pdf olarak indirmek için…
Transkript
pdf olarak indirmek için…
Yaşam ırmağı hiç durmasın ! Son sayımız YAZ 2015’i umutla, yeni bir yol heyecanıyla kapatmıtık. Yaz ayları iyi geçmedi; “iyi” ne kelime, nefes aldırmadı... Şimdi de böylesine çetin geçen bir yılı Keçi’nin 4. sayısı KIŞ 2015 ile kapatıyoruz. Bu sayıda; yayıncılık sektörünü beinci kez bir araya getiren 5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nün tüm içeriini yayımlıyoruz. Hafızalara hece hece yer eden konumasıyla Latife Tekin; çeviriye ilikin en keyifli içeriklerden birini sunan Kutlukhan Kutlu; dil üzerine yapılan en lezzetli yemeklerin açısı Feyza Hepçilingirler; dilin hayat olduunu ve hayatı anadilinde akmayan çocukların mücadelesini dillendiren Karin Karakalı KIŞ sayısında. Konumuz yayıncılık olunca, haliyle kitabın dijitaldeki gelecei, satı, daıtım ve pazarlama süreci de sektörün uzmanlarınca tartııldı ve yeni sayıda yerini aldı. stanbul Kitap Fuarı bu yıl 34. kez kapılarını açtı. Binlerce çocuk, genç ve yetikin kitaplara dokundu, sevdii yazarlarla tanıtı, söyleti. Bazı yetikinlerin yaamlarındaki ilk kitabı satın aldıklarına ya da ilk kez kitap okuyacaklarına bizzat tanık oldum. Ülkenin aynası gibiydi fuar. Ahmet Büke, Müge plikçi, Semih Gümü, Mine Soysal ve Tolga Gümüay da özgün içerikleriyle fuardaydı; e haliyle Keçi de takipteydi... Keçi KIŞ 2015, yeni bir dilin evrenini kuatan, dünyayı öykülerle ve öykünün sevgi diliyle deitirmeye hevesli gençleri bir araya getiren Zeynep Cemali Öykü Yarıması’nın 2015 sonuçlarını proje bakanı Müren Beykan’ın kaleminden aktarıyor; yarımanın 2016 ayaında gençleri “adalet” temasında yazmaya davet ediyor. Konuk yazarlarımızsa iki özel isim: Çada edebiyatımızın önemli isimlerinden Müge plikçi ve blogcuanne.com adlı blouyla yetikinlere baka bir dünyanın deneyimini sunan Elif Doan. Keçi, Haziran 2014’te “inadına edebiyat” diyerek yola çıktı. Onca kötülüe ramen yaam ırmaının akıının durmaması için ve gelecein dünyasına el verecek olan çocuklar ve gençler adına üretmeye devam eden, edebiyat yayıncılıına emek veren bizler için, bu inadın anlamı biricik. Canımız Gülten Akın, “Beni öldürürse bu umut öldürür,” demiti. O, bu uurda hiç vazgeçmeyenlerdendi. Yazılardan dizelere, kitaplardan sokaklara, bombalarla ve silahlarla delik deik edilen duvarlara aynı umudu kazımaya devam... Halil Türkden kış 2015 3 k 2015 5 ş k Latife Tekin Edebiyatımızın güçlü hikâye anlatma geleneinin özgün yorumcularından, usta yazar Latife Tekin, yazmaya baladıı koullardan, iyi bir sanat eserinin niteliklerine ve edebiyat umuduna dek, hafızalardan silinmeyecek yazın yolculuunu anlattı. lk kitabım Sevgili Arsız Ölüm yayımlandıı zaman, “yoksulların sessizliini dile çeviriyorum,” diyordum. Çünkü yoksullar dili mırıldanırlar, yoksullar dilsizdir. Yazmaya, o dilsiz insanları anlatarak baladım. an, edebiyat ve kültür dünyasının dıına kaçmı “edebiyat dıı bir yazar” olarak tanımlıyorum kendimi. Melih Cevdet Anday, Cumhuriyet’te her cuma köe yazardı. Çok etkilenerek okurdum. Ona çokça iir gönderiyorlarmı. Melih Cevdet de, “Ben iir sevmem,” diye bir yazı yazmıtı. Harika bir yazıydı. Onu hatırlatmak isterim ki, ben de edebiyat sevmem, roman sevmem. Ben gerçek edebiyatın bir zuhur olduunu düünüyorum. Bütün kitaplarda, insanlar için yazmayan yazarları aradım, onların kokusunu aradım. Belki de bu yüzden, kendimi airlere daha yakın hissediyorum. Onların akılsızlıına belki de... mgeye ve sese doru uçan, sezgiye doru giden yazarları seviyorum. Anlaılmazlık duvarını yıkmak için, biraz da insan olma deneyimini amak üzere yazan edebiyatçıların nasıl bir ey olduunu açıklamalıyım. Çok kabaca, iki tür yazar olduuna inanıyorum. lki, insanlar için yazanlar; dieri de, insan olma deneyimini amak için yazanlar. Ben, insanlar için yazan bir edebiyatçı deilim. O nedenle, kendimi bir kültür insanı olarak tanımlamıyorum. Daha çok, edebiyatın dıına kaçmaya çalı- 6 kış 2015 Ben çocukken, yani yoksul ve dilsizken, insanların sözcüklerinin, onların gürültüsüyle zihnime dolduunu düünürdüm. te o gürültüyü sessizletirmek, zihnimi sükûnete kavuturmak için yazmaya baladım. Bu bir iç sezgiydi. yi bir sanat eserinin, iyi bir romanın, iyi bir iirin doaya ait olduuna, insanlar için yapılmadıına inanıyorum. Doaya ait derken, geçmite benimle yapılan bir söyleide, “Ben aaçlar için, kular için yazıyorum,” demitim. nsanlara tuhaf gelmiti bu söz. Latife Tekin de tuhaf tuhaf konuuyor, demilerdi. Aslında gerçekten kular için yazıyordum ve bu benim gerçek duygumdu. Çünkü iyi bir sanat eseri, insanların gürültüsünden, karmaasından kurtarılıp sessizletirilmi, sezgi yumuaklıına gelmi ve susan bir eydir. Daların, aaçların, kuların, ırmakların yanına eklenecek bir eydir. Benim için iyi kitap; iyi roman, iyi iir böyledir. Tabii ki, insanlar için yazan edebiyatçılar da var ve insanlar onları büyük bir zevkle okuyorlar. Aralarında müthi yazarlar da var, yarattıkları dilde ve biçimde bir estetik var. Öte yandan edebiyat, aslında – onların dıında – dilin dıına çıkmak için dili kullanma sanatıdır. Peki, insan olma nedenini amak için yazdıında, edebiyatçı ya da yazar nerede kalır? Tabii ki, edebiyat dünyasının ve kültür dünyasının dıında kalır. O nedenle, “Ben edebiyat dııyım,” dedim kendime. Belki de yazmaya yoksulları anlatarak baladıım için bu yolculuk, edebiyatın dıına doru bir yolculuk oldu benim için. Çünkü fark ettim ki, yoksulları koruyarak edebiyat yapmak mümkün deil. Edebiyatın kendisinin de sınıfsal bir nitelii var. Örneklerine baktıımız zaman; aristokratik ve farklı bir eitim gerektirdii görülebilir. Fakat bizim edebiyatımızda – belki dünyada da öyle – politik mücadele içinden gelmi, yeraltından yükselmi kaçak ya- zarlar var. Aslında biraz da öyle bir yerden sızdım edebiyata. Bir politik hareketin içindeyken ve yoksulların arasında çalıırken, 12 Eylül’ün de getirmi olduu basınçla yazmaya baladım. Tabii bizim kuaımız büyülenmi, anslı bir kuaktı. O dönemde yoksulların arasında büyüdüüm için, yoksullarla bizim politik hareketin öncüleri arasında bir çevirmenlik görevi üstlenmitim. Ancak, o süreçte, el yordamıyla yazma serüveninin sonucunda, kendimi baından beri edebiyat ve kültür dünyasıyla çatıırken buldum. Bunun nedenini bir süre sonra kavradım. Ben yoksulluumu koruyarak edebiyat yapmak istiyordum ve edebiyat böyle bir eye izin vermiyordu. Bu, benim bata kastettiim bir ey deilken, bu çatıma giderek derinleti ve galiba gerçekten, “nsanlar için yazmayacaım!” noktasına kadar vardı. Yoksulluun bana kazandırdıı bir duyarlık olarak, yoksulluumu koruyarak yazmaya çalıırken, birden unu fark ettim: Dilin kendisi de ciddi ve büyük bir problem. Bunun farkına, yoksulların dilsizlii üzerine düünürken vardım. nsan yarattıı bu dille sadece insanı sevebilir; çünkü dil, çok güçlü bir araç; insanı dier canlılardan, doanın içindeki kayıp, o esiz zamandan bugünlere kadar gelitiren bir araç. nsanı dier tüm canlılardan ayıran, koparan... nsan için yaratılmı, insanı yaatmak, ötekilerden korumak için yaratılmı bir araç. Onun için kutsaldır ve insanlar iddetli bir ekilde dillerine sahip çıkarlar. Dil olmasaydı belki de yaayamazdık, bu kadar geliemezdik. Ama aynı zamanda, dil çok sert; bir biçimde, dünyayı ve üzerindeki eyleri anlamlandırmak için kullanamayanları da cezalandıran kış 2015 7 en büyülü kitabı getirmek arzusuyla yazmaya balamı biriyim ve bu arzu hep diri kaldı içimde. bir araç. Onları kuların, daların, ırmakların arasına yerletiren bir araç... Yoksulların ve çocukların doaya ait olduunu düünüyorum. O nedenle –belki sadece dile bakarak ya da yoksulluumu korumaya çalıarak edebiyat yapmak isterken sezdiim durumlardan ötürü – yava yava, insanın ötekiletirdii dier canlılara doru kaydıımı, oraya doru çekildiimi hissettim ve yabaniletim. Bir arkadaımın (Mahmut Temizyürek) benim kitaplarımla ilgili “Edebiyatımızda Bir Barbar Aısı” balıını taıyan bir yazısı var. yi bir edebiyat eserinin, dünyaya ve hayata çok yabancı bir nesne gibi dümesi gerektiine inanıyorum. O nedenle de, yazacaım ey benim için hiç girilmemi ve yabanıl bir alan deilse, yazarken bir yolculuk yapamayacaksam, oradan kendim için bir bilgi çıkaramayacak ve kendimi ayakta tutacak bir bilgiyle çıkıp gelemeyeceksem, o süreçte hiç de hevesli olmam. Yabancı bir nesne derken unu anlatmaya çalııyorum: Hani masallar vardır, Kafdaı’nın arkasında altın