boğulacak! - Yeni Dünya İçin Çağrı

Transkript

boğulacak! - Yeni Dünya İçin Çağrı
TEMMUZ/AĞUSTOS 2015/03 ❍ FİYATI 2 TL ❍ ISSN 1302-692X176
IŞİD DÖKTÜĞÜ KANDA
BOĞULACAK!
SEÇİMLER YAPILDI. HDP İLE YENİ
DÖNEM…
KÖZ’ÜN ERMENİ SOYKIRIMI
HAKKINDAKİ TAVRI ÜZERİNE!
KURTULAN ERMENİ GÖRGÜ
TANIKLARI ANLATIYOR!
•
EDİTÖRDEN
editörden - içindekiler
Merhaba
Yeni bir sayı ile birlikteyiz.
Ortadoğu kan deryası. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de
savaş sürüyor.
Halkların başına bela edilen IŞİD terör örgütü her
yerde katliam yapıyor. Kendisi gibi düşünmeyen,
kendisi gibi İslam dinini savunmayan herkese
düşman olan IŞİD, amacına ulaşmak için açık
yaygın terörü kullanıyor. IŞİD’i sömürgeci
siyasetleri ile yaratanlar bu durumu kullanıyor.
“Demokrasi, insan hakları” maskesi takmak
için IŞİD bahane ediliyor. Bir kez daha
emperyalistlerin amacının “demokrasi, insan
hakları” olmadığı görülüyor. Onlar için belirleyici
olan çıkarlarıdır. Ortadoğu’da çıkarları için savaş
yürütüyorlar.
Ortadoğu’da büyük güç olma mücadelesi veren,
yayılmacı emelleri olan faşist TC devleti Rojava’ya
müdahale etme, girme hazırlığı yapıyor.
Azez-Cerablus arasında oluşturulması planlanan
“tampon bölge” ya da “güvenli bölge” işgal
planıdır. Savaşa girme planıdır. İşçilerin,
emekçilerin, halkların Suriye’ye yönelik olarak
yapılması olası olan bir askeri hareketten çıkarı
yoktur. Egemen sınıfların kendi çıkarları için
yapacakları askeri harekete karşı çıkalım.
İşçileri, emekçileri TC devletinin Rojava’yı
işgal etmek istemesine karşı mücadele etmeye
çağırıyoruz.
Bu sayımızda; 7 Haziran’da yapılan genel seçim
sonuçlarını değerlendiren kapsamlı bir yazımız
var. Sandıktan hiçbir parti tek başına çoğunluğu
sağlayarak çıkmadı. Seçmen koalisyonu işaret
etti. Bu bağlamda işçiler, emekçiler, halkların
yararı açısından bakıldığında, hangi koalisyonun
kurulması gerektiği konusunda görüşlerimizi sayı
içinde bulabilirsiniz.
Ermeni soykırımının 100. yılı dolayısıyla, bu
sayımızda da konu ile ilgili yazılarımız var.
Soykırımın 100. yılında yapılan eylem haberlerini
ve “Ermeni sorunu hakkında söylenmeyenler”i
söyleme iddiasında olan Köz’ün Ermeni sorunu
hakkındaki görüşlerini eleştiren yazımızı ilgiyle
okuyacağınızı düşünüyoruz.
Gelecek sayımızda buluşmak üzere hoşça kalın!
Temmuz 2015
YDİ Çağrı
Temmuz 2015 ✓
İÇİNDEKİLER
GÜNDEM
IŞİD DÖKTÜĞÜ KANDA BOĞULACAK!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3
HDP İLE YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6
OLASI KOALİSYON MODELLERİ ÜZERİNE TAVRIMIZ. . . . . . . . . . . . . 12
YALAN YEMİN MECLİSİ …. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16
PARLAMENTARİST HAYALLERE KAPILMAYALIM! . . . . . . . . . . . . . . . 17
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN
VAN KATLİAMLARINDAN KURTULAN ERMENİ
GÖRGÜ TANIKLARI ANLATIYOR!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 18
ERMENİ SOYKIRIMIN 100. YILINDAKİ ETKİNLİKLERDEN
GEZİ NOTLARI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30
100. YILINDA ERMENİ SOYKIRIMI LANETLENDİ!. . . . . . . . . . . . . . . . 36
ERMENİ SOYKIRIMININ 100. YILINDA
BERLİN’DE YAPILAN ETKİNLİKLER ÜZERİNE NOTLAR!. . . . . . . . . . . . 38
YENİ KADIN DÜNYASI
KADINLAR DEMOKRATİK TALEPLERİYLE MECLİSTE! . . . . . . . . . . . . 41
ANAYASA MAHKEMESİ‘NİN DİNİ NİKAH İLE İLGİLİ
2
KARARI HAKKINDA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42
PANORAMA
IRKÇILIĞIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 44
SAVAŞ VE KİMİ GELİŞMELER! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 48
GÜNCEL
KÜRDİSTAN ROJAVA’DA GELİŞMELER! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 51
KAVGANIN DOĞRUSU / DOĞRUNUN KAVGASI
KÖZ’ÜN ERMENİ SOYKIRIMI HAKKINDAKİ TAVRI ÜZERİNE! . . . . . . . 54
YİRMİ YILLIK BİR MÜCADELE: CUMARTESİ ANNELERİ . . . . . . . . . . . 62
OKUR MEKTUBU
BİR DEFA OY KULLANMAKLA REFORMİST,
HER ZAMAN BOYKOT ETMEKLE DE KOMÜNİST OLUNMAZ! . . . . . . . 64
“BİR DEFA OY KULLANMAKLA REFORMİST, HER ZAMAN BOYKOT
ETMEKLE DE KOMÜNİST OLUNMAZ!” BAŞLIKLI YAZI ÜZERİNE . . . . 66
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Gazetesi adına Sahibi: Hüseyin Gül • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Hüseyin Gül •
Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 11 Kat: 4 Esenyurt/İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • Sayı: 176 · Temmuz/Ağustos 2015 • ISSN
1301-692X176 • Fiyatı: Türkiye: 2 TL · Türkiye Dışı: 3,00 Euro • Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212)
613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli • www.ydicagri.com • [email protected][email protected]
gündem
IŞİD DÖKTÜĞÜ
KANDA BOĞULACAK!
IŞİD Sunni İslamın Selefist yorumuna dayanıyor. Irak’ta, Suriye’de hakim olduğu
alanda hilafet devleti ilan etti. İsmini İslam Devleti olarak değiştirdi. IŞİD sadece
Hristiyanları değil, kendisinden olmayan ve kendisi gibi düşünmeyen Müslümanları
da kesmekte, kendine biat etmeyenleri İslam dışı düşman ilan edip, kendine biat
etmeyen herkese terör uygulamaktadır.
O
rtadoğu halklarının başında yeni bir bela var:
IŞİD!
IŞİD, Suriye’de, Irak’ta geniş bir alana hakim. Ha�
kim olduğu alanda, Kuran’a dayalı şeriat kuralları uy�
guluyor. Amacına varmak için çıplak terörü yöntem
olarak kullanıyor.
IŞİD Irak’ta, Suriye’de Sünni nüfus baskı altına
alındığı için Sünni kesimin desteğini alıyor. Bass Par�
tisi kalıntıları IŞİD’i destekliyor.
IŞİD Sunni İslamın Selefist yorumuna dayanıyor.
Irak’ta, Suriye’de hakim olduğu alanda hilafet devleti
ilan etti. İsmini İslam Devleti olarak değiştirdi.
IŞİD sadece Hristiyanları değil, kendisinden olma�
yan ve kendisi gibi düşünmeyen Müslümanları da
kesmekte, kendine biat etmeyenleri İslam dışı düş�
man ilan edip, kendine biat etmeyen herkese terör
uygulamaktadır.
IŞİD’in ortaya çıkması ve büyümesinde, emperya�
listlerin, bölge ülkelerinin, Türkiye’nin yanlış siyaset�
lerinin önemli payı var.
IŞİD terör örgütü 25 Haziran sabah saatlerinde
Kobane’ye saldırarak katliam yaptı.
YPG Kobane Komutanlığı’nın IŞİD’in saldırıları ve
yaptığı katliam hakkında yaptığı açıklama şöyle:
“25 Haziran tarihinde sabah saatlerinde 80-100
arası çete grubu, kadın ve çocuklar dahil sivilleri katletme planıyla Kobani’ye girmişlerdir.
80-100 arası çete grubu Kobani’nin güneydeki Sirrîn
bölgesinden gizli yollardan tek tek araçlarla geçip Ko-
bani bölgesinde boş bir arazide birleşip, ÖSO üniformaları giyip ÖSO bayrakları taşıyarak asayiş kontrol
noktalarını geçip Kobanê kent merkezine girmişlerdir.
Yerel kaynakların verdiği bilgilere göre, bazı çete
grupları da Türkiye sınırından kente giriş yapmıştır.
Bazı görgü tanıkları da bazı çete gruplarını Türkiye sınırından geçtiklerini gözleriyle görmüşlerdir.
Şehir merkezine girer girmez rastgele taramalarla
onlara kadın, çocuk ve yaşlı insanı katleden çeteler
aynı zamanda onlarca sivil insanımızı da rehin almışlardır.
Çetelerin kente girdikleri andan itibaren YPG/YPJ
ve asayiş güçleri, çetelere karşı geniş kapsamlı bir operasyon başlatmıştır.
Operasyonun 3. gününde, kent merkezindeki çatışmalara giren çete üyelerinin büyük bölümü öldürülmüş, biri de sağ yakalanmıştır.
Kent merkezine giren çetelerden 7’si Türkiye’ye, 8’i
ise Kobanê’nin güneyine kaçmıştır. Güçlerimizin ısrarlı takibi sonucunda güneye kaçan çetelerden 2’si
Termik bölgesinde 6’sı da Korpîngar bölgesinde öldürülmüştür.
Türkiye’ye kaçan 7 çete üyesi dışında kent merkezine
giren çetelerin tümü öldürülmüş, silah ve cephanelerine de el konulmuştur.
Çeteler tarafından rehin alınan onlarca sivilin can
güvenliklerinin tehlikeye girmemesi için duyarlı davranıldığından operasyon ağır ilerlemiş ve uzamıştır.
Operasyonun başladığı andan itibaren çetelerce re-
3
gündem
hin alınan onlarca sivil insanımız YPG/YPJ güçlerinin
dikkatli ve profesyonelce yaklaşımları sonucunda sağ
salim kurtarılmıştır.
Bu operasyonlarda kent içinde 7, Berxbotan köyünde
3 ve kent kırsalında aynı amaçla sürdürülen operasyonlardaki çatışmalarda ise 11 arkadaşımız büyük özveri ve kahramanlıkla savaşarak şehadete ulaşmıştır.
Katliam sonucunda Berxbotan köyünde 23, Kobani
kanton merkezinde de 210 olmak üzere toplam 233
sivil insanımız katledilmiş, 273 sivil de yaralanmıştır.
Yine 14 Asayiş üyesi, bir TEV DEM üyesi, bir Yekîtiya
Ciwanên Rojava (Rojava Gençlik Birliği) üyesi de bu
saldırılarda şehit düşmüştür.
Tarihi Kobani direnişinde büyük fedakarlıklar sergileyen ve Kobanê özgürleştirildikten sonra da Yeniden İnşa çalışmalarına aktif katılan Arnavut asıllı bir
Türk olan Rifat Horoz (Karker Kobanê) da, çetelerin
bu katliam saldırısında şehadete ulaşmış ve şehadetiyle Kürt, Türk ve Arnavut halklarının kardeşliğinin
sembolü olmuştur.
YPG/YPJ güçleri olarak bir kez daha halkımıza tüm
şehitlerin intikamını alacağımızın sözünü verirken bu
vahşi katliamın hesabını da çetelere çok ağır ödeteceğimizi duyuruyoruz.”
(http://ypgnews.blogspot.com.tr/2015/06/ypgkobani-komutanlgndan-operasyon.html)
IŞİD KOBANE’YE NEDEN SALDIRDI?
4
IŞİD terör örgütü son dönemde Girê Spî’yi (Tel Ab�
yad) ve Ayn el İsa’yı kaybetti. YPG/YPJ ve ÖSO bileşe�
ni Burkan el Fırat Güçleri IŞİD’in ana üssü Rakka’ya
doğru ilerliyor.
Tel Abyad IŞİD’in önemli lojistik destek üssü, ana
üssü Rakka arasında köprü olan önemli noktalardan
biriydi. IŞİD’in Kobane’ye saldırması, Kobane’yi ele
geçirmeye yönelik bir saldırı değil. Daha çok bir inti�
kam, intihar saldırısı.
YPG ve Burkan el Fırat Güçlerinin Rojava’da ilerle�
mesi, IŞİD’nin gerilemesi, alan kaybetmesi, onu eşza�
manlı olarak Hasekê ile Kobanê’ye yönelik taktiksel
saldırılar yapmaya yöneltti.
Rojava’da YPG güçlerinin geniş bir alana yayılmış
olması, IŞİD teröristlerinin, YPG, Burkan el Fırat
Güçleri üniformasını giymeleri, ÖSO bayrağını taşı�
maları Kobane’ye sızmalarını kolaylaştırdı.
Bu sızmanın tam nasıl olduğu, güvenlik zafiyetinin
olup olmadığının PYD tarafından araştırılıp ortaya
konulması gerekir.
Rojava’da gerileyen IŞİD Kobane’ye saldırarak bü�
yüyen PYD prestijine de darbe vurmak istedi. Hara�
beye dönen Kabone’nin güvenli olmadığı mesajını
vermek istedi.
Tel Abyad’ın YPG’nin eline geçmesi ile birlikte, Ko�
bane ve Cizire Kantonu birleşti.
Kobane Kantonu ile Afrin Kantonu arasında 180
km var. Bu 180 km’nin 120 km’si IŞİD, 80 km’si ÖSO
elinde. Cerablus sınır kapısı IŞİD’in, Cilvegözü,
Öncüpınar sınır kapısı ÖSO’nun elinde.
Tel Abyad’ın YPG’nin eline geçmesi AKP hüküme�
tini oldukça rahatsız etti.
TC DEVLETİ GELİŞMELERDEN RAHATSIZ,
TAMPON BÖLGE GÜNDEMDE!
Rojava’da YPG’nin ilerlemesi, Cizire ile Kobane
Kantonu’nun birleşmesi TC devletini rahatsız ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iki gün
üst üste: “Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne
olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz”
açıklaması yaptı.
PYD’nin Rojava’da Kürt devleti kurma hedefi
ve amacı zaten yok. PYD demokratik Suriye’de,
Suriye’nin parçası özerk Rojava’dan yana.
IŞİD ile komşu olmaktan rahatsız olmayan TC dev�
leti, Rojava’da Kürtlerle komşu olmaktan rahatsız.
Rahatsızlığının temelinde PYD’yi PKK gibi “terör
örgütü” olarak görmesi yatıyor. Hatta PYD IŞİD’den
daha tehlikeli bulunuyor!!
PYD’nin Suriye siyaseti ile TC devletinin siyaseti bir
ve aynı değil. TC devleti PYD’nin Rojava’da özerklik
ilan etmesinden, Esat rejimine karşı, ÖSO ile birlikte
savaşmamasından rahatsız. TC devleti aynı zaman�
da ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin IŞİD’e
karşı PYD ile birlikte hareket etmesinden, savaşma�
sından da rahatsız.
Suriye’de, Rojava’da IŞİD’e karşı savaşan, onu geri�
leten güç Kürtler. Bu olgu Rojava Kürtlerini, PYD’yi
uluslararası alanda dikkate alınan bir güç haline ge�
tirdi, getiriyor. TC devleti bu gelişmeden de rahatsız.
ABD emperyalizminin Suriye politikası ile TC’nin
politikası bir ve aynı değil. TC devleti Esat rejiminin
yıkılması için uluslararası koalisyon öncülüğünde as�
keri hareketi savunuyor. Uçuşa yasak bölge, tampon
bölge kurulmasını istiyor. Suriye’nin bölünmemesini
istiyor vs.
ABD ise Esat rejimin yıkılması için ��������������
ÖSO’nu��������
destek�
lemekle yetiniyor. Askeri harekete, uçuşa yasak böl�
geye, tampon bölgeye soğuk bakıyor. Gelinen yerde
EMPERYALİZMDE DOSTLUK DEĞİL
ÇIKARLAR VARDIR!
Batılı emperyalist ülkelerin “demokrasi, insan hakla�
rı” maskesini takmak için IŞİD gibi terörist örgütler
yararlı bir araçtır.
IŞİD emperyalistlerin sömürgeci baskı siyasetleri�
ne tepki olarak ortaya çıktı. ABD emperyalizmi ve
müttefiklerinin Irak’ı işgal etmelerine karşı mücadele
içinde şekillendi, güçlendi.
Emperyalistler IŞİD terörünü de bahane ederek
Ortadoğu’yu yeniden kendi çıkarları doğrultusunda
dizayn etmeye çalışıyorlar. Ortadoğu yeniden şekil�
lendiriliyor.
Batılı emperyalist ülkeler güya “halkların dostu”
pozuna bürünerek, IŞİD’e karşı Kürtleri silahlandı�
rıyor! Birlikte savaşıyor! Emperyalistler birden bire
“insan hakları savunucusu” kesiliyorlar. Yaptıkları
sahtekarlık! İkiyüzlülük! Bugün çıkarları bunu ge�
rektiriyor..
Batılı emperyalistler nezdinde bugün baş düş�
man dünya çapında İslamcı terörizmdir. Batılı ül�
kelerin emekçileri içinde yayılan algı bütün olarak
İslam’ın düşman olduğu şeklinde bir algıdır. İslami
terörizme karşı mücadele adı altında çokça İslam
hedef lenmektedir.
İslam emperyalist
medyada
çokça
terörizm ile eşitlen�
mektedir. İslam’ın
hedef tahtasına ko�
nulmasında IŞİD te�
rörü çok işe yarayan
bir şeydir. Bir yan�
dan IŞİD gibi İslam�
cı terörist örgütlerin
eylemlerine
karşı
çıkarken, diğer yan�
dan IŞİD’in yaptık�
ları temel alınarak,
batılı emperyalistler
tarafından genelde
Müslüman olanla�
rın tümüne karşı,
onlar barbardır biçi�
minde tanıtılıp ırkçılığın geliştirilmesi için kullanıl�
maktadır. Emperyalistler için yeni bir baş düşman
yaratmak ve o baş düşmanın şahsında, kendi ülkele�
rinde ırkçılığı geliştirmek için IŞİD’den daha iyi bir
düşman bulunamaz!
Emperyalistlerin IŞİD’e karşı olması, Kobanê’de,
Rojava’da�������������������������������������������
Kürt��������������������������������������
ve diğer halkları gerçek anlamda des�
teklediği, haklarını savunduğu anlamına gelmez.
IŞİD, emperyalistler ve gerici devletler için tehdit ko�
numuna gelmiştir. IŞİD, emperyalistlerin Ortadoğu
çıkarlarına zarar verdiği için emperyalistlerin saldırı
hedefindedir. Emperyalistler için belirleyici olan ken�
di çıkarlarıdır.
Çeşitli uluslardan işçi sınıfının, ezilenlerin ve
halkların görevi barbar, vahşi, İslamcı şeriatçı IŞİD’e
karşı mücadele eden tüm halkların ve Rojava’da Kürt
halkının haklı direnişinin ve mücadelesinin yanında
yer almaktır, bu mücadeleyi desteklemektir.
29.06.2015 ✓
gündem
Esat’ın, muhaliflerin de içinde yer aldığı bir yönetime
soğuk bakmıyor vb.
Son dönemde basına yansıyan haberler, hükümet
ile ordu arasında Suriye’ye
��������������������������������
müdahale konusunda gö�
rüş farklılığı yaşandığını gösteriyor.
Hükümet YPG’nin Rojava’da ilerlemesinden rahat�
sız. Kobane Kantonu ile Afrin Kantonu’nun birleşme�
sinden rahatsız. Hükümet Cilvegözü ve Öncüpınar
sınır kapılarının PYD eline geçmemesi, Kobane ile
Afrin Kantonu’nun
birleşmemesi,
sö�
züm ona “ Güneyde
Kürt koridoru” oluş�
maması için; ordu�
nun Suriye’nin içine
girmesinden yana.
Cerablus ile Afrin
arasında
tampon
bölge oluşturulma�
sından yana. Ordu
ise içerdiği riskler
nedeniyle
Suriye
içine
girilmesin�
den yana değil. Esat
rejimini destekle�
yen Rusya, bölgede
ABD varlığı, Suriye
içlerinde askerlere
yapılması olası sal�
dırılar, uluslararası hukuk vb. orduyu temkinli dav�
ranmaya zorluyor.
Gelişmeler hangi yönde ilerleyecek? Birlikte göre�
ceğiz.
5
gündem
7 HAZİRAN GENEL SEÇİMLERİ YAPILDI
HDP İLE YENİ BİR DÖNEM
BAŞLIYOR…
7
Haziran genel seçimleri yapıldı. Meclisin 25. dönem vekillerini belirlemek için, yaklaşık 47,5 milyon
seçmen sandık başına gitti.
7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimlerinin kesin sonuçları şöyle:
KAYITLI SEÇMEN SAYISI
56.608.817
OY KULLANAN SEÇMEN SAYISI
47.507.467
GEÇERLİ OY SAYISI
46.163.243
GEÇERSİZ OY SAYISI
1.344.224
SEÇİME KATILMA ORANI
SİYASİ PARTİ ADI
6
%83,92
TOPLAM OY
ORAN (%)
MV SAYISI
DOĞRU YOL PARTİSİ
28.852
%0,06
ANADOLU PARTİSİ
27.688
%0,06
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ
58.716
%0,13
KOMÜNİST PARTİ
13.780
%0,03
MİLLET PARTİSİ
17.473
%0,04
HAK VE ADALET PARTİSİ
5.711
%0,01
MERKEZ PARTİ
20.945
%0,05
TOP. UZ. REF. VE KAL. PARTİSİ
72.701
%0,16
HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ
60.396
%0,13
LİBERAL DEMOKRAT PARTİ
26.500
%0,06
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
7.520.006
%16,29
80
HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ
6.058.489
%13,12
80
949.178
%2,06
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
11.518.139
%24,95
132
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ
18.867.411
%40,87
258
DEMOKRATİK SOL PARTİ
85.810
%0,19
YURT PARTİSİ
9.289
%0,02
DEMOKRAT PARTİ
75.784
%0,16
VATAN PARTİSİ
161.674
%0,35
BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ
96.475
%0,21
BAĞIMSIZLAR
488.226
%1,06
GENEL TOPLAM
46.163.243
%100,0
TEK BAŞINA AKP İKTİDARLARI DÖNEMİ
KAPANDI
Şimdiye kadar girdiği 3 genel seçimi (2 Kasım 2002;
22 Temmuz 2007; 12 Haziran 2011) oy sayısını ve oy
oranını artırarak kazanan ve her üç seçim ertesinde
de tek başına hükümet kuracak çoğunluğu alarak 3
dönem tek başına iktidar olan AKP; 2015 seçimlerin�
de ilk kez bir önceki genel seçime göre oy sayısında ve
oranında önemli bir düşüş yaşamış; aldığı 18.863.832
oy ve ve % 40,87 oy oranı ile seçimlerinden birinci
parti olarak çıkmasına rağmen, bu seçimlerde önüne
koyduğu iki hedefi yakalayamamıştır. AKP kurulu�
şundan bu yana girdiği 4. genel seçimden Anayasayı
referanduma götürerek değiştirecek milletvekili sayı�
sını kazanamadan çıktığı gibi; aynı zamanda tek ba�
şına hükümet kuracak çoğunluğu da sağlayamadan
çıkmıştır. Bu seçimler AKP’nin 30 Mart 2014 seçim�
lerinde ilk kez görülen gerileme eğiliminin geçici ol�
madığını, AKP’nin tek başına iktidar olma devrinin
sonuna gelindiğini göstermiştir.
Bu anlamda AKP bu seçimin yenilenlerinden biri�
dir.
Yenilginin boyutları açısından durum şöyledir:
AKP’nin bundan önceki genel seçimlerde vardı�
ğı 21.399.082 oy ve % 49.83 oranlık zirveye göre oy
kaybı mutlak rakam olarak 2.535.250; oran olarak %
8,96‘dır. Oy kaybı kullanılan geçerli oyların (2015:
46.161.049/ 2011: 42.941,783) bir önceki genel seçim�
gündem
SAADET PARTİSİ
550
lere göre 3.219.266 arttığı göz önünde bulundurul�
duğunda, hem mutlak sayı hem oran olarak çok daha
yüksektir. Yenilginin Milletvekili sayılarına yansı�
ması AKP açısından geçen seçimlere göre toplam 69
Milletvekilliğinin kaybedilmesi olarak görülmekte�
dir. 2011 seçimleri sonrasında Parlamentoda 327 Mil�
letvvekili ile yer alan AKP; 2015 seçimleri sonrasında
kurulacak parlamentoda 258 Milletvekilliğine sahip
olacaktır.
Türkiyede siyasi iktidar açısından 7 Haziran 2015
seçimleri ile bir devir; AKP’nin 13 yıllık tek başına
rahat bir meclis çoğunluğuyla iktidar dönemi kapan�
mıştır.
7 Haziran 2015 genel seçimlerinden AKP, ikinci ile
arasında 15 puanlık bir açık ara ile birinci parti ola�
rak çıkmıştır. Bu seçimlerden çıkan irade AKP’ye tek
başına rahat çoğunluklu bir hükümet kurma izni ver�
meyen ve fakat ülkenin hala en güçlü seçmen deste�
ğine sahip partisi olarak, hükümet kurma görevinde
ona öncelik veren bir iradedir.
„TÜRK TİPİ BAŞKANLIK“ SEÇMEN
TARAFINDAN REDDEDİLDİ
7 Haziran 2015 seçimlerinde büyük oy kaybı nede�
niyle yenilen yalnızca AKP olmadı. 15 Haziran 2015
seçimleri aynı zamanda öncelikle Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan’ın doğrudan sahaya inmesi ile onun
istediği biçimde, halk tarafından seçilen başkanın he�
7
gündem
men her şeyi belirlediği „Türk Tipi Başkanlık“ siste�
mi konusunda da bir referandum niteliğine büründü.
Recep Tayyip Erdoğan devletin bütün imkanlarını
seferber ederek, yasaları ve Anayasayı da iyice zor�
layarak yürüttüğü seçim kampanyasında, Anayasa
değişikliği için „gönlünde yatan Aslan“a, AKP’ne
Anayasayı tek başına değiştirecek bir çoğunluk için
oy istedi. Seçmen RTE tarafından dayatılan bu refe�
randumda % 59 luk bir çoğunlukla, RTE’nın „Türk
Tipi Başkanlık“ isteğine onay vermedi, hayır dedi. 7
Haziran 2015 seçimleri şimdiye dek girdiği bütün
seçimlerde kazanan Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı
ilk büyük yenilgi oldu. Onun yenilmezlik karizması
yıkıldı. AKP’nin seçim yenilgisinin boyutlarının bü�
yüklüğünde, RTE’nın kişisel sınırsız iktidar hırsının
tehlikeli
olduğunu
görerek, oylarını esas
olarak RTE’nı engel�
lemek için oy kulla�
nan seçmenlerin –ki
bunların içinde hiç
küçüsenmeyecek
daha önceki seçim�
lerde AKP’ne oy veren
seçmenler de vardırbaş roldedir. AKP
nin yenilgisi öncelikle
Erdoğan’ın yenilgisi�
dir. RTE seçimlerin
esas mağlubudur.
SEÇİMLLERİN
ESAS GALİBİ
HDP’DİR!
8
7 Haziran 2015 seçimlerinin esas galibi HDP’ dir.
HDP bu seçimlerde oy sayısını ve oy oranını iki
mislindan fazla arttırmıştır. ( Oy sayısı ve oranını
ne kadar arttırdığını kesin rakam olarak vermek
mümkün değil. Bilindiği gibi HDP 2011 seçimlerine
% 10 ülke barajı nedeniyle parti olarak değil, bağım�
sız adaylar göstererek girdi. 2011 seçimlerinde içinde
HDP’nin göstermediği çok sayıda bağımsız adayın
da bulunduğu tüm bağımsızların aldığı oy sayısı
2.819.917; oranı % 6,57 idi. Yuvarlak bir hesapla HDP
adaylarının 2011 seçimlerinde 2.600.000 civarında oy
aldığı; geçerli oylar bazında oy oranının da % 6‘nın
biraz üzerinde olduğu söylenebilir.) % 10‘luk seçim
barajını aşacağı iddiası ile seçimlere parti olarak katı�
lan HDP; bu barajı 6.058.150 geçerli oy ve %13,12‘lik
bir oranla aşarak büyük bir zafer kazanmıştır. HDP
TBMM‘deki milletvekili sayısını 35‚ den 80‘ne çıkar�
mıştır.
HDP bu zaferi AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın
bütün devlet imkanlarını kullanarak yürüttüğü eşit�
siz, adaletsiz şartlarla yürüyen bir kampanyaya; kam�
panya sırasında HDP örgütlerine ve HDP’lilere karşı
yönelen onlarca ırkçı faşist saldırıya, engellemeye;
silahlı saldırılara, bombalı provakatif eylemlere rağ�
men, kampanya sırasında kimi HDP’lilerin hunharca
katledilmesi pahasına kazandı.
HDP’nin bu seçimlerin gerçek galibi olduğu ve ka�
zandığı zaferin büyüklüğü tartışılmaz bir gerçektir.
HDP bu seçim sonuçları ile AKP’nin „Kürt vatan�
daşların gerçek temsilcisi biziz“ balonunu patlatmıştır.
Kuzey Kürdistan’da
açık ara birinci par�
tidir. Fakat başarı
yalnız bununla sınır�
lı değildir. HDP’nin
en çok oy aldığı, oy
sayısını ve oranını
en çok arttırdığı kent
İstanbul’dur.
HDP
yalnızca Kürt kökenli
nüfusun yoğun oldu�
ğu metropol kentler�
de oy almak ve art�
tırmakla kalmamış,
Kürt kökenli nüfusun
çok az olduğu illerde
de oyunu arttırmış;
bölge partisi olmak�
tan çıkıp „Türkiyeli�
leşme“ iddiasını gerçekleştirme yönünde çok büyük
bir adım atmıştır.
Seçmen HDP’ye yeni TBMM de –eğer isterse- ik�
tidara ortak olma, olası bir iktidar ortaklığında çok
önemli bir rol oynama şansı, bir azınlık hüküme�
ti kurulması şartlarında ise anahtar rolü vermiştir.
CHP ve MHP’nin HDP desteği olmaksızın bir azınlık
hükümeti kurma şansı yoktur.
HDP’nin % 10 barajını aşması, 7 Haziran 2015 se�
çimlerinin belirleyici olgusudur. R.Tayyip Erdoğan’ın
Türk Tipi Başkanlık planını devreden çıkaran; AKP
nin 13 yıllık tek başına iktidarına son veren olgu
HDP’nin seçim zaferidir. Eğer HDP % 10 barajını tek
bir oy farkla bile aşamasaydı, 8 Haziran’da ortaya çı�
kacak tablo çok değişik olacak, AKP’nin tek başına
SEVİNDİRİCİ BİR YANILGI
Biz YDİ ÇAĞRI olarak, bu seçimler öncesinde
HDP’nin seçimlere nasıl katılması gerektiği soru�
nunun tartışıldığı dönemde, HDP‘nin çekirdek oyu,
HDP’ye destek verecek reformcu ve devrimci sol ör�
gütlerin ona eklenecek oyu ile % 10 barajının aşılma�
yacağını öngördüğümüz ve HDP‘nin seçimlere parti
olarak katılıp % 10 barajını aşamaması şartlarında
milyonlarca oyun öncelikle AKP defterine yazılacağı
ve ona yarayacağını, bunun siyasi sonuçlarının çok
ağır olacağını düşündüğümüz için doğru taktiğin bu
seçimlerde de bağımsız adaylarla katılmak olduğunu
savunduk.
HDP parti olarak katılma kararını açıkladıktan
sonra, bugünün Türkiye Kuzey Kürdistan şartla�
rında bütün demokrat devrimci sosyalist insanların
HDP‘nin % 10 barajını aşması için ona destek vermesi
gerektiğini savunduk. HDP‘nin seçim kampanyasına
gücümüz oranında aktif destek verdik. HDP nin ka�
zandığı seçim zaferinde bizim de küçücük de olsa bir
payımızın olması bizi sevindiriyor.
Biz son ana kadar HDP’nin barajı aşma sorununun
bıçak sırtında olduğunu düşünüyorduk. % 13.12‘lik
bir seçim sonucu bizim beklemediğimiz bir sonuçtu.
Yanıldık. Yanıldığımıza da seviniyoruz.
HDP NİN SEÇİM ZAFERİNDE EMANET
OYLARIN ROLÜ
Bizim bu sevindirici yanılgımızın nedenleri konu�
sunda şöyle düşünüyoruz:
Bu seçim zaferinin bu boyutlarda olmasının temel
nedeni kimi HDP yöneticilerinin „emanet oylar“
kimi araştırmacının „stratejik oylar“ olarak adlan�
dırdığı oy sayısının ve oranının yüksekliğidir. Biz
HDP’nin % 10 barajını büyük farkla aşarak %13.12
oranına ulaşmasını sağlayanın bu emanet oylar ol�
duğunu düşünüyoruz. (Bu tespit hiç bir şekilde HDP
ve destekçilerinin -bunlar içinde biz de varız- bu
seçimlerde gerçekten büyük fedakarlık ve çoşku ile
muazzam başarılı bir seçim çalışması yürüttüğünü
reddettiğimiz anlamına gelmiyor. Gerçekten kapı
kapı dolaşıldı. Bütün seçmenlere ulaşılmaya çalışıl�
dı. Yapılabileceğin maksimumu yapıldı. HDP’nin
Demirtaş gibi, Yüksekdağ gibi, Sırrı Süreyya Önder
gibi güler yüzlü, esprili, genç insanların sevebileceği
yüzleri ile yürüttüğü renkli seçim kampanyası büyük
sempati topladı.) Seçim sonrası yapılan ve oy kayma�
larını gösteren araştırmalar HDP’nin kendi çekirdek
seçmeni, liberal demokratlar, HDP‘ni bu seçimde des�
tekleyen reformist ve devrimci Türk solu, ilk kez seçi�
me katılan, özel hayatlarına karışılmasından rahatsız
gençlerin oyları dışında başka kaynaklardan da oy
aldığını gösteriyor. Bunlar: a)Daha önce AKP‘ye oy
vermiş olan ve son dönemdeki gelişmelerden mem�
nun olmayan, AKP‘yi uyarmak isteyen seçmenlerin
bir bölümü, b) Yine daha önce AKP’ne oy vermiş
Kürt kökenli seçmenlerin Roboski/Rojava konusun�
da Erdoğan’ın tavrı sonucu kırılma yaşayan; seçim�
ler sırasında „Kürt sorunu yoktur“ söylemlerinden
rahatsız olup HDP‘ye yönelen kesim, c) Daha önce
CHP‘ye oy vermiş ya da bu seçimlerde CHP‘ye oy ver�
meyi düşünen ve fakat Erdoğan’ın önünü kesmenin
ancak HDP’ye oy vermekle olabileceğini –doğru ola�
rak- düşünen seçmen kesimi.
Bu seçimlerde öncelikli derdi Recep Tayyip
Erdoğan’ın önünü kesmek olan – başka şartlarda
HDP’ne oy vermeyi düşünmeyecek olan- küçümsen�
meyecek sayıda seçmen oylarını HDP’ne verdiler.
HDP‘de seçimler sırasında yürüttüğü „Seni Başkan
Yaptırmayacağız“ kampanyası ile bu oyları kendi po�
tasına çekmeyi başardı.
Bu emanet oyların önemli bir bölümünün uzun va�
dede HDP oylarına dönüştürülmesi zordur.
gündem
iktidarı yine oldukça rahat bir meclis çoğunluğuy�
la sürmeye devam edecekti. 8 Haziran’dan itibaren
haklı olarak meclisin meşruiyeti tartışması gündeme
gelecek; öncelikle Kürt seçmenler kendilerinin oyla�
rının çalındığını haklı olarak söyleyecekti. HDP’ne
verilen oylar, barajı aşan partilerin hanesine yazıla�
cak, AKP Kuzey kürdistan’dan alınan oyların hemen
tümünü kendi için Milletvekiline dönüştürecekti.
HDP’nin seçim zaferi bütün bu gelişmelerin önünü
alan bir -burjuva anlamda da olsa- demokrasi zaferi�
dir. HDP’nin seçim zaferi aynı zamanda Kuzey Kür�
distan/Türkiye’de Kürt sorununun savaşsız çözümü�
ne destek veren, bir barış çağrısı, bir barış isteğinin
ifadesidir. HDP’nin seçim zaferi, Kuzey Kürdistan/
Türkiye’nin bütün renklerini, bütün ötekileştirenle�
rini kendi çatısı altında berleştirmeyi önüne hedef
olarak koyduğunu ilan eden, bu seçimlerde gösterdiği
adaylar ile, yürüttüğü seçim kampanyası ile bu yön�
de ciddi adımlar atan bir partinin, bu anlamda bütün
ötekileştirilenlerin seçim zaferidir. Halkların birliği
isteğinin seçim zaferidir. Kendi içinde eş başkanlık
sistemini yürüten, gösterdiği adayların yarısı, seçilen
milletvekillerinin % 40 ı kadın olan bir partinin zafe�
ri, bu anlamda kadınların zaferidir.
9
gündem
Burada % 10 barajının varlığı ironik bir tarzda bu
kez AKP aleyhine işlemiş; „ne olursa olsun Tayyip
geriletilsin“ oyları HDP de toplanarak, onun büyük
bir farkla yüzde 10 barajını aşmasını sağlamıştır.
Seçimler sırasında verilen, hiç bir şart altında AKP
ile birlikte hareket etmeyeceğiz sözleri ve anti Tay�
yip, anti Erdoğan kampanyası HDP’ne bu zaferi bu
boyutta kazandıran esas faktördür. Bu kuşkusuz ba�
şarılı olan, başarılı olduğu pratikte ispatlanan bir se�
çim kampanyası taktiği idi. Ancak bu şimdi HDP’nin
siyaset yapmasında onu sınırlayan, elini kolunu bağ�
layan önemli bir handikaptır. HDP’nin AKP ile bir�
likte atacağı her adım HDP’ye verilen emanet oylar
içinde Tayyip düşmanlığı nedeniyle gelen oyların
buharlaşması sonucunu verecektir.
HDP NİN SEÇİM ZAFERİNDE RTE’NIN VE
AKP’NIN ROLÜ
10
HDP’nin seçimlerdeki bu başarısının bir mimarı da
yine ironik biçimde R.Tayyip Erdoğan’ın ve onun
gösterdiği yoldan giden AKP’nin yürüttüğü seçim
kampanyasındaki mağrur, saldırgan, kutuplaştırıcı,
devletin bütün imkanları seferber edilerek öncelik�
le HDP’ni hedef tahtasına koyan, yer yer nefret söy�
lemleri de kullanan tavrıdır. Bu kampanya ile HDP
seçmenin gözünde mağdur konuma girmiştir. Mağ�
durların mağrurlara karşı mücadelesinde seçmen
duygusal olarak hep mağrurlara karşı tavır koya�
gelmiştir. Bundan önceki genel seçimlerde AKP’nin
seçim başarılarının temelinde bu faktör önemli bir
rol oynamıştı. Bu seçimlerde AKP’nin ne olursa ol�
sun HDP’ni seçim barajı altında tutmaya yönelik
saldırgan, yer yer nefret söylemli, kutuplaştırıcı siya�
seti AKP’ne kazandırmamış, tersine başka şartlarda
HDP’ne oy vermeyecek seçmen kitlelerinin bir bölü�
münü HDP’ne yöneltmiştir. Kutuplaştırıcı siyasetin
AKP’ni mağdur göstermeye yönelik yanı, AKP’nin
çekirdek seçmeni dışında kimseyi ikna etmemiştir.
AKP’nin bu seçimlerde AKP’ye oy veren Türk mil�
liyetçisi oylarının MHP’ye kaymasını önlemeye ve
onun tabanından da yeni oy devşirmeye yönelik Türk
milliyetçisi söylemleri de fazla işe yaramamış, ciddiye
alınmamış, AKP’nin yer yer MHP’ne de oy kaybet�
mesini engelleyememiştir.
Seçim kampanyası döneminde HDP’ne yapılan bü�
tün saldırıların sorumluluğu da AKP’ne yüklenmiş,
saldırılar HDP’nin mağdur konumunu güçlendirmiş,
hem kendi kitlesini daha da bilemiş, hem de HDP’ne
yeni oylar kazandırmıştır. Seçimlerden iki gün önce
HDP’nin Diyarbakır’daki mitinginde patlayan ve
gerçekten de eğer HDP yöneticileri doğru tavır takın�
masa büyük bir paniğe ve yüzlerce insanının ölmesi�
ne yol açabilecek, sonrasında büyük çatışmalara yol
açabilecek provokasyon bombaları da HDP’ne yeni
oylar getirmiştir.
AKP’nin daha önceki seçimlerde başarasının te�
melinde yatan faktörlerden biri olan seçilmiş sivil si�
yaset üzerindeki askeri ve sivil bürokratik vesayete
karşı tavır, bu seçimlerde bu vesayetin önemli ölçüde
tasfiye edilmiş olduğu şartlarda AKP için bir avantaj
olmaktan çıkmıştır. Tersine Erdoğan’ın şahsında olu�
şan, oluşturulan sivil faşist diktatör algısı temelinde
„Erdoğan vesayeti“ne tepki olarak bir dezavantaj ha�
line gelmiştir. „Seni seçtirmeyeceğiz“ üzerine kurulu
bir kampanya bu temelde de başarılı bir kampanya
olmuştur.
SEÇİMİN İKİNCİ KAZANANI MHP’DİR
7 Haziran 2015 seçimlerinde Türkiye’nin (Vatan Par�
tisi, HKP gibi nasyonal sosyalist partiler dışta tutul�
duğunda) en saldırgan Türk şovenisti partisi MHP
oylarını 2011 genel seçimleri ile karşılaştırıldığında
oy bazında ( 2011: 5.585.513; 2015: 7.519.10) 1.993.590;
oran olarak ise (2011: %13.01; 2015; % 16.29) % 3,28
oranında arttırmıştır. MHP yeni Mecliste 80 Millet�
vekili ile temsil edilecektir. Bu geçen dönem meclis�
teki milletvekili sayısına 27 Milletvekilinin eklen�
mesi, MHP meclis gurubunun çok daha güçlü hale
gelmesi demektir. Bu MHP’nin bu seçimlerin ikinci
kazananı olduğunu açıkça göstermektedir. Ve tehli�
keli bir gelişmeye işaret etmektedir. Tabii MHP’nin
bu seçimlere „Tek başına iktidar“ hedefiyle girdi�
ği bilindiğinde, MHP nin hedefine varamadığı, bu
anlamda başarıdan söz edilemeyeceği söylenebilir.
Fakat bu kendi kendini kandırmaktır. MHP de, her�
kes gibi bu seçimlerden „tek başına iktidar“ olarak
çıkmayacağını biliyordu. „Tek başına iktidar“ hedefi
gerçekte parti tabanının motivasyonuna yarayan içi
boş bir ajitasyondu. MHP bu oy artışını bir yandan
AKP’den, diğer yandan CHP’den devşirdiği oylarla
sağlamıştır. MHP bu seçim sonucuyla mümkün olan
hükümetlerde çok güçlü bir koalisyon ortağı olabilme
şansını elde etmiştir. MHP’nin iktidar ortağı olduğu
bir hükümet ile çözüm sürecinde ilerleme kaydetmek
hemen hemen imkansızdır. MHP nin iktidar ortağı
olduğu bir hükümet, Türkiye’de burjuva anlamda
demokratik hakların ilerletilmesi konusunda da ileri
tek bir adım atamaz. Tersine atılan adımları geri alan
bir restorasyon hükümeti olur.
CHP bu seçimlere önüne % 35 oy oranı hedefini ko�
yarak; halkın önüne emekçiler lehine büyük mali dü�
zeltmeler öngören bir vaatler kampanyası ile girmiştir.
