Dünyayı aydınlatan güneş - Türk Parlamenterler Birliği

Transkript

Dünyayı aydınlatan güneş - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Aralık 2014 Sayı: 20
Ayl ı k sürel i yay ı n
Milletvekillerinden
Dünya İnsan Hakları
Günü değerlendirmesi
5 Aralık 1934
Kadınlar siyaset sahnesinde
Gümrük ve Ticaret Bakanı
Nurettin Canikli:
Gümrük kapılarımızı her
yönüyle yeniliyoruz
Dünyayı aydınlatan güneş
MEVLÂNA
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
20
TPB
Aralık 2014 Sayı: 20
Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
Basım Tarihi: 01.12.2014
T: 0312 395 06 08
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu
yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz
iktibas yapılamaz.
A r a lık 2014
İçindekiler
KAPAK
24
Anadolu’dan yükselip tüm dünyayı aydınlatan güneş
22
30
1789’dan 5 Aralık 1934’e...
Kadınlar nihayet siyaset sahnesinde
Gümrük ve
Ticaret Bakanı
Nurettin Canikli:
Yeni nesil
gümrükler
36
Engin Güner:
60
Tahsin Boray Baycık:
Siyaset hakkıyla
yapıldığı takdirde
en ulvi uğraştır
Siyasetçi “vefa”yı
sadece İstanbul’un
bir semti olarak
algılamamalıdır
4
DÜNYAPARLAMENTOLARI
Başkanın Mesajı
5Birlik’ten
12Haberler
17Dünyadan
20 Demokrasinin filizlendiği
şehir Antalya
45 Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi
46 Milletvekillerinden “Dünya İnsan
Hakları Günü” değerlendirmesi
64 Ekrem Çelebi: Brezilya,
ilişkilerimizi en üst düzeyde tutmak
istediğimiz ülkelerden biridir
75 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Kasım 2014’te kabul edilen yasalar
76 Sağlık ve estetik bir arada:
Ortodontik tedavi
40 Hanedanlar çağından halk cumhuriyetine evrilmenin simgesi
Çin Parlamentosu
50
54
72
78 Tarih Sahnesi
86 Erbay Kücet: Dergicilik
zor zanaat vesselam
88Kitap
90Müzik
91Film
92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor
94 Sosyal medya günlükleri
68
Cezrî bir mütereddit
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Berat Çonkar:
Mazlumların yanında
olmaya, zulmün
karşısında durmaya
devam edeceğiz
Her taşı altından değerli
İstanbul Arkeoloji
Müzeleri
82
Tamburlarda, kemanlarda
şarkılarla yaşıyor
Zeki Müren
Prof. Dr. Cafer
Tayyar Sadıklar:
Vakfımız Türk-Japon
ilişkilerinde önemli bir
köprü görevi görüyor
95
Oktay Öztürk ile sosyal
medya söyleşisi
4
Başkanın Mesajı
İnsan hakları evrenseldir
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler
Birliği Genel Başkanı,
Kahramanmaraş
Milletvekili
Kabul edilmiş
uluslararası
sözleşmelere
rağmen insan
hakları konusundaki
çifte standart
uygulamaların modern
dünyanın en ciddi
sorunu olduğunu
kabullenmek
durumundayız.
Aralık 2014
B
irleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ve ilan edilen “İnsan Hakları
Evrensel Bildirisi” her yıl 10 Aralık günü ile başlayan hafta kutlanmaktadır. Yaşadığımız dünyada en
kıymetli varlık olan insanın kendisine, ailesine ve ait olduğu topluma karşı görev ve sorumlulukları vardır. Birtakım hak ve hürriyetlere sahip olarak doğan insan, kendisi ile eşit hak ve hürriyetlere sahip insanlarla
beraber yaşar.
Anayasalarda “Hürriyet bir toplumda başkalarına zarar vermeden her şeyi yapmaktır” tanımlaması yapılırken insanlara sahip olduğu temel hak ve hürriyetleri kötüye kullanması hakkını vermemektedir. Kişinin hak ve
hürriyetleri vazgeçilmez, devredilemez ve dokunulamaz niteliktedir. “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” de bu
amaca yöneliktir.
Türk milleti, hak ve hürriyete tarih boyunca büyük önem vermiş, yeri geldiği zaman canını vermekten bile
çekinmemiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca ortaya konulan gerçeklere bağlı bulunarak,
demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti ile ilgili gerçekleştirilen reformların bir kısmı anayasa değişikliği şeklinde, diğer kısmı ise kanuni düzenlemelerle anayasamızın temel haklar ve ödevler kısmında yer
almıştır.
Yüzyılımızın yükselen değeri olan “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”ne ülkemiz de kabul oyu vermiştir. Yarım
asrı aşan bu süreçte insan haklarında hayli gelişmeler yaşanmış olmasına karşın toplumumuz, insan haklarına
yönelik çalışmalardan ziyade işsizlik, enflasyon gibi konulara karşı daha duyarlı davranmaktadır. Çünkü insan
hakları ve demokrasi gibi kavramların toplumsal zenginlikle, yaşam kalitesiyle ilişkileri bulunmaktadır.
Vatandaşın toplumda kendi başına kalmaya başladığı bir dünyada, sahip olması gereken hakları nasıl
koruyacağı gibi hususlar insan hakları kavramını daha da önemli hale getirmiştir. İnsan hakları kavramının
realitesinde de bu gerçeğin önemli bir yeri vardır. Kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere rağmen insan
hakları konusundaki çifte standart uygulamaların modern dünyanın en ciddi sorunu olduğunu kabullenmek
durumundayız.
Dünyanın birçok yerinde modern ülkelerin uyguladığı insan hakları ihlallerinden dolayı binlerce insan
şiddetin ve zulmün kurbanı olurken, koruma mekanizmaları bu kurbanların çok azına ulaşabilmektedir.
İnsan hakları ihlallerinin nihai sorumlusu devletlerdir. Kanunların suç saydığı işkence, bizatihi dünyadaki
birçok devletin resmî organlarınca gerçekleştirilirken bir devlet diğer bir devleti ablukaya alabiliyor.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının verilmesi, diğer önemli gelişmelerle birlikte Türkiye
tarihindeki en geniş demokratikleşme ve insan hakları konusunda adımların atıldığı dönem olmuştur.
Bu çerçevede TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri üzerine
ciddiyetle gitmekte ve sığınmacıların durumundan cezaevlerindeki hak ihlallerine varıncaya kadar her konuyu
gündemine almaktadır.
Bizim temennimiz, dünyanın hangi noktasında olursa olsun insanların hak ve hukukunun korunması, yurdumuza, insanlığa, dünyamıza barış, huzur, mutluluk gelmesi ve insan hakları ihlallerinin son bulmasıdır.
Birlik’ten
Komisyon başkanlarına “hayırlı olsun” ziyareti
TÜRK Parlamenterler Birliği, komisyon başkanlıklarına seçilen milletvekillerine nezaket ziyaretinde bulundu. Genel Başkan ve Kahramanmaraş
Milletvekili Nevzat Pakdil ile Genel
Başkan Yardımcısı ve Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, gerçekleştirdikleri ziyaretlerde komisyon başkanlarına yeni görevlerinde başarı diledi.
Nevzat Pakdil ve Yaşar Karayel,
Dışişleri Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar, Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Başkanı ve Ankara
Milletvekili Emrullah İşler ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu
Başka nı, A k saray Mi l let vek i li ve
Türk Parlamenterler Birliği Yönetim
Kurulu Üyesi İlknur İnceöz’ü ziyaret
etti. İnceöz’ü ziyaret sırasında Dilekçe Komisyonu Başkanı ve Mardin
Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey
de yer aldı.
Pakdil ve Karayel, ayrıca AK Part i Gr up Başka nvek i l l iğ i görev i ni
üstlenen Amasya Milletvekili Naci
Bostancı’yı ziyaret ederek “Hayırlı
olsun” temennisinde bulundu.
Aralık 2014
5
6
Birlik’ten
Çocuk Hakları Günü’nde küçük konuklara büyük ilgi
TÜRK Parlamenterler Birliği, “20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü”nde öğrencileri ağırladı. Genel Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun’la görüşen küçük konuklar, birbirinden güzel sorularla hem Meclis’i tanıdı hem de çocuk
haklarına yönelik çalışmalarla ilgili bilgi aldı. Kadir Ramazan Coşkun, büyük bir ilgiyle dinlediği ve sorularını yanıtladığı Doğa
Koleji öğrencilerine çeşitli hediyeler verdi.
“20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü”nde Meclis’i ziyaret eden çocukları Türk Parlamenterler Birliği’nin yanı sıra milletvekilleri de konuk etti. Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve Ankara Milletvekili Emrullah İşler, AK Parti
Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün ve MHP Kütahya Milletvekili Alim Işık, öğrencilerle yakından ilgilendi. Küçük ziyaretçilerinin yönelttikleri soruları içtenlikle yanıtlayan milletvekilleri, onlara çeşitli hediyeler de verdi.
Türk Parlamenterler Birliği’nden umre ziyareti
TÜRK Parlamenterler Birliği, bu ay sonunda umre ziyareti gerçekleştirecek. Katılımcılar kutsal toprakları görme, bu topraklarda ibadet etme heyecanı ve mutluluğunu
yaşayacak.
Türk Parlamenterler Birliği, bir zamanlar Osmanlı
toprağı olan Balkan ülkelerine geçtiğimiz mayıs ayında
bir gezi düzenlemişti. Keyifli Balkan gezisinin ardından
geçtiğimiz ay da Endülüs turu yapılmıştı. Tarihî kentleriyle İspanya’nın en çok turist çeken bölgeleri arasında
yer alan Endülüs’teki gezi programına katılanlar Malaga,
Sevilla, Cordoba ve Granada’yı görme fırsatı bulmuştu.
Rehber eşliğindeki geziler büyük ilgi görmüş, katılımcılar renkli anılarla ülkemize dönmüştü.
Türk Parlamenterler Birliği, umre ziyaretinin ardından ülkemizin birbirinden değerli tarihî ve kültürel
zenginliklerinin rehber eşliğinde gezilip görülebileceği
programlar gerçekleştirmeyi planlıyor.
Aralık 2014
Birlik’ten
Zil, Şal ve Gül…
Erbay Kücet
“ŞAM’DA giydikleri libası Atlas okyanusunda yıkayanların mekanı, sekiz asır
süren bir medeniyet ve içinde herkesin
kendisine yer bulduğu toprakların adıydı.
Müslüman yönetimin açtığ ı şemsiyenin altında Hıristiyan’ın, Yahudi’nin,
Berberi’nin, Çingene’nin, Kastilyalının,
Vizigot’un gölgelendiği yerdi Endülüs.
Her ırk ve her dilin serpildiği toprakların
berekete çevrildiği, ilim aşkıyla dünyanın
her köşesinden yola çıkanların ulaşmaya
çalıştığı en önemli durakta üniversitenin,
reformun, Rönesans’ın, astronominin,
matematiğin, felsefenin, tarihin yeniden
mayalandığı hamurun adıdır Endülüs.
Hoşgörünün, birlikte yaşamanın ve en
iyisini üretmenin mümkün olduğunu ispatlamış yarımadada medeniyetler çatışması
tezleriyle toplumları birbirine düşman etmeye çalışanlara yıllar öncesinden verilmiş bir
cevaptır Endülüs.”
Ortaöğretim yıllarında tarih dersinde adını duydum Endülüs’ün. Edebiyatımızın
mümtaz şairi Yahya Kemal’in “Endülüs’te Raks” şiiri ve Münir Nurettin Selçuk’un Kürdili
Hicazkâr makamı, Yürük Semai usulüyle bestelediği “Zil, Şal ve Gül” şarkısı Endülüs adını
hafızama kazımış olacak ki burayı dünya gözüyle görmeyi arzu ettim. Benimle aynı istekte
olan Türk Parlamenterler Birliği’nin “kültür gönüllüleri”yle 13-17 Kasım 2014 tarihleri
arasında İslam medeniyetinin etkilerinin görüldüğü bölgeye seyahat gerçekleştirdik.
13 Kasım 2014 Perşembe
Yolculuğumuzun başlamasına az bir süre kala cep telefonlarımıza, Kahramanmaraş
Milletvekili ve TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil’den “Sayın Üyemiz, Peygamberimizin
‘Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz’ hadisini ‘Tebdil-i mekanda ferahlık vardır’ sözüyle anlamlandıran bir geleneğin temsilcileri olarak yapacağınız Endülüs seyahatini sağlık ve
mutluluk içinde tamamlamanızı dilerim” mesajı gelmişti.
Aralık 2014
7
8
Birlik’ten
Uzun süren uçak yolculuğumuz sırasında Tarık bin Ziyad’ın asırlar öncesinde
o kadar mesafeyi göze alarak bu bölgeye
yaptığı çıkartmaları nasıl gerçekleştirdiğini düşünmeden edemedim. Büyük bir
heyecanla çıktığımız bu yolculukta bizi
şaşırtan ilk şey, uçağımız Malaga’ya indiğinde havaalanının büyüklüğü oldu. Bu,
bagaj alım konveyörlerinin çokluğundan
belli oluyordu. Malaga, Endülüs’ün diğer
şehirleri gibi yemyeşildi; şehrin adı “tuz
diyarı” anlamına gelen “malaka”nın değişmesiyle oluşmuştu. Şehirdeki yabani
portakal ağaçlarının meyveleri marmelat
yapımında kullanılıyordu.
Seya hat imiz sırasında ünlü ressa m
Picasso’nun doğduğu yeri görme şansı da
yakaladık. Evinin bulunduğu sokaktaki
heykeline sarılarak fotoğraf çektiren üyelerimiz vardı. “Türk gibi yaşadı”, “Çok
sigara içermiş” gibi espriler gülüşmelere
neden oldu. Şehir gezisi sırasında sık sık
“Picasso burada oturdu”, “Picasso burada
okula gitti” gibi Picasso’yla ilgili levhalara
rastladık. Yorgunluğumuzu atmak için
oturduğumuz kafede gitar eşliğinde söylenen, sözlerini anlamadığımız bir şarkıya
alkışlarımızla eşlik ettik.
Canlı heykel sokak sanatçılarından madenci kıyafeti giyenleri görünce sohbeti-
Aralık 2014
Sevilla’daki
nehir
limanının
çok eski
çağlardan beri
var olduğu
biliniyor. Nehir
90 kilometre
sonra Atlas
okyanusuna
kavuşuyor.
mizin konusu yakın zaman önce yaşadığımız Soma ve Ermenek
faciaları oldu.
14 Kasım 2014 Cuma
Sabah kahvaltısının ardından İspanya’nın dördüncü büyük şehri
ve Endülüs’ün yönetim merkezi olan Sevilla turumuz başladı.
Rehberimiz “İspanya’nın başkenti Madrid, ama Sevilla dünyanın
başkentidir” diyerek şehrin önemini vurguladı. Sevilla, tarihteki
pek çok uygarlığın önemli bir şehriydi.
Endülüs şehirlerini yaya olarak gezmek gerektiğini söyleyen
rehberimize ayak uydurmakta zorlananlar olmadı değil. Bu şehirdeki gezimize Maria Luisa Parkı ile başladık. Kralın kızına ait
sarayın bahçesi, vasiyeti üzerine belediyeye kalmış ve onun adını
taşıyan bir parka dönüştürülmüş. Devasa alanda 1929 ve 1992
yıllarında kentte gerçekleştirilen büyük fuar için yapılan meydanlar da yer alıyor. Rehberimiz mekanda inşa edilen binaların her
birinin başka devletlere ait mimari örnekler olduğunu, bugün bu
binaların birçoğunun, yer aldığı ülkede sanat merkezi, belediye
binası gibi işlevleri bulunduğunu söyledi.
Gezimize tarihî binalarla birlikte sokakları da görülmeye değer
Sevilla’nın iki ünlü sembolü Giralda ve Altın Kule ile devam ettik.
Muvahhidler döneminden kalan en önemli eserlerden biri olan Altın Kule 13. yüzyılda savunma amacıyla inşa edilmiş, günümüzde
Denizcilik Müzesi olarak kullanılıyor. Sevilla’da aynı zamanda
çok eski çağlardan beri bir nehir limanı olduğunu ve nehrin 90
kilometre sonra Atlas okyanusuna kavuştuğunu da bu vesileyle
öğreniyoruz.
İspanyalı Müslümanların namaz kıldıkları mekanı merak
ediyoruz ve şehir merkezinde bir binanın alt katında bulunan
mescitte Cuma namazının saat 15:00’te kılınacağını öğreniyoruz.
Birlik’ten
Palmiyeleri andıran
ve mimarisi
dolayısıyla sonsuz
sayıdaymış
gibi görünen
sütunlarıyla,
insanın ruhunu
yukarılara çeken
havasıyla dünyanın
en büyük camisi
olan Kurtuba
Ulu Camii tek
kelimeyle şahane.
Rehberimiz İspanyolların uyku saatini içine aldığı için, halkın katılımını sağlamak amacıyla bu boş saatin uygun görüldüğü, namaz vaktinin ona göre düzenlendiği açıklamasını
yapıyor. Rehberimizden bir de İspanyolların “siesta”sı, yani öğle vakti şekerlemesi ile ilgili
ilginç bir anısını dinliyoruz. İspanya’daki öğrencilik yıllarında hesabından para çekmek
için bankaya giden rehberimiz sabah geç saatler olmasına rağmen bankanın açılmadığını
görüyor. İkinci gittiğinde siestaya denk geliyor ve yine para çekemiyor. Üçüncü gittiğinde
mesai bitmiş oluyor. Araya bir de hafta sonu girince rehberimiz uzun bir süre harçlıksız
kalıyor ve İspanyolların bu adetleri ona iyi bir tecrübe oluyor.
Cuma namazı sırasında Faslı imamın arkasında ibadetimizi yerine getiriyoruz. Namaz
bitiminde, musâfaha sırasında elimde bulunan Erzurum oltu taşından yapılmış ve imamesi gümüşten tesbihimi imama hediye ediyorum. “Şükran” kelimesiyle birlikte yüzündeki
tebessümü yakalamak beni de mutlu ediyor.
Cuma namazının ardından kimi çarşı-pazar dolaştı, kimi de Arap, Gotik, Rönesans
etkilerinin görüldüğü mekanları gezdi. Biz de katedral ile krallık malikanesi Alkazar’ı
dışarıdan gördük. Otobüsümüzün park ettiği yerin yanında Plaza de Toros de la Maestranza bulunuyordu. Boğa güreşi izlemeden bu arenayı ve müzesini gezenler oldu. Bizler de
onları beklerken arena önündeki matador heykeliyle bol bol fotoğraf çektirdik. Şehrin her
yerinde bulunan portakal ağaçlarının gölgesinde dinlenmeyi de ihmal etmedik.
O günün akşam yemeğini Hint, Yunan, İran ve Çingene kültürlerine dayandığı söylenen
Flamenko müziği ve dansı eşliğinde yedik. Flamenko denilince akla İspanya’yla özdeşleşmiş bir dans geliyor, ancak Flamenko yalnızca dans değil, Endülüs Halk Müziği aynı
zamanda. Diktatör Franco “Ben bu anarşist ruhlu, zapt edilmez milleti üç ‘F’ ile kırk yıl
yönettim; flamenko, futbol ve fiesta!” diye boşuna dememiş.
Bize özgün yemekler eşliğinde yaklaşık iki saat süren Flamenko gösterisinden aklımızda kalanlar yere sert vurulan ayakkabı topuklarının çıkardığı “taka tuka” ve “tık tık” ses-
Aralık 2014
9
10
Birlik’ten
leriydi. Dansı icra eden esmer güzeller aklımıza Yahya Kemal’in o meşhur şiirini düşürdü:
Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü / Göğsünde yosma Gırnata’nın en güzel gülü...
15 Kasım 2014 Cumartesi
Otelimizde yaptığımız kahvaltı sonrası Kurtuba yoluna revan olduk. Zeytin ağaçları ve
narenciye bahçelerinin bol bulunduğu yollardan geçerek Kurtuba’ya ulaştık. Musevi mahallesinin dar sokaklarında alışveriş yapanlarımız oldu. Sokağın birinde, temiz bir bina
üzerindeki mermerde Kurtuba İbni Rüşd Uluslararası İslam Üniversitesi tabelasını görünce
heyecanlandık. Kafasında sarık olan bir adam büstünün altındaki mermerde “Dr. Muhammed el Gafaki” yazıyordu. Endülüslü Gafaki’nin dünyada katarakt ameliyatını yapan ilk
kişi, merkezin de narkozla ameliyat yapılan ilk yer olduğunu öğrendik. Biraz daha yürüdüğümüzde Kudüs’ü işgal eden Haçlılara karşı mücadele veren Selahaddin Eyyubi’nin doktoru İbn-i Meymun’un bronz heykeli bizi karşıladı. Balkonlarından renkli çiçekler sarkan
Kurtuba sokaklarında İbni Rüşd’ün üniversitesi olan mekanda TİKA tarafından restore
edilerek minik bir cami yapıldığını fark ettik. Öğlen namazı vakti de gelmişti. Birkaçımız
burada kalırken diğer grup dinlenmek için uygun bir pastaneye oturdu. Bayanlar için de yer
ayrılan küçük caminin içinde Bilal-i Habeşi’nin Medine’de okuduğu ezanı da hatırlayarak
ezan okudum. Rize milletvekilimiz Hasan Karal’ın imametiyle öğlenin arkasından ikindi
namazlarımızı cem ile eda ettikten sonra yol arkadaşlarımızla Kurtuba Ulu Camii yakınındaki kafede buluştuk.
785 yılında yapılmış, mermer sütun ormanı Kurtuba Ulu Camii, Hırıstiyanlar tarafından
işgal edildiği 1236 yılında katedrale çevrilerek Mezquita Katedrali olarak anılmaya başlamış. Palmiyeleri andıran ve mimarisi dolayısıyla sonsuz sayıdaymış gibi görünen sütunlarıyla, insanın ruhunu yukarılara çeken havasıyla dünyanın en büyük camisi olan Kurtuba
Ulu Camii’ni tek kelimeyle ifade edecek olursam: Şahane.
1984 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan Kurtuba’da iki hektarlık
alana yayılan cami iki yüz yılda tamamlanabilmiş. Hıristiyanların eline geçtiğinde büyük bir kısmı kiliseye çevrilen, 16. yüzyılda ise V. Carlos tarafından
ortadan ikiye bölünen caminin yarısı katedrale dönüştürülmüş. İslam
mimarisinin gelmiş geçmiş en muhteşem eserlerinden biri olan Kurtuba
Ulu Camii’nin birçok ögesinin tahrip edilerek bazı şeylerin kaybolduğu
hissedilebiliyor. Ancak mihrabın tüm ihtişamıyla bozulmadan durduğunu ve günümüze ulaşabildiğini görmek insana ayrı bir haz veriyor.
Aralık 2014
Sierra Nevada sıradağlarının
karlı tepeleri altında inci gibi
serilen, Endülüs mimarisinin
ve sanatının zirve yaptığı
El Hamra Sarayı ziyaret
edilmeye değer. İnce
mermer sütunları ve taş
işçiliğiyle herkesi büyüleyen,
havuz ve fıskiyelerle dolu
bahçeleriyle ayrı güzellikte
olan El Hamra’yı kelimelerle
anlatmak mümkün değil.
Muhteşem işçilik ve detaylara sahip olan
mihrap, caminin en çok ziyaret edilen ve
fotoğraflanan bölümü olma özelliği taşıyor.
Mihrabın duvarlarında bulunan ayetlerin
orijinalini ve mealini Rize milletvekilimiz
Hasan Karal bizlere aktardı.
Kurtuba Ulu Camii çıkışında Guadalquivir nehrinde yer alan ve aynı zamanda
şehrin sembolü olan Puente Romano de
Córdoba (Roma Köprüsü) üzerinden geçerek Fransız Müslüman filozof Roger
Garaudy’nin sonradan müzeye çevrilen
Birlik’ten
evine gittik. Köprü üzerinde “kestane kebap,
yemesi sevap” denilerek satılmasa da ateşte
közlenen kestaneler dikkatimizi çekti. Her
gördüğü yerde mutlaka kestane alan 17. ve
18. Dönem Konya Milletvekilimiz Kadir
Demir, nar gibi kızarmış kestaneleri bizimle
paylaştı.
16 Kasım 2014 Pazar
Sabah otelimizde yaptığımız kahvaltının ardından otobüsteki yerlerimizi aldık ve İspanyolcada “nar” anlamına gelen
Granada’ya doğru yola çıktık.
Burada Victoria Meydanı’nı ve Kristof
Kolomb’un anıtını gördükten sonra El
Hamra Sarayı’nı ziyaret ettik. Oradaki
muhteşem eserlerin korunması için saraya aynı anda yüzlerce kişinin girmesi
yasaktı ve saat kısıtlaması vardı. Biz 15:00
sularında giriş yapacaktık ve beklemeye
koyulduk. Üç bölümden oluşan saray, Arap
stiline sadık kalınarak düzenlenen bahçeler
ve yamaçlarında sarayın sebze ihtiyacına
cevap veren bostanlarla çevrili. El Hamra
kapı üstü, pencere kenarları ve duvarlarında boydan boya sülüs hat ile tekrar tekrar
yazılan “Lâ gâlibe İllallah”, yani “Allah’tan
başka galip yoktur” sözünü dünyaya ısrarla
söyleyen tek saraydı ve tarihî açıdan önemli
bir yerdi.
Sierra Nevada sıradağlarının karlı tepeleri
altında inci gibi serilen, Endülüs mimari-
Endülüs’ü
uzun
yıllar
tecrübe
etmiş Fransız
düşünür Roger
Garaudy’nin
“Batı, hikmeti
kaybettiği için
gayesini de
kaybetmiştir.
Dengeli
ve ideal
medeniyetin
numunesi
Endülüs
Medeniyeti
olmuştur”
sözleri dikkate
değerdir.
sinin ve sanatının zirve yaptığı El Hamra Sarayı ziyaret edilmeye değer
diyorum. İnce mermer sütunları ve taş işçiliğiyle herkesi büyüleyen, havuz
ve fıskiyelerle dolu bahçeleriyle ayrı güzellikte olan El Hamra’yı kelimelerle
anlatmak mümkün değil. Değişen gün ışığının sarayın duvarlarını yavaş
yavaş turuncudan kızıla, pembeden bordoya boyamasına şahit olmak dünyanın en romantik deneyimlerinden biri olsa gerek. Sarayın manzarası ayrı
bir güzel. Karşısında bulunan Albayzin semtini uzaktan izlerken labirenti
andıran dolambaçlı sokaklar ve bembeyaz evler fark ediliyor.
17 Kasım 2014 Pazartesi
Gezimizin son gününün sabahında, bir önceki akşam birkaç kişi anlaştığımız gibi, bahçe tanzimi ve mimari dokusuyla İslami kimliğini hayata
yansıtan, koruma altına alınmış bir semt olan Albayzin’deyiz.
Abdulkadir es-Sufî Mescidi’nin sülüs hat ile Besmele-i Şerif yazılmış
kapısından heyecanla girdik. Burada Hasan Karal’ın imameti ve ardından
okuduğu Kuran-ı Kerim yankılanırken, dostlarım müezzinlik görevini
bana bıraktı. Çıkışta onlara şükranlarımı bildirdim. Dün ziyaret ettiğimiz
El Hamra Sarayı, Albayzin’den bakınca farklı görünüyordu. Sabahın mahmurluğu ve soğuğuna aldırmadan sarayı bu cepheden de fotoğraflamaya
çalıştık.
Endülüs’ün fethinin ardından uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen,
insanlığın buradaki İslam tecrübesinden önemli dersler alacağına inanıyorum. İslam tarih ve medeniyeti için önemli bir bölge olan Endülüs’ü
Fransız düşünür Roger Garaudy de uzun yıllar tecrübe etmiş. Bu bağlamda
düşünürün “Batı, hikmeti kaybettiği için gayesini de kaybetmiştir. Dengeli
ve ideal medeniyetin numunesi Endülüs Medeniyeti olmuştur” sözleri
dikkate değerdir.
Bugün Endülüs’ü kaybetmekten dolayı ağıtlar yakmak yerine, bölgenin İslam tecrübesinden dersler çıkarılması, Endülüs’le ilgili derinlikli
çalışmalar yapılması veya araştırmacıların bu çalışmalara teşvik edilmesi
gerektiğini vurgulayarak yazımı noktalıyorum.
*Fotoğraflar için 18. ve 20. Dönem Balıkesir Milletvekili Önder Kırlı’ya teşekkür ederiz.
Aralık 2014
11
12
Haberler
Meclis’te KOAH farkındalığı etkinliği
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu, Dünya KOAH
Günü’nde bu hastalığa dikkat çekmek için Türk Toraks Derneği ile TBMM’de
bir etkinlik düzenledi. Komisyon Başkanı, AK Parti Adana Milletvekili Necdet
Ünüvar KOAH’ın (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) çok önemli bir hastalık
olduğunu ifade etti.
KOAH’ın dünya ve Türkiye’de ölüme yol açan hastalıklar arasında 4’üncü
sırada yer aldığını belirten Ünüvar, dünyada her yıl yaklaşık 3 milyon kişinin
bu hastalıktan hayatını kaybettiğini söyledi. Ünüvar, toplumun sadece yüzde
10’unun KOAH’ın farkında olduğunu kaydetti. KOAH’ta en önemli etkenlerden
birinin sigara olduğuna işaret eden Ünüvar, sigara ve bağımlılıkla mücadelenin her türlü politik algının üzerinde olduğunu dile getirdi. Ünüvar, “Bunun
politikayla alakası yok, gelecekle alakası var. Sigarayla
mücadele etmek hükümetimizin temel şiarlarından biri
olmuştur. Kapalı alanlarda sigara içiminin yasaklanmasından sonra yüzde 5,5 civarında sigara içiminde azalma
oldu” diye konuştu.
Ünüvar, hava kirliliği ve fiziksel hareketsizliğin de
diğer etkenler arasında yer aldığını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti: “İnsanların, orta düzeyde her
gün 30 dakika egzersiz yapması bile bu hastalıktan
toplumu koruyan önemli etkenlerden biri. Maalesef
Türkiye, insanların düzenli spor yapması konusunda çok
başarılı bir ülke değil. Sadece toplumun yaklaşık yüzde
10’u düzenli spor, fiziksel aktivite yapıyor. Bu yıl Türk
Toraks Derneği’nin belirlediği tema yürüyüş. Yürüyüş
belki her derde deva değil ama birçok derdin oluşmasını
engelleyen çok önemli etkenlerden biri. Obeziteyi, kalp
hastalıklarını, solunum hastalıklarını ve buna benzer
çoğu hastalığı önleyen önemli bir faktör.”
Konuşmaların ardından Necdet Ünüvar, AK Parti
Konya Milletvekili İlhan Yerlikaya, AK Parti Şanlıurfa
Milletvekili Abdulkerim Gök, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Sıtkı Güvenç, CHP İstanbul Milletvekili
Kadir Gökmen Öğüt, CHP Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt ve CHP Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu, spirometre cihazıyla nefes ölçüm testi yaptırdı.
TBMM ile Afyon Kocatepe Üniversitesi arasında sağlık işbirliği
SAĞLIK yardımından yararlanan milletvekillerinin muayene ve tedavi
edilmeleriyle ilgili Afyon Kocatepe Üniversitesi ile TBMM Genel Sekreterliği
arasında protokol imzalandı. TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Haydar Çiftçi, imza töreninde yaptığı konuşmada Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa Solak ve beraberindeki heyeti TBMM’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Daha önce de on üç üniversite ile çeşitli sağlık protokol anlaşmaları imzaladıklarını hatırlatan Çiftçi, sağlık protokollerinin geri dönüşümlerinin olumlu
sonuçlar verdiğine dikkat çekerek Afyon Kocatepe Üniversitesi ile imzalanan
protokolün de iki kurum açısından olumlu sonuçlar vermesini diledi. TBMM
ile Afyon Kocatepe Üniversitesi arasında imzalanan sağlık protokolünün başka işbirliklerine de vesile olması temennisinde bulunan Çiftçi, Afyon Kocatepe Üniversitesi ile her konuda ellerinden gelen katkıyı yapacaklarını söyledi.
Prof. Dr. Mustafa Solak ise Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin sağlık alanındaki hizmetlerinin 14 yıldır verilmekte olduğunu söyledi. Solak, üst düzeydeki bu hizmetleri milletvekillerine memnuniyetle sunacaklarını ifade etti.
Aralık 2014
Haberler
Uluslararası Mağdur Hakları Sempozyumu
TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi, İngiltere Büyükelçiliği, Türkiye Adalet
Akademisi, Adalet Bakanlığı ve Mağdur Hakları Daire Başkanlığı tarafından Uluslararası Mağdur Hakları Sempozyumu düzenlendi.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek sempozyumda yaptığı konuşmada, “Bu
toplantının konusu biraz sınırlı. Ceza hukuku anlamındaki mağduriyetler
üzerinde duracağız. Ama günümüzde artık bu mağduriyet kavramına başka
bir içerik, genişlik kazandırmak gerekiyor. Mağduriyet bir sonuçtur. Sebepleri üzerinde durmak ve mümkün olduğu kadar tedavi edici hekimlik yerine,
koruyucu hekimlik gibi, insanların mağdur olmaması için gerekli hukuki ve
siyasi düzenlemeleri yapmak gerekiyor” dedi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ
ise mağdur haklarına ilişkin kanun tasarı taslağının son noktaya
geldiğini belirterek, düzenlemenin kısa sürede yasalaşacağını
umduğunu söyledi. Bozdağ, sempozyumun Türkiye’de mağdur
haklarının tanıtılması, mağdurlar için yeni adımların atılması,
yeni uygulamaların devreye sokulması adına büyük bir tecrübe
paylaşımına fırsat vereceğini belirtti. Bozdağ, sosyal hukuk devleti olmanın gereğinin, sadece şüpheli, sanıklar ve mahkumlar
açısından değil, mağdurlar üzerinde de koruyucu, destekleyici,
geliştirici adımların uygulanması ve mevzuata yansıtılması olduğunu sözlerine ekledi.
Sempozyumda “Uluslararası Toplum ve AB’de Mağdur Hakları”, “Karşılaştırmalı Avrupa Ülkeleri Mağdur Hakları Mevzuatı”, “Önerilen Yeni Mağdur Hakları Sistemi”, “Türkiye’de
Mağdur, Mağdur Hakları ve Hizmetlerine Toplumsal Bakış”,
“Gazi Üniversitesi Çocuk Koruma Merkezi Örneğinde Cinsel
İstismara Uğrayan Çocukların Yasal Süreçte Yaşadıkları Deneyimler”, “Hak Temelli Yaklaşım ve Mağdur Çocukla Çalışmaya
Bütüncül Bakış”, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Mağdurlara Yönelik Çalışmaları”, “TBMM İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu’nun Mağdurlara Yönelik Çalışmaları” gibi konularda sunumlar yapıldı.