bülbül vardır. Masalda üç karde vardır. O sihirli kuu getirecek olan, aklın gitme dedii yere giden kardetir. Bir kuru yol, bir yarı bataklık yol, bir de tamamen bataklık bir yol vardır. Masallardaki en gidilmeyecek yere giden o küçük çocuk, altın bülbülü getirir. Ben öyle gidilmeyecek yere gitmek, 8 kış 2015 Elime kitabı aldıımda – öykü, roman – onun nereden getirildiine bakarım; içindeki o yabanıl enerjiyi sezerim. Bir kitabı yazmak için gerekli olan enerjinin nasıl, nereden getirildiini garip biçimde sezebilirim. Eer bir kitap beni çarı pazar dolatıracaksa, kitabı kapatırım ve, “Kendim giderim çarı pazara !” derim. Eer getirilen, Kafdaı’nın ardındaki sihirli bülbül gibi sihirli bir ey deilse, o zaman çok ilgilenmem. Kendimi okumak zorunda da hissetmem, kitabı hemen elimden bırakırım. Ben belki de, imdiye kadar yazdıım o kitapları yazabilecek bir çocuk deildim. Edebiyatı bir biçimde, o masallardaki gibi Kafdaı’nın arkasına gizledim, olduu yerden çaldım. Bir hırsız olduumu söyleyebilirim bu durumda. Ne yazık ki, yoksullara edebiyat yapma hakkı verilmiyor. Onların sözcüsü olarak da konumak istemiyorum, ama o bülbülü koruyan biri olarak, o dilde direndiim için sıkıntılı ortamlardan uzaklatım. Aslında bir kitabı tam da bitirdiim zaman, o kitabı yazabilecek bilgiye sahip olduumu hissediyorum. Ama i iten geçmi, o kitabı yazmı oluyorum. Kitabı bitirdiimde, bana kazandırdıı bilgi ve enerjiyle uzun uzun yazdıım ve düündüüm konu üzerine konuabilirim. Örnein, Unutma Bahçesi ’ni bitirdiim zaman, altı saat “unutma” üzerine konuabilirim. Ama sonra, yeni bir yabanıl alana girebilmek için, bütün kitapların bilgisinden yava yava sıyrılırım. O nedenle, asıl dönütürücü olanın, aniden peyda olan, zuhur eden olduuna inanıyorum. Edebiyatımızın da bir simülakr edebiyat deil, bir zuhur edebiyatı olmasını diliyorum. : k 2015 5 k Kutlukhan Kutlu Fantastik edebiyatın önemli eserlerini dilimize kazandıran, “Harry Potter” dizisinin çevirmenlerinden, sinema yazarı Kutlukhan Kutlu, çevirmenin edebiyat yayıncılıındaki rolüne ve sorumluluuna dikkat çekti. “Dili Döndürme Sanatı” balıında, bir çevirmenin baına bela olabilecek her eyi görebiliriz; öte yandan, yayıncılık sektörünün üzerinde yükseldii deerleri de anlayabiliriz. Edebiyat yayıncısının ii, her eyden evvel mecazdır. Yakınlarda, Metaforlar, Hayat, Anlam ve Dil adında bir kitap okudum. Çevirmeni Yavuz Gökhan Demir, metaforların aslında ne olduunu bilimsel ve sosyal açıdan inceledii, çok güzel bir önsöz yazmı kitaba. Metaforların beeri bilimlerde, giderek sosyal, hatta bilimsel gerçeklikleri kurduumuz malzemeler haline geldiini belirtiyor. Bu demektir ki, gerçekliimizi metaforlarla ina ediyoruz. Buna nörologlar onay verdiinde aırtıcı olabilir, ama bizim gibi edebiyatla uraan insanların bu sonuca varması çok doal. Aramızda hangi yazar, gerçeklii metaforla ina etmiyor ki ? Çevirmen olarak bizim iimiz de, ite bu metaforlarla ina edilen gerçeklikleri 14 kış 2015 alıp, bir anlamda yapıbozumuna uratıp, onlara yeni uygun karılıklar bulmak, bir anlamda o gerçeklii yeniden ina etmek. Bundandır ki çeviri, yeniden ina etme, yeniden kurgulama sürecidir. Bundan yola çıkarak, öyle cüretkâr bir talepte bulunacaım: Çevirmenin eserde sahiplik iddia edebileceini düünüyorum. Bunun çok basit göstergeleri vardır. Yayıncılar içinde, bastıı edebi eserlerin üzerine çevirmenin de adını yazan kim varsa çok önemli. Çevirmenin adını yazmayanların da bu kararlarını yeniden gözden geçirmesi gerekir. Ben küçükken, tüm aile fertleri dilini yuvarlayabiliyordu. Bense yapamadıım için, “Dilimi sizin gibi yuvarlayamıyorum, ama ileride çok güzel döndüreceim,” demitim. Gerçekten, dil benim için çok küçük yatan itibaren bir ilham kaynaı oldu. Hem kelimelerimizi, hem de dü- ünmemizi dorudan etkiliyor. Ne kadar çok dil bilirsek, o kadar çok kültürün kavramlarına aina oluyoruz. Bildiimiz dillerle zenginleiyoruz; kendimizi o dille gerçekletiriyor ve ina ediyoruz. Yıllar sonra çeviri yaptıım dile dönüp baktıımda, beni büyük oranda etkileyen eyin, çocukluumda okuduum kitaplar olduunu gördüm. Fark ettim ki, çocukluumda okuduum Agatha Christie polisiyelerinde, Hercule Poirot ve Miss Marple nasıl konuuyorsa, ben de çeviri yaparken içgüdüsel bir ekilde o ifade biçimlerine uzanıyorum. Çünkü o karakterler ve konumalar, bir yerlerde benim temel ifade biçimlerimi oluturmular. Bu nedenle, çevirinin yalnızca insanların dillerini kullanma alıkanlıklarını deil; çocuklukta dil ve okuma merakı oluurken, kiiliin oluumunu da etkilediini düünüyorum. Okuduum romanda, Sherlock Holmes, Dr. Watson’a dönüp “Kuzum Watson,” ya da “Azizim Watson,” diyorsa; bunun beni “Sevgili Watson,” diyen bir çeviriyi okuyan halimden daha farklı bir insan yaptıını düünüyorum. Çünkü, bu kavramlar kafamda belli kültürlere denk gelmeye balıyor. Çeviriden önce, “Bir metin nedir, bir yazar ne yapar ?” gibi noktalara da bakmalıyız. Öykü, acaba yazarın dıında bir varlık mıdır ? Örnein; Marslılar’ın dünyayı istila etmesini, sonra da dünyadaki basit bir virüse yenik dümelerini ve istilalarının anlamsızca yarıda kalmasını anlatan bir öykü fikri olsa... Bu fikir farklı yazarlara verilse, hepsi de farklı kurgulayacaktır. Ama temel meselemiz, hikâyenin nasıl kurgulanacaıyla bitmiyor. Yazarlara, kurulması gereken olay örgüsünü ve tüm senaryoyu verseniz de, her biri bam- baka çarıımlar ve duygulanımlar yazacaktır. Bunun pek çok örnei var. Örnein, Alman efsanelerinden Faust ’un Christopher Marlowe tarafından 16. yüzyılda yazılan uyarlama oyununa ve yine aynı efsaneden çıkan, Goethe’nin yeri göü inleten, romantik edebiyatta bayapıt olan Faust ’una bakalım. kisi de aynı öyküyü anlatırlar, ama bambaka yerlere giderler ve bambaka eylere dokunurlar. Ve bundandır ki, Goethe’nin kahramanının özlemleri, Marlowe’un kahramanının özlemlerinden farklıdır. Bu farklılık, olayların bakalıının yanı sıra sözcük seçimiyle de olumutur. Bir yazar kelimelerini seçerken, bilerek ya da bilmeyerek, onu yazar yapan özün ve birikimin güdülendirmesiyle ortaya bir doku çıkarır. Sevdiiniz bir yazar, bazen bir trajedi, bazen bir casusluk öyküsü, bazen de bir akı anlatabilir. Ve okur olarak siz, o yazarda tam olarak neyi, niçin sevdiinizi belirtemezsiniz. Çünkü bu, yazarın kurduu dille okuru beslemesi anlamına gelir. Yazarın kurduu dil dünyası, sizin insan olarak kendi karakterinizi biçimlendirmenize ve zenginletirmenize belli bir katkıda bulunur. Çevirmen olarak bizim iimiz de, metnin zenginliini yitirmesine izin vermeden, bu zenginlii yeni bir dilde olabildiince ortaya dökebilmektir. Çevirmen, öncelikle yazarın kullandıı ifadeleri çevirmekle sorumludur. Sonra da terimleri... Daha geni bir açıdan bakarsak, çevirmen, kitabın duygusunu, hatta sürükleyiciliini ayakta tutmakla meguldür. ngilizce’de çok okunan kitaplar için page turner diye bir deyi vardır. Türkçe çevirisi (yani kötü çevirisi), “sayfa çevirttiren” olabilir. Yazar kitabı öyle bir yazar ki, elinizden bırakamazsınız. Türkçe’de bu tabirin iyi çevirisi de öyledir: Elinizden bırakamadıınız kitap... kış 2015 Peki, çevirmen neyi tercih edecek ? Estetik açıdan sadakati tercih edip cümlenin düz kurulmasını mı, yoksa cümlenin polisiyesine ve gerilimine sadık kalmayı mı tercih edeceiz ? Çevirmen olarak her gün yaptıımız pek çok seçimden biri. Ama bu seçimleri istikrarlı olarak yanlı yaparsanız, bir kitabın okurda bıraktıı duygulanımı ve keyfi, dorudan etkileyebilirsiniz. Peki, yazarın hangi özellii bunu salar ? En temel anlamıyla, bir sayfada yazanlar, dier sayfadakileri merak ettirmeli. Bir yazarın anlattıı ey, cümleden cümleye de okuru merak ettirebilir. Nasıl olur bu ? ngilizce’deki cümle kurulumunda; özne, yüklem, arkasından nesne, sonra da eylemi açıklayan ve süsleyen cümleler gelir. Türkçe’de ise, yüklemleri sona atılan bir kurgu kullanıyoruz. Basit gibi görünebilir, ama çevirilerde tırnak içinde konumayı verip, arkasından devrik bir “dedi Holmes, Watson’a,” cümlesi kullanma nedenimiz, yazarların kendi dillerinde cümle içinde yarattıı gerilimi, çeviride de yaatabilmek, ayakta tutabilmek isteimizdir. Bu nedenle, “Holmes, Watson’a ‘Ama onu geçen sokakta gördüm, ayaklarının altı kırmızıya boyanmıtı,’ dedi”, gibi bir cümle kurmuyoruz. Önce cümleyi, sonra söyleyeni koyuyoruz. Bir bakıma, çevirmenler olarak, ngilizce sözdizimini taklit ediyoruz. Sürükleyici kitaplar yazan, özellikle bestseller dediimiz çoksatanları yazanlar, gerilimi ayakta tutmak adına bu yapıyı kendi lehlerine kullanırlar. Çevirmen de, o cümleyi düz dizdiinde tüm gerilimin gideceini bilir. Ben buna, cümlenin polisiyesi diyorum. Yani her kitabın kendi polisiyesi, kendi merak ettiricilii vardır. 