurulan şûrâ'da Abdurrahman b. Avf da
yer almıştı. Şûrâda bulunanlardan Zübeyr b. Avvâm, Talha
b. Ubeydullah ve Sa'd b. Ebi Vakkas haklarından ferâgât
edince Şûrâda halîfe adayı olarak üç kişi kalmıştı. Hz. Ali,
Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf. Abdurrahman da bu
husustaki hakkından ferâgât edince, adaylar ikiye düşmüştü.
100
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Abdurrahman bu hususta ashâbın ileri gelenleriyle uzun
görüşmeler yapmış ve Hz. Ali ve Hz. Osman'dan karara
uyacaklarına dair kesin söz aldıktan sonra bu konudaki
kanaat ve karar Hz. Osman'a bey'atin yararlı olacağı
hususunda toplanınca, hilâfete Hz. Osman getirilmişti.
Abdurrahman b. Avf radıyallâhu anh artık bir hayli
yaşlanınca Hz. Osman devrinde çok sâkin bir hayat yaşamış
ve nihayet hicretin 32. yılında Medine'de vefat etmiştir.
Cenaze namazını Hz. Osman kıldırmış, onu kabrine
götürürken Hz. Ali şöyle demiştir: "Ey Avf'ın oğlu! Allahın
hoşnutluğuyla ebedî hayata git. Sen bu fânî hayatın en güzel
günlerini gördün. Bu revnaklı hayat bulanmadan Âhirete
göçüyorsun" Sa'd b. Ebi Vakkâs da onun cenazesini taşırken:
"Ey koca dağ" diyerek Abdurrahman'ın seciyesindeki
sağlamlık ve metâneti ifâde etmişti. Hazreti Abdurrahman,
el-Bakî'de medfundur.
Abdurrahman b Avf Hz. Peygamber aleyhisselâtü
vesselâm'den altmışbeş kadar hadis nakletmiştir. Vebâ
hastalığı ile ilgili alınan 'tedbir'e dair hadisi Abdurrahman
radıyallâhu anh rivâyet etmiştir.
"Bir yerde vebâ olduğunu haber alırsanız oraya
gitmeyin. Vebâ sizin bulunduğunuz yerde olursa vebadan
kaçmak için oradan çıkmayınız. "
A S H Â B-I
K İ R Â M
101
HAZRET-İ ZÜBEYR B. AVVAM
Zübeyr
b.
Avvam
Peygamber
aleyhisselâtü
vesselâm'in dostu ve havarisi (yardımcısı), aynı zamanda
halası Safiyye binti Abdulmuttalib'in oğludur. Künyesi
Büyük oğlu Abdullah'tan dolayı "Ebû Abdillah"tır.
Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hz. Ömer'in
vefatından sonra, halife seçimini gerçekleştirmeleri için tayin
ettiği altı kişilik "Ashâbü'ş şûra" (danışma kurulu)
üyelerindendir. Annesi kendisini "Ebu't-Tâhir" diye çağırırdı.
Fakat Zübeyr radıyallahu anh kendisini oğlu Abdullah ile
künyelendirmiş ve bu künye ile tanınmıştır.39
Zübeyr, Hz. Ebu Bekir'in İslâm'a girmesinden kısa bir
müddet sonra müslüman olmuştur. İlk müslümanların
dördüncüsü veya beşincisidir. Ancak ne doğum tarihi, ne de
kaç yaşındayken müslüman olduğu kesin olarak
bilinmemektedir. Muhtelif kaynaklar, müslüman olduğu
sırada onun genç yaşta bulunduğunu söylerse de bu
tahminlerin doğruluğu şüphelidir. Zira babası Avvam b.
Huveylid'in Ficar savaşlarından birinde (kuvvetli bir
ihtimalle dördüncü ve son savaşta) öldürüldüğü, onu
öldürenin de Mürre b. Muatab es-Sakafi olduğu kabul
edilmektedir. Bazı kaynaklarda Zübeyr radıyallahu anh'ın
Talha ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile aynı yılda doğduğu ifade
edilmektedir.
39
HADİS, HADİS, BUHARİ
102
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Zübeyr'in babası ölünce, amcası Nevfel onun
velâyetini üstlenmişti. Ancak Zübeyr büyüyüp müslüman
olunca, amcasınının bu sevgisi öfkeye dönüştü. Öyle ki,
İslâm'dan dönmesi için onu bir hasıra bağlayıp yukarı asar
ve ateş yakarak dumanla ona işkence ederdi.40
Zübeyr, 615 yılında Mekkeli müslümanlarla birlikte
Habeşistan'a hicret etmiştir. Medine'ye hicretten sonra
muhacirlerle ensâr arasında kardeşlik tesis edildiği zaman
Zübeyr ile Seleme b. Selâme kardeş ilan edilmişti.
Bedir günü müslümanların sayılı birkaç atı vardı.
Bunlardan biri de Zübeyr'in Ya'sub adlı atı idi. O gün bir çok
müşriki öldürmüştür ki, bunlardan biri "Kureyş'in aslanı”
diye bilinen amcası Nevfel idi.
Yermük Vakası gününde Peygamber'in sahâbîleri,
Zübeyr'e hitaben: "Ey Zübeyr! Rumlara şiddetli bir saldırı
yapmazmısın ki, biz de seninle beraber şiddetli bir saldırı
yapalım" dediler. Bunun üzerine Zübeyr radıyallahu anh
Rumlar üzerine şiddetli hamleler yaptı. Bu hamleler
sırasında, Rumlar, Zübeyr'in omuz köküne iki darbe
vurdular. Bu iki geniş yara arasında Bedir'de yediği bir
darbenin çukurluğu vardı ki, oğlu Urve; "Ben çocukken bu
darbenin yerine parmaklarımı sokar, oynardım" demiştir.41
Zübeyr, Mısır fethinde de önemli bir rol oynamıştır.
Nitekim halife Hz. Ömer, 642'de Mısır'ın Babilin kalesini
40
41
EL-ASKALÂNİ, İBN SA'D
HADİS, BUHARÎ
A S H Â B-I
K İ R Â M
103
kuşatan Amr İbnü'l-Âs'a yardım için onu onbin kişilik bir
kuvvetle göndermiştir. Mısır'ın o zamanki hükümet merkezi
Zübeyr tarafından alınmıştır.
Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, ashâbın
büyük bir çoğunluğu Hz. Ali'ye bey'at etmişlerdir. Zübeyr
ile Talha da bey'at edenler arasındadır.
Hz. Zübeyr, Talha ve Hz. Âişe'nin, Sıffin Savaşında
Hz. Ali'ye karşı cephe aldıkları görülmektedir. Hz. Ali, Bir
ara Zübeyr'le karşılaşınca ona; " Ey Zübeyr! Rasûlullah'ın
sana; "Sen Haksız olduğun halde Ali ile savaşacaksın "
dediğini hatırlıyor musun?" deyince, Zübeyr; "Allah
şahidimdir ki bu doğrudur" dedi ve ağladı. Hz. Ali; "Öyleyse
benimle ne diye savaşıyorsun?" diye sorunca Zübeyr
"Vallahi bunu unutmuştum, şayet hatırlasaydım sana karşı
çıkmazdım, seninle savaşmazdım" dedi.
Bu konuşmadan sonra Zübeyr savaştan çekilerek geri
döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su başına
vardığında, orada bulunan Amr b. Cürmüz, onu takibe
başladı. Vâdi's-Sibâ' denilen mevkide bir fırsatını bularak
Zübeyr'i şehid etti (H. 36).
Zübeyr radıyallahu anh rivayetlere göre uzun boylu,
esmer benizli, ve seyrek sakallıdır.42
42
EL-ASKALÂNÎ, İBN SA'D
104
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ashâbdan en çok fetva verenler yedi kişidir. Bunlar;
Hz. Ömer, Ali, İbn Mes'ud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b.
Sabit ve Âişe'dir. Bunlardan sonra ikinci derecede yer alan
yirmi sahabeden biri de Zübeyr radıyallahu anh'dır.43
Zübeyr radıyallahu anh, cesur ve gözüpek bir
müslümandı. Mekke'de, Allah için ilk defa kılıç çeken odur.
Medine'ye hicret ettikten sonra da yapılan tüm savaşlara
katılmış, bütün sıkıntılı zamanlarda daima Peygamber
aleyhisselâtü vesselâm'in yanında bulunmuştur. Rasûlullah
efendimiz onun hakkında; "her peygamberin bir havarisi
vardır, benim havarim de Zübeyr'dir" buyurmuşlardır. Allah
şefaatlarına cümlemizi nail eylesin. Amin
HAZRET-İ UBEYDE B. CERRAH
Ümmetin Emîni” diye övülen yüce Sahâbînin asıl
ismi, Âmir bin Abdullah bin Cerrâh’tır. Ubeyde bin Cerrâh
ve arkadaşları Osman bin Maz’ûn, Ubeyde bin Hâris,
Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Hz. Ebû Bekir’in
vâsıtasıyla, Rasûlullahın huzûrunda müslüman oldular.
Îmân ettiğinde 31 yaşındaydı. O günden, vefâtına
kadar malıyla, mevkisiyle ve canıyla İslâmiyeti yaymak için
çalıştı.
43
EL-ASKALÂNÎ
A S H Â B-I
K İ R Â M
105
Mekke’de kâfirlerin eziyet ve işkencelerinin artması
üzerine, Peygamber efendimizin izniyle Habeşistan’a hicret
etti. Sonra Medîne’ye hicret edince, Peygamberimiz onu Hz.
Sa’d bin Mu’âz ile kardeş yaptı.
Hz. Ubeyde Bedir ve Uhud cenginde de büyük
kahramanlık gösterdi.
Peygamber efendimiz, uhud gazvesinde Ebû Ubeyde
ile Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerini ön safta çarpışanlara
kumandan olarak seçti. Müşrikleri sevgili Peygamberimize
yaklaştırmamak için bütün güçleri ile savaştılar.
Peygamber efendimiz dahî düşmanı geriletecek
şekilde yayıyla, okuyla, kılıcıyla çarpışıyordu. Eshâb-ı kirâm
Peygamberimizin etrafında pervane olmuşlardı. Hz. Hamza,
Hz. Ali, Hz. Ebû Dücâne, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs, Hz.
Mus'ab bin Umeyr, Hz. Ubeyde bin Cerrâh, Hz. Talha, Hz.
Zübeyr
gibi Eshâb-ı kirâmın önde gelen yiğitleri,
Peygamberimizi canları pahasına koruyorlardı.
Pek çok ashâb çarpışa çarpışa şehîd oldu. Düşman
gerilemişti. Zafere yaklaşılmıştı. Zafer sevinciyle yerlerini
terkeden Eshâb-ı kirâmın bulundukları yerden, düşman
süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar
sokuldular.
İbni Kâmia denilen müşrik, Rasûlullahın mübârek
başına kılıcını vurdu, miğferin demiri peygamberimizin
mübârek yanağına saplandı.
106
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Eshâb-ı kirâm, tekrar toparlanıp müşriklere hücum
ettiler. Müşrikleri Peygamberimizin yanından uzaklaştırdılar. Hz. Ebû Ubeyde’nin, Peygamberimizin mübârek
yanaklarına batan demir halkaları dişleriyle çekip çıkarırken
iki ön dişi yerinden söküldü.
Bu uhud savaşı, müşriklerin bozguna uğramasıyla
neticelendi. Yetmişiki şehîd verildi. Bunların içinde
şehîdlerin serdârı Hz. Hamza, yeğeni Abdullah bin Cahş ile
aynı kabre defnedildiler. Mus’ab bin Umeyr de bu savaşta
şehîd olmuştu.
Hz. Ebû Ubeyde, Uhud, Hendek, Hayber gazâlarında
görülmemiş şekilde cenk etti. Mekke’nin fethinde de
Peygamber efendimizin yanlarında bulundu.
Rasûlullah efendimiz, hicretin onuncu yılının Rebî’ulevvel ayının 12’sinde, Pazartesi günü öğleden önce vefât etti.
Eshâb-ı kirâm, pek çok üzülüp gözyaşı döktü. Çoğunun dili
tutulup, bir müddet konuşamadı.
Hz. Ebû Ubeyde de gözyaşlarını tutamıyordu. Bütün
Eshâb-ı kirâm ağlıyor ve devâsız derdi çekiyordu. İçerde
cenâze hazırlıklarını yaparlarken, kapı vuruldu. Gelen kimse
dedi ki:
- Ebû Bekir ve Ömer burada mı?
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer cevap verdiler:
- Evet buradayız.
A S H Â B-I
K İ R Â M
107
- Medîneliler, Benî Sa’îde konağında toplandılar, kimin
halîfe olacağını konuşuyorlar. Herkes, kendi kabîlesi reisinin
seçilmesini istiyor. Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık
baş göstermek üzere bir karışıklık çıkabilir. Acele gelip bu işi
hâllediniz.
İşte böyle bir anda, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer ve Hz.
Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetiştiler. O anda, Ensârdan
biri kalkıp: Bizler, Rasûlullaha yardım ettik. Muhâcirler bize
sığındı. Halîfe bizden olmalıdır.
Hâlbuki Rasûlullah her yerde, sağ yanına Hz. Ebû
Bekir’i, sol yanına Hz. Ömer’i alır, Ebû Ubeyde için de, “Bu
ümmetin emînidir” buyururdu.
Üçü birdenbire meydana çıkınca, sanki Rasûlullah
kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu. Herkes, bunların ne
söyleyeceğini bekliyordu. Hz. Ebû Bekir, vasat bir konuşma
yaptı. Sonra Hz. Ömer konuştu. Sonra da Hz. Ebû Ubeyde
dedi ki:
- Ey! Bu dîne hizmet edenler. Sakın ola kargaşaya
sebebiyet verip önce bozan sizler olmayınız!
Sonra Hz. Ebû Bekir, “Size şu iki zâtı aday yaptım,
birini seçiniz” diyerek, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde’yi
gösterdi. Her ikisi de çekindiler, “Hz. Peygamberin ileri
geçirdiği bir kimsenin önüne kim geçebilir!” dediler. Hz.
Ömer buyurdu ki:
108
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Yâ Ebâ Bekir! Rasûlullah, seni hepimizin önüne
geçirirdi, elini uzat! Ben sana biat ettim dedi. Sonra da Hz.
Ebû Ubeyde ve diğer Eshâb-ı kirâm Hz. Ebû Bekir’e biat edip
halîfe seçtiler.
Hz. Ebû Bekir halîfe olunca, Ebû Ubeyde’yi kumandan
tayin etti. Humus, Şam, Ürdün ve Filistin’i fethetmek ve
oradaki insanların da müslüman olmalarını sağlamak için
gönderdi. Hz. Ebû Ubeyde, Bizanslıların, Suriye’yi
kurtarmak için topladıkları büyük bir haçlı ordusunu
Yermük’te karşıladı. Halîfe Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde’ye
yardım için Hz. Hâlid bin Velid’i gönderdi.
İslâm kumandanları bu savaş için Hâlid bin Velîd’i
başkumandan seçtiler. Düşman ordusu ikiyüzkırkbin, İslâm
ordusu sadece kırkbin civârında idi. Hâlid bin Velid, orduyu
biner kişilik alaylara bölüp, her birine alay kumandanı tayin
etti. Ebû Ubeyde’yi merkeze, diğer kumandanları sağ ve sol
kanatlara yerleştirdi.
Bizans ordusu üzerine saldırıya geçildi. Savaş bütün
hızıyla devam ederken, Bizans generallerinden Yorgi, Hz.
Hâlid bin Velid’in “Allah’ın kılıcı” lâkabını duyarak,
hidâyete gelip Müslüman oldu. O da Müslümanların safında
Bizanslılarla savaştı. Uzun ve çetin savaşların neticesinde,
koca Rum ordusu yenilerek dağıldı. Yüzbin Rum öldürüldü.
İslâm ordusundan ise üçbin yiğit şehâdete kavuştu.
A S H Â B-I
K İ R Â M
109
Hz. Ebû Bekir vefât edince, yerine geçen halîfe Hz.
Ömer, Hz. Ebû Ubeyde’nin başkumandan olarak yine
fetihlere devam etmesini emretti. Ebû Ubeyde, ordusuyla
Humus’a hareket etti. Sulh ile Humus’u da aldı.
Hz. Ebû Ubeyde, ordusunu toplayarak Antakya’ya
hareket etti. Maarra, lazikiye, Antaritus, Banyas, Selimiye
zaptedilerek gidiliyordu. Kinnesrin’e Hz. Hâlid bin Velid’i
gönderdi. Kendisi Haleb’e geldi. Haleb’i fethederek,
Antakya’yı kuşattı. Antakya da zaptedildi.
Hz. Ebû Ubeyde halîfeye durumu bildiren bir rapor
gönderdi. Halîfe, fethedilen yerlere, İslâm kuvvetlerinin
yerleştirilmesini emretti. Bu emri yerine getiren Hz. Ebû
Ubeyde, birçok kale ve şehri fethederek Fırat nehrine kadar
ilerledi.
Fethettiği yerlere memurlar tayin ederek Kudüs’e
geldi. Kudüs kuşatıldı. Kudüslüler sulh yapmak istediklerini,
yalnız bu sulhta Hz. Ömer’in de bulunmasını, yoksa sulh
yapmayacaklarını Ebû Ubeyde’ye bildirdiler. Durum Hz.
Ömer’e arzedildi.
Hz. Ömer, yerine Hz. Ali’yi vekil tayin ederek
Kudüs’e geldi. Kudüslülerle sulh yapıldı. Hz. Ömer sulhtan
sonra Medîne’ye döndü.
Şam’da 639 senesinde, veba hastalığı salgın hâlde
olup, çok Müslümanın ölümüne sebep olmuştu. Hz. Ebû
Ubeyde de bu salgına yakalandı. Öleceğini anlayınca, orada
110
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
hazır bulunanlara bir
Vasiyetinde buyurdu ki:
vasiyetinin
olduğunu
bildirdi.
- Namazınızı kılınız! Orucunuzu tutunuz! Sadakanızı
veriniz! Haccınızı yapınız! Birbirinize iyilikte bulununuz!
Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz! Dünyaya aldanmayınız! İnsanların en akıllısı Allahü teâlânın emirlerini
yerine getirenlerdir. Hepinize Allahü teâlânın selâm ve
rahmetini, lutuf ve bereketini niyâz ederim. Haydi yâ Mu’âz,
cemâ’ate namazı kıldır!
Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini yummuş, yerine
Mu’âz bin Cebel’i vekil etmişti. Vefât ettiğinde 58 yaşında
idi.
Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, fazîlet timsâli bir zâttı.
Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmazdı. Peygamber
efendimize muhabbeti pek ziyâde idi. Rasûlullah
efendimizden aldığı bir emri yerine getirmek için, canını
fedâdan çekinmezdi. Zühd ve takvâ sâhibi, pek merhametli
idi. Askerlerine ve tebaasına çok şefkatli idi. Hz. Ömer,
Şam’a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara, “Kardeşim
Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Geliyor efendim”
diyerek gelmekte olan Hz. Ebû Ubeyde’yi gösterdiler.
Sağlığında, Cennet ile müjdelenen iki büyük Sahâbî
selâmlaştılar. Hz. Ebû Ubeyde, Hz. Ömer’e: Buyurunuz yâ
Emîr-el-Mü’minîn, diyerek, onu evine götürdü.
Hz. Ömer, Ebû Ubeyde’nin evinin içini görünce
buyurdu ki:
A S H Â B-I
K İ R Â M
111
- Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi
şeylerden başka bir şey yok. Sen emîrsin, senin burada
yiyecek bir şeyin yok mu?
Hz. Ebû Ubeyde, ona bir zenbil getirerek, içinden
birkaç lokma çıkardığında, Hz. Ömer ağlamaya başladı.
Bunun üzerine Ebû Ubeyde dedi ki:
- Sen bizlere, “Kuşluk vakti dinlenmemize yetecek
kadar şey bize kâfi” demiştin. Bu kadarı da bizim için kuşluk
dinlenmesine kâfidir. Bunun üzerine iyice duygulanan Hz.
Ömer, buyurdu ki:
- Ey kardeşim Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi,
yalnız seni değiştiremedi.
Peygamberimizin
huzuruna
630
senesinde,
Necrân’dan bir Hıristiyan heyeti geldi. Uzun konuşmalardan
sonra, Rasûlullah efendimizin Peygamber olduğunu kabûl
ettiler. Ve dediler ki: Yâ Resûlallah! Ashâbından bir emîn
kimseyi bizimle beraber gönder, zekâtlarımızı, vergilerimizi
ona verelim!
Peygamberimiz de yemin edip, buyurdu ki: Gâyet
emîn bir kimseyi sizinle gönderirim.
Eshâb-ı Kirâm, emîn olarak kimin şerefleneceğini
merak ediyorlardı. Rasûlullah efendimiz buyurdu ki:
Ümmetimin emîni işte budur! Kalk yâ Ebâ Ubeyde!
112
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ebû Ubeyde bu müjdeye kavuşunca, sevincinden
ağladı. Hz. Ömer, Ebû Ubeyde hazretlerini çok severdi.
Hattâ bir gün Hz. Ömer arkadaşlarına sordu: Allahü teâlânın
dînine hizmet için ne isterdiniz?
Birisi hizmet için ev dolusu altın, bir başkası da
mücevher istedi. Onlar da Hz.Ömer’e sordular:
-
Sen ne isterdin?
Hz. Ömer de şöyle buyurdu:
- Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi emin
arkadaşlarımın olmasını isterdim. Bunlar ile dînin
yayılmasına hizmet ederdim.
Ebû Ubeyde bin Cerrâh Sevgili Peygamberimizin
yanında bütün gazâlarda bulundu. Peygamber efendimizin
şu hadîs-i şerîfleriyle şereflendi:
Ebû Bekir Cennet’tedir. Ömer Cennet’tedir. Osman
Cennet’tedir. Ali Cennet’tedir. Talha Cennet’tedir. Zübeyr
Cennet’tedir. Abdurrahman b. Avf Cennet’tedir. Sa’d b. Ebî
Vakkâs Cennet’tedir. Sa’îd İbni Zeyd Cennet’tedir. Ebû
Ubeyde bin Cerrâh Cennet’tedir.
Allah şefaatlarına cümlemizi nail eylesin.
A S H Â B-I
K İ R Â M
113
HAZRET-İ TALHA B. UBEYDULLAH
Talha bin Ubeydullah Cennetle müjdelenen on güzide
sahabeden biridir. Hicretten yirmi dört yıl önce Mekke'de
doğdu. Künyesi; Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr
bin Ka'b bin Sa'd bin Teym bin Murredir. Rasûlullah'ın
aleyhisselât-ü vesselâm dâvetine uyarak İslâmiyet'i ilk kabul
edenlerdendir. Oğluna atfen Ebu Muhammed lakabıyla
anıldı.
Hazret-i Talha; orta boylu, geniş göğüslü, geniş
omuzlu ve iri ayaklı idi. Esmerdi, sık saçlı fakat saçları ne
kısa kıvırcık ne de düz ve uzundu. Güler yüzlü, ince burunlu
idi. Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Rasûlullah efendimizin;
"Talhâ ve Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle
medhedilen sahâbidir. Ticaret için sık sık seyahatlerde
bulunurdu. İslâmiyet'le müşerref olmasında, bir seyahati
sırasında karşılaştığı olay etkili oldu. Ticaret maksadıyla
gittiğii Busra'da, Mekke'den birilerini arayan ve kendisiyle
karşılaşan bir Hıristiyan rahiple görüştü. Rahip; "Ahmed
zuhur etti mi?" diye sorunca, "Ahmed kimdir?" diye karşılık
verdi. Rahip; " O, peygamberlerin sonuncusudur. Mekke
O'nun peygamberliğini ilân edeceği yerdir. Sonra oradan
hicret edecektir." diye cevapladı. Bu sözlerin etkisinde kalan
Talha, Mekke'ye döner dönmez, kendisi yokken her hangi bir
olayın olup olmadığını sordu. "Abdullah'ın oğlu Muhammed
nebilik iddiasıyla ortaya çıktı" dediler. Peygamberliğin ilan
edildiğini öğrenince büyük bir sevinçle Hazret-i Ebubekir'in
yanına koştu. Duyduklarını ona da sordu, doğru olduğu
cevabını alınca kendisini Rasûlullah'a aleyhisselât-ü
114
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
vesselâm götürmesini istedi. Rasûlullah'ın
kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.
huzurunda
Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh, müslüman
olduktan sonra çok ağır işkencelere maruz kaldı. Onu iple
bağlayarak, eski dinine dönmesi için işkence yaptılar. Bütün
işkencelere rağmen, "Beni öldürseniz de dinimden dönmem"
diyerek işkencelere dayandı. Müslümanların Medine'ye
hicret ettikleri sırada Şam'da bulunuyordu. Yolda hicret
haberini alınca, bütün mallarını ve kazancını bırakarak
Medine'ye göç etti. Bilahare ailesini de yanına aldı.
Bedir Savaşı başlamadan önce müşrikleri takip
etmekle görevlendirilenler arasında olduğundan bu savaşa
katılamadı. Uhud Savaşında bulundu. Çarpışmanın ve
düşman saldırısının en şiddetli olduğu sırada vücudunu
Rasûlullah aleyhisselât-ü vesselâma siper ederek korumaya
çalışan fedailerdendi. Gelen darbelerden birine kolunu siper
ettiğinden büyük bir yara aldı. Sahabeler onun bu
kahramanlığına hayran kaldılar. Bizzat Rasûlullah O'nu
tebrik etti. Hazret-i Ebubekir radıyallâhu anh, "Talha bin
Ubeydullah, bir Uhud kahramanıdır" derken, Hazret-i Ömer
radıyallâhu anh, "Uhud gününün en büyük kahramanıdır"
ifadelerini kullandı.
Uhud'da; Ashâbı kirâm, Peygamberimizin etrâfında
toplanmışlar, canlarını siper edip O'nu muhâfazaya
çalışıyorlardı. Hz. Talhâ bin Ubeydullah da bunlar arasında
olup, Resûlulahın yanından ayrılmamıştı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
Uhudda Müslümanlar şaşkınlık içinde
dağıldıkları zaman, sevgili Peygamberimiz;
115
bulunup
- Ey Allahın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah'ın
kulları bana doğru geliniz! buyurarak seslenince ancak otuz
sahâbî gelebilmişti ve Peygamber efendimiz müşrikler
tarafından tamâmen kuşatılmıştı.
Müşriklerin
iyice
yaklaştıkları
bir
Peygamberimiz: Şunları kim durdurur? buyurdu.
sırada,
Talhâ bin Ubeydullah hazretleri: Ben Yâ Rasûlallah!
deyip ileri atılmak istedi. Peygamber efendimiz: Senin gibi
daha kim var? buyurdular.
Medîneli sahâbîlerden biri: Yâ Resûlallah! Ben! diyerek
izin istedi. Sevgili Peygamberimiz: Haydi, sen karşıla!
buyurunca Medîneli Sahâbî ileri fırladı ve müşriklerin
üzerine atıldı. Eşine rastlanmadık kahramanlıklar gösterdi.
Bir kaç müşrik öldürdükten sonra şehâdet şerbetini içti.
Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında
bulunan bütün sahâbîler vuruşa vuruşa şehâdete erdiler.
Kâinâtın sultânı efendimizin o anda yanında Talhâ bin
Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı.
Hz. Talhâ, Rasûlullaha bir zarar erişir diye endişe
ediyor, dört bir tarafa koşuyor, kâfirlerle kıyasıya
çarpışıyordu. Onun bu kadar seri kılıç sallaması, bir anda
Resûlulahın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok,
116
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
kılıç darbelerine vücûdunu
rastlanmayacak bir hâdiseydi.
kalkan
yapması,
eşine
Hz. Talhâ, pervâne gibi dönüyor, kendisine değen kılıç
darbelerine hiç aldırmıyordu. Dileği, kâinâtın sultânını
korumak, bu uğurda diğer kardeşleri gibi şehîd olmaktı.
Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde
kandan başka bir şey görünmez olmuştu. Fakat o, buna
rağmen dört bir tarafa yetişiyordu.
Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran bir
okçu vardı. Bu müşrik peygamber efendimize nişan alıp bir
ok attı. Rasûlullaha doğru gelen bu oka, başka hiç bir şekilde
karşı koyamıyacağını anlayan Hz. Talhâ, elini açarak oka
karşı tuttu. Ok elini parçaladı.
Hz. Talhâ'nın atılan oka karşı elini tutması, candan çok
ötelere yükselmiş aşkın, kemâle gelmiş bir îmânın, muhabbet
ile dolu bir kalbin, anlatılamıyan bir sevginin fiili olarak
ortaya çıkmasıdır.
Uhud savaşında müşriklerin saldırdığı ve Rasûlullah
efendimiz ve Talha bin Ubeydullah'ın yanında kimse
kalmadığı anda, Hz. Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî Vakkâs
hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler.
Yiğitlerin efendisi Hz. Talhâ da bu arada kan
kaybından sıcak toprağa düşüp bayıldı. Her yeri kılıç,
mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti. Altmış altı büyük
yarası vardı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
117
Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir'e, hemen Hz.
Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk,
Hz. Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti. Talhâ
bin Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz;
- Yâ Ebâ Bekir! Rasûlullah nasıl?
- Resululah iyidir. Beni O gönderdi dedi.
Talha bin Ubeydullah Allahü teâlâya sonsuz şükürler
olsun. O sağ olduktan sona her musîbet hiçtir dedi.
Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh Mekke'nin
fethine kadar süren bütün savaşlara katıldı. Hudeybiye'de
Biat-ı Rıdvan'da bulundu. Huneyn Gazvesine katıldı. Bu
savaşta da çok büyük kahramanlık gösterdi. Bu sıralarda
Müslümanların susuz kalmamaları için önemli miktarda
para ödeyerek bir su kuyusunu satın aldı ve müslümanlara
vakfetti. "Talhatü'l-Cûd" (Cömert Talha) lakabı bu hareketinden dolayı kendisine Rasûlullah tarafından verildi.
Tebük Gazvesi'ne katıldığı gibi bu savaşta bütün
malını ordunun hazırlanmasına harcadı. Bu cömertliğinden
ötürü de; "Ey Talha! sen çok feyizli ve cömertsin." şeklindeki
iltifat-ı Muhammedi'ye mazhar oldu. Veda Haccı'nda
Rasûlullah'ın aleyhisselât-ü vesselâm yanında bulundu.
Hazret-i Ebubekir radıyallâhu anh halife seçilince
hemen biat etti ve elinden gelen yardımı da esirgemedi.
Hazret-i Ebubekir vefât edinceye kadar müşavere ettiği
118
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
kişiler arasında yer aldı. Kendisinden sonra kimin halife
olması gerektiği konusunda onunla istişarelerde bulundu.
Halifeliğe, Hazret-i Ömer'in layık olduğu şeklinde fikrini
bildirdi. Hazret-i Ömer halife seçildikten sonra şûra
heyetinde yer aldı. Hazret-i Ömer'in kendisinden sonra
kimin halife olmasının uygun olduğunu tesbit etmek
maksadıyla teşkil ettiği altı kişilik heyette de yer aldı.
Hazret-i Ömer'in halifeliğe aday olabilecekler arasında
Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh'ı göstermiş olmasına
rağmen bundan feragat ederek Hazret-i Osman'ın
radıyallâhu anh halife seçilmesini destekledi ve biat etti. Bu
dönemde münafıklar tarafından müslümanlar arasında
çıkarılan fitneler sırasında Hazret-i Osman'ın radıyallâhu
anh yanında yer aldı. Asilere karşı mukabelede bulunarak
Hazret-i Osman'ı radıyallâhu anh korumaya çalıştı. Asiler
tarafından Hazret-i Osman'ın şehid edilmesinden büyük
üzüntü duydu. Hazret-i Zübeyr radıyallâhu anh ile birlikte
yeni halife seçilen Hazret-i Ali'den katillerin bulunup
cezalandırılmasını istediler. Hazret-i Ali, durumun çok
karışık olduğunu, biraz beklemek gerektiğini ve daha sonra
gerekenin yapılacağını kendilerine söyleyince, yanından
ayrıldılar.
Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, müslümanların büyük bir kısmının Hz. Ali'ye bey'at ettiğini biliyoruz.
Bu bey'atte bulunanlardan biri de Talha b. Ubeydullah'tır.
Ancak, bey'atten kısa bir süre sonra, Talha ile Zübeyr ibnü'lAvvam'ın, Hz. Ali'ye karşı çıkan Hz. Âîşe'nin yanında yer
almışlardır. Neticede Hz. Zübeyr, Hz. Ali'ye karşı çıktığına
pişman olarak savaş meydanını terketmiştir. Hz. Talha ise;
A S H Â B-I
K İ R Â M
119
mücadeleye devam etmiş, nihayet Cemel günü şehid
edilmiştir.
Cemel vakasında taraflar arasında bir içtihad farkı
vardı. Hazret-i Ali adalet-i mahza ile devam edilmesinden
yanaydı. Kur’an’ın “Hiçbir günahkar başkasının günahını
çekmez.” Ayeti kerimesi adalet-i mahzayı ifade eder. Yani
suçun şahsiliği esastır; birinin hatasından başkası sorumlu
olamaz.
Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayında, katil
bilinmiyordu. Medine’yi işgal eden bir grup Hz. Osman’ı
şehit etmişti. Hz. Osman’dan sonra halife seçilen Hz. Ali
adalet-i mahzayı esas alarak katili tespit edip kısas cezasını
uygulamak istiyordu. Şam valisi ve taraftarları ise, adalet-i
nisbiyeyi
esas
alarak
şüpheli
grubun
toptan
cezalandırılmaları fikrini savunuyorlardı. Her iki taraf da
adaletin tecellisini istemekle beraber, aralarında ictihad
farklılığı söz konusuydu. Hz. Ali, “Haksız yere kim bir cana
kıyarsa, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.”44 ayetini
nazara alıyor muhalifleri ise, “Fitne katilden daha
şiddetlidir.”45 Âyetinden yola çıkarak fitnenin önlenmesi için
masum
kanı
akmasına
fetva
veriyorlardı.
İşte, bu iki farklı adalet telakkisinden Hz. Ali devrinde
Cemel Vakası ve Sıffin Savaşı meydana geldi.
İki taraf arasında cereyan eden savaşta Hazret-i Talha
bin Ubeydullah radıyallâhu anh aldığı bir ok darbesiyle
yaralandı ve daha sonra şehid oldu (656). Durumu öğrenen
Hazret-i Ali büyük bir üzüntü duydu ve cenaze namazını
44
45
MAİDE SÛRESİ, ÂYET 32
BAKARA SÛRESİ, ÂYET 191
120
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
bizzat kıldırdı. "Ey Talha, yıldız dolu bu semanın altında seni
toprağa serili görmek bana çok ağır geldi. Keşke ben yirmi
yıl evvel ölseydim de bu günü görmeseydim" diyerek
üzüntüsünü dile getirdi.
Hazret-i Talha bin Ubeydullah radıyallâhu anh
Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçârelere
yardım eder. Muhtâç olanlara para verirdi. Teymoğulları'nın
bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talhâ,
bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.
Talha, Peygamber efendimizin bacanağıydı. Talha b.
Ubeydullah'ın, onbiri erkek, ikisi kız olmak üzere onüç
çocuğu vardı. Erkek çocukların herbirine bir peygamber ismi
vermişti. Bunlar Muhammed, İmran, Musa, Ya'kub, İsmail,
İshak, Zekeriyyâ, Yusuf, İsâ, Yahya, Salih idi. Kızları ismi ise
Aişe ve Meryemdir.
Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât, Ümmi Ebân hâtunla
evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat o hiç birisini
kabûl etmedi. Talhâ bin Ubeydullah, teklifte bulununca
kabûl etti. Sebebi sorulduğu zaman;
Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle
girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden
istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman
teşekkür eder. Bir kusûr görünce affeder, diye cevap vermiş
ve onunla evlenmişti.
A S H Â B-I
K İ R Â M
Aşere-i Mübeşşere
Onlar dünyada Cennetle müjdelendiler
Her şeylerini İslama feda ettiler
Başı çekmekteydi Hazreti Ebu Bekir
Sanırım sual sormaz ona Münker ve Nekir
Hazreti Ömer şecaatlı ve adildi
Her sahabe belki bir meleğe muadildi
Üçyüz onüç sahabe Bedire çıktılar
Allah’ın yardımıyla putperestliği yıktılar
Osman Zinnureyn hayalıydı hemde çok
Esedullah Galibin yiğitlikte dengi yok
Yâ Ali sancağı bugün de al eline
İslamın sancağını dik natat kalesine
Sad bin Ebi Vakkas okcuların başıydı
Bu olanlar boş değil hak batıl savaşıydı
Ubeyde bin Cerrah bir başka yiğitti
Onlar amel defterini doldurdu gitti
Sâid bin zeyd de müjdelenenlerdendi
Henüz hayatta iken nurdan bir libas giydi
Abdurrahman bin Avf eşraftandı, Mekkeli
Allah için infak ederdi nice develeri
Bir diğer müjdelenen Talha bin Ubeydullah
Hak yoluna baş koydu razı ondan Habibullah
Zübeyr bin Avvam Peygamberin havarisi
Onlar manen yaşıyorlar arifler onların varisi
121
122
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
HAZRET-İ EBU MUSA EL-EŞ’ÂRİ
Yemen'in Zebid şehrinden Eş'ar kabilesindendir. İsmi
Abdullah'dır. Ebû Mûsa künyesiyle meşhur olmuştur. Babası
Kays annesi Zabye binti Vehb'dir. İslâm'a girişini kendisi
şöyle anlatır: "Biz Yemen'de iken son peygamberin geldiği ve
halkı islâm'a davet ettiği haberi bize ulaştı. Ben ve iki
ağabeyim Eş'arî kabilesinden elli iki kişilik bir heyetle birlikte
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem'i görmek için bir
gemiye binerek yola çıktık. Hava muhalefeti sebebiyle gemi
bizi Habeşistan'a çıkardı. Orada Ca'fer İbni Ebî Tâlib
radıyallâhu anh ile buluştuk. Yeni din ve Peygamber
hakkında ondan bilgiler aldık. Ve orada müslüman olduk.
Kendilerini buraya Rasûlullah'ın gönderdiğini söyleyen
Ca'fer radıyallâhu anh bizim de bir müddet burada
kalmamızı istedi. Bizler de onlarla birlikte Habeşistan'da
oturduk. Daha sonra Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem'in
müsadesiyle Habeş hükümdarı Necâşî bizi Medine'ye
gönderdi." Bu kafilenin Medine'ye gelişi sırasında Rasûlullah
sallallâhu aleyhi vesellem Hayber fethinde bulunuyordu.
efendimiz bu savaşta bulunmayanlara hisse vermediği halde
Eşarîlere ganimetten hisse verdi.46 Onlara yufka yürekli
insanlar diye iltifat etti.
Ebû Mûsa Hayber'in fethinden sonra yapılan bütün
gazve ve seriyyelere katıldı. Huneyn Gazvesinde bozguna
uğrayan düşman askerlerini takip etmekle görevlendirilen
46
İBNÜ'L-ESİR
A S H Â B-I
K İ R Â M
123
amcası Ebû Âmir el- Eş'arî kumandasındaki birlikte o da
vardı. Amcası şehid düşerken kumandayı Ebû Mûsa'ya
bıraktı. Evtas zaferini kazanan Ebû Mûsa el-Eş'arî
radıyallâhu anh Medine'ye döndü. İki Cihan Güneşi
efendimizin huzuruna vardı. Durumu arz etti: efendimiz her
iki kumandana da duâ etti. Ebû Mûsa'ya da: "Allahım!
Abdullah İbni Kays'ın günahını affeyle ve kıyamet gününde
ona en güzel makamı ver." diye dua buyurdu.
Hicrî 9. yılda Tebük gazası vuku buldu. Ebû Musa ve
arkadaşları bu savaşa katılmak için Rasûlullah'tan deve
istediklerinde Rasûlullah onlara deve satın aldı.
Tebük seferinden sonra Rasûlullah, Ebû Musa'yı Muaz
b. Cebel ile birlikte Yemen'e tebliğe gönderdi. Onları
yollarken şöyle dedi: "Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz;
müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Sarhoşluk veren herşey
haramdır; içkiden menediniz."47
Yemen'in iki tarafında Muaz ile Ebû Musa İslâm'ı
tebliğ ettiler ve sonra buluştukları noktada aralarında bir
mürtedin öldürülmesi konusunda şu tartışma geçti: Muaz:
"Ya Abdullah, Kur'an'ı nasıl okuyorsun?" Ebû Musa: "Gece
ve gündüz azar azar okuyorum. Yani Kur'ân'dan okumak
istediğimi bir hamlede okumuyorum. " Muaz da şöyle dedi:
"Ben gecenin başında uyuyorum, uykumu aldıktan sonra
uyanıyorum ve Allah'ın kitabından okuyacağımı okuyorum."
47
HADİS, BUHÂRİ, MÜSLİM
124
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
O Rasûlullah efendimiz zamanında Yemen'in Zebid
Aden Me'rib ve sahil taraflarının zekâtını toplamakla
görevlendirildi. Hz. Ebû Bekir radıyallâhu anh devrinde de
orada kalan Ebû Mûsa radıyallâhu anh dinden dönen Esved
el-Ansî ile mücâdele etti. Daha sonra Medine'ye döndü.
Kur'an-ı Kerîm'in kitap haline getirilmesinde büyük
hizmetleri oldu.
O Kur'an-ı Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan öğrenerek
ezberleyen sayılı sahabîlerden biridir. Güzel sesliydi. Kur'an
okuyuşu herkesi hayran bırakırdı. Dinleyeni titretip sarsan
bir sesi vardı. Evinin önünden geçerken okuyuşunu işitenler
onu durup dinlemeden geçemezlerdi. Bir gece Rasûl-i Ekrem
efendimiz Âişe radıyallâhu anha annemizle bir yere
gidiyorlardı. Ebû Mûsa'nın evinin hizasına gelince durdular.
İçerden tatlı tatlı okuyuşunu dinlediler. Okumasını
bitirinceye kadar beklediler. efendimiz sabahleyin onu
görünce, akşamki hadiseyi anlattı ve "Ebû Mûsa'ya Hz.
Davud'un sesine benzer güzel bir ses verilmiştir." buyurarak
ona iltifat etti.
O Resûl-i Ekrem efendimizin sağlığında fetva
verenlerdendi. Saffan İbni Süleyman bu konuda: "Rasûlullah
zamanında Hz. Ömer Hz. Ali Muâz İbni Cebel ve Ebû Mûsa
el-Eş'arî radıyallâhu anhüm den başkası fetva vermezdi."
diyor. Onun verdiği fetvalar küçük bir cüz hacminde idi.
Kendisi fetvâ konusunda: "Gerçek gün ışığı gibi ortaya
çıkmadan bir hâkimin hüküm vermesi doğru değildir."
derdi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
125
Ebû Mûsa el-Eş'arî radıyallâhu anh uzun yıllar
idarecilik yaptı. Dünya malına hiç iltifat etmedi. O zühd ve
takvâsıyla şöhret buldu. Etrafındakilere hep İki Cihan Güneşi
efendimizin zamanında yaşadıkları mütevazı hayatı ihlâs ve
samimiyeti sâde yaşamanın güzelliğini anlatırdı. Ne olursa
olsun her konuda ihlâs gerektiğini Allah Teâlâ'dan çok
korktuğunu söylerdi. Her an son nefesini düşünürdü. Son
nefesini imanla vermek onun en büyük gayesiydi. Yakınları
onun bu haline bakar ve: "Kendine biraz acısan" derlerdi. O
da şöyle karşılık verirdi. "Atlar koşuya çıktığı vakit son
noktaya gelesiye kadar nasıl bütün güç ve kuvvetlerini
kullanırsa ben de son nefesimi imanla veresiye kadar bütün
gücümü kullanmak mecburiyetindeyim." derdi.
Onun en belirgin vasıflarından biri de son derece hayâ
sahibi olup edepli olmasıydı. Yıkanırken dahi Allah
Teâlâ'dan hâyâ edip karanlıkta iki büklüm olarak yıkandığını
söylerdi. Talebelerine yumuşak huylu olmayı tavsiye ederdi.
Onları Allah korkusundan ağlamaya teşvik ederdi.
"Ağlayamıyorsanız ağlamaya gayret edin. Zira Cehennem
ehli göz pınarları kuruyuncaya kadar ağlayacaktır" derdi.
Ebu Musa el-Eş'arî radıyallâhu anh Hz. Ömer
radıyallâhu anh devrinde Basra valiliği ve kadılığına tayin
oldu. Valilik görevinde bulunmasına rağmen daima fakirlik
içinde yaşamıştır.48 Valiliği esnasında Nusaybin Kum gibi
birçok şehrin fethinde önemli hizmetleri oldu. Ahfaz ve
İsfahan'ı aldı. Tüster'de İran'ın meşhur kumandanı
48
İBNÜ'L-ESİR
126
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hürmüzan'ı esir aldı ve halifeye gönderdi. Daha sonra Hz.
Ömer radıyallâhu anh onu Ammar bin Yâsir radıyallâhu
anh'dan boşalan Kûfe valiliğine tayin etti. Hz. Osman
radıyallâhu anh devrinde de aynı vazifeye devam etti. Bu
arada Kur'an ve fıkıh dersleri verdi. Cemel vak'asında
tarafsız kaldı. Sıffinde Hz. Ali radıyallâhu anh'ın vekili oldu.
Hakem olayında sulh için çok gayret etti. Sonunda
yapılanlara üzülerek tamamıyle uzlete çekildi.
O valiliği esnasında hicrî takvimin tesbit edilmesine
vesile oldu. İslâm takvimini yazılarında ilk defa o kullandı.
Hz. Ömer radıyallâhu anh'a bu konuda bir mektup yazarak:
"Bize tarihsiz mektuplar gönderiyorsunuz." diye uyardı. Hz.
Ömer radıyallâhu anh’da derhal bir şûra toplayarak hicreti
tarih başlangıcı olarak kabul etti.
Ebû Mûsa el-Eş'arî radıyallâhu anh'ın üçyüzaltmış
hadis-i şerif naklettiği ve 662 m. tarihinde vefat ettiği rivayet
edilir. Vefatı Kûfe'de mi? Mekke'de mi? olduğu da
ihtilâflıdır. Hastalığı sırasında feryad eden zevcesine
Rasûlullah'ın bağırıp çağırarak ağlamayı yasakladığını
hatırlatmıştır.
Vasiyeti şöyledir: "Cenazemi süratle götürünüz.
Peşimden kimse gelmesin, mezarımda vücudumla toprak
arasına birşey konmasın. Kabrimin üstüne bir türbe
yapmayınız. Kadınlar içinde saçını-başını yolarak ağlayanları
uzaklaştırınız. Bunu Rasûli Ekrem'den naklediyorum."49
Cenâb-ı Hak bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
49
HADİS, AHMED B. HANBEL
A S H Â B-I
K İ R Â M
127
HAZRET-İ HASAN
Hazreti Hasan radıyallahu anh’ın annesi Hazreti
Fatıma radıyallahu anh dedesi Fahri Kâinat efendimizdir.
Babası, Hazreti Ali Kerremallahû Vecheh radıyallahu
anh’dır. Hicretin üçüncü senesi Ramazan-ı Şerif ortasında
Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmiştir. Server-i Âlem
efendimiz, isimlerini Hasan olarak tesmiye buyurmuşlardır.
Rasûlullah Hz. Hasan yedi günlük olunca akîka
kurbanı kesilmesini ve saçlarının kesilerek, ağırlığınca
gümüş tasadduk edilmesini emretti.
Hasan radıyallahu anh güzel yüzlü, melek huylu,
başlarından göğüslerine kadar Resûl-ü Ekrem aleyhisselât-ü
vesselâm efendimize tam olarak benzerlerdi. Gayet tatlı
konuşur, dillerinde latif bir rekâket mevcud olup, herkes
O’nun konuşmasına hayrandı. Seyyid-ül Mürselin tarafından
taltîf ve takdir buyurularak: “Amcası Hazret-i Mûsa
aleyhisselâm’dan mirastır.” Denilmiştir.
Hasan radıyallahu anh küçüklüğünde de çok sevilirdi.
Peygamberimiz bağırlarına basarak severler ve ona dua
ederlerdi.
Hazret-i Ebû Bekir radıyallahu anh küçük Hasan’ı
omuzlarına alarak, Hz. Ali radıyallahu anh de hazır
bulunduğu halde; Ali’ye değil, Nebi’ye benzeyen zata anam
babam feda olsun !” diyerek severlerdi bu nüvâzişten Hz. Ali
128
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
radıyallahu anh çok memnun olurlar ve tebessüm
buyururlardı.
Hz. Hasan radıyallahu anh’ın künyeleri Ebu
Muhammed, lâkâpları Takî, Seyyid, Müçteba ve Vâris’dir.
Haseb ve neseb itibarı ile cihanda mümtaz idi.
“Hasan ve Hüseyin, Cennet ehli gençlerinin
Efendisidirler.” Hadîs-i Şerifi, yüksek kadirlerini ve Âlem-i
Bekâdaki mazhariyetlerini beyan ediyor.50
Temkin,
vekar,
cûd,
inâyet,
sehâ
O’nun
vasıflarındandır ve hayatında kimseyi incitmemiş ve
kimseden de incinmemiştir. Birkaç defa mal ve mülkünü
muhtaçlara tasadduk etmiştir. Beşinci halifedir. Altı ay
hilafette bulunmuştur. Hicretin 50. senesinde 48 yaşında iken
ahrete irtihal etmiştir.
Hz. Fahr-ül Mürselîn Muhammed aleyhisselât-ü
vesselâm buyurdular ki; “Şüphesiz benim bu mahdumum;
şerefli bir zâttır. Cenâb-ı Hakk iki ordu içinde, meydana
gelecek olan kavga ve mücadeleyi bununla islâh
buyursun!”51
Hasan radıyallahu anh Hazretlerinin halifeliği
zamanında, kendisine biat eden ve emrinde bulunan kırk bin
kadar asker ile Hz. Muaviye’ye tâbi olan askerlerin arasında
savaşın çıkacağı son anda İmam Hasan radıyallahu anh
efendimiz basiretli davranarak, ani bir kararla kendisinde
olan hilâfeti büyük bir fedâkarlık göstererek Hz. Muaviye’ye
50
51
HADİS, TIRMÎZÎ, İBN-İ MACE
HADİS, BUHARÎ, EBÛ DÂVÛD
A S H Â B-I
K İ R Â M
129
terk etmiş ve böylelikle Müslüman kanının akmasını
önlemiş, fitne ateşinin sönmesine vesile olmuştur.
Hasan radıyallahu anh Ashâb arasında hilafete en ehil
ve lâyık iken uğurlarında fedâ-i nefs etmek üzere kırk bin
kişi bey’at ettiği halde ehl-i İslâm’a olan şefkat ve
merhametleri hasebi ile ümeyye oğullarının elde etmek için
her hile ve desiseyi mübah görerek şiddetle arzu ettikleri
mülk-i dünyayı terk etmiştir. Halbuki hilafet her cihetten
Hasan radıyallahu anh’ın Hakk-ı idi. Hazret-i hasan bu
mülahazalarla hicretin kırk birinci senesi hilâfeti Muaviye’ye
terk ettiler.
Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm Hz. Hasan ve Hüseyin'e bakıp:
"Allahım, ben Hasan ve Hüseyin'i seviyorum, sen de sev!"
buyurdu."
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a "ehl-i Beyti'nden hangisini en çok
seviyorsun?" diye sorulmuştu. "evlatlarım Hasan ve
Hüseyini!" diye cevap verdi. Hz. Fatıma radıyallahu anha'ya:
"Oğullarımı bana çağır!" diye emreder, onları getirtip koklar,
başlarını okşar ve kucaklardı."
Hz. Hasan radıyallahu anh hicretin üçüncü yılında
Medine'de dünyaya geldi. Yedi yaşına kadar dedesi olan
rasulullahın ziri himayesinde yetişti.
Hz. Peygamber torunlarını öper ve her iki torununun
Cennet ehli gençlerinin efendileri olduğunu söylerdi hatta
130
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
onları sevenleri Allah'ın sevmesini dilediği duaları da
rivayetler arasında yer almıştır.
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in âhirete göçtüğü
sıralarda sekiz yaşlarında idi. Henüz çok küçük olduğu için,
Hz. Peygamber'den doğrudan doğruya rivayet ettiği
hadislerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan biri Ebu'l
Havrâ'nın rivayet ettiği şu hadistir:
"Hz. Hasan'a, Hz. Peygamber'den duyduğun hangi
hadisi hatırlıyorsun? diye sordum. O da şunu anlattı: "Şu
hadiseyi hatırlıyorum: Zekat hurmalarından bir hurma alıp,
ağzıma atmıştım. Hz. Peygamber o hurmayı ağzımdan
çıkardı. Oradakiler "ya Rasûlallah, bu çocuğun ağzına attığı
tek bir hurmayı, niçin geri çıkardınız?" dediler. O da "biz Âl-i
Muhammed'e sadaka (zekat) helâl değildir" buyurdu.
Hatırladığım diğer bir hadis de "Seni ilgilendirmeyen şeyleri
bırak, ilgilendiren şeylere bak..." hadisidir. Yine Dedem Hz.
Peygamber bana şu duayı da öğretmişti: "Ey Allah'ım! beni
hidayete erdirdiğin kimselerden eyle, âfiyet verdiğin
kişilerden eyle, dost edindiğin kullarının arasına kat!
Verdiğin şeyleri benim hakkımda mübarek kıl ve hüküm
verdiğin şeylerin şerrinden de koru. Senin dost edindiğin bir
kişi asla zelil olmaz"52
Buna mukabil Hz. Hasan'ın bu hadislerin dışında
başta babası Hz. Ali olmak üzere bir çok sahabîden rivayet
ettiği hadisleri vardır.
52
EBU DAVUD
A S H Â B-I
K İ R Â M
131
Kendisinden de mü'minlerin Annesi Hz. Aişe,
kardeşinin oğlu Ali b. Hüseyin, onun iki oğlu Abdullah ve elBakır ile İkrime, İbn Sirin, gibi diğer raviler radıyallâhu
anhüm hadis rivayet etmişlerdir.
Hz. Osman'a baş kaldıranlara karşı, halifeyi savunmak
için Hz. Osman'ın yanında ona yardım etmek için kalan
şahısların arasında Hz. Hasan da yer almıştır.
Hz. Hasan'ın ortaya çıkması, babası Hz. Ali'nin şehid
edilmesini müteâkiben, Kufelilerin kendisine beyat ederek
halife seçmeleriyle başlar. Hz. Hasan halife seçilirken ilk
beyat edenin Kays b. Sa'd olduğu söylenir Arkasından da
diğer Iraklılar beyat ettiler .53
Hz. Hâsan beyattan sonra "el-Mescidü'l-Camiye" çıkıp,
uzunca bir hutbe okudu. Sonra babasının katili
Abdurrahman b. Mülcem'i getirtti. İfadesini aldıktan sonra
ölümle cezalandırdı .
Hz. Hasan'ın cenazesine Ümeyyeoğullarından sadece
Medine valisi olan Saîd b. el-Ass katıldı başka hiç kimse
katılmadı. 54
Hz. Peygamber'in soyu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in
çocukları vasıtasıyle devam etmiştir. Hz. Hüseyin'in
soyundan gelenlere halk arasında "seyyid" Hz. Hasan'ın
soyundan gelenlere de "şerîf" veya "emir" adı verilir.
53
54
TABERÎ,
İBNÜ'L-ESÎR, ÜSDÜ'L-ĞÂBE
132
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hasan radıyallahu anh Kûfe’de hutbeye çıkıp: “Ey
Nâs! Biz ancak sizin ümerânız ve misafirleriniziz. Biz,
Allah’ın üzerlerinden bütün kötülükleri kaldırdığı Nebî’nin
ehl-i beytiyiz” buyurmuşlar ve bu sözleri tekrar ederek
herkesi ağlatmışlardır.
Sonra Hasan radıyallahu anh Medine-i Münevvere’ye
avdetle orada ikamet buyurmuşlardır. Ben-i Umeyye’nin
avanesi Hz. Hasan radıyallahu anh’ın hayat-i tayyibelerini
orada da rahat bırakmayıp o zatı muhteremi zevcesi “Ca’de”
ile zehirlemişlerdir. Hastalığı başlayınca, birâderi Hüseyin
radıyallahu anh’a: “Ey birader! Üç defadır zehirleniyorum.
Bu sefer ki gibi şiddetli hiç olmamıştı!”buyurmuştur.
Hz. Hüseyin radıyallahu anh: “Sizi zehirleyen
kimdir?” diye sual edince, “Niçin sual ediyorsun?
Katillerimle kıtal mi edeceksin? Ben onları Cenâb-ı Hak’a
havale ettim.” buyurmuşlardır.
Vefatları yaklaştığında, Hz. Aişe radıyallahu anh’ya
haber gönderip, hanesinde kurb-i ravza da kendileri için
kabir talep etmiş ve Hz. Aişe’den muvafık cevap almış idi.
Biraderi Hz. Hüseyin’e: “Ben öldüğüm vakit Kabr-i Nebî
cânibine defnim hususunda Aişe’den istizân eyle. İzin verirse
beni O’nun hanesine defneyle. Zannederim ki, ben-i Umeyye
seni bu işten men edeceklerdir. Eğer men ederlerse talebini
tekrar etmeyip beni Cennet-i Bâki’ye defneyle.” Buyurdular.
A S H Â B-I
K İ R Â M
133
Vefatını müteakip Hz. Aişe vasiyyetini yapmak istedi
fakat Medine-i Münevvere valisi Mervan ve sair ben-i
Umeyye âvânesi “Oraya hiçbir zaman defnolunmaz!”
dediler.
Bu haber Hz. Hüseyin’e ulaştığında silahlandılar.
Bunun üzerine mervan’ın adamları da silahlandı. Az kaldı
bir fitne hadisesi olacaktı. Ebû Hûreyre bu hadiseyi
işittiğinde: “Hasan’ı pederiyle beraber medfûn olmaktan
men etmek vallahi zulümdür. Vallahi Hasan, Rasûlullah’ın
oğludur.” Dedi. Sonra Hz. Hüseyin’e gelip and vererek:
“Biraderin eğer fitneden havf edersen beni mekabir-i
müslimine defn et! demedi mi?” diyerek, Cennet-i Bâki
kabristanına defnine Hz. Hüseyin’i razı etti. Radiyallahu
Anh, Rahmeten Vâsıa.
HAZRET-İ HÜSEYİN
Fahri Cihan, Peygamber-i Zîşan aleyhisselât-ü
vesselâm Hazretlerinin Kerimeleri Seyyidetünnisâ Fatımâtüz Zehrâ radıyallahu anha ve Aliyyil Mürtezâ radıyallahu
anh’ın oğlu ve Hasan radıyallahu anh’ın küçük kardeşidirler.
Hicret-i
Nebiyyenin 4. senesi Şaban ayının 5’i Salı
günü Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir.
Dedeleri Resûl-i Ekrem aleyhisselât-ü vesselâm tarafından
isimleri Hüseyin olarak tesmiye buyurulmuştur.
Rasûlullah Hz. Hüseyin de yedi günlük olunca akîka
kurbanı kesilmesini ve saçlarının kesilerek, ağırlığınca
gümüş tasadduk edilmesini emretti.
134
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin radıyallahu anh'a son derece düşkün olup
onları çok severdi. Onların hakkında,
"Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kolladığım iki
reyhanımdır. Hasan ve Hüseyin'i seven, beni sevmiş, onlara
kin tutan da bana kin tutmuştur" buyurmuştur.55
Peygamber efendimiz, bir gün, cenazelerin konulduğu
yerde oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, güreşmeye
başladılar. Peygamber efendimiz tebessüm ederek "Ha
gayret Hasan; Göreyim seni, yakala Hüseyin'i!" diyerek Hz.
Hasan'ı kayırınca, Hz. Ali: "Yâ Rasûlallah: Sen Hüseyin'i
kayırmalı değil miydin? Hasan daha büyüktür" dedi.
Peygamberimiz "Baksana Cebrail'de, Hüseyin'e: (Ha gayret
Hüseyin göreyim seni) diyor." Buyurdu .56
İmam Hüseyin radıyallahu anh gayet hâlim, selim,
kerim, edip, sâbur, zâhit, âbit, kâmil, Evsâf-ı Hamîde’yi câmi
ve şerefi bütün ümmete şâmil bir Zât-ı melâik sıfat idi.
Veliler silsilesinin Ser-tâcıdır.
Hazret-i Hüseyin radıyallahu anh’ın altı erkek, üç kız
olmak üzere dokuz evladı vardı. Nesilleri, Aliyyil evsât ile
Aliyyil asğar, Zeynel’abidin radıyallahu anh’dan devam
etmişlerdir.