“Çocukların önerileri çalışmalarımıza rehberlik ediyor”
AILE ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, “20 Kasım Dünya Çocuk Hakları
Günü” kapsamında, 81 ilden gelen Çocuk Hakları Komiteleri Temsilcileri ile
Suriye’den gelen çocukların katılımıyla “Acil Durumlarda Çocukların Hakları ve Rolleri” temalı 15. Ulusal Çocuk Forumu düzenledi.
UNICEF Türkiye Ofisi Temsilci Vekili Lieke Van de Wiel, TBMM’de gerçekleşen forumda yaptığı konuşmada çocukların ihtiyaçlarının karşılanması
için yoğun çaba harcadıklarını, ancak ulaşılamayan bazı çocuk kitlelerinin
de kaldığını ifade etti. Wiel, bu çocukları da tespit ederek hiçbir çocuğu unutmadan çalışmalarını sürdürmek istediklerini kaydetti.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam ise artık haklarına sahip
çıkan, görüşlerini özgürce ifade eden yeni bir nesil oluştuğunu vurgulayarak
Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesiyle birlikte çocuk haklarının öğretilmesi konusunda yapılan çalışmaları
memnuniyetle karşıladıklarını dile getirdi.
Çocukların sahip olduğu hakları iyi öğrenmesinin önemine değinen
İslam, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yetişkinler gibi sizlerin de haklarınız var.
Aile büyükleriniz, çocuklara hizmetle görevli kişiler, sorumluluklarını en iyi
şekilde yerine getirmeli. Sizlerin sağlıklı ve topluma yararlı bireyler olmanızı
istiyoruz.
Tüm forumlarda, öncelikli hedefimiz, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin hükümlerinin öğretilmesi ve bunların hayata geçirilmesidir. Hak ettiğiniz sos-
yo-ekonomik ortamda yetişmeniz için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Sizlerin önerileri, çalışmalarımızda bize rehberlik ediyor.”
Forumun, “Acil Durumlarda Çocukların Hakları ve Rolleri”
temasına dikkat çeken İslam, “Son dönemlerde ülkemizde, dünyada deprem, sel gibi afetler; savaş ve insan kaynaklı felaketlerle
karşılaşıyoruz. Bundan en fazla çocuklar etkileniyor. Bakanlığımız acil durumlarda çocukların rollerinin neler olacağı konusunda sizlerin görüş ve önerilerine imkan sağlamak için bu yılki
temayı ‘Acil Durumlarda Çocukların Hakları ve Rolleri’ olarak
belirledi. Sizlere her alanda yaşanabilir bir dünya bırakmak için
yürütülen çalışmalara katkıda bulunmak, hepimizin yükümlülüğüdür” diye konuştu.
Aralık 2014
13
14
Haberler
Engelli
dostu
Meclis
Türkiye Büyük
Millet Meclisi,
toplumun
yadsınamaz
bir parçası
olan engelli
vatandaşlarla
ilgili çeşitli
hizmetlere
imza
atarak hem
farkındalığı
artırmayı
hem de
vatandaşlara
kolaylık
sağlamayı
amaçlıyor.
Aralık 2014
BIRLEŞMIŞ Milletler’in “Normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine
yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamaması” olarak tanımladığı engellilik hali, 5378 sayılı kanunda da
“toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimleri karşılama” noktasında kişiye güçlük
yaratan bir durum olarak ifade ediliyor. Konu hakkındaki bilinçliliğin artırılması amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından 1992 senesinde Uluslararası Engelliler Günü ilan edilen 3 Aralık’ta çeşitli
organizasyonlar düzenleniyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi de engellilerle ilgili pek çok uygulama
ve yeniliğe imza atıyor.
TBMM tarafından engellilerin Meclis’e erişimini kolaylaştırmak adına hayata geçirilen uygulamaların çoğu ilk olma özelliği taşıyor. Bunlardan biri, TBMM Ziyaretçi Kabul Salonu Özel Hizmet
Bankosu’nun kurulması. Yalnızca engelli vatandaşlara değil hasta, hamile ve yaşlılar ile yeterli düzeyde okuma-yazma bilmeyen kişilere destek vermek için de kurulan banko, ziyaretçilere kolaylık
sağlamayı amaçlıyor. Bankoda arka plan seslerini arındıran ve özellikle işitme güçlüğü yaşayan
kişilerin görevlilerle iletişimini kolaylaştıran özel bir sistem de bulunuyor. TBMM’nin engelli vatandaşlarla olan iletişimi rahatlatma çabaları bununla sınırlı değil. Televizyon kanallarında yayımlanan
bir kamu spotuyla tanıdığımız İşitme ve Konuşma Engellilere Yönelik İletişim Merkezi, vatandaşların
cep ve ev telefonlarının mesajlaşma özelliği üzerinden TBMM hizmetlerine erişimini mümkün kılarken randevu taleplerini de değerlendiriyor. Böylece, özellikle engelli bireyler evlerinin konforunda
Meclis’e ulaşabiliyor.
TBMM yerleşke ve binaları, engellilerin erişimini ve yerleşke içi ulaşımını sorunsuz kılmak üzere
yeniden tasarlandı. Bu mimari dönüşüm sürecinde bire bir engellilerden görüş alınarak daha verimli
sonuçlar elde edilmesi hedeflendi. Bu bağlamda erişilebilirliği artırmak için ana binanın giriş bölümüne engelli asansörü ve rampaları yerleştirildi, yerleşkenin muhtelif yerlerine portatif rampalar
konuldu. TBMM yerleşkesi içerisinde ayrıca görme engelliler tarafından kullanılan Braille alfabesi
Haberler
baskılı harita ve broşürler de bulunuyor.
Gereksinim duyan ziyaretçilere tekerlekli
sandalye temin edilirken dileyen ziyaretçilere işaret dili tercümanı da dahil olmak
üzere çeşitli uzmanlar refakat ediyor. Bu
uygulamalar sayesinde hasta ve engelli
ziyaretçilerin Meclis içerisindeki hareketliliği son derece kolaylaştırılıyor ve daha sağlıklı bir iletişim ortamı yaratılmış oluyor.
TBMM, engelliler için sunduğu hizmetlere katkıda bulunması amacıyla özel
eğitimler de veriyor. Üye, ziyaretçi ve
personele dağıtılmak üzere pratik bilgiler
içeren broşürler bastıran Meclis, halkla
ilişkiler personeli için de bir işaret dili eğitimi düzenledi. Ziyaretçi Kabul Salonu’nda
yer alan Özel Hizmet Bankosu çalışanları
ise toplumun engellilik algısı, engellilerle
ilgili önyargılar ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi hakkında bilgiler
sunan bir eğitim aldı.
Meclis’in engellilere yönelik faaliyetleri
“sanal alem”de de yansımasını buluyor.
TBMM internet sitesinde yer alan görme engellilere özel bölümde Meclis’in I.
Meşrutiyet’ten itibaren tarihçesini, görev
ve yetkilerini, seçim ve yasama sistemini
anlatan, Meclis’in dış ilişkileri ile yayınları
hakkında bilgi veren ses dosyaları bulunuyor. İnternet sayfasını ziyaret edenler bu
bölüm üzerinden ayrıca Yasama El Kitabı,
TBMM yerleşke ve
binaları, engellilerin
erişimini ve yerleşke
içi ulaşımını sorunsuz
kılmak üzere yeniden
tasarlandı. Bu mimari
dönüşüm sürecinde bire
bir engellilerden görüş
alınarak daha verimli
sonuçlar elde edilmesi
hedeflendi.
Milletvekili Rehberi, TBMM İçtüzüğü gibi sesli kitaplara ve Genel Kurul tutanaklarının ses
dosyalarına da ulaşabiliyor.
TBMM’nin engelliler için hayata geçirdiği daha pek çok uygulama bulunuyor. 24. Dönem
Milletvekili Albümü’nün Braille alfabesiyle basılması, yine bu alfabeyle Meclis’in tarihi,
yapısı ve işleyişi hakkında bilgiler içeren bir tanıtım kitapçığının hazırlanması uygulamalardan bazıları. TBMM Destek Hizmetleri Başkanlığı tarafından yürütülen mavi kapak
ve plastik toplama kampanyası ise yerleşkedeki çay ocakları ve mutfaklara konulan atık
kutuları sayesinde verimli bir şekilde sürüyor. Toplanan bu malzemelere karşılık tekerlekli
sandalye bağışı yapılıyor. Meclis, geçtiğimiz sene bu kampanya sayesinde 21 ihtiyaç sahibine
engelli aracı temin etti.
Meclis, engelliler konusundaki bilinçlendirmeye katkıda bulunmak için birçok etkinliğe
de imza atıyor. Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı’nın 2012 yılında 3
Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla düzenlediği bowling turnuvası milletvekillerinin
katılımıyla gerçekleşmişti. Bu sene de 10-16 Mayıs Engelliler Haftası ve 19 Mayıs Atatürk’ü
Anma, Gençlik ve Spor Bayramı etkinlikleri çerçevesinde engelli öğrencilere özel eğitim veren Ankara Kemal Yurtbilir İş Okulu ve Meslek Lisesi’nden yaklaşık 200 öğrenci 16 Mayıs’ta
Genel Sekreter Dr. İrfan Neziroğlu tarafından kabul edilerek Meclis’i gezdi.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in “Engelli vatandaşlarımız konusunda daha iyisini yapmak,
onların yaşam koşullarını daha da iyi noktalara götürmek temel amacımızdır” sözleriyle
özetlediği engelli vatandaşlara gösterilen hassasiyet, hepimizin birer engelli adayı olduğu
düşünüldüğünde daha büyük önem kazanıyor.
Aralık 2014
15
16
Haberler
Bakan Yıldız: Irak petrolü Irak’ın normalleşmesini
sağlayacak bir gelir kaynağıdır
AB İtalya Dönem Başkanlığı ve Avrupa Komisyonu tarafından düzenlenen “Bir Avrupa-Akdeniz Enerji Köprüsü Oluşturulması: Avrupa-Akdeniz Gazının ve Elektrik Şebekelerinin Stratejik Önemi”
konulu konferans için Roma’ya giden Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız, temaslarına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Irak petrolünün satılmasıyla Irak’ın normalleşmesine katkı
sağlanacağını dile getiren Yıldız, “Bu sistemin mutlaka kurulması
ve korunması gerekiyordu. Türkiye bu manada üzerine düşeni
yaptı. Bundan sonra Merkezî Irak Hükümeti’nin günlük 150 bin
varilden başlamak kaydıyla sevkiyatlarına şahit olacağız. Bu,
bölge için de Irak için de sevindirici bir durumdur. Başından beri
söylediğimiz konunun, prensiplerin kabul gördüğünü bir kez
daha görüyoruz. Satılan petrolün gelirleri paylaşılır, satılmayan
petrolün gelirleri paylaşılmaz. Bunu başında da söylemiştik. O
yüzden Merkezî Irak Hükümeti’nin mart ayından bu yana yapılmayan sevkiyatı başlamış olacak” diye konuştu.
Sürdürülebilir olanın Akdeniz havzasındaki işbirliğinden
geçtiğini ifade eden Yıldız, “Bizim hassasiyetlerimiz, önceliklerimiz belli. Siyasi fizibilitesi oluşan bir yapıyı kurgulamak lazım
ki ekonomik fizibiliteler de oluşmuş olsun” dedi. Yıldız ayrıca
Türkiye’nin Rusya, Azerbaycan, İran, Nijerya ve Cezayir’den
doğalgaz tedarik ettiğini belirterek bu yıl içerisinde Katar’dan da
almaya başladıklarını, bunu daha da çeşitlendirmek istediklerini
ifade etti.
İstanbul Tahkim Merkezi kuruluyor
İSTANBUL Tahkim Merkezi kurulmasına ilişkin yasa tasarısı
TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Kanuna göre, İstanbul’da
tüzel kişiliği haiz, özel hukuk hükümlerine tabi olarak İstanbul
Tahkim Merkezi kurulacak. Merkez, yabancılık unsuru taşıyanlar
da dahil olmak üzere, uyuşmazlıkların tahkim veya alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleriyle çözülmesini sağlayacak.
Genel Kurul üyeleri, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin seçeceği 6, baro başkanlarının seçeceği 4, Yükseköğretim Kurulu’nun
seçeceği 3, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin seçeceği 2, Adalet Bakanlığı, Türkiye Bankalar Birliği, Türkiye Katılım Bankaları Birliği,
Sermaye Piyasası Kurulu, Borsa İstanbul Anonim Şirketi, Türkiye
Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, BDDK ve Türkiye Sermaye
Piyasaları Birliği’nin seçeceği birer, en fazla üyeye sahip işçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarından da birer temsilci olmak
üzere 25 üyeden oluşacak.
Üyeler, mesleğinde en az 10 yıl tecrübeye sahip olanlar arasından
seçilecek. Üyelerin, seçildikleri kurumdaki görevleri devam edecek.
Genel Kurul üyeleri, 4 yıl boyunca görev yapacak, süresi dolan üye
Aralık 2014
yeniden seçilebilecek. Danışma Kurulu üyeleri dışındaki merkez
organlarının üyeleri ile çalışanları, görev süreleri boyunca merkez
bünyesinde hakemlik veya arabuluculuk yapamayacak. Merkez
organlarının üyeleri ile çalışanları, öğrenecekleri sırlar ile taraflar
ve üçüncü kişilere ait her tür bilgiyi, görevleri sona erse dahi hiçbir
kişi ve kuruluşa açıklayamayacak. Kanun, 1 Ocak 2015’te yürürlüğe
girecek.
Dünyadan
Tunus
parlamentosunda
yeni dönem
İsrail’den
“Ulusal devlet”
tanımı
TUNUS’TA yapılan genel seçimlerde, Nida Tunus (Tunus’un
İSRAIL’I “Ulusal devlet” olarak tanımlayan tasarı Bakanlar
Sesi) Partisi’nin oyların yüzde 39,17’sini alarak 85 sandalye ile
birinci, Nahda Hareketi Partisi’nin ise 69 sandalye kazanarak
ikinci sırada yer aldığı açıklandı.
Tunus Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Şefik Sarsar,
Özgür Millî Birlik Partisi’nin 16, Halk Cephesi Partisi’nin 15,
Afak Tunus Partisi’nin 8, Cumhuriyet İçin Kongre Partisi’nin
4, Girişim, Demokratik Akım, Halk Hareketi partilerinin üçer
sandalye kazandığını ifade ederek, parlamentoya giren diğer
parti ve milletvekili sayılarını şöyle sıraladı:
“Teyyar el-Mehabbe (Sevgi Akımı) Partisi iki, bağımsız
Mecd Lilcerid listesi, bağımsız Reddu’l İtibar listesi, Cumhuriyet, Sosyal Demokratlar Hareketi, Demokratik İttifak, Kurtuluş İçin Ulusal Cephe, Nida el-Muhacirin Bilharic (Yurtdışındaki Muhacirlerin Sesi), İş ve Özgürlükler İçin Demokrasi
Birliği ve Çiftçilerin Sesi partileri birer milletvekili çıkardı.”
Kurulu’nda 11’e karşı 14 oyla imzalandı. Başbakan Binyamin
Netanyahu’nun talimatı ile koalisyondaki farklı partilerden üç bakanın hazırladığı yasa taslağı, Hattuna Partisi lideri Adalet Bakanı
Tzipi Livni ile Yeş Atid Partisi lideri Maliye Bakanı Yair Lapid’in
muhalefetine rağmen kabul edildi. Bakanlar Kurulu’ndaki oylama
sırasında taslak, 14 evet, 11 ret oyu aldı. Onaylanmasına kesin gözüyle bakılan tasarı, İsrail’in bir anayasası olmadığı için devletin
“temel kanunlar”ına dahil edilecek. Yasa tasarısında İsrail devleti,
bölgesel bir devlet şeklinde değil tüm dünya Yahudilerinin temsilcisi etnik-dinî bir devlet olarak tanımlanıyor.
Tasarıda şu ifadeler yer alıyor: “İsrail devleti Yahudilerin tarihî
anavatanı ve İsrail devletinin kurulduğu yerdir. İsrail devleti Yahudilerin anayurdu olarak Yahudilerin kültürel ve tarihî mirası
açısından kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. İsrail devleti İsrail peygamberlerinin vizyonları ışığında özgürlük, adalet ve
barış temellerine dayalı, demokratik ve hukuka uygun olarak tüm
vatandaşların bireysel haklarını savunur. Tüm Yahudiler ülkeye
göç ve yasalara göre devlet vatandaşlığını alma hakkına sahiptir.
Devlet sürgündeki Yahudi halkını toplamak, diasporadaki
Yahudi topluluklar arasındaki bağları güçlendirmek için hareket
edecektir. İsrail devleti Yahudi geleneklerine göre tarihî ve kültürel mirası korumak için hareket edecektir. İsrail devleti kendi kültür, miras, dil ve kimliğini korumak için, ırk, milliyet ya da din ne
olursa olsun, tüm sakinlerini etkinleştirmek için çalışacaktır.”
Aralık 2014
17
18
Kapak
Dünyadan
Obama yeni göçmenlik planını açıkladı
ABD Başkanı Barack Obama, başkanlık yetkilerini kullanarak yaklaşık 5 milyon
yasa dışı göçmeni etkileyen planı açıkladı. Beyaz Saray’dan yaptığı açıklamada Obama, ülkenin göçmenlik sisteminin bozuk olduğunu belirterek, yasa dışı göçmenlerin bu ülkede yaşamanın sorumluluklarını yerine getirmediğini, ayrıca korkuyla
gölgede yaşamaya çalıştığını kaydetti.
Artık sınırların tarihte hiç görülmediği kadar güvenli hale getirildiğini ve yasa
dışı göçmenlerin sınırda yakalanmasının artmasıyla yasa dışı girişlerin azaldığını
dile getiren Obama, kendisinden önceki cumhuriyetçi ve demokrat başkanların
yaptığı gibi, kendi yetkilerini kullanarak şu adımları atacağını ifade etti: “Bir;
sınırlarımızdaki korumayı güvenlik güçlerimiz için ek kaynaklarla artıracağız
ki yasa dışı geçişlerin önlenmesini ve sınır dışı edilebilmeleri hızlandırabilsinler.
İspanya Filistin’i tanıdı
İSPANYA Meclisi, Filistin devletinin tanınması için hükümete sunulan tavsiye kararını,
1 çekimser, 2 hayır oyuna karşılık 319 evet oyuyla kabul etti. Sosyalist İşçi Partisi (PSOE)
milletvekili ve eski Dışişleri Bakanı Trinidad Jimenez tarafından kaleme alınan önergeyle, hükümete Filistin’i resmen tanıması çağrısı yapıldı ve “mümkün olan tek çözümün”
iki devlet olduğu vurgulandı. Filistin Büyükelçisi Musa Amer Odeh’in hazır bulunduğu
oylama öncesi söz alan Dışişleri Bakanı Jose Manuel Garcia-Margallo, tüm grupların bu
konuda konsensüs sağlamasından dolayı teşekkür etti. Garcia-Margallo, “Hükümetin
beklentisinin, bu tarihî oylamanın bir süredir tıkanan barış görüşmelerinin önünü açması yönünde olduğunu” kaydetti.
İktidardaki Halk Partisi (PP), Sinagog saldırısının ardından İsrail’in tepkisini çeken
önergede son dakika değişikliği yapmak istemiş, parti sözcüsü Alfonso Alonso “Tek taraflı Filistin’i devlet olarak tanımayı düşünmüyoruz” açıklamasını yapmıştı. Söz konusu
değişiklik kabul edilmedi, ancak Filistin’in tanınması “İsrailli ve Filistinliler arasındaki
müzakere süreci sonucu ortaya çıkması” şartına bağlandı.
Aralık 2014
İki; iş dünyasından birçok liderin önerdiği
gibi yüksek yetenekli göçmenler, buradaki
okullardan mezun olanlar ve girişimcilerin
burada kalıp ekonomimize katkı sağlamalarını kolaylaştıracağım. Üç; halihazırda
ülkemizde yaşayan milyonlarca yasa dışı
göçmenin sorumluluk üstlenmesi için adımlar atacağım.”
Obama’nın açıkladığı düzenleme üç ayaktan oluşuyor. Birinci olarak “yasa dışı göçmenliği sınırda önleme” başlığı, sınırdaki
önlemlerin artırılmasını ve yasa dışı göçmenlerin buralarda daha etk ili şek ilde
yakalanarak sınır dışı edilmesini içeriyor.
Düzenlemenin ikinci ayağında ailelerin
değil, suçluların sınır dışı edilmesi öncelikli
hale getiriliyor. Üçüncü ayaktaysa ülkede beş
yıldan fazla süredir yaşayan, ABD vatandaşı
veya Yeşil Kart sahibi çocuğu olan yasa dışı
göçmenlerin geçmişlerinin kontrol edilip
vergilerini ödemeleri sağlanarak sorumluluk
göstermeleri isteniyor ve bu noktada bu kişilerin ülkede geçici statüsünde yasal olarak
kalabilmelerinin yolu açılıyor.
Dünyadan
Birleşmiş Milletler’den
İran kararı
OPEC üyesi
ülkelerden
ortak karar
PETROL İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi Rusya,
İRAN’DA insan hakları ihlalleri olduğu suçlamasını içeren
bir taslak, Birleşmiş Milletler’de 193 üyenin yarısından
azının desteğini alabildi. Basit çoğunluk prensibiyle gerçekleştirilen oylama sonucunda tasarı kabul edilmiş oldu.
BM Genel Kurulu Üçüncü Komite’ye Kanada tarafından
sunulan taslak, çoğunluğu NATO üyesi olan 78 ülkenin
onayını aldı. Aralarında Rusya, Belarus, Bolivya, Mısır,
Hindistan, Irak, Kazakistan, Çin, Küba, Lübnan ve Kore
Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin de olduğu 35 ülke tasarıyı reddederken Brezilya, Ürdün, Libya, Suudi Arabistan ve
Güney Afrika’nın da yer aldığı 69 ülke oylamada çekimser
kaldı.
Taslakta İran’ın ifade özgürlüğü gibi haklara ciddi kısıtlamalar getirdiği, “insan hakları aktivistlerine sistematik
gözaltı ve baskı uyguladığı, gazetecilere ve sosyal medyayı
kullanan çeşitli muhaliflere baskı uyguladığı” gibi suçlamalar yer alıyor. Ayrıca “muhaliflere işkence”, “kadın ayrımcılığı”, “dinsel ve etnik azınlıklara baskı” gibi ithamlara da
taslakta yer verildi.
Suçlamalarla ilgili söz alan İran BM Temsilcisi Hüseyin
Dehkani bazı ülkelerin düşmanca tavrına karşın ülkesinin
BM ile işbirliğine devam edeceğini, insan hakları konusunda ilerleme kaydedecek mekanizmalar oluşturmayı hedeflediklerini ifade etti.
Suudi Arabistan, Meksika ve Venezuela’dan oluşan ülkeler grubu, Viyana’da gerçekleşen toplantıda hızla düşen
petrol fiyatları ile ilgili görüş alışverişinde bulunarak
önemli kararlar aldı.
Böyle bir formatta ilk defa bir araya gelinen toplantıda
ülkeler fiyatları bir yıl boyunca denetleme ve gözlemleme
kararına vardı. Venezuela Dışişleri Bakanı Rafael Ramirez toplantının ardından, enerji bakanlarının petrol
üretimini durdurma kararı almadığını söyledi. Ramirez
ayrıca grubun şu anki petrol fiyatlarının çok düşük olduğunu savunduğunu, varil fiyatının 100 dolar olmasının
adil olacağını da söyledi.
Rus petrol şirketi Rosneft’in başkanı Igor Sechin ise
grubun yıl boyunca fiyatları denetleyip gözleyeceğini
ve muhtemelen belli aralıklarla aynı şekilde toplanacaklarını dile getirdi. Sechin ayrıca son beş yıldır petrol
fiyatlarında yaşanan düşüşün kritik olmadığını söyleyerek, sermaye ağırlıklı projeler sürecini uygulamaya başlamaları gerektiğini, bununsa petrol üretiminin bütün
seviyelerini etkileyeceğini ifade etti. Kendilerinin günlük
petrol üretimini 25 bin varile düşürdüklerini kaydeden
Sechin, bunun da pazar dağıtımı açısından olduğu kadar
hissedarların üretim etkinliği ve etkililiğini artırmak
için yapıldığını belirtti.
Aralık 2014
19
20
Demokrasinin
filizlendiği şehir Antalya
Dünya tarihinin ilk
demokratik yönetim
binası olan Likya
Birliği meclis binası,
Antalya’nın Kaş ilçesinde
zamana meydan
okurcasına ayakta
duruyor. İki bin yıl
önce demokrasiyi bu
topraklarda yeşertmiş
Likya uygarlığına
evsahipliği yapan
Antalya, bugün
de demokrasinin
simgelerinden biri.
Aralık 2014
DOĞASI, denizi, dünyanın en güzel sahilleri, evsahipliği yaptığı medeniyetleri ve
tarihî eserleri ile sadece Türkiye’nin değil dünyanın en güzel kentlerinden biridir
Antalya. Şehri önemli kılan bir diğer özelliği ise demokrasinin temellerinin burada
atılmış olması. MÖ 3000’lerde Anadolu’ya gelen ve bin yıldan fazla süre Güney Anadolu bölgesinde yerleşim gösteren Likyalılar tarihte ilk demokratik yönetim merkezine
sahip uygarlık olma özelliği taşıyor. Likya Birliği’ne bağlı yerleşim merkezleri, ortak
hareket edecekleri durumlarda bir meclis binasında fikirlerini oylamaya sunuyor ve bir
karara bağlıyorlardı. Başkenti Patara olan birliğin sisteminde büyük yerleşim merkezlerinin iki, küçüklerin bir oy hakkı vardı.
Bölgeyle ilgili kapsamlı çalışmalar birliğe bağlı şehir sayısının sık sık değiştiğini
gösteriyor. Günümüze kadar, Likya Birliği’ne bağlı olduğu kesin olarak bilinen ve çoğu
Likya kökenli olan şehirler şunlar: Aloanda, Andriake, Antiphellos, Aperlai, Apollonia, Araxa, Ariassos, Arneai, Arnna (Xantos), Arsada, Arykanda, Balbura, Bubon,
Choma, Daedala, Gagae, Hippoukome, Idebessos, İsinda, Istlada, Kadyanda, Kandyba,
Karmylassos, Kibyra, Korydalla, Kyaneai, Letoon, Lmyra, Myra, Nysa, Oktapolis,
Oinoanda, Olympos, Patara, Phaselis, Phellos, Pınara, Podalia, Pydnai, Rhodiapolis,
Simena, Sura, Sidyma, Telmessos, Termessos Minor, Theimussa, Tlos, Trebenna, Tyberissos, Typallia, Trysa.
MÖ 2. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen, 2008 yılında restorasyon çalışmaları
için TBMM’ye devredilen meclis binası, restorasyonun tamamlanmasının ardından
20 Mayıs 2012’de yeniden Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bırakılmıştı. Demokrasinin
Anadolu topraklarında filizlendiğinin en büyük kanıtı olan Likya Birliği meclis bina-
21
sını her yıl pek çok turist ziyaret ediyor. Kalkan beldesindeki Patara
antik kentinde bulunan meclis binası, kültürel ve tarihî değerinin
yanı sıra demokratik bir önem de taşıyor.
“Her zaman demokrasiden yana”
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, demokrasinin
Antalya kadar hiçbir şehre yakışmadığını ifade ediyor. Likya Birliği
meclisinin mükemmel yönetim biçiminin tüm dünya demokrasilerine esin kaynağı olduğunu belirten Türel, Antalya’nın tarih boyunca
her zaman demokrasiden yana tavır aldığını dile getiriyor. Türel,
Türkiye’de demokrasi ne zaman duraksamaya uğrasa, Antalya’nın
hassasiyetlerin en yükseğini gösterdiğini vurguluyor.
Bin yıllar önce dahi demokrat olan Antalya’da yönetim bugün de
demokrasi gözetilerek gerçekleştiriliyor. 200 milyon liralık dev yatırım EXPO-Meydan Raylı Sistem Hattı için halkın görüşü alındıktan
sonra kolların sıvanması, belediyenin şeffaf yönetim ve katılımcı demokrasi anlayışının en güzel örneklerinden birini teşkil ediyor. Raylı
sistem hattının geçtiği yirmi mahalleye kurulan sandıklardan %98
“Evet” oyu çıkması üzerine Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı
Menderes Türel, “Yaklaşık 200 milyon TL yatırım maliyeti olan bir
projeyi vatandaşlara sorduk ve halkımız yoğun bir ilgi göstererek çalışmanın yapılmasına onay verdi. Burada önemli olan halkımızın demokrasiye, katılımcı yönetime olan hassasiyetini bu vesileyle görmüş
olmamızdır” açıklamasını yaptı. Halkın görüşlerini almaya devam
edeceklerini ifade eden Türel sözlerini şöyle sürdürdü: “Bundan sonra
hangi büyük proje olursa olsun halkımıza soracağız. Halkımızın ka-
naatini aldıktan sonra o projeyle ilgili gerekeni yapacağız. Halkımız
bu büyük projeleri bize yap diyorsa yapacağız. Ama eğer o projeyi istemezse halkın isteyeceği diğer projelerle meşgul olacağız. Halkımıza
hizmet etme noktasında gerekeni yapacağız.”
“Antalya sinema şehri olacak”
Antalya’nın demokrasinin olmazsa olmazı sanatın da başkenti olduğunu ifade eden Türel, Büyükşehir Belediyesi olarak turizm, kültür ve
sanat adına çalışmaların devam edeceğini belirtiyor. 51’incisi düzenlenen Uluslararası Film Festivali’nin dünyanın sayılı film festivalleri
arasında yer aldığını söyleyen Menderes Türel, şehrin tarihî mekanları ve doğal zenginliğinin yeni film stüdyoları ile dünyaya tanıtılacağını ifade ediyor. Türel, “Altın Portakal ile birlikte Antalya’yı birkaç
yıl içerisinde dünya sinema endüstrisinin üretim merkezlerinden biri
yapacağız. Antalya tam anlamıyla bir sinema şehri olacak. Festival
sarayımızla, film platolarımızla, film laboratuvarlarımızla, kostüm
bankalarımızla, maddi ve manevi desteklerimizle yapımcıları ve
yönetmenleri sadece festival için değil, film yapmak için Antalya’ya
davet edeceğiz” diyor.
“Piyano Festivali sadece salonlarda değil,
sokaklarda, okullarda, AVM’lerde...”
15’incisi düzenlenen Antalya Piyano Festivali’nin temasını “Şehrin
Sesi” olarak belirlediklerini belirten Türel, “Sadece konser salonlarında değiliz. Aynı zamanda sokaklarda, AVM’lerde, okullardayız.
Burada birçok aktivite gerçekleştiriyoruz. Konser salonlarını tüm
şehre yaymaya dikkat ettik. Etkinliklerimizde bu şehrin müzisyenlerine imkan tanıdık. Bu festivalin en önemli unsurlarından biri
eğitim. Sosyal dezavantajlı okullara gidiyoruz. Burada enstrüman
alacak gücü olmayan öğrenciler olabilir. Yaptığımız atölyelerle kendi
bedenlerini nasıl enstrüman olarak kullanabileceklerini öğretiyoruz”
ifadelerini kullanıyor. Sekiz bin öğrenciye atölyelerle ulaşarak klasik
müziği sevdirmeyi amaçladıklarını, okulları gezerek yetenekli öğrencileri tespit ettiklerini söyleyen Türel, Antalya’nın büyük bir kültür
başkenti olma yolunda ilerlediğini belirtiyor.
“Sosyal, kültürel ve kişisel gelişimlerine destek oluyoruz”
Demokrasilerin eğitimle güçleneceğini kaydeden Türel, ASMEK
(Antalya Sanat ve Eğitimi Kursları) ve AKBEM (Atatürk Kültür Bilgi
Eğitim Merkezi) gibi merkezlerle Antalyalıların sosyal, kültürel ve
kişisel gelişimlerini destekleyerek eğitimlerine katkıda bulunmayı
amaçladıklarını sözlerine ekliyor. Sosyal bir belediyecilik anlayışı
ile “Bilgi Evleri” projesini geliştirdiklerini söyleyen Menderes Türel,
“Teknolojiye hakim, tarih bilincine sahip, sorumluluklarını bilen,
kültürel değerlerine bağlı, özgüveni olan, geleceğe inancı sağlam bir
nesil oluşturmaya çalışıyoruz. Bilgi Evleri ile, çocukların güvenli ve
kontrollü bir ortamda ders çalışmalarını, kitap okuma alışkanlığı kazanmalarını, boş vakitlerini yararlı bir şekilde değerlendirmelerini,
sosyal alanda yeteneklerini geliştirebilmelerini sağlamayı amaçlıyoruz” diyor.
Aralık 2014
22
Yeni nesil gümrükler
Ü
lkemiz gümrük kapılarında 400 milyar doları aşan dış ticaret hacmi gerçekleştirilmektedir. Bu trafiğin yönetilmesi ve 2023 hedeflerimiz, kolaylık ile güvenliğin bir
arada bulunduğu sistemleri oluşturma zorunluluğunu beraberinde getirmektedir.
Gümrüklerimizde işlemlerin hızlı sonuçlandırılmasının yanı sıra olası suistimallere alan bırakmama gayreti ile yeni enstrümanlar geliştirilmekte, sistemlerin işleyişi düzenlenmekte ve
aksaklıkları ortadan kaldırmak üzere çalışmalar yapılmaktadır.
“Tek Durak” ile gereksiz bürokrasiyle mücadele
Nurettin Canikli
Gümrük ve Ticaret Bakanı
Gümrük kapılarımızı
her yönüyle yeniliyor,
ülkemizin ihtiyaçlarına
cevap verecek ve
ticaret erbabımızın
uluslararası arenada
rekabet gücünü
artıracak donanımlara
sahip hale getiriyoruz.
Aralık 2014
Gümrük hizmetlerini çok daha hızlı ve etkin bir şekilde sürdürmek için, ihtiyaç duyulan yerlerde yeni gümrük kapıları açıyor ve mevcut kapılarımızı yeniliyoruz.
