HAZRET‹ MUHAMMED ve Hayât›
Transkript
HAZRET‹ MUHAMMED ve Hayât›
Hâtemü'l-Enbiyâ HAZRET‹ MUHAMMED ve Hayât› Hâtemü’l-Enbiyâ Hazreti Muhammed ve Hayât› Ali Himmet BERK‹ – Osman KESK‹O⁄LU Tashih Mehmet Ali Soy Grafik&Tasar›m Recep Kaya Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› / 67 Halk Kitaplar› / 30 Baskı Korza Yay. Bas. San. Tic. A.Ş. Tel: 0 312 342 22 08 2015-06-Y-0003-67 ISBN 978-975-19-0083-8 Sertifika No: 12930 © Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› ‹letiflim Dini Yay›nlar Genel Müdürlüğü Basılı Yayınlar Daire Başkanlığı Üniversiteler Mah. Dumlup›nar Bulvar› No: 147/A 06800 Çankaya / ANKARA Tel: 0312 295 72 94 Faks: 0312 284 72 88 e-posta:[email protected] Da¤›t›m ve Sat›fl: Döner Sermaye ‹flletme Müdürlü¤ü Tel: 0312 295 71 53 – 295 71 56 Faks: 0312 285 18 54 e-posta:[email protected] D‹YANET ‹fiLER‹ BAfiKANLI⁄I YAYINLARI Hâtemü'l-Enbiyâ HAZRET‹ MUHAMMED ve Hayât› A. Himmet BERK‹ Osman KESK‹O⁄LU 30. Bask› ANKARA –2015 Bu kitap Din ‹flleri Yüksek Kurulu'nun 16.06.1956 tarih ve 280 say›l› karar› ile yay›nlanm›flt›r. ÖN SÖZ Hâtemü'l-enbiyâ olan sevgili Peygamber'imiz Hazret-i Muhammed'in mübârek hayât›n› yazmak, bizim için hem flerefli, hem zevkli bir vazîfe olmufltur. Bu eseri yazarken duydu¤umuz mânevî haz sonsuzdur. Hazret-i Muhammed'in hayât›, di¤er peygamberlerin hayât›na benzemez. O müstesnâ bir husûsiyet tafl›r. O, okundukça insanlar›n nazar›nda daha büyür; yak›ndan tan›nd›kça daha çok heyecan verir. O'nun hayât› muhabbet, flefkat, fazîlet, hulûs ve samîmiyyet dolu bir hayâtt›r. O, befleriyete Allah'›n en mükemmel dîni olan ‹slâmiyet'i tebli¤ etmifl; Allah, kullar›na olan ni'met ve ihsân›n› O'nunla tamamlam›flt›r. O, insanlar› bir tek Allah'a îmân etrâf›nda toplanmaya da'vet etmifl; muhabbet ve flefkatla birbirine ba¤l›, fazîlet sâhibi bir ümmet, bir ‹slâm câmias› meydana getirmifltir. O'nun azameti; en güzel usullerle, do¤ru yollardan insanl›¤› iyili¤e da'vet etmesindedir. Maddî bir keflmekefllik içinde çalkalanan insanlar için halâs yolu, O'nun gösterdi¤i yoldur. Nur ve saâdet, O'nun izinden gidenlerin haz ve nasîbidir. Befler arad›¤› emniyet ve huzûru, feyz ve fevzi Onda bulur. O, beflerin son mürflidi ve halâskâr›d›r. O'nun hayat›nda flâibe aramak, güneflte leke aramaya benzer. O'nun hayât› Kur'an-› Kerîm'den akseder. O'nun ahlâk›, Kur'an ahlâk›d›r. Bu cihet O'nun en sâd›k hayat arkadafl›, fazîletli Ümmü'l- Mü'minin Hazret-i Âifle'nin flehâdetiyle sâbittir. Eski, yeni baz› tarihçilerin gelifli güzel bir tak›m rivâyetleri, O'nun saf ve temiz hayat›n› aslâ gölgelendiremez. O sözler, onlar›n kendi görüflleri olmaktan ileri geçemez. ‹ndî mütâlâalar, aslâ hakîkat› ifâde etmez. Biz duyulan bir ihtiyac› karfl›lamak için bu eseri haz›rlad›k. Maksad›m›z, gençlerimize büyük Peygamber'imizin hayat›n› elimizden geldi¤i 5 kadar, oldu¤u gibi tan›tmak ve sevdirmektir. Vâk›a dilimizde, ekserisi flark ve garp lisanlar›ndan terceme sûretiyle meydana getirilmifl baz› ‹slâm tarihleri var. Fakat, bunlar hem kusurlu, hem de ihtiyaçlara cevap verecek mahiyette de¤ildir. Baz›lar› ise maksad-› mahsus mahsülüdür. Türk gençli¤inin, Peygamber'lerinin hayat›n› garp tercemelerinden ö¤renmek zorunda kalmas› ne kadar ac›d›r. Biz, okuyucular›m›za takdim etti¤imiz bu eserin mükemmel oldu¤unu aslâ iddia edemeyiz. Ancak bir bofllu¤u doldurdu¤unu ve bir ihtiyaca cevap verdi¤ini söyleyebiliriz. Kitab›m›z daha mükemmel eserlerin haz›rlanmas›na vesile olursa, eme¤imiz bofla gitmemifl demektir; böyle bir mazhariyet bizim için mûcib-i tesellîdir. Beflerin son mürflidi Hazret-i Muhammed'in hayât›yla, art›k bütün muzdarip dünya meflgul oluyor. Onu her gün biraz daha iyi anl›yor ve hürmetle an›yorlar. fiu da bilinmeli ki, Onu lay›k›yla anlatabilmek, fâni kalemlerin takat› üstündedir. "Her vasf› ki, imtiyaz› hâiz, "Tarih O'nu vasfederken âciz. Bu eserimizle bütün dünyan›n kendisiyle meflgul ve önünde bafl e¤di¤i sevgili Peygamber'imizin hayât›n› biraz olsun tan›tabilirsek, hazz›m›z o nisbette büyük olacakt›r. Bize düflen sa'yü gayrettir. Tevfik ve hidayet Allah'dand›r. Ankara: 9 Zilhicce 1375, 18/7/1956 Müellifler 6 B‹R‹NC‹ BÖLÜM G‹R‹fi ‹SLÂM‹YET'‹N ZUHÛRU SIRASINDAK‹ DÜNYA AHVÂL‹NE UMUMÎ B‹R BAKIfi (1) ‹slâmiyet'in, muzdarib insanl›¤a neler getirdi¤ini ve Hazret-i Muhammed'in tebli¤ eyledi¤i ‹slâm talimat›n›n befleriyete nice hizmetleri oldu¤unu lây›k›yla anlayabilmek için, o zaman ki dünya ahvâline flöyle umûmî bir nazar atfetmek yerinde olur. Milâdî alt›nc› as›rda, dünyan›n üstünü kal›n siyah bulutlar kaplam›flt›. Dünyada insanl›¤›n en muhtaç oldu¤u fley huzur ve sükûn, âsâyifl ve emniyet kalkm›fl gibi idi. Dünyan›n birçok köfleleri kanl› bo¤uflmalara sahne oluyordu. fiöyleki: ‹spanya ve Cenûbî Fransa'da saltanat da'vâlar› yüzünden siyasî bo¤uflmalar, kargaflal›klar vard›. Fransa'da Vizigotlarla Franklar aras›ndaki nizâlar, tarihin en hazin sahifelerini yaz›yordu. Anglo Saksonlar ‹ngiltere adas›n› istîlâ etmifllerdi. Orada da kanl› bo¤uflmalar oluyordu. Bugün san'at ve medeniyet kayna¤› olan ‹ngiltere, o zaman vahflet içinde idi. Koyu bir zulüm ve zulmet içinde bocal›yordu. ‹talya'da Romal›lar eski flöhret ve ehemmiyyetini kaybetmifl, o koca imparatorlu¤un merkezi olan Roma flehri, s›rf dinî bir merkez haline gelmiflti. Bir Roma - Germen millet câmias› yapmak, yeni bir Garbî Roma ‹mparatorlu¤u kurmak istiyen Teodorik bunu yapamadan ölmüfl; dâhilî ve hâricî entrikalarla sars›ld›ktan sonra Roma'da kurdu¤u bu Germen-Got hakimiyeti nihayet bulmufltu. Bu hakimiyetin hudutlar› Sicilya'dan Tuna kaynaklar›na ve Dalmaçya Alplerine kadar uzanan sahalarda bulunuyordu. (1) Emir Ali: ‹slâm'›n Rûhu: M. Ferid Vecdi - Safvetü'l-‹rfan 7 Bizans, eski tarihi flöhreti silinmifl, sönük bir halde idi. fiarkî Avrupa garpten, Ren nehrinin döküldü¤ü yerden bafll›yarak do¤uda Tuna'n›n a¤z›na kadar kargaflal›k içinde çalkalan›yor, yeni yeni istîlâlara ma'ruz bulunuyordu. ‹skandinavyal›lar, Norveçliler, Danimarkal›lar; Got'lar›n ve Hun'lar›n 盤›r›na koyulmufllar, istilâ peflinde idiler. Milletler göçüyor; devletler çöküyor, bu memleketlere Hristiyanl›k yeni yay›l›yor; eski iptidâî dinin izleri siliniyor; mezhep ve din mücâdeleleri oluyordu. Avrupa'da vaziyet k›saca böyle bir manzara arzediyordu. Asya'ya gelince, o da Avrupa'dan hiç de afla¤› de¤ildi. Lisanlar›n ve fikirlerin kayna¤› olan Hind ve Tibet, siyasî ve felsefî mes'elelerin en gariplerine sahne olan Çin, iç ve d›fl harplerle, dîni münâzaalarla birbirlerine girmifller, bo¤azlafl›p duruyorlard›. Asya'n›n flimâli, o zaman henüz ma'lûm bile de¤ildi. ‹ran ise Bizans'la dâimî bir harp halinde idi. Irak mezhep kavgalar›na sahne olmufltu. Afrika'da ise, Romal›lar ve Yunanl›lar, M›s›r'›n kan›n› emiyorlar; o eski medeniyet ülkesini sömürüyorlard›. Afrika'n›n flimâlini ayn› siyah bulutlar kaplam›fl, korkunç f›rt›nalar kas›p kavuruyordu. Bütün dünyay› saran bu ahvalden kurtulabilmifl tek bir ülke vard›: Arabistan yar›madas›. Onun ahvâlini incelemezden önce, onun komflular› olan üç memlekete flöyle bir göz atal›m: ‹RAN ‹slâmiyet'in zuhûru esnas›nda ‹ran'da Sâsânîler hakimdi. ‹ran'›n flark›nda ve flimâlinde Türkler, garb›nda da flârkî Romal›lar vard›. Ön Asya'da, birbirine rakîb olan ‹ran ve Bizans devletleri aras›nda sürüp giden bo¤uflmalar oluyordu. Nûflirevân Bizans'› ma¤lûb etmifl, Suriye'yi alm›fl, Antakya'y› yakm›fl y›km›fl, Anadolu'yu bafltan bafla talan etmiflti. Bizans'› y›ll›k 30 bin alt›n vergiye ba¤lam›flt›. Yemen k›t'as›n› da ‹ran'›n hâkimiyeti alt›na sokmufltu. Nûflirevân'›n ölümünden sonra ‹ran'da sükût bafllam›flt›. Hüsrev Perviz M›s›r'› ve Suriye'yi zaptetmifl ise de, sonunda Kayser Herakliyüs onu ma¤lup etmifltir. Sonra ‹ran'da taht ve saltanat kavgalar› bafllam›fl, siyâset entrikalar› memleketi sarsm›flt›. Hüsrev Perviz'in fazla müsrifli¤i, ahâlinini mal ve mülkünü müsâdere etmesi gibi haller vaziyeti hepten kötülefltirmiflti. Memleket, içinden ve d›fl›ndan kaynafl›yordu. ‹çtimâî düzen bozulmufltu. ‹slâmiyetin zuhûru s›ras›nda ‹ran ahâlisi avam ve zâdegân s›n›flar›na bölünmüfltü. Avam s›n›f› istismâr olunuyordu. Devletin resmî dinî Zerdüfltlük idi. Bu din adamlar› hükümdardan ziyâde nüfuz sâhibi idiler. 8 Hükûmet bunlar›n elinde idi. Irak'ta da, Mecûsî, Zerdüfltlük, Hristiyanl›k birbiriyle mücâdele halinde idiler. B‹ZANS Alt›nc› as›rda Bizans flarktan ‹ran'la, Kafkas'larda Hazer Türkleriyle, Balkanlarda ise Bulgar Türkleriyle komflu idi. Bizans bir sükût hâlinde idi. Kumar masalar›, hamam e¤lenceleri, zevk ve safâ alm›fl yürümüfltü. Taht kavgalar› bu sükûtu kolaylaflt›r›yordu. Bundan faydalanan Afrika Umum Vâlisi Herakliyüs, kuvvetli bir donanma ile ‹stanbul'a geldi ve tahta geçti. Bundan önce ‹ran fiah› Nûflirevân Kad›köy havâlîsine kadar ilerlemiflti. ‹ran ve Yunan mücâdeleleri pek eskidir. Her ikisi de dünyaya hâkim olmak sevdas›nda idiler. Bu mücâdelelere en fazla Sûriye topraklar› sahne oluyordu. Mîlâdî 616 y›l›na kadar Sûriye'de katliâmlar devâm etmiflti. Acemlerin istilâlar› s›ras›nda burada Hristiyanlardan 90 binden fazla insan öldürülmüfltü. Herakliyüs, Hazret-i Muhammed'in Mekke'den Medîne'ye hicret y›l› olan Mîlâdî 622 tarihinde kuvvetli bir ordu ile yürüyerek ‹ranl›lar› Nineva civâr›nda dehfletli bir ma¤lûbiyete u¤ratt›. Herakliyüs ‹ranl›lar› yenip tekrar ele geçirdi¤i Kudüs'e girdi¤i zaman, ‹slâm Peygamberi Hazret-i Muhammed'den kendini ‹slâm dinine davet mektubu ald›. Bu nâmelerden ileride ayr›ca bahsedece¤iz. Herakliyüs o zaman hiç hat›r›na getirmiyordu ki, on sene sonra bu ‹slâm Peygamber'inin ordular›, onun ordusunu Ecnadin mahârebesinde ma¤lûb edecekler, kendisi de a¤laya a¤laya Suriye'yi terk edecektir. Bu as›rda Rumlar Avrupa'da Gotlar'›n hücumuna u¤ram›fllard›. Hunlar da fiarktan Roma'y› tehdit ediyorlard›. Gerek ‹ran ve gerekse Bizans'ta din ve mezhep kavgalar› oluyordu. Bu din mücâdelelerine Yahûdîler de kar›fl›yor, onu körüklüyorlard›. Yahûdîler Hristiyanlar›, Hristiyanlar da Yahûdîleri f›rsat buldukça öldürüyorlard›. Yaln›z devlet adamlar› de¤il, din adamlar› da ellerini kana bulamaktan çekinmiyorlard›. Her taraf kan içinde idi. "Yahûdîler o devirde Rumlardan intikam almak için icra ettikleri ef'al cümlesinden olarak Acemlerden seksenbin Hristiyan esiri sat›n alm›fllar ve cümlesini kesmifllerdi." (Corci Zeydan, Medeniyet-i ‹slâmiye Tarihi, S. 40) MISIR M›s›r, tarih boyunca birçok istilâlara u¤ram›fl bir ülkedir. Türkler, ‹ranl›lar, Büyük ‹skender ve Romal›lar eskiden M›s›r'› istilâ etmifllerdi. Ro9 mal›lar Milâttan 30 y›l evvel M›s›r'› müstemleke haline getirmifllerdi. Roma orada bir vali bulunduruyordu. Valinin merkezi ‹skenderiye flehri idi. Romal›lar›n istîlâs›ndan sonra M›s›r'da eskisi gibi büyük binalar, ma'betler vücûda getirilmedi. M›s›r; ilim, san'at ve iktisâdî cihetlerden sukuta bafllad›. ‹çtimâî nizam günden güne bozulmaya yüz tuttu. 172 y›l›ndan itibaren M›s›r ahâlîsi Roma idaresine karfl› ayaklanmaya bafllad›. Evvelden Yahûdîlerle Romal›lar aras›nda ‹skenderiye civar›nda bafll›yan kargaflal›klar yavafl yavafl bütün M›s›r'a yay›ld›. Roma'n›n koyu zulmü, tasavvuf cereyanlar›na yol açt›¤›ndan, Romal›lar›n fliddetli tazyiklerine ra¤men, Hristiyanl›k M›s›r'da sür'atle yay›l›yordu. Romal›lar buna mâni' olmak için birçok yerlerde yapt›klar› gibi Hristiyanlar› k›l›çtan geçiriyorlar, arslanlar›n a¤z›na at›yorlar, canavarlara parçalatt›r›yorlard›. Buna ra¤men Hristiyanl›k M›s›r'da yay›lm›flt›. En sonunda Roma kendisi de Hristiyanl›k hâmîsi kesilmiflti. As›p kestikten, yak›p y›kt›ktan sonra Roma'n›n Hristiyan olmas›, Hristiyan mü'minlerine genifl bir nefes ald›rm›flt›r. O zaman, M›s›r'da da birçok manast›rlar yap›lm›fl, râhipler, keflifller ço¤alm›fl; kiliselere ve manast›rlara birçok arazi tahsîs edilmifl; bu yüzden devletin geliri azald›¤›ndan vergiler artt›r›lm›flt›. S›rtlar›na a¤›r vergiler yüklenen halk, günden güne fakir düflüyordu. Mezhep ihtilâflar›, din kavgalar› da alm›fl yürümüfltü. Halk bunlardan b›km›flt›. A¤›r vergiler alt›nda ezilen halk, ‹slâm fatihlerini halâskâr gibi karfl›layacakt›r. ‹flte islâm›n zuhûrundan önce Arabistan yar›madas›n›n komflular›nda vaziyet böyle idi. *** Bütün dünyada s›n›f farklar› vard›. Köleler, esirler pek ac›nacak halde bulunuyordu. Hele kad›nlar›n birçok haklardan mahrum tutulduklar›, erkeklerin elinde bir köle muâmelesi gördükleri, eflya gibi al›n›p sat›ld›klar› göz önüne getirilirse insanl›¤›n ne kadar ac›kl› bir vaziyete düfltü¤ü kolayca anlafl›labilir. ‹slâmiyet zay›flar›n hâmîsi olarak ortaya ç›km›flt›r. Her nevi s›n›f farklar›n› ortadan kald›r›p, dünyan›n hâlâ eriflemedi¤i müsâvât› tam bir flekilde ilân ve tatbik etmifltir. Frans›z Büyük ‹htilâlinin binlerce insan kan›yla yazd›¤› Hukuk-› Befler Beyannâmesinden bugün, Birleflmifl Milletler câmias›n›n, dünyan›n yar›s›nda tatbik edebildikleri ‹nsan Haklar› Beyannâmesinden o zaman eser yoktu. Bunlar› bundan 14 as›r önce ‹slâm Peygamberi, Vedâ Hacc›'nda bütün insanl›¤a çok beli¤ bir tarzda ilân etmifltir. ‹lerde etraf›yla bahsedece¤imiz o hutbesinde, cihanflümul nutkunda büyük ‹slâm Peygamberi, bütün insanl›¤a hitab edecektir. Burada bilmünâsebe arz edelim ki, birfleyin ilân› baflka, tatbîki yine baflkad›r. Nas›l ki tatbîk edilmiyen nice beyannâmeler ve bayânât vard›r. Halbuki ‹slâm'›n 10 ilân ve te'sis etti¤i fleyler tatbik edilmifltir. Misâl mi istiyorsunuz? ‹flte Hazret-i Ömer; dünyada adâletin timsâli olan bu mübarek zat, hem demifl ve hem de dediklerini öylece yapm›flt›r. Herkes adâletten ve demokrasiden bahseder. Fakat Hazret-i Ömer gibi dediklerini aynen tatbik eden hani? Ömer hak bildi¤i ve hak oldu¤unu söyledi¤i fleyleri bizzât kendisi de yapm›flt›r. Lâf kolayd›r; fakat ifl güçtür. Dediklerini tatbik edenler azd›r. Da'vâ adam›, ifl adam› olabilmek, halka kendisi örnek olmak, iflte büyüklük budur. Halk›n bafl›na geçtikten sonra, kendisinin halktan bir fert oldu¤unu unutmadan yaflayabilmek; iflte Hazret-i Ömer'in cihân› hayrân eden azameti buradad›r. Halk arpa ekme¤i yerken onun bo¤az›ndan beyaz ekmek geçmez. Halk yamal› elbise giyerken o cicili bicili elbiseler içinde rahat edemez. Halka taze et da¤›t›rken evinde ekme¤ini zeytin ya¤›na banarak yer. Kayser'in elçileri Onu, k›rda bir tafl› bafl›na yast›k yapm›fl uyurken bulur. Halk adam› iflte böyle olur. ‹slâmiyet insanl›¤a böyle misaller ve örnekler vermifltir ve böylelikle insanl›¤› kurtarm›flt›r. Yoksa befleriyetin bîçâreli¤i, periflanl›¤› sürüp gidecekti. Dünyan›n o zamanki manzaras› pek ac›kl› idi. Befleriyetin nas›l bir duruma düfltü¤ünü biraz daha belirtmek için insanl›¤›n yar›s› olan kad›nlar›n ahvâlinden k›smen bahsedelim: KADINLI⁄IN DURUMU Kad›n›n içtimâî durumu Araplarda çok kötü idi. Fakat di¤er milletlerde sanki daha m› iyiydi, aslâ! Gerek Asya ve gerek Avrupa'da kad›n, hukukundan mahrum idi. Hiçbir hak sahibi say›lmazd›. Erkek istedi¤i zaman onu boflar, istedi¤i zaman al›rd›. Kad›n eflya gibi telâkki edilirdi. Evde hizmetçi derecesinde tutulurdu. Yahûdî k›zlar› babalar›n›n evlerinde bile bir hizmetkâr gibi idi ve îcâb›nda sat›l›rlard›. ‹randa Mezdek, k›z kardefl ve ana ile evlenmeyi bile câiz gören, sözüm ona, bir din kurmufltu. Zerdüfltlük de k›z kardefl ile evlenmeyi kabûl ediyordu. Bu vaziyete düflen kad›nl›ktan ne beklenirdi? Çin ve Hint gibi eski milletlerde, kad›n›n ne kadar ac›kl› bir halde tutuldu¤u herkesçe belli bir fleydir. Eski kavimlerde kad›n›n mevkii, her nedense, çok geri tutulurdu. Bilhassa Hint'te kad›n pek zavall› bir mahluk addolunurdu. Kad›n›n hiçbir hakk› yoktu. Kad›n zevk aleti idi. Râhibeler bile fesâda vâs›ta yap›l›rd›. ‹lâhlar›n mûsikiyi ve raks› sever olduklar›na inançlar› oldu¤undan mâbetlerde bir çok rakkaseler, papazlar›n her emrine âmâde bulunurdu. Kad›nlar (Vedalar›) okumaktan, ruhlara yap›lan âyinlere kat›lmaktan, ilâhlara kurbanlar takdîm etme merâsimine ifltirakten memnû' 11 idiler. Kad›n›n dinî, efendisine hizmetten ibaretti. Ölen kocas›n›n nâfl› üzerinde kendisini yakmak sûretiyle hayat›n› kurban eden sâd›k zevce, en asil ve en iyi kad›n diye bütün Hint mâbetlerinde tebcîl olunurdu. Bu ne kötü âdettir. Dul kalan kad›n, böyle fecî bir sûrette yak›larak kurtulmufl addolunurdu. Çünkü ana olmad›¤› takdirde böyle bir kad›n›n dûçar olaca¤› yegâne âkibet, en müthifl sefâletti. Hiç bir feylesof veya mütefekkir, genç dullar›n dûçar olduklar› bu fecî zulme karfl› nefret seslerini bile duyurmam›flt›r; Hindûlarca kad›n›n mevkii çok alçak tutulurdu. Kad›n hakk›nda "Manu" da flöyle demektedir: "Kad›nlar›n murdar temâyülleri vard›r. Kad›nlar›n seciyesi zaif, ahlâklar› fenâd›r. Bunlar gece gündüz tahakküm alt›nda bulundurulmal›d›r." ‹ran'da Mecûsî zerdüfltlerin devrinde kad›nlar›n geçirdi¤i tahakküm ve mahkûmiyet de çok fecîdir. Kad›n bu devirde erke¤in flehvetine mahkûm olan bir esirden ibâretti. Bir ‹ranl›, en yak›n akrabas›yla bile evlenebilirdi. ‹stedi¤i zaman boflamakta serbestti. Bu ifl onun keyfine ba¤l› idi. "Kad›nlar› infirâda mahkum etmek, yaln›z ‹ranl›lara mahsus bir âdet de¤ildi. Yunanl›lar da kad›nlar› evlerinde kilitler ve bunlar›n umum aras›nda görünmelerine müsâade etmezlerdi. ‹ran'da kad›nlar› muhâfaza için harem a¤alar› kullanmak en eski zamanlardan beri flâyi' idi. Yunanistan'da oldu¤u gibi, ‹ran'da da odal›klar almak âdet olmufltu." (2) fiimâlî ve Garbî Avrupa, ‹slâmiyetin zuhûru s›ras›nda koyu bir karanl›k içinde yüzdü¤ünden oradaki aile hayat›n› bilemiyoruz. O karanl›k içinde kad›n›n durumunun ne oldu¤unu sezme¤e imkân yoktur. O günün efendisi say›lan Bizans'ta ise kad›n›n durumu flöyle idi: Kad›n erke¤in mal› idi, onda istedi¤i gibi tasarruf hakk› vard›. Hayat› ve ölümü eflinin elinde idi. Köle muâmelesine tâbi tutulurdu. Kad›n evvelâ babas›n›n, evlendikten sonra kocas›n›n, kocas› ölünce de o¤lunun esîri idi. Kad›n bir flehvet metâ› addolunurdu. En medenî olan Atinal›lar, aras›nda bile kad›n, çarfl›larda sat›l›r, baflkalar›na ihâle olunur, zevke tâbi' bir âletti. Kad›n mahzâ evin düzeni, çocuklara bakmak için lâz›m olan, fakat buna ra¤men fena addolunan bir fleydi. Eski Yunan'da ailede baba hakimdi; çocuklar›n› satabilirdi. Eski Fransa'da da hâl böyle idi. Eski Roma aile teflkilât›nda baba reis idi. Reis çocuklar›na istedi¤i gibi tasarruf eder, aileden (2) Emir Ali, ‹slâm'›n Rûhu, S. 22. 12 atar, satar ve aile disiplinine ayk›r› harekette bulunan aile efrâd›n› öldürebilirdi. Hazret-i ‹sa, kad›nlar hakk›nda çok hay›rhaht›. Fakat Hristiyan Avrupa -putperest Avrupa gibi- kad›n› hakir görmekten kendisini bir türlü kurtaramad›. Kad›n ile erkek aras›ndaki münâsebete baflka gözle bakarak eski görüfllerden ayr›lamad›. Kad›n köle mevkiinden kurtulamad›. Muhtelif devirlerde zaman zaman ortaya at›lan felsefe mes'eleleri aras›na bile kar›flan flu mes'eleler, kad›n hakk›ndaki o kötü telâkkinin devam›ndan baflka bir fley midir? Ona mes'uliyet var m›, yok mu? Yoksa hayvanlar gibi mes'ul de¤il mi? Bu gibi acâib fleyleri ortaya ç›karanlar bulundu. Kad›n›n rûhu olup olmad›¤› münakafla edildi. Hristiyanl›k, flefkat ve merhamet duygular›na çok fazla önem verirdi, putperestli¤i y›kmak için gelmiflti, fakat bunlar hep tersine dönüyordu. Halk ölülerin ruhlar›na tap›yordu. Azizlerin muhallefât› takdis yap›l›rd›. Kilise kendi fikrine muhâlif olanlar› amans›z eziyordu. "Bütün cihan medeniyetinin gözü önünde Hristiyanl›¤›n tarihinde nâm› (aziz) olarak kaydolunan birinin eliyle ve teflvîkiyle asil bir kad›n gayr-i kaabil-i tavsif bir flekilde katledilmifl ve bu aziz son as›rda kendisini müdâfaa edecek ve hatt-› hareketini ma'zûr gösterecek bir adam da bulmufltu. Trapezde beli¤ sahifeleri, Hristiyanl›¤›n en fecî cinâyetlerinden biri olarak yaflayacak olan bu cinâyeti tasvîr etmektedir. Dershânesi ‹skenderiye'nin bütün servet ve ihtiflâmiyle mâlâmâl olan güzel, hakîm ve fazîletkâr bir kad›n dershânesinden ç›kt›¤› s›rada Hristiyan mutaass›blar› taraf›ndan dûçâr-› tecâvüz olmufltu. Kendilerini din müdâfi'leri addeden bu haydutlar, biçâre kad›n› arabas›ndan çekmifller, üstünü bafl›n› târumâr ederek temâm›yla üryan bir halde sokaklarda sürüklemifllerdi. Korkudan bîhûfl olan biçâre kad›n en yak›n kiliseye götürülmüfl ve orada azîzin eliyle katledilmiflti. Bunu müteâkip üryan ceset parça parça edilmifl, kad›n›n etleri kemiklerinden ayr›larak atefle at›lm›fl ve bu sûretle bu fleytânî cinâyete nihâyet verilmiflti. Hristiyanl›k bu cinâyetin mürtekibi olan haydudu aziz mertebesine yükseltmifl; fakat kurban edilen Hipatya'n›n intikam›n› Amr ‹'bni'l-Âs'›n muzaffer k›l›c› alm›flt›." (3) ‹çtimâî hayat›n bozuldu¤u, ahlâk ba¤lar›n›n çözüldü¤ü, fazîlet nizamlar›n›n, cemiyet kaidelerinin inhilâl etti¤i böyle bir zamanda Hazret-i Muhammed (s.a.s.) yeni bir din ve nizam getirmifltir. Bu dinde, kad›n›n mevkii (3) Emir Ali, ‹slâm'›n Rûhu, S.41. 13 çok muhteremdir. Kad›na merhamet, hürmet esast›r. Kad›n erkekle eflit haklara sâhiptir. Kad›n da erkek gibi i'tikadî, amelî ve ahlâki hükümlerle mükellef, iyilikle amel, kötülükten nehy ile me'murdur. Erkeklere okumak farz oldu¤u gibi, kad›nlara da farzd›r. Kad›n muâmelât ve ukubatta t›pk› erkek gibidir. Mal›, nefsi ve zimmeti üzerinde istedi¤i gibi tasarruf hakk›na mâliktir. Kimsenin iznine ve hâkimin müdahalesine ihtiyac› yoktur. Evlenme, al›m, sat›m, kiraya verip alma, ba¤›fllama, emânet etme, kefil olma, havâle yapma, ödünç para verip alma, flirket kurma, vekâlet, sulh ve ibrâ, da'vâ ve ikrar gibi bilcümle hususlarda ‹slâm hukukuna göre erkek gibidir. Kad›n da erkek gibi, gayr-i meflrû' fiil ve hareketlerinden mâlen, vicdânen mes'uldür. Mirasta erkekten noksan almas›, ihtiyâca, kad›n ve çocuklar›n infak külfeti koca üzerine olmas›na; flehâdette iki kad›n›n bir erkek makam›nda tutulmas›, flehâdeti tahammüldeki zaaf›na; diyeti, erke¤in diyetinin yar›s› olmas› sa'y kudretindeki noksana binâendir. Bununla beraber baz› hallerde bir kad›n›n flehâdeti bile kabul olunup onunla hüküm verilir. Bundan da anlafl›l›yor ki, bir kaç mes'elede kad›n ile erkek aras›nda görülen fark, insan haklar› bak›m›ndan de¤il, kad›nlar›n hususiyetleri bak›m›ndand›r. Hatta ‹slâm flerîatinde, kad›nlar siyasî haklara dahi mâliktirler. Hazret-i Peygamber Efendimiz onlar›n da bîatlerini kabul ediyordu, kad›nlar da rey veriyordu. ‹mâm-› A'zam'›n içtihâd›na göre, kad›nlar hakim de olabilirler. Doktor, hastabak›c› olan nice kad›nlar vard›r. Tâlim ve tedris ifllerine kad›nlar da ifltirak etmifllerdir. Bütün bunlar meydanda iken nas›l olurda "‹slâmiyetten önceki devirde Arap kad›n›, bilhassa iktisâden müstakil oldu¤u takdirde, sonraki zamandan çok daha fazla bir hürriyete sahip bulunuyordu." (4) diyebilir ve hakîkatlar› bu kadar ters göstermeye kalk›fl›r. S›ras› gelince, bu mes'ele üzerinde uzun boylu duraca¤›z. Burada bu kadarc›k iflaretle iktifâ ediyoruz. ‹flte Hazret-i Peygamber'in ‹slâm Dini'ni tebli¤ için Allah taraf›ndan (4) C. Brockelmann - ‹slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi S. 14 (Çeviren: Neflet Ça¤atay Ankara, ‹lâhiyat Fakültesi Yay›nlar›ndan, 1954.) Bu eser bir çok hatâ ve iftirâlarla doludur. Ne korkunç iftirâlar› ihtivâ etti¤ine bir misâl vermek için, son y›llarda daha iyi tan›d›¤›m›z Fatih Sultan Mehmet hakk›nda yazd›¤› flu sat›rlar› nakletmek kâfîdir: "Onun dâimi bir sûrette yeni hedeflere yöneltilmifl olan e¤ilmez iradesi, zaman›ndaki barbarl›¤› bile çok aflan zâlimlikle birlefliyordu. Onun harp esirlerine karfl› tatbik etti¤i muâmelenin bir efline rastl›yabilmek için Asurlular›n büyük krallar›na kadar ç›kmak icâbeder. Bilhassa testere ile insan gövdesi kesmek onun çok hofluna gidiyordu." Ayn› eser, S. 299." 14 gönderilmesinden önce dünya ahvâli bu merkezde idi. ‹slâmiyet muzdarip befleriyetin halâskar› olmufl ve befleriyete muhtaç oldu¤u fleyi getirmifltir. Hülâsa, ‹slâmiyetten evvel dünyan›n hiçbir yerinde huzur ve sükûn yoktu. Romal›lar›n bozuk ahlâk›, sefahat her taraf› kaplam›flt›. Bizans sukût hâlinde bulunuyordu. Bütün dünya vahflet ve zulüm içinde idi. Hay›r ve faziletin nam›n› anan yoktu. Herkes fler kuvvetiyle ifl görüyordu. Hak, kuvvete mahkûmdu, kalplerden merhamet silinmiflti, flefkat ve merhamet getiren Hristiyanl›k bile, eskiden mensuplar›n›n gördü¤ü ac›lar›n intikam›n› almak sevdâs›nda idi. Yahudilere neler yapm›yorlard›. Bafltakilerin en büyük gayeleri harp idi. Dünyay› atefle verip kan ve alev içinde insanlar bo¤ulurken, ganîmet toplamak istiyorlard›. fiehirler y›k›l›yor, ülkeler harab oluyor, hastal›k ve sefalet dünyay› k›r›p geçiriyordu. Fitne ve fesat kas›rgalar› her taraf› kas›p kavuruyordu. Dünyadan el çekmifl keflifllerin manast›rlar›nda ve eski felsefe k›r›nt›lar›n› tafl›yan baz› âlimlerin mesâilerinde ancak ümit veren bir selâmet ›fl›¤› görülüyordu, fakat onlar da azd›, bo¤ulmaya mahkûmdu. Emniyet ve huzur, adâlet ve âsâyifl -beflerin en muhtaç oldu¤u bu fleyler- yer yüzünden kalkm›fl; barbarl›k dünya yüzünü kaplam›flt›. Ancak co¤rafî durumu îtibâr›yla Arabistan yar›madas› bu kargaflal›klardan k›smen âzâde kalabilmiflti. Avrupa uzakt›, Hint ve Çin ile temasda de¤ildi. ‹ran'la komflu idi; fakat fazla ba¤l›l›¤› yoktu. Suriye taraf›ndan Romal›larla komflu idi. Ticarî münasebetleri vard›, fakat kültür münâsebetleri yoktu. Arabistan'›n s›k› münasebette bulundu¤u tek ülke Habeflistan idi. Hâs›l› cihan pek karanl›k ve kar›fl›k bir halde idi. Islâh› bir Peygamberin zuhûruna muhtaçt›. Bütün ümitler, Yahûdî ve Hristiyan dinlerinin müjdeledi¤i âh›r zaman Peygamber'ine müteveccihti. Bütün dünya zulmet içinde bu halâskâr›n zuhûrunu dört gözle bekliyordu. Mukaddes Beyt'in bulundu¤u Mekke'de do¤an Muhammed b. Abdullah, iflte beklenen bu halâskârd›r. ––––oOo–––– 15 16 ‹K‹NC‹ BÖLÜM ‹LK MEDEN‹YETLER‹N YATA⁄I VE ARAB‹STAN (1) Yeryüzü muhtelif medeniyetlere sahne olmufltur. Nice medeniyetler kurulmufl, nice milletler gelmifl geçmifltir. Bugünkü medeniyet ne ilktir ve ne de sonuncudur. Yaln›z bugünlük bilgimize göre, eski medeniyetlerin yata¤› ön Asyad›r; yak›n do¤udur. Üç k›t'an›n kavuflak m›nt›kalar› say›lan yerlerdir. M›s›r, Âsur, Finike, Yunan, Roma medeniyetleri afla¤› yukar› hep biribirine muttas›l, Akdeniz kenarlar›nda s›ralanm›fl ülkelerde kurulmufltur. Binlerce sene evvel, buralarda yüksek medeniyetler parlam›fl, ilim, san'at, ziraat, ticâret çok ileri gitmifltir. Bu medeniyetlerin dinî esaslara dayand›klar› da flüphesizdir. Bu din hisleri bazen sap›tm›fl, putperestli¤e varm›fl ise de halk, din fluurundan hiçbir zaman âzâde kalmam›flt›r. Medeniyetleri dinî esaslara dayanan bu muhitlerde, bugün ma'lûm olan dinlerin sâhipleri yaflam›fllar, befleriyete Allah'›n emirlerini tebli¤ etmifllerdir. Hak ve hay›r sedâlar›n› Allah'›n kullar›na duyurmufllard›r. Gökten nur buralara inmifl, mukaddes beldeler buralarda kurulmufltur. Hazret-i ‹sa ve Musa, onlardan önce Hazret-i ‹brahim ve di¤er Peygamberân-› ›zâm hazarât› bu topraklarda dolaflm›fllard›r. Büyük ‹slâm flâiri rahmetli Mehmet Akif "fiark" manzumesinde bu diyarlar› ve onlar›n mübârek hat›ralar›n› flöyle yâd eder: ‹lâhî!... Gördü¤üm âlem mi insâniyyetin mehdi? Bütün umrân› tarihin, bu çöllerden mi yükseldi? fiu zâirsiz bucaklar m›yd› vahdâniyyetin yurdu? Bu kumlardan m›, Allah'›m, nebiler f›flk›r›p durdu? (1) Dr. Muhammed H. Heykel Pafla - Hayât-› Muhammed, Emir Ali - ‹slâm'›n Rûhu. 17 Henüz tek berk-i iman çakmadan cevvinde dünyan›n, Bu göklerden mi, Yârab, cofltu, sa¤nak sa¤nak, edyân›n? Serendibler flu sâhiller mi? Cûdîler bu da¤lar m›? Bu iklimin mi ‹brahim'e yol gösterdi ecrâm›? Haremler, Beyt-i Makdisler bu topraktan m› yu¤ruldu? Bu vâdîler mi dem tuttukça bîhûfl etti Dâvûdu? Hirâlar, Tûr-i Sînâlar bu âfâk›n m› flehkâr›? Bu tafllardan m›, yer yer, taflt› Rûhu'llah›n esrâr›? Cihân›n garb› vahfletzâr iken, flark›nda Karnaklar, Haremler, Sedd-i Çinler, Tâk-› Kisrâlar, Havernaklar, ‹remler, Sûr-i Bâbiller semâ-pîrâ de¤il miydi? O mâzîler, ‹lâhî, bir y›k›k ru'yâ m›d›r flimdi? Bu topraklarla ilgili olan yerlerden biri de Arabistan'd›r. Arabistan yar›madas›n›n co¤rafî durumu flöyledir: Arabistan k›t'as› bir mustatili and›r›r. fiimalden Filistin ve Suriye ile çevrilmifltir. fiark taraf›ndan hudûdu Hîre, Dicle, F›rat, Basra körfezi, Amman denizidir. Cenûbunda Hint denizi ve Aden körfezi vard›r. Garp cihetinde de K›z›l deniz bulunur. Arap co¤rafya âlimlerinin ekserisi ve Avrupa co¤rafya âlimleri Sina yar›madas›n› M›s›r hudûdu dâhilinde sayarlarsa da Jeoloji bak›m›ndan buras› Arabistan'a kat›lmal›d›r. Görülüyor ki Arabistan yar›madas› garp ve cenup taraf›ndan deniz ile, fiimalden çöl ile, fiark›ndan da çöl ve Basra körfezi ile çevrilmifl bu tabiî kalelerin içinde mahfuz bulunmufltur. Onu, müstemlekecilerin ve din yayma¤a çal›flanlar›n hücumundan koruyan yaln›z bu tabiî mânialar de¤ildir. Kezâ memleketin iç taraflar› da istilâya müsâit de¤ildir. Arabistan büyük bir yar›madad›r. Bu genifl arazide toprak gayet çorakt›r. Ekserisi çölden ibârettir. Bu îtibarla oraya istilâc›lar›n gözleri çevrilmemifltir. Da¤ silsilelerinden müteflekkil a¤lar, memleketin her taraf›n› sarm›flt›r. Bu da¤ silsilelerinin en uzunu (Cebelü'l-sür'at) dir. Bu da¤, Arabistan'› cenupta Yemen'den bafll›yarak flimalden Suriye'ye kadar böler. En yüksek tepesi (8000) kademdir. Bu genifl arazide hemen hemen hiçbir nehir yok gibidir. Ya¤murlar›n da muayyen bir mevsimi yoktur. Ancak yar›madan›n cenûbuna düflen Yemen k›t'as›nda ya¤murlar boldur. Arazi de mahsuldard›r. Kalan k›s›m da¤l›k, ziraate elveriflsiz olan vâdîler, çorak topraklar ve çöllerden ibârettir. Böyle bir muhit parlak bir medeniyetin kurulmas›na da müsâit say›lamaz. Onun için buralar› çöl hayat›ndan baflkas›na pek elveriflli de¤ildir. Arabistan'›n bedevî hayat geçirmesinin sebebi budur. Burada dâimî olarak bir yerde hayat sürüp gidemez. Çöl gemisi olan develere mer'a lâz›md›r. Halbuki bu mer'alar her yerde bulunmaz; vâhalar, kaynak olan yerlerdeki develer, vâhadan vâhaya ge18 zerek karn›n› doyurabilir. Böylece göçebe hayat sürüp gider. Buras› Afrika'n›n Sahrâ'y› Kebîri gibi büsbütün hayat eserinden de mahrum de¤ildi. Vâhalar ve mer'alar burada hayat› mümkün k›lar. Yaln›z hayat flartlar› çok a¤›r oldu¤undan kimse tamah etmezdi. Hatta Yemen'den baflka yerleri eskiden beri çoklar›na ma'lûm bile de¤ildi. Arabistan yar›madas›, co¤rafî durumu itibar›yla o gün için flarkla garp aras›ndaki ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Roma, Yunan gibi garptakiler, Hint ve di¤er flarktakilerle ticareti M›s›r ve Basra Körfezi yolu ile yap›yorlard›. M›s›r ile Basra Körfezi aras›nda kervanlar›n geçti¤i yer Arabistan'd›. Çöldeki kervan yollar› Araplar›n elinde idi. Kervanlar›n geçece¤i yerleri, konaklar› bâdiyedeki Araplar bilirdi. Bu uzun kum çöllerini aflabilmek büyük mümâreseyi ve muhiti tan›may› icâbeder. Sahrâda kervanlar›n yollar›, denizde vapur yollar› gibidir. Muayyen bir istikamet ta'kîb etmeye mecburdur. Arabistan'da da kervan yollar› bafll›ca iki istikametten giderler. Bunlardan biri Basra Körfezinden, Dicleden geçerek Suriye tarîk›yle Filistin'e gelir. Di¤eri de K›z›l Denizden ifller. Bu iki yol vas›tas›yla o zamanki flark ile garp ticaret yapar, biri di¤erinin mesnûat›n›n al›p verirdi. Ancak bu kervan yollar› çok meflakkatli ve korkulu idi. Onun için herkes bu yollardan geçmeyi göze alamazd›. Hele Arabistan'›n di¤er k›s›mlar›na kimse aç›lmaya cesâret edemezdi. Bu sebepten Arabistan'›n içerleri hâricî âleme kapal› ve meçhul idi. Arabistan'da alt›n ve gümüfl madeni vard›. Hemdânî (S›fât-ü cezîretü'lArap) adl› eserinde bu madenlerin yerlerini ta'yîn eder. Tarihçilere göre Kureyfl kabilesinin bafll›ca ticaret maddelerinden biri de gümüfltü... Burton'un (Medyen'in Alt›n Madenleri) adl› bir eseri bile vard›r. Yemen ve Basra Körfezi cihetleri eskiden beri ma'lûm idi. Yemen bereketli ve mahsuldar bir ülke idi. Ya¤murlar boldu. Muayyen mevsimlerde muntazam olarak ya¤›fllar devam ederdi. Bu itibarla iktisâdî durumu iyi idi. Memleket ma'mûre haline getirilmifl ve buralarda medeniyetler kurulmufltu. H›myerlilerin parlak bir medeniyeti vard›. Sebâ hükümet ve memleketinin ma'murlu¤u hâlen dillerde destand›r. Da¤l›k araziden inen selleri tutup araziyi sulamak için bentler yapm›fllard›. Bunlar›n içinde en meflhuru Ma'rip seddi idi. Bu sed yap›lmazdan önce yüksek Yemen da¤lar›ndan inen ya¤mur sular›, seller halinde Ma'rip flehrinin flark cihetinde kalan vâdilerden ak›p giderdi. Yemen halk› bu da¤lar›n en dar yerlerinde sedler yaparak sular›n tabiî ceryanlar›n› önleyip istedikleri istikametlere çevirdiler. Böylelikle araziyi sulayarak bereketli hâle getirdiler. Memleket bolluk ve ni'met içinde kald›. Yemen'de bu medeniyetlerin bekaayâs›na bugün tesâdüf olunmaktad›r. ‹flte Yemen'in Arabistan yar›madas›n›n di¤er yerlerinden ayr›lan 19 husûsiyeti budur ve bu yüzdendir ki tarihte oldukça mühim bir yer iflgal eder. Yahudilik ve Hristiyanl›k Yemen k›t'as›na yay›lm›flt›. Yemen topraklar› verimli oldu¤undan ‹ranl›lar da oraya sald›rm›fllar ve Yemen'i hâkimiyetleri alt›na alm›fllard›r. ‹ranl›lar mecûsi idiler. Araplar üzerinde dinî bir te'sir b›rakamad›lar. Hristiyanlar o devirlerde de çok kuvvetli bir dinî propaganda teflkilat›na sahipti. Ancak Yahudiler ile Hristiyanlar aras›nda ve keza bizzat Hristiyan mezhepleri aras›nda fliddetli dinî münâkaflalar ve mücadeleler oluyordu. Bu yüzden Araplar aras›nda Hristiyanl›k yay›lmad›. Araplar eski putperestliklerine devam ettiler. Mensuplar› dâimî bir cidal ve nizâ halinde bulunan bir dine girmektense eski putperestli¤i tercih ettiler. Necran Hristiyanlar›, Medîne Yahudileri, bu ehl-i kitab olan her iki s›n›f, Araplar üzerinde bir te'sir gösteremediler. Araplar› putperestlikten ay›ramad›lar. Araplar› puta tapmak gibi bir dalâletten kurtaran islâmiyet olmufltur. PUTLARIN ENVÂI Araplar›n putlar› üç türlü isim tafl›maktad›rlar: Sanem, Vesen, Nusup. Sanem: (Esnam) mâdenden insan fleklinde yap›lan puta denir. Vesen: tafltan veya a¤açtan, insan fleklinde yap›lan puta verilen isimdir. Nusup ise, muayyen bir sûret ve flekli olmay›p tapmak için kullan›lan tafla denir. Ve bunlar›n içinde yap›l›fllar› en süslü olan Yemen'dekilerin putlar› idi. Çünkü onlarda san'at daha ileri idi. Bu putlar›n içinde en büyü¤ü Hübel denilen put idi. Denildi¤ine göre bu put insan sûretinde olup akikten yap›lm›flt›. Sonralar› kolunun biri k›r›l›nca Kureyfl k›r›lan kolun yerine alt›ndan bir kol takm›fllard›. Hübel bütün putlar›n bafl› say›l›rd›. Bu koca put Mekke'de Kâbe'de bulunurdu. Etraftan hac için gelenler, onu tavaf ve ziyâret ederlerdi. Araplar duâlar›n› ona yaparlar ve kurbanlar›n› ona takdim ederlerdi. Araplarda putperestlik o kadar yay›lm›flt› ki, yaln›z mâbetlerindeki putlarla iktifâ etmezlerdi. Ço¤unun evlerinde de putlar› ve tap›nacak tafllar› bulunurdu. Evinden ç›karken ve evine dönerken onu tavâf eder, bir yolculu¤a ç›k›p sefere giderken puttan izin al›r; onu da beraberinde götürürdü. Bu hususta Hazret-i Ömer'den rivâyet olunan flu hikaye çok acayiptir. fianl› Halîfe Hazret-i Ömer diyor ki: Câhiliyyet devrinde iken yapt›¤›m›z iki ifl vard› ki, onlar hat›r›ma geldikçe birine a¤lar›m, di¤erine ise gülerim. Beni a¤latan o ac› hât›ra fludur: K›z evlatlar›m›z› diri diri topra¤a gömerdik. Hiçbir fleyden haberi olmayan o mâsum yavrulara hangi yürekle 20 bu fecî cinayeti ifllerdik bilmem. Onu hat›rlad›kça yüre¤im s›zlar, ci¤erim parçalan›r, a¤lar›m. Beni gülmeye sevkeden gülünç fley ise fludur: Câhiliyet devrinde evlerimizde putlar›m›z bulunurdu. Bir sefere ç›kaca¤›m›z zaman yan›m›zda bulunmak üzere undan, helvadan o putlar›n bir sûretini yapard›k. Yolculu¤umuz esnâs›nda onlara tapard›k. Sonra yolda aç kal›nca o helvadan yapt›¤›m›z putlar› yerdik. Biraz önce tapt›¤›m›z putu midemize indirirdik. Bundan daha gülünç birfley var m›d›r? Bunu hat›rlad›kça ne kadar ak›ls›zca ifller yapt›¤›m›za gülmekten kendimi alamam. ‹flte câhiliyet devrinde Araplar›n putperestli¤i bu kadar gülünç manzaralar arz etmekte idi. Her muhîtin ve kabîlenin kendine mahsus birer putu vard›. En meflhur olan putlar flunlard›: 1– Lât: Bu put Tâifte bulunurdu. Sakif kabîlesi buna tapard›. 2– Uzzâ: Bunun yeri Mekke idi. Kureyfl ve Kinâne kabîleleri bu puta taparlard›. 3– Menât: Medînelilerin putu idi. Evs, Hazrec ve Gassan kabîleleri buna taparlard›. 4– Vedd: Dumetü'l- Cendel'de idi. Kelb kabîlesinin tapt›¤› bir puttu. 5– Suvâ': Hüzeyl kabîlesinin putu idi. 6– Yegus: Mizhac ile Yemen'deki baz› kabîlelerin tapt›¤› puttu. 7– Yeûk: Bu da Yemen'de bulunurdu, Hemdan kabîlesine âit idi. Bütün bu putlar›n reisi olan koca put (Hübel) ad›n› tafl›rd›. Ve bidâyette Kâ'benin üstüne yerlefltirilmiflti. Kureyfl harp zamanlar›nda ona iltica ederler, ondan medet umarlard›. Arabistan'a ilk putu getiren adam›n Amr nam›yla Ma'rûf Rebîa b. Hârise ad›nda biri oldu¤unu söylerler. Bu adam bir aral›k Kâ'benin mütevellîsi olmufl, Suriye'ye yapt›¤› bir seyahat esnâs›nda bir flehir halk›n›n tafltan yontulmufl putlara tapt›klar›n›n görmüfl, bunun sebebini sormufl, onlar da bu putlar›n kendi emellerini yerine getirdi¤ini, harplerde kendilerine zafer kazand›rd›¤›n›, kurakl›k zamanda ya¤mur gönderdi¤ini söylemifller. O da buna inanarak oradan bir kaç put al›p onlar› Kâ'benin etrâf›na dizmiflti. Mekke flehri ve Kâbe bütün Araplar›n mukaddes tan›d›klar› bir yer oldu¤undan oraya yerleflen putlar, yavafl yavafl bütün Arabistan yar›madas›na, Araplar aras›na yay›lm›flt›r. Araplar›n en eski putu (Menât) idi. Medîne halk› olan Evs ve Hazrec 21 kabîleleri buna kurbanlar takdim ederler, ona taparlard›. Yâkut Hamavî'nin (Mu'cemü'l-Büldân) adl› eserinde verdi¤i malûmata göre: Araplar aras›nda putperestli¤in bu kadar genifl bir sûrette yay›lmas›n›n sebebi, Araplar›n Mekke'yi ziyâret, Kâ'beyi tavaflar› esnâs›nda Kâ'be etrâf›nda tafllar› toplamalar› ve onlar› Kâ'bedeki putlar›na göre yontmalar›, sonra yurtlar›na götürerek onlara tapma¤a bafllamalar›d›r. Araplar içinde mecûsî olanlar da vard›. Yemen'deki (H›myer) kabîlesi ateflperestti. (Kinâne) kabîlesi Ay'a tapard›. (Temim) kabîlesi (Deburan) nâm›nda iki y›ld›za taparlard›. (Kays) Kabîlesi (fiî'râ) y›ld›z›na, Esed kabîlesi Utarid'e, Lâhm ve Cüzam kabîleleri Müflteri'ye taparlard›. Araplar›n içinde putlar› tanr› olarak tan›may›p da, onlar› Allah'a tekarrub için bir vâs›ta addedenler de vard›. Kur'an-› Kerim bu noktaya iflaret ederek onlar›n halini flöyle anlat›r: ... ﻣـﺎ ﻧﻌــﺒـﺪﻫﻢ اﻻ ﻟﻴــﻘـﺮﺑﻮﻧﺎ اﻟﻰ اﻟـﻠﻪ زﻟﻔﻰ: Biz onlara ancak bizi Allah'a yaklaflt›rmalar› için tap›yoruz."(2) Kur'an'›n bu beyân›ndan anl›yoruz ki, Araplar putperest olmakla beraber içlerinde ulûhiyetin bu tafl y›¤›nlar›ndan, a¤aç parçalar›ndan üstün oldu¤unu büsbütün unutmayanlar da vard›. Yeri, gö¤ü yaratan bir Allah mevcuttur. Kur'an bu hakîkati flöyle beyân etmektedir: (3) وﻟﺌﻦ ﺳﺄﻟﺘﻬﻢ ﻣﻦ ﺧﻠﻖ اﻟﺴﻤﻮات واﻻرض وﺳﺨﺮ اﻟﺸﻤﺲ واﻟﻘﻤﺮ ﻟﻴﻘﻮﻟﻦ اﻟﻠﻪ ﻓﺄﻧﻰ ﻳﺆﻓﻜﻮن "Onlara: Gökleri ve yeri kim yaratt›? Günefli ve Ay'› kim musahhar k›ld›? diye soracak olursan, muhakkak, Allah derler. O halde neden sap›t›yorlar?" Araplar koyu bir flirk içinde yüzmekle beraber içlerinde kâdir bir Allah tan›mak fikri büsbütün sönmüfl de¤ildi. Kimi puta tapar, kimisi putu Allah'a yaklaflmak için vâs›ta yapar, kimisi genifl zaman›nda Allah'› unutur, yakas› dara gelince: Allah'›m! diye niyâz ederdi. Kur'an-› Kerim bu hali de flöyle beyan eder: "Onlar gemilere bindimi denizde Allah'a samîmiyetle yalvar›rlar, kurtulupta karaya ç›kt›larm›, birde bakars›n›z ki, Allah'a flerik kofluyorlar." (Ankebût Sûresi) Kur'an-› Kerim'in bundan öndört as›r önce i'lân etti¤i bu hakîkatler bugün eski eserlerin tetkikat›yla da aynen meydana ç›k›yor. Alman müsteflrikleri "Dinler ve Ahlâk Ansiklopedisi"nde birinci cildi 664' üncü sahifesinde hülâsa olarak flöyle diyorlar: (2) Zümer sûresi, âyet: 3 (3) Ankebût sûresi, âyet: 61 22 "San'a'n›n kitâbelerinde Allah kelimesi (Helle) fleklinde görülmektedir. Bu kelime Nabatîlerin ve flimâlî Arabistan'›n eski kabîlelerinde ism-i haslar›n bir k›sm›n› teflkil ediyordu. Nabatîlerin lisân›nda (Allah) kelimesi tek bir tanr› ismi olarak geçmemektedir. Fakat San'a kitâbelerinde bu kelime görülüyor. Daha sonralar› putperestler bu kelimeyi kullanm›fllard›r." (Asr-› Saâdet - C. 1.). Zaten bu kelime hakk›nda incelemeler yapanlar onun (El‹lâh) asl›ndan olup muhtelif tanr›lara ›tlak olunurken (Allah) kelimesi kaadir-i mutlak olan Zât-› Ecellü A'lâya âit bir has isim olarak isti'mâl edildi¤ini söylüyorlar. Arabistan'da Yahûdîlik ve Hristiyanl›k, yani bu iki semâvî din biraz yay›lm›fl bulunuyordu. Fakat Hristiyanlar›n mezhep kavgalar›, Yahûdîlerin din mücâdeleleri bu iki dinin Araplarca benimsenmesine engel olmufltur. Gassân ve Rebîa kabilelerinin Hristiyan olduklar› rivâyet olunmaktad›r. Mekke'de (Varaka b. Nevfel) Hristiyanl›k hakk›nda iyi bilgi sâhibi idi; ve Kitâb-› Mukaddes'i ‹brânî asl›ndan mütâlaa edebiliyordu. H›c›r, Kinâne (Hars ve Kinde) kabîleleri ise Yahûdî dininde idiler. Medîne'de Yahûdîlerin te'siri çok fazla idi. Meflhur flâir ‹mrü'l-Kays'›n ça¤dafl› olan Semev'el nâm›ndaki flâir bir Yahûdî idi. Bu flâir arap edebiyat›nda vefâkârl›kla, sözünün eri olmakla flöhret ve nam alm›flt›r. Gerek Hristiyan ve gerekse Yahûdîler semâvî din sâhibi olduklar›ndan ve ellerinde mukaddes kitaplar› bulunduklar›ndan bunlara (Ehl-i Kitab) derlerdi. Bu ta'bir Araplar aras›nda pek flâyi' idi. Kur'an-› Kerim de, Hristiyanlar ve Yahûdîler hakk›nda bu ta'biri kullan›r. ARAB‹STAN'DA HAN‹FLER Arabistan'da bu devirde Hanifler vard›. Bu ta'biri Kur'an-› Kerim, Hazret-i ‹brahim hakk›nda kullanmaktad›r: (4) ﻣــﺎ ﻛــﺎن اﺑﺮاﻫﻴـﻢ ﻳﻬــﻮدﻳًﺎ وﻻ ﻧﺼــﺮاﻧـﻴًــﺎ وﻟﻜﻦ ﻛــﺎن ﺣﻨﻴــﻔًـــﺎ ﻣــﺴﻠﻤًــﺎ: ‹brahim ne Yahûdî idi, ne de Hristiyan idi. O Hanif Müslüman idi." Hanif: Dalâletten istikamete meyleden, bat›ldan hakka, do¤ruya dönen kimseye denir. Hazret-i ‹brahim hakka meyletti¤i için kendisine Hanif denilmifltir. O, atalar›n›n tuttu¤u bât›l yoldan dönüp do¤ruyu bulmufltur. Tebli¤ etti¤i dinin esaslar› hakt›. Dinî, tevhit dinî, ‹slâm dinî idi. Zamanlar geçtikçe Hazret-i ‹brahim'in getirdi¤i bu tevhid dininin esaslar› bozulmufl, (4) Âl-i ‹mran sûresi, âyet: 67 23 ifle putperestlik kar›flm›flt›. Fakak araplar aras›nda Allah'›n birli¤inin inanç izleri flurada burada aras›ra seziliyordu. Araplar aras›nda akl› bafl›nda olup zekalar› iflleyen insanlar, düflünen kafalar; dilsiz ve sa¤›r putlara tapmaktan nefret ediyorlard›. Hazreti Muhammed'in bi'setinden az önce böyle bir hareket bafllam›fl, Hanifler türemiflti. Meflhur Siyer sahibi ‹bn-i ‹shak der ki: Bir putun flerefine kurulan bir panay›rda Varaka b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahfl, Osman b. Huveyris, Zeyd b. Amr ismindeki flah›slar hadd-i zât›nda cans›z, dilsiz, sa¤›r olan hiçbir menfaat getirmeyen ve hiçbir zarar› def edemiyen birtak›m putlara e¤ilmeyi, onlar›n önünde secde etmeyi zillet addetmifllerdi. Bu dört kifli Kureyfl kabîlesine mensub idiler. Bunlardan Varaka b. Nevfel, Hazret-i Muhammed'in ilk muhterem efli Hazret-i Hatîce'nin amcas› o¤lu idi. Zeyd b. Amr, Hazret-i Ömer'in amcas›, Ubeydullah bin Cahfl, Hazret-i Hamza'n›n k›z kardefli o¤lu; Osman b. Huveyris ise Abduluzza'n›n torunu idi. Bunlardan Zeyd b. Amr, Hazret-i ‹brahim'in dinini aramak için Suriye'ye gitmifl, orada Yahûdî hahamlar› ve Hristiyan papazlar› ile görüflmüfl, onlardan ald›¤› malûmat pek hofluna gitmemifl: Ben Hazret-i ‹brahim'in dinine sülûk ediyorum, demekle iktifâ etmiflti, ‹mam Buharî, Varaka, Ubeydullah ve Osman'›n Hristiyanl›¤› kabûl ettiklerini rivayet eder. Arabistan'da koyu bir dalâlet hâlinde sürüp giden putperestli¤e karfl› gelenlerden biri de meflhur arap flâirlerinden (Ümeyye b. Salt)d›r. Bu zât Taif halk›n›n reisi idi. Büyük ‹slâm âlimi ‹bn-i Hacer'in terceme-i hâle dâir yazd›¤› El-Isâbe adl› eserinde nakletti¤ine göre: Ümeyye, Câhiliyyet zaman›nda Mukaddes kitaplar› okumufl, putperestli¤i terk ederek Hazret-i ‹brahim'in dinini kabul etmiflti. (fiemâil) in rivâyetine göre de, Peygamber Efendimiz ashabtan biriyle at üzerinde giderken o zat, Peygamberimize Ümeyyenin fliirlerinden bir k›t'ay› okumufl, Resûl-i Ekrem Efendimizin bu k›t'a hofluna gitmifl, onun fliirinden di¤er bir parçay› okumas›n› arzu etmifl, kasîde sona erince Peygamber Efendimiz: "Ümeyye müslümanl›¤a çok yaklaflm›fl..." demiflti. Onun fliiri îman etmifl, fakat kendisi küfürde kalm›flt›. Araplar›n en karanl›k devirlerini teflkil eden Cahiliyyet devrinde putperestlikten nefret ve ikrâh ederek bunlardan yüz çevirenlerin say›s› yaln›z yukarda isimleri geçmifl zâtlardan ibâret de¤ildi. Bunlar meyân›nda ismi zikredilmesi gereken flah›slardan biri de meflhur Arap hatiperinden biri olan (Kus b. Sâide) dir. Bu zât da putlar›n aleyhinde bulunuyordu. Hazret-i Peygamber Efendimiz gençli¤inde bunun bir nutkunu dinlemifltir. Bundan ilerde bahsedece¤iz. Tarihlerin rivâyetlerinden anl›yoruz ki, Mekke ve Medîne ahâlîsinden birçoklar› Hazret-i ‹brahim'in dinini tazeleyip getirecek bir zat›n ç›kmas›n›n 24 yaklaflt›¤›n› söyliyerek ‹brahim'in dininin ar›yorlard›. Arabistan'a çöken ve bütün dünyay› saran dalâlet bulutlar›n› da¤›tacak hakîkat nûrunun par›ldamas›n› bekliyorlard›. Âhir zaman Peygamberi Hazret-i Muhammed'in gelmesi yak›nd›. "Hem Muhammed gelmesi oldu yakin Çok alâmetler belürdü gelmedin." Burada bir noktaya iflâret etmeden geçemiyece¤iz. Arabistan'da putperestlikten nefret eden Hanifler gibi bir kaç kiflinin hakîkat› aramas›, baz› garp muharrirlerince ters anlafl›l›yordu. ‹slâmiyetten önce de Arabistan'da sahih dinin ve halis tevhidin mevcut oldu¤unu söylüyorlar. ‹slâmiyet yeni bir fley getirmedi demek istiyorlar. Arabistan'da bir kaç kiflinin Hazret-i ‹brahim'in dinini aramas›, putperestlikten nefret etmesi, bu koca yar›madan›n hakikî manzaras›n› de¤ifltirmifl miydi? Hakîkatte o hareketleri yeni bir Peygamberin zuhûruna intizâr içindi. E¤er hâlis tevhid ve sahih din mevcut ise, Hazret-i Muhammed tevhid dinini tebli¤ etmek için neye o kadar u¤raflt›? Neden bütün müflrikler tevhid dinine, sahih ‹slâm dinine o kadar karfl› geldiler, bütün kuvvetleriyle onu bo¤ma¤a kalk›flt›lar? Hakîkatte Arabistan koyu bir dalâlet ve cehâlet içinde idi. Tarih ve edebiyat o devire, ‹slâmiyetten önceki o ça¤a Câhiliyyet Devri ad›n› vermekle büyük bir hakîkati ifâde etmifl oluyordu. Bu devir karanl›k, kaba, süflî fleylerle dolu bir devirdi. K›zlar diri diri topra¤a gömülür, üvey vâlide; baban›n mîrâs› aras›nda eski ev eflyas› meyan›nda o¤ula miras olarak intikal eder, öz k›z kardeflle evlenmek mübah görülür, kumar, içki, zinâ, alelâde fleylerden say›l›rd›. Hayâs›zl›k o dereceye varm›flt› ki, ‹mrü'l-Kays gibi bir flâir amcas›n›n k›z›yla geçirdi¤i gayri meflru bir aflk mâcerâs›n›, sevdâ münâsebetlerini tasvir etmekten çekinmemifl ve onun bu aç›k saç›k kasîdesi mukaddes Kâ'benin duvar›na as›lm›flt›. Yemen, Arabistan yar›madas› içinde medeniyetçe en ileri giden yerdi. Topra¤› bereketli ve mahsuldar idi. Seba', H›myer Hükümetleri, Arabistan yar›madas›n›n cenup k›sm›nda kurulmufllard›. Romal›lar›n buraya "Zengin Arabistan" nam›n› vermeleri bofl yere de¤ildi. Seba' Devletinin kurdu¤u parlak medeniyetin eserleri bugün bile seyyahlar taraf›ndan büyük bir hayranl›kla temafla edilmektedir. Oralarda yüksek bir medeniyetin izleri hâlâ yafl›yor. Bununla beraber Yemen k›t'as› Arabistan yar›madas›n›n merkezi olmam›fl, araplar›n gözleri o tarafa çevrilmemifltir. Araplar›n dinî merkezi dâimâ Mekke flehri idi. Buras› kutsî hat›ralarla dolu mübârek bir belde idi. Hazret-i ‹brahim ve Hazret-i ‹smail taraf›ndan bina olunan Ka'be, mukaddes Beytullah burada idi. Beyt-i flerif mübârek bir makamd›. Bütün Araplar hac 25 maksad›yla oraya koflarlard›. Uzak diyarlar› aflarak oraya gelirlerdi. Araplar yavafl yavafl, Hazret-i ‹brahim'in dininden, tevhid esâs›ndan ayr›l›p putperestli¤e dald›ktan sonra bile, Kâ'be kutsîli¤inden birfley kaybetmemifltir. ‹çi putlarla doldu¤u halde Araplar taraf›ndan ziyâret ve tavaf edilegelmifltir. Böylelikle Mekke, ticaret hayat›nda da mühim bir yer iflgal etmifltir. Hem ziyaret, hem ticaret maksad›yla gelenler ço¤alm›flt›r. Mekke Arabistan yar›madas›n›n yaln›z dinî merkezi olmakla kalmam›fl, ayn› zamanda ticaret merkezi de olmufltur. Buradan cenûba -Yemen'e- flimâle -Suriye'ye- ticaret kervanlar› gidip gelirdi. ––––oOo–––– 26 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÂ'BE VE KUREYfi (1) Mekke flehri K›z›l denizden 80 kilometre içerdedir. Da¤lar›n ve yollar›n kavufla¤›d›r. Buradaki Kâ'be Araplarca mukaddes say›l›rd›. Oras› ibâdethane olarak tan›n›rd›. Kur'an-› Kerim Kâ'be'nin insanlar için ilk kurulan mübârek beyt oldu¤unu haber verir. Hazret-i ‹brahim ile o¤lu Hazret-i ‹smail'in Kâ'be'yi bina etti¤ini yine Kur'an'›n beyanat›ndan ö¤reniyoruz. Hazret-i ‹brahim, Hacer ile ‹smail'i Beyt-i Haram yani Kâ'be civar›na iskan etmiflti. Hazret-i ‹brahim tevhid dinini kurmak için diyar diyar dolaflm›fl, müsâit zemin aram›flt›. Bâbil'de insanlar› Allah'a ça¤›rd›¤› zaman onu atefle att›lar, M›s›r'a gitti, nâmusunu çi¤nemek istediler. Oradan Filistin'e döndü. Nihâyet en müsâit yer Mekke'yi buldu. Hazret-i ‹smail babas›na yard›m etmeye bafllay›nca, baba o¤ul Kâ'be'yi bina ettiler. Mekke'de böylece halk›n ibâdeti için mübârek Beyt kuruldu. Onu; tavaf edenler, orada kaaim olanlar, rükû' ve secde edenler için temiz bulundurmalar›, Allah taraf›ndan kendilerine tenbih ve emir olunmufltur. Kur'an-› Kerim'in beyânât› bu merkezdedir. Kâ'be'nin ilk binas›nda tavan›, efli¤i, penceresi, kap›s› yoktu. Sonra Hazret-i ‹smail sülâlesinden ve Hazret-i Muhammed'in ecdad›ndan olan Kusay bin K›lâb Kâ'be'nin muhâf›zl›¤›n› eline ald›¤› zaman, eski binay› da y›karak onun yerine hurma a¤açlar›ndan yap›lan kerestelerle tavanl› bir bina vücûda getirmifltir. Ezrakî, Hazret-i ‹brahim taraf›ndan infla olunan Kâ'be'nin eb'âd›n› flu flekilde göstermektedir. "Yükseklik 19 arfl›n, Hacer-i esvet'ten Rükn-i sânîye kadar uzunluk 33 arfl›n" bugün Kâ'be'nin irtifa› 15 metredir. (1) Dr. M. H. Heykel Pafla, Hayât-› Muhammed; Emir Ali, ‹slâm'›n Rûhu. 27 Kur'an-› Kerim'in ve Mukaddes Tarihin beyan›ndan anl›yoruz ki, Hazret-i ‹brahim ve Hazret-i ‹smail taraf›ndan bina olunan Kâ'be; ibâdet edenler, rükû' ve secde yapanlar için tertemizdi. ‹çinde put filan yoktu. Sonra içine bu putlar nas›l oldu da yerlefltirildi, Allah'a ibadetten, putlara tapma¤a nas›l döndüler? Tarih bu noktalar› bize kâfi derecede ayd›nlatmak için ›fl›k vermiyor. Baz› tarihler, y›ld›zlara tapan Sâbiîlerden alarak araplar›n putlar yapt›¤›n›, tafllara tapt›klar›n› söylüyorlar. Baz› rivâyetlerden Rebîa b. Hârise'nin Suriye'ye yapt›¤› seyahatlerde orada gördü¤ü putlar› Kâ'be'ye nakletti¤i zikrolunmaktad›r. Mekke'nin eski bir flehir oldu¤u herkesce malûmdur. Yunan co¤rafyac›lar›n›n Makroba dedikleri yer Mekke'dir. Meflhur Carlyle (Kahramanlar) eserinde Romal› bir tarihçinin Kâ'be'yi zikretti¤ini, Onun dünyadaki en eski ve en mukaddes mâbet oldu¤unu beyan eyledi¤ini söyler. Yâkut-› Hamavî Mu'cemü'l-Büldan adl› eserinde Batlamyus co¤rafyas›nda Mekke'nin tul ve arz dâirelerinin gösterildi¤ini kaydeder ki, mühimdir. Mukaddes tarih Mekke'ye dair haberlerle doludur. Bütün tarih boyunca Kâ'be Araplarca mukaddes tan›nm›flt›r. Kâ'be'yi örtmek âdetini ilk ç›karan zat Himyer hükûmdarlar›ndan Es'ad Tübba'd›r. Kusay b. Kilâb zaman›nda Kâ'be'nin örtüsünü te'min için Arap kabilelerine vergi bile sal›nm›flt›. Kâ'be'deki Vazîfeler Kâ'be'deki mukaddes vazîfeler Hazret-i ‹smail'in sülalesinden gelirken bir aral›k Huzâa kabîlesinin eline geçti. Sonra Kusay b. Kilâb bu vazîfelerin hepsini eline ald›. O vazîfeler flunlard›r: 1– Hicâbet: Yani Kâ'be'nin anahtarlar›n› elinde bulundurmak, 2– Sikaaye: Hac›lar›n suyunu te'min etmek, Zemzem suyuna bakmak vazifesi, 3– Rifâda: Hac›lara mihmannüvazl›k göstermek, onlar› konuklamak vazîfesi. Bir defa Kusay, Kureyfl'i toplayarak onlara flöyle demiflti: "‹nsanlar uzak yerlerden gelerek buray› ziyâret ediyorlar. Bunlar› konuklamak, misafir etmek Kureyfl'in vazîfesidir." Kureyfl her sene aralar›nda iâne toplayarak hac›lar› Tanr› misâfiri gibi a¤›rlama¤a bafllad›lar. 4– Nedve: Umûmî toplant› yeri Dârü'n-Nedve adl› derne¤i kuran Kusay'd›r. Kureyfl rüesâs› bu yerde toplan›rlar, harp ve sulh ifllerini kararlaflt›r›rlar, mühim mes'eleleri görüflüp konuflurlard›. Hattâ nikâhlar burada k›y›l›r, merâsim burada yap›l›r, uzun yola ç›kacak ticâret kervanlar› buradan 28 hareket ederdi. Bir k›z bulû¤a erince Dârü'n-Nedve'de gömlek giydirme merâsimi yap›l›rd›. Eski gömle¤i üzerinden ç›karmadan y›rt›l›r, yenisi giydirilirdi. 5– Livâ': Sancaktarl›k vazîfesi demektir. Sanca¤› bir m›zra¤a sararlar, düflmana giderken onu tafl›rlard›. 6– K›yâde: Bafl Kumandanl›k vazîfesi. Bu vazifelerin hepsi Kusay b. Kilâb'da toplanm›flt›. Bu da Hazret-i Peygamber'in ecdâd›n›n ne kadar flerefli bir mevki' sahibi olduklar›n› gösterir. Kusay'dan önce Kâ'be'nin mütevellîsi, yani bu zikrolunan vazifelerin sahibi Huleyl Huzâî idi. Kusay, Huleyl'in k›z› Hubbâ ile evlendi. Babas› ölürken Kâ'be'nin anahtarlar›n› k›z›na vasiyet etmiflti. Fakat Hubbâ, kad›n olmas› hasebiyle bu vazîfeyi kabul etmedi. Ve anahtarlar› Ebû Gubflan Huzâî'ye verdi. Ebû Gubflan, içkiye düflkün bir adamd›. Bir gün flarab› kalmam›flt›. Kâ'benin anahtarlar›n›, bir küp flaraba Kusayy'a satt›. Kâ'be'nin anahtarlar›na sahib olmak gibi bir vazîfenin ellerinden kaçt›¤›n› gören Huzâîler, bu ifle k›zd›lar. Fakat Kureyfl, Kusayy'›n dirâyetini ve flerefini bildiklerinden onun etrâf›nda topland›lar. Huzâa'y› Mekke'den kovdular. Kâ'be'ye âit flerefli vazifelerin cümlesini Kusayy'a verdiler. O da, bu vazîfeleri dürüst bir sûrette îfâ etti. Ikdü'l- Ferîd'in beyân›na göre Kusayy'›n kazand›¤› flöhret, kabîlesine (Kureyfl) ad›n›n verilmesine sebep olmufltur. Çünkü onun dirâyeti ve iyi idâresi sayesinde kabîlesi Kâ'be etraf›nda toplanm›flt›r. Kureyfl, toplamak ve birlefltirmek demektir. Kusayy'›n emriyle Kureyfl, Kâ'be'nin etraf›na evlerini kurmufllar. Kâ'be'yi tavâf için kâfî bir saha b›rakm›fllard›r. Kusayy'›n en büyük o¤lu Abdü'd-Dâr idi. Fakat itibar ve fleref bak›m›ndan Abd-i Menaf ondan daha üstün idi. Abdü'd-Dâr babas›n›n ölümü üzerine Kâ'be'nin mütevellîsi oldu, bu vazife sonra o¤ullar›na geçti. Fakat Abd-i Menaf, fleref ve itibarca kavmi aras›nda çok yüksek bir mevkî sahibi oldu¤undan Abd-i Menaf'›n o¤ullar› Haflim, Abd-i fiems, Muttalib ve Nevfel; amca o¤ullar›n›n ellerinden bu vazifeleri almak istediler. Abdü'dDâr o¤ullar› ile Abd-i Menaf o¤ullar› aras›nda ifl harbe varacakken baz›lar› ara buluculuk yapt›lar. Sikaaye ve Rifâda, Abd-i Menaf o¤ullar›na verilmek; Hicâbet, Livâ', Nedve Abdü'd-Dâr o¤ullar›nda kalmak flart›yla sulh yap›p uzlaflt›lar ve ‹slâmiyet'in zuhûruna kadar bu vazifeler bu flekilde devam etti. Abd-i Menaf o¤ullar› içinde en flöhretlisi Haflim, kavminin ulusu ve zengini idi. Sikaaye ve Rifâda vazifelerini büyük bir flerefle yerine getirirdi. Dedesi Kusay, halk› nas›l hac mevsiminde hac›lar› konuklama¤a davet etti 29 ise, o da Kâ'be'yi ziyarete gelenleri, tanr› misafiri bilip onlar hakk›nda i'zaz ve ikram gösterme¤e teflvik etti. Haflim'in hizmetleri yaln›z hac›lara münhas›r kalmad›. Bizzat Mekke halk› da onun kerem ve ihsan›n› gördüler. Onun zaman›nda Mekke'nin ticareti son derece geliflmiflti. K›fl›n Yemen'e, yaz›n Suriye'ye olmak üzere iki istikaamette büyük ticaret kervanlar›n› o vücûda getirmiflti. Bu sayede Arabistan Yar›madas› içinde Mekke yüksek mevkiini alm›fl, yar›madan›n rakipsiz merkezi olmufltu. Abd-i Menaf o¤ullar› daha büyük itibar sahibi olmufllard›. Bu itibarla etraflar›ndaki komflularla muâhedeler bile akdetmifllerdi. Bizzat Haflim, Bizans ‹mparatorlu¤u ve Gassan Emiri ile iyi komfluluk muâhedeleri akdetti. Bundan baflka Bizans ‹mparatorunun, Kureyfl tacirlerini ticaret vergilerinden muaf tutmas›n› sa¤lad›. O s›ralarda Bizansl›lar Suriye'ye hâkim idiler. Arap ticaret kaafileleri Bizans topraklar›nda serbestçe dolafl›rlard›. Tâ Ankara'ya kadar giderlerdi. Arap tüccarlar› Ankara'ya gittikçe kendilerine hürmet gösterilirdi. Abd-i fiems, Habefl kral› Necâflî ile ayn› flekilde bir muâhede akdetmifl, Nevfel ve Muttalib de ‹ran'la dostluk muâhedesi, Yemen'deki H›myerlilerle de ticaret anlaflmas› yapm›fllard›r. Arabistan'da mal ve can emniyetini sa¤layacak bir kuvvet bulunmad›¤›ndan Haflim, Arap kabileleri aras›nda bizzat dolaflarak kendi arazilerinden geçen Kureyfl tacirlerine bir gûnâ taarruzda bulunmamalar› için te'mînat alm›flt›. Buna karfl›l›k olarak Kureyfl de bu kabilelere laz›m olan ticaret eflyas›n› al›p getiriyorlard›. Böylelikle o zaman bütün Arabistan'› saran emniyetsizli¤e ra¤men, Kureyfl kervanlar›, serbetsçe her tarafa gidip geliyordu. Mekke'de ticaret hayat› canlanm›flt›. Bu ticaret hayat›n›n neticesi olarak faizcilik ve ribâ da alm›fl yürümüfltü. Haflim sa¤ oldu¤u müddetçe mekke halk›na hizmetten geri durmam›flt›r. Onun için Mekke'liler onu sever ve sayarlard›. Bir defa Mekke'de k›tl›k olmufltu. Bizzat Haflim, halk›n karn›n› doyurmak için onlara tirid yapm›flt›. Bundan dolay› kendisine Haflim denilmifltir. Haflim, ekme¤i parçalayan ve ufalayan kimse demektir. Haflim, kavmine hizmette devam etti. Suriye'ye yapt›¤› seferlerden birinde Medîne'de bulundu¤u bir s›rada, asâleti her hal ve tavr›ndan belli olan bir kad›n gördü. Bu kad›n Benî Neccar tâifesinden Selma idi, kocas› yoktu. Haflim bu kad›nla evlendi. Sonra seferine devam ile Suriye'ye gidip geldi. Bu seferleri tekerrür etmiflti. Bunlardan birinden dönüflünde Gazze'de öldü, yerine kardefli Muttalib geçti. 30 Haflim öldü¤ü vakit kar›s› Selma hamile idi. Güzel, nur topu bir çocuk dünyaya getirdi. Ad›n› fieybe koydular. fieybe, Abdü'l-Muttalib oluyor: fieybe, Medîne'de do¤up büyüdü. Day›zâdeleriyle beraber gezip dolaflma¤a bafllad›. Halinde bir baflkal›k vard›. Di¤er çocuklara benzemezdi. Yüksek bir soydan, asîl bir aileden oldu¤u her halinden belli idi. Bu arada Peygamberin flâiri nâm›n› alacak olan fiâir Hassan'›n babas› Sabit, Mekke'ye gelmiflti. Orada Kureyfl'in ulusu olan Muttalib ile görüflürken söz aras›nda ona: –Kardeflinin o¤lu fieybe'yi bir görsen, flaflar kal›rs›n, dedi. Babas›na öyle bir benziyor ki. Bu söz üzerine Muttalib'in içinde, kardeflinin o¤lunu görmek hevesi uyand›. Hemen Medîne'nin yolunu tuttu. Benî Neccar mahallesine vard›¤›nda oynayan çocuklar aras›nda fieybe'yi görünce tan›d›. Orada üç gün misafir kald› ve Selmâ'n›n r›zâs›yla çocu¤u al›p Mekke'ye getirdi. Yan›nda küçük bir çocukla Mekke'ye girerken Muttalib'i görenler, fieybe'yi onun kölesi zannettiler ve: "Acaba Muttalib'in kölesi mi ki?" dediler. Muttalib'in kölesi, Arapçada "Abdü'l-Muttalib" fleklinde söylenir. ‹flte böylece fieybe'nin ad›, Abdü'l-Muttalib kald› ve göbek ad› olan fieybe ismi unutuldu gitti. Haflim'in ölümünden sonra yerine Muttalib kald›. Sikaaye ve Rifâda vazifelerine o bak›yordu. Muttalib'den sonra da bu vazifeleri Abdü'l-Muttalib görme¤e bafllad›. Bilhassa S›kaaye ifli güçtü Çünkü Zemzem P›nar› kurumufltu. Hac mevsiminde hac›lara su vermek için Mekke'nin etraf›ndaki kuyulardan su getirmek icabediyordu. Bu ise, meflakkatli ve masrafl› bir iflti. O kuyulardan su getirip Kâ'be'nin yan›ndaki havuzlar› doldururlard›. Bu ifli yapmak için çok adama ihtiyaç vard›. Halbuki Abdü'l-Muttalib'in ailesi kalabal›k de¤ildi. Haris'ten baflka ifline yarar evlad› yoktu. Onun için Abdü'lMuttalib, Zemzem kuyusunu bulup ay›klama¤› düflündü. ZEMZEM KUYUSUNUN TEM‹ZLENMES‹ Cürhüm kabilesinden Mudâd, Mekke'ye düflman sald›r›nca kaçmaya mecbur kalm›flt›. Kaçarken Kâ'be hazînesinden bir hayli eflya al›p Zemzem kuyusuna atm›fllar, üzerine tafl, toprak doldurup yerini belirsiz etmifllerdi. Buras› nice y›llar böylece kald›. Abdü'l-Muttalib kuyunun yerini bulup o¤lu 31 Haris'le onu açt› ve temizledi. ‹çinden k›l›çlar, z›rhlar, altundan yapma geyik sûretleri ç›kt›. Zemzem kuyusunu ay›klay›p temizleyince yine eskisi gibi bol bol su kaynama¤a bafllad›. Abdü'l-Muttalib'in en büyük hizmeti budur. ‹K‹NC‹ ‹SMA‹L Abdü'l-Muttalib, Zemzem kuyusunu kazarken evlad›n babaya ne kadar yard›mc› oldu¤unu bizzat anlam›flt›. Onun için hayat›nda on evlat yetifltirme¤e muvaffak olursa, bunlardan birini Allah'a nezretmiflti. Abdü'lMuttalib, istedi¤inden çok evlat babas› olmufl, bunlar› yetifltirmiflti. Bunlardan hangisini kurban edece¤ini ta'yin için aralar›nda kur'a çekti. Kur'a Abdullah'a isabet etti. Abdü'l-Muttalib, nezrini îfâ etmek üzere Abdullah'›n yerine yüz deve kurban etmifltir. Onun için Resûl-i Ekrem: "Ben iki kurban edilenin o¤luyum" derdi. Hazret-i ‹smail ile babas› Abdullah'› kasdederdi. Abdü'l-Muttalib'in on üç o¤lu vard›. ‹çlerinden beflinin ‹slâm tarihinde çokça isimleri geçer. Onlar da: Ebû-Leheb, Ebû-Talib, Abdullah Hamza ve Abbas't›r. EBREHE'N‹N KÂ'BEYE HÜCÛMU (2) Kâ'be'nin Araplar nezdinde olan yüksek mevkiini biliyoruz. Bütün Arabistan yar›madas›, Kâ'be'nin bulundu¤u Mekke'ye ak›n ak›n geliyor, burada panay›rlar kuruluyor, ticaret buraya ak›yordu. Mekke, Vâk›a flimal ve cenûba, flark ve garba do¤ru ticaret kaafilelerinin yollar›na aç›kt›. Fakat, Kâ'be'nin mukaddes bir makam olmas›, as›l Araplar› çeken bu idi. Onun için halk› oradan ay›r›p baflka taraflara çekmek maksad›yla baflka dinî mâbedler meydana getirildi¤ine flahit oluyoruz. Meselâ Gassânîler Hîre'de bu nevî bir mâbed meydana getirmifllerdi. Yemen'e hâkim olan Habefl valisi Ebrehe de, Yemen'de, San'a'da böyle bir mâbed yapt›. Fakat Araplar›, Mekke'deki Beyt-i Haram'dan çevirme¤e bir türlü muvaffak olamad›. Araplar nazar›nda Kâ'be'nin kudsiyeti eski mevkiiyle hep devam etti. Ebrehe'nin kurdu¤u mâbede kudsiyet nazar›yla bakmad›lar. Araplar ona dönmek flöyle dursun, hakaret için Araplardan birisi onun içine pislemiflti bile! Ebrehe, Araplar› celbetmek için son derece süsledi¤i ve bir çok masraf- (2) El-Kâmil, ‹bn-i Esîr; K›sas-› Enbiya, Ahmet Cevdet Pafla. 32 lar yaparak meydana getirdi¤i bu yeni mâbede, Araplar› Kâ'be'den bir türlü çevirmeye muvaffak olamad›¤›n› görünce, bu def'a baflka bir çâre düflündü: Araplar›n son derece ba¤l› olduklar› Kâ'be'yi y›kmak! Ebrehe, Habefllilerden teflkil etti¤i muazzam bir ordu ile Araplara karfl› harbe girmek, daha do¤rusu Kâ'be'yi y›kmak maksad›yla Mekke'ye do¤ru yolland›. Bu ordunun önünde büyük bir fil bulunurdu. Harplerde fil kullanmak eski bir âdettir. Bu muazzam ordu, Arabistan yar›madas›nda Mekke istikametinde ilerleme¤e bafllay›nca bu korkunç haber, Araplar aras›nda y›ld›r›m sür'atiyle yay›ld›. Habefllilerin, ‹brahim ve ‹smail'in kurdu¤u Beyt-i fierif'i y›kmalar›na Araplar râz› gelemezdi. Onun için yer yer mukavemet göstermek istediler. Meselâ Yemen'in eflrâf›ndan olan (Zânefer) Ebrehe'ye karfl› durmak üzere kavminden toplad›¤› kimselerle harekete geçti. Fakat bu derme çatma çete ile Ebrehe'nin muazzam ve muntazam ordusuna karfl› duramad›, ma¤lûb oldu. Esir düfltü. Kezâ fiehran ve Nâhis kabilelerinden bir mukavemet ordusu toplayan Nüfeyl de, Ebrehe'ye karfl› ç›kt› ise de, o da hezîmete u¤rad› ve esir oldu. Ebrehe bu küçük mukavemet hareketlerini muazzam ordusuyla çi¤neyip geçiyordu. Ebrehe'nin ordusu Tâif'e geldi¤inde Tâifliler, kendi mâbedlerinde ancak Lât denilen putun bulundu¤unu, bu mevziî bir îtibâra sâhib oldu¤unu, as›l bütün Araplar›n nazarlar› Kâ'be'ye çevrilmifl bulundu¤unu söyleyerek kendilerini kurtarmak istediler!. Ebrehe oradan Mekke'ye yöneldi. Mekke'ye yaklaflt›¤› zaman suvârilerinden birini keflif için ileri gönderdi. Bu gidenler Kureyfl mallar›ndan neye rastlad›larsa çapul ederek Ebrehe'ye getirmifllerdi. Bu ya¤ma mallar› aras›nda Abdü'l-Muttalib'in de yüz devesi bulunuyordu. Kureyfl mukaavemet için haz›rl›k yapmaya bafllam›flt›. Fakat bu muazzam orduya silâhla karfl› duram›yacaklar›n› anlay›nca vaz geçtiler. Bu esnâda Ebrehe'nin ordusu Mekke yak›n›nda çad›rlar›n› kurmufltu. Ebrehe'nin bir elçisi, Mekke'ye gelerek Ebrehe'nin maksad› kan dökmek olmay›p ancak Kâ'be'yi y›kmak için geldini söyledi. Abdü'l-Muttalib de Mekkeliler nam›na, kendilerinin de kan dökülmesine taraftar olmad›klar›n› bildirdi. Gelen elçi, geri dönüp Ebrehe'ye bu haberi ulaflt›rd›. Abdü'l-Muttalib taraf›ndan da o¤ullar› ve Kureyfl'in ulular›ndan bir heyet Ebrehe'ye ricâc› gittiler. Baz› rivâyetlerde Abdü'l-Muttalib'in kendisinin de gitti¤i söylenir. Ebrehe Abdü'l-Muttalib'e niçin geldi¤ini sorar, o da develerinin ve Kureyfl'ten ya¤ma olarak al›nan di¤er mallar›n iâdesini istedi¤ini söyler. Bunun üzerine Ebrehe: – Ben sand›m ki, Kâ'be'yi y›kmayay›m diye niyâza geldin, sen ise develerinin derdinde imiflsin, der. 33 Abdü'l-Muttalib Ebrehe'ye flöyle cevap verir: – Ben develerin sâhibiyim ve onlar› istiyorum. Kâ'be'nin sâhibi var, Onu O korur! Ebrehe'nin, mallar›n cümlesini iâde etti. Fakat Kâ'be'yi y›kmak fikrinden asla vaz geçmiyordu. Abdü'l-Muttalib dönünce, Mekke halk›na Ebrehe'nin kötü niyetini kendi a¤z›ndan duydu¤u gibi söyledi. Ebrehe, ordusuyla Kâ'be'yi y›kmak için Mekke üzerine yürüyüfl yapaca¤› saat gelmiflti. Ordusuna, yürü emrini verdi ve koca fil'i ordusunun önüne katt›. Burada beklenmedik bir hâdise oldu. Hak taraf›ndan Ebâbil kufllar› geldi. A¤›zlar›nda ve ayaklar›nda tafl›d›klar› ufak tafllar› askerin üzerine sal›veriyorlard›. "Deniz taraf›ndan tayr-i ebâbil zuhûr edip a¤›zlar›nda ve pençelerinde mercimek tânesi kadar tahaccür etmifl ufak tafllar› asker-i Habeflîye ilka ettiklerinde, cesetlerinde tanelerin isâbet etti¤i mahallerde hasba ve çiçek misillû sivilceler zuhür edip hemen helâk olurlard›. Ebrehe'ye dahi isâbet edip âzâs› mütezelzil oldu." (Subhi Pafla - ‹bn-i Haldun Tercemesi). Askerin k›r›ld›¤›n› gören Ebrehe geri dönmek zorunda kald›. Askerin ço¤u orada ve yolda ölüp mahvoldu. Ebrehe de vücûdu yoluk tavuk gibi oldu¤u halde Yemen'e döndü ve orada öldü. Bu hadîseden sonra Kâ'be'nin kudsiyeti Araplar›n nazar›nda büsbütün artm›fl oldu. Kur'an-› Kerim bu hâdiseyi k›saca flöyle anlat›r: "Görmedin mi, Rabb'in ashâb-› file ne yapt›? Onlar›n fenâl›klar›n› bofla ç›karmad› m›? Onlar›n üzerine sürü sürü kufllar sald›, onlara tu¤la parçalar›ndan tafllar at›yorlard›. Derken onlar› yenik mahsûl gibi delik deflik k›l›verdi." (Fil Sûresi) Mu'cizeleri te'vîl etmek istiyenlerden baz›lar›, Ebrehe ordusunda çiçek vebâs› zuhûr etti¤ini ve vebâ mikroplar›n›n deniz taraf›ndan rüzgâr vas›tas›yla geldi¤ini söylerler. M›s›r müftüsü fieyh Muhammed Abduh da bu sûrenin tefsîrinde bu mütalâada bulunur. 19' uncu as›rda moda olan maddiyyun mesle¤inin te'sîriyle böyle te'villere hiç de lüzum olmasa gerek. Bugünkü atom fizi¤i eski maddecili¤i y›km›flt›r. Bugünkü felsefe, ihtimaller ve imkânlar felsefesidir, Kâinatta herfley mümkündür. Olmaz, sand›¤›m›z nice fleyler oluyor ve bunlar› da ilim ve fen yap›yor, felsefe haz›rl›yor. ––––oOo–––– 34 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ABDULLAH EVLEN‹YOR (1) Fil vak'as›n›n vuku' buldu¤u senelerde idi. Abdü'l-Muttalib, yafl›n›n ilerledi¤ini hissetme¤e bafllam›flt›. Halbuki hayatta yapaca¤› vazîfelerini henüz bitirmemiflti. Onlardan biri de küçük o¤ullar›ndan Abdullah'› evlendirmekti. Abdullah, babas›n›n sevgilisi idi. Onun için yüz deve fedâ ederek onu kurtarmam›fl m› idi? Abdullah Mekke'nin en yak›fl›kl› delikanl›s› idi. Mekke k›zlar›ndan kimi istese alabilirdi. Genç k›zlar›n ona varmay› bir fleref bileceklerinde hiç flüphe yoktu. Babas› ona Benî Zühre Reisi Vehb b. Abd-i Menâf'›n k›z› Âmine'yi münâsip gördü. Âmine de güzeldi. Kureyfl'in mûteber ve flerefli k›zlar›ndand›. Abdü'l-Muttalib giderek babas›ndan k›z› istedi. Baz› rivâyetlerde o zaman Vehb ölmüfl bulundu¤undan k›z› amcas›ndan istedi¤i söylenmektedir. ‹ster babas›, ister amcas› olsun, bu teklifi bir fleref bilerek derhal kabûl ettiler. Âmine o zaman 14 yafl›nda bir taze idi. Abdullah da yirmi dört yafl›na basm›flt›. Dü¤ün k›z evinde yap›ld›. Arap âdeti üzere üç gün güvey k›z evinde kald›ktan sonra hayat arkadafl›n› alarak evine geldi, yerleflti. Abdullah, yeni kurdu¤u yuvan›n saâdetinden baflka birfley düflünmüyordu. Onun için Suriye'ye gidecek olan ticâret kervan›na o da kat›ld›. Taze evlenmiflti, evinin bir sürü ihtiyaçlar› vard›. Yeniden ocak kuracak, evine düzen verecekti. Yeni gelinin baz› arzular› olabilirdi. Suriye'ye ticarete gidip bu ihtiyaçlar› karfl›lamak laz›md›. Fakat hayat düz bir yoldan ibaret de¤il ki, beklenmedik nice fleyler oluyor! (1) Tarihü'l-Kâmil, ‹bn-i Esir; K›sas-› Enbiya, Ahmet Cevdet Pafla. 35 Abdullah da, ailesinin saâdetini tamamlamak için gitti¤i bu ticaret yolculu¤undan dönüflte Medîne'de hastaland› ve day›lar› yan›nda kald›. Kervan Mekke'ye gelince onun hastal›¤› haberini getirdi. Bunun üzerine Abdü'l-Muttalib derhal o¤lu Hâris'i Medîne'ye gönderdi. Fakat olan olmufltu. Abdullah gözlerini bu hayata art›k kapam›flt›. Hâris, kardeflinin ac› ölüm haberini alarak Medîne'den Mekke'ye döndü. Ailenin en sevgili evlâd› olan Abdullah'›n bu vakitsiz ölümü, bütün aile efrâd›n› derin bir teessür içinde b›rakt›. Hele Âmine'nin teessürü pek derindi. Mes'ud bir hayat sürecekleri zaman eflinin kayb› ona çok a¤›r geldi. O, aile saadetini tamamlayacak olan hâdiseyi bekliyordu. ‹ki ay sonra anne olacakt›. Fakat ne yaz›k, do¤an çocu¤a babas›n›, babas›na da yavrusunu görmek nasib de¤ilmifl! Abdullah'›n mîrâs›: Abdullah henüz yeni evli idi. ‹stikbâlini flimdiden sonra te'mîn edecekti. Onun için geriye büyük bir baba mîrâs› b›rakamad›. B›rakt›¤›: Befl deve, bir koyun sürüsü, biraz ev eflyas› ve bir de câriye idi. Bu câriye Ümmü Eymen'dir ve pek sâd›kt›r. Hazret-i Peygamber onu dâimâ sever ve sayard›. PEYGAMBER‹M‹Z‹N DO⁄UMU (2) Fil y›l›nda Rebîü'l-evvel ay›n›n on ikinci gününe rastlayan Pazartesi sabah›, henüz tanyeri a¤ard›¤› zaman âlem baflka bir âlem oldu. Cihâna nur doldu. Kâinât›n ezeldenberi müfltâk oldu¤u, göklerin aflk›yle devreyledi¤i fahr-i âlem Muhammed Mustafa do¤du. Bu gecenin geceler içinde benzeri yoktur. Kâinât›n en azametli hâdisesi bu gece vukua gelmiflti. Bütün âlem bu geceyi bekliyordu. Yahûdîler, Hristiyanlar, kâhinler, Hâtem-i Enbiyâ'n›n zuhûrunu haber veriyorlard›. Peygamber'in flâiri Hassân b. Sâbit'ten rivâyet olunur ki: "Ben sekiz yafl›nda idim. Bilirim ki, bir gün sabahleyin Medîne'de bir Yahûdî di¤er Yahûdîlere hayk›r›p bu gece Ahmed'in y›ld›z› do¤du dedi. Sonra hesâb ettim. Mevlîd-i Muhammedî gecesine muvâf›k düfltü." Âmine, hiçbir zahmet çekmeden do¤urdu¤u bu nur topu çocu¤u, dedesi Abdü'l-Muttalib'e müjdeleyince, ihtiyar dede torununun do¤umuna pek sevindi. Hemen bir ziyâfet vererek Ona ad koydu. Kureyfl ulular› bu ziyâfete sebeb olan çocu¤a ne ad koydun diye sorunca o da: (2) Siretü'n-Nebî. ‹bn-i Hiflam; Tarihü'l-Kâmil, ‹bn-i Esir; K›sas-› Enbiya, Cevdet Pafla 36 – Muhammed, dedi. Onlar: – Ecdâd›nda böyle ad yoktur, bu ismi koymandan maksad›n nedir? dediler. – Umar›m ki, onu gökte Hak, yerde halk pek çok medh ü senâ edecektir, diye cevap verdi. Muhammed, Ahmed, Mahmud, Mustafa Peygamberimizin en güzel ve mübârek isimleridir. "Sen Ahmed-ü Mahmud-u Muhammedsin efendim. Haktan bize Sultan-› Müeyyedsin efendim." Bu gecenin sabah›, insanl›k için yepyeni bir devir aç›lm›flt›r. Art›k yeryüzünden küfür ve zulüm kalkacak, flirk ve ilhad sönecekti. "Bu zuhûr-i kudsînin sabah› ruhnevâz bir sabah; bu tulû-i ulvînin saat› yeni bir devir idi. Müverrihler, Mahdut hadiseleri kaydederler: "Resûl-i Ekremin do¤du¤u gece, Kisrân›n saray›nda on dört sütun y›k›ld›, Mecûsîlerin ateflleri söndü ve Sava gölü kurudu." Hakîkat flu ki, y›k›lan, Kisrâlar›n saray› de¤il, bütün ‹ran'›n saltanat ve ihtiflâm›, Bizans'›n satveti ve Çin'in azameti idi. Sönen atefl, Mecûsîlerin atefllerinde parlayan alevler de¤il, bütün dünyadaki küfür ve ilhad atefli idi. Ve kuruyan fley, Sava Gölü de¤il, putperestli¤in tahakkümü, Zerdüfltlü¤ün kuvveti, Hristiyanl›¤›n tegallübü idi." (3) M›s›rl› Hey'etflinas Mahmud el-Felekî'nin hesab›na göre, Hazret-i Peygamberin do¤umu 20 Nisan 571 Milâdî y›l›na rastlamaktad›r. Baz› Avrupa'l›lar 20 A¤ustos 570 y›l› oldu¤unu söylerler. Tarihçiler y›l, ay ve gününde ihtilâf ede dursunlar, kâinât›n yarad›lal›beri bekledi¤i Fahr-i âlem do¤mufltu: Bu gelen aflk›na devreyler felek Merhum ‹slâm flâiri Mehmet Âkif (Bir Gece) fliiriyle bu muazzam ve mübârek hadiseyi flöyle tasvîr eder: On dört as›r evvel, yine bir böyle geceydi, Kavmden, ay›n on dördü, bir öksüz ç›k›verdi! Lâkin, o ne hüsrand› ki: hissetmedi gözler; Kaç bin senedir, halbuki, bekleflmedelerdi! Nerden görecekler? Göremezlerdi tabii: Bir kerre, zuhûr etti¤i çöl en sapa yerdi; (3) Asr-› Saadet: C. I, Sh. 189. 37 Bir kerre de, ma'mûre-i dünya, o zamanlar, Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi. S›rtlanlar› geçmiflti befler y›rt›c›l›kta; Diflsiz mi bir insan, onu kardeflleri yerdi! Fevzâ bütün âfâk›n› sarm›flt› zemînin, Salg›nd›, bugün flark›, y›kan, tefrika derdi. Derken, büyümüfl, k›rk›na gelmiflti ki öksüz, Bafllarda gezen kanl› ayaklar suya erdi! Bir nefhada insanl›¤› kurtard› o ma'sum, Bir hamlede Kayserleri, Kisrâlar› serdi! Aczin ki, ezilmekti bütün hakk›, verildi; Zulmün ki, zeval akl›na gelmezdi, geberdi! Âlemlere rahmetti, evet, fler'-i mübîni; fiehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi. Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep; Medyûn Ona cem'iyyeti, medyûn Ona ferdi. Medyundur O ma'suma bütün bir befleriyyet... Yâ Rab, bizi mahflerde bu ikrâr ile haflret. Hazret-i Peygamber Bâdiyede: Mekke eflrâf› çocuklar›n› süt annelere verip emzirirlerdi. Çünkü Mekke'nin havas› a¤›r ve s›cakt›. Çocuklara yaramazd›. Sonra Bâdiyede dil daha fasihti, yabanc›larla temâs olmad›¤› için dil bozulmam›flt›. Etraftaki kabîleler Mekke'ye inip emzirmek üzere çocuk al›rlard›. Bu âdete binâen yine Bâdiyeden süt anneler gelmiflti. Hepsi birer çocuk bulup ald›lar. Sa'd kabîlesinden Halime isminde bir kad›n da Muhammed'i almak istedi. Fakat yetim oldu¤unu ö¤renince tereddüde düfltü. Çünkü bir yetimi emzirmenin pek kârl› bir ifl olam›yaca¤›n› düflündü. Fakat baflka çocuk ta kalmam›flt›. Bofl dönmekten ise bu yetimi alma¤a karar verdi. Kocas› Hâris te râz› oldu. Bunun üzerine muhammed'i, bu yetim çocu¤u al›p Bâdiyeye döndüler. Süt anneye verinceye kadar Hazret-i Muhammedi amcas› Ebû-Leheb'in câriyesi Süveybe emzirmiflti. Hazret-i Paygamber az da olsa kendisine süt annelik yapan Süveybe hakk›nda dâimâ hürmet beslerdi. Dâimâ onu ziyâret edip hat›r›n› sorard›. Hicretin yedinci senesinde Süveybe ölünce, kendisine süt kardefl olan Süveybe'nin o¤lunu sorup araflt›rd›, fakat onun annesinden önce öldü¤ünü ö¤rendi. Hazret-i Peygamber, Bâdiyede serbest bir hava içinde büyüdü. Halime onu öz evlâd›ndan çok seviyordu. Onu esen rüzgârdan bile sak›n›rd›. Hali38 me'nin üç evlâd› vard›. ‹çlerinden fieyma ismindeki k›z, süt kardefli Hazret-i Muhammed'i pek severdi. Dâimâ beraber oynarlar, kardefl kardefl geçinirlerdi. Bütün aile bu yetim çocuktan memnundu. Halimenin kocas› Hâris bir def'a flöyle demiflti: Halime, bu getirdi¤in yetimin aya¤› çok u¤urlu imifl, o evimize ayak basal›beri hayvanlar›m›z›n südü, südümüzün ya¤› ço¤ald›. Evimize bereket doldu, elimiz geniflledi. Ben bu çocukta baflka haller görüyorum. Hakîkaten Resûl-i Ekrem'in yüzü nûrânî, Sîmâs› rûhanî idi. Baflka çocuklar›n hal ve tavr›na hiç benzemezdi. Hâlinde bir baflkal›k vard›. Halime onda baz› ola¤anüstü haller görüyordu. Bir aral›k çocu¤a birfley olur korkusuyla onu ailesine iâde etmek istemifllerse de, Âmine Mekke'nin havas› çocu¤a yaramaz diye yine Bâdiyeye yollam›flt›. Baz›lar› o zaman Mekke'de Tâun hastal›¤› oldu¤undan annesi çocu¤u yine süt anne ile gönderdi¤ini söylerler. fiu muhakkakt›r ki, Resûl-i Ekrem'in çocuklu¤u bile baflka çocuklara benzemiyordu. Onda bu halleri gördüklerinden Halime ve ailesi efrâd› onu pek sevmifller ve çok hofl tutmufllard›r. Bâdiyede befl sene kadar bir müddet kalm›flt›r. Hazret-i Peygamber'in vefâkârl›¤›, hat›rnüvazl›¤› her münâsebetle görülmekte idi. Süt annesini çok sayard›. Peygamberimizin bi'setini müteâkip Halime kendisini ziyaret etti¤i vakit onu (anac›¤›m, anac›¤›m) sözleriyle karfl›lam›fl, hakk›nda çok hürmet göstermifltir. Gerek Halime ve gerekse kocas› Hâris her ikisi de müslüman olmufllard›r. Süt kardefllerinden de ikisi, Abdullah ile fieyma müslümanl›¤› kabûl etmifllerdir. Peygamberimiz süt kardefllerini dâimâ tan›r, onlara yard›m ederdi. Peygamberimizin bu aileye nice yard›mlar› olmufltur. Hatice ile evlendikten sonra Mekke civar›nda çok k›tl›k olmufltu. Halime Mekke'ye gelerek Hazret-i Muhammed'i buldu. Halime Bâdiye'ye dönerken yan›nda bir deve ve k›rk bafl koyun vard›. Bunlar› ona Hazret-i Muhammed ba¤›fllam›flt›. Her geliflinde ona hürmette kusur etmezdi. Halime'nin k›z› fieyma Tâif seferinden sonra Hevazinlilerden al›nan esirler aras›nda bulunuyordu. Hazret-i Peygamber'in huzuruna esirler getirilince, k›z kardefli fieyma'y› hemen tan›d› ve onu al›p ikram ve i'zâz ile ehline gönderdi, istedi¤i gibi serbest b›rakt›. Hazret-i Peygamber süt annesi Halime'nin yan›nda befl yafl›na kadar kald›. Sonra annesinin yan›na geldi, Mekke'de Zukaku'l-Hacer'de dedesi Abdü'l-Muttalibin evinde duruyorlard›. Âmine ve sad›k hizmetçileri Ümmü Eymen küçük çocu¤un üstüne titriyorlard›. Onu esen rüzgârdan bile sak›n›rlard›. 39 ACIKLI B‹R Z‹YARET Âmine'nin Medîne'de Benî Neccar'da akrabalar› vard›. Hem onlar› ziyaret etmek, hem de yetim çocu¤a yüzünü görmek nasib olmad›¤› babas›n›n mezar›n› ziyaret ettirmek maksad›yla çocu¤uyla Medîne'ye bir seyahat yapt›. Hazret-i Muhammed o zaman alt› yafl›nda idi. Ümmü Eymen de, tabiî bu uzun yolculukta yanlar›nda idi. Medîne'de day›lar› nezdinde bir ay kadar misâfir kald›lar. Âmine o¤luna babas›n›n mezar›n› ziyaret ettirdi. Yetim çocu¤un körpe dima¤›nda yeni intibalar uyand›. Babas›n›n mezar›n›n bafl ucunda ma'sum tavr›yla dururken, ilk defa olarak hayat›nda birfleyin eksik oldu¤unu hissetti. Babadan yetim kald›¤›n› anlad›. Bu seyahatin derin izleri onun hat›ras›ndan hiçbir zaman silinmedi. Hicretten sonra Medîne'de ikaamet ederken bir defa flöyle demiflti: "Buras› vâlidemin ikaamet etti¤i yerdir. Yüzme ö¤rendi¤im havuz da bu idi. Buralarda Enîse'nin k›z› ile oynuyordum. Misafirlik sona ermifl, art›k Mekke'ye dönüyorlard›. Annesiyle yetim çocu¤u ve bir de hizmetçileri Ümmü Eymen'i tafl›yan küçük kaafile, k›zg›n çölleri aflarak bir akflam üzeri günefl batarken, Medîne'nin yirmi üç mil cenûbuna düflen Ebvâ köyüne gelmiflti. O akflam o köyde kald›lar. Fakat anne fliddetli bir hastal›¤a yakalanm›flt›. Belki son dakikalar›n› yaflad›¤›n› sezer gibi olmufltu. Baba öksüzü olan ci¤erparesini yan› bafl›na oturttu. fiefkat dolu gözlerle onu bafltan aya¤a bir süzdü. Bu bak›fllarda neler okunuyordu neler! O¤lunu öptü, yüzünü gözünü koklad›. Parçalanan ba¤r›na basarak anal›¤›n bütün harâret ve flefkatiyle onu okflad›. Bu anne, kalbinin bütün flefkatini yavrusuna sarmak, rûhunun bütün hassâsiyetini ona vermek istiyordu. ‹çinden neler geçiyordu, rûhunda ne f›rt›nalar kopuyordu. Daha ana karn›nda iken babas›n› kaybeden bu yavrucak, flimdi de anneden mi mahrum kalacakt›? Anne, bu ac›y› hisseder gibi oldu ve o¤lunun yüzüne tekrar bakt›. Bir daha göremiyece¤i biricik o¤lunun ma'sum yüzüne baka baka genç anne flu ma'nada bir fliiri okudu. "Her yeni eskiyecek ve herfley fenâ bulacakt›r. Ben de ölece¤im, fakat gam yemem, temiz bir çocuk Do¤urdum, dünyaya bir büyük hay›r b›rak›yorum!." Bu sözlerden sonra gözlerini bu fânî hayata kapad›. Ümmü Eymen çocu¤u alarak Mekke'ye döndü. Bundan sonra Hazret-i Muhammed'i dedesi Abdü'l-Muttalib yan›na ald›. Ana baba öksüzü kalan torununu o büyüttü. Efendimiz çok vefâkâr idi. En ufak bir iyili¤i asla unutmazd› Süt akra40 balar›na karfl› nas›l temiz duygular besledi¤ini, onlar›n dâimâ hat›r›n› güttü¤ünü yukar›da kaydetmifltik. Sâd›k hizmetçileri Ümmü Eymen hakk›nda da ayn› duygular› beslerdi. Onu hiç unutmazd›. Ümmü Eymen'i her gördükçe: "Benim, anamdan sonra anam sensin" diye ona karfl› besledi¤i flükran duygular›n› ifâde ederdi. ABDÜ'L-MUTTAL‹B TORUNUNA HÂMÎ ARIYOR (4) Hazret-i Muhammed 6 yafl›nda anadan da yetim kal›nca dedesi Abdü'lMuttalib onu al›p büyütüyordu. Nihâyet bu ihtiyar dedenin de son günleri yaklafl›yordu. 82 yafl›na gelmiflti. Abdü'l-Muttalib torununu kimin himâyesine verece¤ini uzun boylu düflündü. Bu onun için bir vazife idi. Bir gün o¤ullar›n› hasta döfle¤inin yan›bafl›na ça¤›rd›. Muhammed'i himâye edecek olan› seçecekti. Ebû Leheb'e dönerek flöyle dedi: –Senin servetin çok, lâkin kalbinde merhamet az. Çocuksa yetim, yüreci¤i yaral›, onu hofl tutamazs›n. Senin nâdanca hallerinden incinir ve üzülür, onun için çocu¤u senin eline teslim edemem! ‹htiyar›n bu sözleri bir kerâmet mi idi? Hakîkaten Paygamber Efendimiz, bütün hayat› boyunca bu kat› kalpli, tafl yürekli adamdan neler çekti. Hiçbir yabanc›, amcas› olan bu herif kadar ona eziyet etmemifltir. Ebû Leheb hakk›nda Kur'an'da fliddetli bir sûre vard›r. Peygamberimizin en büyük düflmanlar›: Ebû Cehil ile Ebû Leheb'di. Sonra o¤lu Abbas'› süzerek: –Sen bu ifle lay›ks›n fakat senin de ailen kalabal›k, gailen bafl›ndan aflk›n. Evlâtlar›n çok... Bu s›rada Ebû Tâlib ortaya at›ld›: –Babac›¤›m, gerçi benim servetim az, zengin de¤ilim. Kardefllerimin içinde benden daha eli yufka olan› yok. Fakat flefkatim hepsinden üstündür. Kardeflim Abdullah'›n o¤luna bakmay› ben cana minnet bilirim, dedi. Abdü'l-Muttalib küçük torununun da re'yini almay› unutmad›. Ona dönerek amcalar›ndan hangisini babal›¤a seçti¤ini sordu. Ma'sum çocuk yerinden f›rlad›. Ve Ebû Tâlib'in boynuna sar›ld›. Böylece Ebû Tâlib'in himâyesine girmifl oldu. Zaten Abdü'l-Muttalib'in o¤ullar› içinde Abdullah ile ana baba bir kardefl olan Ebû Tâlib idi. Di¤erleriyle analar› ayr› idi. Ebû Tâlib'in Muhammed'e öksüzlü¤ünü hiç sezdirmiyece¤inde flüphe yoktu. Bu hadiseden birkaç gün sonra ihtiyar dede bu fânî hayata gözlerini yumdu. Ana baba öksüzü, en kuvvetli hâmisi olan dedesini de kaybetti. Bu (4) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; El-Kâmil, ‹bn-i Esir. 41 ölüm ona çok ac› geldi. Dedesinin cenâzesini teflyi ederken göz yafllar›n› tutamamafl, a¤lam›flt›. Kim bilir bu küçük çocuk ihtiyar dedesini mezara götürürken içinde ne gibi hat›ralar canlan›yordu. Hiç yüzünü görmeden mezara giren babas›, iki sene evvel yolda bir köy mezarl›¤›nda topra¤a verdi¤i annesi, bunlar hep içinden geçiyordu. Ve göz yafllar›n› bunlar›n hepsi için döküyordu. Onun için göz yafllar› bu kadar çok ak›yordu! O zaman sekiz yafl›nda idi. Dedesi ise 82 yafl›nda ölmüfltü. Abdü'l-Muttalib'in ölümü yaln›z bu yetim çocuk için de¤il, Benî Hâflim ailesi için büyük bir kay›b idi. O¤ullar› aras›nda onun yerini tutacak yoktu. Abdü'l-Muttalib'in ölümünden sonra Ümeyye o¤ullar›, Hâflim o¤ullar›n› üstelediler. Hâflimîlerin mevkii sars›ld›. Kâ'be'nin hizmetlerinden ellerinde yaln›z sikaaye kald›. Bu vazîfe Abbasta idi. Abbas zengin idi, fakat tamahkârl›¤› vard›. EBÛ TAL‹B'‹N H‹MÂYES‹NDE Hazret-i Muhammed, sekiz yafl›nda bir çocuk iken amcas› Ebû Talib'in evine girdi. Baba sevgisi hiç görmemiflti. 6 yafl›nda ana flefkatinden de mahrum kalm›flt›. Ebû Talib, Ona elinden geldi¤i kadar öksüzlü¤ünü hissettirmemeye çal›fl›yordu. Onu kendi öz evlatlar›ndan çok seviyordu. Yatarken bile onu yan›ndan ay›rmaz, bir yere gitti mi onu birlikte götürürdü. Peygamberimizin 10 veya 12 yafllar›nda iken koyun otlatt›¤› anlafl›l›yor. Amcas› Ebû Tâlib'in ve Mekke halk›n›n koyunlar›n› gütmüfltür. Fakat, Araplar aras›nda çobanl›k haysiyet k›r›c› birfley asla say›lmazken baz› Avrupa'l›lar, ‹slâm düflmanlar› bunu dillerine dolamak isterler. Hazret-i Muhammed hakk›nda söyliyecek bir söz bulamay›nca bu gibi vas›talara bafl vururlar. Bir insan›n çobanl›k yapmas›, onun büyüklü¤üne nas›l olur da nakîsa verir. ‹flte anlafl›lmayan cihet ve nokta budur. Mukaddes Tarihi kar›flt›r, hangi peygamber çobanl›k yapmam›flt›r. Çöl hayat›nda çobanl›k geçinme vas›tas›d›r. Büyük adam odur ki, hiçbir meslek ve san'at› hakir görmez. Hazret-i Peygamber çobanl›k yapmay› hakir görmemifltir. Bunu, eflraf ve zenginlerin o¤ullar› da yapard›. Bir hadis-i flerifte flöyle vârid olmufltur: "Allah hiçbir peygamber göndermemifltir ki, o çobanl›k yapm›fl olmas›n. Musa Peygamber çobanl›k yapm›flt›, Davud Peygamber keza." Hayvan gütmek, birçok bak›mlardan büyükler için faydal› bir fleydir. Peygamberimiz bütün ifllerinde samîmî idi. Bir defa ashab›yla birlikte k›ra ç›km›fllard›. Ashab orada kara dut toplayarak yeme¤e bafllam›fllard›. Peygamberimiz arkadafllar›na flöyle demiflti: "Bu dutlar ne kadar karar›rsa o kadar tatl›lafl›r, bunu koyun güderken ö¤renmifltim." 42 K›rda tabiat›n bütün manzaralar›n›, mevsimlerin de¤iflmesini seyrederek koyun gütmek insan› ne kadar olgunlaflt›r›r. Kâh günefl, kâh so¤uk alt›nda piflip tabiatla mücâdele etmek, mevsimler de¤ifltikçe onlardaki muhtelif manzaralar› seyr ede ede k›rda yaflamak, kâh bulutlan›p flimflekler ya¤d›ran, kâh aç›p y›ld›zlar›yla parlayan göklerin alt›nda hayat geçirmek, insan›n duygular›n› yükseltir, rûhunu temizler. Serbest ve aç›k havada, hile ve riyâdan uzak yaflarken rûhu göklerde dolafl›r, baflka âlemleri gezer. Kâinât›n nizâm› içinde kendi nâçiz mevkiini anlar. Bu temiz duygularla beflerî kusurlardan âzâde kal›r. Nefsin arzular›, hayvanî duygular meydan bulamaz. Zevk ve safâdan uzak bulunur. F›trat-› asliyesini mahâfaza eder. Bir sözle, insan›n insanl›¤› bozulmaz; insan k›ymetinden birfley kaybetmez. ‹nsan olarak kal›r, hayvanlaflmaz. Bu dünyan›n âlâyifl ve gurûruna aldanmaz. Kâinât›n âguflunda yerlerde ve göklerdeki âsâra bakarak Allah'›n azamet ve kudretini düflünerek bir hayat geçirmek, bu insan için büyük bir ni'mettir. Kokmufl cemiyetlerin yalan ve hile ile, doland›r›c›l›k ve riyâ ile bulaflm›fl hayatlar›ndan kaç›narak saf ve temiz k›rlarda sürüsünü otlatmak, bunda ay›planacak ne var bilmem ki? Hîle ve dalavere ile para kazanan batakç›lar, gayr-i meflrû' yollardan tufeylî gibi milletin kan›n› emenler, fleref ve nâmus dâiresinde ifliyle gücüyle meflgul olarak geçinmeyi, koyun gütmeyi hakir görebilirler. Fakat al›n teriyle kazanmay› takdir edenler, hiçbir ifli hakir görmezler. Ay›p olan gayr-› meflrû' yollardan geçinmektir. Sonra böyle bir zihniyet, ancak insanlar› s›n›f farklar›na ay›ran iptidâî ve hatâl› bir görüflün mahsûlü olabilir. ‹nsan› insan olarak takdir eden ve yaln›z o noktadan mütalâa eyliyen görüfl, böyle fleylere yer vermez. Sanat›n ve mesle¤in kötüsü olmaz. Yeter ki fleref ve nâmus dâiresinde ifl görülsün. Hazret-i Peygamber temiz k›rlarda, saf bir hava teneffüs ederek bir sene kadar bir müddet, hâmisi olan Ebû - Tâlib'in koyunlar›n› otlatt› ve ona böylelikle bir yard›m etti ise bunda ne var? Zâten mâlî durumu pek iyi olmayan, nüfusu pek kalabal›k olan amcas›na yük mü olmal›yd›? ‹nsanl›k bu mudur? Bu genç çocuk, çocukluk ça¤lar›n› bofl ve âvâre mi geçirmeli idi? Yoksa bir ifl bulup meflgul mü olmal›yd›? Hangisi daha hay›rl›d›r, onu seçme¤i kaarilerin vicdân›na b›rak›yoruz. Sonra Hazret-i Peygamber'in 63 senelik mübârek ve feyizli ömrünün ancak bir senesi koyun gütmekle geçmifltir. Bu 63 senelik ömrün içinde ticâretler, vekarl› bir hayat, bafl kumandanl›k ve insan rütbesinin eriflebilece¤i herfley vard›r. Onlar, niçin bir seneye fedâ olunuyor. Bu k›r hayat› Hazret-i Peygamber'i f›trat-› asliyye üzere korumufltur. Bir defa koyun güderken Mekke'ye inip akranlar› gibi o da e¤lenmek, zevk ve sefâ âlemi yaflamak is43 temiflti. Sürüsünü arkadafl›na b›rak›p Mekke'ye inerken yolda bir dü¤üne rastlad›. Dü¤ünü seyrederken üzerine bir uyku çöktü. Orada uyuyakald›. Böylece e¤lenceye ulaflamad›. Baflka bir gece de ayn› maksat için Mekke'ye inmiflti. Kulaklar› ç›nlatan bir çalg› çal›n›yordu. Onu dinlerken yine dald›, uyuyakald›. Bu gibi fleyler, Câhiliyet âdetleri, onun yüksek rûhuna, temiz kalbine asla yer etmezdi. Onun zevk ald›¤›, haz duydu¤u fleyler çok daha yüksek idi. ‹flte o yetim çocuk böyle haz›rlan›yordu. Allah onu her kötülükten koruyordu. Çobanl›k yaparken, koyun sürüsüne kurt dal›p onlar› kapt›¤›n› da görmüfltü. Bu da onun için bir dersti. Güttü¤ü koyunlar› kurda kapt›rmamak bir vazîfe idi. "Herkes güttü¤ü koyundan mes'uldür." Emânete riâyet olunmal›d›r. SUR‹YE'YE ‹LK SEYAHAT (5) Ebû Tâlib ticâretle meflgul idi. Kureyfl'in âdetine uyarak, senede bir defa, yaz›n Suriye'ye giden kervanla o da ticârete gidiyordu. Peygamberimiz 12 yafl›nda iken Ebû Tâlib, Suriye'ye yapt›¤› bir seferinde, yan›nda onu da götürmüfltü. Uzun ve yorucu olan bu yolculu¤a ç›karken 12 yafl›ndaki çocu¤u yan›na almay› hiç düflünmemiflti. Fakat Hazret-i Muhammed amcas›na çok ba¤l› idi. O da onu çok severdi. Hiç k›rmak istemezdi. Genç çocuk, nedense bu seyahate merâk etti ve amcas›na bu arzusunu ›zhâr edince, çocu¤u k›rmamak için onun ricâs›n› kabûl etti. Ve bu uzun sefere onu da götürdü. Kaafile otuz gün süren bir yolculuktan sonra fiam'›n cenûbunda Havran bölgesinde Burada bir Hristiyan Manast›r› vard›. Orada Bahîrâ isminde bir râhib oturuyordu. Bahîrâ, Hazret-i Muhammed'i görünce onun sîmâs›ndan son peygamber olaca¤›n› sezdi. Peygamberlerden ve ulemâdan Hâtem-i Enbiyâ hakk›nda söylenen vas›flar› ve alâmetleri onda gördü. Siyer kitaplar›n›n nakline göre Hazret-i Muhammed'i yan›na al›p Ona: – Sana birfleyler soraca¤›m, Lât ve Uzzâ hakk› için do¤ru söyle! dedi. Hazret-i Muhammed de: – "Lât ve Uzzâ'ya yemin verme, zîra benim bu dünyada en nefret etti¤im fleyler putlard›r" dedi. Ve Allah nâm›na yemin verdi. Bahîrâ soracaklar›n› sordu, ald›¤› cevaplar sezdiklerine uygun düfltü. Beri tarafta Kureyfl; Bahîrâ'n›n nezdinde Muhammed'in ne büyük îtibâr› varm›fl, diye söyleflirken Bahîrâ Ebû Tâlib'e: (5) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; El-Kâmil, ‹bn-i Esir; K›sas-› Enbiya, Ahmet Cevdet Pafla. 44 – Ad›n nedir, bu fleref ve saadet fidan› kimdir? diye sordu. O da: – Bana Ebû Tâlib, derler. Bu da o¤lumdur, dedi. Bahîrâ: – Yok yok, onun flekil ve flemâline bak›l›rsa bir dürr-i yetîm olmak gerektir, dedi. Ebû Tâlib: – Evet, öz o¤lum de¤ildir, kardeflimin o¤ludur. Anas›, babas› vefât ettiklerinden ben bak›yorum, dedi. Bahîrâ bunun üzerine flu tenbihte bulundu: – Bu çocuk Hâtem-i Enbiyâd›r, fiam Yahûdîleri içinde onun evsâf›n› bilir, alâmetlerini tan›r kimseler vard›r. Olabilir ki hiyânet ederler. Sen Onu fiam'a götürme! Bunun üzerine Ebû Tâlib al›fl›n› veriflini burada yap›p geri dönmüfltür. Bu rivâyet muhtelif flekillerde söylenmektedir. Hristiyanlar, bu rivâyete Müslümanlardan fazla inanmak temâyülünü göstermifllerdir. Çünkü buradan kendi hesaplar›na birfley ç›karmak isterler. Gûyâ Hazret-i Muhammed, ‹slâm dinine ait bütün ma'lûmat› bu k›sa görüflmesi esnâs›nda Bahîrâ'dan alm›flm›fl. William Muir, (Muhammed'in Hayat›) eserinde, Margaliouth (Muhammed) nâm›ndaki kitab›nda ayn› iddiay› ileri sürerler. Draper de (‹lim ve Din Münâzaas›)nda bu iddiada bulunur. Bu rivâyet üzerinde uzun boylu durma¤a lüzum görmüyoruz. Çünkü ‹slâm dinî gibi muazzam bir eserin, birkaç dakîkal›k bir görüflme s›ras›nda 12 yafl›nda bir çocu¤un bir râhipten ö¤renivermesini kabul etmek kadar gülünç birfley olamaz. O rahîp mâdemki bu esaslar› biliyordu onu kendisi niçin korumad› da baflkas›na aktard›, o flerefi ve flöhreti kendisi kazanmad›? Avrupal› muharrirler, mâdemki bu rivâyeti kabûl ediyorlar onu oldu¤u gibi kabûl etmeleri lâz›md›r. Rivâyette, Bahîrâ ile görüfltü deniyor, Ona birfleyler ö¤retti denilmiyor. Rivâyette olmayan birfley rivâyete kat›lamaz! Hazret-i Peygamber on yedi yafl›nda iken de amcalar›ndan Zübeyr ile Yemen'e gitti geldi. Bu seyahatler onun üzerinde derin izler b›rakt›. Muhtelif muhitleri gezip dolafl›yor, çeflitli insanlarla temâs ediyor, bunlar›n nas›l bir dalâlet içinde bulunduklar›n› görüyordu. O, do¤ru fazîletli bir genç olarak yetifliyordu. Kavminin birbiriyle bo¤azlaflt›¤›n›, kan davalar›n› gördükçe, onun içi kan a¤l›yordu. Araplar›n zevk ve sefâhate düflkünlü¤ü onu çok düflündürüyordu. Araplar içki ve kad›n âlemleri içinde zevk ve safâ hayat› sürerken, O bunlar›n hepsinden uzak bulunuyordu. 45 Ficar Harbi: ‹slâmiyetten önce Araplar aras›nda ard› aras› kesilmeyen harpler oluyordu. Bunlar›n içinde en kanl›lar›ndan ve tehlikelilerinden biri Ficar muharebesi idi. Haram aylarda (Muharrem, Recep, Zilka'de, Zilhicce) vuku' buldu¤u için bu harbe bu isim verilmiflti. Bu muharebe Kereyfl ile Kays kabîleleri aras›nda vuku' bulmufltu. Benî Haflim'in alemdâr› Abdü'lMuttalib'in o¤lu ve Peygamberimizin amcas› Zübeyr idi. Bu harplerden birinde Resûl-i Ekrem de bulunmufltur. Muharebe çok fliddetli olmufltu. Bafllang›çta tâli-i harp, Kays kabîlesine gülmüfl ise de sonradan zaferi Kureyfl taraf› kazanm›fl ve neticede bir anlaflma yap›lm›flt›. Bu harp tam dört sene sürmüfltür. Kureyfl halk› ve Kureyflin flerefi tehlikede oldu¤u için Peygamberimiz bu muharebeye ifltirak etmiflti. Baz› tarih kitaplar› Peygamberimizin bu harplere ifltirak etse de, kimseye karfl› silah kullanmad›¤›n›, kan dökmedi¤ini, yaln›z karfl› taraf›n att›¤› oklar› toplay›p amcalar›na verdi¤ini kaydeder. ‹mam-› Süheylî, Resûl-i Ekrem'in bilfiil harp etmedi¤ini söyleyerek flöyle demektedir: "Resûlüllah Ficar harbinde amcalar›yla birlikte harp etmemifltir. Maamâfih o zaman muharebeye ifltirak edecek yafla varm›flt›. Bunun sebebi muharebenin haram aylarda vuku' bulmas› yüzünden fâcirâne olmas› ve müflrikler aras›nda kopmas›d›r. Halbuki Cenab-› Hak, bir mü'mine ancak Kelimetullah› i'lâ için harbe müsaade eder." Baz›lar› ise bilfiil harbe ifltirak etti¤ini ve düflmana ok att›¤›n› söylerlerse de mevsuk de¤ildir. H›lfü'l-Fudûl = Fudûl Andlaflmas› (6) Bu harplerde Kureyfl ve Mekke çok zarar görmüfltü. Yüzlerce aile mahv ve perîflân olmufltu. Ya¤ma, çapul Araplar›n irsî seciyeleri haline gelmiflti. Kardefl kardefli bo¤azlar, mal nâm›na ne bulursa al›p afl›r›rd›. Bu hal iyi duygulu baz› insanlar› gayrete getirdi ve iki taraf› uzlaflt›r›p anlaflma¤a sevketti. Peygamberimizin amcas› Zübeyr b. Abdü'l-Muttalib, harpten döndükten sonra harpte zarar gören ailelere yard›m etme¤i teklif etti. Bunun üzerine Haflim, Zühre ve Teym aileleri Abdullah b. Cüd'an'›n evinde toplanarak aralar›nda bir mîsak yapt›lar. Bu mîsak yapt›lar. Bu mîsak hükümlerine göre bu aileler, mazlumlara yard›m edecek, zay›flara muâvenette bulunacak, zâlimlere karfl› gelerek onlar›n Mekke'de yerleflmelerine müsaade etmiyecekler, el birli¤i yaparak her nevi zulmü önleyeceklerdi. (6) El-Kâmil, ‹bn-i Esir. 46 Hazreti Peygamber, bu andlaflman›n akdine ifltirâk edenler aras›nda idi. Kendisine peygamberlik geldikten sonra bu andlaflmadan bahsederken flöyle demiflti: – "Bugün de böyle bir sözleflmeyi kabûle da'vet olunsam, onu hiç tereddüt etmeden kabûl ederim."Bu da ‹slâm'›n k›l›ç dinî olmad›¤›n› gösterir. Gerçi bu andlaflma uzun müddet sürmemifl, az zaman sonra hükümleri unutulmufltur. PEYGAMBER‹M‹Z T‹CARET YOLUNDA Kureyfl, ticarete son derece ehemmiyet verirdi. Yukar›da Peygamberimizin ecdâd›ndan Haflim'in komflu devletlerle ticarî muâhedeler yapt›¤›n› zikretmifltik. Peygamberimiz de kendisine bir meslek seçece¤i zaman bu yolu tutacakt›. Ebû Talib'in ailesi kalabal›kt›. Kendisi de di¤er Kureyfl gibi ticaretle meflguldü. O da, hâmisi oldu¤u kardeflinin o¤luna bu mesle¤i seçmiflti. Kureyfl'in îtibarl› ve flerefli kad›nlar›ndan olan Hatice, baz› kimselere ortakl›k ile sermâye verip ticarete gönderiyordu. Hatice, Mekke'nin en zengin kad›n› idi. ‹ki defa evlenmiflti, kocalar› ölünce kendisine büyük bir servet kalm›flt›. Kureyfl eflrâf›ndan birçok kimseler ona tâlip ç›km›fllarsa da, O bunlar›n hiçbirini kabûl etmemiflti. Çünkü mal›na tamâ' ederek tâlip ç›kt›klar›n› anl›yordu. Kölesi Meysere vâs›tas›yla ticaretini yar›c›l›kla iflletiyordu. Ebû Talib, Hatice'nin fiam'a yine bir kervan gönderece¤ini duyunca kardeflinin o¤luna bu fikri açt›: – Dinle kardeflimin o¤lu, dedi. Biliyorsun, benim servetim az, elimiz darda. Hatice ortakl›kla ticaret için sermâye veriyor. Sen ticarete al›flk›ns›n, bu hususta onunla konuflay›m m›? – Arzu edersen, derhal, cevab›n› verdi. Ebû Talib Hatice'ye giderek Muhammed'e ticaret için sermâye vermesini teklif etti ve "Sen filanca ile ticarî ortakl›k yap›yorsun, fakat Muhammed'e onun iki mislini vermedikçe raz› olmay›z." dedi. Hatice'nin cevab› flu oldu: – Bu teklifi sen, hofllanmad›¤›m bir kimse için yapsan, senden oldu¤u için yine kabul ederdim. Nerede kald› ki akrabam›zdan olan ve herkesin sevdi¤i pek emin ve nezih birisi için yap›yorsun, istedi¤in gibi olsun! 47 Hatice'nin nesebi, beflinci cedde Peygamberimizle birlefliyordu. Bu îtibarla amca çocuklar› oluyorlard›. Peygamberimizin s›dk-u emânetinde hiç flüphesi yoktu. Peygamberimizin nâmus ve istikaameti, ticarette ve insanlarla muâmelesinde dürüstlü¤ü ve temizli¤i herkesçe bilinen bir husustu. Tarih ve hadis kitaplar› bu hususta flahâdetle doludur. Resûl-i Ekrem ticarî muâmelelerinde do¤ruluk ve emniyet nümûnesi idi. Onunla ifl tutanlar, onun bu haline flahittiler. Ashâbdan Sâib, Müslümanl›¤› kabûl ederek Peygamberimizin nezdine geldi¤i zaman hepsi Onu medhe bafllam›flt›. Resûl-i Ekrem de: – "Sâibi medhetme¤e lüzum yok, ben onu hepinizden iyi tan›r›m" demiflti. Sâib de: – Sana feda olay›m, seninle ticarette arkadafll›k etmifltik, hak husûsunda hat›r gönül saymaz, zerre kadar riyâkârl›k göstermezdin" mukabelesinde bulunmufltu. Hazret-i Peygamber, Hatice'nin kölesi Meysere ile Suriye'ye ticaret için büyük bir kervanla yolland›lar, flimal istikametinde yürüyorlard›. Günlerce devâm eden bu seyahat hem yorucu, hem de çok alâka çekici idi. Muhtelif diyarlar görüyordu. Ebû Talible 13 sene evvel bu yerlerden geçmiflti. O zaman on iki yafl›nda bir çocuktu. Bir çok fleyler de¤iflikti. Busra kasabas›na geldiler. Bahîrâ orada yoktu. Yerinde Nestura isminde baflka bir râhib vard›. Bu defaki ticaret ümîdin fevkinde çok kârl› olmufltu. Üç ay süren bu yolculuktan döndükleri zaman Mekke'ye yaklaflt›klar›nda Muhammed, kervan›n önünde geliyordu. Pek s›cak bir gündü. Ö¤le vakti Mekke'ye geldi. Hatice evinin dam›ndan gelen kervan› gözlüyordu. Devenin üstünde gelen Hazret-i Muhammed'i görünce hemen afla¤›ya koflup onu istikbâl etti. Hazret-i Muhammed, güzel bir üslûbla ticaretten meharetle, vukufla bahsediyor, yapt›¤› kâr› anlat›yor, hesap veriyordu. Hakîkaten o senelerde bu kadar bir kâr yapan olmam›flt›. Hatice'nin Muhammed'in s›dk u emânetine olan îtimâd› pek fazla artm›flt›. Kureyfl'in eflrâf›n› reddeden bu dul kad›n, bu kimsesiz çocu¤a gönül vermiflti. Ve içindeki sevgi, aflka tehavvül etmiflti. Bu gönül s›rr›n›, yak›n ve samîmî arkadafllar›ndan Münye'nin k›z› Nefîse'ye açt›. Nefîse Hazret-i Muhammed'e gelerek aralar›nda flöyle bir muhâvere cereyan etti: 48 HAZRET-‹ HAT‹CE ‹LE ‹ZD‹VAÇ (7) – Yâ Muhammed, seni tan›r›z. Mekke'de senin yafl›nda bekâr delikanl› bulunmaz. – Dedi¤in do¤ru, izdivaç için maddî imkân lâz›m. – Güzel, ben sana bu masraflara lüzum kalmadan, cemal, mal, kemâl sahibi birini bulursam raz› olur musun? Ailesi de flerefli. – Kimdir bu kad›n? – Huveylid'in k›z› Hatice. Hatice pakize bir kad›nd›. Bu teklifi amcas› ile müflâvere ettikten sonra Hazret-i Muhammed kabul etti. Söz kesildi, dü¤ün haz›rl›¤› bafllad›. Hazret-i Muhammed o zaman yirmi befl yafl›nda idi. Hatice'nin yafl› ise k›rka yak›nd›. Nikâh âdet üzere Hatice'nin evinde akdolunacakt›. Nikâh günü Hazreti Muhammed amcas› Hamza ile beraber Hatice'nin evine geldi. Kureyfl'in di¤er eflrâf›, Mekke ulular› da'vetli idiler. Nikâh akdi için laz›m olan fleyler görüflüldü. Hazret-i Muhammed (500) alt›n mihir veriyordu. Hatice'nin taraf›ndan Varaka b. Nevfel nikâh akdine vekil idi. Hazret-i Peygamber taraf›ndan da, amcas› Ebû Talib akid iflini idâre ediyordu. Ebû Talib aya¤a kalkarak flu sözleri söyledi: – fiükür Allah'a ki, bizi ‹brahim zürriyetinden ve ‹smail neslinden getirdi. Bizi Beyt-i fierif'in bekçisi, Harem'in hizmetçisi ve halk›n reisi k›ld›. Bundan sonra as›l maksada gelince: Kardeflim o¤lu Muhammed b. Abdullah ile Kureyfl'ten hangi civan mukaayese olunabilir? Haseb, neseb, ak›l ve fazîlet hep ondad›r. Serveti azsa da, bunun ne ehemmiyeti var. Mal geçici bir fleydir. Ayn› veçhile fleref ve flan sahibi olan kerimeniz Hatice'ye taliptir..." Bundan sonra Hatice taraf›ndan Varaka b. Nevfel kalkarak flöyle dedi: "Allahu Teâlâ'ya hamd ü senâ ederim ki, bizleri herkesten ziyade fleref ve fazîletle mümtaz k›ld›. Bilirsiniz ki, Hatice'nin babas› ve anas› Araplar›n ulular›ndan ve reislerindendir. Sizin o¤lunuz Muhammed de böyledir. Hiç kimse Onun yüksek meziyet ve flerefini inkâr edemez. Bu sebeple biz de Onun ailesiyle s›hriyet kurmay› arzu ettik. Ey cemâat, flâhid olunuz, ben Haflimîlerden Abdullah o¤lu Muhammed'e Huveylid'in k›z› Hatice'yi nikâh ettim." Bundan sonra develer kesildi, da'vetlilere mükellef bir ziyafet (7) K›sas-› Enbiya, Ahmet Cevdet Pafla; El-Kâmil, ‹bn-i Esir. 49 çekildi. Hatice'nin birbirinden güzel câriyeleri damlara ç›k›p def çalarak flenlikle dü¤ünü ilan ettiler ve e¤lenceler yap›ld›. Baz›lar› Hatice'nin babas› o zaman sa¤ olup bu nikâha raz› gelmedi¤ini, ancak sarhoflken r›za gösterdi¤ini nikâh›n ertesi günü ay›l›nca bu ifle hiddetlendi¤ini söylerlerse de böyle bir fley olmam›flt›r. Çünkü Hatice'nin babas› bundan önce, Ficar Harbinde ölmüfl bulunuyordu. Hatice'nin vekili Varaka b. Nevfel'di. Art›k Hazret-i Muhammed'in hayat›nda yeni bir sahife aç›l›yor. Pakize, ahlâkl›, fazîletli bir kad›n olan Hatice ile bir saadet yuvas› kurmak, aile reisi olarak temiz bir hayat geçirmek, baflka bir emelleri yoktu. Babas›n› kaybetme ac›s›n› tatm›fl olan bu müstakbel baba, bundan böyle de evlat ac›s› nedir, onu da görecektir. HAZRET-‹ MUHAMMED A‹LE RE‹S‹ Hatice'nin evinde mes'ud bir hayat bafllad›. Hatice flerefli bir ailenin fazîletli bir k›z› idi. Hazret-i Muhammed'in ailesi ise Kureyfl eflraf›ndand›. Bu genç koca, gençlik heveslerine tabi' olmak nedir, bilmiyordu. O, nezih ve afif bir hayat geçirmiflti. fiimdi de bütün samimiyeti ile evine ba¤l› idi. Birbirini çok iyi anlayan bu efller saadet içinde geçinip gidiyorlard›. Hazret-i Muhammed'in kavmi aras›nda îtibâr› çok yüksekti. Temiz ve vekarl› hareketleriyle herkesin takdirini kazanm›flt›. Mekkeliler Ona Muhammedü'l-Emîn ad›n› vermifllerdi. Gerek aile hayat›nda ve gerekse cemiyet hayat›nda Hazret-i Muhammed'in faziletten ayr›ld›¤› asla görülmemifltir. Bu mes'ud ailenin saadeti, do¤an evlatlar› ile bir kat daha artm›flt›. HAZRET-‹ MUHAMMED'‹N EVLADLARI Hazret-i Peygamber'in üçü o¤lan, dördü k›z olmak üzere yedi evlad› olmufltur. ‹brahim'den mâadâ hepsi Hatice'den do¤mufltur. Erkek evlatlar›: Kaas›m, Abdullah ve ‹brahim'dir. K›z evlatlar›: Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatma. Kaas›m ile Abdullah bi'setten önce küçük çocuk iken vefat ettiler. Hazret-i Peygamber bunlar›n ölümlerine çok müteessir oldu. Peygamberimizin bir künyesi de Ebü'l-Kaas›m'd›r. Yani Kaas›m'›n babas›. Hazret-i Peygamber bu künyeden çok hofllan›rd›, bunda genç yaflta kaybetti¤i o¤lunun ismi 50 yâdolundu¤undan onunla mütesellî olurdu. ‹bn-i Esîr, T›yb ve Tahir isimli di¤er iki o¤lu oldu¤unu, onlar› küçükken kaybetti¤ini yazar. T›yb ve Tahir, Abdullah'›n lâkab› diyenler de var. Hazret-i Peygamber, kalbindeki o¤ul sevgisine lay›k gördü¤ü Zeyd b. Hârise'yi zevcesi Hatice'ye sat›n ald›rm›fl, sonra onu âzâd ederek kendisine evlatl›k edinmifltir. Hazret-i Peygamber'in k›zlar›n›n hepsi büyümüfller ve onlar› kendi eliyle gelin etmifltir. K›zlar›n› hep münasipleriyle evlendirmiflti. Yaln›z bi'setinden sonra damatlar›ndan biri bir müddet karfl› safta kalm›flt›r. fiöyle ki: K›zlar›n›n en büyü¤ü olan Zeyneb'i, Ebü'l-As b. Rebîa b. Abd-i fiems'e verdi. Hicretten sonra Zeynep kocas›yla Mekke'de kald›. O, hicret etmek istemiflse de kocas› b›rakmam›flt›. Ebü'l-As, Bedir Harbinde esir düflenler aras›nda idi. Zeyneb'i Medîne'ye göndermek flart›yla serbest b›rak›ld›. Mekke'ye avdet edince kardefli Kinâne ile Zeyneb'i Medîne'ye babas›n›n yan›na gönderdi. Ancak müflrikler yolunu kesip geri döndürmek istemifller, hatta bir okla Zeyneb'i devesinden bile düflürmüfllerdir. Hazret-i Peygamber de Zeyneb'i Medîne'ye getirmek için bir adam göndermiflti, onun yard›m›yla Zeynep Medîne'ye babas›n›n yan›na gelmifltir. Sonra kocas› müslüman olarak Medîne'ye gelmifl ve Zeyneb'i alm›flt›r. K›zlar›ndan Rukiyye'yi ve Ümmü Gülsüm'ü amcas› Ebû Leheb'in o¤ullar›ndan Utbe ile Uteybe'ye vermifltir. ‹slâmiyetten sonra bunlar›n ikisi de kocalar›ndan ayr›lm›flt›r. Çünkü, Ebû Leheb'in ‹slâm düflmanl›¤› o¤ullar›n›n kar›lar›na, yani kendi gelinlerine kar›flacak kadar fliddetli idi. O¤ullar›na: – Siz Muhammed'in k›zlar›ndan ayr›lmazsan›z, ben sizden ayr›l›r›m, demiflti. Sonra Rukiyye ile Ümmü Gülsümü, s›ra ile her ikisini de Hazret-i Osman nikâh ile alm›flt›r. Bundan dolay› Hazret-i Osman'a Zinnûreyn denilmifltir. Hazret-i Peygamber'in en küçük evlad› Hazret-i Fâtimetü'z-Zehrâd›r. ‹slâmiyete kadar evlenecek bir ça¤a gelmifl de¤ildi. Onun için ‹slâmiyetten sonra Hazret-i Ali ile evlenecektir. Kendisinden s›ras› geldikçe s›k s›k bahsedilecektir. Hazret-i Peygamber'in en sevgili evlad› Hazret-i Fâtimetü'z-Zehrâd›r. Bütün âl-i Beyt, Peygamber sülâlesi onun neslindendir. Hazret-i Peygamber'in evlatlar› hepsi kendisinden önce vefât etmifllerdir. Ancak Hazret-i 51 Fât›ma, Hazret-i Peygamber'in irtihâlinden sonra bu âlem-i fânîden ayr›larak o mukaddes kaafileye iltihâk etti. KÂ'BE'N‹N TA'MÎR‹ (8) Yukar›da Hazret-i ‹brahim ile Hazret-i ‹smail taraf›ndan binâ olunan Kâ'be'den bahsetmifltik. Kâ'be'nin üzerinde tavan yoktu. Bina çok harapt›. Ya¤murlu günlerde Mekke'nin sokaklar›ndan s›zan ya¤murlar ona do¤ru akarak binay› tahrib ediyordu. Ya¤mur sular›n›n binan›n duvarlar›na bu hücumunu önlemek için bir sed vücûda getirilmifl ise de, bu sed de müteaddit defalar y›k›ld›¤›ndan sellerin tahribat›n›n önü al›namam›flt›. Peygamberimizin ecdad›ndan Kusay b. Kilâb Kâ'be'yi yeniden yapm›fl, üstüne tavan çatm›fl ise de, zamanlar›n geçmesiyle yine harab olmufltu. Nihayet bir hâdise Kâ'be'nin yeniden tamirine sebeb oldu. Vak'a fludur: Kâ'be'nin içinde bir kuyu vard›. Onu hazine ittihaz etmifllerdi. Kâ'be'ye getirilen hediyeler oraya konurdu. Selden Kâ'be'nin baz› yerleri y›k›lmakla bir h›rs›z içeri girmifl, baz› eflya çalm›flt›. Bunun üzerine Kâ'be'nin yeniden ve daha esasl› bir flekilde yap›lmas› kararlaflt›r›ld›. Tesâdüfen bu s›rada bir rum tacirinin M›s›r'dan gelmekte olan gemisi, K›z›ldenizde Cidde sahillerinde kazaya u¤ram›fl, orada kalm›flt›. Kureyfl, bunu duyunca bu geminin kerestelerini Kâ'be'nin binas›nda kullanmak için sat›n almak üzere Velid b. Mu¤îreyi Cidde'ye gönderdiler. Velid, bu geminin yan›nda Bakum nâm›nda Yunanl› tâcir ve mîmâra tesadüf etmifl, Kâ'be'nin binas›na nezaret etmek üzere bunu Mekke'ye getirmiflti. Daha sonra Kureyfl, inflaata bafllam›fl, her aile binadan bir hisseyi kendine ay›rm›flt›. Bu suretle bütün Kureyfl aileleri mukaddes Kâ'be'nin inflaas›na ifltirak etmek flerefine kavufluyordu. Yaln›z Hacer-i Esvedi yerine yerlefltirmek meselesi bahis mevzuu oldu¤u zaman, herbiri, bu flerefe ben nâil olay›m diye, tafl› yerine koymak istemifl, bu yüzden aralar›nda niza ç›km›fl, niza kavga halini alm›fl, ifl k›l›ç çekmeye dayanm›flt›. Araplar›n eski bir âdeti vard›. Mühim bir mesele için yemin ettiler mi, parmaklar›n› kanla dolu bir çana¤a bat›r›rlard›. Hacer-i Esved'i kendi elleriyle yerine koymak isteyenler de bu merasim âdetini ifa etmifller, bu u¤urda canlar›n› fedadan çekinmiyeceklerini bildirmifllerdi. ‹fl kan dökülmesine varm›flt›. Kureyfl'in en ihtiyar› olan Ebû Ümeyye b. Mu¤îre flöyle bir teklifte bulundu: Ertesi sabah, Safâ kap›s›ndan girecek ilk zat›n Hakem olarak kabulü. Bu teklifi yerinde buldular ve kabul ettiler. Sabahleyin Kureyfl ailelerinin en ileri gelenleri toplanm›fl, ilk geçecek zat› gözetliyorlard›. Hazret-i Mu(8) El-Kâmil, ‹bn-i Esir; Hayat-› Muhammed, M. Hüyesin Heykel. 52 hammed'in geldi¤ini görünce hepsi sevindiler. Çünkü onun do¤rulu¤unda, dürüstlü¤ünde aslâ flüpheleri yoktu. Ona (El-Emin) diyorlard›. Onu ça¤›rd›lar ve meseleyi kendisine arzettiler. Hazret-i Muhammed, burada da emsalsiz dirayet ve büyüklü¤ünü gösterdi. Evvela bu flart› yaln›z kendi nefsine hasretmek istemiyerek her kabileden bir adam seçti ve sonra bir yayg› istedi. Herkes hayretle bak›yor ve ne yapaca¤›n› merakla takib ediyordu. Yayg›y› getirdiler. Hazret-i Muhammed Hacer-i Esved'i yayg›n›n üzerine koydu ve seçti¤i adamlara yayg›n›n etraf›ndan tutmalar›n› nezaketle rica etti. Böylelikle tafl› yerine tafl›mak flerefine hepsi nail olmufltu. Yayg›n›n üzerinde tafl›nan Hacer-i Esved yerine kadar yükseldikten sonra onu eliyle yerine yerlefltirdi. ‹flte böylece kan dökülmesini önledi. Kolay ve basit bir tarz, fakat ondan önce kimsenin akl›na gelmemiflti. Bu seferki tamirde irtifâ›n› 18 zira yapt›lar. ‹çine alt› sütun diktiler. ‹çinden dam›na ç›kmak için merdiven koydular. Hübel'i içeri yerlefltirmeyi de unutmad›lar. Üstüne tavan yap›ld›. Fakat malzeme kâfi gelmedi¤inden as›l binan›n zemininden bir k›sm› terk olunmufl, yeni binan›n temelleri eskilerin üzerine kurulmufltu. Zeminden b›rak›lan k›sm›n etraf›na bir duvar çekilerek ilerde buras›n›n da Kâ'be'ye ilavesi düflünülmüfltü. ‹flte F›k›h kitaplar›nda Hatim nam› verilen yer buras›d›r. Bu k›s›m bugüne kadar hep tavans›z b›rak›lm›flt›r. Peygamber'imiz, bi'setinden sonra Kâ'be'nin duvarlar›ndan birini y›karak aç›k kalan k›sm›n bir taraf›n› ona ilave etmeyi düflünmüfl ise de, bunun yeni müslümanlar› müteessir etmesi ihtimalini göz önüne alarak bundan vaz geçmifltir. Hazret-i Peygamber'in Kâ'be'nin bu tamiri s›ras›nda Kureyfl ile birlikte çal›flt›¤›, tafl tafl›d›¤›, hatta bu yüzden omuzlar›n›n yara oldu¤u tarihin rivayetleri aras›ndad›r. Kâ'be'nin bu tamiri s›ras›nda flöyle bir mühim hadise de vuku bulmufltur. Hazret-i Peygamber, amcas› Abbas ile tafl tafl›yorlard›. Abbas ona ihrâm›n› çözerek omuzuna koymas›n›, bu suretle tafl tafl›rken omuzunun incinmemesini söyledi. Hazret-i Muhammed de onun bu tavsiyesi üzerine ihrâm›n› toplayarak omuzuna koymufltu. Fakat vücudu aç›l›nca birdenbire yere düflerek kendinden geçti. Bu halden ifâkat bulunca derhal ihrâm›n› alm›fl ve bütün vücudunu örtmüfltür. Sonra Ebû Tâlib bu ifle merak etmifl ve hadiseyi kendisinden sormufl, Hazret-i Muhammed flu cevab› vermiflti: "‹hrâm›m› toplay›p omuzuma koydu¤um zaman vücudum aç›l›nca flöyle bir ses duydum: "Yâ Muhammed, azan› setret. Sen Peygamber'sin; sana yak›flmaz." Peygamberimizin gaipten duydu¤u ilk ses bu idi. 53 Kâ'be'nin bu tamiri, s›ralar›nda Hazret–i Peygamber'in otuz befl yafllar›nda oldu¤u rivayet edilmektedir. Bütün bunlar bi'setten önce Resûl-i Ekrem'in kavmi aras›nda ne kadar flerefli bir mevkii oldu¤unu pek sarih bir surette göstermektedir. Bu husus inkâr› kaabil olmayan bir hakîkatt›r. Müsteflriklerden Sir William Muir (Muhammed'in Hayat›) adl› eserinde der ki: "Hazret-i Muhammed hakk›ndaki bütün neflriyat›m›z bir nokta üzerinde ittifak eder. O da Onun seciyesinin yüksekli¤i ve ahlâk›n›n temizli¤i. Bunlar öyle fazîletlerdir ki, o zaman›n Mekkelileri aras›nda pek nadirdi." PUTPERESTL‹KTEN ‹CT‹NÂBI Araplar aras›nda putperestli¤in ne kadar yay›ld›¤›n› biliyoruz. Öyle oldu¤u halde Hazret-i Muhammed putlardan son derece nefret ederdi. Bu a¤aç ve tafl parçalar›ndan ne beklenebilece¤ine hayret ederdi. ‹nsanlar›n bu dalâletine flaflard›. Hayat› müddetince putlara asla secde etmemiflti. Bütün rivayetler Onun putlardan hofllanmad›¤›n› göstermektedir. Bir kere Kureyfl, putlar›n flerefine verilen bir ziyafet esnas›nda kesilen kurban›n etini Hazret-i Muhammed'e takdim etmifl, Peygamber'imiz bu etten yemeyi reddetmifltir. Hazret-i Muhammed bi'setten önce dahi putlar›n aleyhinde bulunurdu. Daha 12 yafl›nda çocukken amcas› Ebû Tâlib ile Suriye seferinde bulundu¤u zaman Busrâ'da Bahîrâ ile görüfltü¤ünde Lât ve Uzzâ'ya yemin etmekten çekinmiflti. Margaliouth pek garip bir iddiâ ortaya atmaktad›r. Diyor ki: "Muhammed ile zevcesi Hatice her gece yata¤a girmeden önce uzzâ nam›nda bir puta taparlard›." Margaliouth bu iddias›na delil olarak ‹mam Ahmet ibn-i Hanbel'in Müsned'inden baz› sat›rlar göstermektedir. Halbuki ‹mam Ahmed'in nakletti¤inden Hazret-i Muhammed'in Uzzâ'ya tapt›¤› de¤il, ondan men etti¤i aç›k olarak görülmektedir. Rivayet fludur: Huveylid'in k›z› Hatice'nin bir komflusu bana anlatt›. Resûl-i Ekrem'in Hatice'ye flöyle söyledi¤ini duymufl: "Ey Hatice, Vallahi ben Lât ve Uzzâ'ya tapmam. Vallahi ben onlara asla tapmam." Hatice de bilmukabele der ki: "B›rak Lât'›, b›rak Uzzâ'y›!" Râvî diyor ki: "‹flte bu puta perestifl edilir, sonra yata¤a girilirdi." Arapçay› en sathî bilenler bile anlarlar ki râvînin kendi taraf›ndan ilâve etti¤i bu son sözlerden maksad halk›n her gece uyumadan önce bu putlara tap›nd›klar›d›r. Yoksa Hazret-i Muhammed ile zevcesinin onlara tap›nd›¤›n› aslâ ifâde etmez. E¤er ibâre onlara ait olsa tesniye sîgas› kullan›l›rd›. ‹bârenin üst taraf›nda Allah nam›na yemin edilerek Resûl-i Ekrem'in Lât ve Uzzâ'ya tapmam, dedi¤i tasrih edilmektedir. Bu gibi rivayetlerden öyle ma'nalar asla ç›kmaz. 54 PUTPERESTL‹⁄‹N YIKILMASINA DO⁄RU (9) Cahiliyet zaman›nda Araplar›n içtimâî hayat› pek bozuktu. Din nam›na yayd›klar› koyu bir putperestlik idi. Hazret-i ‹brahim'in Beytullah olarak kurdu¤u ve tevhid dininin mabedi ittihaz etti¤i mukaddes Kâ'be Araplarca zevk ve safa mahalli haline getirilmiflti. Araplar flaraba pek düflkündü. ‹çip sermest olmak onlar için en büyük bir zevkti. fiehvetlerine de pek ma¤lûp idiler. Câriyeler al›p satarlar, onlarla e¤lenirlerdi. Bu zevk ve safan›n en mükemmelini flehrin göbe¤inde kurulmufl olan Kâbe'nin etrâf›nda yaparlard›. Geceleri Kâbe'ye toplan›rlar, orada e¤lenirlerdi Eski masallar söylenir, fliirler okunur, ticâretten bahsedilirdi. Kâ'be'yi dolduran üçyüzden fazla putlar› bir tarafta kurula kurula dururken, Mekke halk›n›n ileri gelenleri, hem flaraplar›n› çekerler, hem de konuflup e¤lenirlerdi. Gecenin alt›nda, Kâ'be'nin etraf›nda yapt›klar› e¤lencelerin bu k›sm› bittikten sonra sermest olarak evlerine dönerler, e¤lencelerinin di¤er k›s›mlar›na devam ederlerdi. Câriyelere karfl› çok zaaflar› vard›. Tam maanas›yla bir sefahat hayat› sürüyorlard›. Harple, darpla geçen hayatlar› onlar› çapulculu¤a al›flt›rm›flt›. Kan davalar› gütme yüzünden kabile kavgalar› hiç eksik olmazd›. Yaln›z bir âdetleri vard›; (Eflhür-i Hurum) dedikleri aylar (Muharrem, Recep, Zilka'de ve Zilhicce) girince kan dökmezlerdi. Bu aylar sulh ve bar›fl aylar› idi. Bu aylar gelince hepsi silahlar› çatarlar, keyfe bakarlard›. O zaman bu e¤lenceler daha artard›. Bu sefahat hayat›n›n bir uçuruma yuvarlanmak demek oldu¤unu tektük görenler vard›. Putlar›n etraf›nda zevk ve safa âlemleri ne manas›z fleylerdi. Bi'setten önce baz› kimseler putperestlikten vazgeçmifllerdi. Onlar Tevhid dinini, büyük hakikat› ar›yorlard›. Varaka b. Nevfel, Kus b. Sâide, Ubeydullah b. Cahfl, Osman b. Huveyris, Zeyd b. Amr gibi adamlar putperestlikten vazgeçenlerdendi. Uzzâ nam›na yap›lan bayramlardan birinde Kureyfl âdet üzere büyük bir toplant› tertib etmiflti. fienlikler yap›l›yor, Uzzâ nam›na bayram ediliyordu. Bu bayramda Zeyd b. Amr, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahfl, Varaka b. Nevfel, bu dördü bir araya gelerek putlar›n ne kadar bofl fleyler oldu¤undan baflbafla vererek bahsetmifllerdi. Bunlar hak dini ar›yorlard›. Fakat Hazret-i Peygamber henüz beklenen ‹slâm dinini tebli¤ ile emir olunmam›flt›. Bunlardan Varaka b. Nevfel Hazret-i Hatice'nin amcas› o¤lu idi. Hristiyanl›¤› kabul etmiflti. Mekke'de oturdu¤undan Hazret-i Peygamber onu (9) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel. 55 görmüfltür. Hatice'nin nikah›nda o bulunmufltu. Hazret-i Peygambere ilk vahiy geldi¤inde Hatice'nin Varaka'ya koflup bu hali haber verdi¤i meflhurdur. Varaka, Hazret-i Muhammed'e görünen mele¤in Hazret-i Musa'ya gelen Nâmûs-› Ekber, büyük melek oldu¤unu söyleyecek ve onlar› teselli edecektir. Ubeydullah b. Cahfl, putlar›n aleyhinde olmakla beraber baflka bir dine girmemifl, bulundu¤u hal üzere devam etmifl, nihayet ‹slâmiyet gelince müslüman olmufl, Habefl'e hicret edenler aras›nda oraya gitmifltir. Kar›s› Ebû Süfyan'›n k›z› Ümmü Habîbe de müslüman olanlardand›. Ve sonralar› Peygamber'in zevceleri aras›na girmek flerefine nail olacakt›r. Zeyd b. Amr, fiam ve Irak taraflar›n› gezip dolaflt›. Kendi kavminin dinini b›rakarak putlardan yüz çevirdi ise de, Hristiyanl›k ve Yahûdîlikten birini de kabûl etmedi. Kâ'be'ye dayanarak: Yâ Rabbi, Sana nas›l ibadet etmenin daha makbul oldu¤unu bilsem öyle ibadet ederdim, derdi. Bu hal üzere bu âlemden göçtü. Osman b. Huveyris ise, Bizans'a gitti ve orada Hristiyanl›¤› kabul etti. Kayser nezdinde itibâr› vard›. Baz› tarihler onu Mekke'yi Bizans hakimiyeti alt›na sokmaya çal›flt›¤› hiyanetiyle suçland›r›rlar. ‹flte böyle putperestlikten nefret edenler vard›. Bunlar hak dini ar›yorlard›. Hâtem-i Enbiyan›n zuhûrunu bekliyorlard›. Hâtem-i Enbiyân›n gelece¤ini önce haber vermifl olanlardan birisi de, Kus b. Sâide'dir ki, fesâhat ve belâgat›yla pek meflhur bir hatipti. Sûk-i Ukâz'da bir k›z›l deve üzerinde oldu¤u halde beli¤ bir hutbe okumufl ve Hazret-i muhammed de gençli¤inde bunu dinlemiflti. O hutbeyi asl› kadar güzel tercüme etmifl olan Cevdet Pafla'dan dinleyelim: "Ey nas, geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret al›n›z. Yaflayan ölür, ölen fena bulur, olacak olur. Ya¤mur ya¤ar, otlar biter. Çocuklar do¤ar, analar›n›n babalar›n›n yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Vukuat›n ard› aras› kesilmez. Hemen birbirini velyeder. Kulak tutunuz, dikkat ediniz, gökte haber var, yerde ibret alacak fleyler var. Yeryüzü bir ferfl-i eyvan, gökyüzü bir yüksek tavan. Y›ld›zlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vard›klar› yerden hoflnud olup da m› kal›yorlar? Yoksa orada b›rak›l›p da uykuya m› dal›yorlar? Yemin ederim, Allah'›n indinde bir din vard›r ki, flimdi bulundu¤unuz dinden daha sevgilidir. Ve Allah'›n bir gelecek Peygamberi vard›r ki, gelmesi pek yak›n oldu. Gölgesi bafl›n›z üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki, ona imân edip te, O dahi ona hidâyet eyliye. Vay o bedbahta kim, ona isyan ve muhalefet eyliye. Yaz›klar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetlere! 56 Ey Cemaat-› iyad! Hani âbâ ve ecdad? Hani müzeyyen kâflâneler ve tafltan haneler yapan Âd ve Semud? Hani dünya varl›¤›na ma¤rur olup da kavmine "Ben sizin en büyük Rabbinizim" diyen Fir'avun ile Nemrûd? Onlar size nisbetle daha zengin ve kuvvet ve kudretçe sizden efzun de¤il midirler? Bu yer, onlar› de¤irmeninde ö¤üttü, toz etti, da¤›tt›. Kemikleri bile çürüyüp da¤›ld›. Evleri y›k›l›p ›ss›z kald›. Yerlerini, yurtlar›n› flimdi köpekler flenlendiriyor. Sak›n onlar gibi gaflet etmeyin, onlar›n yoluna gitmeyin. Herfley Fânîdir. Bâkî ancak Cenâb-› Hak't›r ki, birdir, flerik ve nazîri yoktur. Tapacak ancak O'dur. Do¤mam›fl ve do¤urmam›flt›r. Evvel gelip geçenlerde bize ibret alacak fley çoktur. Ölüm ›rma¤›n›n girecek yerleri var, amma ç›kacak yeri yoktur. Büyük, küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Cezm ettim ki, âmmeye olan bana da olacakt›r." (Cevdet Pafla, K›sas-› Enbiya; Cild: 1; Sh: 72). Kus b. Sâide bu nutkunu söylerken, müjdeledi¤i son peygamberin dinleyiciler aras›nda bulundu¤undan bîhaber idi. Aradan çok geçmedi, Hazreti Muhammed'e Peygamberlik verildi. Fakat Kus vefat etmifl oldu¤undan kendisine ‹slâmiyet nasîb olmad›. Beni ‹yâd kabîlesinin ulusu olan Cârud, eflrafla birlikte Hazret-i Peygamber'in huzuruna gelip müslüman olmufllard›r. O zaman Hazret-i Peygamber "‹çinizde Kus b. Sâide'yi bilen var m›?" diye sordu. Kavminin reisi olan Cârud: Hepimiz biliriz, yâ Resûlallah, dedi. Bilhassa ben, dâimâ onun izinde gidenlerdenim! Resûl-i Ekrem Efendimiz: –"Kus'un Sûk-› Ukâz'da deve üzerinde: Yaflayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur... diyerek hutbe okudu¤u hat›r›mdan ç›kmaz" dedi. Orada haz›r bulunan Ebû Bekir: –"Yâ Resûlallah! Ben de o gün Sûk-› Ukâzda bulunmufltum. Kus'un söyledi¤i sözler hep hat›r›mdad›r" diyerek yukardaki hutbeyi bafl›ndan sonuna kadar okudu. O vakit Peygamber Efendimiz: –"Umar›m ki, Allah k›yamet gününde Kus b. Sâide'yi ayr›ca bir ümmet olarak ba's eyliyecektir" buyurdu. –––––oOo–––– 57 BEfi‹NC‹ BÖLÜM GÂR-I H‹RÂ'DA (1) Hazret-i Muhammed 40 yafl›na geldi¤i zaman, halinde bir baflkal›k sezilme¤e bafllad›. Eskidenberi vakarl› ve daima tefekkürlü idi. Fakat flimdi daha baflka bir ruhî hâlet içinde oldu¤u belli idi. Dünya meflgalelerinden el çekip inzivây› severdi. Sessiz ve iddias›z bir hayat geçirirdi. Bu dünyan›n da¤da¤as›ndan uzak, gürültüden âzâde tenha bir yere çekilip sükût içinde tefekküre dalard›. Kendisi için Mekke'nin üç mil yukar›s›ndaki Hira da¤›nda bir ma¤aray› seçmiflti. Ramazan ay›n› burada geçirmeyi âdet edinmiflti. Hira, derin bir sükûnet içinde rûhânî bir tefekkür ve murâkabe için en elveriflli bir yerdi. Ramazan ay› girince yan›na yiyecek içecek al›r, hayat gürültüsünden, insanlar›n dedikodusundan kaçarak oraya gider, orada ibadetle vakit geçirirdi. Yan›ndaki yiyece¤i bitince Mekke'ye Hatice'nin nezdine döner, biraz kal›r, yine yiyecek al›p ma¤araya giderdi. Kendisini orada ruh sükûnetine verir, tefekküre dalard›. Zaten Onda büyük ruhî de¤ifliklikler oluyordu. Cenâb-› Hak Onu büyük vazîfeyi tahammül ve ifâya haz›rl›yordu. Kula¤›na gaibden sesler geliyor. "Sen Resûlullahs›n" deniyordu. Gözüne melekler görünüyordu. Rüyâlar› oldu¤u gibi âflikâre ç›k›yordu. Bunlar hep risâlete, insanlar› büyük hakîkata da'vete haz›rl›k içindi. O, beflerin ‹lâhî mürflidi olacakt›. O Hâtemü'l-Enbiya idi. Mîlâd›n 610 y›l›n›n Mübarek Ramazan ay› yine gelmiflti. Hazret-i Muhammed, âdet üzere yan›na lüzûmu kadar yiyecek alarak Hira Da¤›na yolland›. A¤›r a¤›r gidiyordu. Ayaklar› yolu tan›d›¤›ndan yol düflüncesi yoktu. Fakat bafl› biraz öne e¤ilmifl, vakarl› ve nurlu aln›nda derin düflüncelerin izleri okunuyordu. (1) Sîret-ü ‹bn-i Hiflam; El-Kamil, ‹bn-i Esîr; Zâdü'l-Maad, ‹bnü'l-Kayy›m el-Cevzî. 59 Bütün Mekke halk›n›n sevgi ve sayg›s›n› kazanan, s›dk ve emânetine bütün kavmi flehâdet ederek Muhammedü'l-Emin ad›n› verdikleri bu zat, acaba neden böyle düflünceliydi. fiüphesiz ki Onu bu düflüncelere sevkeden kavminin dalâleti, bütün befleriyetin flakaaveti idi. O, büyük hakîkat› ar›yordu. Fakat ona yol nerdendi? Kavmi, fâide ve zarar vermekten aciz putlar›n önünde e¤iliyorlard›. Onlara Tanr› diye tap›yorlard›. Halbuki onlar›n ne yarat›p r›z›k vermek elinden gelir, ne de bir zarar ve felâketi defetmeye güçleri vard›r. Tafl ve a¤aç parçalar›ndan ibâret fleyler! Öyle iken kavmi onlar›n önünde tazarrû ve niyaz ediyorlar, onlara yalvar›yorlar. Hübel, Lât, Uzzâ ve daha bilmem ne, say›lar› 360 › bulan bu putlara niçin e¤iliyorlar? Bu kadar dalâlet olur mu? Bu hal sürüp gidecek mi? Bir hak mâbedi olan Kâ'be'nin içinde bu putlar ne vakte kadar duracak? Hazret-i ‹brahim ve ‹smail onu Allah'a ibadet için bina etmifller, rükû edenler secdeye kapananlar için tertemiz b›rakm›fllard›. fiimdi ise oraya putlar dolmufltu. Dalâlet her taraf› sarm›flt›. Yaln›z bu kadar m›? Bütün dünyay› kaplayan bir dalâlet kas›rgas› befleriyeti k›r›p ezmekte idi. fiirk ve tu¤yan dalgalar› cihân› kapl›yordu. Araplar k›z çocuklar›n› diri diri topra¤a gömer, Mecûsîler ana ve k›z kardeflle nikâh› helâl sayar, barbarlar ülkeleri tahrib ve kullar› ta'zib ederdi. ‹nsanl›¤›n hâli ne olacak? Bunun sonu nereye varacakt›? Bunlar gibi nice düflünceler dima¤›n› meflgul etmekte iken ma¤aran›n a¤z›na gelmiflti. Uzaktan çöllerin kumlar›n›, vâhalar›n çimenlerini yalayarak gelen hafif bir rüzgâr yüzünü biraz serinletti. Aya¤›n›n alt›nda serilmifl yatan çöller, vâdiler, vâhalar var. Gözlerini göklere çevirdi. Mavi gökte say›s›z y›ld›zlar ve ay parl›yor; biraz sonra günefl de do¤acak. Uçsuz bucaks›z fezâlar ve nice âlemler... Bunlar›n hâliki olan Zât-› ecell ü a'lây› bir bilip yaln›z O'nun huzurunda e¤ilmek, iflte ulu hakîkat budur, hidâyet budur. Ah befleriyet bunu bir anlasa! Ma¤arada hangi flerîat üzere ibâdet ederdi? Hazret-i ‹brahim flerîat› üzere idi; yok, Musa ve ‹sa flerîatlar› üzere idi diyenler var. ‹bn-i Kesîr bu hususta birçok rivâyetler nakleder. En do¤rusu kendisince hak olan flerîat üzere idi, der. ‹mam-› Buhârî Hazret-i Peygamber'in Hira da¤›nda ibadetle meflgul oldu¤unu söyler. Böyle inzivâya çekilip muayyen bir vakti ibadetle geçirmeye (Tehannüs) veya (Tehannüf) denir. Aynî (Umdetü'l-Kaarî) adl› Buhârî flerhinde, bu (Tehannüs) kelimesini izah ederken flöyle demektedir: "Peygamberimiz'in ne suretle ibadet etti¤i sorulacak olursa, bunun tefekkür ve ibretten ibaret oldu¤unu söyleriz." 