55
56
AHMED B. HANBEL, MÜSNED,
ZEHEBÎ
A S H Â B-I
K İ R Â M
135
İmam Hüseyin radıyallahu anh’ın hamâseti, cesâreti
ve kahramanlığı dünyaya misâl olacak derecede yüksek idi.
Camiüs’sağir’deki bir Hadis-i Şerifte mealen: “Hasan
bana benzer, Hüseyin Ali’ye benzer.” Buyurulmuştur.
Hakîkaten Hazret-i Hasan radıyallahu anh, hilim ve teenni,
avfi ve idarede Peygamberimiz efendimize benzediği gibi;
göbekten yukarı kısımları da tamamen onu andırırdı.
Hazret-i Hüseyin radıyallahu anh ise atılganlık da,
cesaret ve kahramanlık da pederleri Hazreti Ali radıyallahu
anh’ya
benzerlerdi
ve
göbekten
aşağı
kısımları
Peygamberimizi andırırdı. Çok defa yaya olarak Haccı eda
ettikleri, oruç, namaz ve sadakaya çok ehemmiyet verdikleri
bilinirdi.
İbn-i Abbas radıyallahu anh bir gün Hz. Hüseyin’in
yanına gittiğinde “Ey amcamın oğlu! Gitmekten vazgeçip
bekleyecek misin? Eğer beklemeyip gideceksen sana
söyleyeceklerim var.
Senin yönelip gideceğin yerde helak olacağından,
kökünün kazınacağından korkuyorum! Çünkü Iraklılar
gaddar, vefasız, sözlerinde durmaz bir kavimdir. Sakın
onlara yaklaşma. Sen şu beldede otur. Çünkü sen Hicaz
halkının seyyidi ve ulususun. Eğer, Iraklılar dedikleri gibi
seni istiyorlarsa, onlara yaz; düşmanlarını (valilerini) sürüp
çıkarsınlar. Sonra yanlarına git. Burada oturmayacak,
oturmaktan kaçınacaksan, bari yemen diyarına git. Çükü
orada kaleler, vadiler var. Orası enine boyuna geniş bir
topraktır. Hem orada Baba’nın taraftarları da vardır. Orada
136
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
münzevî bir hayata kavuşmuş, halktan ayrılıp bir köşeye
çekilmiş de olursun. Orada halka yazılar yazar davetçilerini
her tarafa dağıtırsın. Böyle yaparsan istediğin selamet ve
afiyetin sana vasıl, böylelikle muradın hâsıl olacağını
umarım!” dedi.
Hz. Hüseyin “Ey Amcamın oğlu! Vallahi biliyorum ki,
Sen şefkatli bir öğütçüsün. Fakat ne yapayım ki ben gitmek
için derlenip toparlanmış bulunuyorum” dedi.
İbn-i Abbas radıyallahu anh “Eğer mutlak gideceksen,
kadınlarını ve çocuklarını yanında götürme. Vallahi Osman
bin Affan ‘ın kadın ve çocuklarının gözleri önünde
öldürüldüğü gibi, senin de öldürüleceğinden korkuyorum”
Hz. Hüseyin “Ey Amcamın oğlu! Ben ev halkımla
gitmekten başka bir şey düşünemiyorum. Müslim bin Akil,
Kûfelilerin bana bey’at ve yardım hususunda birleştiklerini
yazdı. Bunun üzerine bende onların yanına gitmek üzere
derlenip toparlandım.” Dedi.
İbn-i Abbas radıyallahu anh “Onlar seni harb için
çağırıyorlardır. Gitmekle acele etme. Babanın kardeşinin
Eshabı olduklarını söyleyen o kişiler, bir sabah başlarındaki
valileri ile birlikte gelip seninle birlikte çarpışacaklardır!
Sen Mekke’den çıkacak olursan İbn-i Ziyad senin yola
çıktığını haber alacak, sana mektup yazmış olanları ürkütüp
başından dağıtacak ve onlar sana en azılı düşman
kesileceklerdir. Sanıyorum ki, Sen bir sabah kadınlarının
A S H Â B-I
K İ R Â M
kızlarının
arasında
Osman’ın
öldürüldüğü
öldürüleceksin! İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” dedi.
137
gibi
Hz. Hüseyin: “ey amcamın oğlu sen artık iyice
yaşlandın.” Dedi İbn-i Abbas radıyallahu anh ise;“Eğer sen,
beni ziyaret etmiş olsaydın, seni durdurmak için iki elimle
başına sarılır, saçını yakalardım!” dedi ve ağladı.
Hz. Hüseyin “Vallahi falan yerde şöyle şöyle
öldürülmem için Mekke Hareminden çıkıp oraya girmem,
bana daha sevgili ve hayırlıdır!” dedi.
Bunun üzerine İbn-i Abbas Hz. Hüseyin’in üzerine
düşmekten vazgeçti ve oradan kalkıp gitti.
Hz. Hüseyin’in Kûfe Süvarilerine Hitabı
Hz. Hüseyin, Hûrr’un adamlarına hitaben bir
konuşma yaptı. Bu konuşmada Allah’a Hamdü Senâda
bulunduktan sonra şöyle dedi:
“Ey İnsanlar!
Rasûlûllah Aleyhisselâm buyurmuştur ki; ‘Kim zalim
bir sultanın Allah’ın haram kıldığına helal dediğini, Allah’ın
ahdini bozduğunu, Rasûlûllah’ın sünnetine muhalif olarak
Allah’ın kullarına düşmanlık ettiğini ve günah işlediğini
görür de onu elle veya dille değiştirmeye çalışmazsa,
Allah’ın zalim sultanı sokacağı yere (Cehennem’e) onu da
sokması, üzerine düşen bir haktır.’
138
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Haberiniz olsun ki! Onlar şeytana itaat, Rahman olan
Allah’a isyan eder fesatlık çıkarır, dîni cezaları istediklerine
verir, ganimetleri de arzu ettiklerine ikram ederler. Allah’ın
haram kıldığına helal derler. Helal kıldığına da haram derler.
Ben onların bu zulümlerini durdurmak için âzimetle gayret
etmem gerektiğini biliyorum.
Sizin bana bey’at ettiğinize dair beni düşmanlara
teslim etmeyeceğiniz ve bırakmayacağınız hakkında
gönderdiğiniz, mektuplarınız ve elçileriniz bana geldi. Eğer
bana bey’at ederseniz samimiyetinizi göstermiş, doğru ve
yerinde bir iş yapmış olursunuz.
Ben Hüseyin bin Ali’yim ve Rasûlûllah Aleyhisselam’ın kızı Fâtımâ’nın oğluyum. Benim vücudum sizinle
beraberdir. Benim ev halkımda sizinledir.
Eğer verdiğiniz sözün gereğini yapmaz, ahdini bozar,
yaptığınız bey’atdan tekrar dönerseniz ki; Vallahi buda sizin
için manevi mes’ûliyettir; yapmadığınız bir şey de değildir,
siz Babama da, Kardeşime de, amcamın oğlu Müslim’e de
aynı şeyi yaptınız.
Hâlbuki “Gerçekte aldanan bizi aldatandır. ”Sizin
nasibiniz yanılmanızdan yanlış iş tutmanızdan ibarettir. Siz
nasibinizi gaybetmiş yitirmiş bulunuyorsunuz.
A S H Â B-I
K İ R Â M
139
Yüce Allah’ın Kitabında bulunduğu gibi ‘Sana
gerçekten bey’at edenler, ancak Allah’a bey’at etmiş olurlar
Allah’ın himayesi siyaneti onların üzerindedir.’
Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş
olur. Allah beni sizden müstağnî kılacak (sizin yardımınıza
muhtaç etmeyecektir.)
“Vesselâmü aleyküm ve Rahmetullâhi ve berakâtüh.”dedi.
Hz. Hüseyin ‘in Allah’a Münâcâtı ve Kûfelilere Son Hitabı
Hz. Hüseyin, atının üzerine bindi, bir Mushaf getirip
önüne yerleştirdi. Kûfeli süvariler, Hz. Hüseyin’e doğru
ilerlemeye başlayınca Hz. Hüseyin ellerini göğe doğru
kaldırdı ve; “Ey Allah’ım! Her üzüntüde, sıkıntıda en sağlam
güvencim, her darlıkta ümidim sensin. Hakkımdaki her işte
benim en sağlam dayanağım Sensin…
Senin indirdiğin musîbetlerden sana sığınırım.
Tedbirler azalıp yetişmeyecek, dostlar arkadaşlar bırakıp
ayrılacak, düşmanlar sevinecek ne kadar musîbet ve kederler
varsa ben onların hepsinden şikayetimi yalnız Sana arz eder,
senden başkasından yüz çevirir, seni ister ve yalnız Sana
yönelirim YÂRÂB!... dedi ve zâlim yezidin âvanelerine karşı
yiğitçe çarpışmaya başladı.
Hz.
Hüseyin,
Hicrî
altmışbirinci
yılın
on
Muharreminde muaviyenin oğlu yezidin askerleri tarafından
140
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
bu çarpışmada Yezid’in emriyle Kerbelâ'da şehid edildi.
Kerbela fâciasında Hz. Hüseyin ile beraber “Ehlibeyt“ten
yetmişiki kişi daha
şehid düştü. Hz. Hüseyin Şehid
düştüğünde elliyedi yaşında idi.
HAZRET-İ HAMZA
Hz. Peygamber'in amcası, Şehidlerin serdârı
seyyididir. Hz. Hamza, orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli,
bir sahabîdir. Hz. Hamza radıyallahu anh keskin nişancı ve
Kureyş'in en şereflilerindendir. Mazlumlara yardım etmeyi
seven cesur bir kahramandır.
Hz. Hamza; Peygamberimiz aleyhisselâmın amcası
olup, Süveybe Hatun önce Hz. Hamza´yı, sonra da
Peygamberimiz aleyhisselâmı emzirmiş olduğu için, Hz.
Hamza Peygamberimiz aleyhisselâmın sütkardeşi idi.
Nübüvvetin 6. yılında Müslüman olmuştur.
Peygamberimiz aleyhisselâmın bir gün Safa tepeciğinin yanında oturduğu sırada, Ebu Cehil ile Adiyy b.
Hamrâ ve İbn Esda, oraya uğradılar. Ebu Cehil
Peygamberimiz aleyhisselâma hakaret etti. İslâm dinini ayıplamak, peygamberliğini tahkir etmek., gibi şeyler söyleyip;
kendisini çok incitti. Peygamberimiz aleyhisselâm ise ona
hiçbir şey söylemedi, kalkıp evine gitti.
Abdullah b. Cüd´an´ın azadlı kölesi bir hatun, evinden, Ebu Cehil´in bütün söylediklerini işitmişti. Ebu Cehil,
A S H Â B-I
K İ R Â M
141
Peygamberimiz aleyhisselâma söyleyeceklerini söyledikten
sonra, Kabe´nin yanında, Kureyşlilerin toplandıkları yere
gitti, onlarla oturdu.
Çok geçmeden, Hz. Hamza, yayı omuzunda olduğu
halde, oraya geldi.Kendisi Mekke dışından döndüğü zaman,
Kâbe´yi tavaf etmeden, evine gitmezdi.
Hz. Hamza, Kureyş yiğitleri arasında en şerefli ve en
güçlü olanı, taşkınlığa ve haksızlığa hiç dayanamayanı idi.
Safa tepeciğinden Kâbe´ye doğru giderken, azadlı
cariye ona: "Ey Umâre´nin babası! Kardeşinin oğlu
Muhammed sallallahu aleyhi vesellem´e biraz önce yapılan
kötülüğü görmüş olsaydın, tahammül edemezdin.
Muhammed ise onlara hiçbir şey söylemedi" dedi.
Hz. hamza kadının söylediği şeylerden son derece
öfkelendi ve hiç kimsenin yanında durmayıp, ebu cehil ve
avanesine yapacağını yapmak üzere hızla Mescid-i Haram´a
girdi. Ebu Cehil´in Kureyşlilerden bir cemaat arasında
oturduğunu gördü, ona doğru vardı. Heybetle başucuna dikildi, hemen yayını kaldırıp onun başına şiddetle vurdu.
Başını fena halde yaraladı.
"Sen misin yeğenime sövüp sayan? İşte, ben de onun
dinindeyim! Onun söylediğini söylüyorum! Gücün yetiyorsa,
o yaptıklarını bana da yap bakayım" dedi.
142
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ebu
Cehil´in
mensup
bulunduğu
Mahzum
oğullarından bazı kimseler, Hz. Hamza´ya karşı Ebu Cehil´e
yardım etmek üzere ayağa kalktılar ve ona: "Biz seni
dininden dönmüş görüyoruz!" dediler.
Hz. Hamza:
"O’nun (Hz. Muhammed aleyhisselâmın) dininin hak
ve gerçek olduğu, bence belli olmuştur! Beni ondan kim men
edebilir? Ben Muhammed´in Rasûlullah olduğuna şehadet
ediyorum. Onun söyledikleri Haktır. Vallahi, ben ondan
ayrılmam! Eğer sözünüzde sadık iseniz, haydi bana engel
olun bakayım?" dedi.
Ebu Cehil kendi kavminden olanlara: "Bırakın Ebu
Umâre´yi. Vallahi ben onun kardeşinin oğluna çok kötü
hakaret ettim" dedi.
Hz. Hamza evine dönünce: "Sen Kureyşlilerin seyyidi,
ulu kişisiydin! Atalarının dinini bıraktın” diyerek, şeytan ona
vesvese vermeye çalıştı. Geceyi, gözüne uyku girmeksizin,
şüpheler içinde geçirdi ve:
"Ey Allahım! Şu yaptığım şey doğru ise, onun doğru
olduğunu kalbime tasdik ettir! Değilse, bu hususta benim
için çıkar yolu kalbime doğdur!" diyerek Allah´a yalvardı.
Sonra da, Kâbe´ye gidip, göğsünü hakka açmasını ve
kendisinden şüpheyi, gidermesini Yüce Allah´tan diledi.
Ertesi günü, sabahleyin Peygamberimiz aleyhisselâmın
yanına vardı. Uykusunu kaçıran şüphe ve tereddütlerini
Peygamberimiz aleyhisselâma haber verdi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
143
"Ey kardeşimin oğlu! Ben öyle bir iş içine düştüm ki,
onun çıkış yolunu bilemiyorum. Ey kardeşimin oğlu! Senin
bana nasihat etmeni çok arzu ediyorum" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselâm ona va´z
u nasihatta bulundu. Ahiret azab ve nimetlerini anlattı. Onu
azab ile korkuttu, Cennet ile tebşir etti.
Yüce Allah Hz. Hamza´nın kalbine imanı Rasûlullah
aleyhisselâmın sözleri ile yerleştirdi. Kalbini yakîn ile
doldurdu.
Hz. Hamza bu yolda söylediği bir şiirinde şöyle dedi:
"Kalbimi İslâma yönelttiği zaman, Allah´a hamdettim.
O islam ki, kullarının bütün yaptıklarından haberdar olan;
hepsinin iyisini kötüsünü bilen; mâsiyetleri sebebiyle
kendilerini açlıktan, susuzluktan öldürmeyip, lutfu ile
muamele eden; kudretiyle herşeye üstün gelen Rabbü´lâlemîn tarafından gelmiştir.
Onun emirleri bize okunduğu zaman, kalb ve akıl
sahibi olanların gözlerinden yaşlar akar. Onlar apaçık Kur"ân
âyetleri olarak Ahmed´e gelmiştir ki, Ahmed Mustafa
içimizde sözü dinlenir ve kendisine boyun eğilir biridir!
Hayır! Vallahi, biz o kavimle aramızdakini kılıçla
halletmedikçe, kendisini hiç kimseye vermeyiz! Ona yardımı
kesmeyiz!"
144
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Hamza´nın Müslüman oluşu, Peygamberimiz
aleyhisselâmı çok sevindirdi ve müslümanları güçlendirdi.
Hz. Hamza, Yüce Allah´ın dinini kendileriyle güçlendirdiği
sayılı kişilerdendir.
Allah, ondan razı olsun! Amin.
Hz. Hamza Müslüman olunca; Kureyş müşrikleri
Peygamberimiz aleyhisselâma yapageldikleri işkencelerin bir
kısmından vazgeçtiler.
Mekke müşrikleri, hicretten sonra da rahat durmadılar. Peygamberimizin ve müslümanların Medine'den
çıkarılması için Abdullah b. Übeyy, Hazreç ve Evs kabilesi
müşrikleriyle ilişki kurdular. Müslümanların hac yollarını da
kapadılar.
Müşriklerin gözlerini korkutmak, Şam ticaret yollarını
keserek onları sıkıntıya düşürmek gerekiyordu. Peygamberimiz bu amaçla Hz. Hamza'yı Sifu'l-Bahr'e gönderdi. Otuz
kişilik bir kuvvetle Hz. Hamza belirtilen yere vardı.
Müşriklerin kervanı Sifu'l-Bahr’e gelmişti. Kervanda Ebû
Cehil de bulunuyordu. Üçyüz kişilik bir kuvvetleri vardı.
Henüz müşrik olan Mecdi b. Amr b. Cühenî bu iki
grubun arasına girdi. Hem müslümanlarla hem de
müşriklerle görüştü. Sonunda iki tarafı çarpışmaktan
vazgeçirdi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
145
Hz. Hamza, Bedir savaşında kahramanca savaştı.
Allah ve Rasûlünün hoşnutluğunu kazandı.
Müşriklerden Hârisû't-Temîmî, Hz. Hamza'nın
Bedir'deki durumunu anlatan bir rivayetinde şöyle diyor:
"Ne yaptıysa bize O yaptı"
Peygamber Medine'ye geldiğinde Yahudilerle anlaşma
yapmıştı. Yahudiler, Bedir savaşını müslümanların
kazanmasını hazmedemediler.
"Siz savaşın ne demek olduğunu bilmeyen adamlarla
çarpıştınız" dediler. Savaş için fırsat kollamaya başladılar.
Taşkınlıkları sebebiyle müslüman bir kadına edepsizlik
yaptılar bunu gören bir müslüman müdahale etmek isteyince
onu’da şehit ettiler.
Bu olay üzerine Peygamberimiz beyaz sancağını Hz.
Hamza'nın eline verip Kaynukaoğulları yahudilerinin
üzerine gönderdi. Kaynukaoğulları Yahudileri korktular ve
teslim oldular.
Bedir savaşı'nın acısını unutmayan Kureyşliler
yeniden savaş için hazırlığa başladılar. Bir yıl önceki
kervanın gelirini savaş için harcamaya karar verdiler. Savaş
için değişik müşrik kabilelerden yardım isteyerek büyük bir
kuvvet oluşturdular.
Cübeyr b. Mut'i'nin Vahşi adında Habeşli bir kölesi
vardı. Bu köle mızrak atmakta oldukça maharetli idi. Hz.
146
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hamza, Cübeyr b. Mut'im'in amcası Tuayma b. Adiyy'i Bedir
savaşında
öldürmüştü.
Cübeyr,
amcasının
acısını
unutmamıştı. Kölesi Vahşi ile konuştu. Hz. Hamza'yı
öldürmesi şartıyla kendisini serbest bırakacağını bildirdi.
Hz. Hamza muharebenin Medine dışında yapılmasına
taraftardı. Hattâ Peygamberimize "sana, kitabı indirmiş olan
Allah'a yeminederim ki, bu kılıcımla Medine dışında Kureyş
müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim" demişti.
Hz. Hamza Cuma günü oruçlu idi. Cumartesi müşriklerle karşılaştığı zaman da oruçlu bulunuyordu.
Peygamberimiz, sabahleyin "Rüyada, meleklerin,
Hamza'yı yıkadıklarını gördüm" diye buyurdu. Uhud
bölgesine varıldı, orduya savaş düzeni verildi. Kureyş'in
birinci bayraktarı Talha b. Ebî Talha, Hz. Ali tarafından,
ikinci bayraktarı Osman b: Ebî Talha da Hz. Hamza
tarafından öldürüldü. Sancaktarların ölmesi Kureyş'i şaşkına
çevirdi. Sarsıldılar, sendelediler. Halid b. Velid'in saldırıları
da sonuç vermedi.
Hâris b. Amr kızı ile Utbe'nin kızı Hind de Hz.
Hamza'yı öldürmesi için Vahşi'yi teşvik ediyorlardı. Vahşi,
açık dövüşmekten korkuyor, haince dövüşmeyi tercih
ediyordu.
Vahşi, Uhud Savaşındaki durumu şöyle açıklıyor:
"Halk arasında Ali'yi aradım. Çok uyanık, girişken, çevik,
çekingen ve etrafına çok bakınan bir adamdı. Kendi
A S H Â B-I
K İ R Â M
147
kendime:"benim aradığım adam bu değildir" dedim. O
sırada Hamza'yı gördüm. Mekkelileri kasıp kavuruyor, kesip
biçiyordu. Fırsat kollamak için kayanın arkasına gizlendim.
Bir ara Ümmü Emmâr "var mı benle çarpışacak bir yiğit'
diyerek meydan okuyordu. Hamza ona: "Allah ve Rasûlüne
sen misin meydan okuyan' dedi. Göz açtırmadan,
bacaklarından vurdu yere serdi. Zeminin kayganlığından
ayağı kayıp düşünce mızrağımı fırlatıp attım; göğsünden
Hamza’yı vurdum."
Hz. Hamza'yı Şehid eden Vahşi daha sonra bir kenara
çekilir. Hind üzerindeki takılarını çıkarır Vahşi'ye verir. Hz.
Hamza'nın yanına gelen Hind, onun burnunu, kulaklarını
keser, cesedine işkence yapar, hatta ciğerini bile çiğneyerek
parçalar.
Vahşi müslüman oluşunu anlatırken: "Mekke'nin
fethinden sonra Mekke'ye gelerek Rasûl-i Ekremi gördüm.
Bana dedi ki: "Sen Vahşi misin?" "Evet" dedim Hamza'yı sen
mi şehid ettin? buyurdular. "Öyle oldu" dedim. Bunun
üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: "bana yüzünü
göstermemen mümkün mü? Ben de mahcubiyetimden çıkıp
gittim. Rasûlullah'ın vefatından sonra yalancı peygamber
Müseyleme ortaya çıktı. Belki bu yalancıyı öldürürüm de
günahıma keffâret olur diye düşündüm. Müslûmanlarla
birlikte Yemâme'ye gittim ve bildiğiniz gibi Mûseyleme'yi
öldürdüm.57
Allah Rasûlünün Hz. Hamza'ya derin bir sevgisi vardı.
Bu sebeple de Vahşi'yi görmek istememişti.
57
HADİS, BUHÂRÎ
148
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Peygamberimiz, Hz. Hamza'nın şehit olduğunu öğrenince onun başı ucuna geldi cenaze namazını kıldırdı ve
O’na dua etti. Hz. Hamza, kız kardeşi Safiyye'nin getirdiği
bir hırka ile kefenlendi ve Uhud'a defnedildi. Hz.
Peygamber'den iki yaş büyük olan Hamza, öldürüldüğünde
elli yedi yaşında idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem öldürülen her şehid ile beraber Hamza'nın
namazını tekrarlamış; o gün yetmiş iki defa onun cenaze
namazını kıldırmıştır.
Hz. Hamza'nın eşi, çocukları Medine'de olmadığı için
şehâdetine ağlanmamış bunu gören Hz. Peygamber
"Hamza'nın niçin ağlayanları yok" buyurmuştur. Bunu
duyan Ensâr önce Hamza için sonra kendi şehidleri için
ağlamaya başlıyorlar. Tarihçi Vâkıdî benim zamanıma kadar
bu adet devam etmekteydi diye naklediyor.58
Hz. Hamza, bir gün Peygamber efendimize gelerek
Cebraîl aleyhisselâm'ı asli yapısıyla görmek istediğini
bildirdi. Peygamberimiz, Hz. Hamza'ya "O'nu görmeye
dayanabilir misin?" diye sordu. Hz. Hamza, "inşallah
dayanabilirim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber
efendimiz "otur, öyleyse" buyurdular. Cebrail aleyhisselâm
Kâbe'ye indi. Peygamberimiz Hz. Hamza'ya "Kaldır gözünü,
bak" dedi. Hz. Hamza bakıp, Cebrail'in zebercede benzeyen
ayaklarını görünce bayıldı. Arkasının üzerine düştü.59
Hz. Hamza Peygamber'den şu hadisi rivâyet etmiştir:
"Şu duayı hiç bırakmayın; "Allahümme inni es'eluke
bismike'l-a'zam ve rıdvânıke'lekber".60
İBNÜ'L-ESİR, USDÜ'L-GÂBE
IBN SA'D TABAKAT'
60 İBNÜ'L-ESİR, USDÜ'L-GÂBE
58
59
A S H Â B-I
K İ R Â M
Seyyidül Şühedâ Hz. Hamza
Peygamberin amcası Seyyidül Şühedâ,
Etti canını O, Allah yolunda feda.
Yiğitlikte benzemez kimse, O aslan avcısına,
Çıkılmazdı meydanlarda, O’nun karşısına.
Dua ederdi altında Kâbe örtüsünün,
Bende Allâha îman ettim diye haykırdı birgün.
Peygambere cahiller işkence eder dururdu,
Hamza müslüman olunca işkenceler durdu.
Birgün avdan dönerken dedi ki kadının biri,
Ammi yetiş müşrikler incitti peygamberi.
Aslan gibi hücum etti mekkeli müşriklere,
Dedi çıksın meydana hakaret edenler peygambere.
Câhil mağrurlardan biri atıldı ileri,
Hamzanın darbesiyle çekildi hemen geri.
Bundan sonra bende, dinindeyim yeğenimin,
Bilmezmisiniz ki onun adı, Muhammedül Emîn.
Abdulmuttalibin oğlu Safiyenin kardeşi,
O korkusuz Cengâverin yiğitlikte yoktur eşi.
Bedirde meydanlarda yenilmedi, kükredi,
Müşrikler korkusundan, tirtir titredi.
Uhud’da şehîd oldu peygamberin yanında,
Rasûlullah ağladı, şehâdeti anında.
Şefâatın umarız O mübârek şehidin,
Uhud’a gidince Hamzâ’ya selâm verin.
149
150
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
HAZRET-İ DIRAR B. EZVER
Dırar b. Ezver radıyallahu anh Rumlara esir düştü,
türlü işkencelere maruz kaldı. Kılıç darbeleri arasında kan
revan içinde baygın olarak yere yıkıldı ama davasından zerre
miktar taviz vermedi.
Dırar İbni Ezver radıyallahu anh korkusuz kahramanlardandır. Cesaret ve secaatiyle meşhur bir yiğittir. Ünlü
atı Muhabber'in sırtında çeşitli savaşlara katılan ve arslanlar
gibi düşmana hücum eden bir cengaverdir.
O, Esedoğullarının zenginlerindendi. Bine yakın
devesi ve bunları güden birkaç çobanı vardı. Babası Ezver
lakabıyla tanındığı için o da Dırar İbni Ezver diye şöhret
buldu. Asıl adı Dırar İbni Malik İbni Evs el-Esedi'dir.
Dırar İbni Ezver 630 m. senesinde kabilesinden bir
heyetle Medine'ye geldi. Resulullah sallallahu aleyhi
vesellem efendimizin huzurunda Lamiyye" kasidesini
okudu. Bu kasidesinde o, içki, kumar, eğlence gibi zevkleri
bıraktığını, ailesini ve bütün servetini terkederek müşriklere
karşı savaşmaya geldiğini ve bu alış-verişte zararlı
çıkmayacağını ümit ettiğini ifade etti. Sevgili Peygamberimiz
de kasideyi dinledikten sonra ona: Karlı bir alışveriş yaptın
Ey Dırar!" dedi. O da kelime-i şehadet getirerek islam'la
şereflendi.
Ne güzel teslimiyet ve ne kârlı alışveriş!... Dünya
zevklerinden vazgeçip ebedi zevklere ermek... Gönlünü
islam'ın nuruyla aydınlatıp o nurla dünyaya veda etmek...
A S H Â B-I
K İ R Â M
151
Allah'ım bizlere de böylesi teslimiyet ve kârlı alışveriş nasib
et!.. O nura sahib olarak huzuruna kabul et!.. Amin.
Sevgili Peygamberimiz Dırar radıyallâhu anh'daki bu
samimi teslimiyeti görünce onu çeşitli kabilelere elçi olarak
gönderdi. Kendi kabilesi Esedoğullarında çıkan Tuleyha İbni
Huveylid diye birinin dinden dönerek peygamberlik
iddiasında bulunması üzerine onu, Beni Esed yöneticilerini
yakından gözetlemekle görevlendirdi. Dırar bu yöneticilerin
Tuleyha'nın gücünden korktuklarını gördü ve Tuleyha'ya
karşı harekete geçerek kabiledeki müslümanları bir araya
topladı. Fakat bu sırada iki Cihan Güneşi efendimizin dar-ı
bekaya irtihalleri haberi geldi. Bunun üzerine o, müslüman
yöneticilerle birlikte Medine-i Münevvere'ye döndü.
Dırar radıyallâhu anh çeşitli bölgelerin fethi sırasında
Halid İbni Velid radıyallâhu anh'ın emrindeki orduda yer
aldı. Temimoğulları üzerine gönderilen birliklerden birine
kumandanlık yaptı. Zekat toplanmasına karşı çıkan Malik
İbni Nuveyre ve adamlarıyla çarpıştı. Hepsini esir alarak
Halid İbni Velid radıyallâhu anh'a teslim etti.
O, Kadisiye, Hire, Yermük, Şam ve Halep'in fethinde
bulundu. Yemame'de büyük kahramanlıklar gösterdi. Şam
civarında devam eden muharebelerde 100 kişilik keşif
kolunda düşman kuvvetlerine yakalanarak esir düştü. Fakat
arkadaşlarının şiddetli hücumlarıyla kısa müddette
kurtuldu. İkinci defa esir düştü. Bu sefer başından çok acıklı
sahneler geçdi. Türlü işkencelere maruz kaldı. Kılıç darbeleri
arasında kan revan içinde baygın olarak yere yıkıldı ama
152
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
davasından zerre miktar taviz vermedi. Onun esaret altında
çektiği işkence tüyler ürpertir. Gösterdiği yiğitlik de göğüs
kabartır. O Hirakl'in karşısında eğilmedi. Daha gür imanla
islam'ı savundu. Bu karşılıklı konuşma şöyle gerçekleşti:
İmparator Hirakl üst üste alınan hezimetlerden dolayı
çok üzgündü. Dırar ve arkadaşlarının esir alındığını işitince
çok sevindi. Derhal getirilmesini emretti. Karşısına
çıkarılınca: Arabların fırka kumandanı Dırar sen misin?"
dedi. Dırar radıyallâhu anh da: Evet! Peygamber yolunda
sizinle harbeden Dırar benim!" dedi. Hirakl: Kendini
askerlerinin yanında mı sanıyorsun da öyle sert
konuşuyorsun." dedi. Dırar: Her nerede olsam din
düşmanlarına karşı göğsümü gere gere cevab vermekten
çekinmem. Sen beni korkar mı zannediyorsun?" dedi. Hirakl:
Kime güveniyorsun? Burasının askerlerimin merkezi
olduğunu unutuyor musun?" dedi. Dırar: İslamiyet, güneş
gibi adaletiyle her tarafı kaplamağa başladı. Hala sen
kendine teselli vermek istiyorsun!" diye cevap verdi. Hirakl:
Bilmiş ol ki, şu anda vucudunu paramparça yapmak benim
için zor değil!" dedi. Dırar radıyallâhu anh da: Huzuru
Muhammed'i de bulunmuş bir müslüman yetmiş tane Hirakl
olsa hiçe sayar, tehdidine aldırmaz. Senin son yapacağın
öldürmek değil mi? Gideceğim yer huzur-u Rasulullah'tır.
İslam için terk-i hayat etmek bize her şeyden lezzetlidir."
diye karşılık verdi.
Dırar radıyallâhu anh'ın yiğitce verdiği bu cevaplar
Hirakl'in umerasını gazablandırdı. Her birisi ellerini
kılıçlarına götürdü ve bir ağızdan Hirakl'e: Bu arabı niçin
A S H Â B-I
K İ R Â M
153
böyle konuşturuyorsunuz? Hayatının luzumu var mı?"
dediler. Hirakl de: İcabına bakınız diye emretti. Bir anda
otuz-kırk kılıç birden Dırar radıyallâhu anh'ın vucuduna
inmeğe başladı. Ağır şekilde yaralanarak kan revan içinde
kaldı. Kininden kibrinden küplere binen Hirakl: Sağ
bırakmayınız! diye bağırıyordu. Bu dehşetli hal karşısında
daha önce islam'ı kabul eden ancak gizli tutan General Mika
ne yapacağını şaşırdı. Yüreği kan ağlıyordu. Din kardeşinin
helak olmasına engel olamıyordu. Ne çare ki sahiblense
kendini de telef edeceklerdi. Bir tedbir olarak Hirakl'e: Ey
Melik! Bunu burada telef etmek ne faide verecek. Onu tedavi
edelim ve herkese ibret olsun diye halkın gözü önünde
asalım." dedi. Bu teklif Hirakl'in hoşuna gitti ve: Öyleyse
buradan kaldır. Evine götür. İyileşince asalım" dedi.
Bu müsaadeden pek sevinen General Mika, Dırar'ı
evine götürdü. Orada gözlerini açan Dırar Mika'ya: Eğer
müslümansan bana yardımını esirgeme. Hristiyan isen insani
vazifeni yap." dedi. General Mika: Korkma ya Dırar!
Muhammed'in aşkına sana her türlü yardımı yaparım. Yeter
ki, sen iyileş. Askerinle birlikte firar bile ederiz" dedi.
Mika'nın bu hayat bahşeden sözlerinden pek memnun
olan Dırar bir kaç hafta sonra sağlığına kavuştu. Kızkardeşi
Havle binti Ezver'e bir mektup yazdı ve Mika vasıtasıyla
gönderdi. Bu sırada Antakya müslümanlar tarafından
muhasara altına alındı. Allah Teala herşeye kadirdi. General
Mika bir fırsatını buldu ve Dırar İbni Ezver ile arkadaşlarını
islam ordusu tarafına kaçırdı. Bu kahraman yiğit yeniden
zırhını giydi ve rumlara karşı: Ey ehl-i Salib!.. Evvelce esir
154
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
tuttuğunuz Dırar benim. Hamran'ı Batros'u öldüren benim"
diye meydana atıldı. Karşısına çıkan Istafanı şaşırtıp bir
kılıçda yere serdi. Oradan Halid İbni Velid radıyallâhu
anh'ın üzerine yürüyen Vardan'a hucum etti. Onu da yere
serince rumlar Şam'a doğru kaçışmaya başladı.
Dırar İbni Ezver radıyallâhu anh hiç bir zaman
hayatını Allah için tehlikeye atmaktan çekinmedi. Daima din
uğruna feday-ı can etti. Bu savaşta onunla birlikte üç bin
müslüman şehid oldu. Kabri Ürdün'de Dırar köyünde bir
mescidin içinde bulunmaktadır. Cenab-ı Hak'tan şefaatlerini
niyaz ederiz. Amin.
HAZRET-İ HALİD B. VELİD
Hâlid bin Velid, Kureyş arasında süvâriliği ve askerliği
ile tanınırdı. Bedir ve Uhud savaşlarında henüz Müslüman
olmadığından düşman birliklerinin kumandanıydı. Hudeybiye’de de düşman tarafında idi.
Kardeşi Velid, Bedir’de esir edildi. Fidye karşılığında
serbest bırakılıp, Mekke’ye dönünce, îmâna geldi ve tekrar
Medîne’ye döndü. Oradan, Hz. Hâlid bin Velid’in Müslüman
olması için, teşvik edici mektuplar gönderdi. Rasûlullah
efendimiz de Ona teşvik edici sözler söyledi.
Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin sözlerini
haber alınca, İslâma meylı arttı. Peygamberimizin yanına
gitmek için hazırlandı. Bu durumu kendisi şöyle anlatıyor:
A S H Â B-I
K İ R Â M
155
"Allahü teâlâ, benim hayrımı dilediği zaman, kalbime
İslâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri anlayacak
hâle getirdi. Kendi kendime dedim ki:
- Ben, Muhammed’e karşı her savaşta bulundum.
Bulunduğum savaşlardan hiçbiri yoktur ki, dönerken, aykırı
ve yanlış bir iş üzerinde bulunduğumu ve Muhammed’in,
muhakkak gâlip geleceğini içimde sezmiş olmayayım!
Rasûlullah efendimiz, Hudeybiye’ye çıkıp geldiği
zaman, ben de, müşrik süvârilerinin başında yola çıktım.
Usfan’da, Rasûlullah efendimizle Ashâbına yaklaşıp
gözüktüm. Rasûlullah efendimiz, bizden emîn bir sûrette
Ashâbına öğle namazını kıldırıyordu. Üzerlerine, birden
baskın yapmayı düşündükse de, gerçekleşmedi. Böyle olması
da, hayırlı oldu.
Rasûlullah efendimiz, kalbimizden geçenleri sezmiş
olmalı ki, ikindi namazını, Ashâbına korku namazı olarak
kıldırdı. Bu, bana çok tesir etti. Kendi kendime, “Bu zât,
herhâlde, Allah tarafından korunuyordur” dedim. Mekke’ye
döndüğümde, çeşitli düşünceler içinde bocalıyordum.
Ertesi sene, Rasûlullah efendimiz umre için Mekke’ye
gelip girince, Ondan gizlendim. Kendisinin Mekke’ye girişini
görmedim.
156
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Kardeşim, Velid bin Velid de umre için gelip Mekke’ye
girmişti. Beni arayıp bulamayınca, bana bir mektup yazmış
ve mektubunda şöyle demişti:
Doğrusu, ben, senin İslâmiyetten böyle tedirgin olmak
ve yüz çevirip gitmekteki görüşün kadar şaşılacak bir görüş
görmedim! Hâlbuki, eğri yola gitmekten seni alıkoyacak bir
aklın da var! Aklını kullansan ya! İslâmiyet gibi bir dîni, nasıl
olurda bilmezsin ve rasulullaha tâbi olmazsın ?
Rasûlullah efendimiz, seni, bana sordu. "Hâlid
nerededir?" dedi. Ben de, "Allah, onu getirir" dedim.
Rasûlullah efendimiz bunun üzerine buyurdu ki:
- Onun gibi bir adam, İslâmiyeti bilmez ve tanımaz
olabilir mi? Keşke o, bütün savaş ve çabalarını
Müslümanların yanında, müşriklere karşı gösterseydi,
kendisi için ne kadar hayırlı olurdu! Biz, kendisini
başkalarına tercih eder, üstün tutardık!
- Ey kardeşim! En elverişli, en yararlı yerlerde kaçırmış
bulunduğun fırsatlara acele yetiş!
Bana, kardeşimin bu mektubu gelince, gitmek için,
acele ettim. İslâmiyete olan isteğim de arttı. Rasûlullah
efendimizin söyledikleri ise, beni çok sevindirdi, ferahlattı.”
Hâlid bin Velid söyle anlatır: Kardeşimin mektubu
bana ulaşınca, Müslüman olma arzûsu bende çok
kuvvetlendi. Gitmek için acele ediyordum. Rasûlullahın
A S H Â B-I
K İ R Â M
157
söyledikleri beni çok sevindirmişti. O gece uyurken,
rüyâmda sıkıntılı dar ve çöl gibi susuz yerlerden, yemyeşil
geniş ve ferah bir yere çıkmıştım. Medîne’ye varınca, bu
rüyâmı Hz. Ebû Bekir’e anlatıp, tâbirini ondan sormaya karar
verdim.
Ben Rasûlullaha gitmek için hazırlanırken, “Acaba
oraya giderken bana kim arkadaş olabilir” diye
düşünüyordum. Safvân bin Ümeyye’ye rastladım. Vaziyeti
ona anlattım. O teklifimi reddetti. Daha sonra İkrimeye
rastladım. O da aynı şekilde dâvetimi reddedince,
Hayvanıma binip, Osman bin Talha’nın yanına vardım.
Müslüman olmak üzere, Peygamberimize gideceğimi,
kendisinin de gelmesini söyledim. Tereddütsüz kabul etti ve
ertesi günü seher vakti beraberce yola çıktık. Hadde denilen
yere vardığımızda, Amr bin Âs ile karşılaştık. O da Müslüman olmak için Medîne’ye gidiyordu.
Hep beraber Medîne’ye vardık. Elbisenin en güzelini
giyip, Rasûlullah efendimizle görüşmeye hazırlandım. O
sırada kardeşim Velid geldi ve dedi ki:
- Acele et! Çünkü Peygamberimize sizin geldiğiniz
haber verilmiş ve O da çok sevinmiştir. Şimdi sizi bekliyor.
Ben de acele ile O yüce Peygamberin huzuruna
vardım. Gülümsüyordu. Selâm verip dedim ki:
- Allahtan başka ilâh olmadığına ve senin de Allahın
Peygamberi olduğuna sehâdet ediyorum.
158
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Rasûlullah efendimiz de:
Sana hidâyet veren, doğru yolu gösteren Allaha hamd olsun.
Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun, er veya geç seni
selâmet ve hayra ulaştıracağını umuyordum. Buyurdu.
Sonra günahlarımın affı için, Allahü teâlâya duâ
etmesini istedim. “Allah kişinin müslüman olmadan önce
işlemiş olduğu günahları mağfiret eder” buyurdular.
Peygamber efendimiz, bana, kendi evinin yanında bir
yer verdi. Beni savaşta hep süvâri birliklerinin başına
kumandan tâyin etti. Daha sonra Mekke’de iken gördüğüm
rüyâyı Hz. Ebû Bekir’e anlattım. O da buyurdu ki:
- Görmüş olduğun o ferahlık yer, Allahü teâlânın, seni,
müşriklikten İslâmiyete erdirmesidir.
Hz. Hâlid bin Velid’in Müslüman olması, hicretin
sekizinci yılında oldu. Müslüman olduktan sonra Medîne’de
yerleşti.
Hz. Hâlid bin Velid, Müslüman olduktan sonra, ilk
olarak Mûte gazâsında bulundu. İslâm askeri Mûte’ye
hareket ederken, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Cihâda çıkacak olan şu insanlara Hz. Zeyd bin
Hârise’yi kumandan tâyin ettim. Eğer o şehîd olursa, yerine
Ca’fer bin Ebî Tâlib geçsin. O da şehîd olursa, yerine
Abdullah bin Revâha geçsin. Eğer o da şehid olursa, aranızda
münâsip gördüğünüz birini seçip, ona tâbi olursunuz.
A S H Â B-I
K İ R Â M
159
Mûte harbi başladı. Şiddetli çarpışma olurken; Hz.
Zeyd bin Hârise, Hz. Ca’fer ve Hz. Abdullah bin Revâha
sırasıyla şehîd oldular. Sonra sancak Hz. Sâbit bin Akrem’e
verildi. O, sancağı bir yere dikip, mücâhidleri yanına çağırdı.
Herkes toplanınca dedi ki:
- Aranızdan birini kendinize kumandan olarak seçiniz
ve ona tâbi olunuz!
Ona dediler ki: Biz seni kumandan seçtik.
Bunun üzerine, “Ben bu işi yapamam” dedi ve Hz.
Hâlid bin Velid’e dönerek dedi ki:
- Yâ Hâlid! Senin savaş tecrüben, askerî bilgin, askeri
heyecanlandırarak harekete geçirmen benden fazladır.
Sancağı acele al! Savaş devam ederken bu işlerle
oyalanmamız bizim aleyhimize oluyor!
Böylece Hz. Hâlid bin Velid sancağı aldı. Akşam vakti
yaklaşmış idi. Güneş batıncaya kadar pek müthiş çarpıştı.
Onun bu mahâretine kâfirler bile şaşırdılar. Akşam oldu.
Sabahleyin tekrar saldırılacaktı.
Hz. Hâlid bin Velid, şaşılacak derecede askerî dehâya
ve savaş tecrübelerine sahip bir kahramandı. Sabah olunca,
İslâm askerinin düzenini değiştirdi. Sağ taraftakileri sol
tarafa, sol taraftakileri sağ tarafa, ön taraftakileri arka tarafa
ve arka taraftakileri ön tarafa aldı.
160
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Rum askerleri, daha önce tanımış oldukları kişilerle
karşılaşmayınca, hepsi birden şaşırdılar. “Demek ki, bunlara
yardımcı kuvvetler gelmiş” diyerek korkuya kapıldılar.
Hz. Hâlid bin Velid’in kumandasındaki mücâhidler,
Rum askerlerinin morallerinin bozulmasından istifade edip,
hücûma geçtiler. Üç bin kişilik İslâm askeri, Heraklius’un
yüzbin kişilik ordusunu bozguna uğrattı.
Başkumandan Hz. Hâlid bin Velid’in elinde, o gün
dokuz kılıç parçalandı. Rum askerinin çoğu kılıçtan geçirildi.
Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velid’in, bu fevkalâde
başarısını haber aldığı zaman, onu “Seyfullah” lâkabı ile
şereflendirdi.
Hâlid bin Velîd hazretleri, başında sarığı arasında bir
sakal-ı şerîf taşırdı. Bunu taşıdığı her muhârebede zafer
kazanırdı. Bütün savaşlarda muzaffer olmasının sebebini
sorduklarında, sarığını çıkarıp, içindeki mübârek sakal-ı
şerîfi gösterir ve onun sayesinde zafer kazandığını söylerdi.
Peygamber efendimiz Hz. Hâlid bin Velid’i Benî
Huzeyme kabîlesini İslâma dâvet için gönderdi. Onlarla
anlaşma yaptı. Hicretin onuncu senesinde, yine Hz. Hâlid
bin Velid’i, Hâris bin Kâ’b oğullarına gönderdi. Peygamber
efendimiz, ilk üç gün kılıç kullanılmamasını tenbih etmişti.
Bunun için Hz. Hâlid bin Velid, tatlılıkla işi halletti ve onlar
da İslâmı kabul ettiler.
A S H Â B-I
K İ R Â M
161
Hz. Hâlid bin Velid, Hâris bin Kâ’b oğullarının İslâma
gelmesi üzerine, Peygamber efendimize bir mektup
gönderdi. Bu mektup şöyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Hâlid
bin
Velid
tarafından, Allahü teâlânın Resûlü Peygamberimiz
Muhammed aleyhisselâma, Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!
Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya hamd
ederim. Yâ Resûlallah, beni, Hâris bin Kâ’b Kabîlesine
gönderdiniz. Onlarla üç gün savaşmamamı ve onları İslâma
dâvet etmemi, Müslüman olurlarsa, aralarında kalmamı ve
İslâmın esaslarını, Allahü teâlânın kitabını ve Resûlünün
sünnetini öğretmemi, eğer Müslüman olmazlarsa savaşmamı
emir buyurmuştunuz.
Ben de, emr-i şerîfleriniz üzere hareket ederek, Hâris
bin Kâ’b oğullarına üçgün nasîhat edip, İslâmı tebliğ ettim.
Süvârilerim, “Ey Benî Hârisler! Selâmete ermek
isterseniz, Müslüman olunuz!” diye onları İslâma dâvet
ettiler. Onlar, hiç çarpışmadan Müslüman oldular. Ben de
onlara, Allahü teâlânın emirlerini, Resûl aleyhisselâmın
sünnet-i şerîflerini öğrettim.
Yâ Resûlallah! Bundan sonra, nasıl hareket etmem
gerektiği hakkında ikinci bir emr-i şerîfiniz gelinceye kadar
burada bekleyeceğim. Esselâmü aleyke yâ Resûlallah.
162
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Peygamber efendimiz de, Hz. Hâlid bin Velid’in
mektubuna şöyle cevap yazdırdılar:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlânın Resûlü
Muhammed aleyhisselâmdan, Hâlid bin Velid’e, Esselâmü
aleyke Yâ Hâlid! Allahü teâlâya hamd ederim. Benî Hâris bin
Kâ’blıların kendileriyle çarpışmanıza ihtiyaç kalmadan
Müslüman olup, Allahü teâlânın birliğine ve Muhammed’in,
O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ettiklerini ve
hidâyete kavuştuklarını haber veren mektubunu elçiniz bana
getirdi.
Allahü teâlânın ve Resûlünün emirlerine göre hareket
ederlerse, onları âhiret nîmetleriyle müjdele! Eğer aykırı
hareket ederlerse âhiret azâblarıyla korkut! Sonra buraya gel!
Onların elçileri de seninle beraber gelsin!
Vesselâmü aleyke ve rahmetullahi ve berekâtühü."
Hz. Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin
vefâtlarından sonra, Hz. Ebû Bekir devrinde ortaya çıkan ve
Peygamberlik iddiasında bulunan bâzı kimseler üzerine
yürüdü. Bunlardan Tuleyha ve avânesini öldürdü ve Ayniye
bin Husayn’i yakalayıp Medîne’ye getirdi.
Yemâme’de
Müseylemet-ül-Kezzab’in
ordusunu
dağıttı. Bu muharebede Müseyleme’nin ordusundan
yirmibin kişi, Müseyleme de Hz. Vahşî tarafından öldürüldü.
İslâm ordusundan ikibin asker şehîd oldu.
A S H Â B-I
K İ R Â M
163
Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin vefâtından
sonra mürted olanlarla ve zekât vermek istemeyenlerle
uğraştı.
Hâlid bin Velid, Hz. Ebû Bekir tarafından, İslâmın
yayılması
için,
Irak
tarafına
gönderildi.
Muzar
muharebesinde otuzbin İran askeriyle çarpıştı. Galip geldi.
Çoğunu nehre döktü. İranlı kumandan Hürmüz’le müthiş
çarpışmalar oldu.
Hz. Hâlid bin Velid’in kumandanlarından Hz. Ka’ka
bin Amr fevkalâde kahramanlıklar gösterdi ve kalın
zincirlerle yapılmış istihkâmları kırdı. İran ordusuna karşı
muzaffer oldular.
Hz. Hâlid bin Velid, Kesker’de, İran’ın büyük bir
ordusunu âni gece baskınıyla hezimete uğrattı. İran
kumandanı, kederinden öldü. Hz. Hâlid bin Velid, Elis’te de
İranlılarla yapılan savaşta, gösterdiği kahramanlıklarla
askerini coşturdu. Bu savaşta da gâlip geldi.
Hâlid bin Velid, Hîre üzerine yürüdü. Kaleyi kuşattı.
Görüşmek üzere bir kimse istedi. Hîreliler dediler ki:
- Öldürmezseniz göndeririz!
Hz. Hâlid bin Velid öldürmeyeceklerini söyleyince,
Abdülmesih bin Hayyam ile Hîre vâlisi, Hz. Hâlid’in
huzuruna geldiler. Hz. Hâlid onlara dedi ki:
164
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Sizi Allaha ve İslâma dâvet ediyorum. Eğer
Müslüman olursanız, Müslümanlara âit olan haklara sâhip
olursunuz ve Müslümanın yapacağı vazifeleri de yaparsınız.
Bunu kabul etmezseniz, cizye verirsiniz. Bunu da kabul
etmezseniz, sizin yaşamaya karşı olan hırsınızdan daha fazla
şehîd olmaya karşı istekli olan bir orduyla geldim.
Bunları söylerken Abdülmesih’in elinde bir şişe
görerek, şişedekinin ne olduğunu sordu. Abdülmesih söyle
cevap verdi:
- Yâ Hâlid! Bu zehirdir. Eğer sen, bizim arzûlarımıza
uygun bir anlaşma yaparsan ne âlâ. Milletimin arzûlarına
uygun olmayan bir anlaşma ile gitmektense, bu zehiri içerek
hayatıma son vereceğim.
Hâlid bin Velid, zehiri Abdülmesih’in elinden aldı ve
“Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihi sey’ün fil’ardi velâ
fissemâi ve hüves-semî’ul-alîm" diyerek sonuna kadar içti.
Abdülmesih ve Hîre vâlisi, Hâlid bin Velid’i hemen
ölecek diye beklediler. Sonra Abdülmesih ve vâli anlaşma
şartlarını görüşmek üzere kaleye girdiler. Halk onları
merakla bekliyordu. Abdülmesih onlara dedi ki:
- Ben, kendilerine zehir tesir etmeyen bir kavmin
yanından geliyorum.
Sonra kavmiyle istişâre edip, tekrar Hz. Hâlid bin
Velid’in yanına gelerek dedi ki:
A S H Â B-I
K İ R Â M
165
- Biz, sizinle harp edemeyiz, fakat dîninize de
giremeyiz! Size cizye vermeye hazırız!
Bundan sonra, doksanbin dinar üzerinden sulh
anlaşması yaptılar.
Hz. Hâlid bin Velid buraları emniyet altına aldıktan
sonra, Anbar kalesini muhasara etti. Sulh yoluyla şehri ele
geçirdi. Bundan sonra, Mehran’ın, Müslümanlarla savaşmak
üzere Aynüttemr’de hazırlık yaptığını haber aldı. Üzerine
giderek bu kaleyi de fethetti.
Hz. Hâlid bin Velid, Hîrelilerle yaptığı sulhnâmeyi
bitirince, İran hükümdarına ve erkânına bir mektup yazdı.
Bu mektup aynen söyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm. Hâlid
Rüstem, Mihran ve Acem reislerine.
bin
Velid’den,
Selâm, hidâyete kavuşanlara olsun! Allahü teâlâya
hamdederim. O’nun kulu ve Resûlü olan Muhammed
aleyhisselâma salâtü selâm olsun.
Yaptığınız bütün çalışmalarınızı dağıtan, topluluğunuzu parçalayan, sözlerinizde sizi ihtilâfa düşüren, gücünüzü, kuvvetinizi zayıflatan, mülk ve hâkimiyetinizi elinizden alan Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun.”
166
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bu mektubu, İran’a gönderilmek üzere Hîrelilere
teslim etti.
Hz. Hâlid bin Velid, bundan sonra, yavaş yavaş Fırat
tarafına ilerledi. Burası, asker sevkiyatı için çok mühim bir
mevki idi. Fırat nehri kenarında, gayri müslim Araplar,
Rumlar ve İranlıların müşterek ordusu ile çetin bir muharebe
oldu. Bu büyük zaferin elde edilmesi ile Irak’ın her tarafı
Müslümanların hâkimiyetine girmiş oldu.
Bundan sonra, Halîfe Hz. Ebû Bekir, Hâlid bin Velid’e,
Şam tarafına hareket etmesini emretti. Bunun üzerine Hâlid
bin Velid hazretleri, derhal yola çıktı. Birçok yerleri ele
geçirerek Busra’ya ulaştı. Busralılar, Müslüman ordusu
karşısında aman dilediklerinden, onlarla cizye ve haraç
vermek şartıyla sulh yapıldı. Böylece Busralılar can ve
mallarını teminat altına aldılar.
Bu İslâm ordusu, Ecnadeyn’de yapılan savaşta da
galip geldikten sonra, Şam civarına geldiler. Şehir üç taraftan
kuşatıldı. Üç ay süren kuşatmadan netice alınamadı. Şehirde
bir gün, patriklerden birinin bir oğlu dünyaya geldi. Halk
her şeyi unutup, bayram yapmaya başladılar.
Hâlid bin Velid geceleri uyumayıp vaziyeti araştırırdı.
Askerî dehâsı ve halkın bu zaafından istifâde edip, ordusuna
hücum emri verdi ve ordu şehre girdi. Fahl mevkiinde
Rumlarla yapılan savaşta, Rum orduları perişan edilerek
zafer kazanıldı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
167
Şam’da yapılan ikinci karşılaşmada, Rumların bütün
orduları yok edilinceye kadar savaş devam etti. Arka arkaya
yenilen Rumlar, Anadolu’da papazlar vasıtasıyla köy köy
dolaşarak asker topladılar. Büyük bir Haçlı seferi
düzenlediler. ikiyüzbin Rum askeri Yermük’te toplandı.
Buna karşılık, kırkbin kişilik Müslüman ordusu vardı.
Yermük zaferi
Müslüman
kumandanlar,
Hâlid
bin
Velid’i
başkumandan seçtiler. Hâlid, ordusunu biner kişilik
bölüklere ayırdı. Her bölüğe kumandanlar tâyin etti. Askerin
mâneviyatını kuvvetlendiren konuşmalar yaptıktan sonra,
hücum emrini verdi. Bu savaş, tarihte eşine ender rastlanan
kahramanlıklara sahne oldu.
Rum kumandanlarından Yorgi, Hz. Hâlid bin Velid’e
gelip Müslüman oldu. O da kâfirlere karşı çarpışmaya
başladı ve şehîd oldu. Harbin şiddetinden öğle ve ikindi
namazlarını îmâ ile kıldılar. Bu harpte İslâm kadınları bile
fevkalâde cenk ettiler.
Allahın kılıcı Hz. Hâlid, bütün gücü ile Haçlı
ordusunun merkezine yüklendi. Merkezdeki kuvvetlerini
dağıtınca, Rum ordusu kaçmaya başladı. Bu savaşta kan
gövdeyi götürdü. yüzbinden ziyade Haçlı askeri öldürüldü.
Buna karşılık üçbin Müslüman şehîd oldu.
168
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hâlid bin Velid, 642 yılında Humus’ta hastalandı.
Yanında silah arkadaşları vardı. Vefât edeceği sırada kılıcını
istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra buyurdu ki:
“- Nice kılıçlar elimde parçalandı. İşte bu benim
ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen,
hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş
olan bu Hâlid’in yatakta ölmesidir.
Rasûlullahın hiçbir Ashâbı, rahat yatağında ölmedi. Ya
savaş meydanlarında veya uzak beldelerde Dîn-i İslâmı
yayarken garip olarak şehîd oldu.
Ah Hâlid! Şehîd olamayan Hâlid! Harp, benim etimi
çiğneyemedi. Şehîdlik mertebesi hariç elde etmediğim
makam kalmadı. Vücûdumda bir karış yer yoktur ki, ya kılıç
yarası, ya bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın.
Savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak
üzerinde mi olacak? Ölümü harp meydanında, atımın
üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehîd olarak
beklerdim.”
Hz. Hâlid bundan sonra Yermük savaşını hatırlayarak
buyurdu ki: Ah Yermük! İnsan kanlarının vâdide sel gibi
aktığı Yermük! Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten
boşanan yağmura karşı, kalkanımın altında gecelediğimi
unutamıyorum. O gece Muhâcirlerden kurulu akıncı
birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik.
A S H Â B-I
K İ R Â M
169
Ah Yermük! Üç bin yiğitle, yüzbin kâfire karşı zafer
kazandığımız Mûte’yi bile unutturdun!
Ey kardeşlerim! Cihâda sarılın! izzet ancak cihâd
etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük
savaştır. Bundan sonra, daha nice savaşlar birbirini takip
edecektir. Sakın gaflete düşmeyin!
Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, Allah Allah
nidâlarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisi’nde
hissediyorum. Vallahi Rabbimden, beni her gazâda
diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim.”
Hz. Hâlid biraz sustuktan
kaldırın!” deyince, ayağa kaldırdılar.
sonra, “beni ayağa
“Beni bırakınız! Şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım,
artık beni taşısın” diyerek kılıcına dayandı.
Bundan sonra, “Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta
karşılayacağım. Öldüğüm zaman, atımı, savaşta tehlikelere
dalabilen bir yiğide veriniz! Atım ve kılıcımdan başka bir
şeye sahip olmadan öleceğim.
Mezarımı, bu kılıcımla kazınız! Kahramanlar kılıç
şakırtısından zevk alır” dedi ve yatağına düşüp Kelime-i
şehâdet getirerek vefât etti.
170
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
HAZRET-İ KAB B. MALİK
Kurtuluş takva ve sadakattedir.
