İndir
Transkript
İndir
TÜM YÖNLERİYLE DİYARBAKIR EĞİL İLÇESİ VE TURİZM PROF. DR. YUSUF KENAN HASPOLAT TÜM YÖNLERİYLE DİYARBAKIR KULP İLÇESİ VE TURİZM Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat Tür Araştırma Sayfa Tasarımı Erdinç Baş Birinci Baskı AĞUSTOS 2014(e-kitap) Bu kitabın her türlü yayın hakkı Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat’a aittir. Tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar dışında yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. ISBN: 978-605-84962-4-8 e-mail:[email protected] Yusuf Kenan Haspolat • 1954 yılında Diyarbakırda doğmuştur. Çocuk Hastalıkları, Çocuk Acil, Gelişimsel Pediatri ve Endokrin dallarında profesör olan yazar halen Dicle Üniversitesi Çocuk Hastanesinde Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Yazar evli ve iki çocuk babasıdır. Yayınlanmış Eserleri Bedüzzaman ve Diyarbakır Dicle İlçesi Diyarbakır Ekonomi Tarihi 1 Diyarbakır Ekonomi Tarihi 2 Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 1 Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 2 Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 3 Diyarbakır Yeraltı Kaynakları Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 1 Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 2 Diyarbakır'da Çevre ve Doğa (Sempozyum) Diyarbakır'da Doğal Hayat, Su, İklim, Enerji, Maden Eğil ve Turizm Ergani İlçesi ve Turizm Gül Şehri - Diyarbakır Sempozyumu Hani İlçesi Her Yönüyle Diyarbakır İlçeleri Karacadağ Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır (4. Baskı) Sema (Şiir) Tabiattan Fısıltılar (Şiir) Tarih - Kültür - İnanç Kenti Diyarbakır Tüm Yönleriyle Çermik İlçesi ve Turizm Ümit (Şiir) Tüm Yönleriyle Diyarbakır Kulp İlçesi Ve Turizm Tüm Yönleriyle Diyarbakır Kocaköy İlçesi Ve Turizm Tüm Yönleriyle Diyarbakır EĞİL İlçesi Ve Turizm İÇİNDEKİLER 1-Eğil’de inanç turizmi 1 2-Anılarda Nebi kabirleri 82 3-Hz.Musa ve Eğil ilişkisi 97 4-Hz.Nuh ve Eğil ilişkisi 104 5-Eğil ilçesi ve Hz.Abbas soyu 111 6-Eğil’de türbeler,camiler,medreseler 118 1.BÖLÜM Eğil’de İnanç Turizmi EĞİL İLÇESİNDE İNANÇ TURİZMİ (DUA VE DOĞA KENTİ EĞİL) Tarihi perspektifte Diyarbakır,Eğil ve peygamber ilişkisi Yaradan son buzul çağından sonra dünyada ilk defa hayatı Diyarbakır,Karacadağ çevresine nasip ediyor.Burada 33 medeniyet gelişiyor.Haliyle bu medeniyetleri doğru yola sokmak için peygamberler gönderiliyor Körtiktepe(Diyarbakır-Bismil ilçesi):M.Ö.10.400 Körtiktepede dünyada ilk tekstilin yapıldığı,dinsel tören,sosyal yaşamın olduğu bir mekandır 1 Çayönü (Diyarbakır):M.Ö.8000:Dünyada ilk tarımın yapıldığı yerdir Dünyanın ilk arkeolojik buğdayı olan Einkorn buğdayı da Karacadağ orijinlidir ABD ‘li bilim adamı Jared Diamond ilk nohutun menşeinin Güneydoğu Anadolu olduğunun ifade eder. Patrik Mc.Gowen üzümün genetik kaynağının Karacadağ olduğunu yazmaktadır Arkeolog Wooley:İncir,gül,üzüm Dicle çıkış kaynağındandır,demektedir Ermeni hristiyanları anlayısına göre( Mıgırdıç Margosyan) Hz.Adem Diyarbakır’a gelmiştir Adem ile Havva’nın cennette kovulduktan sonra ilk defa ayak bastıkları topraklar Dicle kıyılarıdır.Çoluk çocuk elbirliğiyle bir şehir kurup Adem’in dem’ini de ters çevirerek adını Amed koymuşlar.Bağlar semtinde,o zamanlar Adem’in bağları varmış Yahudi anlayışına göre Diyarbakır arz-ı mevzud’un merkezidir Tevrat-Tekvin Bab-2’ye göre Aden cennetinin merkezinde Dicle ve Fırat’ın çıkış kaynağı olarak aradaki tek il Diyarbakır’dır 2 Dicle ve Fırat arasında Diyarbakır(Aden cenneti) Deyrüzzefaran sitesine baktığımızda aynı durumu orada da okuyoruz Kilise Babalarına göre, Aden Bahçesi Allah’ın iki nehir (Dicle ve Fırat) arasında yarattığı ruhani bir yerdir Hz.Adem’in bölgeye gelişi torunlarının da burada olduğunu akla getirir Diyarbakır Ergani İlçesi’nde Hz. Adem’in 6. göbek torunu Hz. Şit’in oğlu Enuş Peygamber yatmaktadır. Salname; Osmanlı Devleti'nde bir yıllık, olayları göstermek amacıyla hazırlanan eser demektir. Biz burada 19. yüzyılda Diyarbakır’a ait salnamelerden Ergani ilçesine ait Peygamberlerle ilgili bilgilere bakacağız.(1) Esami Şerifeleri Türbe ve merakıdı şerifeleri Malumat-ı mevkii saire ve mülahazat Enuş Peygamber İbn-i Şit Ergani nahiyesinde Kızılca Nebi-i Müşarun-İleyh EbnaAleyhisselam Efendimiz Karyesinde medfundur. yı Beni Beşerden Hazretleri 3 Enüş Peygamberin Mezar Taşı ve Şeceresini Gösteren Bilgiler Luka İnciline göre peygamberler zinciri: Adem, Şit, Enoş, Kainan, Mahalaleel, Yared, Hanok, Metuşelah, Lamek, Nuh, Sam şeklindedir.(2) Enüş Peygamberin Türbesi Şit Aleyhisselam, Adem Aleyhisselam'dan sonra gönderilen - ikinci - Peygamberdir. Adem Aleyhisselam'in oğludur. Babasi vefat edince kendisine peygamberlik ve ayrıca 50 Suhuf kitap verildi. Şit Aleyhisselam vefat etmeden önce yerine oğlu Enus'u halife tayin etti. (3) Enuş (Yaneş) Peygamber Hz. Şit'in en sevdiği çocuğu idi. Hz. Enus, Hz. Şit 105 yaşında iken doğmuştur. Annesi ise Hazura Hanımdır. Hz. Enuş Na'me isimli hanımla evlenmişti. (4) Adem (a.s)’a kadar olan nesebi şöyledir: İdris (a.s) - Yerd - Mehlail - Kinan - Enuş - Şit (a.s) Adem (a.s). İdris Aleyhisselamin pek çok evladı olmuştur. Tevrat’ta Enuş Peygamber: Tevrat Tekvin Bab 4: Ve Şit yüz beş yaşında Enoş’un babası oldu. Ve Enoş doksan yaşında, Kenan’ın babası oldu ve Kenan’ın babası olduktan sonra Enoş sekizyüzonbeş yıl yaşadı, oğullar ve kızlar babası oldu. Ve Kenan yetmiş yaşında, Mahallel’in babası oldu. Kenan’ın bütün günleri dokuzyüzon yıl oldu ve öldü. (5) 4 Enûş; Babası Şit (a.s.) öldükten sonra devletin idare ve siyasetinde, emri altında bulunan tebeasmı idarede onun yolundan ayrılmadı, idare ve siyasette de herhangi bir değişiklik yapmadı. Tevrat ehline göre, Enûş yedi yüz beş (doğrusu dokuz yüz beş) yıl yaşamış ve Enûş, babası Şit (a.s.) altı yüz beş yaşında iken dünyaya gelmiştir. İbn Abbâs bu hususta şunları söylüyor: «Şit (a.s.)'in Enûş'tan başka da pek çok çocukları vardı; Şit (A.s.), Enûş'u kendisine vasi tayin etti. Sonra Enûş'tan doksan yaşında iken Şit (a.s.)'in kızı Nimet'ten yani kız kardeşi ile olan evliliğinden Kaynân ve bir birçok çocukları dünyaya geldi. Enûş’da oğlu Kaynân'i kendisine vasi tayin etti : Kaynân’ın da Mehlâil adında bir oğlu ve daha pek çok çocukları dünyaya geldi. Kaynân, oğlu Mehlâil'i kendine vasi tayin etti. Mehlâil’den de Yerd, yani Yârd ve pek çok çocuk dünyaya geldi. Mehlâil de oğlu Yârd'î kendisine vasi seçti. Yârd'dan Hanûh, yani İdrîs (a.s.) ile pek çok çocuk dünyaya geldi. Yerd’de oğlu İdrîs (a.s.)'ı kendine vasi tayin etti. Hanûh' tan ise 5 Metûşalah ve pek çok çocuk dünyaya geldi ve oğlu Metûşalah'ı kendisine vasi yaptı.» Tevrat'ta zikredildiğine göre, Mehlâil doğduğu zaman Hz. Âdem üçyüzdoksanbeş, Kaynân ise yetmiş yaşlarında idi. Mehlâil'in oğlu Yerd dünyaya geldiği zaman Âdem (a.s.) dörtyüzaltmış yaşındaydı. Mehlâil babası (Kaynân'ın) yolundan yürüdü; fakat bununla beraber bir takım hadiseler onun zamanında baş gösterdi. (6) Enüş Peygamberin medfun olduğu bölge Hilar-Çayönü Bölgesine yaklaşık 5 km. ötededir. Çayönü ise dünyada ilk tarımın yapıldığı arkeolojik bir bölgedir. Kızılca (Otluca) denilen köyün güneyindeki Gire Sor ile kuzeyindeki Balahur (Kızılyamaç)'ın da bir şehir harabesi olduğu meydandadır. Bunların Enüş peygamber tarafından kurulduğu, Hz. İdris'in burada yaşadığı ve ilk yazının onun tarafından burada yazıldığı ve ilk defa demiri erittiği yerli efsaneler arasındadır. Maden ve Amedi köyü civarında, Kalhane köyünde bakır, Girgis köyü ile Zülküfl dağının kuzey batı eteklerinde altın, Hilar’da cam, Gire Sor’da demir madenleri işletildiği söylenir. Bunların birçoğunun eritme ocakları ile maden sahaları da halen bilinmektedir.(7) Şehmus Aslan Enüş peygamber için şunları yazar; ’Şit Peygamberin oğlu, Hz. Adem’in torunudur. Gökbilimi hakkında derin bilgisi olan bir zattır. 960 yıl ömür yaşamıştır. Bundan dolayıdır ki Hilar, Kızılca, Kikan üçgeni dünyanın ilk yerleşim olarak kabul edilir. Yani insanın yaratılışı ve çoğalımı burada başlayıp sonra dünyaya dağılmıştır. (8) Yahudilerin Arz-ı Mev’ud” olarak bildikleri Kenan İli Filistin olarak bilinir.Yalnız bir tevafuktan bahsedeyim.Ergani Otluca’da medfun Hz.Şit’in oğlu ,Enuş peygamberin oğlunun Kenan olduğunu bu vesileyle bu bölgeye Kenan ili anlamı akla gelebiliyor Türbedeki taşın üzerinde ‘Yerd bini Mehlail,b.Kinan b.Enuş,b.Şit b.Adem’yazılıdır(9-13) Diğer bir nokta da Filistinin Kenan ili olarak birincil değil,ikincil olduğunu söyleyebiliriz.Örneğin.Osmanlı döneminde Aksaray ilindeki İstanbul’a göçettiriliyor.Göçettikleri semte de Aksdaray ismi veriliyor. Bu noktada Mircea Eliade’yi dinleyelim 6 Kitab-ı Mukaddeste kullanılan nitelemeyle onlara Kenanlılar adı verilebilir,ama bu sonradan konulmuş bir isimdir.İşgalciler yerleşikleşir,tarım yapar,bir kent uygarlığı geliştirirler(14) Diyarbakır hem İsrailoğulların na hem de düşmenı Asurlulara mekan olmuştur.Bu açıdan burada İsrailoğulları peygamberlerini görüyoruz Sami ırkının menşei neresi: Sami ırkı;Arami,İbrani ve Arap olmak üzere üç kola ayrılmaktadır. Tevrat’a ve çivi yazısı kitabelerine göre menşeleri ;Kuzey mezopotamyada Toroslardan gelmiştir Sami Irkının bölgemizden çıkmış olması bu bölgedeki peygamber çokluğu hakkında fikir verir. Sami uluslara ait kitabeleri inceleyen filologlara göre Samiler,kuzeyden yani Toros civarından güneye inerek bir kısmı Mısır’a gitmiş,bir kısmı Suriye ve Filistin’e dağılmış;Akad adını alan diğer bir kolu yarımadaya çekilmiş,Araplar da Arap yarımadasına yayılmışlardır.Daha sonra Arabistan’dan Afrikaya bazı kabileler geçmiş,bunlar da Habeşlileri oluşturmuşlardır.Bu görüş Babil bölgesi tarihinin bazı noktaları ile Aramilerin en eski izlerini kuzeyde gösteren çivi yazısı kitabelerine dayanarak ileri sürülmüştür.(15) Eğil ve çevresi İsrailoğullarına mekan olmuş bir bölgedir Prof.Dr.Yona Sabar(Amerikalı teolog) Diyarbakır şehrinde ezelden beri büyük bir Yahudi topluluğu yaşıyordu’demektedir.(16) Eğil İsrailoğullarına can düşmanlığı yapmış Asur memleketidir Amed ve çevresi Asur hükümdarı 1.Salmanasar zamanında ve M.Ö.1260 yıllarında tamamıyla Asur hakimiyetine girdi. Bu ilk Asur egemenliği yetmiş yıl kadar sürdü.Diyarbakır 4 dönem Asur egemenliğinde kaldı 1.Salman-asar=1.Kral Süleyman=Peygamber Süleyman Cambridge İnstute of Archeology’e göre Hz.Davud ve Hz.Süleyman Asurlulara hükümdarlık etmiştir 7 Adad Ninari=Demir döven=Hz.Davud Hz.Davud’un(Adad Ninari) kılıcında Amid ismi geçiyor. Oğlu Hz.Süleyman Diyarbakır’ı alıyor Hz.Süleyman’ın teyze oğlu ve veziri Asaf bin Behriya’da Eğil’i alıyor. Diyarbakır’da ön planda Asurlular’ı görüyoruz.Burada İsrail oğulları peygamberlerini görüyoruz.Buradaki peygamberlerin Asurluları etkilediği gözlenmektedir. ‘Peygamberlik olayı,Yahudilerden Asurlulara geçmiş.Çivi yazılı metinlere göre Asur’da Tanrıdan bir peygamber yoluyla alınan haberler tabletlere yazılmıştır(17) Eğil kalesinde Asur kralı III.Salmanasar’a ait stel Asurluların M.Ö. 1260- 606 yılları arasında Eğil' de hüküm sürdükleri tahmin edilmektedir. Eğil ilçesi Tevratta bahsi geçen Sanherip’in önemli merkezidir Tevrat 2 Krallar 19:20 Toumanoff, M.Ö. 6. yüzyıla ait bir Süryanice kaynaktan Angl(Eğil) Kalesi ve kentinin Asurlu Senahrip (Sîn-ahhe-eriba, Sanhêrib M.Ö. 704-681)’in kenti olarak da bilindiğini aktarır ve bu kentte bulunan Asur krallarından birine ait yazıtın Tevrat’ta adı iyi bilinen, M.Ö. 689 yılında Babil’i yakıp yıkan Senahrip’e atfedildiğini 8 söylemektedir. Toumanoff’a göre, Angl prensliğinin Asuri olarak tanınmasında, Asur Ülkesi sınırlarına yakınlığı nedeniyle bu prensliğin coğrafi konumunun da katkısı olmuş, bu coğrafi yakınlık ve orada bir Asur yazıtının bulunmuş olması Angl Bölgesi ve Sanherip Bölgesi’nin orijin olarak da bir ve aynı yer sayılmalarına neden olmuştur. Nitekim Primary History’de ve M. Khorene’de kayda geçirilmiş bulunan Ermeni tarihinde de Angl Bölgesi’nin orijini Asur Kralı Sanherip’e dayandırılmaktadır. (19) Tevrat 2 Krallar 19:20 20 Bunun üzerine Amots oğlu Yeşaya, Hizkiya'ya şu haberi gönderdi: "İsrail'in Tanrısı RAB şöyle diyor: 'Asur Kralı Sanherib'le ilgili olarak bana yalvardığın için diyorum ki, "'Erden kız Siyon seni hor görüyor, Alay ediyor seninle. Yeruşalim kızı ardından alayla baş sallıyor. Kudüs’e düzenlediği seferden dolayı Kutsal kitapta adı geçen Senharib,Peygamber Yeşaya tarafından ‘Tanrının’yeryüzündeki aracı olarak bilinir(18) Özet olarak Eğil hem İsrailoğullarına hemde Asurlulara mekan olmış bir beldedir.Haliyle burada İsrailoğulları peygamberlerini görmek doğal bir sonuçtur Eğil’in tarih öncesi dönemde durumu Diyarbakır ve çevresinde, Orta Paleolitik Çağ’da (M.Ö.20.000-15.000) açık hava yerleşmelerinin olduğu, 1946 yılında, bu bölgede yapılan kazılardan anlaşılmaktadır. Daha sonraki bazı dönemlerde, insanların daha çok mağaralarda kaldıkları ve birçok aletler kullandıkları tespit edilmiştir. Ayrıca, bu çağlarda, toplayıcılık ve avcılığın geçimi sağlamada yegane yol olduğu bilinmektedir. Diyarbakır genelinde, doğal ve yapay mağaraların toplam sayısı 3579 olarak tespit edilmiştir. Diyarbakır ve çevresinde olduğu gibi, Eğil’deki birçok mağaranın da, Ortataş Çağı’ndan kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Yalnız, bu konuda detaylı araştırmaların yapılmamış olması, bu konularda kesin ifadeler kullanılmasını engellemektedir Bu yönüyle Eğil, Yukarı Mezopotamya Bölgesi’ndeki yerleşim birimleri içerisinde, önemli bir inanç merkezi olarak ele alınabilir. 9 Eğil’in bilinen geçmişi Orta paleolitik dönem uzanıyor Orta paleolitik dönemde mağarada bir insan resmi (21) Beysanoğlu’nun eserinde, Eğil’i de içine alan kuzey bölgesinin adının Sophene olduğu ifade edilmektedir. Burası, Urartular tarafından Şupani veya Şupa olarak adlandırılmıştır. Sophene bölgesi, Tunceli’nin güneyinden başlayarak, Eğil’i de içine alacak şekilde, idari bir anlam taşıyacak biçimde kullanılmıştır. Bu bölgenin daha önceki adı ise İşşuva’dır. Çüngüş, Ergani, Maden bölgesinin kuzeyi ve kuzeybatısı, Palu, Malatya civarına kadar olan bölgeye ise Alzi adı verilmiştir. Hititler, bu bölgeyi Alşe olarak adlandırmışlardır. Burada, Arkanya ve Yanari isimli iki dağın mevcut olduğu ve iki yerleşim yerinin (Urhan, Damdamuza) bulunduğu bilinmektedir. Bu şehirlerden Urhan, Yanari Dağı’nın tepesine kurulmuştur. Urhan şehrinin adı, daha sonraları Arsinia, Arkania, Argana ve Argını olarak anılmıştır. Bunun, Ergani olduğu, dağın da Zülkifl Dağı olduğu anlaşılmaktadır Eğil, M.Ö.3500-1260 yılları arasında Subarrular, Hurriler, Mitanniler’in egemenliğinde kalmıştır. M.Ö.1260-606 yılları arasında Asurlular ve Urartular egemenlik kurmuşlardır. Eğil Kalesi, bu dönemlerde yapılmıştır. Kalenin batısında, Asur krallarından IV.Tiglatpileser’e ya da III.Salmanassar’a ait olduğu tahmin edilen stel ve kitabe bulunmaktadır Eğil bölgesinin kaynaklarda, İngilen veya İngilene; Eğil şehir merkezinin ise; Angel, Angl, İggel, Aggel, Aggilene, Encil, Gel, Agel biçiminde geçtiği görülmektedir(20) Partlar'dan önce (M.Ö. 247- M.S.224) Doğu Anadolu Bölgesindeki önemli krallıklardan birisi de Sophene'dir. Sonrasında Sophanene ve Ingi-lene olmak üzere iki küçük prensliğe ayrılır. Gerek Sophene gerekse Ingilene'nin başkenti olan Carcathiocerta'nın Harput, Silvan veya Eğil olduğu üzerine muhtelif tartışmalar bulunmaktadır. Ancak, Eğil olduğu genel kabul 10 görmektedirBizanslı Faustus'a göre de Arsacid Hanedanına mensup birçok kralın mezarının olduğu yer olan Angl (Eğil), Carcathiocerta'dır. Sonrasında şehrin adı Carcathiocerta yerine "Baras" bilahare de "Ba-sileon Phrourion" ve en sonunda da "İngila" olmuştur.(22) Eğil’in adı, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde “Gel” biçiminde geçmektedir. Gel isminin, günümüzde bu bölgede yaşayan insanlardan bazıları tarafından da kullanıldığı bilinmektedir. Şeref Han’ın, Şerefname adlı eserinde, Eğil’le ilgili şöyle bir bilgi mevcuttur: “Bu Eğil, eğik bir kemer üzerine kurulmuş sağlam bir kaledir ve o kadar yüksektir ki, ona bakan herkese, korku ve vehim hakim olur. Halkın ağzında ve dilinde dolaşan söylentiye göre, Allah’ın evliyalarından biri, oradan geçerken o kemere işaret edip, Türkçe olarak “eğil” demiş, bunun üzerine kemer Allah’ın izniyle eğilmiş ve eğik bir durum almıştır(20) Antik çağ ise çok parlak. Bu noktanın en önemli unsurları Asur kalesi,kaleden inen merdivenler,Asur kral mezarları,mağaralar ve steldir Amini kalesi ve Hunlar Eğilli Yuhanna’nın “Kilise Tarihi” adlı eserinin 2. kitabında şunlar belirtilmektedir: “395 yılında Hunlar, Beth Rohmaje memleketini zorlayarak girdiler. Ve Gayja dağı bölgesindeki memleketleri tahrip ettiler. Dönüşlerinde Eufrat (Karasu) geçidinden geçerlerken muhtelif kollardan ilerleyen Roma kuvvetleri geri çekildi. Ve bir imha muharebesiyle atıldılar. Bu zamanda Ziyat kalesinin erleri kaleye kapanmışlardı. Hunlar Amid’e girmeye muvaffak olmuşlar ve burayı almışlar, kurtulan halk da zorlukla Hunların elinden kaçarak Deba ile bunun doğusundaki Deglat suları arasında küçük, büyük Zişat ve Kral Senahrip Von Athor’un Ahgel (Eğil) Kalelerine iltica etmişlerdi. Zişat iki suyun arasında zaptı güç, yüksek ve yalnız bir kapısı olan bir kale idi. İki su bu kalenin duvarlarının hemen kuzeyinde birleşiyordu. Fakat, Hunlar Deba ve Deglat sularına gelen yollardan girerek kapıyı aldılar. Bütün erler susuzluktan harap oldular ve nihayet Hunlar bütün kaleye hakim oldular. Bir çok er ve halk öldürüldü. Kalanlar esir alındı. Ve kale o suretle yakıldı ve tahrip edildi ki, bir daha iskan edilemedi.” Zişat Kalesi’nin yerinin bugün Dicle Barajının yapıldığı mevkiden yaklaşık 1 km. kadar yukarıda bulunan Amini Kalesi olduğu tahmin edilmektedir. Deba ve Deglat Suları ise Dıpni ve Dicle sularıdır.(19) 11 Eğil’de; 297 yılında Romalılar, 661-750 yılları arasında Ermeniler, 750-869 yılları arasında Abbasiler, 908’de Bizanslılar, 1085-1093 yılları arasında Büyük Selçuklular, 11571169 arasında Nisanoğulları, 1394-1401 arasında Timur, 1401-1507 arasında Akkoyunlular, 1507-1515 arasında Safeviler ve 1515’te de Osmanlılar hakimiyet kurmuşlardır Ayrı bir yerde ise, Eğil'de sırasıyla; Asurlular, Urartular, Ermeniler, Abbasiler, Büyük Selçuklular, Hısn-ı Keyf Artukluları, Şam Eyyubileri, Anadolu Selçukluları, Mardin Artukluları, Safeviler ve Osmanlılar’ın hakimiyet kurmuş oldukları belirtilmektedir Eğil Kalesi, Asurlular’dan kalma kitabeli stelleri barındırması yönüyle değer taşımaktadır. Bu steller, Eğil Kalesi’ni oluşturan yüksek ve sarp kayanın, batıya dönük yüzünde bulunmaktadır. Kale’yi ayrıca, Dicle Nehri’ne inen ve 177 basamaklı olan gizli geçitler önemli kılmaktadır. Asur krallarına ait olduğu tahmin edilen, birçok mağara mezar ve kaya mezarı da kale ve civarında bulunmaktadır Bu, Asurlular’ın yapı sanatında ve taş oymacılığında ileri durumda oldukları gerçeğinin bir ifadesi olarak ele alınabilir Eğil Kalesi’nin iç kısmının, üç futbol sahası büyüklüğünde olduğu ifade edilmektedir. Burası, savaş gibi durumlarda, on binlerce kişiyi barındırabilecek mükemmellikte inşa edilmiştir Eğilli Yuhanna’nın, Kilise Tarihi adlı eserinin ikinci cildinde, Hunlar ile Doğu Roma (Bizans) arasında geçen savaşlarda, gerek halkın ve gerekse de askerlerin Eğil Kalesi’ne sığınmış oldukları ifade edilmektedir Diyarbakır ili genelinde, Asurlulardan kalma stelli kitabelerin genel olarak; Dicle Nehri’nin bir kolunu oluşturan Zebene Suyu’nun kaynadığı Bırkılin / Bırkleyn Mağaraları’nda ve Eğil Kalesi’nde mevcut bulunduğu belirtilmektedir Eğil Kalesi’ndeki stelli kitabe, kalenin büyük bir bölümünü oluşturan yüksek ve sarp kayanın Batı’ya dönük olan yüzüne kazınmıştır. Yaklaşık on metre yükseklikte olan bu stelli kitabe, silik bir durumdadır ve ancak, dürbünle bakıldığında görülebilmektedir. Bu stellerle ilgili, Beysanoğlu şöyle bir bilgi aktarmaktadır: “Stelde, Asur hükümdarlarının hep bilinen bütün kök çizgileri toparlanmıştır. Boyundan asılı, sol el sapına konulmuş, belden dışarı az çıkan ve böylelikle yarı beli çizer gibi dümdüz tutulmuş bir kılıç; uzun başlık, büyük bir sakal, sonra o hep oyalı gibi duran giyim. Önünde bir kitabe, yüz Doğu’ya dönük. Sağ elinde, ikizli bir balta tutmaktadır” 1865 yılında, Eğil’de araştırmalar yapan J.G. Taylor, bu yerleşim yerinin İggel veya Aggel olarak adlandırıldığını belirtir. Eğil Kalesi, kayaların oyulmasıyla meydana gelen ve 177 basamaktan oluşan bir merdivenle, gizli yoldan Dicle’ye bağlanır. Batı kısmında, üzerinde kalenin inşa edildiği bölüm mevcuttur. Bu bölüm, tam olarak “koruma”yı sağlamak için “ana dağ”dan ayrılmaktadır. Kayanın bir bölümü, göze batacak şekilde caddeye uzanır. 12 Kayanın ön kısmında, uzun çivi yazısı ile birlikte, 6x4 ft. büyüklüğündeki mihrap üzerinde, bir Asur kralının silinmek üzere olan figürü bulunur. Yazı tamamen okunamıyorsa da, kolayca takip edilebilmektedir. Lehmann-Haupt, Eğil Kalesi’nin, kaldik yapı stilinin özelliğini taşıdığını belirtir. Yapı, güvenlik nedeniyle ana dağdan ayrılmakta, ancak bu durum, kalenin su ihtiyacının karşılanmasına engel olmamaktadır Kalenin, bir Kalde kralı tarafından veya bunlara komşu ya da akraba olan halkın hükümdarları (Supani-Sophene hükümdarları) tarafından yaptırıldığı da tahmin edilebilir. Eğil Kalesi’nde bulunan çivi yazısının, bir kral figürü ile bulunmuş olması, bu kral figürünün ve çivi yazının Asurlulara ait olduğunu görüşünü güçlü kılmaktadır. Çünkü, Kaldeliler, çivi yazısını hiçbir zaman figür ile birlikte kullanmamışlardır. Marquart, kral figürünün büyük bir ihtimalle, Dicle’nin kaynağındaki III.Salmanassar figürüyle aynı olduğunu ifade etmektedir. Bazı belirtiler ise, bu figürün III.Salmanassar’a ait olduğu görüşünü geçersiz kılmaktadır. Figürün, IV.Tiglatpileser’e ait olma ihtimali de bulunmaktadır. Bu hükümdarın da, fethettiği yerlere bu türden anıtlar yaptığı bilinmektedir. Ancak, bu hükümdarın, büyük bir katliam yaptığı ve hakimiyet sürdüğü (M.Ö.735) bölgenin, daha çok güneyde olduğu gözönüne alındığında, bu figürün, III.Salmanassar’a ait olduğu yönündeki ihtimal kuvvetlenmektedir M.S.350’li yıllarda, Eğil’den, Harput ve Dersim’e kadar olan bölge, II. Şapur olarak adlandırılan hükümdar tarafından yağma edilmiştir. Eğil Kalesi’ne girilerek, burada bulunan Ermeni ve Sup krallarının mezarları açılmış ve hazineleri ele geçirilmiştir. Bu arada, hükümdar mezarlarının büyük ölçüde tahrip edildiği bilinmektedir Diyarbakır (Amid), 639 tarihinde, İslam orduları tarafından fethedilmiştir. Eğil de, İyaz’ın görevlendirmiş olduğu, Numan b. Marife tarafından ele geçirilmiştir. Eğil Beyliği’ni kuran kişi Pir Mansur’dur. Önceleri, Hakkari’de bulunan Pir Mansur, Eğil Kalesi yakınlarına daha sonra yerleşmiş ve burada irşat görevinde bulunmuştur. Sonraları yerine, Pir Musa geçmiş ve ardından da Pir Bedir görevi üstlenmiştir. Pir Bedir, kendilerini destekleyen aşiretleri de arkasına alarak, Eğil Kalesi’ni fethetmiş ve burada hakimiyet kurmuştur. Bu beylik, daha sonra Selçuklular’ın egemenliğine geçmiştir Daha sonraları, Emir Bulduk’un emirlik yaptığı Eğil’de sırasıyla; Emir İbrahim, Emir Muhammed, Emir İsa hüküm sürmüşlerdir. Daha sonra Şah Muhammed ve ondan sonra da Kasım Bey Eğil’i yönetmiştir 1507 yılında, Diyarbakır’ı fetheden Şah İsmail’e, Kasım Bey, bağlılığını sunmamış ve ona muhalefet etmiştir. Bunun üzerine, Eğil’e ordu gönderilmiş ve Şah İsmail’in 13 komutanlarından olan Mansur, Eğil’de emir olarak bulunmuştur. Emir Kasım, Osmanlı Padişahı Yavuz Selim’e sığınmıştır. Eğil, yedi yıl Şah İsmail’in yönetiminde kalmış, Çaldıran Savaşı’ndan sonra geri alınmıştır .Emir Kasım, 1536 yılında ölmüştür. Kasım’ın vasiyeti üzerine, Eğil’in yönetimi, kardeşinin oğlu Murat Bey’e verilmiştir. Daha sonra, yönetimi Murat Bey’in oğlu Kasım almış, ondan sonra da Cafer Bey, Eğil’e hükümdar olarak atanmıştır. Eğil’in tarihiyle ilgili, bu tarihlerden sonra (1600’lü yılların başı), pek bilgi edinilememektedir Diyarbakır ili ve çevresi 1515 yılı Eylül ayında Osmanlı devletine katılmıştır. Diyarbakır, Osmanlı devletinin en geniş ve en önemli eyaletlerinden birinin merkezi olmuştur. Bu eyalet, 24 sancaktan oluşuyordu. Bunun 11 tanesi, normal Osmanlı sancağı, 8 tanesi, idaresi özel bir şekle bağlanmış yurtluk ve ocaklık sancakları, beş tanesi de Çaldıran savaşından sonra Osmanlı idaresine severek geçen beylere, idaresi babadan oğula geçmek üzere bırakılan sancaklardı. Eğil, idaresi babadan oğula geçen sancaklar içinde yer almaktadır (20) Kaynaklar 1-Tellioğlu ö(ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.Yıl.:18691905. cilt:4/208. 