SAYI - 1 - bağlar mesleki ve teknik anadolu lisesi

Transkript

SAYI - 1 - bağlar mesleki ve teknik anadolu lisesi
Büyük Usta Yaşar Kemal’i saygıyla anıyoruz...
BU SAYIDA...
• Başlarken / Şirvan Kılınç / 3
• Kimsesiz Kız’daki Perrine’e Mektup / Bahar Aslan / 4
• Oktay Rifat ile 9 Gün / Dilan Arslan / 7
• Hemingway’in Yaşlı Adam’ına Mektup / Sevda Elaltunterin / 14
• 2015’e Mektup / Elif Demir / 20
• Halil Cibran ile 6 Gün / Zilan Gül / 23
• Behçet Necatigil’e Mektup / Esra Bayram / 30
• Odysseia’daki Nilüferyiyenler (Lotusyiyenler) Adası’na Mektup / Hilal Özdemir / 35
• Barış (Şiir) / Nur Pelda Özkaya / 37
• Oz Büyücüsü’ndeki Teneke Adam’a Mektup / Zehra Mitan / 38
• Anneme Mektup / Kader Kılıç / 41
• Alimlerin Alimi Molla Gürani’ye Mektup / Ruşen Yıldırım / 43
• Öğretmenlerim / Gülhat Güzelgül / 46
• Bağlar Seni Seviyorum / Amine Kara / 48
• Ben Bağlar’ım / Sevda Turan / 49
• Bağlar (Köy Pazarı ya da Bahar Projesi) / Bahar Oynak / 50
• Christy Brown’a Mektup / Funda Mutaş / 53
• Yılmaz Güney’e Mektup / Nurgül Çakır / 56
• Ardından (Şiir) / Mahsum Öztek / 58
• Sabahattin Kudret Aksal ile 1 Gün / Zilan Bilici / 59
• Aşık Veysel’e Mektup / Berfin Azarak / 62
• İnci’deki Kino’ya Mektup / İlknur Yalıç / 66
• John Steinbeck’e Mektup / Sedanur Taş / 69
• Orhan Pamuk’a Mektup / Pervin Tanrıverdi / 71
• Sınıfımdan Mektuplar / 79
• Hasırcı Kız’daki Pierrot’a Mektup / Zeynep Bulut / 87
• Cümlemizin Adı Yok / 89
gülümse
BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
YIL: 1 SAYI: 1 NİSAN 2015
MÜDÜR: Şirvan Kılınç
REHBERLİK: Eşref Biçen (Kültür-Edebiyat Kulübü Rehber Öğretmeni)
İNCELEME KURULU: Ahmet Yaşar Yanmaz (İngilizce Öğretmeni), Veysi Çoban (Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni), Mahsum Öztek (Türk Dili
ve Edebiyatı Öğretmeni), Güneş Şen (Konaklama ve Seyahat Hizmetleri Öğretmeni)
SEÇİCİ KURUL: Gülhat Güzelgül (10.Sınıf), Ruşen Yıldırım (10.Sınıf), Semra Aslan (10.Sınıf), Casel Aktepe (9.Sınıf), Zilan Gül (9.Sınıf)
GRAFİK TASARIM, KAPAK: Şener Özmen (Görsel Sanatlar Öğretmeni)
İLETİŞİM: Bağlar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, Bağcılar Mah. 1143. Sokak No: 5, Bağlar / DİYARBAKIR
Tel: (0412) 2905370 e-posta: [email protected]
gülümse, MEB Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği’nin (TD: Şubat 2005/ 2569) “Yayınlar” başlıklı 24. maddesi esas alınarak hazırlanmıştır. Ürünün sorumluluğu ilgili ürün sahibine aittir. Yazılar iade edilmez.
...başlarken
Sevgili Öğrenciler,
Kısa süre önce katıldığım bu
eğitim camiasında ışıl ışıl gözlerle geleceğe umutla bakan siz
gençleri görmekten son derece
mutluyum.
Eğitim, uzun süreli davranış
değişikliği yaratan ve toplumların kültürlerinin temelini oluşturan zorlu bir süreçtir.
Toplumları ayakta tutan ne
insan sayısının fazlalılığı ne de
değerli madenlerin fazlalığıdır.
Onları ayakta tutan, sağlam
kültür yapılarıdır ve bu kültürün
yapı taşları siz öğrencilerimizden oluşur.
Size yön veren toplumun ruh
mimarları da öğretmenlerimizdir. Öğretmenlerimiz, bu zorlu
yolda sizlere rehberlik edecek
asli unsurlardır. Aslında her toplum öğretmenlerin aynasıdır.
Öğretmenleri maddi ve manevi
açıdan güçlü eğitim politikalarıyla desteklenen ve ona her
türlü donanımın sağlandığı bir
toplumda yetişecek öğrenciler
de ruhen ve bedenen güçlü ve
donanımlı olacaktır.
Bulunduğumuz yüzyılda güç
silahla değil, ahlakladır. Ahlaki,
duyarlı bir toplum yaratmak öncelikle biz öğretmenlerin görevidir. Azim ve kararlılıkla el ele
tüm ahlaki yozlaşmalara karşı
durarak çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak ancak ve ancak
geleceğin ailelerini oluşturacak
siz evlatlarımızın eğitimi ile
mümkündür. Bu evlatlarımız
içinde kız çocuklarımızın eğitimi çok daha önemlidir. Nüfusun
cinsiyete göre dağılımında eşitlik olmasına karşın toplumsal
cinsiyet eşitsizliği, geleneksel
olarak gerek kamusal alanda
gerek aile içinde halen devam
etmektedir.
Türkiye’de erkek ve kız
çocuklarının okullaşma sayılarında bakıldığında halen on binlerce kız öğrencinin farklı
nedenlerle okullara gönderilmediği görülmektedir. Öncelikle
hedefimiz cinsiyet eşitliğine
dayalı, ahlaken üstün, çevreye
duyarlı, kendisiyle barışık,
özgüvene sahip vicdan sahibi
birey yetiştirmek olup bu
görevde sizlere rehber olacağım
için farklı bir gurur ve heyecan
içindeyim. Okulumuzun açılışının ilk yılında sadece 9. ve 10.
sınıf öğrencileriyle çıkarılan
“gülümse” dergisi de bu rehberliğin farklı bir boyutudur. Bu
dergide emeği geçen herkese
teşekkür ediyor, sizleri sevgiyle
selamlıyorum.
ŞİRVAN KILINÇ
BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK
ANADOLU LİSESİ MÜDÜRÜ
3
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
KİMSESİZ KIZ’DAKİ PERRINE’E MEKTUP
Bahar ASLAN (9.Sınıf)
4
Sevgili Perrineciğim,
Sen çok tatlı ve iyi bir kızsın. Anne ve babanı kaybettiğinden dolayı çok üzüldüm. Ama sen güçlü bir kızsın, her şeyi
atlatacaksın, buna eminim.
Annen seni çok seviyordu. Senin için hastanede yatmadı;
çünkü seni tek başına bırakamazdı, buna gönlü el vermezdi.
Aklı hep sende olduğundan ne iyileşebilir ne de seni aklından
çıkarabilirdi. Bunun için seni bırakıp tedavi olmaya gitmek istemedi. Maddi anlamda bir güvenceniz de olmadığından tedavi olmadan vefat etti. Anneni ne kadar sevdiğini biliyorum.
Baban yoktu zaten. Anneni de kaybedince çok üzüldüm.
Hele annenin tedavi olabilmesi ve daha iyi bir yerde bakılması
için belki de en yakın olanı Bıçkın’ı satman beni çok duygulandırdı. Neyse, daha fazla seni üzmek, anneni babanı hatırlatmak istemiyorum. Daha güzel şeylerden bahsetmek istiyorum. Mesela akrabalarını bulma çabanı. Ben seni gerçekten
çok mücadeleci buluyor ve bu konuda tebrik ediyorum. Dünyada kalan son akrabalarını bulmak için yollara düştün zor da
olsa aileni buldun, ayaklarının üzerinde durdun. Bu zorluklara
herkes katlanamazdı.
Senin gibi olabilmeyi çok isterdim. Fabrikada çalışmaya
başladığında akraba olduğunuzu bilmediğiniz halde dedenle
birbirinize kanınız ısındı. Ama senin yerinde olsaydım babamın fotoğrafını gördüğümde ona her şeyi açıklardım. Diyeceksin ki açıklamaya çalıştım, ama dedem konuşmama izin
vermedi. Ne olursa olsun başından geçenleri açıklamanı isterdim. Bu benim görüşüm. Dedene kavuştun ya, onun sıcak
yüreğine ve kollarına sarıldın ya, gözlerine bakıp doya doya
sevinç gözyaşlarını döktün ya, gerisi önemli değil. Hangi mutluluk seni böyle duygulandırabilir ki? Sonunda kavuştunuz.
5
Deden seni ne kadar seviyormuş meğer! Çok aradığı torununu
yanı başında bulmuştu. Ee, daha ne olsun? Senin gözlerine bakabilmek için ameliyat dahi oldu.
Perrine, sana imrendim doğrusu. Ben de senin gibi azimli,
mücadeleci, güçlü olmak isterdim. Bu, bir istek; ama inanıyorum ki senin bu yönlerini bundan sonra kendime örnek alacağım.
Seni dedene benzettim. Deden de senin gibi acılara karşı
güçlü. Ameliyat olunca narkoz uygulamak istemişler, ama
deden buna izin vermemiş. Ellerini tutarak, yüreğine dokunarak acıyı hissetmeme yolunu seçmiş.
Deden, gözleri açıldığında seni babana benzetti. Artık mutluydun. Bıçkın’a da kavuşmuştun.
Perrineciğim, senden bir isteğim var: Bana deden ve Bıç-
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
kın’la çekilmiş bir fotoğrafını gönderir misin? Çünkü dedeni
ve Bıçkın’ı çok merak ediyorum.
Bu arada Mühendis Farby’ye karşı boş olmadığını biliyorum. Artık düğünde görüşürüz. Şahidin benim, ona göre.
Perrine, canım arkadaşım, sonunda hak ettiğin mutluluğu
buldun. Umarım hayatın hep güzelliklerle geçer, yaşadığın
acılar da geride kalır. Mektubuma cevap bekliyorum. Sana,
dedene, Bıçkın’a kucak dolusu öpücük gönderiyorum.
Sevgilerimle…
6
ldı,
itimi a işi
ğ
e
k
t
tm
u ku
r Malo
is'te h me aldığı ye 878
o
r
t
a
c
P
e
.
r
H
ri, 1
Kale
ya z a
ansız tkusu oldu. tanıtan ese isimli
r
F
)
7
ille)
lelere
–190
asıl tu
(1830 biyat onun nu geniş kit k (Sans Fam tutunma
o
u
ta
de
ama e ap arasında imsesiz Çoc cuğun haya hoşgörü
t
o
K
i
ç
ve
aşkın k yayımlanan kimsesiz bir cuk, sevgi
o
ş
yılında . Terk edilmi Kimsesiz Ç andır.
r
n
ı
m
e
kitabıd lesi ni işley naklı bir ro
u
e
k
d
o
müca ı işleyen d
ın
temas
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
OKTAY RİFAT İLE 9 GÜN
Dilan ARSLAN (9. Sınıf)
25.12.2014
Sabah kalkar kalkmaz Oktay Rifat’ın şiirlerini okudum.
İnsan yeni bir güne zinde uyanmak için erken yatar. Sabah
yeni bir güne başladığı zaman o gün yaşadığı acıları, üzüntüleri unutmak ister. Hani derler ya insan umutlarla doludur.
Gerçekten de öyleymiş. Şiirleri okudukça hayata, düşmanlarına karşı yenilmemeyi ya da ne bileyim küçümsememeyi öğrendim. İnsanı hayata bağlayan umut ve inançmış. Eğer sen
hayata olan güvenini ya da inancını kaybedersen o hayattan
ne zevk alırsın ki? Hayatın anlamı kalmaz.
Belki hayattan bıkmışsın ya da yaşadığın o acılar unutulmayacak gibi. Evet, acılar o kadar zor ki zamanla içine atarsın,
için yanar. Acılar bir hançer gibi saplanır kalbine. O zaman
nefes alamazsın. Gün geçtikçe daha da derine iner. Hayattan
soğumaya başlarsın. Bundan kurtulmak için başka yollar ararsın.
Her şey senin elinde, sakın hayatta pişman olacağın bir yola
girme. Umudunu yitirme, insanı ayakta tutan umuttur.
28.12.2014
Sınavlarım nedeniyle şiirlerini okumadım. Umarım bana
darılmamışsındır. Ne yapalım hayatta düşmanlara karşı yenilmemek için çaba sarf etmen lazım, çalışman lazım. Bir yere
varmak için düzenli bir şekilde çalışman lazım. Hayallerinin
peşinden koşman lazım. Belki sen de diğer insanlar gibi düşünüyorsun. “Hayaller hiçbir zaman gerçekleşmez ki...” diyorsun. Ama sana katılmıyorum. Hayalini kurduğum bir şeyin
gerçekleşmesini gönülden istersen, çaba gösterirsen neden
gerçekleşmesin? Hayaller de bir sınav gibidir. Eğer sen bir sı-
7
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
nava çalışmayıp yüksek not beklersen o zaman beklediğin
notu alamazsın. Ancak o sınava düzenli bir şekilde çalışırsan
hak ettiğin o notu almaman için hiçbir sebep olmaz.
29.12.2014
8
Sen hiç aynaya bakıp: “Niçin geldim dünyaya ya da amacım ne; kendime, etrafımdakilere zarar vermek mi yoksa yararlı olmak için çaba sarf etmek mi?” diye sordun mu kendine?
Her sabah kalktığın zaman bir gün de başkaları için ya da
süslenmek için aynaya bakma. Kendin için bir kere de bak.
Ben kimim, niye geldim dünyaya, ailem okumam için o kadar
emeği niye harcıyor? Emeklerinin karşılığını veriyor muyum?
Görmüyor musun ailen seni okutmak için ne zorlukları aşıyor? Sadece kızım okusun, bizim gibi bir hayatı olmasın, biz
kendimizi kurtaramadık bari o kurtulsun, diye. Peki biz bunun
karşılığını veriyor muyuz?
Tamam okumayın. Sonrası ne olacak? Erken yaşta evlilik,
kaynana dırdırı, kim bilir belki aile içi şiddet. Bir de bakacaksın ki yaşamadan yaşlanmışsın.
Okuyun, kendinizi toplumda ezdirmeyin. Görmüyor musunuz toplumumuzda kadınlar nasıl hor görülüyor, küçümseniyor, şiddet görüyor? Sizce artık buna dur demek için tam
zamanı değil mi? Siz de okuyun, kendinizi başkalarına ezdirmeyin. Sonuna dek haklarınızın peşinden koşun.
30.12.2014
Geleceğinin kötü olacağını hissettin mi geçmişe dönmek
istersin. Ya da geçmişte acılar yaşadın mı hemen unutulsun
istersin. Ama unutamazsın. Kalbinde bir bıçak izi gibi kalır.
Sanırsın ki gün geçtikçe o yaralar kabuk bağlar. Ama hatırlamaya çalışırsan o zaman da yanar.
Hani elin kesildiği zaman yanar, için parçalanır acısından.
Acısını dindirmek için merhem alırsın. Sürdüğün zaman acısı
geçer.
Ama bunun merhemi, dermanı yok. Hatırladıkça kabuk tazelenir. Daha da çok yanmaya başlar.
Uzak bir gül kokusu aynada,
boynu bükük tutsak, unutulmuş kör kandil
beyazlığında sofanın güpegündüz.
Gerçektende şiirde dendiği gibi acıları hatırladıkça boynun
bükük ve tutsak kalır.
Aslında hayatın gerçekleri bu. Hayat her zaman insana kolaylıklar sunmaz.
31.12.2014
Yeni bir yıla belki dakikalar kaldı sadece. Yeni bir gelecek
için hayaller kuruluyor, planlar yapılıyor belki.
Hani derler ya yeni yıla ne yaparak girersen bütün yılın öyle
geçermiş. Ben de inanırdım. Akşamları saat 12’lere kadar ders
çalışırdım. Yeni yılım hep ders çalışarak geçsin diye. Ama artık
nedense öyle yapmıyorum. Artık bana öyle şeyler batıl inançmış gibi geliyor. İnsan zamanla her şeyin farkına geç de olsa
varıyormuş.
2015’te gerçekleştirmek istediğim pek çok hayalim var.
Oktay Rifat, ben de senin gibi bir şiir kitabı yazmak istiyorum.
Sence yazabilir miyim?
Şiirlerini okudukça nedense kendime olan özgüvenim artıyor. İçim kıpır kıpır oluyor. Sanki mutluluk tüm bedenimi
sarıyormuş gibi oluyorum. Bir insanın bu duyguları hissetmesi
kim bilir senin için nasıl bir duygudur? İnşallah zamanı geldiğinde ben de senin gibi şiir kitapları yazarım. Kim bilir belki
o zaman insanlar şiirlerimi okuduğu zaman benim sana günlük yazdığım gibi onlar da bana yazarlar.
Şimdi burada yanımda olsaydın belki bana katılırdın, yardım ederdin bana, yol gösterirdin. Kim bilir belki şimdi yanımdasın, beni izliyorsun. Sesini duyuyorum:
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir
Kal, diyorum; biraz daha kal. Gitmek istiyorsun Perçemli
Sokak’tan seslenerek:
Köşe başını tutan leylak kokusu
Yakamı bırak da gideyim
9
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
01.01.2015
Hayattaki bütün sevgilerin karşılıklı olması gerekmez.
Çünkü bu hayattaki bütün sevgiler karşılıklı olsaydı dünyada
sevgi olmazdı. Her şeyin karşılıklı olması lazım diye bir şey
yok. Bence hayatta en güzel şeydir karşılıksız sevmek. Sevgini
sadece içinde yaşıyorsun. Sebepsiz, hesapsız öylece seversin.
Ya aşk nedir?
Bence aşk bir şeye körü körüne bağlanmaktır. Birine bağlandın mı hiç kopamazsın, kopsan da acı çekersin. Hep yanında olsun istersin. Seni korusun, sevsin istersin. Onu
kimseyle paylaşamazsın. Beraber geleceğe dair hayaller kurarsınız. Birbirinize ayrılmamak için sözler verirsiniz.
Ya ayrılırsanız?
O zaman da canın yanar, acı çekersin. Unutmak için başka
yollar denersin.
Ömür boyunca birbirinizi seveceksiniz, diye bir şey yok
bence. Bir gün ansızın bir şey olur ayrılırsınız, birbirinize darılırsınız. Kalplerinizi kıracak bir şeyler yaşarsınız, ayrılırsınız.
Aradan günler, aylar geçer; tam unuttum dersin, bir de bakmışsın içinde yeniden filizlenmiş. Tekrar o yaranın kabuğu tazelenir, yine acı çekersiniz.
Hayatta ya karşılık beklemeden seveceksin ya da böyle acı
çekeceksin. Karar senin. Unutma, aşk bazen kararları da tanımaz. Çünkü o, “rüzgârlı imgelere çadır kurmaktır” ve “taşın
yalnızlığı içinde diri olmak”. Çünkü “Bir aşka vuran güneş kolayca batmıyor / Yanıyor bin kollu şamdanı, tutuşuyor.”
02.01.2015
Hayatım boyunca acılarımı peşimden getirdim. Hani bir an
mutluluk duymak istersin ya olmaz işte. İçindeki acıları hep
atmak, unutmak istersin. Bunun için elinden geleni yaparsın.
Sadece bir mutluluk, bir sevinç yaşamak istersin. Yaşayamazsın, çünkü içindeki acılar hiçbir zaman peşini bırakmaz. Ve
yıllar boyunca birazcık gülümsemeye hasret kalır bedenin. Ve
hayatın boyunca o acılarla yaşayıp gidersin.
Mutlu olduğun anların değerini çok iyi bilmelisin. Çünkü
Oktay Rifat
11
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
o günlere geri dönmek istersen bazen geç olabilir, o değirmene dönebilirsin.
Ordan bir perdenin gülü, burdan bir zakkum
Dalı, sevinçler, aşklar toplardın torbana.
Üstüne serçe sürüsü inmiş, o mutlu
Ağaca benzerdin, deniz kokan yollarda
Şiirler düştü mü aklına! N’oldu sana!
Boşaldın, susuz değirmene döndün şimdi!
Unutma, hayat keşkelerle doludur. Yaşadığın hayatın kıymetini bil. Sen de pişman olacağın bir olay yaşama.
03.01.2015
12
Bir saatlik de olsa insan mutlu olmak ister. Sevdiklerinin
yanında olmak ister. Onlarla bir ömür yaşamak ister. Bir saat
uzak kaldın mı hemen özlemeye başlarsın. “Nerdesin, ne
zaman geleceksin?” diye sorular sorarsın. İnsan hep sevdiklerinin yanında olacak diye bir şey yok ki. Ya iş ya da başka bir
şey, yani bir gün kopacaksın onlardan, özlem çekeceksin.
Biraz canın yanabilir, sızlayabilir; ama zamanla alışacaksın.
Herkes mutlu olmayı ister; ama hak eden, çabalayan kazanır.
Bence mutlu olmak bir güzellik gibidir. Gelip geçicidir.
İnsan güzelliğini bir yaştan sonra kaybeder. Zaten önemli olan
yüzdeki değildir, o gelip geçicidir; önemli olan iç güzelliktir.
İçinde kin, öfke beslemezsen o zaman temiz kalpli olursun.
Kendinle ve çevrenle barışık olursun.
Biri sana sürpriz yaptı mı dünyalar senin oluyormuş gibi
mutlu olursun. Göz bebeğin ışıldar mutluluktan.
Mutluluk benim için öyle bir duygudur ya senin için mutluluk nedir?
Sence mutluluk sevdiğin birini kalbinde taşımak mı yoksa
mutsuz olacağın biriyle ömür boyu yaşamak mı? Yoksa ikisi
de değil mi?
Bunu ancak yaşayan anlar. Ya da bunları anlaman için yaşaman lazım.
Oktay Rifat
04.01.2015
Kim bilir, belki bu size yazacağım son günlük olur. Sizin sayenizde daha yeni hayatın güzelliklerinin farkına vardım. Hayatta önemli olanın zorlukları başarmak olduğunu öğrendim.
Hayata olan bakışım değişti. Kendime olan özgüvenim arttı.
Kim bilir belki başka değişiklikler de olmuştur hayatımda.
Belki bunların farkına da zamanla varırım.
Oktay Rifat
(1914-1988) Trabzon’da doğdu. Şair, romancı, oyun yazarı. Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Orhan Veli ve Melih Cevdet
Anday’la “Garip” şiir hareketini (Birinci Yeni) başlattı. 1955’te yayımladığı “Perçemli Sokak” adlı şiir kitabıyla “İkinci Yeni” adı verilen şiir
hareketine yöneldi.
