küreselleşme sürecinde ceza politikalarındaki

Transkript

küreselleşme sürecinde ceza politikalarındaki
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE
CEZA POLİTİKALARINDAKİ
DÖNÜŞÜMLER∗
Yasemin ÖZDEK ∗∗
Özet: Bu çalışma, neoliberal küreselleşme politikalarının cezalandırma politikalarına
olan yansımalarını konu almaktadır. Küreselleşme, yoksullaştırma ve cezalandırma
politikaları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak ve günümüzdeki “ceza reform” sürecinin
genel çerçevesini ve anlamını belirlemek, çalışmanın temel amacıdır. Makalede, yeni
ceza yasalarının reform ilkeleri ve reformun toplumsal, ekonomik ve politik boyutları
incelenmektedir. Sosyal devletten sosyal kontrol politikalarına doğru yöneliş, daha
baskıcı ceza yasalarını gündeme getirmekte ve hapishane nüfusu dünya çapında hızlı
bir biçimde artmaktadır. Ceza politikalarındaki değişimin ana dinamiklerini, sosyal
devletin tasfiyesine karşı gelişen toplumsal tepkilerin bastırılması, mahpus emeğinin
sömürüsünün yoğunlaştırılması ve hapishanelerin özelleştirilmesi oluşturmaktadır.
Makale, cezalandırma politikalarındaki dönüşümü devletin yeniden yapılanma
sürecinin önemli bir unsuru olarak değerlendirmektedir.
Anahtar kelimeler: Küreselleşme, sosyal kontrol, ceza reformu, hapishane endüstrisi,
özel hapishaneler, hapishane emeği.
“Ceza reformu”, günümüzde hükümet programlarının başlıca maddelerinden
birini oluşturmaktadır. Pek çok ülkede ceza yasaları değiştirilmekte, cezaevleri
yeniden düzenlenmekte, ceza adaleti mekanizmasının çeşitli diğer unsurları
gözden geçirilerek yeniden yapılandırılmaktadır. Reform çalışmaları 80’li
yıllarda bazı merkez ülkelerde gündeme girmiş, 90’lı yıllarda dünyaya
yayılmaya başlamış ve özellikle son birkaç yıl içinde ivme kazanmıştır.
Yeni ceza reform süreci, özellikle Güneyli ülkelerde “demokratikleşme”
sürecinin bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu ülkelerdeki reform girişimcileri,
ceza sistemindeki yenilenme ihtiyacını mevcut sistemin aksaklıklarına
bağlamakta ve “demokratik” bir ekseninin olduğunu iddia etmektedirler. Ancak
“reform”ların içeriğine yakından bakıldığında, getirilen yeniliklerin devletin
daha otoriter bir rotada yeniden örgütlenmesini amaçladığı görülmektedir. Ceza
reformunun yöneldiği bu amaç, 80'lerden bu yana Güneyli ülkelerde uygulanan
∗
Bu çalışma, İstanbul Barosu’nun 8-9 Aralık 2000 tarihlerinde düzenlediği “Mahpus Hakları ve Cezalandırma
Sistemleri” konulu sempozyumda bildiri olarak sunulmuştur.
∗∗
Doç. Dr., TODAİE Öğretim Üyesi.
Amme İdaresi Dergisi, Cilt 33 Sayı 4 Aralık 2000, s. 21-48.
22
Amme İdaresi Dergisi
“demokratikleşme” süreçlerinin genel doğasına da uygun düşmektedir. 1 Dış
müdahaleyle gelişen, yoksul ülkelerin uluslararası bağımlılığını artıran ve
empoze ettiği neoliberal politikalarla gelir dağılımındaki adaletsizliği
derinleştiren “demokratikleşme” süreçlerinin gerçek bir demokratik
yenilenmeye yol açma kapasitesinde olmadığı, yaklaşık yirmi yıllık bir
uygulamadan sonra açıkça görünür hale gelmiştir. Ceza reformu girişimleri de,
son yirmi yıldır dünya çapında uygulanan liberal programlara eşlik etmekte ve
bu programların ortaya çıkardığı toplumsal açıdan yıkıcı sonuçları düzenlemeye
yönelmektedir. Bu anlamda güncel “ceza reformu”nu, neoliberal küreselleşme
politikaları ekseninde devletin yeniden yapılanma sürecinin bir unsuru olarak
ele almak gerekir.
Reform girişimlerine, cezaevlerinin temel kurumunu oluşturduğu modern
cezalandırma süreci boyunca rastlanmıştır. Cezalandırma, iktidarın işleyiş
biçimlerinden ve toplumun disiplin altına alınmasını sağlayan araçlardan biridir.
Bu iktidar ilişkisi, sosyal, ekonomik ve politik faktörlere bağlı olarak çeşitli
dönemlerde yeniden yapılandırılmıştır. Ceza sistemlerinde 18. yüzyılda görülen
reform girişimlerinin de cezanın “insancıllaştırılması”, “yumuşatılması” gibi
amaçlara yöneldikleri; daha “insani” cezaların verilmesini hedefledikleri ileri
sürülmüştür. Fakat reformun amacı olarak sunulan bu “insani” temel, gerçekte
cezalandırma iktidarının yeniden düzenlenmesinin bir retoriği olmuştur. Reform
süreçleri, daha ince yeni taktikleri devreye sokmuş, cezalandırma sanatını yeni
kurallara bağlamış, incelterek etkinliğini artırmış, evrenselleştirmiş, ekonomik
ve siyasal maliyetini düşürmüş, daha az değil, daha “iyi” cezalandırmış, kısacası
“cezalandırma iktidarının yeni bir ekonomisini ve yeni bir teknolojisini”
yaratmıştır (Foucault, 1992: 110). Bugün de, dünya çapında uygulamaya giren
yeni ceza reformu benzer bir işlev yüklenmektedir. Bu anlamda, “reform”un
ortaya çıktığı yeni konjonktür, yeni bir insani duyarlılığın değil de, yeni bir
siyasetin ürünüdür.
Bugünkü ceza reform sürecinin temelinde ‘küreselleşme’ politikaları
yatmaktadır. Küreselleşmenin dünya çapında dönüştürdüğü ekonomik, siyasal
ve toplumsal ilişkilere uygun düşecek bir cezalandırma sistemini oluşturmak,
reformların ana hedefidir. Günümüzün kapitalist sisteminde köklü değişiklikler
öngören ve bu doğrultuda mesafe kateden küreselleşme politikaları, devlet
yapılarını da reformdan geçmeye zorlamaktadır ve ‘ceza reformu’ bu yeniden
yapılanma sürecinin önemli unsurlarından biridir. Küreselleşme politikaları,
uluslararası ekonomide klasik liberal ilkelere yeniden bir geri dönüşü, piyasa
ekonomisinin evrenselleştirilmesini ve sosyal devlet modelinin tasfiyesini de
beraberinde getirmiştir. Bu programın toplumsal sonuçları ise, yoksulluğun
derinleşmesi ve ülkeler arasındaki zenginlik farkının açılmasıdır. Bu yeni
1
Güneyli ülkelerdeki “demokratikleşme” süreçleri, bir başka çalışmamda genel boyutlarıyla ele alınmıştır.
Bkz. Özdek, 2000: 142-149.
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 23
mülksüzleştirme ve yoksullaştırma süreci, yoksulların kontrolünün de önemini
artırmaktadır ve ceza reformu, yeni toplumsal kontrol politikalarının hukuksal
alandaki bir izdüşümü olarak gündeme gelmektedir.
Ceza politikalarının yoksullaştırma politikalarına bağlılığı yalnız günümüze
özgü bir olgu değildir. Tarih göstermektedir ki, yoksullaştırma ve cezalandırma
politikaları arasında her zaman doğru orantılı bir ilişki olmuştur. Bu bağlamda,
hapishanelerin ortaya çıkışının da yoksulların kontrolüne bağlı tarihsel bir olgu
olduğunu hatırda tutmak gerekir. 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da görülen ilk
hapishaneler, gelişen kapitalizmin topraklarından sürerek mülksüzleştirdiği ve
kentlere göçe zorladığı geniş kitleleri sokaklardan toplamak, ekonomik kriz
koşullarında isyan tehlikesini önlemek ve mülkiyetin güvenliğini sağlamak
amacıyla kurulmuştur. Dilenciliğin başlıbaşına bir “suç” sayıldığı, 2 hapishane
nüfusunun evsiz-barksız, işsiz ve dilenci kitlelerden oluştuğu bu dönem, suç ve
ceza politikaları ile yoksullaştırma politikaları arasındaki ilişkiyi yoruma gerek
bırakmayacak açıklıkla sergilemektedir. Günümüzdeki ceza reformu da benzer
bir süreçte gündeme gelmektedir. Küreselleşmenin geniş yığınları
yoksullaştıran sonuçları, ceza sisteminin daha da sertleşmesi sonucunu
doğurmaktadır. Öyle ki, bugün de dilencileri potansiyel suçlu sayma
eğilimindeki hukuksal düzenlemeler güncelleşmeye başlamıştır. 3 Hapishaneler
ise, tıpkı kapitalist sistem içinde gelişen kurumlar olmaları gibi, kapitalizmin
evrenselleşerek yeni bir güçlü hamlede bulunduğu günümüzde yeni bir yükseliş
sürecini yaşamaktadır. Ceza reformu çalışmalarını başlatan ülkelerde cezaevleri
sayısının keskin biçimde artırılması bu dönüşümün başlıca göstergelerinden
biridir.
Ceza reform sürecinin dünya çapında gelişmesine yol açan etkenlerin siyasal
boyutu, sosyal devlet modelinin terkedilmesine bağlıdır. Sosyal devletin çöküşü
ile birlikte işsizlik ve açlık küresel düzeyde yayılmaktadır ve yoksulluğun
derinleşmesi, mevcut siyasal düzen için potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır.
Ceza reformları, daha sert ceza kurallarını gündeme getirerek yoksulların
2
Dilenciliği bugün de “suç” sayan düzenlemeler mevcuttur. Örneğin, Türk Ceza Kanununun 544. maddesi,
“çalışmaya muktedir olduğu halde” dilencilik yapan kişiler için 1 haftadan 1 aya kadar hapis cezası
öngörmektedir. Bununla birlikte, günümüzün dilencilikle ilgili ceza hükümleri 16. yüzyılla
karşılaştırılamayacak denli hafiftir. Örneğin 16. yüzyıl İngiltere’sinde dilencilik suçunu işleyenlere, bu suçu
ilk kez işlediklerinde dayak, kamçılanma ve hapis cezası; ikinci kez işlediklerinde kamçılanma ve bir
kulağın kesilmesi cezası; üçüncü kez işlediklerinde ise idam cezası verilmektedir. 1547’de çıkarılan bir yasa
ise, “serseri ve aylak”ların damgalanmalarını ve kendilerini ihbar edenlere kölelik yapmaya mahkum
edilmelerini öngörmektedir. (Bkz. Marx, 1978: 752).
3
Örneğin bkz. İstanbul Valiliği’nin “Sokakta Yaşayan ve Sokakta Çalıştırılan Çocukların Korunması
Suretiyle Kamu Esenliğinin Sağlanması İle İlgili Güvenlik Kararı”, Resmi Gazete, 19 Ağustos 2000, Sayı
24145, s. 55-56. Bu karar, her ne kadar sokak çocuklarının “korunması” amacına yöneldiğini belirtse de, bu
çocukları “güvenliği tehdit eden” potansiyel suçlular olarak gören bir bakış açısıyla yazılmıştır: “Bu
çocuklar, (…) büyük bir sosyal tehlike olarak günümüzü ve yakın geleceğimizi tehdit etmektedir. Bu ağır
sosyal tehlikeden herkesin çok zarar görmesi ihtimali vardır ve sonunda asayiş ile birlikte can ve mal
güvenliğini ihlal etmektedir.”
24
Amme İdaresi Dergisi
tepkilerinin önlenmesi, bastırılması ve kontrol altına alınması temelinde
biçimlenmektedir. Kısacası, sosyal devlet politikalarından sosyal kontrol
politikalarına doğru bir geçiş süreci yaşanmaktadır ve bu süreçte cezalandırma
iktidarı, yeni koşullara uygun düşecek biçimde, toplumun itaatini,
uysallaştırılmasını ve disiplin altına alınmasını güvenceye alacak şekilde
dönüştürülmektedir.
Yeni ceza politikalarının siyasal dinamiği olan ‘yoksulların kontrolü’,
uygulanan ekonomik politikalara yapısal bağlılığı nedeniyle, kuşkusuz ki aynı
zamanda ekonomik bir karakter de taşımaktadır. Ancak bu genel ekonomik
içeriğin yanında, yeni ceza reform sürecini biçimlendiren daha spesifik bazı
ekonomik etkenler de sözkonusudur: Bunlardan birincisi, mahkum emeğinin
sömürüsünün yoğunlaşmaya başlamasıdır. Günümüzün yeni ceza politikaları,
tıpkı 19. yüzyılda yaygın biçimde uygulandığı gibi, mahkum emeğinin en ucuz
ve “en iyi biçimde disipline edilmiş” emek gücü olarak kullanılmasına
yönelmektedir. İkinci ekonomik etken ise, özel sektörün de hapishanelere
yatırım yapmaya başlamasıyla cezalandırmanın bir ‘endüstri’ olarak doğması ve
sermayenin kârlı bir yatırım alanına dönüşmesidir. Yeni cezalandırma
politikalarını yönlendiren bu iki ekonomik etken de, cezadan kâr sağlamayı
amaçlayan bir sürece girildiğinin işaretleridir. Bu süreçte özel hapishanelerin
gündeme gelerek özel sektöre cezalandırma yetkisinin tanınması ise
cezalandırma gibi kamusal bir erkin özelleştirilmesinin yolunu açmıştır. Bu
anlamda, kamu sektörünün tasfiye programının günümüzdeki son halkasını,
güvenliğin, cezalandırmanın, hapishanelerin, mahkeme hizmetlerinin, kısacası
“adaletin” özelleştirilmesi oluşturmaktadır. Kamusal hizmetlerin alanının
daraltılmasındaki bu son aşama, yeni reform sürecinin de temel dinamiklerinden
biridir.