Bu kapsamda, vatandaşımızın ve ticaret erbabımızın gümrük kapılarında gereksiz yere
beklemesinin önüne geçmek adına “Tek Durak” projesinin pilot uygulamasını 2014 yılında
Kapıkule sınır kapısında başlattık ve ilerleyen dönemlerde diğer kara sınır kapılarımıza
da yaygınlaştırmayı planlıyoruz. Gümrük hizmeti verilmesine ilişkin olarak yolcuların, yük
taşıyan araç ve sürücülerin tüm işlemleri ile diğer kurum ve kuruluşların mevzuatlarından
kaynaklanan bazı kontrollerin de koordineli bir şekilde aynı yer ve zamanda yapılabilmesine
hizmet eden “Tek Durak” uygulaması gereksiz bürokrasiyle mücadele noktasında da önem
taşımaktadır.
Bakanlığımızca yürütülen gümrük kontrolleri Gümrük Mevzuatı uyarınca, risklerin tespiti
ve risk derecesinin ölçülmesi ile ulusal ve gerekli görüldüğü takdirde uluslararası düzeyde
riskler değerlendirilerek gerekli önlemleri oluşturmak amacıyla bilgisayarlı veri işleme teknikleri kullanılarak ve risk analizi esas alınarak yapılmaktadır.
Bu kapsamda, gümrük idaresindeki işlemlerin mümkün olduğu ölçüde hızlı ve etkin
yapılması, idarelerdeki yığılmaların önlenmesi ve dış ticaret erbabına kaliteli ve hızlı hizmet
sunulması amacıyla risk analizi ve hedefleme teknikleri kullanılmaktadır. Bu amaçla yapılan
çalışmalar sonucunda belirlenen riskli unsurlar Bilgisayarlı Gümrük Etkinlikleri (BİLGE) sistemine tanıtılarak, gümrük kontrollerinin bu doğrultuda gerçekleştirilmesi ve söz konusu
kontrollerde seçicilik sağlanması amaçlanmaktadır.
Kaçakçılığa sıfır tolerans
Bakanlık olarak bir taraftan ülkemizi 2023 hedefine ulaştıracak gümrük işlemlerini basitleştirme ve kolaylaştırma çalışmalarına ivme kazandırırken, aynı zamanda sanayicinin, ticaret
erbabının hak ve hukukunu korumak amacıyla kaçakçılıkla mücadelede etkinliği artırmaya
yönelik her türlü önlemi almanın gayreti içerisindeyiz.
Belirli kişi veya gruplara haksız kazanç sağlaması, haksız rekabete neden olması, istihdamı engelleyip işsizliğe yol açması, bu yolla elde edilen kazancın büyük oranda organize
suç örgütlerine finansman sağlaması nedeniyle kaçakçılık, ülkelerin ekonomik ve sosyal
yapısında tahribatlara neden olmakta, kamu düzeni üzerinde ciddi tehdit oluşturmaktadır.
Bu nedenledir ki kaçakçılıkla mücadele ulusal ve uluslararası boyutta ele alınması, üzerinde
hassasiyetle durulması gereken bir olgudur. Kaçakçılığın önlenmesi yalnız maddi zararların
23
önüne geçilmesi açısından değil, uyuşturucu, patlayıcı silah ve mühimmat
gibi ticareti yasak eşyaların ülkeye giriş ve çıkışının önlenmesi bakımından
da önemlidir.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı olarak temel misyonumuz, yasal ticareti
kolaylaştırmak ve yasa dışı ticareti önlemektir. Misyonumuz doğrultusunda
“kaçakçılığa sıfır tolerans” yaklaşımı ile görev alanımızdaki gelişmeleri yakından takip etmekteyiz. Hedefimiz, kaçak eşyayı yakalarken caydırıcı bir etki de
oluşturmaktır. Kaçakçılıkla mücadele, yalnız kaçak eşya yakalamak değildir,
aynı zamanda potansiyel kaçakçılık faaliyetlerinin ve insanların kaçakçılığı kârlı
bir alan olarak görmelerinin engellenmesidir.
Bu amaca yönelik olarak son yıllarda beşeri ve fiziki sermayeye yatırımlar
yaptık. Kaçakçılıkla mücadelenin en önemli sermeyesi insan kaynağını nicelik
ve nitelik olarak iyileştirme kapsamında son beş yılda yaklaşık 7 bin yeni personel aldık. Şu anda toplam personelimizin yüzde 70’inden fazlası üniversite
mezunudur. İstihdam edilen personelin, kaçakçılıkla ilgili yeni uygulamalar
ile mücadele teknik ve yöntemleri konusunda hem ulusal hem de uluslararası
platformlarda eğitim verilerek, bu konudaki kabiliyet ve yetenekleri artırılmaktadır.
Ülkemize giren her araç ve eşyaya tarama
Bulunduğumuz coğrafyada komşu ülkelerdeki otorite ve iktidar boşluğu, iç
çatışmalar maalesef önemli bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmakta, kaçakçılıkla etkin mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Bu dezavantajı ortadan kaldırmak,
mücadelede herhangi bir zafiyet yaşamamak amacıyla teknolojinin tüm
imkanlarından faydalanıyoruz. Bütün kara sınır kapılarımız ile limanlarımızın
tamamında tarama sistemlerini etkin olarak kullanmaktayız. Bu amaçla 2012
yılında 19 olan araç ve konteyner tarama sistemi sayımızı yüzde 100 artırdık ve
38 tarama sistemine ulaştık. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde ülkemize giren
tüm araç ve eşyalarının tamamını taramayı hedefliyoruz. Bu nedenle ilk etapta
2015 yılında X-ray kapasitemizi yüzde 50 civarında artırmayı planlıyoruz.
Uyuşturucu ile etkin mücadele
Özellikle gençlerimizi hedef alarak insan sağlığı üzerinde ciddi tehdit oluşturan uyuşturucu maddeler ile etkin mücadeleye ayrı bir önem atfetmekteyiz.
Ülkemiz, narkotik maddeler açısından maalesef transit güzergah olarak
kullanılmaya çalışılmaktadır. Bakanlık olarak uyuşturucu ile mücadelede elde
ettiğimiz başarı birçok uluslararası ve bölgesel kuruluş tarafından örnek gösterilmektedir. 2014 yılının ilk on ayında Bakanlığımızca 820 kilogram eroin, 133
kilogram kokain ve 213 kilogram farklı tür ve miktarda sentetik uyuşturucu ele
geçirilmiştir.
Tırlara yakın takip
Akaryakıt kaçakçılığı ile mücadele, Bakanlığımız koordinasyonunda
yürütülmektedir. 2012/19 Sayılı Başbakanlık Genelgesi ile mücadele ile
görevli kurumlar tarafından müştereken hazırlanan Eylem Planı kapsamında önemli çalışmalar yapılmıştır. Yasal ve idari kapasitenin artırılması,
operasyonel faaliyetlerin sayısının ve niteliğinin artırılması başlıkları
altında akaryakıt kaçaklığı ile mücadele kapasitemiz önemli bir noktaya
ulaşmıştır. Suriye sınırından giren kaçak akaryakıtın önlenmesi amacıyla
bölgedeki 7 ilde, Valiliklerin koordinasyonunda tüm adli kolluk birimlerinin katıldığı saha denetimlerine devam edilmektedir. 2014 yılının ilk on
ayında Bakanlığımız tarafından 40 bin 85 ton kaçak akaryakıt yakalaması
gerçekleştirilmiştir. Araç Takip Sistemi ile ülkemizden transit geçen akaryakıt yüklü tırların takibi, bu tırlara yalnız belirli yerlerde konaklama izni
verilmesi ve bu alanların kapalı devre kamera sistemleri ile izlenmesi,
akaryakıt satışı yapan istasyonlara risk analizi temelli denetimler yapılması, bu çalışmaların somut örneklerinden yalnız birkaçıdır.
Kaçaklıkla mücadele, sadece yakalama yapmak değildir, ancak yakalama rakamları kaçakçılıkla mücadele alanında önemli bir işarettir. 2010
yılında 436 milyon 35 bin TL olan yakalama değerimiz 2014 yılı ekim sonu
itibarıyla yüzde 206 artışla 1 milyar 333 milyon TL’ye ulaşmıştır. 2009
yılından bu yana yakalama değerlerimiz yıllık ortalama yüzde 36 artış
göstermiştir. Ülkemize ciddi ekonomik ve toplumsal maliyetlere neden
olan, ulusal güvenliğimizi tehdit eden kaçakçılık ile kararlı mücadelemiz
artarak devam edecektir.
Daha kolay ve daha güvenli ticaret hedefi doğrultusunda antrepo ve
antrepodan transit işlemlerine ilişkin sistemin işleyişinin de düzenlenmesi
gerektiği kanaati doğrultusunda akaryakıt antrepoları ve riskli ürünlerin
antrepodan transitine ilişkin olarak gerek mali açıdan gerekse insan ve
çevre sağlığı açısından olası risklerin önüne geçilmesine yönelik çalışmalarımız devam etmektedir.
2023 ufkuyla daha ileri hizmetler
Günümüzde gümrükler, ticaretin kolaylaştırılması yoluyla rekabetçilik ve
büyüme alanlarında ülke ekonomilerinde itici güç olarak rol üstlenmektedir. Bu bilinçle gümrük kapılarımızı her yönüyle yeniliyor, ülkemizin
ihtiyaçlarına ve ticaret erbabımızın uluslararası arenada rekabet gücünü
artıracak donanımlara sahip hale getiriyoruz. Son 12 yılda birçoğunu reform olarak nitelendirebileceğimiz hizmetlerimizi, 2023 ufkuyla çok daha
ileri noktalara götürmeyi hedefliyoruz.
Aralık 2014
Aralık 2014
Anadolu’
d
an
yükselip tüm dünyayı
aydınlatan güneş
Deniz Varol
Mevlâna’nın çağlar aşan ve yüzyıllarca
insanlığa bir fener gibi yol gösteren
felsefesi, Anadolu’dan tüm dünyaya
yayılmış bir cevher adeta. 13. yüzyıldan
beri eskimeyen, sonraki kuşaklara
aktarılarak varlığını her daim koruyacak
olan Mevlevilik geleneği Mevlâna’nın
öğretilerini bize aktarmakla kalmıyor,
ilahî aşka giden yolda kılavuzluk ediyor.
Aralık 2014
26
Kapak
T
ürkmenistan’ın Merv, İran’ın Nişabur, Afganistan’ın Herat ve Belh şehirlerini kapsayan Horasan bölgesinin,
Anadolu’nun kimlik oluşturma sürecinde de etkili olduğu bilinir. Mevlâna
Celaleddin-i Rumi’nin doğduğu kent
olan Belh, o dönemde Harezmşahların
idaresindedir. Mevlâna ise bölgenin
en köklü ailelerinden birine sahiptir;
annesi Belh Emiri Rükneddin’in kızı
Mümine Hatun, babaannesi Harezmşahlar hanedanından Melîke-i Cihan
Emetullah Sultan, babası “alimler i n su ltâ n ı” u nva n l ı Mu ha m med
Bahâeddin Veled, büyükbabası ise
Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî...
Mevlâna henüz çocukken babası
Belh’te meydana gelen siyasi istikrarsızlık nedeniyle şehri terk etmeye
karar verir. Tam da Moğol istilalarının
yaklaştığı bir dönemde, Mevlâna’yı
Anadolu’ya kazandıracak göç böylece gerçekleşir ve Selçuklu devletinin
başkenti Konya’ya yerleşirler. Artık
Mevlâna Anadolu’nun kadim bilge-
Aralık 2014
Mevlâna’nın
oldukça
ciddi bir tahsil
gördüğü ve
tasavvufi bir
terbiyeden geçtiği
bilinir. Öyle ki
lügat, fıkıh, tefsir,
hadis, makulat,
menkulat gibi
dönem ilimlerinde
önde gelenlerden
biri haline gelir,
fende yüksek
başarılar sağlar.
liğinden, Anadolu ise onun sevgiyi ve hoşgörüyü aşılayan
görüşlerinden beslenecektir.
Konya’ya yerleşmelerinden iki yıl sonra babasının ölmesiyle Mevlâna, Şeyh Burhaneddin-i Muhakkık-ı Tirmizi’nin
müridi olur. Mevlâna’nın oldukça ciddi bir tahsil gördüğü ve
tasavvufi bir terbiyeden geçtiği bilinir. Öyle ki lügat, fıkıh,
tefsir, hadis, makulat, menkulat gibi dönem ilimlerinde önde
gelenlerden biri haline gelir, fende yüksek başarılar sağlar.
Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin yaşamında en önemli unsurlardan, hatta onu
Mevlâna yapan değerlerden biri de şüphesiz Tebrizli Şems’tir. Birliktelikleri ve
karşılaşmaları üzerine yazılanlar çok
çeşitli olsa da Şemseddin Muhammed-i
Tebrizi’nin ilk kez 1244’te Konya’ya
geldiği bilinir. Yaygın kanı Şems’in
Ümmî bir şeyhin müridi olduğu ve
Konya’ya gezici bir tüccar olarak geldiği yönündedir. Bir araya gelmeleri
ise adeta efsanevidir, Mevlâna aradığını
Şems’te, Şems ise Mevlâna’da bulmuştur.
Artık her anı birlikte geçirmekte, fikir
alışverişleri yapmakta, süresi kesin olarak bilinmeyen uzun bir inziva yaşamaktadırlar. Mevlâna artık o güne dek
Kapak
öğrendiği, benimsediği tüm bilgileri bir kenara bırakıp Şems’in açtığı manevi
yolda ilerleyecek, ilahî aşka doğru yönelecektir. Bu süreç elbette Mevlâna’nın
öğretileri ve yaşayışı üzerinde hiç kaybolmayacak bir etki yaratacaktır.
Ne var ki söz konusu birliktelikten dostları ve müritleri şikayet etmeye
başlar, zira Mevlâna’nın kendileriyle eskisi gibi ilgilenmemesi hoşnutsuzluğa neden olur. Şems de bu yakınmalara daha fazla dayanamaz ve
Konya’yı terk eder. Bu ayrılış Mevlâna için adeta bir yıkım olur, hem
semâ meclislerinden hem de toplantılardan iyice ayağını çeker, ama
en içli eserlerini de bu dönemde verir. Bir süre sonra Şems’in geri
dönmeyeceğinden emin olarak dostlarına, derslerine geri döner.
Mevlâna yaşamının sonraki yıllarında sadece Anadolu topraklarında değil tüm dünyada ilim severleri derinden etkileyecek eseri Mesnevi’ye imza atar. Ölmeden önceki son on beş
yılını adadığı Mesnevi’de bilgilendirici ve öğretici bir yol izler
Mevlâna. Hem hayatına yön veren anlayışları, hem de dinî ve
tasavvufi bilgileri konu edinerek yüzyıllarca pek çok dile tercümesi yapılan,
dünya çapında ilgi toplayan bir ürün
ortaya koyar. Yüksek vecd ve ilahî aşk
Mesnevi’nin satırlarından gönül bağı
aracılığıyla okuyucuya aktarılır.
İlim öğrenme mekanı olan medreselerin Mevlâna’nın daha çocukluk
yıllarından itibaren yeri büyüktür.
Tahsil dönemini tamamlamasının
ardından hayatı neredeyse tümüyle bu
mekanlarda geçer. Sahip olduğu ilmi
şiirle buluşturması ise onu benzersiz
kılar. Kendisine örnek aldığı mutasavvıf şairler Senai ile Şeyh Attar’ın
Mevlâna hayatta iken bir tarikat
kurmamışsa da eşsiz görüşleri
ve bilgeliğiyle yüzyıllar sürecek
bir geleneğin temellerini atmıştı.
Günümüze dek canlılığını ve etkisini
yitirmeyecek bir geleneğin harcını
ilahî aşk, hoşgörü, affedicilik,
Allah ve insan sevgisi, tevazu,
dinginlik ve barışla karmıştı.
Aralık 2014
27
28
Kapak
En başından en sonuna kadar büyük
bir özen ve dikkatle icra edilen
semâ, pek çok mistik
sembol barındırır.
açtığı yolda ilerleyerek ulvi bir kişilik sergiler. Ancak Mevleviliğin bir
tarikat haline gelmesi Mevlâna’nın
ölümünün ardından, onun felsefesini
ölümsüz kılmak isteyen oğlu Sultan
Veled tarafından gerçekleşir.
Fanilik içinde beka
zevkini tatmak
Mevlâna hayatta iken bir tarikat kurmamışsa da eşsiz görüşleri ve bilgeliğiyle yüzyıllar sürecek bir geleneğin
temellerini atmıştı. Günümüze dek
canlılığını ve etkisini yitirmeyecek
bir geleneğin harcını ilahî aşk, hoşgörü, affedicilik, Allah ve insan sevgisi,
tevazu, dinginlik ve barışla karmıştı.
Kendisi dostlarıyla ve müritleriyle
bir araya geldiğinde dinî ve ilmi soh-
Aralık 2014
betlerin yanı sıra semâ yapılır, zikredilirdi. O dönemde semâ belli bir kurala ve
düzene göre yapılmıyordu, ancak Mevlevilik sufi bir tarikat haline geldikten sonra
semâ ritüeli de disiplinli bir şekilde icra edilmeye başladı.
13. yüzyılda ortaya çıkan, asırlar boyunca gelişip son halini alan ve Türk kültürünün bir parçası haline gelen Mevlevi ritüellerinin uzun ömürlülüğü, içsel
mükemmellik ve özgünlükten kaynaklanıyor. “Semâ, fanilik içinde beka zevkini
tatmak, Allah’ın sırrına aracısız ulaşmak, Allah’la buluşmak, aşkı kucaklayıp
bağrına basmaktır” diye dile getiriyor Mevlâna. Bu ritüeli gerçekleştirirken her
adım, her öge olmazsa olmaz bir nitelik taşıyor. Hz. Muhammed’i (s.a.v.) öven
naat-ı şerifin okunmasının ve sonrasında ney taksiminin ardından semâzenler
semâya başlıyor; ilk aşamada sergilenen Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeyi
temsil ediyor. Hırkası kabir, sikkesi mezar olan semâzen, oturduğu sırada ölmüş sayılıyor. Devr-i Veledi’nin tamamlanmasıyla hırkayı çıkarmaları dünyevi
işlerinden sıyrıldıkları anlamına geliyor.
Semâ töreninin selam bölümü dört unsurdan oluşuyor: Selam insanın kulluğunu idrak etmesini, Allah’ın kudreti karşısında hayranlık duymasını, kudret
karşısında duyulan hayranlığın aşka dönüşmesini, insanın kulluğa dönüşünü
anlatıyor. En başından en sonuna kadar büyük bir özen ve dikkatle icra edilen
bu seremoni, pek çok mistik sembol barındırır. Semâ esnasında dönmek tüm
Kapak
mekanlarda ve tüm yönlerde Allah’ı seyretmeyi simgeler.
Ayak vurmak, nefsin sınırsız ve doyumsuz isteklerini ayaklar altına alıp ezmeyi ve onunla mücadele edip nefsi mağlup
etmeyi anlatır. Kolları iki yana açmak, “en mükemmel”in
karşısındaki acziyeti temsil eder. Sağ elin yukarı, sol elin
aşağı yönelmesi ise sağ elle Tanrı’dan feyiz alıp ondan
başkasına yüz çevirmek, sol elle bu feyzi dağıtmak anlamı
taşır.
Mevlâna’nın öğretisine göre ölüm ilahî aşkın yöneldiği
Rabb’e kavuşmak olduğundan onun ölüm günü “düğün
gecesi” anlamına gelen Şeb-i Arus olarak adlandırılıyor.
Mevlevilikte vuslat olarak nitelendirilen bu gün adına her
yıl 17 Aralık’ta törenler düzenleniyor. Bu törenlerde Mevleviliğin bir parçası olan ve Allah’a ulaşma yolunun derecelerini simgeleyen semâ eşliğinde tasavvufi bir seremoni
gerçekleştiriliyor. Mevlâna’nın canın içinde can arayan;
benliğe, altın taç olan akla ulaşmayı amaç edinen felsefesi
yalnızca onun eserlerinde değil, aynı zamanda Mevlevilik
geleneğinde yaşatılarak hakikat yolunu görünür kılıyor.
Aralık 2014
29
1789’dan 5 Aralık 1934’e...
Kadınlar nihayet
siyaset sahnesinde
Ne Satı Kadın kolay efsane oldu ne de Gül Esin. Türkiye’nin
“ilk”lerine adını yazdıran bu isimler, yaklaşık yüz elli yıl önce
hemcinslerinin çok uzaklarda başlattığı bir akımın Anadolu’daki
kahramanlarıydılar. 20. yüzyılda kadın, siyaset sahnesine çıkmıştı
nihayetinde. Kimi zaman ayağı burkuldu, belki çelme takıldı;
kimi zaman düştü, yine kalktı. Ancak kadın, meclis kürsüsüne
koşarak geldi, hem de uzun bir yolu…
Gökçe Doru
Aralık 2014
31
“E
k mek bu la m ıyorla rsa pasta
yesi n ler.” Bi r g r up k ad ı nı n
sinirlerini zıplatan; büyüyerek tüm
dünyayı etkisi altına alan, yıllar içinde
farklı ülkelerde kadın hareketlerini
doğuran şey, pek masum görünümlü bu söz müydü? Fransa Kraliçesi
Marie Antoinette’e ait olduğu rivayet
edilen, bir kısım tarafından küstahça
bulunduğu, bir kısım tarafından kraliçenin halkından habersiz olduğunu
gösterdiği için eleştirilen, ama mutlaka eleştirilen pastalı söz Versailles
Sarayı’na yürüyen, “Ne zaman ekmeğimiz olacak” diye bağıran bir grup
kadına söylenmişti. Sonradan Fransız
Devrimi olarak adlandırılacak ve bir
çağı kapatacak karmaşanın ortasında
edilmiş bu söz, dünyada dalga dalga
yayılan kadın hareketlerinin de fitilini
yakmıştı.
Sanayi Devrimi yıllarında İngiliz
kadınların, Fransız Devrimi’ne de
Fransız kadınların büyük katkısı olduğu bilinir. Dünyada modernleşmenin
temelinin atılmasında, hak, özgürlük,
eşitlik gibi kavramların yerleşmesinde kadınların büyük rolü var. Halbuki Cilalı Taş Çağı’nda da kadınların
önemi çok büyüktü. Öyle ki o çağın
insanları erkek tanrı figürini dahi yapmamıştı. İlk çiftçiler kadındı, çağlar
sonra ilk doktorlar ve bilim insanları
da kadın olacaktı. Peki, ne olmuştu da
kadınlar belli haklara sahip olabilmek
için pek çok acıya katlanmış, uzun ve
zorlu bir mücadeleye girişmişti? Cevap
Aralık 2014
32
Eski Tunç Çağı’nda saklı. Metalin keşfi, bu sert maddenin dövülerek yapıldığı
araç-gereçlerin ön plana çıkması, yani fiziksel güç gerektiren işlerin artması
kadını ikinci plana itti. Bin yıllar sonra, 1. yüzyılda Aziz Pavlus’un söylediği
“Erkek kadın için yaratılmadı, ama kadın erkek için yaratıldı” sözünün etkisi
de yadsınamaz. Erkeğin fiziksel güç üstünlüğü vardı ve bir kadının bir erkekle,
elbette hiçbir zaman fiziksel olarak değil, ancak yasalar önünde eşit olması çok
sonra mümkün oldu.
“Bir kadına yapmaması gerekenleri söylemek, ona neler
yapabileceğini göstermektir” diyor bir İspanyol atasözü.
Yakın geçmiş olan 18. yüzyılda kadına eğitim verilmesi yasaktı, bazı çevreler ise bu yasağın acilen
kaldırılması gerektiğini savunuyordu hararetle.
Nedeni ise biraz komikti; eğitimli kadın ileride
topluma faydalı olacak erkek evlatlar yetiştirecekti. Kadın kendi yöneticilerini seçemezdi,
çünkü ona bin yıllardır çocuk büyütmek gibi
bir görev biçilmişti ve yaşam alanı evle sınırlıydı.
Kadının kocasını boşaması yasaktı, çünkü ev ekonomisine katkısı olan kişi erkekti, kadının şikayet
edecek bir durumu olmamalıydı vesaire.
Aralık 2014
Dönel i m Fra nsı z Dev r i m i’ne…
Devrimi kadınlar değil, halk başlatmıştı; ancak kadınlar ihtilalin her
aşamasında vardı, üstelik etkindi.
Halkın zaferiyle sonuçlanan bu olayın
ardından Fransa’da kadınların miras,
evlilik, boşanma gibi konularda büyük kazanımları oldu. Bunu mevki
ve görevlerde eşit pay hakkına sahip
olma, eğitim hakkı, seçme ve seçilme
isteği takip etti. Fransız kadınlara
göre, kadın idam sehpasına çıkma
hakkına sahip olduğuna göre pekala
konuşmacı kürsüsüne çıkma hakkına
da sahip olmalıydı. Kadınların haklı
savunmaları Fransa ve tüm Avrupa’da
herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesine vesile oldu. Yaklaşık yüz
yıl sonra Paris’te Kadınların Hakları
Uluslararası Konseyi, 1904’te Berlin’de
33
Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı
İçin Uluslararası İttifak Örgütü kuruldu. Buna rağmen Almanya kadına
seçme ve seçilme hakkını 1918’de,
Fransa 1944’te sağladı.
Kadınların yasalar önünde erkeklerle eşit görülmesi, seçme ve seçilme
hakkına sahip olması büyük bir mücadelenin ürünüydü. Bu başarı sonraları “Birinci Dalga Feminizm” olarak
adlandırıldı.
Kadın haklarında Osmanlı
Avrupa’dan daha Batılı
1893, dünyada kadına ilk seçme ve
seçilme hakkının verildiği tarih. Bunu
gerçekleştiren ülke ise Yeni Zelanda.
Ardından, 1902 yılında Avustralya bu
hakkı sağlıyor. Avrupa’da kadın yurttaşlarına seçme ve seçilme hakkı veren
ilk ülke ise Finlandiya. (1906)
“Vermek” deniliyor, ancak kadınlar
zorlu mücadelelerin ardından kendileri sağlamışlar seçme-seçilmeyi.
K imse durup dururken vermemiş
bu hakkı. Türkiye’de de kadınların
seçme ve seçilme hakkı elde edişinin
ta Osmanlı’ya, Tanzimat dönemine
uzanan bir geçmişi var. Bu dönemde
gerçekleşen modernleşme hareketlerinden kadınlar da yararlanıyor ve
onlara pek çok hak tanınıyor.
Su lta n Abdü lmecid döneminde
(1839-1861) kadınlarla ilgili kök lü
reformlar yapılıyor. İlköğretim okulu
olan sıbyan mekteplerinde kız çocukları için 7-11 yaş arası eğitim zorunlu
tutuluyor. Eğer bir bölgede iki sıbyan
mektebi varsa birinin kız çocukları
için olması mecburiyeti getiriliyor,
bir tane varsa erkek ve kızların ayrı
sıralarda oturmak üzere aynı okula gidebilecekleri belirtiliyor. Sıbyan mekteplerinin bir devamı olan rüştiyeler,
Abdülmecid dönemine kadar yalnızca
erkekler içinken 1859 yılında kızlar
için de rüştiyeler açılıyor. II. Abdülha-
Osmanlı’da
görülen
Batılılaşma
hareketlerinden
biri de kadın
örgütlenmelerine
izin verilmesiydi.
20. yüzyılda
kurulan kadın
cemiyetlerinin
amacı
çoğunlukla
Osmanlı kadınının
eğitim ve kültür
seviyesini
yükseltmekti.
mid döneminde ise (1876-1909) kız rüştiyelerinin sayısı hem
başkentte hem de tüm yurtta bir hayli artıyor.
Modernleşme hareketlerinden biri de ebe mektebi, kız
sanayi mektebi gibi mesleki eğitim veren okulların açılması oluyor. Bu okullardan dârülmuallimât, Türk kadınının
eğitim tarihindeki en önemli okullardan biri kabul ediliyor. Zira buradan mezun olan bir kadın, öğretmen olarak
çalışmak istemese dahi aydın toplumun oluşmasında temel
oluşturuyor. 1914 yılında Osmanlı kadınına güzel sanatlar
alanında eğitim vermek üzere kurulan İnas Sanayi-i Nefise
Mektebi’nin ilk müdiresi de dârülmuallimât mezunu Mihri
Müşfik Hanım oluyor hatta.
Tanzimatın kadınlara sağladığı hukuki reformlardan biri
arazi paylaşımı konusunda kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kaldırılması. 1846 tarihinde alınan bir kararla kız evlat
da erkek evlat gibi, babasının arazisine bedelsiz sahip olabiliyor. Batılılaşma hareketleri çerçevesinde, sözde Avrupa
örnek alınırken Osmanlı’nın kadınlarla ilgili pek çok reformu Avrupa ülkelerinden evvel gerçekleştirmesi de şaşırtıcı
bir durum. Buna benzer hukuki reformlarda olduğu gibi.
Osmanlı’da 20. yüzyılın başlarında kadınların örgütlendiği görülüyor. 1908 yılında kurulan Cemiyet-i İmdâdiye,
Rumeli’de süren savaş için Osmanlı askerine kışlık giyecek
temin etme amacı güdüyor örneğin. Aynı yıl faaliyetlerine
başlayan Teâli-i Nisvân Cemiyeti’nin amacı ise millî geleneklerden vazgeçmeden Osmanlı kadınının eğitim ve kültür
Aralık 2014
34
seviyesini yükseltmek. 1910 yılında
kurulan Teâli-i Vatan-î Osmanî Hanımlar Cemiyeti göçmenlere ve askerlere yardım ediyor. Üstelik bu cemiyet
Osma nlı dona nmasına “Nevzâd-ı
Vatan” isimli bir savaş gemisi hediye
ediyor. Bunun gibi onlarca cemiyet üç
amaç altında toplanıyor: Osmanlı kadınının kültür seviyesini yükseltmek,
Osmanlı askerine yardım etmek, şehit
aileleri ve kaybedilen topraklardan
göçen Türklere yardım etmek.
Osmanlı aydını, dünyada yayılan feminizm dalgasının Osmanlı toplumunu ve ahlakını bozacağını düşünüyor.
Ancak Osmanlı kadınının Avrupalı
kadınlardan önemli bir üstünlüğü var.
Osmanlı aydını feminizmi desteklemiyor, ama kadının toplumda özel bir
yere konulmasının zaruri olduğunu,
kadınların meslek edinerek topluma
faydalı birer birey olması gerektiğini
söylüyor, hatta sık sık görücü usulü
evli liğ in ya n lışlığ ı v urg u la nıyor.
Bunu da aydınlar, edebi eserlerinde
dile getiriyor. Tanzimat dönemi ve
sonrasında kadınların lehine çıkarılan
pek çok gazetedeki gibi. “Ne erkekler
kadınlara hizmetkar, ne de kadınlar
erkeklere cariye olmak için yaratılmıştır” sözünün gazetelerde açık açık
dile getirilmesi dahi Osmanlı aydınla-
Tevhid-i Tedrisat
Kanunu ile Medeni
Kanun’un kabulü
kadınlarla ilgili
sosyal alanda
gerçekleştirilen
büyük reformlardı.
Aralık 2014
rının kadına verdiği değerin kanıtı adeta. Halbuki pek çok Avrupalı yazar kadın
devrimine hararetle karşı çıkmıştı, bunların içinde yaşadığı yüzyıldan sonra da
anılan çok meşhur yazarlar vardı. “Medeniyet dediğin” gerçekten “tek dişi kalmış
canavar” mıydı?
Mebus olmak için yürekse, yürek!
I. Dünya Savaşı yılları, devletler kadına özel bir yer vermek istese de istemese de,
kadınların sosyal, ekonomik, askerî, siyasi yaşama katılımını sağladı. Savaş bütün
devletlerin canını yaktı, ancak Osmanlı’ya felaket getirdi. 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ne dayanarak ülkemizi işgal eden düşmanlara karşı başlatılan Millî
Mücadele’de erkeklerle birlikte savaşan Türk kadınının cesareti düşmana dudak
uçuklattı. Gücü yetenler eline silah aldı, eli iş tutanlar giyecek yardımı yaptı, şehirdekiler halkı uyandırıcı mitingler düzenledi; Millî Mücadele’de kadın başroldeydi.
35
Kadın hakları konusunda en büyük desteği veren
kişi Mustafa Kemal’di şüphesiz. 1918 yılından itibaren yaptığı konuşmalarda
bu konuya verdiği öneme
de değinmişti: “(…) Bugünün gereklerinden biri de
kadınlarımızın her konuda
yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da bilgin ve ilme
açık olacaklar ve erkeklerin
geçtikleri bütün öğrenim
derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal
hayatta erkeklerle beraber
yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi
olacaklardır.” Ancak kadın reformlarının
gerçekleşmesi biraz zaman alacaktı, zira
yurdun her yerini düşmanın kanlı
elleri sarmıştı.
1923 yılında nihayet, kadınlara
siyasal hak lar verilmesi konusu
Meclis’e taşındı. Evvela “İntihab-ı
Mebusan Kanun-ı Muvakkati’nin
Bazı Mevaddini Muaddil Kanun”
görüşüldü. Buna göre 18 yaşını bitiren her erkek seçme hakkına sahipti.
1. Meclis’te sivridili ve kadın haklarıyla
ilgili devrimci fikirleri nedeniyle çokça
eleştirilen Tunalı Hilmi Bey bu kanuna itiraz
ediyor, “her erkek ve kadın” ibaresinin kullanılmasını öneriyordu. Çoğu zaman olduğu gibi diğer milletvekilleri Hilmi Bey’i sıralara vurarak protesto etti ve kanun
kadınların lehine değişmedi. Meclis ve dolayısıyla toplum
bu reforma henüz hazır değildi. Ancak kadınlar hazırdı.
Zira bu hakkı elde edebilmek ve diğer kadınları bilinçlendirmek için art arda siyasi birlikler oluşturuyorlardı. Bu
birliklerin en sistemli, ilkeli çalışanı ve etkin olanı Kadınlar
Halk Fırkası’ydı. Cumhuriyet’in ilanının ardından ise Türk
Kadınlar Birliği Cemiyeti kadınların bazı hakları elde etme
çalışmalarında son derece etkili oldu.
Cumhuriyet’in ilanının ardından hızla gerçekleşen reformlarda Türk kadını unutulmamış, ona sosyal alanlarda
birtakım haklar sağlanmıştı. 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat
Kanunu’nun, 1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilişi
kadınla ilgili sosyal alanda
gerçekleştirilen reformlardı,
ancak ileride siyasi reformların sağlanması için de önemli birer gelişmeydi.
