Derginin PDF hali için TIKLA

Transkript

Derginin PDF hali için TIKLA
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 1
1
Gündoğdu...
Avrupa için / 15 günlük gazete / Sayı:4 (16-31 Ekim)
Almanya-AKPAvusturyaişbirliğiyle
Avusturya’da
devrimcilere
operasyon!
Onlar el
sıkıştıkları
zaman; ellerinin
arasında sıkıp ezmek
istedikleri halklar ve
devrimcilerdir!
Hepimiz
birimiz
irimiz hepimiz için
B
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 2
2
Gündoğdu...
Dayanışma ve
Sahiplenme
Hepimiz Birimiz, Birimiz Hepimiz İçin; bu
söz, burjuvazinin bencilliğine, bireyciliğine,
çıkarcılığına, bananeciliğine, mülkiyetçiliğine
karşı tarihsel bir meydan okuyuştur.
Burjuvazi, beşikten mezara kadar,
kreşlerden üniversitelere kadar bizi kendi
bireyciliğiyle şekillendirmeye çalışır.
Neden?
Çünkü, bencilliğin, bireyciliğin yerleştiği
yerde ÖRGÜTLÜLÜK olmaz.
Bencilliğin, bireyciliğin yerleştiği yerde
DAYANIŞMA ve SAHİPLENME OLMAZ.
Dolayısıyla örgütsüz, tek tek "bireyler"
halindeki kitleler, burjuvazi için kolay lokma
haline gelirler.
Burjuvazi artık bu "bireyleri" istediği gibi
sömürür, yönetir, yönledirir, istediği yasaları
ve yasakları uygular, ciddi bir tepki
görmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla istediği
baskıları yapar.
B
encilliğin, bireyciliğin hakim olduğu
yerde, sadece örgütlülükten değil, her
türlü sosyal sorumluluk ve ortaklıktan, ko-
lektif olan her şeyden
kaçış vardır.
Bencillik, bireycilik, o
hale gelmiştir ki artık,
"bireyler", evlilik
ilişkisini bile bir yük olarak görmeye başlamışlardır.
Eşi, sevdiği için bile hiçbir
fedekarlığı paylaşmayan, onun için bile
hiçbir dayanışma ve sahiplenme duygusu
hissetmeyen BENCİL BİREYLER kapitalist toplumun karakteristik özelliklerinden biridir.
Almanya, Federal İstatistik Dairesi'nin
2014'de açıkladığı rakamlara göre, Almanya"™da 16,2 milyon kişi, yalnız yaşıyor. Bu
rakam, toplam hane sayısı olan 39,9 milyonun yüzde 41"™ini oluşturuyor. Ki aynı raporda yıllar içinde yalnız yaşayanların
sayısının sürekli arttığını gösteriyor.
Kapitalist toplumda, gelişme,
bireycileşmeye, bencilleşmeye doğrudur.
Burjuvazi, kelimenin gerçek anlamıyla,
toplumu "atomlarına" kadar parçalayıp kendi
hükmünü sürdürmektedir.
H
epimiz Birimiz, Birimiz Hepimiz İçin",
burjuva toplumun bu uçuruma
gidişine karşı bir barikattır.
Hepimiz Birimiz, Birimiz Hepimiz İçin,
sınırsız bir sahiplenmedir.
Hepimiz Birimiz, Birimiz Hepimiz İçin,
fedakarlıkla örülmüş bir dayanışmadır.
Hepimiz Birimiz, Birimiz Hepimiz İçin,
tüm imkanlarını, sınırlarını zorlayan bir
paylaşımdır.
S
osyalizm, "Hepimiz Birimiz, Birimiz
Hepimiz İçin" anlayışının hayatın her
alanında hüküm süreceği bir toplum biçimidir. Sosyalizmin bayrağına bu sözü yazsak
hiç yanlış olmaz.
Fakat biz bu anlayışın hayata geçirilme-
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 3
3
Gündoğdu...
sini, sosyalizme bırakan, sonraya havale
eden bir yaklaşımda da olamayız. Bugünden
bu yolgösterici sözün gösterdiği doğrultuda
hareket etmeliyiz.
Reformizmin, devrimcilikten, sosyalist
düşünce ve pratikten uzaklaşmasının bir
yanında da burjuvazinin dayattığı bencilliği,
bireyciliği kabul etmesi vardır.
Reformist siyasi hareketler, 1980'lerden
itibaren "sivil toplumculuk" rüzgarı içinde yeniden şekillenirken, tıpkı partilerinin
bayraklarından orak çekiçleri, isimlerinden
sosyalizm, devrim kelimelerini çıkarıp attıkları
gibi, kolektivizm bayrağını da söküp attılar.
Sınıf kavramının yerine "yurttaşlık"
kavramını,
devrimci örgüt yerine "örgüt olmayan
örgüt" ucubesini,
ve kolektivizmin, ortak kararlar alıp ortak
uygulama devrimci geleneğinin yerine "birey
özgürlüğü", "tembellik hakkı", "ortak kararlara uymama hakkı" gibi, burjuva bencilliğin,
burjuva bireyciliğin değerlerini koydular.
Sonuç ortadadır.
A
vrupa'daki devrimciler olarak, sahiplenme, dayanışma pratiğimizde
olumlu olumsuz bir çok örnek içiçedir.
Bazen olumlu yanımız, bazen eksik yanımız
öne çıkabiliyor. Sahiplenme ve dayanışma,
değişmez bir yanımız olmalıdır. Sahiplenmenin biçimi, koşullara, gündemlere, gücümüze, örgütlülüğümüze göre değişebilir.
Onun yeterliliği, yetersizliği tartışılabilir.
Ama içerik olarak, devrimci düşünce ve
duygularımız olarak, sahiplenmemiz ve
dayanışmamız hiç tartışılmaz olmalıdır.
Hapishanelerdeki tutsakların son bir yıl
içindeki direnişleri sırasında olsun, Steve'nin
ve son olarak Evin Timtik'in direnişleri
karşısında olsun, olumlu ve olumsuz örnekler içiçe yaşandı Avrupa'da.