Günümüzün ceza reform programı, ABD tarafından yapılandırılmıştır ve ilk
olarak ABD’de uygulamaya girmiştir. Ancak, 80’li yıllarda Reagan döneminde
geliştirilen reform çalışmaları, bugün Kuzeyli ülkelerde olduğu gibi, Güneyli
ülkelerde de yayılmaktadır. İngiltere ve Avustralya gibi ülkeler ABD’yi izleyen
ilk ülkeler olarak ceza sistemlerini 90’lı yıllarda reformdan geçirmeye
başlamışlardır. 90’lı yılların sonlarında ise, reform çalışmaları bir dizi Güneyli
ülkeyi de kapsamına almış ve “küresel” bir harekete dönüşmüştür. Bu
çalışmanın konusunu ise, yayılan ceza reform girişimlerinin ekonomik, siyasal,
sosyal ve hukuksal yönlerinin ana özelliklerini belirlemek oluşturmaktadır.
Çalışmada, çeşitli ülkelerde mesafe kateden yeniden yapılanma süreçleri temel
alınarak bugünkü ceza reform programının genel çerçevesi çizilmeye
çalışılacaktır. Reformları en erken başlatan ABD, İngiltere, Avustralya gibi
ülkelerde ceza sistemindeki değişim sürecinin gelişimi ve sonuçları daha iyi
gözlenebildiğinden çalışmada ağırlıkla bu ülkelerdeki reform süreçleri üzerinde
durulacaktır. Bununla birlikte, reformları yeni başlatan ülkelerde de benzer
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 25
değişikliklerin gündeme geldiği izlendiğinden, ABD'nin mimarı olduğu reform
programını, genel doğrultusu itibariyle küreselleşme eğiliminde bir program
olarak ele almak mümkündür.
YENİ CEZA YASALARININ “REFORM” İLKELERİ
Reform çalışmaları kapsamında değiştirilen ceza yasalarının başlıca özelliği,
daha sert ceza kurallarını getirmeleridir. ABD'de 70'li yılların sonlarından
itibaren gündeme giren yeni ceza politikası, “suçun üzerine sert git” (get tough
on crime) ifadesi ile özetlenmektedir. ABD'de son 20-25 yıla yayılan ceza
reform sürecinin başlangıç aşamasında, mevcut ceza sistemi “aşırı yumuşak”
bulunarak eleştirilmiş, hem muhafazakar hem de liberal politikacıların
söylemlerinde “suçun önlenmesi” ve “suçla mücadele” kavramları ağırlık
kazanmıştır. 70'lerde değişen bu hava, günümüze değin süregelen bir dizi yasal
değişikliğe yol açmıştır. Hem federal, hem de eyalet yasaları düzeyinde
gerçekleştirilen reform çalışmalarıyla, belirli suçlar için öngörülen hapis
cezalarının süreleri uzatılmış, mahkumların hapishanelerdeki “iyi halleri” gibi
nedenlerle erken bırakılmalarını sağlayan olanaklar ve şartlı tahliye kaldırılmış,
bazı suç türleri için ise zorunlu asgari hapis cezaları getirilmiştir.
Reform sürecinde ABD, ceza sistemini köklü biçimde değiştirerek 70’li
yıllara kadar uygulanan “belirsiz” (indeterminate) ceza sisteminden, “belirli”
(determinate) ceza sistemine geçmiştir. ‘Belirsiz’ ceza sisteminde, ceza verme
aşamasında yargıca takdir yetkisi tanınmakta, cezaların süresi ve tipi ile ilgili
kararları yargıç saptamakta, mahkemeler yasanın öngördüğü minimum ve
maksimum cezalar arasında takdir yetkilerini kullanmaktadır. ABD’de 70’lere
kadar uygulanan bu sistemde, mahkumların serbest bırakılmasına ilişkin
kararlar ise şartlı tahliye kurulları tarafından verilmekte, mahkumun ne zaman
serbest bırakılacağını bu kurullar belirlemektedir (PRT, 1997d: 1; 1997e: 2).
Ancak, daha uzun cezalar ve standart bir cezalandırma sistemi için yapılan
politik baskılar, mevcut ceza sisteminin eleştirisini de yoğunlaştırmış;
cezalandırma sürecinde standart bir uygulamanın olmadığı, yargıçların kişisel
özelliklerinin, inançlarının ve değer yargılarının ceza verme aşamasında
çelişkili ve farklı kararlara neden olduğu, ceza sürelerinin bireyselleştirildiği
görüşleri ileri sürülerek eski sistemin terkedilmesi istenmiştir. Ceza politikaları
ülkede esen suç ve ceza atmosferine bağlı olarak değişirken, sabit ceza
sürelerini getiren ‘belirli’ ceza sistemine geçilmiş ve gerek ceza verme
sürecinde yargıçların, gerek serbest bırakma kararlarında şartlı tahliye
kurullarının takdir yetkileri kaldırılmıştır.
Reformların amacı, yargısal takdir yetkisini kısmak ve ceza sürelerinin
kesinliğini yürürlüğe koymaktır. Bu amaç uyarınca, eyaletler yargıçların ve
26
Amme İdaresi Dergisi
şartlı tahliye kurullarının uymaları gereken standartları belirlemeye
girişmişlerdir. Bir yandan bağlayıcı cezalandırma direktifleri oluşturulurken,
diğer yandan zorunlu asgari ceza yasaları çıkarılmıştır. Federal ve eyalet
düzeyinde kurulan cezalandırma komisyonları, cezalandırma standartlarını
içeren direktifleri belirlemektedir. Direktifler ise, yargıçların ceza verme
aşamasındaki takdir yetkilerini ortadan kaldırmaktadır. Sonuç olarak, 1996’ya
kadar yaklaşık 25 eyalet ve federal sistem cezalandırma komisyonlarını
oluşturmuş, yaklaşık 20 eyalet ise bu komisyonların belirlediği cezalandırma
direktiflerini yürürlüğe koymuştur (PRT, 1997d: 2). Böylece, ceza verme
aşamasında yargıçların suçun meydana geldiği öznel koşulları ve suçlunun özel
durumunu gözönünde tutarak en uygun cezayı belirlemesine olanak veren
sistem terkedilmiştir. Ceza komisyonlarının yargıçların uygulamak zorunda
olduğu direktifleri yürürlüğe koymaları, hatta çizelgeler düzenleyerek bu
çizelgeler içinde yer alan bir cezanın verilmesini zorunlu kılmaları, bugün
ABD’de yargıçları adeta birer “hesap makinesine” dönüştürmüştür (PRT,
1997d: 2; 1997e: 2-3). Artık ceza verme sürecinde aritmetik formüller
kullanılmakta ve ceza kararlarında suçun ve suçlunun öznel koşulları dikkate
alınmamaktadır. Bu durum yargıçların takdir yetkilerini ortadan kaldırırken,
savcıların yargılama sürecindeki etkilerini artırmaktadır.
Reform sürecinin amaçlarından biri ceza sürelerinin uzatılması olduğu için,
mahkemelerce mahkumlara verilen hapis cezalarının tamamının hapiste
geçirilmesine yönelik düzenlemeler yürürlüğe konulmuştur. Yeni ceza yasaları,
bu doğrultuda olmak üzere “cezalandırmada kesinlik” (truth in sentencing)
ilkesini kabul etmektedirler. Bu ilke, mahkumların kişisel durumlarına ve
hapishanedeki davranışlarına bakılmaksızın, mahkeme tarafından kendilerine
verilen cezanın tamamının ya da tamamına yakın bir oranının hapiste çekilmesi
anlamına gelmektedir. Mahkumların hapisteki “iyi halleri” gibi öznel nedenlerle
erken bırakılmaları bu ilke gereğince önlenmektedir. Reform sürecinde
cezalandırmada kesinlik ilkesi, cezalandırma sürecinde tutarlılığı ve
kamuoyunun bu sürece olan güvenini sağladığı gerekçeleriyle savunulmuştur.
Ayrıca, suçluların hapiste geçirdikleri süreyi artırdığı için, bu ilkenin
uygulanmasıyla toplumun suçlulardan korunduğu ve topluma yönelik suç
tehdidinin önlendiği de ileri sürülmüştür (PRT, 1996d). Ancak cezalandırmada
kesinlik ilkesinin ana sonucu, hapishane nüfusunun artmasıdır. Bu sonuç ise,
reformun stratejik amaçlarından biri olduğu için, beklenmedik değildir.
ABD’de ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesi, 1980’lerden itibaren ceza
yasalarına girmiştir. Federal düzeyde, 1984 tarihli Ceza Reformu Yasası
(Sentencing Reform Act), şartlı tahliyeyi kaldırmış ve mahkumlara yalnız
hapishane rejimiyle işbirliğine girmeleri durumunda cezalarının % 15 oranında
bir indirimini kazanmalarına izin vermiştir. Bu yasadan önce, mahkemelerin
verdiği hapis cezası ile hapiste geçirilen süre arasında bir uyum yoktur.
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 27
Önceden varolan şartlı tahliye yolu ile federal mahkumlar hapis cezalarının
yalnız yaklaşık 1/3’ünü çekmektedirler (PRT, 1997e: 4). Reform sürecinde
“cezalandırmada kesinlik” ilkesini kabul ederek mahkumların erken
bırakılmasını önlemeyi amaçlayan ABD Federal Hükümeti, ayrıca bu ilkenin
eyaletlerde de yürürlüğe konulması için çeşitli önlemleri devreye sokmuştur. Bu
doğrultuda olmak üzere Federal Hükümet, hapis cezalarının enaz % 85’inin
çekilmesi zorunluluğunu getiren eyaletlere yeni hapishaneler kurmaları ve
mevcut hapishaneleri genişletmeleri için teşvik verileceğini öngören
düzenlemeleri çıkarmıştır. Bu politikanın sonucu olarak, 1998 istatistiklerine
göre, ABD’deki 27 eyalet ve Columbia, hapis cezalarının % 85’inin hapiste
çekilmesi zorunluluğunu getirdikleri için, Federal Hükümetin teşvik
programının gereklerini karşılamaktadırlar. 3 eyalet, verilen cezaların %
100’ünün, 4 eyalet ise % 50’sinin çekilmesi zorunluluğunu getirmiştir. Geriye
kalan eyaletler ise, bu gerekliliği % 50 - % 100 arasında belirlemişlerdir.
Ayrıca, 1999’a kadar 14 eyalet, tüm suçlar için şartlı tahliyeyi kaldırmıştır. Bazı
eyaletler ise yalnız belirli suç türleri için şartlı tahliye uygulamasına son
vermiştir. Cezalandırmada kesinlik ilkesinin mahkum sayısına etkisi ise, eyalet
hapishanelerindeki mahkum nüfusunun 1990-97 arasında yıllık ortalama % 7
oranında artmasıdır (Ditton, 1999: 2-4). “Reform”dan sonra daha çok mahkum,
daha uzun sürelerle hapiste kalmaktadır. Eyaletlerin yetersiz kalan hapishane
kapasitelerini artırmak için ise, ABD Federal Hükümeti eyaletlere hapishane
teşvikleri dağıtmaktadır.
ABD’nin North Carolina gibi eyaletlerinde ise, mahkumların mahkemelerce
verilen cezaların daha da fazlasını çekmelerine yol açacak düzenlemeler kabul
edilmiştir. North Carolina’da 1994’te yürürlüğe konulan yeni ceza yasaları şartlı
tahliyeyi kaldırmış, mahkumların cezalarının % 100’ünden azını çekmelerini
engellemiş, ayrıca hapiste “iyi hali” görülmeyen, çalışma ve eğitim
programlarına katılmayan mahkumların cezalarının % 20 oranına kadar ek bir
cezayı da hapiste geçirmelerini öngörmüştür (PRT, 1997a: 4). Bu tür bir
uygulama ise, ceza sürelerinin mümkün olduğu ölçüde uzatılmasının yanısıra,
mahkumların hapisleri süresince hapishane rejimine tam bir itaatinin
amaçlandığını da ortaya koymaktadır. Yeni düzenlemeler sonucunda,
mahkumların hapiste geçirdikleri süreler katlanmaktadır. Örneğin,
cezalandırmada kesinlik ilkesine geçen Delaware eyaletinde, 1990’da yapılan
değişiklikler sonucunda, şiddet suçluları cezalarının yaklaşık % 90’ını hapiste
geçirmeye başlamışlardır. Oysa 1990’dan önce, bu oran yalnız % 30-33
düzeyindedir (PRT, 1997b: 2-3). Kaliforniya ise, ceza reform sürecinin
hapishane nüfusuna olan etkilerini çarpıcı biçimde yansıtan örneklerden bir
başkasıdır. Kaliforniya’da mahkum sayısı, 1997’de 1980’e oranla 6 kat
artmıştır. 1984-1991 arasında bu eyalette çıkarılan 1.000’den fazla yeni yasa
ceza sürelerini uzatmıştır. Yalnız 1994 yılında 100’den fazla yasa çıkarılmıştır.
28
Amme İdaresi Dergisi
Bu yasaların sonucunda artan mahkum sayısı, Kaliforniya’da 17 yeni
hapishanenin inşa edilmesini gerektirecek düzeye ulaşmıştır (PRT, 1997c: 2).
Ceza reform sürecinde ABD modelini izleyen Avustralya ise,
‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesini 1989’dan itibaren kabul etmeye başlamıştır.
New South Wales, Avustralya’nın ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesini tanıyan ilk
eyaletidir. 1989’da New South Wales’da yürürlüğe giren Ceza Yasası (The
Sentencing Act), mahkemeler tarafından verilen hapis cezalarının herhangi bir
indirime tabi tutulmaksızın suçlular tarafından çekilmesi yoluyla
cezalandırmada kesinlik ilkesinin uygulanacağını belirtmektedir. New South
Wales’da mahkemelerin, 6 aydan az olmamak üzere asgari bir hapis cezasına
hükmetmeleri, ayrıca şartlı tahliye ile erken bırakılma olasılığı olan suçlulara ek
bir cezayı da vermeleri gerekmektedir. Bu ek ceza, asgari cezanın 1/3’ünden
fazla olamayacaktır. Ayrıca, hapis cezası alan bütün yetişkin ve genç suçlular
için ceza indirimi kaldırılmıştır. Bu düzenlemelerin doğrudan sonucu ise, New
South Wales’da mahkum sayısının hızla artması olmuştur: 1988-9’da 4369 olan
mahkum sayısı, 1993 Şubatında 6004’e yükselmiştir. Avustralya’nın Victoria
eyaleti ise, 1991’de ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesini kabul etmiş ve bağlayıcı
cezalandırma direktiflerini yürürlüğe koymuştur (PRT, 1996d: 5).