13
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
HEMINGWAY’İN YAŞLI ADAM’INA MEKTUP
Sevda ELALTUNTERİN (9. Sınıf)
14
Amcacığım,
Satırlarıma başlamadan önce o muhterem ellerinizden
öper, saygı ve sevgilerimi gönderirim. Umarım iyisinizdir.
84 gündür balık tutamadığın için çok üzüldüm. Keşke o an
yanında olabilseydim. En azından elimden geldiği kadar yardım ederdim sana. Ama şu anda elim kolum bağlı bir durumdayım. Ve kendime kızıyorum, yanında olamadığım için. Ama
olsun belki böylesi daha hayırlıdır. Yanına yardımcı çocuk aldığına çok sevindim. Bir an çocuğu değil de beni yanına aldığını sandım.
İkinizin arasındaki sevgiyi belirtmeden geçmek olmaz.
Öyle bir sevgi var ki aranızda anlatamam. İki dost mu desem?
Bilemedim. Açıkçası aklım ermiyor bu sevginize. Hani bazı
dostluklar vardır, ölümden başka hiçbir şey ayıramaz onları.
İşte siz ikiniz de öylesiniz. Doğruyu söylemek gerekirse
benim hiç böyle bir dostum olmadı. Olduysa da gerçek dost
değildi. Yani anlayacağın benim hiçbir zaman mutluluğumu,
üzüntümü ve derdimi paylaşacağım bir dostum olmadı.
Ben her zaman kitaplarla dost olmaya çalıştım. Bu nedenle
sen çok şanslısın. Ama bunun değerini iyi bil, çünkü dostluklar öyle kolay kazanılmıyor. Hele de bu devirde. Sizin bu sevginizden anladığım kadarıyla birinin mutluluğuna çok
sevinebilmek, üzüntüsünü paylaşmaktan daha sağlam yürek
ister.
Bu çocuğun yanından ayrılması kahretti beni. Ama yine de
sen takma kafana. İkiniz birbirinizi sarıp kolladıktan sonra ne
olursa olsun kimse engel olamaz bu sevginize. Yeter ki değer
verin sevginize. Birbirinizin yanında olmasanız da.
Çocuk, başka yerde çalışırken bile hep seni düşündü. Senin
her boş dönüşün var ya onun için bir ızdıraptı. Tekrar senin
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
yanına gelmek istedi. Ama sen kendinden çok onun geleceğini
düşündün ve kabul etmedin. Şimdi söyler misin bana senden
başka kim yapardı bu iyiliği? Kim düşünürdü kendinden çok
karşısındakini? Dünyamızda bunlardan kaç kişi kaldı? Mesela
ben bile olsaydım karşımdakinden çok kendimi düşünürdüm.
Karşımdakinin hayatı ilgilendirmezdi beni. Bana ne onun hayatından, ne yaparsa yapsın, nasıl olsa ben ondan üstünüm
diye düşünürdüm herhalde. Senin bu davranışını görünce
kendimden utandım.
Çevrendeki balıkçıların seninle alay etmeleri hiç hoşuma
gitmedi. Kimse kimseyi ilgilendirmez. Yalnız ve yalnız herkes
kendinden sorumludur. Ama sen onları boş ver. Çünkü senin
boş insanlara ayıracak kadar değersiz vaktin yok. Çocuk o
kadar yardımsever ki… Sana balık tutmak istedi. İyi ki de
kabul ettin. Çünkü kim böyle güzel bir dostunu kırabilir ki?
Evinin duvarlarında karından yadigâr fotoğraflar asılı. Onlara her baktığında karın aklına geliyor. Her insan elbet bir
gün yok olacaktır. Ama onun yok olması hatıraların da yok olması anlamına gelmez. Bu davranışın çok güzel.
Aslında çocuğun patronu Martin de çok iyi biri, çünkü kim
bilir kaç defa size yemek verdi. Hiçbir iyilik boşa gitmediği
gibi bu iyiliğin de boşa gitmemesi lazım. Sen de bunun bilincinde biri olarak büyük bir balık yakaladığın zaman karın etlerini ona vermek istedin. İyi bir karar verdin.
Bunların yanı sıra çocuk terbiyeli biri. Sen oturmadan yemeğe oturmayan ve saygıda kusur etmeyen biri. Senin, ellerini
nerede yıkadığını bile düşündü. Sana yeni bir gömlek, kalın
bir ceket, ayağına giyebileceğin bir şey bir de yorgan bulması
gerektiği bile geçti aklından.
Sen bizim gözümüzde balıkçıların kralısın. Fakirsin, ama
mertsin. Sana bir şey söyleyeyim mi? Ben okumayı sevmeyen
bir öğrenci olsaydım deniz kenarında, balıkların ortasında yaşayan senin gibi fakir bir balıkçı olmayı tercih ederdim.
Çocukla beraber maçlarla ilgili konuşurken doğruyu söylemek gerekirse sizi iki dost gibi değil de baba-oğul gibi hissettim nedense. Hele de senin onu çalar saat gibi uyandırman
çok etkiledi beni. Keşke beni de uyandıran, senin gibi güçlü
bir çalar saatim olsa. Kimbilir ne güzel olurdu!
Başka ülkeleri ve aslanları çocuğu sevdiğin gibi sevmen de
15
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
16
aslında güzel bir şey. Senin gibi kim kendi ülkesi varken başka
ülkeleri sever ki? İşte sen diğer insanlardan farklı olduğun için
seviliyorsun ve hâlâ da sevilmeye devam ediyorsun.
Balık tutarken yemek yemiyormuşsun. Bu nedenle beni
çok üzdüğünün farkında mısın? Seni suçluyorum belki. Kim
bilir balık kokularından ya da canın istemediğinden yemiyorsun belki de. Ama değer mi beni üzmeye? Ne olursa olsun
senin bizden daha fazla yemek yemen lazım ayakta kalabilmen için. Yoksa yolda yürüyemez hali geçtim, kımıldayacak
halin bile kalmaz bir zamandan sonra. İşte şimdi anlıyor
musun beni? Sana ihtiyacımız var. Çünkü bizi de yetiştirip
kendin gibi mücadeleci biri yapmalısın.
Kırlangıçları çok seviyormuşsun. Ben de aslında çok severim ve üstelik bir kırlangıca sahip olmak isterim. Ama onun
o yükünü, ona olan sorumluluğumu ya yerine getirmeyi unutursam, ya benim yüzümden ona bir şey olursa diye hep endişeleniyorum. Umarım bir gün bir kırlangıca sahip
olduğumda sen de o zaman beni bilgilendirirsin. Hatta belki
beraber o kırlangıca sahip çıkarız.
Balık tutarken bir şey çok dikkatimi çekti. Sen balıkları tuttuğun oltaların ucuna yemler bağlayıp balıkları kandırmaya
çalışıyorsun. Sence bu doğru bir şey mi? Bence çok yanlış.
Çünkü bir düşünsene sen bir balıksın. Her şey iyi güzel giderken birden yanına bir yem geliyor. Sen bunun bir tuzak olduğunu bile düşünmeden onu yiyorsun. Yemek zorundasın
karnını doyurmak için, oysa yanındaki tehlikeyi göremiyorsun. Ölüm kalımla pençeleniyorsun, ama sen bunun farkında
bile değilsin. Ve tam onu yerken kendini bir kovanın içerisinde
buluyorsun. Nasıl olduğunu anlamıyorsun bile. Ama iş işten
geçmiş oluyor. Çünkü neredeyse kaçma ihtimalin bile yok.
Seni evine götürüp pişirirken anlıyorsun ki hayatının sonuna
geldiğini. Bütün sevdiklerinden ayrılacağını. Birkaç saniye
içinde ise onun midesindesin ve artık sen yoksun. İşte bu yüzden bu davranışını onaylamıyorum. Hayvanları kandırıp onları elde etmeyi veya elde etmeye çalışarak onun canını
yakmayı. Tamam dünyada böyle bir düzen var. Ama başka şekilde avlasan onları olmaz mı? Avladın diyelim, bari canlarını
acıtma. Çünkü onun da senin gibi bir canı var. Senin sadece
o zavallılardan aklın üstün. Bence bunu düşündüğünde bana
hak vereceksin.
Ernest Hemingway
Sen çok azimlisin ve işinde başarılısın. Ama nedense kısmetin olmadığından hep elin boş dönüyorsun ve bu yüzden
karamsarlığa kapılıyorsun. Senin de elbette bir kısmetin var,
ama daha bunun zamanı gelmedi. Biraz sabırlı ol.
Bir aralar kaplumbağa avcılığında çalışmışsın. Kaplumbağaların kalpleri kesiliyor, parçalanıyor. Bazıları onlara hiç acımıyor. İşte böyle insanlarda kalp diye bir şeyin olduğunu
düşünemiyorum. Aslında bizim hayvanlardan çok kötü bir
halimiz var. Çünkü biz onları öldürüp cinayetlere sebebiyet
veriyoruz. Onlar ise birer kurban. Her şeyden habersiz bir
durumda.
O kuş sayesinde bir sürü balık denizden çıkıverdi. Hem de
palamut. Ama bu palamut yakalanmamak için çok direniyordu. Ben böyle hırslı ve azimli bir balık ne gördüm ne de
buna şahit oldum. Balığı yakalamasan bile görmek istemen
bence çok güzel bir davranıştı. Çünkü belki de sen de ilk defa
böyle biriyle karşılaşacaktın. Ama keşke o çocuk da yanında
olsaydı, belki ikiniz bir olup üstesinden gelirdiniz. Ne demişler: Birlikten kuvvet doğar.
Ama her şeye rağmen çocuk yanında yoktu. Senin hiçbir
şeyi aklından geçirmeden sadece ve sadece balığa yönelmen-
17
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
18
den başka bir alternatifin yoktu. Yoksa bu kıymetli balığı da
kaçırıverirdin elinden. İşte o zaman daha da kötü olurdu her
şey.
Kuşla konuşman güzel bir şeydi. Ama balık kımıldadığından kuş korktu ve ortadan kayboldu. Bu balık yüzünden parmağını yaraladın. Parmakların bir türlü açılmıyordu. Çok
üzüldüm bu duruma. Hatta bir an: “O balığı yakalamak için
fazla direnme, çünkü o balık sana layık bir balık olamaz.” diyerek haykırmak geldi içimden.
Balık yüzeye çıkıp kendini gösterdikten sonra tekrar dibe
battı. Çok büyüktü. Kim bilir daha önce sen kaç defa böyle bir
balık yakalamıştın? Ama yakalarken sen yalnız değildin. Çocukla beraber gelmiştiniz üstesinden. Sonra içinden dualar
okumaya başladın.
Sen ve balık öyle bir direndiniz var ya! Gerçekten ben bile
çok korktum. İkinizden birini kaybetseydim çok üzülürdüm.
En sonunda sen o balığı yakaladın, ama o balığı başka bir
balık aldı. Allah’tan sana bir şey olmadı. Kolun falan yaralandı,
ama her neyse. Belki böylesi daha iyidir.
Gelelim senin asıl balıkçı, asıl mücadeleci yanına. Kılıçbalığıyla mücadelene. Ama gelemem, farkında olmadan mektubum çok uzamış. Soyadım gibi.
Öncelikle kendimi sana önceden tanıtmadığım için özür
dilerim. Aslında bilerek tanıtmadım. Biraz merak et istedim.
Öncelikle sana bu mektubu yazma sebebim çok mücadeleci
bir balıkçı olman. Bundan çok etkilendim. Adım SEVDA. Seninle tanışmak istiyorum. Beni de yetiştirmeni ve böyle cesaretli, ne olursa olsun yılmayan bir balıkçı olabilmemi
sağlamanı istiyorum. Ve başarılarının devamını diler, o güzel
ellerinden öperim.
Ernest Hemingway
(1899-1961) ABD’li yazar. Ortaokulu bitirdikten sonra bir
gazetede çalışmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı ile İspanya İç
Savaşı’na katıldı. Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Yaşlı
Adam ve Deniz çok okunan romanlarındandır. 1954’te Nobel
Edebiyat Ödülü’nü aldı.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
2015’e Mektup
Elif DEMİR (9. Sınıf)
20
Merhaba 2015,
Ben ve bütün dünya seni heyecanla bekliyoruz. Çünkü
senin bize huzur, mutluluk, şans ve barış getireceğine inanıyoruz. Ya da öyle umuyoruz.
Önce senden ailem için sağlık ve huzur istiyorum. Tüm
sevdiklerime iyi bir yıl olmanı diliyorum.
Türkiye için de iyi şeyler istiyorum. 2014 yaşadığım ülkede
iyi geçmedi. Nice insan arkasında acılı aileler bırakarak maden
facialarında bu dünyadan göçtü. Trafik kazaları, iş kazaları,
ağaç katliamları, demokrasi sorunu… Biliyorum mümkün
değil, ama bunların seninle tarihe karışmasını istiyorum.
İnsanların kavga etmeden, birbirini aşağılamadan, sorunlarını konuşarak çözmelerini istiyorum. Televizyonda, başka
yerlerde insanların birbirine bağırmadan, birbirlerine hakaret
etmeden tartışmalarını istiyorum. Umarım ki sen gelince dinledikten sonra konuşan Türkiye dönemi başlamış olur.
Geleyim dünya için istediklerime. Burada isteklerim fazla
olacak. Çünkü iyi bir dünya olmadan iyi insanların yetişmesi
zordur. İyi insanlar olmadan da iyi bir toplumun kurulması
aynı ölçüde zor olur.
2014’te dünya büyük savaşlar ve büyük acılar yaşadı. Binlerce insan öldü. Dünya için barışın ne kadar önemli olduğunu
geçen yılda anladım. Savaşlar bitsin artık. Hiç kimse ölmesin,
hiç kimse üzülmesin. Hiç kimse soğuk kış günlerinde kaldırımlarda yatmak zorunda kalmasın. Çocuklar soğuktan donmasın, bayılıp açlıktan ölmesin.
Bütün ülkelerin liderlerine sesleniyorum. Hiçbirinizin
başka bir insana ikinci bir ömür verme şansınız yoktur. O
zaman bir insanın var olan ömrünü almaya da hiçbirinizin
hakkı yoktur.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Savaş gibi acilen çözülmesi gereken bir diğer sorun da
çevre kirliliği. Çevre kirliliğinin birçok sebebi var. Bunlardan
biri hava kirliliği. Örneğin ısınmada kullandığımız kömürü
yanlış tekniklerle yaktığımız için hava kirliliğine yol açıyoruz.
Yine arabalardan çıkan egzoz gazları önemli bir sorundur.
Fabrikalardan çıkan dumanlar da havayı kirleterek hava kirliliğine yol açar. Çevre kirliliğinin nedenleri sadece bunlar değildir. Bunlardan biri de su kirliliğidir. Biz insanlar yiyip
içtiklerimizin ambalajlarını denizlere atıyoruz. Fabrikalardan
çıkan kirli atıklar da suya boşaltılıyor. Doğadaki döngüyle
bunlar yine bize dönüyor.
Bize besin veren toprağı da kirleterek çevre kirliliğini daha
da büyütüyoruz. Kirli sular veya kimyasal gübreler kullanarak
toprağın kirliliğini artırıyoruz. Çevre kirliliğinin diğer bir sorunu ise orman yangınları. Bu yangınların bazıları sıcaktan
veya yıldırım düşmesinden kaynaklanabilir, ama yine en
büyük sorun bizden çıkıyor. Ormanları koruyup geliştirmeliyiz. Ya nükleer santraller ve daha diğer şeyler? Sevgili 2015,
bu sene çok eski zamanlarda olduğu gibi temiz bir çevre istiyoruz.
Çevre kirliliği sorunumuz çok, ama dünyanın sorunları da
çok. Bunların başında küresel ısınma ve sera etkisi var. Sera,
karbon gazlarının atmosferde oluşturduğu tabakadır. Sera
gazlarının artışı yeryüzünde ısının yükselmesine neden olur.
Buna da küresel ısınma denir. Sera gazlarının artışında önemli
olan bir etken de fosil yakıtlardır. Bunların hepsi ortadan kalkarsa dünya için çok büyük bir sürpriz olur.
Bu sene küresel ısınma için bazı önerilerde bulunacağım.
Fosil yakıtları az kullanmalı, ağaç dikmeli ve daha az çöp üretmeliyiz. Çıkan çöpleri de geri dönüşümle değerlendirmeliyiz.
Doğaya zarar veren maddeleri rastgele doğaya atmamalıyız.
Doğayla ilgili konularda biz insanlar kaynaklı tüm sorunları
acilen çözmeliyiz. Bir şey yaparken gelecek kuşakları düşünmeliyiz. Gereksiz alışveriş yapmamalı, tutumlu olmayı öğrenerek gezegenimizi korumalı, çevre dostu olmalıyız.
Toplu taşıma araçlarını kullanarak hava kirliliğini en aza
indirmeli ve enerji kaynaklarımızı gereksiz tüketmemeliyiz.
Klimayı çalıştırmak yerine ince bir tişört giymeli ya da doğal
gazı çok açmak yerine kalın giysiler giymeliyiz. Su ve elektrik
21
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
22
tüketiminde lafta değil, uygulamada gerçekten tasarruflu olmalıyız.
Bu sorunların çözümü için birçok kurum ve dernek kurulmuştur. Bu sene bunları daha çok geliştirip desteklemeliyiz.
Örneğin doğayı koruyan Doğa Derneği’ne, ambalaj atıklarını
değerlendiren “ÇEVKO”ya, sular için “DenizTemiz
Derneği”ne, doğal hayatı korumak içinde “WWF-Türkiye”ye,
erozyonla mücadele için “Tema”ya destek çıkmalıyız. Her sene
olduğu gibi bu sene de tüm bu kurum ve kuruşları desteklemeli, onlara sahip çıkıp dünyaya tanıtmalıyız. Eğer bu sene
de bunun gibi kurum ve kuruluşları kurmaya çalışırsak senin
de bize destek çıkacağına inanıyorum.
Tüm çocuklara ağaç dikme konusunda örnek olup onlara
ağaç dikme sevgisini aşılayasın diye şimdi sana bir ağacın nasıl
dikileceğini anlatayım. Tabii bu gibi etkinlikleri en üst seviyeye hep birlikte el ele vererek çıkaracağız. Öncelikle güzel,
taşsız, ağaçların gölgesinde kalmayan verimli bir toprak zemin
bulmalısın. Elindeki fidanı diktikten sonra bolca su vermelisin.
Ağaca verdiğimiz ilk suya can suyu denir. Gün gelecek bu
ağaçlar dünyanın birer ferdi olacak. O da başka canlılara hayat
verecek. Ve bize hayat verecek. İşte dikimi bu kadar basit ve
sonucu bu kadar önemli.
Hayvanları da sakın unutma. Biz bütün canlılar birbirimize
bağlıyız. Sokakta kalan hayvanlara barınaklar yapmanı, onlarla ilgilenmeni istiyorum. Her sene on binlerce ağaç yanıyor.
Buralardaki hayvanlar da evsiz kalıyor.
Ama en çok çocukları unutma. Ne olursun 2015, çocuklara
temiz bir dünya bırak. İçinde rengârenk çiçekler koksun, rengârenk kuşlar uçsun. Suyu ve havası temiz olsun.
Kızmazsan bir de kendimle ilgili bazı isteklerde bulunacağım senden. Ben bu sene bir bölüm seçeceğim. Bunun için
sağlıklı karar vermemde bana yardımcı olmanı istiyorum.
Çünkü vereceğim karar benim mesleğimi ve sonraki hayatımı
belirleyecek.
Sen daha gelmeden sana isteklerimi söyledim. 2015 sana
güveniyorum. Herkes dünyanın bir köşesinde seni bekleyecek.
Ben ise adı Bağlar olan bir köşede. Gelecek sene de sana tekrar
mektup yazarım.
HOŞGELDİN 2015!
MERHABA 2015!
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
HALİL CİBRAN’LA 6 GÜN
Zilan GÜL (9. Sınıf)
16 Ocak 2015
Sevgili Günlük,
Gecenin bitmesine neredeyse dakikalar kaldı. Bugün güzel
geçti. Halil Cibran’ın “ERMİŞ” adlı kitabını okudum. Cibran,
bu kitabında hayatın tüm gerçeklerini ele almış. En sevdiğim
bölüm ise “acıyı” anlattığı bölümdü. Acı, her insanın yaşadıkça
tattığı gerçektir. İnsan acıyı yaşamadan anlatamaz, tatmadan
da yaşayamaz. Acı, bazen hayal gibi görünse de aslında gerçek
olduğunu kimse düşünmez. Kimse acıyı yaşamak istemez.
Acı, aslında diğer adıyla yaşanmak istenmeyen gerçektir.
Çünkü bizim tattığımız acı değildir, sadece acının “a” harfidir.
İnsanların yaşadığı acıdan sonra bizim acımız bazen hiçbir
şeydir. İnsanlar çocuklarını kaybederken, aç susuz yaşarken,
evsizken bizim bir anlık üzüntümüz müdür acaba acı? Hayır.
Acı evsizken, aç ve susuzken, kaybederken yaşanılan bir duygudur. Farkında değiliz ama, diğer duygular gibi acı da toplum
içinde şekillenir. Küçüklüğü ya da büyüklüğü başka insanlar
arasında anlam kazanır. Acının tarif edilemez bir duygu olması ya da insanın acıyla olgunlaşıyor olması bundandır. Halil
Cibran’ın dediği gibi: “Anlayışınızı kavrayan bir kabuğun kırılışıdır acınız. Meyvenin özünün güneşi görmesi için kabuğunun çatlaması gerektiği gibi acı da sizin için gereklidir.”
Bir acıyı anlamak için önce tatmak gerek. Hayat acıyken
insanların nasıl acı çekmek istemediklerini anlamıyorum ya
da anlamak istemiyorum. İnsan sevmeyi bildiği gibi acı çekmeyi de bilmelidir. Acı, her ne kadar kötü bir duygu olarak
bilinse de bence güzel bir duygudur. Çünkü bazı insanlar acı
çekerek birçok şeyin farkına varıyor.
23
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
17 Ocak 2015
24
Sevgili Günlüğüm, bazen geçmişimi, yaşadıklarımı, en çok
da çocukluğumu özlüyorum. Çocuk dendi mi hemen bir mutluluk dolup taşar içimde.