Nitekim 20 Mart 1930 tarihinde Belediye Kanunu
Meclis’te görüşülmeye başladı. Kadına siyasi haklar veren
bu kanun olumlu karşılandığı gibi, Meclis içinde herhangi bir muhalefet de yaşanmadı. Belediye Kanunu’nda
kadınlara verilen hakla kadın-erkek arasındaki eşitlik
siyasi anlamda ilk defa vücut
buldu. Aynı dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası
kadın üye alacağını kamuoyuna bildirmiş,
kadınların ilk kez bir siyasi partiye üye
olabi lme im ka nı doğ muştu. Türk
kadını siyasi manada ikinci hakkını
köy muhtarlığı ve ihtiyar heyetine
katılmakla elde etti.
Sırada kadınlara siyasal anlamda
verilen hakların son aşamasını oluşturan milletvekili seçme ve seçilme
vardı. 5 Aralık 1934’te Başbakan İsmet
İnönü “Yüce milletvekilleri, kadınların
milletvekili seçmek ve milletvekili seçilmek hakkına sahip olmaları için yüce katınıza
teklif sunuyoruz. Kadınlarımızın Türk tarihindeki
haklı yerleri, erkeklerle beraber, daima, memleketin ve milletin mukadderatı üzerine söz ve tesir sahibi olmalarıdır
(…)” diyerek konuyu Meclis’e sunmuştu.
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını veren 2598 sayılı
kanun, 5 Aralık 1934’te kabul edildi. Şüphesiz bu kanunun kabul edilmesinde Türk kadınının Millî Mücadele’de
gösterdiği üstün başarının etkisi vardı. Mustafa Kemal’in
dediği gibi “Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben milletimi
kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha
fazla çalıştım, Anadolu kadını kadar gayret gösterdim’ diyemez.” Nitekim Millî Mücadele’de kadın ve erkek birlikte
yürümüştü ve kadın da bu memleket için söz sahibi olmayı
erkek kadar hak ediyordu.
Aralık 2014
Engin Güner:
Siyaset hakkıyla
yapıldığı takdirde
en ulvi uğraştır
Söyleşi: Songül Baş
Turgut Özal’lı yılların yakın
tanığı, TBMM 19. Dönem
İstanbul Milletvekili Engin
Güner, “Özal Türkiye’yi dış
dünyaya açmış, hayali bile
mümkün olmayan reformlar
gerçekleştirmiş büyük bir
devlet adamıydı” diyor. Dış
politika konusunda önemli
bir birikime sahip Güner,
“Bugün yakın çevremizde
yaşanan trajedi, AB’ye üyelik
hedefinin canlı tutulması
gerektiğini göstermektedir”
yorumunu yapıyor.
Aralık 2014
Milletvekilliğinizden önce 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın
Başdanışmanı ve Özel Kalem Müdürü olarak görev yaptınız. Sayın
Özal’la birlikte çalışmanız nasıl gerçekleşti?
1961 yılında Turgut Özal ODTÜ’de matematik hocamdı. İyi bir
öğrencisiydim ve ders dışında genellikle siyaset konuşurduk.
İlişkilerimiz yıllar boyunca sürdü. Turgut Özal cumhurbaşkanı
seçildiğinde Avrupa Konseyi’nde uluslararası yönetici olarak
çalışmaktaydım. Kendisi beni davet ederek başdanışmanlığına
atadı. Avrupa Konseyi’ndeki yaklaşık 20 yıllık görevime nokta
koyup Türkiye’ye döndüm. Önce dış politika sonra tüm sosyal ve
ekonomik konularda yoğun bir çalışma ortamına girdim. Zamanla özel kalem müdürlüğü görevini de üstlendim. Bunun anlamı
inanılmaz yoğun çalışmak, 7 gün 24 saat Özal’la birlikte olmaktı.
O dönemde demir perde yıkılmakta, etrafımızda baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktaydı. Çok yoğun bir temponun
içine düşmüştük. Özal saat 02:00 veya 03:00’te bir bakanı ya da
genel müdürü arayarak bilgi alırdı. Ayrıca Köşk’ü ilk defa halka
açmıştı.
Söyleşi
Özal’ın en önem verdiği iki konu ekonomi ve dış politikaydı. Bunun anlamı
da çok yoğun bir çalışma temposu ve
sık yurt dışı temaslarıydı. Kısacası Özal
son derece yoğun çalışan bir cumhurbaşkanıydı. Ancak tüm bu yoğunluğa
rağmen kendisiyle tam bir uyum içinde,
verimli ve çok zevkli bir çalışma ortamım olmuştu.
Turgut Özal, Türk siyasetinin en önemli
isimleri arasında yer alıyor. Özal’lı yılların
Türkiye’sine ilişkin değerlendirmelerinizi
öğrenebilir miyiz?
Özal tabuları yıkan, statükoyu değiştirmeye kararlı, olaylara gerçekçi teşhisler koyan ve en önemlisi de bunları
çok pragmatik çözümlere kavuşturan
büyük bir devlet adamıydı. Olayların
üzerine büyük cesaretle giderdi. ANAP
iktidara gelir gelmez çıkardığı kanunlarla ekonomideki tüm kısıtlamaları
kaldırmış, serbest pazar ekonomisini
bütün kurallarıyla yürürlüğe koymuştu.
İthalat ve kambiyo sistemi serbest hale
getirilmiş, İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası ve modern bir bankacılık sistemi kurulmuş, Türk Lirası konvertibl
hale getirilmişti. Altyapı yatırımları
hızla tamamlanmış, enerji eksikliğimiz
giderilmiş, telekomünikasyon alanında
büyük ilerlemeler kaydedilmiş, her köye
elektrik, telefon ulaştırılmış, karayolları, otoyollar, limanlar, havalimanları
ve çok sayıda baraj inşa edilmişti. GAP
için büyük kaynak ayrılmış, Atatürk
Barajı rekor zamanda tamamlanmış ve
millî bir savunma sanayii kurulmuştu.
Yerel yönetimlerin yetki ve imkanları
artırılmış, toplu konut projeleri hızla
uygulanmış, doğalgaz getirilmişti. Kısacası ülkenin çehresi değişmişti. Ama en
önemlisi, Türk insanının kendine olan
güveni artmış, ben her şeyi Avrupalıdan bile daha iyi yapabilirim duygusu
yerleşmişti. Ayrıca büyük bir özgürlük
ve demokrasi açılımı da sağlanmıştı.
“Milletvekilliğim
döneminde
bir taraftan
seçim bölgem
başta olmak
üzere ülke
sorunlarıyla
ilgilenirken
diğer taraftan
yoğun biçimde
Avrupa ile ilişkiler
konusunda
çalıştım.”
Kısaca Özal Türkiye’yi dış dünyaya açmış, hemen her alanda
hayali bile mümkün olmayan reformlar gerçekleştirmişti.
Özal’lı Yıllarım isimli kitabınız genişletilmiş yeni baskısıyla okurla
buluştu. Yakın tanığı olduğunuz olaylar üzerinden Türkiye’nin bir
dönemine ışık tuttuğunuz kitabın yazılış öyküsünü öğrenebilir
miyiz?
Özal’lı Yıllarım’ı 2000 yılında, yani ölümünden yedi yıl sonra
yayımlamıştım. Kendisi her zaman “Beni ölümümden 20 yıl
sonra daha iyi anlayacaksınız” derdi. Yani yaşadığımız bu
günleri işaret etmekteydi. Gerçekten de Özal’ı yüreğine gömen
milletimizin ve hatta muhaliflerinin bugün onu çok daha iyi
anladığını ve aradığını düşünüyorum. Bu büyük lideri en iyi
anlayabilecekler bugün en az 45 yaş üstünde olanlardır. Çünkü
onun yaptıklarını iyi değerlendirebilmek için iktidara geldiği
1983 yılından önceki Türkiye’yi de iyi bilmek gerekir. Bugün
nüfusumuzun yüzde 72’si ise 45 yaşın altındadır. Yakın siyasi
tarihimizin bu büyük liderinin daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla kitabımın genişletilmiş ve güncellenmiş yeni baskısını
yapma zamanının geldiğini düşündüm.
Kitapta yer alan anılarınızdan birini bizimle paylaşabilir misiniz?
Özal’ın ve ülkemizin o zamanki itibarına örnek teşkil eden
bir anımı aktarayım: 1991 yılında Rusya’da bir darbe girişimi
oldu. Boris Yeltsin tankın üstüne çıkmıştı. Özal’la haberleri
izliyorduk. “Engin hemen Başkan Bush’u arayalım. Darbe olduğu takdirde Rusya’ya mali yardımı keseceklerini ifade eden
bir deklarasyonda bulunsunlar, bu şekilde darbe önlenir” dedi.
Başkan Bush’u aradık. Kendisi derhal böyle bir deklarasyon
yayımladı. Bu gerçekten de Rusya’da darbenin önlenmesinde
Aralık 2014
37
38
Söyleşi
Başdanışman olarak önemli çalışmalara imza attığınız yılların ardından siyasete girmeye
nasıl karar verdiniz?
Siyasete girmemi Özal istemişti. Uluslararası ilişkiler tecrübeme ek olarak
Çankaya’da Özal gibi büyük bir devlet adamından feyz almıştım. Gençliğimden
beri siyasete ilgi duymuş, öğrenci derneği başkanlığı yapmıştım. Özal Türkiye’yi dış
dünyaya açarken, yani kendi ifadesiyle ülke büyük dönüşüm sürecindeyken, büyük
sıkıntılar yaşamakta ve yeterince anlaşılamamaktaydı. Statükocular tarafından da
kamuoyuna yanlış tanıtılmaktaydı. Özal’ın bu sıkıntılarının yakın bir tanığı olarak, siyasete atılıp onun fikirlerini savunmaya, onun izinden gitmeye karar verdim.
Milletvekilliği döneminizde özellikle üzerinde durduğunuz konular neler oldu?
çok etkili oldu. Özal’lı Türkiye o zaman
dış dünyada böyle bir itibara ve ağırlığa
sahipti. Dünyanın tek süper gücünü harekete geçirerek diğer önemli bir güçte
yaşanacak darbeyi engelletebiliyordu.
Siyasetçilerin bilgi, birikim ve anılarını
yayımlamalarının önemine ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?
Siyaset sadece memlekete hizmet amacıyla ve hakkıyla yapıldığı takdirde en
ulvi uğraştır. Milletin vekili olmak en
büyük şeref ve gurur kaynağıdır. Aziz
vatandaşlarımızla her anı paylaşmak,
onların duygu, düşünce ve tepkilerini
TBMM’de dile getirmek, sorunlara
çözüm önermek büyük haz verdiği
gibi bu iletişim karşılıklı bilgilenme ve
eğitimi de sağlar. İşte böylesine verimli
ve hareketli geçen bir süreçte edinilen
bilgi ve tecrübe ile yaşananları okuyucuya yansıtmak büyük önem taşır.
Tüm siyasetçiler anılarını kaleme alarak
kamuoyuyla paylaşmalıdır. Bu belli bir
dönemi ileride çeşitli amaçlarla inceleyecek araştırmacılar için de önemli bir
kaynak oluşturacaktır.
Aralık 2014
Bir taraftan seçim bölgem başta olmak üzere ülke sorunlarıyla ilgilenirken, diğer
taraftan yoğun biçimde Avrupa ile ilişkiler konusunda çalıştım. Kürsüye en çok
çıkan milletvekillerinden biri oldum. Muhalefet milletvekili olmama rağmen,
iktidar ve muhalefete mensup arkadaşların teveccühleri ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde TBMM’yi temsil eden parlamento heyetine başkan seçildim.
Bu büyük sorumluluk anlamındaydı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde
başkan yardımcılığı yaptım. Ayrıca zamanın Avrupa Demokratları Grubu’nun
da başkan yardımcılığında bulundum. Türkiye’nin Konsey’deki zor yıllarıydı. Bu
dönemde Avrupa Konseyi’nde durumu lehimize çevirmek ve saygınlığımızı artırmak için tüm heyet mensubu arkadaşlarımızla yoğun biçimde çalıştık. Bunun
meyvelerini de sonradan almaya başladık. Bugün Türkiye Avrupa Konseyi’nde
çok saygın bir konuma sahip. Bu bana mutluluk veriyor.
Milletvekilliği yıllarınıza ilişkin unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
1991 seçimlerinden hemen sonra AKPM’ye gidecek TBMM heyetine başkan seçilmiştim. Strasbourg’da ilk toplantıya katılacaktık. Önümüze ülkemizi insan
hakları konusunda mahkum eden aceleyle hazırlanmış bir rapor geldi. Tüm
ilgili komisyonlardan geçmişti, yani gideceğimiz genel kurulda değiştirmek
imkansızdı. Arkadaşlarla çok çalıştık, değişiklik önergeleri hazırladık, ama
hiçbirinin kabul edilmeyeceğini anladık. Nihayet toplantı günü geldi. Tüm
Konsey mensuplarını tanıyordum, bazı temaslar yaptım ve bir usul hatalarını
yakaladım. Parlamento Başkanı ve Genel Sekreter’le görüştüm. Oturum açılır
açılmaz söz alarak raporun bu toplantıda görüşülemeyeceğini belirttim. Bana hak
verildi ve raporun görüşülmesi altı ay ertelendi. Bizim için büyük zaferdi. Altı
ay sonra Budapeşte’de toplandık. Bir sürü değişiklik önergesiyle gittik. Hepsini
komisyonlarda otomatikman reddediyorlardı. Bizi eleştirdikleri bir nokta da
Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun bir protokolünün Türkiye tarafından
onaylanmadığı iddiasıydı. Halbuki TBMM bu protokolü aylar önce onaylamış
ve ratifikasyon belgesini Genel Sekreter’e teslim etmişti. Ben ve Bülent Akarcalı
siyasi komisyonda ülkemizi temsil ediyorduk. Bu protokolün onaylandığını
söyledim. Genel Sekreter de oradaydı. Kendisine gerekli belgeyi alıp almadığını
sordum, “Aldım” dedi. Buna rağmen “Türkiye bir an önce bu protokolü onaylamalı” kararı alınınca “Böyle bir saçmalığı kabul edemeyiz” dedik ve toplantıyı
terk ettik. Dışarıda bütün heyet toplanıp bir karar aldık. Bu karara göre genel
kurul salonuna girerek kısa bir deklarasyonda bulundum. Yapılan saçmalıklar
Söyleşi
Siyaset dilinin de zaman zaman Meclis üslubuna yakışmadığını görmek
üzüntü veriyor. Liderlerin davranışları milletvekillerine de yansıyor. Bir
çözüm yolu, iki turlu, dar bölge seçim
sisteminin kabulüdür. Bu sistemde
milletvekili kendini daha çok seçmenine karşı sorumlu hissedecek ve
toplumun kavgadan hoşlanmadığını
göz önüne alarak davranacaktır. Tabii
asıl kazanım ise parti içi demokrasinin sağlanması olacaktır.
Size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli konular nelerdir?
“Siyasetçi dürüst, mütevazı, samimi, hoşgörülü ve
yapıcı olmalı, vatandaşla kaynaşmalıdır. Aynı zamanda
cesur olmalı ve sadece doğruları savunmalıdır.”
karşısında kabul edecekleri kararın yok hükmünde olduğunu söyleyip salonu
terk ettim. Bundan sonra Türkiye konusunu iki yıl gündeme getirmediler. Biraz
rahat ettik. Bundan üç yıl önce 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün
daveti ile aynı parlamentoya gittim. Kendisiyle eski zor günleri andık. Ama artık
şartlar çok değişmişti ve Konsey’de tam bir Türkiye rüzgarı esmekteydi. Bunu
yaşamaktan ikimiz de fazlasıyla memnun kaldık.
Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere
sahip olmalıdır?
Siyasetçi dürüst, mütevazı, samimi, hoşgörülü ve yapıcı olmalı, vatandaşla
kaynaşmalıdır. Cesur olmalı ve sadece doğruları savunmalıdır. Ülkenin ve toplumun sorunlarını çözmeyi temel görev edinmeli, çok çalışmalıdır. İskenderiye
limanında taşıyıcıların başındaki kişi, “Çuvalları siyaseten koyun” dermiş. Yani
kırmadan, dökmeden, yavaşça anlamında. Siyasiler kavgayı, gerginliği, kutuplaşmayı bırakmalı, tartışmalar sadece fikir düzeyinde kalmalıdır.
Günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz? Milletvekilliği yaptığınız dönemle bugün arasında önemli farklılıklar var mı?
Maalesef bugünkü tablo çok olumlu görünmüyor. Hem partiler hem de milletvekilleri arasında bir gerginlik olduğu kesin. Benzeri olaylar geçmişte de
yaşanmıştır. Ama kutuplaşmalar ve hoşgörüsüzlük günümüzde daha belirgin.
Ekonomik kalkınma çok önemlidir,
ama bu mutlaka demokratikleşme ve
özgürlüklerle el ele gitmelidir. Hızlı
ve adil işleyen bir yargının tesisi en
önemli konudur. Yasama, yürütme ve
yargı arasında kuvvetler ayrılığı güçlü
biçimde sağlanmalıdır. Ayrımcı değil
birleştirici olmalıyız. En büyük eksiklerimizden biri uzlaşma kültürüne
sahip olamayışımızdır. Millî bütünlük
en önemli şarttır. Dış politikada yapılan hatalar ise bizi çok zor duruma
sokmaktadır. Ülkemizin jeopolitik ve
stratejik konumunu doğru değerlendirmeliyiz. Elimizdeki bu en büyük
değerimizi kaybetmemeliyiz. Türkiye
Doğu ile Batı arasındaki özel konumunu asla yitirmemelidir. Avrupa
Birliği’ne üyelik hedefi kaybedilmemelidir. Zaten devlet politikamız tam
üyelik gerçekleşmese bile bunun bir
hedef olarak korunması şeklindedir.
Çünkü ası l önemli ola n özel li k le
hukukun üstünlüğü, demokratikleşme ve insan hakları konularında o
standartlara ulaşmamızdır. Bugün
yakın çevremizde yaşanan trajedi, bu
hedefin canlı tutulması gerektiğini
göstermektedir.
Aralık 2014
39
世界上人口最多的国家的议会仍蕴藏
点。成千上万位于年的历史;王朝时,
的议会,那里的人民共和国充分管理的
Hanedanlar çagından
多的国家的议会仍蕴藏着作为全球最
halk cumhuriyetine evrilmenin simgesi
çin parlamentosu
于年的历史;王朝时,
帝国的家庭实现
人民共和国充分管理的使命。 世界
会仍蕴藏着作为全球最大的特点。成
王朝时,帝国的家庭实现中国的议会
分管理的使命。 世界上人口最多的国
为全球最大的特点。成千上万位于年的
家庭实现中国的议会,那里的人民共
Dünyanın en kalabalık ülkesinin parlamentosu da yine
dünyanın en büyüğü olma niteliği taşıyor. Binlerce yıllık bir
geçmişi bulunan; hanedanlıklara, imparatorluklara evsahipliği
yapan Çin’in parlamentosu bir halk cumhuriyetinin yönetildiği
yer olma görevini layıkıyla yerine getiriyor.
Elif Çelik
Aralık 2014
藏着作为全球最大的特
,帝国的家庭实现中国
的使命。 世界上人口最
最大的特点。成千上万位
实现中国的议会,那里的
界上人口最多的国家的议
成千上万位于年的历史;
会,那里的人民共和国充
国家的议会仍蕴藏着作
的历史;王朝时,帝国的
共和国充分管理的使命。
Dünya Parlamentoları
D
ünyanın en yaşlı y urtlarından
biri Çin. Arkeolojik bulgular bu
topraklarda tam 2 milyon yıl önce
insanların yaşadığını gösteriyor. Öyle
ki, Pekin yakınlarındaki bir mağarada
ortaya çıkarılan 780 bin yıllık insan
fosilleri, “Pekin İnsanı” diye bir tanımlamayı literatüre sokmuş.
Çin’de geleneksel olarak ilk yönetimin MÖ 2070 dolaylarında ortaya
çıkmış Xia hanedanına ait olduğu
anlatılagelir, ne var ki tarihî belgeler
bu hanedanla ilgili bilgi içermiyor ve
bu nedenle Xia tarihçiler tarafından
mitolojik veya efsanevi olarak kabul
ediliyor. Belgelerde yer alan ilk hanedan Shang, halkı MÖ 17-11. yüzyıllar
arasında feodal bir şekilde yönetir.
Shang hanedanına ait, kaplumbağa
kabuğuna işlenmiş bir yazıt, aynı
zamanda Çin’in en eski yazı biçimine
dair bilgi sağlıyor. İdareyi ele geçirip
MÖ 12-5. yüzyıllar arasında yönetimde olan Zhou hanedanı zayıfladığında
ise bağ ımsız birçok devlet or taya
çıkar. MÖ 3. yüzyıla gelindiğinde
Aralık 2014
41
42
Dünya Parlamentoları
günümüz Çin topraklarında kendi kralları ve orduları olan yedi güçlü devlet
meydana gelir.
Ülkeyi MÖ 206’dan MS 220 yılına kadar yöneten Han hanedanı, Çin’in günümüzde de varlığını koruyan kültürel kimliğinin en önemli unsurlarından birini
oluşturur aynı zamanda. Hanedanlık ülke topraklarını öyle genişletir ki Çin
antik dünyanın en güçlü ekonomisi haline gelir. İpek Yolu’nun ortaya çıktığı bu
dönemde Konfüçyüs felsefesi resmî ideoloji olarak benimsenir.
Büyük Han Hanedanlığı’nın gerilemesinin ardından Çin’de ayrılık yaşanır
ve Üç Krallık dönemi başlar. 581 yılında ise Sui hanedanı tarafından yeniden
birleşme sağlanır. Koguryo Krallığı ile yaptığı savaşta yenilgiye uğrayan Sui, yerini Tang ve Song hanedanlıklarına bırakır. Çin’in teknolojik ve kültürel olarak
altın çağını yaşadığı bu dönemde, dünya üzerinde ilk kağıt parayı basan millet
olarak da tarihe geçer Çinliler. Nüfusu 100 milyona ulaşan ülkede sanat, peyzaj
ve portre ressamlığı da muazzam bir ilerleme gösterir.
13. yüzyılda dünyanın pek çok ülkesi gibi Moğol istilalarının önüne geçemeyen
ve Kubilay Han’ın egemenliği altına giren Çin’de hanedanlıklar dönemi 1912
Aralık 2014
Dünya Parlamentoları
yılında, son hanedan Qinglerin düşüşüyle son bulur. 1644
yılında yönetime geçen hanedan 19. yüzyıla gelindiğinde
Batı emperyalizmiyle tanışır, Britanya ile girdiği savaşları
kaybeder ve Çin adil olmayan antlaşmalar imzalamaya,
tazminat ödemeye, yabancı milletlere dokunulmazlık tanımaya, Hong-Kong’u Britanyalılara
vermeye zorlanır. Hanedan ayrıca Kore yarımadası üzerindeki nüfuzunu kaybeder,
Tayvan da Japonlara bırakılır.
Bugün sosyalizmle yönetilen birkaç
ülkeden biri olan Çin’in cumhuriyet
tarihi 1912 yılına uzanıyor. Ulusalcılık,
demokrasi ve halkın refahı ilkelerine dayanan cumhuriyette ilk hükümet 1 Ocak
1912 tarihinde kurulur. Bu ilkelerden ulusalcılık Han Hanedanı’nın Mançurya, Japon
ve Batı etkisinden uzak, onlara karşı durarak
yaşatılacağını; demokrasi yönetimin seçimlerle belirleneceğini; halkın refahı ise sosyalizmi ve
üretim aracılığıyla yönetimin belirlenmesini ifade eder.
Binlerce yıllık hanedanlar çağını
sona erdiren cumhuriyet dönemi,
1949 yılında bambaşka bir boyut
kazanır. Çin Cumhuriyeti ile
Komünist Parti arasında tam
yirmi üç yıl süren iç savaş, Mao
Zedong önderliğindek i partinin galibiyetiyle sonuçlanır
ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin
kurulduğu 1 Ek im 1949 tarihinde Mao tarafından ilan edilir.
Mao’nun kurduğu yeni devlette ilk
emeli, büyük çaplı toprak reformları
gerçekleştirmekti. Böylece Çin’in eski
feodal toprak sahipliği ve işçi çalıştırma sis-
temi, yerini topraksız ve yoksul köylülerin yararına olacak
bir bölüştürme sistemine bıraktı.
Halk egemenliğinin onuncu yılı şerefine
Çin’in yaklaşık bin yıldır başkentliğini yapan Pekin,
evsahipliği ettiği hanedanlık ve imparatorluklardan beslenmiş, Antikçağ’dan bugüne pek
çok kültürel ögeyle harmanlanmış muazzam
bir atmosfere sahip. Bu atmosfer, merkezi
olduğu bürokrasiyi de içinde barındırıyor
elbette. Çin Halk Cumhuriyeti’nin görkemli
parlamento binası, ülkenin yakın dönemine
tarihlenen modern yapılarından birini teşkil
ediyor. Çin’in geleneksel mimarisinden izler
taşıyan ve ulusal kimliğini yansıtan yapı yabancı mimarilerden de ögeler barındırıyor. Yapıldığı
günden bu yana devlet işleri ve diplomatik etkinlikler
için önemini koruyan parlamento, ülke siyasetinde izlenen rotayı değiştiren pek çok olayın
gerçekleştiği, kimi zaman iniş-çıkışların
yaşandığı yer olmuş aynı zamanda.
Çin’in siyasi, iktisadi, kültürel ve
diplomatik merkezi olan yapı, Çin
halkının gururu ve itibarı olarak
gösteriliyor.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin
bir parlamento binasına ihtiyaç
duyduğuna 1958 yılında karar
verilmiş. Dizaynın ana ilkesi
ise “Halk devletin efendisidir”
olmuş. Aralarında gönüllülerin de olduğu 30 binin üzerinde
işçinin çalıştığı inşaat sadece on
ayda tamamlanmış. “On Büyük Yapı”
projesi kapsamında inşa edilen Çin
Parlamentosu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin
Aralık 2014
43
44
Dünya Parlamentoları
kuruluşunun onuncu yılı olan 1959’da
açılmış.
Çin’in her eyaleti, her idari ve özerk
bölgesi parlamento binasında özel bir
salona sahip. Ve her salon, temsil ettiği
bölgenin ünik karakteristiğini yansıtan
mobilya ve dekorasyon barındırıyor.
Parlamento binası büyük oditoryum,
ana oditoryum, meclis salonu, merkez
salon, büyük salon, altın salon, resmî
davet salonu gibi yine her biri kendine
has dekore edilmiş önemli kısımlar da
içeriyor.
Parlamentonun ana meclis salonu
başlı başına devasa bir yapı teşkil ediyor.
Salon, 3 bin 693 kürsü etrafında, 3 bin
515 balkonda, 2 bin 518 üst balkonda,
300 ila 500 civarında ise kürsüde olmak
üzere 10 bin milletvekilinin kullanabileceği koltuk barındırıyor. Meclis salonunun tavanı, galaksiyi andıran spot
lambalar kümesi ve tam merkezdeki
kızıl yıldız ile dikkat çekiyor. Su dalgası
motifi ise insanları, yani halkı betimliyor. Ulusal Kongre dışında büyük
meclis salonu Çin Komünist Partisi’nin
toplantıları için de kullanılıyor.
Parlamentonun büyük davet salonu
5 bin kişinin sığabileceği bir kapasiteye
Aralık 2014
Çin Parlamentosu, yönetimi elinde tutan partinin
ideolojisini de yansıtır şekilde Stalinist mimarinin önemli
bir örneği sayılıyor.
sahip. Daha küçük çaplı davetler ise resmî işlevinin dışında siyasetle ilgisi olmayan
toplantı ve konserler için de kullanılabilen ana oditoryumda gerçekleşiyor.
İnşa edildiği günden bu yana “bilgelik” ve “yaratıcılık” kavramları gözetilerek pek
çok defa yenilenmiş parlamento binası. Özgünlük muhafaza edilerek tasarımcılar
yeni sanatsal detaylar eklemiş ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin iktisadi ve kültürel
alanlarda elde ettiği başarılar halkın cumhuriyetinin simgesi olan parlamentoya
aktarılmış. Çin Parlamentosu, yönetimi elinde tutan partinin ideolojisini de yansıtır
şekilde Stalinist mimarinin önemli bir örneği sayılıyor.
45
Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi
27 Aralık 1919,
Ankara’da bir güneş parladı, biliyoruz
Kurdu karargâhını, Keçiören sırtına,
Çalıştı gece-gündüz, yurt bağımsızlığına
Dikmen ufuklarından saçtı ışıklarını,
Bulmuştu karşısında özden âşıklarını
Seçilen Temsilciler, geldiler bütün yurttan,
Kurdu Millet Meclisi, seçildi Başkomutan
Kentli-köylü Ankara, bastı O’nu bağrına
Çünkü tam inanmıştı kahraman olduğuna
İntizamlı bir ordu, hazırladı savaşa
Vatanı düşmanlardan, kurtardı baştan başa
Oğuz soylu Seymenler, “Kızılca Gün” dediler,
O gün karşılarında, kurtarıcı gördüler
Kurdu Cumhuriyeti, yaptı devrimlerini,
Değiştirdi milletin, o kötü kaderini
Kös davullar çaldılar, oyunlar oynadılar,
Ata’nın onuruna, gösteriler sundular
Değişmez başkent yaptı, yurduna Ankara'yı,
Çünkü hiç unutmadı, gördüğü o vefayı
Bunu gören Atatürk, memnun oldu yürekten,
Duydu Ankaralıya, kat kat güven yürekten
Artık her yıl coşuyor, bugün bütün Ankara,
Şerefini taşıyor, Türkiye’nin Ankara...
Naim Yalnız
Aralık 2014
46
Milletvekillerinden
“Dünya İnsan Hakları Günü”
değerlendirmesi
BM Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948’de ilan ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 66’ncı yılında
milletvekillerine “Ülkemiz 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne nasıl giriyor?” diye sorduk. Farklı
partilerden vekiller ülkemiz, bölgemiz ve dünyadaki gelişmeler ışığında önemli açıklamalarda bulundu.
Fatih Şahin
AK Parti Ankara Milletvekili
Türkiye, 21. asra insan hakları karnesi zayıf bir ülke olarak
girdi. Faili meçhuller, sistematik işkence iddiaları, cezaevlerinde ve karakollarda karşılaşılan kötü muameleler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuru
sıralamasında ve insan hakları ihlallerinde Türkiye’nin ön
sıralarda yer alması, yaşam hakkı ihlallerinin
fazlalığı gibi sorunların yaşandığı, siyasi
istikrarsızlık ve toplumsal çatışmanın
hüküm sürdüğü bir ülkeydik.
İktidara gelişinin on ikinci
gününde “Olağanüstü
Hal” uygulamasını kaldıran AK Parti hükümetiyle birlikte başlayan millî/sivil iradenin
üstünlüğü, insan hakları
konusunda Türkiye’nin hayal bile edemeyeceği
mesafelerin aşılmasını sağladı.
AB normları ve
AİHM kararlarının gereğini yerine
getirmek için yapılan
reformlar sayesinde son 12
yılda demokrasi merdive-
Aralık 2014
“Hükümetimizle
başlayan
millî/sivil iradenin
üstünlüğü,
insan hakları
konusunda
büyük
mesafelerin
aşılmasını
sağladı.”
ninde basamakları hızlıca tırmandık.
Faili meçhuller kalktı, “işkenceye sıfır
tolerans” gösterildi, yaşam hakkı ihlalleri
giderildi, temel haklara ilişkin uluslararası antlaşmalar iç hukuk sisteminde
öncelikli hale getirildi. Bilgi edinme hakkı, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, MGK’nın sivilleştirilmesi,
DGM’lerin kaldırılması, anadilde eğitim
ve siyasi propaganda hakkı gibi reformlarla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne
uygun olarak siyasal ve sosyal alandaki
örgütlenme ve hak arama özgürlüğünün
sınırları genişletildi.
Çağdaş bir basın kanunu çıkarılarak,
yayınevlerinin kapatılmasına ve baskı
araçlarına el konulmasına neden olan
uygulamalar kaldırıldı. İftiraların aksine,
gazetecilik mesleğinden dolayı tutuklu
bulunan hiçbir basın mensubumuz yoktur. Azınlıklara ait vakıf malları ilk kez
iade edildi, ibadet özgürlüğü sağlandı.
Bugün, cezaevlerindeki tutukluluk
oranı Avrupa ülkelerindeki oranın
altında olan bir ülkeyiz. AİHM’e
yapılan bireysel başvurularda ön
sıralardayken, beşinci sıraya gerilemiş durumdayız.
AK Parti hükümetleri, temel
hak ve özgürlükleri genişletmek
47
adına yaptığı bu reformları, 27 Nisan
e-muhtırası, 367 garabeti, AK Parti’yi
kapatma davası, 7 Şubat MİT krizi, Gezi
Parkı provokasyonu ve 17-25 Aralık
darbe girişimlerine rağmen gerçekleştirdi. Gezi Parkı eylemleri, 17-25 Aralık
darbe girişimleri, Türkiye Cumhuriyeti
bağımsız mahkemelerinin kararlarını tanımayan sosyal medya ve video paylaşım
sitelerinin kapatılmasını gerekçe göstererek ülkemize yapılan eleştiriler subjektif
bakış açısından öteye gidememiş, insan
hak ları maskesinin altında siyasi ve
ideolojik hedefler gözetilmiştir. Ortada
sağlam, kararlı, cesur ve özgürlükçü bir
iradenin var olduğunu inkâr etmenin,
ancak ideolojik gözlüklerle mümkün
olabildiği bir ilerleme yaşıyoruz.
Türkiye’yi insan hakları konusunda eleştiren AB ülkelerinin öncelikle
nefret suçları, İslamofobia ve ırkçılık
sorunlarına kalıcı çözümler üretmesi
gerekir. Demokrasi ve hukuk hepimiz
için dinamik ve süreklilik içeren bir
süreçtir. Muhalefet partilerinin tüm
mazeretlerine rağmen hükümetimiz,
temel hak ve özgürlükleri önceleyen sivil
bir anayasa konusunda gösterdiği cesaret
ve kararlılığı sürdürmektedir. Eski alışkanlıklarından kurtularak korkularıyla
yüzleşen, problemlerini çözmeye ve tarihî
kökleriyle barışmaya kararlı, her tür dinî,
etnik ya da mezhepsel ayrımları bir çatışma nedeni değil zenginlik olarak görerek
eşit vatandaşlık anlayışına geçen Yeni
Türkiye, insan merkezli siyaset anlayışını
sürdürmeye devam edecektir.