CHP’nin asgari hedefi oy oranını yükseltmek, mecli�
se daha büyük bir grupla girmekti. CHP başkanı Kı�
lıçdaroğlu oy oranını yükseltmeyen bir siyasetçinin
başarısız olduğunu kabul edip, gereğini yapması ge�
rektiğini söylüyordu. CHP 7 Haziran seçimlerinden
oy sayısını –3 milyondan fazla seçmen artışı olan bir
seçimde- (2011: 11.155.972; 2015: 11.518.704) 363.000
arttırdı; oy oranı ise (2011: %25.98; 2015: % 24,95) %
1,03 oranında geriledi. CHP yeni mecliste, 2011 se�
çimleri ertesinde kurulan meclistekinden daha az sa�
yıda milletvekili (2011: 135 CHP MV; 2015 : 132 CHP
MV) ile temsil edi�
lecektir. CHP açıkça
bu seçimlerin ikinci
mağlubudur. Seçim
sonuçlarının CHP
tarafından başarı
olarak okunup, su�
nulması; en az bu
seçimlerden yeni�
den zaferle çıktığı�
nı ilan eden AKP
açıklamaları kadar
anlamsızdır.
SEÇİMLERDE
GÜLEN
CEMAATİ
FAKTÖRÜ
7 Haziran seçimleri, AKP ile Gülen Cemaati arasın�
daki işbirliğinin bitmesi; AKP‘nin tek başına iktidar
dönemindeki örtülü koalisyonun dağılması ve bir
zamanki iktidar ortaklarının birbirine can düşmanı
oldukları ve birbirlerini tasfiye etmek için her türlü
aracın kullanıldığı ölümüne bir iktidar dalaşı yürüt�
tükleri bir dönemde yapılan ilk genel seçim olma
bakımından da önem taşıyordu. Gülen cemaati bu
dönemde gerçekte AKP iktidarına karşı esas muha�
lefet odağı haline gelmişti. AKP’ne karşı tüm muha�
lefet partileri, bu mücadelelerinde Gülen cemaatinin
onlara sunduğu „belgeler“ üzerinden siyaset yürütü�
yorlardı. Gülen cemaati bu seçimlere kazanacakları
umduklarını bir kaç yerde „bağımsız“ adaylar koya�
gündem
CHP SEÇİMİN MAĞLUPLARI ARASINDADIR
rak girdi. Bunun dışında taraftarlarını kendilerini
AKP dışında hangi partiye yakın görüyorlarsa ona oy
vermeye çağırdı. AKP olmasın da, kim olursa olsun
Gülen cemaatinin temel yaklaşımı idi.
Cemaat, aday gösterdiği ve büyük bir medya kam�
panyası ile desteklediği „bağımsız“ adayların hiç bi�
rine onları meclise götürecek oy desteğini sağlaya�
madı. Bu seçimlerde onların hiç bir „bağımsız“ adayı
meclise giremedi. Bu açıdan bakıldığında Cemaat bu
seçimlerin kaybedenleri arasındadır. Cemaatin oy
desteğinin onun devlet kadrolarında, eğitimde vb.
var olan gücünün çok gerisinde olduğu hem 2014 ye�
rel seçimlerinde, hem de bu genel seçimlerde görüldü.
Diğer yandan seçim sonuçları AKP’ne tek başına
iktidar vermedi. Onu koalisyona zorlayan bir so�
nuç verdi. RTE’a her şeyi onun belirleyeceği Türk
Tipi Başkan’lık vermedi, tersine bunu engelledi. Bu
AKP’nin cemaat’e
karşı açtığı savaşta
onu daha yavaşlata�
cak bir sonuçtur. Bu
açıdan bakıldığnda
bu sonuç cemaati de
sevindiren bir sonuç
olmuştur. Kaldı ki,
kurumlara alttan,
kendini gizleyerek
girme taktiğini uy�
gulayan Cemaat’in
seçilen Milletvekil�
leri içinde ne kadar
insanının olduğunu
söylemek de müm�
kün değildir.
BİZ NE YAPTIK?
YDİ Çağrı olarak 2015 genel seçimlerinde HDP’yi
destekleme kararı aldık. Seçimlere, parlamentoya
nasıl baktığımızı açıklayarak, hangi nedenlerle bu se�
çimlerde HDP’nin desteklenmesi gerektiğini kamu�
oyuna açıkladık. Kendi çalışmamızı yapmanın yanı
sıra gücümüzün olduğu alanlarda HDP ile aktif bir
çalışma yürüttük. HDP’nin barajı aşarak güçlü bir
grupla parlamentoya girmesi, gelişmeler bu seçimde
kulllandığımız taktiğin doğru olduğunu gösteriyor.
HDP’nin barajı aşmasında bizim de katkımızın ol�
ması bizi sevindiriyor…
14.06.2015 ✓
11
gündem
OLASI KOALİSYON
MODELLERİ ÜZERİNE
TAVRIMIZ
7
Haziran genel seçiminden sonra, oluşan mev�
cut tabloda hiç bir parti tek başına hükümet
kuracak çoğunluğu sahip değil. Ufukta koalisyon gö�
rünüyor. Kamuoyunda çeşitli koalisyon versiyonları
üzerine tartışılıyor. Öneriler dile getiriliyor. Partiler
koalisyon konusunda tavır takınıyor.
Bizde bu konuda tavır takınacağız. Bunun için önce
oluşan tabloya yakından bakalım:
RAHAT ÇOĞUNLUKLU KOALİSYON
HÜKÜMETİ MODELLERİ
AKP tek tek bütün partilerle rahat çoğunluğa sahip
ikili koalisyon hükümetleri kurabilecek tek partidir.
AKP-CHP; AKP-MHP ve AKP-HDP koalisyonları
sayı bakımından yeterli rahat çoğunluğa sahip koa�
lisyon hükümeti modelleridir.
CHP, MHP ve HDP açısından bunların hiç birinin
birbiriyle ikili bir çoğunluk koalisyon hükümeti kur�
ması mümkün değildir.
AKP’nin içinde yer almadığı tek rahat çoğunluklu
koalisyon CHP-MHP-HDP koalisyon modelidir.
DIŞARIDAN DESTEKLİ AZINLIK HÜKÜMETİ
MODELLERİ
12
AKP bütün partilerle, onların birinin dışarıdan des�
teklediği bir azınlık hükümeti kurabilir.
CHP azınlık hükümeti ya AKP‘nin, ya da
MHP+HDP’nin dıştan desteği ile mümkündür.
MHP azınlık hükümeti ya AKP’nin ya da CHPHDP’nin dıştan desteği ile mümkündür.
HDP azınlık hükümeti ya AKP’nin ya da CHPMHP’nin dıştan desteği ile mümkündür.
CHP-HDP koalisyonu azınlık hükümeti
ya
AKP’nin ya da MHP’nin dıştan desteği ile mümkün�
dür.
CHP-MHP koalisyonu azınlık hükümeti ya
AKP’nin ya da HDP’nin dıştan desteği ile mümkün�
dür.
Matematik olarak mümkün olan bütün bu hükü�
met modellerinin siyasi olarak mümkün olup olma�
dığını sonuçta partiler arasında yapılan pazarlıklar
belirleyecektir.
Seçimler seçmen iradesinin beyanı olarak okunur�
sa, seçmen açık seçik şunları söylemiştir:
* Tek başına AKP çoğunluklu hükümet istemiyo�
ruz.
* AKP hükümeti bir başka partiyle paylaşmalı, ikti�
darı sınırlandırılmalıdır.
* Recep Tayyip Erdoğan’ın istediği „Türk Tipi Baş�
kanlık“ ı istemiyoruz.
* Yeni hükümette HDP önemli bir rol oynamalıdır.
* Yeni hükümet başlamış olan çözüm sürecini sür�
dürmelidir.
Seçimler böyle okunduğunda AKP öncülüğünde
bir AKP-HDP koalisyonu ya da MHP’nin çözüm sü�
reci konusunda ne düşündüğü bilindiğinde, onunla
kurulacak herhangi bir koalisyonun ön şartı çözüm
sürecinin sonlandırılmasıdır ki, bu açıkça seçmen
iradesine ters bir tavır olur.
Seçim sonuçları yalnızca negatif mesaj olarak da
okunabilir: Bu okumada hiç bir şart altında AKP
hükümette yer almamalıdır. AKP’nin iktidardan bü�
tünüyle uzaklaştırılmalıdır. Bu okumada bu seçimin
temel mesajdır.
Mesaj böyle yorumlandığında, tek alternatif
CHP+MHP ve HDP’nin bir biçimde birlikte hare�
ket etmesidir. Bu durumda kurulacak bir hükümetin
karşısında meclisin tek başına en büyük gurubunu
oluşturan çok güçlü bir muhalefet ve yetkilerini so�
nuna kadar kullanan bir cumhurbaşkanı olacaktır.
Böyle bir hükümetin uzun süre yaşama şansı yoktur.
ERKEN SEÇİM HESAPLARI
Anayasası’nın Bakanlar Kurulunun (hükümetin) ku�
oyuyla düşürülmesi hallerinde; kırkbeş gün içinde
yeni Bakanlar Kurulu kurulamadığı veya kurulduğu
halde güvenoyu alamadığı takdirde Cumhurbaşkanı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına danışarak,
seçimlerin yenilenmesine karar verebilir.
Başbakanın güvensizlik oyu ile düşürülmeden isti�
fa etmesi üzerine kırkbeş gün içinde veya yeni seçilen
Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başkanlık Divanı
seçiminden sonra yine kırkbeş gün içinde Bakanlar
Kurulunun kurulamaması hallerinde de Cumhur�
başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına da�
nışarak seçimlerin yenilenmesine karar verebilir.
Yenilenme kararı Resmî Gazetede yayımlanır ve se�
çime gidilir. “
Cumhurbaşkanı tarafından bir başbakan atandı�
ğından itibaren 45 içinde eğer bir hükümet kurulup,
hükümet programı meclis çoğunluğu tarafından
onaylanmazsa, Cumhurbaşkanı Meclis başkanına
danışarak, seçimlerin yenilenmesine karar verebi�
lir. Burada sonuçta karar verecek olan, yetkili olan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Eğer önümüzdeki dönemde yürütülecek pazarlık�
lar sonucu bir hükümet kurulamazsa yeni bir genel
seçim seçeneği gündeme gelebilir, RTE tarafından ge�
tirilebilir. Ve şunu biliyoruz ki, o eğer bu seçimlerden
AKP’nin tek başına iktidar çıkarabileceği bir sonuç
çıkacağını düşünürse, onun yapacağı iş bu seçeneği
zorlamak, AKP’ni ve süreci bu yönde yönlendirmek
olacaktır.
gündem
rulması ile ilgili maddesinde şöyle yazmaktadır:
„MADDE 109- Bakanlar Kurulu, Başbakan ve ba�
kanlardan kurulur.
Başbakan, Cumhurbaşkanınca, Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyeleri arasından atanır.
Bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri
veya milletvekili seçilme yeterliğine sahip olanlar
arasından Başbakanca seçilir ve Cumhurbaşkanın�
ca atanır; gerektiğinde Başbakanın önerisi üzerine
Cumhurbaşkanınca görevlerine son verilir.
B. Göreve başlama ve güvenoyu
MADDE 110- Bakanlar Kurulunun listesi tam ola�
rak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur. Türkiye
Büyük Millet Meclisi tatilde ise toplantıya çağrılır.
Bakanlar Kurulunun programı, kuruluşundan en
geç bir hafta içinde Başbakan veya bir bakan tara�
fından Türkiye Büyük Millet Meclisinde okunur ve
güvenoyuna başvurulur. Güvenoyu için görüşmeler,
programın okunmasından iki tam gün geçtikten
sonra başlar ve görüşmelerin bitiminden bir tam gün
geçtikten sonra oylama yapılır.
C. Görev sırasında güvenoyu
MADDE 111- Başbakan, gerekli görürse, Bakanlar
Kurulunda görüştükten sonra, Türkiye Büyük Millet
Meclisinden güven isteyebilir.
Güven istemi, Türkiye Büyük Millet Meclisine bil�
dirilmesinden bir tam gün geçmedikçe görüşülemez
ve görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçmedikçe
oya konulamaz.
Güven istemi, ancak üye tamsayısının salt çoğunlu�
ğuyla reddedilebilir.”
Hükümet programının onaylanması için mec�
lis üye tam sayısının salt çoğunluğu değil, yalnızca
mecliste oylamada bulunan vekillerin çoğunluğunun
oyu yeterlidir. Yani hükümetin kurulması için 276
sayısı mutlak gereklilik değildir. 515 kişi ile yapılan
bir toplantıda 258 oyla da hükümet programı kabul
edilebilir. Böyle bir hükümet meşru olarak göreve
başlayabilir. Hükümeti güvensizlik oyuyla düşürmek
için ise üye tam sayısının salt çoğunluğu, yani 276
Milletvekili’nin oyu şarttır.
Hükümet kurma görevi verilen başbakanların bu
görevi yerine getirememeleri, yani hükümet kurup
programları için çoğunluk sağlayamamaları halinde
ne yapılacağı konusunda ise mevcut anayasada yazılı
olan şudur:
“MADDE 116- Bakanlar Kurulunun, 110 uncu
maddede belirtilen güvenoyunu alamaması ve 99
uncu veya 111 inci maddeler uyarınca güvensizlik
OLASI HÜKÜMET SEÇENEKLERİ
Bizim çıkış noktamız şudur: Hangi koalisyon hükü�
meti olursa işçiler, emekçiler, halklar yararına faydalı
olur? Örneğin „Barış süreci, çözüm süreci“ aksama�
dan devam eder? Yeni Anayasa yapılır? Demokratik
haklar alanında ilerleme sağlanır? Vb.
Aynı zamanda biz kurulacak hükümet kim tarafın�
dan kurulursa kurulsun, kurulacak hükümetin esas�
ta burjuvazinin, kapitalist sistem içinde, kapitalist
düzenin bir hükümeti olacağının da bilincindeyiz.
Şu da denilebilir: Kurulacak her hükümet sömürü
düzeninin hükümeti, burjuvazinin işçiler emekçiler
üzerinde, adına demokrasi dedikleri diktatörlükle�
rinin bir hükümeti olacaktır. Emekçiler için bir şey
fark etmez deyip geçebiliriz de. Fakat sol bir tavır
olur. Yanlış olur.
Biz, burjuvazinin diktatörlüğü şartlarında da işçiler
ve emekçilerin hayat ve mücadele şartları açısından
en iyi olanın ne olduğunu tespit eder ve söyleriz. Böy�
13
gündem
le düşündüğümüz için işçilerin, emekçilerin, halkla�
rın yaşama ve mücadele şartları açısından hangi ko�
alisyon hükümetinin olması gerektiğini tespit ediyor,
bu konuda görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.
-AKP CHP KOALİSYON MODELİ
CHP, AKP dışındaki partilerin koalisyon kurmasın�
dan yanadır. Plana göre CHP MHP ile koalisyon ku�
racak, HDP de dışarıdan destek verecek. Koalisyon
olması için CHP MHP’ye taviz verdi. Başbakan ol�
ması için Devlet Bahçeli‘ye öneride bulundu. Bahçeli
bu öneriyi reddetti. MHP, HDP ile hiç bir şart altın�
da yan yana gelmeyeceklerini bir kez daha açıkladı.
Görünen CHP’nin „% 60 oy alan partiler koalisyon
hükümeti kursun“ isteği gerçekleşmeyecektir. Bunun
olamayacağının görüldüğü koşullarda CHP AKP ile
bir koalisyona razı olabilir.
AKP ise „herkes ile görüşeceklerini, kapılarının
herkese açık olduğu“ açıklaması yaptı. Söylem itiba�
riyle AKP şimdilik hiç bir partiye kapılarını kapatmış
değil.
Bu gelişmelere rağmen büyük burjuvazinin, batılı
emperyalist ülkelerin istediği hükümet modeli AKP,
CHP büyük koalisyonudur. AKP, CHP koalisyonu
sermaye ve emperyalistler için ballı börek, işçiler
emekçiler açısından ise en kötü seçeneklerden biridir.
AKP, CHP koalisyonu sermaye yararına çalışacak, iş�
çiler, emekçiler bu koalisyondan zarar görecektir.
CHP’nin PKK ile Abdullah Öcalan’la görüşmeyi
ilke olarak reddeden tavrından vaz geçmesi şartı ile
bir AKP-CHP koalisyonu mümkündür. Bu durumda
„Çözüm süreci“ devam edebilir.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, AKP, CHP
koalisyonunun kurulmasını önerdi. Demirtaş „kendi
ilkelerinin kabul edilmesi koşullarında, bu koalisyo�
na destek vereceklerini“ açıkladı.
AKP MHP KOALİSYON MODELİ
14
Kamuoyunda AKP’nin MHP ile koalisyon kurmak
için anlaştığı iddiası var. Bu iddia ne MHP tarafın�
dan, ne de AKP tarafından yalanlanmış değil.
AKP MHP koalisyonu kelimenin gerçek anlamın�
da bütün demokratik kazanımların kaybedilmesi
yönünde adımlar atacak olan bir restorasyon, eskiyi
yeniden inşa etme koalisyonu olacaktır.
MHP „Çözüm sürecinin“ sonlandırılmasını koa�
lisyon şartlarından biri olarak koymuştur. Bu şarttan
vaz geçmeye niyetli de değildir.
Büyük burjuvazi ve batılı emperyalist ülkeler AKP
CHP koalisyonunun olmadığı koşullarda AKP MHP
koalisyonundan yanadır.
AKP MHP koalisyon hükümeti işçilere, emekçilere,
başta Kürt halkı olmak üzere halklara karşı bir savaş
hükümeti olacaktır. Bu hükümetten olumlu adımlar
beklemek yanlıştır.
AKP HDP KOALİSYON MODELİ
Seçim sonuçları HDP’ne çok önemli bir sorumluluk
yüklemiştir. Seçimler Türkiye/Kuzey Kürdistan’da
ilk kez burjuva demokrasisinin kağıt üzerinde ön�
gördüğü demokratik hak ve özgürlükleri düzen için�
de diğer partilere göre çok daha açık ve tutarlı sa�
vunan reformist bir partiye hükümet ortağı olma,
siyaseti belirlemede doğrudan hükümet içinde rol
alma imkanı vermiştir. HDP’nin hükümet ortaklığı
Türkiye’de çözüm, barış ve burjuva demokrasisinin
öngördüğü hak ve özgürlüklerin savunulması, bun�
ların ilerletilmesi, işçilerin emekçilerin yaşam ve mü�
cadele imkânlarının iyileştirilmesi açısından olumlu
bir gelişmedir. Bu imkanın kullanılması gereklidir.
Parlamenter mücadele yolunu seçen reformist bir
parti açısından, eğer hükümette yer alma imkanı çık�
tı ise, bunu reddetmek yanlış bir tavır olur.
HDP açısından sorulup cevaplandırılması gere�
ken soru şudur: Hangi koalisyonda yer alırsak veya
hangi azınlık hükümetine belli şartlarla destek ve�
rirsek, işçi ve emekçiler açısından ve Türkiye Kuzey
Kürdistan’da halkların kardeşliği ve barış açısından
maksimumu elde edebiliriz?
Burada aslında tek bir alternatif vardır:
Ya AKP ile ya da CHP, MHP ile birlikte olunacak�
tır.
Sorun bu kadar açık konduğunda verilmesi gereken
cevabın ne olduğu bizce bellidir: HDP’nin siyasetini
en fazla yansıtabileceği parti AKP’dir.
İşçiler emekçiler ve Kürt halkı açısından, bu seçim
sonuçlarıyla en iyi düzen içi alternatif HDP AKP ko�
alisyonudur.
Bu koalisyon önüne ilk iş olarak seçim yasasını de�
ğiştirmeyi; güvenlik yasasındaki açık antidemokratik
bölümleri temizlemeyi; işçi sınıfının ve emekçilerin
hayat şartlarını iyileştirmeyi öngören düzenlemeler
yapmayı programına koymalı ve uygulamalıdır.
Bu koalisyonun bir önceliği de yeni bir Anayasa
yapmak olmalıdır. Türk Tipi Başkanlık Sisteminin
seçmen çoğunluğunca reddedildiğinin açık olduğu
bir durumda, bu Anayasa bugünkü şartlarda ancak
Türkiye’de hiç yaşanmamış olan gerçek bir parla�
bir aday (ve yedeklerini) gösterir. Bunun yanında ba�
ğımsızlar da adaylıklarını koyar. Birinci turda oyla�
rın 50+1‘ni alan aday o seçim bölgesinin Milletvekili
olarak Meclise gider. Birinci turda herhangi bir aday
% 50‘nin üzerinde oy alamamışsa, o zaman en çok
oy alan iki adayla ikinci tur seçime gidilir. Çoğun�
luğu kazanan aday seçilmiş olur. Böylece her seçim
bölgesinin Milletvekili sonuçta o seçim bölgesinin
seçmenlerinin çoğunluğunun oyunu alarak meclise
gelmiş olur.
Burada yürüttüğümüz tartışma, getirdiğimiz öne�
riler düzen içinde reform talepleri ile ilgilidir.
Bizim önerdiklerimizin hepsi gerçek haline gelse
bile, düzenin sömürü düzeni olduğu gerçeği değişme�
yecektir. Burjuvazi�
nin adına demokrasi
dediği diktatörlüğü�
nün işçiler ve emek�
çiler açısından en
iyi biçiminin ne ola�
cağı
tartışmasıdır
yürüttüğümüz. En
iyi biçim, işçilerin
emekçilerin hayat ve
mücadele şartlarının
en iyi olduğu biçim�
dir.
İşçi ve emekçilerin
sorunlarının gerçek
anlamda çözülmesi,
burjuvazinin
ikti�
darının devrilmesi,
işçi ve emekçilerin
kendi iktidarlarını
kurdukları, bu ikti�
dar altında devrimi
kesintisiz sürdürmeleri şartlarında olur ve er geç ola�
caktır.
Burjuvazinin iktidarı şartlarındaki gerçek reform�
lar işçi ve emekçilerin bilinç ve örgütlenme seviye�
lerinin yükseltilmesi için komünist faaliyetin im�
kanlarının arttırılması ve güçlendirilmesi açısından
gereklidir.
Reformlarla bu sistemin radikal bir tarzda dönüş�
türülmesi, burjuvazinin kapitalist sisteminin reform�
larla ve parlamenter yolla aşılması mümkün değildir.
22.06.2015 ✓
gündem
menter demokratik sistemin Anayasası olabilir.
HDP, AKP ile bir protokole bağlanmış şartlarla,
AKP’nin bir azınlık hükümetine dışarıdan bir des�
tekle de dolaylı olarak bir koalisyon kurabilir. Fakat
bu siyasi sorumluluğu doğrudan üstlenmeye göre
daha geri bir pozisyon olur.
HDP AKP ile doğrudan veya dolaylı koalisyon tav�
rını takınırsa, aldığı emanet oyların Tayyip ve AKP
nefreti temelinde verilmiş olanlarını yitirecektir. Fa�
kat uzun vadede düzenin sol, liberal reformist partisi
olarak varlığını güçlendirerek koruyabilecektir.
Bizim HDP’ne önerimiz AKP ile, ona belli şartları
dayatarak bir koalisyona gitmesidir.
Bunun olmadığı koşullarda, bütün alternatifler iş�
çiler emekçiler açı�
sından kötüler içinde
daha kötülerdir.
Erken seçim ya da
kısa süre önce yapıl�
mış olan seçimin tek�
rarı, HDP açısından
bugünkü sonuçlar�
dan daha iyi sonuçlar
getirecek bir seçim
olmayabilir.
Meclis açılır açıl�
maz, hükümet ku�
rulmadan da, mec�
lisin asli yetkisinin
kullanılması ve ilk
olarak seçim kanu�
nunun değiştirilmesi,
iç güvenlik yasasının
değiştirilmesi, yeni
bir Anayasa için Ko�
misyon kurulması,
17-25 Aralık dosyasının yeniden açılması, peşinin iz�
lenmesi vb. konularında HDP hükümet kurulmadan
da öneriler, yasa teklifleri getirme hakkına sahiptir.
Bizce bu hak kullanılmalı, meclis hükümet kurulma�
dan da çalıştırılmalıdır.
Seçim sistemi konusunda bizim önerimiz şöyledir:
Burjuva düzeni içinde emekçiler açısından en yararlı,
onları siyasete katılmaya en doğrudan çeken seçim
sistemi; aynı zamanda temsiliyet konusunda en de�
mokratik olan sistem, sıfır barajlı, dar bölge, iki turlu
seçim sistemidir. Bu seçim sisteminde Türkiye içinde
eşit ya da eşite yakın sayıda seçmeni barındıran 550
seçim bölgesine ayrılır. Her seçim bölgesinde partiler
15
gündem
16
YALAN YEMİN MECLİSİ …
25
. Dönem meclisi 23 Haziran Salı günü
meclisin andaki en yaşlı milletvekili olan
(77 yaşında) CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın
başkanlığında açıldı.
25. dönem meclisi, bugüne dek gelmiş geçmiş mec�
lisler içinde değişik milliyetlerden, mezheplerden, gö�
rüşlerden gelenlerin çeşitliliği açısından en “renkli”
meclisi.
Bu meclis kadın vekil sayısı ve oranı açısından da
ele alındığında, hala erkek egemenliği yıkılmamış
olsa da, en fazla kadın milletvekilinin yer aldığı bir
meclis olarak da renkli.
Açılış ertesi her zaman olduğu gibi Anayasa’da ya�
zılı milletvekili yemini tüm Milletvekilleri tarafın�
dan tek tek okundu. Milletvekili yemini, Milletvekili
sıfatının resmen kazanılması için yerine getirilmesi
gereken bir şart. Bu yemin edilmeksizin, Milletvekili
seçilmiş olsanız bile Milletvekili sayılmıyor, meclis
çalışmalarına katılamıyorsunuz.
Anayasanın 81. Maddesinde:
“TBMM üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde
and içerler
Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız
egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne,
demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması
ülküsünden ve Anayasa›ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim
üzerine ant içerim.» deniyor.
25. meclise seçilmiş milletvekilleri de tek tek bu ye�
mini ettiler.
Aslında bu yeminin kendisi çok uluslu bir devlet
olan Türkiye’de Kürt milletini, Türk olmayan bütün
milliyetleri “Türk Milleti”ne dahil ederek, Türk dışın�
daki milliyetlerin varlığını reddeden ırkçı-Türkçü bir
yemindir. Bu yemin aynı zamanda Atatürk ilke ve in�
kılaplarına atıf yaptığı yerde, Atatürkçülüğü devletin
resmi ideolojisi olarak ilan eden ve Milletvekillerini
bu ideolojiye bağlı kalacakları konusunda yemin et�
tiren, demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan
bir yemindir. Öyle bir yemindir ki bu, bu yemini eden
Milletvekillerinin küçümsenmeyecek bir bölümü bu
yemini kerhen etmek zorunda bırakılmaktadır.
Kendini Kürt kimliği üzerinden de tanımlayan bir
milletvekilinin “büyük Türk milleti önünde”, “mille�
tin bölünmez bütünlüğünü koruyacağına“, “namusu
ve şerefi üzerine ant içme” zorunda bırakılması de�
mokrasi adına büyük bir aymazlık ve ayıptır. Bugün
Türkiye’de parlamenter mücadele yürütmek isteyen
bir Kürt, bir Ermeni, bir Ezidi, bir Roman açıkça ya�
lan söylemek zorunda bırakılmaktadır.
Bu ırkçı, Atatürkçü ayine son verilmesi, insanların
yalan yemin etmeye zorlanmaması eğer demokrasi�
den söz edilecekse yapılacak ilk işlerden biridir. Tabii
bu yeminin zemini var olan ırkçı-faşist Anayasa’dır.
Bu Anayasa’nın kökten reddi ve yeni bir Anayasa’nın
yazılması bugün burjuva demokrasisi açısından da
yasal alanda Türkiye’nin en önemli sorunudur.
Bugünkü eskilerine göre çok renkliliği konusunda
bütün burjuva medyanın da üzerinde birleştiği bu
meclisin bu yapısı ile yeni bir Anayasa mümkün mü?
Görünen odur ki, değil.
MHP ile böyle bir yeni Anayasa olamaz. CHP de�
ğiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez ilk üç
maddenin değiştirilmesine karşı. En azından şimdiye
kadarki Anayasa tartışmalarında tavrı buydu. O
halde onunla da olmaz. AKP ile olur mu? Onunla
da Erdoğan ‹Türk Tipi Başkanlık› sistemi takıntısın�
dan vaz geçmedikçe olamaz. Aslında yeni bir Ana�
yasa konusunda birbirine en yakın partiler HDP ile
AKP. HDP aslında şimdi seçmenin kendine verdiği
güçle AKP’yi bu konuda zorlayabilir. AKP’yi bu ko�
nuda zorlamanın en dolaysız yolu, ona yeni Anayasa,
çözüm sürecinin sürdürülmesi, seçim yasasının de�
ğiştirilmesi ve bir dizi diğer demokratik taleplerle
koalisyon teklif etmektir. Böyle bir teklif AKP’yi zor
durumda bırakır. Onun çözüm konusunda ve yeni
Anayasa konusunda gerçek tavrının test edilmesini
sağlar. Fakat görünen o ki, HDP böyle bir teklifle git�
meyecektir AKP’ye. Yani burjuva anlamda demok�
ratik yeni bir Anayasa sonraki baharlara! Ve yemin
sahtekarlığı da böylece sürüp gidecek!
24.06.2015 ✓
K
apitalist sistemde seçimler, komünistler açısın�
dan şu açıdan önemlidir: Parlamento seçimleri
işçi sınıfı ve emekçilerin bilinç ve örgütlenme düze�
yini gösteren bir ölçüdür. İşçiler, emekçiler düzen içi
bir çözümden mi yana? Çözümü parlamento içinde
mi arıyor? Düzenden umudunu kesmiş mi? Çözümü
parlamento dışında mı arıyor? Vb.
İşçi sınıfı ve emekçilerin burjuvazinin egemen
olduğu bir düzende yapılan seçimlerde parlamentoda
çoğunluğu ele geçirerek, parlamenter yolla iktidarı ele
geçirip, kendi sınıf iktidarlarını kurup, kapitalizmi
tasfiye etmeye, sosyalizmi inşa etmeye yönelmeleri
mümkün değildir. Burjuvazi işçi sınıfı ve emekçilerin
gerçekten Komünist bir partiye çoğunluğu vereceğini
öngördüğü seçimleri yapmaz, yaptırmaz. Bu
anlamda Komünistler parlamento yoluyla iktidarı
ele geçirip sosyalizmi inşa etme hayallerini en baştan
reddederler. Bu Komünistlerin burjuva düzeninde
parlamenter mücadele yürütmeyeceği, parlamento
seçimlerine hiçbir zaman katılmayacağı vb. anlamına
gelmez. Parlamento seçimlerine katılıp katılmama,
mücadelenin seviyesine, komünistlerin gücüne, ���
im�
kanlarına göre belirlenecek taktik bir sorundur.
Komünistler eğer parlamento seçimlerine kendi
adayları veya yasal partileri aracılığı ile katılırsa,
o zaman işçi ve emekçilerde parlamenter hayaller
yaymayan bir propaganda yaparlar. Bizi seçerseniz,
size vaad ettiğimiz en önemli şey bu parlamento
içinde, egemen sınıfların iktidarının neden yıkıl�
ması gerektiğini parlamento kürsüsünü de kulla�
narak açıklamak olacaktır. Bu parlamento içinde
bizim esas görevimiz parlamentonun gerçek işlevi�
nin ne olduğunu, burjuvazinin diktatörlüğüne nasıl
bir demokratik kılıf taktığını göstermek olacaktır.
Parlamentoda yaptığımız çalışmalarda sömürü dü�
zeninin bir kurumu parlamentonun da gerçek kur�
tuluş için neden yerle bir edilmesi gerektiğini an�
latacağız. Tabii ki parlamento çalışmalarında işçi
gündem
PARLAMENTARİST
HAYALLERE
KAPILMAYALIM!
sınıfı ve emekçiler ve tüm ezilenler lehine şu veya
bu yasal değişikliği –ancak sürekli temas içinde bu�
lunulan ve talepleri parlamento kürsüsüne taşınan
parlamento dışındaki sınıf mücadelesinin zorlaması
sonucu- gerçekleştirmek de mümkündür. Biz par�
lamentoda bu gibi yasal düzeltmeler, reformlar için
de mücadele eder, burjuva düzeninde de burjuvazi�
den alınabilecek yasal tavizleri almak için çalışırız.
Fakat burjuvazinin iktidarında parlamento hiçbir
zaman işçilerin-emekçilerin iktidarının aracı ola�
maz, onun aracına dönüştürülemez. Katıldığımız se�
çimlerde bu gerçekleri açıklayarak gireriz seçimlere.
Biz 7 Haziran seçimine kadar hiçbir parlamento se�
çimine kendi adaylarımızla veya dışımızda başka
bir partiyi destekleyerek katılmadık. Parlamento se�
çimlerinde boykot tavrı takındık. 7 Haziran’da ya�
pılan parlamento seçimlerinde tarihimizde ilk kez,
Kürt ulusal mücadelesinin legal partisi konumunda
olan, ve Türkiye/Kuzey Kürdistan’da burjuva de�
mokrasisine en yakın parti olarak değerlendirdiği�
miz reformist ve parlamentarist bir partiye, HDP’ne
oy verilmesi çağrısı yaptık. Ve bu partinin seçim
kampanyasının başarıya ulaşması için var gücümüz�
le çalıştık. Yaptığımız ve aldığımız karar doğru idi.
Ancak işçilerin, emekçilerin, halkların yaşam ve mü�
cadele şartlarını iyileştirme çalışması, mücadelesi –diğer bir ifadeyle reformist mücadele- yan�
lış anlaşılmamalıdır. Yanlış sonuçlar çıka�
rılmamalıdır. Bu mücadele ile temel sorun�
ların çözüleceği, parlamentonun bu işlevi
yerine getireceği ham hayallerine kapınılmamalıdır.
Biz reformlar uğruna mücadele ederken, bu müca�
deleyi gerçek kurtuluş olan işçi sınıfı önderliğindeki
devrim mücadelesine tabi kılar, ona bağlı olarak ele
alırız. Bu gerçek bir an bile unutulmamalıdır…
22.06.2015 ✓
17
✌
halkların kardeşliği için
VAN KATLİAMLARINDAN
KURTULAN ERMENİ GÖRGÜ
TANIKLARI ANLATIYOR!
20 Nisan 1915’te bir Osmanlı askerinin bir Ermeni kadınına şiddet uygulaması ve bunu gören,
Ermeni gençlerinin de askerlere ateş açmasıyla direniş başlar. Ayaklanma haberi İstanbul‘a
gelir.
1885
18
’te ilk Ermeni partisi Arme�
nakan, Van’da kuruldu. Daha
sonra, 1887’de Cenevre’de Devrimci Hınçak Partisi
ve 1890’da Tiflis’te Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci
Federasyonu) kurulur. Her üç partinin Van’da kü�
çümsenmeyecek oranda bir örgütlülüğü vardır. II.
Abdülhamid’in kurduğu Hamidiye Alayları Hazi�
ran 1896”da Van’da katliam yapar. Şehir merkezinde
500 kadar Ermeni ile 250 kadar Müslüman ölürken,
kırsal alanlarda Ermeni
ölümleri 10 bine ulaşır.
Aynı yıl Devrimci Hın�
çak Partisi militanları,
Van’daki katliamlardan
sorumlu tuttukları Kürt
lider Şakir’e başarısız
bir suikast girişiminde
bulunur. Kürtlerin buna
tepkisi sert olur. 18-21
Haziran 1896 günlerin�
de şehrin Ermeni erkek�
leri üç bölüğe ayrılır ve
sınıra doğru yürüyüşe
geçirilir. Yürüyüş kolları
Hamidiye Alayları tara�
fından yokedilir.
1 Kasım 1914’te Çar�
lık Rusya’sının orduları
Osmanlı topraklarına girer. 2 Kasım 1914’te Osman�
lı Devleti, Rusya’ya savaş ilan ettiğini açıklar. Ekim
1914’te, Enver Paşa’nın bacanağı Cevdet Bey Van’a
vali olarak atanır. Ardından Sarıkamış faciası gelir.
Bu dönemde hazırlıkları önceden yapılan ve potan�
siyel suçlu olarak görülen Ermenilere karşı saldırılar
artarak devam eder. Van çevresinde yaşayan Erme�
niler, Kürtler tarafından katledilir. Kürt çetelerden
kaçan Ermeni köylüleri Van’ı doldurur. Cevdet Bey’in
uzlaşma bahanesiyle çağırdığı Taşnak lideri İşkhan
Bey’i 16/17 Nisan 1915 gecesi, Hirç Köyü civarında tu�
zağa düşürülerek öldürtülür. İşkhan beyin iki oğlu da
diri diri kuyuya atılır. Van valisi Cevdet Bey bununla
da yetinmez, emrindeki Kasap Taburu’na (Van vali�
si Cevdet Bey’in çetecilerden kurduğu ve esas görevi
Hristiyanları katletmek
olan bu tabura ‘Kasap
Taburu’ adı verilmiştir.
Bu taburun 8.000 kişi (
kimi kaynaklarda 5.000
olduğu belirtilirmekte�
dir.) Ermeni köylerinin
yerle bir etme talimatı
verir. Nisan ortasına
doğru Van’daki Ermeni
toplumunun tüm ileri
gelenleri valilik emriyle
tutuklanıp öldürülür.
Köylerdeki Ermenile�
rin silahları toplanır.
Erciş’te bütün Ermeni
erkekleri köy meyda�
nınlarında
toplanıp
boğazlanır. 15 Nisanda
Van’ın Akants köyünde 500 Ermeni Osmanlı hükü�
meti tarafından kurşuna dizilir. Katliamlar Van’a ya�
kın 80 köyde sürer. 3 gün içinde 24 bin Ermeni kat�
ledilir.
20 Nisan 1915’te bir Osmanlı askerinin bir Ermeni
kadınına şiddet uygulaması ve bunu gören, Ermeni
men, ne yazık ki Kürt ve Türk emekçileri de soykı�
rıma katılmış, Suriye çöllerine gönderilen kafileler
geçtikleri yerlerde, toplu olarak dere kenarlarında,
meydanlarda kurşuna dizilmiş, malları-mülkleri
yağma edilmiştir. Bu anlamda esas suçlu ve sorum�
lu Osmanlı/Türk hakim sınıfları olmasına rağmen,
Kürt ve Türk emekçilerinin katliamlara katılması,
yağmaya katılması, Ermeni kızlarına, çocuklarına el
koymaları vb. onursuz işlerde de sorumlulukları var�
dır. Biz bu sorumluluğu tanıyor ve kınıyoruz.
Bu sayımızda, Van katliamlarını yaşamış ve kat�
liamdan kurtulan görgü tanıklarının anlatımlarına
yer veriyoruz. Tanıkların anlatımlarında da görüle�
ceği gibi, Ermeni halkının yaşadığı bir vahşettir. 100.
yıldönümünde soykırım suçlularını birkez daha la�
netliyoruz.
✌
halkların kardeşliği için
gençlerinin de askerlere ateş açmasıyla direniş başlar.
Ayaklanma haberi İstanbul‘a gelir. Bu aslında ön�
ceden alınmış bir kararın uygulanmasına geçilmek
için bir bahane olarak değerlendirilir ve tehcir kararı
alınır. Van ve çevresinde yaşayan Ermenilerin büyük
çoğunluğu katledilir. 9 Mayıs‘ta Van ve Bitlis vilayet�
lerine çekilen bir şifreli telgraf ile Van ve civarındaki
Ermenilerin tümünün tehcir edilmeleri emredilir.
Van valisi Cevdet Bey, 14 Mayıs 1915’te Van’ı terk ede�
rek Başkale’ye yerleşir. Van Ermeni direnişi 19 Mayıs
1915’e kadar sürer. 20 Mayıs’ta, Rus ordusu Van’ı işgal
eder. Rus birlikleri Ermenilerin kontrolündeki Van’a
Aram Manukyan’ı vali olarak atar.
Van isyanını tetikleyen Ermenilerin katledilmesi
ve Ermeniler üzerinde uygulanan baskıdır. Van isya�
nından çok önce Ermenileri sürme kararı alınmıştı.
Dâhiliye Nezareti’nin 26 Mayıs 1915 tarihinde Sadra�
zamlık makamına gönderdiği resmî yazıda Ermeni�
lere yönelik sürgün eyleminin, esaslı bir şekilde sona
erdirilmesi ve tamamen yok edilmesi için gündeme
getirildiği açıkça yazılıydı.
Yaygın olarak “Tehcir Kanunu” olarak bilinen;
resmî adıyla “Savaş Zamanında Hükümet Uygula�
malarına Karşı Gelenler İçin Asker Tarafından Uy�
gulanacak Önlemler Hakkında Geçici Kanun” bu
tezkereden bir gün sonra 27 Mayıs 1915’te Meclis-i
Vükela’da (Bakanlar Kurulu) kabul edildi. Altında
Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa
ve Sadrazam Said Halim Paşa’nın imzaları vardı. Bu
kanun, Sultan Mehmed V. Reşad tarafından da onay�
lanmıştı. Kanunda herhangi bir etnik kimliğin adı
geçmiyordu. Ermeni adı kanunla birlikte çıkarılan
talimatnamelerde, şifreli telgraflarda geçiyordu.
1915’te Ermeni halkına karşı planlı, programlı,
bir soykırım yapılmıştır. Soykırım 1915’de başlamış
“kurtuluş savaşı” içinde de devam etmiştir. Soykırım
sonucu Ermeniler Batı Ermenistan’da ulus olmaktan
çıkarılmış, geriye bir “ulusal azınlık” kalmıştır. Geri�
ye kalan “ulusal azınlık” sömürgeci Türk devletinin
baskıcı, sömürgeci, katliamcı politikaları sonucu yıl�
lar içinde azalarak, günümüzde on binlerle ifade edi�
len bir rakama düşmüştür.
Soykırımın, katliamların hedefi sadece Ermeniler
değildi. Kürdistan’da, Batı Ermenistan’da, Türkiye’de
yaşayan “gayri Müslim” olarak adlandırılan Asuri
(Süryani, Nasturi, Keldani) ve Rum halkı da katliam�
dan geçirilmiş, Asuriler ve Rum’lar da, Ermenilere
uygulanan soykırım içinde kırımdan geçirilmiştir.
Soykırım devletin önderliğinde gerçekleşmesine rağ�
TOVİK TOVMASİ BAĞDASARYAN‘IN
TANIKLIĞI
(1901, VAN, HAYOTS DZOR‘UN HİNDİSTAN
K. DOĞUMLU)
Fakir bir ailenin çocuğuyum. Köyümüz bugün de
gözlerimin önüne geliyor. Köyümüzde 37 hane var�
dı; bunların 29‘u Ermeni, 8‘i Türktü. Toplam 220 kişi
vardı.
Köylüler tarım ve hayvancılıkla uğraşırlardı. Köy�
de, bedava kapı ve pencere tamir eden, tabure imal
eden iki marangoz vardı. Köyümüz bağlar içine gö�
mülmüştü. Uzak Hindistan‘dan bir adam gelip bu
köyü kurduğunda isminin Hindistan olarak kaldığı�
nı anlatırlardı. Mıkırtiç Khırimyan ise bunun aslında
„aygestan“ [bağlar] anlamına geldiğini, „hand“ [tarla;
otlak] ve „andast an“ [tarla] kelimelerinden oluştu�
ğunu; o yüzden köye „Hindistan“ adı verildiğini söy�
lerdi.
Köy nüfusunun kendi ekonomisi vardı. Evler yu�
varlak olur, saman ve toprak harcıyla birbirine yapış�
tırılmış küçük taşlardan yapılırdı. Her evin, çok gizli
ve önemli bilgileri birbirine ilettiği özel gizli bir geçi�
di vardı. Türk zaptiyeler istediklere yere giriyorlardı;
Ermeniler de Türkler kendi kızlarına sahip olamasın�
lar diye yetişkin kızlarını o geçitlerden geçirerek kaçı�
rırlardı. Zemin topraktı. Tandırı tezekle yakıyorlardı;
o duman 2-3 saat boyunca o kadar koyulaşıyordu ki,
göz gözü görmez oluyordu. Dışarı çıkıyor, sonra tan�
dırın etrafında çömeliyorduk. Küçük, elişi kilden bir
çanağın içine yağ doldurup içine de bir fitil koyarak
sütuna çakıyorlardı. Sütunun altında duran yetişkin
bir kız fitili bir yayın ucuyla kaldırıyordu.