Çocuk dediğin koşar, oynar, kirletir, kırar; ama her şeyi
düşe kalka öğrenir. Çocukların en çok da böyle zamanlarda
ihtiyaçları var bizlere. Ama çocuklar bunu belli etmez. Hatalar
yapar, korkudan söyleyemez. Zamanla anlamaya başlar hayatı;
acıyı, mutluluğu, şefkati, en güzeli de sevmeyi sevilmeyi, saygı
göstermeyi öğrenmeye başlar. Onlara sevgiyi, merhameti, saygıyı veririz ki o da kendinden küçüklere göstersin. Çocuk
demek özgürlük demek, düşünmek demek. Düşünmeye başlarsın belki de çocukluğunu, ben nasıldım acaba, diye. Çocuk
deyince kalbim küt küt atıyor. Söyleyişi bile çok güzel değil
mi? Tabii ki zorlukları da var. Büyüklerimiz bizim gibi olsun
derler, onlara benzesin isterler. Çocuk bize fiziksel olarak benzeyebilir; ama onun düşüncelerini kendimize benzetmek
doğru değildir. Bir çocuk ile biz aynı değiliz. Ona kendi düşüncelerimizin aynısını vererek benzerimizi yaratmamalıyız.
Bırakalım bir çocuk kendi yolunda koşsun. Gerekirse canı
yansın, üzülsün; yeter ki yüreğinin üstünde onun sevdiği çiçekler açsın. Haydi hep beraber Halil Cibran’ı yeniden okuyalım. Okuyalım ki yay-ok olma durumunu hiçbir zaman
karıştırmayalım.
Çocuklar
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
Sevgili günlüğüm, acaba ben de bu aralar bu yanlışa mı düşüyorum? Sana sevgimden çok düşüncelerimi mi yazıyorum?
18 Ocak 2015
İnsanın bir kuş gibi serbestçe uçması ne kadar güzel bir şey!
Rahatça dolaşabilmesi, özgür olması çok güzel.
İnsanoğlu özgürlüğü sever, ister. Özgür olmak her insanın
hakkı. Yaşamı anlamlı kılan özgürlüktür. Bu yüzden özgür
olmak isteyen bir kişinin yaşam üzerinde kafa yorması lazım.
Özgürlüğün ruhun kapalılığında değil, açıklığında olduğunu bilmesi lazım. Özgür olmak isteyen kişinin doğaya zarar vermemesi gerektiğini bilmesi lazım. Doğa insanlara özgürlüklerini
veremez; ama yardım edebilir. Nasıl ki kuşların uçmaları için
kanatları varsa çiçeklerin açması için su ve güneş lazımsa insanların da özgür olması için önce “bilmeleri” lazım.
Hayatta özgürlük kadar güzel bir şey yok belki, ama hayatı
mahvetmek kadar da kötü bir şey yok . İnsanların belki de özgürlükten kastı barıştır. Barış tüm dünyada sağlanırsa savaşlar
durursa insanların özgür olmaları önündeki büyük engeller
kalkmış olacak. Sonrasında bize düşen, içimize dönmektir. İçimizdeki kuşları serbest bırakmaktır. Halil Cibran’ın dediği gibi:
Sık sık tapınağın korusunda ve surların gölgesinde
En özgür geçinenlerinizin bile
Taşıdıklarını gördüm özgürlüklerini
Bir boyunduruk gibi
Ve kalbim kanadı bunu görünce
Ne zaman ki özgürlüğün
Bir amaç ve bütünleniş olduğundan
Söz etmeniz sona erer
İşte o zaman özgür olabilirsiniz gerçekten
25
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
19 Ocak 2015
26
Halil Cibran
Zamanın bazen nasıl geçtiğinin farkına varamayız. Bir de bakmışız ki gece
yarısı. Hayattaki belki de en önemli
şeylerden biridir zaman. Hayattaki birinin değerini zamanında değil de
bazen çok geç anlarız. O öldükten
sonra. Sevdiklerimizin yanındayken
günlerin nasıl geçtiğinin farkına bile
varamayız. Acı olan da budur ki ondan
sonra sanki zaman durmuş gibi olur.
Her zaman hızla giderken o yok olduğunda zaman da sanki yok oluyormuş
gibi olur. Zaman aslında her şeyin başlangıcıdır. Sevginin de acının da aslında hem başlangıcı ve hem de sonu.
Ve bu yüzden ölçülemeyen tek kavram.
Halil Cibran zaman için şöyle der:
Zamanı bir nehir yapar da
Oturup akışını izlersiniz.
Ama içiniz bilincindedir,
Zaman tanımayan hayatın.
Hem nasıl özgür olabilirsiniz ki
Günleriniz ihtiyaçlarınızı düşünmekle
Geceleriniz pişmanlık
Ve tutkularınızla doluyken
Ve unutmayın
Özgür olmanız için
Terk etmeniz gereken ilk şey
Parçalarıdır kendi benliğinizin
Sevgili Günlük,
Gerçekten de bizi dağıtan, kafalarımızın içini bölen benliğimizin o kırık dökük parçaları değil mi?
Zamanı aslında sevgi gibi de düşünebiliriz. Sevgi de bölünmez ve sığdırılmaz ya bir yerlere. Cibran’ın dediği gibi işte öyledir zaman, ne bölünebilir ne de sığdırılabilir. Sevgili Günlük,
zamanın değerini bilmeliyiz.
20 Ocak 2015
Kime göre iyilik dersek de genel anlamda iyilik hayattaki
en güzel şeydir . İyiliği ne kadar çok yapsanız o kadar çok yapasınız gelir. Hani vardır ya “Başlarsan duramazsın.” diye bir
söz. İyilik de böyle bir şeydir.
İyilik güzeldir de ya kötülük? Arkadaşınız, aileniz, dostla-
27
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
rınız elbet onlar size veya siz onlara yapmışsınızdır kötülük.
Ama önemli olan kötülüğe iyilik ile cevap vermek, böylece onları da iyilik yoluna çekmek. Kötü olmayı bazıları çok sevebilir,
ama “Kötü olmaktansa ölürüm.” diyenler de vardır elbet. İyilik
duygusu sevgiden de daha güzel bir duygudur ki iyilik er geç
başarmaktadır. Kötülüğe bakınca kaybetmek, kin öfke besleyen biri olmak gelir akla. İyilik zamanı çabuk geçer, ama kötülükte sırf kötülük yapan kişi acı çeksin diye yavaş geçer. Ve
iyi daima her konuda ileri gitmeye çalışır. Halil Cibran’ın dediği gibi:
Hedefinize sağlam
Ve cesur adımlarla yol
alırken iyisinizdir
Ve topallayarak yürürken de kötü değilsiniz
Çünkü geri değil
İleri gider topallayanlar bile
28
En iyisi biz ileriye
doğru yürümeye devam
edelim Sevgili Günlük.
21 Ocak 2015
Büyük şairin “Evlilik” şiirini
okuyorum.
Hayat bana bir kez daha
gülmüşken neden gülüşünü sileyim ki? Ya da
neden tekrar acı çekeyim?
Yeni
kapı
açılmış neden
burada bekliyorum? Bunları sor
bir kendine.
Yeni başlangıçlar güzel-
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
dir, ama o başlangıçları bilmek gerek. Evliliğe yaklaşmışken
bozma güzel anı.
Seviyorsan evlen, kaybetme? Mutlu olacaksan git; ama sevmiyorsan boş ver, dünyan yıkılsın çık ve git.
Evliliğin ilk temeli sevgidir. Sevgi yoksa o evlilik neye yarar?
Sevdikçe severim deme. Evlilik çok ama çok önemli bir konu.
Hayatın değişir, girdiğin ortam değişir, arkadaşlıkların ve
hatta dostların değişir.
Sonsuza dek yaşayacak birini bulmak, sevmek, mutlu
olmak. Evlilik denir buna. Ancak nasıl bir sevgi? Ya da mutluluk nasıl gelecek? Bunun için Halil Cibran’a kulak vermek
lazım: “Birbirinizi sevin, ama sevgi bir bağ olmasın” Ne kadar
doğru! Çünkü bazıları “Seviyorum.” diyerek belki de farkında
olmayarak aslında bir sevgi zorbalığı yaratıyor. Bari biz buna
alet olmayalım Sevgili Günlük.
Halil Cibran
(1883-1931) Lübnan asıllı ABD’li ressam, şair ve filozof.
Düşünceleri dünyada büyük yankı uyandırdı. Ünlü eserlerinden
biri Ermiş’tir. Bu kitap El Mustafa adlı bir kahin ile halk arasında
insanlık ve hayat hakkında geçen, şiir halindeki konuşmalardan
oluşur.

Önce insanların içini ısıt, gülümse.
Sevim DENLİ (9.Sınıf )
29
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
BEHÇET NECATİGİL’E MEKTUP
Esra BAYRAM (10.Sınıf )
30
Sevgili Behçet Necatigil,
Edebiyat Bahçesinin Çok Renkli Çiçeği,
Yaşam yolculuğunda birçok başarıya imza attın ve seni tanımamıza olanak sağladın. Söze nasıl başlayacağımı ve sözü
nasıl bitireceğimi bilmiyorum. O kadar çok şey var ki yazmak
istediğim… Şiir, inceleme, antoloji, mektup, radyo oyunları ve
çeviri ile uğraşmışsın. Özellikle radyo oyunlarını çok merak
ediyorum. Çünkü radyo oyunu yazarlığının Türkiye’deki öncüsüymüşsün. Ama dünya çok değişti sevgili “Kadın ve Kedi”
yazarı. Mesela ben radyo oyunu ne demek, bilmiyorum. Bu
konuda sadece tahminde bulunabiliyorum.
Edebiyat için değişik alanlarda güzel eserler bırakmış, yeni
nesil yazarlara ve şairlere özellikle kullanacakları üslup konusunda ışık tutmuşsun. Yazdığın eserlerde bizleri olumsuz yönlerimizle de ele almış, davranışlarımızı düzeltmemiz için
yanlışlarımıza değinmiş, asıl doğruları görmemizi sağlamışsın. Niye mi gurbet, hasret ve hikmet burçları şairi?
Seçme şiirlerinin toplandığı “Eski Sokak”ı okudum. Güzel
ve bir o kadar da anlamlı sözler buldum yazdığın şiirlerde.
Özellikle “ev” ve “aile” konularına daha fazla değinmen dikkatimi çekti. Mesela "Aile" adlı şiirinin ilk dizelerinde şöyle diyorsun:
Sağ çıkıp günlük savaştan,
Evin yolunu tutmuşum.
Yemek yedik, çocuklarım uyudu.
İniyor üstüme yavaştan
Allah’ın beyaz bulutu,
Kederlerimi unutmuşum.
Behçet Necatigil
O kadar anlamlı ki... Gerçekten anne ve babalar çocuklarıyla birlikteyken o kadar mutlu mu olur ev içinde? Bu şiirle
beraber aileme daha sıkı sarıldım ve onlara her zamankinden
daha fazla zaman ayırmaya başladım. Sözlerinizden o kadar
etkilendim ki birlikteyken babamın ve annemin gözlerinin
içine bakıyorum, o yazdığın düşünceleri ve duyguları gözlerinden okuyabilir miyim diye.
“Kır Şarkısı” mıydı bir diğer şiirin adı? Doğanın güzel ve
şirin canlıları diye bahsetmişsin böceklerden. Ben buna başta
katılmadım. Hiç de şirin değillerdi bence. Hatta çok korkunç
bir görüntüye sahiptiler. Sonra düşündüm. Ben doğayla iç içe
büyümedim. Pan’ı araştırdım. Hazin hikâyesini öğrendim.
Sizin sayenizde bakış açım değişti. Doğadaki uyumu keşfettim. Aslında zararları yokmuş böceklerin; onların da tek yap-
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
32
tığı, biz insanlar gibi hayatın güzelliklerini yaşayabilmek. Öyle
ya, bunca yaşananlar yeryüzündeki güzelliklerin tadını alabilmek ve güzellikleri sonuna kadar yaşayabilmek değil mi zaten?
Mutluluğu o kadar güzel ele almışsın ki insan okurken yüzünde kimi zaman tebessüm kimi zaman da hüzün beliriyor.
Aslında genel olarak “ev” ve “aile” konularını işlemişsin, ama
“çevre” faktörünü de unutmamışsın. Anlattıklarını düşündükçe “Gerçekten doğa böyle mi ?”, “Aile yapısı böyle mi olmalı?”, “Aile kavramı bu kadar anlamlı mı?”, “Biz bu
güzellikleri neden fark etmiyoruz?” gibi sorular ardı ardına sıralanıyor. Ne olursa olsun hayali bile güzel. Anlattığın dünya
bizim üzerinde yaşadığımız dünyadan farklı çünkü; tertemiz
saf ve doğal bir şekilde baktın dünyaya, aslında göründüğü
gibi olmadığını anlatmak istedin. Bunun nedeni biz okurlarını
kandırmak değil. Biliyorum. Olmamalı da zaten. Bir sanatçı
böyle bir üsluba başvurmaz. Ben de bundan sonra dünyaya
saf bir şekilde bakacağım; çünkü anladım ki doğa evcilleştirilemez. Doğayı ve o küçük şeker böcekleri oldukları gibi kabullenmekten başka bir şey elimizden gelmez. Doğrusu da bu
değil midir?
“Evler” şiirinde ne güzel ele almışsın dünyayı, insanları,
geçmiş zamanı, değişen ve gelişen zamanı! Kimi zaman şahit
oldum bu duyguları yaşayanlara, kimi zaman bunları başkalarından duydum, kimi zaman yaşadım. Ama sana şunu söyleyeyim, evler hâlâ bıraktığın gibi. Bazı evlerde kalbi kara
insanlar, bazılarında gündelik korkuların çökerttiği insanlar
oturuyor. Bazı evlerde üzüntüden bir çığ kopuyor, dirlik düzenlik geçmişten kalan bir hatıra oluyor. Hâlâ bazı zenginler
fakiri hor görüyor; duvar diplerinde, yangın yerlerinde yatanları insandan saymıyor. Bazı evlerde insanlar açlıktan ölürken
bazılarında yemekler sadece tadımlık yenilerek çöplere dökülüyor. Demek ki eskiden beri dünya böyleymiş.
Neyse, gelelim Yıldızlar’a. Biliyor musun? Ben de bazen küçücük balkonumuzda yıldızları seyrederken mutlu olan ve
huzur içinde uyumak için o gün yaşadığı her şeyi yıldızlara
anlatıp rahatlayan çocuklardan biriydim ve yazları hâlâ bunu
yapmaktan hoşlanıyorum. Yıldızların yalnız olduğunu düşünen tek kişi benim zannederdim; ama sen de benim gibi düşünüyormuşsun. Bunu bilmek beni mutlu etti. Kendini bu
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
şiirde yıldız olarak konuşturmuşsun. Yıldızlar bilselerdi onları
bu kadar doğru ve sevimli bir şekilde anlattığını ne yaparlardı
acaba? Belki onlar da ateşböcekleri gibi avucuna konup yanar
yanar sönerlerdi.
Bunu birçok kişiyle paylaştım. Haklısın, çok haklısın. Sevgilerimizi yarınlara bırakmamalıyız. “Sevgilerde” adlı şiirinde
daha bir güzel ve daha mantıklı ifadelerle eksik kalan mutlulukları anlatmışsın. Gerçekten de sevgilerini yarına bırakan o
kadar çok insan var ki saymakla bitmez. Hep yarın denir,
“Yarın ilgilenirim.” Ama unuttukları bir şey var. Yarınlar hiç
bitmeyecek, zaman durmayacak ve o hep yarın demeye devam
edeceğiz. Kim dur diyebilir ki zamana Allah'tan başka? Zamanı bekletebilir miyiz? Zamana aldanıp gerçek değerlerimizi
ikinci plâna bırakmak ne kadar doğru olur? Hayır, zaman durmayacak, böyle diyenler hiçbir zaman sevgilerini dile getirmeye vakit bulmayacak ve sevgiye aç bir nesil ortaya çıkacak.
Eminim onlar da böyle olsun istememiş ve böyle olacağını düşünememişler. Ama elden ne gelir? Zaman doldu. O rüzgar
esip geçti. Verilmeyen o sevgi de rüzgarda savrulup gitti. Geriye sevgiye aç bir toplum ve içi boş yürekler kaldı. Sevgiye aç
toplum artık sevgi istemeyecek. Onların yapacak tek şeyleri
kaldı, o zamana aldanıp veremedikleri sevgiyi kalplerindeki
verilmeyen sevgiler mezarlığına gömmek. Bir bakacaklar ki
artlarına yıllar geçmiş, gönüllerindeki sevgi yükü onlara ağır
gelmeye başlamış. Neye yarar bu saatten sonra gösterecekleri
sevgi? Çiçekleri koklamak bile zor gelirken şimdi kendi gönül
bahçelerine dalma ve o bahçeyi talan etme vakti geldi. Bence
de böyle olmamalı. En büyük görev bu konuda aile fertlerine
düşüyor. Herkes bilmeli ki bu dünyada ertelenmeyecek tek şey
sevgidir. Çünkü sevgi hayattır. Hayat ertelenir mi hiç?
Ve yalnızlık. Senin çeviri şiirlerini de okudum. Rainer
Maria Rilke’nin bir şirinde geçen dizeydi kitabın adı: “Yalnızlık bir yağmura benzer” Bu dizenin üstüne insan yalnızlık
hakkında ne söyleyebilir ki?
Hâlâ merak ediyor musun neden sen? Sondan başlayayım.
Rilke’yi tanımamı ve sevmemi sağladığın için. Bana duygu
dolu anları yaşattığın, kendimi sevgi selinin içinde bulmamı
sağladığın için. Sevgimi zamana aldanmadan rahatça dile getirmem gerektiğini bana fark ettirdiğin için. Aileme sımsıkı
33
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
bağlanmamın önemini bana hissettirdiğin için. Evimi ve doğayı bana sevdirdiğin için. Bana daha nice güzel değer kazandırdığın için. Sevgilerimle, sevgilerimle, sevgilerimle…Ve
herkes yeniden okusun diye hoşça kal, rahat uyu “Sevgilerde”
şairi.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
ODYSSEIA’DAKİ NİLÜFERYİYENLER
(LOTOSYİYENLER) ADASI’NA MEKTUP
Hilâl ÖZDEMİR (10. Sınıf)
SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
34
Nilüferyiyenler (Lotosyiyenler) Adası’na meraklı herkese,
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
…
bizimkilerden kim yediyse lotosun bal gibi yemişini,
kendinden geçti ve dönmek istemedi bir daha gemiye.
Orada kalıp lotos yemekten başka şey düşünmediler,
akıllarını çelmişti bu yemiş, unutturmuştu sılayı.
…
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
(Odysseia, Çev. Azra ERHAT-A. KADİR)
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Behçet Necatigil
(1916-1979) İstanbul’da doğdu. İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. İlk şiiri lise öğrencisiyken
Varlık dergisinde çıktı. Çeşitli alanlarda eserler verdi. Ölümün-
den sonra adına “Necatigil Şiir Ödülü” kondu. İlk şiir kitabı olan
Kapalı Çarşı 1945’te yayımlandı.
Nilüferyiyenler Adası’ydı bu, nilüfer çiçeğiydi. Bu adada bu
çiçeği yiyen unuturdu her şeyi. Ama niye yerlerdi ki bu meyveyi? Odysseus’un adamları Nilüferyiyenler Adası’na düştü.
Yediler bu meyveyi ve unuttular her şeyi. Ailelerini, sevdiklerini, ülkelerini… Ee ne yapacaklardı bu zavallı insanlar? Sonsuza kadar burada mı kalacaklardı? Ya onları bekleyen
sevdikleri? Onlar farkında değildi; ama yollarını gözleyen birileri, sevenleri vardı. Ne kadar kötü bir duygu unutulmak!
Düşünün bir; en sevdiğiniz sizi hatırlamıyor, tanımıyor, isminizi bilmiyor. Çok tuhaf ve kötü bir duygu. Bu meyve neydi
ki, nasıldı, böyle her şeyi unutturdu onlara? Yurt sevgisini, sorumluluklarını, ülkelerini, doğup büyüdükleri yerleri…
Keşke ortadan kaybolup gitse bu çiçek. İnsanlara zarar veriyor, o insanları bekleyenlere de acı çektiriyor. Bunları bildikleri halde yine de yiyorlar bu meyveyi. Neden acaba? Onları
bu meyveye bağlayan neydi? Tadından dolayı mı acaba? Bence
değil. İnsanlara sevdiklerini, ailelerini, ülkelerini, sorumluluk-
35
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
larını unutturmak anlaşılıyor ki işine geliyor bazılarının. Beni
düşündüren insanların durup dururken kanmaları buna.
Adamları Odysseus’u tanımadı, çünkü yemişlerdi bu yemişten.
Odysseus ne kadar kötü olmuştur şimdi? Adamları gelmeyince zincirle bağlayıp götürdü onları. Yoksa asla gitmezlerdi
ki… İnsan tanımadığı, hatırlamadığı kişiyle neden gitsin ki?
Halbuki hatırlasalardı, yıllardır görmedikleri yurtlarına , sevdiklerine koşa koşa giderlerdi. Onlar hatırlamıyordu hiçbir
şeyi. Nerede olduklarını, kim olduklarını, sorumluluklarını.
Kim düşseydi Nilüferyiyenler Adası’na,
kurtuluş olmazdı buradan.
Kim buldu ki bu meyveyi, kim keşfetti bu başa bela meyveyi? Bulunduğu gibi kaybolsaydı keşke. Yok olup
gitseydi. İnsanlar tekrar eski
haline dönse, hatırlasalar
her şeyi, unutmak diye
bir şey olmasa.
Unutmak
belki
bazen iyidir. Bazen
büyük acılar olur insanın başında. Ah,
keşke unutsam, der. Oysa
burada böyle mi? Bu
meyveyi yiyen acısını
değil, sorumluluklarını unutuyor.
Bir insan nasıl olur
da sorumluluklarını
unutur?
Her şeyi
geçtim,
sevgileri
unuttu l a r,
y a ş a d ı kları yerleri
unuttular, ama bir insan nasıl unutur sorumluluğunu?
Sorumluluk sahibi olmayan bir insan niye yaşıyor ki?
İnsanın yaşama sebebi sorumluluklarını yerine getirmek değil mi? Bir insanda, o insanların oluşturduğu
ülkede sorumluluk olmazsa sonuç ne olur?
Buradan Nilüferyiyenler Adası’na ve bu adadaki çiçeğe meraklı herkese sesleniyorum. Lütfen yemeyin
bu meyveyi. Sizin için diyorum, farkında değilsiniz.
Çok zarar veriyor bu meyve size. Sizin yerinizde olsam
hemen bırakırdım bu meyveyi ve hemen dönerdim
sorumluluklarıma.
barış
36
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Barış
Gökyüzünde bir kuş
Adalete, eşitliğe, özleme duyulan sevgi
Çocukların el çırpışı.
Barış
Döl yatağındaki çocuk
Annenin sabırla beklediği.
