w w w .ru a f.o rg Yeni Yollar Açmak

Transkript

w w w .ru a f.o rg Yeni Yollar Açmak
Selçuk Kadıoğlu - Boş Bakış
SAYI 2, EYLÜL 2005 - YOKSULLUKLA MÜCADELE
www.ruaf.org
Kadınların
motivasyonlarının
artırılması için gereken
çalışmaların STK’lar
tarafından üstlenilmesi
gerekmektedir.
Kadınları motive
edecek koşullar sıradan
bir girişimcininkilere
göre oldukça farklıdır.
Kadınlara
Yeni Yollar Açmak
Piyasalara Ulaşım Konusunda
Kadınların Durumu
Kent çevresi alanlarda, geçim stratejileri ve toprak kullanımı
konularında büyük değişimler yaşanmaktadır. Küreselleşme ve
özelleştirmelerden kaynaklanan kentsel gelişim, var olan geçim
anlayışları için bir risk oluştururken, istihdamın artması ve
piyasaların gelişimi ile birlikte yeni fırsatlar oluşturmaktadır.
K
Başyazı
Sangeetha Purushothaman
M.S. Subhas
Mitali Nagrecha
ent çevresinde bulunan
zengin ya da yoksul çiftçiler,
kolay bozulan ürünlerden
(sebze ve meyve) tahıl ürünlerine
kadar pek çok çeşit ürün
yetiştirmektedir. Görece daha
büyük çiftçiler, çabuk bozulan
ürünlerini aracılara ya da yapılan
anlaşmalar sonrasında büyük
marketlere satmaktadır. Kırsal
alanda üretim yapan küçük
çiftçiler ürünlerini aracılara
satmayı tercih ederken, kentli
çiftçiler ürünlerini ya doğrudan
kendileri pazarlamakta ya da
aracılara başvurmaktadır. Yoksul
kadınlar pazarlama konusundan
çok üretimle ilgilenmektedir.
Ancak bazı kadınların oldukça
küçük çaplı da olsa doğrudan
satış yaptıkları da görülmektedir.
Bu tür satışlar genellikle haftalık
pazarlarda, yol kenarlarında veya
doğrudan evlere gidilerek
yapılmaktadır.
Hindistan'da, kırsal ve kent
çevresi piyasa arasında artan
ancak halen farkında olunmayan
bir işbirliği gözlemlenmektedir
(Velayundan, 2003). Bireysel
sermaye tarafından
keşfedildiğinde büyük bir hızla
harekete geçecek olan bu
piyasalar, potansiyellerini
korumaktadır. Örneğin, pek çok
pansiyon, kantin veya otelin
günlük süt ihtiyaçlarını (ortalama
25 litre) temin edebilecekleri
merkezi bir satış noktası
bulunmamaktadır. Bu nedenle,
yakın zamanda söz konusu
ihtiyacı karşılamak amacıyla süt
gibi ürünler için toptancıların
kurulacağını ve bunların büyük
ihtimalle pazara yakın olmak için
şehir dışında yer alacağını
söyleyebiliriz. Toprak rantının
ÇİFTÇİ MARKETLERİ
Raythere Sante ya da diğer adıyla Çiftçi
Marketi uygulaması, Pencap'ta (Apni
Mandi-Hindistan) elde edilen başarıların
ardından bugün Karnataka bölgesinde de
başlatılmıştır. Çiftçi marketleri, çiftçilerin
hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan
ürünlerini satabildikleri yerlerdir.
Merkezi hükümet Karnataka bölgesinde
bulunan çiftçi marketlerinin geliştirilmesi
ve tüm bölgeye yayılması konusunda
karar almıştır. Bunun ardından HubliDharwad'da bulunan yerel yönetim,
kendi bölgesinde bulunan çiftçi
marketlerinin karşılaştığı sorunlar
konusunda bir çalışma yapılmasını
istemiştir.
Bu marketler, kent çevresinde üretim
yapan çiftçilerin yararlanabilecekleri bir
çok özellik taşımaktadır. Temiz bir alana
sahip market içerisinde “adil” fiyatların
aşağıdaki konu başlıklarından
oluşmaktadır:
 Kırsal, kentsel ve kent çevresi alanlar
arasındaki farkın anlaşılması ve bu
şekilde ürünlerin satılması için en uygun
piyasanın belirlenmesi,
 Piyasa içerisindeki farklılıkların
anlaşılması ve ürün kalitesinin ortaya
çıkarılması,
 Piyasaya nereden girileceği ve en
yüksek değerin nerede bulunacağının
anlaşılması, Örneğin; düşük fiyatlarla
satılan kolay yetiştirilen ürünler yerine
yüksek fiyatlarla satılan ürünlerin
yetiştirilmesi,
 Pazarlamanın ve satışın kendi başına
bir gelir elde etme yöntemi olarak da
görülmesi. Sadece bizzat üretilen
ürünlerin satışının amaçlanmaması,
 Diğer satıcılarla nasıl ilişki kurulacağı,
 Fiyatlama ve maliyet hesabı yapabilme.
Basit biçimde maliyet üzerine sabit bir
oran eklemek yerine, piyasanın
gerektirdiği etkin hesaplamayı
yapabilme,
 Müşterinin anlaşılması ve onunla
doğrudan ilişki kurabilmenin önemi.
belirlendiği bir ortam, en önemli fırsatı
sunmaktadır. Bununla birlikte, üzerinde
çalışılması gereken konular da mevcuttur.
Hubli Çiftçi Marketi'nde yer alan 80
tezgahın sadece 20'si kullanılmaktadır.
Yeterince müşteri olmasına rağmen,
çiftçiler ürünlerini genellikle sabahları
arazilerine gelen aracılara satmaktadır.
Çiftçi marketleri müşterilerin büyük
çoğunluğu için düşük fiyatlar sunması
nedeniyle tercih edilmektedir. Bu nedenle
her sabah, toptan ve perakende fiyatlar
arasında uygun bir rakam belirlenmeli ve
kararlaştırılan fiyat oranı aracıların uygun
görmeyeceği seviyede olmalıdır.
Gözlenen sorunlardan bir diğeri de bazı
çiftçilerin markete günlük perakende
satışı yapılamayacak kadar büyük
miktarda ürün getirmesi ve böylelikle
aracıların söz konusu fazla ürünleri
almalarıdır. Bu sorun, çiftçilerin aynı
anda farklı ürün çeşitlerini birlikte
yetiştirmelerini sağlamakla aşılabilir.
Bunun sonucunda hem geniş bir müşteri
potansiyeli tatmin edilmiş hem de uygun
fiyatlar belirlenmiş olur.
Son olarak, bir markette doğrudan satış
yapmanın, çoğunlukla sabah saat 8 den
akşam saatlerine kadar tezgah başında
oturmayı gerektirmesi, bazı çiftçileri
çaresiz bırakmaktadır. Bu nedenle kendisi
markette satış yapamayan çiftçilerin bu işi
yapacak bir aile bireyine ihtiyaçları
bulunmaktadır.
PİYASALARA ULAŞIM İÇİN
KAPASİTE ARTIRIMI
MOVE organizasyonu çerçevesinde, kent
çevresinde yaşayan topraksız ve yoksul
kadınlardan oluşan bir grup seçilmiş ve
bu gruba kendi kuracakları küçük çaplı
bir işletmeyi serbest piyasa koşullarında
nasıl yürüteceklerine dair eğitim
verilmiştir. Ancak bu kadınların,
devletten veya diğer kuruluşlardan
gelecek yardımlar olmaksızın ayakta
kalmaları ve karşılaşacakları sorunlarla
tek başlarına başa çıkabilmeleri mümkün
görülmemektedir.
Diğer yandan kadınların
motivasyonlarının artırılması için gereken
çalışmaların STK'lar tarafından
üstlenilmesi gerekmektedir. Kadınları
motive edecek koşullar sıradan bir
girişimcininkilere göre oldukça farklıdır.
Çoğu kadının ailesindeki karar verme
sürecine katılmayı amaçladığı ve hatta bu
sürecin başında olmayı istediği
bilinmektedir.
Piyasalar konusunda verilen eğitim
2
Bu makale, 8-12 Aralık 2003 tarihinde
Colombo'da (Sri Lanka) yapılan, Yerel
Yönetimler ve Kayıt Dışı Ekonomi
Sempozyumunda sunulan bildirinin
kısaltılmış versiyonudur. Bildirinin
tamamına www.ruaf.org adresinde
ulaşılabilir.
Referanslar: sayfa 7
Akın Çoban - Bir Kadın Portresi
karşılanabilecek düzeyde olduğu ancak
büyük miktarda ürün depolanmasının
mümkün olamayacağı bu bireysel
girişimler, kent merkezindeki piyasalara
da çabuk bozulan ürün sağlayabilecektir.
Kentlerdeki ve kırsal alanlardaki karar
mercileri ve kalkınma araştırmacıları,
ortaya çıkmak üzere olan bu değişimin
farkında olmalı ve aynı zamanda söz
konusu gelişimin kent çevresi ve kırsal
alanlarda yaşayan yoksul kesim için bir
fırsat olarak değerlendirilmesi için çaba
sarf etmelidirler.
Yoksul kesimlerin sorunlarına çözüm
bulmak amacıyla çalışmalar yürüten
resmi kurumlar, bankalar ve sivil toplum
kuruluşları, son on yıl içerisinde Kendine
Yetebilme Grupları'nın (Self-Help
Groups) oluşturulmasında önemli roller
almıştır. Bu grupların yaptığı ilk çalışma,
yoksul kadınların tefecilerin kıskacından
kurtarılması olmuştur. Oluşturulan
paralel banka sistemiyle, KYG'ye üye olan
kadınlara uygun şartlarda kredi
sağlanmıştır. Ancak KYG'lerin, bankalar
tarafından neredeyse tefecilerin
uyguladığı faiz oranları kadar yüksek
düzeyde faiz istenmesi konusunda etkisiz
kaldıkları görülmektedir. Bu yüksek
faizler ürün fiyatlarına yansıdığında
rekabeti engelleyen bir ortam
oluşmaktadır. Üretim merkezlerinin
büyük kısmı kent çevresi alanlarda yer
almaktadır. KYG'ler bu kuruluşlara, farklı
finansman yöntemleri ve farklı kapasite
geliştirme ve alt yapı yatırımlarıyla
destek vermelidir.
Hangi
Yoksullukla
Mücadele
Gerhard Terborh
bile yapmanın vereceği gurur ve
ruhsal hazla hareket etmek,
günümüz insanın pek de yabancı
olmadığımız özelliklerinden bir
kaçıdır.
Yoksulluğa karşı verilen mücadele, hayatın
garip bir cilvesini de içerisinde barındırır.
Neredeyse, modern literatüre girdiği günden
bu yana, “yoksul olmayanların” kullandığı bir
kavram olan “Yoksullukla Mücadele” çoğu
zaman; öznesinin, yani yoksul kimselerin
iradesinden uzak kalmayı başarmıştır.
E
ntelektüel bir tartışma
konusu olmaktan ileriye
gidemeyen ve karşısında
tarihi bir mücadeleye soyunulan
bu kavram, geçerli bir
tanımlamaya da henüz
ulaşamamıştır (ayrıca bkz. DPT
makale sf. 19). Günümüzde,
sosyal devlet anlayışının az ya da
çok kabul gördüğü her ülkenin
sahip olduğu demokratik
kurumlar (resmi ya da sivil),
yoksullukla mücadeleyi
vazgeçilmez bir görev sayar.
Ancak, pek azı samimiyet ve
etkinlik konusunda başarılıdır.
Çağdaş Kaya
Editör
Eylül 2005
Yoksullukla mücadele konusu, ister kabul edelim ister
etmeyelim- pek çok insan için
hiçbir zaman ulaşılamayacak
ütopik bir dünyanın hayalini
kurma zevkinden ve belki de
zorlu bir beyin jimnastiğinden
farklı bir anlama gelmemektedir.
Vicdanını rahatlatmak ve elinden
geleni, aslında yetmeyeceğini bile
Devletler, hükümetler, siyasi
partiler, sivil toplum kuruluşları,
üniversiteler ve uluslararası
organizasyonlar, her fırsatta
kendi tanımlamalarına uyan
yoksulluğun sona erdirilmesi için
“mücadele” verirler. Ancak, ne bu
mücadele ne yoksulluk ne de
süregelen kavram kargaşası bir
sona ulaşır.
Tam bu noktada, sosyolojinin;
matematiksel, mantıksal veya
genel geçer tezlere dayanmayan
ve çoğu zaman bölgeler, ülkeler,
kültürler ve ağırlıklı olarak
dinlerin etkisinde şekillenen
yapısı karşımıza çıkar. Saydığımız
bu değişkenlere, zamanın etkisini
de katarsak, şu ana kadar
bahsettiğimiz belirsizlik ortamı ve
kavram kargaşasının nedenlerini
anlamaya başlarız.
Yoksulluk kavramı dünya
haritasında parmağınızı
koyacağınız her yerde farklı
biçimde algılanmaktadır.
Ekonomi bilimi ise bu
metodolojik sorunu, özellikle son
yıllarda abartılı biçimde
kullandığı matematik ve istatistik
gibi araçlarla (bazen amaca
dönüştükleri de söylenebilir)
çözmeye çalışır. Bir insanın 24
saat boyunca hayatta kalmasına
yetecek kalori miktarı ve bunu
elde etmeye yarayacak parasal
değer yoksulluk düzeyinin
tartışmasız göstergesidir !
Eğer bu tanımlama sizce fazla
materyalist ise çözüm kolaydır.
3
Yoksulluğu ikiye ayırabilirsiniz.
Yukarıdaki tanım “Mutlak
Yoksulluk” haline gelir ve içine
biraz sosyal boyut katarak
“Mukayeseli Yoksulluk” tanımına
ulaşırsınız. Eğer bu tanımlamalar
da yetmezse, yoksulluğu birkaç
parçaya daha ayırmayı deneyin:
Ultra Yoksulluk, Kronik
Yoksulluk, İnsani Yoksulluk (bu
gerçekten en ilginci !), Kırsal
Yoksulluk, Kentsel Yoksulluk,
Gelir Yoksulluğu vs…
AFRİKA'DAKİ MUTLAK
YOKSULLAR!
Türkiye'de yoksullukla mücadele
literatürünün en önemli
atılımlarından biri son birkaç yıl
içerisinde gerçekleşmiştir.
Özellikle sendikalar tarafından
başlatılan kampanyalarda “açlık”
ve “yoksulluk” kavramları
birbirinden ayrılarak, “Mutlak
Yoksulluk” tanımlaması bir tarafa
itilmiştir. Modern ya da diğer bir
deyişle gelişmiş veya gelişmekte
olan bir ülkede “açlık” terimini
kullanmaktan kaçınarak,
kendince daha sempatik veya
daha bilimsel görünen “Mutlak
Yoksulluk” terimini kullanmak
tamamıyla haksız bir davranıştır.
Çünkü mutlak yoksulluğun
tanımlaması yapılırken hem en
temel toplumsal değerlerden
uzaklaşılmış hem de savaş ya da
kıtlık dönemleri dışında oluşması
mümkün olmayan bir durum,
bilinçli biçimde normalleştirilmiş,
olağanlaştırılmış ve
yasallaştırılmış olur. Bu durum,
hiçbir tartışmaya yer vermeyecek
şekilde “Açlık” olarak
değerlendirilmelidir.
Yukarıdaki açıklamamızın basit
iki nedeni vardır. Samimiyet ve
bilimsel ahlak. Örnek vermek
Yoksullukla mücadele, sistematik ve
sürdürülebilir olmadığı ve sorunun
nedenleri (işsizlik, gelir dağılımında
adaletsizlik, kontrolsüz nüfus artışı vb.)
kalıcı bir biçimde ortadan kaldırılmaya
çalışılmadığı takdirde anlamını yitirir.
Biz de bu nedenle, yoksulluğun ya da
belirli bir dönemde, en azından sıradan
bir insanın hayat standartlarının altında
yaşamanın, insanlık tarihi boyunca ne
anlama geldiğine kısaca değinmek
istiyoruz.
Bir toplumun yoksulluğa nasıl baktığını
ve her şeyden önemlisi yoksulluğu nasıl
yaşadığını öğrenmek istiyorsanız, o
toplumun edebiyatını incelemelisiniz.
Rusya'da “ekmeğini kazanırken” neler
yaşadığını anlatan Maksim Gorki,
“Şikago Mezbahalarında” ölesiye çalıştığı
halde çocuğunu donarak ölmekten
kurtaramayan Jurgis'i anlatan Upton
Sinclair, Fransa'da yaşayan “Sefiller” den
biri olan Jean Valjean'ın, sadece bir ekmek
çaldığı için başına gelenleri anlatan Victor
Hugo ve yine “Ekmek Peşinde” koşan
onlarca kahramanın yaşadıklarını anlatan
Orhan Kemal gibi yazarlar, yoksulluğu
anlatmak bir yana bu kavramı tüm
ağırlığıyla hissettirirler.
Elinizdeki yüzlerce sayfalık edebi eser,
size yaşanılan büyük acıların nedeni olan
yoksulluğun “kısa” bir tanımını yapar.
Birkaç cümleye sıkıştırarak yapmak
istediğiniz yoksulluk tanımı ise yukarıda
bahsettiğimiz bitmek tükenmek bilmeyen
yöntem ya da kavram tartışmalarına konu
olmaktan ileri gidemez. Ancak, dünya
edebiyatı çok farklı yorumlara da yer
verebilmektedir.
Ünlü bir Arap ozanı şöyle der:
Günlük ekmeği bulduğuna
şükret kardeşim,
Yeter bu kadarı bile,
nasılsa var sonunda ölüm.
Akıl insana bilgece öğüt verir,
En güzel zenginlik soyluca bir eylemdir.
Zenginlik, avarelik ve bolluk,
Bıkkınlık uyandırırlar ve yozluk,
En iyi tok gözlülük korur günahtan
Akıl yön bulmalıdır, kuşkuya bakaraktan
Kokladın mı hiç cimriliği,
Daha berbat bir koku burnuna geldi mi?
Doğu kültürlerinde ağırlıklı olarak kabul
gören azla yetinme ve fazlasını istememe
düşüncesinin en güzel anlatımlarından
birini sergilemiştir Ebul Ataja (1).
Acılarla dolu yoksul bir hayatın, insanları
günahlardan uzak tutan ve çoğu zaman
diğer dünyada ödüllendirilmesini
sağlayan kutsanmış yapısı, o dönemde
yaşayan sıradan bir insanın isteyebileceği
en güzel hayatı sunmaktadır.
Asetik anlayışın yukarıda sıralanan
özellikleri, yüz yıllar boyunca insanlara
sürekli olarak sabretmeyi ve
zenginlik ve refahtan uzak
duran gerçek inananlardan
olmayı telkin etmiştir.
Budizm, Hinduizm,
İslamiyet, Musevilik ve
Dr.Mark Nerling - Kinder Armut
gerekirse: 21. yüzyıl Türkiye'sinin sınırları
içerisinde yoksullukla mücadele
edebilirsiniz. Üst ve orta gelir
tabakalarının altında yer alan tüm
vatandaşlar yoksuldur.
Eğer ülke sınırları içerisinde “Mutlak
Yoksullukla Mücadele” (yani Açlık)
etmekten bahsedilmeye başlanmışsa,
Türkiye'nin modern bir ülke olma vasfı
ortadan kalkar. Zira, ülke sınırları
içerisinde aç vatandaşların olması, o
ülkeyi bir üçüncü dünya ülkesi haline
getirir.
Açlık ya da mutlak yoksullukla mücadele
ise hiçbir zaman bir ülkenin içsel sorunu
olamaz. Afrika'daki mutlak yoksullara
dağıtılan tonlarca yiyecek maddesi ve yüz
binlerce şişe içme suyu, yoksullukla ya da
açlıkla mücadelenin değil “açlıktan
ölmek üzere olan insanlara yapılan son
vazifenin” göstergeleridir.
Hıristiyanlık gibi pek çok
dinin ortak noktası olarak
Ancak bu noktada, yoksulluk kavramının
bahsettiğimiz asetik yaklaşımla bire bir
örtüşüp örtüşmediği irdelenmeli ve
örneğin; İslam dinindeki, yoksulların
durumunu iyileştirmeyi amaçlayan fitre
ve zekat ve ayrıca diğer dinlerde de var
olan bağış ve sadaka uygulamalarının,
modern bir kavram olduğu
unutulmaması gereken yoksullukla
mücadele ile olan ilişkisi tam olarak
ortaya konmalıdır.
Hiç kuşkusuz erdemli bir toplumsal
kurum olan dayanışma ve paylaşım,
insanların kendinden daha zor şartlarda
yaşayan kimselere yardım etmesini
amaçlamaktadır. Ancak, parasal ya da
ayni biçimde yapılan yardımların, bugün
yoksullukla mücadele kavramına
yüklediğimiz kurumsal ve sürdürülebilir
olma özelliğinden farklı olarak, sınırlı
etkiye sahip olacağı ve özellikle bağış ve
sadaka uygulamasının toplumu bir
biçimde pasifize edeceği bilinmelidir.
Günümüz dünyasında, yoksul kimselere
yapılan maddi ve ayni yardımlar (fitre,
zekat, sadaka, bağış vb.) sistematik bir
yoksullukla mücadele yaklaşımı
olmaksızın etkisiz ve anlamsız kalacaktır.
Bir parantez açıp bahsetmeden
geçemeyeceğimiz diğer bir konu ise
özellikle son dönemde Afrika'daki
yoksulluğa karşı verilen mücadelede
eleştiriye uğrayan; IMF, Dünya Bankası
ve G8 Grubu gibi kurumların
sürdürdükleri parasal yardım stratejisidir.
Çoğu zaman yukarıda bahsettiğimiz
sadaka veya bağış yaklaşımına benzeyen
bir biçimde hareket eden bu kurumlar,
sansasyonel hedeflerle ulaşmak için,
yoksul Afrika ya da Latin Amerika
ülkelerinin borçlarını silmekte veya
“uygun şartlarda” kredi sağlayarak
üzerlerindeki baskıları bir nebze olsun
azaltmaya çalışmaktadır. Ancak, “ En
yoksul ülkelere “dış yardımlar”
yapılmasına ve “özel önlemlerden
yararlandırılmalarına” rağmen sayıları
artmaktadır. 1971 de En Azgelişmiş
Ülkeler liginde 27 ülke bulunuyordu.
Aradan geçen sürede ise 22 ülke daha en
yoksullar ligine terfi etmiş
görünmektedir.” (2)
adlandırılabilecek, azla
yetinme ve nefis ile mücadele
ederek rahat bir yaşamdan
uzak durma yaklaşımı,
insanlığın gidişatını büyük
ölçüde etkilemiştir.
4
Sonunda geldiğimiz noktada, vicdanların
rahatlatılması ve yoksul kesimlerden
gelen baskının azaltılması için yapılan
göstermelik bağışların bir “yoksullukla
mücadele stratejisi” olarak sunulmaya
Açtığımız uzun parantezin ardından, din
kurumunun yoksulluk anlayışındaki
belirleyiciliği konusunda, Hıristiyanlık
örneğiyle devam edelim.
Yoksulluk namuslu
*
insanların mükafatıdır.
Özellikle Orta Çağ'da etkisi hissedilen
asetik anlayış, Kilise baskısı altındaki
Hıristiyanların yoksul yaşamını
belirlemektedir. “İnsan, doğumundan
ölümüne, dinin sürekli denetimi altında
yaşamaktadır. Doğum belgesi yoktur,
vaftiz vardır. Ölüm belgesi yoktur, köy
veya mahalle kilisesinde dinsel defin
vardır. Kilise, çalışma ve dinlenmeyi,
gıda ve hayat tarzını ayrıntılarına kadar
düzenlemektedir. Çanlar, gündelik
hayatın ritmini vermektedir. Bu hayatın
kalbinde, müminlerin tasa ve sevinçte
ortak oldukları merkez olan kilise yer
almaktadır: Tanrının Evi .” (3). Hayatın
akışı, yoksulluğun benimsendiği ve
Kiliseye mutlak biçimde duyulan itaatle
sürmektedir. Ta ki Martin Luther'in 1517
yılında sahneye çıkışına kadar.
Martin Luther tarafından başlatılan
Protestan hareket, bir anlamda
Kapitalizmin ortaya çıkışına da zemin
hazırlayan toplumsal bir dönüşümdür.
Lüksten kaçınmakla birlikte daha fazla
çalışmanın ve hepsinden önemlisi
tasarruf yapmanın önünü açmıştır.
Böylelikle, yoksulluk bir erdem olmaktan
çıkartılmış ve iyi bir insan olmanın, bu
dünyada kişisel çıkarları peşinde koşarak
da mümkün olabileceği kabul görmeye
başlamıştır. Uzun bir dönem Kilise
tarafından bastırılan insani dürtüler,
büyük ölçüde burjuvazinin önderliğinde
tekrar ortaya çıkartılmıştır.
“Kapitalizm 18. yüzyıl içinde kök
salmaya başladığında din, katı bir sosyal
yapı içerisinde güçlü bir etkiyi hayata
geçirmiştir. Yeni ekonomik sistemin
prensipleri, dini inancınkilerle büyük
ölçüde uyuşmuştur. Özgür girişimcilik,
fedakarlığa ve yatırım fonlarının
kaynağını oluşturacak olan tasarrufları
yaratmak için ertelenen zevklere
dayanmaktadır.
Kısıtlı tüketim ve çok çalışmak daha fazla
kapital yaratmak ve gelecekte daha fazla
tüketebilmek için gerekliydi. Özveri ve
kişisel gayret bireyin erdeminin ve bir
dahaki hayatındaki kurtuluşun
işaretleriydi. Max WEBER bunu
“Protestan Ahlakı” olarak
adlandırmıştır.” (4)
Avrupa'yı Orta Çağ karanlığından
çıkaran ve ekonomide büyük bir
dönüşüm başlatan bu hareketin gelişimi
Calvinizm ile devam etmiştir. Kilise
kolaylıkla etki altında tutabildiği yoksul
kesimlerin burjuvazi ile olan bağını
koparamamış ve özellikle kent
manastır kurumuna indirilen doğrudan
bir darbedir. Ve Calvin bunu yeniden ele
alarak belirginleştirmiştir. Mesleğinin
gereklerini yerine getirmek, Tanrının
iradesine uymaktır, hem genel yarara
hem de Tanrının şanına hizmet etmektir.
XVII. yüzyılda Anglo-Sakson
ülkelerindeki çok sayıdaki Calvinist
tüccar, burjuva, bankacı bunu
savunacaktır: çalışma dininin tadına
varalım; boşta gezerlikten, asalaklıktan,
dilencilikten dehşet duyalım ve böylece,
batı toplumları sadakadan uzaklaşıp
yardıma yönelmeleri ölçüsünde, Calvinist
zihniyetin etkisine girmiş olmaktadırlar.
İş dünyasında başarıya ulaşmanın Tanrı
tarafından kutsandığı sonucuna varmak,
bir adımdır ama büyük bir adımdır.” (5)
Din kurumunun yoksulluk kavramı
üzerindeki etkileri hakkında verdiğimiz
Sebastian Voltmaz
çalışıldığı görülmektedir. Balık tutmayı
iyi bilen kesimler, bunu diğerlerine
öğretmektense, artan balıklardan bir
kısmını bağışlamayı tercih etmektedir.
Kalıcılık ve etkinlikten uzak bu
uygulamalar, yoksulluğun
kronikleşmesine yol açmaktadır.
ekonomisinin etkisi yeni bir hayat
görüşünü beslemiştir.
Lucien Febvre Calvinci yaklaşımı şu
şekilde özetliyor:
“Tanrının kişiden razı olması için en iyi
yol, dünyadan uzaklaşmak, bir manastıra
kapanmak değil de bizzat Tanrının bizi
içine yerleştirdiği konum ve meslek
dahilinde, ödevini dünyada yerine
getirmektir. Bunun anlamı insanın
mesleki ödevini tam ve bilinçli bir şekilde
yerine getirmesidir; Beruf (Meslek Almanca) kelimesi ilk kez, Luther
tarafından gerçekleştirilen Kitabı
Mukaddes çevirisinde görülmüştür. Bu
örneğin Avrupa üzerinden olmasının en
önemli nedeni, bu kıtanın en azından
kendi sınırları içerisinde söz konusu
sorunu büyük ölçüde aşmış olmasıdır.
Avrupa insanının üzerindeki bağnaz
dinci baskının ortadan kalkması,
günümüz medeniyetinin oluşmasının bir
numaralı açıklayıcısıdır. Yoksulluk
algılayışı yaklaşık olarak iki yüzyıl
içerisinde büyük bir değişim göstermiş ve
bu değişim bugünün Avrupa'sına ulaşan
yola ışık tutmuştur.
Diğer yandan ortaya koyduğumuz
yaklaşım açısı bir neden sonuç ilişkisi
kurmaya çalışmamaktadır. Amacımız tam
anlamıyla çok boyutlu bir sosyolojik
(*) Colley Cibber (1671-1757) İngiliz edebiyatçısı ve tiyatrocusu.
Eylül 2005
5
Bu Sayıda
J. Eastman Johnson
1
3
8
11
13
16
kavram olan yoksulluğun, sadece güncel
argümanlarla tanımlanmaya
çalışıldığında ne tür hatalar
yapılabileceğini göstermektir.
Ayrıca bu yaklaşımın basit bir Oryantalist
bakış açısına dayanmadığı da
bilinmelidir. Zira, günümüzde diğer
dinlere mensup insanların ağırlıklı
olduğu ülkelerde yaşanan yoksulluğun,
birbiriyle bağıntılı pek çok tarihi ve sosyal
nedeni bulunmaktadır. Bu noktada
Pascal'ın ünlü sözünü hatırlayalım:
“Dünyanın kısımları, birbirleriyle
öylesine bir ilişki ve bağlantı içindedirler
ki, birini diğeri olmadan tanımanın
olanaksız olduğuna inanıyorum.”
EKONOMİ PENCERESİNDEN
YOKSULLUK
Günümüzün ya da diğer bir deyişle
modern yoksulluk anlayışının temelleri,
sanayi devrimi ve beraberinde oluşan
kent kültürü ile eş zamanlı olarak
atılmıştır. Yoksulluğun kent kültürünün
bir parçası olarak gelişmesinin nedeni, bir
bakıma görecelilik kuralına dayanır.
Köylerde ya da kasabalarda gözlenen
servet dağılımı neredeyse homojen bir
yapıya sahiptir (kırsal alanda Feodal Bey
dışında zengin yoktur ve bu zenginlik
soyluluk ve din kurumu tarafından
koruma altındadır) ve kişilerin giyim,
beslenme ve ikamet konularında aynı
seviyede oldukları sürece yoksulluğun
hissedilmesine olanak yoktur.
Kiliseye veya soylulara ait topraklarda
tarımsal üretim yapan köylü ya da serf,
hiçbir mülkiyet hakkına sahip değildir.
Yaşam standardının düzeyini
karşılaştırabileceği tek kişi ise feodal
beyin kendisidir ki böyle bir
karşılaştırma, yoksul bir hayatın
göstergesi olmaktan çok kabul edilebilir
ve doğal olan koşullara işaret eder.
Kentsel veya kırsal alanda bir kimsenin
yoksul olarak tanımlanması ise asıl
kentlinin yani burjuvanın yaşam
koşullarına göre yapılan bir mukayesedir.
Kısaca söylemek gerekirse soylu olmayan
kentli insanın zenginleşmeye başlaması,
gerek kırsal alanlarda yaşayanlar ve
gerekse bu alanlardan kentlere göç eden
kimseler arasındaki refah anlayışı
uçurumunu beraberinde getirmiştir.
Dolayısıyla “yoksulluk” bir kentsel
kavram haline gelmiştir.
Ekonomide emeğin bir piyasa içerisinde
değerlendirilmeye başlanması, kırsal
bölgelerden gelen insanları burjuva
sınıfının hakimiyetindeki şehirlerde
ikamet etmek, giyinmek ve karnını
doyurmak için emeğini ortaya koymak
zorunda bırakmıştır. Takasa konu
olabilecek herhangi bir metaya sahip
olmayan bireyler emeklerini
pazarlayamadıkları veya zorunlu olarak
çok düşük değerlere pazarladıkları
durumda, kendilerini ve bakmakla
yükümlü oldukları kimseleri yoksullukla
tanıştırmıştır.
Klasik kapitalizm dönemi olarak
6
19
25
26
30
32
33
39
48
50
51
52
Kadınlara Yeni Yollar Açmak
Hangi Yoksullukla Mücadele
Cinsiyet ve Kent Tarımı
Çiftçi Uygulama Okulları
Kent Tarımının Finansmanı
Şanghay: Kent Tarımına Yönelik
Eğilimler
Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve
Yoksullukla Mücadele
Kent Tarımında Kamu Arazilerinin
Kullanımı
Yoksullukla Mücadeleye Yönelik
Öneriler
Toprağa Ulaşım
Milletin Efendisi
Organik Sebze Üretimi
Türkiye'deki İlk Kent Tarımı
Semineri
I.Uluslararası Roman
Sempozyumu
Engelsiz Yaşama Merhaba
UYD Tunceli Toplum Merkezi Açıldı
Kent Tarımı Seminerleri Sonuç
Bildirisi
adlandırabileceğimiz dönemin
başlarındaki işçi profili, henüz kentli
olamamış ve tam anlamıyla kırsal kökene
sahip bir sosyal statüyü gösterir.
Köyünde yaşadığı standartlar, sadece
hayatını idame ettirmesine yetecek
tarımsal üretim tarafından
belirlenmektedir. Emeği karşılığında elde
edeceği hayat standardı ile yapacağı
karşılaştırma henüz yoksulluğa işaret
etmemektedir. Çünkü, sahip olduğu
yaşam standardı kırsal yaşantısındakiyle
örtüşmektedir. Bu noktada işçinin
algılayış ve beklentilerindeki değişim
başlamaktadır.
Henüz geçimlik ücret seviyesinde olan ve
Merkantilist dönemin köleci anlayışının
ardından, yeni yeni gelişen sanayi
1. sayfadan
REFERANSLAR
- Fisher, Thomas and M.S. Sriram (2002). Beyond Micro-credit: Putting Development Back into Micro-Finance. Oxfam, Vistaar Publications, New Delhi.
- M.S. Subhas (2003). "What are liberalization and Post Liberalized Markets?" Reading paper prepared for Training of Trainers in Building Market Linkages and
Business Development Strategies using MOVE, August.
- Purushothaman, Sangeetha (2002). Capacity Development Of Grassroots Networks To Become Effective Partners In Local Governance For Poverty Eradication:
Lessons from Below, written on behalf of the Huairou Commission, Paper commissioned by The LIFE Global Programme of IDG/BDP/UNDP, August.
- Purushothaman, Sangeetha and Simone Purohit (2002) Participatory Action Planning Process: A Process Document, submitted to the University of Wales,
Bangor, United Kingdom.
- Purushothaman, Sangeetha, Rameshwari Varma and Simone Purohit (2000). Women's Access to and Control over Financial Resources: Towards Development
and Redesigning Policy. Policy document commissioned by the Department of Women and Child Development, Government of Karnataka, September.
- Velayundan, Sanal Kumar (2003). Rural Marketing: Targeting the Non-urban Consumer. Response Books, New Delhi.
toplumunun oluşturduğu işçi (emekçi)
için zenginlik, kendinin ve ailesinin
barınabileceği bir oda, beslenebilecekleri
asgari ölçüde yiyecek ve giyebilecekleri
kıyafet demektir. Dönemin üst gelir
seviyesindeki kişileri ise yine aynı
kategoriler içerisinde
değerlendirilmelidir. Bir konuta sahip,
birkaç takım kıyafeti olan ve günde iki ya
da üç öğün yemek yiyebilen daha iyi
durumdaki kişiler için refah ya da
zenginlik artışı, saydığımız bu
özelliklerdeki artıştır. Basit bir örnek
verelim:
1805 yılında bir çan üretim atölyesinde ya
da herhangi bir kömür ocağında çalışan
işçi elde ettiği ücretiyle karısı ve üç
çocuğuyla iki odalı bir konutta kirada
oturmaktaydı. Büyük ihtimalle şehrin dış
mahallelerinde yer alan bu işçi konutu,
ortak tuvaleti ve banyo sistemi olan bir
apartman dairesiydi. Bu konutta daha
önce oturan babası da aynı iş karşılığında
aynı düzeyde gelir elde etmekteydi.
Kesinlikle tasarruf edememesine rağmen
sahip olduğu yaşam standardı köyünde
bıraktığından çok da kötü değildi. Ancak
doğrudan kent sistemi içinde doğan oğlu,
sahip olduğu standartlarla çevresinde
gözlemledikleri arasında karşılaştırma
yapabiliyordu.
Kent hayatına adapte olmaya başlayan ve
büyük kısmını işçi kesiminin oluşturduğu
grupların kırsal kesimle bağlarının
kopması ve gerçek birer kentli olmaları
kaçınılmaz “paylaşım” sorununu
gündeme getirmiştir. Emeklerinin piyasa
değeri hak ettiklerini düşündükleri yaşam
standardını sağlamamaktadır artık.
Sadece hayatta kalabilmeyi başarı olarak
gören atalarının aksine, çevrelerinde
gözlemledikleri “görece” daha iyi olan
yaşam standartları bir beklentiye
dönüşmüş ve tabi ki “yoksulluk”
algılayışı ortaya çıkmıştır. Yoksulluktan
kurtulmanın yollarını gösteren özgürlük
Eylül 2005
ve rekabet ise kent arenasına çıkmıştır.
İşçi sınıfının ve bu sınıfın bilincinin
oluşması süreci, hiç kuşkusuz yoksulluk
algılayışını da belirlemiş ve bu kavramı
kapitalizme yöneltilen eleştirilerin baş
argümanı olarak seçmiştir.
Kapitalist sistemin en sert eleştirileri hiç
kuşkusuz sosyalist düşünürlerden
gelmiştir ve bunun en çarpıcı
örneklerinden biri de F. Engels'e aittir.
“F. Engels İngiliz işçi sınıfının durumunu
anlattığı kitabında bir başka insana
verilecek zararın öldürücü olduğunun
önceden bilinmesini cinayet olarak
tanımlamaktadır. Bu durumda binlerce,
yüz binlerce insanı yaşamın
gereklerinden yoksun bırakıp
yoksullaştırarak, yaşayamayacakları
konuma sokarak, onları olması
gerekenden çok erken yaşta, doğal
olmayan bir yolla ölümle karşı karşıya
bırakanlar, düpedüz bir cinayet
işlemektedirler. Çünkü, yoksulların yok
olacağı bilindiği halde gene de bu
koşulların sürmesine izin vermek bir
cinayetten başka bir şey değildir. Bu
tutum, örtülü, kasıtlı bir cinayettir.
Engels'in ifadesi ile “hiç kimsenin
kendisini savunamadığı bir cinayettir;
kimse katili görmediği için, mağdurun
ölümü doğal göründüğü için cinayet gibi
olmayan cinayettir”. Burada suç, bir şeyi
yapmaktan çok yapmamanın bir
sonucudur.” (6)
Sonuç olarak;
Mücadele etmek için yola çıktığımız
kavramın tanımlanmasının ilk bakışta çok
zor olduğu görülmektedir. Bu nedenle, şu
ana kadar bahsettiğimiz özellikleri
ışığında yapacağımız tanımlama sadece
bugünün yoksulluk anlayışını
belirtecektir. İletişim ve ulaşımın büyük
bir gelişme kaydettiği günümüzde
yoksulluğu, ortak akılla belirleyeceğimiz
gerekli tüketim kalemlerine ulaşım
güçlüğü çekilmesi şeklinde tanımlamak
7
baş vurulacak tek yol gibi görünmektedir.
Türk-İş bu kalemleri şöyle sıralamaktadır;
kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su,
haberleşme, giyim, eğitim, sağlık, iletişim
ve kültür. Bu kalemlerin her biri için
belirlenen birim fiyatlar toplamında, her
ay yaklaşık olarak en düşük memur
maaşının iki ya da üç katına ulaşan bir
meblağ belirlenmektedir.
Temmuz 2005 itibariyle 1.600 YTL olan
“Yoksulluk Sınırı” ücretinin, sokakta
karşılaşacağınız her hangi bir Türk
vatandaşı için yoksulluk bir yana oldukça
lüks bir hayat anlamına gelmesi ise
konunun ne kadar karmaşık olduğunu
göstermektedir. Araştırma yapılırken
seçilen kişi profilleri, sosyal ve kültürel
özellikleri ve bizzat belirlenen kalemlerin
nitelikleri neredeyse üzerinde anlaşılması
imkansız olan bir farklılıklar denizine
aittir.
Büyük ihtimalle hareket noktası olarak
tespit edilen durum: 2005 yılı
Türkiye'sinde yaşayan modern bir
vatandaşın, eşinin ve iki çocuğunun sahip
olması gereken asgari medeni yaşam
standardının parasal değeridir. Ancak
sorun şudur: Aylık geliri 1.500 YTL olan
bir kimse kendini yoksul hisseder mi?
Ortak aklın bir sonuca ulaşmasındaki
zorluk, sadece bireylerin kendi bakış
açılarına bırakılırsa çözüme kavuşabilir.
Kısacası yoksulluk; yaşamayı hak
ettiğinizi düşündüğünüz hayatı
yaşayamamaktır.
