pdf olarak indirmek için…

Transkript

pdf olarak indirmek için…
Yaşam ırmağı hiç durmasın !
Son sayımız YAZ 2015’i umutla, yeni bir yol heyecanıyla kapatmıtık.
Yaz ayları iyi geçmedi; “iyi” ne kelime, nefes aldırmadı... Şimdi de
böylesine çetin geçen bir yılı Keçi’nin 4. sayısı KIŞ 2015 ile kapatıyoruz.
Bu sayıda; yayıncılık sektörünü beinci kez bir araya getiren 5. Zeynep
Cemali Edebiyat Günü’nün tüm içeriini yayımlıyoruz. Hafızalara hece
hece yer eden konumasıyla Latife Tekin; çeviriye ilikin en keyifli
içeriklerden birini sunan Kutlukhan Kutlu; dil üzerine yapılan en lezzetli
yemeklerin açısı Feyza Hepçilingirler; dilin hayat olduunu ve hayatı
anadilinde akmayan çocukların mücadelesini dillendiren Karin Karakalı
KIŞ sayısında. Konumuz yayıncılık olunca, haliyle kitabın dijitaldeki
gelecei, satı, daıtım ve pazarlama süreci de sektörün
uzmanlarınca tartııldı ve yeni sayıda yerini aldı.
stanbul Kitap Fuarı bu yıl 34. kez kapılarını açtı. Binlerce çocuk, genç
ve yetikin kitaplara dokundu, sevdii yazarlarla tanıtı, söyleti. Bazı
yetikinlerin yaamlarındaki ilk kitabı satın aldıklarına ya da ilk kez kitap
okuyacaklarına bizzat tanık oldum. Ülkenin aynası gibiydi fuar. Ahmet Büke,
Müge plikçi, Semih Gümü, Mine Soysal ve Tolga Gümüay da özgün
içerikleriyle fuardaydı; e haliyle Keçi de takipteydi...
Keçi KIŞ 2015, yeni bir dilin evrenini kuatan, dünyayı öykülerle ve
öykünün sevgi diliyle deitirmeye hevesli gençleri bir araya getiren
Zeynep Cemali Öykü Yarıması’nın 2015 sonuçlarını proje bakanı
Müren Beykan’ın kaleminden aktarıyor; yarımanın 2016 ayaında
gençleri “adalet” temasında yazmaya davet ediyor. Konuk yazarlarımızsa
iki özel isim: Çada edebiyatımızın önemli isimlerinden Müge plikçi
ve blogcuanne.com adlı blouyla yetikinlere baka bir dünyanın
deneyimini sunan Elif Doan.
Keçi, Haziran 2014’te “inadına edebiyat” diyerek yola çıktı. Onca
kötülüe ramen yaam ırmaının akıının durmaması için ve
gelecein dünyasına el verecek olan çocuklar ve gençler adına
üretmeye devam eden, edebiyat yayıncılıına emek veren bizler
için, bu inadın anlamı biricik.
Canımız Gülten Akın, “Beni öldürürse bu umut öldürür,” demiti.
O, bu uurda hiç vazgeçmeyenlerdendi. Yazılardan dizelere,
kitaplardan sokaklara, bombalarla ve silahlarla delik deik
edilen duvarlara aynı umudu kazımaya devam...
Halil Türkden
kış 2015
3
k
2015
5
ş
k
Latife Tekin
Edebiyatımızın güçlü hikâye anlatma geleneinin
özgün yorumcularından, usta yazar Latife Tekin,
yazmaya baladıı koullardan, iyi bir sanat eserinin
niteliklerine ve edebiyat umuduna dek, hafızalardan
silinmeyecek yazın yolculuunu anlattı.
lk kitabım Sevgili Arsız Ölüm yayımlandıı zaman, “yoksulların sessizliini dile
çeviriyorum,” diyordum. Çünkü yoksullar
dili mırıldanırlar, yoksullar dilsizdir. Yazmaya, o dilsiz insanları anlatarak baladım.
an, edebiyat ve kültür dünyasının dıına
kaçmı “edebiyat dıı bir yazar” olarak
tanımlıyorum kendimi.
Melih Cevdet Anday, Cumhuriyet’te her
cuma köe yazardı. Çok etkilenerek okurdum. Ona çokça iir gönderiyorlarmı.
Melih Cevdet de, “Ben iir sevmem,” diye bir yazı yazmıtı. Harika bir yazıydı.
Onu hatırlatmak isterim ki, ben de edebiyat sevmem, roman sevmem. Ben gerçek edebiyatın bir zuhur olduunu düünüyorum.
Bütün kitaplarda, insanlar için yazmayan
yazarları aradım, onların kokusunu aradım. Belki de bu yüzden, kendimi airlere daha yakın hissediyorum. Onların akılsızlıına belki de... mgeye ve sese doru
uçan, sezgiye doru giden yazarları seviyorum. Anlaılmazlık duvarını yıkmak
için, biraz da insan olma deneyimini amak üzere yazan edebiyatçıların nasıl bir
ey olduunu açıklamalıyım.
Çok kabaca, iki tür yazar olduuna inanıyorum. lki, insanlar için yazanlar; dieri
de, insan olma deneyimini amak için yazanlar. Ben, insanlar için yazan bir edebiyatçı deilim. O nedenle, kendimi bir
kültür insanı olarak tanımlamıyorum. Daha çok, edebiyatın dıına kaçmaya çalı-
6
kış 2015
Ben çocukken, yani yoksul ve dilsizken,
insanların sözcüklerinin, onların gürültüsüyle zihnime dolduunu düünürdüm.
te o gürültüyü sessizletirmek, zihnimi
sükûnete kavuturmak için yazmaya baladım. Bu bir iç sezgiydi.
yi bir sanat eserinin, iyi bir romanın, iyi
bir iirin doaya ait olduuna, insanlar
için yapılmadıına inanıyorum. Doaya ait derken, geçmite benimle yapılan bir söyleide, “Ben aaçlar için, kular için yazıyorum,” demitim. nsanlara
tuhaf gelmiti bu söz. Latife Tekin de tuhaf tuhaf konuuyor, demilerdi. Aslında
gerçekten kular için yazıyordum ve bu
benim gerçek duygumdu. Çünkü iyi bir
sanat eseri, insanların gürültüsünden,
karmaasından kurtarılıp sessizletirilmi, sezgi yumuaklıına gelmi ve susan bir eydir. Daların, aaçların, kuların, ırmakların yanına eklenecek bir
eydir. Benim için iyi kitap; iyi roman, iyi
iir böyledir.
Tabii ki, insanlar için yazan edebiyatçılar
da var ve insanlar onları büyük bir zevkle okuyorlar. Aralarında müthi yazarlar
da var, yarattıkları dilde ve biçimde bir
estetik var. Öte yandan edebiyat, aslında – onların dıında – dilin dıına çıkmak
için dili kullanma sanatıdır.
Peki, insan olma nedenini amak için yazdıında, edebiyatçı ya da yazar nerede
kalır? Tabii ki, edebiyat dünyasının ve kültür dünyasının dıında kalır. O nedenle,
“Ben edebiyat dııyım,” dedim kendime.
Belki de yazmaya yoksulları anlatarak
baladıım için bu yolculuk, edebiyatın dıına doru bir yolculuk oldu benim
için. Çünkü fark ettim ki, yoksulları koruyarak edebiyat yapmak mümkün deil.
Edebiyatın kendisinin de sınıfsal bir nitelii var. Örneklerine baktıımız zaman;
aristokratik ve farklı bir eitim gerektirdii görülebilir.
Fakat bizim edebiyatımızda – belki dünyada da öyle – politik mücadele içinden
gelmi, yeraltından yükselmi kaçak ya-
zarlar var. Aslında biraz da öyle bir yerden sızdım edebiyata. Bir politik hareketin
içindeyken ve yoksulların arasında çalıırken, 12 Eylül’ün de getirmi olduu basınçla yazmaya baladım. Tabii bizim kuaımız büyülenmi, anslı bir kuaktı. O
dönemde yoksulların arasında büyüdüüm için, yoksullarla bizim politik hareketin öncüleri arasında bir çevirmenlik
görevi üstlenmitim.
Ancak, o süreçte, el yordamıyla yazma
serüveninin sonucunda, kendimi baından beri edebiyat ve kültür dünyasıyla
çatıırken buldum. Bunun nedenini bir
süre sonra kavradım. Ben yoksulluumu
koruyarak edebiyat yapmak istiyordum
ve edebiyat böyle bir eye izin vermiyordu. Bu, benim bata kastettiim bir ey
deilken, bu çatıma giderek derinleti
ve galiba gerçekten, “nsanlar için yazmayacaım!” noktasına kadar vardı.
Yoksulluun bana kazandırdıı bir duyarlık olarak, yoksulluumu koruyarak
yazmaya çalıırken, birden unu fark ettim: Dilin kendisi de ciddi ve büyük bir
problem. Bunun farkına, yoksulların dilsizlii üzerine düünürken vardım. nsan
yarattıı bu dille sadece insanı sevebilir; çünkü dil, çok güçlü bir araç; insanı
dier canlılardan, doanın içindeki kayıp, o esiz zamandan bugünlere kadar
gelitiren bir araç. nsanı dier tüm canlılardan ayıran, koparan... nsan için yaratılmı, insanı yaatmak, ötekilerden korumak için yaratılmı bir araç. Onun için
kutsaldır ve insanlar iddetli bir ekilde
dillerine sahip çıkarlar.
Dil olmasaydı belki de yaayamazdık,
bu kadar geliemezdik. Ama aynı zamanda, dil çok sert; bir biçimde, dünyayı ve üzerindeki eyleri anlamlandırmak
için kullanamayanları da cezalandıran
kış 2015
7
en büyülü kitabı getirmek arzusuyla yazmaya balamı biriyim ve bu arzu hep
diri kaldı içimde.
bir araç. Onları kuların, daların, ırmakların arasına yerletiren bir araç...
Yoksulların ve çocukların doaya ait olduunu düünüyorum. O nedenle –belki
sadece dile bakarak ya da yoksulluumu
korumaya çalıarak edebiyat yapmak isterken sezdiim durumlardan ötürü – yava yava, insanın ötekiletirdii dier
canlılara doru kaydıımı, oraya doru
çekildiimi hissettim ve yabaniletim. Bir
arkadaımın (Mahmut Temizyürek) benim kitaplarımla ilgili “Edebiyatımızda Bir
Barbar Aısı” balıını taıyan bir yazısı
var.
yi bir edebiyat eserinin, dünyaya ve hayata çok yabancı bir nesne gibi dümesi gerektiine inanıyorum. O nedenle
de, yazacaım ey benim için hiç girilmemi ve yabanıl bir alan deilse, yazarken bir yolculuk yapamayacaksam,
oradan kendim için bir bilgi çıkaramayacak ve kendimi ayakta tutacak bir bilgiyle çıkıp gelemeyeceksem, o süreçte hiç
de hevesli olmam.
Yabancı bir nesne derken unu anlatmaya çalııyorum: Hani masallar vardır, Kafdaı’nın arkasında altın bülbül vardır.
