Dünyadan Çeviri Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975

Transkript

Dünyadan Çeviri Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975
26.03.2016
Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 01 Temmuz 201401 Temmuz 2014
2,129 Words
Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia
Federici 1975
Seks, çalışma yaşamının disiplininden muaf olduğumuz alandır. Rutinin gerekli bir tamamlayıcısı,
iş günlerinin düzenleyicisidir. “Çılgına dönmek”, “kendinden geçmek” için bir ehliye‗ir, bu sayede
pazartesileri işimize çok daha tazelenmiş olarak dönebiliriz.
(h‗ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/07/activista‑silvia‑federici‑marta‑
jara_ediima20140522_0775_13.jpg)
Çeviri: Güleren Eren ‑Serap Güneş
Bir “iş” olarak seks üzerine…
Seks, çalışma yaşamının disiplininden muaf olduğumuz alandır. Rutinin gerekli bir
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir­is­olarak­seks­uzerine­silvia­federici­1975­2/
1/5
26.03.2016
Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri
Seks, çalışma yaşamının disiplininden muaf olduğumuz alandır. Rutinin gerekli bir
tamamlayıcısı, iş günlerinin düzenleyicisidir. “Çılgına dönmek”, “kendinden geçmek” için bir
ehliye‗ir, bu sayede pazartesileri işimize çok daha tazelenmiş olarak dönebiliriz.
‘Cumartesi’, ‘kendiliğinden’liğin istilasıdır, yaşamımızın kapitalist disiplin altındaki
rasyonelliğinin içindeki irrasyonelliktir. Çalışmanın karşılığının bu olduğu farz edilir ve
ideolojik olarak işten ‘başka’ bir şey olarak pazarlanır. Arzularımızı sürekli baskılamaya,
ertelemeye, rafa kaldırmaya, kendimizden bile gizlemeye zorlandığımız bir sosyal ilişkiler
evreninde samimi/cinsel ilişkiler kurma ihtimaline sahip olduğumuzun, gerçekten kendimiz
gibi davranabildiğimizin varsayıldığı bir özgürlük alanıdır.
Vaat edilen bu iken, elimize geçen aslında beklentilerimizin çok gerisindedir. Sadece
kıyafetlerimizi çıkartarak doğaya dönemediğimiz gibi, sadece sevişme vakti geldiği için
‘kendimiz’ oluveremeyiz. Aşkın/sevişmenin zamanlaması, koşullar ve bunun için gereken
enerji bizim kontrolümüz dışında olduğu sürece kendiliğindenlik imkânsızlaşmaktadır. Bir
haftalık çalışmanın ardından bedenlerimizin ve duygularımızın uyuşması, onları bir makine
gibi açıveremediğimiz gibi, aynı zamanda ‘kendinden geçme’ halinde açığa çıkan yatakta
yeniden doğmaya hazır gizli benliğimizden ziyade çoğunlukla bastırılmış şiddet ve düş
kırıklığı olmaktadır.
Her şey bir yana, bu kendiliğindenliğin sahte olduğunun her zaman farkındayızdır. Yatakta ne
kadar çığlık a‗ığımızın, inlediğimizin, kaç tane erotik egzersiz yaptığımızın bir önemi yoktur.
Bunun bir parantez olduğunu ve ertesi gün ikimizin de yeniden medeni kıyafetlerimizi
giyeceğini, işe gitmek üzere hazırlanırken beraber kahve içeceğimizi biliriz. Günün ya da
haftanın geri kalanı aksi şekilde ilerleyip biz bunun bir parantez olduğunun daha da farkına
vardıkça, sosyal olarak belirlenmiş bu sevişme vaktinde “vahşiler”e dönüşmemiz ve her şeyi
unutmamız bizim için daha da zorlaşır. Hisse‗iğimiz tedirginliğe engel olamayız.
Sevişeceğimizi bilerek soyunduğumuz an deneyimlediğimiz utanç, ertesi sabah sınırları
yeniden belirlemekle meşgul olduğumuz sıradaki utanç ve en nihayetinde günün geri
kalanında olduğumuzdan tamamen farklıymışız gibi davranmanın utancı hep aynıdır.
Bu dönüşüm özellikle kadınlar için acı vericidir; erkeklerse bu konuda uzmanlaşmış gibidirler.
Bunun sebebi büyük ihtimalle onların şimdiye kadar işlerinde daha katı bir sistematik
ayrıştırmaya maruz kalmış olmalarıdır. Kadınlar, tutkunun sergilendiği gecelerin ertesinde
erkeğin bambaşka bir dünyaya uyanabilmesinin, kendisinin onunla herhangi bir fiziksel temas
ardından bile toparlanmasının zor olduğu zamanlarda dahi erkeğin böylesine mesafeli
kalışının nasıl mümkün olabildiğini hep merak etmişlerdir. Her durumda cinsel ilişkilerin
şizofrenik karakteri en çok kadınlara zarar verir. Bunun sebebi sadece günün sonunu
omuzlarımızda daha çok iş ve tasayla getirmemiz değil, aynı zamanda cinselliği erkek için
tatmin edici kılmaktan sorumlu olmamızdır. Kadınlar bu yüzden cinselliğe erkeklerden daha
az heveslidir. Seks bizim için bir iş, bir görevdir. Memnun etme görevi cinselliğimizin içine
öyle işlenmiştir ki, haz almanın erkeği heyecanlandırmaktan, ona haz vermekten geçtiği
öğretilmiştir bize.
Bizden beklenen bir rahatlatma olduğu için, kaçınılmaz biçimde erkeklerin bastırılmış şiddetini
boşaltan bir nesneye dönüşüveririz. Hem yataklarımızda hem sokaklarda tecavüze uğrarız
çünkü tam anlamıyla cinsel tatmini sağlamakla mükellef hale getirilmiş, her ters giden şeyin
emniyet supabı olmuşuzdur ve biz bu role uyum sağlamadığımızda, özellikle de karşı
çıktığımızda erkekler öůelerini bize yöneltme hakkına her zaman sahip olmuşlardır.
Cinselliğimizi sakatlayan pek çok şeyden biri onu bölümlere ayırıyor oluşumuzdur. Emek
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir­is­olarak­seks­uzerine­silvia­federici­1975­2/
2/5
26.03.2016
Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri
Cinselliğimizi sakatlayan pek çok şeyden biri onu bölümlere ayırıyor oluşumuzdur. Emek
gücünün yeniden üretiminin cinselliğimiz üzerinde baskın olmasıyla heteroseksüellik
onaylanabilir tek cinsel davranış kalıbı olarak kabul edilegelmiştir. Gerçekteyse her özgün
iletişim biçimi bir cinsel içeriğe sahiptir; çünkü bedenimiz ve duygularımız bölünmezdir ve biz
her daim, her düzeyde iletişim kurarız. Kadınlarla cinsel temas yasaklanmıştır çünkü burjuva
ahlakında üreme temelli olmayan hiçbir ilişki doğal değildir, tuhaftır, sapıklıktır. Hayatımızın
daha ilk evrelerinde âşık olabileceğimiz insanlarla sadece konuşmakla yetinmemiz gerekenler,
bedenlerimizi açabileceklerimizle sadece ‘ruhlarımızı’ açabileceklerimiz, dostlarımız ve
âşıklarımız arasındaki ayrımı öğrenmemizi gerektirdiğinden, bu, bize şizofrenik bir durumun
dayatılması anlamına geldi. Sonuç, kadın arkadaşlarımıza bedensiz ruhlar, erkek âşıklarımıza
ise ruhsuz bedenler olmamız. Ve bu bölünme, bedenlerimizde ve hislerimizde neyi kabul edip
etmediğimiz açısından, bizi yalnızca diğer kadınlardan değil kendimizden de ayırıyor, açıkça
göstermek için var olan ‘temiz’ kısımlar ve yalnızca gerdek gecesi, üretim noktasında
gösterilebilecek ‘kirli,’ ‘gizli’ kısımlar.
Üretim açısından da aynı kaygı cinselliğin, özellikle de kadında, yaşamlarımızın belirli
dönemlerine sıkıştırılmasını istedi. Cinsellik, yaşlı kadınların yanı sıra çocuklarda ve genç
kadınlarda bastırıldı. Dolayısıyla, cinsel olarak aktif durumda olmamıza izin verilen yıllar,
çalışma yükünü en fazla taşıdığımız yıllar oldu, böylelikle, cinsel deneyimlerimizden haz
almak maharet haline geldi.
Fakat seksten haz alamamamızın ana sebebi, kadınlar için seksin iş olması; haz vermek her
kadından beklenen bir şey. Cinsel özgürlüğün de faydası yok. ‘Sadakatsizlik’ yaptığımızda
veya bakire olmadığımız ortaya çıktığında taşlanarak öldürülmemek şüphesiz önemli bir şey.
Ancak cinsel özgürlük daha fazla iş yükü demek. Geçmişte sadece çocuk yetiştirmemiz
bekleniyordu. Artık ücretli bir işimizin olması, yine de evi temizlememiz ve çocuk sahibi
olmamız, çifte işgününün sonunda ise, yatağa atlayıp cinsel açıdan çekici olmamız bekleniyor.
Ayrıca bundan zevk de almalıyız (ki bu pek çok işte beklenen bir şey değildir) çünkü bezgin
bir performans erkekliğe hakaret sayılır. Son yıllarda bedenlerimizin hangi kısımlarının (vajina
mı yoksa klitoris mi) cinsel açıdan daha üretken olduğuna dair bunca araştırma tam da bu
yüzden yapılıyor. Fakat ister özgürleştirilmiş isterse bastırılmış şekilde olsun, cinselliğimiz
yine de kontrol altında. Yasa, tıp ve erkeğe olan ekonomik bağımlılığımız bunu garanti altına
alıyor, kurallar gevşemiş olsa da, cinsel hayatlarımızda içimizden geldiği gibi davranmak
halen imkânsız. Ailedeki cinsel baskılama bu kontrolün bir işlevi. Bu açıdan babalar, abiler,
kocalar, pezevenkler, bunların tümü devlet ajanı olarak işlev görüyorlar. Seks işçiliğimizin
süpervizörlüğünü yapıyorlar ve kurulu, toplumsal olarak onaylanmış üretim normlarına göre
cinsel hizmet sağlamamızı temin ediyorlar.
Ekonomik bağımlılık, cinselliğimiz üzerindeki denetimin temel aracı. Seks işçiliğinin kadınlar
için halen ana mesleklerden biri olmasının ve her cinsel deneyimin fuhuş olarak
mimlenmesinin sebebi bu. Bu şartlar altında, bizim için ne sekste herhangi bir kendiliğindenlik
olabilir ne de cinsel haz gelip geçici bir şeyin ötesine geçebilir.
İşin içinde bir alışveriş olduğundan ve erkeklere haz verme görevi yüzünden, kadınlar
açısından cinselliğe daima anksiyete eşlik eder ve eviçi emeğin en çok kendinden nefret etmeye
neden olan kısmı budur. Ayrıca, kadın bedeninin metalaştırılması da şekli veya formuna
bakmadan bedenlerimizden memnun olmamızı imkânsız kılar. Çok az kadın erkeklerin
karşısında isteyerek soyunur çünkü erkek olsun kadın olsun, kentlerimizdeki her duvarda ve 3/5
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir­is­olarak­seks­uzerine­silvia­federici­1975­2/
26.03.2016
Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri
karşısında isteyerek soyunur çünkü erkek olsun kadın olsun, kentlerimizdeki her duvarda ve
her dergide ve TV ekranında yüzümüze vurulan ve herkesin gayet bilincinde olduğu yüksek
güzellik standartlarına göre değerlendirileceklerini bilirler.
Görünümümüzün yargılanacağını ve bir şekilde kendimizi pazarlıyor olduğumuzu bilmek,
kendimize olan güvenimizi ve bedenlerimizle barışıklığımızı mahveder. Bu nedenle ister sıska
ister dolgun, ister uzun ister kısa burunlu, uzun veya kısa boylu olalım, hepimiz bedenimizden
nefret ederiz. Nefret ederiz çünkü ona karşılaştığımız erkeklerin gözlerinden, dışarıdan ve
aklımızda yer etmiş beden pazarından doğru bakmaya alışmışızdır. Nefret ederiz çünkü onu
pazarlanması gereken bir şey, bizden neredeyse bağımsız hale gelmiş ve daima tezgahta olan
bir şey olarak düşünmeye alışmışızdır. Nefret ederiz çünkü ne çok şey ona bağlı, biliriz. Ona
bağlı olarak iyi veya kötü bir işimiz olabilir (evlilikte veya evin dışındaki işte), belirli bir
toplumsal güç, bu toplumda bizi bekleyen yalnızlıktan kaçabileceğimiz dostluklar elde
edebiliriz. Ve bedenimiz bize yüz çevirebilir, kilo alabilir, kırışabilir, hızlı yaşlanabilir,
insanların artık farkımıza varmamasına, cinsel ilişki hakkımızı kaybetmemize, dokunulma
veya sarılma şansımızı kaybetmemize neden olabilir.
Kısacası, rol yapmakla çok meşgulüz, memnun etmekle çok meşgulüz, başarısızlıktan,
sevişmekten haz almaktan ödümüz kopuyor. Her cinsel ilişki bize ne değer verileceğini
belirliyor. Bir erkeğin yatakta iyi olduğumuzu söylemesi, biz zevk almış mıyız almamış mıyız
önemi olmadan, daima büyük bir memnuniye‗ir; sahip olduğumuz güce dair gururumuz
okşanır, sonrasında bulaşığı gene kendimiz yıkayacağımızı bilsek bile.
İşin içindeki alışverişi unutmamıza asla izin verilmez çünkü bir erkekle olan aşk ilişkimizdeki
değer ilişkisini asla aşamayız. Her cinsel deneyimimize hükmeden soru ‘Ne kadar?’dır. Pek çok
cinsel deneyimimiz hesaplarla geçer. Yatakta iç çeker, inler, ağlarız, soluk soluğa kalır, hoplar
zıplarız ama bu arada zihnimiz sürekli ‘ne kadar’ sorusu ile meşguldür: Kendimizi
kaybetmeden veya düşürmeden kendimizden ne kadarını verebiliriz, karşılığında ne alacağız?
İlk randevumuzda soru, karşımızdakinin ne kadar alacağına izin verebileceğimizdir: elini
eteğimizden sokabilir mi, bluzumuzu açabilir mi, parmaklarını iç çamaşırımızın içine sokabilir
mi? Hangi noktada ona dur demeliyiz, ne kadar şiddetli reddetmeliyiz? ‘Kolay’ olduğumuzu
düşünmeden önce ondan hoşlandığımızı ne kadar söyleyebiliriz? Fiyatı yüksek tut, kural
budur, en azından bize öğretilen birinci kural. Yataktaysak hesaplamalar daha da
karmaşıklaşır, çünkü hamile kalma olasılığımızı da hesap etmek zorundayızdır, dolayısıyla,
inlemeler, nefes nefese kalmalar ve diğer tutku gösterileri arasında, regl günlerimizi saymak
zorundayızdır. Cinsel eylemde orgazm yokken tatmin olmuş görünmek ekstra bir iştir ve
zordur. Çünkü rol yaparken ne kadar ileri gidebileceğinizi asla bilemezsiniz ve yeterince iyi rol
yapamamış olma korkusuyla her zaman fazla rol yapmış olursunuz. En sonunda, hiçbir şey
olmadığını kabul edebilmek, epeyce mücadele ve kolektif toplumsal gücümüzde bir sıçrama
gerektirir.
h‗p://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/02/05‑federici.pdf
(h‗p://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/02/05‑federici.pdf)
Çevirenlerin (Güleren‑Serap) notu: 1975 ABD’si koşullarında yazılan bu metin, 2 dalga
feminizmin cinsel özgürlük tartışmasından cumartesileri kapitalizmin çemberinden
kurtulabilen işçi kadınlara dek, yazıldığı dönem bağlamında okunması gereken yanlar içeriyor.
Etiketler:
Çeviri,
Feminizm,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir­is­olarak­seks­uzerine­silvia­federici­1975­2/
4/5
26.03.2016
Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri
Feminizm,
Seks işçiliği,
Silvia Federici
“Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975”
üzerine 3 yorum
İtaatsiz e‑Dergi dedi ki:
21 Ekim 2014, 11:49 | Düzenle
Reblogged this on itaatsiz.org.
 Cevapla
Geri bildirim: Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* | Dünyadan Çeviri
| Düzenle
Geri bildirim: Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici (1975) | Bacılar Kıraathanesi
| Düzenle
WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından
Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir­is­olarak­seks­uzerine­silvia­federici­1975­2/
5/5
26.03.2016
Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 18 Nisan 201510 Mayıs 2015
2,508 Words
Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj
(https://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/04/cadilar.jpg
)
Çeviren: Serap Güneş
Giriş
Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim (Otonom) kitabında, İtalyan feminist Silvia
Federici, cadı katliamlarını kadınları evcilleştiren [eve hapseden], onlara işgücünün yeniden
üretimini karşılıksız bir angarya olarak dayatan bir kapitalist sistemin temeli olarak
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadi­hikayeleri­silvia­federici­ile­roportaj/
değerlendiriyor. Federici, yeniden üretim işinin bu gelişme şeklinde, kadın hareketi için
1/6
26.03.2016
Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri
değerlendiriyor. Federici, yeniden üretim işinin bu gelişme şeklinde, kadın hareketi için
merkezi bir mücadele alanı görüyor.
Bu ne bir masal ne de sadece cadılarla ilgili. Cadılar, diğer kadınlara ve yakından ilişkili olan
karakterlere genişliyor: kafir, şifacı, ebe, itaatsiz karı, tek başına yaşamaya cüret eden kadın,
efendinin yemeğine zehir katan ve kölelerin isyanına ilham veren büyücü kadın. Kapitalizm,
ilk ortaya çıkışından bu yana bu kadınlarla ö㏿eli ve dehşetli bir şekilde uğraşıyor ve savaşıyor.
Caliban ve Cadı’da Federici bu sembolik kadın figürü ile ilgili temel sorular soruyor:
Kapitalizm, başlangıcından bu yana, neden bu kadınlara karşı savaş yürütmek zorunda? Cadı
avları, neden tarihin en zalimane ama yine de en az kayda geçmiş katliamlarından biri? Bu
kadınlar kazığa bağlandığında neyin ortadan kaldırılacağı düşünülüyor? Bu kadınlarla
Amerika’daki plantasyonların siyah köleleri arasında bir paralellik kurmak neden mümkün?
Kitabının başlığı iki Shakespeare karakterinden geliyor: Caliban, sömürgecilik karşıtı bir
isyancı, direnen bir köle işçi; İngiliz yazarın geri planda tu←5uğu Cadı ise artık sahnenin
önünde: onun yok oluşu, kadınların evcilleştirilmesinin başlangıcını, doğurmaya otonomi
kazandıran bilginin çalınmasını, anneliğinin angaryaya dönüştürülmesini, yeniden üretim
işinin “iş olmayan”a indirgenmesini ve komüniter topraklara el konulması eşliğinde fahişeliğin
yaygın şekilde artışını temsil ediyor. Caliban ve Cadı adları, birlikte sermayenin yalnızca
bedenlere değil, aynı zamanda direnen avam ve itaatsiz figürlere de dayatmak istediği
disiplinin ırkçı ve cinsiyetçi boyutunu sentezliyor.
Verónica Gago: ABD’de feminist militanlığa nasıl başladınız?
Silvia Federici: Feminizmimin kökenleri öncelikle bir kadın olarak 50’ler İtalya’sı gibi baskıcı
bir toplumda büyüme deneyimimden kaynaklanıyor: antikomünist, patriarkal, Katolik ve
savaş tarafından yere serilmiş bir ülke. İkinci Dünya Savaşı İtalya’da feminizmin gelişmesinde
etkili oldu çünkü kadınların devlet ve aile ile ilişkisinde bir kopuşma anına işaret ediyor,
çünkü kadınların kendi ayakları üzerinde durmaları gerektiğini, kaderlerini erkeklerin ve
patriarkal ailenin eline teslim edemeyeceklerini ve onları katledilmeye yollayacak bir devlet
için daha fazla çocuk üretmek zorunda olmadıklarını anlamalarını sağladı.
Teorik kökenler neler?
Teorik olarak feminizmim daha çok İtalya’daki işçilerin otonomisi hareketinden ve işsiz
hareketlerinden, sömürgecilik karşıtı hareke←5en ve sivil haklar hareketlerinden ve ABD’deki
Black Power hareketinden gelen temaların bir karışımı. 70’lerde, çoğunluğu siyah kadınlardan
oluşan ve çocukları için devlet yardımı elde etme mücadelesi veren bir hareket olan Ulusal
Refah Hakları Hareketi’nden etkilendim. Bizim için bu feminist bir hareke←5i çünkü bu kadınlar
ev işinin ve çocuk bakımının tüm işverenlerin faydalandığı toplumsal emek olduğunu ve
ayrıca devletin toplumsal yeniden üretimde yükümlülükleri olduğunu göstermek istiyorlardı.
Birincil hedefimiz ev işinin kişisel bir hizmet olmayıp gerçek iş olduğunu göstermekti, çünkü
işgücünü üreten iş olduğu için tüm diğer iş formlarının sürmesini sağlayan bu işti. Ev içi
emeğin daha geniş bir anlamda görülmesini sağlama fikriyle konferanslar, etkinlikler,
gösteriler organize e←5ik: cinsellikle iç içe geçmişliğinde, çocuklarla olan bağlantısında ve al←5a
yatan faktörleri ve yeniden üretim kavramını değiştirme ve bu meseleyi siyasi çalışmanın
merkezine yerleştirme ihtiyacını daima vurgulayarak.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadi­hikayeleri­silvia­federici­ile­roportaj/
2/6
26.03.2016
Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri
Ücret için ve ücrete karşı
Peki ya ücret için mücadele ile ücrete karşı mücadele arasındaki çelişki meselesi?
Kadınlar ev işi için ücret mücadelesi verdiklerinde aynı zamanda bu işe karşı da mücadele
veriyorlar çünkü ev işi ancak ve ancak karşılıksız olduğu sürece devam edebilir. Kölelik gibi
bir şeydir. Ev işi için ücret talebi, kadın köleliğini normal bir şey olmaktan çıkardı. Dolayısıyla,
ücret nihai hedef değil fakat kadınlar ile sermaye arasındaki iktidar ilişkilerinin değişmesini
sağlamak için bir araç, bir strateji. Mücadelemizin hedefi, karşılıksız karakteri nedeniyle
doğallaşmış olan sömürücü köle emeğini toplumsal olarak kabul gören işe dönüştürmek;
Caliban ve Cadı’da “ücret patriarkası” olarak adlandırdığım maskülin ücretin kadınların
yeniden üretim emeğini kontrol etme gücüne dayalı olan cinsel işbölümünü yıkmak. Aynı
zamanda, bunun daima bir kadın yükümlülüğü, bir kadın uğraşı olarak değerlendirilmesi
olgusunun yara←5ığı tüm suçluluğun ötesine geçmeyi öneriyoruz.
Yani ev işi konusunda aynı anda hem bir ret hem de bir yeniden değerli kılma söz konusu?
Ret, yeniden üretimin kendisine yönelik değil, ama evet, kendileri için değil de işgücü piyasası
için yeniden üretim olduğu ölçüde, erkek ve kadın herkesin, toplumsal yeniden üretimi
yaşaması zorunlu kılınan koşulun reddi. Bizim için, yeniden üretim emeğinin ikili karakteri
merkezi bir tema; yaşamı, yaşama olanağını, kişiyi yeniden üreten ve aynı zamanda da
işgücünü yeniden üreten: Bu denli denetim altında olmasının sebebi bu. Bize göre, çok özel bir
emekle karşı karşıyayız ve bu nedenle bir insanı yeniden üretmekle ilgili kilit soru şu: [yeniden
üretim emeğine] ne için veya hangi işlevi için değer biçilmeli? Kişinin kendisi için mi yoksa
pazar için mi değer biçilmeli? Kadınların ev işi için mücadelesinin, merkezi bir antikapitalist
mücadele olduğunu anlamak önemli. Gerçekten de toplumsal yeniden üretimin kökenine
iniyor, kapitalist ilişkilerin dayandığı köleliği alt üst ediyor ve proletaryanın bedeninde
yara←5ıkları iktidar ilişkilerini alt üst ediyor.
Ev içi emeğin merkeze yerleştirilmesi, kapitalizmin analizinde ne gibi bir değişim
yaratıyor?
Emek gücünün doğal bir şey olmadığının, kendini üretmesi gerektiğinin kabulü, tüm yaşamın
bir üretim gücü haline gelmesinin ve tüm ailenin ve cinsel ilişkilerin üretim ilişkileri haline
gelmesinin kabulü anlamına geliyor. Bu, kapitalizmin yalnızca fabrika içinde gelişmediğini,
daha ziyade toplum içinde geliştiğini ve toplumun, kapitalist birikimin temel bir zemini olarak
bir kapitalist ilişkiler fabrikası haline geldiğini söylemek anlamına geliyor. Bu sebeple ev içi
emek, toplumsal cinsiyet ayrımı, erkekler ile kadınlar arasındaki ilişkiler, kadınlık modelinin
inşası söylemi, temel önemde. Bugün örneğin, küreselleşmeye yeniden üretim emeği
perspektifinden bakmak, göç sürecini yönlendirenlerin, neden ilk kez kadınlar olduğunu
anlamamızı sağlıyor. Küreselleşmenin ve dünya ekonomisinin liberalizasyonunun tüm
dünyada ülkelerin yeniden üretim sistemlerini mahve←5iğini ve bugün neden kadınların
yeniden üretim yolları bulmak ve kendi yaşam koşullarını geliştirmek için topluluklarını,
yerlerini terk e←5iğini anlamamızı sağlıyor.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadi­hikayeleri­silvia­federici­ile­roportaj/
3/6
26.03.2016
Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri
Üçüncü Dünya’daki deneyim
80’lerde Nijerya’daki yaşamınız ilgi alanlarınızı nasıl etkiledi?
Nijerya’da yaşamak çok önemliydi çünkü orada Afrika gerçeği ile, “gelişmemiş” denilen dünya
ile tanıştım. Çok eğitici bir süreçti. Tam da IMF’den borç alınıp alınmaması üzerine yoğun
toplumsal tartışmaların olduğu (üniversitelerde de) bir dönemde (1984‑1986), büyük borç
krizinin başlangıcı sonrası ve petrol patlamasının yara←5ığı kalkınma döneminin sonunda
oradaydım. Liberalizasyonun başlangıcını ve bu programın toplum ve okullar için sonuçlarını
gördük: kamu harcamalarında kapsamlı değişiklikler, sağlık ve eğitim harcamalarının
kesilmesi, IMF’ye ve yapısal uyum programına karşı bir dizi öğrenci mücadelesinin başlangıcı.
Bunun sadece yoksulluktan kaynaklanan bir çatışma olmadığı, aynı zamanda siyasi yeniden
sömürgeleştirme programına karşı bir protesto da olduğu kesindi. Bu ülkelerin kapitalist
yeniden sömürgeleştirilmesi çerçevesinde yeni bir uluslararası işbölümünün nasıl yaratıldığını
net şekilde görebiliyorduk.
Bir müşterek mallar teması var, özellikle de daha sonra belirginleşen, müşterek toprak
meselesi…
Evet. Nijerya’da öğrendiğim diğer önemli şey toprak meselesi oldu. Nüfusun büyük kısmı
komünal mülkiyet rejimi altında topraktan geçiniyordu. Özellikle kadınlar açısından, toprağa
erişim geçim yollarını büyütme imkanı, kendilerini ve ailelerini pazara bağımlı kalmaksızın
yeniden üretme imkanı anlamına geliyordu. Bu dünya anlayışımın önemli bir parçası haline
gelen bir şey. Nijerya’da kaldığım süre enerji, petrol ve dünya çapında petrol şirketleri
tarafından körüklenen savaş konusundaki kavrayışımı da geliştirdi. Nijerya’da 80’lerde
yaşanan şey, Avrupa’da on yıl sonra yaşanan şeyle aynı: önce kamu üniversitesinin, sonrasında
şirket tarzında dönüştürülmesi amacıyla, yoksullaştırılması, ki bu nedenle üre←5iği bilgi
tamamen pazara yönelik ve bu trendin dışında kalan her şey değersiz.
Müşterek mallar neler? Müşterek mallar söylemi nereden geliyor?
60’lar ve 70’ler hareketlerinin söyleminde “müşterek” kavramı yoktur. Birçok şey adına
mücadele verildi ama şimdi anladığımız anlamıyla müşterekler için değil. Bu kavram,
özelleştirmelerin, tüm bedene, bilgiye, toprağa, havaya ve suya el koyarak piyasalaştırma
girişiminin bir sonucu. Sonuç bir reaksiyon olmakla kalmadı, müşterek hayatımız fikrine
gerçek anlamda yeni bir siyasi bilinçlilik atfedildi ve bu, yaşamlarımızın komünitaryen boyutu
hakkında düşünmeyi tetikledi. Dolayısıyla, istimlak, müştereğin üretimi ve bir yaşam konsepti
olarak müştereğin, toplumsal ilişkilerin önemi arasında çok güçlü bir ilişki veya alakalılık söz
konusu.
Feminist teorileştirmelerin müşterek meselesi açısından etkisi nedir?
Müştereği feminist bakış açısından formüle etmek kritik önemde çünkü şu anda, kadınlar
müşterek kaynakların savunulmasında ve daha yaygın toplumsal işbirliği formlarının
inşasında en çok yatırım yapılanlar [mücadelede]. Dünya genelinde, kadınlar geçimlik tarım
üreticileri, toprak özelleştirildiğinde en büyük bedeli ödeyenler onlar; örneğin Afrika’da,
geçimlik tarımın yüzde 80’i kadınlar tarafından üretiliyor ve dolayısıyla, toprağın ve suyun
komünal mülkiyetinin varlığı onlar açısından temel önemde. Son olarak, feminist perspektif,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadi­hikayeleri­silvia­federici­ile­roportaj/
4/6
26.03.2016
Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri
komünal mülkiyetinin varlığı onlar açısından temel önemde. Son olarak, feminist perspektif,
topluluğun ve hanenin örgütlenmesi ile ilgileniyor. Beni şaşırtan bir şey şu; tüm müşterek
tartışmalarında, toprak ve interne←5en söz ediliyor ama evden bahseden yok! Benim
mücadeleye başladığım yer olan feminist hareket daima cinsellik, çocuklar ve evden söz
ediyordu. Ve sonrasında, tüm feminist, ütopik sosyalist ve anarşist geleneğin bu konulara nasıl
yaklaştığını çok merak e←5im. Ev, alan ve aile konusunda bir söylem yaratmalıyız ve bunu
müşterek politikasının merkezine koymalıyız. Bugün yeni komünitaryen modeller yaratan
pratiklere duyulan ihtiyacı görüyoruz.
Bundan neyi kastediyorsunuz?
Örneğin ABD’de, yaygınlaşan zorla ev boşaltmalar yüzünden sokaklarda, bir çeşit kamp
benzeri yerlerde yaşayan binlerce insan var. Şu anda California’da konut krizinden kaynaklı
olarak kamplar mevcut. Günlük toplumsal ilişkinin yapısının çözüldüğü bir moment bu ve
yeni bir toplumsallık ve işbirliği formuna yönelik bir olasılık mevcut. Bu anlamda Arjantin’deki
evden atılmış kiracılar hareketinde birçok insanın hayatlarını müşterekleştirmesinin gerektiği
bir moment olarak görebileceğimiz şeyin temel önemde olduğunu düşünüyorum. Bu kesin bir
şekilde komünitaryen pratiğin yeniden icadı.
Cadılar Meclisi
Cadı avlarının amacını nasıl özetlersiniz?
Cadı avları, kadınların, emeklerinin ve cinsellikleri ile yeniden üretim güçlerinin devletin
denetimi altına sokulduğu ve ekonomik kaynaklara dönüştürüldüğü patriarkal düzenin
inşasının aracı oldular. Bu şu demek, cadı avcıları, belirli bir suçu cezalandırmaktan çok, artık
hoş görmedikleri ve toplumun gözünde de tiksindirici görülmesi gereken genelleşmiş kadın
davranışı formlarını ortadan kaldırmakla ilgileniyorlardı.
Bu nedenle suçlama binlerce kadına yayılabildi…
Cadılık suçlaması, dikkat çekici şekilde, İngiliz hukuk sistemine aynı dönemde giren “ihanet”
ve günümüzdeki “terör” suçlaması ile benzer bir işlev gördü. Suçlamanın muğlaklığı –
cadılığın bir yandan azami dehşet uyandırıcı bir şey iken, diğer yandan kanıtlanması imkansız
bir şey olması – yaşamın en sıradan yönleri hakkında olmak da dahil, şüphe uyandırma hedefi
ile, her türden protestoyu cezalandırmak için kullanılabileceği imasını taşıyordu.
Cadı avlarıyla, kadınların otonomisine karşı büyük bir savaş verildiği söylenebilir mi?
Çitlemelerin komünal toprakları köylülerden zorla almasındaki ile aynı şekilde, cadı avları da,
kadınları işgücünü üretme makineleri işlevi görmelerini engelleyecek tüm engellerden
“özgürleştirerek”, onlardan bedenlerini zorla aldı. Kazığa bağlanıp yakılma tehdidi, kadınların
bedenlerinin çevresine, komünal toprakların çitlenmesindekinden daha büyük, dehşetli
bariyerler dikti. Aslında kadınların komşularını, dostlarını ve akrabalarını kazığa bağlanmış
yakılırken görmelerinin; gebeliği önlemeye dönük herhangi bir girişimin şeytani bir
sapkınlığın ürünü olarak algılanacağını fark etmelerinin, üzerlerinde bıraktığı etkiyi hayal
edebiliriz.
Kaynak (h←5ps://viewpointmag.com/2015/04/15/witchtales‑an‑interview‑with‑silvia‑federici/)
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadi­hikayeleri­silvia­federici­ile­roportaj/
5/6
26.03.2016
Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri
Kaynak (h←5ps://viewpointmag.com/2015/04/15/witchtales‑an‑interview‑with‑silvia‑federici/)
Etiketler:
Beden politikaları,
Cadı avları,
Ev içi emek,
Ev işi,
Feminizm,
Kadın Emeği,
Kapitalizm ve kadın emeği,
Silvia Federici,
Toplumsal cinsiyet,
Toplumsal yeniden üretim,
Yeniden Üretim
WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadi­hikayeleri­silvia­federici­ile­roportaj/
6/6
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 23 Ocak 201512 Şubat 2016
6,622 Words
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille
Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner)
(h旆ຕps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/01/kadin‑ev‑isleri‑dava‑aa.jpg) The
Commoner’ın bu sayısında, hem ücretli hem de ücretsiz formda, bakım işini ve daha genel
olarak, çocuk bakımı, ev işi, seks işi ve yaşlı bakımından başlayarak, insanı ve meta emek
gücünü yeniden üreten faaliyetler ve hizmetler birleşimi anlamında, yeniden üretim işini
tartışmaya başlıyoruz. Amacımız, küresel ekonominin geçtiğimiz otuz yılki neoliberal yeniden
yapılandırılmasının, bu işin örgütlenmesini nasıl yeniden şekillendirdiğini incelemek. Özel
olarak ise, bedenlerimizi ve arzularımızı nasıl dönüştürdüğünü, evlerimizi, ailelerimizi ve
toplumsal ilişkilerimizi nasıl yeniden yapılandırdığını, daha da önemlisi, kadınların, yeniden
üretim emeğinin yeni koşullarına yanıt olarak verdikleri mücadelelerin neler olduğunu ve bu1/11
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
üretim emeğinin yeni koşullarına yanıt olarak verdikleri mücadelelerin neler olduğunu ve bu
bağlamda ortaya çıkan yeni işbirliği formlarını inceliyoruz. Yeniden üretim işine ve özel olarak
da bakım işine odaklanırken, bu konuda üretilmiş veya miras kalmış feminist ve Marksist bilgi
birikimine yeniden göz atıyor ve bu bilgi birikiminin, kadınların sınırlar arasında, şehirlere,
evliliklerin dışında, ücretli işe, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin dışına, yaşlılığa ve
anneliğin içine ve dışına doğru artan hareketliliği ile, yeniden üretim alanında yaşanan
gelişmelere karşı, işe yararlığını sınıyoruz. Ayrıca, yeniden üretim/bakım işi ile göç, toplumsal
cinsiyet, ırk, emek ilişkilerinin kesişimini ve hem “özel” alanda gerçekleştirilen işin hem de bu
işi gerçekleştiren öznelerin değişen doğasını da inceliyoruz.
Bu analize girişmenin önemli olduğuna inanıyoruz çünkü “yeniden üretim” konusundaki
mücadele, diğer tüm mücadelelerin ve “kendi kendini yeniden üretim hareketlerinin”
merkezinde, yani kendimizi yeniden üretmenin getirdiği ihtiyaçları, deneyimleri ve pratikleri
göz ardı eden hiçbir mücadele sürdürülebilir olmadığı için, politik işi yaşamlarımızın yeniden
üretimi için gerekli faaliyetlerden ayırmayan hareketlerin gelişiminin merkezi. Ayrıca, küresel
ekonomik krizin yoğunlaşması ve kurumsallaşması, ne devletin ne de piyasanın haya旆ຕa
kalmamızı garantileyebildiği her gün daha da netleşirken, toplumsal yeniden üretimin daha
otonom formlarının inşasından başlayarak, kapitalizm içinde yaşama bir alternatif inşa etme
gerekliliğini yeni bir aciliyetle ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla, yeniden üretim işine dâhil olan (ki
bu hepimiziz) insanlar olarak, yalnızca yeniden üretim emeğini değil, genel olarak işi ve evi
dönüştürmek isteyen toplumsal hareketlerdeki insanlarla fikirleri, soruları ve araştırmaları
paylaşmaya açığız.
Aklımızda bu amaçla, yeniden üretimin uluslararası olarak yeniden örgütlenmesinin kapsamlı
bir analizini vermekten ziyade, bu görev için en kritik soruların bazılarını araştırmamıza
yardımcı olacak bir dizi belge, görüşme ve makale seçtik.
Yeniden üretim faaliyetlerinin ilişkisel karakterini vurgulayan “bakım işi” kavramının, büyük
ölçüde yapay olduğunu fark ederek başlıyoruz. Çünkü tüm bakım işi ev içi emek gerektiriyor
ve tüm ev içi emek, az ya da çok, bir miktar bakım işi gerektiriyor. Ancak, birçok yeniden
üretim görevinin piyasalaştırılmasından kaynaklanan bu ayrım, pratik bir amaca sahip. Ev içi
işçilerin işverenleriyle pazarlıklarında, işe alındıkları görevler ve faaliyetler konusunda
anlaşmaya varmasına ve kendilerinden işlerinin parçası olarak neler istenebileceğine sınırlar
koymasına yardımcı oluyor. Örneğin, evinizi temizlemek için işe girdiysem, temizliğe geldiğim
gün hasta olduğu için evde kalan altı yaşındaki çocuğunuza bakmak, bir temizlikçi olarak iş
tanımımın dışında olacaktır. Bakım işinin ev içi işten ayrı olarak ifade edilmesi, farklı yeniden
üretim işleri için gereken çeşitli becerileri de vurguluyor ve muhtemelen yeniden üretim
faaliyetlerinin toplumsal değerini artırıyor.
Fakat ayrım, günümüz sosyoloji literatüründe sıkça yapıldığı gibi, dışlar şekilde anlaşılmamalı.
Çünkü üstüne bir de giysilerini yıkama, asma ve katlama veya oynadıkları ya da dinlendikleri
yerleri süpürüp silme görevlerini düşünmeksizin, bir çocuğa veya hasta insana bakmak için
gereken ilgi, şeㆌ�at ve ilişkiselliği tartışmak için ampirik veya teorik olarak hiçbir anlam ifade
etmiyor. Ha旆ຕa “bakım işi”, ister ücret karşılığı isterse ücretsiz yapılsın, maddi emeği maddi
olmayan emekten ayırmanın imkânsızlığının çarpıcı bir örneği.
Bakım işinin ev içi işten ayırılamaması, en iyi bu iş, işlerini yeniden üretimin iletişim ve
şeㆌ�atle ilgili yönleriyle sınırlandırıp daha maddi olan işleri başkalarına veremeyen aile üyeleri
tarafından yapılırken görülebilir. Ha旆ຕa çocukları ile geçirilecek yalnızca “kaliteli zamanları”
olan ebeveynler durumunda, bu zaman da tüm maddi görevlerden azade bir zamandır ve
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
2/11
yalnızca üst sınıflarda bulunan bir nadirliktir. “Bakım işini” analizin tek odağı olarak
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
yalnızca üst sınıflarda bulunan bir nadirliktir. “Bakım işini” analizin tek odağı olarak
önceliklendirerek, ev içi işin ve maddi faaliyetin değer kaybına uğraması ve evde yapılan ve
karşılığı ödenmeyen ev içi emeği tekrar görünmez kılma riskine de giriyoruz.
Dolayısıyla, “bakım işini” yeniden üretim işinin şunları kaste旆ຕiğimiz belirli bir yönü olarak ele
alıyoruz: hane temizliği, alışveriş, yemek yapma, çamaşır yıkama, faturaları ödeme, dinleme ve
yol gösterme şeklinde yakınlık ve duygusal destek sağlama, çocuk doğurma, onları yetiştirme
(eğitme ve disipline etme) de yeniden üretim işinin önemli bir parçasıdır. Ayrıca, krizleri
öngörmek, önlemek veya çözmek, akraba ve komşularla ilişkileri iyi tutmak, sağlığımıza
yönelik (yediğimiz yemekten, içtiğimiz sudan kaynaklı) artan tehditlerle baş etmek için
gereken adsız, adlandırılamaz emeği de eklememiz gerekir. Bu tanım, yine de, açıklanan
görevlere ek olarak, saatlerini su, yakacak odun taşımak, açıktaki ocakları tutuşturmak için
harcayan gezegen çapındaki milyonlarca kadının ve çocuğun işini hesaba katmaz. Laura
Agustin’in makalesinde vurguladığı üzere, “bakım işinin” kritik bir bileşeni de, onun
ifadelendirişiyle, toplumsal yaşamı diğer bedensel hizmetlerle aynı şekilde, sıkça yarenlik ve
özgüven aşılama konuşmaları içererek, yeniden üreten ve yeniden üretimimiz için en az yemek
yemek ve sağlıklı bir çevre kadar önemli olan bir faaliyet olan seks işidir.
Geleneksel olarak görünmeyen, önemsiz sayılan, herhangi bir toplumsal sözleşmenin dışında
hiçbir ücret verilmeksizin gerçekleştirilen bu işi politik teorinin ve örgütlenmenin ön planına
taşımak, 1970’lerin feminist hareketi tarafından gerçekleştirilen teorik ve politik devrimlerden
biri olmuştur. İronik biçimde, tam da ev işine adanmış bir kaderi redde旆ຕikleri anda, onu emek
gücünü üreten, bu itibarla, kapitalist üretimin diğer tüm formlarının bir ön koşulu olan iş
olarak yeniden tanımlayarak, birçok feminist bu işin kritik toplumsal işlevini keşfe旆ຕi. ARŞİV
BÖLÜMÜMÜZDE, öneminin abartılamayacağına inandığımızdan, bu analizin ilk işlendiği
metinlerden bazılarını sunuyoruz.
Bu yeni feminist perspektif, ev içi/bakım işinin kişisel bir hizmet veya kapitalizm öncesi bir
emek formu olduğuna ilişkin yaygın varsayımı redde旆ຕi ve bunun yerine onu kapitalist
toplumda ve değer yaratımında toplumsal yeniden üretimin kritik bir boyutu olarak yeniden
tanımladı. Ev işini işgücünü yeniden/üreten iş olarak almak, ücret ilişkisinin kalbinde,
muazzam bir karşılığı ödenmeyen emek olduğunu ortaya çıkardı ve özellikle kadınlar için
özgürleştirici bir etki yara旆ຕı. Bu işin kapitalist işlevinin ortaya çıkarılması ile, ev içi işin bizi
yeniden üre旆ຕiğinin ancak çoğu kısmıyla bizler tarafından belirlenmemiş koşullarda
gerçekleştirildiğinin gösterilmesi ile, kadınların bu işi reddetmek isterken sıkça yaşadıkları
suçluluk duygusunun giderilmesine yardımcı oldu. Eşit şekilde önemli bir diğer nokta ise,
Dalla Costa’nın ARŞİV bölümündeki ileri görüşlü makalesinin de konusu olan, kadınların
Avrupa’da 2. Dünya Savaşı sonrası “doğurmayı reddetmesi” ile dış göç arasındaki ilişki gibi,
daha önce fark edilmemiş bütün bir mücadeleler, ilişkiler ve bağlantılar alanının üzerindeki
örtüyü kaldırmış olmasıdır. Bu sebeplerle, başta karşı karşıya kaldığı farklı çevrelerden gelen
(feministler, solcular, liberaller) muhalefete rağmen, bu Feminist Marksist yaklaşım, radikal ve
ha旆ຕa akademik politik söylemde öylesine güçlü bir etki yara旆ຕı ki ana ilkeleri yaygın nosyonlar
haline geldi. Ayrıca, Ev İşi için Ücret talebi de, Türkiye’den Sosyalist Feminist Kolektif’in, bu
sayının son bölümüne eklenmiş olan yakın tarihli kampanya manifestosunun gösterdiği üzere,
ilgi çekiciliğini koruyor. Ancak bugün, geçtiğimiz on yıllar içinde, yeniden üretim emeğinin
örgütlenmesinde, kadınların ücretli işgücü pazarına kitlesel girişi, birçok ev içi görevin
etnikleştirilmesi ve piyasalaştırılması ve aile yaşamının birçok yönünün feminist yeniden
müzakeresi ile birlikte yaşanan değişimler ışığında, bu perspektifin hala geçerli olup olmadığı
sıkça sorulan bir soru.
Artık bu kadar çok kadın ücretli çalışıyorken ve bu kadar çok yeniden üretim işi evin dışında 3/11
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
Artık bu kadar çok kadın ücretli çalışıyorken ve bu kadar çok yeniden üretim işi evin dışında
ticari olarak veya evde ama ücretli ev içi “yardımcılar” tarafından gerçekleştiriliyorken,
dünyaya, sermayeye ve kadın‑erkek ilişkilerine, kadınların karşılığı ödenmeyen ev içi emeği
noktasından bakan bir perspektife tutunup tutunamayacağımız soruluyor. Ev içi iş çoktan
fiyatlandırılmadı mı? Dahası, bakımın “küreselleşmesi” ve etnikleştirilmesi birçokları arasında
bir hanımefendi‑hizmetçi ilişkisi teşkil etmişken, karşılığı ödenmeyen yeniden üretim emeğinin
kadınlar için bir müştereklik zemini olduğunu iddia etmeye nasıl devam edebiliriz ki? Cinsiyet
ayrımlarının, ha旆ຕa üretim ve yeniden üretim, ücretli ve ücretsiz emek arasındaki ayrımların
ötesine geçmenin zamanı gelmedi mi?
Seçtiğimiz makaleler arasında birçoğu bu sorulara temas ediyor, çoğunlukla da bu perspektifin
geçerliliğini sürdürdüğünü savunuyor. Silvia Federici’nin “Tamamlanmamış Feminist
Devrim”i bugün bile, dünya çapında karşılığı ödenmeyen yeniden üretim işini gerçekleştirenin
kadınlar olduğuna ve ticari bir temelde reorganizasyonu ile kendisinden sürülen kadar
yeniden üretim emeğinin eve geri döndüğüne (sağlık hizmetinin yeniden yapılandırılması ve
enformel emeğin yaygınlaşması üzerinden) işaret ediyor. İşbirliğine dayalı/kolektif yeniden
üretim formlarının oluşturulmasına yönelik acil bir ihtiyaç doğurduğunu düşündüğü yaşlı
bakımı krizine dair analizinde de bu konuya geri dönüyor. Benzer şekilde Mariarosa Dalla
Costa “Yeni Açığa Çıkan Durumlarda Kadınların Bakım İşi için Otonomisi ve İstihkakı”nda, ev
işine dair 1970’lerdeki feminist analizin, karşılığı ödenen ev içi işi göz ardı e旆ຕiğini belirterek
bugünkü tehlikenin ise kadınların evde yaptığı karşılığı ödenmeyen işin tekrar görünmez hale
gelmesi olduğu uyarısında bulunuyor. Sonuç olarak, Viviane Gonik’in “Ev İşi Aşkta Çözünür
mü?”sü, cinsiyete dayalı işbölümü karmaşıklaşırken, kadınlar ile erkekler arasındaki ilişkide
ciddi bir değişim yaşanmadığını öne sürüyor.
Ancak kuşku yok ki feministlerin 1970’lerde yüz yüze oldukları ve isyan e旆ຕiklerinden çok
farklı bir durumla karşı karşıyayız. Kritik bir değişim alanı “refah devletinin” krizi, yani,
kadınların ücretli emeğe kitlesel göçleri ile birleştiğinde politik bir krizin yanı sıra bir yeniden
üretim krizi de oluşturan, işgücünün yeniden üretimine yönelik her türlü yatırımdaki sert
düşüş. Sosyal adalet/antikapitalist hareketlerin sıkça ortaya koyduğu üzere, ikilem refah
devletini bildiğimiz şekilde yeniden oluşturmak için mücadele mi edeceğimiz yoksa krizinin
geri dönüşsüz olduğunu kabul mü edeceğimiz, ha旆ຕa toplumsal yeniden üretimin, hiçbir
üretkenlik anlaşmasına veya sendikaların ve partilerin aracı temsiliyetine bağlı kılınmamış
daha bağımsız formlarını inşa edeceğimiz zemin olarak kucak mı açacağımız.
Ancak bu, Camille Barbagallo ve Nicholas Beuret’nin de “Toplumsal Ücre旆ຕen Başlamak”ta
belir旆ຕiği üzere, üre旆ຕiğimiz refahın çoğunun devletin elinde rehin kaldığı bir bağlamda, pratik
bir alternatif olmayabilir. Onlara göre mesele, “toplumsal ücreti” savunup savunmamalı mıyız
değil, devletin kontrolündeki kaynaklara nasıl erişeceğimiz ve elde edilmelerini ve
kullanımlarını devletin yaşamlarımız üzerindeki denetimine tabi kılmadan bu kaynaklardan –
para, varlıklar, hizmetler – nasıl tasarruf edeceğimiz.
Makale, Britanya hükümetinin, çocuk bakımının özelleştirilmesinin bir ilk adımı olarak devlet
kreşlerinin fonlarını kesmesine yanıt olarak ebeveynlerin ve çocuk bakımı işçilerinin
örgütlediği mücadeleleri incelerken bu soruyu ortaya atıyor. Farklı toplumsal kesimleri içeren
geniş bir mobilizasyon olmaksızın ve yaratmak istediğimiz topluma dair kolektif bir vizyon
açıkça ifade edilmek suretiyle çocuk bakımı konusundaki mücadele, toplumsal değişim için bir
kamu gücü haline getirilmeksizin, devlet kreşlerinin savunulamayacağını veya
yaygınlaştırılamayacağını öne sürüyor.
Bu bağlamda verilebilecek bir örnek, toplumsal hareketlere katılımlarını kolaylaştırmak için,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
4/11
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
Bu bağlamda verilebilecek bir örnek, toplumsal hareketlere katılımlarını kolaylaştırmak için,
Afroamerikalı veya Asya kökenli düşük gelirli ebeveynlere ve kuir ebeveynlere 2005’ten bu
yana çocuk bakımı sağlayan Regeneración Çocuk Bakımı Kolektifi’dir (New York).
Manifestolarında yazdıkları üzere, Regeneración üyeleri, kendi mü旆ຕefik rollerini, daha geniş
bir projenin parçası olarak görüyorlar: Çocuklarla etkileşimde bulunmanın, yaşamlarımızı
zenginleştiren ve yeni bir politika türü üreten; işbirliğini, yeniden üretimimizin temel bir
parçası olarak gören yeni bir insan neslinin yaratılmasına katkıda bulunan yaratıcı bir faaliyet
olabileceğini göstermek.
La Paz’daki bir feminist örgüt olan Mujeres Creando tarafından organize edilen otonom
bakımevinin faaliyetleri de, bakımevinin önde gelen çalıştırıcılarından biri olan Ana Rosario
Adrian Vargas ile yapılan bir röportaja göre aynı hedeflere sahip. Mujeres Creando bakımevi,
doğrudan annelerin kendileri ile, maddi gücü elvermeyenler için ödeme yapan başka
kadınların katkılarıyla faaliyetlerini sürdürüyor. Bu şekilde büyük ölçüde otonom çalışabiliyor
ve yalnızca kadınların zamanını özgürleştirmeye değil, aynı zamanda çocukların psikolojik,
duygusal ve fiziksel gelişimlerine de odaklanabiliyor. Vargas’ın işaret e旆ຕiği üzere, bu,
çocukların annelerinin ve giderek artan şekilde de babalarının dâhil olduğu, bakımevinin
örgütlenmesinde gözetilmesi gereken değerleri ve hedefleri tanımlayan yoğun bir bilinç
yükseltme, bilgi sirkülasyonu ve bilgi üretimi sürecini gerektirmiş.
Regeneración Kolektifi’nin ve Mujeres Creando’nun bakımevinin deneyimleri, Kolombiya’daki
Madres Comunitarias’tan Liliana Caballero’nun, neredeyse her ülkedeki aile bakım hizmeti
sağlayıcılarının ve ücretli bakıcı/ev işçilerinin vaziyetinin tipik bir örneğini veren tanıklığı ile
pozitif karşılaştırmaya imkân veriyor. Caballero, Kolombiya’daki Madres’in işverenler ve
devlet tarafından neredeyse kendi haline terk edildiğini ve aldığı fonun yetersizliği sebebiyle,
ilgilendikleri çocukların bakımı için kendi üç kuruşluk ücretlerinden artırıp malzeme
aldıklarını açıklıyor. Üstelik verdikleri bakım hizmeti standardın altında olarak
değerlendirilirse lisansları her an iptal edilebilir.
Caballero’nun tanıklığı önemli çünkü bir yanda, günlük bakımı yaratıcı bir faaliyete ve bir
çocuk/yetişkin “müştereğine” dönüştürmeyi amaçlayan tüm girişimlerin, ücretlendirilme ve
toplum tarafından tanınma anlamında bakımın / yeniden üretim işinin değerlileşmesine
dayanması gerektiğini doğrularken; öte yanda, ev içi işin ticarileştirilmesinin, örneğin ücretli
emek olarak örgütlenmesinin – bakım/yeniden üretim işinin örgütlenmesindeki diğer büyük
yenilik – bu işin değersiz görülmesini sona erdirmeye kendiliğinden yeterli olmadığını
gösteriyor.
Bu işin yüzyıllardır ve halen iş olarak görülmüyor olması, karşılıksız yapılmış ve “kadın işi”
olarak içselleştirilmiş olması gerçeği, onun kölelik, sömürgecilik ve göç geçmişi ile ilişkisi
babında, toplumsal statüsü üzerinde büyük bir etkiye sahip oldu.
Ancak ev işçilerinin koşulları berbat derecede yoksul olmaya devam ederken, dünya çapında
ev/bakım işçileri hareketleri de bugün uluslararası feminizmde ve yeniden üretim işinin
değersizleştirilmesine karşı mücadelede öncü güçlerden biri olacak kadar büyümüş
durumdalar.
ABD, Bolivya ve İspanya’daki ev işçileri ile sayısız görüşme ile dikkatimizi bu hareketlere
çeviriyoruz. Konuşan kadınlar farklı bölgelerden geliyorlar ancak karşı karşıya oldukları
sorunlar temelde aynı. Başlangıç olarak bakım/yeniden üretim işinin kişiselleşen doğası ve
gerçekleştirilmesindeki yalıtılmışlık hali, özellikle de yatılı çalışma durumlarında kolaylıkla
suiistimale dönüşen, duygusal açıdan yüklü, patlama potansiyeli taşıyan bir durum yaratıyor.5/11
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
suiistimale dönüşen, duygusal açıdan yüklü, patlama potansiyeli taşıyan bir durum yaratıyor.
İşverenlerinin evlerinde çalıştıkları ve iş koşulları çocukların ve diğer insanların bakımını
içerdiği için, ev/bakım işçileri açısından, iş ile kişisel ilişkiler arasına net bir çizgi çekmek de
çok zor. İşverenin – muhtemelen başka bir kadının – eve gece geç gelip ev işçisine vekil partner
gibi davrandığı, onunla işyerindeki sorunları hakkında konuştuğu durumu düşünün. Oysa
yatılı ev işçisi uyumak istiyordur. Ayrıca baktığınız çocuklara bağlanmanızı gerektiren ama
ebeveynlerinin yaptığı hatalara müdahale etme gücünüzün olmadığı bir işte, bu çocuklarla
tüm ilişkinizin her an kesilebileceğini bilerek çalışmanın ne demek olduğunu düşünün. RJ
Maccani’nin belir旆ຕiği gibi, “sıkıntılı bir aile” ile, stres yükselebilir. Erkek bir bakım işçisi olarak
Maccani, bir şekilde, örneğin kadın işçilerden rutin olarak beklenen görevleri
gerçekleştirmesinin istenmemesi gibi, özel bir muamele gördü. Ancak o da, deneyimini sinir
törpüsü olarak adlandırıyor. Bir dadı olarak, hesapta olmayan kararlar vermeniz gerekir fakat
ebeveynlerin o durumda ne yapacağını da tahmin etmek zorundasınızdır çünkü “ebeveynlerin
yapacağından başka bir şey seçerseniz, başınız kuvvetle muhtemel, der旆ຕe demektir.”
