Proleter-Doğrultu-14
Transkript
Proleter-Doğrultu-14
1998 Sınıf Hareketinin Yönü 1997’de Siyasal Gelişmeler ve 1998 Sınıf Hareketinin Yönü 1998 yılına adımımızı attığımız bu gün lerde, hem 1997 yılının, hem de biraz daha geriye giderek işçi sınıfı hareketinin genel bir panoramasını çizmeyi gerekli gördük. Bu yan ıyl a bu değ erl end irm e, ‘98’dek i sınıf hareketinin yönelimine bağlı olarak pol it ik-takt ik pland a nas ıl gel işm es i ve bizim bu sürece hangi yöntemlerle hazır lanmamız gerektiğini anlamamıza temel bir vesile olacaktır. Biz bu yazıda öncelikle ‘97’de sömür geci siyasal sistemin nasıl bir süreç izledi ğin i, hang i ned en ve olg ul arl a devl et in yeniden yapılandırma sürecine girdiğini ve bu sürecin işçi sınıfı ve emekçi hareketine olan etk il er i ve son uçl ar ın ı ele alm ay ı zorunlu görmekteyiz. Devrim ve karşıdevrim güçlerinin isa betli ve doğru değerlendirilmesi siyasal mücadelemizin başarısının ana teminatla rınd an bir is id ir. Ülk em iz in nesn el ve somut koşullarında stratejik hedefimizin marksist-leninist analizi siyasal mücadele de devrimci taktiklerin başarı koşuludur aynı zamanda. Şimdi sorun siyasal çarpış mada devrimci olanakları ustaca devrimin leh in e kull an ac ak irad ey i ve kar arl ıl ığ ı gösterme zamanıdır. Ancak proletaryanın kurtuluş mücade lesini anlayabilmek ve ‘98 yılının mücade le plan ın ı çık ar ab ilm ek için, 1997’dek i siyasal gelişmelerin ana karakterini belirt memiz gerekiyor. 15 1998 S›n›f Sınıf Hareketinin Hareketinin Yönü Yönü 1-1997’de Siyasal Sürecin Ana Karakteri denetimine geçmişti. Doğu’daki devrim Batı’ya doğru esintilerini savurabiliyor ve faş ist dikt at örl ük sad ec e siy as al olar ak değil, ekonomik olarak da derinleşen bir krize sürükleniyordu. Diğer yandan, Batı’da da henüz düzen için büyük bir tehlike arzetmeyen işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin muhalefeti gelişiyor du. 1 Mayıs gösterileri, Gazi başkaldırısı, çeşitli grev ve direnişler bu potansiyel gücün gelecekte nasıl bir “tehlike” oluştu racağını gösteriyordu. Devrimci ve komü nist örgütlerin Kürt ulusal kurtuluş müca delesinden ve şeriatçı dini akımlardan fark lı olar ak oyn ay ac akl ar ı tar ih i rol onl ar ı ürkütüyordu. Bu veriler gösterdi ki, sistem ciddi bir krizle karşı karşıyaydı. Mafyalaşan ve ken di içinde derin iç çatışmaları da yaşayan bu sömürgeci devlet 1997’nin başından itiba ren yeni bir sürece girdi. 28 Şubat bu yolda yeni bir sürecin adı oldu. MGK toplantısında alınan kararlar devl et in hem yen i yön el im in i göst erd i, hem de yeniden yapılanma sürecinin baş langıcını teşkil etti. 28 Şubat kararlarının temel unsuru, yarı askeri bir yönetimin hukuki kılıfının bütün boyutlarıyla hazırlanmasıydı. Devlet, iç ve dış politikasında temelli bir değişikliğe gitti. Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK), iç tehdit olarak Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini ve pol it ik islamı belirledi. Dış politikada ise islam ülkelerine karşı denge politikasını terk ede rek, ABD’nin desteğiyle ABD-TC ve İsrail kampını oluşturacak yeni bir stratejik deği şikliğe yöneldi. Bunun ilk ve temel göster 1997, burjuva siyasal iktidarında yeni bir dön ems el sürecin adı olm uşt ur. TC burjuva devleti, 12 Eylül öncesi tarihsel sürecin birikimleriyle birlikte 1996’nın sonundan itibaren çürümenin ve çözülme nin eşiğine dayanmıştı. Bu güneşin kızgın sıcağı altına bırakılan bir et parçasının çürümesine ve ortalığa saldığı kötü koku ya benziyordu. Cumhurbaşkanlığı ve Baş bakanlık kurumlarından, meclise, meclis ten adalet ve yargı kurumlarına ordudan polis teşkilatına ve bürokrasiye kadar etki leri derin olan bir çürümeydi sözkonusu olan. 1996 yılında Susurluk’taki kazayla bu çürüme ve çözülmenin temel ögeleri sokağa taştı. Devlet kuruluşundan itiba ren, esas olarak 12 Eylül’le birlikte bir kontrgerilla çetesine dönüşmüştü. Ancak bu burjuva hukuk perdesiyle perdelenmiş ti. Bu perde Susurluk, Yüksekova, Sakar ya, Söylemezler vb. gibi kontrgerilla çete leriyle gün yüzüne çıktı. Kitlelerin nez dind e devl et in gerç ek yüz ü, sok akt ak i insanın o geri bilincinde, yeterince ortaya çıkmıştır. Aynı şey, farklı söylemine rağ men sistemin ve sermayenin dini motifli bir partisi olan RP içinde geçerliydi. Bu çür üy en ve çöz ül en kontrg er ill a cumhuriyeti esas olarak Doğu’dan kıskaca alınmıştı. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi 13 yıldan bu yana yenilmediğini ispatla mıştı. Daha da ötesinde Kuzey Kürdis tan’da sömürgecilik adeta çökmüş, sadece geceleri değil, çeşitli bölgelerde gündüzle ri de hakimiyet ulusal kurtuluşçu güçlerin 2 1998 Sınıf Hareketinin Yönü ges i ABD ve İsr ai l dest eğ iyl e ilk i 14 Mayıs, ikincisi 23 Eylül’de Güney Kürdis tan’ın işgal edilmesiydi. Burada kendisinin him ay es ind e, mand ac ı bir söm ürg ec il ik yönetimini esas aldı. Bu hala çözülmemiş bir sorun olarak duruyor. İşgal devam edi yor ve onun çözümsüzlüğünün temelinde Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin direnişi yatıyor. İç politikada ise MASK’a bağlı olarak devletin yeniden yapılanması devam edi yor. İç sav aş örg ütl ül üğ ün ün ve bun a uygun bir yönelimin ipuçları şimdiden net leşm işt ir. OHAL yaln ız Kuz ey Kürd is tan’da değil, Karadeniz başta olmak üzere, ülkenin dört bir yanında yaygınlaştırılıyor. Ağustos’ta toplanan Yüksek Askeri Şura (YAŞ)’da 9 savaş generali, iç savaş örgüt lenmesinin askeri ayağını oluşturan jandar maya tahsis edilmişti. Jandarma “kır polis liğinin” yanısıra, aynı zamanda Batı’ya ve şehirlere de taşınarak “şehir polisliğine” soyunduruluyor. Güvenlik askerde toplanı yor. Devlet hem Karadeniz’de henüz doğ madan gerillanın başını ezmek, hem de eroin-silah kaçakçılığının güzergahı olarak işin örgütlenmesi için savaş ağalarını bura da görevlendiriyor. Polis yeniden askerle uyuml u çal ışm ak için yap ıl and ır ıl ıy or. Yeni ve kapsamlı görevlerle donatılıyor. Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi’ni (BKYM) kurarak “Kriz yönetim faaliyetle rini Başbakan (veya krizden sorumlu dev let bak an ı) adın a koo rd in e etm ekten ve BKYM’nin devamlı faal halde tutulmasın dan, sistem içerisinde yer alan birimlerin bilg il end ir ilm es ind en sor uml u” olar ak MGK Genel Sekreterliği yetkili kılınarak “sivil” hükümet organları askerlere bağla nabiliyor. Yine MGK içinde Batı Çalışma Grub u, Bilg i Topl am a, Araşt ırm a ve Değ erl end irm e Başk anl ığ ı gib i say ıs ız organlar oluşturulabiliyor. Ağustos ayında devreye sokulan Eğitim ve Doktrin Komu tanlığı’nın (EDOK) hazırladığı “2,5 Savaş Stratejisi” konsepti savaşı ülkenin bütünü ne yay ac ak strat ej iy i gel işt ir eb il iy or. EDOK ülk en in merk ez i bölg el er ind e kon uml and ır ıl ac ak, hem Doğ u’y a hem Batı’ya müdahale edecek “zırhlı kolordu lar” kuracak. Şimdiden bunun adımları da atılıyor. Amaç Batı’daki halk ayaklanmala rını veya “irticai ayaklanmaları” bastırmak ve Kürk ulusal kurtuluş mücadelesi ile tüm üyl e bağl ar ın ı kesm ek. Zir a EDOK “Böl üc ü ter ör ün önl en em ey ec eğ i ya da irticai ayaklanmaların başlayacağı” öngö rüsüne dayanarak kuruluyor. Yarı askeri karakterli faşist diktatörlü ğün anayasası Milli Güvenlik Siyaset Bel gesi’nde somutlandı. Son MGK toplantı sında açıklanmış olsa da MGSB’nin daha eskiye dayandığı ve son gelişmelerle gün celleştirildiği açık. MGK anayasası olarak da adlandırılan bu belge, MASK’dan sonra devletin yeniden yapılandırılmasının stra tejik hedefini çiziyor. Güncelleştirilen bu belge, 28 Şubat sonrası askeri müdahale nin ve karşıdevrim cephesinin resmileştir mesini ifade ediyor. MGK, kelimenin geniş anlamıyla Tür kiye soluna iki yolu dayatmıştır. Düzen içireformist her türlü sola görece bir çalışma ve örgütlenme özgürlüğü tanıyacaktır. Tek şart, militan ve radikal bir mücadele hattını terketmesi ya da onu derinleştirmesidir. Ya 3 1998 Sınıf Hareketinin Yönü da başında marksist leninist komünistler olmak üzere bu çerçeveye girmeyen solu tümüyle ezmek. Şimdi bize dayatılan ikin ci yoldur. Hemen belirtelim ki, marksist leninist komünistler her zaman olduğu gibi şimdi de bu ikinci yoldan, devrimin şaş maz yolundan yürüyecektir. Birinci yolu kabul eden, giderek kendi ni MGK’nın bu kararlarına uyumlaştıran yen i bir ref orm ist-lib er al ve oport ün ist cepheyle karşı karşıya bulunduğumuz unu tulmamalıdır. Bu örgüt ve partiler devletin ve özel sektörün medya organlarınca des tekleniyor ve yeterli şekilde propagandası sürdürülebiliyor. Şimdi sorunun odak noktası, devrime karşı kurulmuş olan bu bloklaşmayı yerle bir edecek akılcı, esnek ve bir o kadar da devrimci olan taktiklerimizi konuşturmak tır. Düşman cephesinin parçalanmasının esas yolu da burasıdır. Bu ana bel irl em ey i yapt ıkt an sonr a, şimdi sın ıf harek et in in geçm iş sürecine ilişk in tart ışm an ın tem el krit erl er i olan noktalara geçebiliriz. 1) Sosyalizme karşı ideolojik ve politik tasfiye süreci, dünyadaki karşıdevrim rüz garının da bir sonucu olarak ülkemiz sınıf hareketini derin etkiledi. 12 Eylül’ün fiziki tahribatı henüz yeni yeni atlatılmaya çalışı lırken, bu sefer, (ki bu dönemde hareketin yen ilg is i sad ec e yen ilen güçl erd e fiz ik i tahr ib at a yol açm am ışt ı, ayn ı zam and a ütopyalarda da bir sarsılmayı beraberinde getirdi.), Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa revizyonist blokunun yıkılması sonrasında, emperyalizm kapsamlı bir ideolojik ve kül türel saldırı ile Yeni Dünya Düzeni(YDD) propagandasını başlattı. Bu “Globalleşme” ya da “Küreselleşme” adıyla sürdürüldü. Buna paralel olarak sömürgeci faşist güç ler de saldırılarını özellikle medya aracılı ğıyla en üst noktaya taşıdılar. 2) YDD’nin politik yöneliminin temel öngörülerinden biri, toplumsal yaşamı ifa de eden herşeyi dinamitlemekti. Bunlardan birisi de, her düzeyde sermayenin bir hare ket biçimi olsa da, sınıfa yönelik örgütsüz leşmenin bir sonucu olan özelleştirme fur yasının başlatılmasıydı. Yüzbinlerce işçi işten atıldı. ‘87-’91 sınıf yükselişinin temel kadroları bu dönemde tasfiyeye uğratıldı. Sendikaların altı oyularak, zararsız, uysal, küçük kulübelere dönüştürülmek istendi. Sınıf hareketi bu yönüyle de darbelenmek istendi. Bu süreçte DYP-SHP koalisyonu nun sözde “devrim” gibi ifade edilen çıkı şının etkilerini de saymak olasıdır. 3) 1987-’91 yükselişi, sınıf hareketinde öneml i bir kil om etr e taş ıyd ı. Har ek ett e büyük bir moral gücü biriktirmişti. Ancak sistem, 12 Eylül rejiminin öğretileriyle, sın ıf har ek et in e, devr imc i ve kom ün ist 2- Sınıf Hareketinin Gelişme Süreci İşçi sınıfı hareketi, 1987-’91 yükselişi nin arkasından düzeyi farklı olsa da önemli bir düşüş sürecinden geçti. Vahşi kapitalist sistemin kapsamlı bir tasfiyecilik kıskacı altında kaldı. Türkiye işçi sınıfı, 12 Eylül’den sonraki en kapsamlı tasfiyecilik sürecini 1991 son rasında yaşadı. Bunun temel olarak birkaç yönü vardır. 4 1998 Sınıf Hareketinin Yönü harekete karşı fiziki olarak saldırısını on yılda bir olarak yapmak yerine, adeta gün delikleştirdi. Hareketin büyüyerek merke zileşmesini kırdı. Birbirinden yalıtılmış, tekil eylemlerle sınırladı. Bölgesel ve yerel tek il eyl eml er en acım as ızc a bast ır ıld ı. “Huk uk sist eml er in e” uyarl anm ış yas al grevler bile, işverenlerin daha da organize olması ile (özel güvenlik örgütleri kurma ları ve mafya destekleriyle) sonuçsuz bıra kılmaya çalışıldı. Sınıf hareketinin diri ve iş yapan örgütlerine (sendikalarına) karşı ağır yön el iml er uyg ul and ı ve bu büy ük oranda başarıldı. 4) Sınıf hareketinin geriletilmesine iliş kin bir başk a olg ud an dah a bahs etm ek mümkündür. Bu da Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin yar atm ış old uğ u bel irg in bazı sonuçlardır. Bunu iki temel üzerinde açıklayabiliriz: Birincisi, Kürt mücadelesi ilk defa 1992 serhıldanlarından sonra Tür kiye coğrafyasında, işçi sınıfının en örgüt süz ve yoksul katmanlarına kadar gündeme gird i ve sor un sın ıf ın iler i ve örg ütl ü kesimlerince anlaşılma sürecine yayıldı. İşin önem i o zam an anl aş ıld ı. Sav aş ın boyutu ve ilk defa “birkaç teröristle” yürü tülen bir çarpışma olmadığı kavrandı. Bu dönem devletin Kürt ulusal kurtuluş müca delesine karşı en azgın şovenist propagan da dalgasını sürdürdüğü dönemdir. İşçi sınıfı, sendikaların da katkı ve yönlendir mesiyle bu şovenist-ırkçı propaganda dal gası altında büyük bir savrulma yaşadı. Türkiye devrimci hareketi bu propagandayı yet erl i düz eyd e boş a çık ar am ad ı. Ger i bilincin egemen olduğu geniş işçi yığınları, Kürt düşmanlığı temelinde yürütülen bu propagandanın etkisi altında kaldı. Buna rağmen, ne Türkiye halkı, ne de işçi sınıfı Kürt halkına karşı fiili bir konuma çekildi. Bunun nedeni şimdilik bu yazının konusu dışındadır. Ancak şu belirtilmelidir ki, yine de geniş emekçi yığınlarında bu karşıdev rimci propaganda etkili oldu. İşte bu etkili olan süreç, yukarıda sıraladığımız diğer nedenlerle birleşince, sınıf hareketindeki bozulma ve dumura uğrama bir sonuç ola rak ortaya çıktı. Şimdi bu olgulardan da anlaşılıyor ki, kapsamlı bir tasfiye ve sav rulmanın asli nedenlerini anlamak müm kün olab il iy or. DYP-SHP hük üm et i bir savaş hükümetiydi. Serhıldanlarla birlikte savaş yalnız Kürt metropollerine taşınma dı, aynı zamanda Batı’nın metropollerine de taşındı. Batı’da genel demokratik müca delenin yanısıra, sınıfın eylemlerine karşı da kontgerilla savaş tarzı geliştirilmeye çalışıldı. Legal kurumlara ve sesini çıkar mak isteyen sendikalara ve işçi önderlerine karşı ezme ve yok etme politikaları acıma sızca uygulandı. Topyekün savaş politikası, toplumsal bozulmaya ve giderek şovenist fikirlerin gelişmesine de kaynaklık etti. 5) Başka bir yazı konusu olsa da, bura da özetle belirtilmesi gereken bir başka olgudan daha bahsetmemiz gerekmektedir. Bu da böyle bir süreçte, küçük burjuva devrimciliğinin durumudur. Genel olarak denilebilir ki, Türkiye işçi sınıfına karşı kapsamlı yönelim Türkiye devrimci hare ket in in öneml i bir gövd es in i oluşt ur an küç ük burj uv a devr imc il iğ i tar af ınd an yeterince anlaşılamadığı gibi, hala soruna “grup” ve “fraksiyon” dünyasından bakma sıyla belirginleşmiş olmasıdır. Bu durum, 5 1998 Sınıf Hareketinin Yönü devrimci hareketteki tasfiyeciliği daha da ağırlaştırıcı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. 6) Bu dönemde sendikal bürokrasinin rolü özel olarak ele alınmalıdır. Bu konu yeterli şekilde basınımızda ve çeşitli yer lerde değerlendirildi. Ancak şu kadarı söy lenmelidir ki; sendikal bürokrasi sınıf hare ketinin politik bir mecrada gelişebilmesi nin önündeki en temel engellerin başında gelmektedir. Burada temel sorun, önderlik sorunu olmaya devam etmektedir. Komü nist önderliğe kavuşmayan bir sınıf hareke ti ne sendikal bürokrasiyi aşabilecek yete nekl er e kav uş ab il ir, ne de devr imc i bir rotada gelişebilir. Bu sınıfın öncüleri tara fından yeterince anlaşılmalıdır. Gör üld üğ ü gib i bu birk aç olg u 1990 sonrası sürecin ana karakterini verir. Sınıf hareketi ‘91-’95 arasında çok kapsamlı bir yönelim süreci içerisinde adeta nefessiz bırakan bir baskılanma altındadır. Yer yer müdahaleler olsa da, (bir cepheden, özel likle kamu emekçileri cephesinden kısmen öneml i müd ah al el er ols a da), sald ır ın ın kapsamı ve boyutu karşısında, bunu kırabi lecek bir gücü yaratması oldukça iyimser ve subjektif bir değerlendirme olurdu. yoluyla ayakta tutmaya çalışıyordu. Ancak dağılan hava, geniş emekçi ve işçi yatakla rındaki havaydı. Bununla neyi anlatmak ist iy or uz: İşç i sın ıf ı safl ar ınd an öneml i kop uşm al ar a rağm en (işt en atılm al ar), lokal düzeyde bölgesel ve yerel işçi eylem leri kesintisiz devam ediyordu. İnişli çıkış lı, ilerlemeli gerilemeli bir süreç sözkonu suydu. Ama daha da önemli olanı, işçi ve emekçi bölüklerinde yaşamı sürdürmenin temel argümanı olan sorunların derinliğini kavrama, yavaş da olsa kendi gücünü anla ma ve düşmanın gerçek yüzünü sınıf güdü leriyle kavrama, dönem açısından tarihsel bir önemdedir. Nitekim “Yığın hareketinin faşizme karşı aktif savunma içinde olduğu ve sald ır ıy a geçm e sanc ıl ar ı çekt iğ i dönem” (II. Kongre Belgeleri, sf. 85) ola rak adlandırılması isabetli bir tespitin ifa desidir. Devleti var eden bütün organlar, emekçi kitleler nezdinde yeterince güvenilemeye cek organlar olarak kavranmaya başlan mıştı. Bu süreçte sendikal ihanetin düzeyi açığ a çık ar ak dah a anl aş ıl ır ve som ut örneklerle kendini ifade etmiştir. Bütün bunlar sınıf hareketinde çıkışın zorlandığı ve yeni bir sürece adım atmanın zorlamala rı olarak düşünülebilir. Ancak sınıf hareketi o kadar yorulmuş ve birbirinden yalıtılmış tır ki, yeni bir yükselişin eğrilerini doruğa taşıyamamıştır. Ancak bunun özlemi ve aray ış ı mom entl er i kend in i fabr ik al ar ın dışında, farklı alanlarda yansıtmıştır. Söz gelimi Gazi başkaldırısında kendini somut lamıştır. 1995’ler e gel ind iğ ind e devl et, ikinc i topyekün savaş stratejisini geliştireceğinin 3- 1995 Sonrası Dönemde Sınıf Hareketindeki Gelişmeler 1995’ler e gir ild iğ ind e tasf iy ec il iğ in derin etkisi devam etmekle birlikte sarsıcı sonuçları giderek dağılmaya başlanmıştı. Kuşk us uz dağ ılm ay a başl ay an faş izm in pol it ik al ar ınd ak i bir yum uş am a değ ild i. Tersine aynı hızla sistem kendisini şiddet 6 1998 Sınıf Hareketinin Yönü ipuçlarını veriyordu. Zira yığın hareketinin giderek gelişen bir sürece girmesi, 1994 20 Temmuz eylemlerinden sonra daha aktif bir sav unm a içind e har ek et edec eğ in in somut verileri güçlenmişti. 1992 serhıldan lar ı sonr as ınd a söm ürg ec i Türk burj uv a devleti birinci topyekün savaşı başlatmış, kitle hareketini, esas olarak da öncü güçleri önemli derecede bastırabilmişti. 1994’ün ort al ar ınd an başl ay an, ‘95 Mart ayında Gazi Ayaklanması’yla doruğa çıkan, Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç ve Sibel Yalçın’ın kitlesel uğurlama törenleri, kamu emekçilerinin eylemleri, üniversiteli gençl iğ in müc ad el es i, Amb arl ar ve der i işçileri gibi sınıfın bazı bölüklerinin müca delesi giderek kitlesel yükselişin mayalan masını ortaya çıkarıyordu. Bu yükseliş trendi, ‘95’in sonundan iti baren, esas olarak da ‘96 yılının ilk yarı döneminden itibaren devam etti. Giderek içten içe birikime yol açan bu potansiyel, ‘96 1 May ıs’ınd a kend in i açığ a vurd u. Faşizme karşı öfkesiyle birlikte önündeki her türden reformist barikatları vb. de aşa rak gün yüzüne çıkardı. Gelişmelerin kendi kontrolünden çıka rak Batı’da önemli bir devrimci sürecin gel iş ec eğ in i hes ab a kat an devl et, ikinc i topyekün savaş politikaları ve araçlarını ‘95’den itib ar en gel işt irm es in e rağm en, esas olarak ‘96 1 Mayıs’ından itibaren dev reye soktu. Kapsamlı bir saldırı başlattı. Bu saldırının esas ayağını medya aracılığıyla karşıdevrimci propaganda temelinde ger çekleştirdi. Bu saldırının ilk sonucu, kitle hareketi nin bu kavga sürecinde kendi öncülerini bır ak ar ak ger i çek ilm es i old u. Nit ek im, ‘96’nın ikinci yarısını belirleyen gelişme ler bu olgu üzerinden gelişti. Kapsamı ve derinliği büyük olan süresiz açlık grevi ve ölüm orucu direnişi, kitlenin geri çekildiği bir dönemde, öncüyle düşman arasındaki adet a “kitl e ger ill a tarz ınd a bir sav aş muharebesine” dönüştü. Aslında bu, keli menin gerçek anlamıyla, bir devrimci irade savaşıydı. Daha sonra Susurluk olayında da görüldüğü gibi, hemen tepkinin gelişti rilememesi hem öncü güçlerin büyük bir irade savaşı sonrasındaki yorgunluğu, hem de tepkiyi sokaklara taşırıp kitle ayaklan masını mayalayacak bir sürecin başlatılma masıyla belirginleşti. Kuşkusuz bunda kit lenin, ikinci topyekün saldırı sonucunda kendini öncüden geri çekmesinin belirleyi ci bir yanı olduğu söylenebilir. Bu saldırı sadece yoğun baskıların, tutuklama, gözaltı ve imhanın bir sonucu olduğu kadar, bu ruh haliyle kitlenin daha ihtiyatlı olmaya zorlamasına ve cesaretlerinin önemli dere cede kırılmasına da yol açmıştır. Bu saldırı aynı zamanda devrimci hareketlerin güç kaybetmesine ve gerilemesine de neden olmuştur. Aslında bu söylenenlerden, belki de bir sonuç çıkarmak mümkün: Devletin yürütmüş olduğu ikinci topyekün savaşın kitle hareketine en önemli etkisi, önderlik boşluğ un un der inleşmes i gerçeğ id ir. Bu savaşın belki de kitle üzerinde en etkili yolu psikolojik bir savaş tarzının geliştiril miş olması da denilebilir. Esas olarak bu süreç, Susurluk skanda lına karşı “Sürekli Aydınlık İçin Bir Daki ka Kar anl ık” eyl eml er in in başl am as ın a kadar etkisini korudu. 7 1998 Sınıf Hareketinin Yönü Bu sürecin ortaya çıkardığı sonuçlara ilişkin II. Kongre Belgeleri’nde önemli bir belirleme var: Aktarıyoruz: “Bu sürecin özgün sorunu ise, protestoculuğun aşılıp, çete başlarının tutuklanması dahil değişik sonuçlar almayı başaracak, gelişmeleri etkileyecek taktik bir kuvvetin, bir başka ifadeyle antifaşist güçbirliğinin örgütlenmemesiydi. Aksine parçalanma öne çıktı. Okmeydanı örneğin de görüldüğü gibi, halkın parçalanmaya yanıtı sokaktan çekilmek şeklinde oldu. Bu koşullar altında kitle hareketi sıçratılamadı ve hem Susurluk skandalına dair gelişme lerin seyircisi konumuna düşüldü, hem de 1 Mayıs 1997’deki nicel gerileme hazırlan mış oldu.” (Age, sf. 272) Bel irtm iş old uğ um uz gib i, 1 May ıs ‘96’da, kitle mücadelesinde reformizmin aşılması anlamında devrimci etkinin bariz bir şekilde ortaya çıkması özel bir öneme sahiptir. Burjuvazinin bu “tehlikeli” süreci durdurmak için kapsamlı bir ideolojik ve psikolojik saldırıya geçtiği biliniyor. Bur juva medya, geliştirilen yeni bir söylemle, 1 Mayıs işçi bayramına işçi sınıfının katıl madığını, tersine varoşların “başıboş-işsiz” gençlerinin bir tepkisi olarak değerlendirdi ve tümüyle yalana dayanan bir propagan dayı yoğunlaştırdı. 1996 1 May ıs’ına var oşl ard a otur an; işçisinden öğrencisine, emekçi memurun dan küçük esnafına ve işsizine kadar iç içe geçen, sınıf ve emek cephesinin doğal üye lerinin katılması bilinçli olarak görmezlik ten gel ind i. Sor un un esas odak nokt as ı şudur: Bugün işçi sınıfı ve emekçiler, her olanak ve fırsatta sisteme karşı duruşunu sergileyebiliyorlar mı? Fabrikaların kuşa tılmışlıklarına karşı, (sakın ola ki, bu fabri ka çalışmasının küçümsenmesi anlamına gelm es in, ters in e fabr ik a gerç ekl iğ in i somutlamak anlamına gelecektir) bir dizi çelişkiyi bağrında taşıyan, Kürt kimliğin den Alev i kiml iğ in e, emekç i olm akt an gelen kimliğinden işsiz olmasına kadar çok sayıda emekçilerin yaşadığı bu mekanlar, çelişk i ve çatışman ın en çok yaş and ığ ı, denetimin görece daha zayıf olduğu alan lardır. Emekçilerin çıkış sürecini bu semt lerden başlatmış olmaları kadar doğal ne olabilirdi ki? Bu nesnel gerçeği kavraya mayan devrimciliğin geldiği noktayı tarif etmeye bile gerek yoktur. İstanbul gibi işçi ve emekçilerin yaşadı ğı bir bölg ed e, yüzb inl erc e işç in in ve emekçinin bir “isyanı” ve “başkaldırısı” vardır. 15 Aralık 1996’da ve yine 11 Aralık 1997’de KESK’in bir çağrısına uyarak 100 bini aşkın emekçi Ankara’da gösteri yapa biliyor ve milyonlarca emekçi genel eyle me gidebiliyorsa, bunu sadece KESK’in bir gücü olarak değerlendirebilir miyiz? Elb ett e değ il. Ayn ı şek ild e 1997’de 5 Ocak’ta Türk-İş’in çağrısıyla 3000 bine yakın işçi yine Ankara sokaklarında gösteri yapabiliyorsa, bu da Türk-İş’in bir gücü olduğundan mıdır? Hayır. Esas olan şudur: Sın ıf ve emekç i halk, sist em e karş ı her dur um ve her koş uld a büt ün olan akl ar ı değerlendiriyor ve sınıfsal duruşu ile bir çıkışı zorluyor. Susurluk’ta sistemin sadece çürümesi günd em e gelm em işt ir. Ayn ı zam and a çözülme süreci de başlamıştır. Çeteler dev letinin maskesi düşmüştür. Bu sınıf nezdin 8 1998 Sınıf Hareketinin Yönü de anlamlı ve önemli bir olgudur. Yıllar öncesinde yaşadığı nesnel gerçekler, bu sefer daha anlaşılır ve elle tutulur bir hale gelm işt ir. Kontrg er ill a çet el er in e karş ı küçük bir çağrı bile milyonlarca insanın her akşam sokağa dökülmesine neden ola bilmiştir. Demek ki, emekçi kitlelerde sis teme karşı öfke potansiyeli giderek büyü yebiliyor. Sınıf hareketi devrimci etkilere daha açık hale geldi. Bun un iki boy ut u vard ır: Bunl ard an birincisi, fabrikalardan işçiler atılarak fab rikalar zayıflatılmıştır. ‘87-’91 yükselişi sonrasında yürütülen özelleştirme furyası başta olmak üzere birçok yolla yüzbinler ce işçi işinden edilmiştir. Sendikaların altı oyularak sendikalar yıkıma uğratılmıştır. Buna ilave olarak yeni istihdam olmadığı gibi özelleştirme-taşeronlaştırma yoluyla talan başlatılmış, doğal olarak birçok sek tör batmıştır. Burada rakamlarla durumu som utl am ay ı ger ekl i görm üy or uz. Zir a istatistiki veriler biliniyor. Böyle bir tablo nun son uc und a işç i har ek et in in tem el omurgaları olan fabrikalar önemli derece zayıflamış, bu, sınıf hareketinin de zayıf lamasının doğal bir sonucu olmuştur. İkinci ve önemli bir neden de, fabrikaların eskiye oranla kendi iç örgütlenmesini daha da tah kim etmiş olmasıdır. Bununla şunu söyle mek istiyoruz: Burjuvazi kendini esas ola rak var eden ekonomik kalelerini (fabrika lar ın ı) dah a güv enc ey e alan önl eml er i geliştirmiştir. Öncelikle işverenler arasın daki örgütlenmenin daha da pekiştirilmesi nin yanısıra fabrikada sendikal veya komi te vb. örgütlenmeleri başından tasfiye ede cek araç ve gereçleri yaratmıştır. Sendikal bür okr as in in dah a da gel işt ir ilm es in in yanısıra grev ve direnişlere ve olabilecek ayaklanmalara karşı fabrikayı içten ve dış tan koruyacak korunaklar ve organlar yara tılmaktadır. Jandarma ve polisin desteğinin yan ıs ır a özel güv enl ik bir iml er i, mafy a çeteleri vb. gibi silahlı birimler yaratmıştır. Burs a der i işç il er in in yaş ad ığ ı örn ekl er hemen birçok direniş tarafından da doğru lanıyor. Bu olgular işçi sınıfının fabrikalar için de sıkıştırılmasına ve nefes alıp vermenin güçleşmesine yol açan olgulardır. 1995 sonrası sınıf ve emekçi hareketi nin öneml i kar akt er ist ik özell ikl er ind en birisi de bu noktadır. Sınıfın nefes alıp ver mesini daha da kolaylaştıran bir kanalın emekçi semtleri olduğu yeterince su yüzü ne çıkmıştır. Varoşların farklı bileşenleri elbette şimdilik konumuzun dışı. Burjuva medyanın yoğun psikolojik savaşı, ÖDPEMEP gibi reformist partilerin de yardı mıyla etkili oldu. Faşizmin ideolojik ve politik saldırılarının temel argümanların dan biri de bu noktada ortaya çıktı. 1996 1 Mayıs sonrasında, hem eyleme katılanların işçi-emekçi olmadığı, hem de varoşların “başı boş” işsiz gençleri olduğu biçiminde gel işt ir il en psik ol oj ik sav aş, kom ün ist hareketi baskı altına almayı hedeflemiştir. Dol ay ıs ıyl a böyl e bir psik ol oj ik sav aş, politik argümanlarla geliştirilerek “sınıf ekseninde” olduğunu ifade eden, reformist ve revizyonist çevrelerin komünist hareke te karşı yeni bir “haçlı seferine” yönelme sine yol açmıştır. Ne yazık ki, buna bir kısım devrimci siyasal çevreler de eşlik edebilmiştir. Ancak bu çevreler sorunun, 9 1998 Sınıf Hareketinin Yönü dönemin yeterince tahlil edilememiş olma sından kaynaklanan kitabi ve soyut teorik düşünceler üzerinde hareket etmişlerdir. Aynı zamanda egemen güçlerin politik tak tikleri de anlaşılamamıştır. Demek oluyor ki, emekçi hareketinin denetimin ve kuşatılmışlığın en yaygınlaş tırılmış alanları olan fabrikalardan değil de, bu fabr ik a ve işy erl er ind e çal ış an, ayn ı zamanda işsizlerin, gençlerin ve emekçi kadınların yaşadığı alanlarda, Gazi, Ümra niye ve onlarca semt varoşlarında başlama sı, sınıfın ve emekçi hareketin çıkış kanal larını zorlayan mekanlar olarak tarih sah nesine gelmesi belirginleşmiştir. Demek ki, sınıf, yoksul semt varoşlarını kendini bu sıkıştırma ve ezme presinden kurtaracak kanallardan şimdilik sadece birisi olarak görmüştür. 4-1997’de Sınıf Hareketinin Yönü 1996 1 Mayıs ve ölüm orucu direni şinden sonra, işçi sınıfı ve emekçi hareke tinde bir dibe vuruşun emareleri görülmeye başlandı. Devrimci ve komünist hareketle, sömürgeci faşist devlet arasında sert bir çatışma süreci yaşandı. Devletin stratejik planı, işçi ve emekçi hareketi ile devrimci hareketin buluşma ve ortaklaşma kanalları nı kırmaktı. Bunda yeterli başarı da göster di. İdeolojik, kültürel ve politik bir kam pany a (medy a arac ıl ığ ıyl a) fiz ik i yok etmeyle birlikte yürütüldü. Bunları önceki bölümde de belirtmiştik. 1996’nın ikinci yarısı hem genel dev rimci hareket açısından, hem de sınıf hare ket i açıs ınd an yorg unl uk emar el er in in görüldüğü bir dönemi ifade eder. Devrimci hareket aynı zamanda önemli bir güç kay betmiştir. ‘96 Kasım ve Aralık’ından itiba ren yeni yükseliş belirtileri görülse de bu yeni devrimci yükselişin omurgasını yara tam am as ıyl a bel irg inl eşm işt ir. 3 Kas ım 1996’da Susurluk’ta ortaya çıkan ve olduk ça lehimize kullanılabilecek materyal ve belgelere rağmen, devrimci hareket uzun bir süre müdahale edemedi. Kamu emekçi lerinin 15 Aralık 1996 Kızılay eylemini (ki, bu eyleme yüzbini aşan bir kitle katıl mıştı), Susurluk’la birleştirmek önemli bir çıkışın temeli olabilecekken bu başarılama dı ve kamu emekçilerinin eylemi üst bir noktaya sıçratılamadı. Böyle bir koşul içinde ‘97’ye girdik. ‘97’de ilk böl ümd e de bel irt ild iğ i gib i, Susurluk’la ortaya çıkan ve sokağa dökü len kontrgerilla devleti olma gerçeği, dev letin çürümesini ve çözülmesini derinleştir di. Devl et in ist isn as ız büt ün kur uml ar ı büyük bir çürüme içindeydi. Bu gerçeği bilen MGK, yeniden devleti yapılandırma ve reorganizasyon yoluna girdi ve 28 Şubat Muhtırası’yla yarı askeri yönetim daha da tahkim edildi ve asker her alanda öne çıka rıldı. Sınıf ve emekçi hareketi adeta içten içe dalgalanan ama dalgalarını denizin üstüne çok yansıtmayan bir durgun deniz görüntü sünü veriyordu. Bir süre sonra “sivil itaatsizlik” eylem leri olarak da adlandırılan “Sürekli Aydın lık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemleri” başladı. Devrimci ve komünist hareket bu sürece müdahele etmeye ve emekçilerle 10 1998 Sınıf Hareketinin Yönü birleşerek, hareketi sistem dışına taşımaya başladılar ve bu yolda önemli mesafeler de kat ett il er. Bu eyl em e onb inl erc e ins an katıldı. Ancak bu eylem üretim birimlerin de yeni bir genel yükseliş trendinin mihenk taşı olamadı. Bunun esas nedeni, önderlik boşl uğ u sor un uyl a ilg il id ir. Ve ayr ı bir değerlendirmeyi gerektirir. Ancak üretim birimlerinde lokal düzey de kalan, daha çok küçük ve orta ölçekli işletmelerle sınırlı grev, direniş ve çeşitli eyl eml er dev am ediy ord u. Türk-İş’in 5 Ocak 1997’de yapmış olduğu miting, her ne kadar sendika bürokrasisinin devletçibayrak gösterisine dönüştürülmek istenmiş olsa da, 300 bine yakın işçi kitlesinin kendi taleplerini haykırmaları ciddi bir sınıf gös terisinin ve eyleminin temeli olmuştur. *** Kamu emekçilerinin eylemlerinin yanı sıra özelleştirmeye karşı çok sayıda sendi ka, mesl ek ve farkl ı kitl e örg ütl er in in biraray a gel er ek oluşt urd uğ u ÖKP’nin (Özelleştirmeye Karşı Platform) kurulması, maden ve termik santrallerinde fiili işgal ler, en son geçtiğimiz aylarda yabancı özel firma temsilcilerinin içeriye sokulmaması, kent halkıyla birlikte işçilerin barikatlar kurması, üretimi tümden veya yarı yarıya durdurma eylemleri, Çayırhan’da Pak Tek nik Firması’nın yetkilisinin tartaklanıp ara basının devrilmesi, ocaklara üç gün inme yen Divriği işçilerinin eylemleri, iş yavaş latma eylemleri, Soma, Lüleburgaz, Çayır han, Yatağan mitingleri, Edirne Lalapa şa’da Çimento fabrika işçilerinin işten atıl ması sonucu Genel Müdür’ün evinin basıl ması, 19 Şubat’ta fabrikanın işgali gibi çok sayıda çeşitli eylemler 1997’nin ilk yarı sında varlığını korudu ve sürdürüldü. Buradan bu döneme ilişkin bazı sonuç lara ulaşmak mümkün: 1) Sınıf hareketinde durağanlıklar ve gelgitler yaşansa da sınıf hareketi gelişme ve büyüme potansiyelini bağrında taşıyor. 2) İşten atılmalar ile özelleştirme soru nu birbirine bağlı iki temel sorundur. Bu dön eml er ve TİS dön eml er i eyl eml er in geliştiği dönemlerdir. Dolayısıyla politik ve ekonomik mücadelenin iç içe, yan yana veya ard arda gelişme eğrisine sahip oldu ğu görülmelidir. 3) Mitingler hem taşralarda, metropol den daha uzak alanlarda oldu, hem de katı lımlar yoksul emekçi semtlerinden olmak tadır. Bunlarda yeni bir sınıf dinamizminin göstergeleridir. 4) Sınıf hareketinde, daha önce belirtil diği gibi politik önderlik boşluğu devam ediyor ve bu, sınıf hareketinin kırılmasına ve çözülmesine yol açıyor. 5) Nihayet sınıf içindeki çalışmalarımı zı ele alırken genellikten kurtarıp, çok daha somut, sistematik ve iyi düşünülmüş ayrın tılı planlara dayalı bir hareket planı gelişti rilmelidir. Ancak bütün bunlar ilk elden görünen ve ortaya çıkan sorunlardır. Sadece bir tes pit i ifad e eder. Devr imc i önd erl ik, hem sınıfın içindeki gelişmelerin nabzını tutma sı ve ihtiyaçlara yanıt vermesi anlamında, hem de ülk en in gen el gid iş at ı içind ek i sınıflar çatışmasının sorunlarının ele alın masında kendisini çok daha yakıcı olarak hissettirmektedir. 11 1998 Sınıf Hareketinin Yönü Sınıf hareketinin gelişmesinin önemli boyutlarından bir tanesi Tuzla deri işçile rinin grev ve dir en işl er id ir. Kazl ıç eşm e Deri İşçileri’nin tarihi olarak mücadeleci geleneği, Kazlıçeşme’nin Tuzla’ya taşın masıyla burada yeniden ivmelenerek geliş ti. Sad ec e der i atöly e ve fabr ik al ar ın ın mücadele sürecini etkilemekle kalmayan deri işçilerinin direnişi, bölgesel çapta hem farklı sektör işçilerini hem de varoşlarda yaşamını sürdüren emekçileri de olumlu tarzda etkiledi. Kuşkusuz bu mücadelenin en önemli doruk noktası, bölgesel çapta bir genel grevin örgütlenmesiydi. Bu örgütlen mede marksist leninist komünistlerin özel rolünden bahsetmek hiç te abartma olma yacaktır. Bölgesel genel grev “Genel Grev, Genel Direniş” temel hedefine bağlı olarak geliştirilen, başka bir deyişle bu tarz bölge sel genel eylemlerin (grevlerin) geliştiril mesi, şehir ve ülke düzeyinde bir “Genel grev, gen el dir en iş”in ana dam arl ar ın ı yakalayarak harekete geçirebilir. Bu yolda Tuzla deneyi adeta bir laboratuvar örneği dir. Ayn ı tarzd a Burs a der i havz as ınd a geliştirilen ve hala devam eden direnişler sınıf hareketinde önemli kilometre taşları dır. Bursa deri işçilerinin direnişi, hem işten atılmalara ve sendikasızlaştırmalara, hem de bu alanda örgütlü işverenlerin mafya-si lahlı örgütlenmelerine karşı dişe diş bir mücadelenin temel ögelerini inşa etmesi anlamında vazgeçilmez öneme sahiptir. Küçükköy’de birbirine yakın ve paralel çorap işçilerinin eylemleri, hiç sendikal örgütlenme geleneği yaşanmamış ve ağır çalışma koşulları içinde olan bu sektör işçi lerinde yeni bir mücadele geleneği yarat mış ve bu uğurda verilen kavga yeni bir örgütlenmenin temel taşlarını oluşturmuş tur. Başka bir dizi lokal grev ve direnişler den bahsetmek olasıdır. Ancak sınıf hare ketini ‘97’nin ikinci yarısında önemli bir mecraya çeken Deri ve Ambar-Nakliyat işçilerinin yanısıra Reslan, Tıbset ve Bran di işçilerinin direnişlerinden bahsetmeden geçilemez. Yazının ana teması, bu direniş lerin ayrıntısını ve özgünlüklerini işlemek olm ad ığ ı açıkt ır. Fak at bu dir en işl er in temel fikrini kavramadan genel bir sonuca gidilemeyeceğini anlamak ve öğrenmek gerekiyor. Brandi, Reslan ve Tıbset direnişi işten atmalara ve sendikasızlaşmaya karşı bir direniş olsa da, temel fikri tek tek dire nişlerin yenilmesinin kaçınılmaz olacağı esprisiyle ortak bir örgütlenme temelinde ortak bir direnişin örülmesinin temellerinin atılmasıdır. Onların “Ortak Komite Ortak Direniş” fikrinin önemi de burada yatıyor. Belki daha birçok sayısız grev ve dire nişten bahsetmek mümkün olsa da, ‘97’nin ana karakterini kavramak için bu örnekler bize yeterli bir bakış sunabiliyor. Ancak ‘97’yi arkada bırakırken 11 Aralık Kamu Emekçileri’nin Genel Grev’i özel olarak anılmaya değerdir. İşçilerin tekil ve bölgesel hareketlerinin yan ıs ır a, yüzb inl erc e emekç i mem ur un, uzlaşma ve reformcu çözümlere karşı fiilen sok ağ ı göst erm es i öneml i bir devr imc i damarı ifade eder. Aynı zamanda çözümün yolunu gösterir. Gerçekten kamu emekçile rinin bu eylemi, sadece sendikalı memur 12 1998 Sınıf Hareketinin Yönü emekçilerini ve onun dışına taşan diğer kamu emekçilerinin eğilimini göstermekle kalmamış, aynı zamanda işçi sınıfı ve diğer emekçi kitlelerin de eğilimini yansıtmıştır. Bu yönüyle oldukça önemlidir. Şimdi her sektör ve ayrışık noktalarda duran emekçi lerin bu ortak eğilimden, birleşik bir plan dah il ind e örg ütl enm el er i kaç ın ılm azd ır. Asl ınd a bu gen el grev har ek et ind e de gör üld üğ ü gib i, işç i sın ıf ın ın ve kam u emekç il er in in eğil im in i yans ıtm as ın ın yanısıra, aynı zamanda onları etkileyerek de bir gel işm e ivm es i kaz anm ış olm as ı yeterince anlaşılabilmelidir. Çıkarılacak önemli sonuçlardan biri şudur: Bu genel grev, işçi sınıfının öncü güçleriyle sınırlı bir dest eğ e dön üşm üşt ür. Oys a sın ıf ın genel eğilimi ve içten içe biriken potansi yel açığa çıkarılmakta geri bir konumu ifa de etmiştir. Söylediğimiz gibi sınıfın ve emekçile rin genel bir eğilimi olan bu genel grev, 1997’dek i sın ıf ın ve emekç il er in çık ış mücadelesinde de bir eğilim olarak varlığı nı korumuştur. 