Masalda üç karde vardır. O sihirli kuu
getirecek olan, aklın gitme dedii yere
giden kardetir. Bir kuru yol, bir yarı bataklık yol, bir de tamamen bataklık bir yol
vardır. Masallardaki en gidilmeyecek yere giden o küçük çocuk, altın bülbülü getirir. Ben öyle gidilmeyecek yere gitmek,
8
kış 2015
Elime kitabı aldıımda – öykü, roman –
onun nereden getirildiine bakarım; içindeki o yabanıl enerjiyi sezerim. Bir kitabı
yazmak için gerekli olan enerjinin nasıl,
nereden getirildiini garip biçimde sezebilirim. Eer bir kitap beni çarı pazar
dolatıracaksa, kitabı kapatırım ve, “Kendim giderim çarı pazara !” derim. Eer
getirilen, Kafdaı’nın ardındaki sihirli bülbül gibi sihirli bir ey deilse, o zaman
çok ilgilenmem. Kendimi okumak zorunda da hissetmem, kitabı hemen elimden
bırakırım.
Ben belki de, imdiye kadar yazdıım o
kitapları yazabilecek bir çocuk deildim.
Edebiyatı bir biçimde, o masallardaki gibi Kafdaı’nın arkasına gizledim, olduu
yerden çaldım. Bir hırsız olduumu söyleyebilirim bu durumda. Ne yazık ki, yoksullara edebiyat yapma hakkı verilmiyor.
Onların sözcüsü olarak da konumak istemiyorum, ama o bülbülü koruyan biri
olarak, o dilde direndiim için sıkıntılı ortamlardan uzaklatım.
Aslında bir kitabı tam da bitirdiim zaman, o kitabı yazabilecek bilgiye sahip
olduumu hissediyorum. Ama i iten
geçmi, o kitabı yazmı oluyorum. Kitabı bitirdiimde, bana kazandırdıı bilgi
ve enerjiyle uzun uzun yazdıım ve düündüüm konu üzerine konuabilirim.
Örnein, Unutma Bahçesi ’ni bitirdiim
zaman, altı saat “unutma” üzerine konuabilirim. Ama sonra, yeni bir yabanıl alana girebilmek için, bütün kitapların bilgisinden yava yava sıyrılırım. O nedenle,
asıl dönütürücü olanın, aniden peyda
olan, zuhur eden olduuna inanıyorum.
Edebiyatımızın da bir simülakr edebiyat
deil, bir zuhur edebiyatı olmasını diliyorum. :
k
2015
5
k
Kutlukhan Kutlu
Fantastik edebiyatın önemli eserlerini dilimize
kazandıran, “Harry Potter” dizisinin çevirmenlerinden,
sinema yazarı Kutlukhan Kutlu, çevirmenin
edebiyat yayıncılıındaki rolüne ve
sorumluluuna dikkat çekti.
“Dili Döndürme Sanatı” balıında, bir
çevirmenin baına bela olabilecek her
eyi görebiliriz; öte yandan, yayıncılık
sektörünün üzerinde yükseldii deerleri de anlayabiliriz. Edebiyat yayıncısının ii, her eyden evvel mecazdır. Yakınlarda, Metaforlar, Hayat, Anlam ve Dil
adında bir kitap okudum. Çevirmeni Yavuz Gökhan Demir, metaforların aslında
ne olduunu bilimsel ve sosyal açıdan
inceledii, çok güzel bir önsöz yazmı
kitaba. Metaforların beeri bilimlerde,
giderek sosyal, hatta bilimsel gerçeklikleri kurduumuz malzemeler haline geldiini belirtiyor. Bu demektir ki, gerçekliimizi metaforlarla ina ediyoruz. Buna
nörologlar onay verdiinde aırtıcı olabilir, ama bizim gibi edebiyatla uraan
insanların bu sonuca varması çok doal.
Aramızda hangi yazar, gerçeklii metaforla ina etmiyor ki ?
Çevirmen olarak bizim iimiz de, ite bu
metaforlarla ina edilen gerçeklikleri
14
kış 2015
alıp, bir anlamda yapıbozumuna uratıp, onlara yeni uygun karılıklar bulmak,
bir anlamda o gerçeklii yeniden ina etmek. Bundandır ki çeviri, yeniden ina
etme, yeniden kurgulama sürecidir. Bundan yola çıkarak, öyle cüretkâr bir talepte bulunacaım: Çevirmenin eserde
sahiplik iddia edebileceini düünüyorum. Bunun çok basit göstergeleri vardır.
Yayıncılar içinde, bastıı edebi eserlerin
üzerine çevirmenin de adını yazan kim
varsa çok önemli. Çevirmenin adını yazmayanların da bu kararlarını yeniden
gözden geçirmesi gerekir.
Ben küçükken, tüm aile fertleri dilini yuvarlayabiliyordu. Bense yapamadıım
için, “Dilimi sizin gibi yuvarlayamıyorum,
ama ileride çok güzel döndüreceim,”
demitim. Gerçekten, dil benim için çok
küçük yatan itibaren bir ilham kaynaı oldu. Hem kelimelerimizi, hem de dü-
ünmemizi dorudan etkiliyor. Ne kadar
çok dil bilirsek, o kadar çok kültürün kavramlarına aina oluyoruz. Bildiimiz dillerle zenginleiyoruz; kendimizi o dille
gerçekletiriyor ve ina ediyoruz.
Yıllar sonra çeviri yaptıım dile dönüp
baktıımda, beni büyük oranda etkileyen eyin, çocukluumda okuduum kitaplar olduunu gördüm. Fark ettim ki,
çocukluumda okuduum Agatha Christie polisiyelerinde, Hercule Poirot ve
Miss Marple nasıl konuuyorsa, ben de
çeviri yaparken içgüdüsel bir ekilde o
ifade biçimlerine uzanıyorum. Çünkü o
karakterler ve konumalar, bir yerlerde
benim temel ifade biçimlerimi oluturmular. Bu nedenle, çevirinin yalnızca
insanların dillerini kullanma alıkanlıklarını deil; çocuklukta dil ve okuma merakı oluurken, kiiliin oluumunu da
etkilediini düünüyorum.
Okuduum romanda, Sherlock Holmes,
Dr. Watson’a dönüp “Kuzum Watson,” ya
da “Azizim Watson,” diyorsa; bunun beni
“Sevgili Watson,” diyen bir çeviriyi okuyan halimden daha farklı bir insan yaptıını düünüyorum. Çünkü, bu kavramlar
kafamda belli kültürlere denk gelmeye
balıyor. Çeviriden önce, “Bir metin nedir, bir yazar ne yapar ?” gibi noktalara
da bakmalıyız.
Öykü, acaba yazarın dıında bir varlık
mıdır ? Örnein; Marslılar’ın dünyayı istila etmesini, sonra da dünyadaki basit
bir virüse yenik dümelerini ve istilalarının anlamsızca yarıda kalmasını anlatan
bir öykü fikri olsa... Bu fikir farklı yazarlara verilse, hepsi de farklı kurgulayacaktır. Ama temel meselemiz, hikâyenin
nasıl kurgulanacaıyla bitmiyor. Yazarlara, kurulması gereken olay örgüsünü ve
tüm senaryoyu verseniz de, her biri bam-
baka çarıımlar ve duygulanımlar yazacaktır. Bunun pek çok örnei var. Örnein, Alman efsanelerinden Faust ’un
Christopher Marlowe tarafından 16. yüzyılda yazılan uyarlama oyununa ve yine aynı efsaneden çıkan, Goethe’nin
yeri göü inleten, romantik edebiyatta bayapıt olan Faust ’una bakalım.
kisi de aynı öyküyü anlatırlar, ama
bambaka yerlere giderler ve bambaka eylere dokunurlar. Ve bundandır ki, Goethe’nin kahramanının
özlemleri, Marlowe’un kahramanının
özlemlerinden farklıdır. Bu farklılık,
olayların bakalıının yanı sıra sözcük seçimiyle de olumutur.
Bir yazar kelimelerini seçerken, bilerek
ya da bilmeyerek, onu yazar yapan özün
ve birikimin güdülendirmesiyle ortaya bir
doku çıkarır. Sevdiiniz bir yazar, bazen
bir trajedi, bazen bir casusluk öyküsü,
bazen de bir akı anlatabilir. Ve okur olarak siz, o yazarda tam olarak neyi, niçin
sevdiinizi belirtemezsiniz. Çünkü bu,
yazarın kurduu dille okuru beslemesi
anlamına gelir. Yazarın kurduu dil dünyası, sizin insan olarak kendi karakterinizi biçimlendirmenize ve zenginletirmenize belli bir katkıda bulunur. Çevirmen
olarak bizim iimiz de, metnin zenginliini yitirmesine izin vermeden, bu zenginlii yeni bir dilde olabildiince ortaya
dökebilmektir.
Çevirmen, öncelikle yazarın kullandıı
ifadeleri çevirmekle sorumludur. Sonra da terimleri... Daha geni bir açıdan
bakarsak, çevirmen, kitabın duygusunu, hatta sürükleyiciliini ayakta tutmakla meguldür. ngilizce’de çok okunan
kitaplar için page turner diye bir deyi
vardır. Türkçe çevirisi (yani kötü çevirisi),
“sayfa çevirttiren” olabilir. Yazar kitabı öyle bir yazar ki, elinizden bırakamazsınız.
Türkçe’de bu tabirin iyi çevirisi de öyledir: Elinizden bırakamadıınız kitap...
kış 2015
Peki, çevirmen neyi tercih edecek ? Estetik açıdan sadakati tercih edip cümlenin düz kurulmasını mı, yoksa cümlenin
polisiyesine ve gerilimine sadık kalmayı mı tercih edeceiz ? Çevirmen olarak
her gün yaptıımız pek çok seçimden biri. Ama bu seçimleri istikrarlı olarak yanlı yaparsanız, bir kitabın okurda bıraktıı
duygulanımı ve keyfi, dorudan etkileyebilirsiniz.
Peki, yazarın hangi özellii bunu salar ?
En temel anlamıyla, bir sayfada yazanlar, dier sayfadakileri merak ettirmeli.
Bir yazarın anlattıı ey, cümleden cümleye de okuru merak ettirebilir. Nasıl olur
bu ? ngilizce’deki cümle kurulumunda;
özne, yüklem, arkasından nesne, sonra
da eylemi açıklayan ve süsleyen cümleler gelir.
Türkçe’de ise, yüklemleri sona atılan bir
kurgu kullanıyoruz. Basit gibi görünebilir, ama çevirilerde tırnak içinde konumayı verip, arkasından devrik bir “dedi
Holmes, Watson’a,” cümlesi kullanma
nedenimiz, yazarların kendi dillerinde
cümle içinde yarattıı gerilimi, çeviride
de yaatabilmek, ayakta tutabilmek isteimizdir. Bu nedenle, “Holmes, Watson’a
‘Ama onu geçen sokakta gördüm, ayaklarının altı kırmızıya boyanmıtı,’ dedi”, gibi bir cümle kurmuyoruz. Önce cümleyi,
sonra söyleyeni koyuyoruz.