Ancak eksik ve yetersiz yanımızın daha
ağır bastığını belirtmeliyiz.
Bu tür direnişleri, topyekün bir sahiplenme kampanyasına dönüştürebilecek refleksimiz ve bakış açımız olmalı. (Halen
süren bir direniş olması itibarıyla, Evin Timtik’in direnişi açısından belirtmek gerekirse,
Avrupa’nın bu direnişi destek ve sahiplenmesi oldukça geri düzeyde kalmıştır. Ve elbette bu da direniş sürerken telafi edilmesi
gereken bir eksikliktir.)
Gücümüz yetersiz olabilir; ancak bu bakış
açısına sahip olduğumuzda, bunda ısrar
ettiğimizde, bu bakış açısı kendi gücünü de
yaratacaktır. Çünkü o zaman sahiplenme ve
dayanışma için daha geniş kesimleri harekete geçirmiş olacağız.
Sorun dar ilişkiler içinde, sadece kendi
sınırlarımız içinde bir dayanışmayı, sahiplenmeyi gerçekleştirmek değildir. Biz burada bir anlayışdan, bir politikadan, bir
çalışma tarzından söz ediyoruz. Ve tam burada, Güler Zere örneğini hatırlamalıyız.
Z
ere örneği, bir sahiplenmenin
yoldaşlarından başlayarak nasıl tüm
halka, tüm devrimci demokratik güçlere,
tüm ülkeye yayıldığının örneğidir. Güler Zere'ye özgürlük şiarıyla giderek ülke çapında
çok büyük bir sahiplenme ve dayanışma
yarattık.
Berkin Elvan örneği de aynı muhtevadadır.
Yaralanan tek kişi o değildir elbette. Ama
Berkin'i farklı kılan, onda somutlaşan o
büyük sahiplenmedir. O büyük sahiplenme
Berkin'i tüm halkın çocuğu, tüm gençlerin
kardeşi, tüm çocukların abisi yapmıştır.
Israrlı, kararlı ve haftalara, aylara, yıllara,
ne kadar gerekiyorsa, o kadar zamana
yayılan bir sahiplenme, her gün daha geniş
bir kesimi o dayanışmanın ve sahiplenmenin
içine katacaktır.
B
u dayanışma ve sahiplenme geleneğini
yurtdışında da büyüteceğiz. Kuşku yok
ki, dayanışma ve sahiplenmeyi büyütmek,
yurtdışı açısından da sadece bir istek meselesi değildir; dayanışma ve sahiplenme, birinci olarak, burjuva bireyciliğine karşı
ideolojik mücadeledir. İkinci olarak,
dayanışma ve sahiplenme, yurtdışında
yaşayan insanlarımızın politikleştirilmesine
paralel olarak gelişecektir. Hayatın
politikleştirilmesi bu anlamda da bir zorunluluktur. Apolitikleşme, dayanışma ve sahiplenmenin önünde engeldir.
Emperyalist kültürün kuşatmasına,
mülteciliğin tüm olumsuz yanlarına rağmen,
bencilliğin, bireyciliğin kalesinde, sahiplenmenin örneklerini yaratacağız, dayanışmanın
"Hepimiz Birimiz, Birimiz Hepimiz İçin" yazılı
bayrağını dalgalandıracağız.
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 4
Avrupa'da
Yozlaşma
4
Gündoğdu...
Yozlaşmanın toplumsal kaynakları, ülkelere, dönemlere göre değişse de, ana kaynak çoğu kez yoksulluktur. Nerede derin bir yoksulluk varsa, orada
fuhuş, hırsızlık, gasp gibi adi suçlar, kumar ve
uyuşturucu yaygınlaşır. Ancak bu her durumda
böyle değildir. Örneğin Avrupa'daki yozlaşma için
bu bire bir belirleyici etken değildir. Çünkü Avrupa'da da belli bir yoksullaşma olmakla birlikte, bu
yoksulluk, insanları tamamen farklı tercihlere yöneltecek boyutlarda değildir.
Avrupa'daki uyuşturucu, fuhuş, kumar
rakamlarına bakıldığında, ciddi bir tırmanma görünüyor.
Peki neden?
Kuşku yok ki, Avrupa'daki yozlaşmanın
kaynaklarını, şekillenişini, neden insanların bu
bataklığa sürüklendiklerini, gençler ve yaşlılar üzerindeki etkilerini daha fazla araştırmalı, tartışmalı,
çözümlemeli ve ortaya çıkan sonuçlara göre politikalar belirlemeliyiz.
Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Avrupa'daki
yozlaşmada en temel nedenlerden biri, yoksulluk
değil, boşluk ve kimliksizliktir. Bununla bütünleşen
bir diğer neden ise, tüketim kültürünün yarattığı
zengin olma, kolay para kazanma, köşeyi dönme
tutkusunun çok geniş kesimlerde ciddi olarak kök
salmış olmasıdır.
Kimliksizleşen, ulusal ve halk değerlerinden
kopan, yaşamında maddi manevi büyük boşluklar
oluşan, hiçbir ideali kalmayan ve kendine tek hedef
olarak "çok para kazanmayı" hedef olarak
koyanların, ilk yöneleceği yol, kolay para kazanma
yollarıdır; yani uyuşturucu, fuhuş ve kumar!
Otomatlar, çalışan, emeğiyle kazanan yüzbinlerce insan için işte bu nedenle bir tuzağa ve batağa
dönüşüyor. Emekçinin ne kadar çok çalışırsa
çalışsın, kazanabileceği ve düzen içinde ekonomik
olarak gelebileceği yer bellidir; eğer fazladan bir
NEDEN?
NİÇİN?
NASIL?
şey istiyorsa, "başka" bir şey yapmalıdır... Veya
başka örnekler; üniversiteli kadınlar, "sıkıntı içinde
okumaktansa param olsun" gibi bir gerekçeyle pekala fuhuş yapabiliyorlar. Sistemin ideolojisi, kültürü, bunu "doğal" bir şeymiş gibi sunuyor...