2/110 ,5/93.İstanbul.Acar matb.1999 2-Maurice Bucaille.Kitab-ı Mukaddes,Kur’an ve Bilimİzmir.1981.s.133 3-Heyet, Peygamberler tarihi ansiklopedisi cilt: 1, Hakikat kitabevi,) 4-Ahmet Cemil Akıncı Kısas-ı Enbiya.c:1. 5-Ethem Zemgin:Kürdistan’da Mitoloji ve Dini İnançlar.Doz yay.İst.2005.s.1856 6- İbnül Esir.El Kamil fitttarih.c.1 Bahar yay1/49-50. 7- Şerafettin Güneli:Ergani:1966.s:18 8- Şehmus Aslan:Kuzey Mezopotamyanın Gani kenti Ergani.Diyarbakır.1966 s:67 9-Diyarbakır valiliği İl Yıllığı 1967 s.:332 10Basri Konyar:Diyarbekir Yıllığı.1936. s:347 11-50.Yılında Diyarbakır.1973 İl yıllığı.s:46) 12-Şerafettin Güneli Bütün Yönleriyle Ergani.Ank.1966) 13-Nihat Aytürk:Türkiye'de Ziyaret yerleri.s:16 14-Mirce Eliade.Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi.Kabalcı yay.İsr.2003.s.185 15-M.Şemsettin Günaltay:İslam Öncesi Arap Tarihi.Özkan matb.Ankara.2006s.32-33 16-Yona Sabar:Kürdistani Yahudilerin Halk Edebiyatı.Doz yay.İst.2005.s.238,302 17-Muazzez İlmiye Çığ :Kur’an,İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki kökeni.Kaynak yayİst.2007.s.15 18- Yuhanun ve Abgar Gülten(Süryaniceden Terüme.Ahiakr’ın Öğütleri.GDK yay.İst.2004.s.62 14 19- http://tekyeli.googlepages.com 20- Yıldız C..Bir inanç merkezi olarak Eğil .Uluslararası Türk Dünyası İnanç Merkezleri Kongresi Bildirileri.Türksev yay.Ank.20004.s.125 21- Okan Polat.Eğil.Petek Life.2010 Okan Polat.Eğil.Petek Life.2010 22- İrfan Yıldız.Eğilin Kültürel Mirası Diyarbakır -2012 Eğilde Peygamber Mezarları Diyarbakır, Dicle Nehri’nin kenarında, Yukarı Mezopotamya bölgesinde kurulan en önemli yerleşim alanlarından biridir. İlk uygarlıklar, Diyarbakır ve çevresinin de içinde bulunduğu Mezopotamya’da oluşmaya başlamıştır. Medeniyetlere ev sahipliği yapmış eski bir yerleşim yeri olan şehrimize de peygamberler gönderilmiş olması mümkündür. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’a andolsun ki biz, senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik” (Nahl 16/63), “Hiçbir ümmet müstesna olmamak üzere, mutlaka içinde (azaptan) korkutucu bir (peygamber gelip) geçmiştir.” (Fâtır 35/24), “Her milletin bir peygamberi vardır." (Yunus, 10/47) Ayeti ile benzer anlamdaki diğer ayet-i celileler ve peygamberlerin sayısının 124 bin veya 224 bin olduğu yönündeki hadis-i şerif, şehrimizin tarihi konumu ile birlikte değerlendirildiğinde, ilimizde bulunan peygamber makam ve kabirlerinin mevcudiyetini mümkün kılmaktadır. 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnâmesi’nde, Nebî Zülkifl, Nebî Elyesa,’ Nebî Harun-ı Âsafî, Nebî Hallak, Nebî Harut, Nebî Enûş b. Şit aleyhisselâmın kabr-i şeriflerinin Diyarbakır’da bulunduğu belirtilmektedir. İlimizde bulunan peygamber makam (bir süre ikamet ettiği yer) ve kabirleri konusunda bilgi vermeden önce peygamberlik ve bu konu ile bağlantılı “resul” ve “nebî” kavramları hakkında kısa bir bilgi vermek uygun olur. Peygamberlere inanmak, iman esaslarındandır. Peygamber kelimesinin kökeni Farsça olup “Allah’tan, vahiy getiren” demektir. Resul, Yüce Allah tarafından yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir topluma veya Sevgili Peygamberimiz de olduğu gibi bütün insanlığa gönderilen kimsedir. Resul kavramı, nebi kavramına oranla daha kapsamlıdır. Her resul, aynı zamanda bir nebidir. Fakat her nebi, bir resul değildir. Nebî, yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gönderilmeyip kendisinden önceki bir peygamberin kitabını ve şeriatını ümmetine bildirmekle görevli olan peygamberdir. 15 Hz. Âdem (a.s.)'dan itibaren son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar pek çok peygamber ilahi vahyi tebliğ etmiştir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah’a andolsun ki biz, senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik.”1 “Hiçbir ümmet müstesna olmamak üzere, mutlaka içinde (azaptan) korkutucu bir (peygamber gelip) geçmiştir.” “Her milletin bir peygamberi vardır". Peygamberlerin sayısı hakkında Kur'an-ı Kerim’de bir rakam verilmemektedir. Fakat bu konuda hadis-i şerifler vardır. Hz. Peygambere, peygamberlerin sayısı sorulmuş, O da 124 bin (bir başka rivayette 224 bin) olduğunu açıklamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de ismi zikredilen 25 peygamber bulunmaktadır: Hz. Âdem, Hz. İdris, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yûsuf, Hz. Eyyub, Hz. Şuayb, Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Davut, Hz. Süleyman, Hz. İlyas, Hz. Elyesa’, Hz. Zülkifl, Hz. Yûnus, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, Hz. İsa ve Hz. Muhammed aleyhimüsselamdır. Kur’ân-ı Kerim’de haklarında bilgi verilen Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn adlarında üç kişinin peygamber olup olmadıkları İslâm âlimleri arasında tartışmalıdır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de; “Öyle peygamberler (gönderdik ki) hayat hikâyelerini önceden sana bildirdik. Yine öyle peygamberler (yolladık ki) sana onların hayat hikâyelerini anlatmadık.” buyurduğu için, peygamberlerin sayısı ile ilgili belli bir rakam tayin etmeden “Hz. Âdem’den, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar gönderilmiş olan peygamberlerin hepsine inandım. Hepsinin hak ve gerçek olduklarını kabul ettim” demek en uygun olanıdır. İlimizde bulunan peygamber makam ve kabirleri konusunda bilgi vermeden önce, büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış, tarihî dokusu ve derinliği ile öne çıkan şehrimiz hakkında kısa bir bilgi vermek, bu makam ve kabirler konusunda daha isabetli değerlendirmede bulunmayı mümkün kılacaktır. Diyarbakır, Dicle nehrinin kenarında, Yukarı Mezopotamya bölgesinde kurulan en önemli yerleşim alanlarından biridir. İlk uygarlıklar, Diyarbakır ve çevresinin de içinde bulunduğu Mezopotamya’da oluşmaya başlamıştır. Ergani ilçesine 8 km. uzaklıkta bulunan “Hilar Şehri Harabeleri”nde yapılan Çayönü arkeolojik kazıları dünya tarihine ışık tutmuştur. 16 Çayönü’nde yapılan araştırmalarda yörenin tarihinin M.Ö. 7000 yıllarına kadar indiği ve ilk yerleşik tarımın burada yapıldığı ifade edilmektedir. Çayönü buluntuları bugün, Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. “Her milletin bir peygamberi vardır". Ayeti ve benzer anlamdaki diğer ayet-i Celileler ile peygamberlerin sayısının 124 bin veya 224 bin olduğu yönündeki hadis-i şerif Diyarbakır’ın tarihi konumu ile birlikte değerlendirildiğinde, ilimizde bulunan peygamber makam ve kabirlerinin doğruluğu mümkün gözükmektedir.(1) Salname Osmanlı Devleti'nde bir yıllık olayları göstermek amacıyla hazırlanan eser demektir Biz burada 19.yüzyılda Diyarbakır’a ait salnamelerden Eğil ilçesine ait peygamberlerle ilgili bilgileri derledik.(2) Esami Şerifeleri Türbe ve merakıdı Malumat-ı saire ve mülahazat şerifeleri mevkii Eğil medfun peygamberler Zülküfl Aleyhisselam en-Nebi Ergani efendimiz makam-ı hazretleri kasabasındaki Nebi-i saadetlerinde vilayetde medfundur varsada müşarun-ileyhin makm-ı diğer saadetleri ala-rivayetin asıl merkadd-ı şerifeleri Erganidedir. Elyesa Aleyhisselam Eğil kasabasında Nebi-i müşarun-ileyhin kabr-i saadetleri on beş metre tülünde efendimiz hazretleri idüğü ve bir güne vakfı olmadığı Nebi Nebi-i müşarun-ileyhin bir güne Harun-Asafi Bu dahi Aleyhisselam hazretleri evkaf-ı şerifesi yoktur Nebi Hallak Aleyhiselam Bu dahi Nebi-i müşarun –ileyhin bir güne hazretleri evkaf-ı şerifesi yoktur Nebi Harut Aleyhisselam Eğil kasabasında Haciyan Nebi-i müşarun-ileyhin bir güne nehir evkaf-ı şerifesi yoktur mahallesinde kenarında medfundur Eizze-i kiramdan Zünnun Eğil haz kasabasında medfundur 17 Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu :Türkiye'de en çok evliya, enbiya ve sahabe kabrine hatırasına sahip olan ilimiz Diyarbakır'dır. demiştir 6-2-2010 EĞİL’DE MEDFUN PEYGAMBERLER Hz.Zülkifl(AS) Zülküfl En-Nebi Aleyhisselam Efendimiz Hazretleri; Salnameye göre Ergani kasabasındaki makam-ı saadetlerinde medfundur. Nebi-i Müşarun-İleyhin diğer vilayetde makam-ı saadetleri varsa da ala-rivayetin asıl merkad-ı şerifeleri Ergani’dedir. (2) Ergani ilçesi-makam dağında makamı Ergani-Zülküfl peygamber makamı 18 Zülkifl(as) peygamberin mezarı Eğil ilçesinde makamı ise Ergani’dedir. Hz.Zülkifl (as).M.Ö.1200 mezar taşı kitabesi; Dilersen izzeti Dareyn yer kim bağriyap olmağa Yüzün sür Marked-i Paki Nebiyyi Zülkifil Zi Şane Ondaki Hadım-i Düşnabe tabiri mukareret Zehi devlet O Cane kim feda olmuş u Canane Şeklindedir. Zülkifl (AS)’den Kur'ân'da iki yerde kendisinden bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi. Onlari rahmetimize soktuk. süphesiz onlar salih olanlardandı" (el-Enbiyâ, 21/85, 86). Zülkifl Peygamber’e ait olan eski türbe, ilçenin 4 km. dışında Hacıyan Mahallesi’ndedir. Şu an mevcut bulunan türbedeki tanıtım yazısı şöyledir: “Bu kabir, Zülkifl (a.s.)'indir. Eski kabri, Eğil ilçesinin Dicle Nehri kenarındaki Teke Mahallesi'nde iken, Teke Mahallesi ve adı geçen kabir, baraj suyu altında kalması nedeniyle, Nebi Harun-i Asefi'nin yanına nakledilmiştir”. Tarihi belgeleri daha çok Ergani makam dağıyla ilişkili olarak görüyoruz. 12.yüzyılda Diyarbakır’a gelen Ebubekir el Herevi Eğil kalesinde Zülkifl peygamberin kabrini ziyaret ettiğini söyler. (Kitabu’l-İşarat ila Maraifeti’z-ziyerat). Özellikle Osmanlı belgelerinde Hz.Zülkfl (AS) makamı ile ilgili oldukça fazla belge vardır: Şemseddin Sami “Kamus-u Alamda” Ergani’de kalenin üzerinde Zülkif Peygember (AS) makamı bulunur demektedir.(3) Zülkifl Nebi zaviyesinin 1518 senesine ait bir vakfiyesi de vardır.(4) Osmanlı Tahrir defterlerinde 1518 tarihli ve 1530 tarihli tahrirde Bagür ve Ruzbegü köy ve mezranın Zülküfl Nebi zaviyesi için vakfedildiği yazılıdır. 1801 tarihli Diyarbakır salnamesinde ise 5400’lük bir geliri olduğu belirtiliyor. 1886 senesi Diyarbakır’da vali olan Arifi Paşa seyahatnamesinde buraya hizmet eden 4-5 haneden söz ediliyor. Osmanlı tahrir defterlerinde Zülküfl Peygamber zaviyesinin ismi geçmektedir. 1801–1802 tarihli Diyarbekir vilayeti salnamesinde birim belirtilmeden 5400’lük bir gelirinin olduğu görülmektedir (4) (5). 19 Arif Paşa seyahatnamesinde Zülkifl Peygamber makamında Nureddin Şehid oğlu Melik Salih’in 650 (1252) tarihinde i’mal ve ihda eylediği bir tek şamdanla hazrete mensub bir asa-yı ahenin görüldü demektedir. (6) 1926’da Ergani Zülkifl Nebi türbesinde bulunan altın ve gümüş gibi kıymetli eşyalar, çok değerli halı ve seccadeler, Sivas eski valilerinden birinin gönderdiği gümüş çerçeve, Uzun Hasan’ın hediye ettiği şamdan Diyarbakır Vakıflar idaresine ve İstanbul’a gönderilmiştir. Arif Paşa seyahatnamesinde 1252’de Melik Salih zamanında yapılan ve hediye edilen şamdanla, hazrete ait bir demir asayı gördüğünü, ayrıca İran yapımı bir şamdanı da gördüğünü ifade eder.(4) Ali Emiri Efendi 1879’da Abidin Paşa ile burayı ziyaret ettiğini burada 1402 tarihinde Karayülük Osman Bey tarafından yaptırılmış çok süslü Ergani kalesi anahtarını gördüğünü, ayrıca biri 1252 tarihindeki Melik Salih’e ait olmak üzere 2 şamdan olduğunu ifade ederler. (4) Diyarbakırlı meşhur yazar Ali Emiri Osmanlı şark vilayetleri eserinde şu hatırasını anlatır: Osmanlının son dönemlerinde Diyarbakır’a denetime gelen Abidin Paşa’nın Ergani’den doğruca Maden’e geçeceğini öğrendim. Abidin Paşa Ergani’nin manevi yüceliğini bilmemektedir. Hemen Abidin Paşa’ya buradaki Zülküfl Peygamber ve onu ziyaretin önemini anlatan bir şiir yazdım. Abidin Paşa şiiri okur okumaz Maden ilçesine yöneleceğine Makam dağına yönelir, dağa tırmanır. Zülküfl peygamber makamına gider. Ali Emiri, Osmanlı’nın önemli bir paşasının Zülküfl peygamberi ziyaret etmeden Diyarbakır’dan ayrılmasına tahammül edememiştir. Ali Emiri makam dağında, Melik Salih tarafından H.650 tarihinde yapılmış bir şamdan ve İran kari başka bir şamdan’ı da ziyaret ettiğini ifade eder.(7) Zülkifl (AS) makamı Ergani’de mezarı ise Eğil ilçesindedir. Eğil ilçesindeki orijinal kabri su altında kalma riski nedeniyle Peygamberler tepesine taşınmıştı Zülkifl Peygamberin naşının baraj altında kalmaması için peygamber tepesine taşınma hikâyesi: Zülküfl (AS) defininde bulunan Hüsamettin Akboz’u dinledik. Zülküfl (AS)’i Dicle kenarından Seyda Molla Ömer ve 4 işçi pikapa(araç) yükledi, defin mekânında biz 35 kişi idik, iplerle zorlukla indirdik, çok ağırdı. Tekbirlerle gömdük. Ancak Seyda Ömer 4 kişi ile kolaylıkla pikapa yüklemişti. Seyda Ömer’e sordum anlattı. Zülküfl peygamberi baştan ayağına kadar kontrol ettim, daha dün vefat etmiş gibiydi. Boyu 20 bizim kadardı, kefeni tığla örülmüş şekildeydi, hafif tozluydu, başına dokununca başını örten örtü açıldı, beyaz saç ve sakalı vardı. O güne ait gazete haberleri Hz Zülkifl'in çıkarılışında bulunan Mehmet Kılıç'ın yeğeni Akif Eser ondan duyduklarını anlatıyor: 2003'tariihinde anlattıkları:Akrabaları anlatması hususunda ricada bulundu.Buruk bir şekilde ağlayarak bize anlattı. Mehmet Kılıç Eğil'in yaşlı ve ileri gelenlerindendi,Hz Zülkifl'in çıkarılışında 80 yaşındaydı. Ben orada hazır bulundum.Eğil müftüsü,Male Ömer,diğer hakem grubu ve işçiler kazıya gittik.Yanına Kur'an okuyarak edepli olarak yaklaştık.Hürmetle oturduk.Arkadaşlar türbeyi kazmaya başlarken birden bağırarak dışarı fırladılar.Çıkanların benizleri soluk ve korku içindeydiler,yerlerinde duramıyor,konuşamıyorlardı. Kazmayı vurmaya başlarken alev gibi bir sıcaklık üzerimize geldi,yüzümüze vurdu,biz kaçtık Bunun üzerine hakemler istişarede bulundu.Acaba yanlış mı yapıyoruz. Mala Ömer hem mutasavvıf hem de alimdir.Bizle konuştu.Siz bekleyin ben tek başıma gireyim,edebimle konuşurum,diz çöker,derdimizi anlatırım.Baraj gölünde su altında kalma olayını anlatacağım.Kendisiyle ricaen Arapça konuşmaya başladı.Çok uzun süre konuştu,sesi bize geliyordu.Onunla konuşuyordu.Karşılıklı konuşmalar oluyordu,sesler bize gelmekteydi,ancak konuşmaları net olarak duyamadık. Male Ömer çıktı bize,kendisine ricada bulundum,umuyorum bizim ricamızı kabul etti Male Ömer'e sorduğumuzda bunları kimseye anlatmayın,dedi ve detayları sormamamızı istedi.Kısaca konuşmaların özetini verdi: Male Ömer,Ey Allah'ın peygamberi,senin kabrinin baraj gölü altında kalman bizi çok üzecektir.Sen bizi bundan mahrum edecek olursan,biz ve diğer insanlar kime gidecek.Sana 21 çok güzel bir yer hazırladık,tüm insanlar seni ziyaret edebilecekler,bu bir ricadır,bizi bundan mahrum etme,bize engel olma.İzin ver bize,yoksa su altında kalırsın,senden mahrum oluruz,bizim de boynumuz bükük olur,seni ziyaret edemeyiz. İşçilere edepli bir şekilde içeri girmelerini,saygıyla kazmayı vurmalarını istedi.İşçiler korkuyordu,girmek istemiyordu.Male Ömer onları ikna etti.İşçiler kazmaya başladı.Sıkıntı olmadı.O esnada Kur'an okuyorduk.Tevazu ve göz yaşlarımız vardı . Aynı zamanda o heyecanla o Allah'ın peygamberi ve Kur'anda ismi geçen Zülkifl peygamberi görmenin heyecanı içindeydik.Çünkü bu olay tarihte hiç yaşanmamış bir olaydır.Kendimizi bu olay içinde bulduğumuzdan çok heyecanlıydık.Ondan sonra işçiler mezarı tam kazdı,cesede vardılar.Artık kabrin içinden cesedi çıkarma işi başladı.Heyecan doruktaydı.Kesin olarak gördüğümüzde ne yapacağımızı şaşırdık.Male Ömer ,hakemlerle çok titiz,edep ve hürmetle cesedi çıkarmaya başladı, Mehmet Kılıç diyor ki'Ben kendi gözlerimle gördüm,kefen yok,üzerinde fistan gibi bir elbise var,saçları uzun,bembeyaz bir saç, cesed hiç bozulmamış,tabuta koyarken elimi göğsünün kenarına koydum.Ben diyordum ki benin kanaatim ve düşüncem eğer elimi ona değdirirsem,Allah o eli yakmaz diye düşünüyordum.Elimi sinesinden ayırmak istemiyordum; elim teprenmeye başladı.Acaba saygısızlık mı ettim ve elimi çektim'Male Ömer arkadaşlar dikkat edin yüzü Kabeye değil,Kudüs'e yönelik' dedi. Cesedi tabuta koyduk,tabutu kapattık.Gizli ve sessiz şekilde yola çıktık.Gizlenmemizin nedeni,halk gürültü yapar,heyecana gelir,iş zorlaşırdı.Resmi bir araca koyduk,yola çıktık.Kimsenin haberi yoktu ,kimse bilmiyordu.Nehir kenarından yukarı çıkarken,Eğil çarşısına girdiğimizde ne hikmetse herkes ayaktaydı.Bu da Allah'ın peygamberinin mucizesidir ,dedik.Bilmeden Peygambere saygıda bulundular.Tabutu mezar götürdük ve gömdük. 22 Hz Zülkifl kabri-Eğil: 23 Hz. Zülkifl M.Ö.726'da doğdu.(14) Anadolu'da yaşamıştır, 75 veya 95 yaşında vefat etmiş olduğu sanılmaktadır. (Salebi,Ebu's-Suud.Tefsir.VI,82)(57). Asıl ismi Bişr olup, lakâbı Zülkifl'dir. Elyesâ Aleyhisselâmdan sonra, kızmadan sabır göstererek dinin emir ve yasaklarını İsrâiloğullarına bildirmeyi üzerine aldığı, kefil olduğu için kefâlet sâhibi mânâsında Zülkifl denilmiştir. Elyesâ aleyhisselâmın amcasının oğludur. İsrâiloğullarına Mûsâ aleyhisselâmın dininin emir ve yasaklarını tebliğ etmiştir. Allahü teâlânın İsrâiloğullarına gönderdiği peygamberlerden Elyesâ Aleyhisselâmın eceli gelip vefâtı yaklaşınca Allahü Teâlâ ruhunu kabz edeceğini vahiyle bildirdi ve ''Mülkünü, İsrâiloğullarından gece sabaha kadar ibâdet eden, namaz kılan, gündüzleri oruç tutan ve insanlar arasında kızmadan hükm edecek birine ver.'' buyurdu. Bu peygamber kendisine verilen emri İsrâiloğullarına bildirdi. Aralarında bir genç kalkıp: ''Bu işe ben kefil olurum, üzerime alırım.'' dedi. Peygamber o gence; ''Bu kavmin içinde senden daha büyükleri var, sen otur.'' dedi. Sonra ikinci defâ aynı teklifi yaptı o genç yine ''Kefil olurum.'' dedi. Üçünce defâ aynı teklif tekrarlanınca cevap veren yine o genç oldu. Bunun üzerine Elyesâ aleyhisselâm, onun yerine halife bıraktı. Bu genç Bişr idi. Bu sebeple o gence Zülkifl lakâbı verildi. Bu genç aldığı vazifeyi eksiksiz olarak yerine getirmek için çalışırken İblis (Şeytan) onu kıskandı ve bu vazifeyi yaptırmamak için çeşitli hilelere başvurdu. Fakat bu genç İblisin hilelerine aldanmadan aldığı vazifeyi eksiksiz yerine getirdi. Bu hâlinde dolayı Allahü teâlâya şükür etti. Allahü teâlâ Zülkifl aleyhisselâma peygamberlik vazifesi verdi. Zülkifl Aleyhisselâm Mûsâ Aleyhisselâmın dininin emir ve yasaklarını insanlara bildirdi. Tevrât'ı okuyup hükümlerini yerine getirdi. Kur'ân-ı Kerimin Enbiyâ sûresi: 85-86. âyet-i kerimelerinde, Sâd sûresi: 48. âyetinde Zülkifl Aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir.(44) Mezarının Eğil’de olduğu kabul edilen Zülkifl, İsrailoğulları’na gelen peygamberlerden birisidir. Zülkifl Peygamber’in adı, Kur’an’da iki kez geçmektedir. Asıl adının; Hazkıya, Hazkl, Hazkil veya Hazakel olduğu dile getirilmektedir. Bazı eserlerde, Hazkil Peygamber’in, İsrailoğulları’na gelen ayrı bir peygamber olduğu, Firavun’la mücadele ettiği ve son dönemlerinde Babil diyarına gittiği ve orada vefat ettiği nakledilmektedir. Zülkifl, Arapça Haziya’nın karşılığıdır. Haz, nasip anlamındadır. Başka bir anlatışa göre, kendisi, Hz. Elyesa’ya iki defa kefil olduğu için Zülkifl adı ile lakaplanmıştır. Babasının adı Buzi’dir. 24 Buzi, Elyesa Peygamber’in amcasıdır. Annesi, Zekeriya kızı Abdiye’dir. M.Ö.666’da doğmuştur. O tarihte, Elyesa’nın 60 yaşında olduğu tahmin edilmektedir. Doğum yeri, İsrail devletinin başşehri Samiriyye’dir. M.Ö.641’de, 25 yaşındayken, peygamber olmuştur. Zülkifl, 74 yıl yaşamış, 49 yıl peygamberlik yapmıştır. Zülkifl Peygamber döneminde, Ortadoğu, en karışık dönemlerini yaşamaktaydı. Mısır, İranlılar, Asur, Babil ve Roma devletleri arasında bu dönemlerde aralıklarla çatışmalar olmuştur. Zülkifl’in Peygamberlik bölgesi, doğuda Asur, batıda Akdeniz, güneyde Mısır, kuzeyde Toroslar’dır. Zülkifl Peygamber’in M.Ö.592 tarihinde vefat ettiği rivayet edilmektedir. Taberi’de yer alan bir rivayete göre, Zülkifl Peygamber, Şam’da ikamet etmiş, oradaki insanlara dini tebliğde bulunmuş ve yine orada vefat etmiştir. Kur'an’da iki yerde Zülkifl Peygamber’den bahsedilmektedir: Enbiya Suresi 85. ayet; “İsmail, İdris ve Zülkifl’i de (hatırla). Onların hepsi de sabredenlerdendi” biçimindedir. Sad Suresi 48. ayet ise; “İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de en hayırlı kimselerdendir.” şeklindedir. Zülkifl Peygamber’in Asurlar döneminde yaşadığı tarih kaynaklarından anlaşılmaktadır. Zülkifl Peygamber, amcasının oğlu olan Elyesa Peygamber’in her fırsatta yanında olmuş ve insanlardan gelen birçok olumsuz tavrı göğüslemesini bilmiştir. İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerden Elyesa’nın vefatı yaklaşınca, vahiyle kendisine; “mülkünü, İsrailoğulları’ndan; geceleri ibadet eden, namaz kılan, gündüzleri oruç tutan ve insanlar arasında kızmadan hüküm verecek birine ver,” diye buyrulmuştur. Bu durum, İsrailoğulları’na bildirilmiş ve aralarından amcasının oğlu olan genç, “bu işe ben kefil olurum, üzerime alırım” demiştir. Elyesa, o gence; “bu kavmin içinde senden daha büyükleri var, sen otur” der. İkinci defa aynı teklifi yapmış ve o genç yine, “kefil olurum” demiş ve bu durum üçüncü defa yaşanmıştır. Bunun üzerine, Elyesa Peygamber, O’nu, yerine halife bırakmıştır. Bu gencin adı, Bişr olmasına rağmen, kendisine, Zülkifl (kefil olan) lakabı verilmiştir. Kendisine peygamberlik vazifesi verilen Hz. Zülkifl, Musa Peygamber’e vahyedilen dinin, emir ve yasaklarını insanlara bildirmiş ve Tevrat'ı okuyup hükümlerini yerine getirmiştir. Ayette geçen “Zülkifl” lakabı, nasip, kısmet, haz anlamına gelir. Ancak, burada dünyevi zenginlik değil, onun üstün kişiliği ve ahiretteki derecesi kastedilmiştir. Zülkifl’in gerçek adı hakkında farklı bir rivayet daha vardır. Yahudiler, O'nun, İsrailoğulları’nın esareti sırasında peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur Irmağı 25 yakınlarında bir bölgede yapan, Hereksel olduğunu ifade etmektedirler. Bazıları da, O’nun, Eyüp Peygamber’in kendisinden sonra peygamber olan, Bisr ya da Şeref adındaki oğlu olduğunu ifade etmişlerdir. Zülkifl’in amcası oğlu Yehud’un, Eyüp Peygamber’in torunu olduğuna dair bilgiler de mevcuttur. Bir rivayete göre, İsrailoğulları arasında bir melik, öleceği sırada; gece uyumadan ibadet edecek, gün atlamaksızın oruç tutacak ve hüküm verirken kızmayacak birisinin kendisine vekil olmasını istemiş ve bu teklifi, yalnızca Zülkifl Peygamber kabul etmiş ve söylenenleri ölünceye kadar uygulamıştır. Zülkifl Peygamber’in, aşağıdaki özelliklere sahip olduğu rivayet edilmektedir: Endamlı ve alımlı, iyilikten haz duyan, nasibe boyun eğen, devamlı oruç tutan, ibadeti bedence ve kalpçe sürekli olan, asla sinirlenmeyen, adalet ile iş gören, Elyesa’nın devrettiği emaneti severek kabul eden ve neticede peygamberlikle mükâfatlandırılan, sabırlı, kapanan Mescid-i Aksa’yı (Davud’un Evi’ni) tekrar ibadete açan, İsrail kavminin çok kötü hallere düşeceğini görebilen, çiftçilik ile geçinen ve çok çalışan, kendine karşı olumsuz tavır takınanlara karşı, olumlu muamelede bulunan ve çok sabreden gibi vasıfları bilinmektedir. Bazılarına göre, Zülkifl Peygamber’e ait mezar Ergani Kalesi’ndedir. Bu kale, neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. Kaynakların çoğunda, Zülkifl Peygamber’in “makam”ının (belli bir süre kaldığı yer) Ergani’de, kabrinin ise Eğil’de bulunduğu belirtilmektedir. Zülkifl Peygamber’in Ergani’den başka Eğil’de de makamı bulunmaktadır. Zülkifl’in makamının (belli bir süre kalınan yer) olduğu dağın tam zirvesinde bir manastır bulunmaktadır. Manastır, harap bir biçimdedir, ancak, duvarları ve temeli hala sağlam durmaktadır. Zülkifl Peygamber’e ait olan eski türbe, ilçenin 4 km. dışında Hacıyan Mahallesi’ndedir. Şu an mevcut olan türbedeki tanıtım yazısı şöyledir: “Bu kabir, Zülkifl (a.s.)'indir. Zülkifl (a.s.), Yasa'nın amcası oğlu veyahut Eyüp oğlu Beşir'dendir. Nebiliğinde ihtilaf vardır. Bazıları dediler ki, yüz tane nebi, İsrailoğulları’nın öldürme tehditlerinden kaçarak Zülkifl (a.s.)'e sığınmışlardır. O da, onları himaye etmiştir. Bazıları dediler ki, salih bir adama kefalet etmiştir. Eski kabri, Eğil ilçesinin Dicle Nehri Hacıyan Mahallesi'nde iken, baraj suyu altında kalması nedeniyle, Nebi Harun-i Asefi'nin yanında yapılmış olan türbeye nakledilmiştir”. 