Abdullah b. Kâb b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre,
Kâb b. Mâlik radıya’llahu anh gözlerini kaybettiği zaman
oğulları içinden kendisini elinden tutup götüren Abdullah
şöyle diyor:
“Babamı Tebük gazasında Peygamber aleyhi’sselâm’dan ayrılıp kaldığını anlatırken dinledim, (Allah
ondan râzı olsun) şöyle dedi:
“Resûl-i Ekrem’in Tebük gazasından başka gazâlarının
hiçbirinde ondan ayrılıp kalmamıştım. Yalnız Bedir
gazâsında kalmıştım. Lâkin bu gazveden geri kalan hiçbir
kimse azarlanmamıştı. Zira Rasûlullah ve Müslümanlar
Kureyş’in (Ticâret) kervanını takîbe çıkmışlardı. Allah
bunları, haberleri olmaksızın, düşmanları ile bir arada
toplayıverdi. Lâkin şu var ki, İslâm için söz verirken Akabe
gecesinde Resûl-i Ekrem’in yanında hazır bulundum. Bedir
gazvesi insanlar arasında her ne kadar Akabe gecesinden
daha ünlü ise de, Akabe’de bulunacağıma, Bedir gazvesinde
bulunsaydım demem. Tebük gazvesinde Peygamber
aleyhi’s-selâm’dan ayrı kalmama dâir olan hikâyem şudur:
Hiçbir zaman bu gazvede Rasûlullah’dan ayrılıp
kaldığımdakinden daha iyi ve daha vakitli değildim. Bu
gazveye kadar hiçbir zaman iki binek sâhibi olmamıştım. Bu
gazvede ise iki binek sahibi bulunuyordum. Sonra
A S H Â B-I
K İ R Â M
171
Peygamber aleyhi’s-selâm, bu gazaya gelinceye kadar,
herhangi bir yere gazâ için gittiğinde o yeri söylemez, başka
bir yere gider gibi görünürdü. Bu gazvede ise, uzak yere
hareket ettiğinden ve bu gazâyı şiddetli sıcak mevsiminde
yaptığından ve büyük askerle karşılaşmak için gittiğini
açıkladı. Meselenin büyüklüğüne göre hazırlıkta bulunabilmeleri için, Müslümanlara, gidecekleri yeri söyledi.
Rasûlullah’ın mâliyetinde Müslümanlar pek çoktu ve bunların isimleri bir deftere kaydedilmemişti.”
Kâ’b sözlerine devamla şöyle dedi:
“Herhangi bir kimse asker arasında sıvışsa, bu hususta
vahy nazil olmadıkça, bu işin gizli kalacağını zannedebilirdi.
Yukarıda zikrettiğimiz veçhile Peygamber aleyhi’sselâm bu gazveyi, meyvelerin yetiştiği ve gölgelerin arandığı
mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara çok düşkündüm.
Peygamber aleyhi’s-selâm ve O’nunla birlikte müslümanlar
hazırlığa başladılar. Ben de hazırlanmak için çıkar, lâkin
hiçbir şey yapmadan dönerdim ve kendi kendime: Bu işi ne
vakit olsa yapabilirim, derdim. Bu hal devam etti. Herkes
işini ciddî tuttu. Derken Peygamber aleyhi’s-selâm
Müslümanlarla erkenden yola çıktı. Halbuki henüz hiçbir
hazırlıkta bulunmamıştım. Ertesi gün sabahleyin hazırlık için
yine çıktım. Lâkin hiçbir şey yapmadan evime döndüm.
Benim bu halim devam etti. Cemâat harbe erişmek için acele
ettiler, fakat henüz muhârebeye tutuşmamışlardı. Yola çıkıp
arkalarından erişmeyi düşündüm. Keşke yapmış olsaydım;
fakat bu da müesser olmadı. Rasûlullah bu gazaya gittikten
172
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
sonra insanlar arasına çıktığımda kendime arkadaş olarak
ancak münâfıklık damgası vurulmuş kimseleri yâhud
Allah’ın ma’zar gördüğü âciz kimseleri görmekliğim beni
kederlendirdi. Peygamber aleyhi’s-selâm, Tebük’e varıncaya
kadar beni anmamış, Tebük’e vardığında orada cemaatın
içinde otururken:
Kâ’b b. Mâlik ne yaptı, demiş. Bunun üzerine Benî
Selime’den bir adam:
-“Cübbelerine ve endâmına bakıp gururlanması onu
yola çıkmaktan alıkoydu.” demiş. Bunun üzerine Muaz b.
Cebel, adama:
-“Ne çirkin söz söyledin.” demiş; sonra Peygamber
aleyhi’s-selâm’a dönerek, Yâ Resûlâllah! Allah’a kasem
ederim ki, onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz”
demiş. Bunun üzerine Peygamber aleyhi’s-selâm sükût
etmiş. Bu halde iken beyaza bürünmüş serap içinde
dalgalanan bir adam görmüş ve:
-“Ebâ Haysem’e olaydı” demiş. Bir de ne görsün, o
adam gerçekten Ensâr’dan Ebû Haysem’e imiş. Bu zat,
münâfıklar kendisi ile alay ettikleri sırada, bir sa’ hurma
tasadduk eden kimsedir.
Kâ’b şöyle devam etti: “Peygamber aleyhi’s-selâm’ın
Tebük’ten dönüp Medine’ye teveccüh ettiğini haber
aldığımda bütün vücûduma kaygu sardı. Yalanlar
düşünmeye başladım; yarın Rasûlullah’ın gadabından nasıl
A S H Â B-I
K İ R Â M
173
kurtulacağım, dedim. Akrabalarımdan düşünebilenlerin
fikrine Mürâcât ettim. Uydurmuş olduğum bütün yalanlar,
Rasûlullah dönüp geliyor” dendiği zaman kafamdan
dağıldılar. Nihâyet bunların hiçbiri ile ondan asla
kurtulamayacağıma kanaat getirdim. Ona doğrusunu
söylemeye karar verdim. Peygamber aleyhi’s-selâm geldi.
Resûl-i Ekrem seferden dönünce ilk evvel Mescid’e uğrar ve
orada iki rekât namaz kılar, sonra halkın işlerini görüşmek
için otururdu. Rasûlullah bu işleri yapınca, gazâdan geri
kalanlar Peygamber aleyhi’s-selâm‘ın yanına geldiler,
mâzeret gösterdiler, inandırmak için yemin ettiler. Bunlar
seksen kadar kişi idiler. Resûl-i Ekrem bunların zâhirde
gösterdikleri ma’zereti kabûl edip onlarla bîat etti. Nihâyet
ben geldim. Selâm verdiğimde dargın kimse gibi gülümsedi,
sonra:
-“Gel” dedi. Bunun üzerine yürüyerek yanına vardım
ve önünde oturdum. Bana şöyle dedi:
-“Niçin gazâdan geri kaldın. Binek satın almış değil
miydin?” Ben de şöyle dedim:
-“Yâ Resûlallah! Allah’a kasem ederim ki, Sizden
başkası, yâni ehl-i dünyâdan birisinin yanında bulunsaydım,
özür beyân ederek onun gadabından kurtulabileceğimi
zannediyordum; zîrâ söz söylemesini bilirim. Va’llâhi
biliyorum ki, bu gün yalan söyleyip sizi memnun edersem
de, Allahu Teâla sizi bana gücendirebilir. Eğer doğrusunu
söylersem Siz bana kızacaksınız. Lâkin ben doğru söylemekle
Allah’tan hayırlı sonuç beklerim. Yemin ederim ki, gazadan
geri kalmam için hiçbir özür yoktu hiçbir zaman sizden
174
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
ayrılıp kaldığım zamankinden daha kuvvetli ve daha zengin
değildim.” “Peygamberimiz aleyhi’s-selâm:
-“İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, hakkında Allah’ın
hükmü vahyedilinceye kadar bekle” dedi. Bende kalktım.
Benî Selime’den bir çok adamlar peşime takıldılar. Ve:
-“Allaha yemin ederiz ki, bundan önce hiçbir suç
işlemediğini biliyoruz. Yazıklar olsun sana ki gazadân kalan
başkaları gibi Rasûlullah’a ma’zeret beyân edemedin şuçun
için Peygamber aleyhi’s-selâm’ın istiğfârı kâfi idi.” dediler.
Durmadan beni o kadar azarladılar ki, hatta Peygamberimiz
aleyhi’s-selâm katına dönüp kendimi yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara sordum: Benimle birlikte bu cezaya
uğrayan kimse varmı?”
-“Evet seninle beraber iki kimse cezaya uğradılar;
senin gibi cevap verdiler de senin aldığın cevabı aldılar.”
Dediler
-“Bu iki adam kimlerdir?” dedim: Rebia oğlu mürâretü’l-Âmirî ile Hilâl b. Ümeyyetü’l-Vâkıfı” dediler. Bedir
gazasında hazır bulunan ve bana örnek olabilecek iki iyi ve
salih adamı söylediler. Bunları söylediklerinde yoluma
devam ettim. Peygamberimiz aleyhi’s-selâm, bizim üçümüzle konuşmaktan (insanları) nehyetti.”
Kâ’b şöyle devam etti: “Bunun üzerine ahâlî bizimle
konuşmadılar. Hatta memleketim bana dar gelmeye başladı;
tanıdığım yer olmaktan çıktı. Diğer iki kişi ağlayarak
A S H Â B-I
K İ R Â M
175
evlerinde oturdular. Ben bunların en genci ve en dinci
olduğumdan evimden çıkar, cemâatle namazda hazır
olurdum ve çarşılarda dolaşırdım. Lâkin kimse benimle
konuşmazdı. Peygamber aleyhi’s-selâm’ın yanına gelir ve
namazdan sonra oturduğu yerde ona selam verirde kendi
kendime, “ Acaba selamımı alıp dudaklarını kımıldattı mı”
der, sonra Ona yakın bir yerde namaz kılar, (ve namaz
içinde) Peygamber aleyhi’s-selâm’a gizlice bakardım namaza
daldığımda Peygamber efendimiz bana bakar ve kendisine
baktığım zaman da benden yüzünü çevirirdi. Müslümanların
bu suretle münasebeti kesmeleri uzun sürünce, gidip
amcazadem ve en ziyade sevdiğin Ebû Katâde’nin bahçesinin duvarından atladım ve ona selam verdim. Allah’a yemin ederim ki, selamımı almadı. Bunun üzerine:
-“Ya Ebû Katâde! Allah için sana soruyorum. Allah’ı
ve Resûlünü, ne kadar sevdiğimi bilmiyormusun?” dedim.
Sustu. Sözümü tekrarladım ve “Allah için sana soruyorum.”
dedim. Yine sustu. Yine sözümü tekrarladım:
“Allah için sana soruyorum” dedim.
-“Allahu Teâlâ ve Peygamberi daha iyi bilirler.” Dedi.
Bunun üzerine gözümün yaşı dolup taştı, geriye dönüp
duvardan atladım.
Medine çarşısında geziyordum. Yiyecek satmak için
Medine’ye gelen şam Kıptîlerinden birisi:
176
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
-“Kâ’b b. Mâliki bana kim gösterir?” diyordu. Ahâli de
beni gösterdi. Nihâyet yanıma geldi ve bana Gassân
Melîki’in mektubunu verdi. Bende eli kalem tutanlardan
bulunduğum için mektubu okudum. Şöyle deniliyordu.
-“Selâmdan sonra derim ki, efendinizin size karşı
uygunsuz muamelede bulunduğunu haber aldım. Allah sizi,
hukukun çiğnendiği ve kıymetin bilinmediği bir yerde
bırakmasın. Yanımıza gel, size ikram ederiz.” Mektubu
okuyunca bu da bir belâ dedim ve mektubu ateşe atıp
yaktım.
Kırk gün geçince Peygamber aleyhi’s-selâm’ın elçisi
geldi: Resûl-i Ekrem size zevcenizden ayrı oturmanızı
emrediyor.” dedi. Bunun üzerine: Ne yapacağım, onu
boşayacak mıyım?” dedim.
-“Hayır, ondan ayrı oturacaksın, ona yanaşmayacaksın.” dedi. Peygamber aleyhi’s-selâm iki arkadaşıma
da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine hanımıma annesi ve
babası yanına gitmesini söyledim ve: “Allah bu iş hakkında
hüküm verinceye kadar onların yanında otur.” Dedim.
Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Peygamber aleyhi’sselâm’ geldi ve: Yâ Resûlâllah! Hilâl b. Ümeyye yıpranmış bir
ihtiyardır. Hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmeme darılır
mısın?” dedi. Peygamber aleyhi’s-selâm:
-“Hayır darılmam, lâkin sana yaklaşmasın.” dedi.
Kadın da şöyle cevap verdi:
A S H Â B-I
K İ R Â M
177
-“Vallahi onun kımıldayacak hâli yoktur. Allâh’a
kasem ederim ki, başına gelen o vak’adan beri bu güne kadar
durmadan ağlıyor”dedi.
Kâ’b şöyle devam etti: “Âilemden bâzıları, “Refîkan
için, Peygamber aleyhi’s-selâm’dan izin isteseydin olmaz mı?
Hilâl b. Ümeyye’ye hizmet etmesi için onun zevcesine izin
vermiştir, sen de zevcen hakkında Rasûlullah’dan izin
isteseydin” dediler. “Ben gencim, bu hâlimle onun hakkında
izin istersem Peygamber aleyhi’s-selâm bilmiyorum ki, bana
ne der?” dedim. Bu hal üzere on gün kaldım; ahâlinin
bizimle konuşmaları nehyedildiği günden itibaren elli gün ve
elli gece tamam oldu ellinci gecenin sabahında evlerimizden
birinin damında namaz kıldım. Allâhu Teâlâ’nın bizi andığı
veçhile canım sıkıldı ve yeryüzü, genişliğine rağmen, bana
dar geldiği halde otururken Sel’ (dağı) üzerinde birisinin
bağırdığını işittim. En yüksek sesi ile: “Ey Mâlik’in oğlu
Kâ’b, müjde müjde” diyordu. Bunun üzerine kurtuluş günü
geldiğini anladım ve secdeye kapandım.
Peygamber aleyhi’s-selâm, sabah namazını kılınca
tevbemizin Allah tarafından kabûl edildiğini halka îlân etti.
Bunun üzerine ahâlî müjdeli haberle bize koştular. İki
arkadaşıma da müjdeciler gitti. Biri bana atla koştu.
Eslem’den bir adam da benim tarafıma yaya koştu ve o dağa
çıktı; bunun sesi atlıdan evvel bana ulaştı. Sesini işittiğim
adam gelip beni müjdeleyince, sırtımda ki iki elbiseyi de
çıkardım; müjdesine karşılık olarak ona giydirdim. Allah’a
yemin ederim ki, o gün de bunlardan başka elbisem yoktu.
Emânet iki elbise alıp onları giydim. Peygamber aleyhi’s-
178
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
selâm’ı görmek maksadı ile yola düştüm. Ahâlî bölük bölük
beni karşılıyorlar; tövbemin kabûlünü tebrik ediyorlar ve
“Allah’ın affı sana kutlu olsun” diyorlardı.
Mescid’e girdim. Peygamber aleyhi’s-selâm ahâlînin
ortasında oturuyordu. Talha b. Übeydullâh radiya’llahu anh
kalktı ve koşarak gelip elimi sıktı, beni kutladı. Allah’a
kasem ederim ki, Muhâcirlerden Talha’dan başkası
kalkmadı.” Kâ’b Talha’nın bu nezâketini hiç unutmazdı;
sözlerine şöyle devam etti: “Peygamber aleyhi’s-selâm’a
selâm verdiğimde sevincinden yüzü parlayarak şöyle dedi:
-“Annen seni doğurduğundan beri üzerinden geçen
günlerin en hayırlısı ile müjdelerim.”
-“Yâ Resûlallah’ Sizin tarafınızdan mı, yoksa Allah
tarafından mı?” dedim.
-“Benim tarafımdan değil, Aziz ve Celîl olan Allah
katından” dedi. Sevindiği zaman Peygamber aleyhi’sselâmın yüzü daha da nurlanırdı, hatta ay parçası gibi
olurdu. Sevindiğini bundan anlardık.
-“Yâ Resûlallah! Tövbemi tamamlamak için bütün
malımı Allah ve Resûlü uğrunda tasadduk edeceğim”
dedim. Peygamber aleyhi’s-selâm, “Malından bir kısmını
elinde bırakman senin için daha hayırlıdır” dedi. Ben de:
“Hayber’deki hissemi elimde bırakıyorum yâ Resûlallah!
Allah beni ancak doğruyu söylemek sâyesinde kurtardı.
Hayatta kaldığım müddetçe ancak doğruyu söylemek de
A S H Â B-I
K İ R Â M
179
tövbemin tamamıdır” dedim. Allah’a kasem ederim ki,
Peygamber aleyhi’s-selâm’ın bu sözleri söylediğim günden
beri doğru sözlülük yüzünden Allahu Teâlâ’nın, kimseyi
benden daha güzel surette mükâfatlandırdığını bilmiyorum.
Yine Allah’a kasem ederim ki, Peygamber aleyhi’s-selâm’â
bu sözleri söylediğin günden bu güne kadar, hiç yalan
söylemedim, kalan ömrümde de Allahu Teâlâ’nın beni
yalandan koruyacağını umarım.”
Kab b. Mâlik Hazretlerinin tevbesinin kabulü şu ayeti kerîme ile beyan edilmiştir:
ْ‫وَﻋَﻠَﻰ اﻟﺜﱠﻠَﺜَﺔِ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﺧُﻠﱢﻔُﻮا ﺣَﺘﱠﻰ اِذَا ﺿَﺎﻗَﺖْ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢُ اﻟْﺎَرْضُ ﺑِﻤَﺎ رَﺣُﺒَﺖْ وَﺿَﺎﻗَﺖْ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ اَﻧْﻔُﺴُﮭُﻢ‬
ُ‫وَﻇَﻨﱡﻮا اَنْ ﻟَﺎ ﻣَﻠْﺠَﺎَ ﻣِﻦَ اﻟﻠﱠﮫِ اِﻟﱠﺎ اِﻟَﯿْﮫِ ﺛُﻢﱠ ﺗَﺎبَ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ ﻟِﯿَﺘُﻮﺑُﻮا اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ھُﻮَ اﻟﺘﱠﻮﱠابُ اﻟﺮﱠﺣِﯿﻢ‬
“Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul
etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları
kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından)
yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı.
Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul
etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.”61
HAZRET-İ DIHYE B. HALİFE
Ashâbın büyüklerindendir. Bedir gazasından önce
müslüman olduğu halde bu savaşa katılmamış fakat Uhud
gazvesinden itibaren önemli savaşlarda bulunmuş bir
61
TEVBE SÛRESİ, ÂYET 118
180
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
seriyyenin de kumandanlığını yapmıştır. Kızkardeşi Şeraf
binti Halife, meşhur kadın sahabelerdendir.
Hz. Dihye b. Halife radıyallahu anh yüzünün ve
endamının güzelliği bakımından o devirde yaşayan
insanların en güzeli idi. Kadınların fitnesinden korunması
için Hz. Peygamber aleyhisselât-ü vesselâm çarşıda yüzü
kapalı dolaşmasını istediği rivayeti vardır. Hoş tavırlı, kibar,
zengin bir tacir idi. İslamiyet'ten önce de Hz. Peygamber'in
dostu idi. Bir rivayete göre ortağı idi.
Peygamberimizin habercilerinden biriydi. Yaptığı
seyahatlerden her döndüğünde mutlaka Peygamberimize
hediyeler getirirdi. Peygamberimizin de ona hediyeler
verdiği bilinmektedir.
Peygamberimiz Dihye'nin
müslüman olmasını
bilhassa arzu ediyordu. Zira onun müslüman olmasıyla eli
altındaki yediyüz kişilik kabilesi de müslüman olacaklardı.
Dihye'nin İslamı kabul etmeye karar vermesi üzerine
Hz. Allah vahiyle durumu bildirdi. Ashâbına "Dihye'ye
teenni ile davranın" buyuran Rasûlullah aleyhisselât-ü
vesselâm O içeri girince de ridasını sırtından çıkarıp
Dihye'nin oturması için altına serdi, "Şu ridanın üzerine
otur!" diye işaret ettiler. Dihye bu kereme tahammül
edemeyip ağladı. Ridayı alıp başına koydu. Yüzüne gözüne
sürdü.
A S H Â B-I
K İ R Â M
181
Kelime-i tevhidi huzur-u Risalet penahi'de getirdikten
sonra malını ve canını Allah için ortaya koyduğunu,
rasulullah nasıl dilerse öyle davranacağını söyledi.
Günahlarının keffaretinin ne olduğunu sordu. Sevgili
Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm "kelime-i tevhid"
söylenmesi ile geçmiş günahların af ve mağfiret edildiğini
bildirdi.
Hz. Peygamber heyetler tertip ederek komşu kabile ve
devlet başkanlarına dine davet mektupları göndermiştir.
Bunlardan Bizans İmparatoru Hirakl'e yazılan mektup,
Dihye b. Halife tarafından hicretin yedinci yılı
Muharrem'inde götürülmüştür. O sıralarda Filistin'de
bulunan Krala mektubu bizzat vermiştir.
Hirakl, Hz. Peygamber'in mektubunu okuduktan
sonra Rumiye'de oturan yakın dostu Dağatır'a götürmesini
ve İslamiyet hakkında onunla görüşmesini istedi. Zaten
Dağatır'a da Hz. Peygamber'den ayrı bir mektup getiren Hz.
Dihye onun yanına gitti. Dağatır, İslamiyet'i hemen kabul
etti. Kiliseye gidip Rumlar'a İslamiyet'i kabul etmelerini
teklif etti. Fakat onlar Dağatır sözlerini bitirir bitirmez hep
birden üzerine atıldılar ve onu şehid ettiler.
Bir
mucize
olarak
Peygamberimiz'in
elçileri
gönderildikleri ülkelerin lisanlarını bellediler ve onlarla
kendi dilleriyle konuştular. Bu meyanda Hz. Dihye'nin
Rumca bildiği kitaplarda kaydedilmektedir.
Cebrail aleyhisselâm insan suretinde vahiy getirdiği
zaman çoğu kez Hz. Dihye'nin suretinde gelirdi. Bu vahiy
182
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
şekli Hz. Peygamber'e en kolay olanı idi. Dihye-i halife
hane-i saadete geldiğinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e de
hediye getirirdi. Hatta onlar Dihye'nin ceplerini ararlardı. Bir
defasında Hz. Cebrail'i Dihye sanıp ceplerini aradılar, bir şey
bulamadılar. İşin nedenini Hz. Peygamber aleyhisselât-ü
vesselâm açıklayınca, Cebrail aleyhisselâm'ın Cennet'e
uzanıp taze üzüm ve narı Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e ikram
ettiği de rivayet edilmiştir.
Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir
radıyallahu anh zamanında Suriye taraflarındaki savaşlara
iştirak etti. Hz. Ömer radıyallahu anh devrinde Şam valisi
tarafından Tedmür'ün fethi ile görevlendirildi. Bu şehri İslam
hudutları içine soktu. Yermuk savaşında da bulundu.
Suriye'nin fethinden sonra Şam'ın Mizze semtine
yerleştiği ve orada vefat ettiği rivayet edilir. Doğum tarihi
bilinmediği gibi ölüm tarihi de bilinmiyor. Ancak Hz.
Muaviye devrinde vefat ettiği belirtiliyor. Bundan hareketle
onun hicri 50 yılı civarında vefat ettiği rivayet edilir.
Hz. Dıhye b. Halife el-Kelbi'nin Hz. Osman ve Hz. Ali
devirlerindeki faaliyetleri hakkında geniş bir bilgi yoktur.
Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm "Gördüğüm
kimselerden Cibril'e en fazla benzeyeni Dihyetül Kelbi'dir"
buyurmuşlardır.
Rivayet ettikleri hadis sayısı beş civarındadır. Allah
şefaatlarına bizleri nail eylesin.
A S H Â B-I
K İ R Â M
183
HAZRET-İ MUSAB B. UMEYR
Mus'ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası
tarafından Kureyş'in asîl ve zengin bir âilesine mensub idi.
Zengin oldukları için gâyet râhat bir hayat sürüyordu. Orta
boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî
idi. Güzel konuşurdu.
Akl-ı selîm sâhibi olduğundan, putların bir fayda veya
zarar veremiyeceğini bilir onlara tapılmasından nefret
ederdi. Annesi tarafından en iyi şartlar altında refah ve
bolluk içinde yetiştirilmişti.
Güzel yüzlü ve zengin, saçları kıvrım kıvrım idi.
Mekke halkı ona gıpta ile bakardı. Peygamber efendimiz
Mus'ab Mekke'nin en çok sevilen zarîf ve nârin
gençlerindendir." buyurmuşlardı.
Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük bir
boşluk hissediyordu Mus'ab bin Umeyr. Bu maksatla sevgili
Peygamberimizin bir merkez olarak seçtiği, İslâmı anlattığı
ve o zaman Mekke'de müslümanların toplandığı Erkam bin
Ebi'l-Erkam'ın evine gitti. Rasûlullahı görür görmez
Müslüman oldu.
İslâmiyeti kabûl ettiği an hayatı da birdenbire değişti.
Eski servet ve zenginliğin yerini fakirlik aldı.
184
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Âilesinin sevgili oğullarına yapmadığı eziyet kalmadı.
Onu dîninden döndürmek için evlerindeki bir mahzene
hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar. Arabistan'ın
yakıcı güneşi altında ağır ve tahammülü zor işkenceler
yaptılar.
Fakat Mus'ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız
işkenceler karşısında sabır ve sebât göstererek aslâ
İslâmiyetten dönmedi. Her seferinde bütün gücüyle şöyle
haykırıyordu: Allahtan başka tapılacak, ibâdet edilecek ilâh
yoktur. Muhammed aleyhisselâm Allahın kulu ve rasûlüdür.
İslâmiyet'i kabûl ettikten sonra Mekke'de sıkıntı ve
işkencelere mâruz kalan Mus'ab bin Umeyr, Rasûlullahın
izniyle iki defa Habeşistan'a hicret etti. Bir müddet orada
kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı.
Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi.
Onun bu gelişini Hz. Ali şöyle anlatmıştır:
Rasûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus'ab bin
Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği
yoktu. Rasûlullah onun bu hâlini görünce, mübârek gözleri
yaşla doldu ve:
- Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye
bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle
besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve
Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir,
buyurdu.
A S H Â B-I
K İ R Â M
185
Birinci Akabe bî'atında Müslüman olan Medîneliler,
Rasûlullah efendimize:
"Yâ Resûlallah! İçimizde, İslâmiyet açıklandı ve
yayılmaya başladı. Halkı Allahın Kitâbına da'vet edecek,
Kur’ân-ı Kerîmi okuyacak, İslâm dînini anlatacak, İslâmın
sünnet ve emirlerini aramızda ikâme edecek, yerleştirecek,
namazlarımızda bize imâmlık yapacak bir kimse gönder"
diye talepte bulundular.
Bunun üzerine Rasûlullah efendimiz Mus'ab bin
Umeyr'i, Medine'ye gönderdi ve ona:
"Medînelilere Kur’ân-ı Kerîm okumasını, İslâmiyetin
emir ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını"
emretti.
Mus'ab bin Umeyr Medîne'ye vardı. Orada kendisini
büyük sevinçle karşıladılar. Es'ad bin Zürâre'nin evine
yerleşti. Ev sâhibi Medîneli ilk Müslümanlardan idi. Orada
insanlara dinlerini öğretmeye başladı.
Mus'ab bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmeteri
netîcesinde İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki,
İslâmiyet her eve girdi, medineliler alelekser îmân ettiler.
Mus'ab bin Umeyr, Medîne'de Es'ad bin Zürâre'nin
evinde Kur’ân-ı Kerîm öğretiyor ve İslâmiyet'i anlatıyordu.
Onun bu hizmetiyle Medîne'de çok kimse Müslüman oldu.
Medîne'de bulunan kabîle reîslerinden Sa'd bin Muâz, Üseyd
bin Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Bunların
186
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
durumu çevreyi etkiliyor, İslâmiyet'in hızla yayılmasını
engelliyordu.
Bir gün Mus'ab bin Umeyr, bir bahçede, etrâfında
bulunan Müslümanlara dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu
sırada Evs kabîlesinin reîslerinden olan Üseyd, elinde
mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle
konuşmaya başladı:
Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz?
Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!
Onun bu taşkın hâlini gören Mus'ab bin Umeyr;
- Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla,
beğenirsen kabûl edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gâyet
yumuşak ve nâzik bir şekilde karşılık verdi.
Üseyd sâkinleşip;
- Doğru söyledin, dedi ve mızrağını yere saplayarak
oturdu.
Mus'ab bin Umeyr ona İslâmiyet'i anlattı ve Kur’ân-ı
Kerîm okudu. Kur’ân-ı Kerîmin eşsiz belâgatı ve tatlı
üslûbunu işiten Üseyd kendini tutamayıp;
- Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne
girmek için ne yapmalı, diye sordu.
Güzel yüzlü, tatlı dilli Mus’ab cevap verdi:
A S H Â B-I
K İ R Â M
187
- Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah demek
kâfidir.
Mus'ab bin Umeyr'in, bu sözü üzerine Kelime-i tevhidi
söyleyip Müslüman olan Üseyd, sevincinden yerinde
duramadı ve: Ben gidip arkadaşlarıma da anlatayım, diyerek
ayrıldı.
Evs kabîlesinin reîsi Sa'd bin Muâz'ın ve kabîlesinin
yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi.
Bunu gören Sa'd şaşırarak hiddetlendi ve Mus'ab bin
Umeyr'in yanına koştu. Yanına varınca sert ve kızgın bir
tavırla konuşmaya başladı.
Mus'ab bir Umeyr, ona da gâyet yumuşak konuştu ve
oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik konuşma
karşısında yumuşayıp oturdu ve dinlemeye başladı.
Mus'ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet'i anlattı ve
Kur’ân-ı Kerîmden bir miktâr okudu. Kur’ân-ı Kerîm
okunurken Sa'd'ın yüzü birden bire değişiverdi. O da orada
Müslüman oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve
râhatlığın şevkiyle derhâl kavminin yanına gidip onlara
şöyle dedi:
- Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?
Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün.
188
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Öyle ise Allah'a ve Resûlüne îmân etmelisiniz... Îmân
etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana
harâm olsun.
Bunun üzerine kavmi hep birden İslâmiyeti kabûl etti.
O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı. Mus'ab
bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmetleri netîcesinde
İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her
eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.
Ensâr-ı kirâm, Rasûlullahdan izin alarak Sa'd bin
Heyseme'nin evinde ilk defâ Cum'a namazını edâ ettiler.
Medîne-i münevverede ilk kılınan Cum'a namazı bu oldu.
Mus'ab bin Umeyr, Müslüman olan Medîneli
müslümanlar ile ikinci Akabe bîatında bulundu. Bedr
savaşında sancaktâr olup, büyük gayret ve kahramanlık
gösterdi.
Süveyd
bin
Harmale
ile
birlikte
Abdüddâroğullarından Bedir savaşına katılan iki kişiden biri
idi. Mus'ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o
taşıyordu.
Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak
saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu hâliyle
Peygamberimize benziyordu.
Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri
Peygamberimize saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun
karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin
Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı
derhâl sol eline aldı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
189
Mus'ab o esnâda; "Muhammed (aleyhisselâm) ancak
resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip
geçmiştir" meâlindeki Al-i İmrân sûresinin 144. âyet-i
kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da
kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve
yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini
Peygamberimize siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine
hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sapladı ve
Mus'ab bin Umeyr yere yıkılıp şehîd oldu.
Mus'ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygaberimize
benzediği için müşrikler onu şehîd edince Peygamberimizi
ödürdüklerini zannetmişlerdi.
Hz. Mus'ab şehîd olunca; onun sûretinde bir melek,
sancağı aldı. Mus'ab'ın şehîd düştüğünden Rasûlullahın
henüz haberi olmamıştı. "İleri ey Mus'ab ileri!" diye
sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri
dönüp Rasûlullah efendimize; "Ben Mus'ab değilim" diye
cevap verince, Rasûlullah sancağı elinde tutanın melek
olduğunu
anladı
ve
hüzünlendi.
Bundan
sonra
Peygamberimiz sancağı Hz. Ali'ye verdi.
Rasûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehîd olmuş
görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:
"Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a
verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehîd
oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine
190
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
getirdi. Kimisi de şehîd olmayı bekliyor. Onlar verdikleri
sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu
ve sonra şöyle buyurdu:
- Allah'ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü
Allah'ın huzûrunda şehîd olarak haşrolunacaksınız.
Daha sonra yanındakilere dönüp;
- Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz.
Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda
selâm verirse, kıyâmette bu aziz şehîdler kendilerine mukâbil
selâm vereceklerdir, buyurdu.
Sonra Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey
bulunamamıştı. Mekke'nin en zengin iki ailesinden birinin
çocuğu olan Mus'ab bin Umeyr'in örtünecek kefeni yoktu.
Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da üzerlik otuyla örtülmek
sûretiyle defnedildi.
Habbâb bin Eret der ki: Mus'ab bin Umeyr, Uhud'da
şehid edilince, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir
şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı.
Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı. Rasûlullah bize:
- Onu baş tarafına
kapatınız! buyurdu.
çekiniz!
Ayaklarını
otlarla
A S H Â B-I
K İ R Â M
191
HAZRET-İ SAD B. MUAZ
Ensarın eşrafındandır. İsmi Sa'd bin Muaz'dır. Babası
Muaz bin Numan, annesi Kebşe binti Rafi'dir. Künyesi Ebu
Amr, lakabı Seyyid-ül-Evs'tir. Müslüman olmadan önce
Medine'deki Evs kabilesinin ve Abdül-Eşheloğulları kabilesinin reisiydi. Evs kabilesi içinde Abdül-Eşheloğulları çok
zengin ve itibarlı olup, Sa'd bin Muaz'ın sözlerini
tereddütsüz kabul ederlerdi. Yaklaşık olarak 590 senesinde
Medine'de doğdu. 627 (H.5) senesinde Hendek Savaşında
şehit oldu. Peygamberliğin onuncu yılında Sa'd bin Muaz'ın
Müslüman olması başlı başına mühim bir hadisedir. Çünkü o
Müslüman olunca, ona bağlı olan kabilesi de onun bir
teklifiyle hemen Müslüman oldu. Böylece Medine'de
İslamiyet süratle yayıldı.
Muhammed aleyhisselamın peygamberliğinin onuncu
yılı başlarında Medine'den gelen oniki kişi Peygamberimizle
görüşüp, Müslüman oldular. Birinci Akabe Biatı denilen bu
görüşmeden sonra, Medinelilerin kendilerine Kur'an-ı
Kerimi ve İslamiyeti öğretecek bir öğretmen istemeleri
üzerine, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mus'ab
bin Umeyr'i bu iş için Mekke'den Medine'ye gönderdi.
Mus'ab bin Umeyr, Medine'de fevkalade bir gayretle çok
kimsenin Müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini
yürütmek üzere Sa'd bin Muaz'ın teyzesinin oğlu olan Es'ad
bin Zürare'nin evinde yerleşmişti. Sa'd bin Muaz, o zaman
Araplar arasında akrabaya karşı hakaretten kaçınmak adet
olduğu için teyzesinin evine gidip bu işe mani olma
teşebbüsünde bulunamadı. Kendisi bir kabile reisi olarak bu
192
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
işe el koymak istiyordu. Bu maksatla kabilesinin ileri
gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a:
“Sen git, şu bizim hanemize gelen kişiyi gör, ne
yapacaksan yap. Es'ad benim teyzemin oğlu olmasaydı bu işi
sana bırakmazdım.” dedi.
Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp
Mus'ab bin Umeyr'in bulunduğu yere gitti. Ancak, oraya
vardığı zaman, onun tatlı konuşmasını, insanın kalbine
işleyen sözlerini ve hoş sesiyle okuduğu Kur'an-ı kerim
ayetlerini dinleyince, kendinden geçip:
“Bu ne güzel şey! Bu dine girmek için ne yapmak
lazımdır?” dedi. Kendisine İslamı anlattılar ve Üseyd bin
Hudayr kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu. Büyük
bir huzur içerisinde olduğu halde Mus'ab bin Umeyr'e
dönerek:
“Arkamda bir zat var. Ben hemen gidip onu size
göndereyim. Eğer o Müslüman olursa Medine'de onun
kavminden iman etmedik hiç kimse kalmaz” diyerek kalkıp
süratle gitti. Sa'd bin Muaz'ın yanına vardı. Sa'd bin Muaz
onu görünce:
“Yemin ederim ki Üseyd buradan gittiği yüzle
gelmiyor!” dedi. Sonra da “Ne yaptın ya Üseyd!?” diye
sordu. Üseyd bin Hudayr, Sa'd bin Muaz'ın Müslüman
olmasını çok arzu ettiği için:
A S H Â B-I
K İ R Â M
193
“O kişiyle (Mus'ab bin Umeyr ile) konuştum. Onların
bir fenalığını görmedim dedi.
Sa'd bin Muaz, Üseyd bin Hudayr'ın bu sözleri üzerine
hemen yerinden kalkıp, Es'ad bin Zürare'nin bulunduğu yere
gitti. Oraya varınca baktı ki hazret-i Es'ad ile Mus'ab bin
Ümeyr son derece huzur ve sükun içerisinde oturuyorlar.
Teyzesinin oğlunun karşısına dikilerek onlara hitaben:
“Ey Es'ad! Aramızda akrabalık olmasaydı sen bunları
yapmazdın.” dedi. Bu sözlere hazret-i Mus'ab bin Umeyr
cevap vererek:
“Ey Sa'd, hele biraz dur oturup bizi dinle, anla,
sözlerimiz hoşuna giderse ne ala, eğer sözlerimizi
beğenmezsen biz bunu sana tekliften vazgeçeriz. Bizi bırakır
gidersin.” dedi. Sa'd bin Muaz bu yumuşak ve tatlı sözler
karşısında sakinleşip bir kenara oturarak onları dinlemeye
başladı.
Mus'ab bin Umeyr, Sa'd bin Muaz'a önce İslamiyeti
anlattı. Esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur'anı kerimden bir miktar okudu. O okudukça Sa'd bin Muaz'ın
yüzü ve hali değişiyor, kendinden geçiyordu. Kur'an-ı
kerimin eşsiz belagatı karşısında büyük bir tesir altında
kaldı. Kendini tutamayıp; “Siz bu dine girmek için ne
yapıyorsunuz?” dedi. Mus'ab bin Umeyr hemen ona kelime-i
şehadeti öğretti. O da:
“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühu ve resulüh.” diyerek Müslüman oldu.
194
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Sa'd bin Muaz Müslüman olmaktan duyduğu huzur
ve sevinç içerisinde yerinde duramaz oldu. Hemen evine
gidip öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra da Üseyd bin
Hudayr'ı yanına alıp, kavminin toplandığı yere gitti.
Eşheloğullarına hitaben; “Ey Abdül Eşheloğulları. Siz beni
nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar da hep bir ağızdan; “Sen bizim
reisimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tabiyiz.” dediler. Sa'd
bin Muaz, onların bu sözleri üzerine:
“O halde hepinize haber veriyorum. Ben Müslüman
oldum Sizin de Allahü tealaya ve O'nun Resulüne iman
etmenizi istiyorum. Eğer iman etmezseniz sizin hiçbirinizle
konuşmayacağım, görüşmeyeceğim.” dedi.
Abdül Eşheloğulları, reisleri Sa'd bin Muaz'ın
Müslüman olduğunu ve kendilerini de İslama davet ettiğini
duyar duymaz hep birlikte Müslüman oldular. O gün
akşama kadar Medine semalarını kelime-i şehadet ve tekbir
sedalarıyla çınlattılar. Bu hadiseden kısa bir müddet sonra
bütün Medine halkı, Evs ve Hazrec kabileleri İslamiyeti
kabul edip, iman ettiler. Hemen her ev İslam nuruyla
aydınlandı.
Bu durum sevgili Peygamberimize (sallallahü aleyhi
ve sellem bildirildiğinde çok memnun oldu. Mekkeli
Müslümanlar sevince garkoldular. Bu sebeple o seneye (M.
621) “sevinç yılı” denildi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
195
Sa'd bin Muaz, İkinci Akabe Biatında bulunup,
Rasûlullah'a biat etti. Bu biatte bulunanlar Rasûlullah'ı
canları gibi koruyacaklarına ve gerekirse bu hususta
mallarını ve canlarını feda edeceklerine söz verdiler.
Hicretten sonra beş sene daha yaşayan Sa'd bin Muaz,
Medine'nin ileri gelenlerinden ve reislerinden olduğu için,
Mekke'ye gidip Ka'beyi tavaf ederdi. Müşrikler bu sebeple
ona dokunamazlardı. Sa'd bin Muaz Bedir Savaşına katılarak
Bedir ashâbından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı
başlamadan önce, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve
sellem, Mekkeli müşriklerin bir ordu hazırlayıp, Medine'ye
doğru harekete geçtiklerini haber alınca bir meşveret meclisi
kurup, Eshab-ı kiram ile istişare yaptı. Bu istişare sırasında
Sa'd bin Muaz da söz alıp, şöyle konuştu:
“Ya Resûlallah, biz sana inandık. Bize getirdiğin
Kur'an'ın hak olduğuna şehadet ettik. Sen nasıl arzu edersen
öyle yap. Vallahi Sen bize denizi gösterip dalsan, biz de
seninle birlikte dalarız. Ensar'dan tek kişi dahi geri dönmez.
Biz sözümüzde duracağız.” dedi. Bu sözler Rasûlullah'ı çok
memnun etti. Bundan sonra da Sa'd bin Ubade aynı şekilde
konuşunca, Bedir Savaşı hazırlığı başladı. Sa'd bin Muaz bu
savaşta Evs kabilesinin başında bulundu.
Bedir Savaşından sonra, Uhud savaşına da katılan Sa'd
bin Muaz gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla Eshab-ı kiram
arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr bin Sa'd şehit
oldu.
196
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Sa'd bin Muaz, müşriklerle yapılan Hendek savaşına
da katılıp, bu savaşta aldığı yara sebebiyle şehit oldu. Savaş
sırasında İbn-i Araka adlı bir müşrikin attığı ok ile kolundan
yaralandı. Ok atardamara isabet edip, çok kan kaybına sebep
oldu. Hazret-i Sa'd yaralı bir halde etrafındakilerin kanı
durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun ciddi
olduğunu anladı ve şöyle dua etti:
“Ya Rabbi, Kureyş harbe devam edecekse bana ömür
ihsan eyle. Çünkü senin Resulüne eziyet eden ve yalanlayan
bu müşriklerle savaşmaktan hoşlandığım kadar başka bir
şeyden hoşlanmıyorum. Eğer aramızdaki harp sona eriyorsa
beni şehitlik mertebesine yükselt. Fakat, Beni Kureyza'nın
akıbetini görmeden ruhumu alma.”
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mescidde
bir çadır kurdurarak Sa'd bin Muaz'ı oraya yatırttı. Beni
Eshem kabilesinden Refide'yi de onun tedavisine memur etti.
Orada yattığı sırada Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve
sellem sık sık yanına gelip, halini sorardı. Peygamberimiz
sallallahü aleyhi ve sellem Hendek Savaşı sona erince, derhal
Beni Kureyza Yahudileri üzerine hareket emri verdi. Beni
Kureyza Yahudileri Peygamberimizle sallallahü aleyhi
vesellem anlaşma yaptıkları halde Hendek Savaşının en
kritik anında, müşrikler tarafına geçmişler, Müslümanları
arkadan vurmaya kalkmışlardı. Bu sebeple Beni Kureyza bir
ay süren muhasara altına alındı. Haklarında verilecek
hüküm için Sa'd bin Muaz'ı hakem olarak istediler.
Peygamberimiz Sa'd bin Muaz'ı yattığı çadırından getirtti. O
bu hususta, Beni Kureyza Yahudilerinin de kabul etmesi
A S H Â B-I
K İ R Â M
197
üzerine, Tevrat'a göre hüküm verdi ve haklarında verilen
hüküm uygulandı.
Sa'd bin Muaz, böylece Beni Kureyza'nın akibetini
gördü. Sonra onu çadırına götürdüler. Yarası açılıp, tekrar
kan akmaya başladı. Nihayet hicretin beşinci yılında (M. 627)
şehit oldu.
Onun vefatı, Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ve
Eshab-ı kiramı çok üzdü, gözyaşı döküp ağladılar.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem cenazesini taşıdı.
Cenazesi kabre indirilirken kabri başında oturup, sakalını
eliyle tutup çok üzüldü. Cenazesinde yetmiş bin meleğin
bulunduğu nakledilmiştir. Hadis-i şerifte; “Sa'd bin Muaz'ın
ölümünden dolayı arş titredi.” buyruldu.
Sa'd bin Muaz, genç yaşta vefat ettiği için, pek az
hadis-i şerif rivayet etmiştir. Buyurdu ki:
“Ben üç şeyde kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde
kuvvetli olmadım. Birincisi namazdadır. Müslüman
olduğumdan beri, başladığım hiçbir namazda, bir an önce
bitirsem, diye hatırıma bir şey gelmedi. İkincisi bir cenazeye
yardıma çıktığımda cenaze defnedilinceye kadar, ölümden
başka hatırımdan hiçbir şey geçmezdi. Üçüncüsü
Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi vesellem her buyurduğunu
kabul ettim, bunda hiç terettüt etmedim.”
Allah hepimizi mağfiret etsin ve bizleri şefaatlarına
nail eylesin. Âmin bihürmeti tâha ve yâsin
198
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
HAZRET-İ HALİD B. ZEYD
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî en-Neccârî
radıyallâhu anh; Ensâr'in Hazrec kabilesinin Neccâroğulları
koluna mensup olup, annesi Zehra binti Sa'd'dir.
Abdülmuttalib'in vâlidesi tarafından Rasûlullah'la akraba
olan Ebû Eyyûb, İkinci Akabe bey'atında hazır bulunmuş,
Rasûlullah'a iman etmiştir.
Medine-i Münevvere’ye Teşrîf-i Nebevi
Onbeş günlük hicretin sonunda Kubaya gelen Resûl-i
Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Cum’a namazını kuba da
kıldıktan sonra yine devesine bindi. Ve Medîne-i
Münevvere’ye doğru teveccüh eyledi. Lâkin Peygamber
efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Medîne’de kimin
evine misafir olacağını kimse bilmiyordu. Ensâr-ı Kirâm’ın
evvelce bütün mühâcirlere yaptıkları muâvenet ve
haklarında gösterdikleri hareket tarif edilemeyecek derecede
iken bu def’a da bizzat Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem teşrîf edince medîne yerinden oynadı, Medîne’nin içi
kaynadı. Halk âdeta düğün-bayram edercesine şenlik
eylediler. Çocuklar sevinçlerinden sokaklarda :
Allahu Ekber, Muhammed Geldi !!! Allahu Ekber,
Rasûlullah Geldi !!! Allahu Ekber diyerek nida ediyorlardı.
Yolların iki tarafına insanlar sıralanmışlardı. Ensar:
A S H Â B-I
K İ R Â M
199
“Yâ Resûlallah! İşte evlerimiz, işte mallarımız, işte
canlarımız, emrinize âmâdedir. Yâ Resûlallah bize
buyurunuz. Size yabancı olmayan, saygı duyan,
düşmanlarını tepelemeğe gücü yeten âilemizde misâfir
olunuz!” diyorlardı.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de
onlara taltîf ve iltifatlarda bulunarak yoluna devam
ediyordu. Tam şehre gireceği sırada hasretle bekleşen
mü’minler o dereceyi bulmuştu ki, kadınlar evlerinin
damlarından şu şiirleri okuyorlardı:
Vedâ tepelerinden üzerimize dolunay doğdu.
Allah’a yalvaran bulundukça, Bize de şükretmek vâcib oldu.
Ey bize gönderilen Aziz Peygamber!
Sen bize itâat edilmesi vâcib bir emirle geldin!
“Buyurunuz yâ Rasûlallah” diye herkes dâvet ediyor,
devenin
yularından
tutup
yolundan
döndürmeğe
çalışıyorlardı. Halk bu sûretle deveye sarıldıkça Resûl-i
Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz:
“Ona dokunmayınız, o me’mûrdur, Allah tarafından
me’mûr olduğu yere gidiyor.” 62 buyuruyordu.
Peygamber efendimiz de devenin yularını bırakıp hiç
dokunmadığı halde o mübarek deve de kendiliğinden
gidiyordu.
62
İBN SA’D, TABAKAT
200
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
“Devenin yularını bırakınız” diye buyurmasında beliğ
bir hikmet vardı. Çünkü herkes Resûl-i Ekrem efendimiz’i
misafir etmek arzu, aşk ve heyecanında bulunduğundan hiç
kimsenin hatırı kalmaması için bir mûcize olmak üzere biiznillâh Teâlâ tercih işi deveye havâle buyurulmuşdu.
Deve evvelâ gitti, Mâlik bin Neccâr’ın evinin önündeki
bir arsaya çökdü ki, Kabr-i Saâdet’in olduğu yerdir. Lâkin
orada durmayıp kalkdı. Tekrar yürüdü Benî-Neccâr’dan
Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’ın
nûrlu evinin kapısı önüne geldi ve Cenâb-ı Allah’ın izni ile
oraya çöktü. Boynunu uzatıp yere yapıştırıp genzinden
böğürdü.
Rasûlullah aleyhisselatü vesselâm efendimiz de:
“İnşâallâhu Teâla konağımız burasıdır” diyerek
deveden indi ve Ebû Eyyûb Hâlid’il-Ensârî radıyallahu
anh’ın hânesine teşrîf buyurdu. Konak yerini deve tayin
edince kimsenin, itirazı kalmadı.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in evine yerleştikden
sonra sâbi yavrular şöyle nida ediyorlardı:
“Biz Neccâroğulları kızlarıyız. Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’in komşuluğu ne hoş komşuluktur! Ve ona
yakınlık ve hısımlık ne güzeldir!..” meâlinde gazeller
okuyorlar, tekbir alıyorlar, defler çalıyorlardı. Habeşîler
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’in
A S H Â B-I
K İ R Â M
201
Medine-i Münevvere’ye teşrîfinden dolayı sevinçlerinden
ellerindeki harbeleri yâni kısa ve küçük okları ile oyun
oynuyorlar, hallerince, teşrîf eden bu şerefli misâfiri i’zâza
çalıyorlardı.
Peygamber efendimiz bu kasîde okuyan küçük kızlara
iltifat buyurarak: Beni seviyor musunuz? deyince çocuklar
hep bir ağızdan: “Evet seni seviyoruz yâ Rasûlallah!” diye
çağrışıyorlardı.
Resûl-i Ekrem efendimiz de: “Allah Teâlâ kalbimi
biliyor ki, ben de sizleri seviyorum.” Buyurdular.
Ebû Eyyûb radıyallahu anh: “Yâ Resûlallah! Burası
benim evimdir. Dedi.
Hz. Ebû Eyyûb ve Zeyd bin Hâris’e radıyallahu
anhümâ-ikisi beraber rasûlullahın devenin üzerindeki
eşyalarını alıp eve getirdiler. O esnâda bir zat:
“ – Nereye oturacaksınız yâ Resûlallah?” diye sorunca
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ona
cevap olarak:
“- Kişinin eşyâsı nerede olursa kendi de orada oturur.”
buyurdu.
202
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ensâr-ı Kirâmın büyüğü olan Es’ad bin Zürâre
radıyallahu anh teberrüken deveyi alıp kendi evine götürdü.
Hicret-i Muhammediyye burada sona erdi. 63
Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in hânesi Mescidi Nebevî’nin doğusundadır.
Ebû Eyyûb radıyallahu anh buyuruyor ki:
“Peygamberimiz Muhammed Mustafâ sallallahu
aleyhi ve sellem Mekke’den Medîne’ye teşrîf buyurdukları
vakit ilhâm-ı Rabbânî ve emr-i Samedâni ile bizim
fakirhânemize teşrîf buyurdular. Maiyyet-i Seniyyelerinde
Zeyd ibn-i Hârise radıyallahu anh de vardı. Zât-ı
Risâletpenâhilerine evimin üst katını teklif etdimse de Fahr-i
Âlem efendimiz:
“- Gelen giden ziyaretçilere kolay olur” diyerek evimin
alt katını tercih buyurmuşlardır. Fakat ben ve zevcem gece
yatmak üzere evin üst katına çıktık. Ammâ çok müteessir
olmuştuk. Kendi kendimize:
“- Evin üst katına bizim çıkmamız edebe muhâlifdir.
Çünkü, Cebrail aleyhisselâm Peygamber efendimize vahiy
getireceği için O’nun evin üst katında bulunması daha
münâsibdir. Hem de biz üstte dolaşacağız, yatıp kalkacağız,
dolayısıyla Rasûlullah efendimizi rahatsız edeceğiz. Biz
63
TECRİD-İ TERC
A S H Â B-I
K İ R Â M
203
neden bunu düşünmedik, diyerek bütün gece hüzünlendik,
ağladık.
Sabah olunca vaziyeti Peygamberimiz’e arzettik. Bizim
ısrârımız üzerine raûf ve rahîm olan Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz derhal evimizin üst
katına teşrîf buyurdular.”64
Resûl-i Kibriya efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem
Ebû Eyyûb radıyallahu anh’ın evinde bulunduğu yedi ay
zarfında Ensâr-ı Kiram’dan üç dört kişi silâhlı olarak
münâvebe suretiyle sabahlara kadar nöbet beklemişlerdir
radıyallahu anhüm.
Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu teâlâ aleyhi
ve sellem efendimiz Medine-i Münevvere’ye teşrîfle Ebû
Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in evine geldiği vakit,
Yahûdilerin reisi, meşhûr âlimlerden Abdullah bin Selâm,
Hz. Hâlid bin Zeyd radıyallahu anh’in evine geldi. Ve
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’i ziyâret
edip dikkatle mübarek yüzüne bakarak vallahi bu yüzün
sahibi ancak sâdık dır diyerek müslüman oldu.
Ashâb-ı Kiram hazarâtı, Peygamber efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz için her gün Ebû Eyyûb
radıyallahu anh’in evine nöbetle sofra getiriyorlardı.
Zeyd bin Sâbit radıyallahu anh buyuruyor ki:
64
HADİS, AHMED BİN HANBEL
204
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
“Resûl-i Ekrem hazretleri Ebû Eyyûb’un evini teşrif
buyurdukları zaman ilk olarak ben bir sofra yemek
getirmiştim. Sofrada ekmek, su ve tereyağı vardı. Bu
yemekleri Peygamberimiz’e annem Rumeysa göndermişdi.
Peygamberimiz de orada bulunan Ashâb-ı Kiram’ı davet
eyledi. Hepsi berâber yediler. Bunun üzerine Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellem memnûniyyetinden bize dua
buyurdular.
Ebû Eyyûb el-Ensârî buyuruyor ki:
“- Peygamber efendimiz’in önünden yemek kalktığı
zaman biz mübârek parmaklarının dokunduğu yerleri
araştırırdık. “Sen yiyeceksin” “Ben yiyeceğim” diye Ümm-i
Eyyûb ile yarış eder ve teberrük eylerdik.”65
Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin Evi hk. Tarihî Malûmat
Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in evi kadîm bir
seadethânedir. İbni Sa’d Tabakâtü’l Kübrâ’sında bu ev
hakkında şu bilgiyi vermektedir.
“Yemen Meliklerinden Tübbe Evvel ki ismi Umeyr
ibn-i Dürru’dur. Bir rivâyete göre Es’ad Ebû Küreyb’dir bu
zat Kitâb-ı İlâhî olan Zebûr ile amel ederdi. Peygamber
efendimiz’in Medine-i Münevvere’ye hicretinden takriben
65
HADİS, MÜSLİM
A S H Â B-I
K İ R Â M
205
700 sene evvel medine civarından geçerken yanında bulunan
ulema ve hukemadan şöyle bir haber işitti:
“Cenâb-ı Allah’ın insanları irşâd ve ıslah için
gönderdiği Hâtemu’l-enbiyâ Mekke’de dünyayı teşrîf
edecek,
bilâhare
buraya
–Yesribyani
Medine-i
Münevvere’ye hicret edip ve burada vafât edecektir . Zuhûru
zamanı da yaklaşmaktadır.
Melik’in maıyyetindeki alimler bu vesile ile melikden
şöyle bir istirhamda bulunmuşlardı:
“- Ey Melik!... Sizin makarr-ı saltanatınızda kâfî
derecede ulemâ vardır. Bizi burada bırakınız. Me’mûldür ki
Hâtemu’l-enbiyâ hazretlerinin Asr-ı Seâdetlerine erişir ve
kendine mülâkî oluruz. Eğer kendilerine kavuşabilirsek sizi
de haberdar ederiz.” dediler.
Bunun üzerine melik ulemalar için birer ev yaptırdı.
Ve her birine birer de cariye verdi. Birçok mal ihsân etdi. Bir
evde, gelecek Hâtemu’l-enbiyâ efendimiz için yaptırdı. “Ve
O muhterem zat bu memlekete hicret buyurduğu vakit bu
hanede ikâmet buyursun.” Diye vasiyetde bulundu. 66
Rivâyet olunduğu vechile Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem efendimiz’in mihman olduğu ev, yani Ebû Eyyûb
el-Ensârî radıyallahu anh’ın hânesi o melikin Peygamber
efendimiz nâmına yaptırdığı hâneydi.
66
RUHU’L-BEYAN
206
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bir gün Melik Samûl adındaki reis ulemâyı dâvet
ederek şöyle bi emir verdi:
“- Şayed benim zamanımda beklenen Hâtem’l-enbiyâ
zuhûr edecek olursa pekâlâ. Eğer benden sonra zuhûr ederse
o muhterem zat nâmına size bir mektup tevdî edeceğim. Ve
bu mektup elden ele, babadan evlâda emânet edilerek tâ
Âhir-zaman Peygamberi’nin kendi eline varıncaya kadar
devredilmelidir,” dedi.
Melik bu mektûbu yazdırdıktan sonra maıyyetiyle
berâber memleketi olan Yemen’e döndü. Aradan asırlar
geçip de Hâtemu’n-nebiyyîn sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem
efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicretle teşrîf buyurunca
Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh Resûl-i Ekrem
sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz’e bu mektubu
takdim etdi. Ebû Leylâ isminde bir zat tarafından takdim
edildiğine dâir rivâyet de vardır. Bu mektubu kendilerine
okurlar iken:
“Sâlih kardeş Tübba’ merhabâ!” demiş ve bu sözü üç
def’a tekrar eylemişlerdir.
İmam Süyûti’nin Camiu’s-Sağîr’de rivâyet edildiği bir
hâdîs-i şerifte Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem “Melik-i Tübba’yı hayırla yâd ediniz. Zira o mü’min
idi” buyurmuştur:
A S H Â B-I
K İ R Â M
207
Nübüvetten Evvel Peygamberimiz’e Îmân Edenler
Peygamber efendimiz için ev inşâ etdiren Melik-i
Tübba, Seyf bin Zî-yezen, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Varaka
bin Nevfel, Kuss b. Saide, Askalâni-i Hımyerî, Samuîl,
Abdullah bin Selâm, İbn-i Sa’ye’nin iki oğlu, Bünyâmin,
Muhayrîk Kâ’b’ul-Ahbâr, Buhayrâ, Nestûâu’l-Habeşe,
Nastûrâu-ş-Şâm, Sâhib’ul-Busrâ, Cârudu’l-Âlâ, Sâhibu’rRûmiyye, Mukavkıs Sahib-i Mısır, İbn-i Sûriyâ, İbn-i Ahtab,
Kâ’b ibn-i Es’ad, Zübeyr ibn-i Bâtıya…
Medine-i Münevvere’de Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve selem efendimiz’in hayatındaki komşuları İmam-ı
Kastalânî’nin Mevâhib-i Ledünniyye kitabında yazdığı
vechile şunlardır:
1. Hazret-i Hâlid Ebû Eyyûb el-Ensârî,
2. Sa’d ibn-i Muâz,
3. Umâre bin Hâzim,
4. Zeyd bin Sâbit radıyallahu anhum.
Tefsir kitablarında izah edildiğine göre Ebû Eyyûb
radıyallahu anh buyuruyor ki:
َ‫وَاَﻧْﻔِﻘُﻮا ﻓِﻰ ﺳَﺒِﯿﻞِ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻟَﺎﺗُﻠْﻘُﻮا ﺑِﺎَﯾْﺪِﯾﻜُﻢْ اِﻟَﻰ اﻟﺘﱠﮭْﻠُﻜَﺔِ وَاَﺣْﺴِﻨُﻮا اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﯾُﺤِﺐﱡ اﻟْﻤُﺤْﺴِﻨِﯿﻦ‬
“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye
atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah
dürüstleri sever.”67
67
BAKARA SÛRESİ, ÂYET 195
208
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
“Bir gün Rasûlullah’dan gizli olarak bazı arkadaşlarla
sohbet ediyorduk: “Allah Teâlâ artık İslâma kuvvet verdi.
Her tarafdan iâneler çoğaldı. Biz harbi terk ederek malımız
başında bulunursak ve harap olan bağlarımızı, bahçelerimizi
imar edersek daha iyi olacaktır,” diye karar vermek istedik.
Yani harb etmemeyi, cihâdı terk etmeği nefsimizde tercih
edince Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri bu âyeti indirerek bizim
o tasavvurlarımızı reddetti. O vakit anladık ki, bizim
düşüncelerimiz hatâlıdır. Ve murâd-ı İlâhî’ye muhâlifdir.