"Birkaç defa yapayım, sonra yapmam" deyip
uyuşturucu satma, taşıma, veya dağıtma pisliğine
bulaşanlar da benzer gerekçeerle meşrulaştırıyorlar
yaptıklarını. Halk değerlerinin terkedildiği yerde
artık bir sınır kalmaz.
Yozlaşma konusunda şunu da unutmamak gerekir:
Sorun sadece "ahlaki" bir sorun değildir.
Yozlaşma, bir politikanın sonucudur;
yozlaştırma, emperyalizmin bir politikasıdır ve
son derece iradi, başarılı olması için elinden gelen
herşeyi yaptığı bir politikadır.
Başka bir biçimde söylersek, yozlaşma EMPERYALİZMİN HALKLARI TESLİM ALMA POLİTİKASININ TEMEL BİÇİMLERİNDEN
BİRİDİR.
Emperyalizmin ve oligarşinin yozlaştırma
araçları, ülkemizde ve
Avrupa'da belli farklılıklar gösterse de, özü ve
yer yer biçimi de esasında çok farklı değildir.
Yozlaştırmada bir çok yerde polis vardır işin içinde;
ülkemizde, nasıl ki, devrimcilerin etkisinin yoğun
olduğu bölgelerde, uyuşturucu, fuhuş çeteleri, polis
korumasında ise, Avrupa'nın bir çok yerinde de aynı
şekilde uyuşturucu, fuhuş, kumar, polisin doğrudan
veya dolaylı koruması altındadır.
Yozlaşmanın televizyon dizilerinden başlayıp,
filmlere, müziğe uzanan kaynakları da her yerde
aynı mantık ve mekanizmayla çalışmaktadır. Kolay
para kazanma ve zengin olma özlemi, sistem
tarafından teşvik edilmekte, sistem içinde zengin
olma yolları tıkalı olan insanlar ise kolay para
kazanmanın yolunu, kumarda, fuhuşta,
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 5
5
Gündoğdu...
uyuşturucuda aramaktadır.
Avrupa ülkelerinde evet çok derin bir yoksulluk
yoktur; ama göçmenler için büyük zenginlik de
yoktur. Ve bu iki olguya karşı, zengin olma
tutkuları vardır.
Göçmenlerin ezici çoğunluğu zengin değildir.
Buna karşın, zengin olmayan ve sistem içinde zengin olma kapısı da bulunmayan milyonlarca göçmenin "ZENGİN OLMA" isteği var. Yozlaşma işte
buradan kaynağını alıyor. Tüketim kültürü
değersizleştiriyor, değersizleşme, yozlaştırıyor. İdeallerini, kimliğini, halk değerlerini kaybedenlerin
artık sadık kalacağı bir kültürü, kuralı yoktur ve o
herşeyi yapmaya açıktır.
Yurtdışında, yozlaşma sorununu alırken, üzerinden atlanmaması gereken bir nokta da,
uyuşturucunun, kumarın sadece apolitik halk kesimleri içinde yaygın olmayıp, geçmişte şu veya bu
biçimde mücadelenin, belli örgütlenmelerin içinde
yer almış insanların da bu bataklığın içine batmış
olmaları gerçeğidir. Bunlar şu veya bu dönemde
üzerlerinde taşıdıkları kimlikleri nedeniyle,
yozlaşmanın içine yuvarlanırken taşıdıkları o
kimliğe de zarar vermekte, o kimliği kirletmektedirler. Yozlaşmaya karşı mücadelenin bir ayağı da buradan başlamalıdır zaten. Devrimci, sosyalist, solcu,
ilerici, cepheli sıfatını taşıyanların, sempatizan, taraftar düzeyinde de olsa yeri otomatların başı
değildir. Olamaz. Kabul edilemez. Bu zaafların
içine yuvarlanmış insanları oradan çekip çıkarmak
şeklinde bir politikamız olmalıdır; ama öte yandan
bu durumdaki insanlar nezdinde yozlaşmayı, çürümeyi meşrulaştıran yaklaşımlara da girilmemelidir.
Yoz kültürün, emperyalizmin yozlaştırma
politikalarının ortasında, net olmamız gereken
şudur:
YOZLAŞMANIN HİÇBİR BİÇİMİ,
MASUM, HOŞGÖRÜLEBİLİR DEĞİLDİR.
Yozlaşma
zincirleme
bir kaza
gibidir.
Biri diğerini
tetikler..
Bu nedenle, ben şunu yapıyorum ama şunu
yapmıyorum" tarzındaki yaklaşımlar, yapılanı
mazur görme ve göstermekten başka işe
yaramayacağı gibi, yozlaşmanın tüm bünyeyi
sarmasına karşı önlem alınmasını da
imkansızlaştırır.
Yozlaşma zincirleme bir kaza gibidir.
Biri diğerini tetikler, biri diğerine yol açar ve o
açılan yolda, insanların, toplumların boğulması
kaçınılmazdır.
Yozlaşma, her alana, her ana sızar. Nasıl sızdığı
önemli de değildir; kendini onlarca, yüzlerce biçimde gösterir.
Yozlaşmanın çözümü, her büyük toplumsal sorunda olduğu gibi, ancak devrimle mümkün hale
gelecektir. Devrimle, yozlaşmanın önüne barikat
örülecek, sosyalizmin inşasıyla yozlaşmanın maddi
nedenleri ortadan kaldırılacak ve adım adım
değişim sağlanacaktır.
ANCAK; yozlaşma öylesine yakıcı, öylesine
kuşatan bir sorundur ki, devrime kadar beklemeye
tahammülü yoktur.
Yozlaşmaya karşı BUGÜNDEN başlayarak çözümler bulmak, yöntemler geliştirmek, bilinç
oluşturmak, kurumlaşmalar yaratmak zorundayız.
Avrupa'da da neden Hasan Ferit Merkezi gibi bir
yer olmasın?
Asıl sorun elbette bu konuda bir bilinç ve netlik
oluşturmaktır; yurtdışında yozlaşmanın çeşitli biçimlerine karşı ortaya çıkan "kanıksamayı" ortadan
kaldırmaktır.