16 kış 2015 Bir yazar metnini; birikimi, olmuluu, yazarlıı ve insani tecrübesiyle yaratır. “Harry Potter”ı ele alalım. J. K. Rowling adında bir yazar, hayatında gayet kötü bir dönem geçirirken ve hiçbir eye dair umudu yokken, oturup bambaka bir dünyaya geçen çocuun hikâyesini yazıyor. Aslında bir anlamda o çocuun ümidinin, yazarın ümidini yansıttıını düünebiliriz. Yazar, kitabında yarı acı, yarı tatlı, ümitle dolu, ama büyük acılarla da dolu ve çocuk kitaplarında görülemeyecek kadar sert birtakım trajedilerin de yaandıı umut dolu bir dünya kuruyor. Bazı yazarlar bazı eserlerini, ancak bazı dönemlerinde verebilirler. Yazarlıkta olgunluk dönemi diye bir ey vardır. Örnein Borges, yıllarca öykü yazdıını, ama Kum Kitabı ’nı ustalık zamanında yazdıını, yazarlıının en baından beri yazmak istedii kitap olduunu söyler. Aynı ey, çevirmenler için de geçerli. Bazı çevirilere hazır deilizdir. Birikimimiz hazır deildir. Örnein, “Harry Potter”ın çevirisine çok genç yata katıldım. Roman çevirmeni olarak ilk ciddi deneyimimdi. Normalde, benim pek çok açıdan “Harry Potter”a hazır olmamam gerekiyordu. Fakat hazırdım; çünkü Rowling’in düünsel olarak geçtii yolların önemli bir kısmından geçmi, onun ilham aldıı öykülerin birçounu okumu ve onun düündüü tipte öyküler üzerine ben de düünmütüm. Dolayısıyla, göndermelerini doallıkla yakalayabilecek noktadaydım. Çevirmenlik, salt çeviriyi aldıktan sonra üzerinde uygulanan çalıma deildir; çevirmenin kendi üzerinde yaptıı çalıma, yani hayatını nasıl yaadıı, o eserin önemli bir kısmıdır. Nasıl ki bir yazarın hayatı, ortaya çıkardıı eserin önemli bir kısmıysa, bazı çevirileri de bazı yazarlar yapabilir. yıneviniz, en önce de editörünüz. Çevirmen olarak, arkamda iyi bir editör olduunu hissettiimde yaratmak konusunda her zaman kendimi cesur hissederim. Böylece serbest uçula bir sürü yaratım çıkarırım. Editör devreye girer ve der ki: “Ben unu beendim, urada iyi gidiyorsun, u çizgide aynen devam et.” Dolayısıyla, bu süreç benim yazarı okumamdan, yazar gibi düünmemden, editörün benim gibi düünmesine kadar varır. Hepimiz yapamayacaımız klasik çevirileri örnek verebiliriz. Örnein, ngilizce’nin “Everest tepelerinden biri” James Joyce’un Ulysses ’idir. Çou insanın çarpıp geri döndüü, çok zor bir çeviridir. Ama bunların hayat tecrübesiyle ilgisi yoktur belki de, dil üretebilmekle ilgisi vardır. Yani yaratıcılıkla... Çeviri, ifre çözme ii deildir. Böyle bir anlayı, tamamen matematiksel bir eydir ve yoruma açık deildir. Kiinin dıındadır. Google Translate gibi bir canavara, sevdiiniz bir yazardan, sevdiiniz bir cümleyi yerletirin ve Türkçe’ye çevirin; nasıl felaket bir ey ortaya çıkacaını göreceksiniz. O yazarı, o haliyle okumak ister misiniz ? Bu tür on -line çeviri makinelerinin verecei pek çok kelime karılıı var. Ama o karılıklar arasında sizin neyi seçeceinizi sezginiz, edebiyatsever okur olarak nasıl bir birikiminiz olduu ve yaratıcılıınız belirler. Bu noktada yaratıcılıa fazla kapılmak gibi bir tehlike de var. Bence çevirmenlik en iyi, içinizde yazar damarını bulduunuzda yapılabiliyor, ama o yazar damarında fazla ileri de gidebiliyorsunuz. Bu konuda sizin salam bir freniniz var: ya- Böylece, edebiyat için son zamanlarda çokça söylenen ey gerçekleir: “Edebiyat bakası olma simülasyonudur.” Ben, “yazar olma” simülasyonuna girerim; yazar, “karakter olma” simülasyonuna girer; editör, “ben ve yazar olma” simülasyonuna girer. En son okura gelir i ve o da, bu birçok insanın beyninin etkileiminden ortaya çıkmı, damıtılmı, mümkünse doal bir dille ortaya konmu eserin keyfini çıkarır. Dolayısıyla da çeviri, aslında birçok zihnin ortak yaratımı olan bir eydir ve bu ortak yaratım, okurun kendi yaratıcılık sürecini tetikler. Biz eer çevirmen olarak yaptıımız iin önemine inanıyorsak, insanların düünsel dünyasına dorudan etki edebileceimiz ve çocukların geliiminde pay sahibi olabileceimiz gerçeiyle yüzlemeli ve bu sorumluluu almalı, bu sorumluluu aldıımızı da yayınevlerine iletmeliyiz. Onlar da bizden kendimizi gelitirmi, bu birikimi salamı, bu karılıı verebilecek yeterlilikte insanlar olmamızı talep edebilmeli. : kış 2015 17 ep Ce 5. Zeyn ü, Ekim at Gün debiy mali E 2015 Usta edebiyatçılar, yayıncılar, çevirmenler, editörler, kütüphaneciler ve yayıncılık sektörüne emek veren pek çok katılımcı 5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde bir araya geldi. Keçi, bu edebiyat dolu konferansın katılımcılarının güne ilikin duygularını paylaıyor. “ “ Bütün edebiyatçıların yılda bir kere de olsa – ki bu konferans ilk ve tektir – bir araya gelmemiz beni çok mutlu kılıyor. lenen konular da öyle. Ama her eyden önce, birbirimizi görmemiz, bir eyler aktarmamız, bu birliktelik bir ölen gibi. Gülten Dayıoğlu, yazar Edebiyat, aslında hem dilin estetikletirilmesi hem de insan beenisinin zarifletirilmesi, inceltilmesidir. Bu etkinliklerin tümü de buna kalıcı biçimde hizmet ediyor. Prof. Dr. Onur Bilge Kula, Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü “ “ “ 18 Burada olmak benim için çok keyifli. Edebiyata dair çok doyurucu bir toplanma olmasıyla birlikte, edebiyattaki dostlarımla ve Günııı Kitaplıı ailesiyle olmak beni çok mutlu ediyor. Leyla Ruhan Okyay, yazar Bu kötüye giden günlerde, gerçekten bir ıık aslında Günııı Kitaplıı. Edebiyat üzerine düünmek ve söz söylemek adına, birçok alandan insanı bir araya getirmesi adına çok önemli bir konferans. Şafak Pala, Bursa Nilüfer Kütüphanesi Müdürü Zeynep Cemali’yle tanıamadım, aynı döneme denk gelemedim. Ama nedense bir ruh birlii hissediyorum onunla. Onu hep anmak istiyorum ben de. Bu konferans bir vefa örneinin yanı sıra edebiyat adına da yapılan çok güzel ve özenli bir çalımadır. Hacer Kılcıoğlu, yazar kış 2015 hacca giden biri; oradan köle olarak almı, azad etmi ve buraya getirip evlendirmi sevabına. Hatçam Teyze o damardan gelen biriydi. Bakkal Nihat da öyle, çocukluumdaki gerçek karakterlerdendi. Hem iyi hem kötüyü içinde barındıran, koullara göre davranan insanlar,” dedi. Ahmet Büke, blog yazılarından oluan son kitabı nsan Kendine De yi Gelir ’e ilikin, okurlarından nasıl bir beklentisi olduuna yönelik soruya, “Bu kitap bir mahalle güzellemesi deil. Umarım böyle algılanmaz. Bir mahallenin aslında ne kadar tekinsiz olabileceini, deiimle sürekli çatıma içinde olan karakterleri anlatıyor,” cevabını verdi. Semih Gümü, kitapta gündelik hikâyeler anlatılırken, beklenmedik bir ekilde, ortaya çıkan gerçeküstü durumların öyküleri daha ho hale getirdiine dikkat çekti. Büke, büyüdüü corafya gerei, gerçeküstü anılara çokça alıkın olduunu, bu nedenle öykülerinde rahatlıkla kullanabildiini u cümlelerle vurguladı: “Galiba bunun çocukluk yıllarımla bir ilgisi var, gerçeküstü bir hali vardı çocukluumun. Mesela annem, ‘Ne güzel biz gezip dolaıyoruz, ama bahçemizdeki ide aacı burada dodu, öldü ve hep burada,’ derdi. Dedem her sene gidip zeytinleri topladıktan sonra, ailedeki her kuaı doyurduu için zeytinlerle helalleirdi.” Dijital bir ortamda öykü yazmanın farkına da deinen Büke, kuak itibariyle basılı kitabın yok olmasına razı olamayacaını, tüm gününü tabletlerle geçiren yeni kuaın kitabı algılayıının daha farklı olduunu, dolayısıyla internet teknolojisinde içerik üretmenin de kaçınılmaz olacaını belirtti. Ahmet Büke, söyleinin soru-cevap bölümünde, yöneltilen “yazmaya balama ve yazarlık motivasyonu”na ilikin soruya ise u cevabı verdi: “Çocukken babamın kitaplarından bir kısmını okuyarak baladıımı, pek de bir ey anlamadıımı hatırlıyorum. Sekiz yaındaydım ve ilk okuduum kitap, Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam ’ıydı. Kitabı bitirdikten sonra, babama dönüp, ‘Baba iyi de burada kimse suyu aramıyor ki,’ dediimi hatırlıyorum. O da bana, ‘Zamanını harcama, büyüyünce anlarsın,’ demiti. Okumayı seviyor, çok merak ediyordum. Ama yazma fikri aklımın ucundan geçmemiti; arkada çevremin iteklemesiyle ve yine onların sayesinde öykülerimin Adam Öykü’de yayımlanmasıyla birlikte yazarlık özgüvenim de geldi.” Politik bir kuaktan geldiini, dünyada bir eyleri deitirmeye