İşte bu âyet-i celîlenin nüzûlünden sonradır ki, Ebû
Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh gerek Asr-ı Sâdette, gerekse
İrtihâli-Nebî’den sonra hiçbir muharebeden geri kalmamış,
Cihâda vakf-ı vücûd etmiş! Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i
Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali radıyallahu anhüm
devirlerinde cepheden cepheye koşmuş, Cenâb-ı Allah’a ve
Resûlüne karşı ahd ü va’dini ilân etmiş, Dîn-i Celîl-i İslâm’ın
ızzet ve Ümmet-i Muhammediye’nin selameti, için şer’an
“murâbıt”ların serdârı olmuş, son gazâsı olan İstanbul’un
Muhasarası esnâsında şehîd düşmüştür.
Hz. Hâlid Radıyallahu Anh’ın Zevcesi
Hz. Hâlid radıyallahu anh’ın zevce’i muhteremesi
“Ümm-i Eyyûb Fâtıma-i Hazreci” radıyallahu anhâ’dır ve
Sahabiyâtdandır ve Hz. Hâlid radıyallahu anh ile birlikte
İslâmiyyeti kabul etmişlerdir.
A S H Â B-I
K İ R Â M
209
Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in üç erkek ve bir
kız evlâdı vardır. En büyük evlâdı Eyyûb’dur ki bu büyük
oğlunun ismiyle künyelenmişdir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin Kabr-i Şerîfi
Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri Ebû Eyyûb
el-Ensâri radıyallahu anh’in Kabr-i Şerîfinin yerini bulmak
arzusunda bulunduğunu Akşemseddin Hazretlerine rica
eyledi.
Akşemseddin Sultan Fatih’e hitaben:
“Sultanım, ben geceleri şu semt’de bir yere nûr
inmekde olduğunu görüyorum. Zannediyorum ki, o nurun
indiği yerde o mübarek kabr-i Şerîf olsa gerektir,” dedi. Bir
müddet Ebû Eyyûb’un kabr-i Şerîfinin bulunduğu yere
teveccüh’de bulunduktan sonra:
Evet, Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin rûh-ı Şerîfi ile
şimdi mülâkat etdim. İstanbul’un fethini tebrîk etdi ferâh ve
sürurunu ızhar eyledi, buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i
Fatih ve Akşamseddin ve maıyyeti, hep berâber işaret etdiği
yere geldiler. Fatih, Akşemseddin’e:
“Efendim, Kabr-i Şerîf’in yerini tayin buyurunuz ki
üzerine bir kubbe bina edelim,” diye rica etti.
Akşemseddin Hazretleri de halvete varıp teveccüh
eyledi. Ve elyevm Kabr-i Şerîfin yeri olan makam-ı Mübâreki
Mükâşefe-i Sâdıka ile ta’yin edip müteaddid alâmetler beyan
210
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
eyledi. Filhakîka oranın, Mezâr-ı Şerîf olduğu anlaşıldı.
Sonra:
“Burasını kazınız, inşaallahu Teâlâ iki arşın sonra
“Burası Ebû Eyyûb el-Ensârînin Kabr-i Şerîfidir” diye
yazılmış bir mermer çıkacakdır buyurdu. Filvaki o yer
kazıldı, Akşemseddin’in dediği gibi bir levha zuhur etti. O
taş kaldırılarak içine Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin Mûbârek
vücud-i Şerîfini safran ile boyanmış bir kefen içinde ter ü
tâze yattığını gördüler. Hazır olanlar ve İslâm askerleri
mübârek Kabr-i Şerîf’in topraklarını Kelime-i Tevhid ve Zikri Mevlâ ile doldurdular.
Bunun üzerine Gazi Sultan Muhammed Hân
Mihmandâr-ı Resûl-i Kibriyâ’nın Kabr-i Şerîfini yaptırdı ve
hâlen üzerinde bulunan Kubbe-i Şerîfi ve Câmi-i Şerîf,
Medrese, Han, Hamam, İmâret, Çarşı-Pazar cümlesi Fatih
Sultan Muhammed’in binalarıdır.
Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in Kabri Şerîfinin orada olduğuna Akşemseddin’in ilmel-yakîn,
ayn’el-yakîn hakkal yakîn bir kanaati hâsıl olmuşdur ki, o
zamandan bu zamana kadar bütün ulemâ sulehâ, mü’minin
ve mü’minâtın o makam-ı mübâreke teveccüh ve muhabbet
ederek tam alâka ve râbıta ve hürmetle ziyâret etmeleri de
umumi bir tevâtür ve huccet olduğuna şübhe yoktur.
İstanbul muhasarası sırasında şehid olan Ebû Eyyûb
el-Ensârı bugün hâla İstanbul'un Eyüp ilçesindeki Eyüb
Sultan Camii avlusunda bulunan türbesinde medfundur.
A S H Â B-I
K İ R Â M
211
Mübârek Kabr-i Şerîfi bütün dünya Müslümanları tarafından
gönüllerden gelen bir muhabbetle ziyâret edilmektedir.
Hâlid Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in
muharebelerde kullandığı kılınç ise; bugün İstanbul’da
Topkapı Sarayında Mukaddes Emanetler arasında bulunmaktadır.
İstanbulda Kabirleri Belli Olan Ashâb-ı Kiram
 Kâ’b (r.a): Eyûb’de Beylik değirmeni civarında.
 Ebûderdâ (r.a): Zâl Mahmud Paşa Camii kurbunda.
 Muhammed El-Ensârî (r.a): Abdülvedud Mahallesinde
Bâb’ul Ensâr kurbunda.
 Abdüssâdık Âmir (r.a): Eğrikapı haricinde Makber
civarında.
 Hâfir (r.a): Eğrikapı’da kapı arasında.
 Ca’fer b. Abdullah el-Ensârî (r.a): Hâce Kasım Camii
Mihrabı tarafında (Meydancı camii).
 Abdullah el-Hudrî (r.a): Eğrikapı dahilinde rum kilisesi
sokağında.
 Ebû Sâid el-Hudrî (r.a): Kariye camii şerifi kurbunda sultan
hamamı civarında.
 Câbir (r.a): Ayvansaray kapısı dahilinde Mustafa Paşa
Camii derununda.
 Şu’be (r.a): Eğrikapı dahilinde Şişhane kurbunda.
 Amr’ibni-îl-As (r.a): Yeraltı camiinde kurşunlu mahzen
camii derununda
 Vehb bin Hüşeyre (r.a): Yeraltı camiinde kurşunlu mahzen
camii derununda
212
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
 Süfyan b. Uyeyne (r.a): Kurşunlu mahzen camii derununda
 Hamdullah Ensârî ve Ebû Şeybe El-Hudrî (r.a): Ayvansaray’da Toklu İbrahim Dedenin Kabri yanında (Bu iki
sahâbe Peygamber efendimiz’in, Halîme’den olan süt kardeşleridir. )
 Usâme bin Zeyd (r.a): Eğrikapı civarında.
 Abdullah ibn-i Hişam (r.a): Sultan Hamamı kurbunda.
 Abdurrahman Şâmî (r.a): Ayasofya’da cephane civarında.
 Abdulvehhâb (r.a): Üsküdar’da dere kenarında.
HAZRET-İ BİLAL-İ HABEŞİ
Aslen Habeşistanlıdır. Mekke'de Beni Cumha
kabilesinin kölesiydi. Asıl İsmi Bilal bin Rebah Habeşidir,
künyesi Ebu Abdullah, annesinin adı ise Hamame'dir. 581
senesinde Mekke'de doğdu, Peygamber efendimizin ilk
sahabilerindendir ve Rasûlullahın ilk müezzinidir.
Peygamber efendimize ilk iman eden ve müşriklere
karşı Müslüman olduğunu açıkça ilan eden yedi sahabiden
biri olan Bilal-i Habeşi, Ümeyye bin Halef'in kölesiydi.
Sahibi, Bilal-i Habeşi'ye Müslüman olduğu için çok eziyet
ederdi. Boynuna ip takıp çocukların ellerine verir, Mekke
sokaklarında dolaştırırdı. Müşrikler de onunla alay ederlerdi.
Garib ve kimsesiz olan Bilal-i Habeşi diğer müşriklerden de
işkence görürdü.
Ümeyye bin Halef aşırı sıcak altında Bilal-i Habeşi'yi
tamamen soyar. Üzerinde bir donla kalırdı. Bu haliyle kızgın
A S H Â B-I
K İ R Â M
213
çölün yanan kumları üzerine yatırır. Karnı üzerine de büyük
taşlar koydururdu. Bilal-i Habeşi'nin kumlara yapışan teni
yanıyor, çektiği azab dayanılmaz hal alıyordu. Bilal-i Habeşi
bu tahammülü zor işkenceler altında kelime-i şehadet
getirerek "Allah birdir" diyordu. Bu sırada sevgili
Peygamberimiz oradan geçerken, Bilal-i Habeşi'nin
durumunu görerek üzüldü ve ona; "Ya bilal Allahü tealanın
ismini söylemek seni kurtarır." buyurdu.
Rasûlullah efendimiz hanelerine döndükten biraz
sonra hazret-i Ebu Bekir geldi. Hazret-i Ebu Bekir'e, Bilal'in
çektiklerini anlattı ve üzüntüsünü bildirdi." Bunun üzerine
Hz. Ebu Bekir, müşriklerin yanına gitti. Bilal'e böyle
yapmakla elinize bir şey geçmez, onu bana satın." dedi.
Onlar ise; "biz onu satmayız, yalnız senin kölen Amir ile
değişiriz." dediler. Amir, hazret-i Ebu Bekir'in ticaret işlerini
yapan becerikli bir köleydi. Fakat iman etmiyordu. Bilal ile
Amir'i değiştiler. Hazret-i Ebu Bekir, Bilal'in elinden tutup,
Rasûlullah'a götürdü; "Ya Resûlallah, Bilal'i bugün Allah için
azad eyledim." dedi. Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
çok sevinip, hazret-i Ebu Bekir'e dua etti. O anda Cebrail
aleyhisselam gelip; "Leyl" suresinin ilgili ayetlerini getirdi.
Cenab-ı Hak, Ebu Bekir efendimizin Cehennem'den azad
olduğunu müjdeledi.
‫وَﺳَﯿُﺠَﻨﱠﺒُﮭَﺎ اﻟْﺎَﺗْﻘَﻰ )( اَﻟﱠﺬِى ﯾُﺆْﺗِﻰ ﻣَﺎﻟَﮫُ ﯾَﺘَﺰَﻛﱠﻰ‬
“Temizlenmek üzere malını hayra veren iyiler ondan
(ateşten) uzak tutulur.”68
68
LEYL SÛRESİ, ÂYET 17-18
214
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Namazın eda edilmesi için, Medine'de Müslümanlar,
biraya gelip vaktin girmesini beklerlerdi. Namazın vaktinin
girdiğinin haber verilebilmesi ve Müslümanların namaza
davet edilmesi konusunda yapılan görüşmelerde muhtelif
teklifler yapıldı. Namaz vakti bir bayrağın dikilmesi ve bunu
görenlerin namaza gelmeleri, Yahudilerin yaptığına benzer
tarzda bir boru çalınması, Hıristiyanlar gibi çanın çalınması
teklifleri yapıldı. Ancak, bunların hiç biri kabul görmedi.
Diğer dinlerin müntesiplerinin yaptığına benzeyen veya
onların davetini çağrıştıran bir alametin seçilmesi
Müslümanlar için uygun düşmezdi. Nitekim bu tekliflerin
hiçbirini Peygamber efendimiz kabul etmedi.
Hz. Bilâl, Medine'de Rasûlullah'ın Mescidi'nin yapımı
tamamlanıncaya kadar, yanında bulunan binanın üstüne
çıkardı. Seher vakti gider, evin üzerine oturur, fecrin
doğmasını beklerdi. Beklediği an gelince, "Allahım! Ben,
Sana hamd eder, Kureyş müşriklerinin Senin dinine karşı
ayaklanmalarından dolayı yardımını dilerim." şeklinde dua
ederdi. İşte bu sıralarda, bugün dünyanın dört bir yanında
büyük bir huzur içinde dinlenen Ezan-ı Muhammedi'yi
rüyasında gören sahabe Abdullah bin Zeyd rüyayı gelip
Peygamber efendimize anlattı. Sahabeyi dinleyen Peygamber
efendimiz, rüyasına giren ezanı Bilâl'e öğretmesini ve
akabinde okunmasını buyurdu. Bilal'in okuduğu ezanı
duyan Hazreti Ömer radıyallâhu anh, aynı rüyayı on beş gün
önce kendisinin de gördüğü halde utandığından dolayı
söyleyemediğini bildirdi. Böylece ezanı ilk okuyan Bilal
radıyallâhu anh aynı zamanda müezzinlerin piri ünvanını da
A S H Â B-I
K İ R Â M
215
almış oldu. Bu olay Hicretin birinci yılında gerçekleşti ve
böylece Ezan-ı Muhammedi İslam'ın bir şiarı oldu.
Bilal-i Habeşi azad edildikten sonra hicrete kadar
Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı.
Medine-i münevvereye hicret ettiğinde, bir müddet
Sa'd bin Hayseme'nin evinde misafir olmuştu. Peygamber
efendimiz onu Ensar'dan Ebu Rüveyha Abdullah bin
Abdurrahman ile kardeş yaptı. Bir gün sabah namazı
vaktinde Peygamberimizin kapısı önünde "Esselatü hayrun
minennevm - namaz uykudan hayırlıdır” diye iki defa
seslendi. Peygamber efendimiz beğenerek; "Bilal bu ne güzel
söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle." buyurdular.
Böylece sabah ezanında bu sözler de söylenmeye başlandı.
Bilal-i Habeşi bütün gazalarda, Peygamberimizin
yanında bulundu. Bilâl'in sesi gür ve güzeldi. Mekke'nin
fethinde Kabe putlardan temizlenince, Kabe-i muazzamanın
üzerine çıkıp ilk ezanı okudu. Peygamber efendimize de
ömür boyu müezzinlik yaptı. Irk ayrımı gözetmeyen İslam
Peygamberi'nin bu mübarek sahabeye ezanı okutması, ten
renginden dolayı bazı kimseleri insan olarak görmeyen
müşrikler tarafından hoş karşılanmadı.
Peygamber efendimizin vefatından sonra, Bilal-i
Habeşi ayrılık acısına tahammül edemeyerek Şam'a gitti ve
oraya yerleşti. Hazret-i Ebu Bekir devrinde o bölgede yapılan
gazalara katıldı. Hazret-i Ömer ordusuyla Şam'a geldiğinde,
Bilal-i Habeşi orduya katılıp Kudüs Seferine iştirak etti.
216
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Şam'da bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında
gördüğü Peygamber efendimizin daveti üzerine Medine-i
münevvereye gitti. Ravda-i mütahheraya yüzünü sürerek,
Peygamberimizin kabr-i şerifini ziyaret etti. Rasûlullah ile
geçirdiği günleri hatırlayıp hasret ve muhabbet gözyaşları
dökerek uzun müddet ağladı. Peygamber efendimizin
torunları Hasan ve Hüseyin'in ısrarları üzerine, dayanamayarak bir gün sabah namazı vaktinde ezan okumaya başladı.
Ezan sesini duyan Eshab-ı kiram, kadın, erkek, çoluk-çocuk
sokaklara dökülerek, Rasûlullah ile yaşadıkları saadetli
günleri hatırlayıp ağladılar. Bu ezan, Bilal-i Habeşi'nin
okuduğu son ezanı oldu. Birkaç gün Medine'de kaldıktan
sonra, Şam'a döndü. Fakat yolda rahatsızlanıp evine güçlükle
varabildi. Bu hastalıkla ömrünün son günlerini yaşadı. 641
(H.20) senesinde Şam'da vefat etti. Bab-üs-Sagir Kabristanında defnedildi.
Hayatta iken Yüce Peygamberin övgüsüne mazhar
oldu. Rivayet ettiği hadis-i şeriflerden kırk dördü Sahih-i
Buhari, Sahih-i Müslim ve dört Sünen kitabında yer almıştır.
Peygamber efendimizden rivayet ettiği bazı hadis-i
şerifler şunlardır: ”Gece ibadetine devam edin; zira bu
sizden önceki salihlerin halidir. Kıyamülleyl Allah'a yakınlık
ve günahlara keffaret olup, insanı bedeni hastalıklardan
korur ve günahlardan uzaklaştırır.”
Başka bir rivayeti ise ” Tatlı sesinle bizi ferahlandır ya
Bilal!” hadisi şerifidir.
A S H Â B-I
K İ R Â M
217
HAZRET-İ SELMAN-I FARİSİ
Selman-ı Farisi hazretleri, ashâb-ı kiramın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Peygamber efendimiz tarafından ehl-i beytten sayılmıştır.
Müslüman olunca, Peygamberimiz ona Selman ismini
verdi, İran'lı olduğu için de Selman-ı Farisi olarak meşhur
oldu. Lakabı Selman-ül Hayr, künyesi ise Ebu Abdullah'tır.
Selman-ı Farısi, hayatını şöyle anlatır: "İran'ın, İsfahan
şehrindenim. Babam zengin bir Mecusi idi. Evimizin tek
çocuğu idim."
Bir gün dışarıda dolaşırken bir hristiyan kilisesine
rastladım. İçerde ibadet ediyorlardı. Ben daha önce öyle bir
şey görmediğim için hayret ettim. Onlar görünmeyen bir
Allah'a ibadet ediyorlardı ve kendi kendime dedim ki,
bunların dini haktır ve bizimki batıldır. Akşama kadar onları
seyrettim. Onlara dedim ki: "Bu dinin aslı nerededir?" Bana,
"Bu dinin aslı Şam'dadır" dediler, "Peki dedim. Ben de Şam'a
gitsem beni de bu dine kabul ederler mi?" "Evet kabul
ederler" dediler. "Sizlerden yakında Şam'a gidecek kimseler
var mıdır?" diye sordum "Bir müddet sonra bir kervanımız
Şam'a gidecektir." diye cevap verdiler."
Eve döndüğümde babam beni merak etmiş "Bu
zamana kadar nerede kaldın evladım" dedi. Ben de
"Babacığım bugün bir Nasrani kilisesi gördüm içeri girdim,
onlar her şeye hakim ve kadir olduğunu söyledikleri
218
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
görünmeyen bir Allaha ibadet ediyorlardı. Onların
ibadetlerine hayret ettim ve akşama kadar onları seyrettim.
Anladım ki onların dini daha doğrudur" dedim.
Babam "Ey oğlum sen yanlış düşünüyorsun senin
babalarının ve dedelerinin dini, onların dininden daha
doğrudur. Onların dini bozuktur. Sakın onlara aldanma,
inanma" dedi. Ben de "Hayır babacığım onların dini
bizimkinden daha hayırlıdır ve onların dini haktır. Bizimki
ise bâtıldır" dedim. Babam buna çok kızdı ve beni el ve
ayaklarımdan bağlayıp eve hapsetti. Ben evde hapis iken
devamlı Şam'a gidecek olan kervanı beklerdim. Nihayet
hıristiyan rahipler Şam'a gidecek kervanı hazırlamışlardı.
Bunu haber alınca beni bağlayan iplerimi çözüp kaçtım ve
kervanın bulunduğu kiliseye gittim.
O kervanla beraber Şam'a gittim. Şam'da hıristiyan
dininin en büyük âlimini sordum. Bana bir âlimi tarif ettiler.
Onun yanına gittim. Ona durumu anlattım.
Onun yanında kalmak istediğimi, ona hizmet
edeceğimi söyleyip, ondan bana Nasraniliği öğretmesini rica
ettim. O da kabul etti.
Ben de Ona hizmet etmeye, kilisenin işlerini yapmaya
başladım. O da bana dini öğretti. Dünyaya hiç ehemmiyet
vermezdi. Gece-gündüz ibadet ederdi. uzun zaman yanında
kaldım. Onun ve kilisenin hizmetini yapar ve de onunla
ibadet ederdim. Vefat zamanı geldi ve ona "Ey efendim,
uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Vefat
A S H Â B-I
K İ R Â M
219
ettiğiniz zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersin"
diye sordum. Bana "Oğlum Şam'da insanları ıslah edecek bir
kimse yok. Kime gitsen seni ifsad ederler. Fakat Musul'da bir
zat vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim" dedi.
"Ben de peki efendim" dedim. O zat vefat edince
Şam'dan Musul'a gittim. Onun tarif ettiği zatı buldum,
başımdan geçenleri anlattım. Beni hizmetine kabul etti. O da
diğer zat gibi zahid, abid bir kimse idi. Onun vefat zamanı
aynı soruları ona da sordum. O da bana Nusaybin'de bir zatı
tavsiye etti. O vefat ettikten sonra ben de derhal Nusaybin'e
gittim. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğimi
söyledim, isteğimi kabul etti ve bir müddet de onun
hizmetinde kaldım. Bu zat da vefat etmek üzere iken, beni
başka birine göndermesini söyledim. Bu sefer bana
Amuriye'deki bir Rum şehrinde bulunan başka bir kimseyi
tarif etti. Vefatından sonra da oraya gittim. Tarif edilen bu
son şahsı da bulup, hizmetine girdim. Uzun bir zaman da
onun yanında kaldım. Artık onun da vefatı yaklaşmıştı. Ona
da beni birine havale etmesini rica edince, şimdi böyle bir
kimse bilmiyorum. Fakat ahir zaman Peygamberinin gelmesi
yaklaştı. O Arablar arasından çıkacak, vatanından hicret
edip, kara taşlık içinde hurması çok olan bir şehre yerleşecek.
Alametleri ise şunlardır: Hediyeyi kabul eder, sadakayı
kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır,
diyerek alametlerini saydı.
Yanında bulunduğum son zat da vefat edince, onun
tavsiyesi üzerine, Arab diyarına gitmeye hazırlandım.
220
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ben Amuriye'de çalışıp, bir kaç deve ile bir miktar
koyun sahibi olmuştum. Beni Kelb kabilesinden bir kafile
Arap beldesine gitmek üzere idi. Onlara dedim ki, bu develer
ve koyunlar sizin olsun, beni Arap vilayetine götürün. Kabul
edip beni kafilelerine aldılar. Vadi’ül Kur’a denilen yere
gelince bana ihanet edip, köledir diyerek beni bir yahudiye
sattılar. Yahudinin bulunduğu yerde hurma bahçeleri
gördüm. Ahir zaman Peygamberinin hicret edeceği yer
herhalde burasıdır diye düşündüm. Fakat kalbim oraya
ısınmadı. Bir müddet yahudinin hizmetinde kaldım. Sonra
beni köle olarak amcasının oğluna sattı. O da alıp Medine'ye
getirdi. Medine'ye varınca, sanki bu beldeyi önceden görmüş
gibiydim, çok sevdim. Artık günlerim Medine' de geçiyor,
beni satın alan yahudinin bağında bahçesinde çalışıp, ona
hizmetçilik yapıyordum. Bir taraftan da asıl maksadıma
kavuşma arzusuyla bekliyordum.
Bir gün beni satın alan yahudinin bahçesinde bir
hurma ağacı üzerinde çalışıyordum. Sahibim, yanında biri ile
bir ağaç altında oturup konuşmakta idi. Bir ara dediler ki,
Evs ve Hazreç kabileleri helak olsunlar. Mekke'den bir kimse
davet ettiler Kuba ya geldi. Peygamber olduğunu söylüyor.
Ben bu sözleri işitince kendimden geçip az kalsın ağaçtan
yere düşüyordum. Hemen aşağı inip, O şahsa ne diyorsun?
dedim. Sahibim bana bir tokat vurdu ve "Sana ne niçin
soruyorsun, sen işine bak" dedi.
O gün akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen
Kuba'ya vardım. Rasûlullahın yanına girip "Sen salih bir
kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka
A S H Â B-I
K İ R Â M
221
getirdim" dedim. Rasûlullah yanında bulunan Eshaba
"Geliniz hurma yiyiniz" buyurdu. Onlar da yediler. Kendisi
asla yemedi. Kendi kendime işte birinci alamet budur.
Sadakadan yemiyor dedim. Eve dönüp bir miktar hurma
daha alıp, Rasûlullaha getirdim. Bu hediyedir dedim. Bu
defa yanındaki Eshab ile birlikte yediler, işte ikinci alamet
budur dedim. Götürdüğüm hurma yirmibeş tane kadar idi.
Halbuki yenen hurma çekirdekleri yüzlerceydi. Rasûlullahın
mucizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendime bir alameti daha
gördüm dedim. Rasûlullahın yanına ikinci defa varışımda
nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiğim için yanına
yaklaştım. Benim muradımı anlayıp, gömleğini kaldırdı.
Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez
varıp öptüm ve ağladım. O anda Kelime-i şehadeti
söyleyerek müslüman oldum. Sonrada Rasûlullaha uzun
yıllardan beri başımdan geçen hadiseleri bir bir anlattım.
Hâlime teaccüb edip, bunu Eshab-ı Kirama da
anlatmamı emir buyurdu. Eshab-ı Kiram toplandı, ben de
başımdan geçenleri bir bir anlattım.."
Selman-ı Farisi iman ettiği zaman Arap lisanını
bilmediği için tercüman istemişti. Gelen yahudi tercüman,
Selman-ı Farisi'nin Peygamber efendimizi methetmesini aksi
şekilde söylüyordu. O esnada Cebrail aleyhisselam gelip
Selman'ın sözlerini doğru olarak Rasûlullaha bildirdi.
Durumu yahudi anlayınca, Kelime-i şehadet getirerek O da
müslüman oldu.
222
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Selman-ı Farisi müslüman olduktan sonra, köleliği bir
müddet daha devam etti. Peygamber efendimizin, "Kendini
kölelikten kurtar ya Selman" buyurması üzerine sahibine
gidip, azat olmak istediğini söyledi. Buna zorla razı olan
yahudi, üçyüz hurma fidanı dikerek yetiştirip ve hurma verir
hale getirmeyi ve kırk ukiye altın vermesi şartıyla azad
etmeyi kabul etti.
Selman bunu Rasûlullaha haber verdi. Rasûlullah
ashâbına; "Kardeşinize yardım ediniz" buyurdu. Onun için
üçyüz hurma fidanı topladılar. Rasûlullah "Bunların
çukurlarını hazır edip, tamam olunca bana haber veriniz"
buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince Rasûlullah
teşrif edip, sahabeleri yardımıyla o fidanları dikti. Bir
tanesini de Hz. Ömer dikmişti. Allahü teâlânın izni ile, o sene
hepsi hurma verdi ve Peygamberimiz bana "Bu altını da al
borcunu öde" buyurdu. Ya Resûlallah, bu altın yahudinin
istediği ağırlıkta olurmu" deyince, Rasûlullah o altını alıp,
mübarek dilinin üzerine sürdü. "Al bunu! Allahü teâlâ
bununla senin borcunu eda eder" buyurdu. Allah hakkı için
o altını tarttım, tam istenilen miktarda geldi. Götürüp onu da
sahibime verdim. Böylece kölelikten kurtuldum.”69
Selman-ı Farisi Bedir ve Uhud savaşı hariç Hendek
savaşından itibaren bütün gazalara katıldı. Hendek
savaşında istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek
hücum ettiği bu savaşta, Selman-ı Farisi, Rasûlullaha hendek
kazmak suretiyle kendimizi savunalım dedi. Onun bu teklifi
69
İBN SA’D
A S H Â B-I
K İ R Â M
223
kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek
Savaşı denildi.
Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin
Yeman, Numan bin Mukarrin ile Ensar'dan altı kişinin
bulunduğu bir grupla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü
ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve
becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı.
Cabir bin Abdullah: "Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın
uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinden önce
kazıp bitirdiğini gördüm" buyurmuştur.
Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı ona
Peygamber efendimiz "Selman-ül Hayr" "Hayırlı Selman"
buyurdu.
Selman-ı Farisi Eshab-ı kiram tarafından da çok sevilip
hürmet görürdü. dünyaya hiç rağbet etmezdi. Kendisine
gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı. Ayakta
duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni
yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman
da Allahü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünürdü
ki, bu tefekkürü Peygamber efendimizin "Bir saat tefekkür
bin sene nafile ibadetten hayırlıdır" buyurdukları
tefekkürdü. Birazcık dinlenince "Ey nefsim sen iyi dinlendin.
Şimdi kalk Allahü teâlâya ibadet et." Diline de "Ey lisanım,
sen de Allahü teâlânın zikrine başla" derdi.
Selman-ı Farisi hazretleri Eshab-ı Suffe denilen ve
Peygamber efendimizin bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle
224
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
vazifeli kıldıkları ve Peygamberimizden hazarda ve seferde
bir an ayrılmayan kimselerdendi. Bazı geceler Rasûlullahın
huzurunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı.
Hazret-i Ebu Bekir devrinde Medine'den ve Hazret-i
Ebu Bekir'in sohbetinden bir an ayrılmayan Hazret-i Selman,
Hazret-i Ömer zamanında İran’ın fethine katılmıştır, İslam
ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde çok
büyük hizmetleri olmuştur, İranlılar hakkında büyük malumat sahibi idi. Çünkü kendisi İranlıydı. İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana
kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman
fillerle nasıl çarpışılacağını İslam askerlerine gösterdi.
İran'ın Medayin şehri alınınca onu Hazret-i Ömer
şehre vali tayin etti. İlmi, basireti vazifesindeki adaleti ve
nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı.
Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı.
Selman-ı Farisi hazretleri Hazret-i Ömer zamanında
Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman
yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı.
Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar,
diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu.
Vali olduğu için kendisine maaş verildi. Maaşını aldığı
zaman ondan hiçbir şey harcamaz hepsini fakirlere dağıtırdı.
Kendi emeği ile geçinirdi. Topraktan tabak çanak yapar üç
dirheme satardı. Onun bir dirhemi ile bir daha tabak yapmak
A S H Â B-I
K İ R Â M
225
için malzeme alır, bir dirhemini sadaka verir, bir dirhemiyle
de evinin ihtiyacı olan şeyleri alırdı.
Medayin'de vali iken Şam'dan bir kimse geldi.
Yanında bir çuval incir vardı. Selman-ı Farisi hazretlerini tek
bir hırka ile görünce işçi zannetti ' "Gel şunu taşı" dedi. O da
çuvalı yüklendi ve yürümeye başladı. Bunu görenler, adama,
"Sen ne yapıyorsun bu validir" dediler. Adam, "Kusurumu
bağışlayınız, sizi tanıyamadım. Çuvalı lütfen indirin
efendim." dedi. Hazret-i Selman; "Hayır niyet ettim gideceğin
yere kadar götüreceğim" dedi ve adamın evine kadar
götürdü.
Çok sade bir hayat yaşayan Selman-ı Farisi hazretleri,
Hazret-i Osman devrinde hastalandı. Bu sırada kendisini
ziyarete gelen Sa'd bin Ebi Vakkas'a artık dünyadan
ayrılacağını ve bütün servetinin bir kase, bir leğen, bir kilim
ve bir hasırdan ibaret olduğunu söyledi. Kendisini ziyarete
gelen Eshab-ı kiram nasihat isteyince, onlara hasta olduğu
halde devamlı nasihatte bulunuyordu. Bu hastalığı
neticesinde Medayin'de vefat etti.
İlim öğretmeyi çok severdi. Çok âlim yetiştirmiştir.
Ebu Said el-Hudri, ibni Abbas, Evs bin Malik, onun talebeleri
arasında idi. Tabiinin büyüklerinden ve o zaman Medine'de
Fukaha-i Seb'a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kasım
bin Muhammed de Selman-ı Farisi'nin talebelerindendir.
Onun derslerinde ve sohbetlerinde kemale gelmiştir.
226
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Selman-ı Farisi hazretleri, Rasûlullah efendimizin
huzurunda ve sohbetlerinde kemale geldi. Zahir ve batin
ilimlerinde mahir idi. Eshab-ı kiramın hepsi de böyle
olmuştu. Fakat Rasûlullahtan herkes, kendi kabiliyeti ve
kapasitesi kadar feyz alırdı. Hazret-i Ebu Bekir'in kavuştuğu
derecelere hiçbir Sahabi kavuşamadı. Selman-ı Farisi
hazretleri, Rasûlullahtan sonra Hazret-i Ebu Bekir'in
sohbetinde ve hizmetinde de çok bulunarak, ondan da feyz
aldı.
Selman-ı Farisi hazretlerinin hanımı anlatır: Vefatına
yakın bana: "Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve
başımın etrafına saç, melekler yanıma geleceklerdir" dedi.
Söylediği gibi yaptım. Dışarı çıktım. Odadan, "Esselamü
aleyke, ey Allah’ın velisi ve Rasûlullahın arkadaşı" diyen bir
ses duydum, içeri girdiğimde ruhunu teslim etmişti.
Yatağında uyuyor gibiydi.
Said bin Müseyyeb, Abdullah bin Selam'dan naklen
anlatır: "Selman-ı Farisi bana: "Ey kardeşim, hangimiz evvel
vefat edersek, vefat eden kendini, hayatta olana göstersin"
dedi, ben de bu mümkün müdür? dedim. "Evet,
mümkündür. Çünkü müminin ruhu bedeninden ayrılınca,
istediği yere gidebilir; kâfirin ruhu Siccinde hapsedilmiştir"
dedi. Selman vefat etti. Bir gün kaylüle yaparken (gün
ortasında uyurken) Selman'ın geldiğini gördüm. Selam verdi.
Selamına cevap verdim. Yerini nasıl buldun diye sordum, "
elhamdülillah iyidir. Tevekkül et. Tevekkül ne iyi şeydir"
dedi ve üç kere tekrarladı."
A S H Â B-I
K İ R Â M
227
Selman-ı Farisi hazretlerinin ilmi ve fazileti pek çoktu.
Her ilimde âlim idi. Hazret-i Ali, "Selman-ı Farisi evvelkilerin
ve sonrakilerin ilmini öğrenmiş bitmez tükenmez bir
denizdir" buyurmuşlardır. Rasûlullaha sıdk ve muhabbeti
sebebiyle Eshab-ı kiramın seçkinleri arasına Rasûlullah tarafından dahil edildi. Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca
Peygamber efendimiz, "Selman bizdendir, ehl-i beyttendir"
buyurdu.
Selman-ı Farisi hazretlerinin kıymetli nasihatlerinden
bazıları şöyledir:
"Üç şey beni hayrete düşürdü. Bunlar; ölüm kendisini
yakalamak üzere olduğu halde, dünyalık peşinde olan
kimselerin hali, kendisi gaflete dalıp, kendini unuttuğu halde
unutulmamış olup, hesaba çekilecek olan kimseler ve
Rabbinin kendinden razı olup, olmadığını bilmediği halde,
ağız dolusu gülen kimselerin hali."
"İlim çoktur fakat ömür kısadır. O halde önce dinde
zaruri olan ilimleri öğren!"
"Kalb ile bedenin hali kör ve topal bir kimsenin hali
gibidir. Kör bir ağacın altına gider, fakat onda meyve
olduğunu göremez. Topal, ağaçtaki meyveyi görür fakat
alamaz, ilahi nimetleri kalb bilmeli, inanmalı, beden de
onunla amil olmalı ki ahiretteki sonsuz nimetlere kavuşmak
nasip olsun."
228
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
"Bir kimse Allahü teâlâya açık günah işlerse; tevbesi
açık, gizli olarak günah işlerse tevbesi gizli olur. Tevbe
ettikten sonra: "Ya Rabbi bu tevbe ile günahımı affet" diye
dua etsin."
"Bir zenginle arkadaş olduğun zaman, kendisinden bir
şey isteme. İstemeden verilince de ikramı ilahi olduğunu bil
ve onuda reddetme."
"Müminin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri
yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlânın
rahmetine nail olduğunun alametidir."
Çok cömert olan Selman hazretleri fakirleri daima
doyurur, onlarla beraber yerdi. Kendisi çok ihtiyar olduğu
halde kendi işini kendi görürdü. Bir şey taşırken elleri
titrerdi. Halk etrafına toplanır, eşyalarını biz taşıyalım derler,
onlara; "Hayır kendim götüreceğim" derdi. Halbuki emrinde
binlerce kişi vardı.
Buyurdu ki: "Dünyada Allah için tevazu edin.
Dünyada tevazu sahibi olanları Allahü teâlâ kıyamet günü
aziz eder yüceltir." Allah cümlemizi şefatı uzmalarına nail
eylesin. Amin bihürmeti Tâha ve Yâsin
HAZRET-İ EBÛZER GİFÂRÎ
İlk müslümanlardandır, sahâbî Ebû Zerr, Benû Gıfâr
kabilesine mensub olup doğum tarihi bilinmemektedir. H. 31
A S H Â B-I
K İ R Â M
229
yılında Mekke ile Medine arasında bir yer olan Rebeze'de
vefât etmiştir.
Ebû Zerr radıyallahu anh'in ismi ve babasının adı
hakkında kaynaklarda çeşitli isimler zikredilmektedir. Bazı
eserlerde ismi Cündüb b. Cenâde b. Kays b. Amr olarak
zikredilmektedir. Annesinin künyesi Ümmü Cündüb'dür.70
Hz. Cündüb b. Cenâde'nin künyesi Ebu Zerr'dir. İslâm
tarihinde isminden ziyade bu künyesi ile meşhur olup
bununla anılmaktadır. Lâkabı ise Mesîhu'l-İslâm'dır. Bu
lâkabı ona Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem
vermiştir. Ebû Zerr, cesareti ile meşhurdu.
Genç yaştaki Ebû Zerr hazretleri bir gün, birdenbire
değişerek mesleğini bırakıp haniflerden oldu. İslâm'ın henüz
zuhur etmediği bir zamanda Allah yolunu tuttu. Öyle ki,
etrafındakilere, 'Allah'tan başkasına ibadet edilmez. Putlara
tapmayınız, onlardan meded beklemeyip hiçbir şey
istemeyiniz!' demeye başladı. Böylece hak yolunu bulmuş ve
lebbeyk demişti. Bu husustaki ifadesine göre, müslüman
olmadan üç yıl evveline kadar kendine mahsus bir şekilde
Allah'a ibadet ettiğini ifade etmiştir.
Ebû Zerr radıyallâhu anh, İslâm daha duyulmadan
hakkın dâvetine cevap veren ve iman eden büyük
sahâbîlerden biridir.
70
İBNÜ'L-ESİR
230
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ebu Zerr radıyallâhu anh, müslüman oluşunu
şöyle anlatır: "Bir gün kardeşim Üneys bana: "Benim
Mekke`de görülecek bir işim var. Sen bana baş-göz ol
(eksikliğimi duyurma) dedi ve Mekke`ye gitti. Oraya varınca
bana dönmekte gecikti. Nihayet geldi. "Ne yaptın?" dedim.
"Mekke`de bir adama rastladım, senin (gibi farklı bir) din
üzerine yaşıyor. Ancak O, kendisini Allah Teala`nın
gönderdiğini söylüyor" dedi. "Halk ne diyor?" diye sordum.
"Halk mı? Halk O`na şair diyor, kahin diyor, sihirbaz diyor!"
dedi. Esasen Üneys şairlerden biriydi. Tekrar sordum:
"Pekala sen ne diyorsun?" "Ben kahinlerin sözünü işittim,
bilirim. Onun ki kahin sözü değil. Onun söylediklerini şiir
çeşitlerine tatbik ettim. Hiçbirine uygun gelmiyor. Vallahi O
doğru sözlüdür, kahinler ise hep yalancıdırlar!" dedi. Bu
açıklama üzerine ben ona: "Öyleyse benim işlerime de sen
baş-göz ol, bir de ben gidip göreyim!" dedim. Ebu Zerr,
gerisini şöyle anlatır: "Mekke`ye geldim. Birkaç gün
rasulullahla görüşemedim sonra bir vesileyle peygambere
ulaştım bana: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. "Gıfar`danım!"
dedim. Bunun üzerine eliyle eğilerek parmaklarını alnına
koydu, içimdem: "Galiba kendimi Gıfar`a nisbet etmemden
hoşlanmadı" dedim. Elinden tutmak üzere ilerledim. Fakat
arkadaşı bana mani oldu. Sonra başını kaldırıp sordu:
"Buraya ne zaman geldin? "üç gündür burdayım!" dedim.
"Sana kim yiyecek verdi?" dedi. "Zemzem suyundan başka
bir yiyeceğim olmadı. Susayınca ondan içtim acıkınca ondan
içtim açlık hissi de duymadım!" dedim. "Zemzem suyu
mübarektir. O hakikaten besleyici bir gıdadır!" buyurdu.
Sonra Rasûlullah bana dedi ki: "Ben hurmalıklı bir yere
sevkedileceğim. Sen kavmine benden mesaj götür. Umarım,
A S H Â B-I
K İ R Â M
231
Allah onları hayırla menfaatlendirecek ve onlar sebebiyle de
sana sevap verecek." Bundan sonra ben kardeşim Üneys`e
geldim. Bana: "Ne yaptın?" diye sordu. Ben: "Müslüman
oldum ve (Muhammed`in hak bir peygamber olduğunu)
tasdik ettim" dedim. "Ben senin dinine karşı değilim. Ben de
müslüman oldum ve tasdik ettim" dedi. Sonra kalkıp
annemize geldik. (Durumu anlattık). O da bize: "Ben sizin
dininize karşı değilim. Ben de müslüman oldum ve tasdik
ettim!" dedi. Sonra kalkıp hayvanlarımıza binip kavmimiz
Gıfar`a geldik. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’in
mesajını getirdik, ilk anda yarısı müslüman oldu. Eyma İbnu
Rahza
el-Gıfari
müslüman
olanların
imamlığını
yürütüyordu, bu onların efendisi idi. Kavmimizin diğer
yarısı "Rasûlullah Medine`ye gelince müslüman oluruz!"
dediler. Derken Medine`ye geldi. O geri kalanlarda
müslüman oldu. Bir müddet sonra Eşlem kabilesi de gelerek:
"Ey Allah`ın Resulü! (Gıfarlılar) bizim kardeşlerimizdir.
Onların müslüman oldukları şey üzere biz de müslüman
oluyoruz!" dediler ve onlar da müslüman oldular. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi vesellem: "Gıfar`a Allah mağfiretini bol
kılsın. Eşlem`i de Allah selamete kavuştursun!" diyerek
bizlerden memnuniyetini ifade buyurdular.71
Ebu Zerr`in Buhari`de gelen bir diğer rivayetinde ise;
şöyle denmiştir: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’in
bi`set (peygamber olarak gönderildi) haberi Ebu Zerr
radıyallâhu anh’a ulaşınca, kardeşi Üneys`e: "Devene bin!
Mekke`ye git! Kendisine semadan haber geldiğini söyleyen
71
HADİS, MÜSLİM, KÜTÜB-İ SİTTE
232
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
şu adam hakkında bana bilgi edin, sözlerini dinle ve bana
getir!" dedi. Kardeşi gidip, Mekke`ye vardı. Onun
sözlerinden dinledi. Sonra Ebu Zerrin yanına döndü ve şu
bilgiyi verdi: "Onu gördüm, insanlara güzel ahlakı
emrediyordu, insanlara getirdiği kelam da şiir değil." Ebu
Zerr kardeşinin anlattıklarını tatminkar bulmayarak,
kardeşine: "Arzuladığım kadar merakımı gideremedim!"
dedi. Azık hazırladı. İçerisine su olan dağarcığını yüklenip
yola çıktı. Mekke`ye geldi. Beytullaha uğrayıp Rasûlullah
sallallâhu aleyhi vesellem’i kolladı. Esasen O`nu
tanımıyordu. Doğrudan sormayı da uygun görmedi. Böylece
birkaç gece geçirdi. Tutup bir kuytuya yattı. Derken Hz. Ali
radıyallâhu anh onu görüp, bir yabancı olduğunu anladı.
Hazreti Ali Ebu Zerr`i beraberinde götürdü. Ebu Zerr onu
geriden takip etti. Birbirlerine hiçbir şey söylemediler.
Üçüncü güne ermişlerdi. O gün de aynı şekilde hareket
ettiler. Hz. Ali onu beraberinde ikamet ettirdi. Ve: "Seni bu
memlekete getiren sebebi bana söylemez misin?" diye sordu.
Ebu Zerr: "Bana yardımcı olup yol göstereceğin hususunda
ahd-u misakda bulunur kesin söz verir sen açıklarım!" dedi.
Hz. Ali söz verdi, o da açıkladı. Hz. Ali dedi ki: "O haktır ve
Allah`ın Resulüdür. Sabah olunca peşimi takip et. Ben, senin
hakkında korktuğum bir şey görürsem, sanki su döküyorum
gibi doğrulurum, değilse yürümeye devam ederim. Böylece
girdiğim yere sen de girinceye kadar beni takip et!" Hz. Ali
böyle yaptı. O da onu takip edip geldi. Hz. Ali, Rasûlullah
sallallâhu aleyhi vesellem’in yanına girdi. O da onunla
birlikte içeri daldı. Rasûlullah`ın sözünü dinledi ve anında
müslüman oldu. Rasûlullah kendisine: "Hemen kavmine
dön. Gördüklerini onlara haber ver. Emrim sana gelinceye
A S H Â B-I
K İ R Â M
233
kadar orada kal" ferman etti. Ebu Zerr de: "Nefsim elinde
olan Zat`a yemin olsun, ben de haberi onlar arasında
bağırarak söyleyeceğim!" dedi. Oradan çıkıp Mescid`e geldi.
Yüksek sesle: "Eşhedu en-la ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abduhu ve Resuluh!" dedi. Halk üzerine
atılıp, onu iyice dövdüler, canını pek yaktılar. Derken Abbas
radıyallâhu anh gelip üzerine kapanarak mani oldu. "Yazık
size! Bunun Gıfarlı olduğunu, Şam`a giden tüccarlarınızın
yolunun oradan geçtiğini bilmiyor musunuz?" diyerek onu
ellerinden kurtardı. Ebu Zerr, ertesi günü aynı şeyi
tekrarladı. Mekkeliler, üzerine atılıp tekrar dövdüler. Yine
Abbas üzerine kapandı ve onu kurtardı. Ravi der ki: "Bu, Ebu
Zerr el-Gıfari`nin müslüman oluşunun başlangıcı oldu."72
Yukarıda rivayetlerde belirtildiği gibi kabilesi onun
vesilesiyle müslüman oldu. Hz. Peygamber'in Medine'ye
hicretinden sonra meydana gelen Bedir, Uhud, Hendek ve
diğer gazvelere katıldı. Tebük gazvesinde İslâm ordusu
hazırlandığı zaman Ebû Zerr gecikmiş; devesinin bitkinliğine
rağmen Rasûlullah'ın ardından yürüyerek Tebük seferine
katılmıştı. Mekke fethi sırasında kendi kabilesinin
sancaktarlığını yapmıştır. Ebû Zerr radıyallâhu anh tabiaten
fakir, zâhid ve inzivâyı seven bir sahâbî idi. Dünyaya hiç
değer vermezdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem kendisine Mesîhu'l-İslâm lâkabını takmıştı.
Nitekim Ebû Zerr radıyallâhu anh, Rasûlullah'ın irtihâlinden
sonra bu lâkaba uygun olarak dünya ile alâkasını tamamen
keserek inzivâya çekildi. Medine'nin bağı bahçesi onun için
72
KÜTÜB-İ SİTTE
234
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
bir harabeden başka birşey değildi. Hele Hz. Ebû Bekir
radıyallâhu anh’da vefât edince Ebû Zerr radıyallâhu anh
tamamen içine kapandı. Yüreğindeki acılara tahammül
edemez hale geldi. Medine'den ayrılıp Şam'a yerleşti.
Hz. Osman radıyallâhu anh devrinde fetih hareketleri
oldukça genişlemiş ve bu yüzden fethedilen bölgelerin
gelenekleri de İslâm'a etki etmeye başlamıştı. Bunun neticesi
olarak emirler, sâdelikten ayrılarak dünyevî bir yaşantının
içerisine girmişlerdi. Saraylar, köşkler, konaklar yapılmaya.
Hizmetçiler tutularak işler onlara gördürülmeye başlanmıştı.
Rasûlullah'ın, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devrinin sâdeliği
unutulmuştu. Bu sâdeliği unutmayanlardan birisi de Ebû
Zerr radıyallâhu anh idi. O, sâde yaşayışını sürdürmekte
ısrâr ediyordu. Mal ve servet biriktirme hırsı yoktu.
Debdebeli bir hayat tarzını seçenlere gereken ikazları
yapıyor; bu durumun onlara kötülükten başka birşey
vermeyeceğini, bir gün bunların hesabının sorulacağını
söylüyordu. Ve sık sık delil olarak: 'Altın ve gümüş depo
edip Allah yolunda sarfetmeyenlere elim azabı müjdele...'
meâlindeki âyeti okuyordu. Hz. Muâviye ve emirlerinin
yaşantılarını sürekli eleştiriyordu. Bu yüzden Şam'da fesat
çıkardığı iddiasıyla Ebû Zerr radıyallâhu anh, Hz. Osman
radıyallâhu anh'a şikâyet edildi. Hz. Osman, Ebû Zerr'i
Medine'ye çağırdı. Hz. Ebû Zerr Medine'ye geldikten sonra
Hz. Osman'a, 'Benim dünya malına ve dünya metama
ihtiyacım yoktur!' diye haber gönderdi. Hz. Ebû Zerr'in
Medine'ye gelişi halk üzerinde büyük bir tesir ve hayret icra
etti. Fakat Ebû Zerr, Medine'de fazla kalmayarak Mekke
civarında bulunan Rebeze mevkiine giderek oraya yerleşti.
A S H Â B-I
K İ R Â M
235
Onun bu hareketini Hz. Osman da tasvib etti. Hz. Osman
ona birkaç koyun ve bir deve verip bunlarla geçimini
sağlamasını söyledi.
Medine'de âsiler Hz. Osman aleyhine faâliyetlerde
bulundukları zaman Ebû Zerr'i bu işe karıştırmak istedilerse
de bir kenara çekilip âsilere bu fırsatı vermedi. Ebû Zerr,
Rebeze'de çok sıkıntılı günler geçirdi. Evi harab olmuş,
sırtında elbise kalmamıştı. Ailesi elbiseden bahsettikçe, o
'bana elbise değil, kefen lâzım' diyordu. Nihâyet hastalandı.
Öleceğini anlayan eşi, kefeni dahi olmadığını söyleyerek ne
yapacağını ve kendisini nasıl defnedeceğini hem düşünüyor
ve hem de Ebû Zerr'e düşüncesini açıklıyordu. O ise yattığı
hasta yatağından biraz doğrularak eşine, üzülmemesini,
Mekke tarafından bir kâfile gelmedikçe ölmeyeceğini, zira bu
kâfile ile gelen bir gencin kendisine kefen getireceğini anlatıp
arada sırada hanımına 'Bak bakalım, ufukta toz bulutu
görüyor musun' diyordu.
Nihâyet H. 31 (M. 651-652) yılında bir gün ufukta bir
kervan gözüktü. Kervan konakladıktan kısa bir süre sonra
Hz. Ebû Zerr dâr-ı bekâ'ya göçtü. Ensâr'dan bir genç gelip
onu kefenledi ve cenaze namazını kıldırarak Rebeze'ye
defnetti.
Uzun boylu, esmer, geniş omuzlu ve saçları
beyazlaşmış haliyle Hz. Ebû Zerr bir âbide gibi idi. Vefâtında
geriye harab bir ev ile üç koyun ve birkaç keçiden başka
birşey bırakmadı.
236
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ebû Zerr radıyallâhu anh, ashâb tarafından 'ilim
deryası' sıfatıyla vasıflandırılmıştı. Çünkü bilgi edinmek için
Hz. Peygamber'e sık sık sorular sorardı. İman, ihsan, emir,
nehy, iyilik ve kötülük hakkında ne varsa hepsini
Rasûlullah'a sorarak öğrenmişti. Her hareket ve işinde Resûli Ekrem'e tâbi olduğunu gösterirdi. Gayet kanaatkâr olup
basit ve sâde yaşardı. Âbid, zâhid idi. Hakkı söylemekten
çekinmez ve korkmaz idi. Ebû Musa el-Eş'âri'yi ise yaşayışından dolayı çok severdi ve ona, 'Sen, benim kardeşimsin'
derdi.
Ebû Zerr radıyallâhu anh, yaratılıştan hak sever bir
sahâbî idi. Ümmet arasında meydana gelen fitne ve fesatlara
karışmaktan son derece sakınırdı. Hz. Osman'a muhâlif
olmasına rağmen, etrafın sıkıştırmasına mukâbil bitaraf
kalmıştır. Hz. Osman'a ve Hz. Muâviye'ye muhâlif olarak
tanınırdı. Fakat bütün bu muhâlefetlerine rağmen onlara karşı
gelmedi. Kendisine arzu etmediği birşey teklif edildiği zaman,
zâhidlere mahsus bir edâ ile ve güler yüzle, hoş sohbetliğini
de ileri sürerek reddederdi. Ebû Zerr, pek az sayıda fetvâ
vermiştir. Zira bu hususta çok titiz davranırdı. Hz. Ebû
Zerr'in oğlu, sağlığında vefât etmişti. Geriye yalnız eşi ve bir
kızı kalmıştı.73
Allah cümlemizi şefeatı uzmalarına erdirsin. Amin
73
İBN-İ SAD TABÂKAT
A S H Â B-I
K İ R Â M
237
HAZRET-İ EBÛ KATÂDE
Hazrec kabîlesindendir İsmi Nu’mân yada Hârisdir.
Ebû Katâde onun künyesidir. Ashâb arasında Rasûlullahın
süvârisi namıylada bilinirdi. Ebû Katâde ikinci Akabe
bî’atından sonra Müslüman oldu. 602 yıllarında Medîne’de
doğmuştur. Babası Rebi’ bin Beldeme, annesi Kebşe binti
Mazhâr’dır.
Ebû Katâde Sülâfe binti Berrâ bin Ma’rur ile evli idi.
Sülâfe de kadın Sahâbîlerden idi. Ebû Katâde’nin bu
zevcesinden Abdullah, Ma’bed, Abdurrahman ve Sabit
adlarında dört oğlu oldu.
Hz. Ebû Katâde, iyiliği emredip, kötülükten
alıkoymaya çok ehemmiyet verir, Resûl-i ekremin sünnet-i
seniyyesine son derece riâyet ederdi. Onun gönlü Resûl-i
ekremin sevgisiyle dolup taşardı. Hattâ Rasûlullahın yüksek
duâlarına da kavuşmuşlardı.
Rasûlullahla beraber bütün savaşlara katılmıştır.
Peygamber efendimizin develerini Medîne’de otlağa
götürme vazîfesini, bir çobanla birlikte Peygamberimizin
hizmetçisi Rebâh üzerine almıştı. Gâbe dağının yokuşuna
vardıkları zaman, Gatafan ve Fezârîlerden kırk atlı baskın
yaparak, Ebû Zer’in oğlunu şehîd ettiler ve develeri
götürdüler.
238
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Sabahleyin durumu öğrenen Seleme bin Ekvâ, hemen
Rebâh’ı Medîne’ye haber vermek için gönderdi. Kendisi de
tek başına eşkıyânın ardına düştü
Nihâyet onlara yetişti.
Onlardan birçoğunu öldürdü.
Vuruşmaya
başladılar.
Durumu haber alan İslâm süvârileri, Peygamber
efendimizin yanında toplandılar. Bu sırada, Ebû Katâde
başını yıkamakla meşguldü. O anda atı kişnemeye ve
ayaklarını yere vurmaya başladı. Ebû Katâde başını
yıkamayı bırakarak dedi ki: “Vallahi bu at, süvâri kokusu
almıştır. Bu sefere işârettir.”
Hemen atına binerek Rasûlullahın yanına gitti.
Rasûlullah efendimiz onu görür görmez hadisenin önemini
belirterek: “Yâ Ebu Katâde! Hemen hareket et! Allah
yardımcın olsun!” Buyurdu.
Ebû Katâde, diğer süvârileri de topladı hemen hareket
ederek müşriklere yetiştiler ve onlara hücûm ettiler. Ancak
Abdurrahman El-Fezârî, Muhriz bin Nadre’yi şehîd etti.
Bunun üzerine Hz. Ebû Katâde dahada celallenerek bu azılı
düşmanı ve reisleri olan Mes’ade’yi öldürdü. Bu adamı
kendisinin öldürdüğünü belli etmek için de kaftanını çıkarıp,
üzerine örttü. Ebû Katâde buyuruyor ki:
“Sonra ilerledim. Mes’ade’nin yeğeninin üzerine
yürüdüm. Kendisi müşrik süvâri müfrezesinin içinde belli
A S H Â B-I
K İ R Â M
239
oluyordu. Onu mızrakladım. Yanında bulunan süvâriler
bozulup dağıldılar.”
İslam birliğini takip eden Peygamberimizle birlikteki
Sahâbîler, Ebû Katâde’nin, öldürdüğü Mes’ade’nin üzerine
örttüğü kaftanını görünce tanıdılar ve dediler ki: “Ebû
Katâde öldürülmüş. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci’ûn.”
Peygamberimiz ise:
Hayır, Ebû Katâde öldürülmemiştir. Bu ölen kimse,
Ebû Katâde’nin öldürdüğü bir müşriktir. Ebû Katâde, onu,
kendisinin öldürdüğü bilinsin diye kendi kaftanını onun
üzerine örtmüştür. Allah-u Teâlâ, Ebû Katâde’yi rahmetiyle
esirgesin. Beni Peygamberlikle şereflendiren Allaha yemîn
ederim ki, Ebû Katâde şiir okuyarak müşriklerin ardına
düşmüştür. Buyurdu.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer koşarak ölü üzerindeki
örtüyü açtılar. Ölünün müşriklerden olduğunu gördüler.
Ebû Katâde’nin müşriklerin reislerini öldürmesi
netîcesinde, İslâm mücâhitleri müşrikleri bozguna uğrattılar.
Develeri kurtardılar. Ebû Katâde Peygamberimizin yanına
geldiğinde, Rasûlullah efendimiz onun müşriklerle
mücadelesi neticesinde başının ve yüzünün sıyrıklarla darbe
aldığını görünce Ebû Katâde’ye bakarak şöyle duâ etti:
Ey Allah’ım! Onun saçına ve derisine bereket ver. Onu
zinde yaşat ve murâdına erdir.
240
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Daha sonra, “Mes’ade’yi sen mi öldürdün?” diye
sordu. Ebû Katâde, “Evet, yâ Resûlallah!” dedi. Peygamber
efendimiz onun yüzündeki yara için buyurdu ki:
- Yanıma yaklaş!
Ebû
Katâde
Rasûlullahın
yanına
yaklaştı.
Peygamberimiz onun yarasına mübârek ağzının suyundan
sürdü. Ebû Katâde’nin hiçbir ağrısı ve sızısı kalmadı.
Mücâhidler Medîne’ye dönerlerken, Peygamberimiz,
Ebû Katâde’yi ve Seleme bin Ekvâ’yı şöyle takdir ve taltif
etti: “Bugün süvârilerin en hayırlısı Ebû Katâde, piyâdelerin
en hayırlısı da Selemedir.”
Ebû Katâde birçok seriyyelere iştirâk etti. Bunların bir
kısmında kumandan mevkiinde, bir kısmında süvâri olarak
bulunmuştur. Hicretin sekizinci senesinde 15 kişilik bir keşif
kuvvetinin başında Hadre tarafına gönderildi. Hadre
havâlisinde Gatafan kabîlesi bulunuyordu. Bunlar zaman
zaman Müslümanların bulunduğu yerlere baskınlar
düzenler, yağma ederler ve Müslümanları rahatsız ederlerdi.
Rasûlullah efendimiz, Ebû Katâde’yi gönderirken şu
tavsiyede bulundu:
Geceleri yürüyüp, gündüzleri gizleniniz! Dağınık
düzenle, dört taraftan kuşatarak, Gatafanlara birden baskın
yapınız! Kadınları ve çocukları öldürmeyiniz!
A S H Â B-I
K İ R Â M
241
Ebû Katâde, Rasûlullahın emirlerine harfiyen uydu.
Çok tedbirli hareket etti. Hadre’ye vardığında, mücâhidleri
ikişer ikişer gruplara ayırdı. Allahü teâlânın emirlerini yerine
getirmelerini ve yasaklarından kaçınmalarını tavsiye etti ve
devamla şunları söyledi:
- Ölmedikçe kimse arkadaşından ayrılmayacak!
Dönünce arkadaşı hakkında bana bilgi verecek!
Arkadaşından sorulduğunda, “Onun hakkında bilgim yok”
demeyecek! Ben tekbîr getirdiğim zaman, siz de tekbîr
getireceksiniz! Kaçan düşmanı kovalamak için birlikten
ayrılmayacaksınız!
Ebû Katâde bunları söyledikten sonra tekbîr getirerek
Gatafanlılar üzerine hücûm ederek, onları muhâsara etti.