Ev işçileri için, bireysel bazda pazarlık yapmak zorunda oldukları sürece, tatmin edici iş
ilişkileri kurmanın ne kadar zor olduğu Pascale Molinier tarafından, bazı Parisli feministlerin,
çalıştırdıkları ev işçileri ile etkileşimlerini sınırlandırmak amacıyla yaptıkları manevraları
anlatan “Feministler ve Temizlikçi Kadınları” içinde gösterilmekte. Büyük ihtimalle toplumsal
adalete ve kadınlarla dayanışmaya bağlı olsalar da, görüşülenlerin tümü, bu işçilerle ilişkileri
konusunda içlerinin rahat olmadığını ve onların mümkün olduğunca görünmez olmasını
umduklarını kabul etmiştir. Bu kasılmanın bir sebebi ev işini net bir şekilde, kariyer fırsatı
olmayan bir iş olarak görmeleri ve bunu başka kadınlara bindirdikleri için kendilerini suçlu
hissetmeleri. Fakat asıl sebep, yükümlülük altına girmekten ve basitçe, yalnızca çalışmasını
bekledikleri ancak yine de evlerini paylaştıkları ve kaçınılmaz şekilde kişisel ilişki
geliştirdikleri bu kadınlar için kendi hayatlarında yer açmak zorunda olmaktan korkmaları.
Sonuç, sözde dostluk ve kaygı namına yürütüldüğü için daha da yıkıcı hale gelen bir mikro
savaş hali – bölgesel sınırlar çizmek, olası duygusal talepleri önceden boşa düşürmek,
protestoları engellemek.
İşte burada sahne genişliyor ve ev işçilerinin iş sözleşmesi ile ilişkili konular kritik hale geliyor.
Bu süreç, burada verdiğimiz görüşmelerin de gösterdiği üzere, çoktan başlamış durumda.
Bu durum, Mujeres Creando’dan Victoria Mamani’nin ve ulusal Ev İşçileri Hareketi
aktivistlerinin sözleri ile Latin Amerika’daki ev işçileri için özellikle geçerli: “Yeni nesil daha
mücadeleci, haklarını biliyorlar ve suiistimale uğradıklarında buna hemen karşı çıkıyorlar.” Bu
bölgede ev işçilerinin oluşturduğu yeni gücün bir ifadesi, yatılı hizmetçi olmak yerine
“dışardan çalışan” olma konusundaki eğilimlerindeki artış. Bu hamle, onların otonom bir alana
sahip olmasına, daha geniş toplumsal ağların (komşular, dostlar, siyasi gruplar) parçası
olmalarına ve toplumsal tartışmalara ve mücadelelere katılmalarına imkân sağlamış. Fakat,
Latin Amerika’daki ev işçilerinin elde e旆ຕiği yeni toplumsal gücün daha açık bir işareti, birçok
ülkede (örneğin Brezilya, Uruguay, Bolivya) mevcut iş yaslarına dâhil edilmekten asgari ücret,
ücretli izin, emeklilik, annelik izni ve kıdem tazminatı gibi belirli hakların tanınmasına kadar,
hukuki statü kazanmaları. Bolivya’da örneğin, Victoria Mamani ile görüşmemizden
öğrendiğimiz üzere, ev işçilerinin mobilizasyonu 2003’te 15 günlük izin, bir miktar kıdem
tazminatı ve ABD’deki ev işçilerinin halen mücadelesini verdikleri sekiz saatlik işgünü gibi
haklarını tanıyan bir yasanın geçmesini sağlamış.
Aynı politik dönüşüm, küresel ölçekte göçmen ev işçileri arasında da görülebilir. Nereye
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
6/11
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
Aynı politik dönüşüm, küresel ölçekte göçmen ev işçileri arasında da görülebilir. Nereye
giderlerse gitsinler, göçmen ev işçileri, yeni gelenlere farklı türde yardımlar sağlayan ulusötesi
topluluklar ve dernekler kurdular; diğer işçilerle aynı hakları elde etmek için de mücadele
e旆ຕiler ve toplanarak fikir teatisi yaptıkları, yalıtılmışlıklarını ortadan kaldırdıkları ve taleplerini
tartışabildikleri toplumsal alanlar oluşturdular. Bunun bir örneği, çoğunlukla Latin
Amerika’dan gelen ancak artık Madrid’de çalışan ev işçilerinin 2006’da kurduğu bir dernek
olan SEDOAC (Aktif Ev İşçileri). Diğer ev işçisi gruplarıyla birlikte, SEDOAC, bir toplumsal
alan olan ve kadın kolektiflerinin ve ev işçisi olarak çalışan veya meseleyle ilgisi olan çeşitli
milliyetlerden aktivistlerin ayda bir buluştuğu bir feminist öz‑örgütlenme merkezi olan
Escalera Karakola’da bulunan Territorio Domestico’yu oluşturdu. Buradaki Rafaela, Marlene ve
Mary ile olan görüşmeleri gerçekleştiren Alman bir feminist sanatçı olan Konstanze Schmi旆ຕ ile
birlikte, birçok SEDOAC üyesi sanatsal bir projenin de katılımcısı: Gösterilere götürülmek
üzere, dünyanın ev işinin üzerinde döndüğünü sergileyecek şekilde, karton bir tekerlekli araba
olan “Ev İşinin Utkusu”nun inşası.
Bu arada, New York’ta, Ev İşçileri Birliği, bir anlamda yeni “toplumsal müşterekler” olan, yeni
kolektif pazarlık (toplu sözleşme) formlarının temelleri olacak topluluk yapıları oluşturuyorlar.
Kasım 2010’da, yıllar süren mobilizasyondan sonra, DWU, ev işçilerine diğer işçilerle aynı
hakları veren Haklar Yasası’nı geçirmeyi başardı. Ancak Priscilla Gonzales’in vurguladığı
üzere, şu anda sorun bunun uygulanması. Bu amaçla DWU, anlaşmaların adil ve saygılı
olmasını sağlayarak referans noktaları ve ev işçileri ile işverenler arasında aracı ve ortak bir
çıkarın yükseltilebileceği bir yer olarak işlev görebilecek, komşuluk temelli sözleşme ağları ve
grupları oluşturmaya çalışıyor. DWU ayrıca, Gonzales’in savunduğu üzere, çalıştırdıkları
bakım işçilerinin tatmin edici koşullarda olmasının kendi çıkarlarına olduğundan emin bir
şekilde, işverenlerin de kampanyaya desteğini amaçlıyor.
Dalla Costa da (daha önce söz edilen makalede), gerektiği şekilde ücretlendirilmesi ve şu anda
kadın göçünü motive eden yıkıcı ekonomi politikaları ile bağlantısının kesilmesi durumunda,
ücretli bakım işinin, kadınlar için şu an var olan alternatifler açısından makul bir iş seçeneği
haline gelebileceğini savunarak, işverenler ile çalışanlar arasında bir işbirliği olasılığı görmekte.
Feministler zaman zaman kadınların ev ve bakım işçisi çalıştırmasını eleştirmiş olsa da, Dalla
Costa da tıpkı Gonzales gibi ev işçileri ile işverenleri arasındaki ilişkinin politikleştirilmesinin
ve kadınlar arasında, yeniden üretim işinin değersiz kılınmasının kadınların ortak meselesi
olduğunun ve devleti bu işin tanzimine daha fazla kaynak ayırmaya zorlamanın ortak ihtiyaç
olduğunun farkına varılmasına dayanacak politik bir rekompozisyonun zeminini örüyor.
Ev işinden ve diğer ev içi ve bakım işlerinden daha az olmamakla birlikte, seks işi de
1970’lerden bu yana, feministlerin ve seks işçileri hareketlerinin henüz daha yeni analiz etmeye
ve mobilize olmaya başladığı büyük bir yeniden yapılanma geçirdi. Ancak şu kesin ki, bu
yeniden yapılanmanın bir yönü, seks işgücünün uluslararasılaşmasının yanı sıra, seks
işçilerinin sayısındaki ve satın alınmaya müsait ticari hizmetlerin türünün çeşitliliğindeki ciddi
genişleme oldu. Bu gelişmelerin sayısız sebebi var, yalnızca neoliberal politikaların üre旆ຕiği,
çalışmanın, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve cinselliğin yeniden düzenlenmesi değil. Bu
gelişmeler konusunda daha fazla araştırma yapılması gerektiği kesin. Net olansa, seks
işçilerinin büyük çoğunluğunun bugün Afrika, Güney Amerika ve Doğu Avrupa’dan gelen
göçmen kadınlar ve ayrıca erkekler ve trans insanlar olduğu.
Seks işçilerinin sayılarına ilişkin istatistikler, seks işinin mahrem ve lanetlenmiş doğası
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
7/11
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
Seks işçilerinin sayılarına ilişkin istatistikler, seks işinin mahrem ve lanetlenmiş doğası
sebebiyle birçok ülkede veya bölgede epey tartışmalı. Ancak seks endüstrisi yalnızca fahişe
olarak çalışanları değil dansçıları, porno modellerini ve aktörlerini, dikiz şov ve “çıplak” barı
çalışanlarını, telefon seksi operatörlerini, internet web kamerası çalışanlarını, resepsiyon
personelini, güvenlik görevlilerini, şoförleri de içerecek şekilde ele alınırsa, dünya çapında
“yetişkin eğlence sektörü”ndeki kadın, trans ve erkek işçilerin sayısı afallatıcı büyüklüktedir.
Seks endüstrisinin genişlemesi ve çeşitlenmesi ile birlikte, seks işçisinin toplumsal özne olarak
görünümünde de bir değişim yaşandı. Hem küresel göçteki artış, hem dünya çapındaki yaygın
yoksullaşma hem de cinselleştirilmiş işe atfedilen lekenin (fahişelikte belirgin şekilde) azalması
sebebiyle, seks işçileri bugün, özellikle de göçmenler arasında, çeşitli toplumsal ve ekonomik
arka planlardan işçileri içeriyor. Bugünün göçmen seks işçileri dünün öğretmenleri, fabrika
işçileri, hemşireleri, öğrencileri, paranın değer kaybetmesi sebebiyle fırlayan fiyatlarla baş
edemeyen dükkân sahipleri, çocuklarının okul ücretlerini veya özelleştirilen sağlık
hizmetlerinin yüksek masraflarını artık ödeyemeyen anneler. Birçok seks işçisi, işlerini belirli
hedeflere ulaşmak için kabul edilmiş veya tercih edilmiş, geçici bir iş olarak görüyorlar: Okul
ücretlerini ödemek, ev satın almak, güzellik salonu açmak veya çoğunlukla diğer istihdam
formlarına ek olarak evde benzer işler kurmak; her durumda ev içi veya bakım işçisi olarak
veya imalat atölyelerinde çalışmaya tercih etmek suretiyle (Carchedi 2004).
Dolayısıyla, fahişelikte bile, işgücü son derece farklılaşmış durumdadır. Kendi işleri üzerinde
yüksek derecede bir denetime sahip olan ve “cinsel ilişkinin” ötesinde karmaşık bir hizmetler
toplamı sunan (kız arkadaş deneyimi, eşlik etmek, etkinliklere birlikte katılmak, sohbet), epey
iyi kazanan serbest çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar, özel apartlarda çalışanlardan;
çoğunlukla göçmen kadınlardan oluşan, sokaklarda veya genelevlerde, montaj ha旆ຕı benzeri
koşullarda, sıkı bir denetim altında ve sıklıkla da son derece riskli durumlarda çalışan, çok
daha yaygın bir fahişelik kategorisine kadar. Bu farklılıkları akılda tutarak, seks işçilerinin
koşullarının, seks işçileri hareketinin başlangıcını işaret eden 1970 sonlarına kıyasla genel
olarak kötüye gi旆ຕiği öne sürülebilir. Kötüleşen ekonomik koşullar ve seks endüstrisindeki
artan rekabet, seks işçilerinin, fahişelerin kendi çalışma koşulları üzerinde daha önce
sağladıkları türde bir kontrolü oluşturmasını zorlaştırdı. Birçok göçmen seks işçisi belgesiz ve
Avrupa’da sıkılaşan sınır rejimleri ve göçmen politikaları nedeniyle, yurtdışına seyahatlerini
finanse etmek ve organize etmek için yasadışı aracılara dayanmak zorunda kaldılar ve sonuç
olarak, seks işçilerinin deneyimlediği şiddet ve cebir yükseldi. Gerçekte, seks işçileri ve
özellikle de fahişe olarak çalışanlar bugün üç bakımdan cezalandırılıyorlar: seks işçileri olarak,
belgesiz işçiler olarak ve senet esaretinin ve sömürünün kurbanları olarak.
1980’lerden bu yana, feministler arasındaki çatışmada kilit fay ha旆ຕı, fahişeliğe dair feminist
analizi iki zıt kampa bölen “kadın kaçakçılığı” meselesi oldu. Bir tarafta, fahişeliğin gönüllü
olmayan bir faaliyet olduğu, hiçbir kadının bunu yapmayı özgür iradesiyle seçmeyeceği
görüşündekiler, tüm fahişelik durumlarını kadına yönelik şiddet olarak tanımlamayı önerdiler.
Diğer tarafta ise, tüm fahişeliği her zaman ve her durumda şiddet olarak gören bir pozisyonun
onlara yukarıdan bakmaya ek olarak, seks işçilerinin emniyetini riske a旆ຕığını, ahlakçı
olduğunu ve seks işçilerine ve genel olarak kadınlara, özellikle de ekonomik liberalizasyonun
yıkıcı formlarına maruz kalmış ülkelerden gelenlerine açık olan alternatif iş seçeneklerine içkin
olan şiddete karşı kör olduğunu öne sürenler oldu.
Bu tartışmadaki çeşitli pozisyon alışları içeren kapsamlı bir literatür mevcut ve birçok şekilde8/11
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
Bu tartışmadaki çeşitli pozisyon alışları içeren kapsamlı bir literatür mevcut ve birçok şekilde
seks endüstrisindeki insan kaçakçılığı konusunda söylenecek pek az şey kaldı. Artık
doygunluğa erişmiş bir tartışmaya girmek yerine Laura Agustin’in, bugünlerde seks işini
tartışırken hemen ticari değiş tokuş noktasına yoğunlaşıldığını, oysa ona, ticari olmayan seksin
de (diğer şeylerin yanında) işle ilgili olduğunu fark etmemizi sağlayan daha geniş bir tanım
getirmemiz gerektiğini savunan “İş Olarak Seks ve Seks İşi
(h旆ຕps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is‑olarak‑seks‑ve‑seks‑isi‑laura‑agustin/)”
makalesini aldık.
İhtilaf bugün halen sürmekte ve aslında, kısmen, iki taraf da argümanlarını birey olarak
fahişelerin motivasyonları ve sorumluluklarına dayandırdığından, fahişeliğin zorlamanın mı
yoksa spontane tercihlerin eseri mi olduğunu tartıştığından, bir pata kalma durumu yaşanıyor.
Ancak küresel seks endüstrisi milyonlarca bireysel tercihin eseri değil; şirketlerin (hem yasal
hem de yasadışı) ve uluslararası finans örgütlerinin yüksek ölçüde yapılandırılmış
müdahalesinin eseri. Dolayısıyla, fahişeliğe şu anda fahişeler ve onların patronları arasındaki
veya fahişeler ve onların müşterileri arasındaki bir dizi bireysel işlem şeklinde organize
oluyormuş gibi yaklaşamayız. Hangi seks işçilerinin daha fazla toplumsal güce sahip olması
gerektiği olasılıklarına ve kendi kendini yönetme olasılığına karar veren, fahişeliğin işlediği, bu
daha geniş kapsam. Bu bakış açısından, seks işçileri örgütleri fahişeliğin iş olduğunu
savunurken haklılar; yasaklama ve kriminalizasyon, seks işçilerini polis tacizlerine daha açık
hale getirerek ve onları ve ha旆ຕa tüm göçmenleri sınır dışı edilme riski altına sokarak yalnızca iş
koşullarını daha da kötüleştirmeye yarayabilir; ticari cinsel iş, günümüz küresel işgücü
piyasasındaki birçok diğer işten daha fazla şiddet içeriyor ya da daha köleleştirici değildir.
Ha旆ຕa, köleliğin ve sözleşmeli köleliğin artan şekilde görülmesi fahişeliğe özgü değildir ve seks
işinin kriminalize edilmesi ile, pamuk toplamanın yasaklanmasıyla 19. yüzyılda kölelik için
olabileceğinden daha etkili şekilde ortadan kaldırılamaz.
Ancak, ayakta kalmak için giderek artan bir rekabetin söz konusu olduğu bir dünyada
piyasanın kendisi bir şiddet aracı haline geldiğinden, seks işçilerinin durumunun iyileşmesi
için seks endüstrisinin yasallaşmasının yeterli olmayacağı da bir gerçek. Yine de, fahişelerin işçi
olduğu argümanı her zamankinden daha isabetli geliyor; çünkü maruz kaldıkları sömürü ve
çektikleri acılar, uluslararası ölçekte diğer işçilerinki ile – ister göçmen ister değil – giderek
artan bir bütünlük oluşturuyor. Aslında, birçok açıdan ex‑lege proletaryanın oluşturulduğu
“ilksel birikim” dönemine benzer şekilde, cebir, küreselleşmenin mevcut aşamasında, işin kilit
bir yönü haline geldi (Federici 2004). Bu, yeniden üretim işi meselesini sadece bakım işine
odaklanarak nasıl çözemezsek, seks işçilerinin durumunun da sadece cinsel egemenliğe ve
cinsel köleliğe odaklanılarak ve seks işçilerini diğer işçilerden ayrıştırarak
dönüştürülemeyeceği anlamına geliyor. Tamı tamına seks işi sıklıkla özgür olmayan emek
olduğu nispe旆ຕe, seks işçisi küresel ekonomide paradigma işçi haline geliyor. Tıpkı ücretsiz,
güvencesiz, “enformel” kadın emeğinin tüm sömürü biçimleri için paradigma haline gelmesi
gibi. 70’lerde olduğu gibi bugün de, mesele bu realizasyonun kadın işgücünün farklı kesimleri
arasında bir rekompozisyonun zemini haline gelip gelmeyeceği. Ha旆ຕa seks işi, ev içi ve bakım
işi gibi, mevcut feminizmlerin en çok sınanacağı alanı teşkil ediyor.
Farklı bir soru, bugün erkekler ile kadınlar arasında bir rekompozisyonun hangi zeminde
gerçekleşebileceği. Ev/bakım işinin ticarileştirilmesinin birçok durumda erkeklerin ev işinden
kaçınmasının (ki bu pek çok ilişkinin tatsız kısmıdır) “çözümü” olduğu sıklıkla öne sürülüyor.
Ancak, erkekler ile kadınlar arasındaki ilişkinin bir ölçüde yeniden yapılandırılmış olduğu
veya en azından bunun olacağına dair bir beklenti olduğu da doğru. Çekirdek ailenin yapısı
kadınların mücadelesi ve ücretli emek piyasasına girmeleri ile birlikte krize girerken ve
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
9/11
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
kadınların mücadelesi ve ücretli emek piyasasına girmeleri ile birlikte krize girerken ve
yeniden üretim işinin çoğunluğu halen kadın tarafından gerçekleştirilirken, erkeklerin bugün
yeniden üretim faaliyetleri ile ilişkisinin, eve gelen, gazeteyi açan ve yemeğin servis edilmesini
bekleyen babalarınınkinden farklı olduğu bir gerçek. Babalarına göre birçok erkek ters bir
durumda yaşıyor, ev işlerinden üstlerine düşeni yapmaları bekleniyor ve aynı anda daha
güvencesiz ama yine de daha zorlayıcı işlerde çalışıyorlar. Bu “kimlik krizi” birçok psikolojik
analizin konusu oldu ancak değişimin bir kin politikasını mı besleyeceği yoksa toplumsal
cinsiyet temelli emek hiyerarşilerinin altını oymaya mı katkıda bulunacağını göreceğiz. Bu
bağlamda, Gonik’in “Ev İşi Aşkta Çözünür mü?”sü, birliğe ve işbirliğine dayalı, özyönetimli
ağların oluşturulması üzerinden, ev işinin toplumsallaştırılmasını ve politikleştirilmesini,
örneğin “işin eşler düzeyinde paylaşımı kavgasından bunalmanın” alternatifi olarak politik
tartışmaların merkezine yerleştirilmesini öneriyor.
Son olarak, bakım işi üzerine tartışmamız, onu “enerji meselesi” ve hızlanan küresel ısınma,
petrol sızıntılarının yayılması, savaşlar dâhil diğer ekolojik felaketler ve şimdi de Fukushima
faciası ardından gökyüzümüz ve denizlerimiz boyunca yayılan radyoaktivite ile her gün daha
dramatikleşen çevre krizi açısından ele alıyor. “Öㆌ�eli” Japon annelerin tanıklıkları bu noktada
çok dokunaklı. Radyoaktivite içtiğimiz suda, soluduğumuz havada, yediğimiz yemekte,
çocukların oynadığı toprakta iken hayatın nasıl bir kâbusa dönüştüğünü, gündelik mücadele
gerektirmeyen tek bir “bakım işi” anının bile olmadığını aktarıyorlar. Böylelikle hiç de şaşırtıcı
olmayan bir şekilde Ariel Salleh’nin etkileyici aktarımıyla “Fukushima: Kadınların Liderliği
için bir Çağrı”da, nükleer ve kimya endüstrisinin çevreye olan saldırıları karşısında en kararlı
örgütlenenlerin kadınlar, özellikle de eko‑feministler olduğunu görüyoruz. Bu fenomenin
biyolojik bir yönü olmadığı açık. Burada mesele, dünyada ev işinin ve çocuk yetiştirmenin
çoğunu yapanın kadınlar olması ve çevresel yıkımın yeniden üretimimize olan maliyeti ile en
doğrudan şekilde onların yüz yüze kalması. Buna uygun şekilde, Kolya Abramsky “Enerji ve
Toplumsal Yeniden Üretim”de bize en önemli enerji formunun iş olduğunu hatırlatıyor,
özellikle de kadınların yeniden üretim emeği, gerçekten de kömürden veya rüzgâr gücünden
daha fazla şekilde, bugüne kadar dünyayı döndüren enerji oldu.
İngilizce orijinal (h旆ຕp://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/02/01‑
introduction.pdf)
Çeviri: Serap (h旆ຕps://twi旆ຕer.com/serpgnes)
Etiketler:
Bakım emeği,
Bakım işi,
Camille Barbagallo,
Feminizm,
Kadın Emeği,
Müşterekler,
Silvia Federici,
The Commoner,
Toplumsal yeniden üretim,
Yeniden Üretim
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
10/11
26.03.2016
Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
“Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo
ve Silvia Federici (The Commoner)” üzerine 4 yorum
Geri bildirim: Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) |
Dünyadan Çeviri | Düzenle
Geri bildirim: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo & Silvia Federici (The
Commoner) | Bacılar Kıraathanesi | Düzenle
secmeeserler dedi ki:
04 Nisan 2015, 15:40 | Düzenle
Reblogged this on Seçme Eserler.
 Cevapla
Geri bildirim: Yeniden örgütlenmek için imkanlar, deneyimler, örnekler, tartışmalar,
çerçeve metinler | Dünyadan Çeviri | Düzenle
WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından
Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim­isi­ve­musterekler­giris­camille­barbagallo­ve­silvia­federici/
11/11
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 14 Kasım 201402 Ocak 2015
4,392 Words
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin
(hĀps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/11/sexaĀhemargins1.jpg) Çeviren: Sarp Solakoğlu (hĀps://twiĀer.com/Sarp_OMG)
Albay, birliğindekiler için vereceği toplantıyı başlatmak üzeredir. Kahvenin hazırlanmasını
beklerken gece çok da uyuyamadığını çünkü eşinin gece pek bir işveli olduğunu söyler. Sonra
da herkese tek tek sorar: Seksin ne kadarı iş, ne kadarı zevktir? Binbaşı, oranın %75 iş, %25
zevk olduğunu söyler. Yüzbaşı ise %50‑50 der. Teğmene göre ise ne kadar içkili olduğuna göre
%25‑75 ile zevk daha baskındır. Herhangi bir uzlaşıya varamazlar, bunun üzerine albay
kahveyi hazırlamakla görevli ere sorar: O ne düşünüyordur? Bir an bile duraksamadan “%100
zevktir komutanım” der. Şaşıran albay nedenini sorunca er yanıtlar: “Komutanım, eğer seks iş
olsaydı, üstlerim kendileri için benim yapmamı emrederlerdi.”
Muhtemelen aralarında en gençleri olduğundan er, seksin sadece zevki temsil edebileceğini
düşünürken, yaşlılar ise işin içinde daha fazlasının olduğunu bilmektedirler. Onlar, seksin
insan yeniden üreme makinesini çalıştıran iş olduğunun daha fazla ayırdındadırlar. Biyoloji ve
tıbbi metinler seksi, tarifi mümkün olmayan deneyimleri ve duyguları dışarıda tutarak,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
1/9
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
tıbbi metinler seksi, tarifi mümkün olmayan deneyimleri ve duyguları dışarıda tutarak,
yerinde bekleyen yumurtaya doğru bir savaşım veren kıvrımlı sperme indirgeyip salt mekanik
olgular olarak sunar. İşin içine dahil duygularla soğuk gerçek arasındaki ayrım devasadır.
Subay, iş derken şehvet ve tatmin sorularından ayrı, muhtemelen evliliğin devamlılığını da
aklının bir köşesinde tutuyordur. Birbirini seven insanlar arasındaki seksin çok özel, haĀa
kutsal olduğunu söylüyorlardır tabii, ama aynı zamanda seksin hayat boyu sürecek bir
ilişkinin parçası olduğunu, bu nedenle de pragmatik bir şekilde ele alınması gerektiğini de
biliyorlardır. Birbirine âşık olan insanların bile fiziki ve duygusal ihtiyaçları birbirinin tıpatıp
aynısı değildir, bu nedenle farklı durumlarda seks, az ya da çok farklı biçimler ve anlamlar
alacaktır.
Bu küçük fıkra, bize, seksin iş olarak ele alınmasını gerektirecek birkaç yol gösteriyor.
Günümüzde, seks işi dediğimizde vurgu öncelikli olarak ticari mübadeleye gidiyor, fakat ben
bu makalede bundan daha fazlasını kastedeceğim ve iş ile diğer şeylere dâhil olan seks ile seks
işini net bir şekilde ayırmadaki kabiliyetimizi sorgulayacağım. Fahişeliğin ve diğer biçimdeki
ticari seksin etrafını kuşatan ahlaki şamatanın çoğunluğu, iyi ve iffetli ile kötü ve zararlı seksin
farkının kesin olduğunu vurguluyor. Seks satan kadını bastırma, mahkûm etme, cezalandırma
ve kurtarma çabaları, bu kadınların toplumun ve normların dışında bir yer işgal eĀikleri
iddiasında yatmaktadır ve bu kadınlar, “Nasıl Yaşamaları Gerektiğini En İyi Ben Bilirimciler”
tarafından kolayca tanımlanabilmekte ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda çeki düzen
verilebilmektedirler. Bu iddianın yanlışlığını göstermek bu neo‑koloniyal projenin
güvenilirliğini sarsacaktır.
Sevmek; Seks ve Seks Olmadan
En iyi tecrübenin romantik aşk, birbirine âşık insanların yaşadığı seksin de birçok yönden en
iyi seks olduğu, seksin en tepede yer aldığı duygusal değerler hiyerarşisinde, ilişkilerin
romantizm üzerine temellendirildiği bir çağda yaşıyoruz. İki insanın “tek” olmasının bir yolu,
bazılarına göre hele de bir çocuk ile taçlandırılırsa, daha da yüceleceğine inanılan romantik
tutku oldukça anlamlı görülmektedir. Ayrıca diğer cinsel gelenekler de mekanik ve sıkıcı bir
sıradanlığın ötesine geçmeyi becerir. Örneğin, seksin 3 farklı amacının olduğunu söyleyen
Tantra gibi: üreme, zevk ve kozmik bilinçlilikteki kendini kaybetme ile nihayete eren
özgürleşme. Batılı romantik gelenekte tutku, şehvet gibi sadece fiziki olan bir şeyin zıĀı olarak
ve fiziksel zevkin ötesine geçen, belirli bir kişiye yönelen, güçlü olumlu duyguları içeren bir
şey olarak algılanır.
Yine de, hangisinin hangisi olduğunu nasıl bildiğimizi tam olarak söyleyebilmemizin imkânı
yok, baştaki hikâyedeki erin de aradaki farkı anlayamamış olma ihtimali var. Ani ve aşırı
testosteron tarafından güdülenmiş ya da baskıcı aile değerlerine karşı gelmek adına yapılan
isyankâr ergen seksi, duygudan ve anlamdan yoksun mekanik bir üremeye indirgenemez,
daha ziyade bu çeşit seksler bir çıkış yoluna veya kendimizi ifade etme araçlarına benzerler.
Seks başkalarına hava atmak veya birinin cazibesini veya çekiciliğini onaylamak için
yapıldığında bile “anlamsız” kelimesi, bu durumları tarif etmede kullanabileceğimiz son
kelime olabilir gibi gözükmektedir. Bir insan tutkudan eksik olabilir, haĀa karşısındakinin
duygularını ve arzularını göz ardı da edebilir ama sıklıkla karşısındaki kişi de aynı amacı
gütmektedir. Bu noktada, şehvet ve aşk, insanların birbirleri ile seks yaptıklarında ne olduğunu
açıklamakta yeterli gözükmemekteler. Dahası, gerçek tutkunun, bir insanı uzun süredir ve
yakından tanıma üzerine kurulduğu düşünülürken, paralel bir hikâyede de, tutkunun aniden 2/9
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
yakından tanıma üzerine kurulduğu düşünülürken, paralel bir hikâyede de, tutkunun aniden
ortaya çıktığı ilk görüşte aşk yüceltilmektedir ki bu ilk görüş âlem yapılan bir yerde ya da bir
barda olabileceği gibi Tac Mahal’de de olabilir.
Aşk mitolojisinin bir kısmı, birbirini seven çiftlerin her zaman sorunsuzca, serbestçe ve sadıkça
birlikte seks yapmayı isteyip keyfini çıkaracaklarının güvencesini verir. Fakat birçok insan bilir
ki çiftler, birlikte seksin sadece bir yüzünü oluşturduğu ve genellikle de iki tarafın birbiri ile
seks yapmaktan bıkması ile sonuçlanan çok yönlü bir ilişkiye sahiptirler. Her ne kadar
şüpheciler, artan boşanma oranlarının aşk mitinin bir yalandan ibaret olduğunu gösterdiğini
söylese de diğerleri ise sorunun, âşıkların birlikte kalabilmek, kişisel, ekonomik ve mesleki
sorunlarla baş etmek için çaba harcamaya yetenekleri veya niyetlerinin olmadığını
söylemektedirler. Bu çabanın bir kısmı pekâlâ cinsel olabilir. Aradaki kıvılcımın biĀiği bazı
ilişkilerde, çiftler birbirlerine başkaları ile seks yapma iznini bahşedebilir veya (çift olarak ya da
bireysel) üçüncü kişilere cinsel yaşantılarına heyecan katmaları için para teklif edebilirler. Bu,
çiftlerin ötekilerle birlikte oynadıkları eş değiştirme, çoklu evlilik veya geçici evlilik, aldatma
veya ihanet ya da para karşılığı seks gibi açık uçlu bir sözleşmeye dayanan çoklu aşk projesine
dönüşebilir.
Seks Sözleşmesi
İşin içinde aşk olsa bile, insanlar seksi, karşılığında bir şeyler alma umudu ile kullanabilirler.
Bu tarz bir güdü, tamamen bilinçli veya bilinçsiz olabilir.
• Seninle seks yapacağım, çünkü havamda olmasam bile seni seviyorum. • Seninle sonrasında bana müteşekkir kalacağını ve istediğim bir şeyi bana alacağını umarak
iyi hissedip seks yapacağım. • Seninle seks yapacağım, çünkü yapmazsam bana, çocuklarımıza veya arkadaşlarımıza karşı
tatsız olabilecek veya istediğimiz bir şeyi reddedebilecek birisisin.
Bu tarz durumlarda seks, içinde çiftlerin birbirlerine karşı yükümlülüklerinin ve bu
yükümlülükleri yerine getirmediği zaman terk edilme, zina, boşanma ve ayrılık gibi oluşacak
sonuçların yer aldığı klasik evlilik yasası tarafından desteklenen ilişkinin kabul edilebilir bir
parçasıymış gibi hissedilir. Bu, çiftlerden birisinin seks yapmayı istemediği zaman tersi şekilde
de ortaya çıkabilir.
• Seninle seks yapmayacağım, ister bu şekilde seks olmadan yaşarsın ya da gider başka bir
yerden bulursun.
Seks yapmak isteyen fakat bu isteğini evden karşılayamayan eşin seçim yapması
gerekmektedir: olmadan mı devam edecek hayatına ve kendini çaresiz mi hissedecek? Peki, ya
eski bir arkadaş? Eskort mu aramalı? Bardan birisini mi ayarlamalı? Fahişelerin olduğu sokağa
gitmek? Kamu tuvaletleri? Ya şişme bebek? Peki, üçüncü dünya ülkelerinden birisine uçmak?
Her toplumsal cinsiyeĀen insan kendisini, paranın en azından geçici bir süreliğine de olsa
durumu kurtarmaya yardımcı olduğu ve birden fazla seçeneğin denenmek zorunda kaldığı bu
tip bir durumda bulabilir. Bir eşten sıkılmak evrensel bir deneyimdir ve yerel rehberlere ve
sahildeki delikanlılara para ödeyen kadınlarla ilgili yapılan araştırmalara göre para karşılığı
seks elde etmenin hiç de eril bir yanı yoktur. Toplumumuzun hala patriarkal olması, kadınların
hala ev işleri ve çocuk bakımında erkeklerden daha fazla sorumluluk alması ve erkeklerin
kadınlara nazaran hala daha fazla gelir elde ediyor olması, kamuya açık, para karşılığı elde
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
3/9
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
kadınlara nazaran hala daha fazla gelir elde ediyor olması, kamuya açık, para karşılığı elde
edilecek seçenekleri diğer tüm toplumsal cinsiyeĀen bireylerle karşılaştırıldığında erkekler için
daha fazla uygun kılıyor.
Ne kadar insan ne yapıyor bilmiyoruz ama biliyoruz ki seks işçilerinin (bir kısmı mutlu, bir
kısmı mutsuz tamamı erkek) müşterilerin çoğu evli olduklarını söylüyorlar. Para karşılığı seks
elde etme güdüsünün nedeni olarak beyanlarında çoğunlukla çeşitliliğe duyulan arzu veya
istedikleri tarzda ya da yeterli seviyede seksi evden alamamalarıyla baş etme yolunu
gösteriyorlar.
• Seninle seks yapmak istiyorum ama başkası ile de yapmak istiyorum.
Bu, seks sözleşmesinde birçok insanın “peki neden?” sorununu yaşadığı noktadır. Niye evde
seks, hem de güzel seks yapabilecek bir kişi, başka birisi ile de yapmak istiyor ki? Buradaki
varsayım tabii ki bizim sadece tek bir eşi arzulamak zorunda olduğumuz, çünkü hepimizin
sadık, tutkulu ve tek eşli bir tipteki aşkı istemek zorunda olduğumuzdur. Hem eşime ona âşık
olduğumu söyleyip hem de başkaları ile seks yapmak istemem sapıkça, açgözlüce görülecektir
ve epeyce bir çaba da zaten bu tip insanlara bağırıp çağırılarak harcanmıştır. Ne var ki, tek
eşlilikte, seksin diğer çeşitlerine karşı olan tutumdan daha doğal bir yan bulunmamaktadır.
Eğer evliliği kurtarmak bir değerse, birden fazla seks işçisi bilirler ki onların rolleri ilişkilerin
bitmesine engel olmak ya da en azından eşlerin zorlu bir ilişkideki gerginliği atmalarına
yardımcı olmaktır. İşçi denildiğinde, sadece ücreti mukabil yapılan eylemin aleni cinsel tarafı
olması değil, aynı zaman da müşterilerinin hikâyelerini dinlemek, egolarını tatmin etmek, seks
teknikleri öğretmek ve duygusal destek sağlamak gibi hissi emeğin ortaya konulması da
kastedilmektedir. Çok nadiren seks işçileri müşterilerinin eşlerini düşman olarak görür ya da
başka bir şekilde söylenirse, müşterilerini onların elinden almayı düşünürler; tersine,
çoğunluğu ilişkiyi, ortak ve sürekliliği olan bir üçgen (karı‑koca‑seks işçisi) ilişki olarak görür.
Bu yolla, seks işçileri, evliliğin yeniden üretilmesini, haĀa geliştirilmesini sağladıklarına
inanırlar.
Üretken Emek Olarak Seks
Seksin toplumsal yaşamı yeniden üreĀiği fikrini desteklemek için, tatmin edici seks yaşayacak
kadar şanslı olan insanların bu sayede tamamen onaylanmış yenilenmiş hisseĀikleri
söylenebilir. Bu mantıkla, seks hizmeti veren bir işçi üretken bir iş yapmış demektir. Ücretli
seks işi, işçilerinin arkadaşça ya da terapist gibi veyahut da rol icabı olsun olmasın müşterisinin
sırtını sıvazladığı sürece şe尜Āat‑bakım hizmeti sağlamış oluyor. Şe尜Āat‑bakım hizmeti sağlayan
kişi karşısındakine kendisini iyi hissetmesi için beynini, duygularını ve vücudunu kullanır:
• Bebeği rahat eĀirmek için eğilmek • Ağrıyan omuzlara masaj yapmak için eğilmek • Boynu, alnı veya göğsü öpmek için eğilmek • Penisi veya göğsü emmek için eğilmek
Eğer alıcı, teması olumlu olarak algılarsa beynin alımladığı iyi olma hali üretilir ve bireyin
yalnızlığı silinir. Bu etkiler sırf erojen bölgeler dâhil edildi diye diğer bölgelerdeki etkilerden
daha farklı olacak diye bir şey yok. Buradan baktığımızda, ücretli olsun ya da olmasın, seks işi
temel toplumsal yaşamı yeniden üretir.
Seks işini üretici bir emek olarak görmeyi reddeden argüman, cinsel deneyimin bazen geçici
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
4/9
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
Seks işini üretici bir emek olarak görmeyi reddeden argüman, cinsel deneyimin bazen geçici
olarak da olsa kişiyi dinçleştirdiği hissini kabul etse de, seksi, ne her zaman pozitif ne de
bireyin hayatına devam etmesi için zaruri bir iş olarak görür. İnsanlar yemek yemek,
bedenlerini ve çevrelerini temiz tutmak zorundadır, fakat tersine, hayaĀa kalmak için seks
yapmak zorunda değillerdir, seks tarafından yaratılan kendini iyi hissetme durumu olsa olsa
bir lüks veya ekstra olarak tanımlanır. Seks, birçok insan için yemek içmek kadar zaruridir ve
yokluğunda çok mutsuz olabilirler, fakat yine de yaşamaya devam edeceklerdir.
Bir İş Olarak Seks
Cinsel deneyimlerin çeşitliliği hangi seksin seks işi olarak belirlenebileceğini zorlaştırıyor.
Benim kendi tutumum, bireyin beyanını temel almak. Eğer birisi kendi deneyimini seks satmak
olarak görüyorsa ben onun sözünü kabul ederim. Eğer bir başkası yaptığı işi bir iş olarak
görmüyorsa, bu sefer de onun sözünü veri alırım.
İş gibi hisseĀirmek ne demek peki? Birkaç tane ihtimal var:
• Kendi belirlediğim bir hizmeti satmak için kendimi düzenlemem. • Başka birisinin işinde başkalarının yapmadığı ama benim yaptığım ve bazı yönlerini kontrol
edebildiğim bir işte olmam. • Başkalarının bana ne aradıklarını söylediği ve benim de kendimi uyarlamam, müzakere
etmem, dönüştürmem ve bir performans sunmam gereken, ama en nihayetinde para aldığım
için bir iş olan durumlara kendimi uyarlamam.
Tabii, başka olasılıklar da mevcuĀur. Bütün hizmet işleri, asla tam olarak kestirilemez bir yönü
bulunan müşteri ilişkilerini içerir. Bazı müşteriler tam olarak ne istediklerini ve tatmin
olduklarından emin olduklarını bilmeyi becerebilirken diğerleri beceremez ve işçinin
kendilerine sunduğu şey ile yetinmek durumunda kalırlar. Her ne kadar uzun sürer ve ne
pahasına olursa olsun her işçinin kendi işinde söz sahibi olmak için yoğun bir mücadele
verdiği düşünülünce, müşterinin parayı veriyor olması, işçinin her zaman güçsüz olduğu
sonucunun çıkartılamayacağını gösterir. Bu, fail olmanın basit bir tanımıdır. Ayrıca
hatırlamakta yarar var ki, seks işinin büyük bir oranı satmaya harcanmaktadır; atmosferi,
potansiyeli ve olasılığı, seks yapmak için para mübadelesine dönüştürmek, ayartma ve flört
etmeyi gerektirmektedir.
Dahası, her ne kadar satıcı ve müşteri gibi birbirinden ayrı iki rolün mevcudiyetini düşünmeye
meyletsek de aslında cinsel ilişkilerde roller bulanıklaşmaktadır. Teorisyenler, işçinin müşteri
için bir şey yaptığını veya müşterinin işçiye uygulaması için komutlar verdiğini düşünmeye
eğilimlidir. Fakat bir komutu yerine getiriyor olmak, onu kendi yöntemleri ile yapıyor olmaya
engel, ya da, bu yüzden, zevk almaya, bağlılık hissine ve kendini üretmeye mani değildir.
Evde Partner Harici Birisi İle Seks
Bir sürü insan ticari olmayan (ya da gerçek) seksin evde, ticari olanın ise gizli saklı düşkün
yerlerde yapıldığını düşünür. Fakat partnerlerden birisinin yokluğunda evde kolayca seks
yapılabilmektedir. Bu tarz bir seks, ücreti karşılığında ya da aldatma, çoklu cinsel partnerin
varlığı veya tek eşlilik dışında bir şekilde olabilir. Bazen partner harici bu kişi, hizmetçi veya
bakıcı olarak çalışan ve “neredeyse aile içinden birisi” gibi görülür. Bazen de para karşılığı bir
iş yapmaya gelen, şu çok bilindik sütçü veya tesisatçı gibi birisi olabilir. Ayrıca evde web
kamerası aracılığı ile internet üzerinden, telefon yoluyla veya cinsel deneyimi yaratacak
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
5/9
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
kamerası aracılığı ile internet üzerinden, telefon yoluyla veya cinsel deneyimi yaratacak
nesneler ve imgeler gibi partnerin varlığına dahi ihtiyaç olmayacak şekilde de olabilir. Seks
endüstrisi aile bireylerinin içine öyle bir nüfuz eder ki ailenin ötekisi olarak görülemezler.
Seks endüstrisinin nasıl değiştiğini açıklayan çoğu açıklamalar, daha geleneksek iş
alanlarından ayrı olarak cinsel toplulukların devamlı olarak oluştuğu ve değiştiği internet
üzerine odaklanmaktadır. Facebook gibi sosyal medya siteleri ticari, estetik ve aktivistin
kesiştiği ve örtüştüğü, aynı zamanda geleneksel alma verme ayrımının da muğlaklaştığı
alanlara imkân verir. Chat ve anlık ileti insanlara, ticari olan cinsel kimlik de dâhil birçok fırsatı
deneme imkânı sağlar. Bunların çoğu ölçülebilir şeyler değildir ve tüm katılımcıların birbirine
karıştığı, alıcı ve satıcı diye kategorize edilemeyecekleri sitelerde gerçekleşir. İnterneĀe satılan
pornonun değeri hakkındaki istatistikler, satılan ürünlerin kataloğunun bulunduğu sitelere
yoğunlaşır, ama web kamerasının uzantısı, aynı eskinin röntgen gösterileri gibi porno ve
fahişeliğin sınırlarını bulanıklaştırır.
Her ne kadar meslektaşım Elizabeth Bernstein gibi bazı insanlar kız arkadaşvari bir deneyim
teklif eden seks işçilerinin, sanayi sonrası yaşamın bir dışa vurumu olduğunu iddia etse de,
ben bu konuda onlarla hemfikir değilim. Birçok farklı dönemden seks işçilerinin tanıklıkları,
görüşmelerin sıklığı arĀıkça veya müşteri cinsel çekiciliğin yanı sıra arada bir bağ da olduğunu
düşündüğü zamanlarda, her daim ortaya çıkmayı bekleyen karmaşıklıkların varlığından
bahsetmiştir. Benzer şekilde, üst sınıf müşterilerin kortezanları, geyşaları, metresleri aşağılayan
deneyimlerinin, “muamele” kültürlerindeki işçi sınıfı erkek ve kadınlarının
sosyalizasyonundan daha farklı olmadığı kanaatindeyim. Bunun yerine, ticari ve ticari
olmayan seksin arasındaki sınırın hep bulanık olduğu her zaman aşikârdı, mesela orta sınıf
evlilik tam da buna bir örnektir.
Seks kültürlerini araştıran akademisyenler arasında, evliliğin ticari seksin araştırma alanından
ayrı olduğu dogmasını takip edenler çok da fazla bir yol kat edemeyeceklerdir. Seks turizmi ve
yabancı gelin firmalarına karşı çıkanlar, saf ilişkinin olması gereken alana para mübadelesi
girmesine içerlemişken, çöpçatanlığın, farklı şekillerdeki evlilik düzenlemelerinin ve çeyizin
geleneksel olduğu toplumlarda, seks ve ücret arasındaki bağ aleni ve normal olagelmiştir.
Sadakatin ve aşkın aileye dönüşmemiş biçimi, seksin sadakatsiz biçimi ve aşkın seks olmadan
yaşandığı biçimi gibi, bu yapay, cinsel olarak iyi ve kötü gibi daha baskıcı fikirlere sahip
mitolojik ayrıştırma biçimleri ile ilgili elimizde haddinden çok daha fazla bilgi var artık. Şimdi
biliyoruz ki tek eşlilik ille de daha iyi değil, ücretli seks sevecen olabilir, çiftler seks yapmadan
da yaşayabilir, aşk dolu bir evliliğe para dâhil olabilir ve seks iş içermektedir.
Ben burada postmodern bir eleştiri görmüyorum. Bazıları, İkinci Dünya Savaşından sonra
batının gelişiminin daha mutlu ailelere, daha adil toplumlara doğru, gitmesi gereken yönde
olduğunu ama neoliberalizmin bunu yok eĀiğini düşündü. Fakat tarihsel araştırmalar
gösteriyor ki çekirdek aileye olan yoğunlaşmayla, ahlaki saygınlığın belli başlı çeşitleriyle,
esnek ve gevşek düzenlemelerin sekse karşıtlığı ile burjuvazinin Avrupa toplumlarının
ortasına doğru ilerleyişinden önce aile ve cinsellik, üst sınıf ve işçi sınıfı için benzerdi. Uzun
dönemde, 200 yıllık burjuva “aile değerleri” insanlık tarihi arenasında minik bir nokta olarak
gözükebilir.
Seks, Eşitlik ve Para
Profesyonel seks işini anlamak, toplumsal cinsiyet ilişkileri için eşitliği bir standart haline
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
6/9
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
Profesyonel seks işini anlamak, toplumsal cinsiyet ilişkileri için eşitliği bir standart haline
getirmede bir kolaylık sağlamadı. Sadece, eğer herkes aynı gözükür ve davranırsa ki bu sadece
imkânsız değil, aynı zamanda farklılığın da baskılanmasıdır, cinsel deneyimlerin eşit olup
olamayacağını gerçekten bilebiliriz. Cinsel ilişkilerde eşitlik hayali, daha kültürel arka plan ve
sosyal statü farklılıklarına gelemeden, farklı bedenler, cinsel hazzı sergilemede ve zevki
deneyimlemede farklı yollar sorununa toslamaktadır. Diğer insanların sapkınlığı ve sapıklığı
ile ilgili dert yananlar, bu tavırları nedeni ile baskıcı cinselliğin sıkıcı taraftarları olmakla
suçlanmışlardır.
Seks işinden bakıldığında, eşitlikle ilgili daha büyük bir soruna, katılımcıların aktif veya pasif
bir rol ve kimlik takındığını gören klişeye takılıyoruz. Ama sadece seks işçilerinin de dışında,
birçok insan seks işinin, aktif bir rol alıp karşındakinin pasif olduğunu varsayabileceği gibi
tersi şekillerde de olabileceğini bilir. Bazen insanlar, zaten sevdiklerini bildikleri şeyleri
yaparlar, bazen ise yeni şeyler denerler. Bazen de ne istediklerini bilmezler ya da şaşırtılmak
isterler veyahut da kontrolü kaybetmeyi.
Bazı eleştirmenlere göre, müşterilerin verdiği paralar, müşterilere işçiler üzerinde mutlak bir
otorite sağlıyor ve bu yüzden eşitliğin sağlanması da mümkün olamıyor. Paraya karşı bu tarz
bir tavır çocuk veya yaşlı bakımı için, tecavüz, alkolizm ve intihar ve daha birçok profesyonel
yardım gerektiren durumlarda para verdiğimiz düşünüldüğünde garip kalıyor. Bu tarz
hizmetler para ile karşılandığında sorun yaratmadığı düşünülürken seks parası tamamen
olumsuz, özellikle bu tarz bir metalaşma yaraĀığı için oldukça korkunç, kirletici bir güç olarak
görülüyor. Ticari seks mübadelesinde hiçbir vücut organı satılmıyor olduğu gerçeğine rağmen
para, burada bir fetiş olarak karşımıza çıkıyor.
Seks İşi ve Göçmenlik
Birçok yerde, genç erkek ve göçmen kadınlar ücretli seks işinin büyük bir kısmını yapıyorlar,
çünkü:
Dünyada çok fazla yapısal eşitsizlik var, çünkü her yerde insanlar, diğer ülkelerde çalışma
riskini gözde alıyor ve çünkü sosyal medya, ileri teknoloji ve ulaşım bunu çok geniş çapta
mümkün kılıyor (Agustin 2002). Göçmenler, ortalıkta olan işleri alıyor, düşük ücreti kabul
ediyor ve işyerinde yer edinmekten daha önemsiz buldukları için birinci sınıf vatandaşlardan
daha az haklara sahip olmayı tolere edebiliyorlar. Diğer yetenek ve tecrübe isteyen, ister
kuaför, isterse de üniversite profesörü olsun, işleri kabul edenler bile göçmen olmayanlar
tarafından itibarsız olarak görülüyor. Birçok insan, düşük itibarlı işlerde çalışan göçmenleri fail
olma, sosyal kazanım elde etme, işinden zevk alma gibi konularda etraflarını saran güçler
tarafından mutlak olarak kısıtlanmış olarak görse de, göçmenleri anlamak için farklı yollar da
bulunmaktadır.
Eleştirmenler, özel evlerde çalışan göçmenlerin “her şeye gücü yeten işverenlerinin” sosyal
hayatlarını üreĀiklerini ama kendileri lehine çok az şey başarabildiklerini belirtiyorlar. Bu çok
garip, çünkü göçmen olmayan ama düşük itibarlı işçilerin toplumla bir bağ kurma, daha iyi bir
iktisadi aktör olma bilgisine ve daha fazla seçeneğe sahip oldukları kabul ediliyor. Göçmenliğe, ne bir aşağılanma ne de kadının konumunda bir ilerleme olarak bakıyoruz.
Bunun yerine, göçmenliği, toplumsal cinsiyet ilişkilerinde yeniden yapılandırma olarak
görüyoruz. Bu yeniden yapılandırma, tatmin edici bir mesleki hayat dolayımı ile ifade edilmek
zorunda da değildir. Sosyal yaşantıda otonominin olduğunun ifadesi, geride bıraktığı ailesi ile
olan ilişki, sosyal ağlara ve resmi bağlantılara katılım şeklinde olabilir. Geldiği ülkedeki
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
7/9
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
olan ilişki, sosyal ağlara ve resmi bağlantılara katılım şeklinde olabilir. Geldiği ülkedeki
kazancı ile yerleştiği ülkedeki arasındaki farkın kendisi bile, yeni geldiği ülkedeki mesleği
yatılı hizmetçi veya fahişelik de olsa bir tarz otonomi yaratıyor olabilir.
Kapitalizmin en büyük çelişkilerinden birisi de, adaletsiz, hukuki olmayan ve muğlak bir
sözleşmenin bile aktif özneler yaratabiliyor olmasıdır.
Daha İlerisi
Akademisyenlere fahişeliğin bildik çalışmasının sınırlandırmalarından azade olacakları,
iktidar, toplumsal cinsiyet ve para hakkında ideoloji ve ahlakçılığın öncelikli tutulduğunu
gösteren ticari seksin kültürel bir çalışmasını önermiştim (Agustin 2005). Kültürel çalışmalar,
herhangi bir seks ve para mübadelesinin ne anlama geldiğini zaten bildiğimizi değil, anlamın
her bir kültürel bağlamda değiştiğini varsayar. Bu da, ticari ve ticari olmayan seks arasında
temel bir fark vardır tarzında bir varsayımda bulunamayacağımız anlamına gelir. Batı dışı
toplumları çalışan antropologlar, duyguların da ifade edildiği para ve seks mübadelelerinin
hala var olduğundan, tarihçiler ise benzer durumun geçmişte de bulunduğundan söz ederler
(örneğin Tabet 1987 ve Peiss 1986).
Subayların zaten bildiği ve erlerin de günün birinde öğreneceği gibi seks ve işin birbirinden
kati suretle ayrılabileceğini düşünmek mümkün değildir.
hĀp://www.commoner.org.uk/?p=144 (hĀp://www.commoner.org.uk/?p=144)
Etiketler:
Beden politikaları,
Feminizm,
Sarp Solakoğlu,
Seks işçiliği
“İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin” üzerine 4
yorum
Geri bildirim: Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) |
Dünyadan Çeviri | Düzenle
Geri bildirim: Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The
Commoner) | Dünyadan Çeviri | Düzenle
Geri bildirim: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo & Silvia Federici (The
Commoner) | Bacılar Kıraathanesi | Düzenle
Geri bildirim: İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin | Bacılar Kıraathanesi | Düzenle
WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından
Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
8/9
26.03.2016
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is­olarak­seks­ve­seks­isi­laura­agustin/
9/9
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 18 Mayıs 201520 Mayıs 2015
6,352 Words
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde
müşterekler – George Caffentzis ve
Silvia Federici
(h普椠ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/05/f1‑large.jpg)
Zapatista kadınlar müşterek bir bostanda çalışıyorlar (fotoğraf: George Caffen慭牯is)
Çeviren: Serap Güneş https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
1/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Çeviren: Serap Güneş Commons against and beyond capitalism (h普椠p://cdj.oxfordjournals.org/content/49/suppl_1/i92.full.pdf)
Bu makale, ‘müşterekler’in üretiminin altında yatan mantığı, kapitalist ilişkilerin mantığı ile
karşılaştırmakta, ve ‘müştereklerin’, hangi koşullar altında devlet ve piyasanın ötesindeki bir
toplumun tohumları haline geldiğini açıklamaktadır. Bunun yanı sıra ‘müştereklerin’, düşük
maliyetli yeniden üretim formları sağlamak amacıyla sistem‑içileştirilmesi tehlikesine karşı da
uyarıda bulunmakta ve bu sonucun önüne nasıl geçilebileceğini tartışmaktadır.
George Caffen慭牯is*
George Caffen慭牯is, Midnight Notes Collective
(h普椠ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut‑vaat‑edici‑notlar‑krizden‑
mustereklere‑midnight‑notes‑kolektifi‑ve‑dostlari/) kurucu üyesi. Ayrıca Southern Maine
Üniversitesi’nde fahri profesör. Toplumsal ve siyasal konularda birçok kitabın ve makalenin
yazarı ve editörü. Son kitabı In Le普椠ers of Blood and Fire: Work, Machines and the Crisis of
Capitalism.
Silvia Federici (h普椠ps://dunyadanceviri.wordpress.com/tag/silvia‑federici/)*
Silvia Federici, çok eski bir feminist aktivist, bir öğretmen ve yazar. 1991’de Afrika Akademik
Özgürlük Komitesi’nin kurucuları arasında yer aldı. Küreselleşme karşıtı hareke普椠e ve idam
cezası karşıtı hareke普椠e faal şekilde yer aldı. Siyaset felsefesi, feminist teori, kültürel çalışmalar
ve eğitim konusunda birçok makalenin yazarı. Yayınladığı kitaplar: Sıfır Noktasında Devrim
(Otonom Yayıncılık), Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim (Otonom Yayıncılık), A
Thousand Flowers: Social Struggles Against Structural Adjustment in African Universities (2000,
editör olarak) ve Enduring Western Civilization: The Construction of Western Civilization and its
‘Others’ (1994, editör). Hofstra Üniversitesi’nde fahri profesör (Hempstead, New York).
E‑posta adresleri: [email protected] (S.F.); gcaffen慭牯@aol.com (G.C.)
ÖZET:
Bu makale, ‘müşterekler’in üretiminin altında yatan mantığı, kapitalist ilişkilerin mantığı ile
karşılaştırmakta, ve ‘müştereklerin’, hangi koşullar altında devlet ve piyasanın ötesindeki bir
toplumun tohumları haline geldiğini açıklamaktadır. Bunun yanı sıra ‘müştereklerin’, düşük
maliyetli yeniden üretim formları sağlamak amacıyla sistem‑içileştirilmesi tehlikesine karşı da
uyarıda bulunmakta ve bu sonucun önüne nasıl geçilebileceğini tartışmaktadır.