REFERANSLAR
1
2
5
3
4
6
August Bebel, Hz. Muhammet ve Arap-İslam
Kültürü Dönemi, Bordo Siyah Yayınları, 2003
İstanbul
Fikret Başkaya, Kapitalizm ve Yoksulluk,
www.ozguruniversite.org
Lucien Febvre, Uygarlık, Kapitalizm ve
Kapitalistler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge
Yayınevi, 1995 Ankara
Time Magazine, Is Capitalizm Working? ,
George M. TABER, April 21, 1980, vol:115 no:16
Yüksel Akaya, Bir Cinayetin Fiil Çekimi,
Evrensel Kültür Dergisi, Sayı:142
Elçin Sevim - İncir Satan Kadınlar
Kadın çiftçiler, sosyal
aktiviteler ve kentsel gıda
konularıyla ilgili olarak;
yönetime, yerel
politikaların belirlenme
süreçlerine ve çeşitli
toplumsal hareketlere
katılabilirler. Bu alanda
yapılan üretken çalışmalar,
kadının aile içi karar verme
sürecindeki pozisyonunu
da güçlendirecektir.
Cinsiyet ve Kent
Tarımı
Kent tarımının, kadınlar ve erkekler üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri
vardır. Bu konuda yapılan araştırmalar, ailelerin gıda güvenceleri üzerindeki
olumlu etkilere ve dolayısıyla bu konuda asıl sorumluluğa sahip olan
kadınlar açısından faydalı gelişmelere işaret etmektedir. Bu makalede, kent
tarımının cinsiyet kavramı ile olan ilişkisi tüm boyutlarıyla tartışılacaktır.
Ö
ncelikle, kent tarımı
kapsamı içerisinde
çalışmakta olan kimselerin
tanımlanması ve bu konunun
politika gündemindeki yerini
alması gerekmektedir. Bugün, bir
çok belediyenin kent tarımının
önemini fark etmelerinin
ardından, oluşturdukları
kalkınma planlarında bu kavrama
da yer verdikleri ve cinsiyet
boyutunun incelenmesi fikrine
sıcak baktıkları görülmektedir.
Joanna Wilbers
ETC RUAF
Alice Hovorka
Coğrafya Bölümü,
Guelph Üniversitesi,
Kanada
René van Veenhuizen
ETC RUAF
Cinsiyet kavramı, erkekler ve
kadınlar arasındaki roller ve
ilişkilerin sosyo-kültürel yapısı
olarak tanımlanabilir.
Bu kavram üzerinde yapılan
incelemeler; rollerin,
sorumlulukların ve bunun
yanında hayat içerisindeki
fırsatlara ve kaynaklara ulaşım
kabiliyetini belirleyen erkeklik ve
kadınlık anlayışlarının, yerel
kültür yapısı çerçevesinde
araştırılmasını amaçlamaktadır
(Hovorka, 1998). Kalkınma
çalışmaları süresince cinsiyet
kavramına yer verildiği görülse
de bu kavramın yeterince
anlaşıldığı söylenemez.
Erkeklerin ve Kadınların Kent
Tarımı ile İlgilenmelerinin
Nedenleri
Milyonlarca kentli çiftçi,
yaşadıkları bölgelerde hiçbir
resmi yardım almadan gıda
üretmeyi başarmışlardır. Kent
tarımının pek çok olumlu özelliği
bulunmaktadır.
Örneğin; kadın ve erkek
arasındaki güç ilişkilerine
baktığımızda, bu konunun kent
tarımı ile ilgili farklı durumlar
açısından çok önemli olduğunu
görebiliriz. Bu nedenle, cinsiyet
kavramının öneminin sadece
kabul edilmesi yetmemekte,
bunun yanında kent tarımı ile
ilgili karmaşık konuların
açıklanması sürecinde, öncelikli
bir analitik araç olarak
kullanılması gerekmektedir.
 Ağırlıklı olarak kendi
ihtiyaçları için üretim yapan
ailelerin gıda güvencesini artırır.
Bu konu çoğunlukla kadınların
sorumluluğundadır.
 Fazla olan ürünlerin satılması
sonucunda ek gelir elde
edilmesini sağlar. Gıda
harcamalarında tasarruf
yapılabildiği için farklı
harcamalara imkan verir.
Kadınlar, böylelikle daha fazla
özgürlük elde edebilirler.
8
Ailelerin kent tarımı ile ilgilenme
süreçleri iki ayrı senaryo şeklinde
açıklanabilir. İlk olarak, kırsal tarımla
uğraşan bir aile birikimleri (bilgi ve
deneyim) ile birlikte kente göç eder ya da
yerleştiği alanda tarımsal aktivitelerine
devam eder. Bu süreçte kent gelişir ve
yaşanılan alanı da içine alır. İkinci
senaryoda ise aile kente yerleştikten bir
süre sonra ihtiyaç nedeniyle veya kendi
iradesine bağlı olarak tarımsal aktivitelere
başlar. Her iki durumda da kadının
taşıdığı ağır yük değişmez.
Palacious (2003) ve sonrasında Moser,
pratik ve stratejik ilgi ve ihtiyaçların
birbirinden ayrılması gerektiğini
belirtmektedir. Buna göre pratik
ihtiyaçlar: “eşit olmayan yaşam
koşullarıyla ilgili olan; gıda ve
su tüketimi ve bunun yanında
sağlık ve iş imkanı” gibi acil
ihtiyaçlardır. Bunların elde
edilmesi, cinsiyet ilişkilerinde
bir değişime yol açmaz.
Stratejik ihtiyaçlar “cinsiyet
tarafından belirlenen iş
bölümü ve iktidar ile ilgilidir
ve ayrıca yasal haklar ve aile içi
şiddetin ortadan kaldırılması
gibi konuları da kapsayabilir”.
Stratejik ihtiyaçların, cinsiyet
ilişkilerinin geliştirilmesi
suretiyle karşılanması,
kadınların daha eşit bir statüye
ulaşmalarını ve varolan rollerinin
değişmesini sağlayacaktır. Pratik ve
stratejik ihtiyaçlar kendi aralarında da bir
ilişkiye sahiptir. Kent tarımı aktiviteleri
bu ihtiyaçların karşılanması konusunda
katkıda bulunabilir.
Bazı ülkelerdeki örneklerle uyuşmasa da
(örneğin, Batı Afrika), kadınların kent
tarımında erkeklere göre daha aktif
Eylül 2005
olduklarını öne süren genel bir kanı
bulunmaktadır. Afrika'nın birçok
bölgesindeki kadınların, ailenin geçimi
konusunda taşıdıkları sorumluluğa atıfta
bulunularak, bu kadınların kent tarımı
çalışmalarında daha baskın oldukları
belirtilmektedir.
Diğer yandan, kadınlar erkeklere göre
daha düşük eğitim seviyesine sahip
oldukları için, iyi gelir getiren resmi bir iş
bulma konusunda zorluklar
yaşamaktadır (Hovorka, 2003). Kadınlar
ve erkeklerin, rolleri ve sorumluluklarıyla
ilgili olan tercihleri ve öncelikleri de
büyük ölçüde farklılık göstermektedir. Bu
durum, özellikle şu alanlarda
gözlenebilir: Üretim hedefleri (tüketim
ihtiyacını karşılayacak kadar veya
piyasada satmak amacıyla daha fazla
üretmek), üretim yapılacak alan (çocuk
sahibi kadınlar evlerine yakın yerlerde
çalışmayı tercih etmektedirler), üretim
tipi (tek ürün veya çoklu seçenek).
Özellikle, evli ve çocuklu kadınlar kent
tarımı çalışmalarından rahatlıkla
faydalanabilirler. Çalışmaların evlere
yakın alanlarda, fazla harcama
gerektirmeden ve diğer önemli
sorumluluklarla eş zamanlı olarak
yapılabilmesi, bu konuda büyük rol
oynamaktadır. Evli kadınlar için,
ailelerinin gıda ihtiyacını karşılama
edebilmektedirler. Ancak pek çok farklı
nedenden dolayı kentlerdeki kayıt dışı
sektörde çalışmayı da tercih edebilirler.
Bu değerlendirmeler, zaman ve yere göre
kesin biçimde farklılık gösterecektir.
KAYNAKLARA ULAŞIM VE
KONTROL
Birbirleriyle yakın bağlantılı olan bu iki
konu şu şekilde ayrılabilir: Üretken
kaynaklara olan ulaşım ve bunların
kontrolü (toprak, kredi, emek ve bilgi),
ürün ve elde edilen faydaya ulaşım ve
bunların kontrolü.
Toprağa ulaşım konusunda kadın ve
erkeklerin ortak sıkıntıları olsa da,
varolan gelenekler nedeniyle, kadınlar
rakiplerine göre daha avantajsız
konumdadır. Erkekler uygun durumdaki
boş arazilerin en iyilerini alırken,
kadınlara daha düşük kalitede, güvensiz
ve çoğu zaman evlerinden uzak
yerlerdeki araziler kalmaktadır. Bu
noktada, özellikle yaşlı ve küçük çocuk
sahibi kadınlar açısından oldukça önemli
bir ulaşım sorunu gündeme gelmektedir.
Uzak ve tehlikeli alanlarda çiftçilik
yapmak kadınlar için büyük bir risktir.
Kentlerde, gün geçtikçe artan tarım
alanlarının varlığı bile, kadın ve erkekler
arasındaki eşitsizlik nedeniyle söz konusu
soruna çözüm getirememektedir
(Hovorka, 1998).
Kent tarımındaki cinsiyet
ilişkilerini büyük ölçüde
etkileyebilen pek çok dışsal
faktör bulunmaktadır.
Kadınların ve erkeklerin;
emek, bilgi, toprak ve diğer
bazı doğal kaynaklara eşit
olmayan biçimde
ulaşmalarının nedeni,
ağırlıklı olarak makro
düzeydeki yapı ve süreçlerin
olumsuz etkileridir.
Kadınların kent tarımı ile
olan ilişkilerinin temelinde
sosyo-ekonomik koşullar
yatmaktadır. Bunlara örnek olarak, bir
kadının farklı ekonomik koşullar altında
almak istediği veya alabileceği riskleri ve
ayrıca çeşitli sosyal ve kültürel normları
verebiliriz.
Nuri İyem - İki Kadın
 Kadın ve erkeklerin sadece ihtiyaca
dönük üretim yapmaktansa piyasaya
dönük girişimlerde bulunmalarını, küçük
ölçekli ürün işleme ve pazarlama
çalışmaları yapmalarını teşvik eder.
 Çalışmalar evlere yakın yerlerde
yapılabildikleri için diğer işlerle de
ilgilenilebilir. Bu konu özellikle kadınlar
için önemlidir.
 Görece düşük düzeyde sermayeye ve
teknolojiye ihtiyaç duyar. Gerekli girdiler
yoksul aileler tarafından da karşılanabilir.
Düşük eğitim seviyesindeki kadınlar ve
gençler tarafından uygulanabilir.
amacının dışında farklı nedenler de
mevcuttur. Bu çalışmalar, kültürel açıdan
kendilerinden beklenen (veya izinli
oldukları) görevler çerçevesinde
değerlendirilirken, böylelikle aile içi
tartışmalarda pozisyonlarını
güçlendirecek şekilde gelir elde
edebilecekleri bir yol bulmuş olurlar.
Kendi gıdalarını yetiştirerek ailenin
yapacağı harcamalardan tasarruf
9
Kültürel yaklaşımlar, kadın ve erkeğin
aile içinde üstlendikleri veya üstlenmek
zorunda oldukları rolleri ve
sorumlulukları belirler. Toprak
Nuri İyem - Gecekondu
Kadınlar ve erkekler, sahip
oldukları değişik düzeydeki bilgi
birikimi nedeniyle, bazı bitkisel
ürün ve hayvanların
yetiştirilmesinde ve çeşitli
teknolojilerin uygulanması
konularında farklılık
göstermektedirler. Sınırlı bilgi ve
bunun yanında modern girdi ve
teknolojilerin kullanımında
yaşanılan sıkıntıların diğer bir
nedeni ise, resmi veya resmi
olmayan kurumlar tarafından
sürdürülen eğitim çalışmalarına
katılma konusunda yaşanılan
güçlüklerdir. Kadınlar, özellikle araştırma
ve yayın hizmetlerinden yararlanma
konusunda daha şanssızdır. Bazı bitki
çeşitlerinin yetiştirilmesi, kompost
yapımı, gübre ve zirai ilaç kullanımı
konularında, cinsiyete bağlı farklılıklar
sorun yaratabilmektedir.
konusunda, geçmişten devralınan
gelenek, kural ve her türlü düzenleme
kadınları olumsuz yönde etkilemektedir.
Kadınlar çoğu zaman, eşit koşullardaki
bir erkeğe göre, toprağı miras olarak alma
ve kontrol etme konularında, gelenekler
ve kanunlar nedeniyle engellenmektedir.
Ancak bu durum, son dönemde yaşanan
kentleşme ve kadının üstlendiği farklı
roller nedeniyle değişmeye başlamıştır.
Lee-Smith (1997) bu konuyla ilgili olarak
“cinsiyet sözleşmeleri” terimini
geliştirmiştir. Buna göre; toplumlarda,
birbirinden farklı pek çok sosyal kural,
kadın ve erkeğin neyi yapıp neyi
yapamayacağını belirleyen görünmez
anlaşmalar oluşturmaktadır. Diğer
faktörler ise, yerel ve ulusal ölçekteki
politikalar, çevresel faktörler ve çeşitli
organizasyonlardır (STK vb.).
Cinsiyet farklılıklarının üretken
kaynaklara ulaşım konusundaki etkileri
yanında, aile reisliğinin kadın veya erkek
tarafından üstlenilmesinin de farklı
etkileri bulunmaktadır. Kadınların aile
reisliğini üstlendiklerinde daha düşük
kalitede kaynaklara sahip olabildiğini ve
dolayısıyla düşük seviyede üretim
gerçekleştirebildiklerini görmekteyiz.
Bunun nedeni, yapmak zorunda
oldukları ev işleri nedeniyle, tarımsal
faaliyetlerini sınırlandırmak zorunda
olmalarıdır. Diğer dezavantajları
arasında, eğitimsizliklerini ve bunun
sonucunda farklı iş fırsatlarına sahip
olamamalarını sayabiliriz. Kadınlar,
ihtiyaç duyulan girdilere ve bilgiye
ulaşma konusunda (internet, radyo,
televizyon, kitap, dergi) ve aynı zamanda
bireyler arası ilişkilerde de (yayın
hizmetleri, özel sektör kurumları,
danışmanlar, öğretmenler, arkadaşlar,
akrabalar, komşular) erkeklerden daha
fazla sıkıntı yaşamaktadır.
KARAR VERME
Kaynakların kontrol edilmesi ve karar
verme gücü, birbiriyle yakın ilişkili
konular olmalarına rağmen bazı
farklılıklara da sahiptirler. Kadınların
karar verme sürecindeki rolü ve pazarlık
güçleri değerlendirilirken, ailenin toplum
ya da organizasyon içerisindeki yeri de
göz önünde bulundurulmalıdır.
Kadınların toplum içerisindeki karar
verebilme güçleri ise, grup olarak hareket
edebilme yeteneklerine göre
değişebilmektedir. Kadınların grup
çalışmaları; kaynaklarını, yeteneklerini,
bilgilerini, zamanlarını ve enerjilerini bir
araya getirebildikleri kooperatif
mekanizmalarında rahatlıkla gözlenebilir.
Kadınların sosyal örgütlenmeleri ve
işbirliği çabaları, kent tarımı sektörü için
başarılı bir kalkınma stratejisi olabilir
(Hovorka, 2003). Kadın çiftçiler, sosyal
aktiviteler ve kentsel gıda konularıyla
ilgili olarak; yönetime, yerel politikaların
belirlenme süreçlerine ve çeşitli toplumsal
hareketlere katılabilirler. Bu alanda
yapılan üretken çalışmalar, kadının aile
içi karar verme sürecindeki pozisyonunu
da güçlendirecektir.
GÖREV DAĞILIMI
Kadınlar ve erkeklerin, gerek aile içinde
ve gerekse kent tarımı çalışmalarında
farklı görevler üstlendikleri
bilinmektedir. Her şehirdeki görev
dağılımı, burada yaşayan kadın ve
erkeklerin hangi kültürel gruba ait
olduklarına, ailelerinin sosyo-ekonomik
10
seviyesine veya üretilen gıdanın türüne
göre değişebilmektedir. Bununla birlikte
bazı benzerlikler de mevcuttur. Kuraklık
dönemlerindeki sulama işleri gibi ağır
işler genellikle erkekler tarafından
yapılırken, kadınlar çoğunlukla yağışlı
dönemlerde çalışır. Ancak Nepal'de
olduğu gibi bazı durumlarda, kadın veya
erkeğin yapması gereken belirli işler bir
tabu şeklinde algılanmaz. Bu tür
gelişmelerde, kentleşmenin veya kent
tarımının kadın ve erkekler üzerindeki
etkileri de rol oynamaktadır.
Kadınların, tarımsal bir çalışmada veya
kayıt dışı sektörde herhangi bir görev
almalarına rağmen, pek çok ev işindeki
sorumluluklarının devam edeceği bilinmektedir. Kent tarımıyla ilgili görevlerin
çoğunluğu kadınlarca üstlenilmektedir.
Bazı ürünler için gereken sorumlulukların
dağılımında ise farklılıklar görülebilir
(kolay gelir getiren ve büyük kümes
hayvanları yerine diğer gıda ürünleri ve
küçük kümes hayvanları). Bunun yanında
eğer kadınlar tarımsal üretime doğrudan
katılmazlarsa, pazarlama işlerini
yürütürler (Gana örneği).
Zaman, sınırlı bir kaynak olmasının
yanında ailenin yapacağı toplam sebze ve
meyve üretiminin artırılmasını sağlayacak etkili bir stratejidir. Kadınların, daha
fazla miktarda üretim yapılması veya
daha iyi gelir getirecek çeşitlerin tercih
edilmesi konusunda sorumluluk almaları,
ailenin diğer fertlerini tarımsal
uygulamalar, pazar değeri ve kârın aile
içerisindeki bölüşümü konusunda ikna
etmelerine bağlıdır.
REFERANSLAR
- Hovorka, Alice J. 1998. Gender Resources for
Development Research and Programming in Urban
Agriculture. Cities Feeding People Series, Report No.26.
Ottawa, Canada: IDRC.
- Hovorka, Alice J. 2001. Gender considerations for
urban agriculture research. Urban Agriculture
Magazine 5.
- Hovorka, Alice J. 2003. Gender and Urban
Agriculture. In the Bibliography on Urban Agriculture,
RUAF. www.ruaf.org
- Hovorka, Alice J. 2004. Urban agriculture: addressing
practical and strategic gender needs. Unpublished
manuscript (under peer review).
- Palacios, P. (2002) Why and how should a gender
perspective be included in participatory processes in
urban agriculture. In: Latin American Training Course
on Urban Agriculture, Session 2, Proceedings. Quito:
PGU-LAC.
Lee-Smith, D. (1997) "My house is my husband" A
Kenyan study of women's access to land and housing.
Thesis 8. Department of Architecture and Development
Studies, School of Architecture, Lund Institute of
Technology, Lund University, Sweden.
www.cityfarmer.org
Sezon boyunca yapılan
eğitim çalışmaları,
çiftçilerin kentsel çevrede
karşılaşacakları değişken
ve çoğu zaman alışılmadık
sorunlara karşı çözüm
oluşturabilmelerini
sağlayacaktır.
Çiftçi Uygulama Okulları:
Kent Tarımı İçin
İdeal Bir Yöntem
Kentsel bölgelerde yaşayan çiftçiler, bazen tarım uygulamalarında yeni
oldukları için bazen de çiftçilik yapacakları çevrenin yeni ve farklı olması
nedeniyle, kırsal alanlardaki çiftçilere göre daha sınırlı teknik bilgiye
sahiptir. Çiftçi Uygulama Okulları (Farmer Field Schools, FFS), çiftçilere
ihtiyaç duydukları yerel ve kolaylaştırıcı bilgileri sağlarken, eksik olan
noktaların da ortaya çıkarılmasına yardımcı olmaktadır. Konuyla ilgili
tartışmalar tüm boyutlarıyla aşağıda yer almaktadır.
YETİŞKİNLERİN EĞİTİMİ
B
Gordon Prain
Eylül 2005
u konuda yapılan
araştırmalar, yetişkinlerin
gerek uygulamaya dönük
çalışmalar ve gerekse günlük
deneyimlerle ilişkili konular
çerçevesinde yapılan eğitim
sürecinde, en iyi öğrenme
seviyesine ulaştıklarını
göstermektedir. Bu yaklaşım,
Çiftçi Uygulama Okulları'nın
temel felsefesini oluşturur.
Çiftçiler bu okullarda, ihtiyaç
duydukları bilgiyi keşfetmek
suretiyle, aktif biçimde edinirler.
Böylelikle, öğrenilen bilgiler
eğitimlerin sonrasında
uygulamaya dönüştürülebilecek
şekilde kalıcı olabilecektir.
Uygulama okulları, tarım sezonu
içerisinde haftada ya da on beş
günde bir tekrarlanacak yarım
günlük toplantılar şeklinde
gerçekleşmektedir. Bu okullarda,
yeni yöntemlerin ve potansiyel
gelir kaynaklarının uygulamalarla
gösterilebildiği araziler de
mevcuttur.
Bu eğitim yaklaşımının
karşılaştığı temel sorun,
katılımcıların çalışmalara olan ilgi
düzeylerinde yaşanabilecek
sıkıntılardır. Yoksul kentli aileler
için böyle bir uygulama zorluklar
yaratabilir.
BİR SEZONLUK DENEYİM
Çiftçi Uygulama Okulları,
ağırlıklı olarak bir ürünün tüm
sezonunu kapsamakta ve
böylelikle çiftçiler ve diğer
katılımcılar (yerel yetkililer,
destek veren kimseler vb.); tohum
sağlığı, toprak verimliliği,
hastalıklara karşı mücadele, hasat
11
ve pazarlama konularındaki
potansiyel sorularla ilgili olarak,
anında bilgi sahibi
olabilmektedir. Sezon boyunca
yapılan eğitim çalışmaları,
çiftçilerin kentsel çevrede
karşılaşacakları değişken ve çoğu
zaman alışılmadık sorunlara karşı
çözüm oluşturabilmelerini
sağlayacaktır. Çiftçiler; belirli bir
ürün grubu, kalite, yetiştirme
koşulları, varolan pazarlama
fırsatları ve kendi ihtiyaçlarına
veya taze ürün pazarına yönelik
üretim yapıp yapmamak
konularında karar verirken, bu
eğitim sürecinden
yararlanacaklardır.
Bununla birlikte, toplantıların
sıklığı (tercihen haftada bir) ve
sezon içerisindeki toplam eğitim
süresi, ailelerin diğer
www.ipmthailand.org
ihtiyaçlarıyla uyuşmayabilir. Özellikle
yeni ve beklenmedik sezonluk iş fırsatları
(İnşaat sektörü vb.), bu çalışmalar yerine
tercih edilebilir.
KATILIMCI BİR DENEYİM ARENASI
Çiftçi Uygulama Okulları, katılımcı
eğitim yöntemini benimsemiş oldukları
için, yeni teknolojilerin test
edilebilecekleri mükemmel bir alan olarak
değerlendirilebilirler. Bu okulların
başlangıçta temel aldıkları eğitim konusu,
kimyasal gübre kullanımıdır. Ancak diğer
konulardaki eğitim çalışmaları da
sürdürülmektedir. Kent tarımının; sınırlı
arazi, toprak mülkiyeti konusunda
yaşanan sorunlar, toprağın yeterince
verimli olmaması ve ihtiyaç duyulan
yüksek miktarda emek gibi kendine özgü
koşulları, ürünlerin en iyi biçimde
yetiştirilebilmesini zorlaştırmaktadır.
Yapılan çalışmalar sonrasında, çiftçilerin
koşullarına uygun olan teknolojileri
kendilerinin seçebilmeleri büyük önem
arz etmektedir.
ÇİFTÇİDEN ÇİFTÇİYE EĞİTİM
Çiftçi Uygulama Okulları'nın temel aldığı
eğitim sistemi aynı zamanda “eğiticilerin
eğitimini” gerçekleştirmekte ve yayın tipi
eğitim yerine uygulama tipi eğitime
vurgu yapmaktadır. Kişisel yeteneklere
bağlı olarak, herhangi bir Çiftçi
Uygulama Okulu'nda eğitim alan
katılımcı, daha sonra başka bir okulda
eğitimci olarak çalışabilir. Öğrenme
sürecinin bir teknisyen ya da bilim
adamının katılımından çok, çiftçiler
arasında yaratılan etkileşim sayesinde
gerçekleştiği görülmektedir. Ancak söz
konusu eğitmenler, eğitim sürecinin
belirli dönemlerinde çalışmalara kaynak
kişiler olarak katılmaktadırlar.
Çiftçi Uygulama Okulları tarafından
yürütülen, çiftçiden çiftçiye eğitim
yöntemi ve grup formasyonunun diğer
bir faydası ise üyeler arasında sağlanan
sosyal ilişkilerdir.
Arazinin incelenmesi
Ürünlerin büyüme ve gelişme düzeyinin
planlanması
Tarımsal ekolojinin incelenmesi
Sonuçların ortaya konması ve üzerinde
tartışılması
Ekonomik bakımdan inceleme yapılması
Grup dinamikleri
Özel konu
www.ipmthailand.org
Her bir toplantı, aşağıda yer alan konu
başlıklarını içeren farklı müfredata göre
yürütülmektedir.
12
SAĞLIK
Tarımsal ekoloji (agro-ecology) ve toprakürün sağlığı konuları, Çiftçi Uygulama
Okulları müfredatının önemli bölümlerini
oluşturmaktadırlar. Bu konular; bitkipatojen ve bitki-zararlı ilişkilerinin ve
bunun yanında farklı türlerdeki kimyasal
gübrelerin kullanım etkilerinin
anlaşılması başlıkları altında
işlenmektedir. Kentsel gıda üretimi
koşulları sağlığı, çiftçiler için öncelikli bir
konu haline getirmektedir.
Kentsel çevrede karşılaşılan; zararlılar,
hastalıklar ve çeşitli fizyolojik
semptomlar arasındaki benzerlikler
oldukça sınırlıdır.
Kentsel alanlardaki toprakların
çoğunlukla aşırı derecede fakirleşmiş
olması, bu toprakların verimli hale
getirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bununla birlikte, yoksulluk ve toprak
mülkiyeti konusunda yaşanan sorunlar,
oluşturulan stratejilerin kısa vadeli
olmasına ve hızlı gelir sağlama
yöntemlerinin tercih edilmesine yol
açmaktadır.
Çiftçi Uygulama Okulları'nın kentli
ailelerle yürüttükleri çalışmaların ve elde
edilen deneyimlerin halen sınırlı olduğu
bilinmektedir. Son dönemde Ekvator ve
Zimbabwe'de yeni çalışmalar
başlatılmıştır. Ancak bu çalışmalardan
elde edilen sonuçların, şu ana kadar
üzerinde tartıştığımız potansiyel fayda ve
sınırlamalar çerçevesinde
değerlendirilmeleri için henüz erkendir.
Bizler, Çiftçi Uygulama Okulları'nın kent
tarımı koşullarına daha iyi uyum
sağlayabilecekleri yeni yollar bulmak ve
daha fazla deneyim sahibi olmak için
çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Heeley Kent Çiftliği - www.heeleyfarm.org.uk
Londra'da, sadece üçü yerel
yönetim tarafından işletilen
toplam 17 kent çiftliği
bulunmaktadır. Söz konusu
üç çiftliğin dışındakilerin
tamamı özel girişimciler
tarafından oluşturulan ekipler
tarafından işletilmektedir.
Kent Tarımının Finansmanı ve
Londra Kent Çiftlikleri
Kent tarımının bir şekli olarak değerlendirilen Kent Çiftlikleri, Birleşik Krallık'ta yeni
olmasına rağmen, önemi her geçen gün artan bir kavramdır. Kent tarımının geleceği;
günümüzün kalkınma yaklaşımlarına, toplumsal uyuma, sosyal katılıma ve biyolojik
çeşitliliğe uyum sağlama yeteneğine bağlıdır.
BİRLEŞİK KRALLIKTA KENT TARIMI
B
Beacon Mbiba
Urban and Peri-Urban
Research Network (Peri-NET),
South Bank University, UK
Eylül 2005
irleşik Krallık'taki kent tarımı
kavramının açık bir tanımını
vermek oldukça zordur.
Konuyla ilgili yazarlar, bu
kavramı genellikle kentsel
alanlarda yapılan tarımsal
aktiviteler ve gıda üretimi
şeklinde tanımlamaktadır. Howe
(2001), kentlerde yapılan gıda
üretiminin, evlerin arka bahçelerinde, pencere önlerinde, halk
bahçelerinde, seralarda, tahsis
edilen alanlarda ve kent çiftliklerinde yapıldığını belirtmektedir.
Birleşik Krallık'taki kent tarımı
pratikte, gıda üretimini artıran ve
Gündem 21'e katkı sağlayan tüm
aktiviteler şeklinde tanımlanabilir
(Iles, 2001).
Sürdürülebilirlik ve Gündem 21
bağlamında yapılan bu
tanımlama, kent tarımının sadece
gıda üretimi ve kümes
hayvancılığı gibi konularla
ilişkilendirilerek yapılan
tanımlamasını geliştirmektedir.
Garnett (1996), bugün Birleşik
Krallık'ta var olan tipik kent
tarımı uygulamalarını şu şekilde
sıralıyor: Kent çiftlikleri, tahsis
edilen alanlar, halk bahçeleri,
meyve bahçeleri, yerel
yönetimlere ait ya da kiralık
çiftlikler, konutlara ait bahçeler,
okul ve hapishanelerde bulunan
alanlar. İlgili kimse ve alan
miktarına göre yapılacak olan
değerlendirmede, alan tahsisleri
başta gelmektedir. Iles (2001),
ülke sınırları içerisinde; 65 kent
çiftliği, 1200 halk bahçesi ve
yaklaşık 70 okul çiftliği ve
300.000'in üzerinde tahsis edilmiş
alan olduğunu tahmin
etmektedir.
Bahsi geçen tahsis edilmiş alanlar,
Birleşik Krallıktaki bir çok yerel
yönetim tarafından isteklilere
13
kiralanan küçük arazi
parçalarıdır. Bu alanların büyük
çoğunluğunun mülkiyeti yerel
yönetimlere ait olsa da (Bradford
%100, Leeds %90) bazı özel
alanlarında bu amaçla kiralandığı
görülmektedir (Howe ve Wheeler
1999: 17). Yerel yönetimlerin bu
alandaki üstünlüğü tüm ülke
çapında görülmektedir. Bununla
birlikte, yerel yönetimler sadece;
alanın çitle çevrilmesi, sulama ve
yol yapımı gibi alt yapı
çalışmalarında yardımcı
olmaktadır. Tarımsal aktiviteler
için gereken kaynakların elde
edilmesi, tamamen kentli
çiftçilerin veya kiracıların
sorumluluğundadır. Alan
tahsisleri sadece ticari amacı
olmayan kişiler için söz
konusudur. Bu alanlarda
yetiştirilen ürünler çoğunlukla
meyve ve sebzedir.
Tahsis edilen alanlarla karşılaştırıldığında
kent çiftliklerinin oldukça yeni bir
kavram olduğu görülür. Kent
çiftliklerinin büyük bölümü istekli
gruplar tarafından, kullanılmayan ya da
atıkların boşaltıldığı alanlarda
kurulmuştur. Yaklaşık olarak yılda 3
milyon kişinin kent çiftlikleri ile
ilgilendiği bilinmektedir (Iles, 2001). Bu
alanların artan önemi sadece yapılan gıda
üretiminden ileri gelmemektedir. Sosyal
bütünleşme, biyolojik çeşitlilik ve çevre
eğitimi gibi konularda oynadıkları
rollerin etkisi de büyüktür (Howe 2001;
FCFCG 2002).
destekler oldukça azdır. Şekil 1' de,
Woodlands Çiftliği'nin 2001 yılında yerel
yönetimden hiçbir ödenek almadığı
görülebilir. Çiftliklerde yapılan çalışmalar
sırasında ihtiyaç duyulan kaynakların
büyük kısmı hayırseverlerden ve her
türlü kişisel bağıştan sağlanmaktadır.
Ayrıca, bu çiftliklerde gönüllü olarak
çalıştıkları için personel harcamalarını
büyük ölçüde azaltan kişilerin katkıları
da unutulmamalıdır. Kent Çiftlikleri ve
Halk Bahçeleri Federasyonu (FCFCG
2002), Londra'da bulunan çiftliklerde
yıllık olarak yaklaşık 1000 gönüllünün
düzenli biçimde çalıştığını bildirmektedir.
LONDRA KENT ÇİFTLİKLERİ
Londra'da, sadece üçü yerel yönetim
tarafından işletilen toplam 17 kent çiftliği
bulunmaktadır. Söz konusu üç çiftliğin
dışındakilerin tamamı özel girişimciler
tarafından oluşturulan ekipler tarafından
işletilmektedir. Diğer yandan, tahsis
edilmiş alanların 300 yıldan fazla bir
geçmişe sahip olduklarını söyleyebiliriz.
Kent çiftliklerinin hiçbiri 30 yıllık bir
geçmişe bile sahip değildir. Bunların
genel organizasyonları; 1980 yılında
kurulan, Kent Çiftlikleri ve Halk Bahçeleri
Federasyonu (FCFCG) tarafından
yapılmaktadır. Bu federasyonun,
bünyesinde yarı zamanlı çalışan iki
kişinin bulunduğu Londra bürosu, 2000
yılında açılmıştır.
FİNANS KAYNAKLARININ
DEVAMLILIĞI
Piyango Fonundan elde edilen
finansman
Çiftlikler, Piyango Fonundan gerek
sermaye yatırımı ve gerekse sürekli
harcamalarda kullanılmak üzere önemli
ölçüde finansman sağlamaktadır. Bu
finansman için; Toplum Fonu, Miras
Piyango Fonu ve Yeni Fırsatlar Fonu'na
başvuru yapılmaktadır. Çiftlikler bu
aşamada, ülke çapındaki birbirinden
farklı pek çok başvuruyla rekabet etmek
zorundadır. Toplum Fonu, 2002-2007
yılları arasında önceliği; çocuklar, gençler,
siyahlar ve etnik azınlıklar, mülteciler,
yaşlılar, engelliler ve ekonomik sıkıntı
yaşanan bölgelerde yaşayan kimselere
tanımıştır. Vauxhall Çiftliği, bu çerçeve
içerisinde başlattığı mültecilere yönelik
program sayesinde ödenek alabilmiştir.
Bununla birlikte, söz konusu fonların
Tablonun son satırında da görüldüğü
gibi, kent çiftliklerine hükümet veya yerel
yönetimler tarafından yapılan doğrudan
birer kamu kaynağı olmaları nedeniyle
var olan politik ortamın etkisi altında
olduğu da bilinmelidir. Oluşabilecek
ihtilafların azaltılması ve yürürlükteki
desteklerin artırılması için ilgili grupların
projelerinin kentin gelişimine yaptığı
olumlu katkıları başarılı biçimde
belirtmeleri gerekir. Birleşik Krallık
örneğindeki kent çiftlikleri; yaşlıların,
çocukların, eğitimin ve sosyal birlikteliğin
“dilini konuşmak” zorundadır.
Fon Taleplerindeki Rekabet
Londra'da bulunan çiftliklerin büyük
kısmı kaynak bakımından sıkıntı
yaşamakta ve hayır severlerden gelen
hibeler olmaksızın ayakta
duramamaktadır (FCFCG 2002). Bununla
birlikte söz konusu hibelerin elde edilme
sürecinde bile, ortaya konan plan ve
getiriler gibi belirli kriterlere bağlı olan
önemli bir rekabet yaşanmaktadır (Howe
2001). İyi hibelerin elde edilmesi, yetenek
ve bilgi birikimi sahibi olan ve etkin
biçimde örgütlenmiş grupların başarılı
çalışmalarına bağlıdır. Bunun yanında
ilgili grupların, kaynaklarını birlikte
kullanmak ya da özellikle benzer
projelerle yapılan hibe başvurularında
birlikte hareket etmek gibi yöntemlere de
sıcak bakması gerekmektedir.
Çevre sağlığı ve kalkınmanın
beraberinde getirdiği sorunlar
Aynen gelişmekte olan ülkelerin
kentlerinde görüldüğü gibi, Londra'daki
kent tarımı uygulamalarında da toprağa
ulaşım konusunda büyük sıkıntılarla
Tablo 1 Londra kent çiftliklerinin çeşitliliği İki örnek
Özellikler
Woodlands Çiftliği
Yüzölçümü
Konumu
Yoksulluk Düzeyi
Yönetim Yapısı
Toplam İş Hacmi
Personel
Yaklaşık 360 Dönüm
Londra dışında, Greenwich kasabası yakınlarında
Londra ve BK için ortalama yoksulluk düzeyi
Kayıtlı hayırseverler, özel firmaların sınırlı garantisi
Yaklaşık 160,000 ₤
Gönüllü yönetim komitesi, bir tam zamanlı memur,
bir çok farklı komite ve gönüllü kimse
Halktan pek çok kişi için doğal yaşam ve
çevre konularında eğitimler ve
diğer sosyal fırsatlar
Aktiviteler
Fon kaynakları
Vauxhall Kent Çiftliği
Fonlardan %20 ve geri kalan kısım bağışlardan ve
özel sektörden. İşletme maliyetleri yıllık en az
100.000 ₤
14
Yaklaşık 10 Dönüm
Londra içinde, Lambeth bölgesinde
Londra’nın en yoksul bölgelerinden biri
Kayıtlı hayırseverler, özel firmaların sınırlı garantisi
Yaklaşık 140,000 ₤
12 üyeli yönetim komitesi, 4 tam zamanlı memur,
2 yarı zamanlı çalışan ve 26 gönüllü
Kentlerde yaşayan kişi ve gruplar için eğitim ve
diğer sosyal aktiviteler. Bazı kolejlerle yapılan
işbirliği sonucunda, öğrencilere daha sonra tam
zamanlı iş bulmalarına yarayacak hayvan bakımı
sertifikası (1. kademe) verildiği kurslar.
Fonlardan %30 , bağış ve diğer yardımlar % 40,
diğer %10. İşletme maliyetleri yıllık en az 65.000 ₤
Heeley Kent Çiftliği - www.heeleyfarm.org.uk
demek olduğunu bilen kimseler olduğu
da ortadadır.
karşılaşılmaktadır. Bunun yanında;
altyapı, toprak kirliliği, hırsızlık, çeşitli
fiziksel zararlar, tarımsal girdilere ulaşım
ve ürünlerin pazarlanması konularında
yaşanan sorunlar da büyük önem arz
etmektedir. 2000 ve 2001 yılları arasında
yaşanan gıda kaynaklı salgın hastalıklar
nedeniyle, kent çiftliklerine halk sağlığı
konusunda eleştiriler yöneltilmiştir.
Londra'daki kent çiftlikleri ile ilgili bir tek
olumsuz rapor olmamasına rağmen,
çiftlikler uzun bir süre halka kapanmıştır
(FCFCG 2002). Bu tarihten itibaren
toplumda kent çiftliklerine karşı yersiz bir
şüphe uyanmıştır. Küçük baş
hayvancılığın da yapıldığı çiftliklerde ise
hayvan hakları örgütleri ve artan sigorta
bedelleri nedeniyle bir çok sorun
yaşanmaktadır. Bu nedenle, tüm kent
tarımı uygulamalarında ve özellikle kent
çiftliklerinde sağlık konusunda yüksek
seviyede önem verilmeli ve yürütülecek
kampanyalarla halkın güveni yeniden
sağlanmalıdır.
Toprak mülkiyetinin güvenliği
Kent çiftliklerinin başlangıç maliyetlerinin
150.000 ₤ ve yıllık ortalama maliyetlerinin
50.000 ₤ olduğu, bu yüzden ulusal ve
yerel yönetimlerden destek sağlanması
gerektiği belirtilmektedir. Yeni çiftlikler
kurulmadan, var olanların ihtiyacı olan
finansmanın sağlanması gerekmektedir.
Çiftliklerin mülkiyet hakları, hükümet
tarafından verilen hibeler çerçevesinde
garanti altına alınmaya ihtiyaç
duymaktadır. Bunun mümkün olmadığı
durumlarda ise yerel yönetimlerin uzun
vadeli kira sözleşmelerini hayata
geçirmesi gerekir. Böylelikle, halktan pek
Eylül 2005
çok insan ve iş çevreleri destek ve
yatırımlarını çiftliklerin hizmetine
sunabilir.
Kaynakların çeşitliliği
Kent tarımı projelerinin ihtiyaç duyduğu
kaynak desteği sadece parasal boyutta
olmayabilir. Çeşitli ekipmanların
sağlanması, hizmet ve uzmanlık
alanlarında destek verilmesi de
mümkündür. Özel firmalar oldukça
önemli destek merkezleridir.
Pek çoğu, toplum konusundaki
hassasiyetlerini göstermek amacıyla
çalışmalar yapar. Diğer yandan, bu
firmalarda çalışan işçilerin de sıradan
ailelere mensup, geçim sıkıntısının ne
Eğitim
Kent tarımı sadece gıda üretimi ile ilgili
bir kavram değildir. Kentlerdeki çevre,
eğitim ve çeşitli rekreasyon çalışmalarına
vereceği katkılar pek çok kimse için yeni
gelir kaynakları anlamına gelebilir. Sahip
olunan farklı amaçların yanında,
çiftliklerin son dönemde özellikle eğitim
çalışmalarına ağırlık verdiği
görülmektedir. Bununla birlikte, sektörün
potansiyeli bilinenin çok daha
ötesindedir. Örneğin okullarla ilgili
olarak, düzenli dersler verilmesi veya
özellikle yaz sezonunda yapılacak eğitim
çalışmaları değerlendirilebilir.