Bir bakıma, çevirmenler olarak, ngilizce
sözdizimini taklit ediyoruz. Sürükleyici kitaplar yazan, özellikle bestseller dediimiz çoksatanları yazanlar, gerilimi ayakta tutmak adına bu yapıyı kendi lehlerine
kullanırlar. Çevirmen de, o cümleyi düz
dizdiinde tüm gerilimin gideceini bilir.
Ben buna, cümlenin polisiyesi diyorum.
Yani her kitabın kendi polisiyesi, kendi
merak ettiricilii vardır.
16
kış 2015
Bir yazar metnini; birikimi, olmuluu,
yazarlıı ve insani tecrübesiyle yaratır.
“Harry Potter”ı ele alalım. J. K. Rowling
adında bir yazar, hayatında gayet kötü
bir dönem geçirirken ve hiçbir eye dair umudu yokken, oturup bambaka bir
dünyaya geçen çocuun hikâyesini yazıyor. Aslında bir anlamda o çocuun ümidinin, yazarın ümidini yansıttıını düünebiliriz. Yazar, kitabında yarı acı, yarı
tatlı, ümitle dolu, ama büyük acılarla da
dolu ve çocuk kitaplarında görülemeyecek kadar sert birtakım trajedilerin de
yaandıı umut dolu bir dünya kuruyor.
Bazı yazarlar bazı eserlerini, ancak bazı
dönemlerinde verebilirler. Yazarlıkta olgunluk dönemi diye bir ey vardır. Örnein Borges, yıllarca öykü yazdıını, ama
Kum Kitabı ’nı ustalık zamanında yazdıını, yazarlıının en baından beri yazmak istedii kitap olduunu söyler. Aynı ey, çevirmenler için de geçerli. Bazı
çevirilere hazır deilizdir. Birikimimiz hazır deildir. Örnein, “Harry Potter”ın çevirisine çok genç yata katıldım. Roman
çevirmeni olarak ilk ciddi deneyimimdi.
Normalde, benim pek çok açıdan “Harry
Potter”a hazır olmamam gerekiyordu. Fakat hazırdım; çünkü Rowling’in düünsel
olarak geçtii yolların önemli bir kısmından geçmi, onun ilham aldıı öykülerin
birçounu okumu ve onun düündüü
tipte öyküler üzerine ben de düünmütüm. Dolayısıyla, göndermelerini doallıkla yakalayabilecek noktadaydım.
Çevirmenlik, salt çeviriyi aldıktan sonra üzerinde uygulanan çalıma deildir;
çevirmenin kendi üzerinde yaptıı çalıma, yani hayatını nasıl yaadıı, o eserin önemli bir kısmıdır. Nasıl ki bir yazarın hayatı, ortaya çıkardıı eserin önemli
bir kısmıysa, bazı çevirileri de bazı yazarlar yapabilir.
yıneviniz, en önce de editörünüz. Çevirmen olarak, arkamda iyi bir editör olduunu hissettiimde yaratmak konusunda
her zaman kendimi cesur hissederim.
Böylece serbest uçula bir sürü yaratım
çıkarırım. Editör devreye girer ve der ki:
“Ben unu beendim, urada iyi gidiyorsun, u çizgide aynen devam et.” Dolayısıyla, bu süreç benim yazarı okumamdan, yazar gibi düünmemden, editörün
benim gibi düünmesine kadar varır.
Hepimiz yapamayacaımız klasik çevirileri örnek verebiliriz. Örnein, ngilizce’nin “Everest tepelerinden biri” James
Joyce’un Ulysses ’idir. Çou insanın çarpıp geri döndüü, çok zor bir çeviridir.
Ama bunların hayat tecrübesiyle ilgisi
yoktur belki de, dil üretebilmekle ilgisi
vardır. Yani yaratıcılıkla...
Çeviri, ifre çözme ii deildir. Böyle bir
anlayı, tamamen matematiksel bir eydir ve yoruma açık deildir. Kiinin dıındadır. Google Translate gibi bir canavara, sevdiiniz bir yazardan, sevdiiniz
bir cümleyi yerletirin ve Türkçe’ye çevirin; nasıl felaket bir ey ortaya çıkacaını göreceksiniz. O yazarı, o haliyle okumak ister misiniz ?
Bu tür on -line çeviri makinelerinin verecei pek çok kelime karılıı var. Ama
o karılıklar arasında sizin neyi seçeceinizi sezginiz, edebiyatsever okur olarak nasıl bir birikiminiz olduu ve yaratıcılıınız belirler.
Bu noktada yaratıcılıa fazla kapılmak gibi bir tehlike de var. Bence çevirmenlik
en iyi, içinizde yazar damarını bulduunuzda yapılabiliyor, ama o yazar damarında fazla ileri de gidebiliyorsunuz. Bu
konuda sizin salam bir freniniz var: ya-
Böylece, edebiyat için son zamanlarda
çokça söylenen ey gerçekleir: “Edebiyat bakası olma simülasyonudur.” Ben,
“yazar olma” simülasyonuna girerim; yazar, “karakter olma” simülasyonuna girer;
editör, “ben ve yazar olma” simülasyonuna girer. En son okura gelir i ve o da, bu
birçok insanın beyninin etkileiminden
ortaya çıkmı, damıtılmı, mümkünse doal bir dille ortaya konmu eserin keyfini
çıkarır. Dolayısıyla da çeviri, aslında birçok zihnin ortak yaratımı olan bir eydir
ve bu ortak yaratım, okurun kendi yaratıcılık sürecini tetikler.
Biz eer çevirmen olarak yaptıımız iin
önemine inanıyorsak, insanların düünsel dünyasına dorudan etki edebileceimiz ve çocukların geliiminde pay sahibi olabileceimiz gerçeiyle yüzlemeli
ve bu sorumluluu almalı, bu sorumluluu aldıımızı da yayınevlerine iletmeliyiz.
Onlar da bizden kendimizi gelitirmi, bu
birikimi salamı, bu karılıı verebilecek yeterlilikte insanlar olmamızı talep
edebilmeli. :
kış 2015
17
ep Ce
5. Zeyn
ü, Ekim
at Gün
debiy
mali E
2015
Usta edebiyatçılar, yayıncılar, çevirmenler, editörler, kütüphaneciler ve yayıncılık
sektörüne emek veren pek çok katılımcı 5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde
bir araya geldi. Keçi, bu edebiyat dolu konferansın katılımcılarının güne
ilikin duygularını paylaıyor.
“
“
Bütün edebiyatçıların yılda bir kere de olsa – ki bu konferans ilk ve tektir – bir araya gelmemiz
beni çok mutlu kılıyor. lenen konular da öyle. Ama her eyden önce, birbirimizi görmemiz,
bir eyler aktarmamız, bu birliktelik bir ölen gibi. Gülten Dayıoğlu, yazar
Edebiyat, aslında hem dilin estetikletirilmesi hem de insan beenisinin zarifletirilmesi, inceltilmesidir. Bu etkinliklerin tümü de buna kalıcı biçimde hizmet ediyor. Prof. Dr. Onur
Bilge Kula, Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü
“
“
“
18
Burada olmak benim için çok keyifli. Edebiyata dair çok doyurucu bir toplanma olmasıyla
birlikte, edebiyattaki dostlarımla ve Günııı Kitaplıı ailesiyle olmak beni çok mutlu ediyor.
Leyla Ruhan Okyay, yazar
Bu kötüye giden günlerde, gerçekten bir ıık aslında Günııı Kitaplıı. Edebiyat üzerine düünmek ve söz söylemek adına, birçok alandan insanı bir araya getirmesi adına çok önemli
bir konferans. Şafak Pala, Bursa Nilüfer Kütüphanesi Müdürü
Zeynep Cemali’yle tanıamadım, aynı döneme denk gelemedim. Ama nedense bir ruh birlii
hissediyorum onunla. Onu hep anmak istiyorum ben de. Bu konferans bir vefa örneinin yanı
sıra edebiyat adına da yapılan çok güzel ve özenli bir çalımadır. Hacer Kılcıoğlu, yazar
kış 2015
hacca giden biri; oradan köle olarak almı, azad etmi ve buraya getirip evlendirmi sevabına. Hatçam Teyze o damardan gelen biriydi. Bakkal Nihat da öyle,
çocukluumdaki gerçek karakterlerdendi. Hem iyi hem kötüyü içinde barındıran,
koullara göre davranan insanlar,” dedi.
Ahmet Büke, blog yazılarından oluan
son kitabı nsan Kendine De yi Gelir ’e
ilikin, okurlarından nasıl bir beklentisi
olduuna yönelik soruya, “Bu kitap bir
mahalle güzellemesi deil. Umarım böyle algılanmaz. Bir mahallenin aslında ne
kadar tekinsiz olabileceini, deiimle
sürekli çatıma içinde olan karakterleri
anlatıyor,” cevabını verdi.
Semih Gümü, kitapta gündelik hikâyeler
anlatılırken, beklenmedik bir ekilde, ortaya çıkan gerçeküstü durumların öyküleri daha ho hale getirdiine dikkat çekti.
Büke, büyüdüü corafya gerei, gerçeküstü anılara çokça alıkın olduunu,
bu nedenle öykülerinde rahatlıkla kullanabildiini u cümlelerle vurguladı: “Galiba bunun çocukluk yıllarımla bir ilgisi
var, gerçeküstü bir hali vardı çocukluumun. Mesela annem, ‘Ne güzel biz gezip dolaıyoruz, ama bahçemizdeki ide
aacı burada dodu, öldü ve hep burada,’ derdi. Dedem her sene gidip zeytinleri topladıktan sonra, ailedeki her kuaı doyurduu için zeytinlerle helalleirdi.”
Dijital bir ortamda öykü yazmanın farkına da deinen Büke, kuak itibariyle basılı kitabın yok olmasına razı olamayacaını, tüm gününü tabletlerle geçiren yeni
kuaın kitabı algılayıının daha farklı olduunu, dolayısıyla internet teknolojisinde içerik üretmenin de kaçınılmaz olacaını belirtti.
Ahmet Büke, söyleinin soru-cevap bölümünde, yöneltilen “yazmaya balama
ve yazarlık motivasyonu”na ilikin soruya ise u cevabı verdi: “Çocukken babamın kitaplarından bir kısmını okuyarak
baladıımı, pek de bir ey anlamadıımı hatırlıyorum. Sekiz yaındaydım ve ilk
okuduum kitap, Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam ’ıydı. Kitabı bitirdikten sonra, babama dönüp, ‘Baba iyi
de burada kimse suyu aramıyor ki,’ dediimi hatırlıyorum. O da bana, ‘Zamanını
harcama, büyüyünce anlarsın,’ demiti.
Okumayı seviyor, çok merak ediyordum.
Ama yazma fikri aklımın ucundan geçmemiti; arkada çevremin iteklemesiyle ve yine onların sayesinde öykülerimin
Adam Öykü’de yayımlanmasıyla birlikte
yazarlık özgüvenim de geldi.”
