SAYI - 1 - bağlar mesleki ve teknik anadolu lisesi
Transkript
SAYI - 1 - bağlar mesleki ve teknik anadolu lisesi
Büyük Usta Yaşar Kemal’i saygıyla anıyoruz... BU SAYIDA... • Başlarken / Şirvan Kılınç / 3 • Kimsesiz Kız’daki Perrine’e Mektup / Bahar Aslan / 4 • Oktay Rifat ile 9 Gün / Dilan Arslan / 7 • Hemingway’in Yaşlı Adam’ına Mektup / Sevda Elaltunterin / 14 • 2015’e Mektup / Elif Demir / 20 • Halil Cibran ile 6 Gün / Zilan Gül / 23 • Behçet Necatigil’e Mektup / Esra Bayram / 30 • Odysseia’daki Nilüferyiyenler (Lotusyiyenler) Adası’na Mektup / Hilal Özdemir / 35 • Barış (Şiir) / Nur Pelda Özkaya / 37 • Oz Büyücüsü’ndeki Teneke Adam’a Mektup / Zehra Mitan / 38 • Anneme Mektup / Kader Kılıç / 41 • Alimlerin Alimi Molla Gürani’ye Mektup / Ruşen Yıldırım / 43 • Öğretmenlerim / Gülhat Güzelgül / 46 • Bağlar Seni Seviyorum / Amine Kara / 48 • Ben Bağlar’ım / Sevda Turan / 49 • Bağlar (Köy Pazarı ya da Bahar Projesi) / Bahar Oynak / 50 • Christy Brown’a Mektup / Funda Mutaş / 53 • Yılmaz Güney’e Mektup / Nurgül Çakır / 56 • Ardından (Şiir) / Mahsum Öztek / 58 • Sabahattin Kudret Aksal ile 1 Gün / Zilan Bilici / 59 • Aşık Veysel’e Mektup / Berfin Azarak / 62 • İnci’deki Kino’ya Mektup / İlknur Yalıç / 66 • John Steinbeck’e Mektup / Sedanur Taş / 69 • Orhan Pamuk’a Mektup / Pervin Tanrıverdi / 71 • Sınıfımdan Mektuplar / 79 • Hasırcı Kız’daki Pierrot’a Mektup / Zeynep Bulut / 87 • Cümlemizin Adı Yok / 89 gülümse BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 1 SAYI: 1 NİSAN 2015 MÜDÜR: Şirvan Kılınç REHBERLİK: Eşref Biçen (Kültür-Edebiyat Kulübü Rehber Öğretmeni) İNCELEME KURULU: Ahmet Yaşar Yanmaz (İngilizce Öğretmeni), Veysi Çoban (Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni), Mahsum Öztek (Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni), Güneş Şen (Konaklama ve Seyahat Hizmetleri Öğretmeni) SEÇİCİ KURUL: Gülhat Güzelgül (10.Sınıf), Ruşen Yıldırım (10.Sınıf), Semra Aslan (10.Sınıf), Casel Aktepe (9.Sınıf), Zilan Gül (9.Sınıf) GRAFİK TASARIM, KAPAK: Şener Özmen (Görsel Sanatlar Öğretmeni) İLETİŞİM: Bağlar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, Bağcılar Mah. 1143. Sokak No: 5, Bağlar / DİYARBAKIR Tel: (0412) 2905370 e-posta: [email protected] gülümse, MEB Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği’nin (TD: Şubat 2005/ 2569) “Yayınlar” başlıklı 24. maddesi esas alınarak hazırlanmıştır. Ürünün sorumluluğu ilgili ürün sahibine aittir. Yazılar iade edilmez. ...başlarken Sevgili Öğrenciler, Kısa süre önce katıldığım bu eğitim camiasında ışıl ışıl gözlerle geleceğe umutla bakan siz gençleri görmekten son derece mutluyum. Eğitim, uzun süreli davranış değişikliği yaratan ve toplumların kültürlerinin temelini oluşturan zorlu bir süreçtir. Toplumları ayakta tutan ne insan sayısının fazlalılığı ne de değerli madenlerin fazlalığıdır. Onları ayakta tutan, sağlam kültür yapılarıdır ve bu kültürün yapı taşları siz öğrencilerimizden oluşur. Size yön veren toplumun ruh mimarları da öğretmenlerimizdir. Öğretmenlerimiz, bu zorlu yolda sizlere rehberlik edecek asli unsurlardır. Aslında her toplum öğretmenlerin aynasıdır. Öğretmenleri maddi ve manevi açıdan güçlü eğitim politikalarıyla desteklenen ve ona her türlü donanımın sağlandığı bir toplumda yetişecek öğrenciler de ruhen ve bedenen güçlü ve donanımlı olacaktır. Bulunduğumuz yüzyılda güç silahla değil, ahlakladır. Ahlaki, duyarlı bir toplum yaratmak öncelikle biz öğretmenlerin görevidir. Azim ve kararlılıkla el ele tüm ahlaki yozlaşmalara karşı durarak çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak ancak ve ancak geleceğin ailelerini oluşturacak siz evlatlarımızın eğitimi ile mümkündür. Bu evlatlarımız içinde kız çocuklarımızın eğitimi çok daha önemlidir. Nüfusun cinsiyete göre dağılımında eşitlik olmasına karşın toplumsal cinsiyet eşitsizliği, geleneksel olarak gerek kamusal alanda gerek aile içinde halen devam etmektedir. Türkiye’de erkek ve kız çocuklarının okullaşma sayılarında bakıldığında halen on binlerce kız öğrencinin farklı nedenlerle okullara gönderilmediği görülmektedir. Öncelikle hedefimiz cinsiyet eşitliğine dayalı, ahlaken üstün, çevreye duyarlı, kendisiyle barışık, özgüvene sahip vicdan sahibi birey yetiştirmek olup bu görevde sizlere rehber olacağım için farklı bir gurur ve heyecan içindeyim. Okulumuzun açılışının ilk yılında sadece 9. ve 10. sınıf öğrencileriyle çıkarılan “gülümse” dergisi de bu rehberliğin farklı bir boyutudur. Bu dergide emeği geçen herkese teşekkür ediyor, sizleri sevgiyle selamlıyorum. ŞİRVAN KILINÇ BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ MÜDÜRÜ 3 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ KİMSESİZ KIZ’DAKİ PERRINE’E MEKTUP Bahar ASLAN (9.Sınıf) 4 Sevgili Perrineciğim, Sen çok tatlı ve iyi bir kızsın. Anne ve babanı kaybettiğinden dolayı çok üzüldüm. Ama sen güçlü bir kızsın, her şeyi atlatacaksın, buna eminim. Annen seni çok seviyordu. Senin için hastanede yatmadı; çünkü seni tek başına bırakamazdı, buna gönlü el vermezdi. Aklı hep sende olduğundan ne iyileşebilir ne de seni aklından çıkarabilirdi. Bunun için seni bırakıp tedavi olmaya gitmek istemedi. Maddi anlamda bir güvenceniz de olmadığından tedavi olmadan vefat etti. Anneni ne kadar sevdiğini biliyorum. Baban yoktu zaten. Anneni de kaybedince çok üzüldüm. Hele annenin tedavi olabilmesi ve daha iyi bir yerde bakılması için belki de en yakın olanı Bıçkın’ı satman beni çok duygulandırdı. Neyse, daha fazla seni üzmek, anneni babanı hatırlatmak istemiyorum. Daha güzel şeylerden bahsetmek istiyorum. Mesela akrabalarını bulma çabanı. Ben seni gerçekten çok mücadeleci buluyor ve bu konuda tebrik ediyorum. Dünyada kalan son akrabalarını bulmak için yollara düştün zor da olsa aileni buldun, ayaklarının üzerinde durdun. Bu zorluklara herkes katlanamazdı. Senin gibi olabilmeyi çok isterdim. Fabrikada çalışmaya başladığında akraba olduğunuzu bilmediğiniz halde dedenle birbirinize kanınız ısındı. Ama senin yerinde olsaydım babamın fotoğrafını gördüğümde ona her şeyi açıklardım. Diyeceksin ki açıklamaya çalıştım, ama dedem konuşmama izin vermedi. Ne olursa olsun başından geçenleri açıklamanı isterdim. Bu benim görüşüm. Dedene kavuştun ya, onun sıcak yüreğine ve kollarına sarıldın ya, gözlerine bakıp doya doya sevinç gözyaşlarını döktün ya, gerisi önemli değil. Hangi mutluluk seni böyle duygulandırabilir ki? Sonunda kavuştunuz. 5 Deden seni ne kadar seviyormuş meğer! Çok aradığı torununu yanı başında bulmuştu. Ee, daha ne olsun? Senin gözlerine bakabilmek için ameliyat dahi oldu. Perrine, sana imrendim doğrusu. Ben de senin gibi azimli, mücadeleci, güçlü olmak isterdim. Bu, bir istek; ama inanıyorum ki senin bu yönlerini bundan sonra kendime örnek alacağım. Seni dedene benzettim. Deden de senin gibi acılara karşı güçlü. Ameliyat olunca narkoz uygulamak istemişler, ama deden buna izin vermemiş. Ellerini tutarak, yüreğine dokunarak acıyı hissetmeme yolunu seçmiş. Deden, gözleri açıldığında seni babana benzetti. Artık mutluydun. Bıçkın’a da kavuşmuştun. Perrineciğim, senden bir isteğim var: Bana deden ve Bıç- gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ kın’la çekilmiş bir fotoğrafını gönderir misin? Çünkü dedeni ve Bıçkın’ı çok merak ediyorum. Bu arada Mühendis Farby’ye karşı boş olmadığını biliyorum. Artık düğünde görüşürüz. Şahidin benim, ona göre. Perrine, canım arkadaşım, sonunda hak ettiğin mutluluğu buldun. Umarım hayatın hep güzelliklerle geçer, yaşadığın acılar da geride kalır. Mektubuma cevap bekliyorum. Sana, dedene, Bıçkın’a kucak dolusu öpücük gönderiyorum. Sevgilerimle… 6 ldı, itimi a işi ğ e k t tm u ku r Malo is'te h me aldığı ye 878 o r t a c P e . r H ri, 1 Kale ya z a ansız tkusu oldu. tanıtan ese isimli r F ) 7 ille) lelere –190 asıl tu (1830 biyat onun nu geniş kit k (Sans Fam tutunma o u ta de ama e ap arasında imsesiz Çoc cuğun haya hoşgörü t o K i ç ve aşkın k yayımlanan kimsesiz bir cuk, sevgi o ş yılında . Terk edilmi Kimsesiz Ç andır. r n ı m e kitabıd lesi ni işley naklı bir ro u e k d o müca ı işleyen d ın temas gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ OKTAY RİFAT İLE 9 GÜN Dilan ARSLAN (9. Sınıf) 25.12.2014 Sabah kalkar kalkmaz Oktay Rifat’ın şiirlerini okudum. İnsan yeni bir güne zinde uyanmak için erken yatar. Sabah yeni bir güne başladığı zaman o gün yaşadığı acıları, üzüntüleri unutmak ister. Hani derler ya insan umutlarla doludur. Gerçekten de öyleymiş. Şiirleri okudukça hayata, düşmanlarına karşı yenilmemeyi ya da ne bileyim küçümsememeyi öğrendim. İnsanı hayata bağlayan umut ve inançmış. Eğer sen hayata olan güvenini ya da inancını kaybedersen o hayattan ne zevk alırsın ki? Hayatın anlamı kalmaz. Belki hayattan bıkmışsın ya da yaşadığın o acılar unutulmayacak gibi. Evet, acılar o kadar zor ki zamanla içine atarsın, için yanar. Acılar bir hançer gibi saplanır kalbine. O zaman nefes alamazsın. Gün geçtikçe daha da derine iner. Hayattan soğumaya başlarsın. Bundan kurtulmak için başka yollar ararsın. Her şey senin elinde, sakın hayatta pişman olacağın bir yola girme. Umudunu yitirme, insanı ayakta tutan umuttur. 28.12.2014 Sınavlarım nedeniyle şiirlerini okumadım. Umarım bana darılmamışsındır. Ne yapalım hayatta düşmanlara karşı yenilmemek için çaba sarf etmen lazım, çalışman lazım. Bir yere varmak için düzenli bir şekilde çalışman lazım. Hayallerinin peşinden koşman lazım. Belki sen de diğer insanlar gibi düşünüyorsun. “Hayaller hiçbir zaman gerçekleşmez ki...” diyorsun. Ama sana katılmıyorum. Hayalini kurduğum bir şeyin gerçekleşmesini gönülden istersen, çaba gösterirsen neden gerçekleşmesin? Hayaller de bir sınav gibidir. Eğer sen bir sı- 7 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ nava çalışmayıp yüksek not beklersen o zaman beklediğin notu alamazsın. Ancak o sınava düzenli bir şekilde çalışırsan hak ettiğin o notu almaman için hiçbir sebep olmaz. 29.12.2014 8 Sen hiç aynaya bakıp: “Niçin geldim dünyaya ya da amacım ne; kendime, etrafımdakilere zarar vermek mi yoksa yararlı olmak için çaba sarf etmek mi?” diye sordun mu kendine? Her sabah kalktığın zaman bir gün de başkaları için ya da süslenmek için aynaya bakma. Kendin için bir kere de bak. Ben kimim, niye geldim dünyaya, ailem okumam için o kadar emeği niye harcıyor? Emeklerinin karşılığını veriyor muyum? Görmüyor musun ailen seni okutmak için ne zorlukları aşıyor? Sadece kızım okusun, bizim gibi bir hayatı olmasın, biz kendimizi kurtaramadık bari o kurtulsun, diye. Peki biz bunun karşılığını veriyor muyuz? Tamam okumayın. Sonrası ne olacak? Erken yaşta evlilik, kaynana dırdırı, kim bilir belki aile içi şiddet. Bir de bakacaksın ki yaşamadan yaşlanmışsın. Okuyun, kendinizi toplumda ezdirmeyin. Görmüyor musunuz toplumumuzda kadınlar nasıl hor görülüyor, küçümseniyor, şiddet görüyor? Sizce artık buna dur demek için tam zamanı değil mi? Siz de okuyun, kendinizi başkalarına ezdirmeyin. Sonuna dek haklarınızın peşinden koşun. 30.12.2014 Geleceğinin kötü olacağını hissettin mi geçmişe dönmek istersin. Ya da geçmişte acılar yaşadın mı hemen unutulsun istersin. Ama unutamazsın. Kalbinde bir bıçak izi gibi kalır. Sanırsın ki gün geçtikçe o yaralar kabuk bağlar. Ama hatırlamaya çalışırsan o zaman da yanar. Hani elin kesildiği zaman yanar, için parçalanır acısından. Acısını dindirmek için merhem alırsın. Sürdüğün zaman acısı geçer. Ama bunun merhemi, dermanı yok. Hatırladıkça kabuk tazelenir. Daha da çok yanmaya başlar. Uzak bir gül kokusu aynada, boynu bükük tutsak, unutulmuş kör kandil beyazlığında sofanın güpegündüz. Gerçektende şiirde dendiği gibi acıları hatırladıkça boynun bükük ve tutsak kalır. Aslında hayatın gerçekleri bu. Hayat her zaman insana kolaylıklar sunmaz. 31.12.2014 Yeni bir yıla belki dakikalar kaldı sadece. Yeni bir gelecek için hayaller kuruluyor, planlar yapılıyor belki. Hani derler ya yeni yıla ne yaparak girersen bütün yılın öyle geçermiş. Ben de inanırdım. Akşamları saat 12’lere kadar ders çalışırdım. Yeni yılım hep ders çalışarak geçsin diye. Ama artık nedense öyle yapmıyorum. Artık bana öyle şeyler batıl inançmış gibi geliyor. İnsan zamanla her şeyin farkına geç de olsa varıyormuş. 2015’te gerçekleştirmek istediğim pek çok hayalim var. Oktay Rifat, ben de senin gibi bir şiir kitabı yazmak istiyorum. Sence yazabilir miyim? Şiirlerini okudukça nedense kendime olan özgüvenim artıyor. İçim kıpır kıpır oluyor. Sanki mutluluk tüm bedenimi sarıyormuş gibi oluyorum. Bir insanın bu duyguları hissetmesi kim bilir senin için nasıl bir duygudur? İnşallah zamanı geldiğinde ben de senin gibi şiir kitapları yazarım. Kim bilir belki o zaman insanlar şiirlerimi okuduğu zaman benim sana günlük yazdığım gibi onlar da bana yazarlar. Şimdi burada yanımda olsaydın belki bana katılırdın, yardım ederdin bana, yol gösterirdin. Kim bilir belki şimdi yanımdasın, beni izliyorsun. Sesini duyuyorum: Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter Yalnızlık gittiğin yoldan gelir Kal, diyorum; biraz daha kal. Gitmek istiyorsun Perçemli Sokak’tan seslenerek: Köşe başını tutan leylak kokusu Yakamı bırak da gideyim 9 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 01.01.2015 Hayattaki bütün sevgilerin karşılıklı olması gerekmez. Çünkü bu hayattaki bütün sevgiler karşılıklı olsaydı dünyada sevgi olmazdı. Her şeyin karşılıklı olması lazım diye bir şey yok. Bence hayatta en güzel şeydir karşılıksız sevmek. Sevgini sadece içinde yaşıyorsun. Sebepsiz, hesapsız öylece seversin. Ya aşk nedir? Bence aşk bir şeye körü körüne bağlanmaktır. Birine bağlandın mı hiç kopamazsın, kopsan da acı çekersin. Hep yanında olsun istersin. Seni korusun, sevsin istersin. Onu kimseyle paylaşamazsın. Beraber geleceğe dair hayaller kurarsınız. Birbirinize ayrılmamak için sözler verirsiniz. Ya ayrılırsanız? O zaman da canın yanar, acı çekersin. Unutmak için başka yollar denersin. Ömür boyunca birbirinizi seveceksiniz, diye bir şey yok bence. Bir gün ansızın bir şey olur ayrılırsınız, birbirinize darılırsınız. Kalplerinizi kıracak bir şeyler yaşarsınız, ayrılırsınız. Aradan günler, aylar geçer; tam unuttum dersin, bir de bakmışsın içinde yeniden filizlenmiş. Tekrar o yaranın kabuğu tazelenir, yine acı çekersiniz. Hayatta ya karşılık beklemeden seveceksin ya da böyle acı çekeceksin. Karar senin. Unutma, aşk bazen kararları da tanımaz. Çünkü o, “rüzgârlı imgelere çadır kurmaktır” ve “taşın yalnızlığı içinde diri olmak”. Çünkü “Bir aşka vuran güneş kolayca batmıyor / Yanıyor bin kollu şamdanı, tutuşuyor.” 02.01.2015 Hayatım boyunca acılarımı peşimden getirdim. Hani bir an mutluluk duymak istersin ya olmaz işte. İçindeki acıları hep atmak, unutmak istersin. Bunun için elinden geleni yaparsın. Sadece bir mutluluk, bir sevinç yaşamak istersin. Yaşayamazsın, çünkü içindeki acılar hiçbir zaman peşini bırakmaz. Ve yıllar boyunca birazcık gülümsemeye hasret kalır bedenin. Ve hayatın boyunca o acılarla yaşayıp gidersin. Mutlu olduğun anların değerini çok iyi bilmelisin. Çünkü Oktay Rifat 11 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ o günlere geri dönmek istersen bazen geç olabilir, o değirmene dönebilirsin. Ordan bir perdenin gülü, burdan bir zakkum Dalı, sevinçler, aşklar toplardın torbana. Üstüne serçe sürüsü inmiş, o mutlu Ağaca benzerdin, deniz kokan yollarda Şiirler düştü mü aklına! N’oldu sana! Boşaldın, susuz değirmene döndün şimdi! Unutma, hayat keşkelerle doludur. Yaşadığın hayatın kıymetini bil. Sen de pişman olacağın bir olay yaşama. 03.01.2015 12 Bir saatlik de olsa insan mutlu olmak ister. Sevdiklerinin yanında olmak ister. Onlarla bir ömür yaşamak ister. Bir saat uzak kaldın mı hemen özlemeye başlarsın. “Nerdesin, ne zaman geleceksin?” diye sorular sorarsın. İnsan hep sevdiklerinin yanında olacak diye bir şey yok ki. Ya iş ya da başka bir şey, yani bir gün kopacaksın onlardan, özlem çekeceksin. Biraz canın yanabilir, sızlayabilir; ama zamanla alışacaksın. Herkes mutlu olmayı ister; ama hak eden, çabalayan kazanır. Bence mutlu olmak bir güzellik gibidir. Gelip geçicidir. İnsan güzelliğini bir yaştan sonra kaybeder. Zaten önemli olan yüzdeki değildir, o gelip geçicidir; önemli olan iç güzelliktir. İçinde kin, öfke beslemezsen o zaman temiz kalpli olursun. Kendinle ve çevrenle barışık olursun. Biri sana sürpriz yaptı mı dünyalar senin oluyormuş gibi mutlu olursun. Göz bebeğin ışıldar mutluluktan. Mutluluk benim için öyle bir duygudur ya senin için mutluluk nedir? Sence mutluluk sevdiğin birini kalbinde taşımak mı yoksa mutsuz olacağın biriyle ömür boyu yaşamak mı? Yoksa ikisi de değil mi? Bunu ancak yaşayan anlar. Ya da bunları anlaman için yaşaman lazım. Oktay Rifat 04.01.2015 Kim bilir, belki bu size yazacağım son günlük olur. Sizin sayenizde daha yeni hayatın güzelliklerinin farkına vardım. Hayatta önemli olanın zorlukları başarmak olduğunu öğrendim. Hayata olan bakışım değişti. Kendime olan özgüvenim arttı. Kim bilir belki başka değişiklikler de olmuştur hayatımda. Belki bunların farkına da zamanla varırım. Oktay Rifat (1914-1988) Trabzon’da doğdu. Şair, romancı, oyun yazarı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Orhan Veli ve Melih Cevdet Anday’la “Garip” şiir hareketini (Birinci Yeni) başlattı. 1955’te yayımladığı “Perçemli Sokak” adlı şiir kitabıyla “İkinci Yeni” adı verilen şiir hareketine yöneldi. 13 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ HEMINGWAY’İN YAŞLI ADAM’INA MEKTUP Sevda ELALTUNTERİN (9. Sınıf) 14 Amcacığım, Satırlarıma başlamadan önce o muhterem ellerinizden öper, saygı ve sevgilerimi gönderirim. Umarım iyisinizdir. 