Gatafanlıları çok sıkı bir şekilde baskı altına aldı. Sonunda
Gatafanlılar mallarını bırakarak kaçtılar. Ebû Katâde elde
ettiği ganîmetlerle geri döndü. Ganîmetlerin beşte biri
Rasûlullaha arzedildikten sonra, geri kalanı mücâhitler
arasında dağıtıldı.
Hz. Ebû Katâde bu hâdiselerin peşinden Mekke
fethine ve Huneyn seferine de katıldı.
Ebû Katâde Tebük gazvesinde de bulundu. Bu seferde
Resûl-i ekrem efendimizin yanı başında yürüyordu.
Seferlerde rasulullahı muhafaza ile de meşgul oluyordu.
Rasûlullah efendimiz Ebû Katâde’ye şöyle duâ
buyurmuşlardı: “Yâ Ebâ Katâde! Sen Allahın Resûlünü
242
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
muhafaza ile meşgul oldun, Allah-u Teâlâ da seni muhâfaza
etsin! “
Bir gün mescide bir cenâze getirildi. Peygamber
efendimizden namazını kıldırması istendi. Fakat Rasûlullah
efendimiz, onun borcu olup olmadığını sordu. İki altın borcu
olduğu söylenince, Peygamber efendimiz tekrar, borcu için
karşılık bırakıp bırakmadığını sordu. Yakınları bir şey
bırakmadığını bildirdiler. Bunun üzerine Peygamber
efendimiz buyurdu ki; “Onu götürünüz, namazını siz kılınız!
Orada bulunanlardan Ebû Katâde dedi ki: “Yâ
Resûlallah! Onun borcunu ödemeyi ben üzerime alıyorum.”
Rasûlullah efendimiz: Bu iki altın borcu ödemeyi
üzerine aldın mı? meyyit borçtan kurtuldu mu? Diye sordu.
Ebû Katâde, “Evet” deyince, Rasûlullah efendimiz
cenâze namazını kıldırdı.
Uhud gazâsında Ebû Katâde’nin bir gözü düşmandan
aldığı darbe sonucu çıkıp yanağı üzerine sarkmıştı. Onu
yaralı halde Rasûlullaha getirdiler. Allah rasulü onu bu
halde görünce çok duygulandı ve Mübârek eli ile gözünü
yerine koyup buyurdu ki: “Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!”
Bunun üzerine Allahın izniyle gözü, diğer gözünden
daha güzel oldu ve daha kuvvetli görmeye başladı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
243
Ebû Katâde’nin torunlarından biri, halîfe Ömer bin
Abdülazîz’in yanına gelmişti. Halife Ona, “Sen kimsin” diye
sordu.
Ebû Katâde’nin torunuda bir beyitle Rasûlullahın
mübârek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu
olduğunu bildirdi. Halîfe bu beyiti işitince duygulandı,
kendisine ziyâdesiyle ikrâmda ve ihsânda bulundu.
Ebû Katâde hazretleri, Vedâ Haccına Resûl-i ekremle
birlikte gitti. Medîne’ye dönünce Resûl-i ekrem âhirete teşrif
buyurdular. Resûl-i ekremden sonra Hulefâ-i Râşidîn
devirlerini de gördü. Hz. Ömer zamanında İran seferlerine
katılarak, Fars bölgesi hâkimini öldürmüş ve onun
üzerindeki zırh kendisine ganîmet olarak verilmiştir.
Hz. Ali’nin devrinde bir ara Mekke vâliliği yapmış,
sonra yerine Kusem İbni Abbâs tayin edilmiştir. Bundan
sonra Hz. Ali’nin yanında kaldı, 658 senesinde Hâricîlerle
yapılan Nehrevan muharebesine katılarak, Hz. Ali’nin
piyâde kuvvetleri kumandanlığını yapmıştır.
Ebû Katâde yüzyetmiş civârında hadîs-i şerîf rivâyet
etmiştir. 674 senesinde de Kûfe’de vefât etmiştir. Allah
şefaatlarına bizleri nail eylesin. Amin bihürmeti tâha ve
yâsin.
244
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
HAZRET-İ MUAZ B. CEBEL
Mu'âz Bin Cebel onsekiz yaşında müslüman olmuştur.
Medinelidir ve Ensârın ileri gelenlerindendir. Adı Muaz b.
Cebel b. Amr b. Evs el-Ensâri el-Hazrecî'dir. Künyesi, "Ebu
Abdurrahman"dır. Peygamber efendimiz'le birlikte gazvelere
katılmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu
Muhâcirînden Abdullah b. Mes'ud ile kardeş yapmıştır.
Eserler de kendisinden uzun boylu, beyaz tenli, güzel dişli,
iri gözlü, kıvırcık saçlı" diye bahsedilir.
Hz. Peygamber kendisini çok severdi ve zaman
zaman: "Ey Muaz seni Allah için seviyorum" demek suretiyle
bu sevgisini izhar ederdi. Ashâb arasında
yüzünün
güzelliğinin yanında, yumuşak huyluluğu, edebi, hayâsı ve
cömertliği ile de meşhurdu.
Hz. Muâz, aynı zamanda sahabenin fakihlerindendi.
Rasülullah'ın sağlığında fetva vermeye başlamıştı. Hz.
Peygamber onun hakkında: 'Ümmetim içerisinde helâl ve
haramı en iyi bilenlerden biri Muâz b. Cebel'dir' buyurmuştur. Peygamber efendimiz onu, Hicretin dokuzuncu
yılında Yemen'e göndermiştir.
Mu'âz bin Cebel, Yemen'de valilik yapmak, halka
İslâmiyeti anlatmak, Kur’ân-ı Kerîmi öğretmek ve Yemen
ülkesinde toplanan zekât mallarını vazîfelilerden teslim
almak ve onların arasındaki ihtilafları çözüp hükme
bağlamak üzere Yemen'e gitmek için hazırlandı. Yola
çıkmadan önce Peygamberimiz ona şöyle buyurdu:
A S H Â B-I
K İ R Â M
245
- Sen Ehl-i Kitaptan bir kavimle karşılaşacaksın.
Onların yanına varınca, onları islama davet et.
Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allahü teâlânın beş
vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları
takdirde, Allahü teâlânın, zenginlerin fakirlere zekât
vermesini emrettiğini bildir.
Bunu da kabul ederlerse, zekât alırken sakın
mallarının sadece en iyilerini seçme! Mazlumun âhını
almaktan çekin. Çünkü Allahü teâlâ mazlumun duasını
hemen kabul eder.
Hz. Mu'âz buyuruyor ki:
Rasûlullah efendimiz bana, onlardan, her 30 sığırda,
bir yaşında erkek veya dişi bir dana; her 40 sığırda iki
yaşında bir dana... Her bulûğ çağındaki gayrı müslimden de,
bir dinar veya onun dengi Yemen kumaşı, yağmur suyu ile
sulanan her mahsûlden öşür (onda bir) ve ücretle sulanan
şeylerden de yarım öşür (yirmide bir) alınmasını emretti.
Bundan sonra Rasûlullah’a dedim ki: Yâ Resûlallah!
Bana nasîhatta bulunur musunuz?
- Yâ Mu'âz! Her ne hâlde ve her nerede olursan ol,
Allahtan kork!
- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatınızı artırır mısınız?
246
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Günâhın arkasından hemen iyilikte bulun ki, günâhı
yok etsin!
- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatınızı biraz daha artırır
mısınız?
- İnsanlara güzel ahlâkla muâmele et! Yâ Mu'âz! Sen
kitap ehli bir kavmin yanına gidiyorsun. Onlar senden,
Cennetin anahtarının ne olduğunu soracaklardır. Onlara,
Cennetin anahtarı Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, de!
Mu'âz bin Cebel tekrar sordu:
- Yâ Resûlallah! Bana, kitapta bulunmayan ve senden
de işitmediğim bir şey sorulur ve halledilmesi için bana
getirilirse ne yapmamı buyurursunuz?
- Allah için tevâzu göster, Allahü teâlâ seni yükseltir.
Sakın iyi bilmedikçe hüküm verme! Sana müşkil, karmaşık
gelen işi ehline sor, danışmaktan utanma! En son ictihâd et!
Muhakkak ki, Allahü teâlâ doğruluğuna göre seni muvaffak
kılar. İşler sana karmakarışık gelirse, gerçek, sence belli
oluncaya kadar bekle veya bana yaz! O husûsta keyfine göre
hareket etmekten sakın! Yumuşak davranmanı sana tavsiye
ederim.
Rasûlullah efendimiz vedâlaşırken buyurdu ki: Yâ
Mu'âz, sen belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin.
Belki dönüşünde burada benim mescidime ve kabrime
ziyâret için gelirsin.
A S H Â B-I
K İ R Â M
247
Bunu işiten Mu'âz bin Cebel hüzünle gözyaşı dökmeye
başlayınca, Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ağlama yâ Mu'âz! Feryâd ederek ağlamak
şeytandandır. Ben seni yürekleri yufka olan bir kavme
gönderiyorum. Onlar hak üzerinde iki kere savaşacaklar.
Onlardan sana itâat edenler, sana âsi olanlarla çarpışacaklar;
hattâ kadın, kocasına; oğlu babasına; kardeş kardeşine
öfkelenecek, sonra da İslâmiyete tekrar döneceklerdir.
Rasûlullah efendimiz Mu'âz ile bir mil kadar yürüdü
ve son olarak şu nasîhati yaptı:
- Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz,
ürkütmeyiniz! Birleşiniz, fırkalara ayrılmayınız! Bana yakın
olanlar, tam bağlı olanlar, nerede olursa olsunlar, takvâ
sâhipleri ve Allahü teâlâya hakkıyla kulluk edenlerdir.
Rasûlullah efendimiz ile Mu'âz bin cebel arasında şu
konuşma geçti:
- Sana bir da'vâ getirilince, insanlar arasında hüküm
verirken ne ile hüküm vereceksin?
- Allahın kitabıyla hüküm veririm.
- Ya O'nda açıkça bulamazsan?
- Rasûlullahın sünneti ile hüküm veririm.
- Ya onda da açıkça bulamazsan?
- Kendi reyimle ictihâd ederim.
248
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Peygamber efendimiz, Mu'âz bin Cebel'in bu
cevabından dolayı çok memnun kalarak mübârek elini O'nun
göğsüne koyup buyurdu ki:
- Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün elçisini,
Rasûlullahın rızâsına uygun eyledi.
Sonra da Mu'âz bin Cebel'e şöyle duâ etti:
- Cenâb-ı Hak seni her taraftan gelecek musîbetlerden
muhafaza buyursun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden
uzaklaştırsın. Senin sebebinle Allahü teâlânın bir kişiyi
hidâyete erdirmesi, senin için dünyadan hayırlıdır.
Mu'âz bin Cebel, Yemen'de uzun müddet kaldı.
Yemen halkı onun davetine uyarak İslâmiyeti kabûl ettiler.
Hz. Mu'âz'ın işini kolaylaştırdılar. Yemen'de kaldığı
müddetçe halka va'z ve nasîhatlar da bulunurdu.
Mu'âz bin Cebel yemende iken Peygamberimizin
vefâtını haber aldı çok müteessir oldu günlerce ağladı göz
yaşı döktü. Daha sonra Yemen'deki hizmetini tamamlayıp,
Medîne'ye döndü. Hz. Ebû Bekir'in halîfeliği sırasında
Medîne'de Hz. Ebû Bekir'in seçtiği danışma heyetinde yer
aldı. Hazreti ömer döneminde Şam taraflarına da giderek
hem oralarda yapılan savaşlara katıldı, hem de insanlara din
bilgilerini ve Kur’ân-ı Kerîmi öğretti.
A S H Â B-I
K İ R Â M
249
Mu'âz bin Cebel'in fazîleti, üstünlüğü çoktur.
Rasûlullah efendimiz birçok hadîs-i şerîflerinde onu
medhetmiş, övmüştür.
Abdullah bin Mes'ud buyurdu ki:
- Mu'âz bin Cebel, Allaha ve Resûlüne itâat eden,
doğru yolda bulunan bir cemâ'at gibiydi. Biz Onu İbrâhim
aleyhisselâma benzetirdik. Çünkü O, insanlara hayrı, iyiliği
öğretir. Allaha ve Resûlüne de itâat ederdi.
Hz. Mu'âz şöyle anlatıyor:
Bir gün Resûl-i ekrem efendimiz bir hayvana binmişti.
Ben de arkasında bulunuyordum. Bana buyurdu ki:
- Ey Mu'âz!
- Emredin, yâ Resûlallah!
Rasûlullah efendimiz üç kere ismimi söyledikten sonra
buyurdu ki:
- Cenâb-ı Hakkın kulları üzerinde olan hakkı nedir,
biliyor musunuz?
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir dedim.
- Cenâb-ı Hakkın kulları üzerindeki hakkı, onların
Allaha kulluk etmeleri ve başka hiç bir varlığı O'na ortak
koşmamalarıdır. Kullar bu vazîfelerini yerine getirirlerse,
Allahü teâlânın onlara va'dettiği nedir, bilir misin?
250
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir.
- Bu takdirde kulların Allahü teâlânın üzerindeki
hakkı, Onlara va'dettiği ni'meti vermesi ve azâb etmemesidir.
Mu'âz bin Cebel der ki:
Rasûlullah efendimiz bana buyurdu ki:
- Ey Mu'âz! Sana Allahtan korkmayı, O'na sığınmayı,
doğru konuşmayı, verdiğin sözde durmayı, herkese selâm
vermeyi, güzel amel ve işlerde bulunmayı, yetime merhamet
etmeyi, tatlı sözlü olmayı, Kur’ân-ı Kerîmi okumayı, âhireti
sevmeyi, âhiret hesâbının korkusunu taşımayı ve herkese
şefkat kanatlarını germeyi tavsiye ederim.
Hikmet sahiplerine kötü söz söylemekten, doğruyu
yalanlamaktan, günâhkâra itâatten, âdil hükümdara
isyândan ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan da seni
nehyederim..
Allahü teâlâyı çok zikretmeyi ve her günâhın peşinden
tevbe etmeyi tavsiye ederim. Gizli günâh işlediğin zaman
gizli, âşikâr günâh işlediğin zaman âşikâr tevbe edersin
buyurdu.
Yine Mu'âz bin Cebel
buyurduğunu rivayet eder:
Resûl-i
Ekremin
şöyle
Kıyâmet günü Arşın etrafında, birtakım insanlar için
kürsüler kurulacaktır. Bunlar yüzleri ayın ondördü gibi
A S H Â B-I
K İ R Â M
251
parlayan Allahın gerçek dostlarıdır. İnsanlar feryâd ederken
onlar korkmazlar.
Peygamberimize bunların kim olduğu sorulunca
buyurdu ki: “Onlar, Allah için birbirlerini seven
kimselerdir.” buyurdu.
Peygamber efendimiz bir gün Hz. Mu'âz'a :
- Yâ Mu'âz! Ben seni severim. Bunun için her
namazdan sonra şu duâyı terketme! Allahümme e'ınnî alâ
zikrike ve şükrike ve hüsn-i ibâdetik.
Recâ bin Hayve şöyle bildiriyor:
Bir zamanlar Mu'âz bin Cebel'in bir sohbetinde
bulunmuştum. İlim hakkında şöyle buyurdu:
"- Size benim vasiyetim olsun! İlmi, ancak Allah rızâsı
için öğrenin! Zîrâ Allah rızâsı için öğrenilen ilim, takvâyı,
Allahtan korkmayı hâsıl eder. Bu niyetle ilim aramak
ibâdettir. Bu ilmi müzâkere etmek tesbihtir; ilimden
konuşmak, Allah yolunda cihâddır. Bilmeyene ilim öğretmek
sadakadır. Zîrâ ilim, helâl ile harâmın terâzisi, gurbette
insanın arkadaşıdır.
Bir insan, bir yerde yalnız kaldığı zaman, ilim ona
sıkıntıyı gideren bir arkadaş olur. Sıkıntı ve genişlik
zamanlarında ilim, sahibine delildir. İlim, düşmanlara karşı
çok iyi bir silâhtır. Dostlarının yanında insanın süsüdür.
Cenâb-ı Hak bir kavmi, ilim ile yükseltir. İnsanı ilimle
252
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
başkalarına rehber yapar ve ona itâat ederler. Melekler dahî
ilim sahiplerinin dostluklarını arzular ve kanatlarını onların
üzerine gererler.
Canlı ve cansız her ne varsa, hattâ denizlerdeki
balıklar ve diğer hayvanlar, havada uçan kuşlar, karadaki
bütün hayvanlar, âlimlere istigfâr ederler. İlim, insanın kalb
gözünü açar. Gözleri karanlıktan aydınlığa kavuşturan bir
nûrdur.
Birisi Mu'âz bin Cebel'e, "bana öğüt ver" deyince,
buyurdu ki: “Merhametli ol ki, ben de senin Cennete
girmene kefil olayım.”
Bir defasında Mu'âz bin Cebel'i ağlarken gördüler ve
sebebini sordular. Buyurdu ki: “İnsanlar iki gruptur: Biri
Cennetlik, diğeri Cehennemlik. "Acaba ben hangisinden
olacağım" diye ağlıyorum buyurdu.” Allah bizleri şefaatına
nail eylesin. Amin.
HAZRET-İ ABDULLAH B. ÜMMİ MEKTUM
Abdullah bin Ümm-i Mektûm, İki Gözü Görmeyen
bir sahabidir. Peygamberimizin tebliğe başladığı ilk
zamanlarda Müslüman oldu. Kendisi âmâ olup, sesi çok gür
idi. Peygamberimizin müezzinlerindendir. Âmâ olmasına
rağmen namazlarını Mescid-i Nebevi’de kılardı. Mescide
gelirken Hazret-i Ömer ona yardım ederdi.
A S H Â B-I
Abdullah bin Ümm-i
Kur’an-ı Kerimi ezberden
kıraatını diğer sahabelere
buyurduklarını unutmamak
hadis-i şerifler rivayet ederdi.
K İ R Â M
253
Mektûm hazretleri hafız idi.
okurdu. Kur’an-ı Kerim’in
de öğretirdi. Rasûlullah’ın
için, sohbetlerinde devamlı
Müşriklerle cihad başlayınca, harplere katılır, gür
sesiyle düşmanın moralini bozardı. Peygamber efendimiz
gazveye çıkınca onu bazen Medine-i Münevverede vali
olarak bırakırdı. Peygamberimizin zamanında, on üç defa
Medine’de kalıp, valilik ve imamlık yapmıştır. Rasûlullah
efendimiz bu zât-ı muhtereme çok iltifat ederdi.
Bir gün Mekkede Peygamberimiz Aleyhisselam
Kureyş müşriklerinin ulularından, Velid b. Mugîre’yi
İslamiyet’e davet ettiği ve onun Müslüman olmasını umduğu
bir sırada, âmâ İbn Ümmi Mektum geldi ve:
“Ya Resûlallah! Beni irşad et! Allah’ın sana öğrettiği
şeylerden, bana da öğret!” dedi, kendisine Kur’an okumasını
Peygamberimiz aleyhisselâm’dan isteyip durmaya başladı.
Abdullah bin Ümm-i Mektûm ’un böyle araya girip
Peygamberimizin
sözünü
kesmesi,
Peygamberimizi
aleyhisselâm rahatsız etti.
Kendisini meşgul ettiği Velid Bin Mugîre’nin
Müslüman olması hakkındaki ümidini boşa giderdiği için
peygamberimiz ondan yüzünü çevirip ötekilere tebliğ için
yönelmeye devam etti. Bu sırada Kur’an-ı kerimin sekseninci
254
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
suresi olan Abese suresinin ilk on ayet-i kerimesi nazil oldu
ve peygamberimiz uyarıldı.
Bu İlâhi uyarılar üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselâm çok müteessir oldu. Hemen Abdullah bin Ümm-i
Mektûm’un gönlünü aldı.
Mekke ve Medine’de Abdullah bin Ümmi Mektum
Res’ulullah’la karşılaşırsa peygamberimiz ona “Merhaba,
Rabbimin bana kendisi yüzünden itab buyurduğu kişi!” diye
iltifatta bulunur, ona ikram eder, “Bir hâcetin var mı?” “Bir
şey ister misin?” diye sorar iltifat edip, yanına oturturdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Abdullah bin Ümm-i
Mektûm hazretlerini bazen Hane-i saadetine alıp, onunla
sohbet ederdi. Bir defasında, yine Peygamber efendimizi
ziyaret için evine gelmişti. Rasûlullah’ın huzuruna girmek
için müsaade istedi. O sırada, Peygamberimizin hanımları da
huzurundaydı.
Rasûlullah efendimiz, onun eve girmesine müsaade
ettikten sonra, hanımlarına, çekilmelerini emir buyurdular,
hanımları ise; Abdullah bin Ümm-i Mektûm’un gözlerinin
görmediğini bildirdiler. Bunun üzerine Rasûlullah efendimiz
buyurdu ki: “O görmüyorsa, siz de görmüyor değilsiniz! “
Abdullah İbni Ümm-i Mektûm, Veda Haccına katıldı.
Peygamberimiz Veda Hutbesini okurken, O da gür sesiyle
hutbeyi tekrarladı. Hazret-i Ebû Bekir’in hilâfetinde
müezzinlik, Hazret-i Ömer devrinde de İslâm ordusunda
vazife aldı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
255
636 senesinde yapılan Kadisiye savaşında, elinde
sancak olduğu hâlde, bir tepeye çıktı. Gür sesiyle düşmanın
moralini bozdu. İbni Ümm-i Mektûm’un bu muharebede
şehit olduğu rivayet edilir.
Allah şefaatlarını cümlemizi nail eylesin. Amin
HAZRET-İ ABDULLAH B. SELÂM
Abdullah bin Selâm'ın faziletine Kur'ân-ı Kerim’in şu
âyet-i kerîmesi şehâdet etmektedirler.
َ‫ﻗُﻞْ اَرَاَﯾْﺘُﻢْ اِنْ ﻛَﺎنَ ﻣِﻦْ ﻋِﻨْﺪِ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻛَﻔَﺮْﺗُﻢْ ﺑِﮫِ وَﺷَﮭِﺪَ ﺷَﺎھِﺪٌ ﻣِﻦْ ﺑَﻨِﻰ اِﺳْﺮَاﺋِﻞَ ﻋَﻠَﻰ ﻣِﺜْﻠِﮫِ ﻓَﺎَﻣَﻦ‬
َ‫وَاﺳْﺘَﻜْﺒَﺮْﺗُﻢْ اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﻟَﺎﯾَﮭْﺪِى اﻟْﻘَﻮْمَ اﻟﻈﱠﺎﻟِﻤِﯿﻦ‬
“De ki: Hiç düşündünüz mü; şayet bu, Allah katından ise
ve siz onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun
benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız
(haksızlık etmiş olmaz mısınız)? Şüphesiz Allah, zalimler
topluluğunu doğru yola iletmez.”74
Tefsir âlimlerine göre, âyetteki İsrail oğullarından bir
şâhid olarak bahsedilen kimse Abdullah bin Selâm'dır.
Çünkü O kendi milletine:
74
AHKÂF SÛRESİ, ÂYET 10
256
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Hz. Musa’ya inen Tevrat'ı Allah kelâmı olarak kabul
edip de Hz. Muhammed'i ve O'na inen Kur'ân-ı Kerimi inkâr
etmek zulümdür, diyerek Müslüman olmuştur.
Abdullah bin Selâm hazretleri yahudi âlimlerinden
idi. Benî Kaynuka kabîlesindendir. Müslüman olması diğer
sahabeler gibi oldukça ibretlidir.
Abdullah bin Selâm hazretleri
şöyle anlatır:
Müslüman oluşunu
"Babam Yahudilerin ileri gelen âlimlerinden idi. Bana
Tevrat'ı okutur, dindar yetişmem için elinden geleni yapardı.
Bir gün ahir zaman Peygamberinin alâmetlerini ve yapacağı
işleri anlatarak dedi ki:
- Eğer âhir zaman Peygamberi, Hârûn aleyhisselâmın
neslinden
kendi kavmimizden gelirse inanırım, başka
kavimden gelirse inanmam! Sen de böyle yap !
Rasûlullah efendimiz Medine’ye hicret etmeden önce
babam vefat etti.
Rasûlullah efendimiz Mekke'de Peygamberliğini ilan
ettikten sonra, sıfatlarını ve yaptığı işleri inceledim babamın
anlattıklarına uyuyordu. Fakat, kavmimizin ileri gelenleri,
sırf Arab kavminden geldi diye Rasûlullah’a karşı
çıkıyorlardı. Tevrat'ta bildirilen alâmetler onda mevcut idi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
257
Bir gün Yahudilerin hurma bahçelerine gittim. Kendi
aralarında, "Arabların adamı geldi!" diye konuşuyorlardı. Bu
sözü duyunca beni bir titreme tuttu. Elimde olmadan
"Allahü Ekber" diye bağırdım. Benim tekbîr getirdiğimi
gören halam Hâlide binti Hâris bana kızıp dedi ki:
- Allah seni umduğuna kavuşturmasın, elini boşa
çıkarsın? Vallahi sen Mûsâ bin İmrân'ın geleceğini işitmiş
olsaydın bundan fazla sevinmezdin.
Ben de ona şöyle karşılık verdim: “ Ey hala! Vallahi O,
Hz. Musa gibi Peygamberdir. Musa Aleyhisselâmın tevhîd
dinîndendir. Buna niçin karşı çıkıyorsunuz?
- Ey kardeşimin oğlu! Yoksa o Kıyamete yakın
gönderileceği bize bildirilen Peygamber midir? “ Evet.”
- Öyleyse sevinmekte haklısın. Dedi.
Daha fazla dayanamayıp, Rasûlullah’ı görmek için
bulunduğu yere gittim. İlk gördüğümde, "Bu güzel yüzün
sahibi yalan söyleyemez!" dedim. Rasûlullah insanlar arasına
oturmuş, onlara nasihat ediyordu. Ondan ilk işittiğim söz:
- Selâmı aranızda yayınız, fakirleri doyurunuz, sıla-i
rahim yapınız, İnsanlar uykuda iken namaz kılınız! Böylece
Cennete selâmetle girersiniz.
Sonra bana dönüp sordu:
- Sen Medine âlimi İbni Selâm değil misin?
258
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Evet dedim.
- Ey Abdulah, Allah için söyle! Tevrat'ta benim
vasıflarımı okuyup öğrenmedin mi?
- Evet, öğrendim. Ya Resûlallah Cenâb-ı Hakkın
sıfatlarını söyler misin?
Rasûlullah efendimiz bana İhlâs suresini okudu.
O’nun söylediklerini işitince: “Şehâdet ederim ki,
Allahtan başka ilâh yoktur. Sen O'nun kulu ve resulüsün,
diyerek iman ettim.”
Abdullah bin Selâm Müslüman olduktan sonrasını
şöyle anlatıyor:
Müslüman olduktan sonra Rasûlullah’a dedim ki:
- Ya Resûlallah! Yahudiler, yalancı, inatçı, zalim ve
iftiradan çekinmeyen bir topluluktur. Benim Müslüman
olduğumu öğrenirlerse olmadık iftira ederler, bunu
açıklamadan önce onlara beni lütfen sorunuz! Bunun üzerine
ben bir perdenin arkasına saklandım. Rasûlullah bir grup
Yahudiyi çağırdı ve onlara sordu:
- Aranızdaki Abdullah bin Selâm nasıl bir kimsedir?
- Çok büyük bir âlimimizdir. Onun gibi hayırlı birisi az
bulunur. O doğru sözlüdür. Dediler.
A S H Â B-I
K İ R Â M
259
- Eğer o Müslüman oldu desem siz ne dersiniz?
- Allah onu böyle bir şey den korusun!
Sonra saklandığım yerden çıkıp dedim ki:
- Ey Yahudi topluluğu, Allahtan korkunuz! Size geleni
kabul ediniz! Allaha yemin ederim ki, siz Rasûlullah’ın hak
Peygamber olduğunu biliyorsunuz. Çünkü alâmetleri
Tevrat'ta açık olarak yazılıdır. Başka kavimden geldiği için
inadınızdan iman etmiyorsunuz. Ben şehâdet ederim ki,
Allahtan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki,
Muhammed Allahın kulu ve Resulü’dür.
Bunun üzerine Yahudiler:
- Bizim en kötümüz budur. Aramızda bundan daha
kötü biri yoktur, deyip bana olmadık iftiralar etmeye
başladılar. Peygamber efendimiz Yahudilere dönüp buyurdu
ki:
Birinci şehâdetiniz bize kâfidir, ikincisi ise
lüzumsuzdur.
Hz. Abdullah hemen evine döndü. Ailesini ve
akrabalarını İslâmiyet’e davet etti. Halası da dâhil hepsi
Müslüman oldular.
O'nun iman etmesi Yahudileri çok kızdırdı. Bunun için
kendisini sıkıştırmaya başladılar. Hatta Yahudi âlimlerinden
bazıları:
260
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Araplardan peygamber çıkmaz. Senin adamın
hükümdardır, diyerek, Abdullah bin Selâm'ı İslâmiyet’ten
vazgeçirmeye kalkıştılarsa da muvaffak olmadılar.
Kendisi ile birlikte Sa'lebe bin Sa'ye, Üseyd bin Sa'ye,
Es’ed bin Ubeyd ve bazı Yahudiler samimî olarak Müslüman
oldular. Fakat bazı Yahudiler dediler ki:
- İslâmiyet’e yalnız bizim kötülerimiz inandı. Eğer,
onlar
hayırlılarımızdan
olsalardı,
atalarının
dinîni
bırakmazlardı.
Bunun üzerine inen âyet-i kerîmede şöyle buyuruldu:
َ‫ﻟَﯿْﺴُﻮا ﺳَﻮَاءً ﻣِﻦْ اَھْﻞِ اﻟْﻜِﺘَﺎبِ اُﻣﱠﺔٌ ﻗَﺎﺋِﻤَﺔٌ ﯾَﺘْﻠُﻮنَ اَﯾَﺎتِ اﻟﻠﱠﮫِ اَﻧَﺎءَ اﻟﱠﯿْﻞِ َوھُﻢْ ﯾَﺴْﺠُﺪُون‬
“Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir
topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın
âyetlerini okurlar.”75
Abdullah bin Selâm hazretleri nefsini kötü huylardan
ve isteklerden tamamen temizleyip terbiye etmişti. Kendisi
zengin olduğu hâlde, ba'zan Medine çarşısında sırtında yük
taşıdığı görülürdü.
Abdullah bin Ömer şöyle anlatır: “Medine’de bir
takım Yahudi topluluğu Rasûlullah’a gelerek dediler ki: “
75
ÂL-İ İMRAN SÛRESİ, ÂYET 113
A S H Â B-I
K İ R Â M
261
- Senin getirdiğin dinde recm var mıdır?
Rasûlullah efendimiz de onlara sordu: “Recm cezası
hakkında Tevrat’ta ne yazıyor?”
- Tevrat’ta recm cezâsı yoktur.
Abdullah bin Selâm Yahudilere dedi ki: “ Yalan
söylüyorsunuz! Tevrat’ta recm âyeti vardır.”
Bunun üzerine Tevrat’ı getirip açtılar. Yahudilerden
birisi elini recm ayetinin üzerine koyarak bundan önceki ve
sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah bin Selâm ona: “
Elini kaldır! dedi. “
O da elini kaldırınca recm âyeti göründü. O zaman
Yahudiler dediler ki: “Ey Muhammed! Abdullah bin Selâm
doğru söyledi. Tevrat’ta hakikaten recm âyeti vardır. “
Bir gün Hz. Abdullah bin Selâm, Ka'b-ül Ahbâr'a şöyle
bir soru sordu: “Âlimler ilmi öğrendikten sonra, onu
kalplerinden söküp atan nedir? “
Hz. Ka'b dedi ki: “Enâniyet, tamâ, hırstır.”
Tama', insanın bir şey uğruna mukaddes değerlerini
feda etmesi demektir. Hırs ise nefsinin her şeyi istemesi,
senin de onun istediklerini yerine getirmendir.
262
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Peygamber efendimiz, Ashâbı ile sohbet ederken
buyurdu ki: “Şu kapıdan ilk girecek olan, Cennet ehlinden
biridir.”
Eshâb-ı Kiram merakla kimin gireceğini beklerken,
Abdullah bin Selâm'ın girdiğini gördüler. Daha sonra bu
müjdeli haberi kendisine bildirerek sordular:
- Ya Abdullah, bu dereceye hangi amel ile ulaştın?
- Ben aciz bir kulum. Ümidim odur ki Allah bizi af
ve mağfiret eder. Kimseyi hor ve hakir görmem hiçbir
mü’mine karşı içimde kötülük beslemem ve boş sözleri de
konuşmam terk ederim. Buyurdu. Allah şefaatlarına
cümlemizi nail eylesin.
HAZRET-İ HUZEYFE B. YEMÂNİ
Hz. Huzeyfe b. Yemâni Peygamberimizin sırdaşı idi.
Peygamberimiz ona, ashâb-ı kirâm arasına karışarak
kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen
münâfıkların kimler olduğunu bildirmiştir.
Hz. Huzeyfe b. Yeman Ashâb-ı kirâm arasında çok
sevilir ve ona ayrı bir itibar gösterilirdi. Çünkü o,
Rasûlullahın verdiği sırlarla dolu idi.
Babasının ismi Hisl İbn-i Câbir'dir. El-Yeman
lakabıdır. Doğum tarihi ve vefatında kaç yaşında olduğu
bilinmemektedir.
A S H Â B-I
K İ R Â M
263
Hz. Huzeyfe'nin kabilesi Beni Abs, Hayber ile Teyma
arasındaki bölgede ikamet etmekte idi. Hıristiyanlık dinine
mensubtular. Peygamberimizin İslam'ı yaymaya başladığı ilk
zamanlarda bilgi sahibi olmadıkları için, hicretten sonra
müslüman oldular. Önce kabilesinden dokuz kişi İslam'ı
kabul etti. Bunların arkasından Hz,. Huzeyfe b. el-Yeman
radıyallâhu anh ve babası Medine'ye gelip İslam'la
şereflendiler. Muhacir veya Ensar'dan sayılmaları konusunda kendilerini Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm
muhayyer bıraktı. Ensar'dan olmayı ihtiyar ettiler.
Peygamberimizle devamlı beraber olanlardan idi.
Bedir'de bulunamadı. İlk olarak Rasulü Ekrem'le Uhud
gazvesine iştirak etmiştir. Bu savaş sırasında yaşlı babası Hisl
ibn-i Cabir ile yine yaşlı sahabilerden Sabit b. Vakş (r.
anhüma) Medine'de idiler. Kadın ve çocukların korunduğu
metin binaların içindeydiler. İslam ordusunun bozgun haberi
gelince, "Ne duruyorsunuz. Ömürlerimizden birşey kalmadı,
Kılıçlarımızı alıp cihat meydanına gidelim" dediler. Her ikisi
de muratlarına erip şehit oldular. Yalnız Huzeyfe'nin babası
yanlışlıkla bir müslüman tarafından şehid edildi. Rasulü
Ekrem işin yanlışlığını ona izah ederek babasının diyetini
vermek istedi ise de almadı. Neticede diyet olarak verilen
bütün malları sadaka olarak dağıttı. Bu hareket
Peygamberimizin çok hoşuna gitti.
Hz. Huzeyfe b. Yemânî radıyallâhu anh Peygamberimizin sırdaşı idi. Bu sebeble ashâb kendisine büyük itibar
gösterirlerdi. Bazı ileriye dönük meseleleri ona sorarlardı.
264
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Fakat o, bunlara hiç cevap vermezdi. Hz. Ömer radıyallâhu
anh fitnenin kendi devrinde mi çıkacağını ağlıyarak
sorduğunda, "hayır" sözü ile cevaplandırdı. Memurları
arasında münafık olup olmadığını sorduğunda, bir tane var
dedi ama ismini vermedi. Hz. Ömer radıyallâhu anh feraseti
ile bulup onu görevinden aldı. Ayrıca Hz. Ömer onun
bulunduğu cenaze namazında bulunup namazını kılar,
bulunmadığı cenazede bulunmazdı.
Hendek gazvesinde bizzat Peygamberimiz tarafından
müşrik ordusu hakkında malumat edinmek üzere
gönderilmesi olayı meşhurdur. Soğuk, karanlık ve fırtınalı
bir gecede çok üşüdüğü halde gönderilmiş, fakat gidip
gelinceye kadar hamam içinde gibi olmuş idi. Gerekli
bilgileri verdikten sonra tekrar üşümeye başladı. Bu seferde
oturduğu kilimin bir ucunu üzerine sarkıtıp salınca tekrar
ısınıverdi. Bu görevi esnasında dönüş yolu üzerinde yirmi
kadar beyaz sarıklı süvari gördüğünü de söylemiştir.
Huzeyfe bin Yemân hazretleri bu hadiseyi şöyle
anlatır: "Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir
sırada, bir gece yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak
Rasûlullah’ın yanında idik. Öyle bir gecede bulunuyorduk
ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli
karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir
rüzgâr da esmeye başlamıştı.”
Bu sırada müşrik ordusu, telâşa kapılıp, kendi
aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber efendimiz
bize onların bu hâlini haber verdi. Rasûlullah efendimiz gece
A S H Â B-I
K İ R Â M
265
bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve
açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum.
Bana dokunarak buyurdu ki:
Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp
gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç
vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne
soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip,
işkenceye de uğramayacaksın.
Rasûlullah’ın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir
zarar gelmeyecek. Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere
hazırlandım. Rasûlullah efendimiz benim için duâ etti:
Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan,
üstünden, altından koru!
Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki
hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi içimde ne bir korku, ne
bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihâyet müşriklerin
ordugâhına vardım. Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş
yakmışlar, başında ısınıyorlardı. Ebû Süfyân daha o zaman
Müslüman olmamıştı.
Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi.
Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim. Ateşin
ışığından faydalanarak onu vurmak istedim. Tam atacağım
sırada Rasûlullahın, "Benim yanıma dönüp gelinceye kadar
bir hâdise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve
onu öldürmekten vazgeçtim.
266
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bundan sonra kendimde bir cesâret buldum.
Müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturdum. Allahü
teâlânın görülmeyen orduları onlara yapacağını yapıyordu.
Esen şiddetli rüzgârla, kap kacakları devriliyor, ateşleri ve
ışıkları sönüyor, çadırları başlarına yıkılıyordu. Bir ara
müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp
dedi ki: “İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat
ediniz, herkes yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes
yanında oturanın elini tutsun! “
Ebû Süfyân, aralarına benim girdiğimi sezer gibi
olmuştu. Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve solumda
bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce
isimlerini sordum. Böylece tanınmamı engelledim. Nihayet
Ebû Süfyân: “Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde
değilsiniz. Atlar, develer ölmeye başladı. Rüzgârdan,
başımıza gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz.
İşte ben gidiyorum, diyerek devesine bindi.“
Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye
doğru hareket etti. Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl
sesini işitiyordum.
Müşrik ordusu çekilip gidince, ben de Rasûlullahın
yanına döndüm. Yolun yarısına geldiğimde karşıma yirmi
kadar beyaz sarıklı süvâri çıktı Bana dedilir ki: Rasûlullaha
haber ver Allahü teâlâ düşmanı perişan etti! Rasûlullahın
yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu.
Namazı bitirince olan biteni kendisine anlattım. ben döner
A S H Â B-I
K İ R Â M
267
dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâli bende tekrar
başladı.
Ömrü cihadla geçti. Uhud, Hendek, Heyber, Huneyn,
Taif savaşlarında bulundu. Veda Haccı'na Peygamberimizle
gitti. Hz. Ebu Bekir radıyallâhu anh devrinde Umman'da
mürtedlerle savaştı ve oraya emir tayin edildi. Hz. Ömer
radıyallâhu anh devrinde Mezopotamya taraflarında savaştı.
Nihavend savaşlarına iştirak edip, Hz. Ömer'i şehid eden
Ebu Lu'lu'yu esir alıp Medine'ye gönderdi. Medain valiliği
yaptı. Medain'e bir hırka ile gitti ve bir hırka ile geri döndü.
Hz. Osman radıyallâhu anh zamanında Azerbeycan ve
Ermenistan taraflarının fethine gittiğinde Iraklı ve Suriyeli
askerlerin K. Kerim'in okunuşunda kendi kıratlarının doğru
olduğu iddiaları ile münakaşa etmelerini Hz. Osman'a
bildirerek K. Kerim'in Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasına
sebep oldu.
Peygamberimizden yüzü aşkın hadis rivayet etmiştir.
Hicri 36 tarihinde Hz. Osman'ın şehadetinden kırk gün sonra
vefat etmiştir.
Nihâvend savaşında Nu'man bin Mukarrin şehîd
olunca, İslâm sancağını Huzeyfe eline alarak Hemedân, Rey
ve Deynura'yı fethetmiştir. Cezîre'nin fethinde bulunarak,
Nusaybin vâliliğine ta'yîn olundu.
Nusaybinliler, karşılamaya çıktılar. Onu gördükleri
zaman; hayvanı üzerinde, bir parça kuru etle ekmek yiyordu.
Selâmlaştılar. Sonra halîfenin emirnâmesini gösterdi. Onlar
da dediler ki:
268
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Hz. Ömer'in emirleri, başımız üzerine! Sen de hoş
geldin, safâ geldin. Lâkin, bizden isteklerin ne ise; şimdi
söyle. Belki karşılıyamıyacağımız şeylerdir!
Yeni vâli tebessüm ederek şu cevabı verdi: “Aranızda
kaldığım müddetçe sizlerden; sâdece, kendimin ve
hayvanımın yiyeceğini istiyorum. Başka hiçbir şey istemem.”
Hz. Ömer halîfeliği zamanında Huzeyfe'nin bir
cenâze namazını kılmadığını görerek, ona sordu: “Niçin
cenâze namazını kılmadın?“
Rasûlullahın sırdaşı Hz.Huzeyfe dedi ki: ”Rasûlullah
efendimiz, bana o kişinin münâfık olduğunu açıklamıştı.
Bunun için onun namazını kılmadım.“
Hz. Ömer, Huzeyfe'nin gitmediği cenâzeye
gitmemiştir. Çünkü onun gitmemesini, ölenin münâfık
olduğuna işâret sayardı.
Birgün Hz. Ömer, huzurunda bulunan ba'zı Eshâb-ı
kirâma sordu: “Rasûlullah efendimizin fitne hakkında olan
sözü hatırında olan var mı?”
İçlerinden Huzeyfe dedi ki: “Ey mü'minlerin emîri!
Peygamberimizin bu konudaki sözü benim hatırımdadır.”
buyurdu ki
A S H Â B-I
K İ R Â M
269
"Kişi ailesinden, malından, çocuklarından ve
komşusundan dolayı fitneye düçâr olur. Böyle günâhlara
oruç tutmak, namaz kılmak ve iyiliği emretmek ve
kötülükten sakındırmak keffâret olur."
- Maksadım o değil, deniz gibi dalgalanacak fitneyi
soruyorum.
- Ey mü'minlerin emîri! Senin için endişelenecek bir
şey yok. Senin zamanınla onun arasında bir kapalı kapı var.
Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor: "Herkes Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a hep hayırdan sorardı, ben ise, bana
bulaşabilir korkusuyla, şerden sorardım. Bir seferinde
aramızda şu konuşma geçti:”
- Ey Allah'ın Resûlü, biliyorsunuz biz bir câhiliye devri
yaşadık. Allah bizi İslâm’la nimetlendirdi. Bu hayırdan sonra
tekrar şer var mı?
- Evet var buyurdu.
- Peki, bu şerden sonra tekrar hayır var mı?
- Evet var, fakat bunda bulanıklık var.
- Ey Allah'ın Resûlü Ondaki bulanıklık nedir dedim?
- O zaman bir gurub insan olacak, sünnetimden
ayrılıp, bir başka yolda gidecek. Onlar İbâdet de yaparlar.
Günâh da işlerler.
- Ey Allah'ın Resûlü , bu hayırdan sonra şer var mı?
270
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
-Evet, bunlardan sonra Cehennem kapılarına
çağıranlar olacak. Onlara kim uyarsa, uyanı Cehenneme
atacaklar.
- Ey Allah'ın Resûlü, bunları (cehenneme çağıranları)
bize tavsif buyurunuz lütfen, “Onlar bizim gibi insanlardır
Bizim gibi konuşurlar ”
O zamana yetişirsem bana ne yapmamı emredersiniz?
“Müslümanların cemâ'atına tâbi ol!”
O zaman onların cemaatleri ve imamları yoksa? “O
takdirde mevcut olan hizipleri terket, öyle ki bir ağacın
köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette olman pahasına bile
olsa ölüm sana gelinceye kadar uzlet et. (tefrikaya düşmüş
hiziplere karışma.) "
Hayatının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe bin Yemân,
Hz. Osman şehîd edildiğinde Medîne'de bulunuyordu. Bu
sırada yaşı oldukça ilerlemişti. Dördüncü halîfe Hz. Ali'nin,
ilk günlerinde hastalandı. Artık iyice ihtiyarlamıştı.
Müslümanlar akın akın ziyâret ediyorlardı. Hz. Huzeyfe
ölüm döşeğinde yattığı vakit şöyle duâ etmiştir:
Dost ânî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez.
Allahım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana
ver. Ölüm, yaşamaktan hayırlı ise; sana ulaşıncaya kadar
ölümü bana kolaylaştır.
656 senesinde, Huzeyfe hazretleri de, sırlarıyla
birlikte sevgili Peygamberimize kavuştu.
A S H Â B-I
K İ R Â M
271
HAZRET-İ AMMAR B. YÂSİR
Ammar b. Yasir radıyallâhu anh, ilk müslümanlardandır
Fakir bir ailenin çocuğudur
Babası Yasir
radıyallâhu anh, aslen Yemen’lidir; kaybolan bir kardeşini
aramak üzere diğer üç kardeşi ile birlikte Mekke’ye gelmiş
Kaybolmuş olan kardeşlerini bulamayınca birlikte geldiği
kardeşleri Yemen’e dönmüş, Yasir ise Ebu Huzeyfenin
himayesine girerek Mekke’de kalmış Ebu Huzeyfe onu
Sümeyye isimli cariyesi ile evlendirmiş Ammar bu evlilikten
dünyaya gelmiştir.
Ammar’ın
doğumu,
Rasûlullah
efendimizin
doğumundan üç veya dört yıl önceye rastlar çocukluk ve
gençlik yıllarını Mekke sokaklarında birlikte geçirirler
Nihayet Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’in yeni bir
dine, yeni bir inanca davet ettiğini duyunca, Mekke’li
müşriklerin bütün baskılarına rağmen O’nunla görüşmeye
karar verir
Süheyb-i Rûmî ile birlikte, Dâr-ül Erkam'da aynı
vakitte Müslüman olmuşlardır. Ammâr müslüman olmasını
şöyle anlatıyor:
Bir gün Hz. Erkam'ın evinin önünde Hz. Süheyb bin
Sinan'a rastladım. Ona dedim ki: “Burada ne yapıyorsun?”
O da bana Sen ne yapıyorsun? Dedi. “Ben içeri
gireceğim ve Hz. Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği
dîne gireceğim. Dedim.”
272
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ben de aynı maksatla buraya geldim. Dedi.
Böylece ikimiz beraber içeri girdik. O sırada
Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Beraber
kelime-i şahadet getirdik, akşama kadar orada kaldık.
Akşamdan sonra evimize döndük.
Ammar b Yasir’i anlatanlar, onun uzun boylu, kara
yağız, elâ gözlü ve geniş omuzlu bir kişi olduğunu söylerler
Sade ve nezih bir hayat sürerek dünya hayatını tamamlayan
Ammar radıyallâhu anh hakkında Resul-i Ekrem sallallâhu
aleyhi vesellem’in şu sözü, ne kadar ibretâmizdir: “ Ammar
iliklerine kadar iman dolu bir mü’mindir!”
İmâm-ı Mücâhid buyurdu ki: Mekke'de Müslüman
olduğunu ilk açıklayan, önce Rasûlullah sonra da Ebû Bekir,
Bilâl, Habbâb, Süheyb, Ammâr ve annesi Sümeyye hanımdır.
Peygamber efendimiz halkı açıktan îmâna çağırmaya
başlayınca, müşrikler, kimsesiz müslümanlara ezâ ve cefâ
etmeye başladılar. Ebû Tâlib hayatta iken, putperestler
Resûl-i ekreme kötülükte bulunamazlardı. Ashâbdan
tanınmış kimselere de kavimlerinin himâyesi ve aşîretlerinin
kalabalık oluşu sebebiyle, istedikleri gibi ezâ ve cefâ
edemezlerdi.
Ancak Müslümanların kimsesizlerini ve fakirlerini
bulup, bunlara çeşit çeşit azâb ile eziyet edip, türlü cefâlar
ederlerdi. Bunların içinde en çok eziyet görenler, hazreti
A S H Â B-I
K İ R Â M
273
Bilâl, hazreti Süheyb, hazreti Habbâb ve hazreti Ammâr bin
Yâsir'dir.
Müşrikler Ammâr'ı yalnız yakaladıkları zaman Ramda
mevkiine, Mekke kayalıklarına götürürler, elbiselerini
çıkarıp, demir gömlek giydirirler, günün sıcağında kızmış
taşlarla dağlarlar, ba'zan da sırtını ateşle dağlar, kızgın güneş
altında aç ve susuz bırakıp derlerdi ki: “Muhammed'in
dîninden dön, Lat ve Uzzâya tap kurtul!”
Onlar, bu dayanılmaz cefâlara sabredip, “Rabbim
Allah, Peygamberim Muhammed aleyhisselâmdır, diyerek
İslâm dîninden dönmezler eza ve cefalara sabrederlerdi.”
Ebû Huzeyfe, Ammâr'ın babası Yâser'in dostu olduğu
ve sözleşme gereğince yardım etmesi lâzım geldiği hâlde, o
da müşriklerle bir olup, o Müslüman âileye, arkalarına ateş
yapıştırmak sûretiyle işkence yapıyordu.
Benî Mahzûm kabîlesinin ileri gelenleri, Ammâr bin
Yâser'in babasına ve vâlidesi Sümeyye'ye işkenceye devâm
edip, sıcak günde kuma gömerler ve sıcak taşları, gövdesine
dizerlerdi. Sonra derlerdi ki: “Lât ve Uzzâ, Muhammed'in
dîninden iyidir deyin!“
Bunun üzerine onlar da şöyle cevap verirlerdi:
- Derimizi yüzseniz, etimizi dilim dilim doğrasanız sizi
dinlemeyiz. Allahtan başka ilâh yoktur. Muhammed
aleyhisselâm O'nun kulu ve rasulüdür.
274
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Yine bir gün, Rasûlullah efendimiz Bathâ denilen
yerden geçerken, Yâser âilesine işkence yapıldığını görüp
çok üzüldüler. Hz. Yâser suâl etti: “Yâ Resûlallah! Zamanımız hep böyle işkence ile mi geçecek?”
Peygamber efendimiz de buyurdu ki: “Sabrediniz ey
Yâser âilesi! Hiç şüphesiz, sizin mükâfât yeriniz Cennettir.”
Ammâr bin Yâser'in, Kureyşli müşriklerden gördüğü
işkence, dillere destân olacak şekildedir. Bir defasında
Ammâr Rasûlullah efendimize gelerek hâlini arz etti:
Yâ Rasûlallah! Müşriklerin bize yaptığı işkenceler son
haddine vardı.
Rasûlullah efendimiz onların bu hâlini biliyor ve onlar
için çok üzülüyordu. Buyurdu ki: “Sabrediniz ey Yekzân'ın
babası!“
Sonra da şöyle duâ ettiler: “Yâ Rabbî! Ammâr
âilesinden hiç kimseye Cehennem azâbını tattırma.“
Yine bir gün Mekke müşrikleri Ammâr'a ateşle eziyet
ve işkence ediyorlardı. Rasûlullah efendimiz orayı teşrif
ettiler. Buyurdular ki: “Ey ateş! İbrâhim aleyhisselâma serin
olduğun gibi, Ammâr'a da serin ol.“
Bu duadan sonra Ammâr, ateşin acısını hissetmedi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
275
Yine güneşin çok yakıcı olduğu bir gündü toprağın
üstünde ve altındaki bitkiler kavrulmuştu. Kureyşli
Mahzumoğulları Yâser ve hanımı Sümeyye'ye, yapmadık
işkence bırakmadılar. Fakat bu Yemenli Müslümanlar,
onların bunca işkencelerine rağmen onların isteklerini yerine
getirmedi. Nihayet Yâser'i kızgın taşlar üzerine yatırdılar.
Üzerindeki kısa çöl elbisesini yırttılar.
Burası, Mekke'nin baştan başa taşlık ve çorak bir
semtiydi. Hiç su bulunmadığı için zalimler, burayı
seçmişlerdi. Güneşin en kızgın olduğu bir saattı. Ama yere
yatırılan Yemenli Müslüman, gülümsüyordu! Putperest
Mahzumoğulları, hırslarından çatlayacak gibiydiler. Hepsi
kıpkırmızı olmuşlardı. Nihayet Yâser'in bir koluna, bir deve;
öbür koluna, başka bir deve bağladılar. Ayaklarına da, aynı
şeyi yaptılar.
Sonra içlerinden, en dinsizi bağırdı: “Hemen şimdi,
İslâm dînini inkâr edeceksin!”
Hz. Yâser: “Allah birdir, O'ndan başka tapılacak ilâh
yoktur. Muhammed aleyhisselâm, Allahın Resûlüdür, diye
haykırdı. Hâin müşrik, şiddetle üzerine doğru eğildi: O
hâlde, hiç görülmedik şekilde, can vermeye hazırlan! Dedi.”
İşte o zaman, develeri ters istikamete sürerek gerçekten, dünyada pek görülmemiş bir vahşet emri verilerek
oracıkta şehid edildi.
276
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
O bu
vahşet esnasında şu ilâhi kelimeyi
tekrarlıyorlardı: Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Rasûlullah.
Bu manzaraya, insan yüreği dayanır mı? Fakat
Sümeyye Hâtun dayandı. Çünkü kat'î olarak biliyordu ki;
sevgili kocası Yâser şu anda, Cennet-i âlâdadır.
Yâser âilesinin ezâya ve musîbete uğramadığı gün,
hemen hemen yok gibiydi. Hz. Yâser'i görülmedik şiddetli
bir işkence ile şehîd ettikten sonra, Sümeyye Hâtun İslâm’ın
en büyük düşmanıyla karşılaştı. Ebû Cehil sırıtarak dedi ki:
“İnandığın Allah, kocanı ölümden kurtaramadı!”
Sümeyye Hâtun sükûnetle cevap verdi:
Allah O'nu, Cennetine aldı. Kocamı; sizin gibi putlara,
paraya ve dünyaya tapınmaktan kurtardı. Allahü teâlânın
Resûlü O'na ve bize doğru yolu gösterdi. Ey Allahın ve
Rasûlullahın düşmanı! Sen git, kendi ahmaklığınla yaşa!
Kocaman kafanı, vücûdundan kopardıkları gün; hakikatı
anlayacaksın. Ama o zaman, ne fayda!
Ebû Cehil bu söz üzerine kızdı ve bağırdı:
Sus, ey Ebû Huzeyfe'nin kölesi! Benim gibi bir
efendiye, bunları nasıl söyleyebilirsin?
Ebû Cehil, elindeki kısa mızrakla oynuyordu. Birden
onu, kadıncağıza fırlattı. Sümeyye Hâtun oracıkta şehîd
oldu. İslâm'da ilk şehîd kadınlardan Sümeyye Hâtun,
erkeklerden ise kocası Hz. Yâser idi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
277
Anasını ve babasını gözlerinin önünde ve işkenceler
altında kaybeden Ammar, bir taraftan bu acı ile kıvranırken,
diğer taraftan müşriklerin işkenceleri altında inliyordu,
yapılan eziyetlere artık dayanamayacağını anladığı bir anda,
müşriklerin teklifini kabul ederek, “Muhammed’den
hoşlanmadığı; müşriklerin ilâh olarak kabul ettikleri Lat ile
Uzza’nın iyiliği” konusunda bazı sözler söylemek zorunda
kalır. Bunun üzerine müşrikler onu bırakır giderler Onlar
gittikten sonra Ammar radıyallâhu anh, kendini tutamaz ve
hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar, Resul-i Ekrem onun bu
halini görünce, ne oldu sana diye sorar?” Ammar radıyallâhu
anh olanları tek tek anlatıp “Perişan oldum ya Rasulallah!”
deyince efendimiz sorar: “Bunu söylerken kalbini nasıl
buldun?” Ammar cevap verir: “İman ile dopdolu idi ” Bunun
üzerine efendimiz şöyle buyururlar: “Eğer bir daha seni
yakalarlarsa aynı şekilde davran ve kurtul!”
İşte bu olay üzerine Allah-u Tealâ şu ayeti indirmiştir:
ِ‫ﻣَﻦْ ﻛَﻔَﺮَ ﺑِﺎﻟﻠﱠﮫِ ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ اِﯾﻤَﺎﻧِﮫِ اِﻟﱠﺎ ﻣَﻦْ اُﻛْﺮِهَ وَﻗَﻠْﺒُﮫُ ﻣُﻄْﻤَﺌِﻦﱞ ﺑِﺎﻟْﺎِﯾﻤَﺎنِ وَﻟَﻜِﻦْ ﻣَﻦْ ﺷَﺮَحَ ﺑِﺎﻟْﻜُﻔْﺮ‬
ٌ‫ﺻَﺪْرًا ﻓَﻌَﻠَﯿْﮭِﻢْ ﻏَﻀَﺐٌ ﻣِﻦَ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻟَﮭُﻢْ ﻋَﺬَابٌ ﻋَﻈِﯿﻢ‬
“Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman
ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini
kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük
bir azap vardır.”76
Ammâr bin Yâser hazretleri, Mekke devrinde gördüğü
işkenceler karşısında Habeşistan'a hicret edenler arasında
76
NAHL SÛRESİ, ÂYET 106
278
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
bulunmuştur. Bilâhare tekrar Mekke'ye dönmüş, bir müddet
orada kaldıktan sonra Medîne'ye göç ederek, Hz. Münzir bin
Abdülmübeşşir'in misâfiri olmuştur. Daha sonra Peygamber
efendimiz onu, Ensârdan Huzeyfe bin Yemân ile din kardeşi
yapmıştır.
Hz. Ammâr, Medîne-i münevvere ye gelince,
Rasûlullah için bir ibâdet ve istirâhat yerinin gerekli
olduğunu söyledi. İslâmda mescid yapılmasına ilk teşebbüs
eden o idi ve bu sâyede Kubâ mescidi yapıldı.
Ammâr bin Yâser, Mescid-i Nebevî'nin de yapımında
bulundu. Mescid-i Nebevî'nin temeli atıldığında, duvar
yapılmak üzere kerpiç kestirilmişti. Kuruyan kerpiçler,
bulundukları yerden mescid arsasına Eshâb-ı kirâmın
sırtlarında taşınıyordu. Herkes birer birer taşırken, Hz.
Ammâr büyük fedâkârlık gösterip;
Biri kendim, biri Rasûlullah için, diye iki kerpiç
getiriyordu ve diliyle de; “Biz müslümanlar mescidler inşâ
ederiz, diyordu.“
Peygamber efendimiz Ammâr'ın yanına geldi ve
mübârek eliyle arkasını sığadı ve buyurdu ki:
- Ey Sümeyye'nin oğlu! Başkalarının bir senin iki ecrin
var. Senin, dünyadan son rızkın da bir içim süttür. Buyurdu.
Hz. Ebû Sa'îd Hudrî der ki:
A S H Â B-I
K İ R Â M
279
- Biz kerpici birer birer taşırdık. Ammâr ise, ikişer
ikişer taşırdı. Rasûlullah efendimiz, Ammâr'ı böyle üzeri toz
toprak içinde görünce, onun üzerindeki tozları silkeleyerek:
- Vah Ammâr! Vah ! Onu bâgîler öldürecektir, diye
haber verdi.
Ammâr bin Yâser, Bedir başta olmak üzere, Uhud,
Hendek ve Tebük gazâsı dâhil, Rasûlullah efendimizin bütün
gazâlarına katıldı. Her savaşta şecâat ve cesâretiyle tanındı.
Rasûlullahın yanından hiç ayrılmadı.
Bedir günü, hâin Ebû Cehil'in koca kafası; iki mücâhîd
tarafından kesildi. O zaman Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ammâr'a buyurdu ki: “Allah teâlâ, anacığının katilini öldürdü.”