26 Dicle Barajı’nın yapılmasıyla birlikte, baraj gölü havzasında kalan, Elyesa ve Zülkifl peygamberlerin naaşlarının, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün işbirliği neticesinde, yerlerinden çıkarılması kararlaştırılmıştır. Nakil işlemi, 14–17 Eylül 1995 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Nakil için 9 kişiden oluşan yeminli bir heyet oluşturulmuştur. Heyette; Eğil Kaymakamı Selim Çapar, Müftü Ekrem Abbasioğlu, Müftülük memuru Burhanettin İncedursun, Eski Medrese Hocası Ömer Kalkan, Eski Medrese Hocası İmam Sadullah Kızılay, Kaymakamlık V.H.K.İ. Mahmut Laçin ve üç işçi (Bahattin Köksal, Mehmet Kaya ve Tahir Korkut) bulunmaktadır. Önce, Hz. Elyesa’nın kabrinin açılmasına başlanmış ve bu faaliyet iki gün sürmüştür. İkinci gün sonunda naaşa ulaşılmıştır. Heyette bulunanlar, ittifak halinde, cesedin ve kefenin hiçbir şekilde çürümediğini, daha dün ölmüş gibi durduğunu ifade etmişlerdir. Elyesa Peygamber’in naaşı, Eğil ilçesine hâkim durumda olan ve Nebi Harun (Harun-i Asefi)’un kabrinin de bulunduğu tepedeki, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. Daha sonra, Hz. Zülkifl’in naaşının nakli için çalışmalara başlanmıştır. Bu peygamberin naaşının bulunduğu mezarın açılmasının çok zor olduğu ifade edilmiştir. Mezarın, dönemin çimentosu olarak bilinen kevs-i hacer (yumurta akı, kum ve kireçten oluşan karışım) adlı bir madde ile kaplı olduğu ve açılmasının çok uzun bir süre aldığı ifade edilmiştir. Aynı şekilde heyettekiler, ittifak halinde, Zülkifl Peygamber’in naaşının ve kefeninin de hiç çürümediğini ve cesedin, uykudaki bir insanı andırdığını ifade etmişlerdir. Bu naaş da aynı şekilde, hazırlanan türbeye nakledilmiştir.(1)(46) Peygamberlerin nakil heyetinde bulunanlar, cesetlerin çürümemiş olmasını, İslam Peygamberi’nin; “Allah, arza peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı” ve “Cenab-ı Hak, toprağa, peygamberlerin cesedini çürütmeyi haram etmiştir,” biçimindeki Hadislerle açıklamaktadırlar. İlçe halkı da benzer kanaatler taşımaktadır. Özellikle Zülkifl ve Elyasa Peygamber’in türbeleri ve diğer türbelerin ziyaretçileri, yılın hemen her mevsiminde olmaktadır. Her ziyaretin özellikle Perşembe günleri ve hafta sonları ziyaretçileri bulunurken, diğer günlerde çok olmasa da ziyaretçi bulunmaktadır. Eğil İlçe Müftülüğü’nce, Zülkifl Peygamber’in kabrinin bulunduğu türbenin bakımı ve gelen ziyaretçilerin bilgilendirilmesi için Elyesa Camii’nde bir imam-hatip görevlendirilmiştir. 27 İlçe halkıyla, bu yerleşim yerinin tarihi ile ilgili görüşme yapılmış ve bazı tespitlerde bulunulmaya çalışılmıştır. İnsanlar, peygamberlerin burada yaşadığı ve kabirlerinin de burada bulunduğu konusunda kesin bir kanaate sahiptirler. Peygamber sayısının sadece iki olmadığı, bu sayının 7 olduğu ifade edilmektedir. Kimileri, 10 peygamber kabrinin veya makamının ilçede bulunduğunu belirtmişlerdir. Saygı ve yüceltme maksadıyla -daha çok peygamberler için- kullanılan “hazret” kavramı, mezarı / türbesi bulunan bazı kimseler (evliya, hayırsever, şeyh vs.) için de kullanılmakta ve bu da insanlarda, ilgili kişinin peygamber olduğu yönünde bir çağrışım yapmaktadır. Kelimelerin farklı kullanımı da, yanlış birtakım bilgilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Mesela; Elyesa adını, El İsa olarak telaffuz eden olduğu gibi, Zülkifl ismini, Zülküf ve –hatta farklı anlama gelen– Zülfü biçiminde söyleyenler de yoğun olarak bulunmaktadır. Yapılan informel görüşmelerde, isminin başında Nebi veya Hazret olan herkesin peygamber olarak nitelendirilmesi söz konusudur. Civarda kabri bulunan bazı kimselerin “peygamber değil veli oldukları” belirtilmiş ve bize verilen yanıt, “ha nebi ha veli” biçiminde olmuştur. Ziyaretçilerden bir kısmı, burada kabri bulunan kişinin peygamber olduğunun farkında olduklarını, kabir başında dilekte bulunurken, orada medfun bulunan kişiden / peygamberden değil, Allah’tan dilediklerini ifade etmişlerdir. Adı geçen türbede yatan kişinin şefaatini diledikleri ifade edilmiştir. Rüya tabiri kitaplarında Zülkifl’i görmek; kefil olmaya ve rüya sahibinin, üzerine alacağı emanete işaret etmektedir. Zülkifl Peygamber türbesine gelip de, türbede yatılan gece veya sonrasında görülen rüya hayra yorumlanmaktadır. (46) Zülkifl (AS) ile ilgili diğer bilgiler aşağıda oğlu Hz Danyal bölümündedir. 28 Elyesa Aleyhisselam Efendimiz Hazretleri: Salnameye göre Eğil kasabasında Nebi-i Müşarun-İleyhin kabr-i saadetleri on beş metre büyüklüğünde ve bir güne vakfı olmadığı. Nebi-i Müşarun-İleyhin bir güne evkaf-ı şerifesi yoktur. (1) Su altınd kalan türbe Mezar taşı Günümüzde türbe Elyesa peygamberin su altında kalan makamı -Şu anki kabri – Hz.Zülkifl ve Elyesa nebi Hz.El-yesa (as).M.Ö.1200- mezar taşı kitabesi: Ta’alallah ne dergahı ref’üş-şanı alidir Nebiyullah merkadı El-Yesa kadriyle galidir Tecella-i ilahidir, beher su sat’ı nurdur. Zibayı kalbi kasidir, hayatı cismi balidir. Fütuh-u müşkilat odur, harimindi sahibisi Birader zadesi Hürmüz, Azizi-yi zişanidi Elyesa Aleyhisselâmdan Kur'ân-ı kerimde bahsedilmiş olup meâlen; ''(Yâ Muhammed!) İsmâil'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de hâtırla. (Kavmine anlat) Bunlar hayırlılardan idiler.'' (Enbiyâ sûresi:85) buyrulmaktadır. M.Ö.8 asırda doğmuştur.(58((59) Hz.Elyesa, Müslüman tarihçilere göre bir peygamberden bir peygambere geçen ahd tabutu (Allah’ın ahid sandığı)nın da muhafızı olmuştur. (8) Bu durumda Yahudilerin aradığı ahid sandığı Eğil’demi? 29 Zülküfl ve Elyesa peygamber türbesi Hz Elyesa Hz.Elyesa kabri Elyesa Aleyhisselâm İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerdendir. İlyâs Aleyhisselâmdan sonra gönderilmiştir. Her ikisi de Mûsâ Aleyhisselâmın dinini yaymakla vazifelendirilmiş nebi idiler. İlyâs Aleyhisselâm, İsrâiloğullarını Allahü Teâlâya imâna ve ibâdete çağırdı. Onu dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Ba'l adındaki puta tapmaya ısrarla devam ettiler. Bu isyanları ve azgınlıkları sebebiyle, Allahü Teâlâ onlar üzerine bela ve musibet gönderdi. Çeşitli sıkıntılarla cezalandırıldılar. Memleketlerinden bereket kaldırıldı. Yağmur yağmaz oldu, kıtlık baş gösterdi ve mahsul alamaz yiyecek bulamaz oldular. Açlıktan leş yemeye başladılar. Sonunda İlyâs Aleyhisselâmı bulup, nasihatini dinlediler. İman ettikleri için, üzerlerinde belalar ve musibetler kaldırıldı. Bir müddet sonra, tekrar dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günahları işlemeye başladılar. Küfürde ısrar edip, iman etmeye bir türlü yanaşmadılar. İlyâs Aleyhisselam, Allahü Teâlânın izniyle Ba'ıbek'te yaşayan bu kabile 30 arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde yaşayanları, Allahü Teâlâya imân ve ibâdet etmeye davet etti. Bu davetleri sırasında uğradığı bir belde halkı tarafından çok sevilip, orada kalması istendi. Bunun üzerine bir müddet kaldı. Bu sırada ihtiyar bir kadının evinde misafir olmuştu. Bu kadın Elyesa Aleyhisselâmın annesiydi. Elyesa Aleyhisselâm, o sırada genç olup hastaydı. Annesi, İlyâs Aleyhisselâmdan, oğlunun sıhhate kavuşması için dua istedi. İlyas Aleyhisselâm da dua etti. Elyesa Aleyhisselâm hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu. Bundan sonra İlyas Aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrât-ı şerifi öğrendi. İlyâs Aleyhisselâmdan sonra Elyesa Aleyhisselâm, Allahü Teâlâ tarafından peygamber olarak görevlendirildi. Elyesa Aleyhisselâm, İsrâiloğullarının ıslahı için uğraştı, tebliğ vazifesi yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını günden güne arttıran bu kavim, Allahu Teâlânın kendilerine gönderdiği kitâbın gösterdiği yoldan ayrıldı. Kabileler, devletin başına geçmek yarışına girdi. Aralarındaki ayrılık ve başka memleket meseleleri yüzünden birbirilerine düştüler. İsrâiloğulları arasındaki fitnenin kavga ve çekişmelerin sonu gelmez oldu. Nihâyet Allahü Teâla üzerlerine Asur devletini musallat kıldı. Esir olup zelil ve perişan bir hayat sürmeye başladılar. Elyesa aleyhisselâmdan Kur'ân-ı kerimde bahsedilmiş olup meâlen; ''(Yâ Muhammed!) İsmâil'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de hâtırla. (Kavmine anlat) Bunlar hayırlılardan idiler.'' (Enbiyâ sûresi:85) buyrulmaktadır. (41) Eğil’de kabrinin bulunduğuna inanılan ve Kur’an’da adı geçen, İsrailoğulları’na gönderilmiş peygamberlerden biri Elyesa’dır (Elyesa b.Uhtub b.Acuz). Elyesa Peygamber’in soy kütüğü; Elyesa b. Ahtub b. Adiy b. Şütlem b. Efraim b. Yusuf b. Yakub b. İshak b. İbrahim biçimindedir. Elyesa kelimesinin aslı ve söylenişi hakkında, çok farklı görüşlerin varlığı dikkat çekmektedir. Elyesa, çok yaygın olarak kullanılan bir söyleyiş olması yanında, bazı kaynaklarda, Yesa veya Leysa olarak da geçmektedir. Eğil, aslen Asurluların kenti olup, Elyesa Peygamber’in mezarının burada bulunması, kronolojik anlamda bir uygunluk arz ettiği ifade edilmektedir. En’am Suresi, 86. ayet şöyledir: “İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut’u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık”. Sad Suresi 48. ayet ise; “İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de en hayırlı kimselerdendir” biçimindedir. İslami kaynaklarda, Elyesa b. Uhtub b. Acuz olarak adı geçen bu peygamberden, Ahd-i Atik’te (Eski Anlaşma) Elişa olarak söz edilmektedir. Bu kelime, 31 İbranice’de; “Tanrı benim kurtuluşumdur” anlamına gelmektedir. Ahd-i Atik’e göre, Elyesa Peygamber, M.Ö.8. Yüzyılda İsrail Krallığı’nda yaşayan Şafat’ın oğludur. Elyesa b. Uhtub b. Acuz’un; İlyas Peygamber’in, İsrailoğulları üzerine halifesi olduğu ve daha sonra kendisine peygamberlik verildiği ifade edilmektedir. Elyesa Peygamber’in, İlyas Peygamber devrinde yaşadığı bilinmektedir. Tutulmuş olduğu hastalıktan, İlyas Peygamber’in yaptığı dua ile kurtulduğuna ilişkin bilgiler mevcuttur. İlyas Peygamber’in tebliğ ettiği dinin esaslarına iman ettiği ve daha sonra peygamberlik vazifesi ile görevlendirildiği nakledilmektedir. Elyesa Peygamber, Hz. Musa’nın getirmiş olduğu dinin esaslarını yaymaya çalışmıştır. Elyesa Peygamber’in doğumunun, İsa Peygamber’den 8 asır önce olduğu güçlü bir ihtimaldir. Elyesa Peygamber, İlyas Peygamber’le belli bir süre birlikte olmuştur. Ba’lbek hükümdarının zulmünden kaçan İlyas Peygamber, Tevrat’ı gizli gizli öğretmekte ve kendisi de emirlerinin gereğini yerine getirmekteydi. Elyesa Peygamber, İsrailoğulları’na çok nasihat etmesine rağmen, onlardan çok azı kendisini dinlemiş ve iman etmişlerdir. Büyük bir kısmı iman etmeyen İsrailoğlları’nın başına, gerekli dersleri almamalarından dolayı, Asurluların musallat edildiği dile getirilmektedir. Elyesa Peygamber’in, küçüklüğünde kötürüm bir vaziyette olduğu ve o sırada İsrailoğulları’nın peygamberi olan Hz. İlyas’ın bir gün Yahudilerin azgınlığından kaçarak dul bir kadın olan Elyesa'ın annesinin evine sığındığı, kendisini koruyan bu kadının kötürüm olan oğluna (Elyesa) yaptığı dua kabul olunarak Elyesa’nın sıhhatine kavuştuğu ifade edilir. Bunun üzerine Elyesa’nın, Hz. İlyas'a iman edip ona tâbi olduğu, hizmetinde bulunduğu ve her yere onunla birlikte gittiği dile getirilir. Elyesa da, İlyas Peygamber gibi, Musa Peygamber’in dinini / kitabını yaymaya çalışmıştır. Tevrat’a göre Elyesa Peygamber, İsrail kralı Yoaş zamanında hastalanmış ve vefat etmiştir. Ahd-i Atik’te (II. Krallar, 2/1–18), Elyesa Peygamber ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır; “Tanrı’nın emri üzerine, Peygamber İlya (İlyas) tarafından kendisine halef olarak seçilmiştir. Peygamber İlyas O’nu, on iki çift öküzle çift sürerken bulmuş, cübbesini üzerine atarak peygamber olarak seçildiğini belirtmiştir. Bu sembolik hareketin ne olduğunu bilen Elişa da çiftini bırakmış, öküzlerden bir çiftini keserek veda yemeği vermiş ve İlyas’ın yanından hiç ayrılmayarak ona hizmet etmiştir. 32 Nihayet Rab, İlyas’ı kasırga ile göklere çıkaracağı zaman, İlyas, O’ndan artık kendisini takip etmemesini istemişse de, Elişa bunu reddetmiştir. Beraberce Beyt-El’e ve Eriha’ya, oradan Erden Irmağı’na varmışlar, burada İlyas, cübbesini ırmağa vurarak sularını ikiye ayırmış ve karşı tarafa geçmişlerdir. İlyas, Rab tarafından semaya alınmadan önce Elişa’ya bir isteği olup olmadığını sormuş, Elişa da, “senin ruhundan iki payım olsun” demiş. İlyas ise, “eğer yanından alındığımda beni görürsen, isteğin yerine getirilecektir” demiş, bu esnada ateşten araba ve ateşten atlar gelerek İlyas’ı semaya çıkarmışlardır. İlyas’ın semaya çıkarılışını gören Elişa, daha sonra onun cübbesiyle suları tekrar ikiye ayırıp nehri geçmiş ve Eriha’ya dönmüştür”. Elyesa, birçok mucize gösteren bir peygamber olarak bilinir. İsrail ve Yahuda krallarının, Edom kralına karşı çıktıkları savaşta, Edom çölünde su bulması ve insanları kurtarması, ölüleri diriltmesi, zehirli yemeği zehirsiz yapması, cüzamlı hastaları iyileştirmesi, İsrail kralına, Suriyelilerin niyet ve manevralarını haber vermesi, kıtlık dönemini son buldurması, Suriye kralına öleceğini bildirmesi, İsrail kralı Ahab ve mahiyetinin yok olacağını bildirmesi, Suriyelilere karşı kazanılan üç zaferi de önceden bildirmesi mucizelerinden bazılarıdır. Elyesa Peygamber’in bilinen ve yaygın mucizelerinden bir tanesi de aşağıdaki gibidir: Şehri ahalisinin içme suları acılaşmıştı. Şehir sakinleri, bu durumu Elyesa Peygamber’e bildirip, kendilerine yardımcı olmasını istemişlerdi. Bunun üzerine, Elyesa Peygamber acılaşan suyun içine bir parça tuz atıp, ''tatlı ol!'' deyince, su tatlı ve lezzetli olmuştur. Başka bir mucizesi de şöyledir: Borçlu ve dul bir kadın, Elyesa Peygamber’e gelip, fakirliğinden şikâyetçi olmuştu. Elyesa Peygamber, ''evinde neyin var?'' deyince, kadın; ''bir kaşık kadar yağım var'' demiş, Elyesa Peygamber, kadına; ''git, o yağı bir kabın içine koy'' demiştir. Kadın da gidip yağı bir kabın içine koymuş ve Elyesa Peygamber’in mucizesiyle o yağ o kadar artmıştır ki, pek çok kap yağ ile dolmuştur. Fakir kadın bu yağlarla borçlarını ödediği gibi zengin de olmuştur. Elyesa Peygamber’in türbesi, 1995 yılına kadar, Eğil’in bir mahallesi olan Teke Köyü (Çarıkören Mahallesi)’ndeydi. Çok eski bir caminin bitişiğinde bulunan iki kemer üzerine oturtulmuş bir türbedir. Mezarın uzunluğu 6 metre civarındadır. Türbe, daha çok Perşembe gününü Cuma’ya bağlayan gece ve hafta sonu ziyaret edilmektedir. Bahsedilen bu ziyaret yerinin, tanıtım yazısında şu ifadeler bulunmaktadır: “Bu kabir, Elyesa (a.s.)'nındır. İlyas (a.s.), kendisinden sonra İsrailoğulları’na halife olarak bırakmıştır. Elyesa, Ehtub'un oğludur. Elyesa, İlyas (a.s.)'ın amcası oğludur. Takriben, M.Ö.1200 senesinde yaşamıştır. 850 seneden 33 beri burada yaşayan ilim adamları tarafından, Elyesa (a.s.) olarak bilinmektedir. Kufi yazı ve muhtelif taşlardaki Arapça yazılarda görüldüğü gibi, kabir Elyesa (a.s.)'ın kabridir. Eski kabri, Eğil ilçesinin Dicle Nehri kenarındaki Teke Mahallesi'nde iken, Teke Mahallesi ve adı geçen kabir, baraj suyu altında kalması nedeniyle, Nebi Harun-i Asefi'nin yanına nakledilmiştir”. Bu peygamberle ilgili halk inanışları da bulunmaktadır: Bölge insanının anlattığına göre; Hz. Elyesa, Eğil’e gelip dinini tebliğ etmiş, ancak, kimseyi inandıramamıştır. Çok yaşlanmış ve bir gün ortadan kaybolmuş ve hiç kimse nereye gittiğini bilememiş. Bir gün, Eğil’de ölen birisini, götürüp gömmüşler. Gömdükleri yerde, Hz. Elyesa’nın mezarı varmış. Elyesa Peygamber ölüye, “buradan git, burası benim mezarım” biçiminde seslenince ölü, “ben ölüyüm gidemem”, deyince, Elyesa, “söyle, seni buradan kaldırıp başka bir yere gömsünler”, demiş. Ölü, yine, ölmüş olduğunu ve kimseye sesini duyuramayacağını söyleyince, Elyesa, “sen seslen, ben insanların duymasını sağlarım” demiş. Ölü, buranın Hz. Elyesa’nın mezarı olduğunu ve kendisini başka bir yere nakletmelerini istemiş ve bunu duyanlar, gelip ölüyü başka bir yere nakletmişler. Hz. Elyesa’nın kabrinin üstüne de kubbe yapmışlar. Bu türbeye, Perşembe günleri hasta olanlar gelir ve adak adarlar. (46) İsrâiloğulları, Elyesa aleyhisselâma bazen uyup, bildirdiği emirleri yerine getirdiler. Bazen de muhalefet ettiler. Elyesa Aleyhisselâm vefatına yakın Zülkifl Aleyhisselâmı yanına çağırıp, kendinden sonra onu yerine halife tayin etti.(41) Eğil ilçesi peygamberler diyarıdır ve aynı zamanda Asurluların ikametgâhıdır. Eğil Dicle nehri yanında kurulmuş bir ilçedir ve peygamber mezarları da bunun yanındadır. Muhatapları Asurlularında burada olduğunu gözlüyoruz. Asur kabartmalarında Asurluların Dicle nehrini taşımacılıkta kullandığını öğreniyoruz. (42) Elyesa (AS), İlyas (AS) dan sonra peygamberliği aldığına göre Hz.İlyas’ın izini Diyarbakır’da aramalıyız 34 Hz. İlyas (a.s) ve Diyarbakır: Elyesa peygambere ,İlyas peygamber,peygamberliği devretmiştir Hz. İlyas M.Ö.9.asırda doğmuştur. Kral Ahab zamanında yaşamıştır.(58)(61) Kral Ahab ismi bize yabancı değildir. Bismil Üçtepe’de bulunan ve şuan British Museum’da bulunan Kurkh Monoliti önemli bir belgedir. (M.Ö. 859 - M.Ö. 824’ye ait) Kurkh Monolit'inde Kral Ahab'ın adı geçer. Kral III.Salmanasar,Hz.İlyas’ın düşmanı Ahab’ı nasıl yendiğini anlatıyor(62) 1848 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Yahudi seyyah Benjamin Haşeni şehrin ayrı bir kesiminde kendi aralarında yaşayan 250 Yahudi aile olduğunu gördü ve onlar hakkındaki gözlemlerini böyle nakletti: 'Çoğu dinimizi biliyor. Kutsal kitaplarımız ve peygamberlerimiz kalplerinde yer edinmiştir. Sinagogda mevcut olan küçük bir oda daima kapalı tutulmaktadır. Bu oda Yahudiler ve diğer dinlere mensup kişiler için kutsaldır. İnançlarına göre Hz.İlyas bu odada peygamberliğini ilan etmiştir. Duvarla çevrili bu odada Aramice bir Tevrat yazması mevcuttur. Aynı yıllarda Diyarbakır'ı ziyaret eden seyyah J.J.Benjamin haham olduğundan bu Tevrat yazmasını inceleyebilme imkanına sahip oldu. Yazma Hazret-i İlyas'ın peygamberliğini ilan ettiği oda olduğuna inanılan odada saklı tutuluyordu. (43) Sinagog’un orijinal duvarı İlyas peygamberin makam adresi: Eski adres: Şeyh Arap mahallesi, Yahudi sokak No:21 Yeni isimlerle adres: Hasırlı mahallesi, Küçük bahçecik sokak No:21’dir. Kapı orijinal kapıdır. Önünde yere konmuş bir sütun vardır. Buradan bir odaya girilir. Bu oda daha önceki sinagogun avlusudur. Kapıdan yaklaşık 4 m.ileride bulunan duvar orijinal sinagog duvarıdır. 35 Elyesa Peygamberi yetiştiren İlyas Peygamberdir. Elyesa peygamberin mezarının Diyarbakır'ın Eğil ilçesinde olduğunu biliyoruz. Haliyle Hz.İlyas'ın bu interlandda olması doğaldır. Nebi Harun-Asafi Aleyhisselam Hazretleri (Asaf bin Behriya): Salnameye göre Eğil kasabasında Nebi-i Müşarun-İleyhin bir güne evkaf-ı şerifesi yoktur.(1) Diyarbakır Eğil ilçesinde Hz. Süleyman’ın katibi, veziri Nebi Harun Asefi’nin kabri vardır. Neml 40. ayette bahsedilen kişi budur. (9) Dünyada ışınlama olayının ilk öncüsü Nebi Harun Asefi’dir. (10) Eğildeki Harun-u Asefi,Hz.Süleyman’ın veziridir. Hz.Süleyman (as) buyruğunu veziri Berhiya oğlu Asafa verirdi. Vezir Asaf’ın emrinde binlerce beyler vardı ve her biri de binlerce kişiye hükmetmekteydiler. (39) Belkısın tahtını getiren de bu kişidir.(40) Bugün Eğil ilçesi Hz. Asaf’ı unutmamakta ve evlatlarına Asaf ismini vermektedir. Örneğin önemli bir sima olan rahmetli Asaf Gördük bunlardan birisidir. Kabri, Eğil ilçesi ve Eğil Kalesi’nin çok rahatlıkla izlendiği yüksek bir tepenin üzerindedir. Eğil’e ulaşmadan sağa ayrılan bir yolla buraya gidilir. Ağaçlarla kaplı olan bu tepe üzerinde, Nebi Harun’un kabri ve türbesi bulunmaktadır. Nebi Harun (Harun-i Asafi)’un kabrinin hemen yanında, ayrı bir mezar daha bulunmaktadır. Bu kabrin, Harun İbn-i Pir-i Can’a ait olduğu, kitabesinden anlaşılmaktadır. (11) Hz.Harun (Esfid Berhiya) (as) M.Ö.900 mezar taşı kitabesi: Nebiyullah Harun merkadidir Asefi ta’bir Ah’i Musa değil lakin Mesihadır, beher te’sir Andede nesli paki kim rüyem ismiyle tahkik et Vekildir enbiyanın, sahibidir bil hayrı ve tavkir Harun-i Asefi Hz.Süleyman’ın veziridir.(12) Kur’an-ı Kerimde Asaf bin Behriya’dan şu şekilde bahsedilir: Neml süresi 38. ayet Elmalı tefsiri; 38- (Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: "Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o Melike'nin tahtını bana getirebilir?" 39- Cinlerden bir ifrit, "Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var." dedi. 40- Kitaptan ilmi olan kimse ise (Asaf bin Berhiya Hz.Süleymanın veziri ve teyzeoğlu), "Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm" dedi. (Süleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce, "Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere 36 Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir." İbn Abbas´ın en meşhur görüşüne göre bu kişi, Hz. Süleyman´ın veziri Asaf İbn Berhiyâ’dır ki bu, Allah’ın ismi azamı’nı bilen sıddîk bir kuldu. O bununla dua ettiğinde, duası kabul olunurdu. (Mefatihül gayb) (Elmalı tefsiri) Nitekim göz açıp kapayıncaya kadar kısacık bir sürede Belkıs'ın tahtı Süleyman Aleyhisselam'ın huzurdaydı. Cenabı Hakkın bu büyük ihsanına şükretti. Süleyman Aleyhisselam, Belkıs gelmeden önce bir köşk inşa ettirmişti. Köşkün avlusunu billurdan yaptırarak, altından akıttığı suya balıkları koydu. Belkıs, zeminin şeffaf bir madde olduğunu fark edemediği ve sudan geçeceğini zannettiği için eteğini çekti. Kendisine, havuzun üstünün camla örtülü olduğu belirtilince, gerek mülk ve saltanat ve gerekse şahsi deha ve zekâ açısından Süleyman Aleyhisselam'ın kendisinden çok üstün olduğunu anladı. Şimdiye kadar hayatını boşa geçirmiş olduğunu, kendisine yazık ettiğini, bundan sonra Süleyman (as)'a tabi olduğunu bildirerek, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olduğunu bildirdi. Söz konusu Belkıs'ın tahtının naklinden haber veren Kur'an-ı Kerim'in; "... Süleyman Belkıs'ın tahtını yanı başında görünce..." (Neml Suresi, 40) ayeti, uzak mesafelerden eşyanın aynen veya sureten naklinin mümkün olduğuna işaret etmektedir ASAF BİN BEHRİYA(as) Nebi Harun (son hali) 37 Şerefname’ye göre Eğil isminin bir kaynağı, fethi zor olan bu kaleye burayı fetheden Asaf bin Behriya’nın Eğil demesiyle ilgilidir. Anlatılanlara göre, Hz. Süleyman’ın yakını (kâtibi, veziri) olan Nebi Harun-u Asefi, bir orduyla gelerek Asurlular’dan Eğil Kalesi’ni almak istemiş. Çok yüksek ve sarp olduğundan dolayı kaleyi ele geçirememiş. Üçüncü kuşatmada, kaleye “eğil” diye bağırmış, kale eğilmiş ve fethedilmiş. Bu ziyaret yerine bölge halkı, Çarşamba günleri gitmekte, hasta olanlar ve daha başka dileği olanlar adak adamaktadırlar.