84 gündür balık tutamadığın için çok üzüldüm. Keşke o an yanında olabilseydim. En azından elimden geldiği kadar yardım ederdim sana. Ama şu anda elim kolum bağlı bir durumdayım. Ve kendime kızıyorum, yanında olamadığım için. Ama olsun belki böylesi daha hayırlıdır. Yanına yardımcı çocuk aldığına çok sevindim. Bir an çocuğu değil de beni yanına aldığını sandım. İkinizin arasındaki sevgiyi belirtmeden geçmek olmaz. Öyle bir sevgi var ki aranızda anlatamam. İki dost mu desem? Bilemedim. Açıkçası aklım ermiyor bu sevginize. Hani bazı dostluklar vardır, ölümden başka hiçbir şey ayıramaz onları. İşte siz ikiniz de öylesiniz. Doğruyu söylemek gerekirse benim hiç böyle bir dostum olmadı. Olduysa da gerçek dost değildi. Yani anlayacağın benim hiçbir zaman mutluluğumu, üzüntümü ve derdimi paylaşacağım bir dostum olmadı. Ben her zaman kitaplarla dost olmaya çalıştım. Bu nedenle sen çok şanslısın. Ama bunun değerini iyi bil, çünkü dostluklar öyle kolay kazanılmıyor. Hele de bu devirde. Sizin bu sevginizden anladığım kadarıyla birinin mutluluğuna çok sevinebilmek, üzüntüsünü paylaşmaktan daha sağlam yürek ister. Bu çocuğun yanından ayrılması kahretti beni. Ama yine de sen takma kafana. İkiniz birbirinizi sarıp kolladıktan sonra ne olursa olsun kimse engel olamaz bu sevginize. Yeter ki değer verin sevginize. Birbirinizin yanında olmasanız da. Çocuk, başka yerde çalışırken bile hep seni düşündü. Senin her boş dönüşün var ya onun için bir ızdıraptı. Tekrar senin gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ yanına gelmek istedi. Ama sen kendinden çok onun geleceğini düşündün ve kabul etmedin. Şimdi söyler misin bana senden başka kim yapardı bu iyiliği? Kim düşünürdü kendinden çok karşısındakini? Dünyamızda bunlardan kaç kişi kaldı? Mesela ben bile olsaydım karşımdakinden çok kendimi düşünürdüm. Karşımdakinin hayatı ilgilendirmezdi beni. Bana ne onun hayatından, ne yaparsa yapsın, nasıl olsa ben ondan üstünüm diye düşünürdüm herhalde. Senin bu davranışını görünce kendimden utandım. Çevrendeki balıkçıların seninle alay etmeleri hiç hoşuma gitmedi. Kimse kimseyi ilgilendirmez. Yalnız ve yalnız herkes kendinden sorumludur. Ama sen onları boş ver. Çünkü senin boş insanlara ayıracak kadar değersiz vaktin yok. Çocuk o kadar yardımsever ki… Sana balık tutmak istedi. İyi ki de kabul ettin. Çünkü kim böyle güzel bir dostunu kırabilir ki? Evinin duvarlarında karından yadigâr fotoğraflar asılı. Onlara her baktığında karın aklına geliyor. Her insan elbet bir gün yok olacaktır. Ama onun yok olması hatıraların da yok olması anlamına gelmez. Bu davranışın çok güzel. Aslında çocuğun patronu Martin de çok iyi biri, çünkü kim bilir kaç defa size yemek verdi. Hiçbir iyilik boşa gitmediği gibi bu iyiliğin de boşa gitmemesi lazım. Sen de bunun bilincinde biri olarak büyük bir balık yakaladığın zaman karın etlerini ona vermek istedin. İyi bir karar verdin. Bunların yanı sıra çocuk terbiyeli biri. Sen oturmadan yemeğe oturmayan ve saygıda kusur etmeyen biri. Senin, ellerini nerede yıkadığını bile düşündü. Sana yeni bir gömlek, kalın bir ceket, ayağına giyebileceğin bir şey bir de yorgan bulması gerektiği bile geçti aklından. Sen bizim gözümüzde balıkçıların kralısın. Fakirsin, ama mertsin. Sana bir şey söyleyeyim mi? Ben okumayı sevmeyen bir öğrenci olsaydım deniz kenarında, balıkların ortasında yaşayan senin gibi fakir bir balıkçı olmayı tercih ederdim. Çocukla beraber maçlarla ilgili konuşurken doğruyu söylemek gerekirse sizi iki dost gibi değil de baba-oğul gibi hissettim nedense. Hele de senin onu çalar saat gibi uyandırman çok etkiledi beni. Keşke beni de uyandıran, senin gibi güçlü bir çalar saatim olsa. Kimbilir ne güzel olurdu! Başka ülkeleri ve aslanları çocuğu sevdiğin gibi sevmen de 15 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 16 aslında güzel bir şey. Senin gibi kim kendi ülkesi varken başka ülkeleri sever ki? İşte sen diğer insanlardan farklı olduğun için seviliyorsun ve hâlâ da sevilmeye devam ediyorsun. Balık tutarken yemek yemiyormuşsun. Bu nedenle beni çok üzdüğünün farkında mısın? Seni suçluyorum belki. Kim bilir balık kokularından ya da canın istemediğinden yemiyorsun belki de. Ama değer mi beni üzmeye? Ne olursa olsun senin bizden daha fazla yemek yemen lazım ayakta kalabilmen için. Yoksa yolda yürüyemez hali geçtim, kımıldayacak halin bile kalmaz bir zamandan sonra. İşte şimdi anlıyor musun beni? Sana ihtiyacımız var. Çünkü bizi de yetiştirip kendin gibi mücadeleci biri yapmalısın. Kırlangıçları çok seviyormuşsun. Ben de aslında çok severim ve üstelik bir kırlangıca sahip olmak isterim. Ama onun o yükünü, ona olan sorumluluğumu ya yerine getirmeyi unutursam, ya benim yüzümden ona bir şey olursa diye hep endişeleniyorum. Umarım bir gün bir kırlangıca sahip olduğumda sen de o zaman beni bilgilendirirsin. Hatta belki beraber o kırlangıca sahip çıkarız. Balık tutarken bir şey çok dikkatimi çekti. Sen balıkları tuttuğun oltaların ucuna yemler bağlayıp balıkları kandırmaya çalışıyorsun. Sence bu doğru bir şey mi? Bence çok yanlış. Çünkü bir düşünsene sen bir balıksın. Her şey iyi güzel giderken birden yanına bir yem geliyor. Sen bunun bir tuzak olduğunu bile düşünmeden onu yiyorsun. Yemek zorundasın karnını doyurmak için, oysa yanındaki tehlikeyi göremiyorsun. Ölüm kalımla pençeleniyorsun, ama sen bunun farkında bile değilsin. Ve tam onu yerken kendini bir kovanın içerisinde buluyorsun. Nasıl olduğunu anlamıyorsun bile. Ama iş işten geçmiş oluyor. Çünkü neredeyse kaçma ihtimalin bile yok. Seni evine götürüp pişirirken anlıyorsun ki hayatının sonuna geldiğini. Bütün sevdiklerinden ayrılacağını. Birkaç saniye içinde ise onun midesindesin ve artık sen yoksun. İşte bu yüzden bu davranışını onaylamıyorum. Hayvanları kandırıp onları elde etmeyi veya elde etmeye çalışarak onun canını yakmayı. Tamam dünyada böyle bir düzen var. Ama başka şekilde avlasan onları olmaz mı? Avladın diyelim, bari canlarını acıtma. Çünkü onun da senin gibi bir canı var. Senin sadece o zavallılardan aklın üstün. Bence bunu düşündüğünde bana hak vereceksin. Ernest Hemingway Sen çok azimlisin ve işinde başarılısın. Ama nedense kısmetin olmadığından hep elin boş dönüyorsun ve bu yüzden karamsarlığa kapılıyorsun. Senin de elbette bir kısmetin var, ama daha bunun zamanı gelmedi. Biraz sabırlı ol. Bir aralar kaplumbağa avcılığında çalışmışsın. Kaplumbağaların kalpleri kesiliyor, parçalanıyor. Bazıları onlara hiç acımıyor. İşte böyle insanlarda kalp diye bir şeyin olduğunu düşünemiyorum. Aslında bizim hayvanlardan çok kötü bir halimiz var. Çünkü biz onları öldürüp cinayetlere sebebiyet veriyoruz. Onlar ise birer kurban. Her şeyden habersiz bir durumda. O kuş sayesinde bir sürü balık denizden çıkıverdi. Hem de palamut. Ama bu palamut yakalanmamak için çok direniyordu. Ben böyle hırslı ve azimli bir balık ne gördüm ne de buna şahit oldum. Balığı yakalamasan bile görmek istemen bence çok güzel bir davranıştı. Çünkü belki de sen de ilk defa böyle biriyle karşılaşacaktın. Ama keşke o çocuk da yanında olsaydı, belki ikiniz bir olup üstesinden gelirdiniz. Ne demişler: Birlikten kuvvet doğar. Ama her şeye rağmen çocuk yanında yoktu. Senin hiçbir şeyi aklından geçirmeden sadece ve sadece balığa yönelmen- 17 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 18 den başka bir alternatifin yoktu. Yoksa bu kıymetli balığı da kaçırıverirdin elinden. İşte o zaman daha da kötü olurdu her şey. Kuşla konuşman güzel bir şeydi. Ama balık kımıldadığından kuş korktu ve ortadan kayboldu. Bu balık yüzünden parmağını yaraladın. Parmakların bir türlü açılmıyordu. Çok üzüldüm bu duruma. Hatta bir an: “O balığı yakalamak için fazla direnme, çünkü o balık sana layık bir balık olamaz.” diyerek haykırmak geldi içimden. Balık yüzeye çıkıp kendini gösterdikten sonra tekrar dibe battı. Çok büyüktü. Kim bilir daha önce sen kaç defa böyle bir balık yakalamıştın? Ama yakalarken sen yalnız değildin. Çocukla beraber gelmiştiniz üstesinden. Sonra içinden dualar okumaya başladın. Sen ve balık öyle bir direndiniz var ya! Gerçekten ben bile çok korktum. İkinizden birini kaybetseydim çok üzülürdüm. En sonunda sen o balığı yakaladın, ama o balığı başka bir balık aldı. Allah’tan sana bir şey olmadı. Kolun falan yaralandı, ama her neyse. Belki böylesi daha iyidir. Gelelim senin asıl balıkçı, asıl mücadeleci yanına. Kılıçbalığıyla mücadelene. Ama gelemem, farkında olmadan mektubum çok uzamış. Soyadım gibi. Öncelikle kendimi sana önceden tanıtmadığım için özür dilerim. Aslında bilerek tanıtmadım. Biraz merak et istedim. Öncelikle sana bu mektubu yazma sebebim çok mücadeleci bir balıkçı olman. Bundan çok etkilendim. Adım SEVDA. Seninle tanışmak istiyorum. Beni de yetiştirmeni ve böyle cesaretli, ne olursa olsun yılmayan bir balıkçı olabilmemi sağlamanı istiyorum. Ve başarılarının devamını diler, o güzel ellerinden öperim. Ernest Hemingway (1899-1961) ABD’li yazar. Ortaokulu bitirdikten sonra bir gazetede çalışmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı ile İspanya İç Savaşı’na katıldı. Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Yaşlı Adam ve Deniz çok okunan romanlarındandır. 1954’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 2015’e Mektup Elif DEMİR (9. Sınıf) 20 Merhaba 2015, Ben ve bütün dünya seni heyecanla bekliyoruz. Çünkü senin bize huzur, mutluluk, şans ve barış getireceğine inanıyoruz. Ya da öyle umuyoruz. Önce senden ailem için sağlık ve huzur istiyorum. Tüm sevdiklerime iyi bir yıl olmanı diliyorum. Türkiye için de iyi şeyler istiyorum. 2014 yaşadığım ülkede iyi geçmedi. Nice insan arkasında acılı aileler bırakarak maden facialarında bu dünyadan göçtü. Trafik kazaları, iş kazaları, ağaç katliamları, demokrasi sorunu… Biliyorum mümkün değil, ama bunların seninle tarihe karışmasını istiyorum. İnsanların kavga etmeden, birbirini aşağılamadan, sorunlarını konuşarak çözmelerini istiyorum. Televizyonda, başka yerlerde insanların birbirine bağırmadan, birbirlerine hakaret etmeden tartışmalarını istiyorum. Umarım ki sen gelince dinledikten sonra konuşan Türkiye dönemi başlamış olur. Geleyim dünya için istediklerime. Burada isteklerim fazla olacak. Çünkü iyi bir dünya olmadan iyi insanların yetişmesi zordur. İyi insanlar olmadan da iyi bir toplumun kurulması aynı ölçüde zor olur. 2014’te dünya büyük savaşlar ve büyük acılar yaşadı. Binlerce insan öldü. Dünya için barışın ne kadar önemli olduğunu geçen yılda anladım. Savaşlar bitsin artık. Hiç kimse ölmesin, hiç kimse üzülmesin. Hiç kimse soğuk kış günlerinde kaldırımlarda yatmak zorunda kalmasın. Çocuklar soğuktan donmasın, bayılıp açlıktan ölmesin. Bütün ülkelerin liderlerine sesleniyorum. Hiçbirinizin başka bir insana ikinci bir ömür verme şansınız yoktur. O zaman bir insanın var olan ömrünü almaya da hiçbirinizin hakkı yoktur. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Savaş gibi acilen çözülmesi gereken bir diğer sorun da çevre kirliliği. Çevre kirliliğinin birçok sebebi var. Bunlardan biri hava kirliliği. Örneğin ısınmada kullandığımız kömürü yanlış tekniklerle yaktığımız için hava kirliliğine yol açıyoruz. Yine arabalardan çıkan egzoz gazları önemli bir sorundur. Fabrikalardan çıkan dumanlar da havayı kirleterek hava kirliliğine yol açar. Çevre kirliliğinin nedenleri sadece bunlar değildir. Bunlardan biri de su kirliliğidir. Biz insanlar yiyip içtiklerimizin ambalajlarını denizlere atıyoruz. Fabrikalardan çıkan kirli atıklar da suya boşaltılıyor. Doğadaki döngüyle bunlar yine bize dönüyor. Bize besin veren toprağı da kirleterek çevre kirliliğini daha da büyütüyoruz. Kirli sular veya kimyasal gübreler kullanarak toprağın kirliliğini artırıyoruz. Çevre kirliliğinin diğer bir sorunu ise orman yangınları. Bu yangınların bazıları sıcaktan veya yıldırım düşmesinden kaynaklanabilir, ama yine en büyük sorun bizden çıkıyor. Ormanları koruyup geliştirmeliyiz. Ya nükleer santraller ve daha diğer şeyler? Sevgili 2015, bu sene çok eski zamanlarda olduğu gibi temiz bir çevre istiyoruz. Çevre kirliliği sorunumuz çok, ama dünyanın sorunları da çok. Bunların başında küresel ısınma ve sera etkisi var. Sera, karbon gazlarının atmosferde oluşturduğu tabakadır. Sera gazlarının artışı yeryüzünde ısının yükselmesine neden olur. Buna da küresel ısınma denir. Sera gazlarının artışında önemli olan bir etken de fosil yakıtlardır. Bunların hepsi ortadan kalkarsa dünya için çok büyük bir sürpriz olur. Bu sene küresel ısınma için bazı önerilerde bulunacağım. Fosil yakıtları az kullanmalı, ağaç dikmeli ve daha az çöp üretmeliyiz. Çıkan çöpleri de geri dönüşümle değerlendirmeliyiz. Doğaya zarar veren maddeleri rastgele doğaya atmamalıyız. Doğayla ilgili konularda biz insanlar kaynaklı tüm sorunları acilen çözmeliyiz. Bir şey yaparken gelecek kuşakları düşünmeliyiz. Gereksiz alışveriş yapmamalı, tutumlu olmayı öğrenerek gezegenimizi korumalı, çevre dostu olmalıyız. Toplu taşıma araçlarını kullanarak hava kirliliğini en aza indirmeli ve enerji kaynaklarımızı gereksiz tüketmemeliyiz. Klimayı çalıştırmak yerine ince bir tişört giymeli ya da doğal gazı çok açmak yerine kalın giysiler giymeliyiz. Su ve elektrik 21 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 22 tüketiminde lafta değil, uygulamada gerçekten tasarruflu olmalıyız. Bu sorunların çözümü için birçok kurum ve dernek kurulmuştur. Bu sene bunları daha çok geliştirip desteklemeliyiz. Örneğin doğayı koruyan Doğa Derneği’ne, ambalaj atıklarını değerlendiren “ÇEVKO”ya, sular için “DenizTemiz Derneği”ne, doğal hayatı korumak içinde “WWF-Türkiye”ye, erozyonla mücadele için “Tema”ya destek çıkmalıyız. Her sene olduğu gibi bu sene de tüm bu kurum ve kuruşları desteklemeli, onlara sahip çıkıp dünyaya tanıtmalıyız. Eğer bu sene de bunun gibi kurum ve kuruluşları kurmaya çalışırsak senin de bize destek çıkacağına inanıyorum. Tüm çocuklara ağaç dikme konusunda örnek olup onlara ağaç dikme sevgisini aşılayasın diye şimdi sana bir ağacın nasıl dikileceğini anlatayım. Tabii bu gibi etkinlikleri en üst seviyeye hep birlikte el ele vererek çıkaracağız. Öncelikle güzel, taşsız, ağaçların gölgesinde kalmayan verimli bir toprak zemin bulmalısın. Elindeki fidanı diktikten sonra bolca su vermelisin. Ağaca verdiğimiz ilk suya can suyu denir. Gün gelecek bu ağaçlar dünyanın birer ferdi olacak. O da başka canlılara hayat verecek. Ve bize hayat verecek. İşte dikimi bu kadar basit ve sonucu bu kadar önemli. Hayvanları da sakın unutma. Biz bütün canlılar birbirimize bağlıyız. Sokakta kalan hayvanlara barınaklar yapmanı, onlarla ilgilenmeni istiyorum. Her sene on binlerce ağaç yanıyor. Buralardaki hayvanlar da evsiz kalıyor. Ama en çok çocukları unutma. Ne olursun 2015, çocuklara temiz bir dünya bırak. İçinde rengârenk çiçekler koksun, rengârenk kuşlar uçsun. Suyu ve havası temiz olsun. Kızmazsan bir de kendimle ilgili bazı isteklerde bulunacağım senden. Ben bu sene bir bölüm seçeceğim. Bunun için sağlıklı karar vermemde bana yardımcı olmanı istiyorum. Çünkü vereceğim karar benim mesleğimi ve sonraki hayatımı belirleyecek. Sen daha gelmeden sana isteklerimi söyledim. 2015 sana güveniyorum. Herkes dünyanın bir köşesinde seni bekleyecek. Ben ise adı Bağlar olan bir köşede. Gelecek sene de sana tekrar mektup yazarım. HOŞGELDİN 2015! MERHABA 2015! gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ HALİL CİBRAN’LA 6 GÜN Zilan GÜL (9. Sınıf) 16 Ocak 2015 Sevgili Günlük, Gecenin bitmesine neredeyse dakikalar kaldı. Bugün güzel geçti. Halil Cibran’ın “ERMİŞ” adlı kitabını okudum. Cibran, bu kitabında hayatın tüm gerçeklerini ele almış. En sevdiğim bölüm ise “acıyı” anlattığı bölümdü. Acı, her insanın yaşadıkça tattığı gerçektir. İnsan acıyı yaşamadan anlatamaz, tatmadan da yaşayamaz. Acı, bazen hayal gibi görünse de aslında gerçek olduğunu kimse düşünmez. Kimse acıyı yaşamak istemez. Acı, aslında diğer adıyla yaşanmak istenmeyen gerçektir. Çünkü bizim tattığımız acı değildir, sadece acının “a” harfidir. İnsanların yaşadığı acıdan sonra bizim acımız bazen hiçbir şeydir. İnsanlar çocuklarını kaybederken, aç susuz yaşarken, evsizken bizim bir anlık üzüntümüz müdür acaba acı? Hayır. Acı evsizken, aç ve susuzken, kaybederken yaşanılan bir duygudur. Farkında değiliz ama, diğer duygular gibi acı da toplum içinde şekillenir. Küçüklüğü ya da büyüklüğü başka insanlar arasında anlam kazanır. Acının tarif edilemez bir duygu olması ya da insanın acıyla olgunlaşıyor olması bundandır. Halil Cibran’ın dediği gibi: “Anlayışınızı kavrayan bir kabuğun kırılışıdır acınız. Meyvenin özünün güneşi görmesi için kabuğunun çatlaması gerektiği gibi acı da sizin için gereklidir.” Bir acıyı anlamak için önce tatmak gerek. Hayat acıyken insanların nasıl acı çekmek istemediklerini anlamıyorum ya da anlamak istemiyorum. İnsan sevmeyi bildiği gibi acı çekmeyi de bilmelidir. Acı, her ne kadar kötü bir duygu olarak bilinse de bence güzel bir duygudur. Çünkü bazı insanlar acı çekerek birçok şeyin farkına varıyor. 