3 Ocak’ta 300 bine yakın işç in in Ank ar a’da bul uşm as ı, ‘97 1 Mayıs’ında bütün engellemelere rağmen yüzbine yakın emekçinin alanda toplanma sı ve çok sayıda lokal eylem ve grevlerin varlığı, sürekli bu eğilimin genel sonuçları dır. Dem ek ki, sın ıf har ek et i çöz üm ün sokaktan geçeceğini biliyor. Burada onu geriye çekmek, “kitle hazır değil” söylemi ile reformcu hayaller yaymak niyetlerden bağımsız gerçeğin bir tanımı değildir. En çok “kitle hazır değildir” denilen emekçi memurlar durumun hiç te söylendiği gibi olmadığını gösterdi. 400 bin civarında üye si olan KESK’in çağrıs ıyla ki, bunların büyük bir çoğunluğu da atıl üye durumun dadır, bu gerçeğe rağmen bir milyon emek çi memur hayatı durdurabilmiştir. Bu da gösteriyor ki, en olumsuz koşullara rağmen işçi sınıfı ve emekçi kitleler mücadeleye ve mücadele koşullarına hazır bir kimliği ifa de etmektedir. Kuşk us uz bur ad a DİSK’in Ank ar a Yürüyüşü’nü de belirtmek gerekmektedir. Her ne kadar bu yürüyüşe katılım sınırlan dırılsa ve katılımcıların önemli bir kısmı sendika bürokratları olsa da, hem yürüyüş güzergahında karşılamaların kitleselliği, hem de Ankara’daki kitlesel gösteri sınıfın mücadele azmini perçinleyen gelişmeler olarak değerlendirilebilir. 5-Devr imc i Prol et ary an ın ‘98’dek i Har ek et Plan ı Ne Olmalıdır? Burada adını anmadığımız sayısız dire niş ve grevlerin varlığı, işçi sınıfının 1997 yılında, kendisine yönelmiş olan kapsamlı saldırılara karşı bir sınıf duruşunu ifade etm ekt ed ir. Bu eyl eml er in hem en tüm ü yerel ve bölgesel düzeyde kalmış, bir üst noktaya sıçrayabilecek ve giderek birbirin den yalıtılmışlıktan kurtarılacak bir politik yönelim yaratamamıştır. Bu uğurda önemli say ılm as ı ger ek en gir iş iml er olm uşt ur. Bunlardan birisi, Tuzla havzasındaki genel grev eyleminin başarıyla sürdürülmesiydi. Bu eylem yalnız Tuzla havzasındaki deri işçilerini değil, diğer bir kısım sektörleri de harekete çekmiş ve semt yoksullarının des teğini alabilmiştir. Bu uğurda ikinci örnek 13 1998 Sınıf Hareketinin Yönü Tıbset, Reslan ve Brandi işçilerinin eyle midir. Henüz bir sonuca ulaşmasa da “Or tak Komite, Ortak Direniş” şiarını somut laştırarak bu yolda küçük de olsa bir adımı gündemlerine taşımaları, gelecekteki süre cin ipuçl ar ın ı göst erm es i bak ım ınd an önemlidir. Aynı şekilde birçok Organize Sanayi Siteleri’nde, veya aynı bölge ve havzada bulunan farklı sektörlerden işçile rin giderek ortak mücadele ve ortak daya nışm a fikr in in yayg ınl ık kaz anm as ı, bu sorunun sınıfın gündemine girdiğini gös termektedir. Mesela çorap işçilerinin ilk defa bu kapsamda eyleme geçmesi sonu cunda Çorap İşçileri Derneği’nin bir sendi ka tarzında gelişmesi ve büyümesi, tekstil sektöründe ağır çalışma koşullarına karşı yeni bir mücadele tarzının ve örgütlenme sür ec in in gel işm es i, örn eğ in Zümr üt ev ler’de Konf eks iy on İşç il er i Birl iğ i’nin (KİB) adım adım örülmesi, Bursa deri işçi lerinin dişe diş mücadele sonucu işverenin kalelerinin çatırdayarak sendikal örgütlen menin derinleşmesi, hatta önderlik konu mundan ve politik yöneliminden bağımsız olarak, Bursa’da birçok sendikanın bir ara ya gelmesiyle Bursa Sendikalar Birliği’nin kurulması, enerji işkolunda termik santral ler i çal ış anl ar ın ın işg al e kad ar uzan an direngen tutumları ve daha sayısız birçok örnek sınıf hareketinin yönünü çizmiştir. Şu gerçek şimdi bir kez daha ‘97’de sınıf hareketinin tarihinden anlaşılmıştır ki; sendikal bürokrasi ihaneti aşılmadan (ki, bu ihanet komünist bir önderlik tarafından aşılabilir) sınıf hareketi devrimci bir mec rada yürüyemeyecektir. Adı geçen onlarca direniş ve grevin önündeki temel engeller den birisi sendikal bürokrasinin hain tutu mudur. Küçük bir istisnayı bir tarafta tutarsak, büt ün bu dir en iş ve grevl er send ik al ar a rağmen yapılmıştır. Başka bir deyişle sını fın ileri ögeleri sendikaların engellerini aşarak eylemleri örgütlemişlerdir. Bıraka lım bu eylemlere desteği, bu hainler tersin den eylem ve direnişleri kırmak istemişler, jurnalleşmişler ve işi, öncü işçileri devletin güvenlik kurumlarına teslim etmeye kadar azıtmışlardır. O halde sınıf hareketinin öncülerinin, bu engeli aşabilecek karşı taktik planları, anlaşılır, kavranabilir ve sınıfı kucaklaya bilir bir tarzda devreye sokmaları gerek mektedir. Bunların neler olduğu ve nasıl olac ağ ı tüm üyl e ayr ı bir değ erl end irm e konusu olacağından burada ayrıntısına gir miyoruz. Eyl eml er in ned en i olar ak günd em e gelen esas gerekçenin başında, özelleştir me ve sendikasızlaştırmaya karşı direnişler gelm ekt ed ir. Bu send ik as ızl aşt ırm an ın, genel anlamda örgütsüzleştirmenin kay nağıdır. Burjuvazi bütün bu saldırı planının yanısıra bazı temel ve stratejik sektörlerde sınıfı içerden eriten, bozan ve birbirinden yalıtan üretim tekniklerini de yavaş yavaş devreye sokmaktadır. Esnek üretim, grup üretimi, kalite çemberleri, işçileri fabrikaya ort ak etm e ald atm al ar ı ve dah a bir diz i önlemleri de gündeme sokmaktadır. Ama bug ün işç il er in en kork ul u rüy as ı, işin i kaybetme kaygısı olmaktadır. 12 milyon işsizin olduğu bir ülkede işini kaybetme korkusu cidden önemsenmesi gereken bir husustur. Böylece bir psikolojik korku sını 14 1998 Sınıf Hareketinin Yönü fın ger ek send ik al örg ütl enm el er ind e, ger eks e pol it ik müc ad el ey e atıl ım ınd a önemli bir ayak bağıdır. Bu gerçekler yeterince açık ve öğretici dir. Ancak sınıfın yaşamı dayanılmaz bir noktaya gelmiştir. Bu ise devrimci bir orta mın doğm as ın ı der inl eşt ir en tem el bir nedendir. O hald e, ‘98’de har ek et plan ım ız ne olacaktır? Marksist leninist komünistlerin hareket plan ı bu olg ul ar ın kavr anm as ı üzer ind e yükselecektir. Bunları bir formülasyon tar zında ortaya koyarsak, şunları belirleyebi liriz: 1) ’98’de yönelimimizin temel unsurla rından birisi özelleştirmeye karşı, stratejik öngörümüz doğrultusunda taktik planları mız ı devr ey e sokm akt ır. Bun un har ek et yönü Özell eşt irm e Karş ıt ı Platform’unu (ÖKP) yaygınlaştırmak, işlevli hale getir mek, temel öngörü doğrultusunda politik mücadele sürecine sıçratabilecek slogan ve araçları devreye sokmaktır. Özelleştirme furyası salt Türk burjuva yönetiminin bir saldırısı değildir, tam tersine bunun emper yalist-kapitalist dünyanın, başka bir deyişle “yeni dünya düzeni”nin uluslararası işçi hareketine karşı stratejik bir saldırısı oldu ğu bugün artık iyice görülmektedir. Ulusla rarası boyutta olan bu saldırının engellen mesinin yolunun Liverpool liman işçile rinin de söylediği gibi aynı tarzda uluslara rası işçi hareketinin ortak bir tarzda direniş geliştirmesine bağlı olduğu özellikle kav ranmalıdır. Bu ise hem sektörler düzeyinde (yan i send ik al ar düz ey ind e), hem de ÖKP düzeyinde daha fazla uluslararası iliş kilerin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. ÖKP’nin derinleştirilmesinde marksist leninist komünistlerin geliştirmesi gereken politik yönelimlerden birisi de, özelleştir mey e karş ı çık an baz ı siy as i çevr el er in geliştirmiş olduğu reformist (düzen içi) politikaların deşifre edilmesidir. Bilindiği gib i baz ı siy as i çevr el er vey a kiş il er (Mümtaz Soysal örneğinde olduğu gibi) özelleştirmelere karşı bürokratik tekelci devlet kapitalizmini savunan görüşleriyle ortaya çıkıyorlar. Bu konuda marksist leni nist komünistler, sendikal bürokrasinin ve sol kem al istl er in gel işt ird iğ i sist em içi özell eşt irm e karş ıt ı anl ay ışl ar ı mahk um edecek bir politik tarzı geliştirmek zorun dadırlar. Bu alanda ayrıntılı bir plan gelişti rilmelidir. 2) Ülk ed e, sın ıf ın ve emekç i halk ın büt ün böl ükl er i, yaş am ın çek ilm ez bir boyut aldığını biliyor. Çalışan da çalışma yan da büyük bir yoksullaşmanın girdabına çekilmiştir. Dolayısıyla bu üretim-eğitim birimlerinde yeni kavgaların habercisidir. Tek tek fabrikalar, atölyeler veya işyerle rinde grevler, iş yavaşlatmalar, boykotlar, direniş ve gösteriler sürdürülüyor. Son 10 yılın biyografisi de bunun böyle olduğunu gösterdi. Bu eylemler birbirinden yalıtıla rak geliştirildi. Lokal düzeyde kaldı. Yerel eylemler hem aynı bölgedeki farklı sektör leri harekete geçirmedi, hem de şehir düze yinde ve giderek ülke düzeyinde bir sıçra maya yol açmadı. 1989 bahar eylemleri, 3 Ocak 1991 ve en son emekçi memurların 11 Aral ık gen el grev i bu yold a atılm ış önemli kilometre taşlarıdır. Ama yine de 15 1998 Sınıf Hareketinin Yönü kavga ülke çapında bütün sektör ve kurum ların genel grevi noktasında evrimleşeme mişt ir. Marksist leninist kom ün istl er in sürekli yaptıkları “Genel grev, genel dire niş” çağrısının yaşam bulması ve bunu bir propaganda sloganından çıkararak eylem sloganına dönüştürecek bir tarz geliştirme leri pratik olarak olanaklıdır. Şimdi bunun yolunun açılmasının temel bileşeni, sınıf ve emekçi hareketin yerel ve bölgesel plandan başlamak üzere geliştiril mesinin olanaklarını mümkün kılmak ve giderek şehir ve ülke düzeyine taşınabile cek bir Birleşik İşçi-Emekçi Hareketi’nin yaratılmasının imkanlarını açığa çıkarmak ve ‘98’de bu süreci anlamlı kılacak meka nizmaları inşa etmektir. ‘97, bu bakımdan yeterli ve önemli deneylere sahiptir. Tuzla Genel Grevi, 1 Mayıs deneyleri, emekçi memurların 11 Aral ık ‘97 gen el grev i, Brandi, Reslan ve Tıbset deneyleri, Bursa deri işçilerinin deneyleri ÖKP ve daha bir dizi deney şu gerçeği öğretmiştir: Sınıfın dipten gelen dalgalanması fırsat ve olanak lar ölçüsünde kendini suyun üstüne sıçrata biliyor. O halde bu tek tek sıçramalı dalga ları, yine kendi bulundukları yerde daha yükseğe sıçratacak, ama bütün bu sıçramalı dalgaları tek bir gövdede büyük bir dalga merkezinde buluşturacak temelleri atabil mek. Bunun imkansız olmadığını anlamak gerekiyor. Öncelikle şunlar olmalıdır: Sendikalar, kurumlar ve diğer örgütler daha sağlam bir zeminde yeniden örgütlenmelidir. Deyim uygunsa koşulların nesnel gerçekleri teme linde örgütler reorganize edilmelidir. Bu bir inc i önk oş uld ur. İkinc is i, bu org an, 16 kurum ve sendikaların gücünü ve enerjisini boşa harcamadan bir plan dahilinde, ancak her an taktik planı devreye sokabilecek hızda ve esneklikte olmak üzere bölüm, sektör, kurum vb. şovenizmine düşmeden topyekün bir aktif savunmaya geçebilecek, gerektiğinde koşulların elverişli durumun da saldırı tarzına geçebilecek bir birleşik örgütlenme mekanizmalarının yaratılması nı sağlamaktır. Bunun için genellemelerden ve soyut luklardan kurtulacak, öznel ve somut poli tik al ar ı der inl eşt irm ey e iht iy aç old uğ u anlaşılmalıdır. Örneğin ÖKP oluşturuldu ğunda, bu platformu daha kalıcı bir tarzda inşa edecek, önündeki sorunları bir plan dahilinde daha da somutlayacak, doğrudan önderliğimiz olmasa bile sorun ve ihtiyaç larına yanıt verecek açılımları geliştirmek tarzında hareket edebildiğimizi söyleyebi lir miyiz? Amaç bağcıyı dövmek olmadığı na, ters in e üzüm yem ek old uğ un a gör e kend im iz i bu sür eçt e gel işt ir ic i, oluml u tarzda müdahale ederek ilerletici bir çalış ma tarzını egemen kılmak yeterince anlaşı lır bir tutumdur. 3) Emekç i mem url ar ın dir en iş i son genel grevle bir kez daha açığa çıktı ki, ülkedeki emekçi hareketin bileşenlerinden vazgeçilmez motor güçlerinden biri olma ya devam edecektir. Kendi içinde somutla nan ve bir tem el e otur an fii li ve meşr u müc ad el e çizg is i, KESK önd erl iğ ind e somutlanan ve kendi gücüne güvenmeme, dolayısıyla hareketi reformcu bir mecraya çekme eğilimine ağır bir darbe indirmiştir. Ancak, 11 Aralık eyleminin olumlu havası içinde yeterli bir şekilde reformcu politika 1998 Sınıf Hareketinin Yönü lar açığa çıkarılamazsa bu başarı, reformcu önderliğin hanesine yazılabilir. O halde bu alanda faaliyet yürüten kadrolar, hareketin önünd ek i tem el eng el olan reformcu ve bürokratik engelleri aşabilecek ve kitleyi kucaklayacak bir tarz geliştirirlerken, bunu “fraksiyonel” bir tarzda değil, komünist önderlik tarzında yapmanın hayati önemi yeterince kavranabilmelidir. Başka bir yak laşım da şu olmalıdır: Kamu emekçilerinin daha fazla enerjik bir tutumla işçi sendika larını, daha da önemlisi sendika şube ve temsilcilikleriyle geliştirecekleri ilişki ve bağlantıları bürokratlaşma tarzında değil, tersine devrimci bir tarzda geliştirilmesinin vazgeçilmez önemi yeterince bilince çıka rılmalıdır. 4) Kürt ulusal direnişi giderek Batı’yı etkiliyor. Kürt sorunu, on yıllardır çözül meyen bir sorun olarak duruyor önümüzde. Kürt ulusal direnişi sömürgeci faşizmi kri ze sürüklerken, Batı’da emekçi yığınlar için güvenilir bir müttefik olarak hala tarih sahnesinde yerini koruyor. Şimdi Kürt ulu sal devrimci direnişinin zafere ulaşmasının yol un un Türk iy e işç i ve emekç il er in in mücadelesinin desteğine bağlı olduğu yete rince anlaşılmıştır. Ancak bu destek yete rince Batı’dan Kürt ulusal kurtuluş müca delesine taşınamamıştır. Kürt ulusal hareketi, gerek çıkışsızlık ve gerekse de taşıdığı zaaflar nedeniyle giderek daha fazla reformcu bir doğrultuya endekslenmiş bulunuyor. Ancak bunun da sorunu daha da çözümsüzlüğe sürüklediği ni, sür ükl ey ec eğ in i anl am ak ger ek iy or. Şimdi görev Batı’da HADEP başta olmak üzere diğer tüm yurtsever çevrelerle daha sağl am tem ell erd e ort ak har ek et plan ı geliştirebilmeliyiz. Bunun ilk elden yolu, politikalarımızı anlaşılır hale getiren ilişki ve dostluğu geliştirmektir. Zir a Bat ı metr op oll er ind e büy ük bir Kürt nüfusu yoğunluğu vardır. Ve bu nüfus yoksul emekçi bir potansiyeli oluşturmak tadır. Eğer bu nüfus mücadeleye çekilmez se koşullardan dolayı asimilasyona uğraya rak hem Kürt ulusal direnişinden, hem de genel olarak devrimci mücadeleden kopa rak sisteme eklemlenebilir. 5) Türkiye’de 12 milyon işsiz olduğu bil in iy or. Bu işs izl er semt var oşl ar ınd a yaşıyor. Bunlar önemli bir devrimci potan siyeli barındırıyor. Öncelikle işsizlere iliş kin anlaşılır bir politika geliştirilmelidir. İşsizler, işçi gibi, yani bir işyerinde çalışan bir emekçi gibi ele alınarak özgün bir poli tikayı gerektiriyor. İşsizlere dönük yeni bir örgütlenmeye (“İşsizler Sendikası” gibi) gidebilmeliyiz. Ayrıca her sendika ve ben zer örg ütl erd e işs izl er kom it es i kur ar ak yeni açılımlar geliştirmeliyiz. Sözgelimi Birleşik Metal-İş üyesi iken işten atılan bir işçinin sendika üyeliği devam etmeli, bu arkadaş bu sendikanın “İşsizler Komite si”nde faaliyet yürütebilmelidir. O zaman özell eşt irm e son uc und a işt en atıl anl ar, örgütsüz kalmayacakları gibi özelleştirme ye karşı mücadelede daha diri ve savaşkan özellikleri koruyacaklardır. 6) Semtlerin varoşlarında yaşayan farklı mesleksel-dinsel ve ulusal kimliklere rağ men, ortak emekçi-sınıfsal mensubiyet, bu kes iml er in gel ec ekt e dah a da yen i bir mücadele dinamizmini yaratacak gelişme ler e geb e old uğ u gerç eğ in i göst er iy or. 17 1998 Sınıf Hareketinin Yönü Var oşl ar ın hem ant if aş ist müc ad el en in üsleri olarak taşıdığı stratejik önemi, hem de fabrikalara geçişte bir köprü rolünün önemi son derece açıktır. Kon um uzl a sor un u sın ırl ars ak, sın ıf çal ışm as ınd a semtl er in rol ü en parl ak şekilde marksist leninist komünistlerin II. Kongre Belgeleri’nde gösterilmiştir. Şimdi görev, bu öngörüler doğrultusun da ‘98’de yeni bir hareket planını oluştur mak olmalıdır. 7) Hareket planı içinde vazgeçilmez bir tarzda yeniden vurgulanması gerekenler den birisinin de, mutlak surette sendikal bürokrasiyi geriletecek bir çalışma tarzının gel işt ir ilm es id ir. Bun un gen el geç er bir yolu yoktur elbet. Belki de en çok tartıştı ğımız konuların başında gelmektedir. Sen dikalar içindeki faaliyeti “kahrolsun-yaşa sın” tarzından çıkarıp, somut ve kavranabi lir bir tarzda yeni ilişkiler ağıyla ele alma lıyız. Daha da önemlisi sendikalar içindeki çalışmanın bugünden yarına sonuç alıcı bir çalışma olmadığı bilinciyle hareket ederek, yeni bir tarz ı gelişt irebilirs ek, sorunun çözülememesi gibi yeni bir umutsuz kadro biçimlenmesini aşar ve bu uğurdaki kav gamızın meyvelerini toparlayabiliriz. O nedenl e ‘98’de bu aland aki çalış malarımız bütün alanl ard a old uğu gibi yeniden kendini üretmesini bilecektir. önümüzdeki temel handikapın sınıfın farklı mecralardan akarak gelen eylemlerini nasıl tek veya birkaç kanalda birleştirebileceği sorunudur. Dikk atl er buraya odakl an malıdır. Eğer bu başarılır ve bu uğurda ileri bir adım atılabilirse sömürgeci faşizmin halklarımız üzerindeki terörünün bir kader olmadığı görülecektir. Elbette bunu başarmanın yolları vardır. Kimse böyle bir ağır görevin altında umut suzluk yaymamalıdır. Eğer sorun yeterince kavranır, hareket planımıza uygun bir poli tik girişkenlik başarılırsa, bu görevin altın dan da kalkabiliriz. Oldukça yoğunlaşmış deneylerin varlığı çalışmalarımızda bir esin kaynağı olacaktır. 6-Sonuç 1998’de sınıf ve emekç i hareketind e yeni yüks eliş belirt ileri ‘97’de emekç i memurların genel greviyl e müjd elend i. ‘98, yeni mücadelelere gebedir. Anc ak 18 Bir Komünist Enternasyonale Doğru Bir Komünist Enternasyonale Doğru Marksist Leninist Komünist Parti’nin (MLKP-Türkiye) Uluslararası Savaşım (Marksist-Leninist)’in İkinci Konferansı’na Sunduğu Metin Londra, 8-10 Aralık 1997 1) Hal ih az ırd a, işç i har ek et in in ve komünist hareketin uluslararası birliği her zamanki kadar gereklidir. Bu gereklilik, devr im dalg as ın ın yüks elm ekt e old uğ u 1960’larda ve 1970’lerde de duyumsan makt ayd ı. 1989-’90 olayl ar ınd an sonr a kapitalizmin ve emperyalizmin ideolojik, siy as al ve ekon om ik düz eyd e başl att ığ ı topyekün saldırı bu gereksinimi daha da artırm ışt ır. Bu sald ır ıy a karş ı dir en iş in çıkarları, her şeyden önce dünya işçi sınıfı nın ve önc ül er in in, yan i büt ün gerç ek komünist güçlerin olanaklı olan en güçlü birliğini gerektirmektedir. Kapitalizme ve emp ery al izm e, anc ak işç i sın ıf ın ın ve komünist güçlerin uluslararası birliği saye sinde ağır darbeler indirmeye başlayabilir ve anc ak işç i sın ıfı nın ve büt ün gerç ek komünist güçlerin uluslararası birliği saye 19 sinde bütün devrimci, ilerici ve antifaşist güçlerin dünya ölçeğindeki birleşik cephe sini inşa etmeye başlayabiliriz. Bu neden ledir ki partimiz, Eylül 1994’de toplanan Birlik Kongresi’nde şöyle diyordu: “MLKP-K, bugün dünya burjuvazisinin karşısına komünist proletaryanın örgütlü gücüyle, Komünist Enternasyonal’le çıkıl mas ın ın başt a gel en ve ert el enm ez bir görev olduğuna inanmaktadır.” 2) Bununla birlikte, birbiriyle ilişkili -çoğu olumsuz- bir dizi faktör bu yakıcı görevin hızlı bir biçimde yerine getirilme sini engellemekte ya da yavaşlatmaktadır. Bunlar şöyle özetlenebilir: a: Halihazırda gerçek bir sosyalist ülke yokt ur. Otorit e sah ib i ve den ey iml i bir komünist partinin yönettiği ve uluslararası kom ün ist har ek et e dest ek sun an, onun Bir Komünist Enternasyonale Doğru dayanabileceği ve ona ideolojik yol göste ric il ik yap an gerç ek bir sosy al ist ülk e olm uş ols ayd ı, gen el dur um çok dah a olumlu olurdu. Dahası, var olan komünist partiler ve gruplar genel olarak ideolojik, siyasal ve/ya da örg üts el bak ımdan çok zayıftırlar ve bizzat kendileri, emperyalist burj uv az in in; sosy al-dem okr as i, küç ükburjuva reformizmi, troçkizm ve marksizm dön ekl er in in yard ım ıyl a zinc irl er ind en boşandırdığı tasfiyeci dalgayla başa çık mak zorundadırlar. b: Stalin’in ölümünden sonra SBKP’nin yozlaşması ve buna bağlı olarak uluslarara sı komünist hareketin yozlaşması kaçınıl maz olarak, orta ve uzun erimde olumsuz etkilere yol açmıştır. Güçlü bir komünist karş ı-sald ır ın ın olm ad ığ ı koş ull ard a, 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarında revizyonizmin dünya ölçeğinde üstünlüğü ele geç irm es in e karş ı devr imc i dir en iş, 1960’larda ve 1970’lerde maoizm, geva rizm vb. gibi komünist olmayan devrimci eğilimlerin güçlenmesine yol açtı. Ve bu, sınıf-bilinçli işçiler ve içtenlikli devrimci ler aras ınd a ideo loj ik kaf a kar ış ıkl ığ ın ı daha da yeğinleştirdi. Son olarak, bu iki on yıl içinde dünya devrimci hareketinin yapı ve bil eş im in in neg at if etk is in in bund a önemli bir rol oynadığını belirtelim. Zayıf uluslararası işçi sınıfı hareketine karşılık köylü temelli “üçüncü dünya” ulusal kurtu luş hareketlerinin görece ağır basan üstün lüğü, küçük-burjuva devrimci eğilimlerin obj ekt if ve madd i tem el in i sağl am ış ve onl ar ın yayg ınl aşm as ın a katk ıd a bul un muştur. c: Başında Enver Hoca’nın bulunduğu Arnavutluk Emek Partisi, Sovyet modern revizyonizmi başta gelmek üzere revizyo nizmin bütün varyantlarına ve 1977’den sonr a da Çin rev izy on istl er i tar af ınd an savunulan “üç dünya” teorisine ve revizyo nist “Mao Zedung Düşüncesi”ne karşı kah ramanca ve ilkeli bir ideolojik savaşım ver di. Büt ün bu sav aş ıml ar, düny an ın her yanındaki geleceğin komünist grup ve kişi lerine büyük bir destek sundu ve onların revizyonizmden ve özellikle maoizm ve gevarizm biçimini alan “sol” revizyonizm den kurtulmalarına yardımcı oldu. Bununla birl ikt e, esas olar ak yuk arı da değ inm iş olduğumuz objektif nedenlere bağlı olarak, AEP’in ve diğer marksist-leninist partilerin modern revizyonizme ve onun varyantları na karşı ilkeli ideolojik savaşımı, genel devrimci ortama revizyonizmin ve küçükburj uv a devr imc il iğ in egem en olm as ın ı engellemede ve bu durumu tersine çevir mede yeterli olmadı. d: 1980’lerin sonlarına doğru revizyo nist/sosy al-emp ery al ist blok un çök üş ü, 1991’de revizyonist SBKP’nin ve sosyalemperyalist Sovyetler Birliği’nin dağılması ve AEP’in ve Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin beyaz bayrak çekmesi, 1980’lerde ve 1990’ların ilk yarısında dev rim dalgasının alçalması ve Küba, Demok ratik Kore, Çin Halk Cumhuriyeti gibi söz de sosyalist ülkelerin ekonomik sıkıntıları ve /ya da burjuva siyasal çizgileri vb. hep, uluslararası komünist ve devrimci hareketi daha da fazla yıpratan ve birçok parti ve örgüt üzerinde yıkıcı bir etki yapan bir tas fiyecilik dalgasının büyümesine katkıda 20 Bir Komünist Enternasyonale Doğru bulunmuştur ve katkıda bulunmaya devam etmektedir. e: Eski Sovyetler Birliği ve eski Doğu bloku ülkeleri halklarının 1990’ların başla rınd a emp ery al izm tar af ın d an besl en en abartılı beklentilerinin boşa çıkması, IMF esinli ekonomik politikaların neden olduğu son derece ağır sarsıntılar ve buna bağlı olarak kitlelerin emperyalist devletler ve kurumlar tarafından yoksullaştırılması ve bu halkların ve ülkelerin ulusal aşağılan ması, halkın kapitalizme ve emperyalizme karşı devrimci direnişinin büyümesine yar dımcı olmuştur. Fakat olayların bu yönde gel iş im i, sol-ulus alc ı ve sol-rev izy on ist partilerin oluşumu için de uygun bir zemin yaratmıştır. Bu partiler, hem eski yönetici revizyonist partilerin ve nomenclaturenin (toplumbilim) yık ınt ıl ar ın ın ögel er i ve kesimlerinden ve hem de emekçi yığınların mil it an kes iml er ind en oluşm akt ad ırl ar. Komünist, ulusalcı, Pan-Slavist ve Batıkarşıtı eğilimlerin, duyguların ve tutumla rın bir alaşımı olan ve kendilerini komü nizm örtüsü altında gizleyen bu partilerin büyük çoğunluğu bir ideolojik kafa karı şıklığı ortamı yaratmaktadırlar. Sömürülen ve ezilen yığınların tümden meşru sınıf öfkesi, toplumsal kırgınlığı ve ulusal aşağı lanma duygularından beslenen böylesi par ti ve grupların doğurduğu yanılsama, bu ülkelerde işçi sınıflarının gerçek komünist partilerinin oluşturulmasının önünde özel bazı güçlükler çıkarmaktadır. 3) Öte yandan, bir bütün olarak ulusla rar as ı kom ün ist ve devr imc i har ek et in zayıf, karışık ve bölünmüş durumunun, son birkaç yıllık süre içinde kapitalist-emper yalist sistemin çelişmelerinin ve özellikle yarı-sömürge ülkelerin emekçi yığınlarıyla emperyalizm ve tekelci sermaye arasındaki çelişmenin ve dünyanın her yerinde prole tarya ile burjuvazi arasındaki çelişmenin sürm es in e, hatt a kesk inl eşm es in e eng el olmadığının altı çizilmelidir. Revizyonist/ sosy al-emp ery al ist blok un ve sosy al ist Arnavutluk’un çöküşünden ötürü yürekle nen ve kom ün ist ve devr imc i güçl er in, olayl ar ın bu gel iş im in in yeğ inl eşt ird iğ i kafa karışıklığı, bölünme ve güçsüzlüğün den cesaret alan burjuvazi ve emperyalizm, saldırganlıklarının düzeyini yükseltmişler dir. Somali, Haiti, eski Yugoslavya ve Bal kanlar, Irak ve Ortadoğu’ya yönelik ABD saldırı ve müdahaleleri, NATO’nun Doğu ’ya doğru büyümesi, metropol ülkelerde faşist, ırkçı ve ulusalcı hareketlerin güçlen mesi, işçilerin onlarca yıllık kazanımlarını gaspetme çabaları vb., bu yeni durumun kar akt er ist ikl er id ir. Bun a karş ıl ık, işç i sın ıfl ar ın ın ve ezil en ulusl ar ın, baş ın ı ABD’nin çektiği sermayenin ve emperya lizmin artan saldırısına karşı savaşımları da büyümüştür ve büyümeye devam edecek tir. Bir milyondan fazla Fransız işçisinin Aralık 1995 genel grevi, Rusya, Ukrayna ve Romanya’da milyonlarca maden işçisi nin Şubat 1996 savaşımları, Belçika’da bir mily on a yak ın işç i ve genc in Ekim 1996’da çocukları kaçıran, onlara tecavüz eden ve onları öldüren çetelere karşı Ekim 1996’da gerçekleştirdiği grev ve gösteriler, bir milyondan fazla Yunan işçisinin Kasım 1996 genel grevi, Ocak 1997’de polisle çatışan yüzbinlerce Güney Kore işçisinin mil it an göst er il er i, Arn av utl uk halk ın ın 21 Bir Komünist Enternasyonale Doğru çürümüş mafya-faşist rejimine karşı ger çekleştirdiği görkemli Mart 1997 ayaklan ması, gene Mart 1997’de Rusya’nın deği şik bölgelerinde 15 milyondan fazla işçi ve emekçinin grev ve gösterileri vb. bunun tanığıdır. 4) İşçi sınıflarının ve ezilen ulusların direniş ve savaşımlarının sürmesi ve daha da büy üm es i; emp ery al ist burj uv az i ve onun suç ortaklarının zincirinden boşandır dığı tasfiyeci dalganın ters etkisini frenle yen faktörlerin en önemlilerinden biri ve büyük olasılıkla en önemli faktör olmuştur. Bu bak ımd an, 1989-’91 olayl ar ın ın ilk şoku atlatıldıktan sonra, uluslararası komü nist ve devrimci hareketin birliğinin sağ lanmasına yönelik yeni çabaların gündeme gelmesi ya da daha önceki benzer çabaların dah a da enerj ik bir biç imd e günd em e sok ulm as ınd a şaş ıl ac ak bir yan yokt ur. Gerçekten de, 1992’den sonra bu hereketi yeniden canlandırmak ve değişik sol güçler arasında uluslararası bağları yeniden kur mak amacıyla, çoğunlukla eşgüdümsüz bir dizi adım atılmıştır ve atılmaktadır. Tam olmayan bilgilerimize göre, troçkistlerin sözümona enternasyonal birkaç örgütü bir yana bırakıldığında, halihazırda bu yönde çaba harcayan şu platformlar bulunmakta dır: a: Esas olarak Latin Amerika’daki sol partileri biraraya getiren Sao Paulo Foru mu. Bu platform, 1990’daki ilk toplantısı nın yapıldığı yerin, yani Brezilya’daki Sao Paulo kentinin adıyla anılmaktadır. Bu par tiler ve gruplar Haziran 1991’de Meksi ka’da, Temm uz 1992’de Nik ar ag ua’nın Man ag ua kent ind e, Temm uz 1993’te Küba’nın Havana kentinde toplanmışlardır. b: Esas olar ak, geçm işt e Arn av utl uk Emek Partisi’nin çizgisini savunmuş olan partileri biraraya getiren Quito Platformu (“Marks ist-Len in ist Part i ve Örg ütl er in Ulusl ar ar as ı Konf er ans ı”). Bu part il er Şubat 1992’de Brezilya Komünist Parti si’nin (PC do Bras il) 8. Kongr es i’nde, Mart 1993’te Dominik Cumhuriyeti’nde, Kasım 1993’te Avrupa’da bir yerde, Tem muz 1994’te Ekvador’un Quito kentinde, Eylül 1995’te Fransa’nın Paris kentinde ve Kasım 1996’da Dominik Cumhuriyeti’nde biraraya gelmişlerdi. Bu platform, “Birlik ve Mücadele” adlı bir dergi yayımlamakta dır. c: Dünyanın her tarafında değişik eği limlere sahip çok sayıda sol parti, grup ve çevreyi biraraya getiren Brüksel Uluslara rası Semineri. Bu seminerler 1992’den bu yana yapılmaktadır. Bu platform ve gruplaşmalardan başka açıkça maoist olan iki uluslararası örgüt bulunuyor. Bunlardan birincisi RIM (Dev rimc i Ent ern asy on al ist Har ek et) olar ak anılmakta ve en önemlisi Reru KP (Aydın lık Yol) olan bir dizi maoist partiyi kapsa maktadır. Bu platform “Kazanılacak Dün ya” adınd a bir derg i yay ıml am akt ad ır. Açıkç a mao ist olan ikinc i ulusl ar ar as ı örgüt, MLPD(Almanya Marksist-Leninist Partisi) ile Filipinler KP çevresinde olanı dır. Bu platform Temmuz 1992’te üçüncü konferansını toplamış, Mayıs 1993’te bir ara konferans düzenlemiş ve 1994’de dör düncü konferansını toplamıştır. 22 Bir Komünist Enternasyonale Doğru Komünist, devrimci ve diğer sol partile rin, kurumsal ve sürekli bir nitelik kazan mamış olan diğer bazı uluslararası konfe ransl ar ı da olm uşt ur. Bunl ar aras ınd a; Nisan 1992’de Kore İşçi Partisi tarafından örgütlenen Pyongyang toplantısı, Haziran 1993’te Hindistan KP(Marksist) tarafından örg ütl en en Kalk üt a topl ant ıs ı, Eyl ül 1994’de Sovyetler Birliği’nin Restorasyo nu Uluslararası Komitesi tarafından Mos kova’da örgütlenen Stalin Semineri, Hazi ran 1995’te Çek Cumhuriyeti’nin Lidice kasabasında bazı Doğu Avrupa ülkelerin den parti ve grupların konferansı, Kasım 1995’te Kalküta’da SUCI (Hindistan Sos yalist Birlik Merkezi) tarafından örgütle nen Antiemperyalist Konvansiyon, Kasım 1995’te Komünist Enternasyonal’i yeniden kurmak için düzenlenen Sofya Konferansı, Aral ık 1995’te İtaly a’da düz enl en en “Engels’in Günümüzde Geçerliliği” konu lu İsch ia Konf er ans ı, Kas ım 1996’da düzenlenen “Çağdaş Komünist Harekette Sınıf Analizi” konulu Moskova Konferansı ve Ekim 1997’de Hind ist an’ın Kalk üt a kentinde SUCI tarafından örgütlenen Ekim Devrimi’nin 80. yıldönümünü kutlama top lantısı sayılabilir. 5) Genel durumu ve uluslararası komü nist ve devrimci hareketin karşı karşıya bulunduğu objektif ve subjektif faktörleri hesaba katan partimiz, bütün marksist-leni nistleri ve içtenlikli devrimcileri hemen ya da yakın bir gelecekte yeni bir Komünist Enternasyonal oluşturma girişimlerine kar şı uyarmak ister. Böylesi prematüre giri şimler, kaçınılmaz bir biçimde daha fazla kafa karışıklığı, hayal kırıklığı ve daha faz la ilk es iz böl ünm ed en başk a bir son uç veremez. Kuşkusuz bu, komünist ve dev rimci partiler ve gruplar arasında değişik türd en ikil i ya da çok yanl ı tem asl ar ın uygunsuz ya da gereksiz olduğu biçiminde anlaşılamaz ve anlaşılmamalıdır. Tersine, biz böyl es i tem asl ar ın örg ütl enm es i ve geliştirilmesinin ve görüş, deneyim, enfor masyon ve eleştiri alışverişini kolaylaştıra cak sekter olmayan platformların sağlan masının gerekliliğine kuvvetle inanıyoruz. Bu platf orm ve tem asl ar ayn ı zam and a revizyonist eğilimlere, görüşlere ve tutum lara karşı -özde ilkeli ve uzlaşmaz biçimde ve üslupta yoldaşça ve yapıcı olması gere ken- ideolojik savaşımın verildiği ortamlar olarak da işlev görmelidir. 6) Uluslararası komünist ve devrimci hareketin yukarıda değinmiş bulunduğu muz durumu nedeniyle, yeni bir Komünist Enternasyonale giden yol uzun ve engebeli bir yol olacak, hem teori, hem de pratik alanda bir dizi kararlı ve karmaşık çarpış maları ve büyük miktarda emeği gerektire cektir. Yani, a: Komünist Enternasyonal ancak ve ancak marksizm-leninizm temeli üzerinde ve uluslararası komünist harekete sızan ve onun saflarında etkisi olan bütün oportü nist ve revizyonist eğilimlere karşı topye kün bir karş ı dur uş içind e kur ul ab il ir. Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş aşama sında Lenin şöyle demişti: “Oportünizme karşı savaşımla sıkı sıkıya bağıntılı değilse, emperyalizme karşı savaşım ya boş bir söz, ya da bir sahtekarlıktır. Zimmerwald ve Kiethal’ın temel bir zaafı -Üçüncü Enter nasyonal’in bu embriyonlarının fiyaskoyla 23 Bir Komünist Enternasyonale Doğru sonuçlanma olasılığının yüksek olmasının nedenlerinden biri- oportünizmle savaşım sorununun, oportünistlerle kesin bir kopuş manın ilan edilmesi anlamında çözülmesi bir yan a, açıkç a dil e bil e get ir ilm em iş olmasıydı.” (The Military Programme of the Prol et ar ia n Rev ol ut io n’, Coll ect ed Works, Cilt 23, s. 83). Tekil komünist par tilerinin ve genel olarak uluslararası komü nist hareketin birliğinin muhafaza edilmesi ve yükseltilmesi, her zaman oportünizmin ve rev izy on izm in tüm biçiml erine karşı ilkeli ve kararlı savaşım sayesinde olanaklı olm uşt ur. Biz, gün üm üzd e 1960’lar ın, 1970’lerin ve 1980’lerin ideolojik savaşım larının ve onlara bağlı olarak ortaya çıkan bölünmelerin modasının geçtiği ve dolayı sıyla sözümona uluslararası komünist hare ket içind ek i değ iş ik eğil iml er in gör ec e kol ay bir biç imd e birl eşt ir il eb il ec eğ i yolunda düşünceler ileri süren partilerle asla bir görüş birliği içinde değiliz ve ola may ız. 1956’dan bu yan a ulusl ar ar as ı kom ün ist har ek ett e yar at ıl an yık ım a ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan ideolojik kafa karışıklığına bakarak, marksizm-leni nizmle revizyonizmin bütün biçimleri ara sında kesin bir sınır çizgisi çekilmesinin ve tüm bu antimarksist eğilimlerin uluslarara sı komünist hareketin saflarından dışlan mas ın ın, Len in’in dön em ind e old uğ u kadar, hatta daha da gerekli olduğunu söy leyebiliriz. b: Ve yeni bir Komünist Enternasyonal ancak ve ancak tekil ülkelerde işçi sınıf larının öncü birliklerinin burjuvaziye karşı savaşım içinde kurulabilir. Bizler, dünyayı yorumlamakla yetinen düşünürler olmayı amaçl amaz, amaçl ayamayız; bizl er, Marks’ın söyl emiş old uğu gibi düny ayı değiştirmek için dövüşmekle yükümlüyüz. Ve bir Komünist Enternasyonal ancak, ister büyük olsunlar isterse küçük, ideolojik ola rak doğru konumdaki ve dünyayı değiştir me savaşımının içinde gerçekten yer alan ve burjuvaziye karşı işçi sınıfı ile birlikte ve onun başında savaşan marksist-leninist partilerin ve grupların bir birliği olabilir. Öte yandan, yukarıda değindiğimiz ulus lararası örgütlerin ve platformların ve deği şik ülkelerden komünist ve devrimci güçler arasındaki uluslararası işbirliğinin önemi yadsınmaksızın ya da küçümsenmeksizin, komünistlerin tek tek ülkelerde, omuzları üzerinde gerçek bir Komünist Enternas yonal’in eninde sonunda yükseleceği, ger çek komünist part ilerinin oluşt urulm ası için çalışmalarının önceliğinin altını çiz mek istiyoruz. 