Politik bir kuaktan geldiini, dünyada bir
eyleri deitirmeye kafayı takmı gençlerden biri olduunu anlatan Büke, “Politik mücadele, o zamanlar dünyayı deitirmenin araçlarından biriydi. Sonradan
üniversite bitince, 90’lı yıllarda bunun koulları deiti. Dünyaya dair bir söz söylemek ve bir deiim mümkünse, onun
nasıl bir parçası olabilirim diye kafa yorarken aklıma edebiyat geldi. Kendimi
yeniden gerçekletirmenin bir kouluydu edebiyat,” cümleleriyle edebiyata yönelme hikâyesini özetledi. :
kış 2015
21
k
2015
5
ı
ı
Karin Karakaşlı
Çada edebiyatımızın ödüllü kalemlerinden
Karin Karakalı, her ya için iki anadilde yazan,
okuyan, düünen ve eitim veren bir edebiyatçı
olarak okumanın ve yazmanın olanaklarını,
olanaksızlıklarını ve koullarını tartııyor.
Edebiyata tapıyorum elbette, ama harflerden önce sesle balıyor her ey. Herkes sırasını bilmeli. Benim için önce ses
var. Annelerimizin ninnilerini hatırlayalım, hiçbir ey yoksa onlar var. Söyleyeceimiz her ey bittiinde – ki maalesef
bu ülkede fazlasıyla yaadıımız bir ey
bu – “ah” deriz ve aslında kuramadıımız
bütün cümleler, o “ah”ın içini doldurur.
Harflerin de öyle bir ızdırabı var: Onları yan yana getirip bir dil oluturuyoruz
ve bu dili her ey için kullanabiliyoruz. O
dilde küfür ediyoruz, alıveri ediyoruz,
hayallerimizi ve rüyalarımızı anlatıyoruz,
âık oluyoruz, seviiyoruz...
Aynı zamanda dil, bir araç. Ne zaman
ki, insan o aracın içinden çıkıp, kendine
kutsal bir mekân yaratmaya ve bir edebiyat dili oluturmaya çalıırsa, bu ikincil
bir çaba gerektirir. Bir yazarın edebiyat
dili ne kadar yetkin olsa da, kukusuz,
o dil ilham perileriyle inmez.
24
kış 2015
�
Ben ikidilli bir çocuk olarak yetitim; anneannem olmasaydı, anadil denen yolculuk, beni Ermenice’ye dorudan getirir miydi, bilmiyorum. Çünkü Ermenice ve
Kürtçe dediiniz, Fransızca, Almanca ya
da ngilizce’den farklı tınlıyor. Ama bu,
dillerin kendi suçu deil. Diller de bebeklerin bütün seslere açık olması gibi, son
derece aynı douyorlar. Onlara giydirilen
anlamlar, siyasallamaları, esas anlamı
dıında her eyi ifade eder hale gelmeleri, biz insanların, daha dorusu bilinçli
devlet politikalarının ürünüdür.
Tüm bunlardan habersizce, sadece anneannemin dilini konutum. Evimin bütün
dünyam olduu bir yerde, adı bile konmamı; evin dili. Evin dilini konuurken,
bir yandan da 70’lerde siyah - beyaz televizyonlarda yapılan yarım saatlik yayınları dinliyordum. O yayınlarda konuulanla,
sokaktaki ve evdeki dil farklıydı. Ve pek
ZCEG.5
tabii, bir çocuun en iyi yaptıı ey, soru
sormaktır. Sorularım baladı: “Yaya, bu
ne ?” dedim; “Türkçe,” dedi. “Benimki ?”
diye sordum; “O Ermenice,” dedi.
te o zaman bir eyler parçalanmaya
balıyor. Çocukluu, o yekpare mutlu
zamanlarımızın bir ekilde parçalandıı
halimiz olarak tanımlıyorum. Haliyle bazı ülkelerin ikidilli çocukları, dierlerine
kıyasla daha çabuk büyüyordur. Çünkü
sviçre’de yetien çocuun üç resmi dili vardır, üçünü de okulda öreniyordur.
Kullanım pratii gerei biri dierinden
önceliklidir. Ama Cenevre’deki bir çocuk
Fransızca konuurken, yanında talyanca
ve Almanca eitimi de alıyorsa, onun bu
dillere yükleyecei anlamla, Türkiye’de
Ermenice - Türkçe ya da Kürtçe - Türkçe
örnekleri anlatacak insanların bu dillere
yükledii anlamlar aynı olamaz.
“Sokaktaki dil,
evdeki dil...”
Çocuk, mucizevi bir yaratık. kidilli çocuk ise her eyi çok çabuk kapan cinsten. Çünkü, sadece Türkçe için ilkokuldan önce özel bir çaba harcanmı
olmuyor; Ermenice’ye de aynı çaba harcanıyor. Ermenice, zaten batan sona
çabalı bir hayat demektir. Dil aslında hayattır, ama hayat Ermenice akmıyor ki...
Hayatını o ekilde akıtamıyorsan, o dil
ya hep sıkıcı bir ders konusu olarak ya
da kutsayacaın, özel anlamlar yükleyecein, ama bunları yaparken bile hayattan kopabilecein bir ey olarak kalacaktır. Bu anlamda, Türkçe’yi sokakta
oynarken, televizyona kulak verirken örendim; Ermenice’yi de anneannemden,
yani evden...
Kendi varlıımı anlatmanın, kendimi daha rahat hissetmenin tek yolu olarak, dile küçük yata merak saldım. Sınavlara
girerek Avusturya Lisesi’ne gittim. Orada
tek Ermeni çocuk olarak, yeni bir sınıf ortamına girdim. Bir de Yahudi arkadaım
vardı. Dil aile gruplarını merak eder, incelerdim. Türkçe, Ural - Altay’da... Ya Ermenice nereye giriyor diye baktıımda,
Hint - Avrupa diline ait olduunu gördüm;
ama sadece cümle yapısıyla. Kürtçe’yi
de orada gördüm.
Bir gün, Atatürk lke ve nkılâpları dersinde öretmenimiz bize, “Kürtler kart kurt
sesini çıkarırlar, o yüzden onlara Kürt
denmitir,” hikâyesini anlattı. “Dil yoktur, o
çıkardıkları ses de budur, zaten Kürtçe
de yoktur,” açıklamasını duydu kulaklarım. O zamanlar Kürt arkadaım da yoktu, kimliksel hezeyanlarım falan da. “Olur
mu hocam, ben Kürtçe’yi Hint - Avrupa
dil grubunda görmütüm,” dedim. Öretmenimin bana dehetle baktıını hatırlıyorum, o derste hangi dilin neye denk
geldiini de...
Arada olma hali...
Anadilimin edebiyat diline evrilmesi için
yalıtılmı olmam ya da Ermenice konuulan Beyrut gibi bir yere gitmem gerekiyordu. Benim öyle lükslerim olmadı; burada
mücadele edilmesi gereken çok ey vardı. Dolayısıyla, iki anadilim var. Edebiyat
dilim halen Türkçe ve benden doallıkla
Ermenice edebiyat dilini de gelitirmem
bekleniyor. Çünkü, benden önceki kuakta yalnızca 70 yalarında bir yazarımız var. stanbul, bir zamanlar Ermeni
edebiyatının, Batı Ermenicesi’nin kültür
kış 2015
25
meyecektir akıllara. Bazı kuaklarımızın
Ermeni arkadaları, komularıyla yaama ansı vardı. Pek çok bilgi çocuklara aktarılmadıı için, kaçınılmaz olarak,
Ermenistan’dan çıkıp gelen enteresan
insanlarmı gibi bile algılanabiliyor. Anadolu’nun en köklü halklarından biri olduu bilgisi verilmiyor. Özellikle bu alanda,
Türkçe ile Ermenice’yi birbirine yakınlatıran, Ermeni edebiyatını ve dolayısıyla
bu topraın bütün birikimini Türkiye’ye
sunmak isteyen Aras Yayıncılık’ın önemli
çalımaları var.
beiiyken, bugün bir yazar çıkaramıyor.
Ondan da kötüsü, eski yazarlarımızın
eserlerini okumaktan aciz bir kuak var.
Yapım gerei ikidilli olduum için, hep
karılatırmalı edebiyat denen alanı istiyormuum; en yakın bulabildiim de
mütercim tercümanlık oldu. Bugün hâlâ,
çevirmen olmayı isteyiim bana mantıklı
geliyor. O arada olma hali, çok zenginletiriyor insanı. Sanıldıının aksine çeviri, yabancı dilleri deil; dorudan anadili, benim için Türkçe’yi gelitiren bir ey
oldu. Kendi dilinize belli bir mesafeden
bakıp, düünmeyi ve ayrıntıyı tadabilir
hale gelmeyi mümkün kılıyor. Edebiyat
dilimin olumasında, mütercim tercümanlık sayesinde Türkçe’nin o tınısını kavramamın büyük etkisi oldu.
Bu aradalık hali benim için çok ey ifade ediyor, belki de aidiyeti. Hatta ben
stanbul’u da öyle yaıyorum. stanbul,
vapur olarak tanımladıım bir ehirdir.
Yerle gökyüzü arasında, geçmile gelecek arasında, çıktıım iskeleyle varacaım durak arasında gibi.
“Ermeni” sözcüüne yüklenen anlamlara bakılırsa fazla olumlu eyler gel-
26
kış 2015
Müfredatın hayat olmadıı bilgisiyle devam etmemiz gereken günlerdeyiz. Çünkü müfredat sisteme kilitli. Sistem kimi
zaman u ideoloji, kimi zaman bu ideolojidir; ama sonuçta, tekdüze, üniforma
gibi insanlar ister. Sistem, herkesin rahat
olmasını, soru sormamasını, güdülebilmesini ister. Dolayısıyla, sistemde deiiklik istemek, devrim için direnmek ho
ve büyük iler; ama daha pratikte, sistemde gedikler açmak ve oralardan sızıntılar yaratmak gerek. Sınıf ortamları
bunun için inanılmaz, büyülü alanlar. Tabii öyle kullanmak istersek. Aynı zamanda da çok tahakkümkâr – eer baka türlü kullanmak istersek.
Bize cesur ve özverili gazeteciler, öretmenler ve yayıncılar lazım. Sözünü sakınmayan, dediinin arkasında durabilen, sözüyle eylemi çelimeyen omurgalı
yazarlara ihtiyaç var. Bunlar hepimize sıınak yaratır ve kimliin kalıplara oturtulamadıı, geçmite olduu gibi kapana dönümedii zamanlar salar. Ben,
nefretin ve acının yükünün hafifledii, bu
üç dilin – Ermenice, Kürtçe ve Türkçe – bütün yabancı dillerden daha çok sahiplenildii ve “hepimizin dili ve bizim canlarımız” denilen bir ülke için çalımaya devam edeceim. :
cuk, ergen ya da genç ne düünür, zihnini nasıl çalıtırır ?’ diye düünüyorum.
Zamanında kafasının dikine giden çocuun, bir gün deiecek olan dünyasını
kurma sürecinde, aslında ne gibi kısıtlılıklar, önyargılar, aymazlıklar içinde debelenmekte olduunu hatırlamak yazarın kalemini çok etkiliyor, hızlandırıyor,
bazen de hiçbir ey yazdırmıyor.”
buradayım, sen neredesin ey okur!” alıntısını hatırlatan Müge plikçi, kendi açmazlarından ürkmeyen, kendine iyi davranan, kaybetmekten korkmayan, kendini
ama hayalini içinde barındıran, düünceyi yaratıcılıkla bütünletirebilen, hayal
etmenin pek çok gerçekle bulumak anlamına gelebileceini ve dünyanın katı
gerçeklerinin hayallerle deiebileceini umut eden bir okur beklediini anlattı.