19
✌
halkların kardeşliği için
20
Olayları kavrayabilecek yaşa gelmiştim. Bizim dişi
bir danamız vardı. O inek olmuştu ve benekliydi. Ba�
zen annem beni onu yalnız başıma otlatmaya mecbur
ediyordu. Orda akan bir nehir vardı. Öğleyin hay�
vanlar suyun yakınında dinleniyorlardı. Bizler ise
nehirde yıkanıyorduk.
Ermeni Protestanlar bir okul açtığında 6-7 yaşın�
daydım. Öğretmen gözlerini yumup dua ediyordu;
Tanrı‘ya tapıyordu. Sürekli İsa Mesih‘in adını anı�
yordu. Biz öğrenciler 20-30 kişiydik. Birçoğu İncil‘in
adını kendi ebeveyninden duymuştu ve öğretmenden
ders almaya geliyordu. Biz, Şarkı söyleyerek öğrene�
lim diye harfleri sesleriyle değil, „ayb“ „ben“ „gim“
diye adlandırarak öğreniyorduk. Bu metotla Doğu‘da
Kuran‘ı da öğretmişlerdi. Ben köyde okula az gittim.
Kim yanında ne kitap getirmişse başlıyordu onu oku�
maya. Babam ölüp annem yeniden evlendiğinde ben
üç aylıkmışım. Kocası da ölmüş ve ben de onun evla�
dıyla birlikte öksüz kalmışım. Ama dayım beni bizim
köye 25 km mesafede bulunan Varaga Manastırı‘na
götürdü. Oranın ne kadar güzel olduğunu kelimelerle
anlatamam. Pencereden aşağıya doğru bakınca, kıyı�
daki Van şehri, Şamiram kalesi, göle karışan Şami�
ram kanalı gözler önüne seriliyordu.
Köyümüzün Kürtleri Ermenilerle kardeş gibiydiler.
Biz Ermenilerle Kürtler arasında kardeşlik ilişkile�
ri vardı. Ermeniler Kürtçe, Ermenice konuşurlardı;
Kürtler de öyle. Ermeniler Kürtlerle beraber çalışır,
ürünü hasat ve harman eder, kaşıklarını birbirlerine
ödünç vererek yemek yerdi. Kürtler içeri girdiğinde
zavallı Ermeniler Bey‘in önünde eğilir, atına yem ve�
rirlerdi. O yüzden de Kürtler Ermenilere iyi davra�
nırlardı. Ama sonra, Kürtler Ermenileri katletmeye
başladılar.
Ermenilerin güçlü ve zengin olduğunu bilen Hükü�
met Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları‘nı kurdu;
bunlar Ermenilerin başına büyük bir bela oldu.
Türk zaptiyeleri köylere gidip vergileri topluyordu;
ama Kürt Beyleri geldiğinde Ermeniler evlerini terk
ediyorlardı. Gelen aslında dehşetti.
Ben Varaga Manastırı‘nda öğrenim görüyordum.
1912‘de Ermeni alfabesinin bulunuşunun 1500‘üncü
yıldönümü olması sebebiyle büyük bir kutlama
yapıldı. İşkhan‘nın yaptığı konuşmayı hatırlıyo�
rum. Ermeni-Kürt ilişkilerinin düzelmesi amacıyla
İşkhan‘dan kurtulmak için Cevdet Paşa onu ortadan
kaldırmak istedi.
Otuz gün boyunca Türkler Ermenilerle çatıştı. Er�
meniler siperler kazıyordu. Biz tecrübesizdik; ne olup
bittiğini bilmiyorduk; ama Vanlı çocuklar çok şey
biliyorlardı. Bizi Varaga Manastırı‘ndan Van‘a getir�
diklerinde Ermeni mahallesi Aygestan‘da bandonun
„Mer Hayrenik“i çaldığını ve çarpışanlara moral
verdiğini gördük. Otuz gün sonra Türkler Rusların
adını duyunca kaçmaya başladılar. Enver Paşa‘nın
ordusundan geriye sadece döküntüler kaldığından
Andranik Bitlis‘i işgal etti. Ruslar Bitlis‘i işgal etmek
istemiyorlardı. Andranik gönüllü müfrezelerinin
yardımıyla Bitlis‘i işgal etti.
Çatışmalar sona erdiğinde köye gittim. Annem altı
çocuğuyla birlikteydi. Ben ve üvey erkek kardeşlerim
elele vererek gasp edilen hayvanlarımızı Kürtlerden
geri aldık. İki inek ve bir at sahibi olduk. Köyümüz�
deki köylüler kaçmışlardı. Silahı olanlar dövüşmüş,
gelip Varaga Manastırı‘nda toplanmıştı; orası muha�
cirlerin merkezine dönmüştü.
Çarlık Rusyası ordularına geri çekilme emri verdi.
Biz de mecburen Berkri‘ye doğru göç ettik; orda uçu�
rum gibi derin bir vadi vardı; ordan Abağa Ovası‘na
giriş yapacaktık. Yüzbinlerce muhacir oraya doluş�
muştu; onlar kendi kurtuluşlarını Yerevan‘a var�
makta görüyorlardı. Annem ve çocuklarla köpüklü
Bandimahu Nehri‘ne vardık. Gidip yüzümü suyla
ovmak için annemden izin istedim. Gittim ve aniden
dolu gibi bir şey yağmaya başladı. Kürtler karşı vadi�
nin üst kısmını işgal etmiş ateş ediyorlardı; insanlar
yuvarlanıyordu. Gelenlerin kendilerini nasıl suya at�
tıklarını görüyordum. Ben de soyunup suya atladım.
Nehrin ortasına gelene kadar akıntı beni aşağıya sü�
rükledi. Yüzlerce ceset arka arkaya gelip denize doğ�
ru sürükleniyordu. Aniden bana bir etek dokundu;
ucundan bir kadın tutuyordu. Onun eteğine yapışıp
yavaş yavaş sudan çıktım. Hayatımı o kadın kurtardı.
O kadın kimdi, bilmiyorum. Nehirden çıktık; üşüyor
ve titriyordum. Bir Rus askerden beni atına bindir�
mesini rica ettim. At ilerlemedi ve attan indim. Bir
inek gördüm. Yük taşıyan ineğin çuvalları sırtından
düşmüştü; içlerinde kete vardı. Ben de acıkmıştım ve
onları yedim. Bir adam beni ineğin üstüne oturtup
iple bağladı. Halk bağırıp çağırıyor, her biri kendi ya�
kınlarını arıyordu.
Akşam ben de diğerleriyle birlikte bir yere vardım.
Dinlenmek için oturduk. İneğin sırtından inip ipi�
ni ayağıma bağladım ve yattım. Bizimkilere ne oldu
diye düşünüyordum. Birden bir ses duydum; bir de
baktım ki, evli ablammış. Birbirimize sarıldık. Ben
inekle birlikte ilerledim. Annemi, ablalarımı ve tey�
zemi otların üstüne oturmuş vaziyette buldum; vay
„Ağvancığım, niye gidiyorsun? Neye ihtiyacın var?“
O zavallı kadın ağlıyor ve her yolla beni ikna etme�
ye uğraşıyordu. Ona: „benim ağabeyim, ablam, an�
nem var“ dedim.
-Demek bir annen var... Eh oğlum, ben seni anne�
nin elinden alacak değilim. Beni kucakladı, sıktı; ke�
mer gevşeyip ayaklarıma düştü. Kadın kemeri yerden
alıp gitti.
Artık Eçmiadzin‘de cesetler arasında kalmak müm�
kün değildi. Açtık, kimsemiz yoktu. Kavunkabukla�
rı yiyerek yayan olarak Yerevan‘a vardık. Su satmaya
başladım. Bir gün bir kağnının zangak ekmekleriyle
dolu olarak geldiğini gördüm. Gidip rica ettim : „Bir
parça ekmek lütfen...“
-Bunlar muhacirler için, diye cevap verdi arabacı.
-Ben de muhacirim!
Bana büyük bir zangak ekmeği attı. Birden arkada�
şımın annesi, ablası ve erkek kardeşi karşıma çıktılar.
Bizi buldular. O arka�
daşımın, adı İsrael olan
ve Almanya‘da okumuş
bir kayınbiraderi vardı.
Ermenilerin göç etti�
ğini duymuş, annesini
bulup geri götürmek
için Berlin‘den gelmişti.
Bana: „Gel seni Bakü‘ye
götüreyim“ dedi.
O arkadaşımla birlikte
beni Bakü‘ye, yetimha�
neye götürdü. 1916 yı�
lında artık Bakü yetim�
hanesindeydim. Sabah
kalkıp ilahiler söylüyor�
duk. O çok iyi bir yurt�
tu. Yönetici İsrael‘di.
Sabah dua edip sonra
yemeğe oturuyorduk. Yönetici de bizimle yiyordu. Bir
kopeğin bile hesabını soruyordu. Bakü‘de bir Protes�
tan cemaati vardı. Her sabah hediyeler alıp gelirlerdi.
Ne kadar iyi, ne kadar yumuşak huylu insanlardı on�
lar! Bizi yıkayan o banyocu kadın bizi kendi elleriyle
giydiriyordu. Biz de öyle büyüklerimiz olduğu için
mutluyduk. Bir yıl üç ay kaldım orda. Pişmiş soğan
yemeye alışık değildim. Onlar da yemekleri yağda kı�
zartılmış soğanla hazırlıyorlardı. Ben o soğanları ka�
şıkla toplayıp arkadaşımın tabağına dolduruyordum.
Yönetici bunu görüp: „Ne yapıyorsun?“ dedi.
-Bıktım! dedim.
✌
halkların kardeşliği için
vuy çekiyor, ölümüme ağlıyorlardı! Aniden beni gö�
rüp omuzlarına aldılar. Yolumuza devam edip, Abağa
Ovası‘na vardık; sonra da Orgov‘a. Orası Rus hudu�
duydu. Ermenilere ilk yardım yapıldı; ekmek getirip
dağıttılar. Biz ilk defa olarak afiyetle bokon ekmekleri
yemeye başladık. Orda iki-üç gün kalıp, sonra Iğdır
üzerinden Eçmiadzin‘ e doğru geldik.
Aklıma, arkadaşımla beraber Eçmiadzin‘e gidip
orda öğrenim görmek fikri geldi. Aniden bir kadın
bana yaklaştı ve okur yazar olduğumu öğrenince: Ey
oğul! Evlatlığım olmak istemez misin?“ dedi.
Annem zaten gitmişti. Ben ve arkadaşım Eçmiad�
zin Kilisesi‘nin yakınında kalmıştık. „İsterim“ diye
cevap verdim.
-Haydi kalk! evimize gidelim.
Beni Khatunarkh Köyü‘nde bulunan evine götür�
dü. Kocasını ve dostlarını çağırdı ve bir şölen düzen�
lediler. Beni vaftiz edip ismimi de Ağvan koydular.
Sonunda bir çocukları,
hem de okur yazar bir
çocukları olduğu için
mutluydular.
Onlar bana yiyecek
bırakıp çalışmaya gidi�
yorlardı. Orda bir hafta
kaldım; ama bizimkileri
özledim. Aniden adı�
mın telaffuz edildiğini
işittim: „Bağdasar!“ Ar�
kadaşımdı. Bana kaçar�
sak iyi olacağını söyledi.
Eve gittik. Bir sürü de�
ğerli şey vardı. Bizim ise
paramız pulumuz yok�
tu. Bir sandıkta bir rubli
vardı; aradım ve gümüş
bir kemer buldum. Sat�
mak için aldım; iki kere belime doladım. Eçmiadzin‘e
gittik. Yetimhanede uyuduk. Sabah kalktığımızda iki
yüze yakın çocuk ölmüştü. Kolera kurbanlar alıyor�
du. Cesetleri arabalarla götürüp çukurlara dolduru�
yorlardı.
Hovhannes Tumanyan o sırada muhacirleri teselli
etmek için Eçmiadzin‘e gelmişti. Van‘da, Şatakh‘ta
savaşan insanlar şimdi hastalıktan ölüyorlardı.
Sabah ruhban okulunun önündeydik. Birden üvey
annem geldi ve arkadaşımın kafasına vurdu ve: „Oğ�
lumu nereye götürüyorsun?“ dedi.
Geldi beni kucakladı ve başladı ağlamaya ve dedi ki:
21
✌
halkların kardeşliği için
22
Kaşıkla soğanları toplayıp ağzıma doldurdu. Ben de
tükürdüm; tükürdüklerim suratına yapıştı. O da si�
nirlenip beni dövmeye başladı. Ben de ona:“Ben artık
yetimhanede kalmam“ dedim.
Ertesi sabah gitmemem için rica etti.
-Hayır gideceğim, diye cevap verdim.
O adam bana bir palto satın aldı. Bilet almak için
sekiz rubli aldı; Akstafa Tren İstasyonu‘na gidecek,
ordan da yayan olarak İcevan ve Dilican‘a geçecek�
tim. O gün bilet alamadık. Ben Balaca İstasyonu‘na
gittim; bilet aldım ve Akstafa‘ya gittim. Amcamın
oğlu Melkon‘u buldum; onun babası fedayiydi. Son�
ra bizi Tebriz‘e naklettiler. Farslar çok fanatik ve
cahildiler. Orda iki buçuk ay kaldık. Miyasnikyan
adam gönderip: „Kim muhacirse gelsin“ dedi. Biz de
Ermenistan‘a geldik.
Arşaluys Köyü‘nde ev inşa ettim. Ağabeyim Ko�
münist Partisi hücresinin sekreteri, ben de öğret�
mendim. 1929‘da üniversiteye girdim. Evlendim; altı
oğlum ve bir kızım oldu.
Lenin Madalyası ve
Kızıl Yıldız nişanıyla
taltif edildim.
Ermeni Soykırımı‘nın
sebebi
Ermenilerin
Türkler ve Kürtlerle
eşit şartlarda yaşamak
istemesiydi; ama şeriat
onlara bu hakkı vermi�
yordu. Bunun dışında,
Türkiye‘deki en zeki
millet yüksek bir kültü�
re sahip olan Ermeniler�
di; mimarlar, besteciler
ve tüccarlar hep Er�
menilerdi. Ermenilere
muhtariyet vermemek, yeni bir Bulgaristan yaratma�
mak için onlar her yola başvurarak Ermenileri orta�
dan kaldırmak istediler.
Türklere karşı takındığımız tutum şudur ki, biz
olanları asla unutmayacağız. Ama Türk halkı ne ya�
pabilirdi ki; zira bizi herkesten evvel üst düzey Türk
yöneticiler katletti. Biz onların yaptıklarını asla unu�
tamayız. Biz, topraklarımızı geri vermeleri için hak�
larımızı talep etmemiz gerektiğini çocuklarımıza öğ�
retmeliyiz. Onlar [Türkler] 4000 kilisemizi yıktılar;
binlerce insanı katlettiler. 24 Nisan bizim için kutsal
bir gündür. Biz ailece, çocuklar, torunlar ve torun ço�
cuklarıyla o gün Felaket Anıtı‘na gidiyoruz ki, onlar
o hafızayı ruhlarında saklasınlar.
Gelecek nesillere şunu söylemek istiyorum: her Er�
meni dedelerinin Doğu Ermenistan‘a hangi şartlarda
ayak bastığını hissetmelidir. Ermeninin kendi eşsiz
vatanı olmuştur. Yeni nesiller
unutmamalı, hukukun zaferi ve batı Ermenileri so�
rununun çözümü için gereken ne varsa
yapmalıdır. Büyük Alman liderler Karl Liebnecht
ve Rosa Luxemburg Wilhelm Hükümeti‘ni
eleştirdiler. Türklerin bizzat kendileri Talat Paşa‘yı
ve başka birçok kişiyi mahkûm etti. Bir gün BM‘nin
adil bir karar vereceğinden umutluyum. (Ermeni
Soykırımı, Hayatta Kalan Görgü Tanıklarının Anlat�
tıkları, Belge Yayınları, sf. 192-195)
AĞASi GAREGiN KANKANYAN‘IN
ANLATTIKLARI
(1904, VAN DOĞUMLU)
Ben güzel Vaspurakan‘ın eşsiz güzellikteki Van
Şehri‘nde
doğdum.
Babam oyma ustasızanaatkârdı. Yeteneğiyle
ün salmıştı. Sipariş ve�
ren kişiyi karşısına otur�
tup gümüş kutu üzerine
onun resmini yapabi�
lirdi. Annem, Van San�
du k ht y a n -M a r y a m �
yan
Ortaokulu‘nda
öğretmendi. Van‘ın ilk
bayan öğretmenlerin�
dendi. Onun öğren�
cileri arasında Silva
Kaputikyan‘ın annesi
Jajan Liya ve başkaları
da bulunuyordu.
Biz Van‘da namusumuzla ve yaratıcı bir şekilde ça�
lışarak huzur içinde yaşıyorduk. Yalnız Türkler tara�
fından katledilme tehlikesi tepemizde bir Demokles
Kılıcı gibi asılı duruyordu. O tür katliamlar düzenli
aralıklarla Batı Ermenistan‘ın farklı yerlerinde tek�
rarlanıyordu. Dedemin ve dayımın kurban gittiği o
tip katliamların 1894-96 yılları arasında yapıldığı bi�
linir. Onlar Van‘ın Aziz Hakob Kilisesi‘nin bulundu�
ğu mahallede yaşarlarmış; mahallenin bir tarafında
Ermeniler, diğer tarafında ise Türkler yaşarmış. Kat�
liam başladığında o mahallenin erkekleri Aziz Ha�
kob Kilisesi‘ne sığınmışlar. Yabancı sekiz konsolosun
aracılık yapacağı ve katliamın sona ereceği umuduyla
de hazırlık yaptı.Annemin önderliğinde on günlük
yayan yolculuğa dayanabilmek için neleri yanımıza
alacağımıza karar verdik.
Kendi evimizi 13 Temmuz 1915 günü saat 11‘de
terk ettik. Evden çıkmadan evvel annem aile fertle�
rini topladı; ağlayarak herkesi öptü ve: „zor ve biline�
meyen bir yola gidiyoruz; bize ne olacak, belli değil.
Sizin için asıl sorun kargaşada babanızı, annenizi
kaybetmemeniz“ dedi.
Evden çıktık. Kapıyı kapatmadık; sanki taşlaşmış,
hissiz olmuştuk. Ana cadde Khaçpoğan‘a doğru ha�
reket ettik. Evlerden sürekli yeni aileler çıkıp birleşi�
yorlardı. Kortej büyüyor ve ilerliyordu. Iğdır‘a varana
kadar yağmurun, güneşin altında, çamurların içinde,
yarı aç ve susuz on günlük yol katettik. Yolda Kürtler
sık sık üzerimize saldırıyor, insanları katlediyor ve
soyuyorlardı. Bu olaylar özellikle yığılmaların olduğu
Bandimahu Köprüsü yakınında cereyan etti. Türk�
lerin eline geçmemek için nice anneler çocuklarını
kucaklayarak o köprüden suya atladı. Yolda öldürü�
lenleri ve ölenleri yol kenarında bırakıyorlardı; çoğu
zaman üstlerini toprakla örtmüyorlardı. Ben gömül�
memiş ceset görmekten o kadar etkilendim ki, yüre�
ğime bir hüzün çöktü ve bu durum bugüne kadar da
sürüyor. Doya doya sevinemiyorum. Mahallemizin
en sağlıklı çocuğu olmama, karın üstünde yalınayak
koşup hastalanmama rağmen, göçten sonra o kırmızı
yanaklı sağlıklı çocuğun rengi attı, soldu, üzüldü ve
konuşmaz oldu. Annem babamı beni doktora götür�
meye zorladı. Biz artık Yerevan‘daydık. Babam dok�
tora vermek üzere iki ayda iki altın biriktirdi ve beni,
faytonla ve bir elinde bastonla dolaşan doktor Aram
Ter Grigoryan‘a götürdü. Doktor beni muayene etti ve
dedi ki: „Oğlanın hiçbir hastalığı yok.“
-Peki niye hiç konuĢmuyor; çok zayıfladı; rengi sol�
du.
-Nerelisiniz?
-Vanlı muhaciriz.
-Oğlan göç yolunda gördüğü onca üzücü olay nede�
niyle melankolik olmuş. Bu göçün bir sonucu. Üzücü
olaylar onun üzerinde etki yapmış. Zamanla geçer.
Bu psikolojik bir sorundu.
Dolayısıyla biz göç yolumuza devam ettik. Akşam
Lezk (Aralezk) Köyü‘ne vardık. Nerde dursak, başı�
mızı yere koyup uyuyorduk. Babam, annem ninem
sırayla başımızda nöbet tutuyorlardı.
Sabah Ararat‘a doğru yolumuza devam ettik. Yol�
da sık sık Kürtler saldırıyor, öldürüyor ve elimiz�
dekileri gasp ediyorlardı. Mesela okul arkadaşım
✌
halkların kardeşliği için
kapıyı sımsıkı kapatmışlar. Ama Türkler kiliseyi ate�
şe vermeyi denemişler. Kiliseye sığınan Ermeniler
kapıyı açıp hızla kaçmayı kararlaştırmışlar. Kiliseden
kaçanlar arasında benim 43 yaşındaki dedem Khaça�
tur İşkhanyan ile 17 yaşındaki dayım da varmış.
Büyükannem dayımın kaçmasına izin vermemiş.
Komşuları Türk Mahmut Ağa ona: „Sara Hatun, oğ�
lunu ver karışıklıklar geçene kadar saklayayım“ de�
miş. Ama büyükannem ona güvenmemiş. Oğluna kız
elbisesi giydirmiş. Oğlan koşarak Ermenilerin çoğun�
lukta olduğu mahalleye varmak için koşmuş. Onun
açık bir alandan geçmesi gerekiyormuş. O alanda,
kendisini tanıyan Türk piçlerine rastlamış; onu öl�
dürmüşler. Büyükannem arkasından yetişmiş; yaralı
oğlunu kucaklamış. Kan büyükannemin önlüğünden
aşağı akıyormuş. Büyükannem üzüntüden aklını yi�
tirmiş; kanlı önlüğü üzerinden çıkarmamaya başla�
mış. Yere yatmış ki kendisi de ölsün. On iki yaşındaki
kızı, babasını ve erkek kardeşini kaybettikten sonra
aynı şekilde ruhi sarsıntı geçirmiş. Dili tutulmuş.
Dostları bir araya gelip öğüt vermişler: „Sara Hatun,
aklını başına al; kızın küçük; sana bir şey olursa ök�
süz kalır“ demişler.
Sara büyükannem yavaş yavaş kendine gelmiş; ama
kanlı, kararmış önlüğünü üzerinden çıkarmıyormuş.
Yıllar geçmiş; 1902‘de kızı, yani annem, bir öksüzle,
yani babamla evlenmiş. Ertesi yıl tornu Andranik
doğmuş ve büyükannem mucize eseri olarak iyileşip
kanlı önlüğünü tandırın içine atmış. 1904‘te ikinci
tornu dünyaya gelmiş. Büyükannem ev işleriyle uğ�
raşmış. O yıllarda annem okulu bitirmiş; yetenekli
olduğu için ona Sandukhtyan-Maryamyan okulunda
din ve dil öğretmeni olarak görev vermişler. İki kız
çocuğu doğurmuş; aile büyümüş. Bizim iyi bir ya�
şamımız vardı; mali durumumuz iyiydi. Annem ve
babam iyi para kazanıyorlardı. Van‘da harika bir ba�
ğımız vardı; o bağı bugüne kadar özlerim. Menekşe�
lerin, lalelerin nerde bittiğini hatırlıyorum. Yeni inşa
ettiğimiz evimizde oturmanın keyfini ise çıkarama�
dık...
İşte buydu ailemiz. Savaş zamanında, Vaspurakan
muharebesinden sonra Rus ordusunun Van‘a doğru
ilerlediği ve Türkler Van‘ı işgal etmek istedikleri için
Rusların Van‘ı tekrar alacağı haberi yayıldı.
Rus ordusu savaşmak istemiyordu; Ermenilerin ise
gücü yoktu. Van‘ı terk edip Rus toprağı olan Iğdır‘a
gitmek gerekiyordu. Paniğe kapılmış halk göç ha�
zırlığı yaptı. Göç, yüzyıllar boyu kendi öz şehrinde
yaşamış bir millet için korkunç bir olaydır. Ailemiz
23
✌
halkların kardeşliği için
24
Semerciyan‘ın ebeveynini yolda boğazladılar ve o kü�
çük çocuk öksüz kaldı.
Bayazıt yakınlarından geçtik. Annem vakit bulup
bize: „Bu Raffi‘nin tasvir ettiği Bayazıt Şehridir“ dedi.
Şehirde tek bir ağaç bile yoktu; evlerin kapı ve pen�
cerelerini yerlerinden çıkarıp yakacak olarak kullan�
mak üzere götürmüşlerdi. Ararat‘ın öbür tarafındaki
Abağa Ovası yoluyla, Çıldır dağ geçidinden Ararat
Ovası‘na geçtik. On birinci gün Iğdır‘a vardık ve bir
dostumuzun evinde konakladık; o evin odaları biz�
den önce gelenler tarafından tutulmuştu.
bize balkonda bir yer tahsis ettiler. Bana üzerinde
uyuyacağım bir oğlak postu verdiler. Bu şekilde za�
yıflamış, hırpalanmış, eziyet çekmiş aile Yerevan‘a
ulaşmayı denedi. Ama talihsizliğimizden, Ruslar
Markara Köprüsü‘nü kapatmış, muhacirlerin içeri
girmesine izin vermiyorlardı. Iğdır civarında ise tifüs
ve kolera salgını vardı. Annem: „Bir çare bul da, daha
uzaklara gidelim“ diyerek babamın yakasına yapıştı.
Babam, bir lira ödememiz koşuluyla bizi Markara
Köprüsü‘nden geçirip Yerevan‘a ulaştırmayı kabul
eden bir arabacı buldu. O bugünün parasıyla 100 do�
lar eder. Hemen hemen hiçbir eşyası olmayan ailemiz
arabaya bindi. Köprüye varmadan evvel arabacı atları
kamçıladı ve „Khabarda!“ diye bağırdı. Rus nöbetçi�
ler ürkmüş atları görüp dehşete kapıldılar ve kaçtı�
lar. Biz arabanın içinde gözükmüyorduk. Arabanın
içinde kimse yokmuş gibi üstümüzü bir bezle kapla�
mıştı. Arabacı bizi götürüp eski Zangu Köprüsü‘nün
üzerinden geçirdi; Apteçkaya Ulitsa‘ya kadar getirdi.
Bugünkü Devlet Bankası‘nın bulunduğu yerde muha�
cir kampları vardı. Ve biz Haziran sonunda arabadan
inip güneşin altında toprağın üstüne oturduk; hiçbir
şeyimiz yoktu.
Ailemiz 8 kişiden oluşuyordu; bize oda vermediler.
Babam Türk mahallesinde küçük bir oda tuttu; oda
kirası olarak da bir lira verdi. Cebinde sadece bir lira
kalmıştı. Çeltik sapları üstünde yatıyorduk. Annem
98 yıl yaşadı. Büyükannem dizanteriye yakalanıp
öldü. Ailemiz mücadele etmeye başladı. Hayat zordu.
Yerevan‘da ise salgın vardı. Arabalar gelip korna ça�
lıyor ve cesetleri toplayıp götürüyor, Şimdiki Komitas
Parkı‘ndaki bir kuyuya atıyorlardı. Orda bir Ermeni
kilisesi de vardı. Sardar Kalesi vardı. O bahçelerin
hepsi İranlılara aitti. Şimdi Yerevan‘da İranlıların
mescidini yeniden inşa ediyorlar.
On yaşında çalışmaya başladım. Babam işçi paza�
rında emek gücünü satıyordu. Ben de su, tütün satı�
yordum. Akşam muhacirlerin gittiği bir okula koşu�
yordum. Öğrenimimi yarıda bırakmadım. Yerevan
Devlet Üniversitesi‘ni bitirdim. Almanya‘da öğrenim
görmüş hocalardan ders aldım. Ben de üniversitede
hoca, kimya profesörü oldum.
Pedagoji Enstitüsü‘nde psikoloji hocası olan Gaya�
ne Hovsepyan‘la evlendim. On üç kitap yazdım; bun�
lardan altısı yayımlanmıştır. Benim yazdığım anali�
tik kimya kitabı bugüne kadar öğrenciler tarafından
kullanılır. (Age, sf. 201-203)
VARSENİK ABRAHAMİ ABRAHAMYAN‘IN
ANLATTIKLARI
(1905, VAN DOĞUMLU)
Biz Van‘da huzurlu bir hayat yaşıyorduk. Orda Van
Gölü vardı. Bağımız vardı. Avants Köyü‘ne yazlı�
ğa gidiyorduk. Büyükannemin evi Aygestan‘daydı.
Bir gün bütün Avantslıların Aygestan‘ın Khaçpoğan
meydanında toplanmasını söylediler, filanca saatte
Ermeniler lehine bir konuşma yapılacak dediler. O
zaman herkes orda toplandı. Kalkıp konuştular; en
sonunda da „Hürriyet! Adalet! Musavat!“ dediler.
Babam sordu: „Nedir bu dedikleri?“
-Biz Ermeniler ve Türkler kardeş olacağız.
Konuşmalar sona erince Türk bandosu çalmaya
başladı. Sonra başkaları da konuştu.
Aradan belirli bir süre geçti. Bizim yöneticilerimiz�
den Vramyan‘ı ve diğerlerini götürüp öldürdüler; göle
attılar: Sonra Türkler çatışmaya hazırlandı. Önce Er�
meni kiliselerini kapattılar. Bizim dört kilisemiz var�
dı: Aziz Nışan, Aziz Poğos-Petros, Aziz Vardan, Aziz
Amenapırkiç; o kiliseler ateşe verildi; sonra çatışma
başladı. Ermenilerin üzerine saldırdılar. Ermeniler
de kendilerini müdafaa ederek sonuna kadar dövüş�
tüler. Türkler „Ermeniler teslim olsun“ diye mesaj
göderdiler. Ermeniler:“Biz teslim olmayız, kanımızın
son damlasına kadar çarpışacağız“ diye cevap ver�
diler. Çatışma başladı: Babam Ramkavar‘dı. Annem
yemek hazırlıyor, ben de babamın bulunduğu mevzi�
ye günde iki kez yemek götürüyordum. O mevzi çok
tehlikeli bir yerdeydi. Babam bir yazı yazıp onu dini
önderliğe götürmemi söyledi. O kâğıtta: „Bu çok teh�
likeli bir mevzi; kalenin altında bulunuyor“ yazılıydı.
Gerçekten de oraya ulaşmak için ahır tarafından mer�
diven dayayıp dama çıkmak gerekiyordu. Dama çıkıp
yeri kazdılar ve avlunun kapısını kapattılar; halkı da
oraya götürdüler. Dürbünle seyreden Türkler mevzi�
lerde kimsenin kalmadığını düşünüp saldırıya geçti.
Bizimkiler hazırlıklıydı; halatı tutan Türkler aşağı
düşüp ölüyordu. O şekilde Ermeniler güç kazandı.
ARTSRUN MARTİROSİ HARUTYUNYAN‘IN
ANLATTIKLARI
(1907, VAN DOĞUMLU)
Van‘ın Aygestan mahallesinde doğdum. Ermeniler
Van‘da terzilik, kuyumculuk, marangozluk, çiçekçi�
lik gibi mesleklerle iştigal ederlerdi. Babam terziydi;
erkek elbisesi dikerdi.
Van‘da 3-4 katlı binalar vardı. Ebeveynim yedi ço�
cuk sahibiydi. Onların iki ineği, içinde ceviz ağaçları
ve başka ağaçlar olan bir bahçeleri de vardı.
Fedayi hareketleri, adaletsizliğe, soyguna ve zulme
karşı koymaya yönelikti. Babamın odunlukta tüfekle�
ri vardı. 1915 yılında Vanlılar silahları sayesinde ken�
dilerini koruyabildiler. Meşru müdafaa halka karşı
şiddete başvurulduğunda doğmaktadır.
Göç yolunda, Bandimahu Köprüsü‘nden geçerken,
Türkler kayaların arkasından üzerimize ateş yağdı�
rıyorlardı. Bu bir Sodom-Gomor durumuydu. Biz
birkaç küçük çocukla beraber kağnıların içindeydik.
Küçüklerden biri gözle�
rimizin önünde kanlar
içinde kaldı; başı öne
eğildi ve hareketsiz kal�
dı. Onun öldürüldüğünü
hissettik.
Seksenimi geçtim ama
o katliamın planlanmış
olduğunu hissediyorum.
O cehennemden canlı
çıkanlar kendi gözleriyle
gördüklerini asla unut�
mayacaklar.
Iğdır‘da babam bizi
buldu. Eçmiatsin‘e gel�
dik. Bütün Eçmiatsin
muhacirlerle dolmuştu.
Manastırın duvarlarının
dibinde, gölün kıyısında
bütün bir millet ölüyor�
du. Biz Eçmiatsin‘de uzun süre kalmadık; Yerevan‘a
gittik. Benim iki yaşındaki erkek kardeşim orda vefat
etti. Tiflis‘e hareket ettik. Bütün yol boyunca çapak�
lanmış olan gözlerim görmez olmuştu. Bizi Tiflis‘te
amcamın oğlu konuk etti. Bizim aileden sadece ben,
Varazdat ve annem kalmıştık. Babam Aramyan has�
tanesinde vefat etti. Bir yaşında olan kız kardeşim
Arpenik tifüsten öldü; ablam de öyle. Onun küçük bir
kızı vardı; o öksüz kaldı. Damadımız, çocuğa baksın
diye diğer ablam Siranuş‘la evlendi ve onlar birlikte
Mısır‘a gidip yerleştiler. Dokuz kişilik ailemizden
geriye üç kişi kaldı. Bu tarafta da bulaşıcı hastalıklar
nedeniyle kırıldık.
1918 yılına kadar yetimhanede kaldık. Geleceğin
ünlü şairi Vağarşak Norents, Azat Vıştuni, Norayr
Dabağyan da ordaydılar. Yetimhanede okuma yazma
öğrendim. Bir gece yetimhanemizi çocuk yuvası inşa
✌
halkların kardeşliği için
O çatışma sırasında halam kova elinde mermilerin
düştüğü yerde üzerlerine su boşaltıyordu; yeniden
barutla doldurulmaları için onları toplayıp atölyeye
götürüyordu.
Sülalemizden birçok insan hayatını kaybetti. Türk�
ler kendilerini kaçırmaları için gelip birçok Erme�
ni kayıkçıyı götürmüşlerdi; zira Rusların geldiğini
duymuşlardı. Ermeni kayıkçı ise Türkleri teknesine
doldurup gölün ortasına götürüyor, sonra da kayığı
batırıyormuş; kendisi yüzme bildiğinden yüzerek
kurtuluyormuş. Türkler ise boğuluyorlarmış.
Ruslar geldiler. Uzun zaman bizimle beraber ya�
şadılar. Bize dediler ki:
„Filanca yerde bir cephe
açılmış; eğer biz bura�
yı terk edersek Türkler
sizi öldürürler.“ Erkek�
ler dağa savaşmaya gtti.
Halk ise göç etmeye baş�
ladı...“
Berkri Nehri ceset�
ler getiriyordu. Halam
çocuğuyla suya girmiş;
akıntı çocuğu sürükle�
yip götürmüş. Zavallı
halam hep onu hatırlar�
dı: „ Babken‘i tutama�
dım; akıntı onu götürdü.
Altınlarımı da elbisele�
rimin içine dikmiştim;
kurusunlar diye suyun
içinden çıkarıp taşın
üstüne koydum; onları orda unutup geldim.“ Oğlu�
nu akıntıya kaptıran, mal varlığını da kaybeden ha�
lam biz Iğdır‘a varır varmaz derdinden öldü. Amcam
ise çatışmada öldü. Iğdır‘dan sonra kağnılarla Doğu
Ermenistan‘a geldik. Babam: „Biz su, toprak ve meyve
halkıyız“ dedi.
Bizi Ğamarlu‘ya, Artaşat‘a götürdüler. Orada da
yaşadık. Sonra, çok seneler sonra Yerevan‘a taşındık.
(Age. Sf. 209-210)
25
✌
halkların kardeşliği için
edilen Kars‘a naklettiklerini duydum. Bizim öksüz�
ler orda çok kayıp verdi. Zavallı annem çamaşırcıydı.
Ben sokakta ayakkabı boyuyor, su satıyordum. Vago�
na asılıp köye gidiyordum.
1928‘de Leninakan Devlet Tiyatrosu‘nda müptedi
oyuncu oldum. O işi Mıravyan yönetiyordu. O yüz�
den de ona Mıravyan Tiyatrosu adı verildi. O tiyatro
bana çok şey verdi. Kendimi tiyatroya adadım. Tiyat�
ro sanatı vasıtasıyla halkıma hizmet edecektim.
Yıllar geçtikçe emektar sanatçı oldum, halk sanat�
çısı. İkinci Dünya Savaşı sırasında tiyatro müdürlüğü
görevi bana verildi.
Ben Ermeni Soykırımı konusunda çok kafa yordum
ve Ermeni Soykırımı‘nı tanımayan ülkeler olduğuna
hayret ediyorum.
Van‘ı ziyaret edip görmeyi çok düşledim. Aygestan
bağlarını sulayan büyük barajı hatırlıyorum. Ben, hiç
ter dökmeden bizim ulusal çalışmamızın semeresini
alan o adamın kim olduğunu görmek istiyorum.
Ey Adalet! Yüzüne tüküreyim! (Age. Sf. 218-219)
SARGİS BADALYAN‘IN ANLATTIKLARI
26
(1909, VAN, VOSPİTAK KÖYÜ)
Köyümüz Van‘a 6 kilometre mesafedeydi. Köyü
terk edip göç yolunu tuttuğumuzu hatırlıyorum; Van
halkı daha önce göç etmişti. Van‘a vardığımızda Van�
lılara katıldık. Büyükannem ve büyükbabam bizim
köyde kaldılar; mülklerinden ayrılamadılar.
Gece Kürtler gelip bize saldırıyorlardı; bizimkiler
ise karşı koyuyordu. Aç, susuz yürüyorduk. Önce
hayvanlar katledildi; yüklerimiz yağmalandı. Biz çok
güçlü akıntısı olan Bandimahi Irmağı‘nın yakınına
vardık. Halk karĢıya geçmek için ırmağa giriyordu;
ama ırmak birçoğunu sürükleyip götürdü.
1915‘te Eçmiatsin‘e vardık; ama orda açlık hüküm
sürüyordu. Çar Nikola‘nın ordusu Van‘a döndü; biz
de onunla birlikte Van‘a gittik. İki yıl Van‘da iyi bir
yaşam sürdük. Çar Nikola tahttan indirilince, bizim
hayatımızda her şey kötüye gitti. Yeniden göç yolunu
tuttuk. Yayan gidiyorduk. Zaten çok da yorulmuştuk.
Ben ve ablam küçüktük. Annem bizi uyuttu. Uyan�
dığımızda muhacirlerin gitmiş olduklarını gördük.
Biz geride kalanlar az değildik; çoktuk, ama bize yol
gösteren yoktu. Kadının biri: „Ben yolu biliyorum“
dedi. O bizi aldı, İran sınırına götürdü. Orda bizi gö�
rünce sevindiler; başladılar soymaya. Elbiselerimizin
düğmelerini çözüp bizi çırılçıplak soyuyorlar, bize tü�
kürüyorlardı. Silahımız yoktu. Bizi Süryani esirlerin
yanına götürdüler; onların arasına karıştık. Onlar ye�
mek yiyor; biz ise bakıyorduk; açtık. Orda bir ay kal�
dık. Tarlaya gidip yonca ve mantar toplayıp yiyorduk.
Türkler Süryanileri kılıçtan geçirdiler.
Dışarı çıkmaya hakkımız yoktu; bulunduğumuz
yeri pisletiyorduk. Türk paşalar gelip kızları, kadınla�
rı kaçırıyor, sonra da ölmüş olarak geri getiriyorlardı.
Annem orda doğurdu. Kundağı pencerenin yanına
koydular. Sabah uyandık ki, annem kan kaybından
ölmüş. Annemi sürükleyerek gömmeye götürdüler.
Bir kadın bana ve ablama sahip çıktı.
Aradan zaman geçti; Andranik Paşa orda Ermeni
esirler bulunduğunu duymuş, gelip Dilman şehrini
kuşatmıştı. Şehirdeki halk Andranik Paşa‘nın geldi�
ğini duyunca dükkânlarını açık bırakıp, ne kadar al�
tın, gümüş ve ipek varsa ortaya döküp kaçtı.
Andranik Paşa ordaki Türk ve İranlılara: „Siz Er�
meni esirleri bana teslim edin; ben de sizin milleti�
nizden esirleri size vereyim“ demişti.
Bizi yola çıkardılar. Ama aramızdan bazıları açlık�
tan kırılmıştı bile. On asker at sırtında, biz ise yayan
ilerliyorduk. Geri kalanlara vuruyorlardı. Bizi öldür�
meye hakları yoktu, çünkü Andranik‘e teslim ede�
ceklerdi. Karanlık bastı; bizi bir ahıra doldurdular;
orda birbirimize yapışıp kaldık.
Sabah, bir yonca tarlasına yaklaşıp yonca yeme�
ye başladık. Muhacirler bizi görüp geldiler; götürüp
bize yemek yedirdiler; ama yemek boğazımızdan
geçmiyordu. Orda iki gün kaldık; babam bizi orda
buldu; beni sırtına aldı; ablam da yürüdü. Birlikte
Andranik‘in ele geçirdiği Dilman şehri‘ne gittik. Aç
olan halkımız, açık bırakılan dükkânlara girip ordan
alabildiğimiz kadarını almamıza izin verdi. Artık ne
istersen aldık, ipek, altın, gümüş; teyzem bir torba
dolusu badem getirdi; çok sevindik. Ancak, o yağma
bize çok pahallıya patladı. Kürtler Dilman Şehri‘ni
yağmaladığımızı duymuşlardı; gece iki dağ arasında
üstümüze saldırıp, başladılar bizi soymaya ve öldür�
meye. Kendimizi savunmamız için silahımız yoktu.
Her şeyimizi yağmaladılar.
Bir ingiliz kolonisine ulaştık. Koruyucumuz Levon,
daha sonra birliğiyle Nahri Omar‘a gitmek üzere bir�
liğiyle istirahat etmeye geldi. Beyazlar giyinmiş iki
İngiliz atlı gelip: „Sizin Levon nerede?“ diye sordu.
Saf bir adam: „İşte şurda“ diyerek Levon‘u gösterdi.
Onlar Levon‘u, bizim cesur, vatansever Levon‘u�
muzu vurdular. Meğer onlar İngiliz giysileri giymiş
Türklermiş.
Kervanımız Mezopotamya‘ya doğru hareket etti.
Karşımıza kara derili, kısa pantolonlu, silahlı asker�
sabahı kapı açılır, halk içeri hücum ederdi. Her yıl o
küçük kiliseden yanan bir mumu dışarı atarlardı; her
milletten bir kişi onu alıp Patriği‘ne götürmek için
ayakta beklerdi. Her yıl Ermeniler galip geliyorlar�
dı. Yere halı sermişlerdi. Patriğin başının üstünde de
bir şemsiye tutuyorlardı. Ermeni Hayırseverler Genel
Birliği‘nin orkestrası çalıyordu. Etyopya kralı da or�
daydı ve kral şöyle konuştu: „Bu bandoyu sarayımda
çalması için beş yıllığına götüreyim.“
1924‘te Sovyet Ermenistanı çoktandır kurul�
muştu. Müdürümüz: „Büyük oğlanları (yetimleri)
Ermenistan‘a gönderelim. Kim Ermenistan‘a gitmek
ister?“ Benim ablam vardı, gitmek istemedim. Yak�
laşık 100 kişiyi Ermenistan‘a gönderdiler. Öksüzleri
Ermenistan‘a götürenin de geri gelmesine izin ver�
mediler. Beni ve orta yaşlı çocukları Ermeni Hayırse�
verler Genel Birliği‘nin yardımlarının ayakta tuttuğu
Kelekyan Yetimhanesi‘ne gönderdiler. Müdürümüz
Yeğişe Vardanyan bize veda etti. En sonunda dedi
ki: „Çocuklar, bunca sene ben sizi yetiştirdim...“, on�
dan sonra konuşmasına devam edemedi, hüzünlendi.
Amerika‘ya gitti.