Emperyalizm, halkı uyutmak için, halkın
doğruları görmesini engellemek için, halkı örgütlenmekten, bozuk düzene isyandan uzak tutmak
için, her türlü aracı ve yöntemi kullanıyor.
Yozlaşmaya karşı mücadelemiz de işte bu anlamda,
halkı uyandırmak, gerçekleri göstermek, halkı örgütlü bir halk haline getirmek, halkı mücadeleye
katmak için mücadeleden başka bir şey değildir.
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 6
6
ı
r
a
l
k
ı
t
ş
ı
k
ı
s
l
e
r
a
l
n
O
n
i
n
i
r
e
l
l
e
;
zaman
k
e
m
z
e
p
ı
k
ı
s
a
d
n
ı
s
a
ar
e
v
r
a
l
k
l
a
h
i
r
e
l
k
i
d
e
ist
r
i
d
r
e
l
i
c
devrim
Gündoğdu...
Almanya Başbakanı Angele Merkel, 19 Ekim'de Türkiye'ye gitti.
Alman burjuva muhalefetinin çeşitli kesimleri, bu ziyaretin AKP'yi destek anlamına geldiğini belirterek Merkel'i
eleştirdiler.
Ziyaretin ve imzalanacak anlaşmaların AKP'yi, Tayyip
Erdogan'ı desteklemek anlamına geldiği açıktır; ancak
burjuva muhalefetin Merkel'e yönelik "eleştirisinde" yerine
oturmayan bir yan var; o da şudur: Merkel'in AKP'ye
desteği, bu ziyaretle sınırlı olmayıp, Alman emperyalizminin temel politikalarından biridir.
Avrupa emperyalizmi, başından itibaren AKP'yi her anlamda desteklemiş ve Asya, Afrika politikalarının taşeronu
olarak kullanmıştır. Avrupa emperyalizmi içinde AKP'nin
en temel destekçisi de hiç kuşkusuz Alman emperyalizmi
olmuştur.
AKP'nin son döneminde, Özellikle burjuva basına ve
muhalefete yönelik baskılarının artmasıyla birlikte, Amerikan ve Avrupa emperyalizminden AKP'ye yönelik bazı
eleştirel yaklaşımlar duyulmaya başlandı.
Ancak bunlar, belirleyici bir önem taşımazlar.
Çünkü henüz emperyalist yağma açısından AKP'nin
bir alternatifi olmadığı için, tüm emperyalist güçler,
AKP'nin yanındadır.
Merkel'in açıklanan gündeminin en baş sırasında mülteciler sorunu var.
Bu konunun ele alınışı, emperyalizmin ve
işbirlikçilerinin halk düşmanlıklarının, ırkçılıklarının
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 7
7
Gündoğdu...
kanıtından başka bir şey değildir.
Onlarca ülkede gerçekleştirdikleri emperyalist saldırılar ve operasyonlar sonrasında,
milyonlarca insan yerini yurdunu terketmek durumunda kaldı.
Şimdi "bizim başımıza bela olmasın"
politikasıyla, mültecilerin kendi sınırlarına
ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar.
Bunun için de Türkiye'ye rüşvet veriyorlar.
Merkel'in bunun dışındaki gündeminde,
emperyalistlerle yeni-sömürgeler arasındaki
ilişkinin her zamanki maddeleri vardır.
Silah ticareti, devrimcilere karşı yapılacak
ortak operasyonlar, yatırımlar, ihale
pazarlıkları.. vb.
Almanya, bilindiği gibi dünyanın en çok
silah ihraç eden dört büyük emperyalistinden biridir: ABD, Rusya, Fransa ve Almanya.
Emperyalizmin dünya çapında
saldırganlığını artırmasıyla birlikte silah ticaretinin rakamları da büyümüştür.
Almanya, 2014 yılının tamamında 3,97
milyar euroluk silah ihracatı yapmıştır.
Almanya, bu yılın sadece ilk 6 ayında
(Ocak-Haziran) ise, toplam 3,5 milyar Euroluk
silah ihracatı yapmıştır. (Kaynak, Die Welt)
Yani tam yüzde yüzlük bir artış.
Almanya'nın siah sattığı ülkeler içinde Kuveyt'ten, İsrail'e, Türkiye'den Suudi Arabistan'a
kadar bir çok katliamcı ülke var.
Sadece emperyalizmin silah ihracatının bu
tablosu bile, emperyalizmin "insan hakları",
"demokrasi", "özgürlükler" konusundaki tüm
"duyarlılıklarının", gerici, şeriatçı AKP'nin "radikal dinciliğinden" duydukları
"rahatsızlıklarının", kitleleri aldatma dışında
hiçbir anlamı olmadığını göstermeye yeter.
Sonuç olarak, Merkel-Erdoğan
görüşmesine ilişkin "basına" ne açıklama
yapılırsa yapılsın; şundan eminiz ki;
Merkel ve Erdoğan,
Devrimcilerin sindirilmesinde,
Devrimci düşüncelerin yasaklanmasında,
DHKP-C'nin yok edilmesinde,
NSU, İŞİD ve benzerlerinin uygun biçimlerde desteklenmeye devam edilmesinde,
Mültecilere karşı her türlü "Önlemin"
alınmasında,
yeni ihaleler alıp vermekte,
yeni sömürü alanları açmakta...
hemfikir olup anlaşmalar imzalamışlardır.
Avrupa'da devrimcilere yönelik her saldırı,
Avrupa emperyalizmiyle AKP faşizminin
işbirliği sonucudur. Son olarak Avusturya'da
yapılan baskınlar da bundan bağımsız değildir.
Kimse bizi, Avrupa emperyalistlerinin,
Alman emperyalizminin AKP'ye karşı olduğuna
inandıramaz.
Neymiş, Merkel Türkiye'ye gidince "insan
haklarını da, basına baskıları da
konuşacak"mış.
Nesini konuşacak?
AKP'yi mi eleştirecek?
Hangi hakla ve hangi yüzle?
AKP'nin tüm baskı ve katliamlarından
Avrupa emperyalistleri de birinci dereceden
sorumludur. Gerçek budur.