60 ‹LK VAH‹Y GELD‹⁄‹ ZAMAN Nübüvvetin mukaddimesi olarak Hazret-i Peygamber'e büyük s›r ve yüce hakîkat rüyâ âleminde keflfolunmaya bafllad›. Onun rüyâda gördü¤ü her fley ayd›nl›k bir sabah gibi aynen vuku buluyordu. Bir gün Hira da¤›ndaki ma¤arada mürâkabeye dalm›flken melek kendesine göründü ve: – Oku! dedi. Hazret-i Peygamber: – Ben okuma bilmem, dedi. Bunun üzerine melek onu tutup bafltan aya¤a tâkat› kesilinceye kadar s›kt› ve yine: – Oku, dedi. Hazret-i Peygamber yine ayn› cevab› verdi: – Ben okuma bilmem, dedi. Melek yine tutup bafltan aya¤a tâkat› kesilinceye kadar s›kt› ve b›rakarak yine: – Oku, dedi. Bu üçüncü emir karfl›s›nda Hazret-i Muhammed titrek bir sesle yalvar›r gibi: – Ne okuyay›m, dedi. O zaman melek, Lâhûttan, Mâverâdan gelen seslerin en tatl› ahengi ile flunlar› okudu: اﻗﺮأ ﺑﺎﺳﻢ رﺑﻚ اﻟﺬى ﺧﻠﻖ ٭ ﺧﻠﻖ اﻻﻧﺴﺎن ﻣﻦ ﻋﻠﻖ ٭ اﻗﺮأ ورﺑﻚ اﻷﻛﺮم ٭ اﻟﺬى ﻋﻠّﻢ ﺑﺎﻟﻘﻠﻢ ٭ ﻋﻠّﻢ اﻻﻧﺴﺎن ﻣﺎﻟﻢ ﻳﻌﻠﻢ ٭ "Halk eden Rabbinin ismiyle oku. O insan› kandan halketti. Oku, O çok kerim olan Rabbin hakk› için ki, O kalemle ta'lîm etti, insana bilmedi¤ini ö¤retti." (2) Hazret-i Peygamber bunlar› dinledi ve onlar kalbine nakflolundu. Melek bunlar› okuduktan sonra ortadan kayboluverdi. Hazret-i Muhammed ilk Vahiy hâletinin verdi¤i korku ve endifle içinde evine döndü. Hazret-i Hatice'ye: "Beni örtün, beni örtün" dedi. Derin bir uykuya dald›. Uyand›ktan sonra gördü¤ü fleyleri, geçirdi¤i hâleti Hatice'ye birbir anlatt›: – Bana ne oluyor bilmem? dedi. Hazret-i Hatice, sad›k ve emin eflinin yaflad›¤› ruh hâletini, geçirdi¤i ›zd›rab› anlar gibi oldu. Kocas›n›n bu endifleli halinden hiç korku sezmedi ve flöyle dedi: (2) Alâk suresi, ayet: 1-5 61 Müjdeler olsun, sebat et. Can›m› yed-i kudretinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Sen bu ümmetin Peygamberi olacaks›n. Allah Seni asla b›rakmaz. Sen s›la-i rahmedersin, sözün do¤rusunu söylersin, meflakkate sabredersin, misafirleri a¤›rlars›n, felakete u¤rayanlar›n yard›m›na koflars›n. Böyle kulunu Allah b›rakmaz. Bu sözler Hazret-i Hatice'nin ne kadar yüksek ruhlu bir kad›n oldu¤unu göstermektedir. Sad›k eflinin o hali içinde, Ona böyle teselli vermek, bu ancak Hatice gibi yüksek f›tratl›, faziletli bir kad›n›n yapabilece¤i bir fleydir. Bu bir Allah vergisidir. Cenab-› Hak, Hatemü'l-Enbiyâ olarak seçti¤i Hazret-i Muhammed'e zevce olarak da böyle yüksek ruhlu bir kad›n› nasib etmifltir. Bu da Ona Allah'›n bir lutfudur, fazl u keremidir. Allah'›n fazl u keremi Ona ne büyüktür! ‹LK VAH‹Y RÜ'YADA MI, UYANIKKEN M‹ BAfiLADI? Baz› rivâyetlerde ilk vahyin rüyada bafllad›¤› söylenir. Buna mukaabil baz› rivâyetlerde ise mele¤in uyan›k iken geldi¤i anlat›l›r. ‹bn-i ‹shak ve ‹bn-i Hiflam gibi siyer sahipleri vahyin rüyada bafllad›¤›n› rivâyet ederler. Muhaddislerin bir k›sm› ise uyan›kken vahiy geldi¤ini naklederler. Bu gibi hususlar ancak nakil ve rivâyet yoluyla bilinen fleylerden oldu¤u için burada dirayet tarîki ile flöyle böyle denemez. Her iki taraf›n rivâyetleri de do¤rudur. Ancak o rivâyetleri flöyle birlefltirip bir araya toplamak kaabildir. ‹bn-i Kesîr, El-Bidâye ve'n-Nihâye adl› tarihinde Delâilü'nNübüvve'den flunu naklediyor: "Peygamberlere vahiy ilk defa rüyalar›nda gelir, sonra kalpleri al›flt›ktan sonra vahiy uyan›kken nazil olma¤a bafllar." Bu söz çok do¤rudur. Nübüvvetin bafllang›c› olarak Hazret-i Peygamber de bir çok rüyalar görüyordu. Ve onlar ayd›n bir sabah gibi aynen ç›k›yordu. Hazret-i Aifle bir hadisinde: Vahyin rüya-y› sâliha ve sâd›ka ile bafllad›¤›n› rivâyet eder. Bunlardan anl›yoruz ki, rivâyetlerin hepsi do¤rudur. ‹lk defa rüyada gördü, sonra uyan›kken ayn› hal tekerrür etti. Vahiy öyle bir hâlettir ki, onun mahiyetini ancak içinde bulunan, o rûhânî mazhariyete nâil olan Peygamberler kendileri bilirler. Vahyin bafllang›c› yar› uyan›k, yar› uyku ve murâkabe hali gibi kendinden geçmifl, isti¤rak halinde vuku bulmufl da olabilir. Baz› öyle hâletler vard›r ki, rüya gibidirler. Vahiy hâleti, esrâr-› ‹lâhiyyedendir. 62 ‹LAHÎ VE BÜYÜK VAZ‹FEN‹N MES'ÛL‹YYET‹ Hazret-i Peygamberin ma¤arada geçirdi¤i bu halin te'sîriyle titreyerek eve geldi¤i muhakkakt›r. Hatta yaflad›¤› hâlet-i rûhiye çok sars›c› idi. Ma¤aradan ç›kt›ktan sonra nereye baksa melek gözünün önüne geliyordu. Ufukta onu görüyor, gökte onu görüyordu. O'na vahiy getiren, O'nu nûra götüren mele¤in sesini duyuyordu. Bu hal içinde eve dönmekte biraz gecikti. Hatice adamlar›n› O'nu aramaya bile göndermiflti. Titreyerek eve dönmüfltü. Bu titreme, gördü¤ü fevkalade ahvâlin te'sîriyle idi. "Hatice, korkuyorum!" demiflti. Bu korku, üzerine yüklenilen vazifenin azameti karfl›s›nda duydu¤u mes'uliyet korkusuydu. Zü'l-Celâl'in tecellîsi, mele¤in O'na getirdi¤i vahiy, bu kolay birfley de¤ildi. Vahyi telâkki için befleriyetten ç›k›p melekiyet âlemine girecekti. Bu bir a¤›r yüktü. Bütün bir befleriyeti hidâyete ulaflt›rmak vazifesini Allah Ona vermiflti. Nelerle karfl›laflacakt›. Kendi hayat›n› koruyarak bütün befleriyetin hayat›n› kurtarmak için çal›flacakt›. Onun da'vetini acaba nas›l karfl›layacaklard›. Bunlar karfl›s›nda kim titremez. ‹flte Hazret-i Peygamber'in titremesi bundand›! Yoksa baz›lar›n›n sand›¤› gibi cin, peri korkusu de¤ildi! VARAKA NE DEM‹fiT‹? Hazret-i Hatice bu fevkalâde hal hakk›nda bilgi edinmek üzere bir rivâyete göre yaln›z olarak akrabas›ndan Varaka b. Nevfel'e kofltu. Varaka, Tevrat ve ‹ncil'i okuyordu. Hristiyan olmufltu. Hatice ona Hazret-i Muhammed'in görüp geçirdi¤ini anlat›nca: – "Kuddüs Kuddüs! Varaka'n›n nefsini elinde tutan Allah aflk›na söylerim ki, e¤er ifl bu söyledi¤in gibi ise, ya Hatice, Ona, Hazret-i Musa'ya gelen Nâmûs-u Ekber, büyük melek gelmifltir." dedi. Hatice dönerek evine geldi ve Varaka'n›n söylediklerini anlatt›. Bundan sonra afla¤›da gelece¤i üzere bir müddet vahiy münkat› oldu. Sonra ikinci vahiy nazil oldu: ﻳﺂ اﻳﻬﺎ اﳌﺪﺛﺮ ٭ ﻗﻢ ﻓﺎﻧﺬر ٭ ورﺑﻚ ﻓﻜﺒﺮ ٭ وﺛﻴﺎﺑﻚ ﻓﻄﻬﺮ ٭ واﻟﺮﺟﺰ ﻓﺎﻫﺠﺮ "Ey bürünmüfl yatan, kalk, insanlara tuttuklar› yolun kötü oldu¤unu haber ver, Rabbini ulu tan› ve yüce tut. Dünya kir ve pas›ndan üstünü bafl›n› temizle. Putlar› terket." (3) (3) Müddessir suresi, ayet: 1-5 63 Art›k büyük vazife bafll›yordu. Halk› davet edecekti. ‹fle nas›l bafllayacakt›? Evvela kimleri davet etmeli idi; bu büyük s›rr› kime açmal›yd›? Acaba nas›l karfl›lanacakt›? Bunlar› hep düflünüyordu. Kâ'be'yi tavaf etmek için ç›kt›¤›nda Varaka b. Nevfel'e rastlad›. Hatice'nin Varaka'ya önce haber verdi¤i gibi bafl›ndan geçenleri O da tekrar anlatt›. Varaka: "Sen bu ümmetin Peygamberi olacaks›n, Sana gelen Musaya gelen büyük melektir. Sana yalanc› diyecekler, eziyet edecekler, yurdundan ç›karacaklar, seninle harb edecekler. Ben flayet o günlere yetiflirsem, Sana Allah için yard›m ederim," dedi. Hazret-i Muhammed Varaka'n›n dediklerini duyunca, üzerine ald›¤›, insanlar› hakka davet vazifesinin a¤›rl›¤›n› bir kere daha hissetti. Varaka'ya: – Onlar beni do¤up büyüdü¤üm yurdumdan ç›karacaklar m› ki? diye sordu. Varaka o zaman: – Evet, dedi. Senin gibi hiçbir Peygamber yoktur ki, kavmine gönderilsin de ona yalanc› demesinler, eziyet vermesinler, onu yerinden yurdundan ç›karmas›nlar. Bu böyledir. Gerçekten Varaka'n›n dedikleri bir bir oldu. Hazret-i Peygamber kavmini dalâletten ç›kar›p hidâyete götürmeye çal›fl›rken nelerle karfl›laflmad›. O'na neler demediler, neler etmediler. Hazret-i Peygamber onlar› hakka davet ettikçe, onlar dalâletlerinde sürünüp kald›lar. Ruhlar›n› nur âlemine götürmek istedikçe, onlar küfür ve flirk karanl›¤›ndan ayr›lmak istemediler. Kur'an-› Kerim'in Fatiha Suresinde beyan olundu¤u üzere: Kâinat›n sahibi Allah't›r. O Rahman ve Rahimdir. ‹yilik, kötülük her amele bir karfl›l›k vard›r. ‹badet ancak O'na yap›lmal› ve ancak Ondan yard›m istenmeli. Do¤ru yolu gösteren O'dur. ‹flte böyle olan Allah'a iman edip hamd ü senâda bulunmak gerektir. Yoksa sa¤›r ve dilsiz putlara tapmaktan ne ç›kar, ihlâs üzere amel-i sâlih ifllemeli. Hak sahibine hakk›n› vermeli, yetim mal› yemekten, ribâ almaktan vaz geçmeli. ‹flte Peygamber onlar› böyle nurlu yola davet ediyordu. Fakat dinleyen nerede? O kat› kalplere bu tatl› ve yumuflak sözler, güzel nasihatlar asla tesîr etmiyordu. Küfür ve inatlar›nda devam edip gidiyorlard›. Al›flt›klar› kirli hayattan, Câhiliyyet devrinin koyu batakl›klar›ndan bir türlü ayr›lam›yorlard›. Kendilerine hidayet ve ebedî hayat getiren Peygamber'e arka çeviriyorlard›. Bafltanbafla iyilik olan ‹slâm dinine girip saadete kavuflmay› ihmâl ediyorlar, hakka davet eden Peygamber'e fliddetli bir muhalefet gösteriyorlard›. Kat› kalpler, yontulmam›fl ruhlar böyle yap›yordu. Bu dâima böyle olmufltu. Her Peygamber ayn› fleylerle karfl›laflm›flt›. fiüphesiz ki, Hazret-i Muhammed de bu yeni vazifede Pey64 gamber kardefllerinin karfl›laflt›klar›na maruz kalacakt›. Varaka bu söylediklerini eski Peygamberlerin hayatlar›ndan ö¤renmiflti. Hazret-i Muhammed'e onlar› aynen haber veriyordu. Varaka o zaman çok ihtiyard›, hatta gözleri görmez olmufltu. ‹LK MÜSLÜMANLAR (4) Hazret-i Peygamber, Hakk›n emirlerini tebli¤ ile me'mur olmufltu. Evvela sâd›k efli Hazret-i Hatice, bu fazîletkâr kad›n Onu bu Hak davas›nda tasdik etti. Çünkü kocas›n›n s›dk-u samîmiyetine kaanî idi. Onun nice harikulâde hallerine muttali olmufltu. Hatice O'nun Peygamberli¤ine ilk inanand›r. Ondan sonra Hazret-i Ali, azadl›s› Zeyd ve pek samimî dostu Hazret-i Ebû Bekir gelir. HAZRET-‹ AL‹'N‹N ‹SLÂMI KABULÜ Bi'setten önce idi. Rasûl-i Ekrem'e henüz ilahî vahiy gelmeye bafllamam›flt›. Mekke'de müdhifl bir k›tl›k hüküm sürüyordu. Ebû Tâlib'in ailesi pek kalabal›kt›. Hazret-i Muhammed, bir gün amcas› Abbas'a dedi ki: "Kardeflim Ebû Tâlib'in nüfusu çok, halk müdhifl bir k›tl›k içinde. Görüyorsun herkesin bafl› darda. Gel amcam›n yükünü biraz hafifletelim. O¤ullar›ndan birini ben alay›m, di¤er birini de sen al!" Hazret-i Peygamber amcas› Ebû Tâlib'in çok iyili¤ini görmüfltü. Herkese yard›m etmeyi en büyük fazîlet sayd›¤›ndan, iyili¤ini gördü¤ü Ebû Tâlib'in yard›m›na koflmay› can ve gönülden arzu ediyordu. Ebû Tâlib'e nisbetle vakti hali çok iyi olan amcas› Abbas› da yard›ma teflvik etti. Gidip Ebû Tâlip'le konufltular. Abbas Cafer'i ald›. Hazret-i Muhammed de Ali'yi ald›. Ali o zaman henüz befl yafl›nda bir çocuktu. Böylelikle Hazret-i Ali, Hazret-i Muhammed'in âilesi içinde büyüyüp yetiflti. Hazret-i Muhammed onun terbiyesine çok dikkat etti. Hazret-i Ali okuyup yazmay› ö¤renmiflti. Hazret-i Peygamber: "Ben ilmin flehriyim, Ali de bu flehrin kap›s›d›r" buyurmufltur. Hazret-i Ali Feyz-i nübüvvete en yak›n oland›. Hazret-i Muhammed'e Peygamberlik gelip nâs› din-i hakka davet ile memur oldu¤u zaman, Hazret-i Ali O'nun evinde idi. Hazret-i Hatice iman etmiflti. Hazret-i Peygamber'le beraber Kur'an okuyup Allah'a niyaz ederken Ali onlar› gördü. Çocuk tecessüsü çok kuvvetlidir, gözünden birfley (4) El-Kamil, ‹bn-i Esîr. 65 kaçmaz ve herfleyin asl›n› ö¤renmek ister. Hazret-i Ali onlara ne okuduklar›n›, bu yapt›klar› iflin ne oldu¤unu, bir çocuk masumlu¤u ile sorup ö¤renmek istedi. Hazret-i Muhammed de ona flunlar› anlatt›: –"Biz kâinat› yaradan Allah'a secde ederiz. O bana Peygamberlik verdi. Putlara tapmay› yasak etti. Allah birdir, flerik ve naziri yoktur. Lât, Uzzâ bunlar bofl fleylerdir. Bak Allah bana neler vahyediyor" dedi. Ve Kur'an'dan nazil olan âyetlerden ona biraz okudu. Bu genç çocuk, duydu¤u ayetlerin yüksek i'câz› karfl›s›nda hayran kalm›flt›. fiimdiye kadar böyle kelam iflitmemiflti. ‹slâm dinini kabul etmek için gönlünde kuvvetli bir meyil uyand›. Fakat babas›na sormadan birfley yapan çocuklardan da de¤ildi, onun için babas›na sormaya karar verdi. Lakin sonra baflka türlü düflündü. Hazret-i Muhammed'in huzuruna gelerek: – "Allah beni yarat›rken Ebû Tâlib'e hiç sormad›, ben Allah'a ibadet etmek için neden ona sormaya lüzum göreyim" dedi ve müslüman oldu¤unu söyledi. Böylece erkekler aras›ndan ilk ‹slâm'a girmek flerefini bu genç çocuk kazand›. Hazret-i Ali'den sonra Hazret-i Muhammed'in azadl› kölesi ve pek sad›k adam› olan Zeyd müslüman oldu. Zeyd, Hazret-i Muhammed'e candan ba¤l› idi. O azad ettikten sonra babas›n›n yan›na gitmek hususunda muhayyer ve serbest b›rak›ld›¤› halde, Hazret-i Muhammed'in yan›nda kalmay› babas›n›n yan›na dönmeye tercih etti. Çünkü Ondaki yüksek faziletlerin, merhamet ve flefkat duygular›n›n hayran› idi. Hazret-i Hatice'nin faziletini gördükten sonra, bu saadet yuvas›ndan ayr›lmak istemedi. Onun ‹slâm'a girmesiyle Hazret-i Muhammed'e inananlar›n adedi üç oldu. Ve hepsi de Hane-i saadette bulunuyordu. (Hatice, Zeyd ve Ali) HAZRET-‹ EBÛ BEK‹R'‹N ‹SLÂM‹YET‹ KABÛLÜ Hazret-i Ebû Bekri's-S›ddîyk, Hazret-i Muhammed'in en samimî bir dostu idi. Mekke'liler aras›nda, Ebû Bekr'in fleref ve mevkii çok yüksek, itibar› fazla idi. Pek zengin bir tacirdi. Alicenap idi. Hemflehrileri onu severler ve sayarlard›. Peygamberimizden iki yafl küçük idi. Birbirleriyle pek samimî dost idiler. Hazret-i Peygamber'i arayan Ebû Bekir'in dükkân›nda bulurdu. ‹flte bu samimiyete binaen Hazret-i Muhammed hariçteki flah›slardan ilk defa Ebû Bekr'i ‹slâmiyeti kabule davet etti. O da hiç tereddütsüz iman ederek ‹slâmiyete girdi. Çünkü Hazret-i Muhammed'in samimiyetine inan›yordu. Hazret-i Muhammed onu putlar› terk ile Allah'a ibadete davet ediyordu. Bunda tereddüt edecek ne vard›. Putlara ibadetten hangi faziletli ruh haz 66 duyar, hangi yüksek gönül onda itminan bulabilirdi? Hazret-i Muhammed kalb ve ruh temizli¤ine davet ediyordu. Bu her yüksek ruhun seve seve kabul edece¤i birfley de¤il mi idi? ‹flte Ebû Bekir arad›¤›n› bulmufltu. Derhal müslüman oldu. Ebû Bekir'in ‹slâmiyeti kabulü ile Hazret-i Muhammed kendisine büyük bir destek bulmufltu. Ebû Bekr'in himmetiyle birçok kimseler ‹slâmiyete girdi. Çünkü Ebû Bekir'in kendilerini yanl›fl yola götürmiyece¤inden emin idiler. Güvendi¤i kimseleri, samimî dostlar›n› O da gayet mahremâne bir flekilde, etrafa hiç sezdirmeden, davete bafllad›. Hazret-i Osman ‹bn-i Affan, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebî Vakkas'›, Zübeyr b. Avvam gibi Ashab-› güzin hep onun delâletiyle müslüman oldular. Yine onun himmetiyle Ebû Ubeyde b. Cerrah Said ‹bn-i Zeyd, Habbab ‹bn-i Eret, Abdullah ‹bn-i Mes'ud, Osman ‹bn-i Maz'un, Suheyb-i Rûmî, Erkam ‹slâm nûruna kavuflmufllard›r. Bunlardan biri ‹slâmiyeti kabule karar verdimi, Hazret-i Peygamber'in huzuruna gider, Ondan dinî talimat al›rd›. Görülüyor ki ilk müslüman olanlar s›ra ile: Hazret-i Hatice, Hazret-i Zeyd ve Hazret-i Ebu Bekri'-S›ddiyk't›r. Baz› rivayetlerde bu ilk müslüman olma mes'elesinde birtak›m ihtilaflar görülürse de onlar›n flöyle izah› mümkündür: Kad›nlardan ilk müslüman olan Hazret-i Hatice, gençlerden ilk müslüman olan Hazret-i Ali, kölelerden ilk müslüman olan zeyd, erkeklerden ilk müslüman olan da Hazret-i Ebû Bekir S›dd›k't›r. Böylelikle muhtelif itibarlarla ilk müslüman olan denilebilecek dört müslüman vard›r. Allah cümlesinden raz› olsun. INKITÂ-‹ VAH‹Y Bir aral›k vahyin aras› kesildi. Hazret-i Peygamber ihmal edilmekten korktu. Acaba vazifesinde bir kusur mu iflledi de böyle vahyin kesilmesine sebep oldu? Bu arada derin bir ruh buhrân› geçirdi. Baz› siyer kitaplar›n›n nakline göre kendisini da¤dan atmay› bile akl›ndan geçirmeye bafllam›flt›. Bu müddet, kendisinin vahyi telâkkiye iyice haz›rlanmas› içindi. Bu müddet hakk›ndaki rivâyetler 40 gün ile 3 sene aras›nda muhteliftir. Hazret-i Muhammed vahye intizar ede ede onu kabule haz›rlanm›flt›. Bu haz›rl›k tamam olunca Vedduhâ Suresi nazil olmufltur. Surenin meal ve mevzuu Hazret-i Muhammed'e büyük tesellîler verir mahiyettedir. *** ‹slâmiyetin intiflâr›nda Hazret-i Muhammed'in yüksek flahsiyeti çok 67 büyük rol oynuyordu. Onun hay›rseverli¤inde, merhametinde, tevâzu ve alicenapl›¤›nda asla flüpheleri yoktu. Adaleti sever, hakka riâyet ederdi. Zay›f ve acizleri korur, kimsesizleri ve öksüzleri himâye ederdi. Yoksullar için s›¤›n›lacak en güzel yer idi. O servet ve mevki düflkünü hiç de¤ildi. Bu yeni davetten bekledi¤i maddî bir menfaat yoktu. Bütün bunlar Onun samimiyetine çok aç›k birer delil idi. Böylelikle Onun bu hakka davetine icabet edenlerin say›s› yavafl yavafl artmaya bafllam›flt›. ‹man edenler bütün samimiyetleriyle ‹slâm'a sar›l›yorlard›. Onlar›n da bekledikleri maddî hiç bir menfaat yoktu. ‹man aflk› onlar› bu hak davâya inanmaya sevkediyordu. ‹manlar›nda ihlâs üzere idiler. Böylece Hazret-i Muhammed'e iman ederek ‹slâmiyete girenler aras›nda her s›n›ftan halk görüyoruz. Mekke'nin tüccar ve eflraf›ndan iman edenler oldu¤u gibi, yoksullar ve fakirlerden de iman edenler vard›. BU D‹NE ‹LK G‹RENLER K‹MLERD‹? Burada bir noktaya biraz temas etmek istiyoruz. Baz›lar› ilk müslüman olanlar›n Kureyfl'in ulular› olmay›p zay›f ve köleler aras›nda ‹slâmiyetin intiflâra bafllad›¤›n› ileri sürer. Mesele hiç te öyle de¤ildir. Biraz evvel söyledi¤imiz ve ileride de gelece¤i gibi müslüman olanlar aras›nda baflta Ebû Bekir olmak üzere nice de¤erli, itibarl›, mevki sahibi kimseler vard›. Sonra bu din, bir mümtaz s›n›fta mahsus bir din mi idi ki, yoksullar, fakirler kabul olunmas›nlar. Allah'a ibadette, O'na kulluk etmekte bütün insanlar müsâvîdir. Allah'›n kap›s› herkese aç›kt›. Hür ve köle her kul oraya girebilir! Sonra bugün yaln›z ‹slâmiyet hakk›nda söylenen bu söz, her vakit yeni bir dine girenler hakk›nda söylenegelmifltir. Befleriyetin ikinci babas› olan Hazret-i Nuh'a karfl›, zaman›n›n inatc› müflrikleri flöyle demifllerdi: وﻣﺎ ﻧﺮﻳﻚ اﺗﺒﻌﻚ اﻻ اﻟﺬﻳﻦ ﻫﻢ اراذﻟﻨﺎ ﺑﺎدى اﻟﺮأى "Biz içimizde yaln›z afla¤› tabakada olanlar›n herkesten evvel sana tabi olduklar›n› görüyoruz." (5) Hristiyanl›¤›n ilk sâlikleri de birtak›m bal›kç›lard›. Onu kimse diline dolam›yor. Kendi kibir ve gururlar›na aldananlar din sâliklerini küçük görebilirler! Kureyfl de ayn› hastal›¤›n zebûnu oldu¤u için ilk müslümanlar› yüksek el(5) Hud suresi, ayet: 27 68 kab ve büyük unvan sahibi olmayanlardan addederlerdi. Vâk›a ilk müslümanlar›n aras›nda Ammar, Suheyb-i Rûmî, Habbab gibi kendilerine zengin denilemiyecek kimseler vard›. Fakat müslümanlar›n hepsi bunlardan ibâret de¤ildi. Kureyfl bunlar›n fakirli¤ini dile dolamak adili¤inden çekinmiyorlard›. Resûl-i Ekrem bunlarla Kâ'be'yi tavafa gitti¤i zaman "‹çimizde Allah'›n lutfuna nâil olanlar bunlar m›?" diye onlarla alay ediyorlard›. Bu gibi hatal› düflüncelerin kurban› olanlar, insan›n k›ymetini mâlik oldu¤u servetle ölçmek gafletinden kendilerini kurtaramayanlard›r. Bunlar insan›n k›ymeti ve hakikî de¤eri as›l cevherinde oldu¤unu bilmezler. ‹nsan› maddeten, para ve puldan ibaret san›rlar. Ne derin gaflet! G‹ZL‹ ‹BADET ZAMANLARI ‹lk müslümanlar, Kureyfl'in Hazret-i Muhammed'in dinine girenlere karfl› ne derin düflmanl›k besledi¤ini bildikleri için, dinlerini gizli tutmak, ibadetlerini gizli yapmak zorunda idiler. Namaz k›lacaklar› zaman bir da¤ geçidine çekilip orada ibadetlerini ifa ediyorlard›. Bu hal üç sene kadar böyle devam etmifltir. ‹bn-i Esîr'in tarihinde nakline göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz, ö¤le ibadetini Harem-i flerifte ifa edebiliyordu. Fakat ekserî ibadetlerini O da da¤ geçidi gibi tenha bir yere çekilip orada yapard›. Bir defa Hazret-i Peygamber ile Hazret-i Ali bir vadide ibadet ederken ikisini Ebû Tâlib görmüfl, onlar›n ibadet tarzlar›na hayret ederek, hangi dine sâlik olduklar›n› sormufl, Hazret-i Peygamber de, atalar› Hazret-i ‹brahim'in dini Hanîfi üzere olduklar›n› söylemiflti. Ebû Tâlib: – Ben gerçi bu dine sâlik de¤ilim, fakat sizi de o dine sülûktan men etmem, demiflti. HAL‹S MÜ'M‹NLER (6) ‹slâmiyeti ilk kabul edenler ekseriyetle yüksek ahlâkl›, fazilet sahibi kimselerdi. Bunlar canlar›n›, mallar›n› feda etmeyi göze alarak halis gönülle Allah r›zas› için bu dine giriyorlard›. Bütün samimiyetleri ile mü'min idiler. Ebû Bekir Câhiliyyet zaman›nda do¤rulu¤u ve iffetiyle, takvas› ve fazileti ile tan›nm›fl bir zatt›. Osman ‹bn-i Maz'un ‹slâmiyetten önce içki kullanmaktan çekinirdi. Müslüman olduktan sonra terk-i dünya ile ma'ruf oldu. Hatta Resûl-i Ekrem onu terk-i dünyadan men bile etmiflti. Câhiyyet zaman›nda (6) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; K›sas-› Enbiyâ, Ahmet Cevdet Pafla. 69 içki kullanmayan Abdullah ‹bn-i Cüd'an'›n yetifltirdi¤i Suheyb-i Rumî de böyle idi. Abdullah ‹slâmiyetin zuhûrundan evvel ölmüfltü. ‹lk müslüman olanlar›n alt›nc›s› veya yedincisi olan Ebû Zerr-i G›fârî ‹slâmiyetten önce putlara ibadetten vazgeçmifl bir zatt›. Ebû Zerr'in kardefli Mekke'ye geldi¤inde, Hazret-i Muhammed'i Kur'an okurken dinlemifl, sonra döndü¤ünde Ebû Zerr'e: – Öyle bir adam gördüm ki, Ona atalar›n›n dininden döndü, diyorlar. Halbuki O insanlar› en güzel ahlâka davet ediyor. Sonra birfley okuyordu ki, ne naz›m, ne de nesir idi. Onun düflünüflü ile senin düflünüflün birbirine benziyor, demiflti. Ebû Zer, bu sözlerin ne dereceye kadar do¤ru oldu¤unu bizzat tetkik edip anlamak için Mekke'ye gelmifl, Hazret-i Peygamber'i bulup Onu dinlemifl ve hemen müslüman olmufltu. Ebû Zer dünyaya pek kulak asmaz, en temiz ve en afif bir hayat geçiren bir adamd›. ‹lk Müslümanlar iflte böyle imanlar›nda sâd›k ve samimî kimselerdi. Afi‹KÂRE DA'VET Hazret-i Peygamber üç sene kadar davetini gizli olarak ifa ettikten sonra, aflikâre davet devri gelmiflti. Alenî tebli¤atta bulunmakla emrolundu. fiu ayet-i kerimeler nazil oldu: ..." واﻧﺬر ﻋــﺸــﻴــﺮﺗﻚ اﻻﻗــﺮﺑﲔYak›n akrabalar›n› inzar et, mü'minlerden sana tabi olanlara rahmet ve himaye kanatlar›n› indir, flayet sana asî olup karfl› dururlarsa, onlara: Ben sizin ifllediklerinizden tamam›yla uza¤›m, de."(7) " ﻓـﺎﺻﺪع ﲟـﺎ ﺗﺆﻣﺮ واﻋـﺮض ﻋﻦ اﳌﺸـﺮﻛﲔSana emrolunan› aç›ktan a盤a ifa ve beyan et, müflriklerden yüz çevir." (8) Bu ayetler nazil olunca Hazret-i Peygamber'in aleni davete bafllamas› gerekiyordu. Hazret-i Muhammed; Abdü'l-Muttalib ailesini, amcalar› Ebû Tâlib, Abbas, Hamza, Ebû Leheb de dahil olmak üzere, evinde ziyafete davet etti. Yemekten sonra sohbet bafllam›flt›. Hazret-i Peygamber, Cenab-› Haktan ald›¤› emir üzere yak›n akrabas›n› Allah'a davet ile mükellefti. Bu a¤›r ve (7) fiuarâ suresi, ayet: 214-216 (8) Hicr suresi, ayet: 94 70 büyük vazifeyi ifa etmesi laz›md›. Bir s›ras›n› getirip onlar› Allah'a ibadete davet etmeye bafllad›. Ebû Leheb hemen ortaya at›ld› ve Onun sözünü keserek cemaat› da¤›tt›. Böylece daha ilk davette Ebû Leheb, Hazret-i Muhammed'in karfl›s›na dikildi! Birkaç gün sonra Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ali'ye bir ziyafet haz›rlamas›n› söyledi. Buna da yine amcalar› davetli idi. Yemekten sona Hazret-i Muhammed flu sözleri söyledi: – Araplardan hiçbir kimse kavmine, benim size getirdi¤im fleyden hay›rl› birfley getirmifl de¤ildir. Size dünyan›z› da, ahiretinizi de tekeffül edecek en hay›rl› fleyi getirmifl bulunuyorum. Allah ona sizi davet etmemi emir buyurmufltur. Bu ifli benimle birlikte deruhte etmeye âmâde misiniz? Bu sözleri duyunca hepsi sustular. Yine kalk›p da¤›lacaklard›. Hazret-i Ali aya¤a kalkt› ve flöyle dedi: – "Gerçi benim görüflüm k›sa, kollar›m zay›f, yafl›m burada bulunanlar›n hepsinden küçüktür. Fakat ben size bu iflte arka olurum, yâ Resûlallah!" Orada bulunanlar buna güldüler. Gözlerini bir Ebû Tâlib'e, bir de bu sözleri söyleyen küçük o¤lana çevirdiler. Henüz onüç yafl›nda olan bu çocuk neler söylüyordu. Bunlar, insanlar›n mukadderat›na yeni bir istikaamet vermek istiyenlerdi. Hadisat, onlar›n hakl› oldu¤unu isbat etti. Hak daima galiptir. Bundan sonra Hazret-i Muhammed davetini daha geniflletti. Kendi yak›n akrabas›n› hakka davetten sonra, s›ra bütün Mekke halk›na gelmiflti. Birgün Safâ Tepesine ç›karak: – "Ey Kureyfl halk›!" diye nida etti. Onun sesini duyanlar, Muhammed Safâ Tepesinde hayk›r›yor diye oraya kofltular ve etraf›nda topland›lar. Hazret-i Peygamber onlara flunu sordu: – Size flu tepenin arkas›ndan bir düflman ordusunun geldi¤ini haber verirsem bana inan›r m›s›n›z? Oradakilerin hepsi bir a¤›zdan: – "Evet, inan›r›z, senin yalan söyledi¤ini hiç görmedik" dediler. "Seni bir fleyle ittiham edemeyiz." Peygamberimiz de: – O halde size ihtar ediyorum ki, siz e¤er Allah'a inanmazsan›z, büyük bir azaba u¤rayacaks›n›z! dedi ve sözüne devamla: – Ey Abdü'l-Muttalib ve Abd-i Menâf o¤ullar›, Teym, Mahzum ve Zühre o¤ullar› ve ey Esed o¤ullar›, haberiniz olsun ki, Allah bana en yak›n kabile71 mi inzâr etmekle emir buyurmufltur. Ben sizin için ne dünya menfaat› sa¤lamaya, ne de ahiret nasîbi haz›rlamaya malik de¤ilim. Bunlar sizin bir sözünüze ba¤l›d›r. O da: Allah'tan baflka Tanr› yoktur, demenizdir. Hazret-i Muhammed burada Peygamberlik devrinin en beli¤ ilk hutbesini irâd etmeye bafllam›flt›. Daha kimbilir ne güzel fleyler söyleyecekti. Fakat dinleyenler aras›nda bulunan Ebû Leheb, hemen aya¤a kalkt›. Ebû Leheb fliflman ve çabuk k›zan bir adamd›. Boynunun damarlar›n› fliflire fliflire ba¤›rd›: – "Günümüzü zehir ettin, bizi buraya bunun için mi toplad›n!" Bu söz üzerine cemaat da¤›ld›. Hazret-i Muhammed amcas›n›n menhus yüzüne bakt›. Kendisine hak davetinde engel olan›n, ilk karfl› ç›kan›n amcas› olmas› ne ac› fleydi. En fliddetli mukaavemeti, en çok eza ve cefay› ondan görüyordu. Ebû Leheb hakk›nda Tebbet Suresi nazil olmufltur. ...ﺗﺒﺖ ﻳﺪا أﺑﻰ ﻟﻬﺐ وﺗﺐ Bu ayetteki (Tebbet) kelimesi infla de¤il, haberdir. Ebû Leheb, kendisi Hazret-i Muhammed'e karfl›, bu kelimeyi kullanm›flt›. ‹lk davette ﺗﺒًــﺎ ﻟﻚ:yuh sana" demifl ve hatta tafl atm›flt›. Bir defa da: Muhammed birtak›m fleyler vadediyor ve onlar›n öldükten sonra olaca¤›n› zannediyor, benim elime ne koydu deyip iki elini üflemifl, " ﺗﺒًـــﺎ ﻟﻬــﺬا اﻟـﺪﻳﻦdemifl; ayn› tabir bu ayette Ebû Leheb hakk›nda kullan›larak misliyle mukaabele edilmifltir. Hakka karfl› kalkan eller kurumaya mahkûmdur. Tar›k Muharibî'den de flöyle rivayet olunuyor: Zülmecaz Panay›r›nda rastlad›m, bir adam: Allah'tan baflka Tanr› yoktur diyen felâh bulur, diyordu. Arkas›ndan bir adam ona tafl at›yordu, ökçelerini kanatm›flt›. Kim olduklar›n› sordum. Muhammed ve Amcas› Ebû Leheb dediler. ‹flte böyle yapan Ebû Leheb hakk›nda flu sure nazil olmufl, onun bu yapt›klar›n›n neticesi helak ve hüsran oldu¤unu haber vermifltir. Bunda, çok görecek bir fley yoktur, Allah herkese amelinin karfl›l›¤›n› verir. ‹yilik iflleyen hay›r bulur, kötülük iflleyen de amelinin cezas›n› görür. Ebû Leheb'in Peygamber'imize neler yapt›¤›ndan afla¤›da bahs edece¤iz. ‹LK MÜSLÜMANLARIN MA'RUZ KALDIKLARI ‹fiKENCELER (9) Akîde u¤runda ilk müslümanlar›n ma'ruz kald›¤› iflkenceler çok ibret vericidir. Allah birdir, dedikleri için müflriklerin az›l› tak›m› onlara neler (9) El Kamil, ‹bn-i Esîr; K›sas-› Enbiya, Ahmet Cevdet Pafla. 72 yapm›yordu. ‹lk Hristiyanlar dahi pek a¤›r iflkencelere ma'ruz kalm›flt›. Demek insanl›k tarihi bir çok noktalarda birbirine benzemektedir. Onun için tarih tekerrürden ibarettir, demifller. ‹lk Müslümanlar›n aras›nda kimsesiz olanlar, kendilerine arka ç›kacak adam› bulunmayanlar, müflriklerin daimî takibine u¤rad›lar. Aç, susuz tutmak, dö¤mek, k›zg›n kumlar›n üstüne yat›rmak en basit iflkence vas›talar›ndand›. Müflriklerin müslümanlara yapt›klar› bu iflkenceler tarihin ebedî bir yüz karas›d›r. Kureyfl muhtelif sebeplerle ‹slâmiyete düflman kesilip onun aleyhinde bulunmaya bafllay›nca, bütün kinlerini hamisiz ve zay›f müslümanlar›n üzerinde teksif ettiler. Ac›lar›n› onlardan ç›karmaya kalk›flt›lar. Müslüman olanlar›n aras›nda itibarl›, yüksek mevkî sahibi, zengin çok kimseler de vard›. Fakat onlara dokunam›yorlar, korkuyorlard›. Çünkü aileleri ve kabîleleri onlar› himaye ederdi. Ebû Bekir, Ali, Hamza ve Ömer'e kim dokunabilirdi. Fakat köle ve cariyeleri gibi d›flar›dan Mekke'ye gelmifl garip ve bîçârelerin kimsesi yoktu. Onlar› kim himaye edecekti. Kabile ve akrabalar› yoktu. Dar u diyar garibi idiler. Kureyfl iflte bu gibi acizlere karfl› o kadar zalimane hareket etmifltir ki, dünya tarihinde bu kadar zulüm ve vahflet gösteren, böyle insafs›zca hareket eden bir kavme az tesadüf olunur. Eli kolu ba¤l› biçarelere kanaat ve akidelerinden dolay› iflkence etmek, bu ne zulümdür! Zerre kadar vicdan› olan bir kimse bunu yapar m›? Kureyfl bütün müslümanlar› imhaya kalk›flabilirdi. Fakat müslümanlara eza ve cefa ederek canlar›n› ac›ta ac›ta iflkenceler alt›nda k›vrand›rmak, afla¤› duygulu kimselerin adeta zevk duyduklar› birfleydi. Bu yolda hareket etmekle kinlerini daha çok teskin etmifl oluyorlard›. Müslümanlar›, gittikleri Allah yolundan ay›rarak putlara kul köle yapmaya çal›fl›yorlard›. Bu adamlar›n içinde kendi putlar›na içten ba¤lanan olabilirdi. Fakat ekserisi mevkilerini kaybetmek endiflesiyle hareket ediyordu. Kureyfl'ten bütün müslümanlar eza gördüyse de bilhassa flu zikredeceklerimiz pek çok iflkencelere maruz kalm›fllard›r. 1– Bilal-› Habeflî: Peygamberimizin müezzini olmak ve bu suretle befl vakit namazda daima hat›rlanmak flerefini kazanan bu sevimli zat, soy itibar›yla zencidir. Ümeyye ‹bnü'l-Halef'in kölesi idi. Efendisi olan Ümeyye, ‹slâm'›n en büyük düflmanlar›ndan oldu¤undan kimsesiz zavall› kölesini k›zg›n kumlar›n üzerine yat›r›r, gö¤süne tafllar y›¤ar, sonra ona: 73 –Müslümanl›¤› reddetmezsen seni böylece öldürece¤im! derdi. Fakat iman hazz› kalbinin derinliklerine ifllemifl olan bu samimi müslüman, bu vahflicesine yap›lan iflkenceler içinde iken bile "Allah birdir, Allah birdir" kelimeleriyle cevap verirdi. Vahflilerin yapabilece¤i bu iflkencelerle Bilal'i iman›ndan ay›ram›yaca¤›n›, dininden çeviremiyece¤ini anlayan Ümeyye, Bilal'in boynuna bir ip takarak onu Mekke'nin bir taraf›ndan bir taraf›na sürükletmiflti. Bu hal içinde Bilal tevhidden bir an bile ayr›lmam›fl, Allah'›n› gönlünden ç›karmam›fl, dilinden düflürmemifltir. Onlar onu sürükledikçe o "Allah birdir, birdir" diyordu. Ebû Bekir onu alarak azâd etti. Bilal bütün harplerde bulunmufltur. Yan›k sesiyle ezan okudu¤u zaman herkes dinler, vecd içinde kal›rd›. 2– Ammâr b. Yâsir: Aslen Yemen'dendir. Babas› Yâsir Mekke'de yerleflmiflti. Mahzum kabilesinden Ebû Huzeyfe Yâsir'e (Sümeyye) nam›nda bir cariye vermiflti. ‹flte bu evlenmeden Ammâr do¤mufltur. Müslümanlar›n say›s› bir avuç kifliden ibaretken Ammâr müslümanl›¤a girmifltir. Kureyfl, hamisi olmayan bu gibi acizlere, her nevi insanl›k kaidelerini ayaklar alt›nda çi¤neyerek eza ve cefa yapmaktan çekinmeyecek kadar duygusuz hareket ediyor ve soysuzlafl›yordu. Ammâr'› da kumlara yat›r›rlar onu bay›l›ncaya kadar dö¤erlerdi. Ammâr'›n babas› Yâsir ve anas› Sümeyye de bu muâmelelere dûçar oluyorlard›. Hazret-i Muhammed'in ve müslümanlar›n en büyük düflman› olan Ebû Cehil, kimsesiz aciz bir kad›na akidesinden dolay› sald›rmak adili¤inde bulunmufl, bir m›zrak darbesiyle zavall› kad›n› kanlar içinde yerlere sermiflti. Böylece dini u¤runda ilk flehit düflen kad›n Sümeyye olmufltu. Ammâr'›n babas› Yâsir de, bundan önce Kureyfl'in iflkenceleri yüzünden ölmüfltü. Erkeklerden akide u¤runda ilk flehit edilen de Yâsir'dir. Ammâr bir defa iflkence alt›nda putlar› hay›rla anm›flt›. Hazreti Peygamber'e bunu söyledi. Peygamberimiz kalbin iman ile mutmain olduktan sonra bunda beis yoktur dedi. (10) ... اﻻ ﻣﻦ اﻛـﺮه وﻗـﻠﺒـﻪ ﻣﻄﻤــﺌﻦ ﺑﺎﻻﳝﺎنayeti, bunun üzerine nazil olmufltur. Ammâr bütün harplere ifltirak etmifltir. S›ffeyn Harbinde Hazret-i Ali taraf›nda iken flehit düfltü. 3– Suheyb-i Rûmî: Rûmî unvan›yla an›l›yorsa da kendisi hakikat halde ‹ranl›d›r. Babas› Si(10) Nahl suresi, ayet: 106 74 nan, Kisrâ nam›na (Eble)'nin hakimi idi. Ailesi Musul'da vefat etmiflti. Bir defa Bizansl›lar bu havaliye hücum etmifller, bu s›rada Suheyb esir düflmüfl, Bizansl›lar onu al›p götürmüfller, bu suretle Suheyb Bizans'ta yetiflti¤i için kendisine Rûmî denilmifltir. Suheyb'i Arabistan'a getiren zat Abdullah ‹bn-i Cüd'an'd›r. Abdullah onu azad etmiflti. Hazret-i Peygamber, halk› din-i ‹slâm'a davete bafllay›nca, Suheyb ile Ammâr onu ziyaret etmifller, Resûl-i Ekrem de, onlara Müslümanl›¤› tebli¤ etmifl, her ikisi de müslüman olmufllard›. Kureyfl Suheyb'i de bay›lt›ncaya kadar döverdi. Suheyb Medîne'ye hicret etmek istedi¤i zaman, Kureyfl onun ancak bütün var›n› yo¤unu b›rakmak flart›yla hicret etmesine müsaade etmifllerdi. O da mal›n› mülkünü can›na fidye olarak b›rakm›flt›r. Suheyb'in müslümanlar aras›nda mevkii çok yüksektir. Hazret-i Ömer'in hilafeti zaman›nda Fîruz nam›ndaki canî, bu adil halifenin hayat›na k›yd›¤› zaman Ömer imamet mevkiini Suheyb'e terketmiflti. Hicrî 38 y›l›n da vefat etmifltir. 4–Habbâb b. Eret: Temim kabilesine mensûb olup Cahiliyyet devrinde (Ümmü Enmar) taraf›ndan sat›n al›nm›flt›r. Müslümanlar›n say›s› alt› yediyi aflmam›flken, Hazret-i Peygamber onun hanesinde bulundu¤u s›rada müslüman olmufltur. Kureyfl ona da türlü iflkenceler yapt›lar. Bir defa Habbâb'› k›pk›rm›z› yanan kömürlerin üzerine yat›rm›fllar, gö¤sünün üstüne de bir adam ç›km›flt›. Zavall› Habbâb kömürlerin üstünde k›vranm›fl durmufltu. Aradan y›llar geçtikten sonra Habbâb, bu hadiseyi Hazret-i Ömer'e anlatm›fl, ona s›rt›n› göstermiflti. S›rt› beyaz beyaz lekeler içinde idi, yan›k yerleri hala belli oluyordu. Habbâb demircilik yapard›. Kureyfl'den alacaklar› vard›. Bunlar› toplamaya ç›kt›¤› vakit müflrikler para vermek istemezler: Evvela Muhammed'i inkar et, sonra alaca¤›n› topla! derlerdi. Habbâb ise: – Onu asla inkar etmem, k›yamet gününde de Onunla beraberim! diye cevap verirdi. Hicrî 36 senesinde Kûfe'de vefat etmifltir. Ebû Fükeyhe: ‹smi Eflâh olup Safvan ‹bn-i Ümeyye'nin kölesiydi. Safvan ona çok eza ederdi. Fükeyhe'nin aya¤›na bir ip ba¤lar, onu yerlerde çak›llar›n, k›zg›n kumlar›n üzerinde sürükletirdi. Bu elim vaziyet içide iken kendisine putlardan biri gösterilerek: "Senin Allah'›n bu de¤il mi?" derler, o da: "Benim de sizin de Tanr›n›z bir olan Allah't›r." derdi. Bir defa Safvan, onun bu sözlerinden gazaba gelmifl, boynunu var kuvvetiyle s›karak yere yuvarlam›flt›. Oradakiler Ebû Fükeyhe'nin öldü¤ünü sanm›fllard›. Fakat o 75 yine ay›lm›fl ve kendini toplam›flt›. Medîne'ye hicret ettikten sonra Bedir harbinden önce vefat etmifltir. Lübeyne: Hazret-i Ömer, müslüman olmazdan önce bu cariyeye de çok iflkence yapard›. Ömer onu dö¤er dö¤er, yorulduktan sonra b›rak›r ve: "Sana ac›d›¤›mdan de¤il, yoruldu¤umdan b›rak›yorum!" derdi. Lübeyne de ona: –"Allah'a inanmaz ve nedamet etmezsen Cenab-› Hak seni cezaya çarpacak" derdi. Zinnîre: Ömer'in ailesine mensup bir cariye idi. Ömer müslüman olmazdan önce ona da iflkence yapard›. Bir kere Ebû Cehil, Zinnîre'yi dö¤müfl, zavall› kad›n bir gözünü zayi etmiflti. Ebû Cehil ona Lât ve Uzzâ'n›n kahr›na u¤rad›n, gözünü kör ettiler deyince: Onlar› kim tan›r demiflti. Nehdiyye ve Ümmü Abis: Bunlar da iki cariye idiler. ‹kisi de müslüman olduklar›ndan dolay› türlü türlü eza ve cefalara maruz kalm›fllard›. Hazret-i Ebû Bekir'in büyük hizmetlerinden biri de, bu gibi kimsesiz bîçâreleri efendilerinden sat›n al›p kurtarmas›d›r. Lübeyne, Zinnîre, Nehdiyye, Ümmü Abis bunlar hep Ebû Bekir taraf›ndan sat›n al›narak azad edilmifllerdir. Bunlardan baflka tariz ve tazyik görenler, hafif tarzda takibe u¤rayanlar vard›. Kureyfl onlara daha fazlas›n› yapmaktan korkard›. Ebû Zerr-i G›fârî, ilk müslümanlar›n yedincisi olan bu zat, müslümanl›¤› kabul etti¤i zaman Kureyfl'in hücumuna maruz kalm›flt›. Yafll› bafll› bir adam olan Hazret-i Osman gibi büyük bir zat bile, müslüman olunca amcas›n›n taarruzuna u¤ram›flt›r. Mekkeliler aras›nda müslümanl›¤› kabul edenlerin beflincisi olan Zübeyr ‹bn-i Avvam, islâm dinine girince amcas› onu bir has›ra sarm›fl, ona bo¤ucu duman koklatm›flt›r. Ömer'in amcas› o¤lu Said müslüman oldu¤u vakit, Ömer onu bir iple s›ms›k› ba¤lam›flt›. ‹ran fatihi Sa'd b. Ebî Vakkas gibi büyük bir zat bile, haiz oldu¤u nüfuz ve mevkiine ra¤men beni Esed kabilesinin taarruzundan kurtulamam›flt›. Fakat bütün bunlar neye yarard›. Tarihte b›rakt›klar› kirli namdan, halktan toplad›klar› lanetten baflka, yapanlar›n ellerine ne geçti? Mevki sahibi birinin müslüman oldu¤unu duyunca Ebû Cehil hemen ona koflar: Mevkiini kaybedersin derdi. Zenginlerden birinin ‹slâmiyeti ka76 bul etti¤ini iflitince ticarî itibar›n sars›l›yor, mal›n›, mülkünü kaybedersin diye onu vazgeçirmeye u¤rafl›rd›. Onlara baflka birfley yapamazd›. Fakat hamîsiz zay›flardan birinin ‹slâm dinine girdi¤ini görünce ona elinden geldi¤i kadar iflkence yapt›r›rd›. Fakat bütün bunlara ra¤men hulûs sahibi mü'minler imanlar›nda sebat etmifllerdir. Birkaç hadise müstesna, dininden dönen, irtidad eden müslüman bulunmam›flt›r. Bunca tazyiklere ra¤men müslümanlar›n adedi günden güne artmakta idi. ‹slâm'›n nûru bütün ufuklar› ayd›nlatm›flt›. Müflrikler hofllanmasalar da, din-i ‹slâm üstün ve galip gelmiflti. Godfrey Higgins bu hususta flöyle demektedir: "Hazret-i Muhammed'in akaidi" ilk müslümanlar›n dima¤›na kadar yerleflmiflti ki, onlar› yollar›ndan ay›rmaya zerre kadar imkân kalmam›flt›. Hazret-i ‹sa'n›n havarîleri aras›nda bunlar›n bir nazîri bulunamaz... Hazret-i ‹sa salîb'e sevkolundu¤u zaman havârîleri onu terketmifllerdi. Onlar›n harâret-i diniyyeleri tebahhur etmifl, uçmufltu. Hepsi de mürflitlerini ölümün pençelerine b›rakm›fllard›. Muhammed'in ashab› ise Onun etraf›nda toplan›yor, masum ve mazlum Peygamberlerini müdafaa ediyor, Onun davas› u¤runda canlar›n› feda ederek düflmanlar›na karfl› ihrâz-› zafer etmesini temin ediyorlard›. HAREME AKAN KANLAR Hazret-i Peygamber etbâiyle Haremde Allah'›n birli¤ini i'lân etmifl Allahu Ekber sadas›n› göklere yükseltmiflti. Müflrikler, bu tarz hareketi putlarla doldurduklar› Kâ'be'ye karfl› gösterilen bir hakaret sayarak Resûl-i Ekrem'e hücum etmifllerdi. Hazret-i Peygamber'e pek ba¤l› olan Hâris ‹bn-i Ebî Hale, bunu duyunca hemen koflmufl Hazret-i Peygamber'i kurtarmaya çal›flm›flt›. Bu defa Kureyfl hücumunu ona çevirmifl, zaval› Hâris her taraftan gelen k›l›ç darbeleriyle yerlere serilerek, Resûlullah u¤runda, din yolunda can›n› feda etmiflti. Müflriklerin mukaddes tan›d›klar› Kâ'be hareminde kan dökme yasa¤›na ra¤men böyle taflk›nl›klar gösterdiklerine flâhid oluyoruz. Kanlar› Harem-i flerife dökülen ilk islâm flehidi Hâris'dir. BUNCA EZALARA N‹Ç‹N KATLANIYORLARDI? Burada kendi kendimize flu suali soral›m. ‹lk müslümanlar bunca eza ve cefalara niçin katlan›yorlar, bu iflkencelere nas›l tahammül ediyorlard›? Çünkü hulûs-i kalple müslümanl›¤› kabul etmifllerdi. Bu imana düflüne düflüne kavuflmufllard›. Körükörüne taklid ile ba¤l› de¤ildiler. Evvela kendilerini herfleyden s›y›r›p temizlediler. Yani flirkten ayr›ld›lar, düflündüler, gördüler, yeni dinin hak oldu¤una kanaat getirdiler, ve ona hulûsla 77 sar›ld›lar. Böyle müsbet yollardan yürüyerek neticeye vas›l olduktan sonra art›k bu iman sars›l›r m›? Art›k ne kadar iflkence görseler o imandan ayr›lmalar›na imkan var m›? Bunca iflkencelere ra¤men dinlerinden dönmediler. Kâinat›n ulu yarat›c›s›na iman etmifllerdi. Ay'a, Günefl'e, y›ld›zlara, atefle, putlara, fir'avunlara tapm›yorlard›. Onlara tapman›n ne kadar bofl fley oldu¤unu anlam›fllard›. Kendilerini o dalaletlerden kurtarm›fllar, nûra, hidâyete kavuflmufllard›. fiimdi hangi kuvvet onlar› bu nurdan ay›r›p tekrar flirk zulmetine atabilirdi. Hidâyetten sonra dalalete dönmek olur mu idi? Bu din befleriyete hürriyet getirmiflti. Bu hürriyet, insanlar› insanlar›n kölesi olmaktan kurtar›yordu. Putlara kulluk yoktu. Ancak kâinat›n Ulu Yarat›c›s›na kulluk yap›labilirdi. Arada ne put var, ne vas›ta. Allah ile kul aras›ndaki vas›talar ortadan kalk›yordu. Hübel, Lât, Uzzâ yoktu. Mecûsîlerin atefli, M›s›rl›lar›n Günefli ve bo¤as›, Bâbillilerin y›ld›zlar›, Hristiyanlar›n azizleri ve havârîleri vard›. ‹slâmda bunlar›n hiçbiri yoktu. Do¤rudan kâinat›n hâliki olan Allah'a ibadet ve kulluk vard›. Yaln›z Allah'›n huzurunda secdeye kapanmak, iflte hakîkî ibadet bu idi. ‹nsana yaln›z ameli faide verir, hay›r iflleyen hay›r bulur. Kötülük iflleyen kötülük bulur. ‹slâm budur. HAZRET-‹ PEYGAMBER'E EN ÇOK DÜfiMANLIK YAPANLAR (11) Hazret-i Peygamber'in en büyük düflmanlar›ndan olup müslümanlara en çok eziyet edenler flunlard›r: 1– Ebû Leheb: ‹smi Abdü'l-Uzzâ'd›r. Hazret-i Peygamber'in öz amcas›d›r. Müslümanl›¤›n en büyük düflman› bu adamd›. Hazret-i Peygamber'in daha ilk davetinde Ona karfl› gelmiflti. Hazret-i Peygamber'in geçece¤i yola pislik atmak küçüklü¤ünden bile çekinmemifltir. Hakk›nda Tebbet Suresi inmifltir. Ebû Leheb Hazret-i Peygamber'in ard› s›ra dolafl›r ve: "Muhammed sizi atalar›n›z›n dininden döndürmek ister, sak›n inanmay›n›z", derdi. Bedir Zaferi yüre¤ine inmifl ve onun tesiriyle ölmüfltür. Peygamber'e düflmanl›¤› o dereceye varm›flt› ki, o¤ullar›na kar›lar›n› bile boflatm›flt›. Peygamberimizin k›zlar› Rukiye ve Ümmü-Gülsüm Ebû Leheb'in o¤ullar› Utbe ve Uteybe'ye nikâhl› idiler. Sonra ayr›lm›fllard›r. Ebû Leheb'in kar›s› Ümmü Cemil ki, Ebû Süfyân'›n k›zkardeflidir. Kocas› gibi o da eliyle ve diliyle Peygamber'e eza ederdi. Peygamber'in geçece¤i yola diken saçard›. (11) El-Kâmil, Asr-› Saadet. 78 2– Ebû Cehil: ‹smi Amr b. Hiflam'd›r. Kureyfl ona Ebû Hakem lakab›n› vermiflti, müslümanlar Ebû Cehil lakab›n› verdiler. ‹slâmiyetin ve Peygamber'imizin en büyük düflman›d›r. Müslümanlar onun elinden ve dilinden neler çektiler. Ammar b. Yâsir'in annesini öldüren budur. Zavall› bir kad›n›n kan›yla elini bulaflt›rm›flt›r. Bedir Harbinde öldürülmüfltür. Velid b. Mugîre'nin ye¤eniydi. Peygamber'imiz haremde namaz k›larken Ebû Cehil bo¤azlanan bir devenin döl yata¤›n› içinin çirkinlikleriyle getirtmifl ve Resûl-i Ekrem secdede iken s›rt›na koyuvermiflti. Bunu gören küçük yafltaki Hazret-i Fatma o çirkin fleyleri Resûl-i Ekrem'in üzerinden alm›fl ve onlara fliddetle ç›k›flm›flt›. 3– Velid b. Mugire: Meflhur ‹slâm kumandan› Hâlid b. Velîd'in babas›d›r. Künyesi Ebû Abd-i fiems'dir. Kureyfl'in ulular›ndand›. Bir defa Kureyfl'i toplayarak flöyle demiflti: "Hac mevsiminde halk Mekke'ye geldi¤inde size Muhammed hakk›nda soruyorlar, sözleriniz biribirini tutmuyor. Biriniz sâhir diyor, di¤eri kâhin diyor. Baflka biri flair veya mecnun oldu¤unu söylüyor. Bu söylediklerinizin hiçbiri onda yok. Fakat en çok yak›flan sâhirdir. Çünkü kifli ile kardefli ve kar›s› aras›n› ay›rmaktad›r." Hicretten üç ay sonra ölmüfltür. 4– Ümeyye ‹bn-i Halef ile kardefli Übey: Paygamber'imize karfl› en ileri giden düflmanlardand›r. Ümeyye, Bedir günü öldürülmüfltür. 5– As b. Vâil: Bu da meflhur ‹slâm diplomat› ve devlet adam› Arap dâhîlerinden Amr b. As'›n babas›d›r. ‹slâmiyetle ve onun Peygamberi ile ac› ac› alay ederdi. Hazret-i Peygamber'in o¤lu Kaas›m öldü¤ü zaman: Muhammed ebterdir, erkek evlad› yaflam›yor, diyen bu adamd›r. Evlat ac›s›yla yüre¤i kanayan bir babay› teselli edecek yerde, o böyle ac› sözler söyleyen insafs›z›n biridir. Hazret-i Muhammed'in, O büyük insan›n düflmanlar›, içtimâî mevki'leri ne olursa olsun, iflte böyle insanl›ktan uzak kimselerdi. ان ﺷــــﺎﻧـﺌﻚ ﻫﻮ اﻻﺑـﺘــــﺮbunun hakk›nda nazil olmufltur. Ölümü flöyle olmufltur: Bir defa efle¤ine binmifl gidiyordu. Mekke civar›nda bir da¤ geçidinden geçerken efle¤i onu yere düflürdü ve baca¤›n› ›s›rd›. Bu yaradan baca¤› fliflti ve ondan öldü. 6– Nadr b. Hâris: Müslümanlar›n Peygamber'ine kendilerine en çok eza ve cefa edenlerden biri de bu adamd›r. Acem Hikâyelerine vak›ft›. "Muhammed size esâtir-i evvelîni (= geçmifllerin masallar›n›) söylüyor!" derdi. Onun hakk›nda birkaç ayet nazil oldu. Bedir Harbinde esir al›nm›fl ve Resûlullah'›n emriyle öldürülmüfltür. 79 7– Esved b. Abd-i Yagus: Hazret-i Peygamber'in day›s› o¤ludur. ‹slâmiyetle alay eder, fakir ve kimsesiz müslümanlar› gördümü, arkadafllar›na: – Bak›n, bak›n, iflte bunlar yeryüzüne hakim olacaklarm›fl, ‹ran fiah›n›n memleketini zaptedeceklermifl, derdi. Bizzat Hazret-i Peygamber'i görünce de Ona: – Bugün göklerle yine konufltun mu? der ve buna benzer fleyler söylerdi. Bu ac› sözlerinin cezas›n› daha bu dünyada çekmifl, ölümü çok feci olmufltur. 8– Hars b. Kays: ‹slâm Peygamber'i ile istihza edenlerden biri de bu adamd›r. Putperestli¤e o kadar düflkündü ki, tap›nmak için bir tafl al›r, sonra ondan daha güzel bir tafl bulunca bafltan tapt›¤› putunu atar; bu yenisine tapard›. "Muhammed, ashab›n› aldat›yor, öldükten sonra dirilmek var diyor, böyle fley olur mu?" derdi. Tuzlu bir bal›k yemifl, ne kadar su içtiyse kanmam›fl, su içe içe karn› patlayarak ölmüfltür. 9– Züheyr ‹bn-i Ebî Ümeyye: Bu da islâm düflmanlar›ndand›. Ancak Haflim o¤ullar›na karfl› yap›lan boykotun kald›r›lmas›nda büyük yard›m› olmufl, bu insanî hareketiyle müslümanlara yard›m› dokunmufltur. 10– Ukbe ‹bn-i Ebî Muayt: En fliddetli islâm düflmanlar›ndan biri de budur. Bedir Harbinde cezas›n› bulmufltur. Müslümanlar›n eline esir düflmüfl ve as›lmak suretiyle idam edilmifltir. Müslümanlar taraf›ndan ilk as›lan budur. 11– Esved ‹bn-i Muttalib: Bu da müslümanlarla alay eder, onlara diliyle eza ve cefa vermek için aleyhlerinde konuflurdu. 12– Mut'im b. Adiy: Müslümanlara dil uzatan esâfilden biri idi. ‹flitipde incinsinler diye yüksek sesle aleyhlerinde bulunurdu. Bu da Bedir'de cezas›n› bulmufl, ölmüfltür. Bu sayd›klar›m›zdan maada Ebû Süfyan, Mervan'›n babas› Hakem de ‹slâm'›n yay›lmas›na karfl› gelenlerin bafl›nda idiler. Fakat bunlar Mekke'nin fethinden sonra müslüman olmufllard›r. Bu zikrolunanlar›n içinde ‹slâm'›n en büyük düflman› olan Kureyfl'in reisleri flunlard›r: Ebû Leheb, Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Velid b. Mugîre, As ibn-i Vâil ve Utbe ibn-i Rebîa'd›r. Esved b. Muttalib, Esved b. Yagus, Nadr b. Hâris, Ahnes, Ümeyye ibn-i 80 Halef, Ukbe ibn-i Muayt da nüfuzlular aras›nda iseler de, as›l elebafl›lar› birinciler idi. Onlar, bunlar› ellerinde mafla gibi kullan›rlard›. Bu düflmanlar›n bir k›sm› Bedir Harbinde cezalar›n› bulmufllar; ya harp sahas›nda ölmüfller, yahut da müslümanlar›n eline esir düflmüfllerdir. KUREYfi'‹N ‹SLÂM‹YETE DÜfiMANLI⁄ININ SEBEPLER‹ (12) Kureyfl'i ‹slâmiyete karfl› bu kadar düflmanl›¤a sevkeden sebepler acaba ne idi? Bunun üzerinde biraz durmak istiyoruz. 1– Bu sebeplerin bafl›nda, müflriklerin mevki ve nüfuzlar›n› kaybetmek endiflesi gelir. Çünkü islâmiyet s›n›f farklar›n› ortadan kald›r›yor, insanlar›n bir tara¤›n diflleri gibi müsâvî oldu¤unu ilan ediyordu. Kureyfl'in elebafl›lar› mevki'lerini ellerinden kaç›rmamak için bütün kuvvetleriyle yeni dine mukaavemete koyulmufllard›. Reislerin nüfuzunun tehlikeye düflmesi nisbetinde ‹slâmiyete gösterdikleri mukaavemet art›yordu. Kureyfl'in en büyük reisi Harb ‹bn-i Ümeyye idi. Ficar harbinde Kureyfl'in kumandan› o idi. Ölümünden sonra o¤lu Ebû Süfyan iktidars›zl›¤› yüzünden babas›n›n yerine geçememifl, bu mevkii Velid b. Mugîre'ye kapt›rm›flt›. ‹slâmiyetin zuhurunda Kureyfl'in en büyük reisi Velid b. Mugîre say›l›rd›. Ondan sonra en nüfuzlu rüesâdan biri Ebû Cehil idi. Beni Hâflim içinde en ihtiyar reis Hazret-i Peygamber'in amcas› olan Ebû Leheb idi. Kabilesinin en nüfuzlu reisi de As ‹bn-i Vâil'di. ‹flte ‹slâmiyete en fliddetli muhalefeti gösteren bu gibi reisler idi. Di¤erleri bunlar›n elinde birer alet gibi idiler. ‹slâmiyet kökleflince bu rüesâ hâiz olduklar› mevki'lerini ellerinden ç›karacaklard›. Tam müsâvat dini olan Müslümanl›k onlar›n nüfuzuna son veriyordu. Köle ile efendinin Allah indinde bir oldu¤unu söylüyor, fleref ve kerâmetin takva ile oldu¤unu ilan ediyordu. Onun için bu yeni dine düflman kesildiler. 2– Araplar›n hayat› ticarete ba¤l› idi. Ticaret merkezi ise Mekke idi. Bütün Araplar›n makaddes tan›d›klar› Kâ'be Mekke'de idi. Kâ'be'nin içi (360) kadar putla dolu idi. ‹slâmiyet putlar› kald›r›nca ticarî hayat›m›z duracak diye hesap ediyorlard›. Çünkü Araplar› Mekke'ye çeken fley yaln›z o putlar san›yorlard›. Putlar kalk›nca Mekke'ye gelmeyecekler, Kâ'be ehemmiyetinden kaybedecek zannediyorlard›. 3– ‹ptidâî milletler, babalar›ndan ve analar›ndan gördükleri fleylerden kolay kolay vazgeçemezler. ‹yi ve kötüyü, faydal› ve zararl›y› seçme kabili(12) Hayat-› muhammed, M. Hüseyin Heykel. 81 yetleri, muhakeme kuvvetleri azd›r. Körükörüne tabi olup giderler. Yeni bir hareket karfl›s›nda kal›nca ona düflman kesilirler. Arabistan'da as›rlardan beri putperestlik kökleflmiflti. Hazret-i ‹brahim'in tevhid dininin en mukaddes mâbedi olarak kurdu¤u Kâ'be'nin içine (360) kadar put dolmufltu. Bu putlar›n en büyü¤ü ve kudretlisi (Hübel) idi. Ya¤murlar› ya¤d›ran, nesilleri vücuda getiren, muharebede zafer kazand›ran o san›yorlard›. Bu putlardan vaz geçmek onlara zor geliyordu. Çünkü iptidailik duygular›ndan kendilerini kurtaramam›fllard›. "Babalar›m›z› bunlara ibadet eder bulduk, onlardan nas›l vaz geçelim." diyorlard›. Kur'an-› Kerim, insanlar›n bu zay›f taraflar›na bir çok ayetlerde iflaret eder. Babam›zdan böyle gördük diye eskili¤e ba¤lan›p faydal› yeniliklere ve hakikatlara arka çevirenleri takbih eder. 4– Araplara göre, bu milletin bafl›na geçip reis olman›n iki büyük flart› vard›: Bol servet ve çok evlat sahibi olmak. Bu da iptidâî bir görüfltü. Bütün vahfli kabilelerde ayn› usul caridir. Evlad› çok, mal› bol olmayan bir adam›n riyaset makam›na geçmesini ak›llar›na s›¤d›ramazlar. Riyâset için: Liyâkat, iktidar, ehliyet, yüksek meziyet ve fazilet aranmaz da böyle servet ve evlat aran›r. Mesela B›rahmanlar, bugün bile, evlat ve iyâli çok olmayanlar›n tam bir felaha ermiyece¤ine itikad etmektedirler. Hazret-i Muhammed'de ise bunlar yoktu. Öyle ise Onun arkas›na düflemeyiz, diyorlard›. Araplara göre bu makama Velid b. Mugîre, Ümeyye b. Halef, Ebû Mes'ûd Sakafî gibi adamlar lay›k görülebilirdi. Kur'an-› Kerim onlar›n bu düflünüfllerinin hatal› oldu¤unu kendilerine ihtar eder: "Onlar, bu Kur'an, niçin iki karyenin yani Mekke veya Taif'in büyüklerinden birine nazil olmad›?" derler. (Zuhruf Suresi). Kureyfl'e göre bu büyükler bilhassa Velid b. Mugîre, Ebû Mes'ûd Sakafî gibi adamlar olabilirdi. Kureyfl'e mal ve evlat ile ö¤ünmeyi o kadar severdi ki, bu tefâhür onlar› mezara kadar sürüklüyordu. أﻟﻬـﻴﻜﻢ اﻟﺘﻜﺎﺛﺮsuresi bu münâsebetle inmifltir. "Ço¤unlukla ö¤ünmek sizi o kadar oyalad› ki, tâ... kabirleri ziyaret ettiniz!" diye onlar› ay›plamaktad›r. 5– Bir tak›m yanl›fl telâkkîler yüzünden Kureyfl, Müslümanlarla Hristiyanlar› bir tutuyorlard›. Halbuki Kureyfl, Hristiyanl›ktan eskiden nefret etmiflti. Kâ'be'yi y›kmaya gelen Ebrehe Hristiyand›. Hatta Araplar, Hristiyanlardan nefreti o dereceye götürmüfllerdi ki, Mecûsî Zerdüfltleri Hristiyanlara tercih ediyorlard›. S›rf bu yüzdendir ki, Mecûsî ‹ranl›lar›n Hristiyan Bizans'a galebelerinden dolay› seviniyorlard›. Halbuki müslümanlar ehl-i kitap olan Bizansl›lar›n Mecûsîlere ma¤lup olmalar›ndan müteessir olmufllard›r. 82 Kur'an-› Kerim Rûm suresinde bundan flöyle bahseder ve ehl-i kitab›n muzaffer olaca¤› müjdesini verir: ...اﻟﻢ ٭ ﻏﻠﺒﺖ اﻟﺮوم ٭ ﻓﻰ ادﻧﻰ اﻻرض وﻫﻢ ﻣﻦ ﺑﻌﺪ ﻏﻠﺒﻬﻢ ﺳﻴﻐﻠﺒﻮن ٭ ﻓﻰ ﺑﻀﻊ ﺳﻨﲔ "Rumlar yak›n bir yerde ma¤lub oldular, fakat onlar bu ma¤lubiyetten sonra birkaç sene zarf›ndan galip gelecekler. O gün de mü'minler Allah'›n yard›m›yla flâd olacaklar". (13) Müslümanlar›n Medîne'ye hicretten sonra Kuds-› fierifi k›ble ittihaz etmeleri müflriklerin müslümanlar hakk›ndaki flüphelerini bütün bütün artt›rm›flt›. Namazda yüzlerini Hristiyanlar›n k›blesi olan Kudüs'e dönen müslümanlar bu gibi baz› noktalarda Hristiyanlarla birlefliyorlard›. ‹flte Hristiyanl›ktan nefret eden Kureyfl, Hristiyanl›¤a yak›nlaflan Hazret-i Muhammed'in dinine de düflman kesiliyordu. 6– Haflimî ve Emevî rekaabeti, kabîle gayretleri: Haflimîler ile Emevîler aras›nda eskiden beri sürüp giden bir rekabet mevcut idi. Haflimîlerden Abdü'l-Muttalib, s›rf flahsî nüfuz ve kudreti sayesinde Haflimîlerin mevkiini pek ziyade yükseltmiflti. O hayatta oldukça Haflimîlere kimse yan bakamazd›. Fakat onun ölümünden sonra o¤ullar› aras›nda onun yerini tutacak otorite sahibi bir kimse yoktu. Arap an'anelerine göre böyle bir iktidar sâhibi olabilmek için çok servet, çok evlat sahibi olmak laz›md›. Bunlar›n hepsi bir flah›sta her zaman toplanamaz. Ebû Tâlib zengin de¤ildi. Abbas, zengin fakat cömert de¤ildi. Ebû Leheb ise al›ngan ve ahlaks›zd›. Emevîler bu f›rsattan istifâde ederek kendi hanedanlar›n›, ailelerini yükseltmek istediler. Tam bu s›rada Hazret-i Muhammed ortaya ç›kt›. O Haflimîlerdendi. Emevîler, yine gölgede kalabilirdi. ‹flte bu yüzden de ‹slâmiyete düflman kesilmifllerdir. Bedir Muharebesi bir tarafa b›rak›l›rsa, Kureyfl taraf›ndan müslümanlara karfl› aç›lan bütün harpleri Ebû Süfyan tertib etmifltir. Vâk›a Hazret-i Peygamber'in düflmanlar› aras›nda Haflimîlerden olan amcas› Ebû Leheb de vard›. Fakat ekserîsi Emevî idiler. Peygamber'imizin en amans›z düflman› olan ve namaz k›larken onun üzerine deve pisli¤i atan Ukbe b. Muayt Emevîlerdendi. Emevî'lerden baflka Mahzum kabilesi de kendilerini Haflimîlerin rakibi olarak sahnede görmek sevdas›na kap›lm›fllard›. Bu kabilenin reisi Velid b. Mugîre idi. Bu yüzden Mahzum kabilesi de müslümanlara muhalif cephe alm›fl, düflman kesilmiflti. (13) Rûm suresi, ayet: 1-4 83 Bu kabile gayretlerinin onlar› düflmanl›¤a nas›l sevketti¤ini Ebû Cehil'in flu sözlerinden de anlayabiliriz. Ebû Cehil, Mahzum o¤ullar›ndand›. Ve kabilenin reisi olan Velid'in ye¤eni idi. Bir defa Ahnes b. fierik Ebû Cehil'in yan›na giderek ‹slâmiyet hakk›ndaki fikirlerini sormufltu. Ebû Cehil flu sözlerle cevap vermiflti: –"Bizimle Abd-i Menaf o¤ullar› yani Haflimîler aras›nda eskiden beri rekabet vard›r, flerefi paylaflamay›z. Onlar ziyafet verirse biz de ziyafet veririz. Onlar cömertlik gösterirse biz de cömertlik gösteririz. Onlardan tâ ki, afla¤› kalmayal›m. Böyle atbafl› beraber giderken flimdi onlardan biri kendisine gökten vahiy geldi¤ini iddia ediyor. Biz buna nerede nâil olaca¤›z! Vallahi biz onlar›n Peygamberine inanmay›z." Kureyfl rüesâs›n›n niçin ‹slâmiyete muhalefet ettikleri bu sözlerden pek aflikâre olarak anlafl›lmaktad›r. Ve iflte muhtelif sebeplerin tesiri alt›nda ‹slâm hareketine karfl› gelmifller, Cenab-› Hakk'›n yakt›¤› hidayet nurunu a¤›zlar›yla söndürmeye çal›flm›fllar, bofluna nefeslerini tüketmifllerdir. "A¤›zlar›yla Allah nurunu söndürmek istiyorlar. Allah ise nurunu tamamlamay› murad etmifltir ve kafirler istemese de bu böyle olacakt›r." (Saf suresi, ayet: 8) FAZ‹LET MÜCADELES‹ Hazret-i Peygamber mekarim-i ahlâk› tamamlamak için gönderilmiflti. Kendisi Kur'an-› Kerim'in flehâdetiyle sabit oldu¤u üzere O, en büyük ve yüksek ahlâk üzere idi. " " واﻧﻚ ﻟﻌﻠﻰ ﺧﻠﻖ ﻋﻈﻴﻢBu husus, dost düflman herkesin itiraf ve teslim etti¤i bir fleydir. Müsteflriklerden Sir William Moir (Hayat-› Muhammed) adl› eserinde flöyle demektedir: "Hazret-i Muhammed hakk›ndaki bütün neflriyat›m›z bir nokta üzerinde birleflir. O da, O'nun seciyesinin yüksekli¤i, ahlâk›n›n temizli¤i. Bunlar öyle faziletlerdir ki, o zaman›n Mekke'lileri aras›nda pek nadirdi." Hakîkaten Kureyfl, müdhifl birçok günahlar›n esiri olmufltur. Ahlâks›zl›k bataklar›nda yuvarlan›p gidiyordu. ‹çki, kumar, zinâ, ribâ alm›fl yürümüfltü. ‹çtimâî hastal›klar Araplar›n bünyesini içinden kemiriyordu. Kâ'be'nin etraf›nda zevk ve sefâ âlemleri kuruluyor, türlü rezâlet ve sefâhat iflleniyordu. Kureyfl rüesâs› yüz k›zart›c› hareketlerde bulunuyordu. Haflimîlerin reislerinden say›lan Ebû Leheb, Kâ'be'nin hazinesinde eskiden beri muhafaza oluna gelen altundan ma'mul bir geyik heykelini çalm›fl ve satm›flt›. Zühre o¤ullar›n›n müttefiki olan ve Kureyfl reislerinden say›lan Ahnes 84 b. fierik yalanc› idi. Nadr b. Haris de öyle idi. Masallar uydurup hakîkat diye yutturmaya çal›fl›rd›. Kureyfl rüesâs›n›n içinde öyleleri vard› ki, kibir ve gurûra kendilerini kapt›rm›fllar, baflkalar›n›, hele yoksullar› hiç insandan bile saymak istemezlerdi. Mal ve evlat ile ö¤ünmek bir meziyet say›l›rd›. ‹flte Resûl-i Ekrem bunlara karfl› fazilet bayra¤›n› çekerek mücadeleye at›ld›. Getirdi¤i din bunlar›n hepsini y›k›yor, yasak ediyor, haram k›l›yor, yapanlara dünyada ve ahirette ceza veriyordu. H›rs›z›n elini kesiyor, sarhofla ve zina edene had vuruyor, kumar ve ribây› yasak ediyor, yalan›, kibir ve gurûru haram k›l›yordu. Bu gibi rezâil ile âlûde olan Kureyfl flüphesiz ki, bu yeni dine muhalefet gösterecekler, düflman kesileceklerdi. Kur'an-› Kerim bütün bu kötülüklerin hepsini kötülüyordu. Peygamber'imiz putperestlikle mücadeleye bafllad›¤› günden itibaren bu kötü fleylere, çirkin hallere karfl› da aç›kça savafla geçmiflti. Bu hal, bütün Kureyfl rüesâs›n›, elebafl›lar›n› hiddetlendiriyordu. Bu hususta ayetler birbiri ard› s›ra nazil oldukça Kureyfl k›z›yor, öfkelerinden köpürüyorlard›. Kur'an-› Kerim'in ayetleri isim tasrih etmeden umûmî surette bu gibileri takbîh ediyordu. Fakat bu zikrolunan haller, Kureyfl elebafl›lar›ndan kimde bulundu¤u herkesçe belli idi. وﻻ ﺗﻄﻊ ﻛﻞ ﺣﻼق ﻣﻬﲔ ٭ ﻫﻤﺎز ﻣﺸﺎء ﺑﻨﻤﻴﻢ ٭ ﻣﻨﺎع ﻟﻠﺨﻴﺮ ﻣﻌﺘﺪ أﺛﻴﻢ ٭ ﻋﺘﻞ ﺑﻌﺪ ذﻟﻚ زﻧﻴﻢ ٭ ان ﻛﺎن ذا ﻣﺎل وﺑﻨﲔ "O yemin edici, alçak ve düflkünü dinleme. Herkesin ay›b›n› araflt›r›c›, ko¤ucu, müfterî, hukuka mütecâviz, hayra mâni, günaha dadanm›fl, üstelik kaba, huysuz adamlar›n sözü mal ve evlat sahibi olmalar›ndan dolay› dinlenemez."(14) Bu ayetler Nadr b. Hâris hakk›nda idi. ﻛﻼ ﻟﺌﻦ ﻟﻢ ﻳﻨﺘﻪ ﻟﻨﺴﻔﻌًﺎ ﺑﺎﻟﻨﺎﺻﻴﺔ ٭ ﻧﺎﺻﻴﺔ ﻛﺎذﺑﺔ ﺧﺎﻃﺌﺔ ٭ ﻓﻠﻴﺪع ﻧﺎدﻳﻪ ٭ ﺳﻨﺪع اﻟﺰﺑﺎﻧﻴﺔ ٭ ﻛﻼ ﻻ ﺗﻄﻌﻪ واﺳﺠﺪ واﻗﺘﺮب "Hay›r, hay›r; bu yapt›¤›ndan vaz geçmezse onu nasiyesinden, yalan ve hata ile âlûde nâsiyesinden yakalay›p çekeriz. O etbâ›n› toplay›p ça¤›rs›n, biz de zebânîleri ça¤›r›r›z. Hay›r hay›r, öyle de¤il; onu dinleme. Sen Rabbine secde et ve Ona yaklafl." (15) (14) Kalem suresi, ayet: 10-14 (15) Alâk suresi, ayet: 15-19 85 Bu ayetlerin bafl taraf› Ebû Cehil hakk›nda idi. زرﻧﻰ وﻣﻦ ﺧﻠﻘﺖ وﺣﻴﺪًا ٭ وﺟﻌﻠﺖ ﻟﻪ ﻣﺎﻻ ﳑﺪودًا ٭ وﺑﻨﲔ ﺷﻬﻮدًا ٭ وﻣﻬﺬت ﻟﻪ ﲤﻬﻴﺪًا ٭ ﺛﻢ ﻳﻄﻤﻊ ان ازﻳﺪ ٭ ﻛﻼ اﻧﻪ ﻛﺎن ﻻ ﻳﺎﺗﻨﺎ ﻋﻨﻴﺪًا "Beni o yaratt›¤›m kimse ile baflbafla b›rak. Ben ona bol bol mal verdim, çoluk çocuk sahibi k›ld›m. Ona her yolu âsân ettim. Bu yetmiyor gibi sonra benim bu nimetleri art›rmam› istiyor, öyle mi? Hay›r, hay›r, o birfley ummas›n. Çünkü o, bizim ayetlerimize karfl› inadc›d›r." (16) Bunlar›n muhatab› Kureyfl'in reisi olan Velid b. Mugîre idi. Bu ayetler onlar›n yüzüne kibir ve gurûrunu öyle bir çarp›yordu ki, bunun te'sîriyle sersemlefliyorlar, ne yapacaklar›n› bilemiyorlar, bocalad›kça çamura bat›yorlard›. Huzûrunda bütün Araplar›n e¤ilerek yerlere kapand›¤› adamlar›n ne olduklar›n›, Kur'an böyle aç›kl›yor, onlar› yere çal›yordu. Kur'an'›n y›kt›¤›, yaln›z o as›rl›k putlar de¤ildi. Bu kibir ve gurûr sahibi rüesây› da yüksek mevki'lerinden at›yordu. Kur'an der ki: "Siz ve sizin Allah'tan gayr› tapt›klar›n›z›n hepsi, Cehennem odunusunuz." (17) ...اﻧﻜﻢ وﻣﺎ ﺗﻌﺒﺪون ﻣﻦ دون اﻟﻠﻪ ﺣﺼﻴﺐ ﺟﻬﻨﻢ Kureyfl rüesâs› hakk›nda bu gibi fliddetli ayetler nazil oldu¤u halde onlar bunlara tahammül etmeye mecbûr idiler. Çünkü vaziyet bunu îcâb ediyordu. Hazret-i Muhammed ve Müslümanlara karfl› ayaklanacak olsalar kabîle gayreti yüzünden Haflimîler ile aralar› aç›lacakt›. Di¤er müslüman olanlarla Haflimî'ler oldukça bir yekûn tutuyordu. Patlayacak bir harp, her iki taraf› da çok sarsacakt›. Kureyfl ise Ficar harbinde o kadar b›km›flt› ve y›lm›flt› ki harbin ad›n› bile anmak istemiyordu. Hazret-i Muhammed'i öldürecek olsalar Haflim o¤ullar› kabile gayreti yüzünden Onun kan›n› asla affetmeyecekler, Onun intikam›n› almak için harekete geçeceklerdi. Bu ise bütün Mekke'nin kan içinde yüzmesi demekti. Sonra, her kabîleden bir iki kifli müslüman olmufltu. Kureyfl nazar›nda, ‹slâmiyeti kabul etmek bir suç ise, onlar› da cezaland›rmak laz›m idi. E¤er onlar› da cezaland›rmaya kalk›fl›rlarsa her kabileden kan dökmek îcâbedecekti. Bunun netîcesi nereye var›rd›? ‹flte bu gibi düflüncelerle Kureyfl, müslümanlara karfl› kat'î bir harekete geçemiyor, zay›flara iflkence et- (16) Müddesir suresi, ayet: 11-16 (17) Enbiya suresi, ayet: 98 86 mekle kin ve intikam›n› teskine çal›fl›yor, Kur'an'›n fliddetli hücumlar›na ister istemez tahammül gösteriyordu. Vâk›a putlar›n aleyhinde ayetler nazil olmaya bafllay›nca Kureyfl fena halde k›zmaya bafllad›. Ne flâyan-› hayrettir ki, Peygamberlik gelmezden önce kendisinden asla yalan sâd›r olmad›¤›n› bildikleri, s›dk-u emanetinden emin olduklar› için "Muhammedü'l Emin güvenilir adam" ünvan›n› verdikleri Hz. Muhammed'e vahiy gelmeye bafllay›nca inanmaz oldular. Çünkü ‹slâmiyetin getirdi¤i esaslar, te'sîs etti¤i usûl, ifllerine gelmiyordu. Kureyfl rüesâs› nüfuzlar›n›n k›r›lmas›ndan, mevki'lerinin sars›lmas›ndan korkuyorlard›. Onun için ‹slâmiyetin intiflar›na mani olmak maksad›yla çare aramaya bafllad›lar. TAR‹H‹N NAZ‹K ANLARINDA Bir defa Rebîa b. abd-i Menaf'›n o¤ullar› olan Utbe ve fieybe, Ebû Süfyan b. Harb, Ebü'l-Bahterî, Ebû Cehil b. Hiflam ‹bn-i Mugîre ve amcas› Velid b. Mugîre (yani Halid b. Velîd'in babas›), Amr b. As'›n babas› olan As ‹bn-i Vâil ve di¤er Kureyfl'in ulular› toplan›p Ebû Tâlib'e gittiler ve ona: – Birâderzâden bizim dinimizin aleyhinde bulunuyor: putlar›m›z› kötülüyor; babalar›n›z da, dedeleriniz de dalâlette idi diyor. Ya Onu bu iflten vaz geçir, Yâhud sen Onu himâyeden vaz geç, dediler. Ebû Tâlib onlar› tatl› yüzle ve mülâyim sözle nâzikâne bir surette bafltan savd›. Resûl-i Ekrem eskisi gibi halk› dine davete devam ediyordu. Bu ise Kureyfl'in çok gücüne gidiyordu. Tekrar Ebû Tâlib'e bir hey'et gidip eski flikâyetlerini tekrarlad›lar. – Biz art›k daha fazlas›na sabredemeyiz. Ne olacaksa olsun, e¤er sen Muhammed'den vaz geçmezsen, biz senden vaz geçeriz, her ne bahas›na olursa olsun, aram›zdaki da'vây› halletmek istiyoruz, dediler. Ebû Tâlib, iflin bu derece güçleflti¤ini görünce Hazret-i Peygamber'i yan›na ça¤›rarak: – Kavmin flöyle, böyle diyor, diye nakletti. Aç›ktan a盤a: Art›k seni himaye edemiyece¤im, demediyse de sözünün geliflinden öyle bir fley anlafl›l›yordu. Son olarak: – Bana bu kadar a¤›r bir yükü yükleme, çünkü tahammülümün fevkindedir, dedi. Bu sözler Hazret-i Peygamber'in mahzun kalbine pek te'sir etti. Gözleri dolu dolu oldu. Kendisinin hamisi olan Ebû Tâlib'in Onu terk etmek üzere oldu¤unu anlad›. Çok nazik bir durum has›l olmufltu. Befleriyet tarihinin en mühim an› idi. Tarihin seyrini, insanl›¤›n devrini de¤ifltirecek karar, Hazret-i 87 Muhammed'in dudaklar›ndan ç›kacak söze ba¤l› idi. Ebû Tâlib'e gelen Kureyfl heyeti, Peygamberlikten, Allah'›n emirlerini tebli¤den vaz geçmesini istiyorlard›. Ebû Tâlib'e ve Kureyfl'in bu metâlibine verece¤i cevap bütün bir insanl›¤›n istikbâlini halledecek ve bu hüküm tarihin istikaametini ta'yin eyliyecekti. Ya dalâlet devam ederek Mecûsîlik, mücâdeleler içinde bulunan Hristiyanl›¤› da bo¤acak, bütün dünyay› putperestlik kaplayacak veyahud tevhid dininin nuru yay›lacak, hak üstün gelecek, ak›llar evhama esir olmaktan, hurafe ba¤lar›ndan kurtulup nur ve hidayete kavuflacakt›. Bu hak dava u¤runda amcas› Ebû Tâlib Ona flimdiye kadar yard›m ediyordu. O'nu himaye ediyordu. fiimdi o da m› Ondan yard›m elini çekecekti? Hakk›n yard›mc›s› yok mu? Amcas› Ebû Tâlib Ondan vaz geçebilir, fakat O, Haktan nas›l vaz geçebilirdi? Allah'›n emirlerini tebli¤i nas›l b›rakabilirdi? Bu vazifeyi ifa için O'nu Allah seçmiflti. O Allah'›n bir elçisi idi. Elinde ne vard›? – Ey pederim makam›nda olan amcam!... Ben Allah taraf›ndan tebli¤e me'mûrum. O'nun emirlerini yerine getirmeye mecbûrum, ben kendili¤imden birfley yapm›yorum. Bir elime günefli, di¤er elime kameri koysalar, risâletimden zerre kadar ayr›lmam. Ya, Allah bana bu risâlet vezîfeseni ifaya kuvvet verir, yahut bu u¤urda feda olurum! Bu sözleri söyledikten sonra kalk›p yürüdü. Vak›a Ebû Tâlib müslüman olmufl de¤ildi. Fakat Hazret-i Peygamber'i öz evlad›ndan çok severdi. O'na hiç k›yamazd›. O'nun böyle mahzun mahzun göz yafllar› içinde kalk›p gitmesi Ebû Tâlib'e pek dokundu. Ve hemen arkas›ndan geri ça¤›rarak: – "Sen ifline bak o¤lum, ben sa¤ oldukça onlar sana birfley yapamazlar, bir k›l›na bile dokunamazlar" diye te'mînat verdi. Hatta bu ma'nada birkaç beyt bile okudu. (18) Araplarda akrabal›k gayreti gütmek pek ileri gitmiflti. Asabiyet-i kavmiyye gibi, akrabal›k da çok mûteber tutulurdu. Her kabile kendi mensuplar›n› korumaktan geri kalmazd›. Ebû Leheb'den maadâ bütün Haflimî'ler Hazret-i Muhammed'i korumufltur. ‹slâmiyet bu asabiyet-i kavmiyeyi kald›rm›fl, din ba¤lar›n› her fleyin üstünde tutmufltur. Hazret-i Peygamber'in etbâ› günden güne art›yor, O da vazifesini alenî ifaya devam ediyordu. Kureyfl netîcenin nereye varaca¤›n› bir türlü kestire(18) Ebû Tâlib o meflhur kaside-i lamiyesinde flöyle demektedir: ُوَﻧُﺰْﻫَﻞَ ﻋَﻦْ اَﺑْﻨَﺎﺋِﻨَﺎ وَاﳊَْﻼَﺋِﻞ ُوَﻧُﺴْﻠِﻤُﻪُ ﺣَﺘﱠﻰ ﻧُﺼَﺮﱢعَ ﺣَﻮْﻟَﻪ “Onu muhafaza için etraf›nda, o¤ullar›m›z› ve kar›lar›m›z› bile unutarak cansiperane savafl›rken, öldürülmedikçe bizler onu asla teslim etmeyiz.” 88 miyor, Hazret-i Muhammed'in hakk›nda kat'î bir karara varam›yor, Onun hayat›na el uzatam›yordu. Fakat s›ras›n› getirdikçe, f›rsat buldukça Ona hakaret etmekten, eza ve cefa vermekten de geri kalm›yorlard›. Bir defa Hazret-i Muhammed namaz k›larken Ukbe b. Muayt onun boynuna abas›n› atm›fl, sonra bunu boynuna dolam›fl, s›km›fl, bo¤acak bir hale getirmiflti. O Hazret namaz›n› bile bozmam›fl, Allah'›n huzurunda ibadetine devam etmiflti. Kureyfl'in dar kafalar› Hazret-i Muhammed'in bu meflakkatlere tahammülünün s›r ve ma'nas›n› anlayam›yordu. Onun yüksek mevki kazanmak, servet elde etmek için bunlara katland›¤›n› san›yorlard›. Halbuki O, ne mal istiyordu, ne de mevki. E¤er mal isteseydi Hatice'nin sermayesi çoktu, onlarla ticaret yapabilirdi. Fakat O, maddî servete de¤il, me'mur oldu¤u mukaddes vazifeye ehemmiyet veriyordu. ‹nsanlar aras›nda sevgi, at›fet, flefkat, fazilet duygular›n›n te'sisine çal›fl›yordu. 89 ALTINCI BÖLÜM HABEfi'E H‹CRET (1) Müflriklerin müslümanlara eza ve cefas› günden güne art›yordu. Bu iflkenceler dayan›lmaz bir raddeye varm›flt›. Hatta müslümanlar ara s›ra flehit bile veriyorlard›. Müflrikler masum Müslümanlar›n kanlar›yla ellerini bulamaktan çekinmiyorlard›. Bu hal karfl›s›nda müslümanlar›n daha emin bir yere hicret etmelerine, Hazret-i Peygamber müsaade etti ve Habeflistan'a gitmelerini tavsiye eyledi. "Orada bir hükümdar var, kimseye haks›zl›k yapt›rmaz, oras› do¤ru ve emin bir yer. Allah baflka bir kap› aç›ncaya kadar oraya gidin" buyurdu. Hazret-i Peygamber ‹slâm'›n sâd›k saliklerine hicret yeri olarak Habeflistan'› seçmiflti. Çünkü Araplar›n ora ile ticaretleri vard›. Oran›n ahvâlini biliyorlard›. Müslümanlar›n orada aç ve sefil kalmak tehlikesi yoktu. Üstelik, Habefl hükümdar› adaletiyle de flöhret alm›flt›. Onun için müslümanlar Habeflistan'a hicret etmeye bafllad›lar ve iki kaafile halinde gittiler. ‹slâmda ilk hicret budur. Birinci kaafile 11 erkek, 4 kad›ndan ibaretti. Mekke'den gizlice ç›k›p K›z›ldeniz tarîk›yle gitmifllerdi. Müslümanlar müflriklerin her nevi eza ve cefalar›na katlan›yorlard›. Onlar› en çok üzen fley dinî ibadetlerini serbestçe ifa edememeleri idi. Namazlar›n› gizli k›l›yorlard›. Namazda aflikâre Kur'an okuyam›yorlard›. Sonralar› ‹slâmiyet flevket ve kuvvet bulunca eski devirlerin bir hat›ras› olarak baz› namazlarda gizli Kur'an okumak usûlü hep devam ettirilmifltir. (1) El-Kâmil ‹bn-i Esîr; Hayât-› Muhammed, M. Hüesiyn Heykel; Zâdü'l-Meâd, ‹bnü'l-Kayy›m Çevzî 91 Harem-i fierif'te de yüksek sesle Kur'an okumaya müflrikler bir türlü raz› olmuyorlard›. Hazret-i Ebû Bekir gibi nüfuz ve mevki sahibi bir zat bile yüksek sesle Kur'an okumaktan men olunuyordu. ‹flte bu cihet Müslümanlara a¤›r geliyordu. Onun için dinî ibadetlerini serbestçe, istedikleri gibi icrâ edebilecekleri, Allah'›n diledi¤i gibi kulluklar›n› yapabilecekleri bir yere gidiyorlard›. Bu hicret hadisesi sadece müflriklerin eza ve cefalar›ndan kaçmaktan ibaret de¤ildi. Bunun ilerisinde büyük bir dinî gaye de vard›. O da müslümanl›¤› etrafa duyurmak ve yaymak. Bu sebepten müflrikler, müslümanl›¤›n oradan intiflar›ndan ve orada kuvvet bulmas›ndan korkmufllar, müslümanlar› orada da rahat b›rakmak istememifllerdi. Müflriklerin böyle telafla düflmesi, bu hicretin tafl›d›¤› yüksek ehemmiyeti belirten baflka bir delildir. ‹lk kaafile ki, 11 erkek ve 4 kad›ndan ibaretti. Bunlar›n isimleri flunlard›r: 1– Hazret-i Osman, 2– Zevcesi Hazret-i Peygamber'in k›z› Rukiye, 3– Ebû Huzeyfe b. Utbe, 4– Zevcesi Sehle (Ebû Huzeyfe'nin babas› Utbe, Kureyfl elebafl›lar›ndan ve ‹slâmiyet'in en amans›z düflmanlar›ndan idi. O¤lunu bir türlü rahat b›rakmazd›. Onun için Ebû Huzeyfe babas›ndan kaçarak hicrete mecbur idi.), 5– Zübeyr b. Avvam, 6– Mus'ab b. Umeyr, 7– Abdurrahman ibn-i Avf, (Bu zat aflere-i mübeflfleredendir. fiurâ heyetine de dahildi). 8– Ebû Seleme Mahzûmî 9– Zevcesi Ümmü Selma, 10–Osman b. Maz'un (kaafilenin reisi bu zat idi.) 11– Amire b. Rebîa, 12– Zevcesi Leyla. (Bunlar sabikîn-i evvelinden, yani ilk müslümanlar›n birincilerindendir.) 13– Hat›b b. Amr, 14– Sehl ibn-i Beyza, 15– Abdullah ibn-i Mesud. ‹simlerini s›ralad›¤›m›z bu zatlar bi'setin beflinci senesi Recep ay›nda Mekke'den gizlice ç›karak K›z›ldeniz sahiline gelmifller, orada Habeflistan'a gidecek bir gemi bulmufllar, adam bafl›na befler dirhem ücret vererek Habeflistan yolunu tutmufllard›r. Müverrihler umûmiyetle fakir ve kimsesiz müslümanlar›n Habeflistan'a hicret ettiklerini söylerlerse de bu do¤ru de¤ildir. Oraya hicret edenlerin içinde zengin fakir her s›n›ftan insan vard›. Mesala hicret eden ilk kaafilenin isimlerini yukar›da s›ralam›fl bulunuyoruz. Oraya göz atarsak onlar›n içinde Hazret-i Osman, Zübeyr, Mus'ab, Abdurrahman b. Avf gibi flöhret ve mevkî sahibi sîmâlara rastl›yoruz. Bilakis bu kaafilenin içinde Bilâl-i Habeflî, Ammâr ve babas› Yasir gibi en insafs›z iflkencelere maruz kalan kimsesiz müslümanlar› görmüyoruz. As›l hicret et92 mesi gereken bu gibi müslümanlar ya hicret vas›tas›ndan mahrum idiler, yahut da gönüllerinde yanan iman aflk› bu fani eza ve cefalar› hiçe sayacak dereceye yükselmiflti. ‹lk giden kaafilenin Habeflistan'da iyi karfl›lanmas›; orada sakin bir hayat sürmeye bafllamas› müslümanlara ümit veriyordu. Ve bir sene sonra yani bi'setin alt›nc› senesi ikinci bir kaafile daha Habeflistan yolunu tuttu. Rabbimiz Allaht›r, dedikleri için do¤up büyüdükleri yerlerinden ve yurtlar›ndan ç›kmak zorunda kalan bu insanlar, dinlerini ve akidelerini korumak mukaddes gayesiyle yabanc› illere gidiyorlard›. Bu kaafilede, analar›ndan, babalar›ndan ayr›lan mü'minler, Allah'a diledikleri gibi ibadet edecek bir diyar ar›yorlard›. Bu kaafilenin bafl›nda Hazret-i Peygamber'in amcas› Ebû Tâlib'in o¤lu Ca'fer bulunuyordu. Bu ikinci kaafile birincisinden daha kalabal›kt›. Say› hususunda tarihlerin ihtilaf› varsa da seksen kifliden az olmad›klar› mahakkakt›r. Bunlar da sa¤ ve salim Habeflistan'a ulaflm›fllard›. Ve orada arad›klar› sükûn ve serbestli¤e kavuflmufllard›. Kureyfl bu hal karfl›s›nda telafla düfltüler, k›zd›lar. Mültecileri geri almak için teflebbüse geçtiler. Birtak›m hediyelerle Habefl kral› Necaflîye iki elçi gönderdiler. Müslümanlar› oradan geri çevirmesini Necaflîden ve adamlar›ndan rica ettiler. Çünkü müslümanlar Habeflistan'da himaye görünce Arabistan halk›n›n ‹slâmiyete girmesi daha kolaylafl›rd›. Böylelikle müflriklerin ‹slâmiyet'in önüne çekmek istedikleri sed y›k›l›r, ‹slâm'›n feyzi her tarafa yay›l›rd›. Bu ise müflriklerin istemedikleri bir fleydi. Amr b. As ve Abdullah ibn-i Ebî Rebîa'dan müteflekkil Kureyfl elçileri Habeflistan'a gittiler. K›z›ldeniz'in karfl› yakas›na geçerek M›s›r fatihi olacak olan Amr b. As, flimdi ayn› denizi aflarak müslümanlar› takibe gidiyordu. Vard›klar›nda Habefl Kral›na saray adamlar›na rûhânî flah›slara, keflifllere nice k›ymetli hediyeler takdim ettiler ve müslüman muhacirlerinin geri çevrilmesini dilediler. "Bizden, birtak›m k›sa görüflü kimseler, ak›ls›z çocuklar dinlerini b›rakarak buraya geldiler, onlar sizin dininize de girmifl de¤ildirler. Ne bizim, ne de sizin tan›mad›¤›m›z yepyeni bir din ortaya ç›kard›lar. O dine girdiler. Bunlar›n babalar› amcalar›, akrabalar› eflraftand›r. Bunlar› geri istiyorlar, bunlar›n akl› ermiyor." Elçiler böyle diyerek maksatlar›n› aç›klad›lar ve hediyeleri takdim ettiler. Keflifller hediyeleri al›nca müslümanlar› geri cevirme hususunda elçilere 93 yard›mda bulunacaklar›n› vaadettiler ve elçilerin taleplerini hakl› buldular. Fakat Necaflî, müslümanlar›n re'yini almadan, kendisine iltica edenleri bir defa olsun dinlemeden böyle mühim bir ifle karar verecek adamlardan de¤ildi. O hakikaten haks›zl›k yapmayan bir hükümdard›. Hazret-i Peygamber'in müslümanlara Habefl'e hicret etmelerini tavsiye ederken dedi¤i gibi, o insanl›k hukukuna riayet eden bir hükümdard›. Bu elçiler gelinceye kadar kendisine iltica eden bu adamlar›n dini hakk›nda fazla ma'lumat almak lüzumunu hissetmemiflti. Onlar›n dini ifllerine neden kar›fls›n, vicdanlar›na neden tahakküm etsin! Fakat flimdi vaziyet dinlerini sormay› icâb ettiriyordu. Acaba bu elçilerin dedikleri do¤ru muydu? Müslümanlara sordu: Sizin bu dininiz nedir? anlat›n, dedi. Müslümanlar nam›na Ebû Tâlib'in o¤lu ve Hazret-i Ali'nin kardefli Cafer cevap verdi. ‹bn-i Esir'in nakline göre flunlar› söyledi: "Ey hükümdar, biz Cahiliyet üzere olan bir kavim idik. Putlara tapard›k, lâfle yerdik, fuhufl ifllerdik, akrabalara küserdik, komfluluk hakk›na riayet etmezdik. Zay›f, güçlünün esiri idi. Biz bu hal üzere iken Allah içimizden birini Peygamber gönderdi. Nesebi ve asaleti; sadakat ve emaneti, fleref ve namuskarl›¤› hepimizce ma'lûmdur. O, bizi bir Allah'a ibadete davet ediyor, atalar›m›z›n tap›nageldikleri putlar›, a¤aç ve tafl parçalar›n› terketmemezi söylüyor. Bize do¤ru söylemeyi, emanete ve akrabal›k ba¤›na riayet etmeyi, komflularla güzel güzel geçinmeyi, haramdan, kan dökmekten sak›nmay› bildiriyor. Fuhufltan, yalandan, yetim mal› yemekten, namuslu kad›nlara iftira etmekten, dil tecavüzünden nehyediyor. Allah'a ibadet edip O'na hiçbir suretle flirk koflmamay› emrediyor, namaza, sadaka ve ihsana, oruca davet ediyor. (O zaman Ramazan orucu henüz farz k›l›nmad›¤›na göre bu aflura orucu ve nafile oruçlar olacak) biz de O'na inand›k. Getirdi¤i dine tabi olduk. Allah taraf›ndan getirdiklerini tasdik ettik. O'nun emretti¤i veçhile ibadet ettik. O'nun haram dedi¤ini haram bildik, helâl dedi¤ini, helâl tan›d›k. Bundan dolay› kavmimiz bize düflman kesildi. Bize türlü türlü iflkenceler yapmaya kalk›flt›lar. Bizi dinimizden çevirip yeni putlara ibadete zorlad›lar. Bize zulüm ettiler. Tazyik ve fliddetleri artt›. Bizimle dinimiz aras›na giriyorlar. Allah ile kulu ay›rmak istiyorlar. Biz de onlardan kaçarak sizin ülkenize iltica ettik; size s›¤›nd›k. Sizi baflkalar›ndan daha iyi gördü¤ümüz için buray› tercih ettik. Sizin komflulu¤unuzu bafla devlet bildik. Sizi emin bulduk. Sizin nezdinizde zulme u¤ram›yaca¤›m›z›, haks›zl›k görmiyece¤imizi umduk!" Ca'fer'in bu sözlerini dinledikten sonra Necaflî, Peygamberlerine vah94 yolunan ayetleri dinlemek istedi¤ini söylemifl, bunun üzerine Ca'fer ona Meryem suresinden flu ayetleri okumufltu: ﻓﺎﺷﺎرت اﻟﻴﻪ ﻗﺎﻟﻮا ﻛﻴﻒ ﻧﻜﻠﻢ ﻣﻦ ﻛﺎن ﻓﻰ اﳌﻬﺪ ﺻﺒﻴًﺎ ٭ ﻗﺎل اﻧﻰ ﻋﺒﺪ اﻟﻠﻪ اﺗﺎﻧﻰ اﻟﻜﺘﺎب وﺟﻌﻠﻨﻰ ﻧﺒﻴًﺎ ٭ ...وﺟﻌﻠﻨﻰ ﻣﺒﺎرﻛًﺎ اﻳﻦ ﻣﺎ ﻛﻨﺖ واوﺻﺎﻧﻰ ﺑﺎﻟﺼﻠﻮة واﻟﺰﻛﻮة ﻣﺎ دﻣﺖ ﺣﻴًﺎ "Hazret-i Meryem, Hazret-i ‹sa'ya iflaret etti, onlar: Beflikte olan bir çocukla nas›l konuflabiliriz? dediler. ‹sa dedi ki: Ben Allah'›n kuluyum; bana O, kitap verdi, beni Peygamber k›ld›, her nerde olursam olay›m beni mübarek k›ld›, sa¤ oldu¤um müddetçe Bana namaz ve zekat› tavsiye etti. Anam hakk›nda da hay›rl› olmay› tavsiye etti ve beni cebbar ve flakî k›lmad›. Do¤du¤um gün, ölece¤im gün ve tekrar ba's olunaca¤›m gün, benim üzerime selâmet vard›r." (2) Bu ayetler onlar›n incilden bildiklerine uygundu. Onun için Necâflî: Bunlar ‹sa'ya gelen kelam ile ayn› menbadan coflan, ayn› nurdan f›flk›ran ›fl›klar, dedi. Elçilere dönerek: – Bunlar› size teslim edemem, geri iade edemem, böylece bilin, dedi. Akflam olunca Amr b. As arkadafl›na: Bunlar› Necâflî'nin gözünden öyle bir düflüreyim ki, dedi. Ve daha insafl› olan Abdullah ibn-i Ebî Rebîa'n›n re'yi hilâf›na Necâflî'ye müslümanlar›n ‹sa hakk›nda garip fleyler söylediklerini arzetti. Bunun üzerine Necâflî müslümanlardan bir k›sm›n› huzuruna davet ederek Hazret-i ‹sa hakk›nda ne dediklerini sordu. Müslümanlar nam›na söz alan Ca'fer: – Biz müslümanlar, Hazret-i ‹sa: Allah'›n kulu ve Peygamberidir, Ruhullahd›r, Meryem-i Azrâya ilkaa etti¤i kelimesidir, diyoruz, diye cevap verdi. Necâflî eline bir çubuk ald› ve yere bir çizgi çizerek: – Bizim ile sizin aran›zda flu çizgi kadarc›k bir fark var, dedi. Bu sözleri duyduktan sonra müslümanlar› daha çok sevdi. Müflriklere iade etmek flöyle dursun, onlar› eskisinden daha ziyade himaye etmeye bafllad›. ‹flte böylece müslümanlar›n geri çevrilmeleri için giden Kureyfl heyeti Habeflistan'dan eli bofl olarak döndü. Habeflistan'da müslüman muhacirler yerli halk ile çok iyi geçinmifller, onlar›n sevinçleriyle sevinmifller, elemlerini kendilerine dert bilmifllerdir, hatta bir aral›k Habeflistan harbe girmek zo- (2) Meryem sûresi, âyet: 29-33 95 runda kalm›flt›. Müslümanlar Habefl Ordusuna kat›larak onlara yard›m etmek istemifller ve neticede Habeflliler zaferi kazanm›fllard›. Onlarla birlikte müslümanlar da bu zafere sevinerek bayram yapm›fllard›r. Müslümanlar Habeflistan'da böylece yaflay›p dururken etrafa: Mekkelilerle, müslümanlar uyuflmufllar, müflrikler müslümanl›¤› kabul etmifller diye bir flayia yay›lm›fl. Ve bu haberi duyunca Habeflistan'daki muhacirler ana yurtlar›na dönmek istemifllerdi. Fakat Mekke yak›n›na geldiklerinde bu haberin asl› olmad›¤›n› anlayarak bir k›sm› yine Habeflistan'a geri dönmüfller ve ta Medîne'ye hicret sonuna kadar orada kalm›fllar ve bir k›sm› ise tebdil-i k›yafetle gizlice Mekke'ye girmifllerdi. Muhacir müslümanlar›n Habieflistan'da duyduklar› mesele Garânik k›ssas› ile ilgilidir. Bu k›ssan›n asl› fasl› nedir? Onu az sonra îzah edece¤iz. HAZRET-‹ HAMZA MÜSLÜMAN OLUYOR (3) Bi'setin alt›nc› y›l›nda idi. Hazret-i Peygamber bir gün Safâ Tepesinde otururken Ebû Cehil oradan geçti. Ortada sebebiyet verecek hiçbir fley yokken Resûl-i Ekrem'e küfür etti. Edeb ve terbiyeye ayk›r› bu gibi fleylere cevap bile vermeye tenezzül etmiyen o insanl›k örne¤i Resûl-i Kibriyâ, bittâbi hiç ses ç›karmad›. Çünkü sefihe cevap sükût ile daha beli¤ olur. Abdullah ‹bn-i Cüd'an'›n câriyesi o civarda imifl, Ebû Cehil'in Hazret-i Muhammed'e küfür etti¤ini iflitmiflti. Hazret-i Peygamber'in amcas› Hamza o gün avda imifl. Avdan dönerken, Cahiliyyet âdeti üzere okunu yay›n› b›rakmadan tavaf için Kâ'be'ye gidiyordu. Abdullah'›n cariyesi yolda Hamza'ya rastlay›nca o gün geçen hadiseyi ona söyledi. Hamza henüz müslümanl›¤› kabul etmemiflti. Fakat kardeflinin o¤luna güpegündüz a¤›z dolusu küfür edildi¤ini iflitince karabet gayretiyle harekete geldi. Hemen Kureyfl'in meclisine giderek Ebû Cehil'e hitaben: – Benim kardeflimin o¤luna sö¤üp hat›r›n› inciten sen misin? dedi ve yay›n› Ebû Cehil'in bafl›na indirdi. Orada bulunanlar Kureyfl'in ulusu say›lan Ebû Cehil'e böyle muamele eden Hamza'ya hücûm edecek oldular. Fakat böyle birfleyin nereye varaca¤›n› çok iyi bilen Ebû Cehil, bu cin gibi mahlûk: – Dokunmay›n›z, Hamza'n›n hakk› var. Zira ben onun kardeflinin o¤lu (3) Târihü'l-Kâmil, ‹bn-i Esîr; Hayât-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; K›ssas-› Enbiyâ, Ahmet Cevdet Pafla. 96 hakk›nda fena sözler söyledim, dedi. Ve böylelikle Hamza'y› bafl›ndan savd›. O gittikten sonra kendi yaran›na dönerek: – Aman, ona iliflmeyin, var›p hiddet ile müslüman olur, onunla Muhammedîler kuvvet bulur, dedi. Hamza Kureyfl içinde de¤erli ve sayg›l› bir adamd›. Üstelik hiçbir fleyden y›lmaz, yi¤it bir kahramand›. Vak›a henüz müslüman olmam›flt›. Aflîret ve kabîle gayreti ile kardefli o¤lu u¤runda herfleyi gözüne alm›flt›. Ebû Cehil'in taraftarlar› çoktu. Fakat Araplar aras›nda bir kavga bafllarsa Hamza taraf›n› tutanlar›n Müslümanlarla bir olacaklar› flüphesizdi. Bu ise Ebû Cehil'in hiç istemedi¤i bir fleydi. O bütün gücüyle müslümanlar›n kuvvet bulmamas›na çal›fl›yordu. ‹flte bu gibi düflüncelerle, Hamza bafl›n› yard›¤› halde, ses ç›karmam›fl; yat›flt›rma siyaseti gütmüfltü. Hazret-i Hamza, bu hadise üzerine derhal müslüman olmufltu. HAZRET-‹ ÖMER MÜSLÜMAN OLUYOR (4) Hazret-i Hamza'n›n ‹slâmiyeti kabulünden sonra idi. Kureyfl Dârü'nNedve'de büyük bir toplant› yapm›fllar, günden güne adetleri ço¤alan müslümanlar hakk›nda bir tedbir almak, karara varmak için hararetli konuflmalar yap›yorlard›. Toplant› çok heyecanl› geçiyordu. Çünkü ifl mühimdi. Nihayet Ebû Cehil'in teklifi üzerine müslümanlar›n Peygamberi Hazret-i Muhammed'in vücudunu ortadan kald›rmaya karar verdiler. Bu korkunç karar› kim tatbik edecekti? Din davas› bir yana dursun, Haflim o¤ullar›n›n kan davas› güdecekleri flüphesizdi. Kureyfl, kabile gayreti yüzünden kan davas›na kalk›fl›rlar korkusuyla ilk günden beri böyle bir hareketten kaç›nm›flt›. Fakat müslümanlar›n adedinin ço¤al›p günden güne kuvvetlendiklerini görünce en sonunda bu tehlikeli karara varm›flt›. Bu karar›n tatbikini Hattab'›n o¤lu Ömer'e verdiler. "Haydi Hattab o¤lu, görelim seni!" dediler. Ömer o zaman 33 yafllar›nda idi. Ailesi tevhid dini hakk›nda bir fikir sahibi say›l›rd›. Ömer'in enifltesi olan Said'in babas› Zeyd; putperestlikten kaç›nanlardand›. Yukar›da kendisini böyle tan›tm›flt›k. Said, Ömer'in hem amcas› o¤lu, hem de enifltesi idi. K›zkardefli Fatma da müslüman olmufltu. Bu ailenin mühim bir simas› olan Nuaym b. Abdullah da müslümanl›¤› kabul etmiflti. Fakat Ömer müslümanl›¤a düflman olanlarla (4) Yukar›da gösterilen ayn› eserler. 97 beraberdi. fiimdi Darü'n-Nedve, bu korkunç karar›n tenfîzini ona yüklüyordu. Hemen k›l›c›n› kufland›. Kâ'be'yi tavaf ettikten sonra Safa Tepesinin yolunu tutup Dârü'l-Erkam'a do¤ru yolland›. Ömer gidiyordu, nereye ve ne yapmaya? Hakikatta onu Allah'tan baflka kimse do¤ru olarak bilmiyordu. Kendisine sorulunca Ömer tereddütsüz olarak: Muhammed'i öldürmeye gidiyorum, diyordu. Fakat o bu sözü söylerken mukadderat ona gülüyordu. O Muhammed'i öldürmeye de¤il, kendisini müslümanlar›n aras›na katmaya gidiyordu. Düflmanlar›n›n yan›na de¤il, dostlar›n›n yan›na gidiyordu. Ehlu'llah ve ashab-› Resûlullah aras›na giriyordu. Giderken yolda Nuaym b. Abdullah'a rast geldi. Nuaym bakt› ki, Ömer k›l›c›n› kuflanm›fl, hiddetli hiddetli gidiyor: –Hayrola, Hattab o¤lu, nereye böyle? diye sordu. O da: –Araplar›n aras›na tefrika düflüren Muhammed'in vücudunu ortadan kald›rmaya gidiyorum! Cevab›n› verdi. Nuaym: –Vallahi müflkül bir ifle kalk›flm›fls›n, Muhammed'in ashab› Onun bafl› uçunda dolafl›yor, Ona yol bulmak güç. Farzet ki bir yolunu bulup Muhammed'i öldürdün, Abd-i Menaf o¤ullar› seni yeryüzünde elini kolunu sallayarak gezmeye hiç b›rak›r m›? Ömer bu sözlere al›nd›: – Sen de Muhammed'den yana oluyorsun öyle mi? dedi. Nuaym: – Yâ Ömer, sen beni b›rak, evvela kendi ailene bak, dedi. Senin eniflten ve amcan o¤lu olan Said b. Zeyd ve efli k›z kardeflin Fatma, müslümanl›¤› kabul ettiler. Ömer bu duyduklar›na inanmak istemedi. Fakat içine de bir flüphe düfltü. Safâ'ya giderken köflebafl›n› dönerek k›z kardeflinin evine u¤rad›. Ve sert sert kap›y› çald›. KUR'AN'IN TES‹R‹ KARfiISINDA ÖMER K›z kardefli, Ömer'in hiddetli hiddetli geldi¤ini pencereden görünce içerde bir telafl koptu. Çünkü onun islâm düflmanl›¤›n› biliyorlard›. Onlar ise içeride Kur'an ö¤reniyorlard›. Müslümanlar yeni nazil olan ayetleri biribirine ö¤retirlerdi. Bunlar› ö¤retmek için Hazret-i Peygamber mahsus adamlar tayin etmiflti. ‹lk müslümanlardan biri olan ve din u¤runda bir çok iflkencelere maruz kalan Habbab ibn-i Eret, Said'in hanesinde Kur'an ö¤retirken Ömer kap›ya gelmiflti. Durum nazik idi. Hemen mübarek Kur'an sahifelerini bir tarafa kald›rd›lar, Kur'an ö¤reten hocay› da bir yere gizlediler ve kap›y› açt›lar. 98 Ömer evin köflebafl›ndan dönerken içeriden gelen Kur'an sadâs›n› duymufltu. Kap›dan içeri girince sordu: – Okudu¤unuz ne idi? Enifltesi Said b. Zeyd, telaflla: – Birfley yok, diye cevap verdi. Fakat bu cevap Ömer'i tatmin etmedi. Çünkü vaziyet ona baflka fleyler anlat›yordu. Ömer'in hiddeti büsbütün artt›: – Demek duyduklar›m do¤ru imifl; siz de Muhammed'in sihirleyici sözlerine aldan›p kap›ld›n›z, öyle mi? dedi. Ve enifltesinin yakas›na sar›ld›. Hiddetle onu yere çarpt›. K›zkardefli: Yapma etme diyerek kocas›n› kurtarmak için araya girdi. Evin içinde bir bo¤uflma koptu. Ömer, yerlerde yuvarlanan kocas›n› kurtarmak için ç›rp›nan k›zkardefline de bir tokat havale etmeyi ihmal etmedi. Yüzüne tokat inen zavall› kad›nca¤›z›n a¤z›ndan burnundan kan bofland›. Üstü bafl› kana boyand›. Olan olmufltu. ‹flin bundan daha fena olaca¤› yoktu. Fena halde can› yanan kad›n, kardeflinin yüzüne karfl› flöyle hayk›rd›: – Allah'tan kork, bir kad›na yapt›klar›na bak. Ben ve eflim müslüman olduk, Allah'a iman ettik. Sen ne yaparsan yap, bafl›m›z› kessen bundan dönmeyiz, dedi ve arkas›ndan da kelime-i flehadet getirdi. Manzara çok hazindi. Bunun karfl›s›nda en kat› kalpler erir, tafltan yürekler bile yumuflard›. Allah birdir, dedi¤i; Allah kelam›n› dinledi¤i için k›zkardeflini dö¤üp kanlar içinde b›rakmak, bu ne kat› kalplilikti. Ömer kalbinin içinde birfleyler yand›¤›n›, ruhunun derinliklerinde birfleyler çalkand›¤›n› hisseder gibi oldu. Biraz flaflalad›. Hemen yere oturdu. – Hele flu okudu¤unuz sahifeyi bana veriniz, dedi. K›zkardefli o mübarek sahifeleri koydu¤u yerden kemal-i ihtiramla al›p verdi. Allah kelam›n› onun gözünün önüne serdi. Ömer mükemmel okur yazard›. Eline verilen sahifedeki ayetleri okumaya bafllad›: ﺑﺴﻢ اﻟﻠﻪ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ ٭ ﺳﺒﺢ ﻟﻠّﻪ ﻣﺎ ﻓﻰ اﻟﺴﻤﻮات واﻻرض وﻫﻮ اﻟﻌﺰﻳﺰ اﳊﻜﻴﻢ ٭ ﻟﻪ ﻣﻠﻚ اﻟﺴﻤﻮات ...واﻻرض ﻳﺤﻴﻰ وﳝﻴﺖ وﻫﻮ ﻋﻠﻰ ﻛﻞ ﺷﺊ ﻗﺪﻳﺮ ٭ "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'› tesbih ve takdis eder. Aziz ve Hakim olan O'dur. Göklerin ve yerin hakimiyeti O'nundur. Diriltip yaflatan, öldüren O'dur. O herfleye kaadirdir. Bidâyeti olmayan ilk, O'dur. Nihayeti olmayan son, O'dur. Zâhir ve bat›n O'dur. Herfleyi bilen O'dur. Gökleri ve yeri alt› günde yaratan, sonra arfl-› 99 celâlinden herfleyi idare eden O'dur. Yere girip sokulan›, yerden ç›kan›, gökten ineni, gö¤e yükseleni O bilir. Nerede olsan›z O sizinle beraberdir. O Allah, bütün ifllediklerinizi gözetliyor, göklerin ve yerin mülk ve saltanat› O'nundur. Bütün ifller O Allah'a döner. Geceyi gündüze, gündüzü geceye katar. Sinelerde gizli olanlar› bilir. Öyle ise Allah ve Peygamber'ine iman ediniz." (5) Kur'an-› Kerim'in fesahat ve belagat›, manas›n›n yüksekli¤i ve mezâyâs›n›n letâfeti Ömer'in kalbine ifllemiflti. Kur'an'›n o ilâhî tesiri, Onu de¤ifltiriyordu. O, baflka Ömer oluyordu. Az evvel k›l›c›n›n kabzas›na yap›fl›p Muhammed'i öldürmek üzere yola düflen Ömer ortadan çekiliyor, ortaya bambaflka, yepyeni bir Ömer ç›k›yordu. Az evvel Allah birdir, diyen k›zkardefline tokat indiren huflûnetten ortada eser kalmam›flt›. O flimdi kuzu gibi mülâyim, melek gibi halim olmufltu. Allah kelaman›n halâveti onun tâ rûhuna ifllemiflti. Vahyin sesi, onu bafltan aya¤a sarm›flt›. O flimdi nûra dal›yor, hakk› buluyor, hidâyete eriyordu. Bir mu'cize oluyordu. Müflrik Ömer yerine ortaya mü'min Ömer ç›k›yordu. Bu mu'cizeyi Kur'an yapm›flt›. Kur'an'›n tesiri böyledir. Ömer " " ﻟﻪ ﻣﻠﻚ اﻟﺴﻤﻮات واﻻرضayetini okuyunca k›zkardefline sordu: – Bütün göklerin ve yerin hükümranl›¤› ve saltanat› sizin tapt›¤›n›z Tanr›n›n m›? K›zkardefli: – Evet, onda flüphe mi var? diye cevap verdi. Ömer utanarak m›r›ldand›: – Bizim tap›nd›¤›m›z putlar›nsa hiçbir fleyi yok!.. yaz›k! Bu yaz›k kelimesiyle bütün putlar âlemi y›k›l›yordu. O anda Allah'›n hidayeti Ömer'e eriflti ve kalbine iman nûru doldu. Ömer, mü'minlerin saf›na geçiyordu. O esnada Kur'an hocas› Habbab da gizlendi¤i yerden ç›kt›. Hazret-i Peygamber'in tahakkuk eden duas›n›, büyük mu'cizeyi aç›klayarak dedi ki: – Yâ Ömer! Hazret-i Peygamber: Yâ Rab! Bu dini iki Ömer'den biriyle aziz k›l! diye dua etmiflti. ‹flte bu saadet ve devlet sana nasib ve müyesser oldu. ‹ki Ömer'den murad, Ömer b. Hattab ile Amr b. Hiflam (Ebû Cehil) idi. Ömer bu müjdeyi de al›nca biran evvel Hazret-i Muhammed'in huzurunda ilâhî nûra kavuflmak istedi. (5) Hadîd sûresi, âyet: 1-7 100 – Haydi, beni Resûl-i Ekrem'in yan›na götürün, dedi. Hazret-i Peygamber o s›rada Safâ da¤›n›n ete¤inde olan Dâr-› Erkam'da ashabtan Erkam'›n evinde bulunuyordu. Müslümanlar›n say›s› o zaman k›rk dolay›nda idi. Ashab, kad›n erkek Dâr-› Erkam'da Resûlullah'›n etraf›nda toplanm›fllar; dini ö¤reniyorlar, sohbet ediyorlard›. Kap›n›n önünde bekleyen gözcü, Ömer'in silahl› olarak geldi¤ini gördü ve içeridekilere haber verdi. Ömer, müslümanlara düflmanl›¤›yla tan›nm›fl yaman bir adamd›. Güçlü, kuvvetli, kal›n adaleli, sert tabiatl›, hiddetli bir zatt›. ‹çerdekiler onun pür silah geldi¤ini duyunca telafl ettiler. ‹çlerinden yaln›z birinde telafl eseri yoktu. O da Hazret-i Hamza: – "Korkacak ne var, e¤er iyilik için gelmifl ise hofl geldi, safa geldi. Yok öyle de¤ilse, gelece¤i varsa görece¤i de var" diyerek elini k›l›c›n›n kabzas›na att›. Bu manzaray› seyreden Rasûl-i Ekrem ise yüzünde parlayan nefl'e nûruyla mütebessim mütebessim bak›yordu. Çünkü vahy-i ilâhî Ömer'in islâmiyyeti kabulünü müjdelemiflti. Oturdu¤u yerden emir buyurdu: – "Telafl edecek birfley yok, b›rak›n gelsin!" Ömer, heybetli k›l›¤›yla silahl› bir halde içeri girdi. Hazret-i Peygamber'in önüne gidip diz çöktü. Etrafta ç›t yok. Bütün gözler ona çevrilmifl. Heyecanl› anlar geçiyor. Acaba ne olacak? Ömer niçin gelmiflti? Ne yapacakt›? Niye böyle silahl› idi ve niye Peygamber'in önüne diz çökmüfl sakin sakin duruyordu? Ömer'in gözleri Resûlullah'›n nûrlu gözleriyle karfl›laflt›. Gözgöze gelince bir an içinde Peygamber'in rûhânî kudreti; kudsiyet nûru bir elektrik seyyâlesi gibi Ömer'i ilâhî tesiri alt›nda b›rakm›flt›. Ömer, o eski haflin Ömer de¤ildi. O erimifl bitmiflti. Rûhu Peygamber'in mübarek rûhiyle kucaklafl›yordu. Kalbi Peygamber'in mübarek avucu içinde imifl gibi kendini vahiy sahibinin eline b›rakm›flt›. Ömer'in iradesi, ‹slâm'›n iradesine ram olmufltu. Resûlullah mübarek eliyle Ömer'in omuzundan tuttu ve: – "Benimle beraber tekrar et yâ Ömer" dedi. O, bu iflareti bekliyordu. ‹çine iman nûru dolmufltu. Kalbine islâmiyet yer etmiflti. Peygamber'in ilâhî sesinin arkas›ndan Ömer'in sesi flu mübarek kelime-i tevhidi tekrar etti¤i duyuldu: اﺷﻬﺪ ان ﻻ اﻟﻪ اﻻ اﻟﻠّﻪ واﺷﻬﺪ ان ﻣﺤﻤﺪًا رﺳﻮل اﻟﻠّﻪ Ömer bütün varl›¤›n› kaplayan iman›n aflk ve flevkini bütün heyecan›yla bununla ifade etmifl, hulûs-i kalple kelime-i flehadet getirmiflti. Ora101 da bulunan müslümanlar bu manzara karfl›s›nda kendilerini tutamad›lar, Ömer'in islâm› kabul ve ilan› onlar› da coflturmufltu, yüksek sesle tekbir almaya bafllad›lar. Allahu Ekber sedâs› bütün Mekke ufuklar›n› ç›nlata ç›nlata göklere do¤ru yükseliyordu. Safâ Tepesinden yükselen tekbir sedas› Mekke'nin ufuklar›nda dalgalana dalgalana çalkan›yordu. Ömer: – Yârân›m›z kaç kiflidir? dedi. – K›rka bâli¤ olduk, dediler. – Öyle ise ne duruyoruz, haydin Kâ'be'ye gidelim, dedi. Hazret-i Muhammed önde, sa¤›nda Ömer, solunda Hamza, di¤er ashab-› güzin arkalar›nda Dâr-› Erkâm'dan Kâ'be'ye do¤ru iniyorlard›. Dârü'n-Nedve'de müflriklerse, Ömer, Hazret-i Muhammed'in kellesini getirecek diye bekliyorlard›. Karfl›dan kalabal›k bir cemâatin geldi¤ini görünce: – Ömer, hepsini toplam›fl, getiriyor, dediler. Yaln›z Ebû Cehil, bu cin fikirli adam kuflkuland›: – Ben bu geliflten pek hofllanmad›m amma, dedi. Az sonra hakîkat anlafl›ld›. Ömer'e arkanda ne var, neyle geldin? diye sordular. – Lâilâhe illâllah, Muhammed Resûlullah ile geldim, dedi. Ve ilâve etti: – Beni bilen bilir, kimse yerinden k›m›ldanmas›n, yoksa boynunu vururum. Ömer, ne maksatla gitmiflti, flimdi nas›l gelmiflti. Hidâyet-i ilâhiyye iflte buna denir. Müslümanlar Kâ'be'de âflikare namaz k›ld›lar, din-i ‹slâm flevket buldu. Müslümanlar art›k kendilerini tan›tacak bir kuvvet hâline gelmifllerdi. Bu halden müflrikler korktu ve flafl›rd›. ‹bn-i Esîr Ömer'in islâm olmas›, hadisesiz geçmedi¤ini yazar. O gün Kâ'be'de büyük bir kaynaflma ve kargaflal›k olmufl. Âs b. Vâil Ömer'den yana olmufl. Hazret-i Ömer'in islâm› kabûlü hâdisesinde, k›zkardefli Fatma'n›n evinde Kur'an dinledi¤i muhakkakt›r. Baz› rivâyetlerde okunan âyetlerin (Tâhâ) sûresinin bafl taraf› oldu¤u zikrolunmaktad›r. Biz yukar›da Hadid Sûresinden bâz› âyetler oldu¤unu kaydettik. Bu rivâyetler zâhiren muhtelif gibi görünüyorsa da bunlar› birlefltirmek mümkündür. Okunan âyetler hem 102 Hadid Sûresinden, hem de Tâ-hâ Sûresinden olabilir. Her iki sûrenin âyetlerini okumaya ne mâni' var? Hem Tâ-hâ sûresini, hem de Hadid sûresinden olan âyetleri okuyup ö¤reniyorlar olabilir. Ömer'e gösterdikleri sahifede bunlar yaz›l›d›r. Ömer de hepsini okumufltur. Nas›l ki bu hususta baflka rivâyetler de vard›r. Bir rivâyette, Tâ-hâ sûresi ile Küvviret sûresi oldu¤u nakledilmektedir. Bu rivâyetler nakil tarz› i'tibâriyle muhtelif olmakla beraber, birlefltikleri bir nokta vard›r ki, o da Hazret-i Ömer'in Kur'an-› Kerim'in i'cazkâr belâgat›, yüksek fesâhat› te'sîriyle müslüman oldu¤udur. Bu husus flüphe götürmez bir hakîkatt›r. Zâten Rasûl-i Ekrem bafllar›nda Ebû- Cehilleri, Ebû-Leheb'leri olan o koca müflrikler gürûhuna ancak Kur'an-› Kerim'le mukaabele ediyordu. Silahl› ve maddî her türlü vâs›talara sâhib olan müflriklerle mücâdele için Kur'an-› Kerim'in i'caz›ndan, te'sîrli fesâhat ve belâgat›ndan baflka elinde bir silah yoktu. Bu mu'cize ile onlara mukaabele ediyor, onlar müslümanlara hücûm ettikçe Kur'an'›n beli¤ âyetleri flirk ordusunu flaflk›nl›k ve acz içinde b›kar›yordu. Onun için burada biraz Kur'an-› Kerim'in i'cazkâr te'sîrinden bahsedelim: KUR'ANIN ‹'CAZI VE YÜKSEK TES‹R‹ (6) Hazret-i Ömer'in islâm› kabûlünden bahsederken Kur'an-› Kerim'in yüksek tesîrine iflâret etmifltik. Kur'an'›n kalpleri fetheden o i'cazkâr belâgat› karfl›s›nda fliddet ve hiddet sâhibi Ömer nas›l yumuflam›fl, kuzu gibi halîm olmufltu. Kur'an-› Kerim, her dinliyen üzerinde ayn› tesîri göstermekte idi. Kureyfl rüesâs› bile Kur'an'›n bu i'cazkâr belâgat›, rûhlar› saran tesîri karfl›s›nda ne yapacaklar›n› flafl›rm›fllard›. Teflkilâtl›, teçhizatl› o koca flirk dünyâs›na Hazret-i Muhammed yaln›z Kur'an ile mukaabele etmifl; kendisine düflman kesilenlere Kur'an okumakla onlar› hak yola getirmifltir. Hazret-i Peygamber dilinde ve elinde Kur'an, insanlar› dine davete bafllad› ve kalpleri yaln›z onunla feth ve teshîr etti. ‹flte ‹slâm dini böyle intiflâr eyledi. Bu din kitab›n›n belâgatkâr i'caz› sâyesinde gönüller imân ile doldu. Bunun böyle olmas› da lâz›md›. Çünkü Araplarda o devirde belâgat çok ilerlemiflti. Her Peygamber'e asr›ndaki mûteber ve meflhur olan fleylerden mu'cize vermek, hikmet-i ‹lâhiyye îcâb›yd›. (6) Hayât-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; K›ssas-› Enbiyâ, Ahmet Cevdet Pafla; ‹'câzü'lKur'ân, Mustafa Sad›k Er-Râfiî. 103 Meselâ Hazret-i Musa asr›nda sihirbazl›k pek ziyâde flöhret bulmakla, Cenab-› Hak Ona sâhirleri ma¤lûb edecek, hayran b›rakacak mu'cizeler verdi. Hazret-i ‹sa zaman›nda hikmet ve tabâbet îtibarda idi. Onun için kendisine tabiplerin yapam›yaca¤›, onlar› âciz b›rakan mu'cizeler verildi. Çünkü baflka türlü mu'cizeden beklenilen te'sîr hâs›l olmaz; bunlar bizim bilmedi¤imiz fleyler, usûlünü bilsek biz de yapard›k, diye kaçamak yollar› bulamazlar. Bildikleri bir fleyle âciz b›rakmak daha tesirli olur. Peygamberimizin en büyük mu'cizesi de Kur'an-› Kerim'dir. Bu, baflka mu'cizesi yok demek de¤ildir. Kur'an-› Kerim mu'cizesinin di¤er mucizelerden ayr›ld›¤› bir nokta da fludur: Kur'an ebedî ve daimî bir mu'cizedir. Di¤er mu'cizeler ise muvakkatt›r. Onlar bir anda olup biter, o zaman›n insanlar› görebilir. Kur'an ise öyle de¤il, her as›rda herkes Onu görüp duruyor, okuyup dinliyor. Bu bak›mdan Kur'an-› Kerim mu'cizesi bütün mu'cizelerin fevkindedir. Asr-› saadette fliir ve edebiyat Araplar aras›nda çok muteber tutulurdu. Araplar›n gerek medenîleri ve gerekse bedevîleri aras›nda fesâhat ve belâgat fazîlet ölçüsü olmufltu. Muallekaat-› Seb'a gibi Câhiliyyet edebiyat› âbideleri Kâ'be'nin duvarlar›na as›lm›flt›. Sûk-› Ukaz, Zül-Mecaz, ElMecenne gibi meflhur panay›rlarda flâirler, edipler, hatipler, biribirleriyle münâzaralar yapar; Arap bulegas›, ne cevherleri varsa ortaya dökerlerdi. ‹flte böyle bir devirde Kur'an-› Kerim Arap bülegas›na meydan okumufl, fakat onlar en k›sa sûresine bile nazîre söylemekten âciz kalm›fllard›r. Belâgat nümûnesi olan Kur'an-› Kerim mu'cizesi bütün Arap ediplerini ve flâirlerini âciz b›rakm›flt›r. Kur'an-› Kerim'in bu yüksek belâgat› karfl›s›nda fusehâ ve bulegadan olan insafl› k›sm› hemen müslüman olmufllard›r. Kur'an-› Kerim'i dinleyince onun sihr-i beyân›na hayran kal›p müslüman olanlar pek çoktur. ‹slâm tarihi bize böyle nice hadiseler kaydetmektedir ki s›ras› düfltükçe onlardan bahsolunacakt›r. Müflrikler Kur'an›n bu tesirini önlemek için nice çârelere bafl vurdularsa da bir netice elde edememifllerdir. Kur'an'›n sesi onlar›n sesini bo¤du. " وﻛﻠﻤﺔ اﻟﻠّﻪ ﻫﻰ اﻟﻌﻠﻴﺎ: Allah'›n kelam› herfleyin üstündedir." Tevbe sûresi, âyet: 40 *** Müflriklerin elebafl›lar›ndan olan Velid b. Mu¤îre Kureyfl'e bir ziyâfet haz›rlad›. Topland›lar, yediler, içtiler, Hazret-i Muhammed'i kasdederek: Bu 104 adam hakk›nda ne dersiniz? dediler. Kimi sâhir, dedi. Baz›s› kâhin, dedi. Bir k›sm› flâir, dedi. Bunlar›n hepsine itiraz ettiler. Velid b. Mu¤îre ortaya at›larak: "Vallahi bu dediklerinizin hiçbiri de¤il. Onun sözü öyle bir kelâm ki, onda baflka bir halavet var, üzerinde bir hüsnü letâfet var, pek derin manal› bir kelam. Ben fliirin her nev'ini bilirim. Bu onlara benzemez. Ne deseniz ona yak›flm›yor. Amma ona sihir diyelim, kifliyi babas›ndan, kardeflinden, kar›s›ndan ay›r›r bir sihir diyelim." dedi. O sihirleyici sözleri dinlememeye karar verdiler. Hac mevsimi yaklafl›yordu. Hazret-i Muhammed Hacca gelenlere Kur'an okuyordu. ‹slâmiyet Kur'an sâyesinde etrafa yay›l›yordu. Kureyfl buna mâni olmak istiyordu. Topland›lar: Her taraftan Arap kabîleleri Mekke'ye gelmeye bafllad›. Muhammed yine onlara Kur'an dinletecek; hem buna mâni olal›m, hem de O'nun hak›nda söyliyeceklerimizi söz birli¤i edelim de, söylediklerimiz birbirini tutsun, dediler. ‹çlerinden baz›lar›: Kâhindir, diyelim, dediler. Birisi: Kâhin de¤il, sözleri asla kâhin sözüne benzemez, dedi. Mecnun diyelim, dediler. Mecnun desek kim inan›r, Onda asla cinnet eseri yok, diyen oldu. fiâir diyelim, dediler. fiâir de de¤ildir, zîrâ fliirin aksâm›n› biliyoruz, O'nun sözleri bunlardan birine benzemez, diyenler ç›kt›. Sâhir diyelim, dediler. Sâhire neresi benzer? Okuyup üfürmesi yok, dü¤üm ba¤lamas› yok, sâhir ifllerine benzer bir ifli yok. Bu cihetle sâhir de diyemeyiz, dediler. Bunlar›n hiçbirisinin yak›fl›k almad›¤›n› kendileri de îtirâf ettiler. Fakat Kur'an'›n tesirinden Arap kabîlelerini korumak da istiyorlard›. Nihayet her tarafa oturup yollar› kesip Kur'an dinletmemeye karar verdiler, Hazret-i Muhammed nereye gittiyse Kur'an okumas›na engel oluyorlard›. Bu tertibi Velid b. Mu¤îre alm›flt›. Bu usûlü o teklif etmiflti. Onun için Velid b. Mu¤îre hakk›nda flu fliddetli âyetler nâzil oldu. " زرﻧﻰ وﻣـﻦ ﺧﻠـﻘﺖ ... وﺣـﻴـﺪًا: B›rak bana o yaratt›¤›m adam› yaln›z, ona bol bol mal verdim; gözü önünde duran ve meclislerde beraber bulunan o¤ullar verdim. Kendisine her fleyi haz›r k›ld›m. Sonra tama'la daha da art›rmay› istiyor. Hay›r hay›r, çünkü o bizim âyetlerimize inatla karfl› geliyor. Ben onu dimdik yokufla sard›raca¤›m. O uzun boylu düflündü, ölçtü, biçti, kahrolas› nas›l da ölçtü biçti. Yine kahrolas› sonra bakt› ve kafllar›n› çatt›, yüzünü buruflturdu. Sonra arka çevirdi ve büyüklük taslad› ve dedi: Bu ancak dilde dolaflan bir sihirdir ve ancak befler sözüdür." (Müddesir sûresi, âyet:11 ...) 105 Müflriklerin bu men karar› bir nevî ilan idi. Yani müslümanl›¤›n lehine propaganda yapm›fl oldular. Duym›yanlara da duyurduklar›n›n fark›nda de¤ildiler. Sak›n Muhammed'i dinlemeyin dedikleri adamlarda Onu dinlemek için bir alaka uyanmas› pek tebiî idi. Böylelikle müflriklerin bu men karar›, müslümanlar›n lehine oldu. Kur'an dinleyenler art›yor, müslümanlar›n say›s› günden güne ço¤al›yordu. Müflrikler hangi çareye bafl vururlarsa, neticesiz kal›yordu. Bir defa müflrikler toplanm›fllar, Dârü'n-Nedve'de oturuyorlar, sohbet ediyorlard›. Ebü'l-Velid diye ma'rûf olan Utbe b. Rebîa: – Ne dersiniz, dedi. Gidip Muhammed'e biraz nas›hat etsem, Onu bu davadan vaz geçirsem. Ne isterse verelim. Böylelikle bu kargaflal›k ortadan kalks›n! – Hay hay git, dediler. Ve Utbe'yi elçi olarak gönderdiler. Utbe, Kureyfl nam›na Hazret-i Muhammed'le pazarl›¤a tutuflur gibi konuflmaya bafllad›: – Ne istersen verelim; seni istedi¤inden a'la zengin yapal›m, servet toplayal›m, Mekke'ye hâkim olmak sevdas›nda isen mevki verelim, asîl ve güzel bir kad›nla evlenmek istersen bulal›m, ne istersen yapal›m, yaln›z flu söylediklerinden vaz geç! dedi. Utbe, içinde ne varsa hepsini boflaltt›. O söyliyece¤ini söyledikten sonra Hazret-i Peygamber: – Diyeceklerin bitti mi? diye sordu. Utbe: – Evet, dedi. Resûl-i Ekrem: – Öyleyse flimdi de beni dinle, dedi ve okumaya bafllad›: (7) ... ﺑﺴﻢ اﻟﻠّﻪ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ ٭ ﺣﻢ ٭ ﺗﻨﺰﻳﻞ ﻣﻦ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ ٭ "Hâ-Mîm, bu Kur'an Rahmân ve Rahîm olan Allah taraf›ndan indirilmifltir. Bilen bir kavim için Arapça bir Kur'an, âyetleri tafsîl edilmifl bir kitap, hem müjdeci, hem de korkutucu. Çoklar› bafl›n› çevirmifl, iflitmiyorlar ve flöyle diyorlar: Kalplerimiz Senin bizi davet etti¤in fleye karfl› kapal›d›r. Kulaklar›m›zda bir a¤›rl›k var, seninle aram›za bir perde çekilmifltir. Haydi yap yapaca¤›n›, çünkü biz yapaca¤›m›z› yap›yoruz. Resûlüm, de ki: Ben sizin gibi bir insan›m, ancak bana flöyle vahiy olunuyor: Hepinizin Tanr›s› bir Allah't›r. Hepiniz O'na do¤rulun, O'nun ma¤firetini isteyin. Vay o müflriklerin hâline!" (7) Fussilet sûresi, âyet: 1-6 106 Hazret-i Peygamber Efendimiz Fussilet sûresini okumaya devam etti; " ..." وﻣﻦ آﻳﺎﺗﻪ اﻟﻴـﻞ واﻟﻨﻬـﺎرGece ve gündüz, günefl ve ay bunlar hep Allah'›n kâinattaki âyetlerindendir. Günefl'e ve ay'a secde etmeyin, flayet Allah'a ibadet etmek istiyorsan›z onlar› yaratan Allah'a secde edin" âyetine gelince; secdeye kapand› ve uzun müddet secdede kald›; secdeden kalkarak kalan âyetleri de okuyup sûreyi tamamlad›ktan sonra gözlerini Utbe'ye tevcih etti. Bakt› ki, Utbe ellerini yanlar›na salm›fl, sükûnetle dinliyor. Bu âyetlerin icazkâr tesiri bütün kalbini kaplam›fl: – ‹flittin mi yâ Ebü'l-Velid?... ‹flte sen ve iflte onlar, diledi¤in gibi yap! Utbe bir söz söylemeden kalkt›. Bafl›n› önüne e¤mifl oldu¤u halde derin derin düflüne düflüne yürümeye bafllad›. Bu dinledi¤i neydi? Bu ses nereden geliyordu? Sahibinin mal, mülk mevki... herfleyi u¤runda feda etti¤i bu ses ne idi? Her fanî zevki reddederek devam etti¤i bu vahyin sesindeki cûfl ve hurûfl neredendi? Utbe bu düflünceler alt›nda a¤›r a¤›r, ezilmifl gibi geliyordu. Kureyfl onun bozuk düzen döndü¤ünü görünce flüphelendiler ve: – Vallahi Ebü'l-Velid gitti¤inden baflka yüzle dönüyor, dediler. Utbe gelip yanlar›na oturdu. – Arkanda ne var, anlat bakal›m, dediler. – Hiç sormay›n, dedi. Vallahi ne söyliyeyim bilmem ki, öyle bir söz iflittim ki, ömrümde mislini iflitmemiflim. Bu söz fliir de¤il, sihir de¤il, kehânet de¤il, bunlardan birine benzemez. Ey Kureyfl tâifesi, beni dinleyin. Bu adam› kendi hâline b›rak›n. Vallahi iflitti¤im bu kelâm›n büyük bir haberi olacak. Ona siz kar›flmay›n, Onu Araplara b›rak›n, e¤er muvaffak olamazsa Arabistan Onu mahveder, Kureyfl de kurtulur. E¤er muvaffak olursa Onun zaferi, sizin zaferiniz demektir. Kureyfl için iftihar vesîlesi olur. Siz kazan›rs›n›z! Kureyfl Utbe'nin bu sözlerini duyunca: – Vallahi seni de büyülemifl, dediler. O ise eliyle iflâret ederek: – Benim Onun hakk›ndaki re'yim bu, siz ne isterseniz yap›n, dedi. Ne yaz›k ki Kureyfl, kendi reislerinden olan Utbe'nin bu sözlerini dinlemediler. Küfür ve inatlar›nda devam ettiler. Kureyfl, Kur'an-› Kerim'in her maniay› afl›p etrafa yay›lan ilâhî sadâs›n› k›smak için baflka bir çâre düflündüler. Çaresizlik, onlar› her çâreye bafl vurmaya sürüklüyordu. Nadr b. Hâris'i yakalad›lar. Bu adam. ‹ran'da gezmifl dolaflm›flt›. Farsça ö¤renmiflti. Birçok Acem masallar› bilirdi. fiehnâmeden ve emsalinden Rüstem ve ‹sfendiyar hikayelerini bellemiflti. Kureyfl bunu 107 Kâ'be'ye oturttular, oraya gelip gidene bu masllar› anlat›yordu. Böylelikle Hazret-i Muhammed'in etraf›na toplan›p Kur'an dinlemelerine meydan vermemek istiyorlard›. Nadr, hem masallar›n› söyler, hem de: "Muhammed'in neresi benden daha iyi!" derdi. Kureyfl hat›r için Nadr b. Hâris'i dinliyor veya dinler görünüyordu. Hakikatta kulaklar› Hazret-i Muhammed'de idi. Kur'an okurken duydularm›, hemen kulaklar›n› Kur'an'a verip dinlerlerdi. Nadr b. Hâris'in bu davran›fllar› da bir fayda vermedi. Nadr hakk›nda Kalem Sûresinin ilk âyetleri nâzil oldu: (8) ..." وﻻ ﺗﻄـﻊ ﻛﻞ ﺣـــــﻼف ﻣـــــﻬﲔTan›ma flunlar›n hiç birini; çok yemin edici, de¤ersiz, alçak, gammaz, ko¤uculukla yaflar, lâf tafl›r, hayra engel mütecâviz, günâhkâr, kaba, üstelik soysuz, flirret, mal sahibi olmufl ve o¤ullar› var diye tan›ma. O, karfl›s›nda âyetlerimiz okunurken bunlar geçmifllerin masallar›d›r, dedi." Peyderpey nâzil olan âyetler karfl›s›nda perîflan olan Kureyfl rüesâs›, ma¤lubiyetlerinin ac›s›n› ç›karmak için Medîne'den Yahûdîler getirip eski tarihlere ait baz› fleyleri Peygamber'e sordurdular, Ruh meselesi, Hazret-i Musa ile H›z›r, Zü'l-Karneyn ve Ashâb-› Kehf hakk›ndaki sualler bunlar meyân›nda idi. Kur'an-› Kerim Kehf sûresinde bunlar›n hepsini güzelce cevapland›rm›fl, bu sûretle Yahûdîlerin sualleri vas›tas›yla ifli kar›flt›rmak isteyenler yine yüzlerinin karas›yla ma¤lup olmufllard›. *** Bir aral›k, Kur'an'›n gönülleri fetheden sadâs›n› duymamak için Onu dinlememeye karar verdiler. Hazret-i Peygamber namaz k›larken âflikâre Kur'an okurdu, bunu duydularm› da¤›lmaya karar verdiler. (Müslümanlar zay›f iken âflikâre Kur'an okuyamazlard›. Kuvvetlenince âflikâre okamaya bafllam›fllard›r. Veyahut da müflriklerin görmedikleri ve duyam›yacaklar› tenhâ yerlerde âflikâre okuyabilirlerdi. Dâr-› Erkam'da iken gizli okuyarak ibâdet ederlerdi. Kur'an okurken müflrikler duyup da ezâ etmesinler diye çekinirlerdi.) ‹flte müflrikler, her ne sûretle olursa olsun, Kur'an okunurken duydularm›, dinlememek üzere aralar›nda and içtiler. Fakat kendileri, baflkalar›n› dinlemekten menettikleri halde Kureyfl rüesâs› gizlice dinlerlerdi. ‹bn-i ‹shak flu hâdiseyi nakletmektedir. Ebû Süfyan, Ebû Cehil ve Ahnes, bir gece Hazret-i Muhammed, evinde namaz k›larken Kur'an dinlemek üzere gizlice giderler. Birbirlerinden ha(8) Kâlem sûresi, âyet: 10-15 108 berleri yok. Birer köfleye siperlenip dinlemeye bafllarlar. Onlar dal›p Kur'an dinlerken tanyeri a¤ar›r, dönüflte yolda birbirlerine rastlarlar ve bu yapt›klar›ndan dolay› birbirlerine sitem ederler. Art›k böyle yapm›yal›m, çünkü ayak tak›m› bizi görürse onlar ne yapmaz, derler. ‹kinci gece yine ayn› yere dönerler ve dinlemeye koyulurlar. Sabah olunca yine yolda buluflurlar ve birbirlerine sitem ederler. Üçüncü gece yine ayn› fley tekerrür eder. Baflka bir defa bu hâlin tekrâr etmemesi için orada andlafl›rlar ve ondan sonra da¤›l›rlar. Ertesi gün Ahnes asâs› elinde evvelâ Ebû Süfyan'a gelir: – Yâ Ebû Süfyan, Muhammed'den dinledi¤in hakk›nda bana re'yini söyle, der. Ebû Süfyan flu cevab› verir: – Vallahi bu iflittiklerim içinde öyleleri var ki onlar› biliyorum ve ne murad edildi¤ini anl›yorum. Fakat öyle fleyler de iflittim ki, ne anlayabiliyorum, ne de ne murâd edildi¤ini biliyorum. Ahnes: – Vallahi ben de öyle, dedi; Oradan ayr›l›p Ebû Cehil'e vard›. – Ey Ebü'l-Hakem, Muhammed'den dinlediklerin hakk›nda reyin nedir? dedi. – Dinlediklerim hakk›nda fikrimi mi soruyorsun? dedi. Dinle bak ne diyece¤im: Biz ve Abd–i Menaf o¤ullar› flerefi paylaflamad›k. Onlar yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar ziyâfet verdi, biz de verdik... Ne yapt›larsa, yapt›k. Art›k at bafl› beraber olmufltuk. ‹flte o zaman: Bizden kendisine gökten vahiy gelen peygamber var, dediler. Bizim buna eriflmemiz imkâns›z. Vallahi onlar›n Peygamberine asla inanmay›z, onu tasdik etmeyiz. ‹flte böylece asabiyet-i kavmiye da'valar› müslüman olmalar›na mâni oluyordu. Yoksa Kur'an'›n belâgat ve fesâhat› onlar›n hepsini hayran ediyordu. Müflrikler kendileri Kur'an-› dinlemekten kaç›nd›klar› gibi müslümanlar›n Kur'an'› okumas›na da engel olmak istiyorlard›. Hazret-i Hamza'n›n islâmiyeti kabûlünden sonra idi. Abdullah ‹bn-i Mes'ûd Kâ'be'ye gidip Makam-› ‹brahim'de Kur'an okumak istedi. Kuflluk vakti Kureyfl orada iken ibn-i Mes'ûd yüksek sesle Kur'an okumaya bafllad›: ﺑﺴﻢ اﻟﻠّﻪ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟـﺮﺣﻴﻢ ٭ اﻟﺮﺣﻤﻦ ٭ ﻋﻠﻢ اﻟﻘـﺮآن ٭ ﺧﻠﻖ اﻻﻧﺴﺎن ٭ ﻋﻠﻤﻪ اﻟﺒـﻴﺎن ٭ اﻟﺸﻤﺲ واﻟﻘـﻤﺮ ﺑﺤﺴـﺒﺎن (9).... ٭ واﻟﻨﺠﻢ واﻟﺸﺠﺮ ﻳﺴﺠﺪان ٭ (9) Rahman sûresi, âyet: 1-6... 109 Kureyfl kulak kabartt›lar. Bakt›lar ki Abdullah ‹bn-i Mesûd Kur'an okuyor, üzerine hücum ettiler. Yüzüne gözüne vurdular. Üstü bafl› yara bere içinde kald›. Müslümanlar›n yan›na dönünce: – Korktu¤umuz bafl›na geldi, dediler. – Vallahi din düflmanlar›n›n gözümde bugünkü kadar hiç göründü¤ü asla yoktu. ‹sterseniz yar›n gene böyle yapay›m, dedi. – Hay›r, hay›r; bu kadar kâfi, dediler. Onlara hofllanmad›klar› fleyi duyurdun ya, yeter. *** Hazret-i Peygamber, Hac mevsiminde Mekke haricine ç›kar, etraftan gelen kabîlelere Kur'an okur, onlar› hak dine da'vet ederdi. ‹slâmiyet s›rf böyle Kur'an-› Kerim sayesinde etrafa yay›lmakta idi. Benî Seleme kabîlesinden birkaç yi¤it, Mekke'ye gelmifllerdi. Biraz Kur'an dinleyince hemen müslümanl›¤› kabul etmifllerdi. Bunlar memleketlerine dönünce Resûli Ekrem'in ahvâlinden bahsederler. ‹çlerinden birisinin babas› olan Amr b. Cemuh, o¤luna: – O zattan iflitti¤in sözlerden bana söyle, der. O¤lu da ona Fâtiha sûresini okur. Babas› bunu dinleyince: – Bu ne güzel kelâmd›r, di¤er kelâmlar› da öyle güzel midir? diye sorar. O¤lu: – Daha a'lâlar› var, cevab›n› verir. *** Bedevi Araplardan biri (10) " " ﻓـﺎﺻـﺪع ﲟﺎ ﺗﺆﻣـﺮâyetini iflitti¤i zaman secdeye kapanm›fl ve bu sözün fesâhatine secde ediyorum, demiflti. Bir di¤eri de Yûsuf sûresindeki: (11) " " ﻓﻠﻤﺎ اﺳﺘﻴﺌﺴﻮا ﻣﻨﻪ ﺧﻠﺼﻮا ﳒﻴًﺎâyet-i kerimesini iflitti¤inde: – fiehâdet ederim ki, hiçbir kimse buna benzer söz söyliyemez demiflti. Muallekaat-› Seb'a, Kâ'be duvar›nda as›l› dururken (12) " " ﻳﺂارض اﺑﻠﻌﻰ ﻣﺂﺋﻚ âyeti nâzil olunca flâir ‹mrü'l-Kays'›n k›zkardefli hemen onun kasîdesini duvardan indirmifl ve: (10) Hicr sûresi, âyet: 94 (11)Yûsuf sûresi: âyet: 80 (12) Hûd sûresi, âyet: 44 110 – Art›k kimsenin bir diyece¤i kalmad›, bu belâgat karfl›s›nda kardeflimin fliiri de duramaz, demiflti. ‹flte Kur'an'›n i'câz›, yüksek belâgat› böyle ak›ll› ve insafl› olanlarca i'tirâf olunuyor, hakk› görenler müslümanl›¤› kabul ediyorlard›. *** Ebû Zerr'in Müslüman olmas› da Kur'an'›n te'siriyledir. Kardefli (Enis) flâirdi. Mekke'ye gelmifl ve Hazret-i Peygamber'i görmüfltü. Dönüflte biraderine ondan bahsetti. Ebû Zerr: – Halk onun hakk›nda ne söylüyor? diye sorunca: – fiair, kâhin, sâhir diyorlar. Amma bunlar›n hiçbiri de¤il. Kâhinlerin sözünü iflittim, fliiri bilirim. Mukayese ettim. Ona flâir demek kimsenin a¤z›na yak›flmaz. Muhammed davas›nda sad›kt›r, dedi ve Ebû Zerr bunun üzerine müslüman oldu. Devs kabîlesinden flâir Tufeyl b. Amr Mekke'ye gelmiflti. kendisine: Sak›n Muhammed'i dinleme, dediler. Tufeyl diyor ki: Ben iyiyi fenây› ay›ram›yacak bir adam m›y›m? Bir defa dinleyeyim, be¤enirsem ne a'lâ, be¤enmezsem b›rak›r›m, dedi. Hazret-i Muhammed'i Kur'an okurken dinledi ve Kur'an'›n mu'ciz beyân› karfl›s›nda derhal müslümanl›¤› kabul etti. ‹slâmiyet k›l›ç vas›tas›yla intiflar etmifltir, diyenler düflünseler ne büyük haks›zl›k yapt›klar›n› anlarlar. Mekke devrinde ‹slâmiyet'in s›rf Kur'an'›n belâgat›, selâsetli beyân› sayesinde intiflâr etti¤ini kabul etmek zorunda kal›rlar. Medîne devrine gelince Medîne'ye islâm›n ilk nuru yine Kur'an sayesinde girmedi mi? Hazret-i Peygamber'i dinleyenler, Kur'an'›n tesiri ile müslümanl›¤› kabul etmediler mi? Böylece Medîne'de ‹slâm nuru parlamaya bafllad›ktan sonra onu oradan da etrafa yayan hep Kur'an'›n sadas› de¤il mi idi? Medîne'ye Resûl-i Ekrem kendisi gitmezden önce Evs ve Hazrec kabîlelerinin ilk istedikleri fley, Medîne'de Kur'an ö¤retecek bir muallimin kendilerine gönderilmesi olmufltur. Peygamber de Kur'an hocas› olarak Musab'› göndermiflti. Medîne'ye ‹slâmiyeti yaymak için ‹slâm Peygamberi k›l›ç de¤il, Kur'an hocas› göndermifltir... Bütün bu hakîkatlar meydanda iken, islâmiyet k›l›ç dinidir diyenler, bu iftiralar›ndan s›k›lmazlar m›? Bu mübarek din, Kur'an-› Kerim sayesinde intiflâr etmifltir. Bu, Mekke'de de böyle, Medîne'de de böyle olmufltur. Medîne'de müslüman olanlara Kur'an-› Kerim ö¤retmek üzere Hazret-i Peygamber taraf›ndan gönderilen Musab b. Umeyr bu mukaddes vazifesine bafllam›flt›. Müslüman olanlar›n adedi günden güne art›yordu. Fakat Evs 111 kabîlesinin reisi olan Sa'd b. Muaz ile yine rüesâdan bulunan Üseyd b. Hudayr henüz imana gelmemifllerdi. Bir gün Musab ile müslümanlar›n orada reisi olan Es'ad, (Benî Zafer) hânelerinden birinde bulunurken Üseyd onlar›n yan›na geldi ve: – Gareziniz nedir ki, birtak›m zuâfay› aldat›p azd›r›yorsunuz? diye sert sert sordu. Musab ona nazikane: – Hele biraz dur, otur, sözümüzü dinle, maksad›m›z› anla, diyerek onu yanlar›na oturttu. Musab ona islâmiyetin ana hatlar›n› söyledikten sonra Kur'an okumaya bafllad›. Kur'an'›n belâgat› karfl›s›nda o sert tav›rl› adam yumuflad› ve: – Bu okudu¤un ne güzel fley, dedi ve müslümanl›¤› kabul etti. Kendisi islâm ile müflerref olduktan sonra: – Ben varay›m, size birini göndereyim, e¤er o da imana gelirse bu beldede Müslümanl›¤a girmedik kimse kalmaz, dedi ve gidip Sa'd b. Muaz'› gönderdi. Sa'd arkadafl›ndan duyduklar›na fena halde k›zm›flt›. Hiddetli hiddetli ç›kageldi. –Ey Es'ad, dedi. E¤er seninle aram›zda akrabal›k olmasa, böyle kabilemiz içine soktu¤unuz bu ifllere sab›r ve tahammül edemezdim, diye bafllad›. Mus'ab ona da: – Hele biraz dur, otur da dinle ve anla, ona göre söyle. Be¤enirsen kabûl edersin, be¤enmezsen biz de sana zorla birfley yapt›racak de¤iliz, vaz geçeriz, diye nezaketle onu yat›flt›rd›. Sa'd b. Muaz oturdu. Mus'ab yine Kur'an-› Kerim okumaya bafllad›. Kur'an okunurken Sa'd'›n yüzünde Allah kelam›n›n selâsetli beyân›n›n, yüksek belâgat›n›n tesiri görülmeye bafllad›. ‹slâmiyeti kabûle meyletti ve müslüman oldu. Sa'd b. Muaz bu veçhile Müslümanl›¤› kabûl ettikten sonra kavminin yan›na gitti ve onlara: – "Ey cemaat, beni nas›l bilirsiniz? dedi. Onlar da: – Sen bizim ulumuz ve efdalimizsin, dediler. – "Öyle ise bilmifl olun ki, ben Allah'a ve Resûlüne imân ettim. Siz de imân etmedikçe birinizle görüflmem!" Bu sözler üzerine kabîlesi aras›nda müslümanl›¤a girmek için bir yar›fl bafllad› ve o gün içlerinde imân etmedik bir kimse kalmad›. Koca bir kabile Kur'an-› Kerim'in tesiri sayesinde Müslüman oluverdi. 112 Kur'an-› Kerim'in bu tesiri hiçbir zaman ve mekanla mukayyet ve mahdut de¤ildir. Ayn› tesiri her yerde ve her zaman yapmaktad›r. Kur'an'›n sadas› ufuklar›n üzerinden aflar, uzak muhitlerde çalkan›r durur. As›rlar› atlayarak zamanlar› katlar. Onun sadas› her zaman ve her mekanda ayn› yüksek tesiri gösterir. Nas›l ki, daha asr-› saadette iken böyle olmufltu ve daima böyle olagelmifltir. Daha Arabistan'›n k›sm-› azam› Kur'an sadas›n› bo¤maya çal›fl›rken, O, ufuklar›n üzerinden aflarak tâ Habefl'te akisler yaratm›flt›. Hristiyan Habefl'in kefliflleri, Onun ‹lâhî ahengini duyduklar› zaman gözlerinden yafllar boflanm›flt›! GARÂNIK KISSASI Yukar›da bahsi geçti¤i gibi Müslümanlar iki kafile halinde Habeflistan'a hicret etmifllerdi. Oraya hicret eden müslümanlar›n bir müddet sonra Mekke'ye döndüklerini söylemifltik. Çünkü aralar›nda bir haber yay›lm›flt›: Kureyfl, Hazret-i Peygamber'e ve müslümanlara yanaflm›fllar, ezâ ve cefâdan vaz geçmifller! bu haberi duyunca bir rivâyete göre hepsi di¤er bir rivâyete göre ekserisi hemen ana yurtlar›na dönmüfller, fakat Mekke'ye yaklaflt›klar› zaman bu haberin as›ls›z oldu¤unu ö¤renmifller, Kureyfl'in müslümanlara eskisinden daha fazla düflman kesilip eziyet ettiklerini görmüfllerdir. Bunun üzerine bir k›sm› tekrar Habeflistan'a dönmüfl, bir k›sm› gizlice Mekke'ye girmifl, bir k›sm› da akrabalar›ndan birinin himayesine s›¤›nm›flt›r. Bu defa Habefl'e geri dönen muhâcirlerin say›s›n› bilmiyoruz. Fakat beraberlerinde Müslümanlardan yeni birtak›m muhâcirler de götürdükleri muhakkakt›r. Bunlar müslümanlar›n Medîne'ye hicretlerine kadar orada kalm›fllar, sonra bir k›sm› derhal Medîne'ye gelmifller, bir k›sm› ise daha geç vakitlere kadar Habeflistan'da sakin olmufllard›r. Müslümanlar›n Habeflistandan geri dönmelerine sebep, Garân›k mes'elesinin ortaya ç›kmas› gösteriliyor. Bu meseleyi ‹bn-i Sa'd Tabakaatü'l-kübrâ's›nda; Taberî, Târihü'r-rüsül ve'l-mülûk'ünde zikrettikleri gibi müfessirlerden baz›lar› ve siyer muharrirleri ondan bahsetmifllerdir. Müsteflrikler de bu mesele üzerinde uzun boylu durarak onu kendi hesaplar›na göre te'yîd etmeye çal›flm›fllard›r. Hikâyeye göre, gûyâ Hazret-i Peygamber Kureyfl'in kendinden çekindi¤ini ve müslümanlara ezâ ve cefâ yapt›klar›n› görünce: "Keflke flunlar› bana yaklaflt›racak bir vahiy nazil olsa!" (13) diye temennide bulunmufl, sonra kavmine yak›nl›k göstermeye bafllam›fl; onlar da Ona yaklaflm›fllar. Bir gün Kâ'be'nin etrâf›ndaki bir (13) ‹bn-i Esir, Târihü'l-Kâmil Cild II Sa.: 52 113 toplant›da otururken Hazret-i okumufl, sûreyi okurken: (14) Peygamber Ve'n - Necm sûresini أﻓــﺮأﻳـﺘﻢ اﻻت واﻟﻌــﺰى٭ وﻣﻨـﻮة اﻟﺜــﺎﻟﺜـــﺔ اﻷﺧــﺮى: Siz de gördünüz de¤ilmi, Lât ve Uzzâ'y› ve öteki üçüncü Menât›?" âyetlerine gelince bunlardan sonra ﺗﻠﻚ اﻟـﻐــﺮاﻧﻴﻖ اﻟـﻌﻠﻰ وان ﺷــﻔـــﺎﻋــﺘــﻬﻦ ﻟـﺘــﺮﲡﻰ: Bunlar yüksek garân›kd›r ve flefâatleri de umulur." demifl ve sonra sûreyi okumaya devam ederek tamamlam›flt›r. Sûrenin sonunda secdeye kapanm›fl, oradaki müflriklerin hepsi de secde etmifller, secde etmedik tek bir kifli bile kalmam›fl. Kureyfl, Peygamber'in okudu¤undan hoflnut olmufllar ve: "Biz de, Allah'›n yaflatt›¤›n› ve öldürdü¤ünü, yaratt›¤›n› ve besledi¤ini biliyoruz. Fakat bizim bu ilâhlar›m›z da Onun nezdinde bize flefâat ederler. Mademki onlar›n pay›n› veriyorsun, biz de seninle berâberiz." demifller. Böylece aralar›ndaki ihtilâf bertaraf olmufl, bu haber etrâfa yay›lm›fl ve Habeflistan'da da duyulmufl, oradaki müslümanlar da: "Kendi kavmimizi çok özledik" demifller ve yola ç›km›fllar. Mekke'ye bir saatlik bir mesâfeye var›nca Kinâne kabîlesine mensup bir kafileye rast gelmifller ve onlara keyfiyeti sormufllar. Onlar da flu cevâb› vermifller: "Muhammed bir aral›k Kureyfl'in ilâhlar› hakk›nda iyi fleyler söyledi, herkes te Ona uydu. Sonra bu ilâhlara sövdü, müflrikler de ondan yüz çevirdi ve tekrar Ona fenâ muâmeleye bafllad›." Bu cevap karfl›s›nda Müslümanlar ne yapacaklar›n› düflünmüfller, Mekke'ye yaklaflm›flken akrabalar›n› görmeden geri dönmeye tahammül edemiyerek Mekke'ye girmifllerdir. Bu rivâyetin ma'bâdine flunu da katanlar var: Hazret-i Muhammed'in Kureyfl ilâhlar›n› hay›rla and›ktan sonra bundan dönmesinin sebebi, Kureyfl'in: "Bizim ilâhlar›m›za bir pay verdikten sonra biz de seninle beraberiz." demelerinin kendisine pek a¤›r gelmesi olmufltur. Kendisi dönüp evine oturmufl, akflamleyin Cebrâil gelmifl Hazret-i Peygamber (Necm) sûresini ona arz ile tilâvet etmifl, Cebrail de "Garân›k"a âit sözlere iflâret ederek: "Ben sana böyle söz getirdim mi?" demifl. Peygamber de: Demek ki Allah'›n buyurmad›¤›n› söylemiflim, demifl. Bunun üzerine flu âyetler nâzil olmufltur: وان ﻛﺎدوا ﻟﻴﻔـﺘﻨﻮﻧﻚ ﻋﻦ اﻟﺬى اوﺣﻴﻨﺎ اﻟﻴﻚ ﻟﺘﻔﺘـﺮى ﻋﻠﻴﻨﺎ ﻏﻴﺮه واذا ﻻ ﺗﺨﺬوك ﺧﻠﻴـﻼ٭ وﻟﻮﻻ ان ﺛﺒﺘﻨﺎك ﻟﻘﺪ ﻛﺪت ﺗﺮﻛﻦ اﻟﻴﻬﻢ ﺷﻴﺌًﺎ ﻗﻠﻴﻼ ٭ اذا ﻻ ذﻗﻨﺎك ﺿﻌﻒ اﳊﻴﻮة وﺿﻌﻒ اﳌﻤﺎت ﺛﻢ ﻻ ﲡﺪ ﻟﻚ ﻋﻠﻴﻨﺎ ﻧﺼﻴﺮًا (14) Necm sûresi, âyet: 19-20 114 "Onlar isterler ki, sana vahyetti¤imiz fleyden gayriyle bize iftira edesin. ‹flte o zaman seni candan dost tan›yacaklar. E¤er biz seni hak üzere sâbit k›lmaya idik de ›srarlar› üzerine sen onlara az›c›k meyledeydin, o taktirde biz sana muhakkak ki hayat›n da katmerli, memât›n da katmerli ac›s›n› tatt›r›rd›k. Sonra sen bize karfl› hiçbir yard›mc› bulamazd›n"(15) Bu âyetler indikten sonra Kureyfl'in ilâhlar› aleyhinde söylemeye bafllam›fl, Kureyfl de Ona karfl› tekrar düflmanl›k yapmaya, arkadafllar›na ezâ ve cefâ etmeye koyulmufl. ‹flte rivâyet olunan Garân›k hikâyesi budur. Bu hikayeyi rivâyet edenler aras›nda bir birlik yoktur. Birçok noktalarda birbirlerinden ayr›l›rlar. Birinin anlatt›¤› di¤erininkine uymaz, baz› siyercilerin naklettiklerine bakarak müsteflrikler bu mesele üzerinde uzun boylu durmufllar, onu dile dolayarak ‹slâm Peygamberine hücûm edecek nokta aram›fllard›r. Fakat k›sa bir tetkik bu hikâyenin asl› fasl› olmad›¤›n› aç›kça göstermeye kafîdir. Bu k›ssa tenâkuzlarla doludur. Kendi kendini çürütmektedir. Bu hikâye bilumum Peygamberlerin risâletini tebli¤i husûsundaki masûmiyetlerine de ayk›r›d›r. Baz› Siyer muharrirlerinin ve hatta müfessirlerin bunu inkâr etmeksizin nakletmeleri de hayret verici bir fleydir. Vak›a bir çoklar› bunu reddetmifller, kabul etmemifllerdir. Fakat kabûl ederek müsteflriklere koz verenler de olmufltur. Büyük muhaddis Beyhakî Delâilü'n -Nübüvve'de; Kad› Iyâz, fiifâ's›nda; Allâme Aynî, Umdetü'l-Kaarî adl› Buharî flerhinde; Allâme Nevevî, Müslim flerhinde ve daha birçoklar› bunun tamâmen uydurma oldu¤unu söylemifller ve isbat etmifllerdir. ‹mam-› Nevevî bu hadiseden bahsederken: "Bunlarda ne nakil cihetinden, ne de ak›l cihetinden sahih birfley yoktur." demekte ve Aynî de: Bunun aklen ve naklen iler tutar yeri olmad›¤›n› söylemektedir. ‹bn-i ‹shak bu mesele hakk›nda sorulan suâle flu cevab› vermekte hiç tereddüt etmemifltir: "Bu hikâye z›nd›klar›n uydurmas›d›r." Fahreddin Râzî de bunun as›ls›zl›¤›n› isbât etmifltir. Fakat müsteflrikler bu hikâyenin do¤ru oldu¤una inanmak isterler. buna sebep olarak da flunlar› gösterirler: Müflriklerin müslümanlara iflkencesi dayan›lmaz bir hadde varm›flt›. Müslümanlardan baz›lar›n› öldürüyorlar, bir k›sm›n› k›zg›n kumlara yat›r›p yakan güneflin alt›nda saatlerce tutuyorlar, akla hayale gelmedik ezâlar yap›yorlard›. Bu yüzden müslümanlar yerlerini yurtlar›n› terkederek akrabalar›ndan ayr›lmak zorunda kalm›fllard›. Bir taraftan da Hazret-i Muhammed, kavminin müslüman olmas›n›, putlara (15) ‹srâ sûresi, âyet: 73-75 115 ibadetten kurtulmalar›n› can ü gönülden, son derece arzu ediyordu. ‹flte bunun için kavmine yak›nl›k göstererek onlar›n gönüllerini kazanmak istedi de onlara Necm sûresini okudu ve ona Garân›k hikayesini de ilave etti. Kavmi bundan hoflnut olarak O secde edince onlar da Onunla beraber secde ettiler. Peygamber'e uymak husûsunda bir meyil gösterdiler... Sir William Moir bu rivâyete, kendisince Garân›k k›ssas›n›n s›hhatine kat'î bir delil sayd›¤› flu hâdiseyi de eklemektedir: Habeflistan'a gitmelerinden ancak üç ay kadar bir zaman geçmifl olan müslümanlar›n orada iyi karfl›lanmalar›na ve sükûnetli bir hayata kavuflmalar›na ra¤men geri dönmeleri bu hadise üzerine olmufltur. E¤er Kureyfl ile Hazret-i Muhammed aras›nda bar›fl oldu¤una dair Habeflistan'a haber gitmemifl olsayd› oradaki müslümanlar geri dönmezlerdi. ‹flte Garân›k meselesine inanmak isteyenlerin ileri sürdükleri deliller bu mahiyettedir ve bunlar tetkik önünde duram›yacak çürük fleylerdir. Evvelâ W. Moir'in ileri sürdü¤ü Habeflistan'a hicret eden muhâcirlerin geri dönmeleri meselesini ele alal›m: Habefle gidenler niçin dönmüfllerdi? Bunlar› geri dönmeye sevkeden iki sebep vard›. Bunun birincisi Hazret-i Ömer'in müslümanl›¤› kabûl etmesi ve islâm davas›n› eskiden muhalefet etti¤i derecede kuvvetli olarak benimsemesidir. Ömer müslüman olunca onu büyük bir hamâsetle ilan etti. Ondan önce müslümanlar dinlerini gizlemek zorunda iken Hazret-i Ömer büyük bir cesâretle bunu a盤a vurdu. Kendisine karfl› durmak isteyenlerle merdcesine dö¤üfltü. Onun müslümanl›¤› kabulüyle ‹slâm dini kuvvet buldu, flevket kazand›. ‹lk defa olarak müslümanlar grup halinde tekbir alarak Kâ'be'yi tavaf ettiler. Tekbir ve tehlil sadâlar› Mekke'nin yalç›n ufuklar›nda dalgaland›. O zamana kadar müslümanlar gizlenerek, derelerde, tepelerde, sapa yerlerde namaz k›larlard›. Hazret-i Ömer buna raz› olmad›. Hazret-i Ömer'in müslümanl›¤› kabulü ‹slâm davas›nda bir dönüm noktas› oldu. Ona yeni bir istikaamet verdi. Müflriklerin sald›r›fllar›na o da kuvvetle mukaabele etti. Hatta baz› rivâyetlere göre, Hazret-i Ömer müslüman oldu¤u zaman Kâ'bede âflikâre namaz k›lmak isteyince, müflrikler ona müdâhale etmifller, fakat O bundan y›lmam›fl, Harem-i fieriftekiler birbirine girmifller, büyük bir kargaflal›k olmufl, fakat müslümanlar buna ra¤men orada âflikâre namaz k›lm›fllard›r. Ömer Kureyfl ile dö¤üfle dö¤üfle bunu yapm›flt›r. Kureyfl, o gün bir avuç müslümana nisbetle daha kuvvetli idi. Fakat birincilerin gö¤üslerinde yanan iman kuvveti karfl›s›nda ma¤lûb olmufllard›r. Gö¤sü imanl›, iman› da heyecanl› olan bu bir avuç müslüman, karfl›lar›ndaki imans›z flirk ordusuna nas›l üstün geldi diye hayret etmiyelim. Müslümanlar herfleyi göze alm›fllard›. Bu yeni akidenin verdi¤i heyecan çok ateflli ve kuvvetli idi. Onun karfl›s›na 116 kimse duram›yacakt›. Kureyfl Hazret-i Muhammed'e sataflman›n ve Onun dostlar›na ve arkadafllar›na ezâ etmenin, bir dahilî harbe sebep olmak üzere oldu¤unu gördüler. Bu harbin ne kadar sürece¤i, tâli-i harbin kime gülece¤i hiç de belli de¤ildi. Onun için Kureyfl, müslümanlar a¤›r bas›nca fazla ileri gitmekten çekinirdi. Nas›l ki Hazret-i Hamza müslüman olurken Kureyfl'in en az›l›s› olan Ebû Cehil'e Harem-i flerifte güpe gündüz hakaretle m›zra¤›yla vurdu¤u halde Ebû Cehil bunu yutmufl; hazmetmek zorunda kalm›fl, Hamza'ya karfl› gelmek isteyenleri bile yat›flt›rm›flt›. Kureyfl müslümanlar›n can damar›na basarak bir harp ç›karmaktan kaç›nm›fllard›r. Kureyfl'in muhtelif soylar›ndan ve boylar›ndan birçok kimseler müslümanl›¤› kabul etmifl bulunuyordu. Bunlardan herhangi birinin öldürülmesi onun kabîlesinin ayaklan›p kan davas› gütmeye kalk›flmas›na sebeb olurdu. Öldürülenin baflka bir dinden bulunmas› buna manî olamazd›. Bu belki de o kabîleyi toptan müslümanl›¤› kabul etmeye sevkedebilirdi. O halde müflrikler, Hazret-i Muhammed'le dö¤üflmek için bu tehlikeyi bertaraf edecek bir çâre bulmak zorunda idiler. Ve onun içindir ki, bu çâreyi buluncaya kadar müslümanlara dokunmaktan ve onlara ezâ etmekten el çektiler. Yani, arada bir mütareke devri bafllad›. Habeflistan'a hicret eden müslümanlar›n ald›klar› haber iflte bu haberdi ve bu yüzden Mekke'ye dönmüfllerdir. Yoksa Hazret-i Muhammed putlar› medhederek Kureyfl'le anlaflma yolunu asla ve hiç bir zaman düflünmemifltir. Habeflistan'daki muhâcirlerin geri dönmelerinin di¤er bir sebebi de vard›r. O s›rada Habeflistan'da Necâflî'ye karfl› bir isyan bafl kald›rm›flt›. Bu isyan›n sebeplerinden biri de Habefl Hükümdar›n›n müslüman muhacirlere gösterdi¤i iyi karfl›lama ve hüsn-i teveccüh idi. Ayr› dinden olanlara gösterilen bu teveccüh, Necâfli aleyhinde bir tak›m söylentilere yol açm›flt›. Müslümanlar, Necâflî'ye taraftar olduklar›nda flüphe yoktu. Fakat onlar ne de olsa o memlekette yabanc› idiler. Onun için bu isyan ile alâkadar olmak istemediler. Ve bu iç kaynaflmalar s›ras›nda oradan ç›k›p gitmeyi daha hay›rl› buldular. O s›rada Hazret-i Ömer'in müslüman oldu¤u da duyulmufltu. Ömer'in islâmiyeti kabûl etmesiyle ‹slâm dininin flevket bulaca¤› flüphesizdi. Onun mertli¤ini, cesâretini, kahramanl›¤›n› hepsi biliyordu. Kureyfl'in biraz yumuflak davranmaya bafllay›p müslümanlara ezâdan vaz geçtikleri haberleri gelmeye bafllay›nca, isyan kaynayan Habeflistan'› terkedip memleketlerine döndüler. ‹flte Habeflistan'a giden mühâcirlerin geri dönmelerinin sebepleri bunlard›r. Fakat onlar›n Mekke'ye döndükleri s›ralarda Kureyfl, Hazret-i Muhammed'e ve müslümanlara karfl›, ifli kan dökmeye vard›rmadan tatbik edecekleri çareyi bulmufllard›. Bu çare boykot idi. Kureyfl kabîleleri, Hâflim o¤ullar› 117 ile her türlü alakay› kesmeyi karar alt›na alm›fllard›. Onlarla ne al›fl verifl yapacaklar, ne görüflüp konuflacaklar, ne k›z al›p vereceklerdi. Böyle bir andlaflmay› ellerini kan çana¤›na bat›rarak imzalam›fllard›. Kureyfl'in bu insafs›z hareketi karfl›s›nda Habeflistan'dan geri dönenler de yine ana baba yurtlar›n›, akraba ve dostlar›n› terkederek tekrar oraya gitmeye mecbûr olmufllard›r. Hatta bu defaki gidiflte onlara daha baflkalar› da kat›lm›flt›r. Fakat bu defa Kureyfl bu muhacerete engel olmak istemifltir. Onlar ki, bundan önce hicret edenleri geri almak için Habefl Hükümdar›na k›ymetli hediyelerle elçiler göndermifllerdi. Giden elçiler hediyeleri b›rakarak elleri bofl dönmüfltü. Bu defa kendi ayaklar›na gelen muhâcirleri ellerinden kaç›rmak istemiyecekleri flüphesizdi. Kureyfl'ten bu beklenirdi. Müslümanlardan bir kolay›n› bulanlar güçlükle hicret edebilmifllerdir. Öyle olunca Sir William Moir'in Garân›k K›ssas›n› isbat için müslümanlar›n Habefl'ten geri dönmelerini delil olarak ortaya atmas›n›n ona birfley kazand›rm›yaca¤› meydana ç›kmaktad›r. GARÂNIK KISSASI HAKKINDA YANLIfi DEL‹LLER Baz› Siyer muharrirlerinin ve tefsircilerin ‹srâ Sûresinin (73-75) âyetlerini delil tutmalar›na gelince: "Onlar seni bizim sana olan vahyimizden cayd›rarak seni de bize karfl› daha baflka birfley uydurmaya sürüklemek isterler. O zaman seni candan dost tan›yacaklard›. E¤er biz sana sebat vermeseydik, sen onlara az›c›k meyledeydin, o taktirde biz sana muhakkak ki hayat›n da katmerli, memat›n da katmerli ac›s›n› tatt›r›rd›k, sonra sen bize karfl› hiçbir yard›mc› bulamazd›n." Bu mealdeki âyetler Hazret-i Peygamber'in caym›fl veya müflriklere meyletmifl oldu¤unu anlatm›yor, bilâkis Allah'›n Peygamber'ine sebat verdi¤ini, bu sayede Onu caymaktan korudu¤unu anlat›yor. Allah Ona sebat vermifl, O da caymam›flt›r. Çünkü Peygamber caym›fl olsayd› hayat›n da, memât›n da katmerli ac›s›n› tadacakt›. Halbuki dâimâ Allah'›n yard›m› ile karfl›laflt›. Bu âyetler Garân›k k›ssas›n›n asl› olmad›¤›na delildir. Bunlarla istidlâl, istidlâl-i maklubdur. Bu âyetler onlara delil olamaz. Garân›k k›ssas›n›n esas› gûyâ Hazret-i Peygamber'in Kureyfl'e yaranmaya teflebbüs etmesi ve bilfiil vahy-i ‹lâhîye, vahiyden olmayan sözler kar›flt›rmas›d›r. Halbuki bu âyetler Allah'›n Ona sebat vererek herfleye mukâvemet etti¤ini, onlara yaranmak için hiçbir fley yapmad›¤›n› aç›k olarak bildiriyor. Risâleti tebli¤de, vahyolunan› ümmetine bildirmek husûsunda peygamberler ismet ve emânet s›fatlar›n› tafl›rlar. Bu hikâye bu s›fatlara ayk›r›d›r. Bu çok sakat ve çürük bir istidlâldir. Zaten bu âyetler afla¤›da gelece¤i üzere Tâif heyetinin taleplerine cevapt›r. Bu k›ssa ile bir alakas› yoktur. (Bak: boykotun y›rt›lmas›.) 