İngiltere Hükümeti ise, ilk olarak Mart 1996’da “White Paper” adıyla
kamuoyuna açıklanan yeni ceza stratejisinde “cezalandırmada dürüstlük”
(honesty in sentencing) ilkesini kabul ederek, ABD kaynaklı ‘cezalandırmada
kesinlik’ ilkesinin bir çeşitlemesini üretmiştir. Gerçekte ‘cezalandırmada
dürüstlük’ ve ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkeleri arasında özde bir fark yoktur,
‘cezalandırmada dürüstlük’ ilkesinden İngiltere Hükümeti de ceza indiriminin,
şartlı tahliyenin ve denetimli serbestliğin kaldırılmasını anlamaktadır. “White
Paper” planının gündeme geldiği dönemde İngiltere’de hapis cezası alan
mahkumlar cezalarının enaz yarısını hapiste geçirmekte, kalan bölümünü yeniden çağırmaya tabi lisans verme gibi uygulamalarla- serbest olarak
tamamlayabilmektedirler (PRT, 1996d: 3). Hükümetin “White Paper” planı ise,
12 ay ve daha fazla hapis cezası alan mahkumların, cezalarının enaz % 80'lik bir
bölümünün hapiste geçirilmesiyle sonuçlanan bir yaklaşımı benimsemiştir. 4
İngiltere’de 1997 yılında çıkarılan Ceza Yasası (Crime (Sentences) Act) da,
‘cezalandırmada dürüstlük’ ilkesini, “White Paper” planında öngörülen
biçiminden bazı küçük değişikliklerle kabul etmiştir. 5
4
İngiltere Hükümeti’nin “White Paper” planı, 3 aydan daha az hapis cezası alanların cezalarının tamamını
çekmelerini; 12 aya kadar hapis cezası alanların hapishane yönetimi ile işbirliğine girmeleri durumunda her
ay için 6 güne kadar bir indirimden yararlanabilmelerini; 12 aydan daha fazla hapis cezası alanların ise hapishane yönetimi ile işbirliğine girmeleri durumunda 3 gün, “iyi halleri”nin görülmesi durumunda ise ek
olarak bir 3 gün daha olmak üzere- toplam 6 güne kadar bir ceza indiriminden yararlanabilmelerini
öngörmektedir (Bkz. PRT, 1996b).
5
Bu yasa, “istisnai hallerde”, mahkumların erken bırakılabileceğini, erken bırakma kararlarının Devlet
Sekreterliği (Secretary of State) tarafından verileceğini öngörmektedir. (m.10/1). “İyi hale” dayalı erken
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 29
Ceza reform sürecine giren ülkelerin uygulamaya soktukları bir başka ilke
ise, “zorunlu asgari cezalar”dır (mandatory minimum sentences). Zorunlu asgari
cezalar, suçlunun kişisel özellikleri ve diğer cezayı hafifletici faktörler dikkate
alınmaksızın, yasaların öngördüğü belirli asgari cezaların verilme
zorunluluğunu getirmektedir. Bu cezaları öngören yasaları uygulamak
durumunda olan yargıçların, savcıların sanık için istediği cezayı vermekten
başka bir seçeneği yoktur. Böylece zorunlu asgari cezalar da, yargıçların takdir
yetkilerini ortadan kaldırmaya ve hapis sürelerini standartlaştırmaya
yönelmiştir. ABD’de ‘belirsiz’ ceza sisteminden ‘belirli’ ceza sistemine geçiş
sürecinde yeni yasalar bu ceza türüne yaygın olarak yer vermişlerdir. 1980’li
yıllardan itibaren ABD federal ve eyalet yasaları bir dizi suç türü için bu ceza
tipini kabul etmiştir. Bugün federal düzeyde, 60 farklı ceza yasasında yaklaşık
100 çeşit zorunlu asgari ceza bulunmaktadır (FAMM, 2000a; 2000c). Bunların
içinde en yaygın olarak uygulanan ve hapishane nüfusunun
kalabalıklaştırılmasında en belirleyici olanlar ise, uyuşturucu suçlularına
yönelik olarak getirilen zorunlu asgari cezalardır.
Federal düzeyde uyuşturucu suçlularına zorunlu asgari cezalar öngörülmesi,
ABD’de yeni bir olgu değildir, 1951’e kadar geriye uzanmaktadır. 6 Ancak
1980’lere gelindiğinde, uyuşturucu suçlularına yönelik cezalar artırılmış ve bu
cezalar daha yaygın biçimde uygulanmaya başlamıştır. 1984 yılında ABD
Kongresi’nin kabul ettiği Suç Kontrol Yasası (Crime Control Act), uyuşturucu
suçlularına 5 yıl asgari zorunlu hapis cezası öngörmüştür. 1986 tarihli bir yasa
(Anti-Drug Abuse Act) ise, ABD’nin uyuşturucu kontrol politikasında olduğu
gibi, ceza adaleti sisteminde de köklü değişiklikler yaratmıştır. Bu yasa ile
uyuşturucu suçları ile ilgili asgari zorunlu cezalar artırılmış, uyuşturucu
maddesinin niteliğine bağlı olarak uyuşturucu dağıtıcılarına 5 ve 10 yıllık asgari
hapis cezaları getirilmiştir. 1988’de ise, Kongre bu yasaya ek olarak başka
önlemler almış, yeni bir yasayla (Omnibus Anti-Drug Abuse Act of 1988), farklı
uyuşturucu kullanıcılarına farklı cezalar getirerek, uyuşturucu suçlarında belirli
bir kitleyi hedef alma tutumunu sürdürmüştür: Yasa, daha ucuz olan ve
genellikle yoksul siyahların kullandığı bir uyuşturucu türü olan “crack kokain”
bırakma kararları, 2 ay-3 yıl arasında hapis cezası almış mahkumlara uygulanabilecektir. (m.11/1). “İyi
hale” dayalı erken bırakma süresi, mahkumun hapishanedeki davranışları temel alınarak, 2 aylık her dönem
(krş.m.11/9) için 12 günü aşmayacak şekilde hesaplanmaktadır (m.11/2). Öte yandan, sözkonusu yasa, 3 yıl
ya da daha fazla hapis cezası almış mahkumların şartlı olarak tahliye edilebileceğini öngörmekte, ancak
bunun için, Devlet Sekreterliği’nin, Şartlı Tahliye Kurulu’na bu yönde bir öneride bulunmasını ve Kurulun
bu öneriyi uygun bulmasını gerekli görmektedir. (m.10/2). Şartlı tahliye önerisi ancak 3 yıl ya da daha fazla
ceza almış mahkumlar için yapılabilecektir (m.12/1). Ayrıca, yalnız cezasının 5/6’sını çekmiş mahkumlar,
Devlet Sekreterliği’nce Şartlı Tahliye Kurulu’na bu yönde bir önerinin götürülmesi ve Kurulun da bu yönde
tavsiye kararı vermesi üzerine serbest bırakılabileceklerdir (m.12/2). Sözkonusu yasa metni için bkz. Crime
(Sentences) Act 1997, Chapter 43, (www.hmso.gov.uk/acts/acts1997/1997043.htm), (12.09.2000).
Görüldüğü gibi, İngiltere’de bu yasayla erken bırakılma istisnai bir uygulamaya dönüşmüş, şartlı tahliye ise
neredeyse fiilen kaldırılmıştır. (Krş. Shaw, 1998: 3).
6
Uyuşturucu suçlarına getirilen zorunlu asgari cezaların ABD’deki tarihsel gelişimi için bkz. FAMM, 2000d.
30
Amme İdaresi Dergisi
ile daha çok zengin beyazların kullandığı pahalı “toz kokain” arasında ayrım
yapmakta; 5 gram crack kokain taşıyanlara 5 yıl zorunlu asgari hapis cezası
getirmekte; öte yandan toz kokain taşıyıcıları için aynı miktar ceza için 500
gram toz kokain bulundurulmasını gerekli görmektedir. Bu düzenleme, bugün
ABD hapishanelerinde siyahların en yüksek oranı temsil etmesinin de başlıca
nedenlerinden biridir. Sözkonusu yasanın eşitliğe aykırı olduğu ileri sürülerek
değiştirilmesi ve crack ve toz kokain taşıyıcıları için aynı cezaların verilmesi
yönündeki istemler gündeme gelmesine rağmen, Kongre bu teklifleri
reddetmiştir (PRT, 1997e: 7). Öte yandan, “uyuşturucu ile mücadele” söylemi
bugün ABD’nin resmi politikalarında görünürde egemen olmakla birlikte,
uyuşturucu trafiğinin içinde devletin yeri olduğu da ileri sürülen bir görüştür.
Amerikan gizli servislerinin siyahların yaşadığı yoksul kenar mahallelerde el
altından uyuşturucu yaydığı ABD basınında belgeleriyle kanıtlanmıştır
(Goldberg and Evans: 3-4).
Zorunlu asgari cezalar, federal ve eyalet yasalarında her geçen gün artan
sayıda suç türü için düzenlenmeye devam etmektedir. Şiddet suçları, silahla
işlenen suçlar gibi kategoriler için asgari zorunlu ceza uygulaması yeni değildir,
bununla birlikte daha önce bu tür bir ceza öngörülmeyen bazı suç türleri için de
asgari zorunlu hapis cezaları getirilmektedir. Bu gelişmenin son halkalarından
biri olarak “terör” suçlularına da benzer cezalar gündemdedir (Bkz. FAMM,
2000d: 12). ABD eyaletleri içinde asgari zorunlu cezaların öncüleri ise
Michigan ve New York’tur. Bu eyaletler asgari cezaların en sert biçimlerini
uzun süre önce yasalaştırmışlardır. New York 1973’te az miktardaki uyuşturucu
taşıyıcı ve satıcılarına 15 yıl zorunlu hapis cezası; Michigan ise 1978’de 650
gram uyuşturucu taşıyan veya satan kişilere zorunlu müebbet hapis cezası
getirmiştir. ABD’de 40 eyalet, 1983’e kadar benzer düzenlemeleri kabul etmiş
bulunmaktadır (FAMM, 2000d: 5).
Zorunlu asgari cezalar, ABD hapishane nüfusunu kalabalıklaştırmıştır. Bu
cezaların caydırıcı olmadığı bugün geniş biçimde kabul görmektedir. Hapishane
nüfusundaki artış da, başlıbaşına bu gerçeğin bir göstergesidir. Ancak, zorunlu
asgari cezaların amacı zaten caydırıcılık değildir, ABD ceza politikasının bir
aracını oluşturan bu cezalar mahkum sayısının artırılmasına yönelmiştir, artık
cezanın amacı da “rehabilitasyon” değil, başlıbaşına cezalandırmadır. Zorunlu
asgari cezalar, ABD’de bazı yargıçların ceza adaleti sistemine olan güvenini de
önemli ölçüde yaralamıştır. Yargı kararlarında zorunlu asgari cezaların adil
olmadığına ilişkin muhalefet şerhleri bu olgunun kanıtlarıdır (Bkz. FAMM,
2000b). Ancak ceza reform sürecinin en önemli unsurlarından birini, hapishane
nüfusunu kalabalıklaştıracak bu ceza türü oluşturmaktadır. Bu nedenle İngiltere,
zorunlu asgari cezalara karşı kendi ülkesinde de yöneltilen eleştirilere karşın,
reform sürecinde ABD yasalarına paralel değişiklikleri kabul etmiştir. İngiliz
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 31
Hükümetinin “White Paper” planıyla gündeme gelen zorunlu asgari hapis
cezaları, 1997 tarihli Ceza Yasasına girmiştir. 7
Zorunlu asgari cezaların “reform” sürecinde yaygın olarak kabul edilen bir
tipi, tekrar suç işleyenlere verilen cezalardır. Daha önce bir veya iki defa suç
işlemiş kişilere, yeniden bir suç işledikleri takdirde, otomatik olarak ağır cezalar
öngören yasalar gündemdedir. Bu katı cezalandırma ilkesi, “three strikes and
you are out” (üç ihlalden sonra işin biter) ifadesi ile özetlenmektedir. Bu ilke,
zaten sert olan ceza kurallarını daha da ağırlaştırmaktadır. Tekrar suç işleyen
kişilere otomatik olarak ağır cezalar uygulaması ABD’de yeni olmamakla
birlikte, 1990’lı yıllarda yeniden yapılandırılmıştır. İlkin Washington eyaleti,
1993’te “üçüncü” kez cürüm işleyen kişiler için müebbet hapis cezası getirmiş,
bugüne değin eyaletlerin çoğunluğunda ve federal düzeyde benzer düzenlemeler
yürürlüğe girmiştir (PRT, 1996a: 2). ABD eyaletleri içinde mahkum oranı en
yüksek olan eyaletlerden biri olan Kaliforniya’da ise, tekrar suç işleyenleri ağır
biçimde cezalandırma uygulaması oldukça yaygındır. Kaliforniya’da kabul
edilen yeni yasal düzenlemelerle, üçüncü kez cürüm işleyen kişiye 25 yıl müebbet arasında hapis cezası öngörülmüştür. Bu üçüncü suçun şiddet içeren
bir suç olması da zorunlu değildir. Ayrıca, ikinci kez cürüm işleyen kişi için
verilecek ceza da iki katına çıkarılmaktadır. Bu ceza hükümleri,
Kaliforniya’daki yargılama sürecine ve mahkum sayısına muazzam etkilerde
bulunmakta, her yıl binlerce “ikinci” ve “üçüncü” kez suç işleyen kişilerin
davasına bakılmaktadır. Ocak 1996 tarihi itibariyle, Kaliforniya’da 14.497 kişi
“ikinci”; 1.342 kişi ise “üçüncü” kez yasayı ihlal ettiği için eyalet
hapishanelerine gönderilmiştir. Kaliforniya’nın sert yeni ceza yasaları, ceza
davalarını o denli artırmıştır ki, ceza yargılama salonları yetmemeye
başlamıştır. 1996’da Los Angeles’da medeni yargılama salonlarının % 30’u,
ceza yargılamaları için kullanılmak zorunda kalmıştır (PRT, 1997d:
3-4).