(1) Eğil ilçesi Hz.Süleyman ve Teyze oğlu Asaf bin Behriya: Asaf bin Behriya, Hz. Süleyman’ın veziri olup Eğil’i fetheden kişi olduğuna göre Süleyman Peygamber Diyarbakır’a ve Eğil’e geldi mi? Diyarbakır’ın eski isimlerinden birisi Amid’dir. Bu ismin kaynağı nereden geliyor? Amid ismi Asur kralı Adad Niari’nin kılıcında işlenmiş olarak görülmüştür. Burada Amid kralı ifadesi var. Yani bu kılıç Hz. Davud’un kılıcımı, zira Hz. Davud demir döven Peygamberdi. Hadad Niari demir döven demektir. Amid (Diyarbakır) ismi Hz. Davud’un kılıcında mı yazılıydı? Cambridge instute of Archaeology’de Asur ‘un ilk dönemlerinde İsrailoğulları kontrolünde olduğu ifadeleri var. İkinci Asur döneminde; Süleyman (as), Davud (as), Asurlular kardeşçe bir dönemi yaşıyordu. Asurluların Davud ve Süleyman (AS) zamanında onların kontrolünde olduğunu, yani bunların aynı zamanda Asur kralı olduğunu anlıyoruz. I.Salman Asar da Hz. Süleyman mı? Amed ve çevresi Asur hükümdarı 1.Salman Asar zamanında ve M.Ö.1260 yıllarında tamamıyla Asur hakimiyetine girdi. Bu ilk Asur egemenliği yetmiş yıl kadar sürdü. (34) Süleyman peygamber mi Diyarbakır’ı fethetti. Eğil’de teyze oğlu Asaf bin Behriyanın yatması tevafuk mu? Yani Diyarbakır’ı fetheden Süleyman Peygamber mi ? Hz. Süleyman: Adad NirariI’nin oğlu I Salman Eser ile Kral Süleyman arasındaki benzerliklerde oldukça fazladır. “Eser” kral manasına gelir. Dolayısıyla ‘Kral Salman’ manasındadır. Eser kelimesiyle Asur kelimesinin aynı kökten olduğu da unutulmamalıdır. Semitik dillerde sesli harflerin yazılmadığı, Arapça, Akatça ve İbranicenin semitik dil olduğu göz önüne alınırsa; Arapçadaki Süleyman, Asurcadaki Salman, İbranicedeki Solomon isimlerinin aynı kökten türemiş kelimeler olduğu görülür. Kuran Arapçasında “vav” ve “ye” harfleri uzatma harfi 38 olarak da kullanıldığını bilirsek 3 dilde de yazılım “slmn” şeklinde olur ve büyük ihtimalle bu 3 kişi aynı kişidir (Adad ile Davud isimlerinde de kullanılabilir: dd şeklinde). Ayrıca Kral Süleyman’da Kral Salman gibi geniş bir krallık kurmuştur. Babaları olan krallarda birbiriyle uyumludur. Günümüz Tevrat’ına göre düşünürseniz Kral Süleyman’ın krallığı Filistin’de küçük bir krallıktır. Kuran’da ise, o zamana kadar kimsenin görmediği kadar büyük ve zengin bir krallıktır. (33) Hz. Davut: Aynı şekilde, Asur Kralı Adad inari I ile Kral Davud arasındaki benzerliklerde göz ardı edilmekte. Adad veya diğer bir okunuş tarzıyla Hadad, şimşek tanrısının ismidir deniliyor ve Asurlar’da bu tanrıya ait tapınağın bulunmadığı da ekleniyor. Asurca sözlükte “hadadu” kelimesi ‘kükreme’, ‘gürleme’ manasındadır. Ayrıca Asurca, Arapça gibi semitik bir dildir ve Arapçadaki demir anlamına gelen “hadid” kelimesiyle hadad kelimesi aynı köktendir. Adad Ninari I’in yaşadığı yüzyıl ile demir çağının başladığı yüzyıl aynıdır. Adad Ninari I, Mitaniler’e karşı bağımsızlık savaşını devam ettirmiştir. Mitanni hükümdarlarının lakabı Hani- Golbat’tır. Kuran’da Kral Davud ile ilgili ayetlere bakıldığında; ‘gür sesli olduğu’, ‘demiri kolayca işlediği’, bağımsızlık savaşında Calut’u öldürdüğü görülür. Asurluların Mitanilere karşı bu üstünlüğünün, ‘demir silah’ kullanımına bağlı olduğunu düşünüyorum. Arapçadaki Calut, İbranicede Golyat’tır. İbranicede “c” harfi bulunmaz ve yerine “g” harfi kullanılır. Arapçadaki Mecüc’ün İbranicede Magog diye yazılması gibi. Golyat, Calut ve Golbat kelimelerinin kök bakımından benzer olup, bu kişilerin aynı olması göz ardı edilmemelidir.(33) 39 Buradaki kabrin Hz. Musa’nın kardeşi Hz. Harun’a ait olabileceği söylemi de vardır. Harun (a.s.), Hz. Musa (a.s.)’ın yardımcısı olarak İsrâiloğullarına gönderilen bir peygamberdir. Vefat ettiğinde 123 yaşında olduğu Kitab-ı Mukaddes’te zikredilmektedir. Vefat ettiği zaman Hz. Musa (a.s.) tarafından “Hor Dağı”nın tepesine defnedilmiştir. “Hor Dağı”nın nerede olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, “Hor” kelimesinin Tevrat’ta, ilimizi de içine alan bölgenin ilk medeni ahalisi olan Hurri’ler için kullanıldığı bilinmektedir. Hz. Harun’un vefat ettiği dönemde İsrâiloğullarının arz-ı mev'ûda girmelerinin yasaklanmış olduğu, bu nedenle Hor Dağı’nın arz-ı mev’ûd dışında olması gerektiği2, bu nedenle Eğil’de bulunan bu mezarın Hz. Musâ’nın veziri Hz. Hârun’a ait olabileceği düşünülebilir. Kaynaklarda bu mezar kaynaklarda Hârûn-ı Âsafî’ye nispet edilmektedir ki “Âsaf” kelimesi İslâm dünyasında vezir karşılığı olarak kullanılan bir terim olup Hz. Hârun (a.s.)’da Hz. Musa (a.s.)’ın veziri ve yardımcısı idi Hz. Musa ve Hz. Hârûn (a.s)’ın bölgemizde bir dönem bulunduklarını teyit eden bir bilgi de, şehrin fethinden sonra Ulu Camiye çevrilen mabedin Hz. Musa (a.s.) zamanında yapılmış olduğu konusundaki rivayetlerdir: “Müverrih-i Rûm ve ger ukalâ-ı dûrbîn-i zevî’l-mefhûm cümlesi müttefiklerdir ki bu ibâdetgâh-ı atîk tâ Hazreti Musa Aleyhisselâmın zaman-ı saadetlerinde binâ olunmuştur”. Hârûn-ı Âsafî (a.s.)’ın türbesi, Eğil İlçesi’nde, Nebi Harun Tepesi olarak bilinen tepenin üzerinde, Nebi Zülkifl Türbesi’nin yanındadır. Nebi Harun (a.s.)’ın kabrine, türbe müştemilatında bulunan mescid kısmından geçilmektedir. Türbe, Vakıflar Genel Müdürlüğü veritabanında “Nebi (Peygamber) Harun Türbesi” adı ve 21.06.01/02 envanter numarası ile “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kayıtlıdır (1) Bu üç muhterem zatın Eğil’de ne işi var, gibi bir soru gelebilir. Ancak Eğil’in geçmişte Asurluların önemli bir merkezi olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu sorunun cevabi kolaylıkla bulunabilir. M.Ö. 922 yılında Asurluların Kudüs’e saldırıp bölgedeki 10 Yahudi Krallığını (Kabilesini) dağıttığını Asur ve Yahudi yazılı kaynakları (Eski Ahit) kabul etmektedir. Bir ihtimal, bu zatlar Asurlular tarafından bu tarihlerde sürgün amacıyla Kudüs’ten alınıp Eğil’e getirilmişlerdir. İkinci bir ihtimal de, bu zatların Kudüs’ten hicret ederek gelip bu topraklara 40 yerleştiğidir. İkinci ihtimale göre, bu olayla M.Ö. 597-586 yılları arasında meydana gelmiştir. Yazılı tarihi kayıtlara göre Kuzey-Mezopotamya ve civar toprakların egemenliği konusunda Asurlularla Babilliler arasında sürekli bir rekabet olmuştur. Eski Ahit (Tevrat)teki anlatımlara göre Babil kralı I. Nebukadnezar M.Ö. 587 yılında Kudüs’e saldırarak Kudüs’ü ve Yahudilerce Kutsal kabul edilen Kudüs’teki Süleyman Tapınağını yakıp yıkmış ve Kudüs’ü yerle bir etmiş, Kudüs halkını (Yahudi halkı) alıp Babil’e sürgüne götürmüştür. Bu zatların bu olaylar esnasında Kudüs’ten hicret ederek gelip Eğil’de Asurlulara sığınmış olması mümkündür. Zira bu tarihlerde Babilliler ile Asurlular arasında bir rekabet ve düşmanlığın bulunduğunu tarihler yazmaktadır. Bu zatların Eğil’e gelmelerinde bu ikinci ihtimal daha kuvvetlidir. En Azından Harun-i Asefi bakımından bu ikinci ihtimal daha kuvvetlidir. Zira bu zatın mezarı üzerindeki kitabede zatın Hz. Süleyman’ın katibi olduğu yazılmaktadır. Süleyman’ın tapınağı I.Nebukadnezar tarafından yıktırıldığına göre bu zatın hicret edip Eğil’de Asurlulara sığınması daha mantıkidir.(13) Nebi Hallak Aleyhiselam hazretleri Salnameye göre Eğil kasabasında Nebi-i müşarun –ileyhin bir güne evkaf-ı şerifesi yoktur . Kabir, Eğil ilçe girişinde, bir meşe ağacının yanındadır. Nebi Hallak kabri 41 Nebi Harut Aleyhisselam: Salnameye göre Eğil kasabasında Haciyan mahallesinde nehir kenarında medfundur. Nebi-i Müşarun-İleyhin bir güne evkaf-ı şerifesi yoktur. (1) Su altında kaldı. Diyarbakır salnamelerine baktığımızda Eğil’de Nebi Harut isimli bir peygamberden bahsetmektedir (Diyarbakır salnameleri. cilt:4/208) Eğildeki Harun-u Asefi(AS) Hz. Süleyman zamanında yaşamıştır. Harut ve Marut olayı da Hz. Süleyman zamanıyla ilgilidir. Hz. Süleyman cinleri hizmet ettirmiştir. Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Diyarbakır efsaneleri isimli kitabında cinlerle ilgili oldukça fazla hikaye yer almaktadır. Eğille ilgili olanları da gözönüne aldığımızda Hz. Süleyman, Hz. Harut, cinler, Harun-u Asefi konuları bir tevafuk durum arz etmektedir..Yunus Sahabe ve tabiinden önemli kimseler Harut ve Marut’un melek olmayıp insan olduğunu ifade eder.(Taberi,Tefsir,I,458-59) Bu iki şahıs sihirle uğraşarak, onun olumsuz yanlarından insanları korumaya çalışmışlardır.(38) Eğil’de ismi geçen Nebi Harut’un bahsedilen kişilerle ilgili olup olmadığını bilmiyoruz Yunus (AS) Eğil ilçesinde Hz.Zennun kabri vardır.Enbiya süresi 87.ayette Hz.Yunus,Zennun(balık sahibi) olarak ifade edilir.Eğil ilçesinde Hz.Yunus’un makamı,Diyarbakır’da kabri vardor Yûnus (a.s)'ın Yakub (a.s)'ın torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber veriliştir. "Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'ada Zebûr'u vermiştik" (en-Nisâ, 4/163). Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)'da Yunus (a.s) ile aynı soydan, Yakub (a.s)'ın torunlarındandırlar. Yunus (a.s)'ın nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kur'ân'da şöyle geçmektedir:"Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147). O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler. 42 Yunus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, (42). Yunus (a.s)'ın adı, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus sûresidir. Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kişi ona imân etti (İbn Esir, elKâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152). Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'ın zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terletmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir: "Zünnûn (Yûnus)'a gelince, O, öfkeli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka hiç bir İlâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti." (elEnbiyâ, 21/87). Hz. Yunus Musul'un bir şehri olan Ninova'dan ayrıldıktan sonra gemiye binmiş, gemi Dicle ortasına gelmiş, geminin durması üzerine gemi içindekiler Yunus peygamberi suçlu kabul ederek Dicle'ye atmış ve Yunus peygamberi balık yutmuştur.(14) Balık karnında Yunus (AS)’ı önce Übülle’ye, sonra Dicle’ye, sonra Nineva’ya kadar götürüp deniz sahiline bırakmıştır. (Taberi Tarih, c. 2, s. 43. Salebi-Arais, s. 409. İbn Esir-Kamil, c. 1, s. 363.) Yani Dicle’de Yunus (AS)’ın balığın karnında yolculuğu da vardır. Balığın kanından çıkmayı takiben Hz. Yunus Musul’a gelmiş, Hz. Yunus’a Musul halkı üç yıl iman etmiş, ancak tekrar isyan edilmiş, akabinde Hz. Yunus Musul’u terk etmiştir. Diyarbakır'a gelmiştir. Hüsn-ü kabul nedeniyle de Diyarbakır'a duası vardır. Fis kayası Hz. Yunus'un 7 sene kaldığı bir mekândır. (Yakut-u Hamevi: Mücem ül Buldan ve Abdülgani Fahri Bulduk: Ceziretül Arabın Muhtasar Tarihi) (Hz.Yunus ve balık olayı Dicle nehrinde olmuştur.Kudüs ,Hebronda Yunus kabri,daha çok Akdeniz ilişkilidir.Burada başka bir Yunus kabri veya Hz.Yunus makamı olabilir) 43 Fiskaya’da Yunus (AS) makamı Fis kayası Hz.Yunus'un 7 sene kaldığı bir mekandır.Hz.Yunus önce Musullulara tebliğde bulunmuş cevap alamamış,Diyarbakır'a gelmiştir.Hüsnü kabul nedeniyle de Diyarbakır'a duası vardır. (Yakut-u Hamevi:Mücem ül Buldan ve Abdülgani Fahri Bulduk:Ceziretül arabın muhtasar tarihi) Basri Konyar:Diyarbakır Tarihi.1936.s.1/13 Peygamberimiz(SAV)’ın Diyarbakır’a duası ve aşağıda belirttiğimiz gibi Yunus peygamberin Diyarbakır’a duası Diyarbakır’ı manen ve madden ayakta tutan unsurlardır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu konuda şöyle bir olay anlatır: Yunus Peygamber Musul’dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda güzelliği ile tanınmış “Amida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus Peygamber bu kızla konuşur, görüşür. Amida'ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus Peygamber Diyarbakır'a yapılacak kalenin planlarını çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin inşası tamamlanınca Yunus Peygamber: "Kal'anız mamur olsun, gönlünüz sürûr dolsun" diye dua eder. (6) Timur tarihini okuduğumuzda Hz. Yunus’un Diyarbakır merkez Sur içinde olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. 1936 baskılı Hasan Basri Konyar’a ait ‘Diyarbakır Tarihi’ s.203’e bakalım: Amid Timur ordusuna 5 gün dayanabildi. Şehre giren Timur Yunus ve Cercis Peygamberlerin kabirlerini ziyaret etti. Üzerlerine birer kubbe yapılması için birçok para verdi. Diyarbekir fakirlerine ihsanını esirgemedi. 18. Yüzyıl büyük Osmanlı tarihçisi Avusturyalı Baron Joseph von Hammer Purgstall Timur tarihini anlatırken: “Diyarbekir’in idare merkezi Amid hücum ile zapt ve yağma edildi; 44 Timur, Yunus ve Circis peygamberlerin kabirlerini ziyaret ile üzerlerine birer kubbe inşa olunmak üzere yirmi bin kepik (lira) ita ve her geçtiği yerde fukaraya çok sadakalar dağıttı”der. (21) Diyarbakır sur içinde Hz.Yunus’un oğlu ve torunun olduğuna dair bir söylem vardır. Diyarbakır’da Nasuh Paşa Camii’nin yanında bir türbe vardır. İçinde ise iki kişiye ait kabir bulunmaktadır. Türbenin kapısında Yunus Peygamberin oğlu Ogeda ve onun oğlu olduğu ifade edilmektedir. Literatür desteğini bulamadım. Ancak bu yazıyı yazanların hangi bilimsel temeli olduğunu bilmediğimden aksini iddia edemiyorum. Bu açıdan resimleri koymakla yetineceğim Zincirkıran türbesi ve Yunus (AS) oğlu ve torunun olduğu söylenen kabirler Yunus peygamber’in Fisk kayada ikameti ve Diyarbakır yaşamı konusunun kaynağı yabancı yazarlara da konu olmuştur. Martin van Bruinessen,Hendrik Boeschoten bu bilginin kaynağının Ermeni tarihçi Migdisi olduğunu ifade eder.Yine Mardin kalesi ve Hz. Yunus ilişkisi de aynı tarihçide yeralmaktadır.(IV,varak 210r,17-18) (Martin van Bruinessen,Hendrik Boeschoten.Evliya Çelebi Diyarbekir’de.İletişim yay.İst.2003.s.35) Önce Hz Yunus önce Asur’lara geldi,yani onların peygamberiydi.Sonra Süryani Hristiyanlar onu benimsedi.İncil’de de Hz Yunus anlatılmaktadır. Gerek bugünkü Asur kavmi ve gerekse onların hristiyan varyantı Süryaniler Musulda Hz Yunus peygamber’in mezarının varlığını kabul etmemektedir. 45 Musulda Nebi Yunus tepesi camii,kilisenin yerine 13.yüzyılda yapılmıştır.Bütün bu tepenin altında Kral Senharib’in Güneybatı sarayı bulunmaktadır Musul bölgesini gezen Kudüsteki İngiliz konsolous Harry C Luke(Luke,1925.s.34) yazdığına göre Nebi Yunus cam,,,Mar Şam’un öncüleri,Musul’da otururken,Nesturi hristiyanlarının katedraliymiş.Luke’a göre o türbede yatan peygamber Yonan(Yunus) olmayıp Nesturi patriği Topal Yuhanna imiş (Friedrick Aprim.Asurlular.Mezopotamya kitaplığı.İst.2008.s.96,119) Eğil ilçesinde Hz. Zennun: Kur'an-ı Kerimde Enbiya süresi 87. ayette “Zünnun'u (Yunus'u) da an” denmektedir (Elmalılı meali). Tefsirlerde Zünnun=Balık sahibi anlamında yorumlanmaktadır. Zünnun tefsirlerde ve islam tarihlerinde Yunus (AS) olarak anılmaktadır. Ancak A. Cemil Akıncı Hz. Yunus için halk sahibi anlamında Zennun ifadesini kullanmaktadır. Eğil bölge olarak da Hz. Yunus'un yaşadığı devletin içindedir. Hükümdar Sardanapel Hz. Yunus'a “Ben yalnız Ninova'nın değil bir ucu Fırat ötelerine, diğer ucu İran ortalarına dayanan Asur devletinin hükümdarıyım” demektedir. Hz. Yunus'un bu bölgede yaşama yönü haritasal olarak Tarih-ul Enbiya ve Rüsul isimli eserde de geçmektedir. Diyarbakır salnamesinde Hz. Zünnun’a eizze-i kiram der. Eizze-i kiramdan Zünnun hazretleri Eğil kasabasında medfundur. (1) Bu durumda Eğil’deki kabir ya Zennun isimli bir evliya kabridir veya Yunus(AS) makamıdır. Yunus Peygamber’in diğer ismi Zennun’dur.Eğilde Zennun Nebi mezarı 46 Nebi Zennun kabri Eğil’de Ocak 2006 nüfus md. kayıtlarına göre 5000 nüfuslu ilçede 6 Zennun, 160 Yunus ismi vardır. A.Cemil Akıncı (s:550) ise bu terminolojiyi şu şekilde açıklar: “Hazret-i Yunus (AS)'a peygamberden yahut isminden çok halk sahibi manasına gelen Zennun diyorlardı. Hazreti Yunus (AS) bu lakaptan memnundu. Çünkü ilahi gazab olayı her (Balık Adam) deyişlerinde akıllarına gelir ve yeni nurlu yoldan sapma heveslileri çıkarsa derhal vazgeçerlerdi”. Danyal (AS): Hz.Zülkifl'in kabri Eğil'de olduğuna ve 20 yıl önce kabri taşınırken bedeni görüldüğüne göre çocukları Danyal (AS) ve Üzeyir (AS) de bu bölgede mi bulunmaktadır? Danyal Peygamberin mezarı Eğil Emniyet Binası’nın arka bahçesindedir. 40 yıl önce üzerinde kubbesi varken sonradan bu kubbe yıkılmıştır. Eğil halkının bir kısmı, burada Danyal Peygamber’in kabrinin bulunduğuna inanmaktadır. Bunun yanında, Danyal Peygamber’in bir makamının da, Zülkifl, Elyesa ve Harun Asefi’nin türbelerine doğru giderken, sağ taraftaki bir dağın tepesinde olduğu da ifade edilmiştir. Belirtilen yerde herhangi bir yapı bulunmazken, burası ağaçlıklar içindedir ve makam olduğunu gösteren herhangi bir işaret bulunmamaktadır.(15) Bu hususta Prof. Dr. Mesut Erdal’ın zaman gazetesine verdiği demece bakalım 47 Danyal A. S. Kabri Diyarbakır'ın Eğil ilçesinde yapılan çalışmalarda Hz. Danyal Peygamber'e ait olduğu iddia edilen mezar bulundu. Eğil İlçe Emniyet Müdürlüğü arka bahçesinde bulunan ve bir zamanlar türbe olduğu anlaşılan kalıntı üzerin çalışma yapan akademisyen, mezarın Hz. Danyal Peygamber'e ait olduğu fikrinde birleşti. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Erdal, kalıntılarına rastladıkları mezarın, Eğil ilçesinde yaşamış muhtemel peygamberler arasında bulunan Hz. Danyal'a ait olabileceğini söyledi. Hz. Danyal'in mezarı bulundu. (16) 40 yıl önce Eğil ilçesi Emniyet binası bahçesinde Danyal (AS) olduğuna dair yaşlıların imzalı ifadeleri: Zülkifl(AS),Danyal(AS) ve Eğil ilişkisine bakalım: Zülküfil Peygamberin çocukları Danyal, Üzeyir, Mişael, Hananya'dır. Hz. Zülküfl Onlara önemli Tevrat levhalarını, Zebur'u 48 ezberletiyor ve açıklamalar yapıyorlardı. Hz. Zülküfl’in (AS) emirlerini tamamen yerine getiriyorlardı. Babil Kralı Bahtunnasar Kudüs'e girmiş, Zülküfl peygamberi ele geçirememiş, ancak 4 çocuğunu yanına aldırmıştı. Özellikle de Danyal'la daha çok ilgilenmişti. Hz. Zülküfl Hicaz, Yemen, Mısır topraklarında bir zaman dolaştı. El attığı her insanın gözleri kör, kulakları, sağır, ağzı tutuk, kalbi katıydı. Bu sefer kuzeye çıktı Hazreti Zülkifl (AS). Şam bölgesinde kaldı, Toros eteklerine ulaştı. Şimdiki Bitlis’te epeyce oyalandı. Hatta Ergani’ye kadar ulaştı. Halkın kimisi konuşmadan haz duyuyor, kimi kaş çatıyor, öldürmeye çalışıyordu.(14) İşte bu aşamada Hz. Zülkifl Tevrat’ı ezberlettiği Danyal (AS) aramaya başlar. Neticede bulmuş ki kendi kabrine yakın bir yerde Hz. Danyal’ın kabri de bulunmaktadır. Danyal Peygamber ve Diyarbakır ilişkisine dair bir veri de Danyal (AS)’ın Diyarbakır ve Eğil’in yanından geçen güzergâhıyla ilgili olarak bir insiyatife sahip olmasıyla ilgili yaygın rivayetlerin olmasıdır. Allah, Hz. Danyal'dan Dicle'nin suyunun çıktığı mağaranın önüne gitmesini istemiş ve demiş ki: “Buradan itibaren çizgi çizerek yürü. Su seni takip edecek. Ama fakirlerin, vakıfların malına yetiştiğin zaman yol değiştir ki su onlara zarar vermesin.” Danyal Peygamber Basra'ya hep garibanları koruyup asasıyla yatağı çizmiş. Bunun için Dicle hep zikzaklar çizermiş. Elindeki asa ile suyun çıktığı mağaradan, Basra’ya kadar çizgi çizen Danyal peygamber, Tanrı’nın buyruğuyla kimseye zarar vermemek için güzergâhını sürekli değiştirir. Hz Danyal kabri ile ilgili olarak Basra bölgesinde Sus şehri söylenir. Ülkemizde de bunun Tarsus olduğu iddia edilir. Hz. Danyal’ın kabrinin Sus şehrinde olduğu belgeli değildir. Hz. Ali’ye ithaf edilen belgesiz rivayete bakalım: Bazı İslami kaynaklarda, Hz. Danyal’ın cesedinin Hz. Ömer zamanında Ebu Musa el-Eşari tarafından fethedilen Sus (Huzistanda bir kent) şehrinde kralın hazine dairesindeki bir odada bulunduğu ve cenaze namazı kılınarak defnedildiği şeklinde mevsuk olmayan rivayetler nakledilmiştir. (17) Bu bilgi ispat edilemeyen bir bilgi olduğu için biz tekrar Eğil ilçesine döneceğiz. Özet olarak her ne kadar başka illerde de Danyal (AS) kabri olduğu ifade edilse de Eğil ilçesinde Danyal (AS) kabri veya makamı bulunmaktadır. Kardeşi Üzeyir peygamberin makamı da Diyarbakır’ın komşusu Adıyaman'dadır. Eğil ilçesine de yakındır. Zira Çermik ilçesinden bu makama kısa sürede ulaşılmaktadır. Adıyaman’da Kahta’dan Gerger’e giderken Alidar köyünde Üzeyir Peygamber makamı vardır. Su Tepe-Siver mezrası içinde ve ilçe merkezine 20 km mesafede, yol üzerindedir. Kabir üzeri taş ve topraklı duvar üstü ağaçla 49 kaplı, 5x5 m. ebadında iki odalı bir türbedir. Bir odası kabir, diğer odası da ziyaretçilerin ibadet yeridir. (36) Hz.Danyal,Zülkarneyn(II.Kuroş) danışmanıdır.İslami kaynakların çoğunda Zülkarneyn’in Lice ilçesinde olduğu belirtilir.Zül.karneyn burada olduğuna göre danışmanı Hz.Danyal’ın kabrinin burada olması doğaldır Pers hükümdarı Kuroş(Zülkarneyn) Lice’de Zülkarneyn kalesi (Kehf Süresi) Hz.Danyal,Kuroş’un danışmanıydı. Apokrif kitap / Bel Ejder 1.Bab, 2. Cengiz DUMAN. www.kurankissalari.tr.gg Zülkarneyn’in Licede olduğunu gösteren belgeler Zülkarneyn kalesi ve mağarasının Licede olduğu tarihi vesikalarla da teyid edilmektedir. 1139’da Zengi , Siirtten başka Hizan,bakırı ile meşhur Maden ve Zülkarneyni aldı. El-Mes’udi (ö.345/956-7),Diclenin beşinci iklimde,Amid bölgesindeki Hısn-ı Zilkarneyn mevkiinden doğduğunu söyler İbnül Esir,el Kamil fi’t-tarih.c.X.s.215 isimli eserde 516/1122 yılında,Amid’e bağlı Zülkarneyn ve Ergani kaleleri civarında bakır madeni keşfedilmiş ve o tarihten itibaren işletilmeğe başlamıştır. Mesudi,Yakut,Kazvini,Himyeri ve İbnul verdi gibi tarihçiler Diyarbakır surlarının Zülkarneyn kalesi olduğunu ifade eder. Zülkarneyn isimli mekan MS.639 İyaz bin Ganem tarafından fetholunduğu zamanda telaffuz ediliyordu.Vakidi (S.170) eserinde şu cümleleri kullanır: ‘İyaz,Amid’i kuşatmaya karar verdi.Önce Balu (Palu),Hana (Hani),Hetah,Meyyafarakin,Süveyda,cebel-i Cur ve Zulkarneyn gibi yerleri almanın doğru olacağını düşündü. Doğu Kartalı ve İki Boynuzlu Koç tabiri Şiraz'da bulunan iki kanatlı ve iki boynuzlu Kuruş 50 Danyal peygamber Kuroş’u işaret ediyor . Ve gözlerimi kaldırıp baktım ve işte ırmağın önünde bir koç durmakta idi ve İKİ BOYNUZU vardı. Ve bu iki boynuz yüksektiler; ancak biri ötekinden daha yüksekti ve yüksek olanı sonradan çıktı. Koçu garba, şimale ve cenuba doğru tos vurmakta gördüm Danyel peygamber bu rüyanın yorumunu rüyasında Cebrail (as)'a sorar O da: "Gördüğün iki boynuzu olan koç Medya ve Fars Krallarıdır. Ve O kıllı ergeç Yunan ili kralıdır der" (Dan. 8/20-21) Kuroş’dan sonra iktidara gelen Dara ile ilgili olarak Mardin’e 25 km ötede Dara harabelerini görüyoruz .Resim:dariaoguz.sitemynet.com Dara M.Ö. 530-570 tarihlerinde inşa olmuştur 51 Bir yakın mekan daha var.Pers kralı ,Tunceliyi fetheder. Buraya Daranalis ismi verilir. (Ali Kaya.Dersim Tarihi.Can yay.2002.s.15.) Bu veriler ışığında Kur’anda ismi geçen Zülkarneyn’le Diyarbakır arasında ciddi bir ilişki gözleniyor Zülkarenyn dünyanın iki ucuna(Egede Likya,doğuda Hindistan) gittiği için bu bölge onun ana üssü olmuştur Üzeyir (AS) ile ilgili olarak Kur’an da Bakara-259’da geçen hayvanın ölüp tekrar dirilmesi olayının Nusaybin’de geçtiği, belirtilmektedir. (37) Nusaybin’de Diyarbakır’a yakın bir ilçemizdir. Adıyaman ve Malatya, Diyarbakır’ın komşu illeridir. Memluklu devleti kaynaklarında, Dulkadiroğulları ve diğer Türkmenlerle meskun olan Malatya ve havalisi için "İklim AI-Ozaria (Üzeyir Ülkesi) lakabı kullanılmıştır. (51) Eğil’de diğer nebiler Hasan Basri Konyar Diyarbakır yıllığı.1936. s:277-278'de Hz. Harun'un yanında oğlu Ruveym'in, Elyesa (AS) yanında yeğeni Hürmüz'ün yattığını ifade eder. Kitapta 'ağaçlıkla dağ ve tepelerden, eski ve yeni mezarlıklardan geçilerek Harun tepesine varılır. Müstatil biçimde olan yapının methalinde şu kitabe mevcuttur.: Haza kabril merhum Harun ibni Piri Can, içeride Harun ile oğlu (Ruveym)e ait olduğu söylenen iki mezar vardır. 