Mahmut Tanal
CHP İstanbul Milletvekili
Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ta Roma
hu ku kunda n beri g ündemde
olan ve tartışılan bir husustur.
Günümüzde bu hususta ileriye
“10 Aralık
Dünya
İnsan Hakları
Günü’ne
girerken
ülkemizdeki
sorunlardan
biri toplumda
hoşgörü,
karşılıklı sevgi
ve saygının
yok olması,
tahammülün
neredeyse
ortadan
kalkması,
ötekileştirme
ve
ayrıştırmanın
yaşanmasıdır.”
doğru gitmek gerekirken ülkemizde son yıllarda güvenlik
uğruna temel hak ve özgürlükler feda edilmiş durumdadır.
Oysa temel hak ve özgürlükleri güvenliğe, güvenliği de temel
hak ve özgürlüklere feda etmememiz, ikisini dengede tutmamız gerekmektedir. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne
girerken ülkemizdeki bir diğer önemli sorun, toplumda hoşgörü, karşılıklı sevgi ve saygının yok olması, tahammülün
neredeyse ortadan kalkması, ötekileştirme ve ayrıştırmanın
yaşanmasıdır. Geçmişte yolsuzluk veya rüşvet nedeniyle biri
cezaevine düştüğünde ailesi bunu gizleme ihtiyacı hisseder,
“oğlum askere gitti” veya “çalışmaya gitti” diyerek bu durumun açığa çıkmasını engellemeye
çalışırdı. Çünkü aile bu durumdan utanırdı.
Şimdi bakıyorsunuz sıradan bir durummuş gibi
kimse bu konuların üzerinde pek durmuyor,
gizleme gereği bile duymuyor. Oysa yolsuzluk
hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları
için tehdit oluşturuyor, iyi yönetimi, hakkaniyet
ve sosyal adalet ilkelerini temelden yıkıyor,
rekabeti bozuyor, iktisadi gelişmeyi
engelliyor, demokratik kurumların istikrarına ve toplumun
ahlaki temellerinin tamamına
dinamit koyuyor. Ülkemizin
en önemli sorunlarından
biri budur. Bir başkası
Aralık 2014
48
“Türk
milleti
tarihinin
her
döneminde
olduğu gibi
şimdi de
insan hak ve
hürriyetlerine
önem
vermektedir.”
ise ayrımcılık ve kayırmacılıktır. Liyakat esası maalesef
rafa kalkmış, iktidarda kim varsa ona yakın olmak göreve
getirilmek için önemli bir unsur haline gelmiş durumdadır.
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne girerken bölgemizde çatışmalar dolayısıyla yoğun bir insan hakları
ihlali söz konusudur. Güzel bir söz vardır; savaşı zenginler
çıkarır, fakirler ölür. Dikkat ederseniz Orta Doğu’da da bu
olmaktadır; silahları gönderenler de, bölgeye tekrar barış
getireceğini söyleyenler de zengin ülkelerdir. Mağdur olanlar
ise çocuklar, kadınlar, yaşlılar, engellilerdir. Bu insanların
başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükleri
ihlal edilmektedir. Bilindiği gibi ülkemize gelen Suriyeli
sığınmacılar vardır. Anayasa’nın 19. maddesi “Herkes kişi
hürriyeti ve güvenliğine sahiptir”, 23. maddesi “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir”, 24. maddesi “Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”,
25. maddesi “Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine
sahiptir” demektedir. Görüldüğü gibi “vatandaş” değil,
“herkes” ibaresi kullanılmaktadır. Suriyeli sığınmacılar, örnek olarak birkaçını ifade ettiğim maddelerdeki
haklardan yararlanamamakta ve çeşitli hak ihlallerine
maruz kalmaktadır.
Bilindiği gibi TBMM İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu’nun farklı konularla ilgili çalışmaları ve hazırladığı raporlar vardır.
Komisyon’un aldığı kararlar yol göstericidir, bir bağlayıcılığı ve cezai yaptırımı
yoktur. Komisyon kararlarının gereğinin yerine getirilmesi için bağlayıcılığı
ve yaptırımı olması önem taşımak-
Aralık 2014
tadır. Bizim bu yönde verdiğimiz bir
kanun teklifi bulunmaktadır.
Reşat Doğru
MHP Tokat Milletvekili
İnsan hakları her insanın sahip olması
gereken değerlerin tümüdür. İnsanlar
ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce ve
inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahiptir. Türk milleti olarak insan
hak ve hürriyetlerine en fazla riayet
eden ve tarihinde de bu konuda hiçbir
kara lekesi olmayan insanlarız. Türk
milletinin kurduğu devletlerin hepsinde her türlü özgürlük vatandaşlara
verilmiştir. Adalette, sağlıkta, devletin
bütün kurum ve kuruluşlarında insan
hak ve eşitliklerine her zaman riayet
edilmiştir.
Türkiye son yıllarda da insan haklarına en fazla riayet eden ülkelerin
başında gelmektedir. Ülkemizde iki
milyonun üzerinde Suriyeli ve Iraklı
mü lteci bu lunma ktadır. Bu ma hzun insanların her tür ihtiyacı Türk
devleti tarafından karşılanmaktadır.
Türk milleti komşu ülke insanlarına,
kardeşlerine, soydaşlarına gönlünü
ve imkanlarını açmıştır. Ancak hür
dünya Türk milletinin yaptığı bu fedakarlığı önemsememektedir. Doğru
dürüst yardım gelmemiştir. İnsan hak
ve özgürlüklerinden bahsedenler sınıfta kalmıştır. Türk milleti ise tarihinin
her döneminde olduğu gibi şimdi de
insan hak ve hürriyetlerine önem vermektedir.
10 Aralık İnsan Hakları
Günü’ne Türk devleti olarak hüzünlü giriyoruz.
Ülkemizin doğu ve güneydoğusunda insan
hakları terör gruplarınca çiğnenmekte ve
yok sayılmaktadır.
49
Ayrıca bütün dünya yurt içi ve dışında olan bitene duyarsız kalmaktadır.
Or ta k değerler herkes tarafından
savunulmalıdır. Yine de bütün dünyanın 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nü
kutluyor, insan odaklı sevginin hakim
olduğu, değerlerin korunduğu bir yaşam temenni ediyorum.
Demir Çelik
HDP Muş Milletvekili
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü ’ne sayılı günler kala günümüz
Türkiye’si, Orta Doğu’su ve dünyasında yüreğimizi acıtan olumsuz gelişmeler yaşanmaktadır. Her şeyden önce
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi
toplumsal, siyasal ve kültürel yıkımlara maruz kalan insanlık, buradan
edindiği tecrübelerle savaş dışı, daha
çok da barışçıl ve demokratik bir kısım
ilişkileri esas alan bir kararlaşmaya
varmıştı. O kararlaşmadan bu yana barışçıl, demokratik çözüm projelerinin,
diyalog ve müzakereye dayalı yeni insani ilişkilerin açığa çıkacağı bir dünya
öngörüsü maalesef gerçekleşmiş, hayat
bulmuş değil. İnsanı dili, kimliği, kültürü ve diğer tüm yönleriyle bir bütün
olarak ele almak gerekiyor. Ancak
ulus-üniter devletin katı merkeziyetçi politikaları insanı olduğu gibi
kabul etmek yerine görmek istediği
gibi şekillendirmeye çalışıyor, bu da
sorunlara neden oluyor. Her şeyden
önce devletin o katı merkeziyetçi yapısı yerine toplumun çoklu
kimlik ve çoklu kültüre
dayalı canlı bir organizma
ol ma gerçeğ i ne bağlı olarak idari-siyasi
yapılanmalara gitmek gerekiyor. Bu
yapı la mad ığ ı,
bölgesel yerel
“Umuyor ve
diliyorum
ki demokratik,
meşru, barışçıl
zeminde
kalarak, kırıp
dökmeyerek,
herkesin kendi
gerçekliğiyle
buluşabilmesine
fırsat vererek
toplumun her
türlü sorununu
hep birlikte
çözebiliriz.”
yönetimlere idari, mali, siyasi özerklik verilemediği için
ciddi sorunlar yaşanıyor. İşte Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da,
Libya’da, Bahreyn’de benzeri sorunların yaşanıyor olmasının nedeni bir yanıyla insanın bu realitesine ters düşen
merkezî devletlerin varlığıdır. Bu açıdan siyasete önemli
iş düşüyor. Biz demokratik siyaset yürütücüleri, toplumun
birikmiş tarihsel, siyasal, toplumsal sorunlarının çözüm
parametrelerini geliştiren bir noktadan konuya yaklaşmış
olsaydık büyük problemleri azami ölçüde gidermiş olurduk.
Ama maalesef siyaset statü, ikbal ve istikbali esas aldığından
toplumu es geçiyor. Bu nedenle toplum öz gücüne dayanarak
kendi ihtiyaçlarını demokratik meşru zeminde karşılamaktan uzaktır. Halkların Demokratik Partisi olarak her şeyden
önce iktidar dışı, toplum dışı kalmış tüm mağdurların, mazlumların, yoksulların, ezilenlerin, emekçilerin demokratik
ortak vatanda birlikte yaşama iradesini gösterebildikleri,
kimsenin dili, kimliği, rengi veya inancının sorgulanmadığı,
herkesin kendini özgürce ifade edebildiği bir gelecek tahayyül ediyoruz. Bu tahayyül aslında tüm insanlığın arzusudur;
binlerce yıllık adalet, eşitlik, özgürlük taleplerinin doğal
sonucudur. Umuyor ve diliyorum ki bu doğal, demokratik,
meşru, barışçıl zeminde kalarak, kırıp dökmeyerek, herkesin kendi gerçekliğiyle buluşabilmesine fırsat
vererek toplumun her türlü sorununu hep birlikte çözebiliriz. Ben her şeye, savaşa ve yıkıma
rağmen ümitvarım. Çünkü gelecekte herkesin
çıkarı vardır. Özgür geleceği oluşturmak
adına herkesin duyarlılık göstermesi gerektiğini düşünüyor ve 10 Aralık Dünya
İnsan Hakları Günü’nü kutluyorum.
Aralık 2014
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı
Ahmet Berat Çonkar:
Mazlumların yanında olmaya,
zulmün karşısında durmaya
devam edeceğiz
Söyleşi: Zeynep Yiğit
Günümüzde meclislerin dış
ilişkiler faaliyetlerinin yeni
boyutlar kazandığını ifade
eden Çonkar, “Dışişleri
Komisyonumuz TBMM
çatısı altında parlamenter
diplomasi alanındaki
çalışmaların yürütüldüğü
en önemli ayaklardan
bir tanesi. Komisyon
olarak bölgemizdeki ve
dünyadaki gelişmeleri
yakından takip ediyor,
üzerimize düşen görevleri
yerine getirmeye
çalışıyoruz” diyor.
Aralık 2014
Kısa bir süre önce Dışişleri Komisyonu Başkanlığı’na seçildiniz. Bu önemli görevde
öncelikleriniz neler olacak?
Daha önce Kâtip Üye olarak katkı verdiğim Dışişleri Komisyonu, 16 Ekim 2014
tarihli toplantısında gerçekleştirdiği seçim sonucunda Komisyon Başkanlığı
görevini şahsıma tevdi etti. Dışişleri Komisyonumuzun çok kıymetli ve tecrübeli saygıdeğer üyelerine bu vesileyle bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Komisyon Başkanı olarak yüklendiğim sorumluluğun farkındayım. Ülke ve
millet olarak önemli süreçler yaşadığımız bugünlerde, üstlendiğim Başkanlık
görevi boyunca ülkemizin ve milletimizin ihtiyaçlarını ve menfaatlerini önceleyen, coğrafyamızın ve insanlığın hayrına olduğuna inandığım çerçevede,
yapıcı bir üslupla ve her zaman üyelerimizin katkılarına açık bir idare sergileme gayreti içerisinde olacağımı söylemek isterim.
Dışişleri Komisyonu, parlamenter diplomasi alanında önemli çalışmalar gerçekleştiriyor. Parlamentolar düzeyindeki temasların ülkeler arasındaki ilişkilere katkısına
dair görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Hiç şüphesiz uluslararası ilişkilerin şekillendiği ve derinleştiği günümüzde
parlamenter diplomasi giderek önem kazanmakta. Küresel sistemin önemli
aktörlerinden biri haline gelen Türkiye’nin parlamentosunun da buna uygun
bir parlamenter diplomasi yürütmesi gerektiğine inanıyorum.
Söyleşi
Bu çerçevede, Dışişleri Komisyonumuz, TBMM çatısı altında parlamenter
diplomasi alanındaki çalışmaların yürütüldüğü en önemli ayaklardan bir tanesi.
Günümüzde meclislerin dış ilişkiler faaliyetlerinin bir yandan niceliği
artmakta, bir yandan da niteliği yeni
boyutlar kazanmakta. Uluslararası
ilişkiler kapsamında parlamenter süreç
ve metotların devreye sokulması ve
uluslararası ilişkilerde milletvekilleri ve
meclislere işlevler yüklenmesi parlamenter diplomasi olarak adlandırılmakta.
Artık demokratik hukuk devletlerinde
diplomasinin sadece geleneksel yöntemlerle sürdürülmesi anlayışı terk edilmiş,
diplomasiye çok farklı bir bakış açısı
getirilmiş ve yabancı kamuoyundaki
dinamiklerin doğru anlaşılması, kamuoyunu oluşturan aktörlerin bilgilendirilmesi ve etkilenmesi faaliyetlerinden
oluşan kamu diplomasisi kavramı ortaya
çıkmıştır. Bu çerçevede parlamenter
diplomasi de yumuşak güç araçlarından
biri olarak yoğun biçimde kullanılmaya
başlamıştır.
Parlamenter diplomaside taraf lardan birinin parlamento olması yeterli
görülüyor. Bu kapsamda uluslararası
parlamenter meclisleri, karma parlamento komisyonları, parlamentolararası
dostluk grupları, antlaşmaların uygun
bulunması, yurt dışına asker gönderme,
yabancı askerî kuvvetlerin Türkiye’de
konuşlanmasına karar verme, başta
Dışişleri Komisyonu, AB Uyum Komisyonu, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu olmak üzere komisyonların
dış ilişkilerle ilgili faaliyetleri, Genel
Kurul’da dış politikayla ilgili yapılan görüşmeler, başka ülkelerdeki parlamento
seçimlerini izleme faaliyetleri, parlamenter diplomasinin araçlarındandır.
Dışişleri Komisyonu Başkanı olarak
şahsımın ve Komisyonumuzun muhatapları ile gerçekleştirdiği görüşmeler,
“Uluslararası
ilişkiler
kapsamında
parlamenter süreç
ve metotların
devreye sokulması
ve uluslararası
ilişkilerde
milletvekilleri ve
meclislere işlevler
yüklenmesi
parlamenter
diplomasi olarak
adlandırılıyor.”
kabul ettiğimiz yabancı heyetler, katıldığımız uluslararası
toplantılar, yabancı ülkeler nezdinde yaptığımız temas ve ziyaretler, önemli parlamenter diplomasi çalışmalarıdır.
Yasama organı olarak yürüttüğümüz bu faaliyetler, bugün
dış politikamızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Parlamenter diplomasi faaliyetleri çerçevesinde uluslararası meseleler
ve gelişmeler hakkında mesajlar verilmekte, iç ve dış basında
geniş yer bulan önemli açıklamalar yapılmaktadır.
Parlamentolar arası ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunmak
amacıyla uluslararası toplantı, konferans ve seminerlere katılmak, siyasi tanıtma faaliyetlerinde bulunmak ve uluslararası
parlamenter meclislerinin faaliyetlerinde yer almak üzere çok
sayıda heyet yurt dışına gönderilmekte, aynı çerçevede yabancı
ülke heyetleri de ülkemize gelmektedir.
Meclisler, sadece hükümetin dış politikasının tartışıldığı
bir platform değil, dünya sorunları ile ilgilenen, sorunların
çözümünde klasik diplomasi faaliyetlerini tamamlayıcı roller
üstlenen ve mevcut yapılanmaları zenginleştiren kurumlardır.
Parlamenter diplomatik faaliyetler geleneksel diplomasinin
alternatifi olmayıp, geleneksel diplomasinin takıldığı yerlerde
yeni kanallar açabilen bir diplomasi şeklidir.
TBMM, içerisinde yer aldığı 10 parlamenter asamble ile siyasi
sorunların çözümünde inisiyatif alıp etkin roller üstlenmeye,
ülkeler arasında siyasi diyaloğu geliştirmeye, bölgesel kuruluşlarla stratejik ilişkiler kurmaya, Türkiye’nin uluslararası
kuruluşlardaki temsil düzeyini yükseltmeye, kültürler arasında
karşılıklı saygı ve uyumu teşvik etmeye, bölgesel ekonomik
işbirliğini azami düzeye çıkarmaya, hem ulusal çıkarlarımızın
korunmasına hem de barış ve istikrarın yaygınlaştırılmasına
katkı vermeye çalışıyor.
Bugün sayısı 124 olan parlamentolararası dostluk gruplarımız da ülkemizin diğer ülkelerle ilişkilerine katkı sunmak için
gayret gösteriyor.
Son yıllarda çok önemli mesafeler katetsek de parlamenter
diplomasi alanında daha aktif olmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü ülkemizin coğrafi konumu, sahip olduğumuz
tarihî miras, genç nüfusumuz ve yetişmiş insan gücümüz,
parlamenter diplomasi faaliyetleri yürüten uluslararası kuruluş
ve organlarda daha etkin ve üst görevlerde temsilimizi gerekli
kılıyor.
Dışişleri Komisyonu gerek bölgemizdeki gerekse dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyor. Komisyon’un özellikle üzerinde durduğu, girişimde bulunduğu konular nasıl sıralanıyor?
Sizin de ifade ettiğiniz gibi Dışişleri Komisyonu olarak hem
bölgemizdeki hem de dünyadaki gelişmeleri yakından takip
ediyoruz. Bu çerçevede en başta ülkemizin ve milletimizin
Aralık 2014
51
52
Söyleşi
katliam, Hocalı Katliamı’nın 22’nci yılı
gibi vesilelerle bildiriler yayımlamış, zulme ortak olmamış, tarafını belli etmiş,
gerekli uyarıları yapmıştır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
ilan edildiği 10 Aralık, “Dünya İnsan Hakları
Günü” olarak kutlanıyor. Bu çerçevede ülkemizin ve bölgemizin “Dünya İnsan Hakları
Günü”ne nasıl girdiğine dair değerlendirmeleriniz nelerdir?
“Bölgemizde ve dünyanın farklı coğrafyalarında
gerçekleşen vahim insan hakları ihlalleri,
çocuklarımızın ve kadınlarımızın maruz kaldıkları
zulüm yüreğimizi dağlıyor, üzülüyoruz.”
menfaatlerini önceleyerek, ama değerlerimizden ve insanlığımızdan da ödün vermeyerek üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye çalışıyoruz.
Komisyonumuz ülkemizi yakından ilgilendiren, büyük çoğunluğu dış gelişmelerle
ilgili, güncel ve stratejik konularda 21 adet brifing almıştır. Bu çerçevede 2014 yılı
içerisinde Ukrayna’da yaşanan gelişmelerle ilgili Rusya Federasyonu’nun Ankara
Büyükelçisi Andrey Karlov, Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi Sergiy Korsunsky, Eski
Kırım Tatar Meclis Başkanı ve Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu
farklı tarihlerde Komisyonumuzda ağırlanmış ve bilgi alınmıştır.
Yine 2014 yılında 1915 Olayları’nın 100’üncü yıldönümü çerçevesinde yürütülmekte
olan faaliyetler hakkında Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın’dan bilgi alınmıştır.
İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlarla ilgili olarak Filistin’in Ankara Büyükelçisi Nabil Maarouf ve Arap Devletler Ligi Temsilcisi Muhammed El Fatah Naciri
dinlenmiştir.
Son olarak da Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu davetimiz üzerine Komisyonumuza gelerek Türk dış politikasındaki son gelişmeler hakkında bilgilendirme
yapmış, soruları cevaplamıştır.
Ayrıca Komisyonumuz bölgesel ve uluslararası birçok konuyla ilgili ziyaretler gerçekleştirmiş, heyetler kabul etmiş ve yaşananlarla ilgili görüşlerini muhatapları ve dünya
kamuoyu ile paylaşmıştır. Yine İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği sivil halka yönelik
Aralık 2014
Hukuk devletinin güçlendirilmesi ve
insan haklarının korunup geliştirilmesi yolunda ülkemiz son 12 yılda çok
önemli mesafeler katetti. Yargı, güvenlik, çalışma hayatı, eğitim, hak arama,
sivilleşme, bürokrasinin azaltılması,
çocuklarımızın ve kadınlarımızın haklarının korunması gibi birçok alanda
insan hak ve özgürlükleri geliştirilerek
yasal güvence altına alındı. Şüphesiz,
insan hakları alanında ülkemizin son
yıllarda ortaya koyduğu performans
ve somut çalışmalar, demokrasimizin
standartlarının yanı sıra uluslararası
toplum içindek i konumumuzu ve
itibarımızı da yükseltti. Kökenine,
statüsüne, kimliğine bakılmaksızın,
bütün vatandaşların temel hak ve
özgürlüklerden kanun önünde eşit
ve serbest şekilde yararlanabilmeleri
yolunda, günümüz ihtiyaçlarına cevap
verebilen, katılımcı, sivil, insanı önceleyen bir Anayasa değişikliğini de
gerçekleştirebilmemiz lazım. Maalesef
bugüne kadar çok istememize rağmen
gerçekleştiremedik.
Bölgemizin Dünya İnsan Hakları
Günü’ne nasıl girdiği sorusuna gelince... Maalesef durum iç açıcı değil.
Bölgemizde ve dünyanın farklı coğrafyalarında gerçekleşen vahim insan
hakları ihlalleri, çocuklarımızın ve kadınlarımızın maruz kaldıkları zulüm
yüreğimizi dağlıyor, üzülüyoruz. Bu
insan hakları ihlallerine karşı uluslararası camianın ve organizasyonların
Söyleşi
sessiz kalması, ciddi bir sorumluluk üstlenmemeleri de
insanlık adına başka bir acı.
Hepimiz iyi bilmeliyiz ki, insan hakları ihlalleri yalnızca
bu ihlallerin yaşandığı ülkeler için değil, aynı zamanda dünya
barışı ve istikrarı için de bir tehdit unsurudur.
Medeni olduğunu iddia eden birçok ülke ve örgüt, bölgemizde
yaşanan olaylar karşısındaki tutumuyla sınıfta kaldı, medeni
davranamadı, samimi olmadığını ortaya koydu, savundukları
değerlerle çatıştı. Mısır’da ayaklar altına alınan demokrasiye sahip çıkmadıkları gibi bir de darbecileri desteklediler. Suriye’de
kendi halkına zulmeden, yüz binlerce insanını katleden yönetime karşı sessiz kaldılar. Mazlumlara gereken desteği vermediler.
İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesi, binlerce insanı, çocuğu, kadını
öldürmesi karşısında adeta İsrail’i daha da cesaretlendirdiler.
Ancak Türkiye, devletiyle, milletiyle geçmişte olduğu gibi
bugün de mazlumların yanında oldu, demokrasiye ve insan
haklarına sahip çıktı. Zulmü görmezden gelmedi ve mazlumun
sesi olarak zulme karşı tüm dünyada sesini yükseltti. Hiçbirinin
kimliğine, inancına ve mensubiyetine bakmaksızın, sadece mazlum olmalarını dikkate alarak iki milyon civarında mülteciye
kucak açan ve mazlumun acısını hafifletmek için milyarlarca
dolar harcama yapan bir millet ve idare var bugün Türkiye’de.
Bizler ülke ve millet olarak, bundan böyle de tüm mazlumların ve muhtaçların yanında olmaya devam edecek, zulmün de
karşısında duracağız.
Dışişleri Komisyonu Başkanı olduğunuz günden bugüne yaptığınız
çalışmalar ve üstlendiğiniz görevlere ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Komisyon Başkanlığı’na seçildiğimiz 16 Ekim’den bu güne dört
Komisyon Toplantısı gerçekleştirerek öncelikli gördüğümüz
“İnsan
hakları
ihlalleri
yalnızca bu
ihlallerin
yaşandığı
ülkeler için
değil, aynı
zamanda
dünya barışı
ve istikrarı için
de bir tehdit
unsurudur.”
on iki uluslararası anlaşmayı görüştük
ve karara bağladık. Sayın Dışişleri Bakanımızı ağırlayarak güncel gelişmeler
çerçevesinde dış politikamız hakkında
bilgiler aldık. Yine 5-7 Kasım günlerinde
Roma’da Dışişleri Komisyon Başkanları
toplantısına iştirak ettik.
Dışişleri Komisyonu Başkanlığı’nın
yanı sıra üstlendiğimiz bir başka görev ise Türkiye ve Rusya Federasyonu
arasında iki ülke Devlet Başkanlarının
Eşbaşkanlıklarında kurulan Üst Düzey
İşbirliği Konseyi bünyesindeki üç boyuttan biri olan ve sosyal-insani boyutu
ele alan “Türk-Rus Toplumsal Forumu”
Eşbaşkanlığı görevidir. Bünyesinde tarih, kültür-sanat, müzelerarası işbirliği,
dinlerarası işbirliği, medya, turizm,
eğitim ve bilim, spor, hukuk işleri, iş
ortamı ve bölgesel işbirliği olmak üzere
11 komiteyi barındıran Türk-Rus Toplumsal Forumu, iki ülke arasında her
alanda işbirliğini geliştirmek için gayret
gösteriyor.
Bu çerçevede 27-28 Ekim günlerinde hem Rus mevkidaşımla tanışmak
hem de 13 Kasım’da Türkiye’nin evsahipliği yaptığı Türk-Rus Toplumsal
Forumu’nun 2’nci toplantısını planlamak için Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirdim. Bu ziyaretimde Rusya
Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi
Başkanı Alexy Puskhov ile de görüşerek
ikili ilişkilerimizi, bölgesel ve küresel
konuları ele aldık. Ayrıca göreve geldiğimiz günden bu güne sekiz ülkenin
büyükelçisini kabul ederek görüşmeler
yaptık.
Yürüttüğümüz diğer faaliyetler ise
Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan Dışişleri
Komisyonları Üçlü Toplantıları, Türkiye-Polonya-Romanya Dışişleri Komisyonları Üçlü Toplantıları ve Türk-Arap
Parlamenter Diyaloğu platformlarında
TBMM’yi ve ülkemizi temsil etmektir.
Aralık 2014
53
Helenler, Bizanslılar, Romalılar, hatta çok daha öncekiler…
Anadolu’nun eski sahipleri birer birer yok olurken tarih sahnesinden,
geride bıraktıkları yalnızca kültürleri değildi. Dünya malı dünyada
kalır misali, verdikleri eserler Anadolu’nun kültür hazinesini daha
geniş, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni daha zengin kıldı.
Pınar Ünsal
Aralık 2014
Müzeler
“E
skiye rağbet olsa, bit pazarına nur
yağardı.” Doğrudur, adı üzerinde
“eski”, kim ne yapsın. Ancak bu, her
alan için geçerli bir sözmüş gibi algılanmamalı. Zaten böyle algılanmasının
neticesi değil midir ülkede arkeolojinin
öneminin de geç anlaşılması. Neyse,
nihayetinde birkaç Osmanlı aydınının
öncülüğünde eski eserin değerinin kilo
kilo altınla ölçülemeyeceği, ona sahip
çıkmanın bir vatanseverlik göstergesi
olduğu, eski eseri tanıma ve sergilemenin topluma tarih bilinci aşılayacağı
anlaşılmış; evveliyatını kurcalamamalı.
Osman Hamdi Bey bu Osmanlı aydınlarından biri. Hem bilim hem de sanat alanlarında ülkesine çok büyük katkıları var. Mekteb-i Maarif-i Adliye’nin
ardından hukuk eğitimi için Paris’e
gönderiliyor. Burada güzel sanatlara
da ilgi duyarak École des Beaux-Arts’ta
resim eğitimi alıyor. Yurda dönmesinin
ardından Vilayet Umur-u Ecnebiye
Müdürlüğü, Teşrifat-ı Hariciye Müdür
Muavinliği, İstanbul Beyoğlu Altıncı
Daire Reisliği gibi devletin farklı kademelerinde üst düzey görevlerde bulunan
Osman Hamdi Bey, Müze-i Hümayun
Müdürlüğüne atandıktan sonra adı
onlarca yıl sonra dahi saygı ve teşekkürle anılacak çalışmalara imza atıyor.
Bunlardan biri eski eserlerin
korunmasını sağlayan ve
yurt dışına kaçırılmasını
engelleyen Asar-ı Atika
Nizamnamesi’nin (Esk i
Eserler Yasası) hazırlanması. Ülkedeki ilk bilimsel
kazıları yapan, müzeleri çağdaş müzecilik
anlayışına göre düzenleyen ve ilk Türk arkeoloğu unvanı bulunan
Osman Hamdi Bey,
Mü z e-i Hü may u n
için çok büyük işler
yapıyor.
Aralık 2014
55
56
Müzeler
Müze-i Hümayun, Osmanlı devletinde sanat alanındaki pek çok çalışmayı
destekleyen -örneğin Sanayi-i Nefise
Mektebi’nin kurulması-, tarihî eserlerin
önemini ve değerini kavramış -padişahın yurt dışı gezilerine giderken hediye
olarak tarihî eser götürdüğü rivayet
edilir- Sultan II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) halka açılıyor. Ancak
eski eser koleksiyonu yapma bundan
yaklaşık beş yüz yıl önce Fatih Sultan
Mehmed Han döneminde (1451-1481)
başlıyor. Bu yıllarda Bizanslılardan
kalma eski bir kilise olan Aya İrini’de,
eski Türk silahları ve savaş alanlarından
toplanan ganimetleri içeren bir koleksi-
Aralık 2014
yon bulunurmuş (Mecma-i Esliha-i Atika). O zamanlar
bilek gücü ve yürekle savaşıldığından, girilen çoğu savaşta
başarı sağlanarak topraklar genişletildiğinden savaş ganimeti
de çok oluyormuş haliyle. Aya İrini’deki bir diğer koleksiyon ise eski
eserler içeriyormuş (Mecma-i Asar-ı Atika). Bu koleksiyon Sultan Abdülmecid’in
(1839-1861) Yalova gezisi sırasında gördüğü Bizans yazıtlarını müzeye getirtmesiyle
büyüyor. Daha geniş bir yere ihtiyaç duyulması sebebiyle tüm bu eserler Fatih Sultan
Mehmed’in 1472’de yaptırdığı Çinili Köşk’e taşınıyor.
İlk Türk müzesinin kuruluşuyla ilgili çalışmaların Sultan Abdülmecid döneminde başladığı biliniyor. Rivayete göre Sultan Abdülmecid Yalova’ya yaptığı bir gezi
sırasında yerde duran birtakım yaldızlı taşlar görmüş. Ne olduğunu merak etmiş
ve taşların üzerinde İmparator Konstantin’in adının yazılı olduğu bilgisini almış.
E malum Konstantin çok ünlü bir Bizans imparatoru. Böyle önemli birinin adını
taşıyan yazıtların yerde yatmasının doğru olmadığını söyleyen padişah, taşların
toplatılıp İstanbul’a götürülmesini emretmiş.
Müzenin ilk parçaları arasında bu taşlarla birlikte İstanbul’un fethi sırasında
Müzeler
Haliç’i kapatmak için kullanılan zincirin bir
parçası, Atmeydanı’nda bulunan ve antik çağa
tarihlenen yılan başları, Porfirios heykeli ve tunçtan
yapılmış bir Herkül heykeli de vardır.
Müze-i Hümayun 1869 yılında açıldığında Galatasaray Lisesi’nde
öğretmenlik yapan İngiliz Edward Goold atanmıştı. Onun ardından ise
müze müdürlüğünü Avusturyalı ressam Terenzio, sonra da Alman Phillip
Anton Dethier üstlendi. Ülkemizdeki yabancı aydınların Türk arkeolojisine
ve Müze-i Hümayun’a katkıları yadsınamaz; ancak Dethier’in ölümünün
ardından müze müdürlüğüne atanan Osman Hamdi Bey’in disiplinli, özverili, titiz ve azimli çalışmaları sonucu bu kurum dünyanın sayılı müzeleri
arasındaki yerini alacaktır. Bu başarıda Osman Hamdi Bey’in bir Osmanlı
vatandaşı olması ve içinde millet sevgisi olmasının yeri şüphesiz ki başkadır.
Müze-i Hümayun’un açılış tarihiyle ilgili olarak 1869 değil de “halka
açılış” tarihinin ve yeni binanın hizmete girişinin baz alınması, yani 1891
yılı, bu sıralarda devletin başında II. Abdülhamid’in bulunması, müze
müdürlüğü görevini ise Osman Hamdi Bey’in yürütüyor olması müzenin
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin
Arkeoloji Müzesi binası, 19.
yüzyılın Osmanlı için önemli
mimarlarından Alexandre
Vallaury’ye yaptırılır. Türkiye’de
müze olarak inşa edilen en
eski yapı olan bu binanın dış
cephesi tasarlanırken İskender
Lahdi ve Ağlayan Kadınlar
Lahdi’nden esinlenilmiştir.
Aralık 2014
57
58
Müzeler
değeri, önemi ve başarılarından bahsederken bu iki ismin sıkça anılmasına
vesile olur.
Bir zamanların Lahitler Müzesi
Anadolu’nun barındırdığı tarihî hazineler, varlığını bu toprakların çağlar
boyu pek çok medeniyeti misafir etmiş
olmasına borçluydu. 1800’lü yıllarda
ülkemizde kazı yapan yabancılar nasıl
bu durumun farkındaysa, devletin kritik
dönemlerine tekabül eden yıllarda her
gelişmeyi yakından takip eden Osmanlı
aydınları da bir o kadar farkındaydı.
Onlar “Osmanlı ülkesinin her tarafı bir
zamanlar buralarda oturan zamanının
uygar milletlerine ait çeşitli eski eser
ile dolu olduğundan, eğer vaktiyle izin
verilmiş olsaydı dünyada en mükemmel
Aralık 2014
müze İstanbul’da olurdu... ” sözlerini söylerken
bir gün İstanbul Arkeoloji Müzeleri adı altında
dünyanın en büyük ve en önemli müzelerinden
birinin kendi topraklarında kurulacağından belki de
habersizdi.