Giriş
‘Müşterekler’, günümüzün siyasal, ekonomik ve ha普椠a gayrimenkul lisanında yaygın şekilde
yer etmiş durumda. Sol ve sağ, neoliberaller ve neo‑Keynesçiler, muhafazakârlar ve anarşistler,
kavramı kendi politik müdahalelerinde kullanmaktalar. Dünya Bankası, Nisan 2012’de, “içerde
yürütülen veya bağışları ile desteklenen tüm araştırmaların Yaratıcı Müşterekler telif hakkı
lisansı kapsamında erişime açık olması” gerektiğini belirterek, kavramı benimsemiş olduğunu
gösterdi (Dünya Bankası, 2012). Neoliberalizmin en büyük savunucularından Economist bile,
müşterekler konulu çalışmaların duayeni sayılan Elinor Ostrom’un vefatı vesilesiyle
yayınlanan anma yazısında onu överken, kavramı benimser tarzda kullandı:
2/12
“Elinor Ostrom’a göre, dünya büyük bir ortak akıl içeriyordu. İnsanlar, kendi başlarına bırakılmaları
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
“Elinor Ostrom’a göre, dünya büyük bir ortak akıl içeriyordu. İnsanlar, kendi başlarına bırakılmaları
halinde, haya普椠a kalmak ve geçinmek için rasyonel yollar bulacaklardı. Dünyanın ekilebilir arazileri,
ormanları, içme suyu ve balıkçılık alanlarının bir sonu olmasına rağmen, bunları tüketmeden
paylaşmak ve savaşmadan korumak mümkündü. Başkaları, meselenin aşırı avlanma ve aşırı ağaç
kesimi tarafını görerek müştereklerin trajedisi hakkında kasvetli yazılar yazarken, Bayan Ostrom, o
kahkahası ile, neşeli ve aykırı bir duruş sergiliyordu. (Economist, 2012)”
Son olarak, ‘müştereğin’ veya ‘müştereklerin’, üniversite kampüslerinin, alışveriş
merkezlerinin ve etrafı çevrili güvenlikli sitelerin gayrimenkul diskurunda savurgan şekilde
kullanılmakta olduğu göz ardı edilemez. Elit üniversiteler öğrencilerinden yıllık 50 bin dolara
varan paralar talep ederken, kendi kütüphanelerini ‘bilgi müşterekleri’ diye tanıtıyorlar. Şu
artık neredeyse çağdaş toplumsal yaşamın bir kuralı haline geldi: Müşterekler, ne kadar çok
saldırıya uğrarlarsa o kadar çok övülüyorlar.
Bu makalede, bu gelişmelerin sebeplerini ve bugün antikapitalist müşterekçilerin yüz yüze
olduğu ana sorunlardan bazılarını ortaya koymaya çalışacağız:
‘Antikapitalist müşterekler’ derken neyi kastediyoruz?
Mücadelelerimizin meydana getirdiği müştereklerden, emeğin sömürüsü üzerine kurulu
olmayan yeni bir üretim tarzını nasıl ortaya çıkarabiliriz?
Müştereklerin sistem içileştirilmesini ve batmakta olan kapitalist sınıfın faydalanabileceği
platformlar haline getirilmesini nasıl önleriz?
Tarih, kapitalizm ve müşterekler
Hangi yollardan bölündüğümüzü ortaya çıkardığında bile, eğer ki çoğul seslerle anlatılıyorsa,
tarihin kendisinin de bir müşterek olduğunu akılda tutan tarihsel bir perspektifle başlıyoruz.
Tarih, kolektif belleğimizdir, bizi geniş siyasi pratiğimize anlam ve güç kazandıran bir
mücadeleler dünyasına bağlayan, uzamış gövdemizdir.
O zaman, tarih bize ‘ortaklaşmanın’ insanlığın binlerce yıldır varoluşunu örgütlediği prensip
olduğunu gösterir. Peter Linebaugh’un bizlere hatırla普椠ığı üzere, kalbinde/özünde
müştereklerin yer almadığı bir toplum yok gibidir (Linebaugh, 2012). Bugün bile, komünal
mülkiyet sistemleri dünyanın birçok yerinde, özellikle de Afrika’da ve Latin Amerika’nın yerli
halkları arasında varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla, hayal edilen ya da var olan,
paylaştığımız refah formları olarak ‘müşterek’ veya müşterekler prensibinden söz e普椠iğimizde,
yalnızca küçük ölçekli deneyimleri kast etmemekteyiz. Prekolonyal Amerika’da var olmuş,
günümüz Şili’sinden Nikaragua ve Teksas’a uzanan, geniş bir ekonomik ve kültürel değiş
tokuş düzeni ile birbirine bağlanan komünal topluluk ağları gibi geçmişte kıta çapında var olan
büyük ölçekli toplumsal formasyonları kast etmekteyiz. İngiltere’de, müşterek topraklar
yirminci yüzyılın başına kadar önemli bir ekonomik faktör olmayı sürdürdü. Linebaugh,
1688’de, İngiltere ve Galler’in toplam alanının çeyreğinin müşterek topraklar olduğunu tahmin
etmektedir (Linebaugh, 2012). Milyonlarca akrelik özelleştirmeyi içeren iki yüzyıldan uzun
süren çitlemelerin ardından, 1911’de kalan müşterek toprak miktarı, 1.500.000 ila 2.000.000 akre
idi, yani İngiliz topraklarının yüzde 5’i kadar. Yirminci yüzyılın sonu itibariyle, müşterek
topraklar, halen toplam toprakların yüzde 3’ü idi (Naturenet, 2012).
Bu değerlendirmeler, müştereklere dayalı bir toplumun ütopya olduğuna veya müştereklerin
küçük ölçekli projeler olması gerektiğine, yeni bir üretim tarzına temel olmaya müsait
olmadıklarına dair varsayımlardan kurtulmak için önemli. Müştereklerin binlerce yıldır var
olagelmesinin yanı sıra, komünalliğe dayalı bir toplumun unsurları da, kapitalist gelişme
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
3/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
olagelmesinin yanı sıra, komünalliğe dayalı bir toplumun unsurları da, kapitalist gelişme
komünal mülklerin ve ilişkilerin yıkımını gerektirdiği için sürekli olarak saldırı altında
olmalarına rağmen, halen etrafımızdadır. Avrupa’da köylülüğü topraktan süren on altıncı ve
on yedinci yüzyıl ‘çitlemeleri’ne referansla – modern kapitalist toplumun doğuşu eylemi –
Marx ‘ilksel’ veya ‘birincil’ birikim demiştir. Fakat bunun mekânsal ve geçici olarak çevreleyen
tek seferlik bir ilişki değil, bugüne uzanan bir süreç olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz
(Midnight Notes Collective, 1990). ‘İlksel birikim’, kapitalist sınıfın emek üzerindeki
hâkimiyetini yeniden tesis etme ihtiyacı duyduğu kriz dönemlerinde daima başvurduğu bir
stratejidir ve neoliberalizmin gelişiyle birlikte bu strateji uçlaşmış, dolayısıyla özelleştirme
varoluşumuzun her yanına uzanmıştır.
Artık içtiğimiz sudan vücut hücrelerimize ve genlerimize kadar her şeyin fiyat etiketi taşıdığı
bir dünyada yaşıyoruz ve şirketlerin dünya üzerindeki son açık alanları da çitleme ve bizi
buralara erişmek için para ödemek zorunda bırakma hakkına sahip olmasını sağlamak için
hiçbir çabadan kaçınılmıyor. Daha önce benzeri görülmemiş boyutlarda yeni bir ‘toprak gaspı’
şeklinde, topraklara, ormanlara ve balıkçılık alanlarına ticari kullanım amacıyla el konması tek
mesele değil. Yeni Delhi ve New York’tan Los Angeles’a, kentsel mekân özelleştirilmekte,
sokak satıcılığı, kaldırımlarda oturmak veya bir plajda parasız uzanmak yasaklanmakta.
Nehirlere barajlar kuruluyor, ormanlar keresteye dönüştürülüyor, sular ve pınarlar şişeleniyor
ve piyasaya sürülüyor, geleneksel bilgi sistemleri Fikri Mülkiyet Yasaları ile cebe indiriliyor ve
devlet okulları kar amaçlı işletmelere dönüştürülüyor. Bu durum, müşterekler fikrinin kolektif
tahayyülümüzde neden bu denli çekicilik taşıdığını açıklıyor: bunları kaybetmek, varlıklarının ne kadar
önemli olduğunu fark etmemizi sağlıyor ve haklarında daha fazla şey öğrenme arzumuzu artırıyor.
Müşterekler ve sınıf mücadelesi
Müşterekler, maruz kaldıkları tüm saldırılara rağmen yok olmadılar. Massimo De Angelis’in
savunduğu üzere, kapitalizmin ‘dışında’, birçok ortaklaşmacı bünyenin yanı sıra radikal
tahayyülü de besleyerek sınıf mücadelesinde kilit rol oynamış müşterekler daima var olageldi
(De Angelis, 2007). On dokuzuncu yüzyıl karşılıklı yardım toplulukları bunun örneğidir (Bieto,
2000). Daha da önemlisi, sürekli olarak yeni müşterekler oluşmaktadır. Kapitalizmin bize daha
fazla sefalet ve bölünmeden başka bir şey getirmeyeceğinin farkına varılması ile birlikte,
‘ücretsiz yazılımdan’ ‘dayanışma ekonomisi’ hareketine kadar koca bir yeni toplumsal ilişkiler
dünyası, komünal paylaşım prensibi temelinde vücut buluyor (Bollier ve Helfrich, 2012). Ha普椠a
ve ha普椠a, işlere, ücretlere ve toplumsal alanlara sürekli saldırı yaşanan günümüz kalıcı kriz
koşullarında, müştereklerin inşası – ‘zaman bankaları’, kent bostanları, topluluk destekli tarım,
gıda kooperatifleri, yerel para birimleri, ‘yaratıcı müşterek’ lisansları, takas pazarları – kritik
önemdeki ayakta kalma yolları olarak öne çıkıyorlar. Yunanistan’da, geçtiğimiz iki yıl içinde,
ücretler ve sosyal ödenekler ortalama yüzde 30 kesintiye uğrarken ve işsizlik gençler arasında
yüzde 50’ye varırken, ücretsiz sağlık hizmetleri, çiftçilerin ürünlerinin kent merkezlerinde
dağıtımına yönelik ücretsiz ağlar ve faturası ödenmediği için kesilen elektrik hatlarının
‘onarılması’ gibi çeşitli karşılıklı yardım biçimleri ortaya çıktı.
Fakat ortaklaşma inisiyatifleri, yaşamlarımıza yönelik neoliberal saldırıya karşı set olmaktan
daha ötesini ifade ediyorlar; bunlar oluşmakta olan alternatif üretim tarzının embriyo
halindeki tohumları. Birçok kentsel periferide ortaya çıkan işgal hareketlerine de bu gözle
bakmalıyız, formel dünya ekonomisi ile bağı kalmamış ve artık kendilerini devlet ve piyasa
denetimi dışında yeniden üreten, büyümekte olan bir kent sakinleri nüfusunun işaretleri
(Zibechi, 2012).
Amerika kıtasındaki yerli halkların toprakları ve suları üzerindeki süregiden özelleştirmeye
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
4/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Amerika kıtasındaki yerli halkların toprakları ve suları üzerindeki süregiden özelleştirmeye
karşı direnişleri, müşterekler mücadelesine yeni bir ivme kazandırdı. Zapatistaların kolektif
mülkiyeti tanıyan yeni bir anayasa çağrısı, Meksika devletinin umurunda olmazken, yerli
halkların kendi bölgelerindeki doğal kaynakları kullanma hakları Venezüella Anayasası
tarafından 1999 yılında tasdik edildi. Bolivya’da da, 2009 yılında yeni bir anayasa ile komünal
mülkiyet tanındı. Bu örnekleri çağrısını yaptığımız müşterekler toplumunu destekleme
konusunda devletin yasal aparatına güvendiğimizi değil, toplumsal işbirliği prensibine göre
örgütlenmiş yeni toplumsallık formları yaratılmasına ve hâlihazırda mevcut komünalizm
formlarının savunulmasına yönelik olarak tabandan gelen talebin ne kadar güçlü olduğunu
göstermek için veriyoruz. Raquel Gutiérrez (2009) ve Raúl Zibechi’nin (2012) gösterdiği üzere,
Bolivya’da 2000 yılında yaşanan ‘su savaşları’, Aymara ve Quechua arasında yaşamı
düzenleyen aylu ve diğer komünal sistemlerin sağladığı girift toplumsal ilişkiler ağı
olmaksızın mümkün olmazdı.
Yerel kadın inisiyatifleri, bu bağlamda özel bir rol oynamıştır. Giderek büyüyen bir feminist
literatürün gösterdiği üzere1, ücretli istihdamla güvencesiz ilişkileri nedeniyle, kadınlar doğa
müştereklerinin savunulması ile daima erkeklerden daha ilgili olmuşlardır ve birçok bölgede
çevresel yıkıma karşı ilk ayağa kalkanlar kadınlardır: ormanların kesilmesine, ağaçların ticari
amaçlarla satışına ve suyun özelleştirilmesine karşı. Kadınlar aynı zamanda, var olan en eski ve
en yaygın halk bankacılığı formlarından biri olan ‘tontin’ gibi çeşitli kaynak biriktirme
formlarına da hayat vermişlerdir. Bu girişimler, kemer sıkma planlarının ve siyasi baskıların
birçok ülkedeki birleşik etkilerine (örneğin Arjantin ve Şili) yanıt olarak, kadınların hem
bütçelerini doğrultmalarını hem de izolasyon ve yenilginin yara普椠ığı paralize olma halini
kırmalarını sağlayacak komünal yeniden üretim formları oluşturmak üzere bir araya geldiği
1970’lerden bu yana, katlanarak artmıştır. Şili’de, Pinochet darbesi ardından kadınlar, aşevleri –
comedores populares – kurmak üzere kolları sıvayarak mahallelerinde imece usulü yemek
pişirmişler ve yalnızca aileleri için değil, topluluktaki karnını doyuramayacak kişiler için de
yemek çıkarmışlardır. Darbe sonrası ülkenin üzerine inen korku perdesini aralama noktasında
aşevleri deneyimi öylesine güçlü olmuştur ki, devlet bunları yasaklamış, polisleri gönderip
tencere ve tabakları kırdırmış ve kadınları komünist aşevleri kurmakla suçlamıştır (Fisher
1993). Farklı şekillerde, bu 1980’ler ve 1990’lar boyunca Latin Amerika’nın birçok yerinde
tekrarlanan bir deneyim olmuştur. Zibechi’nin (2012) bildirdiği üzere, Peru ve Venezüella’da
da daha çok kadınlar tarafından örgütlenen gıda, toprak, su, sağlık, kültür gibi konularda
binlerce halk örgütlenmesi, kooperatif ve topluluk alanı ortaya çıkmış ve kullanım değerlerine
dayalı ve hem devlet hem de piyasadan bağımsız işleyen, işbirliğine dayalı bir yeniden üretim
sisteminin temelini döşemiştir. 2001’de ekonomik çöküşün eşiğinden dönen Arjantin’de de
kadınlar, mahallelerin yanı sıra otoyolları da ‘ortaklaştırmak’ üzere öne çıkmış ve yemek
tencerelerini piquete’lere götürüp yol kapatmaların sürekliliğini sağlamışlar ve aynı zamanda
halk meclisleri ve kent konseyleri örgütlemişlerdir (Rauber, 2002).
ABD’nin birçok kentinde, örneğin Chicago’da da, kısmen zarure普椠en, kısmen de ekonomik
yeniden yapılanma ve soylulaştırmanın parçaladığı toplumsal dokuyu yeniden oluşturma
ihtiyacından kaynaklı olarak özellikle de kadınlar ticari ağların erişiminden kurtulan çeşitli
pazar, takas ve karşılıklı yardım formları örgütledikçe, formel olanın kapsamı dışında yeni bir
ekonomi büyümektedir.
Müştereklerin sistem‑içileşmesi
Bu gelişmeler ışığında bizim görevimiz, bu farklı realiteleri birbirine nasıl bağlayabileceğimizi5/12
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Bu gelişmeler ışığında bizim görevimiz, bu farklı realiteleri birbirine nasıl bağlayabileceğimizi
ve yara普椠ığımız müştereklerin toplumsal ilişkilerimiz üzerinde gerçekten dönüştürücü etki
yapmasını ve sistem‑içileştirilememesini nasıl sağlayabileceğimizi anlamaktır. Sistem‑içileşme
tehlikesi gerçek bir tehlikedir. Yıllardır, uluslararası kapitalist düzenin bir kısmı, daha
yumuşak bir özelleştirme modelini teşvik etmekte ve neoliberalizmin tüm ekonomik ilişkileri
piyasa diktasına bırakma girişimine bir çare olarak müşterekler prensibine başvurmaktadır.
Piyasa mantığının en uca kadar zorlanarak uygulanmasının, verimli bir üretim sistemi için
gereken işbirliğini dışlayarak kapitalist birikim açısından bakıldığında bile üretkenlik karşıtı
bir hal aldığının farkına varılmıştır. Bilimsel araştırmanın ticari çıkarlara tabi kılındığı ABD
üniversitelerinde bilim insanları arasındaki iletişim azalmış, bu rekabet ortamı onları araştırma
projelerini ve sonuçlarını gizlemeye mecbur kılmıştır.
Hayırsever görünme peşindeki Dünya Bankası bile özelleştirmeye olumlu bir imaj
kazandırmak ve muhtemel direnişi köreltmek için müşterekler dilini kullanıyor. ‘Küresel
müştereklerin’ koruyucusu pozunda, insanları nesiller boyudur yaşadıkları ormanlık
alanlardan çıkarıp sürmekte ve piyasanın en rasyonel muhafaza aracı olduğu argümanı ile,
oyun parkına ve başka ticari işletmelere dönüştürülen bu alanları, parasını ödeyebilenin
erişimine açmaktadır (Isla, 2009). Birleşmiş Milletler de dünyanın ana ekosistemlerini, yani
atmosferi, okyanusları ve Amazon ormanlarını yönetmenin ve bunları ticari sömürüye
açmanın hakkı olduğunu öne sürmektedir, ve yine “insanlığın ortak mirasını koruma” adına.
‘Komünalizm’ ücretsiz emeği kullanmak için de başvurulan bir jargon olmuştur. Bunun tipik
bir örneği, İngiliz Başbakan Cameron’un, insanların enerjisini, sosyal hizmetlerde kendi
yönetiminin ekonomik kriz adına yaptığı kesintileri telafi etme amaçlı gönüllü programları için
mobilize eden ‘Büyük Toplum’ programıdır. Margaret Thatcher’ın 1980’lerde ‘There is no such
thing as Society’ (TINA – Toplum diye bir şey yok) diyerek başla普椠ığı gelenekle ideolojik bir
kopuşma olan ‘Büyük Toplum’ programı, kreşlerden kütüphanelere ve kliniklere kadar, devlet
sponsorluğunda organizasyonlara, sosyal kaynaşma olarak tanımlanan ve tümü de toplumsal
yeniden üretimin maliyetini azaltan, ‘toplumsal değer’i artıran faaliyetlere dâhil olacak yerel
sanatçıları ve gençleri hiçbir ücret ödemeksizin işe koşmaları doğrultusunda yol
göstermektedir. Bu, yaşlılara yönelik programlar sunan kar amacı gütmeyen
organizasyonların, kapitalizme yerleşik, toplumsal ve çevresel olarak sürdürülebilir bir
toplumun avantajlarını hesaba katan özel bir aritmetiğe göre hesaplanan ‘toplumsal değer’
yaratabilmeleri durumunda bir miktar devlet fonundan yararlanabilecekleri anlamına
gelmektedir (Dowling, 2012). Bu şekilde, piyasanın dışında, dayanışma ve işbirliğine dayalı
varoluş formları inşa etme yolundaki komünal çabalar, yeniden üretimin maliyetini düşürmek
ve ha普椠a kamu sektöründeki işten çıkarmaları hızlandırmak için bile kullanılabilir.
Meta üreten müşterekler
Antikapitalist müştereklerin tanımına ilişkin farklı bir sorun türünü ortaya çıkaran, piyasa için
üretim yapan ve ‘kar motifinin’ belirleyici olduğu müşterekler de söz konusudur. Bunu klasik
bir örneği, büyük İsviçre süt ürünleri endüstrisi için süt sağlayan mandıra inekleri için her yaz
otlağa dönüşen İsviçre’nin Alp meralarıdır. Bu meraları, çabalarında son derece işbirliği içinde
olan mandıra çiftçileri meclisleri yönetiyor. O kadar ki, Garret Hardin, İsviçre peynirinin
buzdolabına kadar nasıl geldiğini incelemiş olsaydı, ‘Tragedy of Commons’ eserini yazmış
olamazdı (Ne普椠ing, 1981).
Piyasa için üretim yapan ve sık atıfta bulunulan bir başka müşterek örneği, Maine’in 1000’in
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
6/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Piyasa için üretim yapan ve sık atıfta bulunulan bir başka müşterek örneği, Maine’in 1000’in
üzerindeki ıstakoz avcısı tarafından organize edilmekte ve her yıl milyonlarca ıstakozun
yaşadığı, çoğaldığı ve öldüğü yüzlerce millik kıyı suları boyunca işletilmektedir. Yüzyıldan
fazla bir sürede, ıstakoz avcıları, sahilin, yerel ‘tayfalarca’ yönetilen, üzerinde anlaşılmış ayrı
bölgelere ayrılması temeline ve yakalanacak ıstakoz sayısı konusunda gönüllü olarak uyulan
sınırlara dayanan komünal bir ıstakoz avı paylaşım sistemi inşa etmişlerdir. Bu her zaman
barış içinde işleyen bir süreç olmamıştır. Maine’liler daima sağlam bireycilikleri ile
övünmüşlerdir ve farklı tayfalar arasındaki anlaşmalar zaman zaman bozulur. O zaman
ayrılan av bölgelerini genişletme veya av sınırlarını aşma amaçlı rekabet mücadelelerinde
şiddet patlak verir. Fakat avcılar bu gibi mücadelelerin ıstakoz stokuna zarar verdiğini çabucak
öğrenmişler ve zamanla müşterekler rejimini yeniden hâkim kılmışlardır (Woodward, 2004).
Onlarca yıl anti‑tröst yasalarını ihlal e普椠iği gerekçesiyle yasaklanan müşterek temelli bu avcılığı
artık Maine eyaletinin av idaresi dairesi bile kabul ediyor (Caffen慭牯is, 2012). Resmi tavırdaki bu
değişimin bir sebebi ıstakoz yataklarının durumu ile Maine Körfezi’nde ve Körfezin okyanusa
bağlandığı Georges Bank’te yapılan taban balıkçılığınınki (örneğin morina, mezgit, pisi ve
benzeri türlerin avlanması) arasındaki karşıtlıktır. İlki son çeyrek yüzyılda sürdürülebilirlik
yakalayıp bunu korumuşken (öyle ki en şiddetli ekonomik sıkıntı dönemlerinde bile),
1990’ladan bu yana, taban balıkçılığı ile periyodik olarak bir türün ardından bir diğeri aşırı
avlanmaya maruz kaldı ve George Bank’in art ardına yıllarca resmi olarak kapalı kalmasına
sebep oldu (Woodward, 2004). Meselenin özünde, taban balıkçılığı ve ıstakoz avcılığı için
kullanılan teknolojideki farklılıklar, hepsinin üzerinde de, avlanmanın yapıldığı yer farkı
bulunmaktadır. Istakoz avcılığı ortak havuz kaynağının sahile yakın ve eyaletin karasuları
dâhilinde olması avantajına sahiptir. Bu durum, yerel ıstakoz tayfalarına bölge ayrılmasını
mümkün kılmakta, oysa Georges Bank’in derin suları kolayca bölümlere ayrılabilir değildir.
George Bank’in 20 millik karasuları sınırının dışında olması, büyük trol tekneleri kullanan
yabancıların karasuları sınırlarının 200 mile uzatıldığı 1977’ye kadar avlanabilmesine neden
olmuştur. 1977’den önce dışarıda tutulmamaları mümkün değildi, bu da balık yataklarının
tükenmesinde büyük bir etki yara普椠ı.
Son olarak ise, ıstakoz avcılarının kullandığı görece arkaik teknoloji, rekabeti teşvik
etmemektedir. Bunun aksine, 1990’ların başından itibaren, ‘taban balıkçılığı teknolojisindeki
ilerlemeler, yani daha iyi ağlar ve balıkları daha etkili şekilde tespit eden elektronik
ekipmanlar, açık erişim prensibine dayalı olarak organize olmuş bir endüstride tahribat
yaratmıştır (‘bir tekne bul ve avlan’). Daha gelişmiş ve ucuz tespit ve yakalama sistemlerinin
kullanılabilmesi, sektörün ‘herkes herkese ve doğa hepimize karşı’ mo普椠osuyla belirlenen
rekabetçi organizasyonu ile çatışmış ve sonuç, Hardin’in 1968’de tasavvur e普椠iği ‘Tragedy of the
Commons’ (Müştereklerin Trajedisi) olmuştur. Bu çelişki Maine taban balıkçılığına özgü
değildir. Dünya çapında balıkçı topluluklarını salgın gibi sarmıştır. Bu topluluklar balıkçılığın
endüstriyelleşmesi ve okyanusları ağları ile tüketen büyük trol teknelerinin kudreti ile giderek
daha artan oranlarda yerlerinden olmaktadır (Dalla Costa, 2005). Newfoundland’deki balıkçılar
bu nedenle, topluluklarının yaşam koşulları üzerinde talihsiz sonuçlarla, Georges Bank’takilere
benzer bir durumla yüz yüze kalmışlardır.
Şimdiye kadar Maine ıstakoz avcıları, müştereklerin yalnızca özel ve sınırlı koşullar altında
ayakta kalabileceğine dair neoliberal kuralı teyit eden zararsız istisnalar olarak
değerlendirildiler. Ancak sınıf mücadelesi perspektifinden ele alındıklarında, Maine ıstakoz
müştereği, çalışma süreci ve sonuçlarına ilişkin bazı önemli kararlar üzerinde işçilerin
denetimini içermesi itibariyle antikapitalist bir müştereğin unsurlarına sahiptir. Öyleyse bu
deneyim, büyük çaplı müştereklerin nasıl işleyeceğine dair örnekler sunan paha biçilmez bir
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
7/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
deneyim, büyük çaplı müştereklerin nasıl işleyeceğine dair örnekler sunan paha biçilmez bir
pratik teşkil etmektedir. Öte yandan, ıstakoz müştereklerinin kaderi halen parçası oldukları
uluslararası deniz ürünleri piyasasınca belirlenmektedir. ABD piyasası çökerse veya eyalet
Maine Körfezi’nde açık deniz petrol çıkarma faaliyetlerine izin verirse tasfiye olacaklar.
Öyleyse Maine ıstakoz müşterekleri, bizler için model teşkil edemez.
‘Üçüncü sektör’ olarak müşterekler: barış içinde bir arada yaşam mı?
Piyasa açısından müşterekler, eski çalışma imecelerinin işlevsiz kalıntısı olarak görülebilse de,
neoliberalizmin aşırılıklarından kaygı duyan ve/veya komünal ilişkilerin gündelik yaşamın
yeniden üretimi açısından avantajlarının farkında olan çok çeşitli sosyal demokrat güçlerin,
müştereklere yönelik artan miktarda bir ilgisi söz konusudur. Bu bağlamda, müşterek/ler,
devlet ve piyasanın ötesinde ve bunlara denk bir olası ‘üçüncü’ alan olarak belirmektedir.
David Bollier ve Burns Weston tarafından, ‘yeşil yönetişim’ tartışmalarında formüle edildiği
üzere:
“genel amaç, otoriteyi yeni baştan gruplandırmak ve yeni, daha faydalı yollardan konfigüre etmek
için, neoliberal devletin/piyasanın, müştereklerle birlikte bir “üçlü iktidar” şeklinde
(devlet/piyasa/müşterekler) yeniden kavramsallaştırılması olmalıdır. Devlet, temsili hükümet ve
kamu mülklerinin idaresi görevlerine devam edecektir, tıpkı özel işletmenin piyasa sektöründe
satılabilir mal ve hizmetler üretmek amacıyla sermaye sahibi olmaya devam edecek olması gibi
(Bollier ve Weston, 2012, s. 350).”
Aynı şekilde, çok çeşitli gruplar, örgütler ve teorisyenler, bugün müştereklere bir güvenlik,
toplumsallık ve ekonomik güç kaynağı olarak bakmaktadır. Bunlar, ‘ortaklaşmanın’ onlara
daha iyi satın alma koşulları getireceğine inanan tüketici gruplarının yanı sıra evlerini satın
almakla birlikte, güvenliği ve sağlanan mekânlar ve faaliyetler bakımından geniş bir olanaklar
aralığını da garanti eden bir topluluk bulma arayışında olan ev alıcılarını içermektedir.
Kaynağı belli taze gıda arzusunun büyüdüğü günümüzde birçok kent bostanı da bu kategoriye
girmektedir. Bunların tümü kuşkusuz meşru arzulara hitap eden oluşumlardır. Ancak bu gibi
inisiyatiflerin sınırı ve tehlikesi, müştereklerin bizler için ifade e普椠iği prensibin aksine
‘ötekinden’ korunma sağlayan, sıklıkla girişe tabi topluluklar üreten, üyelerinin homojenliği
temelinde inşa edilen müşterekler ile, kolaylıkla yeni bir çitleme formu yaratabilecek
olmalarındadır.
Müşterekleri yeniden tanımlamak
O zaman ‘antikapitalist müşterek’ tanımını neye göre yapacağız? Tartıştığımız örneklerin
aksine, bizim inşa etmek istediğimiz müşterekler, toplumsal ilişkilerimizi dönüştürmeyi ve
kapitalizme alternatifler yaratmayı hedeflemektedir. Yalnızca sosyal hizmetler sağlama veya
neoliberalizmin yıkıcı etkilerine karşı tampon oluşturma amacında değildirler ve kaynakların
komünal yönetiminden çok çok daha öte bir şeydirler. Özetle, kapitalizme insan yüzlü geçiş
yolları değildirler. Müşterekler ya eşitlikçi ve işbirliğine dayalı bir toplumun oluşumunun yolu
olurlar ya da onlara ulaşabilecek ve dolayısıyla çevrelendikleri sefaleti daha kolay göz ardı
edebilecek olanlar için güvenli alanlar yaratarak toplumsal bölünmeleri derinleştirme riski
yaratırlar.
O zaman antikapitalist müşterekler, hem yeniden üretimimizin koşulları üzerindeki kontrolü
geri alabileceğimiz otonom alanlar olarak hem de çitleme süreçlerine karşı çıkmanın ve
hayatlarımızı aşama aşama piyasa ve devle普椠en kurtarmanın zeminleri olarak anlaşılmalıdır.
8/12
Dolayısıyla, Ostrom Ekolünün savunduğu, müştereklerin kamu ve özel sektör ile bir ‘bir arada
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Dolayısıyla, Ostrom Ekolünün savunduğu, müştereklerin kamu ve özel sektör ile bir ‘bir arada
varoluş’ ilişkisi içinde olduğu tahayyülden farklıdırlar. İdeal olarak, Marksist ve anarşistlerin
arzuladığı ancak gerçekleştirme konusunda başarısız olduğu bir vizyonu
somutlaştırmaktadırlar: ‘özgür üreticiler birlikleri’nden oluşan, kendi kendini yöneten ve
yalnızca soyut bir eşitlik temin etmek için değil, halkların gereksinimlerini ve arzularını tatmin
etmek için de örgütlenmiş bir toplum vizyonu. Bugün bu dünyanın yalnızca kesitlerini
görmekteyiz (tıpkı geç Ortaçağ Avrupa’sında kapitalizmin yalnızca kesitlerini gördüğümüz
gibi) ancak inşa e普椠iğimiz müştereklerin, sermaye ve devlet karşısında daha fazla güç
kazanmamıza yardımcı olması ve artık rekabet prensibine değil kolektif dayanışma prensibine
dayanan yeni bir üretim tarzına dair tasarımlar vermesi gerektiği, kesin.
Bu hedefe nasıl ulaşılacak? Birkaç genel kriterle, sermaye ilişkilerinin hâkim olduğu bir
dünyada yara普椠ığımız müşterek/lerin zorunlu olarak geçici formlar olacağını akılda tutarak, bu
soruya yanıt verilmeye başlanabilir.
1. Müşterekler verilmez, üretilirler. Müştereklerin her yanımızda mevcut olduğunu –
soluduğumuz hava ve konuştuğumuz diller paylaşılan varlıkların en önemli örnekleridirler
– söylesek de, yaşamlarımızın üretiminde yalnızca işbirliği üzerinden bunları üretebiliriz.
Çünkü müşterekler temel olarak maddi şeyler değil toplumsal ilişkilerdir, yapıcı/kurucu
toplumsal pratiklerdir. Bu yüzden bazıları, tam da bu politik projenin ilişkisel karakterinin
altınız çizmek için, ‘ortaklaşmadan’ veya ‘müşterek’ten söz etmeyi tercih ederler
(Linebaugh, 2008). Fakat, müşterekler yaşamlarımızın yeniden üretimini güvence altına
almalıdır. İnternet gibi ‘maddi olmayan’ müştereklere özel bir bağlılık, bunu
sağlamayacaktır. Su sistemleri, topraklar, plajlar ve yanı sıra çeşitli kentsel mekân formları,
ayakta kalabilmemiz için vazgeçilmezdirler. Burada da geçerli olan yeniden üretim işinin ve
yeniden üretimin ilgili olduğu koşulların kolektif doğasıdır.
2. Yeniden üretimimizi güvence altına almak için ‘müşterekler’, paylaşımlı doğal veya
toplumsal kaynaklar formundaki bir ‘ortak varlıkla’ ilgili olmalıdır: hepsi de ticari olmayan
amaçlarla kullanılacak olan topraklar, ormanlar, sular, kentsel mekânlar, bilgi ve iletişim
sistemleri. Müşterek kavramını sık sık zaman içinde kendimizin saymaya başladığımız,
sosyal haklar, sağlık hizmeti sistemleri, eğitim gibi çeşitli ‘kamu malları’nı ifade etmek
kullanıyoruz. Ancak müşterek ile kamu arasında kritik bir fark bulunmaktadır. İkincisi
devlet tarafından idare edilir ve bizim denetimimizde değildir. Bu demek değildir ki kamu
mallarının savunulması ile ilgilenmeyelim. Kamu geçmiş emeğimizin çoğunun depolandığı
yerdir ve özel şirketlerin bunu ele geçirmemesi bizim çıkarımızadır. Ancak antikapitalist
müşterekler mücadelesi açısından, bu ayrımı gözden kaçırmamak kritik önemdedir.
3. Bugün yüz yüze olduğumuz zorluklardan biri, kamuya dair mücadeleleri müştereklerin
inşası için olanlarla birbirine bağlama, böylece birbirlerini güçlendirmelerini sağlama
konusundadır. Bu yalnızca ideolojik bir zorunluluktan öte bir şeydir. Tekrar edelim: ‘kamu’
dediğimiz şey esasen bizim üretmiş olduğumuz ve geri kazanmamızın gerektiği refahtır.
Ayrıca açıktır ki kamu işçilerinin mücadeleleri ‘topluluğun’ desteği olmaksızın başarıya
ulaşamaz. Aynı zamanda, deneyimleri yeniden üretimimizi yeni baştan inşa etmemize,
örneğin iyi sağlık hizmetinin ne olduğuna, ne tür bilgilere ihtiyacımızın olduğuna ve
benzeri şeylere karar vermemize yardımcı olabilir. Yine de, kamu ile müşterekler arasındaki
ayrımı göz önünde tutmak çok önemlidir çünkü kamu, bizim denetleyemeyeceğimiz bir
özel ekonomik ve sosyal ilişkiler alanının mevcudiyetini var sayan bir devlet kuruluşudur.
4. Müşterekler komünallik gerektirir. Bu komünallik herhangi bir ayrıcalıklı kimlik temelinde
belirlenmemeli, müşterekleri yeniden üretmek ve onlardan alınanı yeniden üretmek için
yapılan bakım işi temel alınarak belirlenmelidir. Müşterekler aslında haklar kadar
yükümlülükler de getirmektedir. Dolayısıyla, prensip, müştereğe ait olanların
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
9/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
yükümlülükler de getirmektedir. Dolayısıyla, prensip, müştereğe ait olanların
sürdürülmesine katkıda bulunulması olmalıdır: bu yüzden (gördüğümüz üzere) bir
‘küresel müşterekler’den söz edilemez. Çünkü bu, bugün var olmayan ve belki de olası veya
arzu edilir olduğunu düşünmediğimiz için asla var olmayacak olan küresel bir
kolektivitenin mevcudiyetini varsayar. Dolayısıyla, ‘Topluluk Yoksa Müşterek de Olmaz’
derken, belirli bir müştereğin vücuda getirildiği ve sürdürüldüğü ilişkilerin üretiminde
belirli bir topluluğun nasıl yaratıldığı var aklımızda.
5. Müşterekler, paylaştığımız refahın nasıl kullanılacağı ve korunacağının şartlarını belirleyen
düzenlemeler, eşit erişimli yönetim prensipleri, verilen ile alınan arasında karşılıklılık,
kolektif karar alma ve sınanmış becerilerden kaynaklanan ve gerçekleştirilecek görevlere
bağlı olarak farklı özneler arasında sürekli olarak el değiştiren aşağıdan yukarıya iktidar
gerektirirler.
6. (Yeniden) üretim yollarına eşit erişim ve eşitlikçi karar alma müştereklerin temeli olmalı.
Bu vurgulanmak durumunda çünkü müşterekler tarihsel olarak eşitlikçi ilişkilerin pek de
örneği olmamışlardır. Tersine, kadınları komünalizm konusunda kuşkucu hale getirecek
şekilde, sıklıkla patriarkal bir yoldan örgütlenmişlerdir. Bugün de birçok mevcut müşterek,
çoğunlukla cinsiyet temelinde, ayrımcıdır. Afrika’da kullanılabilir topraklar azaldıkça,
kabileden olmayan insanların erişimini yasaklayan yeni kurallar devreye sokuluyor. Fakat
bu durumlarda eşitlikçi olmayan ilişkiler müştereklerin sonu demek, çünkü eşitsizlikler,
kıskançlıklar ve bölünmeler yaratarak bazı ortakçıları çitlemelerle işbirliğine gitme
konusunda cezbediyorlar.
Sonuç
Sonuç olarak, müşterekler, yalnızca üre普椠iğimiz kaynakları eşitlikçi bir tarzda paylaştığımız
yollar değil, aynı zamanda, kolektif özneler yaratma, yaşamlarımızın her alanında ortak
çıkarların geliştirilmesi kararlılığıdır. Antikapitalist müşterekler, kapitalist olmayan bir dünya
inşa etme mücadelesinin son noktası değil yoludurlar. Yeniden üretimimizi komünal bir tarzda
örgütlemediğimiz, ve yalnızca toplantı ve gösterilerin mekân ve zamanını paylaşmakla
kalmayıp, farklı ihtiyaçlarımız ve imkânlarımız temelinde tüm dışlama veya hiyerarşikleştirme
prensiplerini reddederek örgütlenip yaşamlarımızı da müştereğe katmadığımız müddetçe,
hiçbir mücadele dünyayı değiştirme konusunda başarılı olamaz.
Son notlar:
1 Kadınların işbirliğine dayalı yeniden üretim formlarının inşasındaki rolüne genel bir bakış
için bkz. Federici (2010). Ayrıca bkz. Shiva (1989, 2005) ve Bennholdt‑Thomsen ve Mies (1999).
Referanslar
de Angelis M. The Beginning of History: Value Struggles and Global Capital. London: Pluto
Press; 2007. Bennholdt‑Thomsen V., Mies M. The Subsistence Perspective. London: Zed Books; 1999.
Bieto D. From Mutual Aid to the Welfare State: Fraternal Societies and Social Services, 1890–
1967. Chapel Hill, NC: University of North Carolina Press; 2000. Bollier D., Helfrich S. The Wealth of the Commons: a World Beyond Market and State.
Amherst, MA: Levellers Press; 2012. Bollier D., Weston B. H. Green governance: ecological survival, human rights and the law of the
commons. In: Bollier D., Helfrich S., editors. The Wealth of the Commons: a World Beyond
Market and State. Amherst, MA: Levellers Press; 2012. p. 343‑352. Caffen慭牯is G. The making of the knowledge commons: from lobsters to universities. St.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
10/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Caffen慭牯is G. The making of the knowledge commons: from lobsters to universities. St.
Anthony‘s International Review 2012;8(1):25‑42. Dalla Costa M., Monica C. Nostra Madre Oceano. Questioni e lo普椠a dei movemento dei
pescatoi. Rome: DeriveApprodi; 2005. Dowling E. The Big Society, Part 2: Social Value, Measure and the Public Services Act. 2012.
New Left Project, erişim:
h普椠p://www.newleftproject.org/index.php/site/article_comments/the_big_society_part_2_social
_value_measure_and_the_public_services_act
(h普椠p://www.newleftproject.org/index.php/site/article_comments/the_big_society_part_2_social
_value_measure_and_the_public_services_act) (Ağustos 2012). Federici S. Uses of a Whirlwind: Movement, Movements, and Contemporary Radical Currents
in the United States. Oakland, CA: AK Press; 2010. Feminism and the politics of the commons
in an era of primitive accumulation. Edited by the Team Colors Collective. Fisher J. Out of the Shadows. Women, Resistance and Politics in South America. London: Latin
America Bureau; 1993. Gutiérrez Aguilar R. Los Ritmos del Pachakuti. Levantamiento y Movilización en Bolivia
(2000–2005). México, DF: Sísifo Ediciones; 2009. Isla A. Who pays for the Kyoto Protocol? In: Salleh A., editor. Eco‑Sufficiency & Global Justice:
Women Write Political Economy. London: Pluto Press; 2009. Linebaugh P. The Magna Carta Manifesto: Liberties and Commons for All. Berkeley:
University of California Press; 2008.
Linebaugh P. Enclosures from the bo普椠om up. In: Bollier D., Helfrich S., editors. The Wealth of
the Commons: A World Beyond Market and State. Amherst, MA: Leveller Press; 2012. p. 114‑
124.
Marx K. Capital. Vol. I. New York: International Publishers; 1967. Midnight Notes Collective. The New Enclosures. Boston: Midnight Notes; 1990. Naturenet,. Common land. erişim at: h普椠p://www.naturenet.net (h普椠p://www.naturenet.net) (13
Ağustos 2012). Ne普椠ing R. Balancing on an Alp: Ecological Change and Continuity in a Swiss Mountain
Village. Cambridge: Cambridge University Press; 1981. Rauber I. 2002. Mujeres Piqueteras: El Caso de Argentina. Fenneke Reusoo, ed., pp. 107–123. Shiva V. Staying Alive. Women, Ecology and Development. London: Zed Books; 1989. Shiva V. Earth Democracy. Boston: South End Press; 2005. The Economist. Elinor Ostrom, defender of the commons, died on June 12th, aged 78. 2012.
erişim: h普椠p://www.economist.com/node/21557717 (h普椠p://www.economist.com/node/21557717)
(3 Nisan 2013). Woodward C. The Lobster Coast: Rebels, Rusticators, and the Struggle for a Forgo普椠en Frontier.
New York: Penguin Books; 2004. World Bank. World Bank Publications and Research is now Easier to Access, Reuse. News and
Broadcast. 2012. erişim: h普椠p://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/NEWS/0
(h普椠p://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/NEWS/0),,contentMDK:23164771~pagePK:642
57043~piPK:437376~theSitePK:4607,00.html (3 Nisan 2013). Zibechi R. Territories in Resistance: A Cartography of Latin American Social Movements.
Oakland: AK Press; 2012.
Etiketler:
Antikapitalist mücadele,
Çitleme,
Bakım emeği,
Bakım işi,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
11/12
26.03.2016
Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri
Bakım işi,
Emek,
Feminizm,
George Caffen慭牯is,
Müşterekler,
Midnight Notes Collective,
Otonom,
Silvia Federici,
Yeniden Üretim
“Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde
müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici”
üzerine 2 yorum
umut dedi ki:
19 Mayıs 2015, 08:55 | Düzenle
Reblogged this on umutyasarozgen.
 Cevapla
Geri bildirim: Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – G. Caffen慭牯is ve S.
Federici | YazınSol | Düzenle
WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizme­karsi­ve­kapitalizmin­otesinde­musterekler­george­caffentzis­ve­silvia­federici/
12/12
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 12 Mart 201612 Mart 2016
4,389 Words
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden
Üretim – Sue Ferguson ve David McNally
Toplumsal hareketler veya işyeri harici mücadeleler sınıf mücadeleleridir. Yani, kendileri potansiyel
olarak özünde antikapitalis│irler, tıpkı bir işyeri mücadelesinin en başta daima antikapitalist olması
gibi. Ve aletleri yakıp yıkmak bir kapitalist kalbi nasıl tekletebiliyorsa, insan yaşamının ayrımcı
şekilde aşağılanmasına son verilmesini, geçim araçlarına tam ve komünal erişimi, kendi insan
bedenlerimizin denetimini talep eden bir hareket de tekletebilir. Tek başına hiçbir hareket veya işyeri
mücadelesi elbe│e kapitalist kalbi tamamen durdurmayacaktır. Ancak her bir teklemenin, potansiyel
olarak nabzını zayıflatarak gövde üzerinde bir etkisi olur. Bu yüzden toplumsal yeniden üretim
yaklaşımının politik önemi, birçok cephede ama açık bir antikapitalist yönelimle mücadele etmenin
önemini gösterme kapasitesinde yatmaktadır.
31 Ekim 2015, ViewPoint Magazine (h│ps://viewpointmag.com/2015/10/31/social‑reproduction‑
beyond‑intersectionality‑an‑interview‑with‑sue‑ferguson‑and‑david‑mcnally/)
Viewpoint: Toplumsal yeniden üretim kavramının kendisinden başlayabilir miyiz? Yakın
tarihte Lise Vogel’in 1983 tarihli klasik çalışması Marksizm ve Kadınların Ezilmişliği’nin
yeniden basımına yazdığınız önsözde, Vogel’in Marksist feminist düşünceye ayırt edici
katkısının, onun “işgücünün olanaklılığının koşulları”nı veya işgücünün biyolojik, toplumsal
ve kuşaklar boyu yeniden üretilme tarzını araştırması olduğunu söylüyorsunuz. Bu önemli
noktadan kalkarak, ücretli emeğin ve sınıf oluşumu süreçlerinin, üretimin dışındaki kesintisiz
mevcudiyeti için gerekli olan faaliyetlerin ve ilişkilerin iç bağlantılarının izini sürebilmek
mümkün hale geliyor. Size göre toplumsal yeniden üretim Marksist sınıf analizi kategorilerini
nasıl dönüştürüyor? Teorik ve politik önemi nedir?
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
1/8
David McNally ve Sue Ferguson: İlk olarak kategori dönüşümü meselesini ele alalım.
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
David McNally ve Sue Ferguson: İlk olarak kategori dönüşümü meselesini ele alalım.
Sorunuzun da işaret e│iği üzere, toplumsal yeniden üretim yaklaşımı, işgücüne dair
anlayışımızı dönüştürüyor. Geleneksel Marksist analizlerde, işgücü kendiliğinden var olan,
verili bir kapitalist üretim faktörü olarak varsayılır. En iyi ihtimalle doğal, biyolojik olarak
belirlenen, rejeneratif süreçlerin ürünü olarak anlaşılır. İşgücünü toplumsallaştırırken – onun
tarihe, topluma ve kültüre eklemlenmesini ortaya çıkarırken – toplumsal yeniden üretim
feminizminin yaptığı şey, ilk olarak, işgücünün kendiliğinden mevcut olduğunun
varsayılamayacağını; işgücünün, doğrudan emek/sermaye ilişkisinin ötesinde, özel alan
denilen alanda var olan belirli bir cinsiyetlendirilmiş ve cinselleştirilmiş toplumsal ilişkiler
kümesi içinde ve bu ilişkiler kümesi üzerinden yeniden üretimi ile sermayenin kullanımına
sunulduğunu ortaya koymaktır. Aynı zamanda, toplumsal yeniden üretimimizin tüm yönlerini
– birikim açısından temel olan, ama aynı zamanda ona ayak bağı da olan (çünkü sermaye bunu
ücretler, sosyal haklar ve vergiler üzerinden dolaylı olarak öder) insan ihtiyaçlarını tatmin
etme ve yaşama arayışımızı – belirleyerek, işgücünün sermayeye açısından çelişkili
pozisyonuna dair anlayışımızı da keskinleştirir.
Toplumsal yeniden üretim feministlerinin ilk kuşağının temel görüşleri bunlar. Ama daha yakın
tarihli çalışmaların gösterdiği üzere, bu yaklaşım aynı zamanda işgücünün kendisinin de daha
karmaşık, farklılaşmış bir kategori olduğunu ortaya koyuyor. Toplumsal yeniden üretim
ilişkilerine bakıldığında, kapitalist değer elde etme sürecinin eşitleyici etkilerine rağmen, tüm
işgücünün aynı olmadığı ortaya çıkıyor. Belirli işçiler, giderek de artan bir şekilde, ağırlaşan
ezilmişliğe diğerlerinden daha açık hale geliyorlar. Bunun sebebi kapitalist birikim yasalarının
işleyiş tarzındaki bir fark değil; işgücünün toplumsal yeniden üretimine işyerinin ötesindeki
ezme ilişkilerinin aracılık ediyor olması ve bunu, sadece işçilerin sermayenin kapısına
ulaşmasını temin ederek değil, değişen derecelerde aşağılama ve gayri insani muamelede
cisimleştirerek yapması.
Bu bizi ikinci sorunuza getiriyor, toplumsal yeniden üretim yaklaşımının teorik önemine. Bir
yanda kendimizi yeniden üretmek için yaptığımız ücretsiz iş ile diğer yanda ücretli işin birbiri
ile bağlantısını açıklarken, toplumsal yeniden üretim feminizmi bize, toplumsal bütünlüğün
karmaşık bir şekilde farklılaşmış ama yine de birleşik bir anlayışını sunar. Marksizm’e merkezi
teorik katkısı budur. İkili sistem analizinden kesişimselliğe dönüşle birlikte, radikal toplumsal
teorisyenler, bize karmakarışık deneyimsel dünyanın ikna edici bir görüntüsünü sundular ve
birkaçını saymak gerekirse partiyarkal, ırklandırılmış ve yerleşimci sömürgeci ilişkileri
sürdüren temel toplumsal, politik, ekonomik ve psikolojik dinamikleri belirlediler. Ve en iyi
kesişimsellik değerlendirmeleri, haklı bir şekilde, belirli herhangi bir ezme ilişkileri kümesini
diğerlerinden izole etmenin mümkün olduğunda ısrar e│i. Yine de, örneğin
heteroseksüelleştirilmiş ilişkilerin patriyarkal ilişkilerle nasıl ve neden kesiştiğinin (zaman
içinde uyum sağlayacak şekilde biçim değiştirmesine rağmen – örneğin eşcinsel evlilik – aile,
neden heteronormatifliğin ve patriyarkanın her zaman değilse de rutin bir şekilde onaylandığı
bir özel kurum olmaya devam ediyor) anlaşılır bir açıklamasını getirmiş değiller. Bunun,
kesişimsel feminizmin toplumsal bütünlüğü, birbirinden ayrı toplumsal ilişkilerin, içinde ve
dolayımıyla kesiştiği genel süreçleri veya dinamikleri eksikli teorize etmesiyle bir alakası var.
Bu dinamik ya hiç teorize edilmiyor ya da nört ve iktidar ilişkilerinden muaf sayılıyor. Ve
bunun anlamı elbe│e, birbirinden ayrı ezilmişliklerin bir arada var olduğunu iddia etmelerine
rağmen, aslında bu ezilmişliklerin, ontolojik olarak, mekanda birbirinden ayrı, çapraz kesişen
veya geçişimli sistemler olarak ele alınması demek oluyor.
Toplumsal yeniden üretim yaklaşımı, öte yandan, kapitalist bir bütünlük de varsayıyor.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
2/8
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
Toplumsal yeniden üretim yaklaşımı, öte yandan, kapitalist bir bütünlük de varsayıyor.
Kapitalist bir toplumsal bütün, ilk olarak, işçilerin (ki bununla kendilerini ve dünyayı yeniden
üretmek için çalışan tüm insanları, diğer bir deyişle toplumsal yeniden üretimcileri
kastediyoruz) kendi geçimlerinden (veya toplumsal yeniden üretimlerinden) ayrılması ile
tanımlanıyor. Bu, kapitalizmde çıplak bir gerçektir ve bu itibarla, – en başta emek/sermaye
ilişkisinde, ama aynı zamanda işyerinin ötesindeki cinsiyetlendirilmiş, ırklandırılmış,
heteroseksüelleştirilmiş vb. ilişkilerimiz dahilinde de – olanaklı olanı esaslı bir biçimde
şekillendirmektedir.
Kapitalist belirlenimden söz etmek Marksist tutuculuğa geri dönüş gibi gelebilir ancak bu
belirlenim nosyonunda mekanik olarak nedensel bir şey yok. Patriyarka ve ırkçılık, bu bakış
açısına göre, sermayenin ihtiyaçları açısından doğrudan işlevsel görülmez; sermaye onları var
e│iği için ortaya çıkmazlar. Daha ziyade, belirli olanaklılıkların kendisi – örneğin kadınların
işgücüne katılım veya kürtaja erişme derecesi – mücadele üzerinden değiştirilse bile, neyin
olanaklı olduğunun sınırlarını belirlemesi anlamında, kapitalistin biriktirme zorunluluğudur
belirleyici olan.
Bu hesaplama ile, toplumsal olarak kendimizi yeniden üre│iğimiz ilişkiler epeyce değişiklik
gösterebilir. Ve insanlar sürekli olarak bu ilişkileri kendi ihtiyaçlarına en uygun gelecek şekilde
değiştirebilir ve değiştirirler ve aslında, kapitalizmin işgücü ihtiyaçlarına ayak bağı da
olabilirler. İnsanlar, örneğin çocuksuz ilişkiler de dahil, her türden ilişki içinde yaşamayı tercih
edebilirler. Erkekler, kadınlar ve translar ev işini ve çocuk bakımını eşit şekilde paylaşabilirler.
Diğer başkaları hiç satmayacakları resimler çizerek, gökyüzüne bakarak veya ırkçılıkla
sokaklarda mücadele ederek zaman geçirmeyi seçebilir. Bunların hiçbiri kapitalizm için
işlevsel değildir ve tümü de sermaye için işgücünü yeniden üretmenin önüne insan
ihtiyaçlarını koyarlar. Ama, belirli ezme ilişkisi biçimleri, işgücünü sermayenin kapısına
getirme vazifesini (engellemek yerine) yerine getirdiği sürece, ırkçılığı, cinsiyetçiliği ve diğer
ezilmişlikleri idame e│iren ve insanların alternatif insan ilişkileri kurma cesaretini kıran
kuvvetli güçler (ister devlet, isterse sivil toplum veya sermaye kurumları ve uygulamaları
olsun) olacaktır. Sonuç olarak, insanların işyerinin ötesinde kendi yaşamları üzerindeki
kontrolü ele alabilmelerinin, örneğin kadınların ücretli işlerinin ve yeniden üretim işlerinin
koşulları ile bedenlerinin denetimini ele alabilmesinin, veya ırklandırılmış insanların
topluluklarındaki barınma, çocuk bakımı ve gıda dağıtımının kontrolünü ele alabilmesinin
derecesi, kapitalizm içinde, sınırlı olacaktır. Farklı bir şekilde koyarsak, baskıcı uygulamaların
ve kurumların kapitalizmde kendiliğinden yok olmamasının ve kapitalizm sürdüğü müddetçe
mücadele konusu olarak kalacak olmalarının bir sebebi var.
Ve bu bizi son soruya getiriyor, toplumsal yeniden üretimin politik önemi sorusuna.
Kapitalizmin yeniden üretiminin doğrudan emek/sermaye ilişkisinden, “ekonomik”
değiştokuşlardan ve hareket yasalarından daha fazlasını gerektirdiğini, aslında ciddi derece
farklı cinsiyetlendirilmiş, cinselleştirilmiş, ırklandırılmış insan varlıklarınca sürdürülen
karmakarışık, kompleks yaşanan ilişkiler kümesine dayandığını kabul edelim. Durum buysa,
ırklandırılmış, cinselleştirilmiş, cinsiyetlendirilmiş bedenlerin, uygulamaların ve kurumların
önemli olduğunu da fark etmemiz gerekir: ırkçılık ve cinsiyetçilik, bir şekilde kapitalizmin
“gerçek” veya “ideal” işleyişinden ayrı sayılabilecek tarihsel sapmalar değildir. Aksine, buna
gerçekten ve aktif bir şekilde olanak sağlamaları bakımından, gerçek sermaye mülksüzleştirme
ve birikim süreçlerinin bütünsel bir parçası ve belirleyicisidirler. Aynı akıl yürütme ile,
ırkçılığa, cinsiyetçiliğe veya işgücünün toplumsal yeniden üretimini etkileyen herhangi bir
ezme‑ezilme ilişkisine karşı mücadele etmek, sermayenin yeniden üretimine çomak sokabilir.
Bu anlamda “hareket” veya işyeri harici mücadeleler, sınıf mücadeleleridir. Yani, kendileri
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
3/8
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
Bu anlamda “hareket” veya işyeri harici mücadeleler, sınıf mücadeleleridir. Yani, kendileri
potansiyel olarak özünde antikapitalis│irler, tıpkı bir işyeri mücadelesinin başlangıç olarak
daima antikapitalist olması gibi. Ve aletleri yakıp yıkmak kapitalist kalbi nasıl tekletebilirse,
insan yaşamının ayrımcı şekilde aşağılanmasına son verilmesini, geçim araçlarına tam ve
komünal erişimi, kendi insan bedenlerimizin denetimini talep eden bir hareket de tekletebilir.
Tek başına hiçbir hareket veya işyeri mücadelesi elbe│e kapitalist kalbi tamamen
durdurmayacaktır. Ancak her bir teklemenin, potansiyel olarak nabzını zayıflatarak gövde
üzerinde bir etkisi olur. Bu yüzden toplumsal yeniden üretim yaklaşımının politik önemi,
birçok cephede ama açık bir antikapitalist yönelimle mücadele etmenin önemini gösterme
kapasitesinde yatmaktadır.
VP: Socialist Register’ın son sayısındaki yazınızda, toplumsal yeniden üretim ile göçmen emeği
arasındaki bağlantıya, özellikle de Kuzey Amerika bağlamında odaklanıyorsunuz. Bugün göç
ve göçmenlik Avrupa’daki Marksist düşünürler tarafından kapsamlı şekilde ele alınıyor ancak
ABD, Kanada ve Meksika’da göçmen emeğini geniş ve çağdaş bir Marksist teori içinde ayrıntılı
bir şekilde inceleyen araştırmalara Avrupa’ya nazaran çok az ilgi var. Elbe│e istisnalar var, ilk
akla geleni Rosemary Hennessy’nin son kitabı ama genel olarak, göçmen hakları örgütlerinin
politikası Marksist veya sosyalist bir dil üzerine kurulu değil. Yazınızı, örneğin göç ve
ırklandırma süreçlerini sınıf ve toplumsal cinsiyet analizinden ayrılamaz görme bakımından,
bu daha geniş projeye bir katkı olarak görüyor musunuz?