Bizi Beyrut‘a, Kelekyan Yetimhanesi‘ne götürdüler.
Çocukları bir zanaat öğrensinler diye ustaların yanı�
na yerleştiriyorlardı. Ben mobilya imal etmeyi öğren�
dim. Araplar çok iyi bir millettir; onlar bizi çok iyi
karşılayıp bize yer verdiler. 1930‘da ablamı bırakıp
Fransa‘ya gittim. Şnşaat işlerinde çalışmaya gittim.
Sonra üzüm bağlarında çalıştım. Orda 17 sene kal�
dım. 1947 yılında Ermenistan‘a geldim. Mobilya fab�
rikasına girip çalıştım. Evlendim; beş çocuk babası
oldum. (Age. Sf. 237-239)
✌
halkların kardeşliği için
ler çıktı. Bunlar İngiliz askerleriydi; ama siyahiydiler.
Yüzleri siyahlıktan parlıyordu. Bizi Nahri Omar‘daki
çadır-kente götürdüler. Orda, İngilizler bize iyi bak�
tılar. Çadırlara onbaşılar tayin ettiler; disiplini sağla�
dılar, bizi çalıştırmaya götürdüler: Aramızda hastalık
baş gösterince doktorlar getirip, bizi tedavi ettirdiler.
Biz Ermeni yetimlerle birlikte yetimhanede Kürt ye�
timler de vardı. Ben ve ablam yetimhanede beraber�
dik. Biz 500 erkek ve kız yetimdik; orda hiçbir tatsız
olay yaşanmıyordu. Babam Nahri Omar‘da vefat etti;
bir tek halam kaldı; o da Arcaklı Khaçik Voskanyan‘la
evlendi. O, çadırlarda onbaşı görevini üstlenmişti. O
bize baktı; ama bize üvey evlat gözüyle bakıyordu.
Bay Harutyun adında biri hakkımızda anlatılanları
duymuştu; geldi ve bize sahip çıktı. Hindistan‘a gitti
ve Ermeni zenginlerden maddi yardımda bulunmala�
rını rica etti. Zenginler para verdiler. Bay Harutyun
sevindi; hatta, Şahmuradyan‘ın ve Komitas‘ın plakla�
rını dinleyip kendimizi geliştirelim diye, yanında bir
de gramofon getirdi.
Çölün ortasındaydık. Kilikyalıların savaşta olduk�
larını duyduk ve biz de gidip onlara yardım etmek
istedik. İngilizlere başvurduk. Onlar bize eğitim ver�
diler. Türkler o zaman çoktan yenilgiye uğramışlar�
dı; ama Fransa Cunhurbaşkanı Clémenceau Fransız
Ordusu‘na çekilme emri verdi. Bütün o planlar suya
düştü.
Fırat sakin ve genişti. Türkler bizi takip ediyorlardı.
Onlar Tigris‘i [Dicle] geçip biz Ermenileri katletmek
için Araplarla anlaşmışlardı. Ağaçların arasından
bize doğru kurşunlar geliyordu.
Biz bunu İngilizlere anlattık. Onlar da: „Bir ordu
kurun“ dediler. İngilizler onları kuşatıp uçaklarla
bombaladılar.
İki gemi getirdiler; bunlar çarklı gemilerdi. Gemi�
lere bindik. Kızıldeniz‘e girdik, SüveyşKanalı‘ndan
geçtik, sonra da Kudüs‘e gittik. Bay Harutyun bize
veda etti. Kendisine bir halı hediye ettik. O da bize:
„Ben canlı bir hatıra istiyorum“ dedi ve bir öksüz kızı
kendine eş olarak seçti. O gece düğün yaptık, sevin�
dik.
Kudüs Patriği Yeğişe biz öksüzleri çok iyi karşıladı.
Ne insandı! Tanrı gibiydi; çok vicdan sahibi bir insan�
dı. Orda Aziz Hakob Manastırı‘nın içinde bir müze
vardı. Aziz Harutyun Kilisesi yuvarlak, çok katlıydı;
metal kapıları vardı. Her milletin kendine özgü bir
yeri vardı. Merkezde ise küçük bir kilise bulunuyor�
du; bu mermerden yapılmı olan, İsa‘nın mezarıydı.
Oraya kadar diz üstünde gitmen gerekirdi. Paskalya
AZNİV ASLANYAN‘IN ANLATTIKLARI
(1908 VAN, ARCAK BÖLGESİ, KHARAKONİS
KÖYÜ)
Kürt Sayid bizim evin damından içeri girmiş, de�
demi kirişe bağlamış, amcamı da öldürmüştü. Diğer
amcam bunu görüp Kürt Sayid‘i öldürmüĢtü. Bizim�
kiler mecburen Mandan Köyü‘nden Kharakonis‘e göç
etmişlerdi. Zira Kürt piçleri bunu duysalar bizimkile�
ri kılıçtan geçirirlerdi.
Sonra ben doğmuşum, Nahapet Kuçak‘ın doğduğu
Kharakonis Köyü‘nde. Ben doğduktan sonra ebevey�
nim sıtmadan vefat etmiş. Kürtler bizi takip etmişler.
Dedem ve ninem beni yanlarına alıp Van‘a taşınmış�
lar.
Van‘daki evimizi hatırlıyorum. Zenginlerin birkaç
27
✌
halkların kardeşliği için
28
katlı taş binaları vardı; bizim ev tek katlıydı; bir oda
ve bir kiler. Aygestan dışında oturuyorduk. Evimizin
önünden Şamiram isimli nehir akıyor, kadınlar orda
halı yıkıyorlardı. Pazar Khaçpoğan Sokağı‘ndaydı.
Bana Petros amcam ve onun karısı Margarit bakıyor�
lardı. Zavallı kadın bize bakmak için çorap örüyordu.
Onun iki kızı oldu; ama ikisi de öldü. Ben öksüzdüm;
o yüzden beni seviyor ve şımartıyorlardı. Ben çok be�
cerikliydim; dans ediyor, şarkı söylüyordum. Amcam
mal getirip Türklere satıyordu. Ben Türkçe sayıları
öğrenmiştim.
Van‘da okul vardı; ama ben üç yaşından itibaren
Alman yetimhanesine gittim. Elime bir taş levha ver�
diler. Orda öğrenim gördüm; Almanca öğrendim.
Ben sekiz yaşına kadar, yani göç başlayıncaya kadar
onların yanında kaldım. Bizim Almanca öğretmen�
lerimiz bizimle çok ilgileniyor, bizi sık sık eğlenmeye
götürüyorlardı. Onlar kendi
atlarına biniyorlardı; bizi ise
arabalarla Van‘ın doğusun�
da bulunan Varaga Dağı‘na
götürüyorlardı. Orda, erkek
çocukların öğrenim gördü�
ğü Aziz Grigor Lusavoriç
Manastırı vardı. Bir kere�
sinde yazın bizi Karmravor‘a
götürdüler. Orda oynadık;
ravent toplayıp, yedik, içtik,
manastırı dolaştık, Mıher
Kapısı‘nı gördük. Bayram�
larda eve gitmemize izin
veriyorlardı. Yazın da eve gi�
diyorduk. Yetimhanede 150
kız, 150 erkek çocuk vardı. Beş katlı, balkonları olan
taş bir binaydı. Karyola yoktu. Yataklar, yerde yanya�
na sıralanmıştı. O yetimhane İsviçreli hayırseverlerin
yardımıyla faaliyet gösteriyordu. Her birimiz fotoğ�
raflarımızı ayrı bir aileye gönderiyorduk; o aile bizi
evlat ediniyor, bayramlarda hediyeler gönderiyordu.
Onlar bizim hayırseverlerimizdi.
Bizim Van‘ın her sokağında bir kilise vardı. Bizim
sokağın adı Şenpoğan‘dı. Bizden öte Türkler yaşıyor�
du.
Bayramlarda, mesela Paskalya‘da yumurta haşlı�
yorduk; durum isimli bir ot vardı; onunla yumurtala�
rı kırmızıya boyuyorduk. Birbirimizin evine gidiyor,
birbirimizi tebrik ediyorduk. Zenginler yeni elbisele�
rini giyiyorlardı. Yılbaşı‘nda kavurga hazırlıyorlardı.
Tüccarlar yurt dışından badem ve hurma getiriyor�
lardı. Bize de bağlanmış mendiller içinde kuruyemiş
hediye ediyorlardı. Yetimhanede çam ağacı süsleni�
yordu. Noel yortusunu da kutluyorduk. Surb Khaç
yortusunda harisa pişiriyorduk. Alman bayan öğ�
retmenler bayramları kendi odalarında da kutluyor�
lardı. Vardavar‘da evlerimizde oluyor, birbirimize su
sıkıyorduk. Ermeniler, Türkler ve Süryaniler birbir�
leriyle uyumlu bir şekilde barış içinde yaşıyorlardı.
Zanaatkâr olarak marangozlarımız, demircilerimiz
vardı. Süryaniler arasında zanaatkâr yoktu; onlar ti�
caretle iştigal ediyorlardı. Türklerin de Ermenilerle
ticari ilişkileri vardı. Kürtlerin ise hiçkimseye faydası
yoktu; birbirlerini dövüp öldürürlerdi.
1915 yılının yazında ilk göç yaşandı. Yetimhane�
mizin Alman öğretmenleri bize: „İsteyen bizimle
gelsin; istemeyen yakınlarının yanına gitsin“ dediler.
Ben yakınlarımın yanına gittim. Amcamın ailesiyle
göç ettik. Yaz sıcağında bir
ay yol yürüdük ve Iğdır‘a
vardık. Kolera baş gösterdi.
Sülalemizden 80 kişi öldü.
Eçmiatsin‘e gittik. Katoli�
kos günde iki koyun kesti�
riyor, yemek pişirilmesini
sağlayıp muhacirlere dağıt�
tırıyordu. Halam gelip bizi
buldu; Oşakan Kilisesi‘nin
avlusunda bir okul vardı;
oraya götürdü. Orda onlara
oturacakları bir yer vermiş�
lerdi. Sonra Cırvej‘e geldik.
Daha sonra ise Ermeniler
yeniden
memleketlerine
geri döndüler. 1917‘de yeniden Van‘a gittik. Halamın
iki çocuğu vardı, benimle birlikte toplam üç çocuk�
tuk. Halam bizi Van‘a götürdü. Bütün bir gün kağnıy�
la yol alıp Kharakonis Köyü‘ne vardık. 1917‘nin Ekim
ayından 1918‘in Nisan ayına kadar Van‘da kaldık.
Amcam halamın yanında olduğumu duymuştu.
Gelip beni Van‘a götürdü ve okula orda devam ettim.
1918 yılının Nisan ayına kadar okula gittim. Son�
ra Türk yeniden saldırdı; şehri dört taraftan kuşat�
tı; halkın büyük bir kısmını katletti. Beni de öksüz
olarak bir arabaya koyup götürdüler. Yolda halamın
ailesinin gelmesini bekledim; ama halam ve kocası
Arabistan‘a gitmişlerdi; amcam ise Türkler tarafın�
dan öldürülmüştü.
İkinci göç sırasında yolculuk daha da zordu. Canik
Köyü‘nü geçtik. Berkri Nehri‘nin akıntısı halamın
kırıyorlardı. Yaşça büyük öksüz kızlar Türkler kendi�
lerini kaçırmasın diye yüzlerine çamur sürmeye baş�
ladılar. Amerikalı müdiremiz Amerikan bayrağı astı;
tuz ve ekmekle Türkleri karşılayıp onlara oranın bir
yetimhane olduğunu bildirdi. Bitişiğimizde kışlalar
vardı. Orda Ermeni kadınlar bulunuyordu. Türkler
oraya girip hepsini anadan doğma soydular; sonra da
onların çıplak cesetlerini yere serdiler. Biz sekiz gün
yetimhanede hapis kaldık. Sonra Amerikalılar er�
zağımızı kamyonlara yükleyip bizi Aleksandrapol‘a
naklettiler.
1920 yılında Türk Aleksandrapol‘a girdi.
Aleksandrapol‘da Bolşevik iktidarı kurulmuştu.
Türkler göç edip geri çekildiler. Biz Kazaç kışlaların�
da yaşadık. Okulda el işi, biçki dikiş öğrendik. 1929
yılına kadar orda kaldım. Zaten ben İngilizce de bili�
yor, hatta daktiloyla yazı yazıyordum. Ben kendileri�
ne veda ederken Amerikalı Miss Mary, Miss Macan,
Miss Hill ve Miss Keeper beni öptüler.
Yirmi beş yaşından sonra öksüz kızlar tekstil fabri�
kasına çalışmaya ya da öğrenimlerine devam etmeye
gidiyorlardı. Erkekler ayrı, kızlar ayrı kalıyordu. Her
taraftan gelip poligonda gelin adayı seçiyorlardı. Kız�
ların dış görünümüne ve davranışlarına dikkat edi�
yorlardı. Gidip Amerikalı müdireye haber veriyorlar�
dı; o ise hediyeler verip gelin adayını tantanayla yolcu
ediyordu.
Sonra pedagoji teknik okulunu bitirdim. Ğukasyan
bölgesine çalışmaya gittim. Orda Artikli bir gençle ev�
lendim. Üç çocuğumuz oldu. 1933‘te Yerevan‘a taşın�
dık. Kocam üniversite mezunuydu; Matenadaran‘da
çalışmaya başladı. Ben de orda bibliyograftım; listele�
ri daktiloyla yazıyordum.
İkinci Dünya Savaşı başladığında, halk dükkânlarda
ne kadar erzak varsa evine doldurdu. Kocam gönül�
lü olarak orduya yazıldı; sivil yönetici olarak çalıştı.
Sonra, onu Kerç‘e gönderdiler ve adı kayıp askerler
listesine girdi.
Şimdi çocuklarım ve torunlarımla mutluyum. Sek�
sen yaşındayım. Gençlerimize sağlık, uzun ömür
ve rüyalarının gerçekleşmesini diliyorum. Masum
ölülerimizin hatırası sonsuza dek yaşasın; onların
kemikleri huzur içinde kalsın. Kürtlerden ve Türk�
lerden intikam almayı isterdim. Zira onlar benim ak�
rabalarımı öldürdüler ve ben öksüz kaldım. Hayatım
boyunca ebeveynimin özlemini duydum.
✌
halkların kardeşliği için
küçük çocuğunu alıp götürdü. Yıllar sonra halamın
oğlu Vatan‘a dönüş yapmış, Ermenistan‘a gelmişti. O,
kız kardeşini suya attıklarını anlattı. Ayakkabılarım
arabanın içinde kayboldu. Ben ayağımda çoraplarla
kaldım. Hava henüz soğuk ve karlıydı. Dayım beni
göç yolunda buldu. O Rus ordusunda görev yapıyor�
du; üşümeyeyim diye bana kürkünü verdi. Beni ko�
mutanının yanına götürüp ona: „Bu kız kardeşim
sahipsiz kalmıştır. Ne yapayım?“ dedi.
-Akşam yanına al, sabah yaralıların arabasına bin�
diririz; onlarla gider, diye cevap verdi komutan.
Dayım bana kuru ekmek ve şeker verdi. Komutan
ailesiyle odasında uyudu; beni koridorda bıraktılar.
Korkuyordum; ama sabah beni arabaya bindirdiler ve
hareket ettik. Kormus‘ta bir gece kaldık. Geceyi açık
bir alanda geçirdik. Ben başımı taşa dayayıp uyudum.
Sabah uyandım ki, hepsi gitmiş. Ağlamaya başladım.
Dört yanımda tek bir insan yoktu. Aniden bir at kiş�
nemesi duydum. Yüz adım ötede bir aile olduğunu
gördüm. Koşarak gittim ve onlara: „Ebeveynim yok,
amcamı öldürdüler. Ben geceleyin sahipsiz ortalıkta
kaldım“ dedim.
Adam bana şöyle cevap verdi:
-Korkma, ben seni arabayla götürür diğerlerine ye�
tiştiririm. O adam muhacirlere yetişmemi sağladı.
Savukhlu‘yu ve Eski Beyazıt‘ı geçtik. Iğdır‘da ök�
süzleri topladılar. Benim gibi çok öksüz vardı. Gittim
adımı listeye eklediler; saçlarımı kestiler, yıkadılar
ve sıcak yemek verdiler. On gündür sıcak yemek ye�
memiştim. Iğdır‘da Andranik Paşa‘yı başında koyun
postundan yapılmış kalpağıyla gördüm. Öğretmenle�
rimiz bizi arabalara bindirip Markara‘ya götürdüler.
Gece uyuduk; sabah yolumuza devam ettik.
Yaz mevsimiydi. 1918 yılında Yerevan‘a vardık.
Lojman gibi bir yerde bizi iki gün tuttular. Beni ve
başka bir kızı yetimhaneye götürdüler. Orda Alman
yetimhanesindeki bizim öksüz kızları görüp çok se�
vindik. Ben o yetimhanede kaldım. Orda tifüse yaka�
landım. Beni hastaneye yatırdılar; ölümden kıl payı
kurtuldum. Sonra yeniden yetimhaneye geri götür�
düler. Amerikalılar 10000 Ermeni öksüzünü toplayıp
Kars‘a götürdü. Orda isimlerimizi bir listeye kaydet�
tiler. Amerika‘ya götürmek için bizleri tıbbi muaye�
neden geçirdiler; ama Türkler saldırıya geçti. Bu defa
Türkler Kars‘a saldırdı. Türk her defasında Oltu‘dan,
Sarıkamış‘tan, top ateşi açıyordu. Bunları geceleri du�
yuyorduk. O sesler yavaş yavaş bize yaklaştı. Bir gün
de Türklerin Kars‘a girdiğini duyduk. Türkler içeri
girmek için yetimhanemizin camlarını süngüleriyle
(Age. Sf. 233-235) ✓
29
güncel
ERMENİ SOYKIRIMIN 100.
YILINDAKİ ETKİNLİKLERDEN
GEZİ NOTLARI
E
rmeni Soykırımın 100 yılında 24 Nisan’da
Erivan’da olmak nasıl bir duygu! Bu duyguyu ya�
şamak için YDİ Çağrı ve Her şeye Rağmen’(HR)den
bir okur grubu 24 Nisan 2015’te Erivan’daki anma et�
kinliklerine katılmaya karar verdik ve bu kararımızı
da yerine getirdik.
Bu seyahatimizin esas amacı Soykırımın 100. yı�
lında Erivan’da olmak, Soykırımla yüzleşmek ve bu
yaşadıklarımızı YDİ Çağrı okurlarıyla paylaşmaktı.
Şimdi bu yazımızla gördüklerimiz ve tanık oldukla�
rımızı sizlere aktarmaya çalışacağız.
Ermenistan’a varış
30
Kiev aktarmalı uçuşumuz 1,5 saat gecikmeli ola�
rak Erivan’a vardığında saat yerel olarak 01:30 idi.
Havalimanı daha birkaç yıl önce yapıldığı için hâlâ
yeni görünümündeydi.
Alanda ilk dikkat çeken
“işe göre insan değil,
insana göre iş verilmiş”
durumu göze çarpmak�
taydı. Görevlerinin ne
olduğunu anlamadığı�
mız bir dizi “görevli”
dikkatimizi
çekmiş�
ti. Sorunsuz pasaport
kontrolünden
sonra
bizi bekleyen taksi ile
otelimize yola koyul�
duk. Gece olduğundan
geçtiğimiz yollarda se�
çim yapma imkânımız
da sınırlı idi. İlk izleni�
mimiz Erivan’ın Kiev’den daha derli toplu bir görü�
nümü olduğuydu.
Yol boyunca taksicimiz Aram’a yetersiz İngiliz�
cemizle soykırımı “lanetlemek ve yüzleşmek” için
Türkiye’den geldiğimizi söyleyince önce şaşırdı ar�
dından bizlere teşekkür etti. Aram belki de hayatında
ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordu. Şaşkınlı�
ğından bunu anlamak mümkündü.
Aynı şaşkınlığı sabah kahvaltısında otel yöneticisi
Ohannes’te yaşadık. O da teşekkürlerini bizlerden
çok daha iyi İngilizcesiyle açıkladı… Tüm söyledik�
lerini anlamamış olsak ta, bizlerin bu davranışını
takdirle karşıladıklarını ifade ettiklerini mimikler ile
dışa vuruyordu.
Seyahatimizin Erivan’daki ilk günü HR’den (Her�
şeye Rağmen) arkadaşlarımızla yaptığımız randevu�
ya gitmeden önce Erivan merkezindeki kısa turumu�
za gidiş yolunda dikkatimizi çeken en önemli şeyin
caddelerdeki 1915 Soykırımını hatırlatan panolar ve
animasyonlardı. Beni unutma (menekşe) çiçeği ve
rengi Ermeni Soykırımının sembolü haline getiril�
miş ve ona “unutma,
unutturma!” içeriği ka�
zandırılmış. Menekşe
çiçeğinin mor rengi
şehrin ana caddelerine
hâkim olmuştu. Ara�
balarda ve toplu taşıma
araçlarında soykırım
sembolü hep göze çar�
pıyordu. Kemalistlerin
soykırımı unutturmak
için 23 Nisan çocuk
bayramı + Çanakkale
anmalarını neden uy�
durduklarını ve tüm
inkârcıların bunu kul�
lanmalarını şimdi daha
iyi anlıyoruz.
Dolaşırken bu şehrinde diğer eski Sovyet Cum�
huriyetler Birliği’nden kopan ve 1990’larda bağım�
sızlıklarını ilan edenlerden farklı yapısal bir özellik
taşımadığı kanaatine vardık. Merkezde eski Sovyet
✌
halkların kardeşliği için
döneminden kalma tarihi değer taşıyan bir dizi yapı
korunmuş, bazıları müzeye dönüştürülmüş, bazıları
ise otele. Örneğin Amerikan firması Marriott gru�
buna ait 65 ülkede 3400 oteli olan Marriott otel zin�
cirinin Erivan‘daki konumu şehrin merkezi olarak
bilinen Cumhuriyet meydanının en güzel tarihi bi�
nasını işgal etmiştir. Arkadaşlarla buluşma yerimizde
Türkiye’de çalışırken Türkçe öğrenmiş bir garsona
kendimizi tanıtırken Ermeni sorunundaki tavrımızı
açıklayan birlikte gö�
türülen
bildiriden
verdik. Bu da garsonu
olumlu anlamda şaş�
kınlığa uğrattı.
Bu ilk günde edin�
diğimiz bir başka
bilgi ise yiyecek ve
içecek
fiyatlarının
yüksek olduğuydu.
Buranın
mutfağı
Anadolu mutfağın�
dan pek farklı değil�
di.
Ermenistan’da
ikinci günümüz
Buraya kadar gelmişken Erivan’ın dışındaki
Ermenistan’ın görülmeye değer yerlerini de görelim
dedik ve Türkçeyi Türk dizilerinden öğrenmiş Su�
riyeli Ermeni Vartan’ın arabası ve rehberliği ile yola
koyulduk.
Yolda taksici ve rehberimiz Vartan’dan şunları öğ�
reniyoruz:
Ermenistan’da bir işçi -pek fabrika kalmadığı için
çalışan insan demek daha doğru; hizmet sektörü esas
faaliyet alanı - ayda ortalama 150.000 ADM (Erme�
nistan Dramı) almaktadır. 1 Euro 504 ADM olduğu�
na göre çalışanın eline ayda 300,- € geçmektedir. Bu
rakam genel istatistiklerle uyum içindedir.
Çalışanların çoğunlukla kadınlar olduğu iddiası ise
pek yabana atılacak bir durum değildir. Marketlerde
çalışanlar genelde kadınlar. Vartan’ın kendisi Suri�
ye’deki savaşta küçük burjuva servetini kaybettiği
(iddiasına göre 120 kişi çalıştırıyorlarmış) için Erme�
nistan’daki insanları tembellikle suçlamaktadır.
Dışardan (Diaspora) Ermenistan çok para geli�
yor iddiasına göre yılda 100 milyon dolar. İstatistik
araştırmamız Vartan’ın tahmininin üstünde çıktı.
Ermenistan’a Diasporadan gelen paranın yıllık mik�
tarı 940 Milyon dolar ki bu da yıllık toplam ülke geli�
rinin %15’i anlamına gelmektedir.
Ermenistan’ı terk edene kadar yolda kendi
gözlemlerimiz ve bazı rakamsal bilgiler:
29.800 km² yüz ölçüme sahip Ermenistan
Cumhuriyeti’nde 3.015.000 insan yaşamaktadır. Di�
asporada yaşayan Ermenilerin sayısı ise 10 milyon
civarındadır. Yıllık GSMH 10 milyar dolar civarın�
da; kişi başına düşen
miktar ise 2846 dolar
ile dünyada 108. sı�
rada yer almaktadır.
Yani fakir ülke kate�
gorisindedir. Kafkas�
ların en fakir ülkesi
durumundadır.
Ülke nüfusunu ya�
rısına yakını 1,2 mil�
yon insanın yaşadığı
Erivan’daki taksi sa�
yısı nerdeyse mevcut
arabalara eşit.
Coğrafi konumu
itibarıyla doğusunda
Dağlık Karabağ me�
selesinde savaş yaşamış, her an huzursuzluğun pat�
layabileceği Azerbaycan’dır. Batısında ise tarihinde
en büyük darbeyi yediği 1,5 milyon insanının kat�
ledilmesinden sorumlu soykırım ülkesi Türkiye’dir.
Güneyinde kendisi dış dünya ile bir bütün olarak
problemli İran ve kuzeyinde ise Amerikan ve Batılı
emperyalistlerin ve aynı zamanda Türkiye’nin etkisi
altındaki Gürcistan ile çevrilidir. Fakirliğinde önem�
li bir etken olan bu coğrafi durum her yıl bütçesine
ekstra yükler getirmektedir. Eğitime ayrılan bütçenin
iki mislisi olan askeri harcamalar yıllık bütçesinde
önemli yer tutmaktadır.
Eski Sovyet döneminden kalma fabrikalar gör�
düğümüz kadarı ile paslanmaya terk edilmiş hurda
yığını halinde olup atıl durumdadır. Bu durum aynı
zamanda kamu binaları ve bir dizi askeri alanlar için
de geçerlidir.
Enerji alanında hem atom enerjisinde hem de do�
ğal gaz enerjisinde Rusya’ya göbekten bağımlılık ya�
rınlarda felaketli sonuçlara yol açabilir. Yakınlarına
kadar gittiğimiz atıl durumundaki Metsamor atom
santrali 2016 devre dışı kalmak zorunda. Avrupa Bir�
liği bu santralin kapatılması için 100, € milyon yar�
31
güncel
dımda bulundu.
Erivan Gürcistan sınırı mesafe olarak yaklaşık 210
km dir. Bu mesafede tarımsal işletmelere rastlamadık
dersek yanlış söylemeyiz. İçinden geçtiğimiz bir dizi
köyde çok az görebildiğimiz tarımsal faaliyet ilkel
yöntemlerle yapılmaktadır. Hayvancılıkta keza öyle
pek fazla uğraş verilen bir alan görünümü arz etmi�
yordu. Geçtiğimiz köylerdeki insanların geçimlerini
nasıl sağladıkları bizler için gerçekte sırdır.
Hele tek şeritli yolun sathı o kadar yıpranmış ve
berbattı ki, oluşmuş çukurlara düşmemek için sürü�
cünün cambaz olmasının yanı sıra gece seyahat etme�
mesi gerekliydi.
Kafamıza takılan en önemli soru; hem Diasporadan
gelen paralar, hem eski revizyonist dönemden kalma
olumsuz alışkanlıklar,
coğrafi boğulmanın
açtığı umutsuzluklar�
la birleşince böyle bir
tablo mu ortaya çıktı
sorusudur…
Erivan 23.04.2015
32
Bir gün önce bir ma�
nastır ziyaretimizde
görevli ile yaptığımız
sohbette genç görev�
li bizim Türkiye’den
soykırım ile yüzleş�
mek için burada oldu�
ğumuza ilk anda inan�
mamıştı.
Vartan’ın
tercümanlığı yardımıyla bize inanan gencin söylediği
son sözler “Soykırımın yaşanmış olması çok kötüydü,
ama ondan daha kötüsü soykırımın inkâr edilmesidir”
idi.
“Büyük Felaket”in 100. Anma gününe daha hazır�
lıklı olmayı kafaya koyduk. Soykırımın 100. yıldönü�
münden bir gün önce soykırım anıtını ziyaret ettik.
Orda öğrendik ki anıt bir haftadır ziyaretçi akınına
uğruyormuş.
Tedirgindik. Bu halimize bir de soykırım mirasçı�
larıyla şu veya bu orandaki bağımız yükümüzü daha
da ağırlaştırmaktaydı.
Geçtiğimiz yollarda itinalı bir Soykırım hatırlat�
ması yapılmıştı. Bu hatırlatma panolarından dikkat
çekenlerden bir kaçına değinmek gerekirse:
191.5 milyon. Mor renk zemin üzerinde 19 rakamı
beyaz sonra gelen rakamlar hafif mordu. 1 rakamı ile
5 rakamları arasındaki nokta ve sonra gelen milyon
yazısı soykırım sırasında 1,5 milyon insanın ölümü�
ne yapılan vurguydu. Panonun diğer tarafında ise vi�
yolet renkte Menekşe(unutma beni) çiçeği vardı. Alt
yazıda ise: “I Remember and Demand” “hatılıyor ve
talep ediyorum” yazıyordu.
Beyaz zemin üzerinde kırmızı renkte bir fesin püs�
külü siyaha boyanmıştı. Yanda ise siyah kare altın�
da “in 1915 1 500 000 Armenians were massacred”
(1915 te 1,5 milyon Ermeni katledildi) ve kırmızı
karenin altında ise “in 2015 10 000 000 Armenians
live” (2015te 10 milyon Ermeni yaşıyor- yani bizi bi�
tiremediniz – Kökümüzü kurutamadınız) yazılmıştı.
Panonun alt kısmında ise bazısında Ermenice kimi�
sinde İngilizce olarak “The Armenıans Exist: The
Armenian Question
also Exists” (Erme�
niler yaşıyor: Ermeni
sorunu da yaşıyor”
yazıyordu.
Bir panoda ise:
1915 rakamları 1
rakamı pala (kılıç ta
olabilir), 9 rakamı
idam urganı, 1 raka�
mı eski mavzer ve 5
rakamı balta ve ya�
rım daire bir kılıç ile
resim şeklinde yapıl�
mıştı. Alttaki yazıda
yazan: “Tools of Mas�
sacre” (katliam araç�
ları) idi.
Dikkatimizi çeken başka pano da ise:
Siyah püsküllü kırmızı Osmanlı fesi ile Osmanlı
erkek pala bıyığı arasına yerleştirilmiş 1915 tarihi ve
bu motifin tam karşısına fes yerine Hitler saç şekli ile
Hitler bıyığı arasına yerleştirilmiş 1939 tarihi şeklin�
deki panonun altında yazan: Geçmiştekilerin mah�
kum edilmesiyle, ondan sonra gelen engellenebilirdi.
Anma yerinin giriş kapısına geldiğimizde ziyaret�
çiler yığılmaya başlamış; soykırımı lanetlemeye gelen
insanlarla birlikte içeri alınmayı beklerken aramız�
daki Türkçe konuşmalarımız bir dizi ziyaretçinin
dikkatini çekmekteydi.
Dört çocuklu bir ailenin çocuklarının giymiş ol�
dukları siyah t-shortlarda “1915 Armenien Genoside” yazıyordu. Çocukların resimlerini çekerken
kadının İngilizce “nerden geliyorsunuz?” sorusuna
✌
halkların kardeşliği için
“Türkiye’den” cevabını verdiğimde kadın şaşırıp
ikinci soruyu sordu “Ermeni misiniz?” Evet, dedim.
İçimden gelen evet, bugün “Hepimiz Ermeniyiz” içeri�
ğinde değildi! İçimdeki tedirginliğin verdiği ruh ha�
linin dışa yansımasıydı. Ağzımdan birden çıkan bir
cevaptı! Doğrusu utandım! Arkadaşım da doğru yap�
madın dedi! Haklıydı. Bugün hepimiz Ermeniyiz de�
mekle “Ermeniyim” demek aynı anlam içermiyordu!
Takside, otelde ve şehirde gezerken insanlarla sohbet
ederken Türkiyeli bir Kürdüm, arkadaşım da İstan�
bullu Türk demekten hiç çekinmemiştik!
Biz buraya Erivan’a Soykırım anıtına ziyarete eder�
ken soykırımla yüzleşmeye gelmiştik.
Soykırım anıtı/müzesi Erivan’ın bir tepesinde oluş�
turulmuş park haline getirilmiş yeşil bir alana inşa
edilmişti. Eğer şehir merkezinden geliyorsanız iki
tepe arasındaki Hrazdan Nehri üzerindeki Kievyan
köprüsünden geçtikten sonra Leningrad Caddesinin
başladığı noktadan hemen sonra solda anıta gidiş yo�
lunu göreceksiniz.
Soykırım Anıtına gidiş yolunda karşınıza çıkan
önünde şelale şeklin�
de suyun aktığı bina
müzedir. Bura soykı�
rım ile toplanmış ha�
tıralarla doludur. Elde
kalan belgeler-resim�
lerin vs. sergilendiği
binadır. Halka kapalı
olduğu için içeri gire�
medik. Binanın cep�
hesinin tepesindeki
“Unutma, unutturma!” menekşe çiçeği
sembol olarak beyaz
zemin üzerine otur�
tulmuştur. Ağaçtan
yapılmış tüm cepheyi kaplayan panoya ise soykırım
olayının sembolleri işlenmişti. Giriş kapılarının so�
luna İngilizce ve sağına Ermenice “Against the Crime
fo Genocide Global Form Yerevan, April 22.23.2015”
(Soykırım Suçuna karşı Küresel Form, Erivan 22-23.
Nisan 2015) yazılı idi.
Törenlerin yapıldığı anıta varmak için tepenin zir�
vesine kadar takriben 1 km yakın yürünmesi gere�
kiyordu. Tepeye vardığınızda sağda müzenin anıta
bakan cephesi ve solunuzda anıt ve dikili taşı görü�
yorsunuz. Anıt ile müze arasındaki alana yerleştiril�
miş hiçe giden yolların çizilmiş olduğu bahçedeki be�
beğini korumaya/kurtarmaya çalışan anne heykeline
bakıp ta, insanın duygusunu dışa vurmaması müm�
kün değil. Ziyaretinizdeki amacınız soykırımla yüz�
leşmek olduğunda gözyaşlarınıza hâkim olamıyor ve
bunları saklamak gereğini duymuyorsunuz!
İngilizce “MOTHER ARISING OUT OF THE ASHES” bir anlamda Anka kuşu misali “Küllerinden yücelen Anne” anıtı olarak isimlendirilmiştir! Bu anıtın
eşi Kalifornia Ararat Eskijian Müzesinde de vardır.
“Küllerinden yücelen Anne” anıtından müzeye doğ�
ru yürüdüğünüzde karşınıza beyaz zemin üzerine
soykırımı anlatan uzunca bir duvar ile karşılaşıyor�
sunuz.
Bu motiflerin altında farklı dillerde yazılmış “I Remember and Demand” “hatılıyor ve talep ediyorum”
yazısının diğer anlamı ile unutma ve unutturmadır!
Bu beyaz duvardaki motif ve resimlerde dini sembol�
lere fazla yer verilmiş olması beni ve arkadaşı rahatsız
etti.
Müzenin arka cephesindeki girişin sağında dikka�
timizi çeken kayısı ağaçlarının varlığı Ermenilerin ül�
kesinde en çok sevilen
meyvesi olduğunun
ötesinde anlam içerdi�
ğini öğreniyoruz. Ro�
malı General Lukullus
M. Ö. I. YY.’da Ermeni
kralı Büyük Tigranes’e
karşı savaştan son�
ra
Ermenistan’dan
Roma’ya kayısı fidan�
ları götürdüğü yazılır.
Bugün kayısı meyve�
sinin en fazla yetiştiği
Malatya
bölgesinin
Batı
Ermenistan’da
1915 soykırım öncesi
Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Malatia (Malat�
ya)/Arapkir/Argavand (Arguvan) vb. yerlerin isimleri
bugün Erivan’da kentin semt isimleridir.
Soykırım müzesinin arka cephesinde kayısı ağaçla�
rını görünce Mahallemizdeki Agop (Agopyan) dayı
ile olan çocukluk anılarıma takıldım. 6-8 yaşlarımda
çocukken oturduğumuz aynı sokakta bizim evin kar�
şısında oturan Agop dayı her seslendiğinde fırlardım.
Yine beni bakkala gönderecek ve ben de bir akide
şekeri kazanacaktım. Sonra sebebini o zamanlar bir
türlü anlayamadığım 60’lı yılların ortalarında Agop
dayılar aniden İstanbul’a göç eylediler. Bu iyi insan�
33
güncel
34
lar bizi, biz de onların izini kaybettik. Hiç unutmam
giderken mahallede iki tane olan ampullü radyodan
biri Agop dayılardaydı ve göç ederken o zamanlar çok
kıymetli olan bu ses kutusunu bize armağan etmiş�
lerdi!
Daha bir dizi Anadolu şehrinin ismi; Ayntap (Ga�
ziantep), Marashen (Maraş) vb. Erivan’da semt isim�
leridir. Erivan’da kaldığımız otelin bulunduğu böl�
geye Zeytun ismi verilmiştir. Zeytun (şimdiki ismi
Süleymanlı-Maraş) Osmanlıya karşı 1895-1896 yı�
lındaki direniş ve Osmanlının katliamının yapıldığı
yerin adıdır. Bu katliam ve direniş unutulmasın diye
bugün Erivan’da canlı tutulmaktadır. Evet, bugün
TC nin inkârcı soykırım politikasına inat, katliam ve
soykırımın olduğu bir dizi iller ve ilçelerin isimleri
Erivan’da soykırımı güncel tutmaktadır.
Göklere uzanan iki parçalı Dikili Taşa ve Soykırım
anıtına yaklaşırken içimizdeki heyecan daha da faz�
lalaşıyordu. Üstü�
müzdeki yük daha
da ağırlaşıyordu.
Soykırımın yoğun
yapıldığı, insanla�
rın bir hiçe yola çı�
karıldığı Anadolu
kentinin bir evladı
olarak atalarımı�
zın bu insanlık dışı
işkence,
zulüm,
ırza geçmeler ve
katliamların mi�
rasçıları olmaktan
utanıyorduk. Bi�
liyordum anne ve
babamın soyunun
geldiği Kürt aşiret�
leri ve eski Pontus’taki Karadenizliler bu soykırımda
şu veya bu oranda paya sahiptiler. Bugün bu payın
hesabını görmek bu geçmişi lanetlerken soykırımla
yüzleşmenin önemini çok daha iyi anlama imkânına
sahip olduk. Elbette yükün kendimize düşen payı ile
yüzleşme anlamında mutlu, bir bütün olarak Anado�
lu halklarının bu tarihin ilk soykırımlarından biriyle
yüzleşmesi inkârcılığın etkisinin kırılması için yapı�
lacak daha çok işin olduğunun da bilincindeyiz.
Bu durum bu seyahat sırasında Ermeni köylerden
birinde sohbet sırasında bize sorulan “Türkiye’de sizin gibi düşünen ne kadar insan var” sorusuna abar�
tarak ancak “77 milyonda 7 milyon demiştik! Hrant
Dink’in cenazesinde İstanbul’da 200 bin insan yürüdü” demiştik. Az olmamız bizi korkutmuyor! Bizi
kuşkulandıran yarınlarda bugünün inkârcılarının
ikiyüzlü davranışlarının olacağıdır!
En nihayetinde Anıta varmıştık. Soykırım Anıtı
tabanda geniş, yükseldikçe daralan 12 sütundan olu�
şuyordu. Her sütunun tabandaki genişliği takriben 12
metre, tavanda ise daraldığı için takriben 5 metreydi.
Sütunların kalınlığı takriben 4 metreye yakındı. Her
sütun arasında içeri girmek için merdivenli boşluğun
genişliği ise 2 metre civarındaydı. Bir nevi Kızılderili
çadırını anımsatıyordu.
İçerde iç içe geçmiş dairelerin en sonundakinde
meşale yanmaktaydı. İnsanlar bu çemberlerin en üst�
tekine getirdikleri çiçekleri bırakarak meşalenin et�
rafını çiçek bahçesine dönüştürmüştü.
Yine duygulanmıştık! İnsanlar çiçek bırakırken
istavroz çıkarırken video çekme sırasında cümleler
boğazımda düğüm�
lenmeye
başladı.
Gözlerimden yaşlar
gayri ihtiyarı dam�
lıyordu. Duygula�
rım beni esir almış�
tı! Bu durumum
arkadaşımı da et�
kilemiş olacak ki,
ikide bir burnunu
çekip duruyordu!
O da ağlıyordu. Bu
satırları yazarken
yine duygulandım!
Yine gözlerim ya�
şardı! Evet, yüzleş�
menin zirvesindey�
dik.
Biz soykırımla yüzleştik. Soykırımı lanetledik!
İnkârcılığa lanet okuduk! İnkârcılığı devam ettiren
ve halklarımızı kandıranlara lanet olsun! 1915 Erme�
ni Soykırımda ölenlerin anısının önünde ve yerinde
saygı ile onları andık. Darısı halklarımızın başına!
Şimdi Yüzleşme zamanıdır!
24 Nisan 2015
Bugün nerede ne zaman nasıl buluşacağımızı kimle�
rin hangi görevi olduğunu dünden ayarlamıştık.
Saat 11:00 de Soykırım anıtına giden yolda buluşup
pankartımızı açma kararımıza rağmen bizi bekleme�
yen olaylarla karşılaştık. Soykırım Anıtına/Müzesine
ce – Almanca ve İngilizce de yazılmıştı.
Ermenice bildirimizi alıp bizle birlikte dağıtmaya
başlayan Ermeni gönüllüler çıktı.
Yağmur yağana kadar dağıttığımız bildiri sayısı
4500 olmuştu.
Önümüzden geçen yüzbinlerin dikkatine çektik
desek yeridir.
Bildiri dağıtımından sonra pankartımızla birlik�
te anıta kadar yürüdük. Anıtın içine girip çıktıktan
sonra anıtın dışında içerden çıkanların görebileceği
yerde bir müddet daha pankartımızı açık tuttuk ve
yine ilgi odağı olmaya devam ettik.
Yaptığımız sohbetlerde dilimizin döndüğü kadar
bildirilerimizdeki içeriği savunduk.
Bizle karşılaşan Türkiyeli ve başka ülkelerden baş�
ka gruplar bize gıpta ile baktılar, çünkü siyasi içerikli
tek eylem bizim eylemimizdi, çünkü Ermeniler SOY�
KIRIMI yas olarak kavramaktalar. Bu vb. olayların
temelinde yatan milliyetçilik, ırkçılık dinciliktir. Bu�
gün bu zehirlere karşı panzehir emperyalizme karşı
mücadeleden geçer. Onun için kapitalist sistemler
yıkılmadan bu nefretler ortadan kalkmaz. Mücade�
lemiz bunun içindir.
Siyasi içerikli bu eylemimize karşı çıkan “burada
parti /örgüt + komünizm propagandası yapamazsı�
nız” diyen görevliye evet biz komünistiz ve yaparız
oldu. Yoldaşımızın tutarlı, boyun eğmeyen ve duygu�
sal tavrı karşısında özür dilemek zorunda kaldı. So�
nunda dayanışmamız için bize teşekkür etti.
Yağmur Ermeni soykırımın gözyaşları misali he�
men hemen tüm gün sürdü. Epey yorulmuştuk. Ama
bu yorgunluk 100 yılın yükünü kaldırmaktan daha
yorucu değildir. Az sayıda insanla büyük bir eylem
gerçekleştirdik. Kendi aramızda da çok uyumlu ve
kolektif bir çalışma yürüttük. Başarılı eylemimizden
sonra bir araya gelerek değerlendirmemizi yaptık ve
yine yapılması gereken işler konusunda iş bölümü /
zaman planlaması yaparak birbirimizi kutlayarak ve�
dalaştık. Eyleme katılan tüm yoldaşlar sağ olsun var
olsun.
Biz yüzleştik yüzleşmeye devam edeceğiz. Darısı
halklarımızın başına!
Soykırımın 100.yılında hepimiz bir kez daha Erme�
niyiz!
Soykırımın 100. yıldönümünü anma etkinlikleri�
ne katılan bir grup YDİ Çağrı ve Her şeye Rağmen!
Okuru.