'Burada Nebi Harun'unun yanında Nebi Ömer Perican'ın yattığını tarihi kişilikler ifade etmektedir. (Merhum M. Salih Öge Tekyalıdır Kökleri Molla Hasanlıdır). M. Salih Öge'ye ait bir tarihi evrakta Tekyalı Salih Efendi, Nebi Harun ve Nebi Ömer'in isimlerini bir tamir sırasında mezar taşlarında okuduğunu beyan etmektedir. Bennan Basri Konyar 279.sayfada eski Zülküfül yatırını anlatırken 'Koridorun sonuna doğru küçük bir kapı görünür. Bunun tam üst dilini teşkil etmek üzere konulan kırmızı taş üzerine: Haza Merkad Nebi Zülküfül aleyhisselam ibaresi yazılmıştır. Burada yine duvar üzerine konulan küçük bir taşta Bennan’ın adı vardır.(Ebü İmad) ' 52 Pir Musa ve Muştak Zülküfl Peygamberin mezarı nakledilirken yardımcısı olan bu iki kişinin mezarı nakledilmemiş, su altında kalmıştır. Baraj suyu azaldığında türbe bir ölçüde gözükmektedir.Bu iki kişinin manevi derecesini bilmiyoruz. SAHABE İLÇESİ EĞİL DİYARBAKIR’IN SAHABELER TARAFINDAN FETHİ: Hz. Ömer Halifeliği sırasında Bizans imparatoru Heraklius (610-641) bulunuyordu. İslam orduları Yermük Savaşıyla Heraklius'u yenerek Suriye'yi fethetti. Hz. Ömer Kuzey Mezopotamya Bölgesinin fetih işini İyas Bin Ganm'a verdi. İyas, sekiz bin kişilik bir orduyla harekete geçti, ordusunda bine yakın Sahabe vardı. Kuşatma beş ay sürdü. Fetihte İyaz b. Ganm Mardin Kapıyı, Said b.zeyd Urfa Kapıyı, Muaz b.Cebel Dağ Kapıyı, Halid b.Velid Yeni Kapıyı tutmuştu. Halid Bin Velid sur dibinde yaptığı keşiflerde surun doğu vadisine bakan yönünde şimdiki dairesinin bahçeler cihetinde gördüğü gizli su deliğini genişleterek oradan içeri girebileceğini keşfetti. Şehre menfezden ilk giren Halid b Velid oldu. Onu Amir b. El Ahvas, Huzeyfe b.Sabit, İmran b. Bişr, Selame b.Yes’ub, Macid b.Talha, el-Müsenna b. Asım, Salim b. Adiy, Malik b. Hafs, Hattab b.Cabir, Eflah b. Saade ve diğer Sahabiler takip etti. Yüz kadar Sahabe şehre girmeyi başardı. Bunların beraberinde kılıç ve hançerlerinden başka silahları yoktu. Halid’in adamlarından on kişi kapıya yüklenerek kapıyı kırdılar, kilitleri söktüler, zincirleri keserek kapıyı açtılar. Öte yandan Iyaz da, Halid kendisinden ayrılır ayrılmaz kapının önüne gelmişti. 53 Böylece Amed, 639'da feth edildi. Halkın silahları toplatıldı. Kendilerine iyi muamele edildi. Halkın İslam Dinini kabul etmesi için zorlanılmadı. Buna rağmen halk kendi isteğiyle İslamiyet’i kabul etti. İlk iş olarak şehrin Ortasındaki Mar-Tamu (Sain-Toma) Kilisesinin bir kısmı, sonradan tamamı camiye (bugünkü Ulu camii) çevrildi ve Müslümanların ibadetlerine ayrıldı. (Vakidi.s.183) Vakidi aynı zamanda gizli su deliğinin tespitinide şu şekilde aktarır, “Amid’in kuşatması sırasında çadırını Su Kapısı civarında (bu günkü Kıtılbil ve Yeni köyde karargâh yeri olmuş) kurmuş olan Halid b. Velid her gün yanındaki askerlerle şehrin o yanlarında gözcülük yapıyordu. Human adında bir kölesi vardı. Bu köle her gün arpa unundan yapılma olan birkaç ekmeği iftar için Halid b. Velid’in çadırına bırakırdı. İki üç gün ekmek bulamayan Halid b. Velid ‘azık mı tükendi nedir üç akşamdır ekmek yok’ diye sordu. Kölesi de her akşam ekmeği bıraktığını söyledi ve çadırı gözetlemeye koyuldu. Human, kale duvarının dibinden bir köpek gelerek çadırına girip ekmeği kaçırdığını gördü. Köpeği takip edip, köpeğin kale duvarı dibindeki bir sel çukuru yolundan içeri girdiğini tespit etti. Bunun üzerine Human koşup durumu Halid b. Velid’e haber verdi. Halid b. Velid gidip baktı ve duruma çok sevindi. ‘Mahiyetimde su yolundan şehre girmek için Allah uğruna kendimi koydum. Benimle içeri girmek için sizden yüz kişi isterim.’dedi. Çıkan yüz kişiyle doğruca Iyaz b. Ganem’in yanına gidip keyfiyeti bildirdi. O’da ordusuna kale içinden tekbir sedaları işitir işitmez hemen harekete geçmelerini teklif etti. Halid b. Velid gece yarısı yüz kişiyi alıp su yoluna gitti. İlkin Halid b. Velid, ikinci Amr b. Avsah, üçüncü Huzeyfe b. Sabit, dördüncü Amr b. Beşir ve diğerleri içeri girdiler. Doğruca şehrin orta yerine vardılar ve orada yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar. Uykuda olanlar uyandı uyanık olanlar da korkudan titremeye başladılar. Halid b. Velid, icab eden yerleri tutturdu ve on çeri gönderip surun kapısını açtırdı. Melike Meryem, İslam askerlerinin şehre girdiğini anlayınca kıymetli eşyaları ve mahiyeti ile birlikte kendi sarayında bulunan azim ve gizli yolla Ermen kapısından taşraya çıkıp Bilad-ı Ruma gitti. Yer altından giden bu gizli yolun Seyrantepe’ye çıkmakta olduğu bu gün bile halk arasında söylenmekte ve bazı izlerine rastlanmaktadır.(114)(115) 54 Sahabeler Kenti Diyarbakır: Manevi Bir Değer Olarak Hz. Süleyman ve Haziresi (116) Hz. Süleyman Camisi ve haziresi, Diyarbakır’ın en önemli manevi mekânlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu mekâna manevi değer katan en önemli unsur, Diyarbakır’ın (Amid) Müslümanlar tarafından fethinde görev alan önemli komutanlardan Halid b. Velid’in oğlu olan Süleyman b. Halid’in ve arkadaşlarının kabirlerinin burada bulunmasıdır. Hiç şüphesiz bu fetih hareketinin diğer en önemli özelliği ise, şehri kuşatan ordunun birinci kuşak sahabelerden oluşmasıdır. Anadolu’nun İslamlaşmasında Diyarbekir bölgesinin Müslümanlar tarafından fethinin önemi büyüktür. Diyarbakır Kentinin (Amid), çok erken dönemlerde Hz. Peygamberin vefatından yaklaşık yedi yıl sonra (h.639) İslam’la tanıştığını görmekteyiz. Bu fethin gerçekleşmesi sırasında birçok sahabe şehit olmuştur. Diyarbakır fethine katılan sahabelerin birçoğunun daha sonra yanlarına ailelerini de getirdikleri kaydedilmiştir. Fetih esnasında 40 şehidin yanı sıra, fetihten sonra buraya yerleşen ve daha sonra eceliyle ölen 500 sahabe kabri bulunmaktadır. Örneğin İyaz’ın ailesinin 641’de Diyarbakır’a göç ettiği dile getirilmiştir. Diyarbakır’daki Eyyubi (Eba Eyyup) ailesinin bu sülaleden geldiği bilinmektedir. Bu fetih sırasında bazı kaynakların yirmi beş, bazı kaynakların yirmi yedi olarak verdiği sahabelerin şehit oluşudur. Bütün kaynaklar burada fetih sırasında şehit olduğunu kabul etmekte ancak hem şehit sayısı hem de şu anda türbede bulunanların gerçekte bu şehitler olup olmadığı konusu ise tartışmalıdır. Bu ihtilafın nedeni, türbelerin yapılışı ile fetih dönemi arasında geçen süreçten kaynaklanmaktadır. Bunun dışında bu sahabelerin hayatı hakkında pek fazla 55 bilgi olmayışındandır. Her ne kadar kaynaklar, türbelerin bu sahabelere ait olduğunu söylese de, yine de ihtiyatlı olmak gerekir. Türbede bulunan şehitlerin isimlerini 1631-1633 yılları arasında Diyarbakır valiliği yapan Silahtar Murtaza Paşa’nın türbeleri onarmasından sonra astığına dair manzume de görmekteyiz. 1801-1802 yıllarına ait Diyarbakır salnamelerine göre, (4/208) Hz. Süleyman Camii haziresinde şu sahabelerin yattığı belirtilmiştir: Hz. Halid b. Velid’in oğlu Hz. Süleyman, Hz. Rıdvan, Hz. Mesut, Hz. Beşir, Hz. Hamza, Hz. Amer, Hz. Sabit, Hz. Zeyd, Hz. Halid, Hz. Numan, Hz. Muhammed, Hz. Abdullah, Hz. Hasan, Hz. Ka’b Zişan, Hz. Fudayl, Hz. Malik, Hz. Fahr, Hz. Ebul Hamd, Hz. Ebu Nasr, Hz. Mugire (R. A). (116) Diyarbakır'da şehit Sahabelerin yanı sıra 500 Sahabe de tebliğci olarak kalmıştır. Aşağıdaki Osmanlı belgesinden bunu görüyoruz. Aynı husus Vakidi'de ve salnamelerde de geçer. 1218 (1803/1804 ) Tarihli Belge Diyarbakır Ulu Camii şafiler bölümünde ceylan derisine yazılı belge Bu belge, Ulu Camii Şafii bölümü imam odasında duvara asılı ceylan derisi üzerine yazılı olup, Diyarbakır Müftülük katib-i Seyyid Feyzullah Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Belgenin en son paragrafında Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından fethi ile ilgili önemli bilgilere yer verilmiştir: “Sonra ashabın büyüklerinden ve Resulullah (sav) bayraktarlarından biri olan ve bilahare vefatı üzerine aynı caminin müştemilatında defnolunan Sultan Sa’sa (ra), bu kaleye emir tayin edildi. Ve emrine şehrin asayişini muhafaza için de arkadaşlarından beş 56 yüz kişi verildi. Adı geçen komutan ise (İyaz bin Ganem) ordusunun kalan neferleri ile aynı kaleye bağlı çevredeki diğer beldeleri İslam’a kazandırmak üzere fethi için gazveye yürüdü. Ancak kaleye emir olarak tayin olunan ve adı geçen komutan (Sultan Sa’sa) savaş sırasında aldığı yaralardan dolayı bir süre sonra vefat edip insanların gözünden saklı bir vaziyette ve aynı caminin mülhakatında defnedildi.”(117) Diyarbakır’da diğer sahabe kabirleri1 Hz.Süleyman (Nasriyye/Kale) Camii 2. Sultan Sa’sa Türbesi Kalıntıları 1926 yılında cesedi, Rıdvan Ağa mezarlığına taşındı. Türbe, restorasyonla eski günlerine dönülebilecektir. Diyarbakır’da (Çeşitli Mekanlarda) Metfun Bulunan Sahabeler: -Malik-i Eşter (Radiyallahu Anh) Bu mekanda parmağı medfundur. Mekan Balıkçılarbaşı Aşefçiler Sokaktadır. -Mir Seyyaf (Radiyallahu Anh) Hasırlı Mah. Karadeniz 2 Sk Mir Seyyaf Diyarbekir’in fethi esnasında şehid düşen sahabedir. (118),(119) Diyarbakır salnamesinde Sahabe-i kiram olduğu belirtilir ve Karadeniz nam mevkide medfun olup, türbesi mamurdur denmektedir. 57 3 Malik-i Ejder Türbesi 4 Mir Seyyaf Türbesi 5- Sahabe Abdurrahman Türbesi Sahabe Abdurrahman: İsmetpaşa ilkokulunun karşısında EHİDER’in içinde sağ taraftadır. Bu mekan 1522 tarihlerine ait Örfizade vakfiyesinde geçmektedir. Sahabe Abdurrahmanla ilgili bir belge (120) aşağıda gösterilmiştir. Örfizade Vakfının 11 Şevval 942 (1536) Tarihli Tescilli Vakfiyesinin Türkçe’ye Çevrilmiş Son Sayfası 58 Peygamber Efendimiz’in amcasının oğlu Hz. Ali’nin abisi İmam Ukayl’ın Diyarbakır’da medfun olduğu kesinleşti. 59 İMAM UKAYL: Diyarbakır’da fabrika köyünün üst kısmında İmam Ukayl türbesi vardır. Halk bu türbenin Hz. Ali’nin abisi olduğuna inanır. Salnamede kendisi için (RA) ifadesi kullanılır. Diyarbakır salnamelerinde (IV/208) Fabrika köyünde İmam Akil köyünde İmam Akil (Ukayl) (RA) yattığı ifade edilir. Salnamede: ‘İmam Akil (RA) efendimiz hazretleri: Diyarbekir’in Garb nahiyesinde İmam Akil karyesinde medfundur,’ şeklinde ifade vardır. Diyarbakır’da İmam Ukayl Mescidi vardır. Kasap Hacı Hüseyin Vakfı, İmam Ukayl Mescidinin yemek masrafları için kurulmuş bir vakıftır. (121) Ukayl Mescidi, Pamukçular Çarşısı yakınlarında idi. 19. Yüzyılda işlek olan yer, 1915’te yanmıştır.(122) İmam Ukayl türbesi Aşağıdaki belgelerde Peygamberimizin amcaoğlu Hz. Ukayl ve Diyarbakır ilişkisi anlatılıyor. Tarihçi Erpolat hocamızın verdiği belgelere göz atalım: Kısa belgenin ilk cümlesi 60 şöyledir; "Marûz-i çâker-i kimseleridir ki İbn 'Am Cenâb-ı Resûl-i Kibriya Hz. Ukayl (RA) Teala Efendimizin Diyarbekir Vilayeti dahilinde Amid nahiyesinde vaki Mescid-i Şerifleriyle Türbe-i saadetlerine merbut Tilvelik? ve Dumlan? karyeleri hasılatının... (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade-Evkaf katalogu, vesika no:6 iki adet belge) Uzun belgede Hz. Ukayl'ın imam olduğu bilgisi de var. "İbn 'Amr Cenab-ı Resul-i Kibriya İmam Ukayl (RA) Hazretlerinin Diyarbekir vilayeti dahilinde..." mescit ve türbesinin vakfnın gelirinden bahsederken Hz. Ukayl'in imamliğına da vurgu yapılıyor. Diyarbakır Valiliği ile Dicle Üniversitesinin birlikte hazırladığı Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır Kitabı, Hz. Ali’nin ağabeyi, Peygamberimizin amcaoğlu İmam Ukayl’ın türbesinin Diyarbakır’da olduğunu teyid edici belgelere ulaşıldı. Kitap(123) Belgeler ektedir 1.Belge BOA,İ.EV.446/6 a.22.10.1906 61 Hz. Peygamber (SAV)’in amcasının oğlu Akil (RA)’ın Diyarbekir vilayetinin Amid Nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın diğer vakıflar gibi müdahaleden istisna tutulması konusunda Maliye Nezareti tarafından Sadaretten izin talebini içeren belge İkinci belge: BOA,İ.EV.44/6 b.24.06.1907: Hz. Peygamber (SAV)’in amcasının oğlu Ukayl (Akil) (RA)’in Diyarbekir vilayetinin Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın gelirleri arasında Tilvelik ve Dolman köylerinin öşür hâsılatından daha önceki senelerden bakiye kalan 1197 kuruşun ödenmesi konusunda Diyarbakır Defterdarlığının gönderdiği yazı üzerine konunun sadrazam tarafından padişaha arz edildiği ve padişahın irade-i seniyyesini belirten baş kitabet dairesinin notu yer almaktadır. 62 Diyarbakır Valiliği ile Dicle üniversitesinin müştereken hazırladığı ‘Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır’ kitabı yeni sahabe kabirleri ve onlarla ilgili detayları veriyor. Belge: 1.BOA.Y.MTV. 170/26-a (22 Kasım 1897) Diyarbakır valisi Mehmet Halid Bey imzasıyla padişaha gönderilen peygamber ve sahabe kabirleriyle ilgili belgede ‘Diyarbekir şehri Bağdat caddesi (Gazi caddesi) üzerinde birçok sahabe kabirleri olduğundan, bu makamları ziyarete gelen yoksul ziyaretçiler ve gezginleri misafir ederek yemek veren Diyarbakır Nakibüleşraf Kaymakamı Hacı Mesud Efendiye aylık 1200 kuruş ihsan edilmesi buyrulmaktadır. Gazi caddesinde Sultan Sa’sa dışında sahabe bilmiyoruz. Dağkapı’da Sahad bin Vakkas (İbavender) Hazretleri de bulunmaktadır. Ancak belge Gazi caddesinde birçok sahabe kabrinden bahsetmektedir. Acaba diğer sahabe kabirleri nerededir? 63 Fetih Komutanları: İyaz b. Ğanm: İyaz b. Ganm, Hz. Ömer'in emriyle, Şam ordusu içinde müstakil olarak oluşturulan ordunun başında Diyarbakır’ı fetheden komutandır. İyaz fetih için önce Malik elEşteri Diyarbakır'a göndermiş, sonra kendisi gelmiş ve ordusu şehri değişik cephelerden kuşatırken, kendisi de şehri Babu tell (Tepe Kapı- Mardin Kapı) tarafından kuşatmıştır. İyaz b. Ganm'in Diyarbakır'dan ayrılmasına rağmen, sonraki yıllarda Diyarbakır'da etkinliği bulunan şehrin eşrafından Ebu Eyyüb ailesinin onun soyundan geldiği belirtilir. 2.Halid b. Velid: Ünlü sahabelerden Halid b. Velid'in Diyarbakır'ın fethine katılıp katılmadığı konusunda farklı görüşler bulunsa da fethe katıldığına dair çok sayıda rivayetin olmasından onun bu fetih olayına katıldığı kabul edilebilir. Klasik İslam tarihi kaynaklarından Vakidi, Belâzûrî, Yakubi, İbnü'1-Esir, Halid b. Velid'in el-Cezire'nin ve Diyarbakır'ın fethine katıldığını naklederler. Bazı tarihçiler onun El-Cezire'nin fethine katıldıktan sonra bölgeye vali olarak atandığını ifade etmişlerse de onun burada kalmadığı hakkında rivayetler bulunmaktadır. Belâzûrî, Halid b. Velid'in el-Cezire fethinin birçok merhalesine katıldığım söylerken, Vakidi, onun Amid gibi zor ve çok iyi korunmuş bir şehrin fethinde onun, gizli su yoluyla şehre girenlerin öncüsü olduğunu zikreder. Rivayete göre Halid, surun Babu'1-ma (Dicle, Yeni Kapı) tarafında sur dibindeki keşiflerinden birinde gizli bir su yolunu (tünel) bulmuş ve komutan İyaz b. Ganm ile istişare ederek yüz kişi ile buradan şehre girmiştir. Halid b. Velid hakkında Diyarbakır'a komutan olarak değil komutan yardımcısı olarak geldiği belirtilir. O, Müslüman orduları başkomutanlık görevinden bölgenin fethinden önce ayrılmıştır. Buraya ancak bir alt kademe komutanı olarak gelmiştir. Çünkü bölgenin fethinden sorumlu genel komutan İyaz b. Ganm’dir. 3. Said b. Zeyd: Hz. Peygamberin yakın arkadaşlarından Said b. Zeyd'in Diyarbakır fethine katıldığına dair Vakidi'de bir kayıt bulunmaktadır. Onun bu fetihte bir komutan olarak Rum Kapı (Urfa Kapı) dan şehri kuşattığı belirtilir. 4. Muaz b. Cebel: Vakidi, Hz. Peygamberin önde gelen sahabelerinden Muaz b. Cebel'in Diyarbakır'ı kuşatan ordunun içinde bir komutan olarak, Diyarbakır'ı, Babu'l-Cebel (Dağ kapı) yönünden kuşattığını belirtmektedir. 64 Diyarbakır'da Mezarı Bulunan komutan Sa’sa b. Amr b. Savhan el-Abdi: Diyarbakır şehrinin fethi sırasında şehit düştüğü belirtilen sahabeler arasında yakın zamana kadar müstakil türbesi olduğu bilinen tek isim Hz. Sa'sa b. Amr'dır. Fakat Sa’sa bu şehrin fethi sırasında şehit olmayıp, fetihten sonra İyaz b. Ganm tarafından şehre vali ve amil olarak atanmış ve bir müddet sonra vefat etmiştir. Türbesi kendi adını taşıyan Cami'de idi. Hz. Sa'sa (r.a) Camii ve türbesi, şehrin ortasında Ulu Camii ile Hasan Paşa hanı arasında yer alıyordu.(124) Diyarbakır İslam’ın Şanlı Tarihini Barındırıyor: Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu Diyarbakır'ın Anadolu'nun İslam'a açılan ilk kapısı olduğunu söyledi. Bu topraklar üzerinde ilk ezanın Diyarbakır'dan Anadolu insanın yüreğine aktığını ifade eden Bardakoğlu, şöyle konuştu: "Anadolu ilk kez Diyarbakır'dan başlayarak Müslümanlaştı. İlk ezan bu topraklar üzerinden insanların yüreğine aktı. sahiptir. Diyarbakır güçlü bir kültür, tarih ve ilim mirasına Ayrıca İslam'ın şanlı tarihini barındıran bir şehrimizdir. Bizler Diyarbakır'ı bu güzelliklerle biliyoruz. İnsanı da özellikleri itibarıyla müstesnadır. "Diyarbakır ülkemizin en çok sahabeyi bağrında barındıran, belki de en çok evliya makamına sahip ilidir." dedi. Ulu Cami'de vaaz veren Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Diyarbakır'da birçok peygamber ve sahabe kabri olduğunu belirterek, ''Türkiye'de en çok evliya, enbiya ve sahabe kabrine hatırasına sahip olan ilimiz Diyarbakır'dır. Bu sizin için büyük bir şereftir. Bizim için büyük bir iftihar vesilesi. Bu toprakların en büyük zenginliğidir. Toprağın altı üstünden zengin diyebiliriz, çünkü onların duası hatırası ve onların getirdiği bereketle bu topraklar bugüne kadar ayakta kaldı'' dedi. www. diyarinsesi. org. 5-6-2-2010 Başbakan Erdoğan ise Diyarbakır'da şunları söyledi: Diyarbakır Mekke ve Medine'den sonra en çok sahabe kabrine sahip olan şehirdir. www.diyarinsesi.org. 03 Eylül 2011 Sahabelerce Diyarbakır İlçe fetihleri: Silvan’ın fethinde sahabe ordularını görüyoruz. Diyarbakır’ın Silvan (Meyyafarakin) ilçesinin fethinde de Hz. Ömer’in dolaylı etkisi olmuştur. Vakidi’nin naklettiği bir rivayete göre Silvan’da kilisenin papazı Abdülmesih, Silvan’a gelmeden önce Kudüs’ün Hz. Ömer tarafından fethi esnasında Beytülmakdis papazının yardımcısıydı. Ona göre, Hz. Ömer’i bizzat görmüş, Beytül Makdis papazından onun her yere hakim olacağını, ayrıca Hz. Muhammed’in (Sav) de Hz. İsa’nın müjdesi olduğunu öğrenmişti. Silvan’da şehir valisi Eslagors, İyaz’ın temsilcisi Hişam oğlu Hakemle 65 papaz Abdülmesihi münazara ettirdi. Bu münazara sonunda hem Eslagors hem de papaz Müslüman oldu. Silvan halkının da Müslüman olmasını istedi. Halk Müslüman oldu. Ancak çevre valileri İslam’a girmeyi reddetti. Eslagors, İyazın askerleriyle beraber düşmanla savaştı ve onları yendi. Böylece Silvan halkı kendi kararlarıyla İslam’ı seçti.(125) Vakidi buranın fethine katılan sahebe isimlerini şu şekilde zikreder: Hakem b Hişam, İlyes’e b Halef, Er-Raziki b.Ganm, Sehl b Sabit, El Haris b Zerarh (Seraketü’l Ensari ), Ukbe b.Kamil (Malik), Ka’k b. Esed, Sarim b. El. Eş’es, Nu’man b. Amir, Talha b.Ye’sub, İbrahim b.İlyes’e b.Halef. (126) Diyarbakır’dan sonra İslam ordusu önce Eğil kalesini sonra Hani bölgesini aldı. İslam ordusu henüz Hani’deyken Zülkarneyn (Çeper) kalesi halkı Hani’ye gelip Müslüman oldu. Bunun üzerine ordu Lice’nin daha önceki yerleşim yeri olan Antak kalesine yöneldi. Antak kale komutanı Batis bin Selimus idi. Halid bin Velid dağ tarafından, İyaz kale kapısı tarafından saldırıya geçti. Dağ tarafından kaleye girmeyi başaran Halid kale içinde şiddetli çarpışmalara girdi. İyaz da sarp yerden yolu izleyerek içeri girdi. Kale içindeki direnci kırdı. Ordu kaleyi aldı. Daha sonra önceleri fetholunan Silvan’a doğru yöneldiler.(127) Antak Kalesi ve Sahabe Mezarlığı: Diyarbakır Lice ilçe merkezinin 15 km. güneydoğusunda Kayacık ve Kabak Kaya Köyü’nde bulunan Antak Kalesi’nin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber kalenin Roma döneminden kaldığı ve 532 yılında Bizans imparatoru I.Iustinianus tarafından onarıldığı sanılmaktadır. Ebu Abdullah Muhammed bin Ömerü’l Vakadi’nin yazmış olduğu kitapta bu kalenin hicretin 17. yılında, (VII. Yüzyılda) Diyarbakır bölgesini ele geçirmek isteyen Iyaz bin Ganem ve Halid bin Velid tarafından Diyarbakır’ın fethinden hemen sonra Arapların eline geçtiğini yazmaktadır. Kalenin ismi farklı kaynaklara değişik isimlerle geçmiştir. Eski Arap kaynaklarında Hetax, Silvanlı tarihçi İbnü’l-Ezrak da Hatak olarak bu kaleden söz etmişlerdir. Bununla beraber birçok kaynakta da Atak olarak geçmiştir. Burada bulunan Entak şehri Mervaniler ve Artukoğulları döneminde (X.-XIII.yüzyıl) önemli bir yerleşim yeri idi. Yavuz Sultan selim’in Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra kale Osmanlıların eline geçmiştir. Evliya Çelebi bu kaleden “Kale nehir kenarında yüksek bir tepe üzerinde, dört köşe taş yapılı güzel bir kaledir” diye söz etmiştir. 66 Kaleden günümüze yalnız temelleri gelebilmiştir. Kalenin üzerinde yıkık bir cami kalıntısı bulunmaktadır. Güneyinde de Ak Kilise isimli bir kilise kalıntısı vardır.(128) Kocaköy sahabelerinin Bozbağlar ve Suçıktı Köyleri civarında olduğu ve 33 şehit sahabe olduğunu öğreniyoruz. (129) Kocaköy ilçesi civarında da çatışmalar olmuştur. Kulp İlçesi de Halid bin Velid tarafından fethedilmiştir.(130) Kulp Kayacık Köyü Sahabeleri, Köyün Eski Adı “İnıka”dır. İlçe merkezine uzaklığı 48 Km olan köye ulaşım Kulp-Muş karayolundan ayrılan stabilize ve tesviye yollar ile sağlanabilmektedir “Kutsal Tarla” denilen bir yer vardır. Halk arasındaki inanışa göre bu kutsal tarlada sahabe döneminden gelmiş ve burada savaşıp şehit olmuş kırk kişinin mezarı bulunmaktadır. (131) Eğil-Kalecik(Amini=Yamani=Zişat) köyü şehit sahabeleri: Diyarbakır’ın fethinden sonra civar kalelerin fethine geldi. İyaz bin Ganem ve Halid bin Velid ve seçkin komutanların da içinde bulunduğu İslam ordusu önce Eğil kalesini aldı. (18)(19) Vakidi’ye göre Eğil kalesi İyaz’ın gönderdiği Numan b.Marife tarafından alındı.(20) Kale Madenden gelen kolla, Bırkleyn’den gelen kolun birleşme noktasındadır. Kalecik köyünün eski ismi Amini’dir. Eğil ve Palu bölgesinde yemin edecek kişi Cami-i Amini veya Ziyaret-i Amini üzerine yemin ederdi. Bölge halkı ihtilaflı konularda Amini’de 40 sahabenin bulunduğu yere gelerek yemin ederdi. Su altında kalan kırk sahabeni bulunduğu cami ve avlusu Amini kalesi (21) Kalecik, Diyarbakır ilinin Eğil ilçesine bağlı bir köydür. Diyarbakır'ın Eğil İlçesine bağlı Kalecik Köyü'nün tarihi hakkında net bir bilgi bulunmamakla birlikte "Eğil’de bulunan Asur Kalesi ile aynı dönemde yapılmış ve bir gözcü kale vazifesi görmüştür."denilmektedir. Kalesi eski zamana göre çok iyi bir konuma sahip birçok tarihi kalıntılar bulunmakta ama bu konuda 67 yetkili kişilerin herhangi bir çalışması olmamıştır. Kalecik köyü ismini şu an Dicle Barajı'nın yapılmış olmasından dolayı üç tarafı baraj gölünün doldurduğu sularla bir ada görünümünü alan kale'den alır.(vikipedi) Ayınser Eğil’in Balım(Matmur) köyünde oldukça yüksek bir sıra kayanın ve bu kayaların altında bulunan tarihi mağaraların,küçük bir su kaynağının bulunduğu alana verilen addır.Bu alandaki mağaraların bir zamanlar İranlılar(yerel tabirle Acemler) tarafından kullanıldığı ifade edilmektedir.Çevrede bu alanın fethi esnasında kırk Ashabın şehit olduğu yolunda bir inanç vardır. (167) EĞİL'DE YAHUDİ İNANÇ TURİZMİ AÇISINDAN ARAŞTIRILMASI GEREKEN UNSURLAR Balım köyünde mezarlıkta Davut yıldızı- Şahaban’da köy çesmesinde yedi kollu şamdan Eğil ilçesinde Elyesa Peygamberin medfun olduğunu biliyoruz. Yahudilerce son derece önemli olan Ahid sandığı da en son Elyesa peygamberdeydi. (22) Bu açıdan Yahudi âleminin çılgınca aradığı Ahid sandığının Eğil bölgesinde olma ihtimali yüksektir. Eğil ilçesi Tevrat’ta bahsi geçen Senharip’in önemli merkezidir. (Tevrat 2 Krallar 19:20) Toumanoff, M.