kafayı takmı gençlerden biri olduunu anlatan Büke, “Politik mücadele, o zamanlar dünyayı deitirmenin araçlarından biriydi. Sonradan üniversite bitince, 90’lı yıllarda bunun koulları deiti. Dünyaya dair bir söz söylemek ve bir deiim mümkünse, onun nasıl bir parçası olabilirim diye kafa yorarken aklıma edebiyat geldi. Kendimi yeniden gerçekletirmenin bir kouluydu edebiyat,” cümleleriyle edebiyata yönelme hikâyesini özetledi. : kış 2015 21 k 2015 5 ı ı Karin Karakaşlı Çada edebiyatımızın ödüllü kalemlerinden Karin Karakalı, her ya için iki anadilde yazan, okuyan, düünen ve eitim veren bir edebiyatçı olarak okumanın ve yazmanın olanaklarını, olanaksızlıklarını ve koullarını tartııyor. Edebiyata tapıyorum elbette, ama harflerden önce sesle balıyor her ey. Herkes sırasını bilmeli. Benim için önce ses var. Annelerimizin ninnilerini hatırlayalım, hiçbir ey yoksa onlar var. Söyleyeceimiz her ey bittiinde – ki maalesef bu ülkede fazlasıyla yaadıımız bir ey bu – “ah” deriz ve aslında kuramadıımız bütün cümleler, o “ah”ın içini doldurur. Harflerin de öyle bir ızdırabı var: Onları yan yana getirip bir dil oluturuyoruz ve bu dili her ey için kullanabiliyoruz. O dilde küfür ediyoruz, alıveri ediyoruz, hayallerimizi ve rüyalarımızı anlatıyoruz, âık oluyoruz, seviiyoruz... Aynı zamanda dil, bir araç. Ne zaman ki, insan o aracın içinden çıkıp, kendine kutsal bir mekân yaratmaya ve bir edebiyat dili oluturmaya çalıırsa, bu ikincil bir çaba gerektirir. Bir yazarın edebiyat dili ne kadar yetkin olsa da, kukusuz, o dil ilham perileriyle inmez. 24 kış 2015 � Ben ikidilli bir çocuk olarak yetitim; anneannem olmasaydı, anadil denen yolculuk, beni Ermenice’ye dorudan getirir miydi, bilmiyorum. Çünkü Ermenice ve Kürtçe dediiniz, Fransızca, Almanca ya da ngilizce’den farklı tınlıyor. Ama bu, dillerin kendi suçu deil. Diller de bebeklerin bütün seslere açık olması gibi, son derece aynı douyorlar. Onlara giydirilen anlamlar, siyasallamaları, esas anlamı dıında her eyi ifade eder hale gelmeleri, biz insanların, daha dorusu bilinçli devlet politikalarının ürünüdür. Tüm bunlardan habersizce, sadece anneannemin dilini konutum. Evimin bütün dünyam olduu bir yerde, adı bile konmamı; evin dili. Evin dilini konuurken, bir yandan da 70’lerde siyah - beyaz televizyonlarda yapılan yarım saatlik yayınları dinliyordum. O yayınlarda konuulanla, sokaktaki ve evdeki dil farklıydı. Ve pek ZCEG.5 tabii, bir çocuun en iyi yaptıı ey, soru sormaktır. Sorularım baladı: “Yaya, bu ne ?” dedim; “Türkçe,” dedi. “Benimki ?” diye sordum; “O Ermenice,” dedi. te o zaman bir eyler parçalanmaya balıyor. Çocukluu, o yekpare mutlu zamanlarımızın bir ekilde parçalandıı halimiz olarak tanımlıyorum. Haliyle bazı ülkelerin ikidilli çocukları, dierlerine kıyasla daha çabuk büyüyordur. Çünkü sviçre’de yetien çocuun üç resmi dili vardır, üçünü de okulda öreniyordur. Kullanım pratii gerei biri dierinden önceliklidir. Ama Cenevre’deki bir çocuk Fransızca konuurken, yanında talyanca ve Almanca eitimi de alıyorsa, onun bu dillere yükleyecei anlamla, Türkiye’de Ermenice - Türkçe ya da Kürtçe - Türkçe örnekleri anlatacak insanların bu dillere yükledii anlamlar aynı olamaz. “Sokaktaki dil, evdeki dil...” Çocuk, mucizevi bir yaratık. kidilli çocuk ise her eyi çok çabuk kapan cinsten. Çünkü, sadece Türkçe için ilkokuldan önce özel bir çaba harcanmı olmuyor; Ermenice’ye de aynı çaba harcanıyor. Ermenice, zaten batan sona çabalı bir hayat demektir. Dil aslında hayattır, ama hayat Ermenice akmıyor ki... Hayatını o ekilde akıtamıyorsan, o dil ya hep sıkıcı bir ders konusu olarak ya da kutsayacaın, özel anlamlar yükleyecein, ama bunları yaparken bile hayattan kopabilecein bir ey olarak kalacaktır. Bu anlamda, Türkçe’yi sokakta oynarken, televizyona kulak verirken örendim; Ermenice’yi de anneannemden, yani evden... Kendi varlıımı anlatmanın, kendimi daha rahat hissetmenin tek yolu olarak, dile küçük yata merak saldım. Sınavlara girerek Avusturya Lisesi’ne gittim. Orada tek Ermeni çocuk olarak, yeni bir sınıf ortamına girdim. Bir de Yahudi arkadaım vardı. Dil aile gruplarını merak eder, incelerdim. Türkçe, Ural - Altay’da... Ya Ermenice nereye giriyor diye baktıımda, Hint - Avrupa diline ait olduunu gördüm; ama sadece cümle yapısıyla. Kürtçe’yi de orada gördüm. Bir gün, Atatürk lke ve nkılâpları dersinde öretmenimiz bize, “Kürtler kart kurt sesini çıkarırlar, o yüzden onlara Kürt denmitir,” hikâyesini anlattı. “Dil yoktur, o çıkardıkları ses de budur, zaten Kürtçe de yoktur,” açıklamasını duydu kulaklarım. O zamanlar Kürt arkadaım da yoktu, kimliksel hezeyanlarım falan da. “Olur mu hocam, ben Kürtçe’yi Hint - Avrupa dil grubunda görmütüm,” dedim. Öretmenimin bana dehetle baktıını hatırlıyorum, o derste hangi dilin neye denk geldiini de... Arada olma hali... Anadilimin edebiyat diline evrilmesi için yalıtılmı olmam ya da Ermenice konuulan Beyrut gibi bir yere gitmem gerekiyordu. Benim öyle lükslerim olmadı; burada mücadele edilmesi gereken çok ey vardı. Dolayısıyla, iki anadilim var. Edebiyat dilim halen Türkçe ve benden doallıkla Ermenice edebiyat dilini de gelitirmem bekleniyor. Çünkü, benden önceki kuakta yalnızca 70 yalarında bir yazarımız var. stanbul, bir zamanlar Ermeni edebiyatının, Batı Ermenicesi’nin kültür kış 2015 25 meyecektir akıllara. Bazı kuaklarımızın Ermeni arkadaları, komularıyla yaama ansı vardı. Pek çok bilgi çocuklara aktarılmadıı için, kaçınılmaz olarak, Ermenistan’dan çıkıp gelen enteresan insanlarmı gibi bile algılanabiliyor. Anadolu’nun en köklü halklarından biri olduu bilgisi verilmiyor. Özellikle bu alanda, Türkçe ile Ermenice’yi birbirine yakınlatıran, Ermeni edebiyatını ve dolayısıyla bu topraın bütün birikimini Türkiye’ye sunmak isteyen Aras Yayıncılık’ın önemli çalımaları var. beiiyken, bugün bir yazar çıkaramıyor. Ondan da kötüsü, eski yazarlarımızın eserlerini okumaktan aciz bir kuak var. Yapım gerei ikidilli olduum için, hep karılatırmalı edebiyat denen alanı istiyormuum; en yakın bulabildiim de mütercim tercümanlık oldu. Bugün hâlâ, çevirmen olmayı isteyiim bana mantıklı geliyor. O arada olma hali, çok zenginletiriyor insanı. Sanıldıının aksine çeviri, yabancı dilleri deil; dorudan anadili, benim için Türkçe’yi gelitiren bir ey oldu. Kendi dilinize belli bir mesafeden bakıp, düünmeyi ve ayrıntıyı tadabilir hale gelmeyi mümkün kılıyor. Edebiyat dilimin olumasında, mütercim tercümanlık sayesinde Türkçe’nin o tınısını kavramamın büyük etkisi oldu. Bu aradalık hali benim için çok ey ifade ediyor, belki de aidiyeti. Hatta ben stanbul’u da öyle yaıyorum. stanbul, vapur olarak tanımladıım bir ehirdir. Yerle gökyüzü arasında, geçmile gelecek arasında, çıktıım iskeleyle varacaım durak arasında gibi. “Ermeni” sözcüüne yüklenen anlamlara bakılırsa fazla olumlu eyler gel- 26 kış 2015 Müfredatın hayat olmadıı bilgisiyle devam etmemiz gereken günlerdeyiz. Çünkü müfredat sisteme kilitli. Sistem kimi zaman u ideoloji, kimi zaman bu ideolojidir; ama sonuçta, tekdüze, üniforma gibi insanlar ister. Sistem, herkesin rahat olmasını, soru sormamasını, güdülebilmesini ister. Dolayısıyla, sistemde deiiklik istemek, devrim için direnmek ho ve büyük iler; ama daha pratikte, sistemde gedikler açmak ve oralardan sızıntılar yaratmak gerek. Sınıf ortamları bunun için inanılmaz, büyülü alanlar. Tabii öyle kullanmak istersek. Aynı zamanda da çok tahakkümkâr – eer baka türlü kullanmak istersek. Bize cesur ve özverili gazeteciler, öretmenler ve yayıncılar lazım. Sözünü sakınmayan, dediinin arkasında durabilen, sözüyle eylemi çelimeyen omurgalı yazarlara ihtiyaç var. Bunlar hepimize sıınak yaratır ve kimliin kalıplara oturtulamadıı, geçmite olduu gibi kapana dönümedii zamanlar salar. Ben, nefretin ve acının yükünün hafifledii, bu üç dilin – Ermenice, Kürtçe ve Türkçe – bütün yabancı dillerden daha çok sahiplenildii ve “hepimizin dili ve bizim canlarımız” denilen bir ülke için çalımaya devam edeceim. : cuk, ergen ya da genç ne düünür, zihnini nasıl çalıtırır ?’ diye düünüyorum. Zamanında kafasının dikine giden çocuun, bir gün deiecek olan dünyasını kurma sürecinde, aslında ne gibi kısıtlılıklar, önyargılar, aymazlıklar içinde debelenmekte olduunu hatırlamak yazarın kalemini çok etkiliyor, hızlandırıyor, bazen de hiçbir ey yazdırmıyor.” buradayım, sen neredesin ey okur!” alıntısını hatırlatan Müge plikçi, kendi açmazlarından ürkmeyen, kendine iyi davranan, kaybetmekten korkmayan, kendini ama hayalini içinde barındıran, düünceyi yaratıcılıkla bütünletirebilen, hayal etmenin pek çok gerçekle bulumak anlamına gelebileceini ve dünyanın katı gerçeklerinin hayallerle deiebileceini umut eden bir okur beklediini anlattı. Tolga Gümüay, farklı yalara yazan bir yazarın nasıl bir okur düleyeceini cevaplarken, çocuklar ve gençler için yazmadıını, çocuklar ve gençler hakkında yazdıını vurguladı: “Ne okuru ne de yazar olarak kendimi düünüyorum. Öncelikle karaktere odaklanıyorum, onun gözünden anlamaya çalııyorum evreni.” Gümüay, çocuun metinle özdelemesi için de “onlar hakkında” yazmaya çalıtıını; karı tarafı düünmenin, reklamcılıkta iine yaradıını, ancak bu yöntemin edebiyatta büyüyü bozabileceini belirtti. “Farkındalıımızı artıran bir serüven aslında yazmak,” diyen Mine Soysal, asıl meslei olan arkeolojiden örnek verdi. Arkeolojide buluntuların çok önemli olduunu, ama kendisinin buluntu yerine, hep onun anlattıı öyküyü merak eden biri olduunu söyledi. “Bir insanın kötü ya da iyi olması beni ilgilendirmezdi, neden kötü ya da neden iyi olduu ilgilendirirdi. Çocukların soruları – eer sormalarına izin verilirse – yetikinlerin önyargıyla kurdukları dünyayı deitirebilir. Öncelik her zaman çocukların isteklerinde, sorularında, hayallerinde ve umutlarında olmalı. Edebiyat eer bir ie yarayacaksa, önce çocukların ihtiyacını karılamak zorundadır.” Okurunu arayan yazarlar listesinde olduunu söyleyen ve Ouz Atay’ın, “Ben Mine Soysal, “Edebiyatı tüketecek bir çocuun ve gencin okur kimliini kurabilmesi için, özgürlüklere, özgürce kitapları karıtırmaya, seçimler ve denemeler yapmaya, bazen de yalnız kalmaya ihtiyacı var,” cümleleriyle, yazar kadar çocuk ve genç okurun da sahip olması gereken özgürlüün altını çizdi. Panelistler, Soysal’ın, “Çocuk ve gençlik edebiyatı kitaplarını yetikinlerin okumayacaı yönünde bir önyargı, büyük bir yanılsama var. Oysa çocuk ve gençlik edebiyatı kitapları, küçüklerin de büyüklerin de okuyabilecekleri kitaplar anlamına geliyor. Bu noktada önyargılarımızdan ciddi anlamda geri durmamız, aklımızı deitirmemiz gerekiyor,” cümlelerinde hemfikir olarak oturumu sonlandırdılar. : kış 2015 29 ver” seçenei, kitabı bir ay sonra bile temin etmemize olanak tanıyor. Betül şeri Erdal Akalın KK: Diyelim ki, yayınevi her eyi mükemmel yaptı ve yeni bir kitabın tanıtım bültenini size gönderdi. Örnein, Dost Kitabevi böyle bir durumda tanıtım bülteninden nasıl yararlanıyor ? Kitapların kaçar adet alınacaına neye göre karar veriyorsunuz ? EA: Merkez maaza dıında altı maaza var, ama onlar ilk siparie karımazlar; merkez verir siparii. Merkez ubemizde iki danımanımız var. Danıman bölümümüz, sosyal bilimler ve genel edebiyat aırlıklı. Danımanlar, uzun yıllardır bu ite çalıan, ciddi kitap okuru arkadalar. Bülteni ellerine aldıklarında gereken ipucunu yakalıyorlar ve ona göre sipari adedini belirliyorlar. Bu noktada çok ince davranmak gerekmiyor, çünkü kitap satılmazsa iade edilebiliyor, satılırsa da bir gün sonra ek stok geliyor. Yani ilk gün verilen sipari sayısı hiçbir ey ifade etmiyor. KK: Diyelim ki, bir inceleme - aratırma kitabından 60 adet sipari verdiniz; bunun maazalar açısından bir daılım farkı vardır herhalde. Örnein, Karanfil maazanıza baka miktarda mı gidiyor ? 34 kış 2015 EA: Karanfil baka bir vaka zaten, oraya yüksek stoklu gelir her kitap. Çayyolu’ndaki ubemiz iki numaradır, oraya be gidiyor, dierlerine de ikier üçer. KK: Peki, her kitabı sipari ediyor musunuz ? Eitim yayınları da olsa... EA: “Bu da rafa girmez artık!” denecek bir özellii yoksa her kitap sipari edilir. Biz karar veremeyiz, biz yeni yayınlar bölümüne koyarız ve okur karar verir o kitabın kalıp kalmayacaına... Kitap muhakkak bütün ubelere gider, ama hiç satılmamısa zamanla ubelerden çekilir. B: D&R maazalarına sipari verirken, en çok yazara önem veriyorum. Yazarın önceki kitapları önemli. Tür de önemli. Romantik bir roman için baka adetler, çocuk bölümü için baka adetler çalıılabiliyor. Otomatik sipari sistemimiz, her gelen kitap için önceki satı verilerini kullanan bir algoritma dorultusunda daıtım yapıyor. Algoritma, kitabın türüne ya da temasına bakıyor. Örnein; “romantik” balıındaki kitaplar, hangi maazada kaç sattı ? Son altı aydaki verilere bakılıyor ve adet planlaması yapılıyor. Siparii kiilerden baımsız olarak sistem ayarlıyor ve sistem, sipari verilen maazanın stant kapasitesini ve satı potansiyelini de göz önünde bulunduruyor. AB: On -line maazacılıkta mekân sınırlamamız olmadıından anslıyız. Hiçbir kitabı, “Bu artık satmıyor,” diyerek raftan kaldırma gibi bir sınırlamamız yok. Zaman ve mekândan baımsız, kitaplar 7 / 24 raflarımızda duruyor. KK: Bir kitabevi tasarlanırken, örnein 500 metrekarelik bir alana kaç balıkta kitap konulabilir ? EA: 500 metrekare için 20-25 bin balıkta kitap alınabilir, ama 30 bin zorlar. B: Bizim biraz daha az olur, 15 bin civarında olacaktır diye tahmin ediyorum. KK: Konu çocuk kitaplarına geldiinde, maazalarda ayrılan alan yeterli mi sizce ? Sadece çocuk kitapları satılan maazalar düünüyor musunuz ? KK: Satılarınız hangi ehirlere öbekleniyor ? Kapanan kitapçıların olduu yerlerde kitap satıları devam ediyor mu, yoksa internetten mi alıyorlar ? EA: Bu, genelde butik kitapçılık balıı altında mümkün olabiliyor. Londra’da Covent Garden’daki iki katlı bir binada sadece seyahat rehberi ve harita satılıyor. Bir baka yerde sadece sanat kitapları satılıyor. Türkiye’de bu anlamda sınırlıyız ve büyüyen bir kurulu deiliz. Yeni yerler açarsak düünebiliriz. KK: 1996 yılında Idefix kurulurken veriler konusunda büyük sıkıntılar yaandı; ne kategori, ne de katalog vardı. Özellikle 2010’dan bu yana dijitalde büyük çaba gösteriyor herkes. Peki, dijital platformlarda barındırılan balıklar açısından bakıldıında, D&R, Idefix ve Kitapyurdu’nda durum nedir ? AB: Şimdiye kadar, büyük çounluu kitap olmak üzere (defter gibi birkaç kırtasiye malzemesi de satılıyor) 283 bin aktif ürün var Kitapyurdu’nda. Kayıtlı olan daha da fazladır. B: Kayıtlı balık sayımız 250 binin üzerindedir. Ama burada tekrarlar da var, ki sadece kitaptan bahsediyorum. Bir yayıncıdan dierine geçen kitaplar var örnein. Şu anda aktif olan, yani ulaılabilir sayı 120-130 bin civarında. %3 - 4’ü yabancı yayındır. Kenan Kocatürk B: Trump AVM’de ayrıca D&R Kids maazamız da var; biri de Suadiye’de. Uygun alan buldukça deerlendirmeyi düünüyoruz. AB: Kitapyurdu’na 81 ilden de aktif sipari geliyor. %40 stanbul, %30 zmir-Ankara... Kalan %30 dier illere daılıyor. En çok sipari veren be ehir; stanbul, Ankara, zmir, Bursa, Kocaeli. En az sipari verenler; Idır, Bayburt, Ardahan, Kilis ve Tunceli. Şimdiye kadar bin adet sipari gelmi bu ehirlerden. KK: Dijitalden çıkıp, zincir kitabevlerinin maazalarına bakıldıındaysa; stanbul %57, Ankara %17, zmir %5. Bu veri, büyük kentlerde halen Dost ya da D&R’ye gitmek için sokaa çıkanlar bulunduunu gösteriyor. in ticaretini yapanlar olarak kitapları, çoksatanlar, uzunsatanlar ve rafa konulursa satanlar olarak kategoriletiriyoruz. nternette böyle bir ey yok. Maazalardaki satıların öbeklenmesi bu sınıflandırmaya göre nasıl ? B: Uzunsatan kitaplar, satıımızın büyük kısmını oluturuyor. Neredeyse %70 kış 2015 ın, büyük bir endüstri olmanın ötesinde, düünce özgürlüünün korunmasındaki temel ilevinin altını çizdiler. Doallıkla tüm bu özgür düünce söylemleri, ran Kültür Bakanlıı’nın katılmaktan vazgeçerek fuarı boykot etmesini engelleyemedi. Konuyla ilgili bir basın açıklaması yapan fuar yönetimi, yayıncılıın ve edebiyatın her zaman “sorun yaratıcı” alanlar olduunu belirterek, edebiyatın temel ilevinin dünyanın hallerini anlatmak ve bize üzerinde düünmediimiz kabullerimizi sorgulatmak olduunu ifade etti. Fuar yönetimi, bu yıla özel bir dier politik duruu da, Suriye’li göçmenlere hafta sonu fuara ücretsiz giri ve dillerini konuabilen rehberler eliinde özel fuar turları yapma olanaı salayarak sergiledi. Her yıl farklı bir ülkeye odaklanan fuarın bu yılki onur konuu Endonezya’ydı. Endonezya yayıncılıını temsilen konuan Rafli L. Sato, hükümetlerinin her yıl milli bütçenin %20’sini eitime ayırdıını, bunun sonucunda kitap okuma oranlarının da hızla arttıını; Endonezya pazarındaki en büyük geliim potansiyelinin çocuk kitapları ve çizgi roman alanında bulunduunu belirtti. Türkiye, her yıl olduu gibi bu yıl da fuara Salon 5.0’daki ülke standı ve Salon 3.0’daki çocuk ve gençlik yayınları standıyla katıldı. Fuara Türkiye’den katılan yayınevi temsilcileri bu stantlarda hem kitaplarını sergiledi, hem de birçok ve profesyonel görüme yaptı. Bu yıl fuarda en çok dikkat çeken eilim, her yaa göre hazırlanmı çeitli boyama kitaplarıydı. Fuar ziyaretçilerinin stantlarda yer alan büyük boyama panolarına ilgisi youndu. Business Club’taki konferanslarda bile, salonun bir kenarında konulanmı ve konumacıların çizimlerini yapan illüstratörler, yayıncılıkta illüstrasyonun giderek metinsel içerik kadar önem kazanmaya baladıının ipuçlarını veriyordu. llüstrasyonun yayıncılıkta giderek artan öneminin altını çizen bir dier gelime ise, bu yıl açıklanan Küresel llüstrasyon Ödülü (Global Illustration Award) oldu. Frankfurt Kitap Fuarı ile Uluslararası Bilgi çerii Endüstrisi Birlii (ICIA)’nin birlikte düzenledikleri ve 2016’dan itibaren verilmeye balanacak olan bu uluslararası ödülün bütçesi 30 bin avro olarak açıklandı. 