Tolga Gümüay, farklı yalara yazan bir
yazarın nasıl bir okur düleyeceini cevaplarken, çocuklar ve gençler için yazmadıını, çocuklar ve gençler hakkında
yazdıını vurguladı: “Ne okuru ne de yazar olarak kendimi düünüyorum. Öncelikle karaktere odaklanıyorum, onun gözünden anlamaya çalııyorum evreni.”
Gümüay, çocuun metinle özdelemesi için de “onlar hakkında” yazmaya
çalıtıını; karı tarafı düünmenin, reklamcılıkta iine yaradıını, ancak bu yöntemin edebiyatta büyüyü bozabileceini belirtti.
“Farkındalıımızı artıran bir serüven aslında yazmak,” diyen Mine Soysal, asıl
meslei olan arkeolojiden örnek verdi.
Arkeolojide buluntuların çok önemli olduunu, ama kendisinin buluntu yerine,
hep onun anlattıı öyküyü merak eden
biri olduunu söyledi. “Bir insanın kötü
ya da iyi olması beni ilgilendirmezdi, neden kötü ya da neden iyi olduu ilgilendirirdi. Çocukların soruları – eer sormalarına izin verilirse – yetikinlerin önyargıyla
kurdukları dünyayı deitirebilir. Öncelik
her zaman çocukların isteklerinde, sorularında, hayallerinde ve umutlarında olmalı. Edebiyat eer bir ie yarayacaksa,
önce çocukların ihtiyacını karılamak zorundadır.”
Okurunu arayan yazarlar listesinde olduunu söyleyen ve Ouz Atay’ın, “Ben
Mine Soysal, “Edebiyatı tüketecek bir çocuun ve gencin okur kimliini kurabilmesi için, özgürlüklere, özgürce kitapları karıtırmaya, seçimler ve denemeler
yapmaya, bazen de yalnız kalmaya ihtiyacı var,” cümleleriyle, yazar kadar çocuk ve genç okurun da sahip olması gereken özgürlüün altını çizdi.
Panelistler, Soysal’ın, “Çocuk ve gençlik
edebiyatı kitaplarını yetikinlerin okumayacaı yönünde bir önyargı, büyük bir
yanılsama var. Oysa çocuk ve gençlik
edebiyatı kitapları, küçüklerin de büyüklerin de okuyabilecekleri kitaplar anlamına geliyor. Bu noktada önyargılarımızdan ciddi anlamda geri durmamız,
aklımızı deitirmemiz gerekiyor,” cümlelerinde hemfikir olarak oturumu sonlandırdılar. :
kış 2015
29
ver” seçenei, kitabı bir ay sonra bile temin etmemize olanak tanıyor.
Betül şeri
Erdal Akalın
KK: Diyelim ki, yayınevi her eyi mükemmel yaptı ve yeni bir kitabın tanıtım bültenini size gönderdi. Örnein, Dost Kitabevi böyle bir durumda tanıtım bülteninden
nasıl yararlanıyor ? Kitapların kaçar adet
alınacaına neye göre karar veriyorsunuz ?
EA: Merkez maaza dıında altı maaza
var, ama onlar ilk siparie karımazlar;
merkez verir siparii. Merkez ubemizde
iki danımanımız var. Danıman bölümümüz, sosyal bilimler ve genel edebiyat
aırlıklı. Danımanlar, uzun yıllardır bu ite çalıan, ciddi kitap okuru arkadalar.
Bülteni ellerine aldıklarında gereken ipucunu yakalıyorlar ve ona göre sipari adedini belirliyorlar.
Bu noktada çok ince davranmak gerekmiyor, çünkü kitap satılmazsa iade edilebiliyor, satılırsa da bir gün sonra ek stok
geliyor. Yani ilk gün verilen sipari sayısı
hiçbir ey ifade etmiyor.
KK: Diyelim ki, bir inceleme - aratırma
kitabından 60 adet sipari verdiniz; bunun maazalar açısından bir daılım farkı vardır herhalde. Örnein, Karanfil maazanıza baka miktarda mı gidiyor ?
34
kış 2015
EA: Karanfil baka bir vaka zaten, oraya yüksek stoklu gelir her kitap. Çayyolu’ndaki ubemiz iki numaradır, oraya
be gidiyor, dierlerine de ikier üçer.
KK: Peki, her kitabı sipari ediyor musunuz ? Eitim yayınları da olsa...
EA: “Bu da rafa girmez artık!” denecek
bir özellii yoksa her kitap sipari edilir.
Biz karar veremeyiz, biz yeni yayınlar bölümüne koyarız ve okur karar verir o kitabın kalıp kalmayacaına... Kitap muhakkak bütün ubelere gider, ama hiç
satılmamısa zamanla ubelerden çekilir.
B: D&R maazalarına sipari verirken,
en çok yazara önem veriyorum. Yazarın
önceki kitapları önemli. Tür de önemli.
Romantik bir roman için baka adetler,
çocuk bölümü için baka adetler çalıılabiliyor. Otomatik sipari sistemimiz, her
gelen kitap için önceki satı verilerini kullanan bir algoritma dorultusunda daıtım yapıyor. Algoritma, kitabın türüne ya
da temasına bakıyor. Örnein; “romantik”
balıındaki kitaplar, hangi maazada
kaç sattı ? Son altı aydaki verilere bakılıyor ve adet planlaması yapılıyor. Siparii
kiilerden baımsız olarak sistem ayarlıyor ve sistem, sipari verilen maazanın
stant kapasitesini ve satı potansiyelini
de göz önünde bulunduruyor.
AB: On -line maazacılıkta mekân sınırlamamız olmadıından anslıyız. Hiçbir
kitabı, “Bu artık satmıyor,” diyerek raftan kaldırma gibi bir sınırlamamız yok.
Zaman ve mekândan baımsız, kitaplar 7 / 24 raflarımızda duruyor.
KK: Bir kitabevi tasarlanırken, örnein
500 metrekarelik bir alana kaç balıkta
kitap konulabilir ?
EA: 500 metrekare için 20-25 bin balıkta kitap alınabilir, ama 30 bin zorlar.
B: Bizim biraz daha az olur, 15 bin civarında olacaktır diye tahmin ediyorum.
KK: Konu çocuk kitaplarına geldiinde,
maazalarda ayrılan alan yeterli mi sizce ? Sadece çocuk kitapları satılan maazalar düünüyor musunuz ?
KK: Satılarınız hangi ehirlere öbekleniyor ? Kapanan kitapçıların olduu yerlerde kitap satıları devam ediyor mu,
yoksa internetten mi alıyorlar ?
EA: Bu, genelde butik kitapçılık balıı altında mümkün olabiliyor. Londra’da
Covent Garden’daki iki katlı bir binada
sadece seyahat rehberi ve harita satılıyor. Bir baka yerde sadece sanat kitapları satılıyor. Türkiye’de bu anlamda
sınırlıyız ve büyüyen bir kurulu deiliz.
Yeni yerler açarsak düünebiliriz.
KK: 1996 yılında Idefix kurulurken veriler
konusunda büyük sıkıntılar yaandı; ne
kategori, ne de katalog vardı. Özellikle
2010’dan bu yana dijitalde büyük çaba
gösteriyor herkes. Peki, dijital platformlarda barındırılan balıklar açısından bakıldıında, D&R, Idefix ve Kitapyurdu’nda durum nedir ?
AB: Şimdiye kadar, büyük çounluu kitap olmak üzere (defter gibi birkaç kırtasiye malzemesi de satılıyor) 283 bin aktif
ürün var Kitapyurdu’nda. Kayıtlı olan daha da fazladır.
B: Kayıtlı balık sayımız 250 binin üzerindedir. Ama burada tekrarlar da var, ki
sadece kitaptan bahsediyorum. Bir yayıncıdan dierine geçen kitaplar var örnein. Şu anda aktif olan, yani ulaılabilir
sayı 120-130 bin civarında. %3 - 4’ü yabancı yayındır.
Kenan Kocatürk
B: Trump AVM’de ayrıca D&R Kids maazamız da var; biri de Suadiye’de. Uygun alan buldukça deerlendirmeyi düünüyoruz.
AB: Kitapyurdu’na 81 ilden de aktif sipari geliyor. %40 stanbul, %30 zmir-Ankara... Kalan %30 dier illere daılıyor.
En çok sipari veren be ehir; stanbul,
Ankara, zmir, Bursa, Kocaeli. En az sipari verenler; Idır, Bayburt, Ardahan,
Kilis ve Tunceli. Şimdiye kadar bin adet
sipari gelmi bu ehirlerden.
KK: Dijitalden çıkıp, zincir kitabevlerinin
maazalarına bakıldıındaysa; stanbul
%57, Ankara %17, zmir %5. Bu veri, büyük kentlerde halen Dost ya da D&R’ye
gitmek için sokaa çıkanlar bulunduunu gösteriyor.
in ticaretini yapanlar olarak kitapları,
çoksatanlar, uzunsatanlar ve rafa konulursa satanlar olarak kategoriletiriyoruz.
nternette böyle bir ey yok. Maazalardaki satıların öbeklenmesi bu sınıflandırmaya göre nasıl ?
B: Uzunsatan kitaplar, satıımızın büyük kısmını oluturuyor. Neredeyse %70
kış 2015
ın, büyük bir endüstri olmanın ötesinde,
düünce özgürlüünün korunmasındaki
temel ilevinin altını çizdiler. Doallıkla
tüm bu özgür düünce söylemleri, ran
Kültür Bakanlıı’nın katılmaktan vazgeçerek fuarı boykot etmesini engelleyemedi. Konuyla ilgili bir basın açıklaması
yapan fuar yönetimi, yayıncılıın ve edebiyatın her zaman “sorun yaratıcı” alanlar olduunu belirterek, edebiyatın temel
ilevinin dünyanın hallerini anlatmak ve
bize üzerinde düünmediimiz kabullerimizi sorgulatmak olduunu ifade etti.
Fuar yönetimi, bu yıla özel bir dier politik duruu da, Suriye’li göçmenlere hafta
sonu fuara ücretsiz giri ve dillerini konuabilen rehberler eliinde özel fuar turları yapma olanaı salayarak sergiledi.
Her yıl farklı bir ülkeye odaklanan fuarın
bu yılki onur konuu Endonezya’ydı. Endonezya yayıncılıını temsilen konuan
Rafli L. Sato, hükümetlerinin her yıl milli
bütçenin %20’sini eitime ayırdıını, bunun sonucunda kitap okuma oranlarının
da hızla arttıını; Endonezya pazarındaki en büyük geliim potansiyelinin çocuk
kitapları ve çizgi roman alanında bulunduunu belirtti.
Türkiye, her yıl olduu gibi bu yıl da fuara Salon 5.0’daki ülke standı ve Salon
3.0’daki çocuk ve gençlik yayınları standıyla katıldı. Fuara Türkiye’den katılan
yayınevi temsilcileri bu stantlarda hem
kitaplarını sergiledi, hem de birçok ve
profesyonel görüme yaptı.