7) Partimiz, bütün marksist-leninist ve içtenlikli devrimci parti, grup ve kişilerin kollektif olarak ileriye doğru yürümek için kend i görüşl erini dile getirebilecekl eri, farklılıklarını tartışabilecekleri, birbirini eleştirebilecekleri ve deneyim alışverişinde bulunabilecekleri sekter-olmayan bir plat form un, yeni bir Komünist Ent ern as yonal’in oluşturulmasında bir ara aşama olabileceğine inanmaktadır. Uluslararası Savaşım/Marks ist-Leninist’in temelind e yatan mantık bu olmuştur. Bu platform, Quito partilerininki gibi dışlayıcı ve sekter bir kulüp olmamalı ve onu taklit etmeye kalk ışm amalıdır. Ne de o, Brüks el Semineri ya da Sao Paulo Forumu gibi her kesi kucakl ayan ve biçimsiz bir örg üt 24 Bir Komünist Enternasyonale Doğru olmalıdır. Bu ikinciler, her eğilimden çok sayıda sol partiyi, grubu ve çevreyi birara ya getirmek ve onlara tartışma deneyim ve enformasyon alışverişi yapma olanağı sun mak suretiyle olumlu bir rol oynayabilirler ve oyn amakt adırl ar. Onl ar, değişik par tilerin emperyalizme karşı ortak savaşım larını koordine etmeye de hizmet edebilir ler. Bununla birlikte onların işlevi bu sınırı aşamaz. Gereksinim duyulan, değişik komünist ve devrimci parti ve grupların kolektif bil gi, deneyim ve bilgeliklerini biriktirebil melerine, birlikte çalışmalarına ve ileriye doğru birlikte yürümeye çalışmalarına yar dımcı olacak sekter olmayan bir platform dur. Bu platform; reformist, sosyal-demok rat, troçkist ve diğer açık revizyonist parti ve gruplara açık olmamalıdır; o, en azın dan (US/M-L’nin ‘Kurucu Yayım Kurulu İlkeleri’ gibi) bütün katılımcıların üzerinde birleşeceği belli bir temel devrimci ilkeler dizisine uymayanları dışlamalıdır. Bu plat form, ulusl ararası bir yayım kurulunun yönetimi altında bir uluslararası derginin yayımını örgütleyebilir ve ortak ilgi konu su olan sorunlar üzerinde ideolojik savaşı mın geliştirilmesine katkıda bulunabilir, dünyanın değişik yerlerinde sürmekte olan kitl e savaşıml arı ve siyasal gelişm elere ilişkin bilgilerin yaygınlaştırılmasına hiz met eden bir forum işl evi görebilir ve örgütsel ve pratiksel deneyim değişimine yardım edebilir.n 25 Devrimci Çalışmanın Güvenliği Devrimci Çalışmanın Güvenliği Dikkat merkezimizde tutmamız gere ken “devrimci çalışmanın güvenliği” soru nu yen i söm ürg el erd en başl ay arak, tüm burjuva devletlerde, devrimci bir iç savaşı ve ayaklanmayı bastırmak üzere özel tarz da yapılandırıldığı “günümüzde” hayati bir önem taşımaktadır. Başta ABD olmak üzere, emperyalist devletler, toplumsal ve ulusal kurtuluşçu devrimlerle mücadelede biriktirilmiş karşı devrimci dersleri merkezileştirip, tüm yer kür ed e serm ay e ve faş izm in hizm et in e sunuyorlar. Kadro eğitimi, teknoloji aktarı mı, ist ihb ar at yard ım ı, işk enc e aletl er i tem in i ve ort ak imh a sald ır ıl ar ı, bun un tam aml ay ıc ı uns url ar ı olar ak sür ekl il ik taşıyor. Proletaryanın ve ezilen halkların düş manlarının bu alandaki uluslararası daya nışması da, yazık ki komünist ve devrimci hareketten, kıyaslanamayacak denli siste matik ve güçlüdür. Devrimci çalışmanın güvenliği konu sund a, ulusl ar ar as ı devr imc i har ek et in deneylerinin ciddi bir incelemesi ve bilgi sine sahip olmama nedeniyle, kaçınabile ceği hatalara, zaaflara ve tuzaklara sürük lenen; ve yine, aynı devlet sınırları içinde faaliyet yürüten diğer devrimci örgütlerin ders ve deneyimlerinden mahrum kalmak ned en iyl e, onl ar ın yaş ad ıkl ar ı sür eçl er i kendi özgünlükleriyle yaşayan devrimci örgütler, bununla sınırlı kalmıyor, sözko nusu cendereden çıkmayı sağlayacak iradi adımları atmamakta da inat ediyorlar! Bu istisna tanımaz bir durum ve kronik bir hastalıktır. Marksist leninist komünistler bu çemberin dışına çıkabilmek için gerekli 26 Devrimci Çalışmanın Güvenliği örgütlenmeleri varetmeyi daha fazla ertele yemezler. Soruna girişte iki temel gerçeği hareket noktası kabul ediyoruz. Bir inc is i, emp ery al izm e ve işb irl ikç i kapitalist düzene karşı mücadeleyi faşist bir rejim altında yürütmekte olanlar için, devr imc i çal ışm an ın güv enl iğ i sor un u, diğer burjuva devlet biçimlerinin egemen olduğu ülkelere göre kıyaslanmaz derecede önemlidir. İkincisi, faaliyette yasal ve yasadışılık, önc ü örg ütl enm ed e ise en sık ı gizl il ik zem in ind e yüks elm ey en bir har ek et in, özgürlük ve sosyalizm iddiası boş bir söz olarak kalmaya yazgılıdır. lık ve yapıcılık göreviyle yüz yüzeyiz. Par ti, tüm varlığıyla bunun bir aracı olarak yükselmelidir. Böyle bir partinin, faşizmin yoketme terörüyle yüzyüze kalacağı kimse için bir sır değildir. Bu partinin örgütsel yapısının yas adış ı olmas ının ötes inde gizli olmak zorunda olduğu da kendiliğinden anlaşılır dır. Hangi gerekçeyle olursa olsun, öncü partinin gizliliğini azıcık da olsa zayıflatan ve onun yapısını şu veya bu yolla zaafa uğratanların, burjuva egemenliğinin dolaylı yedekleri haline gelecekleri ve geldikleri açık bir kesinliktir. Bu gerçeklik, hem dev rimci iddiası bulunan ayrı ayrı örgütlerpartiler, hem de tek tek kadrolar açısından böyledir. Güvenlik sorunu veya aynı anlama gel mek üzere, yıkıcılık ve yapıcılık misyonu taşıyan partinin, burjuva düzen ve özel ola rak da faşizm koşullarında korunması soru nu, onun iktidarı kazanma mücadelesinin korunmasından başka bir anlam taşımaz. En dar anlamda bir partinin varlığını sür dürm es i sor un uyl a kıy asl anm ay ac ak bir amaçtır bu. O halde, meselenin, eylemsizli ği, stat ük oc ul uğ u teo riz e eden, sav aş ı büyütmekten kaçınan, kendini yaşatmakla özd eşl eş en vey a işl evl er i en alt düz ey e çekilmiş kadroların korunmasına indirge yen anlayışlarla herhangi bir özdeşliği söz konusu değildir. İktidar hedefine kilitli partinin devrimci çalışmasının korunması ya da güvenliği: sorunu bundan ibarettir. Bu nedenledir ki, bireysel ve kurumsal zaaflar yoluyla devrimci çalışmanın güven liğine vurulan bütün darbeler; bu konudaki Neden Devrimci Çalışmanın Güvenliği? Birl ik devr im in in part is i “irad e” ve “ikt id ar persp ekt if i” kavr aml ar ın a dön e döne vurgu yapıyor. Kendi tarihimizi dev rimci tarzda yapmak ve politik özgürlüğü kazanıp, sınıfsız toplum yolunda ilk adımın zaferiyle yola koyulmak amaçlarını tüm faaliyetlerinin odağı haline getirmeye çalı şıyor. Politik çalışmanın kendi başına ya da kendi kendine yeter bir amaç haline getiri lerek rayından çıkarılması, böylece pratikte devrim ufkunun yitirilmesi tarzının tüm gör ün üml er iyl e hes apl aşm ay a özel bir önem veriyor. Amaç devrim. Tüm çalışmalar bu odak ta merkezileşmeli. Mevcut sömürü düzeni ni ve faşist rejimi yıkıp sosyalizmin yolunu açacak bir işçi-emekçi sovyet cumhuriyet leri birliği kurmakta somutlaşan bir yıkıcı 27 Devrimci Çalışmanın Güvenliği günlük yaşam tarzı geliştirilemezse, öyle genel geçer anlamda değil, çok somut, yir mid ört saa tim izd e anl am kaz an an bir düz end en kop uş prat iğ i var ed il em ezs e, ayr ı ayr ı önl eml er bir er tekn ik tedb ir e dönüşür, ruhsuzlaşır ve gevşemelere, gide rek de kol ay yen ilg il er e mahk um hal e gelir. Bu sorunda da eski tarz bütünüyle aşılmak zorundadır. Nedir eski tarzın bah sedilen meseledeki görünümleri? Konum lanm ad a ve günl ük faa liy ett e, part iy i, yürüttüğü mücadeleyi ve kendini yeterince önems em ey en, idar e-i masl ah atç ıl ıkt an kurtulamamış, bir kır gerillası gibi yaşa mayı fazlasıyla ütopik ve zorlama bulan, düşmanını küçümsemediğini iddia ettikten sonra, adam sendecilikten de geri durma yan, “bir şey olmaz”cılıklarını sürdüren, gerekli tedbirleri el yordamıyla alan, kısa görüşlülüğe, anı ve günü kurtarmaya daya lı bir zihniyet ve davranışlar bütünü; yön temd e, tarzd a ve tekn ikt e amat örl ük… Oysa açıktır ki, varlığını ve eylemini böyle bir zemine dayandıran bir devrimci hare ketin, iktidar bilinci ve hedefi üzerine ede ceği sözler devrimci lafazanlığa dönüşme ye mahkumdur. Burad a dikk at çek ilm es i gereken bir diğer olgu da yenik beyinlerin ve yenik ruhların pozisyonudur. Faş ist ter ör ün düz ey ind en kork uy a kapılanlar, küçük burjuva reformizminin barışçıl gelişme stratejisine kurtarıcı gibi sarılanlar ve ıslah olmuş solcu aydınların bilc üml es i, kom ün ist ve devr imc il er e, ajanlardan ve katliamlardan korunmak için gizl i örg ütt en, yas ad ış ı faa liy ett en ve mücadelenin askeri biçimlerinden vazgeç meyi istemeye devam ediyorlar. Bu istem, ideolojik cephedeki genel saldırıların öte sind e, düşm an ın ajan faa liy et in in açığ a çıkarıldığı her durumda, katliamlarla yüz yüz e gel ind iğ ind e vey a amat örl üğ ün, kuralsızlığın sonucu ağır polis darbelerine maruz kalındığında tekrar tekrar ısıtılıp piyasaya sürülüyor. Ajanlardan, ajanlaştırılanlardan, katli amlardan, vahşi işkencelerden kurtulmak için gizli örgütü ve yasadışı çalışmayı tas fiye etmemizi isteyen bu pek akıllı baylara sormak gerekiyor; bu isteklerinizle düze nin efendilerinin ve onların işkencecileri nin istekleri arasında herhangi bir fark var mı? Ve gizli örgütte ajan riski vardır diyen siz yasalcılar, tüm faaliyet ve örgütlenme niz zaten devletin resmi ajanlarının deneti minde değil mi? Üstelik, istediğiniz şey, devrimden vazgeçmekten başka nedir ki? Kuşkusuz komünistler ve devrimciler yoll ar ın a kar arl ıl ıkl a dev am edec ek ve devrim yangının büyütülmesi, onbinlerin, yüzbinlerin mücadele sahnesine çekilmesi yolundan faşist takip, sızma, ajanlaştırma tuzaklarını en zararsız duruma getirmeyi ve işlevsizleştirmeyi başaracaklardır. Takip Faşist rejimin son yedi yıldır devrimci parti ve örgütlere vurduğu en büyük darbe lerin merkezinde takip durmaktadır. İşken ceyle elde edemeğini bu yolla elde eden polisin, İstanbul’dan başlayarak istihbarat şubesini yeni baştan düzenlediği ve etkin leştirdiği, çeşitli kanallarla sağladığı ve biriktirdiği değişik bilgilerden (işkence, 28 Devrimci Çalışmanın Güvenliği denetimsizlikler, ihmalkarlıklar, adamsen dec il ikl er, uzl aşm al ar, düşm an ın işin i kolaylaştırmalar, kısacası her türlü ilkesiz ve başıbozuk tutum, en başta devrim için toprağa düşmüş şehitlere karşı bir suçtur. İkincisi kurtuluşları uğruna öncü ve önder mevzilerde savaştığımız sömürü ve faşist zulmün pençesindeki proletaryaya ve halk larımıza karşı bir suçtur. Ve elbetteki en büyük, en güçlü silaha, proletaryanın genel kurmayına, partiye karşı bir suçtur. siy as i pol is e karş ı müc ad el en in, baz en sınıf mücadelesinin en yalın halini aldığı gerçeği iyi kavranmalıdır. Apaçık görülme lidir ki, bugün siyasi polis, faşist sermaye devletinin, devrim iddiasındaki komünist ve devrimci öncülere karşı özel savaş aygı tıdır. Onun başlıca işi ve uzmanlığı budur. Bu faşist iradeyi yenmek için, öncünün yapısını ve ilişki tarzını savaşın gerekleri ne uygun hale getirmek, kadrolarının ide olojik sağlamlılığını, yıkmaya soyunduğu düzenle her düzeyde kopuşmasını sağla mak, mücadelenin büyümesine, sertleşme sine bağlı olarak bedeli ağırlaşacak kural sızlıklara karşı uzlaşmaz olmak, teknoloji nin kullanımında düşmanın avantajlarını mutlaka hesaba katmak ve genel olarak gizlilik sanatında ustalaşmak dışında bir yol yoktur. Vurg ul an anl arl a birl ikt e, düşm an ın bütün yöntem, araç, bilgi ve deneylerini takip etmek ve incelemek ihmal edilemez bir görevdir. Bu konuda başarı kazanmanın yolu ise özel bir kurumlaşma ve örgütlen meden geçiyor. Soruna bu ciddiyetle yak laşılmadığı sürece, siyasi polis bir adım önde olma avantajını sürdürecektir. Oysa bu, devrimci hareketin kabul ede meyeceği bir durumdur. Siyasi polisin bir adım önde olması, politik grupların kendi ni yaşatma cenderesine hapsolmalarının önemli nedenlerinden biridir. “Devrimci çalışmanın güvenliği” esas alınd ığ ınd a, bun un ikt id ar persp ekt ifl i mücadeledeki ciddiyet ve yetkinlik ölçü sünde başarı kazanacağı vurgulanmalıdır. Ölümüne bir sınıf savaşı yürütüldüğü ger çeği temelinde bir konumlanma, ilişki ve Düz en in Faş ist Bekç il er in in Devrimci Kolektiflerle Savaş Yöntemleri Faşist rejim, devrimci parti ve örgütler le mücadelede her zaman kendi yasalarını çiğnemiştir ve çiğneyecektir. İşkence ve katl ia m onun başt a gel en sil ahl ar ıd ır. Asl ınd a bu, serm ay e düz en in e ait tüm rejimlerin gerçeğidir. İşkence ve katliamla rın düzeyi ve çapı sınıf mücadelesiyle bağ lıdır. Peru’da, Japon Büyükelçiliği’ni işgal eden MRTA ger ill al ar ın a karş ı gir iş il en saldırı ve katliam, emperyalist ve işbirlikçi konsensusun bir örneği olarak belleklerde ki tazeliğini korumaktadır. Devrimci örgütlere karşı savaşta, faşist rejim, takip, ajan sızdırma, ajanlaştırma, işkenc ed e bilg i alm a, çeş itl i biç imlerde istihbarat sağlama ve tüm bunların sonuç ları olarak gelişen katliamlar ve tutuklama larla sonuca ulaşmaya çalışıyor. Dahası, o bütün biçimleriyle, kent gerilla yöntemleri ni, kontrgerillanın kirli amaçlarına uydur muş bul un uy or. Büt ün bu tabl o içind e, 29 Devrimci Çalışmanın Güvenliği yerleri hakkında bilgimiz artıyordu. Mese la artık bir komünistin her sabah dışarı çıkacağı zaman, hangi yoldan gideceğini; en çok buluştuğu yerleri ve oralarda ne kadar kaldığını aşağı yukarı biliyorduk. Taktiğimizi değiştirdik. Komünist faali yetin en çok olduğu yerler de bölge mer kezleri kurarak buralara yeteri kadar gözcü koyduk. Bu bölgelerdeki caddeler boyunca bir kısım adamlar yerleştirdik. Bu plana göre her adam bir caddeyi kesen iki sokak arasında çalışacak, sokağa gelince takip ettiği kimseyi komşusuna devrederek eski yer in e dön ec ekt ir. (Gizl i Müc ad el e, s. 77-78) Takip sorunu ‘60’lı, ‘70’li yıllarda daha büyük bir önem kazanmış, “hedef”in duru muna göre özel örgütlenmeler dahi gelişti rilmiştir. Peru KP önderi Guzman’ın esir edilmesinde böylesi bir yol izlendiği görü lüyor. Sorunun, özel hedefe yoğunlaşma ve özel yöntemler biçiminde ki bu yönünü, parti önderliklerinin doğru konumlandırıl ması ve düşman için kolay bir av haline gelmelerine izin verilmemesi çerçevesinde ayr ıc a tart ışm ak ger eğ in i hat ırl at ar ak, konumuz için öğretici bir örneği sunalım Bu, Arjantin ordusunun; kısa adı PRT olan, Devrimci İşçiler Partisi’ne karşı mücadele, partinin lideri Mario Roberto Santucho’yu yakalayabilmek için izlediği ve sonuç aldı ğı bir yöntemdir. PRT politbüro üyeleri arasında ‘80’li yıllarda yaşayan tek kişi olduğu belirtilen L. Maltini durumu şöyle anlatıyor: Santucho’yu yakalayabilmek için ordu yıllar önce gizli servis üyeleri arasından ne faşist ne de demokrat olan, sadece meslek ten bir askeri, mükemmel bir subayı seçip görevlendirmiştir. Tek görevi küçük bir birlik ile Santucho’yu ele geçirmektir. Bu iş için ihtiyaçları olan tüm techizatla dona tılmışlardı. Yoldaşlarımızı kaçırıyor, işken ce edip bilgi alıyor ve ondan sonra serbest bırakıyorlardı. 19 Temmuz 1976’da Juan Carl os Leo nett i adın ı taş ıy an bu sub ay Santucho’nun bulunduğu eve girdi. Aslın da Santucho aynı gün ülkeyi terkedecekti, gündeme gelen silahlı çarpışma sonucu sonuçta öldürüyorlar ama Benito Viteaga, Domingo Mera ve Leoretti de operasyon sırasında ölüyorlar. Santucho’nun ölümü nün bizim için tayin edici bir önemi vardı. Elb ett e Türk burj uv a devl et i tüm bu gelişmelerin dışında değildir. İstihbaratın güc ü yer yer öyl es i nokt al ar a var dı ki Hiram Abas (ve Mehmet Eymür) yöneti mindeki 30 MİT’çi, 1972’de dönemin MİT müst eş ar ı olan gen er al e verd ikl er i “yazı”da, diğer şeylerin yanısıra şunu iste yebiliyorlardı: Servisimizin Türkiye iç ve dış politika sında rol oynamasını ve bunun hükümet ve bak anl ıkl arc a norm al karş ıl anm as ın ı gerekli görmekteyiz. Son sol hareketlerde, serv is in geçm iş yıll ard a ne kad ar hakl ı olduğu anlaşıldı. (M. Eymür, Analiz, s. 93) Servis, politika dışında fakat Türkiye politikasını etkileyen ve hatta politikaya yön veren müessese haline gelmelidir. (s. 94) Devletin gizli istihbarat örgütünü (gide rek örg ütl er in i) güçl end irm e pol it ik as ı kesintiye uğramadan süregitmiştir. Öyle ki gelinen aşamada bunlar birbirinin “rakibi” olacak denli geliştiler. Kuşku yok ki büyü 30 Devrimci Çalışmanın Güvenliği telefon dinleme, ajanlar vb.) yola çıkarak başlattığı takiplerle önemli sonuçlar elde ettiği biliniyor. Tak ip kon us und a düşm an ın kend in i yeniden örgütlediği ve alabildiğine profes yonelleştiği koşullarda, devrimci kadrolar eski dönemin alışkanlıklarıyla kopuşama yınca, örgütsel yaşam ve kurumlaşmada yeni duruma uygun adımlar geliştireme yince, ortaya devrimci örgütler bakımın dan çok ağır, hatta bazı örneklerde vahim sonuçlar çıktı. Bu sonuncu tipten örnekleri bir yenilgi saymamak için hiçbir inandırıcı neden bulunamaz. Gerçek bir karargah düzeniyle çalışan, ağırlığı 19-25 yaş grubundan kişiler olmak üzere, her yaştan kadın ve erkekten geniş bir kadro oluşturan, teknolojinin sağladığı avantajl arı iyi kull an an, itirafçı denilen posalardan yararlanan ve elde ettiği bilgi leri, ister derhal isterse sürece yayarak ama mutlaka kullanan polis isrihbarat dairesi, kazandığı başarılar sayesinde polis örgüt lenmesi içinde özel bir önem kazanıverdi. Asl ınd a böyl es i son uçl ar başk a ülk e deneylerinde de mevcut. Örneğin Arjan tin’de bir dönem “gerillaya karşı mücade lede gizli servis şefi en önemli adam haline geldi, hatta operasyon şefinden de önem li.” Takip, düşmanın belirli hedeflere, parti nin merkezi ve yerel beyinlerine (komite lerine) ulaşmak, öncüye felç edici veya “öldürücü” darbeler vurmak amaçlarıyla bağlıdır. Diğer herşey bu temel amaca tabi dir. Takibe karşı dikkat sorunu, hatta takip getirmenin suç olduğu yolunda vurgular devrimci basında varolagelmiştir. Ancak, düşmanın bu konuda attığı adımlar yeterin ce izlenemediğinden, çeşitli grupların bu temelde uğradığı değişik çaptaki saldırılar ilgili örgütün sırrı gibi tutulup, genel ola rak devrimci öncü ve militanların eğitim aracı olarak sunulup genelleştirilmediğin den, faşist rejimin birimleri başarılarına yenilerini katma olananağı bulmuşlardır. Ve esasen Victor Serge’nin öğütlerini biraz ayrıntılandırmaktan ibaret, “takip kontrol leri” ufku aşılamamıştır. Bu nedenledir ki “inanılmaz” takiplerle yüzyüze gelenlerin anl att ıkl ar ın a, “acab a ne kad ar gerç ek” düşüncesi ve ruh haliyle yaklaşılabilmiştir. Oysa yüzyılın başındaki ilkel yöntem lerle bugünkü takip imkan ve düzeyi ara sında müthiş bir açı meydana gelmiştir. Kaldı ki, henüz yarım asır önce bile, polisin takip tarzı, bir gizli polisin basitçe “hedef”in peşine takılmasından çok daha gelişkindir. Devrim öncesi, Çin Emniyet Müdürlüğü yapan U. T. Hsu’nun yazdıkla rını aktarmak bu açıdan yararlı olacaktır. Şöyle diyor Hsu: Başlangıçta bir kişinin takibi için beş-altı adam birden görevlendi riyorduk. Kalabalık yerlerde birbirlerine yakın olarak hareket eden bu adamlar, ten ha yerlerde aralarındaki mesafeyi açıyor lardı. Birinci adam bir müddet takip ettik ten sonra ortadan kayboluyor; bunun yeri ne takip işini ikincisi alıyor ve böylece dev am ediy or. Tak ip edil en in şüph es in i uyandırmayan bu usul fazla adam kullanıl masını gerektiriyordu. Daha sonra konular çoğalınca adamları mız kafi gelmemeye başladı. Fakat gün geçtikçe komünistlerin seçtikleri faaliyet 31 Devrimci Çalışmanın Güvenliği Burun: Değişik bir çok şekil ve büyük lükt e olab il irl er. Bur unl ar a uzun, ya da normal diye isim verilir. Şekilleri bakımın dan düz, romalı, akolin, yassı, kemerli, gerek, yuvarlak, üst dudakla yaptığı açı. Ağız: Biç im i, gen iş vey a dar oluş u, kenarlarının aşağıya veya yukarıya doğru kıvrılması, bıyık şekli, rengi, gülüş şekli, kayma olup olmadığı, dişlerin muntazam veya gayri muntazam oluşu, büyük, küçük, kirli, çürük ya da takma olup olmadığı. Çene: Çıkık, dört köşe, yuvarlak, sivri, çift çene. Kulak: Büyük, küçük, normal, yukarı da, aşağıda, ortada, memeli, memesiz veya diğer fiziki emareler. Yüz: Rengi, cildin yapısı, mevcut yara veya izler, sakal rengi, sık veya seyrekliği. Boyun: Uzunluğu, gırtlağın durumu ve diğer fiziki yapı şekli. Vücutta görülen özellikler: Çökük veya çıkık göğüslü, göbekli veya göbeksiz, sırt yapısı, kambur olup olmadığı, genellikle uzunluğu ve kısalığı. Eller: Büyük, küçük, tüylü veya tüysüz, yumuşak, uzun ya da kısa parmaklı, uzun ya da kısa tırnaklı, sivri ve küt parmaklar. Ayakl ar: Büy ük ya da küç ük oluş u, yere basış şekli, bacakların uzunluğu veya kısalığı. Dur uş sekl i: Yür üy üş ü, adıml ar ın ın uzun ya da kısalığı, baston kullanıp kullan madığı, yürürken ve dururken aldığı poz lar. Ses tonu: İnce, kalın, kısık veya çatlak olup olmadığı. Gör ül üy or ki düşm an işin i cidd iy e almakta ve günlük yaşamda “bizim” çok da önemsemediğimiz davranış tarzlarını, giyim kuşam özelliklerini dahi “hedef”e ulaşmak ve onu izlemek için değerlendir meyi amaçlamaktadır. Geride kalan 25 yıl içinde faşist rejimin kurum ve kadrolarının bu konuda çokça bilgi ve deneyim biriktir diğini, her ne kadar malumun ilamından öte bir değer taşımayacaksa da hatırlatmak gerekiyor. Çünkü “biz” bu gerçekleri bir türlü içselleştiremiyor veya farkında oldu ğumuzu yaşantımızda gösteremiyoruz. Kon uy a değ iş ik ver i ve örn ekl erl e devam edelim. Faşist rejimin temel istihbarat kurumu MİT’in ve kontgerillanın 30 yıllık yönetici kadr os u Mehm et Eym ür ’ün Mill iy et Yayınları arasından çıkan, “Analiz” adlı anı kit ab ınd a yazd ığ ı gib i, “Türk iy e’de tak ip ünit el er i Amer ik alıl ar tar af ınd an kurulmuştur.” (s. 20), “Takip ünitesinde ve serviste geçen yıllar zarfında takipçilerin imkanları bir hayli arttı, çeşitli marka ara balar, telsizler, görüntü kayıt aletleri, için de teknik çalışmalar yapılan minibüsler bu ünitelerin yaşantılarına girdi. Ünitelerin personel sayısı da eskisine nisbetle çoğal dı” (s.21) diy en Eym ür, ayn ı kit ab ınd a “MİT, Gen elk urm ay (ord u), İçişl er i Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Jandarma, Milli Güvelik Kurulu, Cumhurbaşkanlı ğı”nın “istihbaratla uğraşan birimler” oldu ğunu da belirtiyor. Faşist katil Eymür’ün “Bazen günlerce aynı noktada bekleyerek belli bir adrese gelme ihtimali bulunan bir şahsı on yıl önceki resminden veya tarifinden tespit etmeye çalışırız” (s.17) vurgusu ise, düş 32 Devrimci Çalışmanın Güvenliği med en ve olan ak yığ ın ağ ınd an, tak ip bölümleri de fazlasıyla nasiplenmişlerdir. 1973 yıl ınd a Pol is Eğit im Merk ez i yayınları arasından çıkan “Gerilla” adlı kit apt a, tak ipç il er e “eşg al” kon us und a sunulan bilgiler dikkate almamazlık edile mez. Bugün fotoğraf çekme meselesinde aldıkları mesafeye karşın, bu yine de öne mini korumaktadır. Ayrıca düşmanın işe verdiği ciddiyet açısından da bu bilgileri ders çıkarıcı biçimde incelemekte sayısız yarar var. Konuyla ilgili olarak çeyrek asır önce yazılanlar şunlardır: EŞG AL TAR İF İ ŞU SIR AY I TAK İP EDER: 1. Şahsın adı ve lakabı (varsa takma adı), 2. Cinsiyeti, 3. Irk ve milliyeti, 4. Hakiki veya tahmini yaşı, FİZİK YAPISINA GÖRE: 1. Boyu a. Kısa b. Orta c. Uzun Bununla beraber boyları yazarken veya tarif ederken metre cinsinden söylemek tercih edilen bir husustur. Bunun için de elde bir ölçünün bulunması şarttır. Eğer bir kimsenin boyu hakikate yakın olarak söy lenmek isteniyorsa bu takdirde o şahıs bir kap ıd an geç erk en kap ın ın yüks ekl iğ in e göre kıyas yapılır veya boyu evvelce bili nen bir şahısla kıyaslanır ve yahutta tahmi ni yapan şahıs kendi boyu ile bir kıyaslama yapar. 2. A⁄IRLI⁄INA GÖRE: Ağırlık tahmini yapmak oldukça güç tür, tahminler 5’er kg’lık farkla yapılabilir. 3. BÜNYESİNE GÖRE: a. Sıska b. Zayıf c. Narin d. Orta yapılı e. Tıknaz f. Ağır g. Hantal ÖZEL VASIFLAR: 1. Tavır ve hareketleri, 2. Alışkanlıkları (Örneğin: Konuşurken ellerini ceplerine sokma, muhatabın yüzü ne bakmama, sigarada yaptığı tercih, siga ra içiş şekli, tikleri). 3. Konuşma tarzı, 4. Şivesi, 5. Konuşma esnasında yaptığı hatalar 6. Giyinişinde gösterdiği lakaydı veya titizlik ve giyinişteki özellikler. Eşgal tarifinde vücudun fizik özelliğine nazaran baş kısmının tarifi çok daha önem lidir. Baş, muhtelif kısımlara ayrılarak tarif edilmelidir. Saçl ar: Reng i, biç im i, tar an ış şekl i, bombeli, düz, yuvarlak, oval, çıkıntılı, çiz gili olup olmadığı, darlığı, genişliği, Gözler: Gözler tarif edilirken göz renk leri basit renklerle tarif edilmelidir. Gözle rin göz çukurlarına oturma şekli, büyüklü ğü, küçüklüğü, birbirine yakınlık derecesi, göz etrafındaki halkalar veya şişlikler. Kaşl ar: Şek il itib ar iyl e, kav isl i vey a düz olup olmadığı, yüzün merkezine naza ran bitişik, uzak olup olmadığı, ince, kalın, gür veya seyrekliği. 33 Devrimci Çalışmanın Güvenliği dan her tak ipçi birb irin i geçerek takibe devam eder. Hedefin takibi sezmesi halinde “tuzak” kuracağına dikkat çekilip, takipten kurtul ma yolunun çeşitli biçimleri için şunlar belirtiliyor. “Hedef takibi sezerse takipçi bunu kısa sürede anlar. Hedef normal yürürken ani den durur, döner ve arkasına bakar. ‘U’ dönüşü yapar. İkinci defa ‘U’ dönüşünde takipçiyi arkasında görürse tanır. Ayrıca vitrine bakar, ayakkabısını bağlar, takipten emin olduğunda atlatmaya çalışır. Hedef ‘U’ dönüşlerinde ‘hedefi’ takip edebilmek tir. Hedefin köşe dönüşlerinde ve duruşla rınd a çok dikk at edilm es i ger ek ir.” Bu özellikle vurgulanıyor. Takipten sıyrılma nın diğer biçimleri için de şunlar söyleni yor: “Hedef duraktaki son taksiye biner. Otobüs kalkacağı sırada atlar, sinemaya, asansörlü büyük binalara girer. Kalabalık yerlere dalar. Amaç takipçiyi kısa sürede atlatmaktır. Bu durumda hedefin başarısı tak ipç in in inis iy at if in e bağl ı olac akt ır. Hedef lokantaya girdi ve yemeden çıktıy sa, bu durumda en iyi yöntem: Üçlü takip tir. A hedefle birlikte lokantaya girer, B kap ıy a bak ar, C uzakt a bekl er. Hed ef yemek yemeden çıkarsa, dışarıdaki takibe devam eder, A lokantada kalır. (Hedef kon tak) hedef başka biriyle buluşma yaparsa, kontak takip yapılır: Tekli takip bile böyle yapılmalıdır. Çünkü sabit takip tasarruftur. Arabalı takiplerde de aynı kaideler uygula nır. İkili üçlü takipler yapılır. Otolar birbir leriyle haberleşir, plan değiştirilir. Tuzak, hedefin takipten kurtulmak için başvurduğu davranıştır. Hedefin takipçiyi yormak ve atlatmak için kendi programı dışında yaptığı çeşitli hareketlerdir.” Bunlar bir polisin tutuğu notlara yansı yan kim i belg el erd ir. San ıy or uz ki, her devrimci aktivist bahsedilen yöntemleri iyice kavramak, günlük çalışmasında dik kate almak ve düşmanın bunlara ilave ede bileceği yeni yöntemler üzerine kafa yor makta devrimci ciddiyet ve sorumlulukla hareket edecektir. Görüldüğü gibi takipler esasen tesadüf lere bağlı olarak gelişmiyor ve rastgele yapılmıyor. “Hedef” saptanmış takipten ne elde edilmek istendiği (dolayısıyla takibin çapı ve süresi) önceden belirlenmiş ve düş man işe başlamıştır. Bahsedilenlerle ve daha başka yöntem lerle yapılan takiplerin adet yerini bulsun kabilinden, takip kontrol metodlarıyla atla tıl am ay ac ağ ı ort ad ad ır. Zam an zam an arkayı denetlemek, bir araç değiştirmek, gid il ec ek yer e beş-on dak ik a mes af ed e kontrole başlamak gibi önlemlerle, düşma nın saldırılarının boşa çıkarılacağı düşün cesi istihbarat polisinin en büyük yardım cısı olmaya mahkumdur. Dem ek ki tak ip, tan ın an ve kald ığ ı -uğradığı- uğrayabileceği yerler bilinen veya varsayılan birinden başlatılıp genişle til iy or. Bu kiş i işi itib ar iyl e düşm an ın denetimine açık bir yerde çalışıp-oturuyor olabileceği gibi, yeraltında faaliyet yürüten biri de olabilir. Birincilerin durumunu bir yana bırakırsak, illegal konumda bulundu ğu halde, saptanmış ve takip hedefi haline getirilmiş bir kişinin bilinen veya gidebile ceği varsayılan tüm akaraba ve dost evleri nin/ işyerlerinin randevu yerlerinin aylarca 34 Devrimci Çalışmanın Güvenliği manın imkanlardan son kırıntısına değin ve ısrarla yararlanma tutumunu sergiliyor. Takip konusunda diktatörlüğün kazan dığı deney ile ekip ve teknik imkanlarında ki olağanüstü artışı hesaba katan bir pratik geliştirilemediği, önlemler eski tarz kaldığı için siyasi polisin birbirine benzer yakala ma, deşifre etme başarıları sürüp gidiyor. Bu noktada vahim olan şey, faşist rejimin takip eyl em ind e kull and ığ ı yönt emlerin bilinmesi değil, bunun karşısında tam bir iradesizlik sergilenmesidir. Daha ‘90’lı yılların başında, istihbarat alanında görevlendirilecek polislere veri len özel eğit im sır as ınd a diğ er şeyl er in yanısıra şunların öğretildiği biliniyor: Takipten önce bir takip planı yapılır. Bu pland a tak ipt en ne bekl end iğ i sapt an ır. Takibin tip ve derecesi belirlenir. Hedef (takip edilen kişi) hakkında bilgi verilir. Takip yapılacak yer hakkında önceden bil gilenilir. Özellikle umumi yerlerin, pasta nelerin iki kapısı bilinmelidir. Yaya takip ler ind e haz ır oto bul und ur ul ur. Ekib in tanınması ihtimaline karşı da yedek ekip hazır tutulur. Takipçilerin muhit ve semte göre giyinmesi gerekir. Bir bakışta hatırda kalmayacak şekilde giyinilir. Bozuk para bul und ur ul ur. Fazl a sul u şeyl er yem es i gerekir. Hedefin dikkatini çekecek her tür lü davranıştan kaçınılması gerekir. Gece tak ipl er ind e özell ikl e köş el er in gen iş dönülmesi gerekir. Takip biçimleri tip ve dereceleri de şöy le sınıflandırılıyor: ÜÇLÜ TAKİP: Hedefi üç kişinin birlik te takip etmesidir. A, B, C, kişiler diye tanımlanan bu üçlü, hedefin arkasına peş peşe belli aralıklarla diziliyor. Hedef A’yı fark ettiğinde A yoluna devam ediyor. B peşine takılıyor. C ise B’nin peşinden gidi yor ve yen i bir fark ed ilm e dur um und a yed ek olar ak bul un uy or. Ayr ıc a cadd e, sokak ve köye dönüşlerinde C gerektiğinde yanları (yan sokakları vb. ) sağlama alıyor. İKİLİ TAKİP: A ve B hedefi birlikte tak ip ediy orl ar A tak ipç i B ise kont ak takipçi oluyor. B üçlü takibinin ikincisi oluyor. A fark edildiğinde B takibe devam ediyor. HASSAS TAKİP: Hedefin takibi sez memesi için yapılan gerçek takiptir. Yani hedefin takip kabullenmeyeceği davranış larda bulunmamak... Fark ettiğinde kolay ca atl att ığ ın a ikn a etm ek ya da zam an zaman takip etmek SULU TAKİP: Yakından yapılan takip tir. Hedefin suç işlemesine mani olmak için gerektiğinde yanyana olabiliyor. Yani hedefin takibi sezmesi göze alınıyor. TAC İZ TAK İB İ: Yany an a bul un ar ak deşifrasyon göze alınıyor. Amaç hedefin yapacağı işlere mani olmak. MÜT ER AKK İ TAK İP: Çok hass as takiptir. Hedef aynı yeri kullanıyorsa veya bilinen sabit bir yeri varsa (işyeri, ev, peri yodik ilişki vb.) bu takip yapılıyor. Hedef hergün son yöneldiği yerden alınıyor ve gözl e gör ül eb ild iğ i yer e kad ar uzakt an takip ediliyor. Uyandırılmamak için fazla yaklaşılmıyor. BİRDİRBİR USULÜ: Üçlü ya da daha fazla takipçi ile yapılan ve tanınmamak için belli bir mesafeye kadar A, sonra B, A’yı geçer, C ise B’yi geçer aynen birdirbir oyununda olduğu gibi hedef uyandırılma 35 Devrimci Çalışmanın Güvenliği halinde”, “etrafıyla ilgilenmeyen” taşıtlıtaşıtsız gözetleyicilerin yerine getirdiği, araç olarak ise dolmuş tipinde minibüslerin kullanıldığı görülmüştür. Ve yine birden çok örnekte ortaya çıktı ğı gibi, takip edilen kişilerin evlerine giri lip-çık ıld ığ ı vey a göz alt ı sald ır ıs ınd an hemen önce elektrik, su vb. memuru ola rak evl er e gel ind iğ i ya da apatm and ak i kiralık daireyle ilgili bilgilerin illa da takip edilene sorulduğu, hatta “eğer benzerse” dairesine gözatılmak istendiği vb. deneyler içindedir. Takip edilen sabit mekanın karşısında ev, daire, dükkan tutulduğu da kaydedil melidir. Arabalı takipte, ekiplerin yenilenmesi bir yan a, tak ipç il er in arab al ar ın içind e kılık değiştirdiği, arabalı veya yaya takip çilerin telsizlerle haberleştikleri, wolkman dinler gibi kulaklık (genellikle tek) takarak telsizi gözledikleri bilinen yöntemlerden dir. Keza içinde bulunduğunuz ticari veya özel araç takip ediliyorsa, bunun en az iki arab ayl a yap ıld ığ ı, bunl ar ın siz i aray a aldıkları, aracınızın durduğu her durakta veya yerde durarak adam indirdikleri tanı nan metodlardır. Devrimci hareketin değişik türlerinin yaşandığı böylesi örneklerin sayısını arttı rabiliriz. Ancak sanırız başka detaylar bir yana bırakılırsa, temel özellikler açısından sıraladıklarımız yeterlidir. Verilerden de anlaşılacağı gibi, takip çok değişik yöntem ve araçlarla gerçekleş tirilebilir. Devrimci faaliyet yürüten militan için böylesi durumda ilk kural, takibin açığa çıkarılmasıdır. Bu, eğer düşmanın takip saldırısına karşı günlük yaşamda yeterince duy arl ıl ık vars a mümk ünd ür. Her gün yeniden ve yeniden, binalara (ev, işyeri vb.) giriş öncesi ve çıkışın ardından rande vulara gitmeden ve ayrıldıktan sonra, mer kezi otobüs durakları, garlar, iskeleler, pos tane ve çarşılar ile şehir merkezleri gibi riskli noktalar-alanlar geçildikten sonda takip kontrolünü (işin ruhuna uygun biçim de) yap ıy ors an ız bu olan akl ı olac akt ır. Takibi açığa çıkardıktan sonra yapılacak ikinci iş, takibin niteliğini çözümlemektir. Üçünc ü adım, nas ıl başl ad ığ ın ı ner ey e kadar ulaştığını belirlemeye çalışmak, dör düncüsü ise ilgili parti örgütü ile durumu konuşmak, tartışmak ve karşı hareket pla nı geliştirmektir. Takiple yüzyüze kalındığında yukarıda ki davranış çizgisini izlemesi gereken mili tan için, tak ipç il er in yen i ins anl ar a, mekanlara, bilgilere ulaşmasını engelle mek her şeyin üstünde tutulacak önemde dir. Ger ek tak ip kap an ın a kıs ılm am ak, gerekse de takibi yeni mekanlara taşıma mak ancak kurallı bir yaşamla, kurallı iliş kilerle ve profesyonel bir katılıkla hareket edilmesiyle başarılabilir. Herşeyden önce, devrimci savaşçının, partisini, yürüttüğü faaliyeti ve kendini ciddiye almayı bilmesi gerekir. Ancak sözünü ettiğimiz şey lafzı değil, pratik bir sorundur. Bir yaşam tar zınd a ifad e bul ur ve düz enl e tam bir kopuşma yoluyla sağlanabilir. Bu vurgulardan sonra yaşanmış deney ler üzerinden bazı uyarılar yapabiliriz. 36 Devrimci Çalışmanın Güvenliği gözetim altında tutulması yolundan sonuç lara ulaşılabiliyor. Aynı biçimde polisin devrimci örgüte yönelik saldırısında elde ettiği bilgilerin bir kısmını (örneğin takip le, işkenceyle elde ettiği bilgiyle ya da ele geçen telefon numaralarıyla saptanmış bir ev veya işyeri) deşifre etmemesi sonucu bahsedilen yerler yeni bir takip noktası olarak kullanılıyor. Polis varsa elindeki eşgalleri bulmak, yoksa geleni-gideni izle mek için böylesi yerleri aylarca denetim altında tutmak sabrını, iradesini sergiliyor. (1) Takip hedefinin kaldığı ev ya da gidip geldiği işyerleri saptandıktan sonra, yerin özell iğ in e gör e (part iy e-örg üt e ait bir mekan olup olmadığı vb.) çevreye doğru dan polisin ya da sivil ajanların yerleştiril diği de pek çok örnekte açığa çıkmıştır. Takipler sonucu gizli basım yerini sap tayan istihbarat polisinin, onun karşısında ki bir marargoz dükkanına işçi görünü müyle yerleşerek, 6 ay süreyle takip yaptı ğı, zaman zaman bu işyerine gizlece girip çıktığı bilinen örnekler arasındadır. (2) Sapt anm ış ve önems en en bir tak ip hedefinin gidip kaldığı akraba evinin yakı nına, onu denetlemek üzere bir ihbarcıajanın ailece yerleştirildiği, kendisini “tari hi eser kaçakçısı ve üfürükçü” olarak tanı tan bu kişinin, çocuğunu “hedef”in, aynı çevrede gidip geldiği akrabasına ait işyeri ne işçi olarak soktuğu, böylece ilgili akra bayla sürekli ve “sıcak” bir ilişki zeminini yaratacağı; tüm bu uygulamaların, operas yon gününe değin aylarca sürdürüldüğü bir başka örnektir. A şehrinde yapılan gözaltı saldırısında ele geç en, B şehr ind e ait tel ef onl ar ın bulunduğu ev ve işyerlerinin saptanması, bahsedilen yerlerdeki insanlardan bazıları nın alınıp bırakılması, bazı ev ve işyerleri ne ise hiç gid ilm em es i; fak at her iki durumda da bu mekanların izlenip, tele fonların dinlenmesi sonucu, bir kaç ay son ra da olsa belirlenmiş eşgaller veya gelip giden şüpheliler üzerinden yeni takip ve gözaltı saldırılarının yaşandığı “bir” örnek ten de sözedilebilir. Takip hedeflerin, eveişyerine doğrudan gelmeyeceği varsayılan dur uml ard a, çevr ed ek i kahv eh an el er in (özellikle de gözetimde tutulan ev ve işyeri sak inl er in in gid ip geld iğ i yerl er) tak ipbekleme üssü haline getirildiği biliniyor. Tak ip edil en devr imc in in kald ığ ı ev bulunduğunda kontrolü sağlamlaştırmak, yeni kişi ve mekanlara ulaşmak için, evin çevresine liseli görünümünde bir kaç genç takipçinin yerleştirildiği; bir apartmanın önünde ya da bir otomobilin içinde “Vakit geçiren”, “yabancı müzik dinleyip eğle nen”, “genç kızlarla ilgilenen” bu sözde liselilerin, başta izlenen devrimci olmak üzere, eve giren çıkanları düzenli biçimde den etl ed iğ i, evin cadd el er e açıl an tüm sokak girişlerinin ise arabalarla tutularak takibin sürdürüldüğü yaşanan örnekler ara sındadır. Keza kendilerinden kuşkulanıldı ğı düşünüldüğünde liselilerin ortadan kay boldukları, yerini ise kuşku çekmeyeceği varsayılan bir tankerin aldığı, evin gözet lenmesinin bu tankerin kapalı bölümünde bulunan kişi ve araçlarla yürütüldüğü tür den örnekler mevcuttur. Kimi örneklerde ise, “lis el i gençl er”in gör ev in i “kend i 37 Devrimci Çalışmanın Güvenliği zi dağıtmayacak olan, o basit testleri, kont rolleri yapmayı doğallaştırdınız mı? Bir bölgede takiple yüzyüze kalıp onu atlattığınızda; düşman elemanlarının bölge çevr es ind ek i merk ez i otob üs, min ib üs, tramvay duraklarını, tren garlarını, vapur iskelelerini tutacağının bilincinde olarak hareket ediyor musunuz? Takip hedefini kaybedenlerin telsizlerine sarılıp bölgedeki diğer unsurlara sizi, tip, giysi, taşıdığınız çanta, paket vb. gibi bilgilerle tanıtacağını hesaba katıyor musunuz? “Sağ a sol a” zul al am ad an bır ak ılm ış vesikalık veya birden çok kişiyle çekilmiş fotoğraflarınızın, eninde sonunda başınıza iş açacağı düşüncesiyle beslenen bir titizli ğe sahip misiniz? Kuraldışı-paralel-yatay, nasıl nitelenirse nitelensin sonuçta, görevlerinizle belirlen memiş, keyfiyet taşıyan her görüşmenin düşm an ın net ic ey e gitm e imk anl ar ın ı kolaylaştırdığını, aynı zamanda takip kay nakl ar ın ı perd el ey er ek part in in önl em yeteneğini sınırladığını bilen, bu tip zaafla ra sürüklenmeyen ve göz yummayan bir çalışma tarzına sahip misiniz? Doğal, kurallı randevularınızı düşüne rek verm en in, “rand ev u için rand ev u” tuzağına düşmemenin, kısacası görüşmele ri işlevli kılmanın, gereksiz buluşmalardan kaçınmanın neresindesiniz? Toplantı yaptığınız mekanları günlük geliş gidişlerin dışında tutuyor, bu tip yer lere giderken takibe karşı özel kontroller uyguluyor, bunun için zamanı rahat kulla nabileceğiniz tarzda planlıyor musunuz? Diğer dezavantajlarına karşın, uygun yer ler bulunduğunda karanlığın ve tenhalığın tak ib i açığ a çık arm ad a sağl ay ab il ec eğ i kolaylıklardan yararlanıyor musunuz? Randevu bölgesi veya yeri için kullan dığınız simgenin (isim vb.) deşifre olduğu koşullarda, kontak telefonu dinlemeye alan istihbarat polisinin (ki son yoıllarda bu konuda yurtdışı telefonlarının özel olarak dinlendiği, işkencede çözülmeler olduğun da yurtd ış ı bağl ant ı tel ef on u sor uld uğ u biliniyor) randevu bölgesini alabildiğince geniş biçimde sarıp, oturulabilecek mekan ları tarayarak size ulaşabileceğini, izlemek ya da esir etmek yoluna gideceğini hesaba katan bir hareket tarzı izliyor musunuz? Polisçe tanınıyor, yaptığınız iş az-çok biliniyor ve izlenmeye alınmışsanız, akra ba ve yakınlarınızla tüm ilişkilerinizi kes mediğiniz koşullarda, şehrin bir başka böl gesine yerleşseniz bile, altı ay ya da bir yıl sonra sizden başlayacak ve genişleyebile cek bir tak ib e mahk um old uğ un uz un bilincinde bir pratik sergiliyor musunuz? Kimliğiniz deşifre olmuş ve aranıyorsanız, faaliyet yürüttüğünüz kentin değiştirildiği durumda ise yeni alanınızdan anne-baba, eş vey a siz e ulaşm a iht im al i tem el ind e polisce denetlenen kimi yakınlarınıza tele fon ettiğiniz durumda, faaliyet yürüttüğü nüz şehri deşifre etmiş olacağınızı; eğer bahsedilen ve polisin, “belki uğrar” (hatta kim i örn ekl erd e “mutl ak a uğr ar”) diy e düşündüğü mekanlara uğrayacak olursa nız, bunun bir takip başlangıcı olacağını, düşmanın bu av için bir-iki yıl bile sabırlı davranacağını hesaba katan kurallara sahip misiniz? Polisin gözaltı saldırılarında takip hal kası olarak kimi bireyleri almadığını, açığa 38 Devrimci Çalışmanın Güvenliği Evinizin çevresinde park eden araçların plakaları ya da özellikleri hakkında dikkat li misiniz? Birden bire ortaya çıkan, için de, “kendi halinde” görünmeye özen gös teren bir sürücü ya da çocuklu aile bulu nan, özel veya firma damgası taşıyan araç lar ın har ek et tarz ın ı bir ölç üd e de ols a kontrol edebiliyor musunuz? Kapalı mini büsler ve tanker örneğinde gördüğümüz türden araçlar konusunda reflekslerinizi diri tutuyor musunuz? Belirli bir dönemdesüreçte, sokağınızı, sokağınıza açılan cad de girişini toplanma mekanı seçen gençle rin, bu çevrenin insanları olup olmadıkları konusunda bir karara varabiliyor musu nuz? Eve gidiş gelişlerde araçlara hep aynı yerde inip binmeme, yürüme mesafesinde farklı yolları, sokakları kullanma, iki girişli binalardan yararlanma sorununu doğal bir alışk anl ık hal in e get ird in iz mi? Bir ev tutarken farklı yollardan geliş-gidiş, çevre den et im i vb. kon ul ard a elv er işl i olup olmad ığ ın a dikk at göst eriy or musunuz? Oturd uğ un uz bin ay a, özell ikl e de siz e yakın daire ve evlere yeni taşınanlar hak kında bilgi edinmeyi başarabiliyor musu nuz? Haklarında bazı gözlemlerde bulun maya özen gösteriyor musunuz? Siz yok ken eve girip çıkacakları saptayabilmek için, amaca uyg un işaretl er koy uyor ve bunları hiç üşenmeden hergün denetliyor musunuz? (Tüm bunlar kendi özgünlükle riyle “işyerleri” için de geçerlidir.) Kılık kıyafetinizde ve dış görünüşünüz de uygun zamanlamalara dayanan değişik liklere gidiyor musunuz? Sizi tarif üzerine veya fotoğrafla takip edecek düşman kuv vetlerini şaşırtacak, tereddüte sürükleye cek, yanıltacak bu tip savaş hilelerini kul lanm am an ın, düşm an a dol ayl ı yard ım olduğunun bilincinde misiniz? Randevu yerlerinizi iki kezden fazla kullanmamayı, ayrı ayrı yoldaşlarla aynı yerde görüşmemeyi, takip belirtileri ya da “duygusu” yaşadığınız bölgeleri buluşma alanlarınız içinden çıkarmayı alışkanlık haline getirdiniz mi? Görüşme yerlerinize, yalnızca ilgili yoldaş veya yoldaşların bil diği kodlar verip, dolaylı haberleşmenizi bu temelde yapmayı başarıyor musunuz? Tarih konusunda, yine görüşeceklerin bil gisi dışına taşmayan polisi yanıltma for mülünüz var mı? Rakamlara özel bir ran devu dili kazandırıyor musunuz? Sokak randevularınızda, uzun bir süre cadde üzerinde yürüyerek konuşma yolunu terc ih ett iğ in izd e, bel irl i bir mes af ed en araçla dinlenebileceğiniz, (dolayısıyla hem yürüyüş güzergahınıza özen göstermeniz gerektiği hem de konuşmalar için uygun bir yerde oturmayı tercih etmeniz) üstelik de yol boyunca dikkatinizi konuşmaya ver diğiniz koşullarda takipçi için kolay bir av haline geleceğiniz bilinciyle hareket ediyor musunuz? Keza eğer buluşma mekanınız tespit edildiyse ya da oraya kadar takip edildiyseniz, dışardan araçla dinleneceği nizi veya lokanta, birahane, kahvehne vb. gibi yerlerde gelip sizi gören bir masaya otur an “kend i hall er ind ek i” şah ısl ar ın masalarındaki minik bir kamera yoluyla kayıt yapabileceğini hesaba katıyor musu nuz? Bütün bunların ayırdına varabilmek için çok da vaktinizi almayacak, dikkatini 39 Devrimci Çalışmanın Güvenliği Tam da burada, partinin, profesyonel devrimciliğin yükseltilmesi, kolektife böy le bir gerç ekl iğ in damg as ın ı vurm as ı gerektiği perspektifi hatırlanmalıdır. Bu durumda, profesyonel devrimciliğin koşul larından biri olarak “siy as i pol ise karşı mücadele sanatında ustalaşmak” isteğinin isabeti ve yaşamsal önemi daha iyi anlaşı lacaktır. Önlemler, düşmanın, pek çoğunu yazı içinde sunduğumuz yöntemlerinin tanın ması ve bunlara ekleyebileceği muhtemel biçimler üzerine kafa yorulması yoluyla geliştirilip sağlamlaştırılacaktır. Bu ise, kendisinin yüzyüze geldikleriyle yetinme den, devrimci harekete ait ders ve deneyle rin, parti tarafından merkezileştirilmesinin ve örgütlerine maledilmesinin hayati öne mini gösterir. Bu maletmenin pratik bir sorun olduğu, örgütsel kuralların ve denetimin tavizsiz uyg ul anm as ı dış ınd a sağl an am ay ac ağ ı kendiliğinden anlaşılırdır. İşte bu işlerlik içinde, sorun tek tek parti işçileri açısından ele alındığında belirtilebilmelidir ki, bu kadar etkili hale gelmiş ve düşman iradeyi oluşturan en önemli öge olmaya yüz tut muş takip sorununda, parti işçisinin zaferi, ancak devrimci yaşam tarzı temelinde, giz li örgütlenmenin olmazsa olmaz kurallarını pratikleştirme yoluyla, siyasi polisin yön temlerini izleme, tanıma ve kendini bunları aşacak biçimde yeniden konumlandırmaya bağlıdır. Bölümü noktalarken konuyla ilgisi için de iki sorunu vurgulamalıyız. 