Barış
Ekmek, sevgi ve aşk
Herkesin özlemle düşlediği
Nur Pelda ÖZKAYA (10. Sınıf)
37
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
OZ BÜYÜCÜSÜ’NDEKİ TENEKE ADAM’A MEKTUP
Zehra MİTAN (10. Sınıf)
38
Merhaba Teneke Adam,
Sana bu mektubu yazarken klasik bir mektuptaki gibi “Nasılsın, iyi misin?”diye başlamak ve senden cevap beklemek isterdim. Ama ne yazık ki bu mektubu yazarken cevabın
gelmeyeceğini biliyorum. Söyler misin Teneke Adam, hayat
sadece sana karşı mı böyle vicdansız? Kalpsiz kalmak bir duyguya sahip olmamak… Söyler misin, hayat sana kötü bir senaryo mu yazmış kalpsiz bir hayatı yaşaman için? Yoksa…
Teneke Adam, kalbin olmadığı halde duyguların ölmemiş.
Bir böceğe basmamak için çok dikkat etmen, yanlışlıkla basınca da gözyaşı dökmen, bir böcek için böyle ağlaman beni
çok etkiledi. Biz insanlar ise bir böceğe bastığımızda umurumuzda bile olmuyor. Ama senin kalbin olmadığı halde bu davranışın çok ilgimi çekti. Bir de senin hayat hikâyeni okurken
kendimi tutamadım, gözyaşlarım sel oldu. Anne ve babanı
kaybetmen, beni derinden etkiledi. Bir de bir Kıtırsoy kızın
baktığı yaşlı kadının bu evliliğe izin vermemesi, sadece kendisine hizmet edilmesini istemesi. Doğu’nun kötü cadısına
gidip senin için büyü yapılmasını istemesi ve baltanı büyüleyip her kaldırışında kollarını ve bacaklarını kesmesine neden
olması. Bu olaylar beni derinden üzdü. En çok da baltanın kalbine isabet edip kalbini parçalaması, kalpsiz kalman! Sevgilin
Kıtırsoy kıza olan aşkının sona ermesi...
Bunların hepsi çok kötü oldu senin için. Şimdi kendimi
senin yerine koyuyorum da çok kötü. Kalpsiz olmak yani sevmemek, hissetmemek, acımamak, mutlu olmamak, heyecanlanmamak gibi duyguları yaşamamak çok zor. Bunlar olmadan
yaşam çekilmiyor. Hayatın attığı bu acımasız tokadı kabullenmek kolay değil. Ancak sen örnek alınması gereken birisin.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Kalbin olmadığı halde çok yardımseversin. Odun kesmen
olsun, bir olayla karşı karşıya gelince yardım etmen olsun
bunlar güzel örnekler. Bir de acıma duygun çok gelişmiş. Biz
kalbi olanlardan da çok. Arkadaşların Dorothy ve Toto acıktı
diye Aslan onlara bir geyik getirecekti. Sen o kadar iyisin ki
hayvanlara bile acıdığın için geyiğin öldürülmesini istemedin.
Kötü olaylar karşısında ağladığında çenendeki tenekeden eklemlerin paslanıyordu. Teneke Adam, sen kalpsiz halinle bile
ne kadar duyarlı birisin! Keşke bütün insanlar kötü olaylar
karşısında senin gibi duyarlı olabilseydi, birkaç damla gözyaşı
dökebilseydi. İnanıyorum ki dünyamız o zaman çok daha
güzel olacaktı.
Sana bir şey anlatmak istiyorum. Bir sene önce Oz Büyücüsü tiyatrosuna gitmiştim. Seni çok güzel canlandırdılar, arkadaşların Toto da, Aslan da ve Korkuluk da güzel
canlandırılmıştı. Çok güzel bir tiyatroydu. Hepsiyle fotoğraf çektim.
Yani seninle fotoğraf çektim. Sen
olmasan da sana benzeyen, senin
özelliğini taşıyan biriydi en azından. Nedenini biraz açıkladım,
seni diğer arkadaşlarından daha
çok seviyorum.Kendimi senin
yerine koyuyorum.Çok zor.
Hayat çok zor. Kalpsiz yaşamak çok zor. İnsanlar
kalbi olduğu halde birbirini kırmayı, incitmeyi,
yaralamayı
önemsemiyor. Bunları
görünce sana hayranlığım artıyor. Sen kimsenin
kalbini
kırmazken bizim kalbimiz olduğu halde
başkalarının kalbini kırıyoruz. Sevgili Teneke
Adam, sence böyle bir
hayat olur mu? İnsanın
39
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
40
sadece kendisini
düşündüğü
bir
hayat olur mu?
Merhametin, sevginin, durup dururken başkalarını
incitmenin
olduğu bir hayat
olur mu?
Evet bir kalbin
yoktu senin. Ama
bence senin kalbin ruhunda. Kimseye kızamıyorsun, bir varlığa zarar veremiyorsun; farkında olmadan zarar verdiğin
zaman da gözyaşlarınla eklemlerin paslanıyor. Hareket yeteneğini kaybediyorsun. Yaşadığım ortamı düşününce senin duyarlılığına imreniyorum. Keşke bizim dışımız teneke olsaydı
da içimizde gerçek bir ruh yatsaydı. Ama bizim dışımız insan,
içimiz büyük bir çöp yığını! Keşke bizde kalp olmasaydı da
sendeki ruh olsaydı. Keşke senin gibi hayallerimizin peşinde
koşabilseydik, böyle ikinci adımlarda yorulmasaydık. Keşke
hedeflerimize yürürken senin ve arkadaşların gibi birlik beraberlik içinde olsaydık, böyle birbirimize çelmeler atmasaydık. Keşke…
Yanlışlıkla bir böceğe basınca gözyaşlarını tutamayan Teneke Adam! Keşke aramızda olsaydın da alev alev yanan dünyamıza o gözyaşlarını akıtıp bize insanlığımızı hatırlatsaydın.
L. Frank Baum
-(1856-1919) ABD’li yazar, aktör ve film yapımcısı. Çocuk edebiyatı alanında yeni bir dönemin habercisi oldu. Teneke Adam
karakterini sanayileşmenin toplumsal hayatı derinden etkilediği
yıllarda yarattı. 55 roman, 82 kısa hikâye, 200’ün üzerinde şiir
ve yüzlerce senaryo yazdı.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
ANNEME MEKTUP
Kader KILIÇ (10. Sınıf)
Anne,
Bugün edebiyat öğretmenim tahtaya şu dizeleri yazdı:
Seni düşündükçe,
Gül dikiyorum elinin değdiği yere (İlhan Berk)
Sen aklıma geldin anne. Senin varlığın, bana gösterdiğin
şefkat, güllerle donanmış bir bahçeydi. Yalnızlığın ıssız bir köşesinde. Bu köşede sana olan özlemimi satırlarıma dökeceğim.
Elimde kalemim ve dilimden dökülecek olan ufacık kelimeler.
Her kelimede seni anlatacağım anne. Bana vermiş olduğun
sevgiyi ve benim sana olan bağlılığımı.
Öyle bir yerdeyim ki şimdi ne sensiz yaşayabilirim ne de
dilimin alıştığı anne kelimesinden vazgeçebilirim. Rengârenk
bir dünyada yaşıyorum ki şimdi, o da senin varlığından, evet
evet anne renkli bir dünyada yaşamam, hayata ışıklar saçmam
ve hayata gülücükler saçmamın nedeni bana göstermiş olduğun tebessümün. İşte o zaman mutlulukla yapayalnız kalıyor
yüreğim. Kalbim senden başka kimseye güvenmiyor anne,
çünkü tek gerçeğim sensin bu hayatta.
Seni kelimelerle ifade etmek, sana olan hislerimi yazmak
ne kadar da zor! Oysa binlerce güzel söz söylenebilir hakkında. Ama seni anlatmak o kadar zor ki… Neden mi? Anne
benim üzerinde emeği geçen sen oldun. Herkesten çok sen
benimle ilgilendin. Neden sonra farkına varıyor insan bazı
şeylerin. İnsan ancak yaşayarak öğreniyor hayatı üzerinden
zaman geçerek, her şeyin farkına vardıktan sonra çok geç olduğunu da hatırlatıyor hayat.
Oysaki annem karşılıksız sevgiyi bize öğreten, bizimle yaşayan yine sensin. Bu yüzden sen anlatılmaz, yaşanırsın.
Ama şimdi anlayabiliyorum seni anne, o zaman çok küçüktüm. Ya şimdi? Zaman o kadar hızlı geçti ki ben bile anlaya-
41
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
42
madım nasıl akıp geçtiğini. Büyümüşüm meğer, ama hiçbir
ders çıkaramadım hayattan. Hayatta sadece seni anladım
anne. Göstermiş olduğun ahlak, güven ve dürüstlük kavramlarını senin anlattıklarından öğrendim. Ben nerede olursam
olayım sanki hep yanımdaymışsın gibi hissediyorum. Sanki
her anımda beni koruyacak birisi var. Evet anne o da sensin.
Seni içimde yaşatıyorum anne.
Ya yalnız kalırsam hiç aklımdan bile geçiremiyorum anne.
Gözlerim yaşarıyor, içim daralıyor, hayata bakış açım değişiyor.
Gözlerim kapkara düşlere ilikleniyor birden.
Ama seni düşündükçe
Çölde su içme imkânı olmayan bir yer geliyor aklıma.
Sen bastığın her yerden su çıkarmayı bilensin.
İmkânsız olanı başaran
Sen aslında evren olan tekliğimsin anne!
Sana o kadar bağlanmışım ki anne… Ufacık bir üzüntün
bile içimde o kadar büyüyor ki anlatamam derinliğini.
Zaman geçtikçe düşünüyorum anne, acaba ben de senin
gibi olur muyum, diye. Senin kadar sabırlı, senin kadar cesur
ve senin kadar fedakâr. Adımlarım daha hızlı yüreğimde. Daha
çok umut taşıyorum. Her şeyi daha çok seninle yaşatıyorum
bu yüreğimle. Hepimizin sevgisi aynı aslında insan olarak,
çaba olarak ne kadar da yetersiz yaptıklarımız.
Hayatta yenildiğimiz zaman, kendi ellerimizle ipimizi çekmişizdir. Sevgi her yerde, yaşadığımız her şeyde sevinç de
üzüntülerimiz de vardır aslında. Ama gerçek sevgi insanın
içindedir. Tek yapmamız gereken şey onu bulduğumuz yerden
çıkarıp belli etmektir karşımızdakine. Çıkaralım ki yüreğimizin derinliklerinden, paylaşalım ki yeşersin, dallansın, renk
katsın hayata.
Bu da sana karşı sevgim olsun anne!
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
ÂLİMLERİN ÂLİMİ MOLLA GÜRANİ’YE MEKTUP
Ruşen YILDIRIM (10. Sınıf)
Büyük din adamı, müderris, kadı, kazasker, Fatih Sultan
Mehmet’in hocası, Osmanlı Devleti müftüsü ve dördüncü şeyhülislamı,
Sen ne yüce bir insansın! Ne değerli şehzadeler gördün; onlara yoldaşlık, arkadaşlık ettin. Bizim kitaplardan, hocalardan
dinlediğimiz, kahramanlıklarıyla anılan şehzadeleri sen eğittin. Bir çağ kapatıp yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmet’e
hocalık ettin. Hem de öyle sıkı bir hocalık ettin ki kimseyi pek
dinlemeyen Fatih gibi biri bile senin karşında uslu bir öğrenciye döndü ve dediklerini tek tek uygulamaya başladı. Ne
mutlu sana! O güzel bilgilerini herkese yaydın; insanlığını, içtenliğini, dürüstlüğünü herkese kanıtladın.
Ne kadar güzel bir adın var! İnsana huzur, doğaya hayat,
bitkiye su verir gibi. Bir an çok kıskandım adını biliyor musun;
adının güzelliğini, saflığını kıskandım. Adın kısaca seni anlatıyor sanki. Adını getirince dile bütün hayatın kısa bir film gibi
geçiyor gözlerimin önünden. Seni tanımak istedim, kısaca hayatını, hayallerini bilmek istedim. Ve araştırdım da… Hayatını
bilmek bana birçok şey kazandırdı, tarih bilgimi geliştirdim.
Bir de Kur’an-ı Kerim’i her gece sabahlara kadar okuduğunu
öğrenince kendini amaçlarına ne kadar verdiğini sarsılarak ve
derinden anladım. Keşke herkes kendini amaçlarına senin gibi
kendinden geçerek verebilseydi!
Senin adını ilk kez okulumuzun karşısındaki okul levhasında gördüm. Merak ettim seni, araştırdım. Diyarbakırlıymışsın. Ergani ilçesinden. Çok sevindim. Seninle aynı şehri
paylaşmak, senin nefes aldığın şehrin havasını solumak, aynı
atmosferde yaşamak beni çok mutlu etti.
Sen hep adalet ve dürüstlüğünle bilindin. Öyle herkese yakışmaz bunlar; taşıyamaz herkes bu iki kelimenin verdiği gu-
43
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
44
ruru. Dürüstlük; açık sözlülük, iyilik, doğruluk ve en önemlisi de gerçekliği kapsıyor. Bu öyle bir sözcük ki birçok anlamdan, duygudan oluşuyor. Dürüstlük ve adalet çok iyi bir dost
gibidir, çünkü adalet ancak dürüstlüğün olduğu yerde doğar.
Sen öyle bir şey başardın ve yaşadın ki bugün soyu tükenmekte olan bir kavramla anıldı adın. Sonra bu duygu öyle yüceltti ki seni, kendini birden sevgi dolu kocaman bir okyanusta
buldun. Dürüstlüğünle herkesi büyüledin, kötü bildikleri tüm
ezberlerini unutturdun onlara. Sen ki davranışınla, doğrularınla, sabrınla, Şehzade Mehmet’i bile dizginlemiş; onu kendine hayran bırakmış; kalbindeki doğal sevgiyi yağmur gibi
yağdırmışsın onun kalbine.
Sen en doğrusunu yaptın. Para pul, şan şöhret, mevki makamı hep elinin tersiyle ittin. Yoksa II. Mehmet’in seni vezir
yapma isteğini geri çevirir miydin? Karar vermeden önce
daima düşündün. Ama dürüstlüğünden, açık sözlülüğünden
ve hocalığından taviz vermedin. Bulunduğun yer saray, karşındaki kişi padişah olsa dahi. Sen böyle davranmasaydın karşındaki kişiler de belki o büyük zaferlere imza atamazlardı.
Keşke bizler de görebilseydik seni, keşke bizim zamanımızda da olabilseydin. Biz senin öğrencilerin gibi şanslı değiliz. Bizim de büyük öğretmenlerimiz var. Ancak bizim
zamanımızda öyle sanıyorum daha çok kötülük, daha çok şiddet var; insanları acımasızca öldüren, damarlarında kan yerine zehir taşıyan, kin taşıyan insanların olduğu bir dünyamız
var. Keşke acımasızlığın son durağı olsa da rahata ersek biz
de. Senin gibi dürüst insanlara ihtiyacımız var. Senin adaletinden, verdiğin huzurdan bizler de faydalansak. Ama öyle ya,
sen yoksun nasıl da unuttum yaşamadığını. Ölümünün ardından tam 527 yıl geçmiş.
Bazen çok arıyorum seni ve senin gibi insanları. Hep şöyle
düşünürüm: İyi insanlara ihtiyaç duyduğumuzda niçin yanımızda değiller? Niçin sonsuza dek kapatırlar gözlerini bu fani
dünyaya. Bilmiyorum. Belki de öyle olması gerekiyor. Daha
fazla kötülük görmektense alet olmaktansa bu lanet dünyaya,
belki de bu sonsuz yolculuk daha iyi. Ama olsun, sen yoksun
belki; ancak adın bizlerle. Adınla yaşatıyoruz seni; senin adın
benim, bizim gururumuzdur. Öyle yüce bir âlimsin ki sen,
ölümü hissettiğin an bile tek dileğin hayatını adadığın amaç-
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
larının asla unutulmamasıymış. Sen ancak bu
şekilde huzur bulmuşsun. Senin vasiyetin
benim kalbimin en
derin yerinde olsun ki
mühürlensin kalbime;
bir daha çıkmasın oradan dışarı. Daima seni
anımsatsın bana. Seni
hissedeyim; hissettiğim
an kalbimden küçük
küçük baloncuklar çıkmış gibi hareket etse
kalbim, konuşsa benimle, alarm gibi çalsa
hatırlatsa seni, vasiyetini… İşte o zaman kalbimde en değerli yerde, kalbimin ölümsüz prensi olacaksın.
Öyle değerli öyle özelsin ki tabutunu bile II. Beyazıt taşıdı.
İşte bu da sana verilen son armağan oldu. Bu son armağanı
hissettin mi cansız bedenin taşınırken o soğuk karanlık kutuda? Arkandan ağlayan gözlerden yere dökülen yaşların sesini işittin mi? Dostlarının son vedalarında kalbin ısrarla
atmaya çalıştı mı? Geri dönmek istedin mi? Durun çıkarın
beni bu karanlık kuyudan, diye bağırdın mı? Sesini duyurmaya
çalışırken titredi mi o soğuk bedenin? Bence baştakiler olabilir, ama sondakiler değil. Çünkü sen huzurla gittin seni bekleyen çukura, seni bekleyen toprağı görmek için
sabırsızlandın. Sana örtü olan toprağı sevdin. Çünkü sen bu
dünyada doğru bildiğin şekilde yaşadın.
Uyu şimdi ey güzel insan! Zaman gibi sessiz uyu, sen ne
kadar hapsolduysan zamana biz de bir o kadar yalnızlığa hapsolduk. Şimdi seni rahmetle anıyor, öz evinde huzurla uyuman
dileğiyle hoşça kal ey zamansız insan!
45
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
ÖĞRETMENLERİM
Gülhat GÜZELGÜL (10. Sınıf)
46
Öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu söylerlerdi. Pek
anlamazdım bu sözcüğün ne demek istediğini. Öğretmenlik
sadece dilin kurallarını mı öğretmekti, sayılarla nasıl baş edileceğini mi anlatmaktı, hiç yaşamadığımız tarihe mi bizi bırakmaktı? Yoksa öğretmenlik daha çok hayale yatkın
beynimizi bilgiyle, teorilerle, terimlerle mi doldurmaktı? Öğretmenlik bu olamazdı!
Sadece aklın doğruladığı şeyleri yürekler onaylamadıkça
hiçbir anlamı yoktu o bilgilerin. Unutulurdu çünkü. Heyecanlandırmaz, meraklandırmaz, sevdiremezdi çünkü.
Şanslıydım ben. Öğretmenlerim sayesinde hem kendimi
hem de öğretmenliği tanıdım. Tarihi şimdi bile yaşadığımızı,
yarının nasıl tarih olacağını anlatarak hiç sevmediğim tarihi
bana sevdiren Berrin hocam; duygu ve düşüncelerimizi güzel
ve etkili bir şekilde nasıl anlatabileceğimizi öğreten Eşref
hocam; kendi kurduğumuz bir cümlenin bir noktalamayla değişebileceğini, konuşurken kelime vurgularımızın ne kadar
önemli olduğunu öğreten Veysi hocam; sayıların hayatımızın
her anında dokunduğumuz, kullandığımız her nesnede olduğunu somutlaştırarak anlatan Mehmet Fethi hocam; uzayın
bilinmezliğini gözlerimizin önüne seren Mesut hocam; hayatımızda her zaman gerekli olan ilaçların nasıl yapıldığını gösteren Hamdullah hocam; vücudumuzun doğaya yabancı
kalmamasını sağlayan Şekip hocam; en önemlisi psikolojimize, yeteneklerimize önem veren Jülide hocam ve Arjen
hocam ve nice hocam öğretti bana öğretmenliğin ne olduğunu. Haklarımızı tanıttılar, sorunla karşılaşınca kaçmayıp
nasıl baş etmemiz gerektiğini öğrettiler. Bizi aslında ne istiyoruza yönelttiler. Herkesin farklı hislerinin, fikirlerinin, isteklerinin olduğunu ve aslında bunun doğanın gereği
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
olduğunu öğrendim onlarla. Her şeyin farklı rengi, sesi, ritmi
olduğu gibi bizlerin de farklı olduğumuzu ve farklılıklar bir
araya gelince ulaşılmaz mükemmel bir ahenk oluşturduğunu
onlar hissettirdi yüreğimize.
Başarısız bir öğrencinin hatta insanın olmadığını, insanların farklı yeteneklerinin olduğunu bu yüzden bu kadar farklı
mesleklerin bulunduğunu öğretmenlerim sayesinde öğrendim. Ve öğrendim ki hepimiz hayatın birer parçası, puzzle’larıyız; sevgi kenetleriyle bağlanınca muhteşem tabloyu
bulabiliriz.
Öğretmenlik aslında aile, sırdaş, dost, arkadaştır. Arada bir
çatıştığımız ama başımız sıkışınca sığındığımız limandır. Bu
liman olmadan hayatımızın anlamı ne olabilir?
47
Öğretmenler!
Cumhuriyet sizden
fikri hür, vicdanı hür,
irfanı hür nesiller
ister.
Atatürk
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
BAĞLAR SENİ SEVİYORUM
Amine KARA (9. Sınıf)
48
Bağlar, sen dünyanın sevilmeye layık yerlerindensin. Bazıları sendeki güzellikleri görmese de ben sendeki güzellikleri
görebiliyorum.
Güzelliklerinin ortaya çıkabilmesi için turizmin çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Sende bunun için gerekli ortam var.
Yeter ki gerekli çalışmalar yapılarak bunlar oluşturulsun. Örneğin herkesin ilgisini çekebilecek bazı yerler müzeye dönüştürülebilir. Bir alan üzerinde hikâyen canlandırılabilir vb.
Ancak buralara gelebilmek için toplu taşımacılığın olduğu
yerlerde yeniden düzenlemelere gidilmelidir. Bu yerler alfabenin a’sı gibidir.
İnsanlar, yaşadığı yerin temiz, güzel ve sağlıklı olmasını
ister. Bizim insanlarımız neden bu kadar kirletiyor çevreyi anlamıyorum. Neden her taraf bu kadar düzensiz parklarla
doldu? Semtimizde her şey daha güzel yapılmalıdır. Yeni evler,
binalar yapıldıkça insanlar taşınıyor. Buranın da ilgi çekmesi
için gerekli şeyler yapılmalıdır.
İnsanların her bakımdan çevreye zarar vermesine anlam
veremiyorum. Ama inanıyorum ki bir gün herkes daha temiz
çevrede yaşamak için gerekenlere dikkat edip çevreye, doğaya
zarar vermeyecektir. Her şeyin böyle plansız yapılmasına ve
böyle kötü kullanılmasına son verilmelidir.