DM ve SF: Sorunuzun kısa yanıtı evet. Marksist bir toplumsal yeniden üretim teorisi,
işgücünün oluşumunun merkezindeki çelişkiyi açmamıza ve incelememize yardımcı olur.
Nihayetinde kapitalizm emeği homojenleştirme ve biri diğeri ile değiştirilebilir hale getirme
eğilimine sahiptir. Aynı zamanda, pazarda sermaye tarafından satın alınmayı bekleyen, işgücü
denilen ayrı bir meta da yoktur. Bundan ziyade, Marx’ın zekice ifadesi ile, işgücünün
“taşıyıcısı” olan somut insanlar vardır. Sonuç olarak, soyut emek kapasitesi somut insanlara
bağlıdır. Ve bu insanlar, farklılaştırılmış yerlerde ve mekanlarda gerçekten vardırlar.
İşgücünün gerçek toplumsal ilişkiler içinde üretilmesi ve yeniden üretilmesi nasıl gerekiyorsa,
bu ilişkiler de somut mekan ve zamanda var olmaktadırlar. Ancak – ki bu sistemin bir başka
eğilimidir – sermayenin mekanları ırk ve imparatorluk rejimlerine göre farklılaşmıştır.
Bunların tümü işgücünün canlı “taşıyıcılarının” göreceği gerçek muameleyi ciddi şekilde
etkilemektedir, özellikle de ırksal olarak eziliyorlar veya kapitalist birikimin temel alanlarının
dışındakiler olarak konumlandırılıyorsa.
Radikal politik ekonominin çoğunda, tıpkı gayrimenkul veya yatırım malları gibi kendi
pazarlarına sahip bir meta olarak “emek” fikrine fit olmaya meyilli bir ekonomist darlık söz
konusu. Toplumsal yeniden üretim teorisi, Marx’ın işgücünün insan taşıyıcıları konusundaki
anlayışını öne sürerek ve ardından da bunların üretiminin ve yeniden üretiminin koşulları
hakkında sorular sorarak, tüm bunları demistifiye eder. Ve bu yeniden üretimin somut
mecralarını teorize etmek, yalnızca ilk toplumsal yeniden üretim teorisinin temel görüşü olan
ev ve topluluk pratiklerine değil, aynı zamanda bu evlerin ve toplulukların, ulus devletler
dahilindeki ve arasındaki ırklandırılmış bir toplumsal hiyerarşi içindeki toplumsal‑coğrafi
konumuna da bakmayı gerektirir.
Ve burada göçe dair sorular öne çıkar. Her şeyin ötesinde, işgücü bugün ciddi şekilde
kapitalist üretim ve birikimin çekirdek alanlarının dışındaki düşük ücret mecralarında yeniden
üretilmektedir. Kimi durumlarda sermaye, üretim, dağıtım ve bilgi ağları kurmak için
işgücünün ucuz olduğu alanlara göçebilmektedir. Ama işin mekansal olarak hareketsiz olduğu
durumlarda – örneğin tarım işletmeleri, Küresel Güney’deki varsıl aileler için çocuk bakımı
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
4/8
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
durumlarda – örneğin tarım işletmeleri, Küresel Güney’deki varsıl aileler için çocuk bakımı
veya bu aynı alanlardaki inşaat, restoran ve otel hizmetleri işi söz konusu olduğunda – ucuz
işgücünün (ve bunun insan taşıyıcılarının) bu işin doğrudan gerekli olduğu yere getirilmesi
gerekir. Ancak işgücünün insan taşıyıcıları genellikle çaresiz olduğundan, tam yasal ve siyasi
haklar ve üyelikler sunulmaksızın getirilebilirler. Bu, birçok göçmen işçinin taşıdığı
farklılaşmış statüleri ve bunlarla birlikte gelen artan güvencesizliği, aşağılamayı ve baskıyı
doğurur.
Elbe│e birçok yorumcu geçici işçi rejimlerine ve bunların neden olduğu esaret biçimlerine dair
zengin açıklamalar sundular. Bu çalışmaların çoğu son derece değerli. Ama Marksist bir
toplumsal yeniden üretim yaklaşımının, göçmen emeğini, geç kapitalizmdeki rolünü ve
özellikle de cinsiyetledirilmiş ve ırklandırılmış boyutlarıyla sınıf oluşumlarının içerdiği çok
boyutluluğu daha iyi açıklayacak şekillerde teorize edebileceğine inanıyoruz. Bir örnek vermek
gerekirse, evdeki yeniden üretim ile maaşlı işlerin mekansal ayrımını ele alabiliriz.
Bunu hakkınca teorize etmek için sadece göçmen işçilerin sınırlardan fiziksel geçişine
bakmakla yetinmemeli ve şu anda onların eline bakan ve büyük ihtimalle kapitalist çekirdeğe
göçe hazır küresel yedek emek ordusunun parçasını oluşturacak olan çocukların büyütülmesi
ve eğitimi işinin yanı sıra, ücretlerindeki ters yönde akışa da (anayurda gönderilen işçi
dövizleri şeklinde) bakmalıyız. Toplumsal yeniden üretim analizi, mekansal ve ulusal olarak
ayrılmış ücretli iş ve toplumsal yeniden üretim pratiklerini kompleks ama birleştirici bir
toplumsal süreç içinde vermesinin yanı sıra, bu insan ve ücret akışlarını bağlantılandırma
kapasitesine de sahip. Dolayısıyla göç, sermayenin ve küresel işçi sınıfının yeniden üretiminde
ilgi çekici bir yan unsurdan ziyade merkezî hale geliyor. Ve ırklandırmayı ve farklılaşmış
statüyü anlamlı bir toplumsal cinsiyet ve sınıf analizine böylesine bir inceleme tarzı
bağlayabilir.
VP: Sue Ferguson, sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırkın ilişkisel karakterini spesifik açıdan
kapitalist iktidar ikişkilerinin daha geniş bağlamı içine kavramsal olarak dahil eden bir
yaklaşım olarak Kanada toplumsal yeniden üretim feminizminin yükselişi ve önemi üzerine
yazmıştı. Burada özellikle Studies in Political Economy gibi dergiler ve Hidden in the
Household gibi editörlü etkili koleksiyonlardaki ilk dönem teorisyenlerinden, Stephen Gill ve
Isabella Bakker, David Camfield, Alan Sears gibi daha çağdaş teorisyenlere ve Himani Bannerji
gibi olumlu eleştirmenlere kadar çeşitli çalışmaları düşünebiliriz. Toplumsal yeniden üretim
analizi neden Kanada düşüncesinde bu derece ön planda oldu?
DM ve SF: Avrustralya’dan Kate Davison’un geçtiğimiz yıl Londra Tarihsel Materyalizm
konferansında belir│iği gibi, Kanada’da 1970’ler ve 80’lerde süregiden bir “toplumsal yeniden
üretim partisi” olduğu kesinlikle doğru. Bunun neden başka bir yerde değil de burada olduğu
konusunda yalnızca spekülasyon yapabiliriz. Bir yerden başlamak gerekirse, sosyalist
feminizmin İngilizce konuşulan Kanada’da 1970’lerin başında hakim feminizm haline gelmiş
olması kesinlikle önemli (Quebec’te, sendikalarda ve ulusal sol toplumsal hareketlerde
kaydadeğer kökleri olan solcu bir feminizm tutundu). Meg Luxton ve Heather Jon Maroney,
bunun iki sebebi olduğunu söylüyorlar: (i) toplumsal demokrasinin gücü (ABD’nin aksine,
burada 1930’lardan beri sosyal demokrat bir partinin toplumda ve seçimlerde anlamlı bir varlık
göstermesi), (ii) daha geleneksel bir Marksizm benimsemiş kurumların ve pratiklerin görece
azlığı (komünist partilerin daha büyük bir varlık gösterdiği İngiltere veya Fransa’nın aksine).
Al│a yatan bu koşulların, sosyalist fikirleri ciddiye alan bir entelektüel ve siyasi kültür
oluşmasına ve sürmesine yardımcı olduğuna inanıyorlar.
Kendisini komünist partiden etkilenmiş Marksizm’den ayrıştıran bir grubun üyeleri olarak –
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
5/8
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
Kendisini komünist partiden etkilenmiş Marksizm’den ayrıştıran bir grubun üyeleri olarak –
David 1970 ortalarında, Sue ise 1980 başlarında Enternasyonel Sosyalistlere katıldı – Marksist
feminist çerçevedeki tartışmaların birçoğuna dahil olduk. Lise Volgel’in kitabı Marksizm ve
Kadınların Ezilmişliği ile bu şekilde tanıştık. Vogel’in metnine olan ilgimiz siyasal saflarımızda
yaygın şekilde paylaşılmamasına ve ha│a doğrudan düşmanca karşılanmasına rağmen,
Vogel’in yönelimini birleştirici bir Marksist feminist yaklaşım geliştirme konusunda en
sağlamlardan biri olarak görmeye devam e│ik.
Ancak daha önemli olanı, sosyalist feminizmin hem İngilizce konuşulan Kanada hem de
Quebec’teki sendikalar içinde bir miktar gerçek çekim gücü geliştirme şekli oldu. Bu bakımdan
perakente sektörü ve banka işçileri arasındaki sendikal çalışmalar çok önemliydi, aynen
1970’ler boyunca hemşire ve hastane işçileri grevlerinde olduğu gibi. Bizim faaliyet
yürü│üğümüz Ontario’da, 1978’de ağırlıklı olarak kadın otomobil parçası işçilerinden oluşan
bir grev, sol açısından bir toparlanma noktası haline geldi. Aynı zamanda, “Grevi Destekleyen
Eşler” pankartı altında örgütlenen kadınların kritik, ateşleyici bir rol oynadığı büyük bir nikel
madencileri grevi patlak verdi. Bunu, sendikalaşma oranlarının yüksek olduğu çelik
sektöründe kadınların işe alınmasına yönelik 1980 başlarındaki sendika bazlı bir kampanya
izledi. Tüm bunlar feminist meselelerin sendikalar içinde yankı bulduğu anlamına geliyordu.
Ve bu, toplumsal cinsiyet ezilmişliği ile sınıfsal sömürü arasındaki iç bağlantılar konusunda
ısrar eden sosyalist feministlere gerçek bir kredibilite sağladı. Bu, tüm kompleks çeşitliliği
içinde emek ve sınıf deneyimi ile derdi olan bir feminizmin gelişebileceği bir toplumsal ve
siyasal bağlam sağladı.
Elbe│e bu alanlarda postyapısal söylem temelli feminizmin yükselişini de gördük. Ancak
feminist politik ekonomi, Marksist ve toplumsal yeniden üretim varyantları da dahil, canlılığını
korudu. Üniversitelerde bu alanda yapılan teorik çalışmaların çoğu 1970’ler sonunda çıkmaya
başlayan Studies in Political Economy dergisinde yer buldu. Diğerlerinin yanı sıra Meg Luxton,
Bonnie Fox, Wally Seccombe ve Pat ve Hugh Armstrong gibi feministler, çoğu politik ekonomi
çerçevesindeki erkek bakış açısını ifşa etmeye başladılar. Margaret Benston’ın öncü
çalışmalarından faydalanan bunun gibi sosyalist feminist teorisyenler, ev içi emek
tartışmasının eksiklerini aşacak yollar aradılar. Himani Bannerji’nin de belir│iği üzere, çoğu
zaman yapısalcı bir çerçevede kalmalarına ve ırklandırılmış kadınların deneyimlerini teorize
etmeyi ihmal etmelerine rağmen, toplumsal cinsiyet ve sınıfı materyalist, birleştirici
kavramlarla teorize etmek için çaba gösterdiler. Birçokları postmodernizmin sirenine kulak
vermişken, onlar tüm olanaksızlıklara rağmen, 1980’ler boyunca ve 1990’lara dek toplumsal
yeniden üretime entelektüel bir ilginin sürdürülmesini sağladılar.
VP: İtalyan Marksist feminist düşüncenin Kanada Marksist feminist çevrelerindeki etkisi
neydi? Diğerlerinin yanı sıra Mariarosa Dalla Costa ve Silvia Federici toplumsal yeniden
üretimin teorik bir çerçeve olarak geliştirilmesine ayırt edici katkılar yaptılar. Ayrıca,
çalışmaları ABD’de de epey etki yara│ı. Bu gelenekle doğrudan herhangi bir bağ oldu mu?
DM ve SF: Mariarosa Dalla Costa etkili olduğunu bildiğimiz tek İtalyan Marksist feminist.
Onun çalışmalarından esinlenerek birkaç “Ev İşi için Ücret” kolektifi oluşturuldu, özellikle de
Toronto’da ama bunlar görece marjinal kaldılar ve sendikalarda çalışan sosyalist feministlerin
yaklaşımına asla ciddi bir alternatif teşkil etmediler. Kadınları sendikalı ücretli işe dahil etmek,
onları ev işçileri olarak örgütlemek fikrinden çok daha baskındı. Dalla Costa’nın çalışmaları
eviçi emek tartışmasının parçası olarak değerlendirildi ve bu itibarla yapıcı bir şekilde
eleştirildi. Bugün ise Silvia Federici’nin çalışmaları çok yaygın şekilde okunuyor, ancak bu
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
6/8
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
eleştirildi. Bugün ise Silvia Federici’nin çalışmaları çok yaygın şekilde okunuyor, ancak bu
kısımlarda ev işi için ücret akımı ile bağlantılı olmaktan ziyade çitleme, ilksel birikim ve
kadınların bedeni meselelerindeki görüşleri ve yeniden ele alışı ile.
VP: Sonuç olarak: Teorik analizin daima alandaki toplumsal hareketlerle bağlantılı olduğunu
biliyoruz. Sizi yakın geçmişte ve bugün toplumsal yeniden üretimi ve sınıf oluşumunu
incelemeye iten mücadele alanları nelerdi? Burada söz edebileceğiniz spesifik deneyimler var
mı?
DM ve SF: Deneyimimizin bir kısmı basitçe 1970 ve 80’ler solunun teoride ve pratikte sınıf ve
toplumsal cinsiyeti bütünleştirmek için mücadele verdiği karmaşık yollarla alakalı. İkimiz için
de özellikle önemli olan ise, Ontario’da 1980 ortalarından sonlarına kadar süren kadınların
kürtaj hakkı mücadelelerine dahlimiz oldu. Bu harekete katılmak, gerçekten de kapitalist
toplumların kadınların yeniden üretim özgürlüklerine ne kadar direnç gösterdiğini günyüzüne
çıkarıyor. Ve bu, ikimizin de ilgisini çekmiş olan her türden ilginç teorik ve stratejik sorunun
ortaya atılmasına sebep oluyor. Ama özellikle de politik olarak daha az dogmatik bir Marksist
ortamda (özellikle de New Socialist ağında) çalışmaya başladığımız 1990 ortalarından itibaren,
ırk ve ırksallaştırma ile – ve nihayetinde de cinsellik ve engellilik ile – sınıf ve toplumsal
cinsiyetin temel boyutları olarak çok daha ciddi bir şekilde boğuşma ihtiyacını giderek daha
fazla hisse│ik. Irkçılık karşıtı ve göçmen hakları hareketlerine desteğimiz bu geçmişin önemli
bir parçası elbe│e. Ve sırf modern kapitalist toplumda birden fazla ezilme biçiminin
“kesiştiğini” iddia etmek bize yeterli gelmedi.
Kesişimsellik teorisi önemli sorular ortaya atmasına ve önemli görüşler üretmesine rağmen, bu
çok yönlü ezilmişliklerin neden var olduğunu ve geç kapitalizm içinde neden yeniden
üretildiğini açıklarken ve etkileşimlerini izah ederken debelenmekte. Toplumsal yeniden
üretim teorisi, bütünselci ve birleştirici bir yaklaşıma sahip olduğundan, potansiyel olarak bu
alanlarda bizce daha donanımlı. Ama bu, ilk dönem toplumsal yeniden üretim teorisinin kimi
ciddi eksiklerini aşabilmek için epeyce çalışmayı ve ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı teori ve
pratiğin en iyisinden öğrenmeye gerçek bir adanmışlık gerektiriyor.
Sue, kapitalizmin mekanlarının nasıl her daim ırklandırılmış ve kolonyal olduğunu gösterdiği
birkaç makalesinde kapitalist ve işçi sınıfı yeniden üretiminin mekansal örgütlenmesinin altını
çizerek bu zorlu işe el atmış durumda. Ve en son Socialist Register sayısındaki ortak yazımız,
işçi sınıfının yeniden üretimini, göçün merkezi bir özellik olduğu küresel bir fenomen olarak
ele almak için ulus devlet u㓿unun ötesine keskin bir zorlama yaparak, bunu bir şekilde ileriye
taşıma çabası. Tarihsel materyalistin bu alanlarda çalışması için özellikle heyecan verici ve
zorlayıcı bir dönemde olduğumuzu düşünüyoruz. Ve gerçek toplumsal mücadelelerin canlı
nabzı, bu alanlarda önümüzdeki daha birçok yıl çalışmaları tetiklemeye devam edecek gibi.
Çeviri: Serap Güneş
Etiketler:
Avrupa,
Bakım işi,
Beden politikaları,
Cinsiyet,
Engellilik,
Ev işi,
Eviçi emek,
Feminizm,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
7/8
26.03.2016
Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri
Feminizm,
Grev,
Irk,
Kadın Emeği,
Kadın işçi hareketi,
Kanada,
Kürtaj,
Kürtaj hakkı,
Kürtaj hakkı mücadelesi,
Kesişimsel feminizm,
Kesişimselci feminizm,
Marksist feminizm,
Postmodernizm,
Postyapısalcılık,
Sendika,
Silvia Federici,
Sosyalist feminizm,
Tarihsel materyalizm,
Tarihsel Materyalizm Konferansı,
Toplumsal yeniden üretim,
Toplumsal yeniden üretim feminizmi,
Yapısalcılık,
Yeniden Üretim,
İtalyan marksizmi,
İşçi hareketi,
İşgücü
WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselligin­otesinde­toplumsal­yeniden­uretim­sue­ferguson­ve­david­mcnally/
8/8
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 15 Mart 201626 Mart 2016
5,822 Words
Ne kadar para, o kadar gülümseme –
Dayna Tortorici
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
1/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑
tortorici/2‑4/)
N+1 Magazine (h←5ps://nplusonemag.com/issue‑17/reviews/more‑smiles‑more‑money/)
Geçtiğimiz Kasım ayında sanatçı Martha Rosler, Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) ilk kişisel
sergisini açtı. Meta‑Monumental Garage Sale (h←5ps://www.google.com/search?q=Meta‑
Monumental+Garage+Sale&tbm=isch&imgil=EJ4Hgm_xZjMf3M%253A%253BlaP83sXZfCrRjM
%253Bh←5p%25253A%25252F%25252Fwww.nytimes.com%25252F2012%25252F11%25252F22%2
5252Fgarden%25252Fmoma‑garage‑sale‑as‑performance‑
art.html&source=iu&pf=m&fir=EJ4Hgm_xZjMf3M%253A%252ClaP83sXZfCrRjM%252C_&usg
=__6‑
DkxlZ8evTTmJ93tyHGri1ogew%3D&biw=1920&bih=969&ved=0ahUKEwjjg5Xt08LLAhWDh3I
KHQBEBlwQyjcILw&ei=_vrnVuOMPIOPygOAiJngBQ#imgrc=_) (Meta Anıtsal Garaj Satışı)
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
2/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
KHQBEBlwQyjcILw&ei=_vrnVuOMPIOPygOAiJngBQ#imgrc=_) (Meta Anıtsal Garaj Satışı)
adını verdiği bir enstalasyon ve performans çalışması. Gerçekten de devasa bir garaj satışıydı
bu, tepeleme oyuncak, mobilya, giysi ve mutfak eşyası, raflara ve masalara dizilmişti.
Gösteri, Rosler’ın 1973’te başladığı bir projenin, UC San Diego’da bir mastır öğrencisi olarak
sahnelediği bir performansın devamıydı. 1977’de gösteriyi San Francisco’da Traveling Garage
Sale (Gezici Garaj Satışı) ile yeniledi ve ardından gelen on yıllar boyunca dünya üzerindeki
çeşitli müzelerde Garaj Satışı’nın versiyonlarını düzenledi. Öncülleri gibi Meta‑Monumental
Garage Sale de değer üzerine bir tefekkürdü. Normalden daha fazla “meta” idi, çünkü
MoMA’daydı: rekonstrüksiyon en şık biçimde hazırlanmalıydı, yani sokakta garaj satışı için
reklam/ilan olamazdı (MoMA’ya giren insanlar bir sergi aradıklarını biliyor olmalıydılar,
parasını verdikleri bir sergi) ve sergilenen 14.000 eşya, enstalasyon öncesinde tütsülenmeliydi.
Bu ise oyunun bir kısmını sokak satışının dışına çıkarıyordu. Müzenin hediye mağazasına
yakınlığı düşünüldüğünde, gösteri o bilindik konsept‑sanat tarzında da “meta” idi: bir satıcı
motorsuz bir araba sa←5ı, bir başkası kocaman kredi kartları satın aldı. Hem sergi hem de
hediye mağazası, üzerinde kurumun adı olan makbuzlar kesti ama yalnızca bir tanesi sizi
farkın ne olduğunu görmeye zorluyordu.
Yani bu gösteri sanat ve para ile ilgili benzer soruları deşiyordu: MoMA gibi kurumların, neyi
sanat eseri olarak öveceğimiz hususunda halen elinde tu←5uğu güç. Ama Meta Monumental
Garage Sale ile Rosler’ın derdi, eleştirmenleri yalnızca sanat dünyasıyla sınırlı olan
emsallerinin aksine, siyasi göndermesi ile, garaj satışlarının kadınların “ev işi” olarak bilinen
ücretsiz işini nasıl ortaya çıkardığına dikkat çekmekti. Kadınların evde yaptıkları her şeyi
kapsayan bir kavram olarak ev işi halen görünmeyen bir iştir. Yalnızca kapalı kapılar ardında
yapılmakla kalmaz, aynı zamanda sonsuzdur: sıradan yaşamın maddi inkarından başka
kendisi için gösterecek hiçbir şeyi olmaksızın, bir sonraki gün bir daha yapılmak üzere her gün
yapılır. Eski oyuncaklar, plastik kap makası, küçük kalmış bebek elbiseleri, bahçe aletleri…
garaj satışının ıskarta teklifleri, bakım işine adanmış bir ömrün günlüğü gibidir. Her bir nesne
eşlere, anne babalara ve çocuklara bakmakla – yemek yaparak, temizlik yaparak, öğreterek,
eğlendirerek, kendini ve başkalarını okula ve işe hazırlayarak – geçen, görülmeyen ve miktarı
belirsiz bir zaman zarfına işaret eder. Bunu kamu için bir araya getirmek suretiyle, kendisi de
bir ev işi (bahar temizliği) olan garaj satışı, kadınların karşılıksız çalışmasının kanıtını
sunmaktadır.
Rosler’ın 1973’te ilk Garaj Satışı’nı gerçekleştirmesinden bu yana kadınlar için bu ülkede epey
şey değişti, ama bu değil. Kadınların ücretli işgücüne kitlesel olarak dahil olması, ev işinin
yüzünü değiştirdi ama yeni yüz erkeğin değil, başka bir kadının, veya saatler süren mesaiden
sonra yine aynı kadının. Ev işine, çocuk bakımına ve yaşlı bakımına harcanan karşılıksız emek
büyük oranda görünmezliğini sürdürüyor ve görüldüğünde de, üzerine düşünülmüyor.
Rosler’ın Garaj Satışı gibi çalışmalar bunu değiştirmek için bir şeyler yapıyor – meseleleri
tufahlaştırarak açığa çıkarmak – ve geçtiğimiz yıl, gösterisi tam da doğru zamana denk geldi
sanki. Medyada çocuk bakımı ve iş‑yaşam dengesi konusundaki “tartışmalar”, Demokratların
stratejisti Hilary Rosen, Ann Romney’in “hayatı boyunca bir tek gün bile çalışmadığını”
söylemesinden bu yana şiddetlenmişti ve Forbes bile “ev üretiminin” değerini hesaplamanın
GSMH’yı nasıl etkileyeceğini gösteren bir araştırmanın sonucu paylaşırken, evi çekip
çevirmenin “üretken değeri” sorusu bu tartışmanın neredeyse merkezindeydi. (2010’da ev işi
aşağı yukarı 3,8 trilyon dolar değerinde olacak ve GSMH’yı yüzde 26 kadar artıracaktı.)
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
3/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
Rosler’ın gösterisi ile aynı ay Ulusal Ev İşçileri Birliği’nin bir raporu, çoğu kişinin zaten
bildiğini istatistiklerle doğrulamış oldu: ev işçilerinin yüzde 95’i kadındı, yüzde 51’i beyaz
olmayanlardı, yüzde 36’sı belgesiz göçmenlerdi ve büyük çoğunluğunun sağlık sigortası veya
hastalık izni yoktu. Bu esnada, Avrupa’da kemer sıkma tedbirleri bakım işini kamu
hizmetlerinden daha da çıkarıp bireysel hanelere kaydırırken, 1970’lerin o zamanlar farklı
olan Avrupa’sında ortaya çıkan bir hareket olan Ev İşi için Ücret’in hatırası, hareketin
kurucuları Silvia Federici ve Selma James’in yeni kitaplarının yayınlanması ile birlikte
Amerikan solunda dirildi.
Ev İşi için Ücret Kampanyası ilkin Padua, İtalya’da, 1972 yazında başladı. Selma James, Brigi←5e
Galtier, Mariarosa Dalla Costa ve Silvia Federici’nin kurucusu olduğu Uluslararası Feminist
Kolektif adlı yirmi kadar kadının örgütlenmesinden ortaya çıktı. Tam zamanlı bir ev kadını ve
Marksist bir aktivist olan James, partneri radikal entelektüel C. L. R. James ile İngiltere’de
yaşıyordu. Fransa’da yaşayan Galtier, otonomcu gazete Matériaux pour l’intervention’ı çıkaran
grupla ilişkideydi. İtalya’dan bir akademisyen ve aktivist olan Dalla Costa, kuzey İtalya’daki
fabrika grevlerinin canlanmasından ilham alan bir aydın hareketi olan operaismo’dan
geliyordu. Marx üzerine yaptıkları yeniden okumalarda, operaismo grubu kapitalizmde
toplumsal ilişkilerin şeklini belirleyenin fabrika sahipleri değil işçiler olduğunu ve işçilerin
kendisinin, kendi çıkarlarına hizmet edecek doğrudan eylemler üzerinden kapitalizmde kriz
yaratabileceğini savunuyordu. Operaismo ücreti işçi denetimi için mücadelenin merkezinde
görüyordu: artı değeri işçiye geri iade etmenin ve bir insanın ne kadar ücret karşılığında ne
kadar çalıştığını yeniden belirlemenin bir yoluydu.
Ücrete yönelik bu vurgu, Ev İşi için Ücret kampanyasının ortaya çıkmasında çok önemli oldu.
Selma James ve diğerlerinin Ev İşi için Ücret kampanyasına sömürgecilik karşıtı, sivil haklar ve
öğrenci hareketlerinin deneyimlerini getirmesi gibi, Dalla Costa da operaisti’nin ücreti hem
ekonomik bir karşılık hem de politik bir araç olarak gören anlayışını getirdi. Ev İşi için Ücret
hareketinin erken dönem düşüncesi açısından eşit derecede kritik olan, Mario Tronti’nin
“toplumsal fabrika” kavramıydı. Hareketin gazetesi Quaderni rossi’de, Tronti toplumsal
ilişkilerin sermayeye içerilmesi ile, toplumun kendisinin, üretimi ve dolaşımı örgütleyip
destekleyen bir “fabrika” haline geldiğini savundu. Dalla Costa ve Ev İşi için Ücret’ten
kadınlar, Tronti’nin teorisinden erkek yoldaşlarının eksik kaldığı çıkarsamayı yaptılar:
Toplumun tümü fabrika haline geldiyse, ev işi de fabrika işi değil miydi? Öyle ise, neden
ücretle karşılık görmüyordu?
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
4/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑
para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/mariarosa‑dalla‑costa/)
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑
para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/sony‑dsc/)
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir‑is‑
olarak‑seks‑uzerine‑silvia‑federici‑1975‑2/activista‑silvia‑federici‑marta‑
jara_ediima20140522_0775_13/)
Bu fikirler tamamen yeni değildiler. Kadınlar ev işi için ücret talebini en azından 20. yüzyıldan
bu yana savunuyorlardı; Crystal Eastman, 1919’daki ilk feminist kongrede yaptığı açılış
konuşmasında “anneliğin yasalarla teminat altına alınacak şekilde maaşa bağlanması” çağrısını
yapmıştı. Çocuk yetiştirme işinin, diğer işler gibi kabul görmesi ve karşılığının ödenmesi
gerektiği fikri, bakımın hakkının “maaş” ile verilmesini talep eden Amerikan sosyal haklar
aktivistleri arasında 1960’larda tekrar yüzeye çıktı. Bu çabalar Engels’in Ailenin, Özel
Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’ndeki, tarihteki ilk işbölümü cinsiyete dayalı iken (evi çekip
çevirme sorumluluğunun kadınlara kalması), bu işbölümünün ancak özel mülkiyetin ve
patriyarkal tekeşli ailenin yükselişi ile, kadınların toplumsal katkılarını değersizleştirecek
şekilde hiyerarşik hale geldiği tespitlerine dayanıyordu. Komüncü hane çözülünce, yazacaktı
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
Engels, ev işi kamusal özelliğini yitirdi: “Artık toplumu ilgilendirmiyordu… Modern bireysel5/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
Engels, ev işi kamusal özelliğini yitirdi: “Artık toplumu ilgilendirmiyordu… Modern bireysel
aile, eşin (kadının) açık veya örtülü ev köleliği üzerine kuruludur.” Feministlerin anneler ve
eşler için maaş talebi, kadınları erkek maaşına bağımlılığın “ev köleliğinden” kurtarmaya ve
kadınların özel mücadelesini kamunun ilgi alanına yeniden taşımaya yönelik bir girişimdi.
Ama Engels’in tespitleri de yanıltıcıydı ve Marksist gelenek büyük çoğunluğuyla, 20. yüzyıl
boyunca eşi (kadını) “toplumsal üretimde tüm katılımlardan dışlanmış” olarak ele aldı, yani ev
işinin üretimle hiçbir ilgisi yoktu, kapitalist pazarın dışında mevcu←5u. Ev İşi için Ücret
kampanyası, bu varsayımı birincil hedefi haline getirdi. Savunucuları, iş ile ev, “üretken” ile
“yeniden üretken” iş arasındaki ikiliğin yalnızca uydurulmuş olmayıp, kapitalizmin temeli için
gerekli bir uydurma olduğunda da ısrar e←5iler. Sermaye birikimi ücretsiz ev işine bağımlıydı:
gelecek işgücünü doğurma, evet, ama aynı zamanda kocaları, çocukları ve ebeveynleri
besleme, arkalarını toplama, kirlilerini yıkama, temizleme, dünya onları hayal kırıklığına
uğra←5ığında avutma vs. vs. Bunu öncüllerinden daha net bir şekilde görerek, Ev İşi için Ücret
hareketi, ücretsiz çalışmayı reddetmenin kapitalist sisteme ne kadar zarar verebileceğini
anladı. Dalla Costa, 1970’te yazdığı “Kadınlar ve Toplumun Alt Üst Edilmesi” broşüründe,
“kadınlar yalnızca ev işlerini karşılıksız ve greve gitmeksizin yaptıkları için değil, aynı
zamanda ekonomik krizlerle düzenli olarak işlerinden atılanları daima eve geri kabul e←5ikleri
için de servis dışıdırlar. Aile, bu anacıl yuva … aslında işsizlerin sistem için hemen başbelası
haline gelmemesinin de en büyük garantisidir” yazacaktı.
Tüm kariyerine yayılan bir makale koleksiyonu olan Sıfır Noktasında Devrim’de Silvia Federci,
Dalla Costa’nın broşürünü ilk okuyuşunu hatırlıyor. “İlk sayfayı okuyup bitirdiğimde,” diyor,
“bir kadın ve bir feminist olarak evimi, kabilemi ve kendimi bulduğumu biliyordum.” 1942’de
İtalya’da doğan Federici, 1967’de SUNY Buffalo’da felsefe öğrenimi için ABD’ye taşındı. Teori
ve sol politika üzerine, çoğunlukla operaismo perspektifinden yazılar yazdı; Telon’un ilk
sayılarından birindeki bir Althusser eleştirisine katkı yaptı ve Guido Baldi mahlasıyla Mario
Montana ile birlikte ilk dalga otonomcu metin “Theses on the Mass Worker and Social
Capital”i (Kitlesel İşçi ve Toplumsal Sermaye üzerine Tezler) kaleme aldı. Kadın hareketi
konusunda karışık hislere sahipti; ruhsuz bir şekilde şöyle diyordu: “muhtemelen yıllarımı
erkek gibi davranabilme becerime dayanarak geçirmiş olduğumdan.” Ama 1972’de, Dalla
Costa’nın çalışmasıyla tanıştıktan sonra Federici, Uluslararası Feminist Kolektif’e katıldı ve Ev
İşi için Ücret kampanyasının lideri olarak Dalla Costa’nın fikirlerinin hayata geçirilmesini
gördü. Takip eden yıl, Federici ABD’de Ev İşi için Ücret grupları başla←5ı. Ev İşi için Ücret
kampanyasının Brooklyn’de bir ofis açtığı 1975’te, hareketin amaçlarının en aydınlatıcı
metinlerinden biri olan “Ev İşine Karşı Ücret” bildirisini yayınladı.
Bildiri bir şarkıyla veya görünmez bir koro için yazılmış dramatik dizeleri ile şarkıya benzer bir
şeyle başlıyor:
They say it is love. We say it is unwaged work.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
6/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
They say it is love. We say it is unwaged work.
Buna aşk diyorlar, biz ücretsiz iş diyoruz.
They call it frigidity. We call it absenteeism.
Buna frijitlik diyorlar. Biz işe gelmeme diyoruz.
Every miscarriage is a work accident. . . .
Her düşük bir iş kazasıdır…
More smiles? More money. Nothing will be so powerful in destroying the healing virtues of a smile.
Daha fazla gülümseme mi istiyorsun? Pamuk eller cebe. Bir gülümsemenin sağaltıcı erdemlerini
hiçbir şey daha iyi yok edemez.
Neuroses, suicides, desexualization: occupational hazards of the housewife.
Nevrozlar, intiharlar, cinsiyetsizleşme: ev kadınının meslek hastalıkları.
Tuhaf bir başlangıç doğrusu, açıklama yok, ama Federici’nin argümanlarını gerçek bir
protesto, gerçek bir hareket bağlamında temellendiriyor. Ev İşi için Ücret kampanyası sadece
bir tartışma noktası veya bir düşünsel deney değildi. Bu gruplar vardılar, gerçek taleplerle ve
bunlara eşlik eden protesto şarkılarıyla (1975’te Boo Watson ve Lorna Boschman tarafından
yazılan “Wages Due Song” gibi: “What do you think would happen if we women went on
strike? – Bi düşün bakalım, biz kadınlar greve gitsek n’olurdu? / There’d be no breakfast in the
morning, there’d be no screw at night – Sabah önünde kahvaltı, gece yatakta seks olmazdı / There’d
be no nurses treatin’ you, there’d be no waitresses servin’ you, there’d be no typists typin’ you‑
o‑o‑o – Seni tedavi eden hemşire, sana servis yapan garson, senin dizgini yapan kimse olmazdı, o‑ooo
olmazdı”). Buradaki “biz” vurgusu, James ve Dalla Costa’nın Kadınların Gücü ve Toplumun Alt
Üst Edilmesi broşürünün – Dalla Costa’nın özgün çalışması üzerine kurulu olan ve James’in
yeni kitabı Sex, Race and Class (2012, Cinsiyet, Irk ve Sınıf) içinde yakın zamanda yeniden
basılan bir makale – proleter ev kadınının, kadınların etrafında toparlanabileceği bir figür
olduğu şeklindeki başlangıç noktasını yankılıyor. Biz, kadınlar, hepimiz ev kadınıyız, diyordu
Ev İşi için Ücret kampanyası – bu işi benimsemek/yüceltmek için değil, bazısı en doğrudan
şekliyle bundan kaçabilse bile kapitalizmin kadınlara layık gördüğü bu role karşı çıkmak için.
Bu aynı zamanda Federici’nin tarzının da harika bir açılış gösterisiydi, tepesi atmış bir
entelektüelin keyifsiz nüktedanlığı: Daha mı çok gülümseme istiyorsun? E o zaman pamuk
eller cebe!
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
7/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑
para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/13f34e2b533e12c6166f88368dcd8c07_xl/)
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑
para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/d3b3799d6611d677944f5f86a500beb3_xl/)
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑
para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/42121f00ffc451d0c288e11c1f28cbd4_xl/)
Federici “Ev İşine Karşı Ücret” bildirisini kaleme aldığında, Ev İşi için Ücret kampanyası hem
Marksist hem de feminist çevrelerden dirençlerle karşılaşmıştı bile. Erkek Marksistler için,
feminist bir fraksiyon mücadele birliğinin altını oymak demekti; Amerikalı feministlerin Yeni
Sol’la yaşadığı zorluklardan yeterince bildiğimiz bir hikaye. (Dalla Costa, İtalya’da 1972’deki bir
erken dönemi hatırlıyor, bazı kadınlar kadın istihdamı üzerine yalnızca kadınlara açık bir
atölye örgütlemişler, sonrasında olan: “Yoldaş bildiğimiz erkek gruplarının tepkisi, odanın
dışından su dolu prezervatifler atıp camları kırarak atölyelerin yapılmasını engellemekti…
Kadınların kendi aralarında toplanabileceği gerçeği bile böylesi şiddetli bir tepkiyi
doğurabilmişti.”) Öte yandan feministler ise, Ev İşi için Ücret kampanyasını, ekonomik
rasyonalizasyonu evin içine–“kapitalist yaşamın, insanların birbirlerinin ihtiyaçlarına sırf
sevgiden veya umursadıkları için hizmet edebildiği muhtemelen tek çatlağına” (Carol Lopate,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
Liberation’da böyle yazmıştı) kadar genişletmekle ve kadınları, maaşa bağlamak suretiyle ev 8/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
Liberation’da böyle yazmıştı) kadar genişletmekle ve kadınları, maaşa bağlamak suretiyle ev
işine daha da mahkum etmekle suçladılar. Ev İşi için Ücret kampanyasını önce özel olanı
yeterince yüceltmemekle, sonra da kadınları sonsuza dek oraya, yani cehenneme mahkum
etmekle kınadılar.
“Ev İşine Karşı Ücret”te Federici yanlış anlamaları düzeltmeye çalışıyordu. Ev İşi için Ücret
konusunda kafası karışık feministler, ücret talebini bir şey talep etmek (“peşin para” diyordu
Federici) olarak yanlış anlamaya meyilliydiler. Para kesinlikle işe yarardı ama Ev İşi için Ücret
kampanyası basit bir talepten fazlasıydı: aynı zamanda politik bir perspektifti de. Ev işi için
ücret talep ederek kadınlar, tek bir ifade ile, talep, eleştiri ve gözlemlerden, daha sonra kendi
toplumsal rolleri hakkındaki varsayımları dağıtmak için kullanabilecekleri bir bağlantı noktası
damıtıyorlardı. Ev işi için ücret talep etmek, Federici’nin yazdığı üzere “işin doğamızın bir
yansıması olduğunu reddetmek ve dolayısıyla sermayenin bizim için icat e←5iği kadın rollerini
reddetmek anlamına geldiğinden, bu ifade, ev işini doğal olmaktan çıkarıyordu.” Talep ev işi
için ücre←5i, ev kadınları için değil, ve devlete yöneltilmiş bir talepti, kocalara ve ha←5a erkeklere
bile değil. Çünkü “kolektif sermayenin temsilcisi” olan devlet, “bu işten kar sağlayan gerçek
‘Adam’ idi.” Büyük Adam, yani devlet, ve küçük adam, yani koca, kadına karşı
kenetlenmişlerdi:
Erkek ne kadar hizmet eder ve ezilirse, o kadar çok ezer. Bir erkeğin evi onun kalesidir ve karısı
şunları öğrenmek zorundadır: erkeğin kaprislerini çekmeli, morali bozuk olduğunda ve dünyaya
sayıp söverken onu keyiflendirmeli, “Bu gece çok yorgunum” dediğinde veya bir kadının “mayonez
kavanozuyla da görebilirdi işini” derken söylediği gibi sevişirken fazla hızlı gi←5iğinde, sırtını dönüp
uyumalı.
Yine 1975’te yayınlanan “Why Sexuality Is Work?” (Seks Neden İştir?) aynı meseleyi ele alır.
Bize işin “ötekisi” olarak satılan seks, der Federici, mesai haftasının disiplinini daha katlanılır
hale getirmek olarak anlaşılır. Ama aslında böyle değildir: “Bu kendiliğindenliğin sahte
olduğunun her zaman farkındayızdır. Yatakta ne kadar çığlık a←5ığımızın, inlediğimizin, kaç
erotik hareket yaptığımızın önemi yoktur. Bunun bir parantez olduğunu ve ertesi gün ikimizin
de yeniden medeni kıyafetlerimizi giyeceğini, işe gitmek üzere hazırlanırken beraber kahve
içeceğimizi biliriz.” Sonuç olarak, “kadın arkadaşlarımız için bedensiz ruhlar, erkek âşıklarımız
içinse ruhsuz bedenlerizdir.” Cinsel özgürlük de bu konuda pek yardımcı olmaz ve bu durum
hem evli hem de bekar kadınlar için geçerlidir: “‘Sadakatsizlik’ yaptığımızda veya ‘bakire’
olmadığımız ortaya çıktığında taşlanarak öldürülmemek şüphesiz önemli bir şey,” diye yazar.
“Ama ‘cinsel özgürlük’ iş yükümüzü ağırlaştırdı.” Üçüncü dalganın temel kaygılarını öngören
Federici şöyle yazar: “Geçmişte sadece çocuk yetiştirmemiz bekleniyordu. Artık ücretli bir
işimizin olması, yine de evi temizlememiz ve çocuk sahibi olmamız, çifte işgününün sonunda
ise, yatağa atlayıp cinsel açıdan çekici olmamız bekleniyor.”
Bu erken dönem makalelerinin – ki Federici’nin tüm çalışmasını kapsar – ortak stratejisi bir
muhasebedir aslında: Federici, kadınların “iş” olarak gerçekleştirdiği tüm toplumsal
etkinlikleri yeniden ele alarak en uç mantık noktasına kadar zorlar. Mesele aslında, formalite
icabı yapılan evlilik seksine bir paha biçmek veya değer kategorilerinde, bütünlüklerini
çözecek şekilde, sınırı zorlamak değildir; sözüm ona kapitalist olmayan etkinliklerin,
yaşamlarımızı bu denli yapılandıran ve kontrol eden ekonomik sisteme nasıl payanda
olduğunu aydınlatmaktır. Politik ve feminist bilinci dürtmek, tasarlanmış bir taktiktir. Ve
dönüştürülmesi gereken şeylerin, insanın en özel ilişkileri şeklinde ufukta dümdüz dikildiği
1970’lerde, bu dürtme yeterli gibidir.
Ama bir hareket başlatmak için bu şekilde bir dürtmeye güveniyor olsa da, Federici
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
9/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
Ama bir hareket başlatmak için bu şekilde bir dürtmeye güveniyor olsa da, Federici
görüşlerinin kavramsal karmaşadan mustarip olduğunu erkenden fark etmiş görünüyor.
Başlığı ev işi için ücre←5en ev işine karşı ücrete değiştirerek, amacın reform değil devrim
olduğunu netleştiriyor: “Ev işi için ücret talep etmek, ücret karşılığında bu işi yapmaya devam
edeceğimiz anlamına gelmiyor. Tam tersi. Ev işi için ücret talep etmenin onu reddetmeye giden
yolda ilk adım olduğunu söylüyoruz.” 1975’te Nicole Cox ile birlikte yazdıkları
“Counterplanning from the Kitchen”da (Mutfaktan Karşı Planlamalar) Federici şöyle
vurguluyor: “Ücret kazanmanın devrim olduğunu söylemiyoruz. Bunun devrimci bir strateji
olduğunu söylüyoruz, çünkü bize kapitalist işbölümü tarafından atanan rolün altını oyuyor ve
sonuç olarak işçi sınıfı içindeki iktidar ilişkilerini bize ve sınıfın birliğine daha yararlı şartlarda
değiştiriyor.”
1980’lerde Amerikan feminizmi hakkında anlatılan bir hikaye vardır: 60’ların ve 70’lerin
muazzam zaferleri ardından, Kadın Kurtuluş Hareketi sırasında rüştünü ispatlayan feministler
bir dizi duvara tosladılar. Biri, bir yandan göstermelik bir feminizmi benimserken diğer
yandan aşağıdan feminist örgütlenme çabalarını sistematik olarak parçalayan (örneğin bir
yandan ilk kadın Anayasa Mahkemesi başkanını atamak ama öbür yandan önceki on yılların
mücadelelerini kazanmış hukuki ve politik inisiyatifleri ortadan kaldırmak) Reagan’ın
başkanlığı dönemi oldu. Ardından birçoğu önceki hareketin faydasını görmüş olan ama
öncüllerini “fazla tenkitçi, sekse olumsuz bakan, ev hayatının hazlarına karşı hissizleşmiş ve
kariyerizmin vaatleri konusunda yersiz şekilde kötümser” diye karikatürize eden “post‑” ve
anti‑feministler geldi. (Böyle başladı işte “çocuk da yaparım kariyer de” feminizmi.) Bazı eski
feministler kendini kültür ve sanata verdiler. Diğer birçokları yeni bir “küresel feminizm”
projesine döndü yüzünü. Küresel feminizm ferahtı ve tek bir kategori olarak, hantaldı – tek bir
ad altında etkisiz BM konferansları toplamak, kadın sünnetini dert etmek, bolca STÖ adı
kısaltmasını yaygınlaştırmak ve bölgeye özel dayanışma çalışmaları yapmak. Ama hareketin
sosyalist feminist kanadından yükselen ve ABD’deki durumu gelişmekte olan dünyadakiyle,
gelişmekte olan dünyadaki durumu da ABD’deki ile bağlantılandırmaya çalışan başka bir
küresel feminizm çizgisi daha vardı. Farklı yerlerde farklı feminizmler yoktu, tek bir küresel
durum vardı ve eşitsizlikler bir yerden diğerine aksediyordu.
1970’lerde, feminizmin radikalize e←5iği Batılı kadınlar ev işi yapan kadınlardı. Bu işin ne
olduğunu ilk elden biliyorlardı: ne kadar gergin ve sıkıcı olduğunu, ne tür toplumsal
yükümlülüklerle ilişkili olduğunu, erkeklere nazaran konumlarına nasıl takoz olduğunu…
Kendilerini tanımak idi bilinç yükseltmeyi – bir odada diğer kadınlarla konuşmayı – bu denli
güçlü bir araç haline getiren: cinsiyetçiliğe dair kişisel deneyiminizin sadece size ait olmadığını
teyit ediyordu. Kişisel olanı politik hale getiren bir ölçekte, teorik bir çerçeve ve toplumsal
gerçekliğin bir resmi sunuyor, aynı zamanda da dayanışma zemini yaratıyordu. Rosler ve
Federici – ve Flo Kennedy, Ti‑Grace Atkinson, Shulamith Firestone, Ellen Willis, Kate Mille←5,
Valerie Solanas ve daha birçokları – gibi insanların erken dönem çalışmaları, kadınların aniden
hayatlarını yepyeni bir gözle görmelerini sağladı. Odanın aydınlatmasını değiştirmek gibi bir
şeydi: tüm mobilyalar aynıydı ama yeni bir yerleşimle, bir daha asla eskisi gibi olmayacak bir
şekilde görünüyordu.
Onlarca yıl sonra, büyük çoğunluğu kadın kurtuluş hareketinin ön safında yer almış beyaz,
orta sınıf kadınların kızları (eğer kızları olduysa) artık ev işi kölesi değildiler. Dert ediyorlarsa,
yapması için başkasını tutuyorlardı – ve tu←5ukları insanlar büyük oranda küresel güneyden
kadınlardı, Batı’da ev işine yönelik büyüyen talebin çektiği ve kendi ülkelerindeki yapısal ve
politik güçlerin i←5iği kadınlar. Bu o denli büyük bir ölçekte gerçekleşti ki, bir uluslararası
işbölümü ortaya çıktı: ABD, Kanada, Avrupa ve Suudi Arabistan’da çalışan hizmetçiler,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
10/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
işbölümü ortaya çıktı: ABD, Kanada, Avrupa ve Suudi Arabistan’da çalışan hizmetçiler,
bakıcılar ve hemşireler, giderek artan ölçüde Güney Asya’dan, Kuzey ve Doğu Afrika’da,
Endonezya’dan, Filipinler’den, Orta Amerika’dan ve eski Sovyet ülkelerinden geliyorlardı. Ve
halen de gelmeye devam ediyorlar. Bu, işverenler için öyle gizli saklı bir durum değildi ve şu
an da değil ama gizli saklı kalmış olabilecek bir şey varsa ilk başta ülkelerini neden terk
e←5ikleri.
1980’lere gelindiğinde, Federici için işi devrime bırakmanın hata olduğu artık açıktı. “Pu←5ing
Feminism Back on Its Feet”te (Feminizmi Yeniden Ayakları Üzerine Kaldırmak – 1984) şöyle
yazar, “Kadın hareketinin temel zayıflıklarından biri, kölelik sanki zihinsel bir durummuş da
kurtuluşa yalnızca iradi eylemle ulaşılabilirmiş gibi, toplumsal değişim noktasında bilincin
rolünü abartma eğilimi oldu.” Bu hiçbir yerde, Federici’nin de dikkatini yönel←5iği küresel
güneyde olduğundan daha belirgin değil. 1980’lerden bu yana, küresel ticareti liberalleştiren
ekonomi politikaları, kimsenin tahmin edemeyeceği ezme‑ezilme ilişkileri yara←5ı; Federici’nin
sözleri ile, borca, muhtaçlığa ve bir türlü değişmeyen koşullara “kölelik” inkar edilemez ölçüde
maddi. Uluslararası işbölümü “üçüncü dünya” kadınlarını birincinin yara←5ığı hasarı
temizlemekle başbaşa bırakarak daha da derinleşirken, ev kadının durumu ortada. Bu yüzden
Ev İşi için Ücret kampanyasının ortaya a←5ığı sorular üzerine düşünmek bugün her
zamankinden daha kritik önemde, Federici de bunu söylüyor. Ama kendisi bunu söylerken
yazıları kavramsal ve bilinçlenmeye yönelik erken dönem vurgularını terk ediyor. Bunun
yerine, yazılarında argümanın işlevini bilgiler yerine getirdikçe, dipnotlar katlanarak artıyor.
Tarz ve odaktaki bu kayma, Sıfır Noktasında Devrim’de, 1984 ile 1999 arasındaki bir boşlukla
da örtüşür. Bu yılların ikisi boyunca Federici Nijerya’da öğretmenlik yapıyordu. Bu yılları o
ülke için, uluslararası baskılar sonucu çoğu Nijeryalıyı yoksul ve istikrarsız bırakacak bir
“ekonomik istikrar” programının dayatıldığı bir “dönüm noktası” olarak tanımlar. Bu sürece
birinci elden tanık olmak Federici’nin sonraki çalışmalarını etkiledi ve gördüklerini iletmenin
aciliyeti ile, yazıları daha kuru ve acı hale geldi. 1999’da yapısal uyumun etkileri hakkında
yazarken – yeni ekonomi politikalarının Asya, Afrika, Latin Amerika ve eski sosyalist
ülkelerden kadınları Batı’daki orta sınıf kadınların artık yapmayacağı ev işini yapmak üzere
ülkelerini terk edip “göç etmeye teşvik ederek” Avrupa, ABD ve Kanada’daki ev işi krizini
nasıl “çözdüğünü” anlatırken – meseleyi olguların kendisi ortaya koyar. Aynı şekilde, insani
müdahale ve gıda yardımı programlarının istikrarsız hükümetler ve gıda bağımlılığı yaratmak
ve dolayısıyla çokuluslu şirketlerin önünü açmaktan başka bir işe yaramadığını anla←5ığı bir
makalede, sövüp saymanın ve eleştirel içgözlemin artık yeterli gelmediği bir noktada
araştırmacı gazeteciliğe dönüyor. Federici feministlere harekete geçme çağrısı yapıyor:
“Üçüncü dünya borçlarının” silinmesini desteklemek için, yapısal uyum programlarına son
verilmesini talep etmek için, “yeni uluslararası işbölümünün bir aracı olduğu yeniden
sömürgeleştirme girişimine karşı örgütlenmek” için. Okurlara ne yapacaklarını söylemek onun
için yeni bir şey değil, ama onlara ne bilmeleri gerektiğini söylemek yeni.
Federici ve Rosler, son birkaç on yılın feminist aktivizmi üzerine iyi vaka çalışmaları
çıkarıyorlar. Yazın ve sanat çalışmaları, zaman içinde stratejilerde bilinç yükseltmeden bir
bariyerin ötesine yayın yapmaya doğru yaşanan ve ikisinin de politik projelerinde en iyi
yöntemleri ararken buldukları kaymayı da yansıtıyor. Peki ama en iyi çalışmaları on yıllardır
ortalıkta dolanırken neden şimdi popüler oldular? Bir yanıt, kurumsal tanımanın daima
güvenli bir mesafenin ardından geliyor olması. Bu kadınların çalışmalarının yayınlanmasını ve
kamuoyuna bu ölçekte mal olmasını görmesi zaman aldı. Bir diğeri ise, insanları yeniden
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
11/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
kamuoyuna bu ölçekte mal olmasını görmesi zaman aldı. Bir diğeri ise, insanları yeniden
otonomculuğa, operaismo’ya ve Ev İşi için Ücret kampanyasına çeken ve Rosler ile Federici’nin
açıktan desteklediği Occupy hareketi.
Rosler ve Federici’nin erken dönem çalışmalarının neden şimdiye ait ve acil hissedildiğini
açıklayan bir şey daha olabilir. Batıda gelişme çağlarını işyerlerinde freelance, part‑time,
yardımcı pozisyonunda, maaşsız ve stajyer olarak çalışarak geçiren gençler – dünyanın geri
kalanından daha sonra olduğunu teslim etmek gerekse de – yaptıkları işin karşılığını
almadıklarını hissetmeye başlıyorlar. “Az ücret almak” değil, hiç almamak; çünkü balon gibi
şişen hizmet, iletişim ve özel bakım sektörleri, giderek artan şekilde, insanların sırf
sevgilerinden yapmasının beklendiği türde işleri talep ediyorlar. Bu koşullar altında, annelerin,
eşlerin, büyükannelerin sömürülmesine dair yıllanmış eleştiriler, çocuklu ya da çocuksuz çok
daha genç ve çok daha geniş bir kadın ve erkek nüfusu içinde yeni bir güçle hissediliyor.
Biraz hayal kırıklığı olsa da yine de bir gelişme. Anaakım kültürün ücretsiz işin değerini teslim
etmedeki bu gecikmesi, kadınların sorunlarının ancak erkeklere de dokunan “genel” sorunlar
olarak formüle edilebildiğinde ilgi çektiği gerçeğini doğruluyor görünüyor. (“Patriyarka
erkeklere de zarar veriyor,” dendi bize. Evet, verir, ama umursamamız için illa bu mu gerekli?)
Bu genel olarak Amerikan politikasının da bir semptomu. Başka bir yerde yaşanan türbülans,
ancak artçı şoku şahsen hisse←5iğimizde dank ediyor: ülkenin “trickle‑down” (aşağı damlayan)
ekonomi teorisini tamamlayan bir “trickle‑up” (yukarı damlayan) ezme‑ezilme ilişkisi teorisi.
Anaakım Batı feminizmi yıllarca kendi dar politikalarının yankı odasına sıkışıp kaldı.
Hareketin halen ağırlıklı olarak beyaz, hetero ve müreffeh önderleri dördüncü bir dalganın
yükselişini bekleyerek kendi deneyimlerinin sınırlarını tekrar ve tekrar keşfederken, iş‑hayat
dengesi, kürtaj, cinsel çifte standartlar, eşit ücret gibi konularda aynı tartışmalar çok az
varyasyonla yapılıp tüketildi. Onlar kendi çarklarını döndürürken, çevrelerindeki kadınların
deneyimleri hareketin neye odaklanması gerektiğine dair epey işaret gösteriyordu. En zengin,
en başarılı iş elbiseli feministler evde burunlarının dibinde kadın ezilmişliğini hala bulabilirler
ama eşitsizlik onlarla değil çalıştırdıkları temizlikçi kadınlarla ilgili. Bu esnada, kadınlara
yönelik en büyük sistemli ve gündelik yaşamlarımızı etkileyen suçlar – ve en korkunçları da
değil bunlar – u㏿un ötesinde kalmaya devam ediyor.
En nihayetinde kadınlar ve özellikle de anneler hizmetlerinin pazardaki karşılığını alsalar ne
olur? En başta, bu işin başlangıç değeri sıfırın üzerine çıkar bir kere. Böylece ücretli ekonomide
çırpınıp duran en alt tabaka hemşireler, temizlikçiler ve çocuk bakıcıları böylesine berbat
ücretler karşılığında çalışmak zorunda kalmazlar. Rosler ve Federici, ekonomik rasyonelliğe
büyük oranda kuşku ile bakan ama etkisini aşamalı olarak azaltmak yerine genişletmek için
mücadele etmenin kadınlara faydası olacağına inanan bir sol kuşağın üyeleri. Kadınların
yaptığı işe paha biçin, diyorlar. O iş aniden çok pahalanıyorsa, demek ki öyle olmalı. Belki de
erkekler (giderek daha fazla işsiz kalan cinsiyet), düşük ücret karşılığında “kadınların işini”
yapmalı, aynen kadınların sanayi devriminden beri erkeklerin işini düşük ücrete yaptığı gibi.