26.04.2015 ✓
✌
halkların kardeşliği için
giden tüm yollar birkaç km önceden kapatılmıştı.
Taksiden 1-2 km önceden inmek zorunda kaldık.
Biz boş caddelerin hâkimiyiz edasıyla yürürken
bir Polis aracı yanımızda durdu. “Turist misiniz nereye gidiyorsunuz?” diye sordu… Soykırım Anıtına
cevabı verdiğimiz de arabaya atlayın dediler. Ara�
balarına atladık, nerden geliyorsunuz klasik sorusu�
na Türkiye’den cevabımıza şaşırdılar ve hemen biri
telefonuna sarıldı doğru mu söylüyoruz ve yardımcı
olmak bizi anlamak için, Türkçe bilen bir arkadaşını
(büyük ihtimalle amir) aradı ve telefonu bana verdi.
Amacımızı anlattığımdan sonra Azeri Türkçesiyle
konuşan telefonun ucundaki teşekkürlerini iletti ve
“yoldaşı” versene dedi. Meslektaşıyla konuşan araba�
yı kullanan polis te bize teşekkürlerini bildiği birkaç
kelime İngilizceyle ifade etti. Önce bizi giriş yoluna
kadar götürdüler ne olduysa tekrar geri dönüp köprü�
nün başındaki bariyerlerin oraya bıraktılar. Buluşma
yerimiz Hrazdan Nehri üzerindeki Kievyan köprü�
sünün diğer ucu idi.
Bariyerlerle yolu kapamış resmi polisler yanında
bulunan siviller geçmemizi engelledi. Geçişlere saat
13:00’te müsaade edileceğini belirtti. Kimlik vs. kont�
rolünden sonra bir türlü sivilleri ikna ettik ve geçiş
yaptığımızda saat 10:30 olmuştu. Tahminimiz doğ�
ru çıktı, bizimkilerin hepsiyle buluştuğumuzda saat
12:00’yi geçiyordu.
Hepimiz birleşince herkes görevini yapmaya başla�
dı. Kimimiz pankartı açtık, kimimiz bildiri dağıtma�
ya başladık. Kimimizin görevi de fotoğraf çekmekti.
Pankartımızı açmamız ve bildiri dağıtmaya başla�
mamızla toplanmış girişi bekleyenleri tüm dikkati
bizlere çevrildi.
YDİ Çağrı ve Her şeye Rağmen imzalı Ermenice
yazan “ 1915-2015 Ermeni Soykırımının 100. Yılında
Türkiye İnkâr ediyor! Almanya Gizliyor, Kurbanları
Anıyoruz! Tanınma Talep Ediyoruz1” içerikli pan�
kartımız herkesin görebileceği yerde tutulmaya baş�
landı.
Pankartımıza ilgi büyüktü ve çok sayıda insan hatı�
ra resmini çekmekle kalmadı önünde hatıra fotoğraf�
ları çektirdi. TV-Radyo istasyonları gelip hem çekim
hem de röportaj yapıyordu.
Elimizdeki 4 dilden (Ermenice-Türkçe-İngilizceAlmanca) bildiriden Ermenice olanı adeta kapışılı�
yordu.
Türkçe bildirimizin başlığı “24 Nisan 1915-2015
Ermenilere Yönelik SOYKIRIM’ın 100. YILDÖNÜ�
MÜ - HEPİMİZ ERMENİYİZ!” Aynı başlık Ermeni�
35
✌
halkların kardeşliği için
100. YILINDA ERMENİ
SOYKIRIMI LANETLENDİ!
100 yıl önce Ermeni soykırımının başlangıcını temsil eden İstanbul tutuklamaları
başladı. İlk anma tutuklananların konulduğu Sultanahmet Meydanında bulunan
Türk ve İslam Eserleri Müzesi önünde yapıldı.
24
Nisan 2015, Ermeni Soykırımının 100. yılı
dolayısıyla İstanbul’da çeşitli eylemler/
etkinlikler gerçekleştirildi.
100 yıl önce Ermeni soykırımının başlangıcını
temsil eden İstanbul tutuklamaları başladı. İlk anma
tutuklananların ko�
nulduğu Sultanahmet
Meydanında bulunan
Türk ve İslam Eserleri
Müzesi önünde yapıl�
dı.
Sultanahmet
36
Türk ve İslam Eser�
leri Müzesi önünde,
100.Yıl İnkara Son
Girişimi tarafından
basın açıklaması ya�
pıldı. İbrahim Paşa
Sarayı olan, Türk ve
İslam Eserleri Müze�
si binası uzun yıllar
cezaevi olarak kul�
lanıldı. Bina, 24 Ni�
san 1915’de gözaltına alınan Ermeni aydınlarının,
Haydarpaşa’dan Anadolu’nun içlerine ve oradan ölü�
me gönderilmeden önce tutuldukları yer.
24 Nisan 1915’de İstanbul’da 235 Ermeni aydını
(şair, yazar, milletvekili, doktor, gazeteci, müzis�
yen vb.) gözaltına alındı. Büyük çoğunluğu Ayaş ve
Çankırı’ya sürülerek katledildi.
“Soykırımın 100. Yılı. Tanı! Af dile! Tazmin et!” ya�
zılı, Türkçe, Ermenice, İngilizce pankart açıldı. Basın
açıklaması üç dilde yapıldı.
Basın açıklamasında sadece Ermenilerin değil,
diğer gayrımüslim halkların da, -Asuri/Süryaniler,
Rumlar, Ezidiler- soykırımdan geçirildiği belirtilerek
TC devletine çağrı yapıldı:
“Soykırımı tanıyın! Af dileyin. Tazmin ve tela�
fi edin. Ancak o zaman nehirlerden akan, vadiler�
de üst üstte yığılan,
uçurumlardan atılan,
denizlerde boğulan
mezarsız ölüler hak
ettikleri gibi, haysi�
yetlerine uygun şe�
kilde gömülmüş ola�
cak. Ruhları huzura
erecek. Yok edilen bir
dünyayı geri getirmek
mümkün değil; ancak
suçun kabulü ve ada�
letin tesisi, kurban�
ların inkar zulmüyle
yaşayan ailelerin duy�
duğu haklı öfke, acı ve
özlemi bir nebze hafif�
letecektir.”
Basın açıklamasına
YDİ Çağrı çalışanları ve okurları da katıldı. Burada
Ermeni Soykırımı ile ilgili çıkardığımız bildirinin
dağıtımı yapıldı.
Soykırım kurbanları anısında saygı duruşu yapıl�
dı. Basın açıklamasının ardından, Sultanahmet’ten
Eminönü’ne sessiz yürüyüş düzenlendi. Deniz yo�
luyla Haydarpaşa’ya geçildi.
Haydarpaşa
Haydarpaşa Garı 24 Nisan 1915 tutuklularının Ana�
dolu içlerine, ölüme gönderildikleri yer.
Galatasaray Lisesi
Nor Zartonk’un çağrısıyla Galatasaray Lisesi önünde
Soykırım Yürüyüşü için saat 18.00’de toplanılma�
ya başlandı. Tomalarla barikat kuran polis, küçük
bir ırkçı, faşist bir grubun –Genç Türk- lise önünde
toplanmasına izin verirken, soykırım yürüyüşü için
toplanmaya izin vermedi. Polisin Nor Zartonk tem�
silcileriyle yaptığı gö�
rüşmeler sonucunda,
toplanan kitle Polis
barikatının arka ta�
rafına geçti. Toplanan
binlerce kişi en önde
“Soykırım Sürüyor!”
pankartı açarak yürü�
yüşe geçti. Yürüyüşün
önünü kesen polis dö�
vizlerin kapatılmasını
dayattı. Dövizler in�
dirildi. Yürüyüş sıra�
sında yeniden açıldı.
Fransa Konsolosluğu
önünde biten yürüyüş
yapıldı. Binlerce kişi
sloganlar atarak yürü�
dü. Şu sloganlar atıldı: “Sevag kezi bidi çimornank!,
Hrant kezi bidi �����������������������������������
çimornank��������������������������
!, Poğotsi baykar, Azadut�
yun!, Baykar, baykar minçev artar aşhar!, Faşizme
karşı omuz omuza!, Yaşasın halkların kardeşliği!,
Soykırım sizin direniş bizim!, İnkar etme, susma,
suça ortak olma!”
Biz de “1915-2015 100 yıl yeter! Tarihle yüzleşme
zamanı!” Türkçe, Ermenice pankartını açarak yürü�
yüş boyunca taşıdık. Soykırım ile ilgili çıkardığımız
bildiriyi dağıttık.
Soykırım anması
Fransa Konsolosluğu önünde soykırım anması yapıl�
dı. Üç dilde basın açıklaması okundu. Ermenice ma�
tem müziği çalındı. 24 Nisan’da tutuklanan Ermeni
aydınların isimleri okundu.
Ermeni Soykırımı’nı Anma Platformu üyesi ve aynı
zamanda soykırım mağduru olan Heghnar Waten�
paugh konuşma yaptı. Watenpaugh, 24 Nisan’ın, in�
sanlık tarihinde yaşanan en karanlık olaylardan biri
olan soykırımın yıldönümü olduğunu, aynı zamanda
da dünyanın dört bir yanındaki Ermenilerin hayatta
kalışını ve muazzam direnme gücünü kutladığı gün
olduğunu söyledi. Büyükannesi soykırım mağduru
olan Watenpaugh, ailesinin sürgün ile geçen yılları�
nı ve kayıplarını anlatarak, “Adalet istiyorlar, adalet
istiyoruz. Bugün burada dünyanın dört bir yanından
inkara karşı durmak için gelmiş olan Ermenilerle bir�
likteyiz, acılarımızın telafisi ve haklarımızın iadesine
yönelik arayışımızda bizlere destek veren Türkiyeli�
lerle birlikteyiz” dedi.
Ermeni Soykırımı’nı
Anma Platformu adı�
na yapılan basın açık�
lamasını ise platform
üyesi Nurcan Kaya
okudu. Konuşmasın�
da yüzleşme vurgusu
yapan Kaya, soykırı�
mın 100’üncü yılında
yüzleşmenin gerçek�
leşmesi için yürütü�
len mücadelenin 1915
yılında katledilen yüz
binlerce insana karşı
vicdani sorumluluk
olduğunu belirterek,
“Bu yüzleşmenin ger�
çekleşmesi için çaba�
lamak yanı başımızdan kopartılıp alınan halkların
anısını yaşatmak için bir sorumluluktur. Yüzleşme�
nin gerçekleşmesini sağlamak Hrant Dink’e, Sevag
Balıkçı’ya, Maritsa Küçük’e olan borcumuzdur. Ken�
di vicdanımıza karşı olan borcumuzdur” ifadelerini
kullandı.
Anmada YDİ Çağrı sayı 174’ün satışı yapıldı.
“1915-2015 100 yıl yeter! Tarihle yüzleşme zama�
nı!” Türkçe, Ermenice pankartını anmada açtık.
Pankartımız oldukça ilgi çekti. Anmanın bitiminden
sonra da uzun süre pankartı açılı tuttuk.
Soykırımın 100.yılında, soykırımı lanetliyoruz!
24.04.2015 ✓
✌
halkların kardeşliği için
Haydarpaşa Garı merdivenlerinde oturuldu. “Soy�
kırımın 100. Yılı. Tanı! Af dile! Tazmin et!” yazılı üç
dilde pankart açıldı. 24 Nisan tutuklularının resimle�
ri açıldı. Üç dilde basın açıklaması yapıldı.
Basın açıklamasının ardından deniz yoluyla
Eminönü’ne geçildi. 24 Nisan 2011’de zorunlu asker�
lik yaptığı Batman’da Ermeni olduğu için öldürülen
Sevag Şahin Balıkçı’yı anmak için Şişli Ermeni Me�
zarlığına gidildi.
37
✌
halkların kardeşliği için
ERMENİ SOYKIRIMININ 100.
YILINDA BERLİN’DE YAPILAN
ETKİNLİKLER ÜZERİNE
NOTLAR!
E
rmeni soykırımının 100. yıldönümünde
Berlin’de birçok etkinlikler yapıldı. Bu etkin�
liklerde Herşeye Rağmen taraftarları yoğun olarak
ajitasyon propaganda faaliyeti yürüttü. Ermeni soy�
kırımının 100. yıldönümünde, Bolşevik Partizan ve
Herşeye Rağmen “1915-2015, Soykırımın 100. Yılı.
Ermeni Halkı İçin Istırap Ve Acı Dolu Yüz Yıl. Türk
Devletinin İnkâr Ve Yalan Dolu Yüz Yılı” başlıklı or�
tak bir açıklama yaptı. Bu açıklama yapılan bütün et�
kinliklerde yoğun olarak dağıtıldı. Bu ortak açıklama
sahiplenildi. Eylemlere katılan birçok insan bu ortak
açıklamayı afiş olarak taşıdı.
15 NİSAN 2015
38
Genç Dünya gazetesinin bürosunda, Alman tarihçi
Werner Röhr Ermeni Soykırımının 100. yıldönümü
ile ilgili bir sunum yaptı. Werner Röhr, Abdülhamit
döneminde yapılan Ermeni katliamları, Jön Türkle�
rin iktidara gelişi ve Ermeni soykırımına giden yol�
da taşların nasıl döşendiğini anlattı. Werner ayrıca
Almanya’nın Ermeni soykırımına seyirci kaldığını,
soykırımı yapan Talat Paşa ve şurekâsını korudu�
ğunu anlattı. Birinci Paylaşım Savaşı’nın ertesinde
İstanbul’da soykırım sorumluları hakkında par�
lamento soruşturmalarının yapıldığı, bir kısmı�
nın askeri mahkemelerde yargılandığı bir sürecin
başladığını belirten Werner Röhr, bu yargılamalar
sonucu Talat, Enver ve diğer bazı üst düzey yö�
neticiler hakkında gıyabında idam kararları da çık�
tığını ve soykırım suçlularının Almanlar tarafından
kaçırıldığını anlattı. Werner devamla, Hitlerin can
dostu 1923 Münih Birahane darbe girişimi sırasında
ölen Scheubner-Richter’in tam da soykırım sırasında
Erzurum’da Konsolos yardımcısı olduğunu, bu faşis�
tin bile Ermeni soykırımı bağlamında tepkili raporlar
yazdığını anlattı.
Krikor Zohrab, Ermeni toplumunun siyasal önderi
kabul edilen milletvekilidir. Yazar ve aynı zamanda
Talat Paşa’nın tavla, iskambil arkadaşıdır. İttihat ve
Terakki listesinden İstanbul mebusu seçilir. 1915’e
dek kaldığı mecliste dönemin en parlak hatiplerinden
biri olarak tanınır. 1909’da 31 Mart ayaklanması olur.
Ayaklanmacılar Talat’ı aramaktadır. Talat’ı, daha
sonra 1915’te ölüme göndereceği Kirkor Zohrab, sak�
layarak kurtarmıştır. 1915’te Talat kendisine yapılan
bu yardımı unutur. Zohrab, Talap Paşa ile tutuklan�
dığı günün hemen öncesinde buluşur. Beraber yemek
yer ve iskambil oynarlar. Ayrıldıklarında Zohrab, Ta�
lat Paşa’yı yanağından öper. Bu ayrılığın akşamında
Krikor Zohrab tutuklanır. 2 Haziran 1915’te UrfaDiyarbakır yolunda öldürülür.
1919’da Taşnaktsutyun Partisi‘nin 9. Kongresi’nde
soykırım suçlularının cezalandırılması konusu tar�
tışılır. Ermeni soykırımında rol almış unsurların
tek tek tespit edilerek cezalandırılması karara bağ�
lanır. Ermeni soykırımı suçluları Talat Paşa, Enver
Paşa,Cemal Paşa, Sadrazam Halim paşa, Dr.Bahattin
Şakir, Cemal Nazmi, Nayil Bey, Azerbeycan İçişleri
18 NİSAN 2015
Ermeni Sivil Toplum Kuruluşları, Berlin Türk Bü�
yükelçiliği önünde uyarı nöbeti için bir araya geldi�
ler. Açılan pankartlarda ve yapılan konuşmalarda,
Türk devletinin yüz yıldır yalan söylediği ve Alman
devletinin sessiz kaldığı belirtildi. 24 Nisan 1915’te
İstanbul’da ölüm yolculuğuna çıkarılan 100 Ermeni
aydınının tek tek isimleri okundu. Herşeye Rağmen
taraftarlarının dağıttığı bildiri afiş olarak kullanıl�
dı. Uyarı nöbetinin ardından Almanya Başbakanlık
binasına kadar bir yürüyüş yapıldı. Konuşmaların
odaklandığı nokta yüzyıl sonra Almanya’nın soykı�
rım gerçeğini kabul etmesi ve doğruları söylemesiydi.
Yürüyüşün ardından Ermeni soykırımının tanınma�
sı için toplanan imzalar bir polis memuruna teslim
edildi.
23 NİSAN 2015
Berlin Katedrali‘nde 1915’te soykırımdan geçirilen Er�
menilerin anısına bir ayin düzenlendi. Ayine katılan
Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck burada bir
konuşma yaptı. İlk kez Birinci Dünya Savaşı sırasında
yüz binlerce Ermeni‘nin öldürülmesini soykırım ola�
rak niteleyen Gauck, bunda Almanya‘nın da sorum�
luluğunun olduğunu söyledi. Gauck konuşmasında,
„Ermenilerin kaderi, 20’nci yüzyılın korkunç izlerini
taşıdığı kitlesel kıyım, etnik temizlik, tehcir ve soy�
kırımlar tarihine örnek teşkil etmektedir“ ifadelerini
kullandı. Gauck ayrıca „Bu bağlamda Almanya‘nın
da Ermenilere uygulanan soykırımda sorumluluğu
-hatta yeri geldiğinde suçu- olup olmadığının araş�
tırılması bizim için zorlu ama kaçınılmaz bir so�
rumluluktur“ açıklamasını yaptı. „Bugün yaşayan
kimseyi suçlu koltuğuna oturtmak gibi bir niyetimiz
olmadığının da altını çizmek isterim“ diyen Alman�
ya Cumhurbaşkanı, „Kimsenin gerçeklerden kork�
masına gerek yok. Bizi birbirimizden ayırmış olan
ve ayıran şeyleri ancak birlikte aşabiliriz“ ifadelerini
kullandı.
Berlin Katedrali‘ndeki ayinden sonra saat 21:30’da,
Brandenburger Tor meydanına kadar bir yürüyüş
yapıldı. Yüzlerce kişinin katıldığı yürüyüşte, katledi�
lenlerin anısına yakılan mumlarla birlikte yüründü.
Brandenburger Tor meydanında, yapılan konuşma�
larda Türk devletinin Ermeni soykırımı ile yüzleş�
mesi ve Alman devletinin soykırım gerçeğini kabul
etmesi talep edildi. Herşeye Rağmen taraftarlarının
dağıttığı bildiri büyük ilgi gördü. Bildiriler tükendi.
Yürüyüşe katılan kimi katılımcılar bildiriyi ellerinde
tutarak yürüdü.
✌
halkların kardeşliği için
Bakanı Behbut Han Civanşir öldürülür. Werner Röhr,
konuşmasında bu bilgileride aktardı.
Werner Röhr, Ermeni soykırımına Almanya’nın se�
yirci kaldığını ve kimi Alman konsolosların raporla�
rına rağmen kılını kıpırdatmadığını anlattı. Toplan�
tıya katılan bir Alman, BP-HR ortak açıklamasında
şu cümleyi okudu. “Alman imparatorluğunun kimi
generalleri o dönemde savaş müttefiki Osmanlı dev�
letinin ordusunda kurmay heyetinde yer alıyordu.”
Bu cümleyi okuyan katılımcı, eğer Alman general�
leri kurmay heyetinde yer alıyorsa nasıl oluyorda bu
soykırımı engelleyemiyorlar sorusunu sordu. Werner
Röhr, Alman generallerin kurmay heyetinde yer aldı�
ğını fakat iç sorunlarla ilgili yetkilerinin olmadığını
söyledi. Oysa gerçek cevap bu değildi. Çünkü Alman
imparatorluğu soykırımın planlanmasında, uygulan�
masında yer aldı ve soykırımı destekledi. Olgu budur.
24 NİSAN 2015
Ermeni soykırımının 100. yıldönümü öncesinde Al�
man basınında konuya ilişkin haber ve analizler daha
sık şekilde yer almaya başladı. Gazetelerde ve TV
programlarında Almanya‘nın sorumluluğuna da dik�
kat çeken söylemlere yer verildi. Koalisyon partileri�
nin hazırladığı ve 24 Nisan’da görüşülen önergede
“Ermenilerin kaderi, 20’nci yüzyıla damgasını vuran
katliam, etnik temizlik, tehcir ve soykırım tarihine
bir örnektir” ifadesine yer verildi. Almanya Federal
Cumhuriyeti Meclisi bünyesindeki partiler, Osman�
lı birliklerinin bundan 100 yıl önce yaptığı kıyım ve
katliamları soykırım olarak nitelendirdi.Almanya
Federal Meclisi Başkanı Norbert Lammert „Dünya
kamuoyunun gözleri önünde, Birinci Dünya Sava�
şı sırasında Osmanlı İmparatorluğu‘nda yaşananlar
soykırımdı. Bu, 20‘nci yüzyılın son soykırımı olarak
kalmadı“ dedi. Dönemin Alman İmparatorluğu’nun
Osmanlının müttefiki olduğunu belirten Lammert,
“Almanlar, geçmişleriyle ilgili nasıl bir tutum izle�
yecekleri konusunda kimseye ders verecek durumda
değildirler. Yine de deneyimlerimizle başkalarını, acı
verse de, geçmişle hesaplaşma konusunda cesaretlen�
direbiliriz” diye konuştu. Koalisyon ve muhalefet par�
tileri, görüşmeler sırasında yaptıkları konuşmalarda
hedefin Türkiye’nin sanık koltuğuna oturtulması
olmadığını belirttiler. Bu bağlamda Almanya’nın ta�
rihindeki nasyonal sosyalizm sayfası göz önünde
bulundurulduğunda kibirli davranmak gibi bir lük�
39
✌
halkların kardeşliği için
40
sü olmadığı vurgulanırken, Türkiye’nin de tarihiyle
yüzleşme zamanının geldiğine dikkat çekildi. Tar�
tışmalar sonucunda, soykırımı tanıma önergesi ilgili
komisyonlara gönderildi. Alman Federal Meclisi‘nin
ne zaman önergeyi ele alıp değerlendireceği ve oyla�
yacağı bilinmiyor.
Alman Federal Meclisi’nde Ermeni soykırım öner�
gesi görüşülürken, parlamento binası önünde eylem
vardı. KKT’lı kimi kurumlarda faaliyet yürüten ar�
kadaşlar, Ermenilerin acılarını paylaştıklarını ve
Alman Parlamentosu’nun soykırımı kabul etmesi
gerektiğini belirten konuşmalar yaptılar. Ermeni ar�
kadaşlar mumlarla “gerçeği söyleyin” şeklinde yazı
yazmışlardı.
24 Nisan akşamı Marien Kilisesi’nde Ermeni soy�
kırımı üzerine bir toplantı yapıldı. Toplantının ko�
nuşmacıları Tesse Hofmann ve Gerayer Koutcharian
idi. Yapılan sunumlarda, Alman Federal Meclisi’nin
Ermeni soykırım önergesini komisyonlara havale et�
tiğini, parlamentoda Ermeni halkının beklediği ka�
rarın çıkmadığına vurgu yapıldı. Almanya’nın yüzyıl
sonra soykırım gerçeğini kabul etmesi gerektiğini
belirten konuşmacılar, 24 Nisan 1915’te Osmanlı’nın
başkenti olan İstanbul’da öncelikle Ermeni halkının
ileri gelenlerinin kitlesel tutuklanmaları ile soykırı�
ma başladıklarını anlattılar.
Türkiye’de soykırım inkarcılığı devletin milli
güvenlik politikasının bir parçası olarak yürütül�
dü, yürütülüyor. TC. tarihi katliamlar tarihidir. İn�
karcılık soykırımın açtığı yarayı hep açık tuttuğu
gibi daha derinleştirdi İnkar ölülerinin 100 yıldır
hala gömülmemiş olması acısını daha da derin�
leştirmiştir İnkar sürdüğü sürece o mezarlar açık
kalacaktır.
Bu toplantının bir saat öncesinde, KKT’li arkadaşlar
tarafından Kilise önünde Ermenilerin acısını payla�
şan pankart açıldı. Herşeye Rağmen taraftarları yine
burada bildiri dağıtımı ve gazete satışını yaptı. Er�
meni gençler bildiriye sahip çıkarak dağıttı. Bir masa
temin eden gençler, bildirileri masanın üstüne ve
açılan pankartın önüne yerleştirdiler. Bu durumdan
kimi Türkiyeli arkadaşlar rahatsız oldu. Parlamento
ve Kilise önünde “Acılarınızı Paylaşıyoruz” parolası
altında eylem yapanlar gruplar şunlardı:Allmende
(Alternatif Göçmen Politikalar ve Kültür Evi)
Didf Berlin (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyo�
nu) Fidef Berlin (Federal Almanya İşçi Dernekleri Fe�
derasyonu) Halklarin Demokratik Platformu-Berlin
– HDP Berlin Komkar Berlin (Kürdistan İşçi Dernek�
leri Federasyonu) Berlin-Brandenburg Kürt Toplumu
Kürt Merkezi Göç Kurulu Berlin-Brandenburg
Sekiz Sivil Toplum Örgütü Ermenilerin acılarını
paylaşan iki etkinliği organize ediyor. Bu etkinlik�
lere katılanların sayısı 30-40 civarında. Bir pankart
yazmakla yetinen bu kurumlar, Ermeni soykırımını
lanetleyen, kınayan ajitasyon-propaganda materyal�
lerini üretme gereğini duymuyor. Herşeye Rağmen’in
çıkardığı ve dağıttığı propaganda malzemelerinden
rahatsız oluyorlar. Demokrasi anlayışları sadece ken�
dileri gibi düşünenlerle sınırlı kalıyor. Ne yazık ki bu
anlayış devrimci örgütlerin bir hastalığı. Demokra�
siyi içselleştirmeyenlerin demokrasiyi savunması bir
tutarsızlıktır.
25 NİSAN 2015
Ermeni örgütleri Başbakanlık binası önünde bir
araya geldiler. Binlerce kişinin katıldığı bu yürüyüş
Brandenburger Tor meydanında sona erdi. Yürüyü�
şün ön tarafında “1915-100 Yıllık İnkar...Soykırım”
pankartı taşındı. Bolşevik Partizan, Herşeye Rağmen
imzalı ortak açıklama, yürüyüş kortejinin en önün�
deki pankartlarla birlikte taşındı. Yürüyüşte soykırı�
mı anlatan, lanetleyen birçok doviz ve pankart vardı.
Yürüyüş güzergâhı boyunca yapılan konuşmalarda,
atılan sloganlarda Almanya’nın soykırımı kabul et�
mesi istendi. Ayrıca Türkiye’nin inkar politikasını
eleştiren konuşmalara da yer verildi. Soykırımı tanı�
yan Fransa’ya teşekkür edildi.
Bolşevik Partizan ve Her şeye Rağmen imzalı Al�
manca “ 1915-2015 Ermeni Soykırımının 100. Yılında
Türkiye İnkâr ediyor! Almanya Gizliyor, Kurbanları
Anıyoruz! Tanınma Talep Ediyoruz” içerikli pankart
taşındı. Pankartın yanı sıra yüzlerce bildiri dağıtıldı.
Gazete satışı yapıldı. Bildiriye ilgi oldukça yoğundu.
Birçok katılımcı bildiriyi yürüyüş boyunca afiş gibi
ellerinde taşıdı. Ermeni örgütlerinin yaptığı yürüyü�
şe, KKT’li göçmenler ve Almanlar da katıldı. Herşeye
Rağmen dışında, hiçbir örgütün pankartı ve flama�
ları yoktu. Ermenilerin acılarını paylaşma söylem�
leri yetmiyor. Buna uygun bir pratiğin sergilenmesi
gerekiyor. Ermeni soykırımının 100. yıldönümünde
Berlin’de yapılan bir yürüyüşe, KKT’li ve Alman ör�
gütlerinin kitlesel destek vermemesi, kortej kurarak
yürümemeleri anlaşılır değildir. Teoride soykırımı
lanetliyenler, bu teoriye uygun bir pratik sergilemi�
yorlarsa söylemlerin hiçbir değeri yoktur.
28.04.2015 ✓
Berlin’den Bir YDİ Çağrı Okuru...
Haziran seçimleri tamamlandı ve “BİZ’ler”in
gönülden çabasıyla baraj yıkıldı! Hem de bütün
beklentilerimizi aşan bir oranla, gümbürtüyle!
Bu seçimin önemli kazanımlarından biri HDP
sayesinde meclisteki kadın milletvekili oranının bi�
raz daha artmış ve T.C. tarihinde ilk kez olmak üzere
yüzde 18’e ulaşmış olmasıdır. Geçen seçimlerden
sonra (2011) kadın milletvekili oranı yüzde 14 idi.
Karşılaştırmalı olarak koyduğumuzda tablo şöyle:
32 / yüzde 40
(resmi olmayan seçim sonuçlarına göre)
Her iki seçimde de kadın milletvekillerinin par�
tilere dağılımında sayısal olarak AK Parti birinci
sırada gelmesine karşın, oransal olarak HDP (geçen
Partiler
2011 seçimleri
7 Haziran 2015
Kadın MV sayı/ seçimleri Kadın
oran
MV sayı/oran
Ak Parti
42 / yüzde 16,3
46 / yüzde 14
CHP
19 / yüzde 14
21 / yüzde 16,9
MHP
3/yüzde 5,6
4 / yüzde 5
Bağımsız
11 / yüzde 30,5
---
seçimde BDP destekli Bağımsızlar)
üstünlüğü
tutmaktadır. HDP’nin toplam 80 milletvekilinin 32’i
kadındır ve böylece kadınların yüzde 40‘lık oranda
temsiliyeti sözkonusudur.
451 erkek milletvekiline karşılık olarak 99 kadın
yeni kadın dünyası
KADINLAR DEMOKRATİK
TALEPLERİYLE MECLİSTE!
HDP demokratik kadın
7
hareketinin taleplerini meclise
taşımayı vaad eden bir seçim
kampanyası yürüttü ve seçilebilir
yerden gösterdiği kadın adayları
meclise taşıyarak bu sözünün
temelini atmış oldu. Bu elbette
takdire değer bir başarıdır.
milletvekili. Demek ki, genel tabloya bakıldığında
fazla bir değişiklik yok! Meclis yine erkek egemen!
Bu 98 kadın milletvekilinin hepsinin önde gelen
konularının kadın hakları mücadelesi olmadığı da
açık! Bu nedenlerle fazla bir değişiklik beklentisi
içinde değiliz! Ancak hak edilen oranda olmasa da
kadınların artık mecliste sesi var!
HDP demokratik kadın hareketinin taleplerini
meclise taşımayı vaad eden bir seçim kampanyası
yürüttü ve seçilebilir yerden gösterdiği kadın adayları
meclise taşıyarak bu sözünün temelini atmış oldu. Bu
elbette takdire değer bir başarıdır.
Önümüzdeki dönemde bunun peşinin izlenme�
si kadın mücadelesinin sesinin gerçekten de me�
cliste duyulur olması için çalışılması gündemimiz
olacaktır.
Meclisteki erkek egemenliğine ve toplumdaki erkek
egemen zihniyete ragmen,
Kadın cinayetlerine karşı kadınların yaşam
haklarının korunması,
Yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliği mücade�
lesinin yankı bulması,
Kadın dayanışmasının yükseltilmesi için: BİZ’lerin
sesinin daha gür çıkması beklentimizdir!
11.06.2015 ✓
41
yeni kadın dünyası
ANAYASA MAHKEMESİ‘NİN
DİNİ NİKAH İLE İLGİLİ
KARARI HAKKINDA
A
nayasa Mahkemesi 27.5.2015 tarihli ve 2015/51
sayılı kararı ile Türk Ceza Kanunu‘nun resmi
nikah öncesinde dini nikahı yasaklayan ve böyle bir
edimde bulunan imam ve çiftleri cezalandırılmasını
öngören maddesini Anayasa‘nın “eşitlik” ve “din ve
vicdan özgürlüğü” ilkelerine ters düştüğü gerekçe�
siyle iptal etti. Kamuoyunda tepki yaratan bu kararın
ne anlama geldiğine, kimlere yarayıp kimleri mağdur
ettiğine bakmakta fayda var.
Şimdiye kadarki yasal düzenleme neydi?
Yasal duruma göre şimdiye kadar da dini nikah ya�
sak değildi. Fakat uygulamada sınırlama getirilmiş
ve dini nikahın ancak resmi nikah ertesinde yapıl�
masına izin verilmişti. Buna aykırı davranıldığında
Türk Ceza Kanunu’nun 230. maddesi devreye girebi�
liyor ve dini nikah yapan imam ve çiftlere “iki aydan
altı aya kadar hapis cezası” öngörülüyordu.
Bu uygulama, devletin evlilik sözleşmelerine mede�
ni yasa temelinde hukuksal bir çerçeve kazandırma
ve koruma mücadelesinin bir ürünüydü. Dini töre ve
hukuğa karşı, özelde de erkeklerin çokevliliğine karşı
tek evliliğe dayalı burjuva hukukunu yerleştirme
çabasıydı. Fakat toplumun gelenek ve alışkanlıkları
o kadar köklü ve güçlüydü ki, “resmi” olmayan ev�
liliklerden doğan çocukların ve imam nikahlı
kadınların mağduriyetini azaltmak vb. için cumhuri�
yet tarihi boyunca defalarca “af yasası” çıkarılmak
zorunda kalınmıştı.
Türkiye toplumunun dini törene/imam nikahına
olan düşkünlüğü bugün de sürüyor. Evliliklerin yüz�
de 90’nında resmi nikahın yanısıra imam nikahının
da yapıldığı tahmin ediliyor. Şimdiye kadar imam
nikahı ya yasalara uygun olarak resmi nikahtan son�
ra yapılıyor ya da yasalara aykırı olarak yapılıyor ama
şikayet olmadığı sürece mahkemelere yansımıyordu.
“Din ve vicdan özgürlüğü” adına
kadınların ve çocukları mağduriyeti!
42
Anayasa Mahkemesi‘nin son kararıyla dini nikaha/
imam nikahına tam bir serbesti gelmiş oldu. Artık
resmi nikah beklenmeden imam nikahı yapılabilecek.
Anayasa Mahkemesi bu kararını esasta “din ve vic�
dan özgürlüğü” ilkesine dayandırıyor ve Avrupa’daki
uygulamaları örnek alıyor. Gerçekten de Avrupa’da
2000’li yıllarda bir değişim sözkonusu olmuştur. Res�
mi nikah öncesinde dini töreni yasaklayan yasaların
artık “toplumsal gerekliliğini yitirdiği”, “eskidiği”, bu
yasaların kilisenin etkisini kırma ve evlilik akdinin
devlet önünde resmiyete kavuşturulması mücadelesi�
nin sürdüğü dönemde anlamlı olduğu ve artık değiş�
tirilmesi gerektiği ileri sürülmüş ve nitekim değişti�
rilmiştir. Almanya’da örneğin, Terre des Femmes gibi
kadın kuruluşlarının itirazlarına rağmen, 31 Aralık
2008 tarihinde resmi nikah öncesinde dini nikahı ya�
saklayan yasa resmen kaldırılmıştır. Orda da gerek�
çelendirme aynıdır “eşitlik ilkesi” ve “din ve vicdan
özgürlüğü”.
Almanya’da ve Türkiye’de koşullar farklı farklı
olmasına rağmen her ikisinde de kadın örgütlerinin
çekinceleri ve itirazları haklıdır. Geçmişte dini ni�
kaha getirilmiş olan sınırlama belirli bir toplum�
sal gerçeklikten, erkek egemen sistemde kadınların
ve çocukların haklarının korunması istemin�
den kaynaklanmıştır. Şimdi bu yasakların rafa
kaldırılması kadınları ve çocukları mağdur etme
eğilimi taşımaktadır.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’de bu yasağın kalkması
çok daha vahim sonuçlara gebedir. Avrupa’da
kadınların ekonomik ve toplumsal konumları Kuzey
Kürdistan’la karşılaştırılamayacak kadar daha iyi
bir seviyededir, erkeğe bağımlılık önemli ölçüde
kırılmıştır. Avrupa’da 18 yaşından küçükler ancak
mahkeme izniyle ve gençlik koruma kurumunun
gözetimiyle evlenebilirler. Kiliseler de resmi evlenme
yaşına uymak zorundadır.
Ne Avrupa’da ne de
Türkiye’de imam nikahına yaş sınırı getiren bir yasa
yoktur! Kiliseler kurumdur, denetlenmesi müm�
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı yeni
uyanmış!
Dini nikaha sınırlama getiren TCK maddesinin ip�
tali istemiyle Anayasa Mahkemesi‘ne başvuru Eylül
2014’de yapılmış ve bu itirazın kabul edilmesi duru�
munda kadınların ve çocukların ciddi bir mağduri�
yeti sözkonusu olabilecekken, kadınların ve çocuk�
ların haklarını koruma özel görevine sahip Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı‘nda kıpırdama olmamış!
Ancak herşey olup-bittikten sonra uyanıyor ve şöyle
diyor Bakan Ayşenur İslam:
“Bakanlık olarak 18 yaş altı çocukların bir ni�
kah töreniyle gayrı resmi evlendirilmelerini engel�
lemek üzere yeni bir çalışma yapmamız gerekecek.
Çocuk yaşta evliliğin yasak olduğunu aslında her�
kes biliyor. Evliliklerde ciddi bir düşüş de var ama
mücadelenin sürdürülmesi gerekiyor. Bu kararın bu
tür evliliklere kapı açacak bir cesaretlendirmeye yol
açmaması gerekiyor. Onunla ilgili yeni bir çalışma
yapmamız gerektiği anlaşılıyor. Hemen oturup bunu
çalışmamız gerekecek” ( http://www.yeniakit.com.tr/
haber/bakanin-dini-nikah-endisesi-71086.html)
Bravo doğrusu! İşte böyle sorumlu ve çalışkan bu
bakanlar! Ön çalışması yok, tepkisi-itirazı yok. Karar
çıkmış, şimdi aklına gelmiş oturup çalışmak! Kamu�
da tepki yaratmasa belki de hiç uyanmayacak!
Sonuç belli! Kadınların ve çocukların haklarının
korunması böylesi adı var kendi yok bakanlarla,
erkek egemen sistemin/erkek egemen hükümetlerin
göstermelik, eğreti kurumlarıyla olacak şey değildir.
İş başa düşmektedir. Güçlü bir kadın hareketinin
gerekliliği her gün daha da belirgin biçimde kendini
dayatmaktadır!
yeni kadın dünyası
kündür. İmam nikahının kontrolü zordur!
Kadınların ekonomik bağımlılığının hala üst sevi�
yede olduğu, kızların çocuk yaşta evlendirilmesinin
hala yaygın olduğu, kumalık gibi törelerin ciddi bir
şekilde varlığını koruduğu koşullarda Anayasa Mah�
kemesinin aldığı karar kadınları ve çocukları mağdur
eder! Gözünü sadece “din ve vicdan özgürlüğü” il�
kesine diken “adalet ve yargı” sistemi, böylece bir
kere daha cinsiyetçi yapısını ortaya koymuştur. Dini
nikahın resmi evlilikten sonra yapılması yönünde�
ki sınırlama “din ve vicdan özgürlüğü”ne get�
irilen kısmen küçük bir sınırlamadır, dini nikahın
önünde tümüyle engel değildir. Ancak tersi, yani
bu sınırlamanın tümüyle kaldırılması ekonomik ve
toplumsal güçsüzlüğü sözkonusu olan kadınların
daha da korumasız duruma düşürülmesi anlamına
gelir. Çünkü, dini nikahla yapılan evliliklerde
kadınların ve bu evliliklerden doğan çocukların
hakları korumasızdır.
Bu yasa, “miras ve nafaka belasından” sakınmak,
resmi nikahın getirdiği sorumluluklardan kaçmak
isteyen, ekonomik ve toplumsal olarak güçlü erkeğe
yarar.
Esasen hiçbir zaman yokolmamış toplumsal ger�
çeklik olarak çok-karılılığın “imam nikahı” ile
taçlandırılarak toplumsal kabulünün artmasına ve
bunun mağduru kadınlara daha da yoğun bir şekilde
dayatılmasına yarar!
Bu yasa, 18 yaşından küçük kızları evlendiren annebabalara ve artık ceza korkusu olmaksızın onların
nikahını kıyan imamlara yarar. Dini nikahta evle�
nen kişilerin razı olduklarını bizzat imam önünde
açıklamak zorunda olmadıklarını, onlar adına
“tayin edilen” vekillerin, örneğin anne-babaların
bunu yapmasının da mümkün olduğu bilindiğinde,
bu kararın özelde kız çocukların erken ve zorla ev�
lendirilmesine karşı mücadeleye hiç de hizmet
etmeyeceği, tam tersine bu mücadeleyi zorlaştıracağı
açıktır.
Bizim taleplerimiz nelerdir?
Peki şimdi bizim talebimiz ne olacak? Eski uygula�
maya geri dönülmesi mi? Hayır! Bizim dikkatimizin
merkezinde duran, ister dini nikahla olsun, isterse
resmi nikahla olsun ve en önemlisi hatta isterse ni�
kahsız olsun, kadınların ve çocukların haklarının
korunmasıdır. 18 yaşın altındaki kız çocuklarının ev�
lendirilmesine, kızların ve kadınların istemedikleri
evliliklere zorlanmalarına karşı mücadele ve koruma
tedbirlerinin alınması. Evlilik içi doğan çocuklarla
evlilik dışı doğan çocukların haklar yönünden eşit
kılınması, evlilik dışı doğan çocukların nafaka hak�
kının verilmesi, devlet tarafından kadınlara onları
erkeğin dayatmalarına mahkum etmeyecek ekono�
mik gücün sağlanması. (Kumalık geleneğini gerçek�
te yıkacak olan kadınların buna HAYIR diyebilecek
ekonomik ve toplumsal konuma gelebilmesidir.)
Herkese iş, işsiz kadınlara geçinilebilinir düzeyde
işsizlik parası, çocuklu kadınları muhtaç durumdan
kurtaran sosyal yardımlar, çocuk bakımı ve eğitimi�
nin toplumsallaştırılması, ev işlerinin ücretlendiril�
mesi. Taleplerimiz bunlardır.
11.06.2015 ✓
43
panorama
PA NOR A M A
IRKÇILIĞIN
DAYANILMAZ
AĞIRLIĞI!
- ABD -
ABD
44
’de kurumsal ırkçılığa, ırkçı cinayet�
lere ve polis terörüne karşı mücade�
leyi yeniden medyaya yansıtan gelişmeler, Maryland
Eyaleti’ne bağlı Baltimore’da yaşandı. Protestoları te�
tikleyen olay, yine siyah tenli bir insanın, polisin ırkçı
temeldeki saldırıları, darp edilmesi sonucu, yaşamını
yitirmesiydi.
Sözkonusu cinayete ve gelişmelere somut olarak
değinmeden önce, dergimizin 173. sayısında (sayfa
52-56) 26 Aralık 2015 tarihinde ortaya koyduğumuz
gelişmeler sonrasında, gündeme gelen kimi noktala�
ra değinelim.
Dergimizin 173. sayısında, sayfa 56’da New York’ta
iki polisin, siyahlara karşı şiddet ve cinayet işleme
pratiğine isyan eden siyah tenli biri tarafından öl�
dürülmesi olayına değinmiş ve New York Belediye
Başkanı’nın protesto eden halka “öldürülen polislerin cenazelerinin gömülmesine kadar” protestola�
rı durdurma çağrısı yaptığını aktarmıştık. Beledi�
ye Başkanı Bill De Blasio, buna rağmen New York
Polis Kurumu’na yaranamamış, polisler Belediye
Başkanı’nı, iki polisin öldürülmesinde suç ortaklı�
ğıyla suçlamışlardır. Medyadan çıkan haberlere göre
bunlar arasında bir nevi “soğuk savaş” yaşanmıştır.
İki hafta boyunca polis, New York’ta %90 daha az
ceza yazmış, %60 civarında daha az insan tutukla�
mıştır. Ayrıca polis akademisinde yapılan toplantı�
nın bitiş eğlencesinde Blasio “hain” diye yuhalanmış,
başka bir etkinlikte de polisler, ekrana sırtlarını dö�
nerek Blasio’yu protesto etmişlerdir.