Toplumun motive edilmesi ve gönüllü
çalışma
Sürdürülebilir kalkınma, bireylerin
sorumluluk almaları ve kapasitelerini
sürekli olarak geliştirmeleri ile mümkün
olabilir. Kent çiftlikleri, toplumsal yönü
büyük olan projelerin hayata geçirildiği
çok amaçlı alanlar olarak
değerlendirilmelidir. Mülkiyetin önemi
göz önünde bulundurularak, bireylerin
tarımsal aktivitelerde bulunabilecekleri
alanlara sahip olmaları sağlanmalıdır.
Not: Londra'da bulunan ve yerel
yönetime ait olan kent çiftlikleri şunlardır:
Newham Kent Çiftliği, Hounslow Kent
Çiftliği ve Waltham Ormanı içindeki
Brookes Çiftliği.
REFERANSLAR
- Crouch, D. 2000. Reinventing Allotments for the twenty-first Century: The United Kingdom
Experience. Paper presented at the International Society for Horticultural Science 523: XXV
International Horticultural Congress, Part 13: New and Specialized Crops and Products,
Botanic Gardens and Human-Horticulture Relationship. Online:
http://www.actahort.org/books/523/523_18.htm
- Crouch, D and Ward, C. 1988. The Allotment: its Landscape and Culture. Faber and Faber,
London.
- Crouch, D, J Sempik and R Wiltshire. 2000. Growing in the community: a good practice guide
for the management of allotments. Report for the Department of the Environment, Transport
and Regions, The Greater London Authority, The Local Government association and the Shell
Better Britain Campaign, London.
Federation of City Farms and Community Gardens. 2002. Future Directions of City Farms in
London. A Study Funded by the Mayor of London. Greater London Authority
(www.london.gov.uk) and Federation of City Farms and Community Gardens, London.
- Garnett, T. 1996. Harvesting the cities. Town and Country Planning 65 (October): 264-266.
- Howe, J. 2001. Nourishing the city. Town and Country Planning. 29 - 31.
- Howe, J and Wheeler, P. 1999. Urban Food Growing: The Experience of Two UK Cities.
Sustainable Development 7: 13-24.
- Iles, J. 2001. Social Participation and the Role of City Farms and Community Gardens. Urban
Agriculture and Sustainable Cities Conference: Urban agriculture, landscape and the
sustainable city. 29th June 2001, The University of North London.
- Woodlands Farm Trust. 2001. Report of the Trustees and Financial Statement for the Year
Ended 31 March 2001. London.
15
Growing Cities Growing Food
Şanghay'da seralar ekinleri hava
ve toprak kirliliğinden korumak
için kullanılıyor (Şanghay
Modern Tarımsal Kalkınma'dan).
Şanghay:
Kent Tarımına
Yönelik Eğilimler
Çinliler yoğun kent tarımı sistemleriyle
ünlüdürler ve büyük kentlerinin birçoğu
yakın bölgelerden sağlanan gıdalar
sayesinde günümüze kadar kendine yeterli
olmayı başarmıştır (Girardet, 1999).
Y
Cai Yi-Zhong
ve
Zhang Zhangen
angtze Nehri deltasında yer
alan Şanghay, Çin'in en
büyük endüstri ve ticaret
kentidir. Şanghay'ın kapladığı
toplam alan 6340,5 km2 dir ve
bunun %13'ü kentsel ve %87'si
kırsal alanlardan oluşmaktadır.
Şanghay, geçen 10 yıl içerisinde
hızla büyümüştür. Örneğin; 199495'te inşa edilen alan 22,4 km2
artmıştır. Şanghay'da bugün 13
milyon insan yaşamaktadır.
Ortalama nüfus yoğunluğu
yaklaşık 2059 kişi/km2 iken, en
yüksek nüfus yoğunluğu 58.233
insan/km2 ile Nanshi
Bölgesi'ndedir. Yönetim, kent
merkezindeki nüfus
yoğunluğunu azaltmak için
insanları ve çeşitli endüstri
kollarını kentin dış bölgelerine
taşıma politikasını uygulamaya
koymuştur.
Şanghay'da arazi alçak ve
düzdür; arazinin %50'si deniz
seviyesinin 4-5 m üstünde, kalanı
ise çok daha altındadır. Şanghay,
yüksek yoğunluklu akarsu
yataklarına ve daha çok da
yüksek yeraltı sularına sahiptir.
Astropikal iklim, yeterli yağış
(yıllık 1143,4 mm) ve toprak
yoğun tarım için çok uygun
koşullar yaratmaktadır.
Hızlı bir kentleşme sürecine giren
Şanghay'da, kent yönetimi, kentin
tarım yapılmaksızın
gelişemeyeceğini anlamıştır.
Şanghay, tarım alanında Gayri
Safi Milli Hasıla (GSMH)'ya
ancak %2'lik bir katkı yapmakta
ve üretkenlik diğer ekonomik
sektörlerden daha yavaş
büyümektedir. Yönetim, kent
nüfusuna istikrarlı bir gıda
16
güvencesi temin etmek için, kent
içindeki tarımsal üretimin önemli
bir düzeye gelmesini
amaçlamaktadır. Tarımsal
alanlardan tarımsal olmayanlara
geçiş konusunda katı bir yasal
düzenleme uygulamaya
konulmuştur. Şimdilerde
işlenebilir toprağın %80'i Tarımsal
Koruma Yasası'nın güvencesi
altındadır. Hükümet, yüksek
derecede makineleşmeyi ve
toprağı, işgücünü ve girdileri
yoğun biçimde kullanarak,
sermaye yoğun bir tarımsal
kalkınmayı gerçekleştirmeye
çalışmaktadır. Bugün, hükümetin
kent tarımına yaptığı toplam
yatırım on yıl öncekinden beş kat
daha fazladır. Tarım
programlarının hedefleri; sosyal
istikrarı sağlamak, makineleşmeyi
üretim yoğunluğunu artırmaktır.
Şanghay'da kent tarımı
Şanghay'da yaşayan ve iş sahibi olan
yaklaşık 8,5 milyon insanın 3,6 milyonu
tarımsal üretim sektöründedir. Çiftçilerin
toplam sayısı 2,7 milyon ya da diğer bir
deyişle, Şanghay çevresindeki kırsal
alanlardaki nüfusun %93'üdür (%13'ü
tam zamanlı çiftçi, %80'i yarı zamanlı
çiftçidir). Şanghay'daki kent tarımında
kazanç oldukça düşüktür. Diğer
ekonomik sektörlerle arasındaki işgücü
rekabeti ise hızla artmaktadır. Şanghay
bölgesindeki üretim maliyetleri, sebze
üretimi yapılan kırsal alanlardakinden
ortalama olarak %15 daha yüksektir.
Diğer bölgelerdeki çiftçilerin Şanghay
pazarına gittikçe daha fazla ürün
sağlaması, fiyatların düşmesine yol
açmaktadır.
Yüksek maliyetlerin ana nedenleri
nispeten daha yüksek işgücü ve toprak
maliyetleridir. Fiyat farklılıklarını
azaltmak için geliştirilen strateji kısaca;
üretimi ve kaliteyi artırmak ve bunun
yanında yeni teknolojileri uygulayarak
birim maliyetleri düşürmeyi
amaçlamaktadır. Üretim maliyetlerini
düşürmek için tarımsal üretim
hizmetlerini iyileştirmek gerekmektedir.
Şanghay'da düşük nakliye maliyetlerinin
avantajını ölçmek oldukça zordur çünkü
bu durum nakliyenin mesafe ve yapılma
şekline bağlıdır. Üretim maliyetlerini
düşürme stratejisi, kırsal alanlar ile
Şanghay arasındaki fiyat farklılığında
%15'den %20'ye varan azalmaya yol
açmıştır.
Tahıl üretimi
İzlenen politikanın hedefi, Şanghay'ın
bazı tahıl ürünlerinde kendine yeterli
olmasını sağlamak ve yılda en az 2
milyon ton tahıl üretmektir. Bu yüzden
tahıl üretimine öncelik verilmekte ve
Şanghay'daki toplam üretimin %65'ini
tahıl oluşturmaktadır. 1997'de 3.657,80
km2'lik alanda ya da diğer bir deyişle
tohum ekilen toplam alanın %66,2'sinde
tahıl yetiştirilmiştir. Toplam tahıl üretimi
2,4 milyon tondur; bunun %40'ı ortalama
6,5 ton/0,01 km2 lik verimle üretilen
buğdaydır. Buğday yaz aylarında
üretilmektedir. Sonbaharda ise toplam
tahıl üretiminin yaklaşık %60'ına ulaşan
Eylül 2005
pirinç üretimi yapılmaktadır.
Şanghay'da yaz aylarında buğday gibi
tahıl ürünleri yetiştirmek ekonomik
olarak kârlı olmadığı için, tahıl üretiminin
yapıldığı alan miktarı 1979 ile 1995
arasındaki dönemde 5123,07 km2 den
3439,51 km2 ye düşmüştür.
Yine de, toplam üretim hektar başına
verimdeki (5,1 t/ha'dan 6,4 t/ha'ya) artış
nedeniyle yaklaşık 2 milyon tonda
kalmıştır.
Sebze Üretimi
Sebze üretimi, sürekli olarak ekim yapılan
10.000 hektardan fazla alan ile mevsimlik
üretimde kullanılan 2700 hektarlık alanda
yapılmaktadır. 1990'lardan önce yapılan
sebze üretimi kent çevresindeki 20 km
yarıçaplı bir alan içerisinde yer alan dış
mahallelerde yoğunlaşmıştı. Sebze üretim
alanı, 1990'dan itibaren kentin
büyümesiyle birlikte kademeli olarak
kent dışına taşınmaktadır. 1996'da sebze
üretimi yapılan alanın %75'i (8700 ha) dış
mahallelere taşınmıştır. Sebze üretim
alanının yalnızca %10'u kent çevresinde
kalacaktır; kalan bölümü ise kent
merkezinin 30-60 km uzağında yer
alacaktır.
Bahsi edilen artan rekabet ve üretim
maliyetleri, Şanghay'ın kendine yeten
sebze arzını %100'den %60'a düşmesine
neden olmuştur. Şanghay'da yıllık sebze
Growing Cities Growing Food
Ayrıca kent tarımı, yeşil alanların
artırılması ve yaratıcı bir fırsat sunması
sayesinde hava kirliliğini azaltmanın bir
yolu olarak da görülmektedir.
17
üretimi 1,3 milyon ton ya da günde 4000
ton dolayındadır.
Şanghay'da sebze üretimi nispeten
özelleşmektedir. Seraların sayısı artmakta
ve son dönemde toplam sebze üretim
alanının %26,7'sini oluşturmaktadır.
Hükümet, 287 adet bahçıvanlık yapılan
çiftlikte, yeni teknolojileri aktif biçimde
uygulamaya geçirmiş ve bu süreçte 18 tür
sebze ve meyvenin yetiştirildiği 700
hektarlık bir sera kurulmuştur.
Çiftlik hayvanı üretimi
Çiftlik hayvanı üretimi de dış
mahallelerden kademeli olarak
Şanghay'ın resmi sınırlarının dışına
taşınmıştır. Şu anda, 547 büyük ölçekli
domuz çiftliği mevcuttur; bunların
88'inde 10.000'den fazla domuz
bulunmaktadır. Üretim kapasitesi
10.000'den fazla olan 100'ün üzerinde
tavuk çiftliği ve her biri 100 baştan fazla
ineğe sahip 150 mandıra çiftliği
mevcuttur. Bu çiftliklerde üretilen domuz
ve tavuk etiyle yumurta, toplam ticari
üretimin yarısından fazlasını ve süt ise
%80'ini karşılamaktadır. Domuz ve
kümes eti, kentin toplam tüketiminin
yarısından fazlasını sağlamaktadır.
Şanghay'da tüketilen sütün %100'ü ve
yumurtanın %90'ı kent sınırları içerisinde
üretilmektedir.
Bitkisel gıdalar ve çiftlik hayvanları
dışında, çim üretimiyle uğraşan toplam
alanı 143 hektarı bulan birkaç yatırım da
bulunmaktadır. Yılda 290 milyon ton
çiçek (Çin'deki toplam üretimin %33'ünü)
üreten 43 çiçek çiftliğinin ortalama alanı 3
hektardır.
Tarımsal üretim sistemlerindeki
eğilimler
Kent tarımı üretim süreci yeniden
organize edilmiş, küçük ölçekli aile
üretimi tesisleri büyük ölçekli çiftliklere
taşınmıştır. İzlenen politika, üretimi
işleme ve pazarlamayla bütünleştirerek,
üretim zincirini dikey biçimde organize
etmektedir. Geçen birkaç yıl içinde, 10
büyük ve 200 orta ölçekli tarımsal üretim
ve işleme şirketi kurulmuştur. Bu dikey
zincirde amaç katma değeri artırmaktır.
Ortalama olarak; pazarlama ve işleme,
mevcut üretime 1,5 kat değer
katmaktadır. Pazarlama büyük ölçüde
Şanghay'daki 21 sebze toptancısı
tarafından gerçekleştirilmektedir. Ayrıca,
sebze nakliyatında ve satışında 270 çiftlik
organizasyonu bulunmaktadır.
Şanghay'daki eğilim, ölçek
ekonomisinden fayda sağlamak ve üretim
düzeylerini artan uzmanlaşma ile
geliştirmektir. Bununla birlikte, halen
karma tahıl, sebze ve hayvan üretimi
yapan küçük ölçekli aile çiftlikleri halen
mevcuttur. Yerel yönetimler, uzmanlaşma
sürecini desteklemek için çiftçilere ve
çeşitli yönetim kuruluşlarına ön-, ara- ve
son dönem üretim hizmetleri veren
hizmet grupları oluşturmuştur.
Kent tarımındaki işlerin çoğu, örneğin
sabanla sürme, sulama, yabani otları
ayıklama ve hasat uygulamaları
makineleşmiştir ve bilgisayarlar üretim
sürecini izlemekte gittikçe daha fazla
kullanılmaktadır. Makineleşme düzeyi
nispeten yüksektir ve tarımdaki işgücü
gereksinimini azaltmaktadır. Örneğin,
hektar başına buğday ve pirinç verimi
%5-10 artarken, işgücü üretkenliği iki
katına çıkmıştır. Arazinin yaklaşık 10.000
hektarı kurumuştur ve artık 12.400
hektarı düşük basınçlı boru-sulama
sistemiyle sulanmaktadır.
Şanghay'da artan yaşam standardıyla
birlikte; tarım ürünlerinin kalitesi, çiftçilik
uygulamalarıyla oluşan ekin kirlenmesi
ve çevre kirliliğinden korunma gibi
konularda çeşitli sorular gündeme
gelmektedir. Bu konudaki birinci çözüm
tekniktir. Bitkilerde oluşan kirliliği
önlemek için ekinler kapalı seralarda
yetiştirilmektedir. Testler, bu seralardaki
ekin kirlenmesinin yanı sıra; toprak, su ve
hava kirliliği göstergelerinin açık alan
üretimindekinden önemli ölçüde düşük
olduğunu göstermektedir. İkinci strateji
organik çiftçiliğe geçmektir. Örneğin,
Qianwei Köyü'nde, arazinin 67 hektarı az
girdili sebze üretimi için
kullanılmaktadır. Üretimden gelen tüm
organik atık, yinelenebilir olmayan enerji
tüketimini azaltan bio-gaz üretiminde
kullanılmaktadır. Tüm ekin atığı kompost
yapılmakta ve tarlalarda
kullanılmaktadır. Böylelikle, kimyasal
gübreye olan gereksinim azalmaktadır.
Biyolojik metotlar ise zararlı otları,
böcekleri ve hastalıkları kontrol etmekte
kullanılmaktadır. Üçüncü strateji, kirlilik
kaynaklarından oldukça uzaktaki
kirlenmemiş alanlarda tarımsal kalkınma
için sahalar planlamaktır. Bunun bir
örneği Congming Bölgesi'ndedir; burada
Şanghay'daki en büyük yeşil gıda üretimi
temeli bugünlerde atılmaktadır.
3.1. Kent tarımı, rekreasyon ve çevre
Kent tarımı rekreasyon etkinliklerinde rol
oynamaktadır. Park ve bahçeleri ziyaret
etmek yaygın bir Çin etkinliğidir.
Şanghay'da her bahar, binlerce vatandaş
tarım alanlarını gezi amaçlı olarak
dolaşmaktadır. Bu nedenle, bazı
girişimciler Şanghay'ın dış mahallelerinde
tarımsal dinlenme yerleri inşa etmeyi
düşünmektedir. Bireysel gezilerin
dışında, Şeftali Çiçeği ve Osmanthus
Çiçek Festivali gibi bazı festivaller
düzenlenmektedir. Bu festivallerin amacı
ürünlerin reklamını yapmak, ticareti
geliştirmek ve kent sakinlerine dinlenme
zamanı sağlamaktır.
Şanghay, yeşil alanlarını yalnızca 40
parkla sınırlandırmıştır. Mevcut toplam
yeşil alan kişi başına 1,15 m2 dir ki bu
oran 4 m2 lik Çin ortalamasının çok
altında, 50 m2 lik dünya ortalamasının ise
çok uzağındadır. Bu durumun başlıca
açıklaması, tarımsal arazi yapısının
doğasıyı etkilemeksizin ayarlanmış
olmasıdır. Kent tarımının, açık yeşil alan
yönetimiyle birlikte tüm kent kalkınma
planlarına dahil edilmesi gerekir.
4. Kısıtlamalar ve Kent tarımının geleceği
Kent tarımının önündeki en önemli
kısıtlama, arazi konusundaki artan
baskılar ve buna bağlı olarak da tarım için
gereken toprak kaynaklarının
azalmasıdır. 1978'den 1995'e kadar
Şanghay'da mevcut ekilebilir arazi
360.000 hektardan 290.000 hektara
düşmüştür. 1992'den 1994'e kadar
ekilebilir arazi 26.000 hektar daha
azalmıştır. Yine de, 1998'deki Tarımsal
Koruma Yasası'ndan itibaren tarımsal
kaynaklardaki kayıp kontrol altına
alınmıştır.
Diğer kısıtlamalar tarım gelirinin nispeten
düşük olması ve diğer tarımsal üretim
alanlarına kıyasla nispeten daha yüksek
maliyetlerle karşılaşılmasıdır. Bunun yanı
sıra, Şanghay'daki çevre sorunları da
önem taşımaktadır. Kent tarımının
gelişmesi için izlenen strateji, daha fazla
makineleşme ve teknik yeniliktir. Bunun
için, modern biyoloji ve enformasyon
teknolojileri uygulanmalıdır.
Üretim, pazar odaklı olmalı ve Şanghay
çevresindeki dış mahallelerin kendine
yeterliklerini sağlamasının yanında, kente
tahıl ve taze gıda temin edilmesine de
katkı sağlamalıdır. Kent tarımının önemi,
artan ölçüde sağlık ve güvenli gıda
konularıyla birlikte değerlendirilmelidir.
Ekolojik ve kültürel işlevler, ekonomik
kalkınma hedeflerine katkıda
bulunmaktadır.
REFERANSLAR
- Girardet H. 1999. Urban farming and sustainable cities. Paper presented at International
Workshop, Growing Cities, Growing Food: Urban Agriculture on the Policy Agenda, Havana,
Cuba, 11 – 15 October 1999.
- Lu Liangshu, Hong Bozeng et al. 1997. Studies of sustainable agriculture development in
Shanghai. Shanghai: China Agricultural Sciences &Technique Publishing House.
- Shanghai Academy of Social Sciences. 1997, 1998, 1999. Shanghai economic yearbook.
Shanghai: Publishing House of Shanghai Academy of Social Sciences.
- Shanghai Rural Economy. 1997-1999. Shanghai: Shanghai Rural Economy Publishing House.
- Shanghai Statistics Yearbook 1978-1997. Shanghai statistics yearbook. Shanghai: China
Statistics Publishing House.
- Shanghai Vegetable Economy. 1998. Issues 1-4. Shanghai Vegetable Economy Editorial Dept.
- Zhang Dadi, Zhang Jiaqi & Wang Yagu. 1997. The main non-point pollution in the suburbs of
Shanghai and its control strategies. Shanghai Environmental Sciences 16 (March 1997).
18
Kerstin Ewert - www.fotocommunity.de
“Sokak çocukları" diye yaygın bir
problemin yanı sıra ülke gelenek ve
göreneklerinde daha önce hiç var
olmayan “evsizler” sorunlarının 1994
ekonomik krizinden sonra yaşanmaya
başlanmış olması ülke gerçekliği
açısından yoksulluk probleminin
büyüklüğünü algılamaya yardımcı
etmenler olarak değerlendirilmektedir.
Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve
Yoksullukla Mücadele
Yoksulluk kavramının uluslararası platformlarda özgün ve evrensel bir sorun olarak
tartışılmasında Dünya Bankası’nca hazırlanan 1990 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nun
ana temasını yoksulluğun oluşturması bir dönüm noktası olup, çalışmalara yeni bir
ivme kazandırmıştır.
FARKLI KRİTERLER AÇISINDAN
YOKSULLUK TANIMLARI
Y
DPT Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı
Özel İhtisas
Komisyonu
Raporundan alınmıştır.
www.ekutup.dpt.gov.tr
Prof. Dr.
Nükhet Hotar Başargan
Komisyon Başkanı
Dokuz Eylül Üniversitesi
Eylül 2005
oksulluk kavramı literatürde
bir neden değil, sonuç olarak
tartışılmaktadır ve “göreli”
olmak zorundadır. Tüm bireyleri
eşit koşullarda yoksul bir
toplumda başka toplumlardan
göreli olarak daha yoksul olan
topluluklar olsa bile, o toplumun
yoksulluğundan söz edilemez.
Yoksulluk bireysel platformda
içeriklendirilerek anlam kazanır.
Bu bağlamda, antropolojik olarak
yoksulluk, bir toplum ya da
topluluğun üretmiş oldukları
toplumsal değerlerin azlığı veya
çokluğu ile değil, o değerin
topluluğu oluşturan bireyler
arasındaki eşitsiz dağılımı
halinde söz konusu edilebilir. Bu
nedenle yoksulluk kavramı gelir
dağılımının eşitsizliği halinin
sonucu olarak kabul
edilmektedir.
Bu antropolojik tanımdan da
açıkça görüleceği üzere gelir
dağılımının iyileştirilmesi, daha
adil hale getirilmesi, başka bir
deyişle nedenlerin koşullarında
değişim sağlanmadıkça, bu
eşitsizliğin sonucu olan
yoksullukla mücadelede
başarıbeklenemez. Yukarıda
yapılan açıklama yoksulluğun
salt “gelir” düzeyine
indirgenmesi olarak
değerlendirilmesine bağlı
tanımdan ortaya çıkmaktadır.
Ancak, literatürde geliri tek ve
yegane ölçüm kriteri olmaktan
çıkaran farklı yoksulluk tanımları,
değişen ve gelişen toplumsal
taleplere bağlı olarak
yapılmaktadır.
Yoksulluk kavramının
uluslararası platformlarda özgün
ve evrensel bir sorun olarak
tartışılmasında Dünya
Bankası’nca hazırlanan 1990 yılı
Dünya Kalkınma Raporu’nun ana
temasını yoksulluğun oluşturması
bir dönüm noktası olup,
çalışmalara yeni bir ivme
kazandırmıştır. Klasik iktisat
teorisi, piyasa koşullarına
herhangi bir müdahalede
bulunulmadığı takdirde,
19
piyasanın zaman içinde denge
durumuna geleceğini, bu yolla
tam istihdamın sağlanarak
zımnen yoksulluğun ortadan
kalkacağınıkabul eder. Yoksulluk
klasik iktisat teorisinin konuları
içinde yer almaz. Adam Smith’e
göre insanlar eşit fırsat ve
seçeneklere sahiptir ve onların
fırsat ve seçeneklerini
çeşitlendirme haklarını
kullanması gerekir. Smith bu
bağlamda “topluluk içinde var
olmaktan utanmaksızın” diğer
insanlarla bir arada bulunarak
onlarla bütünleşmekten söz eder.
Kendinden ve çevresinden
utanacak durumda olmak ise
yoksulluk düzeyinin zımni sınırı
olarak görülmektedir. Adam
Smith tarafından zımnen
geliştirilmişolan bu tanım
günümüz yoksulluk tanımları
içinde “subjektif yoksulluk”
olarak büyük ölçüde yeniden
vücut bulmaktadır. Bu genel
değerlendirmeye göre “subjektif
yoksullar” kendilerini “yoksul”
olarak tanımlayanlardır ve bu
noktada temel kriter ne gelir, ne de
toplumsal fırsatlardan yararlanma düzeyi
değildir. Kriter, yapamadıkları ya da
erişemedikleri nedeniyle kendinden veya
çevresinden utanma sınırında olmakla
ilgilidir, tamamen subjektiftir, bireye
özeldir.
Yoksulluğun küreselleşmiş bilgi üretme
kanalları kullanılarak ölçülebilmesi ise
öznel değil, nesnel kriterlerin
oluşturulmasını da zorunlu hale
getirmiştir. Bu bağlamda kişi başına
tüketilen kalori düzeyine bağlı “mutlak
yoksulluk” (absolute poverty) kavramı
önemli bir göstergedir. Dünya
Bankası’nın 1990’daki çalışmasında bu
tanım şu şekildedir. Hesaplama bir
insanın hayatta kalabilmesi için gerekli
minimum kalori miktarı olan 2400 k/cal
hesaplamasına dayanılarak (tıbben;
normal bir erişkinin yeterli kalori
alabilmesi için gerekli kalori 2800-3000,
ağır işlerde çalışanlar için ise işin
niteliğine göre 3200-3800 k/cal ihtiyacı
esas alınmaktadır) geliştirilmiş ve bu
noktadan hareketle günlük geliri 2400
k/cal besini almaya yetmeyen insanlar
Dünya Bankasınca “mutlak yoksul”
olarak tanımlanmıştır. Yoksulluğun
evrenselliği ve satın alma paritelerinin
farklılıkları da düşünülerek, ortalama bir
hesaplama yöntemi ile mutlak yoksulluk
sınırı az gelişmiş ülkeler için kişi başına
günde 1$ kabul edilirken, Latin Amerika
ve Karaibler için bu sınır 2$, Türkiye’nin
de dahil edildiği Doğu Avrupa
ülkelerinin de içinde bulunduğu grup için
4$, gelişmiş sanayi ülkeleri için 14.40$
olarak belirlenmiştir. Dünya Bankası’nca
hesaplanan bu parasal değerler Dünya
Bankası’nın metodolojisi çerçevesinde
düşünülmelidir. Asgari kalori miktarına
bağlımutlak yoksulluk sınırı
hesaplanırken metodoloji içerisinde kabul
edilen varsayımlar çeşitlendikçe mutlak
yoksulluk sınırı da değişmektedir.
Örneğin Dünya Bankası’nın “Türkiye’nin
Ekonomik Reformu” adlı bir çalışmasında
bu değer 1994 yılı için 1,2$, Erdoğan’nın
(1996) çalışmasında 1,7$’dır. Bu farklı
rakamsal değerlerin hesaplama
tekniklerinin birbirine göre üstünlüğü
yoktur. Herbiri kendi içinde doğrudur,
fakat farklı metodolojik varsayımlara ve
siyasi tercihlere sahiptir.
Yoksulluk sınırı için yapılan bu “mutlak”
sınırın ortaya çıkışı beraberinde ülkeden
ülkeye değişen “göreli” bir yoksulluk
Zorunlu Göç ve
Yoksulluk
Türkiye genelinde yapılan araştırmalarda yoksulluk ile göç arasında doğrudan
ilişkileri ortaya koyan veri tabanı bulunmadığı gibi, bölgeler arası içgöç
konusunda DİE'nin hazır verilerinin anlamlı ayrıntılı çalışmalara uygun olmadığı
da saptanmıştır. Ülke genelinde kırsal yoksullaşmaya bağlı olarak yaşanmakta
olan göç olgusu 1950'lerden bu yana gündemdedir. 1970'li yıllara kadar kırsal
alandan kademeli göç ve göçerler açısından göçülen noktada göreli refah düzeyi
artışı tartışmaları yapılırken, 1980'li yılların ortalarından itibaren can ve mal
güvenliği talebi göç nedenleri arasına katılmış, 1980'li yılların sonlarından itibaren
ise “zorunlu göç” Türkiye'nin gündemine girmiştir. Göç nedenleri arasında isteğe
bağlı (ekonomik v.b. baskılar nedeniyle göç), ister zorunlu (güvenlik nedeniyle)
olsun göçerlerin konumunda iki önemli farklılık ortaya çıkmıştır. Göçü
hedefleyenler farklı konumlarda olduklarından hedefledikleri bir göç noktasını
belirleyip, oraya ulaşacak birikimle yola çıkarken, bu göçerler 1970'lerde olduğu
gibi en yakın kent merkezine veya büyük kent merkezlerine istihdam olanaklarını
araştırma şansı olmaksızın göçmektedirler. Güvenlik nedeniyle kitlesel göç
göçerlerin geldikleri noktadaki yaşam kalitesinin düşmesine yaptıkları olumsuz
katkınedeniyle geldikleri noktada açıkça dışlanmaktadırlar. Dolayısıyla göçerler
açısından göreli refah duygusu yerini, sahip olduklarını talepleri dışında yitirmeye
bağlı psikolojik yoksunluk reel yoksulluk ile de desteklenerek, göçerlerde
yoksulluğun yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu göçerlerinin
geldikleri merkezlerde zaten varolan mevcut sorunları artırıcı etkilerinin yanısıra
haklarındaki olumsuz kamuoyu baskısı ile birleşen yetersiz istihdam piyasası için
rekabet, göçerlerin geldikleri noktada dip sınıf tanımına uygun bir konuma
itilmelerine neden olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu göçerleri üzerinde
yapılmış TMMOB araştırması sorunun toplumsal boyutuna dikkati çekmektedir
Uluslararası çalışmalarda da göç ile yoksulluk arasında ciddi bir nedensellik
ilişkisi kurulmaktadır. Türkiye'de büyük boyutlarda varlığı bilinen göç ile
yoksulluk arasındaki ilişkinin gerçek düzeyini ve boyutlarını ortaya koyacak
çalışmaların eksikliğinin giderilmesi gerekmektedir. Ancak, doğru bir veri
tabanına ulaşıldıktan sonra göçten kaynaklanan yoksullukların giderilmesi için
gerekli stratejilerin oluşturulmasımümkündür.
yaklaşımını da gündeme getirmiş oldu.
Ülkelerin kendi tüketim alışkanlıklarına
bağlı olarak geliştirilen “göreli yoksulluk”
tanımına göre, minimum kalori
ihtiyacının yanı sıra, kültürel ve
toplumsal açıdan tüketimi yoksul olanlar
için de zorunlu görülen malların
kapsamına alınması öngörülmektedir.
Dolayısıyla göreli yoksulluk sınırı, bir
ulusun genel yaşam düzeyini yansıtması
ve içerisindeki eşitsizliği göstermesi
açısından yardımcıdır.
Dünya Bankası’nın geliştirmiş olduğu
“göreli yoksulluk” tanımına göre;
minimum kalori ihtiyacının yanı sıra
temel toplumsal taleplerden olan
barınma, eğitim, sağlık ve benzeri
kültürel ve toplumsal taleplerin getirdiği
ek gelir ihtiyacının mutlak yoksulluk
sınırına eklenerek artması beklenirken,
uygulamada, dolar bazında artması
beklenen yoksulluk sınırlarının ulus
devletlerce hesaplanmış mutlak
20
yoksulluk sınırlarının daha da aşağıya
düşürülmesini sağlayacak bir kaygıyla
hesaplandığıgörülmektedir. Çoğunlukla
mutlak yoksulluğun altına çekilen yeni
sınırlar beraberinde, “ulusal yoksulluk”
diye adlandırılan ve ülkeden ülkeye
değişen yeni kriterleri de beraberinde
getirmiştir. UNCHS (Habitat) yoksulluğa,
kent ve konut bağlamında yeni açılımlar
ve tanımlar getirmiştir. Bu bakış açısına
göre yoksulluk, sahip olma-olmama
ikileminin ötesinde, yapabilmeyapamama açısından
değerlendirilmektedir. Böylesi bir
değerlendirme yapıldığında, insan
yerleşmelerinin koşulları günün
ihtiyaçlarını da gözetir biçimde
geliştirilebilir. Bu noktada ilgi odağını
oluşturan “kent yoksulları” (urban
poverty) için çizilmesi gereken sınır,
başka tanımlarda yoksul sayılmayanları,
hatta orta gelir gruplarınıdahi içermek
zorundadır (UNCHS, 1991). Bu bakış
açısına göre kimin yoksul, kimin yoksul
Kırsal yoksulluk, ILO’ya göre, kırsal
alandaki açık veya gizli işsizlik olarak
tanımlanmakta, azalan gelir düzeyleri
nedeniyle kırsal alanda hızlı bir
yoksullaşma sürecine dikkat çekmektedir
UNDP’nin tanımına göre “insani
yoksulluk”, katlanılabilir bir yaşam için
gerekli fırsatlar ve seçeneklerden feragat
etmektir Adam Smith’in yoksulluk
tanımını esas alan bu tanımlamaya göre
yoksulluk, gelir düzeyi ile
ilişkilendirilemez çünkü, gelir ekonomik
bir kategoridir. Buna karşın yoksulluk
insani bir kategori olmak zorundadır. Bu
noktadan hareketle, insanın sağlık
hizmetlerine, temiz su kaynaklarına,
eğitim hizmetlerine ulaşabilirliği, uzun
bir yaşam sürme hakkı ve
“sürdürülebilirlik” kriterlerine dayalı
olarak, yeni fırsat ve seçenekleri
kullanabilmek için gerekli altyapının
Eylül 2005
varlığı ya da yokluğu ile belirlenen
“insani yoksulluk” (human poverty)
tanımı uyarınca bir endeks geliştirilmiştir.
Ülkeler UNDP tarafından yapılan bu
endekse göre değerlendirilerek
yoksullukla mücadele stratejileri
önerilmektedir. Yoksulluk konusundaki
tanımlama çabaları, post-modernizmin
öne çıkardığı toplumdaki “ötekiler”in
marjinalliklerini yitirmesi süreci ile
birlikte yoksulluğun özel durumlarının
da tanımlanması ihtiyacınıberaberinde
getirmiştir. 1975’lerden sonra yükselen
feminist hareketin etkisiyle cinsiyet
ayrımı(sex discrimination) yerini giderek
toplumsal-cinsel ayrım (gender
discrimination) bırakınca, toplumsal
cinsiyete bağlı yoksulluk (gender
poverty) ya da yaygın bir deyişle
“kadınların yoksulluğu” tartışmalarını da
gündeme getirmiştir.
Yoksulluğun özünde toplumsal
eşitsizliklerin bir sonucu olduğundan
hareketle toplumsal cinsiyetlerin;
özellikle toplumda kadın rolü uygun
görülen bireylerin varolan toplumsal
eşitsizliklerden toplum içinde daha fazla
pay aldıkları ve fırsat eşitliklerini kültürel
ve toplumsal değerler ve normlar
karşısında kaybettikleri ve daha derin ve
daha yoğun bir yoksullukla karşı karşıya
kaldıklarına
dayanarak
geliştirilen bu
kavram beraberinde
yoksul olmanın yanı
sıra aynı zamanda
kadın olma hali de
varsa yoksulluğun
“giderilemezliği”ne
dikkat çekmektedir.
Toplumların diğer
marjinal kesimleri
olan özürlüler,
çocuklar ve yaşlılar
UNCHS’ın tanımı ile
“yoksunlar”
(destitutes)
kapsamında
değerlendirilirken,
“etnik yoksulluk”, “tek ebeveynli ailelerin
yoksulluğu” ve “gençlerde yoksulluk”
tanımlamaları cinsiyete bağlı yoksulluk
kriterlerini büyük ölçüde paylaşmaktadır.
gündeme getirmiştir. Bu noktada
yoksulluğun “derinliği” ve “yoğunluğu”
ve “süresinin” de ölçülebilmesi gerekli
müdahale ve mücadele yöntemleri
arasındaki tercihlerin oluşturulması
açısından zorunludur.
FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım
Teşkilatı) ve WHO (Birleşmiş Milletler
Dünya Sağlık Teşkilatı), Dünya
Bankası’nca saptanmış olan “mutlak
yoksulluk” kriterini (ki aynı tanım gelir
yoksulluğu “income poverty” olarak da
adlandırılmaktadır) esas alarak,
yoksulluğun yoğunluğunu ölçmek
amacıyla yeni bir tanım geliştirmiştir. Bu
kritere göre gelirinin tamamını harcadığı
halde, mutlak yoksulluk kriterinde esas
alınan günlük kalori miktarının yalnızca
%80’ini karşılayabilenler “ultra yoksul”
olarak tanımlanmaktadır. Dünyada bu
durumda olanlara ilişkin sayısal bilgi
verilmemekle birlikte WHO ikinci bir
kriter daha geliştirerek süre
belirlemektedir.
WHO’ın belirlemesine göre ultra
yoksulların yoksulluk durumlarının beş
yıldan daha fazla sürmesi halinde onların
durumlarının düzeltilmesinin olanaksız
olduğu savunularak bu kategoridekiler
“kronik yoksul” olarak
tanımlanmaktadır.
Sebastian Voltmaz - www.astronem.de
olmadığını saptamak çok da önemli
değildir. Önemli olan yoksul ile alt gelir
grubu ve yoksun (muhtaç) ile çalışan
yoksullar arasındaki nüansların da
oluşturulması ve kapsanmasıdır. Burada
belirtilen “yoksun” (destitutes) ancak çok
iyi koşulların sağlanması halinde
yaşamını sürdürme ve geliştirme
şansıolabilen tamamen muhtaç
durumdakileri ifade etmektedir ki bunlar
genelde özürlüler, çocuklar ve yaşlılar
olarak tanımlanmaktadır UNCHS
tarafından getirilen “çalışan yoksullar”
(working poor) kategorisi, bu grup
içindekilerin tamamının
çalıştığıanlamında da değildir. Çalışabilir
durumdaki yoksullar da bu grup içinde
sayılmaktadır. Bu grupta yer alan
çalışanlara yakın dönemde kamu ve özel
sektörün alt düzey çalışanları ile marjinal
sektörde çalışanlar da dahil edilmiştir.
“Çalışan yoksullar”ın genellenebilir
özelliği; eğitim düzeyi düşüklüğü ve
vasıfsız işgücü oluşu olarak
özetlenmektedir. Kent özelinde yaşanan
konut sorunları için “kent yoksulları”
adınıkullanan UNCHS, ülke genelindeki
konut sorununu ise “barınma
yoksulluğu” (housing poverty) olarak
tanımlamaktadır. Kırsal yoksulluk,
gelişmekte olan ülkelerde tarım
sektörünün hızla çözülerek gizli işsizliğin
açık işsizliğe dönüşmesi olgusuna
dayanır. ILO kırda yoksullaşma sürecine
özellikle istihdam açısından yaklaşarak
“kırsal yoksulluk” (rural poverty) üzerine
1979’dan itibaren eğilmiştir.
Yoksullukla mücadele çabaları,
yoksulluğun yalnızca tanımı ile
yetinilmesinin sorunun çözümünde
yeterli olamayacağı tartışmalarını da
21
Ultra yoksulluk tanımının hemen hemen
eş anlamlısı olarak Dünya Bankası’nca
“olağanüstü yoksulluk” tanımı
yapılmaktadır. Bu tanıma göre 1985 yılı
satın alma gücü paritelerine göre kişi
başına yıllık 270$’ın altında geliri olanlar
olağanüstü yoksullar (extremely poor)
olarak sınıflanmıştır. Günlük 0.74$ gelire
sahip bu olağanüstü yoksulların sayısı ise
633 milyon kişi olarak belirtilmiştir.
FAO ve WHO tarafından yapılan
çalışmalara paralel bir değerlendirme de
UNCHS tarafından yapılmaktadır.
GSMH’nın eşitsiz dağılımından
kaynaklanan yoksulluğun tanımlanması
ve eşitlikçi yeniden dağılımının
sağlanmasında, gelire dayalıyoksulluk
ölçütleri yaşanan yoksulluğun derinliği
ve yoğunluğuna ilişkin bilgi vermekten
uzaktır. Kısacası UNCHS yalnızca yoksul
sayısı ile ilgilenmez, yoksullar arasında
da varolan eşitsizlikler nedeniyle
“yoksulların nasıl yoksulların en
yoksuluna dönüştüğü” sorusunun
cevabının aranmasının, gelirin eşitlikçi
yeniden dağılımının sağlanmasına ilişkin
önlemlerin geliştirilmesinde anahtar rol
oynadığına dikkat çekmektedir.