23 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 17 Ocak 2015 24 Sevgili Günlüğüm, bazen geçmişimi, yaşadıklarımı, en çok da çocukluğumu özlüyorum. Çocuk dendi mi hemen bir mutluluk dolup taşar içimde. Çocuk dediğin koşar, oynar, kirletir, kırar; ama her şeyi düşe kalka öğrenir. Çocukların en çok da böyle zamanlarda ihtiyaçları var bizlere. Ama çocuklar bunu belli etmez. Hatalar yapar, korkudan söyleyemez. Zamanla anlamaya başlar hayatı; acıyı, mutluluğu, şefkati, en güzeli de sevmeyi sevilmeyi, saygı göstermeyi öğrenmeye başlar. Onlara sevgiyi, merhameti, saygıyı veririz ki o da kendinden küçüklere göstersin. Çocuk demek özgürlük demek, düşünmek demek. Düşünmeye başlarsın belki de çocukluğunu, ben nasıldım acaba, diye. Çocuk deyince kalbim küt küt atıyor. Söyleyişi bile çok güzel değil mi? Tabii ki zorlukları da var. Büyüklerimiz bizim gibi olsun derler, onlara benzesin isterler. Çocuk bize fiziksel olarak benzeyebilir; ama onun düşüncelerini kendimize benzetmek doğru değildir. Bir çocuk ile biz aynı değiliz. Ona kendi düşüncelerimizin aynısını vererek benzerimizi yaratmamalıyız. Bırakalım bir çocuk kendi yolunda koşsun. Gerekirse canı yansın, üzülsün; yeter ki yüreğinin üstünde onun sevdiği çiçekler açsın. Haydi hep beraber Halil Cibran’ı yeniden okuyalım. Okuyalım ki yay-ok olma durumunu hiçbir zaman karıştırmayalım. Çocuklar Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil. Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil. Çünkü ruhlar yarındadır, Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları Kendiniz gibi olmaya zorlamayın. Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. Okçunun önünde kıvançla eğilin Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever. Sevgili günlüğüm, acaba ben de bu aralar bu yanlışa mı düşüyorum? Sana sevgimden çok düşüncelerimi mi yazıyorum? 18 Ocak 2015 İnsanın bir kuş gibi serbestçe uçması ne kadar güzel bir şey! Rahatça dolaşabilmesi, özgür olması çok güzel. İnsanoğlu özgürlüğü sever, ister. Özgür olmak her insanın hakkı. Yaşamı anlamlı kılan özgürlüktür. Bu yüzden özgür olmak isteyen bir kişinin yaşam üzerinde kafa yorması lazım. Özgürlüğün ruhun kapalılığında değil, açıklığında olduğunu bilmesi lazım. Özgür olmak isteyen kişinin doğaya zarar vermemesi gerektiğini bilmesi lazım. Doğa insanlara özgürlüklerini veremez; ama yardım edebilir. Nasıl ki kuşların uçmaları için kanatları varsa çiçeklerin açması için su ve güneş lazımsa insanların da özgür olması için önce “bilmeleri” lazım. Hayatta özgürlük kadar güzel bir şey yok belki, ama hayatı mahvetmek kadar da kötü bir şey yok . İnsanların belki de özgürlükten kastı barıştır. Barış tüm dünyada sağlanırsa savaşlar durursa insanların özgür olmaları önündeki büyük engeller kalkmış olacak. Sonrasında bize düşen, içimize dönmektir. İçimizdeki kuşları serbest bırakmaktır. Halil Cibran’ın dediği gibi: Sık sık tapınağın korusunda ve surların gölgesinde En özgür geçinenlerinizin bile Taşıdıklarını gördüm özgürlüklerini Bir boyunduruk gibi Ve kalbim kanadı bunu görünce Ne zaman ki özgürlüğün Bir amaç ve bütünleniş olduğundan Söz etmeniz sona erer İşte o zaman özgür olabilirsiniz gerçekten 25 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 19 Ocak 2015 26 Halil Cibran Zamanın bazen nasıl geçtiğinin farkına varamayız. Bir de bakmışız ki gece yarısı. Hayattaki belki de en önemli şeylerden biridir zaman. Hayattaki birinin değerini zamanında değil de bazen çok geç anlarız. O öldükten sonra. Sevdiklerimizin yanındayken günlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varamayız. Acı olan da budur ki ondan sonra sanki zaman durmuş gibi olur. Her zaman hızla giderken o yok olduğunda zaman da sanki yok oluyormuş gibi olur. Zaman aslında her şeyin başlangıcıdır. Sevginin de acının da aslında hem başlangıcı ve hem de sonu. Ve bu yüzden ölçülemeyen tek kavram. Halil Cibran zaman için şöyle der: Zamanı bir nehir yapar da Oturup akışını izlersiniz. Ama içiniz bilincindedir, Zaman tanımayan hayatın. Hem nasıl özgür olabilirsiniz ki Günleriniz ihtiyaçlarınızı düşünmekle Geceleriniz pişmanlık Ve tutkularınızla doluyken Ve unutmayın Özgür olmanız için Terk etmeniz gereken ilk şey Parçalarıdır kendi benliğinizin Sevgili Günlük, Gerçekten de bizi dağıtan, kafalarımızın içini bölen benliğimizin o kırık dökük parçaları değil mi? Zamanı aslında sevgi gibi de düşünebiliriz. Sevgi de bölünmez ve sığdırılmaz ya bir yerlere. Cibran’ın dediği gibi işte öyledir zaman, ne bölünebilir ne de sığdırılabilir. Sevgili Günlük, zamanın değerini bilmeliyiz. 20 Ocak 2015 Kime göre iyilik dersek de genel anlamda iyilik hayattaki en güzel şeydir . İyiliği ne kadar çok yapsanız o kadar çok yapasınız gelir. Hani vardır ya “Başlarsan duramazsın.” diye bir söz. İyilik de böyle bir şeydir. İyilik güzeldir de ya kötülük? Arkadaşınız, aileniz, dostla- 27 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ rınız elbet onlar size veya siz onlara yapmışsınızdır kötülük. Ama önemli olan kötülüğe iyilik ile cevap vermek, böylece onları da iyilik yoluna çekmek. Kötü olmayı bazıları çok sevebilir, ama “Kötü olmaktansa ölürüm.” diyenler de vardır elbet. İyilik duygusu sevgiden de daha güzel bir duygudur ki iyilik er geç başarmaktadır. Kötülüğe bakınca kaybetmek, kin öfke besleyen biri olmak gelir akla. İyilik zamanı çabuk geçer, ama kötülükte sırf kötülük yapan kişi acı çeksin diye yavaş geçer. Ve iyi daima her konuda ileri gitmeye çalışır. Halil Cibran’ın dediği gibi: Hedefinize sağlam Ve cesur adımlarla yol alırken iyisinizdir Ve topallayarak yürürken de kötü değilsiniz Çünkü geri değil İleri gider topallayanlar bile 28 En iyisi biz ileriye doğru yürümeye devam edelim Sevgili Günlük. 21 Ocak 2015 Büyük şairin “Evlilik” şiirini okuyorum. Hayat bana bir kez daha gülmüşken neden gülüşünü sileyim ki? Ya da neden tekrar acı çekeyim? Yeni kapı açılmış neden burada bekliyorum? Bunları sor bir kendine. Yeni başlangıçlar güzel- gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ dir, ama o başlangıçları bilmek gerek. Evliliğe yaklaşmışken bozma güzel anı. Seviyorsan evlen, kaybetme? Mutlu olacaksan git; ama sevmiyorsan boş ver, dünyan yıkılsın çık ve git. Evliliğin ilk temeli sevgidir. Sevgi yoksa o evlilik neye yarar? Sevdikçe severim deme. Evlilik çok ama çok önemli bir konu. Hayatın değişir, girdiğin ortam değişir, arkadaşlıkların ve hatta dostların değişir. Sonsuza dek yaşayacak birini bulmak, sevmek, mutlu olmak. Evlilik denir buna. Ancak nasıl bir sevgi? Ya da mutluluk nasıl gelecek? Bunun için Halil Cibran’a kulak vermek lazım: “Birbirinizi sevin, ama sevgi bir bağ olmasın” Ne kadar doğru! Çünkü bazıları “Seviyorum.” diyerek belki de farkında olmayarak aslında bir sevgi zorbalığı yaratıyor. Bari biz buna alet olmayalım Sevgili Günlük. Halil Cibran (1883-1931) Lübnan asıllı ABD’li ressam, şair ve filozof. Düşünceleri dünyada büyük yankı uyandırdı. Ünlü eserlerinden biri Ermiş’tir. Bu kitap El Mustafa adlı bir kahin ile halk arasında insanlık ve hayat hakkında geçen, şiir halindeki konuşmalardan oluşur. Önce insanların içini ısıt, gülümse. Sevim DENLİ (9.Sınıf ) 29 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ BEHÇET NECATİGİL’E MEKTUP Esra BAYRAM (10.Sınıf ) 30 Sevgili Behçet Necatigil, Edebiyat Bahçesinin Çok Renkli Çiçeği, Yaşam yolculuğunda birçok başarıya imza attın ve seni tanımamıza olanak sağladın. Söze nasıl başlayacağımı ve sözü nasıl bitireceğimi bilmiyorum. O kadar çok şey var ki yazmak istediğim… Şiir, inceleme, antoloji, mektup, radyo oyunları ve çeviri ile uğraşmışsın. Özellikle radyo oyunlarını çok merak ediyorum. Çünkü radyo oyunu yazarlığının Türkiye’deki öncüsüymüşsün. Ama dünya çok değişti sevgili “Kadın ve Kedi” yazarı. Mesela ben radyo oyunu ne demek, bilmiyorum. Bu konuda sadece tahminde bulunabiliyorum. Edebiyat için değişik alanlarda güzel eserler bırakmış, yeni nesil yazarlara ve şairlere özellikle kullanacakları üslup konusunda ışık tutmuşsun. Yazdığın eserlerde bizleri olumsuz yönlerimizle de ele almış, davranışlarımızı düzeltmemiz için yanlışlarımıza değinmiş, asıl doğruları görmemizi sağlamışsın. Niye mi gurbet, hasret ve hikmet burçları şairi? Seçme şiirlerinin toplandığı “Eski Sokak”ı okudum. Güzel ve bir o kadar da anlamlı sözler buldum yazdığın şiirlerde. Özellikle “ev” ve “aile” konularına daha fazla değinmen dikkatimi çekti. Mesela "Aile" adlı şiirinin ilk dizelerinde şöyle diyorsun: Sağ çıkıp günlük savaştan, Evin yolunu tutmuşum. Yemek yedik, çocuklarım uyudu. İniyor üstüme yavaştan Allah’ın beyaz bulutu, Kederlerimi unutmuşum. Behçet Necatigil O kadar anlamlı ki... Gerçekten anne ve babalar çocuklarıyla birlikteyken o kadar mutlu mu olur ev içinde? Bu şiirle beraber aileme daha sıkı sarıldım ve onlara her zamankinden daha fazla zaman ayırmaya başladım. Sözlerinizden o kadar etkilendim ki birlikteyken babamın ve annemin gözlerinin içine bakıyorum, o yazdığın düşünceleri ve duyguları gözlerinden okuyabilir miyim diye. “Kır Şarkısı” mıydı bir diğer şiirin adı? Doğanın güzel ve şirin canlıları diye bahsetmişsin böceklerden. Ben buna başta katılmadım. Hiç de şirin değillerdi bence. Hatta çok korkunç bir görüntüye sahiptiler. Sonra düşündüm. Ben doğayla iç içe büyümedim. Pan’ı araştırdım. Hazin hikâyesini öğrendim. Sizin sayenizde bakış açım değişti. Doğadaki uyumu keşfettim. Aslında zararları yokmuş böceklerin; onların da tek yap- gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 32 tığı, biz insanlar gibi hayatın güzelliklerini yaşayabilmek. Öyle ya, bunca yaşananlar yeryüzündeki güzelliklerin tadını alabilmek ve güzellikleri sonuna kadar yaşayabilmek değil mi zaten? Mutluluğu o kadar güzel ele almışsın ki insan okurken yüzünde kimi zaman tebessüm kimi zaman da hüzün beliriyor. Aslında genel olarak “ev” ve “aile” konularını işlemişsin, ama “çevre” faktörünü de unutmamışsın. Anlattıklarını düşündükçe “Gerçekten doğa böyle mi ?”, “Aile yapısı böyle mi olmalı?”, “Aile kavramı bu kadar anlamlı mı?”, “Biz bu güzellikleri neden fark etmiyoruz?” gibi sorular ardı ardına sıralanıyor. Ne olursa olsun hayali bile güzel. Anlattığın dünya bizim üzerinde yaşadığımız dünyadan farklı çünkü; tertemiz saf ve doğal bir şekilde baktın dünyaya, aslında göründüğü gibi olmadığını anlatmak istedin. Bunun nedeni biz okurlarını kandırmak değil. Biliyorum. Olmamalı da zaten. Bir sanatçı böyle bir üsluba başvurmaz. Ben de bundan sonra dünyaya saf bir şekilde bakacağım; çünkü anladım ki doğa evcilleştirilemez. Doğayı ve o küçük şeker böcekleri oldukları gibi kabullenmekten başka bir şey elimizden gelmez. Doğrusu da bu değil midir? “Evler” şiirinde ne güzel ele almışsın dünyayı, insanları, geçmiş zamanı, değişen ve gelişen zamanı! Kimi zaman şahit oldum bu duyguları yaşayanlara, kimi zaman bunları başkalarından duydum, kimi zaman yaşadım. Ama sana şunu söyleyeyim, evler hâlâ bıraktığın gibi. Bazı evlerde kalbi kara insanlar, bazılarında gündelik korkuların çökerttiği insanlar oturuyor. Bazı evlerde üzüntüden bir çığ kopuyor, dirlik düzenlik geçmişten kalan bir hatıra oluyor. Hâlâ bazı zenginler fakiri hor görüyor; duvar diplerinde, yangın yerlerinde yatanları insandan saymıyor. Bazı evlerde insanlar açlıktan ölürken bazılarında yemekler sadece tadımlık yenilerek çöplere dökülüyor. Demek ki eskiden beri dünya böyleymiş. Neyse, gelelim Yıldızlar’a. Biliyor musun? Ben de bazen küçücük balkonumuzda yıldızları seyrederken mutlu olan ve huzur içinde uyumak için o gün yaşadığı her şeyi yıldızlara anlatıp rahatlayan çocuklardan biriydim ve yazları hâlâ bunu yapmaktan hoşlanıyorum. Yıldızların yalnız olduğunu düşünen tek kişi benim zannederdim; ama sen de benim gibi düşünüyormuşsun. Bunu bilmek beni mutlu etti. Kendini bu gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ şiirde yıldız olarak konuşturmuşsun. Yıldızlar bilselerdi onları bu kadar doğru ve sevimli bir şekilde anlattığını ne yaparlardı acaba? Belki onlar da ateşböcekleri gibi avucuna konup yanar yanar sönerlerdi. Bunu birçok kişiyle paylaştım. Haklısın, çok haklısın. Sevgilerimizi yarınlara bırakmamalıyız. “Sevgilerde” adlı şiirinde daha bir güzel ve daha mantıklı ifadelerle eksik kalan mutlulukları anlatmışsın. Gerçekten de sevgilerini yarına bırakan o kadar çok insan var ki saymakla bitmez. Hep yarın denir, “Yarın ilgilenirim.” Ama unuttukları bir şey var. Yarınlar hiç bitmeyecek, zaman durmayacak ve o hep yarın demeye devam edeceğiz. Kim dur diyebilir ki zamana Allah'tan başka? Zamanı bekletebilir miyiz? Zamana aldanıp gerçek değerlerimizi ikinci plâna bırakmak ne kadar doğru olur? Hayır, zaman durmayacak, böyle diyenler hiçbir zaman sevgilerini dile getirmeye vakit bulmayacak ve sevgiye aç bir nesil ortaya çıkacak. Eminim onlar da böyle olsun istememiş ve böyle olacağını düşünememişler. Ama elden ne gelir? Zaman doldu. O rüzgar esip geçti. Verilmeyen o sevgi de rüzgarda savrulup gitti. Geriye sevgiye aç bir toplum ve içi boş yürekler kaldı. Sevgiye aç toplum artık sevgi istemeyecek. Onların yapacak tek şeyleri kaldı, o zamana aldanıp veremedikleri sevgiyi kalplerindeki verilmeyen sevgiler mezarlığına gömmek. Bir bakacaklar ki artlarına yıllar geçmiş, gönüllerindeki sevgi yükü onlara ağır gelmeye başlamış. Neye yarar bu saatten sonra gösterecekleri sevgi? Çiçekleri koklamak bile zor gelirken şimdi kendi gönül bahçelerine dalma ve o bahçeyi talan etme vakti geldi. Bence de böyle olmamalı. En büyük görev bu konuda aile fertlerine düşüyor. Herkes bilmeli ki bu dünyada ertelenmeyecek tek şey sevgidir. Çünkü sevgi hayattır. Hayat ertelenir mi hiç? Ve yalnızlık. Senin çeviri şiirlerini de okudum. Rainer Maria Rilke’nin bir şirinde geçen dizeydi kitabın adı: “Yalnızlık bir yağmura benzer” Bu dizenin üstüne insan yalnızlık hakkında ne söyleyebilir ki? Hâlâ merak ediyor musun neden sen? Sondan başlayayım. Rilke’yi tanımamı ve sevmemi sağladığın için. Bana duygu dolu anları yaşattığın, kendimi sevgi selinin içinde bulmamı sağladığın için. Sevgimi zamana aldanmadan rahatça dile getirmem gerektiğini bana fark ettirdiğin için. Aileme sımsıkı 33 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ bağlanmamın önemini bana hissettirdiğin için. Evimi ve doğayı bana sevdirdiğin için. Bana daha nice güzel değer kazandırdığın için. Sevgilerimle, sevgilerimle, sevgilerimle…Ve herkes yeniden okusun diye hoşça kal, rahat uyu “Sevgilerde” şairi. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ ODYSSEIA’DAKİ NİLÜFERYİYENLER (LOTOSYİYENLER) ADASI’NA MEKTUP Hilâl ÖZDEMİR (10. Sınıf) SEVGİLERDE Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. 34 Nilüferyiyenler (Lotosyiyenler) Adası’na meraklı herkese, Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı. … bizimkilerden kim yediyse lotosun bal gibi yemişini, kendinden geçti ve dönmek istemedi bir daha gemiye. Orada kalıp lotos yemekten başka şey düşünmediler, akıllarını çelmişti bu yemiş, unutturmuştu sılayı. … Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telaşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi. (Odysseia, Çev. Azra ERHAT-A. KADİR) Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vakit olmadı. Behçet Necatigil (1916-1979) İstanbul’da doğdu. İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. İlk şiiri lise öğrencisiyken Varlık dergisinde çıktı. Çeşitli alanlarda eserler verdi. Ölümün- den sonra adına “Necatigil Şiir Ödülü” kondu. İlk şiir kitabı olan Kapalı Çarşı 1945’te yayımlandı. Nilüferyiyenler Adası’ydı bu, nilüfer çiçeğiydi. Bu adada bu çiçeği yiyen unuturdu her şeyi. Ama niye yerlerdi ki bu meyveyi? Odysseus’un adamları Nilüferyiyenler Adası’na düştü. Yediler bu meyveyi ve unuttular her şeyi. Ailelerini, sevdiklerini, ülkelerini… Ee ne yapacaklardı bu zavallı insanlar? Sonsuza kadar burada mı kalacaklardı? Ya onları bekleyen sevdikleri? Onlar farkında değildi; ama yollarını gözleyen birileri, sevenleri vardı. Ne kadar kötü bir duygu unutulmak! Düşünün bir; en sevdiğiniz sizi hatırlamıyor, tanımıyor, isminizi bilmiyor. Çok tuhaf ve kötü bir duygu. Bu meyve neydi ki, nasıldı, böyle her şeyi unutturdu onlara? Yurt sevgisini, sorumluluklarını, ülkelerini, doğup büyüdükleri yerleri… Keşke ortadan kaybolup gitse bu çiçek. İnsanlara zarar veriyor, o insanları bekleyenlere de acı çektiriyor. Bunları bildikleri halde yine de yiyorlar bu meyveyi. Neden acaba? Onları bu meyveye bağlayan neydi? Tadından dolayı mı acaba? Bence değil. İnsanlara sevdiklerini, ailelerini, ülkelerini, sorumluluk- 35 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ larını unutturmak anlaşılıyor ki işine geliyor bazılarının. Beni düşündüren insanların durup dururken kanmaları buna. Adamları Odysseus’u tanımadı, çünkü yemişlerdi bu yemişten. Odysseus ne kadar kötü olmuştur şimdi? Adamları gelmeyince zincirle bağlayıp götürdü onları. Yoksa asla gitmezlerdi ki… İnsan tanımadığı, hatırlamadığı kişiyle neden gitsin ki? Halbuki hatırlasalardı, yıllardır görmedikleri yurtlarına , sevdiklerine koşa koşa giderlerdi. Onlar hatırlamıyordu hiçbir şeyi. Nerede olduklarını, kim olduklarını, sorumluluklarını. Kim düşseydi Nilüferyiyenler Adası’na, kurtuluş olmazdı buradan. Kim buldu ki bu meyveyi, kim keşfetti bu başa bela meyveyi? Bulunduğu gibi kaybolsaydı keşke. Yok olup gitseydi. İnsanlar tekrar eski haline dönse, hatırlasalar her şeyi, unutmak diye bir şey olmasa. Unutmak belki bazen iyidir. Bazen büyük acılar olur insanın başında. Ah, keşke unutsam, der. Oysa burada böyle mi? Bu meyveyi yiyen acısını değil, sorumluluklarını unutuyor. Bir insan nasıl olur da sorumluluklarını unutur? Her şeyi geçtim, sevgileri unuttu l a r, y a ş a d ı kları yerleri unuttular, ama bir insan nasıl unutur sorumluluğunu? Sorumluluk sahibi olmayan bir insan niye yaşıyor ki? İnsanın yaşama sebebi sorumluluklarını yerine getirmek değil mi? Bir insanda, o insanların oluşturduğu ülkede sorumluluk olmazsa sonuç ne olur? Buradan Nilüferyiyenler Adası’na ve bu adadaki çiçeğe meraklı herkese sesleniyorum. Lütfen yemeyin bu meyveyi. Sizin için diyorum, farkında değilsiniz. Çok zarar veriyor bu meyve size. Sizin yerinizde olsam hemen bırakırdım bu meyveyi ve hemen dönerdim sorumluluklarıma. barış 36 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Barış Gökyüzünde bir kuş Adalete, eşitliğe, özleme duyulan sevgi Çocukların el çırpışı. Barış Döl yatağındaki çocuk Annenin sabırla beklediği. Barış Ekmek, sevgi ve aşk Herkesin özlemle düşlediği Nur Pelda ÖZKAYA (10. Sınıf) 37 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ OZ BÜYÜCÜSÜ’NDEKİ TENEKE ADAM’A MEKTUP Zehra MİTAN (10. Sınıf) 38 Merhaba Teneke Adam, Sana bu mektubu yazarken klasik bir mektuptaki gibi “Nasılsın, iyi misin?”diye başlamak ve senden cevap beklemek isterdim. Ama ne yazık ki bu mektubu yazarken cevabın gelmeyeceğini biliyorum. Söyler misin Teneke Adam, hayat sadece sana karşı mı böyle vicdansız? Kalpsiz kalmak bir duyguya sahip olmamak… Söyler misin, hayat sana kötü bir senaryo mu yazmış kalpsiz bir hayatı yaşaman için? Yoksa… Teneke Adam, kalbin olmadığı halde duyguların ölmemiş. Bir böceğe basmamak için çok dikkat etmen, yanlışlıkla basınca da gözyaşı dökmen, bir böcek için böyle ağlaman beni çok etkiledi. Biz insanlar ise bir böceğe bastığımızda umurumuzda bile olmuyor. Ama senin kalbin olmadığı halde bu davranışın çok ilgimi çekti. Bir de senin hayat hikâyeni okurken kendimi tutamadım, gözyaşlarım sel oldu. Anne ve babanı kaybetmen, beni derinden etkiledi. Bir de bir Kıtırsoy kızın baktığı yaşlı kadının bu evliliğe izin vermemesi, sadece kendisine hizmet edilmesini istemesi. Doğu’nun kötü cadısına gidip senin için büyü yapılmasını istemesi ve baltanı büyüleyip her kaldırışında kollarını ve bacaklarını kesmesine neden olması. Bu olaylar beni derinden üzdü. En çok da baltanın kalbine isabet edip kalbini parçalaması, kalpsiz kalman! Sevgilin Kıtırsoy kıza olan aşkının sona ermesi... Bunların hepsi çok kötü oldu senin için. Şimdi kendimi senin yerine koyuyorum da çok kötü. Kalpsiz olmak yani sevmemek, hissetmemek, acımamak, mutlu olmamak, heyecanlanmamak gibi duyguları yaşamamak çok zor. Bunlar olmadan yaşam çekilmiyor. Hayatın attığı bu acımasız tokadı kabullenmek kolay değil. Ancak sen örnek alınması gereken birisin. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Kalbin olmadığı halde çok yardımseversin. Odun kesmen olsun, bir olayla karşı karşıya gelince yardım etmen olsun bunlar güzel örnekler. Bir de acıma duygun çok gelişmiş. Biz kalbi olanlardan da çok. Arkadaşların Dorothy ve Toto acıktı diye Aslan onlara bir geyik getirecekti. Sen o kadar iyisin ki hayvanlara bile acıdığın için geyiğin öldürülmesini istemedin. Kötü olaylar karşısında ağladığında çenendeki tenekeden eklemlerin paslanıyordu. Teneke Adam, sen kalpsiz halinle bile ne kadar duyarlı birisin! Keşke bütün insanlar kötü olaylar karşısında senin gibi duyarlı olabilseydi, birkaç damla gözyaşı dökebilseydi. İnanıyorum ki dünyamız o zaman çok daha güzel olacaktı. Sana bir şey anlatmak istiyorum. Bir sene önce Oz Büyücüsü tiyatrosuna gitmiştim. Seni çok güzel canlandırdılar, arkadaşların Toto da, Aslan da ve Korkuluk da güzel canlandırılmıştı. Çok güzel bir tiyatroydu. Hepsiyle fotoğraf çektim. Yani seninle fotoğraf çektim. Sen olmasan da sana benzeyen, senin özelliğini taşıyan biriydi en azından. Nedenini biraz açıkladım, seni diğer arkadaşlarından daha çok seviyorum.Kendimi senin yerine koyuyorum.Çok zor. Hayat çok zor. Kalpsiz yaşamak çok zor. İnsanlar kalbi olduğu halde birbirini kırmayı, incitmeyi, yaralamayı önemsemiyor. Bunları görünce sana hayranlığım artıyor. Sen kimsenin kalbini kırmazken bizim kalbimiz olduğu halde başkalarının kalbini kırıyoruz. Sevgili Teneke Adam, sence böyle bir hayat olur mu? İnsanın 39 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 40 sadece kendisini düşündüğü bir hayat olur mu? Merhametin, sevginin, durup dururken başkalarını incitmenin olduğu bir hayat olur mu? Evet bir kalbin yoktu senin. Ama bence senin kalbin ruhunda. Kimseye kızamıyorsun, bir varlığa zarar veremiyorsun; farkında olmadan zarar verdiğin zaman da gözyaşlarınla eklemlerin paslanıyor. Hareket yeteneğini kaybediyorsun. Yaşadığım ortamı düşününce senin duyarlılığına imreniyorum. Keşke bizim dışımız teneke olsaydı da içimizde gerçek bir ruh yatsaydı. Ama bizim dışımız insan, içimiz büyük bir çöp yığını! Keşke bizde kalp olmasaydı da sendeki ruh olsaydı. Keşke senin gibi hayallerimizin peşinde koşabilseydik, böyle ikinci adımlarda yorulmasaydık. Keşke hedeflerimize yürürken senin ve arkadaşların gibi birlik beraberlik içinde olsaydık, böyle birbirimize çelmeler atmasaydık. Keşke… Yanlışlıkla bir böceğe basınca gözyaşlarını tutamayan Teneke Adam! Keşke aramızda olsaydın da alev alev yanan dünyamıza o gözyaşlarını akıtıp bize insanlığımızı hatırlatsaydın. L. Frank Baum -(1856-1919) ABD’li yazar, aktör ve film yapımcısı. Çocuk edebiyatı alanında yeni bir dönemin habercisi oldu. Teneke Adam karakterini sanayileşmenin toplumsal hayatı derinden etkilediği yıllarda yarattı. 55 roman, 82 kısa hikâye, 200’ün üzerinde şiir ve yüzlerce senaryo yazdı. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ ANNEME MEKTUP Kader KILIÇ (10. Sınıf) Anne, Bugün edebiyat öğretmenim tahtaya şu dizeleri yazdı: Seni düşündükçe, Gül dikiyorum elinin değdiği yere (İlhan Berk) Sen aklıma geldin anne. Senin varlığın, bana gösterdiğin şefkat, güllerle donanmış bir bahçeydi. Yalnızlığın ıssız bir köşesinde. Bu köşede sana olan özlemimi satırlarıma dökeceğim. Elimde kalemim ve dilimden dökülecek olan ufacık kelimeler. Her kelimede seni anlatacağım anne. Bana vermiş olduğun sevgiyi ve benim sana olan bağlılığımı. Öyle bir yerdeyim ki şimdi ne sensiz yaşayabilirim ne de dilimin alıştığı anne kelimesinden vazgeçebilirim. Rengârenk bir dünyada yaşıyorum ki şimdi, o da senin varlığından, evet evet anne renkli bir dünyada yaşamam, hayata ışıklar saçmam ve hayata gülücükler saçmamın nedeni bana göstermiş olduğun tebessümün. İşte o zaman mutlulukla yapayalnız kalıyor yüreğim. Kalbim senden başka kimseye güvenmiyor anne, çünkü tek gerçeğim sensin bu hayatta. Seni kelimelerle ifade etmek, sana olan hislerimi yazmak ne kadar da zor! Oysa binlerce güzel söz söylenebilir hakkında. Ama seni anlatmak o kadar zor ki… Neden mi? Anne benim üzerinde emeği geçen sen oldun. Herkesten çok sen benimle ilgilendin. Neden sonra farkına varıyor insan bazı şeylerin. İnsan ancak yaşayarak öğreniyor hayatı üzerinden zaman geçerek, her şeyin farkına vardıktan sonra çok geç olduğunu da hatırlatıyor hayat. Oysaki annem karşılıksız sevgiyi bize öğreten, bizimle yaşayan yine sensin. Bu yüzden sen anlatılmaz, yaşanırsın. Ama şimdi anlayabiliyorum seni anne, o zaman çok küçüktüm. Ya şimdi? Zaman o kadar hızlı geçti ki ben bile anlaya- 41 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 42 madım nasıl akıp geçtiğini. Büyümüşüm meğer, ama hiçbir ders çıkaramadım hayattan. Hayatta sadece seni anladım anne. Göstermiş olduğun ahlak, güven ve dürüstlük kavramlarını senin anlattıklarından öğrendim. Ben nerede olursam olayım sanki hep yanımdaymışsın gibi hissediyorum. Sanki her anımda beni koruyacak birisi var. Evet anne o da sensin. Seni içimde yaşatıyorum anne. Ya yalnız kalırsam hiç aklımdan bile geçiremiyorum anne. Gözlerim yaşarıyor, içim daralıyor, hayata bakış açım değişiyor. Gözlerim kapkara düşlere ilikleniyor birden. Ama seni düşündükçe Çölde su içme imkânı olmayan bir yer geliyor aklıma. Sen bastığın her yerden su çıkarmayı bilensin. İmkânsız olanı başaran Sen aslında evren olan tekliğimsin anne! Sana o kadar bağlanmışım ki anne… Ufacık bir üzüntün bile içimde o kadar büyüyor ki anlatamam derinliğini. Zaman geçtikçe düşünüyorum anne, acaba ben de senin gibi olur muyum, diye. Senin kadar sabırlı, senin kadar cesur ve senin kadar fedakâr. Adımlarım daha hızlı yüreğimde. Daha çok umut taşıyorum. Her şeyi daha çok seninle yaşatıyorum bu yüreğimle. Hepimizin sevgisi aynı aslında insan olarak, çaba olarak ne kadar da yetersiz yaptıklarımız. Hayatta yenildiğimiz zaman, kendi ellerimizle ipimizi çekmişizdir. Sevgi her yerde, yaşadığımız her şeyde sevinç de üzüntülerimiz de vardır aslında. Ama gerçek sevgi insanın içindedir. Tek yapmamız gereken şey onu bulduğumuz yerden çıkarıp belli etmektir karşımızdakine. Çıkaralım ki yüreğimizin derinliklerinden, paylaşalım ki yeşersin, dallansın, renk katsın hayata. Bu da sana karşı sevgim olsun anne! gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ ÂLİMLERİN ÂLİMİ MOLLA GÜRANİ’YE MEKTUP Ruşen YILDIRIM (10. Sınıf) Büyük din adamı, müderris, kadı, kazasker, Fatih Sultan Mehmet’in hocası, Osmanlı Devleti müftüsü ve dördüncü şeyhülislamı, Sen ne yüce bir insansın! Ne değerli şehzadeler gördün; onlara yoldaşlık, arkadaşlık ettin. Bizim kitaplardan, hocalardan dinlediğimiz, kahramanlıklarıyla anılan şehzadeleri sen eğittin. Bir çağ kapatıp yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmet’e hocalık ettin. Hem de öyle sıkı bir hocalık ettin ki kimseyi pek dinlemeyen Fatih gibi biri bile senin karşında uslu bir öğrenciye döndü ve dediklerini tek tek uygulamaya başladı. Ne mutlu sana! O güzel bilgilerini herkese yaydın; insanlığını, içtenliğini, dürüstlüğünü herkese kanıtladın. Ne kadar güzel bir adın var! İnsana huzur, doğaya hayat, bitkiye su verir gibi. Bir an çok kıskandım adını biliyor musun; adının güzelliğini, saflığını kıskandım. Adın kısaca seni anlatıyor sanki. Adını getirince dile bütün hayatın kısa bir film gibi geçiyor gözlerimin önünden. Seni tanımak istedim, kısaca hayatını, hayallerini bilmek istedim. Ve araştırdım da… Hayatını bilmek bana birçok şey kazandırdı, tarih bilgimi geliştirdim. Bir de Kur’an-ı Kerim’i her gece sabahlara kadar okuduğunu öğrenince kendini amaçlarına ne kadar verdiğini sarsılarak ve derinden anladım. Keşke herkes kendini amaçlarına senin gibi kendinden geçerek verebilseydi! Senin adını ilk kez okulumuzun karşısındaki okul levhasında gördüm. Merak ettim seni, araştırdım. Diyarbakırlıymışsın. Ergani ilçesinden. Çok sevindim. Seninle aynı şehri paylaşmak, senin nefes aldığın şehrin havasını solumak, aynı atmosferde yaşamak beni çok mutlu etti. Sen hep adalet ve dürüstlüğünle bilindin. Öyle herkese yakışmaz bunlar; taşıyamaz herkes bu iki kelimenin verdiği gu- 43 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 44 ruru. Dürüstlük; açık sözlülük, iyilik, doğruluk ve en önemlisi de gerçekliği kapsıyor. Bu öyle bir sözcük ki birçok anlamdan, duygudan oluşuyor. Dürüstlük ve adalet çok iyi bir dost gibidir, çünkü adalet ancak dürüstlüğün olduğu yerde doğar. Sen öyle bir şey başardın ve yaşadın ki bugün soyu tükenmekte olan bir kavramla anıldı adın. Sonra bu duygu öyle yüceltti ki seni, kendini birden sevgi dolu kocaman bir okyanusta buldun. Dürüstlüğünle herkesi büyüledin, kötü bildikleri tüm ezberlerini unutturdun onlara. Sen ki davranışınla, doğrularınla, sabrınla, Şehzade Mehmet’i bile dizginlemiş; onu kendine hayran bırakmış; kalbindeki doğal sevgiyi yağmur gibi yağdırmışsın onun kalbine. Sen en doğrusunu yaptın. Para pul, şan şöhret, mevki makamı hep elinin tersiyle ittin. Yoksa II. Mehmet’in seni vezir yapma isteğini geri çevirir miydin? Karar vermeden önce daima düşündün. Ama dürüstlüğünden, açık sözlülüğünden ve hocalığından taviz vermedin. Bulunduğun yer saray, karşındaki kişi padişah olsa dahi. Sen böyle davranmasaydın karşındaki kişiler de belki o büyük zaferlere imza atamazlardı. Keşke bizler de görebilseydik seni, keşke bizim zamanımızda da olabilseydin. Biz senin öğrencilerin gibi şanslı değiliz. Bizim de büyük öğretmenlerimiz var. Ancak bizim zamanımızda öyle sanıyorum daha çok kötülük, daha çok şiddet var; insanları acımasızca öldüren, damarlarında kan yerine zehir taşıyan, kin taşıyan insanların olduğu bir dünyamız var. Keşke acımasızlığın son durağı olsa da rahata ersek biz de. Senin gibi dürüst insanlara ihtiyacımız var. Senin adaletinden, verdiğin huzurdan bizler de faydalansak. Ama öyle ya, sen yoksun nasıl da unuttum yaşamadığını. Ölümünün ardından tam 527 yıl geçmiş. Bazen çok arıyorum seni ve senin gibi insanları. Hep şöyle düşünürüm: İyi insanlara ihtiyaç duyduğumuzda niçin yanımızda değiller? Niçin sonsuza dek kapatırlar gözlerini bu fani dünyaya. Bilmiyorum. Belki de öyle olması gerekiyor. Daha fazla kötülük görmektense alet olmaktansa bu lanet dünyaya, belki de bu sonsuz yolculuk daha iyi. Ama olsun, sen yoksun belki; ancak adın bizlerle. Adınla yaşatıyoruz seni; senin adın benim, bizim gururumuzdur. Öyle yüce bir âlimsin ki sen, ölümü hissettiğin an bile tek dileğin hayatını adadığın amaç- gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ larının asla unutulmamasıymış. Sen ancak bu şekilde huzur bulmuşsun. Senin vasiyetin benim kalbimin en derin yerinde olsun ki mühürlensin kalbime; bir daha çıkmasın oradan dışarı. Daima seni anımsatsın bana. Seni hissedeyim; hissettiğim an kalbimden küçük küçük baloncuklar çıkmış gibi hareket etse kalbim, konuşsa benimle, alarm gibi çalsa hatırlatsa seni, vasiyetini… İşte o zaman kalbimde en değerli yerde, kalbimin ölümsüz prensi olacaksın. Öyle değerli öyle özelsin ki tabutunu bile II. Beyazıt taşıdı. İşte bu da sana verilen son armağan oldu. Bu son armağanı hissettin mi cansız bedenin taşınırken o soğuk karanlık kutuda? Arkandan ağlayan gözlerden yere dökülen yaşların sesini işittin mi? Dostlarının son vedalarında kalbin ısrarla atmaya çalıştı mı? Geri dönmek istedin mi? Durun çıkarın beni bu karanlık kuyudan, diye bağırdın mı? Sesini duyurmaya çalışırken titredi mi o soğuk bedenin? Bence baştakiler olabilir, ama sondakiler değil. Çünkü sen huzurla gittin seni bekleyen çukura, seni bekleyen toprağı görmek için sabırsızlandın. Sana örtü olan toprağı sevdin. Çünkü sen bu dünyada doğru bildiğin şekilde yaşadın. Uyu şimdi ey güzel insan! Zaman gibi sessiz uyu, sen ne kadar hapsolduysan zamana biz de bir o kadar yalnızlığa hapsolduk. Şimdi seni rahmetle anıyor, öz evinde huzurla uyuman dileğiyle hoşça kal ey zamansız insan! 45 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ ÖĞRETMENLERİM Gülhat GÜZELGÜL (10. Sınıf) 46 Öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu söylerlerdi. Pek anlamazdım bu sözcüğün ne demek istediğini. Öğretmenlik sadece dilin kurallarını mı öğretmekti, sayılarla nasıl baş edileceğini mi anlatmaktı, hiç yaşamadığımız tarihe mi bizi bırakmaktı? Yoksa öğretmenlik daha çok hayale yatkın beynimizi bilgiyle, teorilerle, terimlerle mi doldurmaktı? Öğretmenlik bu olamazdı! Sadece aklın doğruladığı şeyleri yürekler onaylamadıkça hiçbir anlamı yoktu o bilgilerin. Unutulurdu çünkü. Heyecanlandırmaz, meraklandırmaz, sevdiremezdi çünkü. Şanslıydım ben. Öğretmenlerim sayesinde hem kendimi hem de öğretmenliği tanıdım. Tarihi şimdi bile yaşadığımızı, yarının nasıl tarih olacağını anlatarak hiç sevmediğim tarihi bana sevdiren Berrin hocam; duygu ve düşüncelerimizi güzel ve etkili bir şekilde nasıl anlatabileceğimizi öğreten Eşref hocam; kendi kurduğumuz bir cümlenin bir noktalamayla değişebileceğini, konuşurken kelime vurgularımızın ne kadar önemli olduğunu öğreten Veysi hocam; sayıların hayatımızın her anında dokunduğumuz, kullandığımız her nesnede olduğunu somutlaştırarak anlatan Mehmet Fethi hocam; uzayın bilinmezliğini gözlerimizin önüne seren Mesut hocam; hayatımızda her zaman gerekli olan ilaçların nasıl yapıldığını gösteren Hamdullah hocam; vücudumuzun doğaya yabancı kalmamasını sağlayan Şekip hocam; en önemlisi psikolojimize, yeteneklerimize önem veren Jülide hocam ve Arjen hocam ve nice hocam öğretti bana öğretmenliğin ne olduğunu. Haklarımızı tanıttılar, sorunla karşılaşınca kaçmayıp nasıl baş etmemiz gerektiğini öğrettiler. Bizi aslında ne istiyoruza yönelttiler. Herkesin farklı hislerinin, fikirlerinin, isteklerinin olduğunu ve aslında bunun doğanın gereği gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ olduğunu öğrendim onlarla. Her şeyin farklı rengi, sesi, ritmi olduğu gibi bizlerin de farklı olduğumuzu ve farklılıklar bir araya gelince ulaşılmaz mükemmel bir ahenk oluşturduğunu onlar hissettirdi yüreğimize. Başarısız bir öğrencinin hatta insanın olmadığını, insanların farklı yeteneklerinin olduğunu bu yüzden bu kadar farklı mesleklerin bulunduğunu öğretmenlerim sayesinde öğrendim. Ve öğrendim ki hepimiz hayatın birer parçası, puzzle’larıyız; sevgi kenetleriyle bağlanınca muhteşem tabloyu bulabiliriz. Öğretmenlik aslında aile, sırdaş, dost, arkadaştır. Arada bir çatıştığımız ama başımız sıkışınca sığındığımız limandır. Bu liman olmadan hayatımızın anlamı ne olabilir? 47 Öğretmenler! Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. Atatürk gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ BAĞLAR SENİ SEVİYORUM Amine KARA (9. Sınıf) 48 Bağlar, sen dünyanın sevilmeye layık yerlerindensin. Bazıları sendeki güzellikleri görmese de ben sendeki güzellikleri görebiliyorum. Güzelliklerinin ortaya çıkabilmesi için turizmin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sende bunun için gerekli ortam var. Yeter ki gerekli çalışmalar yapılarak bunlar oluşturulsun. Örneğin herkesin ilgisini çekebilecek bazı yerler müzeye dönüştürülebilir. Bir alan üzerinde hikâyen canlandırılabilir vb. Ancak buralara gelebilmek için toplu taşımacılığın olduğu yerlerde yeniden düzenlemelere gidilmelidir. Bu yerler alfabenin a’sı gibidir. İnsanlar, yaşadığı yerin temiz, güzel ve sağlıklı olmasını ister. Bizim insanlarımız neden bu kadar kirletiyor çevreyi anlamıyorum. Neden her taraf bu kadar düzensiz parklarla doldu? Semtimizde her şey daha güzel yapılmalıdır. Yeni evler, binalar yapıldıkça insanlar taşınıyor. Buranın da ilgi çekmesi için gerekli şeyler yapılmalıdır. İnsanların her bakımdan çevreye zarar vermesine anlam veremiyorum. Ama inanıyorum ki bir gün herkes daha temiz çevrede yaşamak için gerekenlere dikkat edip çevreye, doğaya zarar vermeyecektir. Her şeyin böyle plansız yapılmasına ve böyle kötü kullanılmasına son verilmelidir. Gelecekte kültürüyle, insanlarıyla , zenginlikleriyle dolu bir semt hayal ediyorum. Çalışmak için yeterli iş alanları olan, iş bulmayı kolaylaştıran, nüfusun giderek arttığı bir semt hayal ediyorum. Bu konuda daha da ilerleyerek ev hanımlarının da çevreyle iç içe olmalarını hayal ediyorum. Eğitim seviyesinin artmasını, insanları okumaya teşvik eden bazı uygulamaların yapılarak eğitim seviyesinin daha üst düzeye taşınmasını hayal ediyorum. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Semtimi seviyorum; buranın kokusu, halkı, sokakları, caddesi bir ayrı güzel. Delikanlı kızları, düşünceli centilmen erkekleri, yaşlı tonton nineleri ve dedeleri, yemekleriyle meşhur anneleri, eve beş kuruş götürebilmek için sabahtan akşama durmadan çalışan babaları, tatlı bebekleri … Onları seviyorum, bu sevgi benim mutluluğumun kaynağıdır. İnsanların yürekleri güzel oldukça her şey göze güzel gözükür. Güzel bakalım ki Bağlar’ımız daha güzel olsun. BEN BAĞLAR’IM Sevda TURAN (9. Sınıf) Öyle hüzünlü ve kederliyim ki bu üzüntümü belirtmek istesem kim bilir belki de roman olur; ama sizi sıkmak adına da olsa belirtmem lazım. Bu haykırışlarımdan usandım, bir aklım vardı o da üzüntüden tükendi. Artık sabrımı taşırdınız. Benim gibi herkes tarafından bir zamanlar sevilen bir yeri değer miydi üzmeye, değer miydi bu hale getirmeye? Siz asıl bana değil de kendinize zulmettiğinizin farkında bile değilsiniz. Göremiyorsunuz beni, anlamak istemiyorsunuz! Bana ister kulak verin ister vermeyin; ama ne olursa olsun size fırsat veremem, beni üzüp böyle kimsesiz hale getirmenize izin veremem. Kendimi devrilmek üzere olan bir ağaç olarak görüyorum. Ah, o eski Bağlar yok mu! Sanki yollarda akan çamurdum, sanki ıslaklıktım, üşümektim ama ne olursa olsun ben sizindim. Bana sahip çıkışınız, ne olursa olsun yanımda oluşunuz var ya, benim için bir annenin çocuğuna olan sevgisinden daha sıcak ve şefkatliydi. Beni kollayışınız, beni size sembolize eden bir yer gibi görüşünüz... O güzel Bağlar sokakları nerde, nerde o güzel tertemiz kalpli insanlar, nerde o ışıltılı çocuk gözleri? Benim her sokağımda hastalıklı bir çocuk hikâyesi bıraktınız. Sokaklar ve yollar kelimelerini kullanmak bile istemiyorum. Yağmur yağdığında yollarımda seller, bedenimde çukurluklar 49 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ oluşuyor. Hani insanın bir hücresi ağrıyınca bu vücudun her tarafında hissediliyordu? Nerde? Nerde o güzel yerlerim! Kıyafetlerinde yamalar olan, ama şimdiki bazı insanlar gibi yürekleri yamalı olmayan o güzelim tertemiz insanlar nerde? Komşusuna yapılan zorbalığa, hırsızlığa, yanındakine yapılan hakaretlere ses çıkarmayan insanlar görüyorum. Sağına soluna tüküren, büyüklere saygısını yitirmiş, otobüslerde hamile ve yaşlılara yer vermemek için camdan dışarı bakan, dikkatini elindeki telefona veren ya da uyumuş numarası yapan gençler görüyorum. Onlara sadece şunu hatırlatıyorum: Sizler böyle değildiniz. Ne oldu size? Evet, doğrudur belki; eskiden bu kadar çok şey bilmiyordunuz; ama içinde herkesin kendine bir yer bulacağı kocaman yürekleriniz vardı. Nerde o hastalıklarda, mutlu ve hüzünlü günlerde gidilen ev gezmeleri? Nerde söyler misiniz? Artık sadece, o da bazılarınız, sadece taziyelerde görüşüyorsunuz. Acaba diyorum bazen, bu da ölümden korktuğunuz için mi? 50 BAĞLAR KÖY PAZARI YA DA BAHAR PROJESİ Bahar OYNAK (10.Sınıf) Merhaba Sevgili Okurlar, Bu yazımda Bağlar’ımız için çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konuya değineceğim: Köy Pazarı. Sizin de bildiğiniz gibi kısa zaman içinde güzel dünyamızın düzenini bozduk. Topraklarımız artık eskisi gibi verimli değil. Çeşitli kaynaklarımızı tükettik. Birçok orman yok oldu. Fakat insanların ihtiyacına cevap vermek gerekiyor. Bir yandan da nüfus artıyor. Ne yaptık? Yetiştirdiğimiz ürünlerde bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde çeşitli kimyasallar kullandık. Sonrasında ürünlerimizin tadı bozuldu. Sadece tat bozulsaydı pek önemli değildi. Geçenlerde bir televizyon programında izledim. Bunun insan sağlığına çok olumsuz etkisi varmış. Çevremde gördüğüm kadarıyla son zamanlarda insanlar köylerde gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ yaşamayı özler oldu. Günümüzde köyü olanların bile köylerine dönmeleri pek mümkün görünmüyor. Benim önerim şu: Biz köye gidemeyeceğimize göre köyü şehre getirelim. Bunun çok zor olacağını düşünmüyorum. Ama faydasının çok olacağını düşünüyorum. Bu projemi birkaç maddede özetleyeyim: 1. Bağlar’da büyük bir alana (Göletli Park’ın arka tarafındaki gibi) Köy Pazarı kurulmalıdır. 2. Bu pazarda sadece kadınlar çalışmalıdır. 3. Bu pazardaki tüm ürünler köylerden getirilmelidir. Bu yüzden köy birimleri kurulmalıdır. 4. Bizim okullardaki kulüplerimizde olduğu gibi “Denetleme Kurulu” olmalıdır. Bu kurul ürünlerde sahtecilik yapanın gözünün yaşına bakmamalıdır. Örneğin sütte, yumurtada, balda vb.bir hile mi çıktı bunlara caydırıcı cezalar verilmelidir. (Zaten kadınlar bu işe el atsa kimse korkudan bir şey yapamaz. Çünkü kadınlar çok merhametlidir, kimsenin sağlığına zarar gelmesini asla istemezler. Bu merhameti kötüye kullanmak isteyen yanılıyor. Bunu peşin söyleyeyim.) 5. Bu pazar haftanın 7 günü olmalıdır. Çünkü tatile girerse buradaki ürünler doğal olduğu için bozulur. Ama öyle bir sistem kurulmalı ki her kadın haftada bir gün tatil edebilsin. Çünkü yazıktır, onlar da dinlensin. Sevgili Okurlar, Bu pazar kurulursa her açıdan çok faydalı olacak. Bizim bazı erkeklerimiz kıskançlık yüzünden eşlerini pazara göndermemektedir. Bu yüzden kadınlar alışveriş özgürlüklerini kaybetmektedir. Bu pazar kurulursa kadınlar hep beraber güle oynaya oraya gidecekler. Pazarın çay ocağında (Çünkü bu pazarın AVM’ler gibi dinlenme yerleri olacak.) çaylarını içecekler, biraz sohbet edip (Siz buna dedikodu diyorsunuz.) stres atacaklar, sonra alışverişlerini yapıp gelecekler. Stres attıkları için artık çocukları ve kocalarıyla da kavga etmeyecekler. Bu pazar kurulursa benim sayemde (Gerçi kendimden söz etmek istemiyorum, çok mütevazi biriyim.) bir tavuk eti yiyeceksiniz, bir tavuk eti yiyeceksiniz tadı damağınızda kalacak. Sonra orada pişirilen ekmeklere bir tereyağı süreceksiniz, diyeceksiniz ki ben şimdiye kadar hiç yaşamamışım. Sonra çocuklarınız öyle bir sağlıklı olacak, artık doktor yüzü görmeyeceksiniz. 51 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Geçenlerde köy ürünleri satan iki kadın gördüm. Şimdi sizlere konuşmalarımızı aktaracağım. -Teyze kolay gelsin, benim adım Bahar, nasılsınız, satışlar nasıl? - Sağol kızım, Allah’a şükür, sen nasılsın? -Teyze, bu köy ürünlerinin daha büyük yerlerde kadınlar tarafından yapılmasını ister misiniz? -Nasıl istemeyiz kızım. Üç günlük dünyada yaşıyoruz, keşke hepimiz bir arada olsak. O zaman herkes bizden daha çok yararlanır. Sen de okumuşsun, biliyorsun, köyün her şeyi çok sağlıklıdır. Biz hem para kazanıyoruz, hem böyle muhabbet ediyoruz. Herkes de bizden memnundur. Daha çok konuştuk. Teyzelerin konuşmaları çok hoşuma gitti. Bir gün böyle bir pazar kurulursa beni de unutmayın. Bana da bir köşe ayırırsanız size öyle doğal bir tatlı yapacağım, öyle doğal bir tatlı yapacağım... Yiyen tekrar tekrar gelecek. Her gidişte bana dua edeceksiniz. 52 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ CHRISTY BROWN’A MEKTUP Funda MUTAŞ (9. Sınıf) Sevgili Christy, Yazdığın kitabı okumam aslında senin hayatını okumamdı. Christy sen gerçek misin? Sen nasıl bu kadar güçlü olabildin? Keşke ben de senin kadar güçlü olabilseydim ve bir o kadar da gururlu. Senin gururun cama benziyor, düştüğünde hemen parçalanan. Ne yaparsan yap, bir gülüşüne yenik düştüğün insanlar var. Christy biliyor musun? Sen bu zorlukların üstesinden gelirken sana elini uzatan bir annen vardı. Bunun için öyle şanslısın ki anlatamam sana. Keşke sen ben olsan da bu koca dünya içinde sevmenin acısını yaşasan, keşke ben sen olsam da sevilmenin keyfini çıkarsam. Hayat öyle tuhaf bir şey ki halen yaşadığım ve yaşayacağım hayatı anlamış değilim. Ben de bu dünyaya senin gibi yabancı kaldım Christy. Hani bazen yalnız kalmak istersin ya, aynada bile kendini görmek istemezsin. Aynen işte öyle. Christy sen hayatında aşk konusunda birçok kez aksaklıklar yaşadın ve çok üzücü sonuçlar aldın ve bunları yaşarken bütün suçu kendinde ve bedeninde buldun. Aslında bunların hiçbiri ne sende ne de bedeninden dolayı oldu. Hem biliyor musun? Bana göre sözler kalpten çıkarsa kalbe kadar gider ve kalbe ulaşır. Fakat sadece ağızdan çıkarsa kulaktan öte gidemez. Christy ben senin hayatındaki zorluklara rağmen başarılı olmana hayran kaldım. Anlayacağın seni bana cazip kılan bakış açılarındı. Aslında senin sol ayağınla büyüttüğün rüya ve hayallerin. Gözyaşlarını hak edecek insanlar görmedin ki… Ya senin gözyaşların Jenny için gereksiz ya da uğruna gözyaşı döktüğün Jenny değersiz. Sence hangisi Christy? Hem zaten suçlamak anlamaktan daha kolay değil mi? Sen çok büyük acılar çektin Christy. Herhangi biri senin yaşadığın acıların üstesinden gelmezdi, gelemezdi. Sen zaferi 53 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ kazandın ve unutma ki zafere çiçekli yolla gidilmez, bu yüzden kendinle gurur duy. Zaferi sen kazandın Christy. Ve sen zaferi kazanana dek bütün dertler yağmur gibi üstüne yağdı. Ama rengârenk gökkuşağı yağmurdan sonra çıktı. Hayatın bütün üzüntülerini ve sevinçlerini senin sayende öğrendim. Çok sağol Christy. Hem zaten mutluluğun bizi bulacağı yok, gel biz mutluluğu bulalım. Ne dersin? 55 Christy Brown hayatta kalabilen 13 çocuğundan biri. Babası duvar örme us- “Yüzünüzü güneşe döndüğünüz zaman gölgeler hep arkanızda kalır.” ayağını kontrol edebiliyordu. Bundan da yararlandı. Sol ayağını Helen Keller (1932-1981) İrlandalı yazar ve ressam. 22 çocuklu bir ailenin tasıydı. Christy Brown, beyin felci ile dünyaya geldi. Sadece sol kullanarak resim yapmaya ve kitap yazmaya başladı. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ YILMAZ GÜNEY’E MEKTUP Nurgül ÇAKIR (10. Sınıf) 56 Yılmaz Abi, Gerçek halk kahramanı, Halkın umudu, Filmleriyle yüreğimizi titreten büyük sanatçı, Sen Çirkin Krallığınla yüreklerimizi güzelleştirdin. Zalimlere karşı ezilenlerin sesi oldun. Dört duvar arası bile susturamadı seni. Bildiğin doğruları anlatmaya devam ettin. Dünyamıza ışık tuttun. Hiçbir zaman karanlığa teslim olmadın. Doğru bildiğini hep söyledin. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” mış. Sen, yaşasın onuncu köy, dedin. Senden sonra herkes sen olmaya çalışsa da kimse sen olamadı. Milyonların gönlüne taht kurdun. Seni anlatmaya ne kâğıtlar ne kalemler yeter. Hele ben seni nasıl anlatabilirim? Ancak öylesine kıyısından geçerim büyük deniz inin. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Ancak şunu bil ve şairin dediği gibi “müsterih ol”; çünkü senin gönlünden geçenler şarkı oldu, şiir oldu. Sen bize hem şair hem şiir, hem ırmak hem deniz oldun. Her zaman güzel yarınlar için bir umut oldun. Yılmaz Abi, en güzel Çirkin Kral’ım, Seni çok merak ediyorum. Hapisteki günlerinde neler yaşadın acaba? Gece olunca kimleri düşündün, ne hissettin? Ya bizim diyarları terk edip gidince kim bilir kafanda ne film şeritleri geçti? Sen giderken yollar hep geri geri mi itti seni? Kalbin çok acıdı mı? Çok acıdı da bize mi yansıtmadın? Gözyaşlarının sessiz çığlıklarını içine mi attın? Yoksa asıl filminin adı uzaklarda gözlerini yumarken “Hasret” mi oldu? Yılmaz Güney, sen düşüncelerini halka ulaştırmak için sanat yaptın. Kendinle beraber çevreni de kalkındırdın . İnsanlara ışık tuttun. Bugün maalesef bazı sanatçılar ne kendilerine ne de topluma ışık tutuyorlar. Bu yüzden seni çok arıyoruz. Sen yokken filmlerin hep ödül aldı; çok konuşuldun, çok sevildin. Zor günlerinde keşke yanında olabilseydim. Dertleşirdik senle. Neler yaşadığını anlatırdın. Bir gazetecinin röportaj yaptığı gibi ben sorardım sen cevaplardın. Hasret duygusuyla insan ruhunun bedeninden ayrılması acaba nasıl bir duygu? Bunun filmi, sadece bu anın filmi yapıldı mı acaba? Yılmaz Abi, bunu kimse yapamaz, senden başka kimse yapamaz, sana çok ihtiyacımız var, çok… Saygılar, selamlar sana ey gönlümün Çirkin Kral’ı! “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur.” Necip Fazıl Kısakürek 57 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ SABAHATTİN KUDRET AKSAL İLE BİR GÜN Zilan BİLİCİ (10. Sınıf) 1 Ocak 2015 ARDINDAN 58 Giderken sen, Gözlerine bırakmıştı rengini deniz. Bulutlar, Yağmurlarını kaybetmişti dudaklarında Sev demiştin giderken ardından Kimi, neyi, niçin? Sen yokken. Ardından güneşe sormuştum seni, Benden daha aydın demişti. Mehtaba sordum, daha güzel dedi. Yıldızlardan daha parlak. Kaderime sordum Zülüfleri benden daha karaydı dedi. Sen giderken hüzün çiçekleri yiterdi Kalbimin orta yerinde. Çoraklaşırdı yüreğim. Issız ve kararırdı geceler Deniz miydin yoksa? Gözlerinde unutulurdum, bulut muydun? Dudaklarında kaybolurdum, Bulamazdım kendimi. Mahsum ÖZTEK Merhaba günlük, ben Zilan. Dün edebiyat öğretmenim yazdığım bir kompozisyonu beğendiğini söyledi, bana günlük yazmamı önerdi. Bundan cesaret alarak hemen birkaç şiir kitabı aldım. Bunlardan birinin şairi de Sabahattin Kudret AKSAL. Okuyacağım şiirlerin bana hissettireceği duyguları kâğıda günlük halinde geçirmeye karar verdim. Kitabı açtığımda karşıma çıkan ilk şiir beni çok etkiledi: “BİRİ VAR” Biri var, durmadan beni arar, Biri var, mevsimlerdir beklerim. Biri var ki açmamış bir bahar, Göklerimde yıldız, içimde sır. Biri var ki bahtı bende yaşar, Benim çiçeklerim açar onda. Bende musiki, bende dünyalar, Biri uzakların uzağında. Havuza düşen memleketleri, Biri var ki içimde sayıklar. Bu şiiri okuduğumda aklıma ilk gelen amcam oldu. Evet amcam. Üç ay önce aramızdan ayrılan amcam! Düşünsene günlük, daha düne kadar yanında olan, en yakın gördüğün kişi bir bakmışsın yok. Senden çok uzakta, dönüşü olmayan 59 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 60 yerde. Her gün kapıyı tıklatmasını beklersin. Koşup sarılmasını beklersin, ama yok. “Yok” desem de bana inanma günlük. Amcamı hep kalbimde yaşatıyorum. Her saat, her dakika, her saniye karşımdaki duvar gibi yakınımdaymış gibi hissediyorum. Ondan kalan hatıralara dalıp gidiyorum. En çok dinlediği şarkıları hep başa alıp bıkmadan usanmadan tekrar tekrar dinliyorum. O, hatıralarıyla durmadan beni arar, ben ise onu hep anarım. Bu anmalarımda müzik ve şiir büyük bir etken. İnsan müzik ve şiirle kalbinin sesini duyuyor. Bu dinleme sayesinde insan kendisiyle ve çevresiyle yüzleşiyor. Bazen bir sözcük beni alıp uzaklara götürüyor. Bakıyorum yine onun yanındayım. Kendime sık sık sorular soruyorum: Neden, niçin, ne yapmalıyım… Evet, ne yapmalıyım günlük? Elimden tutanın olmadığı yerde oynuyorum hâlâ. Tutunmuş gibi görünüp elimden kayan onca olanakların arkasından bakıyorum. Uzun uzun düşünüyorum bazen. Bu bir gerçek, diyorum. Herkes bir gün göçüp gidecek. Şairin dediği gibi mevsimler boyunca bekleyeceğiz onu; ama o uzakların uzağında olacak. İnsan üzülüyor, bazen kendini bir boşlukta buluyor. Ve yalnızlık gelip o boşluğa çörekleniyor. İçimize dolan yalnızlığı giderecek bir çare bulmak bu durumu az da olsa hafifletir belki. Ama geçmiş geçmiyor. Muhakkak ki acısı kalıyor içi- gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ mizde. Ve içimizde durmadan sayıklıyor. İşte bu sayıklamalar bütün dünyamı alt üst ediyor. Buna bir çare bulmalıyım günlük. Bu çare de sen olacaksın. Yazarak kendimi umutsuzluk ve karamsarlıktan özgürleştirmeliyim. Özgürlüğün her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünüyorum. Sabahattin Kudret Aksal (1920-1993) İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. İlk şiiri 1938’de Varlık der- gisinde çıktı. Şiirlerinde hem Garip hem de İkinci Yeni şiirinin etkileri görülür. Şiir, öykü ve tiyatro alanlarında birçok ödül aldı. Şarkılı Kahve (şiir), Gazoz Ağacı (öykü), Kahvede Şenlik Var (oyun) eserlerinden birkaçıdır. “Gülümseme iki insan arasındaki en kısa mesafedir.” Victor Borge 61 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ ÂŞIK VEYSEL’E MEKTUP Berfin AZARAK (10. Sınıf) 62 Sevgili Âşık Veysel, Bizim Göremediklerimizi Gören Büyük Şair, Gönlümün Billur Şişesi, Merhaba Âşık Veysel, henüz 7 yaşındayken çiçek hastalığı yüzünden gözlerini kaybeden, “Deyişler”, “Sazımdan Sesler” ve “Dostlar Beni Hatırlasın”ın büyük şairi merhaba! Bu aralar şiirlerinizi ya internetten dinliyor ya da kitaptan okuyorum. Sizden çok etkilendim. Şiirlerinizin her mısrası ayrı bir güzel. Şiirlerinize doyum olmuyor. Bilseniz sizinle tanışmayı sohbet etmeyi ne çok istiyorum! Yanınıza oturup o güzel sazınızı dinlemeyi… Ama elden ne gelir? Aşkı yorumlama şekliniz çok hoşuma gitti. Aşk diye bir şey olmasaydı eminim sevdiklerimiz gözümüze bu kadar güzel görünmezdi. “Güzelliğin on par’etmez / Şu bendeki aşk olmasa / Eğlenecek yer bulamam / Gönlümdeki köşk olmasa” derken ne kadar haklıymışsınız! Çünkü aşk yalnızlıktır, ayrılıktır, karşılıksız sevmektir. Örneğin bir gün hayatımıza biri girer ve bakış açımız değişir. Zamanla ona bağlanırız, onsuz bir dakika bile bize zor gelir. Öyle severiz ki onu kaybetmekten korkarız. Ancak gün gelir, onsuz bir dakika bile yaşamayacağımızı düşündüğümüz kişi gider. Ne yapacağımızı bilemeyiz, dünyamız yıkılır âdeta. İçimizde uçan kelebekler birden ölür, kalbimiz kelebeklerin mezarlığına döner. Yıllarca bekleriz, ama gelmez. Bize kalan tek şey vardır: Onunla yaşadığımız güzel günler. Düşünürüz o güzel