Bunun tersi de geçerlidir; Avrupa’da devrimciere ve Türkiyeli halkı
yönelik her türlü baskıdan, baskınlardan,
hak gasplarından AKP de sorumludur.
Çünkü Türkiyelilere yönelik her türlü baskı
ve kısıtlamada, AKP’nin onayı vardır.
Yurtdışında yaşamak zorunda bırakılan
halkımızın konsolosluk işlemlerinin
hızlandırılmasından yurtdışında sahip olaakları
haklara, seçme seçilme haklarına kadar, onlarca sorunu tam 50 YIL BOYUNCA
ÇÖZÜLMEMİŞTİR. AKP’ iktidarında da bu sorunlar çözülmemiştir. Avrupa emperyalistleri
ilgkıyı, yurtdışındaki halkımıza yönelik her türlü
baskıyı kısıtlamayı, Türkiye’deki iktidarların
onayıyla yapmışlardır.
Aynı şekilde, Avrupa’da devrimcilere yönelik yapılan her türlü baskıda, operasyonda,
aralarında tam bir işbirliği söz konusudur. Avrupa emperyalistleriyle Türkiye hükümeti ve
MİT’i, polisi arasında açık ve sürekli bir işbirliği
vardır.
Mahir Çayan’ın yıllar öne dile getirdiği gibi,
emperyalizmle oligarşi, aralarında bir ayrım
koyamayacak kadar içiçe geçmişlerdir. Bu anlamda, yazının başında gördüğünüz resimler,
gerçeğin çıplak ifadesidir.
Ve bu gerçek, bir ke daha şunu kanıtlıyor:
emperyalizme ve oligarşiye, bugün için AKP’ye
karşı mücadele birbirinden ayrılamaz. Birine
karşı çıkıp diğerine karşı çıkmayan, büyük bi
tutarsızlık içindedir.
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 8
8
Çatkapı
Gündoğdu...
İNANÇLA,
SABIRLA, ISRARLA
ÖRGÜTLENMEYE
DÖNÜŞÜR
Bir önceki sayımızda "çatkapı"
yöntemini kullanmanın bir tercih değil zorunluluk
ve ihtiyaç olduğu konusunu ele almıştık.
Gördük ki; bu yöntemi kullanmadan kitlelere
yeterince gidemeyiz. Gördük ki; çatkapı, kitle
çalışmasında, düşmanın ideolojik
propagandalarını etkisizleştirmede, halkımıza
düşüncelerimizi yaymada en önemli ve etkili
araçlardan biridir.
Peki çatkapı nasıl yapılır, çatkapı çalışması
yaparken nelere dikkat edeceğiz?
HER İŞİN BAŞI PROGRAM...
Öncelikle adı ne kadar "çatkapı", yani karşı
tarafa haber verilmemiş bir ziyaret olursa olsun;
bizim açımızdan bu çalışma, aklımıza estiği an
yaptığımız bir çalışma değildir. Her işte olduğu
gibi çatkapıda da sonuç alabilmek programlı
olmamıza bağlıdır.
Çatkapı çalışmamızın bir programı olmalıdır.
Bir amacı, bir hedefi ve buna bağlı olarak da bir
istikrarı olmalıdır. Belli bir sürede, belli sonuçlar
almayı hedeflemelidir.
Çatkapıyla bir kitle çalışması yapıyorsak biz
elimizdeki dergiyi, bildiriyi vb. vermenin dışında,
çaldığımız her kapıyı ikinci kez bize gülerek
açılacak kapılar haline getirmeyi
amaçlayacağız.
Bu güleryüzle açılan kapıları bir dost, bir taraftar kapısı haline getirebiliriz, buna
inanacağız. Bu konuda mutlaka bir hedefe
sahip olacağız. Bir gittiğimize ikinci kez gitmek,
ikinci gittiğimize üçüncü kez gitmek heyecanı
duyacağız.
Çatkapıyı verimli hale getirecek olan budur;
ancak bunu yapabilirsek çatkapıdan
kitleselleşmeye ilerleyebiliriz.
Çatkapıya çıkarken, birkaç noktada hazırlık
yapmalıyız.
Birincisi, neyi nasıl anlatacağımız, neyi öne
çıkaracağımız konusunda bir netliğimiz
olmalıdır.
İkincisi, çatkapı yapacağımız yerdeki halkın
durumuna vakıf olmaktır. O bölgedeki Türkiyelilerin memleketlerini, inançlarını, milliyetlerini,
düşünce yapılarını bilirsek, gidişimizi ve
konuşmamızı da ona göre ayarlayabiliriz.
Yapacağımız konuşmaların biçimini çatkapı
yaptığımız bölgedeki halkın gerçekliği belirler.
Amacımız halkın yaşadığı her yere, mahallesine, sokağına, evine, işyerine giderek onlara
düşüncelerimizi doğrudan anlatmak olduğuna
göre, hem anlatacağımız konuya, vereceğimiz
propaganda aracına (dergi, el ilanı, bildiri..vb),
hem de gittiğimiz halk kesiminin özelliklerine
vakıf olmalıyız.
Eğer biz kapı kapı dolaşırken dağıttığımız
derginin, bildirinin içeriğinden haberdar
değilsek, kuşkusuz çatkapı bizim için kitle
çalışması olmayacak, aksine kitleler karşısında
bizi zor duruma da düşürüp prestij kaybı
yaratacaktır.
DİLİMİZ SADE, DURUŞUMUZ
GÜVENLİ, YÜZÜMÜZ GÜLEÇ OLMALI
Peki kapılar bize açılınca nasıl hareket edecek, ne anlatacağız?
Bu çalışmada ilk on saniye kuşkusuz o
ilişkinin seyrini belirler.
Güleryüzümüz, temiz kıyafetimiz, kendinden
emin konuşmamız, karşımızdaki insanı etkileye-
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 9
9
Gündoğdu...
cektir.
En kısa ve sade haliyle amacımızı
anlatmalıyız. Karşımızdaki bizi dinlemek istemeyebilir. İşte o kısa anda insanların dikkatini
çekecek bir şey söyleyebilmek, onu sohbetin
içine alacak bir yol açabilmek önem taşır.