Ve belki de kadınlar, yapılan çalışmaların da gösterdiği gibi, kendi gelirlerini tüm hane
halkının, tüm toplumun yaşam kalitesini geliştirmek için kullanır.
Ekonomistler, uzundur biliyorlar ki kadınlar sosyal gereksinim dönemlerinde bir sürü işi
ücretsiz yapıyorlar. Dikkat çekici olan ise, bu gerçeği katı neoliberal kemer sıkma
politikalarının gerekçelerinden biri olarak kadınların aleyhine kullanmaları: “Kadınların
bunları bedava yapacağını biliyorken neden kamusal hizmetleri finanse edelim ki?” 80’lerde ve
90’larda politikalara yön verenler buna “çölü aşmak” (annenin kendisi aç kalma pahasına
yemeyip çocuğunu beslemesini anlatan bir deyim) diyorlardı; su kaynağı bulmak için
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
12/13
26.03.2016
Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri
yemeyip çocuğunu beslemesini anlatan bir deyim) diyorlardı; su kaynağı bulmak için
kilometrelerce yürümek ve kamusal hizmetler geri çekildiğinde veya altyapı çöktüğünde
genellikle yükü sırtlamak.
Kadınların bu fedakarlık eğiliminin her zaman onların sağlığını ve selametini tehdit etmeyen
öteki yüzü de var oysa: 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümeti doğrudan kadınlara verilen
gelirin, erkeklere verildiğindekinin aksine tüm hane halkının yaşam kalitesini yüksel←5iğini fark
e←5i. Mikrofinans alanındaki daha sonraki “deneyler” de aynısını ortaya koydu. Neoliberal
planlayıcılar için hedef en katı bütçeyle en az zararı vermekse (ki katı kemer sıkma
programlarını meşrulaştırmak için yeterince güçlü sayılan bir argüman), bu hakikatin de
kadınlar için evrensel bir gelir savunusu yapmaya yetecek güçte olduğunu düşünürsünüz.
Yani: ev işi için ücret.
‑Bi←5i‑
Çeviri: Serap Güneş
(Metnin Rosler’ın özgün çalışmasının detaylarını veren kimi kısımları atlandı.)
Etiketler:
Ev içi emek,
Ev işi,
Ev İşi için Ücret,
Feminizm,
Mariarosa Dalla Costa,
Selma James,
Silvia Federici,
Yeniden Üretim
WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından
Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne­kadar­para­o­kadar­gulumseme­dayna­tortorici/
13/13
26.03.2016
Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 09 Kasım 201401 Haziran 2015
1,092 Words
Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De
Angelis* (The Commoner)
(h←5ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/11/commoner.png)
Giderek daha da belirginleşiyor ki mevcut ekonomik, toplumsal ve çevresel krizler, dünyanın
birçok yerinde insanların yaşam koşullarını kötüleştirmekte ve ha←5a toplumsal ve ekolojik
yeniden üretimimize yönelik kıyamet gibi tehditler ortaya çıkarmakta. Küresel elitlerin bu
krizlere verdikleri yanıtların bu sorunlara hiçbir çözüm getiremediği de açık. Aslında, stratejik
ufuklarında ciddi bir paradigma değişimi yaşanmadıkça, bu cepheden hiç ümit yok. Mesele
sadece hükümetlerin bankaları kurtarmak için sosyal harcamaları ve yardımları kesmeye
devam etmesi değil. Neoliberalizmin krizi ile baş etmek için hayata geçirilen politikalara karşı
mücadele yoğunlaştıkça, faşizmin postmodern bir formunun yükselişine tanıklık ediyoruz.
Militarize bir polis gücünün ABD ve Avrupa’daki işgal hareketlerine karşı vahşi saldırıları,
Ortadoğu’daki morgları ceset yığınları ile dolduran sonu gelmez sivil katliamları, bu trendin
farklı boyutlarına işaret ediyor. Yine de, yeni toplumsal hareketler, örgütsel formlarının
yenilenen yaratıcılığıyla her yerde mantar gibi çoğalıyorlar. Ilımlı medya bile, bu hareketlerin
ifade e←5iği kurucu iktidara karşı sergilediği kinizmine rağmen, farklı örnekler arasında
paralellikler çizerek, alışkın olunmayan i←5ifaklar (örneğin ordu gazileri, işçiler ve öğrenciler)
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/09/onsoz­bakim­isi­ve­musterekler­massimo­de­angelis/
1/3
26.03.2016
Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
paralellikler çizerek, alışkın olunmayan i←5ifaklar (örneğin ordu gazileri, işçiler ve öğrenciler)
açığa çıkararak artık New York’tan Atina’ya, Kahire’den Madrid’e dolaşmakta olan bu halk
isyanlarının makullüğünü ve ana akım medyanın sefaletini kabul etmeye başladı.
Bu bağlamda, yaşamlarımızı yeniden üretmenin devletler ve piyasalar tarafından sunulmayan,
kapitalist olmayan yollarını inşa etmek açısından acil bir gereklilik söz konusu. Bu dergi ilk
çıkmaya başladığından bu yana, bu alternatiflerden “müşterekler” olarak bahse←5ik. Bu
çabamızda yalnız değiliz. Bugün birçokları müşterekleri radikal biçimde yeni bir toplumsal
sistemin tohumları olarak görüyor ve sermaye çevrimlerine içkin olan değerlere temelden zıt
olan dayanışma, karşılıklı yardım, işbirliği, insanlığa ve çevreye saygı, yataycılık ve doğrudan
demokrasi gibi değerlerin yön verdiği bu yeni sistemde, yeniden üretim, çeşitli türlerdeki
kaynakları yeniden talep eden, paylaşan ve bir araya toplayan üretici topluluklarının doğrudan
katılımından kaynak alıyor. Fakat bu dergiyi diğerlerinden ayıran şey, müştereklerin,
toplumsal ve ekolojik metabolizmaya sermaye önceliklerinin hakim olduğu bir dünyada,
bugün var olmak zorunda olduğunu ve bunların toplumsal yeniden üretim açısından nasıl bir
tehdit teşkil e←5ikleri kabul etmektir. Dolayısıyla müşterekler (bunların gelişimi, birbirleri
arasındaki ağ oluşumları, ayakta kalmaları) iktidar ilişkilerinin alanı içinde ele alınmalı ve
yalnızca yaşamı yeniden üretmenin alternatif yolları olarak değil, potansiyel içererek genişleme
ve çitleme hedefleri olmanın yanı sıra mücadele alanları olarak da görülmelidirler.
Bu iki anlama gelir: Birincisi, mevcut küresel kriz, bizleri kapitalizm altındaki yaşama alternatif
oluşumlara ve toplumsal yeniden üretimin daha otonom formlarının inşasına dâhil olmaya
zorlamakta. Ne devlet ne de piyasa ayakta kalmamızı garanti edemediğinden, müştereklerin
gücü üzerine inşa edilmiş bir dönüşüm yolculuğuna çıkmak zorundayız. Fakat bunun için hem
kendimiz hem de ekosistem açısından ayakta kalma zihniyetinin ötesine geçmemiz gerekiyor
çünkü sermayeden farklı olarak bizim iktidarımızın gerçek kaynağı kendimizi yeniden
üretmek için inşa e←5iğimiz toplumsal ilişkilerdir. Nihai olarak, bu yolculuk öznelliklerimizi
dönüştüren bir “ortaklaşmayı” ima eder.
İkinci olarak, müşterekler bir iktidar ilişkileri alanı dahilinde gelişirken, otonomilerinin
karakteri ve toplumsal alanı ister istemez sermaye ile müzakere edilir. Fakat müzakere ancak
müştereklerin oluşturulmuş olan gücü temelinde gerçekleştirilebilir. Ki bu da yeniden üretim
sürecine katılanların tümünün yaşamı ve bedenini saygın ve özgür bir şekilde yeniden
üretmenin gücüdür. The Commoner’ın Camille Barbagolla ve Silvia Federici’nin editörlüğünü
yaptığı bu sayısının önemi buradan kaynaklanıyor. Bir araya getirdiği analiz ve öyküler, bizleri
müştereklerin gücüne, işgücünün yanı sıra insanlığı da yeniden üretmek için gerekli olan
emeğin perspektifi ile bakmaya zorluyor: çocuk bakımı, ev işi, seks işi ve yaşlı bakımı, hem
ücretli hem de ücretsiz (görünmeyen) işgücü formunda. Hedefi, yalnızca “küresel ekonominin
son otuz yıldaki neoliberal yeniden yapılanmasının, bedenlerimizi ve arzularımızı
dönüştürerek ve evlerimizi, ailelerimizi ve toplumsal ilişkilerimizi yeniden yapılandırarak bu
işin organizasyonunu nasıl yeniden şekillendirdiğini” incelemek değil. Daha önemlisi, bu sayı
evde bakım işçilerinin (çoğunlukla kadın ama aynı zamanda erkekler de) mücadelesinin
yeniden üretim emeğinin yeni koşullarına yanıt olarak ne durumda olduğuna da ışık tutmak.
Bu mücadeleler, hem yeni ortaklaşma formlarına dönük ihtiyacı ortaya çıkarıyor hem de işçi ve
işverenler, müşteriler ve hizmet sağlayıcıları, ebeveynler ve dadılar gibi roller arasında ve bu
rollerin ötesinde köprüler inşa ederek yeni ortaklaşma formları icat ediyor. Bu ortaklaşma
formları, bizler için hayati önemde, yalnızca yüz yüze olduğumuz yeniden üretim krizinin
üstesinden gelmek ve bedelini toplumsal olarak en kırılgan olanların (kadınlar, çocuklar,
yaşlılar, göçmen işçiler) ödemesini reddetmek için değil, aynı zamanda yeni bir toplumun
2/3
harcını karmaya başlamak ve müşterek(er)i yeniden oluşturmak için de. Bu sayıdaki makaleler,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/09/onsoz­bakim­isi­ve­musterekler­massimo­de­angelis/
26.03.2016
Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) – Dünyadan Çeviri
harcını karmaya başlamak ve müşterek(er)i yeniden oluşturmak için de. Bu sayıdaki makaleler,
müşterek(ler)in gücünün, kendimizi maddi olarak yeniden üretmek ve duygusal olarak
kendimize bakmak için harcadığımız toplumsal güçlerle başladığını gösteriyor.
The Commoner’ın 2012 kışında çıkan Bakım İşi ve Müşterekler konulu 15. sayısının önsözü. Bu sayıda
yer alan çevirisi tamamlanmış makaleler:
Giriş – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim‑
isi‑ve‑musterekler‑giris‑camille‑barbagallo‑ve‑silvia‑federici/)
İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is‑olarak‑
seks‑ve‑seks‑isi‑laura‑agustin/)
Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975
(h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir‑is‑olarak‑seks‑uzerine‑silvia‑federici‑1975‑2/)
Bu sayı (h←5p://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/01/commoner_issue‑15.pdf)nın tüm
makaleleri çevrilecek…
Etiketler:
Bakım emeği,
Bakım işi,
Değer,
Emek,
Ev içi iş,
Ev işçiliği,
Ev işi,
Feminizm,
Görünmeyen emek,
Güvencesizlik,
Kadın Emeği,
Marksizm,
Massimo De Angelis,
Müşterekler,
Seks işçiliği,
Silvia Federici,
The Commoner,
Yeniden Üretim
WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/09/onsoz­bakim­isi­ve­musterekler­massimo­de­angelis/
3/3
26.03.2016
Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 26 Şubat 201401 Haziran 2015
3,347 Words
Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi
(h嬄ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/02/mans‑world1.jpg)
Silvia Federici İtalya’nın Parma kentinde doğdu. New York, Brooklyn’de yaşıyor. Hofstra
Üniversitesi’nde profesör ve Nijerya’da öğretmen olarak çalıştı. Federici, Uluslararası Feminist
Kolektif’in (1972) ve Afrika’da Akademik Özgürlük Komitesi’nin (1990) kurucularından. Eserleri
arasında Revolution at Point Zero (Sıfır Noktasında Devrim) (2012) ve Caliban and the Witch:
Women, the Body, and Primitive Accumulation (Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim)
(2004) bulunmaktadır. 2013 Mayıs’ında Zagreb’deki Subversive Forum
(h嬄p://www.subversivefestival.com/foruml/7/5/en/subversive‑forum)’da Chiara Bonfiglioli’ye konuştu.
C.B: İzin verirseniz, kişisel geçmişiniz ve Wages for Housework (Evişine Ücret) kampanyası
ile başlamak istiyorum. ABD’ye ne zaman taşındınız ve İtalya, İngiltere ve ABD arasındaki
Wages for Housework grubu nasıl ortaya çıktı?
S.F: ABD’ye 1967’de taşındım. Orada öğrenci hareketine katıldım ve ardından 1969 sonrasında
bazı kadın çalışmaları gruplarına ve cezaevindeki kadınlar için kefalet bulmaya çalışan New
York’taki bir örgüt olan Women’s Bail Fund (Kadın Kefalet Fonu) gibi feminist örgütlere
katıldım. 1971 gibi, New York’ta, İtalya’dan ayrılan ve La Classe gibi Operaist dergilerle
bağlantılı bazı yoldaşlarla birlikte çalışmaya başladım. Yeni hareketlerle; Potere Operaio ve Lo嬄a
Continua ile oldukça ilgiliydiler, bu yüzden beraberce bazı materyalleri çevirmeye karar verdik
(Operaismo hakkında İngilizce bir genel bakış için bkz. (h嬄p://libcom.org/library/storming‑
heaven‑class‑composition‑struggle‑italian‑autonomist‑marxism‑steve‑wright)). Aslında,
aklımızdaki şey İtalyanca belgelerin bir antolojisiydi ve 1971’de bu konuda çalışmaya başladık.
Tronti, Sergio Bologna ve diğerlerinden bazı makaleleri çevirdik. Mariarosa Della Costa’nın
“Women and the Subversion of the Community” (İtalyanca “Potere femminile e sovversione
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenme­ve­yasam­silvia­federici­ile­soylesi/
sociale”) eseri ile karşılaşmam bu şekilde oldu. O zamanlar Lo嬄a Femminista içindeydi ve bu
1/6
26.03.2016
Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri
sociale”) eseri ile karşılaşmam bu şekilde oldu. O zamanlar Lo嬄a Femminista içindeydi ve bu
kitabı henüz yazmıştı. Kitap beni çok coşkulandırdı ve “İşte bu! İhtiyacım olan feminist bakış
açısı bu!” diye düşündüm.
1972 yazında, İtalya’ya gi嬄iğimde, onunla tanışmaya gi嬄im ve Padova’da büyük bir feminist
mitinge denk geldim. Bu karşılaşmadan günler sonra, International Feminist Collective
(Uluslararası Feminist Kolektif) adını verdiğimiz bir kolektif kurma kararı geldi. Bu, geldiğimiz
ülkelerde Evişine Ücret kampanyası başlatma kararı almış farklı ülkelerden kadınlardan
oluşuyordu. İtalya, İngiltere, Almanya, ABD ve Kanada’da bulunan gruplarla uluslararası bir ağ
oluşturduk. Bu epeyce malzeme ve deneyim açığa çıkardı. Birkaç yıl boyunca Evişine Ücret
kampanyası yaptık ve kampanyamızı nasıl planlayacağımızı ve belirli mücadelelere nasıl
katılacağımızı ele aldığımız uluslararası toplantılar organize e嬄ik ve perspektifimizi teorik ve
pratik olarak geliştirdik. Evişine Ücret ile ilişkim 77 sonuna dek sürdü. Kırk yıl sonra, Evişine
Ücret kampanyasına bu denli ilgi olduğunu görmek beni çok cesaretlendiriyor. Yetmişlerde,
sunduğumuz perspektif daima birçok feministin ve solun saldırısı altındaydı. Bugün tam tersini
görüyorum. Bir dizi Tarihsel Materyalizm konferanslarında bulundum ve yeniden üretim
meselesinin Marksist feminist perspektifin temel bir bileşeni haline geldiğini gördüm. Son otuz‑
kırk yıldır küresel ekonominin yeniden yapılandırılmasına bağlı olarak işin organizasyonu
konusunda yaşanan değişimler, yeni bir anlayış doğurdu ve ücretli emek üzerinden kurtuluşun
dışında, yeni bir feminist stratejiye olan ihtiyacı açığa çıkardı.
C.B: Kapitalizmin yeniden üretim noktasından eleştirisini neden gerekli görüyorsunuz?
S.F: Çünkü bize kapitalizmi bütün olarak yeniden düşünme fırsatı sunuyor. Yeniden üretim
meselesine baktığınızda, işin kapitalist organizasyonu ile ilgili temel bir şey görürsünüz.
Kapitalizmin, bir sistem olarak yeniden üretim işini değersizleştirmeye mecbur olduğunu
görürsünüz. Hem kölelik hem de kadınların işinin değersizleştirilmesi, maddi olarak kökenini,
işçi sınıfının üretilmesinin maliyetini azaltma yönündeki kapitalist ihtiyaçtan alır. Kapitalizmin
yaşamın üretilmesinin, işin üretilmesinin veya işgücünün üretilmesinin maliyetini en aza
indirmesi gereklidir. Kapitalizm, doğaya karşılıksız olarak el koyduğu gibi, köleleştirdiği
insanların ve kadınların ev içi emeğine de el koyar. Bunu anladığımız an, antikapitalist bir
perspektif benimsememiz gerekir çünkü cinsiyetçiliğin ve ırkçılığın yapısal öğeler olduğunu ve
kapitalist sistem için yapısal bir gereklilik olduğunu görürüz. Irkçılığı veya cinsiyetçiliği bir
biçimde taşımayan bir kapitalizm olamaz. Bu yüzden, ne tür bir mücadele içinde olursak olalım,
kapitalizme bir alternatif yaratmaya başlamamız gerekiyor. Kadın hareketinde, Evişine Ücre嬄e,
bunu gördük. Örneğin, çocuk bakımı çerçevesinde mücadele edebileceğimiz farklı yollar
olduğunu gördük. Ücretli emek için zamanımızı özgürleştirmek amacıyla kreş mücadelesi
verebiliriz veya zaten çalışıyor olduğumuzun ve daha fazla işe ihtiyacımız olmadığının
bilincinde olarak kreş için mücadele verebiliriz. Kreş zamanımızı daha fazla çalışmak için
özgürleştirmemeli, çalışmaktan özgürleştirmeli. Çocuk bakımı organizasyonu da ne tür bir yeni
nesil yaratmak istediğimizle ilgili soruları ortaya çıkarıyor. Bu iş basitçe çocuklar için parklar
oluşturma meselesi değil. Kapitalist birikim döngüsünü kırmaksızın bir çalışma türünün yerine
diğerini koyduğumuz kapitalist perspektife sıkışıp kalmak yerine, mücadelemizin uunu
genişletiyoruz ve gelecekteki toplumun nasıl olacağını tahayyül ediyoruz.
C.B: Çalışmalarınızda, Marksizm’in ve liberal feminist geleneğin parçası olan, kadınların
kurtuluşunun emek üzerinden olacağı fikrine güçlü bir eleştiri var. Ücretli emek üzerinden
kurtuluş konseptinin neden sınırlı olduğunu düşünüyorsunuz?
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenme­ve­yasam­silvia­federici­ile­soylesi/
S.F: Birçok bakımdan sınırlı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, sınırlı çünkü işin kapitalist
2/6
26.03.2016
Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri
S.F: Birçok bakımdan sınırlı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, sınırlı çünkü işin kapitalist
tanımını kabul ediyor; sanki bu tek sömürü ve antikapitalist mücadele biçimiymiş gibi işi ücretli
emekle eşitliyor. Evişini ücreti ödenmeyen emek olarak ele almak, yepyeni bir anlayış doğurdu,
kapitalist sömürü ve mücadele alanlarının sanılandan çok daha geniş olduğunu gösterdi. Bu,
Black Power hareketinin ve sömürgecilik karşıtı hareketin, köleliğin kapitalist birikimin bir
örtüsü olduğunda ısrar ederek ortodoks Marksist sola getirdiği eleştirilerle aynı. Ayrıca bu bir
strateji ve organizasyon meselesi. Kadınlar, dış kaynak kullanımı ve çalışmanın
güvencesizleştirilmeye başlamasıyla birlikte ‘işyerinin’ yoğun bir saldırı altına girdiği
bir dönemde ücretli işgücüne katıldılar. Dolayısıyla işgücüne katılmak öyle büyük bir zafer
değildi. Yetmişlerin sonunda, iş serbest bölgelere kayıyordu ve sendikalar tüm sözleşmeleri
yeniden açıyor ve işçilerin kazanımlarından vazgeçiyorlardı. Bu nedenle, feminist hareketin
çabalarını “işyerinde” örgütlenmeye kanalize etmesi stratejik bir hataydı.
Elbe嬄e kadınların ücretli çalışmaması gerektiğini söylemiyorum. Fakat bunu politik strateji
haline getirmek başka şey. ABD’de bu, yeniden üretim konusundaki mücadelenin terk edilmesi
anlamına geldi. Her şey kadın sendikaları kurmak ve eşit işe eşit ücret almakla ilgiliydi. Peki ne
oldu? İşgücüne katıldık fakat işyerini değiştiremedik. Örneğin, çok az yer kreş sunuyor. İşin
organizasyonunu değiştirmedik çünkü işgücüne bir zayıflık anında girdik. Yeniden üretim
konusundaki bir mücadele ise, kadınlar arasında siyasal bir yeniden kompozisyona yol
açabilirdi. Ancak 70’lerin ortalarına doğru yeniden üretim konusundaki mücadele en azından
ABD’de terk edildi. Oradaki feminist hareket, eşitlik taleplerinin önüne geçecek bir şey
yapmaktan öyle korkuyordu ki, annelik izni için bile savaşmadı. Sonuç olarak bugün annelik
iznimiz yok. Tek tek her işyerinde bunun mücadelesini vermemiz gerekiyor. Mesele Yüksek
Mahkeme’ye gi嬄iğinde birçok feminist savaşmak istemedi çünkü ‘ayrıcalık’ isterseniz, eşitlik
talep edemeyeceğinize inanıyorlardı. Annelik izninin ayrıcalık olmadığını görmediler. Oysa
biz, tam insan muamelesi görmek için erkekmiş gibi davranmak zorunda kalmamalıyız.
C.B: Çalışmalarınızda bakım topluluklarından söz ediyorsunuz, çok önemli bulduğum bir
şey bu. Revolution at Point Zero’da örneğin, yaşlılar ve yaşlı bakımı konusunda güzel bir
bölüm var. Bakım meselesi ve bunun siyasal mücadeleleri bir bütün olarak yeniden
düşünmemizi nasıl sağlayabileceği hakkında konuşabilir misiniz?
S.F: Müşterekler ve bakım toplulukları meselesi çok önemli. Bu tür bir tartışmaya yıllar önce
New York’ta, küreselleşme karşıtı hareketin zirvesindeki günlerde başladık. O zamanlar,
Sea嬄le’dan sonra, epeyce coşku vardı. Binlerce insan Sea嬄le’da veya Montreal’de bir araya geldi
fakat kısa bir süre sonra her şey dağıldı. Birçok genç insan, hareket içinde örgütlenme yollarını
sorgulamaya başladı. Bu harika mobilizasyonların birçok insanı dışarıda bıraktığını
düşünüyorlardı. Örneğin, hasta olduğu için katılamayan birçok kişi vardı. Kimilerininse ailevi
sorumlulukları vardı, küçük çocuklara veya yaşlı akrabalara bakmakla yükümlüydüler. Bu
şekilde hareket sadece “en fitlerin”, geceyarısı saat 12’ye kadar toplantılarda konuşabilenlerin,
küçük çocuğu olmayanların ve toplantıya gi嬄iğinde bakıcı ücreti ödemek zorunda olmayanların
katılabildiği bir harekete benziyordu. Böylece, kendi kendini yeniden üreten, kendini yeniden
üretebilen, örgütlenme ile gündelik yaşamlarımızı birbirinden ayırmayan bir hareket yaratma
üzerine konuşmaya başladık.
Bu tartışmaların sonucu olarak, kendi kendini yeniden üreten bir harekete sahip olmanın ve
karşılıklı bir destek ağı yaratmanın anlamını yansıtan bir dizi küçük kitap ve fanzin üretildi.
Anarşist hareke嬄e (yalnızca anarşistlerde değil; yüzyıl dönüşü ile 1920‑1930’lar arasında, refah
devleti öncesi komünist hareketin erken dönemlerinde de) bu denli öneme sahip olan karşılıklı
yardım fikri üzerinde yeniden düşünmeye başladık. O zamanlar, tüm bakım işleri işçi
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenme­ve­yasam­silvia­federici­ile­soylesi/
örgütlerince yapılıyordu; emeklilik, kazalar için tazminat vb. sağlayan, sendikalardı. O şekilde, 3/6
26.03.2016
Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri
örgütlerince yapılıyordu; emeklilik, kazalar için tazminat vb. sağlayan, sendikalardı. O şekilde,
sendikalar toplum içinde çok daha köklüydüler ve bir mücadele vardı, toplum ve işyeri daima
birlikteydi. Bugün toplum denen şey yok, en azından ABD’deki birçok kent merkezinde. Bu
yüzden dayanışmayı yeniden inşa etmek zorundayız; kasabalarımızın sosyal dokusunu yeniden
oluşturmamız ve mücadelemiz için yeni bir zemin yaratmamız gerekiyor. Yeniden üretimin
bağımsız formlarını yaratmamız gerekiyor ki direnişin zemini haline gelebilsinler. Antikapitalist
bir mücadele inşa etme konusunda ciddiysek, ne tür bir toplum yaratmak istediğimizi de
sormak ve yeni işbirliği formlarını deneyimlemek zorundayız.
Yeniden üretimi işbirliği yöntemi ile organize etme meselesi özellikle önemli, çünkü yeniden
üretim işini endüstriyelleştiremeyiz, en azından en zahmetli yanlarını, çocuk bakımına ilişkin
olanları. Bütün işi makinelerin yapacağı bir toplum tahayyülleri konusunda Marx ve sola ilişkin
eleştirim bu. Makineler çocuk bakamaz. Dolayısıyla, teknolojikleştirilemeyecek devasa bir iş
miktarı var. O zaman bunu organize etmenin tek yolu, daha işbirliğine dayalı hale getirmek.
Yeniden üretim işinin büyük oranda kişiselleştirilmiş ve izole bir şekilde örgütlenmesi bizi
bitiriyor. Dolayısıyla bakım toplulukları fikrinin pek çok boyutu var. Haya嬄a kalmaya ilişkin bir
yanı var fakat yeni bir toplumun nasıl olacağı konusunda fikir üretmekle de alakalı. Direniş
boyutu da var, sosyal dokunun yeniden inşası var… Bunlar, esasen ne tür bir yeniden üretim
istediğimize karar verme hakkımızı ve kapasitemizi yeniden talep e嬄iğimiz yeni ilişkiler, yeni
işbirliği formları. İşgal hareketi cesaret vericiydi çünkü bunlar genç insanlardı, birçoğu daha
önce siyasetle ilgilenmemişti ve işgal sırasında en önemli deneyimleri kendi kendilerini işbirliği
içinde yeniden üretmeleriydi. Yedi ay boyunca süren, işbirliğine dayalı büyük bir yeniden
üretim deneyiydi: temizlik ve yemek ekipleri olarak organize olma ve çalışma, çiftçilerle bağ
kurma, kütüphane ve diğer ‘bilgi müştereklerini’ organize etme, bilgi dolaşımını organize etme,
canlı yayın, beraber afişler yapma. Eşsiz bir dönüştürücü deneyimdi. İnsanlara yalnız
olmadıkları, gündelik yaşantımızda yeniden üretimimiz konusunda birbirimizle işbirliği
yaptığımız bir toplumda yaşamanın neye benzediğini hisse嬄irdi. Ve bu nedenle, çadırlar
sökülüp kamplar dağıtıldıktan sonra bile, burada ortaya çıkan birçok mücadele devam e嬄i.
Örneğin, öğrenci borçlarına karşı mücadele. İşgal hareketinden çıkan örgütlenmelerden biri ve
halen Strike Debt olarak işlevini sürdürüyor.
C.B: Revolution at Point Zero’da ortaya koyduğunuz bir başka nokta ise feminist hareketin
son otuz yıldaki kurumsallaşması ve sistem‑içileşmesi. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
S.F: Sık sık Birlemiş Milletler’in feminist hareketle ilişkisindeki rolünü, sömürge karşıtı
hareketlerle ilişkisindeki rolüyle karşılaştırırım. Kendisini dekolonizasyon sürecinin tepesine
yerleştiren BM, bu sürecin uluslararası sermaye ile ABD’nin çıkarına, yumuşak bir şekilde
gerçekleşmesini sağladı. Kadın hareketi konusunda da benzer bir şey yaşandı. BM’nin feminist
politikaya müdahalesi, feminist gündemi neoliberal programla uyumlu bir biçimde yeniden
şekillendirdi. Kapitalizmde erkeklerin, kadınlar ile sermaye arasında aracı olarak oynadığı rolün
krizde olduğu netleşince, BM yeni yapılar ve kurumlar yaratmak üzere müdahale etmek
zorunda kaldı. Kadınların ücretli işgücüne kitlesel katılımı kadınları sermaye ile çok daha
doğrudan bir ilişki içine soktu. Ve bu durum kurumsal yapıda bir değişim gerektiriyordu. Bir
tarafta, BM’nin ve STK’ların işi feminist gündemi yeniden oluşturmak, ehlileştirilemeyecek
yönlerini ayıklamak, diğer tarafta ise, hükümetleri kadınlar ile sermaye arasındaki bu yeni
doğrudan ilişkiyi benimseyen politikalar oluşturma konusunda eğitmekti. Sonuç olarak, on‑on
beş yıllık bir zaman diliminde, bağımsızlığını giderek kaybeden bir feminist harekete tanık
olduk. Yıllar yılı, 1975’te Mexico City’den 1995’te Beijing’e dek, feministler faaliyetlerini BM
gündemleri, konferansları etrafında organize e嬄iler.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenme­ve­yasam­silvia­federici­ile­soylesi/
Uluslararası kuruluşlar ve STK’lar sadece kadın hareketinin bağımsızlığını değil, hayatlarını
4/6
26.03.2016
Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri
Uluslararası kuruluşlar ve STK’lar sadece kadın hareketinin bağımsızlığını değil, hayatlarını
pazarın dışında örgütlemeye çalışan milyonlarca kadının bağımsızlığını da erozyona uğra嬄ılar.
Örneğin, geçim ekonomisiyle yaşamını sürdüren, geçinmek için toprakta çalışan ama şimdi
kredi aldıktan sonra bankalara borçlu olan Afrika ve Asya’daki kadınlara mikro krediler
dayatıyorlar. STK’lar, Dünya Bankası ve BM tarafından kadınların güçlendirilmesinin bir yolu
olarak pompalanmasına rağmen gerçekten de ahlaksız bir program olan mikro kredinin hücum
kıtaları haline geldiler. Gerçeklikte, yaşamın kıyısında ayakta kalabilme mücadelesi veren fakat
yine de bir çeşit karşılıklı destek ağı oluşturmayı başarabilmiş kadınlardan daha fazla iş ve para
koparmanın bir yolu bu. Bolivya’da Mujeres Creando (Kadınlar Yaratıyor) adlı feminist grup, La
Pobreza es un gran negocio (Yoksulluk karlı bir iş) adını verdikleri güçlü bir rapor hazırladı. Bu
rapor, mikrofinansın tüm krediler arasında en yüksek faiz oranına (%20‑30) sahip olduğunu
gösteriyordu. Neden? Yanıt olarak, neleri olduğunu ortaya çıkarmak için daha çok çalışmanız
gerektiğinden, yoksullara kredi vermenin çok zahmetli olduğunu söylüyorlar. Bu yüzden
kilometrelerce yürüyecek, bahçelerinde ne olduğuna bakmak için kredi alan kadınların evine
gidecek insanlar tu嬄ular. Diyelim ki bir tavukları, birkaç tabakları var. Bangladeş’te tabakları
alıyorlar. Kadınların pirinç pişirmek için kullandıkları tabaklar, bunları kadınların elinden
aldılar ki bu çok büyük bir aşağılamaydı ve bazı kadınların kendini öldürmesine yol açtı.
Lamia Kerim bu konuda güçlü bir kitap yazdı: Micro‑finance and its Discontents (2011). Kitap
Bangladeş’teki Grameen Bankası ve STK’lar ile ilgili ve mikro kredi işine karışmış STK’ların
gerçekten ayrıntılı bir analizini yapmış. Bangladeş’te durum çok daha şiddetli, çünkü bir kadın
ödeme yapamadığında, başka kadınlar ve STK görevlileri evine gidip yıkıyorlar: “Ödemezsen
evini yıkarız” diyorlar. Ve yaptıkları ilk iş daha sonra satacakları ince çatıyı sökmek, bu yüzden
ev çatısız kalıyor. Sonra tabakları alıyorlar ve kadınların hiçbir şeyi kalmıyor. Yani bu iş kolektif
denetime dayanıyor. Her bir kadının diğerini denetlemesine, kolektif olarak sorumlu
tutuldukları krediyi geri ödemeye zorlamasına dayanıyor. Bir başka akademisyen olan Julia
Elyachar, Markets of Dispossession: NGOs, Economic Development, and the State in Cairo
(2005) adlı bir kitap yazdı. Farklı kültürler farklı utanma kodlarına sahip olduğu için, bankaların
ve STK’ların utandırma taktikleri üzerinde nasıl çalıştıklarını anlatıyor. İnsanları nasıl
utandırabileceklerini bilmek istiyorlar ki ödemeyi reddedemesinler.
Dolayısıyla o pek meşhur ‘güçlendirme’ kavramının arkasında, yalnızca paraya ulaşmanın size
güç verdiği fikri ve daha önce geçim ekonomisi ile yaşayan kadınları parasal ilişkilerin kontrolü
altına alma girişimi var. Bunun önemli bir kısmı kadınları topraktan koparmakla ilgili çünkü
dünyada halen epeyce geçimlik tarım var. Geçimlik tarım insanlara güç verir çünkü ücretlerin
aşırı derecede düşük ve işsizliğin çok yüksek olduğu bir ülkede bir parça toprak üzerinde
yaşama fikri size bir miktar bağımsızlık kazandırır; size yemek, haya嬄a kalmak ve sömürünün
en berbat biçimlerinden kaçmak fırsatını verir. Bu yüzden Dünya Bankası gibi uluslararası
finans kuruluşları buna son vermek isterler. Yazdığım makalelerde, Afrika’dan Papua’ya kadar
dünyanın çeşitli bölgelerinde yeniden görülmeye başlanan cadı avlarının bu süreçle çok alakalı
olduğunu öne sürdüm.* Küreselleşmenin yara嬄ığı yoksullaşmaya yanıt olarak, kadınlar kırsal
bölgelerde ve ayrıca kentlerde toprağı yeniden talep ediyorlar. Toprağın ticarileştirilmesine,
suyun ticarileştirilmesine, ağaçların satılmasına karşı direniyorlar. Bu yüzden şiddetli
saldırılarla yüz yüze kalıyorlar. Bu da neyin değerli olup neyin olmadığını yeniden tanımlama
konusundaki mücadelenin bir parçası.
Bkz. Silvia Federici, “Witch‑Hunting, Globalization, and Feminist Solidarity in Africa Today”
(Journal of International Women’s Studies, Ekim 2008).
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenme­ve­yasam­silvia­federici­ile­soylesi/
h嬄p://www.citsee.eu/interview/organising‑and‑living‑interview‑silvia‑federici
5/6
26.03.2016
Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri
h嬄p://www.citsee.eu/interview/organising‑and‑living‑interview‑silvia‑federici
(h嬄p://www.citsee.eu/interview/organising‑and‑living‑interview‑silvia‑federici)
Etiketler:
Çeviri,
Beden politikaları,
Eviçi emek,
Feminizm,
Kapitalist yeniden üretim,
Silvia Federici,
Yeniden Üretim
WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından
Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenme­ve­yasam­silvia­federici­ile­soylesi/
6/6
26.03.2016
Radikal Kolektif Bakım Projesi – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 20 Ağustos 201523 Ağustos 2015
789 Words
Radikal Kolektif Bakım Projesi
(hꓰ�ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/08/526577_495960713786979_1902323482_n.j
pg)
Kapitalizmin mevcut krizinde kendisi de krizle birlikte anılan “toplumsal yeniden üretim” alanında
yapılan çalışmaların, ortaya çıkan deneyimlerin ve araştırmaların değerlendirilmesine yönelik bir
proje olan Radikal Kolektif Bakım Projesinin blogundaki tanıtım yazısını bu alandaki yerel çabalara
bir katkı olması için çevirdik. Blogda pek çok değerlendirme mevcut, mümkün oldukça
Türkçeleştireceğiz. Türkiye’den örneklerle karşılaştırmak ve kendi deneyimlerimizle de yan yana
getirmek daha da güzel bir katkı olabilir.
Hakkında
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/20/radikal­kolektif­bakim­projesi/
1/3
26.03.2016
Radikal Kolektif Bakım Projesi – Dünyadan Çeviri
Hakkında
Bu blog, toplumsal hareketlerle bağlantılı olarak kolektif bakım, yeniden üretim ve karşılıklı
yardım pratiklerinin incelendiği bir kolektif araştırma sürecinin parçasıdır. Bakım, barınma ve
gıda üretimine alanında radikal pratiklere ilişkin örnekler topluyoruz. Çalışmamız bu
çevrimiçi araç kutusunda yayınlanan araştırma sunumlarının rotasına dayanıyor. Bu proje
Manuela Zechner, Julia Wieger ve Bue Rübner Hansern tarafından 2012’de VBKÖ Viyana’da
başlatıldı ve kimisini burada yayınladığımız çeşitli bağlamlarda ve biçimlerde devam ediyor.
Örneğin mevcut krize yanıt olarak ortaya çıkan çağdaş hareketlerin yanı sıra tarihsel kadın
veya işçi hareketlerinin açığa çıkardığı pratiklerle de ilgileniyoruz. Dolayısıyla belirli otonom
yeniden üretim pratiklerinin potansiyelleri ve sınırlılıkları hakkında düşünmemize yardımcı
olabilecek, aynı zamanda bunlardan doğru hareket noktaları geliştirmemizi de sağlayabilecek
‘vaka çalışmalarını’ topluyor ve tartışıyoruz. Avrupa ve ötesinde hayata geçirilen bazı
inisiyatiflerin haritasını çıkarmak, bunların iç ilişkilerini ve içinde yer aldıkları ağları izlemek,
mikropolitikalarını incelemek ve devletle olan ilişkilerini kavramak istiyoruz.
İçerik
Avrupa’yı, özellikle de PIIGS’yi (Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan ve İspanya) baştan sona
saran mevcut toplumsal krizin ışığında, kafa kafaya (ve el ele, kalp kalbe) verip yeniden üretim
ve bakımın olası kolektif modelleri üzerine düşünmenin aciliyetini gördük. Hızla artan işsizlik,
güvencesizlik, yoksulluk ve mülksüzleşme, yeni toplumsal kurumların ve karşılıklı güvenlik
ağlarının aşağıdan yaratılmasının aciliyetini gösteriyor.
Destek ağları, dayanışma ekonomileri ve müşterek kurumlar, kolektif bakım pratiklerinin nasıl
mümkün ve sürdürülebilir olabileceği konusunda faydalı ipuçları sunuyorlar. Bu gibi yeni ve
eski örnekleri bulup paylaşıyor, özörgütlenmeye yönelik araçları tartışıyor ve geliştiriyoruz.
Kamu kurumlarının ve temsili demokrasinin süregiden krizi, gündelik yaşamlarımızı
belirleyen kimi yapıları yeniden oluşturma konusunda epeyce fırsat sunmakta. Hem de
sürüsüne bereket! Ama sadece bu da değil: bir yandan rekabet ve kemer sıkmayı dayatırken
işbirliğinden de faydalanan politika modelleri ile birlikte. Devlet ile özyönetim arasındaki ilişki
bir kez daha milyon dolarlık soru olmuş gibi görünüyor! Bu olguyu mevcut durumumuz
içinde düşünmeye çalışıyoruz.
Örnekler…
Vaka çalışmalarına şu örnekleri verebiliriz: Kara Panterlerin ücretsiz kahvaltısı; Occupy
Sandy’nin karşılıklı yardımı; Wiener Deewan’ın “gönlünden kopanı öde” restoranı;
Einküchenhäuser; San Francisco Solano’nun Toplum Sağlığı Merkezi; halk mutfakları –
krizdeki Yunanistan’ın yanı sıra 30’lar Avrupa’sında; Viyana yakınlarındaki Ochsenherz
çiftliğinde toplum destekli tarım; yerel üreticilerden topluluk temelli alışverişin örgütlendiği
İtalya’daki GAS ağı; karşılıklı yardım ve akıl sağlığı desteği için Icarus projesi; tarihsel kadın
hareketlerinden, kreşler veya sağlık hizmeti gibi inisiyatifler; erken dönem işçi hareketlerinin
öz‑değerlemeli kurumları vb.
Bu proje nasıl yürütülüyor?
Toplumsal yeniden üretim ve bakım alanlarında örgütlenen, çalışan ve araştırma yapan
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/20/radikal­kolektif­bakim­projesi/
2/3
26.03.2016
Radikal Kolektif Bakım Projesi – Dünyadan Çeviri
Toplumsal yeniden üretim ve bakım alanlarında örgütlenen, çalışan ve araştırma yapan
insanların bir araya gelerek görüş alışverişlerinde bulunmalarını teşvik etmek istiyoruz. Dolayısıyla finansal metodolojimiz şu ana dek çalışmalarımızı sanatsal mekânlara
dayandırmak ve bundan aldığımız parayı (şimdiki veya gelecekteki) sunumları için insanlara
ödemek şeklinde oldu. Bu epey güvencesiz bir iş ve açık ki bu projeyi karşılıksız sürdürüyoruz
ama bulabildiğimiz müddetçe parayı paylaşmak bizim için önemli. Örnekler sunmanız ve
sunumlara ve tartışmalara katılmanız dileğiyle.
Bize ulaşmak için blogumuza (hꓰ�p://radicalcollectivecare.blogspot.co.uk/p/blog‑page.html)bir
yorum bırakmanız veya bir toplantıya gelmeniz yeterli.
Radical Collective Care Practices Project
(http://radicalcollectivecare.blogspot.co.uk/)
Etiketler:
Bakım emeği,
Bakım işi,
Barınma,
Dayanışma,
Ev içi emek,
Kadın Emeği,
Radical Collective Care Practices Project,
Radical Collective Care Project,
Radikal Kolektif Bakım Projesi,
Toplumsal hareketler,
Toplumsal yeniden üretim,
Yeniden Üretim
“Radikal Kolektif Bakım Projesi” üzerine bir yorum
dunyadanceviri dedi ki:
23 Ağustos 2015, 02:10 | Düzenle
İtalya’ya İzlanda demişim hiç demiyorsunuz…
 Cevapla
WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/20/radikal­kolektif­bakim­projesi/
3/3
26.03.2016
Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 01 Kasım 201402 Kasım 2014
3,336 Words
Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times
(h ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/11/silfed_inline.jpg)
Silvia Federici New York’ta yaşayan bir düşünür, öğretmen ve örgütçü. Nijerya’da yıllarca
öğretmenlik yaptıktan sonra bir sosyal bilimler profesörü olarak çalıştığı Hofstra Üniversitesi’nde
fahri profesörlüğü sürdürüyor. Federici, diğer birçok rolünün yanında, Afrika Akademik
Özgürlükler Komitesi’nin ve Uluslararası Feminist Kolektif’in kurucularından. Evişi için Ücret
kampanyasını örgütledi ve Midnight Notes Collective’in içinde yer aldı. Federici’nin en bilinen
çalışması Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, ilksel birikimin kapitalizmin temel bir
özelliği olduğunu savunuyor.
Occupied Times Çalışmanız, özellikle de fabrika sistemi içinde, üretim ve yeniden üretimin
optimum birimi olarak görülmeye başlandığı on dokuzuncu yüzyıl kapitalizminin bir yapısı
olarak çekirdek ailenin ortaya çıkışına odaklanıyor. Çekirdek aileyi telafisiz şekilde geriletici ve
dönülmez biçimde kapitalist ilişkilerle bağlantılı mı görüyorsunuz? Öyle ise, kendimizi bu
normatif toplumsal yapıdan nasıl kurtarabiliriz?
Silvia Federici Çekirdek aile, çelişki üzerine kurulu bir toplumsal formdur. Yeniden üretimi
sağlar ancak gelecek veya günlük sömürümüz açısından işçiler olarak. Bu denli baskıcı
olmasının bir sebebi budur. Çocukken kapitalist iş disiplinini kabul etmeyi öğrendiğimiz
yerdir. Ayrıca eşitsiz ilişkilerin de yeridir.
Eviçi emek ve eviçi yaşam, kadınların karşılıksız emeği ve erkeğin bunu denetimi üzerine
kuruludur. Çalışmalarımda sık sık işaret e iğim üzere: ücret yoluyla sermaye ve devlet,
kadınların çalışmasını denetleme yetkisini erkeklere vermiştir, bu yüzden eviçi şiddet
toplumsal olarak kabul görür ve bugün bu denli yaygındır. Karınızı döversiniz çünkü evişini
yapmamıştır. Örneğin, daima evişinin bir parçası olarak görülen cinsel ilişkiyi reddetmiştir.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silvia­federici­ile­soylesi­occupied­times/
Feministler buna karşı mücadele verene dek, karınızın dövülmesi suç olarak görülmüyordu;
1/6
26.03.2016
Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri
Feministler buna karşı mücadele verene dek, karınızın dövülmesi suç olarak görülmüyordu;
aynı şekilde, çocukların dövülmesi de şiddet sayılmıyordu, toplumsallaşma süreçlerinin bir
parçası olarak görülüyordu, çünkü çocuklar, çalışmadıkları için bedenleri ve beden
bütünlükleri üzerinde denetime sahip sayılmıyordu. Resmi makamlara aile içinde de tecavüz
diye bir şey olabileceğini kabul e irmek uzun bir mücadele gerektirdi.
Çekirdek aile toplumsallığın ortadan kaldırılmasının bir aracı olageldi. 20 yy.da işçi sınıfı ailesi
toplumun geri kalanından giderek daha izole bir hale geldi. Konut politikaları, banliyönün de
oluşumu ile bu süreci hızlandırdı.
Kendimizi aileden nasıl kurtarırız? Öncelikle bugün işçi sınıfı ailesi zaten kriz içinde, çünkü
işsizlik, güvencesiz çalışma ve ücretlerdeki çöküş birçok genç insanın aile kurmayı ertelemesini
veya bundan vazgeçmesini getiriyor ya da ebeveynleri iş peşinde farklı yerlere sürüklüyor.
Aile sahibi olma hakkı, ki bu belirli bir seviyede yeniden üretim hakkıdır ve kölelik ile ücretli
işgücü arasındaki farkı yaratan şeydir, giderek daha fazla tehdit altında. Fakat aynı zamanda,
kan bağlarından ziyade dostça ilişkiler üzerine inşa edilen daha geniş aile türlerine de bir
dönüş yaşıyoruz. Bu, sanırım takip edilmesi gereken bir model. Bir geçiş döneminde
olduğumuz ve epeyce deneyin yaşandığı aşikâr, fakat aileyi – hetero veya gey – daha geniş bir
topluluğa açmak, onu giderek daha fazla izole eden ve sorunlarına kolektif bir şekilde çözüm
aramaktan alıkoyan duvarları yıkmak; işte sömürüye karşı direnişimizi güçlendirmek için
almamız gereken yol bu. Çekirdek ailenin yok edilmesi / dışa açılması, direniş topluluklarının
inşasına giden yol.
OT Selma James ve Bell Hooks gibi diğerleri, hareketin siyah, trans ve işçi kadınların
deneyimlerine olan körlüğünü ortaya çıkarırken, siz de sınıfsal ve ırksal önyargıları nedeniyle
1970’lerin kadın özgürlük hareketine eleştiriler getirdiniz. Feminizm içindeki tartışmalar ve
mücadeleler bugün sıkça benzer bölünmelere odaklanırken, bu meseleler etrafında
örgütlenmekten kaynaklı paylaşabileceğiniz pratik dersler var mı? Devrimci hareketlerin
kadınların yaşamlarını etkileyen farklı farklı ve çakışan baskıları tanımasını ve bunlar
üzerinden harekete geçmesini sağlamak için hangi yaklaşımların en etkili olacağını
düşünüyorsunuz?
SF En iyi yaklaşım, cinsel ve ırksal çizgilerle ayrıldığımız sürece daha adil bir toplum yaratma
gücüne sahip olamayacağımızın farkına varmak. Daha spesifik olarak, kadınların
sömürülmesinin bütünselliğine karşı mücadele vermezsek ve yalnızca sınırlı bir kadın
grubunun yararına olan politikaların kavgasını verirsek, hiçbir ciddi toplumsal değişim elde
edemeyiz. Örneğin, bedenlerimiz üzerindeki denetimin kürtaj hakkı ile tanımlanması ve
dolayısıyla sterilizasyon riski altındaki veya ekonomik koşulları nedeniyle çocuk sahibi
olamayan kadınların durumunun göz ardı edilmesi, feminist hareketi zayıflatmıştır. Öyle ki
bugün yasal kürtaj bile bir meseledir ve birçok ülkede düşük gelirli kadınların erişimine
uzaktır.
Benzer şekilde, doğum izni için güçlü bir kampanya yürütülmemiş olması (mesele 1976’da
ABD Yüksek Mahkemesine gi iğinde) ve sosyal yardım alan kadınların aşağılanması ve
kriminalize edilmesi – hepsinden de ötesi, sosyal yardımların Bill Clinton tarafından 1996’da
kaldırılmasına karşı mobilize olmamış olmak – da tüm kadınları etkileyen önemli bir hata
oldu.
Evişini gerçek iş saymıyorsak, ki bu sosyal yardımdan çalışma yardımına geçişin dayanak
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silvia­federici­ile­soylesi­occupied­times/
2/6
26.03.2016
Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri
Evişini gerçek iş saymıyorsak, ki bu sosyal yardımdan çalışma yardımına geçişin dayanak
noktasıdır, kimsenin aile geçindirmek için kurumsal destek almaya hakkı olmaz. O zaman,
devlet, çocuklarımızı yetiştirmemizin kişisel bir sorumluluk olduğunu ve örneğin kreş
istiyorsak parasını ödememiz gerektiğini iddia e iğinde haklı olur. Kısacası, yaklaşım, tüm
kadınların ve hepsinden önce en çok sömürülen ve ayrımcılığa uğrayanların yararına olmayan
herhangi bir talep ve stratejinin, içimizde oluşturulmuş hiyerarşileri ayak altına almayan tüm
yaklaşımların iflas etmeye mecbur olduğunda ve anlık olarak elde e iğimiz tüm kazanımların
en sonunda sonunu getireceğinde ısrar etmektir.
OT Caliban ve Cadı’da, kadınlara dayatılan boyun eğmenin ve bedenlerine ve emeklerine el
konmasının merkezinde yer alan (diğer faktörlerin yanı sıra) cadı avı yargılamalarına,
yakmalara ve işkenceye işaret ediyorsunuz. Tarihsel cadı avlarının günümüz dünyasında
paralelleri var mı? Örneğin, benzer çitleme ve birikim süreçlerin işlediği Sahara Altı Afrika’da
cadı avları gördük.
SF Evet, 16‑18. yy.ın cadı avları ile bugün dünyanın birçok bölgesinde gerçekleşenler arasında
bir devamlılık var. Arada büyük farklar da var: Bugünün cadı avları hükümetler ve ulus
devletler tarafından yürütülmüyor, yasalarca desteklenmiyor ve geçmişte olduğu gibi çağdaş
entelijansiya tarafından savunulmuyor. Devamlılık şurada: Geçmişin cadı avlarında olduğu
gibi, günümüzdekiler de ‘ilksel birikim’ sürecine özgü gelişmelerle, bu durumda, giderek
artmakta olan, kadınların toprağa erişimini kısıtlama çabalarına ve toprak sahibi olan ve/veya
müsadereye direnen kadınlara (özellikle de yaşlı kadınlara) yönelik saldırılara yol açan toprak
müsaderesi ve özelleştirmeler süreci ile bağlantılı.
Hem Afrika’da hem de Hindistan’da binlerce kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü, kocaları
öldükten sonra topraklarını ellerinde tutmak için mücadele eden dullar da kurbanlar arasında.
Devamlılığın daha ileri bir unsuru, cadı avının yalnızca kadınların ekonomik konumunu değil
ancak toplumsal kimliklerini de yeniden tanımlamak ve toplumsal güçlerinin altını oymak için
kullanılması. Kocalarının ücretsiz yardımcısı olmaya indirgenmeye karşı çıkan, direnen
kadınlar da (örneğin Afrika’da) cadı olarak görülmüştür. Tesadüfi olmayan bir şekilde bugün
Hindistan’daki cadı avı (geçmişte olduğu gibi), kadınların geleneksel olarak ekonomik açıdan
daha bağımsız olduğu kabile bölgelerinde özellikle yaygındır. Bu sorularla ilgili olarak
uluslararası kadın çalışmaları dergisi Journal of International Women’s Studies’de Ekim
2008’de yayınlanan “Witch‑hunting, Globalisation and Feminist Solidarity in Africa Today”
(Cadı Avı, Küreselleşme ve Afrika’da Bugün Feminist Dayanışma) çalışmama başvurulabilir.
OT Avrupa ve Amerika’da kadınlara boyun eğdirilmesinin kapitalizmin oluşumunda kritik
olduğunu savunuyorsunuz. Bu sadece bir Atlantik fenomeni mi yoksa Asya’da sömürgecilik de
benzer bir rol oynadı mı?
SF Gerçekten de benzer bir rol oynadı, birçok bölgede sömürgecilik (örneğin Latin
Amerika’dan) daha sonraki bir tarihe denk gelmesine ve toplumsal ilişkiler üzerinde aynı
etkiyi yaratamamasına rağmen. Ha a Çin’de, sömürgecilik kıyı şeridi ile sınırlı oldu. Ve
cinsiyet ilişkilerinin sömürgecilik tarafından dönüştürülme derecesinde bölgesel farklılıklar da
vardı. Ancak genel bir eğilim olarak sömürgecilik, hem İngiliz hem de Hollandalı sömürgeciler
patriarkal geleneksel hükümleri destekledikleri ve kadınları toprağa erişimden ve ha a otlak
hakkından artan şekilde dışlayan bir toprak özelleştirmesi sürecini körükledikleri için cinsiyet
eşitsizliklerini derinleştirdi.
3/6
Hindistan’da örneğin, İngilizler Hindistan’ın dulların kocalarının mülkünü miras almasına dair
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silvia­federici­ile­soylesi­occupied­times/
26.03.2016
Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri
Hindistan’da örneğin, İngilizler Hindistan’ın dulların kocalarının mülkünü miras almasına dair
kısıtlamalarını resmi olarak desteklediler ve kırsal bölgelerde kadınların bağımsızlığının altını
oymak için yerel şeflerle işbirliği yaptılar. Hem Hindistan’da hem de Endonezya’da sömürgeci
egemenliği, birçok bölgede gelişmiş olan (örneğin kadınların toprağın kolektif mülkiyetine
sahip olduğu ve anasoy zinciri üzerinden miras aldığı Hindistan’da Kuzey Kerala’da ve
Endonezya’da Batı Sumatra’nın Minangkabau topluluklarında) anasoylu toplumların sonunu
getirdi.
OT Caliban ve Cadı’da şunu söylüyorsunuz: “Marks, doğurmanın bir sömürü alanı
olabileceğini ve aynı şekilde bir direniş alanı haline gelebileceğini asla görmedi. Kadınların
yeniden üretimi reddedebileceğini veya böylesi bir reddin sınıf mücadelesinin parçası
olabileceğini asla tahayyül etmedi.” Bu reddedişin kolektifleştirilmiş şekilde uygulanmasını
savunur muydunuz?
SF Dünya üzerindeki kadınlar, savaş sürdüğü müddetçe erkeklerle sevişmeme kararı alan
Atinalı kadınlarla aynı şekilde, kendileri için daha dostça bir yer haline gelene dek bu dünyaya
daha fazla çocuk getirmemek için bir doğurma grevine gitse harika olurdu. Fakat bunu
yapmayı önermiyorum. Bu sürdürülebilir bir strateji değil çünkü nasıl örgütlenebileceğini
tahayyül etmek zor ve nüfus kontrolü destekleyicilerinin yararına sonuçlanabilir. Ayrıca,
yeraltından sürmekte olan bir doğurma grevi olduğunun da bilincinde olmak gerek. Savaşların
salgın hale geldiği Afrika ülkelerindeki kadınlar çocuk doğurmamaya veya düşürmeye
çalışıyorlar, tıpkı kölelik döneminde kadınların yaptığı gibi. ABD’de ve Avrupa’nın Fransa
hariç çeşitli bölgelerinde de doğum oranları düşüşte. Bu nüfus istatistiklerinin arkasında
kapitalist gelişmeyi şüphesiz bir şekilde etkileyen bir mücadele süreci olduğunu görmeliyiz.
OT Sıfır Noktasında Devrim’in önemli bir bölümünde, toplumsal hareketlerin sürekli olarak
yaşlı bakımı meselesini görmezden geldiği gerçeğine işaret ediyorsunuz. Aslında, sol eğilimli
bazı yorumcular tarafından “kuşaklar arası adaletsizlik” hakkında epey tartışma yürütüldü.
Özellikle de ABD’de ve Batı Avrupa’nın bazı bölgelerinde yaşlıların tecrit ve ihmal edilmesi
gibi meselelerin toplumsal hareketlerin politik pratiğine veya taleplerine nasıl dâhil edildiğini
görmek istiyorsunuz?