günleri. Okulda, evde, sokakta… Düşünmenin ne kadar güzel olduğunu fark ederiz. Sana Veysel’im diyeceğim artık. Sana olan büyük sevgimden. Sen gideli dünya bir tuhaf oldu Veysel’im. Senin zamanındaki kötü insanlar şimdiki insanları da aldı. Bazı insanlar birbirinin umurunda değil. Dünya grileşti. Aşk yok, sevgi saygı yok, dostluk yok, insanlık yok. Bazı insanlar ve bazı filmler 63 aşkın adını kirletmişler. Aşkı hoşlantı, şehvet, gösteriş, para ya da acıma olarak görüyorlar. “Bana aşkı anlat.” dersen çoğu saçma sapan şeyler söylüyor. Keşke yaşıyor olsaydın. Aşkın ne olduğunu herkese yeniden anlatsaydın. Çaldığın sazlarla insanların yüreklerindeki buzları eritseydin. Senin şiirlerinde aşk tek kişiliktir. Aşk, onu uzaktan sevebilmektir. Aşk, onu hatalarıyla kabul edebilmektir. Aşk, onun kalbine bakıp ruhuna derinden işleyebilmektir. Aşk imkânsızı başarmaktır. Aşk sevilmeden sevmektir. Sevip de kavuşamamaktır aşk. Aşk karşımızdakini güzelleştirmektir. İnsanların fiziksel kusurlarını bile sağlam ve düz görmektir. Karşımızdakini yüceltmektir. “Senden aldım bu feryadı / Bu imiş dünyanın tadı / Anılmazdı Veysel adı / O sana âşık olmasa” diyebilmektir. Yanılıyor muyum Veysel’im? Biraz da o güzel dostlukları anlatayım sana. En iyi dostun, sırdaşın sazındır bilirim. Bazı dostluklar vardır yaşamaya değer. Zor günlerinde de dar günlerinde de yanında olan. Gerçek dost iyiliklerin bittiği gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ zaman seni terk etmeyendir. Ayıbını örtendir, yüreğindeki acıyı seninle paylaşandır. Sen üzüldüğünde sıcacık bir kucak açandır. Senle sazın arasındaki dostluk gibi. Gözün görmediği halde çok güzel saz çalıyorsun. Sizin dostluğunuzda çok anlam var. Gözlerin görmüyor diye baban sana saz alıyor sen de bu saza yıllar geçtikçe daha çok anılarını, şiirlerini, derdini, kederini anlatmaya başlıyorsun. Gerçek dostluk, dostun sırrını başkasına söylememektir. Sen de derdin ya: Ben gidersem sazım sen kal dünyada Gizli sırlarımı aşikâr etme Lâl olsun dillerin söyleme yâda Garip bülbül gibi ah u zar etme 64 Ama bazı insanlar böyle değil. Senin için önemli olan bir şeyi hemen başkalarıyla paylaşıyorlar. Oysa sen dostum diye sırrını sadece onunla paylaşmıştın. Hani sen demiştin ya “Uyma lak lak edip gülüşenlere / Meşgul eder seni işinden eyler / Karışırsın tembel perişanlara.” Çok haklısın Veysel’im. Sırf o lak lak edenlere uyup da hayatını mahvedenler var. Bir şiirinde de şöyle diyordun: Bin dokuz yüz altmış yedi yılında Çirkin sözler gezer halkın dilinde Yıl 2015. Yakındığın konu daha da alevlendi Veysel’im. İnsanların çoğunda ayıp edep, sevgi saygı kalmadı. Sana biraz da “Selam saygı hepinize / Gelmez yola gidiyorum” diyerek ayrıldığın dünyadan söz edeyim. Veysel’im dünyada savaşlar, kötülükler, zorbalıklar bitmedi. Çoğu insan düşünmeden hareket ediyor ve bildiğini okuyor. Kendi aralarında ırk ayrımı, fikir ayrımı yapıyorlar. Sen demiyor muydun “Allah birdir, Peygamber hak/ Rabb-ül âlemindir mutlak / Senlik benlik nedir bırak” diye? Maalesef Veysel’im, insanlar durmadan birbirlerini öldürüyor. Dünya gözü dönmüşlerle dolmuş. Kimse mesajlarına kulak vermiyor. Dünyada açlık, sefalet, ayrımcılık var. Kimse kimseyle anlaşamıyor. Dünya barışı şu an sadece bir dilek. Aç açına sokakta yatan kardeşlerimiz var. Hiçbirimiz doğru dürüst bir şey yapamıyoruz. Bazen gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ bu dünyadan çok utanıyorum Veysel’im. Dünya bildiğin dünya değil . Para insanı çok bozmuş be Veysel’im. İnsanlar paranın sahtesini, para da insanın sahtesini yapar oldu. İyi ki zamanında o güzelim doğa şiirlerini yazmışsın. Bugün kendisine şiirler yazılacak doğa da kalmadı. Doğa mahvedildi Veysel’im. Dünya’nın oksijeni olan ağaçlar tek tek yok ediliyor. Senin sadık yârin kara toprak da artık eskisi gibi koyun, kuzu, süt, meyve vermiyor. Verse bile tatsız tuzsuz, saman gibi yiyecekler veriyor. Sebebi ise insanlar yine. Bazıları daha çok kazanmak için toprağı bile bozdu. Bize emanet ettiğin topraklara sahip çıkamadığımız için çok üzgünüz Veysel’im. Şikâyetçiyim bu dünyadan Veysel’im. “Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın” demiştin. Maalesef insanlar seni ve düşüncelerini hatırlamadı. Evet, insanlar uzun ince bir yoldadır. Ancak çoğu kişi bu yolun nereye çıkacağını düşünemiyor. Düşünseler dünya bu hale gelir miydi? Yine de “Unutuldum.” diye üzülme Veysel’im. Her yıl ne yalan söyleyeyim sembolik diyebileceğim bazı törenlerle seni anıyoruz. Ancak seni anarken ya da edebiyat derslerimizde bir şiirini okurken dünyanın yaşanılır bir yer olmaktan giderek uzaklaştığını görüyorum. İşte o zaman “gönlümün billur şişesi” kırılıyor. 65 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ İNCİ’DEKİ KİNO’YA MEKTUP İlknur YALIÇ (9. Sınıf) 66 Sevgili Kino, Bu mektuba başlarken ne yazacağımı çok düşündüm. Umarım mektubumu okurken zevk alırsın. Kino ailen için yaptığın fedakârlıkları kimse yapamazdı. Tüm olup bitenlere rağmen ayakta dimdik duramazdı. Senin bu yaptıklarından dolayı sana ne kadar özendiğimi bil istedim. Senin gibi aileme nasıl sımsıkı sarıldığımı öğren istedim. Biliyor musun Kino, ben de ailemin tek çocuğuyum. Senin de tek çocuğun var değil mi? Adı Coyotito. Senin için ne kadar da önemli! Senin bir parçan o. Ona bir zarar geldiği an çileden çıkarsın. Onu korumak için şimdiye kadar yaptığın fedakârlıkları yaparsın. Ancak hayat çok acımasız. Bir akrep sokmasından dolayı çocuğun zehirlendi. Başına birçok dert açıldı. Çocuğun için denizin dibine dalıp çıkardın ya “o büyük inci”yi, o an dünyalar senin oldu. Çocuğunun iyileşebilmesi için doktor para istiyordu ve sen de o inciyi para karşılığında doktora verecektin. Her şeye rağmen, gösterdiğin tüm çabalara rağmen çocuğunu kaybettin. Çok zor, biliyorum, senden bir parçanın eksilmesi dünyanı başına yıktı. Keşke olmasaydı, diyordun. Bunları yazarken gözyaşlarım kendiliğinden iniyor. Öyle mutsuz oldum ki emin ol dayanamıyordu kalbim. Senin bu başından gelip geçen tüm olaylar bir gün benim de ailemin başından gelip geçebilir. Biliyor musun Kino, evde hep seni düşlüyorum. Seni düşlemek hayatın gerçeklerini öğrenmek gibi, hayatın acımasızlığını tatmak gibi. Her şey olmasına rağmen hayata umutla başlamayı öğrendim senden. Tan vaktinde güneşin nasıl umutla, heyecanla ve şefkatle doğduğunu gördüm. Ben de artık her tan vaktinde güneş gibi doğuyorum evime. Mutluluk, neşe ve huzur birleşince ben ortaya çıkıyorum. John Steinbeck gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 68 O inci yüzünden başına birden çok dert açıldı. Kasabadakiler senden o inciyi alabilmek için her yolu denediler. Hatta canına kastetmeyi bile göze aldılar. Hepsi menfaatleri için her şeyi yaptı. İşte zenginlik de bazen böyle başa bela oluyor. Kino, aslında sen bilmeden savaşmayı öğretmişsin bana. Ne olursa olsun pes etmemeyi. Bu romanı okudukça birçok yönden geliştiğimi fark ettim. Bir romanın insan hayatını değiştirebileceğini keşfettim. Aynı benim hayatımda olan değişiklikleri keşfettiğim gibi. Aslında bazen amaçsızca düşünüyorum her şeyi. İyi kötü evrende olup bitenleri. Kendi kendime diyorum. Neden insanlar böyle? Ama cevap alamıyorum. Kino, aslında bu mektuba içimden gelenleri ve düşündüklerimi aktarıyorum. Acaba bir gün karşılaşır mıyız, bu yazdıklarımı yüzüne karşı söyleme fırsattım olur mu? Neyse Kino, ben aslında bir şey sormak istiyorum. Neden başına bir olay geldiğinde aklına hemen bir türkü gelir ki? Senin iyi veya kötü her şey hakkında birden çok türkü aklına geliyor. Keşke benim de öyle bir yeteneğim olsaydı. Çünkü buna ihtiyacım var. Sana son satırlarımı yazarken şunları dile getirmek istiyorum. Senin dürüst olman, fedakâr bir aile babası olmuş olman sana verilen en güzel armağan bence. Başına her ne kötülük gelirse gelsin bunu üstesinden gelebileceğine inanıyorum. Çünkü bunları ben de kendi hayatımda uyguluyorum ve her zaman her alanda başarılı ve ne kadar azimli olduğumu görebiliyorum. Eminim ki sen de benim gibi bu başarıları elde ettiğini göreceksin. Kino, seninle bir gün görüşmek dileğiyle sevgimi, saygımı ve en önemli olarak kalbimi yolluyorum. Hayatında başarılar dilerim ve hep mutlu ol isterim. Bu arada şunu da dile getirmek istiyorum. Emin olabilirsin ki senin karakterin sayesinde bu iyilik ve kötülük dolu dünya ile nasıl savaşabileceğimi öğrendim. Ben mutluyum, umarım sen de gayet mutlu olursun. Kino, ne kadar sevildiğini ve düşlendiğini unutma. Sevgilerimle… Sorunlar öfke ve şiddetle değil, gülümsemeyle çözülür. Zeynep ASLAN (9.Sınıf) gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ JOHN STEINBECK’E MEKTUP Sedanur TAŞ (9. Sınıf) Sevgili John Steinbeck, “İnci” adlı romanınızı okudum. Çok beğendim. Çünkü duygu ve düşüncelerinizi iyice yoğurarak güzel bir edebi metin ortaya koymuşsunuz. Edebiyat öğretmenimiz bu dönem bize edebi metinlerin özelliklerini anlattı. Bu özelliklerin romanda kendini güzel bir şekilde gösterdiğini gördüm. Romanda özellikle Juana karakterini çok sevdim. Sabahları uyanır uyanmaz Kino’ya aşkla bakması, gözlerinden ışıltıların saçılması, bebeğini akrep soktuğunda yaptığı mücadele, genel olarak fedakârlığı ve güler yüzlülüğü çok etkileyiciydi. Düşünüyorum da ben olsaydım bu kadar dayanamazdım. Coyotito, Juana’nın bu dünyadaki varı yoğuydu. Onu akrep sokunca özellikle Juana’nın etkisiyle doktora götürdüler. Ama gittikleri doktor, yıllardan beri Kino’nun ırkını aşağılayan, aç bırakan bir ırktan geliyordu. Doktorun tavrı tüylerimi diken diken etti. Irk ayrımcılığı, bir doktorun hastasına bakışını bile değiştiriyormuş. Kino’nun geldiği ırka hayvanlara davranırcasına davranıp sesleniyorlardı. Gerçekten bu çekilir durum değildi. Kim olsaydı dayanamaz, Kino’nun yaptığı gibi elini kapıya öfkeyle vurup paramparça eder, akan kana bakardı. Evet, sonra o doktor da Kino’nun peşine düştü. Çünkü Kino çocuğunu kurtarmak için denize dalmış, büyük bir inci bulmuştu. İnciyi ele geçirmek için birçok insan harekete geçmişti. İnci tatlıydı, büyük incinin kokusunu herkes almıştı. Kino zengindi artık, herkes onunla ilgileniyordu. Irk ayrımı, her şey paranın yanında önemsizleşmişti. Demek ki paranın gücü her şeyin üstündeydi. John Steinbeck, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan büyük yazar, Bu kitabı okuduktan sonra sizin hakkınızda bir araştırma 69 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 70 yaptım. Kaliforniya’da ırgat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişsiniz. Kitaplarınızda işçilerin gündelik ilişkilerini, yaşam koşullarını, döneminizin temel toplumsal sorunlarını anlatmışsınız. Bitmeyen Kavga, Gazap Üzümleri, Sardalye Sokağı, Cennetin Doğusu gibi büyük eserlere imza atmışsınız. Edebiyata katkılarınızdan dolayı 1962’de Nobel Edebiyat Ödülü ile onurlandırılmışsınız. Bunları niye yazıyorum biliyor musunuz? Sizlere bir soru sormak için. Sevgili yazar, sizin romanınızda Kino karısı değerli Juana’yı niçin dövdü? Bence Kino bu hareketi yapacak biri değildi. Buna siz sebep oldunuz, bu yüzden size çok kırgınım. Evet, edebiyatta büyük şeyler yapmışsınız; ama bir kadına bakış açınızı değiştirmemişsiniz. Erkek vurur, kadın kuzu kuzu yürür. Çünkü siz de bir erkeksiniz, birçok erkek gibi dünyanın böyle olmasını arzuluyorsunuz. Cevabınızı biliyorum. Ben toplumu anlatıyorum, diyeceksiniz. Acaba bu cevabınıza inanıyor musunuz? Yazarın görevi sadece anlatmak mıdır? Neyse, yine de küs kalmayalım. Ben sizi okumaya devam edeceğim. Çünkü siz bize büyük olayları duygulu bir şekilde anlatıyorsunuz. Bu arada Tomris Uyar’a da romanınızı çevirdiği için teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla… Bir kadının bir an gülümsemesi uğruna bir şeyler yapan, dünyanın en değerli insanıdır.” Hermann Hesse gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ ORHAN PAMUK’A MEKTUP ORHAN ORHAN CİK CİK Pervin TANRIVERDİ (10.Sınıf) Merhaba Orhan Pamuk, tatlı gülümseyişli insan merhaba, Bu mektubumda “Kafamda Bir Tuhaflık” adlı son romanınızı biraz değerlendirmeye çalışacağım. Edebiyat dersimizde buna eleştiri diyoruz. Tatlı tatlı gülümsediğinizi görüyorum. Doğru, ben de biliyorum, ağır bir konu bu. Bir de insan eleştiri yaparken karşısındakini kırabiliyor. Ben de bu yazımda sizi kırarsam kusuruma bakmayın. Şimdiden bunun için özür diliyorum. Siz büyük bir yazarsınız, biz gençleri affetme yönünüzde öyle büyük olmalı. Bu yönünüzü düşünerek yazıma başlıyorum. Öncelikle bir romanı hem içerik hem de dil yönünden nasıl değerlendireceğimi bana anlatan Eşref Biçen hocama teşekkür ederim. Onun sayesinde bir defter dolusu notlarımı derleyip toparladım ve cümlelere dönüştürdüm. Bir de baktım ki uzun bir mektup yazmışım. Değerli yazarımız, ülkemize Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran büyük romancı, Mevlut Karataş’ın hayatını anlatan bu romanınızın 1.kısmı gerçekten çok güzeldi. Ağzınıza sağlık, masal tadında bir hikâye anlatıyorsunuz. Lafı pek dolandırmıyorsunuz. Sade bir anlatım kullanıyorsunuz. En önemlisi de insanı merak içinde bırakıyorsunuz. İnsan okudukça okuyası geliyor. Hele o benzetmeleriniz! Çok beğendim. Mevlut ile Rayiha yokuştan çıkarken şöyle diyorsunuz: “Kayalar arasından kıvrıla kıvrıla yamaçlara çıkan dar yol, bulutlu kapkaranlık göğe çıkıyormuş 71 “ Romanınızı okumaya devam edince durum değişti. O kadar çok şey anlatıyor, torbanıza o kadar çok şey dolduruyorsunuz ki hepsi birbirine karışıyor, ezilip büzülüyor. O bölümlerde kendimi lunaparktan çıkmış gibi hissettim.” gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 74 gibi dikleşti.” Benzetmeniz sadece bir benzetme değil, buradaki zor durumu anlatan dopdolu bir cümle. Bunun gibi güzel daha başka benzetmeleriniz de var. Hepsini defterime yazdım. Bazı arkadaşlarıma bunları okudum. Ama ilerleyince… Romanınızı okumaya devam edince durum değişti. O kadar çok şey anlatıyor, torbanıza o kadar çok şey dolduruyorsunuz ki hepsi birbirine karışıyor, ezilip büzülüyor. O bölümlerde kendimi lunaparktan çıkmış gibi hissettim. Lunaparka heyecanla girmiştim. Ama çok hızlı dönen bir oyuncağa bindim. Başım dönüyordu. Mevlut’un Süleyman’ın kamyonetine binerken söylediği cümle aklıma geldi: “Buraları çok yüksekmiş, başım döndü, ben ineyim.” Ama görevlinin umurunda değildim. İnince yürümekte zorluk çekiyordum. Ne dersin? Acaba bir dahaki sefere bunlara alışır mıyım? İnşallah öyle olur. Ama bana pek öyle gelmiyor. Romanınızın 120. sayfasında şöyle diyorsunuz: “Hayatın vereceği huzur ve güzellik ancak hayatından uzakta başka âlemleri düşlerken ortaya çıkıyordu.” Orhan Pamuk, bu cümleyi sanki size uyarlamam için yazmışsınız. “Romanınızın vereceği huzur ve güzellik ancak 70’lerdeki (ve daha sonraki) o belgesel tarzı bölümlerden uzaklaştıkça ortaya çıkıyor.” Çünkü ben romanınızı “cik cik” yaptığınız o bölümlerde ve sokaklarda kaybettim. Oralar bana çok sıkıcı geldi. Evet, bunda benim yaşım çok etkili. Çünkü anlattığınız dönemlerin hiçbirini yaşamadım. Onlarla ilgili pek bilgim de yok. Ancak ben çok daha eski dönemleri anlatan romanlar okudum. Onlarda heyecanımı yitirmedim. Başım da dönmedi oralarda. Bence sizin o bölümlerde bir eksiklik var. Dilimin ucuna geliyor, anlatamıyorum. Bu bölümlerdeki en güzel yanınız kahramanları doğrudan konuşturmanızdı. Çünkü bu yolla hem kendi yükünüzü hem de romanın yükünü çok hafifletmişsiniz. Bunu önceleri filmlerde görüyordum. Biliyorsunuz, bazı TV kanallarında bu yöntemin uygulandığı pek uzun sayılmayan filmler gösteriliyor. Bu yöntemi romanda da görmek beni sevindirdi. Belki de alışık olduğum bir tarz olduğu için. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Mektubumun ismi gereği ben de konudan konuya atlayacağım. Bence siz erkek romancılar, hepiniz, oturup romanlarınızda canlandırdığınız kadın karakterler üzerinde düşünmelisiniz. (Erkek romancılar niye sinirleniyorsunuz? İnsan düşünen bir varlık değil midir?) Erkek kahramanlarla kadın kahramanları canlandırışınız o kadar farklı ki… Okuduğum romanlarda kadınların hep özünden uzaklaştırıldığını gördüm. Orhan Pamuk, maalesef siz de böyle yapıyorsunuz. Bak, görüyorsun işte, kadına saygı duymayan bir toplum olduk. Kardeşlerim bir kâğıt gibi yakılıyor. Orhan Pamuk, sizce kadın sizin bu romanınızda anlattığınız Rayiha, Samiha hatta Vediha mıdır? Bu konularda çok dertliyim Orhan Pamuk. Bu konulara girsem bu mektup bitmeyecek. Nerde kalmıştım. Her nerde kaldımsa artık. Dere tepe düz gittim, okuya okuya geldim 375. sayfaya. Burayı çok beğendim. Yeniden yeniden okudum. Değişik günlerde okudum. Hepsini tek bir cümle olarak okudum. Okudukça aklımdan çeşitli şeyler geçti. Kadınlarla, hayatla, dünyayla ilgili çeşitli şeyler. Ben bunları düşünürken bir de baktım ki yazımın dil bölümüne henüz gelememişim. Bundan daha iyi fırsat olmaz diyerek cümlenizi taklit ettim ve aşağıdaki yazıyı (pardon cümleyi) yazdım. Pervin. 30. sayfadaki bir paragrafınızın “Bütün köpekler, bir de göremediği dördüncüsü aynı anda havlamaya başladılar.” cümlesiyle başlayıp “Ama köpekler havlamaya devam ediyordu.” cümlesiyle bitmesi doğru mu? Çoğul öznenin köpek adından oluştuğu cümlelerde yüklemi bazen tekil bazen de çoğul kullanarak köpekler arasında ayrım yaptığınız doğru mu? Yarın bu köpekler aralarında anlaşamayıp bunlardan biri (ya da ikisi), Allah korusun, beni ya da sizi ısırdığında bunun sizi çok üzeceği (ve de kaygılandıracağı) doğru mu? 159. sayfada “İki arkadaş kucaklaşıp öpüştüler.” cümlesini, 260. sayfada ise “Ayran için yoğurdu Cennetpınar’a komşu İmrenler köyünden Beton lakaplı ve iriyarı iki kardeş verirdi.” cümlesiyle aynı metinde kullanmanız doğru mu? Yine, 384. 