Rasûlullah efendimizin vefâtından sonra, Hz. Ebû
Bekir devrinde yapılan savaşlarda da aynı şecâat ve cesâretle
döğüştü. Abdullah bin Ömer der ki: “Yemâme'de mürtedlere
karşı saldıran eşsiz bir yiğit gördüm. Düşman saflarını yerle
bir ediyor, bir taraftan kılıç sallıyor, diğer yandan şöyle
söylüyordu: “
"Bizim Peygamberimiz, Muhammed-ül Emîn'dir.
Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra, Peygamber
gelmeyecektir. Aksini söyleyenlerin hepsi, yalancı ve
sahtekârdır."
Bu sözleri, Müseylemet-ül Kezzab taraftarlarını bile
ikna ediyordu. Tam o sırada, hızlı bir kılıç darbesi,
280
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
başucunda vızıldadı. Keskin demir, bir kulağını kesti. Akan
kanları, eliyle durdurmaya çalışıyordu. Bir yandan da
"Cennet ilerde!.. Cennet ilerde!" diye haykırıyor, mücâhidleri
aşka getiriyordu. Sanki, şehîd ana ve babasını görüyor gibi,
savaşıyordu. Onların bu gayretleriyle yalancı Müseyleme de,
yalancılar ordusu da kısa zamanda; darmadağın oldular.
Ammâr bin Yâser, Hz. Ömer devrinde Kûfe vâliliğine
tâyin olundu. Halîfe, tâyin emrinde Kûfelilere şöyle yazdı:
- Size Ammâr bin Yâser'i vâli, İbni Mes'ûd'u öğretmen
ve yardımcı olarak ta'yin ettim. Bunların ikisi de Eshâb-ı
kirâmın seçilmişlerindendir. İkisi de Bedir harbinde
bulunmuşlardır. Onları dinleyip, itâat ediniz.
Hz. Ali radıyallâhu anh ile birlikte Cemel ve Sıffin
savaşlarına katıldı Sıffin gününde içecek bir şey istedi süt
getirildiğini görünce: “Rasûlullah, dünyadan son içeceğin
şey süt olacaktır buyurmuştu ” dedi ve sütü içti. O gün şehit
düşünceye kadar savaştı. Mübarek teni yere serildiğinde 94
yaşında idi Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem
hayatta iken: “Sana müjdeler olsun ya Ammar! Seni azgın bir
topluluk öldürecektir ” buyurduğu için, Ammar b Yasir’in
şehit düşmesi birçok kişinin uyanmasına vesile olmuştur.
Hz. Ali radıyallâhu anh efendimiz’in kıldırdığı cenaze
namazından sonra şehit olduğu yerde defnedildi.
Allah-u Teâlâ Ammâr'a rahmet eylesin. O,
Rasûlullahın etrafında birkaç kişi varken Müslüman
olmuştu. Kendisi hiç şüphesiz mağfirete kavuşacaktır.
A S H Â B-I
K İ R Â M
281
Çünkü Allahü teâlânın Resûlü, Ammâr âilesini Allahın
mağfiretiyle müjdelemişti.
Ammâr bin Yâser, ahlâken yüksek bir zâttı. Az
konuşur, çok kere hüzünlü ve kederli olurdu. Son derece
doğru ve hakka riâyetkâr idi. Zühd ve takvâ sahibi olup sâde
yaşardı. Gâyet belîğ (açık) ve veciz bir hitâbete sahipti.
Namazına çok dikkat ederdi.
Ammâr bin Yâser, hadîs-i şerîfleri en doğru bilenler
arasında sayılmaktadır. Şöhretini; dünyaya düşkün
olmamasına ve harâmlardan sakınmasına, insanlar üzerinde
bıraktığı itimâda, davâsına sadâkatle bağlılığına borçludur.
Hz. Ammâr hadîs-i şerîflerle medholundu: "Cennet üç
kişiyi şiddetle arzû eder. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân'dır."
"Ammâr'a düşman olana, Allah düşman olur. Ona
buğzedene, Allah buğzeder." buyurmuştur.
HAZRET-İ ABDULLAH B. REVÂHA
Sahâbenin
büyüklerinden
ve
Ensar'ın
ileri
gelenlerinden olan Abdullah Medine'de doğdu. Hazrec
kabilesine mensup olup ne zaman doğduğu kesin olarak
bilinmemektedir. İkinci Akabe gününde müslüman olmuş ve
kabilesini temsilen Peygamberimize bey'at etmiştir.
282
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Nesebi Abdullah b. Revâha b. Sa'lebe b. İmriü'l-Kays b.
Amr'dır. Künyesi Ebu Muhammed, ünvanı Rasûlullah'ın
şairidir. Babası Revâha, annesi Kebşe'dir.
Hicret günü Rasûlullah'a mihmandarlık etti.
Muhacirlerden Mikdad b. Esved'i kardeş edindi. Aynı
zamanda O, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in
kâtiplerindendir. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber
gazvelerine katıldı. Hudeybiye barışı ve Umretu'l-Kaza
seferlerinde peygamberimizin yanında yer aldı. Bedir
savaşının zafer müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte
Medine'ye ulaştırdı. Bedru'l-Mev'id gazasında Rasûlullah'a
vekâleten Medine'de kaldı. Hicretin 6. yılında üç kişilik
heyetin başkanı sıfatıyla Hayber'e gitti. Yahudilerin başkanı
Üseyr b. Zârim'in Yahudilerle birlikte Gatafan kabilesini
Müslümanlara karşı kışkırttığını gördü. Hayber'de üç gün
kaldı. Dönüşünde gördüklerini Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'e aktardı.
Yine aynı yılın Şevvâl ayında Hayber'e elçi olarak
gönderildi.
Hz. Peygamber'in Basra hükümdarına gönderdiği
elçinin Şam valisi Şurahbil tarafından öldürülmesi olayıyla
ilgili olarak hicretin 8. yılında bir ordu hazırlandı. Bu
ordunun komutasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem şu açıklamada bulundu: "Cihada çıkacak şu
insanlara Zeyd b. Hârise'yi kumandan tayin ettim. Zeyd b.
Hârise şehid olursa, yerine Ca'fer b. Ebi Talib geçsin, Ca'fer b.
Ebi Talib de şehid edilirse, yerine Abdullah b. Revâha geçsin.
A S H Â B-I
K İ R Â M
283
Abdullah b. Revâha şehid olursa, müslümanlar, aralarından
uygun birini seçip, kendilerine kumandan yapsınlar."
Müslümanlar bir müddet ilerlediler. Düşman
ordusunun gücü ve sayıca çok oluşu Müslümanları
endişelendirdi. Zeyd b. Hârise, ne yapmak gerektiği
konusunda istişâre yaptı. Abdullah b. Revâha, Rumlar'la
çarpışmaktan yana olduğunu bildirdi. Müslümanlar,
Mûte'de savaş düzeni aldılar, çarpışmaya başladılar. Zeyd b.
Hârise, vücudu mızraklarla delik deşik oluncaya kadar
savaştı. Ve şehid oldu. Sancağı Ca'fer aldı. O da savaştı, şehid
oldu. Ca'fer'den boşalan sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Bir
mızrak darbesiyle yaralandı ve o da şehid, oldu.
Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre, Mûte şehidleri İbn
Hârise, Ca'fer ve İbn Revâha'nın şehâdet haberi geldiğinde
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mescid' te oturmuştu.
Yüzünde hüzün ve kederin izleri görülüyordu. Bu sırada
Rasûlullah'a birisi geldi ve "Ca'fer'in kadınları ağlaşıyorlar"
dedi. Rasûlullah ondan kadınları çığlık atmaktan
alıkoymasını söyledi. Adam gitti, ancak kadınlar ona itaat
etmediler. Geriye gelip kadınların hâlâ ağlaştıklarını
Rasûlullah'a söyledi. Üçüncü defa gelişinde Rasûlullah şöyle
buyurdu: "Hadi git bu kadınların ağızlarına, yüzlerine toprak
saç."
Hz. Abdullah b. Revâha Mûte'ye giderken evliydi,
fakat çocuğu olmamıştı. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük
bir şâirdi. Peygamberimize şiir yoluyla sataşan kâfirlere karşı
onu savunan şiirler yazdı. İbn Revâha, Ka'b b. Malik ve
284
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hassan b. Sâbit müslümanların şâirleriydi. İlk İslâmî şiirleri
onlar yazdı. Onlar hakkında Şuarâ sûresinde şöyle buyrulur:
() َ‫وَاﻟﺸﱡﻌَﺮَاءُ ﯾَﺘﱠﺒِﻌُﮭُﻢُ اﻟْﻐَﺎوُنَ )( اَﻟَﻢْ ﺗَﺮَ اَﻧﱠﮭُﻢْ ﻓِﻰ ﻛُﻞﱢ وَادٍ ﯾَﮭِﯿﻤُﻮنَ )( وَاَﻧﱠﮭُﻢْ ﯾَﻘُﻮﻟُﻮنَ ﻣَﺎﻟَﺎ ﯾَﻔْﻌَﻠُﻮن‬
ُ‫اِﻟﱠﺎ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ اَﻣَﻨُﻮا وَﻋَﻤِﻠُﻮا اﻟﺼﱠﺎﻟِﺤَﺎتِ وَذَﻛَﺮُوا اﻟﻠﱠﮫَ ﻛَﺜِﯿﺮًا وَاﻧْﺘَﺼَﺮُوا ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ ﻣَﺎ ﻇُﻠِﻤُﻮا وَﺳَﯿَﻌْﻠَﻢ‬
َ‫اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻇَﻠَﻤُﻮا اَىﱠ ﻣُﻨْﻘَﻠَﺐٍ ﯾَﻨْﻘَﻠِﺒُﻮن‬
“Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Baksana
onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ve onlar yapamayacakları
şeyleri söylerler. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok
ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar
başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete)
döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.”77
Abdullah müşriklerin küfrünü yüzlerine vuran şiirler
söylerdi. Peygamberimiz onun şiiriyle ilgili olarak "Kureyş
müşriklerine ok yağdırmaktan daha etkilidir" buyurmuştur.
Abdullah, Mute gazasına giderken ağlamış, sebebi
sorulduğunda şöyle demişti: "Benim dünyaya karşı sevgim,
sizlere karşı ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i
Ekrem'den sallallahu aleyhi vesellem "İçinizden, oraya
uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir
hükümdür."78 âyetini işitmiştim. Âyette bahsolunan
Cehennem'e uğradığımda halim nice olur? diye
düşündüğümden ağlıyorum." Uğurlayanlardan bazıları onu
teselli ederek, "Cenab-ı Hak sizleri korusun, buyurmuştur
77
78
ŞUARÂ SÛRESİ, ÂYET 224-227
MERYEM SÛRESİ, ÂYET 71
A S H Â B-I
K İ R Â M
285
Hicret'in yedinci yılında Hz. Peygamber Umre için
Mekke'ye girerken yanında Abdullah bin Revâha da vardı ve
şiir söylemekteydi.
Bunun üzerine Hz. Ömer ona: "Ya Abdullah,
Harem'de Allah'ın Rasûlu'nün huzurunda mı şiir
söylüyorsun?" demiş, Rasûlullah da: "Bırak ya Ömer
söylesin. Vallahi Abdullah'ın sözleri bu kâfirlere okdan daha
fazla tesir eder" buyurmuştur.
Rasûlullah, İbn Revâha için "Kardeşiniz şüphesiz bâtıl
söz söylemez" buyurmuş, bâtıl olmayan şiirler hayırlıdır
buyurmuştur.
HAZRET-İ ES’AD B. ZÜRÂRE
Es'ad b. Zürare radıyallahu anh Hazrec Kabilesi'nin
Neccaroğullarındandır. Peygamberimizin dayızadelerindendir. Medinelilerden İslamiyet'i ilk kabul eden Ebu Ümame
Es'ad b. Zürare el-Ensarî radıyallahu anh dir. İslam'dan önce
muvahhidlerden idi. Cenabetten gusleder, bildiği kadarıyle
Hanif şeriatı ile amel ederdi. Bu inançta olan diğer Ensari
arkadaşları; Bera bin Ma'rur, Muhammed bin Mesleme ve
Ebu Kays idi. Hepsi de Rasülullah'ın davetini derhal tasdik
edip ona yardımcı oldular.
Ebu Ümame künyesi olup lakabı el-Hayr'dır.
Annesinin ismi bilinmemektedir. 623 yılında Bedir savaşından önce Şevvâl ayında medinede vefât etmiştir.
286
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
İslamiyet'i kabulü şöyle olmuştur: Medineli Araplar içiçe yaşadıkları yahudilerden dolayı vahiy peygamberlik gibi
konular hakkında az çok bilgi sahibiydiler. Yahudilerin
yakın bir zamanda bir peygamber geleceği konusundaki
beklentilerini de biliyorlardı. Çünkü yahudiler sık sık, 'Bir
peygamber gönderilmek üzeredir. Onun geleceği zamanın
gölgesi düştü. O peygamber gelince biz ona tâbi olacağız.
Onunla birlik olup Âd ve İrem kavminin öldürüldükleri gibi
biz de sizi öldüreceğiz' diyerek Arapları tehdit ediyorlardı.
Bu nedenle Es'ad b. Zürâre müslüman olmadan önce yeni bir
peygamber için hazırlıklıydı.
Zekvan b. Abdülkays ile birlikte bir iş için Mekke'ye
gelmişlerdi. Müşriklerin ileri gelenlerinden Utbe b. Rebia'mn
yanında kalıyorlardı. Birgün üçü beraber iken İslam
dininden bahsedildi. Tam o sırada bir kişi de Kur’anı Kerim
okuyordu. Kur'an'ı dinledi. Utbe'ye bazı sorular sordu.
Kendisini Hz. Muhammed'e aleyhisselât-ü vesselâm götürmesini söyledi. Teklif kabul edilmeyince bunun üzerine
kendisi kalkıp Rasülullah ile görüşmeye gitti. Hz.
Peygamber'le tanıştı. O'ndan İslamiyet hakkında bilgi aldı.
Kur'an dinledi. Es'ad ve arkadaşı Zekvan müslümanlığı
hemen kabul ettiler. Utbe ile görüşmekten vazgeçerek
Medine'ye döndüler. Hicretten üç yıl önce meydana gelen bu
olaydan sonra iki sahabi Medineliler'e İslamiyet'i tanıtmaya
başladılar. Onlar vasıtasıyla Medine'de İslam'ı Hz. Ebu'l
Heysem ilk olarak kabul etti.
A S H Â B-I
K İ R Â M
287
Akabe'de yapılan üç görüşmeye Hz. Es'ad b. Zürare
radıyallahu anh iştirak etti.
Bir hac mevsiminde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem ile görüşmek üzere Medine'den Mekke'ye 10'u
Hazrec, 2'si Evs kabîlesinden olmak üzere 12 Müslüman
geldi. Bunlardan 5'i, bir yıl önceki ilk Akabe görüşmesinde
bulunanlardandı. Başkanları yine, birinci görüşmede olduğu
gibi " Hz. Es'ad b. Zürare idi. Mekke Devri'nin 11'inci yılı
Zilhicce ayında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile
buluştular. Bu ikinci buluşmada Medine'li 12 Müslüman
"Allah'a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık ve zinâ yapmayacaklarına, (kız) çocuklarını öldürmeyeceklerine, kimseye
iftirâ etmeyeceklerine, Allah ve Peygamberine itâatten
ayrılmayacaklarına" dâir Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem'e taahhütte bulundular; Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in elini tutarak bîat ettiler.
Medine'li Müslümanlar, bu görüşme ve bîattan sonra,
Müslümanlığın yayılmasına gayret etmek üzere, memleketlerine döndüler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in
Medine'de Müslümanlığı ve Kur’ân-ı Kerîm'i öğretmek üzere
öğretmen olarak görevlendirdiği Mus’ab’ı da berâberlerinde
götürdüler.
Hazreti Mus'ab, Akabe'de bîat edenlerin reisi Hazrec
kabîlesinden Es'ad b. Zürâre'nin evinde misâfir olmuştu. Evs
ve Hazrec kabîlesi'nden Müslümanlığı kabûl edenlerin
evlerine birer birer giderek, onlara Kur’ân-ı Kerîm ve din
288
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
bilgileri öğretiyor, güzel ahlâkı, nezâketi ve kibarlığı ile
herkesi İslâm'a bağlıyordu.
Es'ad b. Zürâre ve Mus'ab b. Umeyr'in gayretleriyle
Medine'de Müslümanların sayısı hızla artıyordu.
Mus'ab, Medine'deki bu memnûniyet verici gelişmeleri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e bildirdi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve Müslümanlar bu
duruma çok sevindiler. Bundan dolayı bu seneye "Senetü'l
İbtihâc" Sevinç yılı denildi.
Mekke Devri'nin onikinci yılı hac mevsiminde,
Medine'den Mekke'ye gelen ziyâretçiler arasında yetmişüç’ü
erkek, ikisi kadın yetmişbeş mü’min vardı. Bunlar hac'dan
sonra eyyâm-ı teşrik'in ikinci gecesi, gece yarısı Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile yine Akabe
tepesi'nde gizlice buluştular. Dikkati çekmemek için, her biri,
değişik zamanlarda ve ayrı yollardan gelerek burada
toplandılar. İçlerinde, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in Medine'li akrabası Neccâr oğullarından Ebû
Eyyûb el-Ensârî de vardı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem toplantıya
amcası Abbâs'la birlikte geldi. Abbâs henüz Müslüman
olmamıştı. Fakat yeğenine son derece bağlıydı. Ebû Tâlib'in
ölümünden sonra, Arab âdetine göre O'nu himâyesine
almıştı. Bu sebeple önce toplantıda Abbâs konuştu:
-
Ey Evs ve Hazrec Cemaati,
A S H Â B-I
K İ R Â M
289
Siz de bilirsiniz ki, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi
vesellem'in aramızda üstün bir yeri vardır. Biz, O'nu şimdiye
kadar, düşmanlarına karşı koruduk, yine de koruyacağız. Siz
şimdi O'nu, Medine'ye dâvet ediyor, orada kalmasını
istiyorsunuz. Kendisi de böyle arzu ediyor.
Ancak siz O'nu düşmanlarına karşı koruyabilecekseniz, götürünüz. O'nu ele verecekseniz, bundan şimdiden vazgeçiniz.".. dedi. Medineliler Abbâs'ı dinledikten
sonra:
Yâ Rasûlallah, siz de konuşunuz. Bizden, Allah için ve
kendiniz için istediğiniz taahhüdü alınız. Hazırız... dediler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir miktâr
Kur'ân-ı Kerim okuduktan sonra:
- Sevinçli hâlinizde de, kederli hâlinizde de din işinde
kusur etmeyeceğinize, hakkın yerine getirilmesi için hiç bir
şeyden çekinmeyeceğinize, yurdunuza hicret ettiğimde beni
âileleriniz ve çocuklarınız gibi koruyacağınıza.. sizden söz
istiyorum" dedi. Medineli Es'ad bin zürare:
Yâ Rasûlallah, biz buraya sana bîat etmeğe geldik. Sen
nasıl emredersen öyle yaparız. Çocuklarımızı, âilelerimizi
nasıl korursak, seni daha fazla koruruz. Sözümüzde dururuz.
İnâyet Allah'tandır... dedi. Medineliler:
290
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Yâ Rasûlallah, sözümüzde durur, Allah ve
Rasûlunün yolunda gidersek bize ne vardır? diye sordular.
Hz. Peygamber aleyhisselâm: “Dünya ve âhirette
Allâh’ın rızası ve mükâfat olarak da Cennet vardır.” dedi.
Bunun üzerine hepsi de Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in elini tutarak, "İslâm yolunda gerekirse
öleceklerine" söz verip bîat ettiler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ve
Müslümanların Medine'ye hicreti de bu görüşmede
kararlaştırıldı. Toplantı bittikten sonra, müslümanlar,
geldikleri gibi, gene gizlice ayrı ayrı yollardan dağıldılar.
Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm Medinelilere,
Kur'an okutmak, İslamiyet'i, İslam itikad ve ibadetlerini
öğretmek üzere Mus'ab b. Umeyr'i radıyallahu anh onlarla
birlikte Medine'ye gönderdi. Mus'ab'dan başka Abdullah b.
Ümmü Mektum da, Kur'an öğreticisi olmak üzere Medine'ye
gönderilmişti. Mus'ab Medine'de Es'ad b. Zürare'nin evine
indi. Birçok kişinin müslüman olmasını sağladı. Bu itibarla
Hz. Es'ad b. Zürare'nin evi İslamiyet'i neşredenlerin
karargâhı olmuştur. İlk Cuma'yı hicretten evvel Medine-i
Münevvere'de En-sar'dan Es'ad ibn-i Zürare radıyallahu anh
kıldırmıştır. Medine'de inşa ettiği bir mescidde namaz da
kıldırdı. Cuma gününe Cuma ismini verenler de o ilk Cuma
namazında bulunan 40 kişi olmuştur. Ensar dediler ki;
"Yahudilerin haftada birgün biraraya geldikleri, ibadet
ettikleri günleri var. Hristiyanların da öyle. Haydi biz de
A S H Â B-I
K İ R Â M
291
kendimize hep birlikte bulunup Allah'ı zikretmek, namaz
kılmak ve Allah'a arz-ı şükretmek için bir gün tahsis edelim.
O da varsın Arube günü olsun." Cuma'ya onlar yevm-i arube
derlerdi. Hz. Es'ad'ın imamlığında toplanıp iki rekat namaz
kıldıkları o güne Cuma adını koydular. Es'ad onlar için bir
davar kesti. Onlar o davarı hem sabah, hem akşam yemeği
olarak yediler.
Ka'b b. Mâlik radıyallahu anh gibi Medineli bazı
sahabiler ilk Cuma namazını hiç unutamadılar. Es'ad b.
Zürare'nin ölümünden sonra Cuma ezanını duyduklarında
onu hatırlayıp kendisine dua ederlerdi.
Medine'ye hicretinden sonra Hz. Peygamber
aleyhisselât-ü vesselâm de Hz. Es'ad b. Zürare'nin namaz
kıldırdığı mescidde namaz kılmış ve kendi mescidini burada
inşa ettirmiştir. Şöyle ki, Mescid-i Nebevî'nin sahası Hz. Esad
b. Zürare'nin terbiyesi altında yetişen Sehl ve Süheyl adında
iki yetim kardeşe ait idi. Bu yetim kardeşler Hz. Es'ad'dan
aldıkları terbiye semeresi olarak parayla arsayı Rasülullah
aleyhisselât-ü vesselâm'a satmak istemediler. Ancak
Peygamberimiz aleyhisselât-ü vesselâm karşılıksız almak
istemedi. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh bedelini verdi ve
arazi istimlak edildi. Hz. Es'ad bu yetimlere başka bir arazi
vererek geçimlerini sağlamalarını temin etmiştir.
Mescid-i Nebi inşa olunurken Hz. Es'ad b. Zürare
hastalandı. Hicretten dokuz ay sonra Mescid-i Nebî'nin
inşası sırasında vefât etti. Es'ad b. Zürâre ilk olma özelliğini
vefâtında da korudu ve Bakî kabristanına defnedilen ilk
292
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ensar, bir rivâyete göre de ilk müslüman oldu. Ölümü
sırasında yanında bulunan Hz. Peygamber aleyhisselât-ü
vesselâm cenazesini yıkayıp kefenledi, namazını kıldırdı,
cenazenin önünde kabre kadar yürüdü. Böylece Hz. Es'ad
radıyallahu anh hicretten sonra ilk ölen, cenaze namazı Hz.
Peygamber tarafından ilk kıldırılan ve Ensar'dan Bakî
Mezarlığı'na ilk defnedilen sahabi ünvanını almıştır.
Hz. Es'ad b. Zürarenin Ölümünden sonra Beni Neccar
peygamberimizden yeni bir nakib isteyince, "Sizin nakibiniz
benim, sizler benim dayılarımsınız." diyen Rasülullah, Hz.
Es'ad'ın üç kızını da kendi aileleri yanında yetiştirerek
evlendirmiştir.
HAZRET-İ ZEYD B. HÂRİSE
Kur'an'da ismi geçen tek sahabi'dir. Müslüman olan
ilk dört kişiden biridir.Yemen'de 575 yılında doğdu.
Peygamber efendimizin azatlı kölesidir. Küçük yaşta
annesinin yanından kaçırılmış ve Mekke’de köle olarak
satılmıştır. Hakim bin Hizam onu köle alarak halası
Hatice'ye hediye etti. Hz. Hatice radıyallâhu anh tarafından
Peygamber efendimize hediye edilmiştir. Peygamberimizden anne ve babasının gösterdiği muhabbet ve sevgiden çok
daha fazlasını görmüş, ailesi kendisini bulup almak için izin
aldıkları
halde,
Peygamber
efendimizin
yanından
ayrılmamıştır. Müreysi hariç, Peygamber efendimizin
katıldığı tüm savaşlara katılmıştır. Ordu komutanı olarak
katıldığı Mute Savaşında şehit olmuştur.
A S H Â B-I
K İ R Â M
293
Zeyd bin Harise, Oğluna nispetle Ebu Üsame olarak
anılmıştır. Künyesi Ebu Üsame Zeyd bin Harise bin Şurahbil
bin Ka’b bin Abduluzza bin Kays el-Kelbî şeklindedir.
Peygamber efendimiz, Zeyd’e çok iyi davrandı. Ancak,
ailesi kendisini her yerde aramaktaydılar ve nihayet
Mekke’de olduğunu öğrendiler. Mekke’ye gelen babası ve
amcası Zeyd’i kendilerine vermesini ve ne kadar fidye isterse
ödeyeceklerini bildirdiler. Peygamber efendimiz ise, Zeyd’in
karar vermesini, şayet kendileriyle gitmeyi kabul ederse
hiçbir bedel istemeden serbest bırakacağını ailesine bildirdi.
Ayrıca, “beni tercih edeni ben de tercih ederim” diye
buyurdu. Bu karşılık Zeyd’in ailesini çok sevindirdi.
Zeyd, geldikten sonra ailesinin hiç de beklemediği bir
davranış sergiledi. Bir köle olmasına rağmen kendisine anne
ve babasından çok daha iyi davranan Peygamber
efendimizin yanından ayrılmayacağını ve ailesiyle
gitmeyeceğini söyledi. Bu cevap üzerine Peygamber
efendimiz, Zeyd’i azat etti ve yanına alıp Kabe’ye Hacerü’lEsved taşının yanına götürdü. Yüksek sesle, halktan şahit
olmalarını istedikten sonra, Zeyd’i evlat edindiğini,
birbirlerinin mirasçısı olduklarını beyan etti. İslamdan önceki
dönemde bir çocuğu evlat edinmek isteyen kimse halkın
önünde bunu açıklar, bundan sonra da o çocuk söz konusu
şahsın evladı muamelesini görürdü. Yani, onun adını alır ve
bütün evlatlık haklarından istifade ederdi. Bu olaya, evlat
edinme anlamına gelen “tebenni” denilirdi. Nitekim, bu
olaydan sonra Zeyd bin Harise yerine, Zeyd bin Muhammed
294
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
olarak anılmaya başlandı. Bu sıralarda henüz İslamiyet
zuhur etmemişti. Dolayısıyla bu durum, evlat edinmenin
yasaklanmasına kadar devam etti.
Evlat edinme Ahzab Suresi 5. “Onları kendi babalarına
nisbet edin; Allah katında doğru olan budur. Eğer
babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zaten onlar sizin
din kardeşleriniz ve dostlarınızdır…” ve 40. “Muhammed
hiçbirinizin babası değildir; o Allah’ın Resulüdür ve
peygamberlerin sonuncusudur…” ayetlerinin nazil olmasıyla
kaldırılınca, Zeyd babasının ismiyle yani yeniden Zeyd bin
Harise olarak anıldı.
Peygamber efendimiz, azatlı kölesi olan Zeyd ile
halasının kızı Hz. Zeyneb’i evlendirmiş, ancak, eşlerin
anlaşamamaları neticesinde boşanmışlardı. Daha sonra
Peygamber efendimiz Zeyneb’le evlenmek suretiyle, Cahiliye
devrinden kalma evlatlık anlayışının ortadan kaldırıldığını
bizzat göstermiş ve Kur’an-Kerim’de,
َ‫وَاِذْ ﺗَﻘُﻮلُ ﻟِﻠﱠﺬِى اَﻧْﻌَﻢَ اﻟﻠﱠﮫُ ﻋَﻠَﯿْﮫِ وَاَﻧْﻌَﻤْﺖَ ﻋَﻠَﯿْﮫِ اَﻣْﺴِﻚْ ﻋَﻠَﯿْﻚَ زَوْﺟَﻚَ وَاﺗﱠﻖِ اﻟﻠﱠﮫَ وَﺗُﺨْﻔِﻰ ﻓِﻰ ﻧَﻔْﺴِﻚ‬
‫ﻣَﺎ اﻟﻠﱠﮫُ ﻣُﺒْﺪِﯾﮫِ وَﺗَﺨْﺸَﻰ اﻟﻨﱠﺎسَ وَاﻟﻠﱠﮫُ اَﺣَﻖﱡ اَنْ ﺗَﺨْﺸَﯿﮫُ ﻓَﻠَﻤﱠﺎ ﻗَﻀَﻰ زَﯾْﺪٌ ﻣِﻨْﮭَﺎ وَﻃَﺮًا زَوﱠﺟْﻨَﺎﻛَﮭَﺎ‬
ُ‫ﻟِﻜَﻰْ ﻟَﺎ ﯾَﻜُﻮنَ ﻋَﻠَﻰ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦَ ﺣَﺮَجٌ ﻓِﻰ اَزْوَاجِ اَدْﻋِﯿَﺎﺋِﮭِﻢْ اِذَا ﻗَﻀَﻮْا ﻣِﻨْﮭُﻦﱠ وَﻃَﺮًا وَﻛَﺎنَ اَﻣْﺮ‬
‫اﻟﻠﱠﮫِ ﻣَﻔْﻌُﻮﻟًﺎ‬
“(Resûlüm!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de
kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork!
diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek
içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd,
o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları,
A S H Â B-I
K İ R Â M
295
karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek
isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine
getirilmiştir.”79 şeklinde ifadesini bulmuştur.
Zeyd, Müslüman olan azatlı kölelerin ilki olduğu gibi,
iman eden ilk dört kişinin de arasında yer aldı. Peygamber
efendimiz, Mekke’de bulundukları sırada onu Ümmü Eymen
ile evlendirdi. Bu evlilikten, Sahabenin büyükleri arasında
yer alacak olan Hz. Üsame dünyaya geldi. Müslümanların
yaşadığı büyük sıkıntıları O da yaşadı. Peygamber efendimiz
ile birlikte Taif’e gitti. Burada hiç kimse iman etmediği gibi,
geri döndüklerinde taşa tutuldular. Kendi bedenini Yüce
Peygambere siper ederek atılan taşlardan korumaya çalıştı.
Bu yüzden bir çok yerinden yara aldı.
Medine’ye hicret edildikten sonra Zeyd, Peygamber
efendimiz tarafından amcası Hz. Hamza radıyallâhu anh ile
din kardeşi yapıldı. Peygamber efendimiz Medine’den
müreysi gazası için ayrılınca onu yerine vekil bıraktı. Ayrıca,
Peygamber efendimizin katılmadığı bir çok savaş ve sefere
de katıldı. Bir çoğunda da kumandanlık yaptı. Kahramanlığı
ve cesareti ile dikkat çekti.
Peygamber efendimizin Busra Valisine elçi olarak
gönderdiği Haris bin Umeyr radıyallâhu anh şehit edilince,
bir ordu hazırlandı. Peygamber efendimiz savaşa gidecek
orduya hitaben; “Zeyd bin Harise’yi kumandan tayin ettim!
Zeyd bin Harise şehit olursa yerine Cafer bin Ebu Talib
79
AHZAB SÛRESİ, ÂYET 37
296
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
geçsin. Cafer bin Ebu Talib şehit olursa, Abdullah bin Revaha
geçsin. Abdullah bin Revaha da şehit olursa, Müslümanlar
aralarından münasip birini seçip onu kendilerine kumandan
yapsın!” buyurunca, bir anda Sahabe arasında hüzün ve
ağlamalara sebep oldu. Çünkü, Peygamber efendimiz dolaylı
olarak isimlerini saydığı bu şahısların şehit olacağını haber
vermekteydi.
Zeyd bin Harise’nin komutasında yola çıkan üç bin
kişilik ordu, Suriye’de bulunan Mute isimli yere
geldiklerinde kendilerinden çok büyük sayıda bir orduyla
karşılaştılar. Savaş başladıktan sonra, Peygamber efendimiz
tarafından sırayla ismi zikredilen kumandanlar birer birer
şehit oldular”. Bunun üzerine Halid bin Velid kumandan
seçildi. Halid bin Velid’in komutasında savaşı kazanan
Müslümanlar muazzam bir zafer elde ettiler. Zeyd bin Harise
bu savaşta şehitlik mertebesine ulaştı (629).
Peygamber efendimiz, Medine’de kendi yerine onu
vekil bırakmakla; kendisine verdiği önemi gösterdiği gibi,
idareciliğini, dirayetini tasvip ettiğini, aynı zamanda,
makamlara getirilmenin ırkla, soyla değil, takva ile olacağını
göstermiş oluyordu.
Zeyd b. Hârise, şehit olduğu zaman, elli beş yaşında
idi.
HAZRET-İ SA’D B. UBÂDE
A S H Â B-I
K İ R Â M
297
Ensârın sancaktarlarındandır. Sa’d bin Ubâde, ikinci
Akabe bîatInda Müslüman oldu. O da bu biatte
peygamberimizle görüşüp, kendi canlarını ve mallarını
korudukları gibi Peygamberimize yardım edeceklerine söz
veren Medinelilerdendi.
Bu bîatte seçilen oniki temsilciden biri de Hz. Sa’d bin
Ubâde’dir. Çok zengin ve cömert idi. Peygamber efendimiz
Medîne-i münevvereye hicret ettiğinde, Hz. Hâlid bin
Zeyd’in evinde yedi ay misâfir olmuştu. Sa’d bin Ubâde
hazretleri, Peygamberimize bu misâfirliği sırasında her gün
yemek göndermiştir. Hicretin ikinci yılında yapılan ve ilk
gazve olan Ebvâ gazvesinde, Hz. Sa’d bin Ubâde Medîne’de
vekil olarak görevlendirildi.
Peygamberimiz Bedir savaşı yapılmadan önce
müşâvere heyetini topladığında, Sa’d bin Ubâde hazretleri de
bu heyette bulunmuştur. Bedir ve Uhud savaşlarına
katılmıştır. Uhud savaşında Peygamberimiz Hazrec
kabîlesinin sancağını Sa’d bin Ubâde hazretlerine vermiştir.
Bu savaşta düşman karşısında büyük bir sebatla savaşmıştır.
Müreysi gazâsında da Ensârın sancağı onun
tarafından taşınmıştır. Bir gazvede, orduya erzak olarak on
deve yükü hurma vermiştir. Onun bu infakı üzerine
Peygamberimiz, “Allah’ım! Sa’d’ı ve Sa’d hanedanını
esirge!” diyerek dua ettikten sonra:
“Sa’d bin Ubâde ne iyi adamdır!” buyurdu.
298
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hazrecîler: “Yâ Rasûlallah! O, bizim aramızda
büyüğümüzdür, büyüğümüzün de oğludur!
Onlar kıtlık yıllarında halkın karınlarını doyururlar;
yolda belde kalan aileleri taşırlar; kabileleri yurtlarına
göçürürlerdi!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: “İslamiyet devrinde
halkın hayırlıları, Cahiliye çağında da insanların hayırlısı
idiler!” buyurdu.
Ensar eşrafından Sa’d bin Ubâde’nin annesi Amre
binti Mes’ud Hatun, Hicretin 5. yılında Rebiülevvel ayında,
Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Dûmetü’l- Cendel’de
bulunduğu sırada vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
Amre Hatunun vefatı sırasında, oğlu Sa’d bin Ubâde
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, seferden dönünce,
Amre Hatunun kabrine gidip cenaze namazını kıldı.
Sa’d bin Ubâde: “Yâ Rasûlallah! Annem vefat etmiş
bulunuyor. Vefat etmeden benimle konuşma imkânını
bulabilseydi, muhakkak, bir hayır, bir vakıf yapmayı vasiyet
ederdi. Şimdi, ben onun adına bir hayır, bir vakıf yapabilir
miyim? Onun adına bir hayır, bir vakıf yapacak olursam, ona
bir faydası dokunur mu?” dedi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
299
Peygamberimiz Aleyhisselam: “Evet!” buyurdu.
Sa’d bin Ubâde: “Vakfın efdal ve üstünü hangisidir?”
diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam: “Bir kuyu kazdırıp su
içirmektir!” buyurdu.
Bunun üzerine Sa’d bin Ubâde, bir kuyu kazdırıp:
“Bu, Sa’d bin Ubâde’nin annesi tarafındandır!” dedi.
İşte, Medine’deki Sa’d bin Ubâde hanedanının su
vakfı böyle meydana gelmiştir. Sa’d bin Ubâde, annesi için
ayrıca bir bostan da vakfetmek isteyerek:
“Yâ Rasûlallah! Ben yanında değil iken annem vefat
etmiş bulunuyor onun için bir bostan vakfetsem ona hayrı
dokunurmu diye sordu. Peygamberimiz: “Evet!” buyurdu.
Sa’d bin Ubâde:
“Şahit ol ki ya rasulûllah; bana ait bostan onun hayrı
ve vakfıdır!” dedi. Bu hayrıyla peygamberimizin duasına ve
iltifatını aldı.
Sa’d bin Ubâdenin oğlu Kays rasulullahın diğer
sahabilerininde bulunduğu bir sefere katılmıştı. Sefere
katılan mücahidlerin bir müddet sonra azıkları tükenmiş
sahabeler zor durumda kalmışlardı. Hazreti Kays yanında
herhangi bir parası olmadığı halde babasının cömertliğini ve
300
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
malını kefil göstererek askerleri doyurmak için hurma ve
develer temin ederek fedakarlıklar yapmıştı. Sa’d bin Ubâde
ise seriyyeye katılanların yolda açlıkla karşılaştıklarını haber
aldığı zaman oğlu için:
“Eğer Kays benim bildiğim Kays ise, onlara
muhakkak deve bulup boğazlar!” demişti.
Seriyyeye katılanlar nihayet Medineye döndüler.
Kays babası Sa’d’ın yanına varınca, Sa’d bin Ubâde,
ona; “Evladım arkadaşların açlığa uğradıklarında, onların
açlıklarını gidermek için sen ne yaptın?” diye sordu.
Kays bin Sa’d: “Develer boğazladım!” dedi.
Sa’d bin Ubâde:“Develer boğazladığına iyi etmişsin!”
dedi.
Kays bin Sa’d: “Sonra yine açlığa uğradılar! baba”
dedi.
Sa’d bin Ubâde: “Peki sen ne yaptın? Yine develer
boğazlasaydın ya!” dedi.
Kays bin Sa’d: “Boğazladım!” dedi.
Sa’d bin Ubâde: “Boğazladığına iyi etmişsin!” dedi.
Kays bin Sa’d: “Ertesi gün yine yiyecek bir şeyimiz
yoktu!” dedi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
301
Sa’d bin Ubâde: “Peki sen ne yaptın? Yine develer
boğazlasaydın ya!” dedi.
Kays bin Sa’d: “Develer boğazlamaktan men edildim!”
dedi.
Sa’d bin Ubâde. “Seni bundan kim men etti?” diye
sordu.
Kays bin Sa’d: “Kumandan Ebu Ubeyde b. Cerrah!”
Sa’d bin Ubâde. “Niçin men etti!” diye sordu.
Kays bin Sa’d: “Benim malımın bulunmadığını söyledi
ve ‘Mal ancak babana aittir’ dedi.
‘Bende babam, kendisine en uzak olanların bile
borçlarını öder, yorulanların yüklerini taşır, açları doyurup
dururken, bana gelince mi bunu yapmayacak?’ dedim.”
Sa’d bin Ubâde: Bunun üzerine oğluna; “Evladım
bundan sonra dört hurma bahçem senindir!” dedi.
Bu hususta, Kays için bir de tapu senedi yazdı. Senedi
de Ebu Ubeyde b. Cerrah’a götürdü ve onu da senede şahit
yazdı. Bu bahçe ve bostanlardan en az 50 deve yükü hurma
çıkardı.
Seferde iken kendisinden hurma borçlandığı kişi
Cühenî, Kays’la birlikte Medine’ye gelmişti. Kays, ona borçlu
bulunduğu hurma yüklerini yükledi ve sırtına bir de elbise
giydirdi.
302
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kays’ın bu tutum ve
davranışını işitince: “Muhakkak ki, onun kalbinde ve onun
ev halkında cömertlik vardır!” buyurdu.
Kays bin Sa’d hastalandığında ziyaretine gelenlerin
gelmekte geciktiklerini görünce sordu ve yanındakiler: ‘Yâ
Kays! Onlar, sana olan borçlarından dolayı yanına gelmeye
utanıyorlar.” dedi.
Hz. Kays şöyle cevap verdi: “Kays’ın her kimde
alacağı varsa, Kays, o borcu ona helâl etmiş, bağışlamıştır!”
diye nida ettirdi; bunun üzerine, gelen giden ziyaretçilerin
çokluğundan, merdivenin basamakları kırılmıştır!
Hz. Sa’d bin Ubâde, Hz. Ebû Bekir’in halîfeliği
sırasında Medîne’de ikâmet etti. Sonra Şam tarafında
Havran’a gitti. Ömrünün sonuna kadar orada yaşadı. 635
senesinde orada vefât etti. Gûta kasabasında defnedildi. Sa’d
bin Ubâde hazretleri sayısı çok olmasada Peygamberimizden
bizzat işiterek hadis-i şerif rivâyet etmiştir.
Şanı yüce Allah onlardan ve bizden razı olsun!
Bizleri şefaatlerine nail eylesin.
HAZRET-İ USEYD B. HUDAYR
Useyd b. Hudayr Medinelidir. Ensardandır, kavminin
seyyidi ve en akıllılarındandı.
A S H Â B-I
K İ R Â M
303
Araplar içinde okuma yazma bilenler pek az
bulunurken o, okur yazardı. İyi yüzme bilir ve iyi ok atardı.
Bu hasletler bulunanlara, Cahiliye devrinde "Kâmil" denirdi.
Useyd b. Hudayr'da bunların hepsi bulunurdu, kamil bir
insandı.
Medinenin ileri gelenlerinden Es'ad b. Zürâre bir gün
islamı tebliğ için rasulullah tarafından medineye gönderilen
Mus'ab b. Umeyr'i yanına alarak Abduleşhel oğullarıyla
Zafer oğullarının evlerine doğru götürdü.
Es'ad b. Zürâre, Sa'd b. Muaz'ın halasının oğlu idi.
Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr, Zafer oğullarının
bostanlarından birisine girdiler. Medineliler’den, Müslüman
olan kimseler de, onların yanına toplandılar.
Sa'd b. Muaz ile Useyd b. Hudayr, o zaman,
Abduleşhel oğulları kabilesinin seyyidleri olup, müşrik
idiler. Bunlar Es'ad b.Zürâre'nin Mus'ab b. Umeyr'i oraya
getirdiğini ve başına bazı kimselerin toplandığını işitince,
Sa'd b. Muaz, Useyd b. Hudayr'a: "Sen işini iyi bilen ve
kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın!
Zayıflarımızın inançlarını bozmak için mahallemize
gelmiş olan şu adamların yanına git ve mahallemize
gelmekten men et! Bilirsin ki; Es'ad b. Zürâre benim akrabam
olmasaydı, bu işi kendim yapmaya yeterdim! O halamın
oğlu olduğu için, üzerine varmayı uygun bulmam!" dedi.
304
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bunun üzerine, Useyd b. Hudayr hemen mızrağını alıp
onlara doğru ilerledi.
Es'ad b. Zürâreye: Sen şu yabancı, kovulmuş adamı,
zayıflarımızın inançlarını bozmak için mi getirdin? Eğer
hayatınız size gerekse, hemen yurdumuzdan ayrılın!" dedi.
Mus'ab b. Umeyr, ona: "Biraz oturup, söyleyeceklerimi
dinlesen; beğenirsen kabul etsen, hoşuna gitmezse,
dinlemekten yüz çevirsen olmaz mı?" dedi.
Useyd b. Hudayr: "Yerinde bir söz söyledin!" dedikten
sonra, mızrağını yere saplayıp onlarla oturdu.
Mus'ab b. Umeyr ona Kur’ân-ı Kerîm okudu ve İslamı
anlattı.
Useyd b. Hudayr islamı ve Kur’an-ı Kerîm'i dinlediği
zaman, kendisinin yüzünde çok açık bir nur parlamıştı.
Useyd b. Hudayr, Kur’ân-ı Kerîm hakkında: "Bu, ne
kadar güzel, ne kadar yüce bir söz! Siz bu dine girmek
istediğiniz zaman ne yaparsınız?" dedi.
Onlar da:
"Önce
şehadet
getirirsin.
Sonra
Gusledip
temizlenmelisin! Elbiseni de temizlersin! Sonra da namaz
kılarsın!" dediler.
Useyd b. Hudayr Şehadet getirdi, kalkıp gusletti,
Elbiselerini temizledi.. Sonra da, iki rekat namaz kıldı ve:
A S H Â B-I
K İ R Â M
305
"Gerimde bir adam var ki, o size tâbi olursa,
kavminden hiçbir kimse ona muhalefet etmez, ondan geri
kalmaz. O, Sa'd b. Muaz'dır! Ben şimdi onu size gönderirim!"
dedi.
Mızrağını alıp Sa'd b. Muaz'ın ve kavminin yanına
döndü. Onlar, bir araya toplanmış, oturuyorlardı. Useyd b.
Hudayr gelirken, Sa'd b. Muaz ona bakınca:
"Allah'a yemin ederim ki; Useyd, yanınızdan
gidişinden başka bir yüzle geliyor!" dedi. Ve o gün
kendiside müslüman oldu.
Üseyd bin Hudayr'ın radıyallâhu anh sesi cok güzeldi.
Onun en çok sevdigi şey gözler uykuya dalınca ve gönüller
saf bir hale gelince Kur'an-ı Kerim okumaktı. Ashâb-ı kiram
onun Kur'an okudukları vakitleri gözler dinlemek icin
birbirleri ile yarışırlardı. Yerdekiler onun okuyuşunu
beğendiği gibi göktekilerde beğenmişlerdi.
Üseyd bin Hudayr radıyallâhu anh bir gece vakti
evinin avlusunda oturuyordu. Kücük oğlu Yahya kendisine
yakın bir yerde yatıyordu atı da yanında bağlı idi.
Üseyd bin Hudayr radıyallâhu anh Bakara Suresi'nin
ilk ayetlerini okumaya başladı. Bu esnada atı huysuzlaşmaya
başladı. Bunun üzrerine Useyd bin Hudayr radıyallâhu anh
sustu. O susunca atı da sakinleşti. Sonra tekrar okumaya
başladı atı yine ürktü ve süratle dönmeye başladı. Bunun
üzerine Usayd bin hudayr radıyallâhu anh yine sustu. o
susunca atı da sakinleşti. Bu hadise bir kaç kez tekrar etti.
306
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Her okuyuşunda atı ürkerek şaha kalkıyor sustuğunda
sakinleşiyordu.
Üseyd radıyallâhu anh atın oğlu Yahya’yı
çiğnemesinden korkup oğlunu uyandırmaya gitti. O esnada
gökyüzünde fevkâlade bir bulut gördü. Sanki ona kandiller
takılmış ufukları ziyasıyla aydınlatıyordu. Gördüğü bulutlar
gökyüzünde yükselerek kayboldular.
Üseyd bin Hudayr radıyallâhu anh sabahleyin
Resulüllah aleyhisselât-ü vesselâm'e gitti ve önceki gece
başından gecenleri anlattı. Rasul-ü Ekrem efendimiz şöyle
buyurdu: "Onlar meleklerdi ey Usayd şayet Kur'an okumaya
devam etseydin şüphesiz insanlarda melekleri görürlerdi."
HAZRET-İ EBÛ DÜCÂNE
Hazrec'in Saideoğulları kabilesine mensuptur. Ensâr'ın
meşhur kahramanlarındandır. Asıl adı Semmak veya Simak
bin Hareşe olup, İslam tarihinde Ebu Dücâne künyesiyle
meşhurdur. Doğum tarihi belli değildir. Peygamber
efendimizin Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden önce
Müslüman oldu.
Hz. Peygamber hicretin birinci yılında Muhâcirler ile
Ensâr arasında "kardeşlik" tesis ettiğinde, Ebû Dücâne de
Muhâcirlerden Utbe b. Gazvan ile kardeş olmuştur. Ebû
Dücâne, Ensâr'ın ve İslâm askerlerinin en cesur
savaşçılarındandır.
A S H Â B-I
K İ R Â M
307
Siyer kitaplarında Uhud gazvesinin büyük kahramanlarından biri olarak, Ebû Dücâne'den bahsedilir. Hz.
Muhammed aleyhisselât-ü vesselâm Uhud harbinde
mübârek ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki:
Bu kılıcı hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak
ister?
Mücâhidlerin hepsi istiyordu. Fakat Hz. Ebû Dücâne,
yüksek sesle sordu: “Yâ Resûlallah! Bu kılıcın hakkı nedir?”
O'nun hakkı, eğilip bükülünceye kadar; düşmana
vurmaktır. Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla
kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allahü teâlâ sana
zafer yahut şehîdlik nasîb edinceye kadar, Allah yolunda
çarpışmandır. Hz. Ebû Dücâne, şunları söyledi: “Kılıcı, o
şartla almak istiyorum yâ Rasûlallah.”
Peygamber efendimiz, tebessüm ettiler. Sonra, kılıcı
uzattılar. Kılıcın üzerine Arapça şu beyt kazınmıştı:
"Korkaklıkta zillet, şecaatta
korkaklıkla kaderinden kaçamaz."
izzet
vardır.
İnsan,
Ebû Dücâne hazretleri kılıcı alınca o kadar sevindi ki,
bu sevinçle pehlivanlar gibi yürümeye başladı. Savaş
meydanına çıkınca başını kırmızı bir bez ile sardı. Sanki
fırtına gibi, düşmana esmek için hazırlanıyordu.
308
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ashâb-ı kîrâm mütevâzi, alçak gönüllü insanlardı.
Halbuki şimdi Ebû Dücâne hazretleri biraz gururlu
görünüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı:
- Böyle yürümek, Müslümana yakışır mı?
- Gurur ve kibir, bize göre değil.
Fakat Resûl-i Ekrem efendimiz, onlara şöyle
buyurdular: “Bu
yürüyüş sadece harp meydanlarında
caizdir.”
Hz. Ebû Dücâne, aslan gibi düşman üstüne atılıyordu.
Elindeki kılıcın hakkını vermek için, canını vermeye hazırdı.
Önüne çıkan müşrikleri kılıçladı. Kimini öldürdü, kimini
yaraladı. Zâten yürüyüşünden, heybetinden korkan hâinler;
çil yavrusu gibi dağılıyorlardı.
Uhud savaşında müşriklerin azılılarından Âsım bin
Ebî Avf Müslümanlara saldırıyor, bir taraftan da:
Ey Kureyş cemâ'atı! Akrabâlık haklarını gözetmeyen,
kavminizi bölen kimse ile çarpışmaktan geri durmayınız.
Eğer O kurtulursa ben kurtulmayayım, diye bağırarak
Kureyş müşriklerini harbe teşvik ediyordu.
Ebû Dücâne hazretleri bu azılı kâfirin susturulması
îcab ettiğini anlamış ve çarpışa çarpışa ona yaklaşıp, bu İslâm
düşmanını öldürerek gerekli cezâsını vermişti.
A S H Â B-I
K İ R Â M
309
Ebû Dücâne hazretleri bununla meşgul iken,
müşriklerden Ma'bed bin Vehb, Ebû Dücâne'ye müthiş bir
kılıç darbesi indirmişti. Ebû Dücâne hazretleri çok seri bir
şekilde yere çökerek bu öldürücü darbeden kurtulmuş,
hemen sonra acele kalkıp hücum ederek, Ma'bed'i yaralamış,
bir çukura düşürmüştü.
Sonra da çukura atlayıp başını kesip kâfirlere doğru
fırlattı. Bu hâl, Kureyş kâfirlerinin zaten bozulmuş olan
morallerini daha da bozmaya sebep olmuştu.
Uhud savaşının iyice kızıştığı sırada muhâcirinden
Zübeyr bin Avvâm, kılıcın kendisine verilmemesinden
dolayı üzgün idi. Kendi kendine dedi ki:
"- Ben Rasûlullahtan kılıcı istedim. Onu bana vermedi,
Ebû Dücâne'ye verdi. Gidip bakayım hangi hikmet için, Ebû
Dücâne bu kılıcı aldı?"
Ebû Dücâne'yi takibe başladı. Ebû Dücâne hazretleri
beytler okuyor, müşriklerden kime rastlarsa, onu vurup
öldürüyordu. Müşriklerin en azılılarından, iri cüsseli Ebû
Zûl-Kerş her tarafı zırhlarla kaplı, sadece gözleri
görünüyordu. Ebû Dücâne hazretleri ile karşı karşıya geldi.
Kâfir bağırıyordu:
- Ben Ebû Zûl-Kerş'im!
Bu isim kendisine uzun boyuna rağmen büyük
göbeğinden dolayı verilmişti.
310
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Önce Ebû Dücâne hazretlerine hücum etti. Ebû
Dücâne, onun darbesinden kalkanıyla korundu. Ebû ZûlKerş'in kılıcı Ebû Dücâne hazretlerinin kalkanına gömüldü.
Sıra Ebû Dücâne hazretlerine gelmişti. Ebû Dücâne o müşriği
bir kılınç darbesiyle omuzundan, tâ uyluklarına kadar ikiye
biçti.
Bundan sonra Ebû Dücâne, önüne çıkan her kâfiri
devirerek dağın eteğinde defleriyle müşrikleri kışkırtan
kadınların yanına kadar geldi. Ebû Dücâne buyuruyor ki:
- Uzaktan bir kişi gördüm ki, müşriklere son derece
kızıyor, bağırıyor ve harbe teşvik ediyordu. Üzerine
yürüdüm. Etrafından imdat istedi, bağırmaya başladı. Onun
bir kadın olduğunu görünce Rasûlullahın kılıcının şerefini
gözettim ve kılıcı kadına vurmadım. Kadın bu işime şaşırıp
kaldı! Bu kadın Ebû Süfyân'ın hanımı Hind idi.
Ebû Dücâne'nin her yere yetiştiğini, kılıcını kaldırdığı
halde Ebû Süfyan'ın karısı Hind'i öldürmekten vazgeçtiğini
gören Zübeyr bin Avvâm hazretleri, kendi kendine buyurdu
ki:
- Kılıcın kime verileceğini Allahın Resûlü benden daha
iyi bilir. Vallahi ben onun çarpışmasından daha üstün
çarpışan, vuruşan bir kimse görmedim.
Sonra Ebû Dücâne'nin yanına vararak dedi ki:
“Yaptığın her şeyi gördüm. Kadına kılıcını kaldırıp sonra
vurmaktan vazgeçtiğini de gördüm.”
A S H Â B-I
K İ R Â M
311
Ebû Dücâne cevap verdi: “Rasûlullahın kılıcına
hürmet ettim ve onu kadın kanına bulaştırmadım. “
Daha sonra Ebû Dücâne hazretleri, Hz. Hamza ve Hz.
Ali ve diğer Eshâb-ı kirâm ile beraber yeniden düşman
saflarına umumî taarruz için ileri atıldı. Birçok Sahâbî şehid
düştü, fakat müşrikler de kaçmaya başlamışlardı.
Uhud savaşında Müslümanlar bir ara dağılınca,
Peygamber efendimizin yanında yedisi muhâcirlerden,
yedisi de ensârdan olmak üzere ondört sahâbi kalmıştı. Bu
yedi ensârdan biri de Ebû Dücâne idi.
Ebû Dücâne, aynı zamanda ölmek ve ayrılmamak
üzere üçü muhacirlerden beşi ensârdan olan sekiz sahâbiden
birisi olarak Rasûlullaha biat etmişti. Bu sekiz sahâbiden
hiçbiri Uhud'da şehid olmadı, çünkü bunlara Peygamberimiz
duâ etmiş idi. Ancak Ebû Dücâne, Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem'in üzerine kapanarak düşman oklarına ve
taşlarına karşı kendisini siper etmiş, yaralanmıştır.
Uhud savaşında, müşriklerin azılılarından Abdullah
bin Hüneyd, Peygamberimizi görünce atını mahmuzladı.
Kendisi tepeden tırnağa silahlı ve zırhlar içerisinde olup,
başında da miğfer vardı.
- Ben Züheyr'in oğluyum. Bana Muhammed'i
gösteriniz. Ya ben O'nu öldürürüm yâhut onun yanında
ölürüm, diye haykırıyordu.
312
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ebû Dücâne hazretleri hemen onun karşısına çıkarak
dedi ki: “Bana gel! Ben Rasûlullahın fedaisiyim.”
Abdullah bin Hüneyd'in atının bacaklarına bir kılıç
çaldı. Atın ayakları çökünce kılıcını kaldırıp: “Al bunu da
Hareşe'nin oğlundan, deyip bir vuruşta onu Cehennem’e
gönderdi.“
Peygamber efendimiz bu olanları görüyordu ve:
“Allahım, Hareşenin oğlundan ben râzıyım Sen de râzı ol
buyurdu.“
Siyer yazarları Rasûlullah'ın gazvelerinde onun seçkin
bir yeri bulunduğundan söz etmişlerdir. Bütün savaşlarda
korkusuzca öne atılıp çarpışmasıyla İslâm ordusuna büyük
bir cesaret örneği olmuş, askerleri savaşa teşvik etmiştir.
İrtidat edenlere karşı girişilen Yemame savaşında da yalancı
peygamber Müseylime'nin mağlup edilmesinde onun bu
kahramanlığının büyük etkisi olmuştur. Hz. Ebû Dücâne. 632
(H.11) senesinde Yemame Savaşlarında şehid düşmüştür.
Allah ondan razı olsun.
Ebû Dücâne Rasûlullah'ın yakın ashâbından birisi
olmasına rağmen kendisinden hiç hadis rivâyet edilmemiştir.
Bunun en önemli sebebi, onun Rasûlullah'tan hemen sonra
şehid olmasıdır.
HAZRET-İ ENES B. MÂLİK
Hz. Enes b. Mâlik Ensar’ın Hazrecî kabilesindendir 613
yılında Medine'de doğmuştur.
A S H Â B-I
K İ R Â M
313
Annesi Ümmi Süleym’ dir. Hz. Enes b. Mâlik’in babası
Müslüman olmamış hanımı Ümmi Süleym’in müslüman
olduğunu öğrenince de hoş karşılamamıştır. Hatta onu
islamdan ayırmak için tehdid etti, ancak tehditleri işe
yaramayınca
Hz. Enes b. Mâlik’i ve annesini yalnız
bırakarak medine dışına gitti bir dahada dönmedi. Çıktığı
bu seferde öldü. Ümmü Süleym daha sonra Ebû Talhâ ile
evlendi.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem'in Medine'ye
hicretlerinde, Enes b. Mâlik henüz on yaşlarında bir çocuk
idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Medine'ye
gelişlerinde Medineli müslümanlar arasında meydana gelen
heyecan ve coşkuyu Hz. Enes şöyle anlatmaktadır:
'Medine'nin çocukları hem koşuyorlar ve hem de
'Muhammed geldi, Muhammed geldi!' diye bağırıyorlardı.
Ben de onlarla birlikte koşmaya ve bağırmaya başladım. Bu
şekilde koşup bağırırken etrafıma baktım, bir şey
göremedim. Çocuklar ise yine koşuşarak bağırıyorlardı. Ben
de koştum ve bağırdım. Fakat etrafıma dikkat edince
gelenleri göremedim. Nihayet Resulullah ile Hz. Ebû Bekir
geldiler. Biz kendilerini gördükten sonra, adını şu anda
hatırlayamayacağım adamın biri bizi şehre gönderdi. Bize
'Resulullah'ın geldiğini haber verin' diye tenbih etti. Şehre
koştuk ve müslümanlara haber verdik. Ensardan yüzlerce
kişi onları karşılamaya çıktılar. Ensâr, onları karşılayarak,
‘hoşgeldiniz safa getirdiniz, Buyurunuz Buyurunuz ' dediler.
314
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Resul-i Ekrem kendisini karşılayanlarla birlikte şehre
girdi. O sırada şehrin bütün halkı Resul-i Ekrem'i karşılamak
üzere evlerinden ve dükkânlarından dışarı çıkmışlardı.
Kadınlar da evlerinin damlarına çıkarak Hz. Peygamber'in
gelişini seyrediyorlardı. Resul-i Ekrem ile birlikte gelen Hz.