Bunun bir formülü yoktur. Deneyim bu konudaki en büyük öğretmendir. Deneyim ise
ancak ısrarla ve sabırla elde edilir.
Elbette her kapı açılmayacak ya da açılan
kapı bizi beklemeyecek. Yüzümüze kapılar da
çarpılacak.
Ama her defasında eksik bıraktığımızı bir
sonrakinde tamamlayarak insanlarla
konuşmanın, ilişki kurmanın, onları etkilemenin
yollarını bulacağız.
Yine karşımıza faşistlerin etkisinde olan,
veya yozlaşmış, asimile olmuş insanlar da
çıkabilecektir. Heleki bir bölgeye ilk kez gidiyorsak karşımıza her türlü sorun, sıkıntı ve
tartışmanın çıkma ihtimali olduğunu bilmeliyiz.
Öylesi durumlarda, onlara ne kızacağız ne
de darılacağız. Ne de umutsuzluğa
kapılacağız! Bileceğimiz ki, karşımızdaki bu
insanlar, halkımızın bir parçasıdır; biz
ulaşamadığımız için düzenin batağına
sürüklenmiş, düşünceleri çarpıklaştırılmış, milliyetçilikle, dincilikle beyinleri teslim alınmıştır.
Kapanan her kapıda daha yapacak çok
işimiz, söyleyecek çok sözümüz, sözümüzü
ulaştırmamız gereken çok insanımız olduğunu
düşüneceğiz.
Kapanan kapılar bizim kitle çalışmasındaki
boşluklarımızdır. Bizim yapamadıklarımız,
eksik bıraktıklarımızdır.
Çatkapı bir anlamda bizim boy aynamızdır.
Bu aynada kendimizi tekrar tekrar görüp yenileyecek, eksikleri tamamlayacağız.
BİR AVUÇ ZALİM DIŞINDA
TÜM KAPILAR BİZİMDİR...
Özellikle Avrupa'da böyle bir çalışmada ilk
tercih edilen demokrat insanların yaşadığı bölgeler oluyor.
Bir yanı doğal elbette. Hiç gitmiyorsak, oralarda da çatkapı yapıp bir kitle çalışması
başlatmak gerekir.
Bunun yanında İslamcılığı ya da milliyetçi
eğilimleriyle öne çıkan mahalleler de vardır Avrupa'da. Buralar çatkapıda tercih edilmez çoğu
zaman. Ama bu yanlış bir tercihtir.
Birincisi, bizim onlara da ulaşmamız
tartışmasızdır. Onlara da söyleyecek çok sözümüz vardır.
İkincisi, kapılarını çalmadan bize nasıl
davranacaklarını bilemeyiz. Çalmalı ve görmeliyiz. Çünkü, özellikle Avrupa'da birinin islamcı,
milliyetçi olması veya o çevreden görünmesi,
onun örgütlenemeyeceği,
devrimcileştirilemeyeceği anlamına gelmez.
Avrupa'da islamcı ya da milliyetçi olmak,
çoğu zaman emperyalizmin ırkçılığına ve asimilasyon politikalarına karşı bir korunaktır. Emperyalizmin yabancı düşmanlığına,
aşağılamalarına karşı insanlarımızın tepkisi,
vatanseverlik biçiminde, muhafazakarlık biçiminde ortaya çıkar ve biz örgütleyemediğimiz
için kendini İslamcılıkta ya da Türk
milliyetçiliğinde ifade eder.
Yani oradaki eksik de bizim örgütlenme
eksiğimizdir.
Bu eksikliğin yarattığı bir hırsla hareket etmeliyiz. Bu kesimler de bizim çatkapı
alanlarımız, örgütlenme alanlarımız olmalıdır.
Çatkapıda, onlarca sorunla karşılaşabiliriz.
Hepsini yeneriz. Çatkapılar bizim eğitimimizdir
aynı zamanda. Halkın binbir renkliliğiyle
yapılan bir eğitim. Hayatın içinde, hayatın
eğitimidir çatkapı. Halkı, hayatı ve kavgayı burada daha iyi tanır herkes.
a
Özetleyecek olursak:
- Çatkapıyı, kendiliğindenci değil,
programlı yapacağız; hangi mahallede,
ne kadar kapıyı çalacağız, kaç ilişki
çıkaracağız? hedefimiz olacak.
- Çatkapı yaptığımız bölgeyi ve halkı
tanıyacağız; Bunun için araştırıp
soruşturacağız.
- Çatkapı yaparken hiçbir ayrım
gözetmeyeceğiz. Her kapı bizimdir.
- Kolayca zafer kazanacağımızı da, hiç
zafer kazanamayacağımızı da
düşünmeyeceğiz. Israr ve istikrar başarının
sırrıdır.
- Bize kızacaklar, kızmayacağız... Bizi
kovacaklar, tekrar gideceğiz...
- Kimseyi ulusal, mezhepsel konularda
rencide etmeyeceğiz.
- Emeğe, örgütlü emeğe inanacağız.
Israrımız emeğimiz, programımız da
örgütlülüğümüz olacak.
b
c
d
e
f
g
ANADİL
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 10
10
Gündoğdu...
etmek üzere getirilen ailelerimiz, dil
bilmedikleri için
büyük zorluklar
yaşadılar.
Aşağılandılar. Hor
görüldüler. Dil bilmedikleri için
haklarını da bilemediler ve
savunamadılar. Avrupa halkları
karşısında da, kendilerini köle gibi
çalıştıran emperyalist devletler karşısında da kendine güvensiz,
emperyalist kültüre hayran bir ruh hali gelişti.
Resmi bir kurumda, sokakta, alışverişte, dil
bilmedikleri için adeta kör, sağır gibi hareket
etmek, onların çocuklarının dil öğrenimine
yaklaşımını da belirledi.
Çocuklarının yaşadıkları ülkenin dilini iyi
öğrenmesi, başlı başına bir amaç haline geldi.
Ancak dil öğrenirlerse, o ülke haklarıyla
"eşitleneceklerini" düşündüler.