Yoksulluk endeksi hesaplamalarında
kullanılan bir başka yöntem ise “kısa
dönemli düşme endeksi” olarak
anılmaktadır. Yoksulluk sınırı altındaki
yoksulların ortalama gelir düzeyleri
hesaplanarak, bunun GSYH içindeki
oranını belirledikten sonra, yoksulluğun
ortadan kaldırılması için ulusal
kaynakların hangilerinin yeniden
dağıtımının yararlı olabileceği konusunda
kısa dönemli düşme endeksinin yol
gösterici olabileceği kabul edilmektedir.
Bu yöntemle yapılacak ayrıntılı
çalışmalarla yoksullar arasında varolan
gelir dağılımındaki eşitsizlikler
bağlamında hesaplamalar yapılarak
yoksulluğun duyarlılığı ve yoğunluğuna
ilişkin saptamalara ulaşılabileceğinin yanı
sıra, aynı yöntemle yoksulluğun coğrafi
bölgeler, etnik yapı, yaş ve cinsiyete bağlı
olarak kategorize edilebileceği
savunulmaktadır. Gelire dayalı
yoksulluğu kullanım amacına uygun
kavramlaştırma çabalarının tamamı için
UNCHS çalışmalarında sözü edilen temel
eksiklik; yoksulluk hakkında bilinmesi
gereken tüm bilgiyi sağlamaktaki
yetersizliği noktasında yoğunlaşmaktadır.
Örneğin gelir yoksulluğu ile barınma
yoksulluğu arasında analitik ilişkilerin
kurulamaması UNCHS tarafından
yapılan eleştiriler arasında önemli bir yer
tutmaktadır.
Aynı şekilde yoksulluk konusunda felsefi
ya da siyasi bağlamda yoğunlaşan bakış
açılarının da salt gelire bağlı yoksulluk
kriterlerinden hareketle yeni açılımlar
geliştirmesinin oldukça zor, hatta
olanaksız olduğunu savunanlar da vardır.
Yoksulluğa siyasi bakış açısı, yoksulluğun
belirli ekonomik, toplumsal ve siyasal
süreç içinde tanımlanabilmesini zorunlu
kılmaktadır. Yoksulluğun siyasi
değerlendirmesi konusu bazı yazarlar
tarafından, yoksulluğu istatistiksel
uygulamaya yönelik ölçme ve hesaplama
yöntemlerinden daha anlamlı
bulunmaktadır. Bu görüşü savunan
yazarlar arasında bulunan Chambers,
yoksulların yoksulluğun belirli yönlerini
nasıl değerlendirdikleri sorusu ile
ilgilenmektedir. Chambers’ın bulguları,
yoksulların sürekli karşılaştıkları işsizlik,
hastalık gibi yaşamı olumsuz etkileyen
olguları inceleyerek, yoksulların bu
olguların yarattığı olumsuzlukların
ötesinde güvenlik duygularının da
zedelenmesi nedeniyle
saptanabilenlerden çok daha büyük
olumsuzluklarla karşılaştıkları sonucuna
ulaşmaktadır.
Doğrudan yoksulluğu konu almıyor olsa
da, Gunnar Myrdal’ın literatüre
kazandırdığı “dip sınıf” (under class)
kavramı genelde ırksal özelliklere
bağlantılı olarak yoksulluğun
kronikleşmesi ve derinleşmesi
olgusundan söz etmekteydi. 1980’lerden
sonra “dip sınıf” üzerinde yoğunlaşan
tartışmalara göre dip sınıfın temel
özelliği, niteliksiz işgücünün, işgücü
piyasası dışına atılması; kronik işsizlik,
yoksulluk ve toplumsal dezavantajlı
gruplara dahil olma olarak belirlenmiştir.
ABD örneğinde yürütülen tartışmalar,
dip sınıfın temel ögeleri arasına siyah
olmak, farklıırk mensubu olmayıözel
olarak katmaktadır. ABD’de yaşanmakta
olan yoksulluğun boyutlarının inanılmaz
artışı, zencilerin yanı sıra beyazların da
dip sınıf kavramı içinde
değerlendirilmesinin gereğine ilişkin
öncül tartışmaların başlamasına neden
olmuştur. Hartigan’a (1987) göre dip sınıf
ırklardan bağımsız, işsizleşme süreci ile
artan kronik yoksulluğu tanımlamaktadır.
Bu yeni grup, ya da yeni toplumsal sınıf,
toplumsal sınıf kategorilerinin hiçbirine
dahil edilemez, çünkü, mevcut statülerin
korunması telaşına düşmüş tüm sınıflar
tarafından dışlanmaktadırlar.
Diğer bir yoksulluk yaklaşımıise “Refah
Toplumu” anlayışının eleştirisine
dayanan Avrupa’da geliştirilen sosyal
dışlanma (social exclusion) teorisidir.
Burada temel sorun giderek büyüyen
22
marjinal denilen işsiz ve sitem içerisine
eklemlenemeyen toplumsal grupların
(etnikler, yalnız anneler, mülteciler,
özürlüler gibi) tekrar sistem içerisine
yerleştirilmesi çabasıdır. Sosyal dışlanma
yaklaşımında yoksulluk sorunu
toplumsal bir kimlik ve bireyin hukuki ve
kültürel kimliği bağlamında
tanımlanmaktadır.
Görüldüğü gibi, yoksulluk kavramının
içeriklendirilmesi ve ölçülmesine ilişkin
çalışma ve tartışmalar, yoksulluk
olgusunun hızla yaygınlaşması nedeniyle
yükselen toplumsal gerilimlere paralel bir
ivme ile 1990 yılı ve sonrası yakın tarihli
çalışmalara dayanmaktadır.
TÜRKİYE'DE YOKSULLUĞUN GENEL
DEĞERLENDİRMESİ
Çalışma kapsamında
değerlendirildiğinde yoksulluk
bağlamında yapılmış araştırmaların
hanehalkı gelir ve hanehalkı tüketim
harcamaları anketlerinin verilerine
dayandığından en yeni veri tabanının
1994'e kadar gelebildiği görülmektedir.
Bu komisyon çalışmasında Türkiye'de
yoksulluk profilini çıkarmak üzere 1994
HanehalkıTüketim
HarcamalarıAnketi'nin verilerini kullanan
en yeni çalışma olan Erdoğan'ın (1996)
çalışması esas alınmıştır.
Türkiye'de yoksulluk hakkında
genellenebilir sonuçlara ampirik
gözlemlerin ve uluslararası deneyimlerin
yardımıyla ulaşılmış ve Türkiye
yoksulluğunun yaygınlığı, derinliği,
yoğunluğu ve süresi hakkında çeşitli
saptamalarda bulunulmuştur. Ampirik
bir değerlendirme ile, Türkiyede
yoksulluğun gözle görülür bir nitelik
kazanması 1990'lardan itibaren söz
konusudur. Yukarıda belirtilen
çalışmalarda ki bir eksiklik 1994 yılında
yaşanan ekonomik krizin etkilerinin
kişisel gelir dağılımına nasıl yansıdığının
bilinmemesidir. “Sokak çocukları” diye
yaygın bir problemin yanı sıra ülke
gelenek ve göreneklerinde daha önce hiç
var olmayan “evsizler” sorunlarının bu
tarihten sonra yaşanmaya başlanmış
olması ülke gerçekliği açısından
yoksulluk probleminin büyüklüğünü
algılamaya yardımcı etmenler olarak
değerlendirilmektedir.
Tüm çekinceler saklı tutulmak kaydıyla,
yukarıda sözedilen çalışmalardan
hareketle Türkiye yoksulluğu
değerlendirildiğinde;
Kırsal alanlarda yoksulluk kentlere
kıyasla daha yaygın olmakla birlikte,
kentlerdeki yoksulluğun daha derin ve
daha yoğun olarak yaşandığı,
Bölgesel farklılıklar açısından
bakıldığında, mevcut veri tabanına göre
Güneydoğu kırsal alanının en yoksul alan
olduğunu bunu Karadeniz bölgesi
kırsalının izlediği görülmektedir. Üçüncü
en yoksul bölge ise ilginç bir biçimde
Akdeniz kırsal alanı olup, Doğu
Anadolu'daki kırsal yoksulların
Akdeniz'den daha sonra geldiğini ve
Doğu Anadolu Bölgesi'nin yoksul oranı
Türkiye ortalamasının altında olduğunu
görülmektedir. Kentsel alanlarda ise
ilginç bir biçimde yalnızca Güneydoğu
bölgesi kentsel alanı ile (%6.17) Karadeniz
kentsel alanlarının (%4.64) Türkiye
kentsel yoksulluk oranlarının üzerinde
olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır ki, bu
sonuçlar tüm ampirik çalışma verilerine
aykırı olarak Doğu Anadolu bölgesinin
yoksulluğunun, kayıtdışı sınır ticareti ve
GAP Projesi desteği ile yaratılan istihdam
olanakları nedeni ile daha zengin olması
gereken Güneydoğu Anadolu
bölgesinden daha fazla olması gerekirken,
Doğu Anadolu bölgesindeki yoksulluğun
%3.77 ile Türkiye ortalaması olan
%4.6'nın oldukça altında olmasının yanı
sıra bölgeler arası kırsal yoksulluk
Dünyada Yoksulluk
Ülkeler bütünüyle dikkate alındığında ve gelişmişlik düzeyleri karşılaştırıldığında
yüksek, orta ve düşük gelirli ülkeler olarak sınıflandırılmaktadır. Bugün Paris'li bir
orta sınıf aile, Güneybatı Asya'nın kırsal kesiminde yaşayan bir aileye oranla yüz
kat daha fazla kazanıyor, Filipinli bir çiftçi, New York'lu bir avukatın bir ayda
kazandığına ancak iki yılda erişebiliyor ve Amerikalılar, her yıl lokanta ve
süpermarketlerde 30 milyar dolar harcıyorlarsa ki bu da, Bangladeş'in Gayri Safi
Milli Hasıla (GSMH)'sına eşitse, bu durum ortada oldukça büyük bir sorunun
olduğuna işarettir Bu sorunla baş edebilmek için yoksulluğun boyutunu
belirlemek ve yoksulluğu ortadan kaldıracak politikaları ortaya koymak
gerekmektedir. Bu politikalarıuluslararasıboyutta belirlemek ancak ülkelerin
gelişmişlik düzeylerinin karşılaştırmasıile yapılmaktadır. Yoksul olan ülkelerin
kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH), beklenen ömür, bebek ölüm hızları,
nüfus artışları gibi sosyo-ekonomik göstergeleri, o ülkelerin gelişmişlik
düzeylerini diğer ülkelerle karşılaştırmada en belirgin ölçütlerdir. Bu ölçütlere
UNDP 1990 yılıİnsani Gelişme Raporu'nda yer verilmektedir.
UNDP 1999 yılı Dünya İnsani Gelişme Raporu ile sanayileşmiş, gelişmekte olan ve
azgelişmiş sınıflamalarına sahip ülkelerin insana yaptıkları yatırım harcamalarını
değerlendirilerek “insani gelişme endeksi”ni oluşturulmuştur. Beklenen ömür,
eğitim alma durumu ve kişi başına Satınalmagücü Paritesi ile düzeltilmiş gerçek
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) gibi üç temel göstergeden yola çıkılarak
oluşturulan endeks uluslararası karşılaştırmalar açısından önemli bir veri tabanı
oluşturmaktadır. Türkiye bu göstergelerle 1999 yılı verilerine göre 174 ülke
arasında 86. sırada yer almaktadır. 174 ülkeden 45'i yüksek, 94'ü orta, 35'i ise
düşük düzeyde insani gelişmeye sahiptir. Yine bu 174 ülke, kişi başına gerçek
GSYİH yönünden incelendiğinde, en düşük kişi başına gelire sahip ülke olan
Sierra Leone'de kişi başına 410$ düşerken, en yüksek gelirli Lüksemburg'da bu
rakam 30,863$'dır. Yaratılan gelir ve bu gelirin kişi başına düşen payı açısından
eşitsizliğin boyutu oldukça yüksektir. Lüksemburg'da kişi başına GSYİH, Sierra
Leone'ye oranla 75 kat daha fazladır
İnsani gelişme göstergeleri dışında, ülkelerin resmi rakamları yönünden
gelişmekte olan ülkelerin ve sanayileşmiş ülkelerin bazılarında yoksulluğun
boyutu Tablo 53 ve Tablo 54'de verilmektedir.
Yoksulluğun uluslararası boyutu yanında, ülke içindeki büyüklüğü de ayrı bir
çalışma konusudur. Yoksulluğun ulusal boyutunu belirlemede, uluslararası
çalışmalarda izlenen yolun dışında farklı bir çalışmanın yapılması gerekmektedir.
Bugün uluslararası karşılaştırmalarda gelişmiş ülkeler arasında yer alan ABD'de
bile, günlük 14.4 $'ın altında gelire sahip yoksul insan oranı %14.1 civarındadır.
Öyleyse her ülkenin kendine göre bir yaşam standardı ve bu yaşam standardının
altında olan yoksul insanları vardır. Yoksulluk ulusal boyutta ülkeden ülkeye
farklılık göstermektedir.
Eylül 2005
23
sıralamasında da dördüncü sırada olması
dikkat çekici unsurlardır. Bu çalışmalar
bölgelerin Gini oranları ile test
edildiğinde, gelir eşitsizliğinin en yüksek
olduğu Marmara bölgesinin yoksulluk
oranlarının Türkiye ortalamasının çok
altında belirlenmiş olmasıda dikkat çekici
bir başka göstergedir. Nitekim Gini oranı
göstergeleri Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinde büyük ölçüde
“yoksullukta eşitliğin” sağlandığını
göstermektedir.
Türkiye'de yoksulluğun cinslerarası
paylaşımında dikkate değer bir eşitsizlik
görülmemektedir. Çünkü, çalışma
hanehalkları bazında yapılmıştır ve
yoksul ailelerin cinsiyet ayrımı
olmaksızın bütün fertleri yoksuldur.
Oysa, kadın aile içinde de eşitsiz
koşullara sahiptir. Aile ekonomisinin
idaresi, mülk sahipliği vb. açılardan
bakıldığında, yoksul sayılmayan pek çok
ailedeki kadınların aslında yoksul olduğu
sonucuna varılması beklenmektedir.
Bu nedenle, mevcut veri tabanı bu yönde
bilgi vermemekle birlikte kadınlar,
erkeklere nazaran daha yaygın ve daha
yoğun bir yoksulluk sorunu ile karşı
karşıyadır.
Yoksulluğa yaş grupları açısından
bakıldığında, 0-14 yaş grubunun en ciddi
risk altında olduğu bilgisine mevcut veri
tabanı ile ulaşılmaktadır. 0-14 yaş
grubunda kırsal alanda kız çocukları,
kentsel alanda ise yoksulluk açısından
çok daha yüksek risk altında olduğu
sonucuna varılabilmektedir.
Yoksulluk açısından tüm uluslararası
kaynaklarca “yoksun” tanımı ile özel
olarak korunması gereken grup 65 yaş
üstü yaşlılar olmasına karşın mevcut
verilerde bu grup risk altında
görünmemektedir. Veri tabanının
özelliğinden kaynaklanan bu farklılık
gözardı edilerek, oluşturulacak
politikalarda yaşlılar için özel önlemler
geliştirilmesi talebi benimsenmiştir.
Öğrenim durumu açısından mevcut veri
tabanı beklendiği yönde sonuçlar
vermektedir. Öğrenim düzeyinin
düşüklüğü veya yokluğu yoksulluk ile
doğrudan ilişkili görülmektedir. Kırsal
alanda İlkokul üstü eğitim gören
yoksullarda önemli düşmeler görülürken,
kentsel alanlarda yoksulluk lise dengi
eğitim düzeyindekiler arasında da
problem olmaktadır. Kısacası
yoksulluğun aşılmasında eğitim
düzeyinin yükseltilmesi önemli bir araç
olarak görülmekle birlikte özellikle
kentsel alanlarda lise üstü eğitim düzeyi
yoksulluğun aşılma eşiği olarak kabul
edilebilir.
12 yaş ve üstü nüfusu medeni hal
açısından ise Türkiye nüfusunun %92.2'si
(DİE, 1993, Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması) resmi nikahlı olup, 1996
verilerine göre Türkiye ortalama evlilik
yaşı kentlerde kadınlarda 22.3, erkeklerde
26.2, kırsal alanda ise kadınlarda 21.7,
erkeklerde 25.2'dir. Vasi oluru ile yasal
evlenme yaşının kadınlarda en erken 15,
erkeklerde 17 olduğu ve nüfusun
%92.2'sinin resmi nikahlıolduğu bilinen
bir ülkede medeni halin resminin 12 yaş
üstü nüfus için yapılması hiç
evlenmemişler grubunun yoksulluğunu
oldukça yüksek çıkarmıştır. Nitekim, elde
edilen verilere göre, yoksul evliler ile
yoksul bekarların oransal olarak hemen
hemen eşit gibi görünmesinin temel
nedeni, veri tabanındaki bu özellikten
kaynaklanmaktadır.
Medeni durum açısından yoksulluğun
evlilik ya da bekarlıkla doğrudan
bağıntısımevcut verilerle kurulamamakla
birlikte, uluslararası kaynaklar, yalnız
yaşamak zorunda kalanların marjinal
geçinme maliyetlerinin daha yüksek
olması nedeniyle daha yoğun bir
yoksulluğun yaşandığı gerçeğine dikkat
çekmektedirler. Türkiyedeki eşi ölmüş,
boşanmış ya da yalnız yaşayanların
uluslararası bulgulara paralel bir biçimde
yoksulluk açısından çok daha yüksek risk
altında olduğu sonucuna
varabilmekteyiz. Eşi ölmüş, ayrılmış ya
da yalnız yaşayanın kadın olması hali
yoksulluk olurken, kırsal alanda bu
durumda olan kadınların, kentsel alanda
aynı konumdaki kadınlara kıyasla biraz
daha korunmalı oluşunu, geleneksel
değer yargılarının kırsal alanlarda hala
güçlü oluşu ile açıklamak mümkündür.
Çalışma durumuna göre yoksulların
durumu incelendiğinde çarpıcı bir
biçimde çalışan yoksulların oranının
çalışmayan yoksullardan daha fazla
olduğu gerçeği görülmektedir. Bu
çalışmanın veri tabanının da 12 yaş üstü,
iktisaden faal olmaması gereken 65+ yaş
grubu ile yasal olarak tartışmalı12-15 yaş
grubunu içermesine rağmen çalışanların
yoksulluğunun çalışmayanların
yoksulluğundan daha fazla oluşu Türkiye
asgari ücret politikalarının yanı sıra
kayıtdışı ekonomide düşük ücretli
istihdamın yaygınlığı ile açıklanabilir.
TİSK yukarıda belirtilen görüşe
katılmayarak bunun “subjektif ve
temelsiz bir yaklaşım” olduğunu
belirterek bu yaklaşımın sözkonusu
olguda Türkiyein sosyoekonomik
yapısına damgasını basan tarım sektörü
gerçeğini ihmal ettiğini ifade etmektedir.
İktisadi faaliyet kollarına göre yoksulluk
mevcut veri tabanı ile beklenen yönde bir
gelişme göstermektedir. Tarım
sektöründe görülen yaygın yoksulluğu,
kayıt dışıistihdamın yaygın olduğu inşaat
ve ulaştırma sektörleri izlemektedir.
Yoksulluğa meslekler açısından
bakıldığında, tarım ve ormancılıkla iştigal
edenlerin sektörel yoksulluğu mesleki
sıralamada da korunurken kendi
hesabına çalışan işletmecilerin de ağır bir
yoksullukla karşı karşıya oldukları
görülmektedir.
Yoksulluğa hanehalkı kompozisyonu
açısından bakıldığında, genellenebilir bir
sonuç olarak Türkiye ortalama aile
büyüklüğü olan 4.5 kişinin yoksulluk
açısından adeta bir sınır oluşturduğu
görülmektedir. 3 ve daha fazla çocuklu
aileler yoksulluk açısından ciddi bir risk
taşımaktadır.
Türkiye'de engellilik ya da yaşlılık
yoksulluk açısından özel olarak
gözetilmesi gerekmeyen bir durum gibi
görülmektedir. Oysa, uluslararası
araştırmalar özürlülük halinin çok ciddi
bir yoksullaşma nedeni oluşturduğunun
altını çizerek bu grubu “yoksunlar”
tanımına sokarak yoksulluğu en derin ve
en yoğun biçimde yaşayan çocuk ve
yaşlılar ile aynı kategori de
değerlendirmektedir ki bu değerlendirme
kanımızca Türkiye yoksulluk politikaları
oluşturulurken aynen korunmak
zorundadır.
Türkiye'de yapılan araştırmalarda göç ile
yoksulluk arasında ilişki kurulabilme
olanağı bulunmamaktadır. Ancak
uluslararası araştırmalar göç edenler
açısından ciddi bir yoksulluk riskine
dikkat çekmektedir. Türkiyede İran-Irak
savaşının yanısıra eski Yugoslavya'nın
parçalanması, Bulgaristan'da yaşanan iç
sorunlar vb. dış göç dalgaları yaşanmış,
göçerlerin iaşe ve ibatelerinin ekonomiye
yarattığı ek yükün yanısıra göçerlerin geri
dönmeyenlerinin de yoksullar ordusuna
katıldığı gözlenmiştir. Türkiyede özel
durumlarda yaşanan dış göçün yanısıra
bir başka önemli sorun iç göç olmaktadır.
İster ekonomik nedenlere
dayalıgöçerlerin kendi talebiyle ve isterse
güvenlik gerekçesiyle göçerlerin isteği
dışında gerçekleşsin, göçer nüfusun
yoksullaşmasıve göçtüğü noktada “dip
24
sınıf” tanımına uygun bir biçimde
dışlanarak eski konumundan daha yoğun
bir yoksullaşma sürecine itilmesi
kaçınılmaz olmaktadır. İç göç yalnız
göçerler açısından değil, göç veren ve göç
alan yöreler açısından da yoksullaşma
nedeni olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinden yoğun bir biçimde
göç alan Antalya ve Mersin illerinin göç
öncesi ve sonrası konumları göç alan
yörelerin de yüz yüze kaldığı
yoksullaşma sürecindeki artışın tipik bir
göstergesidir.
Hanehalkıanketlerinden hareket eden
yoksulluk araştırması verilerine göre
Türkiye yoksullarının oturduğu
konutların hemen hemen hepsi sobalı,
ülke inşaat standartlarının genel
kabullerine uygun bir biçimde 100 m2 ve
daha altında genellikle bağımsız ev veya
gecekondu olup, bu konutlar azgelişmiş
veya gecekondu bölgelerinde
yoğunlaşmaktadır.
Deprem bölgesindeki ani yoksullaşma
olgusu Türkiye yoksulluk
politikalarıiçinde özel bir yere sahip
olmak zorundadır. Daha önce büyük bir
bölümü yoksul olmayan yaklaşık 300 bin
kişi deprem nedeniyle mülksüz ve işsiz
konuma düşerek çok ani ve çok derin bir
yoksulluk durumu ile karşı karşıya
kalmıştır. WHO tarafından yapılmış olan
çalışma, deprem bölgesinde yaşanan
yoksulluk için yapılmış hiçbir özel
çalışma olmamasına karşın, bu bölgede
yaşanmakta olan yoksulluğun ultra
yoksulluk düzeyinde olduğunu açıkça
göstermektedir.
FAO ve WHO tarafından yapılmış olan
çalışmalarda gelirlerinin
tamamınıharcadıklarıhalde minimum
kalori ihtiyacının ancak %80'ini
karşılayabilenler ultra yoksullar olarak
tanımlanmaktadır. Deprem bölgesindeki
nüfusun çok önemli bir bölümü gelirinin
tamamını kaybetmiş durumda olup,
yardım biçiminde sağlanan gıda ile
beslenmektedir. Bu durumda anılan gıda
yardımlarının kesilmesi ile birlikte ciddi
bir açlık sorununun yaşanması
kaçınılmaz olacaktır. Yine FAO ve WHO
ultra yoksulluk halinin 5 yıldan daha
uzun sürmesi halinde yoksulluğun bir
daha aşılamayacağı ve kronik hale
geleceğinden söz etmektedir ki bu tespit
kanımızca da geçerli olduğundan deprem
bölgesindeki yoksulluğun aşılması
bağlamında özel ve ivedi tedbirlere gerek
duyulduğu görüşüne ulaşılmaktadır.
Cem Türkmen - Ağaç Gören Var Mı?
Çarpık kentleşmenin en trajik
görüntülerinden yekpare beton
kütle halinde görülen şehir
manzaralarıdır. Herhangi bir yeşil
alan görmek için büyük çaba
sarfetmeniz gerekir.
Kent Tarımında
Kamu Arazilerinin Kullanımı
Kent çevresinde yer alan kilometrelerce karelik boş arazileri gözünüzün önüne getirin.
Kara ve demir yollarının çevreleri, elektrik hatlarının geçtiği yerler, havaalanı bölgesi,
akarsu kıyıları bunlardan sadece bir kaçıdır. Hepsinden önemlisi ise, kentlerin
altyapısını oluşturan bu alanların bizlere ait kamu arazileri olduğunu iyi bilmeliyiz.
K
Jac Smit
TUAN
Eylül 2005
entlerde ve özellikle kent
çevresinde bulunan
arazilerin büyük çoğunluğu
atıl durumdadır. Basit bir örnek
olarak, çevresi çitlerle çevrili olan
bir çocuk bahçesini ele alalım.
Yaklaşık iki metre
yüksekliğindeki tipik çitlerle
çevrili olan bu alanda, bir eğitim
programına temel olacak biçimde;
salatalık, domates, fasulye ya da
marul gibi ürünler, çocukların
katılımıyla yetiştirilebilir.
Aynı şekilde çitlerle çevrili olan;
okul, kütüphane, hastane,
hapishane ve müze gibi pek çok
kamu kuruluşu da aynı
potansiyele sahiptir. Söz konusu
kamu binalarını, kamu
ihtiyaçlarını daha etkin biçimde
karşılamak amacıyla kullanmak
için gereken düzenlemeler ise:
a) İlgili politik düzenleme,
b) Kullanıcı ve arazi sahibi
arasında yapılacak anlaşma,
c) Sağlık kontrolleri,
d) Güvenlik hizmetleri,
e) Eğitim hizmetleri
şeklinde sıralanabilir.
Oslo (Norveç) ve Windhoek
(Namibya) kentlerinde, kara ve
demir yollarının çevresinde tarım
yapılmakta ancak diğer pek çok
kentte benzeri uygulamalara yer
verilmemektedir. Yukarıda
belirttiğimiz çitle çevrili alanlarda
yapılacak uygulamalar için
gereken düzenlemelere, bu
alanlarda hangi zamanlarda ve
hangi aktivitelerle çalışılacağının
da belirlenmesi gerektiğini
eklemeliyiz. Bunun yanında, her
ne kadar bazı yol kenarlarının
çitlerle çevrili olduğu görülse de,
sınırlı ürün seçimi ve hasatın
yaklaştığı dönemde karşılaşılacak
güvenlik sorunu da göz önünde
bulundurulmalıdır.
Kentlerde en çok bilinen yeşil alt
yapı örneği yol kenarlarındaki
ağaçlardır. Bu uygulamanın önde
gelen amacı, çevre güzelliği ve
serinletme özelliğidir. Bununla
birlikte, bazı kentlerde yol
kenarlarında bulunan ağaçlardan,
meyve ve bunun yanında ilaç
yapımında kullanılan çeşitli
ürünler elde edilmektedir.
Özellikle, Thies (Senegal) ve Port
au Prince (Haiti) gibi kentlerde bu
tür ağaçlar tercih edilmektedir.
25
Arjantin ve Şili'de sosyal hizmet
kurumları için yol kenarlarındaki
ağaçlarda meyve yetiştirilmesi
planlanmaktadır.
Sonuç olarak şu ana kadar
bahsettiğimiz ve kısaca
Düzlemsel Kent Tarımı olarak
adlandırabileceğimiz
uygulamaların faydalarını şu
şekilde sıralayabiliriz:
1) Çiftçiler çevre düzenlemesine
katkıda bulunarak belediyelere
yardımcı olurlar,
2) Yapılan uygulamalarla toprak
erozyonu önlenebilir,
3) Havada bulunan karbon
dioksit ve ozon azalır,
4) Gıda kalitesi artırılır,
5) Kadınlar ya da yaşlılar için yeni
iş imkanları doğar.
REFERANSLAR
- Smith, Ratta & Nasr. 1996. Urban
Agriculture: Food, Jobs & Sustainable
Cities, UNDP, Habitat II, Volume One
- Viljoen, A.; K. Bohn; J. Howe (editors),
2004. Continuous Productive Urban
Landscapes: Designing urban Agriculture
for Sustainable Cities, Architectural Press
www.kastl.net
Yoksullukla Mücadeleye
Yönelik Öneriler
E
Coşkun Can Aktan (ed.),
Yoksullukla Mücadele
Stratejileri, Ankara: Hakİş Konfederasyonu
Yayınları, 2002.
tkin bir yoksulluğu azaltma stratejisi
açık ve tutarlı bir yaklaşıma dayalı
stratejik düşünmeyi gerektirir.
Yoksulluk bütün boyutları ile ele alınmalı
ve buna uygun yöntemlerle azaltılmalıdır.
Yoksulluğu azaltma stratejisi beşaşamayı
içermelidir:
(1) Yoksulluğun tüm boyutları ile
tanımlanması;
(2) Yoksulların, yoksulluk sınırının ve
sosyal kategorilerin tanımlanması;
(3) Yoksulluğun ölçümünde kullanılan
metot ve yöntemlerin seçilmesi;
(4) Yoksulluğa yol açan yapısal ve
dinamik faktörlerin analiz edilmesi
(5) Uygulanacak politika ve programların
formüle edilmesi ve seçimi.
Bu beş aşamada yapılacak uygulamaların
titizlikle tespit edilmesi ve aksiyon
planlarının oluşturulması büyük önem
taşımaktadır.
TEMEL ÖNERİLER
Yoksulluğu etkin ve sürdürebilir bir
şekilde azaltmayı hedefleyen bir strateji
aşağıda yer alan politikaları içermelidir
(Bu konuda DPT (2001) ve World Bank
(2001)'den geniş ölçüde yararlanılmıştır.).
Coşkun Can Aktan
ve
İstiklal Yaşar Vural
YOKSULLAR LEHİNE İKTİSADİ
BÜYÜME
İktisadi büyüme yoksulluğun
azaltılmasında son derece önemli bir
26
faktördür. İktisadi kaynakların
yetersizliği yoksulluğun önemli bir
boyutu ve nedenidir. Ulusal gelirin
eşitsizliği artırmayacak bir şekilde
büyümesi gelir yoksulluğunu önemli
ölçüde azaltır.
Ülkelerin sahip oldukları faktör
yoğunluğu, beşeri sermaye ve teknoloji
düzeyi ile tarihi ve kültürel koşullar
yoksullar lehine iktisadi büyüme
stratejisinin oluşturulmasında belirleyici
faktörlerdir. Genel olarak rekabetçi bir
piyasa ekonomisi özel sektörün
verimliliğini artırır. İktisadi büyümeyi
artıran yatırımların teşvik edilmesi için
aşağıda yer alan koşulların yerine
getirilmesi gereklidir:
Kamu kesiminin iyi bir şekilde
yönetilmesi ve sürdürülebilir kalkınma ile
uyumlu idari, hukuki ve mali yönetim
oluşturulması ve buna uygun bir siyasi
ortam meydana getirilmesi;
 Makro-ekonomik istikrar ile siyasi
istikrarın sağlanması;
 Herkesin uygun ve yeterli fiziki ve
sosyal hizmetler altyapısından
yararlanması;
 Tarım arazisi, finansman ve beşeri
olanaklar gibi kaynaklara yoksul kesimin
güvenli bir şekilde erişiminin sağlanması;
 Belirli sektörlerde emek-yoğun üretim
şeklinin teşvik edilmesi;
 Toplumsal dayanışma ve birliği
Büyüme yoksulların lehine olmalıdır.
Yoksulların lehine bir büyüme istihdam
yaratan, eşitsizlikleri azaltan ve
yoksulların gelirlerini artıran politikalarla
yürütülebilir. Yoksulluğu azaltan
sürdürülebilir bir büyümenin sağlanması
için şunlar yapılmalıdır:
 Piyasalarda sapmalara yol açan
kamusal müdahaleler (aşırı değerlenmiş
döviz kuru politikası, ithalat ve ihracat
kısıtlamaları, kredi sübvansiyonlarıve
kamu iktisadi teşebbüslerinin rolünün
fazla olması) azaltılmalı veya ortadan
kaldırılmalıdır;
 Özel sektör için teşvik edici bir ortam
oluşturulmalıdır;
 Kayıt dışı işgücüne ve özellikle
kadınlara yeni ve ilave gelir elde etme
olanakları sağlayan program ve
politikalar (mikro-kredi v.b.) yürürlüğe
konulmalıdır;
 İktisadi faaliyetleri canlandıran, sosyal
hizmetlere erişimi artıran ve istihdam
yaratma olanağı yüksek olan altyapı
yatırımları artırılmalıdır;
BEŞERİ SERMAYENİN
GÜÇLENDİRİLMESİ
Eğitim Arz ve Talebi ile Kalitesinin
Artırılması
Yoksullukla mücadelede eğitim, bilgi ve
beceri kazandırma son derece önemlidir.
Zira yetersiz eğitim yoksulluğa yol açan
faktörlerin başında gelir. Yoksul ve
dezavantajlı bir konumda olanlara kaliteli
bir temel eğitimin sağlanması bu kesimin
iktisadi büyümeye katkıda bulunmalarını
ve iktisadi büyümeden elde ettikleri
yararların artmasını sağlar. Eğitim, her
türlü mahrumiyetin azaltılmasında güçlü
bir araçtır. Eğitim, yoksul kişilerin gelir
elde etme kabiliyetlerini ve emeğin
mobilitesini artırır, çocukların ve
ebeveynlerin sağlıklarını korumalarına
yardımcı olur, doğurganlığı ve çocuk
ölümlerini azaltır ve dezavantajlı
konumda olanların toplumsal yaşamda
ve siyasi sistemde söz sahibi olmalarını
sağlar. Öte yandan, eğitim doğrudan
emeğin verimliliğini artırır, kişilerin
teknolojik gelişmelere uyum sağlama
sürecini hızlandırır ve doğal kaynakların
yönetimini iyileştirir. Yoksulların en
temel varlığı olan beşeri sermayenin
geliştirilmesi için eğitim alanında aşağıda
yer alan temel stratejiler benimsenmelidir:
Eylül 2005
i. Okul çağındaki tüm çocukların temel
eğitimden yararlanmasıiçin eğitim arzı
(fiziki altyapı, öğretmen sayısı, v.b.)
artırılmalıdır
 İç göçler de dikkate alınarak ilgili
bölgenin ihtiyacı ölçüsünde fiziki altyapı
inşa edilmeli ve inşaatlarda kaliteli ancak
düşük maliyetli malzemeler
kullanılmalıdır;
 Uzak ve kırsal bölgelerde yeterli sayıda
öğretmenin görev almasınısağlayacak
tedbirler alınmalıdır. Gönüllük esasına
dayanan teşvik edici tedbirlere öncelik
verilmelidir;
 Mevcut fiziki altyapının maliyetetkinliğinin artırılması için fiziki
altyapının yetersiz olduğu alanlarda ikili
öğretim ve çok programlı okullar
yaygınlaştırılmalı ve mevcut sınıf
kapasitesi etkin bir şekilde
kullanılmalıdır;
 Okul yapımına özel sektörün
katılımının artırılması teşvik edilmelidir;
 Eğitim sistemi yönetiminin
iyileştirilebilmesi için okul yöneticilerinin
yetkileri ile atanma ve terfileri sistemleri
gözden geçirilmelidir.
ii. Eğitimin kalitesi artırılmalıdır
 Okur-yazarlık düzeyi artırılmalıdır ;
eğitim ve öğretime yönelik amaçlar
eğitimin kalitesini artıracak şekilde
gözden geçirilmelidir;
 Öğrenci merkezli ve karşılıklı
etkileşimi artıran öğrenim
metotlarıkullanılmalıdır;
 Öğretmenlerin pedagojik yeteneklerini
ve kullandıkları kaynaklarıartırıcı
düzenlemelere gidilmelidir;
 Öğretim malzemelerinin kalitesi
artırılmalı ve eğitim süresi uzatılmalıdır;
 Özel eğitim ve öğretim kurumları ile
ilgili denetim
Rembrant - Yoksulluk
koruyan ve mobiliteyi ve kadın-erkek
eşitliğini artıran sosyal politikaların
devreye sokulması.
27
mekanizmalarıbasitleştirilmelidir;
 Eğitim ve öğretimde katılımcılık
artırılmalıdır;
 Okul yönetimleri daha fazla özerk
olmalı ve okulların
imkanlarıartırılmalıdır;
 Mesleki eğitim globalleşme sonucunda
ihtiyaç duyulan kalifiye işgücünü
yetiştirecek şekilde güçlendirilmeli ve
meslek eğitimi alanların istihdamını
artıracak tedbirler yürürlüğe
konulmalıdır;
 Yüksek öğrenimin kalitesini artıracak
düzenlemelere gidilmelidir. Bunun için
öğrencilere meslek seçiminde özgürlük
tanıyan yöntemler yeğlenmeli, ara eleman
yetiştirmeye önem verilmeli ve
üniversitelerde özerklik ve üniversite
çalışanlarının yönetime katılımı
artırılmalıdır.
iii. Eğitime yönelik talep artırılmalıdır
 Kız öğrencilerin eğitimlerinin teşvik
edilmesi için kız öğrencilere verilen
burslar artırılmalı, kız çocuklarının okula
gönderilmeme nedenlerini sivil toplum
kuruluşları ve ailelerin katılımıile ortadan
kaldıracak tedbirler alınmalı ve kadınerkek eşitliğini sağlayıcı önlemler
uygulamaya konulmalıdır;
 İlk öğretimde okul masraflarını
karşılayacak gelire sahip olmayan
kesimler mali açıdan desteklenmelidir;
 İlk öğretimde okul kitapları ve eğitim
malzemelerini satın alamayacak yoksul
kesimlere kitap ve malzemelerin
temininde yardımcı olunmalıdır;
 Ebeveynlere okulların karar alma
mekanizmalarında söz hakkıtanınmalıdır.
Sosyal Kalkınmaya Önem Verilmesi
Yoksulluğun etkin bir şekilde
azaltılabilmesi için kapsamlı bir sosyal
kalkınma programının oluşturulması
gereklidir. Bu program, beşeri
sermayenin geliştirilmesinin yanı sıra,
özellikle sosyal dışlamaya maruz kalmış
kişiler olmak üzere, sosyal sermayenin
güçlendirilmesini amaçlamalıdır. Bu
yönde oluşturulacak bir strateji şunları
kapsamalıdır:
 Beşeri sermayenin güçlendirilmesi için
eğitim ve sağlık hizmetlerine bütçede
yeterli tahsisat yapılmalıdır;
 Başta yoksullar olmak üzere herkes
sosyal hizmetlerden yararlanabilmelidir;
 Cinsler arasındaki ayrımcılık ortadan
kaldırılmalıdır;
 Etkin bir nüfus politikası yürürlüğe
konulmalıdır;
Emrah Sarıaydın - Hesap
 Sosyal koruma politikaları devreye
konulmalıdır ve
 Yoksulların ve dezavantajlı konumda
olanların güçlendirilmesi ile iyi yönetim
teşvik edilmelidir.
KIRSAL YOKSULLUĞUN
AZALTILMASI
Kırsal yoksulluğun azaltılmasında
teknolojik ilerleme ve değişikliklerin
kullanılması yoluyla tarım kesimindeki
büyümenin artırılması en etkin yollardan
biridir. Tarım kesimindeki büyümeden
kentlerde yaşayan yoksullar da büyük
ölçüde istifade eder. Zira tarımsal sanayi
ilave iş olanakları yaratır, gıda ve yiyecek
fiyatlarında azalma meydana gelir,
kentlere göç azalır ve bu nedenle kentsel
alanlardaki kalifiye olmayan işgücünün
reel ücretleri artar ve kentsel alanlardaki
büyüme ağırlıklı olarak sermaye yoğun
değilse kırsal yoksullar için ilave iş
olanakları ortaya çıkar. Tarım
kesimindeki üretimin artması hem
yoksulların sayısınıhem de yoksulluğun
şiddetini azaltır. Bu etkinin güçlü
olabilmesi için şu koşulların yerine
gelmesi gereklidir:
 Miras hukuku ve adaletsiz kira ve
yarılık sözleşmeleri ile doğal kaynakların
mülkiyetinin belirli ellerde toplanması
nedeniyle işlenmesi verimli ve ekonomik
olmaktan çıkan işletmelerin faaliyetlerini
sürdürmelerini sağlayacak önlemler
alınmalı ve kamu arazileri yoksul kesime
aktarılmalıdır;
 Fiyatlar, vergiler ve döviz kuru ile ilgili
politikalar tarım kesimini cezalandırıcı
etkiler oluşturmamalı veya istihdamı
caydırıcı etki ortaya koymamalıdır;
 Çiftçilerin eğitim ve sağlık
hizmetlerinden yeterince
yararlanabilmeleri halinde tarımsal
üretim artacağından bu kesime yönelik
temel eğitim (okur-yazarlık, okullaşma ve
teknik eğitim) ve sağlık hizmetleri
(aşılama, temiz su ve aile planlaması) ile
ilgili yatırımlar artırılmalıdır ve bu tip
hizmetler makul bir fiyatla sunulmalıdır;
 Tarım sektörünün desteklenmesi
amacıyla tarımda verimliliği artıracak,
tarım teknolojilerini geliştirecek ve
tarımda çağdaş üretim tekniklerinin
kullanılmasını sağlayacak tarımsal
araştırmalara ve tarım teknolojilerine
yönelik kamusal destek artırılmalı ve bu
alandaki dışsal faydalar küçük çiftçilere
yayılmalıdır;
 Kırsal alanlarda yer alan sulama
sistemleri ve yollar gibi fiziki sermaye
güçlendirilmelidir;
 Tarım kesimindeki kayıt dışılığı
engelleyici tedbirler alınmalıdır;
 Kırsal alanlarda yaşayan aşırı derecede
yoksul kişiler için güvenlik ağlarıve
sosyal yardım programları yürürlüğe
konulmalı ve özellikle topraksız işçiler ve
kadınlar kamu iş programları, mikrofinans ve gıda sübvansiyonları ile
korunmalıdır;
KAMU YÖNETİMİNİN
İYİLEŞTİRİLMESİ
İyi yönetim yoksulluğun azaltılmasında
son derece önemlidir. Zira, iyi yönetim
yoksullar lehine politikaların
oluşturulmasını, sağlam bir
makroekonomi yönetimini, kamu
hizmetlerinin daha etkin bir şekilde
sunumunu ve idari ve yargısal
28
reformların hayata geçirilmesini teşvik
eder ve kamu ve özel fonların saydam bir
şekilde kullanılması ile özel kesimin
büyüme hızını artırır.