10 üyeden oluacak uluslararası bir jüri tarafından seçilecek olan illüstratörün kazanacaı ödül tutarı ise 10 bin avro olacak. 2016’dan itibaren her yıl Frankfurt Kitap Fuarı’nda sahibini bulacak olan ödül, dünyanın her yanından basılı ya da dijital her tür mecrada yer alan illüstratörlerin bavurusuna açık olacak. Fuar direktörü Juergen Boos, bu ödülle illüstratörlerin ve yayıncılarının yalnızca çocuk kitaplarında deil, yayıncılık sektörünün genelinde giderek büyüyen etkisini onurlandırmayı hedeflediklerini belirtti. Salman Rushdie Elbette fuar, yalnızca profesyonel bulumalardan ve politikadan ibaret deildi. Fuarın en popüler yıldızları arasında Bestseller yazar Charlotte Link ve A Bimbo Becomes a Mumy (Bir Fıstık Anne Oluyor) adlı kitabıyla reality show yıldızı Daniela Katzenberger de vardı. Ayrıca kitap fuarı, halka açık olan hafta sonundaki büyük kalabalıının ve favori Japon manga karakterlerinin kostümleriyle dolaan ziyaretçilerin zihinlerinde renkli ve cokulu bir edebiyat festivali olarak da yer etti. : kış 2015 39 sınız. Yani önümüzde ilk olarak, on-line (çevrimiçi) kavramı duruyor. Bu süreçte her ey, “gerçekzamanlı” olacak. Yani internet ortamında müzik dinler gibi bir kitabı alabilecek ve okuyabileceiz. Kapatıp yeniden açtıımızda, uygulama aracılıı ile kaldıımız yerden okumaya devam edebileceiz. sı, bilgi alıveriinde bulunması anlamına geliyor. Bunu salayan da, Uluslararası Yayıncılar Birlii tarafından gelitirilen 1998’den beri kullanılan, ONIX (On-line Information Exchange - Çevrimiçi Bilgi Deiimi) adı verilen sistemdir. Hangi iletim sistemi, alet ya da veritabanını kullandıınıza bakmaksızın, elinizdeki bilgiyi ve kayıtları paylaabilmenizi salar. Böyle bir altyapı olmadan, sadece dijitalin çalıması deil; Türkiye’de kitapların okurlar tarafından bulunabilmesi ya da iyi bir sipari tedarik zincirinin ilemesi de mümkün olamaz. Kültürel kıtlıa sürüklendiimiz bu dönemde, daha fazla kültür ürününün çıkması ve yaygınlaabilmesi için böyle bir yapının benimsenmesine ve kullanılmasına daha çok ihtiyaç var. Bu, hem kurumsal kullanıcıların, hem de yayıncılıa emek veren herkesin önünde duran en önemli görevlerden biri. Türkiye’de yayıncılık örgütlerinin öncülüündeki merkezi veritabanında 90 bine yakın kitap var. Ticari dolaımda ise, 120 bine yakın kitap var. Bu yapının merkezi bir yerden yönetilmesi, hem dijital hem de basılı kitap alanını oldukça kolaylatıracaktır. Tüm bu modelin gelecei ve dijital yayıncılıın ülkemizde oturması için dört kavram çok önemli. Öncelikle, dijital yayıncılıkla ilgili bir i yapacaksanız, gelecekte bir yere balanmadan herhangi bir içerie eriemeyecek, onu okuyamayacak- 42 kış 2015 Bir dier önemli kavram ise, içeriin stream, yani “akıtma” yoluyla okura, kullanıcıya ulamasıdır. Hiçbir verinin indirilmeyecei, bir yerlerde saklanmayacaı ve bir eyler yüklemenin gerek olmadıı bir akıtma sistemi. nternet ortamında sürekli akan ve isteyenin çevrimiçi olup, gerçekzamanlı okuma yapabildii bir yapı. Bu dört önemli kavramın, sonuncusu da subscription, yani aboneliktir. Kullanıcının kullandıı kadarını ödemesi bir bakıma. Örnein Kanada’da, telekomla meslek birliklerinin yaptıı bir anlama sonucunda, internete balanma ücreti 10 dolar ise, be dolar daha ödemeniz durumunda, ayda 250 bin filme; be dolar daha verirseniz 700 müzik parçasına; be dolar daha verirseniz 100 bin kitaba eriim salayabilirsiniz. Eer 10 dolar yerine, 25 dolar öderseniz, bütün bunlara bir ay boyunca, tüm aile bireyleri “abonelik” yoluyla eriebiliyor. Ayda 250 bin film izlenir mi ya da o kadar müzik dinlenir mi, bilemem; ama bu sistem aracılııyla, eserin hak sahiplerini ilgilendiren bir kayıt altına alınma durumu var. Eserin kaç defa okunduu, kaç kii tarafından izlendii biliniyor ve bu veri, meslek birliklerine raporlanıyor. Bu sistemle, eserin tüm maddi kazancı, telif hakları anlamasına göre, dorudan eser sahiplerinin ve yayıncıların hesaplarına aktarılıyor. Her açıdan son derece adil bir paylaım vadeden bu sistem, dijital yayıncılıın gelecei açısından önemli. : İş dünyası için benzersiz bir esin kaynağı! Suat Soysal, sektöre yön veren ve gelecek vizyonunu kuran Perakende Günleri’nin 15 yılından öğrendiklerini, çıkarsamalarını ve ipuçlarını, kendini ve şirketini geliştirme yolunda çaba gösteren herkes için anlattı. Türkiye’nin bu en büyük organizasyonunun bugüne dek ağırladığı dünyaca ünlü konuşmacılardan ve ülkemizin önde gelen isimlerinden esinlenmelerini özgün bir yorumla derlediği kitap, iş yaşamından teknolojiye, ekonomiden yaratıcılığa, spordan medyaya, sanattan pazarlamaya pek çok konuya ışık tutuyor. “İş yaşamında bir sözcükten, bir cümleden, bir örnekten, bir olaydan ilham almayı ve bu esinleri, bambaşka alanlarda yapacağımız uygulamalar için temel taşı kılmayı bazen gözden kaçırıyoruz. Perakende Günleri’nin 15. yılında, geride kalan onca yılda sahne alan değerli konuşmacılarımızdan nasıl esinlendiğimi kaleme aldım. Bununla da yetinmedim, onların anlattıklarının hangi alanlara uygulanabileceğini örneklerle anlattım.” Suat Soysal [email protected] twitter @PG_Soysal instagram @_Soysal Profilo Plaza, Cemal Sahir Sok. 26-28 Mecidiyeköy 34387 İstanbul T. (0212) 212 99 70 ken su fıkırtan oyuncakların yanı sıra ıslanabilir kitapların sayfalarını çevirdi. Dıarı çıktıımız zamanlarda oyuncakların yanında kitapları da aldık yanımıza, çünkü onlar da bir insanın – bebek de olsa – güzel vakit geçirmesini salardı. kinci olum doduunda da kitap rutinimizi korumaya çalıtık. Çok oyuncu bir anne olmadım hiç. Benim çocuklarımla vakit geçirme anlayıım, onlarla dıarı çıkıp parka bahçeye gitmek ve evde olduumuz zamanlarda birlikte kitap okumak, yapboz gibi sakin ve planlı oyunlar oynamak ya da çocuklarımı ev ilerine dahil etmekti. Bulaık makinesini yerletirdiim sırada, onların tencere tavayla konser vermesini dinlemek gibi. Çocuklarıma kitap okudukça, sadece onlara kitap okumayı deil, kendime de çocuk kitapları okumayı ne kadar sevdiimi fark ettim. Çok klie bir tabirle “bizim zamanımızda böyle kitaplar yoktu” çünkü. Çocukluuma dair resimli kitap deyince, bir “Ayegül” serisi geliyor aklıma, bir de çizgi romanlar... Doan Kardeler, Milliyet Çocuklar o zamanın hazineleriydi belki, ama birlikte okunacak, okulöncesine hitap eden resimli kitaplarla asıl kendi ebeveynliimde tanıtım ben... Sonraları iin içine bir de blog eklendi. Bloumda her hafta kendi kitaplıımızdaki bir kitabı tanıtmaya baladım. Beendiim – ya da beenmediim – kitapları dier annelerle ve babalarla paylamaktı niyetim. Nihayetinde ben bir kitap eletirmeni deil; çocuklarına ve çocuklarıyla kitap okumayı seven bir anne, çocuk kitaplarından örenecek birçok ey bulan bir yetikinim. Çocuk kitaplarından örenecek eyler demiken, çocuklara bir eyler öretmek gayesiyle yola çıkan didaktik kitaplara da bir alerji gelitirdim. Neticede, anne tarafım bazı konuları bakalarının üzerinden (buna kitaplar da dahil) anlatmayı kolay bulsa da, hikâyeyi elenceli olmaktan çıkaracak kadar mesaj kaygılı kitaplara mesafeliyim. Baım sıkıtıında aradıım soruların yanıtını, en azından yalnız olmadıım hissini de bulabiliyorum çocuk edebiyatında. Okuldaki sıkıcı ve kısır din bilgisi dersinden kafası karıan çocuuma, ahlâkın ne olduunu ve ne olmadıını “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisiyle anlatabiliyor; ölen köpeimize ne olduunu soran oluma, ölen kedisi Barney’nin topraın altından aaçları büyüttüünü fark eden çocuun hikâyesi olan The Tenth Good Thing About Barney ’i (Barney Hakkındaki Onuncu yi Şey ) okuyor; goril bile olsa, her anneden örenilecek bir ey olduunu Benim Annem Bir Goril ’le (Apstjaernen) kefediyorum. Çocuklarımın kitaba olan ilgileri bilmiyorum ileride devam eder mi ? Büyükbabamın bir sözü varmı; “Çocuklukta kazanılan alıkanlıklar, taa ilenen nakı gibidir,” dermi. Eer öyle olursa ne âlâ... Olmazsa da bunca kitap dolusu elence yanımıza kâr kalacak, sefamız olmu olacak. Sanırım çocuklarıma kitap okuyarak, biraz kendi ihtiyacımı tatmin ediyor, adeta geçmiin eksiini kapatıyorum. Evet, çocuk kitabı okumayı çok seviyorum. En az kendi çocuklarıma okumayı sevdiim kadar, içimdeki çocua okumayı da seviyorum. : kış 2015 KONUK Cesaretin uzun yolu Müge İplikçi Bata kadın hakları olmak üzere pek çok toplumsal konuya ilikin gazete yazıları ve romanlarıyla sevilen, çada edebiyatımızın önemli kalemlerinden Müge plikçi, 5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü ve Zeynep Cemali Öykü Yarıması’nın 2015’teki ödüllü öykücülerine ilikin izlenimlerini paylatı. “Cesaretin bazen tek baına ie yaramadıını, takım çalımasını, empati duygusunu, kiilerin kendi dorularının kendi bakı açılarıyla ekillendiini ve elbette asıl dorunun eninde sonunda kendini göstereceini anlatmaya çalıtım.” Yukarıdaki satırlar, 2015 Zeynep Cemali Öykü Yarıması’nın birincisi Ezgi Akar’a ait. Ezgi henüz 7. sınıf örencisi, ancak hem yukarıda alıntıladıım satırlarıyla hem de öyküsüyle u an yaamakta olduumuz bunaltılı dönemi anlamamakta direnen nice “yetikine” ta çıkarıyor. Bu öyküde, önyargıların insanları nereye savurduu ve aslında “doru” diye nitelendirdiklerimizin ne kadar göreceli olduu anlatılıyor. Ezgi, öyküsünde küçüklerin dünyasını aktarıyor bize. Ancak dikkatli bakarsak, bunun asıl büyüklerin dünyasını ekillendiren bir “takıntı” olduunu da hatırlamamız mümkün hale geliyor. Duyguların ifade edilmek yerine “ima” edilme yoluyla aktarıldıı bizim gibi corafyalarda bu, “çifte kavrulmu” bir yaam 46 kış 2015 karnesi anlamına geliyor. Daha dorusu, yaam karısında sınıfta kalma karnesi ! Önyargılar ve önyargılarla gelen takıntılı dünya görülerinin vardıı o çıkmaz sokak. Sonra bu takıntılardan yeni önyargıların doması... Bu kısırdöngüyü nasıl aabileceimizi çok baarılı aktarıyor Ezgi. Gerçekte cesaretin, kendini ve o yavan dünyanın içindekileri amak olduunu söylüyor bize. Ezgi’yi içtenlikle kutluyorum. Yarımada ikinci olan Bengisu Belen’i ve üçüncü Cem Demir’i de elbette. Dahası, böylesi zorlu bir zamandan geçerken, yazmayı kendine amaç edinen tüm gençlerimizi de... Sözcüklerin tılsımına inandıkları ve o sözcüklerle yeni yaam eiklerine uzanmanın mümkün olduunu bizlere sundukları için. Nihayetinde yaam bir yarı deildir (hemen her alanda böyleymi gibi dayatılsa da); bizlere kalansa, cümlelerin yarattıı derinlikler ve bu derinliklerde yüzebilme cesaretini göze alabilmektir. Günııı Kitaplıı tarafından düzenlenen ve Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleen 5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde, bu yıl yarıma sonuçlarının dıında youn bir program vardı. Türkiye’nin birçok yerinden gelen eitimcilerin ve örencilerin varlıını hissetmek bile, içimi bir kez daha, bambaka bir umutla kapladı. Yazar olarak itelendiimiz kuyulardan yine sözcüklere tutunarak kurtulabilme umuduna inanmak istedim. Bu umudun diri tutulması için bu sisli ve isli yolda yazmaktan baka bir yolumuz olmadıını düündüm. Sonra gencecik kalemiyle Ezgi’nin cesaret sözleri, içimi bir kez daha ferahlattı: “Asıl doru, eninde sonunda kendini gösterir!” Son derece kapsamlı bir akıı olan programın açılı konumasını Feyza Hepçilingirler, kapanıını ise Latife Tekin yaptı. Programın sonunda Türkiye’nin hemen her yerinden yarımaya katılan gençler ödüllerini aldı. Bulumadaki youn katılımı görmek, edebiyat yayıncılıı konusunda yapılacak ne kadar çok iimizin olduunu gözler önüne seriyor; edebiyatın, dev adımlarla yok olua doru ittirildiimiz bir ülkede hâlâ kendine dair bir sesi olduunu ve (tuhaf bir çelikiyle) hep de olacaını müjdeliyordu. yi bir sanat eserinin insanlara deil, doaya ait olduunu ifade eden Tekin, neden ve nasıl yazdıını u sözlerle açıkladı: “Yoksulların sessizliini dile çeviriyorum. Kendimi simülakr olarak deil, zuhur olarak görüyorum.” Tekin’i, Bodrum’daki Gümülük Akademisi’nde sade varlııyla tanıyan biri olarak, bu sözler bende bambaka çarıımlar uyandırdı. Oradaki çalımalar sırasındaki sohbetlerimizi, edebiyatın ve kadın olmanın doayla kurduu baa denk düen güzel yaz akamlarını hatırladım. Bu müjde, benim gibi bir umut fukarasına imdilik yetti, ama buradan özellikle Türkiye’deki bütün üniversitelere seslenmeyi bir borç biliyorum: Lütfen, edebiyat bulumalarını, kitap enliklerini örencilerinizden esirgemeyin. Dahası bu bulumaları yaparken, lütfen “düünce” ve “yaratıcılıı” esas alın. Unutmamanızda da fayda var: ktidarlar gelir geçer. : 5. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde Müren Beykan, Müge plikçi, Necati Tosuner. k 2015 5 k 2015 ış ı ı Müren Beykan Zeynep Cemali Öykü Yarıması Proje Bakanı ve Günııı Kitaplıı Yayın Yönetmeni Müren Beykan, be yıldır düzenlenen yarımanın 2015 sonuçlarını deerlendiriyor, genç kalemlerin öykülerinden yansıyan ülke panoramasına dikkat çekiyor. . Zeynep Cemali Öykü Yarıması, ülkemizin dört yanındaki gençlerin sözcük sözcük ördükleri öykülerini bir araya getiriyor. Bizlerin yüreine ifa olmayı, yarınlara umudumuzu pekitirmeyi sürdürüyor. Bu yıl 700’ü akın öykü ulatı Günııı Kitaplıı’na. Her eyden önce, bu yıl hayallerimize yaklamı, duyurular için harcadıımız büyük emein sonucunu almı olduumuzu paylamalıyım: Devlet okullarından katılım, özel okulları yakaladı artık. Milli Eitim Bakanlıı’nın desteiyle Anadolu’daki devlet okullarına da duyurularımız ulaıyor. Hatta, üç ödüllümüz de devlet okullarından çıkıp geldi bu yıl. Özel bir sevincimiz daha var: En sonunda, okumayı yazmayı seven, hele hele Zeynep Cemali okumayı sevdiini sonradan örendiimiz bir delikanlı da öyküsüyle dikkat çekip, ödüllüler arasına girmeyi baardı. Ancak ne yazık ki, bu 48 kış 2015 yıl da “cesaret” öyküsü yazan kız örenciler, delikanlıların dört katıydı yine. Oranı olumlu yönde deitirmek için, sevgili öretmenlerimizin edebiyatı, yazmayı, okumayı sevdirme çabasında daha yaratıcı olacaklarına inanıyorum. Kimi örenci, cesareti kahramanlıkla e görmü, hem de büyük büyük kahramanlıklarla. Kimi örenci de, cesaretsizlikle korkaklıı birbirine balamı. Görülen o ki, kocaman kahramanlıklar yere göe konamazken, korkaklık gençler arasında fena halde olumsuz bir özellik, kiilik zaafı olarak deerlendiriliyor. Aslında “koca koca” cesaretlerden söz edilmesi deildi beklediimiz; yaamlarımızda her gün küçük küçük cesaretler gerektiini, bazen bir adımın, bir özür dilemenin ya da teekkürün aslında ne büyük bir cesaret olduunu fark etsinler istemitik. Öte yandan, akran zorbalıı ve dılanma gibi önemli gençlik sorunları, özellikle stanbul ve zmir gibi büyük kentlerden gelen öykülerde ciddi oranda yer almıtı. Azımsanmayacak kadar fazla öyküde baba, uzak durulan aile büyüü rolü üstlenmi. Korkulan, çekinilen kii o. Çounlukla sözü bile edilmiyor ya da evden uzakta olduu belirtiliyor. Babalar hakkındaki bu tutum da düündürdü bizi: Neden anne her durumda sıınılacak limanken, babaya bunca mesafeli çocuklar ? Erkekler tarafından kötü yönetilen bir toplumda yaamanın da genç yüreklerdeki yansıması olabilir mi bu sonuç ? Çocuklarımız ne yazık ki, toplumun belli kesimlerince dayatılan cinsiyet rollerine teslim olmakta. Kızlar hem okulda ders çalııyor, hem evde ev ilerine yardım ediyor; erkek çocuklarsa illa ki yemei önlerine bekliyor! 