Tekrar suç işleyenler için ağırlaştırılmış cezalar öngören yasalar, ABD’de
eyaletten eyalete değişmekte; bu farklılığın kaynağında ise hangi suçların bu
uygulamanın kapsamına alınacağı konusunda eyaletler arasındaki değişik
düzenlemeler yer almaktadır. Cürüm sayılan suçların tekrar işlenmesi
durumunda ağırlaştırıcı cezalar genellikle kabul edilmekte, ancak hangi suçların
cürüm sayılacağını eyaletler farklı düzenleyebilmektedir. Bununla birlikte
görülmektedir ki, tekrarlanan suçlar kapsamına alınan suç sayısı oldukça
fazladır: Washington 20 çeşit ciddi cürüm sayarken, Kaliforniya 25 ciddi
cürüme ek olarak 24 şiddet cürümü kabul etmektedir (PRT, 1996a: 2).
Kaliforniya yasaları, daha önce iki cürüm işlemiş kişinin üçüncü kez bir basit
hırsızlık suçunu işlemesi durumunda, bu sonuncu suçu da bir cürüm olarak
7
Bkz. Crime (Sentences) Act 1997, Chapter 43, Part I.
32
Amme İdaresi Dergisi
kabul etmekte ve suçluya 25 yıl - müebbet arasında hapis cezası öngörmektedir.
Bu nedenle, Kaliforniya’da, iki sigara ya da çikolata paketi ya da bir pizza
çalarak üçüncü cürümünü işleyen ve kendisine müebbet hapis cezası verilen
kişilerin sayısı az değildir. Kaliforniya’da, “three strikes” (üç ihlal) yasalarına
göre cezalandırılanların 1996’daki % 85’lik oranını, şiddet suçu işlememiş
kişiler oluşturmaktadır. ABD’de dikkati çeken bir başka olgu ise, bu yasalardan
ceza alanların çoğunluğunun siyahlar olmasıdır. Örneğin, Kaliforniya’da
1995’te “three strikes” yasalarıyla cezalandırılanların % 43’lük oranını siyahlar
oluşturmaktadır. Oysa, siyahlar bu eyaletteki toplam nüfusun yalnız % 7’sini ve
toplam cürüm tutuklamalarının yalnız % 20’sini temsil etmektedir.
Kaliforniya’da “three strikes” yasalarından ceza alan beyazların oranı ise, %
25’ten daha azdır, oysa toplam cürüm tutuklamaları içinde beyazlar % 33’lük
bir oranı oluşturmaktadır ve eyalet nüfusu içinde de % 53’lük bir
çoğunluktadırlar (PRT, 1996a: 3). Bu durum ise, yeni ceza politikalarının
ABD’deki ırkçı boyutunu yansıtan göstergelerden bir başkasıdır.
Tekrarlanan suçlar için öngörülen zorunlu hapis cezalarının yargılama
sürecine etkisi ise, yargıçların takdir yetkilerinin tamamen ortadan
kaldırılmasıdır. Yargıç, ceza komisyonlarının hazırladığı, suçluları işledikleri
suçların niteliğine ve sayısına göre sınıflandıran çizelgelere bakarak karar
vermek durumundadır. Bu çizelgelerin bir kolonunda suçlunun geçmişte işlediği
suçlar, diğer bir kolonunda ise suçlunun son işlediği suç yer almaktadır. Bu iki
kolonun kesiştiği nokta, yargıcın vermesi gereken cezayı da ortaya
çıkarmaktadır (PRT, 1997a: 4). Görüldüğü gibi, ABD’de yargılama sürecinde
yargıçların artık nihai karara etki edici bir rolü kalmamıştır. Savcının suçlu için
talep ettiği ceza, yargı kararına dönüşmektedir. Ceza adaletinin “reform”
sürecinde yargıçlar, böylelikle fiilen yargılama sürecinden dışlanmışlardır.
Tekrarlanan suçlar için ağırlaştırılan cezalar, İngiltere’de ise, 1997 yılında
çıkarılan Ceza Yasası (Crime (Sentences) Act) ile kabul edilmiştir. Bu yasa,
ikinci kez ciddi suçunu işleyen kişiler için zorunlu müebbet hapis cezası;
üçüncü kez uyuşturucu trafiği suçunu işleyen kişiler için asgari 7 yıl zorunlu
hapis cezası; üçüncü kez ikamet edilen bir bina içinde hırsızlık (domestic
burglary) suçunu işleyenler için ise asgari 3 yıl zorunlu hapis cezası
getirmektedir. Bu yasanın mahkum sayısının artırılması bakımından merkezi
önemdeki parçası ise, hırsızlık suçu bakımından getirilmiş olan düzenlemedir.
İngiltere’de her yıl yaklaşık 700.000 “domestic burglary” suçunun kaydedildiği
(Shaw, 1998: 5) dikkate alındığında, hırsızlık suçlularının hapishane nüfusunu
olağanüstü artırma potansiyeline sahip olduğu anlaşılmaktadır.
ABD, Avustralya ve İngiltere’de kabul edilen yeni ceza yasalarının “reform”
ilkeleri, diğer ülkelere de yayılma sürecini yaşamaktadır. Latin Amerika
ülkeleri, ABD’nin uyuşturucu suçlarına ilişkin getirdiği düzenlemelerin
benzerlerini 80’li yıllarda kabul etmiştir. Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 33
çıkarılan yeni ceza yasaları, az miktarda uyuşturucu taşıyanlara ağır hapis
cezaları getirmiş ve bu yasalar hapishane nüfusunun yükselmesinde kritik bir
rol oynamıştır. Latin Amerika’da uyuşturucu taşıma suçundan hapse girenlerin
hapishane nüfusuna oranı ortalama % 33-60 arasındadır (Singh, 1999: 2). Bu
bölgede uyuşturucu suçundan mahkum edilen ve tutuklananlar, hapishane
nüfusu içindeki en geniş kesimi temsil etmektedir. Örneğin, Guyana’da 1988
tarihli narkotik yasasının az miktarda uyuşturucu kullanan ya da taşıyan kişilere
3 yıl zorunlu hapis cezası getirmesi, Guyana’da hapishane nüfusunun
çoğunluğunun bu suçtan tutuklanan ve mahkum edilen kişilerle doldurulmasına
yol açmıştır (Singh, 1997: 1-2). 1997 rakamlarına göre Guyana’da 1.697 olan
toplam mahpus sayısının yalnız 407’si uyuşturucu ile ilgili değildir. Belize’de
ise, toplam 1.118 mahpusun yalnız 400’ü uyuşturucu dışında bir suçtan hapse
girmiştir. Jamaika’daki toplam mahpus sayısının % 50’sinin uyuşturucu ile
ilişkili olduğu tahmin edilirken, Grenada’daki genç suçluların % 80’ini
uyuşturucu kullanıcıları ve satıcıları oluşturmaktadır (Singh, 1999: 6).
Görüldüğü gibi, Latin Amerika ülkeleri ABD’nin sözde “uyuşturucu ile
mücadele” politikasını izleme eğilimindedir. Bu politikanın sonucu, Latin
Amerika’da
hapishane
nüfusunun
keskin
biçimde
yükselmesidir.
Anlaşılmaktadır ki, hapishane nüfusunun artırılmasında çeşitli bölgelerin öznel
koşullarına göre belirli bir suç türü merkezi bir işlev görmektedir. İngiltere’de
hırsızlık suçunun oynadığı rolü, ABD'yi izleyen Latin Amerika’da uyuşturucu
suçları oynamaktadır. Fakat hapse gönderilen hedef kitlenin toplumun en yoksul
kesimleri olması gerçeği değişmemektedir. Latin Amerika ülkelerinde
uyuşturucu trafiği suçunun yaygınlaşmasının, işsiz geniş kesimlerin başka bir
geçim kaynağı bulamamasından ileri geldiği bu bölgenin sosyolojik bir gerçeği
olarak açıktır.
Güney Afrika gibi ülkeler ise, ABD’nin reform sürecinde yapılandırdığı
ilkelere göre düzenlenmiş ceza yasa tasarılarını 90’lı yılların sonlarında
görüşmeye başlamıştır. Güney Afrika’daki yasa tasarıları, kefaletle bırakılmayı
zorlaştırmakta, şiddet içeren belirli suçlar için daha sert asgari cezalar
öngörmektedir. Ayrıca, önerilen yeni şartlı tahliye politikası, 1998’de ek olarak
900.000 “gece yatağı” (bed-nights) için hapishane kapasitesinin artırılmasını
gerektirmektedir (Giffard: 2). Bu örneklerden görüldüğü gibi, ABD’nin mimarı
olduğu ceza reformunun ilkeleri evrenselleşme sürecini yaşamaktadır.
Anlaşılmaktadır ki, kapitalist cezalandırma iktidarı uluslararası düzeyde bir
yeniden yapılanma dönemine girmiştir.
CEZA REFORMUNUN TOPLUMSAL, EKONOMİK
VE POLİTİK BOYUTLARI
Yeni ceza politikalarının yarattığı en önemli toplumsal sonuç, daha çok
insanın hapishanelere gönderilmesidir. 90’lı yıllarda mahpus sayısı dünya
34
Amme İdaresi Dergisi
çapında yükselme trendine girmiştir. Çeşitli ülkelerdeki hapishane nüfusu
çarpıcı biçimde artmaktadır. Bugün dünyadaki en yüksek mahpus sayısı ise,
ceza reformunun lideri ABD’dedir. Bu ülkedeki mahpus sayısı, günümüzde
yaklaşık 2 milyona ulaşmıştır. Oysa 1980’de bu sayı 500.000 civarındadır.
Şartlı tahliye edilenler ve denetimli olarak serbest tutulanlar da dahil
edildiğinde, ceza sisteminin nezareti altındaki kişilerin sayısı 1980’de
1.840.400’den, 1999 Haziranında 6.318.900’e yükselmiştir. 8 1930’dan
1970’lere kadar her 100.000 ABD yurttaşına yaklaşık olarak 100 mahkum
(sentenced prisoners) düşerken, 1970’lerden itibaren bu sayı yükselişe geçmiş
ve 1976’da 120’ye, 1985’te 202’ye, 1991’de 313’e ve 1999’da 468’e
ulaşmıştır. 9 Tutukluları da kapsayan hapsetme oranları ise, 1995’te her 100.000
kişiye 615 mahpus düşecek biçimde yükselmiştir (PRT, 1997f: 3). Bugün
ABD’deki mahpus sayısı, aynı zamanda dünya tarihindeki en yüksek hapsetme
oranlarını temsil etmektedir (Goldberg and Evans: 1).
Avrupa ülkelerinde de hapishane nüfusu artma eğilimindedir. İngiltere’de
1987-1996 arasında mahpus sayısı % 26 oranında yükselmiştir. 1996’da
İngiltere ve Galler’deki mahpus sayısı 55.000 iken, yalnız 1996-98 arasındaki
iki yıllık dönemde ek olarak 10.000 kişi daha hapse gönderilmiştir (Shaw, 1998:
4). Bu rakamlar, İngiltere’nin modern tarihinin en yüksek mahpus sayılarını
vermektedir. Diğer Avrupa ülkelerinde ise, 1987-1995 arasındaki hapishane
nüfusunun artış oranı Hollanda’da % 106, İspanya’da % 70, Yunanistan’da %
47, İtalya’da % 41, Portekiz’de % 40, Norveç’te % 36 düzeyindedir (PRT,
1997f: 1-2). Avrupa Konseyi ülkeleri içinde Rusya, 1995’teki 1.017.372 rakamı
ile en yüksek mahpus sayısına sahiptir. Eski Doğu Bloku ülkelerinde hapsetme
oranları, Avrupa kıtasındaki en yüksek düzeyleri yansıtmaktadır: 1995
rakamlarına göre, her 100.000 kişiye Rusya’da 670, Letonya’da 375,
Litvanya’da 360, Estonya’da 270, Romanya’da 200, Çek Cumhuriyeti’nde 190,
Polonya’da 170, Slovakya’da 150, Macaristan’da 120 mahpus düşmektedir. 10
Bu durumun, kapitalist sisteme geçen eski sosyalist ülkelerin karşılaştığı
yoksulluğun bir sonucu olduğu açıktır. Görülmektedir ki, küreselleşme
politikaları dünya çapında hapishane nüfusunu artıran bir etki yaratmaktadır.
Yaygınlaşan işsizlik ve yoksulluk, toplumun geniş kesimlerinin suça itilmesine,
8
30 Haziran 1999 itibariyle ABD’de ceza sistemi altında tutulan toplam 6.318.900 kişinin 3.773.624’ü
denetimli olarak serbesttir; 596.485’i tutukevlerindedir; 1.284.894’ü cezaevlerindedir; 712.713’ü ise şartlı
olarak tahliye edilmiştir. Bkz. “Sourcebook of Criminal Justice Statistics 1999”, s. 484,
(www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t61.pdf), (11.11.2000).
9
1925-1999 arasında ABD’deki mahkum sayıları ve genel nüfusa oranları hakkında bkz. “Sourcebook of
Criminal Justice Statistics 1999”, s. 503, (www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t626.pdf), (11.11.2000).
10
Avrupa Konseyi üyesi diğer ülkelerde, 1995 rakamlarına göre her 100.000 kişiye düşen mahpus sayısı ise şu
şekildedir: Portekiz’de 125, İspanya’da 105, İngiltere’de 100, Fransa’da 95, Almanya, Avusturya ve
İtalya’da 85, Türkiye’de 80, Belçika’da 75, Hollanda, İsveç ve Danimarka’da 65, Finlandiya’da 60,
Yunanistan, İrlanda, Malta ve Norveç’te 55, İzlanda’da 40, Kıbrıs’ta 30. (Bkz. HLPR, 1997).