İyi yönetim ayrıca globalleşen dünyada
iktisadi krizlerin şiddetini azaltır ve bu tip
krizlerden kaçınılmasını kolaylaştırır.
Temel sosyal hizmetlerin kamu kesimince
etkin ve verimli bir şekilde sunulmaması
yoksulları olumsuz bir biçimde etkiler;
ancak, kötü ve zayıf bir kamu
yönetiminin yoksullar üzerindeki
olumsuz etkisi diğer gruplara göre daha
fazladır. Temel sosyal hizmetlerin
yetersiz bir şekilde sunumu yalnızca
kaynak yetersizliği nedeniyle yeterli
yatırımların yapılmamasından
kaynaklanmaz; bunun yanı sıra, hesap
verme sorumluluğu olmayan kurumsal
yapılardan, yerel seçkinlerin siyasi sistem
üzerindeki baskın konumlarından, yaygın
ve sistematik yozlaşmadan, kültürel
düzeyde belirlenen ve kamu kurumları
tarafından yayılan eşitsizlik ve
ayrımcılıktan, yoksulların yeterli düzeyde
yönetime katılamamalarından ve hukuk
devletine uygun davranılmamasından
kaynaklanır. Bu tip problemler varsa kötü
ve yetersiz yönetimden hesap verme
sorumluluğuna sahip bir kamu
yönetimine geçmek için sistematik
değişikliklerin yapılması gereklidir. bu
değişikliğin yapılabilmesi için şunlar
gereklidir:
 Kamu yönetimi her seviyede
etkinleştirilmeli ve kamusal hizmetlerin
sunumunda sorumluluk ve yetki en
uygun devlet birimine aktarılmalıdır,
başka bir ifade ile desantralizasyon teşvik
edilmelidir;
 Yoksulluğu azaltma çabalarına kamu
ve özel kesimin yanı sıra sivil toplum
kuruluşlarının da aktif bir şekilde
katılmaları sağlanmalıdır; yoksullara
sunulan hizmetlerin türü, kalitesi ve
sunumu üzerinde yoksullara söz hakkı ve
denetim yetkisi verilmelidir;
 Kamu yönetimi demokratikleştirilmeli,
hesap verme sorumluluğu ve saydamlık
artırılmalıdır. Bu amaç doğrultusunda
performans denetimi ve “gün ışığında
yönetim” gündeme getirilmelidir;
 İnsan hakları güçlendirilmelidir,
marjinal ve izole olmuş grupların
korunması ve güçlendirilmesine öncelik
verilmelidir ve kamu yönetiminde
toplumdaki belirli kişi ve gruplara
yönelik her türlü ayrımcılık ortadan
kaldırılmalıdır;
 Demokratik katılım geliştirilmeli, sivil
toplum kuruluşları güçlendirilmeli, dernek ve vakıf kurma özgürlüğü artırılmalı
ve özgür basın desteklenmelidir;
 Yargının tarafsızlığı ve hukuk devleti
ilkesi güçlendirilmelidir;
 Çalışanların hakları güçlendirilmelidir,
kamu yönetiminde işe alma ve terfi
işlemlerinde her türlü ayrımcılık ortadan
kaldırılmalı liyakat esas alınmalıdır.
KADINLARIN YOKSULLUĞUNUN
AZALTILMASI
Yoksulluğun azaltılması meselesine
genişbir çerçeveden yaklaşılmalıdır. Zira
sürdürülebilir büyüme yoksulluğun azaltılmasında çok önemli olsa da büyüme
sonucunda ortaya çıkan yararlardan tüm
hane halkı ya da hane halkının tüm üyeleri otomatik olarak faydalanamamaktadır. Hane halkı üyeleri arasında çocuklar,
kadınlar ve yaşlılar daha güçsüz bir
konumdadırlar ve daha yoksuldurlar. Bu
nedenle hane halkına homojen bir birim
olarak muamele edilmemelidir.
Yoksulluğu azaltmaya yönelik
stratejilerde ve genel olarak tüm makroekonomik politikalarda kadın-erkek
arasındaki eşitsizlikler ve kadın
yoksulluğu dikkate alınmalıdır. Kadın
yoksulluğunun azaltılması için şunlar
yapılmalıdır:
 Eşi ölmüş, boşanmış veya yalnız
yaşayan kadınların karşı karşıya
kaldıkları yoksulluk riskini ve yoksulluğu
azaltmak için kadın sivil toplum örgütleri
güçlendirilmeli; barınma yoksulluğunu
azaltacak tedbirler (kadın sığınma yerleri,
kira yardımı v.b.) alınmalı; kadınların
sağlık ve eğitim hizmetleri ile temiz su ve
enerjiye erişimleri güçlendirilmelidir;
 Kadınların iktisadi varlıklara
erişimlerini artırıcı hukuki düzenlemelere
gidilmeli ve kadınların sosyal ve kültürel
hayata katılım süreci hızlandırılmalıdır;
 Kadınların çalışma hayatına aktif bir
şekilde katılmalarını temin için çalışan
kadınların haklarını artıracak ve çalışma
hayatında kadın-erkek eşitsizliğini
önleyecek tedbirler alınmalı ve kadın sivil
toplum örgütlerinin güçlenmesi için
elverişli bir ortam oluşturulmalıdır;
 Toprak reformu ve özelleştirme gibi
iktisadi varlıkların yeniden
dağıtımınıgerektiren uygulamalarda
kadın-erkek eşitliği dikkate alınmalıdır;
 Kadınların güçlendirilmesi açısından
kadınların siyasi hayata katılımları
önündeki muhtemel engellerin ortadan
kaldırılmasına yönelik hukuki
düzenlemelere öncelik verilmelidir;
Eylül 2005
KENTSEL YOKSULLUĞUN
AZALTILMASI
Kentsel alanlarda yaşayan yoksulların
karşılaştıkları en önemli problemlerin
başında barınma yoksulluğu, işsizlik ve
güvenliğin olmamasıdır. Bu nedenle
büyümeyi hızlandıran siyasal ve
ekonomik istikrarın sürdürülebilir
olmasınısağlayan tüm politikalar kentsel
yoksulluğun azaltılmasına katkıda
bulunur. Bununla birlikte, kentsel
yoksulluğun azaltılması için şu önlemler
alınmalıdır:
 Kentlerdeki barınma probleminin
çözülmesi için yerel yönetimlerin yetkileri
artırılmalı ve büyük kentlerde mücavir
alanlar içinde kalan kamu arazileri yerel
yönetimlere devredilmelidir;
 Kamu kurum ve kuruluşlarına ait
lojmanlar kentsel alanlardaki yoksulların
ve marjinal gruplar, sakatlar, yaşlılar ve
ailenin geçimini temin eden aile reisinin
kadın olduğu muhtaç durumdaki ve
dezavantajlı bir konumda bulunan
kişilere tahsis edilmek üzere ilgili kamu
birimine veya belediye yönetimlerine
devredilmelidir;
 Köyden kente göçü önleyecek aktif
politikalar yürürlüğe konulmalıdır;
 Mesleki eğitime ağırlık verilerek
kentlerdeki işgücü çağdaş gereklere
uygun bir şekilde eğitilmeli ve kamunun
teknoloji ve araştırma-geliştirme
faaliyetlerine yönelik katkısı
artırılmalıdır;
 Geleneksel dayanışma bağlarının
zayıflamasından kaynaklanan güvenlik
sorununun çözümü için sosyal
dayanışmayı artırıcı ve özellikle vakıflar
olmak üzere, sivil toplum örgütleri
güçlendirilmelidir.
ÇOCUK YOKSULLUĞUNUN
AZALTILMASI
Çocuk yoksulluğunun önlenmesi için şu
önlemler alınabilir:
 Zorunlu eğitim süresi uzatılmalı;
zorunlu eğitim mesleğe yöneltilmeli ve
orta öğretimde eleme sistemi uygulamaya
konulmalıdır;
 Çocuk işçi çalıştırma yaşı uluslararası
anlaşmalara uygun bir şekilde 15 yaşa
yükseltilmelidir;
 Mesleki eğitimde öğrencilere kredi
olanakları sağlanmalı ve mesleki eğitim
almış öğrencilerin istihdamını
kolaylaştıracak yasal düzenlemelere
gidilmelidir;
 Parasız yatılı uygulamaları eğitimde
yaygınlaştırılmalı ve temel eğitimin
29
etkinliğinin artırılması ve daha kaliteli
eğitimin daha az maliyete
gerçekleştirilebilmesi için belediyelerin
temel eğitim alanında faaliyet
göstermelerine olanak tanınmalı ve özel
kesimin bu alandaki faaliyetlerini
zorlaştıracak her türlü engel ortadan
kaldırılmalıdır;
 Özellikle yoksul bölgelerde ve kent
varoşlarında olmak üzere beslenme
yetersizliğini önlemek için “okul
beslenme programları” yürürlüğe
konulmalıdır.
RİSKLERİN AZALTILMASI
Yoksulların iktisadi durumlarını olumsuz
yönde etkileyen riskler beş kısma
ayrılabilir:
(1) Çevresel riskler (kuraklık, seller,
bulaşıcı hastalıklar);
(2) Piyasadan kaynaklanan riskler (fiyat
dalgalanmaları, ücretlerdeki değişiklikler
ve işsizlik);
(3) Siyasi riskler (sübvansiyonların
azaltılması, fiyatlardaki değişiklikler,
gelir transferlerindeki azalmalar ve iç
çatışmalar);
(4) Sosyal riskler (toplumsal destek ve
dayanışmadaki azalma) ve
(5) Sağlıkla alakalıriskler (çalışmayı
engelleyen hastalıklara maruz kalma).
Bu tip risklerle mücadele etmek ve kişi ve
hane halkının yoksulluğa düşmesini
engellemek için şunlar önerilebilir:
 Doğal afetlerden zarar gören kişilerin
yoksulluğa düşmelerinin engellenmesi ve
bu afetlere maruz kalan bölgelerdeki
üretim ve büyümenin artırılması için bir
“sosyal fon” veya “sosyal program”
oluşturulmalıdır;
 Köyden kente göçü azaltacak
programlar devreye konulmalıdır;
 Çeşitli risklere maruz kalan köylüler,
esnaf ve dezavantajlı konumda olan
kişilere yönelik mikro-kredi ve destek
programları yürürlüğe konulmalıdır.
REFERANSLAR
- CAĞATAY, Nilüfer (1998), Gender and Poverty. UNDP Social
Development and Poverty Elimination Division, Working Paper
Series WP5, May.
- OECD (2001), DAC Guidelines on Poverty Reduction. OECD.
- DPT (2001), Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla
Mücadele.
- Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, Ankara.
- KAKWANI, Nanak ve Ernesto M. PERNIA (2000), “What is
Pro-Poor Growth?”, Asian Development Review, Vol. 18, No 1.
- DEVEREUX, Stephen (2001), Can Social Safety Nets Reduce
Chronic Poverty?, IDS-Institute of Development Studies, Social
Protection Discussion Papers, World Bank, February.
- WORLD BANK (2001), Poverty Reduction Strategy Papers:
Source Book, World Bank.
- ADB (2001), Fighting Poverty in Asia and the Pacific: The
Poverty Reduction Strategy. Asian Development Bank.
www.sevnehuts.com
Toprağa ulaşım konusunda sıkıntı
çeken kentli çiftçiler, kimi zaman
oldukça zorlayıcı özelliklere sahip
alanlarda tarımsal üretim yapmak
zorunda kalabilmektedir. Demir yolu
kenarları ve enerji nakil hatlarının
çevreleri bu alanların başlıcalarıdır.
Toprağa Ulaşım
Uygunluk ve Kullanım Yöntemleri
Toprak, kent tarımı için önemli bir kaynaktır. Yapılan uygulamalar toprak yoğun özellikte
olmasalar dahi, bu konu çiftçiler açısından önemini koruyacaktır. Ancak, toprak ya da diğer bir
deyişle uygun toprak kullanımı, şehir planlamacıları ve bu konu ile ilgili pek çok farklı talebi göz
önünde bulundurmak zorunda olan belediye yetkilileri açısından da büyük önem taşımaktadır.
K
Takawira Mubvami
MDP Shingirayi Mushamba
René van Veenhuizen
ETC
ent tarımı, her zaman kentsel
yerleşimlerin bir parçası olmuş, geçmişte ve günümüzde bir çok kentli aile tarafından
iyi bir geçim stratejisi olarak algılanmıştır. Kent sınırları içerisinde
üretilen gıda miktarı, dışarıdan
gelen miktardan oldukça düşük
olsa da güçlü bir etkiye sahiptir.
Bu önemli role, ulusal düzeyde
veya belediyeler tarafından izlenen politikalar kapsamında yeterince yer verilmezken, var olan
politik anlayışlar kent tarımını
geçmişe ait bir kavram olarak değerlendirmektedir. Bu durum,
kent tarımının karşı karşıya olduğu temel sorunları da beraberinde getirmektedir: “kentsel alanlar
ya uygun değillerdir ya da ulaşılabilir; eğer uygun olurlarsa genellikle kullanışsızdırlar”. Uygunluk,
kent tarımı aktivitelerinin kısa, orta veya uzun vadelerde yapılabileceği toprağın varlığına işaret etmektedir. Ulaşılabilirlik, uygun
durumdaki toprağın ihtiyaç sahibi aile veya gruplar tarafından,
resmi prosedürler ve var olan
sorunların çözüm mekanizmalarını da kapsamak suretiyle, tarımsal aktiviteler için kullanılabilme-
sini açıklar. Geçtiğimiz yıllar içerisinde, kent tarımıyla ilgili pek
çok program hayata geçirilmiştir.
Ancak, yürürlükteki kanunların
büyük çoğunluğu kent tarımının
varlığını yadsımaya devam ederken, bu kavramın şehir planlama
sürecine katılmasını da engellemiştir. Toprağın kullanılabilirlik
özelliği ise; toprağın konumu,
yapısı ve verimliliği gibi çevresel
koşullarla ilgilidir. Kanuni yapı
çerçevesinde ve eşit şartlar altında
uygun toprağa ulaşımın gerçekleşmesi, sürdürülebilir özellikte
bir kent tarımının hayata geçebilmesini sağlayacaktır.
UYGUNLUK
Şehirler, devamlı olarak gelişen
dinamik bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla, pek çok şehirde (geçici)
boş araziler mevcuttur ve bunların kent tarımı için kullanılması
mümkündür. Şehir içi arazilerde
veya şehrin dışındaki yerlerde
kent tarımı yapılabilir. Şehir içinde yapılan uygulamalarda imara
açık olmayan arazilerin sınırlı olması nedeniyle sıkıntı yaşanırken,
uygun çatı ve teraslar da değerlendirilebilmektedir. Şehirlerde,
30
imara açık olmayan arazilerde bulunan kent tarımı alanları çoğunlukla; kara ve demir yolu kenarları ve enerji hatlarının geçtiği bölgelerdedir. Kent çevresi alanlar
bu kapsamdaki en uygun alanlardır. Bu alanlarda toprağa ulaşımı
belirleyen faktörler, ağırlıklı olarak şahsi mülkiyet ve bunun yanında geleneksel ve modern kurallardır. Pek çok şehir ve kasabada, halen özel olarak kent tarımı
için belirlenmiş arazi bulunmamaktadır. Sadece birkaç ülkede,
örneğin son dönemde Botswana
'da, belediyelerin çevre planlama
çalışmalarında, kent tarımı da değerlendirilmeye alınmaktadır. Bununla birlikte, kentsel alanlarda
yerleşim amacıyla veya kurumsal,
ticari ve endüstriyel gelişime bağlı olarak yüksek düzeyde toprak
talebi yaşanmaktadır. Nijerya ve
Cezayir gibi ülkelerde, kent tarımının diğer “yasal” kentsel arazi
kullanımı uygulamalarıyla bir yarış içerisinde olduğu görülmektedir. Bu yüzden, kent tarımının genellikle yüksek eğimli yamaçlar
ve benzeri zor koşullara sahip
ekosistemlerde uygulama şansı
bulması bir rastlantı değildir.
ULAŞIM
Kentlerde tarımsal aktiviteler için uygun
araziler bulunmaktadır. Ancak bu noktada, uygun koşullardaki araziye ulaşımın
da bir sorun teşkil edebileceği bilinmelidir. Toprağa ulaşımın, resmi ya da gayri
resmi pek çok yolu bulunmaktadır. Özel
mülkiyete ait araziler, belediye veya devlet arazileri, polis teşkilatına, orduya veya
diğer çeşitli kurum ve kuruluşlara ait araziler, ulaşımın mümkün olabileceği örnekler arasındadır. Kentlerde nadiren de
olsa bulunabilen bu arazilere ulaşım konusu; ürün paylaşımı, izinsiz kullanım,
kiralama, leasing, miras alma veya doğrudan satın alma gibi resmi ya da gayri resmi durumları gündeme getirecektir.
Karşılaşılan pek çok örnekte görülmektedir ki, resmi mülkiyet haklarına dayanan
uygulamalar ağırlıkta olsa da gayri resmi
ulaşım çabaları da mevcuttur. Toprak
mülkiyeti, ulaşım ve kullanım hakları gibi
konular oldukça karmaşık ve dinamiktir.
Resmi ulaşım süreci, belirsiz ve uzun prosedürler veya belediyelerin özellikle uzun
dönemli tahsisler için çekingen davranmaları nedeniyle oldukça zor ilerlemektedir. Şehirlere yeni gelen kişiler (göçmenler), toprak ve su gibi kaynaklara güvenli
biçimde ulaşabilmeleri için gereken sosyal ilişkilerde sıkıntı yaşamaktadır.
Eylül 2005
Şehirlerde yer alan bir takım baskı grupları, göçmenlerin toprağa ulaşımlarını engelleyebilmektedir. Divo ve Ivory Sahillerinde yaşayan kimi toprak sahipleri, sadece kendi çıkarlarına göre düzenledikleri
toprak mülkiyeti anlaşmalarıyla, göçmenlerin arazilerini temizleyerek uygun hale
getirmelerini sağlamakta ve ilk sezonun
ardından topraklarını geri almaktadır.
Toprakların kanunsuzca ele geçirilmesi,
toprak ve sulama sularındaki kirlilikteki
artış, yolsuzluklar ve artan toprak rantı
karşılaşılan diğer önemli sorunlardır. Bu
tür sorunlar genellikle çatışmalara yol açmaktadır. Bu nedenle, çatışma önleyici
tekniklerin bilinmesi çok önemlidir. Bu
teknikler, öncelikle farklı tarafların arabulucu nezaretinde sorunlarını tartışabilmelerini sağlamalıdır. Kadınlar ve erkekler
arasında, toprağa ulaşım konusunda bazı
farklılıklar mevcuttur. Toprağı işleyenler
genellikle kadınlar olsa da toprak mülkiyeti erkeklerin elindedir. Bu nedenle, kadınlar gerekli prosedürleri yerine getirmek ve her türlü tarımsal girdiye ulaşabilmek için çoğunlukla erkeklere bağımlıdır. Buna rağmen, kocaları veya erkek
kardeşlerinden yardım alamayan pek çok
kadın, ihtiyaç duydukları toprağı kiralama yoluna gidebilmektedir.
KULLANILABİLİRLİK
Toprağın uygunluğunu ve kullanılabilirliğini belirleyen pek çok faktör bulunmaktadır. Bunların başlıcaları; alanın genişliği, toprağın kalitesi, uygun su kaynağı ve
toprak mülkiyetinin güvenliğidir. Arazinin geçmişi ve uygulanması düşünülen
tarım metotları da kullanılabilirliği etkilemektedir. Rozario örneğinde, toprağın
kullanılabilirliği konusundaki değişkenler
şu şekilde sıralanmaktadır: çevre özellikleri, planlanan tarım yöntemi, şu anki kullanım yöntemi (geçmişte kullanılan yöntemler, arazi çöplük olarak veya diğer zararlı aktiviteler için kullanılmış olabilir),
toprak kullanımıyla ilgili yürürlükteki düzenlemeler, planlanan kentsel projeler, su
kaynaklarının durumu, mülkiyet ve tarımsal uygulamalarla ilgilenen kişilerin sayısı.
YASAL ÇERÇEVE
Arazilerin yasal durumları farklılık gösterebilir. Kentlerde yer alan arazilerin büyük kısmını, halka ait ortak alanlar ve çeşitli kuruluşlar tarafından satın alınarak
veya kiralık olarak kullanılan alanlar
oluşturur. Çok sayıda kentte, kent tarımı
gibi alternatif üretken girişimlerin ihtiyaç
duyduğu, destekleyici ve yol gösterici
31
düzenleme veya benzeri kural ya da yönetmelik bulunmamaktadır. Kentlerde tarımsal aktiviteler için toprak kullanımının, çoğu zaman; kanuna aykırı, ekonomik açıdan verimsiz ve çevre açısından
zararlı olduğu düşünülmektedir. Kentlerdeki tarımsal aktiviteler hukuki düzeyde
tanınana kadar, bu tür aktivitelerin geliştirilmesi ve ihtiyaç duyulan kaynaklara
ulaşım oldukça zor olacaktır. Diğer yandan, ulusal düzeyde belirlenen kanun ve
politikaların gerekli düzenleme ve yönetmelikler aracılığıyla belediyelerle de ilişki
içinde olması gerekmektedir. Kent tarımının tanınması ve yasallaşması, diğer
toprak kullanımı yolları ve aktiviteleriyle
olan yarışın bittiği anlamına gelmemektedir. Ancak, bu yarış içerisinde iyi bir noktaya gelineceğini ve kaynak ihtiyaçlarına
ulaşım konusundaki yasal süreçte daha
eşit şartlarda yer alınacağını göstermektedir. Bazı ülkelerdeki yasal düzenlemeler, toprağın kullanımından çok mülkiyeti
ile ilgili konulara ağırlık vermektedir.
Kanun ve yönetmeliklerin büyük kısmı,
aktiviteleri kolaylaştırmak ve onlara yol
göstermek yerine, bunları kontrol etmeyi
amaçlamaktadır.
KENT TARIMI İÇİN TOPRAĞA
ULAŞIMIN İYİLEŞTİRİLMESİ
Önümüzdeki tablo genel olarak bir kısır
döngüye benzeyebilir. Toprak uygun değildir veya ulaşım engellenmektedir. Eğer
durum bu şekilde değilse, toprak büyük
ihtimalle kullanışsızdır. Bu nedenle, kentli çiftçilerin ileriye dönük planlama yapmaları ve kaynakları etkin biçimde kullanmaları mümkün olmamaktadır. Söz
konusu kısır döngünün kırılabilmesi için
olumlu adımların atılması şarttır. Bu
alanda yapılması gereken çalışmaların
başında şunlar gelmektedir: Önde gelen
pay sahiplerinin kent tarımının olumlu
etkileri konusunda ikna edilmeleri, yeterli
ve doğru biçimde bilgilendirilmeleri, katılımcı özellikte bir araştırma, planlama,
karar verme ve uygulama sürecinin
hayata geçirilmesi.
www.arpa.org
Ne yazık ki, kent tarımının diğer kentsel
arazi kullanımı türleriyle, başarılı biçimde
rekabet ettiğini söyleyemeyiz. Bu yüzden,
var olan politikaların kent tarımı için arazi sağlanması konusunda, serbest piyasa
koşullarının gerektirdiği arz-talep dengesine göre hareket etmemesi ve özellikle
yoksul ailelere sunulan fırsatların değerlendirilmesi gerekmektedir. Daha önce
belirttiğimiz gibi, kent tarımı uygulamaları için en uygun araziler, mülki idareye ait
boş alanlar ve gelecekte yapılması düşünülen çalışmalar için tahsis edilmiş atıl
durumdaki yerlerdir. Accra, Setif ve Divo
gibi pek çok kentte, sadece bir yıllığına
tarımsal kullanıma açılan araziler mevcuttur. Bu durum, kentli çiftçilerin daha
uzun dönemler için plan yapamayacakları anlamına gelir. Diğer yandan, pek çok
hizmet ve çeşitli maddi kaynaklara ulaşım şansı da böylelikle kısıtlanmış olur.
Kent tarımı kapsamındaki toprağın uygunluğunun artırılması için sürdürülen
çalışmalar, özellikle belediyelerin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada
yapılabilecek en akılcı uygulama, kent
sınırları içindeki tüm uygun alanların
katılımcı bir çalışma ile belirlenmesidir.
M.Kemal Atatürk'ün AOÇ'yi Ziyareti
Toprağa ulaşım konusunda sıkıntı
çeken kentli çiftçiler, kimi zaman
oldukça zorlayıcı özelliklere sahip
alanlarda tarımsal üretim yapmak
zorunda kalabilmektedir. Demir yolu
kenarları ve enerji nakil hatlarının
çevreleri bu alanların başlıcalarıdır.
Milletin Efendisi
2004 yılında yürürlüğe giren 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ile 5272 sayılı Belediyeler yasasının
üzerinden 1 yıl geçmeden kanunlardan şikayetler, muhalefetler başladı. Dedikodular ise hat safhaya çıktı.
1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı
Belediyeler kanunu 1950 yılında çok partili sisteme geçişimizden beri eleştiriliyor.
1960'lı yıllarda başlayan şikayetler 1961
Anayasasında nazarı itibara alınarak yeni
düzenleme getirildi. Ancak diğer yasalarda buna uygun düzenleme yapılmadığı
için yasal düzenlemede uyum sağlanamadı. 1963 yılında ve daha sonraki her beş
yılda bir yayınlanan beş yıllık kalkınma
planlarında bulunan öneriler ve yerel yönetim reformları ile ilgili görüşler dikkate
alınmadığı için genel anlamda bir yerel
yönetimler reform tasarısı çıkarılamadı.
İktidara aday siyasi partiler, her seçim döneminde gündemlerine aldıkları halde iktidar olduktan sonra bahane olarak; ülkemizin jeopolitik durumu, belediyelerin
yeterli yetişmiş kadrolarının olmaması,
yerel yönetimlere yetki verirsek şöyle olur
böyle olur veya biz çıkartmak istiyoruz da
koalisyon ortağımız karşı gibi bahanelerle
seçim gündemine aldıkları vaatleri yerine
getirmediler. Köylerden kentlere doğru
başlayan göçler ise diğer bir sebeptir.
1930'lu yıllarda ülke nüfusu 15.000.000
iken, kentlerde oturan nüfus tüm ülke
nüfusunun % 30'nu teşkil ediyordu. Yani
ülke nüfusunun ancak 4.500.000'u kentlerde otururken, bugün 70.000.000 nüfusumuzun % 74'ü kentlerde oturmaktadır.
Bir başka deyimle; 52.000.000 nüfusumuz
kentlerde oturmaktadır. Bir ülkenin nüfusunun % 74'ü kentlerde oturuyorsa, o
ülkede hukuksal bazda, planlama bazında ve etkin olarak şehrin geleceğini tayin
edecek her dalda uzmanlaşmış güçlü bir
kadroyla planlama yapılması gerekir.
Reşat Akçay
Gürpınar Belediye Başkan Yardımcısı
Kültür Üniversitesi Ekonomi Bölümü
Ülkemizde yaşanan sanayi, ticaret ve
turizm konulardaki plansız gelişmeler
sonucunda, insanlarımızı köylerini
bırakıp kentlere göç etmeye zorlamışız.
Kentlerde bu kadar insanın barınması
sorgulamasını yapmamışız. Büyük
Atatürk'ün “ Köylü milletin efendisidir.”
sözünü, ancak şehirdeki köylü efendi olur
şeklinde anladık her halde. Ama ben
böyle anlamıyorum. Tarım köyde olduğu,
ülkemizin geçim kaynağı tarımdan
olduğu ve köylü üretken olduğu için
köylü bu memleketin efendisi idi.
Atatürk, şehre göç etmiş, tarımdan ve
üretimden kopmuş köylüden
bahsetmiyor. Tarımda reform, turizmde
ve sanayide planlama yapmadığımız için
şehirlerde işsizliği çoğaltmış, hem de o
efendi köylüyü yozlaştırarak işsiz
ordusuna katmışız.
Birkaç örnekle birlikte sorgulayalım:
a) Neden İl Tarım Müdürlükleri şehirlerin
en merkezi yerindedir ve orada
görevlendirilen ziraat mühendislerimiz
çizme yerine kravat takıp köylüye
hasbihâl edeceğine kendileri ile
tartışmaktadır?
b) Neden Veteriner Müdürlüklerimiz
kentin merkezindedir. Köylü ineğini veya
koyununu şehir merkezinde muayene
ettirmek zorunda bırakılmıştır. Köylü
ineğini, koyununu şehre ulaştıramadığı
için veteriner hekimlerimiz şehirdeki kedi
köpeklerle uğraşan bir meslek haline
getirilmiştir?
c) Neden köylümüzün toprağına hangi
cins gübrenin faydalı olduğunu veya
hangi cins tarımın daha randımanlı
olduğunu öğretmemişiz de bakkalda dahi
satılan gübreyi ürettiği ürüne zararlı
olduğu halde kullandırmışız. Sonra da
32
patlıcanın, patatesin kullanılan gübreden
dolayı sağlığa zararlı olduğunu
söylemişiz?
d) Neden 1972 deprem haritalarını 1972
de sağlıklı yapmamışız da 1974 deprem
yönetmeliği verilerine göre inşaat
mühendislerine statik projelerini
yaptırmışız ve 1996 deprem haritalarını
revize ederek 1998 yönetmeliğini çıkartıp,
1974 den 1998'e göre depreme dayanıksız
binalar inşa ettirmişiz?
e) Neden 3194 sayılı kanunla devleti
yönetenlere tarımı, turizmi, endüstriyi ve
ticareti planlamayı amaçlayan bölge
planlarını yapmayıp, belediyelerin
yetkisine dayanarak ürettikleri nazım ve
uygulama planını, kentleri katlediyorlar
diye günah keçisi yapmışız?
f) Neden bunlar dururken büyük şehirlerin belediye başkanlıkları kendi siyasi
doğrultusundaki belediyeleri yardımdan
yararlandırıp, kendi siyaseti dışındakilere
zırnık koklatmamış? Onlara hizmet getireceğine sorumluluk alanına giren köy ve
mahalleleri, kendi siyaseti yolundaki
belediyelere katma yolunu seçiyoruz?
g) Neden belediyelerin getirmek zorunda
olduğu hizmetlerin bedelini onlara
vermemişiz? Onların hizmet götürmek
için başka yollara sapmasına sebep
olmuşuz veya göz yummuşuz? Sonra da
taraflı denetimlerle onları yargılamaya
kalkmışız?
h) Neden her yönetim değişikliğinde
personel değişikliğini gündeme
getirmişiz?
Bütün bu olayların sebebi, yasal ve idari
düzenlemeye açıklık getirilmemesi veya
planlamanın zamanında yapılmaması,
toplumun dinamizmi, halkı
yönlendirecek devlet yönlendirmesi,
planlaması ve disiplininin oluşmamasıdır.
www.jessicasorganicfarm.com
Organik Sebze Üretimi
Ekim Nöbeti, Ürün Sıralaması ve Birlikte Üretim Sistemleri
İ
Uz. Gülay BEŞİRLİ
Atatürk Bahçe Kültürleri
Merkez Araştırma Enstitüsü
Yalova
Eylül 2005
nsan beslenmesinin
devamlılığının sağlanabilmesi
için, tarımsal faaliyetlerin
yürütülmesi zorunludur. Bu
faaliyetleri yürüten üreticiler,
zaman içerisinde bazı faktörlerin
etkisi ile aynı üretim alanında
sürekli olarak bir türe ait bitkileri
yetiştirmeye başlamışlardır. Bir
üretim alanında sürekli olarak
aynı bitki türünün yetiştirilmesi
“tek bitki üretimi-monokültür”
olarak tanımlanır. Tek ürün
yetiştirilmesine üreticileri
yönlendiren nedenler arasında;
yetiştirilen ürünün piyasada
yüksek fiyat bulması, tüketiciler
tarafından sürekli talep edilen bir
ürün olması, üretimi kolay olması
ve üreticinin yetiştirme tekniğini
bilmediği bitki türlerinin
üretiminden kaçınması gibi
nedenler sayılabilir.
Tek ürün yetiştiriciliğinin zaman
içerisinde ortaya çıkardığı olduğu
pek çok olumsuzluklar vardır.
Bunlar; sürekli olarak toprağın
belli derinliğindeki su ve besin
maddesinin tüketilmesi, tüketilen
besin maddesinin telafi
edilmesini amaçlayan aşırı
sentetik gübre kullanımı
sonucunda bunların kalıntılarının
su kaynakları ile toprak kirliliğine
neden olarak doğadaki yaşam
zincirini olumsuz etkilemesidir.
Ayrıca, yetiştirilen türe ait
hastalık ve zararlıların
yoğunluğunun artması ve
bunların etkinliğini önlemek
amacıyla aşırı miktarda zirai
mücadele ilaçlarının kullanımı
sonucunda doğada mevcut olan
yararlı-zararlı böcek dengesinin
ortadan kalkması, bu ilaçların
toprakta ve üretilen ürün
üzerinde biriken kalıntıları
sonucunda doğa ve insan
sağlığının tehdit altında olması,
toprak mikroorganizma yapısının
bozulmasıyla toprak faunasının
olumsuz etkilenmesidir.
Organik tarım, ekolojik sistemde
hatalı uygulamalar sonucu
kaybolan doğal dengeyi yeniden
kurmaya yönelik olarak, çevreye
ve insana dost üretim sistemlerini
içermekte olup, sentetik gübre ve
zirai ilaç kullanımını
yasaklamasının yanında, organik
ve yeşil gübreleme, ekim nöbeti,
toprak muhafazası, bitkinin
33
direncini arttırma, parazit ve
predatörlerden yararlanmayı ve
bütün bu işlemlerin kapalı bir
sistem içerisinde yürütülmesini
amaçlayan üretim sistemidir (İlter
ve Altındişli, 1998).
Organik tarımda, hatalı
uygulamalar sonucunda yapısı
bozulan toprağın iyileştirilmesi ve
içindeki mikroorganizmaların
korunup beslenmesinin
sağlanması, toprağın tek yönlü
sömürülmesi önlenerek doğal
verimliliğinin devam ettirilmesi
ana ilkelerden birisidir. Bunu
sağlamanın etkili yöntemlerinden
bir tanesi ise; iyi planlanmış ekim
nöbetlerinin uygulanmasıdır.
Sebzeler içermiş oldukları mineral
ve vitaminleri ile insan
beslenmesinde önemli rol
oynayan bitki türleridir. Kültürü
yapılan sebzeler değişik
familyalara aittir ve her birinin
toprak ve iklim istekleri farklıdır.
Bir kısmı derin köklü (domates,
biber, kabak), bir kısmı yüzlek
köklüdür (salatalar, ıspanak). Bir
kısmı serin iklim sebzesi (ıspanak,
salatalar, lahana, karnabahar), bir
kısmı yazlık sebzelerdir (domates,
ORGANİK SEBZE ÜRETİMİNDE EKİM
NÖBETİ
Sebze yetiştiriciliğinde ekim nöbeti
uygulaması, ticari sebze ürerimi ve ev
bahçesi üretimlerinde uzun süreli başarı
elde edilebilmesi için gereklidir. Tarımsal
işletmelerde ekim nöbeti uygulanması,
organik tarımın ana prensiplerinden
birisidir. Doğru ürün seçerek ekim nöbeti
uygulayan bilinçli üreticiler, arazilerinin
verimliliğinin uzun yıllar devam etmesini
sağlarken, toprak yapısının ve
mikroflorasının korunmasını da sağlar.
Ekim nöbeti; rotasyon ve münavebe
kelimeleri ile eş anlamlı olup, tarımsal
faaliyet gösterilen bölgenin iklim ve
toprak özellikleri dikkate alınarak, yüksek
verimli ve kaliteli üretim yapmak
amacıyla farklı kültür bitkilerinin
birbirini, karşılıklı olarak
destekleyebilecek ve tamamlayabilecek
şekilde ard arda yetiştirilmesine denir.
Sebze yetiştiriciliğinde ekim nöbeti;
toprak sağlığını arttırmak, verimli ve
kaliteli ürün elde etmek amacıyla arka
arkaya yetiştirilecek sebze türlerinin bir
plan ve program dahilinde seçilmesidir.
Bir üretim alanında ekim nöbeti
izlenmediğinde, toprak verimliliğini
olumsuz yönde etkileyen faktörler
şunlardır: Toprak kökenli hastalık
etmenlerinin etkenliğinin artması,
nematodların daha aktif hale geçmesi ve
populasyonlarının artması, topraktaki
organik madde miktarının sürekli olarak
azalması, kullanılan sentetik bitki besin
maddesi ve zirai mücadele ilaçlarının
toksik etki yapan kalıntılarının artma
olasılığının yüksek olması ve toprakta
bulunan temel mineral elementlerin
dengesinin bozulmasıdır (Anonim,2004).
Ürün ekim nöbetinde ana prensip; aynı
familyaya ait olan sebze türlerinin tek
ürün yetiştiriciliği (monokültür) zihniyeti
ile arka arkaya üretilmemesidir. Bunun
ana nedeni; aynı familyaya ait türler
topraktan aynı besin maddelerini alarak
beslenirler ve toprak verimliliğinin
azalmasına neden olurlar. Örneğin;
sebzeler yakılıp külleri incelendiğinde;
demir (F2O3) pırasada % 7.0, lahanada ise
% 0.7 oranında bulunmaktadır. Bilindiği
üzere bu iki sebze türü farklı familyalara
aittir. Potasyum (K2O) ise; Lahana
külünde % 48.3 ve karnabahar külünde
ise % 23.4 düzeyinde bulunmaktadır. Bu
iki tür lahanagiller (Cruciferae)
familyasına ait olup topraktan fazla
miktarda K2O kaldıran sebzelerdir. Mg
bezelyede % 8.0 iken, salatalarda % 2.2
dir. Fosfor (P2O5) ise; turpta % 41.1,
bezelyede % 1.0 dır. Sebzeler için geçerli
olan bu durum diğer bitki grupları için de
aynıdır. Örneğin; şekerpancarı, 4 ton
kök+2 ton yaprak verimi ile bir dekar
alandan besin maddesi olarak 15 kg N + 6
kg P2O5 + 17.5 kg K2O + 12 kg CaO
kaldırırken, yonca 800 kg/da kuru ot
verimiyle 25 kg N + 5.5 kg P2O5 + 14.5 kg
K2O + 23 kg CaO kaldırmaktadır. Bu
nedenledir ki organik tarımın ana
prensiplerinden birisi toprak yapısının
korunarak tarım yapılmasıdır.
Les Glaneuses 1857 Millet, Jean-François
biber, patlıcan, kabak, hıyar, karpuz,
bamya). Organik tarım esasları
çerçevesinde yürütülecek sebze ekim
nöbetleri, sebze türlerinin özellikleri
dikkate alınarak hazırlanıp uygulanır ise;
gelecek nesillerden ödünç olarak alınıp
kullanılmakta olan topraklar, gerçek
sahiplerine yapısal bozukluğa
uğratılmadan teslim edilebilecektir.
34
Toprak yapısının korunmasını sağlayan
uygulamalardan en önemlisi ise; tarımsal
faaliyetler uygulanırken bilinçli bir ekim
nöbeti uygulanmasıdır (Şencan, 1976).
Ayrıca; aynı familyaya ait sebze türleri,
aynı hastalık ve zararlılara hassas olurlar.
Yaygın olarak üretimi yapılmakta olan
sebzelerin ait olduğu familya sayısı
toplam olarak 10 tanedir. Örneğin; soğan,
sarımsak ve pırasa soğangiller (Alliaceae),
domates, biber, patlıcan ve patates
patlıcangiller (Solanaceae), hıyar, karpuz,
kavun ve kabak kabakgiller
(Cucurbitaceae), lahana, karnabahar,
brokkoli, bürüksel lahanası, kırmızı
lahana, turp, şalgam, roka ve tere
lahanagiller (Cruciferae) familyalarına ait
sebze türleridir. Toprakta yaygın olarak
bulunan ve sebze üretiminde büyük
sorun olan toprak kökenli bir çok
hastalığın etkinliği “zaman esas alınan
ekim nöbeti” programları ile
önlenebilmektedir. Fusarium kökenli
hastalık etmenleri; fasulye ve bezelyeyi de
kapsayan bir çok sebze türüne önemli
ölçüde zarar veren bir hastalık etmenidir.