75 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 76 sayfada “İkisi de aslında içmekten hoşlanmıyordu.” cümlesini, 430. sayfada “İkisi de hayal ettiklerinden daha çok mutlu oldular.” cümlesiyle aynı metinde kullanmanız doğru mu? Orhan Pamuk, “iki” sayısıyla (ve başka sayılarla) başınızın belada olduğu doğru mu? Örneğin (sadece örneğin) 60, 253, 345, 375 ve 418. sayfalardaki “iki”yle kurulmuş sıfat tamlamalarının özne olduğu cümlelerde yüklemi çoğul kullandığınız doğru mu? 383. sayfada bir yerde “Üçü de aynı kıza vurulmuşlar.”, aynı sayfanın bir yerinde de “Evet, üçü de Samiha’ya âşık olmuştu, doğruydu bu.” demenizdeki mantığı hiçbir dil bilimcinin çözemeyeceği doğru mu? Bunun adına “üslup” ya da “dile yeni bir soluk getirmek” dendiği doğru mu? Böyle yapa yapa dildeki havayı kirlettiğimiz doğru mu? Dilin de “canlı bir varlık” olduğu, havasızlıktan boğulabileceği doğru mu? 350. sayfada bir yerde “On yıl önce herkes Süleyman ile evleneceğimi sanıyordu, ben bile!”, aynı sayfanın bir yerinde de “Sonra da hepsi pişman olup, keşke daha geç satıp daha çok para alsaydım derler.” demeniz doğru mu? Roman boyunca herkes (185, 248, 249, 364, 440…) ile hepsi (168, 217, 242, 296, 368…) arasında ayrım yaptığınız doğru mu? Bu zavallı “herkes” ile “hepsi” belirsizlik zamirleri arasına nifak sokmanın doğru olmadığı doğru mu? Ülkemizin dilden başlayarak bu nifak sokmalardan çok çektiği doğru mu? Sizin de bu romanın birçok yerinde “cik cik” yaparak bunun hikâyesini anlattığınız doğru mu? 246. sayfadaki bir cümlenizde (Ama zaten çoğu liseyi bitirecek yaşta değildi ve o yaşa gelince de hiçbiri hâlâ anne ve babasıyla o küçük, sobalı, yoksul evlerinde oturuyor olmak istemiyordu.), “hiçbiri” öznesini tekil çekimlenen yükleme, 350. sayfadaki bir cümlenizde ise (Hiçbiri, Hacı Hamit sağ olsun, Allah’ın dağında çevirdiğimiz milletin arazisine, tapusu da yoktu ama gene de çuvalla para verdi demezler.) çoğul çekimlenen yükleme bağlamanızda Hacı Hamit Vural’a kıl olmanızın payı olduğu doğru mu? 315. sayfada “Sokaktan geçerken tabelayı gören pek çok kişi durup bir bardak içiyor, çoğu da böyle bir dükkân açmakla ne iyi ettiğini Mevlut’un yüzüne söylüyordu.” 350. sayfada ise “Bunların çoğu 1960-70’lerde çevirdikleri arsaları bana gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ satmışlardır.” şeklinde cümleler kullanarak arsa satan “çoğu”ların başına sizin de bir şeyler çevirdiğiniz doğru mu? 315. sayfada “Bacanaklar’ın açılmasından iki ay sonra işin kârlı olmadığını hepsi anladı, ama bunu aralarında konuşmadılar” cümlesinde “ama” bağlacından sonra “hiçbiri, kimse” gibi olumsuzluk bildiren bir öznenin kullanılması gerektiği doğru mu? Böyle bir özne kullanılsa bile cümlenin düzelmeyeceği doğru mu? 250. sayfada “Herkese arabasını geri versek, ertesi gün gene çıkar Taksim’in ortasına…” derken Taksim’in ortasına “bütün Anadolu”nun mu, “herkes”in mi, “arabalar”ın mı çıkacağını sizin de unuttuğunuz doğru mu? 129. sayfada “Annesine İstanbul’a gittiğini söyledi.” cümlesindeki “gittiğini” sözcüğünün “gideceğini” şeklinde olması gerektiği doğru mu? 159. sayfadaki “İki arkadaş kucaklayıp öpüştüler.” cümlesinde “karşılıklı” sözcüğünü kullanmayıp 424. sayfadaki “Bir an tıpkı Korkut’un düğününde olduğu gibi iki adım öteden karşılıklı bakıştılar.” cümlesinde ise buna dikkat etmemenizin dikkat edilmesi gereken bir şey olduğu doğru mu? 273. sayfada “Mardinliler”, 274.sayfada “Mevlutların”, 386. sayfada “Beyşehirlilerin”; ancak 156. sayfada “Antalyalı’nın” şeklinde yazarak Mardin, Beyşehir ve Mevlut’u Antalya’dan daha çok sevdiğiniz doğru mu? Haydi Mevlut’a olan sevginizi anladım, ama güzel şehirlerimiz arasında ayrım yapmanız doğru mu? “Üstü” sözcüğünü 317. sayfada “akşamüstü” şeklinde bitişik, 289.sayfada ise “öğle üstü” şeklinde ayrı yazarak “akşam”a torpil geçtiğiniz doğru? 323. sayfada “T.A.Ş.’de” derken kısaltmalar arasında nokta kullanmanızın, 327. sayfada ise “KGB’dendir” derken nokta kullanmamanızın özel bir nedeni olduğu doğru mu? Orhan Pamuk, sizin noktalama işaretleriyle ciddi sorunlar yaşadığınız doğru mu? Diyelim ki sizin dil ve anlatımla ilgili sorunlarınız var, peki 4. sayfada “Editör” ve “Düzelti” kısımlarında bazı isimlerin niçin yazılmış olduğunu merak etmem doğru mu? Sadece bu konuda bile sizin kitabınız (kitaplarınız demiyorum) üzerinde ciddi bir çalışma yapılırsa bundan başka bir kitabın çıkacağı doğru mu? Örneğin virgül kullanılması gereken birçok yerde noktalı virgül, noktalı virgül kullanılması 77 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 78 gereken birçok yerde de virgül kullandığınız doğru mu? Örneğin (sadece örneğin) 214. sayfadaki bir paragrafınızı [Dükkân için çivi, boya, alçı almaya Perşembe Pazarı’na gidiyorum bazan, (Bak, “bazan”a diyeceğim bir şey yok; çünkü romanınızın başından sonuna kadar “bazen” sözcüğünü “bazan” şeklinde yazıyorsunuz. Bu yönleriniz üzerinde değil de ikili kullanımlarınız üzerinde durduğuma dikkat ediyorsunuz değil mi?) kamyonet oralardaki dükkâncı trafiğinin, insan selinin içine girince dışarı çıkmak saatler alıyor. Bazan da Üsküdar’ın arkalarındaki bir tepede, direksiyonu bir caddeye doğru kıvırıveriyorum: Briketlerle yapılmış evler; beton duvarlar; bir cami; bir fabrika; bir meydan; yola devam ediyorum; bir banka, bir lokanta, bir otobüs durağı; ama Samiha yok. Ama onun buralarda bir yerde olabileceği duygusu içimde büyüyor ve kamyoneti kullanırken kendi rüyamın içinde hızla direksiyon sallıyormuşum gibi hissediyorum kendimi.] bu yönden incelemenin araştırmacıyı bu konuda doğru sonuçlara götüreceği doğru mu? Bilmem hangi sayfada ikisi de aynı yapıda sıralı cümle olmasına karşın bir yerde noktalı virgül bir yerde de virgül kullanmanızı ve daha çok ama çok şeyi bir liseli olarak anlamamam ve en az 33 yıldır belki daha çok yıldır roman yazdığınızı hatırlayıp anımsayarak benim de artık nerede ne yapacağımı bilememem belki muhtemelen benim de anlatımımın giderek denetimimden çıkabilir diyerek kurban olam dilinizden diyerek ne yapacağımı şaşırıp bütün kitaplarımı rafa kaldırıp oturup yada oturduğum yerden ayağa kalkıp bekleyip daha sonra karar verip bekleyip annem gelinceye kadar kapalı olan tüpü açıp kendime rafadan bir yumurta iyice pişirip içsemmi yoksa çalışırsamsa dahamı iyi olacaksa masama gidip oturup bir delilo çeksem kafamın içine giren tuhaflığı kovsam nasıl oradan hem şuradan ya hemde buradan postumuza saman dolduran postunun moderının dünyanın samanını içine koysam mektubuma mektubumu taksam bir tospağanın kuyruğuna geldim işte buyazınınsonununa doğ ru mu;...?! gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ SINIFIMDAN MEKTUPLAR Güzel Düşünmek Üstüne Rehberlik Bir testi denizden ne kadar alır? Mevlânâ Bağlar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ndeyim. 9-B sınıfında. Bir öğrenci, imgenin ne olduğunu soruyor. Dört ciltlik Savaş ve Barış’tan yükselen o imgeyi anımsıyorum. Gökyüzü imgesini. Kar yağıyor. İmge, öğrencinin buğulu yüreğine sarınıyor. Çıkıyorum. Çoktandır kar böyle yağmamıştı buralara. Bu yüzden bir yanımız eksikti. O eksikliğimizi gideriyoruz şimdi. Avuçlarımızdan beyaz, küçücük alevler çıkıyor. Beynimizin bizden uzak iklimine beyaz bir kırmızı yayılıyor. Belki de ilk kez üşümüyoruz kardan. İlk kez korkmuyoruz o uzaklıktan. İlk kez bedenimiz ruhumuz için bir engel olmuyor. Sevinçliyiz. Gökyüzü bizi yeniden selamlıyor. İroniyle karışık olsa da. İroni bir an karın rengini değiştiriyor. Bakın işte, ben buradayım, diyor gökyüzü. Bütün doğallığımla buradayım. Belgeselimin çekilmesine gerek kalmadı. Sizler daha çok kendinize zarar verdiniz. Beni yaralayabilir, incitebilirsiniz. Üzülürüm elbette. Ancak ben her açıdan kendimi yenilemeyi bilirim. Anlamayı. Görmeyi. Merhametimden hiçbir şey yitirmemeyi. Yine size yardımcı olmayı, sizi şefkatle kucaklamayı. Sizler dünyadaki gözlerimsiniz. İnanıyorum. Sizin de bu yağmurlu ergen günleriniz bitecek. Sizler de durulmayı öğreneceksiniz. Arınmayı. Savaşmamayı. Yok etmemeyi. Bitecek, inanıyorum. Güneş ışınlarıyla bağlanacaksınız birbirinize. Kar, bir uzaklık olmayacak artık. O yıldız kümesi uzaklık olmayacak. O iyi insanlar o iyi atlara binip gelecek. Yine herkes birbirinin selamını alacak. Portakal bahçeleri yine olacak. … Seviniyorum. Zedelenen umudum o beyaz kırmızıyla öpüşüyor. Beyaz umut çiçekleri yeşeriyor içimde. Kardelen çiçekleri. İçim içime sığmaz oluyor. Karların üstünde yuvarlana yuvarlana oynuyoruz. Evet, umutluyum. Ele aldığım bütün teoremlerde. Tüm teoremler karlara bıraktığın öpücüklere benziyor şimdi. Bu öpücüklerle dünya güzel olacak. Kara kan damlamayacak artık. İnsanın yağmurlu ergen günleri bitecek. Dünya kirlenmeyecek. Su tükenmeyecek. İklim bozulmayacak. Gökyüzü ile yeryüzü o büyük farklılığın uyumunu yaşayacak. Dünyamız karsız, şiirsiz kalmayacak. Ve demeyeceğiz artık: “Kardır yağan üstümüze geceden/Yağmurlu, karanlık bir düşünceden.” Karanlık olsa olsa aydınlığı tamamlayan olacak. Ölümün yaşamı tamamladığı gibi. Yoksa bilerek ya da bilmeyerek doğayı öldürmeyi deneyeceğiz yine. Gılgamış ve Enkidu’nun Humbaba’yı, Apollon’un Python’u öldürdüğü gibi. Ancak bu kez “Kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçları yere deviren?” diye haykıran Humbaba’nın o feryadı karşısında duramaya- 79 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 80 cağız. Bu kez dokuz değil, doksan yılımızı da versek bedenimizden (ve de ruhumuzdan) yayılan o kokudan arınamayacağız. Kara bakıyorum, güzel yüreklim, sana. Küçük küçük kaygılarım rüzgâra karışıyor. Kar taneleri arasından güneş ışınları geçiyor. Üstelik Teselya Kralı Admetos eğilmiş, Apollon’un kulağına bir şeyler fısıldıyor. Salyangoz (Andersen) bile etkileniyor. İlk kez kabuğundan çıkıyor. İnanıyorum, daha çok inanıyorum, bütün kalbimle inanıyorum, Ateş Tahtı’ndaki o büyülü şeyler parçalara ayrıldığında parçalar nasıl ki mıknatıs gibi birbirlerini çekiyorduysa güzel düşünceler de, dünyanın neresinde olursa olsun, birbirlerini çekecek; “modern çağ”ın sebep olduğu o ayrılma, kopuş ve tahribatlar nihayet bulacaktır. Çoktandır kar böyle yağmamıştı buralara. Hep birlikte bir dönüm noktasına, farklı bir yere giriyoruz. Herkesin birbiri için güzel şeyler düşüneceği bir noktaya. Tüm yaşam alanlarının çok iyi okunduğu bir noktaya. Klandan devlete, büyüden bilime geçtiğimiz; kendimizi şimdi de aradığımız yere. Eğer dünyada birimiz diğerimiz için varsak tüm bu alanlardan süzülen birikimle artık yeni bir perspektif edinmeliyiz: Karanlık ve aydınlığın uyumu her şeyden önce gelir. Yoksa gece ve gündüz nasıl birbirine el sallayacak, kar ve güneş nasıl öpüşecektir? Güzel düşüneceğiz. Yeter ki bu el sallamalar, bu öpüşler bitmesin. Kim olursa olsun, biri diğerini önemsesin, onun için de yaşasın. İnsani tüm duygu ve düşüncelerin yeşermesi ve bakımı için elinden geleni yapsın. Çünkü ancak böyle bir kişi, kişisel mutluluğun toplumsal mutluluk üzerinde boy atacağını tam anlamıyla bilir. Ve bilir ki duygu ve düşünce dünyaları arasındaki geçiş alanları ancak böyle oluşur. Dolayısıyla başkasının mutluluğuyla mutlu olur. Böylece önemseme ve paylaşım dilinin mutluluğa ortak olanla iletişim kurmasını sağlar. Biliyorsun, ancak iletişim gelirse korku gider ve ancak korku giderse gerçek anlamıyla değer verme gelir. Bu yüzden iletişim sağlam kurulmalıdır. Peki, iletişimi nasıl sağlam kuracağız? Sanırım bu sorunun cevabını Shakespeare’de bulabiliriz. Daha doğrusu Shakespeare’in satır aralarını doldurarak. Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Hermia ile Thesus arasında geçen diyalogu hatırlıyorsun değil mi? Hani oyunun birinci perdesinde Egeus, kızı Hermia’nın Lysander ile değil de Demetrius ile evlenmesini istiyordu. Atina yasalarının kendisine tanıdığı haktan yararlanmak üzere Atina Dükü Theseus’a kızını şikâyete gitmişti. Yasaya göre Hermia ya Demetrius ile evlenmeyi kabul edecek ya da ölümü seçecekti. Egeus’un söylediklerini onaylayan Theseus, Hermia’yla konuşurken:“Babanın onayı olmadığına göre/Öteki daha değerli sayılmalıdır.” demişti. Buna Hermia şöyle karşılık vermişti: “Babam da benim gözlerimle baksaydı keşke.” Theseus’un karşılığı şöyle olmuştu: “Daha iyisi senin gözlerin onun aklıyla baksa.” Ve oyun devam ediyor, farklı bir kurguyla bitiyordu. Bu tek taraflı ve kendisine benzeten bakış açısının tamamlanmış hali şudur: “Ben senin gözlerinle bakmayı de- gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ neyeceğim; ancak (koşulsuz bir bağlaç olarak) sen de, çok az da olsa, benim aklımla olaylara bakmayı denesen iyi olur.” Öyle düşünüyorum ki yapmamız gereken en önemli şey budur. Özellikle söz sahibi olanların başkalarının da bakış açısıyla olaylara bakmasıdır. Çünkü ancak o zaman yaş, sosyal konum ve kişisel değerlendirme ölçütleri birer engel olmaktan çıkar. Bunu yaptığımızda göreceksin ki senin için çok önemsiz, hatta anlamsız bir şey başkasının bütün dünyasını doldurmaktadır. İşte o zaman şunu rahatlıkla söyleyebileceksin: Gerçekten de bir gökbilimcinin bir gezegenin keşfinden duyduğu mutluluk Tom Sawyer’in ıslık çalmaktan duyduğu mutluluğun yanında bir hiçmiş. Ve bana bu hikâyeyi anlatan yazarın bazı değerlere önem vermediğini bile bile ben bu ıslığa değer vermeliyim. Kimsin sen o zaman artık, biliyor musun? Su ve ateşi yılan derisi üzerinde karıştırıp bunlardan ışık yapansın. Bu ışık ancak toprağın doyurduğu gözlere bir şey ifade etmeyebilir. Fakat bilmelisin ki çıkardan arınmış bir yaşamın tüm geçiş alanları bu ışıkla örülüdür. Zira bu ışık gerçek ya da kurmaca tüm yaşamlardan süzülerek oluşur. İnsanlığın ortak hafızasıdır. Değeri buradadır ve hayata değer katmaların akışı buradandır. Örneğin Define Adası’ndaki Jim’in annesi hayatımıza hâlâ değer katmaktadır. Biliyorsun, kör adam hana gelip “Bu gece ona kadar vaktin var.” yazılı pusulayı Bill’in avucuna bırakınca bir süredir handa kalan Bill felç geçirerek ölür. Jim ve annesi, haklarını almak üzere Bill’in sandığını açarlar. (Hanı Jim’in babası işletiyordu.) Saat ona kadar vakitleri vardır. Zaman yaklaşmaktadır. Para torbasında her ülkeye ait ve her boyda para birimi vardır. Bunların içinde Jim’in annesi tek bir para birimini hesaplayabilmektedir. Bu yüzden ağır davranmaktadır. “Hakkım olan kısmından bir metelik fazlasını almayacağım.” der. Dışarıdan sesler gelmektedir. Kadın, ürkmekle birlikte kendi payına düşenden bir zerre fazlasını almamak için isteksiz bir şekilde de olsa azını almakla yetinir. Anlıyorsun, değil mi? Adam ölmüştü. Kadın, kendilerini riske atmayıp para torbasını alarak oğluyla gidebilirdi. Öyle ki adamın, paranın verileceği bir yakını da bilinmiyordu. Daha da ötesi başkalarının gelip o parayı haksız yere alacağını biliyordu. Ancak Jim’in annesi bunları düşünmedi. Hatta daha fazla almamak için daha az almakla yetindi. Yukarıdaki durumun bir benzerini Orhan Pamuk’un iki ay önce yayımlanan romanında da görüyoruz. Romanda Mevlut, pilav arabasını belediye görevlilerine kaptırır. Çok üzülür. Arabasını arar, ama bulamaz. Nüfuzlu biri olan Hacı Hamit Vural’ın bir adamının kendisine yardım edebileceğini düşünerek Şişli Belediyesi’ne gider. Sevinç, umut ve hayallerle yola koyulur. Hacı Hamit’in adamıyla buluşur. Birlikte satıcı arabalarının olduğu bölüme girerler. Belediye görevlileri arabaları balta ile parçalamaktadır. Mevlut bakar. Arabasını bulamaz. Rizeli (Hacı Hamit’in adamı), Mevlut’a burada arabaları hemen ertesi gün parçaladıklarını, dolayısıyla arabasını bulmasının mümkün olmadığını, 81 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 82 bu yüzden henüz parçalanmamış arabalardan beğendiği birini oradan alabileceğini söyler. Mevlut, bir arabayı gözüne kestirir; ama aynı anda bu düşünceden vazgeçer. “Ben benim arabayı istiyorum.”der. Rizeli ısrar eder. Mevlut: “İstemiyorum.” der ve tuhaf duygularla ayrılır oradan. Evi bir yas havasına bürünür. Bir an “Keşke bedava verilen o bakımlı arabayı alsaydım!” diye düşünür. Ancak “O arabanın sahibi de şimdi şehrin bir yerinde kara kara düşünüyor olmalıydı.” Mevlut, istediği arabayı alıp gidebilirdi. Ama yapmadı. Hem onun “keşke”lerine de bakma. Oraya bir daha bir daha gitseydi bile yine aynı davranışta bulunacaktı. Çünkü o, “ruhunda bir daralma” olanlardandı. Kadının davranışını düşün, Mevlut’u düşün; bir de hırsızlıkları, gasbetmeleri düşün. Hayata değer katan o ışığa niçin çok ihtiyacımız olduğunu anlıyorsun değil mi? O ışık ki telaş ve korkudan yolumuzu kaybettiğimiz ya da kaybetmek üzere olduğumuz yerlerde bile önümüzü aydınlatıyor. Ancak bunu katı bir ahlak sorunu olarak algılama. Yoksa doğa kaynaklı yüce’yi (matematik yüce/dinamik yüce) insan kaynaklı yüce’yle birleştiremez, Yargı Gücünün Eleştirisi’nin ( Kant) eksik bıraktığı alanı dolduramayız. Frances Hodgson Burnett, Gizli Bahçe’de güzel düşüncelerin güneş ışığı kadar iyi olduğunu söyler. “Oldukça aksi” olan Mary’nin Martha, ardıç kuşu, Dickon ve Colin’le tanıştıktan sonraki hali ile içindeki sihri keşfeden Colin’e-ki ölümü bekliyordu- baktığımızda bunun ne demek olduğunu daha iyi anlıyoruz. Güzellikle buluşan yaşam (ya da Gizli Bahçe), güneş ışığının dokunduğu noktalarda canlanır. Çünkü böyle yerlerde sabır, umut, hedef ve arınma vardır. Ve unutma ki hepimizin içinde bir “Gizli Bahçe” vardır. Burayı canlandırmak bizim elimizdedir. Öyle ki burayı da incelemek artık sanat felsefesinin alanına girer. Hegel’in (Estetik Dersleri) ve daha birçok filozofun, üzerinde uzun uzadıya durduğu alan. Evet, bahçe içinde bahçeler vardır. Biri uyarandır, insanın kendisiyle yüzleştiği yerdir. Diğeri, insanın madde kaydından kurtulduğu yolda ilerlemesi. Siddhartha’yı (Hermann Hesse) anımsıyorum, o lirik romanı. Bir zamanlar Samana olarak yaşayan Siddhartha, tüccar olunca içindeki aydınlık ve güvenilir ses susar. Eskiden küçümsediği, alay ettiği açgözlülük onu ele geçirir. Servet hırsı bir oyun, bir süs olmaktan çıkıp bir zincire, bir yüke dönüşür. Bir gün bahçesinde, mango ağacının altında bunları düşünür. Bir mango ağacının, bir bahçesinin olmasına gerek yoktur artık. Irmaktır aslolan. Zaman diye bir şey olmadığını öğreten, üzerinde ne geçmişin ne de geleceğin gölgesi olan ırmak! Sence de öyle değil mi? En güzel düşünceler zamanın aşıldığı yerlerde ortaya çıkmıyor mu? Tüm ölümlüler o “sonsuz” yaşamı beraberinde götürmüyor mu? Schiller’in, birçok şiir ve oyunu da dahil olmak üzere, o ünlü 27 mektubundan (İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar) süzülüp gelen özgür kişilik asıl buralarda sıçrama yapmıyor mu? Zira ona göre böyle yerler kendimizi tam olarak insan hissettiği- gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ miz yerlerdir. Burada sezginin gücünü (Bergson’nun, “yaşam atılımı”nı kavrayabileceğine inandığı yegâne güç) ihmal etse de yine de değerli değil midir? Bahçe metaforunu kullanan okuduğum bütün romanlar gözlerimin önünden geçiyor.