SF Yoksulluk, aşağılanma ve yalnızlığı mesele ediyorsak, bu sorunların tümünün, ciddi
finansal kaynaklara sahip değillerse toplumumuzda nüfusun en görünmez ve unutulmuş
kesimi arasında olan yaşlılar tarafından korkunç bir şekilde deneyimlendiğini görmemiz gerek.
Feministler bile, Nancy Folbre gibi birkaç istisna haricinde, yakın zamana dek genellikle
yaşlıları görmüyordu. Yaşlı bakımına politik bir mesele olarak ilgi yeni bir olgu.
Toplumsal hareketlerin ele alması gereken birçok sorun var. Örneğin, ABD’de ücretli iş sahibi
olmamış ancak hayatları boyunca tam zamanlı ev kadını olarak çalışmış kadınların, dokuz yıl
evli kalmaları ardından kocalarınınki hariç hiçbir (ki o da maaşının ancak yarısı kadar) sosyal
güvenceye sahip olmadıkları gerçeği. Ayrıca, yaşlılara yönelik sosyal hizmetler de kırpıldı ve
bunun sonucunda yaşlılar için bugün huzurevlerine veya evde gündelik işleri için hemşire
bakımına erişmeleri giderek daha zor hale geldi. Yine de, yaşlıların hayatlarındaki bu giderek
artan kötüleşmeye karşı hiçbir grup mücadele vermedi.
Aynı şekilde, ABD’de, hükümet emeklilik yaşını artırma planını duyurduğunda Fransa’da
gelişen gibi kuşakları aşan bir protesto türü görmedik. Sosyal güvenceyi ortadan kaldırmaya
veya azaltmaya yönelik girişimlere karşı bir hareket inşa etmek iyi bir başlangıç noktası
4/6
olacaktır. Özellikle de sosyal güvence, gelecek nesillerin fırsatlarını kısıtlayarak ulusun refahını
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silvia­federici­ile­soylesi­occupied­times/
26.03.2016
Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri
olacaktır. Özellikle de sosyal güvence, gelecek nesillerin fırsatlarını kısıtlayarak ulusun refahını
yaşlılara harcıyormuş gibi bir izlenim yaratılırken. Gençlerimizle yaşlılarımızı bölmeye dönük
bu arsız girişim tüm toplumsal hareketlerin kaygı duyması gereken bir mesele.
OT Toprak ve mekân sürekli olarak boş (ihlal edilebilir) hudut muamelesi görüyor: süregiden
bir birikim sürecinde kolonileştiriliyor, yeniden yapılandırılıyor ve eski durumuna geri
getiriliyor. David Harvey’in ‘mülksüzleştirme yoluyla birikim’ teorisi, ilksel birikim fikrini
genişleterek, gentrifikasyon sürecinin güçlü bir açıklamasını sunuyor; ki siz de Marx’tan bu
konuda ayrılarak bu sürecin kesintisiz devam e iğini belirtiyorsunuz. Bu kesintisiz ilksel
birikim döngülerinin sınırları olduğuna inanıyor musunuz, varsa bu sınırlara erişmek üzere
miyiz? Kapitalizmin, kendini yeniden üretmesine imkân veren, her zaman bulduğu yüzeysel,
geçici ve teknolojik çözümlerin sınırı var mı?
SF Bu sınırları görmüyorum, ufukta değiller. Örneğin yıllardır pik petrol hakkında bir şeyler
duyuyoruz ve artık daha önce hayal edilemeyen derinliklere sondaj yapılması, bu
varsayımların ne denli yersiz olduğunu gösterdi. Ayrıca, kapitalizmin sömürü sürecinde
karşılaşabileceği sınırlara konsantre olmak kötü bir politika. Kapitalizmin kendi kendisini yok
edeceği illüzyonunu besliyor ve ajandamızda sömürüye dayanmayan bir dünyanın inşasına
yer açma ihtiyacının üzerini örtüyor. Dünyanın bir sonu olduğu açık, fakat antikapitalist bir
strateji inşa etmeye yönelik bir bakış açısı ile, bizim meselemiz kapitalist gelişmenin maddi
sınırları olmamalı. Bizim meselemiz, halkın, doğanın talanını ve çevresel yıkımı körükleyen
kapitalist teknolojiye duyduğu hayranlık olmalı. Dünya üzerinde bu kadar çok insan kapitalist
teknolojiye hayranlık duymaya devam e iği sürece, kapitalizm, varsa karşılaşabileceği sınırları
da aşmayı başaracaktır.
OT Müşterekleri yazılarınızda hem tarihsel hem de çağdaş bir mücadele alanı olarak ele
aldınız. Fakat sermaye ortaklaştırma girişimleri ile birlikte var olmaya devam edemez mi?
Ha a bunlar üzerinden kendini geliştiremez mi? Bu mücadeleye özgün bir tehdit olma
özelliğini veren ne?
SF Açık ki müştereklerin inşası izole, sınırlı bir faaliyet olarak kaldığı sürece sistem
içileştirilebilir ve bugün bu kesinlikle ciddi bir mesele. Ancak müşterekler kapitalist ilişkiler
denizindeki adacıklar olarak değil, sömürüden kaçmak için bize güç veren direniş toplulukları
olarak algılanırsa, bunları inşa etmek kapitalist sisteme karşı meydan okuyucu olabilir.
Rekabetçi zihniyeti reddetmeye kararlı ve işbirliği prensibine göre yaşamak isteyen bir nüfus,
kapitalist topluma ciddi bir tehdi ir.
OT İngiltere’de iş, zorunlu çalışma yardımı programları, kamusal verilerin tek
elde tutulması ve yeni medya çağında ücretsiz sosyal sermaye oluşumu ile, giderek daha az
şekilde ücret ilişkisi üzerinden sağlanıyor. Bu ücretli emek erozyonu, evişine ücret taleplerini
güçlendiriyor mu yoksa zayıflatıyor mu?
SF Güçlendirdiğini düşünüyorum. Çalışmanın güvencesizleştirilmesi ve sosyal yardımdan
çalışma yardımına geçişin yıkıcı sonuçları, ücretli emeği kadınların özgürlüğüne giden yol ve
cinsiyete dayalı işbölümünün sonu olarak tanımlayan feminist stratejinin başarısızlığını
gösteriyor. Ayrıca, bizi yeni mücadele alanları bulmaya da zorluyor. Bu bağlamda, temel bir
gelir talebinin evişi için ücrete olan ilgiyi canlandırmış olması önemli. İnsanlar bana bu talep
hakkında ne düşündüğümü ve örgütlenme potansiyelinin gidebileceği yer açısından evişi için
ücretle nasıl karşılaştırılabileceğini soruyorlar. Bir zamanlar ücrete eklenmiş olan birçok
yardımın ortadan kaldırılması ve ücretlerin kalıcı şekilde düşürülmesi, yaşamlarımızdaki
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silvia­federici­ile­soylesi­occupied­times/
5/6
26.03.2016
Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri
yardımın ortadan kaldırılması ve ücretlerin kalıcı şekilde düşürülmesi, yaşamlarımızdaki
kapitalist devalüasyona karşı mücadeleyi radikal politikanın merkezi meselesi haline getiriyor.
Karşılıksız eviçi emek bunun yalnızca bir parçası değil, kritik bir parçasıdır.
OT İklim değişiminin sonuçları insanlığı, Soğuk Savaş’ın zirvesinde nükleer silahların
yayılmasından bu yana görmediği şekillerde, kendi yıkımını izlemek zorunda bırakıyor. Soğuk
Savaş’ın kültürel belleğinden çekip çıkarılan, tarihin sonunda yaşıyor olabileceğimiz ihtimalini
göz önünde bulundurduğumuzda, bu ölümcül görünen bağlam dâhilinde adalet için mücadele
vermeye nasıl devam edebiliriz?
SF Yok oluş göreceli bir şey. ABD’de birçok topluluk için – çocukları sokak ortasında polis
tarafından öldürülen siyah topluluklar, uranyum madenleri ile bir arada yaşamak zorunda
olan Najavo gibi yerli toplulukları, işsizliğin zirve yaptığı topluluklar… – kıyamet şu an
yaşanıyor. Bu bağlamda, doğanın yıkımına karşı mücadeleyi hapishanelere, savaşa, sömürüye
karşı mücadeleden ayrı tutmayı reddederek adalet mücadelesi veriyoruz.
Hayatınız her gün tehdit altındayken iklim değişimi konusunda endişe edemezsiniz. Bugün bu
ülkede birçok insan için durum bu.
h p://theoccupiedtimes.org/?p=13482 (h p://theoccupiedtimes.org/?p=13482)
Etiketler:
Çeviri,
Feminizm,
Kadın Emeği,
Silvia Federici
“Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times” üzerine
bir yorum
umut dedi ki:
01 Kasım 2014, 23:17 | Düzenle
Reblogged this on umutyasarozgen.
 Cevapla
WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından
Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silvia­federici­ile­soylesi­occupied­times/
6/6
26.03.2016
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 23 Ağustos 2015
3,453 Words
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım –
Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen
(h쓭థps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/08/socialrepro_inline.jpg)Çeviren: Serap
Güneş
Yazarlar: @zanubar ve @BueRubner | Radikal Kolektif Bakım Projesi
20 Ağustos 2015
Mücadeleler ve pratikler için bir ufuk
Radikal Kolektif Bakım Projesi, kolektif bakım pratikleri politikasını inceleyen küçük bir
araştırma grubu. Hedefimiz, karşılıklı hukuki yardımlaşma ve barınma kooperatifleri gibi
küçük özörgütlenme deneyimlerinden PAH ve Occupy Sandy gibi esaslı hareketlere kadar,
farklı metodolojileri ve tek mutfaklı ev gibi geçmiş deneyimleri ve feminist ekonomiden
öneriler gibi politika modellerini araştırmak. Web sitemizde, bu hareketlerin yaşadığı belirli
zorlukları irdelemek ve öğrenmek üzere bu yelpazeden örneklere dair mütevazı bir vitrin
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsal­yeniden­uretim­ve­kolektif­bakim­manuela­zechner­ve­bue­rubner­hansen/
derliyoruz. Bu ufuk dâhilinde ortak bir bilgi birikimi ve sıkça ortaya çıkan sorunlar kümesinin1/7
26.03.2016
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri
derliyoruz. Bu ufuk dâhilinde ortak bir bilgi birikimi ve sıkça ortaya çıkan sorunlar kümesinin
bir haritasını çıkarabilmeyi umuyoruz. Gelecekte projeyi genişletmek için kaynaklar
bulabilmeyi ve daha geniş bir katılıma açabilmeyi umuyoruz.
Toplumsal yeniden üretim etrafında mücadele
İçinde bulunduğumuz kriz derin bir kriz. Çatırdayan sadece ekonomik sistem değil, artık
tükenme noktasına varan ekolojik sistemlerin yanı sıra toplumsal örgütlenme ve yeniden
üretim tarzı da krizde. Bu kriz, çözülmek bir yana kesintisiz patlamalarla ekonomik, sosyal ve
çevresel düzeylerde yeni kırılmalara yol açacak bir kriz. Bu gezegen üzerinde haya쓭థa
kalabilmemiz ve gelişebilmemiz artık sömürü zincirleri üzerinden idare edilemez çünkü bu
zincirler giderek daha fazla parçalanıyor. Küresel Kuzey’de, en azından kuzeyli kimlik
belgelerimiz ve cilt renklerimizle – hiç kimseye bağımlı olmadan yaşamlarımıza devam
edebileceğimizi, kendi kendimizin efendisi olduğumuzu düşündük. Bu, toplumlarımızı ve
ilişkilerimizi yapılandıran ve bağımsızlığı fetişleştiren, kendisini evrensel addeden liberal özne
ile uyum içinde. Ama aslında küresel kapitalizmde hepimiz birbirimize dayanmak zorundayız
– toplumları adalar olarak düşünemeyiz (ister ulusal, ister etnik isterse başka bir düzeyde)
çünkü Polonyalı tesisatçılara veya Hintli BT çalışanlarına bağımlı olduğumuz kadar, bazı temel
ulusal sanayi alanlarını desteklemek için Çin fabrika işçilerine ve Kongolu madencilere
bağımlıyız.
Bu bağımlılıkları daha sürdürülebilir ve dostane olanlarla değiştirme zamanı geldi ve bu
mücadelenin verileceği alan toplumsal yeniden üretim.
Toplumsal yeniden üretim nedir ve mücadele için ne anlama gelmektedir?
Marksizm’den ve feminizmden gelen kavram, toplumun kendisini – yaşam formlarını ve verili
bir grubu meydana getiren bedenlerin bakılma şekillerini – yeniden üretme ve sürdürme
yollarını ifade etmektedir. Kapitalizmin yeniden üretim tarzı, kriz zamanlarında kemer sıkma
ve işsizliğin yanı sıra devasa bir “artı nüfusun” oluşmasıyla da sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla
toplumsal yeniden üretim düzeyinde nasıl mücadele edileceği sorusu sadece bir ülkenin refah
devletinin nasıl yönetileceği ile ilgili değildir. Ha쓭థa refah devleti 20. yüzyıldaki biçimiyle bir
nüfus içindeki bedenlerin bakımının genelleşmiş bir şeklini organize etmek açısından artık bir
opsiyon değil çünkü beslendiği ekonomik büyüme Avrupa’da artık mümkün değil (ve üzerine
kurulu olduğu ücretli erkek işçi demistifiye oldu).
Toplumsal yeniden üretim birçok düzeyde işlemekte: gündelik ihtiyaçlarımızı nasıl
karşıladığımız; ihtiyaç ve arzularımızın karşılanması için kaynaklarla ve ekolojik sistemlerle
nasıl ilişkilendiğimiz; evden mahalleye ve kente ve bölgeye, ülkeye veya kıtaya ve ha쓭థa küresel
düzeylere kadar farklı ölçeklerde ihtiyaç ve arzuların karşılanmasını nasıl örgütlediğimiz ve
yöne쓭థiğimiz. Ve burada, sayısız hareketin önerdiği üzere, mesele gerçekte neyi hangi ölçekte
(ölçek burada yabancılaşmamızın ve büyük şirketler ve finansal mekanizmalar tarafından
yönetiliyor olmamızın bir ifadesinden ibaret) organize etmemiz gerektiğini yeniden
düşünmemizle ilgili.
Dolayısıyla toplumsal yeniden üretimi yeniden tahayyül etmek ve bu alanda mücadele
vermek, barınma veya su hakkı için, sosyal haklar ve insanın geçimini sağlayabileceği bir
vatandaşlık geliri için mücadele etmek anlamına gelebilir. Özelleştirmeye karşı ve tedarik,
yönetim ve dağıtım için başka sistemler (ücretsiz kendi kendine eğitim platformlarından
aşevlerine dek) kurma mücadelesi anlamına gelebilir; bir topluluğun tüm üyelerine ait olan ve
2/7
kolektif yönetilen kaynaklar anlamında müşterekler için mücadele etmek anlamına gelebilir; ev
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsal­yeniden­uretim­ve­kolektif­bakim­manuela­zechner­ve­bue­rubner­hansen/
26.03.2016
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri
kolektif yönetilen kaynaklar anlamında müşterekler için mücadele etmek anlamına gelebilir; ev
içi ve bakım işinin yapılma yollarında, cinsiyet ve ırk hiyerarşilerinin ötesinde bir ‘geçiş’ veya
yeniden örgütleme perspektifi anlamına gelebilir. Bu mücadeleler, neredeyse her şeyi kapsayan
çok geniş bir alana işaret ediyor ve ilgilendiğimiz şey günümüzde olan biteni ve
mücadelelerimizdeki sorunun nerde olduğunu okumak için kullandığımız perspektifte bir
değişim olduğundan, bu da amaçlarımız için sorun teşkil etmiyor. Bu sadece iyi yönetim veya
ücretlerle ilgili bir mesele değil, ihtiyaç ve arzularımızı karşıladığımız, yaşamlarımızı
sürdürdüğümüz kanalların bazılarını esaslı şekilde yeniden organize etmeyi gerektiren bir
mesele. Kendisini yüksek işsizlik ve artan güvencesizlik dönemlerinde gösteren bir mesele.
Yeniden üretim stratejileri
Çok temel bir düzeyde, toplumsal yeniden üretim bir soruna işaret etmektedir. İhtiyaçlarımıza
erişimimizin garanti olmadığı sorununa; yeniden üretimimizin, örneğin iş bulabilmeye veya
sosyal haklara erişime veya bize bakabilecek dostlara veya aileye sahip olmaya baktığına işaret
etmektedir. Hepimiz bu sorunla bağlantılı olarak yeniden üretim stratejileri geliştiriyoruz ve
bunlar yoğun şekilde bireycileştirici, rekabetçi ve normatif olabiliyorlar (örneğin kariyerizm ve
çekirdek aileler). Ama aynı zamanda kolektif de olabiliyorlar ve gündelik ayrım ve rekabet
ilişkilerine dayanan mücadeleler yukarıdan aşağı güçlü bir liderliğe ve ideolojik yatırıma
bağımlı olma eğiliminde olduğundan bir ölçüde böyle olmak zorundalar da. Kolektif bakım
stratejileri ise bireyciliği dayanışmaya fikirlerin ve sloganların becerebildiğinden çok daha
köklü ve somut şekillerde dönüştürüyorlar. Ve büyük fikirlerden yola çıkmak yerine, bu
stratejiler, gündelik olandan başlıyor – çocuk bakımı veya geçim gibi şeylerden – yani birçok
insan için erişilebilir durumdalar ve her an oradalar. Bu yolla politik değişim yalnızca
insanların bireysel gündelik mücadelelerinin ötesine geçmekle kalmıyor, aynı zamanda da
bireysel gündelik mücadeleleri kolektif mücadelelere dönüştürüyor. Bu yalnızca paylaşılan
talepler meselesi değil, kolektif kapasitelerle de ilgili.
İspanya’daki barınma hareketi PAH, bunun ilginç bir örneği. Bireyciliği ve ödenmeyen
morgıçlarla yakalanmanın utancını aşmayı başardılar. Birçok insan PAH’a sadece kendi
bireysel davaları konusunda yardım almak için katıldı ama herkesin kendi hikâyesini
paylaşması kısa süre içinde sorunlarının ortak olduğunu fark etmelerini sağladı. Ve ev
boşaltmalara direnmek, banka işgalleri ve bankalarla kolektif pazarlık gibi ortak taktikler,
çözümün de kolektif olacağını açığa çıkardı. Ev sahibi olmak gibi bireysel bir hayali savunmak
adına ilk PAH toplantısına giden birçok kişi, kısa süre içinde barınma hakkı için kolektif
mücadele verir hale geldi çünkü bireysel sorunla en iyi başa çıkma yolunun kolektif dayanışma
olduğu ortaya çıkmıştı.
Emekle ilişki
Dünya savaşlarının ardından belirli merkez kapitalist ülkelerde var olan tama yakın istihdama
geri dönebilmek mümkün görünmüyor. Refah devletinin mümkün olabildiği ekonomik
büyüme momenti bi쓭థi. Çin veya Hindistan gibi ‘gelişmekte olan’ ülkelerde benzer bir
ekonomik büyüme görebiliriz ancak bunun aynı zamanda görece kısa vadede bile
sürdürülebilir olmayan çevresel ve toplumsal bir maliyetle de geldiğini görüyoruz. Bedenler ve
topluluklar yaşamsal ihtiyaçlarını bulma konusunda zor bir mücadele verirken ekonomi
politikaları, hastalıklar, intiharlar, grevler, protestolar, ayaklanmalar, gıda tedarikleri ve göç
gibi etmenler tümü birlikte birbirini tetikliyor.
Emek yoğun sanayi üretiminin son yüzyılda yavaş yavaş ortadan kaybolduğu Batıda, işgücü
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsal­yeniden­uretim­ve­kolektif­bakim­manuela­zechner­ve­bue­rubner­hansen/
3/7
26.03.2016
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri
Emek yoğun sanayi üretiminin son yüzyılda yavaş yavaş ortadan kaybolduğu Batıda, işgücü
ve ücretler artık taleplerimizin tek u뫹u olamaz çünkü nüfusun küçülen bir kısmını
ilgilendiriyorlar. Ücret etrafındaki mücadeleler artık Çin’de yaygınken bizim giderek daha
fazla sancısını çektiğimiz şey işsizlik, güvencesizlik ve bir bir ortadan kalkan sosyal hizmetler.
Bu, emek mücadelelerinin zamanının geçtiği anlamına gelmiyor elbe쓭థe, nüfusumuzun büyük
kısmı hala çalışıyor ama ikincilerin nüfusun yarısını oluşturduğu bir ortamda, işi olanları eksik
çalıştırılanlara veya işsizlere karşı saçma bir şekilde ayrıcalıklı kılan bir sistemi sürdürmemiz
de imkânsız.
Bu yüzden yeniden üretim etrafındaki mücadelenin en güçlü şekilde, işsizliğin ve sınıf
düşmenin eşlik e쓭థiği hızlı bir ekonomik gerilemenin yaşandığı Güney Avrupa’da ortaya
çıktığını görüyoruz. Burada insanların sorduğu soru şu (ki bu soru başka yerlerde de
yankılanıyor kesinlikle): ‘Bizi bir anda ortada bırakabilecek bu soyut güçlere bağlı kalmanın
ötesine geçip geçim yollarımızı nasıl organize edebiliriz?’ Zorlukların üstesinden gelmenin ve
insanların birbirlerine destek olmasının yeni formlarını, en azından kendi gündelik
yaşamlarımızı sürdürmenin temel mekanizmalarını kontrol edebileceğimiz yeni öz‑yönetimli
tedarik zinciri formlarını ve işbirliğine dayalı öz‑istihdam formlarını nasıl inşa edeceksiniz?
Bu yüzden, toplumsal yeniden üretim perspektifi, günümüz mücadelelerinin karakterini
anlamak açısından zorunlu. Ancak bundan daha önemlisi, yeni olasılıklara da kapı aralıyor
olması. Klasik işçi örgütlenmelerinde ücret mücadeleleri, kendi belirli çıkarları için mücadele
veren farklı sektörel sendikalar şeklinde bölümlere ayrılmış durumda. Öte yandan ev içi
işçilerinin yanı sıra göçmen ve ırklandırılmış işgücü de büyük oranda toplu sözleşme
süreçlerinden dışlanmış durumda. Toplumsal yeniden üretim alanına girdiğimizde, hemen
işgücü ve işgücü dışı farklı formları kesen bir mesele ile karşılaşıyoruz. Yeniden üretim
konusundaki bu arızilik sorunu, kendi hesabına işlerde, yasal olmayan işlerde ve enformel
ekonomilerde çalışan insanlar için olduğu kadar maaşlı çalışanlar ve ücretli erkek ile evliliği
paraya merkezi erişimi olan ev kadınları için de yaygın.
Kimlikler yerine sorunlar etrafında örgütlenme
Kara Panter Partisi geleneksel sivil haklar hareketinin yara쓭థığı hayal kırıklığından doğdu.
Gündelik yaşamda sosyal bir güç yaratarak sembolik protestoların ve kısa ömürlü sivil
itaatsizlik eylemlerinin ötesine geçmenin nasıl mümkün olabileceğini sordular. Bunu
kendilerini doğrudan topluluklarının hizmetine adayarak, kendi ezilmelerinin özgüllüğünden
kalkarak yaptılar. ‘Özsavunma programları’ ile, siyahların diğer yoksul topluluklardan çok
daha can yakıcı şekilde yaşadıkları, polis şiddeti ve ırkçılık gibi sorunlar etrafında somut bir
zemin inşa e쓭థiler. Bu, farklı siyah grupları arasında, işçiler, öğrenciler ve yardımla geçinenler
arasında dayanışma oluşmasına yardımcı oldu. Ancak siyah milliyetçi bir kimlik politikasını
benimseyip salt beyaz üstünlükçü kimlik politikalarına karşı çıkmakla yetinmediler.
Farklı mücadeleler arasında – öğrencilerin, Amerikan Yerlilerinin ve homoseksüellerin
mücadeleleri – i쓭థifaklara zemin oluşturmanın yanı sıra, yeniden üretimine dair gündelik
politikalar örgütlediler. Survival Pending Revolution programları (“devrim öncesi ayakta
kalma programları”) ile, yeniden üretimin gündelik politikasını yara쓭థılar. Bunlar çocuklar için
ücretsiz kahvaltı programlarını, yoksullar ve yaşlılar için ücretsiz gıda programlarını, ücretsiz
sağlık kliniklerini, hukuki yardım desteğini ve bunun gibi daha birçok şeyi içeriyordu. Bu
programlar Panterleri sıradan silahlı devrimci gruplardan çok daha güçlü kılan bir toplumsal
taban yara쓭థı. Onlar için “devrimci mücadele” sadece yarına dair verilen ideoloji bazlı bir
mücadele değil, hâlihazırda gelişmekte olan yeni toplumsal ilişkilerin savunulması ve
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsal­yeniden­uretim­ve­kolektif­bakim­manuela­zechner­ve­bue­rubner­hansen/
4/7
genişletilmesi adına verilen bir mücadeleydi de aynı zamanda. Gündelik yaşamın
26.03.2016
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri
genişletilmesi adına verilen bir mücadeleydi de aynı zamanda. Gündelik yaşamın
örgütlenmesine yönelik “ayakta kalma” programları, siyahlar, Meksika kökenliler ve yoksul
beyazların yanı sıra hem yoksul işçiler hem de işsizler, kadınlar, erkekler ve çocuklar
tarafından, yani özetle, ücretlerin ve sosyal yardımların yeniden üretimleri için yeterli
gelmediği insanlar tarafından paylaşılan sorunlara hitap ediyordu. Panterler bize toplumsal
yeniden üretim sorunlarından temel alan mücadelelerin ırksal hatları ve farklı çalışma
koşullarını çapraz kesen doğrudan bakım ilişkileri yaratabildiğini gösteriyor.
Devletle ilişki
Devlet meselesi açık ki burada anahtar bir rol oynuyor çünkü bu kriz devletlerin nüfuslarının
(en azından bir kısmının) ayakta kalmasını garanti e쓭థiği bir paradigmanın sona ermesi ile ilgili.
Refah devletinin özgün olarak işçilerin temel sosyal güvenlik ve hakları adına verdikleri
mücadelelerden kaynaklandığını hatırlamak önemli. Refah devleti, sanayi işçilerini kamusal
taleplerine ve mücadelelerine bir yanıt vererek pasifize etme ihtiyacından doğdu. Bu süreçte
kazandığımız toplumsal ve ha쓭థa siyasal haklar çok esaslı ve günümüz mücadeleleri ve
kurumlarını düşünürken bunu akılda tutmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.
Birçoklarımız, devlet politikalarının neoliberalizmle birlikte nasıl yozlaştığını ve ekonomik
güçlerin belirleyiciliği altında olduğunu gördüğümüzden, kurumların yetki alanlarındaki
bedenlerin bakımı konusundaki rolleri hakkında giderek daha kinik hale gelmiş olabiliriz.
Devle쓭థen bu yabancılaşmayı kabul etmemiz ve onu iş tutmuş elitlere karşı çıkmamız gerekiyor
ama birçok yerde kendi ihtiyaçlarımıza hitap eden yeni kurumsal deneyimler ve yönetişim
biçimleri başlatmak daha makul hale geliyor. Şeffaflığı zorlamak ve tedarik zincirleri
oluşturma konusunda kendi deneyimlerimizi güçlendirmek için özyönetim fonksiyonlarını
geri istememiz ve demokrasilerimizi aşağıdan yukarıda ve daimi karar alma alanları şeklinde
canlandırmamız kesinlikle gerekli.
Akdeniz’deki yeni seçim platformlarının ve partilerin mücadelelerinde gördüğümüz gibi,
bundan yeni kurumlar doğabilir ve ha쓭థa eskileri geri alınabilir. Türkiye’de HDP,
Yunanistan’da Syriza ve İspanya’da belediye platformları, taban örgütlenmeleri ve mahalli
düzeylerde, toplumsal yeniden üretim altyapılarının önemini kavrayan partiler/siyasi
oluşumlar. Dayanışma klinikleri, aşevleri, işçi kooperatifleri veya tabandan örgütlenen
tarımsal‑ekolojik ağlar gibi kolektif bakım hareketleri ile ilişkilenme şekilleri, politikalarının
gelecekte sürdürülebilir olup olmayacağını belirlemede kilit rol oynayacak. Umudumuz o ki
sosyal demokrat emek ve ekonomik büyüme politikalarına geri dönmekle yetinmezler ve bir
paradigma değişimine olan ihtiyacı görürler; bu durumu gördüklerini ve onları bu toplumsal
hayaller ve pratiklerle uyumlu politikalar sunmaya zorlayan birçok hareket olduğunu
biliyoruz.
Krizde, özörgütlenmeye dayalı bakım pratiklerinin devletin sorumluluğunu üstlenip onun
yatırım yapmaktan geri durduğu yaşamları nasıl umursayıp kurtardığını gördük. Hareketler,
gönüllüler, arkadaşlar ve aileler yeni karşılıklı destek ağları inşa e쓭థiler. Bazı neoliberal
stratejilerin de aklında bu var; İngiltere’nin Muhafazakâr Büyük Toplum programı gibi
örneğin; veya çoğunlukla istemeden de olsa özelleştirmeyi ima eden, Almanya’da 1980’lerdeki
ebeveyn kontrolünde kreşler için verilen mücadele. Bu stratejiler sık sık “yeni‑komüniter”
mücadeleler olarak adlandırılırlar ve sosyal yardım ve emeklilik gibi sosyal güvenlik
ağlarındaki kesintileri, insanların bunları piyasa ile birlikte çalışarak daha iyi halledeceğini
söyleyerek meşrulaştırmak suretiyle özelleştirmeye yol vermek için toplumsal olanı
araçsallaştırmaya çalışırlar. Süregiden kolektif örgütlenmeyi absorbe etmeye ve mevcut
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsal­yeniden­uretim­ve­kolektif­bakim­manuela­zechner­ve­bue­rubner­hansen/
5/7
26.03.2016
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri
araçsallaştırmaya çalışırlar. Süregiden kolektif örgütlenmeyi absorbe etmeye ve mevcut
kolektif yapıları zayıflatmaya çalışan bir stratejidir. İnsanların özgürlüğünü piyasa serbestiyeti
ile ilişkilendirir ve devletin özgürlük sağlayamadığında ısrar eder.
Occupy Sandy, topluluk örgütlenmesinin devletin başaramadığı işleri – doğal afetlerle yüz
yüze kalan insanları kurtarmak – nasıl yapabileceğinin harika bir örneği ve bu örnek, Occupy
Wall Street’in, onları o zamana dek medyayla içli dışlı ve fikir ve pratikleri kendi yaşamlarıyla
alakasız bir avuç orta sınıf aktivist olarak gören işçi sınıfından insanlarla işbirliği yapması
açısından da bir şans yara쓭థı. Mücadeleyi genişleten, manifestolar değil yardım eylemleri oldu.
Aynı zamanda, Yunanistan gibi ülkelerde, faşistler ve kilise de aşevleri kuruyor ve gıda
dağıtımları üzerinden sadakat yaratmaya çalışıyor. Bunların faaliyetleri, tüm o bildiğimiz
şantaj ve bağımlılık yaratan işlevleri ile hayırseverlik faaliyetlerine benziyor ama yine de gıda
tedariki daha militan bir yoldan, hayırseverlik olarak değil dayanışma şeklinde de yapılabilir.
Birçok inisiyatif, yoksulluğun patladığı dönemlerde kritik bir vazife gören, herkese açık
kolektif aşevleri işletiyor.
Bakım ve yeniden üretim ağları oluşturmak, istihdam programı veya ırka dayalı uygulamalar
gibi, yardım kuruluşlarının veya devletin şartlı desteği ile birlikte gelen şantajdan, disiplinden
ve bireycilikten kaçınmanın da bir yolu olabilir. Yo Si Sanidad Universal kampanyasında
insanların kamusal sağlığa resmi erişimi olmasa bile (2012’de yasa birçok insanı dışarıda
bırakacak şekilde değiştirildiğinden) tedavi olmasını sağlayarak, hastaların ve sağlık
çalışanlarının sağlık hakkından dışlanmaya karşı birlikte mücadele e쓭థiği İspanya’da olan da
bu.
Güney/Kuzey, Merkez/Çevre
Maddi anlamda merkezi yeniden üreten elbe쓭థe çevredir. Avrupa örneğinde, uzundur ortada
duran bir Doğu yarı‑çevre olgusu var ve bir de krizden bu yana daha alt kümeye düşürülen
PIGS (Portekiz, İspanya, Yunanistan ve İspanya) olarak adlandırılan yenilenmiş bir Güney var.
Ve elbe쓭థe bir de küresel çevre var; hammaddelerin çıkarıldığı, kaynaklarının kullanıldığı,
işgücü ithal edilen, atık çöplüğü muamelesi gören, savaşlar açılan o uzak yerler – analiz
edilmesi karmaşık, ve güçlü jeopolitik kaymalara gebe.
Periferi/çevre ülkelerde, toplumsal yeniden üretim daha bariz bir ortak mesele. Tam şu an,
içinden geçmekte oldukları şiddetli değişimlerle, Avrupa’nın Akdeniz ülkeleri toplumsal
yeniden üretim politikalarında, toplumsal ve siyasal manzaralarını değiştiren ve yalnızca yeni
pratikler ve hareketler değil yeni öznellikler ve kolektif direnişler de yaratan bir patlama
yaşadılar. Doğudaki çevre ülkelerde, süper sömürü deneyimleri ve ayakta kalma mücadeleleri
onlarca yıldır bir realite. Avrupa ‘entegrasyonu’, yeni neoliberal mantık kapsamında öz‑
yeniden üretime dair Yugoslav ve ha쓭థa Sovyet bağlamındaki komünal bilgi birikiminin ve
pratiklerin güçlü şekilde aşındırılmasının yanı sıra bu sömürüyü yeniden yapılandırmaktan
başka bir şey ifade etmedi. Bu komünal bilgi birikimi de çok fazla şey öğrenebileceğimiz bir
anahtar işlevine sahip ve bir sonraki vaka çalışmaları turumuz bunların günümüz sorunları
açısından nasıl anlamlandırılabileceğini ele alacak.
Dolayısıyla yaptığımız şey bu mücadele u뫹unun – kolektif bakım veya toplumsal yeniden
üretim dediğimiz şeyin – farklı yerlerde nasıl anlamlandırıldığını görmek için yola koyulmak.
The Occupied Times of London (h쓭థp://theoccupiedtimes.org/?p=14000)
Etiketler:
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsal­yeniden­uretim­ve­kolektif­bakim­manuela­zechner­ve­bue­rubner­hansen/
6/7
26.03.2016
Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri
Etiketler:
Bakım,
Dayanışma hareketleri,
Radical Collective Care Practices Project,
Radical Collective Care Project,
Radikal Kolektif Bakım Projesi,
Toplumsal yeniden üretim,
Yeni toplumsal hareketler,
Yeniden Üretim
WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından
Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsal­yeniden­uretim­ve­kolektif­bakim­manuela­zechner­ve­bue­rubner­hansen/
7/7
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 27 Aralık 201413 Nisan 2015
16,463 Words
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere –
Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009)
(hᦧ䝙ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/12/berkin‑alexis‑6‑630x400.jpg)
Alexis’in kalbine saplanan kurşun, bir polisin silahından ‘inatçı’ bir çocuğun bedenine yapılmış
rastgele bir atışın sonucu değildi. Kararlarına direnen çevreleri ve hareketleri şiddet kullanarak
teslim almak isteyen devletin bilinçli bir tercihiydi. İşte, sosyal güvenlikte, kamusal sağlıkta, eğitimde
vb. yeni düzenlemelere karşı çıkmak isteyen herkese karşı bir tehdit anlamına geliyordu.
– Aralık 2008’de Yunanistan’da yazılıp dağıtılmış “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” başlıklı bir
bildiriden çeviri.
Broşür: Umut vaat edici notlar (hᦧ䝙ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/12/umut‑vaat‑
edici‑notlar1.docx)
Kriz: Nedir ve Ne Değildir?
Beş yüzyıl var olduktan sonra, kapitalistler bir kez daha sistemlerinin krizde olduğunu
duyuruyorlar. Herkesi yaşamlarından fedakarlık yapmaya çağırıyorlar. Bu fedakarlıkları
yapmazsak, hepimizin içinde olduğu bu geminin batacağını söylüyorlar. Böyle tehditler,
ciddiye alınmalı. Dünyanın her bir parçasında, işçiler işten çıkarmalar, kitlesel işsizlik,
emeklilik haklarının kaybı, hacizler ve ölümlerle krizin bedelini zaten ödüyorlar.
1/27
Tehditleri daha korkutucu hale getirmek için, haklarımızın her yerde saldırı altında olduğu bir
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Tehditleri daha korkutucu hale getirmek için, haklarımızın her yerde saldırı altında olduğu bir
çağda olduğumuzu ve dünya egemenlerinin istedikleri fedakarlıklar reddedilirse hiçbir
zulümden kaçınmayacaklarını her gün hatırlatıyorlar. Gazze’nin savunmasız nüfusu üzerine
bırakılan bombalar, bu açıdan ibretlik. Bu bombalar, direnişe karşı verilecek meşru yanıtın ne
olabileceğine ilişkin çubuğu sürekli aşağı çektiklerinden, aslında hepimizin üzerine
bırakılıyorlar. Bu bombalar, Atina polisinin Alexis Grigoropoulos’un bedenine 2008 Aralık ayı
başında sıktığı ölümcül kurşunun arkasındaki öldürme kastını bin kat daha şiddetli hale
getiriyorlar.
Her tarafta kıyamet çağında yaşadığımıza dair bir algı var. Bu kıyamet günü krizi nasıl gelişti
ve kapitalizmden kurtulmanın muhtemel yollarını arayan antikapitalist/sosyal adalet
hareketleri için ne anlama geliyor? Bu broşür, kriz derinleştikçe daha da yoğunlaşan bu sorular
ve günümüzün açığa çıkmakta olan devrimci olasılıkları üzerine yürütülen tartışmalara bir
katkı. Bu broşürü, bu krizi çevreleyen ve nasıl yanıtlar verilebileceği üzerine kafa yormayı ve
sermayenin sonraki adımlarını tahmin etmeyi çok zorlaştıran sis perdesinin ardını görebilme
çabasıyla yazıyoruz. Anormal ölçüde sık şekilde, haᦧ䝙a solun kendi içinde bile, krize dair
açıklamalar bizi finansal devrelerin ve işlemlerin içinden çıkılmaz dünyasına veya yüksek riskli
yatırım fonlarının/türev işlemlerinin karmaşık, çetrefil düğümlerine, yani çoğumuzun
kavrayamayacağı, insanların vermekte oldukları mücadelelerle hiçbir alakası olmayan bir
dünyaya götürüyor ve dolayısıyla krize direnmenin herhangi bir biçimini projelendirmeyi bile
imkansız hale getiriyor.
Broşürümüzün, krizle ilgili anlatacak başka bir hikayesi var çünkü milyarlarca insanın dünya
çapında yaşamlarının sermaye tarafından sömürüsüne ve çevresel bozulmaya karşı verdiği
mücadeleler ile başlıyor.
Yirmi birinci yüzyıldaki krizlere, sınıf mücadelelerini krizlerin önemli bir kaynağı olarak
görmek yerine krizleri kapitalist “üretim anarşisinin” neden olduğu iş döngülerinin otomatik,
kaçınılmaz ürünleri olarak değerlendiren 19. yy.ın gözlerinden bakılamaz. Müdahaleci bir
devrimler, reformlar ve dünya savaşları yüzyılı, bu bakışta bir gözden geçirmeye yol açtı.
Öncelikle gerçek bir çığır açıcı krizle durgunluk arasındaki ayrım görüldü. İkincisi bir
“dengesizlik” durumudur (örn. işlerin olağan seyri sayılan normal dinamiğin, düzenli
aralıklarla işçi sınıfını disipline eden bir parçası). Birincisi ise, toplumsal istikrarın ve haᦧ䝙a
sistemin ayakta kalmasının bile sorun haline geldiği varoluşsal bir meseledir. İkinci bir
revizyon, durgunlukların ve krizlerin insan kontrolünün tamamen dışında olmadıklarının
kabulüydü; stratejik olarak tahrik edilebilir, zamanından önce patlatılabilir, geciktirilebilir ve
derinleştirilebilirlerdi.
Kapitalizmin işgücü, sermaye ve toprağın tam istihdamına/kullanımına otomatik meyilli
olması, tarih tarafından çoktandır yalanlandı. 1930’larla birlikte burjuva ekonomistler bile
gerçek krizlerde hükümetin, tam istihdamın epeyce gerisinde tıkanıp kalan sistemi çekip
çevirmesi ve uyarması gerekebileceğini gördüler. Fakat Büyük Buhran krizinin üstesinden
gelmenin araçlarını tasarlarken, krizleri ve durgunlukları planlayabileceklerini de fark eᦧ䝙iler.
Krizler asla ortadan kaldırılamaz ancak devlet müdahalesi ile hızlandırılıp geciktirilebilirler.
Tehlikeli olmasına rağmen, sınıf mücadelelerinin sertleştiği durumlarda sistemi ayakta tutmak
için darbe tezgahlama fırsatları olarak kullanılabilirler. Sistemin bir ayağının çukurda olduğu
hissedildiğinde ve temelde bir şeylerin değişmesi gerektiğinin farkına varıldığında,
kapitalizmin sınır yoklamalarıdır.
Geçtiğimiz yüzyıl, işçiler tarihsel olarak kapitalist krizlere sisteme içkin çelişkileri ve
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
2/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Geçtiğimiz yüzyıl, işçiler tarihsel olarak kapitalist krizlere sisteme içkin çelişkileri ve
dengesizlikleri kırılma noktasına kadar yoğunlaştırarak dahil olabildiklerinden (ücretli ve
ücretsiz, köle ve özgür, kırsal ve kentli) sınıf mücadelelerinin krizleri şekillendirmedeki
önemini de göstermiştir. Bu kapasite, işçilerin devrimci potansiyelini anlamamızı mümkün
kılıyor: Kapitalizmi krize sokamıyorlarsa, devrimci bir durumda, kapitalizmi yıkma gücüne
nasıl sahip olabiliyorlar ki?
Ancak 19. yüzyıldan bugüne krizlerde bir şey aynı kalmayı sürdürüyor: krizler, devrimci
kopuş durumları. Karl Marx’ın 1848’de ısrarla belirᦧ䝙iği üzere, krizler “tüm burjuva
toplumunun varoluşunu, düzenli olarak ve her seferinde daha tehditkar bir biçimde hesaba
çeker.” Dolayısıyla onun için, yaklaşık olarak her beş ila yedi yılda bir, iş döngüsü tüm
kapitalizmin hesaba çekildiği bir krize girer.
Kriz sözcüğünün kökeni tıptan gelmektedir: “hastalığın gidişatında, hastanın ya öldüğü ya da
yaşama tutunduğu bir aşama.” Bu durumda, hasta kapitalist toplumdur. Bu yüzden Marx ve
yoldaşları için yaklaşmakta olan kriz heyecanla ve haᦧ䝙a neşeyle beklenir, çünkü devrimin
habercisidir. Sistemin daha da derin krizlerinin yakındaki ölümünün ve mülksüzleştirenlerin
mülksüzleştirilmesinin habercisi olacağından emindirler.
Mevcut krize işte bu bilgiyle, bu perspektiften ve ihtiyatlı bir neşeyle yaklaşıyoruz.
Tartışmamız beş bölüm içeriyor:
1. Krizin uzun vadeli kaynakları;
2. Şu anki sebepleri ve sonuçları;
3. Her bir sınıfa sunduğu fırsatlar;
4. Müşterekleştirme düzeni, örn. Gezegenin ve insanlığın müşterek kaynaklarını paylaşmak
için kullandığımız kurallar;
5. Ve krizin açığa çıkardığı devrimci mücadelelerin içeriği.
1. Geçmiş Krizler ve Mevcut Kriz: Keynesçilikten Neoliberalizm ve Küreselleşmeye
Mevcut kriz ile Büyük Buhran arasında sık sık benzerlik kuruluyor ve dolayısıyla sık sık New
Deal’ın kopyası olan kapitalist bir çözüm aranıyor. Ancak Büyük Buhran ile mevcut kriz
arasındaki derin farklar, New Deal politikalarına bir geri dönüşü engelliyor.
İki kriz arasında elbeᦧ䝙e bolca benzerlik var. İki krizin de merkez üssü spekülatif yatırımlar. İki
kriz de kapitalistlerin azalan geri dönüş karşısında üretime yatırım yapmaya devam etmeyi
reddetmesinin sonuçları. Daha da önemlisi, iki kriz de, bolluklara ve kar oranlarında düşüşe
neden olan ve tümü bir araya geldiğinde yeni yatırımları donduran ve bir “kredi sıkışmasını”
tetikleyen aşırı üretimin ve yetersiz tüketimin ürünleri olarak okunabilirler.
Birçok solcu analist, kapitalist toplumdaki bu yaygın trendlerin “aşırı birikime” veya
“stagnasyona”, diğer bir deyişle, kapitalistlerin meta üretiminde uygun bir geri dönüş oranı
sağlayacak yatırım fırsatları bulamamasına yol açtığı varsayımını öne sürdü. İddia, bir bakıma,
kapitalizmin 1980 ve 90’larda fazla başarılı olduğuydu: ABD’li işçilerin gücünü öyle bir
derecede yok eᦧ䝙i ki işçiler artık üreᦧ䝙ikleri metaları satın almaya yetecek kadar yüksek ücretler
için mücadele etmiyorlar ve bunun sonucu olarak da bolluklar, aşırı kapasite, yetersiz yatırım
vb. ortaya çıkıyordu. Mevcut krizimize dair yeni ortaya çıkmaya başlayan sol teori, sistemin
kar krizine yol açan ticari başarısızlığının altını çizer. Buna sıkça realizasyon sorunu
denilmektedir, örneğin, metalar aşırı üretilir ve işçi sınıfının talebi kısıtlıdır (karları korumak
3/27
için), bu da yetersiz tüketime ve imalat sanayilerinde makul bir kar oranı ile yatırım yapmanın
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
için), bu da yetersiz tüketime ve imalat sanayilerinde makul bir kar oranı ile yatırım yapmanın
zorlaşmasına yol açar. İşçilerin ücretlerine saldırarak kar yapma güdüsü, tam da karlılık
koşulunu baltalıyordu çünkü kar elde etmek için üretilen metaların satın alınması gerekiyordu!
Sonuç, iddiaya göre, üretime yatırımın artık yeterince karlı olmaması nedeniyle, giderek daha
fazla sermayenin spekülatif karlara yatırıldığı, ekonomik sistemin finansallaşmasıydı. Bu
finansallaşma, yemek yemekten bahçeye tohum ekmeye kadar toplumdaki tüm eylemlerin
parasallaştırılması ve piyasalaştırılması çabalarından faydalandı ve bu çabaları güçlendirdi.
Aslında, son otuz yıldır hakim ekonomik stratejinin (sıkça neoliberalizm olarak adlandırılan)
amacı, tam da dünya ekonomisini New Deal öncesi serbest piyasa kapitalizmi aşamasına geri
döndürmekti. İki krizin benzerliklerine bir de buradan bakılabilir. Bu anlamda, bugün
sermayenin, aşırı üretim ile yetersiz tüketim arasında kendi tasarladığı bağlantısızlığın bedelini
ödediğini de söyleyebiliriz. İdeal koşullarda, aşırı birikim çeşitli sermaye formlarının
(satılmayan metalar, üretim araçları ve milyonların ücretleri) yok edilmesi ve/veya devalüe
edilmesi ile nihai olarak düzeltilebilir. FDR bu yolu izlemeyi reddeᦧ䝙i (Herbert Hoover’a
danışmanlık yapan paleo‑liberal ekonomistlerin tavsiyesi idi), çünkü devalüasyonun yol
açacağı yıkım bir devrime sebep olabilir gibi görünüyordu.
(1) Sendikaların resmi olarak tanınması üzerinden işçi sınıfının sisteme entegrasyonu, (2) artan
ücretlerin üretkenlikte yaşanacak artışlarla takas edildiği bir üretkenlik anlaşması şartı ve (3)
refah devletinin bir birleşimi olan New Deal çözümü, bugün artık kartlar arasında değil. New
Deal, yıllarca süren bir yürüyüşle, işsizliğe ve işten çıkarmalara karşı ayaklanmalarla ve gözleri
Sovyetler Birliği’nde, Washington’a yürümeye hazır milyonlarla güçlenmiş olan ABD’deki
örgütlü, asi işgücü bağlamına sıkıştı.
Bugün çok farklı bir dünyadayız. Sınıf mücadelesi devam ediyor ancak ABD’de bugünün
ücretli ve ücretsiz işçileri, 1930’larda sahip oldukları siyasal güç ve örgütlülük seviyesinden çok
uzaklar. New Deal’a ilham veren ve teorik altyapısını oluşturan Keynesçi politika (ekonomist
ve filozof John Maynard Keynes’in adını taşır), 1960’lar ve 70’lerde ücretli ve ücretsiz işçilerin
New Deal’ı aşmak isteyen uzun mücadeleler döngüsünce ortadan kaldırıldı. Sendika
inisiyatifini aşarak yapılan grevlerden sosyal hizmet bürosu işgallerine, gerilla savaşlarına
kadar bu mücadeleler, hem metropollerdeki hem de sömürgelerdeki çiftliklerin yanı sıra
fabrikalardan okullara, mutfaklara ve yatak odalarına kadar dolaştı. Emeğin, eşitsiz
mübadeleler ve ırkçılık ve cinsiyetçilik mirası ile, cinsel, ırksal ve uluslararası bölünmesine
meydan okudular. Kısacası, Keynesçilik işçi sınıfı (ücretli ve ücretsiz) tarafından 1970’lerde
çözüldü.
Ayrıca, bu mücadelelere bir yanıt olarak, 1970’lerin ortalarında sermaye kendi Keynesçiliğinin
sonunu ilan eᦧ䝙i ve haᦧ䝙a kısa bir dönem için sıfır büyüme programı bile benimsedi. Bu
1980’lerin başındaki derinleşen krizin ve uluslararası işçi sınıfının, sömürgeciliğin sonundan
refah devletine dek kazanımlarının yok edilmesi hedefiyle neoliberal küreselleşme adı altında
yürütülecek olan geniş reorganizasyonun sadece girizgahı niteliğindeydi. Bu nedenle, bugün
karşı karşıya olduğumuz kriz, Büyük Buhrandakinden kat kat daha derindir. 1930’ları sonraki
dönem için yol gösterici olarak kullanmak sorunludur, çünkü işçi sınıfının ABD’deki ve
uluslararası ölçekteki siyasal kompozisyonu o denli radikal biçimde değişmiştir. Neoliberal
küreselleşme ile gerçekleştirilmesi amaçlanan planın yalnızca otuz yıl sonra neden yeni bir
krize yol açtığını ele almak daha faydalıdır.
Neoliberalizmin Keynesçiliğin krizine karşı genel çözümü, işgücünün değerini düşürmek,
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
4/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Neoliberalizmin Keynesçiliğin krizine karşı genel çözümü, işgücünün değerini düşürmek,
ücret hiyerarşilerini yeniden oluşturmak ve işçileri apolitik metalara indirgemekti (19. yüzyıl
burjuva ekonomisinde olduğu gibi). Neoliberalizm işçilerin gücünün farklı kompozisyonları ve
yoğunluğuna yanıt olarak birçok biçime girdi: üretim araçlarının konumunun değiştirilmesi,
sermayenin yersiz yurtsuzlaştırılması, işgücü piyasasının genişletilmesi suretiyle işçiler
arasındaki rekabetin artırılması, refah devletinin ortadan kaldırılması ve toprak gaspları
(istimlak) (bkz. MN, 1997). Bu, 2. Dünya Savaşı sonrasının üç büyük “anlaşmasına” (Anlaşma
A: Keynes’çi üretkenlik anlaşması, Anlaşma B: sosyalist anlaşma, Anlaşma C: sömürgecilik
sonrası düzen) (New Deal / Yeni Anlaşma/Düzen) isabetli (ve başta başarılı) bir saldırıydı.
[Anlaşma A] ABD’de Reagan’ın 1981’de hava trafik kontrolörlerinin grevini, İngiltere’de ise
Thatcher’in 1985’te madenci grevini yenilgiye uğratmasını, sendikalara dönük çılgınca bir
bastırma kampanyası ve sosyal güvenlik ödemelerinin ve diğer güvencelerin (“güvenlik
ağı”) sabote edilmesine dönük sürekli tehditler izledi.
[Anlaşma B] Neoliberalizmin nihai zaferi, Sovyetler Birliğinin dağılması, Doğu Avrupa’nın
sosyalist devletlerinin çökmesi ve Çin Komünist Partisi’nin “kapitalist yolu” benimseme
kararı oldu.
[Anlaşma C] Üçüncü dünyada, borç krizi Dünya Bankası ve IMF’ye bir yeniden
sömürgeleştirme süreci demek olan Yapısal Uyum Programlarını dayatma zemini sağladı.
Diğer bir deyişle, neoliberalizmin gelişi ile birlikte, önceki tüm anlaşmalar geçersizleşti. Birlikte
bu gelişmeler, gerçek bir küresel emek piyasasının oluşturulması üzerinden dünya çapında
işçiler arasındaki rekabeti kışkırtarak, işçi sınıfı ile sermayenin birbirini “karşılıklı tanımasını”
sona erdirdi. Sermaye artık işçileri dilediği gibi denetleyebiliyordu.
Bu birleşik gelişmelerin sonucu, 1990’lar itibariyle sistemin dünya çapında kötü koşullarda
çalışan işçi kitlelerinin üreᦧ䝙iği muazzam çıktıyı sindirme konusundaki yetersizliğinin ilk
işaretinin ortaya çıkmasıydı. Bu iddiaya göre, 1997 Asya krizinin zirvesi, sistemin tam
finansallaşması – artık üretimden para kazanmanın yeterli gelmediği noktada, sistemin en
soyut seviyesinde “paradan para kazanma” girişimi – için bir itici güç oldu.
Sermayenin finansallaşmaya dalışı, güç ilişkisini kendi lehine değiştirme yönündeki sürekli
neoliberal çabasında yeni bir hamleydi. Reel ekonomide muhtemelen azalan geri dönüşlerle ve
mallarını satamamakla yüz yüze olan kapitalistler, iki önemli hamle yaptılar: bir yanda,
koruma fonları ve türevler dünyasına zıpladılar ve diğer yanda, ABD işçi sınıfı için kredi
kullanılabilirliğini artırdılar, böylece Amerikalı işçiler Çin ve diğer (çoğu Asyalı) ülkelerdeki
işçilerin aşırı derecede düşük (ABD’ye kıyasla) ücretlere üretmeye devam eᦧ䝙iği malları satın
alacaktı. Esas hedefi krizin ertelenmesi olan bu oyunun başarısı, Çin’de ve Üçüncü Dünya
ülkelerinde iş yapan kapitalistlerin düşük ücretler sayesinde elde edebilecekleri ve ardından
ABD’de kredi piyasalarına yatırım yaparak finansallaşmanın artmasını sağlayacak olan yüksek
karlara dayalıydı. Bu devre, ancak ve ancak, borcun (hem işçilerin hem de kapitalistlerin
borcunun) sigortacılarının panikle kaçışmasına sebep olacak devasa bir boyuta geldiği noktada
sona erdi.
Bu açıklama epeyce aydınlatıcı ancak önemli bir ayrıntıyı atlıyor: aşırı üretim ve yetersiz
tüketim kar oranını azaltmasına rağmen, sonuç olarak ortaya çıkan düşük kar oranı,
kapitalistlerin yeniden yatırım yapmayı istemesi için neden yetersiz? Ortalama bir kapitalisti
alın: firmasında üretilen tüm metaları satsaydı, yüzde 100 kar elde ederdi; fakat realizasyon
sorunu ile, yalnızca yüzde 50 oranında kar ediyor. Bu yeterli olmaz mı? Üreᦧ䝙iklerinin yarısını
yok etmesini gerektiren bir realizasyon sorunuyla bile, kapitalistler yine de oldukça yüksek
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
oranda bir kar elde edebiliyorlar. Bu yetersizlik, kuramsal olarak sermayeye içkin değildir. 5/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
oranda bir kar elde edebiliyorlar. Bu yetersizlik, kuramsal olarak sermayeye içkin değildir.
Aksine, kapitalistlerin daha fazla kar etme, sistemin ve sahiplerinin karlarının daha hızla
genişlemesini talep etme kararlılığına dayalıdır. Kapitalistler bir yatırım fırsatları alanını
“yetersiz” olarak değerlendirdiklerinde, bu, mevcut durumda mümkün olan ortalama kar
oranının geçmiş deneyimlerine dayanan beklentilerinden daha az olduğu anlamına
gelmektedir. Fakat kar oranındaki bu gerçek düşüşün sebepleri nelerdir?
Gerçek bir düşüşte rol oynayan birçok faktör vardır fakat bizim için önemli olan iki tanesidir:
sermayenin (a) ücretleri düşürerek sömürü oranını artırma ve (b) metanın üretim sürecine
dahil olan sabit sermayenin (özellikle hammaddeler) değerini düşürme konusunda başarısız
olması. İkincisinin sebebi özellikle hammadde elde edilmesinin ve meta üretiminin doğada
yaraᦧ䝙ığı hasarın işçilere bindirilememesi. Ekonomik ve ekolojik mücadelelerin ortalama kar
oranı üzerindeki etkisinin bu krizde ayırt edilmesinin zor olmasının nedeni bu.