Bu hastalık etmeni ile aynı üretim
parselinde 3-4 yıllık ekim nöbeti programı
uygulayarak başa çıkılabilmektedir.
Lahana kök çürüklük etmeni bir fungus
olup, etkinliği; aynı üretim alanında 4-5
yıl lahanagillerden bir tür üretilmeyerek
ortadan kaldırılabilmektedir. Örneğin;
birinci yıl beyaz baş lahana üretilmiş ve
hastalık bu ürerim periyodunda etkili
olarak önemli ölçüde ürün zararına neden
olmamış ise; ikinci yıl aynı üretim
alanında brokkoli, kırmızı baş lahana,
brüksel lahanası ya da karnabahar
üretimi yapıldığında zararın etkisi
katlanarak artmaktadır.
Verticillium solgunluk etmeni de bir
fungus olup, domateste önemli ölçüde
zarar yapan toprak kökenli bir hastalık
etmenidir. Domates tarımından sonra,
topraktaki etkinliği uzun yıllar
kalabilmektedir. Bu nedenle hastalığın
etkili olduğu üretim alanlarında
domatesin arkasından tekrar domates ya
da biber, patlıcan ve patates üretimi
yapılmamalıdır. Günümüzde, bakteri ve
fungus kökenli hastalıklara dayanıklı ya
da toleranslı sebze çeşitleri geliştirilmiştir.
Ancak, bu dayanıklılık etmeninin, söz
konusu çeşitlere hangi ıslah metotları ile
aktarıldığı organik tarım prensipleri
yönünden önemlilik arz etmektedir.
Domates, havuç ve patates, kök ur
nematodlarına karşı çok duyarlı olan
sebzelerdir. Tatlı mısır ve diğer tahıl
grubu sebzeler ise, bu zararlı etmenini
baskı altına alabilen bitki gruplarıdır. Kök
ur nematodları, genellikle sebze grubu
bitkilerden soğan ve karpuzda
zararlanma yapmaz (Anonim, 2003).
Ekim nöbetinde bitki seçimi yaparken,
üretilen ön bitkinin toprakta ne kadar
organik madde bırakacağı da önemlidir.
Kök kalıntıları ile toprağa bırakılan
organik madde miktarı sebze türlerine
göre de değişim göstermektedir. Örneğin;
lahana 50-80, karnabahar 30-60, ıspanak
30-40, havuç 50-90, kırmızı pancar 60-70,
maydanoz 10-20, kereviz 100-130, pırasa
50-100, soğan 90-100, bodur fasulye 50-70,
bezelye 20-50, hıyar 20-80, domates 20-80
ve salatalar ise 10-30 kg/ da organik
madde bırakmaktadır. Tahıllardan olup
sebze olarak üretilen tatlı mısırın da
toprağa bıraktığı organik madde miktarı
çok fazladır. Ancak, tatlı mısırın toprakta
bırakmış olduğu organik madde kısa
sürede parçalanmaz. Yazlık ve kışlık
kabaklar, karpuz ve baklagillerin bıraktığı
organik materyaller ise; kısa sürede
parçalanabilir (Şencan,1976).
Ekim nöbeti uygulamalarına yeşil
gübreleme amaçlı bitkiler de alınmalıdır.
Bu amaçla seçilen bitkilerin baklagil
olmasının havanın serbest azotunun
toprağa bağlanmasını sağlamasının
dışında başka faydaları da vardır.
Baklagil bitkileri; gölgeleme etkileri ve
gevşek kök sistemleri nedeniyle, toprağın
organik maddesini arttırır, toprağın fazla
kurumasını önleyerek, toprak yapısının
korunmasını sağlar. Toprakta K, Ca ve
Mg gibi katyonların yıkanarak
uzaklaşmasını önler, erozyonun kontrol
altına alınmasına yardımcı olur ve toprak
yapısının iyileşmesine katkıda bulunur,
yabancıot, hastalık ve zararlılar ile
mücadelede faydalıdır (Ceylan, 1994).
Ayrıca ekim nöbeti programına
konulacak sebze türü seçilirken, bitkilerin
derin ya da yüzlek köklü olma özellikleri
de dikkate alınmalıdır.
Örneğin; salata grubu sebzeler (marul,
kıvırcık, baş salata), pancar ve diğer
yeşillikler yüzlek köklü sebzelerdir.
Toprağın ilk 20-30 cm derinliğindeki
besin maddelerinden yararlanabilirler. Bu
bitkiler dallanıp toprak yüzeyinde
gölgeleme yapabilme özelliğine de sahip
değildir. Bu türlere ait bitkilerin üretimi
aşamasında yabancıot kontrolü
sağlayabilmek amacıyla sıra arası ve sıra
üzeri mesafeleri oldukça dar tutulmalıdır.
Diğer taraftan; domates, biber, yazlık
kabaklar ve kavun derin köklü
Eylül 2005
sebzelerdir ve 60 cm toprak derinliğine
kadar olan bitki besin maddelerinden
yararlanabilme özelliğine sahiptirler. Bu
nedenle; yüzlek köklü sebzelerden sonra
derin köklü sebzelerin ekim nöbeti
programlarına konulmasında fayda
vardır. Ayrıca, derin köklü olarak adı
geçen bu sebzelerin toprak üstü kısımları
da oldukça gelişerek toprak yüzeyini
kaplayıp yabancıot gelişimini de belli
oranda engelleyebilirler.
Bazı sebze türleri vardır ki, üretim
periyodu sonunda toprakta bırakmış
oldukları organik maddeler
parçalanırken, toprağa toksik madde
bırakırlar. Bu toksik maddeler
kendilerinden sonra gelen sebze türleri
için alleopatik etki oluşturabilirler.
Örneğin; tatlı mısır kendisinden sonra
üretilecek bazı sebze türlerine böyle
olumsuz bir etkide bulunur. Tatlı mısır
üretiminden sonra, salatalar, pancar ve
soğan üretimi yapılmak istenir ise,
bırakılan toksik madde bu türlere ait
bitkilerin gelişimlerini engellemektedir.
Diğer taraftan tatlı mısır ve dane mısır,
soğanda büyük zarar yapan pembe kök
çürüklüğü etmeninin etkisinin
azaltılmasında önemli olan iki art bitkidir.
Bitkilerin bırakmış oldukları bu toksik
maddeler toprak yorgunluğu adı verilen
verimsiz koşulların oluşmasında önemli
rol onyamaktadır. Sebze üretiminde
olduğu gibi diğer bitki gruplarından da
organik maddeleri parçalanırken toprağa
toksik madde bırakan bitkiler vardır.
yaptırılarak, topraktan kaldırılan besin
maddeleri, dikkatlice uygulanan bir
gübreleme programı ile toprağa ilave
edilmelidir. Organik tarımda esas olarak
organik kökenli besin maddelerinin
esasını çiftlik gübreleri oluşturmaktadır.
Ancak, bilinçsiz yapılan çiftlik
gübrelemesi ile, sentetik gübrelerin
yaratmış olduğu tehlikelerden daha
tehlikeli durumlar da yaratılabilmektedir.
Örneğin; Avusturalya'da toprakların
büyük bir kısmı bilinçsiz uygulanan
çiftlik gübrelemesi sonucunda
kullanılamaz hale getirilmiştir.
EKİM NÖBETİNDE BİTKİLERİN
UYUŞUMU
Bazı bitkiler uzun yıllar arka arkaya
monokültür şeklinde yetiştirildiklerinde
elde edilen verim büyük ölçüde düşer. Bu
bitkiler kendi verimi üzerine olumsuz
etkide bulunurlar. Bu nedenle bunlara
“kendine katlanmaz” bitkiler denir.
Kendine katlanmayan bitkilerin arka
arkaya yetiştirilmesi sakıncalıdır. Bazı
bitkiler monokültür yetiştirildiğinde
verim düşüşü az olurken bazılarında bu
miktar oldukça fazladır. Birbiri ardına
getirildiğinde verim azalışı az olan
bitkilere ise “kendine katlanır” bitkiler
denir. Kendine katlanmayan bir bitkinin
aynı araziye ikinci kez gelebilmesi için
aradan geçmesi gereken süreye “ekim
molası” denir. Yapılan bir çok
araştırmaların toplu sonuçlarına göre bazı
önemli tarım bitkilerinin kendine
katlanma
durumları
şöyledir (Algan,
Bitki Türü
Salgılanan Toksik Madde
1999).
Kendi ardına
Mısır
Amino asit
ekilmesi
Yulaf
Scopoletin
sakıncalı olan
Keten
Linolin
bitkiler: Çavdar,
Şeftali
Amigdalin
mısır, bakla, soya
Elma
Florizin, kuvarsetin
fasulyesi, darı,
Yağ Bitkileri
Fosfor asidi
kenevir, tütün,
Şeker-Nişasta Bitkileri
Potasyum
pamuk, çeltik,
soğan, sarımsak,
pırasa, turp,
bezelye.
Bunlar yukarıda sunulmuştur.
Kendine katlanma derecesi değişen
Sebzeler topraktan çok fazla besin
bitkiler: Fasulye, acı bakla (lüpen), arpa,
maddesi kaldıran bitki gruplarıdır. Bu
buğday, havuç.
nedenle kendilerinden sonra gelen bitki
Kendine katlanmayan bitkiler ve ekim
gruplarının toprakta mevcut bulunan
molaları: Keten 6 yıl, yonca 5 yıl, pancar
besin maddeleri ile beslenmesini
4-5 yıl, yulaf 3-4 yıl, bezelye 4 yıl, turp 3
engellerler. Örneğin; domates gibi
yıl, kolza 3 yıl, ayçiçeği 3-5 yıl, haşhaş 2-3
topraktan çok fazla besin maddesi
yıl, soğan, sarımsak, lahana, patates 3-4
kaldıran bir türden sonra hangi tür
yıl, hıyar 4-5 yıl.
yetiştirilecek ise; toprak analizi
35
BAZI SEBZELERİN BİRBİRLERİNE
GÖRE ÖN VE ART BİTKİ OLABİLME
DURUMLARI
Sebzelerin birbirlerine göre ön ve art bitki
olabilme durumları aşağıda sunulmuştur
(Şencan, 1976).
Kırmızı pancar: Ön veya art bitki
olabilme özelliğine sahip bir sebzedir.
Lahanagiller, patates, hıyar, patlıcangiller,
salata ve taze bezelyeden sonra art bitki
olarak gelebilir. Ön bitki olarak ele
alındığında ise; kendisinden sonra
bezelye, fasulye, soğan, pırasa, salata ve
ıspanak art bitki olarak üretilebilir.
Pazı: Ekim nöbetinde kendisinden önce
ve sonra gelecek bitkiler kırmızı pancarda
olduğu gibidir.
Ispanak: Ekim nöbetlerinde ön ve art
bitki olarak yer verilmesi gereken sebze
türlerinden birisidir. Ön bitkileri; patates,
bezelye, bodur fasulye, havuç,
karnabahar, erkenci lahanalar ve
salatalardır. Ispanaktan sonra, art bitki
olarak; bezelye, fasulye, hıyar, domates,
patates, lahana ve soğan gelir. Ispanağın
yetiştirme dönemi 6-8 hafta gibi kısa
olduğundan ve yarı gölge ortamlarda
yetiştirilmekten hoşlanan bir tür
olduğundan; ıspanak birlikte üretim
programlarında da yer alabilir.
Lahana: Özellikle erkenci lahana çeşitleri
ön ve art bitki olarak ekim nöbeti
programlarında yer alırlar. Lahana grubu
sebzeler haricindeki bütün sebze türleri,
lahanalara ön bitki olabilir. Lahanadan
sonra art bitki olarak ise; domates,
fasulye, salata, hıyar, turp,, pırasa ve
bezelye yer alır. Lahanalar, mantari
hastalıklardan dolayı uzun süreli ekim
nöbetlerinde yer almalıdır. Üretimi
yapılan topraklar, kumlu yapıda ise
lahanalardan sonra gelen sebze
türlerinden yeterli düzeyde verim elde
edilemez. Bu durum, lahanaların aşırı
düzeyde su tüketen sebzeler olmasından
kaynaklanır. Arkadan gelen sebze ya az
su tüketen sebze olmalı ya da sebze
türleri haricinde bir bitki türü ekim
nöbetine alınmalıdır.
Şalgam: Ön bitkileri bezelye ve bakladır.
Kendisinden sonra gelebilecek art
bitkileri ise; domates, patates, hıyar ve
tatlı mısırdır. Şalgam topraktan fazla
miktarda potasyum klorür kaldırdığı için
endüstri bitkilerinden tütün için iyi bir ön
bitkidir.
Turp: Turpun ön bitkileri; patates,
bezelye, ıspanak, salata, yer fasulyesi,
erkenci havuçlar ve bakladır. Art bitkiler
ise patlıcangiller familyasına ait olan
türlerdir. Turp kendi ardına ekilmesi
sakıncalı olan sebze türlerinden birisidir.
Ancak, yetiştirme periyodu oldukça kısa
olan turp, birlikte üretim programları için
ideal bir türdür.
Bezelye: Baklagiller hariç bütün sebze
türleri için uygun bir ön bitkidir.
Arkasından ekim nöbetine alınabilecek
öncelikli sebze türleri ise; karnabahar,
lahana, havuç, salata ve kırmızı
pancardır. Bezelye kendisinden sonra
aynı parsele dört yılda bir getirilmelidir.
Yabancı otlara karşı toleransı olmayan bir
tür olan bezelyenin, çapa bitkilerinden
sonra getirilmesi olumlu sonuç
vermektedir. Bezelye, toprağı azot
bakımından zenginleştirdiğinden ekim
nöbetlerinde genellikle ön bitki olarak yer
almasında yarar vardır.
Fasulye: Ön bitkileri; patates, domates,
kırmızı pancar, maydanoz, havuç,
ıspanak, lahana ve soğandır. Art bitkileri
olarak bütün sebze türleri
gösterilebilmekle beraber en şanslı grup
ise lahanagillerdir. Bezelye de olduğu gibi
fasulye de toprağı azotça zenginleştiren
bir tür olduğundan ekim nöbeti
programlarında daima ön bitki olarak
kullanılması, yetiştirilecek bitkinin azot
ihtiyacının doğal olarak sağlanması ve
nitrat kirliliğinin önlenmesi bakımından
önemlidir. Fasulye, uzun yıllar
kuşkonmaz üretimi yapılarak bozulan
toprakların iyileştirilmesi için
kullanılabilen bir sebzedir. Ayrıca,
kendisinden sonra yetiştirilebilecek bir
tür olmakla birlikte, zorunlu
kalınmadıkça bu yola başvurulmamalıdır.
Bakla: Bakla da bütün sebze türleri için
hem ön hem de art bitki olabilen bir
sebzedir. Gerekirse kendisinden sonra
gelebilen bir türdür. Ekim nöbeti
programlarında problem çıkarmayan bu
tür, ön ya da art bitki olarak her yerde
değerlendirilebilecek “joker” bir bitkidir.
Kendisinden ya da baklagillerden sonra
üretimi zorunlu kalmadıkça
yapılmamalıdır. Bakla bir çapa bitkisi
olduğundan, yabancı ot mücadelesinin
mekanik olarak yapılabilmesine olanak
verir. Baklalar, rüzgara hassas bitkiler ile
birlikte üretim programlarında da
değerlendirilerek iyi bir rüzgar kıran
görevi görürler. Ayrıca bezelye ile birlikte
üretilmeleri halinde, bu bitkilerin
sarılabilecekleri bir ortam oluştururlar.
Hıyar: Hıyarın ön bitkisi, domates,
patates, lahana, şalgam, soğan, ıspanak,
turp ve salatalardır. Art bitkileri ise;
36
salata, ıspanak, lahana ve soğandır. İki yıl
yonca üretiminden sonra hıyar üretimi
yapılması verimi olumlu yönde etkiler.
Uygulamada, hıyar ekim nöbetlerinde
aynı üretim alanında 4-5 yılda bir
üretilmelidir.
Kavun: Ön ve art bitkileri hıyarda olduğu
gibidir. Klora karşı oldukça hassastır ve
yeni kireçlenmiş üretim alanlarını pek
sevmez.
Karpuz: Ön ve art bitkileri hıyarda
olduğu gibidir.
Kabak: Ön bitkileri; lahana, patates,
domates, baklagiller, ıspanak ve turptur.
Art bitkileri ise; lahana, ıspanak, salata ve
soğandır. Ekim nöbeti ve birlikte üretim
programlarında rahatlıkla
kullanılabilecek bir sebze türüdür.
Domates: Domatesin ön bitkisi; hıyar,
lahana, kereviz, şalgam, baklagiller ve
bunlar arasında özellikle bakla, salata ve
ıspanaktır. Art bitkileri ise; ıspanak,
havuç, bezelye, fasulye, bakla ve
kerevizdir.
Patlıcan: Ön ve art bitkileri domateste
olduğu gibidir.
Biber: Ön bitkileri; özellikle kabakgiller,
baklagiller, salata, ıspanak ve turptur. Art
bitkileri ise; domatesteki gibidir.
Havuç: Ön bitkiler; lahana, domates,
hıyar, fasulye, bezelye ve bakladır. Art
bitkiler; salata, ıspanak ve lahanagillerdir.
Erkenci havuçlardan sonra, aynı yerde ve
aynı yıl içerisinde geççi havuç çeşitleri
üretilebilir. Ancak, yabancıot sorunu var
ise bu durumdan kaçınılmalıdır. Aksi
halde, havuç üretimi mutlaka çapa
bitkilerinden sonra yapılmalıdır. Yonca
üretiminden sonra havuç üretiminden
kaçınılmalıdır.
Havuç, kendi üretiminden sonra toprağı
çok iyi bir şekilde bırakır. Ayrıca
hastalıklar bakımından da havuca nötr
bitki olarak bakılır. Bu nedenle her
bitkinin ön bitkisi olabilir. Örneğin;
mantari, virüs ve nematod hastalıklarına
karşı havuç iyi bir ara bitki olarak
değerlendirilebilir.
Kereviz: Ön bitkisi; fasulye, bezelye,
patates, erkenci lahana ve salatalardır. Art
bitkileri ise; soğan, pırasa, ıspanak, taze
bezelye, şalgam, patates, domates, hıyar
ve lahanadır. Kereviz için dört yıllık ekim
nöbeti programları uygundur.
Maydanoz: Ekim nöbeti programları için
uygun bir bitki değildir. Ekimi yapılan
yerde uzun süre kalır. Kökleri toprağa
pek yayılmadığından, toprakta önemli bir
değişiklik yapmaz.
Soğan: Ön bitkileri; hıyar, domates,
kereviz ve patatestir. Art bitki olarak;
kendi familyasına ait sarımsak ve pırasa
gibi türler hariç bütün sebze türleri
gelebilir.
Pırasa: Besin maddesi bol olan
topraklarda yetişir. Ön bitkileri, erkenci
sebzelerdir. Özellikle; lahana, karnabahar
ve ıspanak ile iyi sonuç verir. Art bitkileri
ise; soğanda olduğu gibidir.
Salatalar: Bu grubun ön bitkileri; hıyar,
domates, lahana, kereviz ve patatestir.
Art bitkileri ise; taze fasulye, erkenci
lahana, havuç, turp, ıspanak ve soğandır.
Ekim nöbetlerinde salatalar, hem ön hem
de art bitki olarak yer alan önemli
sebzelerdendir. Salatalar, yetiştirme
dönemi kısa olan sebzeler olduklarından,
organik tarımda bir başka üretim
programı olan birlikte üretim
programlarında da yer alan sebzelerdir.
Yalnızca, ekim nöbetlerinde ard arda
getirilmelerinden kaçınılması gereken
bitkilerdir.
Sebze ekim nöbeti programlarının
planlanıp uygulamaya aktarılması,
sanıldığı kadar zor bir işlem değildir.
Üretimi yapılacak arazi bir daire ya da
pasta şeklide düşünülmelidir. Yuvarlak
bir pastayı kesercesine, üretim alanı
(daire) eşit parçalara ayrılır (Şekil 1).
Genel olarak üretim alanı kaç eşit parçaya
bölünüyorsa, o miktarda da farklı sebze
familyası seçilir (Roberts, 1999).
Eğer arazi 4 eşit parçaya ayrılmış ise; 4
farklı familya olarak;
1. Tatlı mısır (Buğdaygiller)
2. Sırık fasulye ya da bezelye (Baklagiller)
3. Lahana, brokkoli, turp (Lahanagiller)
4. Domates, biber, patlıcan ya da patates
(Patlıcangiller) seçilebilir
EKİM NÖBETİ PROGRAMI
OLUŞTURURKEN DİKKAT EDİLECEK
NOKTALAR
1. Azot tüketimi fazla olan kültür bitkileri
(şeker pancarı, patates, pamuk, mısır,
kolza) ile azot depolama özelliklerine
sahip olan bitkiler (baklagiller) ard arda
yetiştirilmelidir.
2. Derin köklü bitkiler (yonca, şeker
pancarı, üçgül, kolza, pamuk, domates,
hıyar, havuç) ile yüzlek köklü bitkiler
(hububat, pırasa, marul, soğan, sarımsak,
salata grubu) peş peşe yetiştirilmelidir.
Aynı kültür bitkisinde ise; daha derin
köklü ve sağlam yapılı çeşitlerin üretimi
tercih edilmelidir. Ayrıca, üretim tarihi
erkene çekilerek bitkilerin daha derin kök
yapmaları teşvik edilebilir.
3. Su tüketimi fazla olan kültür bitkileri
(yonca, çeltik, mısır, pamuk, şeker
pancarı, lahanagiller, patlıcangiller) ile
Şekil 1 de görüldüğü gibi; ayrılan
parsellerde her bir familyaya ait türler 4
yıllık bir program dahilinde sırayla
dönüşümlü olarak arka arkaya
getirilmektedir. Ancak, bu uygulamada,
parsellerin eşit olarak ayrılmış olması
sonucunda ürünün eşit büyüklükteki
parsellerde üretilmesi pazarlama
bakımından zaman zaman uygulamada
sorunlar oluşmasına neden olmaktadır.
Bu nedenle, uzun vadeli ekim
nöbetlerinin oluşturulmasında sebze
familyaları ve bunlara ait türlerin seçimi
yapılırken dikkatli olunmalıdır. Her
üreticinin kendi koşullarına uygun,
pazarlama sorunu olmayan, üretimini
bildiği bitki türleri ile uygun bir ekim
nöbeti programı oluşturması daha
faydalıdır.
Aşağıda beş yıllık bir başka ekim nöbeti
örneği verilmiştir (Çizelge 1).
Çizelge 1. Sebze tarımında beş yıllık üç farklı ekim nöbeti örneği
Yıllar
1.Yıl
2.Yıl
3.Yıl
4.Yıl
5.Yıl
SEBZE
TÜRLERİ
Havuç
Soğan
Ispanak
Soğan
Patates
Marul
Slaj bitkisi
Havuç
Ayçiçeği
Pırasa
Lahana
Hıyar
Lahana, pancar, tatlı mısır
Baklagil
Kırmızı pancar
Not: Programda sebze türlerinin yanında
farklı bitki türleri de yer almaktadır.
Bölgelere ve şletmelerin farklılığına göre
üretim desenlerinde farklılıklar
yapılabilir.
Havuç, lahana, karnabahar ve şalgamın
münavebe kalıntısı fazla olan bitkilerden
veya tahıllardan sonra gelmesi önerilir.
Ekim nöbeti
Şekil 1. Dört yıllık bir ekim nöbeti uygulama örneği (Roberts, 1999)
planı yapılırken,
sebzeler ile
baklagillerin ve
yem bitkilerinin
beraber
kullanımı toprak
yönetimi,
toprağın
sürdürülebilirliği
nin sağlanması
ve hayvan
yetiştiriciliği de
yapılıyor ise
işletmenin
kendine
yeterliliğinin
sağlanması
bakımından
önemlidir.
Eylül 2005
37
daha az su tüketen kültür bitkileri
(patates, hububat, soğan, sarımsak,
bezelye) arka arkaya yetiştirilmelidir.
4. Yetiştirme döneminde yavaş gelişen
kültür bitkileri (domates, soğan,
sarımsak) ile hızlı gelişme özelliğinde
olan bitkiler (mısır, soya fasulyesi,
sorgum, ıspanak, marul, fiğ, yemlik kolza,
salata grubu, turp) ard arda
yetiştirilmelidir.
5. Bitki kalıntısı fazla olan bitkiler
(baklagil, yem bitkileri, tahıllar, kereviz,
soğan) ile kalıntısı az olan bitkiler (
patates, şeker pancarı, karnabahar,
lahana, salatalar, ıspanak) peş peşe
yetiştirilmelidir.
6. İyi planlanmış sağlıklı bir ekim nöbeti
ile toprağın organik madde ihtiyacı
karşılanmalıdır. Bu amaçla baklagil
bitkileri gibi C/N oranı düşük olan
ürünlere ekim nöbetinde mutlaka yer
verilmelidir.
7. Hastalık ve zararlılara dayanıklı bitki
çeşitleri seçilmelidir.
8. Zararlıların önlenmesinde, ön bitkiden
sonra art bitki olarak seçilen bitkinin ön
bitkide zarar yapan zararlının konukçusu
olmamasına dikkat edilmelidir.
9. Zararlının etkinliğini kırmak amacıyla;
zararlının biyolojik yapısı dikkate
alınarak kültür bitkisinin ekim veya
dikimi erken ya da geç zamana
kaydırılmalıdır.
(White, 1995, Haris et al., 2001).
ÜRÜN SIRALAMASI
Organik tarımda; ekim nöbeti kadar ürün
sıralaması da önemlidir. Ürün
sıralamasının ekim nöbetinden farklı
olarak kelime anlamı; bir yetiştirme
periyodunda, aynı sebze parselinde arka
arkaya birden fazla değişik sebze türünün
peş peşe üretilmesidir. Bu tür
programların oluşturulmasında, ekim
nöbeti esasları göz önünde
bulundurulmalıdır ki; ürün
programlarının uygulamaları başarılı
olsun. İyi planlanan bir ürün sıralaması
ile pazarda tercih edilen, tüketiciler
tarafından talep gören, üretim parsellerini
hastalık ve zarlılar ile bulaştırmayan
sebze türlerinin toprağı fazla yormadan
üretimleri gerçekleştirilmiş olur
Örneğin; erken ilkbaharda lahanagiller
familyasından turp ya da şalgam üretimi
yapılabilir. Bu ürünlerin hasat
edilmesinden sonra aynı parselde yaz
üretim periyodu için patlıcangiller
familyasından domates, biber ya da
patlıcan üretimi yapılabilir. Hasadın sona
ermesiyle işlenen tarlaya sonbahar
üretimi için pancar, pazı ya da ıspanak
ekimi yapılabilir (Çizelge 2).
Diğer bir ürün sıralaması örneği ise; şöyle
düzenlenebilir:
İlkbaharda salata grubu sebzeler, yaz
üretim döneminde yazlık kabak ve
sonbahar üretimine yönelik olarak
brokkoli üretimi yapılabilir. Üretim
planlamasında dikkat edilecek en önemli
iki nokta; ilkbahar ve sonbahar ürünü
olarak programa alınan ürünlerin
soğuklara toleranslı olan serin iklim ya da
kışlık sebzeler grubundan seçilmesi ve ön
bitkinin art bitki için alleopati etkisi
oluşturmayacak türlerden seçilmiş
olması, üretimde karşılaşılacak
problemlerin azaltılması bakımından
önemlidir.
BİRLİKTE ÜRETİM-EŞZAMANLI
ÜRETİM
Organik tarımın önerdiği üretim
sistemlerinden biri de birlikte üretim ya
da eşzamanlı üretim olarak adlandırılan
üretim sistemidir. Bu üretim programında
iki ya da daha fazla sebze türünün veya
bir sebze ile sebze grubuna girmeyen bir
başka bitki türünün aynı üretim parseli
içerisinde aynı üretim periyodunda
üretilmesidir. Bu üretim sisteminde, bir
çok üretim programı kombinasyonlarının
hazırlanabilmesi mümkündür. Birlikte
üretim için seçilen bitki türlerinin de
seçiminde ekim nöbeti esasları dikkate
alınmalıdır (Anonim, 1996). Birlikte
üretime en güzel örneklerden birisi, fide
dikimi yapılmış olan lahana ya da
karnabahar bitkilerinin sıra aralarına turp
tohumu ekilerek birlikte üretim
yapılmasıdır.
etkilenmeyen, az ışık isteyen sebze
gruplarından seçilmesidir. Aksi taktirde
alt üründen beklenen faydayı sağlamak
mümkün olmamaktadır.
Birlikte üretimde üreticiler şu gerçeği
baştan kabul ederek üretim
programlaması yapmalıdır. Üretim
programında yer alan türlerden birisinin
daha iyi gelişip daha verimli olacağı her
koşulda göz önünde bulundurulmalıdır.
Ayrıca; her bitki birlikte üretime uygun
olmayabilir. Örneğin; tıbbi bitki amaçlı
kullanıma yönelik olarak kadife çiçeği
üretimi yapılması planlanıyorsa bu bitki
domates ya da yazlık kabak bitkilerinin
arasına dikilmemelidir. Diğer taraftan
eğer; üretim parselinde nematod
problemi var ise; ara ürün olarak tatlı
mısır seçimi faydalı olmaktadır. Çizelge
3'te birlikte üretim için uygun olabilecek
sebzelere örnek verilmiştir.
Çizelge 3. Birlikte üretim için uygun sebze grupları
Sebze Familyası
Maydanozgiller Lahanagiller
Kabakgiller
Sebze Türleri
Kök kerevizi,
yaprak kerevizi,
maydanoz,
Hıyar (askıda),
yazlık kabaklar
Sıra arsında turplar yavaş gelişir. Hızlı
gelişen lahana ya da karnabahar hasat
edilip pazara sunulduktan sonra turplar
gelişimlerini tamamlayarak pazara
sunulurlar.
Diğer bir alternatif bitki üretim programı
ise yavaş gelişen endiv ve hindiba
bitkilerinin arasına hızlı gelişen salata
grubu sebzelerden birisinin ekilipdikilmesidir. Endiv ya da hindiba
gelişimine devam ederken gelişimini
tamamlamış olan salata grubu sebzeler
hasat edilerek pazara sunulabilir.
Birlikte üretimde dikkat edilmesi gereken
en önemli noktalardan biri üst ürün
olarak seçilen bitkinin sıra aralarını geniş
tutarak alt bitkinin gelişimi için gerekli
olan ışıklanmanın sağlanmasıdır. Dikkat
edilmesi gereken diğer bir nokta ise; alt
ürünün üst ürünün gölgesinden fazla
Çizelge 2. Ürün sıralaması programı örneği
Üretim Dönemi
Erken İlkbahar
Yaz
Sonbahar
Sebze Familyaları
Sebze Türleri
Lahanagiller
Turp, şalgam
Patlıcangiller
Kazayağıgiller
Domates, biber, Pancar, pazı,
patlıcan
ıspanak
38
Brokkoli, hardal,
turp, karnabahar,
lahana,
REFERANSLAR
- Algan, N. 1999. Ekolojik Tarım Eğitimi Ders
Notları. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla
Bitkileri Bölümü, İZMİR.
- Anonim 1996. Managing Soil Fertility for
Vegetable Production, Food & Fertiliser
Technology Center, Taiwan.
- Anonim 2003. Organic Vegetable Production.
The Pennsylvanina State University, 112
Agricultural Administration Building,
University Park, PA 16802.
- Anonim 2004. Organic Crop Production.
ATTRA, P.O. Box. 3657, Fayetteville, AR 72702.
- Ceylan, A. 1994. Tarla Tarımı, Ege
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri
Bölümü, Bornova, İZMİR.
- Harris, P.; Jarratt, J. H.; Killebrew, F.; Byrd, D.
J.; Snyder, R. 2001. Organic Vegetable IPM
Guide, Mississippi State University Extension
Service,
(http://msucares.com/pubs/pub2036.htm
- İlter, E. ve Altındişli, A. 1998. Ekolojik
(Organik, Biyolojik) Tarım, Ekolojik Tarım
Organizasyonu Derneği (ETO), Bornova,
İZMİR.
- Roberts,R., E. 1999. Vegetable Rotation,
Succession and Intercropping. Texas
Agricultural Extention Service, USA.
- Şencan, M. 1976. Sebzecilikte Münavebe,
Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma
Enstitüsü, YALOVA
- White, J. M. 1995. Organic Vegetable
Production, University of Florida Cooperative
Extention Service Institute of Food and
Agricultural Sciences.
Kent Tarımı Semineri
Gürpınar Kent Tarımı Projesinin Altıncı Ayının Ardından
Türkiye'deki İlk Kent Tarımı Semineri
D
ünya çapında, yoksullukla
mücadele alanında hayata
geçirilen en etkin
yöntemlerden biri olan Kent
Tarımı uygulamalarının,
Türkiye'deki ilk örneği,
“Yoksullukla Mücadelede Bir
Alternatif, Kent Tarımı” Semineri
çerçevesinde tüm boyutlarıyla
değerlendirildi. 10-11-12 Ağustos
tarihleri arasında İstanbul'da
düzenlenen seminerde, konuyla
ilgili uzman konuşmacılar ve pek
çok kurum ve kuruluşu temsil
eden katılımcılar, Kent Tarımı
kavramının dünyadaki
örneklerinden ve kavramsal
yapısından hareket ederek,
Gürpınar'da halen başarıyla
uygulanmakta olan proje özelinde
görüş bildirdiler.
Çağdaş Kaya
Editör
Eylül 2005
Seminerin birinci günündeki ilk
konuşma, Ulaşılabilir Yaşam
Derneği (UYD) Genel Başkanı
Belgin Cengiz tarafından yapıldı.
Derneğin yurt genelinde hayata
geçirdiği projeler hakkında bilgi
veren konuşmanın genel özeti
şöyleydi:
Ulaşılabilir Yaşam Derneği (UYD)
2000 yılında, 17 Ağustos ve 12
Kasım depremleri sonrasında
Düzce'de depremden zarar gören
insanlarla buluşma ve destekleme
amacı ile bölgeye giden bir grup
gönüllü tarafından başlatılan
deprem sonrası acil destek
çalışmalarının sonucunda
kuruldu. Marmara bölgesinde
deprem sonrasında pek çok
yardım kuruluşu bölgeye gelmiş
ve barınma, sağlık, eğitim,
istihdam gibi başlıklarda değişik
periyotlarla çalışma yürütmüştür.
Ulusal ve uluslararası kurumların
aktif destekleri ile uygulanan
programlar, yaşanan felaketin
etkilerini azaltmada ve
Türkiye'de sivil toplum oluşumlarının yeni bir çalışma yöntemi
ile tanışmalarında etkili oldu.
2000 yılında; “Herkes için eşit ve
ulaşılabilir yaşam” şiarı etrafında
birleşmek üzere kurulan ve
kuruluşu esnasında çalışmalarını
engellilerle yürütmekte olan
UYD, Düzce'de bir Rehabilitasyon
Merkezinin kurulması ve
işletilmesinde aktif rol aldı. Beş
yıldır aktif biçimde uygulanan
rehabilitasyon programı, UYD'nin
ilk çalışması ve kurulmasının
nedenini oluşturan ilk projesi
olması nedeni ile UYD'nin genel
merkezinin Düzce'de yer
almasına da vesile olmuştur.
Kuruluşu sırasında fonksiyonel
üyeliği benimseyen UYD, bir kitle
örgütü olmaktansa, var olan
sorun alanları etrafında çalışma
yürütmeye istekli kişi ve
grupların çalışmalarının
geliştirilmesi, desteklenmesi ve
bu grupların kendi kendilerine
yeterliliklerinin güçlendirilmesi
39
doğrultusunda çalışmayı prensip
olarak benimsemiştir.
UYD çalışma alanlarını
belirlerken toplumun en
dezavantajlı gruplarına öncelik
vermiştir, dezavantajlılık
kavramında UYD;
 Toplumda gelir seviyesi en
düşük olan kişi ve gruplar,
 İş ve istihdam sorunu ile
doğrudan bağlantılı gruplar,
 “Öteki” ayrımına göre baskın
olan kişi ve grupların dışına
çeşitli gerekçelerle düşmüş olan
ve hak hukuk mevzularında
eşitsiz uygulamaya maruz kalan
kişi ve gruplar (azınlıklar,
özürlüler)
 Doğrudan desteğe açık duran
topluluklar (acil dönem programları, sokak çocukları, vb.) olarak
sınıflandırma yapmaktadır.
2001 yılında resmen kurulan
UYD'nin bugüne kadar
uyguladığı faaliyetler arasında;
 Acil dönem müdahale
programları
- Düzce (deprem sonrası)
- Bingöl (deprem sonrası)
- Afyon (deprem sonrası)
- İran Bem (deprem sonrası)
- Sri Lanka ( Tsunami sonrası)
 Yoksullukla mücadele ve
kalkınma programları
- Düzce kırsal kalkınma ve
ekolojik tarım programı
UYD kalkınma programlarında öncelikle;
 Çevre sorununa duyarlı,
 Çalışma yürütülen alanlarda en
dezavantajlı grupların güçlendirilmesini
hedefleyen,
 Programın kendi kendine yeterli
biçimde ilerlemesine öncelik veren,
 Programın hazırlık aşaması da dahil,
her aşamasında katılımcı olmasını
beklediği kişi ve grupları aktif biçimde
dahil eden,
 Kurumsal kimliğini öne çıkartmaktan
öte ihtiyaç duyulan lokal örgütlenmelerin
önünü açan,
 Bilginin tanımı ve uygulanmasında
katılımcıların ihtiyaç ve kavramsal
çerçevesini gözeten,
 Gelir getirici aktiviteler olması nedeni
ile projelerdeki kendi rolünü; eğitim,
danışmanlık ve uygulamada rehberlik
olarak tanımlamaktadır.
UYD bugün; 35 profesyonel çalışanı, pek
çok farklı alanda işlevsel projeler
uygulayan yapısı ile toplumsal alanda
olumlu ve olumsuz eleştirileri de
beraberinde taşıyarak önemli bir yolu kat
etmiştir. Örgütsel yapısında ise yatay
organizasyonu öne çıkartan UYD, gelecek
toplumsal yaşamda nasıl bir gelecek
istiyoruz sorusuna yönelik çözücü
projeler geliştiren ve uygulayan, çalışma
ve uyguladığı projelerle pozitif uyarı
mekanizması olmayı hedefleyen bir
toplumsal projedir.
Bugün öncelikli olan sorun, yoksullukla
mücadelede resmi ve sivil kurumların
öne çıkartması gereken toplumsal bilince,
gündelik yaşamda yoksulların da
dinamik olarak katılımının sağlanmasıdır.
Bu nedenle, kent tarımı projesi alternatif
istihdam oluşturma ve geliştirmede
önemli bir dinamiktir, bu proje yine
bizlere göstermiştir ki yerel yönetimlerin
ve yasa koyucu/uygulayıcıların
programa destek vermeleri ve eş
güdümlü bir çalışma oldukça önemlidir.
Yoksullukla mücadelede çözüm
oluşturucu programlara yönelmek ve
yoksulların kendi kendilerine
yeterliliklerini sağlayıcı yöntemler
geliştirmek öncelikli problem olarak
tanımlanmalıdır.
Seminerin ikinci konuşmacısı ve aynı
zamanda seminerin ev sahipliğini de
üstlenen Cem Korkmaz'dı. Gürpınar Kent
Tarımı Projesi Koordinatörü Cem
Korkmaz, “Yoksullukla mücadele ve bir
alternatif olarak Kent Tarımı” ana
başlığında sunduğu konuşmasında,
Ulaşılabilir Yaşam Derneği (UYD) ve
proje hakkında genel bir bilgilendirmede
de bulundu. Cem Korkmaz'ın
konuşmasının bir bölümü şöyleydi:
Kentsel Yoksulluk
Son yıllarda, kalkınma siyaseti yapanlar
yoksulluğun kırsal alanlardaki
köklerinde, özellikle genç nüfusun
köyden kente göçünü azaltmak için kırsal
yaşamı daha çekici hale getirerek
yoksulluktan kurtulmayı hedeflediler. Ne
yazık ki kır-kent ekonomisinin gerçekliği
bu çabalar sonucunda kayda değer bir
değişim göstermedi. Gerçek şu ki; gençler
iş için köylerini terk ediyor. İş ise paranın
olduğu yerdedir ve ulusal ekonomilerin
motor gücünü oluşturan sermaye de
kentlerde birikmektedir. Buna ek olarak
ekolojik, iklimsel ve politik krizler
kentlere doğru sonu gelmeyen göç
dalgaları üretmektedir.
2025 yılında %80'i gelişmekte olan
ülkelerdeki kentlerde olmak üzere
dünyanın kent nüfusunun 5,5 milyar
olacağı tahmin edilmektedir.Kente göç
edenlerin büyük çoğunluğu arzu ettikleri
işleri elde etmekte başarısız olmakta ve
kentin varoşlarında mantar gibi çoğalan
gecekondu mahallelerinde çok düşük
seviyelerdeki geçinme olanakları ile
yaşamaya zorlanmaktadırlar. Bu yüzden,
gelişmekte olan ülkelerde yoksullukla
mücadeledeki hedef grupların büyük ve
sürekli artan bölümü, artık kentlerde
yaşamaktadır.