Ö. 6. yüzyıla ait bir Süryanice kaynaktan Angl Kalesi ve kentinin Asurlu Senahrip (Sîn-ahhe-eriba, Sanhêrib M.Ö. 704-681)’in kenti olarak da bilindiğini aktarır ve bu kentte bulunan Asur krallarından birine ait yazıtın Tevrat’ta adı iyi bilinen, M.Ö. 689 yılında Babil’i yakıp yıkan Senahrip’e atfedildiğini söylemektedir. Toumanoff’a göre, Angl prensliğinin Asuri olarak tanınmasında, Asur Ülkesi sınırlarına yakınlığı nedeniyle bu prensliğin coğrafi konumunun da katkısı olmuş, bu coğrafi yakınlık ve orada bir Asur yazıtının bulunmuş olması Angl Bölgesi ve Senahrip Bölgesi’nin orijin olarak da bir ve aynı 68 yer sayılmalarına neden olmuştur. Nitekim Primary History’de ve M. Khorene’de kayda geçirilmiş bulunan Ermeni tarihinde de Angl Bölgesi’nin orijini Asur Kralı Senahrip’e dayandırılmaktadır.(23) Eğil, Tevrat’ta ismi geçen Babili yıkan, Kudüs’e sefer düzenleyen ve Peygamber Yeşaya tarafından ‘Tanrının’ yeryüzündeki aracı olarak bilinen Senahrip’in bir kentidir. Senahrip Kayseri-Malatya-Diyarbakır-Ninova-Babil hakimiyetinde olan ve Mısır’la da ilişkili olan İsrailoğullarına saldıran bir hükümdardır. Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde şehrin Asur ve Babil hâkimiyetlerinde olduğu ifade edilir.(53) Bölge bir müddet Babil egemenliğine de girmiştir.(54) Diyarbakır’daki Peygamberlerin Asurlular dönemiyle ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. M.Ö.1260-653 tarihleri arasında Asurlular Diyarbakır bölgesine hâkim oldu.(55) Bir diğer ifadeyle Bölge İsrailoğullarıyla Asurlar arasında çekişmeye sahne olmuştur. Bu durum İsrailoğullarının bölgede yaşamını yansıtmaktadır. Asurlular bu bölgede olmakla beraber İsrailoğulları da bu bölgede yaşamakta mıydı? Diyarbakır ve Malatya bölgesinde İsrailoğulları ikamet etmekteydi. Prof. Dr. Yona Sabar Diyarbakır şehrinde ezelden beri büyük bir Yahudi topluluğu yaşıyordu demektedir.(47) Diyarbakırlı Yahudiler Diyarbakır’ın Tevrat’ta bahsi geçen Kalne şehri olduğunu söylemektedir. (Tekvin''Bap 10, ayet 1 Ve onun krallığının başlangıcı Şinar diyarında Babil, ve Erek, ve Akkad ve Kalne idi')(43) Diyarbakır’ın komşusu Malatya’ya uzatarak konuyu açmak istiyorum. ‘Malatya’nın asıl adı Melite’dir. İbrani dilinde ilk olarak Semiramis tarafından kurulmuştur. Elazığ ile Malatya arasında ve Fırat nehrinin sol kıyısındaki Kömürhan ortalarında düz satıhlı bir kaya üzerinde Semiramis tarafından yazdırılmış İbrani dilinde bir kitabe vardır.(48) Eğil’e gelen evliyaların hemen tümü Yahudi asıllı veya İsrailoğullarından oldukları ve bu bölgeye çok önceden geldikleri biliniyor. Eğilliler kasabanın girişindeki vadiye Melek Deresi der. Burada yedi İsrailoğullaına ait evliyanın yattığı söylenir. Bu ismin aynı vadideki mezarlıkta kabri olan Hz. Hellaktan mı geldiği yoksa burada yatan yedi evliyanın melekle ilgili olması dolayısıyla bu ismin aldığı 69 sorgulanmaktadır. Bu açıdan Melek Deresinin Yahudi evliyalara ait bir mekân olduğu yöre halkınca ifade edilmektedir. Eğildeki Zülküfl, Elyesa, Yunus, Harun-u Asefi ve Danyal peygamberler de Yahudilerce kutsaldır. EĞİL’DE HIRİSTİYAN İNANÇ TURİZMİ Hıristiyanlığın Mezopotamya’nın yukarı kısmına girişi ve yayılışı Urfa (Ur-Hai) merkezli olmuştur. Hıristiyanlıktan önce bölge tamamen putperestlik hâkimiyeti altındaydı. İsa’nın vazetmiş olduğu yeni din, Filistin topraklarında nevş-ü nema bulurken, Urfa’da Abgar sülalesinden gelen V. Abgar Ukomo hüküm sürmekteydi. Kral V. Abgar Ukomo’nun Ortadoğu’da bulunan Bizans Kralına göndermiş olduğu elçisi Hananya (Hannan), İmparator Tiberius ile görüştükten sonra Kudüs’e uğrar. Burada yeni bir peygamberin geldiği, hastaları iyileştirdiği biçimindeki mucize söylentileri, elçinin kulağına gelir. Bu söylentileri, seyahatinin dönüşünde Kral Abgar’a anlatır. Kendisi de cüzam hastalığına yakalanmış olan kral, bunun üzerine Hananya başkanlığında yeni bir heyeti Kudüs’e göndererek, İsa’yı ülkesine davet eder. Ancak, İsa, cevabi mektubunda, görevinin; “İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına” olduğunu hatırlatarak davete teşekkür eder ve kendisine, öğrencilerinden (şakirt) birini göndereceğini bildirir. Bazı kaynaklarda İsa, yüz hatlarının belirgin bir şekilde çizili olduğu bir mendili elçiye vererek, bunu krala vermesini ister. İsa’nın ölümünden sonra, Havari Toma’nın kardeşi ve 70 müjdeciden sayılan Aday (Addai veya Thaddeus), M.S. 38 yılında Urfa’ya gönderilir. Şehre gelen Aday, Filistinli bir Yahudi olan Urfa’lı Tobias’ın evinde kalır. Kral Abgar’la görüşen Aday, kralı iyileştirir ve kendisini vaftiz ederek Hıristiyanlaştırır. Kralın kabul ettiği bu yeni din, halkı arasında çok çabuk bir şekilde yayılır. Aday, öğrencileri olan Agay (Aggai) ve Mara’yı yanına alarak, Kuzey Mezopotamya’ya geçer. Kaynaklar, Aday’ın gezileri sonucunda Amid (Diyarbakır), Nusaybin, İdil, Erbil, Begermay, Keşker, Ahvaz ve civarını dolaştığını ve buralarda Hıristiyanlığı vazettiğini bildirir. Aday’ın bu misyon çalışmaları sonucunda, Diyarbakır (Amid) çevresinde Hıristiyanlık yayılmaya başlar. Miladın 1. yüzyılının ortalarında, misyon çalışmalarına Aggai devam eder. Eğil, Lice, Silvan (Meyyafarlon) dolaylarına M.S. 70-80’li yıllarda Hıristiyanlık hâkim olmaya başlar. (24) 70 Eğil’de Hıristiyan inanç turizmi ve kiliseler Mağara kilise: Eğil’de Süryanilere ait önemli bir yapı mağara kilisedir. Mağara kilise: Eğil Kalesinin batı bölümünün güneyinde, kalenin içinde yer almaktadır. Kilise içinde Hıristiyanlarca kutsal sayılan ve çeşitli dönemleri sembolize eden haçlar kazılmıştır. Eğil’de mağara kilise Diyarbakır’ın 3. Episkoposu olan Mar Aday, Urfa kralı Küçük Abgar tarafından öldürülmüş ve cesedi Eğil Kilisesi’ne gömülmüştür. Buna göre Eğil’in, birçok Hıristiyan ruhaninin mezarına ev sahipliği yapması yönüyle de önemli bir merkez olduğu söylenebilir.(25) Eğil Kalesinin batı bölümünün güneyinde, kalenin içinde yer almaktadır. Kilise içinde Hıristiyanlarca kutsal sayılan ve çeşitli dönemleri sembolize eden haçlar kazılmıştır. Hz. İsa (A.S.) Peygamberin öğrencilerinden (şakirtlerinden) I.Adey I.yüzyılda bu bölgeye gelmiştir. Kilisenin etrafına güneydoğunun en büyük manastırlarından birini yaparak, Eğil’i episkoposluk merkezi haline getirmiştir. (26) Eğil ilçe merkezinde, kalenin Harem kısmının hemen altında takriben 250-300 m2’lik alan üzerine kurulmuş kubbeli ve sütunlu bir yapıdır. Yapının mihrabı üzerindeki kubbe ses akustiği sağlamak üzere özel yapılmış seramik borularla donatılmıştır. Yapının defineciler tarafından tahrip edilen Süryanice yazılmış kitabesinden yapının M.S. 3. Yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Kilisenin kale duvarı tarafında yüksekçe bir noktada ağzı duvarla örtülü bir mağaranın içinde Hıristiyanlarca kutsal sayılın beş azizin mezarı vardır. Urfa Kralı Abgar tarafından öldürülen Diyarbakır’ın III. Episkopusu Aday’ın da burada gömülü beş azizden biri olduğu tahmin edilmektedir. Bu mezarlardan ikisi ne yazık ki defineciler tarafından 2007 yılında açılıp tahrip edilmiştir. (13) 71 Roma Kilisesi: Bu kilise Eğil Merkez Tekke (Çarıkören) Mahallesinin Haciyan mezrasındadır. Kilise Eğil’in Mirdasi Beyleri tarafından fethinden sonra Eğil Beyi Pir Bedir tarafından medreseye dönüştürülmüştür. Kilisenin Latin Yazısı ile yazılı Kitabesinden bu yerin geçmişte kilise olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Basri Konyar’ın Diyarbakır Tarihi adlı eserinde kitabenin bir fotoğrafı vardır. Kitabe halen okunabilir durumdadır. Ne yazık ki bu kilise de Dicle Barajının suları altında kalmıştır.(49) Tekke (Çarıkören) Mahallesi'ndeki Roma Kilisesi Dicle Barajı'nın suları altında kalmıştır. (27) Hıristiyanlık açısından Eğil’in inanç merkezi olması, İsa Peygamber’in öğrencilerinden (şakirt) olan Adey’in, miladi 1. yüzyıl ortalarında buraya gelmesi yönüyledir. Adey’in ölümünden sonra, öğrencisi olan Agey, Eğil ve çevresinde dinsel telkinde bulunmuştur. 325’te ilk defa yapılan ve Hıristiyanların en büyük konsili olarak bilinen İznik Konsili’ne, -bu bölgeye ilk olarak gelen Adey’le aynı adı taşıyan- Eğil Metropoliti Adey de katılmıştır. Eğil’in, Hıristiyanlar arasında önemli bir merkez olmasının en büyük kanıtı, buranın çoğu zaman episkoposluk merkezi olmasıdır. İslamiyet’ten önce, Diyarbakır ve çevresinde ve tabi ki Eğil’de, Süryani kültürünün yoğun bir etkisinin olduğu bilinmektedir. Eğil, bu kültürün en önemli merkezlerinden birini teşkil etmektedir. Eğil manastırında bugün dahi, dünya Hıristiyanlarının tanıdığı ilim ve sanat adamları yetişmiştir. Başlıcaları: a-) II.Adey: 313’te imzalanan Milano Fermanı ile Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğunun resmi dini haline gelmiştir. 325 yılında İznik Konseyi toplanmıştır. İznik Konsiline Eğilli II. Adey de katılmıştır. b-) Eğilli Rahip Musa/Muşe: 525 Terde Diyarbakır'ın Kuzeyinde yer alan Eğil beldesinde doğdu. Süryanice ve Yunanca'yı bilen alimlerden biridir. Rahip Paphnotius'un isteği üzere, İskenderiyeli Mar Korillus'un "Kelafıra" adlı Yunanca eserini Süryanice'ye çevirmiş, Hz. Musa ile Yusuf ve eşi Asiyath'm hayatını tercüme etmiştir. 550 yılına kadar yaşadığı bilinmektedir. (28) c) Eğil önemli bir psikoposluk merkezidir. I.Urfa kralı Abgarın şehit ettiği Mar abay Eğilde yatmaktadır. d) Hristiyan alemince çok tanınan Efesli Yuhanna,yani Eğilli (Eğil doğumlu) Yuhanna’ya bakalım; M.S. 507 yılında Eğil’de dünyaya geldi. 558 yılında Burdaanlı Mor Yakup tarafından Efes Metropolitliğine yükseltildi. Döneminin en tanınmış metropolitlerinden, 72 tarihçilerinden ve müjdecilerinden birisidir. Üç büyük cilt tutan ve çeşitli dillere çevrilen Kilise Tarihi, Azizlerin Yaşam Öyküleri, Bizans’ın bazı imparatorları Ortodokslara yönelik yaptıkları trajik olayları ve yazdığı diğer eserlerle ün salmıştır. Bizans İmparatoru Yustinyanos, ilim ve fazlıyla meşhur olan Mor Yuhanon’u huzuruna davet ederek onu ‘Asya Eyaleti’nin merkezi Efes şehrini irşat etmek için gönderdi. Oradan da Frigya, Lidya ve Karya gibi Anadolu bölgelerini de dolaşarak henüz Hıristiyanlığı benimsemeyen kabileleri Hıristiyanlaştırdı. Bu atik çalışmaları sırasında 92 kilise ve 12 manastır inşa ettiğinden Bizans tarihinde Efesoslu Yuhanon adıyla da anılmıştır. 587 yılında vefat etmiştir. (29) e) Eğil’de doğup, bu bölgede Hıristiyanlık adına faaliyette bulunan kişilerden birisi de, Aziz Theodoto’dur. Eğil ilçesinin İnthe (Dişi) Köyü’nde, El-Kiryan ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kısa zamanda Diyarbakır ve çevresinde ün yapmıştır. Kırıkları düzeltmek, hastalara şifa vermek, kalben me’yus olanlara teselli vermek gibi meziyetleriyle tanınmıştır. Theodoto, Antakya’da, Patrik Theodoros ile birlikte Kınnısrin Manastırı’nda bulunmuş ve 667 yılında patriğin ölmesinden sonra, manastırı terk ederek Kudüs’e geçmiştir. Gerek yolculuğu sırasında ve gerekse de diğer durumlarda keramet gösterdiği ve özellikle hastaların şifa bulmasında etkin rol oynadığı rivayet edilmektedir. Daha sonra Mısır’a, oradan da Mardin’deki Karkafta Manastırı’na geçmiş, burada uzun süre kaldıktan sonra Kınnısrin Manastırı’na geri dönmüştür. Diyarbakır Metropoliti Toma’nın ölmesi üzerine, patrik ve episkoposlar, O’nun, metropolit olmasını istemişler, ancak, bunu reddetmiştir. Mar Gevergis Manastırı ve Kınnısrin Manastırı’na, daha sonra da Arknin Dağı’na ve Klevdiye’ye (Adıyaman) gitmiştir. Samisat metropolitinin, -hiç olmazsa- keşiş olması isteğini de reddetmiştir. Sonra, Miyafarkin (Silvan) ve Süfniler (Lice) bölgelerinde, Savur ilçesinin Kıllit Köyü’ndeki Mar Abay Manastırı’nda, ardından Mor Gabriel (Deyrülumur) Manastırı’nda kısa bir süre kaldıktan sonra, Mar Abay Manastırı’na yerleşmiştir Theodoto, Araplar ve Romalılar arasında, barış görevi görmüş ve esirlerin mübadelesinde aktif rol oynamıştır. Bundan dolayı, hem Romalıların ve hem de Arap Müslümanların sevgisini kazanmıştır. İsteksiz olmasına rağmen, Patrik Yolyanos tarafından Diyarbakır metropolitliğine atanmıştır. Theodoto’nun ahlakı ve fazileti, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve hem de putperestler arasında çok yayılmış ve bundan dolayı da her kesimin güvendiği bir isim olmuştur. İnsanlara hoş muamele etmesi ve hoşgörülü davranması da onun en önemli özelliklerindendir. Theodoto’nun, metropolit olduktan sonra da, birçok bölgeyi ve manastırı gezdiği ve birçok kerametler gösterdiği ifade edilmektedir. 698 yılında ölmüş ve öldükten sonra, Kıllit Köyü’nde; Patrik II. Yolyanos, Dara Metropoliti Cebrail, Diyarbakır Metropoliti 73 Matta, Mardin Metropoliti Sercis, Turabdin Metropoliti Aho ve Miyarfarkin (Silvan) Episkoposu İlya’nın katılımıyla, adına inşa edilen manastıra gömülmüştür. Theodoto’nun ölüm günü olan 20 Eylül, anma günü olmuş ve “Yedinci Yüzyılın Azizleri” arasında yerini almıştır.(25) Şahveliyan Kilisesi: Bu kilise Eğil’in 15 Km. güneyindeki Yatır (Şahveliyan) Köyündedir. Kilisenin yanında Eski Şahveliyan köyü harabeleri vardır. Kilisenin duvarları ve kubbesi halen ayaktadır. Kitabesi yoktur. Ancak bu köyün eski sakinlerinin Hıristiyan Süryaniler olduğu çevrece bilinmektedir. (49) 74 Eğil yatır köyünde kilise(Şehveliyan Süryani kilisesi Şemsiler için vazgeçilmez mekân Eğil: Eğil, sayısız inanç gruplarını da bünyesinde barındırır. Bunlardan biri Şemsilik (güneşe tapanlar). Eğil Kalesi'nde Şemsilerin kullandığı bir mabet var. Kalenin üstünde ve şark yamacındaki açıklıkta, kayalar yontularak vücuda getirilmiştir. Güneşe doğru oyulan iki büyük salondan oluşuyor. (27) Kalenin üstünde ve şark yamacındaki açıklıkta, kayalar yontularak vücuda getirilmiş ve heyeti umumiye sile murabaa yaklaşan bir mabed vardır. İki büyük salon bu taşlıklarda vücuda getirilmiştir. Yan yana iki küçük kuyuyu andıran ateş gede, güneşe doğru oyulmuştur. Burada taştan yapılmış üç halka vardır. Kurban yerleri vesaire mabede mahsus mahaller mevcuttur. (30) 75 KAYNAKLAR 1- Ali Melek. Diyarbakır’da Peygamber Makam Ve Kabirleri.1.Nebiler Sahabiler Azizler Krallar kenti Diyarbakır.2009 2-Tellioğlu ö(ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.Yıl.:18691905. cilt:4/208. 2/110 ,5/93.İstanbul.Acar matb.1999 3- Şemseddin sami.Kamus-u alam.1889Yılı c.2.s.834’ 4-Üzülmez:M .Çayönünden Erganiye.2005 S.262,254,268,269 5-.Erpolat MS:Dünden bugüne Ergani’deki ziyaret yerleri.Uluslar arası Türk Dünyası İnanç Merkezler Kongresi.Ankara.Türksev yay.2004.s::51 6- Korkusuz Ş:Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.2003.s:151,23 7-Ali Emiri Efendi.Osmanlı Doğu Vilayetleri (Hazırlayanlar.Prof.A.Yuvalo.Doç.A.Halaçoğlu).Babıali kültür yay.İst.2008s.156 8- Prof.Dr.Süleyman Ateş.Kur’anda Peygamberler Tarihi.Yeni ufuklar neşriyat.İst.2004.s.213 9- -İncedursun. B.Peygamberler Diyarı Eğil.Diyarbakır.2005.s:2 10--Dikmen M.Peygamberler tarihi.Cihan yay.s.417,419 11--Yıldız C..Bir inanç merkezi olarak Eğil .Uluslararası Türk Dünyası İnanç Merkezleri Kongresi Bildirileri.Türksev yay.Ank.20004.s.125 12- Çiçek ZA.:Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü..2007.s.97,21,53 13- Gündüz N,Cengiz S. Eğil Antik Bir Kent(Açık Hava Müzesi). S.34 http://www.egilder.org/egil.htm 14- Akıncı AC.:Peygamberler tarihi.6/522,416,147 15- Yıldız M Eğil-ergani halkının dilinde medfun peygamberler.1.uluıslararası nebiler sahabiler azizler krallar kenti diyarbakır sempozyumu 2010.Diyarbakır.s.25-44 16- 28 Eylül 2006 Kaynak: Radikal Yazan: Timur Soykan 17- Türkiye Diyanet Vakfı.İslam Ansiklopedisi.İst.1993. 8/481 18- Dilek Z.Lice.Diyarbakır.2002s.36 19- Baykal. K.Diyarbakır hakkında yapılan etüdler.Karacadağ dergisi.20 Haziran 1939.cilt ıı,sayfa 17 20- Beysanoğlu Ş.Kuruluşundan günümüze kadar Diyarbakır tarihi.Diyarbakır Müze Şehir.YKY yay.İst.1999.s.50 21- http://terkanlilardernegi.com/ 22- Ateş S..Kur’anda Peygamberler Tarihi.Yeni ufuklar neşriyat.İst.2004.s.2 23-(tekyeli) ttp://tekyeli.googlepages.com/kelek 76 24-Mehmet Şimşek Diyarbakır’da Gömülü Süryani Aziziler.1.Nebiler sahabiler azizler Krallar.kenti.Diyarbakır.2009 25-Yıldız. M Bir inanç merkezi olarak eğil*sabard. yıl:ı sayı:1 sayfa:1- 187 26- www.main-board.com/ 27- Aziz İstegün Krallar Ve Nebiler Beldesi 07/01/2011 Zaman 28-Şimşek M .Süryaniler ve Diyarbakır.Kent yay.İst.2.baskı.s.59-63 29- Horiepiskopos Gabriyel Akyüz Diyarbakır Süryani Azizleri 2. Nebiler sahabiler azizler Krallar kenti Diyarbakır.2010, 30- Basri Konyar:Diyarbekir Yıllığı.1936.s:350,269,276 31-Rahmi Hüseyin Ünal.Diyarbakır ilindeki bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme. Atatürk Ün Basımevi.Erzurum.1975 32- Metin Sözen.Diyarbakır’da Tük mimarisi.1971 33-http://dersvekuran.blogcu.com/tarihden-ders-cikarmak-6-hz-talut-hz-davut-hzsuleyman/10638287 34-. Balta M:Kültürler kavşağında Şırnak.İst.2003 s:132 35- Mehmet Latif Demir .Danışman Yrd. Doç. Dr. Ali Boran . Ortaçağ’dan Günümüze Eğil Ve Hani’deki Mimari Eserler Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Genel Sanat Tarihi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi Van-2007 36- Bayram Altan:Türkiyede Dini Ziyaret Yerleri.İstanbul.1996.s:84 37- Mehmet Azimli.İslamın ilk fetih yıllarında Nusaybin ve klasik İslam kaynaklarına göre Nusaybin’in fethi.Makalelerle Mardin.I İbrahim Özcoşar(ed).İst.2007.s.157 38- Prof.Dr.Ahmet Bedir.Kur’anı-ı Kerim Atlası.Kaynak yay.İst.2009.s.181 39- Abdullah Aydın.Peygamberler Tarihi.Mehdi yay..s.270 40- Prof.Dr.İsmail Yiğit.Peygamberler tarihi.Kayıhan yay.İst.2005.529 41- Peygamberler Tarihi, İhlas Yayınları 42- Austen Nenry Layard:Ninova ve Kalıntıları.Avesta yay.İst.2000.s.501 43- Rifat N.Bali:Diyarbakır YahudileriDiyarbakır Müze Şehir.s:368 44- http://www.ziza.net/tr/peygamberler/ 45- www.msxlabs.org/ 46- M. Cengiz YILDIZ. Eğil-Ergani Halkının Dilinde Medfun Peygamberler 1.Uluıslararası nebiler sahabiler azizler krallar kenti Diyarbakır sempozyumu 47- Yona Sabar:Kürdistani Yahudilerin Halk Edebiyatı.Doz yay.İst.2005.s.238,302 48- İbrahim Olcaytu:Folklor defterleri-I. Kalan yay.Ank.2000.s.35-36 49- Ayhan KARAKAŞ Eğil İlçesi Kırsal Turizm Potansiyelinin Değerlendirilmesi 77 KMÜ Sosyal ve Ekonomık Araştırmalar Dergısi 14 (23): 5-18, 2012 50- http://tr.wikipedia.org/wiki/Bal%C4%B1m,_E%C4%9Fil 51- www.malatya.gov.tr 52- Bedir A..Kur’an-ı Kerim Atlası.Kitap yurdu yay.İst.2009 53- Tellioğlu ö(ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.Yıl.:18691905. cilt:4/208. 2/110. c.3,5/195 İstanbul.Acar matb.1999 54-(Özgültekin Ramazan ,Akman Ekrem,Demirbağ Hüseyin :Dünden bugüne Siverek.Konya.1997.s:54 55- Değertekin H.Dünden bugüne Diyarbakır.1.Diyarbakır Sempozyumu.Ankara.2000.s.27) 56- http://nedir.antoloji.com/diyarbakir-egil-balim-koyu/ 57-Prof.Dr.İsmail Yiğit.Peygamberler Tarihi.Kayıhan yay.İst.2005.s.371 58-Bünyamin Ateş.Peygamberler Tarihi.YeniAsya yay.İst.2002.s.339,336 59-Mehmet Dikmen.Peygamberler Tarihi.Cihan yay.İst.2006.s.449 60-İhsan Atasoy.Peygamberler tarihi.Yeni Asya yay.İst.1994.s.416 61-Prof.Dr.Nurettin Uzunoğlu.Peygamberler Tarihi.Zembil yay.İst.2005.s.180 62-http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahav 63-- Aydın N:Diyarbakır-Eğil hükümdarları tarihi.s.36-39 64-Diyarbakır Valiliği:2000’e beş kala Diyarbakır.1995 s.147,131,382 65--www.kenthaberkurulu.com 66- Maurice Bucaille.Kitab-ı Mukaddes,Kur’an ve Bilimİzmir.1981.s.133 67-( Heyet, Peygamberler tarihi ansiklopedisi cilt: 1, Hakikat kitabevi,) 68- Ahmet Cemil Akıncı Kısas-ı Enbiya.c:1. 69- Ethem Zemgin:Kürdistan’da Mitoloji ve Dini İnançlar.Doz yay.İst.2005.s.1856 70- İbnül Esir.El Kamil fitttarih.c.1 Bahar yay1/49-50. 71- Şerafettin Güneli:Ergani:1966.s:18 72- Şehmus Aslan:Kuzey Mezopotamyanın Gani kenti Ergani.Diyarbakır.1966 s:67 73- Muazzez İlmiye Çığ.Giigameş.Kaynak yay..2006.İst.s.83 74-- Yrd.Doç.Dr.Nesim Doru (ed), Uluslararası Şırnak ve çevresi Sempozyumu. Bünyamin Açıkalın. Tefsir literatüründe Nuh(AS) kıssası.2010.s.38 75-- Oymak M:Urfa ve Hz.Eyyub..Ş.urfa.2005.s:73 76-Dr.Faruk Öncel. Yeni bir iddia.06.08.2010 Diyarbakır söz 77-R.P.Giuseppe Campanile. Kürdistan tarihi. Avesta yay.Diyarbakır.2009.s.23 78- Cemşit Bender. Kürt mitolojisi. Berfin yay.İst.2007.s.111 79-http://www.bookrags.com/wiki/Corduene 78 80-W.Minosrky.The Bois DN.Mac Kenzie..Kürtler.Kürdistan.Doz yay.2Baskı.;st.2004.s.43 81- Sophene & Corduene Geography Of Strabo, 14. Kitap, s. 161–62, Suriye başlıklı bölüm 82-- Zeki Dilek. Lice.Diyarbakır.2002. 83- Ahmet Eyicil.Afsin Ashab-ı Kehf s.272 84- Orhan Avcı. Irak’ta Türk Ordusu. Vadi yay.İst.2004.s.84-85 85- Doç.Dr. Cem Zorlu. İlk İslam coğrafyacılarına göre Diyarbakır1.Uluslararası. Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu.20–22 Mayıs 2004.Diyarbakır.2004.s.854 86- Murat Bozdoğan, Hamdullah Işık. Kaplıcalar Diyarı Çermik 2012. s. 49 87- Osman İçli – İlkha 03 Ağustos 2012 88-- M. S. Erpolat. Dünden Bugüne Ergani’deki Ziyaret Yerleri. Uluslararası Türk Dünyası İnanç Merkezler Kongresi. Ankara. Türksev yay. 2004. s:517 89- Müslüm Üzülmez. Çayönünden Erganiye. 2005 S 268, 269 90- Hamza Aksal. Diyarbakır’ın Büyüleyici Mağaraları.Mizgin Dergisi.Sayı.15 91-- Muazzez İlmiye Çığ: İbrahim Peygamber.6.Basım. Kaynak Yay.2006.S.77 92-Samuel Noah Kramer.Tarih Sümerde Başlar.Kabalcı Yay.İst.1999.S.476 93- Halis [Ataksoy Diyarbakır Tarihindekomuk Eliyayma Hazırlayan: Yılmaz Ataksorçeltüt Matbaacılık Sanayi Ve Ticaret A.Ş.İstanbul — 1988.S.33 94- Muazzez İlmiye Çığ.İbrahim Peygamber.Kaynak yay.6.basımİst.2006..s77.79 95- http://zanakoc.tripod.com/id15.html 96- Samuel Noah Kramer.Tarih Sümerde başlar.Kabalcı yay.İst.1999.s.476 97- Müslüm Üzülmez.Çayönünden Erganiye Uzun bir Yürüyüş.İst.2005.s.49 98- Şevket Beysanoğlu.Diyarbakır Tarihi.2003.I/52 99- Dr.Adil tekin:Diyarbakır.D.Ü.matb.1997 100- Doçi.Eyüp Ay.Hz.İbrahim kıssasına arkeolojik bir projeksiyon.IV.Kur’an haftası Kur’an sempozyumu.17 Ocak 1998.Ankara.s.188,194 101- Joan Oates, Babil, çev. Fatma Çizmeli, Arkadaş Yy, Ankara,2004. 102- Hans J.Nissen, Ana Hatlarıyla Mezopotamya, Çev.Zühre İlkgelen, Arkeoloji Ve Sanat Yy,İstanbul,2004. 103- http://www.uludagsozluk.com/k/naramsin/ 104-http://cat.une.edu.au/page/diyarbakir%20small%20streams 105- Müslüm Üzülmez.Güneş Ay ve Hilar. Ergani Haber Gazetesi3 Mart 2006, Sayı: 225 106- http://site.mynet.com/mehtun16/alternatif/id3.htm 107-Cuma Karan:Diyar-I bekr ve Müslümanlarca Fethi.Yüksek Lisans tezi.2003.Diyarbakır.s:1 79 108- A. Cemil Akıncı. Peygamberler Tarihi. 2/286 109-- Zekeriya Kitapçı. Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler. Yedi Kubbe Yay. 5. Baskı. Konya. 2008. s. 155 110- Zeynel Abidin Çiçek: Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü. . 2007. s. 12 111- Seyyid Osman Ustaoğlu: Tarikatlar ve Silsileleri. Ank. 1/28 112- Bahaeddin Yediyıldız. Osmanlı Öncesi Diyarbakır’ına Genel Bir Bakış. Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır. Diyarbakır Valiliği. 2008. s. 17–19 113- Şevket Beysanoğlu. Diyarbakır Tarihi. 1987. Neyir Matb. 1/219, 176 114- Beysanoğlu, Şevket Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır”, Cilt-1 s:155-156 115-Resul Çoban hz. süleyman camii(Lisans Tezi) D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır / 2004 116- Celal Çayır. Manevi Bir Değer Olarak Hz. Süleyman Ve Haziresi 2. Uluslararası Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu. 2011 117- . Zeynel Abidin Çiçek,Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır, 2007.s.21 118- Mustafa Akif Tütenk.Kara-amid dergisi.Yıl2.Sayı.4.1960 119-Diyarbakır salnameleri4/208) 120- Yrd. Doç. Dr. Hatip YILDIZ Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır Ve Sahabe1. Uluslararası Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu. 2010 121- Yrd.Doç.Dr.Alpay Bizbirlik.16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekri Beylerneyliğinde Vakıflar TTK.Ank.2002.s.338 122- Yrd.Doç.Dr.