118 Baz›lar›, Hac sûresinin (52–53)âyetlerini de bu k›ssaya kar›flt›rmak isterler. O âyetler flunlard›r: وﻣﺎ ارﺳﻠﻨﺎ ﻣﻦ ﻗﺒﻠﻚ ﻣﻦ رﺳـﻮل وﻻ ﻧﺒﻰ اﻻ اذا ﲤﻨﻰ اﻟﻘﻰ اﻟﺸﻴﻄﺎن ﻓﻰ اﻣﻨﻴﺘﻪ ﻓﻴﻨـﺴﺦ اﻟﻠّﻪ ﻣﺎ ﻳﻠﻘﻰ اﻟﺸﻴﻄﺎن ﺛﻢ ﻳﺤﻜﻢ اﻟﻠّﻪ اﻳـﺎﺗﻪ واﻟﻠّﻪ ﻋﻠﻴﻢ ﺣﻜﻴﻢ ٭ ﻟﻴـﺠـﻌﻞ ﻣﺎ ﻳـﻠﻘﻰ اﻟﺸﻴـﻄﺎن ﻓﺘﻨﺔ ﻟـﻠﺬﻳﻦ ﻓﻰ ﻗﻠﻮﺑﻬﻢ ﻣـﺮض واﻟﻘـﺎﺳﻴـﺔ ﻗﻠﻮﺑﻬﻢ وان اﻟﻈﺎﳌﲔ ﻟﻔﻰ ﺷﻘﺎق ﺑﻌﻴﺪ "Hem biz senden evvel ne bir resûl ve ne de bir nebî göndermedik ki, bir temennî kurdu¤u vakit fleytan onu ümniyyesine bir ilkaa yapm›fl olmas›n. Bunun üzerine Allah fleytan›n ilkaa etti¤ini derhal kald›r›r da sonra Allah âyetlerini muhkem k›lar, Allah herfleyi bilir ve hakîmdir." "fiunun için ki fleytan›n ilkaa edece¤ini, kalpleri kat› olanlar ve kalplerinde bir maraz bulunanlar için bir fitne k›lacakt›r. Ve çünkü o zâlimler uzak bir flikak içindedirler." (Hac Sûresi: 52-53). Buradaki (temennâ) kelimesini baz›lar› (karae=) okudu diye tefsîr ediyor, baz›lar› ise bildi¤imiz ümniyye manas›na al›yor. Bu âyetlerin Garân›k k›ssas›yle hiçbir alâkas› yoktur. ‹flte görülüyor ki gerek flarkl› ve gerekse garpl›, nereden olursa olsun Garân›k k›ssas›na delil getirmek isteyenler hep sakat delillere saplan›yorlar. Zaten bu k›ssaya dâir irâd olunan rivâyetlerin birbirini tutmamas› da bunun çürüklü¤üne bafll›ca bir delildir. Garân›ktan bahsetti¤i söylenen o sözler: Befl ve daha ziyade flekillerde naklolunuyor. Bunlar›n hiçbiri di¤erini tutmuyor. Bu onlar›n uydurma oldu¤una bafll›bafl›na bir delildir. Nas›l ki ‹bn-i ‹shak bunu Z›nd›klar›n, Hazret-i Muhammed'in risâletine karfl› bir flüphe uyand›rmak maksad›yla uydurmufl olduklar›n› aç›kça söylemektedir. Muhtelif flekilde rivâyet olunan o ibârelerden birine bak›n: " واﻧﻬﻦ ﻟﻬﻦ اﻟﻐﺮاﻧﻴﻖ اﻟﻌﻼ وان ﺷﻔﺎﻋﺘﻬﻦ ﻟﻬﻰ اﻟﺘﻰ ﺗﺮﲡﻰ "Bunun, Kur'an'›n belâgat ve selâsetiyle ne alâkas› var. BU KISSANIN ASILSIZ OLDU⁄UNA DEL‹LLER Bu hikâyenin uydurma oldu¤unu isbât eden en kuvvetli ve kesin delil Necm sûresinin as›l kendisidir. Bu sûre Allah'›n birli¤ini anlatmakta ve putperestli¤in ne kadar manas›z birfley oldu¤unu bütün âleme ilân etmektedir. Âyetler flöyle gelmektedir: 119 (16) ...ﻟﻘﺪ راى ﻣﻦ اﻳﺎت رﺑﻪ اﻟﻜﺒﺮى ٭ أﻓﺮأﻳﺘﻢ اﻟﻼت واﻟﻌﺰى ٭ وﻣﻨﻮة اﻟﺜﺎﻟﺜﺔ اﻷﺧﺮى "Peygamber, Rabbinin âyetlerinden en büyü¤ünü gördü. Siz de gördünüz de¤il mi? Lât ve Uzzâ'y› ve öteki üçüncü Menât›? Erkekler sizin, difliler O'nun öyle mi? Böyle ise, pek gaddârâne bir paylaflma. Hakikatte bütün bunlar hiçbir fley de¤il, bunlar s›rf sizin ve atalar›n›z›n takm›fl oldu¤unuz kupkuru birtak›m isimler, bunlar Allah taraf›ndan indirilmifl hiçbir burhâna dayanmayan fleyler. Onlar, o putperestler baflka bir fleye de¤il, s›rf zanna ve nefislerinin hevâ ve hevesine uyuyorlar. Do¤ruyu aram›yorlar. Halbuki kendilerine Rablar› taraf›ndan hidâyet gönderilmifltir." Bu âyetlerin aras›na putlar› medheden âyetler s›k›flt›r›lmas›na imkân var m›? Putlar›n aleyhinde bulunduktan sonra: "Onlar yüksek Garân›kt›r, onlar›n flefâat› umulur." denir mi? Bunu hangi ak›l ve mant›k kabûl eder. Bunu kim söyler? Araya böyle sözler s›k›flt›r›l›rsa, putlar› övdükten sonra alt taraf›nda gelen dört âyette onlar›n hiçli¤inden bahsedilir mi? Böyle tenâkuz olur mu? Alt taraftaki âyetlerde: "Putlar, sizin ve atalar›n›z›n uydurup takt›¤› kupkuru isimlerdir" deniyor. Bu âyetler putperestli¤in aleyhinde gayet sarihtir. Putperestli¤in hiçli¤i ve manas›zl›¤›, putlar›n de¤ersizli¤i böyle aç›k bir sûrette anlat›l›p dururken dönüp te onlar›n flefâatinden bahsetmek olur mu? O halde bu Garân›k k›ssas›n›n uydurma oldu¤u meydandad›r. Bunu z›nd›klar; birtak›m hâincesine maksatlarla uydurmufllard›r. Garip fleyler merakl›s› baz› kimseler de bunlar› nakletmifllerdir. M›s›r müftüsü merhum Muhammed Abduh Garân›k k›ssas›n› tenkit edip çürüten bir yaz›s›nda, Araplar›n naz›m ve nesrinde ilâhlar›n› (Garân›k) kelimesiyle vas›fland›r›p anlatt›klar›n›n asla görülmedi¤ini, böyle bir vasf›n Arap dilinde oldu¤unu kimsenin nakletmedi¤ini söylüyor. Hakîkaten hiçbir kimse Araplar›n ilâhlar›ndan bahsederken bu kelimeyi kulland›¤›n› rivâyet etmemifltir. (Gurnuk ve G›rn›k) kelimesi Ku¤u kuflundan, beyaz ve güzel gençten bahsedilirken kullan›lm›flt›r. Bunlar›n hiçbirisi burada yak›flmaz. Bu hikâye lisân bak›m›ndan da asla tutunamaz. Gurnuk: Beyaz bir su kufludur, kazdan büyük, uzun boyunludur. Bununla putlar aras›nda ne münâsebet var. Bir de ikinci manas› güzel, dolgun vücutlu dilber tazelere ›tlak olunurmufl. Bunun da putlarla bir münâsebeti yoktur. Bu aflk ve sevda mâcerâs› de¤ildir. Hind ulemâs›ndan Mevlâna fiiblî bu meseleden bahsederken böyle bir fleyin as›ls›z oldu¤unu kaydettikten sonra flöyle demektedir: "Hakîkat fludur (16) Necm sûresi, âyet: 18-23 120 ki, Resûl-i Ekrem Kur'an okudukça, gayr–i müslimler gürültü ederler, Onun sözlerine söz kar›flt›r›rlard›. Kur'an-› Kerim'in Fussilet sûresindeki flu âyeti buna iflaret eder: (17) ...وﻗﺎل اﻟﺬﻳﻦ ﻛﻔﺮوا ﻻ ﺗﺴﻤﻌﻮا ﻟﻬﺬا اﻟﻘﺮآن واﻟﻐﻮا "O kâfirler: fiu Kur'an'› dinlemeyin, gürültü yap›n, belki gaalib gelirsiniz! dediler." Bunlar Kur'an okunurken gürültü etmek için Kureyflin söyledi¤i sözlerdir ki: "Lât, Uzzâ ve bunlar›n üçüncüleri Menât, o yüksek putlard›r ki flefâatleri ümid olunabilir." diyorlard›. O halde Resûl-i Ekrem Necm sûresinden nakletti¤imiz âyetleri okurken, bir fleytan›n› yani bir gayr-i müminin Kureyfl taraf›ndan söylenen kelimeleri tekrar etmifl olmas›, kâfirlerin de bunlar›n Resûl-i Ekrem taraf›ndan söylenildi¤ine zâhib olarak bunu iflâa etmifl olmalar›, bu flâyian›n müslümanlar aras›nda deverân› netîcesi bunun ilkaa-y› fleytânî addolunmas› çok muhtemeldir.Âmme-i nâs, fleytan›n›n baflkalar› vâs›tas›yla söz söyledi¤ine inand›klar› için bu rivâyet hüsn-i kabul görmüfl, râvîler bu rivâyeti sahih addetmifllerdir. Bu bizim tahminimiz de¤ildir. Eski ulemâ-y› muhaddisîn de bu nokta-i nazar› müdâfaa etmifllerdir. Mevâhib'de deniliyor ki: "Resûl-i Ekrem " " وﻣﻨﺎة اﻟـﺜــﺎﻟﺜـــﺔ اﻷﺧــﺮىsözüne vard›¤› zaman müflrikler, onlar›n ilâhlar›n› daha ziyade zemmedece¤ini tahmin ederek mahud sözleri ileri sürmüfller ve onlar› Peygamber'in sözlerine kar›flt›rm›fllard›r. Nitekim müflrikler dâimâ: "Kur'an'› dinlemeyin, gürültü yap›n, belki galib gelirsiniz." derlerdi. ‹lkaa-y› fleytânîdeki fleytandan murad insanlar aras›ndaki fleytanlard›r. (Asr-› Saâdet: C.: 1) Hakîkaten insafla düflünülürse Garân›k k›ssas›n›n baz›lar›n›n rivâyet ettikleri sûrette vukuuna asla ihtimal yoktur. Peygamber'in müflriklerle bar›flmak için putlar› medhetmesine nas›l ihtimal verilebilir? Veya fleytan›n ilkaas›na kap›larak putlar› övmesi nas›l kabûl edilir? Burada olsa olsa müflrikler Kur'an okunurken gürültü ç›karmak için arada böyle sözler söylemifl olabilirler. Bunun baflka türlüsünü ak›l ve mant›k asla kabûl etmez. M›s›r'›n eski Maarif Nâz›r› ve A'yan Meclisi reisi Doktor Muhammed Hüseyin Heykel (Hayat-› Muhammed) adl› eserinde, bu bahsi flöyle kapamaktad›r. "Garân›k k›ssas›n›n imkâns›zl›¤›na delâlet eden en kesin bir delil daha kald› ki, o da bizzat Hazret-i Muhammed'in hayat›d›r. Onun çocuklu¤undan ve gençli¤inden beri bütün ömrünce asla yalan söyledi¤i görülmemifltir. (17) Fussilet sûresi, âyet: 26 121 Bundan dolay› henüz ömrünün yirmi befl yafl›na ayak bas›nca kendisine (Emin) unvan› verilmifltir. Onun do¤rulu¤u herkesçe müsellemdi. Nas›l ki bi'setini aç›klamakla emr olundu¤u zaman Kureyfl'e: fiu da¤›n arkas›nda bir düflman ordusu var diye size haber versem inan›r m›s›n›z? diye sordu¤u vakit hepsi birden: Evet inan›r›z, senin yalan söyledi¤ini asla iflitmedik, diye cevap vermifllerdi. Küçüklü¤ünden bu yafla gelinceye kadar insanlarla olan münasebetlerinde asla yalan söyledi¤i görülmeyen bir adam nas›l olur da Allah'›n›n vahy etmedi¤i bir fleyi vahiy diye söyler? O Allah'tan korkan insan›n, insanlardan korkarak böyle birfley söylemesi tasavvur olunur mu? Hak u¤runda her fedakarl›¤a katlanarak salabetle tan›nan o mümtaz flahsiyetin hayat›n› bilenler, böyle bir fleyin imkâns›zl›¤›n› anlarlar. Günefli bir eline, ay› bir eline koysalar yine bu davadan vaz geçemiyece¤ini, bu u¤urda ölümden dönmiyece¤ini söyleyen Hazret-i Muhammed nas›l olur döner de böyle birfley söyler? Bu mahiyette olan bir insan Allah'›n vahy etmedi¤ine vahyolundu der mi? Buna ihtimal var m›? Bütün âlemlere rahmet ve müjde olarak getirdi¤i, hidayet nûru olarak saçt›¤› dini temelinden çürütecek fleyler söylemesine imkan var m›d›r? Hemen neden sonra, ne diye Kureyfl ilâhlar›n› medhetmeye lüzum görsün? Kureyfl ile bi'setinden beri flöyle böyle on y›l u¤raflt›ktan, arkadafllar›yla birlikte her türlü eziyet ve iflkencelere gö¤üs gerdikten ve her fedakarl›¤› göze ald›ktan ve Cenab-› Hak islâmiyet'i Hamza ve Ömer'le aziz k›ld›ktan sonra m›? Müslümanlar kuvvetlenerek Mekke'de hat›r› say›l›r bir kuvvet olduktan, Arabistan'›n her taraf›nda, hatta Habeflistan'da ve dünyan›n daha baflka yerlerinde ad› an›l›r; sözü edilir bir hale geldikten sonra m›? Böyle bir iddia bofl bir masal, pek çirkin bir yaland›r. Nitekim onu uyduranlar da, bu yalan›n kolayca meydana ç›karak rezil rüsvây olacaklar›n› anlad›klar› için yalanlar›n›n üzerine bir perde çekmek isteyerek: "Kureyfl'in, Muhammed bizim ilâhlar›m›za bir pay ay›rd›, tarz›ndaki sözlerini Muhammed iflitince, bu Ona çok a¤›r geldi. Onun için tevbe etti, daha o gece Cebrâil geldi..." diye bir tak›m lâflar ortaya att›lar. Fakat bu perde de ancak uydurulan yalan› a盤a vurmaya yarar. Mademki Kureyfl'in o sözünü iflitince bu, Hazret-i Muhamed'e a¤›r gelmifl, o halde derhal vahye müracaat etmeliydi, derhal lisaniyle do¤ru olan vahyi söylemeliydi. Görülüyor ki Garân›k meselesinin asl› yoktur. Bu, sadr-› islâm devrinden sonra islâmiyete kasdetmeyi üzerlerine alm›fl olan bir grubun düzüp ortaya att›¤›, uydurup söyledi¤i bir fleydir. Bu iftiray› uyduranlar›n cür'etine bak›n da hayret edin ki, onlar bu iftiralar›yla ‹slâmiyet'in ana davas›na hücûm ediyorlard›: O da tevhid akîdesi. 122 Hazret-i Muhammed, bu itikaad› insanlara bildirmek için gönderilmiflti. Kendisi ilk andan itibaren bu itikaad›n bütünlü¤ünden hiçbir fley feda etmeyi kabûl etmemiflti. Kureyfl, Onu bu yoldan cayd›rmak için servet vermeyi, kendilerine hükümdar yapmay› vaadetmifller, O bunlar›n hepsini reddetmiflti. ‹tikaad›ndan zerre kadar fedakarl›kta bulunmam›flt›. Hem bunlar Mekkelilerden ancak birkaç kiflinin kendisine tabi oldu¤u zamanlarda idi. Kureyfl Onun ashab›na her türlü ezây› revâ görmüfller, yine muradlar›na nail olamam›fllar, Onu Allah'›n emirlerini halka tebli¤ etmekten çevirememifllerdi. Muhammed'in en çok salâbet görterdi¤i tevhid meselesini seçerek Ona taarruz etmeleri bu müfterilerin cüretlerindeki ak›ls›zl›¤a delalet eder. Ayn› zamanda bunu tasdike meyledenlerin de kimsenin aldanmamas› laz›m gelen bir meselede aldand›klar›n› gösterir. Garân›k meselesinin asl› fasl› olmad›¤› apâflikard›r. Habeflistan'dan müslümanlar›n geri dönmeleriyle bu hikaye aras›nda hiçbir münasebet de yoktur. Çünkü bunlar, yukar›da geçti¤i üzere, Ömer'in islâmiyeti kabûl etmesi ve islâm davas›n›, eskiden ona muhâlefet etti¤i kadar yüksek bir hamiyetle ve gayretle benimsemesi üzerine, Kureyfl'in bir müddet için müslümanlara dokunmamas› üzerine geri dönmüfllerdir. Habeflistanda bir isyan ç›kmas› da onlar›n geri dönmelerine sebep olmufltur. Kureyfl, bunlar›n geri döndüklerini anlad›ktan sonra, Muhammed'in daha fazla kuvvetlenmesinden ürkerek çarçabuk anlaflt›. Ve Hâflim o¤ullar›yla her türlü alakay› kesmek, onlarla k›z al›p vermemek, onlarla al›fl verifl etmemek, onlarla görüflüp konuflmamak, düflüp kalkmamak için bir andlaflma yapt›. Ve imkan bulduklar› anda Muhammed'i öldürmeyi aralar›nda kararlaflt›rd›lar." (18) EBÛ BEK‹R'‹N HABEfi'E H‹CRET TEfiEBBÜSÜ Buharî'nin Medîne'ye hicret bâb›nda anlatt›¤› üzere Hazret-i Ebû Bekir de bir aral›k Habeflistan'a hicret etmeyi düflünmüfl ve bu maksatla yola ç›km›flt›. Hazret-i Ebû Bekir gibi nüfuz ve mevki sahibi bir zat› hicrete sevkeden sebep Kureyfl'in ezâ ve cefâs›na maruz kalmas› de¤il, âflikâre Kur'an okuyamamas› idi. Müflrikler onu da yüksek sesle Kur'an okumaktan menediyorlard›. Çünkü o Kur'an okurken iflitenler dinliyorlar, Kur'an'›n tesiri onlar›n ruhlar›n› sar›yor, müslüman oluyorlard›. Kureyfl ise ‹slâm'›n intiflâr›n› önlemek için her çareye bafl vuruyor, elden gelen her fleyi yapmaktan çekinmiyordu. Ebû Bekir'i âflikâre Kur'an okumaktan menetmeleri ona a¤›r (18) Hayât-› Muhammed, sh: 163-164. 123 geldi ve Habeflistan'a hicret yolunu tuttu. Mekke'den Yemen'e do¤ru befl konak mesafede olan Birkü'l-Gamad'a kadar gitti. Orada ‹bnü'd - Da¤ne'ye tesâdüf etti. O da ona nereye gitti¤ini sordu. Hazret-i Ebû Bekir: –Kureyfl, bana içinde do¤du¤um ve büyüdü¤üm flehirde serbestçe ikaamete engel oluyor, onun için huzur ve sükûnet içinde Allah'›ma ibadet edebilece¤im bir yere gitmek istiyorum, dedi. Kabîlesinin reisi olan ‹bnü'd - Da¤ne, Mekke'nin Hazret-i Ebû Bekir gibi de¤erli bir flah›stan mahrum kalmas›n› istemiyerek onu bu hicretten vaz geçirmifl, kendi himâyesine alarak Mekke'ye götürmüfl, Kureyfl Kabîlelerine flöyle demiflti: – Misafirleri konuklayan, yoksullar› doyuran, akrabas›na candan ba¤l› olan, ihtiyaç zaman›nda herkese yard›m eden böyle bir adam› memleketinizden ç›karmak m› istiyorsunuz? Kureyfl reisleri flöyle cevap verdiler: – Kur'an'› yüksek sesle okamamak flart›yla burada ikaamet edebilir. Çünkü onun sesi gençlerimizin ve kad›nlar›m›z›n ruhlar› üzerinde tesir ediyor: Böylece ‹bnü'd - Da¤ne'nin ›srâr› üzerine Hazret-i Ebû Bekir hicretten vaz geçmifl, Mekke'de kalm›flt›. Nihayet evinin yan›nda bir mescid inflâ ederek orada yüksek sesle Kur'an okumaya bafllad›. Son derece ince duygulu ve yumuflak kalpli olan Hazret-i Ebû Bekir Kur'an okurken gözlerinden yafllar boflan›r, onun bu huflû ve hudû hâli herkesin kalbini yumuflat›rd›. Bu defa Hazret-i Ebû Bekir'i himayesine alm›fl olan ‹bnü'd - Da¤ne'ye flikâyet etmifller, o da böyle yapmakta devam ederse himayesini geri alaca¤›n› söylemifl, Ebû Bekir de: – Senin himayene ihtiyac›m yok, bana Allah'›n himayesi kâfîdir, demiflti. ––––––oOo––––– 124 YED‹NC‹ BÖLÜM KUREYfi'‹N YAPTI⁄I KÖTÜLÜKLER VE BOYKOT (1) BOYKOT N‹Ç‹N ‹LÂN OLUNDU? Kureyfl'in gösterdi¤i fliddet ve mukaavemete ra¤men ‹slâmiyet günden güne ilerliyor, kalpleri fethederek saflar›n› takviye ediyordu. Hazret-i Hamza ve Ömer'in ‹slâmiyete girmeleriyle ‹slâm dini flevket kazanm›flt›. Necâflî gibi bir hristiyan hükümdar müslümanlar› himaye etmifl, Kureyfl'in elçilerini eli bofl geri çevirmiflti. Bunlar Kureyfl aras›nda büyük endifleler do¤urdu. Kureyfl, müslümanlara karfl› kat'î harekete geçmek zaman› geldi¤i fikrinde idiler. Manzara flöyle idi: Hazret-i Ömer'in Müslüman olmas› Kureyfl'i çok sarsm›flt›. Çünkü Hazret-i Ömer, ‹slâmiyete girmeden önce nas›l bir islâm düflman› idiyse müslüman olduktan sonra ‹slâm davas›n› ayn› fliddetle ve hamiyetle benimsemifl, ‹slâm'›n sa¤ eli olmufltu. Müslüman oldu¤unu gizli tutmak lüzûmunu bile duymam›fl, herkese ‹slâmiyeti kabul etti¤ini ilan etmifl, Kâ'be'de âflikare namaz k›lm›flt›. Ondan sonra müslümanlar baflka bir vaziyet alm›fllard›. Müflrikler anlad›lar ki, böyle iflkence yapmakla, fliddet göstermekle kimseyi dininden çeviremiyecekler, müslümanl›¤›n ilerleyip yay›lmas›na mani olamayacaklar. Nas›lki bunca zulüm ve ezaya ra¤men tek bir müslüman dininden dönmemiflti. Kureyfl'i endifleye düflüren ikinci bir cihet de müslümanlar›n hariçten gördükleri muzaheretti. Müslümanlar icâb›nda yerlerini, yurtlar›n›, mallar›n›, mülklerini b›rakarak yabanc› memleketlere iltica yolunu tutuyor ve kendilerini himaye edecek eller buluyorlard›. Bunlar› müflrikler gözden kaç›rmad›¤›ndan çareler düflünüyorlard›. Nihayet yeni bir çareye bafl vurdular. Bugün de tatbik edilmekte olan selbî mukaavemet, (1) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; El-Kâmil, ‹bn-i Esir. 125 boykot yolunu tuttular. Toplanarak bir karar ald›lar. Hâflim o¤ullar› ile her nevi alakay› kesecekler, k›z al›p vermiyecekler, al›fl verifl yapm›yacaklar, görüflüp buluflmayacaklar. Bu andlaflmay› yaz›p Kâ'be duvar›na ast›lar. Ve böylelikle ona kudsî bir mahiyet vermifl oldular. Bu andlaflmay› Mansur b. ‹krime yazm›flt›r. Kureyfl bir defa da böyle bir siyâsetle, münâsebetleri kesmek, aç b›rakmak usûlünü tatbiki, bir de bunu denemeyi karar alt›na ald›lar. Ve bu usûlün iflkence ve bask› siyâsetinden daha tesirli olaca¤›n› sand›lar. Fakat ezâ ve cefâdan da vaz geçmifl de¤illerdi. ABLUKADA SIKINTILI GÜNLER Kureyfl, her nevi münasebetleri kesmekle pek yaman bir ifle bafllam›fllard› ve Hâflim o¤ullar›n› aç öldürmeye niyet etmifllerdi. Haflim o¤ullar› böyle muhasara halinde üç sene kald›lar. Pek müflkül anlar, s›k›nt›l› günler geçirdiler. Gün oluyordu ki, müslümanlar a¤aç yapraklar› yiyorlard›. Sa'd b. Vakkas, bir gece bir deri parças› bulmufl, onu suda ›slatm›fl, sonra ateflte kavurduktan sonra su ile kar›flt›rarak yemiflti. Çocuklar›n açl›ktan feryatlar› etraf› tutuyordu. Yürekler ac›s› bu hal Kureyfl'in merhametsiz kalbinde hoflnudluk do¤uruyordu. Maamâfih müslümanlar›n bu haline ac›yanlar da yok de¤ildi. Bir gün Hazret-i Hatice'nin kardefli o¤lu Hakîm ibn-i Hizâm, kölesiyle ona biraz bu¤day göndermiflti. Köle yolda Ebû Cehil'e tesadüf etmifl, Ebû Cehil kölenin elinden bu¤day› almak istemifl, fakat müflriklerden Ebü'l-Bahterî onu muâhaze ederek: – Halas›na bir mikdar bu¤day göndermek isteyen bir insana karfl› gelmek do¤ru de¤ildir, demiflti. Haflim o¤ullar›ndan olmad›klar› halde onlara ac›yanlar varken, Ebû Leheb öz kardefllerinin, h›s›m ve akrabas›n›n açl›ktan ölmesini istiyor, muhasara çemberini s›k›yordu. Mekke'ye yiyecek getiren kervanlar› flehir kenar›nda karfl›lar: Haflim o¤ullar›na birfley satmay›n, pahal› isteyin ki onlar almas›n, üst taraf›n› ben öderim, derdi ve g›da maddelerinin Haflim o¤ullar›na gitmesine mani olurdu. Bu boykot hareketi üç sene sürdü¤üne göre bi'setin yedinci senesinden onuncu senesine kadar devam etmifltir. Bu üç sene zarf›nda müflrikler ‹slâmiyeti bo¤mak için ellerinden gelen herfleyi yapm›fllarsa da muvaffak olamam›fllar, hakka ve hakîkata karfl› kalkan o bafllar, netîcede yine ma¤lûp olmufllard›r. Kureyfl böyle aç b›rakmak siyasetiyle birfley elde etmek, ‹slâmiyeti imha eylemek flöyle dursun, bilakis bu abluka y›llar›nda da islâmiyetin nurlar› Arabistan muhitini ayd›nlatmaya de126 vam etti. Müslümanl›¤›n her tarafta sözü edilir, kadri bilinir oldu. ‹slâmiyet'in bu gibi a¤›r flerâit alt›nda olmas›na ra¤men intiflar› müflriklerin fliddetini art›rd›. Çünkü Kureyfl, Arap kabileleriyle münasebetleri sayesinde yaflayabiliyordu. Ticaret hayat› buna ba¤l› idi. Kureyfl'in islâmiyete karfl› durmak için gösterdi¤i bu gayret ve fliddet hakikaten çok flayan-› hayrettir. Onlar› buna sevkeden sebep acaba ne idi? Peygamber'i, Peygamber'in ailesini tehdit ettiler, ‹slâm dini ile ve bu dine girenlerle alay ettiler. Hazret-i Peygamber'i gözden düflürmek için her çareye bafl vurdular. Onu aldatmak için mal ve saltanat vaadettiler. Beflerî ihtiraslar› tahrik edecek her vaadde bulundular, müslümanlar› yerlerinden, yurtlar›ndan ayr›lmak zorunda b›rakt›lar. Mallar›na göz koydular. Müslümanlar› aç b›rakarak din yolundan çevirmek istediler. Fakat bütün bu gayretler bofluna gitti. Hazret-i Peygamber, bütün insanlar› hak yoluna da'vete devam etti. Befleriyeti nura ve hidayete ç›karmak, fazilet ve saadete kavuflturmak için her fleye tahammül etti. KUREYfi'‹N BAfi VURDU⁄U ÇARELER Kureyfl, hudut tan›maz bir inadla küfür ve dalaletinde devam ediyor, ‹slâmiyet'in intiflar›na mani olmak istiyordu. Hazret-i ‹brahim'in Allah'a ibadet edenler için bina etti¤i Kâ'be'yi bir put müzesi halinde tutmaya sanki and içmifllerdi. Putlar›na hiç k›yam›yorlard›. Kureyfl'in, ‹slâmiyet Arap kabileleri aras›nda intiflar ederek kuvvet bulacak ve putlar› y›kacak diye ak›llar› oynuyordu. ‹slâmiyeti önlemek için elinden propaganda silah›n› hiçbir zaman b›rakm›yordu. Ve bu silah› büyük bir meharetle kullan›yor, ondan çok mühim neticeler bekliyordu. Fakat bu silah her zaman onlar›n ifline yaramad›. Onlar türlü türlü iddialarla, yalan ve dolanla, iftira ve bühtanla, uydurma flayialarla karfl› taraf› sarsmak istiyorlar, Mekke'nin içinde ve d›fl›nda, Arabistan'da yaflayan Arap kabileleri aras›nda ‹slâmiyet'in intiflar›na sed çekmek için durmadan çal›fl›yorlar, Müslümanlar› Araplarla görüfltürmemeye u¤rafl›yorlard›. Mekke ticaret merkezi olmakla beraber ayn› zamanda mukaddes bir yerdi. Kâ'be-i Muazzama ve Beyt-i fierif orada, Araplar›n tap›nd›klar› en büyük putlar burada. Gelen Araplar mutlaka Kâ'be'yi tavaf ediyorlard›. Onun için müflrikler müslümanlara Harem-i fierif'te Kur'an okutmak istemiyorlard›. Çünkü, gelen kabilelerin Kur'an okunurken dinleyip müslüman olmas›ndan korkuyorlard›. Bunlardan baflka Araplar›n Ukâz, Mecenne, Zülmecaz gibi meflhur panay›rlar› vard›. Buraya gelen halka, Hazret-i Peygamber Kur'an okur, onlar› hakka da'vet ederdi. Nas›l ki, Ebû Leheb onun ard› s›ra gezer, tafllar atar, 127 bunu dinlemeyin diye, propaganda yapard›. Fakat Ebû Leheb'in ve emsalinin yaygaralar›na ra¤men bu yolda islâmiyeti kabul edenler oluyordu. ‹flte bunun içindir ki, Müslümanlara karfl› boykot ilan ederek, içtimaî tecrid yaparak Hazret-i Muhammed'in bu temaslar›na nihayet verdiler. Eskiden Peygamber'imiz Mekke'ye gelen hac›larla temas ederek onlara Kur'an okur, dinleyenlerden müslümanl›¤› kabul edenler bulunurdu. Nas›l ki, yukar›da Kur'an-› Kerim'in te'siri bahsinde bu nevi'den birçok misaller geçmiflti. Ve bizzat Kureyfl, Hazret-i Peygamber'i dinleyenler müslüman olmas›n diye, Kur'an dinlemenin önüne geçmek için tertibat alm›fllard›. Peygamber Kâ'be'yi tavafa gelenlere putlar›n bofl ve as›ls›z fleyler oldu¤unu söyler, onlar› din-i ‹slâm'a da'vet ederek Allah'›n birli¤ini, efli ve orta¤› olmad›¤›n› tebli¤ ederdi. Hazret-i Peygamber Mekke'ye gelen kabilelerle temasa bafllay›nca kureyfl bunun do¤uraca¤› neticeden ürkmüfller, Velid b. Mugîre'nin baflkanl›¤›nda bir toplant› yaparak gelen kabilelere Muhammed hakk›nda diyeceklerini kararlaflt›rm›fllar, bu hususta söz birli¤i yapm›fllard›. Kureyfl, Hazret-i Muhammed'i gözden düflürmek için nelere bafl vurmad›lar. Meselâ Mekke'de Merve'de Hr›stiyan bir köle olan Cebr'in yan›na gelip orada oturmas›; Hazret-i Muhammed için bir ittiham vesilesi yap›ld›. Kureyfl, Hazret-i Peygamber'in bildirdi¤i fleylerin ço¤unu bu köleden ö¤rendi¤ini ortaya sürdüler. Kur'an-› Kerim Kureyfl'in bu iddias›n› flöyle reddetmektedir: وﻟﻘــــﺪ ﻧـﻌﻠﻢ اﻧـﻬﻢ ﻳـﻘـــﻮﻟـﻮن اﳕﺎ ﻳـﻌﻠﻤــــﻪ ﺑـﺸـــﺮ ﻟـﺴــــﺎن اﻟﺬى ﻳﻠـﺤــــﺪون اﻟﻴــــﻪ اﻋــــﺠــــﻤﻰ (2) " وﻫﺬا ﻟـﺴــــﺎن ﻋــــﺮﺑﻰ ﻣـــــﺒﲔBiz biliyoruz, onlar, bu Kur'an'› ona bir befler ö¤retiyor diyorlar, halbuki bat›l sözlerle hakka mugaayir olarak kendisine isnad ettikleri kimsenin lisan› a'cemidir, yabanc›d›r, bu Kur'an ise apac›k ve parlak Arabidir." Kureyfl'in Hazret-i Muhammed hakk›ndaki her sözü gibi bu iddialar› da ne gülünçtür. Bunca yüksek hakikatlar›; esaslar› bir köle ö¤retsin! Bu olur mu? Bunu ak›l ve mant›k kabul eder mi? Buna benzer bir iddia da Bahira ile görüflmesi münasebetiyle müsteflriklerce ortaya at›l›yor. Bu yeni iddia da müflriklerin eski iddias› kadar çürüktür. Bunca hakaay›k-› aliyeyi k›sa bir seyahatte birkaç saat zarf›nda ö¤renivermek, ne de kolay! O zaman yeryüzünde dini buhran ve kargaflal›k vard›. Dinin özü ve cevheri kaybolmufltu. Tevhid dininin esaslar› unutulmufltu. E¤er onlar mevcud olsa, dükkandaki köleler, manast›rlardaki keflifller onlar› bilse, halka ö¤retirler, yeryüzü zulmetten kurtulurdu. (2) Nahl sûresi, ayet: 103 128 ‹slâmiyete menba' olarak hangi din mevcut idi? Böyle bir din mevcut olsa ‹slâmiyet'in kurulmas›na ne lüzum vard›? Bütün bunlar müflriklerin eski iddias›n›n, müsteflriklerin yeni davas›n›n esass›zl›¤›n› göstermektedir. Hülasa, Kureyfl nice propaganda vas›talar›na bafl vurduysa hiçbirinden beklenen neticeyi alamad›. Hazret-i Peygamber'in getirdi¤i ‹slâm dininin parlak ›fl›klar› insanlar›n dima¤lar›n› ayd›nlat›yor, ‹man nuru gönüllere doluyordu. Bir def'a Devs kabilesinin flairi olan Tufeyl b. Amr Mekke'ye gelmiflti. Kureyfl ona Hazreti Muhammed hakk›nda, söz birli¤i ettikleri üzere, nice iftiral› sözler söylemiflti. Tufeyl diyor ki: "Bana Muhammed hakk›nda öyle korkutucu fleyler söylediler, o kadar çok fleyler anlatt›lar ki; onlara inand›m ve Muhammed'i dinlememeye karar verdim. Bir gün Kâ'be'de bulunuyordum. Orada Hazret-i Muhammed'e tesadüf ettim. Kendi kendime dedim ki: Ben iyiyi kötüyü ay›rd edemeyecek bir adam de¤ilim. Sözün güzelini çirkininden seçmeye kaadir benim gibi akl› bafl›nda bir insan, neden Onu dinlemekten kaç›ns›n? Dinlerim: Sözleri güzelse kabul ederim, de¤ilse b›rak›r›m, dedim. Ve Hazret-i Muhammed'in arkas›ndan evine kadar gittim. Ona içimden geçeni arzettim. Bana Kur'an okudu ve ben de derhal müslüman oldum." Tufeyl kendisi müslüman oldu¤u gibi kabilesi nezdine döndü¤ünde keyfiyeti onlara da anlatt›. Onlar›n bir k›sm› müslüman oldu. Bir k›sm›: Biz daha biraz bekliyece¤iz, dedilerse de Tufeyl, kabilesi aras›nda ‹slâmiyeti yaymak için faaliyete geçti ve kabilesinin ço¤u müslüman oldu. Bunun emsali hadiseler pek çoktur. S›ras› düfltükçe hep bahsolunmaktad›r. Hazret-i Muhammed'in davetine icabet edenler yaln›z putperest Araplar de¤ildi. Hristiyan dininde olanlardan da müslümanl›¤› kabul edenler vard›. Hazret-i Muhammed'in Peygamberli¤ini duyanlardan yirmi kadar Hristiyan Mekke'ye gelmiflti. kendisiyle görüflmüfller. Ona soracaklar› fleyleri sormufllard›. Ald›klar› cevaplar onlar›n çok hofllar›na gitmiflti. Yirmisi birden ‹slâmiyeti kabul ettiler. Hazret-i Muhammed'i tasdik ederek Onun hak peygamber oldu¤una inand›lar. Bu hadise Kureyfl'i çok k›zd›rd›. Onlar putperestlerin müslümanl›¤› kabulünü önlemeye çal›fl›rken, flimdi de Hristiyanlar kendi ayaklar›yla gelip Müslüman oluyorlard›. Kureyfl ‹slâmiyeti kabul eden bu Hristiyanlara fena halde içerlemifller, sövüp saym›fllar ve onlara: – Böyle taifeyi Allah kahretsin, sizin dininiz üzere olan kimseler, bu adam›n ne dedi¤ini ö¤renip kendilerine haber götürmeniz için sizi buraya gönderdiler. Sizse onunla düflüp kalkt›n›z ve dininizden dönüp Ona kat›ld›n›z. Bu ne münasebetsizlik! dediler. 129 Fakat Kureyfl'in bu sözleri o Hristiyanlar› Hazret-i Muhammed'e uymaktan geri çevirmedi. Bilakis onlar›n inançlar› artt›. ‹manlar›na iman katt›lar *** Kureyfl Haflim o¤ullar›n› fii'b-i Ebî Talib'de, yani Mekke kenar›ndaki da¤lardan birinin vadisinde ablukaya alal› üç sene olmufltu. Orada son derece s›k›nt›l› günler geçiren müslümanlar her fedakarl›¤› göze alm›fllard›. fiunu da bilelim ki, bu abluka karar› Haflim o¤ullar› hakk›nda idi. Müslüman olsun, olmas›n Haflim o¤ullar›ndan olanlar ablukaya tabi tutuluyordu. Yaln›z en büyük islâm düflman› olan Ebû Leheb, o bu ablukan›n d›fl›nda b›rak›lm›flt›. Müflrikler, onun islâm düflmanl›¤›na mükafat olarak böyle bir cemilede bulunmufllard›. Ebû Leheb ablukadakilere karfl› fliddet gösterenlerin bafl›nda gelirdi. Müslümanlar ablukada kald›kça hariçle temastan memnu idiler. Ancak Araplarca mukaddes aylar olan ve kan dökmek haram addolunan Eflhür-i Hurumda: Muharrem, Recep, Zilka'de, Zilhicce aylar›nda Müslümanlara karfl› muameleleri de¤iflirdi. Çünkü bu aylarda bütün düflmanl›klar unutulur, ellerden silahlar b›rak›l›r, tecavüz ve intikamlar durdurulurdu. Eflhür-i Hurum geçince abluka yine bütün fliddetiyle bafllard›. Haflim o¤ullar›n›n böyle içtimaî bir tecrîde tabi tutularak halkla temastan menedilmeleri, yiyip içecek almaktan mahrum b›rak›lmalar› baz› insafl› kimselerin gayret ve hamiyetine dokunuyordu. Herkesin kalbinden merhamet ve flefkat duygular› silinmifl de¤ildir. Yeryüzünde insanl›k ölmüfl de¤ildir. Bu mahrumiyetin uzun sürmesi, müslümanlar›n Kureyfl'in ezalar›na, haks›zl›klar›na maruz kalmas› Kureyfl içinde bir k›sm›n› insafa getirdi. Kardeflleri, amca o¤ullar›, day›lar› haklar›nda reva gördükleri bu zalimane harekete nedamet edenler bulunmaya bafllad›. Esasen Kureyfl'ten baz›lar› Müslümanlar›n ablukada bulunduklar› vadiye yiyecek götürüp gizlice vermeseler, müslümanlar açl›ktan ölürlerdi. Bu s›rada müslümanlara karfl› en iyi duygularla hareket edenlerden biri Amr o¤lu Hiflam'd›. Hiflam develerine yiyecek yükler, geceleyin onlar› yola ç›kar›r, vadinin a¤z›na geldi¤i zaman develerin bafllar›n› serbest b›rak›r, onlar› sal›verirdi. Develer vadiye girerlerdi. Orada muhasarada bulunanlar develerin üstünde ne varsa al›p geri çevirirlerdi. BOYKOT KARARININ YIRTILMASI Hiflam, Kureyfl'in boykotaj ilaniyle çok zalimcesine bir hareket yapt›¤›na kaanî idi. Bu harekete karfl› besledi¤i isyan duygular› günden güne alev130 leniyordu. Nihayet bir gün Hiflam, Abdü'l-Muttalib'in k›z› Âtike'nin o¤lu, Züheyr b. Ebû Ümeyye'nin yan›na gitti ve onunla bu hususta konuflma yapt›. – Ya Züheyr, dedi. Sen güzel güzel yiyorsun, giyiniyorsun; kar›lar›n›n yan›nda yafl›yorsun da day›lar›n›n halini hiç düflünüyor musun? Onlar neler çekiyor biliyor musun? Ne bir fley satabiliyorlar, ne de birfley sat›n alabiliyorlar! Bizden k›z alm›yorlar, biz de onlardan k›z alm›yoruz. Yemin ederim ki Hiflam o¤lu Ebü'l-Hakem'in (Yani Ebû Cehil'in) day›lar› hakk›nda böyle bir fley yap›lmaya karar verilse de sen onu bu ifle davet etseydin asla raz› olmazd›. Züheyr flu cevab› verdi. –Yaln›z bafl›ma ne yapabilirim; ben bir kifliyim. Daha baflka bir arkadafl olsa! Hiflam flöyle mukaabelede bulundu: – Arad›¤›n arkadafl› buldun, iflte ben o ikinci adam›m! Bu ikisi anlaflt›ktan sonra Mut'im b. Adiyy'in yan›na gittiler. Hiflam ona da: – Abd-i Menaf o¤ullar› aç k›r›ls›n, bunu mu istiyorsun? dedi. O da: – Yaln›z bafl›na ne yapabilirim? deyince, Hiflam: – Züheyr ve ben anlaflt›k, dedi. O da: – Üçüncü de benim, diyerek onlara kat›ld›. Dördüncü arkadafl bulmak üzere Ebü'l-Bahterî b. Hiflam'a gittiler. Onunla da ayn› flekilde anlaflt›lar. Hiflam: – Ben, Züheyr, Mut'im ve sen dört kifli olduk, dedi. Sonra yanlar›na Zem'a b. Esved'i ald›lar ve bu befl arkadafl toplanarak Haflim o¤ullar›n› ablukada b›rakan andlaflmay› bozmaya karar verdiler ve bu maksatla Kâ'be'ye gittiler. Züheyr evvela Kâ'be'yi tavaf ettikten sonra orada toplanm›fl olanlara flöyle hitab etti: –Ey Mekkeliler, dedi. Hepimiz istedi¤imiz gibi yiyoruz, giyiniyoruz, refah ve saadet içinde yafl›yoruz, fakat Haflim o¤ullar›n› herfleyden mahrum ediyoruz. Al›fl verifl edemiyorlar, onlar›n böyle açl›ktan ölmeleri reva m›d›r? Yemin ederim ki, flu zalim anlaflma, flu öldürücü sahife y›rt›lmad›kça ben duramayaca¤›m! Ebû Cehil bu sözleri iflitince hemen ortaya at›ld› ve: – Yalan söylüyorsun, andlaflmam›z› bozmay›z, dedi. Fakat öteden Zem'a Ebü'l-Bahterî, Mut'im ve Hiflam, Züheyrî teyid ve takviye ettiler, Ebû Cehile: – As›l sen yalan söylüyorsun, dedier. Züheyr: 131 – Bu andlaflmaya biz zaten raz› de¤ildik, dedi. Ebû Cehil bu iflin bir anlaflma eseri oldu¤unu anlad›. Ve bu cin fikirli adam herkesin bu hususta birleflmifl oldu¤unu görünce, ekseriyete karfl› gelmek bir kötülü¤e yol açar korkusuyla durdu ve hatta geriledi. Mut'im andlafllamay› parçalamak üzere yürüdü. Fakat böceklerin (Allah ad›yla) kelimelerinden baflka her taraf›n› yemifl olduklar›n› gördü. Böylece Haflim o¤ullar› ablukadan ç›karak Mekke'ye döndüler, halk aras›na kat›ld›lar. Bu hadise bi'setin onuncu y›l›nda idi. Boykot karar›n›n kald›r›lmas› hakk›nda tarihlerin nakli, ak›l ve mant›¤›n ald›¤› fley böyle iken, baz› tarihçiler burada da flüpheli fleyler rivayet etmekten geri kalmam›fllard›r. Andlaflmay› y›rtanlar putperestlerden olduklar› halde nas›l olmufl da bunu yapm›fllarm›fl. Çünkü Muhammed'e gitmifller, onunla konuflmufllar, Kureyfl ilahlar›na hiç olmazsa birazc›k mevki vermesini istemifller, bunun üzerine sulh yapm›fllar, ‹bn-i Cübeyr ve Katade'ye nisbet olunan bu rivayet esass›zd›r. "Onlar isterler ki sana vahyetti¤imiz fleyden gayriyle bize iftira edesin. ‹flte o zaman seni candan dost tan›yacaklar. Biz seni hak üzere sabit k›lmasa idik, sen de ›srarlar› üzerine onlara az bir fley meyl edeydin, biz iflte sana o zaman hayat›n da katmerli, memat›n da katmerli ac›s›n› tatt›r›rd›k. Ve sen bize karfl› hiçbir yard›mc› bulamazd›n."(3) Bu ayetler bunun üzerine naz›l olmuflmufl. Halbuki yukar›da, böyle esass›z rivayetlerden birinde bu ayetlerin Garân›k hikayesi münasebetiyle nazil oldu¤unu söylüyorlard›. ‹flte garip ve as›ls›z rivayetler böyle birbirini takib eder durur. Bu ayetlerin nüzul sebebi, yukar›da da söyledi¤imiz gibi çok baflkad›r. Gerek Garân›k K›ssas› ve gerekse boykot andlaflmas›n›n y›rt›lmas› ile hiçbir alakas› yoktur. Tekrar edelim ki, Atâ, Abdullah ibn-i Mesud Hazretlerinden naklen bu ayetlerin flu sebeple nazil olduklar›n› rivayet etmektedir: Sakif'ten (Tâiflilerden) bir heyet gelmifl ve kendi vadilerinin Mekke vadisi gibi harem say›lmas›n›, yasak bölge addedilerek a¤açlar›na, kufllar›na, yabani hayvanlar›na dokunulmamas›n› istemifller. Buna karfl› Hazret-i Muhammed vahiy gelmeden derhal cevap veremiyece¤inden; bunun üzerine bu ayetler nazil olmufltur. KUREYfi N‹Ç‹N MÜSLÜMANLI⁄I KABUL ETM‹YORDU? Abluka kalkt›, fakat müflriklerle Hazret-i Muhammed'in mücadelesi sona ermifl de¤ildi. Bu, hay›rla flerrin, faziletle rezaletin, hak ile bat›l›n (3) ‹srâ sûresi, ayet: 73-75 132 mücadelesi idi. Kureyfl ‹slâmiyeti kabul etmedikçe bu mücadele duracak de¤ildi. Kureyfl acaba ‹slâmiyeti niçin kabul etmiyordu? Doktor M. Hüseyin Heykel Pafla'n›n (Hayat-› Muhammed) adl› eserinde ileri sürdü¤ü mütalalar› dinleyelim. Müsavattan korkmak, mevkî endiflesi, hased, rekabet, ahirette hesaba çekilmekten korkmak bunlar›n bafll›calar›d›r. "Fakat hakikaten y›llar, yüreklerin kat›l›¤›n› ve köhne fleylere karfl› duydu¤u muhafazakarl›¤› gidermeye kafi midir? Bu ancak seçkin kimselerin ve içlerinde olgunlu¤a ermek için sürekli bir temayül hissedenlerin kâr›d›r. Bunlar, bütün ömürleri boyunca inand›klar› hakikatlar› tartarlar, ölçerler ve bu hakikatlara kat›flmak isteyen bat›l fleyleri söküp atarlar. Bunlar›n gönüllerinin ve ak›llar›n›n potas› daima kaynamaktad›r. Her yeniyi al›r, eritir, temizler, tortular›n› atar ve onda iyilik, hay›r, hak ve güzellik nam›na ne kal›rsa onu al›r. Bunlar yüce hakikat› her fleyde, her yerde ve her dilde ararlar. Lakin bunlar her devirde, her milletin seçkin bir özü olduklar›ndan daima az bulunurlar. Ve bunlar servet sahibi, nüfuz ve saltanat sahibi kimselerle aralar›nda en genifl bir husumetin aç›ld›¤›n› görürler. Zira bu ikinci zümre daima her yeniden korkar, onu servetlerine, nüfuz ve saltanatlar›na dokunacak, onlar› y›kacak san›rlar. Zira onlar hayatta bu gibi maddî fleylerden, mal ve saltanattan baflka bir hakikat tan›mazlar. Onlar için manevi k›ymetler yoktur. Yaln›z madde vard›r. E¤er birfley servet ve saltanatlar›n›n artmas›na hizmet ediyorsa, iflte onlarca hakikat odur. Yard›m etmez veya bunlar üzerinde flüphenin gölgesini bile uyand›r›rsa bat›ld›r. Onun için servet sahibinin nazar›nda fazilet, servetini art›rmak flart›yla hakt›r. Fakat onu servetinden mahrum ederse fazileti tan›maz, bat›l sayar. Yine bunlar›n nazar›nda din, hakt›r; flayet ihtiraslar›na ram olursa, nefsinin arzular›na alet yaparsa, bat›ld›r; bu ihtiraslara karfl› gelip onlar› dizginlese ve k›rsa bile! Nüfuz sahipleriyle saltanat sahipleri de bu meselede servet sahiplerinden farks›zd›r. Bunlar›n hepsi de korktuklar› bir yenilikle karfl›laflt›lar m›, ekmeklerini sayelerinde kazanan kitleyi, o yenili¤i ileri süren, o yenilik davas›n› benimseyen kimselere karfl› harekete geçirirler. Küflenmifl ve ruhunu kaybetmifl eski müesseselerin kutsiyeti nam›na kitleyi kendi menfaatleri için kalk›nd›rarak eski müesseseleri temsil eden heykellerin mukaddes ruhu yaflatt›klar›n› iddia ederler. Kitle onlara ekseriyetle yard›m eder. Çünkü o, herfleyden önce kendi ekme¤inin ç›k›fl›na bakar, r›zk›n› düflünür. Ve bir hakikat ki, nekadar güzel ve ne kadar heybetli olursa olsun, bir mabedin dört duvar› aras›nda kapan›p kalmaz, kitle ona ak›l erdiremez. Hakikat›n hür yaflamas› gönülleri fethetmesi ve beslemesi laz›m geldi¤ini, hiç bir kalbin ölünce yaflamayaca¤›n›, kat› yüreklili¤i hangi raddeye var›rsa vars›n hiçbir nizam›n ona karfl› duramayaca¤›n› ve hiç bir satvetin onu y›kamayaca¤›n› ne bilsin? 133 Onun için birbirlerinden habersizce geceleri Kur'an dinlemek için sokaklardan sürünerek giden kimselerden ona inanmalar› nas›l beklenirdi? Çünkü Kur'an onlar›n iflledikleri birçok fleyleri çirkin buluyor, onlar› muaheze ediyordu. Kur'an nazar›nda iki gözü kör bir adamla servet sahibi, flan ve mevki sahibi bir kimse aras›nda hiçbir fark yoktu. fieref ve itibar ancak kalp temizli¤i ile elde edilirdi; servet ile de¤ildi." (4) Sonra Kur'an bütün insanlara hitabederek: ان اﻛﺮﻣﻜﻢ ﻋﻨﺪ اﻟﻠّﻪ اﺗﻘﻴﻜﻢ "Allah nezdinde en iyiniz ve en flerefliniz, en takva sahibi olan›n›zd›r." (Hucurat sûresi: 13. ayet) diyordu. ‹nsan›n flerefi, vazifesini en iyi ve temiz yapmakta, kötülüklerin her türlüsünden sak›nmakta idi. Bunun d›fl›nda bir ölçü yoktu. Müslümanl›k tam bir müsavat getiriyordu. Kureyfl bu müsavattan çok korkuyordu. Zengin, fakir, efendi, köle hepsi de Allah'›n kulu idi. Bu müsavat prensibini Kureyfl ulular› bir türlü kabul edemiyordu. Onlar halk tabakas›ndan biriyle beraber olmaktan ar ediyorlard›. Hazret-i Muhammed "Arab›n, Arap olmayan üzerine hiçbir üstünlü¤ü yoktur!" demekte idi. Müflrikler, bu müsavat prensibinden çekindikleri için ‹slâmiyet'e düflman kesiliyorlard›. Bugün yeryüzünde müsavat prensibi fikrinin tahakkuk etti¤i bu devirde ‹slâmiyeti tebcîl etmek gerektir. Ebû Süfyan ve emsali, atalar›n›n dinlerinden ayr›lam›yorlarsa, bu onun hak oldu¤una inanmalar›ndan de¤il, belki kendilerine servet ve mevki sa¤layan bir hayat›n devam›n› istemelerindendi. Onu elden kaç›rmamak için dö¤üflmeyi bile göze al›yorlard›. Kureyfl'in hased ve rekabet hisleri de onlar› Hazret-i Muhammed'e uymaktan al›koyan bir sebepti. K›skançl›k, bu insanlar›n hakikat› görmelerine engel olan fena bir hastal›kt›r. Kureyfl bu hastal›¤a mübtela idi. Mesela flair Ümeyye b. Ebî Salt, Hazret-i Muhammed'in zuhurundan önce Araplar aras›nda bir peygamberin ç›kaca¤›n› söyleyenlerdendi. Hatta bu peygamberli¤in kendisine nasib olmas›n› umuyordu. Fakat vahyin kendisine de¤il de Hazret-i Muhammed'e gelmesini k›skand›. Ve bu yüzden Hazret-i Muhammed'i tasdik etmedi. Halbuki kendisi hakk› ve bat›l› ay›rd edebilecek bir adamd›. Ve fliirlerinde hikmet vard›. Bir gün onun fliirlerini Hazret-i Peygamber'e okumufllard›. Hazret-i Peygamber onun fliirlerini be¤enmifl ve Ümeyye'nin fliiri iman etti, kendisi küfür üzere kald› buyurmufltur. (4) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel sh. 171 134 Böyle k›skançl›k yüzünden ‹slâm'›n getirdi¤i hidayet ve nura göz yumanlar kendilerine yaz›k edenler pek çoktur. Velid b. Mu¤ire de bunlardan biridir. O: "Benim gibi Kureyfl'in ulusu ve efendisi olan bir adamla, Sakif ulusu Ebû Mesud gibi bir adam dururken, Allah'›n vahyi Muhammed'e mi geliyor? Halbuki iki yerin ulusu biziz!" demiflti. Kur'an-› Kerim bundan flöyle bahseder: "Dediler ki, ne olurdu, bu Kur'an iki flehrin (Mekke ile Tâif'in) ulular›ndan birine indirilseydi." (Zuhruf Sûresi) fiu hadise de çok ibretlidir: Yukar›da bahsetti¤imiz veçhile Ebû Süfyan, Ebû Cehil, Ahnes b. fierik ard› ard›na üç gece Hazret-i Muhammed'in evinin dibinde Kur'an dinledikten sonra Ahnes, Ebû Cehil'e sormufltu: –Muhammed'den dinlediklerin hakk›nda ne dersin? Ebû Cehil'in cevab›, bütün hakikatlar› a盤a vuran bir flekilde flöyle olmufltu: –Muhammed'den dinlediklerim mi? Dinle: Biz Abd-i Menaf o¤ullar›yla fleref ve mevkii paylaflamad›k. Onlar ziyafet verirse biz de veririz, onlar cömertlik gösterirse biz de gösteririz. Onlarla atbafl› beraber olup ayn› seviyeye geldi¤imiz s›rada: "‹çimizden peygamber ç›kt›, gökten Ona vahiy geliyor. Biz buna ne zaman eriflebiliriz, vallahi onlar›n peygamberine inanmay›z!" dediler. ‹flte, Kureyfl'in Hazret-i Muhammed'e iman etmemelerinin bafll›ca sebeplerinden biri haseddir. K›skançl›k duygusudur. "K›skançl›¤›n ve rekabetin bedevî Araplar üzerinde tesiri pek derindir. ‹nsanlar çok defa ihtiraslar›na kurban olurlar. Bu gibi hastal›klardan kurtulmak için, kalbi temizliyen, ona safvet veren, akl›n hakimiyetini sa¤layan, hisleri yükseltip cilalayan esasl› bir terbiye laz›md›r. Ancak o zaman insan, hakikat› hakikat tan›r; dostundan yak›n›ndan dinlese de, düflmandan duysa da ondan ayr›lmaz. Hakikati Karunlar›n servetinden, ‹skender'in nüfuzundan, Kayser'lerin saltanat›ndan üstün tutar. Fakat bu seviyeye ermek, ancak kalplerin hidayete ermesine ba¤l›d›r. ‹nsanlar›n ço¤u ise dünyan›n mal ve meta›na kanarlar, yaflad›klar› an›n zevkini sürerek basîretlerini körlefltirmeyi göze al›rlar. Ve bu seviyeye yükselmeyi ak›llar›ndan geçirmezler. Bunlar, dünyan›n mal ve meta› u¤runda dövüflüp didiflirler. Ve hiçbir fley onlar› hakikat›n, iyilik ve faziletin boynuna pençelerini geçirmekten, yahut kemal ifade eden en temiz manalar› çi¤nemekten al›koyamaz. Bu vaziyette olan bedevî ruhlu Araplarsa, Hazret-i Muhammed'in etraf›nda toplananlar›n artt›¤›n› görüyor, günün birinde Onun galip gelmesinden ve onlara hakim olmas›ndan, hakimiyetinin bütün Arabistan Yar›madas›na yay›lmas›ndan korkuyorlard›. Onlar›n buna mani olmak için kan dökmek icabederse, on135 dan bile çekinmeyecekleri flüphe götürmezdi. Onun için bunlar, Hazret-i Muhammed aleyhine her türlü propaganday› yap›yor; Muhammed'le arkadafllar›n› ve ailesini muhasara alt›na al›yor; onlarla al›fl verifli ve her türlü münasabetleri kesiyor; onlar› iflkenceye u¤rat›yor ve böylece has›mlar›n› yok etmek istiyorlard›." "Kureyfl'i Hazret-i Peygamber'e uymaktan, Ona inanmaktan al›koyan üçüncü bir sebep daha vard›. O da, Kureyfl'in, ölümden sonra tekrar dirilmeden, Ahiret hesab›ndan ve Cehennem azab›ndan korkmalar› idi. Çünkü Kureyfl, ticaret ve riba, fahifl faizcilik yüzünden elde etti¤i kazanc› e¤lence ve sefahat u¤runda sarfeden insanlard›. ‹çlerinde paral› olanlar›n yapmayacaklar› e¤lence, çekinecekleri hiçbir kepazelik yoktu. Buna mukaabil putlar›na adaklar› ve kurbanlar› takdim etmekle bütün günahlar›n›n ba¤›fllanaca¤›n› san›rlard›. ‹çlerinden bir adam herhangi bir ifle giriflmeden önce Kâ'be'ye gider. Orada Hübel'in yan›nda kur'a oku atarsa, yahut herhangi bir vebali s›rtlad›ktan sonra putlara bir kurban keserse; kendini her fleyi yapmaya hak kazanm›fl sayard›. ‹sterse kan döker, ›rz ve namus çi¤ner, hak yer, insan soyar; yol keser, velhas›l herfleyi yapard›. Çünkü adaklar ve kurbanlarla ilahlara verilmesi laz›m gelen rüflveti, kurtulufl akças›n› vermifl bulunuyor! Halbuki Hazret-i Peygamber'in getirdi¤i yeni din, insanlar›n yüre¤ini yerinden oynatan ve tüyler ürperten bir lisanla Allah'›n herfleyi gözetti¤ini ve bildi¤ini, insanlar›n yar›n Âhiret gününde hesap vereceklerini ve bu hesap verilirken ancak iyiliklerin insana flefaat edece¤ini anlat›yordu." (Hayat-› Muhammed) Bak›n›z Kur'an-› Kerim ne diyor: (5) ...ﻓﺎذا ﺟﺂءت اﻟﺼﺎﺧﺔ ٭ ﻳﻮم ﻳﻔﺮ اﳌﺮء ﻣﻦ اﺧﻴﻪ ٭ واﻣﻪ واﺑﻴﻪ ٭ وﺻﺎﺣﺒﺘﻪ وﺑﻨﻴﻪ ٭ "Vaktaki on müdhifl sayha kopar, o gün kifli kardeflinden, anas›ndan, babas›ndan, kendine yar olan kar›s›ndan ve o¤ullar›ndan kaçar, onlardan her kiflinin o gün kendi bafl›ndan aflk›n ifli var, herkes bafl›n›n kaygusundad›r. Gönülleri Allah'a ba¤l› olanlar›n, o gün öyle yüzleri vard›r ki, sabah gibi ›fl›ldar, güler ve müjdelenir. Nice yüzleri de, o gün toz kaplam›flt›r. Tozlar› karalar sarm›flt›r. O tozlu kara yüzlüler kafirler ve facirlerdir." (6) ...ﻳﻮم ﺗﻜﻮن اﻟﺴﻤﺂء ﻛﺎﳌﻬﻞ ٭ وﺗﻜﻮن اﳉﺒﺎل ﻛﺎﻟﻌﻬﻦ ٭ "Ogün gök, erimifl maden gibi, da¤lar da, renk renk at›lm›fl yün gibi olur. Bir h›s›m bir h›sm›n halini birbirlerine gösterirlerken (5) Abese sûresi, ayet: 33–42 (6) Meâric sûresi, ayet: 8-18 136 bile soramaz. Mücrim, diler ki, o günün azab›ndan korunmak için o¤lunu, kendisine yar olan kar›s›n›, kardeflini, içlerinde yetiflti¤i kabilesini ve arzda bulunanlar›n hepsini feda etsin ve kendini kurtars›n. Hay›r, o azab atefli, alevli salg›n bir atefltir. ‹nsan›n her taraf›na sald›ran ceza ateflidir. Arkas›n› dönüp tersine giden ve mal toplay›p toplay›p kasalara y›¤an› kendine ça¤›r›r ve çeker." (7) ...ﻳﻮﻣﺌﺬ ﺗﻌﺮﺿﻮن ﻻ ﺗﺨﻔﻰ ﻣﻨﻜﻢ ﺧﺎﻓﻴﺔ ٭ "O gün arzolunup hesaba çekilirsiniz, gizli bir haliniz kalmaz. ‹flte o vakit kitab›n› (amel defterini) her kim sa¤ eliyle al›rsa der ki: al›n, benim kitab›m› okuyun! Çünkü ben bir gün hesab›mla karfl›laflaca¤›m› sezmifl ve anlam›flt›m, ona göre hareket etmifltim. O, art›k feyizli ve hoflnut edici bir hayat içindedir. Yüksek bir Cennette'dir. Meyveleri, ni'metleri pek yak›nd›r. Kolayca devflirilir. Afiyetle yiyin, için. Bu sizin geçmifl günlerde peflinen baflard›klar›n›z›n karfl›l›¤›d›r. Amma kitab› (amel defteri) solundan tersine verilen kimse der ki: Keflke kitab›m elime verilmeseydi! Ve ben hesab›m›n ne oldu¤unu bilmeseydim! Keflke iflim bitseydi, ölüm herfleyi kesip atsayd› da beni bu hesapla karfl›laflt›rmasayd›! Mal ve menâlim neye yarad› benim? Saltanat›m da mahvoldu. Beni berbad etti. Böyle söylenip duran kimseyi tutun, tutun da ba¤lay›n, Cehennem'e yaslay›n, boyu yetmifl arfl›n bir zincire vurun! Çünkü o, büyük ve ulu Allah'a iman etmiyordu. Ve fukaraya bak›lmas› için çare araflt›rm›yor, kendisi bakmad›¤› gibi baflkalar›n› da teflvik etmiyordu. Bugün de burada ona dostluk gösterecek bir kimse yok! Onun bütün yiyece¤i en kötü fleydir ki, günahkarlardan ve canilerden baflka kimse onu yemez." ‹nsanlar› ahlâks›zl›k bataklar›ndan kurtarmak için, bu yolda korkutucu ayetler çoktur. Cehennem'in bütün tasvirleri ahlaks›zl›¤a karfl› yaman bir mücadeledir. ‹nsana dehflet veren bu sözler Kureyfl'i, Kureyfl'in sefahat ve ahlâks›zl›¤a dalanlar›n› nas›l korkutuyordu. Onlar bundan önce ilahlar›na adaklar yaparak onlar›n himayesine s›¤›n›yorlar ve istedikleri kötülü¤ü yapabiliyorlad›. Halbuki flimdi Kur'an, onlar› kötülüklere verilecek yaman cezalarla korkutuyordu. Art›k Kureyfl'in Hazret-i Muhammed'e karfl› düflmanl›¤›n› art›raca¤›nda flüphe yoktu. Tekrar dirilmekten ve bu dünyada iflledikleri amellerin hesab›n› vermekten bu adamlar niye bu kadar korkuyorlard›? Çünkü amel defterleri kapkara idi. Allah'›n huzuruna ç›kacak (7) Hâkka sûresi, ayet: 18-37 137 yüzleri yoktu. Zina, içki, kumar, afl›r› faizcilik alm›fl yürümüfltü. Ahlâks›zl›k yapanlar›n, dalalete sapanlar›n, kötü ak›betlerini bildirerek ayn› yolu tutanlar›n duçar olacaklar› azab› haber veriyordu. Kureyfl, eskidenberi öldükten sonra tekrar dirilmeyi düflünmediklerinden, birdenbire bu haber onlar› ürküttü. Onlar buna inanmak istemiyorlard›. Onlar hayat› bu dünya hayat›ndan ibaret san›yorlard›. Bütün endifleleri bu dünya hayat›ndaki istikballeri idi. Hastal›ktan, mallar›na ve o¤ullar›na bir felaket gelmesinden, onlar› kaybetmekten çok korkarlar, mevki ve nüfuzlar›n›n bir sars›nt›ya u¤ramas›ndan pek endifle ediyorlard›. Yaflamak, onlarca hayat›n gayesi bu idi. O sebeple bu dünya hayat›n›n zevkini ç›karmak için herfleyi yap›yorlard›. Bu zevki bozaca¤›ndan endifle ettikleri herfleyi uzaklaflt›rmaya çal›fl›yorlard›. Önlerinde istikbal bir karanl›k perde ile kendilerinden ayr›lm›fl oldu¤undan ve yapt›klar› kötülüklerin bafllar›na bir bela getirmesinden korktuklar› için türlü türlü fleyleri u¤urlu veya u¤ursuz addetmekte idiler. Bu sebeple bir çok hurafeler, bofl inançlar onlar› sarm›flt›. Kur'a oklar› atarlar, kufllar›n uçufllar›ndan kendilerine göre manalar ç›kar›rlard›. Putlara kurbanlar keserler, adaklar sunarlard›. Bütün bunlarla hayat›n gelece¤ini sa¤lamak, bela ve musibetlerden korunarak zevk ve safa içinde bir ömür sürmekti. Fakat ölümden sonraki hayat, Ahiret gününde hesap verme, ceza görme... bunlar hiç de ifllerine gelmiyordu. Kötülüklerden sak›nanlara vadedilen Cennet'i ümid edecek yüzleri yoktu. Hayatlar› kötülüklerle yo¤rulmufltu. Amel defterleri kapkara idi. Onun için Cennet, hayallerinden bile geçmiyordu. Vak›a Ahiret hakk›nda bir bilgileri olmas› laz›md›. Çünkü Yahudilerden ve Hristiyanlardan, onlar›n dinlerinden böyle fleyler oldu¤unu duymufllard›. Fakat bunlar onlara pek tesir etmezdi. Çünkü bunlar›n biri de, Cennet ve Cehennemi Hazret-i Muhammed'in dilinden iflittikleri kuvvet ve canl›l›kla tasvir etmiyordu. Halbuki Kur'an sefahat ahlâks›zl›¤›n korkunç ak›betini haber veriyor, zay›flara zulmederek, kimsesizleri çi¤niyerek, öksüz mal› yiyerek, faizcilikte afl›r› giderek mal y›¤anlar›n yeri Cehennem oldu¤unu bildiriyordu. Ve o gün pek uzak da de¤ildi. ‹nsana bugün, yar›n bu fani hayata gözlerini yumunca ne varm›fl, ne yokmufl hepsini anlar. Ahiret mesafesi birkaç ad›mdan ibarettir. O zaman müflriklerin hali ne olacakt›r. ‹flte Kur'an "Vay müflriklerin haline!" diyerek onlara bu korkunç ak›beti haber veriyordu. Müflrikler ise oraya haz›rl›kl› olmad›klar› için buna inanmak istemiyorlard›. Onun için ‹slâmiyete arka çeviriyorlard›. "Araplar›n Ahiret hayat›na ak›llar›n›n ermemesine insan›n hayret etmemesi mümkün de¤ildir. Çünkü eskidenberi hay›r ile fler aras›nda kopan mücadele hiç yavafllamadan devam etmekte idi. Onlar bunu görüyorlard›. Hazret-i Muhammed'in bisetinden binlerce y›l önce eski M›s›rl›lar, ölülerini 138 Ahiret az›¤› ile teçhiz ederler, ölünün kefeni içine ölüler kitab›n›, ölüler neflidenlerini, adaklar›n› koyarlar, mabedlerinin üzerine mizan, hesap, tevbe, ceza resimlerini yapt›r›rlard›. Hindliler hoflnud olan ruhun hoflnutlu¤unu Nirvana ile temsil ederler, kötülerin binlerce y›l süren tenasuhlara u¤rad›ktan yani baflka bir hayvan kal›b›na girdikten sonra hakikate ererek temizlendi¤ini, hayra döndü¤ünü ve o zaman Nirvana'ya ermek için u¤raflt›¤›n› anlat›yorlard›. ‹ran Mecûsileri hay›r ve fler mücadelesini, karanl›k ve ›fl›k ilahlar›n›n çarp›flmas›n› inkar etmiyorlard›. Yahudilik ve Hristiyanl›k ebedi hayat›, Allah'›n r›zas›n› ve gazab›n› anlat›yordu. Acaba bu Araplara, bunlar›n biri de mi eriflmemiflti? Bunlardan hiç mi haberleri yoktu? Halbuki Araplar ticaretle meflgul olduklar› için yapt›klar› ticaret seferlerinde bu milletlerin her biriyle temas etmekte idiler. Bundan baflka, Araplar uçsuz bucaks›z çöl içinde sonsuzluk ile temas eden kimseler olduklar› için gündüzün ortas›nda ortal›¤a saç›lan alevlerde sezilen ve gecenin karanl›¤›nda süzülen ruhlar tasavvuruna daha yak›n idiler. Bunlar›n hay›r veya fler ruhlar› olduklar›n› soruflturmalar› icabederdi. Nitekim kendilerini Allah'a yaklaflt›rd›¤›na inand›klar› putlar›n içinde de birtak›m ruhlar›n yaflad›¤›na inan›yorlard›. fiüphe yok ki Araplar da kendilerini saran bu esrarla dolu muhit hakk›nda bir düflünce sahibi idiler. Fakat ticaretle meflgul olduklar› için mahsus fleylere inançlar› daha fazla idi. Sonra, e¤lence ve içkiye düflkün olduklar›ndan Ahireti inkar etmek ifllerine geliyordu. Onun içindir ki, kiflinin bu dünyada karfl›laflt›¤› iyi ve kötüyü amelinin cezas› olarak tan›yor, bu hayat›n ötesinde birfley tan›m›yorlard›. Bu yüzdendir ki, Mekke'de nazil olan vahyin ekserisi Araplar› korkutmaya ve müjdelemeye dairdir. Çünkü herfleyden evvel ruhlar› dalaletten kurtarmak laz›md›. Bu ruhlar› kurtarmak için onlar› putlara tapmak seviyesinden al›p yükseltmek ve bir Allah'a ibadet etmek seviyesine vard›rmak istiyordu. " "Hazret-i Muhammed ve ashab›" Araplar› ve bütün insanlar› bu ruhî kurtulufla erdirmek için her türlü eza ve cefaya katland›lar. Bu u¤urda her fedakarl›k ve feragat› göze ald›lar. Ruhî ve bedenî bask› alt›nda kald›lar. Ezildiler, üzüldüler, yurtlar›ndan ayr›ld›lar. Akraban›n ve o¤ullar›n husumetine gö¤üs gerdiler. Nas›l ki münasebet düfltükçe bunlardan bahsolundu. "Hazret-i Muhammed ve arkadafllar› ezaya u¤rad›kça, canlar› yand›kça insanlar› kurtarmak ve kurtulufl yoluna getirmek için daha derin bir h›zla hareket ediyorlar, insanlara karfl› sevgileri art›yordu. Hazret-i Peygamber, bilhassa hesap günü üzerinde duruyor ve putperestlik flerrinden, günah batakl›klar›nda bo¤ulmaktan kurtulmak için bilhassa bu Ahiret fikrine, mesuliyet duygusuna dikkat etmek, buna can ve yürekten inanmak laz›m geldi¤ini anlat›yordu. ‹lk senelerde nazil olan vahy-i ‹lâhî bilhassa bu noktay› ihtar 139 ediyor, bu hususta gözlerini açmaya davet eyliyordu. Araplar ise buna ehemmiyet vermiyorlar, bunlar› inkar etmekte inad ediyor ve bu yoldan yüz çevirmemek için elden geleni yap›yorlard›. Neticede iki taraf aras›nda alevi sönmeyen bir harp bafllad›. Bu harpte zaferi ‹slâmiyet kazand›. Ve bu sayede Allah'›n dini di¤erlerine karfl› galebe çald›, üstün geldi." (8) ‹K‹ BÜYÜK KEDER (9) HAZRET-‹ HAT‹CE VE EBÛ TAL‹B'‹N VEFATI (Bi'setin onuncu y›l›) Müslümanlar ablukadan kurtulduktan sonra Hazret-i Peygamber yine halkla temasa bafllam›flt›. ‹slâmiyet'in Araplar aras›nda yay›lmas›na ve müslümanlar›n say›s›n›n günden güne artmas›na ra¤men müslümanlar ezâ ve cefâdan bir türlü kurtulam›yordu. Boykot andlaflmas›n›n y›rt›lmas›ndan henüz bir iki ay geçmiflti; Hazret-i Peygamber iki büyük kederle karfl›laflt›. Birkaç gün ara ile hamisi Ebû Talib ile kendisinin en büyük teselli kayna¤› zevcesi Hazret-i Hatice vefat ettiler. Bu iki ölüm Hazret-i Peygamber'e çok hüzün ve elem verdi. Bundan dolay› bu y›la hüzün y›l› denilmifltir. Ebû Talib öldü¤ü zaman yafl› seksen dolay›nda idi. Hastaland›¤› zaman müslümanlarla Kureyfl aras›ndaki gerginlik devam ediyordu. Kureyfl'in ileri gelen tak›m› Ebû Talib'e giderek bu son deminde kardeflinin o¤luyla aralar›nda bir uzlaflma yapmas›n› istediler ve flöyle dediler: – Aram›zdaki mevkiin, bildi¤in gibidir. Bafl›na bir hal gelmesinden korkuyoruz. Endifleye düfltük. Bizimle kardeflin o¤lu aras›ndaki durumu biliyorsun. Ça¤›r da aram›z› bul, O bize iliflmesin, biz de Ona iliflmiyelim. Onlar böyle konuflurken Hazret-i Muhammed de geldi ve buraya niçin topland›klar›n› ö¤renince onlara dedi ki: – Sizden bir tek söz istiyorum. O sözü verirseniz Araplar size tabi olurlar, Acemler sizin dininize ba¤lan›rlar. Ebû Cehil at›ld›: – Bir de¤il, on söz veririz. Hazret-i Muhammed anlatt›: – "Allah'tan baflka tanr› yoktur, deyiniz ve Allah'tan gayr› tapt›klar›n›z› söküp at›n›z." ‹çlerinden biri at›ld›. – Yâ Muhammed, bütün ilahlar› birlefltirmek mi istiyorsun? Sonra birbirlerine döndüler ve flöyle konufltular: (8) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel sh. 177 (9) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; El-Kâmil, ‹bn-i Esir. 140 – Bu adam bize, istedi¤imiz fleyi vermeyecek! Bundan sonra kalk›p gittiler. Hazret-i Muhammed müflrikleri kendi taraf›na celbetmek için tevhid akidesinden asla fedakarl›k yapmam›flt›r. Ebû Talib'in ard›ndan Hazret-i Hatice bu fani dünyaya gözlerini kapad›. Onun ölümü Hazret-i Peygamber'e çok üzüntü verdi. Çünkü Hatice, sevgiyle, kalbinin rikkatiyle, vefakarl›¤›yla, kad›nl›¤›n flefkatiyle; iman›n kuvvetiyle, sadakat ve faziletiyle Hazret-i Muhammed'in en büyük deste¤i ve tesellisi idi. Hazret-i Peygamber'i ilk tasdik eden o olmufltu. En buhranl› zamanlar›nda Ona teselliler verirdi. Hakikaten Hazret-i Hatice bir siyanet mele¤i gibi Hazret-i Muhammed'in ümidi idi. Hazret-i Muhammed, hayat›nda onun kadar kimseyi sevmemiflti. Fakat flimdi o da kara topraklara kar›flm›flt›. Hamisi Ebû Talib ve sad›k zevcesi Hatice, bunlar›n ikisini de birbiri ard› s›ra kaybetmek ne hazindi. Bu iki ac› ruhunda derin izler b›rakt›. Hazret-i Hatice'yi, Hazret-i Peygamber candan seviyordu. Hazret-i Aifle diyor ki: Hazret-i Hatice'yi görmedi¤im halde Peygamber'in di¤er zevcelerinden fazla onu k›skan›rd›m. Hazret-i Peygamber onu daima hat›rlar ve ondan bahsederdi. Hatta bir gün bu yüzden Resûl-i Ekrem'i dar›ltm›fl, o da "Cenab-› Hak, benim kalbime onun muhabbetini vermifltir." mukaabelesinde bulunmufltu. Bir gün Hazret-i Hatice'nin k›zkardefli olan Hâle, hemfliresinin ölümünden sonra Hazret-i Peygamber'i ziyarete gelmifl, huzuruna girmek için müsaade istemiflti. Hâle'nin sesi, Hazret-i Hatice'nin sesine benzedi¤inden Hazret-i Peygamber onun sesini duyunca Hatice'yi hat›rlayarak onu anm›fl, bu s›rada haz›r bulunan Hazret-i Aifle bu manzara karfl›s›nda müteessir olarak: – Ölen bir ihtiyar kad›n› bu kadar hat›rlamakta mana ne? Cenab-› Hak sana daha iyi zevceler verdi, genç ve güzel, demiflti, Hazret-i Peygamber Aifle'ye flu cevab› vermiflti: – Hay›r, hakikat senin dedi¤in gibi de¤il. Herkes bana inanmad›¤› zaman, bana inanan o idi. Herkes müflrik iken o müslümanl›¤› kabul etmiflti. Benim hiçbir yard›mc›m yokken, o bana yard›m ediyordu. Hazret-i Muhammed, kendisine en büyük destek olan bu iki yard›mc›y› kaybettikten sonra Kureyfl'in Ona ezâ ve cefâs› daha ziyade artt›. En s›k›nt›l› günler gelip çatt›. Ebû Talib Hazret-i Muhammed'i öz evlad› gibi sever ve korurdu. fiimdi Kureyfl'in tasallutunu def' eden, onun yerini tutacak bir kimse yoktu. Kureyfl meydan› bofl bulunca iflkence ve taarruzlar›n› büsbütün artt›rd›lar. Barbarca harekete bafllad›lar. Bir gün Peygamber'imiz 141 sokaktan geçerken habisin biri Onun bafl›na toprak atm›flt›. Peygamber'imiz bu adice hareket karfl›s›nda ne yapt› bilir misiniz? O haliyle evine giderek k›z› Fatma'ya üstündeki bafl›ndaki topra¤›, çamuru temizletmiflti. Hazret-i Fatma babas›n› bu halde görünce içi s›zlam›fl, ve Onu temizlerken a¤lam›flt›. Hayatta çocuklar›m›z›n a¤lamas› kadar içimize iflleyen, yüre¤imizi s›zlatan ne vard›r? Hele k›zlar›m›z›n a¤lamas›n› görmek ne ac›d›r. K›zlar›m›z›n gözlerinden akan ›zd›rap yafl›, içimize bir alev halinde ak›p kalbimizi yakar, onlar›n h›çk›r›klar› bizim ci¤erlerimizi parçalayan bir sars›nt› halinde içimize dolar. Hazret-i Muhammed k›zlar›na karfl› en flefkatli bir baba idi. fiimdi ise k›z› a¤l›yordu. Hem niçin ve nas›l bir s›rada? Az zaman önce anas›n› kaybetti¤inden masum yüreci¤i yaral› olan bu k›zca¤›z, babas›n›n üstü bafl› toprak içinde kalacak derecede hakaret görmesine a¤l›yordu. Hazret-i Muhammed bu manzara karfl›s›nda ne yapt› san›yorsunuz? Her zamanki gibi bütün gönlüyle Allah'›na döndü, Allah'›n›n yard›m›na güvendi ve a¤layan k›z›n›n yafllar›n› mübarek eliyle silerek: –A¤lama yavrum, dedi. Allah, baban› koruyacak. Ve bu anda hamisi Ebû Talib'i hat›rlad›. –Ebû Talib ölünceye kadar, Kureyfl, bana pek dokunamad›, dedi. T‹F YOLCULU⁄U (10) (620 M. Senesinde) ‹slâm tarihinin en ac›kl› vakalar›ndan yürekler yak›c› hadiselerinden biri de Tâif yolculu¤udur. Hazret-i Peygamber'in bu dini neflir u¤runda nelere katland›¤›n›; nelere maruz kald›¤›n› biliyoruz. Fakat bu seferde maruz kald›¤› fley çok ac›kl›d›r. Hadisenin tafsili fludur: Hazret-i Peygamber, amcas› Ebû Talib'in ölümünden sonra Kureyfl'in âdîce taarruzlar›na u¤ramaya bafllad›. Yukar›da geçti¤i üzere bir defa üstüne toprak atm›fllard›. Bir defa da haremde namaz k›larken üstüne deve iflkembesi koymufllard›. O Hazret, bu halden müteessir olmufl: Ey Mekkeliler, bu nas›l komfluluk? Böyle hareketler yak›fl›r m›? demiflti. Kureyfl'in bu halinden bîzar olmufltu. Onun için Tâif'in ahalisini irflad etmeyi düflündü. Kendisine ilk inananlardan sad›k kölesi Zeyd b. Haris'i yan›na alarak Tâif yolunu tuttu. Tâif'te birçok nüfuzlu reisler ve muteber aileler vard›. Bunlar›n içinde Umeyr kabilesi o civar›n reisi say›l›yordu. (10) Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; Buharî Tercemesi, Ahmet Naim. 142 Bu kabilenin üç reisi vard›. Bunlar da: Abd-i Yâlîl, Mesud ve Habib isminde üç kardefllerdi. Hazret-i Peygamber bunlar› görerek onlara ‹slâmiyeti îzah etti. Bunlar›n verece¤i cevap, di¤er ileri gelenler, sözü dinlenenler üzerinde tesirli olacakt›. Halbuki bunlar çok ters cevap verdiler. ‹slâm davas›n›n flümul ve manas›n› anlayamad›lar. Bunlar›n cevaplar›n›n saçmal›¤›na bak›n: Bunlardan birincisi "Allah seni Peygamber olarak gönderdiyse niçin Kâ'be'nin örtülerini y›rt›yor?" dedi. Di¤eri: "Allah Peygamber olarak gönderilecek baflka bir kimse bulamad› m›?" diye söylendi. Üçüncüsü de: "Benim sana söyleyecek bir sözüm yoktur, çünkü hak peygamber isen sana birfley diyemem, yalanc› isen sana söz söylemeye tenezzül etmem!" cevab›n› verdi. Tâifliler yaln›z bu sözlerle de kalmad›lar. Kendilerine gelen bir misafire, insanl›k kaaidelerini çi¤niyerek hakaret ettiler. Ayak tak›m›n› toplayarak bunlar› Peygamber'e hakaret için üzerine sald›rtt›lar. Bunlar yolun iki taraf›na s›ralanarak Peygamberimizi tafla tuttular. O kadar ki, at›lan tafllar›n ayaklar›nda açt›¤› yaralardan s›zan kanlarla ayakkab›lar› dolmufl, Peygamberimiz takats›z kalarak yere oturdukça zorla kald›rarak tafllamaya devam etmifllerdir. ‹nsanl›k tarihinde bir mürflidin bu kadar ezâya, bu nevi hakarete maruz kald›¤› görülmüfl müdür? Kendilerine nur getiren, hidayet vermek isteyen Hak Peygamber'ine karfl› Tâiflilerin yapt›¤› bu hareket, pek çirkindi. Resûl-i Ekrem, bu hücumdan yorgun düflünce, orada yol kenar›nda Utbe ve fieybe nam›ndaki kardefllerin ba¤›na girip s›¤›nm›flt›. Orada bir asman›n alt›na oturarak biraz nefes ald›. En vahflice hücumlardan böylelikle kurtuldu. Ne yürekler yak›c› bir facia. Tarihin nice hatalar› vard›r. Hak ve Allah u¤runda çal›flanlar nelere maruz kalmam›flt›r. Beflerin dalaletleri ve cinayetleri çoktur. Hak diyenlere sald›rmak ve onlar› susturmak hatas›na düflmüfltür. Sokrat'a niçin zehir içirmifllerdi? ‹brahim'i niçin atefle atm›fllard›? ‹flte Hazret-i Peygamber de en flen'i taarruzlara maruz kal›yordu. Hakka ve hakikata davet etti¤i kimseler Onu tafla tutuyordu. Mübarek kanlar› ayakkab›lar›n› doldurmufltu. Gökler buna nas›l dayand›, yer bunu nas›l çekti? Merhum Ahmet Naim, Buharî tercemesinde bu vakay› flöyle anlat›r: "Mübarek ayaklar›n› kald›r›p yere bast›kça sa¤dan, soldan tafllar havale edilip ayaklar› kana buland›. ‹sabet eden tafllar›n ac›s› yürümeye mani olup bizzarûre oturdukça kendilerini cebren aya¤a kald›r›p yaral› ayaklar›na yeniden tafl atarlar ve yürekler dayanmayan bu hale gülüp e¤lenirlerdi. Bu esnada Hazret-i Peygambere refakat eden Zeyd ‹bn-i Harise kendini Ona siper ederdi. Resûl-i Ekrem'in hayat›nda karfl›laflt›¤› en büyük ezâ, iflte bu olmufltur. Nihayet Resûl-i Ekrem pek uzak say›lmayan akrabas›ndan Utbe b. Rebîa ile biraderi fieybe'ye ait bir ba¤a iltica buyurmakla takipten yakay› 143 kurtard›lar. ‹flte bu ba¤›n içindeki bir çarda¤›n alt›nda flu hazin dua ile arz-› flekva buyurmufllard›: "‹lâhi! Kuvvetimin zafa u¤rad›¤›n›, çaresiz kald›¤›m›, halk nazar›nda hor görüldü¤ümü ancak Sana arzederim. Ancak Sana flekvâ ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin hor görüp te dal›na bindi¤i bîçârelerin Rabbi Sen'sin! ‹lâhi, huysuz, yüzsüz bir düflman eline beni düflürmeyecek, hatta hayat›m›n dizginlerini eline verdi¤in akrabadan bir dosta bile b›rakmayacak kadar beni esirgersin. ‹lâhî! Gazab›na u¤ramayay›m da çekti¤im mihnetlere, belalara ald›rmam. Fakat Sen'in afüv ve s›yanetin bana bunlar› da göstermeyecek kadar genifltir. ‹lâhî! Gazab›na u¤ramaktan, r›zas›zl›¤a dûçâr olmaktan, Sen'in o karanl›klar› par›l par›l parlatan, dünya ve ahirete ait ifllerin medar-› salah› olan yüzünün nuruna s›¤›n›r›m. ‹lâhî! Sen raz› olas›ya kadar iflte aff›n› diliyorum. Her kuvvet, her kudret Sen'inle kaimdir." Rebîa o¤ullar› Ona dikkatle bak›yorlard›. ‹çlerinde bir merhamet duygusu k›m›ldand›. Gördü¤ü bu kötü muameleye üzüldüler. Hristiyan bir köleleri olan Addas ile Ona bir salk›m üzüm gönderdiler. Hazret-i Muhammed üzümü eline alarak: "Bismillah = Allah'›n ad›yla" diyerek yemeye bafllad›. Addas hayret etti ve: – Bu sözü bu diyar halk› söylemezler, onlar Allah'›n ad›n› bile bilip anmazlar, dedi. Hazret-i Peygamber onun nereli ve hangi dine mensup oldu¤unu sordu. Nineval› bir Hristiyan oldu¤unu anlay›nca: – Demek sen salih bir adam olan Metta o¤lu Yunus Peygamber'in diyar›ndans›n? dedi. Addas: – Sen Yunus'u nereden biliyorsun? dedi. Hazret-i Muhammed de: – O Benim bir kardeflim demektir, O Peygamberdi, ben de Peygamberim, dedi. Bunun üzerine Addas hemen Hazret-i Peygamber'in eline aya¤›na sar›ld› ve öptü. Rebîa o¤ullar› uzaktan bu hali seyrediyorlard›. Gördükleri manzaraya hayret etmifllerdi. ‹man erbab›n›n birbirine kalpten ba¤l› olduklar›n›, ruhlar›n›n ezelden ba¤daflt›klar›n› ne bileceklerdi! Addâs, yanlar›na döndü¤ü zaman ona flöyle bir ihtarda bulunmay› ihmal etmediler: – Bu adam seni dininden ay›rmas›n, çünkü senin dinin onun dininden hay›rl›d›r!... Addas bu söze cevap vermedi, hiç ses ç›karmad›. *** Hazret-i Peygamber Tâif'ten dönüflünde birkaç gün Nahle'de kalm›fl, 144 sonra Hira'ya gelmifl, oradan Mut'im b. Adiyy'e haber göndererek onun himayesini istemiflti. Mut'im kendisi müflrik oldu¤u halde Hazret-i Peygamber'i himayesine alm›flt›. O¤ullar›n› silahlayarak Resûl-i Ekrem'i al›p Mekke'ye getirdiler. Peygamberimiz Kâ'be'yi tavaf edip Harem-i flerifte namaz k›larken Ebû Cehil görünce, Mutim'e sordu: – Himayende mi? Yoksa arkandan m› geliyor? Mut'im himayesinde oldu¤unu söyleyince Ebû Cehil ses ç›karmad›. Mut'im'in bu iyili¤ini müslümanlar hiçbir zaman unutmam›fllard›r. Mut'im Bedir Harbinde müflrik olarak ölmüfltür. O zaman Peygamber'in flairi Hassan b. Sabit onun hakk›nda güzel bir mersiye yazm›fl, onun bu iyiliklerini say›p dökmüfltür. Bu hal de müslümanlar›n ahlâk›n› göstermek bak›m›ndan mühimdir. Müslümanlar kimsenin yapt›¤› iyili¤i unutmazlar. Kadirflinasl›k gösterirler. Bizzat Hazret-i Peygamber Mut'im'in bu iyili¤ini unutmad›¤›n› zafer günlerinde bile anm›flt›r. Bedir esirleri hakk›nda konuflmak için Mut'im'in o¤lu Cübeyr, Medîne'ye gelmiflti. Hazret-i Peygamber onu kabul etmifl, onun ricas›n› dinledikten sonra flöyle demiflti: –E¤er baban Mut'im sa¤ olup ta o gelseydi, flu kokmufl herifleri, ona ba¤›fllard›m! HAZRET-‹ MUHAMMED KAB‹LELER ARASINDA Tâiflilerin Hazret-i Peygamber'i hofl karfl›lamamalar› üzerine Kureyfl'in Ona karfl› muamelesi hepten kötüleflti. Fakat bu, Hazret-i Peygamber'i vahiy tebli¤inden, hakka davetten asla al›koyamazd›. O, Allah'›n emri üzere tebli¤ vazifesini ifaya memurdu. Mekke'ye gelen kabilelerle görüflür, muhtelif panay›rlara gider, orada tesadüf etti¤i zevat› ‹slâmiyete davet ederdi. Buralarda Araplar›n bir çok kabileleriyle görüflmek kaabildi. Hazret-i Peygamber, bu panay›rlarda rastlad›¤› kimselere Kur'an okuyup onlar› dine davet ettikçe amcas› Ebû Leheb ard› s›ra gezer, "Muhammed atalar›n›n dininden döndü, yalanlar uyduruyor, Ona kanmay›n!" derdi. Hazret-i Peygamber, dini neflir için yaln›z Hac mevsiminde Mekke'ye gelenlerle görüflmekle, panay›rlara gidip oradaki halkla temas etmekle iktifa etmedi. Bizzat kabilelerin yaflad›klar› yerlere gidip onlarla kendi muhitlerinde de görüfltü. Kinde ve Kelb kabileleri, Hanîfe o¤ullar›, Amir o¤ullar› kabilelerinin aya¤›na gitti. Bu kabilelerin içinde Hazret-i Peygamber'i en kötü flekilde Yemame'de yaflayan Hanîfe o¤ullar› karfl›lam›flt›r. Bu kabilenin reisi, sonralar› yalanc› Peygamberli¤ini ilan edecek olan Müseylimetü'lKezzab'd›r. 145 Peygamber'imiz Zühel kabilesini ziyaret etti¤i zaman Hazret-i Ebû Bekir de Onunla beraberdi. Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber'imizi bu kabilenin reislerinden olan Mefrûk'a takdim ederken flöyle demiflti: –Siz, Peygamber hakk›nda elbette ma'lûmat sahibisiniz, öyle de¤il mi? Mefrûk, Peygamber'imize dönerek: – Ey Kureyfl'li hemflehri, risaletini anlat, dedi. Peygamber'imiz: – Allah birdir, ben de O'nun peygamber'iyim, dedikten sonra En'am sûresinden flu mealdeki ayetleri okudu: "Onlara de ki, gelin Rabbiniz'in size haram k›ld›¤› fleyleri size haber vereyim. O'na hiçbir sûretle flerik koflmay›n. Anaya babaya iyilik edin. Fakr'ü zarûret korkusuyla çocuklar›n›z› öldürmeyin, biz sizin de, onlar›n da r›zk›n›z› veririz. Kötülüklerin a盤›na da, gizlisine de yaklaflmay›n. Allah'›n, katlini haram k›ld›¤› nefsi öldürmeyin; me¤er ki, hak ile ola. ‹flte size tavsiye olunanlar bunlard›r. Tâ ki, anlayas›n›z." (11) Zühel kabilesi reisleri bu ayetleri dikkatle dinlemifller, fakat neticede flöyle demifllerdi: "Atalar›m›z›n dinini birdenbire terketmek, bizi onlara i'tikaad etmiyormufluz gibi gösterir. Bundan baflka biz, ‹ran fiah›n›n himayesine girmifl oldu¤umuz için, baflka bir kimsenin himayesini kabul edemeyiz." Hazret-i peygamber, böyle aç›k konuflan bu adamlara k›zmazd› ve sadece: – Allah elbette dinine yard›m eder, mukaabelesinde bulundu. Daha sonra Hazret-i Peygamber Amir o¤ullar› ile görüflmüfl, bu kabile Onu dinledikten sonra içlerinden biri flöyle demiflti: – Ben bu adam›n muzaheretini temin edebilsem, bütün Arabistan'› fethedebilirim. Amir o¤ullar› daha ziyade maddî bir menfaat sa¤lamak sevdas›nda idiler. Hazret-i Peygamber'e: – Sana yard›m eder ve düflmanlar›n› ma¤lûb edersek bizi kendinden sonra yerine b›rak›r, mevkiine geçirir misin? demifllerdi. Fakat Hazret-i Peygamber: Bu Allah'›n bilece¤i bir fleydir, her ifl O'nun elindedir, kime dilerse O'na verir, deyince: – O halde biz seninle nas›l birlefliriz, biz sana yard›m edip o sayede sen muvaffak olduktan sonra ifller baflkas›na kal›r, cevab›n› vermifllerdi. (11) En'am sûresi, ayet: 151 146 Bu kabileler ne diye böyle inad ediyorlar, ayaklar›na gelen nimeti tepiyorlard›? Acaba onlar› inada sürükleyen sebep, Kureyfl'i inada sürükleyen sebeplerin ayn› m› idi? Kabilelerin verdikleri cevaplardan bunlar› anlamak mümkündür. Amir o¤ullar› saltanat peflinde idiler. Bunu aç›kça söylemifllerdi. Tâiflilere göre ise durum de¤ifliyordu. Buras› ikliminin güzelli¤i, havas›n›n letâfeti sebebiyle Mekkelilerin sayfiyesi idi. Ba¤lar›, bahçeleri boldu. Bundan baflka, Lât putu da burada bulunuyordu. Bu putun Tâif'teki mabedi Araplarca ziyaret mahalli idi. E¤er Tâifliler Hazret-i Muhammed'e tabi olacak olurlarsa bu put ve mabed terkedilecek, onlar›n temin etti¤i menfaat elden ç›kacakt›. Sonra Kureyfl ile aralar› aç›l›r, sayfiye olmak dolay›s›yla sa¤lad›¤› istifadelerden mahrum kal›rd›. ‹flte bu gibi iktisadî sebeplerle Tâifliler Hazret-i Muhammed'in davetine icabet etmemifllerdir. Yoksa putlar›na, atalar›n›n bat›l dinlerine candan ba¤lan›p da s›rf onlara k›yamamaktan do¤an bir sebep yüzünden ‹slâmiyete ayk›r› geliyorlar de¤ildi. Hazret-i Peygamber, kabilelerin böyle red cevaplar›ndan müteessir olarak dini neflirden, hakka davetten vaz geçecek de¤ildi. O, mukaddes vazifesini yap›yor, risaletini tebli¤ ediyordu. Bu u¤urda her fleye katlan›yordu. Vazife u¤runda çekilen meflakkatler insana zevk verir, fleref kazand›r›r. Kureyfl Onun irflad vazifesini güçlefltirmek için ne yapt›larsa Hazret-i Peygamber bunlara gö¤üs gerdi, sabretti. Ebû Leheb, Ebû Cehil, Esved ‹bn-i Yagus, Velid b. Mu¤ire, Ümeyye ‹bn-i Halef, Nadr b. Haris, As b. Vail gibi müflriklerin elebafl›lar› ya kendileri ezâ yaparlar, yahut da ayak tak›m›n›, serseri alay›n› Onun üzerine k›flk›rt›rlard›. Peygamber'imizin yoluna diken atarlar, namaz k›larken istihza ederler; secdeye kapand›¤› zaman üstüne en mülevves fleyleri koyarlar, Onu bo¤mak için boynuna bez sararlard›. Bir defa Resûl-i Ekrem, Hakem-i fierif'te namaz k›larken Ebû Cehil: Biriniz develerin iflkembe pisli¤ini getirse de flu adam›n üzerine atsa! demifl, Ukbe nam›ndaki müflrik hemen koflmufl, getirdi¤i iflkembe pisli¤ini Onun üzerine atm›flt›. Orada bulunan Kureyfl reisleri bu manzara karfl›s›nda hayas›zca gülüflmüfller, e¤lenmifllerdi. ‹flte böyle kendilerini küçük düflüren hareketlerden bile çekinmiyorlard›. O zaman befl alt› yafl›nda bir çocuk olan Hazret-i Fatma, bunu duyunca koflmufl, Ukbe'ye beddua etmiflti. Bir defa Hazret-i Peygamber Haremde Allah'›na ibadet ederken yine Ukbe abas›n› boynuna dolam›fl, Onu bo¤mak istemiflti. Orada bulunan Hazret-i Ebû Bekir yetiflerek: – Can›m! Rabbim Allah'›md›r dedi¤i için bir adam› öldürmek mi icabeder? diye Ukbe'ye ç›k›flm›fl, sitem etmiflti. Burada hat›ra birfley geliyor. Bunca ezâ ve cefâlara niçin maruz 147 kal›yordu? Bu iflkenceler çok ac› olmakla beraber yaln›z Hazret-i Muhammed'in bafl›na gelmifl de¤ildi. Tarihte bunun emsali çoktur. Yak›n ve uzak tarih ink›lap yapmak isteyen, yeni fleyler getiren kimselerin nas›l karfl›land›¤›n› gösterir misallerle doludur. Yeni fikirler pek kolay hazmedilmez. Bu, peygamberler tarihinde de böyledir, fikir ve felsefe tarihinde de böyledir. ‹lim ve felsefe vadisinde üstad say›lan Yunanl›lar, büyük filozof Sokrat'a zehir içirmifllerdi. Hazret-i Nuh, Hazret-i ‹brahim ve di¤er peygamberler nelere maruz kalmad›lar. Hazret-i ‹sa çarm›ha gerilmek tehlikesiyle karfl›laflt›. ‹flte Hazret-i Peygamber de flimdi o büyük vazifeyi, irflad vazifesini yaparken ayn› fleylere maruz kal›yordu. O, bunlara sabr ile Allah'›n risaletini tebli¤de devam ediyordu. "Yâ Rabbi, kavmim cahildir, bilmezler, kusurlar›na bakma, hidayet ver!" demek büyüklü¤ünü gösteriyordu. Bir defa Habbab b. Eret Kureyfl'in zulümlerinden bezerek Resûl-i Ekrem'e gelmifl, Onun Kureyfl'e Lanet okumas›n› istemiflti. Peygamberimiz bu sözleri iflitince müteessir olmufl ve flöyle demiflti: –"Ben lanet okumak için de¤il, alemlere rahmet olarak gönderildim, sizden önce baz› insanlar tepeden t›rna¤a kadar desterelerle kesilmifller, fakat vazifelerinden dönmemifllerdi. Allah bizi de muvaffak edecektir. Bu memleketin her taraf›nda bir deveci istedi¤i gibi emniyetle hareket edecek ve Allah korkusundan baflka bir korku duymayacakt›r." ‹flte Resûl-i Ekrem, insanlara bu emniyeti sa¤lamak, yeryüzünde bu âsâyifli kurmak için çal›fl›yordu. Bu dediklerinin hepsi gerçekleflmifltir. Allah dinini üstün k›lm›flt›r. Bi'setin onuncu y›l› birçok hadiselerle yüklüdür. Ebû Talib ve Hatice'nin ölümleri; Tâif yolculu¤u, kabileler aras›nda dolaflarak ‹slâmiyeti arzetmek ve bunlardan bir netice elde edememek. Bu üzücü hadiseler zaten hüzün y›l› ad›n› tafl›yan bu seneyi doldurmakta idi. Di¤er taraftan bu y›lda Hazret-i Peygamber, Hatice'nin ölümüyle aç›lan aile hayat›ndaki bofllu¤u doldurmak için Habefl'e hicret edenlerden birinin ölümü üzerine dul kalm›fl olan Sevde ile evlenmifltir. ‹slâmiyet'in iptidas›ndan beri en samimi arkadafl› ve dayana¤› olan Hazret-i Ebû Bekir'in k›z› Aifle ile de niflan ve nikah› yap›lm›flt›r. Ancak dü¤ün hicretten sonraya b›rak›lm›flt›r. Yine bu esnada Mi'rac vuku bulmufl, befl vakit namaz farz k›l›nm›flt›r, –––––oOo––––– 148 SEK‹Z‹NC‹ BÖLÜM M‹'RAC (1) Mi'rac lûgaten yükse¤e ç›kmak, yücelmek manas›ndad›r. Bu hadiseye ‹srâ da denir. ‹srâ: Geceleyin yürümeye ›tlak olunur. Bu muazzam hadise geceleyin vuku buldu¤undan ona ‹srâ denilmifl, Kur'an-› Kerim'de bu isimle yâd olunmufltur. (2) ...ﺳﺒﺤﺎن اﻟﺬى أﺳﺮى ﺑﻌﺒﺪه ﻟﻴﻼً ﻣﻦ اﳌﺴﺠﺪ اﳊﺮام اﻟﻰ اﳌﺴﺠﺪ اﻻﻗﺼﺎ "Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan alarak ayetlerimizi göstermek için civar›n› mübarek k›ld›¤›m›z Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'›n flan› münezzehtir. ‹fliten ve gören O'dur." Mi'rac bu manada peygamberimize mahsus ise de di¤er büyük peygamberlerin de hususî bir devirde dünya alay›k› kayd›ndan s›yr›larak yüksek makamlara erdikleri, melekût alemini seyrettikleri vaki'dir. Böyle muayyen bir saatte kalbin gözü önünde maddî birtak›m perdelerden ibaret olan görme flartlar› silinir, samian›n telleri de¤iflir, zaman ve mekan kay›tlar›, mesafe mefhumu ortadan kalkar. Peygamber, nurdan mahlûk meleklerden ibaret bir mevkib ile huzur-› ‹lâhîye ç›kar. Orada ‹lâhî nur ve Rabbânî feyz deryas›na dalar. Harîm-i akdese, Hazîra-i kudse ayak basar. Enbiyan›n makam› böyledir. Bu makam derece derece de¤iflir. Peygamberler içinde en yüksek makam olan (Makam-› Mahmud) Hazret-i Muhammed'e nasib olmufltur. Nas›l ki semavî kitaplar içinde en mükemmel ve mukaddes olan Kur'an-› Kerim kendisine nazil olmufltur. Hazret-i ‹brahim, Hazret-i Yakub, Hazret-i Musa ve Hazret-i ‹sa da böyle lâhûtî seyranlara mazhar olmufl (1) Asr-› Saadet, Süleyman Nedvî; Hayat-› Muhammed, M. Hüseyin Heykel; fiifâ, Kad› ‹yâd; El-Kâmil, ‹bn-i Esir. (2) ‹sra sûresi, âyet: 1 149 büyük peygamberlerdendir. Fakat Hazret-i Muhammed'in mi'rac› her bak›mdan bir baflkal›k arzeder, ulviyyet ve kudsiyyet dolu bir hadisedir. M‹'RAC HAKKINDAK‹ ‹HT‹LAFLAR Mi'rac'›n ne zaman vuku buldu¤u ihtilafl›d›r. Baz›lar› hicretten üç, baz›lar› bir veya bir buçuk y›l önce vuku buldu¤unu söylerler. Mi'rac'›n mahallinde yani nerede iken vuku buldu¤unda da ihtilaf edilmifltir. Baz›lar› evinde iken, baz›lar› Mescid-i flerifte iken veya Ümmühanî'in evinde iken vaki oldu¤unu anlat›rlar. Ruhla veya cesedle mi vuku buldu¤u, uyan›kken veya uyku halinde iken mi oldu¤u da ayr›ca ihtilaf mevzuu olmufltur. Hatta baz›lar› Mi'rac'›n birkaç defa vukuunu kabul ederler, ‹srâ ve Mi'rac›n ayr› oldu¤unu söylerler. Bu muazzam hadise hakk›ndaki ihtilaflar›n menflei fludur: ‹srâ veya Mi'rac dedi¤imiz bu esrarengiz hadise, müslümanlar›n say›ca az ve da¤›n›k olduklar› bir s›rada vuku bulmufltu. Di¤er taraftan bu hadisenin ravîleri, onun vukuu zaman›nda ya henüz do¤mam›fllar, yahut da küçük yaflta idiler. Sonra bu hadise Mekke'de vuku bulmufltu. Medîne'li olan ravîler bunu hicretten sonra baflkalar›ndan dinlemifllerdir; bu gibi sebeplerle hadisenin tafsilat› hakk›nda ihtilafa düflmüfllerdir. Fakat esasda birleflmektedirler. Umûmun kabul etti¤ine göre Mi'rac, hicretten önce Receb ay›n›n yirmi yedinci Cuma günü gecesi vuku bulmufltur. Mi'rac'›n ruhen vukuuna kaail olanlar azl›ktad›r. Bunlar›n bafl›nda Hazret-i Aifle gelmektedir. Bu hususta flöyle demektedir: "Resûl-i Ekrem'in cismi yerinden kalkmad›, fakat ruhu ile semaya, yüceliklere ç›kt›." Hazret-i Muaviye'ye Hazret-i Peygamber'in Mi'rac'› soruldukça: "O Allah taraf›ndan bir sad›k rüya" oldu¤unu söylerdi, nas›l ki ‹srâ' sûresinde Mi'rac'tan bahsolunurken: "Sana gösterdi¤imiz o rüyay› insanlar için bir imtihan k›ld›k" buyurulmufltur. Bununla beraber rüyan›n, rü'yet manas›na da olabilece¤i uzak tutulmamal›d›r. Baz›lar›: Mekke'den Kudüs'e kadar olan ‹srâ', cisim iledir; oradan ötesi, göklere ç›kmas› yaln›z ruh iledir, derler. Baz›lar›: Göklere cesed-i latif ile ç›kt›¤›n› söylerler. Ekseriyet ise bütün Mi'rac'›n cisim ile vuku buldu¤una kaaildirler. Bu husustaki münakaflalar pek uzundur. Muhaddislerin, mütekellimlerin, mutasavvifenin görüflleri birbirinden ayr›d›r. Bu hususta cildler dolusu kitaplar yaz›lm›flt›r. Mi'rac'›n asl›nda ve vukuunda ittifak ettikten sonra sûret-i vukuunda ihtilafa düflmüfllerdir. Bu ihtilaflar›n bafll›ca sebebi bu hadisenin esrarengizli¤i ve azametidir. Mi'rac, bizim befleri idrakimizin fevkinde bir hadisedir. Bunda zaman ve 150 mekan kayd› ortadan silinmekte, yer gök birleflmektedir. Maddiyat kanunlar›, unsurlar kaideleri üstünde hakim olan Allah'›n irade-i mutlakas› bu kainatta diledi¤i gibi tasarruf eder. Habîb-i ekremini de huzur-› izzete davet ederek lahut aleminde seyr ile nice acaib ve garaibi müflahede ettirmiflti. Ol seyirde mâverâ göründü Tâ Sidre-i Müntehâ göründü Ol ne idi, ne oldu bilmem, Lebrîz idi ol, ne doldu bilmem! Dede Galib Bu hadisenin tafsilat› hadis kitaplar›nda muhtelif ibarelerle anlat›lmaktad›r. Mi'rac'›n bafllang›c›nda flerh-i sad›r, gö¤üs açma hadisesi vuku bulmufltur. Buharî ile Müslim'in ashab-› kiramdan Ebu Zer'den naklettiklerine göre: "Hazret-i Peygamber, Mekke'de, hanesinde (baz› rivayetlerde amcas› Ebû Talib'in k›z› Ümmühani'nin evinde) iken veya Herem-i fierifte bulunurken Cebrâil bir k›s›m meleklerle birlekte gelerek Hazret-i Peygamber'in gö¤sünü açm›fllar, içini Zemzem ile y›kayarak sonra hikmet ve iman nuru doldurmufllard›r. Bundan sonra melekler bir nûrânî mevkif halinde Hazret-i Muhammed'i al›p göklere götürmüfllerdir." ‹slâm tarihinde flerh-i sad›r ve gö¤üs açma denilen hadise budur ve bunun vukuu muhakkakt›r. Ancak ne zaman ve nas›l vuku buldu¤unda ihtilaf vard›r. Baz›lar› bunun süt annesi Halime yan›nda iken çocuklu¤unda vukuunu söylerler. Baz›lar› ise bir defa Halime nezdinde, bir defa da Mi'rac'ta olmak üzere iki defa vukuuna kaildirler. Buna (flakk-› sad›r) demek ise yanl›flt›r. ‹nflirah sûresinde beyan olundu¤u üzere flerh-i sad›rdan maksad, gö¤sün aç›larak befleri kusurlardan, insan›n s›rt›n› ezen günahlardan temizlenmesidir. fiah Veliyyullah (Hüccetu'llahi'l-Bali¤a) adl› eserinde flöyle demektedir: "fierh-i sad›rdan, gö¤sün aç›lmas›ndan ve imanla doldurulmas›ndan maksat, Hazret-i Muhammed'in ruhunda meleklik ruhunun her fleye galebe çalmas›, tabiat alevlerinin sönmesi, tabiat›n kudsiyet aleminin ilhamlar›na tabi olmas›d›r." Taberî, tefsirinde müteaddit ashabdan flunu nakleder: "Bir gün Hazret-i Peygamber'e bir sual soruldu: – Yâ Resûlallah, flerh-i sad›r nas›l olur? Peygamberimiz de flu cevab› verdi: 151 – ‹nsan›n kalbine öyle bir nur gelir ki, o nur kalbini açar. Ashab yine sordular: – Bunun alameti nedir, yâ Resûlellah? Resûl-i Ekrem flöyle cevap verdi: – "Onun alameti, insan›n flu aldat›c› dünyan›n gösterifline kap›lmayarak cavidanî hayat› özlemesi, ölümden evvel ölüme haz›rlanmas›d›r." fierh-i sad›rdan sonra Hazret-i Peygamber'in Mi'rac'a ç›kt›¤›na göre, bu, o muazzam ve lâhûtî hadiseye haz›rl›kt›r. fierh-i sad›rdan sonra Cebrâil Hazret-i Muhammed'i Burak'a bindirerek Mescid-i Aksâ'ya gelmifllerdir. Oradan göklere ç›km›fllard›r. Ebû Zer rivâyetine flöyle devam etmektedir. Cebrâil ile Peygamber göklere ç›karken birinci semaya vard›klar›nda Cebrâil: – Aç›n›z, dedi. ‹çeriden bir ses: – Sen Kimsin? diye sordu. – Yan›nda bir kimse var m›? – Muhammed var. – Muhammed gönderildi mi? – Evet gönderildi. Bu sûretle birinci semaya varm›fllard›r. Orada sa¤›nda ve solunda bir çok gölgeler duran bir adam gördü. Bu adam sa¤›na bakt›kça gülümsüyor, soluna bakt›kça a¤l›yor. Peygamber'i görünce: – Merhaba salih Peygamber, hofl geldin salih evlat, dedi. Hazret-i Peygamber Cebrâil'e bunun kim oldu¤unu sordu. Cebrâil de onun Hazret-i Adem oldu¤unu haber verdi. Etraf›ndaki gölgeler de Hazret-i Adem'in zürriyeti idi. Sa¤›ndakiler, fazilet sahibi olanlar ve Cennet'e liyakat kazananlar idi. Soldakiler ise, Cehennem'e girecek olanlard›. Onun için Hazret-i Adem sa¤›na bak›nca gülüyor, soluna bak›nca a¤l›yordu. Hazret-i Cebrail'in rehberli¤inde Hazret-i Muhammed semavatta yoluna devam etti. ‹kinci semaya vard›lar. Orada da ayn› sualler soruldu ve ayn› cevaplar verildi. Böylece her semada bir Peygamber'e tesadüf ederek sekizinci semaya vard›lar. Orada Hazret-i ‹brahim'e mülakî oldular. Buray› da geçip daha ileri do¤ru ilerlediler. Nice perdeleri aflarak Huzur-› izzete vard›lar. Burada Resûl-i Ekrem, Cenab-› Hak'tan arada melek vas›ta olmaks›z›n bizzat, do¤rudan do¤ruya vahiy telakkî etmifl ve befl vakit namaz burada farz k›l›nm›flt›r. Ak›llar›n durdu¤u son had olan Sidre-i münteha'ya varm›fl, orada Cebrâil Onu al›p Cennet'i seyrettirmifltir." 152 Mûteber hadis kitaplar›nda di¤er rivayetlerin hulasas› da flöyledir: "Resûl-i Ekrem Cebrâil'in getirdi¤i Burak'a binerek Kudüs'e gelmifltir. Mescid-i Aksa'da namaz k›lm›flt›r. Mescid-i Aksa'dan ç›kt›ktan sonra Cebrâil Ona biri süt, di¤eri flarap dolu iki kadeh sunmufltur. O, sütle dolu olan kadehi alm›flt›r. Cebrâil: – Yâ Muhammed, f›trat› intihab etin! Öteki kadehi alm›fl olsayd›n ümmetin dalalete u¤rard›, dedi. Bunu müteâkip göklere yükseldiler. Birinci semaya vard›klar›nda Cebrâil kendini tan›tt› ve semaya girdiler. Orada Hazret-i Adem'e mülakî oldu. ‹kinci semada Yahya ve ‹sâ'ya, üçüncü semada Yusuf'a, dördüncü semada ‹dris'e, beflinci semada Harun'a tesadüf etti. Bunlar›n hepsi Onu sevinerek karfl›lad›lar ve: – Merhaba salih Peygamber ve salih kardefl! diyerek istikbal ettiler. Alt›nc› semada Hazret-i Musa'y› gördü. Yedinci semada Hazret-i ‹brahim'i gördü. ‹brahim s›rt›n› Beyt-i Ma'mûr'a dayam›fl, duruyordu. Her gün buraya yetmifl bin melek giriyordu. Bundan sonra Resûl-i Ekrem'e Cennet gösterilmifltir. Oradan Sidretül-Münteha'ya vard›. Buras› ilâhî nurlar ile ayd›nlanm›flt›. Rengarenk nurlar her taraf› kaplam›fl, her taraf nur içinde ›fl›ld›yordu. Burada Cibril'i heyet-i asliyesi ile gördü. Burada fiâhîd-i mestûr-› ezel, esrar perdesini kald›rd›, Kulu Muhammed'e ne vahyettiyse etti. Bu makamda kendisine üç atiyye verildi. 1– Bakara sûresinin sonu " " آﻣﻦ اﻟﺮﺳﻮل 2– Ümmetinden flirk koflmayanlar›n Cennet'e girece¤i müjdesi. 3– Mi'rac hibesi olan befl vakit namaz. Sidretü'l-Müntehâ: Semalar›, Cennetleri kucaklayan ulu varl›k a¤ac›d›r. Peygamberlerin ve meleklerin erebildikleri ilmin müntehas›d›r. Sidre, Arfl-› a'lan›n alt›ndad›r. Ondan ilerisine ne bir melek, ne bir peygamber yaklaflamaz. ‹lerisi gayb alemidir. Allah'tan baflka kimsenin ilmi oraya dahil olamaz. Mi'rac beflerî idrakin üstünde bir hadisedir. Lisan›n anlatamayaca¤›, akl›n kavrayamayaca¤› nice fleyler Hazret-i Muhammed'in müflahedesine arzolunmufltur. (Necm) sûresindeki flu ayetleri Mi'ractaki esrarengiz müflahedat› anlatmaktad›r. "O Muhammed, nefsinin arzusuna göre söz söylemez. Onun sözü ona ilkaa olunan vahiydir. Bunu ona kuvas› fliddetli olan 153 Cebrâil ö¤retti, ki o kemal istikamet sahibidir. O en yüksek bir ufukta idi. Sonra o daha yaklaflt› ve tevazu gösterdi. Arada yak›nl›k iki yay miktar› idi, belki daha azd›. Allah ne vahyettiyse Cebrâil onu kulu Muhammed'e erifltirdi. Peygamber'in gözü ile gördü¤ünü kalbi tekzîb etmedi. Siz onun görüp bildi¤i fleyde onunla mücadele mi edersiniz? Peygamber onu bir kerre daha Sidretü'l-Müntehâ'da görmüfltü. Cennet-i Me'vâ da onun yan›ndad›r. O zaman Sidre'yi neler sarm›flt› neler! Fakat Peygamber'in gözü bir tarafa kaymam›fl, sa¤a sola dönmemifl ve Allah'›n en büyük kudret ve alametlerini görmüfltü." Bu mazhariyet ancak Hazret-i Muhammed'e nasib olmufltur. Mekke'li Araplar Miraç'taki yüksek hakikatlar› anlayacak seviyede de¤ildiler. Bundan dolay› Mi'rac hadisesi kendilerine anlat›l›nca inanmad›lar. Maddiyat sahas›na saplan›p kald›klar›ndan böyle fley olur mu? dediler. Görüflleri k›sa, ak›llar› mahdut idi ki, böyle söylüyorlard›. Herfleyi kendi dar kafalar›yla ölçüyorlard›. Kâinatta neler oldu¤undan, Allah'›n kudretinin vüs'atinden behreleri yoktu. Her yeni fleye karfl› gelen cahil ve avam tabakas›n›n seviyesinden yükselmifl de¤illerdi. Kervanlar›n bir ayda gidip bir ayda döndükleri mesafeyi Muhammed bir gecede nas›l alabilecek? dediler. Halbuki böyle birfley ortaya atmak ma'nas›zl›kt›. Hazret-i Muhammed Mi'rac'ta Burak'a binmiflti. Burak, berk'ten al›nmad›r. Berk, flimflek demektir. Mi'rac'ta flimflek sürati vard›. Mi'rac, cesedle de olsa, O nûrânî cesede hangi cisim mani olabilecek, hangi mesafe uzun gelecek? Onda mesafe kayd› ortadan kalkm›flt›r. Hofla ki binüp Burak'a hofl hal Buldun derecât-› izz-ü ikbâl Bast›n aya¤›n bu Çar-tâk'a Ç›kt›n derecât-› nüh revâk'a Fuzûlî Burada hayretle karfl›lanacak cihet, Hazret-i Muhammed'in Mi'rac'› de¤il, müflriklerin onu inkar etmeleridir. Varl›¤›, yaln›z bu maddî âleme m›hlay›p çakmak istemek ne k›sa görüfltür! Say›s›z alemleri, bu uçsuz bucaks›z fezalar›, hulasa ak›llara hayret verecek bu kainat› dar tabiat ve zerre hududu içinde s›k›flt›rmak bilgisizlikten baflka ne ile izah olunabilir? O zaman›n müflrikleri, bulunduklar› geri seviye icab› bunu kavrayamazlar. Fakat bu nur ve sürat asr›nda Mi'rac'› inkar ma'zur görülemez. Fikir ve izan sahibi olanlar, Mi'rac karfl›s›nda hiç tereddüd etmediler ve onu tasdik ettiler: Hazret-i Ebû Bekire Muhammed'in Mi'rac'a ç›kt›¤›n› anlatt›¤›n› söylediler. O da: 154 – E¤er O bunu söylüyorsa do¤rudur, dedi. Ve ilave etti: Ben Onu bundan daha mühiminde tasdik ediyorum. Akflam sabah kendisine Allah'›n vahyi geldi¤ini haber veriyor, ben de inan›yorum. Bunu da tasdik ederim, dedi. Ve kalk›p Mescid-i Harama gitti. Orada Peygamber'i dinledikten sonra Ondan duyduklar›n›, do¤rudur, diyerek tasdik etti ve bundan sonra kendisine tasdik edici manas›na ( S›dd›k) unvan› verildi. Kur'an-› Kerim'de (‹sra) sûresinde Mi'rac'tan bahsolunmaktad›r. Ekseriyetle müfessirler ‹sra sûresinin bafl›ndaki ayetlerin Mi'rac'a ait oldu¤unu söylemekle iktifa ederler. Halbuki Mi'rac gibi muazzam bir hadisenin unvan›n› tafl›yan bu müstakil sûre, bafltan sona kadar Mi'rac ile alakal›d›r, bafltan sona Mi'rac etraf›ndaki hadiseleri anlat›r. Evvela sûreye flöyle toplu bakal›m: 1– Bu sûrede Peygamberimiz, iki k›blenin Peygamberi olarak vas›fland›r›l›yor. Hakîkaten Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa Mi'rac'ta Onun namazgah›d›r. 2– Kudüs'ün varisi ve bekçisi mesabesinde olan Yahûdîlerin oraya olan velayetleri nihayet buluyor ve bu ‹smail'in o¤ullar›na geçiyor. 3– Kureyfl'e flimdiye kadar tatl› dil ie yap›lan vaaz ve nasihat devrinin sona ermek üzere olup kendilerine azap gelmenin yaklaflt›¤›, Hazret-i Muhammed'in aralar›ndan hicret etmek üzere oldu¤u haber veriliyor 4– Di¤er Peygamberler nas›l ki din yolunda hicret ettilerse, Hazret-i Muhammed'in hicretine de müsaade olunuyor ve ondan sonra asîlerin bafllar›na gelecek azab haber veriliyor. 5– Mi'rac'taki teflri'ler ve befl vakit namaz beyan olunuyor. 6–Peygamberlik, Kur'an, mu'cizeler hakk›ndaki itirazlara cevap veriliyor. 7– Hazret-i Musa'n›n hayat›ndaki olaylarla mukaayese olunuyor. Bütün bunlar Mi'rac ile alakal›d›r ve onun için bu sûre (‹sra) ad›n› tafl›maktad›r. 1– Hazret-i ‹brahim, Cenab-› Hakk'›n mübarek k›ld›¤›, bereket ihsan etti¤i bir peygamberdi. Allah Onun zürriyetine Arz-› Mukaddes'i ihsan etmiflti. Arz-› Mukaddes'in hududu, Hazret-i ‹brahim'e rüyas›nda gösterilmiflti. Arz-› Mukaddes'te iki mukaddes flehir vard›: Mekke ve Kudüs. Mekke ‹brahim'in o¤lu Hazret-i ‹smail'e, Kudüs, o¤lu Hazret-i ‹shak'a verildi. Böylelikle ‹smail'in sülalesi Mekke'nin, ‹srail o¤ullar› da Kudüs'ün muhaf›z› oldular. 155 Hazret-i Muhammed hem Mekke'yi ve hem Kudüs'ü k›ble edinip Mi'rac'ta her ikisinde namaz k›lmas› bu her iki mukaddes makaam›n bereketini kendisinde toplamas› demektir. Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürülerek orada bütün peygamberlere imam olmas›, böyle yüksek bir mana tafl›r. 2– Yine ‹sra sûresindeki ayetler bize Benî ‹srail'in Kudüs'teki velayetinin sona erip baflkalar›na geçece¤ini haber veriyor. Çünkü Allah onlar› Kudüs'e, bu arz-› mukaddese varis k›larken bir tak›m flartlar beyan etmiflti. Allah'tan gayr› bir mabuda tapmayacaklar, putlara secde etmeyeceklerdi. Bunlara riayet etmezlerse bu flereften mahrum kalacaklar ve zelil olacaklard›. ‹srâil o¤ullar› buna riayet etmediklerinden Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman'dan sonra düflmüfller, Buhtunassar onlar›n memleketlerini istila ve tahrib etmifl, kendilerini esir ve nefyeylemiflti. ‹srâil o¤ullar› bu felakete düflünce ak›llar› bafl›na gelmifl, Allah'a yalvarm›fllar, nedamet göz yafllar› dökmüfllerdi. Bunun üzerine affolununarak tekrar mukaddes Kudüs'e kavuflmufllar, Süleyman'›n mabedini ihya etmifllerdi. Fakat sonradan yine dalalete düflmüfller, bu defa da Romal›lar›n eline esir düflerek onlar›n boyunduru¤u alt›na girmifllerdir. ‹flte ‹srâil o¤ullar› böyle iki defa ma¤lubiyete mahkum olmufllard›. fiimdi Allah'a dönmeleri ve do¤ru yolu tutmalar› için kendilerine yine bir f›rsat düflmüfltü. E¤er Hazret-i Muhammed'e iman ederlerse, Onun getirdi¤i hak dine uyarlarsa Allah'›n rahmetine nail olacaklard›. ‹flte ‹srâ sûresinde, Hazret-i Peygamber'in Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya getirilerek ‹srâil o¤ullar›n›n atas› Hazret-i ‹brahim'in bu iki mukaddes flehrine iflaret edildikten sonra ‹srâil o¤ullar›n›n ahvâli flöyle anlat›l›yor: و اﺗﻴﻨﺎ ﻣﻮﺳﻰ اﻟﻜﺘﺎب وﺟﻌﻠﻨﺎه ﻫﺪى ﻟﺒﻨﻰ اﺳﺮاﺋﻴﻞ اﻻّ ﺗﺘﺨﺬوا ﻣﻦ دوﻧﻰ وﻛﻴﻼ ٭ وذرﻳﺔ ﻣﻦ ﺣﻤﻠﻨﺎ ﻣﻊ ﻧﻮح (3) ...اﻧﻪ ﻛﺎن ﻋﺒﺪًا ﺷﻜﻮرا ٭ "Biz Musa'ya dahi kitap verdik ve onu ‹srâil o¤ullar›na hidayet rehberi k›ld›k. Tâ ki, benden baflkas›n› vekil ittihaz etmeyeler. Bunlar Nuh'la gemide tafl›d›¤›m›z›n zürriyetindendi. Ve Nuh Allah'›n çok flükredici bir kulu idi. Biz ‹srâil o¤ullar›na Tevrat'ta hükmümüzü bildirdik: Siz yeryüzünde iki defa fesad ç›karacaks›n›z, müdhifl bir serkefllik göstereceksiniz! Birinci fesad›n vadesi geldi¤inde fliddetli bir satvet sahibi kullar›m›z› üzerinize göndeririz. Onlar si- (3) ‹sra sûresi, âyet: 2-3 156 zin yurtlar›n›z› boydan boya çi¤nerler. Bu her halde yerine gelecek bir vaad idi. Sonra bunlara karfl› gelmek kuvvetini size verdik. Size mal ve evlat ile imdat ettik ve sizi say› ile çok üstün k›ld›k. fiayet iyilik ederseniz kendi nefsiniz için edersiniz, fenal›k ederseniz yine kendinize etmifl olursunuz. ‹kinci fesad›n vadesi gelince, sizin yüzünüz karas› olsun diye düflmanlar gönderdik, mescide ilk defa girdikleri gibi girip tahrip ettiler, ellerine ne geçirdilerse mahv ve helak k›ld›lar. Tevbe ederseniz, olabilir ki, Rabbiniz size ac›r, flayet siz tekrar isyana dönerseniz biz de cezaya döneriz, biz Cehennem'i inanmayanlar için z›ndan yapt›k." Hakîkaten Hazret-i Muhammed'in bi'setiyle Yahudilere büyük bir tevbe ve nedamet f›rsat› verilmiflti. Ona iman edivereceklerdi. Fakat bu f›rsat› kaç›rd›lar. Hatta baz› Arap reisleri, Yahûdîlerin kendilerinden önce Hazret-i Muhammed'in etraf›nda toplanmalar›ndan endifle etmifllerdi. Fakat Yahûdîler bunu elden kaç›rd›lar ve neticede yine haybet ve husrana u¤rad›lar, Medîne'den, Hayber'den ve di¤er yerlerden ‹slâmiyete karfl› durmak için kalkan bafllar› ezildi ve periflan oldular. 3– Mi'rac hâdisesi müflriklere karfl› son bir ihtar manas› tafl›maktad›r. Art›k müflriklerin hücumlar›na karfl› vaaz ve nasihatla mukaabele devri geçiyordu. Hicrete müsaade olunuyordu. Öyle ise aradaki vaziyet de¤iflecekti. Hidayet rehberi olan Kur'an'a inanmayan müflriklerin ak›beti kötü idi. Onun için ‹sra' sûresi bunlar› da flöyle anlat›r: ...ان ﻫﺬا اﻟﻘﺮآن ﻳﻬﺪى ﻟﻠﺘﻰ ﻫﻰ اﻗﻮم وﻳﺒﺸﺮ اﳌﺆﻣﻨﲔ اﻟﺬﻳﻦ ﻳﻌﻤﻠﻮن اﻟﺼﺎﳊﺎت "Muhakkak bu Kur'an, en do¤ruya hidayet eder, iyi ifller iflleyen mü'minlere büyük mükâfata nâil olacaklar›n› müjdeler. Ve onlar ki, âhirete inanmazlar, onlara elim bir azab haz›rlad›k. ‹nsan da flerri öyle da'vet ediyor ki, hayra dua eder gibi istiyor. ‹nsan daima acelecidir. Biz gece ve gündüzü, iki âyet, niflan k›ld›k. Gece niflan›n› sükûnet için ›fl›ks›z, gündüz alametini de ›fl›kl› k›ld›k, tâ ki, Rabbinizin fazl›ndan verdiklerini arayas›n›z, senelerin say›s›n› ve hesâb›n› bilesiniz, ve biz her fleyi aç›ktan a盤a tafsîl ettik. Her kiflinin amelini boynuna dolad›k. K›yamet günü ona kitab›n› (amel defterini) ç›karaca¤›z. Onu önüne aç›lm›fl bulacak. Kendi kitab›n› oku! Bugün kendini hesaba çekme¤e nefsin sana kafidir, diyece¤iz. Kim do¤ru yolda giderse, kendi nefsi için hidayette gider. Kim saparsa kendi zarar›na sapar. Hiçbir günahkar baflkas›n›n günah›n› yüklenip vebalini üstüne almaz. Biz, peygamber göndermedikçe kimseyi azaba dûçar etmeyiz. Biz, bir beldeyi helâke ma'ruz b›rakmak istedi¤imiz 157 zaman oran›n refah ve nimet içinde yüzenlerine emrimizi göndeririz, onlar da f›ska dalarlar, azab› hak ederler. Biz de onu altüst ederiz. Nuh'tan sonra nice nesilleri helâk etmiflizdir. Rabbin, kullar›n›n günahlar›na âgâh olmas›, onlar› görmesi elverir. Her kim bu flimdiki hayat› isterse, diledi¤imize istedi¤imiz kadar çabucak veririz. Sonra o Cehennem'e yaslanacakt›r. Oraya hakir ve zelil olarak girer. Herkim mü'min oldu¤u halde ahireti ister ve ona nas›l laz›msa öylece çal›fl›rsa onun ve emsalinin sa'yi meflkûr ve makbûl olur. Biz cümlesine, onlara da, bunlara da Rabbinin atâs›ndan yard›m ederiz. Rabbinin atâs› yasak de¤ildir. Bak, onlar›n içinden baz›s›n› di¤er baz›s›na nas›l tafdil ettik. Muhakkak Âhiret ise dereceler itibar›yla daha büyük, fazilet itibar›yla daha yüksektir." (4) M‹'RAC'TA TEfiRÎ KILINAN HÜKÜMLER Mi'rac'taki ahkâm pek yücedir. O makamdaki ‹lâhî tebli¤at ‹slâm dininin mihverini teflkil eder. ‹srâ sûresindeki o âyetlerin meâli flöyledir: ...وﻗﻀﻰ رﺑﻚ اﻻّ ﺗﻌﺒﺪوا اﻻ اﻳﺎه وﺑﺎﻟﻮاﻟﺪﻳﻦ اﺣﺴﺎﻧًﺎ "Rabbin ferman buyurdu ki, Ondan baflkas›na asla tapmay›n, ana ve baban›za iyilik edin. Onlardan biri, yahut her ikisi kocayarak ihtiyarl›k ça¤lar›nda senin eline bakt›klar› s›rada, sak›n onlara: Of b›kt›m, usand›m, deme, onlar› azarlama, onlara tatl› söz söyle. Onlara merhametinden tevazu kanatlar›n› yerlere kadar indirerek, Yâ Rabbi, de, onlar beni küçüklü¤ümde nas›l flefkatle büyüttülerse Sen de onlara öylece merhamet buyur, ac›. Rabbiniz, sizin içinizde olan› en iyi bilendir, e¤er siz iyi ve salih kimselerseniz, Allah da günahtan dönüp tevbe edenleri yarl›¤ay›c›d›r. H›s›mlara, yoksullara, yolculara haklar›n› ver, amma mal›n› isrâf ile saç›p savurma. Zîrâ isrâf eden, fleytanlar›n kardeflleridir. fieytan ise Rabbine karfl› nankördür. Rabbinden umdu¤un bir rahmeti dileyerek beklerken onlardan yüz çevirecek olursan tatl› bir söz söyleyerek gönüllerini al. Elini boynuna ba¤l› imifl gibi k›s›p s›kma, büsbütün de açma; (4) ‹sra sûresi, âyet: 9-21 158 yoksa ya cimri diye levm olunursun, veya elin boflal›r piflman olursun. Rabbin dilediklerinin r›zk›n› geniflletir de, darlaflt›r›r da. Çünkü O kullar›n›n her halinden haberdard›r. Onlar› görücüdür. Evlatlar›n›z› fukaral›k korkusuyla sak›n öldürmeyin, biz onlara da, size de r›z›klar›n›z› veririz. Onlar› öldürmek hakîkaten büyük bir suçtur. Zinaya kat'iyyen yaklaflmay›n, zîrâ o fuhufltur ve pek kötü bir yoldur. Allah'›n haram k›ld›¤› can› öldürmeyin, me¤er ki hak ile ola. Her kim nâhak yere öldürülürse, onun velîsine salâhiyet verdik, o da katilde haddi tecavüz etmesin. Çünkü o bir kerre yard›ma ermifltir. Öksüzün, erginlik ça¤›na var›ncaya kadar, mal›na el sürmeyin, me¤er ki en iyi veçhile ola. Verdi¤iniz sözü yerine getirin, zîrâ sözden ve ahidden mes'ulsünüz. Ölçtü¤ünüz zaman tam ölçün ve do¤ru terazi ile tart›n. Bu daha hay›rl›d›r. Âkibeti daha iyidir. Bilmedi¤in bir fleyin pefline düflme, ard› s›ra gitme, çünkü kulak, göz, kalp bunlar›n hepsi ondan mes'uldür. Yeryüzünde azamet taslayarak kurumla yürüme; çünkü sen yeri yaramazs›n, uzanan yüksek da¤lara eremezsin. Bütün bunlar›n fena ciheti, kötüsü, Rabbin nezdinde istenmiyen kerih fleylerdir. ‹flte bunlar Rabbinin sana vahyetti¤i hikmetlerdendir. Allah ile beraber bir tanr› edinme, yoksa yerinerek, kovularak Cehennem'e at›l›rs›n." (5) Cenab-› Hak, ‹srâ sûresinde bu emirleri tebli¤ ettikten sonra bu âyetlerin sonunu flöyle bitiriyor: "‹flte bunlar hep Rabbinin sana vahyetti¤i hikmettir." Mi'rac'›n rûhî ahvâlini, oradaki müflahedeleri anlat›rken Necm sûresinde " ﻓـﺎوﺣﻰ اﻟﻰ ﻋــﺒـﺪه ﻣـﺎ اوﺣﻰKuluna neler vahy etti neler!..." buyurmufltu. ‹flte ‹sra sûresindeki bu âyetler, yine Mi'rac'tan bahseden Necm (5) ‹sra sûresi, âyet: 23-39 159 sûresinde beyan olunan o vahyolunanlar cümlesindendir. Bu iki sûredeki âyetler birbirine böylece ba¤lan›r. Bu âyetlerdeki tebli¤at› 12 düstur halinde toplayabiliriz ki, bunlar bütün ahlâk ve fazîlet kaidelerini ihtiva etmektedir. Fertlerin ve cemiyetlerin salah ve felah› bunlara ba¤l›d›r. Bu düsturlar› flöyle bir s›ral›yal›m: 1– Allah'a hiçbir sûretle flirk koflmamak. ‹slâm akîdesinin esas› budur. ‹slâmiyet tevhid dinidir. Bir Allah'a inan›p yaln›z O'na ibadet ve kulluk etmek, iflte kulun ilk ifli budur. Bundan ötesi dalâlettir. ‹tikad bozuklu¤udur. ‹tikad› bozuk olan fert ve cemiyetlerden hay›r yoktur. 2– Ebeveyne hürmet ve itaat, insan›n vazifelerinin bafl›nda gelir. ‹htiyarl›k ça¤lar›nda onlara bakmak, onlar› incitmemek laz›md›r. Onlar bizi büyütürken neler çekmifllerdir, onlar› düflünerek ebeveynini el üstünde tutmak, himaye alt›na almak evlatl›k borcudur. 3– H›s›m ve akrabaya, fakir ve yoksullara, yolculara, gurbette kalm›fl kimsesizlere haklar›n› vermek, onlara maddî yard›mda bulunmak laz›md›r. Bu, cemiyetin borcudur. Bunu ihmâl etmek en büyük günaht›r, adaletten ayr›lmak demektir. 4– ‹sraf etmemek, mal›n› lüzumsuz yere harcay›p savurmamak laz›md›r. Çünkü mal, ihtiyac› karfl›lamak içindir. Lüzumu olmayan yere sarfolunan mal, bofl yere gidiyor demektir. ‹flte israf budur. ‹sraf yapan kimse bir ihtiyac› karfl›lamak için verilen mal›, lüzumsuz yere harcamakla, karfl›lanmas› laz›mgelen bir ihtiyac› aç›kta b›rak›yor demektir ki, bu, baflkas›n›n hakk›na tecavüz say›l›r. O mal ile, bir muhtac›n ihtiyac› giderilecekti. ‹sraf yapan kimse, onu lüzumsuz yere vermekle, o muhtaçlar›n hak›n› yedi, en büyük haks›zl›¤› yapt›, demektir. Onun için israf yapanlar fleytanlar›n kardefli oluyor. Onun için bu gibiler Rabbine nankörlük yapan fleytanla bir tutuluyor. ‹sraf haram oldu¤u gibi fazla cimrilik yap›p kimseye birfley vermemek, o da haramd›r. ‹nsan ikisi ortas› olmal›d›r. Zaten her fleyde itidal laz›md›r. Do¤ru yolu bulup ortadan gitmelidir. 5– Çocuklar›n›z› öldürmeyin; Araplar bilhassa k›z çocuklar›na karfl› çok vahflice hareket ederler, onlar› diri diri gömerlerdi. ‹slâmiyet bu kötü âdeti ortadan kald›rm›fl, fliddetle yasak etmifltir. Evlad› yetifltirip büyütmek ana babaya borçtur. Evlada laz›m olan terbiye ve tahsili vermelidir. O¤lunu tahsilsiz b›rakmak, manevî ölüme mahkum b›rakmak demektir ki, bu da bir suçtur. 6– Zinaya yaklaflmay›n›z, zina aileleri temelinden sarsar. Irz ve namus 160 düflmanl›¤›, cemiyete en büyük zarar› getirir. Onun ad›n› dile almak bile insan› tiksindirir, ne kötü yoldur. 7– Nâhak yere kimseyi öldürmeyiniz. ‹nsan kan› dökmek en büyük günaht›r. ‹nsan öldürmek, canavarl›¤›n en beteridir. ‹nsanlar›n medenî seviyesi, can emniyetiyle ölçülür. Medenî insan, insan öldüremez. 8– Yetimlere iyi muâmele ediniz, yetimler cemiyete emanettir. Ana, baba flefkatinden mahrûm olan bu bîçâre masumlar› korumak laz›md›r. Yoksa hamîleri yok diye mallar›na el uzatmak, en büyük vicdans›zl›kt›r. 9– Verilen sözü tutunuz. Ahde vefa laz›md›r. Sözünü yerine getirmeyen kimse insandan bile say›lmaz. Sözü do¤ru olmayan›n özü de do¤ru de¤il demektir. 10– Ölçü ve tart›da do¤rulu¤a dikkat edin. Eksik ve noksan tartmay›n. Ticaret namusu bununla kaaimdir. Hile yap›l›nca ticaret itibar› kalkar. Terazi bafl›nda soymak da bir nevi eflk›yal›kt›r, hem alçakcas›na. 11–Bilmedi¤iniz birfleyin ard›na düflüp körü körüne onu takip etmeyiniz. ‹nsan ak›l ve fikir sahibidir. Görmeden, bilmeden bir fleye saplanmaz. Ak›l ve muhakemenin ›fl›¤›yla hareket eder. Kör taklidcilik yasakt›r. Müslüman ne yapt›¤›n› bilerek, anlayarak yapar. Çünkü her iflinden mes'ul olaca¤›n› bilir. 12– Yeryüzünde kibir ve gurur taslayarak yürümeyiniz. ‹nsan kendini bilmelidir. Kibir ve gurur kendini bilmezlerin kâr›d›r. Servet ve mevki sahibi olmak, insan› flafl›rtmamal›d›r. ‹nsanl›k cevheri içinde yaflamal›d›r. Bu (12) emir, Hazret-i Musa'n›n 10 emrinin tekmil olunmufludur. Zaten Hazret-i Musa 10 emri Cenab-› Hakla mülakatta alm›flt›. Bu bak›mdan ‹sra sûresindeki Mi'rac'la bir müflabehet arzeder. Ve zaten bu sûrede Hazret-i Musa'n›n 10 emrine iflaret de vard›r. Hazret-i Musa'n›n 10 emri flunlard›r. 1– Benden baflka Allah'›n›z yoktur. 2– Yalan yere yemin etmeyiniz. 3– Cumartesi gününü hat›rlay›n›z. 4– Anaya, babaya hürmet ediniz. 5– Kan dökmeyiniz. 6– Zina etmeyiniz. 7– H›rs›zl›k etmeyiniz. 8– Komflu aleyhinde yalan yere flehadet etmeyiniz. 9– Komflunuzun zevcesiyle seviflmeyiniz. 10–Komflunuzun mal›na göz dikmeyiniz. 161 Ümmetleri idare eden muayyen kanunlar vard›r. Rûhânî âlem için peygamberlerin tebli¤ ettikleri bu kanunlar da, tabiat kanunlar› gibi, bir nizam dairesinde cereyan eder. Peygamberler, gönderildikleri ümmetlere Allah'›n emirlerini tebli¤ ederler, iman edenler kurtulur, iman etmeyip o peygambere karfl› gelenler azaba dûçâr olurlar. ‹flte Mi'rac gecesi Hazret-i Muhammed de, ayn› düsturlar›n tatbik olunaca¤›na dair nezd-i ilâhîden talimat ald›. Bu âyetlerde Mi'rac'a dair flunlar anlat›l›yor. "Sana demifltik ki, Rabbin, insanlar› çepeçevre kuflatm›flt›r. Sana gösterdi¤imiz o rüyay› insanlar için bir imtihan yapt›k. Kur'an'da mel'ûn olan a¤aç da öyle. Onlar› korkutuyoruz. Bu onlar›n taflk›nl›klar›n› art›r›yor." Bundan sonra hicretin yaklaflt›¤›na iflaretler vard›r: "Onlar seni ta'ciz ile az kald› topra¤›ndan ç›karacaklard›. O takdirde onlar da senden sonra yerlerinde pek az bir zaman kalabilirlerdi. Senden önce gönderilen peygamberlerimiz hakk›nda tâkib etti¤imiz yol budur, bu yolumuzda hiç de¤ifliklik göremezsin!" Demek Mi'rac ile hicret aras› pek az idi ve demek hicretten sonra müflrikler arad›klar› azaba dûçâr olacaklard›. M‹'RAC HED‹YES‹ Befl vakit namaz Mi'rac esnas›nda farz k›l›nm›flt›r: ‹sra sûresindeki o âyetler flunlard›r: "Güneflin zevalinden gece karanl›¤› bas›ncaya kadar namaz› k›l, fecir vaktindeki Kur'an –fecir vaktinde okunan Kur'an- meflhûd olur. Gecenin bir k›sm›nda namaz k›l, bu sana mahsus bir ibadettir. Tâ ki Cenab-› Hak seni en flanl› makama yükseltsin." Namaz›n farz olmas›yla hat›ra k›ble gelir, k›ble Mekke'deki Kâ'bedir. Onun için bu münasebetle Mekke'nin fethi müjdelenmifltir. "Yâ Muhammed, de ki: Yâ Rab, beni girece¤im yere s›dk ile sok, ç›kaca¤›m yerden s›dk ile ç›kar. Bana taraf›ndan yard›m edici bir kuvvet ihsan et. Ve de ki, hak geldi, bat›l yok oldu. Zaten bat›l›n flan›, yok olmakt›r." Hazret-i Peygamber hicret ederken bu âyetin birinci k›sm›n› okumufl, Mekke fetholununca da: "Hak geldi, bat›l yok oldu, zaten bat›l›n flan›, yok olmakt›r." demiflti. 162 ‹sra sûresinde, Hazret-i Peygamber'in Mi'rac'›ndan bahs olunurken Hazret-i Musan›n hayat›na temâs edilmesi de birtak›m manalar tafl›r. Bu iki Peygamber'in din yolundaki mücadeleleri birçok bak›mdan birbirine benzerlik arzederler. Musa, ilk günlerini düflmanlar› aras›nda geçirdi¤i gibi, Peygamberimiz de müflriklerin aras›nda yaflam›flt›r. Fir'avn ve adamlar› Mûsâ'ya inanmad›klar›ndan O, M›s›r'› terke mecbur kald›¤› gibi Hazret-i Peygamber de, müflrikler kendisine îmân etmediklerinden Mekke'den medîne'ye hicret etti. Mûsâ hicretten evvel nas›l 10 emri telâkkî ettiyse, Hazret-i Peygamber de hicretten evvel Mi'râc'ta ayn› esaslar› fazlas›yle vahiy hâlinde telâkkî etti. Bunlar› yukar›da zikretmifl bulunuyoruz. Musa'n›n hicretinden sonra Fir'avn ve adamlar›, nas›l helak olduysa Hazret-i Peygamber'in hicretinden sonra müflrikler de Bedir'de helâk oldular. Hazret-i Musa, nas›l Arz-› Ken'an'a, baba yurduna sahib olduysa, Hazret-i Muhammed de, Mekke'yi fethetmifltir. Hazret-i Musa risalet vazifesiyle giderken: (6) " = رب اﺷـﺮح ﻟﻰ ﺻـﺪرىYâ Rabbi! Benim gö¤sümü aç." demiflti. Hazret-i Peygamber de Mi'rac'a ç›kaca¤› zaman, flerh-i sad›r yap›lm›fl, gö¤sü aç›lm›fl, nur ve hikmet doldurulmufltur. ‹sra sûresinde bunlar›n ço¤una iflaret olunmufltur. "‹srail o¤ullar›na sor da bak, biz Musa'ya dokuz aç›k âyet vermiflizdir." (‹sra sûresi) M‹'RAC'IN N‹METLER‹ Müslümanlara Mi'rac'›n en büyük hediyesi namazd›r. Hadis-i flerifte geçti¤i üzere: "Namaz mü'minin mi'rac›d›r." Din ve iman esaslar›n› tekmil ile afv ü ma¤firet dersi veren flu ayetler de Mi'rac'ta vahyolunmufltur: آﻣﻦ اﻟﺮﺳﻮل ﲟﺎ اﻧﺰل اﻟﻴﻪ ﻣﻦ رﺑﻪ واﳌﺆﻣﻨﻮن ﻛﻞ آﻣﻦ ﺑﺎﻟﻠّﻪ وﻣﻠﺌﻜﺘﻪ وﻛﺘﺒﻪ ورﺳﻠﻪ ...ﻻ ﻧﻔﺮق ﺑﲔ أﺣﺪ ﻣﻦ رﺳﻠﻪ وﻗﺎﻟﻮا ﺳﻤﻌﻨﺎ وأﻃﻌﻨﺎ ﻏﻔﺮاﻧﻚ رﺑﻨﺎ واﻟﻴﻚ اﳌﺼﻴﺮ ٭ (7) ﻓﺎﻧﺼﺮﻧﺎ ﻋﻠﻰ اﻟﻘﻮم اﻟْﻜَﺎﻓﺮﻳﻦ ٭ "Peygamber Rabbi taraf›ndan kendisine inzâl olunana iman etti. Mü'minler de iman ettiler. Cümlesi: Allah'a meleklerine, kitaplar›na, peygamberlerine iman ettiler. Peygamberleri birbirinden ay›rd etmeyiz, dediler. Mü'minler: ‹flittik ve itaat ettik. Senin gufran›n› dileriz Yâ Rab, son varaca¤›m›z Sensin, dediler. Allah bir kimseye ancak takat getirece¤ini yükler, herkesin kazand›¤› iyilik kendine, yapt›¤› fenal›k yine kendinedir. fiayet unutur veya (6) Tâ-hâ sûresi, âyet: 25 (7) Bakara sûresi, âyet: 285-286 163 yan›l›rsak bizi muahaze etme Allah'›m, bizden evvelkilere yükledi¤in gibi a¤›r yükü bize yükleme Allah'›m! Takat getiremeyece¤imiz yükü bize yükleme Allah'›m. Bizi affet, bizi esirge, bize merhamet buyur. Sen bizim mevlam›zs›n, kafirlere karfl› bize yard›m et." Hayat-› Muhammed sahibi, Mi'rac'›n yüksek manas›n› flöyle anlatmaktad›r: "Mi'rac, Hazret-i Peygamber'in rûhî hayat› bak›m›ndan en yüksek mana tafl›yan bir hadisedir. Bu hadisenin manas› anlat›lagelen manalar›n hepsinden daha üstündür. Mi'rac, Hazret-i Muhammed'in, bütün varl›¤›n› bütünlü¤ünü ve birli¤ini bütün kemaliyle kendi ruhunda hissetmesidir. Bu anda Muhammed'in zihni ile ruhu karfl›s›nda, zaman, mekan perdeleriyle di¤er bütün perdeler y›rt›ld›. Hayattaki her hükmümüze; duyan, düflünen ve araflt›ran kuvvetlerimizin hududuna tabi bir izâfiyet veren bütün perdeler, bütün çerçeveler Muhammed'in basîreti karfl›s›nda y›k›ld›. Bütün kâinat Onun ruhu içinde topland› ve birleflti. Bu sayede cihan› ezelden ebediyete kadar ihata etti. Onun basîret gözü, hay›r ve fazîlet, do¤ruluk ve güzellik yolu ile kemale ermek; fler ve kötülüge, e¤rili¤e ve çirkinli¤e karfl› gelmek ve galebe çalmak için bütün varl›k âleminin geçirdi¤i bütün inkiflaflar› gördü. Bu yüksekli¤e varmak, ancak befler tabiat›n›n üstünde olan bir kuvvetle müyesser olabilece¤i için Hazret-i Peygamber'e uyan ve inanan baz› kimselerin fikir yüksekli¤i, cihan birli¤ini kemaliyle kavray›fl kuvveti ve bu kemale ermek için bütün varl›¤›yla çal›flmak kudreti bak›m›ndan Ona yetiflemediklerini görüyoruz. Fakat bu yüzden hayret etmiyoruz. Ve bu adamlar› ay›plam›yoruz. Çünkü insanlar içinde mümtaz olanlar, Allah'›n feyzine erenler derecelere ayr›l›r. Hakîkata ermek yolundaki bütün gayretlerimiz ve kuvvetlerimiz, afl›lmas› güç birtak›m manialarla karfl›lafl›r. Bir k›yas-› maa'l-fârik olmak üzere fil'i tarif için u¤raflan körlerin hikâyesini hat›rl›yal›m... Körlerden her biri eline ne geçirdiyse fil'i öyle tarif etmifldi. Bu misalde her adam cüz'î bir hakîkat› ifade ediyor. Fakat gören bir adam›n gözü, fil'i, körlerin tarifi gibi görmez. Hazret-i Muhammed'in Mi'rac'taki müflahedât› ile Ona uyan, Ona inananlar›n idrâki aras›ndaki fark da böyledir. Hazret-i Peygamber Mi'rac esnas›nda kainat vahdetinin künhüne erdi. Ondan evvelki zamandan bafllayarak zaman›n sonuna kadar vaki olan ve vuku bulacak olan bütün hadiselerle karfl›laflt›. Onun gözü önünden zaman ve mekan kay›tlar› kalkt›. Onun basireti bu cihan› Sidretü'l-Münteha makam›ndan, befler ilminin en 164 yüksek flahikas›ndan süzdü. Ondan baflkalar› ise bu hadisenin tafsilat ve teferruat›yla alâkadar oluyorlar. Bu teferruat ise kainat›n birli¤i ve kainat›n hayat› bak›m›ndan onun nizam› üzerinde tesiri olmayan birtak›m zerrelerden ibarettir. Bu muazzam varl›¤›n kalbi ve o kalbin vuruflu, o ruhun günefl gibi do¤uflu, o günefl ayd›nl›¤›n›n zihni ayd›nlat›fl› ve bütün varl›¤›n bütün hayat›yla temas› yüzünden kalb, ruh ve zihnin hudutsuz bir hayatiyetle h›zlan›fl› bahis mevzuu iken, bu muazzam varl›¤›n yaln›z bir zerresinden bahsetmek reva m›? Mi'rac'›n ruh ile vukuu, onun herhangi flekilde vukuu gibi ancak yüksekli¤ini, güzelli¤ini ve heybetini ifade eder. Çünkü Mi'rac varl›k âleminin ezelinden ebediyete kadar ruhânî birli¤in en kuvvetli tasviridir. Hazret-i Muhammed'in Mi'rac esnas›nda Musa'n›n ilâhî vahyi al›p nura gark olundu¤u Sînâ Da¤›na u¤ramas›, daha sonra ‹sa'n›n do¤du¤u Beyt-i Lâhim'de duraklamas›, daha sonra peygamberlerin ruhlar›na imam olarak namaz k›ld›rmas› ve bu namaz›n Muhammed, Musa, ‹sa, ‹brahim vesair enbiyan›n cümlesini bir arada toplamas›, din birli¤inin, daima kemale do¤ru ilerleyen kainat birli¤inin k›vam› oldu¤unu göstermektedir." (8) "Asr›m›zda ilim, ‹sray› yani cesedin seyrini ve ruhun mi'rac›n› kabul etmektedir. Çünkü salim kuvvetlerin toplanmas›ndan ancak hakikat ›fl›¤› do¤ar. Nitekim tabii baz› kuvvetlerin bir araya gelmesi sayesinde Markoni, Venedik'te bulunan gemisinin üzerinden esir dalgalar› vas›tas›yla verdi¤i bir elektrik ceryan›yla, tâ Avusturalya'daki Sidney flehrini ayd›nlatm›flt›r. Bugünkü ilim ve fen, esir mevcelerinin radyolarla ses ve hatta resimleri nakletmesini, televizyonu kabul etti¤i gibi, insanlar›n dima¤lar›ndaki düflünceleri anlamaya ve okumaya dair nazariyeleri de kabul etmektedir. Mazide hayal san›lan bu gibi fleyler bugün gerçekleflmektedir. Tabiat›n gizli kuvvetleri keflfolunmakta ve her gün yeni yeni nice hakikatlar meydana ç›kmaktad›r. Böyle olunca Hazret-i Muhammed gibi lâhûtî feyzin kemalinde bulunan, kudsiyyat âleminin yegane nuru olan bir zat›n Mekke'den Kudüs'e yani Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya gelmesi ve Mi'rac'a ç›karak Allah'›n bir çok ayetlerini görmesi, neden mümkün olmas›n. Bunu bugünkü ilim kabul etmektedir. Bu hadisedeki manalar›n güzelli¤i ve ihtiflam› bize Hazret-i Muhammed'in ruhunda, ruh ve kainat birli¤ini göstermektedir. Bu fani hayat›n vehimlerinden s›yr›larak en yüce hakikat›n künhüne varmak ve o yüce hakikata nisbetle kendi mevkiini ve bu âlemin mevkiini tan›mak isteyen insan idraki nisbetinde bunlar› kavrayabilir." (9) (8) M. Hüseyin Heykel, Hayat-› Muhammed sh.: 190 (9) M. Hüseyin Heykel, Hayat-› Muhammed. 165 Fakat Mekke müflrikleri bu yüce hakikatlar› idrak edecek bir seviyede de¤ildirler. Onlar maddiyat âlemine saplanm›fl kalm›fllard›. M‹'RAC'IN ESRARLA DOLU MANZARASI "Kur'an-› Kerim, Mi'rac'›n ruhânî menaz›r›n› iki kelime ile ifade ederek Allah'›n, Peygamberine "Âyetlerini göstermek" istedi¤ini beyan eylemifltik. Bu âyetler ne idi? ‹nsan›n aciz idrak ve lisan› onlar› anlatabilir mi? fiüphesiz anlatamaz. Kelimeler menaz›r› kavrayamaz. Bizim bütün ilim ve hikmetimiz mahduttur. Bunlar bizim mahsusat›m›z›, ma'kulat›m›z› ifadeye yeter. Bu mahdut dairenin haricindeki fleyleri biz nas›l anlatabiliriz. Zat-› Kibriya bunlar› anlatm›fl olmakla beraber bizim akl›m›z onlar› idrak edemiyor. (Necm) Sûresi bu esrar› biraz izâh eder, fakat oradaki tafsilat da bizim için bir icmal, oradaki izahat da bizim için ibham gibi kal›yor. Sûrede öyle cümleler var ki, iki kelimeden ibarettir. Zamirler mahzufdur. Fail var, mef'ul yoktur. Yahut mef'ul varsa fail yoktur. Fiilin müteallekat› mevcut, fakat zamirlerin mercii belli de¤il. Acaba niçin?... Çünkü o makam›n muktezas› bu idi. Resûl-i Ekrem, Mi'rac'taki ruhânî müflahedat›n› ve oradaki gördü¤ü melekûtî âyât› anlatt›¤› zaman Kureyfl, bunlara gavâyet ve dalâlet demiflti. Acaba niçin böyle dediler? Çünkü onlar›n bu ruhânî tecelliyat› görecek gözleri, onlar›n bu sermedî sesi duymaya lay›k kulaklar›, onlar›n bu ‹lâhî esrâr› kavrayabilecek ak›l ve kalpleri yoktu. Çünkü görülen fleyler, kadir ve hakim olan Allah'›n tecelliyat-› bahiresi idi. Bazen Resûl-i Ekrem en yüksek ufuklara ç›kacak derecede uzaklarda, bazen iki yay mesafesi kadar yak›nl›klarda idi. Acaba yaklaflan kimdi? ‹ki yay mesafesinin ötesinde ne vard›? Allah m›? Hay›r! Allah'›n azameti ve flan› m› idi? Belki! Söyleyen kimdi? Bilmiyoruz. Söylenen ne idi? bize haber verilmiyor. Sidret'ül-Müntehâ nedir? ‹lm-i beflerin son haddi olan nokta imifl. Acaba onun renkleri, flüun ve s›fat-› ilahiyyenin renkleri miydi? Acaba o serhadde var›nca kevn ü mekan, vücud ve imkan meselesi hallolundu mu? Resûl-i Ekrem gözleriyle ne gördü? Sonra kalbiyle neler müflahede etti? Resûl-i Ekrem bu seyahatte bir çok âyât-› Rabbâniyyeyi görmüfltü. Bunlar› gözüyle mi, kalbiyle mi gördü?... از اﻳﻦ ﭘﺮده ﻧﻬﺎن أﺳﺖ وﻧﻬﺎن ﺧﻮاﻧﺪ ﻣﺎﻧﺪ "Bu s›r, perde arkas›nda gizlidir ve gizli kalacakt›r."(10) (10) Asr-› Saadet. Cilt: III, sh.: 1525. 166 Büyük Türk flairi Dede Galip "Hüsn-ü Aflk"›nda Mi'rac'› flöyle tasvir etmektedir: "Bir fleb ki, serây-› Ümmehânî Olmufltu O mâh›n âsumân› Yüz sürmeye geldi hâk-i pâye Da'vetli bulundular ulâya fievk, eyledi mihri pâre pâre fienlendi meflâil-i sitâre Ger itse mihr ü meh takaddüm fiebnem yerine ya¤ard› encüm Ayine-i nûr olup fleb-i târ Yâr eyledi yâre arz-› dîdâr Her fley olur asl›na flitâbân Ç›kd› yine âsümâna Kur'an Ol sâcid oldu, Hak oldu mescûd Dindi bu makaama Gayb-i Meflhûd Ervâh-› Rüsül cemâat oldu Allah bilür ne hâlet oldu Ey hâme!... O rütbe olma çâlâk Esrâr-› Nübüvvet olmaz idrâk Gel âdet-i flâirâne git sen Sofiyye sözün ferâgat it sen Ol flahsüvâr-› Kaab-› kavseyn K›ld› seferin verây-› Kevneyn Arfl› b›rakub misâl-i sâye Zü'l Arfl idi Ol Arfl-pâye Ol seyirde Mâverâ göründü Tâ Sidre-i Müntehâ göründü Aç›ld› der-i Harîm-i Vahdet Kurbet gerû kald› geldi vuslet Cibrîl'de acz olup hüveydâ Elfâz› b›rakt› ande ma'nâ Ol ne idi, ne oldu bilmem Lebrîz idi ol, ne doldu bilmem." 167 DOKUZUNCU BÖLÜM AKABE BÎATLARI (1) SIKINTILI GÜNLER‹N SONUNA DO⁄RU Hazret-i Peygamber, y›llarca Mekke halk›n› ‹slâmiyete da'vet etmiflti. Fakat müflriklerin küfür ve inad› ‹slâmiyeti kabul etmelerine mani oluyordu. Hazret-i Peygamber, kabîleler aras›na giderek onlar› da ‹slâm'a da'vet etti. Tâif halk›, Kinde ve Kelb kabîleleri, Âmir ve Hanif O¤ullar› ‹slâm Peygamberi'nin da'vetine icabet etmediler. Onlar›n ‹slâmiyet'e karfl› ald›klar› bu menfî vaziyet, ‹slâm Peygamber'ini Hakk›n emrini, halka tebli¤ vazifesinden al›koyacak de¤ildi. ‹slâm güneflinin bütün flaflaa ve kuvvetiyle parl›yaca¤› yeni ufuklar vard›. Zaten bütün ‹lâhî esrar›n kendisine arz olundu¤u, göklerde ve onlar›n maveras›nda seyran ederek gaybe muttali oldu¤u Mi'rac'›nda, Hicrete iflaretler vard›. Hazret-i Peygambere, yeni dini neflr için yeni bir muhit haz›rlan›yordu. Medîne ufkundan zafer müjdeliyen nurlar beliriyordu. Medîne Ona kucak aç›yordu. Allah, kulunu yaln›z b›rakmayacak, dinine nusret verecekti. Hazret-i Muhammed Medîne'yi tan›yordu. Oraya ait bir çok hat›ralar› vard›. Yüzünü görmedi¤i babas›n›n mezar› orada idi. Dedesi Abdü'lMuttalib'in day›lar› olan Neccar O¤ullar› Medîne'de Onun akrabas› idi. Alt› yafl›nda iken annesi Âmine ile, babas›n›n kabrini ziyaret için Medîne'ye gittiklerinde orada biraz kalm›fllard›. Dönüflte Medîne ile Mekke aras›nda yar› yolda Ebvâ köyünde annesi de hastalanm›fl, onu da orac›kta topra¤a verdikten sonra, Mekke'ye, anadan babadan öksüz kalm›fl bir çocuk olarak, kalbi mahzûn oldu¤u halde dönmüfltü. ‹flte flimdi o taraftan ümit ›fl›klar› beliriyor, zafer müjdeleri geliyordu. Allah öyle takdir etmiflti. Allah'›n takdir etti¤i muhakkak olacakt›. (1) ‹bn-i Esir, El-Kâmil. 