UYD Düzce
- Tunceli kırsal kalkınma programı
* Ekolojik tarım,
* Hayvancılık,
* Toplum merkezi ile gençlerin ve
çocukların eğitim süreçlerinin
desteklenmesi, kadınların istihdam
süreçlerine alternatif programlar
oluşturulması
* Endemik bitki türü olan sarımsağın
korunması ve kültüre alınması (çevre
programı)
- İstanbul kent tarımı projesi
- Kütahya'da bir organik tarım
çalışmasının danışmanlığı
 Risk altındaki gruplara yönelik
rehabilitasyon ve destek programları
- Düzce Toplum temelli rehabilitasyon
programı,
* Düzce Rehabilitasyon Merkezi,
* Düzce Engelliler İçin İş Atölyesi,
* Düzce Engelliler İçin Konut Projesi
- İstanbul Mesleki Eğitim ve
Rehabilitasyon Projesi
 Çok kültürlü bir arada yaşamaya
yönelik kültürel hakların tanınması ve
korunması
- Mardin Midyat Süryani Kültür Merkezi
- 1. Uluslararası Çingene Roman
Sempozyumu sıralanabilir.
40
Bir alternatif olarak Kent tarımı
Kent tarımı; Gelir sağlama ve ihtiyaç
duyulan taze yiyecekleri edinme (sebze,
UNDP'ye göre dünya genelinde 800
milyon insanın kent tarımı ile uğraştığı
bilinmektedir. Bunun yanı sıra dünya
gıda ihtiyacının %15'i de kent tarımı
aracılığı ile sağlanmaktadır. Buna en
uygun örneklerden Kanada'nın Vancover
şehrindeki ev sahiplerinin %44'ü ve
Toronto kentindeki ev sahiplerinin % 40'ı
kent tarımı ile uğraşmaktadır. Diğer
yandan Küba'da 10 yıllık bir geliştirmenin
sonucunda kent tarımı Havana'nın gıda
ihtiyacının %50'sinin karşılamakta ve
binlerce kişinin istihdamını
sağlamaktadır. Kent tarımı çalışmalarını
henüz başlatan Venezuela ise kısa
zamanda ülke gıda ihtiyacının % 20'sini
bu yoldan sağlamayı ve en az 20.000
kişiyi bu alanda istihdam etmeyi
planlamaktadır.
Kent tarımı, kentsel sürdürülebilirliğin bir
aracıdır; yeşil alanlar oluşturur, gelir
katkısı ve sosyal entegrasyonun yanı sıra
kent nüfusu için sağlıklı diyet sağlar.
Gerek istihdam sorununun çözümüne
yeni ve kalıcı öneriler geliştirme ve
gerekse de bu önerilerin kişilerin
uygulaması ve sürdürülebilirliğini
sağlamada güven verici örnekler
oluşturmada kent tarımı Türkiye'de ve
özelde de İstanbul ilinde alternatif bir
model olarak yoksulluğun ve işsizliğin
Eylül 2005
Gürpınar Kent Tarımı Alanı
süt, yumurta, kümes hayvanı, şifalı otlar,
çiçek, fidan vb.) amaçları ile şehir içinde
veya çevresinde bitki ve hayvan
yetiştirilmesi, bunun yanı sıra gerekli
girdilerin üretiminin ve dağıtımının
(kompost, tohum vb.) yapılması ve
üretilen ürünlerin işlenmesi ve
pazarlanması aktivitelerinin tümünü
içeren tarımsal bir süreçtir. Kent tarımı,
kırsal bölgelerden şehre göç edenler
tarafından getirtilmiş veya geçici bir
fenomen değildir, aksine kente özgü tipik
olanakları (doğal atık, atık su,
kullanılamayan arazi) kullanan, kent
ekolojik ve ekonomik sisteminin
tamamlayıcı bir parçasıdır. Kent tarımı
kentsel kalkınmanın bir yöntemi olarak
sadece yoksulluğa, işsizliğe ve gıda
güvencesine yönelik pratik çözümler
sunmakla kalmamakta bunun yanında
konut alanına hakimiyetleri, dikkatli
bakım becerileri ve hane halkının gıda
sorumluluğunu üzerine almanın da
ötesinde ekonomik özgürlüğe olan
ihtiyaçlarından dolayı özellikle kadınların
sosyal ve ekonomik eşitliğine de katkıda
bulunmaktadır.
önlenmesinde olumlu bir olanak
sergilemektedir. İstanbul'daki mevcut
kentsel kaynaklar bir bütün olarak ele
alındığında, bu ekonomik koşullar altında
hane halkının gıda güvencesini sağlama
almak için yaratıcı yerel stratejiler
planlamanın geçerli nedenleri vardır.
Artan kentleşme, büyüyen kentsel
yoksulluk ve gıda yetersizliği ve bunlara
ek olarak kentsel çevre kalitesinde
sonradan ortaya çıkan bozulmaların
yaşandığı İstanbul'da ulusal ve yerel
idarecileri ve diğer yerel yetkilileri kent
tarımının potansiyeli ve fiili uygulamaları
hakkında haberdar etmek ve örnek
çalışmaları başlatmak kaçınılmaz hale
gelmiştir.
ve özellikle dünyanın neresinde bu işin
nasıl yapıldığı üzerinde durulmuştur.
Aslında projenin gerçekleşmesinde
önemli etkisi bulunan ve bizim kent
tarımının İstanbul'daki ataları olarak
kabul ettiğimiz Atatürk Havaalanı ve
Yedikule surlarında bu işi yapan bostan
sahipleri ziyaret edilerek kent tarımının
İstanbul'da nasıl yapıldığı ve karşılaşılan
sorunlar üzerine görüşmeler yapılmıştır.
Gürpınar
Kent Tarımı Projesi
Wisconsin Üniversitesi Coğrafya
Profesörü ve projemizin en önemli
destekçilerinden biri olarak gördüğümüz
Paul Kaldjian 1997 de yazdığı bir
makalede şöyle demektedir:
“Açıkcası, İstanbul'da toprak ve suyun
uygunluğu ve ulaşılabilirliği kent
tarımcılarını şekillendirecek iki kritik
faktördür. Özellikle toprak sahipliği,
toprağın konumu, ulaşılabilir suyun
kalitesi ve ekim alanına yakınlığı göz
önüne alınması gereken faktörlerdir.”
Buradan, aslında bu projenin neden
Gürpınar'da gerçekleştirildiği sorusunun
da cevabı verilebilir. Biz biliyoruz ki
İstanbul'un her yanında yoksulluk
bulunmaktadır. Ancak önemli olan bu
sorunun çözümü noktasında sorumluluk
duygusu hissedenlerin katkılarının ortaya
Ulaşılabilir Yaşam Derneği'nin (UYD)
yoksullukla mücadele çerçevesinde
Gürpınar Belediyesi ile uygulamaya
devam ettiği Kent tarımı projesi altı ayını
geride bırakmıştır. Projenin fonunu
sağlayan “Aktif İstihdam tedbirleri paketi
açıklanmadan yaklaşık bir, bir buçuk yıl
önce UYD, İstanbul'da yürütülecek bir
Kent tarımı projesi için fizibilite
çalışmalarına başlamış, özellikle konu
hakkında detaylı bir bakışa sahip
olabilmek için yurtdışında benzer projeler
gerçekleştiren kurumlarla görüşmeler
gerçekleştirilmiş, web de kent tarımı ile
ilgili sitelerden onlarca dosya indirilmiş
41
Kent tarımını yoksullukla mücadelede bir
yöntem olarak gerçekleştirilmesi fikrinin
kafamızda iyice oturması ile birlikte böyle
bir çalışmayı gerçekleştirecek arazinin,
birlikte çalışılacak kişi ve kurumların ve
gerekli kaynakların araştırılmasına
başlanmıştır.
çıkmasıdır. Gürpınar Belediyesi, toprak
ve suya ulaşım sorununu çözmüştür.
Aynı dönemde Aktif istihdam tedbirleri
açıklanmış ve uygun bir proje yazılarak
çalışma için gerekli kaynak da
sağlanmıştır.
Burada kısaca projenin hedeflerinden de
bahsetmek istiyorum
1- Teorik ve uygulamalı eğitimler aracılığı
ile istihdam sorununa yeni, alternatif ve
sürdürülebilir modeller geliştirmek,
2- Geliştirilen modellerin cinsiyetler
arasında sosyal ve ekonomik eşitliğe katkı
sağlanmasında örnek olmasını garanti
altına almak, (kadınlar ve göç etmiş
kadınlar öncelikli olarak)
3- Ürün değerlendirme yöntemlerinde
ekonomik ve uygulanabilir alternatifler
aracılığı ile gelir seviyesi düşük kişi ve
ailelerin, yaşam ve beslenme
standartlarının yükseltilmesinde katkıda
bulunmak,
4- Kent alanındaki doğal atıkların
kompostlama sistemi ile dönüştürülerek
yeniden kullanımının sağlanması,
böylelikle hem kamuoyunda kentsel
çevre bilincinin oluşmasına katkı
sağlanması hem de tarımsal açıdan
gerekli girdilerin bir kısmının (gübre)
ekonomik yöntemlerle üretilmesinin
koşullarının açığa çıkartılması,
5- Gelir seviyesi düşük ve/veya işsiz
vatandaşlarla, yerel yetkililer arasında
etkin bir uyum ve işbirliğini sağlayacak
fırsatlar yaratılması,
Yani kısacası çevreyi ve insan sağlığına
saygılı ve ihtiyaç sahiplerini edilgen
olmaktan çıkarıp, etkin bir biçimde
üretime katmak ve özellikle de gıda
güvencesi ve istihdam sağlamak.
Neden kadınlar?
Çünkü %52'si kadın nüfusu ve kadınları
göz önüne almayan bir kalkınma
çalışması nüfusun yarısını hesaba
katmamak anlamına gelmektedir.
Şubat ayında startın verilmesi ile yapılan
ilk çalışma projeye katılacak kursiyerlerin
tespit edilmesi olmuştur. İhtiyaç
sahiplerinin kesin olarak belirlenmesi
esasına dayanan çalışmada, bölgedeki
yerel yönetim ve muhtarlıklar ile ön
görüşme ve birebir ev ziyaretleri
yapılmış, daha önce çeşitli amaçlarla
yapılan anketlerin taranması ile birçok
kişiye ulaşılmıştır. Benzer projelerin bir
çoğunda çeşitli duyurular ile çağrı
yapılırken, bu projede tercih edilen
ihtiyaç sahiplerine doğrudan ulaşılmıştır.
Yukarıda bahsettiğimiz kriterler ışığında
yapılan çalışmalar sonucunda belirlenen
kadınlar ile birlikte bir eğitim süreci
başlamıştır. Öncelikle Kapasite Geliştirme
Toplantıları adını verdiğimiz toplantılar
süresince; proje tanıtımı ve projenin
gerektirdiği bilimsel alt yapının hazırlanması için çeşitli konularda eğitimler verilmiştir. Organik tarım metotları, kompostlama, ürün işleme ve pazarlama konularında verilen bu eğitimler uygulama
süresince de devam etmektedir.
Arazinin tarımsal uygulamalar için
elverişli hale getirilmesi ardından ekim
işlemleri başlatılmış ve yapılan ekim
nöbeti programına göre ürün elde
edilmeye başlanmıştır.
Kadınların Katılımı
Ürünlerin çıkması ile birlikte pazarlama
çalışmaları da başlatılmıştır. Bu süreçte
çıkarılan bir broşür ile Gürpınar genelinde tanıtım yapılmış ve yetiştirilen ürün
çeşitleri ve bu ürünlerin hangi tarihlerden
itibaren bahçemizde bulunabileceği
bilgisi iletilmiştir. Bunun sonucunda
bugün birçok tüketici kendi koşulları ile
bahçeye gelerek bu ürünlerden
edinmektedir. Bu yöntem ile bir yandan
üreticiler ürünlerini daha iyi bir fiyattan
değerlendirme fırsatı bulurken, tüketiciler
ise gözleri ile gördükleri ortamda yetişen
ve saha sağlıklı ürünleri makul fiyatlara
satın alabilmektedirler.
Diğer yandan üretilen ürünler kursiyerler
tarafından ihtiyaçları doğrultusunda
hanelerine götürülmekte ve bu yolla da
kendi ürettikleri ürünleri rahatlıkla tüketmektedirler. Pazarlama ile ilgili bir diğer
çalışma da üretilen ürünlerin Gürpınar'da
hizmet veren bir markete satılmasıdır.
Son olarak ise pazar yerlerinde satışa
başlanmıştır. Tüm perakende ve toplu
satışlardan elde edilen gelir şu an bir
banka hesabında biriktirilmektedir.
Yazlık ürün hasadının tamamlanması ile
birlikte bu meblağ projede görev alan
kadınlara eşit olarak dağıtılacaktır.
Gürpınar projesi 6 aylık bir uygulama
geçmişine sahip olmasına rağmen
kazanılan deneyim bizler için önemlidir.
Kısaca özetlersek:
Bu projeye başlar iken projeye katılan
kadınların bir kısmı tarımsal tecrübeye
sahip iken diğer kısmı çapa tutmasını
42
dahi bilmiyordu. Aynı zamanda belediye
tarafından tahsis edilen araziyi gören ve
bölgede uzun yıllardır çiftçilik yapan
insanlarımız, bahsedilen tarladan en az
iki yıl içinde ürün almanın bir düş
olduğunu söylüyorlardı. Fakat görüldü ki
verilen eğitimler kursiyerlerin çalışma ile
ilgili bilgi ve birikimini arttırmış ve
kursiyerlerimiz ve projenin teknik
elemanları günlerce taşını ayıklayarak,
gübresini vererek, zararlı otunu eliyle
ayıklayarak ve gerekli önlemleri alarak, 4
ay gibi bir sürede toprağın kendine
gelmesini sağlamış ve ektiği tüm
sebzelerden ürün elde etmeyi başarmıştır.
Yaşanılan gerçeklik tüm proje
bileşenlerinin kendilerine güvenlerini
sağlamış ve bugün daha önce bir birlerini
tanımayan insanlardan güzel bir
dayanışma örneği yaşama geçmiştir.
Aynı zamanda üretilen ürünlere kimyasal
gübre kullanılmaması ve kimyasal
ilaçların zorunlu kalınmadıkça
kullanılmaması ile gönül rahatlığı ile
yetiştirdikleri ürünleri tüketmelerini
sağlamıştır. Bu anlamda da gıda
güvenliği açısından sağlıklı ürünler
tüketilmektedir. Diğer yandan, üretilen
ürünlerin bir kısmı turşu, salça yapımı
gibi işlemlerden geçirilerek uzun dönemli
tüketim koşulları da sağlanmış ve böylece
daha sonraki süreçlerde de tüketilmesinin
olanakları yaratılmıştır. Ürünlerin
pazarlanması ve proje kapsamında
ödenen ücretler kursiyerlerin hane
ekonomisine katkı sunmalarının olanağını
yaratmış ve böylece, ekonomik üretimin
dışına itilmiş insanlarımız tekrardan
üretime geçerek önemli yol kat
etmişlerdir. Projenin bundan sonraki en
önemli aşaması, kurulacak kooperatifle
pazarlama ve proje sürdürülebilirliği
açısından önemli bir adım atılmasıdır.”
Seminere, uluslararası alanda
gerçekleştirilen pek çok Kent Tarımı
Projesi'ne destek veren, ETC/RUAF
kurumunu temsilen katılan Réne van
Veenhuizen, ilk günkü konuşmasında
Kent Tarımının genel tanıtımını yaparak,
dünya çapındaki farklı örneklerinden
bahsetti. Veenhuizen'in, “Kent Tarımı
Genel Tanıtımı ve Uluslararası Örnekle ve
Deneyimler” başlığı altındaki
konuşmasının ana hatları şu şekildeydi:
“Bizler UYD tarafından başlatılan bu
projeye hazırlanma aşamasından itibaren
gerek bilimsel alt yapı ve gerekse
Ancak bu noktada şunu belirtmek isterim:
Her ne kadar kent tarımı uygulamasının
yapıldığı kentler, kendine özgü
koşullara sahip olsalar da birbirlerinden
öğrenecekleri pek çok şey
bulunmaktadır.
Yoksulluk, hızlı kentleşme gerçeğinin bir
sonucu olarak buna paralel biçimde
artmaktadır. Kentlerde düzensiz
alanlarda yaşamak zorunda kalan yoksul
kesimler, gıdaya ve iş imkanlarına ulaşım
konusunda güçlükler çekmektedir. Söz
konusu yoksul kesimler, gıdaya ulaşım
konusunda sahip oldukları kırsal
deneyimlerini kullanarak kentlerde
bitkisel ve hayvansal üretimde
bulunmaktadırlar.
Kent tarımı aktiviteleri genel olarak kent
içi ve kent çevresi alanlarda uygulama
fırsatı bulmakta ve bu uygulamalar;
bitkisel üretim (su bitkisi yetiştiriciliği,
şifalı ot ve çiçekçilik vb.) ve hayvancılık
(küçük ve büyük baş, kümes hayvancılığı,
balık üretimi) konularında
gerçekleştirilmektedir.
Uygulamalar, küçük, orta ve büyük
ölçeklerde yapılan üretim şeklindedir.
Teknolojinin kullanılması ise genellikle
bu ölçeklere, yani diğer bir deyişle üretim
kapasitelerine bağlıdır.
Kent tarımı uygulamaları yapan kişiler,
sadece yoksul ya da kentlere göç etmiş
işsiz kesimlerden değildir. Gelir seviyesi
yüksek eğitimli kesimlerden de çeşitli
amaçlar çerçevesinde uygulama yapan
kişilerle karşılaşılabilir.
Kent tarımı için gerekli olan arazinin
konumu ve ulaşılabilirliği öncelikle
değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Kent içi tarım alanında; çeşitli kurumlara
ait boş alanlar, geçici olarak atıl
durumdaki alanlar ve yerleşime kapalı
olan alanlar ilk başta değerlendirilmesi
gerekenlerdir.
Dünyadaki örneklerden biri Küba'da
(Havana) yapılan kent tarımı
uygulamalarıdır. Özellikle 1989 yılı
sonrasında S.S.C.B.'nin dağılma sürecine
Eylül 2005
girmesi, Küba'nın ekonomik yönden
büyük sıkıntılarla karşılaşmasına neden
olmuştur. Tarımda kullanılan bir çok
girdinin alınamaması kırsal üretimi
azaltmış ve bu nedenle de genellikle
organik yöntemlerin kullanıldığı Kent
Tarımı uygulamalarının yolu açılmıştır.
Kent Tarımı'nın bizlere sunduğu başlıca
fırsatlar şunlardır:
1) Kentsel gıda güvencesinin artırılması
2) Beslenme olanaklarının ve sağlık
düzeyinin iyileştirilmesi
3) Hızlı ve kısa gıda arzı yollarının
açılması
4) Sürdürülebilir bir kentsel çevre
yönetimi (enerji, temiz hava, daha az
taşımacılık, biyo-çeşitliliğin korunması )
5) Atık yönetimi (katı ve sıvı organik
atıklar)
6) Sosyal kalkınma
7) Eğitim, terapi ve eğlence imkanları
Seminerin ilk günkü konuşmacılarından
biri de Gürpınar Belediye Başkan
Yardımcısı Reşat Akçay'dı (Kültür
Üniversitesi Ekonomi Bölümü).
Akçay, “Kent Planlaması ve Kent
Tarımı'nın Planlamadaki Yeri” başlıklı
konuşmasında, tarımın özellikle son
dönemde yaşanılan ekonomik değişim
süreci sonrasında geldiği nokta ve
kentleşme olgusu üzerinde durdu.
Akçay, dünya üzerinde tarımsal üretim
açısından kendine yetebilme özelliğine
sahip ender ülkelerden biri olan
Türkiye'nin, bu özelliğini son dönemde
alınan siyasi kararlar neticesinde
kaybettiğini belirtti. Kent Tarımı'nın
Türkiye'de gözlenen işsizlik ve gıda
güvencesi sorununa karşı etkin bir
yöntem olacağını söyleyen Akçay,
Gürpınar Belediyesi'nin bu konuda öncü
olmasından dolayı ayrı bir mutluluk
yaşadıklarını da sözlerine ekledi.
Ancak karşılaşılabilecek bazı risklerden
de bahsetmeliyiz.
1) Ürünlerin bazı patojenler nedeniyle
kirletilmesi
2) İnsan hastalıkları
3) Hayvan hastalıkları
4) Yer altı sularının kirletilmesi
5) Ağır metaller
6) Güvenli olmayan uygulamalar
Söz konusu risklerle baş etmenin yolu ise;
sorunların anlaşılması ve bu konuda
bilgilendirme çalışmaları yapılmasına,
yasaklamaktan çok düzenlemeye ve
yönetim şekillerinin sürekli olarak
geliştirilmesine bağlıdır.”
Kent Tarımı özelinde belediyelere düşen
görevler konusunda bilgi veren Akçay,
İstanbul ve Türkiye'nin pek çok büyük
kentinde yaşanan plansız kentleşmenin,
kent tarımı için öncelikli sorunlar olan
toprağa ve suya ulaşım konusunda
belirleyici olduğunu belirtti.
Gürpınar'da devam eden Kent Tarımı
Projesine verdikleri desteği
sürdüreceklerini söyleyen Akçay, yurt
çapında benzer projeler yapılmasının da
son derece yararlı olacağını belirtti. (Reşat
Akçay'ın konu ile ilgili makalesi için
ayrıca bakınız: Milletin Efendisi Kent
Tarımı Dergisi No:2)
Kent Tarımı Semineri
deneyim paylaşımı şeklinde destek
vermekteyiz. Gürpınar'a ilk geldiğimde
heyecanlı ve bir o kadar da kararlı
insanlar ve işlenmesi oldukça zor
görünen bir toprak parçasıyla karşılaştım.
Bir gün önceki ziyaretimde ise aynı
heyecanlı ve kararlı insanlarla birlikte
yeşermiş bitkileri ve hasat edilmiş
ürünleri gördüm.
43
Seminerin ilk gününün son konuşmacısı,
Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma
Görevlisi Mercan Efe, çoğunlukla yeni bir
kavram olarak değerlendirilen Kent
Tarımı'nın Türkiye açısından algılanışı ve
var olan yasal düzenlemeler hakkında
bilgi verdi. Özellikle şehir
planlamacılığında karşı karşıya olunana
durumu ortaya koyan Efe, “Kent
Tarımı'nın Kent Planlama Pratiğine Yasal
ve Kurumsal Açıdan Entegre Edilmesinin
Olanakları” başlıklı konuşmasında genel
olarak şu konulara deyindi:
“Planlama sürecinin aşamaları 1969/1976
Yıllarına ait İmar Planlarının Düzenlenme
Biçimine İlişkin Özgün Yönetmelik'te
şöyle belirlenmiştir;
- Amaçların belirlenmesi/hedeflerin
saptanması
- Bilgi toplama-araştırma-çözümlemeler
- Birleştirme-araştırma sonuçlarının
değerlendirilmesi
- Planlamaya geçiş-plan seçenekleri
arasında karşılaştırma ile değerlendirme
- Planlama
- Programlama ve uygulamanın
izlenmesi” (Bilsel&Bilsel, 1980, p.126).
Planlama sürecinin bu denli kapsamlı ve
idealist biçimlenmiş olmasına karşın,
süreci işler hale getirmek ya da bu süreçte
ortaya çıkan sorunları gidermek amacıyla
oluşturulan yasal durum planda
belirlenen ana hedeflere ulaşmayı
engellemekte, rant kaygılarını temel
alarak fizik mekanı kurgulamakta ve aynı
zamanda yapı yoğunluğundan elde
edilen ekonomik getirilerin (kısa vade için
dahi) fazla olmasından dolayı planlama
alanına tarımı sokmamakta, mevcut tarım
alanlarını yapılaşmaya açmakta ve tarım
alanları üzerinde yapılaşan kaçak ve
gecekondu yapılarını oy vb. popülistik
nedenlerden dolayı meşru kılmaktadır.
Yukarıdaki değinildiği gibi, kent tarım
dışı alandır. Dolayısıyla kır, kentin
dışladığı ekonomik sektör olan tarımı
bünyesinde barındıran; nüfus, ekonomi,
sosyal, siyasi ve kültürel anlamda kentin
sahip olduklarına ulaştırılmayan bir
yerleşim alanıdır. Ancak, kentin sanayi ve
ticaret sektörlerinin varlığı ve devamlılığı
için gereksindiği tarımsal hammaddeyi
sağlayan yerleşim alanıdır. Diğer bir
deyişle, kent ekonomik anlamda kıra
bağımlıdır ve kırın üretiminin dağıtım ve
kontrol fonksiyonlarının toplandığı
yönetim alanıdır. Bir taraftan kırın
ekonomik desteğine ve dolayısıyla
tarımsal topraklarına muhtaçken bir
taraftan da kendi gelişmesi ve büyümesini sağlayabilmek için bu toprakların üzerine yürüyerek yapılaşmaktadır. Çünkü,
bağlı olduğu modernizm kurgusu böyle
işlemektedir. Oysa, yeni bir kent ve kır
tanımlaması, kırın ekonomik eylem alanlarını kaybetmesini engelleyebilir ve diğer
taraftan kentin büyüme ve gelişmesine
yardımcı ve hızlandırıcı bir etken oluşturabilir. Dolayısıyla, tarımsal eylemler kent
ve kırı ayırmada önemli olmamalıdır.
Kentsel tarım adıyla nitelendirilen faaliyet, buraya kadar değinilenler doğrultusunda bugüne kadar kullandığımız tarım
anlayışı ve kullanımına uymamaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi tarım kentin
dışında yapılır ve kente ekonomik açıdan
destek olur. Bu desteği sağlayan kır,
sosyal, fiziki ve ekonomik yapısıyla
kentten ayrılır. İnsan bu ayrımı oynadığı
farklı toplumsal kimlikle gerçekleştiren
önemli bir unsurdur.
Kentsel tarım ve kent çevresi tarımı, bugün dünyada farklı ülkelerde farklı biçimlerde yapılmaktadır. Uygulamanın ülkemizin kent planları kapsamına girebilmesi ve sürecin daha etkin ve hızlı olabilmesi
için, ülkemizde tarım ve hayvancılık kapsamında yapılmakta olanlar ve yapılabilecekler göz ardı edilmemelidir (örneğin
domuz yetiştiriciliği ve domuz eti tüketimi yok denecek kadar azdır). Dolayısıyla
önerinin ülkemizde yapılan etkinlikler
doğrultusunda hazırlanmış olması uygulamayı kolaylaştırabilir bir unsurdur.
faaliyetlerine uygun olmasıyla rahatlıkla
uygulanabilir durumdadır.
Diğer taraftan, eğer ülkemizi gelişmiş
bir ülke olarak kabul edecek olursak,
kentsel alanlarımızda uygulanacak
tarımsal etkinlik, değinilen dünya tarım
örgütlerinin III. Dünya ülkelerinde
uyguladığı yardımlar ve destekler
biçiminde olmayacaktır.
Ancak, yukarıda değinildiği gibi
yasaların içeriklerindeki eksikler/açıklar
ve uygulamadaki eksikler ve çeşitli
popülistik nedenlerden ortaya çıkan
gecekondu alanları, bu alanların el
koyduğu tarım ve kamu arazileri sorunu
ve bu alanlarda yaşayanların kente
entegre olamaması sorunları diğer
gelişmiş ülkelerde görülmemektedir.
Dolayısıyla kentsel tarım, değinilen bu
sorunları giderebilmek amacıyla kentin
marjinal kısmını oluşturan ve aslında
kentte iş bulma amacını güden bu kesime
yeni bir potansiyel iş alanı sağlamak,
kaybedilme riski taşıyan diğer tarım ve
kamu arazilerini korumak, yani
istenmeyen kentsel gelişmeyi durdurmak
için iyi bir araçtır. Bu kapsamda, Dokuz
Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Mimarlık Bölümü ile İzmir kentinde bir
alan çalışması yapılması planlanmaktadır.
Öncelikle kentsel tarımın bilim, teknoloji
ve politik alanlardaki konumunun belirlenmesi gerekmektedir. Böyle bir gereklilik, yapılması gereken araştırmalar, araştırmalara uygun geliştirilecek teknoloji ve
planlamadaki amaçlara yön veren politik
düşüncelerden dolayı oluşmaktadır.
Kentsel tarımın uygulanmasını etkileyen
bir diğer unsur, kentin hangi bölgelerinin
bu amaçla kullanılacağıdır. Kentsel tarım
ayrıca kıyı alanlarının da korunması ve
bu alanlardaki termal enerjinin organize
edilerek tarım amaçlı kullanılması
amacıyla da uygulanabilir.
Kentsel tarım ve kent çevresi tarımının
sınıflamada yalnızca isim olarak
kalmayıp uygulamaya geçmesi (hatta bu
sınıflamada kabulü) merkezi yönetim ve
yerel yönetimler arasındaki işlerlik ve
hiyerarşide yukarıda değinilen
eksikliklerin giderilmesine de bağlıdır.
Diğer taraftan, yine yukarıda değinildiği
gibi il özel idareleri ve bayındırlık
bakanlığı arasında ve diğer etkin
kurumlar arasında uygulanabilir görev ve
yetki paylaşımları da, öneri sınıflamanın
planlamaya geçmesinde önemli
noktalardır.
Tüm bu biçim ve uygulama alanları ile
dar alanda emek birikimi sağlanacak ve
diğer taraftan yasalarla dahi engellenemeyen istenmeyen kentsel gelişme ve
çevre tahribatı (bu alanlara fazla altyapı
getirilmediği taktirde) önlenebilecektir.
Görüldüğü gibi aslında kentsel tarım ve
kent çevresi tarımının ülkemiz kent
planlama sürecine eklemlenmesi, hazır
koşulların değiştirilmeye gerek
olmaksızın geliştirilmesiyle; sınıflamanın
ülkemiz tarım ve hayvancılık
Kentsel tarımın uygulanması bir
gereklilik olarak ta değerlendirilebilir.
Şöyle ki 3194 Sayılı İmar Mevzuatı'nda
belirtilen planlanacak bölgede kişi başına
10 m2 yeşil alan istemi, rant kaygı ve
kavgalarından dolayı imkansız bir hal
44
Binalar bitişik nizam yapılarak, çekme
mesafeleri bahçe olarak ve tarım amaçlı
kullanılabilir ki bu bitişik nizamın özelliğinden dolayı oluşan daha az konut daha
fazla boş alan anlamına gelmektedir. Binalar ayrık nizamda ve her konutun kendi bahçesi oluşturulabilir. Bina kat sayıları
yükseltilerek, boş alan kazanımı sağlanabilir. Daha az sayıda ana yol ve bu ana
yola bağlanan II. ve III. derece yol
planlanarak, oluşturulan yeşil dokuyla
tanımlı yaya yolları oluşturulabilir.
Burada belirtilen tasarım biçimleri,
planlanacak bölgenin fiziki ve kültürel
yapısına göre artabilir ancak buradaki
önemli nokta, örgütlü bir kentsel tarımın
uygulanması halinde, amaca göre (kentsel
tarımın getirisi) bilinen kent formlarının
çeşitlenebileceğidir. Elbette ki kent
formundaki bu çeşitlilik, kentte
yaşayanların ekonomik aktivitelerinde de
gözlenecektir.
Yaşayabilir ve yaşanabilir bir kentin ne
olduğu konusunda ortak bir yargıya
varılabilmesi güçtür. Çünkü, modern
kentin yaşatmaya çalıştığı ekonomik
sistemin fizik-mekân kurgusu ile
yaşanması gereken kentin fizik-mekân
kurgusu örtüşmemektedir.
Dolayısıyla artık kent için yapılması
gereken elde edilenleri/kalanları en iyi
biçimde formüle etmek ve kullanmak
olacaktır. Tarım sektörünü istemeyen,
ancak istemese de içerisinde barındıran
bu kent, görmezden geldiği bu faaliyeti
görmeye başlamalıdır ki nitekim
başlamıştır. Çünkü, devamlılığı için bazı
alanları kurgusu doğrultusunda
kullanabilmek için saklamak
durumundadır, elbette bunu yaparken de
bu alanları işler kılmalı ve bu işlerlikte
kentin belirli bir kısmına işgücü imkânı
tanımalı ve onlara ekonomik açıdan
destek sağlamalıdır. Burada anlatılmaya
çalışılan, 1970'li yıllardan bugüne örgütlü
çalışmaları yapılan ve modernizmin
akılcılığından üretilen kentsel tarımdır.
Seminerin ikinci gününde, Atatürk Bahçe
Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü
(Yalova) Uzmanlarından Gülay Beşirli,
“Kent Tarımı; Tarımsal Açıdan
Karşılaşılan Sorunlar, Avantajlar” başlığı
altında bir sunum yaptı.
Öncelikle, enstitü hakkında genel bilgi
veren Beşirli, kurumun Gürpınar
Projesi'nde aldığı rolü ve projenin altı
aylık süreci içerisinde yaşanılanları kendi
açısından değerlendirdi. Tarımsal üretim
alanında karşılaşılan veya karşılaşılması
muhtemel olan sorunlar ve çözüm
önerilerine deyinen Beşirli, Kent Tarımı
aracılığıyla yapılan tarımsal üretimin
kırsal üretime bir alternatif olarak değil,
onu destekleyen bir üretim biçimi olarak
değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Beşirli'nin yaptığı sunumda yer alan
bölümler şöyleydi:
“Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez
Araştırma Enstitüsü'nün
Kuruluş Amaçları ve
Görevleri”
* Meyve, sebze, süs
bitkileri ve bağcılık
konusunda temel ve
uygulamalı araştırmalar
yapmak,
* Bu ürünlerde verim ve
kaliteyi artıracak uygun
yetiştirme tekniklerini ve
girdi kullanım
düzeylerini saptamak,
* Yüksek verimli, kaliteli,
hastalık ve zararlılara
dayanıklı, tüketici
isteklerine uygun tür ve
çeşitleri geliştirmek ve
seçmek,
* Derim sonrasında
Muharrem Turhan - Gelmeyin Üstüme
almıştır. Kentsel tarım ile kent ve kent
çevresinde yeşil kuşaklar oluşturulmuş
olacak ve istenilen rakama, bir türlü oluşturulamayan açık-yeşil alanların (park,
bahçe vb.) tarım amaçlı kent bahçeleri ile
desteklenmesiyle ulaşılabilecektir. Böylece komşuluk ölçeğinden bölge ölçeğine
tanımlı yeşil kuşaklar oluşacaktır.
45
oluşacak kayıpları azaltmak ve bahçe
ürünlerini uzun süreli muhafaza etmek,
* Üretim ve pazarlama süresince
karşılaşılan sorunlara çözüm önermek,
* Geliştirilen tür ve çeşitlerin sağlıklı
üretim materyallerini üretmek ve
bunların kamu ve özel sektör
kuruluşlarına, üreticilere iletmesini
sağlamak
* Bahçe bitkileri konusunda ulusal ve
uluslar arası eğitim vermek, sempozyum
ve kongre yapmak vb. olarak
belirlenmiştir.
Kent Tarımı Alanında Tarımsal Açıdan
Karşılaşılan Sorunlar
* Üretim alanına ulaşabilirlik
* Su kaynaklarına ulaşabilirlik
* Bilgi ve danışmanlık hizmetlerine
ulaşabilirlik
- Toprak yönetimi, üretim,
- Hastalık ve zararlı yönetimi,
- İşleme, pazarlama, depolama
* Tarımsal alet, ekipman ve teknolojiye
ulaşabilirlik
* “Kent tarımı” kavramının henüz şehir
planlamacılar tarafından ele alınmamış
olması
* Politikacıların bu alanda programlarının
olmayışı
* Üretim için kredi ve ürün destek
politikalarının olmayışı
* Girişimcilik duygusunun düşük olması
nedeni ile pazarlama sorunu
Kent Tarımı'nın Avantajları
* Ürünlerin Taşınım ve depolama
aşamasında kaybını önler
* Tüketicinin sağlıklı ve taze ürüne
ulaşabilirliğini sağlar
* Çarpık şehirleşmenin baskısı altında
olan tarımsal alanların geri kazanımını
sağlar.
Seminerin ikinci günkü
konuşmacılarından İbrahim DEMİR (İTÜ
İnşaat Fakültesi, Çevre Mühendisliği
Bölümü), “Kompostlama ve Kentsel
Çevre” başlığı altında bir konuşma yaptı.
Demir konuşmasında, Türkiye ve
dünyanın pek çok yerinde karşılaşılan
çevre sorunlarının başlıcalarının kentsel
alanlarda görüldüğüne işaret etti.
Özellikle kentsel organik atıkların geri
dönüşümünün sağlanması suretiyle elde
edilecek imkanların, söz konusu
sorunların çözümünde büyük rol
oynayacağını belirten Demir, Kompost
Yönteminin bu konudaki en önemli ve
etkin araç olduğunu vurguladı.
Konuşmasında, Kompost çalışmalarıyla
Ürünlerin Pazarda Doğrudan Satışı
ilgili detaylı bilgi veren İbrahim Demir'in
sunumunun bir bölümü şu şekildeydi:
“Kompostlaştırma, organik maddelerin
kontrollü çevresel şartlar altında biyolojik
olarak ayrıştırılması ve stabilizasyonu
prosesidir. İngiliz subayları vasıtasıyla
Avrupa'ya oradan da Dünya'ya
yayılmıştır.
Kompost ise proses sonucu oluşan, stabil,
humus benzeri ve toprak şartlandırıcısı
olarak kullanılan üründür.
Kompostun Kullanımı
Kompost toprağın fiziksel, kimyasal ve
biyolojik özelliklerini iyileştirir.
- Tarla, bahçe uygulamaları, seralar,
fidanlık
- Golf sahaları, parklar ve oyun alanları
- Eski maden ocaklarının rehabilitasyonu
- Erozyon kontrolü
- Koku kontrolü Biyofiltre
- Düzenli depolama alanlarında üst örtü
Tarıma Faydaları:
* Organik madde, humus ve katyon
değiştirme kapasitesi sağlayarak fakir
toprakların yenilenmesini sağlar.
* Çeşitli bitkisel hastalıkları ve parazitleri
engeller ve zararlı otların tohumlarını
öldürür.
* Bazı ürünlerin verimini ve ölçüsünü
arttır.
* Bazı ürünlerin kök boyunu ve kök
konsantrasyonunu arttırır.
* Topraktaki nutrient (besin)
konsantrasyonunu, kumlu toprağın su
tutma kapasitesini ve killi toprakların su
geçirebilme kapasitesini arttırır.
* Gübre kullanımı ihtiyacını azaltır.
* Kimyasal gübre kullanımıyla toprakta
bulunan mikroorganizmalar azaldıktan
sonra toprak yapısını eski haline getirir;
kompost toprak şartlandırıcısıdır.
* Topraktaki toprak solucanlarının
sayısını arttırır.
* Besi elementlerini toprağa yavaş
vererek, kayıpları azaltır.
* Su ve sulamam ihtiyaçlarını azaltır.
* İyi ve yüksek kalite kompostun tanınmış
pazarlarda yüksek fiyata satılabilmesi
sayesinde fazladan gelir sağlamak da
mümkündür.
* Organik olarak yetiştirilmiş ürünler
daha yüksek fiyatla satılabilir.
Seminerin ikinci gününde konuşma
yapan Haydar Balcı (Ziraat Mühendisi,
Gürpınar Kent Tarımı Projesi), projenin
başlangıç aşaması ve altı aylık dönem
sonucunda gelinen nokta hakkında
değerlendirmelerde bulundu. Projenin
her safhasında etkin görev alan Balcı'nın,
teorik ve pratik açıdan yaptığı
değerlendirmelerin geneli şu şekildeydi:
“ Neden İstanbul'da, İstanbul'un
göbeğinde tarımdan bahsediyoruz önce
bunu açıklığa kavuşturalım.
Bir şekilde işsizlik sorunuyla karşılaşıp,
ekonomik ve sosyal anlamda kendine
daha iyi bir hayat kurmak ve çocuklarına
daha iyi bir gelecek sağlamak için büyük
şehirlere göç etmiş ve hala etmekte olan
yüzlerce hatta binlerce aileyi görmemiz
mümkün.
46
Köyde tarımla ve hayvancılıkla uğraşarak
geçimini sağlayan bu insanların büyük
çoğunluğunun çiftçilik dışında
yapabileceği bir şey yok. Yani meslek
anlamında başka bir vasfa sahip değiller.
Biz de toplumun en küçük birimi olan
aileyi ve bu ailenin içerisinde yer alan ve
ülkemizin pek çok bölgesinde kendini
ifade edebilme şansını dahi bulamamış
kadınlarımızı hedef grup olarak
belirledik.
Kent tarımı projesi ile her şeyden önce
kadının özgüvenini kazanması ve kadını
sadece ev hanımı ve anne olma
kimliğinden kurtarıp üretebilen, sosyal,
ürettiğini paylaşan, pazarlayabilen ve
ekonomik anlamda kendine yetebilen bir
birey haline getirmeyi hedefledik.
Projenin farklı boyutlarda
değerlendirilebilecek etkileri mevcuttur
bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
Beden Sağlığı ve Psikolojik Etkiler
Kadınların, günlük ev işlerinden (yemek,
temizlik, çamaşır, bulaşık vb.) uzaklaşıp
(tabi ki tamamen kopmadan) açık havada
doğayla yeşille baş başa, toprak içerisinde
negatif düşüncelerden ve üzerlerindeki
fazla elektrikten arınarak rahatlamaları,
taze sebze yiyerek ve hepsinden önemlisi
ne yediğini bilerek beslenmeleri dolayısı
ile hem hareket ederek hem de sağlıklı
beslenerek beden ve ruh sağlıklarını
korumaları mümkün oluyor.