İbrahim Yılmazçelik. XIX.yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır TTKAnk.1995.s.72 123- Kenan Yakuboğlu,M.Salih Erpolat,Mustafa Sarıbıyık.Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır.Diyarbakır valiliği.Dicle Üniversitesi.2011. 124- Yrd. Doç. Dr. Mehmet Azimli ilk islam fetihleri bağlamında diyarbakırın fethine katılan sahabilerle ilgili bazı mülahazalar.I.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır sempozyumu.2004.s.820 125- Ahmet Demir:İslamın Anadoluya Gelişi.2004s:109 126-Cuma Karan:Diyar- bekr ve Müslümanlarca Fethi.Yüksek Lisans tezi.2003.Diyarbakır.s:84 127- Zeki Dilek.Lice.Diyarbakır.2002s.36 128- www.Kenthaber.com 129- Naci Akdemir.Kocaköy.Kocaköy kaymakamlık yayını..2008.s.27 130-.2000’e beş kala Diyarbakır.Diyarbakır valiliği.1995.s.394 131-. www.kulpmerkezilkogretimokulu Âdem Karakuş ve Erkan 80 Göngörmüş’.Kulp.2001.yüksek lisans tezi.Dicle Ün.Eğitim Fak. 132--. L. İnciciyan. XVII. Yüzyılda Diyarbakır. Kara-Amid Dergisi. Haziran. 1979 133- Mıgırdıç Margosyan:Biletimiz İstanbula Kesildi.Aras yay.5.Baskıİst.2003.s.106 134- Mıgırdıç Margosyan. Tesbih Taneleri. Aras Yay. İst. 2007 s. 25 135-- Akın Gölcük. Kentsel Planlama Sürecinde Kent Formundaki Değişimlerin Diyarbakır Kenti Örneğinde Araştırılması. Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. Adana, 2010 136-11 Ekim 2011www. focushaber 137- Dsöz. 19. 06. 2011 138- http: //www. suryanilik. com/suryanikaynakdbakir. htm 139- Mşiha Zha: Erbil Vakayinamesi. 2002. s. 64 140--http: //www. bianet. org/. Şehmus Diken 141- P. Gabriel Akyüz. Hristiyanlık Tarihinde Süryanilerin İnancı ve Özellikleri Tarihte Süryaniler. Uluslararası Türk Dünyası İnanç merkezler, Kongresi. Türksev Yay. Ank. 2004. s. 83 142-- Zana YAVUZ. Akşam. 12. 02. 2008 143-- http: //www. islamiyet. gen. tr/ 144- www. diyarinsesi. org 145-- Kısaltılmış Ermeni Ansiklopedisi, IV. cilt, Yerevan, 2003; Bati Ermenistan Ve Bati Ermenileri Sorunlari Araştirmalar Merkezi http: //akunq. net/tr/?attachment_id=7505 146-. Yaşar Parlak. Silvan Tarihi. 1980 147- Şevket beysanoğlu. Diyarbakır Tarihi. Neyir Matb. 1987. 1/26 148- Vikont Filip de Tırazi, Doğu ve Batı Süryanileri Altın Çağları, Çev. Murat Kara, Nsibin Yay. İsveç 1994, s. 27 149- Canan Seyfeli. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır. 2004.. s: 764 150-- Şevket Beysanoğlu. Diyarbakır Tarihi. 2003. I/ 26 151-- Ramazan Hub. Hızır. Kırk Kandil yay. İst. 2000 152- Süleyman Savcı: Silvan Tarihi. 1956. s: 5 153- Doç .Dr.Ahmet Kankal.Prof.Dr.Kenan Z.Taş(ed)195, 242,252 nolu Mardin Şer’iyye belge ve özetleri ve Mardin.2006 154- İbrahim Olcaytu:Folklor defterleri-I. Kalan yay.Ank.2000.s.35-36 155- Mehmet Kurtoğlu:Urfa Efsaneleri.Kent yay.İst.2005.s.72 156- Müslüm Üzülmez: Çayönünden Erganiye. 2005. s: 251, 276 157- http: //team-aow. discuforum. info/t685-Cermug-Cermik-Kazas. htm 81 158- http://www.gezikitap.com/ 159- www.kenthaber.com 160- Beysanoğlu, Şevket, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, l. Cilt, Sf.271 161-Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c.6, sf.122. Zuhuri Danışman yayını 162- Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay.İst.2003.s.255 ‘ 163- Hayri Yoldaş. Celal Güzelses. Diyarbakır.2005.s.6 164-Hadrien Bru. The Historical geography of Midyat and its Environs during classical antiquity. Uluslararası Midyat sempozyumu.(ed.Doç.İ.Özcoşar)Mardin.2012 165- Mehmet Şimşek.Doğu-Batı Süryani Kilise Tarihinde Silvan/Maipherkat Ve Mar Marutha.Silvan Sempozyumu.2012 166- Mehmet Mahfuz Söylemez.İslam coğrafyacılarına göre meyafarikin.Uluslar arası Silvan Sempoyumu.2012.s.89,94 167- Av. Neymetullah GÜNDÜZ G. Seyyit Cengiz. Hava Müzesi) http://www.egilder.org/egil.htm Eğil (Gêl; Eglê)Antik Bir Kent(Açık 82 2.BÖLÜM AnIlarda Nebİ kabİrlerİ 83 Anılarda peygamber kabirleri ve dini mekânlar (restorasyon öncesi) Su altında kalan peygamber kabirleri, yıkılmış türbeler makalemizin konusudur. Eğil’deki medfun peygamberlere ait bir Osmanlı belgesine göz atalım. Emekli imam Halit Akboz’dan aldığım belgede; 1888 tarihinde büyük bir ilim adamı ve şair; Eğil ‘de bulunan Elyesa (A.S), Zülkifil (A.S) ve Harun-i Asefi Berhiya (A.S) onları ziyaret ederek, bu 3 Peygamberin kitabelerini şiir şeklinde yazmıştır. Dedem Hasan Bey Eğil Abbasi Zadelerinden, Rüştiye Mektebinde okuyup mezun olmuş. Kendisi adı belli olmayan bu alim zavatten bize intikal etmiş olan şiir elimizdedir. Bu şiire göre Hz Elyesa, Hürmüz, Zülkif, Düşnap, Harun-i Asefi Berhiya, Ruveym peygamberleri görüyoruz. Bende Halit Akboz, emekli İmam Hasan Akboz’un torunuyum. Bu yazıyı görerek muhafaza etmiştim yazının içeriği şudur; Hz. Elyesa (A.S) Ta’Allah Ne Dergahi Refi Şan İ Aliydir Nebiyyüllah Merkadi Elyesa kadr ile galidir Tecella-i ilahidir beher su sat-i nurdur Ziba-i kalbi kasidir hayat-i cismi balidir Fütuh-i müşkilat odur hariminde Sahabesi Biradır zadesi Hürmüz azizi zi şanidir Hz. Zülkifil (A.S) Dilersen izzeti Dareyn yer kim bağriyap olmağa Yüzün sür Marked-i Paki Nebiyyi Zülkifil Zi Şane Ondaki Hadım-i Düşnabe tabiri mukareret Zehi devlet O Cane kim feda olmuş u Canane Hz. Harun-i Asefi Dir Behriya (A.S) Nebiyyullah Harun Markedidir Asefi tabir Aği Musa değil lakin Mesih Hadır beher tesir Onda da Nesli Paki kim Ruveym ismiyle tahkik et Vekildir Enbiyanın sahibidir bilhayır ve tevkir 84 Ketebahu Hasan Bey Akboz Eğil Abbasi zadelerinden Osmanlı Türkçesinden Çeviren Hasan Bey Akbozun Torunu, Emekli İmam Hatip Halit Akboz Osmanlı belgesi 1936 Yılına ait bir kitapta klasik olarak bilmediğimiz nebi isim analizi var. Kur’an da ismi geçen Hz Zülkif, Hz Elyesa ve Hz Asaf bin Behriya dışındaki diğer isimlere bakalım: Eğil’de diğer nebiler; Eğilli çok yaşlılar ve onların dedeleri Rüveym, Hürmüz, Düşnap isimli nebilerden bahsetmektedir. Hasan Basri Konyar, Diyarbakır yıllığı.1936. s:277-278'de Hz. Harun'un yanında oğlu Ruveym’in, Elyaesa (AS) yanında yeğeni Hürmüz’ün yattığını ifade eder. Hürmüz: Bu hususta Hasan Basri Konyar'ın 1936 yılında yazdığı Diyarbekir yıllığı isimli eserden alıntılar yapalım(s:277-278): 'Her perşembe ziyaret edildiği rivayet edilen ve Beni İsrail peygamberlerinden İlyasa ait olduğu söylenen bu yatır Eğilin bir mahallesi olan Tekke köyündedir. Hariminde kardeşi oğlu Hürmüze ait olduğu söylenen bir kabir vardır. Peygamberin kabri sol taraftadır. Gösterilen hürmetlice bir mezar Peygamberin yeğeni Hürmüzün imiş' Bu bilgilerle Hürmüz’ün çok önemli bir şahsiyet olduğunu algılıyoruz. Nebiliği ile ilgili başka verileri araştırmak gerekir. Ancak nebi olduğunu tarihi kişilikler ifade etmektedir. (Merhum 85 M.Salih Öge.Tekyalıdır.Kökleri Molla hasanlıdır) Nebi Hürmüzün, nebi olduğunu mekanını ve peygamber yeğeni olduğunu Tekyalı M.Salih efendi de tarihi evrakta beyan etmektedir. Ruveym: Bu hususta Basri Konyar'ın eserinde şu cümleler var(s:277): 'Ağaçlıkla dağ ve tepelerden,eski ve yeni mezarlıklardan geçilerek Harun tepesine varılır. Müstatil biçimde olan yapının methalinde şu kitabe mevcuttur. Haza kabri merhum Harun ibni Piri Can, içeride Harun ile oğlu (Ruveym)e ait olduğu söylenen iki mezar vardır. 'Burada Nebi Harun'unun yanında Nebi Ömer Perican'ın yattığını tarihi kişilikler ifade etmektedir. (Merhum M.Salih Öge.Tekyalıdır.Kökleri Molla hasanlıdır).M.Salih Öge'ye ait bir tarihi evrakta Tekyalı Salih Efendi, Nebi Harun ve Nebi Ömer'in isimlerini bir tamir sırasında mezar taşlarında okuduğunu beyan etmektedir. Bennan: Basri Konyar 279.sayfada eski Zülküfül yatırını anlatırken 'koridorun sonuna doğru küçük bir kapı görünür.Bunun tam üst dilini teşkil etmek üzere konulan kırmızı taş üzerine: Haza Merkad Nebi Zülküfül aleyhisselam ibaresi yazılmıştır. Burada yine duvar üzerine konulan küçük bir taşta Bennanın adı vardır. (Ebü İmad) ' Pir Musa ve Muştak: Zülküfl peygamberin mezarı nakledilirken yardımcısı olan bu iki kişinin mezarı nakledilmemiş, su altında kalmıştır. Baraj suyu azaldığında türbe bir ölçüde gözükmektedir. Bu iki kişinin manevi derecesini bilmiyoruz. Ecz.Abdulkadir Nur Gördük şiirinde Eğil peygamberlerini tanımlıyor: Elyesa ve Zükifl adı Kuran da geçen, Peygamber ikiside, Yaradan sevgilisi. Zennun, Hallak, Danyal,Harun, Hürmüz nebiler Eğil ilçemizdedir, hem mübarek hepisi. 86 Türbelerin eski hali Elyesa ve Zülkifl peygamberlerin, kabirlerin taşınmasından sonraki mekânları 87 Hz.Elyesa su altında kalan kabir 88 Hz.Elyesa su altında kalan kabir Hz.Elyesa’nın su altında kalan türbesi 89 Peygamber tepesine taşındıktan sonraki kabir Peygamber tepesine taşındıktan sonraki kabir 90 Ergani makam dağında Hz.Zülkifil makamı(1936 yılı) Fotoğraf: Basri Konyar'ın Diyarbakır Tarihi kitabı. Restorasyon öncesi Ergani’de Hz Zülkfil makamı 91 HARUN-U ASEFİ(ASAF BİN BEHRİYA) Asaf bin Behriya Asaf bin behriya (en eski hali) 92 Türbenin ilk hali Türbenin ikinci hali Asaf Bin Behriya Türbesi Eğil’deki Peygamber türbe kitabeleri Hz.El-yesa (as).M.Ö.1200 Ta’Alallah ne dergahı ref’üş-şanı alidir. Nebiyullah merkadı El-Yesa kadriyle galidir Tecella-i ilahidir, beher su sat’ı nurdur. Zibayı kalbi kasidir, hayatı cismi balidir. Fütuh-u müşkilat odur, harimindi sahibisi Birader zadesi Hürmüz, Azizi-yi zi şanidir Hz.Zülkifl (as).M.Ö.1200 Dilersin izzet-i dareyn gür kim bahrı-yab olmağe Yüz’ün sur merkad-ı pakı nebiyi zülkilfü zişane Andele hadımı duşnab ta’biri mukarrer et. Zehl devlet o cane kim feda olmuş bu canane Hz.Harun (Esfid Berhiya) (as) M.Ö.900 Nebiyullah Harun merkadidir Asefi ta’bir Ah’i Musa değil lakin Mesihadır, beher te’sir 93 Andede nesli paki kim rüyem ismiyle tahkik et. Vekildir enbiyanın, sahibidir bil hayrı ve tavkir Kabirleri 850 yıl önce bulunmuştur. Harun-i Asefi Hz.Süleyman’ın veiziridir. Hz.Musa’nın kardeşi Harun (as) ise Uhud dağında medfundur. (Zeynel Abidin Çiçek:Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü..2007.s.97) Hz.Elyesa ve Hz.Zülkiflin kabrinin taşınma hikayesi 94 Hz.Danyal (AS) Emniyet binası arka bahçede Danyal peygamber kabri (40 yıl önce üstü kubbeliydi), türbe şeklindeydi, ne yazık ki sonradan yıktırılmıştır. 95 3.BÖLÜM Hz.Musa ve Eğil ilişkisi 96 Hz Musa ve Eğil: Aşağıdaki dergide spekülatif bir yorum var: Musa buradan geçti National geophraphic. Şubat 2012 Otomobil asfalt-stabilize karışımı dar yolu tırmana tırmana bitirip tepeye vardığında, büyük karakolun nizamiyesi beliriveriyor. Direksiyonu sağa kırıyor, nizamiyeye doğrudan girişi önleyen bariyerlerin, üst üste dizilmiş insan boyu kum torbalarının önünden geçip devam ediyoruz. Göz ucuyla bakarken bile ürkütücü. Nizamiyenin bomboş olması daha da ürkütücü; duraklamıyoruz bile. O fotoğrafın çekileceği yeri kendimiz de buluruz diye konuşuyoruz aramızda, izin almak gerekmeyebilir. Anadolu'da "Musa peygamber makamı" olduğu rivayet edilen yerlerin peşinde, onun Hızır'la buluştuğu söylenen Kur'an'daki "Mecmaül Bahreyn"i (iki denizin birleştiği yer)" burada belgeleme, Dicle'nin iki kolunun birleştiği Kralkızı Barajı'nı fotoğraflama derdindeyiz. Ama yapamıyoruz. Orayı karakola görünmeden fotoğraflayabileceğimiz bir yükselti yok. Dönüyor, nizamiyenin az uzağında duruyoruz. "Dur! Arabadan inme! Kimsin?" Emirdeki telâştan belli, asıl ürken o; titreyen sesin görülmeyen sahibi. "Gazeteciyiz" diye bağırıyoruz kâğıdı camdan uzatarak, "Fotoğraf çekmek istiyoruz, belgemiz var!" Eteğinde nizamiye olan tepede ses yeniden duyuluyor, ama bu kez daha yukarıda bir yere konuşuyor ve artık daha az telâşlı: "Komutanım, gazeteciymişler, belgeleri varmış!" "Al, gel" diyor komutan ve sesin sahibi asker patırtıyla bayır aşağı koşup kâğıdı alıyor, tekrar tepeye tırmanıyor. Şimdi komutan da orada; tepeden biraz aşağılara inmiş, belgeyi inceliyor. Sonra sesleniyor: "Bununla olmaz, valiliğe götüreceksiniz bu kâğıdı, o da bize talimat verecek, yoksa fotoğraf çekemezsiniz, buralarda fazla da oyalanmayın!" Ve biz kontağı açarken, esprili, ekliyor: "Derginizdekilere de deyin ki 'Musa buradan geçti mi geçmedi mi, yüzbaşı bilmiyor, ama kendisi geçmemiş; hâlâ orada, Kralkızı'nda!.." Anadolu'nun en eski topluluklarından Süryaniler için Diyarbakır ve civarı, kutsal topraklar. Adem'in cennetten kovulduktan sonra indiği Aden bahçesinin burası, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki topraklar olduğuna inanılır. Kitâb-ı Mukaddes'teki birçok peygamber burada yaşamış, "ölümsüzlük suyu" (âb-ı hayat) burada bulunmuştur. Sadece Süryaniler mi buna inanan? Kralkızı Barajı karakolundan yüz geri edilmeden bir gün önce, Diyarbakır'a 23 kilometre mesafedeki Eğil yolundayız. İlçe merkezine yaklaştıkça morlu beyazlı klasik ören yeri tabelaları sıklaşıyor: 97 Nebi Zünnun (Yunus) Makamı'na gider, Nebi Hallak Türbesi 4 km, Nebi Harut Türbesi'ne gider, Nebi Danyal Türbesi emniyet amirliği bahçesindedir... Sünni Müslüman bir yerleşim merkezindeyiz, ama adım başı, Kur'an'da adı olmayan, kimi ise melek olarak anılan (İlahiyatçı Yaşar Seyhan, alanında bir ilk olan 2006'daki Kitâb-ı Mukaddes ve Kuran'daki Kıssaların Karşılaştırılması başlıklı yüksek lisans tezine göre Kur'an'da anılan 28 peygamber arasında Danyal'ın adı yok, Harut ise melek olarak zikrediliyor) nebi, yani peygamber makamları ya da türbeleri var. Bunların en şaşâalısı yerleşim yeri çıkışında, Kralkızı Barajı yolunda, bir camiyle iki türbe barındıran Nebi Harun Tepesi'nde. Kitâbesinde, türbelerden birinde altışar metre boyundaki iki yüksek sandukada Kur'an'daki Elyesa ile Zülkilf peygamberlerin yattığı belirtiliyor. Öteki ise yine Kur'an'da adı geçen, Musa peygamberin kardeşi Harun'a ait. Kur'an ve Kitâb-ı Mukaddes'te Musa'nın dili biraz peltek olduğu için, Allah'ın emirlerinin İsrailoğulları'na Harun tarafından tebliğ edildiği belirtiliyor. Harun'un Musa'dan çok önce, İsrailoğulları henüz Filistin yolundayken öldüğü yazılmış ama, buralarda inanış farklı: "Harun'u Musa getirdi, biraz kaldılar, sonra Harun öldü, Musa onu toprağa verdi ve gitti." Bu çelişki türbe kitâbesinde şöyle açıklanıyor: "Hz. Harun'la ilgili iki rivayet var. Birincisi Hz. Musa'nın kardeşi ve yardımcısı olduğuna dair. İkincisi ise İÖ 1000900 arasında Hz. Süleyman'ın fetih için gönderdiği kâtibi ve komutanı olduğuna. Gelmiş, fethetmiş ve 123 yaşında burada ölmüş." Devamını National Geographic Türkiye'nin Şubat 2012 sayısında okuyabilirsiniz. Prof K.Haspolat. Açıklamalar: İki kolun birleştiği yer:Kralkızı barajı olabilir 98 Dicle barajının önü de olabilir Dicle barajı önünde birleşen iki kol Dicle barajı önünde birleşen iki kol(Mecma-ül Bahreyn) 99 Arapçada nehre bazen deniz denmektedir.(1) Büyük nehirlere de deniz dendiği unutulmuştur. (Ahmet Cemil Akıncı.Peygamberler tarihi.s.521(Hz.Musa bölümü) ) Gemidekiler Yûnus aleyhisselâmı denize (O zamanlar büyük nehirlere deniz deniyordu)=Dicle nehrine attılar. (Peygamberler Tarihi, İhlas Yayınları) Balık karnında Yunus (AS)’ı önce Übülle’ye,sonra Dicle’ye,sonra Nineva’ya kadar götürüp deniz sahiline bırakmıştır(Taberi tarih.c.2.s.43,Salebi-Arais.s.409.ibn.Esir-Kamil.c.1.s.363. )Yani Dicle’de Yunus (AS)’ın balığın karnında yolculuğu da vardır. İki denizin birleştiği yer Eğil’demidir. Kehf 60: Hani Musa genç yardımcısına: “Iki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, ya da uzun zamanlar geçireceğim” demişti. Hz. Musa yardımcısı Hz. Yuşa Bin Nun ile birlikte uzun yolculuktan sonra iki denizin birleştiği yere vardılar. Bir çeşme başında dinlenmek için oturan Hz. Musa bir taşı yastık yaparak yattı. Yuşa Bin Nun Hazretleri ise abdest almaya koyuldu. Bu sırada yanlarında getirdikleri tuzlu balığa abdest suyu sıçradı, balık dirilerek bir anda denize atladı. Kehf 61: Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu. Gördükleri karşısında hayrete düşen Yuşa Bin Nun Hazretleri bu olayı Hz. Musa’ya anlatmayı unuttu. Hz. Musa kalkınca yollarına devam ettiler. Yemek vakti gelince balığı yemek üzere durdular. Yuşa Bin Nun Hazretleri ancak bu durumda balığın canlanıp denize atladığını hatırladı. (Kehf 62-63) Ve hemen olayı Hz. Musa’ya anlattı. Hz. Musa Hızır (A.S)’la buluşacağı yerin balığın canlanıp denize atladığı yer olduğunu anladı, hemen geri döndüler. (Kehf 64) Böylece Hz. Hızır ile Hz. Musa Allah’ın tayin ettiği yerde buluştular. (2) Hz Musa ve Diyarbakır ilişkisi: Yukarıdaki Hz.Musa ve Eğil ilişkisini teyid açısından Eğil’in çevresindeki olaylara göz atmak gerekir. 100 Hz.Musa ve Ulu cami: Evliya Çelebi, seyahatnamesinde; Diyarbakır Ulu Camisinin Hz. Musa zamanında yapıldığından bahseder. İfade şu şekildedir.’'Hz.Musa zamanında yapılmştır. Bahçe sütunlarının sağ tarafında bir sütun üzerinde ibranice tarihi vardır.(2) Evliya Çelebi Ulu caminin Hz Musa zamanında yapıldığını İbranice bir kitabeye dayandırmaktadır. Evliya Çelebi mabedin Hz.Musa yapıldığı hususunda Rum tarihçilerinin tümünün hemfikir olduğunu ifade etmektedir. Lord Kınross isimli seyyah’ın 1954 yılı Londra basılı Toroslardan Asyalı Türkiye’de bir Yolculuk isimli eserinde Ulu cami ile ilgili şu yorumda bulunur; ‘Ayrıca evliyaların Ulu caminin Mosların(Hz.Musa) zamanında yapılmış olduğuna dair önerileri de göz ardı edilmiş olabilir.’ (3) Halk arasında Hz.Musa’nın Ulu camide namaz kıldığına dair geniş rivayet vardır. Hz.Musa ve Hz.Hızır’ın Bırkleyn mağarasında buluşması: Hz.Musa Diyarbakır ilişkisi olarak yaygın şekilde geçen halk hikayeleri vardır: Hz. Musa ve Hızır Aleyhisselam Kıssası : Diyarbakır'ın doğusunda ve Dicle Nehri’nin kuzeyinde, Hızır İlyas Köy'ü vardır. Daha kuzeyde Kani Hızır [Hızır Pınarı] vardır. Hızır Aleyhisselam Lice'deki Bırkleyn mağaralarına gelmiş, bu mağaralardan birinde akan, Cennetten çıkıp yine Cennet'e giden Dicle ırmağı'nın kaynaklarından birini oluşturan, ölümsüzlük suyundan içmiş ve ölümsüzleşmiş Hızır (a.s.)’ın Bırkleyn Mağaraları’nda Hz. Musa ve İskender-i Zülkarneyn ile buluştuğuna dair efsaneler halk arasında anlatılmaktadır.(4)(5)(6) Bir olayı aydınlatmada o bölgenin efsaneleri de önem taşır. Bu bilgi bilimsel verilerle de desteklenince ön plana çıkar. Bırkleyn mağarasına en yakın iki denizin (nehrin)buluşma noktasının da Peygamberler diyari Eğile yakın bölgede Maden çayı ile Bırkleyn kolunun birleştiği nokta akla yakın gelmektedir. 101 Diyarbakır nere Hz Musa nere demiyelim Diyarbakır Yahudilerce kutsal kentdir Diyarbakır'lı Yahudiler Diyarbakır’ın Tevratta bahsi geçen Kalne şehri olduğunu söylemektedir. (Tekvin''Bap 10,ayet 1'Ve onun krallığının başlangıcı Şinar diyarında Babil,ve Erek,ve Akkad ve Kalne idi' Kitabı (7)(8) Tevrat'a baktığımızdaysa, Nimrod adına rastlarız: "Ve Kuş Nimrod'un babası oldu; o, yeryüzünde kudretli adam olmaya başladı. O, Rabbin indinde kudretli aver idi; bundan dolayı: Rabbin indinde Nemrud gibi kudretli avcı, denilir. Ve, onun krallığının başlangıcı Şinar diyarında Babil ve Erek ve Akkad ve Kalne idi. " (Tevrat, Tekvin, 10/8-12). Kaynaklar 1-Bünyamin Ateş Peygamberler Tarihi.Yeni Asya yay.İst.2002. S.295 http://www.insirah.com/ 2-Beysanoğlu, Şevket, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, l. Cilt , Sf.271 (Evliya Çelebi Seyahatnamesi , c.6, sf.122. Zuhuri Danışman yayını) 3-Şefik Korkusuz.Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.2003.s.255 ‘ 4-Lİce.Yurt Ansiklopedisi.Diyarbakır md.c.4) 5-Muhsine Helimoğlu Yavuz; diyarbakır efsaneleri, Doruk yayınları, 2. Baskı, Ocak 1993 6-Prof.Dr.İsmail Yiğit.Peygamberler tarihi.Kayıhan yay.İst.2005.529 7- Kitabı MukaddesMukaddes Şirketi.İstanbul.1955 s.9 8-Rifat N.Bali:Diyarbakır YahudileriDiyarbakır Müze Şehir.YKM yay.1999.s:370 102 4.BÖLÜM Hz.Nuh ve Eğil ilişkisi 103 Hz Nuh Ve Eğil İlçe İlişkisi Hz. Nuh’un kabri Cizre’dedir. Ancak Nuh’un gemisinin ise Cudi Dağında olduğunu biliyoruz. Cizre yakınlarında Cudi Dağı olmakla beraber Cudi Dağının yeri hakkında çok farklı söylemler vardır. Suudi Arabistan, Musul, Şanlıurfa, Amid, Kuzey Mezopotamya gibi. Konu Amid olunca Diyarbakır’daki Cudi dağı nerededir? sorusu akla geliyor. Hz Nuh ve mezarı(Cizre) Eğil baraj havzasında sudan yaklaşık 200 m yukarıdaki mağaralar Nuh tufanı sonra su erozyonuyla oluşan mağaralardır. Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesinden konuyla ilgili uzman, Doç. Dr. Fuat Toprak’a bu mağaraların ne olduğu sordum. Su erozyonu sonrası olabileceğini ifade etti. Sümer topraklarında tıkanma olunca su membaına doğru geriye dönüş yapacak ve suyun seviyesi yükselecektir. Yükselen su da erozyon yaparak mağara oluşumuna neden olacaktır. Gemi de haliyle Sümer topraklarından geriye doğru gelerek suyun doğuş kaynağı olan Birkleyn mağaraları ve Kralkızı mağaralarına doğru gelecek ve orada bir mekan da kalacaktır. Eğil baraj havzası Hz. Nuh’un geçtiği güzergâhtadır. Nuh tufanı etkisiyle oluşan mağaralar 104 Nuh tufanı etkisiyle oluşan mağaralar Baraj gölündeki mağaralar su seviyesinden yaklaşık 200 metre yukarıdadır. Bu mağaralar su erozyonuyla oluşmuştur. Yani çok önceleri Dicle Nehri seviyesi bu düzeye ulaşmıştır. Dicle’nin çıkış kaynağı Maden çayı ve Bırkleyn mağaralarıdır. Maden’den gelen kol Eğil önünden geçer, Bırkleyn’den gelen kol da akarak Dicle barajı önüne gelir, burada iki kol birleşir. Sümer topraklarından tufan nedeniyle gelen su, geri istikamete Dicle’nin çıkış kaynağına kadar dayanır. Dolayısıyla Eğil ilçesi önünde ve Bırkleyn kolu önünde su erozyonu yaparak mağara oluşturur. Nuh’un gemisi de muhtemelen su akıntısı nedeniyle geriye doğru sürüklenerek Dicle’nin çıkış kaynağına doğru gelir. Bu bölge Ergani-Dicle-Lice arası bölgedir. Yani Cudi dağı bu bölgede olabilir. Cudi dağıyla ilgili mekân söylemleri olarak a) Amid b)Şanlıurfa c)Cizre d)Musul e) Suudi Arabistan’dır. Bu durumda, Roma tarihine, İncile, İslami kaynaklara bakarak Cudi’nin yerini arayalım. Sonuç olarak baktığımızda Cudi’nin Amid’de olduğu ağır basıyor. Amid olarak da kanaatimce Dicle-Lice arasındaki dağlardır. 105 Amerikan ve İngiliz arkeologlardan kurulu, başlarında Sir Charles Leonard Woolley’in bulunduğu bir araştırma ekibi, 1923 yılından başlayarak, kazı mevsimlerinde 6 yıl müddetle kazıyla Sümer topraklarında tufanın izini buldu. Gılgamış destanında da tufan anlatılmaktadır. Yani arkeoloji ile mitoloji aynı noktada buluşuyor. Tufan öyküsünün anlatıldığı Akad kil tableti Tufanı anlatan XI. tablete bakalım: Tufan başlıyor, altı gün yedi gece sürüyor. Yedinci gün gemiden çıkarak Tanrılara kurban sunuyor.(1) Tufanın başlangıcı Sümer’de, gemi ise Dicle İlçesi-Lice İlçesi arasındadır? İslami kaynaklar gemi Cudi’de durdu der. Ancak Cudi nerede? Bu hususta çok söylem var. Şimdi Cudi’yi arayalım Nuh tufanı sonrası Diyarbakır Cudi Dağının ‘Amid yöresinde bir dağ ‘olduğunu ‘İbnül Cevzi Zadü’l–Mesir, IV,112; Beyzavi, Envar, III,237’ isimli eserler vurgulamaktadır. Elmalı tefisir de aynı hususun altını çizer, Elmalı Tefsiri: c:4. Hud süresi ‘44-47- Derken aralarına dalga giriverdi, bunun üzerine o da boğulanlardan oluverdi. Ve denildi. Ey yer, suyunu yut! Ey gök, sen de kes artık! Bu emirlerin ifade ettiği heybeti ve kudreti tasavvur etmeli. Yere, göğe böyle emir veren ve onlara hükmeden ilâhî saltanatın azamet ve büyüklüğünü düşünmeli. Bu kudrete kim karşı durabilir? Sular çekildi ve emir icra edildi. Yani azap emri, azap hükmü yerine getirildi. Boğulacaklar boğuldu, kurtulacaklar kurtuldu. İş bitirildi. Gemi de Cudi üzerine oturdu. 