Anadolu topraklarında gerçekleştirilen ve çoğuna Osman
Hamdi Bey’in öncülük ettiği kazılar İstanbul Arkeoloji Müzeleri, her
şeyden önemlisi topluma aşılanması gereken tarih bilinci için önemli eserler teşkil
etti. Efes, Truva, Bergama, Boğazköy, Alacahöyük, Sayda, Nemrut, Tralles, Kadeş,
Rodos kazıları başta olmak üzere Anadolu ve o zamanlar Osmanlı’ya bağlı topraklarda
yürütülen pek çok kazı sonucu ortaya çıkarılan eserler hem Türkiye hem de dünya
arkeolojisine ışık tutacak nitelikteydi. Özellikle Sayda kazılarında ortaya çıkarılan
lahitler arkeolojik önemi, çeşitliliği ve işçiliği ile müzeye bir süre Lahitler Müzesi
denilmesine neden olacak, İstanbul Arkeoloji Müzeleri dünyanın sayılı müzeleri
arasındaki yerini alacaktı. Burada ele geçirilen, Sayda Kralı Abdalonymos’a ait olduğu
tahmin edilen, uzun yüzlerinden birinde Persler ve Yunanlar arasındaki bir savaş,
diğer yüzünde bir av sahnesinin bulunduğu, ön yüzünde İskender’in tasvir edildiği
İskender Lahdi’yle ilgili bir hikaye bile vardı. Rivayete göre yirmi beş ton ağırlığındaki
lahdin İstanbul’a kadar taşınmasının mümkün olmadığı söylenmiş, kazıyı yürüten
Müzeler
Osman Hamdi Bey kendini lahde zincirlemişti.
Lahitler İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Arkeoloji
Müzesi binasında bulunuyor.
Dünyaca ünlü bu müzenin çoğul olarak anılmasının nedeni üç binadan oluşuyor
olması. Arkeoloji Müzesi binasında lahitlerin yanı sıra
Antikçağ mimarisine ait eserler, mezar hediyeleri, Bizanslılara
ait pek çok buluntu, antik Yunan ve Romalılara ait eserler,
pişmiş topraktan heykeller, Troya ve Frigya kazılarında ortaya
çıkarılmış eserler sergileniyor. İki katlı binanın üst katında
Hazine Bölümü, Gayri İslami ve İslami Sikke Kabineleri ile
kütüphane yer alıyor.
Eski Şark Eserleri Müzesi’nde, 19. yüzyıl sonlarından I. Dünya
Savaşı’na kadar Osmanlı himayesinde olan topraklarda yürütülen kazılarda ortaya çıkarılmış eserler sergileniyor. Bu eserler
Anadolu ve Mezopotamya’nın Yunan öncesi, Mısır ve Arap
Yarımadası’nın İslam öncesi çağlarına ait olması nedeniyle
önem arz ediyor. Mısırlılar ve Hititler arasında imzalanan,
tarihin bilinen ilk barış sözleşmesi olan Kadeş Antlaşması’nın
yazılı olduğu kil tablet de Eski Şark Eserleri Müzesi’nde yer
alıyor.
Müzenin üç binası da tarihî ve mimari açıdan büyük önem
taşıyor. Ancak Müze-i Hümayun’un açılış konuşmasında
Maarif Nazırı Münif Paşa’nın “Bu içinde bulunduğumuz bina
dahi bir antika değerindedir. Fatih Sultan Mehmed’in güzel
eserlerinden olan ve o zamanın mimari usulünün güzel bir
örneği bulunan bu bina bu maksat için de pek uygun olarak
seçilmiştir” dediği gibi Çinili Köşk’ün ayrı bir değeri var.
Önceleri Müze-i Hümayun’u meydana getiren bu binada günümüzde 11-20. yüzyıllar arası Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine
ait çiniler bulunuyor.
Sergilenen eserlerin çeşitliliği, niteliği gibi kriterlerin yanı
sıra müze binasının tasarımı, müzenin büyüklüğü gibi değerler de göz önüne alınarak İstanbul Arkeoloji Müzeleri açıldığı
günden itibaren pek çok ulusal ve uluslararası ödüle layık görülmüş. Müze o denli önemli ki açıldığı gün olan 13 Haziran,
Türkiye’de “Müzeciler Günü” olarak kutlanıyor.
Aralık 2014
59
Tahsin Boray Baycık:
Siyasetçi “vefa”yı
sadece İstanbul’un
bir semti olarak
algılamamalıdır
Söyleşi ve Fotoğraflar: Songül Baş
1995-2002
yılları arasında
milletvekilliği yapan
Tahsin Boray Baycık,
bir siyasetçinin
ilkelerinden taviz
vermemesi, dürüst,
tutarlı ve vefalı
olması gerektiğini
belirtiyor. “Siyaset
zor bir sanattır” diyen
Baycık, milletvekilliği
kanununun
çıkmasının önemine
işaret ediyor.
Aralık 2014
Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Sizi bu alana yönlendiren ne oldu?
Karadeniz Ereğli doğumluyum. İlk ve ortaokulu Karadeniz Ereğli’nin Kandilli beldesinde okudum, daha sonra eğitimime İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde devam ettim.
Siyasete ilgim lise döneminde başladı. Kıbrıs sorunu ilk ortaya çıktığında arkadaşlarımla birlikte gönüllü olarak askere yazılmaya karar vermiştik. O yıllarda siyasi
görüşüm şekillenmeye başladı. Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nde
(ADMMA) eğitim görürken siyasete ilgim artarak devam etti. Okulumuzun öğrenci
derneğinde görev aldım ve o dönemde ilk defa sol bir dernek olarak seçimi kazandık.
İş hayatımda ise gerek kendi yaşadığım gerekse arkadaşlarımın ve personelimin karşılaştığı haksızlıklar karşısında tamamen sosyal demokrat bir görüşe sahip oldum.
Bir siyasi parti çatısı altında yer almanız nasıl gerçekleşti?
Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nden inşaat mühendisi olarak mezun oldum. İş hayatına yüksek öğrenimim döneminde burs aldığım Türkiye Kömür
İşletmeleri’nde (Ankara) başladım. Daha sonra Türkiye Taşkömürü Kurumu Armutçuk müessesesinde (Zonguldak), 1987-1995 yılları arasında ise Erdemir’de (Karadeniz
Ereğli) çalıştım. Türkiye’nin bu güzide işletmelerinde görev yapmam sayesinde hem
önemli bir tecrübe hem de çok sayıda arkadaş ve dost kazandım. Çalışma hayatımın
en acı hatırası ise 7 Mart 1983 tarihinde Türkiye Taşkömürü Kurumu müessesesinde
Söyleşi
meydana gelen grizu patlaması sonucunda 103 işçimizin şehit
olmasıdır. Zonguldak’ta madencinin yüzündeki karanın yüz
karası değil, kömür karası olduğu bilinir. Ekmek parasını kazanmanın peşindeki işçilerimiz yeterli iş güvenliğinin sağlanmaması neticesinde hayatlarını kaybetmektedir. Son dönemde
hepimizi yasa boğan maden ocaklarındaki kazaların bir daha
yaşanmaması için gerekli tüm tedbirler alınmalı, denetimler
zamanında yapılmalıdır.
Çalışma hayatının içinde yer aldığım dönemde siyasete ilgim
vardı, ancak aktif olarak politika yapmak için emekli olmayı
bekliyordum. 1994 yılının ekim ayında Türkiye seçim dönemine girmişti. Bir gün telefon geldi ve DSP ilçe örgütüne davet
edildim. Daveti yapan kişi, DSP üyesi ve Karadeniz Ereğli’nin
güzide yerel gazetesi Önder’in başyazarı Sayın Eyüp Bektaş’tı.
Mesai çıkışı partiye gittiğimde İlçe Başkanı beni karşıladı ve
Sayın Rahşan Ecevit’in kendilerine milletvekilliği aday adaylığı
için yüzünde karası sırtında kamburu olmayan yüksek tahsilli
ve Karadeniz Ereğlili birini bulmaları için talimat verdiğini,
benim de aralarında yer aldığım üç isim belirlediklerini, ancak
diğer iki kişinin ismimi duyunca benim lehime feragat ettiklerini söyledi ve aday adaylığı teklif etti. Kendilerine teşekkür
ederek bir hafta süre istedim. Bu arada önce eşimle, sonra
ailem ve iş yerimdeki arkadaş ve amirlerimle görüşerek teklifi
kabul ettim. Neticede 1995 yılında DSP Zonguldak Milletvekili
seçildim. Beni milletvekili adayı yaparak bu onurlu görevi üstlenmeme vesile olan Sayın Bülent Ecevit’i rahmetle ve saygıyla
anıyorum.
“Son
dönemde
hepimizi
yasa boğan
maden
ocaklarındaki
kazaların
bir daha
yaşanmaması
için gerekli tüm
tedbirler alınmalı,
denetimler
zamanında
yapılmalıdır.”
1995 ve 1999 yıllarındaki seçimlerin
ardından iki dönem Meclis’te yer aldınız.
Milletvekilliği döneminizde özellikle
üzerinde durduğunuz konular neler oldu?
Milletvekili seçildiğim 1995 yılında
özelleştirmeler gündemdeydi. DYPSHP iktidarı döneminde Devrek’te bulunan ORÜS (Orman Ürünleri Sanayii)
fabrikasının özelleştirilmesi neticesinde
işçiler fabrikada kendilerini yakma eylemi yapacaklarını açıklamışlardı. Sayın
Bülent Ecevit, işçileri ikna etmemiz ve
işverenle ortak bir paydada buluşmamız
için Sayın Hasan Gemici ile beni görevlendirdi. Dolayısıyla parlamentodaki ilk
görevim de bu oldu.
Ecevit hükümetleri döneminde KİT,
Bayındırlık ve Millî Savunma komisyonlarında görev aldım. En uzun
dönemi ise KİT Komisyonu’nda geçirdim. Bu komisyondaki çalışmalarım
sırasında bir zamanlar “Türkiye’nin
lokomotifi” olarak nitelendirilmesine
rağmen daha sonra “Türkiye’nin kamburu” diye anılmaya başlayan Türkiye
Taşkömürü Kurumu’nun üzerindeki bu
ibareyi kaldırmak için çaba harcadım ve
arkadaşlarımla beraber bunu başardık.
Eğer bugün Türkiye Taşkömürü Kurumu yaşıyorsa o dönemde Sayın Bülent
Ecevit’in talimatıyla 4 bin 500 işçinin
alımı sayesindedir. Üstelik Sayın Ecevit,
bunu IMF’nin karşı çıkmasına rağmen
gerçekleştirmiştir. Fakat ne yazık ki
AKP hükümetinin bazı siyasilerinin
TBMM çatısı altında Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun kapatılması yönünde
açıklamalar yapması beni derinden
üzmektedir. Zira Türkiye Taşkömürü
Kurumu’nun kapatılması başta Türkiye olmak üzere Zonguldak, Bartın ve
Karabük illerinin ekonomisine büyük
sekte vuracaktır. Çünkü ülkemizde
koklaşabilir taşkömürü ve sanayide kullanılan taşkömürü yalnızca Zonguldak
havzasında mevcuttur.
Milletvekilliği dönemimde yurt
Aralık 2014
61
62
Söyleşi
“Siyasetçi eğer bölgesine ve
seçmenlerine hizmet verebiliyorsa
ondan daha mutlu bir kişi olamaz.”
dışında da çalışmalarda bulundum. Bunlardan biri, parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerden milletvekili
arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz Almanya seyahatidir. Bu seyahat, Almanya’da yaşayan Türklerin çifte
vatandaşlığı, AB’ye girmemiz hakkında Alman hükümetinin
düşünceleri, Almanya’ya sığınan siyasilerin ve PKK’lıların
Alman vatandaşlığına kolaylıkla kabul edilmeleri konularıyla
ilgiliydi. Toplantının sonunda Alman hükümetinin şok edici
kararlarıyla karşılaştık. Çifte vatandaşlığın ancak belli kriterler
karşılığında sağlanabileceğini, Türkiye’yi ancak özel bir statü
ile AB’ye kabul edebileceklerini, Almanya’ya sığınan siyasileri
ve PKK’lıları kendi yasaları gereği inceleme altına aldıklarını,
bu kişileri inceleme sonuna kadar maaşa bağladıklarını ve
vatandaşlığa kabul edilmeyenleri sınır dışı ettiklerini belirtmişlerdi. Bugüne baktığımızda Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği
konusunda Alman hükümetinin düşüncelerinin hâlâ değişmemiş olduğunu görüyoruz.
Seçim bölgenizle ilgili çalışmalarınız arasında ön plana çıkanlar
hangileridir?
Bir milletvekilinin bölgesine hizmet götürebilmesi, partisi iktidarda değilse çok zordur. Ben bu konuda şanslıydım, çünkü
Ecevit hükümetleri öncesinde iktidarda olan DYP’li bakanların
birçoğu ağabeyimin arkadaşıydı. O dönemde özellikle Zonguldak Milletvekili ve Ulaştırma Bakanı Sayın Ömer Barutçu ile
Aralık 2014
ilgili bir anımı asla unutamam. Bir gün Bartın milletvekilimiz
Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu ile birlikte Sayın Barutçu’nun
makamına gittik. Kendisi Özel Kalem Müdürü’nü çağırarak
“Bu iki milletvekili benim kardeşlerimdir, istekleri talimatım
sayılır, Bakanlık’tan ne talep ederlerse kesinlikle geri döndürülmeyeceklerdir” dedi. Daha sonra milletvekilliğim sona erene
kadar 55, 56 ve 57. hükümetlerde partim DSP iktidardaydı.
Dolayısıyla bürokratlar tarafından geri çevrilmiyor ve bölgem için yapacağım hizmetleri yerine getirebilmenin hazzını
yaşıyordum. Siyasetçi eğer bölgesine ve seçmenlerine hizmet
verebiliyorsa ondan daha mutlu bir kişi olamaz.
Milletvekilliği dönemimde Zonguldak il ve ilçelerine pek çok
hizmette bulundum. Bunlar arasında en önemlileri, Türkiye
Taşkömürü Kurumu’na 4 bin 500 işçi alımına ve Karadeniz
Ereğli-Düzce karayolu yapımının başlaması için dış kaynaklı
18 milyon dolarlık kredi çıkarılmasına yaptığım katkılardır.
Ayrıca Karadeniz Ereğli’nin Gülüç beldesinde Millî Eğitim
Bakanlığı ve Erdemir katkılarıyla Güzel Sanatlar Lisesi’nin
kurulması, Anadolu lisesi ve üniversite sınavlarının Karadeniz Ereğli’de yapılması, Erdemir ile Armutçuk müessesesinin
Alacaağzı ocağının özelleştirilmelerinin iptali de katkımın bulunduğu konulardır. Özelleştirmelerin iptalinde Sayın Mümtaz
Soysal’a da katkıları için teşekkür etmek gerekmektedir.
Siyasetçinin vefalı olması büyük önem taşımaktadır. Milletvekili seçildikten sonra Zonguldak genelinde hizmeti geçen,
görev bayrağını bize devreden milletvekili büyüklerimize
her konuşmamda teşekkür etmişimdir. Devlette ve hükümette devamlılık esastır. Bir önceki dönem milletvekillerinin
başlattıkları ve tamamlayamadıkları projeleri yeni dönem
milletvekillerinin devam ettirip tamamlama görevleri vardır.
Mesela Karadeniz Ereğli-Düzce karayolunun yapımı bütçeye
Sayın Ömer Barutçu zamanında konulmuş, benim dönemimde
kredisi çıkarılmış ve başlatılmış, AKP hükümeti döneminde
ise kapsamı genişletilerek tamamlanmıştır. Yine Karadeniz
Ereğli’deki tersaneler bölgesi benim zamanımda Karadeniz
Ereğlili tersaneciler tarafından istenmiş, ÇED raporu alınmış,
daha sonra AKP hükümetince tamamlanmış ve açılmıştır.
Ne yazık ki şimdi yanlış yöntemler nedeniyle atıl vaziyette
bulunmaktadır.
Seçim bölgemdeki çalışmalarımdan söz ederken milletvekilliğimin her iki döneminde de yanımda olan il ve ilçelerdeki
partili arkadaşlarıma da şükranlarımı ifade etmek istiyorum.
Milletvekilliği yıllarınıza ilişkin unutamadığınız olayları bizimle
paylaşabilir misiniz?
DSP olarak 1995 seçimlerinde 76 milletvekili, 1999 seçimlerinde ise 136 milletvekili ile parlamentoya girdik. Partimiz
Söyleşi
“TBMM
çatısı
altında
büyüdükçe fark lı düşünceye sahip
arkadaşlarımız DSP içinde sivrilmeye
ve gruplaşmaya başladı. Bu gelişmelere
Sayın Ecevit’in rahatsızlığı da eklenince
parti adeta başsız kaldı denebilir. Neticede partide genel merkez ve hükümet
üyeleri olmak üzere ikilik baş gösterdi.
Sonuçta partiden kopmalar gündeme
geldi. Bu süreçler yaşanmasaydı ne erken seçim ne de bugünkü AKP iktidarı
olurdu.
2002 yılının mart ayında seçim kararı
alınınca partiden ayrılan arkadaşlarla
birlikte rahmetli İsmail Cem ve Sayın
Hüsamettin Özkan’ın önderliğinde
kurulan YTP’de görev alarak siyasete
devam ettim. Fakat ne yazık ki Sayın Kemal Derviş’in ani bir karar değişikliğiyle
CHP’de yer almasıyla YTP siyasi hayatta
başarılı olamadı ve Sayın İsmail Cem’in
arzusu üzerine tüm varlığıyla CHP’ye
katıldı. CHP’yle birleşmenin ardından
eski DSP ve YTP’liler olarak birtakım
sıkıntılar yaşadık. Bunun üzerine 2009
yerel seçimleri öncesinde CHP’den ayrılarak DSP’den Karadeniz Ereğli belediye
başkan adayı oldum, ama seçilemedim.
TBMM’nin 20. ve 21. dönemlerinde
milletvekilliği yaptıktan sonra aktif
siyaseti bıraktım. Şimdi ailemle birlikte
çok daha huzurlu bir ömür sürüyorum,
bu arada eski seçmenlerimden gelen is-
bulunduğumuz
yıllarda
milletvekillerinin
ayrı bir kanunu
olması için
çaba harcadık,
ama bir sonuç
alamadık. Bu
dönemde Türk
Parlamenterler
Birliği konuyla
ilgili olarak
önemli
çalışmalarda
bulunuyor.”
tekleri de karşılayabildiğim ölçüde yerine getirmeye çalışıyorum.
Biz TBMM çatısı altında bulunduğumuz yıllarda milletvekillerinin ayrı bir kanunu olması için çaba harcadık, ama bir sonuç
alamadık. Bu dönemde Türk Parlamenterler Birliği konuyla ilgili
olarak önemli çalışmalarda bulunuyor, umarım bir sonuç elde
edilebilir. Bu kanunun çıkması için TBMM Başkanı Sayın Cemil
Çiçek’e ve 25. Dönem’de milletvekili seçilemeyerek bizim gibi
eski dönem milletvekili sıfatını alacak arkadaşlarımıza büyük
görev düşmektedir.
Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi
temel niteliklere sahip olmalıdır?
Siyaset zor bir sanattır. Siyasetçi, ilkelerinden taviz vermemeli, dürüst, tutarlı ve en önemlisi vefalı olmalıdır. Yani siyasetçi “vefa”yı
sadece İstanbul’un bir semti olarak algılamamalıdır. Ayrıca seçmenlerine hiçbir zaman yalan söylememeli, yerine getiremeyeceği
bir vaatte bulunmamalı, asla seçmeninden kopuk yaşamamalıdır.
Ben milletvekilliği dönemimde seçim öncesinde oturduğum Karadeniz Ereğli’deki evimi Ankara’ya taşımadım. Oradaki seçim
büromda hiçbir parti ve görüş ayrımı yapmadan tüm seçmenlerimle hafta sonları beraber oldum. Bu benim seçim vaatlerimden
biriydi ve verdiğim sözü yerine getirmiş olmanın mutluluğunu
yaşadım. Her hafta sonu seçim büromda vatandaşlarımızın dertlerini ve taleplerini dinledim, böylece onları Ankara yollarında
yormadım. Aslında bir milletvekilinin asli görevi yasama organını
işletmektir. Ancak ülkemizde milletvekilleri bir yandan yasama
faaliyetlerini yürütürken, diğer yandan seçmenlerinin iş, sağlık
gibi sorunlarını ve çeşitli kurumlardaki işlerini yakından takip
etmektedir. Bu durum maalesef bizden önceki dönemlerde görev
yapmış milletvekillerinin bıraktığı bir mirastır ve Türkiyemizin
değişmez gerçeklerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.
Ülke gündemindeki konulara ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Şu anda Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri PKK’dır. Bu
sorunun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğunluğunun
istediği bir şekilde çözülebileceğini sanmıyorum. Gündemdeki
diğer önemli konular ise komşularımızla yaşadığımız sorunlar ve
işsizliktir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının işsizlik sorunu
yokmuş gibi Suriyeli sığınmacılara iş güvencesi sağlamak için
Bakanlıkça genelgeler çıkarılmaktadır. Bakın bizi AB’ye kabul
etmemelerinin bir sebebi, işsizlik sorunu yaşayan genç bir nüfusa
sahip olmamızdır. AB ülkeleri, üyeliğe kabul edilirsek bu işsiz
gençlerin Avrupa’ya yayılması neticesinde kendi vatandaşlarının
işsiz kalmasından korkmaktadır. Bu da AB üyeliğimizin önündeki
en önemli engellerden biridir.
Aralık 2014
63
64
Dostluk Grupları
Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
Ekrem Çelebi:
Brezilya son zamanlarda
ticaretteki, ekonomideki
büyüme ve dış politikadaki
etkinliğiyle ilişkilerimizi en üst
düzeyde tutmak istediğimiz
ülkelerden biridir
Söyleşi: Elif Çelik
Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkileri açısından nasıl bir konuma sahip?
Türkiye ile Brezilya arasındaki diplomatik ilişkiler oldukça
eski olmasına rağmen ancak son yıllarda gelişme göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti aslında bir Osmanlı torunu. Osmanlı İmparatorluğu, çok geniş bir coğrafyada 600 yıldan fazla
hüküm sürmüş bir devletti. İmparatorluğun en önemli unsuru
da gittiği yerlerde asimilasyon uygulamayıp her bölgede ataşelik açmaktı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da bu
devam etti tabii, ancak yakın bir döneme kadar sınırlı kaldı.
Özellikle son dönemde dünyanın en uç noktalarına kadar
giderek temsilcilikler açtık. Bunların önemi şudur, hangi
ülkeye giderseniz gidin aranızda bir iletişim olması gerekir.
En basit yönüyle bakarsak, karşı komşunuza bile sabah bir günaydın demediğinizde aranızda iletişim eksikliği olur. Ülkeler
düzeyinde de durum farklı değildir.
Aralık 2014
Osmanlı Devleti’nin en büyük kazanımı kültürel, askerî ve
ticari ilişkilerini iyi geliştirmiş olmasıydı. Bugün Türkiye’nin
her ülkeyle bir iletişimi vardır. Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu olarak bu anlamda bizlere de epey
görev düşüyor. Ülkeler arasında seyreden ilişkilerde kültürel ve
ekonomik ivmeleri kazandıranlar dostluk grubu başkanlarıdır.
O nedenle ben bu oluşumu çok önemsiyorum.
Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun da
temeli oldukça eskiye dayanıyor. Tabii biliyorsunuz dostluk
grupları her dört yılda bir yenileniyor. Benim başkanlığını
yaptığım dönem Aralık 2011’de başlamıştır.
Türkiye ile Brezilya arasındaki askerî ilişkiler son yıllarda yükselen
bir ivmeyle devam etmektedir. İki ülke arasındaki mevcut işbirliği ve
karşılıklı ziyaret planı çerçevesinde, askerî heyetler arasında düzenli
ziyaretler gerçekleştirilmektedir.
Dostluk Grupları
Türkiye ile Brezilya arasında kültürel bir
yakınlık mevcut mudur?
Brezilya toplum ve kültürü de Türkiye
gibi. Brezilya’nın duygularıyla, hissiyatıyla hareket eden insanları var benim
gözlemlediğim kadarıyla ve bu bizim
toplumumuza çok benzemektedir.
Brezilya ile Türkiye arasındaki kültür
faaliyetleri Kültür ve Turizm Bakanlığımızın geçmişten bu yana gerçekleştirdiği ziyaretler çerçevesinde sürdürülüyor.
Örneğin Brezilyalı çocuklar her sene 23
Nisan’da Türkiye’ye gelerek buradaki
etkinliklere katılıyor. Bu ziyaretler yinelendiğinde biz de Dostluk Grubu olarak
kendilerine eşlik edeceğiz.
Türkiye ile Brezilya arasındaki ilişkiler
hangi düzeyde ve hangi alanlarda yürütülüyor? Bu ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir
önem taşıyor?
Her iki ülke de ekonomisi büyük oranda
tarıma dayalı ülkeler, denizle çevrili
olmaları önem taşıyor ve sanayileri
de giderek gelişiyor. Konsept olarak
“Ülkeler
arasında
seyreden
ilişkilerde kültürel
ve ekonomik
ivmeleri
kazandıranlar
dostluk grubu
başkanlarıdır.
Türkiye-Brezilya
Parlamentolararası Dostluk
Grubu olarak
bu anlamda
bizlere de epey
görev düşüyor.”
Osmanlı ile Brezilya arasındaki diplomatik ilişkiler 5 Şubat 1858
tarihinde Londra’da “Dostluk, İkamet, Ticaret ve Seyr-i Sefain
Antlaşması”nın imzalanmasıyla başlamıştır. Brezilya’nın özellikle 19.
yüzyılın sonlarında uyguladığı işgücü çekme politikası sonucu, o
dönem Osmanlı toprağı olan Lübnan, Suriye gibi Orta Doğu ülkelerinden milyonlarca kişi göçmen olarak Brezilya’ya gitmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti ile Brezilya arasındaki ilişkileri pekiştirmek amacıyla
1927 yılında Roma’da bir dostluk anlaşmasının imzalanmasının ardından Türkiye, 1929 yılında dönemin başkenti Rio de Janeiro’da bir
temsilcilik açmış, Brezilya’nın Ankara Büyükelçiliği ise 1936 yılında
hizmet vermeye başlamıştır.
iktisat ve sanayi alanları birbirine benziyor. Tabii aradaki
iletişimin, kardeşliğin ve iyi ilişkilerin devam etmesi karşılıklı gidiş-gelişler sayesinde olur. Mesela devlet büyükleri bir
ülkeye gittikleri zaman iş adamlarını da beraberinde götürür.
Brezilya’da da Türk girişimcilerinin çeşitli faaliyet ve projeler
yürütmesi konusunda gerekli desteği ve yardımı biz de mutlaka göstereceğiz.
Daha önce Brezilya parlamentosundaki Türkiye Dostluk
Grubu ile bir araya gelme girişiminde bulunduk, ancak
hem Meclis’teki bütçe görüşmeleri hem de yakın dönemde
meydana gelen iki büyük maden kazası nedeniyle bu ziyareti
Aralık 2014
65
66
Dostluk Grupları
gerçekleştiremedik. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza
Allah’tan rahmet diliyorum buradan. Kendileri de kasım ayı
içinde geleceklerini bildirdiler ama ertelemek durumunda
kaldık. Önümüzdeki günlerde gelmelerini bekliyoruz. Çeşitli projelerimizi geldiklerinde kendilerine ileteceğiz.
Türkiye’de şu an Brezilya denildiği zaman akla futbol
geliyor. TBMM çatısı altında olsun, dışarıda olsun bu
ülke hakkında konuştuğumuz zaman genellikle futboldan
bahsediliyor. Brezilya ve Türkiye arasında karşılıklı olarak
özellikle eğitim ve spor kurumlarının açılması konusunda
projeler geliştiriyoruz. Örneğin Brezilya’dan bir futbol
takımı ile büyük bir Türk takımının bir de Anadolu’dan
yerel bir takımın, bir alt küme takımının karşılıklı kardeş
kulüp ilan edilmesi konusunda çalışmalar yürütmek istiyoruz. Gençler örneğin bir ay o bölgede misafir edilsin, orada
top koştursun istiyoruz. Bu konuyu da geldikleri zaman
Türkiye ile Brezilya arasındaki ilişkilerin üst düzeyde planlamasına
yönelik Yüksek Düzeyli İşbirliği Komisyonu’nun kurulmasına dair
Mutabakat Muhtırası 2006 yılında imzalanmıştır. Ülkemizin 2006
yılında onayladığı söz konusu anlaşma, Brezilya tarafından 8 Ekim
2008 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Komisyon, iki ülke
arasında siyasi diyalog, ekonomi ve ticaret, bilim, teknoloji, savunma
sanayi, maliye, yatırımlar, turizm, kültür, diplomatik akademiler arasında işbirliği ve ortak ilgi alanlarındaki ikili ilişkileri daha da geliştirecek politikalar ve stratejiler oluşturmaktan sorumlu bir mekanizma
olarak görev yapma amacı taşımaktadır.
Aralık 2014
“Brezilya’nın
bir sanayi
ve tarım ülkesi
olması hasebiyle
bu alanlardaki
ilişkilerimiz daha
fazladır.”
kendileriyle görüşeceğiz. Millî eğitim alanında da Türkiye ile Brezilya
arasında bir anlaşma mevcut, onu da
geliştirmeyi hedefliyoruz.
Brezilya’nın ekonomisi bir dönem
bizden daha iyiydi. Ancak 2000’lerin
sonlarında Euro bölgesinde meydana gelen devlet ve şirket if lasları
tüm dünyayı etkiledi. Brezilya da bu
dönemde çok ciddi anlamda ekonomik sıkıntı çekti. O dönemde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ın dediği gibi kriz Türkiye’yi
gerçekten de teğet geçti. Ama Brezilya
çok ciddi bir maddi sıkıntıya girdi ve
zor düzeldi. Dolayısıyla ekonomik
seviyedeki ilişkilerimiz çok iyi mi,
değil. Yani beklenen düzeyde değil.
Brezilya’nın bir sanayi ve tarım ülkesi olması hasebiyle bu alanlardaki
ilişkilerimiz şu an daha fazladır. Ama
Brezilya son zamanlarda ticaretteki,
ekonomideki büyüme ve dış politikadaki etkinliğiyle ilişkilerimizi en üst
düzeyde tutmak istediğimiz ülkelerden biridir.
Aralık 2014
69
“Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında…” diyen Ahmet Hamdi
Tanpınar, çağının özelliklerini taşıyarak zamanın içinde kısmen kalsa da, özgün
düşünce yapısı ve zengin kültüründen ötürü zamanın dışında, hatta ilerisinde
olmayı başarmış bir sanatçıdır aslında.
İrem Coşkunseven
A
slen Batumlu bir ailenin çocuğu olarak 1901 yılında dünyaya gelen Ahmet Hamdi Tanpınar, babası Hüseyin Fikri
Efendi’nin mesleği icabı küçük yaşlardan itibaren Türkiye’nin
birçok yerini gezme imkanı bulur ve dolayısıyla kendi dış ve iç
dünyasını gözlemlemeye ta o dönemlerde başlar. Ancak 1916
yılında, Yahya Kemal’den sonra en çok etkisi altında kaldığı
şairlerden biri olan Ahmet Haşim gibi, annesini kaybederek
yaşamının ilk büyük acısını erken yaşta tadar.
Öğrenimine Sinop’tan Siirt’e, Antalya’dan İstanbul’a çok
farklı şehirlerde; misyonerlerin idare ettiği mekteplerden baytar mektebine kadar çeşitli yerlerde devam eden Tanpınar, en
sonunda lise yıllarından tanıdığı ustası ve akıl hocası Yahya
Kemal’in hocalık yaptığı Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’ne
kaydolur.
Yaşadığı dönem boyunca Balkan, Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları olmak üzere birçok savaşa tanıklık eden Tanpınar,
üniversite yıllarında, dönemin oldukça popüler kıraathanelerinden olan ve birçok aydın, yazar ve şairin buluşma noktası
İkbal Kıraathanesi’nde geçirir günlerini. İkbal kısa bir süre
içinde o dönemde Millî Mücadele’ye destek verdiği için sık sık
sansürlenen Dergâh isimli derginin karargahı haline gelir ve
Tanpınar’ın kendisi de bu dergiye şiirler yazar. Ancak şiirde
mükemmellik anlayışından yola çıkan ve sürekli kendini eleştirerek eserlerini bir adım öteye taşımak isteyen sanatçı, ileriki
dönemlerde yayımladığı Şiirler kitabında Dergâh’ta basılan
şiirlerine yer vermez.
Yükseköğrenimini tamamladıktan sonra memuriyete başladığı ilk yer olan Erzurum’a, düşünce dünyasını zenginleşti-
Aralık 2014
70
recek ve Batı ile Doğu’yu değerlendirerek
kendi süzgecinden geçirmesini sağlayacak
Baudelaire, Verlaine, Proust, Hoffman
ve Valéry’nin eserlerini sırtlanarak gider.
Erzurum’da geçirdiği süre zarfında, 1924
yılında meydana gelen deprem nedeniyle
yöreyi ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk
ile tanışma ve hatta konuşma fırsatı bulur.
Fakat bu görüşme esnasında Atatürk’e
Avrupa’ya gitme arzusunu dile getirmediğinden, uzun yıllar pişmanlık duyduğu
rivayet edilir.
Görevine Konya ve ardından Ankara’da
devam eden Tanpınar, burada bulunduğu
Aralık 2014
yıllar boyunca gerek yeni çevresinin, gerek
değişen dönemin, gerekse Yahya Kemal’in
etkisinden uzak kalması sebebiyle kendi
deyimiyle “cezrî Batıcı” haline gelir. 1930
yılında Ankara’da düzenlenen Türkçe ve
Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde, Divan
Edebiyatı’nın lise müfredatından tamamen
çıkarılmasını önererek cezrî, yani radikal bir
Batıcı düşünür olduğunu ortaya koyar.
10 yılın ardından 1932’de İstanbul’a geri
döndüğünde ise cezrî Batıcılıktan dönüşünün
ilk belirtileri olarak görebileceğimiz; eski
sanatı, medeniyeti ve Klasik Türk Musikisi’ni
savunan yazılarını yazmaya başlar. Ülkenin
71
Ahmet
Hamdi
Tanpınar
eserlerinde
yalnızca kendi
ülkesini ve
toplumunu
tanıyan değil,
dünyada neler
olup bittiğini
takip eden,
farklı olgu ve
disiplinlerin
farkında olan bir
aydın kavramı
çizmiştir.
içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik
koşullar göz önünde bulundurulduğunda; Batı ile Doğu arasında sıkışıp kalmış
bir millet, siyasetçiler ve sanatçılar
arasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da
fikir ve düşünce dünyasında gözlenen bu
değişimler oldukça doğal karşılanabilir.