Hem (a) hem de (b)’nin sonuçlarını değerlendirelim:
(a) Küreselleşme; imalat üretimini, ortalama ücretlerin ABD işçilerinin kat kat altında olduğu
periferiye (son on yılda özellikle de Çin’e) taşıyarak, geçtiğimiz otuz yılda ABD’de ücretlerin
düşürülmesine yardımcı oldu. Ücretler orada düşük kalıyorsa, ABD ve Çin sermayesi
arasındaki anlaşma istikrarlı oluyordu. Çinli işçiler Amerikalı kapitalistler için süper karlar ve
nakit sıkıntısı çeken Amerikalı işçiler için süper ucuz metalar sağlayacaktı. Ancak ücretler
Çin’de ABD’ye göre görece düşük olmasına rağmen, hızla yükselmekteydiler. Çin’de ortalama
reel ücretler 1990 ile 2005 arasında yüzde 300 artmışken, ortalama nominal ücretler 1996 ile
2006 arasındaki on yılda yüzde 400 yükselmiştir (bu artışın yarısı 2000‑2005 arası
gerçekleşmiştir). Bu, Çin’deki ücretlerin ABD’dekilerle karşılaştırılabilir olmasından epeyce
önce, karlılık üzerinde ciddi bir etkiye sahip olabilir.
Bu noktayı değerlendirmek için basit bir hipotetik sayısal örneğe bakmak yardımcı olabilir:
Çinli bir işçinin ücreti ABD’li bir işçinin ücretinin onda biri kadar olabilir ve makinelere görece
daha düşük yatırımla Çin’de bir fabrika için kar oranı yüzde 100 olabilir. Çinli işçilerin
ücretlerinin ikiye katlanması yine de ücretlerini ABD’li işçininkinin beşte biri yapacak olmasına
rağmen, diğer şeyler eşitken, kar oranı yüzde 50’ye düşmüş olacaktır.
Dolayısıyla, ücret artışları, ücretler satın alma gücü itibariyle Batı Avrupalı veya Kuzey
Amerikalı işçinin ücretine eşit olmasa bile, kar oranlarında dramatik bir düşüşe neden olabilir.
Bu olgunun neoliberal dönemdeki ilk geniş çaplı tecrübesi, Kore ve Endonezya’da 1997’deki
ünlü “Asya finans krizinin” temeli olan işçi eylemleri olmuştu (MN, 1997’de “One No and
Many Yeses/Bir Hayır ve Birçok Evet başlığıyla işlemiştik).
ABD’de ortalama ücretlerin düşürülmesi ve stagnasyonuna (küresel olarak yine de görece
yüksek bir seviye), Asya işçilerinin ücretlerinde, ABD’deki ücretlere eşdeğer olmaya
yakınlaşmadan çok önce kar oranını zorlayan artışlar eşlik eᦧ䝙i. Süper yüksek karlılık seviyeleri,
zengin mahalleler, otomobil ve Gucci el çantaları toplu olarak gelmeden çok önce ortadan
kaybolabilir.
İşçilerin daha yüksek ücretler ve işte daha fazla güç için mücadelesi ile aktüel veya eli
kulağındaki yüzleşme karşısında artı değerin “realize edilmesi” konusundaki bu sorun,
istedikleri geri dönüş oranlarını kazanmak için kapitalistlerin başka yollara yönelmesine neden
oldu. Ancak bu hamleye içkin de bir sorun var: yatırım gelirini finansallaştırma üzerinden
artırma kabiliyeti, küresel kapitalist sistemde üretimde ve yeniden üretimde yaratılan artı
değer ile sınırlı. Finans sektöründeki kriz, bu sınıra gelinmesiyle ilgili. Finansal kazanımlar – 6/27
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
değer ile sınırlı. Finans sektöründeki kriz, bu sınıra gelinmesiyle ilgili. Finansal kazanımlar –
dolaylı da olsa‑ nihayetinde reel emekten çıktığı için, Çinli işçilerin ücretlerinde alçakgönüllü
bir artışın bile finansal iskambil evin altındaki halıyı çekmeye yeteceği anlaşılabilir.
(b) Krizin ekolojik/enerji momenti burada çok daha doğrudan beliriyor. Sabit sermaye
maliyetlerinin düşürülmesi kar oranında bir artış sağlayabilir ancak bunun yol açtığı zararın
“dışsallaştırılabilmesi” kritik önemdedir (örn. doğadan hammadde elde edilmesi sırasında
ortaya çıkan kirlenmeden, sanayi üretiminin yol açtığı iklim değişikliğinden veya genetik
olarak modifiye edilmiş organizmaların yayılması nedeniyle ortaya çıkan genetik
mutasyondan zarar görenleri, bunların sona ermesini talep etmeksizin sessizce ve kesintisiz
şekilde boyun eğmeye zorlamak). Ekolojik meselelerin zorlayıcı hale gelmesi ve aciliyet
kazanması, ancak ve ancak dışsallaştırılan bu zararların bedelinin ödenmesi kitlesel olarak
reddedildiği zaman mümkün olabilir. Bu zararlara ve bunların maliyetinin zımni olarak
üstlenilmesine karşı mücadele verilmedikçe, ekolojik yıkım, Monet tablolarındaki pus gibi
estetik bir fenomen olarak kalacaktır.
Bu mücadele artık gölgelerden çıkmıştır ve sistem genelinde karlılığı tehdit eden bir noktaya
varmıştır. Dünya genelinde, olan bitenlerin işçiler ve kapitalistler arasında ekonominin nasıl
örgütleneceğine dair başka bir raunᦧ䝙an ibaret olmadığı ve petrol medeniyetinin insanlığın
büyük bir bölümünü, kriz başlamadan çok önce kırılma noktalarına zaten ulaşmış olan
şehirlere ve gecekondulara yerleştirdiği bir dünyada, yıkıcı bir iklim değişikliği ve genelleşmiş
bir toplumsal ve çevresel yıkım ile yüz yüze olduğumuza dair bir kabul var. Örneğin
Meksika’yı, bu kadar çok insan zorlukla hayaᦧ䝙a kalabilirken ve devlet ve diğer şiddet tekelleri
zaten bu derece yoğunken, ABD’den (neye?) geri dönen göçmenlerle, kırılmanın eşiğinde
görmek korkutucu… Yakın zamanda bir topluluk, çok fazla su aldıklarını düşündükleri başka
bir topluluğun suyunu kesmek için silahlarla ortaya çıktı. Bu enlemlerdeki ortalama sıcaklık üç
derece arᦧ䝙ığında (ki bilim insanları tarafından bunun olduğu belirlendi), her yaz bir önceki en
sıcak yaz rekorunu kırdığında ne olacak?
Artık olağan durumlardaki kadar kar yapan işin olamayacağı açık. Kapitalizm, cezalandırma
şevkinde, o kadar çok insanın ekolojik koşullarını öylesine görmezden geldi ki, yatırımcıları
sömürmeleri gereken insanlarla fiziken yüz yüze gelmeksizin fahiş karlar yapmayı umdukları
finansın dolayımlı dünyasına daha da kaçmaya zorlayan küresel bir yönetilemezlik durumu
gelişti. Ancak bu göç, krizi sadece geciktirdi, çünkü gezegenin dört bir yanında ekoloji
mücadeleleri veriliyor ve sabit sermayenin maliyetinde gelecekte kaçınılmaz bir artışı zorluyor.
Dolayısıyla her iki durumda da, ücretler ve ekolojik yeniden üretim açısından, mücadeleler
ortalama kar oranlarında (ve birikim oranında) bir krize yolu açıyor ve finansallaşmaya
sıçramaya bir sınır getiriyor.
2. Neoliberalizmin Krizi: Sebepler ve Sonuçlar
Neoliberal küreselleşme hırslı bir projeydi. Başarılı olsaydı, insan olmanın tanımını “kendini
en yüksek parayı verene satan bir hayvan” olarak değiştirecek ve işgücünü Keynesçilik
öncesindeki durumuna geri döndürecekti: değerini pazarda bulan saf bir meta. Neoliberal
küreselleşme neden başarısız oldu?
Bu soruya cevap vermek için, halkların verdiği mücadelelere dönmemiz lazım. ABD işçileri
1930’lardaki militanlık seviyelerini göstermeseler bile, dünya genelinde, bize göre krizin
kaynağı olarak kabul edilmesi gereken yaygın hareketler yükseldi. Bunların tek faktör ve haᦧ䝙a
başta gelen faktörlerden olmadıkları kesin. Örneğin, finansal işlemler konusundaki
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
7/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
başta gelen faktörlerden olmadıkları kesin. Örneğin, finansal işlemler konusundaki
düzenlemelerin yetersizliği, piyasaları istikrarsızlaştırmış olan türev alım satımındaki meta
kumarlarının yaraᦧ䝙ığı doğrusal olmayan karmaşıklık içinde kuşkusuz bir faktördü.
Yine de Carter döneminde başlayan ve Reagan, Bush, Clinton ve Bush döneminde devam eden
finansal deregülasyon bile sınıf mücadelesi için bir momenᦧ䝙i. Deregülasyon, ABD işçilerinin,
nakdi ücretleri, 1970’ler boyunca kapitalist fiyat artışlarının (örneğin gıda, enerji) kendi gerçek
ücretlerini kesmesini önlemeye yetecek kadar hızla yükseltebilme konusundaki (hem gerçekten
hem de politikacıların kafasındaki) gücünden (OPEC’in bir finansal aracıya ve petrodolarların
işçi gelirinden elde edilen değerleri kar getiren yatırımlara aktarmanın aracına dönüşmesi
umudunun altını oyan bir güç) kaynaklanan ivme kazanmış enflasyona bir yanıt olarak
başladı.
IMF’in o on yıla ait Yıllık Raporları, 1975 itibariyle dünyadaki bir numaralı ekonomik sorunun
enflasyon ve bu enflasyonun kilit kaynağının da “işgücü piyasalarının yapısal katılığı” olarak
tanımlandığını gösteriyor. İşçilerin gücünü IMF söylüyor. Carter ve Volcker harekete geçene
kadar, ivmelenen enflasyon birçok reel faiz oranını sıfırın altına indirdi ve tüm finans
sektörünün canlılığını tehdit eᦧ䝙i. Deregülasyon stratejisi, diğer pek çok şeyin yanı sıra,
ABD’nin her yerindeki tefecilik karşıtı yasaların kaldırılmasını ve faiz oranlarının iki haneli
rakamlara çıkmasının önünün açılmasını içeriyordu. İşçilerin yalnızca ücretleri ve diğer gelir
biçimlerini kârların altını oyacak derecede artırma gücüne değil (temel gıda fiyatları
manipülasyonu konusundaki kapitalist yola ve dalgalı döviz kurlarına rağmen), aynı zamanda
üretim noktasında verimlilikteki büyüme oranında herhangi bir iyileşmeyi engelleme gücüne
de bir yanıᦧ䝙ı.
ABD’de 1970’lerdeki mücadelelerin birçoğu, nihayetinde yenilgiye uğradı ancak o zamandan
beri, hem ABD’de hem de uluslararası olarak, neoliberal küreselleşmeye karşı azmini
kanıtlamış yeni bir mücadeleler nesli ortaya çıktı.
Bu mücadelelerden bazılarına, krizin ortaya çıkardığı politik meseleleri anlamanın şartları
olarak odaklanacağız. Şematik olarak, krizin kaynakları şunları içeriyor:
1. Neoliberal küreselleşmenin sistemde değişim yaratma konusundaki başarısızlığı;
2. Petrol/enerji endüstrisinin yapısını neoliberalleştirme konusundaki başarısızlık;
3. Ücret mücadelesini kontrol etme konusundaki başarısızlık (özellikle Çin’de);
4. Toprağı ve doğal kaynakları geri talep eden hareketlerdeki yükseliş (Bolivya, Hindistan,
Nijer Deltası);
5. ABD’de, düşen ve durağan reel ücretleri destekleme amaçlı olarak kredi kullanımındaki
yaygınlaşma/genişleme üzerinden sınıf mücadelesinin finansallaşması;
6. Siyahların, Latinlerin, yeni göçmenlerin ve kadınların “mülkiyet toplumu”na dâhil olarak
sınıf hiyerarşisini bozması.
(1) Neoliberal küreselleşme, meta ticareti ve finansal işlemlerin, özellikle de ABD, Japonya
veya Batı Avrupa’dan kaynaklanan işlemlerin önündeki engelleri ortadan kaldıran bir yasa ve
kurallar çerçevesine dayanır. Ortadan kaldırma süreci, Keynesçi dönemde başladı (GATT ile),
ancak kurumsal çerçeveye 1994’te Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulmasıyla kavuştu. DTÖ’nün,
yalnızca geleneksel ticaret ve para işlemlerinin değil, hizmetlerin ve fikri mülkiyetin de
küreselleşmesini sağlama konusunda hırslı bir ajandası vardı. Hiçbir şey bu ajandanın hayata
geçirilmesini engelleyemez gibi görünüyordu. Ancak, aşağıdaki şaşırtıcı gelişmelerin ortaya
çıkması ile durduruldu:
(a) 1980’lerin ortasında Zambiya’dan 1989’da Caracas’a ve 1994’te Zapatistalar’a dek, yapısal
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
8/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
(a) 1980’lerin ortasında Zambiya’dan 1989’da Caracas’a ve 1994’te Zapatistalar’a dek, yapısal
uyum programlarına karşı bir isyan ve ayaklanmalar dizisi; (b) Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki küreselleşme karşıtı hareket ve DTÖ, IMF, Dünya
Bankası ve G8 toplantılarındaki sokak gösterileri ve yol kapatmalar; (c) DTÖ, IMF ve Dünya Bankası gibi ABD, Japonya ve Batı Avrupa’nın egemenliği altındaki
örgütlere, bağımsızlıklarının son kırıntılarını da (özellikle de tarımsal üretimleri konusunda)
tamamen teslim etmeyi reddeden birçok Üçüncü Dünya ülkesi. Bunun sebebi, halisane bir
“yurtseverlik” değildi; topraklarındaki çiftçi hareketlerinin gücü ve bunun kendi
“egemenlikleri” için teşkil eᦧ䝙iği tehditle çok daha fazla alakalıydı. Özellikle DTÖ’nün Doha
Raundu, Hindistan hükümeti temsilcileri tarım konusunda daha fazla taviz veremediği için
(köylülerini bir miktar ileri teknoloji için seve seve feda etmeye hazır olmalarına rağmen) en
sonunda öldü. Hindistan’daki hareketler, DTÖ’ye karşı 1998 ila 2008 arasındaki on yıldır on ve
yüz binlerce kişiyi harekete geçiriyordu (Filipinler, Kore ve Bangladeşli çiftçilerden
bahsetmiyoruz bile).
Çoğu zaman birbirlerinin eylemlerinden ve çıkarlarından habersiz olmalarına rağmen bu
isyanlar, sokak gösterileri ve “iç” direnişler, “dünya düzdür”cü küreselleşme ideolojisini ve
dünyanın geri kalan varlıklarını ve yerel pazara dönük üretim yapan çiftçilerini çitleme
girişimini gayrı‑meşrulaştırdı.
(2) İkinci başarısızlık anı, 1999 sonrasında savaşla, özellikle de Irak’ın işgali üzerinden (MN,
2002) petrol ve gaz endüstrilerini ideal neoliberal işlemlere dönüştürme çabasında, neoliberal
küreselleşme projesinin canlandırılması girişimiydi. Bu başarısızlığın nedeni, ABD askerlerine
on binlerce kayıp verdiren ancak bunun karşılığında yüz binlerce ölü ve yaralı veren silahlı bir
direniş oldu. Bunun, neoliberal küreselleşme üzerinde devasa sonuçları oldu. Birincisi, altı
yıllık Irak savaşının ardından, en temel endüstriler – petrol ve gaz endüstrisi – hem Irak’ta hem
de dünyada, neoliberal doktrinin nefret eᦧ䝙iği iki formda halen örgütlü: ulusal petrol şirketi ve
petrolün pazar fiyatını etkilemeye çalışan uluslararası kartel (OPEL). İkincisi, neoliberal
projenin lideri olan ABD, bu çabası nedeniyle hem askeri hem de mali olarak ciddi şekilde
zayıfladı. Bu ABD hükümeti zafer ilan ederken (“Büyük Dalga” nedeniyle) daha da belirgin
hale geldi. Eşzamanlı olarak kendi Iraklı kuklaları tarafından 2011’de ülkeyi terk etmesi,
üslerini boşaltması ve yakın zamanda neoliberal bir “Petrol Yasası” beklememesi söylendi!
Elbeᦧ䝙e “kuklaların” efendileri ile bu denli sert konuşmasının sebebi, Allah’ın hidrokarbon
hediyesini hibe etme girişimine Irak halkının şiddetli tepkisinden korkmalarıydı.
(3) Neoliberal “ücretlerin reddi” projesi, reel ücretin bir daha asla 1973’teki zirvesine
ulaşamadığı ABD’de epey başarılı oldu. Bu yüzden ABD ücret mücadelesi, 1970’ler krizinde
olduğu gibi şimdiki krizin kaynakları arasında bulunamıyor. ABD’de böylesi bir mücadelenin
tüm tipik belirtileri (örn. grev faaliyeti) bastırılmıştı. Ücret dışı gelirlere, örneğin sosyal
güvenliğe, sağlık sigortasına ve gıda yardımlarına dönük saldırıları sınırlandırmak için,
bazıları başarılı da olan defansif mücadeleler yükseltildi. Dahası, işçi sınıfına karşı, örneğin
kadın hakları, çevre vb. alanlarında yöneltilen diğer saldırılara karşı süregiden mücadeleler
oldu.
Ancak, neoliberal proje, uluslararası işgücü piyasasında yalnızca ABD’de değil dünya çapında
rekabeti kullanabilme yeteneğine dayanıyordu. Bu proje başarısız oldu, özellikle de Asya
ülkeleri açısından. Bu denetimin Kore ve Endonezya’da, 1997 Asya finansal çöküşü sürecinde
başarısız olduğunu gördük (bkz. MN, 1997). O günden bu yana bu stratejinin temel
başarısızlığı Çin’de oldu. Burada ücret mücadelesinin seviyesi tarihsel boyutlar kazandı ve
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
9/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
başarısızlığı Çin’de oldu. Burada ücret mücadelesinin seviyesi tarihsel boyutlar kazandı ve
binlerce grevin ve diğer iş durdurma biçimlerinin yanı sıra, sık sık çift haneli ücret artışları ile
sonuçlandı.
(4) Yapısal Uyum Programları ve savaşlar, Üçüncü Dünya halklarını topraklarından ve bu
topraklar üzerindeki kaynaklardan mahrum bırakmak (bunları istimlak yoluyla ellerinden
almak, çn) anlamına gelen “Yeni Çitlemeler”in önünü açtı. Mülteci sayısındaki artış bir
göstergeyse eğer, bunların (yeni çitlemelerin, çn) Afrika ve Amerika kıtalarının birçok yerinde
milyonlarca insanı topraklarından ve topluluklarından eᦧ䝙iği kesin. Fakat Asya (özellikle
Hindistan ve Bangladeş), Güney Amerika’nın çoğunluğu ve Afrika’nın kimi yerlerinde,
müşterek topraklara ve kaynaklara dönük saldırılara güçlü bir yanıt da verildi. Bolivya’da son
on yılki “su” ve “gaz” savaşları hayati kaynakların özelleştirilmesi çabasının riskli bir girişim
olduğunu netleştirdi. Benzer sınırlar, Nijer Deltası’nın Kurtuluşu Hareketi (MEND) gibi
grupların sahiplenme savaşı verdiği Nijer Deltası’nda petrol üretimi konusunda da
deneyimlendi; bu gibi gruplar, Nijer hükümetine ve büyük petrol şirketlerine karşı, Delta
halklarının topraklarının altındaki petrolün komünal sahipleri olarak tanınmasını talep
ediyorlar. Gerçekten de petrol istimlaki ve çıkarılması konusunda, Steven Colatrella’nın
yerinde bir deyişle “politik Hubbert eğrisi” olarak adlandırdığı ve erişilmekte olan politik bir
sınır var.
(5) Sermayenin finansallaşmasının ana işlevi, birikimi, işçi sınıfı mücadelesinin
dokunamayacağı bir yere koyarak ve kapitalistler için kendi yatırımlarının başarısına karşı
bahse girmeyi mümkün kılmak, dolayısıyla her türlü sonuca karşı teminat sağlamak suretiyle
bir tedbir getirerek korumaktı. Hangi kapitalist, küçük bir bedel karşılığında, bir genel grev
dalgası nedeniyle yatırım yaptığı ülkenin para biriminde yaşanan dramatik bir
devalüasyondan veya işçilerin ücret talepleri ile uğraştıkları bir şirketin iflas etmesinden
kendisini korumak istemez ki?
Ancak paradoksal olarak, neoliberalizm sermaye ile işçi sınıfı arasındaki mücadelede kredi
alanında yeni bir boyut açtı. Yüksek faizli morgıçlardan öğrenci kredilerine, kredi kartlarına,
401(k) emeklilik yönetimi şemalarına kadar bütün bir kredi araçları ve spekülatif yatırımlar
seti, ABD işçi sınıfına sunuldu. İşçiler, kolektif güçlerini belirgin ücret artışları, emeklilik
garantisi veya sağlık hizmeti elde etmek için işlerine yansıtamamaları onları finansal alana
genişlemek zorunda bıraktığı için bunları kullandılar. Sözde refah devletinin çözülüşü ile
birlikte, ABD’de işçiler kendi yeniden üretimlerinde daha fazla payı, tam da reel ücretleri
düşerken ödemek zorunda kaldılar (barınmadan sağlığa ve eğitime). İşçiler bu yeniden üretim
gerekliliklerine kredi sistemi üzerinden erişmeyi talep eᦧ䝙iler. Sermayenin biriken değeri
krediler sunarak işçilerle “paylaşmasının” bir bedeli vardı: İşçilerin yeniden üretim yollarına
(ev, otomobil, eşya vb.) erişme arzusu kapitalistlerin birikim arzularına paralel olmalıydı.
“Finansallaşma” basitçe bir sermaye komplosu değildir; kendisi de sınıf mücadelesinin bir
süreci ve ürünüdür. Doğru, işçilerin kendi yeniden üretim koşullarına yönelik saldırıya
verdikleri yanıᦧ䝙a ihtiyaç önemli bir unsur fakat ihtiyaç olmaksızın aracı da olmaz.
Kredi sistemine giriş işçiler için cennet değil elbeᦧ䝙e. Borçlanma ve eşlik eden faiz ödemeleri
ücretler üzerinde kimi zaman çok ciddi olabilen bir baskı oluşturuyor ve kredi işçileri
gayrimenkul ve borsaya bağlıyor. Ancak, işçilerin kira artışı endişesi olmadan bir eve sahip
olmak ve mülk sahibi morgıcını ve vergilerini ödemek için “başkasının parasını
kullanabilmesi”, metanın yol açtığı (gerçek veya muhayyel) arzuyu bugün tatmin edebilmesi,
gelecekte daha yüksek ücretler sağlayabilecek eğitime erişebilmesi ve çoğunlukla ABD’de
10/27
yaşamanın bir özelliği olan yalnız ortamın içinde daha geniş bir iş ve sosyal iletişimi mümkün
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
yaşamanın bir özelliği olan yalnız ortamın içinde daha geniş bir iş ve sosyal iletişimi mümkün
kılan bir otomobile sahip olabilmesi önemli bir kazanım. Bu tehlikeli işçi sınıfı stratejisi,
kolektif refahta paylaşmak için kredi sistemini kullanmakla borç köleliği arasında salınıp
durdu.
ABD işçi sınıfı, kolektif bir şekilde ama ne “bilinçli” ne de koordine olarak (kapitalist toplumda
olan birçok şey gibi), neoliberalizmin herkesi “rasyonel ekonomik” ajanlara dönüştürme
vizyonunu, Bush yönetiminin “mülk sahipleri toplumu” retoriğini gerçeğe dönüştürerek
sistemin aleyhine çevirdi. Bu şekilde, üstü örtülü olarak borçlarını ödememe tehdidinde
bulunarak (örneğin anahtarı posta kutusunda bırakıp çekip gitmekle) sistemi krize soktular.
Daha önce belirtildiği gibi, bankaya 100 dolar borcunuz var ve ödeyemiyorsanız başınız derᦧ䝙e
demektir; fakat bankaya 1.000.000 dolar borcunuz var ve ödeyemiyorsanız, bankanın başı
derᦧ䝙e demektir. Burada söylenmeyen şey ise, 1.000.000 kişinin hepsinin bankaya 1000 dolar
borcunun olması ve ödeyememesi durumunda bankanın başının yine derᦧ䝙e olacağıdır!
Finansallaşma, sermayeye sınıf mücadelesinin yol açtığı belirsizliklere karşı bir kalkan
sağlayacaktı fakat finansallaşma ile sermaye, işçi sınıfını sinesine davet etmiş oldu. Finans
kapitalin denklemin her iki tarafında da oynama girişimi (örn. mücadeleden korunmanın
bedelini sermayenin ödemesi ve aynı zamanda bu mücadelenin “ehlileştiği” zannedilen
aracılarını da finansal makineye dâhil etmek) günümüz krizinin temellerinden biridir. Doğru,
işçi sınıfının toplam borçtaki payı kayda değer olsa da, ABD şirket veya devlet borcundan çok
daha küçüktü. Ancak niteliği farklıydı. Şirket borcu sınıf içi, ulusal borç her sınıfın fakat işçi
sınıfının borcu sınıflar arası ve muhtemelen en yüksek gerilimi oluşturuyor.
(6) Finansallaşmanın bu ikili karakteri daha önce krediye erişimden dışlanmış olan işçilerin
(siyahlar, Latinler, yeni göçmenler, bekâr kadınlar ve yoksul beyazlar) morgıçlar, öğrenci
kredileri ve kredi kartlarının tılsımlı dünyasına girme mücadelesi ile yoğunlaştı. Finansal
sermaye 21. yüzyılda, daha önce sadece tefeci ve rehincilerden en ağır koşullarla borç alabilen
bu yeni kreditörlere belirgin bir şekilde açıldı. Ev, araba, eşya ve daha iyi maaş veren bir iş için
yasal hak talebine sahip olabilme arzularına yanıt verdi. Ama zehirli haplar karşılığında: faiz
ödemesi üç yıl içinde balon gibi şişecek yüksek faizli morgıçlar, faiz oranları tefeci seviyesine
yakın kredi kartları, mezuniyeti ücretli köleliğe dönüştürecek öğrenci kredileri. Bu işçilerin
neoliberal düzene dâhil edilmek için baskısı (örn. kişinin sosyal refaha yalnızca bireysel
temelde ve ücret dışı gelir üzerinden erişebilmesi) sermayeden 21. yüzyılın ilk yarısında
olumlu bir yanıt altı. Bu, kredi sisteminin destabilizasyonunun başlangıç noktası oldu.
Yukarıda, 5 ve 6. maddede sözü edilen, kredi sirkülâsyonunun işçi sınıfına doğru derinleşmesi
ve genişlemesi, bir “mücadele” olarak adlandırılabilir mi? Böyle bir formülasyon, hikâyenin
sonu düşünüldüğünde (milyonlarca haciz ve iflas vb.), pek tabi sorgulanabilir. Fakat ev
sahiplerini hacizden “kurtaracak” yasal düzenlemeler için mücadelelerin yanı sıra, ödemenin
ve iflasın koşullarına (işçilere uzanan) ilişkin bir mücadele olduğuna kuşku yok. Birçok sağ
görüşlü, bu “kredi devrimini” krizin sebebi olarak gösteriyor, çünkü kutsal kredi odasına çok
fazla sayıda “hak etmeyen” alınmıştı. Fakat bu, siyah işçilerce 1960’larda “redlining”
uygulamasına ve diğer kredi ayrımcılığı biçimlerine karşı başlaᦧ䝙ıkları gerçek mücadeleyi
geçersizleştirmiyor. Hepsinden öte, borçluların mücadelesi, antik dönemlerden bu yana sınıf
tarihinin analizinin geleneksel olarak temeli olmuştur. Neden 21. yüzyılın sınıf analizinin
dışında bırakılsın ki?
Mücadelenin bu altı anına bir “fiyat etiketi” yapıştırmıyoruz. Diğer birçok konjonktürel
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
11/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Mücadelenin bu altı anına bir “fiyat etiketi” yapıştırmıyoruz. Diğer birçok konjonktürel
etmenin yanında, birlikte 2008’de tarihsel boyutlarda bir kriz meydana getirdiler.
Neoliberalizmin Ücret ve Savaş doktrinlerinin, Küreselleşmenin, Yeni Çitlemelerin,
Finansallaşmanın ve İçerme Krizinin birlikte başarısızlığı, yalnızca ekonomik “düşüş”
başlatmakla kalmadı, bunların nedeni olan mantıksal çelişkiler de mevcut düşüşü (gerilemeyi,
çn) gerçek bir krize dönüştürüyor. Yakın gelecekte bir “iyileşme” olasılığı (GSMH artışları ile
ölçülen) var fakat çelişkilerin derinleşmesi ve başarısızlıkların yoğunlaşması ile kapitalizm
“tarih” olabilir.
3a. Sermayenin Kriz Fırsatına Acil Yanıtı
Bu kriz, sermayeye üç yönden fırsat sundu: (i) finans kapital ile sistemin geri kalanı arasındaki
güç ilişkisini yeniden düzenleme, (ii) ABD işçi sınıfının finans sistemindeki borçlu ve oyuncu
olarak yeni rolünü disipline etme ve (iii) “borç krizinin” bir uyanışı üzerinden Üçüncü
Dünya’da çevresel talanın, ücret kesintilerinin ve toprak istimlâklerinin meşrulaştırılması. Her
birine tek tek bakalım:
(i) Finans Kapitalin Istırabı mı Yoksa Rönesans’ı mı?
Bu kriz, bir finans krizi olarak başlıyor (örn. borçların anaparasını veya faizini geri ödeyememe
veya büyük ölçekte kaybedilen bahisleri ödeyememe). Birçok krizin finansal yönü olmasına
rağmen, bunun sistemin kaderini temelinden zorlayan bir kriz olduğu açık. Çünkü sermayenin
sektörleri ve fazları arasındaki düzen ve hiyerarşide esaslı bir dönüşümü kaçınılmaz kılıyor.
Kriz, çöküşü ile büyüklü küçüklü endüstri, ticaret ve hizmet şirketlerinin günlük işlemlerini
riske sokan finansal pratiklerin (özellikle de Teminatlı Borç veya Morgıç Yükümlülükleri,
Yapılandırılmış Yatırım Araçları, Kredi Borcu Takas Sözleşmeleri, her türden kredi türevleri ve
belki de offshore bankacılık – titre İsviçre!) birçoğunu tamamen durdurma veya en azından
acımasız düzenlemeler getirme konusunda bir fırsat mı (finans sektörünün devleᦧ䝙en talep
eᦧ䝙iği sermayenin devasa miktarı karşılığında) olacak? Yoksa finans kapital, borcunun devlet
tarafından kendi şartlarına göre teminat altına alınmaması halinde borç musluğunu kapatma
ve kredi sistemini durdurma tehdidi ile sistemin geri kalanını rehin mi alacak?
Bu çelişkinin bir yansımasını, yüksek hükümet kademelerinde büyük çok amaçlı bankalar
(Citigroup), sigorta şirketleri (AIG) ve haᦧ䝙a yatırım evleri (Bear Stearns) konusunda var olan
neredeyse hemfikir (Bush yönetiminden Obama yönetimine kadar) desteğe karşı, “Üç Büyük”
otomotiv üreticisinin “kurtarılması” konusundaki çatışmada görüyoruz. AIG için hemen
gözden çıkarılan milyarlara kıyasla görece küçük olan bir meblağ konusundaki muazzam
çelişki – ve şimdi GM’den ve Chrysler’dan talep edilen potansiyel olarak ölümcül şartlar –
finans kapitalin halen devletin en üst kademelerinde el üstünde tutulduğunun göstergesi.
Fakat bu, kapitalizmin ayakta kalması halinde, iki kutup arasında bir yirmi birinci yüzyıl
karmasına gidecek uzun süreli bir mücadelenin yalnızca ilk raundu: (a) finans sektöründen
elde edilen sermayenin, “yeşil enerji” projeleri (rüzgar türbinlerinden Temiz Kömür
teknolojilerine ve nükleer enerji tesislerine kadar) ve biyoteknoloji alanlarında yeni bir yatırım
dalgasına yönlendirildiği, finansal inovasyonlara çok katı yasal düzenlemeler dayatılan bir
rejim ya da (b) finans sektörünün bir zaferi, ABD’nin nihai “sanayisizleşmesi” ve bir balonlar
ve çöküşler rejimi ile evrensel bir uzlaşma.
İlk kutup, İngiltere’de Güney Denizi Balonu’nun ardından 1720 “Balon Yasası” ve Fransız
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
12/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
İlk kutup, İngiltere’de Güney Denizi Balonu’nun ardından 1720 “Balon Yasası” ve Fransız
burjuvazisinin 1720 Mississippi Balonu’nun ardından altına geri dönmesinden ABD’de
borsanın 1929’daki çöküşünden sonra Glass Steagall Yasası’na kadar, önceki yoğun
“finansallaşma” ve spekülasyondan kurtulma dönemlerini andıran bir sonucu anlatıyor. Bu
Keynesçiliğe bir geri dönüş ama “yeşil” karakteristiklerle ve varlıkları ABD ve Batı
Avrupa’daki işçiler tarafından kapitalistlere sürekli tehdit olarak kullanılmış nükleer‑
silahlanmış komünist ülkeler olmadan.
İkinci alternatif, cehennemvari önermesi ile neoliberal kapitalizmde finans sektörünün
hegemonyasına uygulandığında, Margaret Thatcher’in parolası olan “Başka Alternatif Yok”un
bilinçsiz antikapitalist yanını acı bir şekilde kabul eden bir sonucu anlatıyor: piyasa, giderek
daha kısa balon, patlama ve bunalım çevrimlerine neden olsa da, gezegendeki kaynakları
tahsis etmenin en iyi (ve tek) yoludur. 21. yüzyılın başındaki ABD, kayda değer bir imalat veya
tarımsal temel olmaksızın var olan (bu kısmı işbölümünde Çin’e ve diğer ucuz emek ülkelerine
bırakan) 20. yüzyıl sonu İngiltere’si olabilir mi?
Yani ya finans sektörü “ulusallaştırılacak” ya da ulus “finansallaştırılacak” (veya ikisinin bir
kombinasyonu). Her iki alternatif de eşit ölçüde imkansız görünüyor. Sahada krizi
kapitalizmden çıkış için bir yol bulmak üzere kullanabilen başka bir güç olmadığı müddetçe,
sanayi temelini (geniş bir “yeşil” sektörle) canlandıracak bir Keynesçiliğe ve finans kapitalin
maceralarını yeniden meşrulaştıracak reforme olmuş bir başka neoliberalizm raunduna dair
vehimler oluşturulacaktır. Kısa vadede, Keynesçi ve “yeşil” politikaların önü açılacak – belki
de mevcut kriz bağlamında sermaye hareketlerinin düşük olması (ki bu durumda uzatmalı
Keynesçi politikaların uygulanabilir olmadığı) gerçekliğinin de yardımıyla. Bazı düzenlemeler
getirilecektir ve kesinlikle balonlar ve çöküşler rejimi ile bazı uzlaşmalar (krizin derinliğinden
sonra) yapılacaktır.
(ii) Borçlular olarak ABD’li İşçiler
Karl Marx, 19. yüzyılın büyük antikapitalist analisti, finans kapitali sadece kapitalistlerle ilişkili
olarak gördü. 1860’larda şu özlü görüşleri kaleme aldı: “Faiz, kapitalist ile işçi arasında değil,
iki kapitalist arasındaki bir ilişkidir.” Yani, faiz, borçlanılan paraya dayalı olarak finans
kapitaliste ödenen bir gelir olarak görülür. Borcun faiziyle nasıl geri ödeneceği konu dışıdır.
Faiz mantıksal olarak üretim sürecinden bağımsızdır (Marx için sistemde bir yerde işçilerin
sömürülmesine hayati şekilde bağlı olsa da). Bizler için en kritiği ise, Marx’ın işçiler asla borç
almaz ve faiz ödemezmiş gibi yazmış olması. Bu önemli, çünkü kredi sistemi kapitalist bir
müşterek gibidir. Çünkü kapitaliste (veya kapitalist denilebilecek kişiye) “başkalarının
sermayesi ve mülkü üzerinde, belirli sınırlar dahilinde mutlak kontrol ve bunun üzerinden de
başka insanların emeği üzerinde kontrol imkanı verir.” Sahibi ile bağlantısı kesilen değer,
soyut da olsa, erişime sahip olanlara muazzam bir güç sağlayan müşterek bir kaynak havuzu
haline gelir. Bu güç işçilerle paylaşılmıyordu, en azından 19. yüzyılda.
Marx, kapitalizmin geleceği konusunda birçok konuda haklıydı fakat mülksüz ama ücretli işçi
sınıfının finansal sisteme absorbe edilmesini göremedi. İşçilerin borcuna baktığında, yalnızca
tefecileri görüyordu. İşçiler, finans kurumlarından borç almak için teminat gösterebilecekleri
neredeyse hiç mülke sahip olmadıkları ve bankalarda mevduat olarak kullanılacak hiç
tasarrufları olmadığı için, finans dünyasında asla önemli doğrudan oyuncular değildiler.
Aslında, 19. yüzyılda birçok karşılıklı yardım ve kredi birliği organizasyonu türedi çünkü
bankalar ve diğer finans kurumları kendi müşterilerinin yalnızca kapitalistler (büyüklü
küçüklü) olduğunu düşünüyorlardı veya işçiler zar zor kazandıkları tasarrufları finans
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
kapitalistlere teslim etmeye pek kuşku ile bakıyordu. Artık bu durum geçerli değil. İşçilerin 13/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
kapitalistlere teslim etmeye pek kuşku ile bakıyordu. Artık bu durum geçerli değil. İşçilerin
emeklilik fonları sistem için devasa bir sermaye kaynağı ve borçları ABD’deki toplam
borçlulukta büyük bir payı oluşturuyor (hane borçluluğu ABD’deki toplam borcun yüzde
30’u). Sonuç olarak, 21. yüzyılın finansal krizi konusunda konuşacaksak, kapitalistler arası
çatışmanın yanı sıra sınıflar arası çatışmadan da söz etmemiz gerekiyor.
Önceki bölümde not edildiği üzere, neoliberal düzende işçiler kredi sistemini ücret dışı gelir
alemine girmek, daha önce yalnızca kapitalistlerin ayrıcalığı olarak görülen değer müştereğine
erişim sağlamak için kullanıyorlardı. Bunu yaparak, sermayeye kolektif bir tehdit ve fırsat
oluşturdular. Soru şuydu: Sermaye, 21. yüzyılda, kredi sistemine kapsamlı bir işçi sınıfı
katılımı olmaksızın yapabilir mi? Sermaye, “taksitli yaşam” öncesi günlerine geri dönebilir ve
krediyi yeniden sadece kapitalistlere özel alan haline getirebilir mi? Finansallaşmanın yukarıda
analiz eᦧ䝙iğimiz iki yüzlü karakteri kolayca “düzeltilemeyeceği” için, kesin bir evet veya hayır
yanıtına şüpheyle yaklaşanlar çok. İşçi sınıfının ücret mücadelesine geri dönmeden metalar,
evler ve eğitim değerine kredi üzerinden erişimini tamamen (veya farklılaştırarak bile)
engellemek, sınıf mücadelesinde kabul edilemez seviyelere davetiye çıkarabilir; fakat makineyi
işçi sınıfının krediye kriz öncesi ile aynı erişim seviyesine sahip olacağı şekilde yeniden
başlatmak, kısa sürede aynı döngünün ve mücadelenin başka bir tekrarına davetiye çıkarabilir.
Bu elbeᦧ䝙e kapitalistlerin ikilemi ve bunu çözmek için akla karayı seçiyorlar. Ancak bu süreç
sadece sermayenin karar verebileceği basit bir süreç değil; sonuç büyük oranda esrarengiz
bileşenin, küresel işçi sınıfının eylemlerinde yatıyor.
Bu ikilem Marx’ın kredi sisteminin “ikili karakteri” üzerine uzun zaman önce yaptığı gözlemi
vurguluyor: “İlk rol, kapitalist üretimin itici gücü olan, başkalarının emeğinin sömürülmesi
üzerinden zenginleşmeyi en ileri boyutlara ulaşmış bir kumar ve sahtekârlık sistemi haline
gelene kadar geliştirmek ve toplumsal zenginliği sömüren azınlığın sayısını daha da
azaltmaktır. İkinci rol ise yeni bir üretim tarzına geçiş biçimini oluşturmaktır.” İşçilerin, kendisi
de aynı ölçüde devasa bir kumar ve dolandırıcılık sistemine gömülü olmasına rağmen, kendi
sınıfları tarafından üretilmiş olan birikmiş refaha kredi sistemi üzerinden erişmeye yönelik
artan talebi de, yeni bir üretim tarzına geçişin tohumlarını barındırır.
(iii) ABD ve Batı Avrupa Dışında Kriz: IMF ve Dünya Bankasının Geri Dönüşü
Borcun sınıf mücadelesinde bir silah olarak önemi yeni değil. Afrikalı köylüler ve Güney
Amerikalı fabrika işçilerinin, ülkelerinin diktatör hükümetlerince reel faiz oranlarının düşük
(haᦧ䝙a kimi durumlarda negatif) olduğu 1970’lerde kendi arkalarından pazarlığı yapılan
değişken faiz oranlı borçlar nedeniyle devasa borçların altında kaldığı 1980’lerin başındaki
“borç krizinde” en açık şekilde görülmüştü. Ancak 1979’da faiz oranları fırlayarak köylüleri ve
fabrika işçilerini ellerinde ülkelerinin GSMH’sinden kat kat yüksek borçlarla ortada bıraktı.
Bu, eski borçlara çok yüksek faizler bindirerek ve eski borçları ödemek için IMF ve Dünya
Bankası’ndan bu hükümetlerin Yapısal Uyum Programları’nı benimsemesi şartıyla alınan yeni
borçlarla Afrika, Güney Amerika ve Asya’dan devasa bir artı değer miktarını sıkıp çıkarmayı
mümkün kılan 1980’lerin başındaki “borç krizi”nin nedenlerinden biriydi. Yapısal Uyum
Programları, daha önce kapalı olan ekonomileri dışa açık hale getirdi, hedef ülkelerin işçi
sınıflarını ciddi şekilde zayıflaᦧ䝙ı ve ABD’li, Batı Avrupalı ve Japon kapitalistlerin işçilere,
topraklara ve hammaddelere aşırı derecede düşük maliyetlerle erişmesine imkan verdi. Bunlar,
“küreselleşme” denilen şeyin temeliydiler ve IMF ve Dünya Bankası, “serbest ticaret”
kurallarıyla ödeme yapmayı ret tehdidinde bulunan ülkelerle görüşerek küreselleşmenin
merkezi denetim ajansları oldular. 1997 Asya finans krizi sonrasına dek, 1980 ve 90’larda
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
14/27
barınmayı ve borsa çöküşlerini finanse edecek sermaye akışının çoğunu Yapısal Uyum
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
barınmayı ve borsa çöküşlerini finanse edecek sermaye akışının çoğunu Yapısal Uyum
Programlarının hakim olduğu eski Üçüncü Dünya ülkeleri sağladılar. Sonrasında bu işi
neredeyse tek başına Çin yapacaktı.
Bunların tümü 1980’lerin ortasından 2000’lerin başına kadar muazzam bir mücadele karşısında
yaşandı. IMF, Dünya Bankası ve ABD ile Batı Avrupa ülkelerini borçları yeniden müzakere
etmeye ve haᦧ䝙a silmeye zorlayan silahlı devrimlerin yanı sıra, gezegende gerçekten de
yüzlerce IMF karşıtı ayaklanma oldu. Yapısal Uyum Programlarına karşı yürütülen
mücadeleler, Chiapas’tan Washington’daki IMF ile Dünya Bankası merkezlerinin sokaklarına
uzanarak uluslararası hale geldi. Dahası, 21. yüzyılda petrol ve emtia fiyatlarının yükselişinden
beri, IMF ve Dünya Bankası, önceki “müşterileri” (daha doğru bir ifadeyle önceki ameleleri)
tarafından dışlanıyor. Bu durum, kendi eski borçlarının büyük kısmını ödeyebilmiş olan
ve/veya IMF ve Dünya Bankası Yapısal Uyum Programları çerçevesi dışında kredi çeken
(örneğin Arjantin’in Venezüella’dan kredi alması) Cezayir, Nijerya ve Endonezya gibi birçok
petrol üreticisi ülke için özellikle doğru. Toplam dış borç birçok ülke için azalmamasına
rağmen (haᦧ䝙a arᦧ䝙ı) IMF ve Dünya Bankası’nın tekel konumu ortadan kalktı ve ülkelerin bu
ajansların gaddarca “önerilerini” boş vermesini mümkün hale getirdi.
Ancak kriz, alternatif fonlama kaynaklarını kurutarak güç ilişkilerini bir kez daha değiştirebilir
(örn. Venezüella hükümeti, bu durumda iflasa yakın olan bir Güney Amerika ülkesine borç
vermeyi güç bulacaktır). Sonuç olarak, küresel açıdan borç almak için başvurulacak son kapı
olarak IMF ve Dünya Bankası’nın gücünde, bu gücün getirdiği tüm iktidarla birlikte, bir
yeniden canlanma olasılığı olacaktır. Birçok ülkenin dış borcu ise bitmekten çok uzak ve krizin
baskısı altında dramatik şekilde artacak. Haᦧ䝙a, G‑20 hükümetleri IMF rezervlerini 1 trilyon
dolar artırma konusunda anlaşmaya vardılar ve IMF Yapısal Uyum Programına benzer
koşulları, iflas etmiş sayısız Doğu Avrupa ülkesine halihazırda dayatmış bulunuyor. Yapısal
Uyum Programlarına geri dönmek, tarihi bir yenilgi olacak ve yeni bir neo‑kolonyalizm
dalgasına davetiye çıkaracaktır.
[IMF ve DB dönemine] Geri dönüş araçlarından biri, kapitalist rejimlerin zorla büyümesine
ekolojik bir sınır koyan küresel ısınma. Olağan kuzeyli oyuncular (Dünya Bankası dahil) gözü
pek bir şekilde Kuzey’de emisyonların nedenlerini ortadan kaldırmak yerine Güney’de küresel
ısınmaya karşı dehşet verici “çözüm” serilerine yatırım yapıyorlar. Tarımsal yakıtlar (genetiği
değiştirilmiş soya, Afrika palmiyesi, şeker kamışı, jatrofa ve yakın gelecekteki her türden GDO
canavarlıkları), güneyli çiftçileri bugüne kadarki en büyük çitlemelerle tehdit ediyor.
Arjantin’in ekilebilir topraklarının yarısı halihazırda GDO’lu soya dolu “yeşil çöl”. Paraguay ve
Brezilya’dan hiç söz etmiyoruz bile. Endonezya ise ormanlarının çok büyük kısmının yerini ise
Afrika palmiyesi aldı ve artık Kolombiya’daki Afrika kökenli topluluklara saldırıda
kullanılıyor. Hindistan bir milyon hektardan fazla jatrofa planlıyor (bunun anlamı birçok
köylünün topraktan sökülüp atılması demek). Ve Nijerya, Nijer Deltası’ndaki petrol ve toprak
mücadelelerine karşı endüstriyel tarımdan söz ediyor.
Kriz, bir yandan eğitim, sağlık ve sosyal hizmetleri halihazırda tahrip etmiş olan kemer sıkma
programlarını (yeniden) devreye sokarken, diğer yandan Dünya Bankası ile IMF’nin eline
Üçüncü Dünya ekonomilerini böyle daha da çok projeye açma konusunda daha fazla güç
verecek. Örneğin, karbon ticareti Kuzey’in Güney’de barajları ve diğer “büyük” geliştirmeleri
finanse ederken kirletmeye devam etmesine izin verecek. IMF ve Yapısal Uyum Programları ve
“geliştirmeler” üzerinde, “küresel güney”, daha yüksek ücretler istemeye başlamış olan Çinli15/27
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
“geliştirmeler” üzerinde, “küresel güney”, daha yüksek ücretler istemeye başlamış olan Çinli
işçilerin yerini almasa bile tamamlayıcı olmaya hazır hale getirilecek. Bunu kapitalistlere
vermek zorundasınız. Her şeyden çıkar sağlamaya çalışırlar, dünyanın sonundan bile!
3b. İşçi Sınıfının Krize Yanıtı
Bu krizin gizemlerinden biri, işçilerin krizin ABD’deki ciddi etkilerine karşı geciken ve dağınık
tepkisiydi. ABD’de çok az eylem finansal ve ekonomik krizi doğrudan muhalefetinin
hedefi yaptı (örn. Washington’da krizin sonuçlarını protesto eden hiç büyük gösteri olmadı).
Bank of America’nın işverenlerinin bankası olması ve fabrikayı açık tutacak krediyi vermemesi
gerçeğini gündeme getirerek kıdem tazminatlarını talep eden ve alan işçiler tarafından
gerçekleştirilen Republic Window and Door tesisindeki fabrika işgalini gösterebiliriz. Çok
geniş bir alanda çitleme karşıtı eylemler ve organize oturma eylemi girişimleri oldu: Boston
City Life’ta bankaların zorla tahliyelerine karşı blokajlar oldu; LA’de IAF bankalarla kolektif
pazarlık için bir grup oluşturdu; Miami bölgesinde “Take Back the Land/Toprağı Geri Al”
hareketi ipotekle mühürlenmiş veya terk edilmiş banliyö evlerini, evinden edilmiş ailelerin
yaşaması için işgal ediyor; ACORN San Francisco Bay’de ve diğer alanlarda hacizlere karşı
direniş örgütlemede aktif. Her şeye rağmen, bu eylemlerin sayısı ile krizin derinliği arasında
bir dengesizlik var.
Obama’nın seçim kampanyası kuşkusuz ki çok muazzam bir politik enerjiyi absorbe eᦧ䝙i ve
sokaktan seçime yönlendirdi. Krizden devrimci olmayan bir çıkış sunarak “orta sınıf” dediği
çok geniş bir alana hitap eᦧ䝙iği açık. Adaylığı sistemin kısa dönem şansı için başarı sağladı ve
yakın gelecekte de değerli bir zaman kazandırdığı kesin. Ancak çok büyük işçi sınıfı
fedakarlıkları olmadan kapitalizmi canlandırma konusunda verdiği cüretkar ümitlerden sonra
birikim makinesini çalıştırmada başarısız olması halinde bunu izleyecek olan tehdit halen
geçerliliğini koruyor.
Fakat geçtiğimiz yıl krize sebep olan spekülatif finansal mekanizmanın parçası olarak yaşanan
gıda ve enerji fiyatlarındaki fırlamaları protesto başlığı altında dünya çapında işçi sınıfı
eyleminde muazzam bir yükseliş yaşandı.
Çin’de krizin en önemli momentlerinden birinin başlangıcını görüyoruz: Çin işçi sınıfı, sermaye
bunu emreᦧ䝙iğinde şehirleri terk ederek özelleştirilmiş kıra geri dönecek mi?
Avrupa’da insanlar krize özellikle güçlü ve hızlı bir yanıt verdiler, özel olarak da Güney
periferide (İtalya, İspanya ve Yunanistan) ve Kuzey periferide (İrlanda, İzlanda, Letonya).
İtalya’da üst üste gelen ve genel grevlere evrilme eğilimindeki grev dalgaları, ülke çapında
milyonlarca işçiyi mobilize eᦧ䝙i.
Spekülatif barınma ve inşaat balonunun hızla çözülerek büyük bir toplumsal altüstlüğe sebep
olduğu İspanya’da, uluslararası finans sisteminin çökmesini önleyecek destekler için
Washington’da düzenlenen G20 toplantısına tepki olarak 15 Kasım’da (2008) ülke çapında bir
protesto gerçekleştirildi. Banka çalışanları da BBVA Bank’ın ana şubesinde bir işgal eylemi
düzenlediler. Ve Lehman Brothers’ın çöküşü sonrasındaki günlerde, “Robin Bank”, özgürlükçü
toplumsal hareketlere vermek üzere 38 İspanya bankasından yarım milyon avroya yakın para
çaldığını duyurdu.
Yunanistan’da Alexis Grigoropoulos’un polis tarafından katledilmesini takiben kitlesel
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
16/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Yunanistan’da Alexis Grigoropoulos’un polis tarafından katledilmesini takiben kitlesel
ayaklanmalar ve protestolar patlak verdi ve daha önce iki büyük sendika tarafından çağrısı
yapılmış olan grevle de birleşti. Genç işsizliğinin, dünya ekonomik krizinin hissedilmeye
başlanması öncesinde bile kimi bölgelerinde yüzde 70’e yaklaştığı bir ülkede, günlere yayılan
büyük bir toplumsal ayaklanmaya dönüştü.
Daha önemlisi, bu üç ülkenin tümünde, çok kısa bir zamanda ortak bir slogan ortaya çıktı:
“Sizin krizinizin bedelini biz ödemeyeceğiz”. Yunan mücadelesinden bir bildiride de
söylendiği gibi: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Bu slogan, krizin Yunanistan’da ve
ötesinde yoğunlaştıracağı aşağılama, sömürü ve dışlama koşulları karşısında bir nevi isyanı
ifade ediyor.
İzlanda, İrlanda, Fransa, Letonya, Bulgaristan ve bir dizi başka Avrupa ülkesi kitlesel
gösterilere, ayaklanmalara, düşen hükümetlere ve onlarca yıldır suskun olan antikapitalist
hareketlerin canlanışına şahit oldu.
4. Krizde Müştereklerin Oluşumu: Aynı Tabaktan Tek Kaşıkla Yemek
Mücadeleler yayılıyor ve ABD’de yakın zamanda krizin sonuçlarına karşı açık mücadeleler
patlak verecek. Bir finansal kriz olarak başlayan ve ekonomik krize dönüşen şey, yakında
“siyasal kriz” olarak adlandırılmaya başlanacak. Kapitalistlerin iki büyük müşterek olan emeği
ve gezegenin ekosistemini “yönetimleri” ile yaraᦧ䝙ıkları sefil yıkım, artık kimsenin özel olarak
sorumlusu olmadığı “ortak trajedi” olarak görülmeyecek ve kapitalist sınıfı bütün olarak
gayrimeşrulaştıran bir olgu olmaya başlayacak. Bu krizler, el koymaya yetecek sermayesi olan
(veya varmış gibi davranmayı becerebilen) herkesin kârı için kullanılabilecek veya istismar
edilebilecek emeğin ve gezegen ekosisteminin ortak kaynaklar olduğu varsayımına
dayandırıldılar.
Kapitalist sınıf, üretim ve geçim yollarımızı oluşturan ortak kaynak havuzunu sonunda zarar
yaratmadan kontrol edememekte. Daha iyisini kim yapabilir? ABD’deki birçok işçi bugün bu
iddiayı sergileyemese ve kurtuluş için kendi patronlarına baksa da, mücadelenin mantığı ne
yapılması gerektiğini gösteriyorsa onu söylememiz gerekiyor. Bırakalım bize Thomas Paine’in
Common Sense’deki sözleri yol göstersin. Paine, önceki bir devrimci kriz döneminde,
Bağımsızlık İlanı öncesi günlerde bağımsızlık yanlısı olan neredeyse herkesin yayınlandığını,
tek meselenin zamanlama olduğunu söylüyordu: “Doğru zamanı bulmamız gerekiyor”
diyorlardı. Paine’in yanıtı “Zaman bizi buldu!” oldu.
Kriz görmeye gözü olan herkese, devlet ile piyasanın yaşamlarımız için güvenilir bir yeniden
üretim sunma iddiasında kesinlikle başarısız olduğunu gösterdi. Kapitalistler, kesin bir şekilde
(bir kez daha) sermayenin anavatanında bile asgari güvenlik koşullarını sağlayamadıklarını
ispatladılar. Fakat nesiller boyu üretilen refahı rehin tutmaya devam ediyorlar. Bu emek
havuzu geçmişte ve şu an bizim müşterek değerimizdir. Onu özgürleştirmemiz gerekiyor,
ondan mahrum bırakılmış herkesi bir araya getirerek, ilk önce hala kendine ait “kırk akre ve
bir katır” veya eşdeğerini bekleyen İlk Amerikan Uluslarının halklarından ve kölelerin
torunlarından başlayarak refahı yeniden ele geçirmeliyiz. Ayrıca yaşamın ve toplumsal
işbirliğinin, piyasa ve kar sisteminin ötesinde, hem üretim hem de yeniden üretim alanında
alternatif formlarını inşa etmemiz gerekiyor. Yaşamlarımızın bütünlüğü, yapıp eᦧ䝙iklerimizin
bütünlüğü duygusunu yeniden kazanmamız ve kapitalizmin bizi teşvik eᦧ䝙iği şekilde,
eylemlerimizin sonuçlarına karşı sistematik bir sorumsuzluk halinde yaşamaya son vermemiz
gerekiyor: bir başkasının yemeği, ciğerlerini dolduran duman veya herkesin atmosferindeki
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
17/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
gerekiyor: bir başkasının yemeği, ciğerlerini dolduran duman veya herkesin atmosferindeki
karbondioksit olacağından şüphe etseniz bile bir kere bile düşünmeden tonlarca çöp
atmak/yaratmak gibi.
Bu, her mücadeleye getirebileceğimiz anayasal bakış açısıdır. Bir devlet tasarımını anlatan bir
belge değil “anayasadan” kastımız, bir müşterekler anayasası. Örneğin müşterek
kaynaklarımızı nasıl paylaşacağımıza karar verirken kullanacağımız kurallar gibi. Amerikan
yerlileri gibi, bir tabaktan tek kaşıkla kolektif şekilde yemek için, kaşığı ne zaman kimin
alacağına karar vermemiz gerekiyor. Bu her müşterek için böyle, çünkü bilinçli şekilde
oluşturulmuş bir müşterek tasarrufu olmayan bir müşterek olamaz.
Bu ise, sınıf mücadelesinin her bağlamı için, her seferinde durumu sermaye aleyhine çeviren
bir vizyon oluşturacak bir amaçlar kümesi oluşturmamız gerektiği anlamına geliyor. Öncelikle,
müştereklerimizi oluştururken kurallarımızı neyin ihlal edeceğini belirlememiz gerekiyor.