Sosyo-Kültürel Etkiler
İstanbul'da bulunan bu hedef kitleyi
oluşturan kadınlar, her ne kadar
ekonomik açıdan ortak özelliklere sahip
olsalar da çoğunlukla ülkemizin farklı
bölgelerinden göç etmiş ailelere mensup
olmaları, bir kültürel alışverişi de
gündeme getirmiştir.
Bu durum, hem sosyal anlamda bir arada
yaşama yetisini kazandırmış hem de grup
olarak birlikte hareket edebilme ve
kendini ifade edebilme fırsatlarını da
beraberinde getirmiştir. Bu ve buna
benzer sosyal etkiler, kanımca kadınların
özgüvenlerini kazanmaları, daha iyi birer
eş, anne ve bunun yanında daha uyumlu
bireyler olmaları konusunda faydalı
olacaktır.
Ekonomik Etkiler
 Ailelerinin pazar ihtiyaçlarının büyük
kısmı alanımızdan temin
edilebilmektedir.
 Üretilen gıdalardan artanlar satılmakta
ve elde edilen gelir paylaşılmaktadır.
 Eğitime gelinen her gün için 10 YTL
gelir sağlamaktadırlar. Bu aylık olarak
150-200 YTL gibi bir meblağ demektir.
Proje kapsamında değerlendirmeye
aldığımız pazarlama yaklaşımları ise şu
şekilde özetlenebilir:
Pazarda Doğrudan Satış
 Ürünler değerinde satılabilir.
 Pazarlama kabiliyeti artar.
 Kendine güveni artırır.
 Pazara çıkmadan önce yapılan hazırlık
çalışmaları iyi bir grup halinde hareket
etme örneği oluşturur.
Tarlada Doğrudan Satış
Bu şekilde arazinin aynı zamanda bir satış
merkezi haline getirilmesi
 Bu pazarlama yönteminin oturması
zaman almaktadır.
 İnsanlar arasındaki ticaret mantığını
ortadan kaldırıp sıcak bir diyalog
oluşmasını sağlamaktadır.
 Çeşitli iletişim araçlarıyla (gazete ve
dergiler, afiş ve broşür) reklam yapılması
gerekmektedir.
 Gelen insanlara arazi hakkında tanıtım
yapılması kendini ifade edebilme yetisini
artıracaktır.
 Gelen insanların ve özellikle çocukların
sebzelerin nasıl yetiştirildiği konusunda
bilgi edinmeleri sağlanacaktır.
Markete Toptan Satış
 Ürün değerinin altında satılıyor.
 Sürekli bir satış imkanı sağladığı için
aylık bazda önemli rakamlara ulaşılıyor.
Yukarıdaki pazarlama tekniklerinin
uygulanması ve sürekliliklerinin
sağlanması bizler için önem arz
etmektedir. Bunların yanında çevre
bölgelerde bulunan site ve toplu
konutlara sipariş üzerine satış imkanları
da değerlendirilmektedir. Bu konuda,
Amerika'da gerçekleştirilen örneği
hatırlatmak isterim. Amerika'da bulunan
400 aile ile yapılan yıllık anlaşma ile 1000
dolar karşılığında haftalık olarak taze
sebze satışı gerçekleştirilmiştir. Hiç
kuşkusuz bu konuda iyi bir
organizasyona ve üretim planlamasına
ihtiyaç duyulmaktadır.”
Seminerin son konuşmacısı, projenin
Çiftçi Kadın Grubu üyelerinden Ümran
Can'dı. Seminer boyunca uzman
katılımcılar tarafından tüm boyutlarıyla
anlatılan Kent Tarımı kavramının
merkezinde yer alan Can, proje süresince
Eylül 2005
edindiği deneyimleri ve gözlemlerini
dinleyicilerle paylaştı. Ümran Can
tarafından yapılan konuşmanın başlıca
bölümleri şöyleydi:
“Her şeyden önce, uygulanması
planlanan proje bizlere detaylı biçimde
anlatıldı. Fakat ilk başlarda pek de
inandırıcı gelmedi. Türkiye'de ilk defa
yapılıyor olması, bilinmemesi ve
birilerinin çıkıp her zaman bir şeyler vaat
etmesi ve zamanla bunları unutması
nedeniyle, anlatılanlar insanlar üzerinde
olumlu etkiler bırakmamıştı. Çevreden
gelen olumsuz etkilerle karşılaşıyorduk
ve bazı arkadaşlara eşleri izin
vermiyordu.
Ancak, Gürpınar Belediyesinin projeyi
desteklemesi, araziyi tahsis etmesi,
eğitimlerin kendi binalarında verilmesine
izin vermesi katılımcı arkadaşlara güven
sağlamıştır. Katılımcıların çocukları ile
birlikte gelebilmeleri, sosyal bir paylaşım
alanında yeni arkadaşlıkların kurulması
ve bir iş sahibi olabileceğimiz gerçeği
bizleri heyecanlandırıyordu.
Projeyi tüm çevreme, komşularıma hatta
akrabalarıma anlattım. Onları da ikna
etmeye çalıştım ve bize katılmalarını
istedim. Aldığın cevap:
“Bu devirde kimse kimseye bedava bir
şey vermez. Sakın bir yerlere imza
atmayın. Bunun altında kötü niyetler
olabilir.”
Aldığım tepki inancımı biraz zedelemiş
olsa da, içimden bir ses bu projeye
katılmam gerektiğini söylüyordu. Bu sese
kulak vererek projeye katıldım. Haftalar,
aylar geçti. Dikim işimiz bitti.
Sebzelerimiz olgunlaştı. Akşamları eve
dönerken poşetlerimiz dolu dönüyorduk.
Sebzelerimiz artık yetişmişti ve
emeğimizin karşılığını alıyorduk. Bunu
gören komşularımız olumsuz
düşüncelerinden vazgeçip, bizlere
imrenerek bakıyorlardı. Bizden ürün
talep etmeye başladılar. Geldiler ve
bahçemizi gördüler. Bizim aramızda
olmak istediklerini söylediler.
Teorik eğitim bitip araziyi görmeye
geldiğimizde kendi haline terk edilmiş ve
yıllarca kullanılmamış bir araziyle
karşılaştık. Bu görüntü çoğu
arkadaşımızın hevesini kırmıştı. Bazı
arkadaşlarımız arabadan dahi inmek
istememişti. Burada bir şey olmaz
denmişti.
35 yıllık çiftçimiz Yaşar Bey ve ziraat
mühendisimiz Haydar Bey, azmin
elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını ve
47
büyük bir aile olarak hep birlikte başarılı
olacağımızı söyleyerek bu olumsuz
düşünceleri pozitif bir enerjiye çevirdiler
ve bizi motive ettiler.
Tohumlarımızı ektik, fidanlarımızı diktik.
Sulama ve gübreleme işlemlerini
yaptıkça, çiçekler açmaya, bizlere karşı
gülümsemeye ve emeğimize karşılık
vermeye başladılar. Böylelikle
mutluluğumuz bir kat daha artıyordu.
Çok çalıştık ama yorulmadık.
Bir taraftan bunları başarmanın
mutluluğunu yaşarken, diğer taraftan
sosyal ve ekonomik yönden kendimizi
geliştirmeye başlamıştık. Artık, aile
ekonomisine katkıda bulunuyoruz. Bir
gelirimiz var. Söz sahibiyiz. Sebzelerden,
hocalarımızın denetiminde turşular,
konserveler ve salçalar yapıyoruz.
Mutfağımızda dengeli ve sağlıklı
yemekler pişiriyoruz. Kendi ayaklarımız
üzerinde durup özgüvenimizi
kazanmanın, bir şeyler başarmanın
mutluluğunu yaşıyoruz.
Araziye gelen, ürünlerimizi satın alan
insanların ve komşularımızın bizi takdir
etmesi sevincimizi her geçen gün
artırıyordu. Biz onlar için bir örnektik.
Sadece sebze yetiştirmiyor, evimizin
önünü çiçeklerle süsleyerek göz
zevklerine de hitap ediyorduk.
Son olarak, projenin gerçekleşmesinde
katkı sağlayan tüm kurumlara, Gürpınar
Belediyesine, Ulaşılabilir Yaşam
Derneğine, Avrupa Birliğine ve İŞKUR'a
teşekkürlerimizi sunarız.”
Seminerin ilk iki günkü bölümünün
ardından, 12 Ağustos tarihinde Gürpınar
Kent Tarımı Projesi Eğitim Merkezinde
gezi ve atölye çalışması düzenlendi.
Seminere katılan tüm kişilerin araziyi ve
yapılan tüm çalışmaları yakından
inceleyebildikleri gezi sırasında Ziraat
Mühendisi Haydar Balcı ve Lider Çiftçi
Yaşar Gülşen katılımcıların sorularını
yanıtladılar ve uzman katılımcılarla fikir
alışverişinde bulundular.
Arazi gezisinin ardından tüm
katılımcılarla birlikte yapılan toplantıda,
seminerin genel bir değerlendirmesi ve
Kent Tarımı konusunda gelecekte
yapılabilecek çalışmalar hakkında
değerlendirmelerde bulunuldu. Toplantı
sonunda yurt çapında yapılacak tüm
çalışmalarda ortak hareket etme kararı
alınırken, hazırlanacak bir bildiri ile kamu
oyuna konu hakkında bilgilendirme
yapılması ve ilgili tüm birimlere destek
çağrısında bulunulması kararlaştırıldı.
Edirne 1.Uluslararası Roman Sempozyumu
I. Uluslararası Roman Sempozyumu
Edirne'de düzenlenen, I. Uluslararası Roman Sempozyumu'na
Türkiye'den ya da yurtdışından katılan her konuşmacının ortak
görüşü; "Dünyada en fazla ayrımcılığa ve ırkçılığa" uğrayan
halkın Roman halkı olmasıydı.
U
laşılabilir Yaşam Derneği
(UYD) ve Edirne Çingene
Kültürünü Araştırma
Geliştirme Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği'nin
(EDÇİNKAY) ortak
çalışmalarıyla, Edirne'de 7-8-9
Mayıs tarihleri arasında ve
geleneksel Kakava Şenlikleri
çerçevesinde, Uluslararası Roman
Sempozyumu düzenlendi.
Sempozyuma, Doğu Avrupa
Ülkelerinden Roman kurum ve
kuruluş temsilcileri ile İngiltere
ve Almanya'dan roman kültürü
üzerine çalışma yürüten
akademisyenler ve temsilciler
katıldı. Ayrıca çeşitli STK
temsilcileri ile her ne kadar
sayıları az da olsa Edirneli
Romanlar ve çocuklar da
konferans salonunda yerlerini
aldılar.
Edirne Türkan Sabancı Kültür
Merkezi'nde yapılan
sempozyumun ilk iki gününde
ulusal ve uluslararası katılımcılar
Türkiye ve Dünya'daki
Romanların durumuna ilişkin
bilgiler verirken, son gün ise
kalan katılımcılar atölyelerde
buluştu. Türkiye'den ya da
yurtdışından katılan her
konuşmacının ortak görüşü;
"Dünya'da en fazla ayrımcılığa
ve ırkçılığa" uğrayan halkın
Roman halkı olmasıydı.
Konferans katılımcılarının en
ünlü siması, Brüksel'de yaşayan
ve Brüksel'deki Avrupa Roman
Enformasyon Merkezi Başkanı
olan, İvan İvanov'du.
İvan İvanov, sempozyumda
Romanlara uygulanan
ayrımcılıktan söz etti ve
"Romanlar hayatın her
alanından dışlanıyorlar, eğitim
alanında, sağlık ve iş konusunda
da, hükümetler ve yerel
yönetimlerin buna karşı
savaşmaları gerekiyor" diye
çağrıda bulundu.
"Çingene Olmak" kitabının
yazarı Mustafa Aksu ise Roman
oldukları için işe alınmadıklarını
ve toplumun Romanlar
konusunda taşıdığı
önyargılarından, devlet
kurumlarının yayımladığı
kitaplardaki ayrımcılıktan,
yönetmelik ve genelgelerden söz
48
etti. Aksu ayrıca, zengin olan bir
takım Çingenelerin kimliklerini
saklamasını eleştirdi.
Bununla da yetinmeyerek
kendisini de aynı nedenle
eleştirdi. Aksu, kendi kimliğini
eşinden gizlediğini ve eşiyle
nişanlandıktan iki ay sonra
kimliğini açıkladığını ifade etti.
CHP eski milletvekili Erdal
Kesebir, Av. Şafak Yıldız ve
avukat Halim Yılmaz Türkiye'de
romanlara yönelik ayrımcılıktan
söz ederek, 1934 tarihli iskan
yasasını eleştirdiler. Ege
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Suat Kolukırık da
Romanların mesleklerinden ve
çalışkanlıklarından söz etti ayrıca
"Tarlabaşı Çingeleri" adlı dia
gösterisini sundu.
SEMPOZYUMUN SONUÇLARI
* Dünyada yaklaşık 12 milyon
Roman yaşamaktadır.
* Romanların Türkiye'de yoğun
olarak yaşadıkları yerler;
Kırklareli, Edirne, Ankara,
İstanbul, Düzce, İzmit, İzmir,
Afyon, Tokat, Sivas, Denizli,
Mardin, Gaziantep,
Kahramanmaraş, Adana, Samsun'dur.
* Türkiye'deki Romanların nüfusu, resmi
makamlara göre 500.000 resmi olmayan
makamlara göre ise yaklaşık 2 milyon
civarındadır. Bu grubun % 95'i yerleşik
yaşama geçmiştir.
* Geçimlerini müzisyenlik yaparak, çiçek
satarak, sepetçilik, kalaycılık, demircilik
veya hurda eşya toplayarak sağlarlar.
* Türkiye'de genel olarak "Çingene"
sözcüğü kullanılır. Batı Anadolu ve
Trakya'da "Roman", Van ile Ardahan
arasındaki bölgede "Mutrip", Orta
Anadolu'da "Elekçi", Erzurum ve
civarında "Poşa" Adana'da Cano ismiyle
anılırlar.
* 1934 tarihli İskan Kanununun İskan
Mıntıkaları bölümünde, halen Türkiye'ye
muhacir olarak alınmayacaklar arasında;
Madde 4'de "A. Türk kültürüne bağlı
olmayanlar" "B. Anarşistler", "C. Casuslar", "Ç, Göçebe Çingeneler", "D. Memleket Dışına Çıkarılmış Olanlar" yer alırlar.
Pis insanlardır. Çocuk ve hayvan çalıp
satarlar, gizli fuhuş yaparlar" denilmiştir.
Tepkiler üzerine değiştirilmiştir.
Ulaşılabilir Yaşam Derneği 2006 yılında
da bir başka ilde Uluslararası Roman
Sempozyumu düzenlemeyi hedefliyor.
Sempozyuma katılan konuşmacılar:
Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Edirne
Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, UYD
Genel Başkanı Belgin Cengiz, EDÇİNKAY
Başkanı Erdinç Çekiç, Trakya
Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Emel
Gönenç Güler, Lüleburgaz Müzisyenler
Derneği Başkanı Tamer Kum, Avukat
Şafak Yıldız, Erdal Kesebir (DSP Eski
Edirne Milletvekili, Ankara) "Ljlyan
Eubova (Bulgaristan) , Penka Karagiozov
(Bulgaristan), Ivan Vesely (Çek
Cumhuriyeti) Shefket Mehmedov
(Bulgaristan), Halim Yılmaz (Avukat,
MAZLUMDER Yön. Kur. Üyesi, İstanbul)
* İskan Yasası'nın 4. maddesine ilişkin
olarak 1993 yılında, Edirne eski
milletvekili Erdal Kesebir tarafından
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)
Başkanlığı'na verilen teklifle değişiklik
önerisinde bulunulmuş ancak öneri
dönemin Başbakanı Süleyman Demirel
tarafından reddedilmiştir.
* Polisin Disiplinine, Merasim ve
Topluluklardaki Rolüne ve Polis
Karakolları teşkilatı ile Vazifelerine Dair
Talimatname'nin 134. Maddesinin, gerekli
tedbirlerin alınması gereken şahıslar
bölümünün 5. bendinde; "esaslı bir
melekesi olmayan çingeneler"
tanımlaması halen varlığını
sürdürmektedir.
* Türk Ansiklopedisinin, 54 ve 55 inci
sayfalarında; "Çingenelerin yaşamları,
sosyal ve kültürel seviyeleri düşüktür.
Yetmişikibuçuk millet olarak bilinirler.
Eylül 2005
UYD
* 1995 yılında basılan Milli Eğitim
Bakanlığına ait Örnekleriyle Türkçe
Sözlük ve Türk Dil Kurumuna ait
sözlükte "Çingenece, Çingenelik,
Çingeneleşmek" sözcükleri; cimri, hasis,
açgözlü, arsız, yüzsüz, hayasız, çığırtkan,
alçak gibi sıfatlarla vasıflandırılmışlardır.
Tepkiler üzerine değiştirilmiştir.
49
Dr. Suat Kolukırık (Ege Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü-İzmir, Nazım Alpman
(Gazeteci-Yazar, İstanbul), Mustafa Aksu
(Araştırmacı-Yazar, Ankara),
Elena Marushkova, Vesselin Popov,
(Bulgaristan), Galina Kostadınova
(İngiltere), Prof. Dr. Zerrin Toprak,
Alper Yağlıdere (Dokuz Eylül
Üniversitesi, İzmir), Doç. Dr. Ayhan Kaya
(Bilgi Üniversitesi, İstanbul),
Neyyir Berktay (Eğitim Reformu Girişimi,
İstanbul), Ivan Ivanov (Belçika),
Rudiger Benninghaus (Almanya),
Zeki Coşkun (Gazeteci-Yazar, İstanbul),
Adnan Özer (Şair-Yazar, İstanbul),
Anton Karagiozov (Bulgaristan),
Çetin Yılmaz (İHD Karadeniz Ereğli
Şubesi Yön. Kur. Üyesi), Nur Akalın
(Senarist ve Yönetmen, İstanbul),
Hasan Aydın (Araştırmacı-Yazar,
İstanbul) Ekmel Çizmecioğlu (Belçika),
Skender Veliu (Arnavutluk), Istvan Mezeı
(Macaristan), Elin Strand (İstanbul),
Adrian Marsh (İstanbul).
www.sevnehuts.com
Engelsiz Yaşama Merhaba
"Engelsiz Erişilebilir Yaşam Alanı Projesi" Koordinatörü, engelli olan ve olmayan
kişilerin kaynaşmalarına ve ortak yaşam standartlarının yükseltilmesine araç
olacak. Ayrıca toplumda engellilere yönelik ayrımcılığın ortadan kalkması ve
pozitif tutum değişikliğinin gelişmesine katkı sunacak.
T
ürkiye'de ilk kez engelli standartlarına uygun biçimde başlatılan, Ulaşılabilir Yaşam Derneği'nin "Engelsiz Erişilebilir Yaşam Alanı Projesi", Düzce'de Afet
Konutları bölgesinde engellilerin
toplumsal entegrasyonuna katkı
sunacak bir model oluşturmayı
hedefliyor. Engellileri toplumsal
yaşama eşit olanaklarla katma
yollarından birinin de erişilebilir
yaşam alanının yaratılmasından
geçtiğini belirten Ulaşılabilir Yaşam derneği Genel Koordinatörü
Belgin Cengiz projenin doğuşunu
anlattı: “Düzce Engelliler İçin Erişilebilir Konut ve Yaşam Alanı
Projesi, UYD'nin dört yıldır Düzce'de engellilerle yürüttüğü rehabilitasyon çalışmaları sırasında temel ihtiyaç olarak belirlenmiştir.
Engellilerin gündelik yaşamlarını
kendi kendilerine yeterli ve başka
insanlara bağımlı olmadan yürütebilmelerinin temel koşulu, fiziksel erişim sorunlarının giderilmesine dayanmaktadır. Bu nedenle,
proje herkes için eşit ve ulaşılabilir bir yaşamın olanaklarının geliştirilmesine katkıda bulunmayı
amaçlar” Projede engellilere göre
düzenlenen 25 konuttaki fiziksel
mekân tasarımları engellilerin
kendi yaşamlarında bağımsızlık-
larını sağlarken, toplumun diğer
kesimleri ile daha eşit koşullarda
yaşamalarına da olanak tanıyor.
"Engelsiz Erişilebilir Yaşam Alanı
Projesi" Koordinatörü Semih Şa-hin
ise tam da bu nedenle proje-nin
stratejik bir model olmayı hedeflediğini belirtiyor. Şahin şöyle
devam ediyor: “ Proje, engelli olan
ve olmayan kişilerin kaynaşmalarına ve ortak yaşam standartlarının yükseltilmesine araç olacaktır. Proje ayrıca, toplumda engellilere yönelik ayrımcılığın ortadan kalkması ve pozitif tutum değişikliğinin gelişmesine katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu neden-le,
konutların inşasının tamamlanmasından sonra, sosyal entegrasyonun geliştirileceği üç yıllık
bölgesel rehabilitasyon ve eğitim
programları proje kapsamına
alınmıştır”. Ulaşılabilir Yaşam
Derneği'nin Düzce'deki bir başka
projesi olan Engelli İş atölyesinde
hediyelik eşyalar üreten ve inşaatı
başlayan konutlardan birinde oturacak olan fiziksel engelli Cemalettin Atabay, çocukken geçirdiği
ağır bir hastalıktan sonra yürüyemiyor. Cemalettin, hem UYD'nin
kurduğu rehabilitasyon merkezinde tedavi görüyor hem de
UYD'nin örgütlenme çalışmaları-na
katkıda bulunuyor. Atabay şunları
belirtiyor: “İki yaşında ge-çirdim
50
hastalığımı. Annem yedi
yaşındayken okula götürdü; üç
tekerlekli bisikletimle. Köyde bir
öğretmen vardı, engelli olduğum
için beni okula almadı. Babamlar da
fazla üstüne düşmedi. Sonrasında
zaten ben de istemedim. Kendi
kendime okuma yazma öğrendim.
UYD'nin konut projesinde bir ev
sahibi olmak ve yardımsız evin
içerisinde dolaşabilmek benim
hayatım için yeni bir başlangıç.”
UYD'nin "Engelsiz Erişilebilir Yaşam
Alanı Projesi" Cemalettin ve onun
gibi sosyal güvenceden yoksun 25
engelli aileyi kapsıyor. Kalıcı
konutların yanında inşa edilen evler,
yalnız yaşayacak engelli bireyler için
bir, aileleriyle birlikte yaşayacaklar
için iki ya da üç yatak odasından
oluşuyor. Spor kompleksinde
paralel egzersiz barları, kondisyon
aletleri, masa tenisi, basketbol sahası,
yüzme havuzu olacak. Toplum
Merkezi'nde ise toplantı odası,
fizyoterapi odası, kütüphane, internet erişimi olan bilgisayar laboratuarı, kafeterya - ortak mutfak,
kreş, proje kooperatifi için ofis odası,
dükkân (mini market), konuk evi ve
ortak açık bahçe, üretim atölyeleri
(Ahşap ve Saori dokuma atölyesi),
lokanta ve eğitsel mutfak bölümleri
bulunuyor.
Kimler faydalanacak:
UYD' nin üç yıl süresince bölgede
yürüttüğü saha çalışmalarında
iletişime geçtiği yaklaşık 750
engelli ile yaptığı çalışma
sonucunda, konutlar için seçilen
engellilerin özellikleri ise şöyle:
- Gelir seviyesi düşük, sosyal
güvencesi bulunmayan veya alt
gelir grubu,
- Yüzde 80 bedensel, yüzde 20
zihinsel ve diğer engelli gruplar
- Proje mekanı içinde yaşamaya
istekli engelliler,
Destekleyen kurumlar:
Arsa, Başbakanlık Toplu Konut
İdaresi Başkanlığı tarafından
tahsis edildi, alt yapı ve peyzaj
düzenlemesi için Düzce
Belediyesi ile anlaşmaya varıldı.
Myra Ajans Grafik sponsoru,
projenin logosu ve kurumsal
görünürlük çalışmalarını üstlendi.
Hollandalı yardım kuruluşu ACT
Netherlands 25 konutun kaba
inşaatının finansmanı için 500 bin
Euro katkıda bulundu.
UYD Tunceli Toplum Merkezi Açıldı
A
Tunceli sarımsağı kültüre alındı.
Endemik bir tür olan ve dünyada
yalnızca Tunceli ili ve Munzur dağları
eteklerinde bulunan tek dişli Tunceli
sarımsağının (Allium tuncelianum)
kültüre alma çalışmaları 2003 yılından
bu yana sürdürülmektedir. Aşırı ve
zamansız toplama nedeniyle yok olma
tehlikesi altında bulunan Tunceli
sarımsağının korunmasına yönelik
proje, UNDP-GEF/SGP tarafından
desteklenmektedir. Projenin ilk evresi
olan kültüre alma koşullarının
belirlenmesi çalışması tamamlanmış ve
yaygın yetiştiriciliğe geçiş aşaması olan
2. evre başlamıştır. Her iki evrede de
deneme çalışmaları, Ovacık ilçesi,
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Bahçe Bitkileri Bölümü ve Yalova
Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez
Araştırma Enstitüsü'nde
sürdürülmüştür. Aynı zamanda Ankara
Üniversitesi ZFBB Bölümünde doku
kültürü yoluyla hızlı çoğaltma
denemeleri de yapılmış, sonuç olarak
Tunceli sarımsağının sürgün kültürü
yoluyla çoğaltılması denemesinde
başarı elde edilmiştir. Bütün deneme
çalışmalarında, doğal olarak 1100-1200
metrelik yüksekliklerde, taşlı çakıllı
damarlarda yetişen sarımsağın ova
koşullarında yetiştirilebilirliği ortaya
çıkmış ve bitkinin 4-5 yıllık olduğu
belirlenmiştir.
ailelerle, kendi yaşamlarını ekonomik,
hukuksal, sosyal ve kültürel alanda
geliştirebilmeleri için, ortak çalışma ve
ilgili kurum ve kuruluşlarla buluşma ve
çözüm geliştirme başlıklarında
yürütülecek çalışma, 1 Uzlaşmazlık
Çözüm Uzmanı, 1 Tarım Ekonomisti ve
1 Psikolog desteğiyle ve Heinrich Böll
Vakfının finansal katkıları ile
yürütülecektir. Proje kapsamında,
öncelikle durum tespitinin yapılmasına
yönelik olarak, Ovacık ve Hozat
ilçelerinde ilçe merkezine göç etmiş 80
aile ve bu ailelerden, kadın, erkek ve
genç bireyler olmak üzere 3'er kişi ile
yapılacak toplam 240 anket uygulaması
yürütülecek ve bunun ardından odak
grup toplantıları yapılacaktır. Her iki
çalışmanın da sonuçları
raporlandırılarak kamuoyu ile
paylaşıma sunulacaktır.
Aynı zamanda; AB, UNDP gibi uluslar
arası kuruluş temsilcileri, ilgili sivil
toplum kuruluşları, araştırmacı ve
uzmanlar ve ilgili milletvekilleri ile de
yüz yüze görüşmeler yapılarak, bu kişi
ve kuruluşların yaklaşımları ve
uygulama deneyimleri paylaşılacaktır.
2005 Ağustos ayı başında, 5 işsiz
gençten oluşan bir ekip ile ileri düzey
bilgisayar eğitmen eğitimleri
başlayacaktır. Office programları, Web
tasarım, sistem-donanım, bilgisayarlı
muhasebe ve grafikerlik konularında
eğitim alan 5 kişilik ekibin; Ovacık,
Tunceli'ye bağlı diğer ilçeler ve Tunceli
merkezde bilgisayar kursları
düzenlemeleri sağlanacaktır.
Bu 5 kişilik ekip, Ovacık ilçesinde 250
gence bilgisayar eğitimi verecektir.
Ekibin aynı zamanda Tunceli genelinde
zayıf olan teknik destek ve benzeri
hizmetleri yapılandırmaları yoluyla
bilgisayar sektöründe iş sahibi olmaları
da sağlanacaktır.
Deneme çalışmalarının yardımıyla
projenin 2. evresi için 5 yıllık bir üretim
planı yapılmıştır. Buna göre, aralarında
yoğun toplayıcılık yapanların ve göç
etmiş ailelerden olan kadınların da
bulunduğu 20 kadın belirlenmiş, bu
kadınlarla proje danışmanı olan Prof.
Dr. Ruhsar Yanmaz'ın katılımı ile üretici
eğitimleri yapılmış ve bunun yanı sıra
bir tarımsal kalkınma kooperatifinin
kurulması yolunda örgütlenme
çalışmaları başlatılmıştır. Söz konusu 20
kadın ile 4 farklı alanda 2005 yılı Ekim
ayında, yaklaşık 5-6 dönüm arazide
ekimler başlatılacak ve Ağustos ayında
kooperatif kuruluş başvurusu
yapılacaktır. Böylece, kültüre alınan
sarımsaklar kooperatif aracılığıyla
ambalajlı, etiketli ve logolu olarak
pazarlanabilecektir. Diğer yandan,
toplayıcılığı önlemeye dönük köy
ziyaretleri ve toplantılar devam
etmektedir. Mart ayında tüm öğrenciler,
öğretmenler, subay ve astsubaylar,
belediye personeli ve çiftçilere dönük
bir dizi eğitim Mustafa Bektaş'ın
gönüllü katkılarıyla yapılmıştır.
Bunun yanı sıra, Toplum Merkezi yerel
müzik ve çeşitli sanat gruplarını da
desteklemektedir.
Tunceli Çalıştayı başlıyor
Zorunlu göç mağduru olan ve
yoksullukta en riskli grupları oluşturan
çılış, Ovacık ilçesinde 15 Haziran
2005 tarihinde yöre geleneklerine
uygun aşure dağıtımı ve ardından
büyük bir konser ile yapılan Toplum
Merkezi Sosyal Riski Azaltama
Programı tarafından desteklenmektedir.
İşsiz gençler, İşsiz kadınlar ve
Üniversite ve lise sınavlarına hazırlanan
öğrenciler için başlatılan çalışma,
toplumun en dezavantajlı kesimlerine
eğitim, istihdam ve mesleki alanda
beceri geliştirme konusunda olanak
sağlıyor.
Proje kapsamında 20 kadın geleneksel
Süryani sanatı olan Telkari gümüş
işlemeciliği atölyesinde 1 yıl süreyle
ustalık eğitimleri alacaktır.
Yüz yüze görüşmeler ve toplantılar
yoluyla belirlenen 20 kadının katılacağı
eğitimler 15 Ağustosta başlayacaktır.
Eğitimleri Mardin Midyat Süryani
Kültür Derneği'nden bir usta
sürdürecektir.
1 yıllık eğitimin ilk 6 ayından sonra
pazara yönelik takılar üretilmeye
başlanacak ve böylece atölye
kapsamındaki kadın üreticilerin gelir
elde etmesi sağlanacaktır. Aynı
zamanda, Tunceli motiflerini derleyen
ve bunu telkari sanatına yansıtan bir
tasarım çalışması da yürütülecektir.
Proje başlangıç tarihinden önce, 2004
yılının Ekim ayında, Halk Eğitim
Merkezi, Milli Eğitim Müdürlüğü,
Kaymakamlık ve UYD işbirliği ile
başlatılan üniversite ve liselere hazırlık
kurslarından 135 öğrenci yararlanmıştır.
Hazırlık kursları boyunca öğrenci ve
öğrenci ailelerine rehberlik hizmeti
verilmiştir. 2005-2006 yılını içeren
hazırlık kursları ise 2005 Ekim ayında
başlatılacaktır.
Eylül 2005
51
Saha uygulamaları sırasında, söz
konusu 80 ailenin mensup olduğu
köylerde gelecekte köye dönüşle ilgili
fiziksel altyapı ve üst yapı, ekonomik,
sosyal ve kültürel uygulamalarında
ortak davranış gösterebilmeleri ve
örgütlenmelerini kolaylaştırması
bakımından köy kurulları
oluşturulacaktır. Ailelerin, kendilerinin
belirleyeceği köy kurulları; lider
nitelikli, sözüne güvenilir ve saygı
duyulan kişilerden oluşacaktır.
Son olarak, Tunceli ilinde bir çalıştay
düzenlenerek; olanaklar, işbirliği
zeminleri ve program proje önerilenin
geliştirilmesi sağlanacaktır. Tunceli
Çalıştayı'ndan elde edilen tüm çıktılar
derlenip ilgili kurum/kuruluşlar, kişiler
ve basının paylaşımına sunulacaktır. İlk
kez göç olgusunun yaşandığı örnek bir
ilde, kamuoyuna açık bir şekilde tüm
tarafların bir araya gelerek köye dönüş
konusunu ele almaları, hem ilde
demokratik ortamların doğmasında
yardımcı olacak hem uzun yılardır
zedelenmiş diyalog zeminin yeniden
yaratılmasında etkili olacak hem de tüm
tarafların ortaklığında uygulama
önerileri oluşturulmuş olacaktır.
Tunceli'de hayvancılığa destek
Ovacık ilçe merkezine göç etmiş olan ve
göç nedeniyle tarımsal üretim bağları
zayıflamış olan 17 yoksul aile ile Gelir
Getirici Mikro Kredi Çalışması
çerçevesinde başlatılan proje,
SRAP destekli olarak
uygulanmaktadır. Söz konusu
ailelerin köylerine geri
dönüşlerinde adaptasyonlarının
sağlanması ve ekonomik alt
yapının oluşturulmasının
amaçlayan proje kapsamında, 289
koyun ve 17 koç dağıtılmıştır.
Projede, 1 ziraat mühendisi ve 1
veteriner hekim gönüllü destek
vermektedir. Proje uygulamaları
sırasında, kaymakamlık işbirliği ile
yem bitkisi, ilaç ve aşı desteği
sağlanmıştır.
Diğer yandan, söz konusu aileler
yazın köylerinde kışın ise ilçe
merkezinde bulundukları ve ilçe
merkezinde ahır olanakları
bulunmadığı için üretimde sıkıntı
yaşamaktadırlar. Bu nedenle, ilçe
merkezinde ahır yapımları için
kaymakamlık harekete
geçirilmiştir. UYD, bu projenin
deneyimi ve etki gücüyle söz
konusu 17 ailenin de içinde
bulunduğu 60 aileyi kapsayan bir
mandıra projesi hazırlamış ve
SRAP'a sunmuştur. Proje şu anda
değerlendirme aşmasındadır.
Kent
Tarımı
Dergisi
YOLSULLUKLA
MÜCADELE
No.2, Eylül 2005
Kent Tarımı Seminerleri Sonuç Bildirisi
10-11-12 Ağustos tarihlerinde, UYD (Ulaşılabilir Yaşam Derneği) tarafından düzenlenen Yoksullukla
Mücadelede Bir Alternatif “Kent tarımı” seminerleri esnasında yapılan görüşme ve toplantı sonucunda, biz
aşağıda imzası bulunan kuruluşlar Kent Tarımı'nın ülkemizde ve özellikle büyük kentlerde geliştirilmesi için
bu bildiriyi yayınlamayı uygun bulduk.
Kent Tarımı, İstanbul ve Türkiye'nin diğer bir çok ilinde, geçmişten günümüze kentsel çevre tasarımı, gıda
zincirinin ve sürdürülebilir kentsel kalkınmanın pek fark edilemeyen halkası olarak önemli bir yere sahip
olmuştur. Gürpınar'da yürütülen Kent Tarımı Projesi, eksik kalan yanları ile birlikte, özellikle yoksullukla
mücadele ve risk altındaki grupların gıda güvencesinin sağlanmasında önemli başarılar sağlamış ve bundan
sonra geliştirilecek projeler için model olma özelliğini kazanmıştır. Aynı zamanda, proje alanı kent içinde
yeşil ve güzel bir görüntü yaratarak, sürdürülebilir kent alanı da yaratmaktadır. Diğer yandan, projeye
katılan kadınların sosyal ve ekonomik yaşam standartlarında görülen değişiklikler, cinsiyetler arasında
eşitliğin sağlanması açısından önemli açılımlar sağlamaktadır.
Biz aşağıda imzası olan kurumlar olarak; kentlerimizde gıda güvenliğini arttırmak, kent yoksulluğuna
eğilmek, kentsel çevre ve sağlık yönetimini iyileştirmek ve daha katılımcı yönetişim biçimlerini olası kılmak
ile kentsel bio-çeşitliliği korumak adına İstanbul ve diğer kentlerde uygulanan kentsel tarım deneyimlerini
teşvik ederek kent yöntemlerini geliştirme iddiamızı yineliyoruz.
Biz buradaki kuruluşlar, yılda en az bir kere, kent planlama ve toprak kullanımı, atık suyun ve
organik katı atığın yeniden kullanımı, kent tarımına yönelik kredi ve pazarlama konularındaki metodolojiler,
temel ilkeler ve mekanizma araçlarını geliştirme ve yayma konusunda kendimizi görevli kılıyoruz. Tüm
kamu ve özel tarafların kent tarımının uygulanması, teşvik edilmesi ve her yönden desteklenmesi
alanlarında yapılacak çalışmaları benimsemeleri için davet ediyoruz.
Eylem Planı
1- Kent tarımını destekleyen ve içinde olmak isteyen tüm kurumlar ile bir ağ kurularak birlikte çalışma
koşullarını yaratmak.
2- Uluslar arası alanda benzer çalışma yürüten kurumlar ile ilişki kurarak daha geniş ağlara dahil olmak ve
dünya ölçeğinde gerçekleştirilen konu ilgili her türlü çalışma ve deneyime ulaşmanın koşullarını yaratmak
3- Tanıtım toplantıları, sunumlar vs ile belediyelerin ve şehir plancıları odalarının gündemine “imar
planlarına kent tarımı kavramının da sokulması için çalışma başlatmak
4- Uygulama örneklerini yaşama geçirerek yoksullukla mücadele ve gıda güncesinin sağlanmasında etkili
önlemler almak.
Kalkınma alanında çalışan tüm resmi ve sivil kurumları, tarım ile ilgili çalışma yürüten araştırma enstitüleri
ve üniversiteleri ve özellikle de tüm belediyeleri bu bildiriye sahip çıkmaya davet ediyoruz.
Bu yayın Avrupa Birliği
desteğiyle oluşturulmuştur. Bu
yayında geçen görüşler hiçbir
şekilde Avrupa Birliği görüşlerini
yansıtmamaktadır. Proje Avrupa
Birliği Komisyonu tarafından
finansal olarak desteklenmekte
ve Türkiye İş Kurumu tarafından
yürütülmekte olan Aktif İş Gücü
Programları kapsamında
gerçekleştirilmektedir.
Kent Tarımı Dergisi; Kent
Tarımı İçin Kaynak
Merkezi (RUAF) ve ETC
Hollanda tarafından
yürütülen ve DGIS
Hollanda ve IDRC
Kanada tarafından
finanse edilen program
çerçevesinde
basılmaktadır.
Kent Tarımı Dergisi 4 ayda
bir basılır.
İngilizce olan yayına
www.ruaf.com
adresinden ulaşılabilir.
Bu Sayıda Yer Alan
Yazarlar
- Sangeettha
Purushothaman
- Çağdaş Kaya
- Joanna Wilbers,
Alice Hovorka,
René van Veenheuizen
- Gordon Prain
- Beacon Mbiba
- Cai Yi Zhong,
Zhang Zhangen
- Prof. Dr. Nükhet Hotar
Başargan
- Jac Smith
- Coşkun Can Aktan,
İstiklal Yaşar Vural
- Takawira Mubvami,
René van Veenheuizen
- Reşat Akçay
- Uz. Gülay Beşirli
- Çağdaş Kaya
Sorumlu Editör
René van Veenhuizen
(Urban Agriculture
Magazine)
Editör
Çağdaş KAYA
Tasarım
Jan Hiensch, Leusden
Atilla Akın, Türkiye
Baskı
DataPrints®, İstanbul
Avrupa Birliği Tarafından finanse edilen ve İŞKUR tarafından yürütülen Aktif
İstihdam Tedbirleri Programı kapsamındaki KENT TARIMI PROJESİ, Ulaşılabilir
Yaşam Derneği (UYD) tarafından, Gürpınar Belediyesi (İstanbul/ Büyük Çekmece)
işbirliği ile hayata geçirilmektedir.
Katkılarınız için 2500 kelimeyi geçmeyen, illüstrasyonları mümkünse dijital ortamda, referans ve giriş bölümü bulunan makalelerinizi bekliyoruz. Ayrıca göndereceğiniz tüm
resim ve ilgili çalışma konferans ve yayınlarla alakalı bilgi gönderebilirsiniz. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz reklam ve ilanlarınız için; Meşrutiyet Cad. No:180 Nur
Apt. Kat:4 Şişhane, Beyoğlu adresi, 0 212 243 99 80 no'lu telefon ve 0 212 243 98 25 no'lu faks numaraları ve ayrıca www.uyd.org.tr web sitesi aracılığı ile başvurabilirsiniz.
Adres
Meşrutiyet Cad. No:180
Nur Apt. Kat:4
Şişhane Beyoğlu,
İstanbul / Türkiye
Tel: +90.212.2439980
Fax: +90.212.2439825
www.uyd.org.tr
([email protected])
www.ruaf.org
([email protected])

Benzer belgeler