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 35
bu durum ise ceza adaleti sisteminin kapsamına giren nüfusun katlanmasına yol
açmaktadır.
Hapishanelere gönderilenler, toplumun sistematik olarak dışlanan
kesimleridir. Yoksullar, hapishane nüfusunun en geniş kesimini oluştururken,
ırkçılığın devlet politikası olarak egemen olduğu ülkelerde ceza politikaları aynı
zamanda ırkçı bir boyut da taşımaktadır. Örneğin, ABD hapishanelerindeki
mahpusların yalnız 1/3’ü beyazdır, geriye kalanları ise Afrika ve Latin
kökenliler oluşturmaktadır. ABD eyalet hapishanelerinde ırksal ve etnik
azınlıkların hapishane nüfusu içindeki oranı 1986’da % 60 iken, bu oran
1991’de % 65’e ulaşmıştır. 11 1994’te 20-29 yaş grubundaki her 3 siyah erkekten
biri, ceza adaleti sisteminin nezareti altındadır. Siyah erkeklerin hapse
gönderilme oranı, beyaz erkeklere oranla 7 kat daha fazladır (Rojas, 1998: 2).
Siyahların müebbet hapis cezasına mahkum edilme oranı da beyazlardan
yaklaşık 7 kat daha yüksektir: ABD hapishanelerinde, siyahların % 16.2’si,
Latin kökenli Amerikalıların % 9.4’ü, beyazların ise % 2.5’i müebbet hapis
cezasına mahkum edilmiştir. Müebbet hapis cezası verilen mahkumların
ABD’deki toplam oranları ise korkutucu düzeyde yüksektir: Son rakamlara
göre, hapishanelerdeki her 20 kişiden biri (% 5.1), müebbet hapis cezasına
mahkumdur. 12 Bu durum, ABD’nin sert yeni ceza yasalarının bir sonucudur.
Ancak bu yasalardan en fazla mağdur olan kesimi, hapishanelerdeki en geniş
kitleyi temsil eden yoksul siyahlar oluşturmaktadır. ABD’de 1994’te siyah
nüfusun % 33’ünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı (Olson, 1994: 2)
dikkate alındığında, ırkçı ceza politikalarının aynı zamanda yoksullara karşı bir
nitelik taşıdığı da tartışmasız biçimde açığa çıkmaktadır.
ABD’de hapsetme politikaları, beyaz olmayan, göçmen, işsiz, eğitimsiz,
evsiz, sosyal kaynaklardan yoksun kesimleri hedef almaktadır. Siyahlar ise,
“suçlu sınıfı” olarak görülmektedir. Siyahları hapse göndermek için
“uyuşturucu ile savaş” söylemine dayalı olarak çıkarılan yeni ırkçı yasalar,
bugün ABD’deki hapishane nüfusunun en geniş grubunu uyuşturucu
suçlularının oluşturmasına yol açmıştır. 1970’lerden bu yana uyuşturucu
suçundan tutuklanan siyahların sayısı sürekli olarak artmaktadır. Uyuşturucu
dışındaki suçların işlenme oranı ise son yıllarda düşüşe geçmiştir. İstatistikler,
bugün ABD’de suç oranının yalnız ‘uyuşturucu suçlarında’ yükseldiğini
göstermektedir. 13 Bu sonuç ise, devletin hapishaneleri yoksul siyahlarla
doldurmayı amaçlayan yeni uyuşturucu yasalarından ileri gelmektedir. Ayrıca,
ceza reformunu gerçekleştirmek ve sert yeni ceza yasalarını yürürlüğe koymak
11
U.S. Department of Justice, Bureau of Justice Statistics’in özet bulguları ve seçilmiş istatistikleri için bkz.
(www.ojp.usdoj.gov/bjs/crimoff.htm), (11.11.2000).
12
A.k.
13
U.S. Department of Justice, Bureau of Justice Statistics’in (www.ojp.usdoj.gov/bjs/glance) şu sayfalarına
bkz. ve krş. (/drug.htm), (/viort.htm), (/theft.htm), (/burg.htm), (/house2.htm), (/rob.htm), (/rape.htm),
(/aslt.htm), (/hmrt.htm), (25.10.2000).
36
Amme İdaresi Dergisi
için ABD toplumuna empoze edilen “suç korkusu”nun gerçek bir temelinin
olmadığı da, yine uyuşturucu dışındaki suçların düştüğünü gösteren bu
istatistiklerden ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, Avrupa kıtasında ırksal ve etnik
azınlıkların hapsedilme oranı da yükselmektedir. Örneğin, İngiltere ve Galler’de
Nisan 1996 sonunda, hapishane nüfusunun % 8’ini yabancılar oluşturmaktadır.
Yabancıların hapishaneye gönderilme oranı, yalnız 1994 sonu ile 1996 Nisan
ayı arasındaki 16 aylık dönemde % 21 oranında artmıştır (PRT, 1996c: 1).
Haziran 1998’de, İngiltere’de, her 100.000 kişilik nüfus içinde hapsetme oranı,
siyahlar için 1.245, beyazlar için 185, Güney Asyalılar içinse 168’dir (HLPR,
2000: 2). Bu rakamlar, İngiltere’de de ırksal ve etnik azınlıkların “suçlu sınıfı”
olarak görüldüğünün açık işaretleridir.
Mahpus sayısının yükselmesine, hapishane sayısındaki artış eşlik etmektedir.
Son yıllarda dünya çapında binlerce yeni hapishane inşa edilmiştir. Örneğin son
20 yıl içinde ABD’de yaklaşık 1.000 yeni hapishane yapılmıştır (Schlosser,
1998: 3). Yalnız 1995’te 150 yeni hapishane inşa edilmiş ve mevcut 170
hapishane genişletilmiştir (Browne, 1995: 1). İngiltere, 12 yeni hapishane inşa
edileceğini ve mevcut hapishanelerin kapasitelerinin genişletileceğini açıklarken
(PPRI, June 1996: 2), Belçika Hükümeti 1.000 yeni hücrenin inşasını
programına almıştır (PPRI, March 1997: 7). Kanada’nın yalnız Ontario şehrinde
5 yeni “süper” hapishane yapılırken (PPRI, October 1996: 4), Brezilya
Hükümeti, 52 yeni hapishanenin inşaatı için harekete geçmiştir (PPRI, July
1997: 2). Şili Hükümeti, 10 yeni hapishane için kaynak aramakta, Uruguay’da 4
yeni hapishanenin açılması planlanmaktadır (PPRI, July 2000: 17). Bu örnekler,
dünya çapında devam eden hapishaneleri çoğaltma hareketinin yalnızca
birkaçıdır. Öyle görünmektedir ki, pek çok ülke bugün hapishane ve mahkum
sayısını artırma hareketinde ABD’yi izlemektedir.
Hapishane sayısının artırılması, doğal olarak hapishanelere ayrılan mali
kaynakları da olağanüstü derecede yükseltmiştir. ABD’de 1982’de devletin
cezalandırmaya harcadığı pay 9 milyar dolar civarında iken, 1996’da 41 milyar
doları aşmıştır. 14 Devlet, geçmişte eğitim, sağlık gibi alanlara ayırdığı
kaynakları artık hapishane bütçesine aktarmaktadır. ABD’nin Kaliforniya
eyaletinde, 1984’ten bu yana 20’den fazla yeni hapishane inşa edilirken, yalnız
bir yeni üniversite kampusu açılmıştır. 1996-7’de, Kaliforniya’da eyalet genel
fonlarının % 8.7’si yüksek eğitime, % 9.6’sı ise cezalandırmaya ayrılmıştır
(Davis, 1998: 4). Böylece yakın tarihte ilk kez cezalandırmaya ayrılan fonlar,
yüksek eğitime ayrılan payı aşmıştır. Yurttaşlardan toplanan vergiler de, artık
eğitim, sağlık gibi alanlara değil, cezalandırmaya harcanmaktadır. Sosyal devlet
sisteminin terkedilmesi ile birlikte işsizlik ve yoksulluk yayılırken, hapishaneler
çoğalmaktadır. Hapsetme politikalarının derinleşen sosyal sorunlara bir çözüm
14
ABD’de 1980-1996 arasındaki cezalandırma harcamaları için bkz. “Sourcebook of Criminal Justice
Statistics 1999”, s. 3-4, (www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t12.pdf), (12.11.2000).
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 37
getirmeyeceği açıktır. Ancak yeni cezalandırma politikaları, sosyal sorunların
çözümü için sağlık merkezlerine, eve, işe, okula ihtiyaç olduğu düşüncesinde
değil, işsiz ve yoksulları hapsetme amacında odaklanmaktadır. Bu da, yeni ceza
politikalarının sosyal sorunları kaynağında önlemekten çok, sosyal devletin
tasfiyesi ile birlikte ortaya çıkan sorunların sonuçlarını bastırmaya ve potansiyel
sosyal muhalefeti sert ceza yasaları ile kontrol etmeye yöneldiğini ortaya
koymaktadır.
Güçlenen hapsetme politikalarının siyasal boyutu toplumun kontrol altına
alınmasıdır, ancak “daha çok mahkum” ve “daha çok hapishane” olarak rotası
özetlenebilecek yeni ceza politikalarını belirleyen bazı ekonomik etkenler de
vardır. Hapishanelerden kâr sağlanması amacına yönelen bu ekonomik etkenler
içinde, öncelikle hapsedilenlerin emeğinden yararlanılması gelmektedir.
Mahpus emeğinin sömürüsü, hapsetmeye endeksli yeni ceza politikalarını
belirleyen başlıca uzun vadeli ekonomik dinamiklerden biridir ve sosyal
devletin terkedilmesi ile birlikte hapishanelerdeki dönüşümün önemli
boyutlarından biri de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Yeni ceza politikalarının
“daha fazla mahkum” istikameti, aynı zamanda dışarıdakinden çok daha ucuza
çalışacak ve gardiyan baskısı altında azami üretimi gerçekleştirecek mahkumişçi ordusunu genişletmeye yönelmiştir. Kuşkusuz ki, sosyal devlet döneminde
de mahpusların çalışma ilkesi kaldırılmamıştır. 15 Ancak, mahpus emeğinin
kullanımına sosyal devlet döneminde sınırlar getirilmiş, mahpusların ürettikleri
malların ülke dışına çıkarılması da yasaklanmıştır. Ne var ki, günümüzde bu
yasaklar aşınmaya, sınırlar kaldırılmaya ve hapishanelerde üretilen mallar artık
uluslararası ticarete de sunulmaya başlamıştır. Bu durum, mahpus emeğinin
15
Mahpusların çalışmaya zorlanabileceği, uluslararası insan hakları hukukunda da angarya yasağının bir
istisnası olarak kabul edilmektedir. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 4. maddesi gibi, 1982
Anayasasının 18. maddesi de aynı istisnaya yer vermiştir. Bununla birlikte, sosyal devlet döneminde
mahpusların çalıştırılması önemli bazı sınırlamalara tabi olmuştur. Örneğin, Türk Ceza Kanununun 6123
sayılı ve 9.7.1953 tarihli yasayla değiştirilen 14. maddesi, tutukluların çalıştırılmalarında “gönüllülük”
ilkesini kabul etmiştir: “Mevkuflardan çalışmak isteyenler, ceza ve tevkif evi dahilinde çalıştırılabilirler”.
Ayrıca Ceza Kanununun 6988 sayılı ve 31.5.1957 tarihli yasayla değiştirilen 13. maddesi, hükümlülerin
çalıştırılmasını da önemli ölçüde sınırlamıştır. Bu madde, ağır hapis cezası almış mahkumların hücre ve
hapishanede geçirdikleri belirli sürelerden sonra, ancak “iyi halleri”nin görülmesi durumunda “iş esası
üzerine kurulmuş olan cezaevlerinde” çalıştırılacaklarını belirtmektedir. 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkındaki Kanunun 3193 sayılı ve 1.5.1985 tarihli yasayla değiştirilen 17. maddesi ise, her ne kadar
tutuklu ve hükümlülerin çalışmaya zorlanabileceği yolunda genel bir hüküm getirmiş olsa da, ülkemizde
mahkumların çalışması şimdilik yalnız açık ve yarı açık cezaevleri ile sınırlı bir uygulama alanı bulmaktadır.
Bununla birlikte, 6 Ağustos 1997 tarihinde kabul edilen 4301 sayılı “Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri
İşyurtları Kurumunun Kuruluşu ve İdaresine İlişkin Kanun”, hapishane emeğinin kullanım alanının
Türkiye’de de genişletileceğinin önemli bir işaretini vermektedir. Bu Kanunun “ceza infaz kurumları ve
tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerden oluşan işyurtları”nı (m. 6)
düzenlemesi ve çalışma saatleri dışında ve tatil günlerinde de tutuklu ve hükümlülere fazla çalışma
yaptırılabileceğini öngörmesi (m.8), önümüzdeki dönemde Türkiye’de de hapishaneleri giderek birer
“çalışma kampları”na dönüştüren bir sürecin başlatılmakta olduğunu düşündürmektedir. “F Tipi” cezaevi
modeline geçişin başlıca nedenlerinden biri de bu yasanın uygulanmasını sağlamak olsa gerekir. Çünkü
mevcut hapishanelerin büyük bir kısmında mahpusların çalıştırılmasına uygun koşullar yoktur. “F Tipi”
cezaevlerindeki “işlik”ler ise, bu bağlamda dikkat çekicidir.
38
Amme İdaresi Dergisi
sömürüsünü yoğunlaştıran ve hapishaneleri çalışma kamplarına dönüştüren bir
sürecin başında olduğumuzu haber vermektedir. Ceza reform sürecinde
çıkarılan daha sert yeni ceza yasalarının mahkum ve hapishane sayısını çoğaltan
sonuçlarının, bu ekonomik etkenler dikkate alınmaksızın tam olarak
anlaşılabilme olanağı da yoktur.