169 MED‹NE Medîne'nin as›l ismi Yesrib'dir. Hazret-i Peygamber'in oraya hicretinden sonra Medînet'ün - Nebî ad›n› alm›flt›r ve o tarihten itibaren Medîne nam›yla an›lmaktad›r. Pek eski bir flehir olan Medîne'de ve etraf›nda Araplar ve yahûdîler sakin idiler. Etraf›ndaki araziyi Yahûdîler elde etmifller, buralarda ufak kaleler vücûda getirmifllerdi. Bunlar›n içinde yafl›yorlard›. Medîne'de iki büyük kabile vard›. Bunlar Evs ve Hazrec kabileleri idi. Bunlar as›l Yemenlidirler. Ve Kahtan Araplar›ndand›rlar. Yemen'de meflhur Ma'rib seddinin y›k›lmas›ndan ve arazileri su alt›nda kalmas›ndan sonra Evs ve Hazrec nam›nda iki kardefl buraya hicret etmifller ve Medîne'de yerleflmifllerdi. Bu iki âile burada üreyip ço¤alm›fl, büyük bir varl›k sahibi olmufltur. Hazret-i Muhammed'in yard›mc›lar› olmalar› hasebiyle ‹slâm tarihinde Ensar ad›yla an›lmak flerefine nail olanlar iflte bunlard›r. Evs ve Hazrec putperest idiler. Yahûdîlerle münasebetleri çok de¤iflik idi. Bidâyette Yahûdîlerle anlaflm›fllar, onlarla andlaflmalar yapm›fllarsa da Yahûdîler bunu bozduklar›ndan dostluk, düflmanl›¤a ink›lâb etmiflti. Aralar›nda ara s›ra kavgalar hiç te eksik olmuyordu. Hariçtekiler onlar›n bu durumundan faydalanmak bile istiyorlard›. Meselâ Suriye'de fiarkî Roma devletine tabi olan Hristiyanlar, Hz. ‹sa'y› çarm›ha gerdiler diye Yahûdîlerden intikam almak için bir aral›k Medîne'deki Yahûdîleri ya¤ma etmek istemifller, buna muvaffak olamay›nca Evs ve Hazrec kabilelerinden bu hususta kendilerine yard›mda bulunmalar›n› taleb etmifller ve bu yard›m› da sa¤lam›fllard›. Romal›lar›n k›l›çlar›n›n savleti alt›nda ezilen Yahûdîler, Medîne'deki üstün durumlar›n› kaybetmifller, Evs ve Hazrec kabileleri Yahûdîlere hakim vaziyete geçmifllerdi. O zamana kadar Medîne'de amele mevkiinde bulunmaktan ileri geçemeyen Evs ve Hazrecliler, bundan sonra Medîne'nin ziraat sahalar›n› ellerine geçirmifller, iktisaden yükselmifllerdi. Yahûdîler Araplar›n kendilerinden üstün olmas›n›, hakim mevkiinde bulunmalar›n› çekememifller, bundan dolay› onlar› birbirine düflürmenin yollar›n› aram›fllar, Evs ile Hazrec aras›na fitne ve fesat sokarak bu iki kabileyi birbirine düflman yapm›fllard›. Hile ve desise yollar›n› çok iyi bilen Yahûdîler bu iflte muvaffak olmufllar, Evs ve Hazrec kabileleri birbirine girerek yekdi¤erinin bo¤az›na sar›lm›fllar, bo¤uflmaya bafllam›fllard›r. Bundan faydalanan Yahûdîler ticaret ifllerine bakm›fllar, servetlerini artt›rm›fllar eskiden elden ç›kard›klar› mülklerini tekrar ele geçirmifller, iktisaden hakim mevkiine geçmifllerdir. fiu hadise de Arap ve Yahûdî münasebetlerini gösteren baflka bir 170 örnektir. Bir aral›k yahûdîlerin bafl›na Fatyon ad›nda gayet ahlâks›z bir adam geçmiflti. Halk›n fleref ve namusuyla oynamak isteyen bu sefih adam, evlenecek her k›z›n mutlaka onun saray›nda birer gece geçirmesini istemifl ve bunu kabul ettirmiflti. Yahûdîler bu haysiyet k›r›c›, namus lekeleyici harekete tahammül ediyordu. Ayn› muamele Araplara da teflmil edilmek istenildi¤inde onlar derhal isyan etmifllerdir. Bu esnada Medîne'lilerin reisi Malik b. Aclan idi. Evlenmek üzere olan bir k›z kardefli vard›. K›z, evlenece¤i gün kardeflinin önünden örtüsüz geçti. Malik, k›z kardeflinin de ayn› muameleye maruz kalmas›n› hofl görmemifl ve: "Yar›n ben sarayda müdhifl birfley yapaca¤›m," demiflti. Ertesi gün Malik'in k›z kardefli kona¤a götürülmüfl ve sefih adam›n arzusuna teslim olunmufltu. Malik de k›yafet de¤ifltirerek kona¤a girmiflti. Bir s›ras›n› getirerek bu zalim ve ahlâks›z hükümdar› öldürmeye muvaffak oldu ve sonra da Suriye'ye kaçt›. Suriye'de Gassanîlerden Ebû-Cebele, Malik'in bu yapt›¤›ndan çok memnun kalm›fl, ordusuyla Medîne üzerine yürüyerek Yahûdî elebafl›lar›n› bir hileyle temizlemiflti. Bu suretle Yahûdîlerin kuvveti za'fa u¤ram›fl, Araplar›n nüfuzu artm›flt›. Medîne'deki Araplar ile Yahûdîler aras›nda birbirine üstün gelme ve görünme davalar› iflte böyle sürüp gidiyordu. Araplar›n Medîne'de böyle bir durumda bulunmalar› onlar›n bir an evvel ‹slâmiyete sar›lmalar›nda amil olmufltur. Medîne'lilerin ruhlar› ‹slâm'› kabule haz›rlanm›fl bir halde idi, denebilir. Yahûdîlerle aralar›nda ebedî bir düflmanl›k vard›. Yahûdîler onlar› putperest olmalar›ndan dolay› ay›pl›yordu. Bu ay›plamalar onlar›n ruhlar›nda bir boflluk bulundu¤unu kendilerine sezdirmiflti. Neden Yahûdîlerden afla¤› kals›nlar, neden onlar da do¤rudan bir tek Allah'a ibadet etmesinler? ‹flte Hazret-i Muhammed böyle bir Allah'a davet ediyordu. Arad›klar›n› O kendilerine getirmiflti. Di¤er taraftan Yahûdîler, kendilerini yer yüzünde Allah'›n mümtaz bir kavmi addediyorlard›. Âh›r-zaman Peygamber'inin gelmesinden bahsolunuyordu. ‹flte o Peygamber flimdi Araplar›n içinden zuhûr etmiflti. Allah'›n bu lûtfunu Medîne'liler seve seve karfl›lad›lar. ‹flte bu gibi rûhî haz›rl›klar sebebiyle Medîne ‹slâm'›n nûrunun parlayaca¤› en müsait bir muhitti. Medîne'lilerin ruhlar›nda tevhid akidesine bir haz›rl›k vard›. Gerçi, onlar da putperestti. Fakat bu putpesertlik Mekke müflriklerininki gibi koyu ve muannit bir putperestlik de¤ildi. Belki onlar› tevhit dinini kabûle kamç›layacak mahiyette idi. Allah bir fleyi murad etti¤i zaman onun esbab›n› haz›rlar. Medîne muhitini de ‹slâm günefli için haz›rlam›flt›. O günefl Mekke'de do¤mufltu, fakat müflrikler onun parlak nuruna tahammül edemediklerinden onun parlamas›na mani olmak istiyorlard›. Onun için bu günefl bütün flaflaas›yle Medîne ufuklar›nda parlad› ve bütün cihan› ayd›nlatt›. 171 MEDÎNEL‹LERDEN ‹LK MÜSLÜMAN OLANLAR Süveyd b. Sâmit: Süveyd b. Sâmit, Medîne eflrâf›ndand›. Soyu, boyu yüksek, fleref ve îtibar› yerinde, flair ve kahraman bir zatt›. Bundan dolay› Medîneliler kendisine (Kâmil=) olgun adam unvan›n› vermifllerdi. ‹flte hicretten önce bu zat Mekke'ye hac maksad›yle gelmiflti. Hazret-i Muhammed'le görüfltü. Peygamberimiz onu ‹slâmiyete davet etti. Süveyd, Lokman'›n Emsâl'ini eline geçirmiflti. Onu semâvî bir kitap telakki ediyordu. Hazret-i Peygambere ondan baz› k›s›mlar okudu ve: – Galiba, dedi, senin söylediklerin, bu benim bildiklerim gibi olacak. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber ona: – Bende bunun daha alas› var, cevab›n› vermifl ve Kur'an okumufltu. Süveyd Kur'an› dinleyince: – Bu çok daha güzel, dedi ve müslüman oldu. Süveyd, Buas harbinde maktul düflmüfltür. ‹yâs b. Muâz: Medîne muhîti hakîkaten ‹slâm'a sar›lm›ya haz›rd›. Evs ile Hazrec aras›nda Yahûdîlerin ekti¤i düflmanl›k tohumu büyümüfltü. Her iki taraf kendilerine müttefik aramak üzere di¤er Arap kabilelerine bafl vuruyordu. Bu kabilden olarak Ebu'l-Hayser Enes b. Râfi beraberinde baz› gençler oldu¤u halde Mekke'ye gelmiflti. Kabilesi olan Hazrecliler için Kureyfl'ten yard›m sa¤lamak istiyordu. ‹çlerinde ‹yas b. Muaz da bulunuyordu. Hazret-i Muhammed'in ad› art›k her tarafa yay›lm›flt›. Mekke'ye gelmiflken Onu da gördüler. Hazret-i Peygamber onlarla konufltu, onlar› ‹slâm'a davet etti. Âdeti üzere onlara biraz Kur'an okudu. Aralar›nda pek genç olan ‹yas, Kur'an-› Kerimin yüksek manas›, tatl› ahengi karfl›s›nda ruhunun alevlendi¤ini, ‹slâm nurunun içine akt›¤›n› hissetti ve bu dinin cazibesine kap›larak arkadafllar›na: – Vallahi bu, as›l peflinde kofltu¤umuz fleyden daha hay›rl›, dedi. Onlar: – Biz buraya bunun için gelmedik, diyerek döndüler. ‹çlerinden ‹yâs'tan baflkas› müslüman olmad›. Çünkü onlar kendilerini koruyacak bir müttefik ar›yorlard›, pek yak›nda kopacak harbin gailesi ile meflgûldüler. Fakat Hazret-i Muhammed ile yapt›klar› bu görüflme onlar›n üzerinde hiç te tesir b›rakmam›fl de¤ildi. Nas›l ki bir müddet sonra Medîne'den gerek Evs, gerek Hazrec olsun Hazret-i Muhammed'e dört elle sar›lacaklar, Ondan 172 yard›m bekliyecekler, Onun rehberli¤i ve irflad› sayesinde saadete kavuflacaklar, sulh ve müsalemete ereceklerdir. BUAS HARB‹ Ebu'l-Hayser Enes'in baflkanl›¤›nda Mekke'ye giden heyet döndükten az sonra Evs ile Hazrec kabileleri aras›nda korkunç bir bo¤uflma, fliddetli bir savafl bafllad›. Harp atefli her iki taraf›n hânümanlar›n› y›k›p kül ediyordu. Kalplerindeki kin atefli ise daha fliddetli idi. Her iki taraf merhamet nedir, bilmiyordu. Birbirlerine o derece kin ba¤lam›fllard› ki, zaferi kazand›ktan sonra düflmanlar›n›n kökünü kaz›mak, topunu imhâ etmek karar›nda idiler. Evs kabilesinin bafl›nda Ebû-Üseyd bin Hudayr bulunuyordu. Hazrec kabilesine karfl› gö¤sünde yanan kin ve intikam atefli pek fliddetli idi. Bidâyette tâlih Evs kabîlesi aleyhine döndü. Fele¤in çemberi boyunlar›na dar geldi. Bozguna u¤rad›lar, kaç›p canlar›n› zor kurtard›lar. Bozgun halinde Necid taraflar›na do¤ru kaçarken, reisleri olan Ebû Üseyd kendi m›zra¤iyle baca¤›n› yaralad› ve flöyle hayk›rd›: – Öldürülmedikce yerimden k›m›ldanacak de¤ilim, Evs isterse beni düflmana b›raks›n!... Bunun üzerine Evs gayrete gelerek geri döndü ve tekrar harbe tutuflup cansiperâne dö¤üflmeye bafllad›. Can havliyle sald›rd›lar ve Hazreclileri fena halde bozguna u¤ratt›lar. Evs, düflmanlar›n›n evlerini, hurmal›klar›n› bile yak›yordu. Nihayet Sa'd ‹bn-i Muaz Eflhelî yard›mlar›na kofltu. Ebû - Üseyd, Hazreclilerin evlerini birer birer bafllar›na y›kmak, tafl üstünde tafl, gövde üstünde bafl b›rakmak istemiyordu. Fakat Ebû - Kays b. Eslet: "Onlar bizim dindafllar›m›zd›r, onlar›n komflulu¤u tilkilerin komflulu¤undan ye¤dir." dedi. Evs ve Hazrec aras›ndaki bu ezici harpten sonra Yahûdîlerin Medîne'de onlara olan üstünlü¤ü daha çok artt›. Harp iki kabileyi de ezmiflti. Yahûdîlerin üstünlü¤ü onlar› birleflmiye sevk etti. Art›k her iki kabile anlaflmak ve birleflmek lüzûmunu iyice hissetmifl oldular. Onlar› bir araya getirecek ve birlefltirecek kuvvetli bir el laz›md›. Bu el Mekke'den ‹slâm sanca¤›n› açan Hazret-i Muhammed'in elidir. Medîneliler bu mübarek ele sar›ld›lar ve halâs buldular. 173 ‹SLÂM GÜNEfi‹N‹N PARLADI⁄I YEN‹ UFUK MEDÎNE Hazrec kabîlesine mensup baz› kimseler Hac münasebetiyle Mekke'ye gitmiflti. Âdet üzere Hazret-i Peygamber'le de görüfltüler. Hazret-i Peygamber onlarla sohbet ederken din-i ‹slâmdan da bahsetti. Yahûdîlerle Medîne'lilerin aras› aç›k oldu¤undan Yahûdîler onlara ikide birde: Allah taraf›ndan bir peygamber gönderilmek üzere oldu¤unu ve o peygamberin kendileri ile bir olup putperestlere karfl› gelece¤ini söylerler, Araplar›n o zaman, Âd ve ‹rem gibi helâk olaca¤›n› anlat›rlard›. Bir peygamber gelecek diye ihtiyarlardan da iflitiyorlard›. Böylece bu adamlar›n son peygamberin gelmesi hakk›nda, vahiy ve peygamberlik hususunda bir fikirleri vard›. Bu defa Hazret-i Peygamber onlar› ‹slâm'a davet edip yeni dinden söz aç›nca birbirlerine bak›flt›lar ve: "Yahûdîlerin haber verip durduklar›, ihtiyarlar›n dedikleri peygamber iflte bu olacak, Ona uyup inanmakta gecikmeyelim." diyerek hemen ‹slâmiyeti kabul ettiler. Hazret-i Peygamber'e flunlar› söylediler: – Biz kavmimizi en kötü bir hal üzere b›rakt›k, aralar›ndaki düflmanl›¤›n hudûdu yok. Cenâb-› Hak belki senin sayende onlar› anlaflt›r›p birlefltirir. Çünkü senden daha iyisini bulamazlar. Böylece Medînelilerden bir grup ‹slâm dinini kabûl etmifl oldu. Medînelilerden ilk müslüman olanlar›n isimleri flunlard›r: 1– Es'ad b. Zürâre, 2– Râfi' b. Mâlik (Uhud harbinde flehit olmufltur.) 3– Avf b. Hâris, 4– Kutbe b. Âmir (Yemâme harbinde flehit düflmüfltür.) 5– Ukbe b. Âmir, 6– Hâris b. Abdullah. Bunlar ayn› zamanda Medîne'de ‹slâm'›n mübeflflirleri oldular. Çünkü onlar Medîne'ye dönünce her evde müslümanl›¤›n haberi yay›ld›. B‹R‹NC‹ AKABE BÎATI (Bi'setin 12. y›l›) ‹çlerinde Evs ve Hazrec kabîlelerine mensup kimseler bulunan Medîneli ilk müslümanlar Medîne'ye döndüler. Aralar›nda Hazret-i Peygam174 ber'in day›lar› olan Neccar o¤ullar›ndan da iki kifli vard›. Bunlar müslüman olduklar›n› gizleme¤e hiç lüzum görmediler. ‹slâm olduklar›n› ilan ettiler. Ertesi y›l, yani Bi'setin 12. senesi yine Hac mevsiminde Mekke'ye Evs ve Hazrec kabîlelerine mensup baz› kimseler geldi. Bunlar›n içinde bir y›l önce gelip müslüman olanlardan da befl kifli vard›. Reisleri, Hazrec kabîlesinin ulular›ndan Es'ad b. Zürâre idi. Bunlardan 12 kifliden mürekkep bir zümre Mekke kenar›nda Akabe denilen mevki'de Hazret-i Peygamber'le gizli bir görüflme yapt›lar ve müslüman olarak Ona bîat ettiler. BÎATIN ESASLARI: "Allah'a flirk koflmamak, h›rs›zl›k yapmamak, zina ile ›rza geçmemek, çocuklar› öldürmemek, bühtan ve iftirada bulunmamak, do¤ru bir iflte Peygamber'e karfl› gelmemek." Bu esaslar› tutup onlara göre hareket edenler cennetlikti. Herhangi bir husûsu ihmal edenlerin cezas› Allah'a âittir. Bîat edilirken Hazret-i Peygamber'e, ‹slâm esaslar›na sâd›k kalacaklar›na ant içerlerdi. Kad›nlar da bîat ederken ayn› and› içerlerdi. Bîat ederken içilen and sözleri aras›nda "Çocuklar› öldürmemek" kayd›n›n da bulunmas› çok dikkate de¤er bir fleydir. Bilindi¤i üzere Araplar bilhassa k›z çocuklar›n› diri diri topra¤a gömerlerdi. (Ve'd-i Benat) denilen bu çirkin ve kötü hareket tarihin en kara lekelerinden biridir. Büyük ‹slâm da'vas› insanl›¤›n saadeti için ne laz›msa hepsini üzerine alm›flt›. ‹slâmiyet'in pek s›k›nt›l› günlerinde bile büyük ‹slâm Peygamber'i bu esaslardan hiçbirini asla ihmal etmemifl, davas›ndan hiçbir fedakârl›kta bulunmam›flt›r. Allah'tan ald›¤› talimat› Allah'›n kullar›na aynen tebli¤ etmifltir. Mekke müflriklerinin tazyiki alt›nda ezilirken ve Medîneliler henüz yeni müslüman olduklar›ndan ‹slâmiyet'e ne derece ba¤l› kalacaklar› bilinemezken bile Hazret-i Muhamed'in çocuklar› öldürmek âdetini ortadan kald›rmak için bir kay›t bulundurmas› ne takdire flayand›r. Bu insanl›¤a büyük bir hizmettir. Çocuk esirgemek kurumlar› bundan güzel örnek alabilirler. "Öksüzü koruyanla ben, Cennette flöyle yan yanay›z" buyuran o büyük Peygamber, en felaketli günlerinde bile himayeye muhtaç olan çocuklar› düflünmüfltür. (Salat Ona, flan ve tehiyyat Ona.) Birinci Akabe bîat›nda bululanlar flu zatlard›r: 1– Es'ad b. Zürâre, 2– Râfi' b. Mâlik, 3– Avf b. Hâris, 4– Kutbe b. Âmir, 175 5– Ukbe b. Âmir, 6– Muâz b. Hâris, 7– Zekvan b. Abd-i Kays, 8– Ubâde b. Sâmit, 9– Yezid b. Sa'lebe, 10– Abbas b. Ubâde, 11– Ebû'l-Heysem b. Teyyihân, 12– Uveym b. Sâide. Bunlar›n son ikisi Evs kabîlesinden, di¤erleri Hazrec'tendir. Medîneliler kendilerine dine âit meseleleri ö¤retecek, Kur'an'› belletecek bir kimse istediler. Hazret-i Peygamber de Mus'ab b. Umeyr'i gönderdi. Mus'ab ilk Mukri ad›yle an›l›r, ilk müslüman olanlardand›r. Müslüman olmazdan önce gayet fl›k giyinen Kureyfl gençlerinden olup en güzel elbiseler giyer, kokular sürünür, öyle gezerdi. Müslüman olduktan sonra basit ve sade bir hayat geçirmeye bafllad›. Gayet nazik ve kibar bir zatt›. Herkese hofl muamele ederdi. Onun himmetiyle Medîne'de müslümanl›k bir flimflek süratiyle yay›lm›fl, ‹slâm nuru her evi ayd›nlatm›flt›r. Medîne'ye vard›¤› zaman Medîne'nin ulular›ndan ve Akabede bîat edenlerin baflkanlar›ndan olan Es'ad b. Zürâre'nin hanesine indi. Evs ve Hazrec kabîlelerinden müslümanl›¤› kabul edenlerin evlerine giderek onlara dini ve Kur'an'› ö¤retiyordu. Nazikane muameleleri, kibarca hareketleri ile herkesi memnun ve kendine meftun b›rak›yordu. Bedir muharebesinde müslümanlar›n alemdar› idi. ‹slâmiyet'in süratle intiflar etti¤i Medîne'de Mus'ab, gördü¤ü vazifeden memnundu. Medîne'deki müslümanlar›n durumunu, ‹slâmiyet'in girdi¤i safhalar› Hazret-i Peygambere arz etti ve müslümanlardan büyük bir yekûn tutan say›n›n bu sene hac mevsiminde Mekke'yi ziyarete geleceklerini haber verdi. Art›k Medîne ‹slâmiyet'e kuca¤›n› açm›fl demekti. ‹slâmiyet'in intiflar› için oras› pek müsaitti. Evvela oradaki putperestler ve Yahûdîler, Mekke'nin azg›n müflrikleri gibi müslümanlara ezâ ve cefâ yapm›yorlard›. Manevî ve rûhî bak›mdan buras› emin bir yerdi. Sonra maddî bak›mdan da buras› Mekke'den daha iyi idi. Yani burada hayat daha kolayd›. Medîne hurmal›k, üzümlük, ba¤l› bahçeli verimli bir yerdi. Mekke'de s›k›nt›lar içinde yaflayan müslümanlar, burada refâha kavuflabilirlerdi. ‹flte ileride yap›lacak ikinci Akabe bîat› bunu sa¤layacak hicret yolunu açacakt›r. Hazrec kabîlesi reislerinden Es'ad b. Zürare'nin ve dini ta'lim için gönderilen Kur'an muallimi Mus'ab b. Umeyr'in himmetiyle Medîne'de 176 ‹slâmiyet intiflar ediyor, her yerde Hazret-i Muhammed'in sözü ediliyordu. Fakat Es'ad b. Zürâre'nin teyzesi o¤lu ve Evs kabîlesinin reisi olan Sa'd b. Muaz ile yine rüesâdan bulunan Üseyd b. Hudayr henüz müslümanl›¤› kabûl etmediklerinden ‹slâmiyet bütün fla'flaasiyle parlayam›yor, ruhlara yeni ›fl›klar serpen, gönülleri ayd›nlatan nurlar›n› her eve saçam›yordu. Birgün Mus'ab ile Es'ad, Benî Zafer hanelerinden birinde bulunurken Üseyd b. Hudayr, harbesi elinde oldu¤u halde onlar›n yan›na geldi, ve: – Maksad›n›z nedir? Bir tak›m adamlar› aldat›p atalar›n›n yolundan sap›t›yorsunuz, diye sert sert konuflmaya bafllad›. Mus'ab ona nazikane: – Hele biraz otur, sözümüzü dinle, maksad›m›z› anla dedi. Üseyd oturdu. Mus'ab ona ‹slâm'›n ne oldu¤unu anlatt›, dini ta'rif etti ve arkas›ndan da biraz Kur'an okudu. Üseyd, Kur'an-› Kerim'in bela¤at› karfl›s›nda yumuflad› ve: – Bu ne güzel fley, dedi. ‹slâmiyete girmek için ne yapmak laz›m geldi¤ini sordu. Mus'ab ona dini telkin etti. O da ‹slâm ile müflerref oldu ve hemen: – Ben varay›m, size birini göndereyim, e¤er o da müslüman olursa bu diyarda imân etmedik kimse kalmaz, dedi ve kalk›p gitti. Az sonra Sa'd ibn-i Muaz yanlar›na gelmifl bulunuyordu. Üseyd'in bahsetti¤i adam bu imifl. Sa'd ibn-i Muaz hiddet içinde idi, Es'ad b. Zürâre'ye âdeta ç›k›flarak: – Yâ Es'ad, e¤er seninle aram›zda akrabal›k ba¤lar› olmasa, kabîlemiz aras›na soktu¤un bu ifllere tahammül edemezdim, dedi. Mus'ab ona karfl› da gayet nazikane davranarak: – Durun can›m, böyle hiddet edecek ne var? Otursan›z da sizinle biraz konuflsak olmaz m›? fiöyle buyurmaz m›s›n›z? Evvela dinleyin, sonra ona göre hükmünüzü verin. Be¤enirseniz kabul edersiniz, be¤enmezseniz yine siz bilirsiniz, kimseyi zorlayan yok, herkesin iradesi elinde, dedi. Sa'd ibn-i Muaz yanlar›na oturdu. Mus'ab ona da ‹slâmiyet hakk›nda bilgi verdi, dinin emirlerini anlatt› ve biraz Kur'an okudu. Kur'an-› Kerim okunurken Sa'd'›n yüzünde iman emareleri belirdi. Hemen: – Siz bu dine girerken ne yap›yorsunuz, buna yol nereden? diye sordu. Mus'ab ona ‹slâm dinini telkin etti. O da hulûs-› kalb ile flehadet getirdi, kelime-i tevhidi söyleyerek müslüman oldu. Sa'd ‹bn-i Muaz, hemen kendi kavmi olan Eflhel o¤ullar› nezdine döndü. Kavminin ulusu idi, sözü tutulurdu. Onlara hitaben: 177 – Ey cemaat, beni nas›l bilirsiniz? diye sordu. Onlar da: – Sen bizim ulumuzsun ve efdalimizsin, dediler. – Öyleyse siz de Allah'a ve Resûlüne iman etmelisiniz, iman etmedikçe bundan böyle sizin hiçbirinizle görüflmem, dedi. O gün kabilesi içinde iman etmedik, müslüman olmad›k kimse kalmad›. Bundan sonra Sa'd ibn-i Muaz ‹slâmiyet'in en hararetli hamisi ve nafliri oldu. Mus'ab› yan›na alarak Es'ad'›n hanesine gelir, orada halk› ‹slâmiyete da'vet ederdi. Bu sayede az müddet içinde Medîne'de ‹slâmiyet o kadar süratle yay›ld› ki, Evs ve Hazrec kabileleri içinde, Benî Ümeyye b. Zeyd'in hanesinden baflka, ‹slâm nuriyle ayd›nlanmad›k tek bir hane kalmad›. ‹K‹NC‹ AKABE BÎATI (2) (Bi'setin 13. Y›l›: 622 M.) Mus'ab'›n haber verdi¤i üzere bu y›l Mekke'yi ziyarete gelenler çoktu. Medîne'den gelenlerin içinde yetmifl befl müslüman vard›. Bunlar›n ikisi kad›n, kalan 73'ü erkekti. Hazret-i Peygamber bunlar› karfl›lad›. Bunlarla görüflüp konufltu. Art›k birbirlerine âflîna idiler. ‹slâm'›n istikbâlini alakadar eden meseleleri onlarla görüflebilirdi. Onun için bu defa gelenlerle yap›lan görüflmelerde, eskiden oldu¤u gibi yaln›z ‹slâmiyet'e davet ile ‹slâm esaslar›n› telkin etmekle iktifa olunmad›. Müslümanlar›n aras›nda sa¤lam bir kardefllik kurarak el ele verip, ‹slâmiyet'e yöneltilen her nevi tecavüzleri önlemek mevzû-› bahsoldu. ‹flte ‹kinci Akabe bîat› böyle mühim bir ma'na ve maksad tafl›maktad›r. Hazret-i Peygamber bu Medîne'li müslüman kaafilesinin reisleriyle devaml› temaslarda bulundu. Teflrik günlerinin ortas›nda Akabe'de toplanmaya karar verdiler. Toplant› gizli tutulacak ve gecenin geç bir saatinde yap›lacakt›. Medîne'den gelen müslümanlar, bunun hemflehrilerinden gizli tuttular ve kimseye bir fley s›zd›rmad›lar. Gecenin ilk üçte biri geçmiflti. Toplanacak olanlar gayet ihtiyatl› hareket ederek hiç kimseye sezdirmeden usul usul Akabe'ye geldiler ve toplant› için tayin olunan tepeye t›rmand›lar. Hazret-i Muhammed, amcas› Abbas ile birlikte geldi. Abbas gerçi henüz müslüman olmam›flt›. Fakat kardeflinin o¤lunu himaye ederdi. Böyle çok mühim olan bir andlaflmada Onun yan›nda bulunmak, Onu takviye etmek bir aile borcu idi. Toplant›da Abbas söze flöyle bafllad›: (2) ‹bn-i Esîr, El-Kâmil. 178 – Ey Hazrec'liler, Muhammed'in aram›zdaki mevkii bildi¤iniz gibidir. Biz Onu düflmanlar›ndan koruduk. Kendisi burada ailemiz nezdinde izzet ve ikram içindedir. Fakat, sizinle bir andlaflma yapmak, size kat›lmak istiyor. Ona verdi¤iniz sözü tutmak, kendisine muhalefet edenlere karfl› gelmek hususunda azminiz kavî ise buna bir diyecek yok. Fakat, Onu ele verecek, yan›n›za geldikten sonra yaln›z bafl›na b›rakacaksan›z, bunu daha flimdiden söyleyiniz ve Onu kendi bafl›na b›rak›n›z. Buna karfl›l›k olarak Medîne'den gelen müslümanlar flu cevab› verdi: – Dediklerinizi dinledik. Yâ Resûla'llah, siz söyleyin. Kendiniz nâm›na, Allah nâm›na istedi¤iniz and› al›n, biz haz›r›rz. Hazret-i Peygamber bir miktar Kur'an okuduktan sonra flöyle dedi: – Kad›nlar›n›z› ve çocuklar›n›z› nas›l koruyorsan›z beni de öylece korumak üzere size elimi veriyorum. Berâ' b. Ma'rûr, kavminin ileri gelenlerinden olup ilk Akabe bîat›nda müslüman olanlardan ve ‹slâm'›n bütün icaplar›na riayet edip sad›k kalanlardand›. Yaln›z namaz k›larken Kâ'be'ye do¤ru dönüyordu. Halbuki o zaman k›ble Kudüs idi. Berâ'n›n böyle Kâ'be'ye do¤ru namaz k›lmas› yüzünden di¤er Medîneli müslümanlar aras›nda ihtilâf ç›km›fl, meseleyi Hazret-i Peygamber'e arz etmifller, O da Berâ'y› Kâ'be'ye do¤ru namaz k›lmaktan men etmiflti. Hazret-i Peygamber flimdi Medînelilerden bîat isteyince Berâ' hemen elini uzatt› ve: – Bîat ettik, yâ Resûlallah, dedi Biz zaten harp içinde yo¤rulmufl kimseleriz. Biz z›rha al›flk›n›z, bu bize atalar miras›d›r. Berâ'dan sonra söz alan Ebu'l-Heysem flunlar› söyledi: – Yâ Resûlallah bizim yahûdîlerle birtak›m ba¤lant›lar›m›z var ki, onlar› kesece¤iz. Biz bunu yapt›ktan sonra siz de Allah'›n inayeti ile muvaffak olunca bizi b›rak›p kendi kavminizin yan›na döner misiniz? Hazret-i Peygamber gülümseyerek cevap verdi: – "Kan›m sizin kan›n›zd›r. Siz bendensiniz ve ben sizdenim. Kiminle dö¤üflürseniz, ben de onunla harp ederim. Kiminle sulh yaparsan›z, ben de onlarla sulh ve musaleha yapar›m." Bunun üzerine herkes bîat için elini uzatmaya davrand›. Fakat Abbas ibn-i Ubâde ortaya at›larak flunlar› söyledi: – Hazrec o¤ullar›, bu zata, niçin bîat etti¤inizi biliyor musunuz? Ona bîatla insanlar›n k›rm›z›s›na ve siyah›na yani, Arab›na ve Arap olmayan›na harbe girmeyi kabul etmifl oluyorsunuz. Malca bir felakete u¤rad›¤›n›z, ulular›n›z›n maktul düfltü¤ünü gördü¤ünüz zaman Onu yaln›z bafl›na 179 b›rakacaksan›z, flimdiden b›rak›n›z, bu daha do¤ru olur. Yoksa dünyada ve ahirette rüsvây olursunuz. Fakat Ona verdi¤iniz sözü tutacak, malca felâkete u¤ramay›, büyüklerinizin ölümüyle karfl›laflmay› göze alacak olursan›z bunu yap›n›z. Çünkü dünya ve ahiret hayr› bundad›r. Bunu hepsi kabul ettiler ve bu hususta sözümüzü yerine getirmek mukaabilinde bize ne mükafat vadediyorsunuz, yâ Resûlallah? dediler. Hazret-i Peygamber derin bir itmi'nân ile cevap verdi: – Cennet var. Bundan sonra herbiri ellerini uzatarak bîat ettiler. Bîat tamam olunca Hazret-i Peygamber içlerinden oniki kifliyi nakîb olmak üzere seçmelerini söyledi. Onlar da Hazrec kabîlesinden dokuz, Evs kabilesinden üç kifli olmak üzere istenilen nakibleri seçtiler. Hepsi de Hazret-i Peygamber'e: "Darl›k ve genifl zaman›nda her hal ve kârda itaata, sözün ancak do¤rusunu söylemeye ve Allah yolunda her hangi bir muahazeden korkmama¤a söz verdiler." ‹kinci Akabe bîat›nda nakîb yani mümessil olarak seçilenler flunlard›r: 1– Üseyd b. Hudayr, Medîne'nin ulular›ndand›r, babas› Buas harbinde kumandan idi. 2– Ebu'l-Heysem b. Teyyihan 3– Sa'd b. Hayseme, Bedir harbinde flehid oldu. 4– Es'ad b. Zürâre, birinci Akabe bîat› reisidir. Ensâr'a imaml›k ederdi. 5– Sa'd ‹bn-i Rebi', Uhud harbinde flehid düflmüfltür. 6– Abdullah b. Revâha, ma'ruf bir flairdir. Mu'te harbinde flehid olmufltur. 7– Sa'd ibn-i Ubade, Peygamberimizin irtihalinde hilafet meselesini bahis mevzuu eden bu zatt›r. 8– Münzir b. Amr, Bi'r-i Maûne'de flehid olanlardand›r. 9– Berâ' b. Ma'rûr, Akabe bîat› esnas›nda ensar›n sözcüsü idi. 10– Abdullah b. Amr, Uhud harbi flehitlerindendir. 11– Ubâde b. Sâmit, Ashab-› kiramdan meflhur bir zatt›r, bir çok hadis-i flerif rivayet eder. 12– Râfi' b. Mâlik, Uhud harbinde flehid olmufltur. Bu nakiblerin her biri birer kabile reisi ve onlar›n önderi idiler. Bunun mânâs› 12 kabilenin ‹slâmiyeti kabul etmesi demekti. 180 Bu bîat gecenin karanl›¤› içinde, Akabe mevkiinde, herkesin gözünden uzak tenha bir yerde cereyân etmiflti. Oradakiler Allah'tan baflka kendilerini gören olmad›¤›n› kaani idiler. Fakat bîat tamam olur olmaz bir sesin ç›nl›yarak gecenin sükûnetini y›rtt›¤› duyuldu: "Ey Kureyfl, Muhammed ile atalar›n›n dininden ç›kanlar, sizinle dö¤üflmek için andlaflma yapt›lar!" Bu ses nereden geliyordu? Gecenin karanl›¤›nda mütecessis gözlerle orada dolaflan kimdi? Bu bir fleytan m›yd›? Bu, h›rs›zl›k kasd› ile oralarda dolaflan bir insan fleytan›yd›. Burada bir kalabal›k görmüfl, mütecessis gözleriyle oras›n› kollam›fl, uzaktan kula¤›na birtak›m sözler çal›nm›fl, fakat tamam›n› anlayamam›fl, iflin mahiyetini kavrayamam›fl, bir fleyler sezmifl ve bu ifli bozmak istemiflti. Fakat Evs ile Hazrec verdikleri sözü erkekcesine tuttular. O kadar ki, Abbas b. Ubade bu casusun sözlerini iflittikten sonra Hazret-i Peygamber'e: – Seni Hak ile gönderen Allah nam›na and içerim ki, istersen sabah olur olmaz k›l›çlar›m›z› k›n›ndan s›y›r›r ve üzerlerine sald›r›r›z, demiflti. Hazret-i Peygamber: – Hay›r hay›r, dedi. Bize böyle bir fley emir olunmad›. Hepiniz yerlerinize dönünüz. Bunun üzerine hepsi yerlerine dönerek rahat rahat uykuya dald›lar. Sabahleyin uyan›nca anlad›lar ki, Kureyfl iflin fark›na varm›fl, geceki olay etrafa yay›lm›fl. KUREYfi'‹N TELAfiI (3) Kureyfl, Medînelilerle Hazret-i Peygamber aras›nda yap›lan bu kuvvetli andlaflmay› o geceki casuslar›n›n sözlerinden duymufltu. Fakat, bu ifl onlar için karanl›k kalm›flt›. Bizzat câsuslar› bile iflin mâhiyetini anlayamam›flt›. Kureyfl, bir ip ucu yakalar›z ümidiyle flirkte kardeflleri olan Medîneli putperestlere bafl vurdular. Onlardan geceki hâdise ve müzâkereler hakk›nda ma'lûmat almak istediler. Bittabi onlar›n böyle bir fleyden haberleri yoktu. Yemin ederek: Böyle bir fley olmad›, dediler. Mekke müflrikleri de putperest arkadafllar›n›n bu sözlerini tasdik ederek inand›lar. Müslümanlara gelince, onlar bu hususta sükût etmeyi hay›rl› buldular, müsbet veya menfî hiçbir fley söylememek hepsinden iyi idi. Medîneli putperestlerin cevâb› onlar› müflkül durumdan k›smen kurtard›. Kureyfl, iflin hakîkat›n› ö¤reninceye kadar Medîneliler yüklerini top(3) ‹bn-i Esîr, El-Kâmil; M. Hüseyin Heykel Pafla, Hayat-› Muhammed. 181 lay›p memleketlerine do¤ru yolland›lar. Onlar gittikten sonra Kureyfl olup bitenleri ö¤rendi ve hemen onlar›n peflinden kofltu fakat Medîneliler çoktan o civardan uzaklaflm›fllard›. Ancak içlerinden Sa'd ibn-i Ubâde'yi yakalayabildiler. Onu al›p Mekke'ye getirdiler ve ona ezâ, cefâ etmeye bafllad›lar. Fakat Cübeyr ibn-Mut'im b. Adiy ve Hâris b. Ümeyye onu himâyelerine al›p kurtard›lar. Çünkü onlar Sûriye'ye ticârete giderken Medîne'ye u¤rad›klar›nda Sa'd onlar› himâye ve misâfir ederdi. Kureyfl, telâfl etmekte hakl› idi. Çünkü onüç senedir müslümanlara neler etmemifllerdi! Bir gün gelip onlar›n hesâb›n› verecekleri flüphesizdi. O günlerin yaklaflmakta oldu¤unu seziyorlard›. Bu dünyâda kimsenin yapt›¤› yan›na kalmaz, eden bulur. Kureyfl kimsesiz Müslümanlara sald›rm›fl, ezâ ve cefâ etmifl, zavall› kad›nlar›n kan›na girmifl, Müslümanlar› fii'b-i Ebî-Tâlib'te abluka alt›na alarak onlar› aç, susuz b›rakm›flt›. ‹htiyar analar›n, memedeki çocuklar›n feryâd ü fîgan›na bakmam›flt›, mazlumlar›n âh› göklere yükselmiflti. Kureyfl bunlar› biliyordu. Onunu için hesaplaflmaktan, hesap gününden korkarak telâfl ediyorlard›. Yap›lan bu yeni andlaflma Müslümanlar›n önünde yepyeni bir sâha açt›. Akîdelerini serbestçe izhâr edebilecekler, dinlerini korkmadan ve çekinmeden neflredebileceklerdi. Medîneli Evs ve Hazrec kabîleleri halk›, onlara â¤ûflunu açm›fl, yard›m va'detmiflti. Müslümanl›k orada bütün fla'flaas›yla parlama¤a namzetti. Müflrikler ‹slâmiyet'in bu yeni hareketini durdurmak için düflünür ve Medîne'de kuvvetlenmesinin önüne geçmiye çal›fl›rken, Hazret-i Peygamber de bu yeni ‹slâm muhîtinin bir an evvel ‹slâm merkezi hâline gelmesini sa¤lama¤a u¤rafl›yordu. Bu yeni durum ‹slâmiyet için çok nâzik bir hal alm›flt›. Ölüm, kal›m mes'elesi denebilirdi. E¤er ifller yolunda gider de bu yeni harekette muvaffak olunursa, ‹slâm muzaffer oldu demekti. Allah'›n dîni yer yüzüne mübârek ›fl›klar›n› salacak, befleriyetin yolunu ayd›nlatacakt›. Aksi takdirde ise, befleriyeti kaplayan zulüm ve zulmet bulutlar› parçalanm›yacak, hakîkat günefli parlamayacak, insanl›k karanl›k ve cehâlet içinde bunal›p kalacakt›. Allah, sad›k olanlardan yard›m›n› esirgemez. Öyle ise, Allah'a ba¤lanarak onun yard›m›na güvenerek tutulan bu yeni yolda devam laz›m geliyordu. Hazret-i Muhammed, Müslümanlar› Medîneye nakil iflini çok tedbirli hareket ederek, en ince plânlar dairesinde haz›rlad›. ‹kinci Akabe bîat› Zilhicce ay›nda yap›lm›flt›. Ashab-› kiram birer ikifler Medîne'nin yolunu tuttular. Kureyfl'in nazar-› dikkatini celb etmemek için kitle halinde hicret etmekten çekindiler. Fakat Kureyfl, yine de iflin fark›na vard› ve neticeleri düflünmekten geri kalmad›. Hicret edenlere mani olmaya kalk›flt›. Zilhicce'nin son günlerinde, Muharrem ve Safer aylar›nda Mekke'deki müslümanlar›n büyük bir k›sm› 182 yolunu bulup Medîne'ye hicret ettiler. Ancak yol tedarikini göremiyecek kadar yoksul olanlar, yolculuk yapm›ya tâkati olmayanlar kald›. Mekkelilerden Medîne'ye ilk hicret eden, Ebû-Seleme b. Abdü'lEseddir. SonraÂmir b. Rabîa kar›s›yla birlikte hicret etmifl, onlar›n arkas›ndan Abdullah b. Cahfl bütün ailesi efrad›yla, ev kapamaca Medîne'ye göç etmifltir. Kureyfl, müslümanlar›n Medîne'ye hicretlerine mani olmak için her çareye bafl vuruyordu. Bir k›sm›n›, ellerinden kaç›rmak istemediklerinden salm›yorlard›. Kar› ile koca aras›na girerek onlar› birbirinden ay›r›yorlard›. Kureyfl'ten olan kad›nlar›n, kocalar› ile birlikte hicret etmelerine müsaade etmiyorlard›. Bir çok aileleri bu yüzden periflan b›rakm›fllard›r. Hazret-i Osman, arkas›ndan Hazret-i Ömer de hicret etmifllerdir. Hazret-i Ömer'in hicret edifli baflkalar›na pek benzemez. Herkes gizlice ana baba yurdunu terk ederek Medîne'ye hicret ederken o, hicret edece¤ini saklamaya hiç lüzum görmeksizin k›l›c›n› kufland›, Kâ'be'yi tavaf etti ve orada bulunan müflriklere, Kureyfl'in elebafl›lar›na: – ‹flte ben de, dinimi korumak için Allah u¤runda hicret ediyorum, kar›s›n› dul, çocuklar›n› öksüz b›rakmak isteyen flu vadide önüme ç›ks›n, dedi ve güpegündüz yola ç›kt›. N‹Ç‹N H‹CRET ED‹YORLARDI? Bu adamlar niçin hicret ediyorlard›? Mal, mülk, ev, bark ne varsa, hepsini geride b›rakarak ana baba yurdundan ç›k›p gurbet ellerine niye gidiyorlard›? Bu sorular›n cevab›n› kavrayabilmek, insanl›¤›n manas›n› anlamak demektir. Bu insanlar hürriyet ar›yorlard›: Akîde, vicdan hürriyeti. Mekke'de yaflama haklar›na sahip de¤ildiler. Mekkeliler onlar› tazyik alt›nda bo¤mak istiyorlar, en mukaddes varl›klar›na, iman ve akidelerine sald›r›yorlard›. Onlara hayat hakk›, vicdan hürriyeti tan›m›yorlard›. ‹man ve akide ise her fleyden azizdir. Din u¤runda her fleyden, mal, mülk ne varsa hepsinden vazgeçtiler. Gözleri arkalar›nda kalm›yordu. Hür ufuklara do¤ru aç›l›p giderken, rehberleri imân nûru oldu¤undan yüzlerinde parlak bir ümidin tatl› ›fl›klar› beliriyor ve güle güle gidiyorlard›. Bask› alt›nda yaflamak canlar›na tak demiflti. Tedhifl ve zulüm alt›nda yaflamak insan› ezer, can›ndan bezdirir, derin bir kasvet içinde çürür gider. ‹nsan böyle bir yerde düflünme kabiliyetini bile kaybeder. Düflünmekten bile korkar ve çekinir olur. Vak›a fikirler cebir ve fliddetle öldürülemez, fakat sindirilir. Müflrikler iflte müslümanlar hakk›nda bunu yap›yorlard›. Böyle bir yerde yaflamaktansa göçmek daha evlad›r. Habefl'e hicreti de böyle, bu zaruretle olmufltu. Zulümden kurtularak hür yaflamak için flimdi de daha müsait bulduklar› 183 Medîne'ye can at›yorlard›. Esâsen Medîne onlara aguflunu açm›fl bekliyordu. Onlar› tatl› tebessümlerle karfl›layacakt›. Vak›a Mekke onlar›n ana baba oca¤› idi. Orada do¤mufllar, orada büyümüfllerdi. Vücutlar› oran›n topra¤›ndan yo¤rulmufltu. Yine orada ölüp vatan›n topra¤›na kar›flmak hofl bir fleydi. Fakat "Rabbimiz bir tek Allah't›r" dedikleri için müflrikler onlara her türlü ezâ ve cefây› revâ görüyorlard›. Medîne'ye hicretin sâiki bunlard›r. Mekke'de, böyle hicret vas›tas›ndan mahrum olanlarla, bizzat Peygamber Efendimizin kendileri ve bir de Ebû Bekir Hazretleri kalm›flt›. O da Hazret-i Peygamber'e müracaat ederek hicret arzusunu izhar etmiflti. Peygamber'imiz ona: – Acele etme, bakal›m, belki, Allah sana bir arkadafl verir, dedi. Kureyfl, Hazret-i Muhammed'in ne fikirde oldu¤unu bilmiyordu. Müslümanlar Habefl'e hicret ederken O hicret etmemiflti. Acaba yine öyle mi yapacakt›? Ashab› hicret ederek kendisi Mekke'de mi kalacakt›? Yoksa O da Medîne'ye müslümanlar›n aras›na gidip dini neflir için oras›n› kendine merkez mi ittihaz edecekti? Bu hususta kimse bir fley bilmiyordu. Hazret-i Peygamber'in en yak›n ve samimi ahbab›, yar-› can› olan Ebû Bekir'e bile bu hususta sarih bir fley söylememiflti. Ufak imâlarla iktifa ediyordu. DÂRÜ'N-NEDVE'N‹N KORKUNÇ KARARI Fakat ne de olsa müflrikler, müslümanlar›n Medînede ço¤almas›ndan son derece telafl içinde idiler. Medîne onlar›n ticaret yolunun üzerinde idi. Sûriye'ye yapt›klar› ticaret kervanlar› oradan geçiyordu. Medîne, kuvvetli bir ‹slâm merkezi haline geliyordu. Bunun sonu müflriklerin aleyhine ç›kaca¤› flüphesizdi. Eskiden müslümanlar› fii'b-i Ebî-Tâlib'de abluka edebiliyorlard›, fakat flimdi onlar› ellerinden kaç›rm›fllard›. Lakin ‹slâm hareketinin bafl›nda bulunan Peygamber henüz Mekke'de idi. Bir de Onu ellerinden kaç›r›rlarsa, bittikleri gündü. Fakat ne yapmal› idi? Hazret-i Muhammed'i Mekke'de muhafaza alt›nda bulundurmak, Onun Medîne'ye gidip müslümanlar›n bafl›na geçmesine mani olmak, Onun hicretine müsaade etmemek, iflte bu olabilirdi. Fakat Medîne'dekiler Peygamberlerini kurtarmak için Mekke'ye hücûm edebilirlerdi Mekkeliler, Medîne'lilerin misliyle mukaabelesinden korkarak kat'i karar veremediler. Nihayet en kötü ve korkunç bir fley düflündüler: ‹fli kökünden halletmek, ‹slâm cereyan›n›n kayna¤›n› kurutmak. Bu da Hazreti Muhammed'i ortadan kald›rmakla olacakt›. ‹flte bu hain maksadla Dârü'nNedve'de mühim bir toplant› akdettiler ve bu meseleyi ortaya at›p tart›flma yapt›lar. 184 ‹çlerinden bir k›sm›; Onu zincire ba¤lay›p zindana atal›m, dedi. Araplar›n böyle fleyler yapt›klar› vaki idi. Mesela: Züheyr ve Nâbiga gibi flairlerin bafl›na böyle haller gelmiflti. Yeni fikirleri öldürmek için Araplar bu vas›taya bafl vuruyordu. Fakat bu defa bu fikir kabul edilmedi. Baz›lar›: Onu aram›zdan ç›kar›p sürgün edelim, Arabistan›n ›ss›z bir çölüne atarak göz hapsine alal›m, dediler. Lakin bu da uygun görülmedi. Çünkü sürgünden kurtulup Medîne'ye giderek müslümanlar›n bafl›na geçmesi mümkündü. Onun için buna da yanaflmad›lar. Nihayet Ebû Cehil ortaya bir teklif att›: Onun vücudunu ortadan kald›rmak. Fakat kim öldürecekti? Çünkü Araplar›n kan gütme davas› vard›. Abd-i Menâf O¤ullar›, Hazret-i Muhammed'in kan davas›n› asla b›rakmazlard›. Bu ise düflman karfl›s›nda birlik olmalar› laz›m gelen Araplar› birbirine düflürür, düflman yapard›. Nihayet onun da bir kolay›n› buldular: Her kabîleden birer genç alacaklard›. Bunlar birden k›l›ç çal›p vuracakt›. Kimin darbesinden maktul düfltü¤ü belli olmayacakt›. Abd-i Menaf O¤ullar› böylelikle kan davas›na kalk›flamayacak, çaresiz diyete raz› olacakt›. Onlar da diyeti ödeyecekler; böylece mesele kapanacakt›! Onlar böyle düflündüler ve böyle kararlaflt›rd›lar. Adamlar›n› haz›rlay›p Muhammed'in evini abluka alt›na almak üzere faaliyete geçtiler. Onlar bu ifle art›k olmufl bitmifl nazariyle bak›yorlard›. Tevhid dininin nuru sönecek san›yorlard›. Halbuki, Allah'›n takdiri bambaflka zuhur edecekti. Hadisat behemehal takdir-i ilahî üzere vuku bulacakt›, fakat gafiller bunu hesaba katm›yorlard›. –––––––– oOo–––––––– 185 ONUNCU BÖLÜM HAZRET-‹ PEYGAMBER'‹N H‹CRET‹ (1) Kureyfl, Hazret-i Muhammed'in vücudunu ortadan kald›rmak için o korkunç karar› alm›flt›. Hazret-i Peygamber her fleyden haberdârd›. Vahy-i ‹lâhî nazil olarak keyfiyet bildirildi ve hicret etmesine izin verildi. Hicretten iki gün evvel bir ö¤le vakti Hazret-i Ebû Bekir'in evine gelerek: – Seninle bugün mühim bir ifl konuflaca¤›m, yan›m›zda kimse bulunmas›n, dedi. Ebû Bekir de: – Burada k›zlar›mdan baflka kimse yok, dedi. – Hicret için emr-i ilahî ald›m. – Senin refâkat›nla flereflenecek miyim, yâ Resûlallah? – Evet. Hazret-i Ebû Bekir'in bir kaç aydanberi bu gün için besledi¤i iki devesi vard›. Hemen birini Resûl-i Ekrem'e teklif etti. Fakat büyük Peygamber'imiz en yak›n dostunun, en samimi ahbab›n›n bile bar-› minneti alt›nda kalmak istemiyerek: – Kabul ediyorum, fakat bedelini te'diye flart›yla, dedi ve Hazret-i Ebû Bekir de devenin bedelini kabule mecbur kald›. Hicret için Allah'›n emrini telakki ettikten sonra bunu böylece Ebû Bekir'e müjdeledi ve iki arkadafl hicret haz›rl›¤›n› tamamlad›lar. Hazret-i Âifle'nin ablas› Esmâ, yolculuk için laz›m olan tedâriki gördü, yol az›¤›n› haz›rlad›. Burada hak ve akide u¤runda tarihin en büyük bir maceras› bafllamak (1) Sîret-i ‹bn-i Hiflâm; ‹bn-i Esîr, El-Kâmil; A. Cevdet, K›sas-› Enbiya. 187 üzere idi. Mukadderat nas›l tecelli edecekti? Onu Allah'tan baflka kimse bilmiyordu. Kureyfl'in, karar›n› tatbik için seçti¤i kaatil namzetleri, geceleri Peygamber'in hane-i saadetini muhasara edip çevirirlerdi. Araplarca bir adam› kendi evinin içinde öldürmek cebanetin, korkakl›¤›n en adisi say›ld›¤›ndan Peygamber evinden ç›ks›n diye bekliyorlar, evinden ç›k›nca hep birden vurmak istiyorlard›. Hicret akflam› da sular karar›rken evini çepçevre çevirdiler. Hazret-i Peygamber burada çok üstün bir buluflla onlar› oyalad›. Müflrikleri flafl›rtmak için çok güzel bir usul tatbik etti. Hazret-i Ali Efendimiz Onun yata¤›nda yatacak, Onun yeflil örtüsünü örtünecek, düflmanlar Onu karfl›dan öyle görünce uyuyor sanacak. Onlar, uyans›n da d›flar› ç›ks›n diye beklerken, O bu arada yerine yerleflecek. ‹flte hicretin ilk an› böyle çok parlak muvaffakiyetli bir plânla bafllar. Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ali'yi ça¤›rarak ona hicret etme karar›n› bildirdi ve düflmanlar› oyalamak için haz›rlad›¤› plân› anlatarak ona kendi yata¤›na yatmas›n› teklif etti. Tanr› arslan› bu tehlikeli ifli hiç tereddüt etmeden seve seve, canla baflla üzerine ald›. Korku nedir, telafl nedir bilmeyen o büyük insanlar, her fleyi so¤uk kanl›l›kla hallediyorlar, tedbirini ald›ktan sonra her fleyi Allah'a ›smarl›yorlard›. Her zaman oldu¤u gibi hicrette de Hazret-i Peygamber'in büyüklü¤ü tezahür etmektedir, bunun bir misali de fludur: Hazret-i Peygamber'in Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi can düflmanlar› bile Onun eminli¤inde asla flüphe etmezlerdi. Kavminin en emin zat› O idi. Gayet mûtemet oldu¤undan müslim ve müflrik birçok kimselerin en k›ymetli eflyas›, mücevherat› Onda emanet olarak mahfuz tutulurdu. Hakk›nda ölüm karar› varken, can› tehlikede iken bile O, kendi bafl›n›n kaygusuna düflerek bunlar› unutmad›, telafl eseri göstermedi. Vazifelerini büyük bir adama yak›fl›r bir liyakatla yapt›. Yedindeki emanetleri Hazret-i Ali'ye teslim ederek onlar› sahiplerine iade edip vermesini tenbih etti. Böylelikle en nazik anlarda bile vazifesini ihmal etmedi. Hayat›n›n her safhas›nda iflte böyle iyilik nümûnesi olarak insanlara ders verdi. Düflmanlar› evi sarm›fl bekliyordu. Hazret-i Peygamber, yata¤›na Hazret-i Ali'yi yat›rd›ktan sonra evden ç›kt› gitti. Onun ç›kmas›n› bekliyen sû-i kasdc›lar, kör gibi bakt›lar, fakat Onu ç›karken göremediler. Onlar yatakta birinin yatt›¤›n› gördükçe Muhammed'i bekliyoruz san›yorlard›. Halbuki, O çoktan aralar›ndan ç›km›fl gitmiflti. Gaafil düflmanlar›n›n aras›ndan ç›kt›ktan sonra, kendisine kimsenin bir zarar getirmiyece¤inden emin oldu¤undan, 188 hiç telafl etmeksizin Hazret-i Ebû Bekir'in evine gitti. Ebû bekir, hicret için haz›rlanm›flt›. Kimseye sezdirmemek için Hazret-i Ebû Bekir'in evinin arka penceresinden ç›kt›lar. Allah'a tevekkül ederek hicret yoluna koyuldular. ‹mân u¤runda en büyük mücadeleye at›ld›lar. Hazret-i Peygamber, Mekke'den ayr›l›rken flu tarihi sözleri söyledi: – Ey Mekke, bütün dünyada en çok sevdi¤im yer, senin topraklar›nd›r, fakat senin evlatlar›n, beni senin duvarlar›n aras›nda huzur içinde b›rakm›yorlar!... Mekke'nin cenûbunda birbuçuk saat mesafede Sevr da¤› vard›r. Bu iki flerefli yolcu o istikaamette gittiler. Düflmanlar› flafl›rtmak için bu en emin bir yoldu. Müflrikler, Hazret-i Peygamber'in Medîne'ye müslümanlar›n yan›na hicret edece¤ini beklediklerinden, böyle ters istikaamette, Yemen cihetine gidece¤ini hiç ak›llar›na bile getirmezlerdi. ‹flte Hazret-i Peygamber bu istikaamette giderek flaflk›n düflmanlar›n› hepten flafl›rtt›. Bir kiflinin, te'yid-i Rabbânîye mazhar olunca, koca bir flirk alay› ile nas›l oynad›¤›n› görüyoruz. Onlar›n beyinsiz kafalar›yla istihza edercesine onlar› flafl›rt›yordu. Hicretin bafllang›c›nda cereyan eden hadisat, müflriklerin kara yüzlerini topra¤a çalm›flt›r. Allah onlar› her ifllerinde öyle rezîl ü rüsvây etmifltir ki, az›c›k ak›llar› olsa, tarih muvacehesine ç›kacak yüzleri olmad›¤›n› anlarlar, bu onlar›n yüz karas›d›r. Hazret-i Peygamber'le Ebû Bekir, Sevr da¤›na giderek onun tepesine t›rmand›lar ve orada bir ma¤araya girip gizlendiler. Ebû Bekir'in o¤lu Abdullah, gündüzleri Kureyfl aras›nda dolafl›yor, geceleri onlara haber götürüyordu. O dönünce de Ebû Bekir'in kölesi Âmir b. Füheyre o civara koyunlar›n› sürüyor, hem Abdullah'›n izlerini örtüyor, hem de ma¤aradaki misafirlere süt veriyordu. Baz› tarihler, Hazret-i Ebû Bekir'in k›z› Esma'n›n onlara yemek götürdü¤ünü kaydederse de buna pek ihtimal verilemez. Birbuçuk saatlik bir mesafeye bir k›z›n yemek götürmesi bu flartlar içinde, biraz flüphelidir. Düflmanlar›n en ufak bir flüphesini bile uyand›racak her hareketten sak›nmak laz›md›. O¤lu Abdullah ile kölesi Âmir'in yapt›klar› kâfi idi. Bu ma¤arada üç gün kald›lar. Müflrikler, ellerindeki adam› kaç›rmayal›m diye her taraf› alt üst edercesine ar›yorlard›. Aramad›k yer, sormad›k kifli b›rakmad›lar. Kim Muhammed'i bulursa ona yüz deve bahflifl va'dettiler. Fakat nereye bafl vursalar bofl dönüyorlard›. Kureyfl'in eli sopal›, beli hançerli delikanl›lar› Muhammed'in izine düflmüfller, Onu ar›yorlard›. Bu aray›c› gürûhu bir aral›k onlar›n giz189 lendikleri ma¤aran›n civar›na geldiler. Orada rastlad›klar› bir çobana sordular. Çoban: – Ma¤arada olabilirler, fakat ben, oraya kimsenin girdi¤ini görmedim, dedi. D›flardaki bu konuflmalar, içerden iflidiliyordu. Baz›lar› ma¤aran›n a¤z›na kadar vard›lar, o derece sokulmufllard› ki, içerden onlar›n ayak sesleri duyuluyordu. Ebû Bekir, kendisi için de¤il, pek sevdi¤i Hazret-i Peygamber için endifle ediyordu. O kadar yaklaflm›fllard› ki, ayaklar›n›n dibine baksalar kendilerini göreceklerinden endifle içinde kalan Ebû Bekir: – Bizi görecekler, yâ Resûlallah, dedi. – Hazret-i Peygamber iman ve itmi'nan telkin eden bir sesle: – Mahzun olma, gam yeme, Allah bizimle beraberdir, dedi. Kur'an-› Kerim ma¤aradaki bu heyecanl› anlardan bahsederek Allah'›n onlara ma¤arada inayet-i Rabbaniyesinden nas›l sükûnet verdi¤ini, yard›m etti¤ini anlat›r. fiüphesiz ki, ma¤arada onlar› koruyan ‹lahî mukadderatt›r. Yoksa her taraf› arayan müflriklerin, ma¤araya kadar gelmiflken içeri girmemeleri ne ile izâh edilebilir? ÜÇ MU'C‹ZE Müflrikler, Hazret-i Peygamber'i ararken ma¤aran›n a¤z›na kadar geldikleri vakit içlerinden biri içeri girip aramak istedi. O zaman Ümeyye b. Halef içeri girmek isteyene: – Orada ne iflin var? Akl›n› m› yitirdin? Baksana, orada Muhammed do¤madan önce örümcekler a¤ germifl, kufllar yuva tutmufl, diye hayk›rm›flt›. Ma¤aran›n a¤z›na örümcekler a¤ germifl, orada bir a¤aç bitmifl, dallar›na bir çift güvercin yuva yapm›fl. Siyer kitaplar›n›n rivayet etti¤i ⁄ar mu'cizesi bunlard›r. Müflteflriklerden Dermenghem, bu mu'cizeden bahsederken "Bu üç acîb fleyin benzerlerini hemen her gün yer yüzünde görmekteyiz." diyor. Fakat bir bak›fla tabii ve sâde görünen bu fleyler flüphesiz ki, birer mu'cizedir. Mu'cize denince behemehal göklerden atefl ya¤mas›, yerlerin yar›lmas› gibi fevkalade dehflet verici bir fley olmas› gerekmez. As›l îtibar neticeyedir. Nas›l ki kahramanl›k telakkisi de öyledir. En basit ve sade görünen bir fleyle de en büyük kahramanl›k kazan›labilir. Harplerde bunun misâli çoktur. Küçük fleyler büyük neticeler do¤urabilir. Tabii görünen bu acayib haller netice itibariyle büyük birer mu'cizedir, tarihin vechesini de¤ifltiren birer mu'cize ve bunlar›n tabii görünmesi, as›l mu'cize 190 bundad›r. Çünkü gayeye uygun olmas›, tabii görünmesini icab eder. Baflka türlü olsa müflrikler iflin fark›na varabilirlerdi. ‹lk bak›flta sade görünen Gâr mu'cizesi, tarihin en büyük hadiselerinden biridir. Zaten Hicret, bafltan bafla mu'cizelerle doludur. Siyer kitaplar›n›n küçük bir iflaretle iktifa ettikleri bu hadise incelendikce insan›n gözünde büyümektedir. Müflrikler, Hazret-i Peygamber'in evini çepçevre çevirmifller, elleri sopal›, belleri hançerli bir sürü delikanl› Onu beklerken O, aralar›ndan ç›k›p gidiyor da görmüyorlar. Baz› Siyer kitaplar›n›n dedi¤i gibi, Hazret-i Muhammed onlar›n üzerine bir avuç toprak serpmifl ve gözleri görmemifltir. Evet, onlar›n yüzüne serpilen hakaaret tozudur. Onlar zaten görmüyorlard›. Her taraf› aktar›yorlar, fakat, burunlar›n›n dibindeki adam› bulam›yorlard›. Çünkü kördüler. Kur'an-› Kerim'in haber verdi¤i gibi: "Kalbleri var, anlamaz; gözleri var, görmez; kulaklar› var, iflitmez." ‹flte müflriklerin hali budur. Müflriklerin zavall›l›¤›na bak›n ki, Ebû Cehil'leriyle Ebû Lebep'leriyle, koca bir flirk alay› ayaklanm›fl, gözlerinin önünde uyuyan adam› ellerinden kaç›rd›ktan sonra her taraf› aktar›yorlar, burunlar›n›n dibindeki ma¤arada üç gün, üç gece kal›yor, yine bulam›yorlar. Allah saklad›¤›n› saklar. Bunlar hep birer mu'cize de¤il de nedir? Müflriklerin kendilerini ta'kib edeceklerini çok iyi bildikleri halde, Mekke'nin dibindeki ma¤arada tam üç gün kalmak, bu ne demektir! Müflrikleri hâib ve hâsir b›rakan o ezelî kudrettir. Hicretin Mekke'de cereyan eden bu bir kaç günlük safhalar›, Hazret-i Muhammed'in azametini göstermeye kafîdir. ‹lâhî vahiy Ona her hususta delil olmufltur. Büyük Türk fiâiri Bâkî, Mevâbih-i Ledünniye tercümesinde Gâr mu'cizesini flöyle anlat›r: "Ma¤aran›n içine girdikleri vakit Hak Teâlâ'n›n emriyle ma¤ara kap›s›n›n önüne bir çift güvercin gelip yumurta b›rakt›lar. Örümcek dahi kap›n›n a¤z›na a¤›n kurdu. Kureyfl'in bedbahtlar› silah ve ›fl›klarla da¤›n her taraf›n› dolafl›p ma¤ara kapusuna geldiler. Yumurtalar›yla güvercinleri ve örümce¤i gördüler. Buraya âdem girmifle benzemez, dediler. Birisi eyitti: Hele bir kere içeri girip bakal›m, belki bunda olalar. Ümeyye b. Halef dedikleri mel'un eyitti: Görmez misiniz? Bunda Muhammed do¤mazdan evvel örümcekler yuva yapm›fl ve güvercinler yumurtlam›fl. Ma¤ara kapusunda bu haletler varken içeri girip yoklama¤› hamakat addedüp hiçbir kimse girmeye ikdam edemedi, dönüp gittiler" (2) Kureyfl'in -öldürmek için- Hazret-i Muhammed'i takibinden ve ⁄ar hadisesinden Kur'an-› Kerim flöyle bahseder: (2) Mevâhib-i Ledünniye C. I.: 58. 191 "Hani bir vakitler o kafirler sana karfl› türlü hileler kuruyordu. Seni tutup ba¤lamak, seni öldürmek, yahud yurdundan ç›karmak için sû-i kast haz›rl›yorlard›. Allah da onlar›n mekir ve hilelerini kendi bafllar›na çald›. Onlar›n planlar›n› altüst etti. Zira Cenab-› Hak, tuzakç›lar›n flerlerini izale edip onlara hadlerini bildirir."(3) "Siz ona yard›m etmezseniz, Allah o peygamberine yard›m eder. Bak›n›z ona nas›l yard›m etti, kafirler onu yurdundan ç›kard›klar› zaman ikisi o ma¤arada bulunduklar› s›rada, o lahzada arkadafl›na: üzülme, mahzun olma, Allah bizimle beraberdir, diyordu. Allah da derhal ona itmi'nan verdi. Onu görmedi¤iniz orduyla teyid etti. Kafirlerin sözünü alçaltt›, yere çald›. Allah'›n kelimesi ise en yücedir." (4) Hicret hadisesinde her bak›mdan Hazret-i Muhammed'in büyüklü¤ünü görmekteyiz. O, denizde kazaya u¤rayan bir geminin kaptan› gibi, evvela bütün müslümanlar› Mekke'nin tazyikli muhitinden kurtar›p Medîne'ye nakletti. Kendisi en sonraya kald›. Müslümanlar› geriye b›rak›p herkesten önce pek ala Medîne'ye gidebilirdi. Bu Onun için pek kolayd›. Fakat bunu yapmad›. Medîneliler Onu hasretle bekliyordu. Büyük Peygamber hak ve hakîkat u¤runda her fedakarl›¤› göze ald›. Tehlikelere gö¤üs gerdi... Hayat› bahas›na müflriklerin aras›nda kald›. Mekke'de kalmak, tehlikenin içinde durmak demekti. Fakat O, bunu da göze ald›. Biliyordu ki, Cenab-› Hak Onu düflmanlar›n›n elinden kurtar›p Medîne'ye iletecektir. Ma¤arada üç gün, üç gece kald›ktan sonra, takibat›n biraz gevflemifl oldu¤una kanaat getirdiler. Çünkü, düflmanlar›, bu üç gün zarf›nda Mekke civar›nda kalabileceklerine ihtimal vermiyorlar, her halde buralardan uzaklaflt›lar zann›n› besliyorlard›. Ebû Bekir'in o¤lu Abdullah'›n getirdi¤i haberlerden bu anlafl›l›yordu. Buraya kadar gayet ustaca, flafl›rtmaçl› flekilde devam eden hareket tarz›, bundan böyle de Allah'›n inayeti ile ayn› muvaffakiyetle devam edecektir. Develer getirildi. Hazret-i Peygamber ile Hazret-i Ebû Bekir, bu iki hicret arkadafl›, Yar-› ⁄ar develerine bindiler. Ebû Bekir'in k›z› Esmâ onlara yol az›¤› tedarik etmiflti. Getirdi¤i yeme¤i ve suyu develere asmak için bir fley bulamad›. Derhal belinden kemerini ç›kard›, onu y›rtt›. Bir parças› ile yiyecek ç›k›n›n› ve su kab›n› deveye ast›, di¤erini de beline dolad›. Bundan dolay› Esmâ'ya Zâtü'n-Nitâkayn "=çift kemerli" (3) Enfâl sûresi, âyet: 3. (4) Tevbe sûresi, âyet: 40. 192 denir. Zira Hazret-i Peygamber, kendisine Âhirette, cennette bunun mükafat›n› görece¤ini müjdelemifltir. Abdullah b. Üreyk›t'›n k›lavuzlu¤u ile yolculu¤a bafllad›lar. Abdullah, müflriklerden oldu¤u halde, ücret mukaabili hizmet yaparak yol gösteriyordu. Çölü iyi tan›rd›. Yolda da flafl›rtmaçl› bir istikaamet takib ettiler. Medîne'ye do¤ru herkesin gitti¤i yoldan baflka bir yol tuttular. Evvela cenup istikaametinde K›z›l Denize yak›n, Tehâme'ye do¤ru gittiler. Sonra flimale döndüler. K›z›l Deniz sahilinden uzak, çöl içinden sahile muvazi olarak gidiyorlard›. Bütün geceyi ve gündüzün büyük bir k›sm›n› develerin üzerinde geçirdiler ve çöllere dalarak yol ald›lar. K›zg›n güneflin alt›nda yorgunlu¤a ehemmiyet vermeden gidiyorlard›. Bir an evvel Medîne'ye ulafl›p arkadafllar›na kavuflmak için can at›yorlard›. Yirmi dört saata yak›n bir yolculuktan sonra, s›caktan bunal›p bitab kalm›fllard›. Develerinden inip biraz istirahat ettiler. Biraz süt içtiler. Fakat yürünecek yol, daha uzundu. Yollar›na devam etmek gerekiyordu. Art›k günefl ufka do¤ru iniyordu... SÜRÂKA'NIN ATI SÜRÇÜNCE Mekke'liler, Hazret-i Peygamber'i kim bulup ölü diri yakalarsa, ona yüz deve vadetmifltiler. Bu büyük bahflifli almak için, kendine güvenen nice kimseler Onu takibe koyulmufltu. Pehlivan yap›l› bir adam olan Sürâka b. Cu'flum nam›ndaki yi¤it, bu mükafâta tama ederek Peygamber'in izini takib etmifl, onlar›n pefline düflmüfltü. ‹stirahat için konduklar› bir s›rada arkadan yetiflti. Süraka'n›n at› yorulmufltu. Onlara yetiflmek üzere at›n› fliddetle mahmuzlay›nca aya¤› sürçtü. Suraka yere yuvarland›. Okunu alarak arap adetince fal›na bakt›, fal fenâ idi. Fakat bu anda yüz develik mükafât gözünün önüne gelince, var kuvvetiyle at›n› mahmuzlayarak ileri at›lmak istedi ise de at›n›n ayaklar› kuma gömüldü. At kendini alamad›, bocalama¤a bafllad›, bocalad›kca bat›yordu. Suraka, görünmez bir kuvvetin kendisini çekti¤ini hisseder gibi oldu. Saatlerce arkalar›ndan koflmufltu. Tam yetiflece¤i s›rada at› sürçmüfl, yere yuvarlanm›flt›. Tekrar toparlan›p ileri at›l›nca bu defa da at›n›n ayaklar› kuma batm›flt›. Her halde bu iflte bir fevkaladelik oldu¤una inanm›flt›. Bütün bunlar› gözüyle gördükten sonra baflka türlü düflünme¤e ihtimal kalmam›flt›. Bu hal karfl›s›nda Süraka'n›n akl› bafl›na gelmifl, yapt›klar›na piflman olmufl, Peygamber'imize do¤ru gelerek: Benden size asla zarar gelmez deyip kendisini affetmesi için yalvarma¤a bafllam›flt›. Hazret-i Peygamber'in hayat›nda her ad›m böyle muvaffak›yetle neticeleniyor, Onun düflmanlar› ma¤lub olarak Ona yalvar›yorlard›. Burada da Onu yakalamaya gelen kimse, tam yetiflti¤i s›rada Onu yakalayaca¤› yerde, aman 193 beni affet, diye kendisine yalvard›¤›n› görüyoruz. Bunlar hep tesadüf eseri mi? Süraka ‹slâmiyet'in parlak istikbalini de burada anlam›flt›r. Hazret-i Peygamber'den kendisine bir emannâme, bir ferman verilmesini istedi. Bu ferman kendisine verildi. Süraka sonra müslüman olmufl, ‹ran›n fethi s›ras›nda orduda bulunmufltur. Süraka, emannameyi al›nca hemen geri dönmüfl, bu defa baflka bir vazife görmüfltür. Arkadan gelen takibçileri geri çevirmifltir. Buralar›n› ben arad›m, yok, demifltir. Ne garip tecellidir ki, bir kaç dakika evvel dolu dizgin Hazret-i Muhammed'i yakalama¤a koflan Süraka flimdi bu ifle engel oluyordu. Az evvel kendisi takipçi oldu¤u halde, flimdi takib edicileri geri çeviriyordu. Denildi¤ine göre Ebû Cehil, sonralar› Suraka'n›n bu hareketiyle alay ederek onu ay›plam›fl, o da: – E¤er at›m›n nas›l kuma bat›p sapland›¤›n› görseydin, derhal Muhammed'in peygamberli¤ini sen de tasdik ederek Ona inan›rd›n, diye cevap vermifl. ÇÖLLER‹N ORTASINDA Süraka geri döndükten sonra dünyan›n en büyük iki adam›n› Mekke'den Medîne'ye nakleden bu küçük kaafile, yine k›zg›n çöllerin enginli¤ine dald›. Gökten alev ya¤›yor, k›zg›n kumlardan k›v›lc›mlar f›flk›r›yordu. Her taraf› saran alev dalgalar› çölü yak›p kavuruyordu. Hazret-i Peygamber Yâr-› gar›yle vadilere dalarak, da¤lara t›rmanarak gidiyordu. Sahra sefineleri olan develerin s›rt›nda yedi gün, yedi gece bu alev deryas›nda yüzdüler. Fakat, su yüzü görmediler, su yerine k›zg›n çöllerin alevini içtiler. Akflam olunca hava biraz serinliyordu. Gece serin rüzgar esme¤e bafll›yor, onlar da çöllerde ilerliyorlard›. Gökte parlayan y›ld›zlar, onlar›n yoluna ›fl›k serpiyordu. ‹nsanlara nûr ve iman getiren büyük Peygamber, mukadderat›n çizdi¤i yoldan Medîne'ye do¤ru gidiyordu. Gecenin karanl›¤›, gündüzün s›ca¤› demeden hak ve hakîkat yolcusu yürüyordu. Bütün bir tarih Onun yolu boyunca serilmifl, bütün gözler Ona çevrilmifl, hakka ve nûra afl›k insanlar Onu gözlüyordu. O da onlara do¤ru gidiyordu. Mekke'den Medîne'ye giderken bu hicret yolunda flu Âyet-i Kerime nazil oldu. "Sana Kur'an'›n tebli¤ini ve Onunla ameli farz eden Allah, muhakkak ki seni Mekke'ye iade edecektir." (5) (5) Kasas sûresi, âyet: 85. 194 Peygamber'imizin Mekke'den ç›k›p Medîne'ye hareket etti¤ini haber alan Medîneliler Onun yolunu dört gözle bekliyorlard›. Medîne halk› her sabah flehrin d›fl›na ç›k›p ö¤leye kadar yollara bakarlard›. Ö¤le s›ca¤› bas›p etraf alevler içinde kal›nca, bu s›cakta art›k gelmez, diye beklemekten vazgeçerlerdi. Bir gün yine flehre dönerken, bir kalenin tepesinde duran bir yahudî k›z› ilk müjdeyi verdi: – Bekledi¤iniz, yolunu gözledi¤iniz geliyor, dedi. Bu haber bir y›ld›r›m süratiyle halk aras›na yay›ld›. fiehir bafltan bafla sevinç ile çalkand›. Herkes flehrin kenar›na koflup gözlerini ufka çevirdi. Uzaktan beyaz elbiseler içinde iki yolcu göründü. Bu elbiseleri, Suriye'den ticaretten avdet eden Zübeyr, yolda rastlad›¤› zaman onlara hediye etmiflti. Medîne'ye bir saat mesafede Âliye'de Kubâ nâm› verilen bir yer vard›r. Medîne'nin ileri gelenleri, Ensar›n bir çok aileleri burada yaflarlar, Gülsüm b. Hedm'in riyasetinde bulundu¤u Amr b. Avf ailesi buran›n en maruf sakinlerindendi. Hazret-i Peygamber buraya geldi¤inde bu aileler Onu tekbirlerle karfl›lad›lar. Yaz ortas›nda, yaz›n s›cak günlerinde k›zg›n çöllerde bir hafta süren yolculuk onlar› yormufltu. Burada istirahat etme¤i arzu buyurdular. Peygamberler kaafilesinin serdar›, iki cihan serveri burada Gülsüm b. Hedm'e misafir kald›lar, bu büyük misafiri konuklamak flerefi ona nasib imifl. Zaten Ashab-› Kiram'dan bir çoklar› bu aile nezdinde misafir olarak bulunuyordu. Ebû Ubeyde, M›kdâd, Habbâb, Süheyl, Safvân, Iyâd, Abdullah b. Mahzeme, Vehb b. Sa'd ve saire bunlar›n aras›nda idi. Hazret-i Peygamber'in Mekke'den hareketinden üç gün sonra Hazret-i Ali de yola ç›km›flt›. Bu yi¤it ve kahraman insan, tek bafl›na çölleri aflarak Kubâ'da Peygamber'imize yetiflti. Ölümü göze alarak Peygamber'in yata¤›na bir gül bahçesine girercesine giren bu mert ve fedâkâr gencin yürümekten ayaklar› kabarm›flt›. Peygamberimiz onu görünce yafllar›n› tutamad›. Gözlerinden boflanan yafllar içinde Hazret-i Ali'yi kucaklay›p öptü. Bu görüflme çok heyecanl› olmufltu. Nas›l ve hangi flartlar alt›nda ayr›lm›fllar, nerede buluflmufllard›! Allah'›n lutfu ne büyüktür. Peygamber'imiz, Kubâ'ya eriflince onüç y›ll›k ›zt›rap arkada kalm›fl oldu. Buraya Rebîü'l-Evvel ay›n›n bafllar›nda, 622 milâdî y›l›n›n 20 Eylülünde, bir Pazartesi günü ulaflt›. ‹bn-i Abbas flöyle demektedir:"Do¤umu Pazartesi günüdür, ilk peygamberlik Pazartesi geldi, hicret Pazartesidir, rûhu da Pazartesi kabzolunmufltur." 195 Hazret-i Peygamber'in, Kubâ'da ilk ifli, oran›n eflraf›ndan Gülsüm b. Hedm'in hurmalar›n› kuruttu¤u yerde bir mescid bina etmek olmufltur. Kur'an-› Kerim ‹slâmda ilk kurulan bu mescidden flöyle bahseder: "‹lk gününden takva temeli üzerine kurulan bu mescidde namaza durmak daha evlâd›r. Orada temizli¤i ve nezaheti pek seven insanlar vard›r. Allah da zaten temizlenenleri sever." (Tevbe Sûresi). Bu mescid infla olunurken Hazret-i Peygamber bir amele gibi çal›fl›rd›. En a¤›r tafllar› kald›rma¤a çal›fl›rken vücudu e¤ilirdi. Ashab-› kiram yan›na gelerek derin bir samimiyetle: – Sana can›m›z feda olsun, biz tafl›yal›m, yâ Resûlallah derler, O da onlar› k›rmaz, elindeki tafl› verir, fakat baflka bir tafl al›r, onlarla beraber çal›fl›rd›. Böyle içten gelen bir ifltiyakla sevgi ve sayg› ile bu ilk mescidi infla ettiler. fiair ve sahabi olan Abdullah b. Revaha, bu mescidin inflas›na ifltirak etmifl zevattand›r. O da bir amele gibi çal›fl›r, flark› ve na¤melerle yorgunluklar›n› gideren iflçiler gibi flu manadaki m›sralar› terennüm ediyordu: "Mescidin inflas›na ifltirak edenlere ne mutlu. Ayakta iken veya otururken Kur'an okuyanlara ne saadet. Gecelerini uykuya dal›p geçirmeyenlere ne büyük haz var." Peygamberimiz de bu na¤melerin ahengine ifltirak ederdi. Burada on günden fazla bir müddet ikaamet buyurduktan sonra Peygamber Efendimiz bir cuma günü Kubâ'dan hareket ederek Medîne'ye yolland›lar. Rânûna vadisinde Beni Sâlim mahallesinden geçerken günefl zevale gelmifl, ö¤le vakti olmufltu. Hazret-i Peygamber, Cuma namaz›n›n farz k›l›nd›¤›n› Ashab›na tebli¤ ederek burada ilk Cuma namaz›n› k›lm›fl ve güzel bir Hutbe okumufltur. Art›k, müflriklerin bask›s›ndan uzakt›lar, art›k namaz k›lmak, Allah'a ibadet etmek için tenha yerler arad›klar›, Kur'an okurken seslerini duyurmaktan çekindikleri günler arkada kalm›flt›. Art›k bir araya toplanmalar›na, büyük cemaat olmalar›na engel kalmam›flt›. Yepyeni bir devir bafll›yordu. ‹nfiratc›l›k bitmifl, cemiyet hayat› bafllam›flt›. Burada söylenen Hutbe çok önemli ta'limat› ihtiva etmektedir. Hutbenin hikmeti fler'iyyesi pek büyüktür. Halka din ve dünya ta'limat›n› bildirerek onlar› uyand›rmakt›r. Hazret-i Peygamber'in ilk cuma namaz›nda irad buyurduklar› o iki hutbeyi teberrüken naklediyoruz: 196 ‹SLÂM'DA ‹LK HUTBE Hazret-i Peygamber, Kubâ'dan Medîne'ye giderken Benî Salîm yurdunda ilk cuma namaz›n› k›ld›¤› zaman flu hutbeyi irad buyurmufllard›r. ‹slâmda ilk cuma hutbesi budur. Peygamber Efendimiz evvelâ Allahu Teâlâ'ya hamd ü senadan sonra flöyle buyurmufllard›r: "Ey mü'minler, ölmezden evvel Allah'a tevbe ediniz. Bir mani sizi iflgâl etmezken salih ameller iflleyerek Allah'a yak›nlafl›n›z. Biliniz ki, Allah flu günde, flu bulundu¤um makamda Cuma namaz›n› üzerinize farz k›lm›flt›r. Onu inkar etmek ve hakk›n› istihfâf eylemek sûretiyle terk eyleyen kimsenin Allah iki yakas›n› bir araya getirmesin ve ifllerini itmam etmesin. Tabii kendileri için adil veya zalim bir imam bulunupta Cuma k›lmak imkan› varsa, bilmifl olunuz ki, o kimsenin baflka namaz› yoktur. Tevbe edenler müstesnad›r. Çünkü her kim tevbe ederse, Cenâb-› Hak onun tevbesini kabul eder. "Ey nâs, sa¤l›¤›n›zda Ahiretiniz için tedarik görünüz. Muhakkak bilmifl olunuz ki, K›yamet gününde birinin bafl›na vurulacak ve çobans›z b›rakt›¤› koyunundan sorulacak. Sonra Cenâb-› Hak ona diyecek, ama nas›l diyecek. Tercümân› yok, perdedar› yok, bizzat diyecek ki: Sana benim peygamberim gelip tebli¤ etmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lûtf u ihsân ettim. Sen kendin için ne tedârik ettin? Dünyada iken Ahiretin için hangi hay›r ve hasenat›, hangi fazîleti yapt›n? O kimse dahi sa¤›na, soluna bakacak, bir fley göremiyecek, önüne bakacak, cehennemden baflka bir fley görmeyecek. Öyle ise her kim ki kendisini velev ki yar›m hurma ile olsun, ateflten kurtarabilecek ise hemen o hayr› ifllesin. Onu da bulamazsa, bari kelime-i tayyibe ile, güzel sözle kendisini kurtars›n. Gerçek müslüman, dilinden ve elinden baflkalar› zarar görmiyen kimsedir. Zira onunla, bir hayra on mislinden yediyüz misline kadar sevap verilir. Allah'›n selam ve rahmet ve berekat› üzerinize olsun." Birinci hutbeyi böylece tamamlad›ktan sonra ikinci hutbeye flöyle devam etti: "Allahu Teâlâ'ya hamd ü senalar olsun. O'na lay›k bir surette hamd eder ve Ondan yard›m isterim. Nefislerimizin flerrinden ve kötü amellerimizden Allah'a s›¤›n›r›z. Allah'›n hidayet etti¤ini kimse dalalete düflüremez. Allah'›n dalalete düflürdü¤üne de kimse hidayet veremez. Allah'tan baflka Tanr› olmad›¤›na ben flehâdet ederim. O, birdir, fleriki ve naziri yoktur. Kelam›n en güzeli Allah'›n Kitab›d›r. Kimin ki Allah kalbini Kur'an ile tezyin 197 ederse, kafir iken ‹slâm'a girip Kur'an'› di¤er sözlere tercih eylerse, iflte o kimse felah bulur. Do¤rusu Allah'›n Kitab›, sözlerin en güzeli ve en belî¤idir. Allah'›n sevdi¤ini seviniz. Allah'› can ü gönülden seviniz, Allah'›n kelam›ndan ve zikrinden asla usanmay›n›z. Allah kelam›ndan kalbinize asla kasvet gelmesin. Zira Allah Kelam›, her fleyin alas›n› ay›r›p seçer. Amellerin hay›rl›s›n› ve kullar›n güzidesi olan Peygamber'lerin ve k›ssalar›n iyisini zikreder. Helâl ve haram› beyan eyler. Art›k Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir fleyi flerik koflmay›n›z. Ondan hakk›yle sak›n›n›z. ‹yi ifller iflleyiniz. Sözünüz ve özünüz dahi Allah'a do¤ru olsun. Aran›zda Allah Kelam› ile sevifliniz. Muhakkak bilmelisiniz ki Allah, ahdini bozanlara, sözünden dönenlere gazab eder. Allah'›n selam› sizin üzerinize olsun." B‹R‹NC‹ C‹LD‹N SONU 198 ON B‹R‹NC‹ BÖLÜM MEDÎNE'DE COfiKUN TEZÂHÜRATLA KARfiILANIfi Resûl-i Ekrem, Kubâ'da Cum'a namaz›n› k›ld›ktan sonra yine devesine bindi ve Medîne'nin yolunu tuttu. Yolun iki taraf› istikbâl için ç›kan halkla doluydu. Akrabâs› olan Neccar o¤ullar› baflta olmak üzere bütün Medîne halk› âdetâ bir bayram sevinci içinde yüzüyordu. Büyük Peygamber'lerinin yüzünü görmek için sa¤l› sollu yolun iki taraf›n› alm›fllard›. ‹çten gelen bir sevgiyle tezâhürat yap›yorlar, O büyük insan› flân›na lây›k bir sûrette karfl›l›yorlard›. Kimse zorlamadan içten coflan bir sevgi ve sayg›yla onu karfl›lamaya kofluyorlard›. Medîne o güne kadar böyle heyecanl› ve canl› bir gün yaflamam›flt›. Peygamber Efendimiz geçerken sa¤dan soldan: Buyrun yâ Resûlallah, diye onu davet ediyorlar, Hofl geldin, safa geldin, diyerek iltifatta bulunuyorlard›. Peygamberimiz bu samîmi iltifatlara nâzikane mukaabele ediyor, herkesin sevgisini topluyordu. Mini mini masum yavrular, bayraml›k elbiselerini giymifller, flenlik yap›yorlar, Resûlullah geldi diye seviniyorlard›. Neccar o¤ullar›n›n k›zlar› ellerindeki defleri çalarak bir a¤›zdan: "Biz Neccarzâdelerin k›zlar›y›z. Muhammed'in komflulu¤u ne hofl komfluluktur." (1) diye terennüm ediyorlard›. Kad›nlar, Medîne evlerinin düz damlar›na ç›km›fllar, söylüyorlard›. O gün flu neflîde Medîne ufuklar›nda çalklan›yordu: flark›lar "Dolunay Vedâ da¤›n›n s›rtlar›ndan ç›k›p bize do¤du. Allah'a yalva- (1) ﻳﺎ ﺣﺒﺬا ﻣﺤﻤﺪًا ﻣﻦ ﺟﺎر ﻧﺤﻦ ﺟﻮار ﻣﻦ ﺑﻨﻰ اﻟﻨﺠﺎر 199 ran bulundukça bize de flükretmek borçtur. Ey bize gönderilen Peygamber, Sen itâat olunan emirle geldin." (2) Herkes büyük Peygamberi evine misafir etmek flerefine nâil olmak istiyor, devesinin yular›na sar›larak: "Buyurun Yâ Resûlâllah" diyordu. O ise gülümsüyerek: – B›rak›n›z onu kendi hâline, o, me'murdur" diyerek onlar›n gönüllerini hofl ediyordu. Deve evvelâ, Benî Neccâr'dan iki yetime âit bir arsaya çöktü ve hemen kalkt›. Hazret-i Peygamber sonra o arsay› sat›n alarak oraya Mescid-i Nebevî'yi ve Hâne-i Saâdetini bina etmifltir. Deve ikinci defa olarak çöktü ve boynunu uzatarak tatl› tatl› ba¤›rd›. Peygamberimiz: ‹nfla-Allah kona¤›m›z buras›d›r, diyerek devesinden indi. Buras› Neccar o¤ullar›ndan Hâlid b. Zeyd'in yani Ebû Eyyûbî Ensârî Hazretlerinin evine en yak›nd›. Hazret-i Peygamber onun misâfiri oldu. Ebû Eyyûbî Ensârî'nin iki kat bir evi vard›. Hazret-i Peygamber'i üst kata misâfir etmek istediyse de, Peygamber Efendimiz kendisini ziyârete gelenler çok olaca¤›n› ileri sürerek kimse rahats›z olmas›n diye, hâne sâbibinin devaml› ›srâr›na ra¤men, zemin katta ikaameti ihtiyar buyurmufllard›r. Mescid-i fierîfin yan›ndaki odalar, hucurât-› Saâdet yap›l›ncaya kadar birkaç ay bu evde misâfir kalm›fllard›r. ‹stanbul'da medfun bulunan Hazret-i Hâlid, peygamber Efendimiz'in day›lar› olan Neccar O¤ullar›ndand›r. ‹kinci Akabe bîat›nda o da bulunmufltu. Hazret-i Peygamber'e son derece i'zâz ve ikramda bulunmufltur. Bir def'a sâkin oldu¤u üst katta suyla dolu bir ibrik k›r›lm›flt›. ‹çindeki su tavandan afla¤›ya ak›p zemin kattakileri rahats›z etmesin diye hemen k›ymetli örtüsünü suyun üstüne atarak afla¤›ya s›zmas›na mâni olmufltur. HAZRET-‹ PEYGAMBER'‹N ‹LES‹N‹ GET‹RTMES‹ Hazret-i Peygamber'in kerîmelerinden Rukiyye daha önce zevci Hazret-i Osman'la birlikte Medîne'ye hicret etmifl bulunuyordu. Hazret-i Peygamber bu defa Medîne'ye vâs›l olunca kölesi Zeyd b. Hâris'le Ebû Râfi'i iki deve ve beflyüz dirhem mikdâr› bir mebla¤la Mekke'ye gönderip âilesini (2) ﻣﻦ ﺛﻨﻴﺎت اﻟﻮداع ﻣﺎ دﻋﻰ اﻟﻞّ داع ﺟﺌﺖ ﺑﺎﻻﻣﺮ اﳌﻄﺎع 200 ﻃﻠﻊ اﻟﺒﺪر ﻋﻠﻴﻨﺎ وﺟﺐ اﻟﺸﻜﺮ ﻋﻠﻴﻨﺎ اﻳﻬﺎ اﳌﺒﻌﻮث ﻓﻴﻨﺎ ald›rd›. Hazret-i Peygamber'in büyük kerîmesi Zeyneb'in kocas› Ebü'l-Âs b. Rebi' henüz müslüman olmad›¤›ndan kocas› onun hicret etmesine müsâade etmemiflti. Bu sebeble Zeyneb Mekke'den bu def'a ç›kamay›p geri kalm›flsa da sonra o da Medîne'ye gelecektir. Zeyd, Hazret-i Peygamber'in zevcesi Hazret-i Sevde ile küçük kerîmesi Hazret-i Fât›ma'y› alarak Medîne'ye getirmiflti. Zeyd b. Hâris ile birlikte Hazret-i Ebû Bekr'in o¤lu Abdullah da Ebû Bekir âilesini Medîne'ye getirmifl, böylece Hazret-i Peygamber'in müstakbel zevcesi olacak olan Hazret-i Âifle de Ebû Bekir âilesiyle Medîne'ye gelmifltir. MUHÂC‹RÎN VE ENSÂR Hazret-i Peygamber ve Mekkeli Müslümanlar, vatanlar›n› terk ederek Medinê'ye hicret ettiklerinde burada din kardeflleri olan Medîneliler taraf›ndan çok güzel karfl›land›lar. Tarihte böyle birbirine candan ba¤lanm›fl bu kadar içten karfl›lanm›fl insanlar› anlatan baflka bir hâdise tan›m›yoruz Din kardeflli¤i en s›cak ba¤d›r. Medîneliler Akabe bîat›nda verdikileri sözün eri olduklar›n› isbât etmifllerdir. Sözlerine sâd›k kald›lar, itimâda lây›k olduklar›n› gösterdiler. Evs ve Hazrec kabîleleri, gelen müslümanlar› ba¤›rlar›na basarak bar›nd›rd›lar, evlerine misâfir ald›lar, onlara yard›m ettiler, ekmeklerini paylaflt›lar, ifl buldular, mülklerinden yer verdiler, her yard›m› yapt›lar. Bunun için onlara Yard›mc›lar manâs›na Ensâr denildi. Din u¤runda vatanlar›n› terkedip yurtlar›ndan ayr›lanlara da Muhacirler denildi. Bu iki kelime mukaddes bir ›st›lah gibi hürmetle an›l›r. Gerek Muhâcirler, ve gerekse Ensâr, bu dîne nice hizmetlerde bulunmufllard›r. Allah cümlesinden râz› olsun. MEDÎNEL‹LER‹N ‹SLÂM‹YYETE SARILMASI ‹slâmiyyet, Medîne'de ümîdin fevkinde sür'atle yay›l›yordu. Hazret-i Peygamber hicret edip aralar›na gelir gelmez ‹slâmiyyet orada çok kuvvetlendi. Mekke müflrikleri putlar›ndan bir türlü ayr›lamazken Medîneliler putlar›n› kendi elleriyle k›r›yorlard›. Hattâ Medîneli bâz› gençler, yak›n akrabalar›n›n putlariyle alay etmiye bafllam›fllard›. Putperestlik onlar için alay mevzu olmufltu. Amr b. Camûh'un a¤açtan bir putu vard›. Ona menât ad›n› takm›flt›. Eflraf›n yapt›¤› gibi, o da onu evinde bulundurur, ona tapard›. Çünkü kendisi de selime o¤ullar› eflraf›ndand›. Bu kabîleden bâz› gençler, Müslüman olduktan sonra onun putunu tahrike bafllad›lar. Geceleri kimse görmeden o putu al›p Medîne kenar›na götürürler, orada Medîne halk›n›n 201 kazâ-› hâcet yapt›klar› çukurlardan birine baflafla¤› atarlard›. Amr, sabahleyin kalk›nca putunu yerinde göremez, onu arar, pislik içinde bulunca ba¤›r›r, ça¤›r›r, k›zar, köpürürdü. Yine putunu al›r, eliyle y›kay›p temizler, yerine getirip koyard›. Gençler bu alayl› hareketi tekrarlad›kça Amr büsbütün k›zar, çileden ç›kard›. En sonunda bafla ç›kamayaca¤›n› anlay›nca bir akflam putunun koluna k›l›c›n› ast› ve ona flöyle hitab etti: – "Sana k›l›c›m› veriyorum, gücün varsa kendini müdâfaa et." Sabah olunca putunu yine ayn› pislik çukurunda buldu, yan›nda bir de köpek lefli vard›. Bu i¤renç hâli görünce putlar›n hiçli¤ini, putperestli¤in ne kadar haysiyet k›r›c›, baya¤› bir fley oldu¤unu anlad› ve Müslüman oldu. ‹bn-i Esîr'in nakline göre, Hazret-i Ali hicrette Medîne'ye geldi¤inde dul bir kad›n›n evine misâfir olur. Bakar ki, bir adam her akflam ona bir fley getirip veriyor. Merâk edip sorar. Kad›n: – Bu gelen Sehl b. Hanif'tir. Benim kocam olmad›¤›n› biliyor, kabîlesinin putlar›n› k›r›p bana getirir ve: Senin odunun yoktur, al flunlar› yak, deyip bana verir, der. YEN‹ ‹SLÂM MERKEZ‹ MEDÎNE'DE ‹LK GÜNLER (*) Hazret-i Peygamber'in hicretiyle ‹slâm merkezi Mekke'den Medîne'ye nakledilmifl oldu. Ve ‹slâm günefli Mekke ufuklar›ndan bütün parlakl›¤›yle Medîne'ye intikal etti. Ensâr ve Muhacir'in bu yeni ‹slâm merkezinde el ele vererek ‹slâm'›n kuvvetlenmesi için her fedakârl›¤a katlan›yorlar, Peygamber'in etrâf›nda toplanarak yeni dinin kudsî esas ve ta'lîmât›na uyarak yeni bir nizam ve mes'ut bir hayat kuruyorlard›. Dînin talîmat›n› ö¤renmek için bir merkez laz›md›. Müslümanlar› bir araya toplayan en kudsî yer câmi'dir. Onun için Hazret-i Peygamber'in Medîne'ye hicretten sonra ilk ifli Mescid-i fierif'i binâ etmek olmufltur. MESC‹D-‹ fiERÎF'‹N ‹NfiÂSI Hazret-i Peygamber Medîne'ye girdi¤inde devesinin ilk çöktü¤ü hâlî arsa, Neccar o¤ullar›ndan Sehl ve Süheyl ad›nda iki yetîme aitti Hazreti Peygamber o arsay› sat›n ald›, bedelini Hâlid b. Zeyd verdi. Bu arsan›n üzerine Mescid-i fierif ve Hazret-i Peygamber'e âit odalar kurulmufltur. (*) ‹bn-i Esîr,Târîhül'-Kâmil, ‹bnü'l-Kayyim Cevzî, Zâdü'l-Meâd. 202 Mescid-i fierîf binâ olunurken Peygamber'imiz iflçi gibi çal›fl›rd›. Gerek Ensâr ve gerekse Muhâcirler canla baflla ifl görürler, tafl tafl›rken, kerpiç keserken fliirler terennüm ederlerdi. Hazret-i Peygamber de: "Yâ Rab, âhiretin hayr›ndan baflka hay›r yoktur. Yâ Rabbi, Ensar ve muhâcirleri yarl›¤ay›p ba¤›flla." derdi. Bu Mescid islâm sâdeli¤inin canl› bir misâliydi. Her nevi' süsten, ihtiflamdan âzâdeydi. Dört duvar› kerpiçtendi. Hurma a¤ac›ndan yap›lm›fl direkler üzerine hurma a¤ac›ndan bir tavan çat›lm›flt›. O zaman k›ble, Kudüs oldu¤undan kap›s› cenup taraf›ndan b›rak›lm›flt›. Sonra k›blenin kudüsten Kâbe'ye çevrilmesi üzerine mescidde de ta'dîlât yap›lm›fl, flimal taraf›ndan kap› aç›lm›fl, k›ble duvar› mihrab olmufltur. Zemin kuru ve toprakt›. Mescid yaln›z Yats› namaz› k›l›n›rken ayd›nlat›l›rd›. Sonradan tavan direklerine kandiller as›ld›. ‹flte Mescid-i Nebevî'nin ilk flekli ve tarz› böyle idi. Sonralar› müteaddit defalar tevsî edilerek ve yeniden pek muhteflem bir flekilde binâ olunarak bugünkü muhteflem halini alm›flt›r. Mescidin inflâs› bittikten sonra câmiye bitiflik odalar yap›ld›. Bu s›rada Hazret-i Peygamber'in taht-› nikah›nda Sevde ile Hazret-i Âifle bulundu¤undan bunlar için birer oda yap›ld›. Sonralar› Hazret-i Peygamber di¤er Ezvac-› Tâhiratla evlendikçe onlar için de birer oda yap›lm›flt›r. Bu odalar›n say›s› Hazret-i Peygamber'in zevceleri adedince dokuzdur. Bunlara Hucurât denir ve Kur'an-› Kerim'de onlardan öyle bahsolunur. Bu odalar da kerpiçten yap›lm›flt›r. Bunlar›n duvarlar› hurma a¤açlar›n›n bölmelerindendi. Ümmi Seleme'nin, Ümmü Habîbe'nin, Cüveyriye'nin, Meymûne'nin, Zeyneb'in, Zeyneb bint-i Cahfl'›n odalar› flimâle do¤ru idi. Hazret-i Âifle, Safiyye ve sevde'nin odalar› mukabil taraftayd›. Bu odalar Mescide bitiflik oldu¤undan peygamberi'miz itikaf zaman›nda bafl›n› Mescid'den içeri uzat›r, zevcelerinden biri de saçlar›n› tarard›, y›kard›. Her odan›n hacmi dört befl arfl›n eninde ve boyunda idi, Yüksekli¤i ancak bir adam boyu kadard› Kap›lar›na kilim, keçe battâniye gibi bir örtü gerilirdi. Çok defalar geceleri kandil bile yak›lmazd›. ‹flte Hâne-i Saâdet budur. Bu odalar uzun zaman durmufltur. Emevi halifelerinden pek dindar bir zât olan Ömer ibn-i Abdülâziz bunlar› görünce: – Halk flu odac›klara baksa da Peygamber'lerin ne kadar sâde ve mütevâzî bir hayat sürdü¤ünü anlasa, demiflti. Hazret-i Peygamber'in zevceleri için lâz›m olan odalar yap›l›nca Ebu Eyyûb-i Ensâri'nin evinden oraya tafl›nd›lar. Peygamber Efendimiz'in Ensardan olan komflular› aras›nda Sa'd b. Ubâde, Sa'd b. Muaz, Ebû Eyyûb-i 203 Ensârî zengince idiler. Bunlar, Peygamberi'mize ekseriyâ süt gönderirlerdi. Peygamber'imizin yaflay›fl› çok sâdeydi. Bâzan yiyeceksiz kal›p aç yatt›klar› olurdu. EZAN Medîne devri ‹slâm'›n umûmî teflri devresi say›labilir. Hakîkaten birçok ahkâm Medîne'de tebli¤ olunmufltur. Müslümanlar sükûn ve huzûr içinde bir hayâta kavufltuktan sonra ibadetlerin ekserisi farz k›l›nm›fl, içtimâî nizam tesis edilmifltir. Mekke'de iken müslümanlar, ibâdetlerini bile gizli yap›yor, namazlar›n› tenhâ yerlerde k›l›yorlard›. Orada namaza davet etmek meselesi mevzû-i bahs olamazd›. Çünkü duyurmamak lâz›md›. Fakat Medîne'de ifl de¤iflmiflti. Burada din hürriyeti vard›. Herkes Allah›na istedi¤i gibi ibâdet edebiliyordu. Hazret-i Peygamber Müslamanlar› cemâat namazlar›na toplamak için bir çâre düflündü. Bu hususta Ashâb-› Kirâm'la müflâvere etti. Ashabtan bâz›lar› hristiyanlarda oldu¤u gibi çan çal›nmas›n›, bâz›lar› da yahûdiler gibi boru öttürülmesini ileri sürdüler. Hazret-i Peygamber bu tekliflerin hiçbirinden hoflnut kalmad›. Bir rivâyette Hazret-i Ömer'in teklifi, di¤er bir rivâyette Lisân-› Vahyin ta'limi üzerine ezân-› flerîfin s›ygas›, flekli tesbit olunmufl ve Bilâl-i Habeflî taraf›ndan ilk ezan okunmufltur. Bâz› rivayetlerde ezân›n Abdullah b. Zeyd taraf›ndan teklif olundu¤u ve onun buna dâir bir rüya gördü¤ü nakl olunur. Di¤er bir rivâyette Hazret-i Ömer'in de buna mümâsil bir rü'yas›ndan bahsolunmaktad›r. Ayni hâdise hakk›nda birbirini teyid eden rüyalar görülmüfl olmas› mümkün oldu¤undan bu rivayetler aras›nda bir ayr›l›k yoktur, diyebiliriz. Ezan, hem namaz vaktinin geldi¤ini ilan eder, hem de Müslümanl›k esaslar›n›n neflrini temin k›lar. Dîne bir nevi davettir. Din hürriyetinin bir alâmetidir. Mekke'de tazyik alt›ndayken ezan okunamazd›. Medîne'de hürriyete kavuflunca ezan bafllad› ve dîni hürriyet sembolu oldu. Düflman istilas›nda kalan Müslüman topraklar›nda ilk yap›lan fley ezan› men etmek olur. Çünkü ezan bir parolad›r, Müslümanlar›n hürriyet ve birlik alâmetidir. Hazret-i Peygamber'in müezzini olmak flerefi Bilâl-i Habeflî'ye nasib olmufltur. Sesi gayet güzeldi. Neccar o¤ullar›ndan bir kad›n›n Mescidin yan› bafl›nda yüksek bir evi vard›. Bilâl onun dam›na ç›kar, tatl› sesiyle befl vakit ezan›n› okurdu. Tevhid dîninin esaslar›n› hayk›ran ezan sesi, her sabah seher vakti rüzgâriyle Medîne ufuklar›na yay›l›r, sabah›n erken saatlerinde Medîne halk›, Bilâl'in hofl na¤meleriyle, Allahu Ekber... Lâ ‹lâhe ‹llâ'llah sadâlariyle uyan›rlar, huflû' içinde Tanr›'ya ibâdete koyulurlard›. Hazret-i Bilâl'in hofl ahenk ve tatl› na¤melerle günde befl vakit okudu¤u ezan sesleri, 204 günün muayyen saatlar›nda dalgalana dalgalana her tarafa yay›l›r, ak›p giden hayât›n kula¤›na Tanr›n›n varl›¤›n› birli¤ini söyler, kâinâta Allâh'›n tevhid dînini ilân ederdi. Günde befl def'a yeni dîni esaslar› Medîne havas›n›n ihtizazlariyle kulaklara ulafl›r, ça¤lara yüce hakîkat› f›s›ldard›: Allahu Ekber Tanr› çok büyüktür, O ulular ulusudur, diye bafll›yan bu dîni davet, Allah›n varl›¤›na ve birli¤ine, Hazret-i Muhammed'in hak peygamber oldu¤una flehâdet ederek îmân sahiplerini namaza ve niyaza ça¤›rd›ktan sonra kullar›n hepsini felaha davet eder ve flu yüce hakîkat› ilan ederdi: Lâ ‹lâhe ‹llâ'llah= Allah'tan baflka tap›lacak yoktur. ‹slâm'›n güzelli¤i ve yüceli¤i her emrinde oldu¤u gibi ezanda da gayet aç›k olarak görünmektedir. Çan çalmak, boru öttürmek, atefl yakmak gibi cans›z ve heyecans›z fleylere bir bak. Bir de minârelerden yükselen ezan sesine kulak ver. Bundaki yüksek manaalar, ruhlar› okfl›yan tatl› na¤meler seni bu fâni âlemin üstüne, maverâya çekip götürdü¤ünü duyars›n. ‹flte ezân›n verdi¤i dîni fluur budur. Müezzinlerin pîri olan Hazret-i Bilâl-i Habeflî, Asr-› Saadette Hazret-i Peygamber'in müezzini olarak yaflam›flt›r. Peygamber'imizin irtihalinden sonra eski günleri hat›rl›yarak çok mahzûn olurdu. Medîne'nin her fleyi ona, candan ba¤land›¤› büyük Peygamber'i hat›rlat›rd›. Bu hüzün havas›ndan biraz uzaklaflmak için Sûriye taraflar›na gitmiflti. Hazret-i Ömer fiam'a geldi¤inde Bilâl o müessir sesiyle bir defa ezan okumufl, bütün ‹slâm mücâhitleri teessürlerinden a¤lam›fllard›r. Bilâl bir aral›k Mediîne'yi de ziyârete gelmifl, Peygamber Efendimiz'in pek sevgili torunu Hazret-i Hüseyin'in ricâs› üzerine, Peygamber zaman›nda oldu¤u gibi, o yan›k sesiyle bir sabah ezan› okumufltu. Bilâl'›n sesini duyan Medîne halk›, Resûlullah tekrar aralar›na dönmüfl gibi heyecanl› anlar yaflam›fllar, eski günlerin yâdiyle gözlerinden yafllar dökerek tatl› hât›ralar› canland›rm›fllard›r. Dîni fluur ve heyacan, ne tatl› bir haz kayna¤›d›r. ASHÂB-I SUFFA Suffa: Binân›n bitifli¤inde günefle karfl› yap›lan gölgelik demektir. Mescid-i fierif'in bir taraf›nda, evsiz ve yurtsuz olanlar›n, fakir misafirlerin bar›nmas› için bir gölgelik yap›lm›flt›. Bunun üstü kapal› ise de etraf› aç›kt›. Bar›nacak bir çat› alt› bulam›yan yoksullar ve kimsesiz garipler burada yat›p kalkarlard›. Bunlar dâimâ Hazret-i Peygamber'in yan›nda bulunur, onun ilm ü feyzinden istifâde ederler, miflkât-› nübüvvetten nur al›rlard›. Âile gaileleri olmad›¤›ndan dünyâ kayg›s›ndan uzak, tasadan âzâde bir halde kendilerini ilme verenler vard›. Bu itibarla Suffa, alelâde bir s›¤›nak de¤ildi. Bir ilim 205 müessesesiydi. En çok hadîs belleyen Ebû Hüreyre burada yetiflmifltir. Burada bar›nanlardan biri evlenince ayr› bir eve tafl›n›r, arkadafllar›ndan ayr›l›p bir âile oca¤› kurard›. Ashâb-› Suffa fakir insanlard›. ‹plerini al›p k›rlardan odun toplarlar, onlar› sat›p yiyeceklerini temin ederler geçimlerini sa¤larlard›. Kendi ellerinin eme¤iyle geçinme¤e çal›fl›rlard›. Fakat her vakit ifl bulamad›klar›ndan, aç kald›klar› da olurdu. Hazreti Peygamber kendisine gelen hediye ve sadakalar› bunlara tevzi ederdi. Ensar bunlara hurma salk›mlar› gönderirler, onlar da bunlar› gölgeli¤in içinde kuruturlard›. Onlarla kar›nlar›n› doyurmaya çal›fl›rlard›. Ashaptan hâli vakti yerinde olanlar, bilhassa Ensâr'›n zenginleri, Ashâb-› Suffa'y› yani suffada yaflayanlar› gözetip ihtiyaçlar›n› karfl›lamaya çal›fl›rlard›. Sa'd b. Ubâde alicenab bir zâtt›. Bazan sofras›nda seksen kifliyi doyurdu¤u olurdu. Hazreti Peygamber bunlarla çok yak›ndan alakadar olur, onlarla dâimâ ilgilenerek elinden gelen yard›m› yapard›. Birgün Hazret-i Fât›ma'n›n elde¤irmeniyle bu¤day çekip un ö¤ütmekten elleri kabarm›fl ve yaralanm›flt›. Muhterem babac›¤›na ellerini göstererek bir yard›mc› isteyince: – K›z›m, Aslâb-› Suffan›n ihtiyaçlar›n› gideremedi¤imiz halde, ben sana nereden ve nas›l yard›mc› bulay›m? demiflti. Ashâb-› Suffa içinde, açl›ktan namazda ayakta duram›yacak hâle gelenler bulunurdu. Öyle iken, yine ibâdetten geri kalmazlard›. Zâten onlar gecelerini ibâdetle ve Kur'an okumakla geçirirlerdi. Bunlara Kur'an-› Kerim'i ö¤reten, ezberleten bir muallim vard›. Bunlar›n içinde, ‹slâm dînini, Kitab ve Hadisi etrafl› surette ö¤renenler mevcuttu. Hârice bir mürflid göndermek îcâb ettikçe, Ashâb-› Suffa aras›ndan intihâb olunurdu. Maûne gazvesi esnâs›nda bunlar irflat vazîfesini îfa için gönderilmiflti. ‹SLÂM KARDEfiL‹⁄‹NE DO⁄RU Büyük ‹slâm Peygamber'i Medîne'ye hicret ettikten sonra Müslümanl›¤›n kolayca ve sür'atle intiflâr› sa¤lanm›fl oldu. Eski s›k›nt›l› ve korkulu günler arkada kalm›fl, akîdelerinden dolay› insanlara iflkence yapan müflriklerin ezâ ve cefâ veren ellerinin uzanamayaca¤› Medîne'de, hürriyet ve emniyet havas› içinde sâkin ve tatl› bir hayat bafllam›flt›. ‹nsan için en aziz fley hürriyettir. Medîne'de iflte bu vard›. Herkes istedi¤i gibi inanmakta istedi¤i sûrette Allah'›na ibâdet etmekte serbestti. Vicdan ve akîde hürriyeti sâyesinde islamiyet nûru etrafa saç›l›yordu. Müslüman olanlar, akîde ve kanaatlar›ndan dolay› takip edilmiyordu. Kimseyi akide ve iman›ndan zorla206 mak yoktu. ‹slâmiyet Medînede bu hürriyeti daha ziyade tesis ve temine çal›flm›flt›r. ‹nsanl›¤a hürriyet sa¤lam›flt›r. (3) " = ﻻ اﻛــــﺮاه ﻓﻰ اﻟـﺪﻳﻦDinde zorlama yoktur. " âyet-i kerimesi bu hu- susta en parlak bir delildir. Yahûdiler ve hristiyanlar, müslümanlar gibi akide hürriyetine sahiptiler. Afla¤›da gelece¤i veçhile yap›lan andlaflmalarda bu hususlar aç›k olarak tasrih edilmifltir. Dînin hükümleri ve naslar› akide hürriyetini ilân etmektedir. ‹slâmiyet bu esas üzerine yürür. Dîne daveti iknâ yolu ve güzel mev›za iledir. ‹nsanlar aras›nda muhabbet, sayg› esast›r. Dîne davet buna dayan›r, nefret ve zorlama yoluna sapmaz. Sevdirmek ve kolaylaflt›rmak istenir. ‹slâmda harp, hürriyeti müdâfaa, tecâvüzü önlemek için bir zarûret olarak kabul edilmifltir. Müslümanlar ezâ ve cefâ görürken mukabele için müteaddit defalar müsâade istedikleri halde ‹slâm Peygamberi: – Bununla emir olunmad›k, diye müsaade etmemifltir. ‹kinci Akabe biat›nda Medîneliler Peygamberimiz'e: – ‹stersen k›l›çlar›m›z› çekip hücûm edelim, dedikleri zaman yine cevab› flu olmufltu: – Biz böyle bir fleyle emr olunmufl de¤iliz. O büyük peygamber, risâletinin 15. y›l›nda ve güzel nasîhatle dîne ve îmana dâvet ettikten, bu u¤urda her tecâvüze göz yumup katland›ktan sonra, tecâvüzü def etmek, din ve akîde hürriyetini sa¤lamak için zarûrî olarak harbe bafllam›flt›r.70 flu kadar âyette k›talden menolunup sab›r ve tahammül tavsiye edildikten sonra k›tâle izin veren flu âyetlere bak›n: ...اذن ﻟﻠﺬﻳﻦ ﻳﻘﺎﺗﻠﻮن ﺑﺎﻧﻬﻢ ﻇﻠﻤﻮا "Kendilerine karfl› savafl aç›ld›¤› için zulme u¤ramalar› sebebiyle Cihâda izin verildi" (4) وﻗﺎﺗﻠﻮﻫﻢ ﺣﺘﻰ ﻻ ﺗﻜﻮن ﻓﺘﻨﺔ وﻳﻜﻮن اﻟﺪﻳﻦ ﻛﻠﻪ ﻟﻠّﻪ "Fitneden (din hürriyetini tehdîd eden her zulüm ve ezâdan) eser kalmay›ncaya kadar onlarla savafl›n, tâki din yaln›z Allah için ola." (5) Demek ki, harp fitneyi izâle için yap›l›yor. Bu âyeti kerîmenin sonun- (3) Bakara sûresi, Ayet: 256 (4) Hac sûresi, âyet: 39 (5) Enfâl sûresi, âyet: 39 207 daki "Din mahzâ Allah için olsun" kayd›na dikkat buyurulsun. Bu harbin din hürriyetini sa¤lamak için oldu¤unu ne güzel aç›kl›yor. Dîni flunun bunun elinde âlet olmaktan kurtar›p s›rf Allah için k›l›yor. ‹slâmiyet kimsenin akîde ve reyinden dolay› rencide edilmesini hofl görmez. Vicdan ve akîde hürriyetini sa¤lam›flt›r. Âyetler bu hususta çok aç›kt›r. Düflmanlar müslümanlara harp açt›klar›ndan, onlar›n zulüm ve tecâvüzlerini def için müslümanlara, savaflmak için izin verilmifltir. Müslümanlar müflriklerin elinden neler çektiler neler! "Onlar, ki, Rabbimiz bir Allaht›r demelerinden baflka hiçbir sebep ve hak olmaks›z›n yurtlar›ndan ç›kar›ld›lar" Buna ra¤men hep sab›r ve tahammül tavsiye olundu. En sonunda b›çak kemi¤e dayan›nca kendilerini müdâfaa için savafla müsaade verildi. ‹leride bu meseleyi daha etrafl› bahis konusu yapaca¤›z. Burada ‹slâm'›n akide ve vicdan hürriyetine nas›l ve ne kadar ehemmiyet verdi¤ini belirtmek için biraz temâs ettik. ‹flte bu hürriyet havas› içinde Medîne'de yepyeni bir hayat bafll›yordu. Müslümanlar aras›nda kardefllik kurularak Yahûdîlerle andlaflmalar yap›larak dünyân›n âfl›k oldu¤u, insanl›¤›n arzulad›¤› emniyet, huzur ve sükûn içinde yeni bir hayat 盤›r› aç›l›yordu. Ne yaz›k ki, yahûdiler kendilerine muâhedelerle sa¤lanan o haklar› çi¤neyip müflriklerle ifl birli¤i yapmaya kalk›flarak bu sükûn havas›n› bozdular, ‹slâm'›n getirdi¤i mesut hayat›n bir an evvel kurulmas›na engel omaya çal›flt›lar, o temiz ve sakin hayat› buland›ran onlar olmufltur. O ZAMÂNIN MED‹NE HALKI O zaman Medînede yaflayan halk flunlard›: 1– Muhacirlerin ve Ensâr›n teflkil etti¤i müslüman ahâli. 2– Evs ve Hazrec kabîlelerinden henüz müflrik olanlar. 3– Yahûdîler. Yahûdîlerden Kaynuka o¤ullar› Medîne içinde sâkindi. Kureyzâ Fetek'te, Nadir o¤ullar› da onlar›n civar›nda idiler. fiimalde de Hayber'de yuhûdiler bulunuyordu. Bütün bu halk› anlaflt›r›p birlefltirmek.. ‹flte ‹slâm Peygamberinin önünde böyle mühim bir vazife vard›. Allah'›n inaâyetiyle bunu da muvaffak›yetle baflard›. MUHÂC‹RLERLE ENSÂR ARASINDA KURULAN KARDEfiL‹K Hazret-i Peygamber, ifle evvelâ Muhâcirlerle Ensar aras›nda samimi bir münasebet tesisiyle bafllad›. Onlar› birbirine kaynaflt›rmak için kardefl yapt›. 208 Sonra yahûdileri andlaflmalarla kendine ba¤lad›. Medîne halk›ndan olan müslümanlarla yahudiler aras›nda bunu yapmak kolay oldu. Ancak Evs ve Hazrec Kabilelerinden olan putperestler, müslümanlar›n günden güne kuvvetlendi¤ini gördükce kendilerini zor durumda seziyorlard›. Yahûdiler, Hazret-i Muhammed'in Medîneye gelmesini bidâyette çok iyi karfl›lam›fllard›. Bunun sebebleri vard›. Çünkü onlar, hristiyanl›¤a düflmand›lar. Hristiyanlar onlar› takib ediyordu. Müslümanlarla birleflince, bir kuvvet teflkil ederek kendilerine rahat nefes ald›rm›yan hristiyanlara karfl› dururuz san›yorlard›. Bu sebeble müslümanlara çok yak›nl›k gösteriyorlard›. Bununla berâber yahûdilerin ayr› temâyülleri vard›. Bu muhtelif unsurlar› birlefltirerek Medîne halk› aras›nda tam bir birlik ve ahenk meydana getirmek, iflte Hazret-i Muhammed'in baflard›¤› büyük ifllerden biri de budur. Bununla da herkesi hayran b›rak›yor. Her müflkili yenen azmi muvaffakiyet sa¤l›yor, Onun icraat›n› düflündükçe en büyük siyâset adamlar›, Onun azameti karfl›s›nda iclâl ve tâzimle bafl e¤mek zorunda kalm›fllard›r. O, Rabbinin inâyetiyle her müflkili yenmifl, her iflte baflar› göstermifltir. ‹lâhi Vahiy Onun yolunu ayd›nlatm›flt›r. Medîne'de Muhâcirlerle Ensar aras›nda kardefllik tesis ederek târihin muazzam hâdiselerinden birini yapm›flt›r. Netice itibariyle bunun kadar flümullü ve güzel manal› bir hareket olamazd›. Bu ne büyük bir baflar›d›r. Tarihin hiçbir devrinde böyle candan birleflme ve kaynaflma olmam›flt›r. ‹htiyar tarih nice muhaceretler görmüfl geçirmifl, fakat hiçbirinde d›flardan gelenle yerli aras›nda bu kadar birbirine candan sar›lma müflahede edememifltir. Medîneli olan Ensar'dan herbiri, Mekkeli muhacirlerden birini evine al›yor onunla kardefl oluyordu. Böylelikle Ensar ile Muhacirler ikifler ikifler hepsi kardefl olmufltu. Bu kardefllik nesep ve kan kardeflli¤inden daha üstündü. Her fleylerini bu din kardeflleriyle paylafl›yorlar, ölünce mîrasa bile ortak oluyorlard›. Bu ne candan birleflmedir. Böyle samîmi kardefl olma sayesinde meydana gelen kuvvet ne büyük olmufltur. Tarihe yeni bir 盤›r açanlar bunlard›r. Bu kardefllik sâyesinde Muhacirlerin iâfle ve iskânlar› ifli hal yoluna girmifl oluyordu. Vak›a Muhâcirler sadakayla, at›yyeyle geçinmeyi kendilerine yak›flt›ram›yorlard›. Bunlar›n hepsi çal›flkan insanlard›. Çal›flarak ekme¤ini kazanacaklard›. Kimseye yük olmak istemezlerdi. Fakat hicret dolay›siyle elleri bofl gelmifllerdi. Vâs›tas›zl›k içindeydiler. ‹flte kurulan kardefllik sâyesinde bu sa¤land›. Ensar onlar› bar›nd›rd›, ifl buldu, müstahsil durumuna geçtiler. Muhâcirler, din ve Allah yolunda dâr ü diyardan geçmifller, anayurtlar›ndan göçmüfllerdi. Bunlar ferâgat ve fedakarl›k örne¤i say›lan insanlard›. Ensâr da Muhâcir kardefllerine karfl› misafir severli¤in, cömertli¤in ve in209 sanl›¤›n en son derecesini gösterdiler. Mekke'den gelen muhâcirler, gizli gizli baba ocaklar›n› terk ederek göçmek zorunda kald›klar›ndan neleri varsa arkalar›nda b›rakm›fllar, bofl elle gelmifllerdi. Ço¤unun akflama yiyece¤i yoktu. Hazret-i Osman'dan baflka içlerinde büyük zengin olan yoktu. Mekke'de mal› olanlar bile onlar› getirememifller, ihtiyaç hepsinin kap›s›n› çalm›flt›. Hazret-i Hamza, bu Tanr› arslan› bile birgün Hazret-i Peygamber'e gelerek yiyecek bir fley istemek zorunda kalm›flt›. ‹flte Ensar'la Muhacirler aras›nda kurulan kardefllik sâyesinde büyük içtimaî yard›m sa¤land› ve Muhâcirler sefil olmaktan kurtuldu. Ensar'dan herbiri Muhâcirinden olan kardefline mal›n›n yar›s›n› veriyordu. Ensâr, arâzilerinin Muhâcirler ile aralar›nda taksîmini istediler. Fakat, Muhacirler ticaretle ifltigal ettiklerinden ziraat ifllerinden pek anlamayacaklar› sebebiyle Hazret-i Peygamber Muhâcirler nâm›na bunu kabul etmedi. Lâkin Ensâr, kendilerinin ziraat ifllerini yürüteceklerini, ekip biçeceklerini ve ç›kan mahsûlü Muhacir kardeflleriyle paylaflacaklar›n› söyleyince Peygamberimiz bu teklifi kabul etti. Bu kardefllik, öz kardefllikten ve akrabal›ktan daha kuvvetli bir ba¤d›. Ensâr'dan biri ölürse, Muhacir kardefli onun mal›na mirasç› olurdu. Kur'an-› Kerim flöyle demektedir: ...ان اﻟﺬﻳﻦ آﻣﻨﻮا وﻫﺎﺟﺮوا "‹mân edip hicret eden, Allah yolunda mallariyle, canlariyle savaflanlarla onlar› s›¤›nd›rarak yer verip yard›m edenler yok mu, iflte onlar birbirlerinin velileridir." (6) Bu ayet-i kerîmede beyan buyuruldu¤u veçhile Muhâcirlerle Ensâr birbirlerinin yâr-› can› idiler, candan ahbabt›lar. ‹ki taraf da birbirlerini kendi nefislerine tercih ederlerdi. Hicretin dördüncü senesinde Nâdir o¤ullar› Medîne civar›ndan sürgün edildikleri zaman bunlar›n arazîleri müslümanlara kalm›flt›. Hazret-i Peygamber Ensâr› davet ederek: "Muhâcirler fakir ve yoksul kimselerdir, flâyet kabûl ederseniz, Nadir o¤ullar›ndan kalan araziyi Muhâcirlere tevzî edeyim, böylelikle onlar›n eline çokca arâzi geçmifl olur, siz de onlara önce verdi¤iniz arazîlerinizi istirdâd edersiniz" demiflti. Ensâr yeni arâzinin Muhâcirler aras›nda taksimine raz› olmufllar, fakat eskiden verdikleri kendi arazilerini geri almak istememifllerdi. Buna benzer di¤er bir hâdise de fludur: Bahreyn'in fethi esnas›nda Hazret-i peygamber Ensâr'› ça¤›rarak oradaki arâziyi onlar›n aras›nda tak(6) Enfâl sûresi, âyet: 72 210 sim etmek istedi¤ini söyledi. Fakat Ensâr hepsi birden: "Evvelâ Muhâcir kardefllerimize verilsin, onlar›n ihtiyac› çok sonra biz hissemizi kabul ederiz" demifllerdi. ‹flte Ensâr-› Kirâm böyle fedakârl›klar gösteriyorlar, Muhâcir kardefllerini kendilerine tercih ediyorlard›. Fakat Muhâcirler de, bofl oturup tufeylîler gibi haz›r bekliyorlar, ele bak›yorlar de¤ildi. Geceyi gündüze katarak çal›fl›yorlar, kimseye yük olmak istemiyorlard›. Dinleri onlara çal›flmay› emrediyordu. ÇALIfiIP KAZANANLAR Müslümanlar birbirlerine kardefllik ba¤lariyle ba¤land›ktan sonra Ensâr'dan herbirinin bir Muhâcir kardefli vard›. Sa'd b. Reb'i'in kardeflli¤ine Abdurrahman b. Avf isabet etmiflti. Sâd bütün mal›n›n yar›s›n› ona teklif etti. Abdurrahman bu teklife flu cevab› verdi: – Kardeflim, iyili¤ine teflekkür ederim, Allah bütün mal›na bereket versin. Sen bana yaln›z çarfl›n›n yolunu göster, gerisini bana b›rak. Sa'd, Abdurrahmân'› Medînenin kaynuka çarfl›s›na götürmüfl, Abdurrahman, biraz ya¤, peynir, süt alarak al›fl verifle bafllam›flt›. Gündüzleri al›p satar, akflam olunca evine dönerdi. Ticaret hayat›nda muvaffak olmufl, kazanc› artm›fl, Medînenin say›l› servet sahipleri s›ras›na geçmiflti. o kadar zenginleflmiflti ki, 700 develik kervan ç›kard›¤› olurdu. Onun mallar› Medîneye geldi¤i zaman bütün flehirde bir hareket, piyasada bir ferahl›k görülürdü. Abdurrahman: – Allah'a çok flükür, elimi kuma dokundursam alt›n oluyor, diyerek nimetin flükrünü eda ederdi. Ashabtan gücü yetenler derhal ticaret hayat›na at›l›p kazanmaya bafllam›flt›. Hazret– i Ebû Bekir elbise dükkân› açm›flt›. Hazret-i Osman Kaynuka çarfl›s›nda hurma ticaretine bafllam›flt›. Onun da ticaret hayat› baflar›l› olmufl, büyük servet toplam›fl, bunlar› yine Allah yolunda sarf etmifltir. Bafll› bafl›na ordu techiz etti¤i meflhurdur. Hazret-i Ömer de ticaretle meflguldü. Ticareti ‹ran'a kadar uzan›rd›. Herkes kendi hâline göre bir ifl buluyor, ticaretle meflgul oluyor, ekme¤ini kazanmaya çal›fl›yordu. Ashab›n hepsi bir ifl güç sahibi olmufltu. Zaten kendi elinin eme¤iyle geçinmek, kimseye bâr olmamak, en büyük saâdettir. ‹lk müslümanlar bu saâdetin zevkini tatm›fllard›r. Ashabtan her birinin bir iflle meflgul oldu¤unu, Hazret-i Ebu Hüreyre'nin flu sözünden de anl›yoruz: Kendisine nas›l olupta di¤er Ashabtan fazla Hadis-i fierif rivayet etti¤i soruldu¤unda flu cevab› vermifltir: 211 – "Ensâr çiftiyle çubu¤uyla, Muhâcirler de çarfl› pazarda al›fl veriflle meflgul iken ben, Hazret-i Peygamber'in yan›ndan ayr›lm›yordum, onun söylediklerini dinleyip belliyordum. Onun duâs›n› alm›flt›m." Ensâr›n bir k›sm› Muhacirlere evlerinin etraf›ndaki bofl arsalar› vererek oraya iskân etmifller, bir k›sm› da evlerine alm›fllard›. Bu kardefllikte Ashâb-› Kiram'›n ileri gelenlerinin kiminle kardefl olduklar›n› göstermek üzere buraya bir k›sm›n›n isimlerini kaydedelim: Muhâcirin Ensâr Ebu Bekir's-S›dd›yk Ömer b. Hattâb Osman b. Affân Ebû Ubeyde b. Cerrâh Abdurrahman b. Avf Zübeyr b. Avvâm Mus'ab b. Umeyr Ammâr b. Yâsir Ebu Zerr-i G›fârî Selmân-› Fârisî Bilâl-i Habefli Saîd b. Zeyd Harice b. Zeyd Itbân b. Mâlik (Hazreçli) Evs b. Sâbit Sa'd b. Muâz Sa'd b. Rebi' Selâme b. Vakfl Ebu Eyûb Hâlid-i Ensârî Huzeyfe b. Yemân Münzir b. Amr Ebû Derdâ' Ebû Redîme Übey b. Kâ'b Bu kardefllik evsiz, yurtsuz kalan muhacirleri yerlefltirmek gibi s›rf muvakkat bir tedbir olarak mutaâlâ olunmamal›d›r. Bunun üstünde daha büyük bir gaye güdülüyordu. ‹slâm tesânüd ve birli¤i bu yolda daha çabuk gerçekleflecektir. ‹slâmiyet yüksek ahlâk ve içtimâi fazilet kuran bir dindir. Cemiyetin muhtelif tabakalar›n› birbirine kat›p hamur yap›yor, ferdi cemiyette eritiyor, fazîletli bir içtimâi bünye meydana getiriyordu. Bu kardefllik ile kabile gurur ve adâveti kalkarak her s›n›ftan insanlar birbiriyle birleflti ve kaynaflt›. Bu sûretle emelleri ve gayeleri bir, yüksek bir cemiyet, bir ümmeti fâz›la meydana ç›kt›. Birbirlerinin elem ve kederlerini, nefl'e ve sevinçlerini paylaflan bir içtimâî kütle meydana getiren bu kardefllik çok genifl manâda feyizli ve flümullü terbiyevi bir hareketti. Bu sâyede kültür kaynaflmas› daha çabuk ve kolay olmufltur. MEDÎNE YAHÛDÎLER‹ Medîne yahûdilerinin asli meselesi, tarihte gölgeli bir halde durmaktad›r. Arap tarihçileri bunlar›n yahûdi ›rk›ndan oldu¤unu söylerler. Fakat bunu flüpheyle karfl›layanlar var. Çünkü yahûdiler, dünyan›n neresinde bu212 lunursa bulunsunlar, kendilerine gayr-i ‹srâilî isimler takmazlar. Halbuki Medîne yahûdilerinin isimleri: Nadir, Kaynuka, Hâris gibi arapça isimlerdir. Bundan baflka yahudîler, korkakt›rlar. Nas›l ki Hazret-i Mûsâ onlar› savafla da'vet etti¤i zaman: – Yâ Mûsâ, o zorbalar orada bulundukça biz oraya giremeyiz. Sen Rabbin ile berâber git de harb et. Biz burada oturaca¤›z, demifllerdi. Halbuki Medîne yahûdîleri cesurdu. ‹flte bu gibi mülâhazalar, Medîne yahûdilerinin asl› husûsunda flüpheler da'vet ediyor. Ya'hûdî gibi büyük bir tarihçi, di¤er müverrihlerden ayr›larak, Kureyza ile Nadîr yahûdîlerinin ›rkan Arap olup yahûdî dinini kabul ettiklerini, böylece yahûdilefltiklerini söyler. Mes'ûdî de Arap yahûdîlerinin Cüzam kabilesine mensup olduklar›n›, Hazret-i Mûsâ zaman›nda yahûdîli¤i kabul ederek Amâlika'n›n zulmüne u¤rad›klar›ndan Sûriyeden Arabistana hicret ettiklerini beyân eder. Müsteflriklerden Margoliouth da bu neticeye varmaktad›r. Kaynuka, Nadîr ve Kureyza o¤ullar› Medîne etraf›nda kuvvetli kaleler içinde yaflarlard›. Evs ve Hazrec kabîleleri aras›nda vuku bulan ve yukar›da bahsi geçen Buas harbinde son fliddetine varan iç savafllar dolay›siyle bunlar say›ca azalm›fllard›. Yahûdîler Ensâr›n aras›n› bozmaya daimâ çal›fl›rlard›. Halbuki ‹slâm peygamberi, Medîne halk›n›n tam bir anlaflma ve uyuflma havas› içinde yaflamalar›n›, içtimâi birlik meydana getirmelerini arzu ediyordu. Yukar›da izâh›na çal›flt›¤›m›z veçhile Ensâr ile Muhâcirler aras›nda kardefllik kurulmufltu. Bundan baflka ayr›ca bir de andlaflma yap›lm›flt›r. Bu andlaflma daha flümullüdür. Ensâr ile Muhâcirler, Evs ile Hazrec münâsebetleri ayr›, ayr› düflünüldü¤ü gibi yahûdilerin durumu da ele al›nm›flt›r. Medîne'de tam bir birlik cephesi kurmak, herkesin medeni haklar›n› bildirmek, her nevi emniyeti sa¤lamak bak›m›ndan çok mühim olan bu andlaflman›n tercemesini veriyoruz. Bu andlaflma evvelâ Muhâcirlerle Ensâr aras›nda imzâlanm›flt›r. ANDLAfiMA SÛRET‹ (7) "Kureyfle ve Medîneye mensûb olan mü'minler ve müslümanlar ve onlara kat›flanlar, onlarla birlikte savflanlar ayr› bir ümmet teflkîl ederler. Bunlar›n hepsi de aralar›ndaki her davây› adalet ve insaf dâiresinde görürler. Mü'minlerden her biri bulunduklar› istikamet hâlinden ayr›lmazlar. Ma'ruf olan fleyi ifllerler. (Burada her kabîlenin ismi say›lm›flt›r) Mü'minler içlerinde borçlu ve yoksul olanlara bakarlar." (7) Sîret-i ‹bn-i Hiflâm 213 "Hiç bir mü'min bir mü'mine karfl› baflkasiyle andlaflma yapamaz. Mü'minler içlerinde zulüm ve tecâvüzde bulunanlar›, aralar›nda fesad ç›karanlar› tenkîl ederler. Bu flekilde hareket eden yani fesad ç›karan kimse, mü'minlerden her hangisinin o¤lu da olsa mü'minlerin hepsi ona karfl› koyarlar. Bir mü'min, di¤er mü'mini bir kâfir için öldürmez ve bir mü'mine karfl›, bir kâfire yard›m etmez. Mü'minlerin hepsi birbirlerinin yard›mc›s›d›rlar." "Bize tâbi' olan yahûdilere gelince: Onlara da yard›m edilir. Onlar da müsâvî muâmeleye tâbi' olup zulme u¤ramazlar. Onlara da karfl› gelinmez. Müslümanlar›n sulhu birdir." "Kan bahas›, diyet ve fidye hususunda mü'minler birbirinin velisidir. Diyetleri birbirine müsâvidir. Bizimle beraber harpte bulunan, bize ba¤l›d›r. Mü'minlerin diyeti birbirinin ayn›d›r. Takvâ sâhibi mü'minler, en do¤ru hidâyet üzeredirler. Müflriklerden birisi, kimseyi himâyesine alamaz; Mü'minlerin aras›na giremez. Bir kimse hiçbir sebep ve dâî yokken bir mü'mini öldüremez, flâyet öldürürse ona k›sas olarak o da öldürülür. Ancak maktûlün velîsi raz› olursa o baflka. Bütün mü'minlerin buna riâyeti lâz›md›r. Baflka türlüsü onlara helâl de¤ildir. Bu andlaflmada olanlar› ikrâr eden, Allah'a ve âhiret gününe inanan bir mü'min için, cinâyet iflleyene yard›m yapmak ve onu s›¤›nd›rmak helal de¤ildir. Kim ki öylesine yard›m eder, onu s›¤›nd›r›rsa Allah'›n lânet ve gazab› ta k›yamete kadar onun üzerine olsun. Onun ne farz› ve ne de tövbesi kabul olunmaz. Siz her hangi bir fleyde ihtilafa düflerseniz, onun halli için merci', Allah ve Resûlüdür" "Yahûdîler berâber muhârip oldukça mü'minlerle müttefik muâmelesi görürler. Benî yahûdîleri mü'minlerle berâber olan bir ümmettir. Yahûdîlerin dîni kendilerine, mü'minlerin dîni kendilerine âittir. Neccar o¤ullar›, Hâris o¤ullar›, Saîde o¤ullar›, Cu'flem o¤ullar›, Evs o¤ullar›, ve Sa'lebe o¤ullar› yahûdileriyle onlara ba¤l› olanlar, Benî Avf yahûdîleri gibidir. Sa'lebelerin köleleri kendileri gibidir. Yahûdîlerin köleleri de kendileri gibidir. Muhammedin müsâadesi olmaks›z›n kimse ç›kar›lamaz, intikam yasakt›r. Yahûdîlerin nafakalar› kendilerine, müslümanlar›n nafakalar› da kendilerine aittir." "‹flbu andlaflmaya karfl› gelenlere, birlikte karfl› konur. Hepsi de birbirlerine günah ifllemekten gayri hususlarda nasihat ederler, yard›mda bulunurlar. Kimse dostuna zarar vermez mazluma yard›m edilir" "Mü'minler muharip oldukça, yahûdiler onlarla müttefiktirler. Bu andlaflmaya ba¤l› olanlar için Medîne içinde dö¤üflmek yasakt›r. Komflu zarar getirmedikçe ve günah ifllemedikçe hane sahibi gibi say›l›r. Herhangi bir 214 yasa¤a izin verilmedikçe tecâvüz edilmez. Bu andlaflmay› yapanlar aras›nda ihtilâf ç›karsa hal mercii Muhammed'dir." "Kureyfl ile ona tarafdarl›k edenlere yard›m olunmaz. Medîne taarruza u¤ray›nca andlaflmay› yapanlar hepsi de biribirine yard›m ederler ve bir sulha da'vet olununca sulhu kabul ederler. Herkes deruhde etti¤i fleyi yapar. Evs yahûdileri bu andlaflmada olanlardan faydalan›rlar. ‹yilik, asla kötülük ve günah gibi olamaz. Kim ne kazan›rsa kendinedir. Bu andlaflmay› tutup hükümlerini yerine getirene Allah mükâfât›n› verir. Bu anlaflma hiç bir zâlim ve günahkâra bir hak kazand›rmaz. Medîne d›fl›nda ve içinde yaflayan herkes emniyettedir. Ancak zâlimler ve cinâyet iflleyenler müstesnâd›r. Allah iyilik yapanlara yard›mda bulunur. Bu andlaflmay› kabûl edenler aras›nda vuku bulacak herhangi bir ihtilaf›n mercii Allah ve Allah›n elçisi olan Hazret-i Muhammed'dir." Ondört as›r evvel ‹slâm Peygamberinin yazd›rd›¤› siyâsî vesîka iflte budur. Bu vesîka din hürriyeti, yaflay›fl hürriyeti, can ve mal emniyeti gibi en tabiî insan haklar›n› sa¤lamaktad›r. Cinâyeti yasak ediyor, O devrin siyâsî ve medenî hayat›nda yepyeni bir 盤›r açan bu vesîkan›n ihtiva etti¤i bafll›ca hükümler flunlard›r: 1– Bir ümmet olarak birleflenler ictimâî muâvenet ile mükelleftirler. 2– Her nevi fesâd› ve bozgunculu¤u önliyeceklerdir. 3– Cinâyetler yasakt›r, diyet kaidesi cârîdir. 4– Yahûdîler tam bir din hürriyetine mâliktir. Dinlerine aslâ müdahele olunmaz. 5– Müslümanlarla yahûdîler müttefiktirler, dostâne münâsebetler devam edecektir. 6– Tarafeynden biri üçüncü bir tarafla harbe bafllarsa birbirlerine yard›ma koflacaklard›r. 7– Tarefeynden hiçbiri müflrikleri himâye etmeyecektir. 8– Medîne içinde harp yasakt›r, (aç›k flehir îlân olunmufltur.) 9– Medîne'ye karfl› bir taarruz vukuunda iki taraf flehirlerini müfltereken korurlar. 10– Tarafeynden biri düflmanla sulh yaparsa iki taraf da bunu kabûl edecektir. 11– Medîne içinde ve d›fl›nda olsun, herkes emniyet içinde yaflar. 215 Hazret-i Muhammedin befleriyete neler getirdi¤ini anlamak için Medine'ye hicretinin ilk aylar›nda yap›lan bu andlaflmaya bir göz gezdirmek kâfîdir. Bu vesîkay› eski târihler önemle kaydetmektedir. ‹bn-i Hiflâm'›n Sîret'inde aynen mevcuttur. Gerçi bu andlaflma ilk önce müslümanlar aras›nda yap›lm›flt›. Kureyzâ o¤ullar›, Nadir o¤ullar› ve Kaynuka o¤ullar› bu vesîkaya imzâ koymam›fllard›. Fakat içerde onlara âit hükümler de mevcuttu, aradan çok geçmeden onlar da Peygamber'le buna benzer andlaflmalar yapt›lar, bu andlaflma hükümleri içine girdiler. Böylelikle Medîne'nin etrâf› her nevi tecavüzü önliyecek bir hâle getirildi. Halk› andlaflmalarla birbirine ba¤lad›lar ve flehir taarruza u¤ray›nca hepsi el birli¤iyle onu müdâfaaya koflmay› taahhüd ettiler. Bu vesîka birtak›m haklar verdi¤i gibi birtak›m vazifeler de yüklemektedir. O haklar›, toptan koruyacaklard›. Bu andlaflma o günkü âleme göre çok mühim ve yeni bir fleydi. O zamanki dünya böyle fleyleri pek tan›m›yordu. Bilhassa Arabistan çölleri böyle fleylerden haberdar de¤ildi. ‹stibdâd ve zulümden baflka bir fley tan›m›yan, anarfli içinde yüzen Arabistan ufuklar›nda bu yeni sesin akisleri çok derin olmufl ve insanl›k bu sese hayran kalm›flt›r. ‹flte böyle ahitlerle, amanlarla insan haklar› emniyet alt›na al›narak befleriyyete yeni bir istikamet verilmifltir. HAZRET-‹ ‹fiE ‹LE ‹ZD‹VAÇ Hazret-i Peygamber mescidin etraf›na kendisi için odalar yapt›ktan sonra müsâfir bulundu¤u Ebû Eyyûb-i Ensârî Hazretlerinin hânesinden ç›karak hâne-i Saâdetlerine tafl›nd›lar. Bu esnâda yani hicretten 7-8 ay sonra Hazret-i Âifle ile zifaf vuku buldu. Hazret-i Âifle güzel yüzlü, tatl› sözlü bir genç k›zd›. Çocuk gibi oyuncaklara düflkündü. Fakat gayet iyi yetiflmiflti. Çok zeki idi. Âile terbiyesi çok mükemmeldi. Hazret-i Ebû Bekir'in k›z› oldu¤unu söylemek kâfîdir. Hazreti Peygamber'le zifâf› vuku bulup hâne-i Saâdet'e girdi¤i zaman, Peygamber'in zevcesi olan Sevde'nin yan› bafl›ndaki odas›nda ikamet etti. Hazret-i Âifle'nin niflan› Mekke'deyken bi'setin onuncu y›l› yap›lm›flt›. Hazret-i Peygamber'le izdivâc› kararlaflmadan önce Cübeyr b. Mut'im'le izdivâc› mutasavverdi. Cübeyr'in babas›, âilesi içine islâmiyetin girmesini arzu etmedi¤inden, bu sebeble o¤lunun niflan›n› bozmufltu. Bundan sonra Ebû Bekir'in k›z›n›n Hazret-i Peygamber'le niflanlar› yap›lm›flt›r. Bu, hicretten üç sene önceydi. Hazret-i Âifle'nin yafl› meselesi, bilhassa son zamanlarda, dile dolan216 mak istenmifltir. Alelumûm Siyer sâhibleri onu 6-7 yafl›ndayken bi'setin onuncu y›l›nda Mekke'de niflan ve nikâh› yap›ld›¤›n›, hicretten sonra 9-10 yafl›ndayken Medînede zifâf vuku buldu¤unu yazarlar. Bunun vâk›a ne derece uygun oldu¤u kestirilemez. Bu mesele ileride etrafl› bir sûrette izah olunacaksa da burada k›saca flunu söyliyelim ki, bu adedler tam bir kat'iyetle yafl› tahdîd için de¤il de, takrîbî bir surette yafl› ifâde için söylenmifl olabilir. Çok def'alar yafl meselesinde böyle, o dolayda manas›n› kasdederek ifâdede bulunuldu¤u vakidir. Hazret-i Âifle'nin evlendi¤i zaman yafl›n›n daha büyük oldu¤unu ablas› Esmâ'n›n hal tercemesinden çok kesin olarak anl›yoruz. Eski terceme-i hal kitablar› Esmâ'dan bahsederken diyorlarki; Esmâ' 100 yafl›nda oldu¤u halde hicretin 73. Y›l›nda vefât etmifltir. Hicrette 27 yafl›ndayd›. Hazret-i Âifle, ablas›ndan 10 yafl küçük oldu¤una göre, onun da hicrette tam 17 yafl›nda olmas› îcâb eder. O, Hazret-i Peygamber'den önce Cübeyr'le niflanlanm›flt›. Demek evlenecek ça¤da bir k›zd›. Hazret-i Âifle'nin Peygamberimiz'le geçirdi¤i 9 senelik zevcelik hayat›nda nübüvvet feyzinden pek çok istifâde ederek dînin inceliklerine nüfûz etti¤ini göz önünde tutarsak, her halde ak›lca çok inkiflâf etmifl, olgunlaflm›fl bir yaflta olmas› îcâb eder. Hazret-i Âifle, ‹slâm kad›nl›¤›n›n bihakk›n medâr-› iftihar›d›r. Çok hadis rivâyet etmekle tan›nm›fl olan yedi zâttan biri odur. 2210 hadîs-i flerîf rivâyet etmifltir. Kendisi ayn› zamanda Ashâb-› Kirâm'›n fukahas›ndand›r. Bir çok meselelerde onun sözü hüccet tutulmufltur. Ekâbir-i Ashâb'a çok ince itirazlar› vard›r. Ak›l ve zekâs›n› çok yerinde kullan›r. ‹lmî dirâyeti birçok erkeklerden daha üstündür. Onun parlak zekâs›na hayran olmamak kabil de¤ildir. Onun bir husûsiyyeti de akl› ve reyin ›fl›¤› alt›nda istidlâl yapmas›d›r. Kad›nlar her zaman erkeklerden daha ziyâde hurafelere meyyal iken, o, akl-i selimin rehberli¤ini asla b›rakmazd›. ‹leride kendisinden Mü'minlerin anas› Hazret-i Âifle s›fatiyle daha etrafl› bir sûrette bahsolunacakt›r. Allah ondan raz› olsun. H‹CRET‹N B‹R‹NC‹ YILI VAKAAY‹‹ Hicretin birinci y›l›nda vuku bulan mühim hadiseler flunlard›r: 1– ‹lk cum'a namaz› k›l›nm›flt›r. 2– Mescid-i fierif bina olunmufltur. 3– Hane-i Saâdet yap›lm›flt›r. 4– Ezan meflru k›l›nm›flt›r. 5– Ashâb-› Suffa'ya âit yer yap›lm›flt›r. 217 6– Muhacirler ve Ensâr aras›nda kardefllik kurulmufltur. 7– Yahûdilerle andlaflma yap›lm›flt›r. 8– Hazret– i Âiflenin dü¤ünü olmufltur. Yine bu y›l içinde Ashâb'tan Es'ad b. Zürâre ile Gülsüm b. Hedm vefât etmifllerdir. Es'ad, Akabe biat›nda bulunmufltu. ‹slâm'a hizmeti çoktur. Neccâr o¤ullar›ndand› ve onlar›n nakîbi idi. Onun ölümü üzerine Peygamberimiz, vâlidesi taraf›ndan bu kabileye mensub oldu¤undan onlar›n nakîbi olarak seçilmifltir. Gülsüm b. Hedm ise Peygamberimiz hicrette Medîne'ye ulaflt›¤›nda Kubâ'da onu müsâfir etmek flerefine nail olmufl bir zatt›r. Bu y›l içinde Kureyfl ulular›ndan Halit b. Velîd'in babas› Velîd b. Mu¤îre ile M›s›r fâtihi Amr b. Âs'›n babas› Âs b. Vâil ölmüfllerdir. Bu ikisi, ‹slâm'a çok düflmand›. Hicretin birinci senesinde ilk do¤an çocuk Abdullah b. Zübeyr' dir. Abdullâh'›n anas› Hazret-i Ebû Bekir'in k›z› Esmâd›r. Medîne'de Muhâcirlerden ilk do¤an çocuk oldu¤undan do¤umu sevinçle karfl›lanm›flt›r. Abdullah ‹slâm tarihinde flöhret alm›fl bir zatt›r. ‹SLÂMIN ‹NT‹fiÂRI ve HAZRET-‹ PEYGAMBER'‹N YÜKSEK AHLÂKI (8) ‹slâmiyet, Medînede sür'atle intiflâr ediyordu. Bu, yukar›da da iflaret etti¤imiz gibi, ‹slâmiyet'in her bak›mdan güzelli¤i ve f›trî bir din olmas› sâyesindeydi. ‹slâmiyet k›l›çla yay›lm›flt›r, diyenler, çok büyük insafs›zl›k etmektedirler. ‹slâmiyet, ‹slâm Peygamberinin örnek ahlâk› sâyesinde yay›lm›flt›r. Onun mübârek hayat›, güzel ahlâk›, görenleri kendisine celbediyordu. Ondaki yüksek insanl›¤a hayran kalanlar, ‹slâm nurunun câzibesine bir pervâne gibi kendilerini verirlerdi. ‹slâmiyet Hazret-i Muhammed'in yüksek ve kudsî flahsiyeti, Rabbânî nüfûz ve te'siri sâyesinde intiflâr etmifltir. O yüksek flahsiyyetin meziyetlerine k›saca iflaret edelim de, Onun nas›l bir insanl›k örne¤i oldu¤unu görelim: Hazret-i Muhammed, güzel ahlâk› tamamlamak için Cenâb-› Hak taraf›ndan gönderilmifl bir Hak Peygamber'di. " اﳕﺎ ﺑـﻌــــﺜﺖ ﻷﲤﻢ ﻣـﻜﺎرم اﻷﺧــــﻼقBen ancak mekârim-i ahlâk› tamamlamak, güzel ahlâk› ikmâl etmek için gönderildim." diyordu. Cenâb-› Hak bu kudsî vazîfeyi îfâ için Onu seçmiflti. Çünkü O, en mütekâmil bir beflerdi, en kamil insand›. En güzel ahlâk (8) Kaadî Iyâz, efl-fiifâ', ‹bnü'l-Kayyim Cevzî, Zâdü'l-Meâd 218 üzereydi. Bu husus Kur'an-› Kerim'in flehadetiyle sabittir. " واﻧﻚ ﻟـﻌﻰ ﺧﻠـﻖ ﻋﻈـﻴﻢ Muhakkak ki sen, en yüksek bir ahlâk üzeresin." (9) Çünkü onun mürebbîsi Allahu Azîmüfl-flân idi; O, yed-i kudretin terbiye etti¤i bir nümûne-i tekamüldü. " " ادﺑﻨـﻰ رﺑﻰ ﻓـــــﺎﺣــــﺴـﻦ ﺗﺄدﻳـﺒﻰBeni Rabbim terbiye etti ve beni ne güzel yetifltirdi." diyerek bu hakikat› aç›klamaktad›r. Bir flâirimizin dedi¤i gibi: "Bir mektebe oldu kim müdâvim, "Allah idi zât›na muallim." (10) F›trat›n kendisine bahfletti¤i hilkat güzelli¤i ile ahlâk güzelli¤i Onun mubârek flahs›nda toplanm›flt›. O en kâmil bir insand›. "Vasf›nda sözün hülâsas›n al" "insand›, fakat melekten efdal." Befleriyetin en yüksek mürflidi s›fatiyle onun her hareketi insanl›k için bir örnek olacak mahiyettedir. Kur'an-› Kerim flöyle demektedir: ﻟﻘﺪ ﻛﺎن ﻟﻜﻢ ﻓﻰ رﺳﻮل اﻟﻠّﻪ اﺳﻮة ﺣﺴﻨﺔ "Sizin için Allah'›n Resûlünde uyulmas› gereken güzel örnekler vard›r."(11) ‹flte böyle evsâf› hâiz olan Peygamber'e tâbi olmak insanlar için bir flereftir. Çünkü o peygamber: Kardefllik, merhamet, iyilik, flefkat getirmifl, insanlara insanl›¤›n mana ve gayesini ö¤retmifltir. Onun mübarek dîni en güzel teâlimi ihtiva eder, en güzel esaslar üzerine kurulmufltur. Befleriyetin muhtâc oldu¤u sevgi ve sayg› ondad›r. Hazret-i Muhammed'in takdirkârlar›ndan ve hayranlar›ndan olan Mr. Carly, Kahramanlar adl› eserinde bu noktaya temasla flöyle demektedir: "...fiimdi hüsn-ü cemâle, kuvvet ve zekâya sâhipsiniz. Birbirinize flefkat›n›z da var sonra ihtiyarlayacaks›n›z. Hazret-i Muhammed'in fiu: birbirinize flefkatiniz de var, sözü bana çok tesir ediyor. Cenâb-› Hak isteseydi aran›za muhabbet ilkaa etmezdi. O halde ifl nas›l olurdu? Bu pek do¤ru bir fikirdir..." Hakîkaten insanl›k için en büyük nimet aralar›ndaki sevgidir. Befleri topluluklar flefkat ve muhabbetle yaflar. Aile, evlât, h›s›m ve akrabâ, kavm ü kabîle, millet, insanl›k muhabbeti derece derece en yüksek noktaya do¤ru (9) Kalem sûresi, âyet:4 (10) Ziyâ Pafla, Na't-› Nebevî (11) Ahzâb sûresi, âyet: 21 219 yükselmektedir. Muhabbet olmasayd›, medeniyetler kurulmaz, cemiyetler meydana gelemezdi. Kur'an-› Kerim bu mühim noktay› flöyle anlatmaktad›r. ًوﻣﻦ آﻳﺎﺗﻪ ان ﺧﻠﻖ ﻟﻜﻢ ﻣﻦ اﻧﻔﺴﻜﻢ ازواﺟًﺎ ﻟﺘﺴﻜﻨﻮا اﻟﻴﻬﺎ وﺟﻌﻞ ﺑﻴﻨﻜﻢ ﻣﻮدةً ورﺣﻤﺔ "Yine Allah'›n ayetlerindendir ki: Allah sizlere içinizden efller yaratm›flt›r, birbiriniz aras›nda muhabbet ve merhamet duygusu vermifltir." (12) Baflka bir ayet i kerîmede de beyan buyuruldu¤u üzere bu muhabbet ve flefkat Allah'›n en büyük nimetlerindendir. Bu sevgi ve sayg› parayla sat›l›p al›n›r bir fley de de¤ildir, e¤er yer yüzünde olan fleylerin hepsini bedel olarak versen, insanlar› birbirine ›s›nd›ran ve ba¤layan sevgi ve flefkat› sat›n alamazs›n. Bu sevgi ve sayg› o kadar k›ymetli ve muhterem bir fleydir ki, befleriyetin dayana¤›d›r. ‹flte Hazret-i Muhammed insanl›¤a bunu vermifl, bu sevgiyle insanlar›n kalplerini fethetmifl ve ‹slâm dîni bu sayede yay›lm›flt›r. Bu din hay›r ve adalet dinidir. Bir iyilik iflleyene on misli sevap vard›r. Kötülük iflleyense ancak yapt›¤iyle cezalan›r. Hazret-i Peygamber Medînede ilk hutbesinde flöyle buyurmufltu: "Her kim ki, velev yar›m hurma ile olsun, kendini Cehennem ateflinden koruyabilecekse, hemen bu hayr› ifllesin. Bunu da bulamazsa güzel sözle kendini kurtarmaya baks›n." Yine orada ikinci hutbesinde flunlar› söylemiflti: "Ancak Allah'a kulluk edin ve Ona hiçbir sûretle flirk koflmay›n. Allah'a karfl› lâkayd davranmaktan çok sak›n›n. Sözün en do¤rusunu söyleyin. Sözünüz, özünüz Allah'a do¤ru olsun. Rûhullah, aran›zdaki sevginin kayna¤› olsun. Allah, akdini bozanlara, sözünden dönenlere gazap eder." Hazret-i Muhammed'in sözleri ve iflleri dâimâ hay›r ve fazilet üzerinde durmaktad›r. O, saltanat, hükümdarl›k, riyaset davas›nda de¤ildi. Tevazu' va sâdelik onun ahlak›n›n özüydü. Ashab›na flöyle derdi: "Hristiyanlar Hazret-i Îsây› afl›r› derecede medh ettikleri gibi sizde beni medihte ileri gitmeyin. Ben Allah'›n bir kuluyum. Benim hakk›mda Allah›n kulu ve Resûlü deyin." Bir defa asâs›na dayanarak Ashab›n›n yan›na geldi. Ashâb hemen aya¤a kalkt›lar O, bu hareketten memnun kalmad› ve flu nasihatta bulundu.: "Yabanc›lar›n birbirlerini tazim için yapt›klar› gibi yapmay›n ve bana aya¤a kalkmay›n." (12) Rûm sûresi, âyet:21 220 Ashabiyle oturup konuflur, tatl› tatl› sohbet ederdi. Hattâ onlarla flakalaflt›¤› olurdu. Gördü¤ü çocuklar› sever, onlar› okflar küçükleri kuca¤›na al›rd›. Hür, köle, zengin, yoksul, her kim olursa olsun, bütün insanlar onun nazar›nda müsâvî idi Herkesin hat›r›n› güder, gönlünü al›rd›. Medînenin kenar mahallelerindeki, hastalar› ziyaret ederdi. Rastlad›¤›n›zda selâm› yay›n ki, seviflesiniz" derdi. Ashâb'›na elini uzat›p musafaha yapar ellerini s›kar, hal ve hat›rlar›n› sorard›. Namazda bulundu¤u s›rada bile birisi yan›na gelecek olursa, onu bekletmemek için namaz›n› k›sa keser, selâm verip onun hacetini sorar, dile¤ini ö¤renirdi. Herkese tatl› söz güler yüz gösterirdi. Dudaklar›nda daimâ tatl› bir tebessüm dolafl›rd›. Âile hayat›nda da pek geçimli hareket ederdi. Âilesi efrad›n› hiç incitmez, onlar› pek hofl tutard›. Evinde bofl oturmazd›. Elbisesini temizler, pabucunu yamar, koyununu kendi eliyle sa¤ard›. Kendisine bir meflgale bulurdu. Hazret-i Hatice ona: - Ya Ebe'l-Kaas›m, yorulma, evde ifl görecek kimsemiz var, dedikçe O, sevgili zevcesinin bu iltifat›ndan memnun kal›r ve ona: – "Yâ Hatice, derdi, bu dünyada dört fleyden hiç mi, amma hiç hofllanmam; onlardan Allah'›ma s›¤›n›r›m: Korkakl›k, cimrilik, tembellik, bir de pislik". Sevgi ve flefkat duygular› onun bütün varl›¤›n› kaplam›flt›. Muhtaç bir kimse gördü mü, içi s›zlard›. Onu kendi nefsine ve ehlü ›yâline tercih ederdi. Her muhtâc› gözetip her ihtiyac› karfl›lamaya çal›flt›¤›ndan evinde y›¤›lm›fl, saklanm›fl bir fley bulunmazd›. ‹steyene verirdi. Evinde yoksa, ödünç al›p verir, muhtaçlar› bofl çevirmezdi. ‹rtihal etti¤i zaman z›rh› bir yahûdide rehin olarak bulunuyordu. Son derece tevâzu' sahibiydi. Hademesiyle yemek yer, onlarla oturup sohbet ederdi. Gelen müsafirlerine kendisi hizmet ederdi. Habefl k›ral› taraf›ndan bir heyet gelmiflti. Onlara bizzat hizmet etmeye bafllad›¤›n› gören Ashâb›: – Yeter, Yâ Rasûlallah, dediler. O flu cevab› verdi:: – "Bunlar bizim Ashâb-› Kirâm›m›za ikrâm ettiler, ilk muhâcirleri hofl karfl›lad›lar. Ben onlara bunun karfl›l›¤›n› bizzat vermek isterim." O, iflte böyle vefâl› idi. Ve herkesi de dâimâ hay›rla anard›. Befleriyetin flefkat ve merhamete daha muhtaç olan s›n›f›na, yoksullara, zavall›lara karfl› kalbi son derece yumuflakt›. Onlar›n k›r›k ve mahzun gönüllerini almay› en büyük fazilet bilirdi. Hele mâsum yavrucuklar›, küçük 221 çocuklar› daima sever, okflard›. K›zlar›n›n çocuklar› namaz k›larken üstüne t›rman›rlar, O bunlara bir fley demezdi... Onun sevgisi yaln›z insanlar› kucaklayan bir sevgi de¤ildi. Bu hudutsuz sevgi hayvanlar› bile flefkat›ndan mahrum b›rakm›yordu. O, hayvanlara, bütün canl›lara karfl› son derece flefkatliydi. ‹çeri girmek için kap›s›nda seslenen bir kediye kap›s›n› kendi eliyle aç›p onu içeri al›rd›. Hastal›¤a yakalanm›fl bir horozun tedâvisiyle canla, baflla u¤raflm›flt›. At›n› kendisi t›marlay›p okflard›. Susuz kalm›fl bir köpe¤e ayakkabiyle kuyudan su çekip veren kimseyi cenetle müjdelemiflti. Bir kediyi aç b›rakan kad›n›n bu yüzden azaba dûçâr olaca¤›n› bildirmiflti. Bitki ve a¤aç sevgisini de ehemmiyetle tavsiye ederdi. Susuz kalm›fl bir a¤ac› sulayan kimseye Allahu Teâlâ'n›n ecir ve mükâfat verece¤ini haber vermifltir. Her can tafl›yana flefkat ne güzel bir fleydir. ‹flte Hazret-i Muhammed, bütün, âlemlere rahmet olan Efendimiz, bilûmum âlemleri kucakl›yan bir flefkat ve sevgi ile insanl›¤a yepyeni bir ders vermifltir. Yeni bir medeniyet rûhu getirmifltir. Ve O, âlemlere rahmet olarak gönderildi¤ini bi'l fiil isbât etmifltir. Onun mübarek dininin nurlar› befleriyetin yolunu ayd›nlatan bir mefl'ale halinde dünyan›n her taraf›na saç›lm›flt›r. "Âlemlere rahmetti, evet, fler-i mübîni, fiehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi. Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep, Medyun Ona cemiyetti, medyûn Ona ferdi." Mehmet ÂK‹F Onun güzel ahlâk›n›, yüksek meziyyetlerini herkes hayranl›kla yâd etmektedir. Siyer sâhipleri, fiemâil müellifleri bu hususta nice emsalsiz örnekler vermektedirler. fiâirler onun yüksek evsaf›n› zikirle, fliirlerini süslemektedirler. Hazret-i Muhammed'in temiz evsâf›n›, örnek hayat›n› bütün sevimlili¤i ile tasvir eden Mustafa Fehmi Gerçeker'in hilye-i Fahr-i Âlem adl› eserinden flu m›sralar› beraber okuyal›m: "Pek sevgili, en güzel bir insan! Yoktur efli varsa iflte meydan! Yusuf denemez bununla efldir. Bir necm idi o, bu bir günefldir. Ahlâk›n› dinle, sorma benden, Kur'an azametle vasfederken, Bir vasf-› mümeyyiziydi s›dk›, 222 ‹man› gibi emindi t›pk›. Yükseldi elinde flems-i tevhîd, Mahvoldu önünde flirkü taklid Kuvvetli silah› akl ü mant›k, Vicdan-› befler onunla nât›k. Eyyaâm-› saâdetinde ancak, Dünyada görüldü adl-i mutlak. Germiflti kanatlar›n zemine, Rahmetdir o cümle âlemine. Âlemde odur gören cemâli, ‹nsanlara gösteren kemâli. Y›llarca çal›flt› cehle karfl›, Her yerde tan›tt› Rabb-i Arfl› Devrinde bahara erdi ahlâk, Süslendi zemîn, aç›ld› âfak. Neflretdi fazîletin cihâna, Can verdi zemîn ü âsümâna. Hakk›n bize bir atâs›d›r o, En sevgili Mustafas›d›r o. Diz çöktü onun önünde erler, Hep feyz-i teveccühün dilerler. Pek sâf idi meclisinde ülfet Herkesle ederdi tatl› sohbet. Ashab›n› hofl tutard› her dem, Söylerdi, gülerdi fahr-i âlem. Dinlerdi, severdi halk› candan, Mazlûmu korurdu her ziyandan. Düflmüflleri kald›r›rd› yerden, Saklard› yetimi her kederden. Azmiyle bina-y› zulmü yakt›, Âvaze-i adl› arfla ç›kt›. Tarîh-i beflerde yok misâli, Her dilde yaflar onun hayâli. Mi'râc-› kemâlidir felekler, Hayrân-› cemâlidir melekler. Vasf›nda sözün hülâsas›n al: ‹nsand›, fakat melekden efdâl!" Hazret-i Peygamber'in flemâil ve hilyesini en güzel tavsif eden, mübârek evsaf›n› en canl› tasvir eden ‹mâm-› Busayrî meflhur kaside-i Bürdesinde Peygamberimizin vas›flar›n› flöyle beyan eder: 223 "Muhammed iki cihan serveri, insanlar›n ve cinlerin ulusu, araplar›n ve arap olmayanlar›n, bütün milletlerin efendisidir. Peygamberimiz, tebli¤a memur olduklar› fleyleri emreder, kötülüklerden de nehyeder. Evet, veya hay›r demek hususunda ondan daha do¤ru hareket eden bulunmaz. O, Allah'›n sevgilisidir ki, içine düflülen her belâdan kurtulmak için onun flefâat› umulur. O, insanlar› Allah'a davet etmektedir, ona sar›lanlar, hiçbir vakit kopm›yacak sa¤lam bir ba¤a tutunmufl olurlar. Hilkatca ve ahlâkça bütün peygamberlere üstündür. ‹lim ve kerem itibariyle bunlar Ona yaklaflamazlar. Peygamberlerin hepsi Resûlullah'›n irfan deryas›ndan bir avuç ve onu kereminden bir yudum almak ile tefeyyüz etmifllerdir. Onlar›n hepsi, onun huzûrunda mevkilerine göre ilmin bir noktas› veya hikmetin bir harekesi olarak yer alm›fllard›. Ma'nâ ve sûret, zâhir ve bât›n itibariyle kemâlât sâhibi olan Resûl-i Ekrem, lâtif olan yarat›c› taraf›ndan, Habib olarak seçilmifltir. Güzellikte efli olm›yan o mübârek zât›n kemâlat menba›ndan ald›¤› güzellik cevheri asla tecezzî kabûl etmez. Bununla beraber sen, hristiyanlar›n, peygamberleri hakk›nda söylediklerini b›rak da medhinde hakîmâne hareket et, insanl›¤›n üstüne ç›kma, Allâh'›n s›fatlar›n› ona verme. Onun zât›na istedi¤in kadar fleref izâfe et, onu yüce kadrine istedi¤in kadar azamet ver. Zîra Peygamberin fazl ü kemâline bir had yoktur ki, lisan onu ifade edebilsin Peygamber, çok fazla sevgisinden bizi ak›llar› acîz b›rakacak bir fleyle s›namam›fl, biz de zerre kadar flek ve flüpheye, hayret ve endifleye düflmemiflizdir. Cihan onun kemâlat›n› idrakten acizdir. Uzak, yak›n her yerde Onun fazâiline hayran olanlar görülür. O, günefl gibidir, uzaktan göze küçük görünür, fakat, ona bakan gözleri kamaflt›r›r. Onun, rüyalar›nda gördükleri hayaliyle teselli bulanlar, bu dünyada Onun hakîkat-› kemâlini nas›l anlayabilirler? 224 Onun hakk›nda ilmimizin söyleyebilece¤i fley: Befler oldu¤u ve bütün mahlukaat›n en hay›rl›s› ve eflrefi bulundu¤udur. Bütün peygamberlerin getirdikleri ayât ve mucîzât, ‹slâm Peygamberi'nin onlara ulaflan nûrânî feyzidir. O fazilet güneflidir, onlar da Onun y›ld›zlar›d›r ki, Onun olmad›¤› bir zamanda ancak insanlara ›fl›klar›n› saçm›fllard›r. Onda çiçeklerin letâfeti, ay›n ondördünün parlakl›¤› vard›r. Lûtf u keremi deryâlar gibi engin, himmet ve gayreti as›rlar gibi muazzam ve pâyidard›r. Yaln›z bafl›na oldu¤u halde Onu, heybet ve celâlinden ordular ve fâtih alaylar içinde san›rs›n. Onun kemiklerini örten topra¤›n kokusu, en nefis kokulardan üstündür, Onu koklay›p öpenlere ne mutlu. B›rak beni, onun da¤ bafl›nda yanan, çöllerde flafl›r›p dolaflanlar› geceleyin ›fl›¤›na ça¤›ran atefl gibi âflikâr olan mucizelerini vasfedeyim. Onun en yüksek mucizesi âyât-› Kur'aniyyedir ki, lafz› itibâriyle hadis, manâ cihetiyle kadîmdir. Zîrâ kadîm olan Allah kelâm›d›r. Kur'an-› Kerim'in ayetleri, bir zamana mukaarin olmad›¤› halde bize k›yametten, Âd kavminden, ‹rem bahçelerinden haberler vermektedir. Onun mucizesi daima devam etmifl ve bizlere kadar gelmifltir. Bu itibarla di¤er peygamberlerin mucizelerine çok üstündür, çünkü, onlar daimî de¤ildir. Kur'an'›n ayetlerini okuyanlar, onun k›râetiyle gönül fladl›¤›na ererler, Onlar› temin ederim ki, onlar Allah'a çeken ba¤› buldular, ona s›ms›k› sar›ls›nlar. Onu Cehennem ateflinden korkarak okursan, onu gül yapraklar›n›n hofl kokusu, Cehennem ateflinin alevlerini söndürür. Onun ayetleri, Arasat gününde kömür parças› gibi simsiyah kesilen âsilere flifa veren ve yüzlerini a¤artan Havz gibidir. O, hakk› bât›ldan temyiz hususunda S›rat, adâleti temin hususunda terâzi gibidir. O olmasa insanlar aras›nda adalet kaaim olmazd›. Kur'an-› Kerim'in Allah kelâm› oldu¤unu idrak ettikleri halde onu inkâr eden hasedçilerin inkâr›na flaflma. Bu cehaletten de¤il, inat ve tecâhülden ileri geliyordu. Bazan göz, hastal›¤›ndan dolay› güneflin ›fl›¤›n› inkâr etti¤i gibi a¤›z da hastal›k yüzünden suyun tad›n› duyamaz. 