Ebû Bekir'i de görüyorlar ve fakat ikisinden hangisinin
Resulullah olduğunu etraflarına soruyorlardı. Ben hayatımda
o güne benzeyen bir gün görmemiştim.!
Hz. Peygamber, Medine'ye geldikten sonra bütün
ensâr kendisine hizmet etmek hususunda yarışıyorlardı.
Annemin hizmet yarışında yapabilecek veya verebilecek
hiçbir şeyi yoktu. Bundan dolayı hemen beni çağırıp elimden
tutarak Resul-i Ekrem'in huzuruna çıktı: 'Ya Resulallah, ben
fakir bir kimseyim. Sizlere yardım edecek bir şeyimiz yok. Bu
oğlumdur, yardım etmek ve hizmetinizde bulunmak üzere
sizlere bırakıyorum. Onu lütfen kabul ediniz' dedi. Resûl-i
Ekrem, annemin bu içten gelen arzusunu kırmadı, beni
yanına aldı.
Enes b. Mâlik, Resulullah'ın hizmetine girdikten sonra
O'nun bütün emirlerini büyük bir dikkat ve itina ile yerine
getirmeye çalıştı. Resul-i Ekrem ile aralarında sır olarak
kalmasını arzu ettikleri şeyleri büyük bir dikkatle muhâfaza
eder ve onları annesine bile söylemezdi. Nitekim
kendisinden rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Enes şu olayı
anlatır:
'Çocuklarla birlikte oynuyordum. Resulullah sallallahu
aleyhi vesellem olduğumuz yere teşrif buyurdu. Bize selâm
A S H Â B-I
K İ R Â M
315
verdi. Sonra benim elimden tuttu. Ve beni bir işe gönderdi.
Kendisi de bir duvarın gölgesinde oturarak benim geri
dönmemi bekledi. Ben, O'nun emrini yerine getirmek için
gittim, emirlerini ifa ettim ve sonra dönüp gelerek neticeyi
kendilerine bildirdim. Sonra dâ evime döndüm. Annem
Ümmi Süleym neden geciktiğimi sordu. Ben de, 'Rasûlullah,
beni bir işe gönderdi' dedim Validem, 'Ne işi?' dedi. Ben de,
'sırdır' diyerek söylemedim. Annem benim bu tavrımı çok
beğenmiş olacak ki bana, 'Âferin oğlum, Resul-i Ekrem'in
sırlarını iyi sakla! Resûl-i Ekremin sırlarını, dâimâ muhafaza
et, Onları hiç kimseye açıklama. Bütün ömrünce böyle
davran, diye tenbih etti. Sonra da sevgiyle, beni bağrına
bastı.!'
Hz. Enes b. Mâlik, her sabah, sabah namazında Resul-i
Ekrem'in yanında bulunarak O'nunla birlikte sabah namazını
kıldıktan sonra Resul-i Ekrem'e oruca niyet edip etmediğini
sorardı. Eğer oruca niyet ettiğini öğrenirse akşam ona iftar
yemeğini hazırlardı.
Hz. Enes b. Mâlik, Resul-i Ekrem'e o kadar sokulurdu
ki, adeta ikisinin dizleri birbirine değerdi. Nitekim Hayber
gazvesinde, Resul-i Ekrem, Hz. Enes b. Mâlik ile birlikte
giderken dizleri birbirlerine dokunuyordu. Hz. Enes, Resul-i
Ekrem'e çok yakın olduğu gibi ailesi de çok yakındı. Nitekim
Ümmi Süleym Hayber'den sonra Hz. Safiye ile evlenen
Resulullah'ın evlenme işlerinde O'na yardım etmiştir. Yine
Resul-i Ekrem, Hz. Zeyneb ile evlendiği zaman, Hz. Ümmü
Süleym, O'na yemek yaparak hizmet etmiştir. Bu arada Hz.
Enes davet olunacak şahısları çağırmakla görevlendirilmişti.
316
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Enes b. Mâlik, Bedir gazvesinde henüz oniki
yaşında olmasına rağmen savaş alanına gitmiş ve savaş
esnasında mücâhidlere hizmet etmiş bu arada Resulullah'ın
hizmetini de aksatmamıştır. Hz. Enes'e yaşının küçük olduğu
hatırlatılarak Bedir'e iştirak edip etmediği sorulduğunda,
'Bedir'den kim geri kaldı ki ben geride kalayım?' cevabını
vermiştir.
Uhud ve Hendek gazvelerinde Enes b. Mâlik yine
Resulullah ile beraberdi. Hudeybiye barışı sırasında henüz
delikanlılık çağına gelmek üzere idi. Umretü'l-Kaza'da ise
Resul-i Ekrem'e refâkat ederek Mekke'ye gitti. Daha sonra
Hayber gazvesine ve Mekke fethine katıldı. Daha sonra
Huneyn gazvesinde de bulundu. Ayrıca Resul-i Ekrem ile
birlikte Tâif muhâsarasına katıldı. Veda Haccı'nda da
bulunan Enes b. Mâlik, Resul-i Ekrem'in irtihalinde
Medine'de idi.
Hz. Enes Medine’de şâhit olduğu olayları sonraki
âlimlere nakletti. Rasûlullah’ın son günlerindeki bir hâdiseyi
şöyle anlatır:
Bir sabah Hz. Ebû Bekir ve Hz. Abbâs, beraberce
yürüyorlardı. Bir topluluğa rastladılar. Bunlar, Medîneli
Müslümanlar idiler. Hepsi de, üzüntüyle ağlaşıyorlardı.
Kalbi çok rakik, hassas, yumuşak olan Hz. Ebû Bekir sordu:
“Ey Kardeşlerim! Sizleri ağlatan şey nedir?”
A S H Â B-I
K İ R Â M
317
Bizler, Rasûlullah efendimizin huzûrunu düşünüyoruz. O’na ağlıyoruz.
Gerçekten sevgili Peygamberimiz, bir müddetten beri
rahatsız idiler. Bunu bilen Medîneliler öbek öbek toplanıp,
üzüntülerini paylaşıyorlardı. Yüreği, sevgi ve ayrılık
üzüntüsüyle çarpan, Hz. Ebû Bekir de ağladı. Biraz sonra da,
efendimizin mübârek evlerine vardı. Gördüklerini, duyduklarını saygı ile arzetti.
Sevgili Peygamberimiz çektiği bütün acılara rağmen,
mescide geçtiler. Bunu gören Eshâb-ı kirâm da oraya
koşuştular. efendimizin üzerlerinde, uzun bir hırka ve
başlarında, siyah sarık bulunuyordu. Güzel bir hutbe
okudular. Önce Allaha hamd ve şükrettiler. Sonra da ağır
ağır buyurdular ki:
Ey Nâs! Sizlere, Ensârı ya’nî Medîneli Müslümanları
vasiyet ediyorum. Diğer insanlar çoğalıyor. Ensâr ise
azalıyor. Onlar, kendi zararlarına bile olsa, size karşı
vazîfelerini yerine getirdiler. Artık sizler de, Onları kollayın.
İstemeyerek sizlere, bir kusurları dokunursa; o kusurlarından vazgeçiverin!
Bu, sevgili Peygamberimizin son hutbeleri oldu. Bir
daha minbere çıkamadılar. Dünya hayatlarını ve
Peygamberlik vazîfelerini, şerefle tamamladılar. Gözyaşları
arasında, Hz. Enes dedi ki:
318
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Sevgili Peygamberimizin Medîne’ye geldikleri günü
de, vefât ettikleri günü de gördüm. Müslümanlar birincisi
kadar sevinçli; ikincisi kadar elemli gün yaşamadılar.
Buyurmuştur.
Hazret-i Enes bin Malik radıyallâhu anh Peygamber
aleyhisselâtü vesselâm efendimiz’den en çok hadis rivayet
eden sahabelerdendir:
Hazret-i Enes bin Malik radıyallâhu anh 2686 hadis
rivayet etmiştir.
Hz. Ebû Bekir devrinde Enes b. Mâlik, Bahreyn
çevresindeki kabilelere âmil olarak zekâtları toplamaya
memur tayin edildi. Hz. Ebû Bekir'in vefâtında Bahreyn'de
idi. Sonrâ Medine'ye geldi. Hz. Ömer, Enes b. Mâlik'i savaş
meydanlarına göndermeyerek yanında alıkoydu ve istişâre
meclisine dahil etti. Hz. Ömer, Enes b. Mâlik'in akıl ve ileri
görüşlülüğünden daima istifâde etmiştir.
Hz. Enes b. Mâlik, Hz. Ömer devrinde zamanının
çoğunu fıkıh öğretmekle geçirdi. Daha sonra Basra'ya
göçerek orada yerleşti. Orada da müslümanlara aynı şekilde
fıkıh öğretmeye devam etti. Bir defa da İran bölgesindeki
cihad birliklerine katıldı. Tuster şehrinin alındığı savaşa
katılan Enes b. Mâlik şehir teslim alındıktan sonra ganimet
mallarının Medine'ye getirilmesi işini üstlendi. Tekrar
Basra'ya dönüp şehre vardığında Hz. Ömer'in şehâdet
haberini öğrendi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
319
Enes b. Mâlik Hz. Osman zamanında Basra'da kalarak
fıkıh öğretimine devam etti. Hz. Osman'ın son devirlerinde
fitne ve fesad olaylarına katılmamak için her imkânını
kullandı. Medine'nin âsiler tarafından tehdit altında
olduğunu öğrendiği zaman, yanına Umran b. Husayn'ı
alarak ashâbın çoğu gibi Halifenin yanına hareket etti. Ertesi
günü yolda iken Hz. Osman'ın şehâdet haberini aldı. Hz.
Osman'dan sonra hilâfet makamına Hz. Ali geçti. Fitnenin en
büyük merkezlerinden biri Basra şehriydi. Enes b. Mâlik,
Basra'da ikamet etmesine rağmen fitne ve fesad olaylarına
hiç karışmadı. Kendisine müsbet veya menfi açıdan yapılan
fikir alışverişlerine de itibar etmeyerek hepsini reddetti. Hz.
Enes b. Mâlik, fitne ve fesad olaylarına karışmamakla birlikte
zulme ve haksızlığa karşı sessiz de kalmamış ve cephe
almıştır. Nitekim Haccâc b. Yûsuf'un valiliği sırasında
yapmış olduğu zulmü gördüğünde, onu hemen
Abdülmelik'e şikâyet etmekte tereddüt göstermedi. Buna
rağmen Haccâc-ı Zâlim, Enes'in derslerine devam etmiş ve
onu hoşnut etmeye gayret sarfederek dâima hâl ve hatırını
sormuştur.
Hz. Enes b. Malik, güzel huylu idi. Kendisi son derece
nazik, lâtif ve yumuşak huylu güzel yüzlü, hoş sohbet bir
sahâbî idi. Resulullah'a olan sevgisini her zaman ve her
yerde açığa vuruyordu. Hz. Peygamber'in hizmetinde
bulunmak onun için son derece sevindirici, zevk verici ve
neşeli bir işti. Resulullah da onun halini her zaman takdir
edip fırsat buldukça onu hayır ile yâd eder ve hizmetini dua
ile karşılardı. Resul-i Ekrem'in vefâtından sonra Enes b.
Mâlik, ders vermeye başladığı zaman Resulullah devrini
320
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
büyük bir zevk ve şevk içinde anlatır ve O’nun sünnetinden
ve yaşayışından söz ederken vecd içinde adeta kendinden
geçerdi. Hz. Enes b. Mâlik, her davranışını Resulullah'ın
sünnetine uydurmaya çalışırdı. Resulullah'ın bütün hal ve
hareketini kendisine rehber yapmıştı. O'nu aynen taklid
ederdi. Herhangi bir sahâbîye namaz hakkında soru
sorulduğu zaman onlar hemen Enes b. Mâlik'i örnek olarak
gösterirdi.
Enes b. Mâlik, çoluk çocuğunun kalabalıklığı ile
tanınır. Bütün ensârdan daha fazla çocuk sahibi idi. Bu da
Resulullah'ın bir duası eseriydi. Hz. Enes'in annesi Ümmü
Süleym, oğlunu Resulullah'a getirdiği vakit, Ondan oğlu için
dua etmesini istemişti. Resul-i Ekrem de Ümmü Süleym'i
kırmayarak ellerini kaldırıp: 'Ya Rabbi, onun malını, evlâdını
çoğalt ve onu Cennete koy' buyurarak dua etmişti. Bu dua'
kabul olunmuş ve Hz. Enes b. Malik'in hem malı çoğalmış ve
hem de evlâtları çok olmuştu.
Hz. Enes b. Mâlik nurânî yüzlü cesur ve cömert bir zât
idi. En çok korkulan vali ve hükümdarlar karşısında her
sözünü açıkça ve çekinmeden söyleyerek onların
kötülüklerine engel olurdu. Cihada katıldığı zaman, sanki bir
ordu imiş gibi gayet fütursuzca düşman üzerine saldırarak
gözlerini yıldırır ve onları korkuturdu. Zaman zaman
sakalını boyardı.
Hz. Enes b. Mâlik 'Resul'i Ekrem efendimize on yıl
hizmet ettim, onun beni bir kez bile, kınadığını yahut
yaptığım işi ayıpladığını görmedim. '
A S H Â B-I
K İ R Â M
321
Bütün hayatı boyunca son derece sade ve basit bir
hayat sürmüştür. Fakir-fukara garip guraba gördüğü zaman
hemen yanına giderek tasaddukta bulunur, onları görüp
gözetirdi. Talebeleri arasında tanınmış pekçok tâbiîn vardır.
Hasan-ı Basrî, Katâde, Muhammed b. Sîrin el-Ensârı, Saîd b.
Cübeyr bunlardandır. Rivâyet etmiş olduğu hadis-i şeriflerin
sayısı oldukça fazla olup bunların pek çoğu ittifak halinde
hadis kitaplarında zikredilmiştir.
Hz. Enes b. Mâlik de Ashâb-ı kirâm içinde en uzun
ömürlü olanlarındandır. Hz. Enes b. Mâlik Hulefâ-i Râşidîn
devrinde yaşadığı gibi Emeviler devrinde de yaşadı.
Hicretten sonra seksen seneyi geçen bir ömür sürdü. Hz.
Ömer zamanında, Basra’ya yerleşti. Hayatının sonuna kadar
orada, ilim öğretmeye devam etti. Çok kıymetli talebeler
yetiştirdi. Basra şehrinde hastalandığı etrafa yayılınca, halk
dalgalar halinde evine gelerek kendisini ziyaret etti ve gece
gündüz onu yalnız bırakmadı. Nihâyet milâdı 709 yılında
Basra'da Rahmeti Rahmana kavuştu. Vasiyyeti gereği Rasûl-i
Ekrem'in saçlarından bir kısmı kabrine kondu. Allah
şefatlarına cümlemizi nail eylesin.
HAZRET-İ EBU HUREYRE
322
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Ebu Hüreyre Hazretleri şöyle buyurur: "Ya rasûlallah
kıyamet günü senin şefaatinle en ziyade saadete erecek
kimdir?" diye sordum. Rasulullah buyurdu ki; ey Ebu
Hureyre "ilme olan düşkünlüğün sebebiyle bu sualde sana
kimsenin tekaddüm edemeyeceğini tahmin etmiştim"
açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi: "Kıyamet günü
benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, ihlâslı
olarak "La ilahe illallah" diyen kimsedir".
Hadîs rivâyeti deyince ilk akla gelen Ebu Hüreyre
Hazretleri'dir. Zira 5374 hadîsle en çok hadîs rivâyet eden
Sahâbidir. Ashâb-ı Suffe'dendir.
Ebu Hüreyre Hazretleri radıyallahu anh Yemen'in
Devs Kabilesi'ndendir. Hicretin yedinci yılında, müslüman
olduğu rivayet edilir. Bazı kayıtlarda hayberin fethinden bir
kaç yıl önce Tufeyl İbnu Amr ed-Devsî'nin dâvetiyle İslâm'a
girdiği belirtilir.
Müslüman olmadan önceki ismi pek bilinmemektedir.
Müslümanlıktan sonra, Abdurrahmân İbnu Sahr diye de
bilinir di. "Ebu Hüreyre" künyesi, Kedileri çok sevdiği için
Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm tarafından verilmiştir.
Ebu Hüreyre'nin müslümanlara dâhil oluşu Hayber
Gazvesi'nin sona erdiği zamana rastlar, yâni gazveye fiilen
katılmamıştır. Ancak Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm
ganimetten ona da bir pay ayrılmasını emretmiştir.
A S H Â B-I
K İ R Â M
323
Hazret-i Ebu Hüreyre, Müslüman olduktan sonra,
annesinin de Müslüman olmasını çok istiyor, bunun için çok
uğraşıyordu; fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Bu
hususta şöyle anlatmıştır:
Resulullaha, annemin hidayete kavuşması için dua
buyurun dedim. Resulullah, “Allah’ım, Ebu Hüreyre’nin
annesine hidayet ver” diye dua buyurdu. Eve varınca
annem, ya Eba Hüreyre, ben Müslüman oldum dedi ve
kelime-i şehadeti söyledi. Ben sevincimden ağlayarak
rasûlullaha koştum annemin Müslüman olduğunu
müjdeledim.
Âişe validemize, Resulullahın söz ve hallerini en iyi
bilenin kim olduğu sorulduğunda, buyurdu ki:
”Resulullahın hâl ve sözlerini, en iyi bilen Ebu
Hüreyre’dir. Yemin ederim ki, Ebu Hüreyre, bütün vaktini
Resulullahın huzurunda geçirmiştir.”
Rasûlullahla üç yıllık berâberliğe rağmen birçok
sahâbeden daha çok hadis ezberlemiş ve rivayet etmiştir.
Ebu Hüreyre radıyallahu anh, kendi ifâdesiyle
"Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir gün kendisine sorar:
"Arkadaşlarının istediği şu ganimetlerden sen istemiyor
musun?" Ebu Hüreyre şöyle cevâp verdiğini belirtir: "Ben
senden, Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğretmeni taleb
ediyorum". Nitekim hâfızası ile ilgili şikâyeti de onun ilim
aşkını dile getirir: "Ey Allah'ın Resûlü, senden çok şey
324
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
işitiyorum fakat unutuyorum" diye müracaatta bulundum.
Bana: "Rıdânı yay!" dedi. Ben de yaydım. Dua buyurdu,
sonra rıdamı toplayıp kucağıma kapadım. Bundan sonra
işittiğim hiçbir şeyi unutmadım".
El-Hâkim en-Nisâbûrî, Müstedrek'te şu haberi
vermektedir: 'Bir adam Zeyd b. Sâbit'e gelerek ona bir mesele
sordu. O da Ebû Hureyre'ye gitmesini söyledi ve şöyle
devam etti; bir gün biz, Ebû Hureyre ve bir başka sahâbî ile
Mescid'de oturuyorduk, dua ve zikirle meşgul idik. O sırada
Hz. Peygamber geldi, yanımıza oturdu; biz de dua ve zikri
bıraktık. Buyurdu ki: 'Her biriniz Allah'tan istesin. ' Ben ve
arkadaşım, Ebû Hureyre'den önce dua ettik, Hz. Peygamber
de bizim duamıza âmin dedi. Sıra Ebû Hureyre'ye geldi ve
şöyle dua etti: 'Allah'ım, senden iki arkadaşımın istediklerini
ve de unutulmayan bir ilim dilerim.' Hz. Peygamber bu
duaya da âmin dedi. Biz de, 'Ey Allah'ın Rasûlü, biz de
Allah'tan unutulmayan bir ilim isteriz' dedik. Hz.
Peygamber, 'Devsli genç sizden önce davrandı' buyurdu.
Ebu Hüreyre radıyallahu anh Bir rivâyette, "gecesini üçe
ayırdığını, bir bölümünde uyuyup dinlendiğini, bir
bölümünde namaz kıldığını, bir bölümünde de hadîs
müzâkere ettiğini" belirtir.
Hz. Ömer hilâfeti sırasında Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm’dan rastgele rivâyette bulunulmasını önlemek için,
rivâyet tahdidi koymuştur. Ebu Hüreyre radıyallahu anh de
Hz. Ömer’in muâhazesinden geçmiştir, ancak Hz. Ömer
A S H Â B-I
K İ R Â M
325
radıyallâhu anh, Ebu Hüreyre Hazretleri'ne mülayim
davranmıştır.
Ebu Hureyre kendisinin çok rivâyet ettiğini
söyleyenlere şu cevabı vermiştir: "Eğer Allah'ın Kitabı'nda şu
iki âyet olmasaydı bir tek hadîs bile rivâyet etmezdim"
buyurmuş ve Bakara Sûresi'nin 159 ve 160. ayetlerini
okumuştur:
َ‫اِنﱠ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﯾَﻜْﺘُﻤُﻮنَ ﻣَﺎ اَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ ﻣِﻦَ اﻟْﺒَﯿﱢﻨَﺎتِ وَاﻟْﮭُﺪَى ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ ﻣَﺎﺑَﯿﱠﻨﱠﺎهُ ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﻓِﻰ اﻟْﻜِﺘَﺎبِ اُوﻟَﺌِﻚ‬
‫ﯾَﻠْﻌَﻨُﮭُﻢُ اﻟﻠﱠﮫُ وَﯾَﻠْﻌَﻨُﮭُﻢُ اﻟﻠﱠﺎﻋِﻨُﻮنَ )( اِﻟﱠﺎ اﱠﻟﺬِﯾﻦَ ﺗَﺎﺑُﻮا وَاَﺻْﻠَﺤُﻮا وَﺑَﯿﱠﻨُﻮا ﻓَﺎُوﻟَﺌِﻚَ اَﺗُﻮبُ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢْ وَاَﻧَﺎ‬
ُ‫اﻟﺘﱠﻮﱠابُ اﻟﺮﱠﺣِﯿﻢ‬
“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık
gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün
lânet ediciler lânet eder. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler
ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar müstesnâdır. Zira ben onların
tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça
esirgeyenim.”80
Ve devamla Ebu Hureyre radıyallâhu anh şöyle beyan
etmiştir. "Mekkeli muhâcir kardeşlerimiz çarşı-pazar alışverişle, Medineli Ensârî kardeşlerimiz ziraat ve bahçıvanlıkla
meşgul olurken bu kardeşiniz, karnının açlıktan kazınmasını
düşünmeden Allah'ın Resülü aleyhissalâtu vesselâm'dan
ayrılmadı ve yeni şeyler öğrendi."
Übey İbnu Ka'ab radıyallahu anh da Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh'nin öğrenme hususundaki üstünlüğünü
80
BAKARA SÛRESİ, ÂYET 159-160
326
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
te'yîden şöyle der: "Ebu Hüreyre Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan çok şey sorma hususunda cür'etli idi. Bizim
soramadığımız şeyleri o sorardı."
Ebu Hüreyre radıyallahu anh, Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın: "Kim bir cenâzeye katılırsa bir kırat sevab
kazanır" sözünü nakledince bunu ilk defa işiten İbnu Ömer
radıyallahu anh: "Şu rivâyet ettiğin şeye bak ya Ebu
Hüreyre" diye itiraz eder. Ebu Hüreyre de onu elinden tutup
Hz. Aişe'ye çıkarır ve konu hakkında Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın ne söylediğini sorar. Hz. Aişe Ebu
Hüreyre'yi tasdik eder. Ebu Hüreyre "Beni, Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ı dinlemekten ne hurma fidanı
dikmek ne de alış-veriş alıkoymadı" der. Bunun üzerine İbnu
Ömer de: "Ey Ebu Hüreyre sen hakikaten Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ı bizden daha iyi tanıyor, hadîslerini
daha çok biliyorsun" diye hakkı teslim eder. Belki de bu
hâdiseden sonra olacak, İbnu Ömer radıyallahu anh'e, Ebu
Hüreyre'nin çok hadîs rivayet ettiğini şikâyet eden kimseye:
"Ebu Hüreyre'nin rivâyet ettiklerinden şüphe etmekten
Allah'a sığın. Rivâyette o cüretli davrandı, biz ise korktuk"
der.
Benzer bir tenkide Talha İbnu Ubeydullah'ın verdiği
cevap da burada kayda değer. Bir kimse gelerek Talha
radıyallahu anh'a: "Ey Ebu Muhammed! Allah'a yemin olsun
bir türlü anlamıyoruz, nasıl olur da şu Yemenli Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ı daha iyi biliyor, O, Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'dan sizlerin rivâyet etmediklerinizi
rivâyet ediyor" der. Talha b. Ubeydullah şu cevabı verir:
"Allah'a kasem olsun, ki, o, Rasûlullah'dan bizim
A S H Â B-I
K İ R Â M
327
işitmediklerimizi işitti, bizim öğrenmediklerimizi öğrendi.
Bizler zengin kişilerdik, evlerimiz ve âilelerimiz vardı. (Biz
onlarla meşguliyet sebebiyle) Rasûlullah âleyhissalâtu
vesselâm'a sâdece sabah ve akşamları uğrayabiliyorduk.
Uğrayınca da çabuk ayrılıyorduk. Ebu Hüreyre ‘nin ne malı,
ne de âilesi vardı. Onun eli Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın eli ile beraberdi, Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm nereye gitse o da oraya giderdi. Onun, bizim
öğrenmediğimiz çok şeyi öğrendiğinden, dinlemediğimiz
çok şeyi de dinlediğinden asla şüphe etmiyoruz. Bizden hiç
kimse, Onu, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın söylemediği bir şeyi söylemekle de ithâm etmez." buyurdu
Hz. Aişe radıyallâhu anh, bir gün Ebu Hureyre’yi
davet eder ve O’na şunları söyler; “İşittiğini işitmemize,
gördüğünü görmemize rağmen sadece Allah Rasülü’nden
senin rivayet ettiğin ve bize ulaşan bu sözler de neyin
nesidir?
Ebu Hureyre radıyallahu anh ona da şu cevâbı verir:
"Ey ümmü’l mü’minin! Seninle Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm arasına ayna ve sürmedanlık girdi. Sen Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm için süslenirken onlar seni fazla
meşgul etti. Beni ise Allah'a yemîn olsun, hiçbir şey meşgul
etmemiştir."
Allah Rasülü’nün irtihalinden sonra evlenen Ebu
Hureyre’nin dört çocuğu oldu. Üçü erkek biri kızdı. Kızı,
tabiin devrinin büyük imamı Said b. Müseyyeb ile evlendi.
328
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Şu rivâyet de Ebu Hüreyre'nin ilim ve âhiret
düşüncesine kendisini samimiyetle verdiğini gösterir: Bir
gün Ebu Hüreyre'nin kızı babasına gelerek:
"Babacığım, kız arkadaşlarım beni ayıplıyorlar ve:
"Baban seni niye takılarla tezyîn etmiyor?" diyorlar" der. O
şu cevabı verir: "Kızım, onlara: "Babam takva ile tezyini
öğretiyor.” de.” Buyurur.
Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın ve bir rivâyete göre Hz.
Ümmü Seleme radıyallahu anha'nın de cenâze namazını Ebu
Hüreyre radıyallahu anh kıldırmıştır.
İbnu Hacer Ebu Hureyre’den sekizbinden fazla
sahâbenin hadîs dinlediğini belirtir.. Allah şefâatine cümlemizi mazhar kılsın.
Ebu Hureyre’nin radıyallâhu anh gittiği her yerde
meclisler kurulur mukteza-i hale göre Rasülülah’ı anlatırdı.
Hadis muallimliğinin yanı sıra, daha hususi görevler de ifa
etmişti. Bizzat efendimiz’in emriyle A’la el-Hadrami ile
birlikte İslam’ı yaymak ve Müslümanlara dini meselelerini
öğretmek üzere Bahreyn’e gitmişti. Orada müezzinlik yaptı,
hadis rivayet etti, fetva verdi. Hz. Ömer radıyallâhu anh,
devr-i hilafetinde O’nu tekrar Bahreyn’e gönderdi. Fakat
müezzin-muhaddis olarak değil, vali-muhaddis olarak.
Ebu Hureyre radıyallâhu anh hoş sohbet, temiz ve ince
duygulu, saf gönüllü idi. Emirlik ve valilik ona kibir
vermedi. Üstelik alçak gönüllülüğünü arttırdı. Medine valisi
A S H Â B-I
K İ R Â M
329
olduğu sıralarda, üzerine semeri bağlanmış bir eşekle, hurma
lifinden örülmüş bir başlık başında olduğu halde çarşıya
çıkardı.81
Ebu Hureyre, Hz. Osman’ın radıyallâhu anh
şehadetini müteakip yıllarda hadiselere karışmadı. Bir çok
sahabenin yaptığı gibi i’tizali tercih etti. Ne Hz. Ali’nin
radıyallâhu anh ne de Hz. Muaviye’nin radıyallâhu anh
ordusunda yer aldı. Çünkü “Yakında fitneler zuhur edecek.
O zaman oturan ayaktakinden, ayaktaki yürüyenden,
yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim ona rastlarsa geri
dursun. Bir melce ve sığınak bulan oraya sığınsın.” Hadisini
O rivayet etmişti.
Dar-ı Bekaya irtihal ettiğinde yaşı 78 idi. Cenazenin
techiz ve tekfin işlerini İbn Ömer radıyallâhu anh ile Ebu
Said-i Hudri radıyallâhu anh ifâ etti. Namazı Velid b. Utbe
kıldırdı. Cennetu’l-Ba’gi’ye defnedildi.
HAZRET-İ CA'FER-İ TAYYÂR
Nesebi, Ca’fer bin Ebî Tâlib bin Abdülmuttalib bin
Hâşim bin Abd-i menaf bin Kusay’dır. Künyesi Ebû
Abdullah, Lâkabı Tayyar ve Zülcenâheyn’dir. Hz. Ali’den on
yaş büyük, Hz. Akîl’den on yaş küçük idi.
H.z Câ’fer bin Ebu Tâlib radıyallahu anh; Hz.
Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in oğlu. Ebû Tâlib’in Tâlib,
81
İBN SA'D, ET-TABAKATÜ'L-KÜBRÂ,
330
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Akîl, Câ’fer radıyallahu anh ve en küçükleri Hz. Ali
radıyallahu anh olmak üzere dört oğlu vardı Hz. Câfer
radıyallahu anh, Rasûlullah daha Erkam’ın evine girip
İslâm’ı yaymaya başlamadan önce müslüman olmuş; ikinci
Hicret kâfilesine katılarak hanımı Esma binti Ümeys
radıyallahu anh ile birlikte Habeşistan’a hicret etmişti.
Cafer'i Tayyar gerçekten önemli bir sahabe.
efendimiz'in amcası Ebu Talib'in dört oğlundan üçüncüsü.
Çok erken bir dönemde İslamiyet ile şereflenmiş.
Habeşistan'a ilk hicret edenlerin arasında o ve eşi Esma binti
Umeys'de var. Kureyş bu muhacirleri geri alma adına Amr
bin As'ı elçi olarak Habeşistan kralı Necaşi'ye göndermiş ve
hazret-i Cafer’in Necaşi huzurunda yaptığı savunma çok
tesirli olmuştur. Kur'andan okuduğu ayetler ile Necaşi'yi
ağlatmış müşriklerin elçisi olan Amr bin As'ı sorduğu sorular
ile terletmiştir.
Peygamber efendimiz, 36 yaşlarında bulundukları
sırada Hicaz topraklarında şiddetli bir kuraklık ve açlık
hüküm sürüyordu. Hemen herkes her geçen gün bunun
ağırlığını daha çok, daha derinden hissediyordu. Peygamber
efendimizin amcası Ebû Tâlib, kalabalık bir ailenin reisiydi.
Ailesini geçindirecek bir servete sahip değildi. Bunun için
geçinmekte herkesten daha çok sıkıntı çekiyordu.
Peygamber efendimiz, küçük yaşından beri yanında
büyüdüğü ve iyiliğini gördüğü amcasına bu sıkıntılı
zamanında bir yardım yapmak, onun geçim yükünü
A S H Â B-I
K İ R Â M
331
hafifletmek istiyordu. Bu sebeple, amcalarının en zengini
olan Hz. Abbâs'a bir gün şöyle teklifte bulundular:
Ey Amcam, biliyorsun ki, amcam Ebû Tâlib'in çok
çocuğu vardır. İnsanların uğradığı şu kıtlık ve açlığı da
görüyorsun. Dilersen amcama gidelim, onun aile yükünü
biraz hafifletelim. Bakıp, büyütmek üzere oğullarından birini
ben yanıma alayım, birisini de sen alırsın. Evlâtlarından iki
tanesini onun üzerinden alalım dedi.
Hz. Abbâs, iyi olur deyince, kalktılar, Ebû Tâlib'in
yanına vardılar. Ona dediler ki: “Halkın, içinde bulunduğu
kıtlık ve darlık kalkıncaya kadar, senin çocuklarından bir
kısmını yanımıza alıp yükünü hafifletmek istiyoruz.“
Ebû Tâlib de onlara dedi ki: “Oğullarımdan Ukayl ve
Tâlib'i bana bırakıp, istediğinizi alabilirsiniz.”
Böylece Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi, Hz. Abbâs da
Hz. Ca'fer'i yanına aldı.
Birgün Ebû Tâlib, oğlu Ca'fer ile şehrin dışında
yürürken Peygamber efendimizi gördü. Hz. Ali ile beraber
namaz kılıyorlardı. Ebû Tâlib, oğlu Ca'fer'e: “Git, sen de
kardeşinin yanına dur, namaza başla, dedi. “
Ca'fer gidip, Hz. Ali'nin yanında namaza durdu.
Namazdan sonra, Peygamber efendimiz, Ona duâ ederek
buyurdu ki: “Hak teâlâ, sana iki kanat versin. Cennette onlar
ile uçarsın.”
332
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Allahü teâlâ bu duâyı kabûl etti. Hz. Ca'fer, Mûte
gazâsında, şehîd olmakla şereflendi. Allahü teâlâ, ona iki
kanat verdi.
Kureyş müşriklerinin Eshâb-ı kirâma karşı revâ
gördükleri zulüm ve işkenceden sonra, Peygamber
efendimiz, bir kısım Ashâbın Habeşistan'a hicret etmelerine
müsaade etti. Kâfile, Hz. Ca'fer'in başkanlığında hareket etti.
Habeşistan'da çok iyi karşılandılar.
Mekkeli müşrikler bu durumdan haberdar olunca
toplandı. Habeşistan meliki Necâşî'ye iki elçi göndermeye
karar verdiler. Son derece kıymetli hediyeler hazırladılar.
Necâşî'nin din adamlarına, devlet erkânına hediyeler ayrıldı.
Bu işe Abdullah bin Rebia ile Amr bin Âs vazifelendirildi. Bu
iki elçiye Neçâşi'nin huzurlarında neler söyleyecekleri
öğretildi. Onlara denildi ki:
Hükümdar
ile
konuşmadan
evvel
onun
kumandanlarının her birine, hediyesini verdikten sonra
Necâşî'nin hediyesini takdim ediniz. Bu işi yaptıktan sonra
oradaki Müslümanların size teslim edilmesini isteyiniz.
Necâşî'nin Müslümanlar ile konuşmasına imkân bırakmayınız.
Mekkeli müşriklerin elçileri Habeşistan'a geldiler ve
devlet erkânının hediyelerini verdikten sonra Mekkeli
muhâcirlerin kendilerine teslim edilmesi hususunda yardım
etmelerini istediler.
A S H Â B-I
K İ R Â M
333
Mekkeli elçiler Necâşî'nin hediyelerini takdim ettiler.
Melik Necâşî'ye şöyle söylediler:
Ey Melik! İçimizden birtakım kimseler sizin
memleketinize
sığınmışlardır.
Bu
gelenler,
kendi
milletlerinin dînini terkettikleri gibi sizin dîninize de
girmemişlerdir. Kendi kafalarına uygun uydurma bir dinleri
vardır. Ne biz, ne de siz, bu dîni tanımazsınız.
Bizi, bunların mensup oldukları milletin eşrâfı, sizin
memleketinize iltica eden adamların babaları ve kendi öz
akrabaları gönderdi. İstekleri, gelenlerin tekrar iâde
edilmeleridir. Çünkü onlar, bunların hâllerini daha yakından
bilir dediler.
Gerek Amr bin Âs ve gerekse Abdullah bin Rebia'nın
en çok arzû ettikleri şey, Necâşî'nin bu sözleri dinliyerek,
arzûlarına uygun hareket etmesiydi. Elçiler, bu sözleri
söyledikten sonra Necâşî'nin daha önceden Mekkelilerden
hediye alan bir takım adamları söz almış, şöyle demişlerdi:
Bunlar çok doğru söylediler. Bunların milletleri,
onlarla daha iyi meşgul olabilir, onların neyi beğenip
beğenmediklerini daha iyi takdir ederler. Onun için
saygıdeğer kral siz bu adamları teslim ediniz de, bunlar
onları memleketlerine ve milletlerine götürsünler.
Melik Necâşî bu sözlere çok kızdı ve dedi ki:
334
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Vallahi hayır! Ben bu adamları teslim etmem. Bana
iltica eden, memleketime gelen adamlara hıyânet edemem.
Bunlar, beni başkasına tercih etmiş ve benim memleketime
gelmişlerdir. Onun için, gelen muhâcirleri sarayıma da'vet
eder, onlara, bu adamların söyledikleri sözlere karşı ne
diyeceklerini sorar, cevaplarını dinlerim. Eğer muhâcirler
bunların dedikleri gibi iseler, onları teslim eder ve kendi
milletlerine iâde ederim. Öyle değilse onları korur, ülkemde
kaldıkça onlara iyilik ederim.
Daha önceleri Necâşî semâvi kitapları incelemişti.
Muhammed aleyhisselâmın gelme zamanının yakın
olduğunu, kavminin ona yalancı deyip inanmayacaklarını ve
Mekke'den çıkaracaklarını biliyordu.
Necâşî, Mekkeli elçilere sordu:
- İnandıkları kimse kimdir?
- Muhammed'dir.
Necâşî bu ismi işitince, O'nun Peygamber olduğunu
anladı ve belli etmedi. Gelenlere tekrar sordu:
- Onun dîni nedir ve neye da'vet eder?
- Onun dini bilinen bir din değildir dediler.
- Dînini bilmediğim bir topluluk ki, gelip bana
sığınmışlardır. Ben onları size nasıl teslim ederim? Meclis
kuralım. Onları da getirelim. Sizlerle yüzleştirelim.
Hepinizin de durumları belli olsun. Onların da dînini
bileyim.
A S H Â B-I
K İ R Â M
335
Necâşî, Mekkeli müşriklerle yüzleştirmek için
Müslümanları saraya da'vet etti. Müslümanlar önce kendi
aralarında istişâre ettiler ve, "Habeş hükümdarının hoşuna
gidecek ve mizaçlarına uygun olacak şekilde neler
söyleyelim" diye konuştular. Hz. Ca'fer dedi ki:
- Bizim bu husûstaki bildiklerimiz, Peygamberimizin
bize buyurduğundan ibârettir, deriz. Netice neye varırsa
râzıyız.
Hepsi kabûl ettiler. Sadece Hz. Ca'fer'in konuşması
için ittifak ettiler.
Necâşî de âlimlerini topladı. Büyük bir divan kuruldu.
Sonra muhâcirleri getirdiler. Müslümanlar geldiklerinde
selâm verdiler ve secde etmediler. Necâşî, Müslümanlara
sordu: Neden secde etmediniz?
- Biz Allahü teâlâdan başkasına secde etmeyiz.
Peygamber efendimiz bizi, Allahtan başkasına secde
etmekten men edip, "Secde, yalnız Allahü teâlâya
mahsûstur" buyurdu.
Necâşî dedi ki: “Ey huzuruma getirilmiş olan
topluluk! Bana söyleyiniz. Ülkeme ne için geldiniz? Hâliniz
nedir? Tüccâr değilsiniz, bir istediğiniz de yok. Sizin şu
ortaya çıkmış olan Peygamberinizin hâli nedir? “
Hz. Ca'fer şöyle cevap verdi:
336
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
- Ey Hükümdar! Ben, önce, üç söz söyleyeceğim. Eğer
doğru söyler isem beni tasdik edin, yalan söylersem
yalanlayın. Herşeyden önce lütfen emret ki; şu adamlardan
yalnız biri konuşsun, diğerleri sussun!
Mekkeliler adına Amr b. Âs dedi ki: “Ben konuşayım.“
Necâşî bunun üzerine: “Ey Ca'fer, önce sen konuş!”
dedi.
Hz. Ca'fer konuşmaya başladı: “Benim, üç sözüm var.
Şu adama sorunuz. Biz, yakalanıp efendilerimize iâde
edilecek köleler miyiz?
Necâşî sordu: “Ey Amr! Onlar köle midirler? “
- Hayır! Onlar köle değil, hürdürler!
Hz. Ca'fer tekrar sordu: “Acaba biz haksız yere bir
kimsenin kanını mı döktük de, kanı dökülenlere iâde mi
edileceğiz?”
Necâşî, Amr'a sordu: “Bunlar, haksız yere birinin
kanını mı döktüler? “
- Hayır, bir damla bile kan dökmediler.
Bu sefer Hz. Ca'fer, Necâşî'ye hitaben dedi ki:
“Başkasının mallarından haksız yere aldığımız, üzerimizde
ödemekle mükellef olduğumuz mallar mı vardır? “
A S H Â B-I
K İ R Â M
337
Necâşî de Amr'a sordu: “Ey Amr! Eğer borçlu iseler
ödeyecekleri borçları çok da olsa, ben ödeyeceğim! Söyleyin!
- Hayır, bir kuruş borçları yok!
- O hâlde siz bunlardan ne istiyorsunuz? “Onlar ile biz
bir dinde idik. Onlar, bunları bıraktılar. Muhammed'e ve
dînine uydular. “
Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Siz bulunduğunuz dîni bırakıp ne diye başkasına
uydunuz? Kavminizin dîninden ayrıldığınıza, ne benim
dînimde ne de bunların dîninde olmadığınıza göre, sizin
edindiğiniz bu din hakkında bilgi veriniz?
Hz. Ca'fer şöyle cevap verdi:
- Ey hükümdar! Biz câhil bir millet idik. Putlara
tapardık. Ölmüş hayvan leşini yer, her türlü kötülüğü
işlerdik.
Akrabalarımızla
münâsebetlerimizi
keser,
komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf
olanlarımızı ezerdi.
Allahü teâlâ bize, kendimizden doğruluğunu,
eminliğini, iffet ve temizliğini, soyunun düzgünlüğünü
bildiğimiz bir Peygamber gönderinceye kadar, biz bu
vaziyette idik. O Peygamber bizi, Allahü teâlânın varlığına,
birliğine inanmaya, O'na ibâdete; bizim ve atalarımızın
taptığı taşları ve putları bırakmaya da'vet etti.
338
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Doğru sözlü olmayı, emânete hıyânet etmemeyi,
akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi,
günâhlardan ve kan dökmekten sakınmayı bize emretti. Her
türlü ahlâksızlıklardan, yalan söylemekten, yetimlerin malını
yemekten, namuslu kadınlara dil uzatmaktan ve iftira
etmekten bizi alıkoydu.
Allahü teâlâya eş, ortak koşmaksızın ibâdet etmeyi,
namaz kılmayı, infak etmeyi oruç tutmayı bize emretti. Biz
de kabûl ettik ve îmân ettik. Onun Allahtan getirip
bildirdiklerine tâbi olduk. Allahü teâlâya ibâdet ettik, O'nun
bize harâm kıldığını harâm, helâl kıldığını helâl olarak kabûl
ettik.
Bu yüzden kavmimiz, bize düşman olup, bize
zulmettiler. Bizi, dînimizden döndürüp, Allaha ibâdetten
vazgeçirip putlara taptırmak için türlü işkencelere uğrattılar.
Bizi perişân ettiler. Bizi, yeniden putlara taptırmak için
zulmettiler. Bizi sıkıştırdıkça sıkıştırdılar. Bizimle, dînimizin
arasına girdiler ve bizi dînimizden ayırmak istediler.
Biz de yurdumuzu yuvamızı bırakarak senin ülkene
sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himâyene,
komşuluğuna can attık. Senin yanında zulme, haksızlığa
uğramıyacağımızı ummaktayız.
Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Sen, Allahın bildiklerinden biraz biliyor musun?
- Evet, biliyorum.
- Ondan bana biraz oku!
A S H Â B-I
K İ R Â M
339
Hz. Ca'fer de Meryem sûresinin ilk âyetlerini okumaya
başladı. O okudukça Necâşî ağlıyordu. Gözlerinden akan
yaşlar sakalını ıslatıyordu. Rahibler de çok ağladılar. Necâşî
ve Rahibler dediler ki: “Ey Ca'fer! Bu tatlı ve güzel kelâmdan
biraz daha oku!“
Hz. Ca'fer, Kehf sûresinden okudu. Necâşî, kendisini
tutamıyarak: “Vallahi, bu aynı kandilden fışkıran bir nûrdur.
Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ da onunla gelmiştir, dedi.”
Necâşî daha sonra Kureyş elçilerine döndü: “Gidiniz!
Vallahi ben ne onları size teslim eder, ne de onlara bir
kötülük düşünürüm.“
Bunun üzerine Abdullah bin Ebî Rebia ile Amr bin Âs,
Necâşî'nin huzurundan çıktılar. Amr bin Âs, Necâşî'nin
huzurundan eli boş çıkınca, arkadaşı Abdullah'a dedi ki:
- Onların bir kabahatini Necâşî'nin yanında ortaya
koyup, köklerini kazıtayım da gör. Onların, Meryem oğlu
İsâ'yı bir kul olarak bildiklerini ihbar edeceğim.
Ertesi günü, Necâşî'nin yanına varıp:
- Ey Hükümdar! Onlar Meryem oğlu Îsâ hakkında ağır
sözler söylüyorlar. Onlara Hz. Îsâ için ne söylediklerini sor,
dedi.
340
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bunun üzerine Necâşî, muhâcir Müslümanlara adam
gönderdi. Müslümanlar, tekrar bir araya toplandılar.
Birbirlerine sordular:
- Îsâ aleyhisselâm hakkında sorarlarsa ne cevap
vereceğiz?
Hz. Ca'fer dedi ki: “Hz. Îsâ hakkında Allahü teâlânın
buyurduğunu, Peygamber efendimizin bize getirdiğini
söyleriz. “
Necâşî'nin huzuruna çıkınca, Necâşî sordu:
- Siz Meryem oğlu Îsâ hakkında ne biliyorsunuz?
Hz. Ca'fer şöyle cevap verdi:
- Biz Hz. Îsâ hakkında, Peygamber efendimizin bize
Allahü teâlâdan getirip tebliğ eylediğini söyleriz. Onun
Allahın kulu ve Resûlü olduğunu, dünyadan ve erkeklerden
vazgeçerek Allaha bağlanmış afîfe bir kız olan Hz.
Meryem'den babasız olarak dünyaya geldiğini kabûl ederiz.
Allahü teâlâ Hz. Âdem'i topraktan yarattığı gibi Hz. Îsa'yı da
babasız yaratmıştır dedi.
Necâşî, elini yere uzatıp, yerden bir saman çöpü aldı
ve dedi ki:
- Yemîn ederim ki Meryem oğlu Îsâ da sizin
söylediğinizden fazla bir şey değildir. Arada bu çöp kadar
bile fark yoktur.
A S H Â B-I
K İ R Â M
341
Necâşî bunu söylediği zaman etrafındaki hükûmet
erkânı ve kumandanları, aralarında fısıldaşmaya ve
homurdanmaya başladılar. Necâşî, bunu görünce, onlara:
- Yemîn ederim ki, siz ne dersiniz deyin, ben bunlar
hakkında iyi şeyler düşünüyorum, dedi.
Sonra Müslüman muhacirlere dönerek devam etti:
- Sizi ve yanından geldiğiniz zâtı tebrik ederim! Ben
şuna inandım ki; O Allahın Resûlüdür. Zâten biz, onu
İncil'de görmüştük. O Resûlü Meryem oğlu Îsâ da haber
verdi. Vallahi eğer O, buralarda olsaydı gidip onun
ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım! Gidiniz! Ülkemin el
değmemiş kısmında, her türlü tecâvüzden uzak, emniyet ve
huzura kavuşmuş olarak yaşayınız. Size kötülük edeni helâk
ederim. Bana dağ kadar altın verseler de, sizlerden birini
üzüntüye sokmam.
Necâşî, bundan sonra, Kureyş elçilerinin getirdikleri
hediyeler için: “Benim bunlara ihtiyacım yoktur!
Başkalarının gaspettiği bu mülkümü, Allah bana geri
verirken, halkı bana boyun eğdirirken, benden rüşvet
almadı, diyerek hediyelerini kendilerine geri verdi. “
Necâşî İslâmiyeti seçmiş ve Eshâb-ı kirâmı ziyâdesiyle
sevindirmişti.
Bir gün, Necâşî eski elbiselerini giyip sarayından çıktı.
Başında tac ve arkasında padişahlık elbisesi yoktu. Toprak
342
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
üzerine oturdu. Papazlar bu hâle şaşırdı. Sonra Hz. Ca'fer'i
ve diğer Eshâb-ı kirâmı çağırdı. Onlar geldiler. Melik'i bu
vâziyette görüp sustular. Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Ben etrafa haberciler gönderdim. Bana müjde haberi
getirdiler. Allahü teâlâ, Resûlüne yardım etmiş, Bedir
savaşında düşmanlarını helâk eylemiş. Kâfirlerden Şeybe,
Utbe bir Rebia, Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef cümlesi helâk
olmuşlar ve bir çoğu da esir olmuşlar.
Hz. Cafer sevincini açıklayıp şükrettikten sonra sordu:
“Ey Melik! Böyle eski elbiseler giymenize sebep nedir?”
Necâşi şöyle cevap verdi: “İncilde gördüm ki, Hak
teâlâ, kullarına bir ni'meti başkasına haber veren kimsenin
tevâzu yapması gerekir, buyuruyor. Şimdi Hak teâlâ, Sevgili
Peygamberine zafer ihsân eylemiş. Ben de bunu size haber
vermek için böyle yaptım.”
Hz. Ca'fer ve beraberindeki Müslümanlar, birkaç sene
kaldıktan sonra Habeşistan'dan Medîne'ye geldiler. Böylece
iki defa hicret ettiler. Dönüşleri hicretin yedinci yılında,
Hudeybiye'den sonra ve Peygamber efendimiz Hayber'de
bulundukları sırada olmuştu. Peygamber efendimiz, Hz.
Ca'fer ile karşılaşınca, onu alnından öpüp bağrına bastı ve
buyurdu ki:
- Ben Hayber'in fethine mi, yoksa Ca'fer'in gelişine mi
sevineceğim bilemiyorum. Sizin hicretiniz iki defadır. Siz,
hem Habeş ülkesine, hem de yurduma hicret ettiniz.
A S H Â B-I
K İ R Â M
343
Hz. Ca'fer Habeşistan'dan döndükten iki yıl sonra
Mûte seferi kararlaştırıldı. İslâm Ordusu kısa zamanda
hazırlandı. Rasûlullah efendimiz, mübârek sancağı Hz. Zeyd
bin Hârise'ye teslim etti ve buyurdu:
Zeyd bin Hârise'yi, cihâda çıkacak olan şu insanların
başına kumandan tâyin ettim. O şehîd olursa yerine Ca'fer
bin Ebû Tâlib geçsin, O da şehîd olursa yerine Abdullah bin
Revâha geçsin. O da şehîd olursa, Müslümanlar, aralarında
uygun birini seçip onu kendilerine kumandan yapsınlar!
Peygamber efendimiz tarafından uğurlanıp yola çıkan
mücâhidler yollarına devam ettiler. Şam topraklarında biraz
dinlendiler. Mücâhidler ilerlerken düşman askerlerinin
yaklaşmakta olduğunu görünce, hemen Mûte'ye çekilip,
savaş düzenine girdiler.
İki taraf arasında çok şiddetli bir savaş başladı.
Müslümanların başında bulunan Hz. Zeyd bin Hârise'nin
elinde Peygamber efendimizin sancağı bulunuyordu. Rum
askerlerinin mızrak darbeleriyle, mübârek vücudu
parçalanıp, kanlar fışkırıncaya kadar, kahramanca saldırıp
dövüşmekten geri durmadı ve şehîd oldu.
Bundan sonra Hz. Ca'fer hemen sancağı kaptı. Elinde
sancak, atını düşmana doğru sürdü. Düşman askerleri Hz.
Ca'fer'in heybetinden korkup aralarında şöyle konuştular:
- Bunun hakkından kim gelecek?
344
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ca'fer, düşman askerlerinin arasına kahramanca
dalmıştı. Nihâyet bir düşman askeri Hz. Ca'fer'in koluna bir
kılıç darbesi vurdu. Sağ eli kesilen Ca'fer, sancağı diğer eline
aldı. Biraz sonra o eli de kesilince, sancağı bırakmamak için,
pazılarıyla göğsüne bastırdı.
Nihayet mızrak ve kılınç darbeleriyle şehîd oldu.
Şehîd olduğunda, mübârek vücudunda yetmişten fazla
mızrak, kılınç ve ok yarası görülmüştü ve hepsi de
vücudunun ön kısmında idi. Sonra sancağı Abdullah bin
Revâha almış o da şehîd olunca sonra sancağı Hâlid bin
Velid almıştır.
Rumlarla yapılan bu savaşta kumandanların şehîd
olduklarını, Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize
bildirmiş. Hz. Peygamberimiz de mescidde Müslümanlara
haber vermişti. Peygamber efendimiz çok üzülmüşlerdi.
Eshâb-ı kirâm dediler ki: “Yâ Rasûlullah! Sizi üzüntülü
görmek bizi daha çok üzüyor.”
Bunun üzerine üzüntülerinin, şehîdlerin Cennette,
karşılıklı tahtlar üzerinde oturduklarının kendisine
gösterilmesine kadar devam edeceğini beyân ettiler.
Ca'fer-i Tayyâr'ın hanımı Hz. Esmâ binti Umeys
anlatıyor:
"O gün ekmek yapacağım hamuru yoğurduktan sonra,
çocuklarımı yıkadım, temizledim, güzel kokular sürdüm.
A S H Â B-I
K İ R Â M
345
Rasûlullah teşrif etti. Buyurdu ki: “Ey Esmâ! Ca'fer'in
çocukları nerede? Onları bana getir!”
Çocukları getirdim. Onları sevdi, okşadı ve mübârek
gözlerinden yaş aktı. Bunun üzerine kendilerine sordum: “Ey
Allahın Resûlü! Niçin ağlıyorsunuz? Yoksa Ca'fer ve
arkadaşlarından size bir haber mi geldi?”
Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Evet, onlar bugün
şehîd oldular.”
Bunu duyunca ağlamaya başladım. Peygamberimiz,
ağzımdan uygun olmayan bir söz çıkmamasını tenbih edip,
evlerine gittiler."
Bundan sonra Peygamber efendimiz, kerîmesi Hz.
Fâtıma'nın yanına vardı. O da ağlıyordu.
Peygamberimiz Hz. Ca'fer'in âilesi için yemek
yapılmasını emretti. Üç gün ev halkına yemek yedirildi ve bu
sünnet oldu.
Peygamber efendimizin üzüntüsü devam ederken,
Cebrâil aleyhisselâmın gelerek, Hz. Ca'fer'in kesilen iki eli
yerine Allahü teâlâ tarafından yâkuttan iki kanat ihsân
olunduğunu, o kanatlarla Cennette uçmakta olduğunu haber
vermesi üzerine Peygamber efendimiz, Hz. Ca'fer'in ailesine;
Ey iki kanatlı mesûd kimsenin çocukları, diyerek bu durumu
müjdelemiştir.
346
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hicretin sekizinci yılında Şam civarında Mû’te
denilen yerde Rumlarla harb ederken kırkbir yaşında şehîd
oldu. Rasûlullah’a çok benzeyen yedi kişiden biri idi. Eshâbı kirâmdan Hz. Ebû Hureyre buyuruyor ki: Cafer radıyallâhu
anh, fakîrleri sever, onlarla otururdu. Onları görüp gözetirdi.
Peygamber efendimiz, O’nu fakîrlerin babası diye
künyelendirmişti.”
HAZRET-İ ABDULLAH B. ABBAS
Eshab-ı kiramın meşhurlarındandır. Resulullah
efendimizin amcası hazret-i Abbas'ın oğludur. İbn-i Abbas
olarak tanınır. Annesi Lübabe binti Haris Halid bin Velid'in
teyzesidir. Hicretten birkaç sene önce Mekke'de doğdu.
Nesebi: Abdullah ibn-i Abbas ibn-i Abdül-Muttalib ibn-i
Haşim ibn-i Abdi Menaf el-Kureyşî el-Hâşimî'dir.
Hazret-i Abdullah, hicretten üç yıl kadar önce
Mekke'de doğmuştur. Hazret-i Abdullah doğunca, babası
Abbas onu Rasûl-i Ekrem'in yanına getirir, Rasûl-i Ekrem
onun ağzına biraz hurma ezmesi koymuş ve ona dua
etmiştir.
Küçük Abdullah'ın teyzesi Meymune, Rasûlullah'ın
sallallâhu aleyhi vesellem mübarek hanımlarındandı. Hz.
Peygamber'in ailesinin bir ferdi olarak Rasûlullah'ın evine sık
sık giderdi. Çalışkanlığı, zekâsı ve dürüstlüğü ile kısa
zamanda Peygamber'in sevgisini kazandığı için, bazı geceler
birlikte ibadet bile ederlerdi.
A S H Â B-I
K İ R Â M
347
Uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücudlu bir zat
olan Abdullah bin Abbas, bazen sakalını kına ile boyardı.
Allah korkusundan dolayı çok ağlaması sebebiyle
yanaklarında göz yaşlarının bıraktığı izler görünürdü.
Hicretten sonra birkaç yıl Mekke-i Mükerremede kalan
Abdullah bin Abbas, Mekke'nin fethinden önce Medine'ye
ailesiyle birlikte hicret etti. Aklı, zekası, çabuk kavrayışı ile
dikkat çeken Abdullah bin Abbas, Peygamber efendimizin
sağlığında Kur'an-ı Kerimin bir kısmını ezberledi.
Peygamber efendimiz vefat ettiği sırada on üç veya on dört
yaşındaydı. Eshab-ı kiramın büyüklerinin meclislerinde
bulundu. İlim ve fazilette yüksek dereceye ulaştı. Hulefa-i
Raşidin devrinde fetvalar verdi. Hazret-i Osman devrinde
Afrika seferine katıldı. Bu seferde İslam ordusu adına
kendisine elçilik vazifesi verildi. Hazret-i Osman'ın şehid
edildiği günlerde, halifenin emriyle hac emirliği yaptı.
Hazret-i Osman'ın şehid edilmesinden sonra Hazret-i Ali'nin
yanında yer aldı. Basra valiliği vazifesinde bulundu. Sıffin'de
Hazret-i Ali'nin kumandanlarından olup, onun şehadetinden
önce istifa edip, Mekke'ye oradan da Taif'e gitti ve vefatına
kadar burada kaldı.
Abdullah bin Abbas, Eshab-ı kiram arasında ilminin
üstünlüğü ile tanınmıştır. İlimdeki yüksekliği sebebiyle,
kendisine Bahr-ül-İlim yani ilim deryası veya Hibr-ül-Ümme
yani Ümmetin Alimi denildi. Bilhassa Kur'an-ı kerimin tefsiri
ve ayet-i kerimelerin izahında yüksek bir dereceye sahipti.
Bu vasfından dolayı Tercüman-ül-Kur'an da denilmiştir.
348
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Abdullah bin Abbas tefsir ilminden başka hadis, fıkıh,
edebiyat ve sahabenin ihtilaf ettiği konularda ve diğer ilim
dallarında mütehassıs idi. Abdullah ibni Mes'ud radıyallahü
anh, Abdullah bin Abbas hakkında; "O Sultan-ülMüfessirindir." derdi. Abdullah bin Abbas'ın günlük
çalışmaları, plan ve intizam içinde geçerdi. Hangi gün ne iş
yapacağını önceden tesbit eder ve onlara eksiksiz uyardı.
Küçük yaştan itibaren Peygamber efendimizin
huzurunda ve hizmetinde bulunup iltifat ve ihsanlarına
kavuştu. Meseleleri herkesin anlayacağı, çok tatlı bir dille
anlatırdı. Peygamber'in güzel ahlâkı ile ahlaklanmış olan
Abdullah, "Bu nimeti bana veren yüce Allah'tır. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi vesellem benim için ilim ve hikmet
niyazında bulundu. Cenâb-ı Hak da ihsan etti." derdi.