Bu yıl fuarda en çok dikkat çeken eilim,
her yaa göre hazırlanmı çeitli boyama
kitaplarıydı. Fuar ziyaretçilerinin stantlarda yer alan büyük boyama panolarına
ilgisi youndu. Business Club’taki konferanslarda bile, salonun bir kenarında
konulanmı ve konumacıların çizimlerini yapan illüstratörler, yayıncılıkta illüstrasyonun
giderek metinsel içerik kadar
önem kazanmaya baladıının ipuçlarını veriyordu.
llüstrasyonun yayıncılıkta giderek artan öneminin altını çizen bir dier gelime ise, bu
yıl açıklanan Küresel llüstrasyon
Ödülü (Global Illustration Award)
oldu. Frankfurt Kitap Fuarı ile Uluslararası Bilgi çerii Endüstrisi Birlii (ICIA)’nin birlikte düzenledikleri ve
2016’dan itibaren verilmeye balanacak olan bu uluslararası ödülün bütçesi 30 bin avro olarak açıklandı. 10
üyeden oluacak uluslararası bir jüri tarafından seçilecek olan illüstratörün kazanacaı ödül tutarı ise 10 bin
avro olacak. 2016’dan itibaren her
yıl Frankfurt Kitap Fuarı’nda sahibini bulacak olan ödül, dünyanın her
yanından basılı ya da dijital her tür
mecrada yer alan illüstratörlerin bavurusuna açık olacak. Fuar direktörü Juergen
Boos, bu ödülle illüstratörlerin ve yayıncılarının yalnızca çocuk kitaplarında deil,
yayıncılık sektörünün genelinde giderek
büyüyen etkisini onurlandırmayı hedeflediklerini belirtti.
Salman Rushdie
Elbette fuar, yalnızca profesyonel bulumalardan ve politikadan ibaret deildi. Fuarın en popüler yıldızları arasında Bestseller yazar Charlotte Link ve A
Bimbo Becomes a Mumy (Bir Fıstık Anne Oluyor) adlı kitabıyla reality show yıldızı Daniela Katzenberger de vardı.
Ayrıca kitap fuarı, halka açık olan hafta
sonundaki büyük kalabalıının ve favori Japon manga karakterlerinin kostümleriyle dolaan ziyaretçilerin zihinlerinde
renkli ve cokulu bir edebiyat festivali
olarak da yer etti. :
kış 2015
39
sınız. Yani önümüzde ilk olarak, on-line
(çevrimiçi) kavramı duruyor.
Bu süreçte her ey, “gerçekzamanlı” olacak. Yani internet ortamında müzik dinler
gibi bir kitabı alabilecek ve okuyabileceiz. Kapatıp yeniden açtıımızda, uygulama aracılıı ile kaldıımız yerden okumaya devam edebileceiz.
sı, bilgi alıveriinde bulunması anlamına
geliyor. Bunu salayan da, Uluslararası
Yayıncılar Birlii tarafından gelitirilen
1998’den beri kullanılan, ONIX (On-line
Information Exchange - Çevrimiçi Bilgi
Deiimi) adı verilen sistemdir. Hangi iletim sistemi, alet ya da veritabanını kullandıınıza bakmaksızın, elinizdeki bilgiyi ve kayıtları paylaabilmenizi salar.
Böyle bir altyapı olmadan, sadece dijitalin çalıması deil; Türkiye’de kitapların
okurlar tarafından bulunabilmesi ya da
iyi bir sipari tedarik zincirinin ilemesi
de mümkün olamaz.
Kültürel kıtlıa sürüklendiimiz bu dönemde, daha fazla kültür ürününün çıkması ve yaygınlaabilmesi için böyle bir
yapının benimsenmesine ve kullanılmasına daha çok ihtiyaç var. Bu, hem kurumsal kullanıcıların, hem de yayıncılıa
emek veren herkesin önünde duran en
önemli görevlerden biri. Türkiye’de yayıncılık örgütlerinin öncülüündeki merkezi veritabanında 90 bine yakın kitap
var. Ticari dolaımda ise, 120 bine yakın
kitap var. Bu yapının merkezi bir yerden
yönetilmesi, hem dijital hem de basılı
kitap alanını oldukça kolaylatıracaktır.
Tüm bu modelin gelecei ve dijital yayıncılıın ülkemizde oturması için dört kavram çok önemli. Öncelikle, dijital yayıncılıkla ilgili bir i yapacaksanız, gelecekte
bir yere balanmadan herhangi bir içerie eriemeyecek, onu okuyamayacak-
42
kış 2015
Bir dier önemli kavram ise, içeriin stream, yani “akıtma” yoluyla okura, kullanıcıya ulamasıdır. Hiçbir verinin indirilmeyecei, bir yerlerde saklanmayacaı ve
bir eyler yüklemenin gerek olmadıı bir
akıtma sistemi. nternet ortamında sürekli akan ve isteyenin çevrimiçi olup, gerçekzamanlı okuma yapabildii bir yapı.
Bu dört önemli kavramın, sonuncusu da
subscription, yani aboneliktir. Kullanıcının
kullandıı kadarını ödemesi bir bakıma.
Örnein Kanada’da, telekomla meslek
birliklerinin yaptıı bir anlama sonucunda, internete balanma ücreti 10 dolar
ise, be dolar daha ödemeniz durumunda, ayda 250 bin filme; be dolar daha
verirseniz 700 müzik parçasına; be dolar daha verirseniz 100 bin kitaba eriim
salayabilirsiniz. Eer 10 dolar yerine, 25
dolar öderseniz, bütün bunlara bir ay boyunca, tüm aile bireyleri “abonelik” yoluyla eriebiliyor.
Ayda 250 bin film izlenir mi ya da o kadar müzik dinlenir mi, bilemem; ama bu
sistem aracılııyla, eserin hak sahiplerini
ilgilendiren bir kayıt altına alınma durumu var. Eserin kaç defa okunduu, kaç
kii tarafından izlendii biliniyor ve bu
veri, meslek birliklerine raporlanıyor. Bu
sistemle, eserin tüm maddi kazancı, telif
hakları anlamasına göre, dorudan eser
sahiplerinin ve yayıncıların hesaplarına
aktarılıyor. Her açıdan son derece adil bir
paylaım vadeden bu sistem, dijital yayıncılıın gelecei açısından önemli. :
İş dünyası için benzersiz
bir esin kaynağı!
Suat Soysal, sektöre yön veren ve gelecek vizyonunu kuran Perakende Günleri’nin 15 yılından öğrendiklerini, çıkarsamalarını ve ipuçlarını, kendini ve şirketini geliştirme yolunda
çaba gösteren herkes için anlattı. Türkiye’nin bu en büyük organizasyonunun bugüne
dek ağırladığı dünyaca ünlü konuşmacılardan ve ülkemizin önde gelen isimlerinden
esinlenmelerini özgün bir yorumla derlediği kitap, iş yaşamından teknolojiye, ekonomiden yaratıcılığa, spordan medyaya, sanattan pazarlamaya pek çok konuya ışık tutuyor.
“İş yaşamında bir sözcükten, bir cümleden, bir örnekten, bir olaydan ilham almayı ve bu esinleri, bambaşka
alanlarda yapacağımız uygulamalar için temel taşı kılmayı bazen gözden kaçırıyoruz. Perakende Günleri’nin
15. yılında, geride kalan onca yılda sahne alan değerli konuşmacılarımızdan nasıl esinlendiğimi kaleme aldım. Bununla da yetinmedim, onların anlattıklarının hangi alanlara uygulanabileceğini örneklerle anlattım.” Suat Soysal
[email protected] twitter @PG_Soysal instagram @_Soysal
Profilo Plaza, Cemal Sahir Sok. 26-28 Mecidiyeköy 34387 İstanbul T. (0212) 212 99 70
ken su fıkırtan oyuncakların yanı sıra
ıslanabilir kitapların sayfalarını çevirdi.
Dıarı çıktıımız zamanlarda oyuncakların yanında kitapları da aldık yanımıza, çünkü onlar da bir insanın – bebek
de olsa – güzel vakit geçirmesini salardı. kinci olum doduunda da kitap
rutinimizi korumaya çalıtık.
Çok oyuncu bir anne olmadım hiç. Benim çocuklarımla vakit geçirme anlayıım, onlarla dıarı çıkıp parka bahçeye
gitmek ve evde olduumuz zamanlarda
birlikte kitap okumak, yapboz gibi sakin
ve planlı oyunlar oynamak ya da çocuklarımı ev ilerine dahil etmekti. Bulaık
makinesini yerletirdiim sırada, onların
tencere tavayla konser vermesini dinlemek gibi.
Çocuklarıma kitap okudukça, sadece
onlara kitap okumayı deil, kendime de
çocuk kitapları okumayı ne kadar sevdiimi fark ettim. Çok klie bir tabirle “bizim zamanımızda böyle kitaplar yoktu” çünkü.
Çocukluuma dair resimli kitap deyince,
bir “Ayegül” serisi geliyor aklıma, bir de
çizgi romanlar... Doan Kardeler, Milliyet Çocuklar o zamanın hazineleriydi
belki, ama birlikte okunacak, okulöncesine hitap eden resimli kitaplarla asıl kendi
ebeveynliimde tanıtım ben...
Sonraları iin içine bir de blog eklendi.
Bloumda her hafta kendi kitaplıımızdaki bir kitabı tanıtmaya baladım. Beendiim – ya da beenmediim – kitapları
dier annelerle ve babalarla paylamaktı niyetim. Nihayetinde ben bir kitap eletirmeni deil; çocuklarına ve çocuklarıyla
kitap okumayı seven bir anne, çocuk kitaplarından örenecek birçok ey bulan
bir yetikinim.
Çocuk kitaplarından örenecek eyler
demiken, çocuklara bir eyler öretmek gayesiyle yola çıkan didaktik kitaplara da bir alerji gelitirdim. Neticede,
anne tarafım bazı konuları bakalarının
üzerinden (buna kitaplar da dahil) anlatmayı kolay bulsa da, hikâyeyi elenceli
olmaktan çıkaracak kadar mesaj kaygılı
kitaplara mesafeliyim.
Baım sıkıtıında aradıım soruların yanıtını, en azından yalnız olmadıım hissini de bulabiliyorum çocuk edebiyatında.
Okuldaki sıkıcı ve kısır din bilgisi dersinden kafası karıan çocuuma, ahlâkın ne olduunu ve ne olmadıını “Çıtır
Çıtır Felsefe” dizisiyle anlatabiliyor; ölen
köpeimize ne olduunu soran oluma, ölen kedisi Barney’nin topraın altından aaçları büyüttüünü fark eden
çocuun hikâyesi olan The Tenth Good
Thing About Barney ’i (Barney Hakkındaki Onuncu yi Şey ) okuyor; goril bile olsa,
her anneden örenilecek bir ey olduunu Benim Annem Bir Goril ’le (Apstjaernen) kefediyorum.
Çocuklarımın kitaba olan ilgileri bilmiyorum ileride devam eder mi ? Büyükbabamın bir sözü varmı; “Çocuklukta kazanılan alıkanlıklar, taa ilenen nakı
gibidir,” dermi. Eer öyle olursa ne âlâ...