1) Kaldıkları eve işleri nedeniyle bir ya da bir kaç gün gitmeyen aktivistler, o süre içinde evde kalan yoldaşla dışarıda görüş meden eve gitmeme alışkanlığını geliştir melidir. Takip ve diğer nedenlerle, polisin evi bulmuş olma olasılığı ve yanısıra evde kalmadığı süre içinde şehir dışına gidip gel enl er in tak ip testl er in in dah a özenl i biçimde yapılması ihtiyacı, eve gitmeden önce sokakta görüşme alışkanlığını koşul landırmalıdır. 2) Polisin takip yoluyla devrimci akti vistlerin kaldığı evlere ulaşıp, bunlardan bazılarına girdiği, değişik devrimci örgüt lerin maruz kaldığı operasyonlarca kanıtla nan bir gerçektir. Bu çerçevede önlem olarak; a) Hiçbir örgütsel belge, evi araştıran düşm an ın bul ab il ec eğ i şek ild e “ort ad a” bırakılmamalı, önem derecesine göre deği şik özel zulalarda muhafaza edilmeli, bu zulalara dokunulup dokunulmadığını anla yacak “tuzaklar” kurulmalıdır. b) Dizgi işlerinin yapıldığı ya da az-çok “sürekli” tarzda açıkta ve zula sorunuyla çözülemeyecek belgelerin, malzemelerin bulunduğu bazı özel evlerde günde yirmi dört saat bir nöbetçi bulundurulmalıdır. Kurumlaşmalar bu durum gözönüne alına rak düzenlenmelidir. Diğerlerinde olduğu gibi, dikkat çeki len bu son sorunda da dükkan tipi yerler için, kendi özgüllüğüne uygun önlemler alınmalıdır. Tak ip sor un und a bel irt il en tüm bu örgütsel ve bireysel önlemlerden ayrı ola rak, düşmana en öldürücü darbenin, parti nin bağrında yaşadığı dünyanın genişleme si, bir başka deyişle kitleselleşme yoluyla vurulacağı da, son bir not olarak kaydedil 40 Devrimci Çalışmanın Güvenliği çıkmış ev veya işyerlerinden bir-ikisine dokunmadığını ve bu yolla daha sonraki süreçte hazır başlangıç noktaları kazandı ğını bilen; gözaltı saldırılarında esir edilen lerin bağlantılı oldukları, fakat polisçe ula şılamayan kişi ve mekanların durumunu dikk atl ic e gözd en geç ir en, oper asy on u kendi mantığı içinde çözmeden ve özel önlemler ve testler yolunda ilerlemeden ilişkiler geliştirmeyen bir anlayışa, pratiğe sahip misiniz? Eğer polisin gözü önündeyseniz, “yok lama çekmek” için yapılan takiplerle yüz yüze geleceğinizin, “göz önünde olmayan” bir il er iyl e gör üşt üğ ün üz vars ay ıl ıy ors a, işyeri veya evinizden ayrıldığınızda çok sist eml i tak ipl er e mar uz kal ac ağ ın ız ın ayırd ınd a bir tit izl ikl e har ek et ediy or musunuz? Eğer buluşmalarınız önemseni yorsa bazen aylarca sistematik bir deneti me tabi tutulacağınızı, bu işe (veya size) ayr ılm ış özel gör evl il er in olab il ec eğ in i hesaplıyor musunuz.? Randevu yerindeki, çevresindeki çok da “yerinde değilmiş” gibi duran araçlara, aykırı satıcılara, elektrik ve su kontrolörle rine, fotoğraf çekenlere, çevrenizde birbi riyle işaretleşenlere dikkat edecek bir öze ne ve rahatlığa sahip misiniz? Bulunduğunuz taşıttan indiğiniz durak ta durup adam indiren özel veya ticari tak si, okul taşıtı türünden araçlara ve inen şahsa karşı refleksleriniz işlemeye devam ediyor mu? Takibin yirmidört saat ve her gün sür mediği, bazen takipçinin planı, bazen de sizin iradi çabanız sonucu sona eren taki bin, gidip geldiğiniz saptanan bir evden, dükkandan, randevu bölgesinden, sık sık telefon ettiğiniz kulübe çevrelerinde şu ya da bu kadar gün sonra yeniden başlayacağı bilinciyle, takibin kaynağı üzerine iyice düşünüyor, sonuçlara ulaşmaya çalışıyor ve güvenlikli sayılmaz diye düşündüğünüz mekanlar ve bireylerle ilişkiyi hiç olmazsa bir dönem yeniden düzenliyor, ilgili kişile rin durumu test etmesini sağlıyor musu nuz? Yaşanan takipler ve tüm takip belirtileri (bazı durumlarda ‘hisleri’ ) üzerinde ciddi yetle düşünüyor; “takip-sızma-operasyon” konularında veriler ve emareler olup olma dığını her düzenli organ toplantısının gün demlerinden biri haline getiriyor musu nuz? Bir başka ifadeyle “devrimci çalışma nın güvenliği” sorununu, önemli gündem maddelerinden biri olarak kabul etme ve ele alma konusunda bir alışkanlık kazandı nız mı? Bir üst organla bu konuda düzenli bilg i ve den ey alışv er iş ind e bul un uy or musunuz? Yaşanmış deneyleri tüm partiye mal etm e kon us und a irad i davr an ıy or musunuz? Örnekler çoğaltılabilir. Fakat her derde deva bir davranış veya önlemler reçetesi yazm ak ne mümk ün ne de gerç ekç id ir. Kavranacak halka iki karşıt iradenin birbi rini yoketmek üzere şiddetli bir mücadele ye girdiği ve devrimci iradenin, yarattığı sayısız üstünlükle bu savaşı bizim kazan mamızın tümüyle olanaklı olduğudur. Düş manın başarılarının bizim hatalarımız üze rinde yükseldiğine dair örneklerin işin esa sını teşkil etmesi bunun bir başka noktadan doğrulanmasıdır. 41 Devrimci Çalışmanın Güvenliği melidir. Açıktır ki binleri, onbinleri takip edemezsiniz. Onbinlerin içinde “eriyen” iddialı, savaş gerçeğine uygun ve kurallı yaşayan bir partinin takip kapanında tüke tilmesi, asla başarılamayacak boş bir hayal olarak kalacaktır. Haberleşme araçları Telefon, devrimci aktivistlerin en yay gın kullandığı haberleşme aracıdır. Öyle ki randevular ve güvenlik kontrolü konusun da sağladığı kolaylıklar nedeniyle, telefon, günlük çalışmanın bir parçası haline gel miş ve ne yazık ki yapılan ilkesizliklerin sonucu olarak, düşmanın dolaylı yedekleri arasına girmiştir. Haberleşmede daha az olmakla birlikte, mektup ve telsize de baş vurulmaktadır. Son söyl en ec ek olan ı ilk söyl em ek gerekirse, bu araçların hiçbirinin güvenli olmadığını vurgulamalıyız. Daha önce sözünü ettiğimiz “Gerilla” adlı, kontgerilla eğitim kitabında henüz 1973’te şunlar yazılıdır: “Çağımızın bugünkü olanakları, telsiz, tel ef on, zarfl am a usul ü hab erl eşm en in kontr ol alt ın a alınm as ın ı mümk ün hal e getirmiştir. Postaya verilen bir mektubun açıl ar ak deş ifr e edilm es i, bir tel ef on konuşmasının “saplama” yapılmak, bir tel siz konuşmasının dalga boyu ve frekans saptanmak suretiyle dinlenebilmesi günlük yaşayışta olağan işlerdendir.” Mekt upl ar ın açıl ıp deş ifr e edilm es i konusunda Eymür “Analiz” adlı anı kita bında şunları yazıyor: “Hedef ülkelere gelen-giden mektuplar sansüre tabi tutuluyordu.” (s. 57) “Hazret (MİT’in Arapça mektup deşif rasyon görevlisi - bn.) günlerce uğraştı ve inatla çalıştı. Binlerce mektubu kontrol edip, sonunda aradığını bulmuştu. Takma isimle yazılan istihbari mektuplar, Suri ye’de bulunan yakınlarına sıradan mektup lar gönderen Şerafettin Eyüp’e aitti. Hazret her gün gelip binlerce mektup arasından, takm a isiml e yoll an an yaz ı kar akt er in e uygun bir mektup bulmuştu.” (s. 58) Aktardıklarımız, faşist rejimin kadrola rının, işlerini ve düşmanlarını ne kadar cid diye aldığını görmek, pek çok adamsende ci, işin kolayına kaçıcı tutumun polisin bil gi hanesini ve takip imkanlarını güçlendir diğ in i kavr am ak bak ım ınd an yet er inc e öğreticidir. O halde zarflama yöntemiyle yapılan “haberleşmede”, “yazılanların” bir kopya sının polis arşivine girdiğinin bilincinde olarak hareket etmek her devrimci aktivis tin başt a gel en gör evl er ind end ir. Post a yolunu kullananların, “örgüt sırrı” veya polis için ipucu sayılabilecek hiçbir konu da bu yöntemi tercih etmemesi, ne denli güç ve zahmetli olursa olsun kendine farklı yollar bulması bir zorunluluktur. Bur ad a üzer ind e en fazl a dur ulm as ı gereken araç ise, sözcüğün gerçek anla mınd a devr imc il er in “baş bel as ı”, pol is istihbarat şubelerinin ise en büyük yardım cısı haline gelmiş olan telefondur. (3) İç ya da uluslararası telefonların kulla nım ınd ak i yoğ unl uk, cep tel ef onl ar ın a verilen güvenirlik payesi, pek çok takibin, 42 Devrimci Çalışmanın Güvenliği yer saptanmasının ve yakalanmanın yolu nu açmıştır. Biliyoruz ki polis aynı anda onbinlerce telefonu dinleme ve kaydetmeyi sağlaya cak teknik imkanlara sahiptir, belirli bir süreyi aşan konuşmaları kaydından dinle yeceği uyarıcı sistemlerle ve yine bazı söz cüklerin kullanıldığı görüşmelerden gecik meksizin haberdar olabileceği elektronik donanımlarla çalışıyor. Gün boyu dinlenen telefonların yanısı ra, diğerlerini de otomatik kayda almakla kalmıyor, bahsettiğimiz türden yöntemlerle ayıklıyor ve özel kontroller geliştiriyor. Tüm bu çalışmalar için Emniyet Müdürlü ğü’nün uzman bir dinleme örgütü kurduğu biliniyor. Dinlenilemeyecek telefon yoktur. Bu gerçek daima hatırda tutulmalıdır . ‘97 sonunda günlük basında, İsviçre’de, aranan bir cep telefonunun yerinin, karşı daki açmasa bile bulunabildiği yönünde çıkan haberler de gösteriyor ki, dikkatli ve ilkeli kullanılmadığı her durumda bu araç, her an elimizde patlayacak bir bombadan farksızdır. Bu hususta nelere dikkat edilmelidir? En başt a yap ılm as ı ger ek en tel ef on yoluyla yapılan görüşme ve haberleşmele rin en alt düzeye çekilmesi ve kullanıcıla rın sayısının sınırlanmasıdır. İkinc is i, kal ın an mek anl ar ı bir yan a bırakalım, gidip-gelinen yerlerdeki sabit telefonlar üçüncü kişilerle görüşmelerde kesinlikle kullanılmamalı; bu tarz bir ilkeli kullanımda, güvenlikten kaynaklı zorunlu luklarla sınırlandırılmalıdır. Üçüncüsü, yurtdışı telefonlarında: a) Kural olarak aynı telefon ikiden fazla kişi tarafından kullanılmamalı, b) Randevu işlerinde başvurulan tele fonlar her tür politik konuşma ve görüşme ye kapalı tutulmalı, c) Cep ya da sabit, hangi türden olursa olsun, bu telefonlar yurtdışında faaliyet yürüten insanların oradaki başka aktivist lerl e hab erl eşm el er in e açık olm am al ı, numarası gizli tutulmalı, d) Randevuların iletilmesine aracılık edecek olanlar, bu görevi layıkıyla ve en titiz tarzda yerine getirecekler arasından seçilmelidir. Cep telefonu taşıyan ve yaşadığımız topraklarda faaliyet yürüten aktivistler, bu aracı, kaldıkları veya gidip geldiklei sabit yerlerde ve çevresinde kesinlikle kullan mamalı; nisbeten uzun politik konuşmalar için ise, normal ilişkiler içinde uğramadık ları bölgeleri tercih etmelidirler. (4) Cep tel ef onl ar ınd an ve kul üb el erd en uzun kon uşm al ar yap ılm am al ı, kap at ıp yeniden açma yöntemi izlenmelidir. Kulübeler kullanıldığında aynı bölgele re haps ol unm am al ı, aks i hald e aran ıl an telefonun dinlendiği koşullarda hem bölge nin, hem de aynı kulübeden telefon edili yorsa, bu noktanın tespit edileceği unutul mamalıdır. Kul üb el erd en tel ef on edil irk en tak ip sorununa dikkat edilmeli, görüşmeden son ra alınan bazı önlemlerin yetmediği, takip çinin yüzlerce metre uzakta durup görüşme saat ve dakikasını saptadığı, sonra da ilgili kulübenin numarasını vererek görüşülen numarayı ve konuşmayı PTT kayıtlarından öğrenebildiği hesaba katılmalıdır. 43 Devrimci Çalışmanın Güvenliği Yurtd ış ı tel ef onl ar ınd a arac ı gör evl i, arayanları seslerinden tanımayı başarmalı, emin olmak için kendince yöntemler geliş tirmelidir. Çünkü saptanan telefon ve ran devu yerleri üzerinden polisin tuzak mesaj veya randevu bırakması tümüyle olanaklı dır. Öncü kolektifler kastedilirken kullanı lan, “aile”, “şirket” vb. pek çok sözcüğün polis tarafından bilindiği hatırda tutulmalı, doğal konuşmaya uygun yeni kelimeler saptanmalı ve bunlar zaman zaman yeni lenmelidir. Kuryelerde asla gerçeğe yakın bir geliş tarihi verilmemeli, iletecekleri “emanetler” konusunda hiçbir açıklamada bulunulma malı, bütün bu konularda belirli periyod larl a değ işt ir il en şifr el er kull an ılm al ı, “emanetler” konusu, kurye ile muhatabı görüştükten sonra, muhatabının vereceği bilgiler üzerinden denetlenmelidir. Kuryeye verilen randevu yeri ve yedeği her ne pahasına olursa olsun telefonların konusu yapılmamalı, görüşme nokta veya mekanları kuryeye iyice kavratılmalıdır. Kuryelerin takip konusunda eğitime tabi tutulması sorunu ciddiyetle ele alınmalıdır. Siy as i poli sin dah a önc ek i yıll ard a, gözaltı saldırılarında ele geçirdiği telefon kartları sayesinde pek çok numarayı öğren diği devrimci hareketin tecrübeleri arasın dadır. Sonraki dönemde bundan kaçınıl mışsa da, telefonların, basit şifrelerle, hatta düp ed üz şifr es iz olar ak üstt e taş ınm as ı veya evlerde, işyerlerinde zulalanmadan tutulması ağır hatasından kurtulunduğuna dair güven verici, kalıcı bir düzey yakala namamamıştır. Bu sorunun aşılması için, telefon numa raları şifrelenmekle kalmamalı, iki parça halinde muhafaza edilmeli, sokakta gerekli olac ak tel ef on num ar as ı, bul und uğ u mekanda ezberlenerek dışarı çıkılmalıdır. Genel olarak tercih edilecek olan ise tele fon numaralarının hafızada tutulması, hiç yazılmamasıdır. 44 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu BELGE İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu Bu yaz›da, hayli geniş bir tart›şman›n konusu olabilecek olan ‘örgüt sorunu’nun bütün yönleri üzerinde doğal olarak duru lamayacak. Burada dikkatimizi, bu soru nun özellikle bizim için son derece önemli baz› yanlar› üzerinde yoğunlaşt›racağ›z. 7-12 Ağustos 1997 tarihleri aras›nda başar›yla gerçekleştirilen partimizin İkinci Kongr es i’nin yap ›lm ›ş olm as › bil e son derece büyük bir önem taş›maktad›r. Ağ›r koşullar alt›nda gerçekleştirilmiş olan bu kongre MLKP’nin, devrimci partiler de içinde olmak üzere, tüm burjuva ve küçükburjuva partilerinden temelden farkl› ola rak lafta değil, gerçekten demokratik bir işleyişe sahip olduğunu bir kez daha gös terdi. İkinci Kongre partimizin, proleter demokrasisi geleneğinin, partinin üye ve aday üyelerinin partinin yaşam›na aktif olarak kat›l›m›, partinin önderliğini seçme, partinin politikalar›n› tart›şma ve karara bağlama geleneğinin bir kez daha doğru land›ğ› ve pekiştirildiği bir siyasal eylem oldu. Zaman›nda yap›lacağ›n› sezen s›n›f düşman›n›n, partimize karş› azg›n sald›r› s›na rağmen kongrenin başar›yla gerçek leştirilmiş olmas›, onun önemini bir kat daha art›rd›ğ› gibi, MLKP’nin, kuruluşun dan bu yana sergilediği devrimci irade ve kararl›l›ğ›n da bir anlat›m› oldu. İkinc i Kongr e, MLKP-K’n›n oluş u muyla sonuçlanan tarihsel öneme sahip Birlik Kongresi’nden bu yana geçen üç y›ll›k dönemin pratiğini gözden geçirdi, bu prat iğ in eleşt ir el bir değ erl end irm es in i yapt› ve parti kadro ve sempatizanlar›n›n dikk at in i önüm üzd ek i gör evl er e çekt i. Bilindiği gibi, öncellerinin devrimci miras› 45 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu üzerinde yükselen partimiz, stratejik doğ rultusunu ve bellibaşl› politikalar›n›, kap saml› tart›şmalar temelinde haz›rlanan Bir lik Kongresi’nde belirlemiş bulunuyordu. Bu bak›mdan, geçmişin devrimci miras›n› asla reddetmeksizin öncellerinin özverili çabalar›yla oluşturulan ve kendisi yeni bir tarz yaratan MLKP’nin İkinci Kongresi, bu doğrultu ve politikalar temelinde bir tart›ş maya sahne olmad›. Aradan geçen üç y›l›n Birlik Kongresi’nde ortaya konan genel yakl aş ›m › ana çizg il er iyl e doğr ul am ›ş olduğu göz önüne al›nd›ğ›nda bunun anla ş›l ›r old uğ u ort ay a ç›k ar. Pek i, İkinc i Kongr e ney i tart ›şt ›? O, part im iz in, bu stratejik doğrultusunu ve bellibaşl› politi kalar›n› yaşama geçirmenin yollar›n›, bu politikalar›n değişik çal›şma alanlar›nda yaşama geçirilmesinde karş› karş›ya geldi ğimiz sorunlar› ve özellikle de bu hedefle rimize ulaşman›n temel arac› olan örgütün her bak›mdan onar›m›, güçlendirilmesi ve dey im yer ind eys e yen i başt an kal ›b a dökülmesi için yap›lmas› gerekenleri tar t›şt›. Parti örgütünün onar›m›ndan, güçlen dirilmesinden ve yeni baştan kal›ba dökül mesinden söz ettik. Bu bir abart› m›d›r? Asla. Partimizin aşağ› yukar› kuruluşun dan bu yana yoğun bir düşman sald›r›s›na karş› koyarak Birlik Kongresi’nde belirle nen yolunda kararl›l›kla yürüyüşünün bir bedeli olacakt›. Şehitlerimiz ve zindanlar› dolduran yüzlerce MLKP kadro ve sempa tizan›, bu kararl›l›ğ›n ve ödenen bedellerin kan›t›d›r. Ancak, İkinci Kongre’nin örgüt sorununun öneminin alt›n› çizmesi ve par tinin dikkatinin belirli bir dönem için önce likl e örg üt ün yen id en inş as › sor un un un üzer ind e yoğ unl aşt ›r ›lm as ›n ›n ger eğ in i vurgulamas›, kesinlikle salt konjonktürel bir yaklaş›m›n, yani yaln›zca örgütü onar ma, onun kay›plar›n› giderme gereksinimi nin ürünü değildir. Evet, böyle bir sorunu muz var. Ne var ki, örgüt sorunu, onun da ötesinde stratejik bir anlam ve önem taş› yor. “Bana bir dayanak noktas› gösterin, dünyay› yerinden oynatay›m” diyen eski Yunan düşünürü ve bilim adam› Arşimet gibi biz de “Bana gerçekten güçlü bir örgüt verin, dünyay› değiştireyim” diyebiliriz. Ne kadar doğru; çünkü, en kusursuz prog ramlar ve en doğru politikalar bile, onlar› yaşama geçirecek gerçekten güçlü bir örgüt olmad›ğ›nda, kağ›t üzerinde kalmaya mah kum olacakt›r. Ne kadar doğru; çünkü mil yonlar›n hoşnutsuzluk ve öfkesinin dev rimci bir nitelik kazanmas› ve düzeni y›ka cak bir güç haline getirilmesi, ancak ger çekten güçlü bir devrimci örgüt sayesinde olanakl› olacakt›r. İşte bu nedenledir ki Lenin, örgütün önemini, “Proletaryan›n egemenliği ele geçirme uğr und ak i sav aş ›m ›nd a örg ütt en başk a silah› yoktur” tümcesiyle anlat›yordu. Ve ayn› konuda Stalin her komünistin zihnine kaz›mas› gereken şu sözleri söylemişti: “Doğru bir siyasi çizgi olduktan sonra örgütsel çal›şma herşeyi, hatta siyasi çizgi nin kad er in i, onun uyg ul anm as ›n › vey a başar›s›zl›ğ›n› belirler.” Partimiz için yeni olmayan bu düşüncenin kolektif bilincimi ze daha Birlik Kongresi döneminde ana çizgileriyle yerleşmiş olduğunu söyleyebi liriz. Ama bu gerçekliğin, bu devrim yasa s›n›n ana çizgileriyle kavran›ş›yla, onun içselleştirilmesi ve yaşama geçirilmesi ara 46 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu temel bir şiar benimsemiştir. Parola; ezilen milyonlar›n öncüsü olmakt›r. Böylesine yaşamsal öneme sahip bir direktifin bütün parti örgütleri ve tek tek parti kadrolar› aç›s›ndan anlam ve öneminin sakl› olduğu yer, her birimizin önünde y›ğ›l› bulunan üç y›ll›k partili mücadele hayat›m›zdaki olgular hasad›d›r. Büyük öğretmenimiz Engels’in deyi şiyle, nas›l ki, “Doğa diyalektiğin deneme tezgah›d›r” Partimizin üç y›ll›k mücadele pratiği de, partinin teori, program ve siya sal öngörülerinin yan›s›ra, herbirimizin, partinin her kadrosunun, kendisini ortaya koyuş tarz›n›n, yani kendisini devrime ve davaya adama biçiminin de “deneme tez gah›” oldu ve/ya da olmal›d›r. Bu bak›m dan, sorun ve engellerin çap› ne olursa olsun, kendimizi ve bütün kuvvetlerimizi yen id en düz enl em em iz ger ek iy or. Her düzeyde bir s›çrama yakalamak zorunda y›z. Bu dönemin kadrosu s›radan gelişme yi aşmak zorundad›r. Dönemi kazanman›n yolu buradan geçmektedir. Her defas›nda partimizin çok da uzak görünmeyen k›zg›n bir iç savaş koşullar› na uygun olarak kendisini ve örgütlediği güçleri haz›rlamas› gerektiğinden bahsede riz. Bunun mümkün olabilmesi, pekçok başk a şeyl e birl ikt e, “mümk ün olan en merk ez i şek ild e örg ütl enm ek” ve yin e “parti içinde askeri disipline benzer demir den bir disiplin”i egemen k›lmakla ola nakl› olacakt›r. Bu işin yaln›zca bir boyu tudur. Aslolan, parti kadrolar›n›n kendile rini, kendi iç dünyalar›n›, partiyle bağla r›n›, kendi örgütlerini, rol ve sorumluluk lar›n› “k›zg›n iç savaş” koşullar›na göre yen i başt an örg ütl em el er i ger ekt iğ id ir. Karş› karş›ya olduğumuz temel sorunlar dan biri budur. İkinci Kongre’nin parolas› olan “Parti nin kend is in i bug ünk ünd en dah a iler i düzeyde ve zengin içerikte örgütlemesi”; partinin kendi ilişkilerinin bütününü, legalillegal kurumlar›n›, bütün maddi olanakla r›n›, değişik biçim ve düzeylerdeki yöneti ci parti örgütlerini yeni bir temelde düzen lem es i anl am ›n a gel iy or. Bu, büt ün bu say›lanlar kadar önemli olan s›n›f ve y›ğ›n hareketine müdahale etmenin yöntem ve biçimlerine kadar çok boyutlu bir koordi nat sistemi de oluşturuyor. Her düzeyde değişimin/dönüşümün, bütün bu iç müca delenin bir tarihsel sürecin kapsam› içinde düşünülmesi ve anlaş›lmas› gerekiyor. Güç y›ğma ve biriktirme; salt dağ›n›k ve yeni güçlerin toparlanmas› ve kazan›lmas› ola rak anlaş›l›rsa, böylesine bir ak›l yürütme tarz›, tek yanl› ve yüzeysel olarak kalmak tan kendisini kurtaramayacakt›r. Bunun esasl› bir boyutunu da bütün parti kadro ve örgütlerinin kendi “iç kuvvetlerini” dün ve bugünkünden daha “ileri düzeyde ve zen gin içer ikt e” örg ütl em el er i ve har ek et e geçirmeleri oluşturuyor. O halde, bundan ç›k ar ›lm as › ger ek en büy ük devr imc i sonuç; yayg›n, yoğun ve kat› bir “iç müca dele” sürecine girmemiz gerektiği ve girdi ğimizdir. Bu “iç mücadele”nin parti içinde bir ideo loj ik-pol it ik düş ünc e ayr ›l ›kl ar ›n ›n varl›ğ›ndan kaynaklanmad›ğ› anlaş›lmak z o r u n d a d › r. P a r t i m i z i n b ö y l e b i r sor un u/s›k ›nt ›s › yokt ur. Böyl es i bir “iç mücadele”nin kapsam›, parti örgüt ve kad 47 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu s›ndaki mesafe hiç de az değildir. Dolay› s›yla, bu anlay›ş›n derinleştirilmesi, önder lik organ›ndan aşağ›ya doğru tüm yönetici örgütlerimizin çal›şmalar›n›n nitelik ve düzeyinin yükseltilmesi, onlar›n gerçekten de faşizmi ve kapitalizmi y›kmaya, prole taryan›n iktidar›n› kurmaya ve sosyalizmi inş a etm ey e aday bir part in in örg ütl er i haline dönüştürülmesi gerekiyor. Gruplar dünyas›n›n hatal› anlay›ş ve al›şk anl ›kl ar ›nd an kop uş un ad› olan MLKP’miz, 1980 öncesinin içe ve kendine dönük ve gruplar aras› yar›şmay› esas alan politika yapma tarz›n›n yerine, milyonlara, geniş proleter ve yar›-proleter y›ğ›nlara dön ük pol it ik a yapm a tarz ›n › yaş am a geçirmeye başlam›şt›r. Ama, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da demokratik ve sosya list görevlerimizi yerine getirmek ve prole tarya diktatörlüğünü kurmak için gereken muazzam devrimci enerji ve emeği hesaba katt›ğ›m›zda, henüz yaln›zca bir başlang›ç yapt›ğ›m›z›, daha önümüzde katedilmesi gereken uzun bir yol olduğunu unutmama m›z gerekiyor. O halde, bütün parti kadro lar ›, bu uzun yür üy üş e çok yönl ü bir biç imd e haz ›rl anm al ›, bun un büy ük bir dönüşümü, hepimizin düşünme ve çal›şma tarz›nda büyük bir ileriye at›l›m›, bir dev rimi zorunlu k›ld›ğ›n› anlamal›d›r. Bütün parti kadrolar›, Birlik Kongremizle başla m›ş olan kend i kend il er in i dön üşt ürm e sürecini sürdürmeli ve kendi tarzlar›nda eskimiş ve modas› geçmiş ne varsa, hepsi ni ac›madan tarihin çöplüğüne atmal›d›r lar. Yaln›zca ideolojik olarak değil, siyasal ve edimsel olarak da ileri s›n›f›n, proletar yan›n en iyi, en kararl› ve en uzak görüşlü ögelerinden oluşan öncüsü ve onun ad›na lay›k siyasal temsilcisi olmak isteyen bir parti, kendisini, oportünizmin ve küçük burjuva devrimciliğinin dargörüşlülüğüne, k›s›rl›ğ›na ve tutuculuğuna mahkum ede mez. O, işçi s›n›f› ve sendika çal›şmas›n dan gençlik çal›şmas›na, askeri çal›şma dan propaganda ve ajitasyon çal›şmas›na, semt çal›şmas›ndan emekçi kad›nlar ara s›ndaki çal›şmaya değin her alanda en iyi sini yapmay›, Lenin’in ve Stalin’in Bolşe vik Partisi’nin standartlar›n› yakalamay› hedeflemelidir. Kapitalizmden her bak›m dan daha ileri ve daha üstün bir toplum yaratmay›, sosyalizm evresinden geçerek komünizme doğru ilerlemeyi amaç edinen ileri s›n›f›n partisi, daha az›na raz› ola maz. Kabul etmemiz gerekiyor ki, ülkemiz proletaryas› ve halklar›na hakk›yla önder lik edecek militan ve kitlesel bir komünist partinin yarat›lmas› düşünün yaşama geçi rilm es i, MLKP’miz in böyl e bir part iy e dönüştürülmesi için faşizme ve kapitaliz me karş› sürdürdüğümüz kavgada pişme miz, çelikleşmemiz ve ustalaşmam›z gere kiyor. Bu hedefimize varmak için, yapm›ş old uğ um uz görk eml i başl ang ›c ›, dah a büyük at›l›mlarla sürdürmeli, her ad›mda kendi hatalar›m›z› ve eksikliklerimizi göz den geçirmeli, teorik ve pratiksel donan› m›z› yenilemeli ve asla ama asla bulundu ğumuz noktayla yetinmemeliyiz. Ne başa r›s›zl›klar›m›z›n bizi demoralize etmesine izin ver ec eğ iz, ne de baş ar ›l ar ›m ›zd an baş›m›z› döndürmesine. Jİkinci Kongre, partiyi her bak›mdan ve bir bütün olarak daha ileri düzeyde ve zengin devrimci içerikte örgütleme gibi 48 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu Partili yaşam ve her alandaki kavga da, bir “süreçler karmaşas›” olarak kavrand› ğ›nda, gerek birey aç›s›ndan ve gerekse de parti aç›s›ndan her yeni durak ve / ya da sür eç karş ›s ›nd a dün üm üz yan i, ger id e b›rakt›ğ›m›z her aşama içerik ve biçim olar ak yoks ul kal ac akt ›r. Bu sür eçl er i olg ul ar has ad › olar ak ele ald ›ğ ›m ›zd a yetersizliklerimizi, geriliklerimizi ve zaaf lar›m›z› “somut bir aç›kl›kta ve kesinlik te” anlama şans›n› bulacağ›z. Çünkü bizim gelişimimiz de bir “tamamlanm›ş şeyler karm aş as ›” olm ad ›ğ ›n a gör e, her yen i süreçte kendisini yeni baştan ve ileri bir düzeyde örgütleme hakk›na sahiptir. Geli şim hakk›m›za hiçbir şekilde ket vurama y›z. J “Partinin daha yüksek temelde yeni den örgütlendirilmesi” direktifinin temel unsurlar›ndan biri, h›zl› bir kadrolaşma sürecinin yakalanmas› gerektiğidir. Bunun bir anlam›, parti saflar›nda h›zl› bir eğitim süreci başlatarak toplumsal hayat›n bütün alanlar›ndaki parti ilişkilerini elden geçire rek kadr ol aş ac ak nit el ikt e olanl ar › bu formd a örg ütl em ekt ir. Bun un bir diğ er anlam› da mevcut bütün parti kadrolar›n›n durumunu tek tek ele almak, zay›f yanla r›yla savaşarak, bunlar› “biçimsel aç›dan” parti kadrolar› değil, “içsel aç›dan” parti kadrolar› düzeyine yükseltmektir. Bütün komünist partilerinin mücadele tarihlerin de parti içi mücadelenin bir boyutunun bu olg u old uğ un u bil iy or uz. Bug ün biz im özg ül üm üzd e bu uyg ul am a kon us und a İkinci Kongre’nin yaklaş›m› şudur: Soru nu basit ve mekanik biçimde ele almadan, tek tek part i kadr ol ar ›n ›n dur uml ar ›n › görüşmek, konumu parti üyeliği statüsüne uygun olmayan, ya da “biçimsel aç›dan” part i üyes i dur um und a olanl ar a bir “iç mücadele”, hesaplaşma süreci yaşatmak ve onlar› üyelikten düşürmek. Bugün partimiz ve devrimci sürecin ihtiyac›, oyalanmak ya da yerinde saymak değil, bütün parti kad rolar›n›, bütün bir partinin kendisini daha iler i düz eyd e ve dah a zeng in içer ikt e örgütlemektir. K›sacas›, partinin perspekti fi, “şu an” için “içsel olarak parti üyesi” olm ay an kadr ol ar › eğit im ve müc ad el e sür ec iyl e değ işt irm ek, dön üşt ürm ek ve ay›klamak ve böylelikle üyeliğin düzeyini pratik olarak yükseltmektir. Bu yolla yeni üyelerin önü de aç›lm›ş ve parti genişlemiş olacakt›r. Bu bak›mdan bir üyelik tara mas›, çok somut bir görev olarak önümüz de durmaktad›r. Ayn› şey, profesyonellik statüsü için de geçerlidir. Profesyonellik statüsüne uygun olmayan kadrolar›n bu statüleri al›nmal› ve uygun olan kadrolar ise prof esy on ell eşt ir ilm el id ir. Değ işm e, yenilenme ve kendini aşma yeteneği göste remeyenler, deney ve bilgileri ne olursa olsun, devrimci irade yoksunluğu nedeniy le ayakbağ› haline gelirler. Partiyi yeniden örgütlerken, parti çal›şmas› ve yaşant›s›n da böyle bir duruma gelen unsurlar›n etkin görev ve mevkilerden al›nmalar›, aç›k ki politik bir kararl›l›k gerektirdiği gibi, ken disini örgütlenme sorunlar›n›n bir unsuru olarak, kadro politikas› olarak da göster mektedir. Bu, partide niteliğin yükseltilme sidir; parti yap›s›n›n sağlamlaşt›r›lmas›d›r. Halihaz›rda, devrimci sürecin ve partimi zin ihtiyac› böylesine muazzam bir dev rimci düzeyi yakalamakt›r. Böyle bir dev 49 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu rol ar ›n ›n kend il er in i dol ud izg in devr im çal›şmalar›na adamalar›n› ve daha ileri hamleler yapmalar›n› engelleyen eksiklik lere ve zaaflara karş› bir mücadele olarak, konum kayb›n›n önlenerek parti örgüt ve kadrolar›n›n daha üst düzeyde işlevselleş tirilmesi ve her düzeyde niteliğin geliştiril mesi için bir mücadele olarak alg›lanmal› d›r. Özc es i, her kadr o ve her bir part i örgütü kendi iç zaaflar›yla mücadeleye, kavgaya tutuşacakt›r. Deyim yerindeyse, parti içi ideolojik mücadelenin yeri, sorun la ilişk is i kad ard ›r. Bu müc ad el e “tekil”den bütüne ulaşma gibi pratik bir yol izlemek zorundad›r. Parti içinde böyle bir mücadele sürecinin derinleştirilmesi ve devrimci tarzda sürdürülmesi, bütün parti örgütlerinin ve kadrolar›n›n aktivitesini birkaç misli art›racak, partinin savaşma yetenek ve kapasitesini çok daha güçlendi recektir. Burada önemli olan, soruna parti nin emekçi milyonlar› bilinçlendirip örgüt ley er ek, muz aff er bir biç imd e devr im e yürüme temel sorununun gerekleri aç›s›n dan yaklaşabilmesidir. Eğer “vasat insan lar” örgütü, gelişmelerin peşinden sürükle nen bir güç olm am ak, gerç ek bir sav aş örgütünü geliştirmek ve pekiştirmek gibi yüksek bir amaç taş›yorsak, bu muazzam görevden kaç›namay›z/ kaç›nmamal›y›z. Yeni dönemde, her bir yoldaş ve her bir parti örgütü, bu konuda gerekli aç›kl›kta ve kesinlikte çok somut bir anlay›şa ve her bak›mdan iyi düşünülmüş bir hareket pla n›n a, prat ik bir yakl aş ›m a sah ip olm ak zor und ad ›r. O ned enl e, sözk on us u “iç mücadele” sürecine yüksek düzeyde bir devrimci aç›kl›kla girmek kaç›n›lmaz bir zorunluluk oluyor. Bu ilk ad›m, iddialar› m›z›n çerçevesi, kapsam ve boyutlar›n› daha somut anlamam›z bak›m›ndan bize son derece elverişli bir ortam sunacakt›r. İkinci Kongre’nin devrim yapma ihti yac› karş›s›nda her parti kadrosundan ve sonuçta bir bütün olarak partiden istediği şey in teo rik kavr an ›ş › aç›s ›nd an, büt ün doğa ve toplumsal olaylara uygulanmas› gereken ve Lenin’in “büyük temel düşün ce” diyerek Engels’ten aktard›ğ› pasaj›n anlam› tam da burada daha da belirginleşi yor: “Dünyan›n bir tamamlanmam›ş şeyler karm aş as › olar ak değ il de, gör ün üşt e durulmuş şeylerin, t›pk› beynimizdeki zih ni yans›lar› olan kavramlar gibi, kesintisiz bir oluş ve yokoluş değişmesinden geçtik leri, son olarak bütün görünüşteki rastlan t›lara ve geçici geriye dönüşlere karş›n, ilerleyici bir gelişmenin eninde sonunda belirmeye başlad›ğ› bir süreçler karmaşas› olarak dikkate al›nmas› gerektiği düşünce si...” Evet, şimdi görev, bu “büyük temel düşünce”yi, öncesini bir yana b›rakacak olursak, her bir parti kadrosu ve örgütünün kendi üç y›ll›k partili mücadele hayatlar› na indirgeyerek uyarlamas›d›r. Söyledik, yin el ey el im. Üç y›ll ›k part il i müc ad el e yaşam›m›z, önümüzde olgular hasad› ola rak duruyor. Hem de bütün boyutlar›yla duruyor. Engels’in “büyük temel düşünce si”ni, kendi gelişim eğrimize uyarlarsak, ya da böyle bir ak›l yürütme ile kendimizi değerlendirebilir ve bir üst düzeyde ortaya koyabilir/örgütleyebilirsek, bundan büyük devr imc i son uçl ar eld e edec eğ im izd en emin olabiliriz. 