Bunun perde arkasında yatan esas neden ise ırk�
çılıktır. Belediye Başkanı siyah bir kadınla evlidir.
Daha seçim propagandası döneminde Blasio New
York Polis Kurumu’nun “şahin” kesimine karşı tavır
takınmıştır. Bunun da ötesinde Blasio, 17 yaşındaki
oğlu Dante ile sık sık, Dante’nin polisle karşılaşması
durumunda, O’nu nasıl tehlikeler beklediği konusun�
da konuştuğunu açıklamış ve sözkonusu iki polis öl�
dürülmeden önce de protestocularla dayanışma için�
de olmuştur...
Burada kurumsal ırkçılık kendisini, beyaz birine
karşı, onun “yeteri kadar” resmi ırkçılığın savunucu�
su olmadığının düşünüldüğü yerde göstermektedir.
Indigen halkların katledilmesi temelinde kurulmaya
ve Afrikalı kölelerin sırtından yükselmeye başlayan
bu devletin kurumsal ırkçılığı, yüzyıllardır biçim
değiştirerek de olsa sürmektedir. Irkçılığın “ete-ke�
miğe” büründüğü bu kurumun paralı bekçilerinin,
Afroamerikalı, İndigen vd. kökenlileri sadece “köle”
olarak görmeleri, “kölelerin” “köle sahiplerinin emir�
lerine uymadığı” yerde de düşman olarak görmeleri,
sistemin doğal sonucudur.
gulamalara uygun görevi yerine getirdiğinin üzeri
örtülmektedir. Böyle olduğundandır ki hemen her ci�
nayet sonrasında “polis görevini yapmıştır” diye yar�
gılanmaktan kurtulmaktadır. Darren Wilson hak�
kında dava açmaya bile gerek görmeyenlerin, katilleri
koruduğu açıkça ortadadır.
Şubat ayı başlarında FBI Şefi James Comey öğren�
cilere yaptığı bir konuşmada, polisin siyahlara karşı
tavrının beyazlara karşı tavrından farklı olduğunu
kabul ederken, bunun ama ırkçılıkla herhangi bir iliş�
kisinin olmadığını vurgulamaktadır. Comey, “önyargılar bilinçsizce geliştirilmektedir, çünkü kriminellerin
çoğu siyahtır” derken, kendi ırkçılığını ele vermekte�
dir. O’na göre “ırkçılıkla herhangi bir alakası olma�
yan”! bu tavır da ırkçı bir tavırdır, çünkü siyahları
“kriminel” ve “suçlu” ilan etmekte ve böylece kurum�
sal ırkçılığın üzerini örtmeye hizmet etmektedir.
6 Mart 2015 tarihinde Wisconsin Eyaleti’ne bağlı
Madison şehrinde polis 19 yaşındaki genci katletti.
Yine medyaya değişik versiyonları yansıyan cinayet,
polis tarafından “polise saldırınca O da silahını çekip
vurdu” biçiminde gösterildi. Ama değişik versiyonla�
ra rağmen ortak nokta, polisin sözkonusu gencin evi�
ne zorla girdiği ve genci katlettiğidir. Evi basılan genç
saldırıya uğramış sayılmıyor, evine zorla girilmesine
karşı çıkan genç saldırgan ilan ediliyor ve bu durum�
da polisin O’nu katletmesi “normal” bulunuyor! Gen�
cin silahsız olduğu da verilen bilgiler arasındadır!
Polisin gencin evine girmeye hakkı yok demek bile
kimsenin aklına gelmiyor! 6 Mart’ta Denver yakın�
larında da siyah tenli bir insan “kaçarken” katledildi.
Bu cinayetlere karşı protestolar –yüksek katılımlı
olmasa da- yaşanırken, ırkçı cinayet haberlerine bir
yenisi eklendi. Atalanta’nın bir kenar mahallesinde
akli dengesi yerinde olmayan siyah biri polis tarafın�
dan kurşunlanarak katledildi. Polis tarafından veri�
len bilgiye göre sözkonusu apartmandan biri polise
telefon eder ve “şaşkın izlenimi yaratan, kapıları çalan
ve çıplak olarak yere çöken biri”sinden bahseder. Po�
lis de harekete geçer ve sözkonusu kişiyle karşılaşır.
Polis dur dediği halde sözkonusu kişi polise doğru
koşarken, polis geri çekilip silahını çekerek iki el ateş
eder... Böylesi bir durumda polisin gerçekte tehdit
altında olmadığı kanaatine varmak hiç de zor değil.
Ama polis silahını çekip akli dengesi yerinde olma�
yan ve evet silahsız olan birini, siyah olduğu için kat�
letmiştir. Polis terörüne karşı çıkanların haklı olarak
sorduğu sorulardan biri, polisin “neden biber gazı ya
da elektroşoku aleti yerine silahını çekip ateşlediği?”
panorama
Ferguson’da 9 Ağustos 2014 tarihinde katledilen
Michael Brown’ın katili polis Darren Wilson hak�
kında kurulan “Yüksek Jüri”, 24 Kasım 2014 tari�
hinde “dava açmayı haklı kılacak hiçbir bulguya
rastlanma”dığı sonucuna varmıştı. Buna göre Wilson
“suçsuzdu”! Ocak ayı başında sözkonusu Jüri’de yer
alan biri (adı açıklanmadı), soruşturmanın nasıl yü�
rütüldüğü hakkında konuşabilme hakkını elde ede�
bilmek için, yetkili Savcı Robert McCulloch hakkın�
da dava açtı. Medyaya yansıyan bilgilere göre Savcı
McCulloch, Jüri’ye sunulan kanıtların bir bölümünü
yanlış karakterize etmiştir. Buna bağlı olarak da katil
üzerine değil kurban üzerine yoğunlaşılmış ve kur�
banın suçlu olduğu izlenimi/ sonucu ortaya çıkmış�
tır. Sözkonusu Jüri üyesi, kendisini açıkça ifade ede�
bilmesi durumunda, açıklamalarının anda yürüyen
“ırkçı ilişkilerle ilgili diyaloğa” katkıda bulunacağını
belirtmiştir.
Aynı konuda polis kurumu FBI’nin soruşturmaları
da sonuçlandı. Buna göre Michael Brown’un katle�
dilmesinde “vatandaş hakkını çiğneyen herhangi bir
veri yoktur” ve buna dayanarak da yetkili memurlar
Adalet Bakanlığı’na katil Wilson hakkında dava aç�
mamayı önermişlerdir. Mart ayı başında Adalet Ba�
kanlığı da katilin ifadesinin “çürütülemez olduğu”nu,
yani Wilson’ın kendisini savunduğunu ve kanıtların
öldürme fiili nedeniyle dava açmaya yetmediğini
açıklayarak soruşturmayı kapatmıştır. Kurumsal ırk�
çılığın hem de “Adalet Bakanlığı”nca uygulanan ırk�
çılığın bir görüntüsü de budur: Katil, en yüksek adli
kurum tarafından da ödüllendirilmiştir!
Aynı Adalet Bakanlığı’nın Ferguson hakkındaki bir
raporunda, siyahlara karşı sürekli bir eziyet etmenin
yaşandığı, siyahların ortalamanın çok üzerinde po�
lisin hedefi olduğu; 2012 ile 2014 yılları arasındaki
tutuklanmaların %93’ünün, yolda durdurulan ara�
baların %86’sının şoförlerinin, mahkemelerde yargı
önünde “titreyenlerin” %90’ının siyah olduğu ve olay�
ların %88’inde siyahlara şiddet uygulandığı, “kanun�
dışı” tutuklanmalar ve cezalara maruz kalındığı vb.
anlatılmaktadır. Bunun sonucunda Ferguson İdare
Müdürü istifa etti. Ferguson polis kurumunun değiş�
tirileceği iddia edilmektedir...
Bu verilere bakıldığında yaşananların açıkça ırk�
çılık olduğu sonucunu çıkarmak kolaydır! Ama bu
veriler kurumsal ırkçılığın üzerinin örtülmesi için
kullanılmaktadır. Adalet Bakanlığı Ferguson polisini
eleştirirken, polisin gerçekte kendisine verilen görevi,
evet kurumsal ırkçılık temelinde yükselen ırkçı uy�
45
panorama
46
sorusudur. İlginç olan bir şey de katledilen bu üç in�
sanın isimlerinin basında yer almaması, sadece Afro�
amerikalı ya da siyah biri olarak adlandırılmalarıdır.
BALTİMORE VE YENİDEN GÜÇLENEN
PROTESTOLAR!
12 Nisan’da Freddie Gray hiçbir neden olmadan po�
lisler tarafından takip edilir ve etrafı sarılır. Polisler
Freddie’yi yere yatırır ve üzerine atlayarak belli bir
süre –Freddie acıdan çığlık atmaktadır bu arada- sır�
tında otururlar, tepinirler... Bu arada Freddie’nin bo�
yun ve bel omuriliğinin kırıldığı yazılmaktadır. Ola�
yın yaşandığı yerde ikamet edenler müdahale etmeye
çalışır ve polis Freddie’yi sürükleyerek polis arabası�
na atar. Zorla nefes almakta olan Freddie arabada zin�
cirlenir. Protesto eden kadınlardan birinin “Onu bir
ölü gibi sürüklüyorsunuz” dediği de medyaya yansıdı.
Boyun omuriliğinin %80’inin kırıldığı ve Freddie’nin
birçok kez tıbbi yardım istediği bir durumda, ilkyar�
dım çağrılacağına, polisler bir başka şüpheliyi tu�
tuklamak için “işlerine” devam ederler. Hastahaneye
götürdüklerinde Freddie konuşamaz durumdadır,
komaya girmiştir. Bir daha da uyanmaz! 19 Nisan’da
hastahanede ölür. Polis şefi bile daha önce acilen
doktor çağırmaları gerektiğini kabul etmek zorunda
kalmış ama buna rağmen polis şefi yardımcısı “Bu
yaralanmanın nasıl meydana geldiğini bilmiyoruz” di�
yerek katil polisleri korumaya almıştır. Aynı biçimde
polisin raporunda “tutuklanırken” Freddie’ye “şiddet
uygulanmadığı”, “tutuklanmanın” gerekçesinin de
Freddie’nin sustalı bıçak taşıdığı biçiminde yansıtıldı.
Freddie’nin ölüm haberi aynı gün kendiliğinden
gelişen protestolara yol açar. Protestolar da gözönüne
alınarak altı (6) polis Freddie’nin ölümü sonrasında
“izine” ayrılmıştır. Hafta içinde de yüzlerce insanın
katıldığı protesto eylemleri gerçekleşir. Adalet Ba�
kanlığı “Vatandaş Hakkı”nın “çiğnenme olasılığı”
konusunda olayı denetleyeceğini açıkladı! Yine aynı
ırkçı yaklaşım gündemdeydi! Sokakta yürüyen si�
yah biri polis tarafından sarılır, darp edilir ve bunun
sonucunda darp edilen insan yaşamını yitirir, ama
Adalet Bakanlığı bunu “vatandaş hakkının çiğnen�
mesi” olarak görmez, sadece olası bir durum olarak
değerlendirmektedir. Kısacası: Siyah tenli bir insanın
öldürülmesi insan hakkının çiğnenmesi olarak kabul
edilmemektedir! Bu durum hem ABD egemenleri�
nin ve siyasi temsilcilerinin ırkçılığını, hem de sanki
gerçekte insan haklarını savunuyorlarmış gibi sahte�
karlıklarını belgelemektedir. Sadece ve sadece teninin
renginden dolayı baskılara, zulme maruz kalmanın
ve katledilmenin kendisi, insan haklarının her gün
çiğnendiğini açıkça göstermektedir. Tüm burjuva
devletlerinde olduğu gibi, ABD’de de insan hakları,
en iyi halde kağıt üzerinde vardır. 2015 yılının ilk beş
ayında 385 insanın katledildiği bir durum sözkonu�
sudur. Kaç bin insanın tutuklandığı, cezalandırıldığı
vb. belli değil.
Hafta arası yaşanan protestoların katılım açısın�
da zirvesi ise hafta sonunda yaşandı. Kimi haber�
lere göre 100.000’den fazla insan, kimisine göre de
200.000 kadar insan polis terörüne karşı gerçekleşen
protesto yürüyüşüne katıldı. Protestolara katılmın
her renkten ve etnik kökenden olması yine ırkçılığa
karşı mücadelede umut veren gelişmeydi. Protes�
tolarda atılan sloganlardan biri: “Her gece, her gün,
Freddie için mücadele ediyoruz!” sloganıydı. Umut
veren gelişmelerden biri de Oakland’daki Liman iş�
çileri sendikası ILWU’nun 1 Mayıs’ta Oakland ve San
Francisco limanlarında grev yapılacağını ilan etmesi
ve “yaygınlaşan polis cinayetlerine karşı mücadelenin
işçi sınıfı hareketinin acil görevlerinden biri” olduğu�
nu açıklamasıydı.
Medya tarafından “isyan” olarak da gösterilen ça�
tışmalar ise Freddie’nin cenaze töreninden sonra
yaşandı. Cenazede görevli olan Papaz, Freddie Gray
gibi genç insanların yaşamlarını, kilitlenmiş sandık�
ta, Amerika’nın ırkçı ve sınıf toplumunun, eğitimsiz,
işsiz, şanssız sandığında, bir çaresizlik içinde geçir�
diklerini anlattıktan sonra, medyaya da olayların
karmaşık perde arkasını açığa çıkaracaklarına, klişe�
lere uygun davranıldığını ifade edip “Haberler için,
dağıtıp talan eden gençleri kameraya çekmek kolaydır/
basittir. Bunu göstermek kolaydır ama siz asla bunun
neden böyle olduğunu açıklamıyorsunuz” diyerek bur�
juva medyanın konumunu teşhir etti.
Cenaze töreninden birkaç saat sonra, yüzlerce insa�
nın öfkesi patlayıverdi! Öfkeliler arabaları ateşe ver�
di, dükkanları yağmaladı ve polisle çatıştı! Maryland
Eyaleti Valisi Olağanüstü Hal ilan etti. Ulusal Muha�
fız’ları devreye soktu. Baltimore Belediye Başkanı da
bir haftalığına gece sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bal�
timore Polisi diğer şehirlerden 5000 polis talep etti.
Okullar kapatıldı. 144 arabanın, 15 binanın yakıldığı,
15 polisin yaralandığı ve 200 eylemcinin gözaltına
alındığı bilgisi verildi. Sayısız kişi de sonraki gün�
lerde sokağa çıkma yasağına uymaydığı gerekçesiyle
gözaltına alındı.
Irkçılığa, polis terörüne ve cinayetlerine karşı hak�
rin verilmesine son verildiğini açıkladı. Ayrıca veril�
miş olan araç-gereçin de geri alınması olasılığının da
gözden geçirileceği belirtildi.
Pratik açıdan cinayetlerin azalmasına hizmet ede�
bilecek olan gelişme ise Cleveland Eyaleti’nde yaşan�
dı. 2012 yılında polisin silahsız iki siyah insanı (1
kadın ve 1 erkek) arabada katletme olayında, mah�
kemeye verilen polisin beraat etmesi ve protestoların
yaşanması sonrasında Cleveland idaresi Adalet Ba�
kanlığı ile anlaşarak polislerin davranışlarına yeni
kurallar getirdi. Bunların başında da seyir halindeki
arabalara ateş edilmesinin ve uyarı ateşi yapılmasının
yasaklanmasıdır.
Sözkonusu olayda 13 polis arabayı durdurmak için
kelimenin gerçek anlamında kurşun yağdırır... Ara�
ba durduğunda sözkonusu mahkemeye verilen polis
kaportanın üzerine çıkar ve camdan içeri 15 kurşun
sıkar! Toplam atılan kurşun sayısının 137 olduğu
açıklandı. Katil ve katiller belli! Ama ceza alan yok!
Mahkemenin 23 Mayıs 2015 tarihindeki beraat kara�
rının açıklaması, polisin sözkonusu kişilerin silahsız
olduğunu bilemeyeceği biçimindedir.
Evet, bu ve benzeri örneklerin sonu gelmiyor! Ku�
rumsal ırkçılık her seferinde kendisini açıkça gösteri�
yor! İletişim tekniğinin bu konuda olumlu yanların�
dan biri, polisin siyahlara karşı baskı ve zulmünün,
cinayetlerinin görüntülenip belgelenmesi ve yaygın�
laştırılmasıdır. Bu da kitlelerin yaşananları görüp
öfkelenmesine, evet protestolara katılmasına hizmet
etmektedir. Kurumsal ırkçılık, görüntülerin açıkça
ortaya koyduğu, inkar edilemez gerçeklere rağmen
paralı bekçilerini, katillerini “yeteri kanıt yok” vb.
açıklamalarla korumaya çalıştığı yerde de kitlelerin
öfkesini daha da tetiklemektedir. Bu da egemenlerin
işini zorlaştırmakta ve kimi paralı bekçi ve katillerin
yargılanmasını dayatmaktadır.
Meselenin özü ama, şu ya da bu katilin cezalandırıl�
masıyla sınırlı değildir. Afroamerikalıların, İndigen/
yerli halkların baskı altında olmalarının, ırkçılığın
kaynağı ve sorumlusu ABD’nin ekonomik, siyasi, hu�
kuk sistemi, yani düzenin kendisidir. Durumlarının
köklü biçimde düzelmesi, ırkçılığa son verilmesi için
mücadele, düzenin kendisine karşı, ABD emperyalist
devletine karşı verilmek zorundadır. Irkçılığa karşı
mücadele açısından tüm umut verici gelişmelere rağ�
men, ne yazık ki bu mücadelelere doğru bir temelde
yol gösterecek komünist bir önderlik yok!
16.06.2015 ✓
panorama
lı öfkenin bu biçimde patlaması, yine egemenler ve
temsilcileri tarafından, gerçek sorunların –somutta
ırkçılık ve ırkçılık temelindeki cinayetler- üzerine
tartışmayı saptırmak için kullanıldı. Hepsi ağız bir�
liği içinde “şiddet içeren eylemlere” karşı “müsamaha
edilmeyeceğini” ilan ettiler! Binlerce kolluk gücü, ta�
bii ki, cinayeti protesto edenlere karşı devreye kondu!
Çatışmalar kısa sürse de protestolar New York, Bos�
ton, Washington, Minneapolis vb. diğer şehirlerde
de gerçekleştirildi. Tüm düzen savunucularının ve
iyi niyetli burjuva hümanistlerin temel tavırlarından
biri, protestolar anlaşılır ama barışçıl olması lazım
biçimindeki tavırdı. Bu durumda “The Atlantic” ga�
zetesinin muhabiri Ta-Nehisi Coates, “Eğer sadece siyasi zorbalığın etkilerinden kurtulmaya çalışmak için
barışçıl olunması vaaz ediliyorsa, bu, hainanedir”! di�
yerek soruna dikkat çekti. Kitlelere barışçıl protesto
vaaz edenlerin temsil ettiği düzenin kendisi, şiddetin
en yoğunlaşmış hallerinden birini temsil etmektedir.
“İliğine” kadar militarize olan ordu ve polis kurumu
ve evet bu kurumlar dışında da militarize olmuş bir
toplumun sözkonusu olduğu yerde, buna karşı ezilen�
lerin öfkesi ve şiddeti de meşrudur, haklıdır! “Adalet
yoksa, barış da yok!” sloganı artık kitlelerin sloganı
haline gelmiş ve haksızlığa, zulme karşı mücadelenin
bir ifadesi olmuştur. Evet giderek daha fazla insan
sorunun ırkçılıkla, insan haklarıyla bağıntılı olduğu�
nun farkına varmaktadır.
Yaşanan protestolar kimi sonuçlara da yol açtı.
Başsavcı Marilyn Mosby’nin 1 Mayıs’ta yaptığı ba�
sın toplantısındaki açıklamaya göre adli tıp görev�
lilerinin otopsisinin sonucuna göre, “öldürme fiili”
olduğu süphesizdir! Buna bağlı olarak da sözkonusu
“izine çıkarılan” 6 polis hakkında savcılık, 1 Mayıs’ta
tutuklama kararı verdiğini de açıkladı. Aynı konuş�
masında Başsavcı kitlelere “Ben sizin ‘adalet yoksa,
barış da yok’ çağrınızı duydum!” diyerek, tutuklama
kararının esasında kitlelerin protestoları sonucu ve�
rildiğini de teslim ediyordu. Polis kurumu ve polis
sendikası hiçbir polisin, Freddie’nin ölümünden so�
rumlu olmadığını savunmaktadır. Polislerin yargıla�
nıp yargılanmayacağını, yargılanmaları durumunda
da sonucunun nasıl olacağını göreceğiz!
Irkçı cinayetlerin seri halinde işlenmesi ve protes�
toların da bazen dinip bazen şiddetlenmesi, Başkan
Obama’yı göstermelik de olsa kimi adımlar atmaya
zorlamaktadır. Buna göre gelinen yerde Obama, po�
lis kurumunu demilitarize etme adına, bundan sonra
polis kurumuna kimi ağır silah, savaş araç ve gereçle�
47
panorama
SAVAŞ VE KİMİ
GELİŞMELER!
- YEMEN -
Y
48
emen’deki gelişmeler hakkında dergimizin 175.
sayısında tavır takınmış ve savaşın genel görün�
tüsünü ve savaşta hangi güçlerin yer aldığını orta�
ya koymuştuk. Gelişmelerin hızı yavaşlasa da savaş
ve diplomatik pazarlıklar sürmektedir ve gelişmeler
Yemen’e barışın gelmesinin –ateşkesin ilan edilmesi
durumunda da- yakın zamanda mümkün olmadı�
ğına işaret etmektedir. Bu yazımızda 17 Nisan - 17
Haziran 2015 tarihleri arasında öne çıkan kimi geliş�
melere değineceğiz.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon Yemen’deki ça�
tışan taraflara ateşkes çağrısında bulundu. Çağrısın�
da “Suudiler siyasi bir sürecin olması zorunluluğunu
anladıkları hakkında, bana söz verdiler.” “Tüm Yemenlilere, iyi istekle bu sürece katılmaları çağrısını
yapıyorum.” tavrını takındı. Bu tavır esasında Suudi
Arabistan’ın müttefikleriyle yürüttüğü savaşın çö�
züm getiremeyeceğinin kabulüydü. Ban Ki Moon,
BM’nin Yemen’deki durum hakkında aldığı kararlar�
dan da, en azından lafta geri adım atmıştı. BM açık�
ça koltuğundan edilen ve Suudi Arabistan’a kaçan
Hadi’yi meşru Başkan olarak değerlendirmekte ve en
gecinde 14 Nisan 2015 tarihli kararıyla Husi’lere karşı
ambargo uygulamaktadır.
BM’nin Yemen Özel Temsilcisi Jamal Benomar’ın
16 Nisan’da görevinden istifa etmesi üzerine Ban Ki
Moon yeni birini, İsmail Ould Cheik Ahmed’i atadı.
Ban Ki Moon’ın ateşkes çağrısı yaptığı dönemde İran
Dışişleri Bakanı’nın Moon’a, Yemen’e yönelik saldı�
rıların sona erdirilmesini, soruna askeri bir çözüm
olmadığını ve Yemenliler arasında yürüyen bir ulusal
diyaloğun sağlanmasını talep ettiği bir mektup gön�
derdiği haberi medyaya yansıdı. Soruna siyasi çözüm
aranması gerektiği konusunda İran, BM Genel Sek�
reteri ile, en azından laf düzeyinde aynı tavrı takın�
ma durumundaydı. İran’ın çatışan taraflar arasında
arabuluculuk yapma önerisi ise Yemen’in devrilen
hükümetinin Dışişleri Bakanı tarafından reddedildi.
Suudi Arabistan önderliğindeki askeri ittifak ise her�
hangi bir ateşkes için önşart olarak, Husi’lerin ele ge�
çirdiği yerlerden geri çekilmesi gerektiğini açıkladı.
21 Nisan’a gelindiğinde Suudi Arabistan hava saldı�
rılarının sona erdiğini ilan etti. Ama aynı gün yeniden
hava saldırılarını gerçekleştirdi. Pratikte saldırıların
yoğunluğunu azaltmıştı ama saldırılara son verilme�
mişti. Bir gün bile sürmeyen bu “sona erdirme”nin
perde arkasında ise, ABD’nin “çok fazla yan hasar”
olduğu görüşünde olduğuydu. Bu açıklamayla birlik�
te saldırı harekatının adını da değiştirdiler: “Kararlılık Fırtınası” son bulmuş, yerine “Umudun Yeniden
Tesisi” ya da “Umuda Dönüş” adını verdikleri ve siyasi
çözümü de barındıran saldırı harekatı konmuştu. Bu
adım esasında savaşın giderek kontrolden çıktığının
ve hangi sonuçlara yol açacağının soru işareti olduğu
görüldüğünden, savaşı kontrol altına alabilmenin de
önlemiydi.
Savaş ittifakının generali, -Husi’leri geri püskürt�
mek ve Hadi’yi ve eski hükümeti yeniden iktidara
tirdi. Nasıl bir sonuca varıldığı ise takip edebildiği�
miz medyaya yansımadı.
20 Mayıs’ta BM çatışan tarafları Cenevre’de yapıl�
ması planlanan “Yemen Barış Görüşmeleri”ne ça�
ğırdı ve tarih olarak da 28 Mayıs verildi. Hadi’nin
Husi’lere görüşmeler için BM’nin 14 Nisan’daki kara�
rında yer alan “Hadi’nin otoritesinin kabul edilmesi
ve Husi’lerin kontrollerine aldığı büyük şehirlerden
geri çekilmesi”ni önkoşul olarak dayatması sonucu,
28 Mayıs’ta yapılması planlanan görüşmeler ertelen�
di. Perde arkasında yürüyen diplomatik pazarlıklar
sonucunda önkoşulsuz görüşmeler taraflarca kabul
edildi ve yeni tarih olarak 14 Haziran belirlendi.
14 Haziran’da görüşmeler Husi’lerin delegasyonu�
nun gecikmesi nedeniyle (bu gecikmenin perde ar�
kası farklı versiyonlarla medyaya yansıdı) gecikmeli
olarak 15 Haziran’da başladı. BM Yemen Özel Tem�
silcisi “büyük beklentilere” karşı uyarıda bulundu ve
öncelikli olanın, görüşmelerin devamı için bir temel
sağlamanın ve yeni bir ateşkes üzerine tartışmanın
sağlanması olduğunu açıkladı. Görüşmeler sürerken,
medyaya, görüşmelere rağmen bombalamanın sür�
düğü haberleri yansıyordu. Bu durumda savaş ve ba�
rış görüşmelerinin daha epey zaman alacağını tespit
etmek gerçekçi bir değerlendirmedir.
panorama
getirmek amacıyla başlatılan- saldırıların “hedefine”
ulaştığını, dört hafta içinde 2000 saldırının gerçek�
leştiğini, Suudi Arabistan ve komşularının güvenli�
ği için her tehditi bertaraf ettiğini açıklıyordu. Oysa
Husi’ler tüm bombardımanlara rağmen kontrol et�
tikleri hiçbir alandan çıkarılmamış, tersine kontrol
altına aldıkları alanı genişletmişlerdir. Koltuğundan
edilen Hadi ve hükümet mensupları da hala Yemen
dışındadır (Suudi Arabistan’dalar). Bu yalana, yeni
harekatın, yani saldırıların devam etmesinin, esasın�
da isyancıların sivil halka saldırmasını engellemek ve
ülkeyi yeniden inşa etmek için yapıldığı yalanı eklen�
di.
Bu arada yine BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon
devreye girdi! Hızlı biçimde çatışmalara son verilme�
sini ve barış müzakereleri yürütülmesini talep etti!
Buna paralel Husi’ler tutukladıkları Savunma Baka�
nı Mahmud al-Subaih’i, Hadi’nin bir kardeşini ve bir
komutanı serbest bıraktılar. 22 Nisan’da ise Husi’ler
BM’nin arabuluculuğundaki siyasi çözüm için yürü�
tülecek görüşmelere, prensip olarak hazır oldukları�
nı, bunun için önkoşulun hava saldırılarına son veril�
mesi olduğunu açıkladılar.
Bu açıklamanın yapıldığı dönemde eski Başkan
Salih yine ortaya çıktı ve çatışan tarafları savaşa son
vermeye ve diyaloğa çağırdı. Husi’leri desteklediği,
onlarla hareket ettiği bilinen Salih’in pastadan pay
kapma çabası içinde olduğu sonraki gelişmeler tara�
fından da onaylandı.
Diplomatik görüşmeler, pazarlıklar 12-17 Mayıs
2015 tarihleri arasında geçici bir ateşkesin ilan edil�
mesini beraberinde getirdi. Ateşkesin ilan edilmesi,
kamuoyuna yardıma ihtiyacı olan milyonlarca insana
acil ihtiyaçların ulaştırılması için gerçekleştiği açık�
landı. Fakat yardım kurumları başta olmak üzere,
BM Yemen Özel Temsilcisi’nin beş günlük ateşkesin
çok kısa olduğu, bu kısa zamanda yardıma muhtaç
olanlara ulaşmanın mümkün olmadığını ve bunun
için ateşkes süresinin uzatılmasını talep etmelerine
rağmen, ateşkes süresi sona erer ermez savaş uçakları
Yemen’i yeniden bombalamaya başladı.
17 Mayıs’ta Suudi Arabistan’ın Başkenti Riyad’da
konusu Yemen’deki durum olan üç günlük bir Konfe�
rans başladı. Yaklaşık 400 siyasetçinin katıldığı söy�
lenen konferansa BM Yemen Özel Temsilcisi de ka�
tıldı. Temsilci ateşkesin sürekli kılınmasını talep etti.
Katılımcılar arasında eski başkan Salih’in partisinin
temsilcileri de yer aldı. Katılımcılar, Yemen’de iktidar
kavgasının geleceği hakkında görüşmeler gerçekleş�
DİĞER NOKTALAR...
Diplomatik temaslarda veya burjuvazinin temsilcile�
rinin medyaya yaptığı açıklamalarda ve evet sahibinin
borazanları kalemşorların, Yemen’deki savaşın sona
ermesi gerektiğinden bahsederken öne sürdükleri
gerekçelerinin başında gelen şey, “Arap Yarımadasın�
daki El Kaide”nin (AQAP) savaştan yararlandığı ve
giderek güçlendiği düşüncesiydi. El Kaide’nin “esas”
düşman olarak görülüp gösterildiği yerde, böylesi bir
gelişmenin engellenmesi gerektiğini savunmaları da
normal sonuç olmaktadır. Böylesi bir durumda Hu�
si’lerle pazarlık yapmak ve kurulabilecek “yeni” bir
“ulusal birlik hükümeti”ne onları da dahil etmek, El
Kaide’nin güçlenmesinden daha iyi bir seçenek ola�
rak gündeme gelmektedir, gelmiştir.
Gerçekten de AQAP savaş koşullarından yarar�
lanmakta ve kimi yerleşim alanlarında kontrolü ele
geçirmiş, geçirmektedir. Örneğin kıyı kenti olan
Mukalla’yı ve Yemen’in en büyük vilayeti olarak gös�
terilen Hadramaut’un da büyük bölümünü ele ge�
çirmiştir. Şu ya da bu askeri üssü ya da hava alanını
da kontrolüne almış durumdadır. Husi’lerle ülkeden
kaçmak zorunda kalan yönetim arasında olası bir uz�
49
panorama
50
laşma gerçekleştiğinde, AQAP ile savaşın gündeme
gelmesi, gözönüne alınması gereken bir olasılıktır.
Husi güçlerine karşı yürütülen savaşı geri planda
destekleyen ve mümkün olduğunca savaşta yer alma�
dığı görüntüsü vermeye çalışan ABD emperyalizmi,
bir yandan bölgeye yeni savaş-uçak gemileri yollar�
ken, aynı zamanda AQAP’ın önde gelenlerine karşı
planlı, hedefli saldırılar gerçekleştirmektedir. Bu sal�
dırılar esas olarak insansız hava araçları adı verilen sa�
vaş uçaklarıyla gerçekleştirilmektedir. Bu saldırılarla
son aylarda AQAP’ın dört (4) üst düzey yöneticisini
öldürdü. Bu yöneticilere saldırı sırasında kaç AQAP
mensubunun öldürüldüğü ise belli değil. Medyaya
yansıyan haberlere göre 22 Nisan’da yapılan saldırı�
da, Fransa’da “Charlie Hebdo” katliamından sorum�
lu tutulan Nasser
Ben Ali al-Ansi öl�
dürülmüştür.
En
“büyük başarı” ola�
rak gösterdikleri ci�
nayet ise, AQAP’ın
başı ve El Kaide’nin
“ikinci adamı” ola�
rak tanınan Nasser
al-Wuhayshi’nin, 12
Haziran’da gerçek�
leştirilen saldırıda
öldürülmesiydi.
“İnsan
Hakları
Örgütü”
(HRW)
gibi örgütler Mayıs
ayı başında Suudi
Arabistan önderli�
ğindeki savaş koa�
lisyonunun Yemen’i
bombalarken, 2008
yılından beri ulus�
lararası düzeyde yasaklanmış olan “misket bombası”
kullandığı konusunda Riyad’ı suçladılar. Bir haber
olarak medyaya yansıması dışında konu fazla dikkat
çekmedi. 116 devletin onaylamasıyla 2008 yılında yü�
rürlüğe giren “misket bombası” kullanma yasağına,
bugüne kadar onay vermeyen devletlerin içinde ABD,
Suudi Arabistan ve Yemen gibi devletler var. Üreten
ABD, kullanan Suudi Arabistan, etkilenen Yemen!
Savaşın kısa bilançosuna baktığımızda da karşımı�
za kabaca şöyle bir tablo çıkmaktadır. her şeyden önce
bilince çıkarılması gereken olgu, medyaya yansıyan
rakamların, verilerin tahmini rakam ve veriler oldu�
ğu; ve bunların da her seferinde değişik kaynaklarca
farklı verildiğidir. BM’nin verdiği rakamlara göre sa�
vaşta yaşamını yitirenlerin sayısı 2300-2600 arasında�
dır. Yaralılar ise 8000-11000 civarındadır. Yerinden,
evinden-barkından edilen, kaçış yollarına düşenlerin
sayısı ise 300.000 ile 500.000 kadar verilmektedir. İn�
sani felaket ama bunlarla sınırlı değildir. Kimi verile�
re göre 16 Milyon, kimine göre de 20 Milyon insanın
acil yardıma ihtiyacı vardır. Ülkenin kamu yaşamı ve
sağlık sistemi neredeyse tümüyle çökmüş durumda�
dır. Milyonlarca insan, gıda, su, ilaç, yakıt vb. vb. za�
ruri ihtiyaçlarından yoksundur. Yakıt yokluğundan
ne hastahane/ ilkyardım arabaları, ne de çöp kam�
yonları çalışabilmektedir. Buna bağlı olarak hastala�
ra bakım mümkün değil, çöpler birikmekte ve sıcak
havanın etkisiyle
yeni
hastalıklara
yol açma tehlikesini
gündeme getirmek�
tedir.
Burada saydığı�
mız ve saymadığı�
mız birçok etken
Yemen’de insanlara
hayatı
yaşanmaz
kılmakta, savaşın
ve
çatışmaların
sürdüğü ortamda,
örneğin
Aden’de
ölülerin
cesetleri
kimi zaman gün�
lerce
caddelerde,
sokaklarda, yerde
kalmaktadır.
Sonuçta yaşanan
barbarlığı yazmak
bile insanı öfkelen�
diriyor, avazı çıktığı kadar bağırası geliyor insanın!
Mesele ama öfkeyi bilince, bilinci sömürü sistemine,
barbarlığa karşı mücadeleye ve örgütlenmeye dönüş�
türmektir! Kapitalist-emperyalist sistem varlığını
sürdürdükçe, böylesi barbarlıkların yaşanması da
var olacaktır. Barbarlığa son vermek isteyenlerin, bu
sisteme karşı örgütlenip mücadele etmesi, olmazsa
olmazlardandır. Çağrı’mız, sınıfsız, sömürüsüz Yeni
Dünya İçin mücadeleyedir!
17.06.2015 ✓
güncel
KÜRDİSTAN
ROJAVA’DA GELİŞMELER!
Kobané’yi savunma sürecinde, özellikle 2014 Ekim ayında ABD önderliğindeki AntiİD Koalisyonu ile gerçekleşen ittifak ve Kobané’nin İD’den temizlenmesi, PYD’nin
bu “dışlanmışlığına” son verdi.
K
urdistana Rojava’da 16 Nisan – 19 Haziran ta�
rihleri arasındaki gelişmeler, “İslam Devleti”ne
(İD) karşı mücadelede, PYD/PYJ ile Burkan El Fırat
güçlerinin Anti-İD Koalisyonu ile oluşan ittifakın
sadece Kobané’nin savunulmasıyla sınırlı olmadı�
ğını yeniden ispatladı. Bu konudaki tek değişiklik,
Kobané’yi savunmak için ittifaka doğrudan katılan
Peşmerge güçlerinin Nisan ayı sonlarında Güney
Kürdistan’a geri dönmesiydi. 150’şer gruplar halinde
değişik tarihlerde Kobané’ye giden Peşmerge güçleri,
Güney Kürdistan Yönetimi’nin aldığı kararla geriye
döndü. Yapılan yazılı açıklamaya göre: “Kürdistan
Bölge Başkanlığı ve hükümeti, Peşmergenin görevi�
ni sona erdirmeyi uygun görmüştür.” Bu karar, İD’ye
karşı savaşın sona ermesi nedeniyle alınmamıştır.
Kamuoyuna açıklanmasa da, bu kararın perde arka�
sında yatan esas neden, KDP/Barzani ile PKK arasın�
daki çelişkilerdir.
Bu çelişkiler kendisini bu sefer Duran Kalkan’ın
“Güney Kürdistan, merkezi bir siyasi yönetim altında
yaşayamaz, bir olamaz. Çünkü içinde birçok lehçe ve
çok değişik halk toplulukları var. Güney Kürdistan’da
merkezi diktatörlük yaşayamaz. Bu bölgeyi demokrasi birleştirir ve yaşatır. (...) Şengal, Kerkük, Germiyan,
Duhok ve Süleymaniye de kendini yönetmelidir. Böyle olursa Kerkük de Kürdistan’a katılır.” (Hürriyet, 17
Nisan 2015) biçimindeki açıklamasıyla, Barzani’nin
buna sert tepki göstererek, böylesi tavırları “millete
ve vatana ihanet” olarak değerlendirmesi somutunda
gösterdi. Barzani parlamento ve hükümete şu çağrıda
bulundu: “Vatana ihanet içindeki bu oluşuma karşı
uygun tedbirleri alın. Bu tür oluşumlar tehlikelidir.
Bir daha aynı durumla karşılaşmamak için yasal ve
resmi yolları uygulamaya koyun. Bu yöndeki açıklamaların yayılmasını engelleyin.(...) Böyle grupların
Kürdistan’da varlık bulmasına izin vermeyin.” (aynı
yerden)
KDP ile PKK arasındaki bu çelişki, Kürdistan’ın şu
ya da bu parçasında bir Kürt devletine karşı takını�
lan genel siyasetlerinin ürünü ve sonucudur. Hemen
her yazımızda ortaya koyduğumuz gibi PKK “özyö�
netim” ya da “demokratik özerklik” adını verdiği
siyasetle bir Kürt, ulusal devletine karşıdır; Barzani
ise, en azından şimdilik Güney Kürdistan’da mer�
kezi Irak devletinden ayrı bir Kürt devletini savun�
maktadır. Bu yönlü görüşünü Mayıs ayı başlarında
Washington’a yaptığı bir seyahatte, “bağımsız Kür�
distan” bağlamında kendisine sorulan soruya: “Seneye mi olur bilmiyorum ama bağımsız Kürdistan kesinlikle geliyor. Referandumumuz olacak ama şimdi IŞİD
ile mücadeleyle uğraşıyoruz, o nedenle ertelendi ama
yapılacak.” (Hürriyet, 8 Mayıs 2015) biçiminde yanıt
vererek de yeniden dile getirdi.
Bu gelişmelere de bakıldığında son yıllarda hep
yeniden gündeme getirilen “Kürtlerin birliği” ya da
bunun için planlanan “Ulusal Kongre”nin gerçekleş�
mesinin çok zor olduğu görünmektedir. Bu durumda
KDP ile PKK ve PYD arasındaki “birlik” esas olarak
Anti-İD Koalisyonu üzerindeki İD’ye karşı mücade�
leyle sınırlı kalmaktadır. İD’ye karşı Kurdistana Roja�
va’daki mücadele ise, Peşmergenin katılımı olmadan
devam etmektedir.
DİPLOMATİK İLİŞKİLERDE “CENEVRE III”E
DOĞRU...
Bilindiği gibi Suriye’deki savaşın sona erdirilmesi
ve Esad’sız bir geçiş hükümetini sağlamak, özellik�
le ABD ve Avrupalı emperyalislerin ve TC’nin de
desteklediği muhalefeti iktidara getirmek amacıy�
la, 30 Haziran 2012 ve 15 Şubat 2014 tarihlerinde
Cenevre’de, “Cenevre I” ve “Cenevre II” adı verilen
toplantılar yapılmıştı. Bu toplantılara özellikle ABD
51
güncel
52
ve TC’nin itirazları sonucu Rojava’yı temsil eden PYD
davet edilmemişti.
Kobané’yi savunma sürecinde, özellikle 2014 Ekim
ayında ABD önderliğindeki Anti-İD Koalisyonu ile
gerçekleşen ittifak ve Kobané’nin İD’den temizlenme�
si, PYD’nin bu “dışlanmışlığına” son verdi. ABD’nin
PYD’yi dıştalama tavrına son vermesinde, kuşkusuz
ki, Suriye’de İD’ye karşı mücadelede, ABD’nin YPG/
YPJ ve Özgür Suriye Ordusu’nun mensupları olan
Burkan El Fırat’ın ittifaka dahledilmesi, uzun vade�
de Esad rejimine karşı kullanabileceği “kara gücü”
yaratma hesabı da önemli rol oynamıştır. Karşılık�
lı çıkar ve hesaplar, ABD emperyalizmiyle PYD’nin
(YPG/YPJ’yi de tabii ki) ortak davranmasını berabe�
rinde getirmiştir. Bunun sonucunda da “Cenevre III”
adıyla yapılması planlanan görüşmelere PYD’nin de
davet edilmesinin yolu açılmıştır.
BM Suriye Özel Temsilcisi Steffan De Mistura,
Nisan ayı sonuna doğru, Suriye rejimi ile muhalefet
arasında 4 Mayıs’ta Cenevre’de müzakerelere başla�
yacağını açıkladı. Sözkonusu müzakerelerin “Cenev�
re III” için ön görüşmeler olduğu da vurgulandı. Gö�
rüşmelere PYD de resmen davet edildi. Aynı biçimde
Demokratik Toplum Hareketi’nin de (TEV-DEM)
toplantıya katılabileceği açıklandı. Önceki toplantıla�
ra davet edilmeyen İran da, bu sefer davetliler arasın�
daydı. Böylece Kahire ve Moskova’da yapılan toplan�
tılardan sonra, PYD, BM tarafından da görüşmelerde
yer alması gereken muhatap olarak kabul görmüş
oldu.
Bu daveti PYD lideri Salih Muslim şöyle değerlen�
dirdi: “Cenevre’ye davet edilmemiz çok olumlu bir gelişme. Rojava’daki direniş bizi bu toplantıya dahil ettirdi.” ve “Burada görüş alışverişinde bulunacağız. Bu
toplantı, Cenevre3 için ön danışma toplantısı niteliği
taşıyacak. BM’nin bizi toplantıya bizzat çağırması iyi
bir izlenim veriyor. Buradan yola çıkarak Cenevre3’e
de çağrılacağımızı söyleyebilirim.” (Yeni Özgür Politi�
ka, 30 Nisan 2015)
Sözkonusu görüşmeler 4 Mayıs’ta Cenevre’de baş�
ladı ve görüşmelerin 5-6 hafta sürdürülmesi planlan�
mıştır. İD ve El Nusra Cephesi gibi “terörist örgütler
listesi”nde yer alan kimi güçler dışında, Suriye’deki
savaşta öyle ya da böyle yer alan, rol oynayan güç�
lerin hemen hepsinin temsilcileri davet edilmiş ve
görüşmelere katılmışlardır. Moskova görüşmelerine
katılmayı reddeden, başta TC’nin ve kendisine “Su�
riye Dostları” adı veren güçlerin, Esad rejimine karşı
desteklediği ve merkezi İstanbul’da bulunan “Suriye
Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu” da
(SMDK) bu görüşmelerde yer almaktadır.