ABD’de mahkum emeğinin sömürüsü, 70’lerden bu yana çıkarılan ceza
yasalarının önemli amaçlarından biridir. Tıpkı yeni ceza yasalarının 70’lerden
itibaren yürürlüğe sokulması gibi, hapishaneleri “parmaklıklı fabrikalara”
dönüştürmeyi amaçlayan projeler de aynı tarihlerde devreye girmiştir. ABD
Kongresi, ilkin 1979’da “hapishane endüstrisi”nin geliştirilmesi konusunda 7
pilot projeyi kabul etmiş, 1990’da ise pilot proje sayısı 50’ye yükseltilmiştir
(Pens, 1996: 2). 90’lı yıllar boyunca, eyaletler bir yandan mahpuslara çalışma
zorunluluğunu getiren yeni yasaları çıkarırken, 16 diğer yandan istihdam edilen
mahpus sayısını artırmak için yeni programları yürürlüğe koymuşlardır. 17
Mahpusların çalışma zorunluluğu, federal düzeyde de kabul edilmiştir. Ayrıca,
çalışma ilkesi, disiplin kurallarıyla da güvence altına alınmıştır. ABD’de federal
düzeyde, mahkumlara günde ‘enaz’ 7 saat çalışma zorunluluğu getirilmiştir ve
çalışmayı reddetme ya da performans standartlarına uygun olmayan bir biçimde
çalışma, “disiplin suçu” sayılmıştır. 18 Eyalet düzeyinde de çalışmaya zorlayıcı
nitelikte disiplin kuralları yürürlüğe girmiştir. Örneğin, Oregon
hapishanesindeki mahkumlar çalışmayı reddettiklerinde daha uzun cezalara
çarptırılmakta, çeşitli haklarını kaybetmekte ve hücre cezası riskiyle
karşılaşmaktadırlar (Erlich, 1995). Kaliforniya’da yalnız çalışılarak geçirilen
her gün, mahkumların cezasından indirilmektedir. Bu nedenle, çalışmayı
reddeden mahkumlar hapis cezalarının iki katını çekmek zorunda
kalmaktadırlar, başka deyişle çalışan mahkumlardan iki kat daha fazla ceza
almaktadırlar. Ayrıca, çalışmayı reddeden mahkumların aile ziyareti hakkı
yoktur, hapishane kantininden yararlanma hakları sınırlandırılmıştır, acil haller
dışında telefon hakları yoktur ve eğer hapishane avlusuna çıkmalarına izin
verilirse, diğer mahkumlarla herhangi bir sosyal ilişkiye girme ve herhangi bir
etkinliğe katılma hakları yoktur (Browne, 1995: 4). İngiltere’de 1999’da
çıkarılan Hapishane Kuralları (Prison Rules) ise, mahkumların “günde 10 saati
geçmemek üzere” ve “eğer mümkünse hücreleri dışında bir başkasıyla birlikte”
16
Örneğin, Oregon eyaletinde mahpuslara haftada 40 saat çalışma zorunluluğunu getiren yasa değişikliği, 1
Nisan 1995’te yürürlüğe girmiştir. Aralık 1996’ya kadar Oregon hapishanesindeki mahpusların % 51’i
çalıştırılmaya başlanmıştır. Yetkililer, bütün mahpusların istihdamının 10 yıl içinde sağlanacağını
açıklamaktadır (Bkz. Pens, 1998: 1-2).
17
Örneğin, Washington eyaletinde 1993’te çıkarılan bir yasayla, yılda 300 mahpusun istihdam alanına
sokulması, 2000 yılına kadar da bu sayının 1500’e yükseltilmesi için Washington Cezalandırma Birimine
yetki verilmiştir. (Bkz. Pens, 1996: 3).
18
Federal Bureau of Prisons Program Statements, 5251.05 - Work and Performance Pay Program, Inmate
(12/31/98), § 545.24, (www.bop.gov/progstat/5251_05.html), (25.10.2000).
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 39
çalıştırılma kuralını getirmektedir. 19 Bu kuralı tersinden okumak gerekirse,
mahkumlar günde 10 saate kadar, üstelik hücreleri içinde çalışmaya
zorlanabileceklerdir. İngiltere’nin Hapishane Kuralları, mahkumların “iradi
olarak işi uygun şekilde yapmamalarını, işin gerektirdiği gibi çalışmamalarını
ya da bu şekilde çalışmayı reddetmelerini” de disiplin suçları arasında
saymaktadır. (m. 51/21). Bu gibi disiplin suçları karşısında hapishane yöneticisi,
çeşitli cezalar verme yetkisine sahiptir: Bu cezalar, mahkumun çeşitli haklarını
kaybetmesi, başkalarıyla birlikte çalışmaktan alıkonulması, çalışması
karşılığındaki kazancının kesilmesi, hücre cezası, mahkemenin verdiği hapis
cezasına ek bir süre hapis cezası verilmesi gibi seçenekler olabilecektir. (m. 55).
Görüldüğü gibi, sert yeni ceza yasalarına, oldukça zalim hapishane kuralları
eşlik etmektedir. Bu kuralların, görünüşte bile, mahkumların “rehabilitasyonu”
amacıyla bağdaştırılma olanağı yoktur. Amaç başlıbaşına cezalandırmak ve
sindirmek; ayrıca mahkumların ucuz, bazen bedava kullanılan emeklerinden
yararlanmaktır. Mahkumları çalıştırmaya yönelik olarak yürürlüğe giren yeni
politikalar, mahkumların “yararlı sosyal programlara doğru yöneltilmesi” ve
“kendi masraflarını karşılamaları” argümanlarıyla gündeme getirilmiş ve
topluma da bu şekilde empoze edilmiştir, ancak getirilen yeni düzenlemelerin
cezaevlerinin insanlıkdışı koşullarını yoğunlaştırdığı açıktır.
ABD’de 1979’dan itibaren yürürlüğe giren “Hapishane Endüstrisini
Geliştirme Programı” (Prison Industry Enhancement Program), özel sektörün
de mahkum emeğini kullanmasına izin vermektedir. 20 Yani, gelişen hapishane
endüstrisinin tek oyuncusu devlet değildir, özel sektör de hapishane yönetimleri
ile yaptığı sözleşmelerle mahkum emeğini kullanmaya başlamıştır. Bugün
ABD’nin önde gelen pek çok şirketi, ürünlerini ABD hapishanelerinde
üretmektedir. Bu şirketlerin arasında, Microsoft, IBM, Boeing, Motorola, Texas
Instruments, Nike, Lee Jeans gibi dünya çapında tanınmış bir dizi şirket de
bulunmaktadır. Hapishanelerde yapılan işler son derece çeşitlilik arzetmekte, bir
dizi mal ve hizmet üretimini kapsamaktadır. Bu işler arasında, yüksek
teknolojili bazı malların üretilmesinden, çamaşır yıkamaya; telefonla
pazarlamacılıktan, tekstil sektöründe çalışmaya; veri depolamaktan, bilgisayar
paketlemeye değin bir dizi mal ve hizmet üretimi bulunmaktadır. Üstelik,
yapılan iş çeşidinin giderek artırılması da hedeflerden biridir. Bu durum ise,
dışarıdaki pek çok işletmenin kapatılarak üretimin daha ucuz maliyetli olduğu
hapishanelere taşınmasına yol açmakta ve dışarıdaki işsiz kitlesini
genişletmektedir. İşsiz kalan kesimlerin ise, hapishanelere gönderilme olasılığı
büyüktür. Bu kısır döngü, 19. yüzyılda da yaşanmıştır. 19. yüzyılın “kiralık
hapishane” modeli, hapishane yönetimleri ile sermayedarlar arasında yapılan
19
20
Prison Rules 1999, m. 31 (1). Metin için bkz. (www.penlex.org.uk/pages/rules99.html), (12.09.2000).
Örneğin Maryland eyaletinde Hapishane Endüstrisini Geliştirme Programının uygulanması hakkında bkz.
(www.dpscs.state.md.us/doc/sui/pie2.htm), (25.10.2000).
40
Amme İdaresi Dergisi
sözleşmelerle hapishane emeğinin özel sektöre kiralanması ilkesine
dayanmaktadır. Sosyal devlet modelinin tasfiye edildiği “küreselleşme”
sürecinde ise, 19. yüzyılın bir dizi başka özelliği gibi, “kiralık hapishane”
modeli de geri gelmiştir. Hapishanelerde üretilen malların ülke dışına çıkarılma
yasağının da aşınmaya başladığı 21 dikkate alınırsa, mahkum emeği sömürüsünün
önümüzdeki dönemde giderek yoğunlaşması ve yayılması beklenebilir.
Bugün ABD, İngiltere, Avustralya gibi ceza reformunun öncüsü ülkelerde,
hapishane emeği hem devlet, hem de özel sektör tarafından yoğun biçimde
sömürülmeye başlamıştır. ABD’deki bazı hapishanelerde mahpuslara
çalışmaları karşılığında hiç ücret ödenmemektedir. 22 Eğer ücret ödeniyorsa,
ücret düzeyleri son derece düşüktür. Örneğin, federal düzeyde kabul edilen
çalışma programlarına göre, yiyecek hizmetlerinde çalışan, boyacılık yapan,
temel bakım hizmetlerini sunan, su tesisatçılığı gibi işlerde çalışan mahkumlara
verilen saatlik ücret, 12-40 cent arasındadır. Federal mahkumların fabrikalara
gönderilen % 25’lik kısmı ise, metal, mobilya, elektronik, tekstil ve grafik
sanatları gibi alanlarda çalıştırılmaktadır ve saatte 23 cent-1.5 dolar arasında
para kazanmaktadır. 23 Bu ücretler, ABD’deki asgari ücretin oldukça altındadır.
ABD’de asgari ücret çeşitli eyaletlere ve sektörlere göre değişmektedir, ancak
örneğin Washington’da saatte 4.90 dolar olduğu veri alınırsa, mahkum
emeğinin kârlı doğası daha kolay anlaşılabilecektir. Bugün bir devlet şirketi
olan Unicor, saatte 23 cent’e 20 bin mahkumu haftada 40 saat mobilya
üretiminde çalıştırmaktadır. Mahkum emeğini kullanan özel sektör de, mahkum
emeğinden aynı ucuzlukta yararlanmaktadır: Örneğin, Chevron, TWA ve
Victoria’s Secret gibi şirketler, veri girişi, telefonla kitap rezervasyonu, iç
çamaşırı üretimi için çalıştırdıkları mahkumlara saatte 23 cent ödemektedir
(Rojas, 1998: 1). Kaliforniya’nın Soledad hapishanesinde tekstil sektöründe
çalışan mahkumlar, saatte 45 cent’ten, günde 9 saat çalışmaları karşılığında
ayda yaklaşık 60 dolar kazanmaktadırlar. Nike, ayakkabı üretiminde çalıştırdığı
mahkumlara ‘günde’ 1.20 dolar ödemektedir (Erlich, 1995: 1). Avustralya’da
ise mahkumlara haftalık ortalama 50-60 Avustralya doları ödenmektedir, oysa
aynı işin dışarıdaki karşılığı 360 dolardır (PPRI, November 1996: 5). Görüldüğü
gibi, hapishane emeği bugün şirketler için Üçüncü Dünya emeğinden de ucuza
gelmektedir. 24
21
Bu konuda bkz. “The World Trade Organization and the Prison Industrial Complex”, özellikle dipnot 2,
(www.prisonactivist.org/materials/wto_pic.html), (31.08.2000).
22
Texas eyaletinde mahpusların tamamının çalışmaya zorlandığı, ancak hiç ücret ödenmediği
belirtilmektedir. Texas’da 100’den fazla hapishanenin, 150.000’den fazla mahpusun varolduğu dikkate
alındığında, sömürünün yoğunluk derecesi de ortaya çıkmaktadır. Bkz. “Texas Prison Labor Union”, 1998,
(www.igc.org/trac/feature/prisons/txprisonunion.html), (07.08.2000).
23
ABD’de federal mahkumların çalışma programları hakkında bkz. (www.bop.gov/ipapg/ipaover.html),
(25.10.2000).
24
“Saatte 8 dolar kazanan bir Amerikan işçisi, şirketinin Tayland’da çalışan işçilere günde yalnız 2 dolar
ödemek için taşınmasından dolayı işini kaybeder. İşsizdir, onun ihtiyaçlarına ilgisiz olan topluma
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 41
Yeni cezalandırma politikaları, hapishanelerde kölelik benzeri bir statüyü
yeniden üretme eğilimindedir. Hapishanelerdeki zorla çalıştırma programları,
mahpusların “bir meslek ve sanat öğrenmeleri”, “yararlı etkinliklere
katılmaları”, “masraflarının kendilerince karşılanması” gibi topluma “meşru”
görünen amaçlarla yürürlüğe konulmaktadır. Ancak, hapishane kurumunun
kendisinin meşruiyeti sorunu bir yana, yalnız çalışma programlarının
meşruiyetini tartışılır kılan bir dizi etken sözkonusudur: Her şeyden önce
mahpuslar çalışmaya ‘zorlanmaktadırlar’, yani çalıştırma şiddet yoluyla
sağlanmaktadır. Ayrıca, mahpusların çalışmalarının gerçek karşılığı da
verilmemektedir. Buna ek olarak, mahpusların kazançlarının büyük bir
bölümüne hapishane yönetimlerince el konulmaktadır. Mahpusların iaşe ve
sağlık gibi giderleri, çeşitli fonlar, zorunlu tasarruf hesabı, mahkeme hizmetleri,
vergi gibi kesinti kalemlerinin toplamı, mahpusların ücretlerinin yarısını
aşmaktadır. ABD’de mahpusların ücretlerinin % 80’ine kadar bir bölümünün
kesilmesine izin verilmektedir.25 “Reform” sürecinde ABD modelini izleyen
İngiltere’de de mahpusların kazançlarının çeşitli vergiler ve fonlar için
kesilebileceğini düzenleyen yeni yasalar yürürlüğe girmiştir. 26 Bütün bunların
yanısıra, hapishane emeği, “özgür” emeğin çeşitli haklarından yararlanamadığı
için sömürü düzeyi daha da derinleşmektedir: Sağlık sigortası, işsizlik sigortası,
emeklilik hakkı, işten çıkarma tazminatı, tatil hakkı, dinlenme hakkı, hastalık
izni, sendika hakkı, toplu sözleşme hakkı, grev hakkı hapishanelerde yoktur. Bu
nedenle de özel sektör, mahpus emeğini “özgür” emeğe tercih etmektedir.