50 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu kullan›lan araç ve yöntemler vs. bunlar›n tümü, partinin kendini oluşturma tarz›n› ifade eder. Burada belirleyici olan, önder lik tarz›d›r. Önderlik tarz› yeni dönemde kend in i çok değ iş ik forml ard a tam bir tutarl›l›kla ortaya koyabilmelidir. Unutul mam al ›d ›r ki, çal ›şm al ar ›n kaps am ›n ›n genişlemesi ve içeriğinin zenginleşmesi, ancak daha gelişkin bir biçim ve örgütlen me içinde yaşam bulabilir. Yeniden örgüt lenme, çal›şmalar›n kapsam ve içeriğinin pol it ik önc ül ük misy on un un ger ekl er i düzeyine ç›karma istek ve çabas›n›n daha da yoğunlaşt›r›lmas›ndan başka bir şey değildir. Part in in kend is in i dah a üst düz eyd e yeniden örgütlemesi, öncelikle tarzda bir yenilenme ya da partili tarz›n daha fazla içselleştirilmesidir. İdeolojik, politik ve örgütsel-pratik önderliği güçlendirme ihti yac›na bağl› olarak önderliğin her düzeyde ve yenibaştan reorganize edilmesinin ken disi de bir örgütlenme sorunudur. Özellikle politik öncülük tarz ve yeteneğinin yetkin leştirilmesi sürecinde, çal›şmalar›n biçim ve örg ütl enm es ind e haml el er yap ar ak, çal›şmalar›n içeriğinin gelişip zenginleş mesi sağlanmal›d›r. Devrimci irade, politik tutku ve kararl›l›k, an›n sunduğu devrimci olanaklar› anlama ve kavrama yeteneği, olaylar›n gelişim ve ak›ş›na hakimiyet ve taktik duyusu, yoğun ve sistematik tutkulu bir çaba, burada esast›r. Öncü, öncü rolünü oynamadan kendisini sürekli ve daha üst düzeyde üreten bir yap›ya erişemez. JPart iy i dah a üst tem eld e yen id en örgütlerken bunun başl›ca unsurlar›ndan bir diğeri de s›n›f hareketine bağlanmad›r. Şunun asla unutulmamas› gerekiyor: Parti miz, başka bir s›n›f›n değil, proletaryan›n partisi ve öncüsüdür. O, bunun bilinciyle har ek et eder ek, işç i s›n ›f › har ek et iyl e bilimsel sosyalizmin bu topraklarda da bir leşm es in in yol un u açm ak ve böyl el ikl e Türkiye devrimci hareketinin “makus tali hini” yenmek zorundad›r. Emperyalizmin, burjuvazinin ve onlar›n s›n›f ve devrimci har ek et safl ar ›nd ak i uzant ›l ar ›n ›n, işç i s›n›f› hareketiyle bilimsel sosyalizmi bir birl er ind en yal ›t ›k bir dur umd a tutm ak amac›yla kulland›ğ› zengin repertuvar ana çizgileriyle biliniyor ve komünist bas›n› m›z ›n serg il em e etk inl iğ in in de sür ekl i olarak konusu oluyor. Ne var ki, partimiz, eğer gerçekten de bu, ad›na ve iddias›na lay›k olmak, hedeflerine varmak ve prole tarya diktatörlüğünü kurarak komünizme doğru yürümek istiyorsa, yaln›zca s›n›f düşman›n›n ve onun ajanlar›n›n entrikala r›n›, beyaz terörünü ve sapt›rma çabalar›n› sergilemekle yetinemez. O, deyim yerin deyse, ağlama duvar› değil, çözüm mercii olmak zorundad›r. Yani, sözkonusu engel leri aşmak, proletaryay› sosyalist siyasal bilinçle, yak›n ve uzak hedeflerine ulaşma kararl›l›ğ›yla ve diğer sömürülen ve ezilen s›n›f ve katmanlara önderlik etme yetene ğiyl e don atm ak onun işid ir, başk as ›n ›n değil! Bizim, burjuvazinin, faşizmin, sen dika bürokrasisinin vb. her hafta, her gün ve her saat en keskin sözcüklerle mahkum edilmesinden çok, işçi s›n›f› ve onun ileri kesimleriyle komünist hareket aras›ndaki büyük mesafenin ad›m ad›m kapat›lmas› na yard›mc› olacak taktiklere, politikalara, sloganlara gereksinimimiz var: Daha az 51 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu rimci düzeyin yakalanmas›, tek tek parti kadrolar›n›n sürece karş› göstereceği dev rimci duruşun biçim ve düzeyine doğrudan bağl›d›r. O nedenle her kadronun ve her bir parti örgütünün sürecin ağ›rl›ğ›n› daha derinden hissetmesi yak›c› bir gereksinim dir. Burada bir kez daha Lenin’e başvur makta say›s›z yararlar vard›r. O der ki: “Cesaretle ilerleyin, yeni silahlar edi nin, bunlar› yeni insanlara dağ›t›n, üsleri nizi genişletin, tüm devrimci işçileri yan› n›za çağ›r›n, onlar› yüzler ve binler halin de parti örgütleri saflar›na sokun.” Bu söz ler, bir silahl› ayaklanma sürecinde ya da an›nda söylenmiş sözler değildir. Bu, Çar l›k Rusyas›’nda bolşeviklerin durumlar› n›n bizim bugünkü durumumuza benzediği koşullarda, Lenin’in bütün parti örgüt ve kadrolar›na yapt›ğ› çağr›d›r. Onlar bu çağ r›ya kendi gerçeklerinin nefes al›şverişini büt ün iç düny al ar ›nd a hiss ed er ek yan ›t verdikleri için muzaffer devrime yürüdü ler. Partimizin “şu an” için önüne koyduğu devrimci hedefleri tam da Lenin’in bu özlü anlat›m›ndaki sözler gibi anlamak gereki yor. Bu ruh ve enerjiyle çal›şt›ğ›m›zda, partinin kendisini daha ileri düzeyde ve daha zengin içerikte, hem de bütün boyut lardan örgütlenme parolas›na kan ve can kazand›rm›ş olacağ›z. Partimiz ve onun büt ün kadr ol ar › kend il er in i, “k›zg ›n iç savaş” ortam›na, daha da sertleşen ve sert leş ec ek olan sav aş ›m koş ull ar ›n a gör e örgütlemeyi başard›klar› ölçüde üstesinden gelemeyecekleri iş olamaz/ yoktur. Jİkinci Kongre, “Partinin daha yüksek temelde yeniden örgütlenmesi” direktifini verirken, bugün için örgüt sorunumuzun temel bir boyutunun da alt›n› kal›n bir çiz giyle çiziyordu. Öncelikle bu temel direk tifin içerik ve kapsam›n›n bütün boyutla r›yla kavranmas› gerekir. Her şeyden önce bu sorun, yaln›zca şu ya da bu kadronun veya parti örgütünün değil, bütün bir parti nin işid ir, yan i kompl e bir çal ›şm ad ›r. Dolay›s›yla çok somuttur; k›sa, orta ve uzun vadeli hedeflerle bağl›d›r. Bu da bir örgütlenme sorunudur. Canl› bir organiz ma olarak parti, olmuş bitmiş, tamamlan m›ş bir şey değildir; daima ve sürekli ola rak gel işm ey e ve yen il enm ey e, değ iş en durumlara göre kendini daha ileri düzeyde ve zengin bir içerikte örgütlenmeye gerek sinim duyar. Kendi içinde en iyi şekilde örg ütl enm iş bir part i olm ad an, prol et er devriminin önderliği olarak işçi s›n›f›n›n önc ü pol it ik part is in in örg ütl end ir il ip geliştirilmesi düşünülemez. Bu bak›mdan, mücadelenin gerçek ihtiyaçlar› ve bu ihti yaçlar› anlama ve yan›tlama yeteneği ile yen i dur uml ar a uyum sağl ay ab il ec ek dönüşümü gerçekleştirme iradesi burada temeldir. Partiyi günün devrimci görevleri ni yan›tlayabilecek bir yetenek ve mükem melliyet düzeyine ulaşt›rmak ancak böyle likle mümkün olabilir. Örg ütl enm e sor unl ar › gib i, part in in dah a yüks ek tem eld e yen id en kal ›b a dökülmesi, çal›şman›n kapsam ve içeriğin den kopar›larak kendi baş›na ele al›namaz. Bur ad a bel irl ey ic i olan, bu çal ›şm an ›n kapsam ve içeriğidir. Günlük çal›şman›n kapsam ve içeriği bir partinin kendini oluş turma tarz›ndaki özdür. Günlük çal›şman›n kapsam ve içeriği, biçimi ve örgütlenmesi, 52 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu en ilkel, ama ayn› zamanda en geniş ve her s›radan işçinin en kolay ulaş›labilir örgütü olan send ik al ar ›, s›n ›f › atom iz e eder ek tümd en sav unm as ›z b›r akm ak ist ey en emperyalizme ve burjuvaziye karş› savun ma yükümlülüğümüz tart›şma götürmez kuşkusuz. Ama aslolan şu ki, örgüt ve kad rolar›m›z, yukar›da s›ralad›ğ›m›z görevle rini yerine getirirken, ‘ancak örgütlü kitle lerle olan ilişkilerin kal›c› ilişkiler olduğu’ parolas›na göre davranacaklard›r. Bütün yerel örgütlerimiz, bu anlay›şa bağl› ola rak, işçi s›n›f›n›n illegal ve yar›-legal işye ri örgütlülüklerinden, değişik kentlerdeki Sendika Şubeleri Platformlar›’na ve sen dikalara kadar uzanan spektrumda yer alan işçi s›n›f› örgütleri içinde sağlam ve sökül mez mevziler edinmek için yoğun ve sis temli bir çaba içinde olmakla yükümlüdür ler. Bütün bunlar›n yap›lmas›, hiç de kolay değil elbet; ancak, bu görevlerin yerine getirilememesi halinde, b›rakal›m bir pro leter devrimini, gerçek bir halk devriminin bile yap›lamayacağ› aç›k olmal›d›r. J Üzerinde duracağ›m›z bir başka nok ta, bir yanda teori, propaganda ve örgüt lenme aras›ndaki ilişki ve diğer yanda bu üçlüyle kitlelere dönük “yeni tarz›”m›z aras›ndaki ilişkidir. Teorinin önemi üzerin de komünist bas›n›m›zda zaman zaman durulmakta, o olmaks›z›n ve ülkemiz dev riminin temel sorunlar› onun ›ş›ğ›nda kav ranm aks ›z ›n, yol um uzd a tök ezl em ed en ilerlememizin çok zor, hatta olanaks›z ola cağ › bel irt ilm ekt e ve devr imc i teo rin in muazzam dönüştürücü gücünün öneminin saflar›m›zda yeterince anlaş›lamad›ğ› söy lenmektedir. Bu tümüyle doğrudur. Ve bu yüzdendir ki, Marks, kitleler taraf›ndan kavrand›ğ› takdirde teorinin maddi bir güç haline geleceğini söylemişti. Ancak, bunun tersi de doğrudur; yani, devrimci pratik ve devrimci siyasal-örgütsel çal›şma olmaks› z›n kitlelerin büyük devrimci eylemlerinin düşünsel yans›mas› olan devrimci teori edinilemez ve kavranamaz. Ve olan teori de yaş amd an kop ar ak fos ill eş ir. Biz im devrimci teorimiz işçi s›n›f›n›n ve diğer sömürülen y›ğ›nlar›n devrimci pratiğinin yoğunlaşm›ş anlat›m›ndan başka bir şey değildir. Bu bak›mdan Stalin, “Teori, bütün ülk elerin işç i hareket lerinin genel biçimi ile ele al›nan deneyi midir” demekt e son derece hakl ›yd ›. Bununla bağlant›l› olarak, anlaş›lmas› ve bilinçl ere kaz›nm as› gereken bir başk a nokta, devrimci teorinin, ancak ileri s›n›f›n devrimci örgütünün elinde, dünyay› değiş tirecek bir silaha dönüşebileceğidir. Bu bak›md an, Marks’›n yukar›da akt ar d›ğ›m›z sözlerini, teorinin, kitleler taraf›n dan kavr and ›ğ› ve ileri s›n›fa önd erl ik eden devrimci örgütün eylemine k›lavuz luk ettiği takdirde maddi bir güce dönüşe bileceği biçimind e anl ayabiliriz ve anlamal›y›z. Ama bu dönüşüm, sözkonusu devrimci örgütün kendisini de teoriyle pra tiği birl eşt irebilecek biçimd e dönüşt ür mesini, onun, marksizmi kendi siyasal-ör güts el çal›şm as›na k›lavuzl uk eden bir silah olarak kullanabilecek hale gelmesini öngörür. Marks’›n dediği gibi “eğitmen lerin kendilerinin de eğitilmesi gerekir”. Peki, bu ne demektir? Bu, her şeyd en önc e, komünistl erin devr imc i teoriyi bir süs, bir dogm alar 53 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu parlak sözcükler, daha çok gerçek çal›şma! Bu bak›mdan, Birlik Kongresi’yle tam bir uyum içinde olan İkinci Kongremiz’in, bu konudaki ikircimsiz ve berrak direktifinin yaşama geçirilmesi, her düzeydeki yönetici örgütlerimizin en önde gelen görevleri ara s›nda bulunuyor. Parti ve onun tüm örgüt leri, bu alandaki geri, kabul edilemez duru ma son vermeli ve kad›n işçiler ve genç işçiler de içinde olmak üzere, işçi s›n›f›yla kopar›lamaz bağlar kurmal›, s›n›f›n eko nomik ve siyasal savaş›mlar›nda yer alarak onun ileri ögelerini ve doğal önderlerini komünizm davas›na kazanmal› ve “İşçiler partiye” slogan›n› bir gerçek haline getir mek için tam bir devrimci irade, kararl›l›k ve yarat›c›l›k sergilemelidir. Bu, işçi s›n›f› çal›şmas›nda görevli örgüt ve kadrolar› m›z başt a gelm ek üzer e, tüm part in in, Merkez Komitesi’nin yak›n denetimi alt›n da dikkatini bu alana olabildiğince yoğun laşt›rmas› gerektiği anlam›na gelir. Şimdi ye değin bu alanda elde edilen başar›lar›n, yaşanan başar›s›zl›klar›n ve diğer devrim ci örgütlerin deneyimlerinin eleştirel bir analizi, değişik illerde, işçi bölgelerinde, işkollar›ndaki ve hatta büyük işletmelerde ki işçilerin objektif durumunun detayl› bir biçimde incelenmesi, yak›n tarihimizde, yani en az›ndan 1986’dan bu yana gelişen belli başl› işçi s›n›f› eylemlerinin deneyi minin gözden geçirilmesi, sendikalar›n ve diğer işçi örgütlerinin ve buralardaki güç odaklar›n›n politika ve taktiklerinin yak›n dan izl enm es i, burj uv az in in ve send ik a bür okr as is in in s›n ›f a karş › sald ›r ›s ›n ›n çeşitli görünümlerinin sürekli olarak ince lenmesi ve bu temelde partimizin işçi s›n› f›n›n günlük savaş›m› içinde daha aktif bir tarzda yer alarak onun ileri kesiminin bu savaş›m içinde sosyalist siyasal bilinçle donatmas› vb. görevleri bizleri bekliyor. Bu görevler yerine getirilemez, ya da onla r›n yerine getirilmesinde anlaml› bir mesa fe katedilemezse, burjuvazinin ve sendika bürokrasisinin s›n›f üzerindeki kötürüm leştirici boyunduruğu k›r›lamayacak, işçi s›n›f›, kan› dökülmekte olan Kürt ulusu başta gelmek üzere diğer ezilen s›n›f ve katmanlar›n faşist diktatörlüğe karş› sava ş›mlar›na önderlik edemeyecek, hatta ken di saflar›ndaki s›n›f dayan›şmas›n› bile sağlayamayacakt›r. S›n›f›n nabz›n› elinde tutamayan ve örneğin, SSK’n›n tasfiyesi yolundaki çabalara, ‘Ekonomik ve Sosyal Konsey’ ad› verilen örgüt arac›l›ğ›yla s›n› f›n ve diğer emekçilerin yaşam standartla r›n›n daha da düşürülmesi girişimlerine, kitlesel bir katliam boyutlar›n› almaya baş layan ‘iş kazalar›’na, ANASOL-D hükü metinin kurulmas›yla daha da azg›nlaşan zam soygununa karş› vb. etkili bir propa ganda ve ajitasyon temelinde kitlesel dev rimc i tepk il er i örg ütl ey ec ek tarzd a konumlanamayan bir parti, bu görevlerin hiçbirini yerine getiremeyecektir. Gen el olar ak ‘örg üt ve örg ütl enm e sorunu’nun bir başka yüzü de kitlelerin örgütlenmesi sorunudur. Genel olarak bur juvazinin dünyada ve Türk burjuvazisinin de ülkemizde, s›n›f›n sendikal örgütlülü ğünü bile –sendika bürokrasisinin de suç ortakl›ğ›yla– yok etmeyi hedefleyen bir sald›r› başlatm›ş olduğu günümüz koşulla r›nda, bu konunun daha da büyük bir önem kazand›ğ› tart›şma götürmez. İşçi s›n›f›n›n 54 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu y›ğ›n› olarak ele alm amas› ve içind e yaşad›ğ› ve savaşt›ğ› ülkeyi ve toplumu bütün yönleriyle tan›ma ve ülke, bölge ve dünya devriminin temel ve stratejik sorun lar›n›, onu esas alarak çözme yeteneğini edinmesi demektir. Ama bu ayn› zamanda, komünistl erin günl ük siyasal-örg üts el çal›şmas›nda da bu teoriye yaslanabilmesi, taktiklerini bu teoriye göre saptayabilmesi ve propaganda ve ajitasyonunu bu teorinin ›ş›ğ›nda yapabilmesi demektir. Biz, ancak teorinin ve onun ›ş›ğ›nd a Türk iye ve Kuzey Kürd ist an gerç ekl iğinin derin lemesine ve canl› bir tarzda kavranmas› koşuluyla, kitlelere dönük “yeni tarz”›m›z› yaratabilir ve yaşama geçirebiliriz. Biz, ancak böylelikle milyonlara ulaşmay› ve onlar› harekete geçirmeyi hedefleyen bir devrimci propaganda ve ajitasyon yapabi lir, kitl elerin gerç ek durumund an yola ç›karak onlar›n hoşnutsuzluğunu eyleme dönüştürebilir, onlar›n günlük eylemine kat›labilir ve bu eylem içinde onlar› ad›m ad›m komünizme kazanabiliriz. Demek ki, komünist propagand ist ve ajitatör ve eyl emc i, derinl emesine bir marks izmleninizm bilg isine, yaln ›zc a oport ünist konumlara sürüklenmemek ve parti çiz gisinden sapmamak için gereksinim duy mamaktad›r; o, kitleleri gerçekten ayd›n latabilm ek, onl ar›n anl ayacağ› bir dill e konuşabilmek ve onlar›n eyleminin önderi olabilmek için de marksizm-leninizme ve onun ›ş›ğ›nda ülke gerçekliğimizin kav ranm as›na gereks inim duym akt ad›r. Kapitalist sistemin şu ya da bu yan›na, ya da olumsuz sonucuna değil, bizzat ken disine karş› ç›kan ve bunun için gereken teorik donan›m› edinm iş olan bir propagandist ve ajitatör, işçilerin ve emek çilerin günlük yaşamlar›nda karş› karş›ya geldikleri bütün kötülüklerin kaynağ›nda ülke ve dünya ölçeğinde egemenliğini sür düren kapitalizmin yatt›ğ›n› muhataplar›na rahatl ›kl a ve onl ar›n anl ayacağ› dill e anlatabilecektir. İkinci Kongremiz’de de dikkat çekildiği gibi, bu propaganda ve ajitasy on uzak ve gerç ek hedefl erimizi -yani sosy alizm ve proletary a dikt atör lüğünü- net olarak dile getirmeli ve gerçek kurtuluşun ancak bu yolla olacağ›n›n alt›n› tart›şmas›z bir biçimde çizmelidir. Ne var ki, bunu yapabilmek için propaganda ve ajitasyonumuzun içeriği ve üslubu, çok daha somut, zengin ve canl› olmal›, deyim yerind eys e, çok daha fazl a yaşam kok mal›d›r. “Komint ern’e Kat›lm an›n 21 Koşulu”nda bu konuda şunlar söyleniyor du: “1. Bütün propaganda ve ajitasyon, ger çekt en komünist nitelik taş›mal› ve Komünist Ent ern asy onal progr am› ile kararlar›na uygun düşmelidir....Proletarya diktatörlüğünden, basitçe, bilinen ve araya sokuşturulmuş bir talep gibi söz edilemez; aks ine onun propagand as› öyl e yap›l mal›d›r ki, her basit işçi, her kad›n işçi, her asker ve köylü, günlük hayat›n bas›n›m›z taraf›ndan sistemli biçimde gözlenecek ve her gün kullan›lacak olgular›ndan kalkarak b u d i k t a t ö r l ü ğ ü n z o r u n l u l u ğ u n u anlamal›d›r.” (III. Enternasyonal, Belgeler, 1919-1943, s. 29-30) Evet; bizim propagandist, ajitatör ve eylemcilerimiz de işçi s›n›f›n› ve diğer emekçileri doğrudan ya da dolayl› olarak 55 İkinci Kongre ve Örgüt Sorunu ilgilendiren her konuyu –ki, çağdaş top lumda meydana gelen az çok önemli her gelişme, doğal olarak onlar› ilgilendirir– y›ğ›nlar›n siyasal eğitimi için kullanabil meli, bu gelişmelerin tümünü marksizmleninizmin ve parti program›n›n ›ş›ğ›nda yoruml ayabilm eli, bunl ard an devr imc i sonuçl ar ve eyl em çağr ›lar› ç›karabil melidir. Bu zulüm ve sömürünün taze ve canl› örneklerinin çarp›c› ve inand›r›c› bir biçimde sergilenmesi, düşman›n insanl›k d›ş› yüzünü bütün ç›pl akl ›ğ›yl a ort aya koyacak ve geniş y›ğ›nlar›n, özellikle de Türk işçi ve emekçilerinin, burjuvazinin ve faşizmin ideolojik boyunduruğundan ad›m ad›m kurt ulm alar›n›n yolunu açacakt ›r. Ülkemiz; y›ğ›nlar›, emperyalizme, faşizme ve egemen s›n›flara karş› hakl› ve devrim ci bir öfk eyl e dold urm ak ve böyl elikl e eyleme çekmek için elverişli ve bizim dev rimc i propagand a ve ajitasy on etk in liğimize konu edilebilecek malz emeyl e adeta dolup taşmaktad›r. Bunu söylerken akl›m›za yaln ›zc a egemen s›n›flar›n ve askeri kliğin Kürt halk›na karş› işledikleri suçlar, genel olarak işçilerin sömürüsü ya da Susurl uk skand al› gibi konular gel memeli kuşkusuz. Büyük kentlerin herkesi can›ndan bezdiren trafik sorunu, doğal ve tarihsel çevrenin açgözlü emperyalistler ve Türk burjuvazisi taraf›ndan kendi bencil ç›karlar› uğruna hoyratça y›k›m›, ç›rak lar›n ve kad›n işçilerin kapitalistler taraf›n dan ac›mas›zca sömürülmesi ve ezilmesi, çocuk yetiştirme yurtlar›ndaki vb. çocuk lar›n ve gençl erin lümp en burj uvazinin iğrenç ç›karlar›n›n hedefi haline getiril mesi, maaş niyetine ald›klar› sadaka kuy ruklar›nda beklerken s›k s›k rahats›zlan d›klar›na ve hatta düşüp ölüverdiklerine tan›k olduğumuz yaşl› işçi ve emekçilerin egemen s›n›flar ve devlet taraf›ndan kul lan›lm›ş bir bez ya da kağ›t parças› gibi bir kenara at›lm›ş olmas›, güç ve aşağ›lay›c› yaşam koşullar› alt›nda sürünmek zorunda b›rak›lan milyonlarca sakat›n trajedisi, bir avuç para babas› gelişm iş kapitalist ülkelerde en ileri tedavi yöntemlerinden yararlan›rken milyonlarca emekçinin SSK ve devl et hast anelerinin kap›lar›nd a ve kuyruklar›nda çektiği eziyet vb. hep, bizim propaganda ve ajitasyonumuzun ve emper yalizm e bağ›ml › kapitalist düzenin ser gilenmesinin konular› haline getirilebilir ve getirilmelidir. Aral›k 1997 56 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu Özeld e, işç il er e, diğ er emekç il er e, komünistlere, antifaşistlere ve tüm ilerici güçlere yönelik yargısız infaz, keyfi tutuk lama, işkence gibi insan hakları ihlallerin den olsun, genelde her türlü zulümden ve katliam uygulamalarından olsun sözedildi ğinde akla önce Latin Amerika kıtası gelir. O kıta ki, halkları Yanki emperyalizminin ve uşaklarının, latifundistlerin, büyük bur juvazinin ve askeri diktatörlüklerin boyun dur uğ u alt ınd a gör ülm em iş bir zulm e hedef olmuş, dayanılmaz acılar çekmiş, ama asla boyun eğmemişlerdir. İçimizde öfke ve isyan duyguları uyandıran o ünlü “desapericidos” (=kayıp) terimini insanlı ğın sözc ük hazn es in e arm ağ an etm ek zorunda bırakılmış olan bu halkların belki de tek “kusurları”, Meksika’nın eski dikta tör ü Dia z’ın söyl ed iğ i gib i ülk el er in in ABD’ye bu denli yakın olmasıydı. Ama, belk i de Dia z’ın tümc es ind ek i “ABD” sözcüğünün yerine “Batı” ya da “kap it al ist Bat ı uyg arl ığ ı” sözc ükl er in i geç irm ek dah a doğr u olac akt ır. Çünk ü, “insan hakları” kavramının insanlığın gün demine girişiyle örtüşen Batı’nın yükselişi ve kapitalizmin gelişimi, aynı zamanda insanlığa karşı en büyük suçların işlenme siyle elele gidecekti. Çünkü, ABD’nden, ABD’nin 1776’da oluşumundan çok daha önce, Batı Avrupa kapitalizm çağına koca halkları köleleştirerek, öldüresiye sömüre rek ve soykırımdan geçirerek adım atacak tı. Herhalde geleceğin tarihçileri, kapitaliz mi ve onun en son aşaması olan emperya lizmi, özellikle ‘geri’ ve bağımlı ülkeler halkları başta gelmek üzere tüm emekçi 57 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu çocuk tutsak 50 sterlin, kadın ve çocuk kafası 50 sterlin.(Aynı yerde, s. 161-62) Gene Marks, İngiliz dokuma sanayisi nin İngiliz ve Hintli el dokumacılarını ne hale getirdiğini anlatırken şunları söyleye cekti: Tarih, İngiliz el dokumacılarının yavaş yavaş yokolmasından daha korkunç bir tra jed i kayd etm ez; birk aç ony ıl boy unc a süren bu yokolma en sonu 1838’de sona ermişti. Bunların çoğu açlıktan ölmüşler, pek çok aile günde 2.5 peni ile uzun süre bitkisel bir yaşam sürmüşlerdir. Öte yan dan İngiliz pamuklu makineleri, Hindis tan’da vahim bir etki yarattı. 1834-35’te Gen el Val i şöyl e yaz ıy ord u: ‘Bur ad ak i sef al et in bir eşin e tar iht e zor rastl an ır. Pamuk dokumacılarının kemikleri Hindis tan ovalarını beyaza boyamıştır.’ (Kapital 1, s. 44) Marks’ın da değindiği gibi, Latin Ame rik a, kap it al izm in söm ürg e ve bağ ıml ı ülkeler halkları için ne anlama geldiğini ilk tadan kıtalar arasında yer almıştı. Batı his tor io gr af is in in ‘büy ük kaş ifl er’ olar ak tanıttığı Kristof Kolomb, Hernando Kortez, Frans isk o Piz arr o ve diğ erl er i, Ort a ve Güney Amerika’daki Maya, İnka ve Aztek halklarının ve uygarlıklarının yokedilişini başlatan kişilerdi aslında. E. Galeano, 15. yüzyılın sonlarından başlayarak Amerika kıtasına ayak basan ve buralarda sözcüğün gerçek ve katıksız anlamında bir yağma ve katliam uygulayan İspanyol ve Portekiz konkistador’larının yaptıklarını şu çarpıcı sözcüklerle aktarıyordu: İspanyollarla Portekizlilerin Amerika dest an ı, Hristi yan din in in yay ılm as ı ile insanlığa en büyük acıların çektirildiği bir dönem olarak anacaklardır. Marks, Kapi tal’in 1. cildinde, sömürgelerin yağmalan ması yoluyla sağlanan ilkel kapitalist biri kimi anlatırken şunları söylüyordu: Amerika’da altın ve gümüşün bulunma sı, yerli halkın kökünün kazınması, köle leşt ir ilm es i ve mad enl er e göm ülm es i, Doğu Hint adalarının ele geçirilmeye ve yağm al anm ay a başl anm as ı, Afr ik a’nın karaderi ticaretinin av alanı haline getiril mesi, kapitalist üretim çağının pembe renk li şafak işaretleriydi. Bu pastoral gelişme ler, ilkel birikimin bellibaşlı adımlarıydı. (K. Marks ve F. Engels, Seçme Yapıtlar 1, s. 159) Marks aynı yerde şunları da söylüyor du: Yerlilere karşı en korkunç davranılan yerler, doğal olarak, Batı Hint Adaları gibi yaln ız ihr ac at a yön elm iş plant asy on sömürgeleri ile, Meksika ve Hindistan gibi yağm a alan ı hal in e get ir il en zeng in ve nüfusu kalabalık ülkelerdi. Ama, gerçek anl am ıyl a söm ürg e olan ülk el erd e bil e, ilkel birikimin hristiyanca niteliği kendini ortaya koymaktan geri kalmıyordu. Protes tanlığın o asık yüzlü virtüözleri, New Eng land’lı Püritenler, 1703 yılında meclisleri nin bir kararı ile, her Kızılderili başı ve tut sak edilen her Kızılderili için 40 sterlin ödül koydu: 1720’de kelle başına ödül 100 sterline yükseldi; 1744’te MassachusetsBay, belli bir kabileyi isyancı ilan edince, şu fiyatlar uygulandı: 12 yaş ve daha yuka rıs ı erk ek kaf as ı için 100 sterl in (yen i para), erkek tutsak 105 sterlin, kadın ve 58 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu doğal zenginliklerin zorla ele geçirilip yağ malanmasını içiçe geçmiş bir tek aynı şey haline getirmiştir. Avrupa gücü bütün dün yayı egemenliği altına almak niyetiyle yola çıkmıştı. (Latin Amerika’nın Kesik Damar ları, s. 25) O, daha ilerde ise şunları söylüyordu: 1581’de, Felipe II, Guadalajara Audien cia’sının önünde, Amerika yerlilerinin üçte birinin öldürüldüğünü, sağ kalanların da kend il er in i ölül er in in bed el in i ödem ek zorunda hissettiklerini açıklıyordu. Kral, Kızılderililerin alınıp satıldığını ve evleri nin olmadığını ekliyor, annelerinin maden lerden kurtarmak için çocuklarını öldürdü ğünü belirtiyordu....İspanyol Amerikası’nın yokolmuş imparatorluklarının yerlilerinin bahtsızlığına bir de Brezilya ve Antiller’de çalışmak üzere köylerinden koparılıp geti ril en Afr ik al ı zenc il er ink i ekl en iy ord u. Sömürgeci Latin Amerikan ekonomisi o güne kadar görülmüş en yoğun işgücüne sahipti. Bu işgücü dünya tarihinin en zen gin uygarlığını yaratıyordu. Bu doyumsuzluk, korku ve cesaret anı tı, bu topraklarda yerlilerin soykırımı paha sın a dik il eb ild i. Gün üm üzd e yap ıl an en güv en il ir araşt ırm al ar söm ürg e önc es i dönemde Meksika nüfusunun otuzla otuz yedibuçuk milyon arasında olduğunu orta ya koyuyor. And dağları yöresindeki yerli lerin de sayısının buna eşit olduğu tahmin edilmekte. Orta Amerika’daki yerliler onla onüç mily on aras ınd a. Azt ek, May a ve İnkaların toplamı ise sömürgecilerin ortaya çıkışından önce yetmişle doksan milyon arasında tahmin ediliyor. Birbuçuk yüzyıl sonra toplam nüfus yalnızca üç buçuk mil yon.(Aynı yerde, s. 52) Afrika kıtasının çilekeş halkları da ‘be yaz adam’ın ‘uygarlaştırıcı misyon’undan nasiplerini alacaklardı. Bir örnek olması bakımından, Kara Kıta’nın en talihsiz ülke lerinden Kongo’nun başından geçenlere göz atacağız. Kwame Nkrumah, Challenge of The Congo adlı yapıtında, Belçika işga line kadar olan dönemde Portekizliler başta gelmek üzere çeşitli Avrupa devletlerine bağlı köle tacirlerinin bu ülkeden gönder diği köle sayısının 15,000,000’u bulduğu nu, bunların 10,000,000 kadarının taşıma sırasında öldüğünü belirtiyordu. 1884’de ise İng ilt er e ile Port ek iz aras ınd a Kon go’nun yönetiminin Belçika’ya bırakılma sını öngören bir anlaşma imzalanacaktı. Bu anlaşmayla, yüzölçümü 2,700,000 kilomet rekareye yaklaşan (Türkiye’nin 3.5 katı) ve doğal kaynaklar bakımından son derece zengin olan bu Afrika ülkesi, kısa zamanda Belçika Kralı Leopold II’nin kişisel mali kanesi haline gelecekti. Muhafazakar eği liml i ABD’li yaz ar ve araşt ırm ac ı John Gunther, bu konuda şunları yazmıştı: Leo pold’unk i, acım as ız bir söm ür ü yönetimiydi... Onun dünyanın en zengin bir kaç kişisinden biri haline geldiği kesin. Daha 1885’de o, bir kararnameyle Kon go’daki tüm ‘boş topraklar’ı kendi malika nes in in, yan i Leo pold’un mülk ü kıld ı... Yerliler topraklarından düpedüz ormanlara kov uld ul ar. Kong o’da o zam anl ar en değerli iki nesne olan kauçuk ve fildişi devlet tekeline geçti ve hükümet ‘hemen hemen ülkenin tümü üzerinde mutlak mülk sahipliği hakkı’ elde etti. 1896’da (gizli bir 59 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu kararnameyle) en az 112,000 mil kare (ya ni, 290,000 kilometrekare-b.n.) tutarında, yani aşağı yukarı Polonya büyüklüğünde bir arazi üzerinde Leopold’a özel ek haklar veren Domaine de la couronne oluşturuldu. Hepsi bu kadar değil. Sözde uygar bir dev letin ilkel bir bölgeyi ‘geliştirmesi’ne eşlik eden en alçakça ve dehşet verici zulüm örnekleri yaşandı. Leopold’un ajanlarının kauçuk ve fildişi iştahı giderek daha fazla ve daha doyumsuz hale geldi. Afrikalı işçi ler kotalarını mutlaka tamamlamak zorun daydılar; tersi durumda sakatlanıyor ya da vurularak öldürülüyorlardı. ‘Gelişme’ ha? Yetk in otor it el er Kong o’nun nüf us un un 1900’de 20,000,000 olduğunu, bugün (yani 1955’de-b.n.) ise 12,000,000’a düşm üş bulunduğunu belirtiyorlar. Leopold’un reji minin beş ila sekiz milyon insanın yaşamı na mal olduğuna inanılıyor... En korkunç uygulama ise el ve ayak kesme idi. Şefleri nin, çalışmalarını beğenmemeleri halinde Afrikalı delikanlıların bir eli ya da bir aya ğı –bazan her ikisi birden– kesiliyordu... Afrikalıların kendileri Kongo’da asla el ve ayak kesmeyi bir cezalandırma yöntemi olar ak kull anm am ışl ard ı. Bu tüm üyl e Avr up al ıl ar ın bul uş uyd u. Bu aland ak i verimliliklerini kanıtlamak için işçi takım larının şefleri kendi üstlerine sepetler dolu su kesik insan eli götürürlerdi. Sağ el daha gözde olanıydı. Nemli iklimde bozulmala rını önlemek için bu eller bazen tütsülenir di. (Inside Africa, s. 644) W. How itt adl ı bir burj uv a yaz ar ın, Colonisation and Christianity: A Popular History of the Treatment of the Natives by the Europeans in all Their Colonies adlı kitabında, ilkel birikim dönemini anlatır ken söylediği şu sözcükler, sermayenin ve burjuvazinin dünyaya nasıl geldiğinin en özlü anlatımı sayılabilir: Hristiyan denilen bu soyun, dünyanın dörtbir yanında boyundurukları altına ala bildikleri halklara karşı gösterdikleri vah şet ve zulmün bir benzerine, hiçbir çağda, ne kadar vahşi, ne kadar kaba ve ne kadar merhametsiz ve utanmaz olursa olsun, baş ka hiçbir soyda rastlanamaz. (Aktaran, K. Marx ve F. Engels, Seçme Yapıtlar 1, s. 160) Kuşkusuz, kapitalist sömürgeciliğin kir li yüzünü çarpıcı bir tarzda ortaya koyan bu örnekler, burjuvazinin, “kendi” işçi sını fı ve emekçilerine daha farklı davranma eğiliminde olduğu anlamına gelmiyor. 19. yüzyılda İngiliz el dokumacılarının trajedi sin i anl at an Marks, 40.000 dol ay ınd a Paris’li işçi, asker ve emekçinin öldürül mesiyle sonuçlanan 1871 Komün devrimi sırasında Fransız burjuvazisinin vahşetini şöyle sergiliyordu: Ama Thie rs ve aral ıkç ı gen er all er i, Paris’te ulusal muhafız kılığında yakalanan kendi jandarma espiyonlarının bile, üzerle rinde yangın bombaları ile yakalanan Ser gents de ville’lerin bile bağışlandıklarını öğrenir öğrenmez, Komün’ün misilleme üzerindeki buyrultus unun boş bir tehdit olduğunu anlar anlamaz, tutsakların yığın sal öldürülmeleri yeniden başladı ve sonu na değin ardı arası kesilmeden sürdürüldü. Ulusal muhafızların sığındıkları evler jan darmalarca çevrildi, üzerlerine (ilk kez ola rak bur ad a gör ün en) petr ol dök üld ü ve yak ıld ı; yar ık öm ürl eşm iş ces etl er, dah a 60 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu sonr a Tern es’de kur ulm uş olan gezg in Basın Hastanesi tarafından kaldırıldılar... Thiers’in bültenlerinin, Moulin-Saquet’de uyurken basılan federelerin süngülendikle rini ve Clamart’taki yığınsal öldürülmeleri hab er ver irk en kull and ığ ı sayg ıs ız ton, Londra’daki gerçekten aşırı duyarlı olma yan Tim es’in bil e sin irl er in e dok und u. Ama bugün Paris’i bombalamış ve yabancı fatihin koruması altında bir zenci köle satı cıları ayaklanması kışkırtmış bulunan kim seler tarafından işlenen salt başlangıç nite liğindeki canavarlıkları saymaya girişmek gülünç olur. (“Fransa’da İç Savaş”, Aynı yerde, s. 259-60) Demek ki, kapitalist Batı, daha tekel öncesi kapitalizm döneminde “barbar ve vahşi” olarak nitelediği geri ve bağımlı ülkelere ve halklara “uygarlık” dersleri ve öğütl er i verm ey e başl am ış, bu ülk el er i sömürgeleştirmesini, oraların halklarının “kendilerini yönetme yeteneğinden yok sun” oldukları savına dayandırmış ve aynı gerekçeleri, Çin, İran, Osmanlı gibi sömür geleştiremediği ülkelerin içişlerine karış mak için kull anm ay a başl am ışt ır. (Bat ı Avr up a’nın “büy ük” devl etl er in in başt a hristiyan azınlıkların yaşam koşullarının düzeltilmesi gibi gerekçelerle 19. yüzyılda Babıali’ye yaptıkları uyarı ve müdahaleler, hatta Osmanlı devletine askeri saldırıları anıms ans ın!) Sözk on us u ülk el er i kend i sömürgeci boyunduruğu altında tutmak, onların halklarını köleleştirmek ve doğal kaynaklarını yağmalamak için kullanılan bu gerekçe ve yaklaşım bazı değişikliklerle günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Kapitalist-emperyalist Batı’nın, daha örtü lü bir biçimde de olsa, “barbar, vahşi ve kend in i yön etm e yet en eğ ind en yoks un” olarak gördüğü geri ve bağımlı ülkeleri ve onların halklarını yönetme, boyunduruk altında tutma ve onların yazgılarını belirle me tutkusunda herhangi bir değişiklik ya da azalma olmamıştır. Belli başlı emperya list devletlerin, onların denetimi altında ya da çizgisinde bulunan uluslararası ve ulus larüstü kuruluşların ve insan hakları örgüt ler in in gen el yakl aş ıml ar ın a işt e bu “sömürgeci” bakış açısı damgasını vurma ya devam etmektedir. Oysa yukarda değin diğimiz tarihsel örnekler ve günümüzde yaşanmakta olanlar; burjuvazinin, dünyaya gelişinden itibaren en korkunç zulüm ve katliamların mimarı ve örgütleyicisi olmuş olduğunu ve öyle olmaya devam ettiğini ve dol ay ıs ıyl a bu kon ud a hiçk ims ey e öğüt verm e ve yol göst erm e hakk ın a sah ip olmadığını, olamayacağını hiçbir tartışma ya meydan vermeyecek bir açıklıkla gös termektedir. Kapitalizmin 19. yüzyılın son onyılla rından başlayarak emperyalist aşamasına girmesi, insanın insanı sömürüsüne daya nan bu sist em in çel işm el er in in en üst düzeyde keskinleşmesi ve onun devrimin eşiğine gelmesi anlamına geliyordu. Ekim Devr im i’yl e birl ikt e prol et er devr iml er i döneminin açılması, aynı zamanda sömür ge ve bağımlı ülkeler halklarının metropol ülkelerinin devrimci proletaryasının kişili ğinde son derece değerli bir bağlaşık ve önder bulmaları ve ezilen halkların emper yalizmin boyunduruğundan kurtuluş yolu na girmeleri demekti. Bu gelişmeye, met ropol ülkeler burjuvazisinin tekel öncesi 61 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu kapitalizm çağında –monarşiye, ortaçağa ve feodalizme karşı savaşım verdiği ölçü de– sahip olduğu sınırlı ve koşullu ilerici potansiyelin ortadan kalkması eşlik ede cekti. Emperyalizm, dünya gericiliğinin başı ve merkeziydi; her düzeyde gericilik demekti. Bu çağda emperyalist burjuvazi dünya ölçeğinde iki savaşa –ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha çok el altından kışkırttığı– sayısız yerel savaşa ned en olm akl a kalm ad ı; o, tek el-önc es i kapitalizm çağında geliştirdiği “beyaz ada mın üstünlüğü” teori ve pratiğinin izlerini de taşıyan faşizmi ve Nazizmi yarattı, dün yanın her yanında en gerici, en saldırgan ve en barbar rejimleri işbaşına getirdi, bes ledi ve destekledi. Kuşkusuz bütün bunlar asla, geri ve bağımlı ülkelerin gerici burju vazisi ve toprak ağalarının sömürgecilere ve emperyalistlere göre daha az barbar, daha az saldırgan vb. olduğu ya da onların ancak sömürgeci ve emperyalist efendileri nin kışkırtması ve yüreklendirmesi sonu cunda ellerini işçilerin ve diğer emekçile rin kanlarına buladıkları anlamına gelmi yor. Osm anl ı-Türk egem en sın ıfl ar ın ın Ermeni ve Kürt halklarına karşı, savaş ağa larının ve Çan Kay-şek kliğinin Çin halkı na karşı, Franko faşizminin İspanya halkı na karşı, monarko-faşist Şah ve fundamen talist Humeyni diktatörlüklerinin İran hal kına karşı, sözde demokratik Hint gericili ğinin değişik ulus ve milliyetlerden Hin distan halklarına karşı, Etiyopya’daki sos yal faş ist DERG dikt at örl üğ ün ün başt a Eritre ve Tigray halkları gelmek üzere tüm Etyopya halklarına karşı, Kolombiya’daki kokain baronlarıyla içiçe geçmiş olan dik tatörlüğün Kolombiya işçi ve köylülerine karşı gerçekleştirdiği sınırsız beyaz terör, bu ülkelerin egemen sınıflarının vahşetinin düzeyi konusunda bir fikir vermeye yeter de artar bile. Ama gene de çağımızda “insan hakları” kon us und a bir duy arl ıl ığ ın oluşt uğ un u kabul etmemiz gerekiyor. Bu paradoksun açıklaması, aslında çağımızın bir devrimler çağ ı olm as ınd a yatm akt ad ır. Metr op ol ülkelerde proletaryanın devrimci eylemi ve ayaklanmalarının ve hepsinden önemlisi Bolşeviklerin önderlik ettiği Rusya prole taryası ve halklarının gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’nin ve sömürge ve bağımlı ülkeler halklarının demokrasi ve ulusal kurtuluş sav aş ıml ar ın ın emp ery al ist burj uv az iy e ind ird iğ i ağır darb el er, onu bir ölç üd e ‘evcilleştirmiş’, bir ölçüde ‘uygarlaştırmış tır’. Sivil toplumcularımızın ileri sürdüğü nün ters in e, bund a Bat ı burj uv az is in in sözümona uygar, ilerici ve demokratik eği limlerinin zerrece rolü olmamıştır. Yirmin ci yüzyılın sonuna yaklaştığımız şu günler de, en “liberal”, en “demokrat”, en “kültür lü” vb. gözükenleri de içinde olmak üzere sömürücü sınıfların tüm fraksiyonlarının siyasal egemenliklerini ve üretim araçları üzerindeki denetimlerini muhafaza etmek için –kuşkusuz buna güçleri yettiği takdir de– herşeyi, ama herşeyi yapmayı göze alabileceklerini yeteri kadar gösteren veri nin birikmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu, toplumun ve uygarlığın gelişiminin gerçek lokomotifinin, itici gücünün asla sömürücü egem en sın ıfl ar değ il, tam ters in e her zaman ezilen ve sömürülen yığınlar olmuş olduğu ve olmaya devam edeceği gerçeği 62 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu nin bir başk a tarzd a anl at ım ıd ır. Len in, Maks im Gork i’ye yazd ığ ı 3 Ocak 1911 tarihli mektubunda bu gerçeği şöyle dile getiriyordu: Proletaryayı örgütleme yoluyla, prole taryanın savaşımı için özgürlüğü savunma yoluyla sömürge politikasına ve uluslarara sı yağm ay a karş ı dir en iş, kap it al izm in gelişmesini yavaşlatmaz, tersine onu daha uygar, daha gelişmiş kapitalist yöntemlere başvurmak zorunda bırakarak onun geliş mesini hızlandırır. Kapitalizm vardır, kapi talizm vardır. Kara-100-Oktobrist kapita lizm ve Narodnik (‘gerçekçi, demokratik’, ‘yaşam’ dolu) kapitalizm vardır. İşçilerin önünd e kap it al izm in ‘açg özl ül üğ ün ü ve vahşetini’ sergilediğimiz ölçüde, birinci türden kapitalizmin ayakta kalması o ölçü de zor olacak, kapitalizm o ölçüde kesin bir biç imd e ikinc i türd en kap it al izm e dönüşecektir. Ve bu, tam da bizim işimize, tam da prol et ary an ın işin e gel ec ekt ir.” (Collected Works, Cilt 34, s. 438-39) * * * Gen eld e çağ ım ızd a ve özeld e Naz i Almanyası’nın ve militarist Japonya’nın Avrupa ve Asya halklarına karşı gerçekleş tirdikleri sistematik cinayet ve soykırımlar la nitelenen İkinci Dünya Savaşı’nın anti faşist güçlerin zaferiyle sonuçlanmasından sonra “insan hakları”, sürekli olarak dün yanın gündeminde kalan bir sorun olageldi. 10 Aralık 1948’de kabul edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirge si’nde tüm insanların; ırk, renk, cins, dil, siyasal ya da başka bir durumdan dolayı ayrım yapılmaksızın sahip oldukları haklar sayılıyor, BM’in ve onun üyelerinin, bu hakların korunması ve eksiksiz bir tarzda uyg ul anm as ı için çab a harc ay ac akl ar ı duyuruluyordu. Bu haklar arasında; yaşam, özgürlük ve kişisel güvenlik hakkı, yasa önünde eşit davranış görme hakkı, keyfi olarak tutuklanmama ve sürgüne gönderil meme hakkı vb. yer alıyordu. Bu haklar, gerek tek tek devletlerin yasalarında ve anayasalarında ve gerekse BM’in ve diğer bir dizi uluslararası ve uluslarüstü kurulu şun hazırladığı ve çok sayıda devletin altı na imzasını attığı çeşitli uluslararası anlaş malarda da yer almaktadır. Başta emperya list devletler gelmek üzere, en barbar ve en vahşi olanları da içinde olmak üzere hemen hemen bütün gerici burjuva devletleri, bu insan haklarını sözümona korumayı amaç layan kuruluşlar oluşturmuş, kendilerini insan haklarının savunucuları olarak tanım lamışlardır. Hatta, emperyalist burjuvazi başt a gelm ek üzer e hem en hem en tüm ülkelerin sömürücü sınıfları burjuva karşıt larını ve düşmanlarını, insan haklarına say gılı davranmamakla suçlamayı ve antide mokratik uygulamalarını ve insan hakları alanındaki açıklarını onları yıpratmak için kullanmayı neredeyse bir alışkanlık haline getirmekle yetinmemiş, komünist ve dev rimci güçleri sistematik bir biçimde “terö rizm”, “haydutluk” ve “insan haklarını çiğ neme”yle suçlayacak denli ileri gitmişler dir.