1943 seçimlerinde Maraş milletvekili
olarak Meclis’e girmeyi başarsa da eylemden çok düşünce adamı olduğundan
ve Meclis’te muhalif bir grubun bulunmamasından, siyasi kariyeri sandığından kısa sürer. Üç buçuk yıllık siyasi
hayatı, partisi tarafından tekrar aday
gösterilmeyince sona erer.
“Tereddüt eden adam” olarak anılan
Tanpınar, hakkında yapılan eleştirilere
ve dönemin sağ mı yoksa sol düşüncesine mi mensup olduğu sorularına
cevaben şöyle demiştir: “Türkiye’de her
şey politika mücadelesi… Sağ beni kafi
derecede kendilerinden, kafi derecede
inhisarcı, kafi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman. (…) Kendilerini
vatansever zanneden veya öyle gösteren
-hiç olmazsa böyle sınıf ve zümre gayretiyle her şeyi göze almış bir sol taifesi
ve sol fikirlerin istismarcısı olanlar -onların karşısında ırkçılar
ve dinciler, en hakiki nasyonalistler (…) Ve ortalarında bizler,
iş ve güçlerinde olanlar, olmak isteyenler, biçareler (…) İmkan
bulsam, yaşım müsait olsa ve bir organ sahibi olsam müdafaa
edeceğim tek fikir: Kalkınma ve plan.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk Edebiyatı’nın o dönemki
sorunsalı olan Doğu-Batı meselesini ele alırken eleştirmekten
ziyade tıpkı siyaseten kendini bir kampa ait hissetmemesi gibi
taraf tutmadan önce çerçeveyi anlamaya çalışmıştır. Her ne
kadar mazisini bilmeyen bir milletin köklerinden kopacağını
düşünse de, devam ederek değişmeye, değişerek devam etmeye
inanmıştır. Ona göre edebiyat bir bütündür; dünü, bugünü ve
geleceğiyle birlikte değerlendirilmelidir. Türk Edebiyatı’nda karşılaşılan sorun ise Tanzimat Edebiyatı’ndan sonra edebiyatçıların
çoğunun kendi kimliklerini ve geçmişlerini unutarak Batı’ya
yönelmeleri, fakat bunu yaparken de Batı’nın hangi özelliklerini
içselleştirip özümseyebileceklerine karar veremeden bir kimlik
arayışı içinde Şark ile Garp arasında sıkışıp kalmalarıdır.
Tanpınar eserlerinde, yalnızca kendi ülkesini ve toplumunu
tanıyan değil, dünyada neler olup bittiğini takip eden, farklı
olgu ve disiplinlerin farkında olan bir aydın kavramı çizmiştir.
Yanıtlar vermek yerine sorular sormuş, sorgulamış, anlamaya
çalışmıştır. Eserlerini sanat kaygısından başka hiçbir kaygısı
olmadan, Fransız varoluşçuluk akımı ile birlikte mistisizmin
etkisinde yazmıştır. Gerek iki uygarlık arasında bocalayan toplumumuzu eleştirdiği romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü, gerek
kendisi gibi aydın bir kişilik olan Mümtaz’ın toplum ile kendi iç
savaşını bilinç akışı yöntemiyle anlattığı, aslında bir huzursuzluk
romanı olan Huzur, gerekse küçük yaşlarından beri gezip görüp
yaşadığı İstanbul, Ankara, Antalya, Erzurum ve Konya olmak
üzere beş şehirden edindiği izlenimleri aktardığı Beş Şehir kitabında düz yazıyı adeta manzume gibi aktarmış ve fikri, estetik
kaygısıyla yazdığı eserin içinde eriterek Türk Edebiyatı’nda
romanı daha önce görülmemiş bir boyuta getirmiştir.
Zamanında değeri çok anlaşılmayan ve Mehmet Kaplan’a göre
herkesin kolaylıkla okuyup sindirebileceği bir sanatçı olmayan
Tanpınar, farklı gruplarca ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, Türk
Edebiyatı’na eleştiriden denemeye, şiirden çeviri eserlere kadar
pek çok başyapıt niteliğinde eser kazandırmıştır. Bununla birlikte, hepsinden de önemlisi, birçok önemli edebiyat eleştirmeni
ve akademisyene göre Tanpınar, modern Türk romanının temellerini atmıştır. Ayrıca müzik ve plastik sanatlar da dahil olmak
üzere sanatın birçok dalıyla ilgilenmiş, çok yönlü, kendini sürekli
geliştiren, hep daha iyisini yapmak için çabalamış bir sanatçıdır.
Ahmet Hamdi Tanpınar bugün de hem siyasi ve sosyal çelişkileri
resmetmesi yönüyle hem de eserlerindeki yüksek teknik ve edebiyat zevkiyle yeni kuşakları beslemeye devam ediyor.
Aralık 2014
72
SiyasettenSivil Topluma
Prof. Dr. Cafer Tayyar Sadıklar:
Vakfımız Türk-Japon
ilişkilerinde önemli bir
köprü görevi görüyor
Söyleşi: Nehir Öztürk
Gümrük ve Tekel eski Bakanı,
TBMM 17. Dönem Çanakkale
Milletvekili Prof. Dr. Cafer
Tayyar Sadıklar’ın başkanı
olduğu Türk Japon Vakfı, iki
ülke arasındaki ilişkilere
önemli katkılarda bulunuyor.
Sadıklar, “Türkiye ile Japonya
arasında dostluk ve işbirliğini
geliştirmek amacıyla
kurulan vakfımız, Türk-Japon
ilişkilerinde önemli bir köprü
görevi görmektedir” diyor.
Aralık 2014
Söyleşimizin başında Türk Japon Vakfı’nın kuruluş öyküsünü öğrenebilir
miyiz?
Türk Japon Vakfı 1993 yılında 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman
Demirel’in destekleriyle ben ve arkadaşlarım tarafından kurulmuştur. Kuruluşuna kadar bir ütopya olarak görülmekte olan bu proje
gerekli destekleri alarak başarılı bir şekilde hayata geçirilmiş, şu
anda Türkiye’de ve Avrupa’da bir örneği daha olmayan bir Kültür
Merkezi haline gelmiştir.
Türk Japon Vakfı 1993 yılının mart ayında Türk kanunları uyarınca kamuya yararlı tüzel bir kişilik kazanmıştır. Vakfın kuruluşunun ardından, Kültür Merkezi’nin üzerinde kurulacağı arazinin
yanı sıra inşaat için gerekli finansmanın yarısını aşan kısmı Türk
tarafınca temin edilmiştir. Eski Japonya Büyükelçisi Bayan Atsuko
Toyama’nın (Eski Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanı),
Keidanren (Japon Ekonomik Organizasyonlar Federasyonu) ve
benzeri Japon kurumlarına finansman temini için yaptığı talepler
meyve vermiş ve inşası tamamlanan Türk Japon Vakfı Kültür
Merkezi’nin açılışı 3 Mayıs 1998 tarihinde gerçekleştirilmiştir.
SiyasettenSivil Topluma
Açılışa kadar olan süre içerisindeki
önemli gelişmelerden bazıları şu şekildedir: 14 Eylül 1993 tarihinde Japonya
Altes Prensi Ekselansları Takahito Mikasa tarafından inşaat alanına Sakura
anı fidesi törenle dikilmiştir. 5 Mayıs
1996’da Kültür Merkezi’nin temel atma
töreni Sayın Süleyman Demirel’in katılımıyla gerçekleştirilmiştir. 3 Mayıs
1998 tarihindeki açılış töreni, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman
Demirel ve eşi ile Japonya Altes Prens
ve Prensesi Tomohito Mikasa’nın katılımlarıyla düzenlenmiştir.
Türk Japon Vakfı Kültür Merkezi
içerisinde Türk Japon Kadınları Dostluk ve Kültür Derneği, Türk Japon
Kültürünü Araştırma ve Dayanışma
Derneği, Japonya Uluslararası İşbirliği
Ajansı (JICA) ve Türk Japon Üniversiteliler Derneği’ne birer ofis tahsis
edilmiş ve Ankara’da mevcut TürkJapon dostluk derneklerinin bir çatı
altında toplanması suretiyle kurumsal
birlik sağlanmaya çalışılmıştır.
“1998
yılında
açılmış
olan Kültür
Merkezimiz
bugüne
kadar
500’ün
üzerinde
etkinliğe
evsahipliği
yapmıştır.”
si, seminer benzeri akademik toplantılar düzenlenmesi ve
bu alanda çalışan kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirmektedir. Bu çalışmalar
1998 yılında açılmış olan Kültür Merkezimizde yapılmaktadır. Merkez, açılışından itibaren 500’ün üzerinde etkinliğe
evsahipliği yapmıştır.
Türk Japon Vakfı Japonca, origami, kendo, resim gibi çeşitli
kurslar düzenliyor. Ayrıca Türk Sanat Müziği Korosu bulunuyor.
Bu faaliyetlerle ilgili bilgi aktarabilir misiniz?
Türk Japon Vakfı Japonca kursları açılıştan günümüze
kadar devamlı artan öğrenci sayısıyla eğitime devam etmektedir. Her yıl 100’ün üzerinde kişiye Türk ve Japon
öğretmenler tarafından Japonca öğretilmektedir. Haftada
4 saat olan Japonca kursları ağırlıklı olarak hafta sonları
verilmektedir.
Origami (kağıt katlama sanatı) kursları 4 haftalık dönemler halinde gerçekleştirilmektedir. Origami stres atma,
çocukların zeka gelişimi, yaşlı veya hastaların rehabilitasyonu için oldukça faydalı bir yöntem olarak bilinmektedir.
Bu sebeple çeşitli seviyelerden oluşan çocuk sınıf larımız
da mevcuttur.
Başkanı olduğunuz Vakıf, hangi amaçlar
doğrultusunda ne tür faaliyetler gerçekleştiriyor?
Türk Japon Vakfı, Türkiye ile Japonya
arasında sosyal, kültürel, teknik, ekonomik ve benzeri alanlarda dostluk
ve işbirliğini geliştirmek amacıyla
kurulmuştur. Türk Japon Vakfı bu
amacı gerçekleştirmek üzere her türlü
kültürel ve tanıtıcı faaliyetlerin yürütülmesi, ulusal ve uluslararası dernek
ve kurumlarla işbirliği yapılması,
Türk Japon derneklerinin çalışmalarının desteklenmesi, Japonlara Türkçe,
Türklere Japonca dil kursları düzenlenmesi, Japonlara Türkiye’yi, Türklere Japonya’yı tanıtmak maksadıyla
her türlü çabanın gösterilmesi, Türk
ve Japon sanatçılarla karşılıklı olarak
tanıtıcı çalışmalar yapılması, bilimsel
araştırma ve yayınların desteklenme-
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Japonya Başbakanı Shinzo Abe, eşleriyle birlikte 3 Mayıs 2013 tarihinde Türk Japon Vakfı Kültür
Merkezi’ni ziyaret ederek “Osmanlı Sarayında Japon Rüzgarı” adlı serginin açılışını yaptı.
Aralık 2014
73
74
SiyasettenSivil Topluma
“Kültür
Merkezimizde
gerçekleştirilen
etkinliklerle
Türk halkına
Japon kültürü
tanıtılmaktadır.”
Ayrıca Vakıf bünyesinde bulunan Türk Japon Kültürünü
Araştırma ve Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen
yağlı boya resim ve pentur kursları da verilmektedir.
Türk Japon Vakfı Türk Sanat Müziği Korosu, Şef Emine
Gürsel yönetiminde uzun yıllardır Vakıf bünyesinde çalışmalarına devam etmektedir. Türk ve Japonlardan oluşan koromuz bir yıl içinde hafta sonları yapmış olduğu çalışmaların
ardından yılda bir kez verdiği konserle seyirci karşısına çıkıp
performans sergilemekte ve büyük beğeni kazanmaktadır.
Türk Japon Vakfı’nın gerçekleştirdiği faaliyetlerin iki ülke arasındaki ilişkilere ve Japon kültürünün ülkemizde tanınmasına
katkıları konusundaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
Türk Japon Vakfı, Türk-Japon ilişkilerinde önemli bir köprü
görevi görmektedir. Bu sebeple çok önemli ziyaretlere ve etkinliklere evsahipliği yapmıştır. Bunlardan en önemlileri şu
şekilde sıralanabilir: 4 Mayıs 1998 tarihinde Türk Japon İş
Konseyi, Kültür Merkezimizde toplanmıştır. 16 Ocak 2003’te
Japonya’da Türk Yılı’nın açılışı zamanın Başbakanı Sayın
Abdullah Gül tarafından Kültür Merkezimizde yapılmıştır.
11 Ocak 2006 tarihinde zamanın Japonya Başbakanı Sayın
Aralık 2014
Koizumi Kültür Merkezimizi ziyaret
etmiştir. 2010 Türkiye’de Japonya Yılı
açılış töreni 4 Ocak 2010 tarihinde zamanın Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul
Günay ve Japonya Dışişleri Bakanı
Sayın Katsuya Okada’nın katılımlarıyla Kültür Merkezimizde yapılmıştır.
Geçtiğimiz yıl mayıs ve ekim aylarında
Türkiye’ye gelen Japonya Başbakanı Sayın Shinzo Abe, mayıs ayında
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek ile
birlikte Vakfımızı ziyaret etmişlerdir.
Kültür Merkezimizde gerçekleştirilen
etkinlikler ücretsiz olarak yapılmaktadır. Bu etkinliklerle Türk halkına
Japon kültürü tanıtılmaktadır. Koroda
Türkler Japonca, Japonlar Türkçe şarkı
söylemektedir. Bu çok ilgi çekmektedir.
Son dönemde koronun çalışmaları ile
ilgili bir CD çalışması gündemdedir.
Gümrük ve Tekel Bakanlığı ile TBMM 17.
Dönem Çanakkale Milletvekilliği yapmış
biri olarak siyaset kurumunun sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerine yönelik
değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Vakıf Başkanı olduktan sonra Vakıf ’la
siyasetin hiçbir ilişkisi kurulmamıştır.
Bu konuya özellikle dikkat ediyoruz.
Hükümetin çalışmaları hakkında da
herhangi bir değerlendirme yapılmamaktadır.
75
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Kasım 2014’te kabul edilen yasalar
Kanun Numarası Kabul Tarihi
Başlığı
6564
05/11/2014
Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6565
05/11/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6566
06/11/2014
Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6567
18/11/2014
Engelliler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6568
18/11/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Makedonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür
Merkezlerinin Kuruluşu ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6569
19/11/2014
Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6570
20/11/2014
İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu
6571
20/11/2014
167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
Aralık 2014
76
Sağlık
Sağlık ve estetik
bir arada
Miadent Ağız ve
Diş Sağlığı Merkezi
Ortodonti Uzmanı
Dr. Dt. Özge Batmaz,
dişlerin estetik ve
fonksiyonel dizilimini
hedefleyen ortodontik
tedavinin ağız ve
diş sağlığındaki
önemine işaret
ederek, “Günümüzde
ortodonti alanında
diş sağlığı ve
estetiği konusundaki
uygulamalar gün
geçtikçe gelişmekte
ve tedavi seçenekleri
çoğalmaktadır” diyor.
ORTODONTİK
TEDAVİ
Söyleşimizin başında ortodontik tedavinin tanımını yapabilir misiniz?
Ortodontik tedavi diş ve/veya çene bozukluğu söz konusu olduğunda uygun
apareyler, teller ve braket adı verilen parçaların dişlerin üzerine yapıştırılması ile
gerçekleştirilen bir tedavi şeklidir. Ortodontik tedavinin hedefi, dengeli bir yüz
profili ile dişlerin estetik ve fonksiyonel dizilimidir. Bunun yanı sıra ortodontik tedavi diş ve dişeti sağlığına katkı sağlar, ısırma-çiğneme gibi fonksiyonları düzeltir.
Ortodontik tedavi görebilmek için yaş aralığı nedir?
Çocukların 7 yaşından itibaren ortodontik muayene için bir ortodontiste gösterilmesinde fayda vardır. Bu yaşta, çocuklarda birkaç daimi dişin sürmüş olması bize
ortodontik durumunu değerlendirmek için olanak vermektedir. Bazı ortodontik
problemler erken müdahaleyi gerektirecek kadar önemlidir. 7 ila 10 yaşları arasında
basit ortodontik aparey ile yapılan tedavilerin amacı, ağız içindeki problemleri
çözümleyerek ileride daha ağır hale gelmelerini önlemektir. Önleyici tedaviler
genellikle 12 aydan daha uzun sürmez. Ancak dişler ve ağız yapısı açısından çocuğunuz ortodontik tedavi için erken dönemdeyse tedaviye başlamak için doğru
zamana kadar hastanın büyüme ve gelişimi 6 aylık periyotlarda takip edilmelidir.
Günümüzde yetişkin bir hastanın braket takmak için geç kalmış olduğu düşünülmemelidir. Hastalarımızın büyük bir yüzdesini yetişkinler oluşturmaktadır.
Yetişkinlerdeki ortodontik tedavide en önemli hedeflerimiz sağlık ve estetiktir.
Yetişkin hastalarımızda ağız içerisinde kaplama ve köprülerin varlığı yine ortodontik tedavi için bir engel teşkil etmez. Kaplama yapılmış dişler de restorasyon
yapılmamış bir diş gibi hareket edecektir. Eksik dişler olduğunda ise ortodontik
tedavi kalan dişlerin uyumu ve implant için yeterli boşlukların açılması konusunda
yardımcı olacaktır.
“Braketler takıldığında canım acıyacak mı?”, “Temizliğini yapabilecek miyim?” diye soran
hastalarınıza yanıtınız ne oluyor?
Braketlerin dişler üzerine yapıştırılması ağrılı bir işlem değildir. Braketler takıldıktan sonraki süreçte de ilk 3-5 gün boyunca baskı tarzında hafif ağrılar
Aralık 2014
Sağlık
Dr. Dt. Özge Batmaz
hissedilebilir. Bu ağrılar günlük hayatı etkilemez veya kendinizi kötü
hissetmenize neden olmaz. Ancak
ortodontik tedavi sırasında belli ziyaretlerden sonra dişler birkaç gün hafif
hassasiyetler tarzında ağrılara maruz
kalabilmektedir. Bu durumlarda ortodontistin önereceği ağrı kesici ilaçlar
rahatsızlıkları giderecektir.
Ortodontik tedavide dişlere yapıştırılan braketlerin varlığı nedeniyle
dişlerde daha fazla yiyecek artığı birikecektir. Bu yüzden hastalarımızın her
gün en az üç kere dişlerini fırçalaması
istenmektedir. Bunun dışında ortodontik tedavi sırasında ek bakım için
diş ipi, ağız duşu ve gerekirse florür
içerikli reçete sunulabilmektedir.
Ortodontik tedavi sırasında beslenme
nasıl olmalıdır?
Ortodontik tedavinin seyri ve diş sağlığı açısından tedavi sırasında yeme
a lışkanlı k larının biraz değ işmesi
gerekmektedir. Ortodontik tedavinin
başarıyla sonuçlanması için dişlere ve
diş tellerine zarar verecek gıdalardan
uzak durulmalıdır. Bu gıdalar sert
yiyecekler, asitli içecekler, yapışkan
şekerli yiyecekler ve sakızdır.
Ortodontik tedaviler ne kadar sürer?
Tedavi süresi her hastanın özel ortodontik sorununa bağlıdır. Genel olarak tedavi
süresi 10 ila 30 ay arasında değişmektedir.
Ortodontik tedavide estetik yaklaşımlarla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Bazı hastalarımız ortodontik tedavide kullanılan tellerin görünümünden rahatsız olduğu için tedaviden çekinebilmektedir. Günümüzde ortodonti alanında diş
sağlığı ve estetiği konusundaki uygulamalar gün geçtikçe gelişmekte ve tedavi
seçenekleri çoğalmaktadır.
Ortodontik tedavilerde estetik yaklaşımlardan ilki, şeffaf diş telleri olarak
tanımlanan, dişler ile aynı renkte şeffaf tellerin kullanımını içeren ortodontik
tedavilerdir.
İkinci yaklaşım, invisalign olarak da bilinen, şeffaf plaklarla yapılan ortodontik
tedavilerdir. Bu yöntemde herhangi bir tel ya da braket yoktur. Sistemin temeli,
birkaç seri halinde üretilen şeffaf plakların sıra ile kullanılması ve her plağın dişte
bir miktar harekete sebep olması ilkesine dayanır. Bu plaklar her iki haftada bir
değiştirilir. Toplam plak sayısı ve tedavi süresi çapraşıklığın durumuna göre değişir. Plakların şeffaf olmasının yanı sıra en önemli avantajı istendiği zaman geçici
olarak çıkartılabilmesidir.
Son yaklaşım ise lingual ortodonti tedavisi olarak bilinen, görünmeyen diş telleri, tel ve braketlerin dişin arka yüzeyine takılması işlemidir. Kişiye özel olarak
laboratuvar ortamında üretilen bu tellerin karşıdan bakıldığında görünmesi imkansızdır. Görünmeyen diş telleri tedavi bitimine kadar estetik kaygıyı minimum
düzeyde tutmaktadır.
Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, Oğuzlar Mahallesi Mevlana Bulvarı (Konya Yolu)
No: 143/A Balgat adresinde hizmet veriyor. Milletvekilleri 0 506 333 20 20 numaralı
telefondan Miadent’e direkt ulaşabiliyor. Merkez’le ilgili bilgi 444 5 642 numaralı telefon ile www.miadent.com adresinden edinilebilir.
Aralık 2014
77
I
S
E
N
H
A
S
H
I
R
A
T
10 Aralık
1901 - Fizyoloji veya
tıp, fizik, kimya, edebiyat ve barış
alanlarında olağanüstü başarı gösterenlere verilen Nobel Ödülü ilk
kez sahiplerini buldu.
5 Aralık 1927 - Türktiye
paraları
kağı
Cumhuriyeti’nin ilk
devrimi henüz
tedavüle girdi. Harf
ra üzerindeki
yapılmadığı için pa
dı.
yazılar Osmanlıcay
8 Aralık 1868 - Işıklı trafik
lambaları Londra’da kullanılmaya
başladı. Bu sayede trafiği düzenleyen evrensel bir renk kodu da
oluşturuldu.
1
2
4
5
6
7
8
9
10
5 Aralık
1934 - Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası ve
seçim kanununda yapılan
değişiklikle Türk kadını milletvekili seçme ve seçilme hakkı
elde etti.
Aralık 2014
5 Aralık
1981 - Türkiye Millî Basketbol Takımı,
Sofya’da yapılan şampiyonada Yunanistan’ı 93-80 yenerek tarihinde ilk kez Balkan
Şampiyonu oldu.
9 Aralık 1988 Türkiye’de ilk kez bir
kadavradan organ nakli
gerçekleştirildi. Mehmet
Haberal tarafından yapılan karaciğer transferi,
bugün dünyada organ
nakli konusunda başarılı
çalışmalara imza atan
Türkiye için örnek teşkil
etti.
27 Aralık 2005 - TÜBİTAK, kendi geliştirdiği bir işletim sistemi olan Pardus’un ilk
sürümünü bilim dünyasıyla paylaştı.
11 Aralık
1997 - Amacı atmosferdeki sera
gazı birikimlerinin insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini önleyecek düzeyde durdurulması olan Kyoto Protokolü, Japonya’nın Kyoto
şehrinde uluslararası çerçevede görüşüldü.
11
12
13
15
18
22
25
27
28
25 Aralık
11 Aralık 1946 Birleşmiş Milletler’in
“Çocuk Haklarına Dair
Sözleşme”si doğrultusunda çalışmalarını
yürüten, yegane görevi
dünyadaki tüm çocukların refahını artırmak
olan Birleşmiş Milletler
Çocuklara Yardım Fonu
(UNICEF) kuruldu.
25
1995 - “Figen Akat”
isimli bir Türk gemisinin Ege Denizi’ndeki Kardak Kayalıkları’nda karaya
oturması ve Yunanistan’ın bu kazanın
kendi karasularında olduğunu iddia
etmesi üzerine iki ülke arasında kriz
meydana geldi.
13 Aralık 1980 - Bir askerî inzibat erini
öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen, 17
yaşında olduğu için yasalara göre asılması
mümkün olmayan Erdal Eren, kemik yaşı
doktor raporuyla bir gecede büyütülerek
idam edildi.
Aralık 2014
80
Bilim, barış ve
ekonominin
Oscar’ı
10
İ
Aralık 1901
ngiliz Edebiyatı’na hayrandı. İsveççe, Fransızca, Almanca, İngilizce ve Rusçayı akıcı bir
şekilde konuşan ve bu dillerdeki edebi eserleri
yakından takip eden Alfred Nobel, belli ki İngiliz
Edebiyatı’na merak sarmıştı. Ne var ki Rus ordusu için silah üreten babası onun edebiyatçı değil,
kimya mühendisi olmasını istiyordu ve oğlunu fen
bilimlerine yönlendirdi.
Nobel de öğrenim hayatı sırasında tanıştığı
Ascanio Sobrero da nitrogliserinle ilgileniyordu.
Sobrero bu sıvı patlayıcının mucidiydi, ancak
basınç ve sıcaklık etkisiyle kolayca patlayabilen
nitrogliserinin bu olumsuz özelliğini yok edemiyordu. Alfred Nobel nitrogliserin üzerinde o
kadar yoğun ve büyük bir hırsla çalışıyordu ki
Stokholm’de yaptığı deney sırasında büyük bir
patlamaya neden oldu. Faciada küçük kardeşi
Emily’nin de aralarında olduğu dört kişi hayatını
kaybetti. Bu olayı Nobel’in farklı şehirlerdeki
deneyleri sırasında büyüklü-küçüklü pek çok
patlama izledi.
Alfred Nobel yıllarını alan deneyleri nihayetinde dinamit barutunu buldu; balistit, dumansız
barut, nitrogliserin ve nitroselüloz karışımı itici
barut ile kordit bu keşfin peşisıra geldi. Artık
Aralık 2014
Nobel Ödülleri
Sobrero’nun ölümsüz icadı, Nobel sayesinde mükemmel bir hale
getirilmişti. Nobel’in çalışmalarını yürüttüğü 19. yüzyıl sonları,
dünyanın büyük bir kaosa sürüklendiği, savaş ihtimalinin yüksek
olduğu bir döneme tesadüf etmişti. Dinamitin mucidinin 20 farklı
ülkede 100’e yakın şirketi, sahip olduğu 355 adet patent vardı. Dolayısıyla Nobel 1896’da öldüğünde ardında hem katliamları mümkün kılan yeni icat kimyasallar hem
de büyük bir servet bırakmıştı.
Alfred Nobel vasiyetinde yakınlarını ve bilim
dünyasını şaşırtan bir
i s t e k t e b u lu n mu ş tu. Mirası, “Nobel
Ödü lü ” a ltında
insanlığa hizmette bulunan kişilere pay edilecekti.
1900 yılında İsveç
Hükümeti’nin Nobel Vakfı’nı kurmasının ardından ödüller her sene verilmeye
başladı, gün olarak Alfred Nobel’in hayatının sonlandığı 10 Aralık seçildi.
81
Edison layık görülmese de…
Nobel Ödülü, dünyanın en prestijli
ödülleri arasında yer alıyor; hatta en
prestijlisi olsa gerek. Fizik, kimya,
edebiyat, barış ve fizyoloji veya tıp
alanında dağıtılan ödüller olağanüstü
başarı gösterenlere takdim ediliyor.
1901 yılından beri beş dalda verilen
ödüllere 1968’de Nobel Ekonomi Ödülü dahil edilmiş.
Nobel Edebiyat Ödülü “bir idealist
eğilimi en farklı şekilde ifade eden”
yazara; Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü, Nobel Fizik Ödülü, Nobel Kimya
Ödülü ve Nobel Ekonomi Ödülü bu
alanlara önemli katkılar yapan kişilere; Nobel Barış Ödülü “ulusların ve
halkların kardeşliği, silah ve orduların
azaltılması ve barış kongreleri düzenlemek için en çok çaba sarfeden” kişi,
kişiler veya kuruluşlara veriliyor.
Bir de her yıl Harvard Üniversitesi
tarafından Ig Nobel Ödülü adı altında
takdim edilen bir ödül bulunuyor.
Ödül en anlamsız, yeniden üretilmeyecek, üretilmemesi gereken icatlara;
çalışılması zaman kaybı olarak görülen
araştırmalara veriliyor. Günde 12 bin
kez gagasını ağaca vurduğu halde ağaçkakanların neden baş ağrısı çekmediklerini anlamak için onların kafatasını
inceleyen Ivan Schwab ve Philip Ra
May adlı ornitologlar 2006 yılında bu
ödüle layık görülmüş örneğin.
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi,
İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü
ve Norveç Nobel Komitesi tarafından
verilen Nobel Ödülleri, Nobel Vakfı
tarafından idare ediliyor ve sürdürülüyor. Her sene milyonlarca euro
dağıtılan Nobel Ödülleri için nereden
geliyor bu değirmenin suyu diye soranlar olacaktır elbet. Bazı çevreler,
Nobel Vakfı’nın bu sonsuz kaynağını
dünyanın önde gelen silah şirketlerinde hisseleri olmasına bağlıyor. Bir de
İsveç
Kraliyet
Bilimler
Akademisi, İsveç
Akademisi,
Karolinska
Enstitüsü ve
Norveç Nobel
Komitesi
tarafından
verilen Nobel
Ödülleri, Nobel
Vakfı tarafından
idare ediliyor ve
sürdürülüyor.
ödüle layık görülenler tarafından bağı pek sorgulanmayan
Nobel Ödülleri’nin insanları bu prestijli ödüle kavuşmak için
bilime teşvik ettiği gerçeği var.
Nobel ödülleriyle ilgili bir diğer iddia, dünya siyasetine
yön veren güçlerin isteği doğrultusunda ödüllerin dağıtıldığı. Nobel’e gerçekten siyaset karışıyor mu bilinmez, ancak
siyasetçiler Nobel Ödülü kazanabiliyor. Barack Obama, 2009
yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş mesela.
Dağıtılan ödüller arasında en çok Nobel Barış Ödülü
tartışmalara neden olmuş, oluyor. Alfred Nobel bununla
ilgili söylentilere kendince bir açıklama getirmiş: “Dinamiti
bulan adamı yani beni, barış dostu olarak görmeyenler alay
edeceklerdir. Varsın öyle olsun… Madem insan aklını dinlemiyor öyleyse o kadar korkunç bir öldürme aracı bulunmalı
ki insanlık korku ve korunma içgüdüsü ile barışı seçsin.”
Aralık 2014
Tamburlarda,
kemanlarda şarkılarla yaşıyor
Zeki Müren
Bazıları farklı, hatta olağanüstüdür. Kimi çok güzeldir mesela, kimi fazlasıyla yetenekli. Toplum
tarafından tanınıp ayrı bir yere konulunca bu kişiler, “yıldız” deniliyor onlara. Sesiyle yüreğin en
derin yerine dokunan, dertli gönüllere giren, kadife sesiyle yüzleri güldüren “biri”ni tanımlarken
ise yıldız yetmiyor; ondan daha parlak, daha sıcak “Sanat Güneşi” tabiri en caizi.
Pınar Ünsal
Aralık 2014
83
N
ihavent, Uşşak, Buselik… Türk
Sanat Müziği makamları kemanla, kanunla, tamburla ruh buluyor,
bir parça neşe, çokça huzur serpiyor
kişinin yüreğine. Buna muhteşem bir
vokal eklenince kulakların pası da
siliniyor adeta. Türk Sanat Müziği’ni
doğru icra edebilmek, bu nazlı ve hassas müzik türüne ve onu dinleyenlere
duyulan saygının da bir göstergesi.
Zeki Müren’in kırk beş yıllık sanat
hayatında yaptığı gibi. Enstrüman
ya rd ı m ı ol mada n nota la r ı doğ r u
çıkarabilme yeteneğine sahip bu ses,
aynı zamanda hiçbir kelimeyi yuvarlamadan tane tane okuyor, her bir
eserin güfte ve bestesine sadık kalıyor.
Toplumun yıllarca birazcık mesafeli
durduğu Türk Sanat Müziği’nin herkesçe dinlenmesinde, Zek i Müren
yorumunun büyük katkısı oluyor.
Türk toplumunun gözünün nuru,
başının tacı Müren’in müziğe katkıları
yalnızca nevi şahsına münhasır yorumu ve muhteşem sesi değil mutlaka.
Yazdığı duygu dolu güfteler, melodisi
hâlâ akıllarda olan besteler Türk Sanat
Müziği’nin unutulmaz eserleri arasında yer almış. Kürdilihicazkâr makamında yazılan “Koklamaya kıyamam,
benim güzel manolyam...” sözlerine
sahip şarkı gibi.
Zeki Müren’in müziğe olan yeteneği
Bursa Osmangazi İlkokulu’nda okuduğu sıralarda keşfedilir. Okumayı
beş yaşında sökmüş, derslerinde başarılı bu zeki çocuğun sanata da ilgisi
ve becerisinin olması öğretmenleri
tarafından takdir edilir, ona müzikli
okul müsamerelerinde büyük görevler
verilir. Ortaokula geldiğinde oyunculuğa da yeteneği olduğu anlaşılır. Bursa Tiyatro Kulübü’ndeki piyeslerde rol
almaya başlayan Müren’in gerçek anlamda müziğe adım atması bu kulüp
sayesinde olur. Bir oyun temsilinin
ardından oyuncuların toplanarak şar-
Türk Sanat
Müziği’ni
doğru icra
edebilmek, bu
nazlı ve hassas
müzik türüne ve
onu dinleyenlere
duyulan
saygının da
bir göstergesi.
Zeki Müren’in
kırk beş yıllık
sanat hayatında
yaptığı gibi.
kı söylediği sırada, dönemin ünlü tamburisi İzzet Gerçeker
de oradadır ve Zeki Müren’in sesini çok beğenir, ona müzik
dersleri vermek ister.