Hapishane yönetimleri, özel sektörü hapishanelerine çekebilmek için verdikleri
reklamlarda bu olanakların altını sıklıkla çizmektedir. 27 Mahpusların çalışma
koşulları ise, 19. yüzyıl uygulamalarına giderek daha fazla benzemektedir.
Zincire bağlanan mahkum dizileri halinde çalışma (chain gangs), bazı ABD
eyaletlerinde tekrar görülmeye başlamıştır (Browne, 1995: 3). Bu ve benzeri
örnekler, “reform” sürecinde hapishanelerde “kürek mahkumluğu”nu yeniden
canlandıran uygulamalardır. Hapishane koşullarının daha vahşileştiğinin en açık
göstergesi ise, hapishanelerdeki ölüm ve intihar oranlarının son yıllardaki hızlı
artışıdır. 28
yabancılaşmıştır, yaşamını sürdürmek için uyuşturucu ekonomisine ya da başka yasadışı yollara girer.
Yakalanır, hapse konur ve çalışmaya başlar. Yeni ücreti, saatte 22 cent’tir.” (Goldberg and Evans: 5). Bu
öykü, ABD hapishanelerindeki mahkumların çoğunluğunun öyküsünü oldukça iyi yansıtmaktadır.
25
Örneğin Maryland eyaletindeki uygulama için bkz. (www.dpscs.state.md.us/doc/sui/pie2.htm),
(25.10.2000).
26
Bkz. Prisoners’ Earnings Act 1996, Chapter 33. Metin için bkz.
(www.hmso.gov.uk/acts/acts1996/1996033.htm), (12.09.2000).
27
ABD’de Oregon hapishanesinden verilen bir ilanda özetle şöyle denilmektedir: “Oregon hapishanesi, kamuözel ortaklığı arıyor. Sağladıklarımız: Arazi, binalar, minimum güvenlikli mahkum emeği ve güvenlik
memurları, enerji ve istikrar. Yararlanacaklarınız: Mahkumlar, her gün temizliği, bakım işlerini yaparlar ve
çalışırlar. Paranızı kazanırsınız. İşçi tazminatı, sigortası, hastalıkta iş bırakma ve diğer maliyetler yoktur.”
(Bkz. Pens, 1998).
28
İngiltere’de ticari olarak işletilen hapishanelerdeki intihar oranları için bkz. HLPR, 1998.
42
Amme İdaresi Dergisi
Görüldüğü gibi, günümüzde hapishaneler sosyal devlet öncesi koşullara
hızla geri dönme yolundadır. Küreselleşmenin geri dalgası içinde birikim
oranlarını artırmak için tarihteki eski emek sömürü yöntemlerine yeniden
başvurmaktan kaçınmayan sermaye, mahpus emeğini de “en ucuz”, silahlı
gardiyan nezaretinde “en iyi disipline edilmiş” ve “en verimli” emek gücü
olarak yeniden keşfetmiştir. Ancak, sermayenin son yıllarda hapishanelere
girişi, yalnız mahpus emeğini kiralama yolundan ibaret de değildir. 1980’lerden
itibaren dünyada egemen olan neoliberal politikaların “özelleştirme” ayağı,
cezalandırma alanında da yankısını bulmuştur. Cezalandırma “sektör”ündeki
özelleştirme, 80’li yıllarda çeşitli hapishane hizmetlerinin özelleştirilmesi ile
başlamış, 90’lı yıllarda ise hapishanelerin işletilmesini de kapsayarak doruğuna
ulaşmıştır. Bugün pek çok ülkede yemek, sağlık, güvenlik, nakliye gibi
hapishane hizmetleri özelleştirilmiş durumdadır. Ceza reformunun öncüsü
ülkeler ise, 90’lı yıllarda hapishanelerin işletilmesini de özel sektöre devrederek
“özel hapishane” sistemine geçmeye başlamışlardır. 80’li yıllardan itibaren
türeyen bir dizi çokuluslu “cezalandırma şirketi”, dünyadaki özel hapishanelerin
başlıca işleticileridir. Bu şirketler, devletlerle imzaladıkları 25-30 yıllık
sözleşmelerle yeni hapishaneler kurmakta ve hapishaneleri düşük ücretli kendi
güvenlik personeli tarafından işletmektedirler. Reagan döneminde ABD’de
başlayan hapishaneleri özelleştirme hareketi, özellikle 90’lı yıllarda gelişmiş ve
dünyaya yayılmaya başlamıştır. 1999 sonu itibariyle, ABD’deki özel hapishane
sayısı 158’e ulaşmıştır. 29 Ayrıca, 90’lı yıllar boyunca, İngiltere, Avustralya,
Yeni Zelanda, Kanada ve Güney Afrika’da da özel hapishaneler kurulmuştur.
Avustralya, Ocak 1997’deki % 20’lik oranıyla özel hapishanelerde en fazla
mahpus bulunduran ülke olarak önde gitmektedir (PPRI, January 1997: 1).
Hapishanelerin özelleştirilmesi hareketi henüz yeni olmakla birlikte, güçlü bir
yayılma potansiyeline sahip görünmektedir. Bugün dünyanın pek çok ülkesi,
özelleştirme programını oluşturma aşamasındadır. Bir dizi devlet ise, özel
hapishaneleri finanse etmesi için özel sektörü davet etmiş bulunmaktadır.
Hapishanelerin özelleştirilmesi, herhangi bir kamu sektörünün
özelleştirilmesinden farklıdır. Özelleştirmelerle mahkumlar da özel şirketlerin
egemenlik ve kontrol alanına devredilmekte, adeta onlar da özelleştirilmektedir.
Mahkumların özel mülkiyet konusu olmalarına benzer bir sonucu doğuran bu
durumun ise, köleliğe yakınlığı açıktır. Hapishanelerin gelişim tarihi de,
mahkumluk ve kölelik arasındaki sıkı ilişkiyi ortaya koyması bakımından
öğreticidir: Örneğin, ABD’de köleliğin kaldırılmasından önce gerçek bir
hapishane sistemine gerek duyulmamış, bu ülkedeki ilk hapishaneler 19. yüzyıl
başlarında açılmıştır (Browne, 1995: 2). Köleliğin kaldırılmasından sonra ise,
mahkum emeği köle emeğinin yerini alan başlıca biçimlerden biri olmuş,
29
Bkz. “Sourcebook of Criminal Justice Statistics 1999”, s. 82,
(www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t183.pdf), (12.10.2000)
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 43
hapishaneler kölelikten de ucuz ve etkin bir emek sömürü sistemi kurmuştur.
19. yüzyıl ABD hapishanelerinde mahkumlar, özgür bırakıldıktan sonra basit
hırsızlık suçlarından mahkum edilmiş kölelerdir, hapishane çiftlikleri ise köle
plantasyonlarına benzemektedir. Bu dönemde hakim olan “kiralık hapishane”
sistemi, devletin mahkumları sermayedarlara kiralamasına ve hapishaneleri özel
sermayenin işletmesine dayanmaktadır. Bugünün “özel hapishaneleri” de bu
tarihsel geçmiş ışığında anlamlandırılmalıdır. Öte yandan, ABD’de
mahkumların kölelik statüsü bugün de resmi olarak tanınmaya devam
etmektedir: ABD Anayasasının 13. Değişiklik hükmü, mahkumları yalnız
“zorla çalıştırma yasağı”ndan değil, aynı zamanda “kölelik yasağı”ndan da hariç
tutmaktadır. 30 Virginia Yüksek Mahkemesi’nin, 1871’de mahkumların “devletin
köleleri” olduğuna ilişkin verdiği bir karar (Ruffin v. Commonwealth davası,
aktaran Wright, 1995: 1) ise, bu ülkedeki mahkumların gerçek statüsünü
açıklayan bir başka dayanaktır. Görülmektedir ki, ABD Anayasasının köleliğe
açık bıraktığı bu kapı küreselleşme dönemecinde işlerlik kazanmaya
başlamıştır. Ceza reform hareketinde ABD’yi yakından izleyen İngiltere,
Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Güney Afrika gibi ülkelerin özel
hapishanelerin de öncüsü oldukları dikkate alındığında, 19. yüzyıl hapishane
modelinin reform hareketine dahil olan pek çok ülkeyi beklediği söylenebilir.
Hapishane emeğinin sınırsız sömürüye açılması ve özel hapishane sisteminin
geri gelişi, günümüzde hapishaneleri sermaye için en kârlı yatırım alanlarından
biri haline getirmiştir. Bir yandan çokuluslu cezalandırma şirketleri dünyadaki
en büyük şirketler arasına katılırken, diğer yandan mantar gibi çoğalan yeni
hapishanelerin inşaatı, mimari dizaynı, hapishanelerin yiyecek, sağlık, güvenlik,
nakliye gibi hizmetleri pek çok şirketi hapishanelere çekmektedir. Özel
hapishaneleri işleten çokuluslu cezalandırma şirketlerinin son 15 yıldaki
büyüme hızları, hapishane sektörünün sermaye için cazibesini ortaya koymaya
yeterli görünmektedir. Örneğin 1983’te kurulan ve hapishane endüstrisinin
lideri olan CCA’nın (Corrections Corporation of America) gelirleri, 1992’de 95
milyon dolardan 1995’te 207 milyon (PPRI, June 1996: 7), 1996’da 293
milyon, 1997’de 462 milyon (PPRI, March 1998: 15) ve 1998 Eylül ayı
sonunda 484.5 milyon dolara fırlamıştır. CCA, 1998 itibariyle ABD, Puerto
Rico, Avustralya ve İngiltere’de toplam 78 hapishane işletmektedir (PPRI,
November/December 1998: 13). Bugün hapishane endüstrisinin önde gelenleri
ABD şirketleridir, onları İngiliz şirketleri izlemektedir. Öte yandan, hapishane
endüstrisi, inşaat, mimarlık, sağlık, yemek, nakliye, telefon, güvenlik teknolojisi
gibi alanlardaki yan sektörleri de beslemektedir. ABD’de ekonomisi krize
girmiş pek çok şehirde hapishaneler ana işveren konumuna gelmiştir.
30
ABD Anayasasının 1865’te kabul edilen 13. Değişikliği, şu hükmü getirmektedir: “Birleşik Devletler’de ya
da Birleşik Devletler’in yargı yetkisi altındaki herhangi bir yerde, hukuka uygun olarak mahkum edilmiş
kişinin suçunun cezası dışında, kölelik ve zorla çalıştırma yasaktır.”
44
Amme İdaresi Dergisi
Mahpuslar ise aynı zamanda “tüketici” olarak da sömürülmektedir:
Hapishanelerdeki telefon hizmetini tekeline almış şirketler, dışarıdakinden
yaklaşık 6 katına telefon hizmeti satmaktadır. Yemek ve kantin fiyatları aşırı
pahalıdır. Silah üreticileri, şimdi elektrikli kelepçe, şok silahları, güvenlik
kameraları gibi hapishaneleri “savunma” teknolojileri üretmektedir. ABD’de
500’den fazla şirket bu piyasaya girmiş durumdadır. Yatırım bankaları,
güvenlik şirketleri, hizmet şirketleri bu endüstrinin içindedir. Wall Street
bankaları hapishane sektörüne yatırım yapmaktadır. Cezalandırma şirketlerinin
kağıtları da Wall Street borsasındaki en değerli kağıtlar arasına girmiştir. Bugün
ABD’de hapishane endüstrisinin taşıdığı bu önem, ABD ekonomisinin
“hapishane-endüstri kompleksi” kavramı ile tanımlanacak düzeyde kritik bir
noktaya erişmesine yol açmıştır. 31 ABD Başkanı Eisenhower’in 1961’de
Sovyetler Birliği’nden gelecek bir askeri tehdidi önlemek amacıyla askeri
sanayinin geliştirilmesi gereğini vurgulamak ve silah sanayiine yapılacak
yatırımları artırmak için kullandığı “askeri-sanayi kompleksi” kavramından
ödünç alınan “hapishane-endüstri kompleksi” kavramı, ABD’de sermaye ve
devlet arasındaki çıkar birliğini günümüzde yeniden tanımlamaktadır. Her iki
kavramın da ortak yönü, bir yandan bu çıkar birliğini ortaya koyarken, diğer
yandan toplumun imhası amacında birleşmeleridir. Geçmişte devlet
“komünizmle mücadele” retoriği altında silah endüstrisini geliştirirken, bugün
hapishane
endüstrisini
“suçla
mücadele”
sloganına
dayanarak
güçlendirmektedir. Her iki ekonomi de, sermayenin birikim oranlarını artırması
ve toplumun baskı altına alınmasına yönelmektedir.
ABD’de bizzat devlet eliyle yaratılan ve beslenen hapishane endüstrisinin
hammaddesi mahkumlardır. Bu endüstrinin gelişmesi, mahkum sayısının
artırılmasına dayanmaktadır. Hapishane endüstrisinden mahkumlara düşen pay,
sermaye için çalışmaya zorlanma, çalışmadıklarında hücrelere kapatılma, daha
fazla eziyet ve ölümdür. Yeni kurulan özel hapishane haberlerine, hızla bu
hapishanelerdeki ölüm haberlerinin eşlik etmesi çarpıcıdır. Özel hapishanelerin
yeni döneminin henüz çok kısa bir tarihi olmasına rağmen, şiddet düzeyinin bu
hapishanelerdeki yoğunluğu bugünden görülmektedir. 32 Anlaşılmaktadır ki,
özel hapishane ve mahkum kiralama sisteminin geri gelişi, tıpkı 19. yüzyılda
olduğu gibi, hapishanelerdeki şiddet dozunu da artırmaktadır. 19. yüzyılın
kiralık hapishanelerinde mahkumların kamçılarla ölesiye çalıştırıldıkları ve
31
“Hapishane-endüstri kompleksi” kavramı hakkında bkz. Goldberg and Evans; Schlosser, 1998; Davis, 1998;
Parenti, 1999; Muntaquin, 1995; Light, 1999.