225 Ey Sen ki, bütün mültecilerin kofla kofla giden binekler üzerinde nezdine kofltuklar› en hay›rl› insans›n, Sana iltica ediyorum. Ve Sen ibret alanlar için en büyük âtîsin ve nimet peflinde koflanlara en feyyaz nimetsin." YAHÛDÎLER ‹SLÂM‹YETE KARfiI CEPHE ALIYOR, MÜNÂFIKLAR ÇO⁄ALIYOR Yahûdîler, Hazret-i Muhammed'i kendi taraflar›na celbederler ümîdiyle bidâyette onu hofl karfl›lam›fllard›. Fakat birkaç tecrübeden sonra Hazret-i Muhammed'i takib etti¤i yüksek davas›ndan vaz geçirerek kendi taraflar›na alam›yacaklar›n› anlay›nca ‹slâmiyete karfl› cephe almaya bafllad›lar. O derece ki, kendi milletlerinden müslüman olanlar›n bile aleyhinde bulunuyor ve dün medh ettiklerini bugün zemden çekinmiyorlard›. Yahûdilerin büyük din alimlerinden olan Abdullah b. Selâm, Hazret-i Peygamber'le temas edince onun Tevrat'ta zikri geçen son Peygamber oldu¤unu anlam›fl ve müslüman olmufltu. Bunu ilân edince yahûdîlerin onun hakk›nda ileri geri nice sözler söyliyeceklerini biliyordu. Onun için Hazret-i Peygambere ricâda bulunarak: Onlara benim Müslüman oldu¤umu bildirmeden önce benim hakk›mda ne diyecekler, sorup deneyelim, dedi. Hazret-i Peygamber Abdullah b. Selâm'› nas›l tan›d›klar›n› yahûdîlere sorunca hepsi de flu cevab› verdiler: – O bizim ulumuzdur, Efendi-zâdemizdir. Mürflidimiz ve âlimimizdir. Abdullah müslüman oldu¤unu a盤a vurup karfl›lar›na ç›k›nca ve onlar› da ‹slâmiyeti kabûle davate bafllay›nca onun aleyhinde söylemedik söz b›rakmad›lar, az evvel medh ve senaâs›nda bulunduklar› bu adam›n hakk›nda birçok fleyler uydurup yahûdî mahallelerine yayd›lar. Bu hâdise de, yahûdîlerin islâm aleyhtarl›¤›n› körükledi. Mekke'de müflriklerle u¤raflan Hazret-i Muhammed Medîne'de de yahûdîlerle u¤raflmak zorunda kald›. Buradaki mücadeleler Mekke'deki gibi de¤ildi. Yahûdîler ehl-i kitab olduklar›ndan kar›fllar›na peygamberler tarihine ait sorularla ç›k›yorlard›. Ve bu mücâdelede hîle ve sahtekârl›k kullanmaktan da çekinmiyorlard›. Münâf›klar›n Zuhuru: Burada ortaya yeni bir zümre ç›km›flt›: Münâf›klar! Bunlar zâhiren müslüman olmufl görünüyorlar, müslümanlar›n aralar›na sokuluyorlar, onlarla düflüp kalk›yorlar, sûret-i haktan görünerek onlara flüpheye düflürecek fleyler soruyorlar, böylelikle imanlar› sarsmak, kaleyi içinden fethetmek istiyorlard›. Münâf›klar çok tehlikeli insanlard› ki, 226 her âdîli¤e ve sahtekârl›¤a tenezzül ediyorlard›. Yahûdî olduklar› halde Tevrat'taki fleyleri bile ayaklar alt›na al›yorlard›. Bir defa flunu sormufllard›: Mahlukaat› e¤er Allah yaratt› ise ya Allah'› kim yaratt›? Bu soruya ‹hlâs Suresi cevap idi: "Ya Muhammed, de ki, O Allah bir tektir, Allah sameddir, herfley ona muhtaçt›r, do¤urmam›flt›r, do¤urulmam›flt›r, Ona hiçbir fley denk olamaz." Bu sûre yahudilerin sorusunu çok esasl› sûrette cevapland›r›yordu. Halik ve mahlûkun hâl ü flân› ayr›d›r. Mahlûk hâl›kla nas›l mukaayese edilir. Allah'›n yaratt›¤› bir mahlûk olan ak›l hâl›k olan Allah hakk›nda ne hüküm verebilirdi.! Allah sameddir, herfley ona muhtaçt›r. Ondan bir cüz veya madde kopmufl de¤ildir. Onun eksi¤i ve noksan› yoktur. Ona birfley denk olamaz. Öyle olunca hâlik ile mahluku birbirine kar›flt›rmak en büyük haks›zl›kt›r.Yahûdîler buna benzer sorular sordular ve cevaplar›n› ald›lar. Yahûdîler müslümanlar› birbirlerine katmak için her vesileye baflvururlard›. Evs ile Hazreç kabileleri aras›ndaki eski düflmanl›¤› tazelemek için f›rsat kolluyorlard›. Münaf›klardan fias b. Kays, Evs ve Hazreç kabîlelerine mensup gençlerin bir araya toplan›p birbirleriyle samîmî sohbet ettiklerini görünce, onlar› k›skand› ve kendi kendine: – Bunlar böyle bir araya geldiklerine göre bizim burada yerleflmemize, burada dikifl tutturmam›za imkân kalmaz, dedi. Orada durmakta olan bir yahûdî çocu¤una bunlar›n aralar›na fitne sokmak için bir s›ras›n› düflürerek Buâs harbini hat›rlatmas›n›, Evs'in Hazrec'e galebe çalm›fl oldu¤undan dem vurmas›n›, böylelikle kavmiyet gayretlerine dokunarak hislerini coflturmas›n› tenbih etti. Ald›¤› talimat üzerine yahûdî genci ilk f›rsatta Buâs Harbinden dem vurarak eski yaralar› kurcalad›. Söz sözü aç›nca Hazreçliler ile Evsliler o günleri hat›rlad›lar, herkes yapt›¤›yle ö¤ünmeye bafllad›, derken konuflma k›z›flarak tats›z bir hal almak istidâd›n› gösterdi. ‹çlerinden biri dayanam›yarak: – ‹sterseniz geçmifli tekrarlayabiliriz, dedi. Medîne'de müslümanlar›n birli¤ini sa¤layan ve bunu perçinlemek için aralar›nda ahiret kardeflli¤i kuran peygamber, bu vaziyeti duyunca hemen birkaç Ashabiyle oraya geldi ve oradakilere hitâb ederek; ‹slâmiyet sâyesinde kalplerinin nas›l birleflti¤ini, aralar›nda samimi bir kardefllik mevcut oldu¤unu anlatt›. Eskiden ateflten bir uçurum kenar›nda dolaflanlar›n din sâyesinde ondan kurtulup kardefl olduklar›n› eski tefrika günlerinin ac› felâketlerini hat›rlatt›. Hazret-i Peygamber bu sözlerini o kadar canl› ve tesirli bir sûrette söylemiflti ki, dinleyenlerden bir ço¤u kendini tutamayarak 227 a¤lad›, birbirlerine sarmaflt›lar. Yapt›klar›n›n hata oldu¤unu anlad›lar ve tevbe ettiler. *** Kur'anda Mekke'de nazil olan ayetlerin bir k›sm› oradaki müflriklerle olan cidal ve kavgay› tasvir etti¤i gibi, Medînede nâzil olan ayetlerin bir k›sm› yahûdîlerle Müslümanlar aras›ndaki mücadeleyi anlatmaktad›r. Bu mücadelenin fliddetini anlamak için Bakara ve Nisâ sureleri gibi en uzun sûrelerin ve di¤erlerinin birçok âyetlerin de bundan bahsolundu¤unu zikretmek kafîdir. ‹flin garip olan ciheti fludur: Yahûdîlerin islâmiyet'e karfl› besledikleri düflmanl›k onlar› kendi kitaplar› Tevrat'ta olanlar› bile inkara sürüklüyordu. Onlar hakk›nda Kur'an-› Kerim derki: "Biz muhakkak ki, Musa'ya kitap verdik ve arkas›ndan onun izinde nice peygamberler daha gönderdik, hem Meryem O¤lu ‹sâ'ya beyyineleri, aç›k delilleri verdik, onu Rûhü'l-Kuds ile te'yid ettik. Buna karfl› siz nefsinizin heva ve hevesine uymayan bir emirle bir peygamber geldikçe her defas›nda kafa tutup duracak, ona uymay› kibirinize yediremiyerek kimini yalanlar, kimini de öldürür müsünüz? Üstelik bir de bizim kalplerimiz k›l›ft›r. Kabuk tutmufltur, dediler. Hay›r öyle de¤il, onlar› küfürleri dolay›siyle Allah lânetledi, rahmetinden kovdu. Onun için bunlar pek az îmân ederler. Vaktâki, onlara nezdlerindeki kitab› tasdîk eden bir kitap Allah taraf›ndan geldi, önceden küfredenlere ve müflriklere karfl› zafer kazanmak için bunu bekleyip durduklar› halde, tan›d›klar› kitap gelince bu defa tuttular ona karfl› kâfir oldular. Allah'›n laneti de bütün kafirleredir." (13) Yahûdîlerle müslümanlar aras›ndaki mücadele günden güne fliddetleniyordu. Yahudîler bu mücadelede en adiliklere tenezzül ediyorlar, saçma sapan fleyler ortaya sürüyorlard›. Ebû Bekir gibi halîm, selîm uysal olmakla nam vermifl a¤›r bafll›, olgun bir zat bile yahûdîlerin bu saçma sapan sözlerine tahammül edemeyip hiddetleniyodu. Bir defa Finhâs nam›nda bir yahûdî ile konuflurken Ebû Bekr onu ‹slâm'a davet etmifl yahûdî de ona flöyle demiflti: – "Ey Ebû Bekr, Allah'a hiçbir minnetimiz ve ihtiyac›m›z yok! Fakat O bize muhtaçt›r. O bize yalvard›¤› hade biz O'na yalvarm›yoruz Biz Ondan müsta¤nîyiz, O ise bizden müsta¤nî de¤il, E¤er müsta¤nî olsayd›, arka- (13) Bakara sûresi, âyet: 87-89 228 dafl›n›z Muhammed'in dedi¤i gibi, bizim mallar›m›zdan ödünç almak istemezdi! Sizi ribâdan, fâhifl fâizden men ediyor, fakat onu bize veriyor. E¤er bizden müsta¤nî olsayd›, bunu bize vermezdi!" Yahûdî burada flu ayete iflâret etmek istiyordu: "Kim ki, Allah için güzel surette iyilikle ödünç verirse Allah ona kat kat mükâfat verir." (14) Muhtaçlara fâizsiz Allah r›zas› için para vererek yard›mda bulunmay› tavsiye eden bu güzel ayeti kötü yolda kullanmak isteyen yahudînin sözlerine Hazret-i Ebû Bekr fenâ halde k›zd›, kendini tutam›yarak bu yüzden yahûdî ile dö¤üfltü. Ve: – "Yemin olsun, e¤er sizinle aram›zdaki o andlaflma olmasayd› senin kelleni uçururdum, ey Allah düflman›!" dedi. Finhâs, Hazret-i Peygamber'e gidip Hazret-i Ebû Bekr'i flikayet etti. Kendisini dö¤dü¤ünü söyledi, fakat Allah'a kar›fl savurdu¤u o sözleri saklad›. Bu hâdise üzerine flu ayetler nazil oldu: ﻟﻘﺪ ﺳﻤﻊ اﻟﻠّﻪ ﻗﻮل اﻟﺬﻳﻦ ﻗﺎﻟﻮا ان اﻟﻠّﻪ ﻓﻘﻴﺮ وﻧﺤﻦ اﻏﻨﻴﺎء "Hak Teâlâ, Allah fakirdir, muhtaçt›r, biz zenginiz! diyenlerin sözlerini iflitti. Onlar›n bu dediklerini ve peygamberleri nâhak yere öldürdüklerini hep yazaca¤›z ve onlara yanmak azab›n› haydin tad›n diyece¤iz"(15) Yahûdîler Ensar'la Muhaâcirlerin aras›n› bozmaya çal›flmakla, Evs ile Hazrec'i birbirine kat›p tutuflturmaya u¤raflmakla müslümanlar› dinlerinden ay›r›p flirke sürüklemek için fesatç›l›k yapmakla kalmad›lar, bizzat Peygamber'i bile aldatmak için hileye baflvurdular. Her f›rsattan istifade ederek müslümanl›¤›n aleyhinde bulunuyorlar, herfleyi dile doluyorlard›. K›ble'nin, Mescid-i Aksâ'dan Mescid-i Haram'a çevrilmesinde de ayn› yolu tuttular. Ve müslümanlar›n K›blesine de kar›flt›lar. KIBLE'N‹N TAHV‹L‹ (Hicretin ‹kinci Y›l›) Müslümanlar, Medînede namazlar›n› peygamberler makam›, evliya dura¤› olan Kudüs'e yani Beyti Makdis'e do¤ru k›larlard›. Fakat yahûdîlerin bunu dedikodu vesilesi yapmalar› yüzünden Hazret-i Peygamber, yine Kâbenin K›ble olmas›n› temenni ediyordu. Kâ'be de muvahhitler atas› Hazret-i ‹brâhim'in kurdu¤u bir Allah evi idi. Araplarca çok mukaddes tan›n›rd›. (14) Bakara sûresi, âyet:245 (15) Âl-i ‹mran sûresi, âyet: 181 229 Vatanlar› olan Mekke'ye befl vakit namazlar›nda dönmek, oras›n› yâdetmeye vesîle olaca¤›ndan müslümanlar›n hepsi bunu arzu ediyorlard›. Hicretin ikinci senesinde Medînede ikaametinin 17 inci ay›nda K›ble'nin Mescid-i Aksâ'dan Mescid-i Harâm'a çevrildi¤ini beyan eden ayet nazil oldu. ...ﻗﺪ ﻧﺮى ﺗﻘﻠﺐ وﺟﻬﻚ ﻓﻰ اﻟﺴﻤﺎء "Biz senin yüzünün, vahiy gözetliyerek semâya s›k s›k döndü¤ünü görüyoruz. Seni hoflnûd olaca¤›n bir k›ble'ye muhakkak çevirece¤iz. Haydi yüzünü Mescid-i Harâm'a do¤ru çevir ve siz de ey müminler nerede olursan›z olun, yüzlerinizi o tarafa do¤ru çevirin!"(16) Müslümanlar derhâl namazlar›n› Kâ'be'ye do¤ru k›lmaya bafllad›lar. Kâbe-i Muazzama Hazret-i ‹brâhim'in en kadîm k›blesi bulunmas› hasebiyle Arap kavimlerinin îmâna gelmelerine yard›m edece¤i mülahazasiyle vâki olan Resûl-i Ekrem'in hikmet-i rabbâniyyeye tevafuk eden iflbu temennisi tahakkuk etti. Yahûdîlerin ve Hristiyanlar›n k›blesi Kuds-ü fierif idi. En büyük bir muvahhit olan Hazret-i ‹brahim'in kurdu¤u Kâbe-i Muazzama da yeryüzünde tevhid akidesinin canl› bir abidesi hâlinde idi. Müslümanlar›n K›blesi de oras› oldu. Bunda hayret edecek birfley yokken yahûdîler bunu dile dolad›lar ve k›zd›lar. Onlar Hazret-i Muhammed'i kendi taraflar›na celbetmek veya bir bahane ile: Peygamberler dura¤› Kudüs'tür, diyerek oraya afl›rmak istiyorlard›. fiimdi bu emelleri suya düflmüfltü Onun için K›ble'nin Kudüs'ten Mekke'ye çevrilmesine hiddetlendiler ve yine fitnecili¤e bafllad›lar. fiu ayetler bu hadiseyi anlatmaktad›r. ... ﻗﻞ ﻟﻠّﻪ اﳌﺸﺮق واﳌﻐﺮب.ﺳﻴﻘﻮل اﻟﺴﻔﻬﺎء ﻣﻦ اﻟﻨﺎس ﻣﺎ وﻟﻴﻬﻢ ﻋﻦ ﻗﺒﻠﺘﻬﻢ اﻟﺘﻰ ﻛﺎﻧﻮا ﻋﻠﻴﻬﺎ "‹nsanlar aras›nda birtak›m beyinsizler diyecekler ki: Onlar› eskiden bulunduklar› K›ble'den çeviren nedir? Yâ Muhamed, de ki: Gün do¤usu da, gün bat›s› da (flark ta, garp ta) her cihet Allah'›nd›r. O, diledi¤ini do¤ru yola hidayet eder. Biz iflte sizi (Muhammed Ümmetini) dosdo¤ru yola ileterek ortada yürüyen, hak ve adâleti gözetir bir millet k›ld›k, tâ ki, bütün insanlar üzerinde adalet nümûnesi ve hak flâhitleri olas›n›z. Ve peygamber de sizin üzerinize flâhit olsun. Biz ancak Peygambere tabi olacaklar›, tuttu¤u izden geri dönecek olanlar› ay›rdetmek için, senin vaktiyle yöneldi¤ini k›ble yapm›fl›zd›r. Bu bir imtihand›r. Allah'›n do¤ru yola hidayet et- (16) Bakara sûresi âylet: 144 230 tiklerinden baflkalar› için a¤›r birfleydir. Cenâb-› Hak, sizin îmân›n›z› (Kudüs'e karfl› k›l›nan namazlar›) asla zâyi etmez. Allah insanlar hakk›nda re'fet ve merhamet sahibidir." (17) Bu ayetler yahûdîlerin iddialar›n› esas›ndan reddetmektedir. K›ble bizzat maksud olan birfley de¤ildi. fiark ve garp, her cihet Allah'›nd›r. ‹nsan nereye dönse Allah'›n r›zas› oradad›r. Bakara Sûresinin di¤er bir ayeti dinin talim etti¤i bu yüce hakikat› çok aç›k olarak bidirmektedir. ...ﻟﻴﺲ اﻟﺒﺮ ان ﺗﻮﻟﻮا وﺟﻮﻫﻜﻢ ﻗﺒﻞ اﳌﺸﺮق واﳌﻐﺮب وﻟﻜﻦ اﻟﺒﺮ ﻣﻦ آﻣﻦ ﺑﺎﻟﻠّﻪ واﻟﻴﻮم اﻵﺧﺮ "Taat ve iyilik, yüzlerinizi meflr›k ve ma¤rib taraflar›na döndürmekte de¤ildir. As›l hay›r ve iyilik o kimsenin tâat ve hayr›d›r ki, Allah'a, Âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inan›r. Mal›n› h›s›mlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalm›fllara, birfley isteyenlere, esirlerin âzad›na seve seve verir." (18) HAZRET-‹ MUHAMMED'‹N D‹⁄ER D‹N ERBAB‹YLE MÜNÂSEBETLER‹ Yahûdiler islâmiyet'e karfl› cephe ald›klar› s›rada hristiyanlar›n vaziyeti daha baflka idi. Gerçi Medîne'de Hristiyanlar yoktu. Fakat civarda vard›. Hristiyanl›¤a ait Hazret-i Muhammed'e sorular soruluyordu. ‹slâmiyet di¤er din erbab›n›n, yahûdilerin ve hristiyanlar›n dîni hürriyetini tan›m›flt›. Onlara vicdan hürriyeti vermiflti. Herkes akidesinde serbestti. Dinde ikrah yoktur. Bu cihet, yahudilerle yap›lan andlaflmada tasrih olunmufltu. Yaln›z onlar›n yan›ld›klar› noktalar› tenbih eder ve tevhid dininin esaslar›n› bildirir. Bir aral›k Necran hristiyanlar›ndan 60 kiflilik bir heyet Medîne'ye gelerek Hazret-i Peygamber'le görüfltü. Necran, Mekke ile Yemen aras›ndad›r. Ve Mekke'den 7 konak mesâfede bulunmaktad›r. Arabistanda buradan baflka bir yerde dertop olarak hiristiyanl›k tutunamam›flt›. Büyük bir kiliseleri vard›. Kâbe'ye rakip say›l›rd›. Necran'dan gelen heyet için, din kitaplar›n› okumufl peygamberlere âit genifl bilgisi olan kimseler vard›. Bunlar hristiyan dünyas›yle temas halinde idiler. Bu heyet Hazret-i Peygamber'le görüfltü. Müzâkereler yap›ld›: Yâhudîlerle eskiden beri temas hâlinde idiler. fiimdi hristiyan mümessilleriyle de temaslar yap›l›nca târihte ilk defa olarak üç din mensuplar› aras›nda (17) Bakara sûresi, âyet: 142-143 (18) Bakara sûresi, âyet: 177 231 görüflmeler vaki oldu¤una flahit oluyoruz. Bu âdeta dinler kongresini and›ran bir görüflme idi.(19) Yahûdîler hem Hazret-i Îsâ'n›n ve hem Hazret-i Muhammed'in peygamberli¤ini tasdik etmiyorlar ve Uzeyri ‹bnu'llah tan›yorlard›. Hristiyanlar teslis'e kaaildiler ve Îsâ ‹bnu'llah diyorlar, onun uluhiyetine itikad ediyorlard›. Hazret-i Muhamed ise geçen peygamberlerin hepsini tasdik ediyor, tevhid dinine ça¤›r›yordu. Beflerin dîni, tevhid dîni idi. Bütün peygamber kardeflleri ayn› esâs› getirmifllerdi. Fakat insanlar, peygamberlerin getirdiklerini bozarak 盤r›ndan ç›karm›fllard›. Hazret-i Muhammed flimdi iflleri yine tabiî mecrâs›na sokmaya çal›fl›yordu. Yahûdîler ve hristiyanlar Ona hangi peygamberleri tasdik etti¤ini soruyorlard›. fiu ayetler o sorular›n cevab›d›r: "Biz Allâh'a iman ettik, bize gönderilene, ‹brahim'e ‹smâil'e ‹shak ve Ya'kub'a ve Esbâta gönderilenlere, Musâ ve Îsa'ya verilenlere, bilumum peygamberlere Allah taraf›ndan verilene inan›r, Allah'›n peygamberlerinden hiçbirini di¤erinden ay›rdetmeyiz. Ve biz Allah'a teslim olmufl insanlar›z" (20) Beflerin son mürflidi olan Hazret-i Muhammed'in insanl›¤a neler tebli¤ etti¤ini anlamak için bu ayeti okumak kafidir. Bu ne yüce hakikatt›r, ne ulvi gayedir: O insanl›¤a afl›k oldu¤u sesi duyurmufltur. Bu ses insanl›¤› kucaklayan bir dinin sesidir. Hristiyanl›k ve yahudilikten herbiri bir ve iki peygamberi tan›mazken ‹slâmiyet bilâistisnâ her peygamberi tan›makta ve Allah'›n peygamberleri aras›nda hiçbir ayr›l›k gözetmemektedir. Tevhid dîni böyledir. Bundan baflka türlü söyleyenler, Allah'›n gönderdi¤i kitaplar› tahrif ediyorlar demektir. Kur'an birçok yerde bunu tekrarlar. Peygamberlerin getirdikleri dinlerin esaslar› birdir. Bu kâinat›n, bir ulu yarat›c›s› vard›r. O da Allah't›r. Kâinat onun mülküdür ve tasarrufundad›r. Ezelî hakikat budur. Bunun d›fl›na ç›kmak dalalettir. Varl›kta herfley onun emir ve iradesine tabidir. Hilkat gününden beri yerler ve gökler ona münkadd›r. Onun kurdu¤u nizam üzeredir. Bundan ayr›lamazlar Mahlukat› aras›nda yaln›z insan onun çizdi¤i nizam›n d›fl›na ç›karak yan›l›r. Onun için kullar›n› irflad için peygamberler göndermifltir. Bu peygamberlerin vazifesi ayn›d›r. Bunlar bir hakikat silsilesinin halkalar› gibidirler. ‹nsanlar› ayn› yere götürürler. ‹flte islâmiyet bu peygamberlerin hiçbiri aras›nda fark yapmamaktad›r. Hepsini imana davet etmektedir. Onun için, umum insanl›¤›n dinidir, cihan-flümûldür. Medîne'de toplanan bu üç din erbab› neler konufltu, tafsilatiyle bilmi(19) M. Hüseyin Heykel, Hayât-› Muhammed. (20) Bakara sûresi, âyet:136 232 yoruz. Kur'an-› Kerim Hazret-i Muhammed'in onlara hitaplar›n› nakletmektedir. Onlar› tevhid dinine nas›l davet etti¤ini anlat›yor. Yahûdîlere ve hristiyanlara son Peygamber, beflerin son mürflidi, bundan 14 as›r evvel Allah nam›na flöyle diyordu. ...ﻗﻞ ﻳﺎ اﻫﻞ اﻟﻜﺘﺎب ﺗﻌﺎﻟﻮا اﻟﻰ ﻛﻠﻤﺔ ﺳﻮاء ﺑﻴﻨﻨﺎ وﺑﻴﻨﻜﻢ اﻻ ﻧﻌﺒﺪ اﻻ اﻟﻠّﻪ "De ki, ey ehl-i Kitâb, sizinle aram›zda o müsâvî kelimeye gelin ki, Allah'tan baflkas›na kulluk etmiyelim, ona hiçbir efl ve ortak tutmayal›m, ve Allah'› b›rakarak içimizden baz›lar›n› tanr› edinmiyelim. fiayet bundan yüz çevirirlerse, bu ulvî davete icabet etmezlerse, onlara deyin ki, flahit olun, biz müslüman›z, Allah'a teslim olmufl kimseleriz."(21) Az yukar›da geçen ayetle bu ayeti yanyana getirip bir bakal›m ve düflünelim: ‹nsanl›¤›n kula¤›na böyle yüce bir ses çal›nm›fl m›d›r? Gerek yahûdîler, gerek hristiyanlar ve gerekse baflkalar› bu ayetlere ne diyebilirler? Bütün ehl-i Kitâb'› müsâvî kelimeye davet, ne yüce ifltir bu. Ancak Allah'a tapmak, ona flirk koflmamak, Allah'› b›rak›p baflka bir kimseyi tanr›laflt›rmamak, iflte Hazret-i Muhamed buna davet ediyordu. Bütün insanl›¤›n arad›¤› yüce hâkikat da bu de¤il midir? F›trî din, islâmiyet budur, nimetleriyle yükselmifl kimseler, bu sese uyarlar. Fakat insanlar›n zay›f taraflar› da vard›r. O da mal ve mevki düflkünlü¤ü. Bu h›rs ve tama' insanlar›n flerefini öldürür, akl›n nurunu söndürür. Nas›l ki Necran hiristiyan heyetinin bilgin ulular›ndan olan Ebû Harise bir arkadafl›na, Hazret-i Muhammed'in söylediklerinin do¤rulu¤una kanaat getirdi¤ini söylemifl, arkadafl› öyle ise ne diye çekiniyorsun? demesi üzerine flöyle cevap vermiflti: – "Benim çekinmemin sebebi, bizimkilerin bize yapt›klar›d›r. Bize fleref verdiler, servet sahibi yapt›lar, mevkiimizi yükselttiler. Ona muhalefet etmemizi istediler. E¤er ona uyarsam bütün bu gördüklerini çekip geri al›rlar!" ‹flte böylece süflî emeller yüzünden hakikattan yüz çevirdiler. Ve baflkalar›na da kötü örnek oldular. Necranl›lar teslis akîdesinden bir türlü vaz geçmek istemediler. Hazret-i Muhamed onlar› Allah'tan baflka Tanr› tan›mamak, flirk koflmamak, birtak›m insanlar› tanr›laflt›rmamak esaslar›na ça¤›rarak onlarla birleflmek istedi. Fakat onlar eski akidelerinden ayr›lmak istemediler. Hazret-i Peygamber de onlara: Siz haça tapt›kça ve ‹sâ'y› Allah'›n o¤lu tan›d›kça müslüman say›lamazs›n›z, cevab›n› verdi. Necranl›lar bunlar› kabûl etmediler. Bu yüzden bir neticeye var›lmad›. (21) Âl-i ‹mran sûresi, âyet: 64 233 MEKKE VE KUREYfi MES'ELES‹ Hazret-i Muhammed insanl›¤a yeni ve do¤ru bir din getirmiflti. Târihin seyrini de¤ifltirerek insanl›¤› yükseltmek, yepyeni bir medeniyet kurmak istiyordu. Mekke müflrikleri buna engel oluyordu. Mekkeliler onu kendi öz diyar›ndan ç›kard›klar› gibi flimdi Medîne'de de rahat b›rakmak istemiyorlard›. Di¤er taraftan müslümanlar da ana baba yurdu olan Mekke'yi hat›rlar›ndan ç›karam›yorlard›. Çünkü: 1– Hazret-i ‹brâhim'in binâ etti¤i Kâbe orada idi. Kâbe mukaddes bir makamd›. Hac ibâdeti orada ifâ olunurdu. Kâbe'ye dîni ba¤larla ba¤l› idiler. 2– Sevdikleri akraba ve ahbablar›ndan orada hâlâ flirk üzere bulunanlar vard›. Onlar›n da islâm nuruna kavuflmalar›n› arzu ediyorlard›. 3– Ev, bark, mal, mülk neleri varsa Mekke'de kalm›flt›. 4– Medîne'nin havas›na al›fl›ncaya kadar rahats›z olmufllard›. Oran›n havas› muhâcirlere yaramam›flt›. ‹çlerinden s›tmaya yakalananlar olmufltu. S›tma ço¤unu o kadar takats›z bir hale düflürmüfltü ki, namazda ayakta duramazlar, oturarak k›larlard›. Ebu Bekr ile Bilâl-i Habeflî fliddetli bir halde s›tmaya yakalananlardan idiler. S›tma tutunca Mekke'nin havas›n› ve suyunu hasretle anarlard›. Bilâl Mekke'den ç›kmalar›na sebep olanlara bedduâ ederdi. Hazret-i Peygamber muhâcirlerin bu hâlini gördükçe: "Yâ Rab! Sen bize Mekke gibi Medîneyi de sevdir ve burada bize bereket ve maiflet bollu¤u ver diye Hakk'a niyaz ederdi. 5– Bunlar›n yan›nda tabiî bir sâik daha vard›: Vatan sevgisi. Ana baba oca¤›na olan ba¤l›l›k insanda f›trîdir. Do¤up büyüdü¤ü yerin da¤› tafl› insan›n gözünde tüter, havas› suyu burnunda kokar. Gözümüz orada aç›l›p dünyay› görür, sözümüz ve sevgimiz orada bafllar Çocukluk hât›ralar›m›z orada teflekkül eder. Ömrümüzün bahar› orada geçer. Bu fânî hayattan sonra vatan›n topra¤› olmak o da bir emeldir. ‹flte bu gibi sebeplerle Muhâcirler Mekke'yi unutam›yorlard›. Fakat müflrikler eski yollar›nda idiler. Müslümanlar› takipten vazgeçmiyorlard›. Müslümanlar Mekke'de oldu¤u gibi Medîne'de de herfleye katlan›yorlard›. Çünkü islâmiyet tecâvüzü men' ediyordu. Yetmifl kadar âyette harp ve harpten men' vard›r. Fakat nefsini müdâfaa etmek, akîde hürriyetini sa¤lamak tabiî bir hak idi. Müslümanlar›n Kâbe'yi tavaf ve ziyaret için Mekke'ye girmelerine müsaade etmeyen müflriklerin Medîne'de de müslümanlar› rahats›z etmeleri çekilir fley de¤ildi. Onun için müflriklerle kozlar›n› paylaflmak gününün gelece¤i flüphesizdi. Müflrikler kendi yapt›klariyle bu günü haz›rl›yorlard›. 234 MÜfiR‹KLER‹N MED‹NEYE KADAR UZANMALARI Müslümanlar hicret etmekle beraber müflriklerin takibinden kurtulmufl de¤illerdi. Medîneli Araplar taraf›ndan hükümdarl›¤› îlân edilmek üzere iken Hazret-i Muhammed'in hicretiyle nüfuzu sars›l›p bu mevkiye geçemiyen Abdullah ‹bn-i Übeyy'e Mekkeli müflrikler hicretin akabinde müracaat ederek flöyle bir mektup yazm›fllard›: "Siz bizimkileri bar›nd›rd›n›z. Andolsun ki, ya siz onu (Muhammed'i) öldürür veya yurdunuzdan ç›kar›rs›n›z, yâhud biz topumuz size karfl› yürür, sizin bütün cenk erlerinizi öldürür ve kar›lar›n›z›n namusuna geçeriz"(22) Bu da gösteriyor ki, müflriklerin müslümanlar› takibi durmufl de¤ildi. Müslümanlar›n buna karfl› tedbir almas› lâz›m geliyordu. Bu hale göre Kureyfl'in Medîne'ye ans›z›n bir bask›n yapmas› ihtimâli her an beklenebilirdi. Müslümanlar bunu gözden uzak tutmuyorlard›. ‹mâm-› Neseî Hazret-i Peygamber'in Medîne'ye geldi¤inde geceyi uyan›k geçirdi¤ini söyler. ‹mâm-› Buhârî de Hazret-i Peygamber'in bu s›rada bir gece uyumak isteyerek birkaç kuvvetli adama nöbet bekletti¤ini anlat›r. Hakim de gece silâhl› kimselerin beklediklerini nakleder. Bu vaziyet karfl›s›nda müslümanlar, Mekkelilere karfl› tetik davranmak, onlar› dâimâ kollamak, kendilerini korumak zorunda bulunuyorlard›. MÜfiR‹KLER‹N HAREKETLER‹, YAHÛDÎLER‹ fiIMARTIYOR Yahûdîlerin islâmiyete karfl› cephe ald›klar›n› biliyoruz. Müflriklerin müslümanlar› takipten vazgeçmiyerek tâ Medîne'ye kadar uzanarak onlar› rahats›z etmekte devam etmeleri yahûdîlere cesaret veriyor, onlar› büsbütün fl›mart›yordu. Müflriklerin, münâf›klar›n reisi olan Abdullah ‹bn-i Übeyy'e gönderdikleri mektup Medîne'deki islâm düflmanlar›n›n cesâretini art›rm›fl, onlar› küstahça hareketlere sevketmiflti. Bedir Muharebesinden biraz evveldi. Hazret-i Peygamber Benî Hâris'in, bulundu¤u semtten geçiyordu. Burada müflrikler, yahûdîler, müslümanlarla ikaamet ederdi. Peygamberimiz'in bindi¤i hayvan yürürken yerden biraz toz kald›r›yordu. Orada bulunan Abdulah ‹bn-i Übey yüzünü örterek Peygamberimiz'e küstah bir edâ ile: "Yerden toz kald›rma! dedi. Peygamberimiz orada oturanlara selâm verdikten sonra onlara baz› ayetler okudu. Abdullah ‹bn-i Übey yine söze kar›flarak, ayn› küstahl›kla: (22) Sünen-i Ebû Dâvud, Gazvetü'n-Nadîr bab›. 235 – Bana bak, dedi, ben bunlardan hofllanm›yorum, senin dediklerin do¤ru bile olsa bizi tâciz etme. Seni ziyâret edenlere bunlar› oku!" ‹flte Medînede bir grup Mekke müflrikleri ile ifl birli¤i yaparak Hazret-i Muhammed'e karfl› cephe alm›fllar, f›rsat kolluyorlard›. Buhârî'nin (Bedir Gazâs›) s›ras›nda nakletti¤ine göre: "Evs kabîlesi büyüklerinden sa'd b. Muâz müslüman olduktan sonra Umre'yi îfa için Mekke'ye gitmiflti. Müflriklerden Ümeyye b. Halef ile eskidenberi dost idi. Ümeyye Sûriye'ye giderken Sa'd'da müsafir kal›rd›. Sa'd da Mekke'ye geldikçe Ümeyye'ye müsafir inerdi. Sa'd müslüman olduktan sonra da bu dostluk hep devam etti. Sa'd eski dostu Ümeyye'nin müsâfiri idi. Bir gün Sa'd tenha bir s›rada Ümeyye ile Kâ'be'yi tavaf ederken Ebû Cehl'e rastlam›fl, Ebû Cehl Ümeyye'ye arkadafl›n›n kim oldu¤unu sormufl, o da söylemifl, Ebû Cehl Sâ'd'›n hüviyetini ö¤renince hiddetlenerek siz o sâbiîleri (yâni Müslümanlar›) himaye ediyorsunuz. Biz sizin buraya gelerek tavâf ve ziyâret etmenize müsâade edemeyiz. And içerim ki, e¤er Ümeyye ile birlikte olmasayd›n buradan ehlinin yan›na sa¤ dönemezdin! Sa'd Ebû Cehl'e flu karfl›l›¤› vermiflti: – Bizi buray› ziyaretten men ederseniz, biz de sizin için daha fliddetli olan›n› yapar›z. Sûriye'ye giden kervanlar›n›z›n hareketine mani oluruz." Böylece Medînedekilerin, müflriklere karfl› düflündükleri fley onlar›n ticâret yolunu keserek Müslümanlarla iyi geçinmeye mecbur b›rakmak, iktisâdî tedbirler almakt›. ‹lk zamanlarda müslümanlar bundan baflka birfley düflünmemifllerdir. Kureyfl, Araplar›n mukaddes tan›d›¤› Ka'benin muhaf›zl›¤›n› elinde bulundurdu¤undan bütün Araplara hâkim vaziyette idi. Etraftaki kabîleler Kureyfl'e tâbi idi. Mekkeliler civardaki kabileler vâs›tasiyle de islâm'›n serbest hareketine mani oluyorlard›. Yemenlilerin Peygamber'le Medîne'de birleflmelerine Hicretin alt›nc› y›l›na kadar mani olmufllard›. Mudar kabîlesi Yemenlilerin yolunu kesmifl onlar› Medîne'ye salmam›flt›. ‹flte Hazret-i Peygamber Arap kabîlelerini kendi taraf›na celbederek onlar›n ‹slâm'a karfl› bu nevi hareketlerini önlemek maksadiyle onlarla andlaflmalar yapmay› düflünmüfltür. Afla¤›da gelece¤i vechile Damra ve Müdlic kabîleleriyle yap›lan andlaflmalar bu kabildendir. Yoksa bir tevâvüz maksad› güdülmüfl de¤ildir. ‹LK MÜFREZELER VE SER‹YYELER (AKINCILAR) Mekkelilerin müslümanlar› Medîne'de dahi rahat b›rakmad›klar›n›, bu sebeple müslümanlar›n onlara karfl› çâreler ve tedbirler düflünmeye 236 bafllad›klar›n› söylemifltik. Müflriklerin Medînedeki Yahûdîler ve münâf›klarla el alt›ndan gizli gizli ifl birli¤i yaparak ‹slâmiyeti bo¤maya, ‹slâm Peygamberini öldürmeye çal›flt›klar› belli idi. Müslümanlar›n buna karfl› tedbir almalar› îcâb ediyordu. Bu tedbirler tedâfüî mâhiyette olup silahl› mücadeleyi hedef tutan birfley yoktu. Müdâfaa maksadiyle: 1– Kureyfl'in Sûriye'ye giden ticâret yolunu kapamak. Nas›lki Sa'd b. Muâz Mekke'de Ebû Cehl'i bununla tehdit etmiflti ‹ktisâdî harp usûlünü tatbik etmek. 2– Mekke civar›nda yaflayan kabîlelerle sulh andlaflmalar› yaparak onlar› Kureyfl'e âlet olmaktan kurtarmak ve böylece Kureyfl'i tecrîd etmek. ‹flte bafll›ca bu maksatla etrâfa müfrezeler gönderilmeye baflland›. Hamza, Ubeyde b. Hâris ve Sa'd b. Ebû Vakkas sancaktar yap›larak ayr› ayr› zamanlarda birer müfreze ç›kar›lm›flt›. Bunlar Kureyfl'in Sûriye'ye giden ticâret yolunu mürâkabe alt›nda bulundurmak gayesini güdüyordu. Bu müfrezeler bir damla kan dökmemifller, hiçbir kabîleyi ya¤ma etmemifllerdir. Onun için bâz› tarihlerin ve ‹slâm düflmanlar›n›n "bunlar ya¤ma içindi" demeleri en büyük haks›zl›kt›r. Çünkü böyle bir maksatla ç›kar›lsalar kan dökerler, ya¤ma yaparlar, öyle dönerlerdi. Halbuki bunlardan hiçbirinin vuku bulmad›¤›n› onlar da söylüyorlar. Bunlar›n yap›lmamas› beceriksizli¤e mi atfolunmak isteniyor, acabâ. Bu da üç müfreze için vârid olamaz. Müslümanl›k ya¤mac›l›¤› fliddetle yasak etmifltir. Bu müfrezeler silâhl› çat›flma gütmüyordu. Bunlar›n say›s›n› gözönüne getirmek, böyle bir maksat takibetmediklerini göstermeye kâfidir. Hamza 30 neferle, Ubeyde b. Hâris 60 neferle, Sa'd b. Ebî Vakkas ise 8 ve 12 neferle ç›km›flt›. Kureyfl'in kervan bekçileri ise bunlardan kat kat fazla idi. Bunlardan yaln›z Sa'd b. Ebû Vakkas'›n müfrezesiye ç›kt›¤›nda ‹slâm'da ilk oku att›¤› söyleniyorsa da bu birfley ifade etmez. ‹LK SER‹YYELERDEN MAKSAT Yukar›da kaydetti¤imiz gibi bu ilk müfrezelerden, seriyyelerden maksat kureyfl'in ticâret yolunu kesmek idi. Bu noktay› biraz îzâh edelim: Kureyfl Medîne'de de müslümanlar› rahat b›rakm›yarak eski siyasetinde devâm ediyordu. Müslümanlar› âdetâ sindirdiklerini hesap ediyorlard›. Bu müfrezeler Kureyfl'e bir nevi ihtar mâhiyetinde idi: E¤er siz fliddet siyâsetinizde devâm ederseniz biz de yapaca¤›m›z› biliriz. Can damar›n›z demek olan ticaret yolunuz elimizdedir. Akl›n›z› bafl›n›za al›n, bizimle u¤raflmaktan, fliddet siyasetinden vazgeçin! ‹flte bu müfrezeler bu maksatla ç›kar›lm›flt›r. 237 Nas›lki Sa'd b. Muâz Ebû Cehl'e bunu aç›kça söylemiflti. Mekke, ticâretsiz yaflayamazd›. Kureyfl öyle büyük kervanlar ç›kar›rd› ki, bâzan iki bin deveden müteflekkil olanlar› vard›. Ve tafl›d›klar› mallar 50.000 dînâr de¤erine bâli¤ olurdu. Müsteflriklerden Spranger'in hesâb›na göre, Mekke'nin o zamanki senelik ihrâcât› 250.000 dînar tutar›nda bir yekûna var›rd›. Kureyfl iflte bu ticâretin tehlikeye düfltü¤ünü görünce elbette düflünecek, Medînedekilerle iyi geçinmeye çal›flacakt›. Dinlerine kar›flmayacak, Kâ'be'yi ziyâretlerine mâni olmak istemiyecekti. ‹flte böyle gözda¤› vermek, hem müflrikleri, hem de Medîne'deki yahûdîleri korkutmak maksadiyle müfrezeler ç›kar›l›yordu. Bunlar çapulcu alaylar›, ya¤mac› de¤ildiler. Ancak kendimizi dâimâ size çi¤netecek de¤iliz; îcab›nda bizim de elimiz silah tutar, der gibi sert bir ihtar manas› da tafl›rd›. Çünkü ‹slâmiyet kendini müdafaay› emreder; tecâvüzü men' ve nehyetti¤i gibi. "Tecâvüz etmeyin, zîrâ Allah tecâvüz edenleri hiç sevmez." (23) KAB‹LELERLE YAPILAN BARIfi ANTLAfiMALARI ‹slâmiyet'in tecâvüzkâr bir ruh tafl›mad›¤›n› gösteren en aç›k delillerden biri de yapt›¤› andlaflmalard›r. Bu andlaflmalarda taarruza u¤ran›ld›¤› vakit birbirlerinin yard›m›na koflmak kaydolunurdu. Ensar Hazret-i Peygamber'i ve müslümanlar› müdâfaa için böyle biât etmifllerdi. Yahudîlerle yap›lan andlaflmalar bu meâlde idi. Tecâvüz de¤il, müdaâfaa taahhüt olunurdu. Hazret-i Peygamber Kureyfl'in eski sald›rganl›¤›nda devâm etmesi karfl›s›nda Arap kabîleleriyle yeni andlaflmalar yapmak lüzûmunu duymufltu. Ve bunlar da tecavüzî bir mahiyette de¤ildi, tedafüî bir gaye tafl›yordu. Hicretin ikinci y›l› Safer ay›nda Hazret-i Peygamber altm›fl kadar Muhâcirle Medîne'den ç›km›fl, Medîneye sekiz konak mesâfede bulunan Ebvâ' Köyüne kadar gelmiflti. Bu köy Medîne hudûdunun sonu idi. O, buray› çok iyi tan›yordu. Çocuklu¤unun en ac› hat›ralar› onu buraya ba¤l›yordu. Alt› yafl›nda bir çocukken Medîneden babas›n›n kabrini ziyâretten dönerken annesini de burada topra¤a vermiflti. Anadan babadan öksüz kalarak Mekke'ye dönmüfltü. Bu 49 y›l önce idi. Aradan y›llar geçmifl, flimdi bir Peygamber s›fatiyle buraya gelmiflti. Benî Damra ile bir andlaflma yaparak onlara aman verdi. Andlaflma fludur: "Allah'›n Peygamber'i Muhammed'in Damra O¤ullar›na mektûbudur: Onlar›n canlar› ve mallar› emindir. Onlar bir taarruza u¤rad›klar› (23) Bakara sûresi, âyet:190 238 takdirde yard›m göreceklerdir. Me¤erki, Allah'›n dinine karfl› harp ederler, o zaman yard›m görmezler. Peygamber onlar› yard›ma ça¤›rd›¤› zaman da'vete icabet edeceklerdir" (24) Bundan bir ay sonra Kurefl'in adamlar›ndan Kürz b. Cabir Fihrî arkadafllariyle Medîne meralar›na kadar sarkarak ak›n etmifl ve medînelilere, müslümanlara ait hayvanlar al›p götürmüfltü. Kürz'ün pefline adamlar takarak takib olunmuflsa da sapa yollardan kaçt›¤›ndan ele geçirilememifltir. Kureyfl'in böylece Medîne civâr›na kadar sark›nt›l›k yapt›¤›n› görüyoruz. Bundan üç ay sonra yâni hicretin ikinci senesi Cümâde'l-uhrâ ay›nda Peygamberimiz Muhâcirlerden müteflekkil bir müfreze ile Medîne'den dokuz konak mesafede bulunan Ufleyrâya gitti. Burada Benî Damrâ'n›n müttefiki olan Benî Müdlic yafl›yordu. Onlarla da Benî Damra ile yapt›¤› gibi bir andlaflma yapt›. Bunlar tedâfüî mâhiyette s›rf bar›fl için yap›lan andlaflmalard›. ABDULLAH B. CAHfi SER‹YYES‹ Bu andlaflmalardan sonucusundan befl on gün sonra Recep ay›nda Abdullah b. Cahfl on nefer kimse ile Mekke ile Taif aras›nda bulunan ve Mekke'ye 24 saatlik mesafede bulunan Nahle vâdisine gönderildi. Hazret-i Peygamber Abdullah'a bir mektup verdi. Ve bunu iki günlük yolculuktan sonra aç›p okumas›n› ve ona göre hareket etmesini söyledi. ‹ki günlük yoldan sonra Abdullah mektûbu açt› ve içindekini okudu. Nahle'ye giderek Kureyfl'in harekat›n› gözetmekle ve peygamber'e mâlumat vermekle me'mûr idi. Bunlar Nahle'ye vard›klar›nda Kureyfl'in Sûriye'den dönmekte olan bir ticâret kervan›na rastlad›lar. Bâz›lar› kervana hücum edelim, onlar Mekke'de bizim mallar›m›z› ald›, dediler. Bir k›sm› tereddüt ettiler. ‹çlerinden biri kervan›n bafl› olan Amr b. Hadremî'ye bir ok att›, ok isâbet ederek öldü. ‹ki kifli de esir ald›lar Müfrezenin bafl› olan Abdullah Medîne'ye dönünce vakay› anlatt›. ‹slâmda ilk kan dökülmüfltü. Peygamberimiz Abdullah'a: "Ben sana böyle birfley yapmaya müsâde etmedim." dedi. Ashab da Abdullah'›n bu hereketini be¤enmemiflti. "Sizden istenilmeyen birfley yapt›n›z. Haram ayda dö¤üflmek için emir almad›¤›n›z halde dö¤üfltünüz." demifllerdi. Öldürülen Hadramî ve al›nan iki esir Kureyflin itibarl› âilelerindendi. Bu yüzden Kurefl'in intikam davas›na kalk›flmas› ve düflmanl›¤›n› (24) Zurkaanî, Ravdü'l-Ünûf. 239 fliddetlendirmesi beklenebilirdi. Urve b. Zübeyr, Bedir Harbiyle onu takibeden bütün muharebelerin Hadramî'nin katlinden ileri geldi¤ini söyler ve Taberî de ayn› fleyi nakleder. Eski tarihçiler, mademki, bütün harpler bu hadisenin bir neticesi oldu¤unu söylüyorlar. Biz de onun üzerinde biraz dural›m. Bu hâdise Receb'in sonunda vuku bulmufltu. Receb hürmetli aylardand›, Abdullah b. Cahfl, (ay sonu oldu¤undan) o ay'› ç›kt› hesap etmifltir, denebilirse de müflrikler bunu dile dolad›lar ve müslümanlar hürmetli ayda dö¤üfltüler, dediler. Yahûdîler ise, bu f›rsat› kaç›r›rlar m›, hemen ifle kar›flarak fitne ve fesâd› körüklediler. Bu sebeple flu ayet indi ﻳﺴﺄﻟﻮﻧﻚ ﻋﻦ اﻟﺸﻬﺮ اﳊﺮام "Sana, hürmetli aydan ve onda k›talden soruyorlar. De ki, onda k›tal, büyük bir günaht›r. Fakat Allah yolundan al›koymak, Allah'a küfretmek, Mescid-i Haram'dan men etmek, Mescid-i Haram ehlini evinden ç›karmak Allah nezdinde daha büyük bir günaht›r. Fitne ise katilden daha büyüktür. O müflrikler, güçleri yetse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle muharebe etmekten hiçbir zaman geri durmazlar." (25) Bu ayetlerin nazil olmas› Müslümanlar› ferahland›rd›. Hakîkaten bu ayetler ‹slâm ruhunu ulviyetini, safl›¤›n› gösterir. Müflrikler, hürmetli ayda kan dökmeyi soruyorlar. O Ayda kan dökmenin iyi olmad›¤›n› gizlemiyor; bu, büyük bir günaht›r. Fakat bunu soran müflrikler bundan daha kötüsünü yap›yorlar, bu büyük günahtan daha büyü¤ü var ki, onlar da bunu dile dolayan müflrikler kendileri irtikâb ediyorla.r Onlar, Allah yolundan men ediyorlar, Kâbe'yi ziyarete, dînî farizalar›n› edaya müslümanlara müsaade etmiyorlar. Dinlerinden dolay› müslümanlar› evlerinden, ocaklar›ndan ç›kmaya mecbur b›rakmak, bunlar hürmetli ayda kan dökmekten daha büyük günaht›r. Hele fitne katilden çok daha fenad›r. Müflrikler, ellerinden gelse sizi dininizden çevirmek için herfleyi yaparlar. Bunlar fena fleyler de¤il mi? Kendileri bunlar› nas›l yap›yolar. Müflrikler din hürriyeti tan›mad›klar›ndan akidelerinden dolay› Müslümanlara sald›r›yorlard›. Bu ayet müflriklerin o yapt›klar› fleyin en büyük günah oldu¤unu aç›klamaktad›r; ‹slâmiyet ise din ve akide hürriyetine riayet etmektedir; Kimseyi din hususunda zorlamaz. (25) Bakara sûresi, âyet: 217 240 “" ”ﻻ اﻛــــﺮاه ﻓﻰ اﻟـﺪﻳﻦDinde zorlama yoktur. Do¤rulukla e¤rilik birbirinden ay›rd edilmifltir." (26) "Sizinle dö¤üflenlerle Allah yolunda siz de dö¤üflün. Fakat tecâvüz etmeyin, Allah tecâvüz edenleri hiç sevmez."(27) ‹SLÂMIN MUSÂMAHAKÂRLI⁄I Bunlar ve emsâli ayetler ‹slâm'›n zor kullanmad›¤›n›, tecavüz edici bir gaye gütmedi¤ini göstermektedir. ‹slâm k›l›ç dinidir, demek onu tan›mamaktan baflka birfley de¤ildir. ‹slâmiyet baflka dinlere karfl› vaziyet alm›fl de¤ildir. F›k›h kitaplar›na bak: Müflrik Araplardan mâada, hangi bir kavim, hangi dinde olursa olsun ona taarruz etmek câiz de¤ildir. Araplardan da hristiyan ve yahûdî dîninde olanlara, ehl-i Kitâb'a taarruz etmek câiz de¤ildir. Yaln›z Arap müflriklerinin flirk hâlinde kalmalar›na müsaade edilmedi. Mesele ‹slâm f›k›h›nda böylece serahaten beyan olunmufltur. ‹slâm'›n musâmahakâr rûhunu göstermek için f›k›h kitaplar›n›n hükümlerine dayanarak bir misâl verelim: Bir müslüman, hristiyan veya yahûdî dininde olan bir kad›nla evlenebilir. Kar›s› oldu¤u halde o kad›n›n dînine asla kar›flamaz. Kad›n dîninde serbesttir. Bu kadar genifl musamaha nerede var. ‹flte ‹slâm hukuku bunu tan›maktad›r. Böyle bir dîne taassub ve fliddet isnâd olunabilir mi? ‹slâmiyet'in akide ve vicdan hürriyetini tan›d›¤›ndan kimse flüphe edemez. Cihad bu hürriyeti sa¤lamak için meflrû k›l›nm›flt›r. Akide ve hürriyet insan için en aziz bir fleydir, hayattan bile azizdir. Hayat›n onlars›z manas› kalmaz. Bunlara tecavüz vaki oldu mu, müdafaaya baflvurmak insan için en tabii bir hakt›r. Evet, fikre fikirle mukaabele edilir, fakat karfl› taraf bunu tecâvüz ederse, ona ayn› flekilde mukaabele zarureti has›l olmaz m›? Bu, bugün de, medeniyet ve nur asr› dedi¤imiz yirminci as›rda da böyle de¤il mi? ve as›rlar ne kadar ilerlerse ilerlesin, hep böyle olmayacak m›? ‹nsan›n bütün fleref ve haysiyetini bir kelime ifâde eder: Kanâat›. ‹nsan, kanâat, akîde ve içtihâd› sâyesinde insand›r. Bunlar, maldan, mevki'den saltanattan hattâ hayattan bile çok daha de¤erlidir. Akîde ve îman, insan ile Allah aras›ndaki manevî bir rab›tad›r. ‹nsanlar› insanl›¤a ba¤layan (26) Bakara sûresi, âyet:256 (27) Bakara sûresi, âyet:190 241 da budur. ‹nsan›n di¤er hayvanlardan ayr›larak hayatta duydu¤u zevk bununlad›r, hayât›n manas› da bununla kaaimdir. ‹mân ve itikad› sâyesinde insan bu muazzam kâinat içinde kendini, mevkiini anlar ve bütün varl›¤›yle, bütünün kofltu¤u kemâle do¤ru o da koflar. ‹nsan›n eflrefi mahlukât olmas› da bundand›r. Temiz itikad sahibi olan bir insan, kimsenin kanaat›na kar›flmaz. Akîdesi u¤runda hür yaflayay›m diye yerini yurdunu, mal›n›, mülkünü, evini, bark›n›, nesi varsa hepsini terkederek baflka diyara göçer. Orada da eski takibatdan kurtulamazsa, art›k b›çak kemi¤e dayanm›fl olur, o da düflmana ayn› silahla mukaabeleye mecbur kal›r. Bunu yapt›¤› zaman o kimse ay›planacak birfley yap›yor demek, insafs›zl›k olur. E¤er bunu yapmazsa, imkân buldu¤u halde kendini müdâfaa etmezse, onu o zaman ay›plamaya hakk›m›z olur. Çünkü bu hal, îmân zay›fl›¤›na, itikad sars›kl›¤›na delalet eder. Müslümanlar›n Medîneye yerlefltikten sonra yapt›klar› iflte budur. Tarihte beyhude yere nice kanlar dökülmüfltür, Onlar dururken yaln›z ‹slâmiyete hücum neden? Hem bu din k›l›ç ile de¤il, hofl görülü¤ü ve müsamaha ruhu sayesinde süratle yay›lm›flt›r. ‹slâm'›n tafl›d›¤› müsâmaha ruhu çok büyüktür. Hulefâ saraylar›na en yüksek mevki'lere nice hristiyan ve yahûdî memurlar geçmifltir. Müslümanlar di¤er din erbab›na karfl› böyle hareket etmifltir. K›l›ç dîni böyle mi olur? ‹slâmiyet hofl görülü¤ü ile kalpleri cezb ve fethetmifltir. Herkes müslümanl›¤›n bu ulvî rûhunun önünde e¤ilmifltir. Hazret-i Peygamber'in vefât›ndan 9 sene sonra bütün Nastûrî, Talmut ve Avesta mezhebleri mensuplar› ‹slâm olmufltu. Mîlâdî 628 de Peygamber'in Ashâb›ndan biri Çin ‹mparatoru Taî- Dsung'a hediyeler götürdü ve ondan Çinde ‹slâmiyeti neflretmek için müsâade ald›. Mîlâdî 700 senesinden beri fiantung'ta câmi' vard›r. Endonezya ve Cava'da milyonlarca müslüman var. Buralara hangi k›l›ç gitti. ‹slâmiyet k›l›ç dîni olsa fetholunan yerlerde hristiyan kalmazd›. Halbuki Müslüman ülkelerinde as›rlar boyunca milyonlarca hristiyan yaflad›. Araplar›n içinde hâlâ hristiyan olanlar var. Hristiyanlar ve yahûdîler hükûmetin himâyesinde yaflamaktad›r. Hükûmet bunlar› himâyeye mecburdur. Abbâsiler devrinde di¤er din erbâb› o derece himâye görürdü ki, gerek hristiyan, gerek yahûdî ve gerekse mecûsî olsun, on âilenin toplu bulundu¤u bir mahalde bir ma'bed kurmak kabûl edilirdi. Mr. Carlyle ‹slâmiyet'e k›l›ç dînidir, diyenlere karfl› flöyle demektedir: "K›l›ç dîni mi? Kostantin ve sonra fiarlman Devletleri hristiyanl›¤› neflr için ne kadar kan döktüler!" "Her yeni fikir bafllang›çta yaln›z bir ferde münhas›r olur bir flahs›n 242 dima¤›nda do¤ar. Bütün âlemde o fikre yaln›z bir kimse i'tikad edip umûma karfl› yaln›z bir kifli bulunur. Haydi o ferd, eline bir k›l›ç als›n da onunla fikrini neflre çal›fls›n. Nihâyetinde pek az birfley kazanabilir. Bir fley en sonunda iktidâr› derecesinde intiflâr edebilir!... "fiarlman'›n Saksonyal›lara hristiyanl›¤› kabûl ettirmesi va'z ve nasîhat yoliyle de¤ildi" (28) ‹nsafla düflünelim. Papalar›n teflvîk etti¤i haçl› seferlerinde ne kadar kan döküldü. Katoliklerle Protestanlar aras›ndaki din ve mezheb kavgalar›nda hesaps›z kanlar akt›. Bunda ‹slâm'›n bir dahli var m›yd›? Engisizyon mahkemeleri nice ma'sûm canlara k›yd›! ‹flkence alt›nda ölenlerin deftere kaydolunabilenleri 390 bin kiflidir. Bunlar›n 200.000' i ateflte yak›lmfl›t›r. ‹slâm'da böyle bir vahflet görülmüfl müdür? ‹nsâf etmek lâz›m gelirse, hiristiyanlarda da kan dökmenin aleyhinde bulunan azizler vard›. ‹nsanlar aras›nda yüksek bir kardefllik hükümrân oldu¤unu görmek, çok tatl› birfley. Fakat ne yapal›m ki, her arzu edilen fley tahakkuk etmiyor. Hazret-i Îsâ bile ‹ncil'in kaydetti¤ine göre, flöyle demifl: "Yeryüzüne bar›fl de¤il, bir k›l›ç atmak için geldim!" Bu sözün münakaflas› bize düflmez. ‹flte tarih meydanda. Befleriyet ilim ve fen sahas›nda ilerledikçe öldürücü aletler de art›yor. Her harp sonunda tatl› bar›fl sesleri etraf› dolduruyor. Fakat neticede yine dünya kana bulan›yor. Nahak yere insan kanlar› dökülüyor. Hakkiki bar›fl, candan kardefllik, insal›¤›n bu tatl› emeli ne zaman tahakkuk edecek? ‹slâmiyet, vehim ve hayale de¤il, hakikat ve fle'niyete bakar. Kendini aldatmaz. Karfl›s›na k›l›çla dikilenleri görmeseydi k›l›ca sar›lmazd›. Fakat hiç olmazsa harbin sahas›n› biraz daraltarak insanl›¤a bu yüzden hizmet etmifltir, yâni tecâvüz harbini kald›rm›flt›r. Böylece harp zihniyetini tahdit ederek onu nefsi müdafaaya hasretmifltir. C‹HÂDA MÜSÂADE Hicretin ikinci senesi k›tâle izin veren ayetler nazil olmufltur. Bu ayetler ‹slâm harplerinin mahiyet ve gayesini bildirme bak›m›ndan da en kati birer delil oldu¤undan onlar› da dinleyelim: Zührî; cihad hakk›nda ilk inen ayet olarak flunu gösterir (28) Muhammed Es'ad, fierîat-› ‹slâmiye ve Mr.Carlyle. 243 اذن ﻟﻠﺬﻳﻦ ﻳﻘﺎﺗﻠﻮن ﺑﺎﻧﻬﻢ ﻇﻠﻤﻮا وان اﻟﻠّﻪ ﻋﻠﻰ ﻧﺼﺮﻫﻢ ﻟﻘﺪﻳﺮ "Kendileriyle savafl›lanlara zulme u¤rad›klar› için harbe müsâade edilmifltir. Allah onlara nusret vermeye kaadirdir."(29) ‹bn-i Cerîr-i Taberî ise cihad hakk›nda ilk inen ayet'in flu oldu¤unu zikreder. ...وﻗﺎﺗﻠﻮا ﻓﻰ ﺳﺒﻴﻞ اﻟﻠّﻪ اﻟﺬﻳﻦ ﻳﻘﺎﺗﻠﻮﻧﻜﻢ "Sizinle harp edenlerle siz de Allah yolunda harp edin." (30) Bu âyetlerden hangisi önce nâzil olmufl olursa olsun, her ikisine de bakacak olursak, müsâade edilen harbin tecâvüzî bir mahiyet tafl›mad›¤›n› görüyoruz. Müslümanlara taarruz edenlere karfl› durmak, kendilerini müdafaa etmek, maruz kald›klar› haks›zl›¤› ve zulmü gidermek için harbe müsaade ediliyor. Müslümanlar silaha sar›lmaya icbar edildiklerinden k›l›ç çekmifllerdir. Yoksa tecâvüz etmemifllerdir. Sald›rgan›n hücumuna karfl› kendilerini müdafaa etmifllerdir. Misliyle mukaabele ederek nefislerini de mi müdafaa etmesinler? Bütün bunlardan sonra, flimdi art›k Bedir Harbine geçebiliriz. (29) Hac sûresi, âyet: 39 (30) Bakara sûresi, âyet: 190 244 ON ‹K‹NC‹ BÖLÜM ‹SLÂMDA ‹LK HARP BED‹R ZAFER‹ (Hicretin ‹kinci y›l›, Ramazan Ay›) Bedir, Medîne'ye 80 mil mesâfede bir köydür. Suriye'ye giden kervan yolundad›r. Senede bir defa kurulur panay›r› vard›r. Müflrikler ile müslümanlar aras›nda ilk harp iflte burada olmufltur. Kureyfl ‹slâm düflmanl›¤›nda devam ediyordu. Hicretten sonra Medîne'nin mu'teber flah›slar›ndan Abdullah ‹bn-i Übeyy'e mürâcaat ederek Muhammed'i öldürmesini veyahud Medîne'den ç›karmas›n› istemifllerdi. E¤er bunu yapmazsa, Medîne'nin bir taarruza u¤rayaca¤›n› bildirmifllerdi. Ebu Cehl de Ka'be'de rastlad›¤› Medîne'nin eflraf›ndan Sa'd'a buna benzer sözler söylemiflti. Kureyflten bâz› müfrezeler Medîne etraf›nda dolaflmaya, Medîne meralar›na sark›p ya¤maya bafllam›flt›. Kürz Fihrî müfrezesi Medînelilerin hayvanlar›n› al›p gitmiflti. Daha sonra harp haz›rl›¤›n› tamamlamak için Kureyfl, Sûriye'ye büyük bir kervan ç›karm›flt›. Müslümanlar bu kervan›n yolunu kesmek istiyordu. Abdullah b. Cahfl seriyyesinde ilk okun at›lmas› ve ilk ölünün düflmesiyle Kureyfl ile müslümanlar aras›ndaki vaziyet büsbütün de¤iflti. Kureyfl ticaret yolunun ciddi surette tehlikeye düfltü¤ünü görmüfl; müslümanlara karfl› kat'î harekete geçmek için haz›rl›¤a bafllam›flt›. ‹flte Ebu Süfyan'›n Sûriye'ye ç›kard›¤› kervan bu maksatla yap›lacak bir harp haz›rl›¤› içindi. Müslümanlar bunu bildi¤i için bu kervan› önlemek istiyordu. ‹ktisâdî sâhada harp bafll›yordu. Müslümanlar, Mekke'deki mallar›n› almak için müflriklerle anlafl›p bir neticeye varman›n imkâns›zl›¤›n› anlam›fllard›. Yumuflak hareket ettikçe Kureyfl onlara karfl› fliddetini art›r›yordu. Müslümanlar da etrafa müfrezeler seriyyeler ç›kararak 245 seslerini duyurmaya bafllam›flt›. Bununla beraber Bedir Harbi eskiden tasarlanm›fl, düflünülmüfl bir harp de¤ildi. Tesâdüfler onu ortaya ç›karm›flt›. Hele müslümanlar böyle bir harp için hiç haz›rl›kl› de¤ildiler. Rastgele harbe girmek zorunda kald›lar. Ebû Süfyân'›n Sûriye'ye ç›kard›¤› kervan› bütün Mekkeliler haz›rlam›flt›. Hattâ kad›nlar bile buna kat›lm›flt›. kervan›n reisi Ebû Süfyand›. Amr b. Âs da yard›mc› idi. 30-40 nefer kadar kervan muhâf›z› vard›. Hazret-i Peygamber; Talha, Ubeyde ve Saîd b. Zeyd'i kervan›n harekât›n› gözetmeye yollam›flt›. Havrâ'ya vard›lar ve kervan›n Sûriye'den döndü¤ünü ö¤rendiler. Medîne'ye haber uçurdular. Fakat onlardan haber gelmeden önce Hazret-i Peygamber Ashâb› toplay›p onlarla istiflâre etti. Bu kervandaki mallar› Kureyfl, yar›n müslümanlara karfl› kullanacakt›. Onun için tedbir almak lâz›md›. Ashab ve hele Ensâr tereddüt içinde idiler. Ne yapmak laz›md›, kimse kestirip atam›yordu. Ebû Süfyan'a gelince: Müslümanlar kervan›n hareketine mani olacaklar› haberini alm›flt›. Kervanda ancak 30-40 kadar muhaf›z vard›. Bu hal karfl›s›nda korktu. Damdam b. Amr-› G›fâri'yi ücretle tutarak feryatc› s›fatiyle Mekke'ye gönderdi. Kureyfl'e karvan›n tehlikede oldu¤unu, imdâda koflmalar›n› söyleyecekti. Muhammed yolu kesti, malllar›n›z elden gidiyor, yetiflin diyecekti. Damdam devesiyle çölleri yararak Mekke'ye geldi Mekke vâdisine gelince ifle feci bir manzara vermek hevesiye devesinin kulaklar›n› kesti, burnunu yard›, e¤erini ters çevirdi, kendi gömle¤ini de önden arkadan y›rtt› ve devesinin üzerinden flöyle hayk›rd›: – Ey Kureyfl, çabuk yetiflin, kervan›n imdad›na koflun, Ebû Süfyan kervan›ndaki bunca mal›n›z elden gidiyor Muhammed kervan› al›yor; imdâd, imdâd! Ebu Cehl bunu duyunca derhâl Ka'be'nin yan›nda halk› imdâda koflmaya teflvike bafllad›. Buna pek te lüzum yoktu. Çünkü Kureyfl'in hemen hepsinin bu kervanda mallar› vard›. Bununla beraber Kureyfl aras›nda müslümanlara karfl› takibolunan hatt-› hareketi do¤ru bulmayanlar da yok de¤ildi. Habefle hicrete mecbur b›rakmak, abluka etmek, mallar›n› terk ile Medîne'ye hicret zorunda b›rakmak, bunlar müslümanlara yap›lm›fl haks›zl›klard›. Onun için bu adamlara karfl› giderek silahl› çarp›flmaya müncer olabilecek bir tehlikeye girmekten çekinenler vard›. 246 Fakat Ebû Cehl boyuna halk› harbe k›z›flt›r›yordu. Abdullah ‹bn-i Cahfl hadisesinde 4810 maktul Amr b. Hadramî'nin kardefli Amr b. Hadramî de Ebû Cehl eli beraber olmufl, halk›n kan›n› kabartacak sözler söylüyorlard›. Kureyflten hemen herkes gidiyordu. Kendi gitmeye kaadir olmayan yerine adam gönderiyordu. Ebû Leheb hastal›¤› dolay›siyle gidememifl, yerine bedel göndermiflti. Gidenlerin içinde Ebû Cehl ve avanesinin dilinden kurtulmak için yola çakanlar da vard›. Kureyfl'in ulular›ndan ümeyye b. Halef böyle bir macerâya at›lman›n lüzumsuz oldu¤unu sezdi¤inden gitmemeye karar verdi. Cüsseli, iri bir adamd›. Onun gitmeyece¤ini duyunca Ebû Cehl ile Ukbe b. Ebû Muayt, Ümeyye'yi Kâbe'de yakalad›lar. Ukbe eline buhurdanl›k alm›flt›, Ebû Cehl'de ise bir sürmelik vard›. Ukbe Buhurdân› Ümeyye'nin önüne koyarak: – Al, kad›nlar gibi tütsülen, dedi. Ebû Cehl de sürmeli¤i uzatarak: – Al, sürme çek, çünkü bir kad›ndan fark›n yok dedi. Erkek gibi harbe gitmeyip kad›nlar gibi oturanlara bu yak›fl›r demek istiyorlard›. Ümeyye bu a¤›r hakaret karfl›s›nda gayrete gelerek silkindi ve hemen aya¤a kalkarak: Mekke vâdisindeki en iyi deveyi haz›rlay›n dedi. Böylece Mekke'de harbe gitmeyen kimse kalmam›fl gibi idi. MED‹NE'DEN YÜRÜYÜfi Hazret-i Peygamber Ramazan›n sekizinde Medîne'den ç›kt› Amr b. Ümmi Mektûm'u Medîne'de halk› namaz k›d›rmak için yerine vekil b›rakt›. Yahûdîler bir kargaflal›k ç›karmas›nlar diye, Ebû Lübâbe'yi yoldan çevirerek Medîne'ye vâli b›rakt›. Muhacirlerin beyaz sanca¤› Mus'ab b. Umeyr'de idi Evs ve Hazreçlilerin de birer bayraklar› vard›. Hepsi 305 nefer idi. Bunlar›n 83 ü Muhacirlerden 61'i Evs'den kalan› da Hazreçlilerdendi. Muhâcirlerin hepsi gidiyordu. Hazret-i Osman kendisini biraz rahats›z ve zevcesi Rukiyye çok hasta oldu¤undan Medîne'de kalm›flt›. Müslümanlar›n yan›nda üç at ile yetmifl deve vard›. Develere nöbetle biniyorlard›. Hazret-i Peygamber de di¤er Ashâb gibi nöbetinde biniyor, sonra inip yürüyordu. O, Hazret-i Ali ve Mersed-i Ganevî bir deveye nöbetle biniyorlard›. Di¤er Ashab da bunlar gibi yap›yorlard›. Safra yak›n›ndaki Zefirân denilen mahalle geldiklerinde Kureyfl'in Mekke'den büyük bir ordu ile gelmekte oldu¤unu ö¤rendiler. O zamana kadar Kureyflin bu hareketin247 den haberleri yoktu. Onlar kervan›n hareketine mâni olmak için ç›km›fllard›, harp maksadiyle ç›km›fl de¤illerdi. Bu haber üzerine meselenin rengi de¤iflti. Koca Mekke ordusuna nas›l karfl› duracaklard›? Fakat Medîne'ye dönmek olmazd›. Çünkü böyle bir karfl›laflmadan kaçarak dönünce gerek Kureyfl ve gerekse Medîne'deki yahûdîler müslümanlar hakk›nda neler demezler ve neler yapmazlard›. Hazret-i Peygamber bu yeni durum kar›fl›s›nda Ashâbiyle istiflare yapt›. Ebû Bekr ve Ömer fikirlerini söyliyerek Peygamber'i te'yîd ettiler. Sonra Mikdâd kalkarak: – Yâ Rasûlallah! dedi. Allah›n emretti¤i yolda devam et, biz sana tâbîyiz ve itâat ederiz. Biz ‹srâil o¤ullar›n›n Mûsâ'ya dedi¤i gibi sana: "Sen git de Rabbinle birlikte harp et, biz burada duraca¤›z, demeyiz. Biz senin sa¤›nda, solunda, önünde, arkanda harbederiz." Ensar, akabe bîatinde Peygamber kendi ülkelerine gelirse onu canlar› gibi koruyacaklar›n› teahhüt etmifllerse de Medîne d›fl›nda muharebe ederiz diye bir taahhütleri yoktu. Bundan dolay› onlar›n re'yine müracaat etmek, bu hususta onlar›n fikrini sormak laz›m geliyordu. Hazret-i Peygamber: Sizler re'yinizi söyleyiniz! dedi. Ensar'dan Sad b. Muâz: – Yâ Resûlallah bizleri mi kasdediyorsun? dedi. – Evet deyince, flu sözleri söyledi: – Yâ Resûlallah, biz sana inand›k, Allah taraf›ndan getirdi¤in fleylerin hak oldu¤una itimad ve itikad ettik. Sana tabi olduk. Art›k siz ne dilerseniz emrediniz. Seni gönderen Allah hakk› için e¤er denize girersen seninle beraber biz de gireriz. Hiçbirimiz geri kalmay›z. Biz düflmana karfl› varmaktan çekinmeyiz. Muharebe vaktinde geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadâkattan ayr›lmay›z. Allahtan dilerim ki bize memnun olaca¤›n ifller nasib etsin. Hemen Allah›n bereketinden dileyerek istedi¤iniz tarafa azimet edelim. Peygamber bu sözlerden çok mahzûz kald›. Ve böylece müflriklerle karfl›laflmak üzere Bedir mevkiine yolland›lar. Müslümanlar, Kureyfl'in veya kervan›n nerede oldu¤unu bilmiyorlard›. Onlar›n hareketlerini ö¤renmek için etrafa keflifler gönderiyorlard›. Müflriklerin yan›ndan gelen iki genç yakalad›lar, bunlar saka imifller. Onlara müflriklerin say›s›n› sordular, bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, hergün ne kadar deve kestiklerini sordu. Onlar da: Birgün 9, bir gün 10 deve kesiyorlar, dediler. Bundan, Hazret-i Peygamber ordunun bin kifli dolay›nda oldu¤unu tahmin etti ki, do¤ru idi. Kezâ onlardan Mekke 248 ileri gelenlerinin hepsinin orada bulundu¤unu ö¤renince, Ashab›na: Mekke, ci¤erpârelerini karfl›m›za ç›kard›, dedi. Bedir'e varmazdan önce etraf› tarassud için iki kifli göndermiflti. Bunlar Bedir'de su doldururken, su bafl›nda bir k›z, di¤er bir k›za seslenerek ondaki alaca¤›n› istiyordu. O da: Sabret, kervan bugün, yar›n dönecek, onlara ifl yapar›m, sana da borcumu öderim, diye cevap verdi. Bundan kervan›n bugün yar›n Bedr'e gelece¤i anlafl›lm›fl oldu. Fakat bu istihbâr bir ifle yaramad›, çünkü bu iki müslüman istihbaratç›s› su doldurup oradan gittikten sonra Ebû Süfyan oraya yetiflti. Zîrâ Ebû Süfyan, Müslümanlar›n kervan›n yolunu keseceklerini duydu¤undan kervan›n önünden gelip haber topluyordu. Bedir Suyunun yan›na gelince, orada birine rastlad›, ona kimseyi görüp görmedi¤ini sordu. O da: ‹ki kifli vard›, su doldurup flu tepenin ard›na gittiler, dedi. Ebû süfyan onlar›n atlar›n›n f›flk›lar›na bakt›. Medîne aleflerinin tohumlar› vard›. Bundan anlad› ki, bunlar Medînelidir, hemen geri dönüp kervan›n yolunu de¤ifltirdi. Ve sahil boyunca savuflup kurtuldu. Ebû Süfyân'›n kervan› geçtikten sonra Bedire yetiflen müslümanlar kumluk bir sahaya indiler. Yürürken insanlar›n ve hayvanlar›n ayaklar› kay›yordu. Kureyfl ordusu su bafl›n› tutmufltu. Onun için müslümanlar susuz kalmaktan korktular. Fakat sabaha karfl› ya¤an bol ya¤murlar müslümanlar›n yüzünü güldürdü. Allah taraf›ndan bir teyîd-i Rabbânî olan bu ya¤murdan akan sellerden bol bol istifade ettiler. Kumluk arazi ya¤mur ya¤›nca biraz pekleflip seyir ve hareket de kolaylaflt›. Ashâbtan Hubâb b. Münzir'in tedbiriyle islâm ordusunun yeri de de¤ifltirilip daha münasip ve emin bir yere çekildi. ‹lk inilen yeri-bu mevkii çok iyi tan›yan -Hubâb be¤enmemifl: – Ya Resûlâ'llah, buraya vahyile mi indin, yoksa bu harp durumu ifli midir? diye sordu. Peygamberimiz "Mesele harp durumu iflidir," deyince Hubâb, Bedir köyünün en sonundaki kuyunun önüne ordugâh kurulmas›n› teklif etti. Bunu müsâsip buldular. Oraya gidip büyük bir havuz yapt›lar. ‹çini su ile doldurduktan sonra di¤er kuyular›n üzerine çörçöp atarak düflman ordusunun onlardan faydalanmamas›n› sa¤lad›lar. Çünkü harp hud'ad›r. Hazret-i Peygamber ellerini kana bulaflt›rmak istemedi¤inden harp sahnesinin gerisinde ona bir gölgelik, bir çad›r kurulmufltu. Yâr-›gâr› Ebû Bekr ile birlikte bu çad›rda idi. Sa'd b. Muâz da çad›r›n kap›s›nda nöbet beklerdi. Kureyfl ordusu art›k karfl›lar›nda idi. Bafltan aya¤a z›rhlar içinde idiler. 249 Say›s› bin kifli dolay›nda idi. Bunun yüzü süvârî, yedi yüzü develi, kalan› da, yaya idi. Hem adetçe üstün, hem de haz›rl›kl› idiler. Saf saf olup harp sahnesine durdular. Manzara çok garip idi. ‹ki ordu birbirine yaklafl›p karfl› karfl›ya geldi¤i zaman birbirleriyle dö¤üflecek olanlar›n baba ile o¤ul, kardefl ile kardefl day› ile amca olduklar› görüldü. Meselâ Ebû Bekr kafl›s›nda henüz müslümanl›¤› kabûl etmeyen o¤lu Abdurrahman'› görüyor, Kureyfl kumandan› Utbe b. Rebîa karfl›s›nda müslüman olan o¤lu Huzeyfe'yi buluyordu. Peygamber'in amucas› Abbâs ve damâd› (K›z› Zeyneb'in Kocas›) Ebü'l-Âs müflriklerin aras›nda idi. Hazret-i Ali'nin büyük birâderi Akîl karfl› tarafta bulunuyordu. Araplar kavmiyet ve asabiyyet gayreti çok olan bir millettir. Akrabalar›na çok ba¤l›d›rlar. Onun için içlerinde tereddüt edenler oldu. Zâten Abdülmuttalib o¤ullar›n›n harbe ç›kmalar›, mücerred Kureyfl'in elebafl›lar›n›n zoruyle olmufltu. Karfl›lar›nda kardeflleri, amucalar›, kardefl ve amuca o¤ullar›, her nevi akraba bulundu¤unu görünce tereddütleri artt› Kureyfl aras›nda nâhak yere kan dökülmemesini isteyen asîl kalpli insanlar da vard›. Bunlardan biri olan Hakîm b. Hizlâm, Mekkelilerin baflkumandan› olan Utbe b. Rebîa'ya giderek: – Bugün sen, kendi nam›na ebediyyen an›lacak bir abide vücuda getirebilirsin, dedi. Utbe bunun nas›l olaca¤›n› sorunca, o da flöyle izah etti: Biliyorsun ki, Kureyfl'in bütün emeli Hadramî'nin kaatilinden intikam almakt›r. Hadramî senin halifin (müttefikin) oldu¤undan sen onun diyetini verir ve bu suretle hadiseyi bertaraf edebilirsin.! Utbe bu düflünceyi yerinde buldu. O da zâten dö¤üflmeye pek taraftar de¤ildi. Di¤erleri Ebû Cehlin kendilerini korkakl›kla itham etmesinden korktuklar›ndan kendi fikirlerini söylemekten çekiniyorlard›. Fakat Utbe ortaya ç›karak fikrini aç›klamadan geri duramad›: – "Ey Kureyfl, kim kiminle cenk edecek? Siz Muhammed ve arkadafllar›yle karfl›laflmakla birfley yapm›fl olmazs›n›z. Onu ele geçirinceye kadar içinizden herbiri bu u¤urda kardeflini, amucas›n›, day›s›n›n o¤lunu ve soyundan sopundan birini öldürmüfl olacak. Sonra bunlar nas›l yüz yüze bakacak? Siz bu iflten vaz geçin ve Muhammed'le di¤er Araplar› baflbafla b›rak›n. E¤er Araplar onu alafla¤› ederlerse sizin dile¤iniz yerini bulmufl olur. Baflka türlü olursa Onun yüzünden hofllanmayaca¤›n›z bir fleye u¤ram›fl olursunuz". Ebû Cehl Utbe'nin sözlerini duyunca onu korkakl›kla itham etti, o¤lunu esirgedi¤inden dö¤üflmek istemiyor, dedi. Ve at›n› mahmuzlayarak 250 saflar›n önüne ç›kt›: Bizler yekvücud bir kitleyiz, yenilmez bir cemaat›z, bugün Muhammed'den intikam alaca¤›z, diyerek halk› harbe teflvik etmeye bafllad›. Halk›n tereddüdünü gidermek, Utbe'nin sözlerinin tesirini azaltmak için maktul Hadramî'nin kardefli Âmir'i ça¤›rarak ona: ‹flte görüyorsun, kaatiller elimize düfltükten sonra elimizden kaçmalar›na müsaade olunuyor, ha göreyim seni, dedi. Âmir de Araplar›n âdetince üstünü bafl›n› parçalad›, bafl›n› çamurla s›vad› ve intikam için feryad etmeye, ba¤›r›p ç›rp›nmaya bafllad›. Bu feryatlar Mekkelileri tekrar galeyana getirdi. Halbuki bunlar kervan› kurtarmak için ç›km›fllard›. Kervan ise saâlimen Mekke'ye ulaflm›flt›. Öyle olunca bu adamlar›n geri dönmesi laz›md›. Nas›lki bizzat kervan›n bafl› Ebû Süfyan kendilerine flu haberi göndermiflti: "Siz mallar›n›z› kapt›rmamak, kervan› korumak için harekete geldiniz. Ben sapa yollardan kervan› kurtard›m, derhâl Mekke'ye dönünüz!" Müflriklerin içinden Ahnes b. fierîk de Benî Zühre ve Benî Adiyy'i alarak ayn› düflünce ile ordudan dönmüfltü. Utbe'nin sözleri onun da ayn› fikirde oldu¤unu göstermektedir. Fakat bidâyette harbe teflvik eden Ebû Cehl, burda da boyuna halk› harbe k›z›flt›r›yordu. Ahnes: Kervan kurtuldu, maksat hâs›l oldu. Art›k geri dönmek laz›m, diyerek müttefiki olan Benî Zühre ile birleflerek ordudan ayr›lm›flt›. Adiy ile Zühre, harbe ifltirak etmemifllerdir. E¤er Ebû Süfyân'›n, Ahnes ve Utbe'nin sözleri tutulsa idi bu kanl› harp olmayacakt›. Ve bunun do¤urdu¤u di¤er harplere de meydan verilmeyecekti. Bu harp ise görüldü¤ü veçhile hep Ebû Cehl'in bafl› alt›ndan kopmufltur. Bu harbin yegâne kundakç›s› odur. Kureyfl'i zorla harbe sürükleyen odur. Ümeye b. Halef'e, Utbe b. Rebîa'ya harbe taraftar olmad›klar›ndan neler yapt›klar›n› gördük. Müslümanlarsa hücuma maruz kald›klar›ndan dö¤üflmeye mecbur oldular. Yoksa Medîne'den harp etmek düflüncesiyle ç›kmam›fllard›. Ebu Cehl, müslümanlar› öldürmeye bile lüzum yok, onlar› diri diri yakalayaca¤›z ve ellerini arkalar›na ba¤lay›p yederek Mekke'ye götürece¤iz, derdi. Ma'nevi kuvveti hesaba katm›yordu. ‹LK ÇARPIfiMALAR BAfiLIYOR Peygamberimiz askerlerini saf saf dizerek sancaktarlar tayin etti. Muhâcirlerin bayra¤›n› Mus'ab b. Umeyr, Hazrec'in bayra¤›n› Hubâb b. Münzir, Evs'in bayra¤›n› sa'd b. Muaz tafl›yordu. Düflmanlar›n adetçe çok üstün olduklar› bu s›rada Müslümanlar›n bir kifli bile artmalar› onlar›n nam›na büyük bir kazanç say›l›rd›. Fakat buna ra¤men Hazret-i Peygamber verdi¤i söze candan ba¤l› olmay› tercih ederek 251 ahde riâyet ediyordu. Bunun en güzel misâline bu tehlikeli anda da rastl›yoruz: Ashabtan Ebû Huzeyfetü'l-Yemân ile Ebû Huseyl Mekke'den gelirken müflrikler taraf›ndan yakalanm›fllar, bunlara, Hazret-i Muhammed'in yan›na m› gittiklerini sormufllard›. Bunlar, menfî cevap vermifller ve harbe kat›lmayacaklar›n› söylemifllerdi. fiimdi Peygamber'in nezdine gelmifllerdi. Ona vak'ay› anlatt›lar, o da onlara: Biz verdi¤imiz söze mutlaka riayet etmeliyiz, Allah'›n nusreti bize kafidir, dedi. ‹ki ordu karfl› karfl›ya gelmiflti. Hak ile bat›l, tevhid ile flirk çarp›flacakt›. Kur'an-› Kerim bundan bahsederken flöyle der: ..." ﻗـﺪ ﻛــﺎن ﻟﻜﻢ آﻳﺔKarfl› karfl›ya gelen ve biri Allah yolunda dö¤üflen, di¤eri kâfir olan iki taraf›n halinde herkese ibret vard›r."(1) Manzara pek hazindi. Yeryüzünde tevhid dîninin mümessili olan bir avuç kahraman, tepeden t›rna¤a haz›rl›kl› koca bir flirk ordusunun karfl›s›na ç›k›yordu. Tevhid akîdesinin pâyidâr olmas›, flu birkaç fânînin hayat›na ba¤l› idi. Tevhid dininin rehberi, hakk›n sevgili Peygamberi bu manzaran›n karfl›s›nda hudû ve huflû içinde durmufl, ellerini semâya kald›rm›fl, Allah'a flöyle niyâz ediyordu: "Ya Rabbî! Bana vaadetti¤in yard›m› bugün lûtfet!..." Peygamberimiz bütün kalbiyle Allah'a yönelmifl, dünyâ ayaklar›n›n alt›ndan silinmifl, niyaz deryas›na dalm›flt›. O kadar vecd ve isti¤raka gelmiflti ki, ridâs› omuzundan düfltü¤ü halde fark›na varm›yor, Ebû Bekr ridâs›n› al›p omuzuna koymaya çal›fl›yordu. Bir aral›k secdeye kapanm›fl, flöyle niyaz etmifldi. "Ya Rab, bu bir avuç muvahhid bugün telef olursa yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak!" Ebû Bekr: – Yâ Resûlallah, duan arfl› titretti, Allah va'dini elbette yerine getirecek dedi. Bu hal bütün Ashab'› heyecana getirdi. Hepsinin gözlerinden yafllar bofland›. Peygamber rûhânî bir haletten sonra huzûr ve sükûn içinde flu Vahy-i ‹lâhî'yi okudu: "Bütün bu toplananlar hezîmete uğrayıp dağılacaklar ve kaçacaklar!" (2) Cenâb-ı Hak böylece vadini müjdeliyordu. Zafer ve Nusret Müslümanlarındı. (1) Âl-i ‹mran sûresi, âyet:13 (2) Kamer sûresi, âyet:45 252 Harp, usûlen mübâreze ile bafllad›. Evvelâ meydana, kardeflinin öcünü almak isteyen Âmir-i Hadramî ç›kt›. Ona karfl› Hazret-i Ömerin azadl› kölesi Mihca ilerledi. Âmirin att›¤› ok ona isabet etti ve böylelikle ilk flehit düfltü. Bu s›rada Beni Mahzum'dan Esved b. Abdül-Esed saflar›n aras›ndan f›rlayarak ileri at›ld› ve: Yâ ben müslümanlar›n su havuzunu y›kar›m yâhud orada ölürüm!" diyerek k›l›ç çekti. Allah'›n arslan› Hamza ona do¤ru kofltu. Ve havuz yan›nda yetiflerek onu yere serdi. ‹ki tarftan da kan dökülmüfltü. Kan damlas› görmek insanlar›n hissiyat› üzerinde tesir eder. Art›k harp k›z›flm›flt›. Ebû Cehl'in merâm› yerini bulmufltu. Ebû Cehl'in hakaaretinden çok müteessir olan Utbe nâmus gayretiyle yan›na bir o¤lunu ve kardeflini alarak er meydan›na ç›kt›. Müslümanlar›n içinden bunlara karfl› benî Neccâr'dan Afrâ nam›ndaki kad›n›n o¤ullar› Muavvez ile Muâz ve bir de Abdullah ‹bn-i Revâha ç›kt›. Utbe bunlar›n isimlerini ve neseblerini sordu. Onlar da söylediler Onlar›n Ensâr'dan olduklar›n› anlay›nca: – Bizim sizinle bir iflimiz yok; biz, bizimkilerini isteriz, dedi. Ve Peygamber'e hitaben bizim karfl›m›za dengimizi ç›kar, dedi. Bu def'a onlar›n yerine Hazret-i Hamza, Hazret-i Ali ve Ubeyde b. Hâris ç›kt›lar. Âdet üzere isim ve flöhretlerini söylediler. Utbe tam dengini bulmufltu. Hamza fieybe'yi çabucak haklay›verdi. Ali de Utbenin o¤lu Velidi yere serdi. Utbe Ebû Ubeyde'yi yaralad› ise de, Ali onun üzerine at›larak onu da yere serdi. ve yaral› Ubeyde'yi alarak saflar›n aras›na döndü. Ubeyde yaral› hâlinde iken flöyle dedi: "Bu gün Ebû Tâlib hayata olsa, Onun "Muhammed'i muhafaza için etraf›nda o¤ullar›m›z› ve kar›lar›m›z› bile unutarak cansiperâne savafl›rken öldürülmedikçe, onu asla teslim etmeyiz., tarz›ndaki fliirinin bugünkü hâle ne kadar uygun düfltü¤ünü görürdü."(3) Art›k iki taraftan da umûmî bir hamle bafllamfl›t›. Ramazan›n 17 inci Cum'a günü idi. Bedir meydan›nda toz duman kalk›yor, k›l›ç flak›rt›lar›, cenk nâralar› etraf› dolduruyordu. (3) وﻧﺬﻫﻞ ﻋﻦ اﺑﻨﺎءﻧﺎ واﳊﻼﺋﻞ وﻧﺴﻠﻤﻪ ﺣﺘﻰ ﻧﺼﺮع ﺣﻮﻟﻪ Bu beyt Ebû Tâlib'in meflhur Kasîde-i Lâmiye'sinden al›nmad›r. Ebû Tâlib Kasîde-i Bâiye'sinde de Hazret-i Peygamber hakk›nda flöyle diyerek onun hak peygamber oldu¤unu i'tirâf etmifltir. ﻟﺆﻳﺎ وﺧﺼﺎ ﻣﻦ ﻟﺆى ﺑﻨﻰ ﻛﻌﺐ ﻧﺒﻴًﺎ ﻛﻤﻮﺳﻰ ﺧﻂ ﻓﻰ اول اﻟﻜﺘﺐ أﻻ أﺑﻠﻐﺎ ﻋﻨﻰ ﻋﻠﻰ ذات ﺑﻴﻨﻨﺎ اﻟﻢ ﺗﻌﻠﻤﻮا اﻧﺎ وﺟﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪًا Ebû Tâlib'in boykot hakk›nda da bir Kasîde-i Dâliyye'si vard›r. ‹bn-i Hiflâm tamâm›n› nakleder. Ebû Tâlib'in Kasîde-i Lâmiye'si bir araya toplanarak Hersek Vilâyeti Müftüsü Ali Fehmi taraf›ndan flerh olunmufltur. 253 Kureyfl, adetçe üstün ve haz›rl›klar› mükemmel oldu¤undan zaferden emin idiler. Fakat harpte maddî haz›rl›k kadar manevi kuvvetin ifle yarad›¤›n› kim inkâr edebilir. Müslümanlar îmân ve akidelerinden ald›klar› kuvvetle arslanlar gibi dö¤üflüyorlar (Yektir Allah yek) diyerek saflar›n aras›na dal›yorlar, müflrikleri yere seriyorlard›. Allâh'›n yard›m› imdâda yetiflmiflti. Burada zaman ve mekân kay›tlar› ortadan silinmifl, melekler müslüman mücâhitleriyle beraber olmufllar, Allah'›n kuvveti onlar›n pazular›na kuvvet vermiflti. Hazret-i Peygamber harbin en k›zg›n ân›nda mücahitlerin aras›nda dolafl›yor, onlar›n maneviyyat›n› takviye ediyor, onlara destek oluyordu. Bir kiflinin on'a bedel oldu¤u hakk›nda ayetler okuyor, meleklerin imdâda geldi¤ini müjdeliyordu. Böyle bir îman kuvvetiyle çarp›flan bir avuç kahraman›n kendinden kat kat üstün olan düflmana galebe çalaca¤› flüphesizdir. ‹flte burada da böyle olmufltur. Kureyfl ordusunun en ileri gelenlerinden, üçünün birden, daha ilk mübârezede maktul düflmesi Kureyfl'in ma'neviyyât›n› bozmaya bafllam›flt›. Ebû Cehl ise siz onlara bakmay›n, onlar ma¤rûrâne hareket ettiler, diyerek askerlerini k›z›flt›r›rd›. Müslümanlar bu harpte daha ziyâde Kureyfl'in elebafl›lar›n› gözetip temizlemek istiyorlard›. Çünkü müslümanlar, ne çektilerse onlar›n elinden çekmifllerdir. Onun için Kureyfl'in ulular›ndan ço¤unun ölü düfltü¤ünü görüyoruz. O zaman islâm düflmanl›¤›n›n bayraktâr› Ebû Cehl idi. Ensâr'dan Afrâ' kad›n›n iki o¤lu Muâz ile Muavvez onu öldürmeye and içmifllerdi, bu iki genç harp ateflinin en korkunç bir s›ras›nda Abdurrahman b.Avf'a rastlam›fllar ve hemen kendilerine Ebû Cehl'i göstermelerini ricâ etmifllerdi. Çünkü Cehl'i tan›m›yorlard›. Abdurrahmân diyor ki: böyle korkunç bir anda henüz fele¤in cenberinden geçmemifl iki çocuk aras›nda kald›m diye düflünürken gözüme Ebû Cehl iliflti. Ebû Cehl "Anam beni bugün için do¤urdu!" diyerek cesâretle harb ediyordu. Kendi kabîlesi olan Benî Mahzum cenk erleri onun etrâf›n› al›p m›h ç›k›n› olduklar›ndan yanlar›na var›lamazd›. Fakat Afrâ' kad›n›n iki genç o¤lu onu ar›yorlard›. Kendilerine gösterdim. ‹ki dal k›l›ç olup çifte flâhin gibi süzülerek Ebû Cehle sald›rd›lar ve kellesini uçurdular. Peygamberimiz'in en insafs›z düflmanlar›ndan biri olan Ümeyye b. Halef de harbe ifltirâk edenler aras›nda idi. Fakat Abdurrahman b. Avf ona Medîne'ye geldi¤i takdîrde emân vermiflti. Ümeyye ele geçti¤i ve intikam için f›rsat düfltü¤ü halde Abdurrahmân ona verdi¤i ahdi bozmayarak Ümeyye'yi sa¤ b›rakmak, Medîne'ye afl›rmak fikrinde idi. Fakat Bilâl-i Habeflî Ümeyye'yi görünce Mekke'de iken kendisine yapt›¤› iflkenceler gözünün 254 önüne geldi. Ümeye onu k›zg›n kumlara yat›r›r, gö¤sünün üstüne tafllar y›¤arak güneflte yakard›. Bilâl, okunu havâle ederek Ümeyye'yi yere serdi. Harp bafllamadan önce Hazret-i peygamber Mekkelilerden bâz›lar›n›n kendi arzulariyle harbe gelmediklerini, müflriklerin onlar› zorla sürüklediklerini söyledi. Bu gibilerin, Benî Hâflimin ve müslümanlara iyili¤i dokunanlar›n isimlerini sayarak öldürülmemelerini tavsiye etti. Böyle harp esnâs›nda iyilik yapanlar› öldürmemek büyüklü¤ünü göstermek ancak rahmeten li'l-âlemîn olan Efendimiz'e mahsus bir haslettir. ‹yili¤i gördü¤ü kimse düflman› da olsa, onu harp içinde bile afvetmek. Bu hak Peygambere nasîb olan bir meziyyeti. Bu öldürülmiyecekler aras›nda boykot sahîfesini y›rtanlardan biri olna Abü'l-Bahterî de vard›. Ensâr'dan biri Ebü'l-Bahterîye rast gelince: Peygamberimiz bizi, sizi öldürmekten men' etti. Onun için sana dokunmayaca¤›z, demifl. Ebü'l-Bahterî yan›ndaki arkadafl›n›n ne olaca¤›n› sormufl, onunla harp edilece¤i cevab›n› al›nca – "Ebü'l-Bahterî arkadafl›n› b›rakarak kaçt›, derler. Asîl bir insan, arkadafl›n› teslim edemez. Me¤er ki, can vere veya baflka bir yol bula," demifl. Kendisine verilen aff› reddetmifl ve dö¤üflerek maktul düflmüfltür. O, kad›nlar›n kendi hakk›nda dedikodu yapmalar›ndan korkarak bu aff› reddedebilir. Biz ‹slâmiyet'in iyili¤ini gördü¤ü kimseler hakk›ndaki yüksek muamelesine bakar›z. Bu harpte Müslümanlardan 14 flehit düflmüfltü. Kurefl'ten 70 kifli ölü vard›. Bir o kadar da esir al›nmfl›t›. Ebû Cehl b. Hiflâm, Utbe b. Rebîa, fieybe b. Rebîa, Ümeye b. Halef, Ebü'l-Bahterî, Zem'a b. Esved, Âs b. Hiflâm gibi Kureyfl'in ileri gelenleri ölüler aras›nda idi. Hazret-i Peygamber'in Amcas› Abbâs, Ali'nin kardeflleri Akil ve Nevfel, Esved b. Âmir, Abd. b. Zem'a gibi Kureyfl'in muhterem eflhas› esirler içinde idi. Hazret-i Peygamber'in damâd› Ebü'l-Âs da esir düflmüfltü. ‹NSÂNÎ VAZÎFE Kureyfl bozgun hâlinde kaçm›flt›. Ölülerine bile bakmam›fl, onlar› meydanda b›rakm›flt›. Akflam oluyordu. Bedr'in kum tepelerini yald›zlayan akflam günefli ufkun arkas›nda kaybolurken harp meydan›nda islâm mücahitlerinden baflka kimse kalmam›flt›. Koca flirk ordusu bir avuç kahramana bir gün bile dayanamam›fl, ölülerini toplamaya vakit bulamadan kaçm›flt›. Müslümanlar Kureyfl'in ölülerini meydanda b›rakmad›lar. Peygamberimiz onlar›n defnini emretti. Bunlar›n say›s› çok oldu¤undan hepsini ayr› 255 ayr› gömmeye imkân ve vakit bulam›yarak hepsini büyük bir çukura gömdüler. Böylece düflmanlar›na karfl› son insanl›k vazifesini de Peygamberimiz yapm›fl oldu. Müslümanlar o geceyi Bedir'de geçirdiler, düflman›n b›rakt›¤› ganimeti toplad›lar. Esirlerle meflgul oldular. DÜfiMANA B‹LE RAHMET OKUMAK Peygamberimiz, Utbe b. Rebîan›n müslümân olan o¤lu Ebû Huzeyfe'nin yüzüne bakt›. Onun yüzünde bir hüzün dalgas› dolafl›yordu. Ona: – Baban›n âkibeti içine mi iflledi, diye sordu. Ebû Huzeyfe: – Hay›r, ondan de¤il, dedi. Fakat ben babam› dirâyetli, uslu, faziletli bir adam tan›rd›m. Bunlar sâyesinde onun müslüman olmas›n› ümit ederdim; Müslüman olmas›n› umdu¤um halde küfr üzerine ölmesine üzüldüm!" Peygamberimiz ona tesellî verdi ve hay›r dûada bulundu. O, düflmanlar›na karfl› bile merhametli idi. ZAFER ÂM‹LLER‹ Kureyfl ordusu, teçhîzhat› mükemmel ve haz›rl›kl› idi. Buna ra¤men 300 islâm mücâhidi 1000 kiflilik bir orduyu bir gün içinde periflân ediverdi. Bunun sebepleri acabâ ne idi? 1– Kureyfl'in kuvve-i maneviyesi bozuktu. Herhangi bir mukaddes mefkûre u¤runda harbe girmifl de¤ildi. Birbirleriyle ihtilâf içinde idiler. 2– Allah'›n bir lutfu olarak ya¤an rahmet, müslümanlara bir çok faydalar sa¤lam›fl, Kureyfl'in karargâh›n› batakl›¤a çevirmiflti. 3– Kureyfl'in maneviyyât› sars›kt›, Allah onlar›n yüreklerine bir korku vermiflti, müslümanlar›n say›s›n› çok görüyorlard›. Kur'ân-› Kerim buna iflaret ederek (Müslümanlar› kendilerinin iki misli görüyorlard›) demektedir. 4– Müslümanlar harbe girmeden önce istirahat etmifller, müflriklerse o gece uyumam›fllard›. Bütün bunlar Allah taraf›ndan müslümanlara yard›m idi, teyîd-i ‹lahî idi. Bu sayede tepeden t›rna¤a kadar mücehhez olan Kureyfl ordusunu yendiler. Çünkü manevî kuvvet, vatan sevgisi ve hak müdâfaas› zaferi sa¤layan en büyük kuvvet kayna¤›d›r. Gönlü vatan sevgisiyle dolu bir asker vatan› ve millî varl›¤› tehlikeye maruz kald›¤› zaman hemen müdâfaaya koflar. Onun için milletler, gençlerine daha küçükten vatan sevgisini ve bu u¤urda canlar›n› fedâ etmek aflk›n› afl›larlar. Zafer, mukaddes mefkûre u¤runda çarp›flanlara mev'uddur. 256 MEDÎNE'YE GELEN ZAFER MÜJDES‹ Geceyi Bedir mevkiinde geçiren müslümanlar ertesi gün Medîne'ye muzafferen hareket ettiler. Peygamberimiz Medîne'ye zaferi müjdelemek üzere Abdullah b. Revâha ile Zeyd b. Hârise'yi gönderdi. Bedir zaferinin müjdesi vard›¤› zaman Medîneliler mâtem içinde idiler. Çünkü Peygamber'in kerîmesi ve Hazret-i Osman'›n Zevcesi Rukiyye vefat etmiflti. Onun hastal›¤› yüzünden Hazret-i Osman Bedirde bulunamam›flt›. Hazret-i Peygamber Ashâbiyle Medîne'ye dönerken Safra bo¤az›n› geçtikten sonra al›nan ganimeti müsâvî sûrette taksîm eti. Yolda esirlerden ikisi öldürüldü. Bunlar Nadr b. Hâris ile Utbe b.Ebû Muayt idi. Henüz esirler hakk›nda ne gibi muâmele yap›laca¤›na dâir bir nizam yoktu. Bu ikisi Mekke'de müslümanlara yapmad›k kötülük b›rakmam›fllard›. Medîne'den ç›kt›klar›ndan 19 gün sonra müslümanlar Medîne'ye döndüler. Bu zafere bütün müslümanlar sevindiler. Muzaffer gazîleri tekbirlerle karfl›lad›lar. Müflrikler ile yahûdîler ise büyük bir teessüre dald›lar. Müslümanlar›n zaferi onlar›n yüre¤ine indi. Hattâ ilk defa müjdeyi getiren iki elçi Medîne'ye geldi¤inde inanmak bile istemediler. Bu haberin asl› yoktur, belki Muhammed öldürülmüfltür, iflte onun devesiyle Zeyd b. Hârise geldi, diye ortaya as›ls›z flâyialar ç›kard›lar. Fakat Hazret-i Peygamber muzaffer ordusunun bafl›nda gelince yalanlar›ndan utand›lar. Bu zafer, müflriklerle iflbirli¤i yapan yahûdîlere de pek a¤›r geldi. ‹çlerinden biri: Mekke eflraf›n›n bafl›na gelen bu halden sonra yerin alt› üstünden daha hay›rl›d›r, demiflti! ES‹RLER HAKKINDAK‹ MUAMELE Müslümanlar Medîne'ye geldikten birgün sonra esir kafilesi de Medîne'ye girdi. Hazret-i Peygamberin Zevcesi Sevde, esirlerin aras›nda akrabas›ndan Amr ve O¤lu Süheyli eli kolu ba¤l› görünce kendini tutam›yarak: – Kad›nlar gibi teslim olarak esaret zincirlerini kendi ellerinizle mi takt›n›z. Harp meydan›nda erkekçe ölemediniz mi. dedi. Hazret-i Peygamber Sevde'ye: – "Bunlar› Allah'a ve Peygamberine karfl› m› ayakland›r›yorsun?" dedi. Sevde de: – Hâflâ yâ Resûlallah! dedi. – Fakat onlar› bu halde görünce kendimi tutamad›m da, o söylediklerimi söyleyiverdim! 257 Esirler ikifler üçer Ashab aras›nda taksim olundu. Hazret-i Peygamber esirlerin hofl tutulmas›n›, haklar›nda iyi muâmele yap›lmas›n› emir buyurdu. Ashab bu emre imtisâl ederek esirleri hofl tutarlard›. Kendileri hurma yedikleri halde ekmeklerini ve yemeklerini esirlere verirlerdi. Esirlerin aras›nda bulunan Mus'ab b. Umeyr'in kardefli Ebû Azîz der ki: "Nezdlerinde esir bulundu¤um Ensâr, yemek vakti gelince kendileri saâde hurma yerler, bana da ekmek ve kat›k verirlerdi. Ben bu vaziyyeten utan›r, yeme¤i onlara teklif ederdim. Fakat onlar kabûl etmezlerdi. Çünkü Peygamber onlara bize iyi bak›lmas›n› emretmiflti." Esirlerden temiz elbisesi olmayanlara temiz elbise verilmesini Peygamber Ashâb›na söylemiflti. Esirler aras›nda bulunan Süheyl b. Amr beli¤ bir hatipti. Hazret-i Peygamber'in aleyhinde nutuklar söylerdi. Hazret-i Ömer bu adam›n ileride yine nutuk söylemesini men için hiç olmazsa bir iki diflinin sökülmesini teklif etmifl, Peygamberimiz flu yüksek cevab› vermiflti: – "Ben bir adam› sû-i teflekküle u¤ratacak olursam, Allah da beni, peygamber oldu¤um halde, ayn› fleye u¤rat›r!" Süheyl b. Amr kurtulufl akças› olan fidyeyi vererek ilk kurtulan esirdir. Esirler hakk›nda ne yap›laca¤›na dâir bir vahiy yoktu. Hazret-i peygamber'in bu gibi husûsât› Ashâbiyle istiflâre etmek âdeti idi, Bedir esirleri hakk›nda da istiflâre yapt›. Hazret-i Ebû Bekir, bunlar›n fidye mukaabilinde serbest b›rak›lmalar›n› söyledi: "Bunlar senin kavminden, yâ Resûlallah dedi, içlerinde baba, o¤ul, amca, amca o¤ullar›, kardefller var. En uza¤› yine akrabâdan. Onlar› kurtulufl akças› mukaabilinde serbest b›rak" Hazret-i Peygamber Ebû Bekr'in bu sözlerini sükûnetle dinledi. Ondan sonra Hazret-i Ömer söze bafllad›: – Yâ Resûlallah, dedi. Bunlar senin düflmanlar›n; seni memleketinden ç›kard›lar, seninle harp ettiler, boyunlar›n› vur! Hazret-i Peygamber bakt› ki, Ashabtan bir k›sm› Hazret-i Ebû Bekr'in, bir k›sm› Hazret-i Ömer'in taraf›n› tutuyorlar. Onlara: "Bunlar neye benzer bilir misiniz, dedi. Ebû Bekr rahmet ve ma¤firet mele¤i olan Mîkâil gibidir. Peygamberler aras›ndaki benzeri ‹brahîm ve ‹sâ Peygamberler idi. Kavmi, Hazret-i ‹brâhîm'i atefle att›klar› halde o, Allah'a flöyle diyordu: ﻓﻤﻦ ﺗﺒﻌﻨﻰ ﻓﺎﻧﻪ ﻣﻨﻰ وﻣﻦ ﻋﺼﺎﻧﻰ ﻓﺎﻧﻚ ﻏﻔﻮر رﺣﻴﻢ "Ya Rab! kavmim içinden bana kat›lanlar bendendir, bana karfl› âsî olanlara gelince; Sen yarl›¤ay›c›s›n, ba¤›fllay›c›s›n" (4) (4) ‹brâhim sûresi, âyet: 36 258 Hazret-i Îsâ da Cenâb-› Hakk'a flöyle hitab etmiflti: ...ان ﺗﻌﺬﺑﻬﻢ ﻓﺎﻧﻬﻢ ﻋﺒﺎدك "Yâ Rab onlara azâb edersen, onlar Senin kullar›n; ba¤›fllarsan, gerçek azîz Sensin, hakim Sensin" (5) Hazret-i Ömer'e gelince: o, meleklerden Cebrâil gibidir. Peygamberlerden ise Nûh'a benzer. Hazret-i Nûh Cenâb-› Hakk'a flöyle yalvarm›flt›: رب ﻻ ﺗﺬر ﻋﻠﻰ اﻷرض ﻣﻦ اﻟﻜﺎﻓﺮﻳﻦ دﻳﺎرًا "Yâ Rab, yeryüzünde kâfirlerden tek bir kimse b›rakma."(6) Kezâ Hazret-i Mûsâ'ya benzerdi. Mûsâ da flöyle demiflti: ...رﺑﻨﺎ اﻃﻤﺲ ﻋﻠﻰ اﻣﻮاﻟﻬﻢ "Yâ Rab, onlar›n mallar›n› bat›r, yüreklerini kat›laflt›r da, ancak en ac› azâb› gördükten sonra inans›nlar!" (7) Esirler hakk›nda ya ölüm veyahut kurtulufl akçesi verip kurtulmak vard›. ‹kinci re'y kabul olundu. Esirler aras›nda bir flair vard› ki, ismi Ebû Azze b. Abdullah idi. Bir an evvel kurtulmak için hemen ileri at›ld›. Ve: – Befl k›z›m var ki, benden baflka kimseleri yok, beni onlara ba¤›flla yâ Muhammed, ben de bir daha seninle dö¤üflmemek, bir daha sana karfl› gelmemek için and içiyorum!" dedi. Hazret-i Peygamber de onu fidye almaks›z›n serbest b›rakt›. Esirler içinde kurtulufl akças› vermeden hürriyete kavuflan bu adam sonra verdi¤i sözü tutmad›. Bir y›l sonra Uhud Harbine ifltirak etti. Ve orada maktul düfltü. Yine esirlerden Muttalib b. Hantab ile Safiyye bint-i Rufâa da böyle meccânen âzâd edilmifllerdir. Mekke'de haberin tesiri: Mekke'ye ilk haberi götüren Haysuman b. Abdullah Huzâî olmufltur. Kureyfl'in hezimete u¤rad›¤›n›, Kureyfl ulular›n›n ve eflraf›n›n helâk oldu¤unu söyleyince Mekkeliler bu kara habere inanmak istemediler. Çünkü Mekke böyle birfley beklemiyordu. Koca Kureyfl ordusu nas›l ma¤lub olurdu. Onun için flafl›rd›lar, ac› hakîkat› ö¤renince y›ld›r›mla vurulmufla döndüler. Bu haber onlara o kadar a¤›r geldi ki. Ebû Leheb teessüründen hastalanm›fl ve yedi gün sonra ölmüfltür. Kureyfl, bu felaket karfl›s›nda ne yapaca¤›n› bir türlü kararlaflt›ram›yordu. Her musibetten ziyade feryad ve figana de¤en bu felâket karfl›s›nda a¤lay›p s›zlamak, matem (5) Mâide sûresi, âyet: 118 (6) Nuh sûresi, âyet: 26 (7) Yûnus sûresi, âyet: 88 259 tutmak istiyorlard›. Fakat baflka bir düflünce ile bunu yapmad›lar. Çünkü matem tutarlarsa bu haber Medîne'ye ulafl›nca Medîneliler buna da ayr›ca sevinirler diye korktular, gözyafllar›n› içlerine döktüler. Esirler hakk›nda ne yapmak laz›md›? bunu da düflündüler ve esirleri kurtarmak için e¤er acele ederler, tehâlük gösterirlerse, müslümanlar›n kurtulufl akças› olarak yüksek fidye istemelerinden korktular. Onun için savsaklad›lar. Biraz zaman geçmesini beklediler. Bu beklenmedik ma¤lûbiyet onlar› o kadar sersemlefltirmiflti ki, bir türlü ne yapacaklar›na karar veremiyorlard›. Aradan epey müddet geçtikten sonra esirleriyle alakadar olup onlar› aramaya bafllad›lar. ‹lk önce Mikrez b. Hafs, hatip olan Süheyl b. Amr'› kurtarmaya geldi. Ve fidyeyi verip serbest b›rakt›rd›. Fidye vermeye vakti hâli olanlardan fidye al›narak serbest b›rak›l›yordu. Bunu vermekten âciz olanlar, müslümanlardan onar çocu¤a okuyup yazma ö¤retme mukaabilinde serbest b›rak›l›yordu. Mekkeliler ticâretle meflguldü, yaz› biliyorlard›. Medîneliler zirâatla meflguldü, yaz› bilmiyorlard›. Yok, esirleri öldürecekti, yok flöyle yapt›, diye Hazret-i Muhammed'e hücûm etmek için f›rsat ve sebep arayanlar onun gösterdi¤i büyüklü¤e acaba ne diyecekler? Bu gibi hareketleri karfl›s›nda neden sükûtu ihtiyar ediyorlar? Harp esirlerini bile ilim ve irfan u¤runda kullanan esir kafilelerinden irfan ordusu yaratan bu büyük Peygamber'in huzûrunda iclâl ve tazim ile bafl e¤melidirler. Harp içinde ve harp d›fl›nda düflmanlara maâmelesinde son derece merhamet gösteren büyük Peygamber'in her hareketi ve icraat› insanl›¤a büyük bir derstir. B‹R ANA YÂD‹GÂRINA HÜRMETEN Peygamberimiz'in kerîmesi Zeyneb'in kocas› Ebü'l-Âs da esirler aras›nda idi. Âs Mekke'de bulunan zevcesi Zeyneb'e Fidye göndermesi için haber yollam›fl, o da kurtulufl akças›n› tam tedârik edemedi¤inden boynundan gerdanl›¤›n› ç›kar›p göndermiflti. Bu gerdanl›¤› vâlidesi Hazret-i Hatîce dü¤ünü yap›l›rken dü¤ün hediyesi olarak k›z›n›n boynuna takm›flt›. Hazreti Peygamber k›z›n›n rahmetli anas›ndan yegâne hât›ras› olan bu gerdanl›¤›n›n, dellâl elinde gezer sat›l›k bir mal gibi esâret bedeli olarak ortaya ç›kmas›ndan pek müteessir oldu. Eski hat›ralar canland›. Hazret-i Haticenin aziz rûhunu incitmemek için Ashâb›na: – "Bir vâlidenin hât›ras›n› k›z›na b›rakmak muvâf›k olmaz m›?.."dedi. Ve hepsi bunu kabul ettiler. Gerdanl›k Zeyneb'e iâde olundu. Ve Ebül-Âs bedelsiz olarak serbest b›rak›ld›. Ebül-Âs Mekke'ye vard›ktan sonra Zey260 neb'i boflam›fl ve Medîne'ye göndermiflti. Kendisi fiam'a gitti ve Mekke ile ticarete bafllad›. Bir def'a dönüflte müslümanlar›n eline düfltü, mallar› zaptedildi. Ebül-Âs Medîne'ye koflarak eski kar›s› Zeyneb'e iltica etti ve kendisini himaye etmesini istedi. O da onu himeyesine ald› ve müslümanlar onun mallar›n› iâde ettiler. Bu ikinci lutfu gören Ebül-Âs'›n müslümanl›¤a besledi¤i düflmanl›k hisleri silinmiflti. Mekke'ye giderek onlarla olan borçlar›n›, hesaplar›n› tasfiye etti. Onlara sordu: – Birinizin bende bir alaca¤› kald› m›? – Hay›r, dediler, sen vefâl› ve temiz özlü bir adams›n! – Öyle ise ben Allah'tan baflka Tanr› bulunmad›¤›na, Muhammed'in Allah kulu ve Allah peygamberi oldu¤una imân ettim dedi. fiimdiye kadar bunu kabulde gecikmemin sebebi, mallar›n›z› yemek istedi¤im zann›na kap›lman›za imkân vermemektir. Mallar›n›z› verdikten ve hesaplar›n›z› kestikten sonra müslüman oldu¤umu ilân ediyorum. Ebü'l-Âs yine Medîne'ye döndü. Yinez Zeyneb'i alarak onunla yaflad›. KUREYfi'‹N B‹TMEYEN ÜZÜNTÜSÜ Müflriklerle Hazret-i Peygamber aras›nda sürüp giden cidalde her iki taraf›n tarz-› hareketini göz önüne getirmek, hangi taraf›n insanl›k kaidelerine riâyet etti¤ini göstermeye kafidir. En ince taferruât›na var›ncaya kadar anlatmaya çal›flt›¤›m›z Bedir Harbinde müflriklerin yapt›klar›na bak Hazret-i Peygamber'in yapt›klar›n› düflün. Bunlar› burada tekrarlamaya lüzum yok. Zekî okuyucular hadiseleri takibederken, herkese lay›k olduklar› notu vermifltir. Bu bahsi kaparken, hâdisenin son safhas›n› da zikredelim: Kureyfl ile müslümanlar aras›nda bir harp olmufltur. Bu dünyada, ne ilk harp ne de son harptir. Harp olur, galip, ma¤lup belli olur. ‹fl biter, herkes ifline bakar. Kureyfl ise bu harbi bitirmek istemiyordu. Yukar›da söyledi¤imiz gibi derhal esirlerini aramak bile istemediler, matem bile tutmad›lar. Bunlar ne demekti? fiimdi esirler sal›nd›. Art›k mütareke yap›lmal›, matem unutulmal› idi. Onlar ise bidayette yas tutmaktan çekindikleri halde flimdi Kureyfl kad›nlar› tam bir ay matem ilan ediyorlar, eski yaralar› tazelemeye çal›fl›yorlard›. Kureyfl kad›nlar› saçlar›n› keserek siyahlara bürünerek a¤lad›lar. Halbuki bafltan bu a¤lamay› menetmifllerdi. Sevdikleri kimseler için göz yafl› dökmek isteyenlerin a¤lamalar›na dahi müsaade etmemifllerdi. fiu hâdise ne ibret vericidir: 261 Bedir hezimeti duyuldu¤u zaman Mekke'de her aileye mâtem havas› girmiflti. Fakat, Mekke elebafllar›, bu mahcûbiyeti saklamak için mâtemi men etmiflti. Harpte üç o¤lu ölen Esved, hissiyat›n› bo¤arak a¤lamaktan çekinmiflti. Birgün bir feryad duyarak hizmetkâr›n› ça¤›rm›fl, ona: git bak, mâteme müsâade verildiyse sel gibi yafllar dökerek içimi boflaltmak isterim, demifl, Hizmetkâr gidip ö¤renmifl me¤er devesini kaybeden bir kocakar› a¤l›yormufl. Bu haberi efendisine söyleyince Esved flu beyitleri söylemifl: "Demek o kad›n, bir devesini kaybetti¤inden dolay› a¤l›yor, uykusunu fedâ ediyor, ne bahtiyarl›k! Hay›r, ey kad›n, sen deven için a¤lama! Bedir'deki talihsizli¤imize a¤la. As›l a¤lanacak odur! A¤layacak isen Akil için a¤la, arslanlar arslan› Haris için göz yafl› dök."(8) Kureyfl kad›nlar› içinde Ebû Süfyan›n kar›s› Utbe k›z› Hind hiç matem tutmad›. Kad›nlar ona: baban, kardeflin, amucan ve di¤er akraban için neden a¤lam›yorsun? Dedikçe o flöyle cevap verdi: – A¤larsam, Muhammed ve arkadafllar› duyarlar da sevinirler diye a¤lam›yorum; Hazreç kad›nlar› bizimle alay m› etsinler! Muhammed ile arkadafllar›ndan öç almad›kça içim rahatlamayacak. Muhammed'le harp etmedikçe koku sürünmek bana haram olsun! E¤er yas tutmakla içimin ferahlayaca¤›n› bilsem, bunu yapar›m. Fakat ne gezer! Sevdiklerimizin öcünün al›nd›¤›n› gözümle görmedikçe bana ferah yok! Hind, Uhud Harbine kadar koku sürünmedi, kocas› Ebû Süfyâ'n›n yata¤›na girmedi, halk› harp açmak için teflvik etmekten bir an durmad›. Kocas› Ebû Süfyan da Bedir Harbinden sonra Muhammed'e karfl› harp açmad›kça y›kanmamak, bafl›na su de¤irmemek için and içmiflti! Demek Kureyfl, yedi¤i ac› ma¤lubiyete ra¤men uslanmam›flt›. Harbin peflini b›rakmak istemiyor, harp tahrikçili¤ine devam ediyordu. H‹CRET‹N ‹K‹NC‹ SENES‹ VEKAAY‹‹ 1– K›ble Kudüs'ten Kâ'be'ye çevrilmifltir. 2– Cihâda izin verilmifltir. ‹lk Bedir Harbi yap›lm›flt›r. (8) 262 وﳝﻨﻌﻬﺎ ﻣﻦ اﻟﻨﻮم اﻟﺴﻬﻮد ﻋﻠﻰ ﺑﺪر ﺗﻔﺎﺧﺮت اﳉﺪود وﺑﻜﻰ ﺣﺎرﺛًﺎ أﺳﺪ اﻷﺳﻮد اﺗﺒﻜﻰ ان ﻳﻀﻞ ﻟﻬﺎ ﺑﻌﻴﺮ وﻻ ﺗﺒﻜﻰ ﻋﻠﻰ ﺑﻜﺮ وﻟﻜﻦ ﻓﺒﻜﻰ ان ﺑﻜﻴﺖ ﻋﻠﻰ ﻋﻘﻴﻞ 3– Oruç farz k›l›nm›flt›r. 4– Zekâtla ve sadaka-i F›t›rla emredilmifltir. 5– Bayram namaz› k›l›nm›flt›r. 6– Hz. Fat›ma ile Hz. Ali'nin izdivac› da bu senededir. Hazret-i Fât›ma Peygamberimiz'in en küçük kerîmesidir. Kendisi bu s›rada 18 yafllar›nda idi. Hazret-i Alî ise 21 yafl›nda idi. Hazret-i Fât›maya tâlip oldu¤u zaman Peygamberimiz bunu k›z›na söylemifl, o da sükût etmiflti. Hazret-i Alî, Peygamber'in yan›nda yaflad›¤›ndan birbirlerini tan›yorlard›. Bu hay›rl› dü¤ün yap›l›nca, Hazret-i Alî efli Hazret-i Fât›ma ile Peygamber'in yan›ndan ç›kmak icâb ediyordu. Harise b. Numan Hazret-i Fat›maya bir ev hediye etti ve oraya tafl›n›p yerlefltiler. Hazret-i Peygamber'in k›z›na verdi¤i çeyiz: Bir yatak, bir flilte, bir su tulumu, bir el de¤irmeni, iki su ibri¤i ve bir su kab›ndan ibâretti. 7– Hazret-i Peygamber'in Kerimesi Rukiye Bedir Harbi esnas›nda vefat etmifltir. ––––––––oOo–––––––– 263 ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BED‹R'DEN UHUD'A KADAR (1) (3 H. - 624 M.) YAHÛDÎLER‹N TAKINDIKLARI GAR‹P TAVIRLAR Bedir zaferinden sonra Kureyfl, müslümanlardan intikam alma¤a ahdetmifl ve f›rsat kollama¤a bafllam›flt›. Müslümanlar›n galip gelmelerinden Medîne'deki yahûdîlerin endifleleri büsbütün artm›flt›. Müslümanlar›n kuvvetini isbat eden bu harpten sonra müslümanlar›n aleyhinde f›r›ldak çevirme¤e, onlar›n kuvvetlerini sarsmak için çareler düflünme¤e bafllad›lar. ‹ki sene evvel Mekke'den gelen bu yabanc›lar, Medîne'de hat›r› say›l›r bir kuvvet halinde varl›k göstermifllerdi. Andlaflmalarla ba¤l› olduklar› yahûdîlere müslümanlar bir fley demiyorlard›. Fakat onlar›n flüpheli hareketleri de gözlerinden kaçm›yordu. Yahûdîler aradaki andlaflmalara ra¤men, her vesile ile Kureyfl'le iflbirli¤i yap›yor, müslümanlar›n aleyhinde hareketten çekinmiyordu. Hatta denebilir ki, yahûdîler, Kureyfl'ten daha çok tehlike arzetme¤e bafllam›fllard›. Hazret-i Peygamber'e karfl› suikastlar bile düflünüyorlard›. Yahûdîlerin kendilerine içten içe düflman olduklar›n› bildikleri için müslümanlar, Bedire ç›karken Medîne'de muhaf›z b›rakmak lüzûmunu hissetmifllerdi. Bedir Harbinden sonra Hazret-i Muhammed aleyhinde fliirler söylemek yahûdîler aras›nda artm›flt›, so¤uk harp bafllam›flt›. B‹R fiA‹R MESELES‹ Benî Nadir Yahûdîlerinden olan Kâ'b b. Eflref, Bedir'de Mekke ulular›n›n ölü düfltüklerini duydu¤u zaman: bunlar Araplar›n ulular› ve efendi(1) ‹bn-i Esîr, Târihü'l-Kâmil; M. Hüseyin Heykel, Hayat-› Muhammed. 265 leridir, Muhammed bunlar› öldürdüyse yerin alt› üstünden daha hay›rl›d›r, demifl. Bu haberin do¤ru oldu¤unu anlay›nca bu adam Mekke'ye gitmifl, Kureyfl'i müslümanlara karfl› tahrîk ederek Bedir'de ölenler için mersiyeler okumufl, onlara a¤lam›fl ve a¤latm›fl; Medîne'ye döndükten sonra da Müslümanlar›n k›zlar›na ve kar›lar›na gazeller yazm›flt›. Onlar›n ›rz ve namuslariyle oynama¤a bafllam›flt›. Araplar›n en çok k›skand›klar› fley ›rz meselesi oldu¤undan, müslümanlardan baz›lar›, kendi fleref ve namuslariyle oynayan Kâ'b› öldürmek için sözlefltiler. Kâ'b'›n fliirlerine müslümanlar acaba neden bu kadar ehemmiyet vermifllerdi? Çünkü o zaman fliir ve hitabet, bugünün matbuat› mesabesinde siyasi bir rol oynuyordu. Bir flair fliiriyle bir kabileyi ayakland›r›r ve harbe sürükleyebilirdi. Diline dolad›¤› fley her tarafa yay›l›rd›. ‹flte Kâ'b'›n ‹slâm düflmanl›¤› böylece yaln›z kendine münhas›r kalm›yor, baflkalar›na da sirayet ediyordu. Kâ'b Bedir'deki Kureyfl ulular› için yazd›¤› bir mersiyede flöyle demektedir: "Bedir de¤irmeni nice cengâverleri ö¤üttü. Bedir vak'as› gibi bir vak'a içindir ki, mâtem tutulur ve göz yafllar› dökülür. Orada nice ak yüzlü asîl insanlar, ihtiyaç içinde bulunanlar› himaye eden yüksek kalpli kifliler ölmüfllerdir." Baz› rivayetlerde Kâ'b'›n Mekke'ye k›rk adamiyle gitti¤i ve orada Ebû Süfyan'la ittifak yaparak müslümanlardan intikam almak husûsunda Kureyfl'i tahrik etti¤i kay›tl›d›r. Ya'kubî'nin tarihinde nakline göre Kâ'b, Peygamberi öldürmek için bir suikasd bile tertîb etmiflti. ‹flte bu gibi hareketlerinden dolay› Muhammed b. Mesleme, Kâ'b'dan flüphelenerek onu denemek istedi. Kâ'b'a giderek onunla bir konuflma yapt› ve dedi ki: – Bu adam›n aram›za gelmesi bizim için büyük bir belâ oldu. Onun himayesini üzerimize alarak bütün Arabistanla düflman olduk. Fakat flimdi ondan birfley istedi¤imiz zaman o bize vermiyor. ‹htiyaç içindeyiz. Onun için sana birfley rehin vererek bir istikraz istiyorum. Kâ'b, f›rsat kolluyormufl gibi: – Evet, dedi. Sizler de Muhammed'den b›kacaks›n›z. Benden para almak istiyorsan kar›n› rehin olarak ver! – Buna imkan yok! Çünkü kar›lar›m›z›n, sizin güzelli¤inize mukaavemet ederek bize sad›k kalacaklar›ndan emin de¤iliz. 266 – O halde, çocuklar›n›z› rehin b›rak›n›z. – Bu vaziyet bizi bütün Araplar›n nazar›nda küçük düflürür! – ‹sterseniz silahlar›n›z› rehin ediniz! ‹flte Kâ'b'›n silahlar› istemesi, yahûdîlerin suikasd›n›, müslümanlara hücûm için haz›rland›klar›n› gösteriyordu. Kâ'b fesatç›lar›n bafl› idi. Muhammed b. Mesleme dört arkadafliyle birlikte Kâ'b'› bu istikraz bahanesiyle evinden d›flar› ç›kar›p öldürmüfllerdir. Peygamber'in buna müsaade vermedi¤i muhakkakt›r. Fakat o zaman Arabistan'da bu gibi hadiseler oluyordu. Kâ'b da bu cezay› hak etmiflti. Yukar›da iflaret edildi¤i veçhile Yahûdîlerin ‹slâm aleyhtarl›¤› günden güne art›yordu. ‹slâm düflmanl›¤›nda Kureyfl'i de geçiyorlard›. Yahûdîler Medîne'nin en zengini idiler. Fâizcilik ve ticaret yaparlard›. Bu hususta Yahûdîler o derece ifrata varm›fllard› ki, bir çoklar›ndan kar›lar›n› ve çocuklar›n› rehin al›yorlard›. Ahlâk bak›m›ndan yahûdîler pek afla¤› bir derecede idiler. Gerçi yahûdîlerle yap›lan muahedelerle onlar›n dînî hürriyeti, mal ve can emniyeti temin olunmufltu. Fakat Peygamber ifâ etmekte bulundu¤u peygamberlik vazifesi hasebiyle ahlâks›zl›¤› önlemekle mükellef idi. Onun için yahûdîlerin ahlâks›zl›klar›n› a盤a vuran âyetler nazil olmakta idi. Yahûdîlerin de müflrikler gibi ezâ edecekleri müslümanlara bildirilmiflti: ...وﻟﺘﺴﻤﻌﻦ ﻣﻦ اﻟﺬﻳﻦ اوﺗﻮا اﻟﻜﺘﻐﺎب "Sizden önce kitap verilenlerle müflrik olanlardan çok ezâ duyacaks›n›z. E¤er katlan›r ve sak›n›rsan›z pek iyi olur. E¤er sabreder ve takva gösterirseniz muhakkak ki bu ifllerin en de¤erlisidir." (2) Yahûdîler müslümanlar› gördükçe: (size selâm) manas›na olan (Selâmü'n-aleyküm) yerine (ölüm size) demek olan (sam aleyküm) derlerdi. Bir defa Hazret-i Âifle yahûdîlerin bu tarzdaki selâm›n› duydu¤u zaman hiddetlenmifl: "Habisler, ölüm size musallat olsun!" cevab›n› vermiflti. Hazret-i Peygamber, onu teskin etmifl, böyle mukabeleden meneylemiflti. Hazret-i Âifle: – Fakat siz onun ne dedi¤ini duydunuz mu? deyince Hazret-i Peygamber: (2) Âl-i ‹mran sûresi, âyet: 186 267 – "Evet, fakat onlara yaln›z (aleyküm) demekle iktifa etmifltim cevab›n› vermiflti." Hazret-i Peygamber, yahûdîlere karfl› iyi muamele yapar, baz› Tevrat hükümlerine riayet ederdi. Ehl-i kitab›n cenazeleri geçerken aya¤a kalkar ve taziyelerde bulunurdu. Müslümanlar›n iyi niyetlerine ra¤men yahûdîler, müslümanlar›n nüfuz ve itibarlar›n› eksiltmek için çal›fl›yorlar, müflriklerin müslümanlardan daha fazla hidayet üzere bulunduklar›n› ileri sürmek küçüklü¤ünde bulunuyorlard›. Tevhid dinlerinden birinin salikleri olan yahûdîlerin, tevhid sahibi olan müslümanlar› b›rak›p müflriklere tarafdar olmalar› ne ac› ve hazindir. Bu ayet ona iflaret eder: وﻳﻘﻮﻟﻮن ﻟﻠﺬﻳﻦ ﻛﻔﺮوا ﻫﺌﻮﻻء اﻫﺪى ﻣﻦ اﻟﺬﻳﻦ آﻣﻨﻮا ﺳﺒﻴﻼ "Onlar kafirlere: bunlar (müflrikler) iman edenlerden daha fazla hidayet üzeredir, derlerdi." (3) Yahûdîler müslümanl›¤›n haysiyetini düflürmek için en süflî fleylere bafl vururlar, içlerinden bir k›sm› birgün müslüman olur, ertesi günü dininden döner, bu sûretle dini oyuncak yap›p herkesi flafl›rtmak, müslümanl›¤› herkesin gözünden düflürmek, flüphe uyand›rmak istiyorlard›. Kur'an-› Kerim buna flöyle iflaret etmektedir: "Ehl-i Kitap'tan bir tâife di¤erlerine demifllerdi: ‹man edenlere inzâl olunan Kur'an'a sabahleyin iman edin, akflam üzeri de Onu inkar edin. Olurki onlar dinlerinden dönerler." (4) Yine ayn› düflüncelerle Yahûdîler Evs ile Hazrec'i birbirine tutuflturmak istiyorlard›. ‹flte k›saca iflaret etti¤imiz bunlar, yahûdîlerin müslümanlara karfl› vaziyetini gösterme¤e kâfidir. Bilhassa Bedir zaferinden sonra yahûdîlerin vaziyeti büsbütün de¤iflmiflti. Yahûdîlerin içinde en cesur olan Benî Kaynuka' müslümanlarla harbe girmek karar›nda idiler. Onun için müslümanlarla yapt›klar› andlaflmay› bozdular. ‹bn-i Hiflam ve Taberî flunu rivayet etmektedirler: "Benî Kaynuka Resûl-i Ekrem ile yahûdîler aras›ndaki andlaflmay› bozan ve Bedir ile Uhud aras›nda müslümanlarla harb edenlerdir." ‹bn-i Sa'd da: "Kaynuka, Bedir Muharebesi vuku bulunca tecavüzkârâne hislerini a盤a vurdular ve ahidlerini bozdular." demektedir. (3) Nisâ sûresi, âyet: 51 (4) Âl-i ‹mran sûresi, âyet: 72 268 ‹flte bu s›rada vukua gelen bir hâdise havay› büsbütün bozdu: Araplardan bir kad›n, Kaynuka çarfl›s›nda bir yahûdî kuyumcusuna gelerek birtak›m ziynet eflyas› almak istemiflti. Yahûdîler kad›n›n yüzünü açmas›n› istiyorlar, onunla e¤leniyorlar, kad›n yüzü kapal› oturmakta israr ediyordu. Derken yahûdîlerden biri kad›n›n arkas›ndan elbisesinin ete¤inin ucunu bir diken ile beline ilifltirmifl, kad›n aya¤a kalkt›¤› zaman mahrem yerleri aç›lm›fl ve yahûdîler de bu manzara karfl›s›nda gülüflmüfllerdi. Kad›n bu hal karfl›s›nda feryâd etmifl, oradan geçen müslümanlardan biri kad›n›n imdad›na koflarak yahûdî olan kuyumcu ile dö¤üflmüfl ve onu öldürmüfltü. Oradaki yahûdîler de müslüman›n üzerine üflüflerek onu öldürmüfllerdi. Böylece müslümanlarla Kaynuka yahûdîleri aras›nda kan dökülmüfl oldu. Bu hadiseye sebep olan yahûdîlerdi. Hazret-i Peygamber yahûdîlere müslümanlara eziyet etmekten vaz geçmelerini, bu kadar fl›marmamalar›n›, flayet aradaki andlaflmaya göre hareket etmezlerse, Bedir'de Kureyfl'in bafl›na gelenin onlar›n da bafl›na gelebilece¤ini söylemiflti. Yahûdîler Peygamber'in bu ihtariyle de alaya kalkarak: – Yâ Muhammed, dediler, muharebenin ne oldu¤unu bilmeyen kimselerle karfl›laflmana aldanma. E¤er seninle bir harp yaparsak, o zaman harbin tad›n› anlars›n! Yahûdîlerle çarp›flmaktan baflka çare kalmad›¤› anlafl›l›yordu. Esâsen yahûdîler aradaki andlaflmay› bozmufllard›. Bu harp ilan› demekti. Onun için müslümanlar da Kaynuka üzerine yürüdüler. Yahûdîler kalelerine çekildiler, müslümanlar da onlar› muhasara ettiler. Bu muhasara onbefl gün sürdü. Nihayet yahûdîler teslim oldular. Yahûdîlerin müttefiki olan Abdullah ‹bn-i Übeyy'in dile¤i üzerine afvolunmufl ve 300 z›rhl›, 400 piyade olmak üzere 700 yahûdî Medîne'den ç›kar›larak nefiy edilmifller, evvelâ (Vâdi'l-kurâ) ya gitmifller, bir müddet orada kald›ktan sonra fiam hudûdunda Ezriat taraf›na gitmifllerdir. Böylelikle Medîne'den, tehlikelerden biri uzaklaflt›r›lm›fl oldu. Bu hadise ikinci hicret y›l›n›n flevval ay›nda idi. Hazret-i Peygamber Kaynuka yahûdîlerini kimsenin burnu kanamadan Medîne'den uzaklaflt›rmak ile çok büyük siyasi bir uzak görüfllülük göstermifltir. E¤er Kaynuka Medîne'de kalsayd› ileride kim bilir ne kargaflal›klar ç›karacaklar, nâhak yere kan dökülmesine sebep olacaklard›. Sonra bir flehrin âsâyifl ve müdâfaas› için ondaki unsurlar›n birbiriyle kaynaflmas› flartt›. Halbuki yahûdîler fesad unsuru idiler. Yapt›klar› her hareket ile müslümanlara ezâ ve zarar› hedef tutuyorlard›. 269 SEV‹K GAZVES‹ Benî Kaynuka'n›n Medîne'den uzaklaflt›r›lmas› üzerine Medîne'de hava çok sakinleflmifl, herkes huzur ve rahat içinde yaflama¤a bafllam›flt›. Fakat Bedir harbinin ac›siyle k›vranan Ebû Süfyan Mekke'den toplad›¤› 200 kiflilik bir süvârî alay› ile Medîne civar›na gelerek bu havay› bozdu. Ebû Süfyan, Muhammed'le harp etmedikçe koku sürünmeyece¤ine ve y›kanmayaca¤›na and içmiflti. Tertipledi¤i bu sefer ile Arabistan Yar›madas›ndakilere, Kureyfl'›n dö¤üflmek kudretini kaybetmedi¤ini, eskisi gibi dö¤üflebilece¤ini göstermek istiyordu. Ebû Süfyan, Huyey b. Ahtab'a u¤rayarak ondan yard›m istemiflse de pek kabul yüzü görmemiflti. Oradan Nadir yahûdîlerinin reisi olan Sellam'a u¤ram›fl, ondan izaz ve ikram görmüfltü. Medîne'ye ait birçok s›rlar da ö¤renmifldi. Ebû Süfyan Medîne'ye üç mil mesafede olan Ureyz denilen mahalle kadar gelmifl, orada tarlas›nda çal›flmakta olan Ensar'dan Sa'd b. Amr'› ve di¤er bir adam› öldürmüfl, köye sald›rarak birkaç ev yakm›fl hurmal›¤› ve saman y›¤›nlar›n› atefle vererek dönüp kaçm›flt›r. Böyle yapmakla, Muhammed'le harp edece¤im diye yapm›fl oldu¤u and› yerine getirdi¤ini zannediyordu. Hazret-i Peygamber Ebû Süfyan'›n Medîne yak›nlar›na geldi¤ini duyunca 80 süvârî, 120 yaya ile onu karfl›lama¤a ç›km›fl, fakat Ebû Süfyan hiçbir sûretle karfl›laflma¤a cesâret edemiyerek geri kaçm›flt›. Ebû Süfyan askerlerini doyurmak için yan›na kavrulmufl un demek olan sevîk alm›flt›. Kaçarken a¤›rl›k olmas›n diye bu un çuvallar›n› yerlere at›p gitmifllerdi. Müslümanlar Ebû Süfyan'› karfl›lamak üzere ç›kt›klar›nda bunlar› yerlere at›lm›fl buldular. Onun için bu gazaya Sevik (Kavut) Gazâs› denilmifltir. KUREYfi ‹NT‹KAM SEVDASINDA Müslümanlar›n kazand›klar› zafer haberleri Arabistan Yar›madas›n›n her taraf›na yay›l›yordu. Uzaktaki kabîleler Medînelilerle Mekkeliler aras›nda vukua gelen bu hadiselerle o kadar ilgilenmiyorlard›. Kureyfl'e karfl› duran, Benî Kaynuka'y› flimâle süren, Ebû Süfyan'› takib eden müslümanlar›n ahvâli, daha ziyade yak›ndakileri ilgilendiriyordu. Mekke ticaretsiz yaflayamazd›. Sâhil yoluyle fiam'a yapt›¤› ticaret yolu tehlikede idi. Bu ticaret yolunun geçti¤i yerlerdeki kabîleler de bu netîceden müteessir olacakt›. Onun için onlar da kendi durumlar›n› düflünmek zorunda idiler. Hazret-i Peygamber Gatafan kabîlesinden bir taifenin müslümanlara sald›racaklar›n› duyunca hemen onlara karfl› ç›kt›. Fakat kimseye rastlaya270 mad›. Çünkü müslümanlar›n heybeti etrafa yay›lm›flt›. Etraftaki çöl Araplar› müslümanlar›n karfl›s›na ç›kmak cesaretini gösteremiyorlard›. Kureyfl ticaret yolunu de¤ifltirmek zorunda kalm›flt›. Sahil yoluyla fiam ticareti tehlikeye düfltü¤üden bu defa Irak yoluyla fiam ticareti bafllad›. Safvân b. Ümeyye o yol ile fiam'a bir ticaret kervan› ç›kard›. O s›rada tesadüfen Mekke'de bulunan bir Medîne'li, Medîne'ye dönünce bu haberi ondan ö¤renen müslümanlar, Zeyd b. Hârise'nin kumandas›nda yüz kiflilik bir süvarî kuvveti ç›kararak yolu kesme¤e gönderdiler ve Necid'de bir su bafl›nda Karde denilen yerde kervana yetiflerek bask›n yapt›lar. Kureyfl'i yine rahats›z ettiler. Kureyfl hem Bedr'in intikam›n› almak, hem de ticaret yolunu açmak için haz›rlan›yordu. Uhud harbi bunun neticesidir. –––––––– oOo–––––––– 271 ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM UHUD HARB‹ (Hicret'in 3. Y›l›) KUREYfi'‹N, BED‹R'‹N ‹NT‹KAMINI ALMAK ‹Ç‹N HAZIRLANMASI Bedir harbinde yedi¤i a¤›r darbeden izzeti nefsi yaralanm›fl olan Kureyfl, Ebû Süfyan'›n kumandas›nda ç›kard›¤› küçük bir sefer koluyla yani Sevîk Gazasiyle intikam al›p yanan kin ateflini bir türlü söndürememiflti. Irak yoliyle Safvân ‹bn-i Ümeyye baflkanl›¤›nda fiam'a gönderdi¤i ticaret kervan›n›n Zeyd b. Hârise taraf›ndan Necid'de bask›na u¤ramas›, Kureyfl'in zaten yanmakta olan kin ve intikam ateflini büsbütün fliddetlendirmiflti. Ebû Süfyan'›n fiam'dan getirdi¤i kervan mallar› Dârü'n-nedve'de duruyordu. Bedir felaketi sebebiyle onun hesab› hala görülmemiflti. Cübeyr b. Mut'im, Safvan b. Ümeyye, ‹krime b. Ebû Cehl, Hâris b. Hiflam, Huveyt›b b. Abdü'l-Uzzâ ve di¤erleri, Kureyfl'in baflkanl›¤› makam›na geçmifl olan Ebû Süfyan'a dediler ki: "Muhammed bizim ulular›m›z› öldürerek bizi mahvetti. Art›k intikam almak zaman› geldi. Kervan›n sermayesini sahiplerine verelim, kalan kâr ile müslümanlara karfl› bir harp açal›m." Kureyfl'in bu teklifi derhal kabul edildi. Kervan›n kâr› 50.000 dinar idi. Bunun yirmi befl bini derhal civar kabîlelerden asker toplamak için tahsis olundu. Müflrikler, Bedir harbinde pek mühimsemedikleri müslümanlardan boylar›n›n ölçüsünü tam olarak ald›klar›ndan bu defaki seferde daha büyük bir kuvvet haz›rlama¤a karar verdiler. Bu maksad›n tahakkuku için herkesi tahrik edip gayrete getirerek asker toplama yolunu tuttular. fiairlerini, hatiplerini propaganda için kabileler aras›na sald›lar. Kureyfl'in meflhur flairi Ebû Azze de kabileler aras›nda dolaflarak Araplar› müslümanlar›n aleyhine tah273 rik ediyordu. Bu flair, hat›rlars›n›z ki, Bedir'de esir düflmüfltü. Kurtulufl akças› verecek paras› olmad›¤›ndan, müslümanlar›n aleyhinde bulunmama¤a söz verdi¤inden, bedelsiz serbest b›rak›lm›flt›. Verdi¤i sözü ayaklar alt›na alarak, flimdi bütün Araplar› müslümanlar›n aleyhine k›flk›rtmak için kabîle kabîle dolafl›yordu. ‹flte müslümanlar›n ona muamelesi ve iflte onun yapt›klar›! Arap kabîlelerini bu defa müslümanlara karfl› tahrik etmek pek güç olmad›. Çünkü kabilelerin ço¤u Kureyfl'in ticaret kervanlariyle ilgilenirdi. Kervan gelip geçerken onlar da faydalan›rd›. Bu sebeple onlar da Kureyfl'e kat›ld›lar. Benî Mustal›k ve di¤er kabilelerden 2.000 asker topland›. Buna Mekkeliler de kat›l›nca üç bin kiflilik bir ordu kuruldu. Orduda 700 z›rhl› süvarî, 200 at, 3000 deve vard›. KADINLARIN ORDUYLA B‹RL‹KTE ÇIKMASI Baflta Ebû Süfyan'›n kar›s› Hind olmak üzere kad›nlar orduyla gitmek istiyorlard›. Kureyfl bu meseleyi münakafla etti. Baz›lar› gitmelerine taraftard›. Onlar: "Kad›nlar, düflmana karfl› bizim kinimizi tutufltururlar, bize Bedir ölülerini hat›rlat›rlar, biz de ölesiye dö¤üflürüz. Ya öcümüzü al›r›z veya bu u¤urda ölür gideriz." derlerdi. Baz›lar› da kad›nlar›n askerle gitmelerine raz› de¤ildiler. Bunlar: "Kad›nlar›m›z› yola ç›karmak do¤ru de¤ildir. Bunda tehlike vard›r. Ric'at edersek kad›nlar›m›z rezil ve rüsvay olurlar, flerefsizli¤e maruz kal›rlar." diyorlard›. Onlar böyle konuflurken Ebû Süfyan'›n kar›s› Utbe k›z› Hind hayk›rd›: – Siz Bedir'de teslim olup kar›lar›n›z›n yan›na döndünüz! Evet, biz ç›kaca¤›z! Ve harpte bulunaca¤›z! Bizi kimse çeviremez! Hind'in dedi¤i gibi kad›nlar orduyla birlikte ç›kt›lar. Bunlar onbefl kad›nd›. Ço¤u, evlatlar›n› öldürenlerin kan›n› içme¤e and içmifllerdi. Bunlar›n aras›nda baflta Hind olmak üzere, Ebû Cehl'in o¤lu ‹krime'nin kar›s› Ümmü Hakim, Haris b. Hiflam'›n kar›s› ve Halid b. Velid'in k›zkardefli Fat›ma, Safvan b. Ümeyye'nin kar›s› ve Mes'ûd-› Sakafî'nin k›z› Berze, Amr b. Âs'›n kar›s› Rita kocalariyle birlikte idiler. Mus'ab b. Umeyr'in anas› Hannas da o¤lu Ebû Azîz ile beraber idi. Kad›nlar def çalarak, flark› söyliyerek gidiyorlard›. Mezar Eflmek ‹steyenler: Kureyfl ordusu Mekke'den hareket edip Medîne istikametinde ilerliyordu. Ebvâ köyünden geçerken baz› ç›lg›nlar, 274 kin ve ihtiras›n en adîli¤ine kendilerini kapt›rarak Hazret-i Peygamber'in Validesi Âmine'nin mezar›n› eflme¤i, kemiklerini ç›karma¤› ak›llar›na koydular. E¤er Kureyfl ulular›, Araplar aras›nda kötü bir âdetin ihdas›ndan korkarak men etmeselerdi, ç›lg›nlar bu çirkin harekette bulunacaklar, s›rtlanlar gibi mezardan ölüleri ç›karacaklard›. Kureyfl büyükleri: "Böyle birfleye meydan vermeyelim kötü bir âdet türemifl olur, sonra Bekr o¤ullar› da, Huzaa o¤ullar› da bize karfl› ayn› fleyi yapma¤a kalk›fl›rlar; mezarlar› kazarak ölülerimizin kemiklerini berbad ederler!" dediler. S›rf bu endifle ile Peygamber'in validesinin mezar›na dokunmad›lar. Yoksa bu ordunun sald›r›fl› mezardakileri bile rahat b›rakm›yacakt›. Abbâs'›n Mektubu: Hazret-i Peygamber'in Amcas› Abbâs henüz müslüman olmamakla beraber Peygamber'e büyük bir sevgi ile ba¤l› idi. Bu sevgisini Akabe biat›nda göstermiflti. O zaman Evs ve Hazreçlilere: "E¤er Muhammed'i evlad›n›z gibi korumayacaksan›z daha flimdiden söyleyin ve onu b›rak›n. Biz flimdiye kadar oldu¤u gibi flimdiden sonra da onu koruruz." demiflti. Bedir harbinde Abbas esir düflünce iyi muamele görmüfltü. Hazret-i Muhammed'i seviyordu. Ona k›yam›yordu. Kureyfl'in Medîne üzerine yürüdü¤ünden onu haberdar etmek için, Medîne'ye üç günde varmas›n› temin etti¤i bir adamla Hazret-i Peygamber'e bir mektup gönderdi. Mektubunda Kureyfl ordusu ve haz›rl›¤› hakk›nda bilgi veriyordu. G›farl› adam Abbas'›n mektubunu hamil olarak Mekke ile Medîne aras›ndaki mesafeyi üç günde ald›, tepelerden aflt›, vadilerden uçtu, mektubu yerine iletti. Hazret-i Peygamber mektubu al›nca yan›nda bulunan Ubey b. Kâ'b'a okuttu ve bu haberi gizli tutmas›n› tenbih etti. Derhal Sa'd b. Rebî'nin evine koflarak Abbas'›n mektubunu ona gösterdi ve ona da bu haberi gizli tutmas›n› söyledi. Çünkü tedbir almadan ahalîyi telafla vermek kuvve-i maneviyyeyi k›rar, zarar getirir. Fakat Sa'd'›n kar›s› evde oldu¤undan bu konuflmalar› duydu böylece bu haber s›r olmaktan ç›kt›, derhal yay›ld›. Hazret-i Peygamber düflman hakk›nda malumat edinmek için Enes ve Mûnis nam›nda iki keflflaf yollad›. Bunlar Kureyfl ordusunun Medîne civar›na yaklaflt›klar›, düflman atlar›n›n ve develerinin Medîne çay›rlar›nda ve tarlalar›nda yay›lmakta olduklar› haberini getirdiler. Bunun üzerine Peygamber düflman›n say›s›n› ö¤renmek, onun hakk›nda daha esasl› bilgi edinmek üzere Hubab b. Münzir'i gönderdi. Hubab'›n getirdi¤i haber, Abbas'›n yazd›klar›n›n hepsinin do¤ru oldu¤unu gösteriyordu. Ans›z›n böyle muazzam bir ordu karfl›s›nda kal›nca herkesi hayret ald›. Ânî bir bask›na 275 u¤ramamak için mühim noktalara nöbetçiler dikildi. O gece bütün Medîne korkulu bir gece geçirdi. Medîne'nin ileri gelenleri ellerinde silah mescidin önünde beklediler. Ashabla Müflâvere: Sabah olunca Hazret-i Peygamber bir harp meclisi toplayarak buna Muhacir'lerin, Ensar'›n ileri gelenleri ifltirak etmifl hatta münaf›klar›n bafllar› bile davet olunmufltur. ‹leri sürülen ilk fikir, flehrin içerden müdafaas› idi. fiöyle ki: Kad›nlar ve çocuklar müstahkem yerlere yerlefltirilir. Medîne'nin kap›lar› kapan›r, böylece flehir dahilinde beklenir. Düflman flehre hücum edecek olursa içerden müdafaa olunur. Ashab'›n büyüklerinin fikri bu idi. Münaf›klar›n reisi olan Abdullah ‹bn-i Übey de bu fikirde idi ve bunda samimi idi. fiöyle diyordu: "Yâ Resûlallah, flehri içerden müdafaa edelim, düflman flehre yaklafl›rsa kad›nlar›m›z tafl atar, biz de k›l›çlar›m›zla vurufluruz, bizim flehrimiz bir kale gibidir. Hiç bir düflman ona girmifl de¤ildir. Bize taarruz eden düflman› her vakit biz vurmufluzdur. Bilakis d›flar› ç›kt›¤›m›zda da ma¤lup olmufluzdur. Yâ Resûlallah bu defa da ayn› flekilde hareket edelim. Çünkü ben bu müdafaa tarz›n› atalar›mdan ö¤rendim, milletimin görgülülerinden duydum." Filvâki bu tarzda tedafüî hareket muvaf›k idi. Medîne'nin her taraf› binalar ve duvarlarla çevrilmifl, geçit yerleri istihkamlar ile seddedilmifl oldu¤undan bir kale halinde idi. E¤er bir müddet Medîne içinde sebat olunsa, Kureyfl d›flarda karargah kurup müslümanlar›n ç›kmas›n› bekler, böyle beklerken kabilelerden toplanan çöl Araplar›na bezginlik gelir, bir haylisi savuflup giderlerdi. Böylelikle düflman kuvvetleri biraz azalabilirdi. Nas›l ki, Ahzab harbinde böyle olacakt›r. Fakat Bedir harbinde bulunmayan gençler, delikanl› yi¤itler: Biz Allah'tan bugünü beklerdik! ç›kar, düflmanla gö¤üs gö¤üse dö¤üflürüz. E¤er d›flar› ç›kmazsak, düflman bizim korkakl›¤›m›za hükmeder, hepten fl›mararak: Müslümanlar Medîne içine sinip karfl›m›za ç›kamad›lar, dedirtmeyiz, dediler. Hissiyat› okflayan bu kahramanca sözler, halk› heyecana getirdi ve Medîne d›fl›na ç›kma¤a karar verildi. Hazret-i Peygamber'in flahsî fikri, Ashab'›n ulular› gibi Medîne içinde müdafaa yapmakt›. Çünkü düflman kalabal›kt›. Kendileri böyle bir harp için haz›rl›kl› de¤ildiler. Hazret-i Muhammed'i harpçi gösterip k›l›ç kuvvetiyle ifl gördü diyenler, bu harbin de nas›l koptu¤una bir baks›nlar. Kureyfl koca bir ordu topluyor, Medîne'nin dibine geliyor da onlar bunu Abbas'›n mektubiyle haber al›yorlar. Kendileri böyle 276 bir harbi ak›llar›ndan bile geçirmiyorlard›. Fakat düflman iflte gelip dayanm›flt›. ‹ster istemez müdafaa edeceklerdi. Hakikat böyle iken Brockelman nas›l oluyor da (Mukaddes harp tahrikçisi (1) demek insafs›zl›¤›nda bulunuyor? Hazret-i Peygamber kendisi flehir d›fl›na ç›kmak taraftar› olmad›¤› halde ekseriyetin karar›n› kabul ederek d›flar› ç›kt›. Çünkü vahiy olmayan hususlarda Ashabiyle istiflare yapar, ekseriyetin fikrine uyard›. Günlerden Cuma idi. Cuma namaz›n› mescidde k›ld›ktan sonra hareket emrini verdi. Cihad'›n faziletlerinden bahsetti. Sab›r ve sebat ederseniz bu defa da zafer sizindir, dedi. Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer'le evine girdi, Ona z›rh›n› getirdiler... K›l›c›n› kufland›. O böyle haz›rlan›rken Sa'd b. Muaz, Medîne d›fl›na ç›kmak taraftar› olanlara: Resûlullah› arzusu hilaf›na ç›kma¤a mecbur b›rakt›n›z. Gidin ondan af dileyin, biz senin emrine raz›y›z, deyin! dedi. Hazret-i Peygamber z›rh›n› giymifl oldu¤u halde görününce yan›na kofltular: – Yâ Resûlallah, biz sana muhalefet ettik, sen nas›l murad edersen öyle yap, dediler. Hazret-i Peygamber de onlara: – "Bir Peygamber z›rh›n› giydikten sonra ç›karamaz!" cevab›n› verdi. Sonra da: "Ben ne emredersem ona tabi olun, zafer bizimdir!" dedi. Bu sözlerde iki mühim hakikat vard›r: Meflveret esas›, nizam ve disiplin prensibi. Bir hususta meflveret yap›l›p ekseriyetle karar verildikten sonra ondan dönmek olmaz. Ekseriyetin karar›na itaat laz›md›r. Bu karar›n tenfizine memur olan kimse onu harfi harfine tatbik etmeli ve onun sözünün d›fl›na ç›kmamal›. Emre ve nizama uymal›. ‹flte iki mühim ders birden veriliyor. Bilhassa askerlikte kumandan›n emrine itaat birinci flartt›r. Medîne'den Yürüyüfl: Kureyfl daha çarflamba günü Medîne'ye yaklaflm›fl ve Uhud Da¤›nda karargah›n› kurmufltu. Müslümanlar Cuma günü Cuma namaz›ndan sonra ç›k›p Uhud istikametinde hareket ettiler. Müslümanlar›n say›s› bin kifli idi. Uhud ile Medîne aras›ndaki mesafe bir saat kadard›r. O gün oraya varmay›p yar› yolda fieyheyn denilen mevki'de gecelediler. Münaf›klar›n reisi olan Abdullah ‹bn-i Übey, Medîne d›fl›na ç›kmamak hususundaki reyi kabul edilmedi¤inden 300 kadar olan adamiyle geri döndü. Böylece müslüman ordusu 700 neferden ibaret kald›. Bunlar›n da ancak yüzü z›rhl› idi. Aralar›nda yafllar› küçük olanlar da vard›. Medîne d›fl›nda ordusunu gözden geçirirken Hazret-i Peygamber onlar› da geri çevirdi. (1) Bak: ‹slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, N. Ça¤atay tercemesi, S. 23. 1954, Ankara. 277 Ordular›n Tertibi: Cumartesi sabah› islâm ordusu Uhud da¤›na vard›. Arkalar›n› Uhud da¤›na vererek Medîne'ye karfl› saf olup durdu. Müflrikler de karfl›daki çorak yere saf olmufllard›. Peygamberimiz sanca¤› Mus'ab b. Umeyr'e verdi. Zübeyr b. Avvâm'› z›rhl› kuvvetlerin bafl›na geçirdi, z›rhs›z askerlere de Hazret-i Hamza'y› kumandan yapt›. Düflman›n cephe gerisinden tecavüzde bulunmas›n› önlemek için ordunun sol taraf›ndaki da¤›n vadisini beklemek üzere Abdullah b. Cübeyr elli neferle vadinin a¤z›nda b›rak›ld›. Hazret-i Peygamber bunlara: – "Düflman gerek galip gelsin, gerekse ma¤lûp olsun, benden emir gelmedikçe buradan katiyyen ayr›lmayacaks›n›z. Biz, ister düflman içine dalal›m, ister k›r›lal›m, siz burada duracaks›n›z. Yaln›z düflman süvarisi gelirse atlar›na ok at›n. Çünkü at, ok yedi mi, ilerlemez!" diye s›k› s›k› tenbihatta bulundu. Kureyfl, Bedir vak'as›nda bafl›na gelenlerden gözünü açm›fl oldu¤undan, bu defa askerlerini gayet muntazam bir flekilde tertib etti: Ordunun sa¤ kanad›nda, Halid b. Velid; sol kolunda Ebû Cehl'in o¤ul Ikrime; süvarilerin bafl›nda Safvan ‹bn-i Ümeyye; okçular›n bafl›nda Abdullah ‹bn-i Ebî Rebîa bulunuyordu. Bayra¤› Abdü'l-Uzzâ Talha tafl›yordu. Kureyfl kad›nlar›: Kureyfl ordusiyle beraber gelmifl olan Kureyfl kad›nlar› ellerindeki defleri çalarak saflar aras›nda dolafl›yorlar, harp neflideleri söylüyorlar, Bedir'de maktul düflenler hakk›ndaki fliirleri tekrarlayarak askerlere cesaret ve kuvvet verme¤e çal›fl›yorlard›. Bafllar›nda Ebû Süfyan'›n kar›s› Hind'in bulundu¤u bu kad›n grubu bir a¤›zdan flark›lar okuyorlard›: "Biz sabah y›ld›zlar›n›n k›zlar›y›z. Yumuflak kadifeler döfler, güzel hal›lar üzerinde yürürüz. ‹leri at›l›rsan›z sizi derâgufl ederiz; yok, geri dönerseniz sizin yüzünüze bakmaz, sizden ayr›l›r›z." (2) "Haydin Abdü'd-dâr o¤ullar›, haydin arka hâmileri, Vurun, keskin k›l›çlarla vurun!..." (3) Böyle flark›larla askeri teflvik ederlerdi. (2) (3) 278 ﳕﺸﻰ ﻋﻠﻰ اﻟﻨﻤﺎرق وﻧﻔﺮش اﻟﻨﻤﺎرق ﻓﺮاق ﻏﻴﺮ واﻣﻖ ﻧﺤﻦ ﺑﻨﺎت ﻃﺎرق ان ﺗﻘﻠﺒﻮا ﻧﻌﺎﻧﻖ او ﺗﺪﺑﺮوا ﻧﻔﺎرق وﻳﻬًﺎ ﺣﻤﺎة اﻷدﺑﺎ وﻳﻬًﺎ ﺑﻨﻰ ﻋﺒﺪ اﻟﺪار ﺿﺮﺑًﺎ ﺑﻜﻞ ﺑﺘﺎر DÖ⁄Üfi BAfiLARKEN ‹ki taraf dö¤üflmeye haz›rlanm›fllard›. Harp flu suretle bafllad›: Evvela müslümanlar›n Medîne'ye hicreti üzerine Mekke'ye gitmifl olan ve Peygamber taraf›ndan kendisine fâs›k nâm› verilen Ebû Âmir on befl adam›yla ortaya ç›km›flt›. Kendisi, kabilesi olan Evslilere hitab edince, onlar›n hepsinin Muhammed'in yan›ndan ayr›l›p Kureyfl ordusuna geçeceklerini söyler. Medîne'liler aras›ndaki i'tibar›ndan bahseder ve Kureyfl'i buna kand›r›rd›. Meydana ç›kar ç›kmaz: – Ey Evsliler, Ey Ensar! Beni tan›yor musunuz? Ben Ebû Âmirim! diye hayk›rd›. Evsliler onun bu sözüne: – Kahrolas›n, ey fâs›k! diye cevap verdiler. Bunun arkas›ndan Kureyfl'in sancaktar› olan Talha ileri ç›karak: – Ey müslümanlar, içinizde beni öldürecek Cehennem'e gönderecek, yahut benim elimle ölüm flerbetini içerek Cennet'e girecek bir kimse yok mu? demifl ve Hazret-i Ali hemen bir flahin gibi ileri at›larak: – Evet ben haz›r›m! Cevab›n› vermifl ve bir hamlede Talha'y› yere sermiflti. Bunun üzerine Talha'n›n kardefli Osman Kureyfl'in bayra¤›n› alm›flt›. Ona karfl› da Hazret-i Hamza ç›km›fl, o da kardeflinin ak›betine u¤ram›flt›. Bundan sonra harp umûmîleflmifl, saflar birbirine girmifl, fliddetli bir çarp›flma bafllam›flt›. Hazret-i Ali, Hamza ve Ebû Dücâne gibi islâm yi¤itleri bu harpte ak›llara durgunluk verecek kahramanl›klar göstermifller, ebediyyen söylenecek destanlar yaratm›fllard›r. Hazret-i Peygamber'in bir k›l›c› vard›. Üzerinde flu beyt yaz›l› idi: "Korkakl›kta ar ve zillet, ileri at›lmakta fleref ve izzet vard›r." "Kifli korkakl›k ile kaderden kurtulamaz." (4) K›l›c› eline alarak: – "Bu k›l›c›n kim hakk›n› verirse, ona verece¤im" dedi Ebû Dücâne: – Onun hakk› nedir, yâ Resûlallah? dedi. O da: – "E¤rilip bükülünceye kadar düflmana sallamakt›r!" dedi. Ebû Dücâne, bu flartla k›l›c› ald› ve bir ölüm f›rt›nas› gibi düflman üzerine sald›rd›. Karfl›s›nda düflman saflar› âdeta eriyordu. Bir aral›k saflar›n aras›nda birinin (4) ﺳﻔﻰ اﳉﱭ ﻋﺎر وﻓﻰ اﻻﻗﺪام ﻣﻜﺮﻣﺔ واﳌﺮأ ﺑﺎﳉﱭ ﻻ ﻳﻨﺠﻮ ﻣﻦ اﻟﻘﺪر 279 herkesi ileri, harbe do¤ru itip kakt›¤›n› gördü. K›l›c›n› savurarak onun üzerine sald›r›nca bir kad›n feryad› koptu. Bakt› ki, bu Ebû Süfyan'›n kar›s› Hind'dir. Peygamber'in k›l›c›n› böyle bir kad›n kaniyle bulaflt›rmak benim için flerefsizliktir, dedi. Ve vurmadan geri döndü. Kureyfl öc alma h›rsiyle yan›p tutufltu¤undan fliddetle muharebe ediyordu. Müslümanlar ise kendilerini müdafaa için harbe girmifllerdi. Düflman gelip yurdlar›na sald›rm›flt› Kureyfl onlar›n hem dinine ve hem de yurduna düflmand›. Müslümanlar bu iki mukaddes fleyi müdafaa için canlar›n› feda ederek dö¤üflüyorlard›. Müslümanlar›n içinde Hazret-i Hamza pek kahraman bir cengâverdi. Bedirde Hind'in babas› ve Cübeyr b. Mut'im'in day›s› olan Utbe'yi öldürmüfltü. Bundan dolay› Hind Cübeyr'in kölesi olan (Vahflî) nam›ndaki köleye Hamza'y› öldürdü¤ü takdirde birçok mükâfat va'detmiflti. Efendisi olan Cübeyr de onu azad edece¤ini söylemiflti. Vahfli, Habefl usulü, m›zrak atmakta çok mahir idi. Hedefe isabet ettirirdi. Kendisine va'dedilen müfakat› almak ve azadl›¤a kavuflmak için bir yere siperlenerek Hazret-i Hamza'y› gözetme¤e bafllad›. Hamza saflar aras›nda kahramanca dö¤üflüyor, iki eliyle tuttu¤u kocaman k›l›c› sall›yordu. Köle Vahfli, tam s›ras›na getirerek gizlendi¤i yerden m›zra¤›n› att›, m›zrak Hamza'n›n karn›na isabet etti ve bunun te'siriyle Hamza flehit düfltü. Kureyfl'in alemdarlar› birer birer düflüyor, fakat bayrak yere düflmüyordu. Biri vurulunca di¤eri bayra¤› kap›yordu. O gün Kureyfl'in bayra¤› Abdüddâr o¤ullar›nda idi. Bayrak dokuz kifliden elden ele geçti. Hepsi maktul düfltü. En sonunda bayra¤› tafl›mak s›ras› Abdüddâr kölelerinden (Savâb) ismindeki adama gelmiflti. Savâb bayra¤› alm›fl, elinde tutuyordu. Medîne kad›nlar›n›n ta'rizinden korktu¤u için müslümanlarla birlikte harbe gelen ve o gün hakîkaten büyük yararl›klar gösteren Kuzman, bayraktar›n kolunu kesen bir darbe indirmifl bu suretle bayrak yere düflmüfl, fakat Savâb millî bayra¤›n topra¤a düflmesine tahammül edemiyerek o da onun üzerine at›lm›fl, bayra¤› toplay›p ba¤r›na basm›fl ve ölünceye kadar bu vazifeyi ifâ etmiflti. Müflriklerin taraf›nda harp eden Ebû Âmir'in o¤lu Hanzale müslümanlar›n taraf›nda idi. Abdullah ‹bn-i Übeyy'in k›zkardefli Cemile ile yeni evlenmiflti. Henüz bir gecelik güveyi idi. Babas› müflrik, kay›nbiraderi münaf›klar›n reisi oldu¤u halde o din u¤runda can›n› feda eden bir yi¤it, çok samimi bir müslüman idi. Babas›n›n, müflriklerin aras›nda bulunmas›na çok can› s›k›l›yordu. Peygamber'e müracaat ederek: ‹slâmiyet davas› u¤runda babas›n›n da kan›n› dökme¤e haz›r oldu¤unu söylemifl, âlemlere 280 rahmet olan Peygamberimiz, onu bu hareketten menetmiflti. Bedir'de de o¤lu Abdurrahman'a karfl› ç›kmak isteyen Ebû Bekr'i bundan vaz geçirmiflti. Harp içinde bile insanl›k kaaidelerine riâyet edebilmek ne büyüklüktür. Hanzale Kureyfl'in kumandan› Ebû Süfyan'a bir hamle yapm›flsa da, muvaffak olamam›fl kendisi flehit düflmüfltür. Harp müslümanlar›n lehinde gelifliyordu. Müteaddit sancaktarlar›n birbiri ard›nca maktul düflmeleri, Hazret-i Ali ve Ebû Dücâne gibi kahramanl›k hârikalar›n›n k›r›p ezen sald›r›fllar› düflman saflar›n› yerinden oynatm›flt›. Düflman askerlerini flark›lariyle tahrik ve teflvîk eden kad›nlar bile flafl›rm›fllar, bir tarafa çekilmifllerdi. Az kald›, esir düfleceklerdi. Da¤ yolunu tutmufllard›. Çarp›flman›n daha ilk saatlerinde Müslümanlar›n böyle bir zafer kazanmalar› hakîkaten bir mu'cizedir. Baz›lar› bunu Hazret-i Muhammed'in, askerleri tertibindeki meharete atfediyorlar. Hakikaten islâm ordusunda düflman süvarisine mukaabil süvarî yokken Peygamberimiz askerlerini öyle tertip etti ki, süvarî hücûm edebilecek, yaln›z sol kolda bir mevki kald›. Onu da okçularla kapatt›. Ve onlara: "Ne olursa olsun buradan ayr›lmay›n." diye s›k› s›k› tenbih etti. Ve bu sayede zafer kazan›ld›. Bu do¤ru. Fakat bu okçular› da vadî a¤z›nda b›rakt›ktan sonra hücûm için 600 asker kalm›flt›. Kureyfl odusu 3000 kifli oldu¤una göre, befl misli fazla idi. Ve haz›rl›kl› da idi. Bu flartlar içinde bu neticeyi almak, düflman› bozmak, kumandanl›k meharetinden daha büyük bir kuvvet ister. O da imân kuvvetidir. Hak üzere oldu¤una iman etikten sonra hiç bir maddi kuvvet onu sarsamaz. As›l yenilmez kuvvet kayna¤›, akide ve imân kuvvetidir. Allah'›n nusrat›d›r. FAKAT DÜNYÂLIK SEVDÂSINA DÜfiÜNCE... Düflman art›k hezimete u¤ram›flt›. Fakat ifl bitmifl de¤ildi. Burada bir gaflete düflen müslamanlardan baz›lar› düflman› takip edecekleri yerde ganimet toplama¤a kalk›flt›lar. Dünyâl›k sevdâs›na düfltüler. As›l felaketin büyü¤ü flu oldu. Hazret-i Peygamber'in (Asla yerinizden ayr›lmay›n.) diye tenbih etti¤i okçular, müslümanlar›n ganimet toplamakla meflgûl olduklar›n› görünce, onlar da: Düflman nas›l olsa bozguna u¤rad›, bizim burada beklememize lüzum kalmad›, diyerek onlar da ganîmet toplamak pefline düfltüler, bafllar› olan Abdullah ‹bn-i Cübeyr onlara Resûllah'›n emrini hat›rlatt› ise de dinlemediler, yerlerini terkedip gittiler. Abbudlah ‹bn-i Cübeyr'in yan›nda on nefer bile kalmad›. Öte taraftan okçular›n yerlerini terkettiklerini gören Kureyfl ordusunun 281 süvarî kolu kumandan› Halid b. Velid, harp tekni¤inde zekas›n› kullanmakta mâhir oldu¤undan bu f›rsattan faydalanarak oraya hücum etti. Abdullah b. Cübeyr'in ve yan›nda kalan birkaç sad›k arkadafl›n›n müthifl mukavemetiyle karfl›laflt›ysa da koca bir süvarî ordusuna befl alt› kiflinin dayanmas› imkans›zd›. Hepsi birer birer flehit düfltüler. Müslamanlar ganîmet toplama¤a dald›klar›ndan ric'at hatt›nda cereyan eden bu çarp›flmadan, bu hücumdan habersizdiler. Kimsenin bafl›n› çevirip o tarafa bakmak akl›na gelmemiflti. EN BUHRANLI ANLAR Halid oradaki iflini bitirdikten sonra ganîmetle meflgul olan müslümanlar›n üzerine anî bir hücum yapt›. Bunu gören Kureyfl ordusu geri dönüp müslümanlara tekrar sald›rd›lar. Böylelikle önden ve arkadan yap›lan iki hücum aras›nda kalan müslümanlar neye u¤rad›klar›n› anlayamad›lar. Ganimet toplamakla meflgul olduklar›ndan bir k›sm›, elinden silah›n› da b›rakm›flt›. Tekrar silaha sar›l›p dö¤üflmeye bafllad›lar. Fakat harp çenberi onlar›n aleyhine dönmüfltü. Saflar bozulmufl ve da¤›lm›flt›. Az evvel iman ve akîde u¤runda dö¤üflen müslümanlar, flimdi canlar›n› kurtarmak kaygusuna düflmüfllerdi. Az evvel bir kumandaya tabi olarak muntazam saflar halinde düflmana sald›r›p onu ma¤lup edenler, flimdi bafl› bozuk bir halde dö¤üflüyorlard›. ‹fller o kadar kar›flm›flt› ki, bir müslüman, fark›na varmadan müslüman kardeflini öldürüyordu. Bu s›rada Kureyfl'ten Abdullah ‹bn-i Kamiye, müslümanlardan Mus'ab ‹bn-i Umeyr'i flehid etmiflti. Z›rh içinde oldu¤undan onu Peygambere benzetmiflti. Ve Muhammed'i öldürdüm, demiflti. Bunun üzerine bu flâyia müslümanlar aras›nda yay›ld› ve müslümanlar›n flaflk›nl›¤› büsbütün artt›. Ye'se düfltüler, ümitsiz bir surette çarp›fl›yorlar, ne yapt›klar›n› bilmiyorlard›. Vaziyet öyle kar›flm›flt› ki, birbirlerini öldürenler olmufltu. Huzeyfe'nin babas› bir müslüman eliyle yere yuvarlanm›flt›. Halbuki öte taraftan Huzeyfe, babas› Yemân'› ba¤›ra ba¤›ra gösteriyordu. Bu kargaflal›k esnas›nda Hazret-i Peygamber'in etraf›nda on kifli kalm›flt›. Müslümanlar›n ço¤u, Onun nerede oldu¤unu bilmiyor, ye's içinde flafl›rm›fl duruyordu. En samimi müslümanlar bile kendilerini ümitsizli¤e kapt›rm›flt›. Onlar Peygamber'in ne oldu¤unu düflünüyorlar, Onu ar›yorlard›. Hazret-i Ali'nin k›l›c› bir flimflek gibi havaya kalkarak parl›yor, düflmanlar› yere seriyor ve kendine yol açarak Peygamber'i ar›yordu. Enes'in amcas› ‹bn-i Nadr düflman saf›n› delerek bir taraftan öte tarafa geçmifl, Hazret-i Ömer'in, bu en celâdetli müslüman›n, silah› yerde durdu¤u halde ye's içinde oldu¤unu görmüfl, ona: "Ne yap›yorsun Ömer?" demifl. O da: 282 "Ne yapay›m, art›k dö¤üflüpte ne olacak, Resûlullah flehid olmufl!" demiflti. Buna karfl› o da: "Peygamber öldüyse biz neye yaflayal›m, niçin can›m›z› esirgeyelim?" cevab›n› vermifl ve dö¤üflmeye bafllam›flt›. Müslümanlar düflmanla hem dö¤üflüyorlar, hem de Peygamber'i ar›yorlard›. Onu ilk bulan Kâ'b ‹bn-i Mâlik olmufltur. Peygamber'in mi¤feri bafl›nda bulundu¤undan ancak gözleri görülüyordu. Kâ'b Peygamber'i görünce: – Ey müslümanlar, Resûlullah burada, diye ba¤›rm›fl ve bunu duyan müslümanlar o tarafa koflarak Peygamber'in etraf›n› alm›fllard›. Fakat bu münasebetle müflrikler de Peygamber'in nerede bulundu¤unu ö¤renmifller, bütün hamlelerini o tarafa tevcih etmifllerdi. Müflriklerden her biri Peygamber'in kaniyle elini bulama¤› ö¤ünülecek birfley say›yorlar, bütün kuvvetleriyle Ona sald›r›yorlard›. Hazret-i Ali ile arkadafllar›, gö¤üslerini siper yaparak bu hücumlar› püskürtüyorlard›. Sa'd b. Ebî Vakkas'›n kardefli olan ve müflrikler aras›nda bulunan Utbe ‹bn-i Ebî Vakkas att›¤› bir taflla Peygamber'in duda¤›n› yarm›flt›. Yine Kureyfl'in cengaverlerinden olan Abdullah b. Kamiye de etraf›ndakileri da¤›ta da¤›ta Peygamber'in yan›na sokulmufl ve bir k›l›ç darbesiyle onun mübarek yüzünü yaralam›flt›. Darbe o kadar fliddetli idi ki mi¤ferini ikiye bölmüfl, halkalar› yana¤›na batm›flt›. Peygamber'in bulundu¤u yerde k›l›çlar flak›rd›yor, oklar sa¤nak sa¤nak ya¤›yordu. Bunun üzerine Ashab Peygamber'in etraf›nda bir daire teflkil etmifllerdi. Ebû Dücâne vücudunu kalkan ederek Peygamber'i koruyordu. Etrafa ya¤an oklar Peygamber'e isabet etmiyordu. Düflman, onun can›na kasdedip her taraftan, âlemlere rahmet olan büyük Peygamberimize oklar atarken onun mübarek lisan›ndan flu dua ve niyaz göklere yükseliyordu: "Yâ Rab! Kavmimi affet. Çünkü onlar ne yapt›klar›n› bilmiyorlar." ‹nsanl›k tarihinde acaba baflka böyle bir hadise var m›d›r? O gün Ebû Talha, bu s›k›nt›l› anlarda Peygamber'in yan›ndan hiç ayr›lmam›fl, kendi kalkaniyle onun yüzünü muhafaza etmifltir. Peygamberimiz harp sahas›na bakmak istedikçe: – Aman, bafl›n›z› kald›rmay›n›z olmaya bir ok isabet eder, derdi. Sa'd b. Ebî Vakkas, Peygamber'in yan›na durmufl, boyuna ok at›yordu. Peygamberimiz ona kendi oklar›n› kendi eliyle vererek: – "Bunlar› da at!" diyordu. 