Sözkonusu görüşmeler, başta BM Suriye Özel Tem�
silcisi Mistura olmak üzere diğer kimi “arabulucular�
la” davetli temsilciler arasında ayrı ayrı görüşmeler
biçiminde gerçekleşiyor. Bu görüşmelerin sonunda
Mistura’nın bir rapor hazırlayıp BM’ye sunacağı,
buna göre de “Cenevre III” görüşmelerinin nasıl ve ne
zaman yapılacağı, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon
tarafından belirlenecektir. Esad rejimi ile muhale�
fet arasındaki en önemli çelişkinin, olası bir “geçiş
hükümeti”nin Esad’lı mı Esad’sız mı olacağıdır. Bu
noktada taraflar, esasında Esad rejimi ve destekleyen
güçler –öncelikle Rusya ve İran- ile muhalefet ve mu�
halefeti destekleyen güçler –başta ABD ve TC olmak
üzere tüm diğer destekleyicilerdir. Çelişkilere bakıl�
dığında, hem, olursa eğer “Cenevre III”ün sarkması
mümkündür, hem de olsa da temel çelişkilerin kısa
sürede ortadan kaldırılması zordur.
Geçiş süreci sonrasının Suriye’si konusunda Kürt�
ler için belirleyici olan ise, Rojava’nın özerkliğinin
kabul edilip edilmemesidir. Salih Muslim, Suriye’de
siyasi bir çözüm için kendi önerilerini BM’ye sundu�
ğunu açıkladı. ABD resmen açıklamasa da Rojava’nın
özerkliğine onay verme konumuna gelmiştir. Fakat
Esad rejimine karşı olan güçler arasında bu noktada
birlik yoktur. ABD ile TC arasındaki bu çelişki de
varlığını korumaktadır.
BM öncülüğünde yürütülen bu diplomatik görüş�
melerin dışında dikkat çekilmesi gereken konulardan
biri de, “eğit-donat” adı verilen projedir. Anda doğ�
rudan Rojava’daki durumla ilgili olmasa da, bu so�
run, uzun vadede Rojava’yı ve PYD ile ABD, Anti-İD
Koalisyonu ile ittifakı da ilgilendiren bir sorundur.
Sözkonusu projenin Türkiye ayağı, başlıyor, başlaya�
cak derken, ABD ile TC yönetimi arasında yürütülen
pazarlıklar sonunda projenin başlatıldığı, Mayıs ayı
sonlarına doğru resmen de açıklandı.
Perde arkasında yürütülen pazarlıklarda nelerin
görüşüldüğü, hangi konularda uzlaşıldığı kamuoyu�
na yansıtılmadı. Ama, görünen odur ki, sözkonusu
eğitilecek “paralı asker”i güçlerin öncelikle İD’ye kar�
şı savaşması ve Esad’ın yerine konacak bir alternatifin
oluşturulduğu kanaatine varıldığında da Esad rejimi�
ne karşı savaşa yönelmesi konusunda uzlaşıldığıdır.
Öncelik neye ve kime karşı savaşa verilmesi gerektiği
yönlü çelişki, sonuçta belirleyici olmaktan çıkmıştır.
Çünkü taraflar –ABD ve TC- her iki güce karşı da sa�
vaşılması gerektiği noktasında birleşmektedirler.
SAVAŞIN KISA GÖRÜNTÜSÜ...
15 Nisan 2015 tarihli yazımızı yazdığımızda İD ile
çatışmalar Til Temir-Heseké arasındaki bölgede
yoğunlaşmıştı. YPG/YPJ ve müttefiklerinin Cizıre
Kantonu’ndan batıya ve Kobané Kantonu’ndan da do�
ğuya doğru başlattığı saldırılarla yüzlerce köy ve yer�
leşim alanında İD güçleri kovuldu! Til Temir-Heseké
arasındaki bölgede yürüyen çatışmalarda İD’ye darbe
vuran önemli gelişmelerden biri, Evdileziz (Kezvan)
Dağı’nın 20 Mayıs’ta ele geçirilmesi ve İD güçlerin�
den temizlenmesiydi. YPG/YPJ güçlerince buranın
önemi, hem İD’nin önemli bir üssü olması, hem de
Rakka’dan Şengal’e -Musul’a vd.- takviye yolunun
buradan kontrol edilmesi olarak açıklandı.
Evdileziz Dağı’nın ele geçirilmesinden sonra İD’ye
karşı savaşan güçler, Cizıre ve Kobané arasındaki böl�
gede, özellikle de Rakka ve Tel Abyad yolu üzerinde
bulunan Mebruka’ya yöneldiler. Mebruka, Rakka ile
Tel Abyad arasındaki en önemli durak olarak tanım�
lanmaktadır. İD’nin iletişim ve ikbal hattı olmasının
dışında, bir de Rakka barajından elde edilen enerjinin
dağıtım merkezinin Mebruka’da olması da, buranın
ele geçirilmesini önemli kılıyordu. Verilen bilgilere
göre 26 Mayıs’ta Mebruka ele geçirilmiş ve böylece İD
güçleri Cizıre Kantonu’ndan kovulmuştu.
Mebruka’nın ele geçirilmesinin ardından açıklama
yapan YPG Genel Komutanlığı, diğer şeylerin yanısı�
ra şunları da söyledi:
“Kürt, Arap, Süryani, Asuri bileşenler, dost örgütler
ve Asayiş güçlerinin katıldığı, DAİŞ karşıtı uluslararası koalisyonun önemli katkılarda bulunduğu bu hamlemizle güçlerimiz, DAİŞ çetelerine bugüne kadarki en
ağır yenilgiyi yaşatmıştır.” (Yeni Özgür Politika, 28
Mayıs 2015)
Mebruka’nın ele geçirilmesiyle Tel Abyad’a giden
yolun da açıldığı yapılan tespitlerde yer aldı. Medyaya
yansıyan haberlere, Cizıre ve Kobané kantonlarının
birleştirilmesinin ve böylece İD’nin Tel Abyad üze�
rinden Türkiye-Kuzey Kürdistan sınırıyla bağının
sonlandırılması amacıyla savaşıldığı düşüncesi net
biçimde yansıyordu. Tel Abyad’a ulaşmak için önemli
bir engel olarak değerlendirilen Süluk ele geçirildik�
ten sonra 14 Haziran’dan itibaren sıra Tel Abyad’a
geldi ve 15 Haziran akşamı Tel Abyad’ın da ele geçi�
rildiği açıklandı.
Böylece Cizıré ve Kobané kantonları birleştirildi ve
bu bölgede İD’nin Türkiye-Kuzey Kürdistan ile sınır
kapısı komşuluğuna son verildi. İlk bakışta karşımıza
çıkan bu olgu, hem İD’ye karşı savaşta, hem de Batı
Kürdistan’ın bütünleşmesinde önemli sonuçlara yol
açacak bir gelişmedir.
TC’nin yöneticileri, daha şimdiden bu gelişmeden
çok rahatsız olmuş, Kürtlere yönelik düşmanca tavrı�
nı bir kez daha sergilemiştir. Buna rağmen önümüz�
deki süreçte Kobané ile Efrin’in de birleştirilmesi du�
rumunda -ki İD’nin Türkiye-Kuzey Kürdistan sınırı
ile temasını sona erdirmek ya da en aza indirmek için;
ve de Rojava’nın kantonlarını birleştirmek için bu�
nun gündeme gelmesi mümkündür-, TC’nin Rojava
Kürtleriyle işbirliği içinde “tampon bölge” vb. oluş�
turmaya yönelmesi olasılığı varsayılabilir olasılıklar
arasındadır.
Senaryolar, tahminler ortalıkta cirit atıyor. Cizıré
ve Kobané kantonlarının birleştirilmesinin hangi so�
nuçları beraberinde getireceği konusunda çokça tah�
minler, değerlendirmeler yapmak mümkündür. Ya�
zımızı uzatmamak için, çok yönlü ve karmaşık olan
bu tahmin ve değerlendirmeleri şimdilik bir kenara
bırakıyoruz. Olasılıkların nasıl ve hangi yönde geli�
şeceğini ise, önümüzdeki süreç hepimize gösterecek�
tir....
19.06.2015 ✓
güncel
İD’ye karşı tavırda ABD ile TC ilişkilerinde dikkat
çeken bir tavır da, ABD Başkanı Obama’nın Haziran
ayı başında Almanya’da yapılan G7 zirvesinden son�
ra yaptığı basın toplantısında takındığı tavırdı. İD’ye
karşı mücadele konusuna değinen Obama, yabancı
kökenlilerin İD’ye katılmasını engelleme konusunda
önemli ilerleme kaydedildiğini tespit ettikten son�
ra, “Ama bu yeterli değil. Hala binlerce yabancı savaşçının önce Suriye’ye sonra da, çoğu zaman Irak’a
gittiğini görüyoruz.” diye konuştu. Devamında ise,
“Bunların hepsi önlenebilir şeyler değil, ama daha iyi
bir işbirliği, daha iyi bir koordinasyon ve daha iyi bir
istihbarat paylaşımıyla, Türkiye-Suriye sınırının daha
iyi izlenmesiyle büyük bölümü önlenebilir.” (Yeni Öz�
gür Politika, 10 Haziran 2015) tavrını takınarak TC
yönetiminin bu geçişleri önleyebilmek için yeteri ön�
lem almadığını, bu konuda TC ile işbirliğini derinleş�
tirmek istediklerini açıkladı. Obama bu açıklamayı
yaptığında YPG/YPJ ve Burkan El Fırat güçlerinin
ABD önderliğindeki Anti-İD Koalisyonu’nun deste�
ğiyle, İD’nin Rakka ile Tel Abyad (Gıré Sıpi) arasın�
daki iletişimine son vermede, İD ile savaşta birçok
yerleşim alanını ele geçirdiği ve giderek Tel Abyad’a
yönlendiği bir durum sözkonusuydu.
53
✒
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
KÖZ’ÜN ERMENİ SOYKIRIMI
HAKKINDAKİ TAVRI ÜZERİNE!
KÖZ
, Nisan 2012’de “Ermeni Sorunu Hak�
kında Söylenmeyenler” başlıklı bir bro�
şür yayınladı. Bu broşürde seçilen parçalar KÖZ’ün
Nisan 2015 sayısında yeniden yayınlandı. KÖZ, ‘Er�
meni sorunu hakkında söylenmeyenler’i söylediğini
iddia etmektedir! KÖZ’ün iddialarının doğru olup
olmadığını, ‘yeni’ olduğu iddia edilen söylemlerin ne
kadar ‘yeni’ olduğunu irdelemek istiyoruz.
“Soykırım Kavramı Emperyalistlerin İcat
Ettiği Bir Terim”midir?
KÖZ, soykırım kavramının emperyalistler tarafın�
dan icat edildiğini ve emperyalistlerin kavramları ile
konuşmamak gerektiğini iddia ediyor! Bu iddianın
gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Soykırım mimarının
kim olduğunu anlatmadan önce KÖZ’ün ne dediği�
ne bakalım: “İkinci emperyalist paylaşım
kavgasının sonunda galip devletlerin icat ettiği bu soykırım kavramının mahiyeti üzerinde
düşünmekte fayda var.”
(...)
“İkinci paylaşım
savaşı sona erdiğinde,
bu savaşın galipleri bu
galibiyeti temsil eden
güçler dengesini kalıcı
kılmak üzere BM teşkilatını kurup, buna göre
hukuki
düzenlemeler
yaptı. Soykırım kavramı
da bu çerçevede icat edildi.”
(Ermeni sorunu hakkında söy�
lenmeyenler, KÖZ Yayınları, sf. 14.
Nisan 2012 İstanbul)
Rafael Lemkin soykırım kavramını ilk kez kulla�
nan, KÖZ’ün deyimiyle konuşursak “icat eden” kişi�
dir ve bu kavramı bulmasında Ermeni soykırımının
da belirleyici olduğunu kendisi anlatmaktadır. O hal�
de KÖZ’e biraz Lemkin’i ve soykırım kavramının ka�
bul edilmesi için yürüttüğü mücadeleyi anlatmamız
gerekiyor. Rafael Lemkin, 1900’de Polonyalı Yahudi
bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Rafael Lemkin,
1921’de Soghomon Tehlirian Berlin’de Talat Paşa’yı
öldürdüğünde üniversite öğrencisidir ve
filoloji okumaktadır. Ermenilerin
katledilmesi ve Tehlirian davası
Lemkin’i etkiler. Bu yüzden
Lemkin filolojiyi bırakıp
hukuk okumaya karar
verir ve avukat olur.
Lemkin’in cevabı�
nı aradığı soru şudur:
Devlet yöneticilerinin
cürüm eylemleri ne�
deniyle yargılanmaları
mümkün müdür? Devlet
yöneticilerinin işledikleri
cinayetler nedeniyle yargı�
lanmalarını olanaklı kılacak
bir yasa için çalışmaya karar verir.
Lemkin, 1,5 milyon Ermeni‘nin toplu ola�
rak öldürülmelerinden ve bunun cezasız kalmasın�
dan çok etkilenmiştir. Tehlerian’ın Talat’ı öldürmesi
ve açılan davada beraat etmesini, “insanlık vicdanı
adına, adaletin tecelli etmesi” olarak yorumlamıştır.
1944’te Lemkin, ilk kez, „Genocide” (Jenosit) kav�
ramını kullandı. Eski Yunanca‘da „Genos“ (ırk/soy)
ve „cide“ (öldürmek/katletmek) kelimelerinin birleş�
Rafael Lemkin
soykırım kavramını
ilk kez kullanan, KÖZ’ün
deyimiyle konuşursak “icat eden”
kişidir ve bu kavramı bulmasında
Ermeni soykırımının da
belirleyici olduğunu kendisi
anlatmaktadır.
54
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
nasyonal sosyalistler, Kemalistler, MHP’li faşistler vb.
birçok kesim var. 1915’te karşılıklı ölümlerin yaşan�
dığı, Ermenilere soykırım yapılmadığını ama ‘tehcir’
uygulandığını gelinen yerde TC. devleti de kabul et�
mektedir. Yani bu sorunda doğru ile yanlışı ayıran
1915 ve ertesinde Ermenilere yönelik soykırım yapı�
lıp yapılmadığıdır. Soykırım kavramının kendisini
red edenin, soykırım yapıldığını kabul etmeyeceği de
açıktır. Bu bağlamda KÖZ soykırım redcileri cephe�
sindedir . KÖZ’ün ‘yeni’ diye ortaya attığı söylemler
‘yeni’ değildir. KÖZ, daha önce söylenen kimi söy�
lemleri tekrarlamaktadır. Komünist olduğunu iddia
edenler, sağa sola yalpalamadan Ermeni soykırımı
bağlamında açık ve net tavır takınmalıdır. Komünist
olduğunu iddia edenler, soykırım karşıtları ile arala�
rına ayrım çizgilerini çekmek zorundadır. Soykırım
karşıtları ile paralel görüşler savunarak ve bu görüş�
leri ‘yeni’ diye ortaya koymak utanç vericidir.
✒
tirmesinden Genocide (Soykırım) kelimesi ve kav�
ramı doğdu. 20 Kasım 1945-1 Ekim 1946 arasında,
Nürnberg‘deki Uluslararası Askeri Mahkeme, 22
Nazi liderini barışa karşı işlenen suçlar, savaş suçları,
insanlık suçları ve bu suçların her birine işlenilişine
katılım iddialarıyla savaşın önde gelenlerini yargı�
ladı. Uluslararası mahkeme, ilk kez ulusal liderleri
adaletin önüne getirecek savaş sonrası mekanizmalar
olarak kullanıldı. “Genocide” hukuki olarak değil, ta�
nımlayıcı bir ifade olarak iddianamede yer aldı. Lem�
kin Nürnberg’deki mahkemede danışman olarak gö�
rev yaptı.
Lemkin, soykırım tanımının bir yasa olarak çık�
ması için uğraştı. Rafael Lemkin “genocide” sözcü�
ğünü dünyanın her yerinden gelen delegelerin soy�
kırımla ilgili uluslararası terimleri tartıştığı, henüz
tam olgunlaşmamış Birleşmiş Milletler‘e getirdi. 9
Aralık 1948‘de, nihai metin oybirliğiyle kabul edildi.
‘Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlemesi ve
Cezalandırması Sözleşmesi’ 20 ülkenin onaylaması�
nın ardından 12 Ocak 1951‘de yürürlüğe girdi. 1948
Soykırım Sözleşmesi’nin mucidi Rafael Lemkin’dir.
Lemkin anılarında ve yaptığı birçok konuşmada, soy�
kırım kavramını Ermenilerin başına gelenleri anlat�
mak için çıkardığını anlatır. BM 1948 sözleşmesinin
kabul edilmesinde başta Lemkin olmak üzere ulusla�
rarası hukukçuların önemli katkıları vardır.
BM örgütü, kurulduğunda henüz bütünüyle em�
peryalistlerin kontrolünde olan bir araç değildi.
BM’nin kuruluşunda o zamanlar Sosyalist olan Sov�
yetler Birliği (SB) aktif olarak yer aldı. “Soykırım”
tanımının BM kararı haline gelmesinde de SB İkinci
Dünya Savaşı’nın derslerinden de yola çıkarak aktif
mücadele yürüttü. “Savaşın galipleri” içinde yalnız�
ca emperyalist güçler değil, aynı zamanda sosyalist
SB’de vardı. Soykırım kavramı İkinci Dünya Savaşı
sonrasındaki güç dengesini kalıcı kılmak için icat
edilmedi. İleride yeni soykırımların önüne ulusla�
rarası bir hukuk kuralı koymak için “icat edildi.” En
azından SB için durum bu idi. Bu tarihsel gerçekle�
ri görmeyen, görmek istemeyen KÖZ açıkça tarihsel
gerçekleri çarpıtmaktadır.
KÖZ, soykırım kavramı yanlıştır diye bir tartışma
yürütüyor. Bu söylemlerini de ‘yeni’ diye açıklıyor!
Şimdiye kadar ‘söylenmeyenler’i söylediğini iddia
ediyor. Böyle bir tartışmanın yürütülmesi abesle işti�
galdir. Ülkelerimizde “Ermeni soykırımının emper�
yalist bir yalan” olduğunu ve soykırım kavramının
emperyalistler tarafından uydurulduğunu söyleyen
KöZ Tarih Çarpıtıcılığı Yapıyor!
KöZ, Sovyetler Birliği’ni emperyalistlerle aynı torba�
ya koymakta ve savaş galipleri tarafından soykırım
kavramının üretildiğini iddia etmektedir! Kendileri�
ne ‘komünist’ adını verenler açıkça tarih çarpıtıcılı�
ğı yapmaktadır. Evet İkinci Dünya Savaşı emperya�
list bir paylaşım savaşı olarak başladı. İkinci Dünya
Savaşı’nın başlangıçtaki bu niteliği süreç içinde de�
ğişti. İkinci Dünya Savaşı giderek esas olarak antifa�
şist bir savaşın damgasını vurduğu bir savaş haline
dönüştü. Nazi Almanyasının SB’ye saldırısı ertesinde
bu antifaşist nitelik çok belirleyici hale geldi. Aslın�
da İkinci Dünya Savaşı emperyalistler arası bir dün�
ya savaşı olarak başladığında da bu savaş içinde yer
yer çok güçlü ulusal kurtuluş ve devrimci yönler de
vardı. Örneğin Çin halkı komünistler önderliğin�
de Japon işgaline karşı savaş yürütüyordu. Örneğin
Nazizmin işgal altına aldığı ülkelerde, Nazi işgaline
karşı haklı bir savaş vardı. Avusturya’da komünistler
önderliğinde direniş vardı vb. Ve fakat bu yan henüz
belirleyici değildi. Nazi imparatorluğunun SB’ne sal�
dırısı ve Sovyet halklarının SBKP (B) önderliğinde
savaşın esas unsuru haline gelmesi ile birlikte artık
İkinci Dünya Savaşı’nın niteliğinde bir değişme oldu.
Evet emperyalistlerin kendi aralarındaki çatışmanın,
emperyalistlerin dünya hegemonyası için birbiriyle
savaşması yanı da vardı ve fakat artık bu yan belirle�
yici olmaktan çıkmıştı.
KÖZ şöyle diyor: “İkinci emperyalist paylaşım kavgasında SSCB’nin taraf olmuş olması da, bu savaşın
55
✒
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
56
karekterinin değiştiğine değil, SSCB’nin karekterinin
değiştiğine delalet eder.” (Agb. Sf.16) Komintern’in
ilk dört kongresinden sonra olumlu hiçbir şey gör�
meyenler idealist bir konumda bulunuyor. ‘İkinci
emperyalist paylaşım kavgasında SSCB’ tarafmış!
SSCB’de emperyalist emeller uğruna savaşa katılmış!
Gerçekler böyle mi? Tarihsel gerçekleri çarpıtanlara
biraz gerçekleri anlatalım:
22 Haziran 1941’de Naziler Sovyetler Birliğine sal�
dırdı. Nazilerin saldırısı ile birlikte ilk başlarda Sov�
yet Birlikleri bozguna uğradı. Sovyet hava kuvvetle�
rinin büyük bölümü havalanmadan yok edildi. Nazi
ordusu kısa bir süre içinde Moskova’nın kapılarını
dövmeye başladı. Nazi ordularının hedefi yeryüzü�
nün ilk sosyalist ülkesini ortadan kaldırmaktı. SSCB,
sosyalizmin anavatanını savunmak zorundaydı. Bu
savunmanın yanı sıra anti-Hitler koalisyonun oluş�
turulması için de adımlar attı. Anti Hitler koalisyo�
nu, savaşta Nazi imparatorluğunun askeri olarak en
kısa zaman içinde yenilmesi, savaşın mümkün olan
en kısa zamanda sonlandırılması için mutlak gerekli�
likti. Ve anti Hitler koalisyonu evet savaşı sonlandır�
mada olumlu bir rol oynadı.
Naziler tüm güçleri ile Sovyetler Birliği’ne yüklen�
mişlerdi. 1942’de 179 Alman tümeni SSCB’ye kar�
şı savaşıyordu. Alman tümenlerinin yanı sıra Nazi
müttefiği olan ülkelerinde birlikleri SSCB’ye karşı sa�
vaşıyordu. Toplam olarak SSCB’ye karşı savaşan 240
tümen vardı. SSCB, İngiltere ve ABD ile anti-Hitler
koalisyonu oluşturmak için uğraşıyordu. Görünürde
anti-Hitler koalisyonu oluşturulmuştu, ama mütte�
fikler Nazilere karşı ikinci bir cephenin açılmasına
andaki durumda yanaşmıyorlardı. SSCB bir ölüm
kalım mücadelesi veriyordu. SSCB, Avrupa’daki sa�
vaşın tüm ağırlığını tek başına üstlenmişti. İngiliz
ve Amerikalı müttefikler tarafından SSCB’ye karşı,
özellikle de ikinci cephenin açılması konusunda, açık
ya da gizli gerçek anlamda birçok provokasyona gi�
riştiler. Savaşın dönüm noktası Stalingrad idi. Naziler
Stalingrad’ta yenildi. Stalingrad yenilgisinden sonra
savaşın seyri SSCB lehine değişmeye başladı. İngi�
liz ve ABD ile yapılan anlaşmaya göre ikinci cephe
1942’de açılması gerekiyordu. Ama SSCB müttefikle�
ri hep yan çizdi. Onlar savaşın kimin lehine gelişe�
ceğini beklediler. Savaşın seyri SSCB lehine gelişince
ikinci cepheyi ancak Haziran 1944’te Normandiya
çıkarması ile açtılar. Kızıl Ordu artık Berlin’e doğru
ilerliyordu. SSCB müttefikleri, Nazilerin yenilmesi ve
SSCB’nin Avrupa halklarını özgürleştirmesini iste�
miyorlardı. Onların ikinci cepheyi açmalarının temel
nedeni tüm Avrupa’nın SSCB tarafından özgürleşti�
rilmesini önlemekti. Naziler 8 Mayıs 1945’te teslim
bayrağını çektiler.
Nazi barbarlığına karşı en büyük bedeli Kızıl Ordu
ve SSCB halkları ödedi. 22 milyon Sovyet vatandaşı
öldü. SSCB’nin savaş boyunca uğradığı yıkım, diğer
ülkelerin uğradığı yıkımdan daha fazlaydı. 1710 şe�
hir, 70 bin köy, 98 bin kolhoz, 1876 sovhoz, 31 bin 850
endüstriyel iletme, 2 bin 890 makine ve traktör istas�
yonu, 65 bin km demiryolu, 4 bin 100 tren garı, 36 bin
PTT bürosu, 40 bin hastane, 84 bin okul, 43 bin halk
kütüphanesi yok edildi. 25 milyon insan evsiz kaldı.
İşte tarihsel gerçekler böyledir.
Emperyalist burjuvazi bile SSCB’nin Nazilere karşı
oynadığı rolü kabul ederken, kendilerine „komünist“
diyenler, SSCB’nin Nazilere karşı kazandığı zaferi
küçümsüyor! KÖZ’e sorulacak sorular var: Nazilerin
saldırısına karşı SSCB ne yapmalıydı? SSCB’nin ana�
vatanı savunması emperyalist paylaşım savaşı ya da
onun parçası mıdır? SSCB, Nazileri bozguna uğrat�
masaydı ne olurdu? Bu soruları çoğaltmak mümkün.
Sovyet halkları ölümüne tarihsel bir zafer kazandı.
Moskova önlerine kadar dayanan, Nazi sürülerine
karşı verilen savaşta, gösterilen kahramanlıklar, ölü�
müne yürütülen bir savaş, romanlara, filmlere konu
oldu. KÖZ Sovyet halklarının ölümüne yürüttüğü
mücadeleyi küçümsüyor. Bu zafer, evet 22 milyon
Sovyet vatandaşının, en ön saflarda komünistlerin
hayatı pahasına, Sovyetler Birliği’nde barbar Nazi or�
dularının gerçekleştirdiği muazzam yıkım pahasına
kazanılan bir zaferdir. Naziler, Sosyalizmin biricik
kalesini yıkma hedefine varamadı. Savaş sadece Na�
zilerin yenilgisi ile sonuçlanmadı. Aynı zamanda bir
dizi ülkede daha proletaryanın önderliğinde halk de�
mokrasili devletler kuruldu. Bunlar emperyalizmin
pazarı dışına çıktılar. Sovyetler Birliği’nin önderli�
ğinde emperyalist dünyaya karşı ondan kopup ayrı
bir dünya oluşturdular. SSCB, “İkinci emperyalist
paylaşım kavgasında” paylaşım için savaşan emper�
yalist kamplardan birine taraf olmadı, onun halklarla
birlikte oluşturduğu kendi tarafı; antifaşist, demok�
ratik, sosyalist tarafı vardı. SB Nazilerin saldırılarına
karşı anavatanın savunulması savaşını yürüttü bu sa�
vaşta Nazi faşistlerini inlerine kadar kovaladı. Tarih�
sel olgular böyledir.
KÖZ İnsan Hakları Sözleşmelerini
Reddediyor!
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
özgürlüklerin korunması için bir arayışa yönelin�
miştir. 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler tarafın�
dan kabul edilen ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’
önemli bir bildirgedir. Bu bildirgeye göre; herkes,
ırk, renk,cins, din, siyasal ya da başka herhangi bir
ayrılık gözetmeksizin, bildiride yazılı bütün haklar�
dan ve özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir.
30 maddeden oluşan bu bildirge insana değer veren,
özgürlük, eşitlik ve adalet tanıyan bir belgedir. Bu
bildirgeyle, yalnızca demokratik anayasalarla tanı�
nan temel medeni ve siyasi haklar değil, ekonomik,
toplumsal, kültürel haklar da genel tanımlarla gü�
vence altına alınmıştır. Ayrıca bu bildirgede, yaşam,
özgürlük ve kişi güvenliği gibi haklarla birlikte, keyfi
tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız
ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak
yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma
ve örgütlenme özgürlükleri bulunmaktadır. Bu bil�
dirge devrimcilerin, komünistlerin de sahip çıkması
gereken bir bildirgedir. KöZ’e göre bu bildirge “sömürgeciliği meşru kabul eden” bir bildirgedir! Kendi
deyimleri ile KöZ’ün arkasında duran ‘komünistler’
bu iddialarını ispatlamakla yükümlüdür.
✒
KÖZ, 9 Aralık 1948’de kabul edilen “Soykırım Su�
çunun Önlemesi ve Cezalandırması Sözleşmesi”ni
reddetmenin yanı sıra “İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi”ni de reddetmektedir. Bu bildirgeyi “sömürgeciliği meşru kabul eden” bir bildirge olarak ad�
landırmaktadır. (Bkz. agb, sf. 16) KÖZ’ün mantığına
göre; kapitalist/emperyalist sistem içerisinde yapılan
tüm sözleşmeler kötüdür! Kapitalist/emperyalist sis�
tem içerisinde yürütülen mücadele ve ödenen bedel�
ler sonucunda kimi kazanımlar elde edilmiştir. Bu
kazanımların korunması, ilerletilmesi komünistlerin
görevidir. Yürütülen mücadeleler sonucu egemen sı�
nıflar taviz vermek zorunda kalmıştır.
KÖZ “Emperyalistlerin ve burjuva diktatörlüklerinin tüm günahlarının hesabını bir proleter devrimiyle sormak gerekir.” diyor. (Agb. Sf. 16) Doğru.
Doğru da kapitalist/emperyalist sistem içerisinde iş�
çilerin-emekçilerin lehine olabilecek kazanımlar için
mücadele yürütülmeyecek mi? Elimizi kolumuzu
bağlayıp herşeyi devrim sonrasına mı erteleyeceğiz?
Hayır! Kapitalist/emperyalist sistem içerisinde kimi
kazanımların elde edilmesi mümkündür. Doğrudan
demokrasi unsurlarının katılması için de mücadele
ederiz, etmeliyiz. Kimi kazanımlar için mücadelenin
yürütülmesi ve kazanımların elde edilmesi ile siste�
min yıkılacağı anlamına gelmez. Yürütülen müca�
dele ile kimi kazanımlar elde edilebilinir, örgütlenme
ve düşünce özgürlüğü önündeki kimi engeller kal�
dırılabilinir. Özgürlükler alanının sınırları genişle�
tilebilinir. Tüm bu kazanımların elde edilmesinde
belirleyici olan mücadeledir. Komünistlerin/devrim�
cilerin görevi, örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün
sınırlarını genişletmek için mücadele yürütürken,
gerçek demokrasinin işçilerin emekçilerin iktidarın�
da olduğunu propagandasını yapmaktır. Komünist�
ler reform talepleri için de mücadele eder, etmelidir.
Komünistleri reformistlerden ayıran nokta, reform
taleplerini devrim talepleri ile birleştirmek ve birlik�
te ele almaktır. Bu bakış açısı ile yaklaşıldığında ko�
münistler, kapitalist/emperyalist sistem içerisindeki
kimi kazanımlara sahip çıkarlar. İnsan hakları söz�
leşmelerine de bu bakış açısıyla bakarlar.
İnsan haklarının düşünsel temelleri, çok eski dö�
nemlere kadar uzanır. İnsanlık tarihi içerisinde,
insan hakları ile ilişkilendirilen birçok belge ve söz�
leşme imzalanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sona er�
diğinde göreceli bir özgürlük dönemi vardır. Çünkü
halklar savaşın acılarını görmüş ve yaşamıştır. Savaş
sonrasında devletlerin bireylere tanıdığı kimi hak ve
KÖZ Soykırım İle Katliamları Eşitliyor!
KÖZ, soykırım kavramının emperyalistlerin icat etti�
ği bir terim olduğunu söylüyor! Soykırım kavramını
kimin icat ettiğini yukarda açıkladık. KÖZ, soykırım
ile katliamları eşitliyor! KÖZ adı geçen broşüründe
katliamlara birçok örnek veriyor. Evet KÖz’ün ver�
diği örnekler tarihte yaşanmıştır. Yaşanmaya devam
etmektedir. Emperyalistlerin yaptığı her katliam soy�
kırım ile eşitlenemez. Katliamlarla soykırım bir ve
aynı değildir. KÖZ’ün karşı çıktığı ‘Birleşmiş Millet�
ler Soykırım Suçunun Önlemesi ve Cezalandırması
Sözleşmesi’nin 2. maddesi şöyledir:
“Madde 2- Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik,
ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden
her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur. a) Gruba
mensup olanların öldürülmesi; b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını
ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını
kasten değiştirmek; d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak; e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.” Soykırım,
bilinçli programlı gerçekleştirilen ve bir halkı, ulusu,
azınlıkları yok etmeye yönelen bir eylemdir. Bu söz�
57
✒
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
58
leşmede tanımlanan soykırımın Ermenilere nasıl uy�
gulandığını açıklamakta fayda var.
KÖZ’ün de aktardığı gibi Abdülhamit döneminde
birçok Ermeni katliamları yapıldı. 1915’e gelene ka�
dar imparatorluk toprakları üzerinde 300 bin Erme�
ni katledildi. 24 Nisan 1915 öncesi İttihat ve Terakki
Partisi, Ermenileri soykırıma uğratmak için somut
bir plan yaptı. Kararlar aldı. Bu gelişimin nasıl oldu�
ğuna bakalım.
Ermeni sorununun soykırımla çözme fikrine ke�
sin olarak 1910 yılının başlarında İttihat ve Terakki
Partisini merkez komitesi tarafından yapılan gizli
toplantılarında karar verildi. 1911’de, Selanik’te yapı�
lan toplantılarda esas olarak imparatorlukta yaşayan
Türk olmayanların özellikle Ermenilerin Türkleştir�
me politikalarından bahsediliyordu. Bu toplantılarda
Jön Türklerin düşünceleri ilk kez yazılı hale dönüş�
müş oldu.
1914 Şubat’ında İttihat ve Terakki partisi merkez
komitesi, Doktor Nazım, Şakir Bahattin ve Mithat
Şükrü’nün başkanlığını yapacağı bir komite kurdu.
Bu komite Ermenilerin tehciri ve katliamı ile ilgili
tüm sorumluluğu üzerine aldı. Bu komitenin aldığı
kararlar uygulanmaya başlandı. Ermeni devlet görev�
lileri işlerinden çıkarıldı. Ermeni askerler ordudan
atıldı ve bu askerlerden işçi grupları oluşturulmaya
başlandı. Hapishanelerden katiller ve suçlular Mayıs
1914’te Erzurum katliamını yapmaları için çıkarıldı.
Jön Türk hükümeti, Osmanlı ordusundaki Ermeni�
leri silahsızlandırdı. Eli sialh tutan tüm Ermeni er�
kekleri “yol işlerinde” kölece çalıştırıldılar. Süreç içe�
risinde eli silah tutan Ermeniler öldürüldü. Böylece
Ermeniler katliamın ilk başından itibaren askeri gü�
cünü kaybetmiş oldu.
Birinci Paylaşım Savaşı’ndan önce, Türkiye’de 2
milyondan fazla Ermeni yaşıyordu. 1.5 milyon Erme�
ni 1915-1923 tarihleri arasında katledildi. ‘Tehcir’ adı
altında yapılan gerçekte “hiçe göç” yani soykırımdır.
Bilinçli soykırım uygulaması Ermeni aydın ve kanaat
önderlerine yönelik büyük tutuklamalarla 24 Nisan
1915’de başladı. Daha sonra bu tutuklamalar dalga
dalga devam etti. Tutuklanan aydınlar işkencelerden
geçirildi, kimi mahkeme kararı ile kimi herhangi bir
mahkeme kararı olmadan, ölüme mahkum edildi.
Ölüme mahkûm edilenler şehir ve kasaba merkez�
lerinde idam edildiler. Örneğin, İstanbul’da tutuk�
lanıp, daha sonra Ayaş ve Çankırı’ya gönderilen 235
civarındaki aydın, kimi zaman tek tek, kimi zaman
gruplar halinde buralardan alınıp yollarda öldürüldü.
24 Nisan 1915, Ermeni halkını yok etme hareketinin
ilk aşamasıydı. Bu yüzden Ermeniler, 24 Nisan 1915‘i
Ermeni soykırımında ölenlerin anısına adadılar.
1915’te İstanbul’da tutuklanan Ermeni aydınlarının,
tutuklanması soykırım planının birinci aşamasıydı.
İkinci aşamada, yaklaşık 60.000 Ermeni askere
alındı ve öldürüldü. Böylece eli silah tutabilen Erme�
ni erkekleri öldürüldü. Ermeni soykırımının üçün�
cü aşaması, Ermeni Halkının genç yaşlı çoluk çocuk
demeden katledilmeye başlanması ve Suriye çöllerine
doğru sürülmesiydi. “Tehcir” sırasında binlerce insan
Türk askerleri, Kürt kapkaççılar, polisler tarafından
öldürüldü. Kalanlar da açlıktan, bulaşıcı hastalık�
lardan öldü. Kadınlar ve çocuklar işkencelere maruz
kaldılar. Birçok insan zorla müslümanlaştırıldı. Soy�
kırımla Anadoluda Ermeni varlığı esas olarak yok
edildi. Tarihsel gerçekler böyledir.
KÖZ soykırım ile katliamları eşitlediği noktada
yanılmaktadır. Soykırım, bir ırkı, topluluğu, ulusu,
halkı planlı, programlı ve düzenli biçimde yok etme
eylemidir. Katliam, kendini savunma imkânı bula�
mayan çok sayıda insanın acımasızca öldürülmesi
olaylarıdır. Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluk
toprakları üzerinde birçok katliam gerçekleştirmiş�
tir. TC. tarihinde birçok Kürt katliamları yapılmıştır.
Bu katliamlara rağmen Kürtler yok edilememiş ve
yaşadığı topraklardan sürülememiştir. Oysa İmpa�
ratorluk toprakları üzerinde yaşayan Ermeniler yok
edilmiş ve Ermeni ulusu, küçük bir azınlık haline
getirilmiştir. Bu anlamda soykırım ve katliam aynı
değildir. KÖZ’ün görmediği tam da budur.
KÖZ Ermeni Soykırımında Aktif Rol
Alanları Aklamaya Çalışıyor!
KÖZ şöyle diyor: “Bu sorundaki taraflardan biri Osmanlı İmparatorluğu’dur. Sadece 1915’te değil, 18941896’dan itibaren Ermenilere dönük bir etnik temizlik
ve katliam hareketi bizzat Osmanlı devleti ve onun
baskı aygıtları tarafından emirle, organize ve sistematik biçimde uygulanmıştır. Dolayısıyla bu uygulamalar çerçevesinde bir tarafta bir toplum veya halk değil,
ilhakçı, gerici bir devletin baskı politikaları vardır.”
(Agb. Sf.4)
“Ama komünistler bakımından bu suçun hesabı
Türk’lerden değil, gerici Osmanlı devletiyle onun mirasına sahip çıkanlardan ve emperyalistlerden sorulacaktır.” (Agb. Sf.18)
KÖZ’e göre; Osmanlı Devleti emir vermiş, onun
baskı aygıtları tarafından bu emirler yerine getirilmiş
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
KÖZ Ermeni Soykırımında Kürtlerin
Oynadığı Rolü Görmüyor!
Doğu’daki Ermeni nüfus üzerindeki Kürt grupların
baskısını devlet kontrolünde, yasal ve sistematik hale
getirmekti. Hamidiye Alayları’na katılan sunni aşi�
retler yerel iktidar şeklinde hareket etmeye başladılar.
Güç sahibi oldular. Bu güce dayanarak her türlü zor�
balığı, soygunu yaptılar. Hamidiye Alayları’nın ku�
rulmasından sonra Ermenilerin yaşadığı her şehirde
baskın, talan, öldürme gibi olayların sayısı arttı. 18941896’da Urfa-Sason’da Hamidiye Alayları binlerce
Ermeni’yi öldürdü.
Ermeni soykırımında Kürtle�
rin de sorumluluğu vardır. Osmanlı imparatorluğun�
da Ermenilerin en yoğun olarak yaşadığı bölge Batı
Ermenistan’dır. Batı Ermenistan toprakları, soykırım
ile Ermenilerden „temizlenmiş“tir. Ve bugün bu top�
raklar hiç sorgusuz sualsiz Kuzey Kürdistan toprak�
ları içinde sayılmaktadır.
Ermeni halkının “tehcir” edilmesinde yer alan,
sürülmesinde aktif olarak yer alan Osmanlı ordusu,
polisi, jandarmasının tüm elemenları , valiler, yerel
yöneticiler ve memurlardır. Resmi devlet görevlileri�
nin yanı sıra, bu soykırıma izin veren, düne kadar
birlikte yaşadıkları Ermeni komşularını korumayan�
lar da sorumludur. “Gidenlerin” mallarına konan,
katliamları gördüğü halde engellemek için hiç bir şey
yapmayanlar, bu soykırıma ortaktır. “Tehcir” sırasın�
da “ganimet”lere konmak için katliam yapan Türk
halkı ve Kürt halkı da bu soykırımda sorumluluğa
sahiptir. Halkın aktif katılımı olmadan hiç bir soykı�
rım gerçekleştirilemez. Türk ve Kürt halkları şimdiye
dek, egemen sınıfların resmi tarihini sorgulamaya�
rak, kendi sorumluluğunun ve suçluluğunun hesa�
bını vermemiştir. Türk ve Kürt halkı, Türk hakim
sınıflarından da hesap sormayarak, tarihi yükümlü�
lüğünü yerine getirmemiştir.
✒
ve Ermeniler katledilmiştir! Bu bağlamda toplumun,
halkın bir suçu yoktur! KÖZ yine tarihsel gerçekle�
ri halının altına süpürüyor. Ermeni katliamında rol
alanları aklamaya çalışıyor! Ermeniler’in yok edil�
mesinde suçlu sadece İttihat ve Terakki ile Alman or�
takları değildir. Soykırımın yapıldığı bütün bölgeler�
de, kırıma her bölgeden ve her milliyetten yerel halk
iştirak etmiştir. Her milliyet 1894-96 katliamları sı�
rasında edindiği gerekli tecrübeyi 1915 sürecinde uy�
gulamıştır. Soykırımın olduğu her şehirde yerel halk
esas olarak bu soykırıma iştirak etmiştir. Olgu budur.
1915’te başlatılan Ermeni soykırımında; İttihat ve Te�
raki partisinin örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa, ordu
birlikleri, kolluk kuvvetleri, Hamidiye Alayları’nın
artıkları, Türk, Çerkez, Laz, Gürcü, Çeçen, Arnavut,
Boşnak, Kürt, Alevi, Zaza, Arap vb. çeteler, ve sivil
halk değişik oranlarda üzerine düşeni yapmışlardır.
Yerel halkın Ermeni soykırımında oynadığı rolün
yokmuş gibi gösterilmesi yanlıştır. Kısacası katliam
nerde yapılmışsa, o yörenin halkı bu katliama katıl�
mıştır. Katliama katılmayanlar, vahşete ses çıkarma�
yanlar da sorumludur. Katliamın yapıldığı yerlerde,
yerel halk katliama iştirak etmeseydi katliamın bo�
yutları bu derece yüksek olmazdı. Bu anlamda Kürt�
lerin, Türklerin bu katliamda aktif rol oynadığı bir
gerçektir. Kuşkusuz bu soykırımın planlayıcıları, ka�
rar alıcıları ile, bu soykırıma katılan ya da onu engel�
lemeyen halkın sorumluluğu ve suçluluğu arasında
bir fark vardır. Tabii ki esas sorumlu ve suçlular ege�
menlerdir. Fakat bu soykırıma katılan halkın hiçbir
sorumluluğu yoktur anlamına gelmez. Halk bu bağ�
lamda kendi sorumluluğuna sahip çıkmadıkça, halk�
lar arasında gerçek bir birlik de mümkün değildir.
KÖZ Ermenilere yönelik Soykırım
KÖZ şöyle diyor: “Bununla birlikte, Hamidiye alayla- Gerçeğini Reddediyor!
rı denen özel birlikler çoğunlukla Kürt aşiretlerinden
para ve toprak vaatleri ile devşirilmiş olsa da, kimilerinin yapmaya çalıştığı gibi, söz konusu olan Ermenilerin Kürtler tarafından katledilmesi değildir.” (...)