Kendi döneminde yaşayan sahâbîler ve tanıştığı ilim
adamları onu çok takdir ederlerdi. O, yetmiş sahâbînin
üzerinde fikir beyan edip halledemediği bir meseleyi, kendi
başına çözecek kadar ilim sahibi idi. O, rivâyet ettiği 1660
hadisle, en çok hadis rivâyet eden yedi sahâbîden beşincisi
oldu. Bir kısmını bizzat Peygamber'den duydu; çoğunu ise
Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz.Muaz, babası Abbas ve Hz.Ebû Zer
gibi büyük sahâbîlerden öğrendi.
Keskin bir kavrayış ve büyük bir anlayış ile en zor ilmî
meseleleri dahi kısa zamanda çözerdi. Hz. Ömer, onu bu
yüzden herkesten üstün tutmuştur. Hz. Ömer, önemli ve
çözümü zor bir meseleyle karşılaştığı zaman, İbn-i Abbas'a
danışır ve ona "Ey becerikli, çöz bakalım." derdi. Bir gün İbn-
A S H Â B-I
K İ R Â M
349
i Abbas sıtmaya yakalandığında, Hattab oğlu Ömer, onun
ziyaretine giderek, "Senin hastalığın bizi perişan etti. Allah
bize yardım etsin." Dedi
Hazret-i Abdullah ibn-i Abbas son derece zeki, akl-ı
selim sahibi, metin seciyeli, ince ve yüksek düşünüşlü bir zât
idi. Onun Rasûl-i Ekrem'e mülâzemeti çocukluk zamanına
tevafuk eder.
Ümmül-mü'minîn Hazret-i Meymûne ki, Hazret-i İbn-i
Abbas'ın teyzesidir, İbn-i Abbas'ı çok sever, ona son derece
kıymet verirdi. Hazret-i İbn-i Abbas, sık sık Rasûl-i Ekrem'i
ve teyzesini ziyarete giderdi ve onlarda misafir olurdu.
Hazret-i Abdullah, bu hadiseleri şu şekilde nakleder:
"Bir gece teyzem Meymune bint-i Hâris'in nezdinde
kalmış idim. O gece Rasûl-i Ekrem aleyhisselâm onun
nezdinde kalacaklardı. Geceleyin Rasûl-i Ekrem, kıyam ile
namaza durdular. Onun namaza durduklarını görünce ben
de hemen kalktım, Rasûl-i Ekrem'in solunda namaza
durdum, ona iktida ettim. Rasûl-i Ekrem elini uzattı, başıma
dokunarak beni sağına getirdi."
Yine bir gece Rasûl-i Ekrem'in hanesinde teyzemin
yanında misafir oldum, Rasûl-i Ekrem teşrif buyurunca beni
henüz görmeden teyzeme misafirin kim olduğunu sordu,
teyzemden amcazâdeniz Abdullah diye cevab alınca benim
için“Allahümme fakkıh fid-dîni ve allimet-te'vîle" buyurdu.
350
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hazret-i İbn-i Abbas Rasûl-i Ekrem'in irtihâli anında,
onüç yaşında bir gençti. Hazret-i Ebûbekir devrini yaşayan
Hazret-i İbn-i Abbas, Hazret-i Ömer devrinde gençlik çağına
varmış, bütün ekâbir-i Ashâb ile Hazret-i Ömer'in feyz-i
sohbetinden, ilm ü irfanından istifade etmiş; onların Rasûl-i
Ekrem'den telakkî ettikleri bütün maarifi ihata eylemiş, elhâsıl bütün muasırlarının bildiklerini kavramak ve
anlamakla meşgul olmuştu. İmam Buhârî'nin bildirdiğine
göre, Hazret-i İbn-i Abbas, Bedir muharebesine katılan
sahabenin büyüklerine yetişmiş, onların telâkki ettikleri
ulûm ve maarifi tahsil etmiş, devrinde bilhassa ilim ve irfanı
ile temâyüz etmişti.
Hazret-i Osman devrinde ve Mısır'ın Abdullah ibn-i
Ebî Sehr tarafından idare olunduğu sırada, Hazret-i İbn-i
Abbas, Afrika seferine iştirak etmiş, bu sefere Medine-i
Münevvere'den iştirak eden kafile ile birlikte hareket ederek,
İslâm ordusu adına elçilik görevinde bulunmuştu. O zaman
Afrika'da hükümdarlık eden Cercis ile görüşmüş, zekâsının
keskinliği ile, fikirlerinin kuvvetiyle, irfanının vüs'atiyle
Cercis'i ve adamlarını hayrete düşürmüştü. Onlar, Hazret-i
İbn-i Abbas hakkında: "Bu adam Arapların hıbrıdır, yâni en
mütebahhir âlimidir." demişlerdi.
Hazret-i İbn-i Abbas, bilhassa Kur'an-ı Kerim'in tefsir
ve te'vilinde büyük bir kudret sahibi idi. Ayât-ı kerimenin
esbâb-ı nüzûlünü gayet iyi bilir, nâsih ve mensuhu
mükemmel bir surette anlardı. Ondan dolayı o devrin bütün
büyükleri ona hürmet ederdi. Hazret-i Abdullah ibn-i
A S H Â B-I
K İ R Â M
351
Mes'ud onun ilim ve fazlını takdir eder, "Abdullah ibn-i
Abbas Kur'an-ı Kerim'in tercümanıdır." derdi.
İbn-i Abbas, Hazret-i Ömer'in ilim meclislerine iştirak
ederdi. Bütün ashâb onun berrak muhakemesinden, geniş
malumatından istifade ederdi. Hazret-i Ömer'in Hazret-i İbni Abbas'a itimadı o kadar ileri idi ki, onun Bedir ehli yaşlı
kimselerle ile bir tutar ve onların meclislerinde hazır
bulundururdu. Hatta Bedir ashâbından bazıları, onun gibi
genç bir adamın meclislerinde bulunmasından müteessir
olurlardı. Hazret-i ibn-i Abbas'ın kendisi bu vaziyeti
naklederek der ki:
"Hazret-i Ömer, beni Bedir ehli yaşlılarının
meclislerine kabul ederdi. Anlaşılan bundan onların bazıları
müteessir olmuş, benim niçin onların meclisinde
bulunduğumu sormuş, hatta bizim onun kadar oğullarımız
vardır demişlerdi. Hazret-i Ömer onlara: 'Yahu, bu genç sizin
zannettiğiniz gibi değil!' demiş. Bir gün onları davet ederek
beni de onlarla beraber kabul etmişti. Onun beni o gün
onlara göstermek için davet ettiği besbelli idi. Hazret-i Ömer
meclise sordu:
"Nasr sûresi hakkında ne dersiniz?" dedi.
Hazır bulunan zevâtın bazıları: “Cenâb-ı Hak, nusrete
nail olduğumuz zaman hamd ve istiğfarı emir buyuruyor."
demişler, birçokları da susmuşlardı.
Hazret-i Ömer, bana bakarak:
352
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
"-Sen de bu fikirde misin, İbn-i Abbas?" dedi.
"-Hayır!" dedim.
Hazret-i Ömer:
"- O halde ne diyorsun?"
"-Bu sûre-i şerife Rasûl-i Ekrem'in ecelinden
bahsediyor. Cenâb-ı Hak Rasûl-i Ekrem'e ecelinin
yaklaştığını bildirerek: 'Allah'ın nusreti eriştiği ve fetih
müyesser olduğu zaman, ki bu senin ecelinin yaklaştığına
işarettir; sen Allah'ı tenzih, tesbih ederek ona hamd et, ondan
mağfiret niyaz et! Cenâb-ı Hak tevbeleri kabul edicidir.'
buyurmuştur." Dedim.
Hazret-i Ömer bu cevaba karşı:
"Ben de bundan fazlasını bilmiyorum!" buyurdu.
Hazret-i İbn-i Abbas hadis ilminde mütebahhir olan
ulemadandır. Hazret-i İbn-i Abbas bütün bu ehadis-i şerifeyi
tetkik ve taharri ile öğrenmiştir. Çünkü onun bunları
doğrudan doğruya Rasûl-i Ekrem'den telâkki etmesine
imkân yoktu. Rasûl-i Ekrem'in irtihali zamanında İbn-i
Abbas onüç yaşlarında idi. Onun için bu vâsi' malûmatı sa’y
ve gayretle elde etmiştir.
Ebû Seleme der ki: Hazret-i İbn-i Abbas bir kimsenin
Rasûl-i Ekrem hakkında bir şey bildiğini haber aldı mı, o
adamın bildiğini öğrenmeden rahat edemezdi. Rasûl-i
Ekrem'in azadlı kölesi Ebû Rafi', Rasûl-i Ekrem'in birçok
A S H Â B-I
K İ R Â M
353
ahvâl ve ef'aline vâkıf bulunuyordu. İbn-i Abbas birçok
malûmatı ondan öğrenmiştir.
Bir kere Hazret-i İbn-i Abbas ile Misver ibn-i Mahreme
arasında ihtilâf hâsıl olmuştu. İkisi de Ebvâ'da
bulunuyorlardı. Mesele ihrama giren bir adamın başını
yıkayıp yıkamaması idi.
Abdullah İbn-i Abbas'a göre ihrama giren bir adam
başını yıkayabilirdi. Misver ise, ihrama giren adamın başını
yıkayamayacağını söylüyordu. Bunun üzerine Hazret-i İbn-i
Abbas, Abdullah ibn-i Hüneyn'i Hazret-i Ebû Eyyûb elEnsàrî'ye göndermiş, ona bu meseleyi sormasını emretmişti.
Abdullah ibn-i Hüneyn derki "Kalktım gittim. Hazret-i
Ebû Eyyûb bir kuyunun başına dikilmiş iki tahta parçası
arasında yıkanıyordu. Sırtında bir elbise vardı. Ona selâm
verdim. Bana dönerek: Sen kimsin? Dedi. Ben: Abdullah ibn-i
Hüneyn'im, dedim ve devam ettim: Beni sana Abdullah ibn-i
Abbas gönderdi. Rasûl-i Ekrem'in ihrama girdikten sonra
başını nasıl yıkadığını sormamı istedi. Bunun üzerine
Hazret-i Ebû Eyyüb önündeki bir adama başımdan suyu dök
dedi. Su dökülmüş, o da iki eliyle başını ovmuş, ellerini ileri
geri götürmüş, ondan sonra "Rasûl-i Ekrem efendimiz'in
böyle yaptığını gördüm." demiştir.
Ashâb-ı Kiram, Rasûl-i Ekrem efendimiz'in ahval ve
ef'alini tahkik hususunda ihtilâfa düştükleri takdirde,
Hazret-i İbn-i Abbas'a müracaat eder, onu dinlerdi. İhtilâfa
düşülen noktalardan biri de ihrama girmenin vakit ve
354
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
mahalli idi. Hazret-i İbn-i Abbas bunların hepsini beyan
etmiştir: Medine ahalisi, Zülhuleyfe makamında, Şam ahalisi
Cuhfe, Necid ahalisi Karnulmenâzil, Yemen ahalisi
Yelemlem'den itibaren ihrama girerler. Buyurmuştur.
Hazret-i İbn-i Abbas'ın talebeleri oldukca fazladır: Saîd
ibn-i Cübeyr, Mücâhid ibn-i Cebr, İkrime, Atâ ibn-i Ebî
Rebah, Amr ibn-i Dinar meşhurlarındandır.
Hazret-i İbn-i Abbas müşkil bir meselede evvelâ
Kitâbullah'a müracaat ederdi, aradığını orada bulamazsa
Sünnet-i Seniyyede arardı. Şayet bu büyük menbada da bir
şey bulamazsa Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'in
verdikleri hükümlere müracaat ederdi. Meseleyi yine
halledemezse o zaman ictihad eder ve kıyasa bakardı ve
kıyas ile meseleyi hallederdi.
“Kur’an ve Sünnete tâbi olan mü’mini hiçbir batıl fikir
yıkamaz. Fakat bu dinin pek nâzik meseleleri vardır. Kaza ve
kader meseleleri bunlardan biridir. Bilhassa bu mesele ifrat
ve tefrite mütehammil değildir. Bu mesele üzerinde ifrat ve
tefrit, sürü sürü fitnelere sebebiyet verir.” Derdi.
Kasım ibn-i Muhammed der ki: "Batıl hiçbir vakit İbn-i
Abbas'ın meclisine girmemiştir. Onun verdiği fetvâlar
tamamiyle Sünnet-i Seniyyeye mutabıktır."
Akidenin sağlamlığı ve sıhhati bir dinin ruhu
mesabesindedir. Hâlbuki İslâmiyet'e giren bazı kimseler,
hayır ve şer, kaza ve kader meseleleri ile uzun uzadıya
A S H Â B-I
K İ R Â M
355
meşgul olmuşlar, Bunların kimi kaza ve kaderi inkâr etmiş,
kimisi de insanın irade ve ihtiyarını inkâr ederek türlü türlü
yollara sülûk etmişler, bu sûretle bid'at kapılarını açmışlar,
akaidi sarsacak bir hattıhareket takib etmişlerdir.
Abdullah b. Abbas’ anlatıyor: Babamla beraber
Rasûlullah’ın yanındaydık. Orada rasûlullah’ın kendisiyle
konuştuğu bir kimse vardı. Hz. Peygamber onunla
konuştuğu için babama yönelmedi. Peygamber katından
çıktıktan sonra babam,
“Ey oğul! Görmedin mi, amcanın oğlu sanki benden
yüz çevirir gibiydi!” dedi.
“Ey baba! Peygamber’in yanında bir kişi vardı. Onunla
bir mesele konuşuyordu” dedim. Bunun üzerine Rasûlullaha
döndük. Babam,
“Ey Allah’ın Rasûlü, ben Abdullah’a şöyle şöyle
söyledim. O da bana seninle bir mesele konuşan bir zât
bulunduğunu söyledi. Acaba böyle bir kimse var mıydı?”
dedi. Hz. Peygamber, evet vardı diye cevap verdikten sonra:
“Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?” diye sordu.
“Evet, gördüm” dedim. Hz. Peygamber,
“İşte o Cebrail’di. Sana yönelmekten beni meşgul eden
oydu” ya ammi buyurdu.
356
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Peygamber olmadığı halde Cebrail’i gören kimsenin
iki gözü kör olmazdan önce vefat etmeyecektir dedi. Allah
bu yüzden Abdullaha büyük ecir verecektir” buyurdu.
Vefatı
İbn-İ Abbas, hicrî 68 yılında âmâ olarak ruhunu Taif'te
teslim etti. Yüce Mevlası'na ve O'nun sevgili Peygamberine
sallallâhu aleyhi vesellem kavuştuğunda yetmiş yaşlarına
gelmişti. Cenaze namazını Hz. Ali'nin oğlu Muhammed bin
Hanefiyye kıldırdı.
Said bin Cübeyir, İbn-i Abbas'ın cenaze merasiminde
yaşanan ilginç bir olayı şu şekilde nakletmektedir: "İbn-i
Abbas'ın cenazesinde ben de bulundum. Hiç görülmemiş bir
cins kuş gelip, tabutunun içine girdi ve dikkat ettik; bir daha
çıkmadı. Gömüldüğü zaman kabrin kenarında birisi:
() ‫ﯾَﺎ اَﯾﱠﺘُﮭَﺎ اﻟﻨﱠﻔْﺲُ اﻟْﻤُﻄْﻤَﺌِﻨﱠﺔُ )( اِرْﺟِﻌِﻰ اِﻟَﻰ رَﺑﱢﻚِ رَاﺿِﯿَﺔً ﻣَﺮْﺿِﯿﱠﺔً )( ﻓَﺎدْﺧُﻠِﻰ ﻓِﻰ ﻋِﺒَﺎدِى‬
‫وَادْﺧُﻠِﻰ ﺟَﻨﱠﺘِﻰ‬
“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da
senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl,
ve Cennetime gir!” 82
Âyet-i kerimelerini okudu. Fakat okuyanın kim
olduğu bilinemedi."
82
FECR SÛRESİ, ÂYET 27-30
A S H Â B-I
K İ R Â M
357
Yaşanan bu olağanüstü hadiseyi Meymun bin Mihran
da şu sözleriyle teyit etmektedir: "İbn-i Abbas'ı kefenledikten
sonra beyaz bir kuş, kefenin içine girdi. O kuş, ne kadar
arandıysa da bulunamadı. İbn-i Abbas'ın azatlısı İkrime: Bu
kuş, Rasûlullah'ın, vefat ettiği gün kendisine tekrar
verileceğini vaat ettiği gözüdür.' dedi. Üstüne toprak
atıldıktan sonra da bir ses işittik. Fakat sesin sahibini
göremedik."buyurur.
Allah cümlemizi ashâbı kirâm hazâratının şefaâtlarına
nail eylesin. Âmin. Bi hurmeti tâha ve yâsin. Bi hurmeti sırrı
sûre’ti el-fâtiha.
EHLULLAH HAZARÂTININ EVSÂFI
Bedru hâfâ Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendiye;“efendim Hak dostları halk içinde nasıl ayırt edilir?” diye
sorarlar. Hazret de şu cevabı verir:
“-Lisânlarındaki halâvetle, ahlaklarındaki letâfetle,
hallerindeki istikametle, yüzlerindeki beşâşet ve beşâretle,
edâlarındaki zerâfetle, nefislerindeki sehavetle, hülâsa cümle
mahlûkata gösterdikleri merhametle onlar ayırt edilir.
Ehlullah Hazretleri’nin bizzat yaşayıp insanlara telkin
ettiği şu düsturlar da bu husûsiyetin bir başka tezâhürü
mevkiindedir:
“Şevkat ve merhamette güneş gibi ol!
358
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Başkalarının kusurlarını örtmekte gece gibi ol!
Sehavet ve cömertlikte akarsu gibi ol!
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol!
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol!
Olduğun gibi görün; göründüğün gibi ol!...”
Tasavvuf yolunda zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş ve
kalbi merhaleler kat ederek kamil insan şerefine ulaşmış
bulunan Hak dostları, “Veresetü’l-enbiyâ” olma şerefine
erişmişlerdir.
Onlar,
nebevî
irşad
ve
davranış
mükemmelliğinin
zamanlara
yayılmış
zirveleri
ve
Rasûlullahın naibleridir. Yâni onlar, Hz. Peygamber
aleyhisselam ve onun ashâbını görme şerefine nâil
olamayanlar için fiilî ve müşahhas rehberlerdir.
Ehlullâhın tavsiye ve nasihatleri, Rasûlullah
aleyhisselât-ü vesselâm’in sohbetlerinden akseden birer feyiz
ve bereket tecellisidir. Zirâ mânevi istifâdenin merkezi
Rasûlullahtır. İlâhi hakikat ve rûhî heyecanlarla dolu sohbet
ve nasihatler, hep o merkezden teselsülen in’ikas yoluyla
mün’akis olan nurlardır. Hak dostlarının meclislerini
ganimet bilmek gerekir ki, onlar Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’in nübüvvet hayatını kavlen, fiilen ve hâlen
ümmete aksettiren örnek şahsiyetlerdir. Bu yüzden onların
ikaz ve nasihatleri gönüllere şifadır.
Allah Resulü aleyhisselât-ü vesselâm bir gün ashâbına:
“-Cennet ağaçlarından birine rastladığınızda gölgesine
oturun ve yemişlerinden yeyin! Buyurunca:
A S H Â B-I
K İ R Â M
359
“-Ya Rasûlallah! Bu hâl dünyâda iken nasıl mümkün
olur? diye sordular.
Rasûlullah aleyhisselât-ü vesselâm:
“- Ehlullaha tevafük ettiğinizde Cennet ağaçlarından
birine rast gelmiş olursunuz.” Buyurdular.
Hak dostları Cennet ağaçlarıdır asırlar boyu insanlığı
ilim ve irfanlarıyla, feyizleriyle tenvir etmiş ve halen de
tenvir etmeye devam etmektedirler. Onların hikmet ve ibret
dolu nasihatleri, hakikate meftûn gönüllerin gıdasıdır.
Ehlullah hazaratı buyururlar ki:
“Allah Teâlâ, nebileri ve velileri alemlere rahmet
olarak göndermiştir. Bu yüzden insanlara bıkmadan,
usanmadan nasihatte bulunurlar. Bu nasihatleri dinlemeyip
kabul etmeyenler içinde, “Ya Rabbi! Sen bunlara merhamet
buyur, rahmet kapısını bunlara kapatma! diye yalvarırlar.”
Hak dostları bir nehir gibidir ki, uzun yollar boyunca
binbir canlıya insana, hayvana, ağaca, güle, sümbüle,
bülbüle, hayat vererek akıp gider. Bu ırmağın varacağı yer de
Cenab-ı Hakk’ın ebedi vuslat deryasıdır. Onların hayatları,
insanlık adına bir zirve teşkil ettiği gibi, vefatları da
müstesna ibret ve hikmet dersleriyle doludur. Çünkü onlar
dünya hayatını, daima ahiret gerçeğini dikkate alarak ve
ilahi tanzime ram olarak yaşadıklarından onların nazarında
360
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
ölüm, karanlık bir kabus olmaktan çıkmış, ebedi vuslatın
saadet kapısı olarak telakki edilmiştir. Hazreti Piranı izam
buyurur:
“Oğul! Herkesin ölümü kendi yaşantısı gibidir, insanı
Allah’a kavuşturduğunu düşünmeyip ölümden korkanlar
için ölüm, korkunç bir düşman gibi görünür. Allah ve
Rasulüne kavuşmak isteyenlere ise ölüm bahtiyarlıktır.”
Bu yüzden ekseri insanlara soğuk ürpertiler ve
korkular saçan ölüm gerçeği, evliyaullah için vuslat gecesi
haline gelmiştir. Onlar dünya hayatında Allah’ın murâdına
muhalefet etmekten başka hiçbir şeyden korkmadıkları için
ahirette bütün korkulardan emin kılınmışlardır. Bu hususta
ayet-i kerimelerde şöyle buyurulur:
Allahu Teâlâ buyuruyor:
‫اِنﱠ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻗَﺎﻟُﻮا رَﺑﱡﻨَﺎ اﻟﻠﱠﮫُ ﺛُﻢﱠ اﺳْﺘَﻘَﺎﻣُﻮا ﺗَﺘَﻨَﺰﱠلُ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻢُ اﻟْﻤَﻠَﺌِﻜَﺔُ اَﻟﱠﺎ ﺗَﺨَﺎﻓُﻮا وَﻟَﺎ ﺗَﺤْﺰَﻧُﻮا وَاَﺑْﺸِﺮُوا‬
َ‫ﺑِﺎﻟْﺠَﻨﱠﺔِ اﻟﱠﺘِﻰ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺗُﻮﻋَﺪُون‬
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda
yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın,
üzülmeyin, size vâdolunan Cennetle sevinin!” 83 derler.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
ُ‫ﻟَﮭُﻢُ اﻟْﺒُﺸْﺮَى ﻓِﻰ اﻟْﺤَﯿَﻮةِ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ وَﻓِﻰ اﻟْﺎَﺧِﺮَةِ ﻟَﺎﺗَﺒْﺪِﯾﻞَ ﻟِﻜَﻠِﻤَﺎتِ اﻟﻠﱠﮫِ ذَﻟِﻚَ ھُﻮَ اﻟْﻔَﻮْزُ اﻟْﻌَﻈِﯿﻢ‬
83
FUSSİLET SÛRESİ, ÂYET 30
A S H Â B-I
K İ R Â M
361
“Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır.
Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun
kendisidir.” 84
Cenâb-ı Hakk yine buyuruyor ki:
‫ﻟَﮫُ ﻣُﻌَﻘﱢﺒَﺎتٌ ﻣِﻦْ ﺑَﯿْﻦِ ﯾَﺪَﯾْﮫِ وَﻣِﻦْ ﺧَﻠْﻔِﮫِ ﯾَﺤْﻔَﻈُﻮﻧَﮫُ ﻣِﻦْ اَﻣْﺮِ اﻟﻠﱠﮫِ اِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ﻟَﺎ ﯾُﻐَﯿﱢﺮُ ﻣَﺎ ﺑِﻘَﻮْمٍ ﺣَﺘﱠﻰ‬
ٍ‫ﯾُﻐَﯿﱢﺮُوا ﻣَﺎ ﺑِﺎَﻧْﻔُﺴِﮭِﻢْ وَاِذَا اَرَادَ اﻟﻠﱠﮫُ ﺑِﻘَﻮْمٍ ﺳُﻮءًا ﻓَﻠَﺎ ﻣَﺮَدﱠ ﻟَﮫُ وَﻣَﺎﻟَﮭُﻢْ ﻣِﻦْ دُوﻧِﮫِ ﻣِﻦْ وَال‬
“Onun önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan
takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri
değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir
topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir
şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” 85
Bu âyet uyarınca, evliyaullah dahi kendilerindeki o
velâyet hasletini, o iman ve ittikayı değiştirip bozmadıkça
Allahu Teâlâ’nın bu dünya ve ahiret için verdiği sözü, ve
müjdeyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bunlar ebedî
müjdelerdir. İşte bunlar felâha erenlerdir. Madem ki,
evliyaullah böyle müjdelerle müjdelenmiştir ve onlara korku
yoktur ve onlar mahzunda olmayacaktır, öyleyse
peygamberlik
rütbesi
daha
yüksek
olduğu
için
peygamberlere hiç bir zaman korku ve hüzün yoktur.
Nasıl ki her Peygamberin kendisine has bir takım
hususiyetleri varsa, Evliyâullâh zümresinin de farklı
hususiyetleri vardır. Meselâ, Celâlî veya Cemâlî mizacta
olabilirler. Fakat bunların hepsi Cenab-ı Hakk’ı sıradan
84
85
YUNUS SÛRESİ, ÂYET 64
RA’D SÛRESİ, ÂYET 11
362
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
insanların idrak ve ihatasından daha farklı bilir ve bütün
faniliklerden kalben müstağni kalarak Hakk’a yaklaşma
gayreti içinde olurlar. Bu uçsuz bucaksız marifetullâh
sahasında daima hakkel yakin olarak cenabı hakkı müşahede
ederler. Böyle olmakla beraber veliullahın hepsi, aynı
merhalede olmadığı gibi aynı vazife ile de mükellef
değildirler.
Bazıları, irşadla mükellef olmadıklarından, onlar,
hayret makamında kalır ve daimi bir surette sûkut halinde
olurlar. Böyleleri ilahi kudret akışları karşısında lâl (dilsiz)
gibidir. Diğer bazıları ise, seyr-u sûlûkûn nihayetinde halka
dönerler. Bunlar irşadla mükelleftirler. İnsanlığa vazifeli olan
böyle Hak dostları, adeta çağlayanlar gibidir. Dillerinden ve
gönüllerinden ilahi sır ve hikmetler taşmaya başlar.
Nefsini tezkiye kalbini tasfiye edip, itminâna ermeden
imanın hakikatına ulaşmak mümkün olmaz. İtminana
kavuşmak, sırrına ermektir ki bu iman zevâl bulmaz. Bu
iman Allah dostlarının imanıdır. İyi bil ki, hakikaten
evliyâullahın üzerlerine korku yoktur. Evliyaullah ünvanı,
Allah (c.c)’na dost olanlar, Allah için dost olanlar, Allah için
birbirlerine destek olanlar gibi mânâlara gelir. Velâyet,
muhabbet, dostluk, yardım ve vekâleten onun işine bakmak
gibi anlamlar ifade eder. Bu ünvana kimlerin layık oldukları
hakkında ulemânın naklettikleri bazı rivâyetler vardır.
Said bin Cübeyr radıyallahu anh dan rivâyet
olunmuştur ki Rasûlullah’a evliyaullah’ın kimler olduğu
A S H Â B-I
K İ R Â M
363
sorulmuş Oda şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir
ki, görüldüklerinde Allah zikr olunur (yâd olunur).” 86
Başka bir rivâyette ise, “Görüldüklerinde Allah hatıra
gelir.”
87
Yakınlarında bulunanlar görürler ki halleri, ve
davranışları ile derhal Allah hatırlanır. Abdullah bin Abbas
radıyallahu anh semt ve heyetleri yerine ihbat ve sekinet yani
duruşlarını ve yürüyüşlerini görenlerin hatırına Allah gelir
şeklinde tefsir etmiştir. Bunların dünya malına tamahları
yoktur. Çalışmanın ibadet olduğunu bilirler kazançlarını
Hakk yolunda infak ederler “Allah uğrunda birbirlerini
severler.
Nitekim Ömer bin Hattab’dan rivâyet olunmuştur ki
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur.
“Allah`ın kullarından
öyle insanlar vardır ki, enbiyâ
değiller, şehid de değiller, fakat kıyamet gününde Allah
katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehidler
imrenerek bakacaklardır”. Ashâb-ı Kirâm: “Ey Allah'ın
Rasûlü ! bunlar kimler ve ne gibi hayırlı ameller
yapmışlardır? Bize bildir ve bizde onlara sevgi ve yakınlık
gösterelim” dediler. Rasûlullah: “Bunlar bir kavimdir ki
aralarında ne akrabalık ne ticaret olmaksızın Allah’ın nuru
ile nurlanıp Allah rızası için birbirlerini severler. Vallahi
yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber
üzerindedirler.
İnsanlar
korktukları zaman
bunlar
86
87
HADİS, İBNİ MACE
HADİS, SÜYUTİ, ED-DÜRRÜL-MENSÛR
364
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar
hüzünlenmezler” 88buyurdu.
Ebu Hureyre radıyallahu anh dan ve Ebu Mâlik Eş’ârî
radıyallahu anh dan da aynı mealde rivâyetler
bulunmaktadır. Bu rivâyetlerin her biri bir başka özellikte
tarif demek olduğundan hepsinin ortak olarak anlamını içine
alan geniş bir tarif ortaya konmuştur. Bu sadık kullar Allah
(c.c)’na ibâdet ve taatle sevgi gösterisinde bulunur, Allah da
kendilerine kerâmet ihsan ederek dostluğunu gösterir. Onlar
işte böyle kimselerdir ki, aşağıdaki âyette daha açık bir
sûrette Cenâb-ı Hakk şöyle beyan buyurmuştur:
َ ‫اَﻟﱠﺬِﯾﻦَ اَﻣَﻨُﻮا وَﻛَﺎﻧُﻮا ﯾَﺘﱠﻘُﻮ‬
‫ن‬
“Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır.” 89
Peygamber efendimiz kutsi hadiste buyuruyor ki:
“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona
harp ilân ederim. Kulum bana nafilelerle o kadar yaklaşır ki
ben onu severim ve ben onu sevince işiten kulağı, gören
gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” 90
Fahreddin Râzi hazretleri kerâmet hakkında şöyle
buyurur: “Allah'ın Celâl nûru kul için kulak olunca o kul
yakını işittiği gibi uzağıda işitir. Bu nur ona göz olunca
HADİS, HAKİM EL-MÜSTEDREK
YUNUS SÛRESİ, ÂYET 63
90 BUHARİ RİKAK- HADİSİ KUTSİ
88
89
A S H Â B-I
K İ R Â M
365
yakını gördüğü gibi uzağıda görür ve yine bu nur bir kul için
el olunca yakına, uzağa ulaşır.” 91
Velîlerin kerâmeti hakikatin zuhûrudur
Mukaddesât eserleri tarikatın da nûrudur.
Mus’ab bin Sa’d radıyallahu anh’dan rivâyet edilen
“Siz ancak garibler hürmetine yardım olunuyor ve
rızıklandırılıyorsunuz.”92
İşte bu hadis-i şerif Allah-ü
Tealâ’nın sevdiği kullar hürmetine yardım ettiğinin gerçek
bir delilidir.
Hadis-i şerifinde ki gariblerden murad, Rasûlullah
sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz zamanında fakir
muhacirlerdir. Kutub ve Gavs onlardandır. Bu taifeye
âyetlerde “Allah'ın kulları” ve “Rahman’ın kulları”
denilmiştir.
Cenab-ı Hakk her asırda bu vasıftaki manevî rical-ü
gaybleri arzda mevcut ve hazır bulundurur. Asr-ı Saadetten
sonra bu zatlara Kutup, Gavs, Evtâd, Nücebâ ve Ebdal, üçler,
yediler, kırklar seçkin veliler, mânevi direkler şeklinde
isimler verilir. 93
Gavslık makamına ulaşan bir kişi o derece tasarruf
sahibidir ki, karada veya denizde bir kişi veya bir cemaat,
herhangi zulüm ve şiddete dûçâr olup, âciz ve zor durumda
RÂZÎ, TEFSİRİ KEBİR
HADİS, BUHÂRÎ
93 SÛYÛTÎ EL-HAVÎ
91
92
366
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
kalsa ve zamanın Gavsından yardım taleb etse; Allah-ü Tealâ
o zatlara bunu ilham tarîkiyle bildirir. O gavsda hemen
harekete geçerek Allah-ü Tealâ’nın izniyle onları o sıkıntı ve
tehlikeden kurtarır. Bu yüzden o zata yardım manasına gelen
“Gavs” ismi verilmiştir.
İbni Mes’ud Radiyallahu Anh’dan rivâyet edilen;
“Allah onlar sebebiyle yer halkından belaları kaldırır.”94
Hadis-i şerifi bu hakîkata delildir.
Gavsiyet makamına ulaşıp da dili, icâbet hazinelerinin
miftâhı hâline gelen bir zât kabul kapılarını açmak isterse,
kalbini mevlâ Teâlâya dayandırıp, dilini de dua ile
kıpırdattığında en büyük belâları insanlardan biiznillah
uzaklaştırır, çünkü o Hakk Teâlâ’nın himayesindedir. Allahu
Tealâ âleme nazar etmek dilediğinde evvelâ o zâta tecellî
eder, sonra ondan alemlere bakar. Bu makam asâleten
Rasûlullah Aleyhisselâtü vesselâm’a aittir. Vekaletende
rasûlullahın nâibleri olan gavs-ı âzamlara mahsustur.
Kettâni kuddise sirruhû şöyle buyurmuştur. Alemde
büyük belâ ve âfatlar vukû bulacağında evvelâ Nüceba
(kırklar) yalvarır belâ def olmazsa bu sefer urefâ (yediler)
niyazda bulunur, yine kalkmazsa muhtârûn (üçler) dua eder
yine mündefî olmazsa Gavs duaya başladığı anda Allah
dilerse hemen belâ ortadan kalkar, çünkü iş büyük olunca
ancak büyük bir zâtın diliyle def olması umulur. Fiilin faili
Allah’tır. Hakikatta kendisinden yardım istenilen zât ancak
94
AHMED İBNİ HANBEL, MÜSNED
A S H Â B-I
K İ R Â M
367
Allah-u Tealâ’dır. Gerçek tevhid ve mecâzi isnadın ne demek
olduğunu bilen bir kişi bir işi sebep ve vesîlelere
dayandırmakla günahkar olmaz.
Onun içindir ki evliyaullah ölmez. Çünkü Allah’ın
Hayy ismine mazhardır. Evet o velilerdir ki dünya zevkini
ehline, ahiret zevkini de yine ehline bırakıp Allah ile beraber
olmuşlardır.
Onlar Cennet ve Cehennem’i unutup ancak ALLAH
için ibadet ederler. Ve O’nunla bulundukları an, iki cihânıda
Cennet O’ndan ayrı oldukları an iki cihânı da Cehennem
görürler. Ancak O’nu ister ve ni’met olarak O’nu bilirler
başkalarına gaip olan, onlarca bilinmiştir. Vücudları bir
yerde iken gönülleri Arş’da, Kürside sohbette bulunur. Gerçi
onlar, vücudlarıyla mirac etmezler, fakat ruhlarıyle mirac
ederler. Cenâb-ı Hakkı gözleriyle görmezler, fakat esrarıyla
müşahade ederler. Onlar bu âlemde, herkesle her ne
muamele ederlerse, ancak Hakk rızâsı için ederler.
Onlar dinar ve dirhemsiz ağniyâ, taleb-i ilimsiz ülemâ
ve ümerâdırlar.
Eyliyaullah hazerâtının akvâli nebevî; ef’âli melekî;
ahlâk’i ilâhîdir. Onların ibâdet-i husûsiyeleri Cenâb-ı Hakk'ın
huzurunda mülâzemet, âdetleri ketm-i esrâr ve setr-i
kerâmettir. Veliler kavlen, fi’ilen, zâhiren ve bâtinen âdâb-ı
Nebîye temessük etmiş zâtlardır. Onlar iki cihan nurunun
ma’iyyetinde gönüllü kurbanlardır. Evliyâullahın sohbetine
devam edenler mürde kalplerini yek nazarda biiznillah ihya
368
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
ederler. Hakîki zâkir ve veli-yi kâmil, şeriat, tarîkat, ma’rifet
ve hakîkat mertebelerine müstenid, İslâm dininin
cihanşümül vahdet akîdesini bîhakk'ın taşıyan, onu bizzat
yaşayan ve tatbik eden zâttır.
Sâliklerin Halleri
Ey Sâlik, ehlullah buyurmuşlardır ki: Sâlikler iki
kısımdır. Biri sâlik-i meczûb, diğeri de meczûb-ı sâlikdir.
Sâlik-i meczûb; evvel ilâhî âsârı müşâhede eder, âsâr
ile esmâya anlar, esmâ-ı ilâhîyye ile sıfât-ı ilâhiyyeye, sıfat-ı
ilâhiyye ile fenâ fillâha, fenâ fillâh ile de bekâ billâha vâsıl
olur. Alel ekser sâliklerin hâli budur. Kitab ve sünnette
bunlara işaret vardır.
Meczûb-ı sâlik ise, evvel bekâ billâhı müşâhede eder.
İstidât ve liyâkatine göre kendisine bazı esrar ve sırlar zuhur
eder. Sonra fenâ fillah daha sonra sıfat-ı ilâhiyeyi ve esmâ-i
ilâhîyyeyi. Nihayet âsâr-ı ilâhîyyeyi müşâhede eder. Sâlikin
ibtidası, meczubun intihâsıdır. Yâni sâlikin son vardığı yere
meczub daha başında iken varmıştır. Sâlikin hâli; eşyayı
Allah (c.c)’na vâsıl olmak için müşâhede etmek; meczubun
hâli ise, eşyayı Allah ile beraber müşâhede etmektir.
Meczubun seyru sülûku mahv-u fenâ (sekir, kendinden
geçme hâli) ile sâlikin seyru sülûku da sahvu bekâ
(uyanıklık, his âlemine dönmek hâli)ile son bulur. Sâlikin
seyri sülûku aşağıdan yukarıya gitmek; Meczubun seyri
sülûku ise, yukarıdan aşağı inmektir. Meczubların seyri
sülûku mahvu fenâ ile son bulduğu için, onlar mürşid
A S H Â B-I
K İ R Â M
369
olamazlar. Bir kimsenin mürşid olabilmesi için sülûk edip,
Hakk’a vasıl olup, fenâ fillâh makamından sonra bekâ billâh
makamına ermesi lâzımdır. Çünkü bu makam Enbiyânın
vârisleri olan mürşid-i kâmillerin makâmıdır. Zira makam-ı
irşad ancak fenâdan sonra bekâ ile tahakkuk eden kimse için
sahih ve sâlim olur.
Sahvu bekâ; makam-ı mahvu fenâdan üstündür.
Mürşid-i kâmillerin halleri de evvelâ sülûk sâniyen cezbe-i
ilâhiyye ile Hakk’a vuslat, sonra da bu usül üzere insanları
Allah (c.c)’na davet edip, tebliğ ve irşad için sa’yü gayret
etmektir.
Cenâb-ı Hakk buyuruyor:
‫ﻗُﻞْ اِنْ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺗُﺤِﺒﱡﻮنَ اﻟﻠﱠﮫَ ﻓَﺎﺗﱠﺒِﻌُﻮﻧِﻰ ﯾُﺤْﺒِﺒْﻜُﻢُ اﻟﻠﱠﮫُ وَﯾَﻐْﻔِﺮْ ﻟَﻜُﻢْ ذُﻧُﻮﺑَﻜُﻢْ وَاﻟﻠﱠﮫُ ﻏَﻔُﻮرٌ رَﺣِﯿ ٌﻢ‬
“(Rasûlum! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz
ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece
bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” 95
Nazm-ı celiline göre Rasûlü Ekrem sallallâhu aleyhi
vesellem efendimizin yoluna ittiba etmemiz lazımdır.
Cezbesiz hiçbir veli yetişmemiştir. Çünkü Cenâb-ı Allah bir
kulunu kendi tarafına çekmezse hiçbir kimse kendi kendine
Cenâb-ı Hakk'a vasıl olamaz. Bazen sülûk mukaddem olur
ve bazen de cezbe mukaddem olur. Cezbe-i hakikiyye
sülûkten sonra olan cezbedir ki bu daha makbul ve kâmildir.
95
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ, ÂYET 31
370
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bu kısım meczuba, sâlik-i meczub denilir. Meczub-ı sâlik ise,
mübtedilerin hâlidir. İstikamette olurlarsa istifade ederler,
değilse edemezler.
Bazı meczublar, keşifler görür ki bu hal kendilerini
yoldan alıkoyar. Şeriata ittiba etmeyince o hali de kaybolur,
mahrum kalır. İşte bu, sâlikin hâli değildir. Meczub olanın;
herhalde sülûk görmesi lazımdır. Sülûk ve cezbe ile
terakkinin farkı, yürüyen insan ile uçan tayyarenin farkı
gibidir. Cezbe ve aşk yolu daha yakındır.
Cezbe, sahibinde iki şekilde zuhur eder: Bir kısmı
sâkindir, zahirde ve vücutta cezbe eseri görülmez. Fakat
sahibinin batını meczubdur. Bâtında hissedilen hâl, lezzet
cezbe eseridir. Diğer bir kısmı ise, mâye-i fıtratta nâr cesede
gâlib geldiği için cezbe zâhir olur, gelen fuyûzât-ı ilâhîye
teskin edilemediği için sesli olarak Allah tezekkür edilir.
İrşad için her halde sülûk lâzımdır. Meczub olanların hâli
ârızîdir, aslî değildir.
Canım Kardeşim,
“Sen aklını başına alda, nebilerin ve velilerin öğütlerini
canla başla dinle! dinle de, üzüntüden, korkudan kurtul,
manevi rahata kavuş, hertürlü sıkıntıdan emin ol!”
“Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden bu fâni
âlemin aldatmacalarından sıyrılmış, kendini tamamıyla
Hakk’a teslim etmiş olan kamil bir insanın eteğini tut ki, ahir
zamanın ve Kevn-ü fesadın fitnelerinden kurtulasın!”
A S H Â B-I
K İ R Â M
371
“Velilerin sözleri ve nasihatları âb-ı hayatla dolu, saf,
dupduru bir billur pınar gibidir. Fırsat elde iken ondan kana
kana iç de gönlünde manevi güller ve sümbüller, açılsın.”
vesselam.
PEYGAMBERİMİZİN AHİRETE İRTİHALİ
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm da insan
olması hasebiyle vefat etmesi muhakkaktı. Kendisine
Allah’ın emanet ettiği bütün işleri yirmiüç yılda yılmadan
yorulmadan, geceli gündüzlü çalışıp yerine getirdi. İnsanlığa
değişmez esaslar bıraktı onları gerçek medeniyete
kavuşturdu. Her iki alemde insanlığı rahata ve güvenliğe
kavuşturacak kaideleri getirdi. İnsanları ahlaksızlıktan nefsin
ve şeytanın hile ve tuzaklarından koruyup kurtaracak
hükümler bıraktı. Peygamberlik görevini kusursuz yerine
getirdi.
Peygamberimiz aleyhisselamın vefatına sebeb olan
hastalığı Safer ayının son gecesinde, Çarşamba günü, Bakiy
kabristanına gidip evine döndükten sonra başağarısı ile
başlamıştır. Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı onüç
gün sürmüştür.
Hz. Aişe der ki: “Peygamber Aleyhisselamın hastalığı
ağırlaşıp da ağrısı şiddetlendiği zaman, benim evimde
bakılmak üzere zevcelerinden izin istedi, onlar da izin
verdiler.
372
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bunun üzerine, Peygamber Aleyhisselâmın bir tarafında
amcası Hz. Abbas, diğer tarafında da başka biri olduğu halde
ayakları yerde sürünerek çıktı.96 O sırada bir hizmetcim de
bulunmuyordu.
Peygamber Aleyhisselâm için yastığının içi ızhır
otundan doldurulmuş bir döşek serdim hastalığı sırasında
bana: “Ey Aişe! Hayber’de tatmış olduğum zehirli etin acısını
zaman zaman duyuyorum. Şu anda sanki kalbimin damarı
kopuyor!” dediğini haber vermiştir.97
Enes bin Malik de: “Rasûlullah Aleyhisselamın küçük
dili üzerinde bu zehrin izini ve tesirini görür dururdum”
demiştir.98
Abdullah b. Mesud da: “Peygamber Aleyhisselamın
hastalığında vücudu hummânın hararetinden şiddetle
sarsıldığı sırada yanına varmıştım.
“Yâ Resulallah! Sen çok şiddetli bir hummâya
tutulmuşsun!” dedim.
Rasûlullah Aleyhisselam: “Evet! Ben sizden iki kişinin
humması gibi hummâya tutuldum!”dedi.
“Şüphe yok ki, sana iki ecir var!” dedim.
HADİS, BUHARİ
HADİS, BUHARİ
98 HADİS, MÜSLİM
96
97
A S H Â B-I
K İ R Â M
373
Rasûlullah Aleyhisselam: “Evet, öyledir. Hastalığa
tutulan hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah onun kusur ve
günahlarını ağacın yapraklarının döküldüğü gibi dökmesin!”
buyurdu” demiştir.99
Peygamberimiz Aleyhisselam, vefat ettiği Pazartesi
günü sabah namazında Hz. Aişe’nin kapısının perdesini açıp
Mesciddeki cemaate baktı.100
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerinde nakışlı bir
elbise vardı. Cemaat, Hz. Ebu Bekir’in arkasında saf olmuşlardı. Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzü bembeyazdı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam,
Müslümanların
saflarını görünce, gülümsedi. Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz
Aleyhisselamın cemaate namaz kıldırmak istediğini sanarak,
ökçesinin üzerinde geriledi.
Cemaat de, Peygamberimiz Aleyhisselamı iyileşti diye
sevinmelerinden dolayı, az kalsın namazdan çıkacaklardı.
Onlara: “Olduğunuz yerde durunuz! Namazınızı
tamamlayınız!” diye eliyle işaret buyurdu.
“Ey insanlar! Muhakkak ki, Müslümanın göreceği
veya ona gösterilecek salih, sadık rüyadan başka,
peygamberliğin gönüllere sevinç verecek müjdecilerinden
99
İBN SA’D
HADİS, BUHARİ
100
374
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
hiçbir şey kalmamıştır! Haberiniz olsun ki; ben rüku ve secde
halinde Kur’an okumaktan nehyolundum. Rükûda Yüce
Rabbi tâzim ediniz! Secdede ise ona dua ediniz! Çünkü,
secdede duanızın kabul olunması umulur!” buyurdu ve
perdeyi indirdi.
Bundan sonra, ashab Peygamberimiz Aleyhisselamın
yüzünü bir daha göremediler.101
Yine Hz. Aişe der ki: “Rasûlullah Aleyhisselam,
hastalandığı zaman, Felak ve Nâs surelerini okuyup
bedenine üfler ve vücudunu eliyle mesheder, sığardı.
Rasûlullah Aleyhisselam hastalığı şiddetlendiği zaman
ben de ona Muavezeteyn surelerini okumaya ve elinin
bereketini umarak kendi eliyle kendisine meshetmeye
başladım.
Cebrail’in Rasûlullah Aleyhisselama hastalığında
okumuş olduğu istiâze duasını da: “Ey insanların Rabbi! Şu
hastalığı gider! Şifa ancak Senin elindedir! Senden başka şifa
verici yoktur! Sen öyle bir şifa ver ki, hiçbir hastalık
bırakmasın!” diye okudum.
Rasûlullah Aleyhisselam: Yâ Âişe üzerimden elini
kaldır! Bu okuman bana fayda vermez! Ben müddetimi
bekliyorum!” buyurdu.102
101
102
HADİS, AHMED B. HANBEL
İBN SA’D, AHMED
A S H Â B-I
K İ R Â M
375
Peygamber Aleyhisselam, bundan önce ne zaman
hastalansa, Allah’tan sıhhat ve âfiyet dilerdi. Fakat, vefatıyla
neticelenen hastalığa tutulduğu zaman şifa için hiç dua
etmedi.
Yine Hz. Aişe der ki:
“Rasûlullah Aleyhisselamın yanında oturuyordum.
Fâtıma’yı çağırttı. Fâtıma yürüyerek geldi. Onun yürüyüşü
Rasûlullah Aleyhisselamın yürüyüşünü andırırdı.
Rasûlullah Aleyhisselam: “Merhaba hoş geldin kızım!”
buyurdu ve onu yanına oturttuktan sonra, kendisine gizlice
bir şey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra ona gizlice bir şey daha
söyledi. Bu defa Fâtıma sevindi.
Ben, bu günkü gibi, sevinmenin ağlamaya, bu derece
yakın olduğunu görmemiştim!103
Bilâhere Fâtıma’ya, bu ağlamasının ve sevinmesinin
sebebini sordum.
“Babam tutulduğu hastalığı neticesinde vefat
edeceğini haber verdi. Buna ağladım. Sonra, ev halkının
kendisine ilk kavuşup katılanın ben olacağımı haber verince
de sevindim!” dedi.”104
Hz. Aişe der ki:“Allah’ın bana ihsan ettiği nimetlerden
birisi, Rasûlullah Aleyhisselamın benim evimde, benim
103
104
HADİS, AHMED B. HANBEL
İBN SA’D
376
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
günümde ve başı benim göğsümde olduğu halde vefat
etmesidir!105
Rasûlullah Aleyhisselamın başını göğsüme yasladığım
sırada kardeşim Abdurrahman elinde bir misvakla eve
girmişti. Rasûlullah Aleyhisselam ona ve elindekine baktı.
Misvakı istediğini anladım.
“Ya Resûlallah! Bu misvakı sana vermemi arzu
edermisin?” diye sordum. Başıyla “Evet!” diye işaret
buyurdu. Ben de misvakı yumuşatıp kendisine verdim.
Rasûlullah Aleyhisselamın hiçbir zaman misvakla
dişlerini bu derece şiddetli, bu kadar güzel oğuşturduğunu
sanki hiç görmemiştim.
Sonra misvaklamayı bıraktı, misvak elinden düştü.”
Yine Hz. Aişe der ki:
“Rasûlullah Aleyhisselamdan, sıhhatte iken, birçok
defalar: “Hiçbir peygamber yoktur ki, ruhu, Cennetteki
makamını görmedikçe alınmaz! Sonra, ölüm arzusuna
bırakılır!” buyurmuştu.
Kendisi, hastalanıp ruhu alınmak zamanı gelince, başı
benim dizimde bulunduğu halde, üzerine bir baygınlık geldi.
105
İBN SA’D
A S H Â B-I
K İ R Â M
377
Ayılınca, gözü açılıp evin tavanına doğru dikildi ve:
“Allah’ım! Refik-i A’lâ!” dedi.
Ben o zaman: “Rasûlullah bizi tercih etmiyor!” dedim.
Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı ağırlaşınca
Hz. Fâtıma, Peygamberimiz Aleyhisselamı bağrına basıp:
“Vay babamın çektiği ıztıraba!” diyerek ağlamaya
başlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Yavrucuğum bugünden sonra, babanın üzerinde hiç
bir ızdırap kalmayacak! Sakın ağlama! Ben öldüğüm zaman
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!” de!” buyurdu.106
Pazartesi günü olunca,
Cebrail Aleyhisselam indi. Cebrail Aleyhisselamın
yanında ölüm meleği Azrail de inmişti.
Cebrail Aleyhisselam: “Yâ Muhammed! Yüce Allah
sana ikram olarak beni gönderdi. Sana soracağı şeyi senden
daha iyi bildiği halde, sana “Kendini nasıl buluyorsun?” diye
soruyor” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: “Ey Cebrail! Kendimi
baygın ve sıkıntılı bir halde buluyorum!” buyurdu.
106
İBN SA’D
378
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Bundan sonra ölüm meleği Azrail içeri girmek üzere
izin istedi. Cebrail Aleyhisselam: “Yâ Muhammed! Bu ölüm
meleği senin yanına girmek için izin istiyor!
Halbuki, O, senden önce hiçbir Âdem oğlunun yanına
girmek için izin istememiştir! Senden sonra da hiçbir Âdem
oğlunun yanına girmek için izin istemeyecektir! Ona izin ver
dedi.
Ölüm meleği içeri girip Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde durdu ve: “Ya Rasûlallah! Yüce Allah beni
sana gönderdi ve senin her emrine itaat etmemi de bana
emretti! Sen istersen ruhunu alacağım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: “Allah katında olan,
daha hayırlı ve daha devamlıdır! Ey ölüm meleği! Haydi,
emrolunduğun şeyi yerine getir! Buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yanındaki su kabına iki
elini batırıp ıslak ellerini yüzüne sürdü ve: “Lâ ilâhe illallah !
Ölümün de, akılları başlardan gideren ıztırap ve şiddetleri
var!” buyurduktan sonra, elini kaldırdı, gözlerini evin
tavanına dikti ve: “Ey Allah’ım! Refik-i A’lâya!” diye diye
mübarek ruhunu teslim etti. Elleri yanına düştü. Hz. Aişe ve
hâne-i saâdette bulunanlar bu elem ve kedere dayanamayıp
ağlama ve hıçkırıklarla kendilerinden geçtiler
Allahümme salli alâ nebiyyinâ ve seyyidinâ
Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ve sellim adede halkıhî
rıdae nefsihî zîneti arşıhi!
A S H Â B-I
K İ R Â M
379
Cebrail Aleyhisselam:“Selam olsun sana ey Allah’ın
Resûlu! Bu, senin için yeryüzüne inişimin sonuncusudur!”
dedi.107
Enes b. Malik: “Ben hiçbir zaman Rasûlullah Aleyhisselam’ın Medine’ye gelip girdikleri günden daha ziyalı ve
daha güzel olan bir gün görmemiştim!
Kendisinin içinde vefat ettiği günden daha kederli bir
gün de görmedim!108
Rasûlullah Aleyhisselamın Medineye gelip girdiği gün
Medine’nin her şeyi aydınlanmış, vefat ettiği gün de
Medine’nin her şeyi kapkaranlık olmuştur!”109 diyerek,
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından duyulan derin
acıyı dile getirmiştir.
Bunun
üzerine
Peygamberimiz
Aleyhisselam
hakkında ashâbı kiramdan kimi “Vefat etti,” kimisi de “Vefat
etmedi” diyerek anlaşmazlığa düşünce; Esmâ binti Umeys,
elini Peygamberimiz Aleyhisselamın iki küreği arasına
koyup: “Rasûlullah Aleyhisselam vefat etmiştir! Çünkü onun
iki küreği arasındaki peygamberlik hâtemi kaldırılmıştır!”
dedi.
Ashâb mescidde bu hal üzerindeyken Hz. Ebu Bekir
kalkıp şehadet getirmeye başlayınca , ona yöneldiler.
İBN SA’D
HADİS, AHMED B. HANBEL
109 HADİS, TİRMİZİ
107
108
380
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Hz. Ebu Bekir şöyle konuştu: “Yüce Allah, Peygamberine daha aranızda iken ölüm haberini vermişti. Sizlerin de
eceliniz gelince öleceğinizi haber vermiştir. “Her can ölümü
tadıcıdır. Yaptıklarınızın karşılığı, kıyamet günü size
muhakkak verilecektir!” buyuruyor.
Ey insanlar! Dikkat ediniz! Sizlerde kim Muhammed’e
tapıyor ise, bilsin ki Muhammed Aleyhisselam ölmüştür!
Sizlerden kim de Allah’a ibadet ediyorsa, hiç şüphesiz Allah
Haydır, ölümsüzdür!
Yüce Allah: “Ey Resûlüm! Elbette sen de öleceksin,
onlar da öleceklerdir!”
“Muhammed bir resûlden başka bir şey değildir.
Ondan önce de nice resûller gelmiş geçmiştir. Şimdi o ölür
yahut öldürülürse ökçenizin üzerinde gerisin geriye mi
döneceksiniz?!”
“Kim böyle ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette ki
Allah’a hiçbir şeyle zarar veremez! Allah şükür ve sebat
edenlere mükafat verecektir” buyurmuştur. dedi.
Cemaat, Hz. Ebu Bekir’den dinledikleri ayetlerden
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiğine artık
iyice kanaat getirdiler.
Hz. Ömer: “Vallahi o günümden önce o ayetleri sanki
hiç işitmemiş gibiydim! Onları Ebu Bekir’den dinler
A S H Â B-I
K İ R Â M
381
dinlemez, dizlerimin bağı çözüldü, artık iyice kanaat
getirdim ki, Peygamber Aleyhisselam vefat etmiştir!” dedi
Rasûlullah’ın yanına girdi ve üzerine eğilip onu öptü ve
hıçkıra hıçkıra ağladı.
Hz. Ebu Bekir konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yüce
Allah, Muhammed Aleyhisselamı, Allahın dinini ayakta
durduracak, Allah’ın emrini açıklayıp hâkim kılacak, tebliğ
vazifesini yerine getirecek ve Allah yolunda savaşacak kadar
ömür verip yaşattıktan sonra vefat ettirmiştir!
Rasûlullah Aleyhisselam sizi açık delilden sonra
şekâvet üzerine helak olanlardan başkası helâk olmayacak
bir yol üzerinde bırakmıştır.
Ey insanlar! Allah’tan korkunuz! Dininize sımsıkı
sarılınız! Rabbinize mütevekkil olunuz! Allah’ın dini
(İslamiyet) yaşayacaktır! Allah’ın Kitabı tamamlanmıştır!
Allah, dinine yardım edenlerin ve dinini üstün tutanların
yardımcısıdır. Aramızda Allah’ın Kitabı ve Rasûlünün
sünneti bulunmaktadır! Buyurdu.
Hz. Ebu Bekirin konuşmasından sonra Hz. Ömer şöyle
hitap etti: Babam, anam sana fedâ olsun Ya Resûlallah!
Üzerine dayandığın hurma kütüğü, senin ayrılığına
dayanamayarak inlemeye başladı, bizler senin ayrılığına
nasıl dayanırız ya rasulallah!
Babam, anam sana fedâ olsun Ya Resûlallah!
382
MUHAMMED ALEYİSSELÂM
Cehennem halkının azab edilirlerken “Eyvah! Keşke
Allah’a itaat etseydik, Rasûlullah’a itaat etseydik! diyerek
sana itaati özlemeleri, senin Allah katındaki faziletini son
dereceye ulaştırmıştır!” diyerek hüngür hüngür ağladı.
Hz.
Peygamberin
hanımları
peygamberimizin
ruhunun uçup gittiğini görünce hıçkırarak ağlamaya
başladılar. Onların sesleri mescidi şerifteki sahabeleri büyük
bir telaş ve üzüntüye düşürdü. Hz. Ali cansız bir cesed gibi
olduğu yere yığıldı. Hz. Osmanın dili tutuldu. Hz. Ebu Bekir
gelip durumu görünce hemen peygamberimizin odasına
girdi yüzünü açtı gördü ki, ruhu uçup gitmiş, mübarek
vücudu yine nur gibi taptaze duruyordu. Ah ya Nebiyallah
vefatında hayatın gibi güzel diyerek eğilip öptü, kokladı,
kokladı, ağladı ve mübarek yüzünü tekrar örttü. Ehlibeyti
teselli etti. Allah şefaati uzmalarına cümlemizi nail eylesin.
***
REFÎK-İ A’LÂ
Mateme gark oldu cihan onun vefat ettiği günde
Yetim kaldı beşeriyet, dağlar taşlar geldi vecde
Ağdı küre, koptu fezâ, dalgalandı Ahmediyyet
İndi yere dense sezâ, ezeliyyet ebediyet
Mahsûn olmuş tüm medine O’na selâm arzediyor
Mescid kuba, Cebel Uhud ‘Muhammed’im gitti’ diyor
A S H Â B-I
K İ R Â M
Diriltirdi kâinatı yavaşça bir gülümsese
Aşkın yüce mâbedinde kıble olmuş O herkese
Muhammedin müjdecisi İbrâhimler, İsmâiller
Divân durur huzurunda Azrailler, Cebrâiller
Konulmuş ten levhasına Yaratan’ın şâheseri
Varsa ancak kendisidir, O incinin bir benzeri
Bir güzel ki güzellikler, güzelliği ondan almış
Onsekizbin alem onun Cemâlini seyre dalmış
Şems-i hidâyet doğmuştu, ezeldeki nûr içinden
Duymuş berzah bülbülleri, ağlıyorlar sevincinden
Ey gönlümün nâmeleri, uçanlarla uçun gidin
Muhammed’im ravzasına selâmımı siz arzedin.
----------
383