Gelecekte kültürüyle, insanlarıyla , zenginlikleriyle dolu
bir semt hayal ediyorum. Çalışmak için yeterli iş alanları olan,
iş bulmayı kolaylaştıran, nüfusun giderek arttığı bir semt hayal
ediyorum. Bu konuda daha da ilerleyerek ev hanımlarının da
çevreyle iç içe olmalarını hayal ediyorum. Eğitim seviyesinin
artmasını, insanları okumaya teşvik eden bazı uygulamaların
yapılarak eğitim seviyesinin daha üst düzeye taşınmasını
hayal ediyorum.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Semtimi seviyorum; buranın kokusu, halkı, sokakları, caddesi bir ayrı güzel. Delikanlı kızları, düşünceli centilmen erkekleri, yaşlı tonton nineleri ve dedeleri, yemekleriyle meşhur
anneleri, eve beş kuruş götürebilmek için sabahtan akşama
durmadan çalışan babaları, tatlı bebekleri … Onları seviyorum, bu sevgi benim mutluluğumun kaynağıdır. İnsanların
yürekleri güzel oldukça her şey göze güzel gözükür. Güzel bakalım ki Bağlar’ımız daha güzel olsun.
BEN BAĞLAR’IM
Sevda TURAN (9. Sınıf)
Öyle hüzünlü ve kederliyim ki bu üzüntümü belirtmek istesem kim bilir belki de roman olur; ama sizi sıkmak adına da
olsa belirtmem lazım. Bu haykırışlarımdan usandım, bir aklım
vardı o da üzüntüden tükendi.
Artık sabrımı taşırdınız. Benim gibi herkes tarafından bir
zamanlar sevilen bir yeri değer miydi üzmeye, değer miydi bu
hale getirmeye? Siz asıl bana değil de kendinize zulmettiğinizin farkında bile değilsiniz. Göremiyorsunuz beni, anlamak
istemiyorsunuz! Bana ister kulak verin ister vermeyin; ama ne
olursa olsun size fırsat veremem, beni üzüp böyle kimsesiz
hale getirmenize izin veremem. Kendimi devrilmek üzere
olan bir ağaç olarak görüyorum.
Ah, o eski Bağlar yok mu! Sanki yollarda akan çamurdum,
sanki ıslaklıktım, üşümektim ama ne olursa olsun ben sizindim. Bana sahip çıkışınız, ne olursa olsun yanımda oluşunuz
var ya, benim için bir annenin çocuğuna olan sevgisinden
daha sıcak ve şefkatliydi. Beni kollayışınız, beni size sembolize eden bir yer gibi görüşünüz...
O güzel Bağlar sokakları nerde, nerde o güzel tertemiz
kalpli insanlar, nerde o ışıltılı çocuk gözleri? Benim her sokağımda hastalıklı bir çocuk hikâyesi bıraktınız.
Sokaklar ve yollar kelimelerini kullanmak bile istemiyorum.
Yağmur yağdığında yollarımda seller, bedenimde çukurluklar
49
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
oluşuyor. Hani insanın bir hücresi ağrıyınca bu vücudun her
tarafında hissediliyordu? Nerde?
Nerde o güzel yerlerim! Kıyafetlerinde yamalar olan,
ama şimdiki bazı insanlar gibi yürekleri yamalı olmayan o güzelim tertemiz insanlar nerde? Komşusuna yapılan zorbalığa,
hırsızlığa, yanındakine yapılan hakaretlere ses çıkarmayan insanlar görüyorum. Sağına soluna tüküren, büyüklere saygısını
yitirmiş, otobüslerde hamile ve yaşlılara yer vermemek için
camdan dışarı bakan, dikkatini elindeki telefona veren ya da
uyumuş numarası yapan gençler görüyorum. Onlara sadece
şunu hatırlatıyorum: Sizler böyle değildiniz. Ne oldu size?
Evet, doğrudur belki; eskiden bu kadar çok şey bilmiyordunuz;
ama içinde herkesin kendine bir yer bulacağı kocaman yürekleriniz vardı.
Nerde o hastalıklarda, mutlu ve hüzünlü günlerde gidilen
ev gezmeleri? Nerde söyler misiniz? Artık sadece, o da bazılarınız, sadece taziyelerde görüşüyorsunuz. Acaba diyorum
bazen, bu da ölümden korktuğunuz için mi?
50
BAĞLAR
KÖY PAZARI YA DA BAHAR PROJESİ
Bahar OYNAK (10.Sınıf)
Merhaba Sevgili Okurlar,
Bu yazımda Bağlar’ımız için çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konuya değineceğim: Köy Pazarı.
Sizin de bildiğiniz gibi kısa zaman içinde güzel dünyamızın
düzenini bozduk. Topraklarımız artık eskisi gibi verimli değil.
Çeşitli kaynaklarımızı tükettik. Birçok orman yok oldu. Fakat
insanların ihtiyacına cevap vermek gerekiyor. Bir yandan da
nüfus artıyor. Ne yaptık? Yetiştirdiğimiz ürünlerde bilinçli ya
da bilinçsiz bir biçimde çeşitli kimyasallar kullandık. Sonrasında ürünlerimizin tadı bozuldu. Sadece tat bozulsaydı pek
önemli değildi. Geçenlerde bir televizyon programında izledim. Bunun insan sağlığına çok olumsuz etkisi varmış. Çevremde gördüğüm kadarıyla son zamanlarda insanlar köylerde
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
yaşamayı özler oldu.
Günümüzde köyü olanların bile köylerine dönmeleri pek
mümkün görünmüyor. Benim önerim şu: Biz köye gidemeyeceğimize göre köyü şehre getirelim. Bunun çok zor olacağını
düşünmüyorum. Ama faydasının çok olacağını düşünüyorum.
Bu projemi birkaç maddede özetleyeyim:
1. Bağlar’da büyük bir alana (Göletli Park’ın arka tarafındaki gibi) Köy Pazarı kurulmalıdır.
2. Bu pazarda sadece kadınlar çalışmalıdır.
3. Bu pazardaki tüm ürünler köylerden getirilmelidir. Bu
yüzden köy birimleri kurulmalıdır.
4. Bizim okullardaki kulüplerimizde olduğu gibi “Denetleme Kurulu” olmalıdır. Bu kurul ürünlerde sahtecilik yapanın
gözünün yaşına bakmamalıdır. Örneğin sütte, yumurtada,
balda vb.bir hile mi çıktı bunlara caydırıcı cezalar verilmelidir.
(Zaten kadınlar bu işe el atsa kimse korkudan bir şey yapamaz. Çünkü kadınlar çok merhametlidir, kimsenin sağlığına
zarar gelmesini asla istemezler. Bu merhameti kötüye kullanmak isteyen yanılıyor. Bunu peşin söyleyeyim.)
5. Bu pazar haftanın 7 günü olmalıdır. Çünkü tatile girerse
buradaki ürünler doğal olduğu için bozulur. Ama öyle bir sistem kurulmalı ki her kadın haftada bir gün tatil edebilsin.
Çünkü yazıktır, onlar da dinlensin.
Sevgili Okurlar,
Bu pazar kurulursa her açıdan çok faydalı olacak. Bizim
bazı erkeklerimiz kıskançlık yüzünden eşlerini pazara göndermemektedir. Bu yüzden kadınlar alışveriş özgürlüklerini kaybetmektedir. Bu pazar kurulursa kadınlar hep beraber güle
oynaya oraya gidecekler. Pazarın çay ocağında (Çünkü bu pazarın AVM’ler gibi dinlenme yerleri olacak.) çaylarını içecekler, biraz sohbet edip (Siz buna dedikodu diyorsunuz.) stres
atacaklar, sonra alışverişlerini yapıp gelecekler. Stres attıkları
için artık çocukları ve kocalarıyla da kavga etmeyecekler.
Bu pazar kurulursa benim sayemde (Gerçi kendimden söz
etmek istemiyorum, çok mütevazi biriyim.) bir tavuk eti yiyeceksiniz, bir tavuk eti yiyeceksiniz tadı damağınızda kalacak.
Sonra orada pişirilen ekmeklere bir tereyağı süreceksiniz, diyeceksiniz ki ben şimdiye kadar hiç yaşamamışım. Sonra çocuklarınız öyle bir sağlıklı olacak, artık doktor yüzü
görmeyeceksiniz.
51
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Geçenlerde köy ürünleri satan iki kadın gördüm. Şimdi sizlere konuşmalarımızı aktaracağım.
-Teyze kolay gelsin, benim adım Bahar, nasılsınız, satışlar
nasıl?
- Sağol kızım, Allah’a şükür, sen nasılsın?
-Teyze, bu köy ürünlerinin daha büyük yerlerde kadınlar
tarafından yapılmasını ister misiniz?
-Nasıl istemeyiz kızım. Üç günlük dünyada yaşıyoruz,
keşke hepimiz bir arada olsak. O zaman herkes bizden daha
çok yararlanır. Sen de okumuşsun, biliyorsun, köyün her şeyi
çok sağlıklıdır. Biz hem para kazanıyoruz, hem böyle muhabbet ediyoruz. Herkes de bizden memnundur.
Daha çok konuştuk. Teyzelerin konuşmaları çok hoşuma
gitti. Bir gün böyle bir pazar kurulursa beni de unutmayın.
Bana da bir köşe ayırırsanız size öyle doğal bir tatlı yapacağım,
öyle doğal bir tatlı yapacağım... Yiyen tekrar tekrar gelecek.
Her gidişte bana dua edeceksiniz.
52
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
CHRISTY BROWN’A MEKTUP
Funda MUTAŞ (9. Sınıf)
Sevgili Christy,
Yazdığın kitabı okumam aslında senin hayatını okumamdı.
Christy sen gerçek misin? Sen nasıl bu kadar güçlü olabildin?
Keşke ben de senin kadar güçlü olabilseydim ve bir o kadar
da gururlu. Senin gururun cama benziyor, düştüğünde hemen
parçalanan. Ne yaparsan yap, bir gülüşüne yenik düştüğün insanlar var. Christy biliyor musun? Sen bu zorlukların üstesinden gelirken sana elini uzatan bir annen vardı. Bunun için öyle
şanslısın ki anlatamam sana. Keşke sen ben olsan da bu koca
dünya içinde sevmenin acısını yaşasan, keşke ben sen olsam
da sevilmenin keyfini çıkarsam. Hayat öyle tuhaf bir şey ki
halen yaşadığım ve yaşayacağım hayatı anlamış değilim. Ben
de bu dünyaya senin gibi yabancı kaldım Christy. Hani bazen
yalnız kalmak istersin ya, aynada bile kendini görmek istemezsin. Aynen işte öyle.
Christy sen hayatında aşk konusunda birçok kez aksaklıklar
yaşadın ve çok üzücü sonuçlar aldın ve bunları yaşarken bütün
suçu kendinde ve bedeninde buldun. Aslında bunların hiçbiri
ne sende ne de bedeninden dolayı oldu. Hem biliyor musun?
Bana göre sözler kalpten çıkarsa kalbe kadar gider ve kalbe
ulaşır. Fakat sadece ağızdan çıkarsa kulaktan öte gidemez.
Christy ben senin hayatındaki zorluklara rağmen başarılı olmana hayran kaldım. Anlayacağın seni bana cazip kılan bakış
açılarındı. Aslında senin sol ayağınla büyüttüğün rüya ve hayallerin. Gözyaşlarını hak edecek insanlar görmedin ki… Ya
senin gözyaşların Jenny için gereksiz ya da uğruna gözyaşı
döktüğün Jenny değersiz. Sence hangisi Christy? Hem zaten
suçlamak anlamaktan daha kolay değil mi?
Sen çok büyük acılar çektin Christy. Herhangi biri senin
yaşadığın acıların üstesinden gelmezdi, gelemezdi. Sen zaferi
53
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
kazandın ve unutma ki zafere çiçekli yolla gidilmez, bu yüzden
kendinle gurur duy.
Zaferi sen kazandın Christy. Ve sen zaferi kazanana dek
bütün dertler yağmur gibi üstüne yağdı. Ama rengârenk gökkuşağı yağmurdan sonra çıktı. Hayatın bütün üzüntülerini ve
sevinçlerini senin sayende öğrendim. Çok sağol Christy.
Hem zaten mutluluğun bizi bulacağı yok, gel biz mutluluğu
bulalım. Ne dersin?

55
Christy Brown
hayatta kalabilen 13 çocuğundan biri. Babası duvar örme us-
“Yüzünüzü güneşe döndüğünüz zaman gölgeler
hep arkanızda kalır.”
ayağını kontrol edebiliyordu. Bundan da yararlandı. Sol ayağını
Helen Keller
(1932-1981) İrlandalı yazar ve ressam. 22 çocuklu bir ailenin
tasıydı. Christy Brown, beyin felci ile dünyaya geldi. Sadece sol
kullanarak resim yapmaya ve kitap yazmaya başladı.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
YILMAZ GÜNEY’E MEKTUP
Nurgül ÇAKIR (10. Sınıf)
56
Yılmaz Abi,
Gerçek halk kahramanı,
Halkın umudu,
Filmleriyle yüreğimizi titreten büyük sanatçı,
Sen Çirkin Krallığınla yüreklerimizi güzelleştirdin. Zalimlere karşı ezilenlerin sesi oldun. Dört duvar arası bile susturamadı seni. Bildiğin doğruları anlatmaya devam ettin.
Dünyamıza ışık tuttun. Hiçbir zaman karanlığa teslim olmadın. Doğru bildiğini hep söyledin.
“Doğru söyleyeni dokuz
köyden kovarlar” mış.
Sen, yaşasın onuncu
köy, dedin. Senden
sonra herkes sen olmaya çalışsa da
kimse sen olamadı.
Milyonların gönlüne
taht kurdun. Seni
anlatmaya ne kâğıtlar
ne kalemler yeter. Hele
ben seni nasıl anlatabilirim? Ancak öylesine kıyısından geçerim büyük
deniz inin.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Ancak şunu bil ve şairin dediği gibi “müsterih ol”; çünkü
senin gönlünden geçenler şarkı oldu, şiir oldu. Sen bize hem
şair hem şiir, hem ırmak hem deniz oldun. Her zaman güzel
yarınlar için bir umut oldun.
Yılmaz Abi, en güzel Çirkin Kral’ım,
Seni çok merak ediyorum. Hapisteki günlerinde neler yaşadın acaba? Gece olunca kimleri düşündün, ne hissettin? Ya
bizim diyarları terk edip gidince kim bilir kafanda ne film şeritleri geçti? Sen giderken yollar hep geri geri mi itti seni? Kalbin çok acıdı mı? Çok acıdı da bize mi yansıtmadın?
Gözyaşlarının sessiz çığlıklarını içine mi attın? Yoksa asıl filminin adı uzaklarda gözlerini yumarken “Hasret” mi oldu?
Yılmaz Güney, sen düşüncelerini halka ulaştırmak için
sanat yaptın. Kendinle beraber çevreni de kalkındırdın . İnsanlara ışık tuttun. Bugün maalesef bazı sanatçılar ne kendilerine ne de topluma ışık tutuyorlar. Bu yüzden seni çok
arıyoruz. Sen yokken filmlerin hep ödül aldı; çok konuşuldun,
çok sevildin.
Zor günlerinde keşke yanında olabilseydim. Dertleşirdik
senle. Neler yaşadığını anlatırdın. Bir gazetecinin röportaj
yaptığı gibi ben sorardım sen cevaplardın.
Hasret duygusuyla insan ruhunun bedeninden ayrılması
acaba nasıl bir duygu? Bunun filmi, sadece bu anın filmi yapıldı mı acaba? Yılmaz Abi, bunu kimse yapamaz, senden
başka kimse yapamaz, sana çok ihtiyacımız var, çok…
Saygılar, selamlar sana ey gönlümün Çirkin Kral’ı!

“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur.”
Necip Fazıl Kısakürek
57
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
SABAHATTİN KUDRET AKSAL İLE BİR GÜN
Zilan BİLİCİ (10. Sınıf)
1 Ocak 2015
ARDINDAN
58
Giderken sen,
Gözlerine bırakmıştı rengini deniz.
Bulutlar,
Yağmurlarını kaybetmişti dudaklarında
Sev demiştin giderken ardından
Kimi, neyi, niçin? Sen yokken.
Ardından güneşe sormuştum seni,
Benden daha aydın demişti.
Mehtaba sordum, daha güzel dedi.
Yıldızlardan daha parlak.
Kaderime sordum
Zülüfleri benden daha karaydı dedi.
Sen giderken hüzün çiçekleri yiterdi
Kalbimin orta yerinde.
Çoraklaşırdı yüreğim.
Issız ve kararırdı geceler
Deniz miydin yoksa?
Gözlerinde unutulurdum, bulut muydun?
Dudaklarında kaybolurdum,
Bulamazdım kendimi.
Mahsum ÖZTEK
Merhaba günlük, ben Zilan.
Dün edebiyat öğretmenim yazdığım bir kompozisyonu beğendiğini söyledi, bana günlük yazmamı önerdi. Bundan cesaret alarak hemen birkaç şiir kitabı aldım. Bunlardan birinin
şairi de Sabahattin Kudret AKSAL. Okuyacağım şiirlerin bana
hissettireceği duyguları kâğıda günlük halinde geçirmeye
karar verdim. Kitabı açtığımda karşıma çıkan ilk şiir beni çok
etkiledi: “BİRİ VAR”
Biri var, durmadan beni arar,
Biri var, mevsimlerdir beklerim.
Biri var ki açmamış bir bahar,
Göklerimde yıldız, içimde sır.
Biri var ki bahtı bende yaşar,
Benim çiçeklerim açar onda.
Bende musiki, bende dünyalar,
Biri uzakların uzağında.
Havuza düşen memleketleri,
Biri var ki içimde sayıklar.
Bu şiiri okuduğumda aklıma ilk gelen amcam oldu. Evet
amcam. Üç ay önce aramızdan ayrılan amcam! Düşünsene
günlük, daha düne kadar yanında olan, en yakın gördüğün kişi
bir bakmışsın yok. Senden çok uzakta, dönüşü olmayan
59
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
60
yerde. Her gün kapıyı tıklatmasını beklersin. Koşup sarılmasını beklersin, ama yok.
“Yok” desem de bana inanma günlük. Amcamı hep kalbimde yaşatıyorum. Her saat, her dakika, her saniye karşımdaki duvar gibi yakınımdaymış gibi hissediyorum. Ondan
kalan hatıralara dalıp gidiyorum. En çok dinlediği şarkıları
hep başa alıp bıkmadan usanmadan tekrar tekrar dinliyorum.
O, hatıralarıyla durmadan beni arar, ben ise onu hep anarım.
Bu anmalarımda müzik ve şiir büyük bir etken. İnsan
müzik ve şiirle kalbinin sesini duyuyor. Bu dinleme sayesinde
insan kendisiyle ve çevresiyle yüzleşiyor. Bazen bir sözcük
beni alıp uzaklara götürüyor. Bakıyorum yine onun yanındayım. Kendime sık sık sorular soruyorum: Neden, niçin, ne
yapmalıyım… Evet, ne yapmalıyım günlük? Elimden tutanın
olmadığı yerde oynuyorum hâlâ.
Tutunmuş gibi görünüp
elimden kayan onca olanakların arkasından bakıyorum.
Uzun uzun düşünüyorum bazen. Bu bir
gerçek, diyorum. Herkes bir gün göçüp gidecek. Şairin dediği
gibi mevsimler boyunca bekleyeceğiz
onu; ama o uzakların
uzağında olacak.
İnsan üzülüyor,
bazen
kendini
bir
boşlukta buluyor. Ve yalnızlık gelip o
boşluğa çörekleniyor.
İçimize
dolan yalnızlığı giderecek bir çare bulmak bu durumu az da olsa hafifletir
belki. Ama geçmiş geçmiyor. Muhakkak ki acısı kalıyor içi-
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
mizde. Ve içimizde durmadan sayıklıyor. İşte bu sayıklamalar
bütün dünyamı alt üst ediyor.
Buna bir çare bulmalıyım günlük. Bu çare de sen olacaksın.
Yazarak kendimi umutsuzluk ve karamsarlıktan özgürleştirmeliyim. Özgürlüğün her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünüyorum.
Sabahattin Kudret Aksal
(1920-1993) İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi
Felsefe Bölümü’nü bitirdi. İlk şiiri 1938’de Varlık der-
gisinde çıktı. Şiirlerinde hem Garip hem de İkinci Yeni
şiirinin etkileri görülür. Şiir, öykü ve tiyatro alanlarında
birçok ödül aldı. Şarkılı Kahve (şiir), Gazoz Ağacı (öykü),
Kahvede Şenlik Var (oyun) eserlerinden birkaçıdır.

“Gülümseme iki insan arasındaki en kısa
mesafedir.”
Victor Borge
61
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
ÂŞIK VEYSEL’E MEKTUP
Berfin AZARAK (10. Sınıf)
62
Sevgili Âşık Veysel, Bizim Göremediklerimizi Gören Büyük
Şair, Gönlümün Billur Şişesi,
Merhaba Âşık Veysel, henüz 7 yaşındayken çiçek hastalığı
yüzünden gözlerini kaybeden, “Deyişler”, “Sazımdan Sesler”
ve “Dostlar Beni Hatırlasın”ın büyük şairi merhaba!
Bu aralar şiirlerinizi ya internetten dinliyor ya da kitaptan
okuyorum. Sizden çok etkilendim. Şiirlerinizin her mısrası
ayrı bir güzel. Şiirlerinize doyum olmuyor. Bilseniz sizinle tanışmayı sohbet etmeyi ne çok istiyorum! Yanınıza oturup o
güzel sazınızı dinlemeyi… Ama elden ne gelir?
Aşkı yorumlama şekliniz çok hoşuma gitti. Aşk diye bir şey
olmasaydı eminim sevdiklerimiz gözümüze bu kadar güzel
görünmezdi. “Güzelliğin on par’etmez / Şu bendeki aşk olmasa
/ Eğlenecek yer bulamam / Gönlümdeki köşk olmasa” derken
ne kadar haklıymışsınız! Çünkü aşk yalnızlıktır, ayrılıktır, karşılıksız sevmektir. Örneğin bir gün hayatımıza biri girer ve
bakış açımız değişir. Zamanla ona bağlanırız, onsuz bir dakika
bile bize zor gelir. Öyle severiz ki onu kaybetmekten korkarız.
Ancak gün gelir, onsuz bir dakika bile yaşamayacağımızı düşündüğümüz kişi gider. Ne yapacağımızı bilemeyiz, dünyamız
yıkılır âdeta. İçimizde uçan kelebekler birden ölür, kalbimiz
kelebeklerin mezarlığına döner. Yıllarca bekleriz, ama gelmez.
Bize kalan tek şey vardır: Onunla yaşadığımız güzel günler.
Düşünürüz o güzel günleri. Okulda, evde, sokakta… Düşünmenin ne kadar güzel olduğunu fark ederiz.