283 KADINLAR VAZ‹FE BAfiINDA Ümmü Umâre diye an›lan Nesîbe kad›n, baz› ‹slâm kad›nlariyle birlikte orduda bulunuyordu. Harp sabah› eline su tulumunu alm›fl, askerlere su da¤›t›yordu. Müslüman mücahitleri iki taraftan gelen hücum aras›nda kal›p flafl›r›nca ve arkas›ndan hezimet de bafllay›nca elindeki su tulumunu b›rakm›fl, onun yerine bir k›l›ç alm›fl, ve Peygamberimize yap›lan hücumlar› karfl›lama¤a bafllam›flt›. Düflman ilerledikçe bu cesur kad›n oklariyle ve k›l›c›yle mukavemet ediyordu. Hücum edenlerden birini at›ndan düflürmüfltü. Hazret-i Peygamber yan›nda bulunanlarla birlikte düflman›n hücumundan kurtulmak için bir tepeye ç›km›fllard›. Ebû Süfyan müslümanlar›n oraya ç›kt›klar›n› görünce o da askerleriyle onlar› takibetmiflse de Hazret-i Ömer ve di¤er Ashab'›n ok ya¤muru alt›nda geri çekilmek zorunda kalm›flt›r. Hazret-i Peygamber'in öldü¤ü flayias› duyuldu¤u zaman onun sad›k muhibleri büyük bir endifle duymufllar ve harp sahnesine koflmufllard›. Hazret-i Fat›ma da harp sahnesine geldi¤i zaman, Peygamber'in yüzü hala kan›yordu. Hazret-i Ali, kalkaniyle biraz su getirmifl, Fat›ma da sevgili babas›n›n yaras›n› y›kam›fl, fakat kan akmakta devam etti¤inden bir bez parças›n› yakarak küllerini yaraya koymufl ve bu sûretle kan durmufltu. *** Kureyfl kad›nlar› bu harpte insanl›¤a yak›flm›yacak vahflîce hareketlerde bulunmufllar; ölülere tecavüzle flehit düflen müslümanlar›n burunlar›n› ve kulaklar›n› kesmifllerdir. Ebû Süfyan'›n kar›s› Hind, ölülerin bu azalar›ndan bir dizi yaparak boynuna takm›flt›. Hind, bundan daha kötüsünü yapm›fl, flehitlerin ulusu "Seyyidü'fl-flühedâ Hamza'n›n karn›n› deflerek ci¤erini koparm›fl ve onu yemek istemifl, a¤z›nda çi¤nemiflsede yutamam›flt›. Müverrihler ona "‹nsan ci¤eri yiyen kad›n!" derler. Uhud Harbine islâm kad›nlar› da ifltirak etmiflti, fakat onlar gazilere su da¤›t›yorlard›. B‹R SESLENME Ebû Süfyan, Uhud ete¤inde Peygamberimizin ç›kt›¤› tepenin karfl›s›nda bir tepeye ç›km›flt›. "Muhammed içinizde midir?" diye ba¤›rd›. Cevap veren olmad›. "Ebû Bekr orada m›?" diye sordu, cevap alamad›, "Ömer aran›zda m›?" diye hayk›rd›. Yine cevap alamay›nca: "Demek bunlar›n hepsi ölmüfl!" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: – Bunlar›n hepsi de buradad›r, ey Allah'›n düflman›! dedi. Buna karfl› Ebû Süfyan: – Yüksel Hübel! dedi. Peygamberimiz de buna karfl›: 284 – "Allah daha yücedir ve uludur" denilmesini emretmifl, müslümanlar da öyle hayk›rarak mukaabele etmifllerdir. Ebû Süfyan: "Muharebe nöbetledir. Bugün Bedir gününün karfl›l›¤›d›r, dedi. Ve flunu ilave etti: Sizin ölülerinizin burunlar› ve kulaklar› kesilmifl, gerçi ben bunu emretmedim, fakat yapt›klar›ndan haberdar oldu¤um vakit birfley söylemedim." Böylece kad›nlar›n yapt›klar› o çirkin hareketi bafl kumandan›n bile ay›plamad›¤›n› görüyoruz. Zaten Ebû Süfyan'›n yukar›ki konuflmalar› bu zaferle ne kadar gururland›klar›n› göstermektedir. Uhud Harbine ifltirak eden ‹slâm kad›nlar›, gazilere su, da¤›tmak gibi insanî bir vazîfe görüyorlard›. Hazret-i Âifle ile Enes'in validesi Ümmü Selim, Ümmü Eymen, Ebû Saîd-i Hudrî'nin annesi Ümmü Sülayt, Ümmü Umâre diye an›lan Nesîbe kad›n; tafl›d›klar› k›rbalarla mücahitlere su da¤›t›rlard›. Kureyfl bunlara bile taarruz etmifltir. Ümmü Eymen su da¤›t›rken Hibban onu oka tutmufl, bir ok ete¤ine tak›l›p y›rt›l›nca gülmüfllerdir. KARfiILAfiILAN HAZ‹N MANZARA VE ‹NSANLIK Kureyfl ordusu ölülerini toplay›p defnettikten sonra harp sahas›n› terkederek çekildi. Müslümanlar ölülerini defnetmek üzere harp sahas›na geldikleri zaman gördükleri manzara yürekler parçalay›c› idi. Kureyfl, ölülerin kulaklar›n› ve burunlar›n› keserek onlar› bu halde b›rakm›flt›. Peygamberimiz amcas› Hamza'y› arama¤a bafllad›. Onu görünce yüre¤i parçaland›. Burnu, kulaklar› kesilmifl, karn› deflilmifl, ci¤eri ç›kar›lm›fl bir halde idi. Arslanlar arslan› Hamza'y› bu halde bulunca Peygamber çok üzüldü. Ve "Benim için bundan daha büyük bir musîbet olamaz" dedi. Sonra bu teessürün sâikasiyle: – "Andolsun ki, günün birinde onlara galip gelirsek, onlar›n ölülerini öyle bir hale koyaca¤›m ki, Araplarda onun misli görülmüfl olmas›n!" Bunun üzerine flu âyetler nâzil olarak Allah peygamberine insanl›¤a nümûne olacak ders verdi: وان ﻋﺎﻗﺒﺘﻢ ﻓﻌﺎﻗﺒﻮا ﲟﺜﻞ ﻣﺎ ﻋﻮﻗﺒﺘﻢ ﺑﻪ "Karfl›l›k bir cezâ verirseniz size verilenin t›pk›siyle cezâland›r›n. E¤er sabrederseniz, sabretmek daha hay›rl› olur. Yâ Muhammed! Sen sabret. Senin sabr›n Allah'›n lûtfüyledir. Onlar için mahzun olma, onlar›n çevirdikleri dolaplar yüzünden üzülüp s›k›lma!" (5) (5) Nahl sûresi, âyet: 126-127 285 Bunun üzerine Peygamberimiz sabretmifl ve ölülere tecâvüzden müslümanlar› meneylemifltir. Hazret-i Hamza'n›n üzerine kendi h›rkas›n› örttü. Onun namaz›n› k›l›p duâ etti. Hazret-i Hamza'n›n k›zkardefli Safiye, müslümanlar›n ma¤lûp olduklar› haberini duyunca Medîne'den harp meydan›na koflmufl, o¤lu annesine kardeflinin cesedini o halde göstermek istemedi¤inden onu ölüler aras›nda dolaflmaktan vaz geçirmeye çal›fl›rken Safiye: "Kardeflimin flehid oldu¤unu biliyorum, zarar yok. Bu Allah u¤runda pek büyük bir fedakârl›k de¤ildir." demifl, Hazret-i Peygamber de Hamza'n›n cesedini görmesine müsaade etmifl, kardeflinin parça parça edilen cesedini görünce: – Hepimiz Allah'›n›z ve O'na dönece¤iz, demiflti. Müslümanlar flehid düflenleri toplay›p defnettiler. fiehitlerin say›s› yetmifli bulmufltu. Kalpleri mahzûn olarak Medîne'ye döndüler. Zaferden sonra ma¤lûp olmak, ne ac› fleydi. Burada talihe yüklenecek hiçbir fley yoktu. Bu ma¤lubiyeti kendi elleriyle haz›rlam›fllard›. Hazret-i Peygamber'in kat'î emirlerini tutmam›fllar, ganîmet taksimi iflinde acele ederek ya¤ma pefline düflerek düflmana f›rsat vermifllerdi. Bu vakadan sekiz sene sonra birgün Peygamberimiz buradan geçerken o ac› günü hat›rlam›fl teessüründen gözleri dolu dolu olmufl, yan›ndakilere flöyle demiflti: "Müslümanlar! Bundan sonra tekrar putperest olman›za imkan yoktur. Bundan zerre kadar endifle etmem. Korktu¤um fley, sizin dünyaperest olman›zd›r." Uhud ma¤lûbiyeti dünyaperestlik yüzünden olmufltu. MEDÎNE'YE DÖNÜfi VE MA⁄LÛPKEN GAL‹P OLMAK Peygamberimiz Medîne'ye dönerken yüzü yaral›, kalbi mahzun idi. Onu en çok üzen cihet ise, Medîne'deki münaf›klar›n, yahûdîlerin ve müflriklerin bu ma¤lûbiyete son derece sevinmeleri olmufltu. Her müslüman evinden feryad ve figan yükselirken onlar âdeta bayram yap›yorlard›. Kendisine dost görünen bu kimselerin hareketleri Peygamber'e ma¤lûbiyet ac›s›ndan daha a¤›r geliyordu. Müslümanlar›n zay›f düfltüklerini ve perîflan olduklar›n› görünce, yahûdî ve münâf›klar›n, müslümanlara karfl› harekete geçmeleri ihtimali de vard›. Medîne'de müslümanlar›n yerleflmifl olan nüfûzu k›r›labilirdi. Bu da bir tehlike idi. E¤er Uhud hezimeti bu hal üzere kal›rsa Kureyfl'in ve di¤er Araplar›n Medîne'ye hücûmundan yerinde olarak, endifle edilebilirdi. O zaman islâm günefli söner, müslümanlar periflan olur286 du. As›l büyük felâket de bu olmufl olurdu. ‹flte bu düflüncelerle Hazret-i Peygamber, yaral› ve yorgun olmas›na ra¤men düflmana karfl› bitkin görünmemek ve müslümanlar›n nüfuzunu sarsmamak için düflman› takibetmek karar›n› verdi. Bu karar her bak›mdan alk›fla flayand›r! Müslümanlar›n zay›f düflmedi¤ini göstermek ve düflmana bir nevi gözda¤› vermek! 16 fievval, Uhud harbinin ertesi, pazar günü idi. Hazret-i Peygamber'in Münâdîsi, nidâ edip müslümanlar› düflman› takibe ç›kma¤a ça¤›r›yordu. Bunu ifliten, Hazret-i Peygamber'in yan›na kofluyordu. Kureyfl ordusu Uhud'dan çekildikten sonra Revhâ'ya gelmiflti. Ebû Süfyan bafllad›¤› ifli niçin yar›na b›rakt›¤›n› düflünme¤e bafllam›flt›. Ebû Cehl'in o¤lu ‹krime, behemehal geri dönüp Medîne'ye yürümek tarafdar› idi. Hazert-i Muhammed, düflman›n bu hareketini daha bidayette takibetme¤i asla ihmal etmemiflti. Uhud hezimeti günü düflman çekilirken Ashab'dan birini düflman›n harekât›n› takibe me'mûr etmifl: – "Git bak, e¤er develere biniyorlarsa Mekke'ye gidiyorlar, yok atlara biniyorlarsa Medîne'ye hücûm edecekler demektir. E¤er Medîne'ye yürürlerse andolsun ki, orada onlar› yakalayaca¤›z!" Giden haberci develere bindikleri haberini getirince rahat olmufllard›. ‹krime flu fikri ortaya sürüyordu. – Ne ifl gördük sanki! Bu kadar galebe çalm›flken müslümanlar›n iflini bitirmeden geri dönüyoruz. Çok geçmez, onlar yine toplan›rlar, dönüp Medîne'yi vural›m, müslümanlar› kökünden mahvedelim." Buna karfl› Süyfan ‹bn-i Ümeyye flu mülahazada bulunmufltu: "fiayet Evs ve Hazreç kabileleri, bu kadar adamlar›n›n ölmesinden dolay› var›n› yo¤unu ç›kararak dö¤üflürse ifl tersine döner. Aya¤›m›zla ölüme gitmifl oluruz. Haz›r bu kadar muzaffer olmuflken a¤z›m›z›n tadiyle Mekke'ye varal›m." Kureyfl'in ileri gelenleri böyle münakafla yap›yorlard›. Ebû Süfyan da mütereddit vaziyette idi. Nihayet yapmak istedi¤i ifli tamamlamak için Medîne'ye dönmek karar›n› verdi. Fakat onlar›n düflündükleri bu fleyleri, Hazret-i Peygamber çoktan düflünmüfl ve ona göre tedbir al›p hareket etmifl, düflman› takip için yola ç›km›fl bulunuyordu. Bedir harbinde yaral› olanlar bile bu orduya kat›lm›flt›. Peygamberimiz yaral› oldu¤u halde at›na bindi ve sanca¤› Hazret-i Ali'ye verdi. Böylece azimli bir yürüyüflle Medîne'ye sekiz mil mesafede bulunan Hamrâu'l-Esed denilen mevkie vard›lar. 287 Ma'bed-i Huzâî bir iflle Mekke'ye giderken oraya u¤rad› ve Peygamber'in yan›na gelerek Uhud'da Ashab'›n u¤rad›¤› musîbetten dolay› taziyede bulundu. Huzaa kabilesi, henüz müslüman olmamakla beraber kalben müslümanlara mütemayil idiler. Ma'bed Peygamberimizin yan›ndan kalk›p yoluna devam etti. Kureyfl ordusu o s›rada Revhâ'da bulunuyordu. Ma'bed Revhâ'dan geçerken Ebû Süfyan ile görüfltükte Ebû Süfyan ona: – Geride ne var, ne yok? diye sordu. O da: – Muhammed büyük bir orduyla ç›km›fl üzerinize geliyor; dünkü gün muharebeye kat›lmayanlar da ç›kmad›klar›na piflman olarak, bugün cümlesi toplanm›fl, sizin için difl bileyip geliyorlar!" diye cevap verdi. Ebû Süfyan: – Sen neler söylüyorsun? Onlarda harekete mecal mi kald› ki? deyince o: – Onlar Hamraü'l-Esed'e geldiler, belki siz buradan henüz kalkmadan onlar›n atlar›n›n al›nlar›n› göreceksiniz! dedi. Bu sözler Ebû Süfyan'› müflkül duruma düflürmüfltü. Ne yapmal› idi? E¤er dünkü zaferinden sonra bugün müslümanlar›n karfl›s›na ç›k›p dö¤üflmeden kaçarsa zaferin manas› kalmazd›. Bu, yenilmeyi kabul etmifl olmak say›l›r, Araplar nazar›nda küçük düflerdi. Fakat haydi karfl› dursun, Ma'bed'in anlatt›¤›na göre, müslümanlar difl bileyerek geliyorlard›. E¤er dö¤üflüp ma¤lûp olursa, bu daha kötü olacakt›. Art›k Kureyfl bir daha belini do¤rultamamak üzere yere serilirdi. Bedir harbinin yaralar› henüz kapanmam›flt›. Onun için Ebû Süfyan düflündü ve hileye bafl vurarak ifli anlamak istedi. Bu maksatla Medîne'ye gitmekte olan bir kervanla flu haberi sald›: Kureyfl Medîne'yi vurmak için geri dönecektir. Bu haberin Hamraü'l-Esed'e geldi¤i zaman müslümanlar üzerinde ne tesir b›rakaca¤›n› bekledi. E¤er müslümanlar geri dönüp Medîne'yi müdafaaya kalk›fl›rlarsa, zay›ft›rlar, Kureyfl'ten korkuyorlar demektir. O zaman Ebû Süfyan dönüp Medîne'ye hücûm edecek, bafllad›¤› ifli tamamlayacakt›. Fakat müslümanlarda hiçbir telafl eseri görülmedi. Onlar›n azimleri sars›lmad›. Za'f eseri belirmedi. Ebû Süfyan hile yollar›n› bilir de, müslümanlar aldan›r m›? Hazret-i Peygamber Ebû Süfyan'›n maksad›n› çok iyi sezdi¤inden, müslümanlar›n, Kureyfl ordusunun dönmesini beklediklerini, kahramanca karfl›lama¤a her an haz›r bulunduklar›n› göstermek için üç gece mütemadiyen Hamrü'l-Esed'de atefller yakt›rd›. Bütün gece islâm karargah›nda atefller yand›¤›n› gören Kureyfl onlar›n azim ve kuvvetlerini anlad›. Ebû Süfyan'›n ümidi sars›ld›. Yeni bir çarp›flmaya tutuflup da Uhud'un flerefini kaybetmeden geri dönme¤i tercih etti. Ve Mekke'ye döndü. 288 Böylece müslümanlar Uhud'da kaybettikleri nüfûzu tekrar kazanm›fl oldular. "Galip say›l›r bu yolda ma¤lûb." H‹CRET‹N ÜÇÜNCÜ YILI VAKAAY‹‹ 1– Hazret-i Ali'nin o¤lu ve Peygamberimizin sevgili torunu Hazret-i Hasan do¤mufltur. 2, 3– Peygamberimizin Hazret-i Hafsa ile izdivac› ve Hazret-i Osman'›n Ümmü Gülsüm'le evlenmesi: Hafsa Bedir harbinde dul kalm›flt›. Bedir harbi esnas›nda Hazret-i Osman'›n zevcesi ve Peygamber'in k›z› Rukiyye de vefat etmiflti. Bunun için Hazret-i Ömer, k›z› Hafsa'y› Hazret-i Osman'a verme¤i düflünüyordu. Fakat Hazret-i Peygamber k›z› Ümmü Gülsüm'ü Hazret-i Osman'a verdi. Ve kendisi Hazret-i Ömer'in k›z› Hafsa ile evlendi. Bunlar Uhud harbinden önce vuku bulmufltu. Böylelikle Hazret-i Peygamber Hazret-i Ebû Bekr ve Ali ile oldu¤u gibi Hazret-i Ömer ve Osman ile de s›hriyyet ba¤lariyle ba¤lanm›fl, ‹slâm büyüklerini kendi etraf›nda toplam›flt›. 4– Abdullah ‹bn-i Cahfl'›n zevcesi Zeynep bint-i Hüzeyme -ki, dâima fakirleri doyurdu¤undan Ümmü'l-mesakîn (Yoksullar Anas›) denilirdi- dul kald›¤›ndan Peyggamberimiz onu zevceli¤e alm›flt›r. Fakat iki ay sonra o da vefat etmifltir. 5– Ümeyye b. Salt: Arap flairlerinden olan Ümeyye mukaddes kitaplar› okumufltu. Zaman›n›n peygamberi olmak emelinde iken Hazret-i Muhammed'in zuhuriyle emeli suya düflmüfl, bu yüzden hasedinden Peygamber'e düflman kesilmiflti. fiam'da bulundu¤undan Bedir harbine kat›lamad›. Bu sene zarf›nda öldü. 6– Mirasa ait ahkâm, bu sene nâzil olmufltur. Bu âna kadar zevi'lerham mirastan hisse alm›yordu. Art›k bunlar›n hisseleri tayin edilmifl oldu. 7– Bu âna kadar müslümanlar›n müflrik kad›nlarla evlenmelerine müsaade olunuyordu. Fakat bundan böyle müflrikle evlenmek yasak edilmifltir. ––––––––oOo–––––––– 289 ON BEfi‹NC‹ BÖLÜM UHUD HARB‹N‹N AK‹SLER‹ (4 H. - 625 M.) Bütün Arabistan kabileleri, bir kaç›n›n istisnasiyle, islâmiyet'e düflman kesilmifller, ona karfl› cephe alm›fllard›. Bunun sebebi pek aç›kt›r. Evvela ‹slâmiyet putperestli¤i y›k›p kald›r›yordu. Halbuki Araplar putperestlik içine dalm›fllard›. Putperestli¤i atalar›ndan kalma öz dinleri say›yorlard›. Onun içindir ki, Kâ'benin içini putlarla doldurmufllard›. ‹kinci olarak: Bütün Arap kabileleri Kureyfl'e ba¤l› idiler. Kureyfl Mekke'de emir ve nehiy sahibi idi. Bu kabileler hac mevsiminde Mekke'ye geldiklerinde Kureyfl'in islâmiyet aleyhindeki propagandalar›na kendilerini kapt›rmamak imkâns›zd›. Üçüncü ve mühim bir sebep te: ‹slâmiyet'in cemiyet için getirdi¤i yeni nizamd›. Araplar serâzâd bir hayata al›fl›kt›. Bafl›bofl, hudutsuz bir hürriyet içinde yaflarlard›. Devlet disiplini, cemiyet nizam› diye bir fley tan›mazlard›. Hudutsuz çöllerin içinde böyle bir nizam tesisi ve tatbiki güçtü. Onlar her nevi nizam ve uyulmas› gereken kaide d›fl›nda bir hayâta âfl›kt›lar. ‹stedikleri gibi yaflama¤› severlerdi. Ya¤ma, bask›n, katil, sirkat çöl hayat›nda ay›p say›lmak flöyle dursun, adeta kahramanl›k ve yi¤itlik say›l›rd›. fiimdi islâmiyet ise bunlar› esasl› surette menediyor. Bir nizam kuruyor, bir cemiyet disiplini vazediyordu. Herkesin müsavat ve kardefllik duygulariyle huzur ve asayifl içinde yaflamas› için riayet edilmesi gereken birçok kaideler tesis ediyordu. Çöl Araplar› bunlara tabi olma¤a yanaflm›yorlard›. Çünkü maifletleri ya¤ma ve talan ile kaaim san›yorlard›. Kureyfl'in ticaret yolunu müslümanlar tehdid etme¤e bafllay›nca bu kabileler cidden endifle etmifller ve müslümanlar› ortadan kald›rmak için bir k›sm› Kureyfl ile birlikte Uhud Harbine ifltirak etmiflti. Uhud harbinden sonra müslümanlar›n zay›f 291 düfltüklerini hesab ederek onlara karfl› düflmanl›klar›n› art›rm›fllar ve Medîne'ye hücûmu düflünme¤e bafllam›fllard›. Çöllerin içinden yer yer bafllar›n› kald›r›p Medîne'ye do¤ru manal› manal› bakanlar vard›. Hazret-i Peygamber kabilelerin bu niyyetlerini çok iyi bildi¤i için gayet uyan›k davran›yordu. Uhud harbinden al›nan ders, onu uyan›k bulunma¤a mecbur etmiflti. Bir tarafda bir kabilenin hücûm edece¤ini duyunca hemen onu y›ld›rmak icab ediyordu. Çünkü kabileler birer birer y›ld›r›lmazsa topuna birden nas›l karfl› durulabilecekti. ‹flte bu sebeplerdir ki, Uhud'dan sonra seriyyeler ç›karmak laz›m gelmiflti. Bunlar tedâfüi mahiyettedirler. Sürüp giden bu seferlerin baflka türlü izah› yoktur. Ebû Seleme Müfrezesi: Uhud'dan sonra Hazret-i Peygamber'in gönderdi¤i ilk sefer kolu, Ebû Seleme b. Abdü'l-Esed müfrezesidir. Hicretin dördüncü y›l› Muharrem ay›nda Hazret-i Peygamber, Benî Esed'den Huveylid o¤ullar›n›n Medîne'ye hücûm için kabilelerini teflvik ve tahrik etmekte olduklar› haberini alm›flt›. Bunlar Medîne'ye anî bir bask›n yapmak, Medîne civar›nda meralardaki hayvanlar› ya¤ma edip almak istiyorlard›. Onlara bu cüreti veren, müslümanlar›n Uhud'da hezimete u¤ramalar› idi. Bu haberi duyunca Hazret-i Peygamber Ashab›n› davet ederek Ebû Seleme. B. Abdü'lEsed'in kumandas›nda 150 kiflilik bir sefer haz›rlad›. Bunlara gece yürüyüp gündüz saklanarak gitmelerini, kimseye sezdirmeden düflman üzerine anî sürette varmalar›n› bildirdi. Böylece baflkald›rmak isteyen düflman, yuvas›nda bast›r›lm›fl ve da¤›t›lm›flt›. Bunda di¤er kabilelere iyi bir ders vermek manas› da vard›. ‹bn-i Üneys Müfrezesi: Daha sonra Lihyan kabilesine mensub olup Nahle'de sakin Halid b. Süfyan'›n Medîne'yi istila etmek fikrinde oldu¤u haber al›nd›. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber Abdullah ibn-i Üneys'-i ça¤›rarak onu bu haberin asl› olup olmad›¤›n› tahkika gönderdi. Abdullah Nahle'ye vard›¤›nda bizzat Halid'in a¤z›ndan bu haberin do¤rulu¤unu anlad› ve bir s›ras›n› getirerek k›l›ciyle onun iflini bitirdi. Böylece bu tehlike de etrafa yay›lmadan bast›r›lm›fl oldu. RACÎ' VAK'ASI Racî' Fâcias›: Hicretin dördüncü y›l›n›n Safer ay›nda idi. Lihyan kabilelerine komflu yaflayan Adl ve Karre kabilelerinden birkaç adam gelerek Peygamberimize bir ricada bulundular. Bizim kabilelerimiz islâmiyeti kabul etti, islâm mürflidlerine ihtiyac›m›z var, Kur'an ö¤retmek ve dini irfladatta bulunmak üzere bize birkaç adam gönder, dediler. Etrafa böyle dini mürflidler 292 göndermek adetti. Nas›l ki Akabe biat›ndan sonra Mus'ab ‹bn-i Umeyr bu mukaddes vazife ile Medîne'ye ilk gönderilen zatt›. Peygamberimiz bunlar›n ricas› üzerine onlara Âs›m b. Sabit ile beraber alt› zat göndermiflti. Bunlar Mekke ile Askan aras›nda Hüzeyl kabilesine ait bir suyun yan›na vard›klar›nda Racî' denilen mevki'de gadir ve hiyanetin en adisine u¤rad›klar›n› anlad›lar. "Biz müslüman olduk, bize mürflid laz›m" diyen bu adamlar, yanlar›na ald›klar› mürflitleri Lihyanl›lara teslim ettiler. Alt› kifliyi iki yüz kifli birden sard›. Müslümanlar bir da¤a iltica ettilerse de pek mukaavemet imkân› yoktu. Üzerlerine sald›rd›lar. Üçünü orada flehid ettiler. Kalan üçünü teslim oldu¤unuz takdirde sizi öldürmeyiz vadiyle aldatt›lar. Onlar da da¤dan indiler. Üçünü de yakalay›p kollar›n› ba¤lad›lar. Yolda birisi kollar›n› çözüp kaçma¤a teflebbüs etmiflse de muvaffak olamam›fl. Müflriklerin att›klar› tafllarla flehit düflmüfltür. Müflrikler, Hubeyb ile Zeyd'i Mekke'ye götürmüfller ve orada müflriklere satm›fllard›r. Zeyd'i Safvan ‹bn-i Ümeyye ald›. Bedir'de öldürülen babas› Ümeyye b. Halef'in kan› davas› u¤runda öldürecekti. Zeyd öldürülece¤i zaman Kureyfl ulular›n› davet etmiflti. Sat›n ald›klar› adam› törenle öldüreceklerdi. Ebû Süfyan Zeyd'e sordu: – Allah aflk›na do¤rusunu söyle, flimdi senin yerinde Muhammed olsa ve sana bedel o öldürülse, daha memnun olmaz m›yd›n? Zeyd flu cevab› verdi: – Ben öleyim de, Peygamberimin vücuduna, Ona eza veren bir diken bile batmas›n! Bu cevab üzerine Ebû Süfyan: Ashab›n Muhammed'i sevdi¤i kadar baflka bir kimsenin sevildi¤ini görmedim, itiraf›nda bulunmufltu. Hubeyb'i ise bir müddet hapiste tuttuktan sonra Hars b.Âmir'in yerine öldürmek üzere ç›kard›lar. Hubeyb iki rekat namaz k›lmak için müsaade istemifl ve namazdan sonra idam yerinde flu beyitleri okumufltu. "Müslüman olarak ve Müslümanl›k u¤runda öldürüldükten sonra ne suretle ölürsem öleyim, ehemmiyet vermem. Bunlar Allah u¤rundad›r. O dilerse bu parçalanan vücudumu feyze kavuflturur." (1) (1) وﻟﺴﺖ اﺑﺎﻟﻰ ﺣﲔ اﻗﺘﻞ ﻣﺴﻠﻤًﺎ ﻋﻠﻰ أى ﺷﻖ ﻛﺎن ﻓﻰ اﻟﻠّﻪ ﻣﺼﺮﻋﻰ وذﻟﻚ ﻓﻰ ذات اﻷﻟﻪ وان ﻳﺸﺄ ﻳﺒﺎرك ﻋﻠﻰ اوﺻﺎل ﺷﻠﻮ ﳑﺰع 293 O zamandan beri idam edilecek adam›n iki rekat namaz k›lmas› âdettir. Bu iki zat, din ve akide yolunda flehid düflmüfllerdi. Dinlerinden dönüp canlar›n› kurtarma¤› düflünmemifllerdi. Hazret-i Muhammed'in hususî hayat›na var›ncaya kadar her fleyini ele al›p hücûm için vesîle arayan müsteflrikler ve baz› garazkar tarihçiler, gadir ve hiyanetin en adisine kurban giden Hubeyb ve arkadafllar› hakk›nda sükut edip geçiyorlar. Bedir esirlerini ise boyuna dillerine dolamakta, onlara ac›maktad›rlar. Halbuki orada erkekcesine bir harp var, burada ise adicesine bir hiyanet! Bu adamlar harpte esir edilmifl kimseler de¤ildi. Onlar›, hakk› göstersinler diye mürflid olarak davet etmifller, sonra gadir ve hiyanet ederek düflmana satm›fllard›. Burada kalemin tak›ld›¤› bir nokta da Kureyfl ulular›n›n hiyanet yoliyle ele düflen bu biçarelere reva gördü¤ü muameledir. Kureyfl ulular›n›n parayla sat›n ald›klar› biçareleri, harpte dö¤üflürken maktul düflenlere bedel olarak öldürüp de öc alma¤a kalk›flmalar› insanl›k ile ne kadar kaabil-i teliftir. Bunu da yine onlar söylesin! Kureyfl'in bu yapt›¤›nda, korkakl›k ve alçakcas›na bir düflmanl›k s›r›tm›yor mu? Müslümanlar, irflad vazifesiyle gönderdikleri bu alt› zat›n böyle alçakça bir hiyanete kurban giderek flehid edilmelerine çok üzüldüler. Peygamber'in flairi Hassan b. Sabit ac›kl› ve hazin mersiyelerle bu elemi terennüm etti. Hazret-i Peygamber bu gibi hadiseler tekerrür ederse Araplar›n müslümanlar› küçümsemelerinden endifle ediyordu. Ve bunda hakl› idi. Çünkü düflman›n insan› küçümsemesi feci neticeler do¤urur, baflkalar›n›n insan› küçümsemesi kadar insan›n heybet ve nüfuzunu k›r›c› birfley yoktur. Fakat korkulan fley bafla geldi. Bundan daha feci oldu. B‹'R-‹ MAÛNE FÂC‹ASI Bi'r-i Maûne fâcias›, yine hicretin dördüncü y›l› Safer ay›nda idi. Kilâb kabilesinden Ebû Berâ Hazret-i Peygamber'e gelerek mensub oldu¤u Kilâb kabilesi aras›nda dini irfladatta bulunmak üzere birkaç zat›n gönderilmesini rica etmifl, Peygamberimiz de: "Ben Necd havalisinden endifle ederim, dostlar›m›n hayat›ndan da mes'ûlüm." demifl, fakat Ebû Berâ bu hususta çok kat'i teminat vermifl oldu¤undan onun kabilesi aras›ndaki nüfuzuna güvenerek Ashab'dan bir irfladc› gurubunu Necde göndermiflti. Tarihler bunlar›n say›s›n›n 40 ile 70 aras›nda oldu¤unu söylerler. Bunlar›n hepsi Ashab-› Suffe'dendi. Zühd ü takva sahibi olan bu güzîde insanlar, gündüzleri çal›fl›rlar, odun toplay›p satarlar, maifletlerini bu suretle al›n teriyle temin ederler, kimseye yük olmaz294 lar, ihtiyaç içinde olduklar› halde dilenme¤e tenezzül edip avuç açmazlard›. Temiz ve sade bir hayat geçirirlerdi. Hayatlar›n› dine vakfetmifllerdi. Bunlar, Benî Âmir arazisi hududunda Bi'r-i Maûne (=Maûne kuyusu) denilen yere vard›kta orada durdular. Ve içlerinden (Haram b. Milhan) › (Âmir b. Tufeyl) e göndererek Peygamberimizin mektubunu ona iletmifllerdi. Âmir mektuba bakmadan Haram› öldürtmüfl, kendisine komflu olan di¤er kabilelere de haber göndererek toplanmalar›n› istemifl, onlar da toplanarak Âmir'i beklemifllerdi. ‹çlerinden baz›lar› Ebû Berâ'n›n verdi¤i söze sad›k kalm›fllar, Âmire icabet etmemifllerdir. Fakat Âmir bafl›na yetecek kadar adam toplam›flt›. Mektup götüren arkadafllar› Haram›n avdetini bekleyen Ashab, beklemekten b›km›fllar ve onlar da Âmir'in nezdine yollanm›fllard›. Yolda Âmir'in toplad›¤› adamlar taraf›ndan çevrilerek hepsi öldürülmüfltür. ‹çlerinden yaln›z (Amr b. Ümeyye) sa¤ kalm›fl, Âmir ona: "Anam bir köleyi azad etme¤i adam›flt›, ben de ona bedel seni azad ediyorum!" demiflti. Peygamberimiz bu hadiseden haberdar olunca çok müteessir olmufltur. Tam bir ay her sabah namaz› sonunda bu zulmü iflleyenlere beddua etmifltir. Kurtulan Amr b. Ümeyye Medîne'ye gelirken yolda iki adama rastlad›. Bunlar arkadafllar›n› öldüren kabileden zanniyle onlar› öldürdü. Medîne'ye geldi¤inde Peygamber'e bu yapt›¤›n› anlatt›. O iki adam›n Benî Âmir kabilelerinden olduklar› anlafl›ld›. Halbuki bu kabile ile müslümanlar aras›nda iyi komfluluk andlaflmas› vard›. Hazret-i Peygamber bu iki maktulün diyetini ödemifltir. ‹flte Müslümanlar andlaflmalar›na böyle sad›kt›rlar. Gadir ve hiyanet onlar›n flan›ndan de¤ildir. Ebû Berâ da bu hadiseye çok üzüldü. Âmir b. Tufeyl'in onun verdi¤i ahd ü eman› ayaklar alt›na almas› kendisine pek a¤›r geldi. BEN‹ NAD‹R GAZASI (2) Raci' ve Bi'r-i Maûne fâcialar› Yahûdîlere Uhud gününü tekrar hat›rlatt›. Müslümanlar›n nüfuzu sars›lm›fl sand›lar. Küçümseme¤e bafllad›lar. Medîne'nin iç emniyetinin ve bütünlü¤ünün en laz›m oldu¤u bir s›rada yahûdîlerin böyle fl›marmalar› büyük bir tehlike arzederdi. Etraftaki d›fl düflmanlar çoktu. ‹ç düflmanlar› temizlemek, dahili emniyet bak›m›ndan zarûrî idi. (2) ‹bn-i Esir - El-Kâmil. 295 Yahûdîlerle müslümanlar aras›nda baz› andlaflmalar vard›. Fakat yahûdîler bunlara riayet etmiyordu. Medîne'ye iki mil mesafede Kuba yak›n›nda Benî Nadir yahûdîleri yafl›yordu. Bunlar müslümanlara andlaflmayla ba¤l› idi. Onlar›n bu andlaflmaya ne kadar sad›k kald›klar›n› anlamak maksadiyle Hazret-i Peyamber Benî Nadîre gitti. Yan›nda Hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Ali gibi ekâbir-i Ashab'dan on zat vard›. Yukar›da söyledi¤imiz gibi (Amr b. Ümeyye) Âmir kabilesine mensûb iki adam› hataen öldürmüfltü. Bunlar›n diyetleri verilmek laz›md›. Aradaki andlaflmalar mucibince bu diyetlerin bir k›sm› Benî Nadir taraf›ndan te'diye olunmas› gerekiyordu. Peygamberimiz hisselerine düfleni vermelerini istedi. Yahûdîler bafltan bu talebi iyi karfl›lad›larsa da sonradan aralar›nda bir dedikodu bafllad›. Birkaç kifli bir araya toplan›p aralar›nda bir fleyler konuflma¤a bafllad›lar. Hazret-i Peygamber vaziyetten flüphelenme¤e bafllad›. Yahûdîler Peygamber'i öldürmek için bir suikasd haz›rl›yorlard›. Resûl-i Ekrem'in gölgesinde oturdu¤u evin dam›ndan Peygamber'in bafl›na büyük bir tafl atmak için bir adam göndermifller, bu ifli üzerine alan Amr b. Cihâfl dama ç›km›fl, Peygamberimiz bu suikasddan agâh olarak derhal oradan kalkm›fl ve Medîne'ye dönmüfltür. Kureyfl, Benî Nadire müracaat ederek, ‹slâmiyet'i imha hususunda kendileriyle iflbirli¤i yapmalar›n› teklif etmifllerdi. Kureyfl'in bu yoldaki müracaat› yahûdîleri büsbütün fl›martm›flt›. Bir aral›k Benî Nadir, Peygamber'e müracaat ederek kendisinin otuz adamla gelerek hahamlariyle dini meseleler üzerinde müzakere etmesini istemifllerdi. Müzakere ve münakaflalardan sonra yahûdî alimleri müslümanl›¤›n do¤rulu¤una kani olurlarsa bütün kabile müslüman olacakt›. Fakat yahûdîler harp haz›rl›¤› yapt›klar› için Peygamber onlar›n bu teklifini reddetmifl, onlar›n evvela müslümanlarla yeni bir muahede akdetmelerini istemiflti. Benî Nadir bu teklifi reddetti¤i için Peygamberimiz Benî Kurayza'ya müracaat ederek onlar›n, muahedeyi yenilemelerini teklif etmifl, onlar ise bunu kabul etmiflti. Benî Nadir eski yolunda ›srarla devam ediyordu. Benî Nadir, Peygamber'in üç arkadafliyle gelerek üç yahûdî alimiyle münakafla etmesini teklif etmifl, flayet yahûdî alimlerine kanaat gelip müslümanl›¤› kabul ederlerse hepsinin müslüman olacaklar›n› söylemifllerdi. Hazret-i Peygamber bunu kabul ederek arkadafllariyle yola ç›km›flt›. Bunun Racî' ve Bi'r-i Maûne fâcialar›ndan örnek al›narak daha büyük çapta bir suikasd olmas› ihtimali pek uzak say›lamazd›. Nas›l ki, yolda yahûdîlerin haz›rl›klar›n› tamamlayarak onu öldürmek kasd›nda olduklar›n› haber alm›fl ve dönmüfltü. Benî Nadir kendi muhkem kalelerine ve harp haz›rl›klar›na güveniyorlar, onun için Peygamber'e karfl› böyle cüretkarane hareket ediyorlard›. Bu hadise iyi bir fleye delalet etmiyordu. 296 Peygamberimiz Medîne'ye dönünce Muhammed b. Mesleme'yi Benî Nadire elçi gönderdi. Andlaflmay› bozduklar›ndan ve Peygamber'e karfl› suikasd haz›rlad›klar›ndan dolay› on gün zarf›nda memleketlerinden ç›k›p baflka bir yere gitmeleri emrolunuyordu. ‹bn-i Mesleme bu emri kendilerine tebli¤ edince söyliyecek birfley bulamad›lar. Yaln›z ‹bn-i Mesleme'ye: "Bu ifl için Evs'den bir adam›n gelmesini beklemezdik!" diyebildiler. Çünkü Hazreç ile yap›lan harpte yahûdîler Evs'e yard›m etmifllerdi. fiimdi o iyili¤i unuttunuz demek istediler. Muhammed b. Mesleme: "Art›k gönüller de¤iflti..." dedi. Benî Nadîr bu emri kabul etmifl, yola ç›kmak için haz›rl›k yapma¤a bafllam›flt›. Fakat münaf›klar›n reisi olan Abdullah ‹bn-i Übey kendilerine elçi göndererek, onlara 2.000 kifliyle yard›m edece¤ini, yurtlar›ndan ç›kmamalar›n› söyledi. Onlar›n Abdullah ‹bn-i Übeyy'e pek itimadlar› yoktu. Çünkü kendilerinden önce Kaynuka'ya da böyle bir oyun oynam›flt›. Benî Nadîr belki yak›n bir yere gidip yerleflir, ne eflyalar› varsa götürebilir, vakti gelince bahçelerine gelip hurmalar›n› da toplayabilirlerdi. Onun için ç›kmakta fazla korkulacak birfley görmemekte idiler. Fakat reislerinden olan Huyey b. Ahtab Abdullah ‹bn-i Übeyy'in va'dine kap›larak: "Ç›kmayaca¤›z ne isterse yaps›n!" haberini gönderdi. Kur'an-› Kerim bu hadiseyi flöyle anlatmaktad›r. "fiu munaf›kl›k yapanlar› görmüyor musun? Ehl-i kitaptan küfreden arkadafllar›na flöyle diyorlar: Yemin ederiz ki, Medîne'den ç›kar›l›rsan›z, biz de sizinle beraber ç›kar›z. Sizi ç›karmamak için her türlü itaats›zl›¤› göze al›yoruz, flayet size karfl› harp aç›l›rsa biz size yard›m ederiz. Allah flahittir ki, onlar bu sözlerinde yalanc›d›rlar. Kasem olsun ki, onlar Medîne'den ç›kar›l›rsa, onlarla beraber ç›kmazlar, onlara karfl› harp olursa yard›m etmezler, yard›ma koflsalar bile, dara gelince arka çevirip kaçarlar, sonra kurtar›lmazlar. Her halde onlar›n yüreklerinde Allah'tan ziyade sizin korkunuz var. Onlar›n idraksiz bir kavim olduklar› meydanda." (3) Benî Nadîr'in karfl› vaziyet almalar› üzerine Hazret-i Peygamber onlar› kalelerinde muhasara etmifl, 20 gün süren bir muhasaradan sonra harp meydan›na ç›kmayacaklar› anlafl›l›nca hurmal›klar› kesilip tahrib edilme¤e bafllanm›flt›. Yahûdîler bu tahrîbi ay›plam›fllarsa da harp durmu icab› oldu¤undan devam edilmifl, yahûdîler bekledikleri yard›m›n gelmedi¤ini (3) Haflr sûresi, âyet: 11-13 297 görünce teslim olup eman dilemifllerdir. Kendilerine bu eman verilmifl, hiçbirinin can›na dokunulmam›flt›r. Silahtan mâadâ olan mallar›ndan develerine yükleyebildikleri kadar›n› alarak ç›k›p gitmifller, ve 600 deve yükü mal al›p götürmüfllerdir. Silahlar› b›rakmak flart kofluldu¤undan 50 z›rh, 50 mi¤fer, 340 k›l›ç müslümanlara kalm›flt›r. Benî Nadîr mal ve can emniyeti flartiyle Medîne'den ç›k›p gitme¤e raz› olarak yerlerini terkediyorlard›. Fakat bu cezay› yapt›klar› ifllere göre, onlar bile hafif bulmufllar, cana minnet bilmifllerdi. Medîne'den ç›karken bayram yap›yormufl gibi ihtiflam içinde idiler. Kabîle âzâs›, develerine binmifller, k›zlar defler çalm›fllar, raksetmifllerdi. Benî Nadîr'in bir k›sm› Hayber'e gitmifl, bir k›sm› da fiam hudûdunda Ezriat'a Kaynuka yahûdîlerinin yan›na gidip yerleflmifllerdir. Benî Nadîr'den kalan araziyi Hazret-i Peygamber Muhâcirlerin aras›nda taksim etti. Ensar buna candan raz› oldular. Bu sûretle muhâcirler de servet sahibi olarak Ensâr'›n yard›m›ndan musta¤nî kalarak müstahsil duruma geçtiler. Ensâr'dan iki kiflinin fakr'u ihtiyac› görüldü¤ünden onlara da bu arazîden verilmifltir. Yahûdîlerden ikisi müslüman olmufllar ve yerlerinde yurtlar›ndan kalm›fllard›r. H‹CRET'‹N DÖRDÜNCÜ YILI VAKAAY‹‹ 1– Hazret-i Ali'nin o¤lu ve Peygamberimizin sevgili torunu Hazret-i Hüseyin do¤mufltur. 2– Hazret-i Peygamber'in ald›¤› Zeynep bint-i Huzeyme vefat etmifltir. 3– Peygamberimiz (Ümmü Seleme) ile izdivaç etmifltir. Benî Mahzum'dan Ümeyye b. Mugîre'nin k›z› olup 44 yafl›nda bir dul kad›n idi. 4– Bu sene zarf›nda Hazret-i Peygamber Zeyd b. Sâbit'e ‹brânî dilini ö¤renmeyi emretmifltir. Bu vakte kadar Peygamberimiz bu ifllerde yahûdîleri kullan›rd›. Fakat yahûdîlerin ald›klar› ayk›r› vaziyet üzerine onlara itimad edilemezdi. Onun için bu ifllerde kullan›lmak üzere Zeyd yetifltirildi. 5– Baz› tarihçilere göre, içki içmek bu sene yasak edilmifltir. GAZVELER‹N, KÜÇÜK SEFERLER‹N DEVAMI (5 H. - 626 M.) Yahûdîlerle Kureyfl'in tahrikleri bütün Arap kabîlelerini islâmiyet aleyhinde harekete getirmiflti. Muhtelif kabîleler Medîne'ye taarruz fikrini besli298 yordu. Onun için Hazret-i Peygamber daima ihtiyatl› bulunuyordu. Hicretin beflinci y›l› Muharrem ay›nda, Necid'de Gatafan'dan baz› kabîlelerin Medîne'ye hücûm için haz›rland›klar› haberi al›nd›. Hazret-i Peygamber'in bu gibi küçük hadiselere karfl› takibetti¤i siyaset onu derhal yerinde bast›rmak idi. Onun için 400 kiflilik bir kuvvetle bunlar›n üzerine yürüdü. Zâtürrikaa'ya geldiler. Düflman kabîleden Sa'lebe ve Muharib islâm ordusuna karfl› ç›kmad›lar. Da¤lara kaçt›lar, müslümanlar onlar› da¤›tt›ktan sonra Medîne'ye döndüler. Dûmetü'l-Cendel Gazvesi: Ayn› sene Rebîü'l-evvel'de Hazret-i Peygamber Dûmetü'l-Cendel'e bir yürüyüfl yapt›. Dûmetü'l-Cendel, Hicaz ile fiam aras›nda bir mevki'dir. Orada gayr-i mü'minlerden baz› kuvvetler toplan›rlar. Eflkiyal›k yaparlar, müslümanlar›n Suriye'ye giden ticaret kervanlar›na sald›r›rlard›. Bu kuvvetleri da¤›tmaki çin 1000 kiflilik bir kuvvetle gittiyse de müslümanlar›n geldi¤ini duyunca hepsi da¤›lm›fllard›. Karfl›lar›na kimse ç›kmad›. Müslümanlar da döndüler. BENÎ MUSTALIK GAZVES‹ (4) Benî Mustal›k, huzaadand›r. Oldukça itibarl› bir kabîledir. Bunlar Medîne'den dokuz konakl›k mesafede yaflarlar. Bu kabîlenin reisi olan Hâris b. Ebî Hirar Medîne'ye hücûma karar vermiflti. Hazret-i Peygamber bu haberin do¤rulu¤unu anlamak için Zeyd'i göndermiflti. Zeyd, bunlar›n tecavüz haz›rl›¤› yapt›klar›n› ö¤rendi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber bu hareketi yerinde bast›rmak üzere Medîne'den ç›kt›. Hazret-i Ebû Bekr Muhâcirlerin, Sa'd b. Ubade de Ensâr'›n sancaktar› idi. fiaban›n ikisinde hareket ettiler. Benî Mustal›k müslümanlar›n hareketinden haberdar olduklar› zaman da¤›lm›fllar, ancak bir k›sm› savafla girmifller, neticede düflmandan 10 kifli maktul düflmüfl, 600 esir al›nm›fl, 2000 deve, 5000 koyun ele geçmifltir. Bu gazve alelâde bir hadise olmakla beraber tarihte mühim bir yer almaktad›r. Çünkü buna üç hadise kar›flmaktad›r. 1– Münâf›klar›n araya sokmak istedikleri fitne, 2– Cüveyriye meselesi, 3– ‹fk hadisesi. Baz› münâf›klar ganimete ifltirak için müslümanlarla beraber bu sefere (4) ‹bn-i Esir - El-Kâmil. 299 kat›lm›fllard›. Münâf›klar daima müslümanlar› birbirine tutuflturmak için f›rsat kollamay› kendilerine bir prensip edinmifllerdi. Bir Muhâcir ile Ensâr'dan biri, kuyudan daha evvel su doldurmak yüzünden birbiriyle çekifliyordu. Ensâr'dan olan: "Ey ensâr!" diye ba¤›rd›. Muhâcir de (Ey Muhâcirler!) diye imdat istedi. Her iki taraftan da bu davetlere icabet edenler olmufltu. Münaf›klar›n reisi olan Abdullah ‹bn-i Übey bu f›rsattan istifade etmek istedi. Ve Ensâr'a flöyle dedi: "Besle kargay› ç›kars›n gözünü!.. Bu maceran›n mesûliyeti size aittir. Muhâcirleri himaye etmekle bu belalar bafl›n›za geldi. Muhâcirler art›k sizi çekemez oldular. Sizi kendi emirlerine tabi görmek isteme¤e bafllad›lar. Fakat isteseniz flimdi bile onlar› terkedersiniz. Onlar da ister istemez Medîne'den ç›k›p gitme¤e mecbur olurlar." Bu sözleri Hazret-i Peygamber'e naklettiler. Hazret-i Ömer de haz›r bulunuyordu. O kadar hiddetlenmiflti ki, bu münaf›k›n kellesini uçurma¤a izin istemiflti. Hazret-i Peygamber Ömer'e flu cevab› vermiflti: "Hay›r, Ömer, hay›r! Öyle bir hareket do¤ru olmaz! ‹ster misin ki her tarafta, Muhammed arkadafllar›n› öldürme¤e bafllad›, denilsin?" Münaf›klar›n reisi olan (Abdullah ‹bn-i Übeyy'in o¤lu Abdullah ise çok samimi bir müslümand›. Babas›n›n bu hareketinden çok müteessir oldu. Hazret-i Peygamber'i gücendirmesine çok üzülüyordu. Hatta Hazret-i Peygamber'e müraacatla: – Yâ Resûlallah, duydum ki, babam›n bu yapt›¤›ndan dolay› katli isteniyormufl, e¤er böyle birfley varsa onu ben kendi elimle yapay›m. Çünkü baflkas› öldürürse, içim babam›n kaatili olan› öldürme¤e beni sevkeder de bir mü'mini öldürürüm diye korkuyorum, bir mü'mini öldürmektense bir münaf›k› öldüreyim, demiflti. Hazret-i Peygamber Abdullah'a böyle birfley olmad›¤›n› söylemifl, bilakis ona iyilik etmek istedi¤ini bildirmiflti. Bu iyilik onun ölümünde yap›lm›flt›r. Peygamber onun tekfini için gömle¤ini vermifl, cenaze namaz›n› bizzat k›lm›flt›. Böylece Hazret-i Muhammed emsalsiz bir affetme büyüklü¤ü göstermifltir. Bu gibi aflar insanlar üzerinde derin tesirler b›rak›r, bundan sonra Abdullah ‹bn-i Übeyy'e kendi adamlar›, münaf›klar bile: Hayat›n o afva ba¤l›d›r, derler, Hazret-i Muhammed'in büyüklü¤ünü anlard›. Düflman›n kalbini kazanmak, iyilik ve af yoliyle kendine ba¤lamak, as›l hüner budur. CÜVEYR‹YE HAD‹SES‹ Haris ‹bn-i D›rar'›n k›z› Cuveyriye, esirler aras›nda idi. Sabit b. Kays'›n 300 hissesine düflmüfltü. Bir reisin k›z› idi ve esir düflmüfltü. Serbest b›rak›lmas› için fidye, kurtulufl akçesi vermek laz›md›. Cüveyriye fidye mukabilinde serbest b›rak›lmas›n› istedi. Sabit bunu kabul etti. Fakat Cüveyriye'nin paras› yoktu. Baz› rivayetler, onun iane toplayarak bu paray› ödemek üzere Hazret-i Âifle ile birlikte otururken Peygamber'e müracaat etti¤ini, Peygamber'in de fidyeyi vererek Cüveyriye serbest kal›nca onun r›zasiyle kendisiyle evlendi¤ini söylerler. Baz› rivayetler ise Arap reislerinden olan Haris, k›z›n›n esir düflmesi üzerine Peygamber'e müracaat ederek: "Benim k›z›m cariye olamaz, benim mevkiim buna müsait de¤ildir." demifl. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber Cüveyriye'nin reyine müracaat olunmas›n› teklif etmifl, Haris k›z›n›n nezdine giderek ona: "Muhammed istedi¤in karar› vermeyi sana b›rakt›, öyle bir karar ver ki, beni mahcûb etmesin!" demifl. Cüveyriye de Peygamberin yan›nda kalmay› tercih etti¤ini söylemifl. Bunun üzerine Haris k›z›na ait fidyeyi, vermifl, k›z› serbest kald›ktan sonra Hazret-i Peygamber'le evlenmifltir. Fidye kimin taraf›ndan verilirse verilsin muhakkak olan cihet Cüveyriye serbest kald›ktan sonra kendi r›zasiyle Hazret-i Peygamber'le evlenmifl olmas›d›r. Bu izdivaç Cüveyriye'nin kabilesi için mahz-› hayr olmufltu. Cüveyriye Hazret-i Peygamber'in zevcesi olduktan sonra bütün müslümanlar: – Resûl-i Ekrem'e s›hriyet ba¤lariyle ba¤l› bir kabilenin efrad›, nas›l esirimiz olur, Peygamberin akrabas›n› köle olarak tutmak do¤ru olamaz." demifller ve bütün esirleri serbest b›rakm›fllard›r. Cüveyriye ne bahtiyar k›zm›fl ki, bir günde, esirken Peygamber'in zevcesi oldu ve hem de kavminin esâretten kurtulmas›na sebep oldu. Cüveyriye hakk›nda Hazret-i Âifle flöyle derdi: – Kavmi için onun kadar hay›rl› olmufl bir kad›n yoktur. Cüveyriye meselesinde tenkit edecek yer arayanlar, onun yüzünden 600 esirin serbest b›rak›ld›¤›n› düflünerek bu hareketi alk›fllamal›d›rlar. ‹FK HÂD‹SES‹ Benî Mustal›k harbinden dönüflte ortaya ç›kan bir iftira hadisesi vard›r ki, bu do¤rudan do¤ruya Hazret-i Âifle'nin flerefli flahs›na tevcîh edilmifl çirkin bir yaland›r. Bu harpten dönerken Hazret-i Âifle emaneten tak›nd›¤› bir gerdanl›¤› yolda düflürdü¤ünden onu ararken kervandan geri kalm›fl, münaf›klar bunu büyük bir f›rsat bilerek ona aç›k iftirada bulunmufllard›. Bidâyette pek ehemmiyetsiz bir mesele gibi ortaya ç›kan bu hadise, sonra301 dan münaf›klar›n dile dolamasiyle dal budak salm›fl, Hazret-i Âifle'yi dile düflürmüfltür. Hadis ve Siyer kitaplar› bu bühtan ve iftiray› red için uzun uzad›ya deliller getirirler. Kur'an-› Kerim, bunu aç›k bir bühtan olarak vas›fland›rmaktad›r. Hadisenin rivayet tarz›, onun iftira oldu¤unu aç›kca göstermektedir. Meselenin kötü bir yoruma asla tahammülü yoktur. Biz burada bu kadarc›k bir iflaretle yetinece¤iz. As›l meseleyi Hazret-i Peygamber'in zevcelerinden bahsederken etrafiyle ele alaca¤›z. ––––––––oOo–––––––– 302 ON ALTINCI BÖLÜM HENDEK VEYA AHZAB MUHÂREBES‹ (Hicret'in Beflinci y›l›. Zilka'de, 626 M.) Benî Nadir Medîne'den uzaklaflt›r›larak flehrin iç emniyeti sa¤lanm›flt›. Hariçte bafl kald›rmak isteyenlere yap›lan anî hücumlarla Arap kabîleleri de k›smen sindirilmiflti. Kureyfl ise iki denemeden sonra bir netice elde edemiyece¤ini anlam›fl, Ebû Süfyan Uhud harbinin sonunda: "Sizinle gelecek sene Bedir'de tekrar görüflürüz." dedi¤i halde bu görüflmeye cesaret edememiflti. Ebû Süfyan ordusuyle Hicret'in dördüncü y›l›nda Bedir'e yolland›¤› halde Mekke'den iki konak ayr›ld›ktan sonra geri dönmüfltü. Müslümanlar Bedir'de onlar› sekiz gün beklemifllerse de gelen giden olmam›flt›. Tarihçiler buna Son Bedir Gazvesi derler. Böylece müslümanlar düflmanlar›n› sindirmifller demek oluyordu. Genifl genifl nefes alarak yap›c› bir devrin aç›lmas›na s›ra gelmiflti. Medenî ve içtimai hayat› tanzim etmek, iktisadî kalk›nmaya bir düzen vermek, baflta geliyordu. Sükûn ve huzûr içinde tatl› ve güzel bir hayat geçirmeyi kim istemez. Harpsiz darpsiz rahat rahat yaflamay› kim sevmez. Bu aziz ömrü iyi ve faydal› fleyler u¤runda harcayarak medeniyet binas›n›n biran evvel kurulup tamamlanmas›n› kim arzu etmez. Fakat düflman insan› hiç rahat b›rak›r m›? Su uyur, düflman uyumaz, demifller! Araplar, intikam cibilliyeti üzere yarad›lm›fllard›r. Kan davas› gütmek, düflman›ndan öc almak için pusu kurmak, gadir ve hiyanet etmek onlar›n yarad›l›fllar›, yaflay›fllar› icab›d›r. Yukar›da geçen Raci ve Bi'r-i Maûne facialar› bunun aç›k delilidir. Hazret-i Peygamber araplar›n bu huyunu çok iyi bildi¤inden daima uyan›k davran›r, her ihtimale karfl› müdafaa harbine haz›rl›kl› bulunurdu. 303 Benî Nadir yahûdilerinin Medîne'den uzaklaflt›r›lmalar› ve onlar›n bir k›sm›n›n Hayber'de yerleflmelerine müsaade verilmesi, onlar›n tahrikçi hareketlerde bulunmas›na yol açt›. Hazret-i Muhammed'in Mekke'den Medîne'ye muhacir olarak geldikten sonra befl sene zarf›nda kazand›¤› nüfûz ve kuvvet, elde etti¤i zafer ve satvet, yahûdîleri cidden ürkütüyor, arap kabilelerini de hakikaten k›skand›r›yordu. Onun için yahûdîlerle müflriklerin islâmiyet aleyhinde birleflmeleri pek de uzak de¤ildi. YAHÛDÎLER PUTPERESTL‹⁄‹ TEVHÎDE TERC‹H ED‹YORLAR Benî Nadir yahûdîlerinin reislerinden olan Huyey b. Ahtab, Sellâm b. Ebi'l-Hukayk ve Kinâne, di¤er baz› kimselerle Mekke'ye giderek Kureyfl ululariyle temaslarda bulunmufllar, onlara: – Bizimle birleflirseniz müslümanlar› birlikte mahvederiz demifllerdi. Kureyfl bu teklifi kabule haz›rd›. Ancak Kureyfl, Hazret-i Muhammed'in günden güne yükseldi¤ini, her tuttu¤u iflte muvaffak oldu¤unu, Allah'›n yard›m›n›n daima onunla beraber bulundu¤unu gördüklerinden onun hakk›nda tereddüt etme¤e bafllam›fllard›. Müslüman olanlar günden güne ço¤al›yordu. Yahûdîler Ehl-i kitapt›lar. Eskidenberi Tevhid dini üzere idiler. Hristiyanl›k akl›n almad›¤› teslis akidesine davet etti¤i için Araplar aras›nda muvaffak olamam›flt›. fiimdi Hazret-i Muhammed tevhide davet ediyordu. Tevhid hakk›nda yahûdîlerin bilgileri vard›. Eskidenberi Ehl-i kitap olarak gelmifllerdi. Peygamber hakk›nda ma'lûmat sahibi idiler. Onun için Kureyfl, Hazret-i Muhammed'in dîni ve davas› hakk›nda yahûdîlere sorup tetkikatta bulunmak istediler ve sordular: "Siz ehl-i kitaps›n›z. Bu hususta bilginiz var, bizim dinimiz mi hay›rl›, yoksa Muhammed'in dini mi?" Kureyfl bu suali oyalamak için sormufl de¤ildi. E¤er yahûdîler insaf edip de do¤ruyu söyleselerdi, Tevhîd dininin putperestlikten her vakit hay›rl› oldu¤unu bildirselerdi, Kureyfl'in islâmiyet'e karfl› hatt-› hareketi de¤iflirdi. Kureyfl ile müslümanlar aras›nda baflka ihtilafl› birfley yoktu. Fakat yahûdîler, Tevhîd tarihlerine en büyük lekeyi sürdüler, yalan söylediler, büyük bir cinayet iflleyerek putperestli¤i, pek samimi ve en kamil bir tevhîd dini olan islâmiyete tercih ederek Kureyfl'e: "Sizin dininiz onlar›n dininden daha hay›rl›d›r, siz hak üzeresiniz." dediler. Ve bile bile hakîkat› saklad›lar. Kur'an-› Kerim bu hadiseye iflaret ederek flöyle demektedir. 304 ...أﻟﻢ ﺗﺮ اﻟﻰ اﻟﺬﻳﻦ أوﺗﻮا ﻧﺼﻴﺒًﺎ ﻣﻦ اﻟﻜﺘﺎب ﻳﺆﻣﻨﻮن ﺑﺎﳉﺒﺖ واﻟﻄﺎﻏﻮت "Görmüyor musun, kendilerine Kitapdan bir nasip verilenler s›k›lmadan cibt ve tâ¤ûte (putlara ve fleytanlara) inan›yorlar da kafir olanlara: Sizler Allah'a iman edenlerden daha fazla do¤ru yoldas›n›z, diyorlar. Bunlar Allah'›n lanetledi¤i kimselerdir. Allah'›n lanetledi¤i kimseler, hiç bir yard›mc› bulamazlar." (1) Yahûdîlerin Kureyfl putperestli¤ini islâmiyet'e, as›l öz Tevhîd dinine tercih etmeleri hakk›nda ça¤›m›z›n yahûdî muharrirlerinden Doktor ‹srail Velfenson "yahûdîlerin Arabistandaki tarihi" adl› eserinde flöyle demektedir: "Bu yahûdîler, bu kadar çirkin bir hataya düflmekten korunmal› ve Kureyfl ulular› karfl›s›nda putlara tapman›n Allah'›n birli¤ine imandan daha iyi oldu¤unu söylememeli idiler. ‹stekleri reddolunsa bile bunu yapmamal› idiler. Çünkü ‹srail o¤ullar›, peygamberleri nam›na as›rlardan beri tevhid bayra¤›n› tafl›makta idiler. Ve Allah'›n birli¤ine inanmalar› yüzünden tarihin muhtelif devirlerinde türlü türlü tazyiklere ve katliamlara u¤ram›fllard›. Onun için yahûdîlere düflen vazife, putperestli¤in ma¤lub edilmesi u¤runda hayatlar›n› da feda etmekten çekinmemekti. Halbuki yahûdîler, putperestlere iltica etmekle kendilerine karfl› harp ilan ediyorlar, Tevrat'›n hükümlerine karfl› geliyorlard›. Çünkü Tevrat onlara, putperestlere karfl› gelmeyi ve düflman olmay› tavsiye etmekte idi." DÜfiMAN ORDUSU Yahûdîler, Kureyfl'i k›flk›rtarak onlarla ittifak yapt›ktan sonra kabileler aras›na ç›kt›lar. Hayber'in yar› varidat›n› va'd ederek Gatafan araplariyle de birlefltiler. Kabile kabile dolaflarak onlara hep ayn› teraneyi tekrarlad›lar. Putperestli¤in, Tevhid dini olan ‹slâmiyetten hay›rl› oldu¤unu her tarafa yayarak araplar› müslümanlar›n aleyhine ayakland›rd›lar. Fezâre, Süleym, Sa'd ve Esed o¤ullar› kabileleri ve di¤er kabilelerden müteflekkil koca bir ordu meydana geldi. Kureyfl, Ebû Süfyan'›n kumandas›na 4000 asker, 300 süvârî, 1500 develi verdi. Sanca¤› Osman b. Talha tafl›yacakt›. Fezâre o¤ullar› birçok piyade ve bin develi ile gelmiflti. Eflca' ile Mürre, dört yüzer muharib toplam›flt›. Bi'r-i Maûne hâdisesine sebep olan Süleym 700 muharib ile ç›km›flt›. Sa'd ve Esed o¤ullar› da bunlara kat›lm›flt›. Böylece toplanan kuvvet, ekseri tarihlere göre, onbini aflm›flt›. Hatta Fethü'l-Bârî biraz mübala¤al› buldu¤umuz bir beyanla bunun yirmi iki bin oldu¤unu söyler. fiimdiye ka(1) Nisâ Sûresi, âyet: 51-52 305 dar müslümanlara karfl› bu kadar muazzam bir ordu haz›rlanm›fl de¤ildi. Bu ordu Ebû Süfyan'›n bafl kumandanl›¤› alt›nda, Medîne'de islâmiyeti bo¤mak, yeryüzünden Tevhîd dinini kald›rmak üzere Medîne'ye do¤ru yürüyüfle geçti. MEDÎNE'L‹LER VAZ‹YET‹ GÖZDEN GEÇ‹R‹YORLAR Hicret'in beflinci y›l› Zilka'de ay›nda idi. Hazret-i Peygamber bu muazzam ordunun Medîne'ye do¤ru hareketini haber ald›. ‹fl çok mühimdi. Bu defa yahûdîler müflriklerle elele vermifller, neleri varsa meydana dökmüfller, islâmiyeti yuvas›nda bo¤ma¤a geliyorlard›. Bedir ve Uhud harbindeki düflman say›s›na çok üstün olan bu muazzam ordu, Medîne için büyük bir tehlike idi. Müslümanlar bu vaziyet karfl›s›nda cidden endifle ettiler ki hakl› idiler. Hazret-i Peygamber, meflveret esas›na riayet etti¤inden, derhal Ashab'›n ileri gelenlerini, fikir sahiplerini, re'yinden faydalan›labilecek kimseleri toplad›. Bir k›sm›, Uhud harbinde düflündükleri gibi Medîne içinden müdafaa etme¤i ileri sürdüler, vak›a o zaman Medîne d›fl›na ç›kal›m diyenler galebe çalm›flt›. Fakat netice müslümanlar›n aleyhine olmufltu. Hem flimdi düflman kuvvetleri kat kat üstündü. Bu vaziyet karfl›s›nda Medîne d›fl›na ç›k›p düflman› karfl›lama¤a imkân yoktu. Medîne içerden müdafaa edilecekti. Fakat yaln›z bu kafî gelecek mi idi? Baflka ne gibi bir tedbir al›nabilirdi? Selman-› Fârisî'nin teklifi: Bu toplant›da re'yinden istifade edilebilecek herkes söz sahibi idi. Aralar›nda kölelikten azad edilmifl birisi vard›. Bu adam as›l ‹ranl› idi. Mecûsî idi. Onun bofl birfley oldu¤unu anlayarak hristiyan olmufltu. O, yüce hakîkat› ar›yordu. Memleketini b›rakarak fiam'a gelmiflti. Orada okudu, ilim tahsil etti. Fakat arad›¤›n› hâlâ bulamam›fl, iç âlemini kand›racak hakîkata kavuflamam›flt›. Orada iken Arabistan'da son Peygamberin zuhurunu iflitmifl, baz› arkadafllariyle oraya yollanm›flt›. Yol arkadafllar› ona gadir ve hiyanet ettiler. Onu köle diye bir yahûdîye satt›lar. Bu köle bir s›ras›n› bulup Peygamber'in huzuruna geldi ve ‹slâm oldu¤unu söyledi. Art›k arad›¤›n› bulmufltu. Bu zat Selman-› Farisî'dir. Yahûdîden sat›n al›narak azad edilmiflti. Hem hürriyetine kavufltu, hem arad›¤› hakîkati buldu. ‹flte bu azadl›, flimdi ‹slâm'›n mukadderat›n› tayin edecek mahiyette çok mühim olan bir mesele hakk›nda ortaya bir fikir sürdü, bir teklifte bulundu, herkes onu dikkatle dinliyordu. Teklif flu idi: "Müdafaa harplerinde en emin vas›ta, flehrin etraf›na çepçevre hendek 306 kaz›p düflman›n geçmesine engel olmakt›r. Bu suretle kuvvetler harp meydan›na da¤›t›lmadan bir yere toplan›r, içeriden müdafaa kolaylafl›r." Arabistan'da bu tarz bir müdafaa görülmüfl fley de¤ildi. Fakat Selman ‹ran'da bunun tatbik edildi¤ini, çok iyi neticeler verdi¤ini izah edince bu teklif çok makul görüldü ve ittifakla kabul edildi. Hendek kazmak için laz›m olan çapa, külünk, kazma, kürek gibi âlât ve edevât topland›. Bunlar›n bir k›sm› o zaman müslümanlarla müttefik olan Benî Kurayza yahûdîlerinden tedarik olundu. Medîne'nin üç taraf› evler ve vâhalarla çevrili idi. Birbirine bitiflik olan evler bir kale gibi üç taraf› çeviriyordu. As›l Suriye'ye bakan flimal cephesi tehlikeye ma'ruz bulunuyordu. Peygamberimiz hende¤in hududunu tayin ederek kaz›lacak yeri adam bafl›na birer arfl›n olmak üzere onar kifliye tevzi etti. Baflta Hazret-i Peygamber olmak üzere, herkes canla baflla çal›flt›lar. Mevsim k›flt›. Muhacirler ve Ensar durmadan topra¤› kaz›p çal›fl›yorlard›. ‹fle nefle ile sar›lm›fllard›. fiark›lar söyliyerek iflliyorlard›. "Bizler, ömrümüz oldukça Muhammed'le birlikte mücahedeye devam etmek üzere ona biat etmiflizdir." (2) diyorlard›. Hazret-i Peyamber de nefle ile çal›flan, iman aflk›yle coflan bu candan arkadafllariyle birlikte topra¤› kaz›yor ve onlarla bir a¤›zdan flu beyitleri söylüyordu. "Allah'›n lûtfu ve hidayeti olmasayd› biz ne hidayete erer, ne sadakalar verir, ne de ibadet ederdik. Yâ Rab! Bizi huzur ve sükûna kavufltur, düflmanla karfl›lafl›r isek bize sebat ve metanet ver. Bize tecavüz edenler fitne ç›kararak fesad peflinde kofluyorlar. Biz ise onlara mukaavemet ediyoruz."(3) Sürekli bir çal›flma neticesi alt› gün zarf›nda hendek kaz›l›p tamamland›. Bu sahadaki evlerin hendekten tarafa olan duvarlar› tamir ve tahkim edildi. Hende¤in d›fl›nda kalan evlerin cümlesi tahliye olundu. Onlardaki kad›nlar ve çocuklar tahkim edilen evlere getirildi. Hendek boyundaki evlerin flehre bakan cihetlerine tafllar y›¤›ld›. ‹cab›nda bunlarla düflmana hücum ve mukaabele olunacakt›. (2) (3) ﻋﻠﻰ اﳉﻬﺎد ﻣﺎ ﺑﻘﻴﻨﺎ اﺑﺪًا وﻻ ﺗﺼﺪﻗﻨﺎ وﻻ ﺻﻠﻴﻨﺎ ﻧﺤﻦ اﻟﺬﻳﻦ ﺑﺎﻳﻌﻮا ﻣﺤﻤﺪًا واﻟﻠّﻪ ﻟﻮ ﻻ اﻟﻠّﻪ ﻣﺎ اﻫﺘﺪﻳﻨﺎ وﺛﺒﺖ اﻻﻗﺪام ان ﻻ ﻗﻴﻨﺎ اذا ارادوا ﻓﺘﻨﺔ اﺑﻴﻨﺎ ﻓﺎﻧﺰﻟﻦ ﺳﻜﻴﻨﺔ ﻋﻠﻴﻨﺎ ان اﻻوﻟﻰ ﺑﻐﻮا ﻋﻠﻴﻨﺎ 307 Hendek kaz›l›rken büyük bir kaya ç›km›flt›. Çok u¤rafl›ld›¤› halde kayay› kimse parçalayam›yordu. Hazret-i Peygamber tafla bir vurdu, büyük bir parça koptu: Allahü Ekber, fiam'›n k›rm›z› köflklerini görüyorum, dedi. Bir kere daha ayn› fliddetle vurdu. Kisran›n beyaz köflklerini San'a'n›n kap›lar›n› görüyorum dedi. Hakikaten tafl paramparça olmufltu. Sonra muhasara uzay›nca münaf›klar: "Muhammed bize Kayser ve Kisra'n›n hazinelerini va'd ediyor, biz ise bugün hendek içinde mahbus olup bir ad›m yere gidemiyoruz!" diye söylenme¤e bafllam›fllard›. Bu adamlar ne k›sa görüfllü idi. Hemen s›zlanma¤a bafllam›fllard›. Bu sözler kuru bir edebiyat de¤ildi. Hazret-i Peygamber en s›k›nt›l› bir zamanda iman aflkiyle tafla vurunca, çeli¤in tafltan ç›kard›¤› k›v›lc›mlar›n ›fl›¤›nda Safa'n›n kuyular›n›, Kayser ve Kisran›n saraylar›n› görmüfltü. Ve bu görüfl ayniyle vaki oldu. Baz›lar›n›n bu gibi sözleri maddi zaviyeden izaha kalk›flmalar›na hayret ederiz. Kureyfl ordusu muazzam bir sel halinde geliyordu. Medîne önüne geldi¤inde hiç akl›na bile gelmiyen hendek ile, bu yepyeni müdafaa tarziyle karfl›lafl›nca flafl›r›p kald›. Onlar flimdiye kadar böyle birfley görmüfl de¤illerdi. Bu müdafaa tarz› onlar›n meçhulü idi. Bunu geçme¤e cesaret edemediler. Ve hende¤in d›fl taraf›nda karargahlar›n› kurdular, Hazret-i Muhammed on binden fazla olan bu ordunun karfl›s›nda üç bin mücahitle flehri müdafaaya bafllad›. Düflman hende¤i geçemedi¤i için karfl›dan tafl ve ok atmakla iktifa ediyordu. Tabiidir ki, bu yolda hiçbir netice al›namazd›. MUHÂSARA UZAYINCA Muhâsara uzay›p gidiyordu. Hende¤in iç taraf›nda olanlar flüphesiz ki çok s›k›nt›l› günler yafl›yordu. Fakat iman ve akide kuvveti sayesinde onlar herfleye güle güle katlan›yorlard›. Lakin hende¤in d›fl›nda olanlar için böyle bir kuvvet menba› yoktu. Onun için Kureyfl uzay›p giden bu muhasaradan b›kma¤a bafllam›flt›. Çünkü Araplar böyle uzun boylu harplere al›fl›k de¤ildi. Onlar ani hücum ve bask›n yaparlar, ne çapul edebilirlerse al›p kaçarlard›. Di¤er taraftan havalar da k›fl gidiyordu. Yak›c› bir so¤uk etraf› kas›p kavuruyordu. Mevsim ya¤murlar› bafllamak üzere idi. Kureyfl ve Gatafan Araplar› Medîne kenar›na kurduklar› çad›rlarda so¤uktan, ya¤murdan zor bar›n›rlard›. Hem onlar böyle uzun boylu bir sefer için ç›km›fl de¤ildiler. Onlar Medîne'yi bir vurup döneceklerdi. Onlar böyle çetin bir müdafaa ile karfl›laflacaklar›n› hiç hesaba katmam›fllard›. Halbuki muhasara uzad›kça uzad›. Onlar dü¤üne, bayrama gider gibi yola ç›km›fllard›. Uhud'da oldu¤u gibi kolayca bir zafer kazanacaklar›n› ümid etmifllerdi. Fakat evdeki hesap 308 çarfl›daki pazara uymad›. Bilhassa Gatafan araplar› s›zlanma¤a bafllad›lar. Çünkü onlar bu harbe herhangi bir mefkûre ile kat›lm›fl de¤ildiler. Yahûdîler onlara Hayber bahçelerinin meyvelerini va'd etmifllerdi. Fakat bu va'd edilen fley, bu so¤ukta bekleme¤e pek de¤mezdi. Zafer ümidi, uzak görünüyordu. Onun için Gatafan'l› askerler aras›nda bir gevfleklik bafllad›. Bundan en ziyade telafla düflen bu koca orduyu toplayan Huyey b. Ahtab olmufltu. Bu defal›k, türlü f›r›ldaklarla, yalanla, dolanla Kureyfl'i ve bütün kabileleri ayakland›r›p Medîne'ye dökmüfltü. Bu f›rsat› elden kaç›r›r, haz›r toplanm›fl kuvvetleri da¤›t›rsa ikinci bir defa onu kim dinlerdi. Onun için bütün hile ve meharetini kullanarak askerlerini da¤›tmamak yollar›n› arad›. Art›k son kozunu kullan›yordu. Kureyfl içine flu haberi sald›: – Ben, Benî Kurayza yahûdîlerini bizim tarafa çeviriyorum, onlar bize iltihak edecekler. Bu haber, b›kma¤a bafllayan Kureyfl'in maneviyyat›n› takviye etti. E¤er Benî Kurayza'y› kendi taraflar›na celbedebilirlerse, art›k zafere kat'î nazarla bak›labilirdi. Onlar için art›k Medîne'ye girme yolu aç›lm›fl demekti. BENÎ KURAYZA H‹YÂNET ED‹YOR Huyey, bu düflüncesini gerçeklefltirmek için hemen Benî Kurayza'ya kofltu. Benî Kurayza müslümanlarla müahedelerle ba¤l› idi. Reisleri olan (Kâ'b ‹bn-i Esed) Huyey b. Ahtab'›n geldi¤ini görünce, onun hay›r için gelmedi¤ini bildi¤inden kale kap›lar›n› kapatt›. Onu içeri almad›. Çünkü Kurayza andlaflmalara hiyanet ederek müslümanlardan ayr›l›rsa, müslümanlar galip geldikleri takdirde bafllar›na gelecekleri pekala biliyordu. Kureyfl ordusu hezimete u¤rayarak çekilip gittikten sonra onlar›n hali nice olurdu. Kâ'b, bu düflüncelerle Huyey ‹bn-i Ahtab'la görüflmek istemedi. Fakat Huyey ›srar etti. Kâ'b onu ters yüz etmek fikrinde iken ›srar›na dayanamad›, içeri al›p konuflma¤a bafllad›. Huyey: – Deniz gibi bir ordu ile geldim. Kureyfl ve Gatafan birleflti. ‹slâmlar› yeryüzünden mahvetme¤e karar vermifl bulunuyorlar. Bu f›rsat› kaç›rma! dedi. Kâ'b bidayette tereddüt etti: – Muhammed daima sözüne sad›kt›, aram›zdaki ahdi bozmak reva de¤ildir, dedi. Fakat Huyey Kureyfl'in kuvvetli bulundu¤unu söyleyerek zaferin kat'i oldu¤unu söyledi. Nihayet Kâ'b ahdini bozarak Kureyfl'in taraf›na geçti, yahûdîlik gayreti galebe çald›. Hazret-i Peygamber yahûdîlerin bu tertîbat›n› ve entrikalar›n› an309 lad›ktan sonra baflta Evs'den Sa'd b. Muaz, Hazreç'ten Sa'd b. Ubâde oldu¤u halde birkaç kifliyi tahkîkat için gönderdi, duyduklar› sahih imifl. Kurayza Kureyfl taraf›na geçmiflti. Müslümanlar onlara aralar›ndaki ahidleri hat›rlatt›lar, sözlerinden dönmenin fena oldu¤unu söyledilerse de kâr etmedi. Bu yanl›fl yolda giderlerse sonra Benî Nadir'in akibetine u¤rayacaklar›n› ihtar ettiler, yine fayda vermedi. Hatta ‹slâm Peygamberine dil uzatt›lar. "Resûlullah da kim oluyormufl, biz ne Muhammed'i tan›r›z, ne de ahidnamesine ehemmiyet veririz," dediler. ‹ki taraf birbirine gire yazd›. Giden heyet Kurayza'n›n ahdini bozarak Kureyfl taraf›na geçti¤inin do¤ru oldu¤unu anlad›. Zaten Huyey ‹bn-i Ahtab, Kureyza ile görüfltükten sonra karfl› taraf bu haberi her tarafa yaym›flt›. Kurayza harp haz›rl›¤›n› tamamlamak için biraz müddet istemiflti. Haz›rl›k bitince Ahtaba kat›larak Medîne'yi her taraftan, afla¤›dan, yukar›dan sard›lar. Kur'an-› Kerim bu hadiseyi flöyle anlat›r: اذا ﺟﺂؤﻛﻢ ﻣﻦ ﻓﻮﻗﻜﻢ وﻣﻦ اﺳﻔﻞ ﻣﻨﻜﻢ واذ زاﻏﺖ اﻻﺑﺼﺎر وﺑﻠﻐﺖ اﻟﻘﻠﻮب اﳊﻨﺎﺟﺮ "O vakit düflmanlar üst taraf›n›zdan ve alt taraf›n›zdan gelerek hücûm etmifllerdi. O hengamede gözler dönüp kalm›fl, yürekler g›rtlaklara dayanm›flt›. Türlü türlü zanlara kap›lm›flt›n›z. ‹flte o zaman mü'minler denenmifl ve fliddetli bir sars›nt›ya u¤ram›flt›." (4) Bu mütecaviz ordu, ortal›¤› gürültüye bo¤uyor, toza dumana kat›yordu. Benî Kurayza'n›n düflman taraf›na geçmesi Medîne'ye hücûm için büyük bir gedik açm›flt›. Medîne'liler, derin bir endifle içindeydiler ve bunda haklar› da vard›. Açl›k, so¤uk, daha nice fledaid, mü'minler bunlara ancak iman kuvvetiyle mukaavemet edebiliyorlard›. Fakat ‹slâm ordusunda münaf›klar da vard›. Bunlar mukaddes bir mefkûrenin atefliyle yan›p iman meflalesinden nur ve kuvvet alamad›klar› için türlü türlü söylentilere yol aç›yorlard›. Bunlar zevceleriyle çocuklar›n›n da tecavüze hedef olduklar›n› ileri sürerek harp sahnesinden çekilmek istiyorlard›. Kur'an-› Kerim bunlardan flöyle bahseder: ....اذ ﻳﻘﻮل اﳌﻨﺎﻓﻘﻮن "Münaf›klardan bir gurup ve kalpleri hastal›kl› olanlar: Allah ve Resûlü bize aldatmaktan baflka birfley va'detmemifller, diyorlar. Onlardan bir tak›m› da: Ey Medîne ahalisi, art›k sizin için duracak yer yok, hemen (4) Ahzâb sûresi, âyet: 10-11 310 dönün! diyorlard›. Yine onlardan bir taife Peygamber'den izin istiyor ve: "Evlerimiz aç›kt›r, diyorlard›. Halbuki evleri aç›k de¤ildi, yaln›z harpten kaçmak istiyorlard›." (5) Fakat mücahitlerin mefkûreye sadakat›, emelindeki ihlas bu müthifl imtihanda muvaffakkiyet amili oldu. Kur'an-› Kerim bu mü'minleri flöyle tasvir ediyor: وﳌﺎ رأ اﳌﺆﻣﻨﻮن اﻻﺣﺰاب ﻗﺎﻟﻮا ﻫﺬا ﻣﺎ وﻋﺪﻧﺎ اﻟﻠّﻪ ورﺳﻮﻟﻪ وﺻﺪق اﻟﻠّﻪ ورﺳﻮﻟﻪ وﻣﺎ زادﻫﻢ اﻻ اﳝﺎﻧﺎ وﺗﺴﻠﻴﻤًﺎ "Mü'minler müttefik askerlerini görünce: ‹flte Allah'›n ve Resûlünün va'detti¤i bu idi, Allah da, Peygamberi de va'dlerinde sad›kt›rlar, dediler. Bu hal onlar›n imanlariyle teslimiyetlerini art›rmaktan baflka birfley yapmad›." (6) Muhasara sürüp gidiyordu. Benî Kurayza'n›n düflman taraf›na iltihak›ndan sonra Medîne içinde hayat flartlar› çok güçleflmiflti. Hazret-i Peygamber Gatafan'›n bu uzun muhasaray› beklemekten b›km›fl olduklar›n› tahmin ediyordu. fiehir dahilindeki s›k›nt›lar› da görüyordu. Onun için Gatafan'a tek tarafl› bir sulh teklifini düflünüyordu. Yahûdî reisleri onlar› Hayber mahsülünden bir k›sm›n› va'd ederek buralara kadar harbe sürüklemifllerdi. fiimdi onlara Medîne"nin mahsûlünden üçte biri va'd olunursa, pekala onlar harp sahnesinden ç›kar›labilirdi. Onlar ayr›l›p gidince di¤erlerinin de da¤›lmas› kuvvetle muhtemeldi. Hazret-i Peygamber bu düflüncesini Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade'ye açt›. Onlar da flu cevab› verdiler: "E¤er bu bir vahy-i ‹lahî ise ona karfl› hiçbir sözümüz yoktur. Yok, e¤er flahsî bir mütalaa ise, flunu arzetmek isteriz ki, cahiliyet zaman›nda bile biz böyle cizyeler, vergiler vermedik. Müslümanl›k bizi yeni bir hayata kavuflturmufl iken biz böyle vergi verme¤i kabul etmeyiz." Hazret-i Peygamber bu yi¤itçe sözlerden mahzûz olmufl: "O halde düflmanlar ellerinden ne gelirse yaps›nlar." demiflti. Araplar böyle muhasara ifllerine al›fl›k de¤ildi. Onlar›n muharebeleri hemen çarp›fl›p vuruflmak, galip ma¤lûb, her ne olursa olsun cenge bir neti- (5) Ahzâb sûresi, âyet: 12-13 (6) Ahzâb sûresi, âyet: 22 311 ce verip savuflmak oldu¤unu söylemifltik. Halbuki müttefikler yirmi gündür hende¤in etraf›nda dönüp dolafl›yorlar, bir türlü cesaret edip içeri giremiyorlard›. Benî Kurayza kendi taraflar›na geçmekle ümitleri kuvvetlenmiflti. Fakat halâ umduklar›na nail olamam›fllard›. Mevsim so¤uk oldu¤undan kendileri üflüyüp titremekte, hayvanlar› da yiyecek alef bulamay›p telef olmakta idi. Müttefikler art›k b›km›flt›. Ebû Süfyan, Halid b. Velid, Amr b. Âs, D›rar b. Hattab (Ömer'in kardefli) gibi Kureyfl reisleri nöbetle bütün orduya birer gün kumanda ediyordu. Fakat hende¤i geçen olmam›flt›. Karfl›dan ok ve tafl at›yorlard›. Müflrikler, kumandan›n muhtelif ellere geçmesi iyi bir netice vermedi¤i için bütün reislerin kumandas› alt›nda umumî bir taarruza karar verdiler. HENDE⁄‹ GEÇMEK ‹Ç‹N TAARRUZ Emsalsiz bir cengâver olan Amr b. Ebû Cehl'in o¤lu ‹krime, Hazret-i Ömer'in kardefli D›râr ve di¤er birkaç cesur yi¤it, atlar›n› mahmuzlayarak hende¤in bir dar mahall›nden içeri tarafa geçtiler. Ebû Süfyan ile Halid b. Velid de onlar›n arkas›ndan hendek kenar›na kadar geldilerse de bir türlü geçemeyip öte tarafta seyirci gibi durdular. Bunlar›n içinde en yi¤iti Amr b. Abdived idi. Araplar onu bir orduya bedel sayarlard›. Onunla dö¤üflmek, arslanla pençeleflmek demekti. Bedirde yaralanm›fl oldu¤undan intikam almad›kça saçlar›na koku sürmeme¤e and içmiflti. Amr kendisiyle mübareze edecek bir adam istedi. Hazret-i Ali ona karfl› ç›kmak için haz›rlanm›fl ise de Hazret-i Peygamber al›koymak istemifl: "Sen otur yâ Ali, gelen Amr'd›r." demiflti. Amr tekrar: ‹çinizde er meydan›na ç›kacak kimse yok mu? deyince, Hazret-i Ali bir flahin gibi ortaya at›lm›flt›. Amr karfl›s›nda genç birini görünce ona sordu: – Sen kimsin? Ali de ismini söyledi. Amr: – Senin amcalar›n içinde meydana ç›kacak yafll› biri yok mu? Senin a¤z›n henüz süt kokuyor, ben senin can›na k›ymak istemem. Ali: – Benim taraf›mdan böyle birfley varid de¤il, yeter ki, sen de ben gibi piyade ol. Amr at›ndan yere indi ve: – K›l›c›m› senin k›l›c›nla deneyece¤im, dedi ve mübareze bafllad›. Amr o kadar fliddetle hücûm etmiflti ki, bir darbede Ali'nin kalkan›n› parçalam›fl, aln›ndan yaralam›fl, Ali de hemen mukaabil bir hamle ile Amr'› yere ser312 miflti. Di¤erleri de ma¤lub olarak geldikleri yere, hende¤in öte taraf›na çekilmek zorunda kalm›fllard›. Ebû Cehl'in o¤lu ‹krime can korkusuyla kaç›p giderken m›zra¤›n› düflürmüfl oldu¤undan Peygamber'in fiairi Hassan b. Sabit onu ay›playarak bir fliir söylemifltir. Düflman karfl›dan tafl ve ok ya¤d›rmakta devam etmifl, müslümanlara göz açt›rmam›flt›r. Ertesi gün de hücûm ayn› fliddetle devam etmiflse de bir netice al›namam›flt›. Müslümanlar Hende¤in zay›f yerlerini muhafaza ediyorlar, yap›lan hücûmlar› püskürtüyorlard›. Fakat d›flar› ç›k›p ta hücûm etmek imkân› yoktu. Harp biraz da hud'ad›r. Bu düflman çenberini biran evvel k›rmak için Kurayza ile müttefikleri birbirinden ay›rmak kafi idi. Zaten iki taraf da harbten b›km›fl zaferden ümidi kesmiflti. Gatafan rüesas›ndan Nuaym b. Mes'ûd› Sakafî, gerek Kureyfl ve gerekse yahûdîler aras›nda say›l›r ve sevilir bir zatt›. Nuaym henüz müslüman olmufltu. Ve müslümanl›¤›n› ilan etmemiflti. Hazret-i Peygamber'in huzuruna gelerek: – fiu anda size büyük bir hizmet edebilirim, dedi ve ifle bafllad›. MÜTTEF‹KLER‹N B‹RB‹R‹NDEN ‹T‹MADI KALKINCA Evvela Benî Kurayza'ya gitti: – Kureyfl ve Gatafan harpten b›kt›lar. Burada daha uzun kalamazlar. Yar›n çekilip giderlerse siz burada müslümanlarla tek bafl›n›za kalacaks›n›z. Ahdinizi bozup düflmanla beraber oldu¤unuz için acaba haliniz nice olur? Bana kal›rsa siz Kureyfl ve Gatafa'n›n eflraf›ndan birtak›m adamlar› rehin olarak almal›s›n›z ki, onlar da bu harbi bitirmeden savuflup gidemesinler. Nuaym'›n bu söyledikleri do¤ru idi. Nuaym oradan kalk›p Ebû Süfyan'›n yan›na gitti ve onlara da flunlar› söyledi: – Haberiniz var m›? Yahûdîler Muhammed'e olan ahdini bozduklar›na piflman olmufllar, onunla yine anlaflm›fllar, suçlar›n› affettirmek üzere Kureyfl ve Gatafan eflraf›ndan bir tak›m zevat› rehin süretiyle al›p da ona teslim etme¤i va'd etmifller. fiayet sizden rehin isterlerse sak›n vermeyin. Bu sözler yahûdîlere zaten pek güvenmeyen Araplar› flüpheye düflürme¤e kâfî gelmiflti. Çünkü yâhûdîler hakikaten a¤›r davran›yorlard›, Kureyfl derhal netice almak istedi¤i halde yahûdîlerin hiç acelesi yoktu. Çünkü onlar kendi evlerinde idiler. Bu hal Araplar› flüphelendirmekte idi. Ebû Süfyan, Benî Kurayza'n›n efkar›n› yoklamak üzere onlara flu haberi sald›: 313 – Biz buraya sizin rüesan›z›n teflvikiyle geldik. Siz flimdi a¤›r davran›yorsunuz. Buras› bize göre uzun uzad›ya oturulacak yer de¤il. Açl›ktan askerimiz flikayet ediyor. Hayvanlar›m›z telef oluyor. Bari yar›n hep birlikte fliddetli bir hücum edelim de, bu ifl bitsin!... Benî Kurayza elçilere flu cevab› verdi: – Yar›n Cumartesidir. Biz hiçbir ifle yap›flamay›z. Öbür gün cenk edebiliriz, o da flu flartla ki, bize eflraf›n›zdan birkaç kifliyi rehin vermelisiniz, ta'ki sizden emin olal›m. Bunun üzerine Kureyfl'in flüphesi kalmad›. Yahûdîlere flu cevab› verdiler: "Biz size ne rehin veririz, ne de imdat isteriz. Can›n›z isterse! Biz memleketimize çekilip gideriz, siz müslümanlar›n pençesine düflersiniz ve belan›z› bulursunuz." Karfl›l›kl› al›p verilen bu notalardan sonra, her iki taraf›n birbiri hakk›nda besledi¤i flüphe do¤ru ç›km›fl oluyordu. Ebû Süfyan yahûdîlerin durumunu anlad›ktan sonra Gatafan reisleriyle görüflme yapt›. Bu yeni vaziyet karfl›s›nda Gatafan'l›lar›n da eski tereddütleri büsbütün artm›flt›. Zaten onlara, müslümanlar taraf›ndan bir teklif de vard›. Medîne mahsûlünün üçte biri va'd olunuyordu, harp d›fl› ç›kmalar› flartiyle buna Ensar raz› olmad›¤›ndan yar›da kalm›fl bir teflebbüstü. Fakat birgün tamamlanabilirdi. Bu vaziyet içinde Ebû Süfyan ve di¤er Kureyfl elebafl›lar› derin derin düflünme¤e bafllad›lar. Ne yapacaklard›, ne yapabilirlerdi. MADDÎ VE MANEVÎ KUVVETLER B‹RLEfi‹NCE Kureyfl rüesas›n›n kafas›nda müdhifl bir f›rt›na kopmufltu. Yeni vaziyet onlar› cidden düflündürmekte idi. ‹flte kafalar›n›n içinde böyle bir buhran f›rt›nas›n›n koptu¤u gece, d›flar›da kopan daha müdhifl bir f›rt›na onlar›n korkusunu büsbütün art›rm›fl oldu. F›rt›na fliddetli bir kas›rga halini alm›fl, a¤açlar› kopar›yor, eflyay› kald›r›p yerden yere çal›yor, çad›rlar› söküyordu. Yemek kazanlar› bile ocaklar›nda alt üst olmufltu. Gök gürültüsü bu korkunç hale daha dehflet veriyor, gecenin zifir karanl›¤›n› flimflekler ara s›ra yar›p parçal›yor, her fley dehflet saç›yordu. Bardaktan dökülürcesine bir ya¤mur boflanm›flt›. ‹çlerine öyle bir korku sindi ki, her taraftan üzerlerine hücum var san›yorlard›. Her fley onlara sald›r›yor gibi idi. Tabiat kuvvetleri bile düflman› ma¤lub etmek için ifle koflulmufltu. Müflrikler, etraf›nda k›l›ç flak›rt›lar› iflitilir gibi oluyordu. Müslümanlar›n fliddetli mukaavemeti, muhasaran›n uzamas›, f›rt›nan›n fliddeti, levaz›m›n azl›¤›, yahûdîlerin ayr›lmas›, bütün bunlar düflman›n maneviyyat›n› altüst etmiflti. Allah ordusu onlar› ma¤lub ediyordu. Kur'an-› Kerim bunu flöyle anlatmaktad›r: 314 ﻳﺂ اﻳﻬﺎ اﻟﺬﻳﻦ آﻣﻨﻮا اذﻛﺮوا ﻧﻌﻤﺔ اﻟﻠّﻪ ﻋﻠﻴﻜﻢ اذ ﺟﺂءﺗﻜﻢ ﺟﻨﻮد ﻓﺎرﺳﻠﻨﺎ ﻋﻠﻴﻬﻢ رﻳﺤًﺎ ...وﺟﻨﻮدًا ﻟﻢ ﺗﺮوﻫﺎ "Ey iman edenler, Allah'›n o nimetini yad ediniz ki, hani size karfl› askerler geldi¤i zaman biz onlar›n üzerine rüzgâr ve sizin görmedi¤iniz askerler göndermifltik." (7) Bu hal karfl›s›nda zaten kuvve-i maneviyyesi bozulmufl olan düflman, art›k tutunamazd›. Bafl kumandan Ebû Süfyan yeis içinde flöyle dedi: – Buras› oturup duracak yer de¤il, hayvanlar›m›z telef oluyor, Benî Kurayza ile de aram›z bozuldu. Görüyorsunuz f›rt›na ne halde. Muhasaran›n devam›nda bir fayda yok, çekilip gidelim... O gece düflman karargah› bozulmufl, Kureyfl, Gatafan ard arda çekilip gitmifllerdi. Düflman ric'at etmekte o kadar isti'câl göstermiflti ki, Bafl Kumandan Ebû Süfyan, telaflla devesinin dizi ba¤l› oldu¤unu farketmeden ona binmiflti. BÜYÜK MÜJDE Sabahleyin Medîne'nin havas› yine eskisi gibi sakin ve tatl› idi. F›rt›na dinmifl, düflman gitmiflti. Müslümanlar bu felaketten kendilerini kurtaran Allah'a hamd ü sena ettiler. Hem bu hezimet ebedi bir gidiflti. Düflman, art›k müslümanlara karfl› dönemezdi; Bedir, Uhud ve Hendek, üç denemeden sonra ‹slâm nurunu söndüremiyece¤ini anlam›flt›. Hazret-i Peygamber Ashab'›na flunu müjdeliyordu: – "Art›k nöbet bize geldi. Bundan sonra Kureyfl, sizin üzerinize gelecek de¤ildir." Hakîkaten öyle oldu. Bir daha Kureyfl böyle ac› bir tecrübeye kalk›flmad›. Bu harpte Kureyfl'ten 4 kifli öldü. Müslümanlardan befl kifli flehit düfltü. BENÎ KURAYZA'NIN ÂKIBET‹, H‹YÂNET-‹ VATAN‹YYE CEZASI Düflman›n çekilip gitmesiyle Medîne ufkundan kara bulutlar silinmiflti. Fakat bütün Arabistan› müslümanlar aleyhine ayakland›r›p Medîne'ye kadar sürükleyen yahûdî reislerinden olan Huyey b. Ahtap düflman saflar›na (7) Ahzâb sûresi, âyet: 9 315 kat›lm›fl olan Beni Kurayza yan›nda idi. Bu adam yine eski caniyane hareketlerine devam edebilirdi. Bu sene havalar›n müsaidsizli¤i ve f›rt›na, düflman› ma¤lub etmiflti. Fakat k›fl olmayan bir mevsimde yahûdîler Medîne üzerine ayn› hücumu haz›rlayabilirdi. Müttefikler çekilip gitmiflti. Fakat onlar›n bir k›sm› olan yahûdîler Medîne'nin burnunun dibinde idi. Onlar› takib etmek yerinde olurdu. Bu harbin en büyük sorumlu adam› olan Huyey onlar›n aras›nda bar›n›yordu. Onu kendi bafl›na b›rakmak tehlikeye meydan vermek demekti. Sonra bizzat Benî Kurayza düflman taraf›na geçmifl, dar zamanda ahdini bozmufl, Medîne'ye hücum ederek müslümanlar› k›l›çtan geçirme¤e haz›rlanm›flt›. Bütün bunlar cezas›z b›rak›lamazd›. Onun için y›lan› yuvas›nda bast›r›p bafl›n› ezmek laz›md›. Hazret-i Peygamber: "Allah'a ve Resûlüne mutî olanlar, ikindi namaz›n› Benî Kurayza nahiyesinde k›ls›nlar," diye ilan etti. Hazret-i Ali'ye sanca¤› verip gönderdi. Müslümanlar da silahlar›n› ç›karmadan düflman› takibe yolland›lar. Hazret-i Peygamber Medîne'ye geldi¤inde yahûdîlerle andlaflmalar yap›lm›flt›. Onlar›n canlar›, mallar›, hürriyetleri emniyet alt›na al›nm›flt›. Fakat yahûdîler bu andlaflmalara riayet etmemifllerdi. Benî Nadir bu ahdi bozmufltu. Hazret-i Peygamber onlara andlaflman›n yenilenmesini teklif etti¤i halde Benî Kurayza andlaflmay› yenileyerek eski flartlar dairesinde yaflamakta idi. Fakat Hendek harbi esnas›nda onlar da, bu harbi körükleyen Huyey b. Ahtab'›n entrikalar›na kat›larak ahidlerini bozmufllar, düflman taraf›na geçmifller, en s›k›nt›l› bir zamanda müslümanlar› arkadan vurmak üzere silah çekmifllerdi. Müttefikleri bozulup çekilince onlar da hezimete u¤rayarak kalelerine çekilmifllerdi. Ahidlerini bozup düflman taraf›na geçmek yetmiyormufl gibi flimdi bir de bu harbin en büyük sorumlusu olan bir adam onlarla beraber bulunuyordu. Müslümanlar›n bu davay› halletmelerinden baflka çare kalmam›flt›. ‹flte onun için Hazret-i Peygamber derhal Benî Kurayza üzerine yürüyüfl emrini vermifltir. Benî Kurayza burada ikinci bir hata daha iflledi. E¤er müslümanlar› iyi karfl›lasalar ve teslim olsalar bu kusurlar› affolunabilirdi. Onlar ise düflmanca harekete karar verdiler, mukaavemete bafllad›lar. Müslümanlar› ve Peygamberlerini tahkir ettiler, kar›lar›na bile dil uzat›lar. Hazret-i Ali ordudan ilerleyip onlar›n kalelerine yaklaflt›¤› zaman, Kurayza'l›lar›n Peygambere sövdüklerini kulaklariyle duymufltu. Taberi'nin dedi¤i gibi: "Müstahkem yerlere yaklafl›ld›¤› zaman Benî Kurayza'dan, Peygamber hakk›nda pek çirkin sözler duyulmufltu." Bu vaziyet karfl›s›nda müslümanlar muhasaraya karar verdiler. Muhasa316 ra yirmi befl gün sürdü, yahûdîler bir türlü meydana ç›km›yordu. Nihayet muhasaradan b›k›nca muharebeye bafllad›lar. Benî Nadir gibi sürgüne gitme¤e raz› idiler. Benî Nadir'i, muahedeyle ba¤l› olduklar› Hazreç müdafaa etmiflti. Kurayza da Evs kabilesiyle muahede halinde idiler. Arabistanda bu gibi muahede ba¤lar›, kan rab›tas› kadar kuvvetli say›l›rd›. Onun için Evs'den ricada bulundular. Hazret-i Peygamber de: – "Hakk›n›zda hüküm vermek üzere bir hakem gösterin hükmü o versin" dedi. Benî Kurayza da müttefikleri olan Sa'd b. Muaz'› hakem gösterdiler. ‹lk ahidlerini bozduklar› zaman, onlara nasihatç› olarak giden heyet aras›nda Sa'd da vard›. Sa'd'›n hükmü flöyle idi. "Yahûdîler içinde muhasamada bulunanlar idam edilecek, kad›nlar ve çocuklar esir olacak, mallar› ganimet say›lacak." Bu hükmü a¤›r bulanlar var. Fakat hiyanet-i vataniye'nin cezas› baflka ne olabilir? Yahûdîler iki yüzlülük yapm›flt›. fiayet yahûdîler galip gelseydi, Hendek harbini müttefikler kazansayd› müslümanlara neler yapm›yacaklard›. Kad›nlar ve çocuklar bile k›l›çtan kurtulam›yacakt›. Burada misliyle cezadan ileri gidilmemifltir. Sonra bu hüküm Tevrat'›n hükmüne de uygundu. Ahd-i kadimde flöyle denilmektedir: "Bir flehre cenk için yaklaflt›¤›nda onu sulha davet edesin. E¤er sana sulh cevab›n› verip sana kap›lar›n› açarlarsa içinde bulunan kavmin kâffesi sana haracgüzar olup sana hizmet ve kulluk edecekler, e¤er seninle musalaha etmeyip cenk ederlerse o zaman onu muhasara edeceksin ve Allah'›n Rab onu senin eline teslim ettikte, erkeklerin cümlesini k›l›çtan geçireceksin. Ancak kad›nlar› ve çocuklar›, hayvanlar› ve flehirde olan heryefli, bütün mal›n› kendin için çapul edeceksin. Ve Allah'›n Rabbin sana verdi¤i düflmanlar›n›n mal›n› yiyeceksin. Bu milletlerin flehirlerinden olmay›p senden çok uzakta bulunan bütün flehirlere böyle yapacaks›n." (8) Kurayza'n›n hükmü bunun ayn›d›r. Hazret-i Peygamber, vahy-i ‹lâhî telakki etmedi¤i meselelerde Tevrat'a göre hüküm vermeyi kabul ederdi. K›ble meselesi, recim ve k›sas hakk›nda vahiy gelmezden önce bunlarda Tevrat hükümlerine tebaiyyet etmiflti. Sa'd, Benî Kurayza hakk›nda bu hükmünü verince Peygamber: "Bu bir hükmü ‹lâhî'dir." demiflti. Bu sözler Tevrat'›n hükmüne ait idi. Benî Kurayza da bu hükmün Tevrata uygun oldu¤unu teslim etmifl, ölümü metanetle karfl›lam›flt›. (8) Tesniye Kitab›, 20. bab. 10-15. 317 Huyey b. Ahtab, siyaset meydan›na getirildi¤i zaman Hazret-i Peygambere flöyle demifli:: "Herkes ölümü tadacak, benim de ecelim dolmufl. Sana karfl› yapt›¤›m düflmanl›¤a piflman olmufl de¤ilim." Sonra halka dönerek flunlar› söylemifltir: – "Allah'›n emrinde hiçbir mahzur yoktur. Bu bir hükm-i Îlâhî'dir. Kader böyle imifl. Bu Benî ‹sraile yaz›lan bir azapt›r." Bu hükmü yahûdîler böyle karfl›lam›flt›. Çünkü cezalar›n› hak etmifllerdi. Kurayza'dan Zübeyr b. Bata, Buas harbi esnas›nda Sabit b. Kays'a iyilikte bulunmufl, ele geçmiflken onu serbest b›rakm›flt›. Sabit bu iyili¤e karfl›l›kta bulunmak istedi. Hazret-i Peygamber'e fikrini açt›. Zübeyr'in kendisine ba¤›fllanmas›n› diledi. Hazret-i Peygamber de, onu ba¤›fllad›. Zübeyr bunu duyunca Sabit'e: – Kar›m ve evlatlar›m yan›mda olmad›ktan sonra hayat benim neme gerek, dedi. Sabit Hazret-i Peygamber'e müracaat ederek onun kar›s›n›n ve çocuklar›n›n, mal›n›n da ba¤›fllanmas›n› diledi. Hazret-i Peygamber bu dile¤i de kabul etti. Sabit Zübeyr'e bunlar› böylece söyleyince, Zübeyr: – Benî Kurayza ulular› öldükten sonra benim için hayat›n tad› yoktur, ben de onlara kat›lmak isterim, dedi ve affolunmuflken kendi iste¤iyle ölüme gitti. Kad›nlar harpte öldürülmezdi. Fakat bu defa bir kad›n öldürülmüfltür. Çünkü, bir müslüman›n üzerine tafl atarak onu öldürmüfltü. K›sas olarak o da öldürüldü. Hüküm infaz olunaca¤› zaman kad›n so¤uk kanl›l›¤›n› muhafaza ederek Hazret-i Aifle ile konuflmakta ve gülmekte devam ediyordu. Ölüme, adiyle ça¤r›l›nca kofltu. Hazret-i Aifle, ona nereye gitti¤ini sorunca: – Ben bir suç iflledim, onun cezas›n› görme¤e gidiyorum, dedi. Hazret-i Aifle bu kad›n›n cesaretinden takdirle bahseder, ölece¤ini bildi¤i halde bu kad›n›n gülüp söylemesine hayretteyim, derdi. Benî Kurayza'dan bu harpte öldürülenlerin say›s› dörtyüz kadard›r. Dört yahûdî de müslüman olarak ölümden kurtulmufllard›r. H‹YANET-‹ VATAN‹YYE CEZASI Benî Kurayza hakk›ndaki Sa'd'›n hükmünü a¤›r bulanlar, flunlar› göz önünde tutarlarsa Sa'd'a hak verirler. Benî Nadîr sürgün edilirken kimsenin burnu kanamad›¤› halde burada niçin böyle hüküm verildi? Elbette bunun 318 sebepleri vard›r. Buna sebep olan Huyey b. Ahtab'd›r, Kurayza'n›n kendisidir. Huyey sürgün edilirken Peygamber'in aleyhinde bulunmamak, müslümanlara karfl› gelmemek üzere söz vermiflti. Halbuki bu sözünü unutarak bütün arap kabilelerini müslümanlar›n aleyhine ayakland›rd›. Benî Kurayza da ekseriyet galebe çalar hülyas›na kap›larak ahdini bozup düflman taraf›na geçti. Halbuki müslümanlara andlaflma ile ba¤l›yd›lar. Her nevi hürriyete sahiptiler. Hatta ‹slâmiyet onlara yeni haklar bahfletmiflti. Mesela: Benî Kurayza, Benî Nadir'den daha afla¤› derecede say›l›rd›. Nadir'den biri, Kurayza'dan birini öldürürse yar› diyet verirdi. Halbuki Hazret-i Peygamber onlara müsâvî muâmele yapm›fl, içtimâî seviyyelerini yükseltmiflti. Buna ra¤men hiyanet ederek ahidlerini bozmufllard›. O da yetmiyormufl gibi flimdi müttefiklerinin bozulmas›ndan sonra kal'alar›na çekilmifller, teslim olmuyorlar, mukaavemet gösteriyorlard›. E¤er teslim olsalar affolunurlard›. En büyük harp sorumlusu olan siyasi mücrim Huyey b. Ahtab'› aralar›nda bar›nd›r›yorlard›. Hâlâ müslümanlara karfl› mukavemette devam ediyorlard›. Bu ne demekti? Bu gibi ahvalde baflka ne hüküm verilirdi? Hiyanet-i vataniyyenin bugün dahi cezas› bundan hafif midir? BÂZI OLAYLAR Esirler aras›nda Reyhane, Hazret-i Peygamberin hissesine isabet etmiflti. Hazret-i Peygamber ona ‹slâmiyeti teklif ettiyse de o, asabiyet gayretiyle olacak ki, yahûdîlikte ›srar etti. Baz› tarihler, Hazret-i Peygamberin onunla evlendi¤ini, baz›lar›ysa onun cariye s›fatiyle kald›¤›n› yazarlar. Reyhâne'nin azad edilerek ailesine döndü¤ü de söylenir. Benî Kurayza arazisi muhacirler aras›nda taksim olunmufltur. Benî Kurayza meselesinin halliyle Medîne etraf› temizlenmifl, iç emniyet sa¤lanm›fl oldu. Art›k Medîne'nin bütünlü¤ünü bozacak, en kötü zamanda ahdinden dönerek müslümanlar› dar durumda b›rakacak fesadç› ve muz›r unsurlar yoktu. Onun içindir ki bundan böyle Medîne'ye hücum yap›lam›yacakt›r. Hendek harbinden sonra ‹slâm'›n üstünlü¤ünü bütün araplar kabul etmiflti. ‹slâm'›n tâlihi de¤iflmiflti. Bu esnada Bilal-i Müzenî kendi kabilesinden 400 kifliyle Medîne'ye gelip müslüman olmufltur. ‹ki sene önce Racî fâcias›nda Benî Lihyan bir kaç müslümana pek alçakça k›ym›fllard›. fiimdi yine, onlarda bir k›p›rdanma sezildi¤inden üzerlerine var›lm›fl ise de da¤lara kaçm›fllar, karfl› koyanlar da¤›t›lm›fllard›r. Uyeyne b. H›sn, Medîne meras›nda deve otlatan bir kad›nla bir erke¤e hücum ederek adam› öldürmüfller, develerle kad›n› al›p gitmifllerdi. Bu ani 319 bask›n› duyan müslümanlar onlar›n pefline düfltüler, develeri ve kad›n› kurtard›lar. Buna tarihte Ru-karad gazvesi denir. Kad›nca¤›z devesinin s›rt›nda kurtulmufltu. Ve o zaman: E¤er devemle kurtulursam, onu kurban ederim, diye adam›flt›. Medîne'ye gelince bunu Hazret-i Peygambere arzetti. O da: – "Hayvanca¤›za ne fena mukaabelede bulunuyorsun, dedi. Seni s›rt›nda tafl›d›, onun sayesinde kurtuldun. fiimdi de onu kesmek istiyorsun. Masiyette adak yoktur." ‹ÇT‹M‹ HAYÂTI TANZ‹M Hendek harbinden sonra müslümanlar alt› ay kadar sulh u sükun içinde bir hayat geçirdiler. Bu esnada içtimâî hayat düzenlenmifltir. Aile hayat›, aile nizâm›, evlenme, boflanma, kad›n ve erkek hukukî münasebetleri, bunlar hakk›nda araplar aras›nda bir hüküm ve karar yoktu. ‹slâm câmias› kurulurken bunlar tanzim olunmak icâb ediyordu. Cahiliyyet arap hayât›nda erke¤in kad›nla olan alâkas› "erkeklik -diflilik" hududunu geçemiyor, flehvet çerçevesini k›rarak daha yüksek bir seviyyeye ç›kam›yordu. Kad›n›n içtimâî mevkii çok düflüktü. Kad›n kendisine malik de¤ildi. Zina bir günah ve hata say›lmazd›. Teaddüdü zevce hududsuz idi; odal›k, câriye, esâret, türlü namlarla câri idi. Cahiliyyet edebiyat›nda kad›n tasvirlerinde pek aç›k saç›k bir üslub kullan›r. Kad›n›n her fleyinden, en mahrem yerlerinden pervas›zca bahsolunur. Gazel tarz› pek baya¤›d›r. Kad›nda diflilikten baflka meziyyet görülmez. Yaln›z onun eti ve teni medh olunur. Kad›n zarafeti, ince kad›n zekas›, kad›n›n meziyyetleri, bunlar o edebiyatta mevzuubahis olmam›flt›r. Zaten o zaman bütün dünyan›n kad›n hakk›ndaki telakkisi bundan yüksek de¤ildi. Roma hukuku, kad›n› erke¤in mal› say›yordu. Avrupa'da kad›n›n ruhu var m›, yok mu? diye soruflturanlar olmufltur. Hazret-i Muhammed kad›n›n içtimâî mevkiini tayin etmifl, onlara bir tak›m haklar bahfletmifltir. H‹CRET‹N BEfi‹NC‹ YILI VAKAY‹‹ 1– Zeyneb bint-i Cahfl ile izdivaç vuku bulmufltur. 2– Sa'd b. Muaz vefat etmifltir. Bu zat Ensar'›n ulular›ndan olup tav›r ve ahlâkça Hazret-i Ömer'e benzerdi. 3– F›k›h tarihi bak›m›ndan mühim ahkâm teflri' k›l›nm›flt›r. Kad›nlar›n tesüttürü emrolunmufltur. 4– Zeyneb hadisesiyle, evladl›klar›n boflad›klar› kad›nlarla evlenme¤e cevaz verilmifl oldu. 320 5– Namuslu bir kad›na taarruz ve iftiraya ceza tayin edildi. 6– Arabistanda talak›n bir flekli olan Z›hâr çok flâyi' idi, o da ›slah ve tâdil olunarak yeni bir flekle konuldu. 7– Teyemmüm bu sene zarf›nda meflru k›l›nd›. 8– Havf - Korku namaz› bu sene emrolundu. ––––––––oOo–––––––– 321 ON YED‹NC‹ BÖLÜM HUDEYB‹YE MUSÂLEHASI Hicrî 6. y›l, Zilka'de (Mîlâdî 628, Mart) Müslümanlar Mekke'den Medîne'ye hicret edeli alt› y›l olmufltu. ‹lk zamanlar, hicretin do¤urdu¤u yoksulluk ve ihtiyaç içinde geçti. Sonralar› da müflriklerin ve yahûdîlerin açt›klar› mütemâdî harpler gelip çatm›flt›. Müslümanlar kendilerini müdafaa etmek zorunda kald›lar. Bu meflgaleler ve gaileler içinde müslümanlar Mekke'yi hat›rlar›ndan ç›karm›fl de¤ildiler. Oraya içten duygularla ba¤l›yd›lar. Befl vakit namazlar›nda oraya dönüyorlard›. Hazret-i ‹brahim'in binâ etti¤i Kâ'be, Beyt-i fierîf, Mescid-i Harâm oradayd›. Hazret-i ‹brahim'in dîni de ‹slâmd›. Tevhid dînine girenlere müslüman ad›n› o vermiflti. " ﻫﻮ ﺳﻤـﻴﻜﻢ اﳌﺴﻠﻤﲔ ﻣﻦ ﻗﺒﻞSize müslüman nâm›n› veren odur." (1) Hazret-i Muhammed'in getirdi¤i din, Hazret-i ‹brâhim'in dîni Hanîfi idi, hepsi islâmd›. Tevhid dîninin en büyük âbidesi Kâ'be-i Muazzama idi. Sonradan Onu, hak yolunu flafl›ranlar putlarla doldurmufltu. Onu bu putlardan temizlemek laz›md›. Kâbe'ye bütün araplar her as›rda hürmet edegelmifllerdi. Araplar seneleri harple, darple geçirirlerdi. Çünkü ya¤ma ve ganîmet geçim vâs›tas›yd›. Fakat Haram Aylarda kavgadan, muhârebeden vazgeçerler ellerinden silâhlar›n› b›rak›rlar, asla kan dökmezlerdi. Bu, Hazret-i ‹brâhim'in fleriat›yd›. Eflhür-ü hurûm (= Hürmetli Aylar) denilen Muharrem, Receb, Zilka'de ve Zilhicce aylar›nda her taraftan ak›n ak›n Mekke'ye gelip Kâbe'yi tavaf ve ziyaret ederlerdi. Kâbe'nin etraf›nda en amans›z düflman›na rastlasa yine el kald›rmaz, ona asla dokunmazd›. Birbirinin kan›n› içmekle meflgul olan kabîleler Kâbe etraf›nda kardefl gibi toplan›rlard›. Orada kan (1) Hac sûresi, âyet:78 323 dökmek yasakt›. ‹nsanlar›n birbirine difl bilemeden, kan dökmeden karfl›laflt›klar› mukaddes belde buras›yd›. Müslümanlar da zorla ç›kar›ld›klar› bu ana baba oca¤›n› hiç unutam›yorlard›. Mahâcirler dâima oray› an›yorlard›. ‹nsan do¤du¤u yeri kolay kolay unutulabilir mi? Vücûdunun yo¤ruldu¤u toprak onun gözünde tüter. Bilâl-i Habeflî, Mekke'de bir çok iflkencelere maruz kald›¤› halde oras›n› hat›rlad›kça vatan fliirleri terennüm ederdi. Müslümanlar dîni farîzay› ödemek için Kâbe'yi ziyaret arzusunu duyuyorlard›. Fakat Kureyfl, müslümanlar›n Kâbe'yi ziyâretine, dîni farîzalar›n› îfâ eylemelerine bile müsaade etmiyorlard›. Kur'an-› Kerim Kureyfl'in bu hareketini ay›pl›yarak: "Allah yolundan al›koymak, Allah'› inkâr etmek, Mescid-i Haram'dan menetmek, Onun sâhiplerini, halk› oradan ç›karmak, bunlar Allah nezdinde daha büyük günaht›r." (2) demektedir. "Allah onlara nas›l azâb etmiyecek, onlar Mescid-i Haramda menedip duruyorlar."(3) Kureyfl bu hareketiyle de müslümanlara çok büyük bir haks›zl›k etmifl oluyordu. Kâ'be'i Muazzama yaln›z Kureyfl'in mülkü de¤ildi. Oras› Beytu'llah (=Allah evi) idi. Allah'›n her kulu oras›n› ziyaret etmeli de¤il mi? Halbuki Kureyfl, din ve vicdan hürriyetini ayaklar alt›na alarak müslümanlar› dînî farizalar›n› edadan menediyorlar, Kâbe'ye b›rakm›yorlard›. ‹nsanlar› putperestilk gibi afla¤› duygulardan kurtar›p bir Allah ve bir din gibi en yüksek bir tevhid akîdesine yükselten Hazret-i Mahammed'in Kâbe ile alakas›n› keserek Onu araplardan uzak bulundurmak isityorlard›. Fakat müslümanlar›n Kâ'be'yi ziyarete olan ifltiyaklar› günden güne art›yordu. Hazret-i Peygamber, hicretin alt›nc› y›l›, Ashâb-› Kiram'›na Kâbe'yi ziyaret edeceklerini bildirdi. Müslümanlar buna çok sevindiler. Ancak bir endifleleri vard›: Acaba nas›l girecekler, harpsiz mi? Kureyfl müsaade etmezse ne olacak? Hazret-i Mahammed bütün bu endifleleri ortadan kald›rd›. Harp darp yok, Mekke'ye silahs›z gideceklerdir. Burada da onun sulh ve müsâlemet tarafdâr› oldu¤unu, kana susam›fllardan olmad›¤›n› görüyoruz. Halka, dö¤üflmeksizin Kâbe'yi ziyarete gidecekleri ilan edildi. Muhacirler bu ziyârete pek istekliydiler. Ensâr da Kâbe'yi ziyâreti istiyordu. Onun için müslümanlardan 1400 adam topland›. Hazret-i Muhammed'in müsamahakârl›¤› ve genifl görüflü ifli bu kadarla da b›rakmad›. Müslüman olm›yan kabîlelere de haber salarak onlar da Kâbe'yi ziyarete ça¤r›ld›. Kendi dîninden olmayan araplarla berâber hacca giderek hem harp için gitmedi¤ini isbat ediyor, hem de orada herkesle görüflülebilecek bir toplant› yap(2) Bakara sûresi, âyet: 217 (3) Enfâl sûresi, âyet: 34 324 mak istiyordu. Haram aylarda oldu¤u halde Kureyfl flayet ona müsaade etmiyecek olursa kendileriyle berâber gelen gayri müslim araplar da görecekler ve anl›yacaklar ki, müslümanlar hak tarafdâr›d›rlar, karfl› duran Kureyfl'tir. E¤er Kureyfl ifli zora döküp silaha sar›l›rsa arap kabilelerinden kimse onlara yard›ma koflacak de¤ildi. Sonra dinleri ne olursa olsun, araplar› yine bir ittifak bayra¤› alt›nda toplayan Hazret-i Muhammed olmufl bulunuyordu. Fakat araplar›n ço¤u bu genifl manây› kavramaktan çok uzakt›. Onun için bu büyük Peygamberin bu genifl davetine icabet eden az oldu. Kureyfl'in en küçük bir endifleye düflmesine meydan vermemek için ‹hrâma girdiler, kurban edilmek üzere develeri ald›lar. Yanlar›na silah almak yasak edildi. Ancak arabistanda yolculuk için zarurî olan k›l›çlar›n› takabileceklerdi. Fakat onlar da k›nlar›nda sokulu olacakt›. Bu niyet üzere gelen Kâbe ziyaretçilerine Kureyfl ne diyebilirdi? Ne demeye haklar› vard›? Zilkâ'de ay›n›n bafl›nda Muhacirler, Ensâr ve onlara kat›lanlar yola ç›kt›lar. Hazret-i Peygamber Kasvâ ad›ndaki devesine binmiflti ve önde gidiyordu. Yetmifl deve de kurbanl›k olarak götürülüyordu. Hattâ bu kurbanl›klar›n içinde Ebû Cehl'in Bedir'de al›nan devesi de vard›. Kureyfl, Hazret-i Mahammed'in hac ve ziyaret maksadiyle gelmekte oldu¤unu duyunca telafllanm›flt›. Acaba niçin geliyor diye soruflturmufltu. Kureyfl bütün kabîlelerini topl›yarak münâkaflalardan sonra, müslümanlar› Mekke'ye sokmamak karâr›n› ald›. Îcâb›nda silâhla da mukaavemet edecekti. Kureyfl askerleri topland›. Mekke hâricinde bâz› mühim noktalar› iflgal ettiler. Ayr›ca Hâlid b. Velid ile Ebu Cehl'in o¤lu ‹krime ikiyüz süvârî ile ilerlere gittiler. Bunlar Gamim'e (4) kadar geldiler. Kureyfl her ne bahas›na olursa olsun, müslümanlar› Mekke'ye sokmamaya çal›fl›yordu. Halbuki müslümanlar Kâbe'yi ziyâret için geliyorlard›. Yollar›na devam ederek Usfan'a kadar geldiler. Orada Benî Kâ'bdan bir adama tesâdüf ettiler. Hazret-i Peygamber ona Kureyfl'in ne yapt›¤›n› sordu. O da: – Sizin geldi¤iniz haberini ald›lar, kaplan derileri giyerek size karfl› ç›kt›lar ve sizi Mekke'ye sokmamaya and içtiler Halid b. Velid süvârileriyle Gamim'e kadar gelmifl bulunuyor, dedi. Hazret-i Peygamber: – "Bu Kureyfl'e ne oluyor ki, kendini mahvediyor? Harplerden b›k›p usanmad› m›?" dedi. Sonra düflündü. Ne yapmal›yd›? O harp ve darp için gelmiyordu. Allah'›n beyti olan Kâbe'yi ziyârete geliyordu. Kureyfl ise buna (4) Gamim: Mekke'den iki konakl›k mesâfede bulunan Usfan önünde bir vâdidir. 325 da müsaade etmek istemiyordu. Bu nas›l olabilirdi. Dö¤üflmek için gelmedi¤ini anlad›¤› halde Kureyfl Halid ve ‹krime gibi adamlar›n› süvarileriyle onun yolunun üstüne ç›karm›flt›. Bu niçindi? Kureyfl ne demek istiyordu? ‹flte o böyle düflünceler içindeyken uzaktan Kureyfl'in süvârîleri göründü. Kureyfl'in kötü niyyetinde hiç flüphe kalmam›flt›. Hazret-i Muhammed ise kan dökmek istemiyordu. Onun için yolunu de¤ifltirdi. Kureyfl ile karfl›laflmayay›m diye çok sapa olan baflka bir yola sapt›. Kan dökülmesin diye her fedâkârl›¤› yap›yordu. Müslümanlar meflakkatle bu da¤ yolundan geçtiler. Ve Hudeybiyye'ye geldiler. Burada Hazret-i Peygamber'in devesi Kasva çöktü. Hazret-i Peygamber buraya inmelerini söyledi. Ashâb: Burada su yok, yâ Resûlallah dediler. Orada birkaç kuyu vard›. Fakat sular› çekilmiflti. Hazret-i Paygamber Ashâbdan birine bir ok verdi, o okla kuyunun kumlar›n› eflince Allah›n lutfu olarak kuyudan su kaynamaya bafllad›. Müslümanlar sevindiler ve kana kana su içtiler. Her iki taraf da durmufltu. Ne olacakt›. Kureyfl kan bahâs›na da olsa Mekke'ye sokmamak inad›nda devam ediyordu. Hazret-i Peygamber ise Medîne'de iken karar verdi¤i gibi sulhten zerre kadar ayr›lmak niyetinde de¤ildi. Huzâa kabîlesi müslümanl›¤› henüz kabûl etmemekle beraber müslümanlarla müttefik bulunuyordu. Müslümanlar›n da onlara itimad› vard›. Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan Büdeyl b. Verka Huzâadan bâz› adamlarla birliket Hazret-i Muhammed'le görüfltüler. Bunlar Kureyfl taraf›ndan elçi gelmifllerdi. Mekke'ye girmek fikrinden vazgeçmesini istiyor, aksi takdirde iflin renginin de¤iflece¤ini söylüyorlard›. Hazret-i Peygamber onlara da ziyaret maksadiyle geldi¤ini söyleyip Kureyfl'i iknâ etmelerini anlatt›. Fakat Kureyfl buna inanmak istemediler. Hazret-i Peygamber onlara flunlar› söyledi: – "Yaz›k Kureyfl'e. Harple helâk oluyor. Biz harp için gelmifl de¤iliz. Biz Beyti tavaf için geldik. Kureyfl, beni serbest b›raksa sanki ne olur? Ya bunu kabûl ederler, yoksa yemin olsun ki, emr-i ‹lâhî yerine gelinceye; yâhud ölünceye kadar bu yolda u¤rafl›r›m." Müslümanlar›n ziyaret maksadiyle geldi¤inde heyetin flüphesi kalmam›flt›. Dönüp Kureyfl'e bunu anlatt›larsa da Kureyfl bu fikre nedense yanaflmad›. Elçiler gelip gittiyse de bir netice al›namad›. Kureyfl müslümanlar›n Mekke'ye girip Kâbe'yi tavaf fikrinde ›srar etmelerine k›z›yordu. "Onun bize sözünü dinletmifl oldu¤una dâir araplar›n söz söylemesine tahammül edemeyiz, diyerek inadlar›n› a盤a vuruyorlard›. Bir aral›k arap okçular›n›n reisi olan Huleys'i gönderdiler. Hazret-i Peygamber onun geldi¤ini duyunca kur326 banl›k hayvanlar›n öne sürülmesini ve bu adam›n kurbanl›klar› görmesini istedi. Çünkü kurbanl›klar› gözüyle görünce müslümanlar›n harp için de¤il, ziyaret için geldiklerini aflikâre anlam›fl olacakt›. Huleys, vâdînin iki tarf›ndan sökün eden yetmifl kadar kurbanl›¤› görünce içinde dînî duygular cofltu ve müslümanlar›n ziyaret için geldiklerine kanaat getirerek Hazret-i Muhammed'le uzun boylu konuflmaya bile lüzum görmeksizin geri döndü. Kureyfl'in, Kâbe'yi ziyarete gelen ve harp istemiyen bu insanlar› Mekke'ye salmamakla onlara zulm etti¤ini anlad›. Kureyfl'e gördüklerini anlatt›. Kureyfl büsbütün k›zd›: "Sen ne anlars›n, bedevînin birisin" dediler. Bu sözler Huleys'i k›zd›rd› ve onlara flöyle dedi: – Ben, Kâbe'ye hürmet ederek gelenlerle dö¤üflmek için sizinle andlaflma yapmad›m. Onun için Muhammed'le arkadafllar›n›n Kâbe'yi ziyaretlerine müsaade etmezseniz adamlar›m› al›r, çeker giderim." Kureyfl onun dedi¤ini yapmas›ndan korkarak onun gönlünü almak istedi ve meseleyi düflünüp bir karâra var›ncaya kadar beklemesini ricâ etti. Kureyfl, ak›l ve fikrine güvendikleri bir zât›, Urve b. Mes'ûd-› Sakafî'yi elçi gönderdi. Çünkü Kureyfl, onu baba yerinde bilirdi ve ona itimadlar› tamd›. Urve: Mademki, benim hakk›mda flüpheniz yok, ben Muhamed'in yan›na giderek aradaki davay› halledeyim, çünkü onun tekliflerini mâkul görüyorum, dedi ve gitti. Urve, Hazret-i Peygamberin nezdine gelerek müzakereye giriflti. Konuflma aras›nda flunlar› da söyledi: "Mekke senin öz diyâr›n, Kureyfl senin ehlin. Farzet ki, Kureyfl'i mahvetmeye muvaffak oldun. Kendi kavmini mahvetmifl olmaz m›s›n? Fakat ifl aksine olur da Kureyfl seni mahvederse bu senin bafl›na toplananlar tuz gibi erir." Hazret-i Ebû Bekr, bu söze al›narak sert mukabelede bulundu ve Urveye: Sen Lât'›n d›la¤›n› yala. Biz mi onun etraf›ndan savulaca¤›z, dedi. Urve bu sözleri kimin söyledi¤ini sormufl, Hazret-i Ebû Bekr oldu¤unu anlay›nca: – Sana mukabele ederdim, fakat senin iyili¤ini gördüm. Onun için cevap veremem" demiflti. Urve sözüne devam etmifl, söz aras›nda, Araplar›n âdetince Peygamber'in sakal›n› eline alm›flt›. Peygamberimizin yan›bafl›nda duran Mu¤îre b. fiu'be, Urve'nin bu hareketine k›zarak: – Bir daha böyle bir fley yaparsan kolun vücudundan ayr›l›r, ihtiyar›nda bulundu. 327 Urve, Kureyfl yan›na dönerken düflünceliydi, Müslümanlar›n Peygamberlerine candan ba¤l›l›klar›n› görmüfl, ona gösterdikleri yüksek ve emsalsiz hürmete hayran kalm›flt›. Kureyfl'e flu sözleri söyledi: – Ben Kisrâlar›n, Kayserlerin, Necâflîlerin saraylar›n› gördüm. Fakat müslümanlar›n Muhammed'e gösterdikleri s›dk u ihlâs› bir yerde görmedim. Muhammed'in Ashâb› Ona o kadar ba¤l› ki, söz söyledi mi ortal›k sükûn içinde kal›yor, Hiç kimse gözlerini yerden kald›rm›yor. Müzâkerelerden bir netice al›nam›yordu. Hazret-i Peygamber de kendi taraf›ndan bir elçi gönderdi. Ziyâret maksadiyle geldi¤ini, teminat vererek anlatmak istedi. Fakat Kureyfl, elçiyi kötü karfl›lad›, devesini öldürdüler, ona da hücûm ettilerse de Kureyfl'in müttefiki olan Huleys'in adamlar› taraf›ndan kurtar›ld›. Ve böylelike müslümanlar›n yan›na sa¤ sa¤lam dönmek imkân›n› buldu. Müslümanlar Kureyfl'in elçilerini gayet hofl karfl›larken, Kureyfl'in müslümanlar›n elçisine böyle muamele etmesi onlar›n kötü niyetlerini, kara ruhlar›n›, hâin içlerini göstermeye kâfidir. Bu esnâda vukua gelen bir hadise, iki taraftan hangisinin insanca hareket etti¤ine güzel bir misaldir. Hâdise fludur: Kureyfl'ten bâz› ayak tak›m› geceleri müslümanlar›n karargah›na yaklafl›p tafl atarlard›. Bir gece k›rk elli kifli yine böyle bir maksatla ç›km›fllard›. Müslümanlar bunlar› yakalad›lar. Hazret-i Muhammed'e getirdiler. Bunlara nas›l muâmele yapt› bilir misiniz? Onlar› affederek hepsini serbest b›rakt›. ‹flte sulh ü müsâlemete hürmet ve ihtiram böyle olur. Kureyfl bu muameleye hayret ettiler. Hazret-i Muhammed'in harp etmek niyyetinde olmad›¤› bundan da anlafl›lmaktayd›. Fakat Kureyfl nedense bunu anlamak istemiyordu. Hazret-i Peygamber, son bir defa Kureyfl'le müzâkerede bulunmak için elçi göndermek istedi. Hazret-i Ömer'e vazîfeyi verdiyse de o: "Kureyfl'in bana karfl› düflmanl›¤› büyüktür!" dedi ve hakl› olarak bu vazîfeyi deruhde etmekten özür diledi. Bunun üzerine Mekke'de bir çok akrabâs› olan Hazret-i Osman'› elçi olarak gönderdiler. Hazret-i Osman, akrabas›ndan olan Eban b.Sa'd'›n himâyesinde Mekke'ye girdi ve Kureyfl'e, Hazret-i Peygamber'in maksad›n› tekrar izah etti. Kureyfl ona: – E¤er istersen gelmiflken sen Beyt'i tavaf edebilirsin, dedi. O da: – Peygamber tavaf etmedikçe ben tavaf edemem. Biz Onu toptan tavaf etmeye geldik. Kurbanlar›m›z da yan›m›zda. Tavaf edip kurbanlar›m›z› kestikten sonra dönüp gidece¤iz, dedi. Kureyfl bunu kabul etmedi. Görüflme uzay›p gitti. Hazret-i Osman Kureyfl yan›ndan dönmeyince onun hapsedilerek öldürüldü¤üne dâir ortaya 328 bir flâyia ç›kt›. Bu flayiay› duyunca Hazret-i Peygamber, Kureyfl'in bu yapt›¤›n› yan›na b›rakmak istemeyerek bütün Ashâbdan ‹slâm davas› u¤runda canlar›n› fedâ için biat istedi. Çünkü bu flayiaya göre, Kureyfl'in hiyaneti pek alçakça bir cinayetti. Haram aylarda, Harem-i fierif'te bir elçiye k›ymak, hem de hiyanet ederek öldürmek, bundan daha kötü bir fley olamazd›. Onun için sulh ü müsâlemet tarafdarl›¤›na ra¤men, Hazret-i Peygamber böyle bir biat alm›flt›. Müslümanlar hepsi elleriyle k›l›çlar›n› kabzalar›ndan tutarak yemin ettiler. Bu bîat bir a¤ac›n alt›nda vuku buldu Erkek kad›n bütün Ashâb, sonuna kadar Peygamber'le birlikte sebât edeceklerine, Ondan ayr›lmayacaklar›na and içtiler. Îman ve fedakârl›¤›n yüksek duygular›n› ifâde eden bu bîata, R›dvan bîat› denir. Ve bu hâdise ‹slâm Tarihinde en büyük bir fedakârl›k nümûnesi olarak an›l›r. Kur'an-› Kerim, bundan flöyle bahseder: ...ﻟﻘﺪ رﺿﻰ اﻟﻠّﻪ ﻋﻦ اﳌﺆﻣﻨﲔ اذ ﻳﺒﺎﻳﻌﻮﻧﻚ ﲢﺖ اﻟﺸﺠﺮة "Müminler sana o a¤ac›n alt›nda bîat ettikleri zaman, Allah onlardan râz› olmufltu. Cenâb-› Hak onlar›n kalbindeki ihlâs› biliyordu da onlara huzur ve sekinet vermifl, onlar› pek yak›n bir feth u zaferle mükafatland›rm›flt›." (5) Sonra Hazret-i Osman'›n sa¤ oldu¤u anlafl›lm›fl ve o da dönüp gelmiflti. Kureyfl, müslümanlar›n harp maksadiyle gelmediklerine art›k kanaat getirmifl bulunuyordu. Fakat müslümanlar› Mekke'ye sokmamakta ›srâr ediyordu. Çünkü Kureyfl, bir def'a harp için ç›km›flt›, inadlar›ndan dönemiyorlard›. E¤er bundan sonra müslümanlara ziyaret için müsaade ederlerse, araplar onlar›n müslümanlardan korkarak müsaade ettiklerine hükmedeceklermifl, bu yüzden kureyfl'in heybeti kaybolacakm›fl. ‹flte böyle sudan sebeblerle Kureyfl, eski inad›nda devâm etti. MUÂHEDE YAZILIYOR Kureyfl en sonunda murahhas olarak Süheyl b. Amr'› gönderdi. Kureyfl nâm›na ileri sürdü¤ü ilk teklif: Müslümanlar›n bu sene Mekke'yi ziyaret etmeden Medîne'ye avdet etmeleri idi. Bu mes'ele uzun uzad›ya münâkafla edilmifl, bazan müzakereler kesilmifl, sonra yeniden tazelenmifl, nihayet müslümanlar›n fedakârl›k göstermesi sâyesinde bir tesviye sûreti bulunarak mesele hal yoluna girmifl, kan dökülmesinin önü al›nm›flt›r. Sulh flartlar› tesbit olunduktan sonra Hazret-i Ali muâhedeyi yazmaya haz›rlanm›flt›. (5) Fetih sûresi âyet:18 329 Hazret-i Peygamber, Ali'ye "yaz" dedi: ﺑﺴﻢ اﻟﻠّﻪ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ Süheyl: "Dur, öyle yazma, dedi. Er-Rahmân, Er-Rahîm'i biz bilmeyiz." ve Arap âdetince: Allah'›n ad›yle manas›na ( )ﺑـﺄﺳـــــﻤﻚ اﻟـﻠﻬـﻢyaz›lmas›n› istedi. Hazret-i Peygamber taraf›ndan bu flekil kabûl olunup öyle baflland›. Bunu müteakip Peygamberimiz: "Bu, Allah'›n Resûlü Muhammed'in sulh yapt›¤›.." kelimeleriyle muâhedeyi yazd›rmaya bafllad›. Süheyl, buna da itiraz ederek: Biz, senin Allah'›n Peygamber'i oldu¤unu tan›m›fl olsak, aram›zda ihtilaf kalmazd›, dedi. Peygamberimiz de Hazret-i Ali'ye yaln›z Muhammed b. Abdullah yazmas›n› söyledi. Hazret-i Ali'ye Allah'›n Resûlü kelimelerini silmek gayet a¤›r geldi. Bunu kendi eliyle silmek istemeyince, Resûl-i Ekrem kendisi al›p çizmifltir. Musâlehan›n flartlar› flunlar› ihtiva ediyordu: MUSÂLEHA fiARTLARI 1– Müslümanlar bu sene Mekke'yi ziyaret etmeksizin Medîne'ye döneceklerdir. 2– Gelecek sene Mekke'yi ziyâret edeceklerdir, fakat orada üç günden fazla kalmayacaklard›r. 3– Müslümanlar silâhs›z gelecekler, yanlar›nda yaln›z k›nlar›nda sokulu k›l›çlar bulunacakt›r. 4– Müslümanlar, Mekke'de bulunan müslümanlardan hiç birini yanlar›na al›p Medîne'ye götüremeyecekler, Medîne'deki müslümanlardan Mekke'de kalmak isteyen olursa onu b›rakacaklard›r. 5– Mekkeli müslümanlardan veya müflriklerden biri Medîne'ye giderek müslümanlara iltica ederse, iade olunup Kureyfl'e teslim edilecek, fakat müslümanlardan biri Mekke'ye gelirse, Kureyfl onu teslim etmiyecektir. 6– Arap kabileleri istedikleri tarafla birleflmekte serbesttirler. Bütün bu maddelerin müslümanlar›n alayhinde oldu¤u ilk bak›flta göze çarpmaktad›r. Buna ra¤men Hazret-i Peygamber onlar› böylece yazd›rm›flt›r. Ve buna Feth-i Mübîn demifltir. Bunun nas›l olup ta bir nevi parlak zafer oldu¤unu ilerdeki hâdiseler gösterecektir. Bu muâhede Hazreti Muhammed'in ne kadar sulh u müsalemet tarafdar› oldu¤unu, bar›fl u¤runda ne kadar fedakarl›klarda bulundu¤unu göstermek bak›m›ndan çok mühimdir ve ayn› zamanda onun ne derece ileri görüfllü oldu¤unu gösterir. 330 Daha muâhedenin mürekkebi kurumadan Kureyfl murahhas› Süheyl'in o¤lu Ebû Cendel, Mekke'de Müslümanl›¤› kabul edenlerden oldu¤undan bir yolunu bulup müslümanlara iltica etti. Babas› o¤lunu görür görmez ona bir tokat att› ve Kureyfl'e teslim için hemen yakalad› ve Peygamber'e dönerek: – Muhammed, iflte musâlehaya riayet edip etmiyece¤ini gösterecek bir hâdise! Ebû Cendel'i iade ediniz, dedi. Ebû Cendel müflriklerden iflkence görmüfltü. Yaralar›n› göstererek feryâd ü figan ediyor, müslümanlar›n merhametine s›¤›narak: Benim tekrar ayn› iflkencelere maruz kalmam› m› istiyorsunuz? Müslüman oldu¤um halde, beni müflriklere ne diye teslim edeceksiniz? diye yalvar›yordu. Müslümanlar zaten hep kendi taraflar›ndan fedakarl›k yap›ld›¤›ndan bu ifle biraz canlar› s›k›lm›flt›. Bu sözler onlar› hepten galeyana getirdi. Hazret-i Ömer, kendini zaptedemiyerek Hazret-i Peygamber'in nezdine geldi ve orada flu muhâvere cereyan etti. Ömer: – Sen Allah'›n Hak Peygamber'i de¤il misin? – "Evet." – Biz hak yolda de¤il miyiz? – " Evet." – O halde niçin dînimiz nam›na zilleti kabul ediyoruz? – " Ben Allah'›n Peygamberiyim ve Allah'a itaat ederim." – Sen, Cenab-› Hak bize yard›m edece¤ini, Kâbeyi tavaf edece¤imizi söylemifltin. – "Evet, söyledim. Ben Allah'›n Peygamberiyim, ona itaat ederim, O beni b›rakmaz." Ayn› tarzda bir muhâvere Hazret-i Ömer'le Hazret-i Ebu Bekr aras›nda da cereyan etti. Hazret-i Ebû Bekr daha temkinliydi. Ömer'i teskin ederek: – Hazret-i Muhammed Allah'›n Resûlüdür, ne yaparsa Allah'›n emrine tebean yapar, dedi. Bu muâhedenin inceli¤ini anl›yabilmek için nüfûz-› nazar sahibi olmak laz›md›. Bu muâhede o zamana kadar kazan›lan zaferlerden çok daha mühimdi. Bunu istikbal isbat edecektir. Fakat Müslümanlar›n bu musaleha karfl›s›nda tereddütleri, onun flartlar›n›n zahire göre aleyhlerinde görünmesinden do¤uyordu. Kendilerinin küçük düfldüklerini san›yorlar ve buna üzülüyorlard›. Ebu Cendel'in ac›kl› hâli onlar› büsbütün teessür ve elem 331 içinde b›rakm›flt›. Hazret-i Peygamber, hem müslümanlar›n bu teessürünü yat›flt›rmak, hem de muâhedeye sadakat göstermek istiyordu. Ebu Cendel'e bakarak flöyle dedi: – "Ey Ebû Cendel! Sabret, tahammül et. Cenâb-› Hak sana ve seninle bulunan mazlumlara halâs yolunu gösterecektir. Biz onlarla bir andlaflma imzalad›k. Ona riâyate söz verdik. Ahdimizi bozmak bize yak›flmaz Biz gadr edemeyiz." Böylece Hazret-i Peygamber en güç bir durumda, en hazin bir hâdise karfl›s›nda bile ahdine sad›k oldu¤unu göstermifl, Ebû Cendel Mekke'ye çevrilmifltir. Muâhede flartlar› gere¤ince Kâbe'yi bu sene tavaf edemiyeceklerdi. Onun için Hazret-i Peygamber arkadafllar›na kurbanlar›n› kesmeyi emretti. Müslümanlar a¤›r davrand›lar, içlerinden hiçbiri yerinden kalk›p kurban›n› kesmeye teflebbüs etmedi. Buhârî'nin kaydetti¤i veçhile Hazret-i Peygamber, bunu üç def'a tekrar etti. Ashab-› Kirâm tavaf etmeden dönmek istemiyordu. Hazret-i Peygamber çad›r›na girdi. Zevcesi Ümmü Seleme onun teessürünü görünce: – Art›k bir fley söyleme, kendi kurban›n› kes, ihramdan ç›kt›¤›n› göstermek için saçlar›n› kestir. Bunu görünce onlar da sana uyarak senin yapt›¤›n› yaparlar, dedi. Hazret-i Peygamber'i böyle yaparken gören Ashab, müsâlehan›n de¤iflmeyece¤ini anlayarak hepsi de ona tabi olarak kurbanlar›n› kestiler ve ihramdan ç›kt›lar. Musâlehan›n imzalanmas›ndan sonra müslümanlar Hudeybiyye'de daha üç gün kald›lar, sonra Medîne'ye hareket ettiler. Yolda Fetih Sûresi nazil oldu. اﻧﺎ ﻓﺘﺤﻨﺎﻟﻚ ﻓﺘﺤًﺎ ﻣﺒﻴﻨًﺎ – "Biz sana büyük bir fethü zafer verdik." (6) Bu sûre müslümanlar›n andlaflma hakk›ndaki tereddütlerini kald›rd›. Ma¤lubiyet zannettikleri o musâleha, Hakk›n nazar›nda büyük bir zaferdi. Hakikaten günler bunun böyle oldu¤unu isbat etti. Bir defa siyaset bak›m›ndan büyük bir muvaffakiyyet sa¤lanm›fl oldu. Kureyfl ilk defad›r ki, Hazret-i Mahammad'le bir andlaflma yap›p ona imzâ koyuyordu. Bu, ‹slâm devletini tan›mak demek de¤il midir? Onunla müzakereye giriflip andlaflma yapmas›, (6) Fetih sûresi âyet: 1 332 onun kendisine denk oldu¤unu kabul etmektir. ‹ki veya on sene sürecek bir musâleha ile ‹slâm'›n en büyük düflman› olan Kureyfl'in düflmanca hareketlerine son verilmifl oluyordu. Bu sayede müslümanlar genifl nefes alacaklar, ‹slâmiyet sulh u sükûn içinde intiflar edecekti. Nas›l ki, öyle de oldu. Bu arada ‹slâmlar›n say›s› kat kat artm›flt›r. Hudeybiyye'ye 1400 müslümanla gelmifllerdi. ‹ki sene sonra Mekke'nin fethine gelirken Hazret-i Muhammed'in maiyyetinde 10.000 asker bulunacakt›r. Bu, ‹slâm'›n sulh u sükûn sayesinde intiflar eyledi¤inin di¤er bir delilidir. Yine bu sayede Hazret-i Peygamber etraftaki hükümdarlara mektuplar yazarak ‹slâm'a davet için vakit ve imkân bulmufltur. Di¤er taraftan bu musâleha sayesinde müslümanlar›n müflriklerle olan münasebetleri yeni bir safhaya girmifl oldu. Müflrikler ticâret iflleri dolay›siyle veya akrabalar›n› görmek maksadiyle Medîne'ye gelmeye bafllad›lar. Bu görüflmelerde dînî ve ahlâkî meseleler duyulup yay›l›yor, müslümanlar›n yüksek ahlâk›, dürüst hareketleri, fazilet dersi veren halleri gözden kaçm›yordu. Mekke'ye giden müslümanlar da yüksek meziyet ve faziletleriyle canl› bir propaganda vas›tas›yd›lar. Böylelikle bu müsâlehadan sonra ‹slâmiyet genifl ölçüde intiflar etmifltir. Bu sayede müslümanl›k, en büyük düflmanlar›n›n kalbini fethediyor, onlar› kendi saflar›na al›yordu. Halid b. Velid'in, Amr. b. Âs'›n müslüman olmalar› iflte bu sayededir. Muâhede flartlar› müslümanlara a¤›r görünmüfltü. Fakat günler geçtikçe bunlar›n kendi lehine ç›kt›¤›n› görüyorlard›. Ebû Basîr nam›nda bir müslüman Mekke'den kaçarak Medîne'ye gelmiflti. Kureyfl bunun arkas›ndan iki adam göndererek onun iadesini istedi. Hazret-i Peygamber, muâhede flartlar›na uyarak onu iade etti. Ebu Basîr yolda kendisini götüren iki adamla dö¤üflerek onlar›n elinden kurtuldu, adamlardan biri öldü, sa¤ kalan Hazret-i Peygamber'e gelip Ebû Basîr Medîne'ye gelerek kendini flöyle mudafaa etti. Siz muâhede Mucibince beni teslim ettiniz, geri çevirdiniz. Siz vazifenizi yapt›n›z. Bundan ötesinden sorumlu de¤ilsiniz. Ben kendimi kurtarmak hakk›na malikim, onun için böyle hareket ettim, dedi. Bundan sonra Ebû Basîr Medîne'den ç›karak deniz boyunda Kureyfl'in Sûriye ticaret yolu üzerinde bulunan Iys'a yerleflti. Mekke'deki müslümanlardan bir k›sm› da birer ikifler kaçarak onun yan›na geldiler. Böylece yetmifl kadar arkadafl toplanm›fl oldu. Bunlar Kureyfl'in ticâret yolunu kesmeye bafllad›lar. Bunlar›n hareketinden Hazret-i Muhammed'i mes'ul tutam›yorlard›. Çünkü onlar› o da görmüyordu. Buna daha ziyade muâhedenin a¤›r flartlar› sebep olmufltu. Müflrikler bu flartlar› de¤ifltirmezlerse ticaret yollar›n›n tehdit ve tehlikeden kurtulam›yaca¤›n› an333 lad›lar. Çünkü mefkure ve akideleri kendilerine uym›yan kimseleri zorla yolundan çevirmeye çal›flmak, onlar› cebrü fliddetle kendi taraflar›na çekmiye u¤raflmak, bunlar faydas›z ve neticesiz fleylerdir. Hazret-i Muhammed'e müracaat ederek Mekke'deki müslümanlar› serbest b›rakacaklar›n› ve bunlar› himayesine almas›n› istediler. Böylece Ebû Basir ve arkadafllar› Medîne'ye gelip müslümanlar›n aras›na kat›ld›lar ve yine böylece muâhedenin Hazret-i Ömer'in fliddetli itiraz›na hedef olan o u¤ursuz maddesi yine müflrikler taraf›ndan de¤ifltirilmifl oldu. Art›k Mekke'deki müslümanlardan, isteyen Medîne'ye ilticâ edebiliyordu. Ve Ebû Cendel'e yapt›klar› gibi a¤l›yarak geri çevirilmiyorlard›. Kureyfl, kendi yapt›klar›n› kendi elleriyle bozmufllard›. Hazret-i Peygamber muâhedenin hükümlerini büyük bir sadakatle tatbik etmifltir. Ortada bir mes'ele vard›: Mekke'den Medîne'ye hicret eden kad›nlar ne olacakt›? Muâhedenin maddesi yaln›z erkekleri mevzuubahs etmiflti. Maddede kad›nlar zikrolunmad›¤›ndan Hazret-i Muhammed onlar hakk›nda bu maddeyi tatbik etmemifl ve kad›nlar› geri çevirmemifltir. Müslümanl›¤› kabul ederek Medîne'ye gelen kad›nlar içinde Ukbe b. Ebû Muayt'›n k›z› Ümmü Gülsüm de vard›. Kardeflleri Hazret-i Peygamber'e müracaat ederek onun teslimini istemifllerse de bu dilekleri reddolunmufltur. Çünkü muâhedenin maddesinde kad›nlar zikredilmemiflti. Sonra bir kad›n müslüman olunca müflrik olan kocas›ndan ayr›lm›fl oluyordu. Müflrik olan kocas› o kad›na helâl de¤ildi. Ashab aras›nda zevceleri müflrik olanlar da vard›. Bu münasebetle onlar›n da onlar› boflamalar› bildirildi. Bu hussuta flu ayetler nazil oldu: ...ﻳﺎ اﻳﻬﺎ اﻟﺬﻳﻦ آﻣﻨﻮا اذا ﺟﺎءﻛﻢ اﳌﺆﻣﻨﺎت ﻣﻬﺎﺟﺮات "Ey îman edenler, mümin kad›nlar size muhacir olarak geldikleri zaman siz onlar› deneyin. Allah onlar›n iman›n› herkesten iyi bilir. Onlar›n mümin olduklar›n› anlarsan›z, art›k onlar› kafirlere geri çevirmeyiniz. Çünkü ne bu kad›nlar onlara, ne de onlar bu kad›nlara helal de¤ildir. Onlara verdikleri mihri iâde edin. Bu mümin kad›nlar›n, mihirlerini verdi¤iniz takdirde nikah etmenizde sizin için bir günah yoktur. Kâfir olan kad›nlar›n ellerine yap›flmay›n, nikah›n›z alt›nda tutmay›n." (7) ––––––––oOo–––––––– (7) Mümtehine sûresi, âyet: 10 334 ON SEK‹Z‹NC‹ BÖLÜM ‹SLÂM‹YET'‹N NEfi‹R VE TEBL‹⁄‹ (6 H. y›l, 628. M.) ETRÂFA GÖNDER‹LEN NÂMELER Hudeybiyye musâlehas›n›n 628. y›l› Mart ay›nda imzâs›ndan üç hafta sonra müslümanlar Medîne'ye geldiler. Hazret-i Peygamber bu sulh u sükûn devresinde ‹slâm'› tebli¤ ve etrafa neflir ile meflgul oldu. Peygamberli¤ini bütün dünyaya duyurmak zaman› art›k gelmiflti. O bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiflti. Bu esnada Bizans Kayseri'ne, ‹ran Kisras›'na, M›s›r Mukavk›s›'na, Habefl Necâflîsi'ne ve Arap reislerine nameler göndermifltir. Çünkü, ‹slâmiyet davas› oldukça ilerlemifl, bu Tevhid dininin etrafa yay›lmas› s›ras› gelmiflti. O ça¤›n en kuvvetli devletleri: Bizans ve ‹ran'd›. Bu iki devlet aras›nda harp eksik olmuyordu, Yemen ve Irak ‹ran'a tabi idi. M›s›r ve Sûriye Bizans›n nüfuzu alt›ndayd›. Hicaz ve Arabistan, bu iki büyük imparatorlu¤a komfluydu. Fakat Arabistan'›n bunlarla olan münasebetleri daha ziyade ticaretle münhas›rd›. Arabistan›n büyük siyasi bir nüfuzu olmad›¤›ndan bu devletlerle önemli bir münasebeti yoktu. Onun için Hazret-i Muhammed'in bu büyük imparatorluklara nameler göndererek onlar› ‹slâmiyeti kabule davet etmesine hayret edenler bulunabilir. Çünkü bu namelerde büyük bir cesaretle hitab ediliyordu. Peygamberler tarihinde bu kadar flumullü bir davaya bafll›yan baflka bir peygambere tesadüf etmiyoruz. Hem bu tarzda bir davet o zamana kadar görülmemiflti. Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed (Aleyhis-selâm) bu hükümdarlar› bütün tebalariyle hak dine davet ediyordu. Gümüflten bir mühür kaz›tt›, üzerinde (Muhammed Resûlullah) yaz›l›yd›. 335 Hazret-i Peygamber Ashab-› Kiram'la görüflüp müflavereden sonra flunlara mektuplar gönderdi: Bizans ‹mparatoru Hirakl'e Dihyetü'l-Kelbî; ‹ran Kisras› Hüsrev Perviz'e Abdullah b. Huzâfe, Habefl Necâflîsi'ne Amr b. Ümeyye; M›s›r Mukavk›s›'na Hât›b b. Ebî Beltea; Umman rüesâs›'na Amr b. Âs; Yemâme rüesâs›'na Süleyt b. Amr; Sûriye hududunda yafl›yan Gassan'a fiücâ b. Vehb; Bahreyn hükümdarlar›na Ala' b. Hadrami; Yemen rüesâs›'na Muhacir b. Ümeyye vas›tasiyle mektuplar gönderildi. Hazret-i Peygamber mektubunu gönderdi¤i zaman, Bizans ‹mparatoru Hirakl Sûriye'de bulunuyordu. ‹ranla dâimi bir kavga hâlinde bulunan Bizans, bundan birkaç y›l önce ‹ranl›lara ma¤lub olmufltu. Kur'an-› Kerim bundan bahseder. Çünkü Mecûsî ‹ran'›n, Ehl-i Kitab olan Bizans'› ma¤lub etmesine müslümanlar müteessir olmufltu. Onun için Kur'an-› Kerim bu ma¤lubiyetten sonra Bizans'›n tekrar galip gelece¤ini haber vermiflti. ‹flte flimdi Hirakl ‹ranl›lar› ma¤lub etmiflti. Zaferden dolay› büyük bir ihtiflam içinde Kudüs'ü ziyaret ediyordu. Bu ziyaret o kadar muhteflem ve mutantan olmufltu ki, Kayser'in aya¤›n› bast›¤› her yere hal›lar döflenmifl, geçti¤i yollara çiçekler serilmiflti. ‹flte böyle bir zaferden dönüflünde Hirak'le Hazret-i Muhammed'in elçisi Dihyetü'l-Kelbî o mektubu iletti. Dihye, mektubu, ya bugün Havran denilen Busrâ valisine vermifl o göndermifl veyahud bizzat götürmüfl olabilir. Mektubu Hirakl Hums'ta alm›flt›r. Muktup fludur: "Bismi'llâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm. Allah'›n kulu ve Peygamber'i Muhammed'den rumlar›n büyü¤ü Hirakl'e: Hidayete uyup do¤ru yolda gidene selâm olsun. Sizi ‹slâm'a davet ediyorum. Müslüman olunuz, selamet bulursunuz. Allah ecrinizi iki kat verir. Bundan yüz çevirirseniz dalalette kalan bütün halk›n vebali size yüklenir. "Ey Ehl-i Kitab geliniz sizinle aram›zda öyle bir kelime üzerinde birleflelim ki, hepimiz onu siyanen kabul edelim. Allah'tan gayr›s›na kulluk etmiyelim, Ona hiç bir flerik koflm›yal›m, birbirimizi Allah'tan gayri Rab tan›m›yal›m. fiâyet bundan yüz çevirecek olurlarsa, de ki: Hepiniz flahit olun, biz iflte müslüman›z, Allah'a teslim olmufl insanlar›z." (1) (1) 336 ﺳـﻼم ﻋـﻠﻰ ﻣﻦ اﺗﺒﻊ. ﻣﻦ ﻣـﺤــﻤـﺪ ﻋـﺒـﺪ اﻟﻠّﻪ ورﺳـﻮﻟﻪ اﻟـﻰ ﻫﺮﻗﻞ ﻋﻈﻴﻢ اﻟﺮوم.ﺑﺴﻢ اﻟﻠّﻪ اﻟـﺮﺣـﻤﻦ اﻟﺮﺣـﻴﻢ ﻳﺆﺗﻚ اﻟﻠّﻪ اﺟـﺮك ﻣﺮﺗـﲔ ﻓﺎن ﺗﻮﻟﻴﺖ ﻓـﺎﳕﺎ. اﺳﻠﻢ ﺗﺴﻠﻢ. أﻣﺎ ﺑﻌـﺪ ﻓـﺎﻧﻰ ادﻋﻮك ﺑﺪﻋـﺎﻳﺔ اﻷﺳـﻼم.اﻟﻬـﺪى ﻳﺎ اﻫﻞ اﻟﻜـﺘﺎب ﺗﻌـﺎﻟﻮا اﻟﻰ ﻛﻠﻤﺔ ﺳـﻮاء ﺑﻴﻨﻨﺎ وﺑﻴﻨﻜﻢ اﻻ ﻧﻌـﺒﺪ اﻻ اﻟﻠّﻪ وﻻ ﻧﺸـﺮك.ﻋﻠﻴﻚ اﺛﻢ اﻷرﻳﺴﲔ .ﺑﻪ ﺷــﻴـﺌًــﺎ وﻻ ﻳﺘــﺨـﺬ ﺑـﻌـﻀﻨﺎ ﺑـﻌـﻀًــﺎ ارﺑﺎﺑﺎ ﻣﻦ دون اﻟﻠّـﻪ ﻓـﺎن ﺗﻮﻟـﻮا ﻓـﻘــﻮﻟﻮا اﺷــﻬـﺪوا ﺑﺄﻧﺎ ﻣــﺴﻠﻤــﻮن EBÛ SÜFYÂN'IN ANLATTIKLARI Kayser, Hazret-i Muhammed hakk›nda bilgi edinmek için o havâlide araplardan bir kimse varsa huzuruna ça¤›r›lmas›n› istemifldi. O zaman, bir ticaret kaafilesiyle, Ebû Süfyan Gazze'de bulunuyordu. Onu Kayser'in nezdine davet ettiler. Kayser, ota¤›n›n göz al›c› bir ihtiflamla donat›lmas›n› emretti. Debdebe ve ihtiflam içinde taht›na oturdu, piskoposlar, rahipler s›ra s›ra etraf›na dizilmifllerdi. Arap tacirleri Kayser'in huzuruna girdiler ve tercüman vas›tasiyle aralar›nda flu muhavere cereyan eti. Kayser: – ‹çinizde bu Peygambere en yak›n olan kimdir? diye sordu. Ebû Süfyân ilerledi ve: – Benim, dedi. Kayser: – Bu peygamberin mensub oldu¤u ailenin mevkii nas›ld›? Ebû Süfyan: – Muhammed asil bir ailedendir. – Ondan evvel ailesi içinde peygamberlik iddias›nda bulunan oldu mu? – Hay›r. – Âilesinden bir hükümdar ç›km›fl m›d›r? – Hay›r. – Yeni dîne girenler hangi s›n›fa mensuptur? – Ekseriyetle zay›f ve yoksul adamlard›r? – Peygamber'in arkadafllar› ço¤al›yor mu, yoksa eksiliyor mu? – Ço¤al›yor. – Bu adam›n bundan önce yalan söyledi¤ini görmüfl müydünüz? – Asla. – Ahidlerine muhalefet etti¤i olur mu? – Hay›r. Fakat son zamanlarda kendisiyle bir muâhede akdettik, ona riayet edip etmiyece¤ini görece¤iz bakal›m. – Kendisiyle hiç harp ettiniz mi? – Ettik. – Netice nas›ld›? – Bazan biz galip geliyorduk, bazan O. – Peygamber'in size tavsiye etti¤i nedir? – Yaln›z Allah'a kulluk etmek, O'na asla flirk koflmamak, namaz k›lmak, namuslu ve nezih olmak, do¤ruyu söylemek akrabal›k rab›tas›na hürmet etmek... 337 Bunu müteak›p Kayser tercüman› vas›tasiyle flunlar› söyledi: – Size Peygamber'in ailesini sordum, asil bir aileye mensub oldu¤unu söylediniz. Peygamberler daima asîl âilelerden gelir. Âilesinden hiç bir kimsenin evvelce peygamberlik iddias›nda bulunmad›¤›n› söylediniz. O halde onun ailevi saikle hareket etti¤i zann›na imkân yok. Sonra ailesinin içinde hükümdarl›k eden bir kimse bulunmad›¤›n› söylüyorsunuz. O halde Onun servet ve saltanat peflinde kofltu¤unu zannedemeyiz. Onun yalan söylemedi¤ine flehadet ediyorsunuz. ‹nsanlara yalan söylemeyen, Allah hakk›nda da söylemez Zay›f ve yoksul insanlar›n kendisine tabi oldu¤unu beyan ediyorsunuz. Peygamberlerin ilk etba› daima bunlar olur. Etba› günden güne ço¤al›yor, diyorsunuz. Hak din böyledir. ‹man halaveti bir defa kalbe girdi mi, oradan ç›kmaz. Kimseyi aldatmad›¤›n› itiraf ediyorsunuz. Hakikaten peygamberler öyledir. Peygamberin, sizi Allah'a kulluk etmeye davet etti¤ini söylemektesiniz. Bu da do¤rudur. E¤er bu söylediklerin böyleyse ben size haber vereyim. ki, o benim oturdu¤um bu yerlere girecektir. Ben bu peygamberin zuhur edece¤ini biliyordum, fakat onun Arabistandan ç›kaca¤›n› zannetmiyordum. E¤er onun yan›nda bulunsayd›m onun ayaklar›na su dökerdim. Ebû Süfyan'la Kayser aras›nda cereyan eden bu muhavere, papazlar› pek hiddetlendirdi. Hirakl'in ‹slâmiyete meyletti¤ini görüyoruz. Fakat s›rf papazlar›n itiraz› ve mevkiinin sars›lmas› endiflesiyle ‹slâm'› kabul etmekten çekindi¤ini söylüyorlar. fiu noktaya da iflaret edelim ki, Hirakl, Hazret-i Muhammed'in peygamberli¤ini inceler ve muhakeme ederken ak›l ve mant›k dairesinde hareket etmifltir. Müflrikler ve Yahudiler gibi dolambaçl› ve entrikal› sualler sormam›flt›r. ‹lim ve felsefe erbab› olan milletlere yak›fl›rca suallerle hakikat› anlamak istemifltir ve yine papazlar araya engel olarak sokulmufllard›r. O, Kisrâ gibi k›zmad›, köpürmedi, ba¤›rmad›, dinledi ve güzel cevap verdi. Hüsrevpervize gönderilen mektubu Abdullah b. Huzâfe götürüp takdim etmifltir. Mektubda flöyle deniyordu: "Rahmân ve Rahîm olan Allah'›n ad›yla: Allah'›n Resûlü Muhammed'den, ‹ran'›n büyü¤ü Kisra'ya: Hidayete tabi olup do¤ru yolda gidenlere, Allah'a ve Resûlüne inananlara, Allah'tan baflka Tanr› olmad›¤›na ve Muhammed O'nun peygamberi oldu¤una flehadet edenlere selam olsun. Ben seni ‹slâm'a davet ediyorum. Ben bütün insanlara gönderilmifl bir Hak peygamberim. Yaflayan insanlar› inzâr ederim. Müslüman ol ki selamet bulas›n E¤er reddedersen, bütün mecûsîlerin vebali senin boynundad›r." 338 Hüsrevperviz bu mektubu okuyunca k›zd›, köpürdü, ‹ran âdetine göre, fiahlara gönderilen mektuplar onlar›n ismiyle bafllard› Peygamberin mekûtubu ise Allah'›n ismiyle bafllad›ktan mâadâ Peygamberin ad› fiah›n ad›ndan evvel geliyordu. Hüsrev buna fena halde içerlemifl: "Benim kölem bana böyle mi hitab ediyor?" demifl ve Pegamber'in mektubunu hiddetle y›rt›p atm›flt›r. Zavall› düflünmüyordu ki, böyle yapmakla kendi ad›n› da bir paçavra gibi parçalam›fl oluyordu. Âcizlerin flân›, böyle k›z›p ba¤›rmakt›r. Kisrâ da hem ad›n› parçalam›fl, hem de tarihte onu kirletmifl oldu¤unun fark›nda de¤lidi. Büyük Türk flâiri Genceli Nizamî, Hüsrev ve fiîrîn adl› eserinde bu vakay› flu canl› m›sralarla flöyle tasvir etmektedir: "Vakta ki o (Hüsrevperviz) dünyaya hâkimdi, nam› flarkta, garpta tan›nm›flt›. Peygamberimiz üstün hüccetlerle nübüvvetinin do¤rulu¤unu dünyaya isbat ediyor, bazan yalç›n kayalara s›rlar tevdi ediyor, bazan kumlar onun menk›belerini söylüyordu. O bütün dünya milletlerini hakka ça¤›r›yor, her tarafa davetler gönderiyordu. Peygamber'in emriyle her hükümdara mektuplar yaz›ld›. Necâfliye mektup yaz›ld›ktan sonra Hüsrev'e de bir mektup yaz›ld›. Peygamberin elçisi bu mektubu takdim etti¤i zaman Hüsrev hiddetle, gazapla surat ast›. Öfkesinden saç›n›n her teli bir ok gibi diken diken dikildi. Hiddet ateflinden her damar› bir volkan gibi oldu. Hüsrev Muhammed'in kendisine gönderdi¤i o heybetli yaz›ya bak›nca, bütün dünyay› ayd›nlatan o mübarek ünvan› görünce, diyebilirsiniz ki, su görmüfl kuduz insan gibi oldu. Saltanat gurûru onu do¤ru yoldan sap›tt›. Hüsrev: "Bana karfl› bu küstahl›¤a cür'et eden kimdir? Kimdir o adam ki ismini benim ad›mdan evvel yazmak cesaretini gösteriyor?" dedi. O hiddetinden k›pk›rm›z› kesillmifl, atefl gibi yan›yor, fena fleyler düflünüyor ve yan›l›yordu. Hüsrev bu mektubu y›rtarken kendi ismini de parçal›yordu. Peygamber'in elçisi onu bu kadar hiddetli görünce hemen geri döndü ve kainat›n çera¤› olan o büyük peygambere bu dumans›z atefli, Hüsrev'i anlatt›. O parl›yan nurun s›cakl›¤›nda dualar, pervaneler gibi pervaz ediyordu. ‹ran'›n Kisralar› bundan dolay› düfltü ve Kisralar›n taçlar› yerlere yuvarland›. Peygamber ne yüksek bir flahika, flahlar flah›d›r ki, korku saçarak ve ümid vererek Feridun ve Çemflidlere hakim oldu." Bu mektuba fena halde hiddetlenen Hüsrev, derhal idaresi alt›nda olan Yemen vâlisi Bâzân'a bir mektup yazarak Hicazdaki bu peygamberin ölü, diri kendisine gönderilmesini istedi. Bâzân, bu emre itâatla Hicaz'a iki adam göndermifl, bu adamlar Medîne'ye gelmifllerdi. Bu esnâda Hüsrev'in o¤lu fiîreveyh babas›n›n yerine tahta ç›kt›. Peygamber'in mektubunu y›rt›p 339 parçalayan marur fiah öz o¤lu eliyle cezas›n› buldu. Hazreti Peygamber bu ahvalin cümlesini Bâzân'›n adamlar›na haber verdi ve onlar› geri çevirerek Bâzân'› ‹slâm'a davet etti. Bâzân bu daveti kabul etti, saltanat› parçlanmakta olan ‹ran'dan ayr›larak Yemen Valisi s›fatiyle Hazret-i Muhammed'e tabi oldu. Böylelikle Arabistan yar›madas›n›n cenubunda ‹slâm kuvvetinin merkezi oldu. Sonraki hadiseler bunu gösterecektir. MUKAVKIS'IN CEVÂBI M›s›r hâkimi Mukavk›s, bu mektuplara en iyi cevap veren olmufltu. O da Hazret-i Muhammed'e flu mektubu göndermifltir: "Abdullah'›n o¤lu Muhammed'e: K›btilerin büyü¤ü Mukavk›stan: Selâm sana, Mektubunu okudum. Münderecât› ile davetini ald›m. Zuhuru beklenen bir peygamber oldu¤unu biliyordum. Ancak bunun fiam'dan ç›kaca¤›n› zannederdim. Elçini izazla karfl›lad›m. M›s›rl›lar aras›nda yüksek mevkii haiz iki k›zla bir elbise ve bir de binek hayvan› gönderiyorum. Selam olsun sana." Gönderilen bu iki k›zdan biri olan Mâriye ismindekini Hazret-i Peygamber kendi alm›flt›r ve o¤lu ‹brahim bundan do¤mufltur. Cariyenin di¤erinin ismi Sîrîn olup onu Hazret-i Peygamber, flâiri olan Hassan b. Sabit'e vermifltir. Bunlar›n ikisi de Medîne'ye varmadan önce yolda müslümanl›¤› kabul etmifllerdir. Necâflî'ye gönderilen muktup onun eline vard›¤› zaman: "Hazret-i Muhammed'in Peygamberli¤ine inan›yorum", dedi. Necâflî'nin müslümanlarla olan munasebeti iyi idi. ‹lk hicret edenler oraya s›¤›nm›fllar, ondan iyi muamele görmüfllerdi. Hâlâ orada kalan Muhacirler vard›. Cafer-i Tayyar onlardan biriydi. Hazret-i Muhammed, Necâflî'ye ikinci bir mektup yazarak hâlâ orada kalm›fl olan Muhâcirleri Medîne'ye göndermesini ricâ etti. Necâfli de bunlar› gemiyle gönderdi. Bunlar›n içinde Ebû Süfyan'›n k›z› Ümmü Habîbe Remle de vard›. Ümmü Habibe, Habefl'e kocas›yle hicret etmiflti. Kocas›n›n ölümü üzerine orada dul kalm›flt›. Bu def'a Hazret-i Peygamber onunla evlenmifl, o da Ümmü'l-müminler aras›na dahil olmufltur. Hazret-i Peygamber Ümmü Habîbe'den daima Necâfli'ye dair sorular sorar, mülûmat al›rd›. Baz› tarihler, Ümmü Habibe ile izdivac Hudeybiyye musâlehas›ndan sonra Ebû Süfyan'la iyi ba¤lar te'sis içindi, demektedirler. Necâfli Hicretin dokuzuncu y›l›nda öldü¤ü zaman Hazret-i Peygamber bunu Medîne'de duyunca, onun cenâze namaz›n› k›ld›¤›n› siyer kitaplar› kaydederler. Buna salât-› gaib denir. 