Bunu bir öncelikli tabular örneği izliyor:
37 milyon insanın aç olduğu
ameliyat masrafının sizi evinizden eᦧ䝙iği
okula gitmenin aklınızı çürütüp sizi borç kölesi yaptığı
ısıtma parasını ödeyemediğiniz için kışın donduğunuz
emekliliğiniz dolandırıcılarca elinizden alındığı için 70’lerinizde işe geri döndüğünüz
ve işçisi için cinayet ve cinayetler üreten bir işin “tam istihdam” yolu olarak satıldığı bir
ülkede yaşayamayız.
Bunlar en temel tabular fakat yüksek sesle söylenmeleri gerekiyor. Sistem iflas etmiş olduğunu
kendisi göstermiş olmasına rağmen, birçokları hala onun ninnisini dinlemeye devam ediyor.
Antikapitalist hareketin içinde olan bizler için, geçmiş [birikmiş, çn.] emek ve mevcut doğal
kaynak müştereklerinin paylaşılmasını düzenleyecek kuralların bir anayasasını önermemizin
ve ardından bunu hayata geçirebilecek politik ağları inşa etmeye odaklanmamızın zamanı
geldi. ABD tarihindeki devrimci dönüm noktalarında (İç Savaş, Büyük Bunalım, Sivil
Haklar/Siyah Gücü Hareketi gibi), işçi sınıfında, eylemsellik içinde temel bir anayasal değişim
ortaya çıktı (sırasıyla şehir şehir patlak veren birçok “sıcak” yaz ayaklanmasının yanı sıra, İç
Savaş sırasında Güney’deki kölelerin yıllar süren “genel grevi”, sayısız fabrika çatışması, işgal)
ve bu değişim yasa ve haᦧ䝙a “anayasal bir düzenleme” ile tescillendi (sırasıyla 13. ve 14.
Düzenlemeler, Wagner Yasası, Oy Kullanma Hakları Yasası gibi).
Fakat ABD tarihi, kriz, devrimci geçiş ve anayasayı birbirine bağlama konusunda tek değil.
Yakın zamanda Rio Bravo’nun güneyinde Amerikalarda, yirmi yılda anayasal politikalarda
fırtına koptu. Zapatistaların yeni Meksika anayasası için çağrıda bulunmasından,
Venezüella’daki birçok anayasal dönüşüme, en yakın tarihli olarak, müşterekleri resmen
tanıyan Bolivarcı anayasal dönüşümlere kadar, iktidardın anlamında poder’den (iktidarın halkı
yönetmesi) potencia’ya (halkın iktidar olması) bir dönüşüm yaşandı. İşte tam bu ruhla,
Zapatistalar, Lacandon Ormanı’ndan Altıncı Deklarasyon’da (2005) şu çağrıyı yaptılar: “İşte bu
yüzden Meksika halkının konut, toprak, iş, yiyecek, sağlık, eğitim, bilgilenme, kültür,
bağımsızlık, demokrasi, adalet, özgürlük ve barış taleplerini hesaba katan yeni bir Anayasa ve
yasalar talebi için mücadeleyi yükselteceğiz. Halkın hak ve özgürlüklerini tanıyan ve güçlü
karşısında zayıfları koruyan bir Anayasa.”
Yaşamlarımızın temel unsurları – barınma, çalışma, gelir – konusundaki mücadelenin
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
18/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Yaşamlarımızın temel unsurları – barınma, çalışma, gelir – konusundaki mücadelenin
taleplerini, amaçlarını ve programlarını, geçim yollarımızı garanti altına alacak, işbirliği ve
dayanışma inşa edecek ve kapitalizmdeki yaşama alternatifler oluşturacak bir bakış açısıyla
formüle etmeliyiz. Kendi yeniden üretimini gündemine alan bir hareket inşa etmeliyiz.
Sermayeye yalnızca gösteri veya grevde baş kaldırmadığımızdan, ona yaşamlarımızın her
anında kolektif bir şekilde baş kaldırdığımızdan emin olmalıyız. Enternasyonal olarak
yaşanmakta olan, ancak ve ancak bu kolektif yeniden üretme formlarına sahip olduğunuzda,
kendilerini kolektif biçimde yeniden üreten topluluklarınız olduğunda, mevcut düzene karşı
çok radikal bir şekilde hareket eden mücadelelerin var olabildiğini gösteriyor.
Bu bizim anayasal politikamız. Talepler veya şikayetler listesi değil, kim olduğumuzun,
varlığımızı nasıl oluşturduğumuzun bir ifadesi.
Örneğin: Herkes için barınma hakkını garanti altına alalım. Bu yalnızca ev boşaltmalara
“Hayır” demekle kalmıyor, terk edilmiş evlerin yeniden işgal edilmesi, çevremizde bomboş
duran ev stokunun dağıtılması veya işgali, kiraların 1970’lerde İtalya’da yapılana benzer
şekilde kolektif karar alınarak düşürülmesi, kolektif olarak örgütlenecek ve ekolojik şekilde
inşa edilecek yeni barınma yerlerinin oluşturulması demek. Kısacası, Beyaz Saray’ın
basamaklarında kendi “berduş ormanları” versiyonlarımızı kurmalıyız, orada aşevlerimizi
açmalıyız, gizlice acı çekmek yerine boş ceplerimizi, yaralarımızı dünyaya göstermeliyiz.
Örneğin: Barınma hakkı mücadelemiz günlük yaşamın yeniden üretimi işinin kolektif temelde
yeniden örgütlenmesi mücadelesi olsun. Toplumsallığımızın zirvesinin alışveriş merkezine
gitmek olduğu, inlerimizde tek başına zaman harcamaya artık yeter. Kolektif, işbirliği içinde
yaşama geleneğimizi canlandıranlara katılma zamanı. Kapitalist krizin yaraᦧ䝙ığı, California’dan
Kuzey Carolina’ya kadar çadır kentlerin mantar gibi çoğalmasından görebileceğimiz, yeniden
üretimin bu “sıfır yılı”, başlamak için iyi bir zaman.
Örneğin: Sömürümüzü ve bölünmelerimizi sürdüren mekanizmaları devre dışı bırakacak bir
şekilde mücadele edelim. Mücadelelerimizin insanları ödül ve cezalarla kandırarak farklılıklar
temelinde bölmek için kullanılmadığından emin olmak için, örneğin ABD işçilerinin kabul
eᦧ䝙iği ırkçı, emperyalist, cinsiyetçi, yaş ayrımcı, şoven, ekolojik olarak yıkıcı anlaşmalar için
ödenen ve ödenmeye devam edilen bedel için tazminat meselesini sürekli olarak
gündemleştirmemiz gerekiyor.
Örneğin: Hayaᦧ䝙a kalmanın dünya üzerindeki halkların ve gençlerimizin sürekli savaşı
anlamına gelmediği bir yaşam çağrısı yapalım. Irak ve Afganistan’daki savaşa ve Filistin’deki
vahşete karşı sözümüz olsun.
Örneğin: Hapishaneler, kitlesel hapsetme politikası ve insanları hapse atarak istihdam ve iş
karı yaratmanın iğrençliği hakkında sözümüz olsun. İdam cezasının – kapitalistler için bile –
kaldırılmasını talep edelim. Ve en önemlisi de, bir işçi bir tekel soyduğunda bunu korkunç bir
suç olarak gören fakat kapitalistlerin ölümlere ve yoksulluğa sebep olan suçlarına “kaza”,
“hata” ve haᦧ䝙a “işin fıtratı” diyen mantığı yerle bir ederek suçu yeniden tanımlamamız
gerekiyor.
Örneğin: Kadına yönelik erkek şiddetine karşı da sözümüz olsun. ABD’de her 15 saniyede bir,
bir erkek bir kadını dövüyorsa, ne tür bir müşterekler anayasası için mücadele vereceğiz?
Kadınlar çoğunlukla sistemle savaşabilmek için bile önce erkeklerle savaşmak zorunda
kalmasaydı, mücadele için ne kadar enerji serbest kalırdı?
Örneğin: Neoliberal çitlemelere karşı onlarca yıllık defansif tepkilerden sonra toplumsal
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
19/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Örneğin: Neoliberal çitlemelere karşı onlarca yıllık defansif tepkilerden sonra toplumsal
tahayyülümüzü canlandıralım ve müşterekler için yeni anayasalar belirleyelim. Elbeᦧ䝙e
hayallerimizin şimdi öngörebilecekleri sınırlı ve yalnızca başka bir tasavvur gücü ve
kapasitesine erişmeye bir hazırlık. Fakat bu yoksullukla bile, “muhtemel gelecekten ezgiler”
potpurisinden kesitler duyabiliyoruz. Aramızdaki iki müzisyene kulak verin:
“Gelecekteki müşterekler iki öğeden ibaret: toprağa erişim (örn. gıda ve yakıtlar) ve bilgiye
erişim (örn. maddi veya maddi olmayan tüm üretim araçlarını kullanma ve geliştirme
kapasitesi). Mesele domatesler ve bilgisayarlarla ilgili.”
“Ücret sistemi derhal kaldırılmalı. İnternetin, 21. yüzyılın hesaplama yöntemlerinin ve
doğrudan mevduatın varlığı ile, önce parasal anlamda ve herkesin toplumsal olarak gerekli
asgari emek zamanı (her türden ev işi, sanatsal çalışma, yazı vb. ile siyasal faaliyet –
meclislere katılma, jürilere dahil olma vb. – dahil) sorumluluğu ile, doğumla birlikte bir
“hesaba” erişim sahibi olacağı şekilde, derhal garantili bir gelire geçmek mümkün olacaktır.
Bu, herkesi kendi ev işi saatlerini işbirliği üzerinden azaltabildiği ve diğer faaliyetlere daha
fazla zaman ayırabildiği, işbirliği içinde bir yaşama teşvik edecektir. Bu garantili gelir,
sigortanın, finansın, refah devleti kurumlarının ve diğer sektörlerin yerini alarak
milyonlarca insanı işbirliği faaliyetlerine katılmak için serbest kılacak ve herkesin toplumsal
olarak gerekli çalışma zamanını daha da azaltacaktır.”
“Bu gezegende tarım yapmanın tek olur yolu, intansif, karma tohumlu, organik üretimdir.
Bu tarım formu, mevcut koşullar altında kârsızdır, bu yüzden tüketiciler ile üreticiler
arasında, tarımsal çalışmayı herkesin ev işinin bir parçası haline getiren yeni türde bir
işbirliği (aslında bu ayrımın ortadan kalkması) sağlanmalıdır.”
“Finans sisteminin yerini derhal topluluk kaynaklarının neye ayrılacağına karar verebilen
ve bu şekilde “finans”ı toplumsal planlama şeklinde demistifiye eden meclisler ve topluluk
temelli “kredi birlikleri” almalıdır.”
“İnsanların geçim koşulları ve her seviyedeki genel hizmetleri garanti edilirse, üreticilerini
tehlikeye atmaksızın entelektüel üretimin özgürce paylaşımı mümkün olur. Gezegen özgür
bilgi, bilim ve fikir alışverişi alanı haline gelebilir. Bu entelektüel müştereklere ek olarak,
adil bir kaynak dağılımı oluşturacak şekilde maddi müşterekler de kurulmalıdır.”
Örneğin: …
5. Sermayenin Ötesine Geçen Devrimci Mücadelelerin Özellikleri
Krizden doğan mücadeleler, özellikle de Meksika’dan Arjantin’e kadar Latin Amerika’dakiler,
“müşterekler anayasası” için çağdaş mücadelenin temel deneyimlerini ortaya çıkardılar. Bu
deneyimlerin ABD antikapitalist hareketleri için önemli olduğuna inanıyoruz ve bu
mücadelelerin bazı özelliklerini belirlemeye çalıştık (özellikle de Zapatistaların ve yerli
Amerikalıların yükselᦧ䝙iği mücadelelerin).
En önemli ayrım noktalarından biri (fakat fark edilmesi en zor olanı) “içerde” (bazen “sosyal
demokrat” dediğimiz) olanlarla “otonom” veya “dışarda” olanlar arasında. Bir şekilde, bu
ayrım, “reformist” sosyal demokrat partilerin önemli kuruluşlar olduğu 20. yy.ın antikapitalist
politikasında “reform” ile “devrim” arasında olanın bir varyantı.
Ancak “içerisi/dışarısı” ayrımı, mekansal değil politik bir ilişki. “İçeri” normalde emek‑
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
20/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Ancak “içerisi/dışarısı” ayrımı, mekansal değil politik bir ilişki. “İçeri” normalde emek‑
sermaye ilişkisini yeniden üreten bir (devlet/piyasa) kurum(un)dan talepler anlamına gelirken
“dışarı” metalaştırılmamış/meta olmaktan çıkarılmış kaynaklara, belki de resmi taleplerle
birlikte komünal el koyma anlamına geliyor. İkisi de her yerde olabilir, tıpkı müştereklerin her
yerde olabileceği veya yaratılabileceği gibi. Bu iki yön tamamlayıcı veya çelişik de olabilir.
Örneğin, el koyma, bir kurumdan bir şeyler talep edilerek geliştirilebilir ve/veya zayıflatılabilir.
İkisi de iᦧ䝙ifaklar kurmanın ve talepleri oluşturanların ötesinde ihtiyaçlar ifade etmenin yolu
olabilir. İçeri/dışarı ilişkisini ve belirli bağlamlardaki potansiyeli analiz ederek bir hareket
stratejisini netleştirebilir.
Amaçları, toplumun kapitalist örgütlenmesine doğrudan meydan okumaksızın veya kapitalist
sisteme kolektif alternatifler oluşturmaksızın, genellikle işçi sınıfı gelirini artırmak ve sistem
içinde güç kazanmak olan sistem içi mücadeleler öncelikle devlet, şirketler, yasal sistem,
geleneksel sivil toplum veya geleneksel kültürel yapılar gibi mevcut kurumlar ve arenalar
dahilinde verilir. Genellikle sistemden bir takım taleplerde bulunma şeklindedirler. Ancak,
zaman zaman son derece çatışmacı olabilir ve kapitalist yasallığın ve mülkiyetin sınırlarını
zorlayabilirler. Sisteme açıktan meydan okuma yönündeki böylesi bir isteklilik, en azından
ABD’de şu noktada çok değerlidir, çünkü başlangıç taleplerinin ötesine geçme ihtimali daha
yüksektir.
Tersine, sistem dışı, otonom mücadeleler, kapitalist toplumsal ilişkilerden olabildiğince
bağımsız ve onlara zıt olan sosyal alanlar ve ilişkiler yaratma arayışındadırlar. Kapitalist
kurumlara doğrudan meydan okuyabilir veya onları ele geçirmek ve yeniden düzenlemek
(örneğin fabrika) ya da bu kurumların dışında yeni alanlar yaratmak (örneğin kent bostanları
veya bir barınma kooperatifi) veya ortak olması gereken kaynaklara erişmek isteyebilirler.
Kapitalist ilişkilerin gerçekten de dışında işlev gören ve sermayeye alternatifler yaratma
çabasında iktidarı işçi sınıfına veren kolektif, metalaştırılmamış ilişkiler, süreçler ve ürünler
geliştirirler. ABD’de bu mücadelelerin çoğu formel ekonomi dışında görünür. Bir dizi MN
dostu, yakın zamanda bu tür mücadeleler hakkında yorumda bulundular. Massimo De
Angelis, The Beginning of History’de tanımsal anlamı şöyle yazıyor:
Dünya üzerinde su, elektrik, toprak, sosyal refaha erişim, yaşam ve haysiyet için verilen çok sayıda
toplumsal mücadeleye baktığımızda, bu mücadelelere yaşam veren ve onları şekillendiren ilişkisel ve
üretici pratiklerin toplumsal ortak üretimde (kısaca, değer pratiklerinde) eyleyiş ve ilişkilenmeye dair
değerler ve tarzlar yaraᦧ䝙ığı hissedilecektir. Yalnızca bu da değil; bu değer pratikleri, sermayeye ait
karşılık gelen eyleyiş ve ilişkilenmeye dair değer pratiklerinin ve tarzlarının da dışındadır. Kapitalist
üretim tarzı bakımından “dışarı”, alternatifler konusundaki tartışmamızı, mücadele pratiklerinin
bağlantılarından oluşan ağı bilgilendirmemize, çözmemize ve yoğunlaştırmamıza yardımcı olacak bir
düzleme zorlamak istiyorsak bir miktar aciliyetle yüzleşmemiz gereken bir problematik (De Angelis,
2007: 227).
Chris Carlsson, şunları yazdığı Nowtopia’sında ABD’de bu alanın bazı kısımlarının haritasını
çıkardı:
Öte yandan topluluk bostanları, alternatif yakıtlar ve bisiklet kullanımı, hepsi birden pozitif ekolojik
vizyonu pratik yerel tutumlarla birleştiren teknolojik isyanları temsil ediyorlar. Birlikte ele
alındıklarında, bu pratikler kümesi, potansiyel olarak post‑kapitalist petrol sonrası geleceği araştıran,
özenli, merkezsiz, koordinesiz ve kolektif bir araştırma ve geliştirme çabası (Carlsson, 2008: 45).
21/27
Bu ise, otonom yaklaşım mevcut kurumlardan bağımsız hareket etmeye ve kapitalist olmayan
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Bu ise, otonom yaklaşım mevcut kurumlardan bağımsız hareket etmeye ve kapitalist olmayan
bir toplum inşa etmeye çalışırken, işçi sınıfının sermaye ile ilişkisinde gücünü artırmak için
mevcut kurumları kullanmaya çalışan sosyal demokrat yaklaşım.
Ancak bu “dışarı”/”içeri” ayrımını yapmak pek kolay değil. Her şeyden önce, pankartınızı kızıl
ve siyah yaparak sistem dışı bir devrimci olduğunu göstermeniz kim olduğunuzu belirlemiyor.
Bunu tarih belirleyecektir ve bu da epey uzun sürecektir. Dahası, hemen cevap arayanlar,
sonsuz imajlar, metaforlar ve diyalektik göndermelerin hakim olduğu, A’nın kolaylıkla “A
değil”e (ve sonra da tersine) dönüşebildiği ve “dışarı”nın kolaylıkla ters yüz olabildiği bir
toplumda bu içeri/dışarı ayrımını yapmanın zorluklarına işaret eden sitüasyonist dostlarımızın
uyarılarını hatırlamalıdırlar.
Ancak inanıyoruz ki, Amerika kıtalarındaki işçi sınıfı mücadeleleri giderek otonom hale
geliyorlar ve reformist ve otonom mücadeleler arasındaki bu ayrım, Meksika, Venezüella,
Bolivya, Brezilya, Uruguay, Arjantin ve Ekvador’da süren siyasal tartışmaların çoğunun
merkezinde. Zapatistaların ve sosyal demokrat PRD’nin (Devrimci Demokratik Parti) Obrador
başkanlık kampanyasına seçim dışı bir alternatif sundukları 2005’teki “Diğer Kampanya”ları
ile başlaᦧ䝙ıkları tartışmanın da merkezinde olduğu kesin. “Diğer Kampanya”, Zapatistalar ve
onlarca topluluktan yerel aktivistler arasında uzun süreli ve Meksika çapında bir konuşma,
mücadele deneyimlerinin paylaşımı ve demokratik politikanın özgün bir şekilde nasıl inşa
edileceğinin soruşturulması idi. Bu zengin tartışmadan öğreniyor ve gösterdiği yönde
yürümeye çalışıyoruz.
Öncelikle, birçok sistem içi mücadelenin kaçınılmazlığını vurgulamamız gerekiyor. Haᦧ䝙a öyle
ki, krizin yıkıcı sonuçlarına karşı birçok mücadele dünyanın birçok yerinde şu anda en azından
“içeriden” başlıyor. Fakat bu mücadeleler “içeride” olmanın sınırlarından taşabiliyor. Aşağıda
tanımladığımız özelliklerin, içerideki mücadelelerin sosyal demokrat mı yoksa sermayeye
gerçek alternatifler geliştiren koşullar yaratan mücadeleler mi olduğunu belirlemeye yardımcı
olmasını amaçlıyoruz. Bunlar otonom mücadeleleri geliştiriyor veya otonom mücadelelere
evriliyorlar mı, yoksa mücadeleleri sistemin sınırlarını içine mi hapsediyorlar, sınıf içindeki
bölünmeleri devam eᦧ䝙irip yeniden mi oluşturuyorlar ya da bunların gelecekte devrimci
mücadelelere dönüşme olasılığını ortadan mı kaldırıyorlar?
Ancak otonom mücadeleler de dikkatli bir inceleme ve değerlendirme ihtiyacından muaf
değiller. Antikapitalist otonom mücadelelerin özellikleri neler? Her şeyden önce, otonom
mücadeleler seçilmiş veya izole olabilir, genelleşmeyebilirler, bazı sınıfsal kesimlere diğerleri
karşısında ayrıcalık tanıyor olabilirler vb.
Tarih “birçok kestirme yol” ile doludur ve sosyal demokrat mücadeleler giderek daha otonom
yönlerde gelişmekle kalmayabilir, otonom mücadeleler de sistem içi ortaya çıkan mücadeleleri
destekleyebilir, ilham verebilir ve yön gösterebilir. Bazı insanlar her iki biçimle de
ilgilenebilirler. Gerçek dünyada, birçok mücadele bu şematik kategorizasyonu
bulanıklaştırabilir, belki de ilk eylemlerinde, fakat aynı zamanda evrimlerinde de (örneğin
Alexis Grigoropoulos’un Atina’da katledilmesiyle patlak veren Yunanistan çatışmaları).
Aşağıda, devrimci mücadelelerin bu antikapitalist deneyimden, özellikle de Oaxaca ve
Chiapas’tan Tierra del Fuego’ya kadar, geçtiğimiz on yıl içinde olayların gidişatını tersine
çeviren, sermayenin hizmetinde jenosit ve kitlesel katliama karşı mücadeleden derlenmiş bir
dizi karakteri sıralanmıştır.
(1) Mücadeleler işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki, işçi sınıfı içindeki ve ulusun kendi
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
22/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
(1) Mücadeleler işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki, işçi sınıfı içindeki ve ulusun kendi
içinde ve uluslar arasındaki, ırksal, kadın ile erkek arasında, göçmenler ile vatandaşlar
arasında ve farklı kültürler arasındaki, sınıf hiyerarşisini altüst eder. Talepleri kazanımla
sonuçlandığında daha fazla eşitlik getirir (ve mücadelenin nasıl verildiğine bağlı olarak belki
kazanılmasa bile). En alᦧ䝙akilerin ihtiyaçları (ekonomik olarak en yoksulların, sosyal veya
siyasal olarak en güçsüzlerin) birlik ve sürdürülebilirlik yaratacak şekilde açıkça öne koyulur.
Refaha ulaşma konusundaki sosyal demokrat talepler genellikle devam eder: ücretler ve gelir,
çalışma süresi, iş güvenliği, emeklilik hakları, sağlık hizmeti, barınma, gıda (birçok durumda
toprak anlamına gelebilir bu) ve eğitim. (Bunların bazıları dolaylı ücreti oluşturabilir ki bu da
bazı açılardan kapitalizm içinde olsa bile toplumsallaştırılmaya, bir müşterekler formu olmaya
daha açıktır.) Bu gibi mücadeleler zaten görece ayrıcalıklı/güçlü olanlara ayrıcalık kazandırıyor
mu, “zafer” eşitsizliklerin daha da kalıcılaştırılması anlamına mı gelecek? Aynı şekilde,
otonom eylemler sosyal ve ekonomik olarak en az güçlüleri içeriyor mu dışlıyor mu?
(2) Mücadeleler sınıfın birliğini artırır, sınıfın farklı kesimlerini pozitif, karşılıklı olarak
güçlendiren ilişkiler içinde bir araya getirir ve sınıf içi bölünmelerin aşılmasını sağlar. Tekil
sorunların ötesine geçerek bunları birbirine bağlar ama hiçbirini önemsizleştirmez. Bu birlik
gezegen çapında olmalıdır. Başka bir MN dostu Kolya Abramsky’nin “Gathering Our
Dignified Rage”de yazdığı gibi: Bu mücadeleler, “haysiyetli bir yaşam temelinde kolektif
üretim, değişim ve tüketim ilişkilerine dayalı olarak uzun vadede otonom ve merkezsiz
yaşamlar inşa etmeye dönük ivmelenmiş bir sürece doğru küresel ağları genişletip
derinleştiriyor mu?” (Abramsky, 2008). Eski terminolojiye göre, Zerowork editörlerinin 1970
ortalarında tanımladığı gibi, bu mücadeleler işçi sınıfının “politik yeniden kompozisyonu”nu
artırır: “kapitalist bölünmelerin ortadan kaldırılması, sınıfın farklı kesimleri arasında yeni
birliklerin oluşturulması ve ‘işçi sınıfı’nın neyi içerdiğinin sınırlarının genişlemesi” (MN, 1992:
112).
(3) Mücadele, topluma onurlu bir dahil olma getirir. Dışlama ve apartheid duvarları (bugün
mültecilere karşı duvarlar, hapishaneler, geyler ve lezbiyenler ve tarihsel olarak ezilmiş ırklar
ve halklar dahil) devrimci mücadelelerle yıkılır. Ötekinin ötekiliğine ve çokluğuna saygı
duyarak onun ihtiyaçlarına, özellikle de mevcut durumda daha zayıf olanınkilere duyarlılık
kazanırlar. Herkesin birbirine insanca davrandığı ilişkiler hedeflerler.
(4) Mücadeleler, müşterekleri güçlendirir ve meta olmaktan çıkarılmış ilişkileri ve alanları
genişletirler. Müşterek, topluluk tarafından paylaşılan, meta olmayan bir alandır. Müştereğe
dair sosyal demokrat versiyonlar, realize edilmesinde kusur bulunan sağlık hizmeti, eğitim,
sosyal güvenlik gibi şeyleri içerir. Ancak mücadele en alᦧ䝙akilerin durumunu destekliyor mu?
Kapsayıcılığı ve katılımcı denetimi genişletiyor mu? Öte yandan, otonom sektörler
metalaşmadan kaçınabiliyorlar mı (satışa yönelik işletme ürünlerine veya hizmetlerine
dönüşmekten geri durabiliyorlar mı)? Bunu bütünüyle başaramasalar bile, meta dışı formlara
zorlayan siyasal duruşlarını ve aktif tutumlarını koruyabiliyorlar mı? Daha genel olarak, işçi
sınıfı küçük veya büyük ölçekte meta olmaktan çıkma eğilimindeki değişim formları
yaratabiliyor mu? İnsanların yaşamını ve geçim koşullarını hiçe saymayan pazarlar (değişim
formları) yaratabiliyor mu? Metalaşmanın ve kapitalist pazarların insanların yaşamına
girmesini azaltabiliyorlar mı?
(5) Mücadeleler, yerel denetimi ve katılımcı denetimi geliştirir. “Yerel” coğrafi bir terim
değildir, kararların, ilgilendirenlere mümkün olduğunca yakın alınması anlamına gelir;
katılımcılık, etkilenen herkesin kararlarda gerçek bir sese sahip olması anlamına gelir. Bu
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
kararları kimin nasıl aldığı sorusunu gündeme getirir.
23/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
kararları kimin nasıl aldığı sorusunu gündeme getirir.
Otonom eylem olarak bildiğimiz şeylerin çoğu yereldir ve neredeyse tanım itibariyle bir tür
“yerel denetim” içerir. Sosyal demokrasinin böyle bir tarihselliği yoktur. Tersine,
alametifarikalarından biri büyük, bürokratik, karışmacı ve etki etmesi zor devlet aparatına
dayanmasıdır. Bu devlet, 1960’larda yaygın bir işçi sınıfı saldırısının hedefi oldu. Ancak bu
saldırılar, işçi sınıfının aleyhine döndü ve sağcılar tarafından neoliberalizmi meşrulaştırmak
için kullanıldı. İşçi sınıfı, yerel ve/veya katılımcı denetime dönük talep ve mücadeleler içeren
sosyal demokrat taleplerde bulunabilir mi/mücadeleler verebilir mi? (Bazı ilk dönem
yoksullukla mücadele programları böyle yönler içeriyordu ancak bunlar ABD devleti bu
konudaki “hesap hatasının” tehlikesini fark eder etmez elimine edildi veya dışarıda bırakıldı).
Daha genel olarak, sistem içi mücadeleler sistem dışı mücadeleleri desteklemeye yardımcı olur
mu?
Sosyal demokrat mücadeleleri daha otonom eylemlere dönüştürmenin yolları var mı? Örneğin:
kent bostanları konusunda devlet desteği için mücadele, belediye veya devlet organlarından
değil yerel, katılımcı demokratik organlar üzerinden denetim talep edebilir. Fabrika
mücadeleleri sistem içi olarak başlayabilir ancak katılımcılar kendilerini meclisler vb. şeklinde
örgütleyebilirler, yönetimi ele alarak üretimi işbirliği içinde denetleyebilirler. Sonra da
fabrikalar ve diğer sektörler (ekonomik çöküş sonrası Arjantin’de olduğu gibi) arasında
işbirliği içinde destek ağları oluşturabilirler. Haᦧ䝙a birçok sendika mücadelesi (sistem içi
mücadele denince akla ilk gelen), “genel grevlerin” incelenmesinin göstereceği gibi, kendilerini
sistem dışı mücadelelere dönüştüren bir dönüm noktasına geldi. Ancak otonom gelişmelerde
bile, ne kuralların yazılması ne de pratikte uygulama sürecinde katılımcı denetim garanti
değildir. Bu yüzden çeşitli yeniden üretim (sağlık, eğitim, gıda, barınma) ve üretim
alanlarında, katılımcı demokratik denetim neye benzeyecektir ve bunun için spesifik alanda
kazanım sağlayacak ve sınıf içi bölünmeleri azaltacak şekilde nasıl mücadele verilebilir?
(6) Mücadeleler kapitalist denetimin dışında daha fazla zaman yaratmayı sağlamaktadır. Özel
olarak bu, ücretli ve ücretsiz emek için daha kısa çalışma haftası demek. Bu, bu işi kimin
yaptığını genişletmenin yanı sıra bu işi yapanlar için gelir de yaratarak, “kadınların işinin”
üretken olduğunu kabul etmek demek. Daha kısa bir çalışma haftasının, kadınların akrabası
olan erkekleri daha fazla güçlendirmesini nasıl engelleyebiliriz? Ya da sınıfın bazı kesimlerini
diğerlerinden daha güçlü kılmamasını nasıl sağlayabiliriz? Yani zaman konusundaki zaferlerin
eşitlikçi olması nasıl sağlanabilir?
(7) Mücadeleler, sermayenin yaşamlar, zaman, maddi refah, sağlık ve çevre (hava, toprak ve
su) konusundaki şaşırtıcı müsrifliğini ve yıkıcılığını azaltmaktadır ancak bu azalma, bedeli
diğer işçilere ödetilmeden sağlanır. Örneğin: ABD’de, sağlık sigortası bürokrasisinde devasa
bir israf (aynı zamanda vurgunculuk) söz konusu. Tekil ödeme teklifleri bunun epeycesini
ortadan kaldırabilir fakat birçok insan da işini kaybeder ve eşitsizlik artar. Bu insanların
ekonomik yıkıma uğramaması için ne yapılmalı? Elbeᦧ䝙e, işçi sınıfı bakışına göre, ordu ve silah
üretimi gibi şeyler delilik ölçüsünde yıkıcıdır, bu yüzden ortadan kaldırılmalıdır. Bazı türde
israfların azaltılması faydalı iken bazılarından insanlar zarar görebilir (örneğin, ücretli çalışma
süresini azaltıyorsa, çocuklu annelere faydası olmayabilir). Dolayısıyla “kapitalist müsriflik”
ele alınırken katılımcılık esas olmalıdır.
(8) Mücadeleler ekolojik sağlığı koruyup iyileştirmektedir. Mücadeleler gezegene yönelik daha
sağlıklı, daha bütünsel bir yaklaşım sağlar. Örneğin, ekolojik yıkıma neden olan endüstrilerde
istihdamın ne olacağının ele alınması gerekiyor. Şu anda ve sonra da böyle mücadeleler olacak.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
24/27
Toprak, hava ve su hayati önemde. Tarım endüstrisi, küresel metalaştırma, biyomühendislik ve
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
Toprak, hava ve su hayati önemde. Tarım endüstrisi, küresel metalaştırma, biyomühendislik ve
savaş; kirlenmeye, erozyona, barajlara, sellere, ormansızlaşmaya, küresel ısınmaya, çeşitliliğin
yitirilmesine ve toprak ve okyanus ekosisteminin ölmesine yol açtı. Gıdanın tarım endüstrisi
eliyle üretilmesini değiştirmek için, gıda üretimine daha yakın insan ilişkileri dahil olmalıdır.
(9) Mücadeleler adalet getirmektedir. Sık sık, sömürücüler ve ezenler cezadan muaf hareket
etmişlerdir. Bu nedenle yaraların sarılması için gerçek suçlular adalet önüne çıkarılmalıdır.
Devrimci adalet tabandan başlar ve adaletin uygulanmasının yeni formları diğer devrimci
özelliklerle tutarlı olmalıdır, örn. kapitalistler için bile idam cezasına “Hayır”.
Sermayenin ötesinde. Bu devrimci mücadelenin bu özelliklerini mücadeleler tarihine (özellikle
de Amerika kıtalarındaki) dair bilgilerimizden ve kendi deneyimlerimizden oluşturduk.
Bunların değişmez olduğunu iddia etmiyoruz fakat birbirleriyle bağlantılı olarak görüyoruz.
Devrimci mücadelelerin özelliklerinin bu doğal olarak eksik listesinin, mücadelelerimizi,
geçmişte pek çok kez olduğu gibi bize karşı çevrilmekten korumak için hatırlanabileceğini ve
sermayenin ötesinde bir dünya yaratmaya yardımcı olabileceğini umuyoruz.
Sonuç: Kriz – Savaş – Devrim
Yukarıda sözünü eᦧ䝙iğimiz karakterdeki devrimci mücadeleler, şüphesiz ki kriz içinde ortaya
çıkıyor. Ancak can sıkıcı şekilde, kriz ile devrim arasında dehşet verici bir aracı, savaş var.
Kapitalizm yavaş yavaş sönümlenerek kendiliğinden ortadan kalksa ve yerine kimse fark
etmeden daha dostça bir üretim ve geçim tarzı geçse mutlu bir son olmaz mıydı? Belki de
kapitalizm adını verdiğimiz şeyin yerini ad değişmeksizin başka bir şey alacak? Ne de olsa,
büyük, dehşet verici varlıkların her zaman büyük ve dehşet verici bir sonu olması gerektiği
gibi bir zorunluluk yok. Kapitalist egemenlerimiz 1989’daki Demokratik Alman
Cumhuriyeti’nin komünist bürokratları gibi sessizce gidemezler mi?
Bu tür bir son elbeᦧ䝙e olasılık dahilindedir fakat olması imkan dahilinde değildir. Sistem,
egemenler için anında sonuç gösteren ve alarm veren birçok göstergeye ve self‑sensöre sahip
(örn. kar, faiz, kira şeklinde türev gelirler). Bu gelirlerin herhangi birindeki düşüş, alıcılarına
bir şeylerin ters giᦧ䝙iği uyarısını verir. Onlar da devleᦧ䝙en karlarını, faizlerini veya kiralarını
makul bir seviyeye geri getirecek önlemler almasını talep ederler. Çoğunlukla açıktan
söylenmese de yaygın şekilde kabul gören, bu gelirlerde böylesi bir düşüşün kaynağının, artı
emeğin kullanılabilirliğindeki bir düşüş ve üretimin insan harici yollarındaki bir maliyet artışı
(ekoloji mücadeleleri nedeniyle) olduğu görüşü ile, hipoteze göre kar oranındaki bu düşüş,
işçilerin sömürüsünün artırılması ve ekolojik rejenerasyonun maliyetinin işçi sınıfına yıkılarak
üretim maliyetlerinin azaltılması (özellikle de hammaddede) ile düzeltilmelidir.
Önceki krizler tarihi, sömürüyü artırmanın ve maliyetleri düşürmenin tercih edilen yolunun
doğrudan işçileri terörize edecek ve yerlileri ve tarım toplumlarını topraklarından koparacak
savaş, şiddet ve baskılardan geçtiğini gösteriyor. Barışçıl bir kapitalizm ihtimali, 1990’ların
başında, “üçüncü dünya savaşının” (komünist ülkelere karşı) hemen bitimi ardından
“dördüncü dünya savaşının” (neoliberal yeni çitlemeleri reddeden halklara ve ülkelere karşı)
başlangıcıyla olumsuzlandı.
Bu krizde de, henüz tasarım aşamasında olan “beşinci dünya savaşı” içinde, sadece dik kafalı
tebaa devleti dünya ticaretinin “neoliberal kurallarına göre oynaması” için disipline etmeyi
amaçlayan neoliberal savaşların (Irak’ın işgali gibi) tekrarı olmakla kalmayacak çatışmalar
olacaktır. Bu yüzden kriz ve devrim üzerine bu broşürümüzü Alexis Grigoropoulos’un genç 25/27
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
olacaktır. Bu yüzden kriz ve devrim üzerine bu broşürümüzü Alexis Grigoropoulos’un genç
bedenine saplanan ölümcül kurşunla başlaᦧ䝙ık ve bitiriyoruz. O kurşun, bize sonsuza kadar
kapitalizmin son tahlilde soğukkanlı, gaddar ve cani bir sistem olduğunu hatırlatacak. Bu
yüzden, gezegen çapındaki bir “zarar azaltma”da en önemli adım, gidişatı krizden devrime
döndürürken, devleti ve sermayeyi mümkün olabildiğince silahsızlandırmaktır.
2009
Orijinal Metin (hᦧ䝙p://www.midnightnotes.org/Promissory%20Notes.pdf)
Etiketler:
Örgütlenme,
Ekoloji,
Mali Kriz,
Müşterekler,
Midnight Notes Collective,
Yeniden Üretim
“Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere –
Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009)” üzerine 7
yorum
umut dedi ki:
28 Aralık 2014, 01:31 | Düzenle
Reblogged this on umutyasarozgen and commented: Neredeyiz, nereye gidiyoruz ve ne yapmalıyıza dair son zamanlarda okuduğum en derli
toplu ve kapsamlı makale…
 Cevapla
Geri bildirim: İslamofobi vs. İslamofaşizm: Charlie Hebdo saldırısı | Dünyadan Çeviri
| Düzenle
Geri bildirim: Jiyan İslamofobi vs. İslamofaşizm: Charlie Hebdo saldırısı | Jiyan | Düzenle
Geri bildirim: SERAP GÜNEŞ YAZDI: İslamofobi vs. İslamofaşizm: Charlie Hebdo Saldırısı
| Sansürsüz.com | Düzenle
Geri bildirim: Yeniden örgütlenmek için imkanlar, deneyimler, örnekler, tartışmalar,
çerçeve metinler | Dünyadan Çeviri | Düzenle
Geri bildirim: Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffenᦧ䃑is
ve Silvia Federici | Dünyadan Çeviri | Düzenle
Geri bildirim: Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – G. Caffenᦧ䃑is ve S.
Federici | YazınSol | Düzenle
WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
26/27
26.03.2016
Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut­vaat­edici­notlar­krizden­mustereklere­midnight­notes­kolektifi­ve­dostlari/
27/27
26.03.2016
Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri
Dünyadan Çeviri
dunyadanceviri Çeviri içinde 31 Mayıs 201501 Haziran 2015
2,449 Words
Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek –
Camille Barbagallo
What the f**k is social reproduction? An introduction by Plan C
Çeviren: Serap Güneş (h菿ps://twi菿er.com/serpgnes)
6 Mayıs 2015 Aralık 2014, Londra Plan C Kongresi, Sosyal Grev sunumu – Camille Barbagallo
1. Bulaşıkları yıkamanın
2. Seks yapmanın
3. Küçük bir çocuğa uykudan önce masal okumanın
4. Annenin doğum gününü hatırlayıp zamanında kart atmanın ortak noktası nedir?
Bunların tümü, yeniden üretken oldukları kolaylıkla anlaşılabilen etkinlikler, emek ve işlerdir.
‘Yeniden üretken’ derken, insanların meydana getirilmesini ve tekrar meydana getirilmesini
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yeniden­uretim­araclarini­ele­gecirmek­camille­barbagallo/
1/6
26.03.2016
Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri
‘Yeniden üretken’ derken, insanların meydana getirilmesini ve tekrar meydana getirilmesini
kastediyorum.
Birçok kişi, yeniden üretimi çocuk yapmakla ilişkilendiriyor, yani biyolojik yeniden üretimle.
Çocuk yapmak ve bununla ilgili tüm iş ve emekler kesinlikle yeniden üretimin parçası. Ancak
yeniden üretim derken ve özellikle de yeniden üretken emek derken, bundan çok daha
fazlasını kastediyoruz. Yeniden üretken iş, hem günlük bazda hem de nesiller arası olarak
insanları meydana getiren ve tekrar meydana getiren işlerin tümüdür. Ve kapitalizmdeki
işlerin birçoğu gibi bu iş de çatışmalar, mücadeleler, şiddet, sömürü ve mülksüzleştirme
içermektedir.
Yeniden üretimin bu kadar çatışma, gerilim ve çelişki içermesinin ana sebeplerinden biri,
insanları üretir ve yeniden üretirken, bunu nötr ya da soyut bir şekilde yapmıyor
oluşumuzdur. İnsanların hepsinin aynı karakter, kişilik ve yeteneklerle doğmasını sağlayan bir
kalıp yoktur. Kapitalizmde, insanları emek gücü veya potansiyel emek gücü olarak yeniden
üretiriz. İnsanları işçiler olarak yeniden üretiriz. Disipline edilmiş, eğitilmiş, vasıflandırılmış ve
kalıba sokulmuş – yani yerini bilen – sınıf özneleri olarak üretir ve yeniden üretiriz. İster
yönetmek için olsun, isterse müdür ya da işçi olarak bir başkasına köpek gibi çalışmak için
olsun.
O zaman bizi sınıf ilişkileri yoluyla, eğitim ve öğretim fırsatları üzerinden tek tek işsizlik
yardımı kuyruklarımıza, fabrikalara, ofislere veya profesyonel kariyerlerimize dağıtan/ayıran,
yeniden üretken emektir.
Benzer bir şekilde, toplumsal cinsiyeti, ırkı ve cinselliği, yaradılıştan gelen biyolojik
özelliklerden ziyade toplumsal olarak inşa edilmiş kabul ediyorsak, o zaman bizi eğiten,
toplumsallaştıran, bize erkek ya da kadın, siyah ya da beyaz, hetero ya da gey olmayı öğreten,
yeniden üretken emektir. Bu ilişkileri öğreniriz; zaman içinde ve yeniden üretim süreçleri ve
pratikleri üzerinden bu özneler haline geliriz. Yani, kendimizin veya başkalarının tanıdığı
haldeki özneler haline gelişimiz, bulaşıkları yıkayarak, seks yaparak veya yapmayarak, okula
giderek, üniversiteye gitmeyerek, başkalarına bakarak veya başkaları tarafından bakılarak
gerçekleşir.
Bu bakış açısı ile, yeniden üretimin, kapitalizmin bir sömürü ve tahakküm sistemi olarak
yeniden üretiminin merkezinde yer alan boktan ilişkiler ve süreçlerle epeyce ilgisi olduğu
söylenebilir. Bu bakımdan yeniden üretim, sorunun epeyce parçasıymış gibi görünüyor. Hem
gündelik hem de nesiller boyu süren bir şiddet, çatışma ve mücadele ile ilgili. Komünal
bostanlarla ilgili romantize edilen topluluk projelerinden kolektif kreş düzenlemelerine
kadar…
Yeniden üretimin sorunun bir parçası olması, yeniden üretimin tarihine ve dünyada yemek,
temizlik ve bakım işlerinin büyük kısmını yapma rolünün kime verildiğine baktığımızda
özellikle geçerli. Yeniden üretimin sorunun parçası olması, insanların meydana getirilmesi ve
tekrar meydana getirilmesi işini mütemadiyen ve yapısal olarak değersizleştirmiş bir tarihten
kaynaklanıyor. Şimdi yeniden üretimin kilit özelliklerini şöyle bir düşünelim:
1. Yeniden üretken emek ‘gerçek’ bir iş bile sayılmamaktadır, birçok Marksist düşünüre göre
bile artı değer yaratmaz. Çoğu zaman ücret gerektirmez, ücretli olduğunda ise düşük ücret
alır.
2. Yeniden üretken emek, yeniden üretken işi yaradılıştan anaç, sabırlı, diğerkâm ve şe騀atli
olanların becerisi sayıp, bu becerilere başkalarının değil de neden özellikle bu insanların
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yeniden­uretim­araclarini­ele­gecirmek­camille­barbagallo/
2/6
26.03.2016
Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri
olanların becerisi sayıp, bu becerilere başkalarının değil de neden özellikle bu insanların
sahip olduğunu iki dakika düşünmeyecek kadar doğallaştırılmıştır.
3. Yeniden üretken emek, sevgiye ve sorumluluklara sarıp sarmalanarak görünmez kılınmış,
evde kapalı kapılar ardına gizlenmiş ve gözlerden ırak tutulmuştur.
4. Çoğu zaman yeniden üretken iş, gerçekten de ancak yapılmadığı zaman görünür hale gelir.
Bulaşıkları düşünün. Eğer biri bulaşıkları yıkıyor, duruluyor ve kaldırıyorsa, o kişinin
emeği çoğunlukla fark edilmez. Ama o kişi bu işi yapmazsa ve bulaşıklar lavaboda birikir,
kirli görünür ve kötü kokarsa, o zaman yeniden üretken emek, yokluğu ile görünür hale
gelir. Aynısı çocukların bakımı için de geçerlidir. Plana dâhil bütün o şeyler, bir çocuğa
bakmanın, onu büyütüp disipline etmenin gerektirdiği o muazzam miktardaki emek hiç
fark edilmez. Ta ki o iş yapılmayana ve çocuk ihmal edilene ya da neoliberallerin ifadesiyle
‘kötü seçimler yapana’ dek.
Yani yeniden üretken iş hem değersizleştirilmiş, hem görünmez kılınmış, hem de
kadınlaştırılmıştır. Yeniden üretimimizin tarihinde, kapitalizmin yeniden üretken işçileri
olanlar, kadınlardır.
Bu iş bir yandan daima cinsiyetlendirilmiş, öte yandan da ırklandırılmış ve sınıflandırılmıştır.
Zengin kadınlar nadiren kendi bulaşıklarını yıkar, kendi çocuklarına bakar ve ha菿a kendi
kocalarını sikerler. Bu işleri yapanlar işçi sınıfı kadınları ve beyaz olmayan kadınlardır.
Bu da bizi bir başka kilit yeniden üretim konseptine getirir. Dünyayı tok, temiz, sağlıklı,
eğitimli ve çalışmaya hazır tutmanın gerektirdiği karşılığı ödenmeyen muazzam ve yoğun
yeniden üretken iş miktarına kabaca değindim:
En baştaki listeye geri dönelim:
1. Bulaşıkları yıkamak
2. Seks yapmak
3. Çocuk bakmak
4. Annenizin doğum gününü hatırlamak ve zamanında kart atmak.
Bu etkinliklerin tümü, karşılığında herhangi bir ücret ödenmemesine rağmen emek
biçimleridirler, tümü de ücretli yeniden üretken emek biçimleri olarak var olabilirler ve
olmaktadırlar da.
Aslında, artık pek de bir şey üretmediğimiz post‑endüstriyel neoliberal ekonomimizde, İngiliz
ekonomisinin gerçekten üre菿iği tek şey, insandır. Ve de finans. Cebinizde paranız varsa satın
alabileceğiniz bir dizi göz alıcı hizmet üzerinden, insanları üretiyor ve yeniden üretiyoruz.
Bir zamanlar çekirdek aileyi yeniden üreten veya iyi kötü yeniden üretebilen erkek aile
ücretinin (“eve bakan baba/erkek maaşının“, çn.) yıkımı ile birlikte, artık yapmaya vakit
bulamadığınız veya yapmak istemediğiniz hizmetleri satın almak istiyorsanız, en az iki kişinin
maaşı gerekiyor.
Bu metalaşmış bakım hizmetleri, okul öncesi veya sonrası çocuk bakım hizmetleri, 3 yaşından
itibaren başlayan kreşler, yaşlı bakımevleri veya engelli bakımevleri olabilir.
Profesyonelleştirilmiş temizlik hizmetlerinden kişisel hizmet piyasasına kadar birçok hizmeti
içermektedir. Aslında Londra gibi şehirlerde, metalaşmamış tek bir insan etkinliği dahi
düşünebilmek zor:
1. Köpeğinizi gezdirmek
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yeniden­uretim­araclarini­ele­gecirmek­camille­barbagallo/
3/6
26.03.2016
Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri
1. Köpeğinizi gezdirmek
2. İş arkadaşlarınızla size erotik bir dans gösterisi yapmak
3. Sırtınızı sıvazlamak
4. Kaşlarınızı almak
5. Çocuk sahibi olmanızı sağlamak
6. Sorunlarınızı dinleyerek size stresle baş etme yöntemleri öğretmek
7. Ve size saçma derecede pahalı kahve yaparak hoşunuza o şekilde gidiyorsa gülümseyerek
servis etmek için…
… gerçekten de bir ücretli yeniden üretim işçisi ordusu mevcut.
O zaman bir özet geçelim:
Yeniden üretken emek, hem yeni insanlar yani bebekler üreterek fakat aynı zamanda yaşayan
tüm insanların işlerini de yaparak, gündelik bazda iş için tok ve hazır olmalarını sağlayarak,
insanları üreten veya yeniden üreten tüm iş ve etkinlikleri kapsar. Elbe菿e neyin gerekli
olduğunun toplumsal ve tarihsel olarak belirlendiğini akılda tutarak söylüyoruz bunu.
Yeniden üretken emek uzun bir tarihe sahip. Kapitalizm için en az fabrika sisteminin ve meta
üretiminin gelişimi kadar önemli ve kârlı bir tarih. Karşılıksız olabilen ve çoğunlukla
karşılıksız olan bir iş. Ancak aynı zamanda da düşük ücretli, güvencesiz ve düşük statülü
olabilen ve olan bir iş. Yeniden üretken işin inatla düşük statüde tutulan doğası, esas olarak
onun başka bir kilit özelliğinden, kadınlaştırılmış olmasından kaynaklıdır. Yeniden üretim,
kadınların işidir.
Fakat bu, hikayenin yalnızca yarısı. Çünkü yeniden üretim, sorunun parçası olarak
düşünülebiliyorsa, ki emek gücünün üretimi ve yeniden üretimi için temel olması itibariyle
kesinlikle işin içindedir, kapitalizmin küresel ölçekte yeniden üretimi süreci için de temel
önemde sayılmalıdır.
Ancak yeniden üretim, Silvia Federici ve Mariarosa Dalla Costa gibi düşünürlerin vurguladığı
üzere, ikili bir karaktere sahiptir. Yani üretken emek hem bizi işçiler olarak üretmekte ve
yeniden üretmekte ve kapitalizmin sürmesini sağlamakta hem de yaşamı yeniden üretmekte ve
bağımsız insan özneler üretmektedir. Öyle özneler ki direnme, mücadele etme ve değişim
yaratma kabiliyetine veya en azından potansiyeline sahipler… Radikal, devrimci değişim
yaratma kabiliyetine sahipler. İşçiler olabiliriz, fakat işçi rolüne de indirgenemeyiz. Böylesi
öznelleştirmeleri aşabiliriz.
Yani aslında kapitalizm yeniden üretken emek olmadan var olamaz. Dolayısıyla, kendimizi
çelişkilerin en karmaşığı içinde buluveririz: Yeniden üretimi analizin ve mücadelenin
merkezine koyduğumuzda, hem kapitalizmin ayakta kalması için temel önemde bir emek
yığını ile karşılaşırız hem de aynı emek süreçleri, yalnızca insan yaşamının değil, devrimci
değişimin de imkânlarını içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla “yapsan bir türlü yapmasan bir
türlü.”
Yeniden üretimi analizimizin merkezine yerleştirmek, bazılarının iddia e菿iği gibi, güya üretimi
ikinci plana itmek falan değildir. Bu iki alanın birbiri ile nasıl bir etkileşim içinde olduğunu,
birbirleri ile nasıl çeliştiklerini ve birbirlerini nasıl yeniden üre菿iklerini görmektir. Dünyada,
reddedilmesi mümkün ve gerekli olan devasa miktarda bir sözüm ona “üretken” iş mevcut.
Ha菿a kurtulmamız gerektiğini bile söyleyebiliriz. Ve eşit ölçüde, yeniden üretim işinin
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yeniden­uretim­araclarini­ele­gecirmek­camille­barbagallo/
4/6
26.03.2016
Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri
Ha菿a kurtulmamız gerektiğini bile söyleyebiliriz. Ve eşit ölçüde, yeniden üretim işinin
örgütlenmesi de radikal şekilde dönüşüme uğramalı, ha菿a bir kısmını reddetmemiz bile
gerekli.
Başlangıç noktası olarak, yeniden üretimin metalaştırılmasını ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Ancak bunu yaparken de bu işi, tekrar görünmez hale gelecek ve onu yapması gerektiği
varsayılanların üzerine yıkacak şekilde, doğallaştırılmış ev içi alana itmememiz de gerekiyor.
Bu bir sorun teşkil ediyor, çünkü esasen insanların üretilmesi ve yeniden üretilmesi işi ortadan
kaldırılamaz ve bu iş tamamen otomatikleştirilemez, robotlara ve makinelere devredilemez ve
bunu istemeyiz de.
Şunu hep merak etmişimdir, insanlar tamamen otomatikleşmiş bir komünist toplum talep
e菿iklerinde, yeniden üretim işini kimin yapacağını düşünüyorlar? Yeniden üretim meselesinde
teknolojik çözümler önerenler, yeniden üretim işinin en aza indirilmesinin yollarını sürekli
olarak arayıp durarak, aslında yeniden üretimin değersizleştirilmesine katkıda bulunmuyorlar
mı? Yani “kimsenin yapmak istemediği boktan bir iş” fikrini güçlendirmiyorlar mı? Aksine,
bizim görevimiz, işi radikal bir şekilde yeniden örgütlemek, değerli kılmak ve onu
yaşamlarımızın ve mücadelelerimizin merkezine koymak olmalı.
Bu, şu anda yeniden üretim konusunda neyin yanlış olduğunu belirlemenin yanı sıra
doğrusunun ne olduğunu da belirlemeyi gerektiriyor.
Bell Hooks ve Patricia Hills Collins gibi siyah feminist düşünürlere dönersek, yeniden üretimin,
hoyrat muamele gördükten ve kapitalist iş bizi yıpra뉝Ěıktan sona geri çekilip bedenlerimizi yeniden şarj
edebileceğimiz bir yer; beslenmesi, değer verilmesi/değer katılması ve desteklenmesi gereken bir yer
olarak; daha da önemlisi, planlar yapabileceğimiz, birbirimizden direnme cüretini öğrenebileceğimiz,
çocuklarımıza yalnızca kapitalizme karşı ayakta kalmayı değil aynı zamanda onun daya뉝Ěığı disipline,
ritimlere ve iktidar kurumlarına karşı isyan etmeyi öğretebileceğimiz bir yer olarak radikal ‘ev’e ait
olduğunu da düşünebiliriz.
Siyahi feminizmden öğrendik ki, ev aslında iki yana da çekilebilen, tartışmalı bir mekândır,
öyle ki birçoklarımız evi terk edip ücretli bir iş bularak aileyi yenme mücadelesi verirken,
birçoklarımız ise ailelerimizi bir arada tutma mücadelesi veriyoruz ve zaten nesillerdir ücretli
işlerde çalışıyoruz.
Arzu e菿iğimiz şey, kapitalizmden kurtulmak ve bunu en kısa zamanda yapmak ise, ki benimki
kesinlikle o, bir çıkış stratejisine ihtiyacımız var: Ücretin ve toplumsal cinsiyetin nasıl
üretildiğinin tarihine, kenti ve kırı üreten iktidar ve sömürü sistemlerine, sömürgecilik ve
kölecilik sistemlerine ve “birinci” ve sözüm ona “üçüncü dünyaya” ve ekolojik dünyanın, insan
yaşamı ile bir şekilde bağlantısız, talan edilip sömürülecek bir kaynak olarak nasıl
yapılandırıldığına mümkün olan en yüksek hassasiyetle bakan bir stratejiye ihtiyacımız var.
Bunların tümünü dikkate almak için, yeniden üretimin sahnenin ortasına yerleştirilmesi
gerekli. İnsanlığın zenginliği metalar toplamından ibaret değil aslında. Sadece öyleymiş gibi
görünüyor. Çünkü aslında, dünya zenginliklerini yaratan emektir, insanların emeği ve
etkinliğidir. Çevremizdeki dünya ile etkileşimimizdir.
Ancak bu bakış açısıyla, yeniden üretim araçlarını geri kazanmamız ve yeniden üretim
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yeniden­uretim­araclarini­ele­gecirmek­camille­barbagallo/
5/6
26.03.2016
Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri
Ancak bu bakış açısıyla, yeniden üretim araçlarını geri kazanmamız ve yeniden üretim
konusundaki mücadeleleri, çatışmaları ve acılı gerilimleri ve çelişkileri, kapitalizmden
kurtulma planlarımızın merkezine yerleştirmemiz gerektiğini bütün açıklığı ile ve güvenle
iddia edebiliriz.
Serabın notu: Videonun transkripsiyonu olduğunu düşündüğüm şuradaki
(h뉝Ěp://www.derelictspaces.net/2015/05/06/seizing‑the‑means‑of‑reproduction/) metnin çevirisidir. Fakat
video ile metnin uyuşmadığı ve benim de anlamadığım cümleler vardı. O yüzden bir miktar serbest
vezinde çevirdim ama metin derdini anlatıyor. Biri de altyazı zamanlaması yaparak videoya gömse ne
güzel olur.
Etiketler:
Antikapitalist mücadele,
Bakım emeği,
Bakım işi,
Camille Barbagallo,
Ev içi emek,
Feminizm,
Kadın Emeği,
Kapitalizm,
Müşterekler,
Yeniden Üretim
WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher.
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yeniden­uretim­araclarini­ele­gecirmek­camille­barbagallo/
6/6