* ABD’nin, sosyal emperyalist Çin’le sözümona ticari ilişkilerini geliştirmek için bu ülkede –kuşkusuz fazlasıyla ve en kaba biçimde çiğnenen– “insan hakları”nı gün deme getirmesi, ABD Dışişleri Bakanlı ğı’nın her yıl dünyada insan haklarını çiğ neyen ülkelerle ilgili bir rapor yayımlaya 63 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu rak bu ülkeleri bir biçimde yargılaması, gene ABD’nin; özellikle Çin, Demokratik Kore, İran, Libya, Irak, Suriye gibi hege monyasına şu ya da bu ölçüde karşı duran ülkeleri insan hakları ihlalleriyle suçlama sı, hatta Türkiye gibi “dost ve bağlaşık” ülkeleri kendi rotasına daha da yaklaştıra bilmek için onlara insan hakları ihlalleri konusunda “yapıcı eleştirilerde” bulunma sı, bu pişkinlik ve ikiyüzlülüğün en çarpıcı örneğidir herhalde. Bu ikinci kategoriye giren durumlarda, ABD’nin –ve diğer emperyalistlerin– dostu ve bağlaşığı konumundaki gerici ve faşist rejimlere yönelttiği gizli ya da açık eleştiri lerin bir amacı, dünya demokratik kamu oyunu aldatmaksa, ikinci ve asıl önemli amacı, kuşkusuz kendi ekonomik, siyasal ve askeri çıkarlarının korunmasını güvence alt ın a alm ak için sözk on us u rej iml er in ömrünü uzatmaktır. ABD emperyalistleri nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fili pinl er’dek i ger ic i rej im i kes int is iz bir biçimde destekledikleri, silahlandırdıkları ve ona sahip çıktıkları ve bu nedenle Mar kos’un 1965’de devlet başkanlığına gelme sind en sonr a, Fil ip inl i devr imc il er in bu rejimi haklı olarak ‘ABD-Markos diktatör lüğü’ diye andıkları biliniyor. ABD tekelci burj uv az is in in, eli Fil ip inl er halk ın ın kanıyla lekelenmiş olan Markos ve ortakla rına yakınlığı, Filipinler’deki Amerikan Tic ar et Odal ar ı Birl iğ i’nin 27 Eyl ül 1972’de, yani Markos’un bu ülkede sıkıyö netim ilan etmesinden tam 6 gün sonra adı geçen hayduda gönderdiği telgrafta eksik siz bir tarzd a dil e get ir ilm işt i. Fil ip in ler’deki Amerikan Ticaret Odaları Başkanı William Mitchell imzasıyla yollanan bu telgrafta aynen şöyle deniyordu: Majesteleri Ferdinand E. Marcos, Fili pinler Cumhuriyeti Başkanı Amerikan Ticaret Odaları Birliği barış ve düz en i, iş güv enl iğ in i ve ekon om ik büyümeyi ve Filipin halkının ve ulusunun gönencini restore etme yolundaki çabaları nızda size üstün başarılar diler. Biz, bu hedeflere ulaşmak için verdiğiniz kavgada güvenimize ve işbirliğimize sahip olacağı nızı bilmenizi isteriz. Bu duygularımızı ABD’deki ortaklarımıza ve branşlarımıza da iletiyoruz. (D. B. Schirmer and S. R. Shalom, The Philippines Reader, s. 22930) Anc ak, işl er in köt üy e gitm es i, yan i Markos kliğinin, (Maoist bir siyasal çizgi izl ey en) Fil ip inl er Kom ün ist Part is i’nin önderlik ettiği Yeni Halk Ordusu’nun silah lı savaşımı ve geniş işçi ve emekçi yığınla rın büyüyen hoşnutsuzluğu ve eylemi ve hatta Markos ve yakın çevresinin, ekono mik ve siyasal gücü tümüyle kendi tekeline alma yöneliminden zarar gören diğer bur juva kliklerinin muhalefeti yüzünden köşe ye sıkışması üzerine Washington harekete geçecekti. Kasım 1984’te yayımlanan Ulu sal Güvenlik Konseyi İnceleme Direkti fi’nde, bir yandan Markos diktatörlüğüne verilen yardımın artırılması, bir yandan da “ekonomik, askeri ve siyasal reformlar”ın gerçekleştirilmesi için Markos üzerindeki baskının yoğunlaştırılması öngörülüyordu. Sözkonusu belgede şöyle deniyordu: ABD’nin Fil ip inl er’de son der ec e önemli çıkarları vardır: 64 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu Siyasal olarak çıkarlarımız vardır; çün kü esk i söm ürg em iz olan Fil ip inl er’in bağımsızlığını ve demokratik kurumlarını besleyip büyüten ABD’dir. Ve Filipinler, istikrarlı ve demokratik yönelimli bir bağ laşık olarak kalmalıdır. Radikalleşmiş bir Filipinler, bütün bölgeyi istikrarsızlaştıra caktır. Stratejik olarak, bölgede genişlemekte olan Sovyet ve Vietnam tehdidi nedeniyle, Subic ve Clark’taki üslerimizi özgürce kul lanmaya devam edebilmemiz gerekmekte dir. ABD’yle bağl aşm a hal ind e bul un an sağlıklı bir Filipinler’i de içeren güçlü bir ASEAN (Güneydoğu Asya Ulusları Birliği örgütü), Güneydoğu Asya’da komünizmin varlığına karşı bir tampon ve ekonomik özgürlük ve demokratik ilerlemenin neler başarabileceğini gösteren bir modeldir. Ekonomik olarak, güçlü bir yatırım ve ticaret pozisyonundan yararlanmaktayız. (Aynı yerde, s. 322) İşte bu nedenlerden ötürü ABD direkti fi, diğer “reform” önlemlerinin yanısıra, “inandırıcı bir demokratik reform umudu sun an dah a açık bir siy as al sist em”in kurulmasını ve “Yeni Halk Ordusu tehdi diyle başa çıkabilmek için Silahlı Kuvvet ler’de profesyonel ve apolitik önderliğin restorasyonunun sağlanmasını” vb. (Aynı yerde, s. 324-25) öneriyordu. Tam da bur ad a yuk ard a değ inm iş bul und uğ um uz gerç ekl iğ e gönd erm ed e bul unm am ız ger ek iy or: “İns an hakl ar ı” kavramının günlük yaşamın bir parçası ve insan hakları savaşımının demokrasi sava şımının önemli bir öğesi haline gelmesi, aslında yüzyılımızın tanık olduğu ve kapi talizmin ve emperyalizmin barbar yüzünün çok daha çıplak bir tarzda sergilenmesine yol açmış olan iki dünya savaşının ve özel likle Sovyetler Birliği’nin başını çektiği ant if aş ist güçl er in zaf er iyl e son uçl an an ikincisinin dolaylı sonuçlarından biridir. Bu iki savaşta –daha öncekilerden farklı olarak sivilleri de büyük ölçüde etkileyen– kitlesel bir insan kıyımı yaşanmış, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman Nazi leri ve Japon militaristleri insanlığı daha önce seyrek görülen bir vahşete (konsant rasyon kampları, insanların toplu olarak gaz odalarında zehirlenmesi ve fırınlarda yakılması, bazı etnik grupların toptan sür günü ve yokedilmesi, sivil ve asker tutsak lara karşı yaygın ve sistematik işkence ve tıp deneylerini de içeren barbarca davranış lar, sivil ve asker tutsakların fabrika ve madenlerde ölesiye ve çok kötü koşullarda köle olarak çalıştırılması, sivil yerleşim bölgelerinin bombalanması ve yakılması, kadınların seks kölesi olarak kullanılması vb.) tanık kılmışlardı. Bu sınırsız vahşet, diyalektiğin yasaları uyarınca ister istemez kend i karş ıt ın ı doğ urm uş, kap it al izm in, insanı ve insanlık değerlerini, insansal olan her şeyi hiçe sayan bu piçine, yani faşizme ve onun uygulamalarına karşı evrensel bir ilerici tepkinin oluşmasına olanak vermişti. Ne var ki, emperyalizmin dünya ölçe ğinde egemenliğinin yıkılamamış olması nedeniyle emekçi ve ilerici insanlığın bu kazanımları oldukça alçakgönüllü boyut larda kalmış, emperyalistler ve gerici bur juvazi ezilen ve sömürülen yığınlara karşı saldırısını sürdürme olanaklarını muhafaza 65 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu edebilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın anti faşist güçlerin zaferiyle sonuçlanmasının ard ınd an ABD emp ery al izm i, Alm an, Japon ve İtalyan faşizminden boşalan yeri doldurmuş, sosyalist Sovyetler Birliği’nin önderlik ettiği antifaşist kampa ve dünya proletaryası ve halklarına karşı daha sinsi ve daha kapsamlı bir saldırıya girişmişti. Faşist kampın çökertilmesine yarı gönüllü bir biçimde katılan, dünya halklarının anti faşist savaşımını daha bu savaş sürmektey ken baltalamak için elinden geleni yapan ABD ve onun kuyr uğ und a sür ükl en en İngiliz emperyalistleri, savaş bittikten son ra devrim ve sosyalizm “tehlikesi”ne karşı Alman, İtalyan ve Japon faşizminin kalıntı larına dört elle sarıldılar. Fransa’da, İtal ya’da, Yunanistan’da, Avusturya’da, Nor veç’te, İsveç’te, Belçika’da, Hollanda’da, Filipinler’de, Vietnam’da, İran’da, Bir manya’da, Endonezya’da, İspanya’da, Por tekiz’de, Şili’de, Arjantin’de, Bolivya’da vb. Alman Nazileri’yle ve Japon militarist leriyle işbirliği yapan ve milyonlarca ve onmilyonlarca insanın ölümünden, yara lanmasından, işkence görmesinden sorum lu olan çok sayıda üst ve orta düzey askeri ve sivil görevli, hemen hemen tüm işbirlik çi, işkenceci ve katiller, antifaşist savaşın bitiminden sonra “görevlerini” sürdürdüler. Tab ii, bu kez “Sovy et tehd id in e” karş ı savaşa koyulmuş olan “hür dünya”nın lide ri ABD emperyalizminin ve ortaklarının koruması altında ve “demokratik” bir kılık ta. Öndegelen Nazilerin yargılandığı ünlü Nürnberg mahkemesine yalnızca bir avuç Nazi şefi, yani topu topu 21 kişi çıkarıla bild i: Herm ann Goe ring, Rud olf Hess, Joachim von Ribbentrop, Wilhelm Keitel, Alfred Rosenberg, Julius Streicher, Fritz Sau ck el, Bald ur von Schir ach, Walth er Funk, Hjalmaar Schaht, Franz von Papen, Konstantin von Neurath, Albert Speer, Art hur Seyss-Inq ua rt, Karl Doe nitz, Erich Raeder, Wilhelm Frick, Alfred Jodl, Ernst Kaltenbrenner, Hans Frank ve Hans Fritsc he. Bunlardan Hess, Reader, Funk ömürbo yu hapis cezasına, Speer ve Schirach 20 yıl, Neurath 15, Doenitz 10 yıl hapis ceza sın a çarpt ır ıl ırk en Schacht, Pap en ve Fritsche aklandılar! Ve Sovyet yargıçları nın azınlıkta kaldığı ünlü Nüremberg mah kemesi, nesnelerin doğası gereği, dünyayı kana bulayan Nazi önderlerinden yalnızca, geriye kalan 12’si için idam kararı alabildi. SS ve Gestapo örgütlerinin ve Alman istih bar at bir iml er in in pek çok üst ve ort a düz ey gör evl is iys e, düny a kam uo yun un gözlerinden uzak bir biçimde CIA, Intelli gence Service gibi istihbarat örgütlerinin hizmetine girdiler. Savaşın sonlarına doğ ru, Nazi istihbarat örgütünün şefi General Gehl en’in kend i ekib iyl e birl ikt e ABD emperyalistleri hesabına çalışmaya başla ması, bunun en belirgin örneklerinden biri sidir. Öte yandan, Çin’de, Kore’de ve Güney doğu Asya ülkelerinde gerçekleştirdikleri işkence ve katliamlarla Alman Nazileri’n den pek “geri” olmadıklarını kanıtlamış olan Japon militaristleri de Naziler ’inkini andıran sembolik bir yargılamayla yakala rını kurtaracaklardı. İkinci Dünya Savaşı ’nın bitiminde ABD’nin işgali altına giren Japonya’nın başkenti Tokyo’da toplanan askeri mahkeme, milyonlarca insanın kanı 66 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu nı döken Japon militaristlerinin sivil ve ask er i önd erl er ind en yaln ızc a yed is in i darağacına çıkarabildi. Bundan bir kaç yıl önce ölen ve Japon emperyalizminin Asya halklarına karşı giriştiği saldırının ve ger çekleştirdiği korkunç katliamların en önde gelen sorumlularından biri olan İmparator Hir oh it o ols un, onun suç ort akl ar ın ın büy ük çoğ unl uğ u ols un, İkinc i Düny a Savaşı’nın ertesinde ve özellikle “Soğuk Sav aş”ın başl am as ınd an hem en sonr a, ABD’nin başını çektiği “Hür Dünya”nın saygın kişilikleri oluverdiler. Asıl misyonlarının kapitalist-emperya list dünya sistemini ayakta tutmak ve pro letaryaya, diğer emekçilere ve ezilen ulus lara karşı, devrim ve sosyalizm “tehlikesi ne” karşı acımasız bir savaşım sürdürmek olduğunun tam olarak bilincinde olan ABD emperyalistlerinin, Alman, Japon ve İtal yan faşizminin kalıntılarıyla ve dünyanın dörtbir yanındaki benzer öğelerle güçbirli ği içine girmesi, bu öğeleri kendi kanatları altına alması, nesnelerin doğası gereğiydi. Dolayısıyla, antifaşist savaşın temel hedef lerinden birisi olan denazifikasyon, yani faşizmden ve faşist öğelerden arınma ve emekç i halk a, part iz anl ar a ve devr imc i aydınlara karşı en korkunç işkence ve kat liamları gerçekleştirenlerin yargılanması ve cezalandırılması, ancak Sovyet Kızılordu su’nun girdiği ve/ya da devrimci, demokra tik halk iktidarlarının kurulduğu ülkelerde gerç ekl eşt ir il eb ild i. Bur al ard a, faş izm in sosyal dayanağını oluşturan büyük toprak sahipleri ve gerici burjuvazi mülksüzleşti rildiler ve siyasal iktidardan uzaklaştırıldı lar. 67 Bu koşullarda, İkinci Dünya Savaşı’n dan sonra dünya ölçeğinde emperyalizmin egemenliğinin sürmesi nedeniyle pratikte çok fazla bir şeyin değişmemiş, işçilere, diğer emekçilere ve ezilen uluslara karşı sistematik baskı ve terörün bütün hızıyla devam etmiş olmasında şaşılacak bir yan olm ad ığ ı açıkt ır. Sovy etl er Birl iğ i’nin modern revizyonist ihanete bağlı olarak yavaş yavaş kapitalist ve sosyal emperya list bir devlete dönüşmesi, bu süreci daha da hızlandıracaktı. İşt e bu ned enl ed ir ki, İkinc i Düny a Savaşından bu yana emperyalistlerin ve onların uşaklarının proletaryaya ve halkla ra karşı sürdürdükleri savaşlarda ölenlerin, yar al an anl ar ın, sak atl an anl ar ın, işk enc e görenlerin, cinsel saldırıya uğrayanların ve yerinden yurdundan olanların sayısı, Birin ci ve İkinci Dünya Savaşları’nın yarattığı toplam yıkıma yaklaşmış, yer yer de onu geçmiştir. Çok gerilere gitmeye gerek yok. 1960’lı yıllardan bu yana, ABD emperya listlerinin Vietnam, Laos ve Kamboçya’da, Frans ız emp ery al istl er in in Cez ay ir’de, Sovyet sosyal emperyalistlerinin Afganis tan’da ve Etiyopya’da, Portekiz sömürgeci lerinin Mozambik, Angola ve Gine Bis sau’da, İsrail Siyonistleri’nin Filistin ve Lübnan’da, Güney Afrika ırkçılarının ‘ken di’ ülkelerinde ve Namibya başta gelmek üzere komşu ülkelerde gerçekleştirdikleri katliamlar, ilerici ve emekçi insanlığın kol ektif belleğinde hala tazeliğini koruyor. Bağımlı ve yarısömürge ülkelerdeki çeşitli gerici kliklerin, hem ABD başta gelmek üzere çeşitli emperyalist devletlerin destek, silahlandırma ve kışkırtmalarıyla, hem de İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu kend i halk düşm an ı pol it ik al ar ın a bağl ı olar ak End on ezy a, Pak ist an, Fil ip inl er, Irak, Kolombiya, Nikaragua, El Salvador, Guatemala, Kamboçya, Hindistan, Kürdis tan, Türk iy e, Arj ant in, Şil i, Brez ily a, Gün ey Afr ik a, İran, Etiy opy a, Som al i, Peru, Nijerya, Uganda, Kongo, Liberya, Sudan, Birmanya, Burundi, Ruanda, eski Yugoslavya ve Cezayir’de ve diğer yerler lerde yaptıkları ve yapmakta oldukları kor kunç insan kıyımları da. Emekçi ve ilerici insanlık, bu yapılanları asla ve asla unut mamalıdır. Çünkü unutmak ve bağışlamak, daha büyük yıkımlara, daha çok kan ve gözyaşına, daha fazla ‘kayıp’a, daha çok işkenceye ve yargısız infaza ve daha büyük katliamlara açık çağrı çıkarmak anlamına gel ec ekt ir. “Uyg arl ık ve ins an hakl ar ı” alanl ar ınd a kayd ed ild iğ i söyl en en tüm “ilerlemelere” karşın emperyalizm ve tüm sömürücü sınıflar, özellikle geri ve bağımlı ülkelerde emekçi yığınların kanını oluk oluk akıtmaya devam etmektedirler. O hal de gün üm üz e dah a yak ın baz ı örn ekl er üzerinde duralım. Bunlardan birincisi, bir zamanlar Uni ted Frui t Comp any adl ı ABD’li meyv e tekelinin bu ülkedeki gücü nedeniyle “Muz Cumhuriyeti” aşağılayıcı adıyla anılır hale gel en Gua tem al a’nın dur um ud ur. 1954 yılında liberal-demokrat eğilimli Başkan Jacobo Arbenz’in, adı geçen tekelin çıkar larına da dokunacak sınırlı bir toprak refor muna girişmesi, Guatemala’yı bir cehenne me çevirecek gelişmelerin başlangıcı ola caktı. Özellikle 1970’lerden bu yana kendi ni ins an hakl ar ı kon us und a tüm düny a ülkelerini sorgulamaya ve cezalandırmaya yetkili bir yüce yargıç gibi görmeye başla yan ABD emperyalizmi, her zaman olduğu gibi bu kez de kirli işini CIA’nın yönlen dirdiği –sözde general– Castilla Armas adlı çapulcu aracılığıyla gerçekleştirmişti. ABD dest ekl i ask er i darb eyl e işb aş ın a gel en Armas’ın ilk işi Başkan Arbenz döneminde bir mikt ar topr ağ a kav uş an Gua tem al a köylülerine büyük bir kan banyosu yaptır mak ve elkoyduğu topraklarını United Fru it Comp any’ye ger i verm ek old u. Dah a sonraki yıllarda dünyanın en zorlu gerilla savaşına tanık olmuş olan bu ülke aslında “kayıplar ve şehitler ülkesi” olarak anılma yı hak etmiş bulunuyor: 1988 yılında nüfu su 8.5 milyon dolayında olan Guatema la’da 1960’lardan 1990’lara kadar geçen süre içinde 120,000’den fazla insan ölmüş, 40,000’den fazla insansa kaybolmuştu. (Bu 160,000 rak am ı Türk iy e ölç eğ ind e 1,200,000 kişiye eşdeğer olmaktadır.) Was hingt on Off ic e on Lat in Amer ic a adl ı “bağımsız” bir insan hakları kuruluşunun açıklamalarına göre, yalnızca 1978-83 yıl lar ı aras ınd a, Gen er al R. L. Garc ia ve General E. R. Montt’un işbaşında olduğu beş yıllık süre içinde 440 köy yakılmış, en az 50,000 kişi öldürülmüştü. ABD tekelci burjuvazisinin yayım organlarından News week dergisinin Aralık 1982 tarihli sayısın da çıkan bir haberde, ordunun gerilla avcı larının, “bebeklerin kafalarını uçurdukları, hasta ve yaşlı ins anları yaktıkları, gebe kadınların karınlarını kazıklarla deştikleri” anlatılıyordu. Americas Watch adlı insan hakları kuruluşunun, Meksika’ya kaçmış olan Gua tem al al ı sığ ınm ac ıl arl a yapt ığ ı 68 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu görüşmelerle ilgili olarak hazırladığı rapor da ise şöyle deniyordu: Her ne kad ar Gua tem al a ord us u her yaştan çok sayıda sivili öldürmüşse de, asıl kurbanlar kadın ve çocuklar olmaktadır; öldürülmeden önce kadınların kural olarak ırzlarına geçilmekte, çocuklar duvarlara vurularak parçalanmakta, boğulmakta, diri diri yakılmakta ya da maşet ya da süngüyle öldürülmektedir. (The New York Times, 8 Mayıs 1983) Söz Lat in Amer ik a’dan açılm ışk en, ABD’nin önd eg el en pol it ik ac ıl ar ınd an New York Val is i Nels on Rock ef ell er’ın 1970 yılında Senato’da yaptığı konuşmaya değinelim. Rockefeller bu konuşmasında – ABD tekelci burjuvazisinin iç çekişmeleri ne bağlı olarak Kasım 1963’de bir suikast sonucu öldürülen– Başkan Kennedy’nin, ABD emp ery al izm in in bu kıt a halkl ar ı üzer ind ek i boy und ur uğ un u pek işt irm ek için 1961 yılında başlattığı “İlerleme İçin Bağlaşma” adlı programdan övgüyle sözet mişti. Aynı zamanda Güney Amerika’da çok gen iş yat ır ıml ar yapm ış bir tek elc i kapitalist olan bu bay, konuşmasında 196170 yılları arasında Latin Amerika’da tam 17 askeri darbe gerçekleştirildiğini kıvanç la anlatmış ve, “Düzeni sağlayacak bir çer çev e olm ad ığ ınd a herh ang i bir ilerl em e sağlanamaz.” (Walter Lafeber, Inevitable Revolutions, s. 202) demişti. O, polis ve askerlerin eğitim ve donanımını sağlamaya hizmet edecek bir ABD politikasının, uzun erimde halkın yaşam düzeyinin yükselme sine olanak sağlamanın tek yolu olduğunu söyledikten sonra, “yapıcı toplumsal deği şimin temel gücünün ordu” (Aynı yerde, s. 202) olduğunu belirtiyordu. İkinci örnek, 1960’ların ikinci yarısında Türk gerici ve faşistlerinin kendi gazete ve dergilerinde imrenerek ve Türkiye’yi de oray a benz etm e yol und ak i özl eml er in i ağızl ar ı sul an ar ak anl att ıkl ar ı End on ez ya’dır. Bu ülk ed e, 30 Eyl ül 1965’de CIA’nın özendirme ve desteğiyle harekete geçen ordu, Endonezya Komünist Parti si’nin bir darb e gir iş im ind e bul und uğ u savıyla iktidara el koydu. Askeri faşist dar benin başını çekenlerden General Nasution kurm ay sub ayl ar ın bir konf er ans ınd a End on ezy a Kom ün ist Part is i’nin büt ün kadro ve sempatizanlarının tümüyle yoke dilmeleri gerektiğini söylemesiyle ünlen mişt i. Darb ed en hem en sonr a Ekim 1965’de paraşütçü birliklerinin Merkezi Cava’ya gelmesiyle kitlesel katliam başla yac akt ı. Bu katl ia ma ord u birl ikl er in in yanısıra, palalar, baltalar ve ateşli silahlarla donanmış sağcı ve faşist çeteler de katıldı. Tanıklar, Doğu Cava ve Kuzey Sumatra’da ces etl er in ırm akl ar ı tık ay ar ak geç ilm ez hale getirdiğini ve çürüyen et kokusunun her yanı sardığını söylüyorlardı. Amnesty International (=Uluslararası Af Örgütü)’ne göre Ekim 1965-Haziran 1966 arasındaki dokuz aylık süre içerisinde 500,000 insan katledilmişti. Endonezya devlet güvenlik örg üt ün ün baş ı Amir al Sud om o, Ekim 1976’da bir Hollanda televizyon kanalının kendisiyle yaptığı röportajda bu dönemde 500,000’den fazla kişinin öldürüldüğünü kab ul edec ekt i. Başk a yetk il il er ise ölü sayısının en az 750,000 olduğunu, bu raka mın 1,000,000’dan fazla da olabileceğini 69 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu söylemişlerdi. Gene resmi verilere göre 750,000 kiş i de tut ukl anm ışt ı. Amn esty International, bu 750,000 tutukludan yal nızca 800’ünün mahkeme huzuruna çıka rıldığını ve bunların büyük çoğunluğunun da ölüm cezasına çarptırıldığını açıklamış tı. ABD destekli Endonezya ordusu yal nızca kendi ülkesinde eşine az rastlanır bir kan banyosu gerçekleştirmekle yetinmedi; o 1975 yılında Portekiz sömürgecilerinin boş altm ak zor und a kald ıkl ar ı Doğ u Timor’u da işgal etti. İşgalin 5-6 Aralık 1975’de ABD Devlet Başkanı Gerald Ford ile Dış işl er i Bak an ı Henry Kiss ing er’in başkent Cakarta’yı ziyaret etmesinin ertesi günü başlaması, –Sovyet sosyal emperya listleri tarafından da desteklenen– SuhartoNas ut io n faş ist kliğ in in esin in i ner ed en aldığını bir kez daha gösteriyordu. Savaşın ilk gününde başkent Dili’de 2,000 dolayın da sivili katleden, köyleri ayrımsız olarak uçaklarla ve toplarla bombalayan, köylüle ri zorunlu göçe ve yerleştirmeye tabi tutan Endonezya ordusuyla Doğu Timor halkının temsilcisi olan FRETİLİN’e bağlı gerillalar arasında 1975-76 yılları arasında yaşanan eşitsiz savaş ve ona eşlik eden soykırım sırasında adanın 650,000 dolayında olan toplam nüfusunun en az 100,000’i (yani Doğu Timor halkının yüzde 15’inden faz lası!) öldürüldü. Ama bütün bunlara karşın FRETİLİN’in direnişinin kırılamadığını ve sürd üğ ün ü ve End on ezy al ı gen er all er in 1988’de, her yıl ortalama 100 dolayında ask erl er in i ger ill a sald ır ıl ar ı son uc und a yitirdiklerini kabul ettiklerini anımsatalım. Bu örneklere; kendi topraklarına İkinci Düny a Sav aş ı sır as ınd a tüm ceph el erd e kullanılan bomba miktarına eş miktarda bomba atılmış, halkının yarısından çoğu ‘stratejik köy’ denen çağdaş konsantrasyon kamplarına yerleştirilmeye çalışılmış, ama 1,000,000’dan fazla kayıp vermesine kar şın unutamayacağı bir ders verdiği ABD emperyalizmini kendi ülkesinden kovmayı başarmış olan kahraman Vietnam halkının çekmek zorunda kaldığı acılar eklenebi lir.** Onlara; kökü 19. yüzyıla, hatta daha öncesine dayanan ve özellikle İkinci Dün ya Savaşı sonrası dönemde ABD emperya lizminin çok yönlü desteğini sürekli olarak arkasında bulmuş olan beyaz burjuvazinin kanlı ve vahşi Apartheid rejimi altında yüz binlerce şehit vermiş olan Güney Afrika halklarının çektiği acılar eklenebilir. Onla ra; doğrudan CIA ile Şili büyük burjuvazi sinin askeri ve sivil temsilcilerinin eşgü düm hal ind e gerç ekl eşt ird ikl er i ve 40,000’den fazla işçi, emekçi ve aydının ölümüne yol açan Eylül 1973 askeri faşist darbesinden sonra Şili halkının ve gene ABD emp ery al izm in in dest eğ iyl e Mart 1976’da gerç ekl eşt ir il en ve 30,000’den fazla işçi, emekçi ve aydının katledilmesi ne yol açan ‘kirli savaş’ı başlatan askeri faşist darbeden bu yana Arjantin halkının çektikleri acılar ve daha niceleri eklenebi lir. * * * Yaşadığımız dünyada emekçi insanlığa karşı işlenmekte olan suçlar ve cinayetler, tanınmış burjuva insan hakları kuruluşu Amn esty Int ern at io nal(=Ulusl ar ar as ı Af Örg üt ü)’nü bil e isy an a ve umuts uzl uğ a 70 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu sevk edecek boyutlara varmış bulunuyor. “İnsan hakları” sorununa son derece dar ve formalist bir tarzda yaklaşmakla yetinme yip kend i işl ev in i, çoc ukl ar, yaşl ıl ar ve kad ınl ar da içind e olm ak üzer e emekç i yığ ınlar a karş ı her gün, her saat ve her dakika suç işleyen burjuvazinin ve emper yalizmin cellatlarını, katillerini ve işkence cilerini “biraz daha nazik” olmaya çağır mak olar ak alg ıl ay an bu kur ul uş, 1993 yılında hazırladığı ve “Başarısızlıkla Yüz yüze Gelme” adını taşıyan bir raporunda bunu şu sözcüklerle itiraf ediyordu: Yargısız infazlar, ‘kaybolmalar’, işken ce ve keyfi gözaltı ve tutuklamalar da için de olmak üzere en temel insan haklarının çiğnenmesi, dünyanın bütün bölgelerinde hala günlük olarak ve çoğu kez kitlesel düz eyd e yaş anm akt ad ır. İns an Hakl ar ı Kom isy on u’nun inc el ed iğ i ve kend i uzmanları ve çalışma gruplarının hazırladı ğı geniş kapsamlı raporlar, insan haklarının dünya ölçeğinde yüzyüze bulunduğu kötü dur um un çarp ıc ı tan ığ ıd ır.” (Hum an Rights, The New Consensus, s. 257) Raporda daha sonra, ‘Kaybolmalar’la İlgili Çalışma Grubu’na 1991’de 17,000 ‘kayıp’ raporu ulaştığı –gerçek rakamın küçük bir yüzdesi– ve bu rakamın o zama na değin ulaşılan en büyük rakam olduğu belirtiliyordu. ‘Kaybolmalar’la İlgili Çalış ma Grubu, aslında buzdağının suyun üze rinde görünen bölümünü bile oluşturmayan bu rakamın, kendi değerlendirme kapasite sin i aşt ığ ın ı bel irt iy ord u. Öte yand an, yer ind e inf azl arl a ilg il i Özel Rap ort ör, ölüm tehditlerinde, gözaltında ölümlerde ve yerinde infazlarda kaygı verici bir artış gör üld üğ ün ü ve ayn ı dur um un işk enc e olayları için de geçerli olduğunu söylüyor du. Aynı kuruluşun 1994’de yayımlanan bir başka raporunda ise, “Son 25 yılda bir milyondan fazla insan ‘kayıp’ ya da yargı sız infaz olaylarının kurbanları olmuşlar dır.” (“Disapperances” and Political Kil lings, s. 13) deniyordu. Peki, dünyanın her yerinde ve özellikle geri ülkelerde yüzmilyonlarca, milyarlarca emekç i ins an ın, yan i ins anl ığ ın büy ük çoğ unl uğ un un karş ı karş ıy a old uğ u bu kötülükler nasıl ortadan kaldırılabilecek, onların yeryüzünde bir cehennem yaşantısı sürdürmelerine nasıl son verilebilecektir? Bu sorunun yanıtını verebilmek için önce sorunun teori planında doğru olarak kon masına gereksinim var. Herşeyden önce insan hakları olgusu nun burjuvazinin ve kapitalizmin doğuşuy la ortaya çıktığının ve bu sosyo-ekonomik formasyona özgü bir kategori olduğunun anlaşılması gerekiyor. Burjuva demokratla rından ve liberallerinden ve onların kuyru ğunda sürüklenen küçük burjuva reformist ler i ve devr imc il er ind en farkl ı olar ak komünistler, “insan hakları” kategorisini öncesiz ve sonrasız, insan toplumuyla bir likte doğan ve sonuna kadar onunla birlikte olacak bir olgu olarak asla görmemişlerdir. Tarihsel çerçevesi kapitalizmle sınırlı olan bu kategori kapitalizmden önce yoktu; o, sosyalist devrimle birlikte ortadan kalkma ya başlayacak ve sınıfsız toplumda da aşıl mış olacaktır. Engels bir yerde ”insan hak ları” kavramının doğduğu 18. yüzyılı ve o dönemin entelektüel atmosferini anlatırken şunları söylüyordu: 71 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu Toplum ve devletin bütün eski biçimle ri, bütün eski geleneksel fikirler, usdışı ilan edildi ve bir yana atıldı; dünya o zamana kadar önyargılarla yönetilmişti; geçmişe ilişk in olan her şey, anc ak acım a ve küçümsemeye değerdi. Ensonu gün doğu yordu; bundan böyle boş inan, haksızlık, ayrıcalık ve baskı; sonsuz doğruluk, sonsuz adalet, doğa üzerine kurulu eşitlik ve insa nın devredilmez hakları tarafından silinip süpürülecekti. Bugün usun bu egemenliğinin burjuva zinin ülküselleştirilmiş (idealize edilmiş) egemenliğinden başka bir şey olmadığını; ölümsüz adaletin, gerçekleşmesini burjuva adaletinde bulduğunu; eşitliğin yasa önün de burj uv a eşitl iğ in e vard ığ ın ı; ins an ın tem el hakl ar ınd an bir i olar ak...burj uv a mülkiyetinin ilan edildiğini; ve ussal dev letin, Rousseau’nun toplum sözleşmesinin, dünyaya ancak burjuva demokratik cumhu riyeti biçimi altında geldiğini ve ancak o biçimde gelebilecek olduğunu biliyoruz. (Anti-Dühring, s. 66-67) Büyük Fransız Devrimi’nin çıkardığı evrensel insan hakları bildirisinde formüle edilen ve feodal toplumun ayrıcalıklarına başk ald ır ıy ı anl at an siy as al özg ürl ükl er için savaşım o zaman için ileriye doğru atılmış büyük bir adımı temsil ediyordu. Ama, en demokratik burjuva cumhuriyetle rin in prat iğ in in de fazl as ıyl a göst erm iş olduğu gibi, kapitalist toplum koşullarında olsa olsa ya da en iyi durumda sömürülen işçi ve yarı proleterlerle sömüren burjuvazi ve diğer sömürücü sınıflar arasında yasalar önünde eşitlik, yani biçimsel eşitlik sağla nab il ir. Bun uns a, hiçb ir zam an edims el eşitsizliğe engel olmamış olduğu ve olama yac ağ ı bell id ir. Len in’in söyl ed iğ i gib i, “Biz, proletarya için, kapitalist rejimde en iyi devlet biçimi olarak demokratik cum huriyetten yanayız; ama unutmaya da hak kımız yoktur ki, hatta en demokratik burju va cumh ur iy et ind e bil e, halk ın nas ib i, ücretli kölelikten başka bir şey değildir.” (Devlet ve İhtilal, s. 31) Edimsel eşitliğin ve gerçek özgürlüğün egemen olacağı insa nal bir toplumun kurulmasına ancak, o bur juva insan hakları savunucularının hiç de hoşl anm ad ıkl ar ı prol et ary a dikt at örl üğ ü dön em ind e başl an ab il ec ekt ir. Eşitl ik ve özgürlük uğruna savaşım, sınıfların, sınıflı toplumun ve son sınıflı toplum olan kapita lizmin hukukunun, yani burjuva hukuku nun, daha doğrusu tüm hukukun kaldırıl masını gerektirmektedir. Bu da, her türlü söm ür ün ün yan ıs ır a, üret ic i sın ıfl ar ın sömürülmesinin bekçiliğini yapan devletin kendisinin ortadan kaldırılmasına ve onun sön üml enm es in e göz kul ak olac ak bir geçiş dönemini, yani sosyalizmi ve prole tarya diktatörlüğünü zorunlu kılar. Burju vazi ile proletarya arasındaki sınıf savaşı mından kopuk bir hukuk, eşitlik ve özgür lük tartışması, boş ve liberal bir gevezelik ten, işçi sınıfını ve diğer sömürülen yığın ları burjuva-demokratik masallarla aldat maya hizmet eden bir demagojiden başka bir şey değ ild ir. Burj uv az in in ve onun uşaklarının bu türden tumturaklı açıklama larına her zaman yıldırımlarını yağdırmış olan Lenin, bir kezinde şunları söylüyordu: İşçilere ve köylülere şunu söylüyoruz: Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini açın. Onlara sorun: 72 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu Hangi cinsin hangi cinsle eşitliği? Hangi ulusun hangi ulusla eşitliği? Hangi sınıfın hangi sınıfla eşitliği? Hangi boyunduruktan ya da hangi sını fın boyunduruğundan kurtuluş? Hangi sınıf için özgürlük? Bu soruları ortaya atmaksızın, bunları ön plana çıkarmaksızın, bunların sessizce geçiştirilmesine, gizlenmesine, örtbas edil mesine karşı savaşmaksızın politikadan ve demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ve sosyalizmden sözeden kimse, çalışanların en acım as ız düşm an ıd ır, kuz u post un a bürünmüş kurttur, işçilerin ve köylülerin en kötü hasmıdır, mülk sahiplerinin, çarla rın ve kapitalistlerin bir uşağıdır. (Marx, Engels, Lenin, Kadın ve Aile, s. 235) Ne var ki, bunun böyle oluşu, işçi sını fının ve diğer ezilen yığınların siyasal tem silcilerinin hiçbir biçimde demokrasi soru nuna ve onun bir parçası olan insan hakları sorununa karşı kayıtsız kalması gerektiği anlamına gelmiyor. Özellikle emperyalizm çağında burjuvazi, büyük burjuva devrim lerinin demokratik içerikli “Eşitlik, Özgür lük ve Kard eşl ik” slog an ın ı çokt and ır geminin bordasından denize atmış bulunu yor. Tüm ezilen sınıf ve katmanların meşru hak ve ist eml er in i sav unm ad an gen iş emekçi yığınların devrimci önderi olama yacak ve kendisini devrimcileştiremeyecek olan proletarya, temel hedefini –sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü– asla unutmak sızın bu savaşımların en önünde yer alma lıdır. O, emperyalizmin ve burjuvazinin özelde “insan hakları” sorununu ve genel de demokrasi sorununu demagojik propa gandalarının ve bencil siyasal emellerinin aleti haline getirme çabalarını sergilemeli, bu savaşımı, faşizmi ve siyasal gericiliği ve giderek kapitalizmin kendisini devrimle yıkm a sür ec in in bir parç as ı olar ak ele almalıdır. Emekçi insanlığın en büyük ve asıl düşmanı ve tüm gericiliğin kaynağı olan emperyalizm yokedilmeden, özü insa nın insan tarafından sömürülmesi ve ezil mesi olan kapitalizm ortadan kaldırılma dan, ne işk enc el er, yer ind e inf azl ar ve gözaltında kayıplar sona erecektir, ne de katliamlar, soykırımlar ve savaşlar. Ama çağımızda ve özellikle günümüzde emperyalizmin ve kapitalizmin egemenliği altında, yani emperyalizm ve kapitalizm devrimle yıkılmadan ve sosyalizm kurul madan, bütün bu kötülüklerin kaldırılabile ceğini düşünenler var. Hatta bu kötülükle rin emperyalizmin ve kapitalizmin, yani bellibaşlı kapitalist-emperyalist devletlerin ve onların denetimi altındaki uluslararası kuruluşların –BM, Avrupa Birliği, Sosya list Ent ern asy on al, Avr up a Güv enl ik ve İşbirliği Örgütü, NATO– yardım ve deste ğiyle ortadan kaldırılabileceğine inananlar ve halkları da buna inandırmaya çalışanlar var. Bu son derece yanlış, gerici ve zararlı bak ış açıs ın ın, bizz at emp ery al istl er ve gerici burjuvazi tarafından ileri sürüldüğü nün ve yaygınlaştırıldığının altını çizme miz gerekiyor. Kurulu düzenin sahiplerinin yanısıra, burjuva liberalleri, reformistler, sosyal demokratlar vb. tarafından da savu nulan bu bakış açısı, özelde insan hakları savaşımını ve genelde proletaryanın, diğer emekçilerin ve ezilen ulusların demokrasi ve sosyalizm savaşımını saptırmaktan ve baltalamaktan başka bir sonuç vermemiştir 73 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu ve ver em ez de. Onun için bir kez dah a yineleyelim: İşkence, gözaltında kayıplar ve yarg ıs ız inf az gib i uyg ul am al ar ın sor uml ul ar ı olan Pin och et’ler, Şah’lar, Suh art o’lar, Vid el a’lar, Nec ib ull ah’lar, Ram os’lar, De Klerk’ler, Crist ia ni’ler, Evren’ler, Mobutu’lar ve onların arkasında duran gerici ve emperyalist burjuvaziyle tam ve kesin bir hesaplaşma olmadan, yani siyasal iktidar bir ya da bir dizi devrim sonucunda başında proletaryanın bulundu ğu emekçi yığınların eline geçmeden, “in san hakları sorunu” çözülemez. Proletarya ya, diğer emekçilere, ezilen uluslara vb. kendilerini ezenlerle ve sömürenlerle, yani kendi gardiyanları, işkencecileri ve cellat larıyla barışmayı, kucaklaşmayı ve kardeş leşmeyi, onlara geçmişte olan “tatsızlıkla rı” unutmayı önerenler, bilerek ya da bil meyerek bu gardiyanların, işkencecilerin ve cellatların avukatları konumunda dur maktadırlar. Dahası onlar böylelikle, karşı çıktıklarını ileri sürdükleri “insan hakları” ihlallerinin ömrünün uzamasına, yani yar gıs ız inf azl ar ın, işk enc en in, göz alt ınd a kayıpların sürmesine destek vermiş olmak tadırlar. Bu çizgiyi savunanların konumu ve taktiklerinin, 1905’in Rusyası’nda halk la Çarlık arasında tam ve kesin bir hesap laşma yaşanmasından ödü kopan ve iktida rı Çarlık’la paylaşmak isteyen liberal bur juvazinin konumu ve taktiklerini andırdığı nı söyleyebiliriz. Bilindiği üzere, liberal burjuvazinin politikasının özü, Çarlık’ın halka bazı göstermelik ödünler vermesini sağlayarak onun yükselen devrimci öfkesi ni söndürmek ve yaklaşan devrimci fırtına yı atlatmaktı. Aralarındaki anlaşmazlığa ve çıkar ve iktidar kavgasına karşın, Çarlık’ın da lib er al burj uv az in in de asıl düşm an ı halktı. Bugünkü liberal insan hakları savu nucuları, insan hakları savaşımında, Rusya devr im ind e Kad etl er ’in oyn ad ığ ı rol ü oyn am akt ad ırl ar; yan i emp ery al izm i ve burjuvaziyi ezilen ve sömürülen kitlelere göstermelik ödünler vermeye ve onu, kendi düzeninin, yani kapitalist-emperyalist dün ya sisteminin makyajını ‘yenileyerek’ sür dürmeye çağırmaktadırlar. Aynı suçlama, bu çizg in in ger i ve bağ ıml ı ülk el erd ek i bilinçli ya da bilinçsiz taklitçileri ve izleyi cileri, Amnesty International ve benzeri örgütlerin hınk deyicileri için de aynen, hatt a dah a fazl as ıyl a geç erl id ir. Len in, daha 1920’lerde, emperyalist burjuvazinin ve onun ajanlarının, geri ve bağımlı ülke lerde yürütülmekte olan demokrasi savaşı mının reformist bir rotaya sokulması için çaba harcadığını belirtmiş ve bu ülkelerin proletaryası ve halklarını böylesi tuzaklara karşı uyarmıştı. Güncel gelişmelere bağlı olarak, burjuva-demokratik yanılsamaların hayli yaygınlaştığı günümüzde bu uyarının tümüyle ve son derece geçerli olduğunu söyleyebiliriz ve söylemeliyiz. Komünist ler; kendi genç kuşaklarını kendi elleriyle dejenere eden, onu uyuşturucu ve fuhuş bat ağ ın a iten, 1991’den bu yan a Irak’a uyguladıkları ambargo nedeniyle bir mil yondan fazla bebek ve çocuğun ölümüne neden olduklarını kendi ağızlarıyla itiraf eden, silah tekellerinin süper karları için, halklarının en temel gereksinimlerini karşı layamayan geri ve bağımlı ülkeleri modern sil ahl arl a tep ed en tırn ağ a don at an vb. emperyalistlerin ve onların liberal avukat 74 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu larının yüzündeki sahte demokrasi maske sini sıyırıp atabilmelidirler. Burada, sözkonusu tavrın asla bir bilgi sizlik ya da ‘bilinçsizlik’ olayı olmadığının altının kalın bir çizgiyle çizilmesi gereki yor. Örneğin, son derece geniş bir bilgi ağına sahip olan ve “insan hakları” ihlalleri konusunda dünyanın her yanından gelen verilere adeta boğulan Amnesty Internati onal yetkilileri, ayaklanmalara karşı sava şım, yani kontrgerilla öğretilerinin ve çeşit li işkence teknikleri ve yöntemlerinin nere lerde, kimler tarafından ve kimlere öğretil diğini, çeşitli işkence araç ve gereçlerinin yanısıra grevcileri, göstericileri dağıtmak ve etkisizleştirmek, gerilla eylemlerini ve halk ayaklanmalarını bastırmak için gerekli sil ahl ar ın ve diğ er don an ım ın ner el erd e üretildiğini, kimlere hangi amaçlarla veril diğini vb. çok iyi bilmektedirler. Eğer bil miyorlarsa ya da unutmuşlarsa, kendilerine bell ekl er in i taz el em ek amac ıyl a baz ı örnekler sunabiliriz. a) Özell ikl e, 1959’da gerç ekl eş en Küb a devr im ind en sonr a ABD, Ort a ve Gün ey Amer ik a ülk el er ind e benz er bir deneyimin yeniden yaşanmaması için, bu ülk eler in ger ici burj uv az is iyl e eşg üd üm içinde Kontrgerilla etkinliklerini artırdı ve deyim yerindeyse bu ülkelerin ordularının yavaş yavaş birer iç savaş ordusuna dönüş tür ülm es i için yoğ un bir çab a harc ad ı. ABD’de ve bu ülk en in, Pan am a Kan al ı bölgesinde kurmuş olduğu Southern Com mand adlı üste bulunan okullarda eğitim gören Latin Amerikalı askeri personelin sayısı 1960-65 yılları arasında 31,600 iken, bu rakam 1970’de 54,270’e ve 1975’de 71,500’e ulaşm ışt ı. Alai n Rou qui e bu konuda şunları söylüyordu: Zat en strat ej ik Kenn edy-Mc Nam ar a (müstakbel Dünya Bankası Guvernörü o sırada ABD Savunma Bakanı idi) döneme cinden sonra askeri yardım programının hedefi de kıtanın savunma amaçlı orduları nı yık ıc ı kom ün ist faa liy etl er e karş ı iç düzeni koruyan, giderek ‘hür dünyanın’ güv enl iğ in e katk ıd a bul un an güçl er e dön üşt ürm ek old u. Gün ey yar ık ür en in ordularına, kontrgerilla ve sivil eylem (ci vic action) eğitimi verilmesinin yani asker lerin, askeri olmayan sosyal amaçlı proje lere katılmasının gayesi de budur. (Latin Amerika’da Askeri Devlet, s. 146) b) İki yıl kadar önce, Özgür POLİTİ KA’nın 7 Kas ım 1995 tar ihl i say ıs ınd a yayımlanan ‘Polis Şefleri ABD’de Ne Arı yor?’ başlıklı yazıda şöyle deniyordu: Kürd ist an’da gör ev yür ütm ekt e olan Emniyet Müdürleri’nin ABD’de eğitildik ler i ve yen i dön emd e gerç ekl eşt ir il ec ek katliamlar için hazırlandıkları belirtiliyor. Türkiye ve Kürdistan’da gerçekleştiri len bir çok katliamdan sorumlu olan Meh met Ağar, Ünal Erkan, Hayri Kozakçıoğlu gibi üst düzey bürokratlar meclise girmeye hazırlanırken, Kürdistan illerinin Emniyet Müdürleri’nin ABD’ne gönderilerek, yeni yöntem ve metodlar konusunda eğitildikle ri ortaya çıktı. Gaz et e merk ez im iz e ulaş an bilg il er e göre, aralarında 13 Emniyet Müdürü ile 5 Genel Müdür ’ün bulunduğu toplam 18 üst düzey bürokrat, 15-29 Ekim tarihleri ara sında ABD’nin Lousiana eyaletinin merke zi New Orleans’a giderek, oradaki özel 75 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu eğitim merkezinde 15 günlük bir eğitime tabi tutuldu. Kontrgerilla ve ‘terör’ olayla rında takınılacak tavırlar ve izlenecek stra teji ve taktik politikaları konusunda aydın latıldı. c) PKK’nın görüşlerini yansıtan bir dergide yayımlanan bir yazıda ise, Alman ya’nın Türkiye’ye sürekli olarak yaptığı silah yardımı konusunda ayrıntılı bilgiler sunulduktan sonra şunlar söyleniyordu: Almanya’nın ambargo kapsamına alma yı hiç aklına getirmediği ve tartışma konu su bile yapmadığı bir alan özel tim eğitimi dir. Alm any a’nın yıll ard ır Türk pol is in i eğittiği ve iki ülke istihbarat birimlerinin çok yakın bir çalışma içinde oldukları bili niyor. Örneğin, 1988-90 döneminde Türk polislerinin eğitimi için Almanya’nın har cad ığ ı par a 3 mily on mark. Eğit im ve donanım miktarı 1991-93 döneminde tam iki katına çıkarıldı. Ama asıl üzerinde durmak istediğimiz, özel timlerdir. Biliniyor ki, bu özel polis birlikleri ilk olarak 1985 yılında PKK’ya karşı örgütlendirildiler... Almanya’nın bu birl ikl er i eğitt iğ i ilk def a 1 Şub at 1987 tar ihl i Terc üm an gaz et es ind e yer ald ı. ‘Weyg old’ isiml i bir GSG-9 yüzb aş ıs ı, kendilerine ait Bonn St. Augustin kampla rında iki Türk özel tim birimini eğittiğini açıkl ad ı...Anc ak 31 Mart-1 Nis an 1994 tarihli Suddeutsche Zeitung gazetesi kor kunç bir rakam ortaya attı. Gazeteye göre, gaz et en in kar ab öc ek adın ı takt ığ ı tam 3,000 Türk özel tim polisi Almanya’da eği tilmişti. (Serxwebun, Nisan 1994, Sayı: 148) ABD emperyalistlerinin tüm dünyanın gözleri önünde devrimci Nikaragua’ya kar şı yıllar boyu sürdürdüğü terörist etkinlik ler karşısında takınılan kayıtsızlık ve gör mezden gelme tutumu, Amnesty Internati onal ve benzerlerinin çizgisinin gerçek içe riğini sergileyen bir başka örnektir. Bilindi ği üzere ABD emperyalistlerinin 1930’lar dan bu yana desteklediği Somoza haneda nını uzun bir savaştan sonra deviren ve 1979’da ikt id ar ı ele geç ir en Sand in ist a Ulusal Kurtuluş Cephesi, Reagan yöneti minin ve CIA’nın baş hedeflerinden biri haline gelmişti. 