340 Arap Emirlerine gönderilen mektuplara gelince, bunlara muhtelif cevaplar al›nm›flt›. Bahreyn emiri güzel bir cevap verdi ve müslüman oldu. Kabilesi de arkas›ndan ‹slâm'› kabûl etti. Yemen ve Umman emiri kaba bir surette red cevab› verdi. Yemâme hükümdar› flu cevab› verdi: "Bütün dedikleriniz iyidir. Beni burada Vali b›rak›rsan müslüman olmaya haz›r›m." Hazret-i Peygamber böyle hasis emeller peflinde koflan, sefil dünya tam›na k›p›lm›fl olan bu adama lanet etti. Müslümanl›k flah›slara nüfuz ve iktidar, arazi ve mevki bahfletmek için gönderilmifl de¤ildi. Peygamberimiz bu adama flu cevab› verdi: "Elimde bir kar›fl yer olsa sana ondan bile bir fley vermem." Sûriye Araplar›'n›n reisi olan Hâris-i Gassani'nin idare merkezi bugün ad› Havran olan Busra flehriydi. Haris, Hazret-i Peygamber'in mektubunu al›nca hiddetlendi. Bunu bir küstahl›k sayd›. Müslümanlara taarruz için askerlerini haz›rlamaya bafllad›. Kendisi Bizans imparatorlu¤una tabi idi. Onun için bu meseleden derhal Hirakl'e malumat vermifl ve bu peygambere karfl› gidecek bir ordunun bafl›nda bulunmak istedi¤ini arzetti. Hirakl ondan daha ileri görüfllüydü. Onun bu fikrini be¤enmedi ve Kudüs'ü ziyaretinde kendisinin yan›nda bulunmas›n› emretti. O esnada Hirakl de kendisine gelen mektubu alm›flt›. Hâris'in bu tarz-› hareketi müslümanlar›n gözünden kaçmad›. O cihetten daima uyan›k bulunuyorlard›. Mute ve Tebük seferleri bunun neticesidir. Burada hat›ra flöyle bir soru geliyor: Acaba neden o zamanki hükümdarlar›n ço¤u bu mektuplar› hofl karfl›lad›lar? Çünkü dünya böyle bir nura müfltakd›. Çoklar› onu bekliyordu. Bu din insanlara beklediklerini ve arad›klar›n› getirmiflti. ‹nsanlar› Tevhid dînine davet ediyordu. Fikirleri ba¤l›yan hurafeleri y›k›yor, ak›llara parlakl›k, kalblere cilâ veriyordu. Bu din bir hamle, bir tekamül idi. Yafl›yan ve yaflatan bir kuvvetti. ‹lâhi menba'dan coflan bir kudretti. Onda eski çürük akidelere ba¤lan›p esir olmak, putlara kul, köle olmak yoktu. Çünkü koyu bir taklide ba¤lan›p kal›nca din, ruhlar›n hissedip yaflad›¤›, gönüllerin benimsedi¤i bir k›ymet olmaktan ç›kar, iç âlemimizi tatmin etmez olur. Resmen ifa edilen ve inan›p duymadan yap›lan birtak›m âyinler iman hazz›n› veremez, kalbi tatmin etmez. ‹ran mecusili¤inin mânâs›zl›¤›, befleriyete arad›¤›n› sunmuyordu. Bizans koyu bir teslis içindeydi. Eskiler hayata kuvvet vermiyordu. Halbuki befleriyet daimi terakki ve tekamül ister. Durmak mahvolmak demekti. 341 "Tevakkufun yeri yoktur hayat-› millette." M. Âkif Bu din iflte yeni bir hamleydi. Befleriyeti kötülükten kurtar›p ileri iten bir kuvvetti. Onun karfl›s›nda ‹ran'›n hurafeleri duramazd›. Hayata bir fley vermiyenin hayatta yeri yoktur. ‹slâmiyet ise hayattakilerin diniydi. ‹ran'a yaz›lan mektupta (Yâsîn) sûresindeki bir ayet-i kerime yaz›l›yd›. (2) fiâyan-› hayret olan bir cihet de bu mektuplar›n yaz›lmas›ndan sonra çok zaman geçmeden o yerlerin hepsinde ‹slâm nurunun parlamas›d›r. O nurun kuvvetine bak›n ––––––––oOo–––––––– (2) 342 ﻟﻴﻨﺬر ﻣﻦ ﻛﺎن ﺣﻴًﺎ Yâ-sîn sûresi, âyet: 70 ON DOKUZUNCU BÖLÜM HAYBER FETH‹ (Hicretin 6. Y ›l›) Hayber: Medîne- Suriye yolu üzerinde Medîne'den takriben 150 kilometre flimâlde bulunan bir havalinin ismidir. Bu havâlide yedi hisar vard›. Arazisi münbittir. Ekilmifl tarlalar, gür hurmal›klar çok verimlidir. Buras› kâmilen yahûdilerle meskundu. Arabistanda yahûdili¤in merkezi say›l›rd›. Benî Nadir ve Kaynuka Medîne'den uzaklaflt›r›lm›fl, Beni Kureyza'ya di¤er hainlere ibret teflkil edecek surette fledid bir cezâ tatbik olunarak Medîne'den, bu genç ‹slâm merkezinden yahûdi tehlikesi kald›r›lm›flt›. Fakat flimalde yahûdi tehlikesi daima mevcuttu. Benî Nadir rüesas›ndan bir k›sm› Medîne'den ayr›ld›ktan sonra buraya yerleflmifller ve bütün gayretlerini araplar› ‹slâm'a karfl› tahrike sarfetmifllerdi. Bunun neticesi olarak Hendek harbi kopmufl, Medîne büyük bir tehlike atlatm›flt›. Gatafan araplar› da müslümanlara düflmand›. Suriye hududunda Bizans'a tabi olan Hâris, Hazret-i Muhammed'in hükümdar› ‹slâm'a davet eden mektubunu al›nca k›zm›fl, Medîne'ye hücum için haz›rlanm›flt›. fiimaldeki bütün bu düflmanlar›n birleflmesi ihtimali daima mevcud oldu¤undan her an bir tehlike arzederdi. Halbuki Hazret-i Peygamber Kureyfl ile Hudeybiyye musâlehas›n› yaparak cenup taraf›ndan emin bir durum has›l olmufltu. ‹slâm'› neflir için müsaid zemin haz›rl›yordu. Onun için flimal hududunu da emniyet alt›na almak, yahûdî meselesini halletmek s›ras› gelmiflti. Yahûdilerin bafl tahrikâtç›s› Huyey b. Ahtab'›n ölümünden sonra onun yerine Sellâm b. Ebi'l-Hukayk geçmiflti. Sellâm zengin ve nüfuzlu bir tacirdi. Gatafan kabilesi Hayber yahudilerinin komflusu ve müttefiki bulunuyordu. Onlarla harekete haz›rd›lar. Hicretin alt›nc› y›l›nda Sellâm, Gatafan'a giderek onlar› ve di¤er kabileleri tahrik etmifl, neticede Medîne'ye taarruz edecek büyük bir ordu haz›rlam›flt›.Vâdil-Kura ve Teymâ yahûdilerini de bunla343 ra katmak için yahûdi reisleri durmadan çal›fl›yordu. Kula¤› daima flimalde olan Hazret-i Peygamber bunu duyunca Abdullah b. Atik'i Hayber'e gönderdi. Bu tahrikât› yapan Sellâm öldürüldü. Yerine Yesîr ‹bn-i Rezzam geçti. O da müslümanlarla dost geçinmek isteyenleri b›rak›p Sellâm gibi düflmanca bir tav›r ald›. Yahûdi kabîlelerini toplay›p onlara flöyle dedi: – Seleflerimin Muhammed'e karfl› plânlar› fenâ düflünülmüfltü. Halbuki, yap›lacak ilk ifl, do¤rudan do¤ruya Muhammed'in flehrine hücum etmektir. Ben de bu plân› tatbik edece¤im." Yesîr bu maksatla kabileleri aras›nda dolaflmaya bafllad›. Hazret-i Peygamber bunu haber al›nca Abdullah ‹bn-i Revâha'y› tahkîkat için gönderdi. Abdullah bir kaç arkadafliyle Hayber'e giderek orada olan› biteni ö¤rendi ve gelerek vaziyeti haber verdi. Hazret-i Peygamber yahûdilerle bir anlaflma yapmay› düflünerek tekrar Abdullah ‹bn-i Revâha'y› Hayber'e gönderdi. Abdullah, Yesir ‹bn-i Rezzam'la görüfltü. Ona Medîne'ye gelip peygamberle görüfltü¤ü takdirde kendisinin Hayberde hükümdarl›¤›n›n tan›naca¤›n› bildirdi. Yesir bu teklifi kabul ederek otuz kadar adamiyle yola ç›km›fl, fakat sonradan flüpheye düflerek geri dönmek istemifl, Abdullah onun sözünden dönmesine k›zm›fl, arada kavga ç›km›fl, Yesir öldürülmüfltür. Görülüyor ki, Hayberdekiler daima ‹slâmiyet aleyhine hareket haz›rlamakla meflguldüler. Benî Nadir yahûdileri orada mühim rol oynamaktayd›. ‹bn-i Ebû Hukayktan sonra onun biraderi Kinane ‹bn-i Rabi ‹slâm aleyhinde çal›flanlar›n bafl›yd›. Medîne'deki münaf›klar da yahûdileri ‹slâm aleyhinde tahrikten bir an hali kalm›yordu. Onlara her hususta malumat veriyorlar, heber uçuruyorlard›. Hazret-i Peygamber'in hedefi, Hayber halk›yle bir muâhede akdetmekti. Abdullah ‹bn-i Revâha'y› bu maksadla göndermiflti. Fakat yahudiler bu ifle pek yanaflmak istemiyordu. Benî Kaynuka, Nadîr ve Kureyza gibi milletdafllar›n›n intikâm atefli içlerinde yan›yordu. Benî Nadîr rüesas› bundan faydaland›klar› gibi münaf›klar›n reisi olan Abdullah ‹bn-i Übey de boyuna bu atefli körüklüyordu. Hayber yahûdîleri kendilerine güveniyordu. Çünkü cengaverdiler, zengindiler, silahlar› boldu. Abdullah ‹bn-i Übey, onlara müslümanlar›n askeri teçhizat› olmad›¤›n›, silahlar› bulunmad›¤›n› söylüyordu. Bu hal karfl›s›nda yahûdîler, müslümanlara karfl› haz›rlanmaya bafllad›lar. Yahudilerin reisi olan Kinane Gatafan ile di¤er arap Kabilelerini ziyarete ve onlara Hayber'in yar› varidat›n› va'detmiye bafllad›. Gatafan kabilesi bu va'di kabul ederek müslümanlara karfl› harekete geçerek yahûdilerle ifl birli¤i yapt›lar. Gatafan kabilesinden Uyeyne Medîne meralar›na hücum ederek, oradan peygamber'e ait develeri afl›r›p götürdü. Yukar›da bahsetti¤imiz bu Zûkared hadisesi, siyercilere göre Hayber va344 kas›ndan bir sene evvel vuku bulmufltur. Taberi bunun Hayber hareketinden bir kaç gün evvel oldu¤unu söyler. Düflman, haz›rl›¤›n› tamamlamadan önce harekete geçmek laz›md›. Hudeybiye musâlehas›ndan bir ay sonra Hazret-i Peygamber flimaldeki tehlikeyi bertaraf etmeye karar verdi. Haz›rl›k yap›ld›. Düflmana bir haber s›zmamas›na son derece dikkat olundu Hazret-i Peygamber: Bizimle beraber cihada gitmeyi arzu edenler gelsin, dedi. Bu harbin bir hususiyeti de budur. Çünkü flimdiye kadar olan bütün harpler tedafüî olduklar›ndan herkes müdafaaya koflard›. Vak›a bu da tedafüî mahiyettedir. Ancak di¤er harplerde düflman ordusu önce harekete geçer, ‹slâm ordusu onlar› karfl›lamaya ç›kard›. Burada ise ilk hareket eden ‹slâm ordusu olmufltur. (1) Di¤er taraftan bu harp, Kelimetullah'› i'lâ, hak ve hakikat› yükseltmek mahiyetini tafl›r. Gayr-› müslimlerin ‹slâm idaresine girdikleri ilk harp bu olmufltur. Onun için bu tarz bir hükûmetin esaslar› bu harpte vazolunmufltur. Bu bak›mdan da bir önemi vard›r. Bilahare Arabistan havalisinde fethedilen yerlerde tatbik olunan mali ve siyasi idarenin baz› esasl› mefhumlar› Hayber fethinde konulan hükümlerden ç›km›flt›r. Hakikat› ilan ve hakk› i'la vazifesini ifa ederken bir mümaneat görmezse ‹slâmiyet harp ilan›na lüzüm görmez. O hak ve hakikat tehlikeye düfltü¤ü zaman onlar› müdafaa eder. Cihad bir maiflet vas›tas›, istismar mevzuu de¤ildir. Öyle bir telâkki yanl›fl olur. Hayber'e giderken Hazret-i Peygamber: "Cihada ra¤bet edenler gelsin," buyurdu. 1600 mücahidle Medîne'den hareket etti. Bu karar o kadar ani olmufltu ki, kimse duymad› ve duymas›n diye 150 Kilometrelik mesafeyi seri yürüyüflle üç gün zarf›nda ald›lar. Sabahleyin tarlalar›nda çal›flmak üzere yahûdiler kenara ç›kt›klar›nda ‹slâm ordusunu karfl›lar›nda gördüler ve telaflla dönüp kalelerine kapand›lar. Bu seferde Hazret-i Peygamber üç sancak haz›rlatt›. Bunlar›n birini Hubâb b. Münzir'e, birini Sad b. Ubâde'ye, Hazret-i Âifle'nin bafl örtüsünden yap›lan Alem-i Nebevî'yi de Hazret-i Ali'ye vermiflti. Ümmü Seleme bu seferde Hazret-i Peygamber'in beraberindeydi. Askerler flu mealde m›sralar terennüm ederek yürüyordu: "Yâ Rab, Sen bizi do¤ru yola irflad etmesen, biz o yolu bulamay›z. (1) ‹bn– i Teymiyye, (El-Cevâbü's-Sahîh li-men beddele Dîne'l-Mesîh) adl› eserinde, Hazret-i Peygamber'in yapt›¤› bütün savafllar›n tedâfüî mâhiyette oldu¤unu söyler. Yaln›z Bedir ile Hayber'i istisnâ eder. Halbuki, Bedir ile Hayber de tedâfüî mâhiyettedir. Burada düflman harekete geçmezden önce davran›p onun kuvvetlerini da¤›tmak vard›r. Hayber seferi, yahûdîlerle Gatafan'l›lar›n Medîne'ye taarruzunu önlemek içindir 345 Ne sadaka verir, ne de namaz k›lard›k. Nemiz varsa Senin u¤runda fedâ olsun, Sen bizi ma¤firet et ve bize huzur ver. Biz ne zaman ça¤r›l›rsak hemen geliriz. Sen de düflmanla karfl›laflt›¤›m›z vakit bize sebat ve metanet ihsan et. Çünkü herkes bizim icabetimize güveniyor, bize dayan›yor." Yolda giderken Ashab›-› Kirâm, yüksek sesle tekbir getiriyorlard›. Hazret-i Peygamber onlara: "Yavafl söyleyiniz, siz uzak veya sa¤›r bir varl›¤a hitâb etmiyorsunuz. Zât-› Kibriyâ size çok yak›nd›r" buyurdu. Bu seferde bâz› kad›nlar da orduya ifltirâk etti. Hazret-i Peygamber onlara niçin geldiklerini sordu, onlar da flu cevab› verdi: "Örgü örerek kazand›¤›m›zla askerlere yard›m etmek, hastalara ilaç vermek, harp sahnelerinde askerlere su vermek için geliyoruz." Demek kad›nlar bu harpte seyyar hastahâneler vazîfesini görüyordu. Bu s›fatla orduda kalm›fllar, ganâimden onlara da hisse verilmifltir. Hadîs ve Siyer kitaplar› ‹slâm kad›nlar›n›n her gazâya ifltirâk ettiklerini, yaral›lara bakt›klar›n›, susuzlara su da¤›tt›klar›n› yazarlar. Uhud harbinde böyle kad›nlardan bahsetmifltik. O harpte Hazret-i Âifle bile su tafl›yor ve yaral›lara bak›yordu. Ebû Dâvûd, ‹slâm kad›nlar›n›n ok topl›yarak mücâhidlere verdiklerini de bunlara ilave etmektedir. Müslüman kad›nlar›, bu gibi iflleri görmekten âciz de¤ildi. Hazret-i Peygamber, Gatafan ile yahûdîler müttefik olduklar›ndan onlar›n, yahûdîlerin yard›m›na koflacaklar›n› bildi¤i için, Hayber ile Gatafan arâzîsi aras›ndaki Racî'a indi. Nakil vâs›talar›, a¤›r çad›rlar ve kad›nlar burada b›rak›ld›. Ordu Hayber kalelerine do¤ru ilerledi, Yahûdîler derhâl Gatafandan yard›m istedi. Gatafanl›lar da silahlan›p yard›ma kofltular. Hazret-i Peygamber onlar› bu hareketten vazgeçirmek için ganîmetten bir k›sm›n› va'detti. ‹slâm ordusu Hayber'e akflam varm›flt›. Fakat Resûl-i Ekrem'in âdeti hiçbir yere geceleyin hücûm etmemekti. Onun için o gece flehir d›fl›nda konaklad›lar. Hayber'e geldikleri zaman Hazret-i Peygamber askerlerini durdurarak flöyle duâ ettiler: "Ya Rab, biz Sen'den bu ülkenin, bu ülke ahâlîsinin, bu ülkedeki her fleyin iyli¤ini isteriz. Onun, onun halk›n›n ve içindeki herfleyin flerrinden Sana s¤›n›r›z." Hayber'in yedi kalesi vard›. Bunlar gayet müstahkemdi. Yahûdîler derhâl harbe karar vermifllerdi. Hazret-i Peygamber'in 346 anlaflma teklîfini reddettiler. Reisleri olan Sellâm b. Miflkem harp emrini verdi. Vatîh ve Sülâlim kalelerine kad›nlar› yerlefltirdiler, Nâ›m kalesine zahîreleri depo ettiler. Evvelâ harp Natah kalesinde bafllad›. En kuvvetli kale Kamus idi. Bu kalenin kumandanl›¤›nda, araplar›n bin cengâvere bedel sayd›klar› meflhur yahudî pehlivan› Merhab bulunuyordu. Askerler Natah ve Kamus kalelerinde müdâfaaya bafllad›lar. Bu harp hakikaten flimdiye kadar yap›lan harplerin en fliddetlisiydi. Yahûdiler haz›rl›kl›yd›lar. Silahlar› boldu. Kureyfl bu harbi büyük bir alakayla takip ediyor, müslümanlar›n galip gelece¤ine pek ihtimal vermiyordu. Sellam b. Miflkem, fena halde hasta olmas›na ra¤men Natah kalesinde müdafaac›lar›n bafl›na geçti. Yahudiler cansiperane dö¤üflüyorlard›. ‹lk günü çarp›flmalar pek fliddetli oldu. Yahûdiler di¤er milletdafllar›n›n akibetlerini düflünerek ölümü ar›yormufl gibi dö¤üflüyorlar, harp meydan›nda ölmeyi tercih ediyorlard›. Sellâm b. Miflkem ölünce onun yerine Haris ‹bn-i Ebû Zeyd geçti.Ve müdafaay› eline ald›. Nâ›m kalesi ilk hedefi teflkil ediyordu. Buraya yap›lan hücumu Mahmud b. Mesleme idare ediyordu. Hava gayet s›cakt›. Mahmud, serinlemek için kale duvar› dibinde dururken yahûdi kumandan› Kinâne b. Rebi (Safiyyenin kocas›) bundan istifade ederek Mahmudun bafl›na bir tafl yuvarlad›, tafl mahmud'un üstüne düflerek onu ezdi. Hazret-i Peygamber Nâ›m kalesini almak için Hazret-i Ebû Bekr'i gönderdi. Fakat kaleyi alamad›. Hazret-i Ömer'i gönderdi, ona da talii yar olmad›. Yahûdiler hurûc hareketiyle onlar› püskürtüyorlard›. Hazret-i Peygamber: – "Yar›n sanca¤›m› Allah'›n ve Resûlünün sevgilisi olan bir adama verece¤im," dedi ve ertesi gün Sanca¤› Hazret-i Ali'ye verdi Hazret-i Ali sanca¤› al›nca sordu: – Yahudilerle dö¤üfle dö¤üfle onlara ‹slâm'› kabul ettirecek miyiz? Hazret-i Peygamber: – "Hay›r, dedi Müslümanl›¤›, onlara sulh ve sükûnet yoluyla teklif edece¤iz." Yahûdiler müslümanl›¤› veya sulhu kabule amade de¤ildiler. Onun için Hazret-i Ali hucûma bafllad›. Dö¤üflme çok fliddetli oldu. Bir aral›k Hazret-i Ali'nin kalkan› elinden f›rlay›p düfltü. O da orada bulunan bir kap›y› kalkan gibi kullanarak çarp›flmaya devam eti. Nihayet kale düfltü. Hazret-i Ali onu teslim ald›. (Hazret-i Ali'nin burada gösterdi¤i kahramanl›k hakikaten fleyan-› hayrettir. Ancak baz› hikâyeler onu fevkalbefler bir sûrette tasvir ederler ki, bu do¤ru de¤ildir.) 347 Nâ›m kalesi düfltükten sonra Kamus kalesine hücum edildi. Buran›n kumandan› yahûdi pehlivan› Merhab pek ünlü bir cengaverdi, Silahlar›n› tak›n›p ortaya ç›kt› ve flu m›sralar› söyliyerek meydan okudu: "Bütün Hayber bilir ki, ben Merhab'›m. Silah›m› çektim, tecrübeden geçmifl bir kahraman›m. Bazan yaralar bazan bir darbeyle yere sererim. Arslanlar atefl püskürerek üstüme gelse de vururum. Benim korudu¤um yer, yaklafl›lmaz bir korudur." (2) Buna karfl› Hazret-i Ali mübâreze meydan›na flahin gibi at›ld›. Elinde kalkan, dilinde flu m›sralar vard›: "Bana Hayber ünvan›n› anam vermifltir. Ben korkunç ormanlar›n arslan›y›m. K›l›ca k›l›çla mukabele etmesini bilirim." (3) Yap›lan fliddetli mübarezede Hazret-i Ali bu korkunç pehlivan› yere serdi. Ve bihakk›n Hayber fâtihi ünvan›n› ald›. Baz› tarihçiler Merhab'›n öldürüldü¤ünü kaydederler. Muhammed b. Mesleme tarf›ndan Yahûdilerin kaleleri birer ikifler düflüyordu. Vatîh ve Sülâlim kalelerine gelince yahûdiler çaresiz kald›lar ve sulh istediler. Hayberde yaln›z çiftçi gibi oturmak ve suret-i daimede mahsullerinin yar›s›n› müslümanlara vermek teklifinde bulundular. Fetih hakk› olarak arâzi müslümanlara intikal etmiflken Hazret-i Peygamber arazi hususunda yahûdilerin müracaat›n› kabul etti. Hayber yahûdilerine çok hofl muamele yap›ld›¤›n› görüyoruz. Çünkü yahudiler burada ma¤lup edilince art›k Arabistanda yahûdi nüfuzu k›r›lm›fl oluyordu, yahûdi tehlikesi yoktu. Onun için yahûdilere hem arazileri verildi ve hem de kendileri orada b›rak›ld›. Arazinin geliri Beytü'l-Mâle kaydolundu, hazine mal› oldu. Buran›n ziraat ve mahsul ifllerini idare etmek için Abdullah ‹bn-i Revâha vali tayin edildi. Abdullah yahûdilere çok iyi muamele etmifltir. Ya- (2) (3) 348 ﺷﺎﻛﻰ اﻟﺴﻼح ﺑﻄﻞ ﻣﺠﺮب ﻗﺪ ﻋﻠﻤﺖ ﺧﻴﺒﺮاﻧﻰ ﻣﺮﺣﺐ اذا اﻟﻠﻴﻮث اﻗﺒﻠﺖ ﺗﻠﺘﻬﺐ اﻃﻌﻦ اﺣﻴﺎﻧﺎ وﺣﻴﻨًﺎ اﺿﺮب ﻛﺎن ﺣﻤﺎى ﻛﺎﳊﻤﻰ ﻻ ﻳﻘﺮب ﻛﻠﻴﺚ ﻏﺎﺑﺎت ﻛﺮﻳﻪ اﳌﻨﻈﺮه اﻧﺎ اﻟﺬى ﺳﻤﺘﻨﻰ أﻣﻰ ﺣﻴﺪره اﻛﻴﻠﻬﻢ ﺑﺎﻟﺴﻴﻒ ﻛﻴﻞ اﻟﺴﻨﺪرة hudiler de bunu itiraf etmektedirler. Abdullah ç›kan mahsulü iki k›sma ay›r›r, bir k›sm›n› yahudilere b›rak›r, di¤er k›sm›n› Medîne'ye gönderirdi. Yahudiler onun adalet üzere ifl görmesinden fevkalade memnun kal›rlar ve: "Yerleri, gökleri tutan bu adalettir" derlerdi. Buna ra¤men yahudiler verimli hayber arazisini canla baflla ifllemediler, eski mamurlu¤u kalmad›, harâbe yüz tuttu. Kendilerine gerek Peygamber, gerekse Abdullah taraf›ndan gösterilen hofl muameleye lay›k olduklar›n› isbat etmediler, ziraat iflleri geriledi. Halbuki Hayber yahûdilerine Hazret-i Paygamber her cihetçe hofl muamele etmifl, ümidin fevkinde hofl görürlük, yapm›flt›r. Meselâ: Ganimet mallar› aras›nda müteaddid Tevratlar vard›. Yahûdiler onlar›n kendilerine iadesini istediler. Peygamber de onlar›n kendilerine teslim edilmesini buyurdu. Halbuki Romal›lar, Kudüs'ü ald›klar› zaman ellerine geçen kitab-› Mukaddesi yakm›fllar ayaklar alt›na al›p çi¤nemifllerdi. Hatta daha sonralar› hristiyanlar da Endülüste yahûdilere tedhifl yaparken Tevrât'› yakm›fllard›r. Her harpte Hazret-i Muhammed'in insanl›¤a fleref veren bir muamelesini görmekteyiz, her münasebetle Onun büyüklü¤üne flahit oluyoruz. Hayber feth olununca, Hazret-i Peygamber Fedek yahûdilerine haber gönderdi. Onlar› ‹slâm ile cizye aras›nda muhayyer b›rakt›. Onlar da cizyeyi kabul ettiler. Fedek için asker gönderilmedi¤inden ora arazisinin geliri Hazret-i Peygamber'e âid oldu. Hayber dönüflünde Hazret-i Peygamber Vâdil-Kurâ yoluyla Medîne'ye dönüyordu. Buras› Teymâ ile Hayber aras›ndad›r. Ziraata elveriflli yerleri vard›r, Âd ve Semûd kavimleri buralarda ikaamet etmifllerdi. Harâbeleri vard›r, yahûdiler cahiliyet devrinde buray› iflgal etmifller ve sâkin olmufllard›. Hazret-i Peygamber oradan geçerken yahûdiler müslümanlarla dö¤üflmeye haz›rland›lar. Müslümanlara ok att›lar, Halbuki Hazret-i Peygamber asla harp etmek niyetinde de¤ildi. Fakat yahûdilere mukaabele etmek zorunda kald›lar. Müslümanlar a¤›rbas›nca yahûdiler sulh istediler ve Hayber flartlar›na göre sulh yap›ld›. Teyma yahudileri de harpsiz Cizye vermeyi kabul ettiler. Böylelikle Arabistan›n bütün yahûdileri müslümanlara tabi oldu. Yahûdilerle müflrikler ‹slâmiyete karfl› müflterek cephe alm›fllard›. Yahûdi meselesi böylece hallolunmakla, hem flimalden gelecek tehlike bertaraf edilmifl oldu. Hem de müflriklerin bir kolu k›r›lm›fl oldu. Müflrikler bundan böyle müslümanlara hücum için el uzatacak veya arkalar›ndan sürükliyecek kimse bulam›y›caklard›. 349 PEYGAMBER‹M‹Z‹ ZEH‹RLEME TEfiEBBÜSÜ Hazret-i Peygamber, Yahûdilere ne kadar hofl muamele yapsa da yahudilerin müslümanlara karfl› besledikleri kin atefli yine sönmüyordu. Hayber sulhundan sonra Peygamber bir kaç gün orada kald›, Sellâm b. Miflkem'in kar›s›, Hârisin k›z› Zeyneb birgün Hazret-i Peygamber'e bir ziyafet tertipledi. Sofraya bir koyun k›zartmas› kondu. Hazret-i Peygamber flüphelendi. Ve eti biraz çi¤nedikten sonra a¤z›ndan ç›kard›. Arkadafllar›ndan biri eti yutunca zehirlendi ve öldü. Zeyneb'i ça¤›rarak ne yapt›¤›n› sordular. O da flu itirafta bulundu: "E¤er hükümdarsa ondan kurtuluruz, e¤er Hak Peygamberse ona haber verilir, o da yemez, dedim ve tecrübe için bu ifli yapt›m." Cevab›n› verdi. Hazret-i Peygamber flahs›na karfl› yap›lan bu fenal›ktan dolay› Zeyneb'i affettti. O düflmanlar›na bile afv ile muamele ederdi. SAF‹YYE ‹LE ‹ZD‹VAÇ Esirler aras›nda yahûdi reislerinden Huyey b. Ahtab'›n k›z› Safiyye de bulunuyordu, Safiyyenin kocas›, yine yahûdi reislerinden ve ‹slâm'›n düflmanlar›ndan Kinâne b. Rabi idi. Benî Nadîr'in hazinesi Kinâne'nin elindeydi. Hazret-i Peygamber onun nerede oldu¤unu sordu, Kinâne hazineyi gizlemiflti. Bilmem, dedi. E¤er bulursak seni öldürülelim mi? dediler. O da evet, diye karfl›l›k verdi. Bir harâbelikte dolafl›rken onu görmüfllerdi. Oray› kazd›lar. Hazinenin bir k›sm›n› buldular. Kinânenin yalan söyledi¤i meydana ç›kt›. Kinâne yaln›z hazineyi saklamakla suçlu de¤ildi. Mahmud b. Mesleme'yi o öldürmüfltü. Beni Nadîr teb'id (sürülürken) olunurken ‹slâmiyet aleyhinde entrikalar çevirmemeye söz vermiflti. Halbuki boyuna tahrikatta bulunuyordu. Di¤er rüesâ gibi o da sözünden dönmüfltü. ‹flte bu gibi sebebler bir araya gelince onun aleyhindeki deliller kuvvetlendi ve bu yüzden öldürüldü. Bu harp sebebiyle öldürülen tek adam odur, baflka kimsenin burnu bile kanamam›flt›r. Hayber Harbinde Hazret-i Peygamber aleyhinde söyliyecek bir fley bulamay›nca, onun galip gelmiflken yapt›¤› insanca hareketleri örttürmek için, ‹slâm düflman› yazarlar, ortaya Safiyye meselesini çakarm›fl olsalar gerek. Halbuki bunda söz edecek bir yer yoktur. Safiyye harpte al›nan esirler aras›ndad›r. Hazret-i Peygamber onu Dihyetü'l-Kelbi'ye vermifltir. ‹mam-› Buhârî'nin rivayetine göre, Safiyye'nin Dihye'ye verilmesine herkes itiraz etmifl: Safiyye Beni Nadir'in ve Beni Kurayza'n›n han›m›d›r, ileri gelenlerindendir, sana lay›kt›r, demifller. Hazret-i Peygamber de Safiyye'yi esirlikten azad ederek, sonra onunla evlenmifltir. 350 Fatihlerin fethettikleri yerlerin hükümdar k›zlariyle evlendikleri tarihte pek çoktur. Bu, onlar›n flerefini korumak, onlar› himaye etmek içindir. Burada da ayn› mülâhaza vard›r. Safiyye bu izdivaçtan memnun olmufltur. Bunun siyasi faydalar› da vard›r. Müslümanlar›n eline geçen kimselere iyi muâmele yapt›klar›n› göstererek araplar›n düflmanl›¤›n› azaltmak bak›m›ndan da mühimdir. Nas›l ki Cüveyriye meselesi de öyle olmufltu. Safiyye'nin ‹slâmiyeti ve sadâkat› çok samimi idi. Eyyûb-i Ensârî, yeni müslüman olan bu kad›n›n gadrinden korktu¤u için, yolda Hazret-i Peygamber onunla zifafa girince, bütün gece k›l›ç elde çad›r›n etraf›nda dolafl›p beklemiflti. Sabahleyin, Peygamber onu bu hal üzere görünce:"Bu ne?" diye sordu. O da: "Babas›, kocas› ve kavmi öldürülen bu yahûdi kad›n›ndan Sana bir fenal›k dokunmas›ndan korktum." dedi. Fakat Safiyye ölünceye kadar Peygamber'e sadakattan ve vefadan ayr›lmad›. Hatta baflkalar›n›n yapamad›¤›n› yapt›. Hazret-i Peygamber'in ölüm döfle¤i etraf›nda bütün zevceleri toplanm›flt›: Safiyye: – Keflke Senin u¤rad›¤›n hastal›¤a ben u¤rasayd›m, Senin yerinde yatan ben olsayd›m dedi. Di¤er zevceleri birbirlerine bak›fl›p göz k›rpt›lar, Hazret-i Peygamber onlar›n bu yapt›klar›n›n fark›na vard› ve: – "Safiyye bu sözünde sad›kt›r," diyerek onun sadakat›n› ve samimi oldu¤unu bildirdi. Bu, Safiyye için büyük bir flereftir. BU ARADA TEfiR‹ ED‹LEN AHKÂM ‹slâmiyet, cenuptan müflrikler, flimâlden yahûdiler olmak üzere iki müttefik düflman aras›nda kald›¤›ndan idârî bir makine kurulam›yordu. Bu zamana kadar müslümanlara itikad ve ibadete dair dini farizalar ö¤retiliyordu. Hazret-i Âifle'nin buyurdu¤u gibi, fleriat ahkâm› vukuat ve hadisâta göre ihtiyaca binaen tedricen vahy olunuyordu. Hayber'in fethiyle yahûdilerin ‹slâm düflmanl›¤› bertaraf edilmifl, Hudeybiyye musâlehasiyle de, müflrikler sulha ba¤lanm›flt›. Bu suretle yeni ahkâm vaz' ve tatbiki için f›rsat vard›. Hayber fethi s›ralar›nda flu hükümler beyân olunmufltur: 1– Pençeli (y›r›t›c›) hayvanlar›n etini yemek haram olmufltur. 2– Avlar›n› yakalay›p parçalayan vahfli hayvanlar›n eti haramd›r. 3– Merkep ve kat›r etlerini yemek yasak edilmifltir. 4– Harpte esir düflen kad›nlarla hemen münâsebette bulunmak yasak edilmifltir. Bu gibi kad›nlara üç ay mühlet verilmesi, hamileliklerinin 351 anlafl›lmas› içindir, bu kad›nlar hamileyseler hamillerini vaz'edinceye kadar onlara yak›nlafl›lmamas› bildirilmifltir. F›k›h kitaplar›nda buna (‹stibrâ) denir. 5– Alt›n ve gümüflü k›ymetinden fazlasiyle al›p satmak menolunmufltur. 6– Müt'a nikah› da, sahih rivayete göre, Hayber 'den sonra yasak edilmifltir. Hayber fethi Hicret'in alt›nc› ve yedinci y›llar› aras›nda vuku' bulmufltur. Bu y›llar, ‹slâmiyet için büyük bir fetih ve zafer y›l› olmufltur. Fakat bu feth ü zafer daha ziyade mânevidir. Hudeybiyye musâlehas›n›n sa¤lad›¤› sükun devrinde ‹slâmiyet daha muvaffakiyetle intiflara bafllam›flt›r. Etraftaki hükümdarlara mektuplar da bu s›rada yaz›lm›flt›. Habeflten müslümanlar›n avdeti de Hayber fethinin sonuna tesadüf eder. Ordu Hayber 'den zaferle dönünce onlar› Medîne'ye gelmifl buldu. Uzun bir hicrandan sonra görüflmek pek zevkli oldu. Hazret-i Ali'nin kardefli Cafer-i Tayyar da dönmüfltü Hazret-i Peygamber onu görünce: – "Hangisine daha çok sevineyim bilmem? Hayber zaferine mi? Yoksa Cafer'e kavufltu¤uma m›?" demiflti ‹flte bu s›ralarda yahûdilerin Hazret-i Peygambere sihir yapt›klar›na dair bir tak›m rivayetler ortaya ç›km›flt›r ki, as›ls›z fleylerdir. Bu esnada harp darp yap›lmam›flt›r. Ancak mallar›na sald›ran çapulcular› takip için baz› müfreze tak›mlar› ç›kar›lm›flt›r. Bu seriyyeler te'dip seferleri mahiyyetindedir. Müslümanlar sulh ü sükûn içinde y›ll›k Hacc› beklerken tatl› günler anlafl›lmadan geçiyordu. Hudeybiyye musâlehas› hükümlerine göre, Hicretin yedinci senesinin Zilkade ay›nda, Kâbe-i Muazzama'y› ziyarete gideceklerdir. ––––––––oOo–––––––– 352 Y‹RM‹NC‹ BÖLÜM KÂ'BEY‹ Z‹YÂRET VE UMREN‹N ÎFÂSI (7. Hicret y›l›) Hayber fethedilmifl, flimal cihetinden müslümanlar emin olmufllard›. Aylar geçiyordu. Bir sene önce yap›lan Hudeybiyye musâlehas› flartlar›na göre müslümanlar bu sene Mekke'ye gidecekler, Kâ'be-i Muazzama'y› ziyaret edeceklerdi. Zilka'de ay› girince, Hazret-i Peygamber halka Kâbe'yi ziyarete gitmeye haz›rlanmalar›n› ilan etti. Bütün müslümanlar bu günü ifltiyakla bekliyordu. Bilhassa Muhacirler, yedi sene evvel b›rakt›klar› ana baba oca¤›na kavuflacaklar, elemli ve ac› günlerde terkettikleri Mekke'ye gideceklerdi Anlaflma gere¤ince Mekke'ye silahla giremiyeceklerinden yanlar›na silah alm›yorlard›. Yaln›z yol için k›nlar›nda sokulu k›l›çlar tak›n›yorlard›. 70 adet kurbanl›k deve baraberlerinde oldu¤u halde, yüz atl› iki bin müslüman Mekke yolunu tuttu. Önlerinde Hazret-i Peygamber yine Kasvâ adl› devesi üzerinde gidiyordu. Hepsinin gönlü heyecanl›yd›. Bir an evvel Kâ'be-i Muazzama'y› ziyaret ifltiyak›, içlerinde mukaddes bir arzu halinde yan›yordu. Yedi sene evvel ayr›ld›klar› Mekke-i Mükerreme'yi ne kadar özlemifllerdi. Befl vakit namazda oraya dönüyorlard›. Müslümanlar›n K›blesi ve mukaddes beldesi oras›yd›. Onu gönüllerinden ç›karamazlard›. Kureyfl, müslümanlar›n geldi¤ini haber al›nca flehri tahliye ettiler. Etraftaki tepelere çad›rlar kurdular, a¤açlar alt›na yangeldiler. Uzaktan müslümanlar›n geliflini seyrediyorlard›. Müslümanlar Mekke'nin flimalinden gelerek flehre iniyorlard›. Manzara pek tesirliydi. Yedi sene evvel Kureyfl ulular›n›n Dâru'n Nedve'de öldürmeye toptan and içtikleri Peygamber, ölüm çenberini yararak aralar›ndan ç›km›fl, uzak diyarlara gitmiflti. Tebli¤ine memur oldu¤u mukaddes davas›na Allah'›n te'yid ve inâyetine mazhar olarak devam etmifl, Tevhid dinini nice gönüllere duyurmufl, iman hazziyle nice ruhlar› doyurmufl da Onun hak davetine icabet eden halis 353 müminlerin, bu samimi tevhid kütlesinin önüne düflmüfl, mukaddes Kâbe'yi, Beyt-i fierif'i ziyarete geliyordu. Kaç kifli ç›km›fllard›, flimdi kaç kifli olarak geliyorlar, Yedi sene zarf›nda ‹slâm'›n intiflar›ndaki sür'at, ak›llara durgunluk verecek gibiydi. Hazret-i Peygamber, Kasva ismindeki devesi üzerinde idi. Abdullah ‹bn-i Revaha devenin önünde yürüyordu. Di¤er Kibâr-› Ashab vakur ad›mlarla onu takib ediyorlard›. Kâbe'yi görünce hepsi birden tekbir ald›lar, (Lebbeyk Allahümme lebbeyk) demeye bafllad›lar. Binlerce a¤›zdan ç›kan bu seda Mekke'nin ufuklar›nda çalkan›yordu. Hepsinin kalbi Allah'a hamd ü sena ile doluydu. Hak dinin hak peygamberi önlerinde oldu¤u halde yürüyorlard›. Târih, müstesna anlar›ndan birini yafl›yordu. Lebbeyk sadâlar› göklere do¤ru yükseldikçe etraftan müslümanlar› seyreden Kureyfl, kimbilir neler hissediyor, içlerinde ne gibi duygular canlan›yordu? Aralar›nda bu Tevhid kafilesi içinde bulunmay› arzu edenler kimbilir ne kadar çoktu. Hepsi içlerinde türlü manalar okunan gözlerle müslümanlara bak›yorlar, hep onlar› takip ve onlardan bahsediyorlard›. Mekkeliler, müslümanlara Medîne havas› yaramad›¤›ndan onlar›n zay›f düfltüklerini zannediyorlarm›fl. Hazret-i Peygamber bu zann› kald›rmak için Kâbe'yi üç kere bafl› dimdik bir halde kofla kofla tavaf etti. Müslümanlar da ayn› hareketi tekrarlad›lar. Buna f›k›h kitaplar›nda (Remel) denir ve bu âdet bu güne kadar aynen cârîdir. Kâbe-i Muazzama'y› usûlü dâiresinde tavaf ettikten sonra Safâ ve Merve teplerine ç›kt›lar. Sonra kurbanlar›n› kesip ihramdan ç›kt›lar. Ertesi gün Hazret-i Peygamber Kâbe'ye girdi. ‹çindeki putlar hiç bir fleyden habersiz duruyordu. Ö¤le vakti gelmiflti. Müslümanlar Ö¤le namaz›n› k›lmaya haz›rland›lar. Bilâl-i Habeflî o tatl› ve gür sesiyle Ö¤le ezan›n› okudu. Mekke ufuklar› tevhid sadalariyle ç›nlad›. ‹lk defa olarak mekke ezan sesi duyuyordu. ‹slâm dininin temellerinin at›ld›¤› bu flehir, bu sese henüz aflina de¤ildi. ‹ki bin müslüman cemaat olarak namazlar›n› k›ld›lar. Müslümanlar flehir dahilinde üç gün kald›lar. Kimisi yedi sene önce b›rakt›klar› h›s›m akrabas›n› eflini, dostunu ziyaret ediyor, kimisi evini oca¤›n› dolafl›yor, b›rakt›¤› mal›n› mülkünü soruyor, Ensar'dan olan kardefline bundan bahsediyor, izâhat veriyordu. Hepsi sükûn ve asayifl dairesinde hareket ediyordu. Hiçbir müessif hadise olmad›. Müslümanlar›n kemal-i edeb ve nezaketini görünce Kureyfl buna hayran kalm›flt›. Hepsi tertemiz, abdestini al›yor, namaz›n› k›l›yor, duas›n› yap›yor, birbirlerini seviyor ve say›yorlar. Hazret-i Peygamber aralar›nda be'flufl (güleryüzlü) bir 354 çehreyle daima dolafl›yor, herkesle konufluyor, sohbet ediyor. Candan bir sevgi havas› içinde kardeflçe geçinen olgun insanlar... Ne içki içip sarhofl olan var, ne suç iflleyip günaha giren var. Müslümanlar›n bu tarz hareketi, bu emsalsiz ahlâki üstünlük ve yüksek meziyetleri, onlar› dikkatle süzen Kureyfl'in gözünden kaçmad›. Müslümanl›¤›n bu güzel ahvalini görünce içlerinde Müslümanl›¤a karfl›, sevgi müslüman olma arzusu uyand›. Dörtbefl ay sonra fethedece¤i, Mekke, flehri idi. Fakat flimdiden Mekkelilerin kalbini fethetmifl oldu. Onun için Hâlid b. Velid ve Amr b. Âs gibi de¤erli adamlar›n derhal müslüman olduklar›na flahit oluyoruz. HAZRET-‹ MEYMUNE ‹LE ‹ZD‹VAÇ Hazret-i Peygamber'in amucas› Abbâs Mekke'deydi. Henüz müslüman olmam›flt›. Kar›s› Ümmü'l-Fadl'›n 26 yafllar›nda bir k›z kardefli vard›; Meymûne. Ümmü'l-Fadl, kocas› Abbas'a, bald›z›n› nikahlamak hususunda selahiyet vermiflti. Müslümanlar›n yüksek ahlâk›n› görünce Meymûne'nin kalbinde ‹slâm'a karfl› bir sevgi uyand›. Aralar›nda geçen konuflmalardan Abbas bunu anlam›flt›. Hazret-i Peygamber'e Meymûne'yi almas›n› teklif etti. Meymûne müslüman oldu. Nikah› k›y›ld›. Hazret-i Peygamber Mekke'de bir dü¤ün yaparak bu vesileyle Kureyfl'le daha samîmî ve daha yak›ndan bir temas yapmak arzusunu izhar etti. Fakat Üç gün mühlet dolmufltu. Mühletin doldu¤unu söylemek için gelen Süheyl b. Amr'a ve arkadafl›na bu fikrini açt›: Ne olurdu, hep beraber bir dü¤ün yapsayd›k, Kureyfl'e bir ziyâfet verseydim, onlar da gelip benim yeme¤imi yeselerdi, dedi. Fakat Süheyl bunu kubul etmedi: – Sizin ziyafetinize ihtiyac›m›z yok, bir an evvel ç›k›n, dedi. Belki de Süheyl, Kureyfl aras›nda konuflulanlardan bir fleyler sezmeye bafllam›flt›. Böyle bir dü¤ün yap›p bir de ziyafet verirse Mekkelilerin islâmlara kat›lmas›, müslüman oluvermeleri ihtimalinden korktu. Onun için bir an evvel gitmelerini söyledi. Ahdine sad›k kalan Hazret-i Peygamber ve müslümanlar Hudeybiyye anlaflmas› flartlar›na zerre kadar karfl› gelmeyi zaten ak›llar›ndan bile geçirmiyorlard›. Onun için derhal Mekke'yi terkederek Medîne yolunu tuttular. Gözleri arkalar›nda kalmadan gidiyorlard›. Çünkü Hazret-i Peygamber'in bir sene evvel haber verdi¤i Feth-i Mübîn tahakkuk etmiflti. Hem Ka'be'i Muazzama'y› ziyaret etmifller hem de Mekkelilerin kalbini feth eylemifllerdi. Mekke'nin fethi haz›rlanm›flt›. Dönerken fiehidler Efendisi Hazret-i Hamzâ'n›n küçük kerîmesi Ümâme: 355 – Amca, amca, diyerek Hazret-i Peygamber'e do¤ru at›ld›. Hazret-i Ali küçük yavruyu kuca¤›na ald›. Cafer-i Tayyar ileri at›larak: Onu ben himayeme al›p yetifltireyim, dedi. Fakat Hazret-i Peygamber onu teyzesi Esma'ya verdi ve: "Teyze, anne gibidir." buyurdu. HAL‹D B. VEL‹D VE AMR B. ÂS MÜSLÜMAN OLUYORLAR Müslümanlar, Mekke ziyaretinin Kureyfl üzerinde iyi tesir b›rakt›¤›ndan emin olarak dönüyorlard›. Günler, bunun do¤rulu¤unu isbât etti. Hudeybiyye musâlehas› iyi semerelerini vermekte idi. Yak›ndan temas neticesi müslümanlar›n yüksek meziyyetlerini görenler, onlara hayran kal›yorlar, takdirkârl›klar›n› gizliyemiyorlard›. Hâlid b. Velîd, bu de¤erli ve ünlü kumandan, ‹slâm'›n nuru kendisini cezbetmifl oldu¤undan ‹slâmiyeti kabule karar vermiflti. Bu karar›n› Kureyfl'ten gizlemeye hiçte lüzum görmedi. Kureyfl içinde flöyle dedi: – Akl› bafl›nda olan herkes art›k anlam›flt›r ki, Muhammed öyle sâhir veya flâir de¤ildir. Onun kelâm› Allah kelâm› oldu¤u anlafl›ld›. Akl› olan ona tâbi olmal›d›r. Ebû Cehl'in o¤lu ‹krime, Hâlidin bu sözlerine flöyle mükaabele etti: – Sen de mi atalar›n›n dîninden dönüyorsun? Sâibî oluyorsun? – Ben Sâibî olmuyorum, müslüman oluyorum. – Kureyfl içinde bu sözü söylememesi icab eden bir kimse varsa, o da sensin? – Neden? – Neden olacak, müslümanlar baban›n flerefini çi¤nediler, amucan›, amucan›n o¤lunu öldürdüler. Yemin ederim ki ben, senin durumunda olan bir kimsenin böyle fleyler söylemesini katiyyen beklemezdim. – Bunlar hep cahiliyet eseri fleylerdir. Ben ancak, hakîkat› gördükten sonra müslüman oluyorum. Hâlid b. Velid'in müslüman olaca¤› haberini Ebu Süfyan duyunca hemen Hâlid'i gördü ve ona bu haberin asl› olup almad›¤›n› sordu. Hâlid: – Evet, do¤rudur, deyince Ebû Süfyan k›zd›: – E¤er bu dediklerinin do¤rulu¤una inansam, Muhammed'den önce seni haklard›m, dedi. Hâlid bunlar›n do¤ru oldu¤unu te'kid etti: – Do¤ru söylüyorum ve senin sözüne ra¤men müslüman dînine giriyorum. 356 Ebu Süfyan hiddetinden Hâlid'in üzerine yürümek istediyse de ‹krime mani oldu: – Dur, yavafl ol, dedi. Çünkü ben de onun dedi¤ini demekten kendimden bile korkar oldum. Bütün Kureyfl'in bu Peygamber'e uymakta oldu¤u bir s›rada Hâlid'i haklamaktan ne ç›kar sanki. Vallahi ben, sene geçmeden bütün Mekke halk›n›n Muhammed'e tabi olmas›ndan endifle etmiye bafllad›m. Bunlar, Hâlid'i karar›ndan ve yolundan çevirecek de¤ildi. Hâlid, bir pervane gibi herkesin kofltu¤u o ebedi nûra kofltu ve Medîne yolunu tuttu. Yolda arap dahilerinden olan Amr b. Âs.'a rastlad›. Amr ona nereye gitti¤ini sordu. Hâlid: – Müslümanl›¤› kabule gidiyorum, art›k ona mukaavemete imkân görmüyorum. Vallahi O Hak Peygamberdir, daha ne diye dural›m? dedi. Amr: – Ben de ayn› fikirdeyim ve ben de buna karar vermifl bulunuyorum, dedi. ‹kisi de beraber yola koyularak Medîne-i Münevvere'ye vard›lar. Dün flirk ordusunun bafl›nda bulunup müslümanl›¤a karfl› duran bu iki adam, flimdi Medîne'ye gelmifl, Hazret-i Muhammed'i görmek istiyorlard›. Hâlid, Kureyfl'in süvari kumandan›yd›. Uhud harbinde Kureyfl, ma¤lub olmuflken galip mevkiine getiren odur. O böyle bir baflbu¤du. Ashab-› Kiram, bakt›lar ki Hâlid geliyor, dün karfl›lar›nda onlarla dö¤üflen, Uhud harbinde onlar› hezimete u¤ratan, Kâbe'yi ziyarete gittiklerinde Kureyfl süvarisinin bafl›na geçerek müslümanlar› Mekke'ye sokm›yan adam geliyor! Peygamberin huzuruna ç›k›yor. Acaba niçin gelmifl olabilirdi? Fenâ bir maksad› olmas›n? Fakat yüzünde öyle fleyler okunmuyor. Kuzu gibi sakin, melek gibi halim olmufltu. Yavafl ad›mlarla Hazret-i Peygamber'in huzuruna girdi. Herkes merakla ne olacak diye nazarlar›n› oraya çevirmiflti. Kulaklar dikkat kesilmiflti. Hâlid âdeta yalvaran bir sesle: – Bana ‹slâm'› ta'lîm et, Yâ Resûlallah. Ben müslüman olmaya geldim, dedi. Etraftakiler kulaklar›na inanam›yorlard›. Demek Hâlid, ‹slâm'› kabul etmiye gelmiflti. Hâlid kemâl-i ihlasla: Lâ ilâhe illallah dedi. Bu mübarek kelime-i flehadeti kalbinin içinden, ruhunun derinliklerinden gelen bir sesle söyledi. Gerçekten Hâlid müslüman olmufltu. Bu de¤erli kumandan, art›k flirk ordusunu sevk ü idare etmiyecek. K›l›c›n›, hakk› müdafaa u¤runda kullanacakt›. Allah'›n kumandan olarak yarattt›¤› bu harikulâde adam, bütün askeri meharet ve dehas›n› ‹slâm'›n müdafaas› ve hakk›n i'las› u¤runda sarf edecek, sald›rganlar›n ordular›n› bozup periflan edecek, mürtedleri tepeli357 yecek, ülkeler fethedecektir. Az sonra Mu'te harbinde müslümanlar› onun nas›l kurtard›¤›n› görece¤iz. Hazret-i Peygamber ona: Seyfu'llah=Allah K›l›c› ünvân›n› verecektir. Bir kaç ay sonra Mekke'yi feth ederken ordulardan birinin bafl›nda o bulunacakt›r. Bütün bunlar, ‹slâmiyet için bir kazançt›. Hâlid'in müslüman olmasiyle müslümanlar çok fleyler kazanm›fl oldular. Hâlid'in arkas›ndan Amr b. Âs müslüman oldu. O da Kureyfl'in de¤erli adamlar›ndan ve kumandanlar›ndand›. Araplar›n dört dâhisi denilen cin fikirli adamlar›ndan biri de budur. Müflkül durumlarda zekas›n› iflleterek mühim ve güç meseleleri halletmesini bilirdi. Hâlid, Sûriye fatihi oldu¤u gibi, Amr da, M›s›r fâtihidir. Bu ikisinden sonra Osman b. Talha Medîne'ye gelerek o da ‹slâm'› kabul etmek flerefine nâil oldu. Hudeybiyye musâlehas› iflte böyle iyi semereler veriyordu. Müslümanlar o zaman baz› flartlar› a¤›r görerek me'yûs olur gibi olmufllard›. Halbuki nüfuz-› nazar sahibi olanlar istikbali görür. Muâhedede mühim olan, gelecek için iyi neticeler sa¤lamakt›r. ‹flte Hazret-i Muhammed o muâhedeyle bunlar› yapm›flt›. O zaman itiraz edenler bu iyi neticeleri gördükçe seviniyorlar ve o vakit yapt›klar›na nadim oluyorlard›. H‹CRET‹N YED‹NC‹ SENES‹ VEKAY‹‹ 1– Ezvac-› tahirattan Safiyye ve Meymûne ile izdivaç vuku bulmufltur. 2– K›z› Zeyneb'i müslümanl›¤› kabul eden kocas› Ebû'l Âs'a iade etmifltir. 3– Yemen'den Efl'arî kabilesi Ebû Mûse'l Efl'ari ile Medi'ne'ye gelerek müslüman olmufltur. 4– Îran'›n Yemen'de valisi olan Bâzan müslüman olmufltur ve Hazret-i Peygamber onu San'a'ya vali tayin etmifltir. ‹slâmda tayin olunan ilk vâli budur. ––––––––oOo–––––––– 358 Y‹RM‹ B‹R‹NC‹ BÖLÜM MU'TE HARB‹ (8.H. Cumade'l-ûlâ, 629 M.) Mu'te, Sûriye'de vâki' olup Belka'ya tâbîdir. Rumlarla yap›lan ilk harp budur. Bu harbin sebebine gelince: tarihçiler iki sebep zikretmektedirler. Evvelâ: Hazret-i Peygamber, Hudeybiyye andlaflmas›n›n verdi¤i sükûn ve sulhten faydalanarak ‹slâm'› neflir için etrafa mektuplar göndermifl, ‹slâmiyet'e davette bulunmufltu. Bu meyanda Busrâ yani bugünkü Havran Emiri'ne de bir mektup göndermiflti. Bunlar Arapd›, fakat Hristiyand›lar. Bizans'a tabi idiler. Hazret-i Peygamber'in bu mektubuna k›zm›fllar, hatta elçiyi öldürmüfllerdi. Baflka hiç kimse elçilere dokunmad›¤› halde onlar›n elçiyi öldürmeleri çirkin bir tecavüzdü. Devlet hukukuna ayk›r› bir hareketti. Hattâ o zaman, Hâris-i Gassânî müslümanlara hücum için haz›rlanm›fl, tabi oldu¤u Kayser'e bunu arzetmiflti. ‹kinci olarak: Hazret-i Peygamber, Sûriye hududunda bulunan Zâtü't-talh'a, ‹slâm'a davet için onbefl kifli göndermiflti. Onlar, bunlara gadretmifller, heyetin hepsini öldürmüfllerdi. ‹çlerinden yaln›z reisleri kurtulabilmiflti. Gerek Busra emîrinin elçiyi öldürmesi ve gerekse ‹slâm'a davet için gönderilen adamlar›n k›l›çtan geçirilmesi, iflte bu seferin yap›lmas›na sebep olmufltur. Di¤er taraftan Hazret-i Peygamber, flimâle do¤ru ‹sâm'› neflretmek için vaktin art›k gelmifl oldu¤unu biliyordu. Hem ‹slâm'› neflretmek, hem de tecavüzlere mukabelede bulunmak üzere Mu'te seferi haz›rlanm›flt›r. Hicretin sekizinci y›l› Cümade'l-ûlâ ay›nda Hazret-i Peygamber 3.000 kiflilik bir orduyu Zeyd ‹bn-i Hâris'in kumandas›nda flimal hududuna do¤ru gönderdi. Bilindi¤i gibi Zeyd bir azadl› köleydi. Kibar Ashab›n bulundu¤u bir orduyu onun kumandas›na vermek, baz›lar›n›n itiraz›n› mucib oldu. Fakat ‹slâmiyet insanlara müsavat getirmiflti. Bu müsavat davas› birçoklar›nda 359 görüldü¤ü gibi, kuru bir laftan ibaret de¤ildi. Bu bir gerçekti. ‹slâm'›n her davas› böyle bilfiil tahakkuk etmifl bir hakikatt›r. Hazret-i Peygamber orduyu teflyi ederken sanca¤› Zeyd'e teslim ettikten sonra flöyle buyurdu: fiayet Zeyd flehid düflerse, Cafer b. Ebû Talib kumanday› als›n, ona da bir hal olursa, Abdullah b. Revaha kumandan olsun. Hâlid ibn-i Velid, ‹slâm olmaktaki samimiyetini ispat etmek için bu sefere gönüllü olarak ifltirak etmifltir. Ordu Medîne d›fl›na ç›k›nca Hazret-i Peygamber mücahidlere flu nasihatlarda bulundu: "Kad›nlar›, çocuklar›, körleri asla öldürmeyin. Evleri y›k›p harap etmeyin, a¤açlar› kesip tahribatta bulunmay›n" dedikten sonra hay›r dualar ve iyi temennilerle orduyu u¤urlad›. ‹slâm ordusu bu def'a da, âdet üzere hedefini gizli tutuyordu. Sûriye'lileri âni olarak bast›rmak istiyordu. Fakat câsuslar islâm ordusunun flimale do¤ru Sûriye istikametinde hareketini haber vermifllerdi. Bunun üzerine Kayser'in Sûriye'deki vâlisi olan fiurahbil, etraf›ndaki kabileleri toplad›. Kayser de Rum askerlerini göndererek onu takviye etti. Böylelikle düflman taraf›nda 100.000 den fazla bir ordu toplanm›fl oldu. Bu ordunun bafl›nda baz›lar›na göre Kayser'in kardefli Teodor bulunmaktaym›fl. ‹slâm ordusu karfl›lar›na ne ç›kaca¤›n› bilmeksizin ilerliyordu. Sûriye'de Ma'an'a geldikleri zaman, böyle muazzam bir orduyla karfl›laflacaklar›n› duydular. Bu vaziyet karfl›s›nda tereddüde düflenler oldu. Düflünmek laz›md›. 100.000 kiflilik bir orduya 3.000 erle karfl› durmak nas›l olurdu. Zeyd: Hazret-i Peygamber'e yaz›p vaziyeti haber verelim, ne cevap gelirse ona göre hareket ederiz, dedi. Fatkat kuvvetli bir flair olan Abdullah ‹bn-i Revaha: – Biz niçin ç›kt›k? Yâ kahramanca dö¤üflerek flan kazan›r›z, yahut Hak u¤runda flehid oluruz. Her ikisi de bizim için hay›rl›d›r, dedi ve askerin hissiyat›n› okflad›. Bunun üzerine ileri yürüdüler ve Mu'te'ye vard›klar› zaman koca düflman ordusu karfl›dan göründü. Düflman, say›ca pek üstün oldu¤u gibi âlât-› harbiye ve teçhizatça da çok mükemmeldi. Teflkilat› muntazam bir orduydu. Müslümanlar flimdiye kadar böyle mükemmel ve muntazam bir orduyla karfl›laflm›fl de¤ildiler. Araplar›n ordu teflkilat› çöl harplerine elveriflliydi. Bizans ordusu bambaflka tarzda haz›rl›kl› bir orduydu. Düflman say›ca çok üstündü. Bu flartlar alt›nda harbe tutuflmak olamazd›. Burada yegâne yap›lacak ifl geri çekilip kurtulmakt›. Fakat buna da düflman imkân b›rakmam›flt›. ‹ster istemez harbe tutufltular. Müslüman mücahidler, ölümden kurtulufla çare olmad›¤›n› bilerek dö¤üflüyorlard›. Ölümü istihkâr 360 edercesine ileri düflman saflar›na at›l›yorlard›. Sancakdar olan Zeyd ‹bni Haris flehid düfldü. Sanca¤›, Hazret-i Peygamber Medîne'den ayr›l›rken iflaret buyurduklar› veçhile Cafer ald›. Cafer o zaman otuz üç yafllar›nda bir yi¤it idi. Bu harpte çok büyük kahramanl›klar göstermifltir. ‹man dolu gö¤sünü düflman›n oklar›na germifl, görülmedik bir kahraman›kla dö¤üflmüfltür. Düflman dört taraftan sar›p at› ile hereket etmesine imkân kalmay›nca at›ndan yere indi ve bir ok gibi ileri at›ld›. K›l›c›n› düflmanlar›n›n bafl› üzerinde bir flimflek süratiyle savuruyordu. Sa¤ eli kesildi. Sanca¤› sol eline ald›. O da kesilince onu iki kolunun aras›na alarak s›ms›k› sar›ld›, flehid düflünceye kadar sanca¤› yere düflürmedi. Ondan sonra sanca¤› Abdullah ‹bn-i Revaha ald›. O da flehid düfltü. ‹slâm ordusu bozulmaya bafllad›. Halid ‹bn-i Velid bozulan askerlerin önüne geçip onlar› döndürmek istiyordu. Fakat dinleyen olmuyordu. Kendisi askeri mahereti sayesinde münasip bir yer seçti ve orada durdu. Onun sebat etti¤ini gören Kutbe, arkadafllar›na: Düflmandan kaçmak âr-ü zilletini kabul etmektense merdçe dö¤üflerek ölmek daha hay›rl› de¤il mi? Diyerek onlar›n gayretlerine dokundu. Bozulanlar birer ikifler Halid'in yan›na geldiler. Abdullah ibn-i Revaha'n›n flehid düflmesinden sonra sanca¤› Sâbit ibn-i Erkam alm›flt›. Sâbit sanca¤› Hâlide vermek istedi, Hâlid: – Sen ona benden daha müstehaks›n. Benden yafll›s›n, Bedir gazas›nda bulundun, dedi. Sâbit isrâr etti: – Sen fenn-i harbi daha âlâ bilirsin. Ben bu sanca¤› sana teslim etmek üzere ald›m, dedi. Sonra arkadafllar›na dönerek: – Halid'in kumandanl›¤›na raz› m›s›n›z? diye sordu. Hepsi: – Evet, dediler. Böylece birkaç ay evvel müslüman olan Hâlid'i kendilerine kumandan seçtiler. ‹slâm kardeflli¤inin verdi¤i yüksek ruh ve itimad budur. Hâlid gayet fena bir durumda olan askerlerini tertipledi. Merdcesine müdafaya bafllad›. Kahramanl›kta destanlar yarat›rcas›na dö¤üfltüler. Askerin kuvve-i maneviyesi yükseldi. ‹flte Hâlid böyle bir vaziyette büyük bir maharetle ‹slâm ordusunu kurtard›. Kendisi arkadafllar›na fedakârl›k ve kahramanl›kta örnek oldu. O gün elinde dokuz k›l›ç parçaland›¤›n› söylerler. Bütün gün akflama kadar düflmana dayand›lar. Düflman bu bir avuç kahraman›n ölümü küçümseyerek misli görülmemifl bir sûrette dö¤üflmesine hayret etti. Düflman›n gözü y›lm›flt›. Ertesi gün Halid, askerî dehas›n›n ne kadar yüksek oldu¤unu isbat eden bir tabiye mehareti gösterdi. Ordusunun vaziyetini de¤ifltirdi. Ön kuvvetleri arkaya, ald›, arka kuvveti öne geçirdi. Sa¤ cenah› 361 sola, sol cenah› sa¤a yerlefltirdi. Düflman›n her f›rkas› kendi karfl›s›nda dün görmüfl oldu¤u askerden baflka asker görünce ‹slâm ordusuna taze kuvvetlerin imdada gelmifl oldu¤unu zannetti. Dünkü kahramanca dö¤üfl, zaten düflman›n gözünü y›ld›rm›flt›. Bu gün harbe girerlerse, say›lar›n› ve ne kadar imdad kuvvetleri ald›klar›n› bilmedikleri müslümanlara ma¤lub olmak ihtimali vard›. Bu düflünceyle düflman daha gerilere çekilip ne yapaca¤›n› kararlaflt›rmay› düflünürken ‹slâm kumandan› Halid'in hücum emrini vermesi düflman› büsbütün korkuttu. Düflman geri çekilmeye bafllad›. Bu bir f›rsat idi. Halid bu hezimeti bir f›rsat ve f›rsat› da ganimet bilerek hemen askerini geri çekti. Ve ‹slâm ordusunu kurtard›. Böylece gâlip, ma¤lub belli olmadan bu harp sona erdi. Düflman ‹slâm ordusu hakk›nda kati bilgi sahibi olmad›¤›ndan onlar› arkadan takib edemedi. Hazret-i Halid'in fevkalade dehas›, fenn-i harpteki mehareti sayesinde 3.000 kiflilik ‹slâm ordusu 100.000 kiflilik düflman içinde eriyip mahvolmaktan kurtulmufl oldu. Ordu Medîne'ye dönünce, baz›lar› onlara: Allah yolundan kaçanlar, demek istedilerse de Hazret-i Peygamber buna mani oldu. Hâlid ‹bn-i Velid'e Seyfullah ünvan›n› verdi. Hazret-i Peygamber Hazret-i Cafer'in ölümüne çok üzüldü. Onun âilesine taziyette bulundu ve bu musibet anlar›nda Cafer ailesinin yeme¤ini yap›p hanelerine bakmalar›n› kendi ailesine tenbih buyurdu. Kara günlerinde müslümanlar›n komflular›n› bak›p gözetmeleri buradan kalm›flt›r. Harpte Cafer'in iki kolu da kopmufltu. Hazret-i Peygamber onun kesilen kollar›na bedel iki kanat verildi¤ini, bunlarla meleklerle birlikte uçtu¤unu müjdeledi. Onun için Cafer'-i Tayyar denir. Bu harpte ilk flehid düflen azadl› kölesi Zeyd olmufltu. Ona da pek ac›d›. Zeyd'in k›z›n› görünce gözyafllar›n› tutamad›, mübarek gözleri yaflla doldu. Zeyd'in k›z›: – O ne, Yâ Rasûlallah, sen de mi a¤l›yorsun? deyince: – "Bu, dostun dost için göz yafl› dökmesidir" dedi. Zeyd'in fedakârl›¤›n› hiç unutmad›. ZÂTÜ'S-SELÂS‹L GAZVES‹ Bu arada di¤er baz› ufak tefek seriyyeler ç›kar›lm›flt›r. Bunlar›n birk›sm› Medîne-î Münevvere meralar›na bask›n yaparak k›rlarda otlamakta olan hayvanlar› afl›rmak isteyenleri takib ve te'dib içindi. Yukar›da Zâtü't-Talh hadisesinden bahsetmifltik. Buna benzer di¤er bir 362 facia daha vard›r. Hazret-i Peygamber Benî Süleym kabilesini ‹slâm'a davet için 50 adam gönderdi. O kabile bunlara gadrederek hepsini öldürdüler. Yaln›z tesadüfen reisleri olan zat kurtuldu. Mu'te harbinden sonra en mühim hadise Zâtü's-selasil gazvesi olmufltur. Mu'te harbinde müslümanlar›n bildi¤imiz flekilde geri dönmeleri o civarda baz› Arap kabilelerine cesaret vermifl, bunlar›n Medîne meralar›na bask›n için topland›klar› haberi duyulmufltu. Onun için Hazret-i Peygamber hem bunlar› da¤›tmak, hem de Mu'te harbinin zihinlerde b›rakt›¤› izleri silmek için Amr ‹bni'l-Âs kumandas›nda Sûriye hududlar›na bir seriyye gönderdi. Bunlar 300 kifliden ibaretti. Arkas›ndan Ebû Übeyde ‹bn-i Cerrah'› da 200 neferle Amr'› takviye için gönderdi. Ebû Ubeyde, Amr'a tabi oldu. Ebû Bekir, Ömer gibi kibâr-› Ashab›n ilk müslüman olanlar›n bulundu¤u bir kütleye daha dün müslüman olmufl olan Amr kumandan tayin olunmufltu. Buna kimse itiraz etmedi. Müslümanlar›n birbirlerine nas›l candan itaat ettiklerini burada da görmekteyiz. Amr ‹bni'lÂs da herkesin kendine itaat etti¤ini görünce memnun oldu. Ve canla baflla ifle bafllad›. Amr, gece vakti orduda atefl yak›lmas›n› s›k› s›k› yasak etti: Her kim atefl yakarsa onu o ateflin içine atar›m, dedi. Hava so¤uktu, Askerler Hazret-i Ebû Bekir ve Ömer'e flikayet ettiler. Hazret-i Ömer: – Ne demek, bu adam askeri so¤uktan m› K›racak? dedi. Ebû Bekir Ömer'e: – Dokunma, dedi, Hazret-i Peygamber onu harbe vukufundan dolay› kumandan yapt›. Mademki bu saat baflbu¤umuzdur, onun ifline kar›flmak do¤ru de¤ildir. Hakikaten Amr'›n tedbiri çok güzeldi. Atefl yan›nca askerin mikdar› uzaktan tahmin olunabilirdi. Düflman askerin say›s›n› bilmeyince kalabal›k zannedecek ve korkacakt›. Nas›l ki öyle de oldu. Amr, sabahleyin ans›z›n hücûm etti ve kendisinden say›ca üstün olan düflman› bozdu. Amr, henüz müslüman olmuflken böyle kibar-› Ashab üzerine kumandan olmas›na, muzaffer olarak Medîne'ye dönmesine çok sevindi ve herhalde Peygamber nezdinde benim itibar›m çok fazla diye yanl›fl bir zehaba kap›ld›. Halbuki o askeri meharetine binaen baflbu¤ yap›lm›flt›. Bir kimsenin bir husustaki üstünlü¤ünden dolay› o hususta reis olmas› her cihette üstünlük ifade etmez. Amr Medîne'ye dönünce Hazret-i Peygamber'e erkekler içinde en ziyade kimi sevdi¤ini sordu. Hazret-i Peygamber de – "Ebû Bekir'i," dedi. 363 – Sonra kimi? diye sordu. – "Ömer'i," dedi. Amr sordukça Hazret-i Peygamber Ashab-› kiram› s›rayla say›yordu, Amr diyorki: En sona kal›r›m korkusuyla sormaktan vazgeçtim. Amr henüz müslüman olmufltu, di¤er Ashab ona nisbetle çok ileriydi. ––––––––oOo–––––––– 364 Y‹RM‹ ‹K‹NC‹ BÖLÜM MEKKE'N‹N FETH‹ (8. H. Ramazan Ay›, 630 M. Ocak Ay›) Mu'te harbi galip, ma¤lûb belli olmadan, daha do¤rusu esasl› bir çarp›flma yap›lmadan kapanm›flt›. Böyle bir neticeden Bizansl›lar memnundu. Harbin uzamad›¤›na sevinmifllerdi. Çünkü harp uzarsa neticenin ne olaca¤› hiçte belli olmayabilirdi. fiimalde Arap kabileleri aras›nda Halid'in bu çekilifli bir nevi zafer havas› yaratm›flt›. ‹slâm'›n her tarafta gösterdi¤i muvaffakiyet, flimaldeki Arap kabileleri aras›nda ‹slâm'›n intiflar›na sebeb olmaya bafllad›. Irak ve Sûriye'ye komflu olan Necid kabileleri aras›nda art›k ‹slâmiyet yay›l›yordu. Bizans devletindeki sars›nt›lar onlarla birleflik olan Araplar›n ay›r›lmas›na sebeb oluyordu. Mute harbinden sonra Süleym, Eflca', Gatafan, Zübyan, Fezâre ve sâir kabilelerden müslüman olanlar ço¤ald›. Fakat Mute harbinin Medîne'de ve Mekke'de b›rakt›¤› tesir pek müsbet de¤ildi. Müslümanlar çarp›flmadan dönülen bir harbi iyi karfl›lamam›fllard›. Herkes, düflman ordusunun pek nispetsiz çoklu¤unu düflünüp bu iflleri muhakeme edemez. ‹fle sathî bakar. ‹slâm ordusunu harp yapmadan dönmesini, flereflerine yediremiyenler olmufltu. Hakikatta tam bir zafer kazanmam›fl olan orduyu Medîne'de iyi karfl›lamam›fllard›. Bu ordu hakk›nda söylenenleri baz› mücahidler duymamak için evlerinden bile ç›km›yorlard›. Çünkü sokakta çocuklar›n a¤z›nda dolaflan laflar› duyunca cidden müteessir oluyorlard›. Harp nedir bilmiyen çocuklar, asker denince behemahal dö¤üflmüfl adam gözünün önüne gelen annelerinden duyduklar›n›, rastgele söylüyorlard›. Bu sözler umumi efkar›n k›smen ifadesi demekti. Müslümanlar›n hezimetini isteyen ve onlar›n ma¤lubiyetiyle sevinen Mekkelilere gelince: Onlar da ‹slâm ordusunun harbe giriflmeden çekilmesini bir nevi hezimet manas›na alm›fllard›. Onlar da ya çocuklar gibi dü365 flünmeden veyahut canlar› öyle istedi¤inden böyle söylüyorlard›. Art›k müslümanlar› küçümsemeye bafllam›fllard›. Kendilerinin onlara galip gelemiyeceklerini biliyorlard›. Fakat flimalde ‹slâm'a karfl› 100.000 kiflilik bir ordu ç›karabilen birisi vard›. Nas›l ki Mute harbinde düflman bu kadar muazzam bir kuvvet toplam›flt›. Baz› rivayetlerde bu ordunun 200.000 kifli oldu¤u söylenir. Bu, Kureyfl'e cesaret verdi, ümid verdi. Bu kuvvetler bugün her nedense çarp›flmadan da¤›ld› ise de, yar›n bir f›rsat bulursa yine toplanabilir ve Medîne'ye yürüyebilir. ‹flte buna güvenerek Kureyfl, ‹slâmlar› küçümsemeye, onlarla yap›lan andlaflmaya pek ehemmiyet vermemeye bafllad›. Ortaya ç›kan küçük bir hadise, Kureyfl'in bu niyetini göstermeye kâfi geldi. Hudeybiye musâlehas› flartlar›na göre Arap kabileleri iki taraftan biriyle anlafl›p birleflmekte serbestti. Bunun üzerine, derhal Huzâa kabilesi müslümanlarla, Benî Bekir de Kureyfl'le ittifak yapm›flt›r. Bu iki kabile aras›nda eskiden beri düflmanl›k vard›. Fakat Hudeybiye müsâlehas› bunlar›n aras›ndaki mücadele fas›la vermiflti. Çünkü onlar da müttefik taraflardan birinin ittifak›na girmiflti. Fakat yukar›da iflaret etti¤imiz sebeblerden dolay› Kureyfl, Hudeybiye müsalehas› flartlar›na riayet hususunda gevfleklik göstermeye bafllam›flt›. Hatta bundan önce flartlardan birini bozmay› müslümanlara teklif etmiflti. Bu flart›n kald›r›lmas› müslümanlar›n da lehinde oldu¤undan onlar da bu flart›n ilgas›n› kabûl etmifllerdi. fiimdi ise âdeta andlaflmay› hiçe saymak için f›rsat gözetliyorlarm›fl gibi Benî Bekir ile Huzâa aras›nda ç›kan bir kavgay› vesile ittihaz ederek ahidlerinden döndüler ve Benî Bekir taraf›n› aç›kça tutarak andlaflmay› bozdular. Mu't'e harbine sathi bakanlar gibi Benî Bekir de müslümanlar› küçümsemeye bafllam›flt›. Müslümanlar›n müttefiki olan Huzaa'dan intikam almak s›ras› geldi¤ini sanarak, ‹krime ve Safvan gibi Kureyfl ulular›n›n da teflvikiyle Huzâa'ya hucûmu kafalar›na koymufllard›. Huzâa bir gece Vetir suyu bafl›ndayken Benî Bekir kabilesi ans›z›n hücum ederek onlardan baz›lar›n› öldürdüler, huzâal›lar bu ani hucüma karfl› koymad›lar, Mekke'ye s›¤›narak Büdeyl b. Verka'n›n evine ve Harem-i flerife iltica ettiler. Kureyfl'in ve Benî Bekrin andlaflma hükümlerine ayk›r› olan bu hareketi karfl›s›nda ne yapacaklard›? Medîne'de müslümanlar, Hudeybiye andlaflmas›n›n verdi¤i sulh ve sükûn içnde yafl›yorlard›, cenub hududundan emindiler. Mekke'de olan bitenden haberleri yoktu. Bir adam çölleri yararak flimflek sür'atiyle Mekke'den Medîne'ye do¤ru kofluyordu. Bir akflam sular karar›rken Medîne içine bir ok gibi dald›. Onu tan›yanlar: Bu Huzâa'dan Amr ‹bn-i Sâlim, dediler ve acaba ne haber var diye telaflla onu karfl›lad›lar. O do¤ru Hazret-i Peygamber'in huzurana giderek olup bitenleri bir bir anlatm›ya bafllad›: 366 – Yâ Resûlallah, harp felaketi gelip çatt›, Benî Bekir bize sataflt›. Bizden rasgeldiklerini öldürüyorlar. Harem-i flerife s›¤›nd›k, orada da kan döküyorlar, Kureyfl de onlarla birlikte harekete geçti, tarafs›zl›¤›n› bozdu. Bizi k›r›yorlar. ‹mdad istemeye geldim, dedi ve flu m›sralarla sözünü bitirdi: "Kureyfl, sana verdi¤i sözden döndü, o sa¤lam misak› bozdu. Bizi rükû ve secde halindeyken bile öldürüyorlar. Allah aflk›na Sen bize yard›ma kofl ‹mdad›m›za yetifl." (1) Amr ibn-i Sâlim'in arkas›ndan yine Huzâa reislerinden olan Büdeyl b. Vera, k›rk kiflilik bir heyet ile Medîne'ye gelerek müttefikleri olan müslümanlardan yard›m istediler, durumu arzettiler. Anlatt›klar› fleyler fecî' idi. Onlar›n anlatt›klar›na göre: Huzâal›lar Harem-i fierifte iltica etmifllerken, Benî Bekir, reisleri olan Nevfel'in: ‹ntikam f›rsat›n› kaç›rmay›n, demesi üzerine Harem'e hürmet etmiyerek üzerlerine at›lm›fllar, hücum etmifller. Ebu Cehl'in o¤lu ‹krime, Ümeyye o¤lu Safvan, Amr o¤lu Süheyl gibi Kureyfl elebafl›lar› geceleri Beni Bekir'e iltihak ederek onlarla birlikte dö¤üflüyorlar, Benî Bekir'e silahla ve adamla yard›m ediyorlard›. Hazret-i Peygamber hâdisat› tafsilat›yla ö¤renince müteessir oldu. Bununla beraber Kureyfl'e derhal bir elçi göndererek flu tekliflerde bulundu: 1– "Kureyfl ya maktullerin diyetini verecek, 2– Benî Bekirle ittifaktan vazgeçecek. 3– Bunlar yap›lmazsa Hudeyybiye müsâlehas› sona ermifl say›lacak." Zaten Kureyfl fiilen üçüncü fl›kk› kabul etmifl demekti. Bu defa elçiye sözle de üçüncü noktay› seçtiklerini bildirdiler. Neden sonra Kureyfl'in ulular›n›n akl› bafl›na geldi. ‹krime, Safvan gibi müfrit gençlerin Kureyfl'i sürükledi¤i bu yolun akibeti fena olaca¤›n› anlad›lar. Derhal Ebu Süfyan'› Medîne'ye göndererek Hudeybiyye müsalehas›n›n ibkas›n› ve hatta müddetin uzat›lmas›n› temine çal›flt›lar. Fakat geç kalm›fllard›, ifl iflten geçmifl bulunuyordu. Hudeybiyye müsalehas› müddeti, baz› tarihlere göre on sene, baz›lar›na göre ise iki senedir. ‹ki sene diyenlere göre iki ay sonra bu müddet tamam olacakt›. Kureyfl müddetin uzat›lmas›n› istemek tasavvurundayd›. Ebû Süfyan, yolda Büdeyl bin Verka ile arkadafllar›na karfl› geldi. Bunlar Medîne'den geldiklerini saklad›larsa da oradan geldikleri belli idi. Ebû (1) وﻧﻘﻀﻮا ﻣﻴﺜﺎﻗﻚ اﳌﺆﻛﺪا ﻓﺎﻧﺼﺮ ﻫﺪاك اﻟﻠّﻪ ﻧﺼﺮا أﻳﺪا ان ﻗﺮﻳﺸﺸﺸًﺎ اﺧﻠﻔﻮك اﳌﻮﻋﺪا وﻗﺘﻠﻮﻧﺎ رﻛﻌﺎ وﺳﺠﺪا 367 Süfyan bunu anlay›nca ümidsizlik içinde düflünmeye bafllad›: Huzâa, müttefikleri olan müslümanlara ifli arzetmifllerdi demek. Fakat mademki. Kureyfl hatas›n› tashih için onu elçi olarak göndermiflti, yoluna devam etmeliydi. Kureyfl'in reisi olan Ebû Süfyan, bir sözle bütün kabileleri ‹slâm aleyhinde ayakland›ran bu adam, Medîne'ye gelince flafl›rd› kald›. Çünkü Medîne bu haberle çalkan›yordu. Herkes bu hadiseden bahsediyordu. Eli bofl Mekke'ye dönmek, Kureyfl reisinin flan›na pek yak›flmazd›, ifline de hiç gelmezdi. Do¤rudan Hazret-i Peygamber'i görmeye ise cesaret edemiyordu. Onun için Ebu Süfyan önce k›z›na gitti. K›z› Ümmü Habibe, Hazret-i Peygamber'in zevcesiydi. Onun flefaat›n› dileyecekti. K›z› babas›n› karfl›lad›. ‹çeri ald›, fakat babas›n› Hazret-i Peygamber'in oturdu¤u yere oturtmak istemedi¤inden minderi toplay›p kald›rd›. Ebû Süfyan bunun fark›na vard› ve sordu: – K›z›m, minderi mi benden esirgedin, yoksa beni mi minderden? K›z› cevap verdi: – Bu, Peygambere aittir, sen ise müflriksin, bü yüzden üzerine oturman› istemedim. Ebû Süfyan içerledi: – K›z›m, dedi, bizden ayr›lal› sana bir hal olmufl, Sen çok de¤iflmiflsin. Ebu Süfyan, Hazret-i Peygamber'le görüfldü ise de bir cevap alamad›. S›ra ile Ebû Bekir, Ömer, Ali gibi kibâr-› Ashaba müracâat ederek flefaatta bulunmalar›n›, müsâlehan›n uzat›lmas›n› rica etmelerini dilediyse de kabul yüzü görmedi. Hatta Ebû Süfyan'›n Hazret-i Peygamber'in sevgili kerimesi Hazret-i Fat›ma'ya giderek onun arac›l›¤›n› istedi¤ini, onun: Ben böyle ifllere kar›flmam, demesi üzerine o zaman befl yafl›nda bulunan Hazret-i Hasan'›n flefaatci yap›lmas›n› diledi¤ini naklederler. Bu gibi sözler sonralar› Hazret-i Ali ve Muaviye mücadeleleri münasebetiyle söylenmifl olabilece¤i gibi, Ebû Süfyan'›n o günkü dar durumda her çareye bafl vuraca¤› da uzak tutulamaz. O zaman Ebû Süfyan Hazret-i Hasan› göstererek: – Bu çocuk bugün iki taraf› yat›flt›racak olursa bugünden Arabistan›n riyasetini ihraz etmifl olur" demifl. Hazret-i Fat›ma: – Çocuklar bu gibi ifllere nas›l kar›fl›r diyerek bunu reddetmifltir. Ebû Süfyan kime bafl vurduysa bir netice alamad›. Me'yus olarak dönmek zorunda kald› Medîne'de gördüklerine çok içerlemiflti. Mekke'yi bir sözle oturtup kald›ran adam, Medîne'de kimseye söz geçirememiflti. Kendi k›z›na bile meram anlatamam›flt›. Mekke'nin ulusu, ölü gibi bitkin 368 dönüyordu. Yapt›klar›n›n günah› alt›nda eziliyor gibiydi. Hatta bafl›n› kald›r›p Peygamberin yüzüne bile bakamam›flt›, utan›yordu. Ebû Süfyan Mekke'ye dönünce olan› biteni anlatt›. Onun sözlerini dinleyenler: – Sen hiçbir fley yapmam›fls›n. Sen bize sulh haberi getirmedin ki, emin ve mutmain olal›m. Harp haberi de getirmedin ki ona göre sak›nal›m ve haz›rlanal›m, dediler. FET‹H HAZIRLI⁄I Hazret-i Peygamber Huzâa'ya yard›m› vadetmiflti. Ebû Süfyan'la müsâleha yenilenmeyince Hazret-i Peygamber'in niyeti anlafl›ld›. Bütün orduya sefer haz›rl›¤› emri verildi. Atlar e¤erleniyor, develere yükler yükleniyordu. Etraftan kabileler Hazret-i Peygamber'in davetine icebetle ak›n ak›n Medîne'ye kofluyorlard›. Hazret-i Peygamber, Kureyfl müslümanlar›n geldiklerini duyup karfl› ç›karlar ve bu yüzden kan dökülür endiflesiyle bütün istihbarat›n gizli tutulmas›n› emretti. Çünkü Mekke'ye, bu mukaddes beldeye kan dökmeden girmek istiyordu. Ordu hareket etmek üzereydi. Hatib ibn-i Ebî Beltea, bir mektup yazarak onu Mekke'li bir kad›na verdi. Bu mektupla Kureyfl'e Müslümanlar›n Mekke'ye yürüdüklerini heber veriyordu. Hzaret-i Peygamber bu keyfiyetten haberdar edildi. Derhal kad›n›n arkas›ndan adamlar gönderdi. Mektubu arad›lar, bulamad›lar. Niyahet kad›n mektubu saçlar›n›n örgüsü aras›ndan ç›kard›. Mektubu al›p Hazret-i Peygamber'e getirdiler. Peygamberimiz Hat›ba: Bunu niçin yapt›¤›n› sordu. O da: – Vallahi, ya Resûlallah, dedi. Ben iman ve ‹sâmdan ayr›lm›fl de¤ilim. Bütün evladü ›yalim Mekke'de, onlar› himaye edecek kimsem yok. Kureyfl'e yaran›r›m da onlara dokunmazlar diye bu ifli yapt›m. Hat›b, Ashab-› Bedir'dendi. Onlar›n Ashab aras›nda kadr ü itibarlar› yüksekti. Mümtaz bir mevkileri vard›. Fakat insan›n baz› zay›f taraflar› olur. Onu kendisinin bile raz› olm›yac¤› ifller yapmaya sürükler. Hat›b da böyle bir yanl›fll›¤a düflmüfltü. Ashab onun bu yapt›¤›na hiddet ettiler. Hazreti Ömer onun cezas›n›n verilmesini isdedi. Hazret-i Peygamber – "Yâ Ömer, dedi, Bedir'de bulunan bir adam› muahaze etme. Ne bilirsin, belki Cenab-› Hak, Ashab-› Bedir'in yapt›klar›n› affetmifltir." 369 MEKKE'YE YÜRÜYÜfi Hicretin sekizinci y›l› Ramazan'› flerif ay›ndayd›. Medîne'den 10.000 kiflilik ‹slâm ordusu Mekke'yi feth etmek üzere hareket etti. Civardan kat›lan kabilelerle bu yekûn her an biraz daha kabar›yordu. Medîne flimdiye kadar bu kadar muazzam bir ordu haz›rlamam›flt›. Demir z›rhlar içinde sahray› yara yara giden bu askerler, karfl›lar›na ç›kan her fleyi ezip çi¤neyecek gibiydi. Konup göçtükçe çöller yerinden oynuyor, yer gök, toza dumana kat›l›yordu. Bu ordunun bafl›nda Hazret-i Muhammed, her zamanki gibi, mütefekkir ve vakur tavriyle dimdik duruyordu. Bu flanl› ordu, Allah'›n yard›m›ndan baflka bir fley beklemeksizin Beytullah'› putlardan temizlemeye, flirkin kökünü kaz›maya gidiyordu. Hazret-i Muhammed, atalar›n›n, Hazret-i ‹brahim'in kurdu¤u tevhid dinini ihya için gönderilmiflti. Halis tevhid dininin mümessili olan Kâ'be-i Muazzama'y› müflrikler putlarla doldurmufltu. Hazret-i Muhammed'in bisetinin gayesi putperestli¤i kald›rmakt›. Beytullah'› putlardan temizlemek için Allah'tan vahiy telakki etmiye bafll›yal› 21 y›l olmufltu. Bu mukaddes vazifeyi ifa etmesine müflrikler engel olmufltu. Fakat art›k vakit gelmiflti. ‹flte bu fetih ordusu, bu mukaddes maksatla Mekke'ye gidiyordu. Hazret-i Muhammed'in bütün emel ve arzusu, Mescid-i Haram'a Beyt-i fierife bir damla kan dökülmeksizin girmekti. Onun için bu fethi bu kadar geciktirmifl, meselenin olgunlaflmas›n› beklemiflti. fiimdi de bütün ihtiyat› elden b›rakm›yor, her tedbiri al›yordu. Zaten O, Mekke'yi bundan önce fethetmifl demekti. Hudeybiye müsalehas› bu ifli sa¤lamak imkân›n› vermiflti. O her fleyi sulh ü sükûn ile bar›fl ve müsalemet ile, hikmet ve dirayet ile halletmesini biliyordu. Zorla, zorbal›kla ifli yoktu. Çaresiz kald›¤› zaman Allah'›n izniyle hakk› müdafaa için kuvvete baflvuruyordu. Vahy-i ‹lahi böyle idi. Bir sene evvel y›ll›k hac eda olunurken fazilet ve kemaliyle Mekke'lilerin kalbini feth etmiflti. Kureyfl ulular› aralar›nda birbirlerinden çekinmeseler hemen müslümanl›klar›n› ilan edivereceklerdi. Halid ibn-i Velid, Amr ibni'l-Âs, Osman ibn-i Talha gibi bu cesareti gösterenler olmufltu. Fakat di¤erleri nedense hala çekiniyordu. Ebû Süfyan, Hâlid'e ç›k›fl›rken Ebû Cehl'in o¤lu ‹krime bile a¤z›ndan bu hakikat› kaç›rm›flt›. Hazret-i Peygamber'in bütün arzusu, en samimi emeli, Kureyfl ulular›n›n bu hakikat› anlamalar› idi: Ne olur, diyordu, Kureyfl böyle yapmasa, kendini bu manas›z harplerle mahvetmese. Bu temennileri tahakkuk edecekmiydi? Mekke'ye yaklafl›l›yordu. Râbi¤ veya Cuhfe'de amcas› Abbas ç›kageldi. Peygamber'in huzuruna gelerek müslümanl›¤›n› ilan etti. Âilesi de beraberinde idi. Kureyfl'in kar›fl›k vaziyetini görmüfltü, müslüman olarak Medîne'ye hicret ediyordu. Hazret-i Peygamber ona: 370 – "Ben peygamberlerin sonuncusu oldu¤um gibi sen de muhacirlerin sonuncususun", dedi. Abbas, ailesini Medîne'ye gönderekek kendisi orduya kat›ld›. Dün terketti¤i Mekke'yi bugün feth için yolland›. Yine yolda Hazreti Peygamber'e amcas› o¤lu Ebû Süfyan ibn-i Haris ibn-i Abd ü'l Muttalib ve o¤lu Ca'fer ibn-i Ebû Süfyan, halas› Âtike bint-i Abdü'l Muttalib'in o¤lu Abdullah ibn-i Ebû Ümeyye gelip flimdiye kadar geciktiklerinden özür dileyerek müslüman olacaklar›n› bildirdiler. Benî Haflim âilesi art›k vaziyeti ve hakikat› anlam›flt›. Abbas, ‹slâm ordusunu görünce Mekke'yi bir düflündü. Kureyfl müfritlere uyarak mukaabeleye kalk›fl›rsa bu ordu onlar› çi¤neyip geçerdi. Hazret-i Peygamber'in arzusu da kan dökmeden Mekke'ye girmekti. Abbas ile fikirleri mutab›kt›. Abbas, Mekkelilere vaziyeti bildirip onlar›n eman dilemek üzere Hazret-i Peygamber'e gelmeleri için haber salacakt›.Vakit geceydi. Kenarda flöyle bir dolaflay›m, belki bir oduncu veya sütçüye rastlar›m da onunla Kureyfl'e haber gönderirim dedi. ‹slâm ordusu o esnada Mekke'ye dört fersah mesafede olan Merri-Zahran'da bulunuyordu. Hazret-i Peygamber ordunun adedini çok gösterip Kureyfl'i sulha mecbur ederek Mekke'ye kan dökmeden girmek emelini sa¤lamak için mümkün oldu¤u kadar çok yerlere atefl yak›lmas›n› emretti. EBÛ SÜFYAN HAZRET-‹ PEYGAMBER'‹N HUZURUNDA Abbas, ‹slâm ordugah›n›n etraf›nda dolaflarak Mekke'ye haber salmak için bir adam gözetliyordu. Çünkü Kureyfl, müfritlere uyarak karfl› durmaya kalk›fl›rsa, Mekke'nin bafl›na gelecek âk›bet onu cidden endîfleye düflürüyordu. Gecenin karanl›¤›n› yar›p gelen sesler duyuldu. Biri flöyle diyordu: – Ömrümde bu kadar çok atefl, bu kadar çok asker görmüfl de¤ilim. Di¤eri: – Bunlar harbe ç›kan Huzâl›lar olsa gerek – Huzâal›lar bu kadar çok asker nereden ç›karacak can›m? Abbas sesinden tan›d›. Bu Kuryfl'in reisi Ebû Süfyan'd›, yan›ndaki de Hakim ibn-i Hizam olacak. Kureyfl kendilerini saran tehlikeyi duymufltu. Etrafta olup bitenler hakk›nda malumat toplamak üzere, Ebû Süfyan birkaç arkadafl›yle gece vakti ç›k›p dolafl›rken islâm ordugah› civar›na kadar gelmifllerdi. Abbas, onlar› yan›na ça¤›rd›. Ebu Süfyân'a: – Bu ordu yar›n Mekke'ye zorla girecek olursa Kureyfl'in çekece¤i var, dedi. Ebû Süfyan durumun nezaketini kavrayarak: 371 – Öyleyse bunun çâresi ne? dedi. Abbas, Ebû Süffyân'›n elinden tutarak: – Gel, dedi ve ikisi beraber Hazret-i Peygamber'in çad›r›na yolland›lar. Ordunun içinden geçerken herkes, gece vakti böyle dolaflan kim acaba diye bak›yor, fakat Peygamber'in amcas› Abbas'› görünce bir ses ç›karm›yordu. Hazret-i Ömer, Ebû Süfyan'› tan›y›nca Resûl-i Ekrem'e koflarak Ebû Süfyan'›n cezas›n›n verilmesi zaman›n›n geldi¤ini söylemiflse de, Abbas onu himayesine ald›¤›n› ilan etmifl, Ömer fikrinde israr ettikçe Abbas Ömer'e: – Ebu Süfyan senin kabilene mensup olsayd› sen de onun lehinde tavassut ederdin, deyince Ömer: – Hay›r, böyle düflünme dedi, sen müslümanl›¤› kabul etti¤in zaman o kadar memnun olmufltum ki, babam hattâb müslüman olsayd› bu kadar memnun olmazd›m. Ebû Süfyan'›n yapt›klar›n› bütün müslümanlar biliyordu. O, ‹slâm'›n en büyük düflman›yd›. Fakat Hazret-i Muhammed 'in afv ü safh› daha büyüktü. Bu sayede nice düflmanlar dost oluyor. Müslümanl›¤› kabul ediyordu. Ebu Süfyan da onlardan biri olabilirdi. O gece Ebû Süfyan Abbas'›n misafiri olarak orada kald›. Sabahleyin Hazret-i Peygamber'in huzuruna geldiler. Peygamberimiz Ebu Süfyan'a sordu: – "Ey Ebû Süfyan, henüz, Allah'tan baflka bir ma'bud yoktur, diyerek birtek Allah'› tan›yaca¤›n zaman gelmedi mi?" Ebû Süfyan'›n dudaklar›ndan flu kelimeler dökülüyor: – Sen ne kerim ve ne civanmerdsin. E¤er Allah'tan baflka bir mabud olsayd› bugün bizi bu halde b›rakmaz bize yard›m ederdi. – "Benim hak Peygamber oldu¤umu tan›yaca¤›n vakit art›k gelmedi mi?" – Sen ne sab›rl› ne kerim ve ne civanmerdsin. Amma bu hususta içimde hâlâ biraz flüphe var, zihnime bir fley tak›l›yor. Abbas, Ebû Süfyan'a nasihat ederek durumu izah etti ve Ebû Süfyan da orada kelime-i flehadet getirerek müslüman oldu. Art›k Mekkelilerin mukavemet etmeleri ortadan kald›r›lm›flt›. Mekke feth edilmifl demekti. Abbas, Hazret-i Peygamber'den flöyle bir ricada bulundu: – Yâ Resûlallah, dedi. Ebû Süfyan iftihar› seven bir adamd›r, ona bir lutufta bulun. Peygamberimiz bunu kabul etti ve flöyle buyurdu: 372 – Her kim Ebû Süfyan'›n evine girerse, o emniyettedir, kezâ kim ki kendi evine kapan›p oturursa, o emniyettedir, kim ki Mescid-i fierif'e girerse emindir. Bunlara kimse dokunmaz. Bundan sora Abbâs, Ebû Süfyan'› alarak ‹slâm ordusunun geçece¤i bo¤az›n a¤z›na götürdü. ‹slâm eskerleri bölük bölük geçtikçe Ebû süfyan'›n hayreti art›yor, Abbas ona izahat veriyordu: – ‹flte önde Halid b. Velid, islâm süvarisinin bafl›nda tozu dumana katarak geliyor, arkas›nda Zübeyr b. Avvam Muhacirlerin sanca¤›n› çekmifl z›rhlar içinde sert ad›mlarla yürüyen yi¤itlerle geçiyor. Muhtelif kabilelere mensup çeflit çeflit bölükler coflkun bir sel halinde ak›p geçtikçe Ebû Süfyan hayretten hayrete düflüyordu. Geçenlerin ço¤u Ebû Süfyan kumandas›nda muhtelif cephelerde Hazret-i Muhammed'e karfl› dö¤üflmüfl kimselerdi. Dün ‹slâm'a düflman olanlar, bugün ‹slâm saflar›nda yer alm›fllar, ‹slâm ordusuna kat›lm›fllar, fethi mübine gidiyorlard›. Ebu Süfyan bu manzara karfl›s›nda: – Az vakit içinde bu kadar kabileleri toplay›p birlefltirmek ve onlar› tek bir vücud halinde harekete geçirmek en büyük iktidard›r, diyerek kendi kendine düflünürken öteden as›l mevkib-i Nebevi göründü. Atl›, z›rhl› en güzîde befl bin asker sert ad›mlarla yerleri titrete titrete geliyordu. Allah'u Ekber sedalar› göklere yükseliyordu. Bu mevkibin ortas›nda Hazret-i Peygamber Kusva ad›ndaki devesinin üzerinde nûrani simas›, kudsi çehresiyle parl›yordu. Ensâr ve Muhacirler bir çelik kale halinde Onun etraf›n› sarm›fllard›. Ebu Süfyan bu heybetli orduyu görünce, bafltan aya¤a bir titredi. Kafas›n›n içinden kimbilir neler geçti? Mekke'de 13 sene mücadeleden sonra, tekbafl›na evinde uyuryen öldürmek üzere hanesini sard›klar› Muhammed aleyhi's-selâm, aralar›ndan mu'cizelerle kurtulmufl, Medîne'ye hicret etmifl, birler yüz; yüzler bin, binler onbin olmuflta geliyor. Yar›n bu onbinler, yüz binleri, hatta milyonlar› aflacak... Ebû Süfyan kendini tutam›yarak yan›ndaki duran Abbas'a: – Kardeflin o¤lunun mülk ve hükümranl›¤› ne kadar da çok büyümüfl dedi. Abbas da: – O, mülk ü saltanat de¤il, ‹lahi risalet ve peygamberliktir, diyerek Ebû Süfyan'› ikaz etti. Ebu Süfyan bu geçit resmini seyrettikten sonra Mekke'nin tesliminden baflka çare kalmad›¤›n› anl›yarak derhal Kureyfl'e kofltu ve onlar› Harem'e toplayarak: – Muhammed, karfl› durulmas› kabil olmayan bir kuvvet toplam›fl, misli 373 görülmedik bir orduyla geliyor. Kim ki, Ebû Süfyan'›n evine girerse emindir, kim ki kendi evine kapan›p durursa emindir, kim ki Mescid-i fierife girerse emindir, diyerek kendisinin de Müslüman oldu¤unu ilan etti. Dün ‹slâm düflman› olan Ebû Süfyan flimdi: Ey ahâlî, müslüman olun ki, selamet bulas›n›z, diyordu. Ebu Süfyan'›n müslümanl›¤› kabul etmesi üzerine birçoklar› müslümanl›¤a meyletti. Mekkeliler aras›nda bir telafl koptu. Kimisi silah›n› at›yor, kimisi Mescid 'e kofluyor, kimisi de mukaavemet için haz›rlan›yordu. ‹slâm ordusu yürüyerek Zituva'ya gelip dayand›. Karfl›lar›na hiç kimse ç›km›yordu. Demek bütün arzular tahakkuk ediyor, tedbirler bofluna gitmiyordu. Kureyfl hakikat› anlam›flt›. Bu kuvvete karfl› ç›kmak, nahak yere kan dökülmesine sebebiyet vermek demekti. Hazret-i Peygamber ordusunu dört kola ay›rarak yürüdü. Zübeyr b. Avvam flimalden, Halid b. Velid cenuptan, Sad b. Ubayde Medînelilerle garptan, Ebû Übeyde b. Cerrah Muhacirlerle Mekke'nin üst taraf›ndan ayn› zamanda flehre gireceklerdi. Hazret-i Peygamber orduya s›k› s›k› emirler verdi: Kat'iyyen harbe giriflmeyiniz taarruza u¤ray›p mecbur olmad›kça kan dökmeyiniz! Mukaddes flehre kan dökmeden girmek en büyük arzusuydu. Mekke'ye girecek olanlardan birinin bafl›nda bulunan Sad b. Ubade: Bu gün kavga günüdür, dedi¤i için derhal de¤ifltirilerek onun yerine o¤lu Kays getirilmifl ve Medînelilerin sanca¤› ona verilmifltir. ‹slâm ordusu ald›¤› talimat üzere silah kullanmaks›z›n Mekke'ye girmeye bafllad›. Mekkeliler kimisi evlerine kapanm›fl, kimisi Mescid'e iltica etmifl, kimisi Ebû Süfyan'›n evine s›¤›nm›fl... Sokaklarda kimse yok. Bir k›sm› etraftaki da¤lara ç›km›fl, uzaktan fetih ordusunu seyrediyor. Ordu ald›¤› talimata riayet ediyordu. Hazret-i Peygamber: "Kureyfl taraf›ndan taarruz vuku bulmad›kça harbe giriflmeyiniz, diye s›k› s›k› tenbih buyurmufltu. Mekke'nin alt taraf›ndan Halid b.Velid giriyordu. Bu semtte oturanlar ‹slâm düflmanl›¤›nda çok ileri giderlerdi. Hudeybiye musâlehas›n› bozarak Benî Bekirle birlikte Huzâaya ilk sald›ranlar da bunlard›. Ebû Süfyan'›n teslim olma davetine kulak asmam›fllar, mukaavemete karar vermifllerdi. Bunlar›n bafl›nda Ebû Cehil'in o¤lu ‹krime, Ümeyye o¤lu Savfvân, Amr o¤lu Süheyl gibi müfritler bulunuyordu. Bu mahellede gizlenerek ‹slâm ordusuna hücum için pusu kurmufllard›. Halid'in ordusu geçerken ok ya¤muruna tuttular. Müslümanlardan iki kifli öldürüldüler. Halid, bu taarruza ister istemez mukaabele etmek zorunda kald›. Halid'in fliddetli hucumu karfl›s›nda bu bafl›bozuk alay› on üç ölü vererek da¤›ld›lar. Onlar› mukaavemete teflvik eden elebafl›lar› ‹krime, Safvân ve Süheyl de kaç›p kurtuldular. 374 Bu esnada Hazret-i Peygamber Muhacirlerin bafl›nda yüksek bir tepeden Mekke'ye iniyordu. Sulh ü sükûn ile Mekke'ye girdi¤ine son derece memnundu. Birden bire Mekke'nin alt taraf›nda k›l›ç par›lt›lar› gözüne iliflti. Müteessir oldu: – "Ben muharebe yap›lmas›n diye tenbih etmemifl miydim?" dedi. Çünkü mukaddes flehirde bir damla kan dökülmesine gönlü asla raz› olmuyordu. Fakat taarruzun Kureyfl taraf›ndan vaki oldu¤unu, düflmanlar›n hücumuna mukaabele etmek zorunda kal›nca Halid'in silah kulland›¤›n› anlay›nca: – Bu bir kazâ-y› ‹lahi imifl, dedi. Baflka hiçbir yerde hiçbir çat›flma olmad›. ‹slâm ordusu silah kullanmaks›z›n flehre girdi. Hazret-i Peygamber flehre girince Ebû Talib'in ve Hazret-i Hatice'nin mezarlar›na yak›n bir yere büyük deri çad›r›n› kurdu. Eski evine gidip orada oturmak istemiyor musun? diye soranlara: – Müflrikler bize ev b›rakt› m› ki? diye cevap verdi. F›k›h ahkam›na göre bir müslüman ile bir müflrik aras›nda mîras cereyan etmez. Ebû Talib'e de bir müflrik olan o¤lu Akil varis olmufl, o da evlerini Ebû Süfyan'a satm›flt›. Böylece Akil atalar›n›n evlerinden birini de b›rakmam›fl, hepsini elden ç›karm›flt›. Hazret-i Peygamber'e atadan bir ev bile kalmam›flt›. Gidip istirahat edecek evi yoktu. Fakat ne gam! Gözleriyle Mekke'yi bafltan bafla bir süzdü. Kendisine karfl› son derece fliddetli davranan Mekke, iflte flimdi ona teslim olmufltu. fiehir sekiz sene evvel yad illere sürmüfl oldu¤u büyük evlad›n›n ayaklar› dibine serilmifl duruyordu. "Oku, yaradan Rabbinin adiyle oku!" diye ilk vahiy burada bafllam›flt›. "Tanr›n› ulu tan›, O'nu tekbirle an!" diye Cebrâil, Allah kelam›n› burada getirmiflti. Fakat müflrikler bu ulvî hitab›, maveradan gelen ‹lahi niday› anlayamam›fllar, Tevhid dîninin kurulmas›n› geciktirmifllerdi. Ka'be-i Muazzama'y› putlardan temizlemek, Tevhid dîninin merkezi olan Beytullah'› abidler, sacidler, akifler, kendilerini Allah'a ibadete verenler için, açmak zaman› gelmfliti. Hazret-i Peygamber evvelâ Kâbe'yi tavaf etti. Halk oraya toplanm›flt›. Her taraf h›ncah›nç doluydu. Orada meflhur fetih hutbesini irad buyurdu. Zemin ü zamana uygun, çok mühim olan bu hutbenin tercemesi fludur: FET‹H HUTBES‹ "Allah'tan baflka hiçbir Tanr› yoktur. Yaln›z O vard›r, Orta¤› yoktur. Al375 lah vadini yerine getirdi. Kuluna yard›m etti. Aleyhimizde toplanan kütleleri, yaln›z bafl›na hezimete u¤rat›p da¤›tt›. Bütün kibir ve gururlar k›r›ld›. Bilûmum cahiliyet kan ve mal davalar› ayaklar›m›n alt›ndad›r, onlar› çi¤neyip at›yorum. Ancak Kâbe'nin mütevellili¤i, hac›lara su da¤›tmak ifli b›rak›l›yor. Ey Kureyfl halk›, Cenâb-› Hak sizden cahiliyet gururunu ve atalar›n›zla ö¤ünmeyi içinizden gidermifltir. Bütün insanlar Âdemdendir. Âdem de topraktand›r." Burada flu mealdeki ayet-i kerimeyi okudu: "Ey nâs, biz sizi bir erkekle bir difliden yaratt›k. Sizi milletler, ve kabilelere ay›rd›k, tâ ki tan›flas›n›z Muhakkak Allah nezdinde en flerefliniz, en mütteki olan›n›zd›r. Allah her fleyi hakk›yle bilir." (2) Hazret-i Peygamber Tevhid dinini ilan ederek flirki ortadan kald›rd›ktan sonra bütün cahiliyet davalar›n› yasak etti. Burada çok önemli bir nokta: Mukaddes Kabe'den beflerin müsâvât›n› ilan etmesidir. Hakikaten beflerin hastal›klar›ndan biri de müsâvâts›zl›kt›r. ‹nsanlar› içtimai s›n›flara, zümrelere ay›rmalar, hasep, neseple ö¤ünmeler müsâvât› ihlal eder. Bir s›n›f›n kendisini baflka bir s›n›f›n üstünde tutmas› içtimai bir dalalettir. Herkes Allah'›n kuludur ve herkes Allah nazar›nda müsâvidir. Müslümanl›k bu müsâvâta çok ehemmiyet vermifltir. Kur'an-› Kerim ve hadis-i flerifler muhtelif vesilelerle bu noktay› esasl› flekilde beyan eder. Müslümanl›¤›n befleriyete bahfletti¤i en güzel nimetlerden biri de müsavat prensibidir. Müslümanl›k bunu kuru bir dava halinde b›rakmam›fl, tatbik etmifltir. Niceleri bu mübarek esas› yald›zl› sözlerle kendi hasîs ve hain maksadlar›na alet ederler. ‹slâmiyet müsâvât› hem tesis, hem de tatbik etmifltir. Arab›n arap olm›yana, hiç bir milletin baflka bir millete üstünlü¤ü yoktur. Irk renk, soy, boy farklar›na göre üstünlük ölçülür. Herkes çal›fl›r, yükselir, k›ymet ve itibar amelidir. En hay›rl› insan, insanlara en faydal› oland›r. ‹nsanl›¤a yararl› ifller görendir. Bu ne yüksek bir düsturdur. ‹flte Hazret-i Peygamber bu gibi yüksek insanl›k kaaidelerini beyan ve ilan ederek fetih ve zafer günü de insanl›¤a do¤ru yolu gösterir. Hazret-i Peygamber bir ilahi mürflid s›fatiyle bunlar› anlatt›ktan sonra etraf›nda kendisini dinleyenlere bir göz gezdirdi. Aralar›nda Kureyfl ulular›, o ma¤rur bafllar›n› önlerine e¤mifller, sessiz duruyorlard›. Bu adamlar Peygambere neler yapmam›fllard›. Ona el kald›rm›fllar, dil uzatm›fllard›. Dün bu adamlar›n Mekke'de ast›¤› ast›k, kesti¤i kestik idi. Müslümanlar› en korkunç (2) Hucurât Sûresi, âyet: 13 376 iflkencelere tabi tutmufllar, onlar› k›zg›n kumlar›n üstüne yat›rarak saatlerce yak›c› güneflin alt›nda b›rakm›fllar, akla hayale gelmedik iflkenceler yapm›fllard›. fiimdi acaba ne olacakt›. E¤er bu adamlar müslümanlara yapt›klar› hücumlarda, flimdiye kadar olan harplerde muvaffak olsalar da Medîne'ye bir girselerdi, müslümanlar›n hali ne olacakd›? Onlar› diri diri yakacaklard›. Acaba onlardan flimdi hesap sorulacak m›yd›? Hazret-i Peygamber bunlara bakt›. Hepsi karfl›s›nda duruyordu. Baflkas› olsa neler yapmazd›. Tarihte galiplerin ma¤luplara neler yapt›klar›na flahid oluyoruz. Fakat Hazret-i Peygamber burada da yine tarihin üstündedir. Onun afv ü flefkatle muamelesi düflmanlar› da içine alacak kadar flumullüdür. Kureyfl'e sordu: – "Ey Kureyfl! Benden ne umars›n›z? Hakk›n›zda ne muamele yapaca¤›m› zannedersiniz? Cevap verdiler: – Sen kerim ve civanmerd bir kardeflsin. Kerim ve alicenab bir kardefl o¤lusun. Hazret-i Peygamber burada beflerin en büyük mürflidi, tarihin en büyük adam› s›fatiyle, dün can›na kasdeden düflmanlar›na flöyle dedi: – "Bugün siz muaheze edilecek de¤ilsiniz! Gidiniz, hepiniz serbestsiniz" (3). Bu sözü tarih büyük bir hayranl›kla kaydetmeli, insanl›k davas› güdenler bunun üzerinde uzun uzun düflünmelidir. Burada mühim ve üzerinde durulacak nokta fludur: Bu vaziyette baflkalar› olsa ne yapard›? Hazret-i Muhammed ne yapm›flt›r? Aradaki mukaayese büyük Peygamberimizin emsalsiz büyüklü¤ünü meydana ç›karm›ya kafidir. Hazret-i Muhammed bir kumandan, bir fatih gibi, de¤il, bir peygamber s›fatiyle mukaddes flehre girmifltir. Ne gönlünde kin ve ihtirastan eser var, ne de gözlerinde intikam atefli yan›yor, Afv ü safh ile dolu bir gönül tafl›yor, müsamahakârl›¤› hudud bilmeyen bir flümulle bütün insanl›¤› kucakl›yordu. Bu dünyan›n süflî ihtiraslar›, Onu, bulundu¤u yüksek mevkiinden indirip küçüklü¤e sevk edemezdi. Târihte nice flehirler feth olunmufl, nice fatihler flehirlere girmifltir. Fakat Hazret-i Peygamber'in yapt›¤› muameleyi yapan var m›? Dünkü ma¤rur Mekke, flimdi Hazret-i Peygamber'in dudaklar›ndan ç›kacak bir kelimeye ba¤l›yd›. 12 bin kiflilik bir ordu tepeden t›rna¤a silahl› bir halde onun emrine amadeydi. Bir silindir gibi Mekke'yi çi¤neyip ezebilirdi. Fakat flefkat› bütün âlemlere flamil olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed bunu yapmad›. O, bir damla kan döklümesine bile (3) ﻓﺎذﻫﺒﻮا ﻓﺎﻧﺘﻢ اﻟﻄﻠﻘﺎ 377 raz› de¤ildi. Gaddar ve zalim hükümdarlar›n, müstebit zorbalar›n yapt›klar›ndan çok uzakt› Af ile muamele etmek, düflman› da kendine hayran b›rakmak, iflte büyüklük budur. Müflrikler, Muhacirlerin evlerini musadere etmifllerdi. fiimdi hakl› olarak onlar› geri alabilirlerdi. Fakat Resûl-i Ekrem de meseleden vazgeçmelerini istedi, Muhacirler de bunu ortaya atmad›lar. KÂBE PUTLARDAN TEM‹ZLEN‹YOR Hazret-i Peygamber, Osman ‹bn-i Talha'y› ça¤›rd›, Kâbe'nin anahtarlar› ondayd›. Kâbe'yi açt› ‹çeri girdi. Duvarlarda melek ve peygamberlerin resmi vard›. Hazret-i ‹smail, Hazret-i ‹brahim ve Haret-i ‹sâ'n›n resimleri bu meyandayd›. Hazret-i ‹brahim elinde fal oklar› tutar bir halde tasvir olunmufltu. Bu, hakikata uymayan, uydurma bir fleydi: "Hazret-i ‹brahim böyle fley yapmad›, O müslümand›, tevhid dini'nin hadimi idi" buyurdu. Melekler güzel kad›nlar halinde tasvir olunmufltu. "Meleklerde erkeklik, diflilik yoktur". dedi. Bu resimlerin üstü kapat›ld›. "Kabe'nin duvarlar› üzerindeki renkli resimlerin izi bir müddet kalm›fl, Kâbe'nin Abdullah ‹bn-i Zübeyr taraf›ndan yeniden inflas› esnas›nda bunlar zail olmufltur." (4) Kâbe'ye birçok k›ymetli hediyeler gelirdi. Bu nefis eserler muhafaza olunmufltur. Putlar ve onlara ait fleyler imha edildi. Kabe'nin içinde Hübel putu bulunuyordu. Bu, insan fleklinde olup k›rm›z› yakuttan yap›lm›flt›. Bu putun önünde, üzerlerinde: (evet-hay›r) yaz›l› yedi ok bulunurdu. Araplar aras›nda cari âdete göre, bir ifl yapacaklar› vakit bu oklarla fal bakarlar, tefeül ederler, ç›kan fala göre ifl tutarlard›. Bu gibi fleylerin temizlenme zaman› gelmiflti. Kâbe'nin etraf›nda dizilmifl olan 360 kadar putun hepsi birer birer parçaland›. ‹çerde bulunan büyük put Hübel de yerlere serildi. Bütün Kureyfl ulular›, gözlerinin önünde cereyan eden bu manzaralar› flaflk›n flaflk›n seyrettiler. Dünkü mabudlar› flimdi param parça olmufl, çöplüklere at›lacakt›. Ebû Süfyan Uhud harbinde "Yüksel flanl› Hübel." diye ba¤›rm›flt›. Fakat o da flimdi çöplüklere kar›fl›yordu. Zübeyr ‹bn-i Avvâm Ebû Süfyan'a sordu: – Uhud'da ö¤ündü¤ün Hübeli görüyor musun? – Art›k tevbîhi b›rak. Görüyorum ki, Muhammed'in Allah'›ndan baflka tanr› olsayd›, ifller baflka türlü giderdi, dedi. Böylece tevhid dîninin kayna¤› olan Kabe-i Muazzama putlardan te(4) Asr-› Saâdet C.I.S: 478. 378 mizlenmifl oldu. Bu fetih zaten put yuvas› haline sokulan Beytullah'›, secdeye varan, ibadet için yerlere kapanan kimseler s›rf Allah'a ibadet etsinler diye putlardan temizlemek içindi. Kelimetu'llah'› ilâ; Tevhid dînini ihya içindi. Hazret-i Peygamber, bu mukaddes vazifesini ifa ettikten sonra flu ayet-i kerimeyi okudu: ﺟﺎء اﳊﻖ وزﻫﻖ اﻟﺒﺎﻃﻞ ان اﻟﺒﺎﻃﻞ ﻛﺎن زﻫﻮﻗﺎ "Hak geldi, bat›l periflan oldu. Bat›l zaten periflan olmaya mahkûmdur." (5) Ne ânî bir ink›lapt›r ki, sabahleyin Mekke ufuklar›ndan günefl do¤arken ilk ›fl›klar› bu putlar›n üstüne düflmüfltü. fiimdi ise bunlar hak ile yeksan olmufl, parçalar› yerlerde sürünüyordu. Art›k "Yüksel Hübel" sesi duyulmuyor. Lat ve Uzzâ'ya tapmak yok. Bir Allah'a ibadet var, O'na davet olunuyor. ‹flte Kâbe'nin üstünden ezan sesi yükseliyor. KÂBE'DEN EZAN SES‹ YÜKSEL‹YOR. Hazret-i Peygamberin müezzini Bilâl-i Habefli, Kâbe'nin üzerine ç›karak o tatl› ve yan›k sesiyle ezan okumaya bafllad›. Bilâl evtar-› îman› coflturarak kemal-i aflk u flevkle nida ediyor, gönlünde coflan iman dalgalar›n› ses halinde fezaya yay›yordu, Allahu Ekber sadalar›yla Mekke ufuklar› çalkan›yor, Lâ ilâhe illâ'llâh nidas› göklere do¤ru yükseliyordu. Bütün Mekke kulak kesilmifl, bu sesi dinliyordu. Yaln›z müflriklerden bir kaç› içlerinde kopan isyan hamlelerini yenemediler. Ebû Cehl'in k›z› Cüveyriye kendini tutam›yarak flöyle hayk›rd›. – Babam ne bahtiyar adamm›fl ki, vaktiyle ölmüfl de Bilâl'in Kâ'be'de nida etti¤ini görmedi. Hasir ‹bn- Hiflam da: – Keflki evvelce ölseydim de bu günü görmeseydim, demekden kendini alamam›fl ve daha buna benzer sesler duyulmufltur. Bu adamlar acaba neye ac›yorlard›? Putpereslik gibi insanl›k ulviyet ve haysiyetini k›r›c› süfli bir duygunun hezimetine mi? Bunlar pek baya¤› bir halde tap›n›rlar, ç›r›lç›plak soyunurlar, ›sl›k çalarak, el ç›rparak Kâbe'nin etraf›nda dolafl›p s›çrarlard›. Kad›n, erkek bu vaziyette tavaf ederler; ruhlar› (5) ‹srâ sûresi, ayet: 8. 379 tiksindirecek bir rezalet tarz›n› ibadet sayarlard›. Kad›nlar gö¤üslerini, vücutlar›n›n en mahrem yerlerini açarak tavaf etmeyi hayas›zl›k saymazlard›. Bir kad›n, önü aç›k saç›k bir entari içinde hem dolafl›r, hem de flu beyti okurdu: "Bugün bunun bir k›sm› veya hepsi meydanda, fakat o görüneni de helal etmem." (6) ‹flte ruhlar› bu kadar süflileflenler, en baya¤› ve hatta i¤renç tarzda tap›nmay› âdet edinenler, birdenbire ‹slâm'›n nuru kar›fl›s›nda kal›nca gözleri kamaflt›. Elden giden putlar›na ve böyle zevk ü safal› fleylere ac›yorlard›. As›l ac›nacak halde olan kendileriydi. Biz ihtiyar›n aya¤›na giderdik: Hazret-i Peygamber, Safâ tepesine ç›karak yüksecik bir yerde durdu. Yeni müslüman olanlar oraya gelip biat ettiler. Ebu Bekr'in babas› Ebu Kuhâfe pîr-i fâni oldu¤u halde henüz müslüman olmam›flt›. Gözlerinin feri kalmam›fl, yolunu göremiyordu. O¤lu Ebû Bekr ihtiyar babas›n›n elinden tutarak Peygamber'in huzuruna getirdi. Herkese karfl› sayg› gösteren büyük Peygamber: – "‹htiyar› niçin buralara kadar zahmete kofltun? Onu kendi halinde b›raksayd›n, biz onun aya¤›na giderdik," dedi. Onu önüne oturttu. Elini gö¤sü üzerine koyarak ona ‹slâm'› telkin etti. O halka böyle muamele ederdi. Bu din böyle yap›ld›. KADINLARIN B‹ATI Erkeklerden sonra kad›nlar biat ettiler. Kureyfl kad›nlar›n›n önünde Hazret-i Ali'nin k›zkardefli Ümü Hânî, Âs'›n k›z› Ümmü Habibe, Âtike, ‹krime'nin kar›s› Ümmü Hakim, Halid b. Velid'in k›z kardefli Fahine gibi, Kureyfl içinde itibar› olan kad›nlar oldu¤u halde gelip Peygamber'e biat ederek itaate söz verdiler. Biat ederken flunlar› taahhüd ediyorlard›. "Allah'a asla flirk koflm›yaca¤›z, h›rs›zl›k ve zina etmiyece¤iz. Çocuklar›m›z› öldürmeyece¤iz. ‹ftira ve bühtandan sak›naca¤›z. Hak olan her fleyde Peygamber'e itaat edece¤iz, Saâdet ve felaket zamanlar›nda Peygamber 'e sad›k kalaca¤›z." "Ebu Süfyan'›n kar›s› Hind de biat için gelenlerle beraberdi. Zina etmemek flart›na gelince Hind: Hurre olan kad›n hiç zina ederim? demifltir. Kezâ çocuklar› öldürmemek meselesinde de: "Biz onlar› küçük iken büyütüp (6) 380 ﻓﻤﺎ ﺑﺪا ﻣﻨﻪ ﻓﻼ اﺣﻠﻪ اﻟﻴﻮم ﻳﺒﺪو ﺑﻌﻀﻪ او ﻛﻠﻪ yetifltirdik, büyüdükten sonra onlar› Bedir'de siz öldürdünüz." dedi¤ini Siyer muharrirleri nakl ederler. Hind'in sözüne Hazret-i Ömer'in ciddiyet ve titizli¤ine ra¤men, güldü¤ünü söylerler. Hind müslüman olduktan sonra evindeki putlar› kendi eliyle k›rm›fl ve: "Yaz›k, bu kadar zamand›r size aldanm›fl›z. demifltir. ENSAR'IN B‹R END‹fiES‹ Mekke halk› fevc fevc gelip müslüman oluyordu. Ensâr'dan baz›lar›: "Resûlüllah art›k vatan›na kavufltu, kavm ü kabilesiyle görüfltü. Bundan sonra Medîne'ye dönüp bizimle gider mi?" dediler. Mekke, Hazret-i Peygamber'in do¤up büyüdü¤ü yer oldu¤u gibi Kâbe, Mescid-i Haram oradayd›. Onun için Ensar bunlardan ayr›l›p Medîne'ye dönmez hesap etmifllerdi. Hazret-i Peygamber onlar›n bu endiflesini anlay›nca onlara: – "Üzülmeyin, dedi. Ben sizin diyar›n›za hicret ettim. Hayat›m da, memat›m da sizin aran›zda olacakt›r." Dar günlerinde kendisine yard›m elini uzatan Ensar-› Kiram'a karfl› böyle emsalsiz bir iltifatta bulundu, vefakarl›k gösterdi. Dostluk u¤runda her fley feda olsun. UMUM‹ AFDAN ‹ST‹SNA ED‹LENLER OLDU MU? Siyer muharrirleri, baz› kimselerin umumi afdan istisna edilerek ölüme mahkum edildiklerini yazarlar. Bu umumî afdan ayr›lanlar kin ve intikam hislerine kurban ediliyor de¤ildi. Çünkü böyle bir fley olsa, Hazret-i Muhammed'e karfl› gelmekte bütün Mekke müflrikleri müflterekti, bilûmum Mekkeliler ayn› suçu ifllemiflti. Bu ölüme mahkûm edildikleri söylenen kimseler cezay› müstelzim baflka suç ifllemifl mücrim kimselerdi. ‹rtikab ettikleri suçlar›ndan dolay› k›sasan mahkûm olmufllard›. Meselâ: Bunlardan biri olan Abdullah ‹bn-i Hatal, bir kaatildi. Müslüman olmufl müslüman olan kendi hizmetçisini öldürmüfl, irtidad ederek tekrar müflrik olmufl ve kaçm›flt›. fiimdi yakalanm›fl, k›sasan ceza görmüfltür. Bunlardan Mikyes ‹bn-i Subabe de kaatildi. Ensar'dan birini öldürmüfl ve kaçm›flt›. fiimdi ele geçince ceza-y› sezas›n› bulmufltur. Ölüme mahkûm edilenlerden sonuncusu da ‹bn-i Hatal'›n câriyesi Fartane isminde bir rakkaase ve muganniye idi. Hazret-i Muhammed hakk›nda çirkin hicviyeler söyler, çal›p oynar, müflrikleri e¤lendirirdi. 381 Siyer muharrirleri bunlar hakk›nda böyle fleyler kaydediyorlar. Umumi aftan istisna edilenler iflte bu gibi kimselerdi. Bunlar›n say›s›na gelince ‹mâm-› Buhâri yaln›z ‹bn-i Hatal'›n idam edildi¤ini söyler. Di¤er flah›slar hakk›ndaki söz ibn-i ‹shak'tan naklediliyor. Bunlar›n 8- 10 kifli oldu¤u da rivayet olunuyor. Ebû Dâvud ile Dârekutnî 6 kifliden ibaret olduklar›n› kaydederler. On kifli diyenler, yedisinin tekrar af ve nail olup yaln›z üçünün idam edildi¤ini söylerler. Bunlar›n hepsinin iflledikleri cürüm mukaabilinde mahkum olduklar›nda müttefiktirler. Ve flu da muhakkakt›r ki, öldürülen üç kifliden ibarettir. Siyer muharrirleri, ölüme mahkûm olanlar›n adedini ço¤alt›rken, muhaddisler bunlardan ancak birkaç›n› kabul etmektedirler. Buradaki ihtilaf flundan ileri geliyor: ‹krime, Safvan gibi mukaavemet gösterip orduyla çarp›flanlar, korkular›ndan kaçm›fllard›. Kaçt›klar› için Siyerciler, kanlar› helâl k›l›nm›flt›r, diyorlar. Halbuki kaçmalar›, ölüme mahkum edilmifl olmak demek de¤ildir. Kendileri suçlar›n› çok iyi bildiklerinden kaçm›fllard›. Bu gibi hengamelerde böyle fleyler ola¤and›r. Sonra hal sükûnet bulunca gizlenip kaçanlar birer birer meydana ç›km›fllar ve Peygamber'in huzuruna gelip affa nail olmufllard›r. Hazret-i Muhammed'e hücum için f›rsat bekleyen kalemler, bofluna telafl ediyorlar. Burada dil uzatacak bir fley bulamazlar. Tarihi deliller böyle birfleye mahal b›rakmam›fld›r. Düflmanlar›na bile afv ü safh ile muamele eden Hazret-i Muhammed, kin ve garaz›n, intikam ve ihtiras duygular›n›n çok üstündedir. Bütün Kureyfl elebafl›lar›n› bir sözle affedip: "Gidiniz, hepiniz serbestsiniz." diyen Hazret-i Peygamber Efendimiz, flahsi adavet göstermekten çok uzakt›r. Bak›n nas›l suçlular› affetti: Abdullah ‹bn-i Serh: Mürted ve hain bir propagandac›yd›. Bafltan müslüman olmufl, vahiy katipli¤i yapm›flt›. Sonra irtidad ederek Mekke'ye müflriklerin yan›na kaçt› Kureyfl aras›nda haince propaganda yapard›: "Ben vahiy katibi iken Kur'an-› istedi¤im gibi yazard›m. O, azîzün hakim derse, ben alimün hakim yazard›m, sizin dininiz Onun dininden daha hay›rl›d›r." derdi. (7) ‹flte bu adam, Hazret-i Osman'›n süt kardefli oldu¤undan korkusundan ona iltica etmiflti. Ortal›k biraz yat›fl›nca Hazret-i Osman, Abdullah için eman diledi, Hazret-i Peygamber de ona eman verdi, onu bile affetti. Bu zât, sonra Hazret-i Osman zaman›nda M›s›ra vali tayin edilmifltir. Ebu Cehil'in o¤lu ‹krime: Yapt›klar›n› çok iyi bildi¤inden Yemen'e (7) ‹bn-i Esîr, El-Kâmil, c.II. 382 kaçmaktan baflka çare bulamam›flt›.Yemene gitmek üzere bir gemiye binecekti. Kar›s› ümmü Hakîm müslüman olmufltu. Kocas› ‹krime için Peygamber'den eman diledi ve ald›. Gidip kocas›n› buldu: "‹nsanlar›n en halim ve kerimi olan zattan senin için eman ald›m." dedi ve ‹krime de Hazret-i Peygamber'in huzuruna gelip müslüman oldu. O da affedildi. Biz bugün, Ebu Cehil'in o¤lu ‹krime'yi; Hazret-i ‹krime diyerek hürmetle an›yoruz. Safvan ibn-i Ümeyye de Cidde'ye kaçm›flt›. O da afvolundu, dönüp geri geldi ve Hazret-i Peygamber'in huzuruna ç›kt›. Safvan: – Müslüman olmak için bana iki ay mühlet ver, deyince Peygamberimiz: – "Sana dört ay mühlet veriyorum." dedi. Safvan müflrik oldu¤u halde emniyet ve eman eçinde yaflad›. Mekke içinde kollar›n› sallaya sallaya gezdi, ona kimse dokunmad› Hind: Ebu Süfyan'›n kar›s› Hind'i, biat eden kad›nlar aras›nda görüyoruz ve hatta orada da kafa tutarcas›na sözler söylemeye bile cesaret ediyor. Halbuki Hind, müslümanlara düflmanl›¤›ndan mâadâ Uhud harbinde flehid düflen Hazret-i Hamza'n›n karn›n› deflmifl, ci¤erini diflleyerek çi¤nemifl bir kad›nd›. Hamza'y› zaten o öldürtmüfltü. Hazret-i Peygamber, amcas› Hamza için pek müteessir olmufltu. Fakat bugün iflte Hind 'i de affetti. Hamza'n›n kaatili Vahfli de afv dilemek üzere Hazret-i Peygamber'in huzuruna geldi. Onu da affetti. Yaln›z: "Seni görünce amcam Hamzay› hat›rl›yorum, içim s›zl›yor. Bâri gözüme görünme de, ne yaparsan yap." dedi. Yukar›da ismi geçen ‹bn-i Hatal'›n cariyelerden biri saklanm›flt›. O da di¤eri gibi Peygamber aleyhinde hicviyeler söyler; çalar, oynard›. Sakland›¤› yerden ç›k›p Hazret-i Peygamber'in huzuruna geldi, af diledi. O da affolundu. Abdullah ‹bn-i Zeb'arî, Necrân'a gitmiflti. O da dönüp geldi, af diledi ve affa nail oldu. Ondan af dileyip te affa mazhar olmayan var m›d›r? ‹flin dahas› var: Evlâd sevgisi ve evlad ac›s›, kalbimizin en derin köflelerinde yer al›r. Hazret-i Peygamber de en müflfik bir insan ve en merhametli bir babayd›. Müslümanlar›n Mekke'den Medîne'ye kaçt›klar› o kara günlerde kerimeleri Zeyneb de Medîne'ye gitmek üzere yola ç›km›flt›. Zeyneb hamileydi. Müflriklerden Esved o¤lu Habbâr ona m›zra¤›yle hücum etmifl onu devesinden yere düflürmüfl, bu yüzden Zeyneb sakatlanm›fl, y›llarca hasta yatt›ktan 383 sonra babas›n›n kalbini da¤dâr ederek vefat etmiflti. ‹flte Hazret-i Muhammed bu kaatil adam› da affetmifltir. Bütün bunlardan sonra soral›m: Hazret-i Mahammad'e hücum edenler acaba flimdi ne diyecekler? ‹flte yapt›klar› bunlar. Hâla hücum için vesile arayacaklar m›? Nahak yere binlerce masumun kan›na giren, kad›n erkek, çocuk, ihtiyar, seçmeden masum kanlariyle ellerini bulayan nice zalimler var. O gibileri bir yana b›rak›p da düflmanlar›na bile af ile muamele eden bir Peygamber'e hücumun sebebi nedir acaba? Müflriklerden Huveyt›b b. Abdüluzza bir yere gizlenmiflti. Ebû Zer onu gizlendi¤i yerde gördü. Gelip Hazret-i Peygamber'e haber verdi. Hazret-i Peygamber buna k›zd› ve: – "Biz eman vermedik mi?" dedi. Huzâa, fethin ertesi günü Hüzeyl kabilesinden bir müflriki öldürmüfltü. Hazret-i Peygamber'in buna da çok can› s›k›ld›: – Ben size kimseyi öldürmeyin, demedim mi? Buras› Beled-i Haram'd›r, burada kan dökmek yasakt›r, buyurdu ve o maktulün diyetini kendisi ödedi ve ilave etti: "Bundan böyle kim ki birini öldürürse ya mak tulün kan›na bedel öldürülür veya diyetini verir." Bu gibi sözleriye ve bu kabil icraatiyle Kureyfl'in gönlünü ald›. Fevc fevc müslüman olmaya bafllad›lar. Dün ‹slâm'a düflman olanlar, bugün Hazret-i Muhammed'in yüksek ahlak›n›, ondaki insanl›k duygusunu görünce müslümanl›¤a ›s›nmaya bafllad›lar ve hiç zor görmeden içten gelen bir his ve teslimiyetle ‹slâm'› kabul ettiler. Müslüman olanlar, evlerindeki putlar›n› kendi elleriyle parçalay›p att›lar. Bu fetih hakikaten bir Feth-i Mübîn oldu. Hazret-i Peygamber Mekke'de 15 gün kald›. Yeni bir nizam kurdu. Halka dîni anlatt›. Müslümanl›¤›n getirdi¤i talimat› ö¤retti. Etraftaki putlar› k›rmak için adamlar gönderdi. Hiç kan dökmeden putlar› ortadan kald›rd›. Arabistan'da putperestli¤in kökünü kaz›d›. Mekke civar›nda Lât, Uzzâ, Menât putlar› vard›, Araplar bunlar› ziyaret ederdi. Lât Taif'teydi. Uzzâ Mekke'den bir konak mesafede bulunan Nahle'de bulunuyordu. Halid b. Velid'i göndererek onu k›rd›rd›. Araplarca lât k›fl, Uzzâ yaz tanr›s› say›l›rd›. Menât putu ise Mekke'den yedi mil mesafede Kudeyd civar›ndayd›. Yontulmam›fl bir tafltan ibaret olan put, Evs ve Hazrec kabilelerinin putuydu. Mekke'ye gelirken buraya u¤rarlar, onu zyaret ederler, ihrâm'a girerlerdi. 384 HÂL‹D B. VEL‹D CEZÎME'DE (8) Halid b. Velid, Nahle'de Uzzâ putunu k›rd›ktan sonra ‹slâm'a davet için Cezîme kabilesine gitti. Bu kabile Halid'i görünce silaha sar›ld› Hâlid: "Etrafta herkes müslüman oluyor, siz de silahlar›n›z› b›rak›p teslim olun." dedi. ‹çlerinden biri: "Silahlar›n›z› b›rakmay›n, sizi esir ederler" diyerek mukaavemete teflvik etti. Bir k›sm› silahlar› b›rakmak istiyor, di¤er bir k›sm› b›rakmak istemiyor, derken münakaflaya bafllad›lar. Halid onlar› teslim ald›. Baz› esirler öldürüldü. Bu haberi Hazret-i Peygamber duyunca: "Ya Rab, ben Hâlid'in iflledi¤i iflten beriyim." dedi. Sonra Hazret-i Ali'yi göndererek maktullerin diyetlerini verdi. Hazreti Ali: "Belki bilmedi¤imiz bir zâyiât varsa ona karfl›l›k olmak üzere olsun" diyerek yan›nda fazla kalan paray› da onlara verdi. Böylelikle Cezime kabilesinin gönlü hofl edilmifl oldu. ––––––––oOo–––––––– (8) Asr-› saâdet ve k›sas› enbiya gibi Türkçe eserler, Cezime ﺟــﺬﳝﻪkelimesini Huzeyme ﺣــﺬﳝﻪ fleklinde yazarlar. Kamus ve El-Kâmil fi't-Tarih, bunun Sefine vezninde ﺟــــﺬﳝﻪoldu¤unu tasrih ederler. Heykel Pafla bu kelimeyi Cezime fleklinde harekeli olarak yazd›¤› halde, Ömer R›za Do¤rul tercemesinde, eskiden Huzeyme yazd›¤› gibi bu defa da Cüzeyme tarz›nda yazm›flt›r. 385 Y‹RM‹ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HUNEYN-EVTAS HARB‹ (fievval, 8. H, 630 M.) Mekke'nin fethinden sonra müslümanlar büyük bir sevinç ve nefle içindeydiler. Çünkü en büyük emellerine kavuflmufllard›. Allah'›n nusratiyle emellerinin ka'besi, gönüllerinin k›blesi olan Mekke-i Mükerreme'yi fethetmifllerdi. Hem bu büyük ifli kan dökmeden baflarm›fllard›. Bu da ayr›ca bir lütf-u ‹lahi idi. Art›k Mekke'de befl vakit namaza davet için Bilal'›n gür ve tatl› sesi çalkan›yordu. Müslümanlar memnundular. Mekke'de hofl ve tatl› bir hayat geçirip dururken fetihten onbefl gün sonra ac› bir haber duyuldu: Mekke'ye yak›n bir yerde sakin olan Hevazin kabilesi harbe haz›rlan›yormufl, müslümanlara sald›racakm›fl. Hevâzin, Araplar›n en kuvvetli kabilelerinden biriydi. Mekke'nin fethiyle putlar›n›n tehlikeye düfltü¤ünü, Mekke'deki putlar›n k›r›lmas›ndan sonra s›ra kendi putlar›na geldi¤ini sanarak harbe karar vermifllerdi. Hazreti Muhammed bütün Arabistan'› Tevhid bayra¤› alt›nda toplamaya çal›fl›rken onlar yan çizmek istiyordu. Hevazin kabilesi reislerinden Malik b. Avf, Hevâzin ve Sekîf kabilelerini ayakland›rarak muazzam bir ordu toplam›flt›. Bunlara di¤er baz› kabileler de kat›lm›flt›.Yirmi bin kiflilik bir ordu ‹slâm'›n üzerine yürüyecekti. Bu flirkin son savleti, son deprenmesiydi. Cuflem kabîlesinde Düreyd b. Samme isminde bir ihtiyar vard›. Harpte bu kart kiflinin tecrübelerinden faydalanmak için onu da harp meydan›na sürüklemifllerdi. Malik b. Avf, askerlere cesaret vermek, onlar›n gayretini tahrik etmek maksadiyle kad›nlar›, mallar›, ne varsa hepsini harp sahas›na dökmüfltü. ‹slâm'a en a¤›r darbeyi indirmeyi kafalar›na koymufllard›. Düflman ordusu Huneyn vadisinde toplanm›flt›. Buras› Mekke ile Taif 387 aras›ndad›r. Zülmecaz panay›r› bunun eteklerinde kurulurdu. Evtas ta buradad›r. ‹htiyar Dureyd buraya gelince: Deve bö¤ürmeleri, eflek an›rmalar›, koyun meleyiflleri, çocuk a¤lay›fllar› kula¤›na çal›nmaya bafllad›. – Bunlar ne? diye sordu. Mâlik b. Avf anlatt› ve askerin dönüp geri kaçmas›n› önlemek için böyle yapt›¤›n› söyledi. ‹htiyar kurt: – Hezimete u¤ray›p geri döneni böyle fleyler mi çevirecek? Bozguna u¤rayan askeri hiçbirfley durduramaz, dedi. E¤er ma¤lub olurlarsa kad›nlar›n› kendi elleriyle esir vermifl olacaklar›ndan flerefsizli¤e u¤rayacaklar›n› söyleyerek onlar› harp sahas›ndan uzaklaflt›rmalar›n› tenbih etti. Fakat gençler, Dureyd'e bunam›fl nazariyle bakt›klar›ndan onun sözünü dinlemediler. Mâlik b. Avf o zaman 30 yafllar›nda genç ve dinç bir adamd›. Onun sözü tutuldu. Hâdisat, ihtiyar›n hakl› oldu¤unu gösterdi. Düreyd, askerî harekat için elveriflli bir yer seçti. Ve vadinin en dar yerinde bir bo¤az› tuttu ve askerler oradaki tepelerde siper alarak oraya yerlefltiler. Gelenleri pusuya düflürmek kolaylaflm›flt›. ÇÖLÜ YARAN ORDU Müslümanlar bu harp için haz›rl›kl› olmamakla beraber 10 bin kiflilik fetih ordusuna Mekkelilerden de iki bin kifli kat›lm›flt›. Hazret-i Peygamber istikraz yapt›. Mekke'de olan de¤iflikli¤e bak›n ki, Ebu Cehlin üvey kardefli olan Abdullah bu harp için para yard›m› yap›yordu. Safvan b. Ümeyye henüz müslüman olmam›flt›. Bununla beraber yüz z›rh ile silah vererek bu harbe ifltirak etti. Müslümanlar bu vakte dek bu kadar muazzam bir ordu toplam›fl de¤illerdi. Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan müflrikler, bafllar›nda Ebû Süfyan olmak üzere bu harbe kat›lm›fllard›. Hatta aralar›nda 70-80 kifli kadar müflrik bile vard›. Hepsi tepeden t›rna¤a kadar z›rhlara bürünmüfltü. Her kabilenin önünde sanca¤› vard› Karfl›daki düflman da yirmi bin vard›. Çöl bu zamana kadar böyle bir ordu görmemiflti. ‹slâm ordusu düflman›n toplanmakta oldu¤unu haber ald›¤› Huneyn vâdisine do¤ru yürüdü. Bafltan aya¤a silahlanm›fl askerlerin yürüyüflünden çöl âdetâ titriyordu. Bu ço¤unluk, orduya gurur verdi. Baz›lar›: Bu ordu hiç ma¤lub olur mu? demifllerdi. Fakat harpte düflman› hiçe say›p küçümseyerek gurura kap›lmak, aldanmak demektir. Tedbiri elden b›rakmamal›, düflmana karfl› daima uyan›k davranmal›d›r. Hasm›n kar›nca dahi olsa hiçe saymak olmaz. Harpte ço¤unluk ve maddi üstünlük zaferi sa¤layan tek sebeb de¤ildir. 388 PUSUYA DÜfiÜNCE ‹slâm ordusu Huneyn vadisine indi. Gece biraz istirahattan sonra sabah›n alaca karanl›¤›nda ordu yine hareket etti. Halid b.Velid, Beni Süleym askerlerinin bafl›nda, düflman›n harekat ve tertibat›nda gafil olarak dar bo¤azdan geçerken pusuya düfltü. ‹ki tarafta siperlenmifl olan düflman, ‹slâm ordusu üzerine ok ya¤d›rmaya bafllad›. Tan yeri henüz söküyordu, etraf alaca karanl›kt›. Bo¤az gayet dar oldu¤undan serbest askeri harekata elveriflli de¤ildi. Müslümanlar neye u¤rad›klar›n› anlayamad›lar, flafl›rd›lar, birbirlerine girdiler, yanl›fl hedef alanlar oldu. Bozulup geri döndüler kaçmaya bafllad›lar. Bu hezimetin bir sebebi de fludur: Ordu müttehid ve mütecanis degildi. Aralar›nda Mekke'nin fethinden sonra flirki b›rak›p müslüman olanlar vard›. Bunlar ‹slâm'›n yüksek mefkuresini henüz benimsememifllerdi. Hatta içlerinde müflrik olanlar bulunuyordu. Bunlar âdeta beflinci kol gibiydilir. Ordu hezimete u¤rad›¤› s›rada içlerinden baz›s›n›n söyledi¤i sözlere bak›n: Ebû Süfyan, dün Mekkelilere galip gelen müslümanlar›n bugünkü hezîmetini dudaklar›nda manal› bir tebessümle seyrederken: – Bu bozgunun denize kadar önü al›nmaz, demiflti. Osman ‹bn-i Ebû Talha 'n›n o¤lu fieybe de: – Bu gün Muhammed'den intimak al›yorum, demiflti. (Bunun babas› Uhud harbinde ölmüfltü. Kureyfl'in sancakdâr› idi.) Safvan ‹bn-i Ümeyye'nin kardefli olan Kelede: – ‹flte bugün sihir bozuldu, diye hayk›rm›flt›. (1) Safvan o zaman henüz müflrik oldu¤u halde kardefline flu mukaabelede bulundu: – Sus, a¤z›n tutulsun. Bana, Hevazin'den bir adam hakim olmaktansa Kureyfl'ten bir adam›n hakim olmas› ye¤dir. Bozgun s›ras›nda a¤›zlardan, içindekiler böyle dökülüyordu... Bu hengamede Hazret-i Peygamber iki yan›ndan kaçanlar› görüyordu. Vaziyet pek nazikti. Yirmi senedir çetin mücadelelerle elde edilen o parlak netice flimdi bu sabah›n alaca karanl›¤›nda bir lahzada sönüp gidecek miy- (1) Ömer R›za Do¤rul. M. H. Heykel Pafla'dan yapt›¤› (Muhammmed Mustafa) tercemesinde bu cümleyi: "Keflki seher vakti bugün uzasa!" (s.:313) diye terceme ediyor. Halbuki ibarenin asl› flöyledir: (اﻟﻴﻮم ) أﻻ ﺑﻄﻞ اﻟﺴﺤﺮ 389 di? Hem de neden sonra. Mekke'nin fethi gibi en büyük zafer, Allah'›n inayetiyle müyesser olduktan, flirkin as›rl›k yuvas› bozulduktan sonra m›? Hay›r hay›r, bu olamazd›. Allah Resulünü b›rakmaz, dünya yine flirk zulmetine dönemezdi, Tevhid dini sönemezdi. Ufuktan günefl do¤madan, sabah›n alaca karanl›¤›nda, islâm'›n günefli batamazd›. Allah'›n emir buyurdu¤u gibi sab›r ve sebat gerekir. Ölüme gö¤üs gererek sebat, zafer bundad›r. Ölümü istihkar etmekte hayat vard›r. ‹flte herkes bozulup kaçarken Hazret-i Peygamber bir heykel-i hak gibi bu kan ve atefl deryas›n›n ortas›nda yerinden k›m›ldamadan durdu. Ölüm, bu, onun nazar›nda korkulacak bir fley de¤ildi, o mukadder bir akibettir. Bir an evvel, biraz sonra olmufl hep müsavidir. Bidayetten beri koca flirk dünyas›na tek bafl›na karfl› duran o mübarek zat, burada da tek bafl›na sebat gösterdi. Etraf›ndan kaç›p gidenlere: "Ben Peygamber'im, bunda yalan yok. Ben Abdülmuttalib o¤ullar›ndan›m." (2) diyordu. Etraf›nda Ehl-i beytinden olanlarla Muhacirler ve Ensardan bir avuç kahraman kalm›flt›. Di¤erleri kendilerine söylenen sözleri duymadan ürkmüfl koyun sürüsü gibi nereye gittiklerini bilmeden kaç›yordu. Tehlikeli dakikalar gelip çatm›flt›. Hevazin ve Sakif askerleri siperlerden ç›karak bozgun halinde kaçanlar› arkalar›ndan takibe bafllam›fllard›. Bu manzara karfl›s›nda Hazret-i Peygamber'in bütün hâmiyyeti cofltu. Bindi¤i hayvan›n üzerinde oldu¤u halde, sel gibi akan düflman›n önüne tek bafl›na ç›k›p onlar› durdurmak için hayvan›n› mahmuzlad›. Fakat bunun sonu tehlikeliydi. Onun için amcas› o¤lu Ebû Süfyân (Kureyfl reisi olan de¤il) hayvan›n›n yular›n› tuttu ve onu b›rakmad›. BOZGUNDAN SONRA ZAFER Amcas› Hazret-i Abbas peygamber'in yan›ndayd›. Gür sesiyle hayk›rmaya bafllad›: – Ey Akabe'de biat eden Ensâr, gelin. Ey fiecere-i R›dvan alt›nda biat edip söz veren Muhacirler, dönün. Muhammed buradad›r. Nereye gidiyorsunuz? Abbas'›n gür sesi vadiyi ç›nlatt›. Kaçanlar ve da¤›lanlar Muhammed isimini duyunca durdular. Bu kelimeyi duymak onlarda bir mucize yaratt›. Akabe ve R›dvan biatlar›n› yapanlar, ahidlerini hat›rlad›lar. Hazret-i Peygamber'e nas›l söz vermifllerdi? Bu, onlara cesaret verdi. Derin bir gafletten silkinir gibi ay›ld›lar. Ürken yüreklere cesaret doldu, kaçan ayaklar geri (2) 390 أﻧﺎ اﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﳌﻄﻠﺐ أﻧﺎ اﻟﻨﺒﻰ ﻻ ﻛﺬب döndü. Hepsi kan ve ölüm deryas› içinde bir kahramanl›k timsâl-i mücessemi gibi duran peygamber'in etraf›nda topland›lar. Uhud da da böyle olmufltu. Hazret-i Muhammed'in sebat›, o zaman da orduyu böyle kurtarm›flt›. Burada da ayn› mucize tekerür ediyor, Nu'rat-› ‹lâhiyye imdada yetifliyor. Ensar ve Muhacirler k›l›çlar›n› çekerek düflmana öyle bir sald›r›flla hücum ettiler ki, bunun karfl›s›nda kimse duramad›. Bozulan ‹slâm ordusunu kovalamak üzere siperlerinden ç›km›fl olan düflman, neye u¤rad›¤›n› anl›yamad›. Karfl›lar›nda yal›n k›l›çlar havada sesler b›rakarak parl›yordu. Günefl do¤mufl, etraf ayd›nlanm›flt›. Müslümanlar muhiti tan›m›fllar, etrafta heryeri görebiliyorlard›. Sabah›n alacakaranl›¤›nda neye u¤rad›klar›n› bilmeden bozulan Müslüman ordusu flimdi mertce dö¤üflüyordu. – Haydin Ensâr, haydin Hazreçliler, haydin Muhacirler.. Sadâlar› aras›nda arslanlar gibi düflmana sald›r›yorlard›. Harp k›z›flm›flt›. Hazret-i Peygamber: – "‹flte flimdi f›r›n k›zd›, harp k›z›flt›", dedi ve yerden bir avuç çak›l tafl› alarak düflman›n üzerine f›rlatt›. Müslümanlar y›ld›r›m gibi sald›rd›lar. Hevazinlilerin mukaavemeti k›r›ld›. ‹mhâ edileceklerini anlad›lar. Arkalar›na bakmadan kaçmaya bafllad›lar. Mallar›n›, kar›lar›n› arkada b›rakarak kaçt›lar, yaln›z tatl› canlar›n› kurtarmaya bakt›lar. Müslümanlar art›k zaferi kazanm›fllard›. Bidâyette ma¤lubiyet ac›s›n› biraz tatt›ktan sonra, zafer ne tatl›yd› ve bu zafer, Hazret-i Peygamber'in sebat› sayesinde kazan›lm›flt›. Kur'an-› Kerim tevbe sûresinin (25-28) ayetlerinde bu hakikat› beyan etmektedir. Burada Müslümanlar dört flehid vermiflti düflmandan da 70 kadar ölü vard›. Bu harpte flimdiye kadar hiçbir harpte ele geçmeyen ganimet al›nd›. Harp meydan›nda 22 bin deve, 40 bin koyun, 4 bin okka gümüfl, 6 bin esir kalm›flt›. Düflman bunlar›n hepsini b›rakarak kaçm›flt›. Sözde bunlar kaçmay› önlemek üzere harp sâhas›na sevk olunmufltu. ‹htiyar Düreyd'in dedi¤i gibi neye yarad›? Bunlar›n cümlesi Ci'râne vâdisinde toplan›p orada muhafaza edildi. Müslümanlar Hevazin askerlerini ta'kibe devam ettiler. Evtas'a kadar kovalad›lar. Orada düflman› yakalay›p ma¤lub ettiler. Bir daha kalk›namamak üzere yere serdiler. Ele geçirdikleri mallar› ve esirleri Ci'râne'ye gönderdiler. Müflriklerin bafl› olan Mâlik b.Avf ele geçmedi. O kaçarak Taif'e gizlendi. Düflman› takib etmeye devam olundu. Müslümanlar bu zaferi, birçok kurbanlar vererek kazand›lar. Zaten kurban vermeden zafer elde edilemez. Hazret-i Peygamber'in harplerde takib etti¤i bir siyaset vard›. Kat'i neti391 ceyi almak, tehlikeleri bertaraf etmek. Nas›l ki, Uhud harbinin sonunda, Benî Nadir iflini halletmiflti. Hendek harbinden sonra da, benî Kureyza meselesini halletmeden b›rakmam›flt›. fiimdi de ortada pürüzlü bir ifl vard›: Hevâzin ve Sakif'i ayakland›r›p birtak›m kabileleri k›flk›rtarak müslümanlara karfl› harbe sürükleyen Mâlik b.Avf, ele geçmemifl, Tâif'e gidip sokulmufltu. Onun için düflman ta'kibine devam edildi. T‹F MUHÂSARASI Mâlik b.Avf, Taif kalesine çekilmiflti. Onun harp orta¤› Sakif te buradad›r. Buras› flirkin, putperestli¤in son yuvas› halindeydi. fiirk bir daha bafl›n› kald›rmas›n diye kafas› ezilmek laz›md›. Hazret-i Peygamber Taif'i çok iyi tan›yordu. Bundan dokuz y›l önce Taif'te hayat›n›n en hazin günlerini geçirmiflti. Taif'e, ‹slâm'› tebli¤ için geldi¤inde, Taifliler O'nu ne fena karfl›lam›fllard›. Ayak tak›m›n› O'nun üzerine sald›rtm›fllard›. Arkas›ndan tafllar atm›fllar, ayaklar› kan içinde kalm›flt›. Süfehâ alay›n›n bu ç›lg›nca hücumundan bitab düflünce, orada uzak akrabalar›n›n ba¤›na s›¤›nm›flt›. O zaman yaln›zd›. Kalbindeki imandan baflka yoldafl› yoktu. Bugün ise çölleri dolduran bir ordu ile Taif önüne gelip çad›r kurdu. Taif son derece müstahkem bir yerdi. Kaleleri sa¤lamd›. Kale kap›lar› kapan›nca içeri girmek imkâns›z kal›rd›. Sakîf kabilesi cesurdu. ‹çerden flehrin müdafaas› kolayd›. Bunlar hep düflmana yarayan fleylerdi. Müslümanlar kaleyi muhasara ettiler. ‹çerden oklar ya¤›yordu. Muhasara yoluyla buray› alman›n pek kolay olmayaca¤› belliydi. Muhasaray› uzatarak içerdekileri aç b›rakmak suretiyle teslim olmaya zorlamak kaabil de¤ildi. Çünkü içerdekiler haz›rl›kl›yd›; zahire ve levaz›m boldu. Kaleye hücumlardan da bir netice al›nam›yordu. Müslümanlar 18 flehid verdiler. Yaralananlar da oldu. Müslümanlar ok menzili gerisine çekilerek çad›r kurdular. Peygamber'in zevcelerinden Ümmü Seleme ve Zeyneb bu seferde yan›nda bulunuyorlard›. Çöl araplar›ndan o havaliyi çok iyi tan›yan biri, Hazret-i Peygambere flöyle dedi: – "Sakîf ahâlisi bu kalenin içinde, inindeki tilki gibidir. Ç›kmas› için çok beklemek gerektir." Muhasaray› kald›rmadan önce bir netice almak için, o zamana kadar araplarca görülmedik bir usule baflvuruldu. Kaleyi y›k›p gedikler açmak için 392 manc›n›k kulland›lar. Denildi¤ine göre, bunu Selman-› Farisi teklif etti. Kaleye hücum için a¤açtan yap›lm›fl tanklar kulland›lar. Fakat içerdekiler buna da mukabele ettiler. Demirleri k›zd›rarak a¤aç tanklar›n üzerine att›lar. K›zg›n demirler a¤açlar› yak›yor, içindeki askerler kaç›yordu. Taifliler bu usulü Yemen taraflar›nda görmüfllerdi. Bu manc›n›k ve tank hücumlar›yla da bir netice elde edilemedi. Taiflilerin k›ymetli ve meflhur ba¤lar› ve bahçeleri vard›. Buras› çölün ortas›nda cennet gibi bir yerdi. Bu ba¤lar tahrib olunursa Taiflilerin can damar›na bas›lm›fl olacakt›. Mal can›n yongas› derler. Ba¤lar› tahrib etme¤e bafllad›lar. Bunu görünce, Taifliler haber salarak ba¤lar›n› ba¤›fllad›klar›n› bildirdiler. Taiflilerden Müslümanlar›n yan›na gelip iltica edenlerin azad edilecekleri haberini Taifliler duydular. Bunun üzerine yirmi kifli kadar Taifli kaç›p geldiler. Sonra Taifliler Müslüman olunca, bunlardan köle olanlar›n kendilerine iadesini istedilerse de Hazret-i Peygamber: – "Onlar Allah'›n azadl›lar›d›r, tekrar köleli¤e giremezler" cevab›n› verdi. ‹flte bu gelenlerden ö¤renildi ki, kalenin içinde uzun müddet yetecek kadar zahire ve levaz›m vard›r. Demek muhasaraya uzun müddet dayanabileceklerdir. Hangi vas›taya baflvurulsa netice almak hususunda bir faydas› görülmüyordu. Di¤er taraftan ‹slâm askerleri bir an evvel dönmek istiyordu. Zaten Haram aylar da girmek üzereydi. O aylar girince harbe devam olunamazd›. Bu sebeplerle bir ay kadar süren muhasaradan sonra muharasay› kald›rd›lar. Zaten Hazret-i Peygamber tecavüz emeli gütmüyordu. Muhasaradan vazgeçti. Ona: Sakif'i tel'in et, dediler. O ise aksine: Ya Rab, Sakif'e hidayet ver, diye dua etti. Taif'ten dönen Müslümanlar, Cir'âne'ye geldiler. Harp ganimetleri orada toplanm›flt›. Orada ganâimin taksimi yap›ld› ve bu da baz›lar›nca hoflnutsuzlu¤u mucib oldu. Beflte biri Beytü'l-Mal için ayr›ld›ktan sonra kalan› askerler aras›nda taksim edildi ve Müellefe-i kulûb'a çokça hisse verildi. B‹R VEFAKÂRLIK NÜMUNES‹ Bu s›rada Hevazinden bir hey'et geldi. Bunlar mallar›n›n ve esirlerin iadesini istiyorlard›. "Bunlar senin halalar›n, teyzelerin ve süt kardefl ve akrabalar›n." dediler. Böylece akrabal›k gayretini coflturmak istediler. Hakikaten Hazret-i Peygamber'in süt annesi Halimenin mensub bulundu¤u Beni Sad kabilesi esirler aras›ndayd›. Esirlerin içinden bir kad›n: – Ben Peygamber'in süt kardefliyim. Beni huzuruna götürün, O beni 393 tan›r, dedi. Onu Hazret-i Peygamber'in huzuruna ç›kard›lar. Peygamberimiz onu görünce tan›d›. Bu süt kardefli fieymâ idi. Onunla k›rlarda oynad›klar› çocukluk an›lar›n› hat›rlad›. Hemen h›rkas›n› yere serdi, fieymây› üzerine oturttu, izâz ve ikramda bulundu. Hal hat›r sordu, çocukluk ça¤lar›n› and›lar. Hazret-i Peygamber fieyma'y› derhal serbest b›rakt›. Ona bir köle, bir cariye, iki deve, bir miktar koyun vererek ailesi nezdine gönderdi. ‹yilik, hofl muamele, düflman› bile affetmek, Hazret-i Muhammed'in dâimâ gösterdi¤i büyük cümlesindendir. Hevâzinden gelen hey'ete sordu: – Mallar›n›z› m› istersiniz, yoksa kar›lar›n›z› ve çocuklar›n›z› m›? Onlar da cevap verdiler: – Tabiî kar›lar›m›z› ve çocuklar›m›z›... Bunun üzerine Hazret-i Peygamber kudret zaman›nda affetmenin ne kadar büyüklük oldu¤unu göstererek: – Bana ve Abdülmuttalib o¤ullar›na ait olan esirlerin hepsi azadd›r, onlar› size ba¤›fll›yorum, dedi. Bu hadise bir Ö¤le namaz›ndan sonra oluyordu, Muhacirler ile Ensar da, Hazret-i Peygamber'in yapt›¤›n› görünce Ona tabi oldular ve kendilerine ait olan esirleri derhal serbest b›rakt›lar. Böylelikle bir an içinde 6.000 insan hürriyetine kavuflmufl oldu. Az evvel esir olanlar flimdi serbest b›rak›lm›fllard›. Sevinçlerine pâyan yoktu. Üstelik kendilerine birer kat elbise de verilmiflti. Hazret-i Muhammed'in harp esirlerine yapt›¤› muamele iflte böyleydi. Kaç harpte hep böyle büyüklük göstermiflti. Dahas› var: Hazret-i Peygamber Hevâzin kabilesinden gelen Hey'et ile Malik b. Avf'a flu haberi sald›: "E¤er gelip Müslüman olursa, onun da ehlü ›yâli, mal ve menali kendisine iade oluanacakt›r." Malik bunu duyunca, Sakiflilerden gizlice at›na binerek yola düfltü ve Peygamber'in huzuruna gelerek teslim oldu, Müslüman oldu¤unu ilan etti. Ehl ü ›yali, mal› kendisine iade olundu¤u gibi üstelik 100 deve de verildi. Hazret-i Peygamber insanlar› zorla de¤il, tatl›l›kla bu dine davet ediyor, onlar› kendisine böyle iyilikle ba¤l›yordu. MÜELLEFE-‹ KULÛB Ganimetin beflte biri Peygamber'in tasarrufundayd›. Beflte dördü gaziler aras›nda taksim edilirdi. Beytü'l-mal hesab›na al›nan beflte birden Hazret-i Peygamber yeni Müslüman olmufl ve Müslümanl›¤a henüz pek 394 ›s›namam›fl Mekke ulular›n› hoflnud etmek için ganimetten onlara fazlaca verdi. Kureyfl'in reisi olan Ebû Süfyan'a ve o¤lu Muaviye'ye yüzer deve verdi. Kezâ Ebu Cehlin o¤lu ‹krime, Haris b. Kelede, Haris b. Hiflam, Süheyl ‹bn-i Amr, Huveyt›b b. Abdüluzza gibi eflraftan say›lanlara yüzer deve, ikinci derecede gelen di¤er bir gruba k›rkar deve verdi. Böyle on kifli ayr›ca taltif olundu. O gün de, Hazret-i Muhammed her zamanki gibi cömertti. Dünkü düflmanlar›n› bugün ‹slâm saflar› aras›nda gördü¤üne flükren onlara ihsanda bulunuyordu. Vâdinin bir taraf›nda âlâ cinsten 100 kadar deve vard›. O zaman henüz müflrik olan Safvan ‹bn-i Ümeyye iyi deveyi severdi. Bu develer hofluna gitmifl, onlara dikkatle bak›yordu. Hazret-i Peygamber: – "Pek be¤endinse al, onlar da senin olsun" dedi. Safvân kulaklar›na inanam›yordu. Beni Süleym'den Abbâs ‹bn-i Mirdas kendisine verilen develeri az bulmufltu: "Temim kabilesinden olan Akra' ‹bn-i Hâbis'in neresi benden daha itibarl› ki, ona benden fazla veriliyor? diye söylenmiflti. Hazret-i Peygamber orada bulunan bir k›s›m deveyi göstererek: – "Al›n flunlar› da ona verin, yeter ki söylenip durmas›n," dedi ve o da memnûn edildi. MÜELLEFE-‹ KULÛB VE ENSÂR Abbâs ‹bn-i Mirdas'›n, Akra' ‹bn-i Habis hakk›ndaki sözleri o kadar ehemmiyetli bir fley de¤ildi. Fakat burda Hazret-i Peygamber'e üzüntü veren baflka sözler de duyulmufltu. Müellefe-i kulûb denilen bir zümre vard›. Kur'an-› Kerim bunlara da ganimetten hisse ay›rmaktad›r. Bunlar yeni Müslüman olmufl kimselerdi. Düne kadar ‹slâm'›n en fliddetli düflman› olup da bugün henüz Müslüman olmuflken ve din u¤runda hizmet ve fedakarl›klar› görülmemiflken ganimetten onlara fazla hisse verilmesi Ensâr'dan baz›lar› aras›nda söylentilere yol açm›flt›. Gerçekten Kureyfl'in Müslümanlara yapmad›¤› eziyyet yokdu. Onlara bunca mal neye veriliyordu. Bundaki yüksek siyaseti baz›lar› kavrayamam›flt›. "Peygamber art›k kavm ü kabilesine kavufltu. Bizimle Medîne'ye dönermi hiç?" diyenler olmufltu. Bu sözlerde, baz›lar›n›n dedi¤i gibi, yaln›z bir kuru k›skançl›k yoktu. Bunda Hazret-i Peygamber'e fazla ba¤l›l›ktan ileri gelen bir ma'na da vard›. ‹stiyorlard› ki, Peygamber kendilerinden ayr›lmas›n, Medîne hemflehrili¤inde devam ederek onlara fleref versin. Ensâr'›n bu sözlerini duyunca onlar› toplayarak bu endiflelerini izale etti. Onlara dedi ki: 395 – "Ey Ensâr, sizden sâd›r oldu¤unu duydu¤um ve içinizden bir iz b›rakt›¤›n› anlad›¤›m bir söylenti var. Ben sizi dalalet üzere bulup Allah benim vas›tamla sizi hidayete ulaflt›rmad› m›? Sizi yoksul buldum, Allah size zenginlik verdi. Sizi birbirinize düflman buldum, benim vas›tamla Allah kalblerinizi birlefltirmedi mi?" Ensar hep birden cevap verdiler: – Evet Yâ Resûlallah, dedi¤in gibidir. – "Ey Ensâr, niçin aç›k cevap vermiyorsunuz?" – Sana ne diye cevap verelim, Yâ Resulallah, lütf ü at›fet sizdendir. – "Hay›r ey Ensâr, isterseniz flöyle diyebilirsiniz ve bu sözünüzün do¤rulu¤u da herkesce tasdik olunurdu:" "Herkes seni yalanc› addetti¤i bir s›rada bize geldin, biz seni tasdik edip sana iman ettik. Bize kimsesiz kalm›fl olarak geldin, sana yard›m ettik Muhacir olarak geldin, seni bar›nd›rd›k. Yoksul, garip geldin; sana bakt›k. Bunlar› diyebilirdiniz. Fakat ey Ensâr, birtak›m kimseleri kazanmak, onlar› Müslümanl›¤a ›s›nd›rmak için verdi¤im dünyal›ktan ötürü bana içerlediniz mi? Ey Ensar, baflkalar› davar ve deve sürülerini al›p diyarlar›na giderken siz Allah'›n Resûlünü al›p memleketinize dönmeye raz› de¤il misiniz? Hayat›m elinde olan Allah'a yemin olsun ki, e¤er hicret olmasayd› ben Ensar'dan bir ferd olmay› tercih ederdim. E¤er bütün halk bir yola dökülse, Ensâr da di¤er bir yola dökülse, ben Ensar'›n gitti¤i yolu tutard›m. Yâ Rab, Sen Ensâr'a rahmet et. Onlar›n o¤ullar›n› ve o¤ullar› o¤ullar›n› ba¤›flla." Hazret-i Peygamber bu sözleri öyle içten söylemiflti ki, kendisine candan ba¤l› olan Ensar'a karfl› muhabbet ve sevgiyle dolu olduklar› belliydi. Derin bir samîmiyet eseriydi. ‹çten gelen bu sözler Ensar'›n ruhlar›na iflledi. Onlar da müteessir oldular, göz yafllar›n› tutamad›lar ve hepsi bir a¤›zdan: – Biz buna raz›y›z yâ Rasûlallah, dediler. Böylece Ensar-› Kiram da hoflnud oldular. Zaten Peygamber'in gözünde dünya mal›n›n k›ymeti yoktu. Onun yegane emeli ‹slâm'› neflir ve takviye idi. Ganimeti de bu u¤urda harc›yordu. Düne kadar ‹slâm'›n en büyük düflman› olan kimseler, kendilerine yap›lan bu ihsan karfl›s›nda ister istemez gönülleri ‹slâm'a meyletti. *** Yukar›da beyan olundu¤u vechile ganimetlerin taksiminden sonra Hazret-i Peygamber, Ashâb-› Kiramla birlikte Mekke'ye döndü. Orada yeni 396 Müslüman olan Mekke'lilere dînini öğretmek, Kur'an-ı Kerim talim etmek üzere Muaz ibn-i Cebel'i bırakarak Medîne'ye avdet buyurdular. Şimdiye kadar yapılan harplerin hiçbirinde bu kadar şümullü bir zafer kazanılmamıştı. Bu seferde feth-i Mekke müyesser olmuş, en parlak zafer kazanılmıştı. Medîne görününce mücahidlerin hepsi birden şöyle tekbir alarak Cenâb-ı Hakka'a hamd ü senalar ettiler: "Ulu Allah ne büyüktür. O'na nice hamd ü senalar olsun. Allah'› akflam sabah tesbih ederiz. Allah'tan baflka Tanr› yoktur. O'nun vadi do¤ru ç›kt›, kuluna yard›m etti. Düflmanlar›, yaln›z o periflan k›ld›." (3) Medîne'de sulh ü sükûn içinde mes'ud günler do¤maya bafllam›flt›. Art›k ‹slâmiyet bütün flaflaasiyle parl›yordu. fi‹R KÂB'IN ‹SLAM'I KABÛLÜ Din kuvvet bulmufl, bütün Arabistan'a yay›lmaya bafllam›flt›. Ka'b ibn-i Züheyr ismindeki flair, Hazret-i Muhammed'i fliirleriye hicvederdi. Bu yüzden korkusundan kaçm›flt›. Yaln›z Peygamber'i hicvetmekle kalmam›fl, Ebû Talib'in k›z› Ümmü Hânî hakk›nda da gazeller söyleyerek Peygamber'in ailesine dil uzatm›fl oluyordu. Bu sebeblerle kan› heder edilmiflti. ‹slâm'›n kabileler aras›nda sür'atla intiflar› neticesi kab s›¤›nacak yer bulmakta güçlük çekiyor, onu kimse kabul etmek istemiyordu. Kardefli müslüman olmufltu. Kab hakk›nda telafla düfltü. Ona mektup yazarak gelip Hazret-i Peygamber'e teslim olmas›n›, ondan af dilemesini söyledi. Ka'b düflündü, kardeflini hakl› buldu ve hemen kendini tan›tmadan Medîne'ye geldi. Hazret-i Peygamber'in huzuruna ç›karak: – Kâ'b'› huzurunuza müslüman olarak getirsem onu affeder misiniz? diye sordu. Hazret-i Peygamber: – "Evet", dedi. Bunun üzerine: – ‹flte huzurunuzda bulunan ben, Kâb'›m, dedi. Orada bulunan Ashâb, Kâ'b'a hücûm etmek istedilerse de Peygamberimiz: – "B›rak›n, Kâ'b affolunmufltur," buyurdu. Kâ'b, Hazret-i Peygamber'in önünde meflhur kasidesini okumaya bafllad›. Bu kaside, âdet üzere flâirin sevgilisi Suâd›n ayr›l›¤›ndan duydu¤u (3) ﻻ اﻟﻪ اﻻ اﻟﻠّﻪ وﺣـﺪه ﺻﺪق وﻋـﺪه وﻧﺼﺮ.اﻟﻠّﻪ اﻛﺒـﺮ ﻛﺒـﻴﺮا واﳊﻤـﺪ ﻟﻠّﻪ ﻛﺜـﻴﺮا وﺳـﺒﺤﺎن اﻟﻠّﻪ ﺑﻜﺮة واﺻـﻴﻼ .ﻋﺒﺪه واﻋﺰ ﺟﻨﺪه وﻫﺰم اﻷﺣﺰاب وﺣﺪه 397 teessürünü, kalbini elemlerini ifade ile bafllar, Sevgilisinin güzelli¤ini, tatl› ve ince sesini, parlak çehresini, semâvî tebessümünü, medheder. Bu giriflten sonra as›l maksada gelir. Sözü Peygamber'e getirir. Onu medh ederken belâgat›n flâhikas›na ç›kar. Resûlullah'›n bana vaadde bulundu¤unu duydum. Ondan zaten af umulur" diyerek af diler.