Sana Veysel’im diyeceğim artık. Sana olan büyük sevgimden. Sen gideli dünya bir tuhaf oldu Veysel’im. Senin zamanındaki kötü insanlar şimdiki insanları da aldı. Bazı insanlar
birbirinin umurunda değil. Dünya grileşti. Aşk yok, sevgi saygı
yok, dostluk yok, insanlık yok. Bazı insanlar ve bazı filmler
63
aşkın adını kirletmişler. Aşkı hoşlantı, şehvet, gösteriş, para
ya da acıma olarak görüyorlar. “Bana aşkı anlat.” dersen çoğu
saçma sapan şeyler söylüyor. Keşke yaşıyor olsaydın. Aşkın
ne olduğunu herkese yeniden anlatsaydın. Çaldığın sazlarla
insanların yüreklerindeki buzları eritseydin.
Senin şiirlerinde aşk tek kişiliktir. Aşk, onu uzaktan sevebilmektir. Aşk, onu hatalarıyla kabul edebilmektir. Aşk, onun
kalbine bakıp ruhuna derinden işleyebilmektir. Aşk imkânsızı
başarmaktır. Aşk sevilmeden sevmektir. Sevip de kavuşamamaktır aşk. Aşk karşımızdakini güzelleştirmektir. İnsanların
fiziksel kusurlarını bile sağlam ve düz görmektir. Karşımızdakini yüceltmektir. “Senden aldım bu feryadı / Bu imiş dünyanın tadı / Anılmazdı Veysel adı / O sana âşık olmasa”
diyebilmektir. Yanılıyor muyum Veysel’im?
Biraz da o güzel dostlukları anlatayım sana. En iyi dostun,
sırdaşın sazındır bilirim.
Bazı dostluklar vardır yaşamaya değer. Zor günlerinde de
dar günlerinde de yanında olan. Gerçek dost iyiliklerin bittiği
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
zaman seni terk etmeyendir. Ayıbını örtendir, yüreğindeki
acıyı seninle paylaşandır. Sen üzüldüğünde sıcacık bir kucak
açandır. Senle sazın arasındaki dostluk gibi. Gözün görmediği
halde çok güzel saz çalıyorsun. Sizin dostluğunuzda çok
anlam var. Gözlerin görmüyor diye baban sana saz alıyor sen
de bu saza yıllar geçtikçe daha çok anılarını, şiirlerini, derdini,
kederini anlatmaya başlıyorsun. Gerçek dostluk, dostun sırrını başkasına söylememektir. Sen de derdin ya:
Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme
Lâl olsun dillerin söyleme yâda
Garip bülbül gibi ah u zar etme
64
Ama bazı insanlar böyle değil. Senin için önemli olan bir
şeyi hemen başkalarıyla paylaşıyorlar. Oysa sen dostum diye
sırrını sadece onunla paylaşmıştın. Hani sen demiştin ya
“Uyma lak lak edip gülüşenlere / Meşgul eder seni işinden
eyler / Karışırsın tembel perişanlara.” Çok haklısın Veysel’im.
Sırf o lak lak edenlere uyup da hayatını mahvedenler var. Bir
şiirinde de şöyle diyordun:
Bin dokuz yüz altmış yedi yılında
Çirkin sözler gezer halkın dilinde
Yıl 2015. Yakındığın konu daha da alevlendi Veysel’im. İnsanların çoğunda ayıp edep, sevgi saygı kalmadı.
Sana biraz da “Selam saygı hepinize / Gelmez yola gidiyorum” diyerek ayrıldığın dünyadan söz edeyim. Veysel’im dünyada savaşlar, kötülükler, zorbalıklar bitmedi. Çoğu insan
düşünmeden hareket ediyor ve bildiğini okuyor. Kendi aralarında ırk ayrımı, fikir ayrımı yapıyorlar. Sen demiyor muydun
“Allah birdir, Peygamber hak/ Rabb-ül âlemindir mutlak /
Senlik benlik nedir bırak” diye? Maalesef Veysel’im, insanlar
durmadan birbirlerini öldürüyor. Dünya gözü dönmüşlerle
dolmuş. Kimse mesajlarına kulak vermiyor. Dünyada açlık,
sefalet, ayrımcılık var. Kimse kimseyle anlaşamıyor. Dünya barışı şu an sadece bir dilek. Aç açına sokakta yatan kardeşlerimiz var. Hiçbirimiz doğru dürüst bir şey yapamıyoruz. Bazen
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
bu dünyadan çok utanıyorum Veysel’im. Dünya bildiğin dünya
değil . Para insanı çok bozmuş be Veysel’im. İnsanlar paranın
sahtesini, para da insanın sahtesini yapar oldu.
İyi ki zamanında o güzelim doğa şiirlerini yazmışsın. Bugün
kendisine şiirler yazılacak doğa da kalmadı. Doğa mahvedildi
Veysel’im. Dünya’nın oksijeni olan ağaçlar tek tek yok ediliyor.
Senin sadık yârin kara toprak da artık eskisi gibi koyun, kuzu,
süt, meyve vermiyor. Verse bile tatsız tuzsuz, saman gibi yiyecekler veriyor. Sebebi ise insanlar yine. Bazıları daha çok kazanmak için toprağı bile bozdu. Bize emanet ettiğin topraklara
sahip çıkamadığımız için çok üzgünüz Veysel’im. Şikâyetçiyim
bu dünyadan Veysel’im. “Ben giderim adım kalır / Dostlar
beni hatırlasın” demiştin. Maalesef insanlar seni ve düşüncelerini hatırlamadı. Evet, insanlar uzun ince bir yoldadır. Ancak
çoğu kişi bu yolun nereye çıkacağını düşünemiyor. Düşünseler
dünya bu hale gelir miydi?
Yine de “Unutuldum.” diye
üzülme Veysel’im. Her yıl ne
yalan söyleyeyim sembolik
diyebileceğim bazı törenlerle seni anıyoruz. Ancak
seni anarken ya da
edebiyat derslerimizde
bir şiirini
okurken
dünyanın yaşanılır bir
yer olmaktan giderek
uzaklaştığını görüyorum. İşte o zaman
“gönlümün billur şişesi”
kırılıyor.
65
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
İNCİ’DEKİ KİNO’YA MEKTUP
İlknur YALIÇ (9. Sınıf)
66
Sevgili Kino,
Bu mektuba başlarken ne yazacağımı çok düşündüm. Umarım mektubumu okurken zevk alırsın. Kino ailen için yaptığın
fedakârlıkları kimse yapamazdı. Tüm olup bitenlere rağmen
ayakta dimdik duramazdı. Senin bu yaptıklarından dolayı sana
ne kadar özendiğimi bil istedim. Senin gibi aileme nasıl sımsıkı sarıldığımı öğren istedim. Biliyor musun Kino, ben de ailemin tek çocuğuyum. Senin de tek çocuğun var değil mi? Adı
Coyotito. Senin için ne kadar da önemli! Senin bir parçan o.
Ona bir zarar geldiği an çileden çıkarsın. Onu korumak için
şimdiye kadar yaptığın fedakârlıkları yaparsın.
Ancak hayat çok acımasız. Bir akrep sokmasından dolayı
çocuğun zehirlendi. Başına birçok dert açıldı. Çocuğun için
denizin dibine dalıp çıkardın ya “o büyük inci”yi, o an dünyalar senin oldu. Çocuğunun iyileşebilmesi için doktor para istiyordu ve sen de o inciyi para karşılığında doktora verecektin.
Her şeye rağmen, gösterdiğin tüm çabalara rağmen çocuğunu kaybettin. Çok zor, biliyorum, senden bir parçanın eksilmesi dünyanı başına yıktı. Keşke olmasaydı, diyordun.
Bunları yazarken gözyaşlarım kendiliğinden iniyor. Öyle
mutsuz oldum ki emin ol dayanamıyordu kalbim. Senin bu
başından gelip geçen tüm olaylar bir gün benim de ailemin
başından gelip geçebilir. Biliyor musun Kino, evde hep seni
düşlüyorum. Seni düşlemek hayatın gerçeklerini öğrenmek
gibi, hayatın acımasızlığını tatmak gibi. Her şey olmasına rağmen hayata umutla başlamayı öğrendim senden. Tan vaktinde
güneşin nasıl umutla, heyecanla ve şefkatle doğduğunu gördüm. Ben de artık her tan vaktinde güneş gibi doğuyorum
evime. Mutluluk, neşe ve huzur birleşince ben ortaya çıkıyorum.
John Steinbeck
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
68
O inci yüzünden başına birden çok dert açıldı. Kasabadakiler senden o inciyi alabilmek için her yolu denediler. Hatta
canına kastetmeyi bile göze aldılar. Hepsi menfaatleri için her
şeyi yaptı. İşte zenginlik de bazen böyle başa bela oluyor. Kino,
aslında sen bilmeden savaşmayı öğretmişsin bana. Ne olursa
olsun pes etmemeyi. Bu romanı okudukça birçok yönden geliştiğimi fark ettim. Bir romanın insan hayatını değiştirebileceğini keşfettim. Aynı benim hayatımda olan değişiklikleri
keşfettiğim gibi.
Aslında bazen amaçsızca düşünüyorum her şeyi. İyi kötü
evrende olup bitenleri. Kendi kendime diyorum. Neden insanlar böyle? Ama cevap alamıyorum. Kino, aslında bu mektuba içimden gelenleri ve düşündüklerimi aktarıyorum. Acaba
bir gün karşılaşır mıyız, bu yazdıklarımı yüzüne karşı söyleme
fırsattım olur mu? Neyse Kino, ben aslında bir şey sormak istiyorum. Neden başına bir olay geldiğinde aklına hemen bir
türkü gelir ki? Senin iyi veya kötü her şey hakkında birden çok
türkü aklına geliyor. Keşke benim de öyle bir yeteneğim olsaydı. Çünkü buna ihtiyacım var.
Sana son satırlarımı yazarken şunları dile getirmek istiyorum. Senin dürüst olman, fedakâr bir aile babası olmuş olman
sana verilen en güzel armağan bence. Başına her ne kötülük
gelirse gelsin bunu üstesinden gelebileceğine inanıyorum.
Çünkü bunları ben de kendi hayatımda uyguluyorum ve her
zaman her alanda başarılı ve ne kadar azimli olduğumu görebiliyorum. Eminim ki sen de benim gibi bu başarıları elde ettiğini göreceksin. Kino, seninle bir gün görüşmek dileğiyle
sevgimi, saygımı ve en önemli olarak kalbimi yolluyorum. Hayatında başarılar dilerim ve hep mutlu ol isterim. Bu arada
şunu da dile getirmek istiyorum. Emin olabilirsin ki senin karakterin sayesinde bu iyilik ve kötülük dolu dünya ile nasıl savaşabileceğimi öğrendim. Ben mutluyum, umarım sen de
gayet mutlu olursun. Kino, ne kadar sevildiğini ve düşlendiğini unutma. Sevgilerimle…

Sorunlar öfke ve şiddetle değil, gülümsemeyle çözülür.
Zeynep ASLAN (9.Sınıf)
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
JOHN STEINBECK’E MEKTUP
Sedanur TAŞ (9. Sınıf)
Sevgili John Steinbeck,
“İnci” adlı romanınızı okudum. Çok beğendim. Çünkü
duygu ve düşüncelerinizi iyice yoğurarak güzel bir edebi metin
ortaya koymuşsunuz. Edebiyat öğretmenimiz bu dönem bize
edebi metinlerin özelliklerini anlattı. Bu özelliklerin romanda
kendini güzel bir şekilde gösterdiğini gördüm.
Romanda özellikle Juana karakterini çok sevdim. Sabahları
uyanır uyanmaz Kino’ya aşkla bakması, gözlerinden ışıltıların
saçılması, bebeğini akrep soktuğunda yaptığı mücadele, genel
olarak fedakârlığı ve güler yüzlülüğü çok etkileyiciydi. Düşünüyorum da ben olsaydım bu kadar dayanamazdım.
Coyotito, Juana’nın bu dünyadaki varı yoğuydu. Onu akrep
sokunca özellikle Juana’nın etkisiyle doktora götürdüler. Ama
gittikleri doktor, yıllardan beri Kino’nun ırkını aşağılayan, aç
bırakan bir ırktan geliyordu. Doktorun tavrı tüylerimi diken
diken etti. Irk ayrımcılığı, bir doktorun hastasına bakışını bile
değiştiriyormuş. Kino’nun geldiği ırka hayvanlara davranırcasına davranıp sesleniyorlardı. Gerçekten bu çekilir durum
değildi. Kim olsaydı dayanamaz, Kino’nun yaptığı gibi elini
kapıya öfkeyle vurup paramparça eder, akan kana bakardı.
Evet, sonra o doktor da Kino’nun peşine düştü. Çünkü Kino
çocuğunu kurtarmak için denize dalmış, büyük bir inci bulmuştu. İnciyi ele geçirmek için birçok insan harekete geçmişti.
İnci tatlıydı, büyük incinin kokusunu herkes almıştı. Kino zengindi artık, herkes onunla ilgileniyordu. Irk ayrımı, her şey paranın yanında önemsizleşmişti. Demek ki paranın gücü her
şeyin üstündeydi.
John Steinbeck, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan büyük yazar,
Bu kitabı okuduktan sonra sizin hakkınızda bir araştırma
69
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
70
yaptım. Kaliforniya’da ırgat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
gelmişsiniz. Kitaplarınızda işçilerin gündelik ilişkilerini,
yaşam koşullarını, döneminizin temel toplumsal sorunlarını
anlatmışsınız. Bitmeyen Kavga, Gazap Üzümleri, Sardalye
Sokağı, Cennetin Doğusu gibi büyük eserlere imza atmışsınız.
Edebiyata katkılarınızdan dolayı 1962’de Nobel Edebiyat
Ödülü ile onurlandırılmışsınız. Bunları niye yazıyorum biliyor musunuz? Sizlere bir soru sormak için. Sevgili yazar, sizin
romanınızda Kino karısı değerli Juana’yı niçin dövdü? Bence
Kino bu hareketi yapacak biri değildi. Buna siz sebep oldunuz,
bu yüzden size çok kırgınım. Evet, edebiyatta büyük şeyler
yapmışsınız; ama bir kadına bakış açınızı değiştirmemişsiniz.
Erkek vurur, kadın kuzu kuzu yürür. Çünkü siz de bir erkeksiniz, birçok erkek gibi dünyanın böyle olmasını arzuluyorsunuz. Cevabınızı biliyorum. Ben toplumu anlatıyorum,
diyeceksiniz. Acaba bu cevabınıza inanıyor musunuz? Yazarın
görevi sadece anlatmak mıdır?
Neyse, yine de küs kalmayalım. Ben sizi okumaya devam
edeceğim. Çünkü siz bize büyük olayları duygulu bir şekilde
anlatıyorsunuz. Bu arada Tomris Uyar’a da romanınızı çevirdiği için teşekkür ederim.
Sevgi ve saygılarımla…

Bir kadının bir an gülümsemesi uğruna bir
şeyler yapan, dünyanın en değerli insanıdır.”
Hermann Hesse
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
ORHAN PAMUK’A MEKTUP
ORHAN ORHAN CİK CİK
Pervin TANRIVERDİ (10.Sınıf)
Merhaba Orhan Pamuk, tatlı gülümseyişli insan merhaba,
Bu mektubumda “Kafamda Bir Tuhaflık” adlı son romanınızı biraz değerlendirmeye çalışacağım. Edebiyat dersimizde
buna eleştiri diyoruz. Tatlı tatlı gülümsediğinizi görüyorum.
Doğru, ben de biliyorum, ağır bir konu bu. Bir de insan eleştiri
yaparken karşısındakini kırabiliyor. Ben de bu yazımda sizi
kırarsam kusuruma bakmayın. Şimdiden bunun için özür
diliyorum. Siz büyük bir yazarsınız, biz gençleri affetme
yönünüzde öyle büyük olmalı. Bu yönünüzü düşünerek
yazıma başlıyorum.
Öncelikle bir romanı hem içerik hem de dil yönünden nasıl
değerlendireceğimi bana anlatan Eşref Biçen hocama teşekkür
ederim. Onun sayesinde bir defter dolusu notlarımı derleyip
toparladım ve cümlelere dönüştürdüm. Bir de baktım ki uzun
bir mektup yazmışım.
Değerli yazarımız, ülkemize Nobel Edebiyat Ödülü’nü
kazandıran büyük romancı,
Mevlut Karataş’ın hayatını anlatan bu romanınızın 1.kısmı
gerçekten çok güzeldi. Ağzınıza sağlık, masal tadında bir
hikâye anlatıyorsunuz. Lafı pek dolandırmıyorsunuz. Sade bir
anlatım kullanıyorsunuz. En önemlisi de insanı merak içinde
bırakıyorsunuz. İnsan okudukça okuyası geliyor. Hele o benzetmeleriniz! Çok beğendim. Mevlut ile Rayiha yokuştan
çıkarken şöyle diyorsunuz: “Kayalar arasından kıvrıla kıvrıla
yamaçlara çıkan dar yol, bulutlu kapkaranlık göğe çıkıyormuş
71
“
Romanınızı
okumaya devam
edince durum
değişti. O kadar
çok şey anlatıyor, torbanıza o
kadar çok şey dolduruyorsunuz ki hepsi
birbirine karışıyor,
ezilip büzülüyor. O
bölümlerde kendimi lunaparktan çıkmış gibi
hissettim.”
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
74
gibi dikleşti.” Benzetmeniz sadece bir benzetme değil, buradaki zor durumu anlatan dopdolu bir cümle. Bunun gibi
güzel daha başka benzetmeleriniz de var. Hepsini defterime
yazdım. Bazı arkadaşlarıma bunları okudum. Ama ilerleyince…
Romanınızı okumaya devam edince durum değişti. O kadar
çok şey anlatıyor, torbanıza o kadar çok şey dolduruyorsunuz
ki hepsi birbirine karışıyor, ezilip büzülüyor. O bölümlerde
kendimi lunaparktan çıkmış gibi hissettim. Lunaparka heyecanla girmiştim. Ama çok hızlı dönen bir oyuncağa bindim.
Başım dönüyordu. Mevlut’un Süleyman’ın kamyonetine binerken söylediği cümle aklıma geldi: “Buraları çok yüksekmiş,
başım döndü, ben ineyim.” Ama görevlinin umurunda
değildim. İnince yürümekte zorluk çekiyordum. Ne dersin?
Acaba bir dahaki sefere bunlara alışır mıyım? İnşallah öyle
olur. Ama bana pek öyle gelmiyor.
Romanınızın 120. sayfasında şöyle diyorsunuz: “Hayatın
vereceği huzur ve güzellik ancak hayatından uzakta başka
âlemleri düşlerken ortaya çıkıyordu.” Orhan Pamuk, bu cümleyi sanki size uyarlamam için yazmışsınız. “Romanınızın
vereceği huzur ve güzellik ancak 70’lerdeki (ve daha sonraki)
o belgesel tarzı bölümlerden uzaklaştıkça ortaya çıkıyor.”
Çünkü ben romanınızı “cik cik” yaptığınız o bölümlerde ve
sokaklarda kaybettim. Oralar bana çok sıkıcı geldi. Evet,
bunda benim yaşım çok etkili. Çünkü anlattığınız dönemlerin
hiçbirini yaşamadım. Onlarla ilgili pek bilgim de yok. Ancak
ben çok daha eski dönemleri anlatan romanlar okudum. Onlarda heyecanımı yitirmedim. Başım da dönmedi oralarda.
Bence sizin o bölümlerde bir eksiklik var. Dilimin ucuna
geliyor, anlatamıyorum.
Bu bölümlerdeki en güzel yanınız kahramanları doğrudan
konuşturmanızdı. Çünkü bu yolla hem kendi yükünüzü hem
de romanın yükünü çok hafifletmişsiniz. Bunu önceleri filmlerde görüyordum. Biliyorsunuz, bazı TV kanallarında bu
yöntemin uygulandığı pek uzun sayılmayan filmler gösteriliyor. Bu yöntemi romanda da görmek beni sevindirdi. Belki
de alışık olduğum bir tarz olduğu için.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
Mektubumun ismi gereği ben de konudan konuya atlayacağım. Bence siz erkek romancılar, hepiniz, oturup romanlarınızda canlandırdığınız kadın karakterler üzerinde
düşünmelisiniz. (Erkek romancılar niye sinirleniyorsunuz?
İnsan düşünen bir varlık değil midir?) Erkek kahramanlarla
kadın kahramanları canlandırışınız o kadar farklı ki…
Okuduğum romanlarda kadınların hep özünden uzaklaştırıldığını gördüm. Orhan Pamuk, maalesef siz de böyle
yapıyorsunuz. Bak, görüyorsun işte, kadına saygı duymayan
bir toplum olduk. Kardeşlerim bir kâğıt gibi yakılıyor.
Orhan Pamuk, sizce kadın sizin bu romanınızda anlattığınız Rayiha, Samiha hatta Vediha mıdır? Bu konularda çok
dertliyim Orhan Pamuk. Bu konulara girsem bu mektup bitmeyecek.
Nerde kalmıştım. Her nerde kaldımsa artık. Dere tepe düz
gittim, okuya okuya geldim 375. sayfaya. Burayı çok
beğendim. Yeniden yeniden okudum. Değişik günlerde
okudum. Hepsini tek bir cümle olarak okudum. Okudukça aklımdan çeşitli şeyler geçti. Kadınlarla, hayatla, dünyayla ilgili
çeşitli şeyler. Ben bunları düşünürken bir de baktım ki
yazımın dil bölümüne henüz gelememişim. Bundan daha iyi
fırsat olmaz diyerek cümlenizi taklit ettim ve aşağıdaki yazıyı
(pardon cümleyi) yazdım.
Pervin. 30. sayfadaki bir paragrafınızın “Bütün köpekler,
bir de göremediği dördüncüsü aynı anda havlamaya
başladılar.” cümlesiyle başlayıp “Ama köpekler havlamaya
devam ediyordu.” cümlesiyle bitmesi doğru mu? Çoğul öznenin köpek adından oluştuğu cümlelerde yüklemi bazen tekil
bazen de çoğul kullanarak köpekler arasında ayrım yaptığınız
doğru mu? Yarın bu köpekler aralarında anlaşamayıp bunlardan biri (ya da ikisi), Allah korusun, beni ya da sizi ısırdığında
bunun sizi çok üzeceği (ve de kaygılandıracağı) doğru mu?
159. sayfada “İki arkadaş kucaklaşıp öpüştüler.” cümlesini,
260. sayfada ise “Ayran için yoğurdu Cennetpınar’a komşu İmrenler köyünden Beton lakaplı ve iriyarı iki kardeş verirdi.”
cümlesiyle aynı metinde kullanmanız doğru mu? Yine, 384.