1983 yılında Javier Sanc hez-Esp in oz a ve diğ er baz ı Nik ar ag ua yurttaşlarıyla içlerinde ABD Temsilciler Meclisi üyesi Ronald V. Dellums’un da bulunduğu bazı ABD yurttaşları, District of Columbia birimindeki ABD bölge mahke mes ind e ABD Başk an ı R. Rea gan, CIA Direktörü W. Casey, A. Haig, ABD Dışişle ri Bakanı G. Schultz ve diğer bazı ABD yöneticileriyle onların denetimi ve yönlen dirmesi altında Nikaragua halkına karşı bir dizi terörist saldırılar düzenleyen Kontra örgütlerinin liderlerine ve üyelerine karşı bir dava açtılar. Bu adı geçen kişilerin yer, zaman ve ayrıntıları da belirtilen çok sayı da öldürme, yaralama, bombalama, sabo taj, işk enc e vb. olayl ar ınd an suçl and ığ ı dava dilekçesinin girişinde şöyle deniyor du: 1. Bu dav a, başk a şeyl er in yan ıs ır a, Nikaragua’nın sivil halkını katletmek ve onun ekon om is in i çök ertm ek amac ıyl a düz enl en en ABD dest ekl i par am il it er etk inl ikl er in son uc u olar ak öld ür ül en, sakatlanan, yaralanan, kaçırılan ve/ya da 76 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu ırzına saldırılan Nikaragua yurttaşları adına açılmıştır. Davacılar bu terör eylemlerin den dol ay ı yol açılm ış bul un an zararlar nedeniyle ödence isteminde bulunmakta ve gelecekte böylesi saldırıların meydana gel mesinin önlenmesini istemektedirler. Nika ragua halkına yönelik bu ABD destekli sal dırılar, uluslararası yasalar ve ABD Anaya sası’nda yer alan temel insan haklarını çiğ nemektedir. (Peter Rosset and John Van dermeer, The Nicaragua Reader, s. 230) Ama “insan hakları” sorununu, bu hak lar ın çiğn enm es in in esas sor uml ul ar ın a karş ı sav aş ar ak, onl ar a karş ı kar arl ı bir tutum alarak değil, tersine onların olmayan “vicdan ve yüreklerine” seslenerek çözme yi “ilke” edinmiş olan Amnesty Internati onal ve benzer çevreler, ABD’nin, kendi topr akl ar ınd a, Hond ur as’ta vb. üsl en en Kontra adlı çetelerin ve CIA görevlilerinin ve diğer ABD askerlerinin, devrimci Nika ragua’ya karşı düzenlediği saldırılara ses siz kaldılar. Bu bakımdan, sözkonusu çev relerin gerek uluslararası burjuva hukuku nun, gerek BM ve diğer uluslararası kuru luşl ar ın yas al norml ar ın ın ve ger eks e ABD’nin kendi yasalarının açıkça çiğnen mesi anlamına gelen bu saldırılara karşı Nikaragua yurttaşlarının ve onların ABD’li dostl ar ın ın açt ığ ı bu semb ol ik nit el ikl i davaya, böylesine “masum” ve yasal bir gir iş im e bil e dest ek verm ekt en özenl e kaçınmaları, herhalde onların “insan hakla rı” sorununa yaklaşımları konusunda yeter li bir fikir verecektir ve vermektedir de. Demek ki, sınıf bilinçli işçiler ve emek çil er, yaln ızc a düşm anl ar ın ı tan ım akl a, hem de çok iyi tanımakla yetinemezler; onlar, gerçek dostlarıyla sahte dostlarını birb irl er ind en ayırd etm es in i ve devr im yang ın ın ı pap az yönt eml er iyl e bast ırm a işlevi gören bu sahte dostlarının yöntem ve taktiklerini de çok iyi öğrenmek zorunda dırlar. Onlar, bugün Güney Afrika’da, zen ci halka ve diğer beyaz olmayan halklara karşı en alçakça suçları ve cinayetleri işle miş işkencecilerin, katillerin, cellatların ve onların her düzeydeki şeflerinin geçmişteki “hata”larından ötürü göstermelik “özeleşti ri”ler yapm as ın ı sağl ay an ve böyl el ikl e “toplumsal barış”ı sağladığını ileri süren “Gerçeklik ve Yeniden Uzlaşma Komisyo nu”nın emp ery al izm in den et im i alt ınd a sahn el em ekt e old uğ u oyun un içy üz ün ü kavramalı ve aslında bütün ülkelerin prole tary as ı ve halkl ar ın a kur ulm uş olan bu tuz ağ ın den ey im ind en öğr enm el id irl er. Onl ar, Nob el Bar ış ödül ün ün ned en T. Roosevelt, W. Wilson, G. Stresemann, J. Chamberlain, C. G. Dawes, A. Briand, E. Sato, H. Kissinger, E. Sedat, M. Begin gibi emperyalist ve gerici devlet adamlarının yanısıra, L. Jouhaux, A. Schweitzer, M. L. King, R. Cassin, A. Sakharov, W. Brandt, L. Walesa, D. Tutu gibi burjuvazinin libe ral ve reformist uşaklarına ya da Amnesty International, Uluslararası Kızılhaç Komi tes i, Ulusl ar ar as ı Huk uk Enst it üs ü, BM Sığınmacılar Yüksek Komiserliği Bürosu, Uluslararası Çalışma Örgütü gibi emperya lizmin ve burjuvazinin çizgisindeki ulusla rarası örgütlere verilmekte olduğunu ve 1973 yılında ABD Dışişleri Bakanı H. Kis singer’la birlikte bu ödüle layık görülen Vie tn am Dem okr at ik Cumh ur iy et i bar ış gör üşm el er i tems ilc is i Le Duc Tho’nun 77 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu neden onu almayı reddettiğini anlamalıdır lar. Onlar, 1965’te Endonezya’da yaşanan kork unç kıy ım ın baş sor uml ul ar ınd an Suharto’nun, Markos döneminden bu yana Filipinler halkına kan kusturan Ramos’un ve Şili’de Eylül 1973 kanlı askeri faşist darbesini gerçekleştiren Pinochet’in bugün Endonezya, Filipinler ve Şili’de devlet baş kanlığı ve başkomutanlık koltuklarını işgal ettiklerini, Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesini gerçekleştiren emekli gene ral Evren’in 1982-89 yılları arasında devlet başkanlığı yaptıktan sonra bugün rahat bir emeklilik yaşamı sürdürmekte olduğunu, kanını oluk oluk akıttğı Güney Afrika hal kını yeryüzünde Apartheid cehennemini yaşatan ırkçı rejimi yöneten Ulusal Par ti’nin şefi De Klerk’in bu ülkede sözde dem okr as iy e geç ild iğ i Nis an 1994’ten May ıs 1996’ya kad ar devl et başk anl ığ ı görevini yerine getirdiğini, El Salvador’da 1979-92 yılları arasındaki iç savaş sırasın da halka karşı sayısız katliamlar gerçekleş tir en faş ist AREN A part is in in baş ınd a bulunan A. Cristiani’nin, BM aracılığıyla sağlanan uzlaşmadan sonra devlet başkan lığı koltuğunu koruduğunu vb. unutmama lıd ırl ar. Ve onl ar büt ün bu ve benz er konumdaki ülkelerde, yığınları aldatmak ve onların öfkesini yatıştırmak için yapılan baz ı göst erm el ik değ iş ikl ikl er bir yan a bır ak ıl ırs a, esk i devl et ayg ıt ın ın büt ün temel taşlarının aynen yerinde durduğunu da unutm am al ı ve büt ün bu ve benz er olgulardan gereken sonuçları çıkarmalıdır lar. * * * Herhalde, “insan hakları”nın, demokra sinin ve ulusal bağımsızlığın emperyalist burj uv az i ve onun yön et ic il er i için kaç paralık değeri olduğunu, onların geri ve bağımlı ülkeler halklarına hangi gözle bak tığını, ABD Deniz Piyadesi Tümgenerali Smedley D. Butler’ın 1935 yılında söyledi ği şu sözler uzun ve ayrıntılı analizler ve sayfalar dolusu açıklamalardan çok daha iyi anlatmaktadır: Otuzüç yıl dört ay süreyle aktif askeri hizm ett e bul und um. Ve bu sür e içind e zamanımın çoğunu Büyük Sermaye, Wall Street ve bankacıların öndegelen bir koru ma gör evl is i gib i çal ışm akl a geç ird im. Özcesi, ben bir çete elemanı, bir kapitalizm gangsteri idim... Bu çerçevede 1914’de Meksika’yı ve özell ikl e Tamp ic o’yu Amer ik an petr ol çıkarları için güvenli hale getirmeye yar dım ettim. Haiti ve Küba’yı National City Bank’taki delikanlıların paralarını rahatça tahsil edebilecekleri bir yer haline getirme ye yardım ettim. Wall Street’in çıkarları için yarım düzine Orta Amerika cumhuri yetinin ırzına geçilmesine yardım ettim. Çet e sic il im uzund ur. 1902-12 aras ınd a Nikaragua’yı, Brown Biraderler uluslarara sı bankacılık kurumu için arındırmaya yar dım ettim...1927’de Çin’de Standard Oil şirketinin işlerini rahatsız edilmeden gör mesine yardım ettim. ...Çeş itl i onurl arl a, mad aly al arl a ve yükseltmelerle ödüllendirildim. Geçmişe dön üp bakt ığ ımd a Al Cap on e’a bir kaç yararlı ipucu verebilirdim, diye düşünüyo rum. Onun çetesi, kentin üç semtinin ötesi ne geçememişti. Bense üç kıtada cirit atı 78 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu yord um. (Fel ix Gree ne, The Enemy, s. 106-07) İnsan hakları ha! *** Son bir not: “İnsan hakları” sorununun sürekli olarak gündemde olduğu Türkiye ve Kuzey Kürdistan gibi ülkelerde proleter devrimciler, bu kavganın en ön sıralarında yer almalı ve bu kavgayı işçi ve emekçi yığınları ve bütün diğer devrimci/ilerici güçleri ve kamuoyunu seferber ederek sür dürmelidirler. Bu sorun, Kürt halkından değ iş ik mill iy etl erd en işç il er e, iler ic i aydınlardan emekçi kadınlara, er ve erbaş lardan ezilen din ve mezheplerden halka, siyasal tutsaklardan öğrenci gençliğe, kent yoksullarından emekçi memurlara kadar tüm ezilen ve sömürülen yığınları doğru dan ilg il end irm ekt ed ir. “İns an hakl ar ı” sorununun yukarda konulan marksist-leni nist perspektifle yorumu, asla bir sekteriz mi önermek ve proletaryaya kendi içine kapanarak kendisini geçici ve kararsız dost ve bağlaşıklarından yalıtmayı öğütlemek olarak anlaşılamaz; tam tersine böylesi bir yorum, sözkonusu sorunun tüm ezilen ve sömürülen yığınların devrimci eylemi için de ve onun aracılığıyla çözülmesi için çaba harcanması gerektiğini gösterir. “Cumarte si Anaları”mızın, Tuzla işçilerinin ve ceza evlerindeki devrimci tutsakların yarattığı görkemli ve militan direniş geleneği bunun nas ıl yap ıl ab il ec eğ i kon us und a ger ek en ipuçl ar ın ı verm ekt ed ir. Kom ün istl er ve sınıf bilinçli işçiler; sömürülen ve ezilen işçilerin, her gün ve her saat işkence ve katliamla yüzyüze bulunan Kürt halkının, gecekondusu yıkılan emekçilerin, kalemine ve diline zincir vurulan ilerici aydınların, açlığa ve yoksulluğa mahkum edilen işsiz lerin ve yoksul köylülerin, burjuva ordusu nun subayları tarafından ezilen er ve erbaş ların, cezaevlerine tıkılmış bulunan siyasal ve diğer tutsakların, aşağılanan ve bir meta haline getirilen işçi ve emekçi kadınların vb. uğradıkları baskı ve haksızlıklara karşı kavganın en önünde yer almakla yükümlü dürler. Onlar böyle davrandıkları, sınıfı bu bilinçle eğittikleri ve geniş yığınlarla dev rimc i önc ü aras ınd a sağl am ve kopm az bağlar örebildikleri ölçüde önder sıfatını hak edecek, bunu yaptıkları ölçüde geniş yığınlar tarafından önder olarak algılana cakl ard ır. Prol et ary an ın heg em ony as ın ı gerç ek kıl ab ilm en in başk a herh ang i bir yol u yokt ur. Dem okr as i sav aş ım ın ın ve onun bir parçası olan “insan hakları” sava şımının en önünde yer almak, her şeyden önce işçi sınıfının kendi sosyalist eğitimi için gereklidir; onun kendisini burjuvaziyi dev ir ec ek ve prol et ary a dikt at örl üğ ün ü kuracak bir sınıfa dönüştürebilmesi için vazg eç ilm ez bir zor unl ul ukt ur. İşt e bu nedenledir ki Lenin, “Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suistimalin her türlüsüne kar şı tepki göstermede eğitilmemişlerse, ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, sosyal demokrat (=komü nist-b.n.) açıdan tepki göstermede eğitil memişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz. (Ne Yapmalı?, s. 89) diyordu. Öte yand an kom ün istl er, dem okr as i savaşımını ve onun bir parçası alan “insan hakları” savaşımını burjuvaziden ve onun 79 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu devlet aygıtı ve partilerinden ve bu egemen sınıfın, elleri Kürt ve Türk komünistleri nin, devrimcilerinin, işçi ve emekçilerinin kanlarıyla lekeli şeflerinden reformlar dile nerek yürütmezler ve yürütmeyeceklerdir. Onlar, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfının ve halklarının, komünist ve dev rimc i güçl er in in cell atl ar ı, işk enc ec i ve gardiyanlarından –Batılı emperyalistlerin çizgisindeki burjuva insan hakları kuruluş larının ve çoğu kez ülkemizdeki İHD’lerin de yaptığı gibi– “insan hakları sicilleri”ni düz eltm el er in i ve dem okr atl aşm al ar ın ı beklemezler; burjuva legalitesine ise asla bel bağlamazlar. Onlar, “Cumartesi Anala rı”mızın, Tuzla işçilerinin ve zindanlardaki devrimci tutsakların yolunu tutacak, yani faşizmle, kapitalizmle ve emperyalizmle cepheden çatışma, onlardan hesap sorma, bu çatışma ve hesap sorma ruhunu ezilen ve sömürülen yığınlara taşıma yolundan, onların siyasal seferberliği ve eylemiyle egemen sınıfı ve onun devletini devirme yol und an yür üy ec ekl erd ir. Ve onl ar, bu baskılara yukarda da belirtildiği gibi “baş ka herh ang i bir açıd an değ il de sosy al demokrat (=komün ist-b.n.) açıd an tepki göster”mek (Lenin) zorunda olduklarını asla unutmayacak ve demokrasi savaşımını ve onun bir parçası olan “insan hakları” savaşımını, proletaryanın kapitalizme karşı kavgasının, sosyalist devrim kavgasının bir parçası haline getirdikleri takdirde kendi tarihsel ve siyasal misyonlarına uygun ola rak davr anm ış olac akl ard ır. Dem okr as i savaşımına ve onun bir parçası olan “insan hakları” savaşımına sıradan bir halk sınıfı kimliğiyle, antikapitalist perspektiften yok sun olarak katılan bir işçi sınıfı, kaçınılmaz bir biçimde küçük burjuvazinin ya da hatta lib er al burj uv az in in güçs üz bir uzant ıs ı durumuna düşecek, ne demokratik devrim de kendi hegemonyasını gerçekleştirebile cek ve ne de kes int is iz olar ak sosy al ist devrime doğru ilerleyebilecektir. Lenin’in ‘Sosyalist Devrim ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı’ başlıklı makalesinde söyledi ği gibi, Büt ün devr imc i sosy al dem okr atl ar tarafından ileri sürülen, sömürgelerin der hal bağımsızlığa kavuşturulması istemi de, bir diz i devr iml er olm ad an, kap it al ist düzende ‘gerçekleştirilebilir’ bir şey değil dir. Ama bund an çık an son uç, sosy al demokrasinin (=komünist hareketin-b.n.) büt ün bu ist eml er için derh al ver ilm es i gereken en kararlı savaşımdan vazgeçmesi gerektiği değildir (böyle bir şey, ancak bur juvazinin işine yarar), tam tersine buradan çıkan sonuç, bu istemlerin burjuva legalite sinin sınırları aşılarak, bu sınırlar yerlebir edilerek, parlamentoda söylevlerle, sözde kalan protestolarla yetinmeyerek, yığınları kesin eylemlere çekerek, her temel demok ratik istem uğruna savaşımı yoğunlaştırıp, proletaryanın burjuvaziye saldırısına kadar, yani burjuvaziyi mülksüzleştiren sosyalist devrime kadar vardırarak, bu istemlerin reformist değil devrimci biçimde formüle edilmesi ve eyleme geçirilmesidir. (Ulusla rın Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 151) 80 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu DİPNOTLAR da devam ediyor. Türkiye devrimci hareke tinin tarihi de bu konuda öğretici örnekler sunmaktadır. Herhalde hiçbir aklıbaşında devrimci, 12 Eylül öncesinde bir dizi dev rimci örgütün devrimci meşruiyet sınırları nı zorlayan ve aşan şiddet eylemlerine baş vurm as ın ın, kitl el erd e bir bıkk ınl ığ a ve siyasal duyarsızlaşmaya ve faşist cuntanın kitleler arasında en azından pasif bir destek bulmasına yolaçan en önemli faktörlerden biri olduğunu yadsımayacaktır. Komünist ler, devrimci terör düşüncesi ve pratiğinin böyl es in e yozl aşt ır ılm as ın a her zam an kesinlikle karşı çıkmak, küçük burjuva ve ulusal burjuva devrimci ve ilerici hareket lerin kitleleri ve devrimci güçleri hedef alan şidd et eyl eml er in i eleşt irm ekl e yükümlüdürler. Öte yandan onlar, emper yalizmin ve gericiliğin ve onlarla ağız bir liği içindeki burjuva insan hakları kuruluş larının, devrimci meşruiyet sınırlarını zor layan ve aşan bu gibi şiddet eylemlerini kullanarak genel olarak devrimci terörün meşruiyetini ve vazgeçilmezliğini sorgula ma ve karalama girişimlerini en kesin bir tarzda kınar ve mahkum ederler. Ve onlar, tepeden tırnağa donanmış ordulara, yaygın ist ihb ar at örg ütl er in e sah ip bul un an ve dol ay ıs ıyl a şidd et tek el in i elind e tut an emperyalistlerin ve diğer sömürücü sınıfla rın ezilen sınıf, katman ve uluslara her gün, her saat uygulamakta oldukları sistematik ve kitlesel beyaz terörü bu yolla aklama gir iş iml er in e asl a izin verm ezl er. Tüm ins anl ık tar ih in in ve çağ ım ız ın tar ihs el deneyiminin de gösterdiği gibi, asıl terö ristler her zaman gerici egemen sınıflar olmuşlardır. * Siyasetlerine kural olarak pragmatiz min damg as ın ı vurd uğ u ulus al kurt ul uş hareketleri ve diğer küçük burjuva demok ratik ve ilerici hareketler, yer yer çocukları ve diğer masum sivilleri ya da diğer dev rimc i ve iler ic i örg ütl er i hed ef alan ve dolayısıyla devrimci meşruiyet zeminini zorlayan ve aşan şiddet eylemlerine giriş mektedirler. Onlar böylelikle sömürülen kitl el er in ger i kes iml er in i ve özell ikl e küçük burjuvaziyi kendi ideolojik hege monyası altında tutmaya çalışan burjuvazi ye ve emperyalizme değerli karşıdevrimci propaganda kozları ve dolayısıyla dolaylı bir destek sunmakta, belki daha da önemli si proletarya ve halkların katında devrim ve sosyalizm dava ve idealini yaralamakta dırlar. Boyutları açısından istisnai ve uç bir örnek olmakla birlikte, ABD emperyaliz mine karşı verilen ulusal kurtuluş savaşına önderlik eden ve Kamboçya’nın 1975’te kurtuluşundan sonra bu ülkede bir milyon dolayında işçi, köylü ve aydını katleden Kızıl Kmerler’in durumu, böylesi bir çizgi nin vahim ve trajik sonuçları bakımından son derece öğreticidir. Esinini ÇKP içinde ki sözde aşırı sol kliklerden alan ve iktidarı ele geç ird ikt en sonr a karş ıd evr imc i bir ter ör çet es in e dön üş en Kız ıl Kmerl er, 1978’de Sovyet sosyal emperyalistlerinin yönlendirdiği Vietnam’ın askeri müdahale siyle iktidardan uzaklaştırıldılar. Ne var ki, emperyalizm ve dünya gericiliği, “Kam boçy a den ey im i”ni devr imc i şidd et i ve devrim davasının kendisini gözden düşür mek için yeterince kullandı ve kullanmaya 81 İnsan Hakları İçin Savaşımın Yolu ** ABD Devl et Başk an ı J. F. Ken nedy’nin bir suikast sonucu öldürülmesin den sonra onun yerine geçen L. B. John son’ın 7 Nisan 1965’de Baltimore kentin deki John Hopkins Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada söyledikleri, ABD emper yal istl er in in ikiy üzl ül üğ ün ün tipik bir örneğiydi. ABD uçakları, helikopterleri, savaş gemileri ve topları Vietnam halkının kurtuluşunu önlemek için bu halka ve onun ülkesine ölüm kusarken, bu katliamı yöne ten emperyalist şef şöyle buyuruyordu: Bu gece Amerikalılar ve Asyalılar her kesin kendi dilediği değişim yolunu özgür ce seçebilmesi için canlarını veriyorlar... Neden bu acılarl a dolu yold a iler liyoruz? Neden bu ulus, kend isind en o denli uzakta yaşayan bir halk için huzuru nu, çıkarlarını ve gücünü tehlikeye atıyor? Dövüşüyoruz; çünkü her ülkenin kendi yazgısını kendisinin biçimlendireceği bir dünyada yaşama isteğimiz, dövüşmemizi gerekt iriyor. Anc ak böyl e bir düny ada bizim kend i özg ürl üğümüz de güvenc e altına alınmış olacaktır. Böylesi bir dünya, hiçbir zaman bom baların ya da merm ilerin yard ımıyl a kurulamayacaktır. Ama, gene de insanların zaafları, akıldan önce güç kullanımının, barış işl erind en önc e savaşın yıkımının gelm esini zorunl u kılıyor. Bunun böyl e olmamasını isterdik. (G. Mc Turnan Kahin and J. W. Lewis, The United States in Viet nam, s. 496) O daha sonr a sözl erine şöyl e devam edecekti: Yüzy ıll ard ır ulusl ar kend i aralarınd a kavga edip durmuşlardır. Fakat biz, anlaş mazlıkların yasa ve akıl yoluyla çözümlen diği bir dünyanın düşünü kuruyoruz. Tarih boyunca insanlar birbirlerine kin beslemiş ve savaşlarda birbirlerinin kanını dökmüşlerdir. Fakat biz, savaşlara son ver meyi düşlüyoruz. (Aynı yerde, s. 501) 82 “Küreselleşme” Kavramı Üzerine “Küreselleşme” Kavramı Üzerine Birk aç sen ed en ber i, dah a doğr us u revizyonist blokun çökmesinden bu yana emperyalist burjuvazinin dilinden düşür mediği ve empoze ettiği en önemli kav ram, “küreselleşme” kavramıdır. Emperya list çıkarları ifade eden bu kavram giderek devrimci literatürde de kullanılmaya baş landı. Adeta moda oldu. Sanki bu kavra mın karşılığı yokmuş gibi, sanki bu kavra mın yerine daha önceleri başka kavramlar kullanmıyormuşuz gibi, sanki bu anlamda kendimizi ifade etmede bir eksiklik varmış gibi hareket edilerek burjuvazinin bu kav ramı devrimci literatüre yerleştirildi. Aynı kavramdan, burjuvazinin ne anladığı, dev rimcilerin ne anladığı da her zaman açık lanmadığı için bilmeyenler açısından, bur juvazi ile devrimcilerin ortak bir lisan bul dukları görüşünün doğma tehlikesi günde me geldi. Emperyalist burjuvazi, revizyonist blo kun yıkılışından sonra dünya pazarını ve kap it al ist düz en in hak im iy et in i ifad e etmek; başka, geçmiş şeylere çağrışımsız ifade etmek için yeni bir kavram ortaya attı. Emperyalist burjuvaziye göre sosyalist sistem yıkılmıştı, 1917 Ekim devrimiyle büt üns ell iğ in i kayb ed en düny a yen id en büt ünl eşm işt i. Tekn ol oj i dev adıml arl a gelişmiş, ülkeler arasında ekonomik ilişki ler kapsamlaşmıştı. Belli bir dünya düzeni (iki kamplı dünya düzeni) yıkılmış, yeni bir dünya düzeni kurulmuştu veya kurulu yordu. Bu düzende iki veya çok kamplılık değil bütünlük, kapsamlı oluşluk esastı. Bütün bunları ifade etmek için bir kavram gerekliydi: “Globalleşmek”! 83 “Küreselleşme” Kavramı Üzerine Görünüşte ülkeler arasında barış, dost luk, umut ifade eden, baskının, sömürünün artık olmadığını, özgürlüğün bütün dünya da hakim olduğunu ifade eden veya burju vazinin bu içeriği verdiği bir kavram. Bu kavram sınıf çelişkilerini içermiyor, tam ters in e sın ıf aheng in i, ülk el er aras ınd a ahenkli ilişkileri lanse ediyor. “Globalleşme” kavramıyla emperyalist burjuvazi, neoliberal politikasını güya giz liyor. “Globalleşme” kavramının marksist lit er at ürd e çok isab etl i karş ıl ığ ı vard ır: Yeni sömürgeciliğin kapsamlaştırılması, uluslararası işbölümü, sermayenin (üreti min) uluslararasılaşması. Burada “yeni” olan, yeni sömürgecilik kavramıdır. O da, daha ziyade II. Dünya Savaşı’ndan sonra; klasik sömürgeciliğin çökmesinden sonra sömürgeci ilişkileri tanımlamak için kulla nılmaya başlanmasından dolayı “globalleş mek” kavr am ının marks ist lit er at ürd ek i anlamı olan ve sürekli kullandığımız ulus lararası işbölümü ve sermayenin (üretimin) uluslararasılaşması kavramı eskidi mi de yeni kavram kullanmak kaçınılmaz oldu? Kavramın içeriği nesneldir veya daha genel anlamda söylersek; kavram ve kate goriler nesnel dünyayı kendi bağlam-ilişki leri- gelişmeleri içinde yansıtmak zorunda dır. Öyleyse kavram ve kategoriler nesnel dünyanın fotoğrafıdırlar. Buna göre “Glo balleşmek” neyin, hangi nesnel dünyanın fotoğrafını veriyor? Burjuva ideolojisinin emperyalist çıkarların. Peki içeriği böyle olan bir kavram, sınıf mücadelesinin hangi sor un un un teo rik olar ak açıkl anm as ın a yar ıy or vey a prol et ary a açıs ınd an sın ıf mücadelesinin hangi nesnel gerçekliğini ifade ediyor? Proletarya açısından hiçbir şey ifade etmediği gibi, kavram/anlayış kargaşası yaratıyor. Emperyalist burjuvaziye göre “global leşm e”, her aland a tek elc i serm ay en in çık arl ar ın ın hak im kıl ınm as ıd ır. Bur ad a emperyalizmin ideoloğları kesin bir ayrım yapıyorlar. Hiçbir emperyalist ülke diğer emp ery al ist ülk ey i glob all eşm ey e dav et etmiyor veya kendi aralarındaki ilişkilerde globalleşme sözkonusu olmuyor. Ama ne zaman ki bağımlı ve yeni sömürge ülkeler sözkonusu olursa, işte o zaman globalleş mekten söz ediliyor. Tekelci sermayenin; çok ulusl u şirk etl er in çık arl ar ı, özg ür sömürüleri için “globalleşme” adına dayat malar başlıyor. Örneğin özelleştirme. Yapılan propagandaya inanılacak olursa dünya, “global bir köy” olacak kadar glo ball eşm iş! İşin gerç ek yön ü ise, bun un kocaman bir yalan olduğudur. “Globalleş me” kavramının marksist literatürdeki kar şılığı olan uluslararası işbölümü kavramını ele alarak bunu açıklayabiliriz. (Uluslara ras ı işb öl üm ü –old ukç a gen el anl amd a tanımlarsak– kapitalist ülkeleri kapitalist düny a ekon om is ind e birl eşt ir ir, rek ab et içinde geliştirir ve rekabet sonucunda güç len en ülk el er diğ erl er in i kend il er in e bağımlı kılarlar ve bağımlı ülkeler gelişmiş ülkelerin hammadde ve tarım ürünleri kay nağı ve sanayi ürünleri için de pazar alanı olurlar. Böyle doğan ve gelişen işbölümü ne, uluslararası işbölümü diyoruz.) İşbölümünün, ilkel komünal topluma kadar uzanan tarihini bir kenara bırakın, soruna kapitalizmde işbölümünden başlı yorl ar. Marks, Eng els, Len in ve Stal in, 84 “Küreselleşme” Kavramı Üzerine çeşitli vesilelerle bu konu üzerinde dur muşlardır. Klasik sömürge ve yarı sömürge ve yen i söm ürg e ekon om il er in in doğ uş nedeni, kapitalizm koşullarında uluslarara sı işbölümünün bir sonucudur. Öyleyse; emperyalizm koşullarında bağımlı, yeni sömürge ülkelerin ekonomisinin gelişmesi ve uluslararası işbölümü sıkı bir bağ için dedir. Bir i, diğ er in in son uc ud ur. Örn eğ in Türk iy e ekon om is in in emp ery al izm e bağımlılığı uluslararası işbölümünün sonu cudur. Ama globalleşen dünyadan bahse ders ek, bu ilişk i ve son uçl ar ve ort ay a çıkan çelişkileri göremeyiz. Uluslararası iş bölümü her bir ülkenin nih ay et ind e de büt ün düny an ın kend in i dünya pazarında ifade etmesidir. Bu ifade edişin derecesi ne kadar yüksekse, işbölü mün ün der ec es i d e o kad ar yüks ekt ir. Öyl eys e; üret im in ulusl ar ar as ı pland a paz arl am a der ec es i, ulusl ar ar as ı işb öl ü münün derecesidir. Buradan hareketle, dış ticaret ne kadar artarsa, uluslararası işbölümü de o kadar yoğunlaşır sonucuna varırsak, büyük bir hat a yapm ış olur uz. Örn ek: Türk iy e ve Yunanistan her yıl 5 milyon dolarlık meta üretmiş olsunlar ve her bir ülke bu ürünün bir milyonluk kısmını mübadele etsinler (dış ticaret). Bu durumda her bir ülke meta iht iy ac ın ın % 20’sin i (1: 5X100=% 20) uluslararası iş bölümüne göre karşılıyor demektir. Belki bir zaman sonra her iki ülkenin üretim değeri 15 milyona, meta mübadeleleri de 1.5 milyon dolar çıkmış olsun, bu durumda dış ticaret artmış olur. Ama işbölümü derecesi artamaz, % 10’da kalır (1.5:15X100=%10). Öyleyse dış tica ret in artm as ı burj uv az in in, özell ikl e d e Demirel’in bahsettiği gibi globalleşmenin yoğunlaşması anlamına gelmiyor. Yeni dış tic ar et anl ay ış ı= ulusl ar ar as ı iş böl üm ü değil, uluslararası işbölümü, ihracatın üre time oranıdır. Örnek, bütün dünyada bir sen ed e 100 TL’lik üretim yap ıld ıys a ve bun un 15 TL’lik kıs mı düny a paz ar ın a sürüldüyse (ihracat) o seneki uluslararası i ş b ö l ü m ü n ü n d e r e c e s i % 1 5 ’ t i r. (15:100x100=%15). Yani 100 TL’lik üreti min 15 TL’lik kısmı globalleşmiş. Gerçek verilerle ifade edecek olursak, dünya üreti minin 1850’de %11.4’ü, 1870’de %18.2’si, 1900’de %21.6’sı, 1913’te %23.7’si, 1940’da %14.5’i, 1950’de %18’i ve 1965’te %23.9’u dünya pazarına sunulmuş. Bu oranların her biri o yıldaki uluslararası işbölümünün derecesini ifade ederler. (Eli mizde güncel durumu hesaplamaya yara yan veri olmadığı için geçmiş dönemi ifade etmekle yetindik, ama başka bir vesileyle günc el gel işm ey i ifad e eden oranl ar da yayınlanır. Ama meselenin üzerinde fazla birşeyin değiştiğini sanmıyoruz.) Bu duruma göre 1880’de 14.9 milyar dolarlık bir üretim yapılmış dünya çapında, bu miktarın 1.7 milyar dolarlık kısmı dün ya pazarına çıkmış. 1965’te ise dünya üre tim değeri 286.1 milyar dolar, dünya paza rın a çık an kıs ım ise 68.5 mily ar dol ar. “Globalleşme” kavramı bu veriler ve onla rın son uçl ar ı olan hiçb ir çel işk iy i ifad e etmiyor, tam tersine kapatıyor. Ulusl ar ar as ı işb öl üm ü kap it al izmd e rekabet demektir. Kapitalizmde uluslarara sı işbölümünün tarihi eşit olmayan ekono 85 “Küreselleşme” Kavramı Üzerine mik gelişmenin ve rekabetin tarihi, ta ken disi demektir. “Globalleşme” kavramı emperyalistler arası rekabeti gizliyor. Uluslararası ekono mik ilişkilerin belli bir dostluk-karşılıklı anlayış, belli bir ahenk içinde geliştiğini vurguluy or. Gerçek tam da bun un tersi. Gerçek veriler bazında uluslararası işbölü münün derecesi 1965’te %23.9’dur. Bunun bugün %25 olduğunu düşünelim, o halde dünya pazarlarında sürdürülen bütün reka bet, bu %25’i içinde en fazla payı alma rekabetidir. Belli hammaddelerin ötesinde hiçbir ülke açısından uluslararası işbölümü derecesi yüzde yüz olamaz. Her ülke üreti minin ancak belli bir kısmını dünya pazarı na sürebilir. O halde; yüzde yüze varan bir uluslararası işbölümü, veya üretilen bütün ürünlerin hepsinin dünya pazarına çıkartıl ması durumu yoktur. Ve bugün sanayi üre timi bir kere ülkenin tekelinden çıkmış, bir çok ülk e san ay i üret im i yap ar ve bun u ihraç eder duruma gelmiştir. Demek oluyor ki dünya pazarında rekabet eden ülkelerin say ıs ı gid er ek artm ışt ır. Son uç: Her ne kadar görülmese de dünya pazarlarındaki mevcut rek ab et esk i dön emlere nazaran daha da keskindir. “Globalleşme” kavramı revizyonist blo kun yıkılmasından sonra dünyanın fiziki büt üns ell iğ in i ifad e ediy or. Ama fiz ik i bütünselliğine kavuşan her dünya pazarı içinde görece pazar için sürdürülen reka betten hiç bahsetmiyor. Bunu içermiyor. İçeremez, çünkü burada globalleşmeyi red deden; dışlayan eğilimler söz konusudur. Yani bölgeselleşme! Ort ad a bir NAFTA var, bir AB var, Güney Doğu Asya’da yeni bir oluşum var. Bütün bu bölgeselleşme olguları, globa lleşmeye ters düşen olgulardır. O halde; dünya, emperyalist burjuvazinin anlattığı gibi hızla globalleşmiyor, tersine hızla böl geselleşiyor. Bu kaçınılmaz bir gelişme. Çünkü globalleşme, sermayenin diyalekti ğine aykırıdır. Bu süreç bir noktaya kadar gelişir; O nokta dünyanın yeniden paylaşıl ması için savaşın başladığı noktadır. Dünya hak im iy et i için müc ad el e eden hiçb ir emperyalist güç, dünyanın kendisi dışında bir güç tar af ınd an glob all eşt ir ilm es in e; hakimiyet altına alınmasına asla müsaade etmez. O halde; “globalleşme” emperya listler arası rekabetin şiddetle sürdürülme sinin bir ifadesidir. Globalleşme talidir, bölg es elleşme esastır. Her ne kad ar her gün, “glob all eşm e” eğil im i ön pland a göz ük üy ors a d a, bell i başl ı emp ery al ist ülkelerin bölgeselleşme eğilimi esastır. Kautsky’nin “ultra emperyalizm” anla yış ıyl a “glob all eşm e” kavr am ı aras ınd a Çin seddi yok. “Globalleşme”, barış, dostluk, anlayış ittifakı üzerine yükseliyor. Ama bu geçici bir dur um un ifad es i. Nas ıl ki; Len in’in dediği gibi “Ultra emperyalist ittifaklar... bütün emperyalist güçler arasında bir nefes alma dönemi ise”, globalleşme de bugün aynı ittifakın farklı bir kavramla ifade edil mesidir. “Globalleşme” ile ifade edilen hiçbir şey yeni değildir. Öyle anlaşılıyor ki, bir takım gelişmeler kendilerini ifade edebil mek için yeni bir kavramın doğmasını bek liyorlardı. Kavram doğdu ve bütün geliş 86 “Küreselleşme” Kavramı Üzerine melerin önü açıldı. Globalleşme kavramın dan önc e emp ery al ist ülk el er aras ınd a, dünya pazarında, ahlakta, kültürde, demok raside, mali spekülasyonlarda, savaşlarda, işsizlikte başka, ilişkiler/boyutlar/yasalar/ anl ay ışl ar ı mı geç erl iyd i? Değ iş en ne? Değişen, kapitalizmin genel krizinin kendi si değil, bu krizin keskinleşmesi ve yeni bir aşamasına geçilmesidir. Örneğin işsizlik; işsizliğin uluslararası planda artması ve kronikleşmesi yeni değil ki. Bu 20’li yıll ard an ber i gör ül en bir süreç. Örneğin mali spekülasyon; bu spekülas yonun tarihi, kapitalizmin tarihi kadar eski. Ayrıca mali spekülasyona yatırılan para hiç de globalleşmiyor, tersine bölgeselleşiyor, belli para merkezlerinde toplanıyor. Sermayenin, üretimin uluslararasılaş masının sonuçları belli. Sermaye, faaliye tinde sınır tanımıyor. Ama onun kaynağı sınır tanıyor. Tanımak zorunda, aksi takdir de Amerikan, Alman, Japon vb. sermaye sinden ve bunların arasındaki rekabetten bahsetmenin hiçbir anlamı yok. Esas olan, sermayenin ve üretimin dünya ekonomisi nin uluslararasılaşmasıdır. “Globalleşme” işte, sermayenin /üretimin veya kapitalist üret im biç im in in ulusl ar ar as ıl aşm as ın ın emperyalist karakterini kapatıyor. Belirttiğimiz gibi, emperyalist burjuva zi, “glob all eşm e” kavr am ıyl a bask ı ve sömürüyü, talanı, işsizliği, ahlaki alanda çürümüşlüğü, sermayenin çıkmazını gizli yor, dünyayı “cennet” olarak göstermeyi amaçl ıy or. “Glob all eşm e” kavr am ıyl a emperyalistler arası çelişkiler sözümona ortadan kaldırılıyor. Bu çelişkilerin yerini “dostluk, barış, anlayış” ilişkileri alıyor. “Globalleşme” kavramıyla bağımlı, yeni sömürge ülkelerin emperyalizme daha sıkı bağımlılığı, bu ülkelerin her alanda talanı gizleniyor. Marksist literatürde globalleşme, kapi talizmin genel krizinin 1989/90’dan sonra ları revizyonist blokun yıkılmasından son raki gelişmesini ifade eder. Marksist litera türd e bu gel işm ey i ifad e edec ek yet er i kadar kavram vardır. Anlattığımız neden lerden dolayı “globalleşme” kavramı dik katli kullanılmalıdır. n 87 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Keskinleşen Çelişkiler Amer ik an emp ery al izm i haft al ard an beri Irak’ı silahlı çatışmayla tehdit ediyor. Bunun için gerekli hazırlıkları aleni olarak yaptı. Savaş narasını sıklaştıran ABD Baş kanı Clinton, BM’yi de Irak’a karşı “sert ve belirgin” eyleme geçmeye davet etti. Aslında bu, davetten ziyade açık bir talep ti. ABD’nin savı açıktı: “gizli zehirli gaz dep ol ar ın ı açığ a çık artm ak üzer eyk en, Irak, BM- Teftiş Heyeti’nin belli alanlara girmesini yasakladı”! Amer ik an emp ery al izm i, zeh irl i gaz savı ile dünya halklarının desteğini kazan mayı ve onun eylemine karşılık olan dev letleri de teşhir etmeyi amaçlıyordu. Ama unutturulmak istenen ve dünya kamuoyu nun unutm ad ığ ı gerç ekl er var: Hal epç e katliamının sorumlusu Saddam Hüseyin. Peki binlerce Kürt’ün öldürüldüğü bu kat liamda kullanılan zehirli gazı kim üretti ve Irak’a sattı? Nükleer, biyolojik ve kimsa yal silahların en önemli üreticisi ve bir numaralı silah tüccarı ABD değil mi? Körfez’deki somutta da ABD-Irak ara sındaki şimdilik söz düellosuyla, diploma tik manevralarla devam eden gelişmenin esas nedeni, Irak’ın hala kimsayal silaha vey a bu türd en sil ah üret ec ek olan ağ a sahip olup olmadığı değil. Hayır. Clinton, yeni kimyasal silah depoları keşfedildiği