Burada aşağılanmalarının, ikinci sınıf görülmelerinin suçlusu "anadilleri" idi... Öyle
değildi ama öyle düşünüldü.
Anadilin öğrenilmesi, ikinci bir dilin
öğrenilmesini zorlaştırıyor diye düşündüler.
(Gerçeğin böyle olmadığı, yıllar sonra sayısız
araştırmayla kanıtlandı. İlk önce kendi anadilini
öğrenmeyen, diğer dilleri de iyi öğrenemiyordu.
Bu nedenle her iki dili de "kırık", "eksik"
konuşan kuşaklar yetişti... Ama o gün için bir
çok ailede hakim olan düşünce, çocuğuna ne
yapıp edip hemen dil öğretmekti.)
Önce evlerde Türkçe televizyon kanalları
kaldırıldı. Çocukların küçüklükten itibaren Almanca, Hollandaca, Fransızca, İngilizce çizgi
filmler izlemesi teşvik edildi.
Anne-babalar da çocuklarımız yabancı dili
iyi öğrensin diye, evin içinde anadilleri yerine
çat pat bildikleri kadarıyla yabancı dil
konuşmaya gayret ettiler. Çocukların kimlikleri,
kültürleri giderek yaşadıkları ülkenin kimliği,
kültürü olmaya başladı.
Ancak elbette her taklit gibi eğreti bir kimlik
ve kültür oluştu. Anadilini konuşmayıp iyi
yabancı dil konuşmak, ne okulda başarıyı, ne
sokakta saygınlığı, ne de işte, sosyal yaşamda
IRKÇILIK VE
YOZLAŞMAYA KARŞI
DİRENİŞİMİZDİR
Anadilini konuşmak, anadilde eğitim almak
dünyanın birçok yerinde ve ülkemizde bir mücadele alanıdır. Anadil, egemenlerin, "hakim ve
ezen ulus" dışındaki ikinci, üçüncü halkları yok
etme, edemediği yerde asimilasyona uğratma
aracıdır.
Peki neden "anadil"i yoketmek istiyor
egemenler? Çünkü, anadil, bir çocuk büyürken ona kimlik verir, ona karakter kazandırır,
onu manevi olarak donatır, güçlendirir. Anadilin
unutturulduğu yerde halklara geçmişini, tarihini, geleneklerini, kültürünü unutturmak çok
daha kolaydır.
Asimilasyon, anadilini unutturmakla tam
bağarıya ulaşmış olur.
Avrupa ülkelerinde yaşayanlar için de
çocuklarının anadil ile büyütülmesi, çocuğun
anadiliyle birlikte köklerini öğrenmesi önemli ve
ciddi bir konudur.
Çocukların anadiliyle büyümesi konusunda
iki temel sorun var:
Birincisi; Avrupa'da yaşadığımız emperyalist ülkelerin yabancıların anadilini ırkçı
yaklaşımla yok sayan politikaları,
ikincisi, ailelerin bu konuda kendi
çocuklarına yönelik uyguladıkları yanlış politikalar ve kısıtlamalar.
Ki burada asıl olarak özellikle ikincisi üzerinde duracağız.
Avrupa'da Yaşadığımız
Baskıların ve Zorlukların
Nedeni Anadilimiz Midir?
Onlarca yıl önce Avrupa'yı yeniden inşa
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 11
11
Gündoğdu...
eşitliği getirdi. Çünkü sorunun kaynağı anadil
olmadığı gibi, sorunun çözümü de anadili unutmakta değildi.
Anadil temeldir, temel
ne kadar sağlam atılırsa
bina o kadar güçlü olur:
Bilimsel araştırmalar anadilin bir binanın temeli gibi olduğunu, eğer temel sağlam ise tüm
dillerin çok daha kolay ve doğru
öğrenilebildiğini ortaya koyuyor.
Çocuk önce her sesi taklit ediyor, sonra sık
duyduğu dili, yani anadilini taklit ediyor ve giderek ona hakim olmaya başlıyor.
Ve kafasında bir sistem oturuyor. Sonra bu
sistem üzerine ikinci, üçüncü, dördüncü ve
hatta daha fazla dili yerleştirebiliyor.
Ancak anadil ile aynı zamanda ikinci bir dil
öğrenmeye başlarsa ve bu ikinci dil onun
okulda, sokakta kullanacağı bir dil ise, çocuk
giderek ana dilini unutuyor. Üç-dört yaşına
kadar anadilini konuşan çocuk sonra sadece
ikinci dili konuşmaya başlıyor ve 10-11
yaşlarında artık tümden anadilini
konuşmamaya başlıyor. Anadilini anlıyor ama o
dili kullanmakta zorlandığı için cevap veremiyor, anadili hafızasında artık bir sistem olarak değil, tek-tük kelimeler olarak kalıyor.
Anadil sorununun teknik yanı böyle. Ancak
bizim anlatmak istediğimiz anadilin
öğrenilmemesinin, unutulmamasının Avrupa'daki yozlaşmada, asimilasyonda, ırkçı
politikaların yarattığı aşağılık duygusunda nasıl
önemli bir yeri olduğudur.
Sorunu açıkça görebilmek için
cevaplamamız gereken soru şudur: Diyelim ki
çocuğumuz yaşadığı ülkenin dilini çok iyi
öğrendi ve okulda başarılı oluyor. Bu onun
hayattaki başarısını, onun bir Anadolu çocuğu
olarak halkın içindeki başarısını da belirler mi?
Onu yabancılaşmadan, yozlaşmadan koruyabilir mi?
Soruları tekrar düşünelim???
Doğru; Almanlaşabilir, Fransızlaşabilir,
İngilizleşebilir... onlar gibi konuşup, onlar gibi
yaşamaya çalışabilir. Hatta yüksek okul bitirip
sistem içinde iyi bir yere de gelebilir. Ama
kendi vatanından, kendi dilinden ve kültürün-
den, kendi ailesinden, toplumsal ideallerden
kopmak, her insanı düzenin bataklığı içinde çaresiz, korunaksız bırakır.