75
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
76
sayfada “İkisi de aslında içmekten hoşlanmıyordu.” cümlesini,
430. sayfada “İkisi de hayal ettiklerinden daha çok mutlu oldular.” cümlesiyle aynı metinde kullanmanız doğru mu? Orhan
Pamuk, “iki” sayısıyla (ve başka sayılarla) başınızın belada
olduğu doğru mu? Örneğin (sadece örneğin) 60, 253, 345, 375
ve 418. sayfalardaki “iki”yle kurulmuş sıfat tamlamalarının
özne olduğu cümlelerde yüklemi çoğul kullandığınız doğru
mu? 383. sayfada bir yerde “Üçü de aynı kıza vurulmuşlar.”,
aynı sayfanın bir yerinde de “Evet, üçü de Samiha’ya âşık olmuştu, doğruydu bu.” demenizdeki mantığı hiçbir dil bilimcinin çözemeyeceği doğru mu? Bunun adına “üslup” ya da
“dile yeni bir soluk getirmek” dendiği doğru mu? Böyle yapa
yapa dildeki havayı kirlettiğimiz doğru mu? Dilin de “canlı bir
varlık” olduğu, havasızlıktan boğulabileceği doğru mu? 350.
sayfada bir yerde “On yıl önce herkes Süleyman ile
evleneceğimi sanıyordu, ben bile!”, aynı sayfanın bir yerinde
de “Sonra da hepsi pişman olup, keşke daha geç satıp daha
çok para alsaydım derler.” demeniz doğru mu? Roman
boyunca herkes (185, 248, 249, 364, 440…) ile hepsi (168, 217,
242, 296, 368…) arasında ayrım yaptığınız doğru mu? Bu
zavallı “herkes” ile “hepsi” belirsizlik zamirleri arasına nifak
sokmanın doğru olmadığı doğru mu? Ülkemizin dilden başlayarak bu nifak sokmalardan çok çektiği doğru mu? Sizin de
bu romanın birçok yerinde “cik cik” yaparak bunun hikâyesini
anlattığınız doğru mu? 246. sayfadaki bir cümlenizde (Ama
zaten çoğu liseyi bitirecek yaşta değildi ve o yaşa gelince de
hiçbiri hâlâ anne ve babasıyla o küçük, sobalı, yoksul evlerinde oturuyor olmak istemiyordu.), “hiçbiri” öznesini tekil
çekimlenen yükleme, 350. sayfadaki bir cümlenizde ise
(Hiçbiri, Hacı Hamit sağ olsun, Allah’ın dağında çevirdiğimiz
milletin arazisine, tapusu da yoktu ama gene de çuvalla para
verdi demezler.) çoğul çekimlenen yükleme bağlamanızda
Hacı Hamit Vural’a kıl olmanızın payı olduğu doğru mu? 315.
sayfada “Sokaktan geçerken tabelayı gören pek çok kişi durup
bir bardak içiyor, çoğu da böyle bir dükkân açmakla ne iyi ettiğini Mevlut’un yüzüne söylüyordu.” 350. sayfada ise “Bunların çoğu 1960-70’lerde çevirdikleri arsaları bana
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
satmışlardır.” şeklinde cümleler kullanarak arsa satan
“çoğu”ların başına sizin de bir şeyler çevirdiğiniz doğru mu?
315. sayfada “Bacanaklar’ın açılmasından iki ay sonra işin
kârlı olmadığını hepsi anladı, ama bunu aralarında konuşmadılar” cümlesinde “ama” bağlacından sonra “hiçbiri,
kimse” gibi olumsuzluk bildiren bir öznenin kullanılması
gerektiği doğru mu? Böyle bir özne kullanılsa bile cümlenin
düzelmeyeceği doğru mu? 250. sayfada “Herkese arabasını
geri versek, ertesi gün gene çıkar Taksim’in ortasına…” derken
Taksim’in ortasına “bütün Anadolu”nun mu, “herkes”in mi,
“arabalar”ın mı çıkacağını sizin de unuttuğunuz doğru mu?
129. sayfada “Annesine İstanbul’a gittiğini söyledi.” cümlesindeki “gittiğini” sözcüğünün “gideceğini” şeklinde olması
gerektiği doğru mu? 159. sayfadaki “İki arkadaş kucaklayıp
öpüştüler.” cümlesinde “karşılıklı” sözcüğünü kullanmayıp
424. sayfadaki “Bir an tıpkı Korkut’un düğününde olduğu gibi
iki adım öteden karşılıklı bakıştılar.” cümlesinde ise buna
dikkat etmemenizin dikkat edilmesi gereken bir şey olduğu
doğru mu? 273. sayfada “Mardinliler”, 274.sayfada “Mevlutların”, 386. sayfada “Beyşehirlilerin”; ancak 156. sayfada “Antalyalı’nın” şeklinde yazarak Mardin, Beyşehir ve Mevlut’u
Antalya’dan daha çok sevdiğiniz doğru mu? Haydi Mevlut’a
olan sevginizi anladım, ama güzel şehirlerimiz arasında ayrım
yapmanız doğru mu? “Üstü” sözcüğünü 317. sayfada
“akşamüstü” şeklinde bitişik, 289.sayfada ise “öğle üstü” şeklinde ayrı yazarak “akşam”a torpil geçtiğiniz doğru? 323. sayfada “T.A.Ş.’de” derken kısaltmalar arasında nokta
kullanmanızın, 327. sayfada ise “KGB’dendir” derken nokta
kullanmamanızın özel bir nedeni olduğu doğru mu? Orhan
Pamuk, sizin noktalama işaretleriyle ciddi sorunlar
yaşadığınız doğru mu? Diyelim ki sizin dil ve anlatımla ilgili
sorunlarınız var, peki 4. sayfada “Editör” ve “Düzelti” kısımlarında bazı isimlerin niçin yazılmış olduğunu merak etmem
doğru mu? Sadece bu konuda bile sizin kitabınız (kitaplarınız
demiyorum) üzerinde ciddi bir çalışma yapılırsa bundan başka
bir kitabın çıkacağı doğru mu? Örneğin virgül kullanılması
gereken birçok yerde noktalı virgül, noktalı virgül kullanılması
77
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
78
gereken birçok yerde de virgül kullandığınız doğru mu?
Örneğin (sadece örneğin) 214. sayfadaki bir paragrafınızı
[Dükkân için çivi, boya, alçı almaya Perşembe Pazarı’na
gidiyorum bazan, (Bak, “bazan”a diyeceğim bir şey yok; çünkü
romanınızın başından sonuna kadar “bazen” sözcüğünü
“bazan” şeklinde yazıyorsunuz. Bu yönleriniz üzerinde değil
de ikili kullanımlarınız üzerinde durduğuma dikkat ediyorsunuz değil mi?) kamyonet oralardaki dükkâncı trafiğinin,
insan selinin içine girince dışarı çıkmak saatler alıyor. Bazan
da Üsküdar’ın arkalarındaki bir tepede, direksiyonu bir caddeye doğru kıvırıveriyorum: Briketlerle yapılmış evler; beton
duvarlar; bir cami; bir fabrika; bir meydan; yola devam ediyorum; bir banka, bir lokanta, bir otobüs durağı; ama Samiha
yok. Ama onun buralarda bir yerde olabileceği duygusu
içimde büyüyor ve kamyoneti kullanırken kendi rüyamın
içinde hızla direksiyon sallıyormuşum gibi hissediyorum
kendimi.] bu yönden incelemenin araştırmacıyı bu konuda
doğru sonuçlara götüreceği doğru mu? Bilmem hangi sayfada
ikisi de aynı yapıda sıralı cümle olmasına karşın bir yerde noktalı virgül bir yerde de virgül kullanmanızı ve daha çok ama
çok şeyi bir liseli olarak anlamamam ve en az 33 yıldır belki
daha çok yıldır roman yazdığınızı hatırlayıp anımsayarak
benim de artık nerede ne yapacağımı bilememem belki
muhtemelen benim de anlatımımın giderek denetimimden
çıkabilir diyerek kurban olam dilinizden diyerek ne yapacağımı şaşırıp bütün kitaplarımı rafa kaldırıp oturup yada
oturduğum yerden ayağa kalkıp bekleyip daha sonra karar
verip bekleyip annem gelinceye kadar kapalı olan tüpü açıp
kendime rafadan bir yumurta iyice pişirip içsemmi yoksa
çalışırsamsa dahamı iyi olacaksa masama gidip oturup bir
delilo çeksem kafamın içine giren tuhaflığı kovsam nasıl
oradan hem şuradan ya hemde buradan postumuza saman
dolduran postunun moderının dünyanın samanını içine
koysam mektubuma mektubumu taksam bir tospağanın
kuyruğuna geldim işte buyazınınsonununa doğ ru mu;...?!
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
SINIFIMDAN MEKTUPLAR
Güzel Düşünmek Üstüne
Rehberlik
Bir testi denizden ne kadar alır?
Mevlânâ Bağlar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ndeyim. 9-B sınıfında. Bir
öğrenci, imgenin ne olduğunu soruyor. Dört ciltlik Savaş ve Barış’tan
yükselen o imgeyi anımsıyorum. Gökyüzü imgesini. Kar yağıyor.
İmge, öğrencinin buğulu yüreğine sarınıyor. Çıkıyorum.
Çoktandır kar böyle yağmamıştı buralara. Bu yüzden bir yanımız
eksikti. O eksikliğimizi gideriyoruz şimdi. Avuçlarımızdan beyaz, küçücük alevler çıkıyor. Beynimizin bizden uzak iklimine beyaz bir kırmızı yayılıyor. Belki de ilk kez üşümüyoruz kardan. İlk kez
korkmuyoruz o uzaklıktan. İlk kez bedenimiz ruhumuz için bir engel
olmuyor. Sevinçliyiz. Gökyüzü bizi yeniden selamlıyor. İroniyle karışık
olsa da. İroni bir an karın rengini değiştiriyor. Bakın işte, ben buradayım, diyor gökyüzü. Bütün doğallığımla buradayım. Belgeselimin çekilmesine gerek kalmadı. Sizler daha çok kendinize zarar verdiniz. Beni
yaralayabilir, incitebilirsiniz. Üzülürüm elbette. Ancak ben her açıdan
kendimi yenilemeyi bilirim. Anlamayı. Görmeyi. Merhametimden hiçbir şey yitirmemeyi. Yine size yardımcı olmayı, sizi şefkatle kucaklamayı. Sizler dünyadaki gözlerimsiniz. İnanıyorum. Sizin de bu
yağmurlu ergen günleriniz bitecek. Sizler de durulmayı öğreneceksiniz.
Arınmayı. Savaşmamayı. Yok etmemeyi. Bitecek, inanıyorum. Güneş
ışınlarıyla bağlanacaksınız birbirinize. Kar, bir uzaklık olmayacak artık.
O yıldız kümesi uzaklık olmayacak. O iyi insanlar o iyi atlara binip gelecek. Yine herkes birbirinin selamını alacak. Portakal bahçeleri yine
olacak. … Seviniyorum. Zedelenen umudum o beyaz kırmızıyla öpüşüyor. Beyaz umut çiçekleri yeşeriyor içimde. Kardelen çiçekleri. İçim
içime sığmaz oluyor. Karların üstünde yuvarlana yuvarlana oynuyoruz.
Evet, umutluyum. Ele aldığım bütün teoremlerde. Tüm teoremler karlara bıraktığın öpücüklere benziyor şimdi. Bu öpücüklerle dünya güzel
olacak. Kara kan damlamayacak artık. İnsanın yağmurlu ergen günleri
bitecek. Dünya kirlenmeyecek. Su tükenmeyecek. İklim bozulmayacak.
Gökyüzü ile yeryüzü o büyük farklılığın uyumunu yaşayacak. Dünyamız karsız, şiirsiz kalmayacak. Ve demeyeceğiz artık: “Kardır yağan
üstümüze geceden/Yağmurlu, karanlık bir düşünceden.” Karanlık olsa
olsa aydınlığı tamamlayan olacak. Ölümün yaşamı tamamladığı gibi.
Yoksa bilerek ya da bilmeyerek doğayı öldürmeyi deneyeceğiz yine.
Gılgamış ve Enkidu’nun Humbaba’yı, Apollon’un Python’u öldürdüğü
gibi. Ancak bu kez “Kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçları yere
deviren?” diye haykıran Humbaba’nın o feryadı karşısında duramaya-
79
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
80
cağız. Bu kez dokuz değil, doksan yılımızı da versek bedenimizden (ve
de ruhumuzdan) yayılan o kokudan arınamayacağız. Kara bakıyorum,
güzel yüreklim, sana. Küçük küçük kaygılarım rüzgâra karışıyor. Kar
taneleri arasından güneş ışınları geçiyor. Üstelik Teselya Kralı Admetos
eğilmiş, Apollon’un kulağına bir şeyler fısıldıyor. Salyangoz (Andersen)
bile etkileniyor. İlk kez kabuğundan çıkıyor. İnanıyorum, daha çok inanıyorum, bütün kalbimle inanıyorum, Ateş Tahtı’ndaki o büyülü şeyler
parçalara ayrıldığında parçalar nasıl ki mıknatıs gibi birbirlerini çekiyorduysa güzel düşünceler de, dünyanın neresinde olursa olsun, birbirlerini çekecek; “modern çağ”ın sebep olduğu o ayrılma, kopuş ve
tahribatlar nihayet bulacaktır.
Çoktandır kar böyle yağmamıştı buralara. Hep birlikte bir dönüm
noktasına, farklı bir yere giriyoruz. Herkesin birbiri için güzel şeyler
düşüneceği bir noktaya. Tüm yaşam alanlarının çok iyi okunduğu bir
noktaya. Klandan devlete, büyüden bilime geçtiğimiz; kendimizi şimdi
de aradığımız yere. Eğer dünyada birimiz diğerimiz için varsak tüm bu
alanlardan süzülen birikimle artık yeni bir perspektif edinmeliyiz: Karanlık ve aydınlığın uyumu her şeyden önce gelir. Yoksa gece ve gündüz
nasıl birbirine el sallayacak, kar ve güneş nasıl öpüşecektir?
Güzel düşüneceğiz. Yeter ki bu el sallamalar, bu öpüşler bitmesin.
Kim olursa olsun, biri diğerini önemsesin, onun için de yaşasın. İnsani
tüm duygu ve düşüncelerin yeşermesi ve bakımı için elinden geleni
yapsın. Çünkü ancak böyle bir kişi, kişisel mutluluğun toplumsal mutluluk üzerinde boy atacağını tam anlamıyla bilir. Ve bilir ki duygu ve
düşünce dünyaları arasındaki geçiş alanları ancak böyle oluşur. Dolayısıyla başkasının mutluluğuyla mutlu olur. Böylece önemseme ve paylaşım dilinin mutluluğa ortak olanla iletişim kurmasını sağlar.
Biliyorsun, ancak iletişim gelirse korku gider ve ancak korku giderse
gerçek anlamıyla değer verme gelir. Bu yüzden iletişim sağlam kurulmalıdır.
Peki, iletişimi nasıl sağlam kuracağız? Sanırım bu sorunun cevabını
Shakespeare’de bulabiliriz. Daha doğrusu Shakespeare’in satır aralarını
doldurarak. Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Hermia ile Thesus arasında
geçen diyalogu hatırlıyorsun değil mi? Hani oyunun birinci perdesinde
Egeus, kızı Hermia’nın Lysander ile değil de Demetrius ile evlenmesini
istiyordu. Atina yasalarının kendisine tanıdığı haktan yararlanmak
üzere Atina Dükü Theseus’a kızını şikâyete gitmişti. Yasaya göre Hermia ya Demetrius ile evlenmeyi kabul edecek ya da ölümü seçecekti.
Egeus’un
söylediklerini
onaylayan
Theseus,
Hermia’yla
konuşurken:“Babanın onayı olmadığına göre/Öteki daha değerli sayılmalıdır.” demişti. Buna Hermia şöyle karşılık vermişti: “Babam da
benim gözlerimle baksaydı keşke.” Theseus’un karşılığı şöyle olmuştu:
“Daha iyisi senin gözlerin onun aklıyla baksa.” Ve oyun devam ediyor,
farklı bir kurguyla bitiyordu. Bu tek taraflı ve kendisine benzeten bakış
açısının tamamlanmış hali şudur: “Ben senin gözlerinle bakmayı de-
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
neyeceğim; ancak (koşulsuz bir bağlaç olarak) sen de, çok az da olsa,
benim aklımla olaylara bakmayı denesen iyi olur.” Öyle düşünüyorum
ki yapmamız gereken en önemli şey budur. Özellikle söz sahibi olanların başkalarının da bakış açısıyla olaylara bakmasıdır. Çünkü ancak o
zaman yaş, sosyal konum ve kişisel değerlendirme ölçütleri birer engel
olmaktan çıkar. Bunu yaptığımızda göreceksin ki senin için çok önemsiz, hatta anlamsız bir şey başkasının bütün dünyasını doldurmaktadır.
İşte o zaman şunu rahatlıkla söyleyebileceksin: Gerçekten de bir gökbilimcinin bir gezegenin keşfinden duyduğu mutluluk Tom Sawyer’in
ıslık çalmaktan duyduğu mutluluğun yanında bir hiçmiş. Ve bana bu
hikâyeyi anlatan yazarın bazı değerlere önem vermediğini bile bile ben
bu ıslığa değer vermeliyim.
Kimsin sen o zaman artık, biliyor musun? Su ve ateşi yılan derisi
üzerinde karıştırıp bunlardan ışık yapansın. Bu ışık ancak toprağın doyurduğu gözlere bir şey ifade etmeyebilir. Fakat bilmelisin ki çıkardan
arınmış bir yaşamın tüm geçiş alanları bu ışıkla örülüdür. Zira bu ışık
gerçek ya da kurmaca tüm yaşamlardan süzülerek oluşur. İnsanlığın
ortak hafızasıdır. Değeri buradadır ve hayata değer katmaların akışı
buradandır. Örneğin Define Adası’ndaki Jim’in annesi hayatımıza hâlâ
değer katmaktadır. Biliyorsun, kör adam hana gelip “Bu gece ona kadar
vaktin var.” yazılı pusulayı Bill’in avucuna bırakınca bir süredir handa
kalan Bill felç geçirerek ölür. Jim ve annesi, haklarını almak üzere Bill’in
sandığını açarlar. (Hanı Jim’in babası işletiyordu.) Saat ona kadar vakitleri vardır. Zaman yaklaşmaktadır. Para torbasında her ülkeye ait ve
her boyda para birimi vardır. Bunların içinde Jim’in annesi tek bir para
birimini hesaplayabilmektedir. Bu yüzden ağır davranmaktadır. “Hakkım olan kısmından bir metelik fazlasını almayacağım.” der. Dışarıdan
sesler gelmektedir. Kadın, ürkmekle birlikte kendi payına düşenden bir
zerre fazlasını almamak için isteksiz bir şekilde de olsa azını almakla
yetinir. Anlıyorsun, değil mi? Adam ölmüştü. Kadın, kendilerini riske atmayıp para torbasını alarak oğluyla gidebilirdi. Öyle ki adamın, paranın
verileceği bir yakını da bilinmiyordu. Daha da ötesi başkalarının gelip
o parayı haksız yere alacağını biliyordu. Ancak Jim’in annesi bunları
düşünmedi. Hatta daha fazla almamak için daha az almakla yetindi.
Yukarıdaki durumun bir benzerini Orhan Pamuk’un iki ay önce yayımlanan romanında da görüyoruz. Romanda Mevlut, pilav arabasını
belediye görevlilerine kaptırır. Çok üzülür. Arabasını arar, ama bulamaz. Nüfuzlu biri olan Hacı Hamit Vural’ın bir adamının kendisine
yardım edebileceğini düşünerek Şişli Belediyesi’ne gider. Sevinç, umut
ve hayallerle yola koyulur. Hacı Hamit’in adamıyla buluşur. Birlikte satıcı arabalarının olduğu bölüme girerler. Belediye görevlileri arabaları
balta ile parçalamaktadır. Mevlut bakar. Arabasını bulamaz. Rizeli
(Hacı Hamit’in adamı), Mevlut’a burada arabaları hemen ertesi gün
parçaladıklarını, dolayısıyla arabasını bulmasının mümkün olmadığını,
81
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
82
bu yüzden henüz parçalanmamış arabalardan beğendiği birini oradan
alabileceğini söyler. Mevlut, bir arabayı gözüne kestirir; ama aynı anda
bu düşünceden vazgeçer. “Ben benim arabayı istiyorum.”der. Rizeli
ısrar eder. Mevlut: “İstemiyorum.” der ve tuhaf duygularla ayrılır oradan. Evi bir yas havasına bürünür. Bir an “Keşke bedava verilen o bakımlı arabayı alsaydım!” diye düşünür. Ancak “O arabanın sahibi de
şimdi şehrin bir yerinde kara kara düşünüyor olmalıydı.”
Mevlut, istediği arabayı alıp gidebilirdi. Ama yapmadı. Hem onun
“keşke”lerine de bakma. Oraya bir daha bir daha gitseydi bile yine aynı
davranışta bulunacaktı. Çünkü o, “ruhunda bir daralma” olanlardandı.
Kadının davranışını düşün, Mevlut’u düşün; bir de hırsızlıkları, gasbetmeleri düşün. Hayata değer katan o ışığa niçin çok ihtiyacımız olduğunu anlıyorsun değil mi? O ışık ki telaş ve korkudan yolumuzu
kaybettiğimiz ya da kaybetmek üzere olduğumuz yerlerde bile önümüzü aydınlatıyor. Ancak bunu katı bir ahlak sorunu olarak algılama.
Yoksa doğa kaynaklı yüce’yi (matematik yüce/dinamik yüce) insan kaynaklı yüce’yle birleştiremez, Yargı Gücünün Eleştirisi’nin ( Kant) eksik
bıraktığı alanı dolduramayız.
Frances Hodgson Burnett, Gizli Bahçe’de güzel düşüncelerin güneş
ışığı kadar iyi olduğunu söyler. “Oldukça aksi” olan Mary’nin Martha,
ardıç kuşu, Dickon ve Colin’le tanıştıktan sonraki hali ile içindeki sihri
keşfeden Colin’e-ki ölümü bekliyordu- baktığımızda bunun ne demek
olduğunu daha iyi anlıyoruz. Güzellikle buluşan yaşam (ya da Gizli
Bahçe), güneş ışığının dokunduğu noktalarda canlanır. Çünkü böyle
yerlerde sabır, umut, hedef ve arınma vardır. Ve unutma ki hepimizin
içinde bir “Gizli Bahçe” vardır. Burayı canlandırmak bizim elimizdedir.
Öyle ki burayı da incelemek artık sanat felsefesinin alanına girer. Hegel’in (Estetik Dersleri) ve daha birçok filozofun, üzerinde uzun uzadıya
durduğu alan.