için BM’yi Irak’a karşı silaha sarılmaya çağırıyor. Bunun esas nedeni emperyalist ler arası keskinleşen çelişkilerin bugünkü aşamadaki sonuçlarıdır. Çok uluslu veya uluslararası tekellerin stratejik hammadde olan petrol üzerine çelişkileri/rekabetleri keskinleşmiştir. Burada sözkonusu olan, Ortadoğu petrolleri üzerinde daha fazla 88 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler sömürgeciliğin silahlı mücadele metodun dan ziyade, “barışçıl”, iktisadi metodunu kullanarak sızmayı ve kendine bağımlılığı gel işt irm ey i doğr u bul uy or. Ama ayn ı Alm an emp ery al izm i, sil ahl ı müd ah al e sözkonusu olursa, seyirci kalmayacağını ve Alman ordusunun buna katılacağını da vur guluyor. O, silah gücüne dayanan paylaşım sofrasından dışlanmaya hiç niyetli değil. Rusya’nın müdahalesi ve bu müdahale nin sonucu bir taraftan Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen haydutların sayısını artırırken, diğer taraftan ABD’nin bölgede ki sars ılm az göz ük en kon um un u sarst ı. Eski dönemi, revizyonist blokun dağılma sından önceki dönemi anımsatan bir durum ortaya çıktı veya gelişme bu yönde. Revizyonist blokun dağılması tarihsel sürecin güncel miladı, MÖ veya MS kavra mı, günümüzde tarihsel gelişmeleri açıkla yabilmek için revizyonist blokun dağılma sından önceki ve sonraki dönemi ifade edi yor. Soruna bu milad açısından bakalım: Tarih, her dönemdeki Ortadoğu krizi nin, birb ir iyl e içiç e geçm iş çok say ıd a unsurunun olduğunu göstermiştir. Tarihsel, siyasi, ekonomik, askeri, kültürel, sosyal vs. Bütün bu sorunlar, içinden çıkılamaya cak gibi karmaşıktır. Bu sorunların hepsi çöz ül eb il ir sor unl ard ır. Bun un için dış müdahalenin olmaması, bölge halklarının kardeşliğe, karşılıklı güvene dayanan iliş kilerinin gelişmesi ve egemenliği gerekir. Ama her iki koşul da bölgede yok. Yerli hakim sınıfların şovenist politikaları, Arap, Türk, Kürt, Yahudi vb. ulusların ve top lumların birbirini anlamalarının önünde en büyük engel durumundadırlar. Bunun öte pay kapm a müc ad el es ind en ve ayn ı zamanda emperyalist ülkelerin, stratejik önemi olan Ortadoğu’da nüfuz sahibi olma müc ad el es id ir. Bun un ötes ind e, son dönemlerde doların değer kazanması da (1 Dolar=1,89 Mark) Amerikan ihracatında hızlı bir gerilemeye neden olmuş, dünya pazarında rekabet keskinleşmiş ve ABD, bir savaşla lehine dönüştürmeyi amaçla mışt ır. Böyl el ikl e, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra “kurulan barışçıl dün ya düzeni”nde tek süper güç olan Ameri kan emperyalizminin önder konumu yeni den güçlendirilmiş olacaktı. Ama “evdeki hesap çarşıya uymadı” ve ABD yedi sene önceki Körfez Savaşı’nda bulduğu desteği bulamadı. İngiltere dışında hiçbir AB ülke si, öncelikle de Ortadoğu’da hegemonya peşinde koşan Almanya ve Fransa silaha sarılmaya yanaşmadı. ABD’nin niyetine Çin ve Rusya da karşı çıktı. Bölge ülkeleri de buna yanaşmadılar ve ABD yalnız kal dı. Halkların ve ulusal kurtuluş mücadele lerinin bastırılması, kana boğulması sözko nus u old uğ und a bu emp ery al ist güçl er hemen anlaşabiliyor ve ortaklaşa harekete geçebiliyorlar. Ama sorun nüfuz sahası ve heg em ony a olunc a kend i aral ar ınd ak i çelişkiler belirleyici oluyor. Şimdiki durum bunu açıkça gösteriyor. Dünyayı yeniden paylaşmayı talep etmek ve bunu fütursuzca dile getirmek açısından “yeni” olan Alman emperyalizmi yeni bir “çöl fırtınası”nı red detti. Ne de olsa, Amerikan ekonomisinin zayıf durumundan yararlanarak ihracatını 1996’nın Haziran ayına göre %23 oranında artırmıştı. Alman tekelleri şimdilik yeni 89 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler emperyalizminin Ortadoğu için özel politi kalarıydı. Bu politika, özgün şekillenmesi nasıl olursa olsun, emperyalizme özgü bir politikaydı/politikadır: talan ve tahakküm ve başka ülke ve halkları köleleştirmek. Emp ery al istl er aras ı çel işk il er in her dönem Ortadoğu’da keskin olması, bölge nin ekonomik, askeri ve siyasi açıdan stra tejik öneminden kaynaklanmaktadır: Orta doğ u’da emp ery al istl er aras ı rek ab ett e belirleyici neden, petrol ve bölgenin strate jik-askeri konumudur. Bölge, petrolden ve askeri stratejik konumundan dolayı dünya nın her paylaşımından veya yeniden payla şım için talebin her yükseltilişinde emper yalistlerin göz diktikleri ilk alan olmuştur. Emperyalist ekonomi ve savaş makinası, petr ol olm aks ız ın uzun ömürl ü olam az. Bölge karadan, denizden ve havadan işgal altında tutulmaksızın; yani bölge sıçrama tahtası olarak kullanılmaksızın Asya’ya, Afrika’ya, sıcak denizlere uzanmak pek kolay değildir. Hal böyle olunca bölgeyi önemli kılan ekonomik ve askeri-stratejik olguya biraz yakından bakalım. Ortadoğu’nun toplam ihracatında petrol ve bir kısım yan ürünlerin payı 1980’de %95’ti. Bu oran 1985’te %85’e, 1990’da %77’ye ve 1994’te %69’a düşer. Yani böl genin toplam ihracatında belirleyici bir rol oynar. Ama ihracatta petrolün payının düş mesi başka ülkelerde de petrol üretildiği nin ve pazarlandığının ifadesidir. Petrol piyasasında rekabetin keskinleşmesi, pet rol üreten Ortadoğu ülkelerinin efendi tes pitinde seçim olanağını daraltan bir neden olarak görülmelidir. Petrolün önemini üre tici ülkeler bazında belirtirsek: Suudi Ara bist an’ın ihr ac at ınd a petr ol ün pay ı, 1982’de %96’dan 1993’te %80’e düşer. Birleşik Arap Emirlikleri ihracatında pet rol ün pay ı 1978’de yakl aş ık %99’dan 1993’de %98’e düşerek gerçekleşir. Suri ye’nin ihracatında maden sektörünün payı, 1982’de %52’den 1992’de %61’e çıkar. Kuv eyt’in ihr ac at ınd a petr ol ün pay ı, 1977’de %76 ve 1984’te de %55 olarak gerçekleşir. Irak’ın ihracatı tamamen pet rolden oluşmaktaydı. Aynı durum İran için de geçerlidir. Petr ol ün alıc ıl ar ı da bell id ir. Bunl ar daha ziyade emperyalist ülkelerdir. Örne ğin Fransa’nın ithalatında petrolün payı 1989’da %8.7 ve 1995’te %6.7 oranlarında gerçekleşir. Aynı yıllarda bu pay Alman ya’nın ithalatında %7.5 ve %6.3 oranların da, Japonya’nın ithalatında %20.6 ve %16 oranlarında, ABD’nin ithalatında %11.3 ve %8.1 oranlarında, Türkiye’nin ithalatında da %20.3 ve %12.8 oranlarında gerçekleşi yordu. Bölge ülkelerindeki hakim sınıflar hal kın, emekçilerin düşmanı, emperyalizme göbekten bağımlıdırlar. Bunu dış ticaret ilişkilerinde de görüyoruz. Örneğin İran’ın ithalatında Sovyetler Birliği hariç Avru pa’nın payı 1985’te %51.4, 1990’da %52.7 idi. İhr ac at ınd a Sovyetler Birliği har iç Avrupa’nın payı 1988’de %52 ve 1989’da da %46.6 idi. İsr ai l’in ihr ac at ınd a ABD’nin payı 1985’te %20.5, 1991’de 18; ABD’nin pay ı ayn ı yıll ard a %44 ve %51’di. İhracatında ise ABD’nin payı keza aynı yıllarda %34 ve %31, AB’nin payı %31 ve %28 idi. Ürd ün’ün ith al at ınd a AB’nin pay ı 1986’da %34 ve 1994’de 90 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler sinde en önemli sorun dış müdahaledir. Bölg e, strat ej ik kon um und an ve sah ip old uğ u hamm add ed en (petr ol) dol ay ı, sürekli emperyalist ülkeler arasında sürdü rülen rekabetin hegemonya alanı olmuştur. Emperyalist devletler, bölge halklarının ve ülkelerinin içişlerine müdahale etmişler, devletleri birbirine karşı kışkırtmışlar, böl gede karşılıklı çıkarlara saygı temelinde devletler arası ilişkilerin ve bölge halkları arasında da dost, kardeş ilişkilerin geliş mes in i eng ell em işl erd ir. Büt ün bunl ar ı kendi emperyalist çıkarlarını geçerli kıl mak için, kendi aralarındaki talan ve nüfuz mücadelesinde daha iyi konumda olmak için yapmışlardır. Emperyalist güçler arasında o dönemde yay ılm ac ı ve heg em ony ac ı pol it ik an ın önde gelen temsilcileri iki süper güçtü. Amerikan emperyalizmi ve Sovyet sosyalemperyalizmi. İngiltere, Almanya, Fransa gibi diğer emperyalist güçler (ve Çin gibi sosyal emperyalist ülke) iki süper gücün gölg es ind e kal ıy orl ard ı. Ama bu, bu emperyalist ülkelerin hegemonyacı olma dıkları, nüfuz alanı peşinde koşmadıkları anlamına gelmez. Ortadoğu halklarının ve de devletleri nin yaşadıkları trajedilerinin nedenini esas itibariyle dış güçlerin emperyalist çıkarla rında aramak gerekir. Ortadoğu sorununda eses neden, örneğin devlet olarak ne İsra il’dir, ne de Irak’tır. Şüphesiz yerel devlet ler de sorunun şu veya bu yönde gelişme sinde önemli, hatta belirleyici rol oynamış lardır. (Örneğin Körfez Savaşı’nın nedeni, Irak’ın bölgesel güç olma dürtüsü ve bu dürt üy ü gerç ekl eşt irm ek için zam an ın olgunlaştığından hareketle Kuveyt’i işgal etmesi ve buna başta ABD olmak üzere bütün emperyalist ülkelerin karşı çıkmala rıydı.) Bölge devletleri, her bir veya bölge de nüfuz sahibi, önde gelen emperyalist güçlerin birer aktif araçları olmuşlardır. Dar anl amd a Ort ad oğ u’da İsr ai l, her dönem Amerikan emperyalizminin çıkarla rını ifade eden bir devlet olmuştur. Suudi Arabistan da aynı konumdaydı/konumda. İsr ai l’in tak ip ett iğ i ve gerç ekl eşt ird iğ i politika, Amerikan emperyalizminin böl gedeki stratejik çıkarlarına tekabül eder. Bu pol it ik a, diğ er emp ery al ist güçl er in çıkarlarına da genel olarak tekabül etmek tedir. İsrail ile birçok Arap ülkesi arasında ki dönem dönem silahlı çatışma boyutları na varan çelişkiler bölgeyi istikrarsızlaştı rıyordu. İstikrarsızlaşan bölge, dışarıdan yardım bekler konuma geliyordu. Emper yalist güçler “yardım” elini uzatmakta geç kalmadılar. AET başta İsrail olmak üzere bazı Arap ülkeleriyle anlaşmalar imzalar ken, sosyal emperyalist Sovyetler Birliği, kargaşadan, istikrarsızlıktan en çok yarar lanan emperyalist güç oldu. Her halükarda, Ortadoğu krizlerinin esas nedeni başta iki süper güç olmak üzere emperyalist devlet ler ve onların çıkar çatışmalarıydı. Bu güç ler, hakimiyetlerini devam ettirmek veya nüf uz alanl ar ın ı birb irl er in in aleyh in e değiştirmek, bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri üstünlüklerini sürekli kılmak için hem bölge ülkelerini öne sürerek birbirine karşı mücadele ettiler ve hem de bölgedeki antiemperyalist, ulusal kurtuluş mücadele lerini bastırdılar. Şüphesiz ki, bu ne Ameri kan emperyalizminin ne de Sovyet sosyal 91 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler mayı, yerli işbirlikçilerinin iktidarını ebedi kılmayı, diğer emperyalist güçlerin etkisini kırm ay ı esas alm akt ad ır. Amer ik a’nın Ortadoğu politikası, bölge halklarını eko nomik, toplumsal, siyasal ve kültürel geri liğe mahkum etmeye, bölgenin yarı-yeni sömürge konumunu devam ettirmeye hiz met etmektedir. Talan ve tahakküm politi kalarını gerçekleştirmek için ABD, emper yalist zora başvurmaktan, askeri güç kul lanmaktan, yani savaşmaktan çekinmeye ceklerini defalarca kanıtlamışlardır. Örne ğin 1958’de Lübnan’a müdahaleden Kör fez Savaşı’na ve son krize kadar olan böl ge tarihi, ABD’nin, çıkarlarını korumak için savaşacağını yeteri kadar göstermekte dir. ABD emp ery al izm i, bölg ed e kend i aleyh in e herh ang i bir gel işm ey i anınd a bastırmak için, uygun askeri tedbirler de almıştır. Körfez Savaşı sonrasında Türki ye’ye yerl eşt ir il en çok ulusl u “Çek iç Güç”ün tarihi eskidir. ABD, çok önceleri, Basr a Körf ez i’nde kend i aleyh in e bir gel işm ey e hem en müd ah al e etm ek için “Çev ik Güç”ünü kurm uşt u. ABD, dah a ‘80’lı yıll ar ın baş ınd a bölg ey i “ulus al çıkarlarının bölgesi” olarak ilan etmişti. Amer ik an emp ery al izm i bölg ey i Pak is tan’dan Türkiye’ye, İsrail’e, oradan Suudi Arabistan’a ve Afrika’ya uzanan bir askeri üs ve filo çemberi altına almıştı. Bu kont rol bug ün üs say ıs ı çoğ alt ıl ar ak dah a yoğun olarak sürdürülmektedir. Revizyo nist blok un dağ ılm as ınd an önc e diğ er süper güç olan Sovyet sosyal emperyaliz mi de aynen Amerikan emperyalizmi gibi har ek et eder ek bölg ed e kend i “ulus al çıkarlarının alanı”nı oluşturmaya çalışmış tı. ‘80’li yıllarda Sovyet modern revizyo nistleri bölgeye 30 milyar dolar tutarında silah satarak (bunların arasında 2300 savaş uçağı ve 19 bin roket de vardı) ve 12 bin kadar askeri personel göndererek “ulusal çıkarlar”ını ifade ediyorlardı. Revizyonist blok ve hemen onun arka sından da Sovyetler Birliği dağıldı. Ama Ortadoğu açısından değişen önemli bir şey olmadı. Sadece, geçici olarak Rusya geri çekilmiş oldu ve meydan tamamen ABD emperyalizmine kaldı. Ama tek süper güç olan ABD’nin kurmak istediği “yeni dünya düzeni” anlayışı da uzun sürmedi. O zama na kadar maddi temelleri var olan “bütün ülkelerin emperyalistlerinin genel ittifakı”, büt ün ülk el er in emp ery al istl er in i gen el olarak ABD’nin şemsiyesi altında revizyo nist bloka karşı birleştiren koşullar ortadan kalktı ve merkez kaç eğilimi bütün ülkele rin emperyalistlerini karşı karşıya getiren eğil im hak im old u. Bu eğil im in hak im olması eşit olmayan gelişmenin ve emper yalistler arası rekabetin çok keskinleştiği anlamına gelir. Bölgede emperyalistler arası çelişkile rin kesk inl eşm es i ve rek ab et in günc el gelişme eğilimi: Revizyonist blokun çökmesi ve dünya nın revizyonist dünya kapitalist dünya ola rak ikiye bölünmüşlüğünün, bu temelde ittifak oluşumlarının ortadan kalkması ve bütün emperyalist ülkeler arasında “it dala şı”nın bütün çıplaklığıyla ortaya çıkması, Lenin’in bir tespitini bir kere daha doğru lamıştır. 14 Mayıs 1918’de Lenin “Dış Politika Üzerine Rapor”unda şöyle diyordu: 92 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler %33’ü, ihracatında da Sovyetler Birliği hariç Asya ülkelerinin payı 1986’da %70 ve 1994’de de %59’du. Suudi Arabistan’ın ithalatında AB’nin 1985 ve 1993’teki payı %34, SB har iç Asy a ülk el er in in pay ı 1985’te %33 ve 1993’te de %31 idi. Kuzey Amerika’nın payı ise aynı yıllarda %17.5 ve %22.2 idi. Bu ülk en in ihr ac at ınd a AB’nin pay ı 1986’de %32 ve 1994’te %23; K. Amer ik a’nın ki %17 ve %19; Sovyetler Birliği hariç Asya ülkelerindeki de %24 ve %51 oranlarındaydı. Suriye’nin ithalatında AB’nin payı 1985’te %30’dan 1994’te %37’ye çıkar. Sovyetler Birliği hariç Avrupa’nın payı da 1985’te %47’ye 1994’te de %45 olar ak gerç ekl eş ir. Bu ülkenin ihracatında AB’nin payı aynı yıl larda %43’ten %56’ya; Sovyetler Birliği har iç Asy a ülk el er in in pay ı %7’den %27’ye çık ark en, SB har iç Avr up a’nın payı %74’ten %58’e düşer. Birleşik Arap Emirlikleri’nin 1984-1993 arası ithalatında AB, Sovyetler Birliği har iç Avr up a’nın payı %30 civarındıydı. Bu veriler bölge ülkelerinin emperyalist güçler tarafından ne denli bir kıskaç altına alınmış olduklarını gösteriyor. Rev izy on ist blok un dağ ılm as ı, Ort a Asya ülkelerinin ve başka ülkelerin önemli petrol yataklarına sahip olmaları, Ortado ğu’nun önemli petrol kaynağı olmaktan çıktığı anlamına asla gelmez. Daha çok ülkenin petrol üreticisi olarak dünya paza rına açılması, bu alandaki rekabeti keskin leştirir. Orta Asya, Azerbaycan petrolleri üzerine oynanan oyun, bu alanda sürdürü len rekabet bunu göstermiyor mu? Gösteri yor. Emp ery al ist güçl er; ABD, Alm any a, Fransa, İngiltere, Rusya, Japonya ve Çin daha fazla petrol alanına sahip olmak için uluslararası planda her türlü aracı kullana rak kıyasıya mücadele ediyorlar. Bu müca dele, gerektiğinde bölgesel savaşlarla da sürdürülüyor. Körfez Savaşı bunun en son, en çıplak örneğidir. Belirttiğimiz gibi, Ortadoğu, stratejikaskeri açıdan da büyük bir öneme sahiptir. Ortadoğu’nun önemi petrol bazında görece olab il ir, ama strat ej ik-ask er i açıd an bu, mutlak bir önemdedir. Asya’yı, Afrika’yı ve okyanusları birbirine bağlayan Karade niz ve havayolları bölgede buluşuyorlar/ kesişiyorlar. Akdeniz’i Hint Okyanusu ve Avrupa’yı Asya ile bağlayan Suveyş Kana lı da bölgededir. Emperyalist güçler, bu strat ej ik-ask er i bölg ey e sür ekl i sah ip olmak istemişlerdir. Bölgeye yerleşerek, askeri üsler kurarak, talan ve tahakküm politikalarını gerçekleştirmek, ilerici, dev rimci halk hareketlerini bastırmak istemiş lerdir ve bunu her dönem çeşitli emperya list güçler gerçekleştirmişlerdir. Bölgenin askeri haritası bu gerçeği tam olarak yan sıtmaktadır. Bölgenin her tarafı kara, deniz ve hav a üsl er iyl e dol ud ur: Rev izy on ist blok dağ ılm ad an önc e bölg e, ABD ve Sovyetler Birliği tar af ınd an adeta ikiy e böl ünm üş ve bu emp ery al ist ülk el er in ord ul ar ı karş ı karş ıy a dur uy orl ard ı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra BM şemsiyesi altında Amerikan ordusu esas emperyalist askeri güç olarak bölgeye yerleşti. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu politikası bölge halklarını baskı altında tut 93 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler “... iki eğil im var: Bunl ard an bir is i bütün emperyalistlerin ittifaklarını kaçınıl maz yapıyor. Diğeri ise bir emperyalisti diğerinin karşısına dikiyor. Hiçbirisi sağ lam tem el e day anm ay an iki eğil im.” (“Bericht Über Die Aussenpolitik”, C. 27, s. 363) Bu eğilimlerden ilki, revizyonist blo kun var olduğu dönemde bu bloka karşı, klasik kapitalist dünyada emperyalistlerin ABD şemsiyesi altında ittifaka gitmeleri anlamına geliyordu. “Büt ün ülk el er in emp ery al istl er in in genel ittifakı, ekonomik kapitalist ittifaka dayanan bu ittifak, dünya tarihinin birçok büyük, gözde kesitlerinin kanıtladığı gibi, anavatan tanımayan, sermayenin savunul ması için doğal ve kaçınılmaz olan ittifak, emekç il er e karş ı itt if ak ın kor unm as ın ı, bütün ülkelerin kapitalistlerinin birliğinin korunmasını, anavatanın çıkarlarını halkın çıkarlarından üstün tutan ittifak.” (Lenin. agk. s. 359) İkinci eğilim ise, revizyonist blokun dağılmasından sonra gelişmeye başladı. “Kapitalizmin bu temel eğiliminin (ilk eğil im kast ed il iy or. PD) bir ist isn as ı ... emperyalist savaşın, şimdi bütün dünyayı kendi aralarında paylaşmış olan emperya list güçleri ... birbirine düşman gruplara, düşman koalisyonlara bölmüş olmasıdır. Bu düşmanlık, bu mücadele, bu ölüm-ka lım dalaşı, belli koşullarda bütün ülkelerin emperyalistlerinin ititfakını olanaksız kılı yor” ve “bütün ülkelerin emperyalistlerinin genel itifakı ... politikanın itici gücü ...” olmuyor. (Lenin, agk., s. 359-360-363) Bu ikinci eğilimin, revizyonist blokun dağ ılm as ınd an sonr a ne denl i gel işm iş olduğunu emperyalistler arası rekabetin keskinleşme boyutları yeteri kadar göster mektedir. Ortadoğu’da sürdürülen emper yalistler arası rekabet, hegemonya müca delesi bunun en güncel ve tipik örneğidir. “... Kapitalizm koşullarında sömürgele rin, çıkar ve nüfuz alanlarının vs. paylaşı mı için katılanların gücünden, genel eko nomik, mali, askeri vb. gücünden başka birş ey düş ün ül em ez. Ama kat ıl anl ar ın gücü, dengesiz değişir. Çünkü kapitalizm koşullarında tek tek işletmelerin tröstlerin sanayi dallarının ve ülkelerin eşit bir geliş mesi olamaz.” (Lenin, Emperyalizm…, C. 33, s. 300, Alm.) Emperyalist ülkelerin Ortadoğu üzerin deki rekabetlerinin gelişme durumunu ve rek ab et eden ülk el er in kon uml ar ın ı dış ticaret ilişkilerinde de görüyoruz. Bölge ülkelerin dış ticareti, özellikle de ihracatı oldukça dengesiz gelişiyor. İthal eden ülkelerin bölge ülkeleri ihracatındaki paylarının olağanüstü değişmesi bunu gös teriyor. Bizi ilgilendiren ihracat verilerin den ziyade ithalat verileridir. Yani sözko nusu bu emperyalist ülkelerin, bölge ülke leri ithalatındaki payları. Bu veriler, başta ABD, Alm any a ve bunl ar ı tak ip eden Japonya, Fransa, İngiltere ve İtalya arasın da bölge üzerindeki rekabetin ne denli kes kinleşmiş olduğunu gösteriyorlar. Ülkeden ülk ey e farkl ıl ık göst ers e de ABD’nin pay ınd a gen el bir ger il em e ve Alm an ya’nın payında genel bir artma var. Bu iki emperyalist ülkenin, bazen de Japonya’nın payl ar ı birb ir in e dah a ziy ad e yak ınk en, 94 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler diğer emperyalist ülkelerin payları da daha düşük oranlarda birbirine yakın. Burada emperyalist ülkelerin bölge üzerinde sür dürdükleri rekabetin iki boyutunu görüyo ruz: Rekabet daha ziyade ABD-Almanya arasında ön planda keskinleşiyor. Diğer emp ery al ist ülk el er in bölg e üzer ind ek i rek ab etl er i ise dah a ziy ad e yen i pland a devam ediyor. Bundan dolayıdır ki, ABD ve Almanya’nın tavrı/politikaları belirleyi ci alınırken, diğer emperyalist ülkelerinki etkileyici oluyor. Lenin, yukarda belirtiğimiz yazısında şöyle diyor: “Müttefik halklar ile savaş tehdidi ve Almanya ile uzlaşma ültimatomun formun da var. Ama bu, birkaç gün içinde değişe bilir. Bu, her an değişebilir, çünkü bugün Japonya’ya karşı düşmancıl olan Amerikan burjuvazisi, yarın Alman burjuvazisi ile uzlaşabilir. Onların temel çıkarları yerküre nin paylaşım çıkarlarıdır, toprak beyleri nin, sermayenin çıkarlarıdır. İfade ettikleri gibi, ulusal onurlarını ve ulusal çıkarlarının teminatıdır.” (s. 363) Günümüzdeki emperyalistler arası iliş kil er böyl e bir gel işm ey i göst er iy orl ar. Revizyonist blok varken, dünyayı paylaş ma çıkarları, Sovyet sosyal emperyalizmi ne karşı emperyalist ülkeleri bir araya geti riyordu. Bu blok yıkıldı ve bu emperyalist ülkelerin de uzlaşma zorunluluğu ortadan kalktı. Daha sonra ABD ve Rusya belli bir taktiksel yaklaşım içinde oldular. Bu yakla şım, Rusy a’nın zay ıfl am ış gücünden ve ABD’nin AB’ye karşı rekabetinden kay naklanıyordu. ABD’nin Orta Asya petrolle rine göz dikmesi ve Rusya’nın çıkarlarını doğrudan tehdit etmesi, Amerikan-Rus tak tiksel yaklaşımının da sona ermesi anlamı na geliyordu. Son ABD-Irak krizinde Rus ya ortaya koyduğu tavırla, yeniden ve güç lü olarak dünya politikasında söz sahibi olduğunu açıklamış oluyordu. En son ola rak Alman Başbakan Kohl ile Yeltsin’in görüşmesi ve Rusya-Almanya ve Fransa arasındaki bir üçlü zirvenin örgütlenmesi nin gündeme getirilmesi Amerikan emper yalizmine karşı alınan açık bir tavrın ifade si oldu. Bu zirvenin fikir babası ve bu üç emperyalist gücün taktiksel yaklaşımının örgütleyicisi Alman emperyalizmidir. Tek başına Almanya, ne Ortadoğu’da ve ne de dünyanın başka bir yerinde ABD karşısın da tutunacak güce henüz sahip değil ve bunun ötesinde tek başına adım atmaya da niyeti yok. Fransa’yı ve başka emperyalist, gelişmiş kapitalist ülkeleri yedeklemek için bun u yapm ak zor und a. Ama Rusy a ve Fransa’yı yedekleyen bir Almanya ABD karşısında güçlüdür ve dünyanın yeniden paylaşımında belirleyici adımlar atabilir. Tab i, Len in’in ded iğ i gib i, bu takt iks el yaklaşımlar her an değişebilir. Bugünün “dostları” yarın düşman, bugünün birbirine düşman olanlar yarının “dostları” olabilir ler. Son yedi senelik emperyalistler arası ilişkilerin seyri bunu gösteriyor. Rusya son çıkışıyla Ortadoğu’da gözü nün old uğ un u, bölg ey e özg ü Çarl ık ve mod ern rev izy on ist dön eml erd en kalm a emperyalist yayılmacı politikasında hiçbir şeyin değişmediğini göstermiş oldu. Ortadoğu üzerinde emperyalistler arası rek ab ett e, SB’nin dağ ılm as ınd an önc e old uğ u gib i, bir blokl aşm an ın, ABD ve 95 Ortadoğu ve Emperyalistler Arası Çelişkiler Rusya’nın önderlik ettiği bir bloklaşmanın oluşması pek olası değildir. Bu en azından bugünün sorunu değildir. Ama ABD dışın da her emperyalist ülke, Ortadoğu’da tek başına amaçladığı yayılmacılığı gerçekleş tiremey ec eğ in i bild iğ i için çık ış yolunu ABD’ye ortak tavırla arıyor. Yani ABD’ye karş ı bölg em izd e, takt iks el bir itt if ak ın unsurları Almanya, Fransa ve Rusya’dır. Çin ve Japonya bölge üzerinde rekabetleri ni şimdilik tek başlarına götürüyorlar. Çin ile Rusy a aras ınd ak i takt iks el yakl aş ım veya “sıcak” komşuluk ilişkileri de sona erdi. Çünkü Çin’de Rusya’nın “arka bah çem” dediği Orta Asya petrollerinde söz sahibi oldu. Almanya ve Fransa, AB varolduğu ve Avrupa’nın AB bazında birliği sözkonusu olduğu müddetçe, dünyanın yeniden payla şımı konusunda birbirini dışlayan adımları atmaları pek olanaklı değildir. En fazlasıy la, anlaşamama durumunda birisinin diğe rine tabi olması, AB çerçevesinde birinin diğerini sürüklemesi sözkonusu olur ki, bu durumda sürükleyici olan Almanya’dır. O halde, en azından bugünkü koşullar da düny ay ı yen id en payl aş ım dal aş ınd a Almanya ve Fransa’nın aynı tarafta yer alacaklarından hareket etmek gerekir. Her iki emperyalist ülkenin çıkarları, bugünkü sür eçt e onl ar ı karş ı karş ıy a get irm iy or, ortak hareket etmelerine neden oluyor. Alm any a-Frans a ve Rusy a’nın olas ı yakınlaşmas ı karş ıs ında ABD ve Çin’in olası bir yakınlaşması sözkonusu olabilir. Bu durumda Rusya çember altına alınmış olacaktır. Her hal ük ard a Ort ad oğ u ülk el er in in çeşitli emperyalist güçlerin yanında saflaş ma süreci hızlanacaktır. Bir tarafta ABDİngiltere, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan diğer tarafta Rusya-Almanya-Fransa, Suri ye, Lübnan, Irak. En azından Suriye ve Irak, Rusya’nın bölge üzerinde söz sahibi old uğ un u göst erm es ind en sonr a dah a cüretkar bir şekilde antiamerikancı olacak lardır. Tabi bu durumda, böyle bir saflaşma olduğunda ABD’nin İran politikasında da önemli değişmeler olacaktır. Her iki taraf İran’ı kendi yanına çekme mücadelesini verecektir. Her hal ük ard a hem ABD ve hem de Rusya-Almanya her aracı, her olanağı kul lanarak Ortadoğu’da ABD nüfuzunu kır maya, kendi hegemonyalarını gerçekleştir meye çalışacaklardır. Tabi bu arada olan, bölge halklarına, Kürt ulusal mücadelesine olacaktır. Bir biriyl e rekabet içind e olan emp ery alist ülkeler, tutarlı antiemperyalist, devrimci mücadeleyi, ulusal kurtuluş hareketini kan la boğmakta tereddüt göstermeyeceklerdir. Ortadoğu’da tarih, adeta tekerrür edi yor. (Önümüzd eki sayıda, Ort adoğu’daki son siyasal gelişmeleri inceleyerek yazıyı sürdüreceğiz.) 96 Polonya Komünist Partisi’nin İllegal Basını Üzerine ÇEVİRİ Uluslararası Komünist Hareketin Tarihinden Polonya Komünist Partisi’nin İllegal Basını Üzerine Polonya'da illegal komünist basının en önemli kazanımı, partinin çizgisini genel olarak doğru yansıtması ve bunun gerçek leşmesi için mücadele etmesidir. Ama bazı yay ıml ard a eks ikl er ve tam olm ay an tanımlamalar da var. Parti literatürü her zaman yeteri kadar güncel değil ve her zaman gerekli ideolojik ve siyasi seviyede durmuyor. Bu eksiklere rağmen PKP'nin yayımları, kararlarının popüler yapılmasın da, sloganlarının propagandasında ve işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadelelerin deki önderlikte büyük bir rol oynamıştır. Önceki yıllardan farklı olarak basın, 1933 yılında münferit sorunların oldukça somut içeriği ve somut açıklanışıyla karakterize olmaktadır. Bir makale veya bir çağrıya (bakarak) işçi, sözkonusu sorun üzerine sadece bir düşünceye sahip olmaz, aynı zamanda ne yapacağını ve nasıl hareket edeceğini de öğrenebilir. İşl etm e ve mad en ocağ ı gaz et el er i nin(sadece Yukarı Silezya'da olmasına rağ men) sayısı arttı. Ama Polonya'nın diğer sanayi merkezlerinde henüz yeterli sayıda değil. Yukarı Silezya işletme basını, içerik ve biçim bakımından bütün ülke için bir örnek teşkil edebilir. O, tamamen güncel malzemeye dayanmakta ve onun pekçok değerli bir bölümünü işçi yazıları oluştur maktadır. Gazeteler kısmen Polonyaca ve kısmen de Almancadır. Tecrübenin göster diği gibi, bu gazeteler, işçiler arasında çok büyük başarıya sahiptirler. Parti, onlara en büy ük itin ay ı göst erm ek ve onl ar ı her biçimde desteklemek zorundadır. Pratikte maalesef pekçok kere işlenen hatadan işletme gazeteleri, –sadece partisiz 97 Polonya Komünist Partisi’nin İllegal Basını Üzerine sosyal demokrat ve başka işçi muhabirleri ni iştirak ettirmeksizin parti örgütlerinin bir arac ıd ır– kaç ın ılm akd ır. İşl etm e bas ın ı, geniş işçi yığınlarını kendi etrafında topla mak zorundadır. PKP'nin yerel ve işletme basınının kitle müc ad el el er ind e ve kitl e har ek etl er ind e devasa anlamını kanıtlamış olduğu vurgu lanmalıdır. Örneğin O, Ladz'da grev yapan tekstil işç il eri aras ınd a büy ük bir yankı bulmuştur. Bölge basını, mücadeleyi ve tecrübelerini aydınlatmış, ajitasyon yapma, örgütleme ve direktifler vermiştir. PKP'nin belirleyici rol oynadığı Ladz genel tekstil işçileri grevi, merkezi parti basını tarafından yeterli derecede ele alın mışt ır. PKP merk ez org an ı olan "Czer wanny Sztand art"ın red aks iy on u, büt ün şehirlerde ve köylerde grevdeki tekstil işçi leri için dayanışma ve yardımlaşma kam panyalarının gerçekleştirilmesini tamamen isabetli olarak vurgulamıştır. Bu gazete, senenin yarısında özellikle büyük bir kap sama ulaşan grev hareketine geniş yer ver miş ve itina göstermiştir. Tam da burada, PKP basınının, görevini sadece ajitatör ve propagandist olarak değil, aynı zamanda kitlelerin örgütçüsü olarak da yerine getir mesinin örneğini görüyoruz. Basının bu çok yönlü görevlerini Lenin, daha 1902'de "Ne Yapmalı"da açıkladı. Orada O, olduk ça anlaşılır bir şekilde, gazetenin partinin ideolojik kitle çalışması için siyasi anlamı nı açıklar ve şöyle der; "Ama gaz et en in rol ü, düş ünc el er in sadece yaygınlaştırılmasıyla, müttefiklerin sad ec e siy as i eğit im i ve kaz an ılm as ıyl a sın ırl anm az. Gaz et e sad ec e kole kt if bir propogandacı ve ajitatör değil, aynı zaman da kolektif bir örgütçüdür de." Ama burada komünist basının oldukça ciddi bir hatası, grev önderliğinin hata ve zaaflarının tespitinin yapılmamasıdır. Komünist basının sütunlarında, eskiden dah a büy ük orand a, işs izl er har ek et in in çeşitli sorunları dile getirilmektedir. Ama hük üm et tar af ınd an hızl and ır ılm ış bir şekilde yürürlüğe konan çalışma yükümlü lüğünün (sözde çalışma taburu) PKP'nin basınında yeterli derecede aydınlatılmamış olduğuna işaret edilmelidir. Köy için parti basınında bazı iyileşme ler var. "Hrom ad a" Nr.2, başy az ıs ınd a Polonya'daki en büyük köylü ayaklanması nın, yaklaşık 200 bin köylünün katıldığı 1933 Galiçya ayaklanmasının siyasi bir değerlendirmesini yapıyor. Redaksiyonun sade ve anlaşılır bir dilde yazmaya çalıştığı görülüyor. Bu özellikle "Kır İşçileri Gaze tesi" için geçerlidir. Ne yazık ki o, oldukça seyrek yayınlanıyor. Parti basını, faşist terörünün ve siyasi gericiliğin kendini ifade edişine (cezalan dırm a, sav aş mahk em es i yas as ı, siy as i tut ukl ul ar a işk enc e edilm el er i, Pap ia ni ce'de dört tekstil işçisinin kurşunlanması, Trenvoyenler grevi yönetimi mahkemesi, sonraki programı vs.) tepki göstermiyor ve bunu komünist propaganda ve yığınların faşizme karşı seferber edilmesi için kulla nıyor. "Czerwanny Sztandar", ülkede dev rimci hareketin yükselişine yüksek siyasi bir seviyede büyük itina gösteriyor. Ama kendini bu yönde doğru direktifler vermek le sınırlıyor. Bu direktiflerin münferit parti örgütlerinin pratik faaliyeti ile bağ kurmu 98 Polonya Komünist Partisi’nin İllegal Basını Üzerine yor ve bu faaliyeti eleştirmiyor. Merkezi org an, part in in siy as i kamp any al ar ın ın değerlendirmesine girmiyor, dikkati, parti nin siyasi mücadeledeki geri kalmışlığının aşılm as ın a, özell ikl e de part in in, siy as i grevlerin örgütlenmesi konusunda daha var olan zaaflarının aşılmasına yöneltmiyor. Polanya faşizmi ve sosyal faşizmi, Hit ler'in hükümete gelişini, acımasız bir yahu di düşmanlığı şovenist kışkırtma ile cevap landırıyorlar. Almanya Komünist Partisi, devrimci enternasyonalizmin bir kampan yas ın ı, büt ün ulusl ard an prol et ary an ın mücadele ittifakı için bir kampanya başlat tı. Çok sayıdaki makale ve çağrılarda PKP, kitlelere Hitler'in darbesiyle bağlam içinde Almanya'daki durumu ve Alman ve Polon ya proletaryasının görevlerini açıkladı ve bu bağlamda kahraman Alman proletaryası ile akt if day an ışm a tal eb ind e bul und u. "Czerwanny Sztandart", faşist katiller tara fından Temmuz'da idam edilen Altona'daki (Hamburg) sokak çatışmalarının iştirakçi lerinden yoldaş Lüttges, Möller, Wolf ve Teseh hakkında anma yazıları yayınladı ve işç il er i ve emekç il er i prov ok at if mill et meclisi yangın mahkemesiyle bağlam için de, yoldaş Dimitrof, Torgler ve diğerlerini faşizmin elinden kopartıp almaya çağırdı. Gazete, Alman ve Polonya faşizminin terö rist, emekçilere yönelik politikasını siste matik olarak teşhir etmek için çaba harcı yor. Gerici örgütlerin işçileri arasındaki aji tasy on met odl ar ınd a bell i bir iyil eşm e oldu. Bazı, ama parti basınının henüz hepsi değil, (basınımız) PPS'in(Polonya Sosyal Demokrasisi- çn) önderlerini somut ger çekl er zem in ind e kitl el er önünd e teşh ir etmeyi öğrendi. Bunun aynısı, bölge ve alt bölge örgütlerinin bazı çağrıları için de geçerlidir. Ama buna rağmen, komünist basını, en öneml i sor unl ard a PPS'in savl ar ın a her zaman anında tepki göstermiyor. Örneğin PPS, SSCB'ye karşı Almanya ve İtalya gibi faşist devletlerle diplomatik ilişkileri oldu ğu için, uzun zamandan beri acımasız bir kışk ırtm a sürd ür üy or. Böyl es i "şovl ar", şüphesiz ki, en geri, siyasi olarak gelişme miş işçileri etkileyebilir. Parti basını Polon ya işçilerine ve emekçilerine (şunu) kavrat malıdır: Şayet Sovyet Hükümeti bir kapita list devlet ile, onun demokratik veya faşist biçimini dikkate almaksızın bir anlaşma yapıyorsa, O, bunu, sadece ve sadece sava şın ertelenmesi ve sosyalist inşanın çıkarla rı için yapıyor. Ki bu da bütün ülkelerin işçilerinin ve emekçilerinin çıkarlarıyla ve düny a devr im in in çık arl ar ıyl a tam am en uyumluluk içindedir. Kom ün ist bas ınd a, sosy al ist inş an ın popülerleştirilmesi bağlamında bazı ilerle meler de var. Onun şimdi, eskiye nazaran SSCB üzerine daha büyük gerçekler mal zemesine sahip olduğu görülüyor. Enfor masyonun bizzat kendisi oldukça canlı ve sayılarla yüklenmemiş. Parti, krizden devrimci çıkışın popüler leştirilmesi için çok çaba harcıyor. Makale ler ve çağrılar, kitlelere yöneltilen talepleri (çağrı anlamında- çn), faşist diktatörlüğün yıkılması için devrimci mücadelenin ve proletarya diktatörlüğünün kurulması yolu nu içeriyorlar, ama nadir olarak, sosyalist devrimin yığınlara somut olarak ne verece 99 Polonya Komünist Partisi’nin İllegal Basını Üzerine ğinden ve KP'nin, iktidarı ele geçirdikten sonra programının nasıl gerçekleştireceğin den bahsediliyor. Kapitalistlerin mülksüz leştirilmesi, işsizliğin yok edilmesi, köylü ler için toprak, konut sorunu vs. Günümüz de en geniş yığınlar, umutsuz durumlardan kurtulmanın çıkış yolunu arıyorlar ve pro leter hükümetin kitlelere ne vereceği üzeri ne sorunun somut sorulması, KP'ye yüz binlerce yeni taraftar kazandıracaktır. Merk ez org an ın "Czerw anny Sztan dart"ta parti çizgisi tutarlı bir şekilde ger çekleştiriliyor, makalelerde MK'nin bildir gel er ind en böl üml er yay ınl an ıy or. Ama bütün gelişmelere zamanında tepki göste reb ilm ek için merk ez org an ın dah a sık yayını zorunlu (dokuz aylık bir zaman dili minde sadece beş sayı yayınlandı). Aynı zamanda kapsamı daraltılmalıdır (şimdiye kadar ortalama 16 sayfa). Böylelikle mer kez organ daha hareketli olacaktır. Münfe rit yerlerdeki muhabirler ile ilişki yeterli değil. Sayıları oldukça az. İşçi muhabirleri kadrolar yetiştirilmelidir, parti basını için sistematik olarak para toplanabilirdi, ki bu da gazeteyi yeni kitlelerle ilişkiye geçire cektir. "Czerwonny Sztandart"ın ve bazı diğer parti yayınlarının dili çoğu kez iyi değil, zorunlu olmadığı halde yabancı kelimeler ve edebi kavramlar kullanılıyor. Bunlar, ortalama bir işçi, hele hele bir köylü için anlaşılmazdır. Makalelerin dili, bazen, par ti bildirgesinden farklı değil. Popüler bir dile ve faaliyet alanının iyi kavranmasına PKP'nin "Asker Basını" bir örnektir. Biçim ve içerikte çok sayıda eksiktirler. Kadın gazetesi "Bayan İşçilerin Sesi"nde görül mekt edir. Yayım faaliyetinin tekn iği yönünden de partinin artan itinasına ihtiyaç var. Bazen parti çağrıları, bütün değerini kaybedecek derecede .... kötü basıyorlar. İşçi onları okuyamıyor. Literatürün yaygın laştırılması üzerine partinin denetimi de yeters iz. Part i basınının bell i bir kısm ı hala, herhangi bir şekilde bir yerlerde kalı yor ve işçi okura ulaşamıyor. Bütün parti basınının ortak bir eksikliği de parti iç yaşamının, özellikle partinin örgütlenme sorunlarının yeterli aydınlatıl mamasıdır. Bu açık, PKP'nin örgütlenme sorunlarına özgü bir organın olmamasıyla daha da açılmaktadır. Oysa, örneğin par tinin artan nüfusunu parti örgütünün pekiş tirme yeteneksizliği gibi bir sorun, PKP için oldukça ciddi bir problemdir. Burada, partinin teorik organı, "Nowy Przegland" bir istisna oluşturuyor. O, son dönemlerde örgütlenme üzerine sistematik olarak makaleler yayınlıyor. Partinin ideo lojik seviyesinin yüks elt ilm esi ve men şevizmin (PPS-Lewiza) ve Lüksemburg çuluğun (Polony a ve Litv any a Sosy al Demokrasisi) kalıntılarına karşı uzlaşmaz mücadele bağlamında "NP"nin katkıları büyükt ür. Sorunl ara derin yakl aşım ve anl aşılır dili ile "NP" üyeler arasınd a büyük sempati kazanmıştır. PKP'nin genel faaliyetind e basının anlamı oldukça büyüktür. Acımasız faşist terörün zor koşull arı alt ınd a komünist basın çoğu kez canlı sözün yerini almak zorundadır. O, işletmelere, maden ocak larına ve köylere giriyor ve orada emekçi yığınları faşist diktatörlüğe karşı mücadele 100 Polonya Komünist Partisi’nin İllegal Basını Üzerine için örgütlüyor. Sınıf düşmanını teşhir edi yor ve zaferin yolunu gösteriyor. Rundschau*, yıl 3, sayı 6 * Rundschau: Komünist Enternasyonal'in yayım organlarından "Internationale Pressekarnezpan denz" (Inprekann) yerine 1932'den itibaren yayınlanan haftalık (önce aylıktı) dergidir. 101