Bursa’dan ayrılıp İstanbul’a gitmeye karar veren Zeki
Müren’e ailesi de destek olur ve İstanbul Boğaziçi Lisesi’ne
yazdırılır. Zeki Müren’in lise hayatı hem sesi hem de besteleriyle adının duyulmaya başladığı zamanlar olur. Agapoz
Efendi, udi Kirkor Efendi, Kadir Şençalar ve Şerif İçli gibi
ünlü isimlerden aldığı dersler onun müziğe olan ilgisinin
pekişmesini, bilgisinin ise katbekat artmasını sağlar. On
dört yaşında ilk güftesini yazan Zeki Müren’in bu eseri
liseye devam ettiği yıllarda bir kadın sanatçı tarafından
İstanbul Radyosu’nda okunur.
1 Ocak 1951 tarihi Zeki Müren’in doğuşudur adeta. O akşam İstanbul Radyosu’nda dinleyicilerle buluşan Müren’in
sesi çok beğenilir. Şarkı sözleri derin duygular içeren
şiirler gibidir ve tane tane okunmaktadır, müzik tüyleri
diken diken edecek kadar etkileyicidir; hepsinden öte bu
ses çok ama çok güzeldir. Programın ardından İstanbul
Radyosu’nun önü dolup taşar. Dönemin ünlü ses sanatçısı
Hamiyet Yüceses dahi sesten öyle etkilenir ki Zeki Müren’i
Aralık 2014
telefonla arayarak tebrik eder. Sonrası
“Senede Bir Gün”, “Gitme Sana Muhtacım”, “Elbet Bir Gün Buluşacağız”,
“Gözlerin Doğuyor Gecelerime”, “Sorma”, “Bir Gülü Sevdim” gibi en güzel
bestelerin yer aldığı onlarca albüm.
İlk ve tek sivil Paşa
Zeki Müren üniversite dahil, okuduğu
tüm okulları ya birincilikle bitirir ya da
çok yüksek derecelerle. Uğraştığı şey ne
olursa olsun, hep en önde, en gözdedir.
Seyircilere daha yakın olabilmek için T
biçimli sahneyi ilk o kullanır örneğin.
Aralık 2014
Zeki
Müren’in
şiirlerini
topladığı
Bıldırcın
Yağmuru
adlı bir kitabı
bulunuyor.
Bu sahne tipi sonradan gazinolarda bir rutin haline gelir. Sahnedeki renkli ışıklar, dekor, orkestranın seyirciye görünür biçimde oturması ve vokalist kullanma olayını da ilk o başlatır.
Program sonrası sahneyi terk ederken dahi seyirciye sırtını dönmemek için geri geri çıkan Zeki Müren’i onunla aynı
dönemde Türk Sanat Müziği icra eden o çok değerli seslerden
ayıran belki de en önemli özelliği, dinleyicilerine duyduğu
saygıyı her zaman hissettirmesidir. Güneş kadar parlak ve
büyük gördükleri Zeki Müren’e “Sanat Güneşi” yakıştırmasını
yapan da yine onun birbirinden değerli dinleyicileridir.
Zeki Müren’e bir de “Paşa” diye hitap edilir. 1969 yılındaki
Aspendos konseri sonrası Antalyalılar, bir askerî rütbeyi değil, Müren’in “sanatın paşası” olmasını kastederek bu yakıştırmayı yapar. Sonra Bodrum, İstanbul, Ankara derken Paşa da
Zeki Müren, ölümünün ardından
malvarlığını TSK Mehmetçik Vakfı
ile Türk Eğitim Vakfı’na bağışladı.
Bu sayede pek çok şehit yakını
ve gaziye yardım edildiği gibi,
şimdiye kadar binlerce öğrenciye
eğitim bursu sağlandı.
Zeki Müren’le bütünleşen adlardan biri haline gelir.
Zeki Müren’in sanatçılığı yalnızca şarkıcılığından
ileri gelmiyor. Belki de ortaokulda aldığı tiyatro eğitimi sayesinde “Beklenen Şarkı”, “Kırık Plak”, “Hayat
Bazen Tatlıdır”, “Bahçevan”, “İnleyen Nağmeler” gibi
filmlerde başarılı oyunculuk sergileyen Müren, iyi
bir güfte yazarı ve şair aynı zamanda. Resim yaptığı
da rivayet edilen sanatçı 1955 yılından itibaren kıyafetlerini kendi çizmiş, kumaşın renginden kullanılan
aksesuarlara kadar kendi belirlemiş. “Pembe Rüya”,
“Mehtabı Dinliyorum”, “Bodrum Güneşi”, “Kalbimi
Ellerinle Tut”, “Kar Mimozası” birer şarkı ya da
film adı değil, Zeki Müren’in tasarladığı kostümlere
verdiği isimler.
Sanat Güneşi adını her anlamda başarıyla taşıyan sanatçı için
müziğin yeri bambaşka. “Türk Sanat Müziği katiyyen ölmez ve
ölmeyecektir. Çünkü herkesin kulağında bir anne ninnisi vardır;
o ninniler ya hicazdandır, ya uşşaktandır. Hele sabah ezanları sabâ
makamındandır...” diyen Zeki Müren’in doğum günü olan 6 Aralık, eserleri ve müziğe diğer katkılarına ithafen her yıl Türk Sanat
Müziği Günü olarak kutlanıyor.
İsmi Mesut, göbekadı Bahtiyar... Saygı, sevgi ve büyük bir özlemle
hatırlanan Zeki Müren’in adını, verdiği eserler yaşatıyor. Türk Sanat
Müziği şarkıları eğer ondan dinleniyorsa en dertli zamanlarda, en
buhranlı ortamlarda bile “Ah bu şarkıların gözü kör olsun” diyemiyor insan.
* Fotoğraflardan bazıları Yapı Kredi Private Banking, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık,
Türk Eğitim Vakfı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı işbirliği ile hazırlanan “İşte
Benim Zeki Müren” sergisinden alınmıştır.
Aralık 2014
86
Dergicilik
zor zanaat vesselam!
Erbay Kücet
S
osyal medyanın hızla yaygınlaşmasıyla ilgi alanlarımız farklılaştı, bilgi
edinme yöntemlerimiz değişti. Basılı
yayın organlarımız okuyucunun ilgi
alanını belirleyerek o yönde yayınlar
vermeye başladı. Bugün birçok kurum ve
kuruluş kendi alanlarıyla ilgili mesleki
dergiler yayımlarken, reklam amaçlı ve
ticari kaygı güden yayınlar da çoğaldı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre yazılı basının üç bin civarında olduğunu görmekteyiz. Bu kadar
yayın olmasına karşın dergi ve gazete
gibi yayın organlarının kan kaybettiği
de bir gerçek.
Dergilerin bir kısmı kısa ömürleriyle
bir bir kapanırken yeni dergiler de piyasaya girmeye devam ediyor. Bu dergilerin bir kısmı sosyal medya üzerinden
Aralık 2014
okurlarıyla buluşuyor, bir kısmı alacakları ilanlarla ayakta durmaya gayret
gösteriyor. Bazı holding sahiplerinin sırf itibar amaçlı çıkardıkları dergiler
de bulunuyor.
Aylık düşünce-fikir dergileri ortalama üç-beş bin baskı yaparken edebiyat
dergilerinde bu sayı bin civarına düşüyor. Okuma alışkanlığı olmayan bir toplum olarak bu alışkanlığı kazandırmak için teşvik edici faaliyetlerin eksikliğini
de göz ardı etmemek gerek. Gündelik hayatımızın aynası olan gazetenin yanı
sıra bu yazının konusu olan dergilerin derin analiz, fikir-düşünce ve sanatsal
faaliyet gibi konularda sunduklarından ötürü okumayı teşvik etmek ve yazmaya özendirmek gibi bir yönleri bulunduğunu ifade edebiliriz.
Yazılı ve görsel çalışmaların ortak zemini dergilerde düşünce, sanat, tarih
ve edebiyat konuları işlenirken, günümüz baskı teknolojisindeki ilerlemeler ve
grafiker sanatçılarımızın renkli tasarımlarından ötürü bu dergilerin elimizden
bırakamayacağımız hale geldiğini de açıkça söylemek gerekiyor.
Sizlere geniş bir dergi araştırması vermeyeceğim. Her zaman olduğu gibi bu
konuyu işin erbaplarına havale edecek, bir vesileyle bana ulaşmış veya benim
edindiğim birkaç güzel dergiden bahsedeceğim.
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nin aylık yayını olan Dil ve Edebiyat, her
sayısında dilimizle alakalı bir konuda incelemelerde bulunuyor ve bu konuyu
87
dosya olarak ele alıyor. Türk dili konusundaki hassasiyetleri dile getiren
dergide günümüz şair ve yazarlarının eserleri de bulunuyor. M. Atilla
Maraş’ın yazar ve şairlerimizi anlattığı yazılar seri halde yayımlanırken
değişik kalem erbaplarının da o sanatçıyla ilgili görüş ve düşüncelerine
yer veriliyor. Dergide Recep Garip’in
denemeleriyle şiirsel gezinti yapıyor,
gezi yazılarıyla bambaşka diyarlara
gidiyoruz.
İk i aylık periyotlarla çıkan Karabatak, aldığı mesafeyi kendinden
önce yayımlanan Merdiven dergisinin
bilgi ve birikimine borçlu. A. Ali Ural
gibi usta bir yazar-şair arkadaşımızın
başında bulunduğu Karabatak, adı
gibi havalanırken mütevazı grafik
tasarımıyla albenisi olan birçok dergiyi de geride bırakıyor. Deneyimli
yazar ve şairlerin yanı sıra yazarlığa
yeni adım atmış isimlere de yer veren
ve onlar için adeta bir okul olan dergide seyahat notları en çok okunan
sayfalardan diyebiliriz. Ümitsizliği
yasaklayan bir inancın mensubiyetini
üzerinde taşıyan Karabatak ekibinin
mazlumlara mazlum olma hakkını
Dergilerin
bir kısmı
kısa ömürleriyle
bir bir
kapanırken
yeni dergiler
de piyasaya
girmeye
devam ediyor.
Bu dergilerin
bir kısmı
sosyal medya
üzerinden
okurlarıyla
buluşuyor, bir
kısmı alacakları
ilanlarla ayakta
durmaya gayret
gösteriyor.
bile çok gören postmodern dünyaya başkaldırışları yazı ve
şiirlerinden hissediliyor.
Söz edebiyattan açılmışken yıllar önce “Bismillah” diyerek dergi kulvarına adım atan Kılavuz’un sahibi Eren
Safi’nin deyimiyle Nasreddin Hoca’nın torunlarının uzun
aradan sonra 49. sayı ile verdikleri selama merhaba diyoruz.
Aradan geçen on bir seneden sonra Hoca Nasreddin fıkrasında olduğu gibi “İnşallah”ı unutmadan yola revan olan
Kılavuz’da tarih bilincimize perçin atılırken edebiyatımızın
değişik alanlarında teşehhüt miktarı da olsa dolaşmanın
hazzını yaşıyoruz. Farklı bir dergi olduğunu kapağında hissettiren yayında gençlere yol gösterici veya yol açıcı yazılar
dikkatlerden kaçmıyor. Adıyla müsemma olmasını temenni
ettiğimiz derginin inşallah gündelik politikalardan uzak,
sosyal bilimlerin ön plana çıkarıldığı, ülkemizin değişim ve
gelişimiyle ortak çizgide buluşarak yoluna devam etmesini
diliyor, tarihî konularda felsefe ve edebiyat buluşmasını da
değerlerimiz arasında önemli yeri olan “aşure” lezzetinde
vermesini temenni ediyorum.
Medeniyetlerin aynası kutlu şehirlerimizle başlayıp
Dersaadet’in şehirleriyle devam ederken Batıda bir medeniyetin burcu olan Endülüs’te mola veren Şehir ve Kültür,
aylık olarak yayın hayatımızda filizlendi. Dergi, Mehmet
Kamil Berse’yi başında bulundurmanın haklı gururunu
yaşıyor. Şehirleri kurmak kadar yaşatmanın da fetih olduğu
bilinciyle hareket eden dergide medeniyetimizin izlerini
taşıyan mekanlar ve onların mimari özelliklerine sahip
çıkılmasının önemine vurgu yapılıyor. Ata yadigarı olan
şehirlerimize kültürel gözle bakmanın zevkini yaşatan
Şehir ve Kültür’ün yayın hayatımızda farklı bir yer edineceğine inanıyorum. Ayrıca şehirlerimizin emanetlerine sahip
çıkılmasının salt belediyelerimize bırakılmayacak kadar
mühim bir mesele olduğunun da altını çiziyorum. Şehrin
sadece insanların yaşadığı mekanlar olmadığı, bitki ve
hayvanların da şehirlerden alacaklı olduğu bilinciyle yayın
hayatını idame ettiren derginin her sayısında farklı yazar
ve sanatçıların yanı sıra düşünce dünyamızın yıldızlarının
ifadelerine de yer veriliyor. Geçmiş ve gelecek arasına köprü
kurarken günceli de yakalayan yayının özgürce ifade ettiği
gerçekleri sanatçı duyarlılığı ile birleştirmesi okuru tutsak
etmeye yetiyor.
Başlığımızda dedik ya “Dergicilik zor zanaat”mış; yazması kolay geldi…
Aralık 2014
Kitap
Kunlar ve Eski
Türkler
Osman Turan
Hitabevi
İstanbul, 2014
226 s.
Sinemamızın
Yüzüncü Yılında
100 Yönetmen
Rıza Kıraç
Say Yayınları
İstanbul, 2014
392 s.
Gerçi Rum İsek
de, Rumca Bilmez
Türkçe Söyleriz
(Karamanlılar ve Karamanlıca
Edebiyat Üzerine Araştırmalar)
Evangelia Balta
Çeviren: Kolektif
İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul, 2014
424 s.
Aralık 2014
ÖZELLIKLE Selçuklu ve Türk tarihi konusunda uzman
olan Prof. Dr. Osman Turan’ın 100. doğum yılı dolayısıyla
yayımlanan Kunlar ve Eski Türkler, Turan’ın Türk tarihine ilişkin kaleme aldığı makalelerin bir derlemesi. Aslen
Osmanlıca yazılıp günümüz Türkçesine aktarılmış olan
makaleler, bir dönem Trabzon milletvekilliği de yapan
Osman Turan’ın geniş akademik bilgisini ortaya koyuyor.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki
eğitiminden sonra Fuad Köprülü’nün danışmanlığında
doktorasını tamamlayan Osman Turan, kariyerinde kısa
sürede büyük ilerleme kaydederek hem Türkiye’de hocalık
yaptı hem de yurt dışında araştırmalarını sürdürdü.
Kunlar ve Eski Türkler’de Osman Turan’ın özel uzmanlık
alanı olan Selçukluların yanı sıra Kunlar, Uygurlar, Tabgaçlar, Tölesler ve Oğuzlar hakkında da ayrıntılı bilgi veren
makaleler yer alıyor.
BU sene 100. yaşını kutlayan Türk Sineması’nın bütün
yönetmenlerine bir saygı duruşu niteliğinde olan Sinemamızın Yüzüncü Yılında 100 Yönetmen, 1997 yılında
“Son Bakışta Aşk” ile sinemaya adım atan yönetmen
Rıza Kıraç imzası taşıyor.
Yönetmenlerin de en az filmlerin yıldız oyuncuları kadar değer görmesi gerektiği düşüncesinden hareket eden,
onların arka planda kalmasına karşı çıkan Sinemamızın
Yüzüncü Yılında 100 Yönetmen, Türk Sineması’na sahip
olduğu kimliği kazandıran yüz yönetmenin hikayesini
anlatıyor. Kitapta yönetmenlerin hayat hikayesi üzerinden
Türk Sineması’nın izlediği gelişim çizgisi ile yıllar içerisinde sinemada neyin başarılı olup neyin rağbet görmediği de takip edilebiliyor.
1924’TEKI Nüfus Mübadelesi çerçevesinde Ortodoks
Kilisesi’ne bağlı oldukları için Yunanistan’a gönderilen
Anadolu Rumları’nı konu edinen kitap, adını 1896 tarihli
bir Karaman şiirinin ilk iki dizesinden alıyor. Doktorasını Osmanlı tarihi üzerine yapan araştırmacı Evangelia
Balta, bu unutulmaya yüz tutmuş topluluğun tarihi ve
kültürü üzerine son derece önemli bir çalışma olan Gerçi
Rum İsek de, Rumca Bilmez Türkçe Söyleriz’i okuyucuların beğenisine sunuyor.
Kavala doğumlu Evangelia Balta, kitabında Anadolu
Rumları üzerine yazılmış makaleleri bir araya getirerek
tarihsel dokümanların da desteğiyle bu topluluğun ve
Karaman’ın tarihine ışık tutuyor. Balta’nın çalışmasının bir diğer önemi ise Rumca, Yunanca, Osmanlıca ve
Türkçe olmak üzere birçok kaynağa başvurması ve bunları birbirini bütünler bir şekilde sunması.
Kitap
AK Parti’nin kurucularından, iki dönem İstanbul mil-
letvekili olarak parlamentoda yer alan, Avrupa Birliği
Bakan Yardımcısı Dr. Alaattin Büyükkaya’nın hatıraları Yalnız Yürümeyeceksin adlı kitapta toplanmış.
Büyükkaya’nın Evlad-ı Fatihan’dan olan ata dedelerinin
Selanik-Kayalar’dan 1924’te Tokat’a gelmesiyle başlayan
hayat serüvenindeki dönüm noktaları, deneyimli gazeteci
Mehmet Cemal Çiftçigüzeli’nin hoş üslubu ile birleşince
ortaya bir çırpıda okunacak bu kitap çıkmış.
Büyükkaya’nın okul hayatı ve iş dünyasına adım attığı
yıllara yapılan göndermelerle özellikle akranı olan okurların tarihsel hafızasını da yoklayan yazar, eserini bugüne
ışık tutacak bazı olaylar ve tanıklıklar ile kaleme almış.
ADANA Milletvekili Ali Küçükaydın, Göç Yolu Konakları
adlı şiir kitabında, çocukluk yıllarının geçtiği Toros Dağları
ve Çukurova yaylaları arasında yaşayan yörüklerin göçünü
konu ediyor. Kitap, Anadolu’nun çilekeş insanının acı-tatlı
zamanlarını şiirle anlatırken, yeni neslin yörük ve göçerlerin
hayatını tanımasını hedeflemiş.
Kozan yöresinde ve köylerinde hayvanlarını kışlatan yörüklerin, göç esnasında yaşadıkları güzellikleri şiire döken
Küçükaydın, kitabında siyaset sahnesinde yaşadıklarından
da bahsetmeyi ihmal etmemiş. “Portakal Rengi Hayallerim”
adlı şiirinde Genel Kurul Salonu, parlak ışıklar / O ışıklar beynimde zonklar / Okur kâtip, oya sunar başkan / Geçer zaman
“kabul” ya da “ret” derken mısraları yazarın siyasi şiirlerine
en güzel örneklerden birini oluşturuyor.
TÜRKIYE’DE kültür, medeniyet, şehir gibi kavramlar
üzerinde durmak gerektiğinde tatlı üslubuyla okuyucu ve
dinleyenlerini medeniyetin derinliklerinde uzun ve doyurucu bir yolculuğa çıkaran Prof. Dr. Sadettin Ökten’in yeni
kitabı Fincanımda Cola Var, daha isminden itibaren yazarının mizacını, üslubunu, hayata bakış tarzını ele veriyor.
Doğu ya da başka bir ifadeyle İslam medeniyeti ile Batı
ya da Hıristiyan uygarlığının zorunlu ve kaçınılmaz sentezini ifade eden kitapta, bu senteze ilişkin birçok konu
ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor.
Modernite ve modernitenin haylaz çocuğu kapitalizmin
dünyada hızla yaygınlaşmaya başlaması ve İslam medeniyetinin bu hadise karşısındaki tutumu da Fincanımda Cola
Var’da uzun uzun izah edilmeye çalışılmış.
Yalnız
Yürümeyeceksin
Bir Sigorta Duayeni Dr. Alaattin
Büyükkaya’nın Hatıraları
M. Cemal Çiftçigüzeli
Hayat Yayınları
İstanbul, 2014
335 s.
Göç Yolu Konakları
Ali Küçükaydın
Salmat Basım
Ankara, 2013
182 s.
Fincanımda
Cola Var
Sadettin Ökten
Tuti Kitap
İstanbul, 2014
232 s.
Aralık 2014
Müzik
Güher ve Süher
Pekinel ile Dünya
Sahnelerinde
Genç Müzisyenler
Güher Pekinel,
Süher Pekinel
GÜHER ve Süher Pekinel ile Dünya Sahnelerinde Genç
Müzisyenler, Klasik Batı Müziği’ni başarıyla icra eden
piyano ikilisi Güher ve Süher Pekinel’in genç yetenekleri desteklemek ve onlara yeni fırsatlar sunmak
amacıyla beş senedir yürüttüğü proje kapsamında
mart ayında Zürih’te verilen konserin albüm kaydı.
Berlin, Viyana ve New York Filarmoni orkestralarıyla konserlere çıkan, dünyanın hemen her yerinde
resital veren Pekinel kardeşlerin desteklediği genç
yetenekler arasında Dorukhan Doruk (viyolonsel),
Yunus Tuncalı (piyano), Elvin Hoxa (keman) ve Kıvanç Tire (keman) gibi isimler bulunuyor.
Lila Müzik
İstanbul
Kemençesi
Derya Türkan
M&MT
Look to Your
Own Heart
Lisa Ekdahl
Sony Müzik
Aralık 2014
İNCESAZ grubundan tanıdığımız Türkiye’nin en
değerli kemençe sanatçılarından Derya Türkan,
virtüözü olduğu enstrümanla aynı adı taşıyan albümüyle müzikseverlerle buluşmaya hazır.
Türkan, İstanbul Kemençesi’nde hem klasik Osmanlı müziğinin değerli bestekarlarının eserlerini
hem de kendi bestelerini yorumluyor. Albümde
Türkan’a Sokratis Sinopoulos, Vincent Segal, Fahrettin Yarkın, Ferruh Yarkın ve Bora Uymaz eşlik
ediyor. “Acem Peşrev”, “Zeybek”, “Çello Kemençe”,
“Sultanıyegah Saz Semai” gibi eserlerin yer aldığı
albüm, Derya Türkan’ın kendine has stiliyle daha da
özgün bir nitelik kazanıyor.
MODERN cazın en değerli isimlerinden biri olan
İsveçli piyanist ve vokalist Lisa Ekdahl, on birinci
albümü Look to Your Own Heart’ta Küba’dan ilham
aldı. Albüm kayıtları için gittiği Küba’da telefonuna
kaydettiği besteleri dinlerken arka plandaki dalga, insan, trafik ve müzik seslerinin etkileşimine
hayran kalan Ekdahl, Look to Your Own Heart
albümünde kendisini çok etkileyen bu deneyimi
ölümsüzleştirmek istedi.
“Happiness is Brief ”, “I’m Falling”, “Rejoice”,
“Longing for Your Light” gibi eserlerin yer aldığı on
parçadan oluşan albüm, iki farklı prodüktörle kaydedildi. Albümde Ekdahl’a bir orkestra eşlik ediyor.
Film
Yapay Oyun The Imitation Game
Senaryo: Andrew Hodges, Graham Moore
Yönetmen: Morten Tyldum
Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Keira Knightley, Matthew Goode, Charles Dance
Yapım: 2014, Amerika-İngiltere
Tür: Biyografik, Dram, Gerilim
II. Dünya Savaşı’nın en karanlık ve zorlu günleri yaşanmaktadır. İngiliz matematik
dehası Alan Turing ve ekibi, Almanların haberleşmelerine sızmaya çalışmakta, mesajların şifresini kırarak savaşın gidişatını değiştirmeye çabalamaktadır. Başarılı bir matematikçi olmanın yanı sıra önemli bir kriptolog olduğu kabul edilen Alan Turing’in
hayat hikayesini anlatan “Yapay Oyun”da Turing’i son zamanların en popüler aktörlerinden Benedict Cumberbatch canlandırıyor. Alman şifreleme cihazı Enigma’nın
anlaşılmasına ve kriptolarının çözülmesine büyük katkıda bulunan ve böylece bir
anlamda savaşın seyrini de etkileyen Alan Turing’in biyografisini II. Dünya Savaşı’nın
gerilimli atmosferiyle birleştiren filmde bir başka ünlü oyuncu Keira Knightley ise
Turing’le birlikte çalışan Joan Clarke karakterine hayat veriyor. Nazileri durdurmak
için zamana karşı verilen bir yarışın heyecanının hissedildiği filmin gerçek olaylardan
esinlenmiş olması onu daha da ilginç kılıyor.
Kuzu
Senaryo: Kutluğ Ataman
Yönetmen: Kutluğ Ataman
Oyuncular: Nesrin Cavadzade, Cahit Gök, Nursel Köse, Taner Birsel, Şerif Sezer
Yapım: 2014, Türkiye-Almanya
Tür: Dram
51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Film, En İyi Kadın
Oyuncu ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödüllerinin de aralarında yer aldığı beş
ödülle dönen ve festivalin en çok ödül kazanan filmi olan “Kuzu”, yönetmeni Kutluğ
Ataman’ın memleketi Erzincan’da çekilmiş, Ataman 64. Berlin Uluslararası Film
Festivali’nde “Kuzu” filmine layık görülen özel ödülü memleketi Erzincan’a armağan
ettiğini açıklamıştı.
Medine’nin yaşadığı köyde itibarını artırmak ve adından söz ettirmek için oğlu
Mert’in sünnet düğününde davetlilere sunmak üzere bir kuzu kesme isteğiyle başlayan
hikaye, bu isteğin maddi sebeplerle gerçekleştirilememesiyle ilginç bir hal alır. Zamanla bir takıntı haline gelen kuzu imgesi ailenin babası İsmail ve Mert’in ablası Vicdan
için de bir soruna dönüşecektir. Ablasının telkinleriyle bir kuzu bulunamazsa kendisinin kesileceğine inanan Mert ise adeta bir buhran içine girer. Toplum baskısını sonuna
kadar hisseden bu ailenin öyküsü, Kutluğ Ataman’ın başarılı anlatımıyla izleyicilere
ilginç bir deneyim vadediyor.
Aralık 2014
92
Vekiller
okuyor
izliyor
Tülay Kaynarca
AK Parti İstanbul Milletvekili
SIYASET ve biyografi kitaplarına ağırlık veriyorum. Şu sıralar elimde Yavuz
Bahadıroğlu’nun Yavuz Sultan Selim ve Kutsal Emanetler adlı kitabı bulunuyor.
Sinemaya gitmek için fırsat bulduğum zamanlarda genellikle ilkokulda okuyan
oğlumun tercih ettiği filmleri izliyorum. Bir anlamda ona eşlik ediyorum. Türk
Sanat Müziği dinliyorum.
Kadir Gökmen Öğüt
CHP İstanbul Milletvekili
TOPLUMSAL gerçekçi roman, hikaye, anı ve biyografi kitapları okumayı seviyorum.
En son Ahmet Ümit’in Beyoğlu’nun En Güzel Abisi adlı romanını okudum. Sinemada
her tür filmi sevmekle birlikte daha çok siyasi filmleri izliyorum. “Sürü”, “Züğürt
Ağa”, “Akbabanın Üç Günü”, “Kayıp” ve “Başkanın Adamları” beni etkileyen filmler arasında yer alıyor. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği’ne ilgi duyuyorum.
Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Melihat Gülses, Edip Akbayram, Cem Karaca ve Neşat Ertaş’ı dinlemeyi tercih ediyorum.
İsmail Kaşdemir
AK Parti Çanakkale Milletvekili
GENELLIKLE siyasi tarih kitaplarını tercih ediyorum. Şu sıralar Ahmet
Kabaklı’nın İrfan ve İnsan adlı kitabını okuyorum. Sinemaya çok sık olamasa
da fırsat buldukça gitmeye çalışıyorum. Russell Crowe’un yönettiği, Çanakkale
Savaşı’nda kaybolan oğullarını arayan Avustralyalı bir babanın Türkiye’ye gelişini
anlatan “Son Umut” filmini vizyona girer girmez izlemeyi istiyorum. Müzikteki
tercihimin ilk sırasında Türk Halk Müziği yer alıyor. Gülay’ı beğeniyle dinliyorum.
Aralık 2014
93
Mehmet Erdoğan
MHP Muğla Milletvekili
AĞIRLIKLI olarak tarih ve siyaset kitapları okuyorum. Sinemada
daha çok komedi filmlerini tercih ediyorum. Türk Halk Müziği dinliyorum. Özellikle Muğla türkülerini çok seviyorum. Sanatçılarımız
yöresel türkülerimizi birbirinden güzel yorumlarla söylüyorlar. Her
birini dinlemekten büyük keyif alıyorum.
Sena Kaleli
CHP Bursa Milletvekili
DAHA çok felsefi, politik kitaplar, bazen de roman okuyorum. Terry Eagleton’un
Kuramdan Sonra, Alain Touraine’in Modernliğin Eleştirisi ve Stéphane Hessel’in
Öfkelenin! adlı kitapları ile Leylim Leylim-Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar, son dönemde okuduklarım arasında yer alıyor. Sinemada genellikle
romantik filmleri tercih ediyorum. En son “Monako Prensesi Grace”i izledim. Bir insanın farklı bir ortamda inanarak, tercih yaparak ve anlamaya
çalışarak kendini kabullendirmesinin nasıl mümkün olduğunu görmek
etkileyiciydi. Almodovar’ın yönettiği “Konuş Onunla”, beni en çok etkileyen filmler arasında yer alıyor. Müzikteki tercihim ise Jay Jay Johanson, Leonard Cohen, Şebnem Ferah, Ahmet Kaya, Neşet Ertaş, Deniz Seki ve Candan
Erçetin’i dinlemek.
Mahmut Mücahit Fındıklı
AK Parti Malatya Milletvekili
GENELLIKLE sosyal ve siyasal kitapları tercih ediyorum. Şu sıralar
Prof. Dr. Kemal Karpat’ın Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din adlı
kitabını okuyorum. Sinemada en son Amerika’nın 16’ncı başkanı Abraham Lincoln’ün son dönemlerini anlatan “Lincoln” adlı filmi izledim.
Klasik Türk Sanat Müziği ve otantik halk müziği dinliyorum.
Aralık 2014
94
@OFarukLogoglu
DIRENMEZSEN siyaset insanı ufalıyor,
küçültüyor.
@MSErdinc
KARA kara düşünüyorsun diyenlere verilecek güzel cevap: Düşünen insandan zarar
gelmez. Asıl düşünmeyen insandan kork!
@VolkanCanali
KIŞIYE yapılan her hizmeti Hakk’a yapılan
hizmet olarak kabul ederiz.
@VeyselEroglu
BIRBIRINI yiyenler bölüşemez bir dağı,
birbirini sevenler paylaşırlar bir dalı...
@Hayati_Yazici
@m_hamarat
kutsaldır. Herkesin kutsalına saygı göstermek, istisnasız hepimizin görevidir.
bulunduklarında dürüst ve samimi olanlar
rahatlasın, fesat olanlar sıkılsın. Çevren
temiz olur.
DURUŞUNU öyle güzel belirle ki, yanında
İBADETHANENIN türü ne olursa olsun,
@FaysalSaryldz
GÜZ yaprakları çöp değildir, toplamayınız...
@buyukataman
TARIHINI bilmeyen ya da unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer.
@EmreKoprulu ATATÜRK’ÜN sevdiği türkülerden “Vardar Ovası” türküsüne de ilham olan, Üsküp’teki Vardar Ovası’nda olmak büyük
mutluluk.
Aralık 2014
instagram/_fatihsahin TBMM’DE sonbahar renkleri...
95
Oktay Öztürk #MHP
@OktayOzturk_MHP
MHP Genel Başkan Yardımcısı-Erzurum Milletvekili
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde
hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Yaklaşık bir yıldır aktif kullanıyorum,
aslında Twitter’ı aktif kullanmak fikri
ülkemizde basının yanlı tavrından
dolayı oluşmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili olarak fikir ve düşüncelerimizi
ifade edebilme fırsatını, basın aracılığı
ile kamuoyuyla paylaşma imkanını bulamayışımız bizi sosyal medyayı daha
aktif bir şekilde kullanmaya mecbur
bırakmıştır.
Bir diğer sebep ise teknoloji ve iletişimin insanlar üzerindeki etkisidir.
Ülkemizde basın kurum ve kuruluşlarının yanlı ve taraflı haberciliği karşısında seçmenlerimize ve partililerimize
birinci ağızdan doğru haberler verebilme fırsatını değerlendirme, havuz
medyasının bilgi kirliliği karşısında
kendimizi en doğru şekilde ifade etme
fırsatı bulmamızdır.
Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi
alanınıza giriyor mu?
Milletler medeniyet ve bilgi yarışlarında rakiplerine karşı üstünlüğü “hız”la sağlarlar.
Çağımızda, teknolojinin baş döndüren gelişmeleri ve bununla beraber kitle iletişim
araçlarındaki yenilikler, yenilenmeler kendisiyle birlikte farklı bir dünya oluşturmuştur. Sosyal medya da bu dünyalardan biridir. Kimine göre lüks, kimine göreyse
ihtiyaç halini almaktadır.
Bana göre siyasetçilerin teknolojinin hızla değiştirdiği dünyanın gerisinde kalmaları pek de doğru olmaz, hızı yakalamak ve bilgiyi hızla paylaşmak bir yerde
siyasetçinin de vazifesidir. Toplumun gerisinde kalanların topluma öncülük etmeleri
pek kolay olmaz.
Elbette ki bundan dolayı, Facebook ve diğer sosyal medya uygulamalarını takip
ediyor ve kullanıyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Siyasetçi ve siyaset kurumunun seçmene doğru söyleme ve doğru bilgilendirme vazifesi vardır.
İktidar baskısından veya bir kısım gerekçelerden dolayı siyasetçi kendini duyurma
fırsatı bulamadığında millî, ahlaki ve vicdani vazifesini yerine getirmesi bakımından,
sosyal medyayı kullanması zaman zaman gerekmektedir.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Şu ana kadar sizlerle paylaşacağım ilginç bir anım olmadı, ilerleyen zamanda olursa
bunu seve seve paylaşırım. İlginize teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Aralık 2014
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir.
Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı
Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312
420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ: Ankara Hotel Pino Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi
Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara
Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 305 32 62-63
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 508 30 03
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0232 390 41 06
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0242 249 65 91
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0342 360 95 05
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 22 27
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi:
0212 414 34 54
Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0332 224 49 70
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
0462 377 54 22
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :0332 223 79 79
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 291 27 01
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0272 246 33 36
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası
Zemin Kat No: 50-51
Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732
6001

Benzer belgeler