(4) Nasihat ve ibret dolu olan Kur'an-› Kerim'i Peygamber'e veren Allahu Zü'l-Celâl'in hidayet bahfletti¤ini söyler. (5) fiâir: "Peygamber dünyay› tenvir eden bir mefl'aledir, ›fl›k saçarak etraf› nurland›ran bir nurdur, flerri kesip atmak için çekilmifl Allah'›n bir k›lc›d›r." (6) beytini söyleyince, bu, Hazret-i Peygamber'in hofluna gitmifl ve yan›nda flaire verecek baflka bir at›yye bulunmad›¤›ndan hemen s›rt›ndan h›rkas›n› ç›kararak ona hediye etmifltir. Ondan dolay› bu kasideye (Kaside-i Bürde) denir. Bu h›rkay› Muâviye, hilafeti zaman›nda flairin veresesenden 40 bin dirheme sat›n alm›flt›r. Emevilerden, Abbasilere, sonra da M›s›r'dan Yavuz Sultan Selim'e geçen bu H›rka-i flerife Emanat-› Mübareke aras›nda Topkap› Saray›nda H›rka-i Saâdet dairesinde mahfuzdad›r. TAYY KAB‹LES‹ VE HATEM'‹N KIZI Bu esnada Tayy kabilesi ‹slâm'a karfl› vaziyet alm›flt›. Meflhur Hatem'in o¤lu Adiy bunlar›n reisiydi. Adiy Hristiyanl›¤› kabul etmiflti. Müslümanlara düflmand›. Hazret-i Ali bunlar›n üzerine gönderildi. Hazret-i Ali yaklafl›nca Adiyy Hristiyan araplar›n bulundu¤u Sûriye hududuna kaçt›. Hazret-i Ali Tayy kabilesinin putunu k›rd› ve ele geçirdi¤i esirleri al›p Medîne'ye döndü. Cömerdli¤i dillerde destan olan Hâtem'in k›z› Sofane de esirler aras›ndayd›. Medîne'ye gelince, Hazret-i Peygambere: – "Ya Resûlallah dedi. Babam ölmüfl, biricik yak›n akrabam olan kardeflim de kaçm›fl bulunuyor. Hürriyetimi sat›n almak için fidye verecek bir fleyim yok. Necât›m için senin ulüvv-ü cenab›na s›¤›n›yorum. Babam cömerd bir adamd›. Kabilesinin ulusuydu. Esirleri kurtar›r, kad›nlar›n ›rz›n› korur, fukaray› doyurur, felakete u¤rayanlara yard›m eder, hiç bir talebi reddetmezdi. Ben onun k›z›y›m." (4) واﻟﻌﻔﻮ ﻋﻨﺪ رﺳﻮل اﻟﻠّﻪ ﻣﺄﻣﻮل أﻧﻴﺌﺖ ان رﺳﻮل اﻟﻠّﻪ او ﻋﺪﻧﻰ (5) ﻗﺮآن ﻓﻴﻬﺎ واﻋﻴﻆ وﺗﻔﺼﻴﻞ ﻣﻬﻼ ﻫﺪاك اﻟﺬى اﻋﻄﺎك ﻧﺎﻓﻠﺔ ال (6) ﻣﻬﻨﺪ ﻣﻦ ﺳﻴﻮف اﻟﻠّﻪ ﻣﺴﻠﻮل ان اﻟﺮﺳﻮل ﻟﻨﻮر ﺑﺴﺘﻀﺎء ﺑﻪ 398 Hazret-i Peygamber: – "Senin baban ‹slâm'›n telkin etti¤i faziletle süslü bir adamd›." dedikten sonra etraf›ndakilere: – "Hatem'in k›z› serbesttir, babas› insanl›k sever bir adamd›, Allah merhametli onlanlar› sever ve mükaafatland›r›r," buyurdu. Sofâne'ye elbise ve yol harçl›¤› vererek onu Sûriye'ye kardeflinin nezdine gönderdi. (7) Sofâne kardefline, Hazret-i Muhammed'in faziletkarl›¤›n›, onda gördü¤ü insanl›¤› anlat›nca, Adiy müslüman olmaya karar verdi. Ve Medîne'ye gelerek Mescid-i flerifte Hazret-i Peygamber'le görüfltü. Hazret-i Peygamber onu al›p evine götürdü. ‹htiyar bir kad›na rastlad›lar. Kad›n müteaddid sualler sorarak Peygamberimizi al›koydu¤u halde O, onu dikkatle dinledi. Adiy, Arap reislerindendi. Bundan baflka Bizansl›lar›n Sûriye'de sürdükleri hayat› da görmüfltü. Hazret-i Muhammed 'in ihtiyar bir kad›na gösterdi¤i bu sayg› ve hofl muamele onun üzerinde derin bir tesir icrâ etti. Bunu ancak Peygamber olan mübarek bir zat yapabilir, dedi ve onun hak peygamber oldu¤unda flüphesi kalmad›. (7) Sa'di merhum Bûstân'›nda bu vak'ay› flöyle canland›r›r: "Tayy kabilesini Cenâb-› Resûl ‹mâna ça¤›rd›, ettiler nükûl. Gönderdi biraz ‹slâm askeri, Bir mikdar esirle döndüler geri. Ne cizye ettiler kabûl, ne iman, Verildi hepsinin katline ferman. "Hatem'in k›z›y›m" dedi bir kad›n, Duydun elbette Hâtem'in ad›n. O nâma hürmeten ey âlicenab Beni affeylemek etmez mi îcab?" Mes'ûlü vechile dilflad edildi. Ba¤lar› çözüldü, âzâd edildi. Gerçi affedildi Hâtem'in k›z› Fakat yüre¤inden geçmedi s›z›. Yalvard› Cellâda: "Kay›rma dedi, Beni yoldafllardan ay›rma, dedi. Onlar inleflirken senin elinde Benim kalmakl›¤›m lay›k m› zinde?" Bunu derken yafllar dökerdi, gözü, Sem'-i Nebeviye erince sözü Cümlesini birden âzâd eyledi: "Pak as›ldan fenâ fer olmaz." dedi." Hakk› Ero¤lu, Bûstân tercemesi: Çiçek Bahçesi 399 Hazret-i Peygamber'in hane-i saadetine girince, peygamberimiz müsafirini deriden bir flilte üzerine oturttu. Bu ev pek sade döflenmiflti. Saltanat süren hükümdarlar›n debdebeli saraylar›na hiç te benzemiyordu. Peygamberimiz Adiyy'e sordu: – "Ey Adiy, senin sâlik oldu¤un din, ahâliden kazançlar›n›n onbirde birinin toplanmas›n› men etti¤i halde sen halktan bunu topluyormuflsun." – Evet, topluyorum. – "Senin nazar›nda Allah'tan baflka bir ma'bud var m›d›r?" – Hay›r, yoktur. – "Allah'tan daha büyük bir fley varm›?" – Yok. – "O halde bil ki Allah'›n gazab›, dalalete sapan Yahûdîlerle Hristiyanlara isabet etmifltir." Adiy, Müslümanl›¤› kabul etti ve sad›k bir müslüman olarak yaflad›. Hazret-i Peygamber o zaman Adiy ile yapt›¤› konuflmalarda ona flöyle demiflti: "Sen müslümanlar›n bugün ihtiyac içinde olufllar›na bakarak belki müslüman olmaktan çekinirsin. Fakat gün gelecek onlar bol servete kavuflacaklar Öyle ki, mala talib bulamayacaklar, Bir kad›n ta Kadsiyeden kalk›p devesiyle Hacca gidecek, Allah korkusundan baflka bir korku duymayacak. Emniyet ve asayifl kemal bulacak." Çok geçmeden bu haber-i Nebevî tahakkuk etmifl, ‹slâm ülkelerinde emsalsiz bir asayifl ve emniyet kurulmufl, halk huzur ve rahata kavuflmufltur. ‹SLÂM'IN SÜR'ATLE ‹NT‹fiÂRI Mekke'nin fethinden ve Huneyn'de toplanan büyük flirk ordusuna müdhifl darbe indikten sonra, araplar›n ‹slâmiyet'e karfl› durumu büsbütün de¤iflti. Çöl araplar› ba¤land›klar› Mekke'deki putlar›n k›r›ld›¤›n› ve hiç bir fley olmad›¤›n› görünce putlar›n bofl ve mevhum fleyler oldu¤unu anlam›fllard›. Bidayetten beri Müslümanl›¤a karfl› duran Mekkeliler Müslüman olunca, çöldekiler onlara ba¤l› olduklar›ndan, hemen ‹slâm'› kabul etmeye, Hazret-i Peygamber'e heyetler gönderip arz-› itaat eylemeye bafllad›lar. 400 Mekke'nin fethine kadar tek tük gelen bu heyetler ondan sonra çok artm›fl, s›k s›k gelmeye bafllam›flt›r. Karanl›klar› da¤›t›p ruhlar› ayd›nlatan ‹slâm günefli bütün flaflaas›yla Arabistan yar›madas› üzerine ›fl›klar›n› serpiyordu. Bir taraftan heyetler gelirken Hazret-i Peygamber de etraftaki emirlere, Arap reislerine mektuplar yazarak onlar› islâm'a davet ediyor, mürflidler gönderiyordu. Hicaz'daki kabileler gibi yemen, Umman, Bahreyn halk› da Müslümanl›¤› kabûl etmifllerdi. Buralarda Hristiyanlar, yahûdîler, mecûsîler, Zerdüflt dîninde olanlar vard›. Onlar hakk›nda ne yap›laca¤› sorulunca Hazret-i Peygamber: "Onlar› cizyeye yani vergiye ba¤lay›n. Eski dinlerini b›rakt›r›p ‹slâm'a girmeye zorlamay›n" buyurdu. Müslümanlarla iyi geçinmek için din de¤ifltirmek icab etmiyordu. Müslüman olmak istemeyenlerin eski dinlerine dokunulmuyor, yaln›z cizyeye ba¤lan›yordu. Ancak flirke asla müsaade yoktu. Bu ruhsat ehl-i Kitaba mahsustu. Sûriye hududundaki Hristiyanlar da cizyeye ba¤lanm›flt›. Necran Hristiyanlar›na riba da yasak edilmiflti. Müslümanlardan zekat› toplay›p fakirlere tevzi etmek vazifesiyle etrafa zekat memurlar› da gönderiliyordu. ‹slâmiyet sür'atla intiflar ediyor, din kemal buluyordu. HAZRET-‹ PEYGAMBER'‹N KERÎMES‹ ZEYNEB'‹N VEFATI Bu s›rada Hazret-i Peygamber'e çok hüzün veren bir ölüm vuku bulmufltur. Hazret-i Peygamber, hayatta olan iki kerimesinden birini daha kaybetti: Zeyneb'i de topra¤a verdi. Ümmü Gülsüm ve Ruk›yye bundan önce Hakk'›n rahmetine kavuflmufllard›. Zeyneb'in hayat› facialarla doluydu. Mekke'den herkes hicret ederken o da kocas›n›n izniyle Medîne'ye babas›n›n yan›na gitmek üzere Mekke'den ç›kt›. Müflrikler hicrete mani olduklar›ndan Huveyris ve Hebbâr ismindeki iki müflrik, zavall› kad›na hücûm etmifller m›zrakla vurunca onu devesinden düflürmüfllerdi. Zeyneb o zaman hamileydi. Korkudan hem çocuk düflürmüfl, hem de sakatlanm›fl ve hastalanm›flt›. Yaflad›¤› müddetce bu facian›n izlerinden kurtulamam›fl, ömrü rahats›zl›klarla geçmiflti. Kocas› müflrikti. Harpte müslümanlara esir düfltü. Zeyneb kocas›n› kurtarmak için elinde avucunda baflka bir fley bulunmad›¤›ndan, boynundan gerdanl›¤›n› ç›kararak kurtulufl akças› olarak Medîne'ye gönderdi. Hazret-i Peygamber bu gerdanl›¤› görünce tan›d›; bu, Hatice taraf›ndan dü¤ünde k›z›na hediye olarak tak›lm›flt›. Bir ana yadigar›n›n tellal mal› gibi elden ele dolaflmas›, Hadice'nin hat›ras›na çok hürmetkâr olan babaya hüzün verdi ve onu k›z›na iade etti. Zeyneb sonralar› Medîne'ye geldi, kocas› da müslüman olunca onunla 401 beraber yaflamaya bafllad›. Fakat hastal›¤› bir türlü geçmedi. Onun elem ve derdi, her hassas baba gibi Peygamber'e de ac› veriyor, kalbini s›zlat›yordu. O zaten her dert ve elem sahibinin elemine kat›l›r, ac›lar›n› paylafl›rd›. Bütün insanl›¤› kucaklayan bir flefkate sahibti. Medîne'nin en kenar mahallelerinde bile olsa hastalar› dolafl›r, onlar›n hal ve hat›r›n› sorar, yoksullara elini uzat›r, dertlerini dinler, elemli kalblere teselli verirdi. ––––––––oOo–––––––– 402 Y‹RM‹ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HAZRET-‹ ‹BRAH‹M'‹N DO⁄MASI M›s›r hükümdâr› Mukavk›s, Hazret-i Peygamber'e iki câriye hediye etmiflti: Mâriye (1) ve Sîrîn. Hazret-i Peygamber Sîrîn'i flâir Hassan ‹bn-i Sâbit'e hediye etmifl, Mâriye'yi kendisi al›koymufltu. Mariye Hazret-i Peygamber'in zevceleri aras›nda de¤ildi. Zevcât-› tahirat›n sakin olduklar› hucurat s›ras›nda onun hususî evi yoktu. Medîne kenar›nda ba¤l›k içinde Aliye mevkiinde bir evde otururdu. Bu mahalle bugün Meflrabeti Ümmi ‹brahim denir. Mâriye, Hazret-i Peygamber'i sevindirecek hâdiseyi müjdeledi: Bir erkek evlâd dünyaya getirdi. Hazret-i Peygamber o¤luna ‹brahim ismini verdi. Çünkü muvahhidlerin atas› Hazret-i ‹brahim'di. (2) Hazret-i ‹brâhim do¤unca, Peygamber'imiz çok sevindi. Küçükken ölen erkek evladlar›n›n tesellisini bunda buldu. Yoksullara sadaka verdi, çocu¤un bak›lmas›na çok itina gösteriliyordu Süt nineler tuttu. Çocuk için ayr›ca yedi keçi ald›. Her gün evine u¤ray›p yavrucu¤u okfluyordu. Çocuk da pek gürbüz olarak gelifliyordu. Masum bak›fllar›, tatl› tebessümleri saadet saç›yordu. Evlâd sevgisi, bütün sevgilerin üstünde gelir, ana baba, evlad›n›n pürs›hhat geliflti¤ini gördükçe dünyalar onlar›n olur. Fakat evlad› olmayan kad›nlar bu sevgiden mahrumdurlar. Kad›n›n en büyük saadeti ana olmaklad›r. Kad›n›n tabîi vazifesi, gaye-i hilkati o. ‹flte bu (1) Baz› yeni yazarlar bu ismi (Meryem) diye yazarlarsa da çok yanl›flt›r. (2) Müflteflr›klardan baz›lar› Hazret-i Peygamber'in Medîne'de yahudilerle dostlafl›p iyi geçinmek için Araplar›n Hazret-i ‹brahim sülalesinden oldu¤unu ortaya sürdü¤ünü söylerler. E¤er Hazret-i ‹brahim'le olan karabet böyle bir emel mahsûlü olsayd›, yahûdilik mes'elesi tamamiyle hal olunduktan sonra biricik o¤luna ‹brahim ad›n› vermeye hiç lüzum kal›r m›yd› ? Müflteflr›klar›n bu iddias›n›n ne kadar gülünç oldu¤unu söylemeye bilmem lüzum var m›? 403 sebebledir ki, ana olmak saadetine eremediklerinden baflkalar›n› k›skan›rlar ve bunda mazur görülmelidirler. Bu k›skançl›k, samimi bir duygunun eseridir, evlad tehassüründen ileri gelir. Hazret-i Peygamber'in zevceleri aras›nda da ayni fleyin vukuunu görüyoruz. Kad›n daima kad›nd›r. ‹flte bu anlay›fl›n ›fl›¤› alt›nda, bizim kadim Siyercilerden tutun da bugünkü müsteflr›klara gelinceye kadar pek gürültülü olan Îlâ vakas›ndan bahsedebiliriz. ÎLÂ' VAK'ASI Hazret-i Peygamber'in hayât› çok sâdeydi. ‹slâm'›n intiflâr›yla umûmî refah artt›¤›, servet bollaflt›¤› halde, o, sâde yaflamaktan asla ayr›lmad›. Sâde hayat, en tatl› ve mes'ut bir hayatt›r. Fakat Ezvâc-› tâhirât umûmî refahdan istifâde etmek, di¤er komflu kad›nlar› gibi bolluk içinde yaflamak isterlerdi. Hazret-i Peygamber'in zevceleri en yüksek âilelerdendi. Hazret-i Âifle Ebû Bekir'in, Hafsa Ömer'in k›zlar›yd›. Ümmü Habîbe Kureyfl ulular›ndan Ebû Süfyân'›n, Cüveyriye Benî Mustal›k reisinin, Safiyye Hayber reisinin k›zlar›yd›. Fazla olarak hepsi Hazret-i Peygamber'i çok severlerdi, onun için de k›skan›rlard›. Bir rivâyete göre Hafsa'n›n, di¤er rivâyete göre de Zeyneb'in nezdinde fazlaca kalm›flt›. Zeyneb hediyye gelen baldan ona flerbet sunmufltu. Bal› çok severdi Âifle bunu k›skanm›fl, Hafsa ile sözleflerek Megâfir yani ar›lar›n bal toplad›¤› bir çiçe¤in kokusuyla koktu¤unu söylemeye karar vermifller, Hazret-i Peygamber bu sözler üzerine bir daha bal yememeye yemîn etmifl. "Ey Peygamber, zevcelerini hoflnud etmek için Allah'›n sana helâl etti¤i fleyleri niçin kendine haram k›lars›n." âyeti bunun üzerine nâzil olmufltur. Bu hâdise etrâf›ndan sözler çoktur ve uzundur. K›saca söyleyelim ki, müslümanlar›n nazar›nda Zevcât-› tâhirât lâyuhtî addolunmaz. Kad›nlar›n ortaklar›na karfl› böyle hareketleri olabilir. Bu s›rada baflka bir hâdise de oldu. Hazret-i Peygamber, Hafsa'ya bir s›r tevdi' etmiflti. O da onu Âifle'ye söylemifl, Hazret-i Peygamber de bunu haber alm›fl ve gücenmiflti. Siyer muharirleri hadiseyi flöyle anlat›rlar: Hafsa, babas›n›n ziyâretine gitmiflti. O evde yokken Hazret-i peygamber onun evinde bulundu¤u bir s›rada Mâriye gelmiflti. Onunla orada kald›. Hafsa dönünce Mâriyeyi evinde buldu. Evinden ç›kmas›n› bekledi. Bu esnâda k›skançl›k gayreti artt›. Mâriye ç›kt›ktan sonra Hafsa evine girdi ve: "Beni hor gördü¤ünden böyle yap›yorsun." dedi. Hazret-i Peygamber: 404 "E¤er bu s›rr› tutarsan, Mâriye bana harâm olsun." dedi. Hafsa da va'detti. Fakat sonra bu s›rr› Âifle'ye söyledi Bunlar›n hepsinin bafl› bir erkek çocuk do¤uran Mâriyeyi k›skanmakla bafllar. Buna bir defa nafaka mes'elesi ilâve olunursa, as›l sebep ortaya ç›kar. Bal mes'elesi, s›r mes'elesi, onlar, bunlar›n teferruat›d›r. Âile içinde bu gibi münakaflalar olabilir. S›rf bir aile meselesi olan ‹lâ vakasiyle neden o kadar u¤ray›fl›yorlar? Afla¤›da Hazret-i Ömer'in a¤z›ndan dinleyece¤imiz sözler, bunun daha ziyade nafaka meselesiyle ilgili bir maiflet gürültüsü oldu¤unu göstermektedir. Burada hat›ra flöyle bir fley gelebilir: Hazret-i Peygamber neden zevcelerini boflamaya kararla onlara mühlet verdi? Çünkü Onun kad›n gürültüleriyle u¤raflmaya ay›racak vakti yoktu. Onu daha mühim ifller bekliyordu. Bafl› gürültüden âzâde çal›flmak istiyordu. E¤er ak›llar›n› bafllar›na al›rlar, Peygamber'in dediklerini kabul ederlerse ne alâ. Yoksa onlar› en güzel bir sûrette boflar, aradaki zevciyet ba¤lar›n› kald›r›rd›, onlar da arzulad›klar› dünya hayat›na nail olurlard›. ‹flte bu maksadla O, zevcelerinin hiçbirine bir ay yak›nlaflmad›, biriyle konuflmad›. F›k›h lisan›nda buna Îlâ denir. *** Birgün Hazret-i Peygamber ‹brahim'i kollar› aras›na alm›fl, onu okfluyordu ve çok memnundu. Hazret-i Âifle'ye: – "Bana ne kadar da benziyor, de¤il mi?" dedi. Ondan tatl› bir cevab bekliyordu. O ise k›skançl›k gayretiyle: – Ben ise o kadar bir benzeyifl göremiyorum, dedi. Bunda anal›k flerefine nail olmayanlar›n evlad tehassürünün tahrik etti¤i gayretten baflka bir kas›d ve mana aramaya hacet yoktur, sevgiden do¤ma samimi bir k›skanma, o kadar. ‹brahim pek gürbüz olarak büyüyordu. Hazret-i Peygamber bundan bahsedince: – "‹brahim kadar bol süt bulan her çocuk onun gibi gürbüz olur," dediler. Bunlar hep kad›nlar›n k›skançl›k eseriydi. ‹flte Îlâ hadisesi bu gibi sebeplerin neticesiydi. Sonra iflaret etmeden geçemiyece¤imiz bir nokta daha var: Hazret-i Peygamber, zevcelerine mademki k›zm›flt›, darg›nd›, onlarla aradaki ba¤lar› keser, iflin içinden ç›kard›. Burada öyle olmuyor. Bir ay mühlet veriyor, onlar› muhayyer b›rak›yor, düflünmeye zaman veriyor. Bunlar bir bak›mdan Hazret-i Muhammed'in kad›nlara vermifl oldu¤u bir nevi hürriyettir, hakt›r; boflanmada onlar›n da reyine müracaatt›r. Yoksa o zaman araplarda kad›nlar›n bafl kald›rmas›, böyle ifllerde söze kar›flmas› ihtimali yoktu. Bu hadise ‹slâm kad›nlar›n›n araplarca tan›nmayan bir hürriyete 405 kavufltuklar›n› gösterir. Hazret-i Ömer'in konuflmalar›ndan bunu daha aç›k bir sûrette anlayaca¤›z. fiimdi art›k onu dinleyebiliriz. Ömer diyor ki: "Cahiliyyet zaman›nda biz, kad›nlara hiçbir k›ymet vermezdik. Nihayet Kur'an-› Kerim onlar hakk›nda birçok fleyler beyan etti. Onlar hakk›nda ayetler nazil olarak onlara haklar bahfletti. Mekke'de, Kureyfl kad›nlara hakimdi. Fakat Medîne'de Ensâr-› Kiram aras›nda vaziyyet böyle de¤ildi. Kad›nlar›n haiz oldu¤u mevkileri daha yüksekti. Kad›nlar›m›z, Ensâr kad›nlar› gibi hareket etmeye bafllad›lar. Günün birinde bir mesele ile meflgul oldu¤um s›rada kar›m ifle kar›flarak: "fiöyle yapsan, böyle etsen" demeye bafllad›, onu azarlad›m: – Sana ne, benim iflime ne diye kar›fl›yorsun, dedim. – Acaip fley, dedi, hiçbir iflte sana bir fley söylenmesini istemiyorsun. Peygamber'e nisbetle sen, kim oluyorsun; halbuki k›z›n Peygamber'e öyle fleyler söylüyor ki, bütün gün darg›n geçiyor. Ömer diyor ki: Can›m s›k›ld›, hemen abam› s›rt›ma ald›m, evden ç›kt›m. K›z›m Hafsa'n›n yan›na gittim, ona: – K›z›m, dedim, Peygamber'e karfl› geliyor, bütün gün darg›n kalmas›na sebep mi oluyorsun? – Evet, dedi, Allah'›n bildi¤ini neye saklayay›m. Karfl› geldi¤imiz oluyor. – "K›z›m, dedim, seni Allah'›n cezas›na ve Peygamber'in gazab›na u¤ramaktan sak›nmaya davet ederim. Sak›n k›z›m, o güzelli¤ine ve Peygamber'in kendisini sevmesine aldanan, seni de aldatmas›n. Peygamber s›rf benim hat›r›m için seni boflam›yor, yoksa bu halinden memnun kalmaz." Sonra oradan ç›kt›m. Ümmü Seleme'nin yan›na girdim. Ona bu meseleyi açarak onunla da konufltum. o: – "Ne tuhaf adams›n, Ömer, dedi, her fleye müdahale etti¤in gibi Peygamber'le zevceleri aras›nda da sokulmak istiyorsun." Bu söz beni susturdu. Ses ç›karmad›m ve kalk›p gittim. Bu mesele hakk›nda Müslim'in rivayetinde flunlar vard›r: Ebû Bekr bu hadise üzerine Peygamber'in yan›na girdi. Sonra Ömer de geldi. Hazret-i Peygamber oturuyordu. Etraf›nda zevceleri sakin sakin duruyorlard›. Ömer, bakt›m herkes sessiz, kendi kendime: Bâri bir fley söyleyeyim de Peygamber'i güldüreyim dedim, diyor ve sonra: "Harice'nin k›z› kalk›p benden nafaka istemeli de, ben de onun boynunu s›kmal›y›m: diye söyledi, Peygamber de, gülümsedi ve: ‹flte bunlar da benim etraf›mda nafaka istiyorlar, dedi. 406 Ebû Bekr kalk›p Âifle'nin üstüne yürüdü. Ömer kalkt›, Hafsa'n›n üstüne yürüdü. Her ikisi de: – Peygamber'den elinde olmayan birfley ister misiniz? diye ç›k›fl›yordu. Onlar da: Bundan böyle Peygamber'in nezdinde olm›yan bir fley istemiyece¤iz, diye yemin ettiler. Hazret-i Ömer hadisenin di¤er safhas›n› flöyle anlat›yor: Ensar'dan bir komflum vard›. ‹kimiz birer gün ara ile Peygamber'i ziyaret ederdik. S›ra Ensârî komflumda idi. Gecenin bir k›sm› geçmiflti. Ensârî komflum gelerek kap›y› çald›. Telaflla kalkt›m kap›y› açt›m: – Ne var? diye sordum. – Büyük bir felaket, dedi. – Ne oldu dedim. Gassaniler Medîne'ye karfl› hücuma m› geçtiler? – Hay›r, dedi, daha fenâ bir fley vuku buldu. Peygamber zevcelerini boflad›. Sabahleyin Medîne'ye gittim, Sabah Namaz›n› Peygamber'le k›ld›m. Namaz bittikten sonra peygamber odas›na çekildi ve yaln›z kald›. Ben Hafsa'n›n yan›na gittim a¤l›yordu. Ona: – Sana ben peflinen söylemedim mi? dedim. Sonra onun yan›ndan ç›kt›m. Mescide geldim. Ashâb Minberin yan›nda keder içinde idiler. Onlar›n yan›na oturdum. ‹çim içime s›¤m›yordu. Kalkt›m, Peygamber'in odas›na yaklaflt›m. Peygamber'i görmek istedi¤imi söyledim. Bir cevap alamad›m. Mescide döndüm. Can›m›n s›k›nt›s› bir türlü geçmiyordu. Peygamber'in hücresine tekrar yaklaflt›m ve Rebah'dan tekrar bana izin istemesini diledim. Yine cevap alamad›m, bunun üzerine sesimi yükselterek konufltum: – Rebah, dedim, ben peygamber'i görmek istiyorum, Müsâade iste, flayet Resûlüllah benim Hafsa lehinde tavassutta bulunaca¤›m› zannediyorsa yemin olsun ki, e¤er Peygamber emrederse onun boynunu uçururum. Bunun üzerine Peygamber beni huzuruna kabul etti. Odas›na girince Hazret-i Peygamber'i has›rdan örtülü bir yatak üzerinde buldum. Has›r›n izleri derisinin üzerinde izler b›rakm›fl, çizgiler belli oluyordu. Etraf›ma bak›nd›m. Bir yanda bir avuç arpa, di¤er yanda as›l› bir post gördüm, gözlerim yaflard›. Hazret-i Peygamber niçin a¤lad›¤›m› sordu. fiu cevab› verdim: 407 – Nas›l a¤lamayay›m? Kisralar, Kayser'ler dünyan›n zevkini sürerken siz bu basit flerait içinde yafl›yorsunuz. – "Onlar dünyan›n zevkini sürsünler, bize ahiretin nimetleri kafi!" Hazret-i Peygamber'e: Zevcelerinizi boflad›n›z m›? diye sordum. – Hay›r, dedi. Bu cevap karfl›s›nda birdenbire Allahu Ekber, dedim. Sonra: – Bütün Ashâb keder içindedir, gidip kendilerine hakikati söyleyeyim mi, dedim; Ve ç›k›p olan› anlatt›m. Böylece ‹lâ müddeti bir ay oldu¤undan, müddet bitince Hazret-i Peygamber zevcelerine rucû etti. Hazret-i Peygamber'in zevcelerinin baz› afl›r› talepleri karfl›s›nda onlar› boflamaya niyet edip muhayyer b›rakt›¤›, flerâit alt›nda yaflamaya raz› de¤ilseniz ayr›l›r›z, dedi¤i vakidir. Buna zevceleri neden sebebiyet verdiler? Münaf›klar müslümanlar› birbirine düflürmek için çal›fl›yorlard›. (Ümmü Celed) Nam›nda bir kad›n Zevcât-› Tâhirat› birbirine düflürmek için u¤rafl›rd›. Münaf›klar Hazret-i Peygamber'in âile seadetini de bozmak, müslümanlar› rahats›z etmek isterlerdi. Buna bir kaç defâ teflebbüs etmifllerdir. Nas›l ki Hazret-i Âifle'ye iftira etmifller, bu yüzden Hazret-i Peygamber'le Âifle 15 gün darg›n kalm›fllard›. Zeyneb'in hemfliresi yâni Peygamber'in bald›z› Hamne bu flâyiay› aç›ktan a盤a yap›yordu. Hatta flâir Hassân bile bu iftiray› yayanlara kap›lm›flt›. Bu def'a Ebû Bekr'in ve Ömer'in k›zlar›n› baflta göstererek bu iki kuvvetli dostu Peygamber'den ay›rymay› hedef tutuyorlard›. Halbuki bu iki zat babal›k gayretiyle Peygamber'den ayr›lacak de¤illerdi. Nas›l ki, Hazret-i Ömer bunu aç›kça söylemiflti. Bu hadise etraf›nda nice flayialar uydurulmufltur. Siyer muharirleri bile bunlar›n sa¤lam›n› çürü¤ünden ay›rmadan nakletmifllerdir. Râviler, Îlâ'; tahyir, Hafsa ile Âiflenin sözleflmesi meselelerini karmakar›fl›k bir halde rivayet etmeleri yüzünden birçok fleyler oldu¤u zann›na kap›lanlar olmufltur. Halbuki bunlar birbirine ba¤l›d›r ve meselenin asl› maiflet ve yüksek hayat meselesidir. Bütün kad›nlar refah içinde saltanatl› bir hayat sürerken zevcat-› tahirat birer kat elbise ile yafl›yorlard›. Onlar da umûmi refahtan istifâde etmek istemifllerdi. Kur'an-› Kerim der ki: "Ey Peygamber, zevcelerine de ki: Siz dünya hayat›n› ve dünya zinet ve debdebesini isterseniz geliniz, size 408 talak hakk›n›z› vereyim ve size güzel bir tarzda yol vereyim. Yok e¤er Allah'› Peygamber'i ve ahiret yurdunu istiyorsan›z, Allah içinizden iyilik eden kad›nlara büyük mükafat haz›rlam›flt›r.' (3) Demek dünya zevkini sürmek isteyenler ayr›labilecektir. Fakat ezvâc-› tahirat ahiret nimetlerini tercih etmifller ve Hazret-i Peygamber'den ayr›lmam›fllard›r. ––––––––oOo–––––––– (3) Ahzâb Sûresi, âyet: 28-29. 409 Y‹RM‹ BEfi‹NC‹ BÖLÜM ‹SLÂM'DA SON HARP TEBÜK HARB‹ Tebük fiam ile Medîne aras›nda, yar› yoldad›r. ‹slâmiyet bütün Arabistan çölüne yay›l›rken flimalde Bizans ‹slâmiyet'e bir darbe indirmeye haz›rlan›yordu. Bizans, ‹ran'a karfl› zafer kazan›nca daha genifl fütuhat hevesine düflmüfltü. Kendisine tabi derebeylerine, Hristiyan araplara emirler vererek Müslümanlara karfl› harbe haz›rlanmalar›n› bildirdi. Bu haz›rl›klar Medîne'de duyulunca Müslümanlar aras›nda derin bir hiddet ve teessür uyanm›flt›. Nas›l ki Îla vakas›n› haber verirken Ensârî, Hazret-i Ömer'e: Büyük bir felaket; deyince o, Gassaânîler mi hücum etti, demiflti. Demek böyle bir fley bekleniyordu. Müslümanlar›n, düflman›n bu hücumunu yerinde önlemesi laz›md›. fiimdiye kadar yap›lan seferlerde, maksat gizli tutulurdu. Fakat bu defa yol uzak, düflman çok oldu¤undan herkesin ona göre tedarikte bulunup haz›rlanmas› için gidilecek yer aç›kça söylendi. Her tarafta gönüllüler toplanmaya baflland›. Fakat o sene Hicaz ve Necid'de müthifl bir k›tl›k olmufltu. Hurmalar harab olmufl, develer ölmüfl hayvanlar k›r›lm›flt›. Sefere gitmek isteyenlerin ço¤u binecek hayvan bulam›yordu. Bu güçlük karfl›s›nda sefer haz›rl›¤› a¤›r gidiyordu. S›caklar henüz gaçmemiflti Bu s›cakta uzak yerlere gitmek istemeyenler vard›. Bunlar a¤›r davran›yor, mazeretler ileri sürüyor, aile durumlar›n› sebep olarak gösteriyorlard›. Bilhassa münaf›klar kendileri gitmedikleri gibi baflkalar›n› da harpten so¤utuyorlard›. Münaf›klar: Îran'a galebe çalm›fl bir düflmana nas›l karfl› ç›k›l›r, diyorlar, Muhammed Bizans'› ne san›yor? diyerek halk› korkutmak istiyorlard›. 411 S›caklar sona ermedi¤inden çölde sefer hakikaten güç olacakt›. Havalar kurak, gidilecek yer uzakt›. Bu s›cakta susuz çölde ordunun hareketi pek kolay de¤ildi. Fakat iman, ihlas ve mefkure aflk› ile gönülleri yananlar nazar›nda böyle fleylerin ehemmiyeti olamazd›. Onun için Hazret-i Peygamber bütün güçlüklere ra¤men büyük bir ordu haz›rlamaya muvaffak oldu. Ashab'›n ileri gelenleri büyük fedakarl›klar gösterdiler. Hazret-i Ebu Bekr elinde avucunda nesi varsa hepsini ordunun techizat›na verdi. Pek zengin olan Hazret-i Osman gönüllülerden müteflekkil koca bir alay teçhiz etti. Osman'›n bu orduya yapt›¤› yard›m dillere destan olmufltur. Kad›nlar bile zinet eflyalar›n› orduya ba¤›fllayarak ‹slâm kad›n›na yak›fl›r bir fedakarl›k göstermifllerdir. K›tl›k dolay›siyle güçlükle haz›rlanan bu orduya ‹slâm tarihinde (Ceyflü'l-usre) denir. Bu harp her bak›mdan münaf›klar›n seçilmesi itibariyle faydal› olmufltur. Münaf›klar›n ortaya sürdü¤ü sebepler gayet sudand›: S›ca¤› ortaya sürüyorlard›. Kur'an-› Kerim bundan bahsederek flöyle der: "Onlar bu s›cakta seferber olmay›n diyorlar; de ki: Cehennem atefli daha fliddetlidir." (1) Beni Selimeden Cedd b. Kays'a Hazret-i Peygamber flöyle sormufltu: – "Nas›l, bu sene Rumlarla harbe haz›r m›s›n?" o, flu garip cevab› verdi: – Yâ Resulâllah, bana müsaade etsen de bafl›m› derde sokmasan; vallah, kavmim bilir ki, ben kad›nlara düflkün bir adam›m. Korkar›m ki, Rum kad›nlar›n› görünce sabr›m tükenir, dayanamam. Hazret-i Peygamber ondan yüz çevirdi. Onun hakk›nda flu ayet inmifltir. "Onlar›n içinden: Bana müsaade et, bafl›m› derde sokma, diyenler var, onlar kendilerini as›l derde sokuyorlar, fitneye düflüyorlar, cehennem kafirleri her taraftan sarar." (2) Münaf›klar›n bütün gayretlerine ra¤men otuzbin kiflilik muazzam bir ordu topland›. Hazret-i Peygamber, aile ifllerine bakmak üzere dâmad› Hazret-i Ali'yi Vâli s›fat›yle yerine vekil olarak da Muhammed b. Mesleme'yi Medîne'de b›rakt›. (1) Tevbe sûresi, âyet: 81 (2) Tevbe sûresi. âyet: 49 412 Ordunun hareketi pek flanl› oldu. Kad›nlar evlerin damlar›na ç›km›fllar, orduyu teflyi' ediyorlard›. Heyecan pek canl› idi. Bu gibi hallerin mafleri ruhu herekete getirmekte tesiri pek büyükdür. Böyle manzaralar kitlenin ruhunu coflturur, ferdin yapmad›¤›n›, kitle yapar, milletçe hareket hep heyecanl› olur. Cemiyetlerin ruhu böyledir. Burada da ayn› fleyi görüyoruz. Eybû Hayseme isminde bir zat, bu manzaray› gördükten sonra evine döndü. ‹ki kar›s› vard›. Bakt› ki, onlar çarda¤›n› süpürmüfller, su serperek oras›n› serinletmifller, so¤uk su doldurmufllar, nefis yemekler haz›rlam›fllar. Çarda¤›n alt›na oturup rahat edecek yerde akl› bafl›na geldi. - Resûlu'llâh, s›cakta, rüzgârda yans›n, toz toprak içinde kals›n, Ebû Hayseme de burada serin gölgede dursun, haz›r yemekler, so¤uk sularla vakit geçirsin, bu olamaz, diye söylendi ve hemen: - Bana yolluk haz›rlay›n, ben ‹slâm ordusuna yetiflece¤im, dedi ve arkadan orduya kat›larak sefere gitti. Onun gibi yapan daha baflkalar› da vard›. Çölde s›cak ve susuzluktan çekilen zahmetlere, gönüllerdeki îman aflk›n›n verdi¤i heyecanla güle güle katlanarak Tebük mevkiine vard›lar. Karfl›lar›na ç›kan olmad›. Bizansl›lar kuvvetli bir ‹slâm ordusunun gelmekte oldu¤unu haber al›nca dâhile çekilip bâz› kal'alara kapanm›fllard›. Bizans o zaman dâhilî ifllerle meflgul olmak zorunda idi. Müslümanlara, karfl›lar›na kimsenin ç›kmad›¤›n› görünce dönmekten baflka ifl kalmam›flt›. Hiçbir tarafa tecâvüz etmediler, çünkü maksat müdâfaa idi, tecavüz etmek niyyetinde olanlar› da¤›tmakt›. Müslümanlar›n böyle müthifl bir ordu toplayarak koca Bizans'a meydan okurcas›na hareket etmesi etraftaki hudut beylerini telâfla düflürdü. Bâz› hudut beyleriyle muâhedeler yap›ld›. Eyle hâkimi Rü'be o¤lu Yohanna gö¤sünde alt›ndan bir haç as›l› oldu¤u halde hediyelerle Hazret-i Peygamber'e geldi onunla muâhede yapt› ve cizye vermeyi kabûl etti. Senede 300 dînar verecekti. Kezâ Sûriye hudûdundaki Cerbâ ve Erzuh halk› da muâhede yapt›lar, onlar da cizyeye ba¤land›lar. Hazret-i Peygamber buna mukabil onlara ahitnâmeler verdi. Bu ahitnâmelerde onlara karada ve denizde serbest ticâret yapmalar› hakk› tan›yor, kervanlar›na hiçbir sûrette dokunulmay›p onlar emniyet alt›na al›n›yordu. Bâz›lar› buraya gelmiflken daha ileri gidelim, Sûriyeye hücûm edelim, dedilerse de Hazret-i Peygamber bunu kabûl etmedi. O zaman fiam'da Tâûn hastal›¤› vard›. Hazret-i Peygamber: "Tâûn olan yere girmeyin" dedi ve Tebük'te yirmi gün kald›ktan sonra geri döndüler. 413 Yine bu sefer esnâs›nda Hâlid b. Velîd (Dûmetül-Cendel) üzerine yürüdü. Onlar teslîm oldular. Reisleri olan Ükeydir müslümân oldu. MESC‹D-‹ D‹RÂRIN YAKILMASI Münâf›klar her f›rsattan istifâde ederek müslümanlar› birbirine düflürmeye u¤rafl›yorlard›. Tebük harbinde de münâf›klar mühim rol oynam›flt›, gidenlere engel olmak istedikleri gibi dönüflte de istihzâ etmeye kalk›flm›fllard›r. Münâf›klar ‹slâm saflar› aras›nda ayr›l›k yaratmak, araya fitne sokmak maksadiyle Kubâ Mescidine karfl› olmak üzre kendilerine Medîne civâr›nda bir Mescit yapm›fllard›. ‹htiyarl›k veya baflka bir sebeple Mescid-i Nebevî'ye devam edemediklerini ileri sürerek orarada toplanmak istiyorlard›. Hristiyan bir Medîneli olan Ebû Âmir de münaf›klar› bu ifle teflvik ederdi. Hazret-i Peygamber tam Tebük seferine ç›karken münaf›klar kendisine müracaatla ihtiyarl›k ve hastal›k gibi mazeretle mescide gelemiyenler için bir Mescit haz›rlad›klar›n› söylemifller ve bir kere buraya gelip namaz k›larak bu Mescidi açmas›n› rica etmifllerdi. Hazret-i Peygamber flimdi vakti olmad›¤›n› söyliyerek bu ricay› kabul etmemiflti. Bu Mescit hakikatte müslümanlar aras›nda nifak tohumu saçmak için bir yuva idi. Hattâ suikasd için depo yapmak istemifllerdi. Kur'an-› Kerim bundan flöyle bahseder: "Kubâ Mescidine ve müminlere zarar vermek, küfrü kuvvetlendirmek, müminleri tefrikaya düflürmek, evvelce Allah ve peygamber ile harp edenleri beklemek maksad›yle bir mescid infla edenler: Biz iyilikten baflka bir fley istemedik diye yemin ederler. Münaf›klar›n yalanc› olduklar›na Allah flâhittir. Orada asla kaaim olma. ‹lk gününden, takva üzerine kurulan Mescitte kaaim olman daha lay›kt›r. Orada temizli¤i ve nezaheti seven adamlar vard›r. Allah da temizlenenleri sever." Bu Mescid, bir Câmi de¤il, suikasd için bir yuva, bir münaf›k yata¤› idi. Onun için Tebük dönüflünde Peygamber bunu yakt›rd› ve böylece münaf›klar›n hepsi korkudan sindi. SEVG‹L‹ O⁄LU ‹BRÂH‹M‹N ÖLÜMÜ Son harbi olan Tebük harbi dönüflünde Hazret-i Peygamber ‹slâm'› neflr ile, etraftan gelen heyetleri kabul etmek ve onlara talimat vermekle meflguldü. Dînin kemale erdi¤ini görmekle memnundu. O¤lu Hazret-i ‹brahim de pek gürbüz olarak büyüyordu. Bu da Hazret-i Peygamber 'in saade414 tini tamaml›yordu. ‹brahim, 16 veya 18 ayl›k olmufltu. Heyetlerle görüflme ve irflat vazifesinden sonra hemen evine koflar, yavrusunu kollar› aras›na al›p öpüp okflard›. Kalbindeki babal›k sevgisinin hepsini bu son o¤luna veriyordu. Çünkü evlatlar›n›n bir k›sm›n› küçükken kaybetmiflti. Bir k›sm› ise anne olduktan sonra ölmüfllerdi. Hayatta yaln›z sevgili k›z› Fat›ma kalm›flt›. Bir de ‹brahim vard›. Fakat iflte o da hastalanm›flt›. Birgün Abdurrahman ‹bn-i Avf'e dayanarak ‹brahim'in hasta yatt›¤› Mâriye'nin ba¤daki evine gitti. O¤lunu kuca¤›na ald›. Onun masum yüzü solmufltu. Bak›fllar› Melûl melûl idi. Hastal›¤›n elinde bitkin bir hale gelen yavrusuna bakarak: "Allah'a karfl› elden ne gelir ya ‹brahim?" dedi. Gözlerinden iri iri yafllar yüzüne yuvarland›. Nihayet Emr-i Hak vaki oldu. ‹brahim'in masum ruhu göklere uçtu, cesedi hareketsiz kald›. Hazret-i Peygamber gözyafllar› aras›nda flu hazin cümleleri söyledi: – "Bu ifl bir Emr-i Hak olmasayd›, vade tamam olmufl bulunmasayd›, sonra gelenler evvel gelenlere kat›flmaya mahkum olmasayd›, senin ölümüne daha çok mahzun olurduk yavrum." Bir Müddet derin bir sükût hüküm sürdü. Sonra flunlar› dedi: – "Göz yaflar›r, kalp mahzun olur, Allah'›n r›zas›na uygun olandan baflka bir söz söyleyemeyiz. Ey ‹brahim, seni kaybetme yüzünden derin bir hüzün içindeyiz." Yan›ndakiler Hazret-i Peygamber'in a¤lad›¤›n› görünce, bundan nehyetti¤ini söylediler. Onlara flu cevab› verdi: – "Ben hüznü nehyetmedim. Ba¤›ra ça¤›ra a¤lamay› yasak ettim. Bende flu gördü¤ünüz yafllar, kalpteki sevgi ve merhamet eseridir. Kalp yanar, gözyaflar›r. Kim ki, merhamet göstermezse baflkalar› da ona merhamet etmez." ‹brahim'in nafl› omuzlarda tafl›narak topra¤a verildi. Peygamber Namaz›n› k›ld›. Mezar›n› düzeltti, üzerine biraz su serpti, mezara bir niflan koydu ve: – "Faydas› da yoktur, zarar› da. Fakat diriyi tatmin eder.." BÜYÜK MÜRfi‹D‹N ‹NSANLI⁄A BÜYÜK DERS‹ Hazret-i ‹brahim'in vefat› s›ras›nda günefl tutulmufltu. Baz›lar› bunu bir mucize sanm›fllar, ‹brahim'in ölümü için günefl tutuldu, demifllerdi. Günefl 415 mateme ifltirak m› ediyordu. Peygamber bunlar› duydu. Hazret-i Muhammed halk›n cehaletinden istifade etmek, onlar› bu yoldan kendisine ba¤lamak istemekten çok uzakt›. O hakiki bir mürflit idi. Onun için bu felaket zaman›nda bile irflat vazifesini unutmad›. fiu hutbesiyle müminleri ikaz etti. "Ey nâs, Günefl ve Ay bunlar Allah'›n ayetlerinden iki nifland›r. ‹nsanlardan birinin ölümü için tutulmazlar," buyurdu. Garpl› muharirler Hazret-i Muhammed'in o¤lu ‹brahim'in ölümünde gösterdi¤i bu büyüklü¤ü takdir ederek onu tebcil ve tazim ile anarlar. NECÂfiÎN‹N ÖLÜMÜ Hicretin 9 uncu senesi Habefl hükümdar› Necafli ölmüfltü. Hazret-i Peygamber salih bir kardeflin öldü¤ünü söyleyerek bunu bildirmifl, onun gufran› için niyaz etmifl, cenaze namaz›n› k›larak hat›ras›n› tebcil eylemifltir. MÜNAFIKLARIN RE‹S‹N‹N ÖLÜMÜ Tebük harbinden iki ay sonra münaf›klar›n reisi olan Abdullah ‹bn-i Übey ölmüfltür. Bu harp esnas›nda münaf›klar ifli çok az›tt›klar›ndan Hazreti Peygamber harp dönüflünde Mescid-i D›râr'› yakt›rmak suretiyle münaf›klara hadlerini bildirmifl onlar› sindirmiflti. Reisleri olan Abdullah'›n bir kaç ay sonra ölümüyle münaf›klar›n kökü kurumufl addolunabilir. Hazret-i Peygamber Abdullah ‹bn-i Übeyye karfl› daima mülayim davranm›flt›. Siyaseten onu idare etmiflti. Ölümünde o¤lunun hat›r›n› k›ramayarak onun cenaze Namaz›n› da k›lm›flt›r. Hazret-i Ömer buna itiraz etmifl, sonra vahiy Hazret-i Ömer'in hakl› oldu¤unu göstermifltir. ––––––––oOo–––––––– 416 Y‹RM‹ ALTINCI BÖLÜM ETRAFA MÜRfi‹TLER GÖNDERMEK VE ZEKAT MEMURLARI TAY‹N ETMEK Hicret'in 9 uncu senesi ‹slâm'›n sulh ve sükûn dairesinde intiflara bafllamas› üzerine herkes refaha kavuflmufltu. Tebük harbinden sonra hiçbir harp yap›lmam›flt›r. Bu sulh ve sükun devrelerinde herkes kazanç yollar›n› bulmufl umumi refah artm›flt›. Baz› yerlerde Hristiyanlar ve di¤er din erbab› cizyeye ba¤lanm›flt›. Müslümanlar da zekat vermeye mecburdular. Zekât; hayvanlardan, alt›n ve gümüfl gibi nakitten ve ticaret mallar›ndan al›nd›¤› gibi araziden de vergi al›n›rd›: 1– Ya¤murla sulanan araziden öflür yani onda bir al›n›rd›. 2– Sun'î vesaitle sulanan araziden yirmide bir al›n›rd›. Hububat zekata tabi de¤ildi. Hazret-i Peygamber yeni bir içtimai hayat kuruyordu. ‹slâmiyet'e kadar hiçbir dinde zekat farz k›l›nmam›flt›r. Namaz, oruç, hac ve ibadetler her dinde baz› mühim farklarla vard›. Fakat zekât, s›rf ‹slâmiyet'e mahsus mali bir ibadettir. Zekat›n kimlere verilece¤i ayetle tasrih olunmufltur. Zekât muayyen mahallere sarfedilir. Zekat› baz› kabileler güle güle kabul etmifllerse de baz› kabileler bu mali tekalifi a¤›r bulmufllard›. Fakat sonra onlar da yat›flm›fllard›r. Etrafa gönderilen valiler idare iflleriyle meflgul olduktan baflka, halk aras›nda ç›kan davalara bak›yorlar, niza'lar› hallediyorlar, varidat›, zekât› topluyorlar, halka dîni ö¤retiyorlar, Kur'an talim ediyorlard›. Bu valiler, vazifeleri bafl›na giderken Hazret-i Peygamber onlara talimat veriyordu. Muaz ‹bn-i Cebel Yemen'e giderken ona flunlar› söylemiflti: 417 "Sen Ehl-i kitabtan bir cemaatla karfl›laflacaks›n. Onlar› Allah'tan baflka bir tanr› olmad›¤›na, Benim de Allah'›n peygamberi oldu¤uma davet et. E¤er bunu kabûl ederlerse o zaman Allah'›n her gün befl vakit namaz› emretti¤ini anlat. Bunu da kabul ederlerse Cenâb-› Hakk'›n onlar›n zenginlerinden al›narak fakirlerine verilmek üzere zekât ve sadakalar vermelerini emretti¤ini bildir. Bunu da kabûl ederlerse art›k onlar›n mallar›na dokunmaktan sak›n. Bir de mazlumlar›n bedduas›ndan son derece sak›n. Çünkü mazlumun ah› ile Allah aras›nda hiçbir perde yoktur." Bu vazifelere tayin olunan kimselerin genifl malumatl› olmalar› laz›md›. Muâz ‹bn-i Cebel'i Yemen'e gönderirken ona sormufltu: – Nas›l hüküm vereceksin?" Muâz: – Allah'›n Kitab› mûcibince, cevab›n› verdi. – Kitapta bulamad›¤›n hususlarda ne yapacaks›n?" – Allah'›n Peygamberinin sünnetine göre hüküm verece¤im. – "Ya sünnette de bulamad›¤›n hususlarda ne yapacaks›n?" – ‹ctihat ederim, ak›l ve muhakememe göre hallederim. Bunun üzerine Peygamberimiz: – "Allah'a çok flükür ki, Peygamberinin elçisini, peygamberinin râz› oldu¤u fleye muvaffak k›ld›, dedi." Fakat halk› idare etmek için iyi siyaset, genifl malumattan ziyade hoflgörürlük, sevimlilik, yumuflakl›k ve tatl›l›k laz›md›r. Halk bunlara teflnedir. Güleryüz, tatl› söz; bunlar›n kudreti toptan, tüfekten daha müessirdir. Onun için befleriyyetin en büyük mürflidi, etrafa irflad vazifesiyle gönderdi¤i adamlara bunlar› tavsiye ederdi. Muaz ‹bn-i Cebel ile Ebû Mûsâ el-Efl'arî'ye flöyle demiflti: "Kolaylaflt›r›n, sak›n güçlefltirmeyin. Müjdeleyin, nefret uyand›rmay›n. Uyuflunuz, ayr›lmay›n›z." Hazret-i Peygamber bununla da iktifa etmemifl, Muâz ‹bn-i Cebel aya¤›n› at›n›n üzengisine koyup hareket ederken ona son tavsiyesi flu oldu: "Herkese karfl› güzel huyla hareket et, iyi davran." En adil ve en hürriyetperver devletler bile, âsî halk› yat›flt›rmak için kuvvet ve fliddet istimalinden geri kalmazlar. Halbuki ‹slâmiyet bunun fliddetle aleyhindedir. Hazret-i Muhammed zaman›nda onun memurlar›ndan hiçbiri bir adam›n burnunu kanatmam›flt›r. Bunun sebebi, Onun, memurlar›na yapt›¤› telkin ve tavsiyelerdir. Sonralar› ifller 盤›r›ndan ç›k›nca Haz418 ret-i Peygamber'in bu tavsiyelerini haz›rlatanlar olmufltur. Meselâ: Bir def'a Hiflâm b. Hakim Sûriye Nabatilerinden bir kaç›n›n günefl alt›nda durduklar›n› görmüfl, sebebini sormufl cizye vermediklerini söylemifller. Hiflam, Hazret-i Peygamber'in: "Dünyada insanlar› azaba u¤ratanlar› Allah azaba u¤rat›r." dedi¤ini söylemiflti. Etrafa irflad vazifesiyle gönderdi¤i mürflidlere talimat verirken dinin esaslar› beyan olunurdu. Ebu Mûse'l-Efl'arî ile Muâz ‹bn-i Cebel'e verilen talimat ‹slâm'da din mürflidlerine bir ibret dersi örne¤idir. Hazret-i Peygamber onlara flöyle buyurmufltu: – "Kolaylaflt›r›n›z, güçlefltirmeyiniz. Halka müjdeler verip sevindirin, nefret ettirmeyin halka yumuflak muamele edin, fliddet göstermeyin. Siz, kendilerince bir dine tabi olan insanlarla karfl›laflacaks›n›z. Onlar› evvelâ Tevhide, Peygamber'in getirdiklerini kabule davet edin. Bunu kabul ettikten sonra zekat vermeye davet edin. Zekat onlar›n zenginlerinden al›n›p fakirlerine verilir. Ehl-i Kitaptan olanlarla görüfltü¤ünüzde, onlar size: "Cennetin anahtar› nedir?" diye soracaklar. Siz de onlara cevapta deyiniz ki: "Cennetin anahtar›: Allah'a iman etmek ve salih amellerde bulunup faydal› ve iyi ifller yapmakt›r." O zaman Yemen'de ‹slâmiyet pek kolay intiflar etti. ‹slâm'a k›l›ç dini diyenler Yemen'e hiç k›l›ç girmeden bu dinin nas›l girdi¤ini düflünmezler mi? PEYGAMBER‹M‹ZE GELEN HEYETLER Mekke'nin fethi, ‹slâm'›n en flerefli zaferi olmufltur. Çünkü bundan sonra Araplar fevc fevc gelip ‹slâm'› kabule bafllam›fllard›r. Bu vakte kadar Arabistan'daki kabîleler, Kureyfl ile Müslümanlar aras›ndaki mücadeleyi beklemifller, Kureyfl'in periflan olup ‹slâm'›n ona üstünlü¤ünü görünce yeni dini kabulden baflka çare kalmad›¤›n› görmüfller ve ‹slâm'› kabûle koflmufllard›r. Onun için Hazret-i Peygamber'e gelen heyetlerin ço¤u Mekke'nin fethinden sonrad›r. Bu heyetlerin say›s›nda Siyer muharrirleri ihtilaf etmifllerse de çok olduklar› flüphesizdir. Hemen her kabileden heyetler gelip arz-› itaat etmifller, ‹slâm'a girdiklerini bildirmifllerdir. Gelen bu heyetleri Hazret-i Peygamber gayet hofl karfl›lam›fl, onlara hediyeler ve yol harçl›¤› vermifltir. Bu heyetlerin içinde her s›n›f ve tabakadan insanlar vard› ve bunlar›n hepsi Hazret-i Muhammed'in yüksek faziletine, Ashab'›n kibar hareketine hayran kalarak iyi intibalarla dönerlerdi. Beni Sâd kabilesinden D›man b. Sa'lebe gelmiflti. Mescidin avlusunda 419 devesinden iniyor ve Peygamber'i soruyor. Gösteriyorlar. Peygamberimize yaklaflarak: – Size bir fley sormak istiyorum. Fakat sözümün fliddetinden sak›n dar›lmay›n›z, diyor Hazret-i Peygamber de: – "Asla dar›lmam, istedi¤inizi sorunuz", buyuruyor. – Allah'›n sizi göndermifl oldu¤una yemin eder misiniz? – Tabiî ederim. – Allah'›n size befl vakit namaz› emretti¤ine yemin eder misiniz? – "Tabiî ederim." D›mâm böylece Zekât, oruç, hac hakk›nda ayn› sorular› tekrarl›yor ve ayn› cevab› al›yordu. En sonunda flunlar› söyledi: – Benim ad›m D›mâm'd›r. Ben kabilem taraf›ndan gönderildim. Gidip onlara vaziyeti anlataca¤›m, duyduklar›m› söyliyece¤im. Bu emirleri tutar›m, nehyettiklerinden sak›n›r›m. Bunlardan ne eksik, ne ziyade bir fley yapmam, dedi. Hazret-i Peygamber: – "Bu adam e¤er dediklerini tutarsa felah bulmufltur, dedi. Çünkü dinde bid'atç›l›k yoktur." D›mâm, Benî Sa'd kabilesine dönerek ‹slâm oldu¤unu ilan etti. Lât ve Uzza ne bir fayda, ne de bir zarar getirebilir. Ben Allah'›n birli¤ine ve Muhammed'in Hak peygamberi oldu¤una inand›m, dedi. Onun sözleri kabilesince muteber tutulurdu, hepsi müslümanl›¤› kabul ettiler. Kabal›k gösterenler: Çölden gelen bu heyetler aras›nda muhtelif insanlar vard›. Aralar›nda en kabal›k gösteren Temim heyeti oldu. Bunlar Medîne'ye geldiklerinde Peygamber'i Mescidde bulamay›nca evine gitmifller ve "Ey Muhammed, ç›k diye hayk›rm›fllar, mufâhara yapmaya, boy ölçüflmeye kalk›flm›fllard›. Bu heyetten birisi Mescidin içinde münasebetsizlik etmifl, bir köfleyi kirletmiflti. Bunlar son derece ma¤rur ve kurumlu hareket etmifllerdi. En nâzik heyet: En kibar ve nazik heyet ise Yemen'den gelen Eflarilerdi. Bunlar yolda "Yar›n ahbaba kavuflaca¤›z, Muhammed'i ve Ashab›n› görece¤iz" (1) diye terennüm ederek çölleri aflm›fllard›. Onlar hakk›nda Hazret-i Peygamber: (1) 420 ﻣﺤﻤﺪًا وﺣﺰﺑﻪ ﻏﺪا ﻧﻠﻘﻰ اﻷﺣﺒﻪ "‹nce kalbli, nazik ve zarif Efl'âriler" diyerek iltifatta bulunmufllard›r. Bunlar: – Yâ Resûlallah, dinimizin ahkam›n› ö¤renmek için geldik, demifller ve bir ara da, kainat›n iptidas› hakk›nda bir sual sormufllar. Peygamberimiz onlara flu cevab› vermiflti: "‹ptidada Allah vard›. Baflka hiçbir fley yoktu. O'nun arfl-› kudreti, sular› (yani madde-i evveliyyeyi) ihata etmiflti." (Buhârî, Bâbu Bed'ü'l-Halk) Suikasd Niyyetinde olanlar: Gelen heyetler aras›nda kötü niyet sahibi olanlar da vard›. Beni Âmir kabilesi reislerinden olan Âmir b. Tufey. Erbed b. Kays flöhret peflinde koflan insanlardand›. Âmir Hazret-i Peygamber'e üç flart ileri sürmek istemiflti: "Çöller senin, flehirler benim olsun, yahut beni kendine halef tayin et; yoksa ben Gatafan ile birleflerek sana karfl› hareket ederim" demiflti. Âmir arkadafl› Erbed ile sözleflerek Hazret-i Muhammed'i öldürmeye karar vermifllerdi. Âmir Peygamber'le konuflurken Erbed k›l›c›n› çekerek ona hücum edecekti. Fakat Hazret-i Peygamber'in kuvvetli maneviyat› karfl›s›nda Erbed dona kalm›fl, elini k›m›ldatamam›flt›. Bu iki suikastç›, hain emellerine nail olamam›fllar, Allah Peygamber'ini bunlar›n flerrinden korumufltur. Heyetin di¤er âzâlar› müslüman olarak kabileleri nezdine dönmüfller Zeydü'l-Hayl, Hayr oluyor: Tay kabîlesi heyeti gelmiflti. Ulular› Zeydü'l-Hayl idi. Bu adam› Hazret-i Peygamber çok takdir etti ve flöyle dedi: "Araplardan her kimin fazl ve kemalinden bana bahsettilerse, onunla görüflünce o adam›, hakk›nda söylenenlerin dûnunda gördüm. Söylenen meziyetlerin ço¤unu onda bulamad›m. Ancak Zeydü'l-Hayl müstesnad›r. Onun hakk›nda söyenenler ondaki kemalat›n hepsini anlat›yor de¤il, ben onu söylenenlerin çok üstünde buldum." Binicilikteki flöhretine binaen ona Zeydü'l-Hayr derlerdi. Hazret-i Peygamber ona, hay›r severli¤inden ve faziletinden dolay› Zeydü'l-Hayr ünvan›n› vermifltir. Tâif Heyeti: Her taraftan heyetler gelerek arz-› itaat ederken mütaass›p Tâif halâ gaflet uykusundan uyanam›yor, flirkin son yuvas› halinde duruyordu. Fakat bir hadise onlar› da harekete getirdi. fiöyle ki: 421 Tâif'in ulular›ndan olan Urve b. Mes'ûd-› Sakafî, Huneyn harbi s›ras›nda Yemen'de bulunmufltu. Taif'in muhasaras›nda yoktu. Yemen'den dönünce hadisat›n yepyeni geliflmeleri karfl›s›nda kalm›flt›. Müslümanlar Tebük'ten flan ve flerefle dönüyorlard›. Urve akl› bafl›nda bir adamd›. Hemen Müslüman olmaya karar verdi. Hudeybiye Musâlehas› yap›l›rken Mekkelilerin murahhas› olarak peygamber'le görüflmüfl, onun hayran› kalm›flt›, ‹tibarl› bir adamd›. Ebû Süfyan'›n k›zlar›ndan biriyle evlenmiflti, sözü dinlenirdi. Medîne'ye gelerek Müslüman oldu. Hazret-i Peygamber Taiflilerin ne kadar mütaass›p ve inatç› olduklar›n› bildi¤inden "Onlar sana bir fley yapmasalar bâri," demiflti. Urve: "Onlar beni gözleri gibi severler" dedi. Tâif'e dönünce Müslüman oldu¤unu ilan etti. Putlar›na dokununca Taifliler k›zd›lar. Urve Sabah ezan›n› okudu. Mütaass›p gürûhu ona sald›rd›lar. Ok ve tafl ya¤muruna tuttular. Zavall›y› flehid ettiler. Kanlar içinde iken müteessirâne sözler söyledi. Kendisinin Taif flehitleri yan›na defn olunmas›n› vasiyyet etti. Hazret-i Peygamber'in dedi¤i gibi oldu. Müflrikler onu hakikaten gözleri gibi severlerdi, fakat müflrikler: "Bu Kur'an Mekke veya Tâif'in ulular›ndan birine inseydi!" dedikleri iki büyük adamdan biri Urve idi. Peygamberli¤i ona lay›k görüyorlard›. Fakat bu adamlar dediklerinde samimi de¤ildiler. fiimdi Urve'nin dediklerine inanm›yorlar, onun kaniyle ellerini buluyorlard›. fiirk ne kötü fley, Allahs›zl›k insan› abtallaflt›r›r. Urve'nin kanlar içinde söyledi¤i sözler, manzaran›n verdi¤i kuvvetle, Tâiflilerin baz›s›na tesir etti. Yapt›klar›na pefliman oldular. Peygamber'e bir heyet göndermeye karar verdiler. Tâif heyeti gelince Hazret-i Muhammed, heyet reisi Abdiyâlil henüz müflrik olmas›na ra¤men onu Mescitte misafir etmiflti. Maksat, bu adam›n, müslümanlar taraf›ndan gösterilen mahviyet ve tevâzuu yak›ndan görmesi idi. Heyetin di¤er azas›na Mescidin avlusunda çad›rlar kuruldu. Bunlar Namaz vaktinde Câmiye girdiler. Hutbe irad olundukça dinliyorlard›. Hazret-i Peygamber hutbesinde kendi ismini zikretmezdi. Onun için Tâifliler "Muhammed bize Peygamberli¤ini kabul ettirmek istedi¤i halde irad etti¤i hutbelerde Peygamberli¤ini söylemiyor." demifller, Peygamberimiz bunu duyunca: – "Risâletime îman edenlerin birincisi benim, cevab›n› vermiflti." Tâifliler inatç› ve mutaass›p idiler. Peygamberimiz onlara mütemâdi telkinlerde bulundu. Fakat onlar âdeta pazarl›¤a girifltiler. 1– Aralar›nda riba alm›fl yürümüfltü. Riban›n ipkaas›n› istediler. 422 2– Tâif ba¤l›k, bahçelik bir yer oldu¤undan flarap boldu. fiarap içmeye cevaz verilmesini istediler. 3– Tâifliler aras›nda bekar olanlar çoktu. Zinaya müsaade edilmesini istediler. Peygamberimiz bu flartlar›n üçünü de reddetti. Bunun üzerine Tâifliler yeni flartlar ileri sürdüler. Putlar› için iki senelik bir mühlet istiyorlard›. Tabiî reddolundu. Sonra bir seneye indiler. Daha sonra alt› aya râz› oldular Nihâyet bir ay mühlet istediler. Fakat böyle bir fley kabûl olunmazd›. Müslümanl›k ile putperestlik bir arada nas›l birleflirdi. Bu adamlar›n hiç te mi ak›llar› yoktu? Tevhid dinini kurmak için gelen bir Peygamberden bunlar nas›l istenilirdi? Mekke'deki putlar› k›ran Peygamber, onlar›n putlar›n› b›rak›r m›yd›? Tâifliler, ne kopart›rsak kâr›m›zd›r hesab›nca, Namazdan muaf tutulmalar›n› istediler. Fakat ibadetsiz din olur mu? Bu da reddedildi. Tâifliler zekat ile cihaddan muaf tutulmalar›n› istediler. Hazret-i Peygamber bu flartlar üzerinde fazla israr etmedi. Onlar› tedricen Müslümanl›¤a al›flt›rmak icab ederdi. Bir def'a Müslümanl›¤a al›flt›ktan sonra elbette onun bütün icablar›na uyacaklar, her emrini icra edeceklerdi. Hazret-i Cabir diyor ki: "Peygamberimiz bu hadise hakk›nda flöyle demiflti: Bunlar ‹slâmiyeti kabûl ettikten sonra kendi istekleriyle zekât ta verecekler, cihâda da ifltirak edeceklerdir." Son bir dilekleri kalm›flt›: Hiç olmazsa putlar›n› kendi elleriye k›rmaktan muaf tutulmalar›. Çünkü cehalet kafalar›na öyle yerleflmifl, hurafeler dima¤lar›n› öyle bürümüfltü ki, putlar›na el kald›racak olurlarsa göklerin üstlerine düflece¤ini, yerin yar›l›p bataca¤›n› san›yorlard›. Hazret-i Ömer onlara o zaman flöyle demiflti: "– Siz ne kadar cahil adamlars›n›z Siz bu Lât putunun bir tafl parças›ndan baflka bir fley olmad›¤›n› anlayam›yor musunuz?" Maksad putlar›n k›r›lmas›yd›. Onun için Hazret-i Peygamber, bu dile¤i kabul etti, kendi putlar›n› kendi elleriyle k›rmaktan onlar› muaf tuttu. Putlar k›r›ls›n da kimin eliyle olursa olsun. Taiflilerin putunu k›rmak için Hazret-i Peygamber Ebû Süfyân ile Mu¤îre b. fiu'be'yi seçti Düne kadar flirk ordusunun bafl›nda bulunan ve bütün flirk dünyas›n› bir iflaretle ‹slâm aleyhine harekete geçiren Ebû Süfyan, flimdi Lât putunu k›rmak vazifesini ifa edecekti. Bunda iki tarafa bakan ince manalar vard›. Bir def'a Ebû Süfyan'› kendine 423 ba¤lamak: bu gün put k›ran Ebû Süfyan, yar›n art›k putlara tarafdar ç›kamazd›. Dün himaye etti¤i ve tap›nd›¤› putlar›n ne kadar manas›z oldu¤unu oda anl›yor, onlar› kendi eliyle parçal›yor. Lât'›n y›k›lmas›yle Arabistan'da flirkin son abidesi de temizlenmifl, son izi de silinmifl oldu. Böylece putperestlik kökünden kaz›nd›. Lât putu parçalan›rken Tâif kad›nlar› teessürlerinden bafllar›n› açarak ç›km›fllar, saç yolarak a¤laflm›fllard›r. Hatta putlar›n› teslim eden erkeklerini ay›plam›fllard›. Kad›nlar daha mütaass›p olurlar ve dindarl›¤› hurafecilikle kar›flt›r›rlar. HÜRR‹YET‹NE KAVUfiANLAR Tâifliler Müslüman olunca, önce Tâifin muhasaras› esnas›nda müslümanlara iltica ederek azadl›¤a kavuflmufl olan kölelerinin yine kendilerine köle olarak iadesini istediler. Hazret-i Peygamber, onlara flu cevab› verdi: – "Hay›r, bu olamaz. Onlar Allah'›n azadl›lar›d›r. Hürriyetlerine kavuflmufllard›r, tekrar köleli¤e dönemezler." Teaddüdi zevcât azal›yor: Araplarda teaddüt-i zevcat; çok kad›n alma üsûlü eskiden beri vard›, bu ay›b de¤ildi. Teaddüd-i zevcat› ‹slâmiyet getirmemifl, onu tadil ve dahdîd etmifltir. Tâiflilerden Gaylân ‹bn-i Seleme'nin on kar›s› vard›. Müslüman olunca bunlar›n hepsini nikah› alt›nda tutamazd›. ‹slâm buna müsaade etmiyordu. Onun için bu kad›nlardan alt›s›n› boflam›fl yaln›z dördüyle yaflam›flt›r. ––––––––oOo–––––––– 424 Y‹RM‹ YED‹NC‹ BÖLÜM HAZRET-‹ EBÛ BEKR'‹N HAC EM‹RL‹⁄‹ VE PUTPERESTL‹⁄E SON VER‹LMES‹ Hicretin dokuzuncu y›l› ‹slâmiyet için büyük bir fetih ve zafer y›l› olmufltur. Nasr suresinde verilen müjdeler gerçeklefliyor, Arabistan çöllerinden kaafile kaafile heyetler Medîne'ye gelip arz-› itâat ederek fleref-i ‹slâmla müflerref oluyorlard›. Din, kemâline yaklaflm›fl hac mevsimi gelmiflti. Hazret-i Peygamber bu vakte kadar tam olarak hac yapmam›flt›, Mekke'nin fethiyle Kâ'be kap›lar› aç›lm›flt›. Bütün menâsik ve merâsimine riâyet ederek ilk serbest hac bu sene yap›lacakt›. Fakat Hazret-i Peygamber bu seneki hacca kendisi gitmedi. Hacca gitmek üzere toplanan 300 kifliyle birlikte Ebû Bekr'i hac Emîri olarak gönderdi. Çünkü müflriklerin Kâ'be'nin taharetini kirletircesine yapt›klar› rezaletler Kâ'be'den men olunmazd›. Kâ'be Allah evi idi. Her kul oraya girebilirdi. Putperestler de ayinlerini yaparlard›. Fakat müflriklerin ibadet nam›na yapt›klar› ayin adeta bir kepazelikti. Ç›r›l ç›plak anadan do¤ma soyunarak, kad›n erkek Kâ'be'yi ziyaret ve tavaf ederlerdi. Buna son verilmiyecek mi idi? Putperestli¤in bütün eserleri sökülüp at›lm›yacak m› idi? Putlar k›r›ld›, fakat putperestlerin ibadet nam›na yapt›klar› bu rezalet sürüp gidecek mi idi. Bu hususta Bera' sûresi inerek müflriklere son sözü söylemiflti. Hazret-i Resul-i Ekrem hac Emiri olarak gönderilen Hazret-i Ebû Bekr'in arkas›ndan Hazret-i Ali'yi gönderdi. Hazret-i Ali tebligata memur idi. Bera' Sûresinin bafl›ndan 36'nc› âyetine kadar okudu. Bu âyetler putperestli¤e ve onun do¤urdu¤u ahlaks›zl›¤a son veriyordu. Hazret-i Ali flunlar› tebli¤ etti. "Bu y›ldan sonra hiçbir putperest haccetmiyecek. Bundan böyle hiçbir kimse ç›plak olarak Kâbe'yi tavaf etmiyecek." Putperestlerin en kötü âdetlerinden biri ç›r›l ç›plak bir halde tavaf etmeleri idi. Bu cahiliyet âdetini göz önünden kald›rmak çok yerinde olacakt›. ‹slâmiyet 425 art›k flevket ve kudret devrine ermifl, kemal bulmak üzere idi. fiirki temizlemek, ona son darbeyi vurmak zaman› gelmiflti. Çünkü flirk ortadan kald›r›l›p tasfiye edilmedikçe tevhid dini kemal bulamazd›. Müslümanl›k aleyhine u¤raflan ve tevhid dininin yolunda engel olan flirk kalkmal› idi. ‹flte Bera Sûresinin bafl taraf›ndan Hazret-i Ali'nin okudu¤u ayetler bunu yap›yordu. Garpl›lerden baz›lar›n›n, ‹slâmiyet'in flirke karfl› ald›¤› bu çetin vaziyeti tenkit etmek istemesi bu hürriyete karfl› bir hareket sayd›klar›ndand›r. Bu bir insafs›zl›kt›r. fiirke karfl› gelmek, onu y›kmak takdire flâyan bir harekettir. Çünkü flirk insanl›¤› küçültmek, onu flerefsiz bir hale getirmek demekti. ‹nsanl›¤› bu baya¤› durumdan kurtarmak için ne laz›msa yap›lmas› icab ediyordu. ‹nsanl›¤›n flerefini y›kan, faziletini öldüren her nevi muzur cereyanlara karfl› gelmek insanl›¤a hizmet etmek demektir. Müflriklerin o zamanki durumuna bir bak›fl ‹slâmiyet'in onlar› tasfiye etmekle insanl›¤a yapm›fl oldu¤u iyili¤i bize göstermeye kâfidir. Tanr› nam›na bir tak›m a¤aç ve tafl parçalar›na tapmak, kölelik adiyle insanlar› en baya¤› flekilde kullanmak, fâhifl bir faizcilik, ci¤erpareleri olan evlatlar›n› topra¤a gömmek, say›s›z denecek kadar kad›n almak, en kötü bir halde zina, sarhoflluk, sonra putperestlik duygular›n›n baya¤›l›¤›na bak›n: ‹bâdet nam›na yap›lan fleyler rezalet ve kepazelikten baflka bir fley de¤ildi. Kad›n, erkek geceleri ç›r›l ç›plak soyunurlar, ›sl›k çalarak el ç›rparak Kâ'be etraf›nda s›çray›p dolafl›rlard›. ‹flte ‹slâmiyet bunlar› kald›r›yordu. fiimdi insafla düflünelim: Böyle bir cemeyetin insanlar aras›nda yeri var m›d›r. Bugün bile, müflriklerin yaflad›¤› ve yapt›¤› tarzda bir içtimaî nizam›n kurulmas›na insanlar tahammül edebilirler mi, cemiyet kanunlar› o flekilde bir teflekkülün meydana ç›kmas›na müsade eder mi? Bu medeniyet asr›nda, t›pat›p o müflrikler gibi bir teflekkül ortaya ç›ksa, onlar› cemiyet içinden atar, cemiyete karfl› gelmekle suçland›r›r. Tekrâr edelim ki ‹slâmiyet befleriyet için en muzur olan flirki tasfiye etmekle insanl›¤a en büyük hizmeti yapm›flt›. Bunda hürriyete riayetsizlik nam›na kat'iyyen bir fley yoktur. Hudutsuz hürriyet olamaz. ‹slâmiyet hürriyetlere k›ymet vermifl ve onlara riayet etmifltir. Kur'an-› Kerim akide hürriyetine müdahele etmez, vicdanlara hürriyet verir. Kur'an-› Kerim müflrikler ile ehl-i kitab aras›nda fark yapm›flt›r. fiirki tasfiye etmifltir. Ehl-i kitab ise yani Hristiyanlar ve Yahûdiler dinlerinde serbesttirler. Onlar›n dinine asla kar›flmaz, hükümete muayyen vergi vermekle mükelleftirler. Bunun mukaabilinde hükümet onlar› himayesi alt›na al›r. Bundan daha büyük hürriyet mi olur? Müflriklere gelince ifl de¤iflir, çünkü flirk flerdir, muzurdur. Müflrik her zaman ayni fleyle karfl›lafl›r. Bugün de böyle oldu¤u gibi yar›n da böyle olacakt›r. fierrin ve muzur fleylerin insanl›k içinde yeri yoktur. 426 ETRAFTAN GELEN HEY'ETLER Yukar›da da söyledi¤imiz gibi zaman zaman Arap kabilelerinden baz› heyetler gelip Hazret-i Peygamber'le görüflüyorlar, bunlar›n ço¤u müslüman olarak kabileleri nezdlerine dönüyorlard›. Bu hey'etlerin gelmesi Mekke'nin fethinden sonra çok artm›flt›. Hicretin dokuzuncu senesi çölün her taraf›ndan, en ücra köflelerinden hey'etler, geliyordu. Onun için bu seneye Senetü'l-Vufûd=hey'etlerin gelme y›l› denilmifltir. Gelen bu hey'etlerin aras›ndan bâz› flahsiyetler, Hazret-i Muhammed'in haklar›nda söyledi¤i sözü vesile yaparak yalanc› Peygamberlik iddias›na bile kalkm›fllard›r. Yemâme heyetiyle gelen Müseylimetü'l-Kezzap bunlardan biridir. Medîne'de, heyet, Hazret-i Peygamber'le görüflürken Müseylime arkadafllar›n›n eflyalar›n›, hayvanlar›n› beklemeye kalm›flt›. Hazret-i Peygamber onun bu iflinden dolay›: O aran›zda kötü bir adam de¤il demiflti. Müseylime bu sözü bahane ederek Peygamberlik iddias›na kalk›flt›. fiarab›, zinay› helal k›l›yor, Namaz› ba¤›fll›yor, böylelikle taraftar toplamaya çal›fl›yordu, ‹leride bunlardan daha uzun uzad›ya bahsolunacakt›r. Tebük harbinden sonra hiç bir kan dökülmeden Arabistan'da flirk tamamiyle tasfiye edilmifl, hey'et gönderip müslüman olmad›k tek bir kabile bile kalmam›flt›. ––––––––oOo–––––––– 427 Y‹RM‹ SEK‹Z‹NC‹ BÖLÜM VED HACCI (Zilhicce-10 H, fiubat-632 M.) Bir sene evvel Hacta Hazret-i Ali'nin yapt›¤› tebligattan anlafl›lm›flt› ki, Arabistan'da flirk tasfiye olunacakt›r. Müflrikler bunu anlad›lar, flirk tasfiye olunurken ehl-i kitab cizye vermek sûretiyle serbest b›rak›ld›. ‹slâmiyet flirk ile di¤er din erbab›n› bir tutmad›. Hatta Mecûsîleri, zerdüflt dininde olanlar› bile müflriklerden ayr› tuttu. ‹slâmiyet, flirki bo¤mak için ehl-i kitapla iflbirli¤i bile yapm›flt›r. Hazret-i Muhammed Medîne'ye ilk geldi¤inde yahûdîlerle muâhedeler yaparak müflriklere karfl› müdafaa cephesi kurmufltu. Müflrikler ile ehl-i kitap aras›nda Kur'an-› Kerim'de flu tefriki görüyoruz: 1– Ehl-i kitab kad›nlar› nikâhla al›n›r, müflriklerin kad›nlar›n› almak müslümanlara câiz de¤ildir. 2– Müflriklerin kesti¤i ve piflirdi¤i yenmez. Ehl-i kitâb›n kesti¤i helald›r, yemekleri yenir. Hatta Kur'an-› Kerim Yahûdîlerle Hristiyanlar aras›nda bile fark yapar: "‹nsanlar içinde müminlere düflmanl›kça en fliddetli olan› yahûdîlerle müflrikleri bulursun. Müminlere dostlukça en yak›n olan› biz Hristiyan›z diyenleri bulacaks›n. Zîrâ bunlar›n içinde Keflifller var, Râhipler var, bunlar kibir etmezler." (1) ‹slâmiyet'in flirki temizlemek hususundaki kat'i karar› karfl›s›nda bütün arap kabileleri Müslüman oldular. ‹slâmiyet'in nuru her tarafa yay›ld›. Din (1) Maide sûresi, âyet: 82. 428 kemâle erdi. ‹slâm talimat›n›n esaslar›n›, ‹slâm ahlak›n›n temellerini, umumî bir kongre huzurunda büyük bir cemaate, ‹slâm ülkelerinin her taraf›ndan gelen murahhaslara ilan ederek cihan› tenvir etmek icab ediyordu. Bunun için de Hacdan daha münasip bir zaman ve mekan olmazd›. Zetan Hacc›n en büyük hikmeti de bu idi. Art›k Mekke feth olunmufl, Kâ'be'ye giden yollar aç›lm›flt›. Her müslüman serbestçe Kâ'be'ye gidip hac farizas›n› ifa edebiliyordu. Hicretin onuncu senesi Zilka'de ay›nda Hazret-i Peygamber'in Hacca gidece¤i i'lân olundu. Bu haber bir flimflek sür'atiyle her tarafa yay›ld›. Hazret-i Peygamber'le beraber haccetmek flerefine nâil olmak isteyenler kaafile kaafile yollara döküldüler. Medîne'nin etrâf›na çad›rlar kuruldu. Yüzbin kifli Medîne sokaklar›n› dolduruyor, bunlar din kardeflli¤inin verdi¤i samîmiyyet ve heyecanla kucaklafl›yordu. Zilka'de ay›n›n 25'nci Cumartesi günü Hazret-i Peygamber y›kand›ktan sonra ihrâma girmifl, Ö¤le namaz›n› k›ld›ktan sonra bu muazzam kaafile ile Medîne'den hareket ile Mekke yolunu tutmufltu. Bütün zevcelerini de berâberinde hacca götürüyordu. Harem-i fierif hududuna gelince Lebbeyk sadalar› yükselmeye bafllad›. Her taraftan yollara dökülen hac›lar etrâf› doldurmufltu. Peygamberimiz "'Lebbeyk" dedikçe her taraftan bu ses yükseliyor, da¤lar tafllar bu sadâ ile ç›nl›yordu. "Yâ Rab, davetine icabet ettik, itât›m›z Sana'd›r, Senin ferman›na râm olarak geldik. Gönüller Sana yönelmifltir. Hamd Sana yarafl›r, her flükür Sana'd›r. Her nimet Sen'dendir, bütün mülk Senindir. Senin eflin ve orta¤›n yoktur." Hazret-i Peygamber bir insan denizi içinde Kâbe'yi ziyarete geliyordu. Kâbe'yi görünce flunlar› söyledi: "Allah'tan baflka Tanr› yoktur, Birdir, Orta¤› yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nad›r. Yaflatan ve öldüren O'dur. Her fleye kaadirdir. Bir Allah'dan baflka ibadet edecek yoktur. Va'dini yerine getirdi. Kuluna yard›m etti. Aleyhinde birleflen düflmanlar› yaln›z bafl›na periflan etti." Hac merasimini Câhiliyyet zamân›ndan farkl› olarak ifaa eti. Arafat ta Kasva nam›ndaki devesinin üzerinden, meflhur hutbesini irad buyurdu. Bu hacda 114.000 hac› bulunuyordu. Bu muazzam cemaate hitab ederek dinin tealimini anlatt›. O gün ‹slâmiyet'in bütün ihtiflâmiyle cihâna hitab etti¤i bir gündü. Burda Hazret-i Muhammed Cahiliyyet devrinin bütün hurafelerini, bofl ve uydurma fleylerini ayaklar›n›n alt›na al›p çi¤nedi¤ini cihana i'lân etti. 429 VEDÂ' HUTBES‹ "Hamd ve minnet Sana'd›r Yâ Rab; her flan ve fleref sen'in ad›nad›r. Bir tek Allah'dan baflka ibadet edecek yoktur. O'nun orta¤› olamaz. Bütün mülk O'nundur. O'na flukürler olsun, yaflatan, öldüren O'dur, her fleye kaadirdir. Sözünü gerçeklefltirdi. Kuluna yard›m etti. Aleyhinde birleflenleri bozguna u¤ratt›. Ey nas, beni dinleyin, belki bu y›ldan sonra bu mevkide sizinle bir daha buluflamam, ‹slâmiyetten önceki zamana âit bütün cahiliyet âdetlerini aya¤›m›n alt›na al›p çi¤niyorum. Bir Arab›n arap olmayan yabanc›ya, bir yabanc›n›n bir Arab'a üstünlü¤ü yoktur. Çünkü bütün insanlar Âdem o¤ullar›d›r. Âdem de topraktand›r. Ey halk, sözlerimi dinleyin ve anlay›n: Her müslüman di¤er müslüman›n kardeflidir. Bütün müminler kardefltir. Bir kimseye kardeflinin mal› helâl olmaz, me¤er ki gönül r›zasiyle vermifl ola. Kendinize zulüm etmeyin. Kölelere gelince: Onlara kendi yediklerinizden yedirin ve giydiklerinizden giydirin. Affedemiyece¤iniz bir hatay› ifllerlerse onlardan ayr›l›n, onlar da Allah'›n kullar›d›r ve kötü muameleye lay›k de¤ildirler. Cahiliyyet adetlerini aya¤›m›n alt›na al›p çi¤niyorum. Bütün kan gütme da'vâlar› tamam›yla kald›r›lm›flt›r. Bunlar yalan ve uydurma fleylerdir. Ortadan kald›r›lan ilk kan da'vâs› Abdülmuttalip o¤ullar›ndan Hârisin kan da'vâs›d›r. Her türlü riba, faizcilikte kald›r›lm›flt›r. Allah, riba, yoktur, diyor. Ortadan kald›rd›¤›m ilk ribâ, Amcam Abdülmuttalib o¤lu Abbâs'›n ribâs›d›r. Sermayeleriniz yine sizindir. Ne zulmediniz, ne de zulüm görünüz. Borçlular alacakl›lara ancak ald›klar› paray› iade edecektir. Ey halk, sizin kad›nlar›n›z üzerinde birtak›m haklar›n›z vard›r. Onlar sizin haklar›n›za riayet etmelidirler... Onlar›n da sizin üzerinizde haklar› vard›r. Onlara karfl› iyi davran›n›z. Efllerinize flefkatle muamele edin... Siz onlar› Allah'›n ahdi ile ald›n›z. Onlar size Allah'›n ahdiyle helal olmufltur. Ey nâs, sizin kanlar›n›z ve mallar›n›z, Allah'›n›za kavuflaca¤›n›z zamana kadar, bugün nas›l mukaddes bir günse, bu ay nas›l kudsi bir aysa ve bu belde nas›l kutlu bir belde ise, öylece mukaddestir, her birinizin kan› ve mal› ötekine haramd›r. K›yâmet gününde Tanr›n›z›n huzûruna 430 ç›kacaks›n›z. O da size yapt›klar›n›z› bir bir soracak ve ona göre mükafat ve mücazat verecektir. Sak›n bundan sonra kâfirler gibi k›s›m k›s›m olup birbirinizin boynunu vurmay›n›z. Nezdinde bir emânet bulunan kimse bu emaneti kime ait ise ona vermelidir. Ey halk, size öyle bir fley b›rak›yorum ki, ona s›ms›k› sar›ld›kça yanl›fl yola sapmazs›n›z. O da Allah'›n Kitab›d›r ve Resûlünün sünnetidir. Allah her hak sâhibinin hakk›n› vermifltir. Bu sebeple varisler için vas›yyet yapmaya lüzüm yoktur. Çocuk kimin yata¤›nda do¤duysa ona aittir. Zina edenlerin hak ettikleri fley had'dir, onlar›n hesab› Allah'a âittir. Babas›ndan baflkas›na ait oldu¤unu iddia eden, efendilerinden baflkalar›na kat›lan köleler, Allah'›n lâ'netini kazan›rlar Ey halk, bir kad›n›n kocas›n›n izni olmad›kça onun mal›ndan bir fleyi baflkas›na vermesi caiz de¤ildir. Borç ödenmelidir. Kiralanan mal geri verilmelidir. Hediyeye hediye ile mukaabele etmek yarafl›r. Baflkalar›na kefil olan kimse kefaletin sorumlulu¤unu yüklenmifl demektir. Ey halk, fleytan sizin bu yurdunuzda tap›lmaktan ümîdini kesmifltir. Meselâ, hor gördü¤ünüz birtak›m amellerle hoflnut olur. Dininiz hususunda ondan sak›n›n Ey nâs, afl›r› olmaktan, ifrattan sak›n›n. Evvelkilerin mahvolmalar›na sebep, dinde afl›r› olmalar›d›r. Nesi' küfrün afl›r›s›d›r. Küfredenler onunla sapt›lar. Onu bir y›l helâl sayarak, bir y›l haram sayarak Allâh'›n kan dökmeyi yasak etti¤i aylar› geciktirmek ve böylece Allâh'›n haram k›ld›¤›n› helal k›lmak, helal etti¤ini haram saymak isterler. Zaman döndü dolaflt›, nice devirler yapt›, yine Allâh'›n yeri, gö¤ü yaratt›¤› s›radaki hali üzere geldi. Allah nezdinde aylar›n say›s› on ikidir. Dördü haram aylard›r, üçü ard arda gelir. Recep ise tektir. Her kaatil, suçundan kendisi mes'uldür. Hiçbir kaatilin iflledi¤i suç, çocuklar›na flamil olmaz Hiçbir o¤lun ve k›z›n suçu babay› sorumlu etmez. Müslümanlar› do¤ru yola yöneten adam, kesik burunlu bir zenci de olsa, ona itaat edin ki, Cennet'e giresiniz. Burada haz›r bulunanlar, bulunmayanlara sözlerimi tebli¤ etsinler. Olabilir ki burada bulunmayanlar içinde bulunanlardan daha fazla bunlar› hat›rlayacak olanlar bulunur." "Tebli¤ ettim mi?" – Evet, dediler. Bunun üzerine: 431 – "fiâhit ol Yâ Rab," dedi ve devesini sürüp yürüdü. Arafat da¤›nda îrâd olunan bu hutbe çok flümullüdür. Burada akla ve mant›¤a hitab olunuyor hikmet konufluyor. Tarihin ne garip bir cilvesidir ki, y›llarca evvel Safâ tepesinde Mekke'lileri hakka davet etti¤i zaman Ebû Leheb'in yüzünden Onu dinlememifller, etraf›ndan da¤›lm›fllard›. Halbuki flimdi yüz binlerce kifli bafltan aya¤a kulak kesilmifl Onu candan dinliyordu. Hutbe hiçbir râvî taraf›ndan tam bir bütün hâlinden birbirine ba¤l› olarak kaydolunmam›flt›r. Biz muhtelif yerlerden toplad›k. En genifl olarak (Ikdü'l-Ferid) kaydeder. Müteaddit günlerde tekrarlanm›fl parçalarda vard›r. ‹lk dikkati çeken fley hutbesinin bafl›nda Hazret-i Muhammed'in "Bütün Câhiliyyet âdetlerini ayaklar›m›n alt›na al›p çi¤niyorum." diyerek o karanl›k devri kapamas›, köhne maziyi y›kmas›d›r. Bu ne büyük ink›laptd›r. Hutbenin baz› ana hatlar›na temas edelim: 1– Müsâvât: Burada ilk belirtilen fley, insanlar›n eflit oldu¤udur. S›n›f farklar›, befleriyetin yolunda bir engeldi. Padiflahlar, ruhban s›n›f›, flehzâdeler üstün tan›n›rd›. Müslümanl›k müsâvat i'lân etmifltir. Bütün insanlar Adem O¤ullar›d›r, arada fark olamaz. 2– Köleler: Eskidenberi köleler afla¤› görülen bir s›n›ft›. Hazret-i Muhammed ise kölelere iyi muamle yap›lmas›n› tavsiye etti. Hakikaten bu s›n›f merhamete flayand›. "Kölelerinize yedi¤inizden yedirin giydi¤inizden giydirin." demiflti. Bu ne büyük sözdür. O zaman›n köleli¤i yerine bugün hizmetçilik geçmifltir. 3– Kan davalar›: Araplar aras›nda birçok felaketlere sebep olmufl bir âdetti. Sonra bu âdet bofl inançlara, uydurma hurafelere dayan›yordu. Öldürülen kimsenin intikam› al›nmad›kça ruhu yeryüzüne ba¤›r›p gezermifl, diye inan›rlard›. ‹slâmiyet bu gibi fleyleri silip ortadan kald›rm›flt›r. 4– Ribâ: Memleketleri çorak oldu¤u için harici ticaretle meflgul olan Araplar aras›nda riba, mürabahac›l›k alm›fl yürümüfltü. ‹ktisâdî hayat› berbad eden ribay› ortadan kald›rd›. 5– Kad›n haklar›: Bu mühim nutkunda Hazret-i Peygamber kad›n-er kek münasebetlerini beyan buyurmufldur. Kad›n erke¤in tamam›d›r. ‹slâmiyet onlara birçok haklar sa¤lam›flt›r. Halbuki eskiden kad›n mal gibi say›l›rd›. Kumar oyunlar›nda para yerine ileri sürülürdü. Birçok defalar kad›nlar›n durumuna temas etmifl bulundu¤umuzdan burada bu kadarla iktifa ediyoruz. 6– Bundan sonra Hazret-i Peygamber baz› hukukî meselelere temas etmifl, vasiyet, nesep, zinâ, borç, kefalet hakk›ndaki hükümleri bildirmifltir. 432 7– Araplar haram aylar› bozarlard›: Bir ay›n yerine baflka ay› al›rlard›. Halbuki Eflhür-i hurûm denilen haram aylar say›l› idi: Recep, Zilka'da Zilhicce ve Muharrem aylar›, bunlar› da kesin olarak beyân etti. 8– Can ve mal emniyeti: Bu pek mühimdi. Çünkü Arabistan gibi cana k›yan, mal› kapan bir yerde bunlar› esasl› olarak yerlefltirmek laz›md›. Onun için Hazret-i Peygamber bunu bildirirken en tesirli bir usul olan muhavere yolunu tuttu ve sordu: – "Bugünün, ne günü oldu¤unu söyler misiniz?" – Allah ve Peygamber'i daha iyi bilir, dediler. – "Bugün kurban günü de¤il mi?" – Evet yâ Resûlâllah. – "O halde hangi ayday›z?" – Allah ve Peygamber'i daha iyi bilir. – "Zilhicce ay›nda de¤il miyiz?" – Evet, yâ Resûlallah. – "Hangi beldedeyiz?" – Allah ve Peygamber'i daha iyi bilir. – "Belde-i haramda de¤il miyiz?" – Evet, yâ Resûlâ'llâh. Böylece cemaatin alakas›n› uyand›rd›ktan sonra flunu bildirdi. – O halde biliniz ki kanlar›n›z, mallar›n›z, ›rz›n›z; bu gününüz, bu ay›n›z ve bu beldeniz gibi mukaddestir ve haramd›r. O zaman hoparlör gibi ses ulaflt›racak aletler olmad›¤›ndan Peygamber'imiz her cümleyi söyledikçe Rebîa ‹bn-i Ümeye Halef yüksek sesle bunlar› tekrarl›yor ve bütün cemaate duyuruyordu. Din kemal buluyor, peygamber'in vazifesi tamamlan›yordu. Arafattaki bu hutbeden sonra flu ayet nazil oldu. ... اﻟﻴﻮم اﻛﻤﻠﺖ ﻟﻜﻢ دﻳﻨﻜﻢ واﲤﻤﺖ ﻋﻠﻴﻜﻢ ﻧﻌﻤﺘﻰ ورﺿﻴﺖ ﻟﻜﻢ اﻻﺳﻼم دﻳﻨﺎ... "Bugün size dininizi ikmal ettim. Size verdi¤im nimetleri tamamlad›m ve size din olarak ‹slâmiyeti be¤endim."(2) (2) Maide sûresi, âyet: 3. 433 Befleriyetin dini kemal bulmufl, cihan baflka bir cihan olmufl, insanl›k yeni bir âleme girmiflti. Onun için flöyle demiflti: "Zaman nice nice devirler yapt›ktan sonra Allah'›n yeri ve gö¤ü yaratt›¤› ilk günkü heyetine dönmüfltür." ‹lk hilkat günü gibi temiz ve sakin, saf ve lekesiz.. Bu Hac Veda Hacc›, Belag Hacc›, ‹slâm Hacc› ad›n› tafl›r. Vedâ hacc›d›r; çünkü Hazret-i Muhammed Mekke'de son def'a olarak bulunuyordu. Onlardan ayr›lacakt›. ‹slâm hacc›d›r; çünkü din kemal bulmufltur. Bela¤ hacc›d›r; çünkü dinin esaslar› tebli¤ olunmufltur. Böylece k›sa bir hutbede birçok mes'eleler ele al›nm›fl ve tebli¤ olunmufltur. Baflka hangi kitap bu kadar flumüllüdür ve çeflitli meseleleri bir araya toplay›p halleder. Bu hacda yüz binden fazla insan vard›. Hazret-i Peygamber burada 23 senelik faaliyetinin blançosunu çizmifl, dinin özetini bildirmifl, mesaisinin semeresini görmüfltür. Muvaffakiyet ve zaferin verdi¤i haz, vazifesini baflarman›n verdi¤i manevi nefle ile söyledi de söyledi. Ne büyük mazhariyet, bafllad›¤› ifli sonuna kadar götürmek ve Allah'›n sonsuz nimetlerinin tamamland›¤›n› görmek; bu hiçbir faniye nasib olmam›flt›r. Bu hutbenin bir hususuyeti de bütün befleriyete hitâb etmesidir. Hazret-i Muhammed "Ey müminler, ey müslümanlar" diye de¤il "Ey insanlar" diye umuma hitab ediyordu. Bu hutbeyi Hukuki Befler Beyannâmesi, insan Haklar› Evrensel Beyannâmesi ile mukaayese yapmak bize düflmez: Bu veda hacc› dönüflünde Hazret-i Peygamber Medîne'yi uzaktan görünce flu tekbiri tekrarlad›. "Allah büyüktür, Allah'dan baflka tanr› yoktur. Birdir, flerîki yoktur, mülk O'nundur. Hamd O'na yarafl›r. O her fleye kaadirdir. Biz geliyoruz, tevbe etmifliz, ibadet etmifliz, secde etmifliz, Rabbimize flükretmifliz. Allah vaadini gerçeklefltirdi. Kuluna yard›m etti. Birleflen düflmanlar› periflan eti." VED HACCINDAN SONRA TÜREYEN MÜTENEBB‹LER Vedâ hacc›ndan sonra herkes memleketine dönmüfltü. Ald›klar› talimat› memleketlerine götürmüfller, halka anlatm›fllard›. Yeni dînin ›fl›klar› bütün Arabistan yar›madas›n› ayd›nlatm›flt›. Din kemale ermifl, Hazret-i Mahammed'in risâlet vazîfesi de sona ermiflti. Vedâ hacc›nda bu ihsâs olunmufltu. Ve Müslümanlar›n bir k›sm› bunu sezmifllerdi. Hazret-i Muhammed'in bu parlak muvaffakiyetini görünce, Araplardan baz›lar› ayn› fleyi yapmaya kalk›flt›lar, bir kaç yalanc› Peygamber türedi. 434 Medîne'den uzakta bulunan baz› kabilelerden bunlara uyanlar oldu Yemenliler, Medîne'nin hakimiyetine ›s›namam›fllard›. ‹slâmiyet henüz kökleflmemiflti. ‹slâmiyet günefli Hicaz'da do¤du¤u için Yemenliler asabiyet güdüyordu. Bu yalanc› Peygamberlerin bafl›nda Müseylimetü'l-Kezzab gelir. Müseylime, yalanc› peygamberli¤i yükselmek için bir basamak yapmak istiyordu. Yemâme'den ve benî Haniften idi. Benî Hanif hey'etiyle Medîne'ye gelip Müslüman olanlardan idi. Kabilesi aras›na dönünce asl› fasl› olmayan bir davaya kalk›flt›. Ben de Muhammed gibi Peygamber'im, demeye bafllad›. Cüretini o kadar art›rd› ki, Hazret-i Muhammed'e flu pervas›z mektubu bile gönderdi: "Allah elçisi Müseylime'den Allah'›n Resûlü Muhammed'e selam. Ben senin orta¤›n›m, mülk aram›zda taksim olunmal›d›r. Arz›n yar›s› benim, yar›s› Kureyflîlerin olsun. Fakat Kureyflîler adâlete riayet etmezler ki." Hazret-i Peygamber ona flu karfl›l›¤› gönderdi: "Allah'›n Resûlu Muhammed'den yalanc› Müseylime'ye: Do¤ru yolda gidenlere selam olusun. Arz Allah'›nd›r. Onu diledi¤i kullar›na ihsan eder. Hay›rl› ak›bet müttakilerindir." Müseylime zinay› ve flarab› helâl k›l›yor, böylelikle kendisine taraftar topluyordu. Bir aral›k secah isminde bir kad›n da Peygamberlik iddias›na kalk›flm›fl Müseylime onunla çölde bir çad›rda görüflüp buluflmufl, pek romantik olan bu hadiseden sonra onunla evlenmifl, ona yüzgörümlü¤ü olarak Sabah ve yats› namazlar›n› da ba¤›fllam›flt›r. Yine bu esnada Yemen'de Esvedü'l-Ansi diye an›lan Abhele b. Kâ'b. Peygamberlik iddias›na kalk›flm›fl, Yemen'de isyan ç›karm›flt›. Halk› birbirine kar›p katan bu adam›, uzun maceralardan sonra yeni kar›s› bo¤arak öldürmüfl ve böylece halk onun belas›ndan kurtulmufltur. Beni Esed kabilesinden Tuleyha b. Huveylid de Peygamberlik iddias›nda idiyse de bunu gizli tutmufl, ancak Hazret-i Muhammed'in irtihalinden sonra davas›n› a盤a vurmufltur. ‹slâm tarihinde ilk sars›nt›y› yapan bu yalanc› Peygamberler ve irtidad hadiseleri, Hazret-i Ebû Bekir devrinde devletin bafl›na büyük gaileler açm›flt›r. Bunlardan onun zaman›nda etrafiyle bahsolunur. 435 ÜSÂME ORDUSU Hazret-i peygamber hedefini flimale çevirdi. fiarkî Roma ile harp yapma haz›rl›¤› bafllad›. Buraya gidecek ordunun bafl›na o zaman yirmi yafllar›nda bir genç olan Üsâmeyi getirdi. Üsâme Hazret-i Peygamber'in azatl› kölesi olan Zeydin o¤lu idi, Hazret-i Peygamber her dedi¤ini tatbik ederdi. Bofl vaat halinde b›rakmazd›. Vedâ Hacc›nda, köleler hakk›nda insanlar›n eflitli¤i hakk›nda söylediklerini iflte bu defa da tatbik ediyordu. Kibar Ashab'›n bulundu¤u bir ordunun bafl›na bir köle o¤lunu Baflkumandan yapt›. ‹slâm'›n getirdi¤i müsâvât› henüz hazmedemeyenlerin yersiz itirazlar›n› susturarak koca bir orduyu yirmi yafl›nda bir genç olan bir köle zadeye teslim etmek; bunda ‹slâmiyet'in hem kölelere verdi¤i mevkii anlamak hem de gençli¤e verilen ehemmiyeti görmek kaabildir. ––––––––oOo–––––––– 436 Y‹RM‹ DOKUZUNCU BÖLÜM HAZRET-‹ PEYGAMBER'‹N HASTALANMASI Üsâme ordusu, hareket edece¤i s›rada Hazret-i Peygamber hastaland›. fiimdiye kadar hastaland›¤› yoktu. O gayet muntazam yaflard›. Az yerdi, temizli¤e gayet dikkat ederdi. S›hhatin flartlar› da bunlardan ibâret de¤il mi? Ömründe bir def'a hafif bir k›rg›nl›k geçirmiflti. O da Hicretin alt›nc› y›l›nda idi, buna hastal›k denemezdi, bir ifltihâs›zl›ktan ibâretti. Hicretin yedinci y›l›nda Yahûdî kar›s›n›n zehirledi¤i koyun etinden bir lokma al›nca o zehir te'sirini göstermiflti. fiimdi hastalan›nca o zehir vücûdunu h›rpal›yordu. Hastal›¤› esnâs›nda: – "Yahûdîlerin hani o zehri yok mu? Beni bitiriyor, içimde her damar›m›n y›rt›ld›¤›n› hissediyorum," derdi. S‹LÂH ARKADAfiLI⁄ININ MUKADDES BORCU Uhut harbindeki fiehitlerin Cenâze Namaz› k›l›nmam›flt›. Onlar›n aziz hât›ralar› Peygamber'in kalbinde yafl›yordu. Vedâ Hacc› dönüflünde onlar› ziyâret ederek haklar›nda hay›r duâ etti. Bunu müteâkip bir hutbe îrâd ederek flunlar› söyledi. "Sizin bir daha putperestli¤e dönmenizden kat'iyyen endifle etmiyorum. Kayg›land›¤›m fley; sizin dünya da¤da¤as›na koyularak servet ve sâmâna dalarak birbirinizin kan›n› dökmenizdir. ‹flte o zaman siz de, sizden evvelki milletler gibi mahvolursunuz." ESRÂRENG‹Z B‹R Z‹YÂRET Milâd›n 632, Hicretin 11'inci y›l›, Safer ay›n›n on dokuzu, bir pazar günü gecesi, esrârengiz bir ziyâret vuku' buluyor. Gecenin karanl›¤›nda 437 flehir hâricine ç›k›yor, Bakî'ye giderek mezarl›kta yatanlara selâm veriyor. Biz de yak›nda sizin aran›zda olaca¤›z diyor! Vedâ Hacc›n›n bu fâni dünyadan ebediyyet âlemine göçme gününün yaklaflt›¤›na iflâretler vard›. fiimdi de bu esrârengiz ziyâret vuku' bulmufltu. Bunlar hep tesâdüfî fleyler de¤ildi. Hazret-i Muhammed'in saf ve tâhir rûhu semâ ile temâs hâlinde idi. Kendisi ‹lâhî vahye mazhard›. Son dakikalar›n yaklaflt›¤› haberini alm›flt›. As›l benim vah bafl›m yâ Âifle: Mezarl›k ziyâretinden dönüflünde hastal›k ciddî bir hal ald›, Âifle'nin yan›na u¤rad›. Âifle ona bafl›n›n a¤r›d›¤›ndan flikayet etmifl, vah bafl›m, demiflti. Hazret-i Peygamber de buna flöyle mukaabele etmiflti: – "Senin de¤il, as›l benim vah bafl›m!" Hastal›k art›nca: Hastal›¤›na ra¤men devlet iflleriyle meflguldü. Yemen'de türeyen yalanc› Peygamber Esvedü'l-Ansi'ye dâir haberleri merakla tâkip ediyordu. Üsâme ordusunun haz›rl›¤› ve hareketiyle yak›ndan ilgileniyordu. Üsâme'nin kumandan ta'yîn edilmesine i'tirâz edenlere, hastal›k hâline bakmayarak cevap vermiflti. Hastal›¤› günden güne a¤›rlafl›yordu. Buna ra¤men yine Mescide ç›k›yor, namazda imam oluyor, cemâate vakit namazlar›n› k›ld›r›yordu. Nihayet birgün hastal›¤› Onu dermans›z düflürdü. Mescide ç›kamad›. Son k›ld›rd›¤› namaz Akflam namaz› idi. Hayât› boyunca en sâd›k dostu ve yâr-› ¤âr› olan Ebû Bekr'i namaz k›ld›rmak için yerine ta'yin etti. Hazret-i Âifle buna i'tirâz etti: – Babam›n kalbi yumuflakt›r, Kur'an okurken dayanamaz a¤lar, dedi. Hazret-i Peygamber yine: Ebû Bekr namaz k›ld›rs›n, deyince Âifle ayn› sözü tekrarlad›. Ebû Bekr üç gün ‹maml›k yapt›. VAS‹YYET YAZDIRMAK ARZUSU ‹rtihâlinden dört gün evvel müslümanlar› âtîde her ihtilâftan korumak üzere bir fley yazd›rmak düflüncesiyle kalem ve k⤛t istedi. Ne yapaca¤›n› anlamad›klar› için acaba hastal›¤›n te'siriyle mi yap›yor diye konuflanlar oldu. Hastal›¤› halinde onu rahats›z etmiyelim, dediler. Bunun üzerine yazd›rmak istedi¤i, yaz›lmadan kald›. Acaba ne yazd›racakt›? Bunu bilmiyoruz. fiîa ile Ehl-i sünnet aras›nda 438 ihtilâfa yol açan meselelerden biri de bu olmufltur. fiîa Hazret-i Alî'yi Halîfe ta'yin edip vasiyyet yapaca¤›n› söylerler. Bunu nereden biliyorlar? Hiç anlafl›lamayan bir iddia. Böyle bir fley olsayd›, onu sonra da yazd›rabilirdi. fiu da muhakkakt›r ki, ondan sonra üç flifâhî vasiyyet yapm›flt›r. Belki yazd›rmak istedi¤i fleyler bunlard›. 1– Arap yar›madas›nda müflrik kalmayacak, 2– Kabilelerden gelen heyetler kendi zaman›nda oldu¤u gibi ikramla karfl›lanacak, 3– Ravi üçüncü nokta hat›r›mda kalmam›fl, diyor. NES‹ VARSA SADAKA OLARAK DA⁄ITIYOR Hastal›¤›nda Hazret-i Âifle'nin evinde yat›yordu. Yan›nda yedi dirhem paras› vard›. Onlar› sadaka vermelerini söyledi. Hastal›¤›yle meflgul olduklar›ndan telaflla unutmufllar, onlar› fukaraya da¤›tmam›fllard›. Bir aral›k hastal›¤› hafifleyince paralar› ne yapt›n›z? diye sordu. Hazret-i Âifle: Duruyor, dedi. Onlar› getirtti, avucuna alarak: – Bunlar elde dururken ölürsem, Allah hakk›ndaki itikaad›m nice olur? dedi ve hepsini fakirlere sadaka olarak verdi. Ölürken elinde altun, gümüfl nam›na bir fley kalmad›. Bir kaç ev eflyas› kald›. (Siyerciler: elbise, iki kilim, çarflaf, su kab›, tarak, makas, misvak gibi fleyler zikrederler.) 20 deve, 100 koyun, 7 keçi, bir kat›r ve silahlar› vard›. Medîne'de arazisi, Fedek ve Hayber'de hisseleri vard›. Bunlardan zevcelerine hisseler tahsis ettikten sonra kalan›n› yolculara, misafirlere, gelen heyetlere sarfolunmak üzere vasiyet etti, nesi varsa millete b›rakt›. KIZI FÂTIMAYLA BAfi BAfiA Hazret-i Peygamber hastal›¤›nda Hazret-i Âifle'nin odas›nda yat›yordu. K›z› Hazret-i Fat›ma her gün gelip babas›n› ziyaret eder, hat›r›n› sorard›. Hayatta biricik evlad› k›z› Fat›ma kalm›flt›. Haticenin sevgili yadigâr›, babas›n›n biricik nazl› kuzusu idi. Fat›ma evine gelince, onu ayakta karfl›lar, kucaklay›p öper, yerine oturturdu. Hastal›¤›ndaki bu ziyaret çok hazin olmufltu. Fat›ma, babas›n› bitkin halde görünce: – Kim bilir ne ac›lar çekiyor babac›¤›m, diye inledi. – Babas›n›n sevgili kuzusu, bu günden sonra babac›¤›n hiç ac› çekmiyecek" dedi. Bu elem dünyas›ndan göçece¤ine iflaretti. 439 Fat›ma göz yafllar›n› tutamad›. – "Niye a¤l›yorsun yavrum; yerde ve gökteki kad›nlar›n içinde en hay›rl›s› olmak sana yetiflmez mi." (‹slâm tarihleri en hay›rl› ve faziletli kad›n olarak flunlar› sayarlar Meryem, Hatice, Fat›ma ve Âsiye) Hazret-i Fat›ma en hay›rl› bir kad›nd›. Bununla beraber Hazret-i Peygamber ölüm döfle¤inde ona flu fazilet dersini vermiflti. – "Ey Peygamberin k›z› Fât›ma! Sen, âhiret gününün mes'uliyetinden kurtaracak hay›rl› ifller yapmaya bak, Peygamber k›z› olmak sana bir fley kazand›rmaz, ben seni o günün dehfletinden kurtaramam!" HASTALI⁄INDAK‹ HUTBELER‹ Hastal›¤› esnas›nda bir kaç defa Ashab'a baz› meseleleri izah etmek arzusunda bulunmufltu. Bir defas›nda, Ensar ile Muhacirler aras›ndaki kardeflli¤i takviye ederek flunlar› söylemiflti: "Ey Muhâcirler, sizlere dahi vasiyetim budur ki, Ensâr'a güzel muamele ediniz, onlar size iyilik ettiler, sizi kendi memleketlerine getirdiler, hanelerinde bar›nd›rd›lar, geçinme hususunda bafllar› darda iken sizleri kendi üzerlerine tercih ettiler, mallar›na ortak eylediler. Her kim Ensâr üzerine hakim olursa onlara riayet etsin ve içlerinde kusur edenler bulunursa affeylesin. Ey nâs, âlemde olup biten ifller, kaza ve kader-i ‹lahiye ba¤l›d›r. Vaktiyle olacak iflleri ta'cilde fâide yoktur. Cenâb-› Hak, kimsenin tacili ile acele etmez, Allah'›n kaza ve kaderine galebe sevdas›nda olanlara ma¤lûb olurlar. Taraf-› ‹lahiye hud'a etmek isteyenler aldan›rlar, hâip ve hâsir kal›rlar. Ben size flefkat ve merhametliyim. Sizler yine bana kavuflacaks›n›z, bulaflaca¤›m›z yer, Havz-› Kevser kenar›d›r. Her kim Havuz kenar›nda benimle buluflmak isterse elini ve dilini mâlâ' yaniden sak›ns›n! Ey halk, günah ve masiyet, nimetin de¤iflmesine sebep olur. E¤er halk, yar ve muti olursa, emîrler, âmirler ve bafltakileri de öyle olur. E¤er halk fâcir olursa, onlar da ona göre olur." SON HUTBELER‹NDEN B‹R‹ O, hastal›¤›na ra¤men irflat vazîfesini hiç bir zaman ihmâl etmezdi. Yine hastal›¤› esnas›nda îrâd etti¤i hutbelerinden birinde ‹slâmiyet'in teâlimini ashab›na pek güzel bir surette derli toplu olarak flöyle anlatm›flt›: 440 "Ey nâs, bilmifl olun ki, bu dünyâdan göçme zamân›n›n geldi¤i bana haber verildi. Allah'›ma kavuflaca¤›ma seviniyorum. Ümmetimden ayr›laca¤›m için de mahzûnum. Ey nâs vasiyyetimi dinleyin, belleyin, burada bulunanlar bulunmayanlara tekrarlas›n. Allah gönderdi¤i Kitapta size helâl ve haram k›ld›¤› fleyleri, yapaca¤›n›z ve sak›naca¤›n›z fleyleri bildirdi. Siz o Kitab›n ak›llara hayret veren hükümlerine itaat ediniz. Sayd›¤› örneklerden ibret al›n›z. Sizi Cennetten uzaklaflt›ran, Cehenneme, yaklaflt›ran heveslerden ve flehvetlerden çekininiz, topluluktan ve do¤ruluktan ayr›lmay›n›z. Emanete hiyanet etmekten sak›n›n›z ve Allah'tan korkunuz. Kölelerinize ve kar›lar›n›za eziyet etmeyiniz. Onlar›n haklar›n› gözetiniz. Çolu¤unuza çocu¤unuza ilim ve edep ö¤retiniz. Onlar sizin yoldafl›n›zd›r ve size emânettirler. Ey halk, Âl ve Ehl-i beytime ve Kur'an'› bilenlere sevgiden ayr›lmay›n›z. Âlimlere sayg› gösterin, onlara kin gütmeyin, onlar› k›skanmay›n, Bilmifl olun ki onlar› seven beni sevmifl olur. Ey halk, taharete riayet edip namaza devam edin. Mal›n›z›n zekât›n› verin, zekât vermeyenin namaz› da yoktur. Namaz› olmayan›n ise orucu, hacc›, cihad› ve dini yok demekdir. Ey nâs, dilinizi tutun, gururu b›rak›n, büyük ifller baflar›n, vücudlar›n›z› iflletin, tenbel olmay›n›z. Düflmanlar›n›zla savafl›n, mescitlerinizi ma'mur tutun, îmân›n›z› kuvvetlendirin. Önce kendi nefsinize, sonra kardefllerinize nasihat edin, namusunuzu koruyun, mal›n›zdan sadaka verin, birbirinizin nâil oldu¤u flerefi k›skanmay›n, kendinizi esirlikten kurtarmaya çal›fl›n, zulmetmeyin, Allah hesap gününde zalimi bizzat muhakeme edecektir. Ben haberimi ald›m. Allah'a gidiyorum. Dininizi ve emanetinizi Allah'a ›smarlad›k. Ey ashab›m ve ey cemaat, sizlere selametler dilerim. Allah'›n rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun." EMSALS‹Z B‹R BÜYÜKLÜ⁄ÜN MANZARASI ‹rtihalinden iki gün evveldi. Bir taraf›ndan Abbas o¤lu Fadl, di¤er taraf›ndan Ali tutmufl, bitkin bir halde Mescide geldi, Sîmas›nda tasvîri kaabil olmayan bir tebessüm dalgas› dolafl›yordu. A¤›r a¤›r minbere ç›kt›. Yüzünü cemaate döndü: – "Ey Müslümanlar, dedi fiayet birinize karfl› fena bir muamelede bulunduysam onun karfl›l›¤›n› kabule amadeyim. 441 – Kime vurduysam, iflte arkam gelsin vursun; – Kimin bende alaca¤› varsa, iflte mal›m, gelsin hakk›n› als›n." Ashaptan biri üç dirhem alaca¤› oldu¤unu söyedi. Çünkü bu üç dirhemi Peygamber'in emri üzerine bir fakire sadaka vermiflti. Bu para derhal verildi. Târih böyle bir manzara görmüfl ve kaydetmifl de¤ildir. O böyle mütevazi ve böyle büyüktü. Âhirete de öyle göçüyordu. ﺗﻠﻚ اﻟﺪار اﻵﺧﺮة ﲡﻌﻠﻬﺎ ﻟﻠﺬﻳﻦ ﻻ ﻳﺮﻳﺪون ﻋﻠﻮًا ﻓﻰ اﻷرض وﻻ ﻓﺴﺎدًا واﻟﻌﺎﻗﺒﺔ ﻟﻠﻤﺘﻘﲔ "O Âhiret evi, onlar›nd›r ki, yer yüzünde tehakküm da'vas›nda de¤ildirler, fesat peflinden koflmazlar. ‹yi ak›bet müttakilerindir." (1) SON DAK‹KALAR 8 Hazirana rastlayan Rebîülevvel ay›n›n Pazartesi günü, s›cak bir gün, Medîne semâs› saf ve berrak, Seher vaktinin tatl› havas› esiyordu. Hazret-i Peygamber hastal›¤›n›n hafifledi¤ini hissetti. Sabah namaz›nda Mescide ç›kt›. Ebû Bekr'in arkas›nda cemaat oldu. Oturdu¤u yerden ona uyarak namaz›n› k›ld›. Sonra Ashab›na flunlar› söyledi: "Ben Kur'an'›n helâl k›ld›¤›n› helâl k›ld›m, haram etti¤ini de haram ettim. Sizden evvelki milletler Peygamberlerinin ve evliyan›n mezarlar›n› birer ibadetgah ittihaz etmifllerdi. Sizi böyle bir fley yapmaktan men ederim." Müslümanlar hastal›¤›n›n hafiflemesine çok sevindiler. Hazret-i Ebû Bekr Medîne kenar›nda, Sunuh'daki evine gitmek için müsâade bile ald›. Fakat, ölümün önünden gelen bir hafiflik idi. Odas›na dönünce dermans›zl›¤›n› daha çok hissetti. Ö¤leye do¤ru idi, nefesi a¤›rlaflm›flt›. Son dakikalar yaklafl›yordu. Dili Zikru'llah ile meflguldü: "Ya Rab, ölüm fliddetine karfl› bana kolayl›k ver. Can›m› tatl›l›kla al" Bafl› Âifle'nin kuca¤›nda, gö¤süne dayal› idi. Nefesi darlafl›yor, a¤›r a¤›r soluyordu. fiu son dakikalar›nda bile irflat vazifesini ihmal etmiyordu. Yan›ndakilere flöye diyordu: – "Namaz›n›z ve elinizde bulunan köleler hakk›nda dikkatli olun." Yan›nda bir kaba so¤uk su koymufllard›; elini suya bat›r›yor, yüzünü ›slat›yordu. Hava s›cakt›, haziran›n s›cak günlerinden biri, gök yüzü saft›; (1) Kasas sûresi, âyet: 83 442 hilkat gönünde oldu¤u gibi. Elini kald›rd›. Parma¤iyle semaya iflaret itti. "Refîk-› a'lâya, Yüce dosta.." dedi. Ve eli yan›na düfltü. Art›k ne bir ses, ne bir nefes... Derin bir sükût. Etraf›ndakiler hepsi mebhut; gözleri semaya dikili kald›. Rûh-› pür fütûhu, A'lâ-y› ‹lliyyîne, Âlem-i Akdes'e, Hazîret-i Kudse uçtu. ACI HABER‹N ACI TE'S‹R‹ Ac› hakikati ö¤renince herkes flafl›rd› kald›. Bu ac› haberi duyanlar y›ld›r›m vurmufla döndü. Medîne'nin üstünü derin bir matem havas› kaplad›. Bir k›s›m insanlar Hazret-i Peygamber'in öldü¤üne inanmak istemiyorlard›. Bunlar›n bafl›nda Hazret-i Ömer gelmektedir. Hazret-i Ömer: Her kim Muhammed öldü derse, onun boynunu vururum, dedi. En fliddetli ve nâzik anlarda bile metânetini kaybetmeyen Ömer, acabâ neden böyle yap›yordu. Ölüm insan› böyle flafl›rt›r. Ancak burada bir reis seçilmeden bu haber yay›l›rsa, ç›kacak fitneyi önlemek için Ömer'in bu sözü söylemifl olmas› gibi bir ihtimal de hat›ra gelebilir. Hazret-i Ebû Bekr, Sunh'daki evine gitmiflti. Ac› haber kula¤›na eriflince derhal döndü. Mescide kofltu. Feryad ve fîgandan ac› hakikati anlad›. Ashab'›n ihtilaf›n› da gördü. Âifle'nin odas›na girerek Hazret-i Peygamber'in yüzünü açt›. Gözyafllar› aras›nda: Hayat›n da ne temiz, memât›n da ne temiz yâ Resûlallah, dedi. Ve Ashab aras›na ç›karak flunlar› söyledi: "Kim ki, Muhammed'e tap›yorsa bilmifl olsun ki Muhammed ölmüfltür; kim ki Allah'a tap›yorsa, bilsin ki, Allah dâim ve bâkidir." Hazret-i Ebû Bekr, Muhammed öldüyse, eseri bâki kalaca¤›n› hat›rlatt›ktan sonra bu meâldeki âyeti okuyarak sözlerini bitirdi. SAK‹FE HÂD‹SES‹ Bu s›rada Ensârdan bir k›sm› Sa'd b. Ubade'nin hanesinde toplanarak Müslümanlara seçilecek reis, emîr mes'elesini müzakere etmeye bafllam›fllard›. Sa'd b. Ubâde'ye, seni emir seçelim, diye teklif ediyorlard›. Hazret-i Ömer bunu duyunca hemen Ebû Bekr'i yan›na alarak oraya kofltu. Orada fliddetli tart›flmalar bafllad›. Ensar ve Muhacirler iki gruba ayr›l›yordu. Her iki taraf Hazret-i Peygamber'in yerine, Müslümanlara emir olmak makam›na kendilerinden birini münasip görüyordu ve kendi taraf›n› ö¤üyordu. 443 Ensar'›n sözcüsü olarak Sa'd b. Ubade flöyle demiflti: "Ey Ensâr, sizin dince nâil oldu¤unuz fazilet ve meziyyet baflka kabilelerde yoktur. Muhammed nice y›llar kavmi içinde durdu. Onlar› dîne davet etti. ‹çlerinde pek az kimse imana geldiyse de, müflriklerle cihada ve dîni kuvvetlendirmeye kaadir olamad›lar. Vaktâ ki Cenâb-› Hak, sizin saadetinizi murad buyurdu, sizi ‹slâmla flereflendirdi, Hazret-i Peygamber'le Ashâb›n›n himâyesini, cihatla ‹slâmiyeti takviyeyi size müyesser k›ld›. Düflmanlara karfl› en ziyade fliddet gösteren sizler oldunuz; Arap tâifeleri sizin sâyenizde ister istemez itâate geldi, Peygamber sizden râz› idi. fiimdi emirlik sizin hakk›n›zd›r." Muhacirler taraf›ndan Hazret-i Ebû Bekr bu iddialara flu sözlerle mukaabele etti. "Bu millet eskiden tafldan ve a¤açtan yap›lm›fl putlara tapard›. Allah Tevhid dînini kurmak için peygamber'ini gönderdi. Arap kavmine atalar›n›n dînini terk etmek güç geldi. Allah, ilk Muhacirleri îman ile mümtaz k›ld›. Onlar da peygamber'e yâr oldular. Müflriklerin iflkencelerine katland›lar. ‹lk Hakka tapan, ilk Resûlüne inanan onlar oldu. Peygamber'in yâri, yard›mc›s›, kabîlesi onlard›r. Bu cihetle emirli¤e onlar lây›kt›r. Bu hususta onlara kimse münazara edemez. Me¤erki zâlim ola. Ey Ensâr, sizin de dince k›deminiz ve meziyetiniz inkâr olunamaz. Allah sizi dînine, Peygamber'ine nusret için seçti. Peygamber'in hicreti size nasib oldu. Bizce de ilk Muhacirlerden sonra sizin mertebenizde baflka kimse yoktur. Peygamber'e nusret ettiniz, onun için iddia etti¤iniz flerefin ehlisiniz. Buna kimsenin bir diyece¤i yoktur. Fakat emirlik bahsinde Arap kabileleri ancak Kureyfl'i tan›r. Baflkas›n›n baflbu¤ olmas›n› kabûl etmez. Zîrâ Kureyfl, hasep ve nesepçe Arab›n efdalidir. Memleketleri Arabistan'›n tam ortas›ndad›r. Emirler bizden olsun, vezirler de sizden. Hiçbir meflveretten geri b›rak›lmazs›n›z. Sizin reyiniz al›nmad›kça bir ifl görülmez." Bu sözler de toplant›daki gergin havay› yat›flt›ramam›flt›. Hazret-i Ömer ile Hubâb ibn-i Münzir aras›nda sert tart›flmalar bafllam›flt›. Ebû Bekr Ömer'i yat›flt›rmaya çal›fl›yor, vaziyet nezâket kesbediyordu. Hazret-i Peygamber hastal›¤› halinde ‹mâmete Ebû Bekr'i tayin etmiflti. Bunda bir nevi iflaret yok muydu? ‹flte bunu anlayan Ömer, Hazret-i Ebû Bekr'e: – Ver elini dedi. Ve ona biat etti. Mes'ele hallolundu. Oradakilerin hepsi Ömer'i takib, Muhacirler ve Ensar hepsi ona biat ettiler. Bu toplant›da Hazret-i Ali bulunamam›flt›. Çünkü o Hazret-i Peygam444 ber'in Na'fl-› mübarekinin bafl›ndan ayr›lm›yor, Cenaze haz›rl›klariyle meflgul oluyordu. Ertesi Sal› günü Mescitte Hazret-i Ebu Bekr'e umum halk biat etti. Böylelikle Hazret-i Ebu Bekr ilk halife seçildi. Orada halka bir hutbe irad etti. Hulafâ-y› râflidîn'in birincisi olan Hazret-i Ebû Bekr'in ilk hutbesi flöyle idi: "Ey halk, ben sizin üzerinize vâli ve emîr oldum. Halbuki sizin en hay›rl›n›z de¤ilim. E¤er iyilik edersem bana bu hususta yard›m yap›n›z, e¤er fenâ fleyler ifllersem bana do¤ru yolu gösteriniz, do¤ruluk emânettir. Yalanc›l›k hiyanettir. Sizin zaifiniz, benim indimde kavidir ki onun hakk›n› müdafaa ederim. Kaviniz, benim indimde zaiftir ki, ondan, baflkas›n›n hakk›n› al›r›m. Cihad› terk etmeyin, cihad› terk eden kavim zelil olur. Bir millet aras›nda fuhufl yay›l›rsa onlar türlü felaketlere dûçâr olur. Ben Allah'a ve Resûlüne itaat ettikçe siz de bana itaat edin. Ve e¤er ben Allah'a ve Resûlüne âsî olursam, sizin de bana itaatiniz laz›m gelmez. Kalk›n namaza." HAZRET-‹ PEYGAMBER'‹N DEFN‹ Hazret-i Peygamber'in techiz ve defniyle irtihalinin ikinci günü olan Sal› günü meflgul olundu. ‹bn-i Esîr'in yazd›¤› veçhile baz›lar› Hazret-i Peygamber'in üçüncü, Çarflamba günü defnolundu¤unu söylerlerse de sahih olan ikinci günü defnolundu¤udur. Hilâfet intihâbiyle vakit geçmiflti. Büyüklerin cenazesi zaten biraz bekler. Hazret-i Ali, Abbas o¤lu Fadl, Üsame b. Zeyd, kölesi fiokrân cenâze'nin gasliyle meflgul oldular, Hazret-i Ali y›kam›flt›. Nereye defnolunaca¤› meselesi müzakere edildi. Baz›lar› Mekke'ye baz›lar› da Enbiyan›n makam› olan Kuds'e defnolunmas›n› teklif ettiler. Hazret-i Ebû Bekr" peygamberler öldükleri yere defnolunurlar" dedi ve Hazret-i Âifle'nin odas›na mezar kaz›ld›. Hazret-i Âifle diyor ki: "Hazret-i peygamber aç›k bir yere defnolunmad› Çünkü aç›k yere defnedilmifl olsa, halk›, Onun mezar›n› tazim etmekten men etmek çok müflkül olurdu." Mezar›n yerini tayin etmek meselesi de münakafla edildi¤inden, defin ifli çok geç kalm›flt›. Akflam karanl›¤› çökmüfltü. Cenâze namaz›n› k›lmak da uzun sürmüfltü. Oda küçük oldu¤undan küçük küçük cemâatler hâlinde Namaz› k›l›yorlard›. Evvelâ erkekler, sonra kad›nlar, sonra çocuklar saf saf olarak s›ra ile son vazifeyi ifâ ettiler. Son vedâ da böylece yap›ld›. Namazda 445 ‹mam yoktu. Herkes kendisi Namaz›n› k›l›yordu. Kalpler mahzun, herkes matem içinde büyük nafl›n huzurunda mukaddes borcunu ödüyordu. Aradan 14 as›r geçti¤i halde biz bu gün bu manzara karfl›s›nda sars›l›yoruz. Hazret-i Peygamber'e karfl› son vazifelerini ifa eden kibar-› ashab›n endiflelerini art›ran bir nokta vard›. Daha Hazret-i Peygamberin hayat›nda Arabistan'da yer yer yalanc› peygamberler türemeye bafllam›flt›. Acaba flimdi ne olacakt›. Bunu Hazret-i Ebû Bekr dirayetli siyasetiyle önleyecektir. Burada fluna iflaret edelim ki, ancak imamlar› zaif olan kimseler dinden dönmek istemifllerdir. ‹flin garibi mekkeliler aras›nda bile bu sezilmifltir. Mekke valisi olan Attab ibn-i Esîd bundan endifleye düflmüfltü. Süheyl b. Amr burada büyük bir dirayet göstermifl, flüpheye düflenleri ikaz etmifl: Kim böyle bir fleye kalk›fl›rsa boynunu vururum, dedikten sonra: – Ey Mekkeliler, siz en son müslüman oldunuz. fiimdi de ilk irtidâd edenlerden olmay›n; diye ihtarda bulundu MÜBAREK CESED‹N KABRE ‹ND‹R‹LMES‹ Cenaze namaz› k›l›nmak uzun sürdü¤ünden Hazret-i Peygamber gece, mezâr›na indirilebilmifltir. Hazret-i Fât›ma, babas›n›n kabrinden bir avuç toprak al›p koklad› ve: "Onun mezar›n›n topra¤›n› koklayan›n hâli nice olur, ömrünün sonuna kadar yemek kokusu almak istemez." dedi ve ilave etti: "Benim üzerime öyle musibetler çöktü ki, e¤er onlar gündüzlerin üzerine dökülse gece olur, karalara bürünürlerdi." diye a¤lad› ve herkesin ci¤erini da¤lad›. ‹NSANLI⁄A KALAN BÜYÜK M‹RAS Hazret-i Fat›ma, Hayber ve Fedek arazisinden miras hissesi istedi. Ebû Bekr "veremem" dedi. Fât›ma: – Sana kim mirasc› olur? diye sordu. – Evlatlar›m, dedi. – Ben neye babama mîrasc› olam›yorum? deyince, Hazret-i Ebû Bekr: "Biz Peygamber'lere kimse varis olamaz. B›rakt›¤›m›z sadakad›r." hadis-i flerifini söyledi ve: E¤er sana hediyye ettiyse verebilirim, dedi. Hazret-i Fat›ma böyle bir iddiada bulunmad›. 446 Hazret-i Peygamber nesi varsa ferdlere de¤il, millete b›rakt›. O, dünyâda bir mal b›rakmadan ebediyyete gitti. Fakat muazzam bir manevî miras b›rakt›. Edebî ve ebedî bir miras. ‹nsanl›¤a onurlu yolu gösterdi. Medeniyyet-i fad›le kurdu. Bütün ömrünü insanl›¤a hizmet hasretti. Hay›r ve fazilet dersleri verdi, Hakka ve hidayete ulaflt›rd›. ‹nsanl›¤›n en büyük mürflidi oldu. Âlemlere rahmet olarak gönderildi. Ebedî hayata götüren yollar› ayd›nlatt›. Ahlâk›, faziletleri talim eti. Büyüklere sayg›, küçüklere sevgi afl›lad›. Bütün mahlukata flefkat göstermeyi ö¤retti. Kimsenin kalbini k›rmam›fl, kimseyi hor ve hakir görmemifltir. Herkese, Allah'a mut'i kullar, befleriyyete faydal› kâmil insanlar olmay› telkin etti. Adâlet ve insaf dâiresinde muâmele yapmak, böylece kâmil insan nümûnesi olmak... iflte Hazret-i Peygamber'in hayat› bunu ö¤retir. Onun hadimlerinde Hazret-i Enes derki: "On sene Peygamber'imizin hizmetinde bulundum. Bana bir defac›k olsun (OF) dedi¤ini iflitmedim." Hidâyet, nur, rahmet ve fazîlet dolu temiz bir hayattan sonra ebediyyet âlemine göçtü Arkada dünyâ mal› de¤il, fakat büyük mânevi bir mîras b›rakt›. Beflerin ebedî dîni olan ‹slâm dînini tebli¤ etti ve bu ‹lâhî risâleti bihakk›n îfâ eyledikten sonra mübarek cesedi Ravza-i Mutahhareye tevdi' edildi. Rûh-› Pürfütûhu, A'lâ-y› ‹lliyyîne yükseldi. Onun hayât› bizim tasvir ve tasavvurumuzdan çok daha yüksektir. – "Ona, Âl ve Ashab›n salatü selâm olsun?" SON 447 BAfiLICA KAYNAKLAR Bu eser haz›rlan›rken: Âlûsî, Ebu's-Suûd, Kaadî Beyzâvî gibi büyük müfessirlerin tefsirlerine, muhtelif Buhârî ve Müslim flerhlerine, Teysîrü'l-Vüsûl, Mecmaü'z-Zevâid gibi derli toplu hadis kitaplar›na müracaat olunmufltur. Bu zikrolunanlardan mâadâ bafll›ca me'hazlar flunlard›r: Abdülmelik b. Hiflâm: Sîret-i ‹bnî Hiflâm, Ebû Ca'fer Muhammed bin Cerîr-i Taberî: Târihü'r-rüsül ve'l-Mülûk, ‹zzeddin Ebu'l-Hasen Ali ‹bn-i Esîr: El-Kâmil fi't -Târîh, Kaad î Abû'l-Fadl Iyâd: Efl-fiifâ' bi-Tâ'rîf-i Hukuk-› Mustafâ, fiemsüddin ‹bnü'l-Kayyim el-Cevzî: Zâdü'l-Meâd fi Hedy-i Hayri'l-‹bâd, fiihâbüddin Ahmet Kastalânî: Mevâhib-i Ledüniyye, Abdülvehhab Neccar: K›sasü'l-Enbiyâ, Muhammed Hüseyn Helkel pafla: Hayât-› Muhammed, Ahmet Cevdet pafla: K›sas-› Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Mevlânâ fiiblî ve Süleyman Nedvî: Asr-› Saâdet, Emir Ali: ‹slâm'›n Rûhu, Mahmut Esat: fierîat-› ‹slâmiyye ve Mister Carlyl. 449 ‹Ç‹NDEK‹LER Ön söz ............................................................................................................. 5 B‹R‹NC‹ BÖLÜM Girifl ................................................................................................................ 7 ‹sâmiyet'in zuhuru s›ras›ndaki dünya ahvaline umumi bir bak›fl ................. 7 ‹ran ................................................................................................................. 8 Bizans ............................................................................................................ 9 M›s›r ............................................................................................................... 9 Kad›nl›¤›n durumu ...................................................................................... 11 ‹K‹NC‹ BÖLÜM ‹lk medeniyetlerin yata¤› ve Arabistan ........................................................ 17 Putlar›n enva› ............................................................................................... 20 Arabistan'da Hanifler ................................................................................... 23 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Kâ'be ve Kureyfl .............................................................................................27 Kâ'be'deki vazifeler ..................................................................................... 28 fieybe Abdü'l-Muttalib oluyor ...................................................................... 31 Zemzem kuyusunun temizlenmesi ............................................................. 31 ‹kinci ‹smâil ................................................................................................. 32 Ebrehe'nin Kâbe'ye hücumu .........................................................................32 451 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Abdullah evleniyor ...................................................................................... 35 Abdullah'›n mirâs› ........................................................................................ 36 Peygamberimizin do¤umu .......................................................................... 36 Hazret-i Peygamber bâdiyede ..................................................................... 38 Ac›kl› bir ziyaret ........................................................................................... 40 Abdü'l-Muttalib torununa hâmi ar›yor ........................................................ 41 Ebû Tâlib'in himayesinde ............................................................................ 42 Sûriye'ye ilk seyahat .................................................................................... 44 Ficar harbi .................................................................................................... 46 H›lfü'l-Fudûl=Fudûl andlaflmas› .................................................................. 46 Peygamberimiz ticaret yolunda ................................................................... 47 Hazret-i Hatice ile izdivac ........................................................................... 49 Hazret-i Muhammed aile reisi ..................................................................... 50 Hazret-i Muhammed'in evlatlar› .................................................................. 50 Kâbe'nin tamiri ............................................................................................ 52 Putperestlikten ictinab› ................................................................................ 54 Putperestli¤in y›k›lmas›na do¤ru ................................................................ 55 BEfi‹NC‹ BÖLÜM Gar-› H›râda ................................................................................................. 59 ‹lk vahiy geldi¤i zaman ............................................................................... 61 ‹lk vahiy rüyada m›, uyan›kken mi bafllad ›? ............................................... 62 ‹lâhi ve büyük vazifenin mes'uliyeti ........................................................... 63 Varaka ne demiflti? ....................................................................................... 63 ‹lk Müslümanlar ........................................................................................... 65 Hazret-i Ali'nin ‹slâm'› kabûlü ..................................................................... 65 Hazret-i Ebû Bekir'in ‹slâmiyeti kabûlü ...................................................... 66 ‹nk›tâ-i vahiy ................................................................................................ 67 Bu dine ilk girenler kimlerdi? ...................................................................... 68 Gizli ibadet zamanlar› .................................................................................. 69 Halis Mü'minler ............................................................................................ 69 452 Âflikâre davet ............................................................................................... 70 ‹lk müslümanlar›n maruz kald›klar› iflkenceler .......................................... 72 Bilâl-i Habefli .................................................................................................73 Ammâr b.Yâsir ...............................................................................................74 Suheyb-i Rûmî .............................................................................................. 74 Habbab b. Eret ...............................................................................................75 Hareme akan kanlar .................................................................................... 77 Bunca ezalara niçin katlan›yorlard›? ........................................................... 77 Hazret-i Peygamber'e en çok düflmanl›k yapanlar ..................................... 78 Kureyfl'in ‹slâmiyet'e düflmanl›¤›n›n sebepleri ........................................... 81 Fazilet mücadelesi ....................................................................................... 84 Tarihin nazik anlar›nda ................................................................................ 87 ALTINCI BÖLÜM Habefl'e hicret .............................................................................................. 91 Hazret-i Hamza Müslüman oluyor .............................................................. 96 Hazret-i Ömer Müslüman oluyor ................................................................ 97 Kur'an'›n tesiri karfl›s›nda Ömer .................................................................. 98 Kur'an'›n icaz› ve yüksek tesiri .................................................................. 103 Garân›k k›ssas› ........................................................................................... 113 Garân›k k›ssas› hakk›nda yanl›fl deliller .................................................... 118 Bu k›ssan›n as›ls›z oldu¤una deliller ......................................................... 119 Ebû Bekr'in Habefl'e hicret teflebbüsü ...................................................... 123 YED‹NC‹ BÖLÜM Kureyfl'in yapt›¤› kötülükler ve boykot ..................................................... 125 Boykot niçin îlân olundu ........................................................................... 125 Ablukada s›k›nt›l› günler .......................................................................... 126 Kureyfl'in baflvurdu¤u çâreler .................................................................... 127 Boykot karar›n›n y›rt›lmas› ........................................................................ 130 Kureyfl niçin Müslümanl›¤› kabul etmiyordu? ........................................... 132 ‹ki büyük keder ......................................................................................... 140 453 Tâif yolculu¤u ............................................................................................ 142 Hazret-i Muhammed kabileler aras›nda .................................................... 145 SEK‹Z‹NC‹ BÖLÜM Mi'râc .......................................................................................................... 149 Mi'rac hakk›ndaki ihtilaflar ........................................................................ 150 Mi'racta teflri' k›l›nan hükümler ................................................................. 158 Mi'rac hediyesi ........................................................................................... 162 Mi'rac'›n ni'metleri ...................................................................................... 163 DOKUZUNCU BÖLÜM Mi'rac'›n esrarla dolu manzaras› ................................................................ 166 Akabe Bîatlar› ............................................................................................ 169 S›k›nt›l› günlerin sonuna do¤ru ................................................................. 169 Medîne ....................................................................................................... 170 Medînelilerden ilk müslüman olanlar ....................................................... 172 Buas harbi .................................................................................................. 173 ‹slâm güneflinin parlad›¤› yeni ufuk, Medîne ........................................... 174 Birinci Akabe biat› ..................................................................................... 174 ‹kinci Akabe biat› .........................................................................................178 Kureyfl'in telafl› ........................................................................................... 181 Niçin hicret ediyorlard›? ............................................................................. 183 Dârü'n-Nedve'nin korkunç karâr› ............................................................. 184 ONUNCU BÖLÜM Hazret-i Peygamber'in Hicreti ................................................................... 187 Üç Mu'cize ................................................................................................. 190 Sürâka'n›n at› sürçünce .............................................................................. 193 Çöllerin ortas›nda ...................................................................................... 194 ‹slâm'da ilk hutbe ...................................................................................... 197 454 ONB‹R‹NC‹ BÖLÜM Medîne'de coflkun tezahüratla karfl›lan›fl .................................................. 199 Hazret-i Peygamber'in âilesini getirtmesi .................................................. 200 Muhacirîn ve Ensâr .................................................................................... 201 Medîne'lilerin ‹slâmiyete sar›lmas› ............................................................ 201 Yeni ‹slâm merkezi Medîne'de ilk günler ................................................. 202 Mescid-i fierif'in inflâs› ............................................................................... 202 Ezan ........................................................................................................... 204 Ashâb-› Suffa .............................................................................................. 205 ‹slâm kardeflli¤ine do¤ru ........................................................................... 206 O zamân›n Medîne halk› ........................................................................... 208 Muhâcirlerle Ensâr aras›nda kurulan kardefllik ......................................... 208 Çal›fl›p kazananlar ...................................................................................... 211 Medîne yahûdileri ...................................................................................... 212 Andlaflma sûreti ......................................................................................... 213 Hazret-i Âifle ile izdivaç ............................................................................. 216 Hicretin birinci y›l› vakaayii ....................................................................... 217 ‹slâm'›n intiflâr› ve Hazret-i Peygamber'in yüksek ahlâk› ......................... 218 Yahûdîler ‹slâmiyet'e karfl› cephe al›yor, münaf›klar ço¤al›yor ............... 226 K›ble'nin tahvili .......................................................................................... 229 Hazret-i Peygamber'in di¤er din erbabiyle münasebetleri ....................... 231 Mekke ve Kureyfl meselesi ........................................................................ 234 Müflriklerin Medîne'ye kadar uzanmalar› .................................................. 235 Müflriklerin hareketleri yühûdileri fl›mart›yor ........................................... 235 ‹lk müfrezeler ve seriyyeler (ak›nc›lar) ..................................................... 236 ‹lk seriyyelerden maksat ............................................................................ 237 Kabilelerle yap›lan bar›fl andlaflmalar› ...................................................... 238 Abdullah b. Cahfl seriyyesi ........................................................................ 239 ‹slâm'›n müsümahakârl›¤› ......................................................................... 241 Cihada müsaade ........................................................................................ 243 ON‹K‹NC‹ BÖLÜM ‹slâm'da ilk harp ........................................................................................ 245 455 Bedir zaferi ................................................................................................. 245 Medîne'den yürüyüfl .................................................................................. 247 ‹lk çarp›flmalar bafll›yor ............................................................................. 251 ‹nsani vazife ............................................................................................... 255 Düflmana bile rahmet okumak .................................................................. 256 Zafer âmilleri .............................................................................................. 256 Medîne'ye gelen zafer müjdesi .................................................................. 257 Esirler hakk›ndaki muamele ...................................................................... 257 Bir ana yadigar›na hürmeten ..................................................................... 260 Kureyfl'in bitmeyen üzüntüsü .................................................................... 261 Hicretin ikinci senesi vakaayii ................................................................... 262 ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Bedir'den Uhud'a kadar ............................................................................. 265 Yahûdilerin tak›nd›klar› tav›rlar ................................................................ 265 Bir flair meselesi ......................................................................................... 265 Sevik Gazvesi ............................................................................................. 270 Kureyfl intikam sevdas›nda ........................................................................ 270 ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Uhud harbi ................................................................................................. 273 Kureyfl'in bedir'in intikam›n› almak için haz›rlanmas› .............................. 273 Kad›nlar›n ordu ile birlikte ç›kmas› ........................................................... 274 Dö¤üfl bafllarken ........................................................................................ 279 Fakat dünyal›k sevdas›na düflünce ........................................................... 281 En buhranl› anlar ....................................................................................... 282 Kad›nlar vazife bafl›nda ............................................................................. 284 Bir seslenme .............................................................................................. 284 Karfl›lafl›lan hazin manzara ve insanl›k ..................................................... 285 Medîne'ye dönüfl ve ma¤lupken galip olmak ........................................... 286 Hicretin üçüncü y›l› vakaayii ..................................................................... 289 456 ON BEfi‹NC‹ BÖLÜM Uhud harb'inin akisleri .............................................................................. 291 Raci' vakas› ................................................................................................. 292 Bi'r-i Maûne Fâcias› ................................................................................... 294 Beni Nadir gazâs› ....................................................................................... 295 Hicret'in dördüncü y›l› vakaayii ................................................................ 298 Gazvelerin, küçük seferlerin devam› ........................................................ 298 Beni Mustal›k gazvesi ................................................................................ 299 Cüveyriye hadisesi ..................................................................................... 300 ‹fk hadisesi ................................................................................................. 301 ON ALTINCI BÖLÜM Hendek veya Ahzab muhârebesi .............................................................. 303 Yahûdîler putperestli¤i Tevhide tercih ediyorlar ...................................... 304 Düflman ordusu ......................................................................................... 305 Medîneliler vaziyeti gözden geçiriyorlar ................................................... 306 Muhasara uzay›nca .................................................................................... 308 Beni Kurayza hiyanet ediyor ..................................................................... 309 Hende¤i geçmek için taarruz .................................................................... 312 Müttefiklerin birbirinden itimad› kalk›nca ................................................ 313 Maddi ve manevi kuvvetler birleflince ...................................................... 314 Büyük müjde ............................................................................................. 315 Beni Kurayza'n›n akibeti, h›yanet-i vataniyye cezas› ................................ 315 Hiyanet-i vataniyye cezas› ......................................................................... 318 Baz› olaylar ................................................................................................ 319 ‹ctimaî hayat› tanzim ................................................................................. 320 Hicretin beflinci y›l› vakayii .........................................................................320 ON YED‹NC‹ BÖLÜM Hudeybiye musâlehas› .............................................................................. 323 Muâhede yaz›l›yor ..................................................................................... 329 Musâleha flartlar› ........................................................................................ 330 457 ON SEK‹Z‹NC‹ BÖLÜM ‹slâmiyet'in neflir ve tebli¤i ........................................................................ 335 Etrafa gönderilen nameler ......................................................................... 335 Ebû Süfyan'›n anlatt›klar› ........................................................................... 337 Mukavk›s'›n cevab› .................................................................................... 340 ON DOKUZUNCU BÖLÜM Hayber fethi ............................................................................................... 343 Peygamberimiz'i zehirleme teflebbüsü ...................................................... 350 Safiyye ile izdivaç ...................................................................................... 350 Bu arada teflrî' edilen ahkâm ..................................................................... 351 Y‹RM‹NC‹ BÖLÜM Kâbe'yi ziyaret ve umrenin ifas› ................................................................ 353 Hazret-i Meymûne ile izdivaç .................................................................... 355 Halid b. Velid ve Amr b. Âs Müslüman oluyorlar ..................................... 356 Hicretin yedinci senesi vakayii .................................................................. 358 Y‹RM‹ B‹R‹NC‹ BÖLÜM Mu'te harbi ................................................................................................. 359 Zâtü's-Selâsil gazvesi ...................................................................................362 Y‹RM‹ ‹K‹NC‹ BÖLÜM Mekke'nin fethi .......................................................................................... 365 Fetih haz›rl›¤› ............................................................................................. 369 Mekke'ye yürüyüfl ...................................................................................... 370 Ebû Süfyan Hazret-i Peygamber'in huzurunda ......................................... 371 Fetih hutbesi .............................................................................................. 375 Kâbe putlardan temizleniyor ..................................................................... 378 458 Kâ'be'den ezan sesi yükseliyor ................................................................. 379 Kad›nlar›n bîat› .......................................................................................... 380 Ensar'›n bir endiflesi ................................................................................... 381 Umumi afdan istisna edilenler oldu mu? ................................................... 381 Hâlid b.Velid Cezime'de ............................................................................. 385 Y‹RM‹ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Huneyn-Evtas harbi ................................................................................... 387 Çölü yaran ordu ......................................................................................... 388 Pusuya düflünce ......................................................................................... 389 Bozgundan sonra zafer .............................................................................. 390 Taif muhâsaras› .......................................................................................... 392 Bir vefakarl›k nümûnesi ............................................................................ 393 Müellefe-i kulub ........................................................................................ 394 Müellefe-i Kulûb ve Ensâr ......................................................................... 395 fiair Kâ'b›n ‹slâm'› kabulü .......................................................................... 397 Tayy kabilesi ve Hatem'in k›z› .................................................................. 398 ‹slâm'›n süratle intiflar› ............................................................................... 400 Hazret-i Peygamber'in kerimesi Zeyneb'in vefat› .......................................401 Y‹RM‹ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Hazret-i ‹brahim'in do¤mas› ...................................................................... 403 ‹lâ vakas› .................................................................................................... 404 Y‹RM‹ BEfi‹NC‹ BÖLÜM ‹slâm'da son harp ...................................................................................... 411 Tebük harbi ............................................................................................... 411 Mescid-i D›rar'›n yak›lmas› ........................................................................ 414 Sevgili o¤lu ‹brahim'in ölümü ................................................................... 414 Büyük Mürflidin insanl›¤a büyük dersi ..................................................... 415 Necâfli'nin ölümü ....................................................................................... 415 Münaf›klar›n reisinin ölümü ........................................................................416 459 Y‹RM‹ ALTINCI BÖLÜMÜ Etrafa mürflitler göndermek ve zekat memurlar› tayin etmek .................. 417 Peygamberimiz'e gelen heyetler ............................................................... 417 Hürriyetine kavuflanlar .............................................................................. 424 Y‹RM‹ YED‹NC‹ BÖLÜM Hazret-i Ebû Bekr'in hac emirli¤i ve putperesti¤e son verilmesi ............. 425 Etraftan gelen heyetler ............................................................................... 427 Y‹RM‹ SEK‹Z‹NC‹ BÖLÜM Vedâ' Hacc› ................................................................................................ 428 Vedâ' hutbesi ............................................................................................. 430 Vedâ' hacc›ndan sonra türeyen mütenebbiler .......................................... 434 Üsâme ordusu ............................................................................................ 436 Y‹RM‹ DOKUZUNCU BÖLÜM Hazret-i Peygamber'in hastalanmas› ......................................................... 437 Silâh arkadafll›¤›n›n mukaddes borcu ....................................................... 437 Esrârengiz bir ziyâret ................................................................................. 437 Vasiyyet yazd›rmak arzusu ........................................................................ 438 Nesi varsa sadaka olarak da¤›t›yor ............................................................ 439 K›z› Fât›ma ile baflbafla .............................................................................. 439 Hastal›¤›ndaki hutbeleri ............................................................................ 440 Son hutbelerinden biri ............................................................................... 440 Emsalsiz bir büyüklü¤ün manzaras› .......................................................... 441 Son dakikalar ............................................................................................. 442 Ac› haberin ac› tesiri .................................................................................. 443 Sakife hâdisesi ........................................................................................... 443 Hazret-i Peygamber'in defni ...................................................................... 445 Mübârek cesedin kabre indirilmesi ........................................................... 446 ‹nsanl›¤a kalan büyük mîras ..................................................................... 446 Bafll›ca kaynaklar .........................................................................................449 460 461