Evet, bahçe içinde bahçeler vardır. Biri uyarandır, insanın kendisiyle
yüzleştiği yerdir. Diğeri, insanın madde kaydından kurtulduğu yolda
ilerlemesi. Siddhartha’yı (Hermann Hesse) anımsıyorum, o lirik romanı. Bir zamanlar Samana olarak yaşayan Siddhartha, tüccar olunca
içindeki aydınlık ve güvenilir ses susar. Eskiden küçümsediği, alay ettiği
açgözlülük onu ele geçirir. Servet hırsı bir oyun, bir süs olmaktan çıkıp
bir zincire, bir yüke dönüşür. Bir gün bahçesinde, mango ağacının altında bunları düşünür. Bir mango ağacının, bir bahçesinin olmasına
gerek yoktur artık. Irmaktır aslolan. Zaman diye bir şey olmadığını öğreten, üzerinde ne geçmişin ne de geleceğin gölgesi olan ırmak!
Sence de öyle değil mi? En güzel düşünceler zamanın aşıldığı yerlerde ortaya çıkmıyor mu? Tüm ölümlüler o “sonsuz” yaşamı beraberinde götürmüyor mu? Schiller’in, birçok şiir ve oyunu da dahil olmak
üzere, o ünlü 27 mektubundan (İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar) süzülüp gelen özgür kişilik asıl buralarda sıçrama yapmıyor
mu? Zira ona göre böyle yerler kendimizi tam olarak insan hissettiği-
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
miz yerlerdir. Burada sezginin gücünü (Bergson’nun, “yaşam atılımı”nı
kavrayabileceğine inandığı yegâne güç) ihmal etse de yine de değerli
değil midir?
Bahçe metaforunu kullanan okuduğum bütün romanlar gözlerimin
önünden geçiyor.(Ve çocukluğum…) Bunlardan birinin adı da Bahçe
(Marguerite Duras). Romanın birinci bölümünde adam, kıza hikâyesini
anlatırken girdiği bir bahçeden söz eder: “…başkalarının olduğu kadar
benim de bahçemdi.” Evet, mesele bu.”Başkaları” ve “ben” arasındaki o
geçişi yapabilmek. İnan ki dünya öylesine büyük ki hepimize yeter.
Tarih öncesi çağlar, özellikle o “barbar” diye nitelendirilen, bunun şiirsel örnekleriyle dolu. Ancak dünya aynı zamanda öylesine küçük ki
hiçbirimize yetmez. Bir tek insana bile. Eylemi olarak ilk olmasa da bu
yönüyle ilk olan Akad Kralı Naram Sin’in Ebla’yla ilgili isteğidir bu. Ya
sonrası? Tarih, abartmasız yüzyıllardır bu sonrayı anlatıyor. Küçük
Prens (Antoine de Saint-Exupery), yıldızlı gecelerde bizi bazen merak
ve keder içinde bırakan o anlatılmaz güzel çocuk, ne kadar da doğru
söylüyor: “Senin gezegenindeki insanlar tek bir bahçeye beş bin gül dikiyorlar. Ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Halbuki aradıkları
tek bir gülde ya da bir yudum suda olabilir.”
İnsanı güzel düşünmeye yönlendiren birçok etmen vardır. Bunlardan belki de en önemlisi dinginliktir. Mercan Adası’nda da belirtildiği
gibi dinginlik (dış dünyayla insanın iç dünyasının uyumundan doğan)
insanın erişebileceği en büyük mutluluktur. Bu yüzden güzel düşünmek için doğaya yüzümüzü çevirmeliyiz. Bir ağacın altındaki onlarca
bitki türünü, bir ağacın üstündeki farklı farklı canlıları görmeliyiz.
Farklılığın oluşturduğu zenginliği ve güzelliği, uyumdan akan şiirselliği
görmeliyiz. Aslında bunu görmek de yetmez, ruhumuzu onunla bütünleştirmeliyiz. Ancak o zaman yeryüzünde hiçbir ağacın, dalına
konan bir kuşu niçin geri çevirmediğini anlayacağız. Elbette Ağustos
Böceği ile Karınca hikâyesini de. Yardıma muhtaç ağustosböceğine
“Oyna!” diyen karıncanın o istifçi ve bunu sonraki nesillere bulaştırıcı
halini de. Anlayacaksın, ancak insan insanı geri çevirir. Doğadan ders
almayan, o görkemli uyumu görmeyen. Anlayacaksın, insanın bilinçaltı
nasıl doluyor ya da dolduruluyor. Huckleberry’le konuşan Tom’u anlayacaksın: “Gerçi yalan söylemeyen bir zenci çocuk görmedim ya!” Ve
anlayacaksın, Ballantyne, Mercan Adası’nda o ipe sapa gelmez yamyamlık hikâyelerini niçin anlatıyor? Bu konuda Daniel Defoe’yu bile
niçin gölgede bırakıyor? Hem yamyam kimdir? Kereste ticareti için ormanları tahrip eden, silahsız yerlilere toplarla saldırıp ortalığı kana bulayan kaptan mı, yoksa ormanı ve kendilerini korumaya çalışan yerliler
mi?
Kar! Doğa, Peter Pan’deki anne gibi, bir gün döndüğümüzde içeri
girebilelim diye, penceresini daima açık tutmaktadır. Sonucunu bilmem; ancak güven ve umut olmazsa nasıl yaşayacağız? Wendy doğru
söylüyor: İnsan, inancını kaybettiği an uçamaz artık.
83
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
84
Uçamamak, güzel düşünmenin zor anlarıdır. Böyle anlardan sağlıklı
çıkmak için hafızana başvurmalı, hatırlama bahçesine geçmelisin. Zira
hatırlamak birçok derde devadır. Hatırlarsın, Gülliver Lilliput’tayken
(cüceler ülkesi) saraydaki bazı kişiler kendisine entrika kurar. Bu entrikanın içine aslında Gülliver’le dost olan imparator da çekilmiştir.
Oyunu yöneten Büyük Amiral’dir. Gülliver’in yardımları sayesinde Blefuscu’ya karşı kazanılan zafer, büyük Amiral’in şanını bozmuş; onu öfkelendirmiştir. Amiral için ne kadar kişinin öldüğü önemli değildir.
Önemli olan, iktidarına halel gelmemesidir. Karşımızda yardımdan
kaynaklanan bir öfke, bu öfkenin yol açtığı entrika vardır. Yapılan işbirliği sonunda bu entrika komitesi, Gülliver’i ihanet ve çeşitli cinayetlerle suçlayan birtakım maddeler hazırlar. Gülliver, bunları öğrenince
bir an farklı davranma düşüncesi uyanır kendisinde: “Özgürdüm, imparatorluğun bütün halkı bir araya gelse beni alt edemezdi; başkentlerini de taşlarla yıkıp kül edebilirdim. Fakat bu düşünceden hemen
nefretle vazgeçtim: İmparatora ettiğim yemini, ondan gördüğüm iyilikleri ve bana verdiği yüksek Nardac rütbesini hatırlamıştım.”
Canım benim, bir tanem, hayat sesim, benim sevgi çiçeğim,
Bir gün çok güçlü olabilirsin. Çeşitli alanlarda taş taş üstünde bırakmayacak bir güce ulaşabilirsin. Bu davranışın için haklı bir gerekçen
de olabilir. Yine de otur ve düşün. Güzel düşün. Kısasa kısas ya da buna
yol açabilecek bir yol izleme. Kökü çok eskilere dayanan lanetli bir
yöntemdir o. Tehlikelidir. Farkına varmazsın, bir de bakmışsın ki bir
yaşam tarzı haline gelmiş. Ve sinsidir. Shakespeare gibi bir dehanın
oyunlarına bile sızıp kurguyu ele geçirdi. Hatırlarsın, Kuru Gürültü
oyununda sana bunu uzun uzun anlatmıştım. Sakın bunları unutma,
güçlü olduğun anlarda daha merhametli olmayı dene. Kendine de karşındakine de zarar vermeyecek bir sonuca gitme yolu varsa bunu dene.
Varsa, verdiğin sözleri, sana yapılan iyilikleri düşün. Ve hatırla. Unutma
ki hatırlamak seni de karşındakini de o öfke selinde boğulmaktan kurtaracaktır.
“Eğer insanlar bu dünyada bir yer kaplıyorsa faydalı bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünüyorum.” diye söylenir Ölümsüz Aile’de.
Bunun nasıl yapılacağını yine Ölümsüz Aile söylüyor: “Bu dünya hem
herkesin hem de hiç kimsenindir.” Dünyayı döndüren de Alice Harikalar
Diyarı’nda belirtildiği gibi “…sevgidir, sevgi!”. Sevginin, şefkatin,güzel
düşünmenin eksildiği bir dünyayı da hiç düşünmeyelim istersen. Yoksa
kalbimiz “hakikat tüyü” karşısında nasıl dengede duracaktır?
Bilirsin, Mısır mitolojisine göre ölen kişinin ruhu Anubis tarafından
Duat’taki (yer altı dünyası) bir mahkeme salonuna götürülürdü. Ölünün ruhu burada Osiris tarafından yargılanırdı. Bu yargılama Ma’at’ı
(doğruluk ve adalet/evrensel düzen) temsil eden hakikat tüyü yardımıyla yapılırdı. Anubis, elinde bir terazi tutar; ölünün kalbi(çünkü kalbin kişinin ahlaki durumunun kaydı olduğuna inanılırdı) terazinin bir
kefesine, hakikat tüyü terazinin diğer kefesine konurdu. Eğer ölü bu
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
dünyada tüm ilişkilerinde güzel düşünceli davranmışsa kalp tüy ile
dengede kalırdı. Böyle bir kişinin ruhu Aaru’ya (cennet) götürülürdü
Çünkü tüy gibi hafif yürek saf iyiliği temsil eder; dolayısıyla böyle bir
yüreğin günahtan kaynaklanan yükü yoktur. Bunun da ödülü huzurdur
artık. Ancak hakikat tüyü ölünün kalbinden daha hafif kalırsa kalp,
Ammit (Kalp Yiyici. Suaygırı, timsah ve aslanın melezi olup hakikat
tüyü karşısında dengede duramayan kalplerle beslenir.) tarafından
yenir ve ruh Duat’ta azap içinde kalmaya mahkûm edilirdi.
Mısır mitolojinden hareketle kurgulanan Kane Günceleri serisinde
de (Kırmızı Piramit, Ateş Tahtı, Yılan Gölgesi) hakikat tüyüne göndermeler yapılır. Serinin birinci kitabında Carter ve Saide o tüyü almak
için zorlu bir yolculuğa katlanırlar. (Kitabın sonlarında o tüy sayesinde
Ma’at güçlenir, kaos /Set güç kaybeder.) Ölüler Diyarı’na, Anubis’in
yanına gelirler. Saide, Anubis’ten hakikat tüyünü ister. Anubis, önce
tüyü vermek istemez.
Karanlıkta suratını pek göremiyordum ama kıpkırmızı kesildiğinden emindim. “Anlamıyorsun,” dedi. “Tüy en ufak bir yalana
dahi boyun eğmez. Onu sana verecek olursam ve tüy üstündeyken
tek bir yalan söylersen ya da dürüst davranmazsan küle dönüşürsün.”
“Yalancı olduğumu düşünüyorsun,” dedim.
Gözlerini kırpıştırdı. “Hayır, sadece-”
Belki de bütün mesele Anubis’in Saide’ye söylediği “sadece” sözcüğünde. Bugün karşımızdakine “sadece” diyemeyeceğimiz bir dünya
lazım bize. Herkesin kalbinin hakikat tüyü karşısında dengede durabildiği bir dünya. Kalbimizin, günahlarımızın ağırlığı altında ezilmediği
bir dünya. Ammitlerin olmadığı, bütün yaşam alanlarında güzel düşünmenin yayıldığı bir dünya. Ve herkesin rahatlıkla üstünde hakikat
tüyü bulundurabileceği bir dünya.
Böyle bir dünya mümkündür. “Sadece”nin olmadığı bir dünya mümkündür. “Öteki”nin cehennem olmayacağını göstererek Sartre’ı,
“öteki”yi sevebilmek için kopuşlar yaşamak gerekmediğini göstererek
de James Joyce’u yanıltmak mümkündür. Machiavelli’yi, Hobbes’u
Mandeville’i yanıltmak mümkündür. Arı Masalı, bir koltuğuna Hükümdar’ı diğerine Leviathan’ı alarak Bir Peri Masalı’nın (Hayvan Çiftliği) son karesiyle KafDağı/nda rüzgâra karışabilir. Yeter ki…Yeter ki
yüzümüz Lorca’nın bizi biz yapan o özlem rüzgârına dönük olsun.
Yeter ki…
Yeter ki Mevlâna’nın Mesnevî’nin başlarında sorduğu o soruya, insanlık tarihinin âdeta özeti olan o soruya kapsamlı bir cevap verelim.
Yeter ki…
Yeter ki doğayla ilişkilerimizde Dickon (Gizli Bahçe), insan ilişkilerimizde Cornellius Van Bearle (Siyah Lale) gibi olalım. Ve
yeter ki 4 ciltlik Sefiller romanından yükselen o cümle, bütün dillerde aynı samimiyetle söylensin:
85
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
“Bu tarafa baksanıza!”
Hem bu sesin hem de böyle bir dünyanın kaynağı karlara bıraktığın
o yaşam öpücükleridir. Matematikçinin de teoremlerine soluk veren
(ama benzeyeni kendisine benzetmeden) o öpücükler ki bir felsefecinin
elinde yaşam sorularına, bir biyologun elinde yaşam döngülerine, bir
romancının elinde yaşam örgülerine dönüşür. Bu dönüşüme sunduğun
katkının sürekli olması dileğiyle…yüreğinden
o “tüyden de hafif”
yüreğinden öperim.

86
Sevgi, içte yanan en güzel
duygu; dışa yansıyan en tatlı
şeydir.
87
HASIRCI KIZ’DAKİ PIERROT’A MEKTUP
Zeynep BULUT (9.Sınıf)
İpek ALÖKMEN (9.Sınıf)

Bir sıcak gülümseme
her şeye yeter.
Sedanur TAŞ (9. Sınıf)
Pierrot, senin hikâyene heyecanla başladım. Hikâyendeki
kadının başından bir hırsızlık geçiyor. Kadın bir köpek almaya
karar veriyor. Köpeklerin pahalı oluşu onun kararını etkiliyor.
Çünkü çok cimri biri. Sonunda bir yerden ucuz bir köpek yani
seni buluyor. Fakat işin içine vergi girince senden kurtulmak
istiyor. Seni canlı canlı bir kuyuya atıyor. Oraya başka köpekler
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
88
de atılıyor. Köpekler acıkınca birbirlerini yiyor. Hikâye bitince
senin çığlıkların geliyor.
Pierrot, senin hikâyen çok acıklıydı. Gerçekten bazı insanlarda merhamet kalmamış. Halbuki hepiniz o kadar iyisiniz
ki sizi kelimelerle anlatmak çok zor. Ama yine de yaşadığım
bir olayı seninle paylaşmak istiyorum.
Bir gün yürüyordum. Tek başımaydım. Arkamdan köpek
sesi geliyordu. Hav, hav, hav diye. Korkudan elim ayağım
titriyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. Birden aklıma bir fikir
geldi. Elimdeki krakerlerden ona vermeye karar verdim. Ona
bakarak krakerleri yanına attım. Sonra yavaş yavaş yürümeye
devam ettim. Tekrar havladı. Ben de tekrar ona kraker verdim.
Önüme geçti tekrar. Yine havlamaya başladı. Baktım ki
elimdeki renkli kraker ambalajını istiyor. Onu da verdim.
Yürümeye devam ettim. O da yanımdaydı, ama havlamıyordu.
Düşüncelere dalmıştım. Ya şimdi beni ısırsa diye korkuyordum hâlâ. O sırada birden havlayarak yanımdan geçen tıra
yöneldi. Şoför hemen direksiyonu çevirmiş olmalı. Çünkü
nerdeyse bana çarpıyordu. Anladım ki köpek beni korumaya
çalışmış. Ondan korktuğum için kendimden utandım. Köpek
beni evime kadar getirdi. Ben yukarı çıkınca da arkamdan
uzun uzun havladı. Anladım ki bu, şimdilik hoşça kal havlamasıydı.
Sevimli Pierrot, anladım ki sizler de iyilikten anlıyorsunuz.
Hatta ,bazı insanlardan daha çok. Bazen bir lokma ekmek bir
köpekle arkadaş olmak için yeterlidir.
Yaşadığım bu olaydan sonra hayvanlara yaklaşımım değişti.
Nerede bir köpek bir kedi görsem hemen onlarla ilgileniyor,
onlara yardım etmeye çalışıyorum. Çünkü birçok hayvan zor
durumda. Bizim onlara yardım etmemiz gerekiyor. Mevsimlere göre bu yardım şeklini biz belirleyebiliriz.
Pierrot, zavallı Pierrot! Ben bunları niye anlatıyorum ki?
Senin yürek parçalayıcı çığlıkların geliyor. Kuyuya atılan yeni
köpek senden güçlü olmalı. Pierrot ne olur dayan! Geliyorum
Pierrot, seni oradan çıkarmak için bütün gücümle koşarak
geliyorum, bekle beni Pierrot!

Sevgi, bazen gözyaşlarımızla sulanan bir menekşedir: Asil ve acı
verici.
Zinnet BALIK (9.Sınıf)
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
CÜMLEMİZİN ADI YOK
Alın tüm isimler sizin olsun
Sizin olsun şan şöhret, para pul sizin olsun
Söz sizin meydan sizin, sokaklar sizin olsun
Varsın cümlemizin adı olmasın, bu sevinç sizin olsun
Ellerim vardı anne, hani nerde ellerim
Bedenim vardı benim, küllerim kaldı anne
Bir goncaydın sen, açmadan soldun.
Bak, gökyüzünden bir yıldız daha kaydı.
İnsanı insan eden nedir?
Bu olaydan sonra etrafımızdakilere nasıl güveneceğiz?
Dünyanın bütün kadınları, bir araya gelin ve böyle bir erkek
zihniyetine “Dur!” deyin.
Biz bu olaylara zamanında karşı çıkabilseydik Özgecan
Abla şu an aramızda olacaktı.
Bu insanlar(!) yüzünden dışarı çıkamaz olduk, dünya bir
hapishane midir yoksa?
Utanç içindeyim; bu dünyaya geldiğim için, bu olayların,
bu hayatın içinde olduğum için.
Bugün en büyük erkeklik erkek olduğundan utanmaktır.
Özgecan Abla, sen hepimizin kalbinde her zaman atacaksın.
Ne kötü bir durum, insanın sadece ölümlerde özgürlüğü
savunması!
Erkek zihniyetinin zihniyetsizliği yüzünden bu hallere
geldik.
Nasıl oldu da bu kadar vicdansız olduk?
Kadına el kaldıran aslında şöyle diyor: “Ben güçsüzüm, ben
bir şey yapamayacak kadar zavallıyım, sana şiddet uygulamaktan başka bir şey elimden gelmiyor.”
Özgecan Abla, sana yapılan insanlığa yapılmıştır; dünyanın
89
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
90
91
her tarafında insanlık depremi olmuyorsa senin suçun ne?
Bugünlerde en çok düşündüğüm konu, neden kadınlar her
yerde ve her zaman böyle eziliyor?
Dünyanın en güzel çiçekleri teker teker kuruyor; dünya
giderek çirkin bir tabloya dönüşüyor.
Bu dünyayı güzelleştiren kadınlardır, bazı erkekler de bu
güzellikleri öldürmeye gelenler.
Bütün kadınlar çiçektir ve onları koruyan arılar vardır, soldurduğunuz çiçeklerin hesabını arılara vereceksiniz.
Birbirimize ses verelim, sesimiz çoğalsın.
Çözüm, şiddetin olmadığı ortamlarda çocukların büyümesidir.
Bu dünyada kurtulsan da öbür dünyada Allah’ın huzuruna
nasıl çıkacaksın?
Kadınlar şiddet gördükçe dünya çirkinleşiyor.
Sadece bir gün kendinizi bir kadın yerine koyun.
Neden bazı erkekler bu kadar zalim; neden kadınlar, kızlar
böyle hunharca katlediliyor?
Bu dünyanın temel sorunu cinsiyet ayrımcılığıdır.
Bu dünyadan bir gül daha eksildi.
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
92
Keşke bir kâbus olsaydı her şey, ama değil.
Siz siz olun sessiz kalmayın, çünkü bu dünyadan insanlığın
çivisi çıkmış.
Bir sokaktan diğerine rahatlıkla, korkmadan geçmek istiyorum.
Annem babam korkmadan beni okula göndersin.
“Bana ne?” deme.
Avukat olacağım, şiddet gören kadınların boşanma
davalarına ücretsiz gireceğim.
Özgür bırak ki özgür olasın.
Ölmedin öldürülmedin, ayaktasın unutulmadın.
Ses ver, ses verdikçe özgürleştiğini göreceksin.
Özgecan Abla, kesilen sadece senin ellerin değil, bizim de
kör bir bıçakla ruhumuz kesildi.
Bu dünyanın tekrar yörüngesine girmesi için bütün kadınların el ele vermesi gerekir.
Korkuyorum, dışarı çıkmaya korkuyorum.
Özge canımızı yaktılar.
Bu nasıl bir kafa yapısı, nasıl bir vicdan, insanlık ne zamandan beri böyle bir hal aldı?
Ey hayat hırsızları, yeter artık, kana doymadınız mı?
Ayağa kalk, Özgecan yerinde sen de olabilirdin?
Kadını ezen, döven, aşağılayan bu erkek zihniyetini yakmalı
önce.
Bu nasıl bir dünya ki kadınların umutları, hayalleri, mutlulukları böyle bir çırpıda yok ediliyor; böyle…
Kadınlar bir sevgi ağacıdır, o ağaç devrilirse dünya devrilir.
Ey dünya, üstünde kıyılan canların haykırışlarına nasıl
dayanıyorsun?
Birçok insanın gözünde ışık yerine buz var, bu yüzden
dünyamız bu kadar soğuk.
Eşitlik bu dünyanın neresinde?
Kadınların suçu sadece kadın olmaları.
Hayat korkuyla biter mi?
Kadın hayattır, hayatı yakıyorlar.
Kimse yok mu, cayır cayır yanıyor kalbim, kimse yok mu?
Bir kadının birey olması önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
Bütün bu sorunların temelinde kadın özgürlüğünün kısıtlanması var.
Siz hiç kendinizi bir kadın yerine koydunuz mu? Tedirginlik içinde bir sokaktan diğerine geçtiniz mi? Biri rahatsız
gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
etmesin diye başınızı öne eğip yürüdünüz mü? Arkanızda
ayak sesleri geldiğinde içinize korku düşüp hızlandınız mı?
Hakaretlere ve aşağılanmalara maruz kaldınız mı? Yemeğin
tuzu az diye şiddet gördünüz mü? Doğranıp çantalara konuldunuz mu? Ve elleriniz kesilerek yakıldınız mı?
Adalet istiyoruz, sadece adalet.
Mekânın cennet olsun Özgecan Abla...

Benzer belgeler