“Bu bakımdan Kürt halkının, bazı Kürtlerin yaptığı
gibi mahcubiyet içinde olmasını gerektiren bir durum
yoktur.” (Agb. Sf. 22)
KÖZ’ün ‘komünist’ etiketi biraz kazıldığında al�
tından şövenizm fışkırıyor. 1891’de Abdülhamit
“Hamidiye Alaylarını” kurdu. Hamidiye Alaylarının
esas amacı tüm imparatorluktaki Ermeni katliam�
larını gerçekleştirmekti. Bu yarı-resmi milis gücü,
KÖZ’ün arkasında duran ‘komünistler’ ne yazık ki
resmi tarih tezlerinden kopamamışlardır. Ermeni
soykırımına yaklaşımları, tahlilleri şövenistçedir.
‘Yeni’ diye öne sürdükleri tezler, daha önce yazılmış
ve söylenmiştir. KÖZ adı geçen broşüründe 18941896’dan başlamak üzere, yapılan Ermeni katliamla�
rına karşı olduğunu söylüyor. Ne yazık ki bu söylem�
ler incir çekirdeğini doldurmuyor. KÖZ şöyle yazıyor:
“Hristiyanlar bakımından bu harekâtın en büyük
mağdurları Ermenilerden çok neredeyse tamamen
kıyıma uğramış olan Asuri-Süryanilerdir. Bu harekât
sırasında Asuri-Suryani nufusun yarısının katledildiği
59
✒
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
bilinmektedir. Bu rakamın 300 bine ulaştığını söyleyenler de vardır. Bu Ermenilere yönelik olandan daha
büyük bir kıyımı (abç) ifade eder. İlk sistematik etnik
temizlik katliamı budur.” (Agb. Sf. 21)
Asuri-Süryani katliamının yapıldığı doğrudur.
Kimi kaynaklar 500 bin Asuri’nin katledildiğini be�
lirtmektedir. Anadoluda yaşayan diğer azınlık Hris�
tiyanlar da katledilmiştir. Bu olgudur. KÖZ Ermeni
soykırım gerçeğini inkâr etmek için güya matematik
hesabı yapmakta ve Asuri kıyımının Ermenilerden
daha büyük olduğunu iddia etmektedir. Ne için? Er�
menilere yönelik bir soykırım olmadığını ispat için!
Soykırım yalnızca Ermenilere yönelik olarak gerçek�
leştirilmemiştir. Anadolunun Müslüman olmayan
bütün halklarına karşı gerçekleştirilmiştir. Osmanlı
devleti sınırları içerisinde bilinçli, planlı bir soykı�
rım uygulanmıştır. Soykırımın mu�
hatapları başta Ermeniler olmak
üzere tüm Hristiyanlardır.
Sağa sola sapmadan, soy�
kırım gerçeğini kabul et�
mek KÖZ’ün de görevi�
dir. Tarihsel gerçekler
ortadadır. Ermenilere
kıyım yapıldığını ka�
bul eder gibi görünen
KÖZ, esasında inkarcı
bir konumdadır.
Devam edelim: KöZ,
Taşnaksutyun’nun (Er�
meni Devrimci Federasyo�
nu) eylemlerini anlatmakta,
bunların İttihat ve Terakki Partisi
ile ittifak yaptığını, davalarına ihanet etti�
ğini vb açıklamaktadır. Ermeni parti ve örgütlerinin
yaptığı hatalardan bağımsız olarak bir gerçeklik var.
Bu da soykırım gerçeğidir. Gerekçesi ne olursa olsun
bir halkın yok edilmesine karşı durmak, Ermenilere
karşı işlenmiş tarihi suçun koşulsuz kabul edilmesi
için mücadele yürütmek komünistlerin görevidir.
Kendilerine komünist diyenler, özür dileme ve Erme�
ni halkının taleplerini sahiplenmek zorundadır.
KÖZ ‘Ermenistan sorunu bu bağlamda gündeme
geldikçe Kürdistan sorunundan bahsetmek adetten
değildir’ dedikten sonra şöyle diyor: “Ermenilere
yapılan 1915 soykırımı öne çıkarılırken ekseri bölgedeki başka ezilen halkların, bilhasa Kürtlerin maruz kaldıkları ulusal baskıların üzeri örtülmektedir.
Oysa bu sorun ilgili tüm ezilen ulusların kaderlerini
ilgilendirmektedir.”(Agb. Sf. 40)
KÖZ’ün bu broşürü bir ibret belgesidir. KÖZ açıkça
son yıllarda Ermeni soykırımının gündeme getiril�
mesinden, yazılıp çizilmesinden rahatsızdır. 1894’ten
başlayarak Ermenilere kıyım yapıldığını belirten
KÖZ, peşinden amalarla Ermeni soykırımını reddet�
mek için bin takla atmaktadır. Ermeni soykırımını
red eden çokça akım vardır. KÖZ’ün söylemleri yeni
‘söylenmeyenler’ değildir. Etraflarına bir baksalar
bu söylemlerin çokça söylendiğini göreceklerdir. Er�
menistan sorunu gündeme geldikçe Kürdistan soru�
nu güme gidiyormuş!!! Bu Kürdistan penceresinden
dünyaya bakanların bir yaklaşımıdır. Bu bakış açısı�
nın arkasında yatan şövenizmdir. Ermeni sorunun
gündeme getirilmesi, Kürtlerin maruz kaldıkları ulu�
sal baskıların reddi değildir. Komünistler halkların
kardeşliğinden yanadır. Toplumun ge�
nelinde egemenlerin ırkçı, inkar�
cı düşünceleri egemendir. Ne
yazık ki Ermeni sorununda
şoven pozisyonlar ‘sol’
çevreler içinde yaygın�
dır. Ermeni sorunun�
da komünist tavır
takınmayanlar son
çözümlemede hakim
sınıflara hizmet et�
mektedir.
KÖZ’ün bu broşürü bir
ibret belgesidir. KÖZ açıkça son
yıllarda Ermeni soykırımının gündeme
getirilmesinden, yazılıp çizilmesinden
rahatsızdır. 1894’ten başlayarak Ermenilere
kıyım yapıldığını belirten KÖZ, peşinden
amalarla Ermeni soykırımını reddetmek
KÖZ’ün Ermeni
için bin takla atmaktadır.
Sorunu Çözüm
60
Önerisi!
KÖZ adı geçen broşürde Ermeni
sorunun çözümü hakkında şunları söyle�
mektedir: “Ermeni ulusal sorunu gerek emperyalistlerin ve başta TC olmak üzere bölgedeki gerici devletlerin
plan ve uygulamaları ile Ermeni ulusal hainlerinin de
katkısıyla gündemden düşüp bir tarih sorunu haline
gelmiştir. Bir Ermeni ulusal hareketinin o topraklarda
yeniden dirilmesi olasılık dâhilinde görünmemektedir.
Bu bağlamda Ermenilerin sorunu Kürdistan sorunun
çözümüne tabi bir sorun olarak meşru bir sorun teşkil
edebilir.” (...)
“Bu nedenle komünistler bu çerçevede Ermenilerle ilgili olarak gündeme gelen ve gelebilecek olan sorunlara
bakarken bunları ayrı bir ulusal kurtuluş hareketinin
sorunları olarak ele almazlar. Kürdistan’ın bağımsızlığı ve Kürt ulusunun özgürlüğü mücadelesine tabi olarak görürler.” (...) “Ermeni sorununun tarihi çerçevesi
05.06.2015 ✓
kavganın doğrusu / doğrunun kavgası
me, ve kendi kaderini tayin hakkının kayıtsız koşul�
suz savunulmasıdır. Kuşkusuz bu sorunun nihai ve
gerçek çözümü devrimdedir. Fakat bu devrim Kürt
ulusal devrimi değil; Kuzey Kürdistan/Türkiye’de
işçi sınıfı önderliğinde demokratik halk devrimidir.
Ermeni soykırımının tanınması ve Türk şöveniz�
mine karşı mücadele devrimcilerin/komünistlerin
görevidir. Sadece Ermeni soykırımının tanınması
için mücadele edilmesi yeterli değildir. Diaspora da
yaşayan Ermenilerin Batı Ermenistan’a dönmesi ve
yerleşme hakkının savunulması gerekmektedir. Aynı
zamanda el konulan, Türk burjuvazisinin zenginleş�
mesine neden olan malların iade edilmesi temel tale�
bimizdir.
Özgür bir ülke yaratmak sonal hedefimizdir. İşçi
sınıfı önderliğinde demokratik halk devrimi, ulusal
sorunda hukuki eşitsizliği ortadan kaldıracak, ulusla�
rın ayrılma haklarını özgürce kullanacakları ortamı
yaratacaktır. Ülkelerimizde hakim sınıfların iktidarı
yıkılmadan, demokratik devrim zafer kazanmadan,
ulusal sorunun gerçek çözümü mümkün değildir.
Milliyeti ne olursa olsun tüm proleter ve emekçilerin
faşist Türk devletine karşı mücadelede ortak bir sınıf
savaşımı içinde yer almaları zorunludur. Demokratik
halk devrimi ile birlikte zoraki birlikler ortadan kal�
dırılacaktır. Gerçek bir birlik, gönüllülük temelinde
birliğin ön şartı zoraki birliğin parçalanması, mil�
liyetler arasında tam hak eşitliğinin sağlanmasıdır.
Ulusların birlikte yaşaması, eşitlerin özgür birliği te�
melinde olmalıdır. Demokratik halk iktidarında, Batı
Ermenistan’ın ayrılma hakkı da tanınacaktır. Ulusal
sorunda gerçek çözüm budur. Bu anlamda Erme�
ni sorununun Kürt sorunun çözümüne bağlanması
yanlıştır. Kürt sorununun gerçek anlamda çözümü
de bu sistem içerisinde mümkün değildir. Çünkü zo�
raki birlik ortadan kaldırılmadan, uluslar arasında
tam hak eşitliği sağlanmadan, Kürtlerin nasıl yaşa�
yacaklarına kendileri karar vermeden Kürt sorunu
gerçek anlamda çözülemez. Gerçek anlamda Kürt so�
runun çözümü ancak ülkelerimizin demokratikleşti�
rilmesi ile mümkündür. Bu sistem yıkılmadan gerçek
anlamda ülkelerimizin demokratikleştirilmesinden
bahsedilemez.
Sonuç olarak KöZ’ün Ermeni sorunu konusundaki
tavrı şövenist bir tavırdır. ‘Sol’ içerisinde şövenist ta�
vırlara karşı mücadele komünistlerin görevidir.
✒
göz önüne alındığında, bu sorunun hem emperyalistler arasındaki paylaşım kavgasıyla hem de Kürt ulusal
hareketiyle ilgili olduğu açıktır.” (Agb. Sf. 41, 42, 43)
Osmanlı- Türk devletinin 1915’de aldığı “Erme�
nilerin Hiç’e göç ettirilmesi” kararı, gerçekte devlet
tarafından planlan ve uygulanan Ermenilere yönelik
Soykırım kararı idi. Ermenilere yönelik soykırımda
dönemin bütün emperyalist büyük güçleri Fransa,
İngiltere, İtalya ve Rusya’nın şu veya bu ölçüde so�
rumlulukları vardır. Fakat emperyalist büyük güçler
içinde Almanya’nın özel bir yeri vardır. Almanya,
soykırımın planlanmasında, uygulanmasında yöne�
tici kademelerde yer aldı.
Türk egemen sınıfları soykırımı unutturmak için
ellerinden geleni yaptılar. Fakat Ermeni ulusu, Erme�
ni halkı soykırımı unutmadı; soykırım gerçeği Erme�
ni ulusunun ortak hafızasının ayrılmaz bir parçası
oldu. Ermeni ulusu için soykırım KÖZ’ün dediğinin
aksine “gündemden düşüp tarihi bir sorun haline”
gelmedi! Türk-Kürt emekçilerine gelince, egemen sı�
nıflar Türk ve Kürt emekçilerini Ermeni düşmanlığı
ile eğitti. Ermeni Türk ve Kürt Emekçileri açısından,
birilerini ötekileştirmek, düşman göstermek, aşağıla�
mak için kullanılan bir küfürdü ve hala da bu ülke�
nin seçilmiş cumhurbaşkanı “Af edersiniz, Ermeni”
diyebiliyor konuşmalarında. Hal böyle iken sorunu
“gündemden düşmüş tarihi sorun” olarak değer�
lendirmek, sorunu egemenlerin “tarihçilere” havale
etme siyasetine “sol”dan destek anlamına gelir.
Sorunun “gündemden düşüp tarihi bir sorun haline
gelmesi” nin emperyalistlerin yanında Ermeni ulusal
hainlerine de bağlanması ise hepten saçmadır. Saç�
manın ötesinde fakat başka bir fonksiyonu daha var�
dır bu tespitin. Bu tespitle Ermenilerin bir bölümü de
soykırımın suçluları, sorumluları arasına alınmakta,
soykırımın bütün bir ulusa, kim olursa olsun,hangi
sınıftan olursa olsun tüm Ermenilere yöneldiği göz�
lerden gizlenmektedir.
KÖZ, Ermeni sorunun çözümünü Kürt sorunun
çözümüne tabii olarak ele almaktadır. Ulusal bir so�
runun çözümünü bir başka ulusal sorunun çözümü�
ne tabi kılmak, tabi kılınan ulusal sorunun varlığını
yok saymaktır. Hele hele çözümü bir başka ulusal so�
runun çözümüne bağlanan ulusal sorunda, çözümün
adresi olan ulusun küçümsenmeyecek bir bölümü fail
ya da faillerin destekçisi konumunda ise, bu büsbütün
yanlıştır. Bu çözüm önerisi çözümsüzlüktür. Kuzey
Kürdistan/Türkiye’de Ermeni sorununda çözümün
ilk adımı soykırımın tanınması, geri dönüş, yerleş�
61
YİRMİ YILLIK BİR
MÜCADELE: CUMARTESİ
ANNELERİ
H
er Cumartesi günü öğle saatinde Galatasaray
Lisesi önünde bir grup insan toplanır. Ellerinde
bazen hiç tanımadıkları bir kadının, çocuğun, anne�
nin, babanın, oğulun, kardeşin, abinin kısacası bir
insanın fotoğrafını taşıyan insanlar! Adları “Cumar�
tesi Anneleri”dir. Hepimiz bilir ve tanırız onları. Her
Cumartesi günü T.C’nin o meşhur 50. Yıl anıtının
önünde toplanırlar sessizce…
NasılBaşladılar?
62
Nasıl ki acılarımız hatıralarımıza duyduğu saygıdan
hep taze kalır, bel�
leklerimizi de aynı
şekilde taze tut�
malıyız. Yaşanan
acıları
unutma�
malıyız, yaşanan
katliamları unut�
mamalıyız. Neden
mi? Çünkü acımızı
öfkemizle birleş�
tirip
yaşananla�
rın hesabını tek
tek sormak için…
Cumartesi Anne�
leri Kuzey Kür�
distan/Türk iye
coğrafyasında fa�
illeri belli olan,
ama
kayıpların
nerede olduğu bilinmeyen bir mücadelenin belle�
ğidir. On binlerce insanın gözaltında katledildi�
ğini biliyoruz. İşte Cumartesi Anneleri de onların
hesabını sormak için başladılar bu mücadeleye.
Gazi katliamının yaşandığı günlerde, Gazi barikatla�
rında en ön saflarda yer alan bir nefer Hasan Ocak
gözaltında katledildi. Katledilen sadece Hasan Ocak
değildi. Hasan Ocak Gazi katliamında direnişin ön
saflarında duran biri olması sebebiyle 21 Mart 1995’te
evine gittiği sırada Aksaray’da gözaltına alınıyor ve
Terörle Mücadele Şubesi’nde görüldüğüne dair kanıt�
ta var. Hasan Ocak’ın annesi oğlunu aradığı sırada
DGM savcısından yardım istiyor ve DGM savcısı Nus�
ret Demiral tarafından da tutuklanıyor. Katiller adım
adım suçu üstlendiklerini pratik duruşlarıyla kanıtlı�
yordu. Bir ihbar sonucu 17 Mayıs 1995’de Altınşehir
Kimsesizler Mezarlığında Hasan Ocak’ın işkenceye
maruz kalmış cansız bedeni bulundu. Üzerinde saati,
ayakkabı bağcıkları ve kemerinin olmayışı gözaltın�
da katledildiğinin
kanıtıydı! Sadece
Hasan Ocak değil�
di katledilen. Aynı
gün iki yüz metre
yakınında bir baş�
ka mezarda aynı
şekilde katledil�
miş olan Rıdvan
Karakoç’un cansız
bedeni bulundu…
Ve Cumartesi An�
neleri yaşanan kat�
liamların hem he�
sabını sormak için
hem de gözaltında
kayıpların bulun�
ması için 27 Ma�
yıs 1995’te direniş
meşalesini yaktı. Yağmur çamur demeden her Cu�
martesi çocuklarının hesabını sormak için bir araya
geliyorlardı. O günler faşist devlet baskısını artırıyor
ve hak arayan analara zülüm ediyordu. Devlet çocuk�
larını katlettiği yetmezmiş gibi hak arayan analara da
aynı zulmü uyguluyordu. 50.yılının “şerefine” yapıl�
mış olan heykelin/anıtın önünde analar saçlarından
tutulup yerlerde sürükleniyordu. İnsanlar sokak or�
tasında işkenceye maruz kalıyorlardı. İşte böyle baş�
lamıştı Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi…
200. Haftada Verilen Ara
27 Mayıs 1995’de Cumartesi Anneleri Arjantin’den
miras alınan bir mücadele geleneğini devir almış�
lardı. Benzer acıların aynısını yaşayan Arjantin�
li anneler 1976 yılında cuntanın katlettiği 30.000
kişinin hesabını sormak için sokaklardaydı her
Perşembe günü. Arjantinli annelerin yıllarca sür�
dürdüğü mücadeleyi örnek alarak yola çıkan Cu�
martesi Anneleri, o yıllarda mücadelenin daha da
uzun süreceğini biliyorlar mıydı? Belki o günlere
geri dönüp bunun cevabını bulmak zor. Lakin her
Cumartesi söyledikleri bir şey var: “Bu mücade�
le yüzyıl da sürse hesap sormaya devam edeceğiz!”
Cumartesi
Anneleri’nin
mücadelesi
sade�
ce her Cumartesi toplanmakla bitmemiş�
ti. 17-19 Mayıs 1996’da 1. Gözaltında Kayıp�
lar Kurultayı’nı toplamışlardı. Bu kurultay
Uluslararası Kayıplar Kurultayı’nın kurulması ile so�
nuçlandı. Anneler hiç boş durmuyordu. Aynı şekilde
devletin baskısı da 08 Haziran 1996 HABİTAT toplan�
tısında 600 kişi gözaltına alınmış ve darp edilmişti.
Cumartesi anneleri 200. haftaya geldiklerinde en
zor koşullarda mücadele ediyorlardı. Devletin faşist
baskısı daha analar toplanmadan kendini ortaya çı�
kartıyor ve toplanmalarına müsaade edilmiyordu.
Analar yerlerde sürükleniyor, özellikle çoğunun yaşı
ileri olmasından kaynaklı mücadele daha da zorla�
şıyordu. Mücadeleyi zorlaştıran yaşları değil fiziksel
engelleriydi. Yürekleri ise koca bir dağı devirir cins�
tendi ve halen de öyle! 200. haftada(13 Mart 1999)
Cumartesi Anneleri mücadelelerine kısa bir ara
vermek zorunda kaldılar. Onlar mücadelelerine ara
verdikleri bu tarihlerde dahi devletin gözaltında kay�
betme/katletme geleneği sürüyordu. Sendikacı Sü�
leyman Yeter bu tarihlerde katledilmişti. 4 Nisan’da
gözaltına alındı 7 Nisan’da işkencede devletin meş�
hur Tim-4’ü tarafından katledildi. Devlet yetkilileri
düzmece davalar ile tetikçilerin kaçtığını duyuruyor
ve yakalama kararı olduğunu belirtiyorlardı. Ko�
miser yardımcısı Ahmet Okuducu kaçtığı ve aran�
dığı belirtiyordu. Radikal Gazetesinin o yıllarda
“işte kırmızı zırh” başlığıyla haberleştirdiği gerçek,
Ahmet Okuducu’nun korunduğunu belgeliyordu!
Cumartesi Anneleri’nin mücadelerinin ne derece çe�
tin geçtiğini, geriye dönüp baktığımızda daha net gö�
rülmektedir. Belki de bu satırları okuyan birçok genç
okuyucunun yaşına denk bir mücadelenin sadece bir�
kaç satırlık bir beyanattır, aslında olanlar bundan çok
daha fazlasıdır.
Mücadele Kaldığı Yerden Devam
10 yıllık bir aranın ardından Cumartesi Anneleri tek�
rar meydanlara indi. Yaşanan gelişmeler analara bir
umut oldu. (31 Ocak 2009) Cumartesi Anneleri’nin
kararlı duruşu ve verilen mücadele ile Başbakan RTE
Dolmabahçe’deki konutunda Cumartesi Anneleri ile
görüştü. Annelerin talepleri açıktı: “çocuklarımızın
kemiklerini verin” dediler. Bu şekilde asıl katillerin
kim olduğunu açıkça ilan ediyorlardı, hem de çocuk�
larının mezarlarını arıyorlardı. Görüşmeler ve verilen
mücadele sayesinde Cemil Kırbayır’ın işkencede öldü�
rüldüğü bir kez daha belgelendi, ama dava açılamadı.
Devlet bir kez daha katilleri yani kendisini koruyordu!
12 Eylül referandumunun hemen ardından darbe�
cilerinin yargılanmasının önü açıldı. Suç duyurula�
rının ardından Kenan Evren yargılanmaya başladı.
İlk duruşmaya Cumartesi Anneleri’nin sembol isim�
lerinden biri Berfo Ana ambulans ile kilometrelerce
yol giderek o yaşına rağmen adliyeye gidip Kenan
Evren’in suratına karşı hesap sormak istedi. Olmadı!
T.C darbeci generalini, cumhurbaşkanını koruyordu.
Sözde tedavi gördüğü hastanede yattığı iddia edildi!
Telekonferans sistemi ile mahkemeye katıldı.
Ve Bugün
Mücadele 20 yıldır sürüyor. Çocukların kemiklerini
ararken hayatını kaybeden Berfo Ana, Kiraz Şahin
mücadele içinde ömürlerini harcadılar. Sadece ikisi
mi Komünist bir neferin annesi (Süleyman Cihan)
Şahsenem Cihan ömrünün 34 yılını oğlunun katilini
aramakla geçirdi. 28 Mayıs 2015’te hayata gözlerini
yumdu. Hasan Ocak’ın babası Baba Ocak da aynı şe�
kilde Müsaadesinin peşinde hayata gözlerini yumdu.
Tam 20 yıl oldu. Cumartesi Anneleri sessizce her
Cumartesi günü ellerinde onlarca katledilmiş bir eş,
bir oğul, bir çocuk, bir baba, bir ananın fotoğrafı ile
hesap soruyor. Mücadeleleri mücadelemizdir. Onları
yalnız bırakmayalım. Cumartesinin yükünü artır�
mamak için bu düzenin değişmesi şarttır. Katledilen
her neferin hesabını sormak için mücadele edelim.
Katil uzakta değil, failleri bellidir faşist devlettir!
20.06.2015
YDİ Çağrı okuru ✓
63
✒
okur mektubu
K
64
BİR DEFA OY KULLANMAKLA REFORMİST,
HER ZAMAN BOYKOT ETMEKLE DE
KOMÜNİST OLUNMAZ!
omünistlerin seçimlere bakış açısı belli�
dir. Her seçim öncesi bunu defalarca söy�
lüyoruz. Ve söylenmeye de devam edilecektir.
Elbette buna ihtiyaç vardır. Seçimler halen bir�
çok kişi ve devrimci kurumun tam anlamıyla
doğru algılamadığı, uygulayamadığı bir mesele!
Kendi özeleştirim ile başlamak gerekirse. Cumhur�
başkanlığı seçiminde faşist T.C’nin en baş temsilcisi
yapılacak bir seçim yapıldığından buna karşı çık�
mıştım ve doğru tavrın boykot olduğunu düşün�
müştüm. Sorun bu şekilde ortaya koyduğumuz va�
kit evet, boykot doğru bir tavır! Ama gerçekçi bir
durum muydu? Gerçek durumla örtüşmeyen bir
durum vardı ortada. O da HDP’nin ortaya koy�
duğu taktikti. Geriye dönüp baktığımda HDP’nin
genel seçim provasını Cumhurbaşkanlığı seçimle�
rinde yapmıştır. Baraja ne kadar yakın olduğunu
orada ölçmüştür. Ve bu taktik ile başarılı bir sonuç
almıştır. Bu şekilde baktığımda o zaman boykot
tavrını savunmuş olmam hatalı bir bakış açısıydı.
Elbette boykot tavrını almış olsam da o dönem de
elimden geldiğince YDİ Çağrı’nın savunmuş olduğu
Demirtaş’a oy verme anlamında hareket ettim. Lakin
o zaman da eleştirdiğim ama fırsat bulup da yaza�
madıklarımı yeni seçim değerlendirmesi ile birlikte
iletmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
Demirtaş’ın adaylığı hakkında YDİ Çağrı şu tavrı ta�
kınıyor: “Demirtaş’ın alacağı oylar Kuzey Kürdistan
Türkiye’de şu anda – hangi saiklerle verilirse verilsinsonuçta burjuva demokrasisine verilmiş oylar olacak,
burjuva demokrasisinin anda geçerli oylar bazında
gerçek gücünün ne olduğunu gösterecektir. Bu dev�
rimci ve komünist güçlerin gerçek durumu daha iyi
görmesi açısından da iyi olacaktır.”(abç) Ydi Çağrı
sayı 171 s. 9.
Temel eleştiri noktalarımdan biri tam da bu ge�
rekçeydi. Biraz da bunun vermiş olduğu refleks ile
de boykotu savunmuştum. “Burjuva demokrasi�
nin anda geçerli oylar bazında gerçek gücünün ne
olduğu” cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu kıstas
hatalıdır. Ama aynı yazının sonunda “Türkiye’de
burjuva demokrasisi bağlamında, en ileriyi şu anda
temsil edenin gerçek durumu nedir?”(ABÇ. age. S.9)
tavrı yer almaktadır. Şimdi sorun burada şudur;
“burjuva demokrasinin en tutarlı savunucuları”nın
mı gerçek gücü ortaya çıkacaktı yoksa “burjuva de�
mokrasinin anda”ki durumu ölçülecekti! Ya da bun�
lara bir de şu soruyu ekleyelim Kuzey Kürdistan/
Türkiye solunun gerçek gücü mü ortaya çıkacaktı?
HDP bir bileşen partisi içinde devrimciler, sosyal de�
mokratlar, ilericiler, aydınlar, kendine sol-sosyalist
diye tanımlayan birçok partinin yanı sıra dinciler
de yer alıyor. Yapılan tespitler arasında burjuva de�
mokrasinin en tutarlı savunucuları denildiğinde
bunda herhangi bir sorun yok. Ne zaman ki “bur�
juva demokrasinin anda geçerli oyları” dediğimiz
vakit hataya düşeriz ki bu çelişkili tespitler ile de
hataya düşülmüştür. Konuyu yeterince tartışma�
mış veya tartışmamış olmam kendi açımdan da
bir hatadır ve yaşanan hatalı durumdan ben de
bu anlamıyla hatalı olduğumu belirtmek isterim.
Demirtaş(HDP), cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
ilk turda ajitasyon propagandada alacakları oylar ile
ikinci tura kalacaklarını söylemişlerdi. Sonuç ortada
bu ajitasyon propagandayı elbette yaparken de bu�
nun bilincinde hareket ettiler. Çünkü kitleler baştan
kaybedilecek seçimlerde oy kullanmayabilir. Ve bu�
güne kadar “nasıl olsa kazanamayacaklar öbürüne oy
verelim” anlayışı sokağa çıktığımız vakit karşımıza
çıkmaktaydı. Bu söylemin temel inancı kitleleri inan�
dırmak, yapılan işin önemine vurgu yapmak içindir.
Yoksa Ydi Çağrı’nın dediği gibi “hayaller yaratıyor,
palavra atıyor” (sayı 171.s.9) demek değildir. Burada
sol-sekter bir hata vardır!
Genel Seçimler
07 Haziran 2015 genel seçimleri KK/T son dönem�
lerin en ilginç, hatta en önemli seçimlerinden biri.
Faşist yasaların koyduğu yüzde on barajının anti
demokratik olduğunun en büyük kanıtı bu seçim�
de kitleler gözünde daha da belirginleşecek. Seçime
giderken bir süre yüzde on seçim barajının anti de�
mokratik yönü tartışıldı. Burjuva partileri gösterme�
lik tartışmalar yaparak AKP’ye topu attılar. AKP’de
sağından solundan kıvırıp topu tekrar muhalefete, en
sonunda ise “istikrar” deyip konuyu kapattılar. As�
okur mektubu
Seçime yaklaştığımız şu günlerde hem kitlesi hem
de seçmeni en umutlu, en heyecanlı kesim HDP’dir.
Kendisine sol-sosyalist-devrimci diyen birçok kişi
ve kurum HDP’yi seçimde destekleme kararı aldı.
Ve bu konuda doğru bir karar da alınmıştır. Lakin
burada dikkat çekilmesi gereken bir durum var.
Daha düne kadar genel seçimlerde boykot diyerek
konuyu ilkeli hale getiren devrimci kurumlardan
DHF’nin de seçime katılması hatta sosyalist devrimi
program(burjuvazi ile kurulacak sosyalizm programı!)
olarak savunmalarına rağmen seçime hiçbir özeleşti�
ri vermeden katılıyor olmaları ise ayrı bir aymazlık!
Seçimlerde bir de ikiyüzlü davranan Birleşik Haziran
Hareketi var. Seçime yönelik tavırları ortaya konma�
dan önce özellikle burjuva medyasına çıkarılan bu zatı
muhteremler iyice pohpohlandı. Elbette komünistler
olarak bu durumu normal karşılarız! Burjuvazi tutup
da ekranlara devrimcileri çıkaracak değil ya. Sosya�
list diye bu zatı muhteremleri çıkarmış ve sanki bü�
yük bir hareketmiş, Gezi Direnişinin tek temsilcileri
onlarmış gibi lanse ettiler. Hatta inatla bu zatı muh�
teremler de Gezi Direnişinin temsilcileri onlarmış
gibi söylemler kullanmaya devam ettiler, ediyorlar!
Bunlar bir avuç palavracıdan başka bir şey değildir!
Seçime yönelik cevabı zaten halk verdi. Tüm halkın
gözünde sadece birkaç gün sosyal medyada alay ko�
nusu olacak bir avuç ulusalcı olmaktan öteye gide�
mediler. ÖDP Başkanı Alper Taş’ın temenni bildiri�
leriyle “HDP-CHP” ittifakını savunması ve BHH’nin
kendi kararlarına uymayarak Komünist Parti’nin
seçime katılması tüm adayların kadınlardan oluş�
muş olması ne kadar “ilerici” olduklarını gösterdiler!
Seçime doğru giderken HDP’nin ön gördüğü pro�
vokasyon durumu gerçekleşmeye başladı. Bunun
için kitlesini, kadrolarını defalarca uyardı. Ve bu�
güne kadar hassas davranmaya özen gösterdiler.
Ağrı başta olmak üzere birçok provokasyonun gös�
terdiği birilerinin HDP’nin barajı aşmasından çok
rahatsız. Elbette birebir bu kimin işidir diyecek
olursak açıkça DEVLETİN diyebiliriz. HDP’nin
barajı aşmaması en çok AKP’nin işine yarayacak�
tır. Ama nafiledir çabaları HDP barajı aşacaktır.
YDİ Çağrı’nın ortaya koyduğu “halkların kardeşli�
ği için oylar HDP’ye” şiarı doğrudur. Bunu savunu�
yorum fakat bir noktada küçümseyici ve sol sekter
bir tespiti vardır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden
bu yana bu tavır devam ediyor. (yukarıda ne ol�
duğunu belirttim) Şimdi genel seçimlere yönelik
HDP’ye getirilen küçümseyici bir bakış açısı vardır.
YDİÇağrı sayı 174 sayfa 12’de şu tavrı takınıyor:
“HDP 7 Haziran seçimlerine, geçen genel seçimlerde
başarılı olarak uyguladığı bağımsız adaylarla katılma
taktiğinden vaz geçerek, parti olarak katılma kararı
almıştır. Biz bu kararı % 10 barajını aşma ihtimali
ile aşmama ihtimallerinin birbirine çok yakın göründüğü ve hatta aşmama ihtimalinin biraz daha büyük
göründüğü şartlarda maceracı bir taktik adım olarak
değerlendiriyoruz.”(abç.)
HDP Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kitlesini
inandırmış, araştırmalar yapmış ve gücüne de gü�
venerek bir taktik uygulamıştır. Buna maceracı de�
mek hatalı ve küçümseyici bir tavırdır. Bu konuda
eleştirimizi yaparken kullandığımız üsluba dikkat
etmekte fayda var. Elbette HDP dediğim gibi gü�
cüne inanarak ve aşacağını düşünerek hareket et�
miş ve doğru da yapmıştır. Çıkarılan bildiriler ve
yazılarda bunun dışında bir küçümseme yoktur.
Ama YDİ Çağrı’nın teorik yayın organında evet bu
küçümseyici tavır doğru değildir. Doğru tavır bil�
dirilerde ve diğer yazılarda olduğu gibi olmalıydı.
Israrla seçimlerde oy vermeyi reformist olarak al�
gılayanlar ve boykotçuluğu da devrimcilik olarak
algılayanlar var! HDP’nin baraj altında kalmasını
ve savaşın tekrardan yükselerek devrime yol aça�
cağını iddia edenler ise ayrı bir ahmaklık içindeler.
Kaos ortamını savunan bu zatı muhteremler açıkça
halkın ölmesini isteyerek dolaylı olarak burjuva�
ziye hizmet ettiklerinin farkındalar mı?(!) Ortada
ne devrimci bir durum var, ne de devrime yol aça�
cak bir örgütlülük. Yıllardır süren savaşta madem
o kadar devrimciydiniz, o kadar iyi taktik uygulu�
yordunuz, neden o halde devrime yaklaşmak yeri�
ne ondan bu derece uzaklaştık? Elbette devrimin
kendiliğinden geleceğini uman bu siyaset tarzından
farklı tavırlar da beklemek çölde buz aramaya benzer.
Önümüzde yer alan seçimde bitecek ve biz tekrar yo�
lumuza devam edeceğiz. Bu seçimde oy verildi diye
bir sonraki seçimde oy verilecek diye bir durum yok.
Seçimler komünistler açısından taktik sorunudur. 07
Haziran’da HDP oy vermek doğru bir taktiktir. Bir
seçimde oy vermekle reformist olunmaz, sürekli boy�
kot etmekle de devrimci veya komünist olunmaz.
22.04.2015
YDİ Çağrı okuru ✓
✒
lında AKP muhalefete göre biraz daha “dürüstlük”
taslayıp barajı savundu! Çünkü biliyorlar ki barajın
kalkması demek koltuklarının sarsılması demekti!
65
✒
okur mektubu
“BİR DEFA OY KULLANMAKLA
REFORMİST, HER ZAMAN
BOYKOT ETMEKLE DE KOMÜNİST
OLUNMAZ!” BAŞLIKLI YAZI
ÜZERİNE
“B
ir defa oy kullanmakla reformist, her zaman
boykot etmekle de komünist olunmaz!” baş�
lıklı yazısında okurumuz, Cumhurbaşkanlığı seçimi
değerlendirmemize ve 7 Haziran genel seçim değer�
lendirmemize eleştiri getiriyor. Okurumuzun eleşti�
rilerine tavır takınacağız.
Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde Selahattin
Demirtaş’a oy verme çağrısı yaptık. Demirtaş’a ne�
den oy verilmesi gerektiğini, gerekçelerimizi okuru�
muzun da alıntı yapıp eleştirdiği yazı içinde ortaya
koyduk. (BKZ. “Cumhurbaşkanlığı seçimi
ve biz” başlıklı yazı. YDİ Çağrı sayı
171, sayfa 7-9)
Kısaca özetlemek gere�
kirse, yazı içinde ortaya
konulan gerekçeleri�
miz şunlardı:
*Demirtaş burjuva
demokrasisine ya�
kın görüşlerin tem�
silciliğini yapmak�
tadır.
*Demirtaş burjuva
demokrasisine doğru ge�
lişmede en önemli rolü oy�
nayan partinin adayıdır.
*Komünistlerin kendi adayının ol�
madığı yerde, burjuva demokrat bir adayın tercih
edilmesi gerekir.
*Demirtaş’a verilecek oylar burjuva demokrasisine
verilmiş oylar olacak, oy bazında burjuva demokrasi�
sinin gücünü gösterecektir.
*Demirtaş’ın alacağı oylar Kürt ulusal hareketinin
pazarlık gücünü artıracaktır.
*Sol’un önemli bir bölümü Demirtaş’ı destekleye�
cektir. Demirtaş’a verilecek oylar Sol’un gücünü gös�
terecektir.
Okurumuz; “Demirtaş’ın alacağı oylar Kuzey Kürdistan Türkiye’de şu anda – hangi saiklerle verilirse
verilsin- sonuçta burjuva demokrasisine verilmiş oylar olacak, burjuva demokrasisinin anda geçerli oylar
bazında gerçek gücünün ne olduğunu gösterecektir. Bu
devrimci ve komünist güçlerin gerçek durumu daha iyi
görmesi açısından da iyi olacaktır.” Gerekçesini Cum�
hurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’a oy verme gerek�
çesi olarak konulmasını yanlış buluyor ve
eleştiriyor.
Kürt ulusal hareketi ve bu
hareketin yasal temsilci�
si olan HDP; burjuva
demokrasisine doğru
gidişte önemli rol
oynayan, burjuva
demokratik dönü�
şümün m��������
ücadele�
sini veren���������
bir par�
tidir. Bu mücadelede
HDP, aynı zamanda
bütün partiler içerisin�
de en ileri konumda olan,
en ileriyi temsil eden partidir.
Cumhurbaşkanlığı
seçimine
burjuva demokratik bir programla katılan
Demirtaş’a verilen oylar; Kürt ulusal hareketinin
oy bazında gücünü göstermesinin yanı sıra, kitle�
ler içerisinde burjuva demokrasisinin gerçek gücü�
nü, Sol’un –Demirtaş’a oy veren kesiminin- gücünü
göstermiştir.
Bu nedenlerle okurumuzun “cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde bu kıstas hatalıdır” eleştirisi yanlış bir
Kürt ulusal hareketi ve bu
hareketin yasal temsilcisi olan HDP;
burjuva demokrasisine doğru gidişte önemli
rol oynayan, burjuva demokratik dönüşümün
mücadelesini veren bir partidir. Bu mücadelede
HDP, aynı zamanda bütün partiler içerisinde
en ileri konumda olan, en ileriyi temsil
eden partidir.
66
okur mektubu
taktiğinden vaz geçerek, parti olarak katılma kararı
almıştır. Biz bu kararı % 10 barajını aşma ihtimali ile
aşmama ihtimallerinin birbirine çok yakın göründüğü
ve hatta aşmama ihtimalinin biraz daha büyük göründüğü şartlarda maceracı bir taktik adım olarak değerlendiriyoruz. Bizce doğru olan bugünkü şartlarda
HDP’nin yine bağımsız adaylarla katılması idi.” (YDİ
Çağrı sayı 174, sayfa 12)
Okurumuz bu eleştirimizi “küçümseyici ve sol sek�
ter bir tespit” olarak niteleyip eleştiriyor. Bu eleştiride
de “sol sekter” kavramı karşımıza çıkıyor. Yine
yerini bulmayan bir eleştiri ve eleştiriye
uymayan bir kavram!
Biz ne HDP’yi küçümsedik,
ne de sol sekter bir tavırla
eleştirdik.
Seçimler
öncesinde
HDP’nin seçimlere na�
sıl katılması gerektiği
sorununun tartışıldığı
dönemde, HDP‘nin
çekirdek oyu, HDP’ye
destek verecek
re�
formcu ve devrimci sol
örgütlerin ona eklene�
cek oyu ile % 10 barajı�
nın aşılmayacağını ön�
gördüğümüz ve HDP‘nin
seçimlere parti olarak katılıp
% 10 barajını aşamaması şartla�
rında milyonlarca oyun öncelikle
AKP defterine yazılacağı ve ona yaraya�
cağını, bunun siyasi sonuçlarının çok ağır olacağını
düşündüğümüz için doğru taktiğin bu seçimlerde de
bağımsız adaylarla katılmak olduğunu savunduk.
Gelişmeler yanıldığımızı, HDP’nin parti olarak se�
çime girmesini eleştirmemizin, yaptığımız değerlen�
dirmenin doğru olmadığını gösterdi. İyi ki yanıldık..
HDP seçime parti olarak katılma kararını açık�
ladıktan sonra, HDP‘nin % 10 barajını aşması için
ona destek verilmesi gerektiğini savunduk. HDP‘nin
seçim kampanyasına gücümüz oranında aktif destek
verdik. HDP’nin kazandığı seçim zaferinde bizim de
küçücük de olsa bir payımızın olması bizi sevindiri�
yor.
✒
eleştiridir.
Demirtaş Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası
döneminde “ikinci tura kalacağı” tavrını takınmıştır.
Bu tavır söz konusu yazımız içinde şöyle eleştiriliyor:
“HDP, bu bağlamda hayaller yaratıyor, palavra atıyor.
Demirtaş’ın oylarının onu ikinci tura bırakacağı söylemleri bütünüyle yanlıştır, kendi kendini kandırmaktır, KK/T gerçeğinden bihaber olmaktır, isteğin gerçek
yerine konmasıdır.” (YDİ Çağrı sayı 171, sayfa 9)
Okurumuz Demirtaş’ın, HDP’nin Cumhurbaşkan�
lığı seçimi döneminde ikinci tura kalacakları
yönündeki propagandasını doğru bulu�
yor ve savunuyor. Şöyle diyor: “Bu
söylemin temel inancı kitlele�
ri inandırmak, yapılan işin
önemine vurgu yapmak
içindir.”
Biz gerçek durum,
olgu ne ise onu söyle�
mekten, propaganda�
sını yapmaktan, ger�
çek durum ne ise onu
kitlelere anlatmaktan
yanayız. Kitlelere doğ�
ru bilinç verilmesinden
yanayız. Gerçeğin abar�
tılması, isteğin gerçek
yerine konulması, palavra
atılması vb. doğru bulduğu�
muz, kullandığımız bir yöntem
değildir.
Okurumuz bu tavrımızda “Burada solsekter bir hata vardır!” diyor.
Demirtaş’ın ikinci tura kalacağı tavrını eleştirmek
nasıl sol, sekter bir hata oluyor? Gerçek durumun
propagandasının yapılmasını istemek, isteğin gerçek
yerine konulmasını eleştirmenin neresi sol sekterdir?
Okurumuzun “Sol sekter hata” eleştirisi yerini bul�
mayan bir eleştiridir. Kullandığı kavram eleştirisine
uyan bir kavram değildir.
***
Biz gerçek durum, olgu
ne ise onu söylemekten,
propagandasını yapmaktan,
gerçek durum ne ise onu kitlelere
anlatmaktan yanayız. Kitlelere doğru
bilinç verilmesinden yanayız. Gerçeğin
abartılması, isteğin gerçek yerine
konulması, palavra atılması vb. doğru
bulduğumuz, kullandığımız bir
yöntem değildir.
“7 Haziran’da seçim var: Halkların kardeşliği için
oylar HDP’ye!” (YDİ Çağrı sayı 174, sayfa 11-13) baş�
lıklı yazı ile 7 Haziran seçimlerine 20 Şubat’ta tavır
takındık. Bu yazımızda HDP’nin seçime parti olarak
girme kararını şöyle eleştirdik:
“HDP 7 Haziran seçimlerine, geçen genel seçimlerde
başarılı olarak uyguladığı bağımsız adaylarla katılma
22.06.2015
YDİ ÇAĞRI ✓
67
1915-2015
SOYKIRIM SÜRÜYOR!

Benzer belgeler

Verjine Svazlian (Sıvaslıyan) Ermeni Soykırım ve

Verjine Svazlian (Sıvaslıyan) Ermeni Soykırım ve Oysaki, çeşitli dillerde yayımlanmış resmi belgelerin yanısıra, halk tarafından söz konusu olayların doğrudan etkisi altında anlatılanların da önemli bir tarihi belge değeri vardır. O kitlesel siya...

Detaylı