Halkın değerleri ancak dilimizi öğrenerek
öğrenilebilir. Tarihimizi, vatanımızı ancak aynı
dili konuşarak tanıyabilir, anlayabiliriz.
Dil sadece insanın kendini ifade şekli değil,
yaşam biçimidir aynı zamanda. Dilin ruhu
vardır. Dilin duygusu vardır. Ve biz ülkemizin
acılarını, sevinçlerini, halkımızın dünyasını
ancak o dili iyi bilerek hissedebiliriz.
Dil bir "ait olma" halidir kısacası. Bizim nereye ait olduğumuzun, kim olduğumuzun
cevabıdır dilimiz.
Kendi dilini bilmeyen bir Türkiyeli çocuk nereye aittir?
Kendi diliyle hayal kuramayan, halkını, ailesini, şairlerini, türkülerini anlayamayan bir
genç, nasıl bir kimliğe ve kişiliğe sahip olacak?
Böyle bir genç, kendine yöneltilen ırkçı
saldırılara, asimilasyona, yozlaşmaya nasıl
karşı koyabilecek?
Bedreddin'i kendi dilinde okuyamayan bir
çocuk "yarin yanağından gayri her yerde hep
beraber" diyebilmenin yüceliğini nasıl hissedecek, Karayılan hikayelerini anlamadan cesaretin yaratıcılığını gücünü nereden öğrenecek?..
Şurası açık ki, bizim kültürümüzle kapitalizmin kuşattığı Avrupa kültürü arasında çok
büyük farklar var. Bu anlamda anadil meselesi, kapitalist kültürün şekillendirdiği
bireyciliğin karşısında, Anadolu kültürünün
yarattığı güzelliklerin tercihi meselesidir.
Çocuklarımızı, gurbetteki hayat karşısında
güçlendireceğiz derken onların tutunacakları
dalları ellerinden almayalım.
Anadilleriyle edinecekleri onuru, cesareti,
güveni, tarih bilincini, ulusal gururu, namusu,
sadakati ve daha onlarca değeri
çocuklarımızdan esirgemeyelim.
Bunlara sahip olan çocuklar mutlaka hayat
karşısında çok daha güçlü olacaklardır. En
azından bölük-pörçük iki dil ile iki kültür
arasında sıkışıp oradan oraya savrulmayacak,
ayaklarını kendi değerleri üzerine basarak
ikinci dili de hem özgürce, hem çok daha iyi
kullanacaklardır.
Kendi elimizle çocuklarımızın kökleriyle
bağlarını kesmeyelim. Kökü sağlam ağaç her
rüzgara dayanır, unutmayalım.
gundogdu-s04_Layout 1 23.10.2015 14:13 Seite 12
12
AKP faşizmi kelimenin gerçek anlamıyla dizginsizce
saldırıyor. Saldırısı geçen
hafta Ankara’da Türkiye tarihinin en büyük
katliamlarından biriyle
sürdü.
Katliamın “faili” olarak İŞİD
gösteriliyor. İŞİD kim?
ABD’nin, AKP’nin
desteklediği gerici bir güç.
Katliamdan sonra bile,
AKP’nin İŞİD’e karşı ciddi
bir operasyonu yoktur.
İŞİD’i gösterip, yine devrimcilere saldırıyorlar.
İŞİD’ciler, ellerini
kollarını sallayıp katliam yapıyorlar,
AKP’nin polisi,
devrimcilerin etkin
olduğu mahallelere
baskınlar düzenliyor.
TIPKI AVRUPA’DA
DA OLDUĞU GİBİ...
Avrupa ülkelerinde ırkçı
saldırılar sürekli artıyor.
Rakamlar, ırkçıların
pervasızca saldırılarını
artırdığını gösteriyor.
Hergün mülteci yurtları
yakılıyor.
Ve Avrupa polisi, Almanya’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Avusturya’ya kadar
devrimcilere yönelik
baskınlar, yasaklamalar
peşindeler...
Saldıran NSU, saldıran HOGESA, PEGİDA, saldıran
onlarca ırkçı örgüt..
Polisin operasyon yaptığı
ise DEVRİMCİLER.... Tıpkı
Avusturya’daki Anadolu Federasyonuna yönelik son
baskınlarda olduğu gibi...
4.
Büyük
a
p
u
r
v
A
i
r
e
s
n
Ko
....
Evet, Avrupa’da durum
şimdi tam da budur: IRKÇILARA DEMOKRASİ,
IRKÇILARA GÖSTERİ,
KONSER DÜZENLEME
HAKKI...
DEVRİMCİLERE YASAKLAMALAR!
Mülteci yurtlarını polisin
adeta gözleri önünde
yakıp yıkan ırkçılara her
türlü gösteri, konser izni
de rahatlıkla veriliyor.
Neymiş, Avrupa’da demokrasi varmış...
Ama o demokrasi
devrimcilere gelince
yok. Hollanda’da konser
yasaklanıyor, Almanya’da konser düzenlemek,dernek açmak suç
sayılıyor, derneklere
baskınlar
düzenleniyor...
IRKÇILIĞA KARŞI
TEK SES TEK YÜREK
KONSERİ, işte bu
baskılara, yasaklamalara, çifte standarta
karşı bir mücadeledir.
Irkçılığın ve ırkçıların
hamilerinin karşısına, onbinleri birleştirerek
çıkacağız.
Baskılarını, yasaklarına,
baskınlarına, cevabımız,
salondaki 20 bin olacak.
20 bin hedefine ulaşmak
önceki sayımızda da
vurguladığımız gibi hiç
zor değildir; ısrar ve
kararlılık, ciddiyet,
inisiyatif, disiplin,
dinamizm ve elbette
yoğunlaşmış bir emek,
bunu mümkün
kılacaktır.

Benzer belgeler

1. Psikolojik Sahiplenme

1. Psikolojik Sahiplenme yoksulluk, insanları tamamen farklı tercihlere yöneltecek boyutlarda değildir. Avrupa'daki uyuşturucu, fuhuş, kumar rakamlarına bakıldığında, ciddi bir tırmanma görünüyor. Peki neden? Kuşku yok ki,...

Detaylı