Olmazsa da bunca kitap dolusu elence yanımıza kâr kalacak, sefamız olmu
olacak.
Sanırım çocuklarıma kitap okuyarak, biraz kendi ihtiyacımı tatmin ediyor, adeta geçmiin eksiini kapatıyorum. Evet,
çocuk kitabı okumayı çok seviyorum. En
az kendi çocuklarıma okumayı sevdiim
kadar, içimdeki çocua okumayı da seviyorum. :
kış 2015
KONUK
Cesaretin uzun yolu
Müge İplikçi
Bata kadın hakları olmak üzere pek çok toplumsal
konuya ilikin gazete yazıları ve romanlarıyla sevilen,
çada edebiyatımızın önemli kalemlerinden
Müge plikçi, 5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü ve
Zeynep Cemali Öykü Yarıması’nın 2015’teki
ödüllü öykücülerine ilikin izlenimlerini paylatı.
“Cesaretin bazen tek baına ie yaramadıını, takım çalımasını, empati duygusunu, kiilerin kendi dorularının kendi
bakı açılarıyla ekillendiini ve elbette
asıl dorunun eninde sonunda kendini
göstereceini anlatmaya çalıtım.”
Yukarıdaki satırlar, 2015 Zeynep Cemali
Öykü Yarıması’nın birincisi Ezgi Akar’a
ait. Ezgi henüz 7. sınıf örencisi, ancak
hem yukarıda alıntıladıım satırlarıyla
hem de öyküsüyle u an yaamakta olduumuz bunaltılı dönemi anlamamakta direnen nice “yetikine” ta çıkarıyor.
Bu öyküde, önyargıların insanları nereye savurduu ve aslında “doru” diye
nitelendirdiklerimizin ne kadar göreceli
olduu anlatılıyor. Ezgi, öyküsünde küçüklerin dünyasını aktarıyor bize. Ancak
dikkatli bakarsak, bunun asıl büyüklerin
dünyasını ekillendiren bir “takıntı” olduunu da hatırlamamız mümkün hale
geliyor.
Duyguların ifade edilmek yerine “ima”
edilme yoluyla aktarıldıı bizim gibi corafyalarda bu, “çifte kavrulmu” bir yaam
46
kış 2015
karnesi anlamına geliyor. Daha dorusu,
yaam karısında sınıfta kalma karnesi !
Önyargılar ve önyargılarla gelen takıntılı
dünya görülerinin vardıı o çıkmaz sokak. Sonra bu takıntılardan yeni önyargıların doması... Bu kısırdöngüyü nasıl
aabileceimizi çok baarılı aktarıyor Ezgi. Gerçekte cesaretin, kendini ve o yavan dünyanın içindekileri amak olduunu söylüyor bize.
Ezgi’yi içtenlikle kutluyorum. Yarımada
ikinci olan Bengisu Belen’i ve üçüncü
Cem Demir’i de elbette. Dahası, böylesi zorlu bir zamandan geçerken, yazmayı kendine amaç edinen tüm gençlerimizi de... Sözcüklerin tılsımına inandıkları
ve o sözcüklerle yeni yaam eiklerine
uzanmanın mümkün olduunu bizlere
sundukları için.
Nihayetinde yaam bir yarı deildir (hemen her alanda böyleymi gibi dayatılsa
da); bizlere kalansa, cümlelerin yarattıı
derinlikler ve bu derinliklerde yüzebilme
cesaretini göze alabilmektir.
Günııı Kitaplıı tarafından düzenlenen ve Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleen 5. Zeynep Cemali Edebiyat
Günü’nde, bu yıl yarıma sonuçlarının
dıında youn bir program vardı. Türkiye’nin birçok yerinden gelen eitimcilerin ve örencilerin varlıını hissetmek
bile, içimi bir kez daha, bambaka bir
umutla kapladı.
Yazar olarak itelendiimiz kuyulardan
yine sözcüklere tutunarak kurtulabilme
umuduna inanmak istedim. Bu umudun
diri tutulması için bu sisli ve isli yolda
yazmaktan baka bir yolumuz olmadıını düündüm. Sonra gencecik kalemiyle
Ezgi’nin cesaret sözleri, içimi bir kez daha ferahlattı: “Asıl doru, eninde sonunda kendini gösterir!”
Son derece kapsamlı bir akıı olan programın açılı konumasını Feyza Hepçilingirler, kapanıını ise Latife Tekin yaptı.
Programın sonunda Türkiye’nin hemen
her yerinden yarımaya katılan gençler
ödüllerini aldı. Bulumadaki youn katılımı görmek, edebiyat yayıncılıı konusunda yapılacak ne kadar çok iimizin
olduunu gözler önüne seriyor; edebiyatın, dev adımlarla yok olua doru ittirildiimiz bir ülkede hâlâ kendine dair
bir sesi olduunu ve (tuhaf bir çelikiyle)
hep de olacaını müjdeliyordu.
yi bir sanat eserinin insanlara deil,
doaya ait olduunu ifade eden Tekin, neden ve nasıl yazdıını u sözlerle açıkladı: “Yoksulların sessizliini dile çeviriyorum. Kendimi simülakr olarak
deil, zuhur olarak görüyorum.” Tekin’i,
Bodrum’daki Gümülük Akademisi’nde sade varlııyla tanıyan biri olarak,
bu sözler bende bambaka çarıımlar
uyandırdı. Oradaki çalımalar sırasındaki sohbetlerimizi, edebiyatın ve kadın olmanın doayla kurduu baa denk düen güzel yaz akamlarını hatırladım.
Bu müjde, benim gibi bir umut fukarasına imdilik yetti, ama buradan özellikle
Türkiye’deki bütün üniversitelere seslenmeyi bir borç biliyorum: Lütfen, edebiyat
bulumalarını, kitap enliklerini örencilerinizden esirgemeyin. Dahası bu bulumaları yaparken, lütfen “düünce” ve
“yaratıcılıı” esas alın. Unutmamanızda
da fayda var: ktidarlar gelir geçer. :
5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde
Müren Beykan, Müge plikçi, Necati Tosuner.
k
2015
5
k
2015
ış
ı
ı
Müren Beykan
Zeynep Cemali Öykü Yarıması Proje Bakanı ve
Günııı Kitaplıı Yayın Yönetmeni Müren Beykan,
be yıldır düzenlenen yarımanın 2015 sonuçlarını
deerlendiriyor, genç kalemlerin öykülerinden
yansıyan ülke panoramasına dikkat çekiyor.
.
Zeynep Cemali Öykü Yarıması, ülkemizin dört yanındaki gençlerin sözcük sözcük ördükleri öykülerini bir
araya getiriyor. Bizlerin yüreine ifa
olmayı, yarınlara umudumuzu pekitirmeyi sürdürüyor. Bu yıl 700’ü akın öykü ulatı Günııı Kitaplıı’na.
Her eyden önce, bu yıl hayallerimize
yaklamı, duyurular için harcadıımız
büyük emein sonucunu almı olduumuzu paylamalıyım: Devlet okullarından
katılım, özel okulları yakaladı artık. Milli
Eitim Bakanlıı’nın desteiyle Anadolu’daki devlet okullarına da duyurularımız
ulaıyor. Hatta, üç ödüllümüz de devlet
okullarından çıkıp geldi bu yıl.
Özel bir sevincimiz daha var: En sonunda, okumayı yazmayı seven, hele hele
Zeynep Cemali okumayı sevdiini sonradan örendiimiz bir delikanlı da öyküsüyle dikkat çekip, ödüllüler arasına
girmeyi baardı. Ancak ne yazık ki, bu
48
kış 2015
yıl da “cesaret” öyküsü yazan kız örenciler, delikanlıların dört katıydı yine. Oranı olumlu yönde deitirmek için, sevgili öretmenlerimizin edebiyatı, yazmayı,
okumayı sevdirme çabasında daha yaratıcı olacaklarına inanıyorum.
Kimi örenci, cesareti kahramanlıkla e
görmü, hem de büyük büyük kahramanlıklarla. Kimi örenci de, cesaretsizlikle
korkaklıı birbirine balamı. Görülen o
ki, kocaman kahramanlıklar yere göe
konamazken, korkaklık gençler arasında
fena halde olumsuz bir özellik, kiilik zaafı olarak deerlendiriliyor. Aslında “koca
koca” cesaretlerden söz edilmesi deildi
beklediimiz; yaamlarımızda her gün
küçük küçük cesaretler gerektiini, bazen bir adımın, bir özür dilemenin ya da
teekkürün aslında ne büyük bir cesaret
olduunu fark etsinler istemitik.
Öte yandan, akran zorbalıı ve dılanma
gibi önemli gençlik sorunları, özellikle stanbul ve zmir gibi büyük kentlerden gelen öykülerde ciddi oranda yer almıtı.
Azımsanmayacak kadar fazla öyküde
baba, uzak durulan aile büyüü rolü üstlenmi. Korkulan, çekinilen kii o. Çounlukla sözü bile edilmiyor ya da evden
uzakta olduu belirtiliyor. Babalar hakkındaki bu tutum da düündürdü bizi:
Neden anne her durumda sıınılacak limanken, babaya bunca mesafeli çocuklar ? Erkekler tarafından kötü yönetilen bir
toplumda yaamanın da genç yüreklerdeki yansıması olabilir mi bu sonuç ?
Çocuklarımız ne yazık ki, toplumun belli
kesimlerince dayatılan cinsiyet rollerine
teslim olmakta. Kızlar hem okulda ders
çalııyor, hem evde ev ilerine yardım
ediyor; erkek çocuklarsa illa ki yemei
önlerine bekliyor! 700’ü akın öyküde
yalnızca bir baba tabak yıkıyor, bir erkek çocuk annesine kahvaltı hazırlıyor,
bir dede yemek yapıyor.
Çocuklarımız, dı görünüü de gereinden fazla önemsiyor. Bir kahramanı betimleyeceklerse önce saçının biçimini,
rengini ve mutlaka mutlaka göz rengini belirtiyorlar. Öykülerin yarısına yakınında bu tür betimlemeler var. Üst ba
da önemli. Uzun uzun anlatılıyor giysiler; etek boyuna, kemerine, yakasına varana dek.
Gelelim, öykü yazma sanatına. Özellikle
öykü sanatı hakkında doruyu uygulayabilen örenci sayısı az. Onların, öykü
yazmakla, dier yazınsal türler arasındaki farkları ve özellikle de kompozisyon
yazmakla öykü arasındaki farkı daha iyi
örenmeleri için yine öretmenlerimizin
sabırlı destei gerekiyor besbelli. Bu yıl
da öykülerimizin yüzlercesinde, giri-gelime-sonuç biçiminde ilerleyen anlatılar
söz konusuydu. Üstelik, en sonda “cesaretin önemi” dersi verenler de çoktu.
Senaryo gibi yazmaya da merak arttıkça
artmı. Televizyon dizileriyle, niteliksiz
televizyon programlarıyla fazlaca zaman
öldürüyor, hatta senaryolarda köpürtülen, sakız edilenleri gerçek hayat sanıyorlar sanki. Öylesine toz duman genç
zihinler. Çocuklarımızın edebi nitelii düük eserlerle buluma fırsatı gereinden
fazla. Yazdıklarından yansıyor bu. Türkçe’yi kullanmada daha yaratıcı olabilseler; sözcükleri yanlı kullanmasalar bari.