32
Örneğin, İngiltere’deki Blakenhurst özel hapishanesinde 1995’te 5 kişi ölmüştür (PPRI, October 1996: 6).
Avustralya’nın Victoria eyaletinde Eylül 1997’de açılan Port Philip özel hapishanesinde Nisan 1999 tarihine
kadar 11 mahkum ölmüştür, bunların 5’i hücresinde asılı bulunmuştur, 3’ü yüksek dozda uyuşturucudan
ölmüştür. Yalnız 3 kişinin “doğal” nedenlerle öldüğü belirtilmektedir (PPRI, April/May 1999: 19). Özel
hapishanelerin ayrılmaz bir unsuru haline gelen bu “şüpheli” ölümler, kamuoyunda da tartışmalara neden
olmaktadır.
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 45
gerçekten de mahkumların yarısına yakınının bu hapishanelerde yaşamını
yitirdiği hatırda tutulacak olursa, yeni “ceza reform” hareketinin mahkumlara
sunacağı gelecek de oldukça karanlıktır.
Görüldüğü gibi, yirmibirinci yüzyıl başında dünyaya yayılan “ceza reform”
hareketi, devletin cezalandırma iktidarını daha fazla zalimleştirerek
dönüştürmektedir. Sosyal devlet niteliğinden uzaklaşan devlet, her geçen gün
daha fazla “cezalandırma devleti” olmaya yaklaşmaktadır. Ceza reform hareketi
de, öncelikle hapishaneleri yükseltmektedir. Ancak reformun hapishaneler
dışında kalan başka unsurları da vardır: Bugün ceza reform hareketini başlatan
ülkelerde ceza türleri çeşitlendirilmekte, hapsetmeye alternatif cezalar da
yayılmaktadır. “Kamu yararına çalıştırma”, bu cezaların bir çeşididir. Kamu
yararına çalıştırma, mahkumun “toplum için” parasız çalışması demektir.
Kendisine mahkeme tarafından bu tür bir ceza verilen mahkumlar, cezalarını
okul, hastane gibi çeşitli toplumsal hizmet alanlarında günde belirli bir süre
ücretsiz olarak çalışarak çekmektedirler. 33 Ancak, bu cezalar her tür suçluya
değil, yalnız hafif suçlulara verilebilmektedir. Uygulamada da yalnız 4-5 yıla
kadar hapis cezası alan kişilerin, cezalarını kamu yararına çalışarak yerine
getirdikleri görülmektedir. Bu nedenle, kamu yararına çalıştırma cezası,
hapishanelere gerçek bir alternatif oluşturmamakta, hapis cezalarına eşlik
etmekte, cezayı çeşitlendirip çok amaçlı kullanıma sokarak topluma yayan bir
nitelik taşımaktadır. Bugün belirli merkez ülkelerde uygulanan bu ceza
çeşidinin Güneyli ülkelere de yayılması için yoğun çaba harcandığı
gözlenmektedir. Özellikle 90’lı yıllarda artan bu çabalar, Afrika, Güney
Amerika, Güney ve Orta Asya, Orta ve Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da
odaklanmıştır. Belli başlı zengin ülkelerden ya da sermaye destekli çeşitli
kuruluşlardan aldıkları fonların desteğindeki projeler aracılığıyla kamu yararına
çalıştırma cezasının Güneyli ülkelere yayılma sürecindeki başrollerden birini
ise, uluslararası hükümetdışı kuruluşlar oynamaktadır. Bu kuruluşların “teknik
yardımları” sonucunda, bugün bir dizi ülke bu ceza türünü ceza sistemine dahil
etmiştir. 34
Kamu yararına çalıştırma cezasının reform hareketinin bir parçası olması da,
sosyal devletin tasfiyesi ile yapısal bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu ceza çeşidi
ile sosyal devlet döneminde ücretli kamu görevlilerinin yerine getirdiği
33
Kamu yararına çalıştırma (community service) cezası hakkında örneğin bkz.
(http://penalreform.org/english/cs.htm), (15.08.2000).
34
1989’da kurulan uluslararası hükümetdışı bir kuruluş olan “Penal Reform International” (PRI), Güneyli
ülkelerin ceza reform sürecine dahil edilmesinde etkin olan kuruluşlardan biridir. Bu örgüt, bugün 40 ülkede
aktif çalışma yürütmektedir. PRI’nın 1990’lı yıllar boyunca sürdürdüğü çalışmalar sonucunda bir dizi ülke
kamu yararına çalıştırma cezasını kabul etmiştir. Ayrıca, bu örgüt Afrika’da hapishane çiftliklerinin “daha
etkin üretim” için yeniden düzenlenmesi, yargı sisteminde reform gibi konularda da projeler hayata
geçirmekte ve hem hükümetler hem de hükümetdışı ulusal kuruluşlar ile birlikte çalışmaktadır. PRI,
hükümetlere yeni ceza yasa tasarıları sunarken, yerel hükümetdışı kuruluşları ceza sisteminde reform için
lobi faaliyetinde yönlendirmektedir. PRI için bkz. (http://penalreform.org).
46
Amme İdaresi Dergisi
toplumsal hizmetlerin artık mahkumlarca bedava yerine getirilmesi
amaçlanmaktadır. Kamu sektörünün tasfiyesinden, kamusal harcamaların
azaltılmasından, sosyal devletin çöküşünden doğan işlevsel boşluk, bizzat
mahkumların ücretsiz emeğiyle doldurulmaya çalışılmaktadır. Suçlu bireyin
suçu işlemesinden dolayı “topluma olan borcunu ödemesi” argümanıyla sunulan
kamu yararına çalıştırma cezası, gerçekte ceza sistemini küreselleşmenin
gereklerine uydurmaktadır. Küreselleşme sürecinde yeniden yapılanan devlet
ise, suçu ve cezayı topluma yayarak cezalandırma iktidarını güçlendirmektedir.
Cezalandırmayı devletin temel iktidarı haline getiren ve devletin şiddetini
yoğunlaştıran ceza reform sürecini de sermayenin bugünkü ihtiyaçları
yönlendirmektedir. Yeni suç ve ceza düzenini, toplumu daha fazla baskı altına
alarak sermaye egemenliğini güvenceye alma ve cezadan kâr sağlama hedefleri
biçimlendirmektedir. Ceza sistemindeki bu dönüşümün toplumsal bedeli ise, her
gün daha fazla işsiz ve yoksulun mahkum statüsüne geçmesi, mahkumluğun ise
giderek köleliğe yaklaşmasıdır.
1990’lı yıllardan bu yana hükümetlerin gündemlerini meşgul eden ceza
reform sürecinin, ceza sisteminin “demokratikleştirilmesi”, cezanın daha
“insancıllaştırılması”, hatta suçlunun “ıslahı” gibi amaçları yoktur. Reform,
cezanın etkinliğini artırmayı, ekonomik ve siyasal maliyetini düşürmeyi ve
cezadan çıkar sağlamayı gündemine almıştır. Cezalandırma iktidarının yeni
kuralları, bir yandan toplumun dışlanan geniş kesimlerinin hapishanelere
gönderilerek “elenmesinden”, diğer yandan cezanın topluma yayılarak
olağanlaştırılmasından azami faydanın yaratılmasına yönelmiştir. Görünen odur
ki, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte dünya çapında yeni bir cezalandırma
dönemi açılmıştır. Henüz başında olduğumuz bu dönem, suç ve cezayı,
cezalandırma iktidarını, hapsetmeyi ve hapishaneleri her zaman olduğundan
daha fazla sorgulamayı gerekli kılmaktadır.
KAYNAKÇA
Browne, Julie, (1995), The Labor of Doing Time, (www.prisonactivist.org/crisis/laborof-doing-time.html), (31.08.2000).
Davis, Angela (1998), Masked Racism: Reflections on the Prison Industrial Complex,
(www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/a-davis.html), (12.05.2000).
Ditton, Paula M. (1999), Truth in Sentencing in State Prisons, Bureau of Justice
Statistics Special Report, (www.ojp.usdoj.gov/bjs/pub/pdf/tssp.pdf), (25.10.2000).
Erlich, Reese (1995), Prison Labor: Workin’ for the Man,
(www.prop1.org/legal/prisons/labor.htm), (07.08.2000).
FAMM (Families Against Mandatory Minimums) (2000a), All About Mandatory
Minimum Sentences (MMS), (www.famm.org/about.htm), (25.10.2000).
____ (2000b), Dissenting Opinions, (www.famm.org/about5.htm), (25.10.2000).
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 47
____ (2000c), Federal Laws, (www.famm.org/about1.htm), (25.10.2000).
____ (2000d), History of Mandatory Sentences, (www.famm.org/about3.htm),
(25.10.2000).
Foucault, Michel (1992), Hapishanenin Doğuşu, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İmge
Kitabevi, Ankara.
Giffard Chris (tarihsiz), South African Corrections, Privatisation Fact File,
(www.penlex.org.uk/pages/sa01.html), (18.08.2000).
Goldberg, Eve and Evans, Linda (tarihsiz), The Prison Industrial Complex and the
Global Economy, (www.prisonactivist.org/crisis/evans-goldberg.html),
(31.08.2000).
HLPR (The Howard League for Penal Reform) (2000), Ethnic Minorities and the
Criminal Justice System, (www.penlex.org.uk/pages/hlethnic.html), (18.08.2000).
____ (1997), Prison Population in Europe, Fact Sheet 31,
(www.penlex.org.uk/pages/hlfact31.html), (18.08.2000).
____ (1998), Suicides in Commercially Managed Prisons,
(www.penlex.org.uk/pages/hlcomsui.html), (18.08.2000).
Light, Julie (1999), (www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/editorial.html),
(12.05.2000).
Marx, Karl (1978), Kapital, Birinci Cilt, (Çev. Alaattin Bilgi), Sol Yayınları, 2. Bs.,
Ankara.
Muntaquin, Jalil (1995), The Cold War of the 90’s, (www.prisonactivist.org/pubs/jalilcold-war-90s.html), (31.08.2000).
Olson Joel (1994), Gardens of the Law: The Role of Prisons in Capitalist Society,
(www.prisonactivist.org/crisis/gardens-of-law.html), (31.08.2000).
Özdek, Yasemin (2000), Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Eleştirel Bakışlar,
Öteki Yayınevi, Ankara.
Parenti, Christian (1999), The Prison Industrial Complex: Crisis and Control,
(www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/c-parenti.html), (12.05.2000).
Pens, Dan (1998), Oregon Prison Slaveocracy,
(www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/orslaveocracy.html), (12.05.2000).
____ (1996), Out-Celling the Competition, (www.igc.org/trac/feature/prisons/outcell.htm), (07.08.2000).
PPRI (Prison Privatisation Report International) (June 1996), Issue No. 1,
(www.penlex.org.uk/pages/prtprep1.html), (17.08.2000).
____ (October 1996), Issue No. 4, (www.penlex.org.uk/pages/prtprep4.html),
(17.08.2000).
____ (November 1996), Issue No. 5, (www.penlex.org.uk/pages/prtprep5.html),
(17.08.2000).
____ (January 1997), Issue No. 6, (www.penlex.org.uk/pages/prtprep6.html),
(17.08.2000).
48
Amme İdaresi Dergisi
____ (March 1997), Issue No. 8, (www.penlex.org.uk/pages/prtpep8.html),
(17.08.2000).
____ (July 1997), Issue No. 12, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre12.html),
(17.08.2000).
____ (March 1998), Issue No. 18, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre18.html),
(17.08.2000).
____ (November/December 1998), Issue No. 25,
(www.penlex.org.uk/pages/prtpre25.html), (17.08.2000).
____ (April/May 1999), Issue No. 29, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre29.html),
(17.08.2000).
____ (July 2000), Issue No. 36, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre36.html),
(17.08.2000).
PRT (Prison Reform Trust) (1996a), Automatic Sentences: The Californian Experience,
(www.penlex.org.uk/pages/prtcalif.html), (24.08.2000)
____ (1996b), Comments on the White Paper ‘Protecting The Public’: The
Government’s Strategy on Crime in England and Wales, Cm3190, March 1996,
(www.penlex.org.uk/pages/prtprotp.html), (11.11.2000).
____ (1996c), Foreign Nationals in the Prison System,
(www.penlex.org.uk/pages/prtforna.html), (24.08.2000).
____ (1996d), Truth In Sentencing, (www.penlex.org.uk/pages/prttruth.html),
(24.08.2000).
____ (1997a), Balancing Sentencing Policy With Resources: Structured Sentencing in
North Carolina, (www.penlex.org.uk/pages/prtcarol.html), (24.08.2000).
____ (1997b), Delaware: A Small Wonder, (www.penlex.org.uk/pages/prtdelaw.html),
(24.08.2000).
____ (1997c), Sentencing Policy in California: A Visceral Thing,
(www.penlex.org.uk/pages/prtvisc.html), (24.08.2000).
____ (1997d), The Effect of American Sentencing Policy Changes on the Courts,
Prisons and Crime, (www.penlex.org.uk/pages/prtameff.html), (17.08.2000).
____ (1997e), The Federal System: Sentencing By Numbers,
(www.penlex.org.uk/pages/prtfed.html), (24.08.2000).
____ (1997f), The Prison Population in Britain, Europe and the Rest of the World,
(www.penlex.org.uk/pages/prteurop.html), (18.08.2000).
Rojas, Patrisia Macias (1998), Complex Facts,
(www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/p-rojas.html), (12.05.2000).
Schlosser, Eric (1998), “The Prison-Industrial Complex”, The Atlantic Monthly,
December 1998, (www.theatlantic.com/issues/98dec/prisons.htm), (07.08.2000).
Shaw, Stephen (1998), A Fiscal and Economic Analysis of the Crime (Sentences) Act,
(www.penlex.org.uk/pages/prtfisc.html), (24.08.2000).
Singh, Wendy (1999), A Regional Report Latin America,
(http://penalreform.org/english/regpapcarib.htm), (15.08.2000).
Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 49
____ (1997), Alternatives to Custody in the Caribbean,
(http://penalreform.org/english/juvealtcarib.htm), (15.08.2000).
Wright, Paul (1995), Slaves of the State, (www.speakeasy.org/wfp/18/Labor3.html),
(15.08.2000).