(Ve çocukluğum…) Bunlardan birinin adı da Bahçe (Marguerite Duras). Romanın birinci bölümünde adam, kıza hikâyesini anlatırken girdiği bir bahçeden söz eder: “…başkalarının olduğu kadar benim de bahçemdi.” Evet, mesele bu.”Başkaları” ve “ben” arasındaki o geçişi yapabilmek. İnan ki dünya öylesine büyük ki hepimize yeter. Tarih öncesi çağlar, özellikle o “barbar” diye nitelendirilen, bunun şiirsel örnekleriyle dolu. Ancak dünya aynı zamanda öylesine küçük ki hiçbirimize yetmez. Bir tek insana bile. Eylemi olarak ilk olmasa da bu yönüyle ilk olan Akad Kralı Naram Sin’in Ebla’yla ilgili isteğidir bu. Ya sonrası? Tarih, abartmasız yüzyıllardır bu sonrayı anlatıyor. Küçük Prens (Antoine de Saint-Exupery), yıldızlı gecelerde bizi bazen merak ve keder içinde bırakan o anlatılmaz güzel çocuk, ne kadar da doğru söylüyor: “Senin gezegenindeki insanlar tek bir bahçeye beş bin gül dikiyorlar. Ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Halbuki aradıkları tek bir gülde ya da bir yudum suda olabilir.” İnsanı güzel düşünmeye yönlendiren birçok etmen vardır. Bunlardan belki de en önemlisi dinginliktir. Mercan Adası’nda da belirtildiği gibi dinginlik (dış dünyayla insanın iç dünyasının uyumundan doğan) insanın erişebileceği en büyük mutluluktur. Bu yüzden güzel düşünmek için doğaya yüzümüzü çevirmeliyiz. Bir ağacın altındaki onlarca bitki türünü, bir ağacın üstündeki farklı farklı canlıları görmeliyiz. Farklılığın oluşturduğu zenginliği ve güzelliği, uyumdan akan şiirselliği görmeliyiz. Aslında bunu görmek de yetmez, ruhumuzu onunla bütünleştirmeliyiz. Ancak o zaman yeryüzünde hiçbir ağacın, dalına konan bir kuşu niçin geri çevirmediğini anlayacağız. Elbette Ağustos Böceği ile Karınca hikâyesini de. Yardıma muhtaç ağustosböceğine “Oyna!” diyen karıncanın o istifçi ve bunu sonraki nesillere bulaştırıcı halini de. Anlayacaksın, ancak insan insanı geri çevirir. Doğadan ders almayan, o görkemli uyumu görmeyen. Anlayacaksın, insanın bilinçaltı nasıl doluyor ya da dolduruluyor. Huckleberry’le konuşan Tom’u anlayacaksın: “Gerçi yalan söylemeyen bir zenci çocuk görmedim ya!” Ve anlayacaksın, Ballantyne, Mercan Adası’nda o ipe sapa gelmez yamyamlık hikâyelerini niçin anlatıyor? Bu konuda Daniel Defoe’yu bile niçin gölgede bırakıyor? Hem yamyam kimdir? Kereste ticareti için ormanları tahrip eden, silahsız yerlilere toplarla saldırıp ortalığı kana bulayan kaptan mı, yoksa ormanı ve kendilerini korumaya çalışan yerliler mi? Kar! Doğa, Peter Pan’deki anne gibi, bir gün döndüğümüzde içeri girebilelim diye, penceresini daima açık tutmaktadır. Sonucunu bilmem; ancak güven ve umut olmazsa nasıl yaşayacağız? Wendy doğru söylüyor: İnsan, inancını kaybettiği an uçamaz artık. 83 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 84 Uçamamak, güzel düşünmenin zor anlarıdır. Böyle anlardan sağlıklı çıkmak için hafızana başvurmalı, hatırlama bahçesine geçmelisin. Zira hatırlamak birçok derde devadır. Hatırlarsın, Gülliver Lilliput’tayken (cüceler ülkesi) saraydaki bazı kişiler kendisine entrika kurar. Bu entrikanın içine aslında Gülliver’le dost olan imparator da çekilmiştir. Oyunu yöneten Büyük Amiral’dir. Gülliver’in yardımları sayesinde Blefuscu’ya karşı kazanılan zafer, büyük Amiral’in şanını bozmuş; onu öfkelendirmiştir. Amiral için ne kadar kişinin öldüğü önemli değildir. Önemli olan, iktidarına halel gelmemesidir. Karşımızda yardımdan kaynaklanan bir öfke, bu öfkenin yol açtığı entrika vardır. Yapılan işbirliği sonunda bu entrika komitesi, Gülliver’i ihanet ve çeşitli cinayetlerle suçlayan birtakım maddeler hazırlar. Gülliver, bunları öğrenince bir an farklı davranma düşüncesi uyanır kendisinde: “Özgürdüm, imparatorluğun bütün halkı bir araya gelse beni alt edemezdi; başkentlerini de taşlarla yıkıp kül edebilirdim. Fakat bu düşünceden hemen nefretle vazgeçtim: İmparatora ettiğim yemini, ondan gördüğüm iyilikleri ve bana verdiği yüksek Nardac rütbesini hatırlamıştım.” Canım benim, bir tanem, hayat sesim, benim sevgi çiçeğim, Bir gün çok güçlü olabilirsin. Çeşitli alanlarda taş taş üstünde bırakmayacak bir güce ulaşabilirsin. Bu davranışın için haklı bir gerekçen de olabilir. Yine de otur ve düşün. Güzel düşün. Kısasa kısas ya da buna yol açabilecek bir yol izleme. Kökü çok eskilere dayanan lanetli bir yöntemdir o. Tehlikelidir. Farkına varmazsın, bir de bakmışsın ki bir yaşam tarzı haline gelmiş. Ve sinsidir. Shakespeare gibi bir dehanın oyunlarına bile sızıp kurguyu ele geçirdi. Hatırlarsın, Kuru Gürültü oyununda sana bunu uzun uzun anlatmıştım. Sakın bunları unutma, güçlü olduğun anlarda daha merhametli olmayı dene. Kendine de karşındakine de zarar vermeyecek bir sonuca gitme yolu varsa bunu dene. Varsa, verdiğin sözleri, sana yapılan iyilikleri düşün. Ve hatırla. Unutma ki hatırlamak seni de karşındakini de o öfke selinde boğulmaktan kurtaracaktır. “Eğer insanlar bu dünyada bir yer kaplıyorsa faydalı bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünüyorum.” diye söylenir Ölümsüz Aile’de. Bunun nasıl yapılacağını yine Ölümsüz Aile söylüyor: “Bu dünya hem herkesin hem de hiç kimsenindir.” Dünyayı döndüren de Alice Harikalar Diyarı’nda belirtildiği gibi “…sevgidir, sevgi!”. Sevginin, şefkatin,güzel düşünmenin eksildiği bir dünyayı da hiç düşünmeyelim istersen. Yoksa kalbimiz “hakikat tüyü” karşısında nasıl dengede duracaktır? Bilirsin, Mısır mitolojisine göre ölen kişinin ruhu Anubis tarafından Duat’taki (yer altı dünyası) bir mahkeme salonuna götürülürdü. Ölünün ruhu burada Osiris tarafından yargılanırdı. Bu yargılama Ma’at’ı (doğruluk ve adalet/evrensel düzen) temsil eden hakikat tüyü yardımıyla yapılırdı. Anubis, elinde bir terazi tutar; ölünün kalbi(çünkü kalbin kişinin ahlaki durumunun kaydı olduğuna inanılırdı) terazinin bir kefesine, hakikat tüyü terazinin diğer kefesine konurdu. Eğer ölü bu gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ dünyada tüm ilişkilerinde güzel düşünceli davranmışsa kalp tüy ile dengede kalırdı. Böyle bir kişinin ruhu Aaru’ya (cennet) götürülürdü Çünkü tüy gibi hafif yürek saf iyiliği temsil eder; dolayısıyla böyle bir yüreğin günahtan kaynaklanan yükü yoktur. Bunun da ödülü huzurdur artık. Ancak hakikat tüyü ölünün kalbinden daha hafif kalırsa kalp, Ammit (Kalp Yiyici. Suaygırı, timsah ve aslanın melezi olup hakikat tüyü karşısında dengede duramayan kalplerle beslenir.) tarafından yenir ve ruh Duat’ta azap içinde kalmaya mahkûm edilirdi. Mısır mitolojinden hareketle kurgulanan Kane Günceleri serisinde de (Kırmızı Piramit, Ateş Tahtı, Yılan Gölgesi) hakikat tüyüne göndermeler yapılır. Serinin birinci kitabında Carter ve Saide o tüyü almak için zorlu bir yolculuğa katlanırlar. (Kitabın sonlarında o tüy sayesinde Ma’at güçlenir, kaos /Set güç kaybeder.) Ölüler Diyarı’na, Anubis’in yanına gelirler. Saide, Anubis’ten hakikat tüyünü ister. Anubis, önce tüyü vermek istemez. Karanlıkta suratını pek göremiyordum ama kıpkırmızı kesildiğinden emindim. “Anlamıyorsun,” dedi. “Tüy en ufak bir yalana dahi boyun eğmez. Onu sana verecek olursam ve tüy üstündeyken tek bir yalan söylersen ya da dürüst davranmazsan küle dönüşürsün.” “Yalancı olduğumu düşünüyorsun,” dedim. Gözlerini kırpıştırdı. “Hayır, sadece-” Belki de bütün mesele Anubis’in Saide’ye söylediği “sadece” sözcüğünde. Bugün karşımızdakine “sadece” diyemeyeceğimiz bir dünya lazım bize. Herkesin kalbinin hakikat tüyü karşısında dengede durabildiği bir dünya. Kalbimizin, günahlarımızın ağırlığı altında ezilmediği bir dünya. Ammitlerin olmadığı, bütün yaşam alanlarında güzel düşünmenin yayıldığı bir dünya. Ve herkesin rahatlıkla üstünde hakikat tüyü bulundurabileceği bir dünya. Böyle bir dünya mümkündür. “Sadece”nin olmadığı bir dünya mümkündür. “Öteki”nin cehennem olmayacağını göstererek Sartre’ı, “öteki”yi sevebilmek için kopuşlar yaşamak gerekmediğini göstererek de James Joyce’u yanıltmak mümkündür. Machiavelli’yi, Hobbes’u Mandeville’i yanıltmak mümkündür. Arı Masalı, bir koltuğuna Hükümdar’ı diğerine Leviathan’ı alarak Bir Peri Masalı’nın (Hayvan Çiftliği) son karesiyle KafDağı/nda rüzgâra karışabilir. Yeter ki…Yeter ki yüzümüz Lorca’nın bizi biz yapan o özlem rüzgârına dönük olsun. Yeter ki… Yeter ki Mevlâna’nın Mesnevî’nin başlarında sorduğu o soruya, insanlık tarihinin âdeta özeti olan o soruya kapsamlı bir cevap verelim. Yeter ki… Yeter ki doğayla ilişkilerimizde Dickon (Gizli Bahçe), insan ilişkilerimizde Cornellius Van Bearle (Siyah Lale) gibi olalım. Ve yeter ki 4 ciltlik Sefiller romanından yükselen o cümle, bütün dillerde aynı samimiyetle söylensin: 85 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ “Bu tarafa baksanıza!” Hem bu sesin hem de böyle bir dünyanın kaynağı karlara bıraktığın o yaşam öpücükleridir. Matematikçinin de teoremlerine soluk veren (ama benzeyeni kendisine benzetmeden) o öpücükler ki bir felsefecinin elinde yaşam sorularına, bir biyologun elinde yaşam döngülerine, bir romancının elinde yaşam örgülerine dönüşür. Bu dönüşüme sunduğun katkının sürekli olması dileğiyle…yüreğinden o “tüyden de hafif” yüreğinden öperim. 86 Sevgi, içte yanan en güzel duygu; dışa yansıyan en tatlı şeydir. 87 HASIRCI KIZ’DAKİ PIERROT’A MEKTUP Zeynep BULUT (9.Sınıf) İpek ALÖKMEN (9.Sınıf) Bir sıcak gülümseme her şeye yeter. Sedanur TAŞ (9. Sınıf) Pierrot, senin hikâyene heyecanla başladım. Hikâyendeki kadının başından bir hırsızlık geçiyor. Kadın bir köpek almaya karar veriyor. Köpeklerin pahalı oluşu onun kararını etkiliyor. Çünkü çok cimri biri. Sonunda bir yerden ucuz bir köpek yani seni buluyor. Fakat işin içine vergi girince senden kurtulmak istiyor. Seni canlı canlı bir kuyuya atıyor. Oraya başka köpekler gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 88 de atılıyor. Köpekler acıkınca birbirlerini yiyor. Hikâye bitince senin çığlıkların geliyor. Pierrot, senin hikâyen çok acıklıydı. Gerçekten bazı insanlarda merhamet kalmamış. Halbuki hepiniz o kadar iyisiniz ki sizi kelimelerle anlatmak çok zor. Ama yine de yaşadığım bir olayı seninle paylaşmak istiyorum. Bir gün yürüyordum. Tek başımaydım. Arkamdan köpek sesi geliyordu. Hav, hav, hav diye. Korkudan elim ayağım titriyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. Birden aklıma bir fikir geldi. Elimdeki krakerlerden ona vermeye karar verdim. Ona bakarak krakerleri yanına attım. Sonra yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Tekrar havladı. Ben de tekrar ona kraker verdim. Önüme geçti tekrar. Yine havlamaya başladı. Baktım ki elimdeki renkli kraker ambalajını istiyor. Onu da verdim. Yürümeye devam ettim. O da yanımdaydı, ama havlamıyordu. Düşüncelere dalmıştım. Ya şimdi beni ısırsa diye korkuyordum hâlâ. O sırada birden havlayarak yanımdan geçen tıra yöneldi. Şoför hemen direksiyonu çevirmiş olmalı. Çünkü nerdeyse bana çarpıyordu. Anladım ki köpek beni korumaya çalışmış. Ondan korktuğum için kendimden utandım. Köpek beni evime kadar getirdi. Ben yukarı çıkınca da arkamdan uzun uzun havladı. Anladım ki bu, şimdilik hoşça kal havlamasıydı. Sevimli Pierrot, anladım ki sizler de iyilikten anlıyorsunuz. Hatta ,bazı insanlardan daha çok. Bazen bir lokma ekmek bir köpekle arkadaş olmak için yeterlidir. Yaşadığım bu olaydan sonra hayvanlara yaklaşımım değişti. Nerede bir köpek bir kedi görsem hemen onlarla ilgileniyor, onlara yardım etmeye çalışıyorum. Çünkü birçok hayvan zor durumda. Bizim onlara yardım etmemiz gerekiyor. Mevsimlere göre bu yardım şeklini biz belirleyebiliriz. Pierrot, zavallı Pierrot! Ben bunları niye anlatıyorum ki? Senin yürek parçalayıcı çığlıkların geliyor. Kuyuya atılan yeni köpek senden güçlü olmalı. Pierrot ne olur dayan! Geliyorum Pierrot, seni oradan çıkarmak için bütün gücümle koşarak geliyorum, bekle beni Pierrot! Sevgi, bazen gözyaşlarımızla sulanan bir menekşedir: Asil ve acı verici. Zinnet BALIK (9.Sınıf) gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ CÜMLEMİZİN ADI YOK Alın tüm isimler sizin olsun Sizin olsun şan şöhret, para pul sizin olsun Söz sizin meydan sizin, sokaklar sizin olsun Varsın cümlemizin adı olmasın, bu sevinç sizin olsun Ellerim vardı anne, hani nerde ellerim Bedenim vardı benim, küllerim kaldı anne Bir goncaydın sen, açmadan soldun. Bak, gökyüzünden bir yıldız daha kaydı. İnsanı insan eden nedir? Bu olaydan sonra etrafımızdakilere nasıl güveneceğiz? Dünyanın bütün kadınları, bir araya gelin ve böyle bir erkek zihniyetine “Dur!” deyin. Biz bu olaylara zamanında karşı çıkabilseydik Özgecan Abla şu an aramızda olacaktı. Bu insanlar(!) yüzünden dışarı çıkamaz olduk, dünya bir hapishane midir yoksa? Utanç içindeyim; bu dünyaya geldiğim için, bu olayların, bu hayatın içinde olduğum için. Bugün en büyük erkeklik erkek olduğundan utanmaktır. Özgecan Abla, sen hepimizin kalbinde her zaman atacaksın. Ne kötü bir durum, insanın sadece ölümlerde özgürlüğü savunması! Erkek zihniyetinin zihniyetsizliği yüzünden bu hallere geldik. Nasıl oldu da bu kadar vicdansız olduk? Kadına el kaldıran aslında şöyle diyor: “Ben güçsüzüm, ben bir şey yapamayacak kadar zavallıyım, sana şiddet uygulamaktan başka bir şey elimden gelmiyor.” Özgecan Abla, sana yapılan insanlığa yapılmıştır; dünyanın 89 gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 90 91 her tarafında insanlık depremi olmuyorsa senin suçun ne? Bugünlerde en çok düşündüğüm konu, neden kadınlar her yerde ve her zaman böyle eziliyor? Dünyanın en güzel çiçekleri teker teker kuruyor; dünya giderek çirkin bir tabloya dönüşüyor. Bu dünyayı güzelleştiren kadınlardır, bazı erkekler de bu güzellikleri öldürmeye gelenler. Bütün kadınlar çiçektir ve onları koruyan arılar vardır, soldurduğunuz çiçeklerin hesabını arılara vereceksiniz. Birbirimize ses verelim, sesimiz çoğalsın. Çözüm, şiddetin olmadığı ortamlarda çocukların büyümesidir. Bu dünyada kurtulsan da öbür dünyada Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaksın? Kadınlar şiddet gördükçe dünya çirkinleşiyor. Sadece bir gün kendinizi bir kadın yerine koyun. Neden bazı erkekler bu kadar zalim; neden kadınlar, kızlar böyle hunharca katlediliyor? Bu dünyanın temel sorunu cinsiyet ayrımcılığıdır. Bu dünyadan bir gül daha eksildi. gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ 92 Keşke bir kâbus olsaydı her şey, ama değil. Siz siz olun sessiz kalmayın, çünkü bu dünyadan insanlığın çivisi çıkmış. Bir sokaktan diğerine rahatlıkla, korkmadan geçmek istiyorum. Annem babam korkmadan beni okula göndersin. “Bana ne?” deme. Avukat olacağım, şiddet gören kadınların boşanma davalarına ücretsiz gireceğim. Özgür bırak ki özgür olasın. Ölmedin öldürülmedin, ayaktasın unutulmadın. Ses ver, ses verdikçe özgürleştiğini göreceksin. Özgecan Abla, kesilen sadece senin ellerin değil, bizim de kör bir bıçakla ruhumuz kesildi. Bu dünyanın tekrar yörüngesine girmesi için bütün kadınların el ele vermesi gerekir. Korkuyorum, dışarı çıkmaya korkuyorum. Özge canımızı yaktılar. Bu nasıl bir kafa yapısı, nasıl bir vicdan, insanlık ne zamandan beri böyle bir hal aldı? Ey hayat hırsızları, yeter artık, kana doymadınız mı? Ayağa kalk, Özgecan yerinde sen de olabilirdin? Kadını ezen, döven, aşağılayan bu erkek zihniyetini yakmalı önce. Bu nasıl bir dünya ki kadınların umutları, hayalleri, mutlulukları böyle bir çırpıda yok ediliyor; böyle… Kadınlar bir sevgi ağacıdır, o ağaç devrilirse dünya devrilir. Ey dünya, üstünde kıyılan canların haykırışlarına nasıl dayanıyorsun? Birçok insanın gözünde ışık yerine buz var, bu yüzden dünyamız bu kadar soğuk. Eşitlik bu dünyanın neresinde? Kadınların suçu sadece kadın olmaları. Hayat korkuyla biter mi? Kadın hayattır, hayatı yakıyorlar. Kimse yok mu, cayır cayır yanıyor kalbim, kimse yok mu? Bir kadının birey olması önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Bütün bu sorunların temelinde kadın özgürlüğünün kısıtlanması var. Siz hiç kendinizi bir kadın yerine koydunuz mu? Tedirginlik içinde bir sokaktan diğerine geçtiniz mi? Biri rahatsız gülümse • BAĞLAR MESLEKİ ve TEKNİK ANADOLU LİSESİ • KÜLTÜR-SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ etmesin diye başınızı öne eğip yürüdünüz mü? Arkanızda ayak sesleri geldiğinde içinize korku düşüp hızlandınız mı? Hakaretlere ve aşağılanmalara maruz kaldınız mı? Yemeğin tuzu az diye şiddet gördünüz mü? Doğranıp çantalara konuldunuz mu? Ve elleriniz kesilerek yakıldınız mı? Adalet istiyoruz, sadece adalet. Mekânın cennet olsun Özgecan Abla...