Özellikle devlet okullarında sorun ciddi.
2015 öykülerinde tüm bu dikkatimizi çekenler, gençleri yetitirmedeki toplumsal
zaaflarımıza ve belli açılardan yetersizliklere iaret ediyor olabilir mi ? Eitim
sistemimizin – bunca “yenilemeye” ramen – ivedilikle iyiletirilmeye ihtiyacı olduunu paylaıp duruyoruz; ite bir öykü yarıması bile kanıtlıyor bunu.
Ve illerde duruma bakarak noktalayalım:
Adıyaman, Kahramanmara, Osmaniye,
Sivas, Karabük ve Nevehir’den ilk kez
öyküler geldi bu yıl. Ama Çorum, Erzincan, Van, Siirt, Hakkâri, Idır, Sinop ve
Kırehir’den hâlâ öykü bekliyoruz.
Yarımak bahane diyoruz her yıl; evet,
asıl amacımız, yarınlara ilikin umudumuzu edebiyat bayraıyla yükseltme
cesaretini gençlere aılamak ve gelecein yazarlarına dokunmak. Yarınlarda
ödünsüz barıı kuracak ve koruyacak
olan gençlerin arasında, bu yıl 700’ü
akın öyküyü yazanların da bulunduunu düünmeli, güven hissetmeliyiz.
Ustamız Yaar Kemal’in sözüne kulak
verecek mutlaka onlar: “Dalar, insan
ve hatta ölüm bile yorulduysa, imdi en
güzel iir, barıtır. ” :
kış 2015
49
Keçi, 2015 yılında “cesaret” temasıyla ödül alan
öykülerin yazarlarına KIŞ sayısında yer verirken,
ilkgençliğe adım atan her çocuğu, edebiyat yolunda
beraber yürümeye, öykülerle yaşamaya davet ediyor !
2015’in cesaret öyküleri !
Türkiye genelinde 6, 7 ve 8. sınıf örencileri için 2011 yılından bu yana düzenlenen Zeynep
Cemali Öykü Yarıması, ilkgençlie adım atan çocukları duygu, düünce ve gözlemlerini
yazarak ifade etmeye özendirmeyi; zengin ve doru Türkçe kullanımının yerlemesine
katkı salamayı ve gelecein yazarlarının yetimesine öncülük etmeyi amaçlıyor.
Keçi, 2015 Ödüllü Öyküler Kitapçıı’nda yayımlanan öykülerden tadımlık bölümler
sunuyor ve genç öykücü adaylarını, 2016 yılında “adalet” öyküleri yazmaya çaırıyor.
EZG AKAR • zmir • 7. sınıf örencisi
“
Mustafa Efendi’nin yaına ramen hiç eilmeyen dik bir vücudu, uzun bir boynu, bu boyun üzerinde vücudundan biraz ilerideymi gibi duran baı, hafif uzun ve gene ileriye uzanmı bir çenesi vardı. Bundan dolayıdır ki, eskiden beri onu kertenkeleye benzetir ve bu hayvanın kendi aızlarındaki söyleniiyle, ona “Kerti” diye seslenirlerdi. Aralarında bazen bu benzetmeye üzülen
ince ruhlu çocuklar olsa da, Mustafa Efendi birkaç günde bir bahçesine kaçan topu yakaladıı
vakit, cebinden o kemik saplı çakısını çıkarıp kalarını çatarak, çocuklara baka baka topu karpuz
gibi keserken, çakının ilk battıı anda toptan çıkan havanın boalma sesi, Mustafa Efendi’ye acıyanları, üzülenleri bir anda kendine getirir, dier çocuklarla birlikte koro halinde baırmalarına
neden olurdu.
“Ker-tiii keel-lee! Ker-tiii keel-lee!” (Kırıklar ve Kesikler öyküsünden)
kış 2015
CEM DEMR • zmir, Menemen • 6. sınıf örencisi
“
Kimdi bu Harkıt ? Anneannem için elbette süper bir kahramandı. Uyumamız için veya çok kudurduumuzda bavurduu en yakın kankasıydı. Benim için ise damda yaayan, kocaman simsiyah tek gözü ve sırtında kamburu olan, uzun kuyruklu, derisi kıllarla kaplı, uzun tırnaklı devasa bir yaratıktı. Tüm öcülerden daha heybetli, tüm ucubelerden daha gizemliydi. Anneannem,
“Bak, çaırırım,” dediinde betimiz benzimiz atar, gözlerimiz pörtlerdi. Eer anneannemi takmazsak, kudurmaya devam edersek, sesini gizemli bir ton katarak kısıp da, “Harkııııt! Harkııııııt!
Bacadan torbanı sarkıt! Çocukları al da git!” demesiyle suspus kesilir; gözlerimiz bacada, kapı deliinde, pencerede, her yerde Harkıt’ı tarardı. O an bizi Harkıt’ın izlediini düünür, her an
herhangi bir delikten sarkmasını beklerdik. (Harkıt, Harkıt, Torbanı Sarkıt ! öyküsünden)
DAMLA ATAŞER • Adana • 8. sınıf örencisi
“
Sürüklenip bambaka bir dünyaya getiriliinin ardından koca bir yılı geride bırakmıtı. Ancak
oradaki yaam artlarından ötürü be yıl olgunlamı ve istei dıında bir savaçıya dönümütü. Boyu hayli uzamı, kesemediinden saçları da bir o kadar fazlalamıtı. Mavi, mühür gibi
gözlerini henüz batmı günein ardından kırpıtırıyor, arası kirlerle kaplanmı tırnaklarını kemiriyordu. Bulut, metrelerce öteden ilk günden vurulduu bu gözleri gizlice seyrederken, sevgisini
hiçbir zaman açıklayamayacak olmasının verdii kederle kahroluyordu. (Sıcak Karanlık öyküsünden)
ASLN ÇZMECYAN • stanbul • 8. sınıf örencisi
“
“
“Gitmeyeceksin Eda. Son sözü söyledim. Gitmeyeceksin.” Mavi gri tonlarında gözlerini sonuna
kadar açarak, öfkeyle kafasını bana çevirdi. Ani baırmasıyla düüncelerimden sıyrıldım. Aslında ben, düüncelerim ve hayallerimle mutluydum. Veya içsesimle kavga etmek ho oluyordu.
Okulun bir an önce bitmesini isteyip deli gibi üniversite hayali kurmam çok mu anormal bir eydi ? Anlamıyordum. (Tüneldeki Çocuk öyküsünden)
BENGSU BELEN • Malatya • 8. sınıf örencisi
“Yukarıdaki mavilie bakıyordum. Ne kadar da güzel, öyle deil mi ?”
Yalı papatya, naif bir kahkaha attı. “Bizler ona ‘gökyüzü’ deriz. Evet, güzeldir. Ayrıca ulaılmazdır. Ve sana bir sır vereyim mi, küçüüm ? Onun bu ulaılmazlıı, onu bir zümrüt misali deerli kılar.” Bu sözler, Cesur’u incitmiti. Kötü olduklarından incinmemiti aslında. ncinmesinin
nedeni, kelimelerin, bu içini kemiren huzursuzlua sebep olmasıydı. (Kanatsız Yükseliş öyküsünden)
kış 2015
ÇOCUK SESLER�
riyle öykü
l örencile
u
k
o
a
rt
o
i
k
ında
yküsünü
ençlik ça
n nelerin ö
g
e
s
ilk
;
a
lır
tı
d
la
ın
n
ıs
e
üa
015 say
ce aklına n
lerin öyküs
Keçi, KIŞ 2
r biri deyin
u
ü nedir; ne
s
k
e
y
c
“Ö
ı;
i.
m
tt
r
e
e
a
v
hbet
cesur biri v
ykü okuma
üzerine so
layanlar, ö
ir; tanıdıın
p
d
a
e
v
n
e
t
c
ı
re
o
n
a
ı
rı
s
e
rula
mas lan
yazardın; c
iklerin ?” so
ı’nın 2015 te
d
s
e
a
m
m
e
d
rı
e
a
t
Y
cesare
mali Öykü
geliyor; ya
Zeynep Ce
e
v
e
n
ri
le
eyim
r verdiler.
yazma den
emli mesajla
n
ö
in
k
ili
“cesaret”e
Öykü ve “cesaret” üzerine...
“Öykü , şu an olmadığınız ,
ama olmak istediğiniz
karakterleri yansıttığınız ,
kâğıda döktüğünüz
kendi hayal dünyanızdır.”
Elif
“ Cesaret , korkmamak
ve sorumluluk almaktır... ”
Ali
“ Bazen bizi gerçekle
korkutan , bazen de
hayallere boğan bir
şeydir. ”
Derin
“ Yazarak , insanlara
normalde göstermediğim
yanlarımı göstermeye
çalışıyorum. ”
Neslihan
“ Her insanın ayrı ayrı
hikâyeleri vardır , geneli
üzüntüdür... ”
Rojda
“ Cesaret , sonunda güzel
bir şey olduğunu bilip
risk almaktır bence. ”
“ Seyrettiğim dizi ve
filmlerdeki konulardan
yola çıkarak bir öykü
yazabilirdim. ”
Gizem
“ Öyküde benim gibi
şartları iyi olanları değil
de , daha zor şartlarda
yaşamaya çalışanları
yazmak isterdim. ”
Efe
Kaan
“ İnsanların yapamadıklarını ,
başaramadıklarını
anlatırdım. ”
Ayşegül
52
kış 2015
“ Bir cinayet hakkında
yazabilirdim , çünkü
polisiye romanlarını
çok seviyorum. ”
Devin
“ Bazen dürüst olacak
kadar cesur olamam ;
çünkü bazen gerçek ,
karşımdakini incitebilir. ”
Dilek
“ Dünyanın sorunları
hakkında yazardım.
Dünya sadece televizyonda
gördüğümüz savaşlar ya da
davalardan ibaret değil. ”
“ Cesaretli biri , korkularının
üstüne giden ve onları
yenebilendir. ”
“ Kuzenim hiçbir zaman
hiçbir şeyden korkmaz ,
ben her adımda onu
örnek alırım. ”
Talya
Berke
“ Daha küçükken
hayvanlardan çok
korkardım , ama şimdi
bir köpeğimiz var. ”
Yasmin
“ Cesur insanlar kararlı
ve tek tercih yapanlardır. ”
Melek
Ulaş
“ Karanlıkta yürümek bile
bir cesaret örneği... ”
Berfin
“ Ne kadar kötü bir
durum olursa olsun ,
soğukkanlılığını koruyup
durumu düzeltebilmektedir. ”
Mehmet
“ Çevremdeki en cesaretli
kişi annem. Her konuda
bizi ayakta tuttuğu için... ”
Liera
“ Kendilerini savunabilen ,
haklarını koruyabilen
insanlar cesurdur... ”
Tekin
“ Cesaret , korkunun
üzerine gidip onu
yenmektir; insanlar
bilmediklerinden
korkarlar. ”
Nil

Benzer belgeler