700’ü akın öyküde yalnızca bir baba tabak yıkıyor, bir erkek çocuk annesine kahvaltı hazırlıyor, bir dede yemek yapıyor. Çocuklarımız, dı görünüü de gereinden fazla önemsiyor. Bir kahramanı betimleyeceklerse önce saçının biçimini, rengini ve mutlaka mutlaka göz rengini belirtiyorlar. Öykülerin yarısına yakınında bu tür betimlemeler var. Üst ba da önemli. Uzun uzun anlatılıyor giysiler; etek boyuna, kemerine, yakasına varana dek. Gelelim, öykü yazma sanatına. Özellikle öykü sanatı hakkında doruyu uygulayabilen örenci sayısı az. Onların, öykü yazmakla, dier yazınsal türler arasındaki farkları ve özellikle de kompozisyon yazmakla öykü arasındaki farkı daha iyi örenmeleri için yine öretmenlerimizin sabırlı destei gerekiyor besbelli. Bu yıl da öykülerimizin yüzlercesinde, giri-gelime-sonuç biçiminde ilerleyen anlatılar söz konusuydu. Üstelik, en sonda “cesaretin önemi” dersi verenler de çoktu. Senaryo gibi yazmaya da merak arttıkça artmı. Televizyon dizileriyle, niteliksiz televizyon programlarıyla fazlaca zaman öldürüyor, hatta senaryolarda köpürtülen, sakız edilenleri gerçek hayat sanıyorlar sanki. Öylesine toz duman genç zihinler. Çocuklarımızın edebi nitelii düük eserlerle buluma fırsatı gereinden fazla. Yazdıklarından yansıyor bu. Türkçe’yi kullanmada daha yaratıcı olabilseler; sözcükleri yanlı kullanmasalar bari. Özellikle devlet okullarında sorun ciddi. 2015 öykülerinde tüm bu dikkatimizi çekenler, gençleri yetitirmedeki toplumsal zaaflarımıza ve belli açılardan yetersizliklere iaret ediyor olabilir mi ? Eitim sistemimizin – bunca “yenilemeye” ramen – ivedilikle iyiletirilmeye ihtiyacı olduunu paylaıp duruyoruz; ite bir öykü yarıması bile kanıtlıyor bunu. Ve illerde duruma bakarak noktalayalım: Adıyaman, Kahramanmara, Osmaniye, Sivas, Karabük ve Nevehir’den ilk kez öyküler geldi bu yıl. Ama Çorum, Erzincan, Van, Siirt, Hakkâri, Idır, Sinop ve Kırehir’den hâlâ öykü bekliyoruz. Yarımak bahane diyoruz her yıl; evet, asıl amacımız, yarınlara ilikin umudumuzu edebiyat bayraıyla yükseltme cesaretini gençlere aılamak ve gelecein yazarlarına dokunmak. Yarınlarda ödünsüz barıı kuracak ve koruyacak olan gençlerin arasında, bu yıl 700’ü akın öyküyü yazanların da bulunduunu düünmeli, güven hissetmeliyiz. Ustamız Yaar Kemal’in sözüne kulak verecek mutlaka onlar: “Dalar, insan ve hatta ölüm bile yorulduysa, imdi en güzel iir, barıtır. ” : kış 2015 49 Keçi, 2015 yılında “cesaret” temasıyla ödül alan öykülerin yazarlarına KIŞ sayısında yer verirken, ilkgençliğe adım atan her çocuğu, edebiyat yolunda beraber yürümeye, öykülerle yaşamaya davet ediyor ! 2015’in cesaret öyküleri ! Türkiye genelinde 6, 7 ve 8. sınıf örencileri için 2011 yılından bu yana düzenlenen Zeynep Cemali Öykü Yarıması, ilkgençlie adım atan çocukları duygu, düünce ve gözlemlerini yazarak ifade etmeye özendirmeyi; zengin ve doru Türkçe kullanımının yerlemesine katkı salamayı ve gelecein yazarlarının yetimesine öncülük etmeyi amaçlıyor. Keçi, 2015 Ödüllü Öyküler Kitapçıı’nda yayımlanan öykülerden tadımlık bölümler sunuyor ve genç öykücü adaylarını, 2016 yılında “adalet” öyküleri yazmaya çaırıyor. EZG AKAR • zmir • 7. sınıf örencisi “ Mustafa Efendi’nin yaına ramen hiç eilmeyen dik bir vücudu, uzun bir boynu, bu boyun üzerinde vücudundan biraz ilerideymi gibi duran baı, hafif uzun ve gene ileriye uzanmı bir çenesi vardı. Bundan dolayıdır ki, eskiden beri onu kertenkeleye benzetir ve bu hayvanın kendi aızlarındaki söyleniiyle, ona “Kerti” diye seslenirlerdi. Aralarında bazen bu benzetmeye üzülen ince ruhlu çocuklar olsa da, Mustafa Efendi birkaç günde bir bahçesine kaçan topu yakaladıı vakit, cebinden o kemik saplı çakısını çıkarıp kalarını çatarak, çocuklara baka baka topu karpuz gibi keserken, çakının ilk battıı anda toptan çıkan havanın boalma sesi, Mustafa Efendi’ye acıyanları, üzülenleri bir anda kendine getirir, dier çocuklarla birlikte koro halinde baırmalarına neden olurdu. “Ker-tiii keel-lee! Ker-tiii keel-lee!” (Kırıklar ve Kesikler öyküsünden) kış 2015 CEM DEMR • zmir, Menemen • 6. sınıf örencisi “ Kimdi bu Harkıt ? Anneannem için elbette süper bir kahramandı. Uyumamız için veya çok kudurduumuzda bavurduu en yakın kankasıydı. Benim için ise damda yaayan, kocaman simsiyah tek gözü ve sırtında kamburu olan, uzun kuyruklu, derisi kıllarla kaplı, uzun tırnaklı devasa bir yaratıktı. Tüm öcülerden daha heybetli, tüm ucubelerden daha gizemliydi. Anneannem, “Bak, çaırırım,” dediinde betimiz benzimiz atar, gözlerimiz pörtlerdi. Eer anneannemi takmazsak, kudurmaya devam edersek, sesini gizemli bir ton katarak kısıp da, “Harkııııt! Harkııııııt! Bacadan torbanı sarkıt! Çocukları al da git!” demesiyle suspus kesilir; gözlerimiz bacada, kapı deliinde, pencerede, her yerde Harkıt’ı tarardı. O an bizi Harkıt’ın izlediini düünür, her an herhangi bir delikten sarkmasını beklerdik. (Harkıt, Harkıt, Torbanı Sarkıt ! öyküsünden) DAMLA ATAŞER • Adana • 8. sınıf örencisi “ Sürüklenip bambaka bir dünyaya getiriliinin ardından koca bir yılı geride bırakmıtı. Ancak oradaki yaam artlarından ötürü be yıl olgunlamı ve istei dıında bir savaçıya dönümütü. Boyu hayli uzamı, kesemediinden saçları da bir o kadar fazlalamıtı. Mavi, mühür gibi gözlerini henüz batmı günein ardından kırpıtırıyor, arası kirlerle kaplanmı tırnaklarını kemiriyordu. Bulut, metrelerce öteden ilk günden vurulduu bu gözleri gizlice seyrederken, sevgisini hiçbir zaman açıklayamayacak olmasının verdii kederle kahroluyordu. (Sıcak Karanlık öyküsünden) ASLN ÇZMECYAN • stanbul • 8. sınıf örencisi “ “ “Gitmeyeceksin Eda. Son sözü söyledim. Gitmeyeceksin.” Mavi gri tonlarında gözlerini sonuna kadar açarak, öfkeyle kafasını bana çevirdi. Ani baırmasıyla düüncelerimden sıyrıldım. Aslında ben, düüncelerim ve hayallerimle mutluydum. Veya içsesimle kavga etmek ho oluyordu. Okulun bir an önce bitmesini isteyip deli gibi üniversite hayali kurmam çok mu anormal bir eydi ? Anlamıyordum. (Tüneldeki Çocuk öyküsünden) BENGSU BELEN • Malatya • 8. sınıf örencisi “Yukarıdaki mavilie bakıyordum. Ne kadar da güzel, öyle deil mi ?” Yalı papatya, naif bir kahkaha attı. “Bizler ona ‘gökyüzü’ deriz. Evet, güzeldir. Ayrıca ulaılmazdır. Ve sana bir sır vereyim mi, küçüüm ? Onun bu ulaılmazlıı, onu bir zümrüt misali deerli kılar.” Bu sözler, Cesur’u incitmiti. Kötü olduklarından incinmemiti aslında. ncinmesinin nedeni, kelimelerin, bu içini kemiren huzursuzlua sebep olmasıydı. (Kanatsız Yükseliş öyküsünden) kış 2015 ÇOCUK SESLER� riyle öykü l örencile u k o a rt o i k ında yküsünü ençlik ça n nelerin ö g e s ilk ; a lır tı d la ın n ıs e üa 015 say ce aklına n lerin öyküs Keçi, KIŞ 2 r biri deyin u ü nedir; ne s k e y c “Ö ı; i. m tt r e e a v hbet cesur biri v ykü okuma üzerine so layanlar, ö ir; tanıdıın p d a e v n e t c ı re o n a ı rı s e rula mas lan yazardın; c iklerin ?” so ı’nın 2015 te d s e a m m e d rı e a t Y cesare mali Öykü geliyor; ya Zeynep Ce e v e n ri le eyim r verdiler. yazma den emli mesajla n ö in k ili “cesaret”e Öykü ve “cesaret” üzerine... “Öykü , şu an olmadığınız , ama olmak istediğiniz karakterleri yansıttığınız , kâğıda döktüğünüz kendi hayal dünyanızdır.” Elif “ Cesaret , korkmamak ve sorumluluk almaktır... ” Ali “ Bazen bizi gerçekle korkutan , bazen de hayallere boğan bir şeydir. ” Derin “ Yazarak , insanlara normalde göstermediğim yanlarımı göstermeye çalışıyorum. ” Neslihan “ Her insanın ayrı ayrı hikâyeleri vardır , geneli üzüntüdür... ” Rojda “ Cesaret , sonunda güzel bir şey olduğunu bilip risk almaktır bence. ” “ Seyrettiğim dizi ve filmlerdeki konulardan yola çıkarak bir öykü yazabilirdim. ” Gizem “ Öyküde benim gibi şartları iyi olanları değil de , daha zor şartlarda yaşamaya çalışanları yazmak isterdim. ” Efe Kaan “ İnsanların yapamadıklarını , başaramadıklarını anlatırdım. ” Ayşegül 52 kış 2015 “ Bir cinayet hakkında yazabilirdim , çünkü polisiye romanlarını çok seviyorum. ” Devin “ Bazen dürüst olacak kadar cesur olamam ; çünkü bazen gerçek , karşımdakini incitebilir. ” Dilek “ Dünyanın sorunları hakkında yazardım. Dünya sadece televizyonda gördüğümüz savaşlar ya da davalardan ibaret değil. ” “ Cesaretli biri , korkularının üstüne giden ve onları yenebilendir. ” “ Kuzenim hiçbir zaman hiçbir şeyden korkmaz , ben her adımda onu örnek alırım. ” Talya Berke “ Daha küçükken hayvanlardan çok korkardım , ama şimdi bir köpeğimiz var. ” Yasmin “ Cesur insanlar kararlı ve tek tercih yapanlardır. ” Melek Ulaş “ Karanlıkta yürümek bile bir cesaret örneği... ” Berfin “ Ne kadar kötü bir durum olursa olsun , soğukkanlılığını koruyup durumu düzeltebilmektedir. ” Mehmet “ Çevremdeki en cesaretli kişi annem. Her konuda bizi ayakta tuttuğu için... ” Liera “ Kendilerini savunabilen , haklarını koruyabilen insanlar cesurdur... ” Tekin “ Cesaret , korkunun üzerine gidip onu yenmektir; insanlar bilmediklerinden korkarlar. ” Nil