106 Elmalı tefsirinde: Cudi: Engince bir dağdır ki, Musul'da denilmiş, El-Cezire’de, Âmid'de, Şam'da denilmiş. Ebu Hayyan diyor ki, Cezire'de veya Âmid'de denilmesi Musul'a yakınlığı dolayısıyladır. Çok eski arap şairlerden İbn Kaysel Rukiyyet ile Ümmeye b. Ebü`s-Salt`ın şiirlerinde geçen Cebeli Cudi’nin artık Arabistan`da değil el-Cezire`de bulunan dağ olduğu anlaşılmalıdır. Ebu Hayyan, Cudi`nin Cezire`de veya Amid`de bulunduğu yönündeki rivayetleri Musul`a yakınlığına bağlar. Çok eski arap şairlerden Tefsirciler Cudi dağının Cezire’de olduğunu ifade eder. Cezire Kuzey Mezopotamya’dır. Amid (Diyarbakır)’ın da dahil olduğu bu bölge Mezopotamya’nın kuzeyini yansıtır. Amid ismi de spesifik olarak geçer. Literatür olarak Amid diyenler: Ebu Cafer Muhammed b.Cerir et_taberi, Camiul Beyan’an Tevili Ayil Kur’an (Tahkik: Abdullah b. Abdu’l Muhsin et-Türki), XII.424 vd, Kahire.2001 Zemahşeri, Keşşaf, II,383 İbni Kesir, Tefsir IV,323 Ebu’s Suud, İrşad III,49 Kasımi, Mehasin, IX,344 Konyalı Tefsir, VI,2349 Bilmen Tefsir III,1476 Mevdudi, Tefhim, II,371 (2) Kuzey Mezopotamya (Cezire) diyen kaynaklar; Ebu Cafer İbn Cerir: Cudi dağı Cezirede bir dağdır. Mucahid, Cudi Dağı Cezirede bir dağdır. Amid ve Cezire isminin doğrudan geçtiği kaynaklar. Elmalı: Cudi engince bir dağ ki, Musul’da, Cezire’de veya Amid’de denilmiştir.. Cudi için günümüzde bazı yazarlar Urfa’da demektedir. Bölgede Cudi ile ilgili bunu başka bir söylem de var: Tektek Dağları, Harran'la Viranşehir ovaları arasında kuzeyden güneye doğru uzanan kıvrım dağlarıdır. Cudi dağı Tektek dağlarının içinde Urfa ve Ceylanpınar arasındadır.(3) (4).iddiası mevcuttur 107 Roma tarihleri ve İncil’e göre Nuh’un gemisi Diyarbakır’dadır. İncilin Süryani versiyonu Pchitta ‘Gemi Cardo Dağı’nın tepesinde durdu der.(5) Grek ve Latin kaynakları geminin durduğu yerin Gordyne dağları olduğunu vurgular.(6). Strabo’ya göre bu dağlar Diyarbakır-Muş arası dağlardır.(7)(8) . Strabon, Gordyaei’ye dahil yerleşmeleri Sareisa, Satalca ve Pinaca şeklinde saymaktadır. (9) (10 ) Hadrien Bru, Hellenistik dönemde Gordyene'nin üst Dicle bölgesi olduğunu vurgular.(10 Bu bölgeler Ergani ile Dicle ilçesi arası bölgedir. Pliny, Naturalis Historia (Natural History) adlı kitabında. Pliny, Natural History VI.xviii.46. bölümünde. Dicle nehrinin Gordyaei dağlarından geçtiğini yazmıştır. Yani Nuh’un gemisini Dicle nehri yakınında aramamız yerinde olacaktır. Diyarbakır Gordyaei dağlarının bulunduğu yerdedir. Bu durumda Grek ve Latin kaynaklara göre geminin durduğu yer Lice-Dicle-Ergani dağlarıdır. Elmalı tefsirinde geminin durduğu yer olarak Amid denmesi, ikinci bir seçenek olarak da Cezire (Kuzey Mezopotamya) denmesi de bu olayla paralellik arz eder. Bu durumda Cudi Diyarbakır-Muş arasında olacak Erganiye yakın olacak Dicle kenarında olacak Burası Dicle ilçesi-Hani arasındaki bölge midir? Eğil önünden geçen Dicle havzasında, vadi boyunca olan çok sayıda mağara tufanın etkisiyle oluşmuştur. Gemi, Dicle boyunca çıkış kaynağına sürüklenerek bu bölgeye mi geldi? Yani geminin son durağı Ergani-Dicle-Lice dağları mıdır? Eğil baraj gölünde gördüğümüz mağaralar Tufan sonucu oluştu. Gemi de bu bölgeye yakın bir mekâna geldi sonucuna ulaşabiliriz. 108 KAYNAKLAR 1- Muazzez İlmiye Çığ.Giigameş.Kaynak yay..2006.İst.s.83 2-- Yrd.Doç.Dr.Nesim Doru (ed), Uluslararası Şırnak ve çevresi Sempozyumu. Bünyamin Açıkalın. Tefsir literatüründe Nuh(AS) kıssası.2010.s.38 3- Oymak M:Urfa ve Hz.Eyyub..Ş.urfa.2005.s:73 4-Dr.Faruk Öncel. Yeni bir iddia.06.08.2010 Diyarbakır söz 5-R.P.Giuseppe Campanile. Kürdistan tarihi. Avesta yay.Diyarbakır.2009.s.23 6- Cemşit Bender. Kürt mitolojisi. Berfin yay.İst.2007.s.111 7-http://www.bookrags.com/wiki/Corduene 8-W.Minosrky.The Bois DN.Mac Kenzie..Kürtler.Kürdistan.Doz yay.2Baskı.;st.2004.s.43 9- Sophene & Corduene Geography Of Strabo, 14. Kitap, s. 161–62, Suriye başlıklı bölüm 10-Hadien Bru. The Historical geography of Midyat and its Environs during classical antiquity. Uluslararası Midyat sempozyumu.(ed.Doç.İ.Özcoşar)Mardin.2012 109 5.BÖLÜM Eğil ilçesi ve Hz.Abbas soyu 110 Eğil ilçesinde Hz.Abbas soyu Abbasiler ve Eğil :750-869 Diyarbakır (Amid) 639 tarihinde İslam orduları tarafından fethedilmiştir. Eğil Beyliğini 1030-1085 yıllarında kuran Pir Mansur oğlu Pir Bedir’dir. Bizanslılar II. Kez 9081030, Büyük Selçuklular 1085-1093, Nisanoğulları 1157-1169, Timur 1394-1401, Akkoyunlular 1401-1507, Safeviler 1507-1515, Osmanlılar 1515 fethetti (1). Vakidî’ye göre, İslamın ilk döneminde Angil (Eğil) İyâz’ın görevlendirdiği Numan b. Ma’rife tarafından fethedilmiştir. Abbasiler döneminde Diyarbekir yöre halkı Ebu'l Abbas'ın halifeliğini kabul etmemiş, ayaklanmıştır. Ancak bu ayaklanma Ebu’l Abbas’ın kardeşi Mansur tarafından bastırılmıştır. Mansur Diyarbekir ve El-Cezire bölgeleri valiliği’ne getirilmiştir. 803'te Diyarbekir ve civarında çıkarılan ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmış, bu tarihten sonra bölgeye Bizans akınları yoğunlaşmaya başlamıştır. Bağdat yönetimi Diyarbekir ve yöredeki kalelerin savunmalarını güçlendirmek amacıyla çok sayıda asker göndermiştir. Uzun süre devam eden saldırılar sonucunda 908 yılında Eğil Kalesi, Cebâbira ve Yamâni Kaleleri ile birlikte Bizanslıların eline geçmiştir. 1543 – 1604 yılları arasında yaşayan Bitlis Emiri Şeref Han’ın 1596 yılında bitirdiği Farsça yazılmış “Şerefname” adlı eseri, 1667 yılında Türkçeye, 1862 yılında Fransızcaya, 1958 yılında Arapçaya çevrilmiştir. Bu eserde verilen bilgilere göre, Eğil Beyliğinin kurucusu Mırdasîlerden Seyyid Hüseyin el A’rac (topal) oğlu Pîr Mansur’dur. Mırdasîler, Pîr Mansur zamanında Hakkari dolaylarında bulunuyorlardı. Pîr Mansur, sonradan Eğil Kalesi yakınlarındaki Pîran (Şimdiki Dicle ilçe merkezi) köyüne gelip yerleşmişti. 111 Kocaalan’da Pir Mansur kabri Pîr Mansur'dan sonra yerine Pîr Musa geçti. Mutasavvuf olan Pîr Musa, Pîran’da bir tekke yaptırmıştı. Ünü Mırdasîler ve diğer aşiretler arasında yayıldı. Onun ölümünden sonra yerine Pîr Bedir geçti. O dönemlerde dervişlik postu, saltanat tahtının ilk basamağı idi. Gittikçe müridleri çoğalan, güçlenen Pîr Bedir, Mırdasî ve diğer aşiretlerin desteğiyle Eğil Kalesi’ni ele geçirdi. Kaleyi kimden aldığı hakkında bilgi yoktur. Bunun 11. yüzyılın sonlarında, Anadolu’daki siyasi otoritenin zayıfladığı sıralarda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Ancak Pîr Bedir’in Eğil hâkimiyeti fazla uzun sürmemiş, bir süre sonra kale Selçuklular’ın hâkimiyetine geçmiştir. Pîr Bedir, Selçuklular’ın elinden kurtulup da kaçmaya muvaffak olunca Meyyafarikin’e gitmiştir. Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın komutanı Emir Artuk 1089 yılında Meyyafarikin’i kuşatıp almış ve Meyyafarikin hâkimiyeti sırasında Pir Bedir şehit olmuştur. Onun ölümüyle aileden kimse kalmamıştır. Fakat bir süre sonra karısının hamile olduğu anlaşılmış ve doğacak çocuk beklenmeye başlanmıştır. Onun bir erkek çocuk dünyaya getirmesi üzerine aşiret halkının Türkçe olarak “çok şükür Hüda’ya, istediğimizi bulduk” 112 demeleri üzerine çocuğa “Bulduk”, adı verilmiş, daha sonra Eğil hükümdarının adı ve lakabı da “Buldukani” olmuştur. Ergenlik çağına gelince beylik makamına getirilen Emir Bulduk’un 11. yy sonları ile 12. yy. başlarında yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Mırdasî aşiretinin başına, Emir Bulduk’tan sonra Emir İbrahim, Emir Muhammed geçmiştir. Emir Muhammed’in ölümünden sonra ise aşiretin yaşadığı topraklar üç oğlu arasında paylaşılmıştır. Bunlardan Emir İsa Eğil yönetimini ele almıştır. Emir Timurtaş’ın daha babasının sağlığında Bağın kalesi ile Palu çevresine sahip olduğu görülmektedir. Emir Hüseyin’de Berdenç Kalesi ile Çermik yöresinin beyi olmuştur. Emir İsa’dan sonra oğlu Şah Muhammed Eğil hükümetinin başına geçmiştir.(2) Bölgeye, Büyük Selçuklu Devleti, Nisanoğulları Beyliği, Akkoyunlular ve Sefeviler egemen olmuşlardır. Bölge pek çok kavime yurtluk etmiştir. Eğil 1515 yılında da Osmanlıların egemenliğine girmiştir. Eğil İlçesinin Yerlileri Mirdasiler: Mırdasilerin toprakları Amid (Diyarbekir / Diyarbakır) il sınırlarından başlayıp, batıya doğru Karacadağ’ın kuzey eteklerini izleyerek Adıyaman Gerger’i de içine alarak batıda Fırat nehrine, Fırat nehri sınır teşkil edecek şekilde kuzeye doğru çıkarak Pütürge’yi de içine alıp Elazığ, kuzeyde Munzur Dağları, Muş, Bingöl il sınırları ile doğuya doğru Zirkilerin ve Süleymani aşiretinin toprağı olan Lice (Atak) ve Silvan toprakları Mırdasilere sınır teşkil edecek şekilde yine Amid il sınırının kuzeydoğusunda son bulurdu. Mırdasiler gelip bu topraklara yerleştikten sonra kendilerine önce Piran (Dicle) ilçesini merkez seçtiler. Bu geniş topraklara yayılmış olan Mırdasilerin bölgeye geliş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte tarihi kaynaklar, dokuzuncu yüzyılın sonu ile onuncu yüzyılın başlarından beri bölgenin tarihinde rol oynadıklarını belirtmektedir. Mırdasiler bölgeye geldikleri tarihten beri etkinliklerini sürdürmektedirler. Bölgenin kültürel, sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmuş, yarattıkları kültürel değerler yer yer harap da olsa günümüze kadar gelmiştir. Mırdasiler bölgede olduğu gibi Amid’in tarihine de çeşitli dönemlerde damgalarını vurdular. (3) Şerefname'nin yazarı Şerefhanê Bidlisî'ye göre; Mirdasiler, Halep civarında egemen bir toplum-halk iken hâkimiyetlerini yitirince Eğil ve civarına gelip yerleşmiş ve Pîr Mansur'un himayesiyle buraya hâkim olmuşlardır. Sonraları Pîr Bedir döneminde dini ve siyasi bir topluluk olarak bölgeye hâkim oldular.(4) 113 H.Basri Konyar (5) bu hususta şunları yazar: ‘müverrihler kavlince Merdasi ailesinin kökü peygamberimizin amcası hazreti Abbas'a dayanır.’ Bu hususta Nedim Konuksever'in verdiği secereden bir kaçını sunalım: Peygamberimizin amcası Hz. Abbas soyunun Eğil ve civarında yaşadığını gösteren soy ağacını Nedim Konuksever Bey ve oğlunun katkısıyla sunuyorum 114 8. yüzyıl sonunda Hz. Abbas soyundan Pir Mansur Dicle ilçesine gelir. Türbesi Dicle ilçesinin 4 km doğusunda Dere (kocaalan) köyündedir. Bugün Eğil’de olduğu gibi Dicle’de de kendilerinin Abbasi olduğunu söyleyen yani Hz. Abbas soyundan gelen insanlar mevcuttur. (6) Çaldıran zaferinde büyük katkı gösteren Lala Kasım bey Lala Kasım Bey ve Murat Bey kümbeti ve Şerbetin hanı görülmeye değer mekanlardır. Ancak Şerbetin hanının kamulaştırılması, kafeterya, lokanta, tarihi eşya satımı gibi unsurlara hizmet etmesi yararlı olacaktır. Lala kasım bey ve Murat Bey kümbeti Çaldıran’da Osmanlıların yanında savaşan Kürt ileri gelenleri bölgedeki etkinliklerini yeniden tesis ettikten sonra Diyarbakır’ı Sefevilerin kuşatmasından kurtarmak için harekete geçtiler. Bilhassa Atak kalesi ile Eğil ve yöresinin hâkimi Kasım Beg Diyarbakır’ın kurtarılmasında çok büyük katkılar göstermişler. (Tacüt Tevarih c.4.s.250) (2) Şerefname’de belirtildiği üzere, “Diyarbakır 1507 yılında Şah İsmail-i Safevî tarafından istila edildiği zaman Eğil Beyi Şeyh Muhammed oğlu Kasım Bey kendisine bağlılığını sunmamış, boyun eğmemiş, tersine son derece muhalefet etmiştir. Kasım Bey'in, cesarette, bilimde, edebiyatta, güzel ahlakta, iyi karakterde tek olması ve çok iyi bir yönetici olması nedeniyle Akkoyunlular kendisini komutan ve çocuklarından birine mürebbi olarak tayin etmişlerdi. Bundan dolayı kendisine Lala Kasım denmiştir. Safevilere karşı muhalefeti nedeniyle Diyarbakır Valisi Ustaclu Muhammed Han büyük bir orduyla üzerine yürümüş ve Eğil 115 Kalesi’ni kendisinden alarak, Şii Mansur Bey’e vermiştir. Yedi yıl süren bu yönetimden sonra Eğil Kalesi Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yavuz Sultan Selim’in yardımı ve desteğiyle Lala Kasım tarafından geri alınmıştır.” Lala Kasım Bey tarafından, Diyarbakır’da Lala Bey Camii ve yakınlarından biri için Lala Bey Türbesi yaptırılmıştır. 1518 tarihinde yapılan ilk tapu tahririne göre, Eğil Beyi Kasım Bey’in Harput’un Ebutahir nahiyesi gelirlerinden 127145 akçelik hası vardı. Eğil sancak beyi hasları toplam sancak hasılatının % 8,2’sini oluşturmaktaydı. Eğil Beyi Lala Kasım Bey 1535’de öldü ve Kasım Beyin çocuğu yoktu. Vasiyetine uyularak Eğil beyliğinin yönetimi Kanuni Sultan Süleyman Divanı’nca kardeşinin oğlu Murad Bey’e verildi. “Murad Bey, 1561 yılında amcası Kasım Bey’in mezarının yakınında büyük bir imaret kurdu; onun yanında da bir han ve bir konak yaptırdı. Orada giden gelenlere her gün yemek verirdi. Bu hayır imareti, Han-ı Şerbetin olarak bilinmektedir.(Tekyeli. Eğil Tarihi.) (2) Murad Bey’in birkaç yıllık yönetiminden sonra oğulları Ali Han ve Kasım Bey peş peşe Eğil hükümdarlığı yaptılar. Ancak genç yaşta öldüler. Kasım Bey iki çocuk bıraktı: Cafer Bey ve Gazanfer Bey. 1572 yılında Cafer Bey, II. Selim’in çıkardığı ferman gereğince, küçük yaşta Eğil hükümdarlığı görevine getirildi. (7) KAYNAKLAR 1- http://www.main-board.com/ 2- Baykal. K.Diyarbakır hakkında yapılan etüdler.Karacadağ dergisi.20 Haziran 1939.cilt ıı,sayfa 17 3-Aydın NDiyarbekir ve Mırdasiler Tarihi Avesta Basın Yayın.2012 4- Mirdasiler Üzerine Söyleşi Röportaj 26 Mayıs 2009 Haber Diyarbakır 5- Konyar. B.Diyarbekir Yıllığı.1936 6- Aydın N:Diyarbakır-Eğil hükümdarları tarihi.s.36-39 7- tekyeli) ttp://tekyeli.googlepages.com 116 6.BÖLÜM Eğil’de türbeler,camiler,medreseler 117 Türbeler,Camiler,Medresele Türbeler Lala Kasım bey Çaldıran’da Osmanlıların yanında savaşan Kürt ileri gelenleri bölgedeki etkinliklerini yeniden tesis ettikten sonra Diyarbakırı Sefevilerin kuşatmasından kurtarmak için harekete geçtiler.Bilhassa Atak kalesi ile Eğil ve yöresinin hakimi Kasım Beg Diyarbakırın kurtarılmasında çok büyük yararlıklar göstediler.(Tacüt Tevarih c.4.s.250)(1) 118 Kasım Bey Kümbeti Şerbetin köyünün yüz metre doğusunda ufak bir tepenin üstünde büyük ölçüde harap olmuş iki kümbet mevcuttur. Köy halkı ikisine de “Kasım Bey Kümbeti” demektedir. Adı geçen kümbetlerden birinin, Eğil beylerinden Kasım bin Şah Mehmet Bey’e ait olduğu kesin ise de diğerinin sahibi belli değildir. Basri Konyar’ın Eğil Eski Belediye Başkanı Zülküf Karakoç’tan aktardığına göre, altı köşeli kümbet Kasım Bey’e, sekizgen olan diğer kümbet de, Kasım Bey’in yeğeni Murat Bey bin İsa Bey’e aittir. Kasım Bey’e ait kümbetin, altıgen yapısının dıştaki kesme taş kaplamalarının bir kısmıözellikle kubbeyi örten ehramı külah üzerindekiler sökülmüş ve köy okulunun inşaatında kullanılmıştır. Baldakan tarzından inşa edilmiş kümbetin ayakları arasındaki kırık kemerler ve iç duvarların kaplamaları henüz sağlamdır. Altıgen gövdenin yerden 0,75 m yüksekliğe kadar olan kısmı koyu gri renkli bazalt taşları ile üst kısmı da bazalt ve bej renkli kesme taşlarla almaşık duvar düzeninde inşa edilmiştir. Ehramı külah ile gövdenin birleştiği hizada saçaktan arta kalan oyuk silmenin izleri görülmektedir. Bugün kümbetin içinde mezar izine rastlanmamaktadır. Balda kan tipi kümbetlere 15. Yüzyıl ve sonralarında rastlanmaktadır. Kasım Bey kümbetinin de Miladi 16. Yüzyıla tarihlemek mümkündür. Diğer sekizgen olan kümbet ise, Kasım Bey’in yeğeni Murat Bey bin İsa’ya ait olduğu düşünülmektedir. Bu kümbet, Kasım Bey kümbetinin 4.5 metre kuzeyinde, o da çok harap bir durumdadır. Dıştaki kesme taşların tamamı, iç duvarlarda ise zeminden 2 metre yüksekliğe kadar olanlar sökülmüş ve diğer kümbetten sökülenlerle birlikte köy okulunun inşaatında kullanılmıştır. Kümbetin oturmalığı dolayısıyla mumyalığı yoktur. Temelden itibaren sekizgen prizma şeklinde yükselen gövde, sekiz yüzlü ehramı bir külahla son bulmaktadır. Yapının içi de dışı gibi sekizgen planlıdır. Dışta, yapının temelinde, koyu gri renkli bazalttan, henüz sökülmemiş bir sıra taş görülüyor. Kasım Bey Kümbeti’ni yakından hatırlatan bu durum, bu kümbette de dış duvarların almaşık düzende inşa edilmiş olabileceğini hatıra getirmektedir. Kümbetin herhangi bir yerinde taşçı markası, süsleme ve kitabe izine rastlanmamaktadır. Mevcut kitabe ve süslemeler, muhtemelen sökülen kesme taşlarla birlikte yok olmuştur. Kümbeti Miladi 16. Yüzyılın sonuna tarihlemek mümkündür.)2) 119 Kasım bey kümbeti planı(R.H.Ünal’dan) (3) 120 Lala Kasım bey kümbeti CAFER BEY TÜRBESİ BULUNDUĞU YER : Eğil’in Şerbetin Köyü’nde bulunmaktadır. Şerbetin Köyü’ndeki Kasım Bey Kümbeti’nin 3-4m. kadar kuzeyinde yer alan yapı üzerinde, herhangi bir inşâ ve onarım kitabesi bulunmamaktadır. Bu nedenle yapının kesin olarak ne zaman ve kim tarafından inşâ edildiği bilinmemektedir. Çokgen gövdeli ve piramidal külahlı kümbetlerin erken devir Osmanlı Mimarisi’nden başlayarak geç dönemlere kadar uygulandığı düşünülürse, yapının bir Osmanlı eseri olduğu hemen hemen kesindir. Ancak yapının kim tarafından hangi tarihte yapıldığı ile ilgili bilgiler kesin olmamakla birlikte, ilk defa Konyar tarafından verilmiştir. Konyar , yapının Cafer Paşa’ya ait olduğunun rivayet edildiğini söylemişse de söz konusu rivayetin kaynağı hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir. Konyar’ın vermiş olduğu bilgilerden hareket eden Ünal, bölgenin muhafazakar tutumunu da göz önünde bulundurarak, yapının XVI. yüzyılda inşâ edilmiş olabileceğini söylemiştir. Eğil beylerinden Zülküf Bey’in oğlu Fevzi Karakoç’taki soy kütüğünü inceleyen Beysanoğlu; kümbetin İsa oğlu Murat Bey’in torunu Cafer Bey’e ait olduğunu, bunun da söz konusu soy kütüğünde kayıtlı olduğunu belirtmiştir. Bütün bu bilgiler yapının 1585-87 yılları arasında Diyarbakır’da valilik yapmış olan Cafer Paşa adına XVI. yüzyıl sonlarında inşâ edilmiş bir Osmanlı yapısı 121 olduğunu akla getirse de, Şerefname’deki bilgiler yapının Eğil beylerinden Kasım Bey’in oğlu Cafer Bey’e ait olduğunu ortaya koymaktadır. KİTABELERİ Yapı üzerinde herhangi bir inşâ veya onarım kitabesi bulunmamaktadır. Bugün harap bir vaziyette bulunan yapının kitabesinin tahrip edilmiş olabileceği düşünülse de, Konyar’ın vermiş olduğu bilgilerden , yapıda önceden de bir kitabenin bulunmadığı anlaşılmaktadır. YAPININ İNCELENMESİ Genel Şerbetin Köyü’nün güney-doğusundaki bir tümsek üzerinde bulunan yapı, sekizgen tarzda inşâ edilmiş bir plan şemasına sahiptir. Temelde her kenarı 2.88m. ölçülerinde olan yapının gövdesi yaklaşık 0.10 m. kadar içe doğru daralarak yükselmektedir. Yapı içten yarım daire profilli bir kubbe, dıştan piramidal tarzda inşâ edilmiş bir külah ile örtülüdür. Beş cephesi baldaken tarzda inşâ edilmiş olan yapının kıble duvarı ve bunun iki yanındaki cepheleri ise sağır bir duvar şeklinde inşâ edilmiştir . İçten ve dıştan kesme taş malzeme ile inşâ edildiği anlaşılan yapının kaplamaları tamamen sökülmüştür Dış Cepheler Dıştan sekizgen bir plan şemasına sahip olan Cafer Bey Kümbeti’nin her cephesi 2.88m. ölçülerinde olup, üzeri piramidal tarzda sekizgen bir külah ile örtülmüştür. Üst örtüsü de dahil tüm kesme taş kaplamaları sökülmüş olan yapının giriş kapısı kuzey cephede bulunmaktadır Gövdenin doğu ve batı cephelerindeki açıklıklara oranla daha geniş tutulduğu gözlenen ve bu nedenle de yapının girişi olarak kabul edilen kapının, orijinalde hangi ölçülerde inşâ edildiği tam olarak belirlenememiştir. Kuzey-doğu cephesi kör bir duvar şeklinde inşâ edilmiş olan yapının doğu cephesinde bir pencere açıklığına yer verilmiştir . Zamanla tahrip edildiği için orijinal yapısı bozulmuş olan bu pencere açıklığının gerçek ölçüleri saptanamamıştır. Güney-doğu, güney ve güney-batı cepheleri kör bir duvar şeklinde inşâ edilmiş olan yapının bu bölümlerindeki duvar kaplamaları da tamamen sökülmüştür. Söz konusu cephelerdeki başka bir unsur da, yapıyı temel seviyesinde 122 çevreleyen bazalt taş sırasıdır. Yaklaşık 10 cm. gövdenin dışından yapıyı çevreleyen bu taş sırası, kümbetin oturtmamalık bölümünü oluşturmaktadır. Batı cephesinde bir pencere açıklığına yer verilmiş olan yapının kuzey-batı cephesi de kör bir duvar şeklinde inşâ edilmiştir. Yöre halkı tarafından almaşık duvar tekniği ile inşâ edildiği söylenen yapıyı inceleyen Tuncer, harç izlerinden hareketle yapının beyaz taştan inşâ edildiğini belirtmiştir.Gövdenin bitiminden sonra içbükey şekilde düzenlenmiş taşkın bir silme gelmektedir ki, söz konusu silmenin bugün ancak profili seçilebilmektedir. Yapıyı çepeçevre saran bu silme muhtemelen siyah bazalt taşından inşa edilmiştir. İçbükey şekilde düzenlenmiş olan silmeye oturan sekiz kenarlı külahın tüm kaplamaları sökülmüş olup, söz konusu kaplamaların da siyah bazalt taşından olduğu kuvvetli bir ihtimaldir. İç Mekan Yapının iç kısmına kuzey cephede açılmış olan bir kapı açıklığı ile girilmektedir. Dıştaki gibi, içten de sekizgen bir plan şemasına sahip olan yapının duvar kaplamaları tamamen dökülmüştür İç kısmındaki mezar yapısından hiç bir iz kalmamış olan yapının güney duvarında bir mihrap nişi bulunmaktadır Kesme taş kaplamaları sökülmüş olduğundan tam olarak ne tür bir mimari yapıya sahip olduğu anlaşılmayan mihrabın, yarım daire profilli ve fazlaca derin olmayan bir niş içerisine yerleştirildiği hâlâ seçilebilmektedir . Doğu ve batı cephelerinde birer pencere açıklığı bulunan yapının her cephesine yuvarlak kemerli sağır birer niş yerleştirilmiştir. Söz konusu kemerler arasında bulunan pandantifler aracılığı ile de kubbeye geçiş sağlanmıştır. Beyaz kesme taş malzeme ile kaplı olan kubbenin kaplamaları hâlâ sağlamdır Örtü Sistemi Cafer Bey Kümbeti içten yarım daire profilli bir kubbe , dıştan piramidal tarzda inşâ edilmiş sekizgen bir külah ile örtülmüştür Geçişleri pandantiflerle sağlanmış olan külahın dış kaplamaları tamamen , içkaplamaları ise sadece kilit taşı civarında dökülmüştür 123 Cafer bey kümbeti planı(R.H.Ünal’dan) (3) 124 Cafer bey kümbeti planı(R.H.Ünal’dan) Ziyaret Ali Kümbeti Eğil Kalesi’nin karşısında ve Ali Tepesi’nin yamacında, Eğil beylerinden Gazanfer Bey’in mezarı vardır. Bunun az ilerisinde altı kenarlı dört kapılı bir türbe vardır. Türbenin, Ali adlı bir şahsa ait olduğusöylenir. Kapıların ikisi, kemerleriyle birlikte sağlamdır. Birisinin de yalnız kemersiz kısmı kalmıştır. Türbe, Nebi Harun Tepesi’ne açılan karayolu yapımı esnasında ne yazık ki yıkılmıştır.(2) 125 Zat ı Ali Kümbeti planı (3) 126 Zatı Ali Kümbetinin Genel Görünüşü 1975 (R. H. Ünal'dan) Nisanoğlu Türbesi Eğil’in güneyinde Nebi Allak Deresi olarak bilinen derenin kenarındadır. Etrafında Eğil dere mahallesinin eskiden beri kullandığı mezarlık vardır. Türbenin (Künbetin) duvarları kısmen ayaktadır. Eski Diyarbakır Valilerinden Basri Konyar, Diyarbakır Yıllığı adlı eserinde türbenin, Nisan oğullarındanİzdüddevle Nasr veya Esüdüddin’e ait olma ihtimali olduğunu söylemektedir. İçindeki mezar taşları yok olmuştur. Kitabesi okunmayacak durumdadır. Halk arasında türbenin kime ait olduğu bilinmediğinden Basri Konyar türbenin Nisan oğullarından birine ait olduğunu söylemektedir. Eğil Kalesi’nin güneydoğusunda kalenin en dıştaki suru üzerinde bir yamaçta inşa edilen bir camidir. Halk arasında “Camîy Taciya (Taciyan Camii)” olarak bilinmektedir. Gerek üzerinde yer aldığı arazinin elverişsiz durumu, gerekse yakın zamanlarda taşların sökülerek başka yapılarda kullanılması nedeniyle cami büyük ölçüde harap olmuştur. Bugün kuzey ve güney 127 cephelerinden birer parça duvar ayaktadır. Doğu ve batı kesimleri tamamen yıkılmıştır. Yağmur sularının sürüklediği toprak ve yıkılan duvarların molozları ile caminin kuzeyindeki toprak seviyesi yükselmiş durumdadır. Kuzey cephesi, yaklaşık 3 m yüksekliğe kadar kesme taşlarla kaplanmıştır. Duvarların üst kesimi moloz taşlarla örülmüştür. Güney cephesinin tamamı kırma taştandır. Mihrap nişi çıkıntısı ve pencere süğeleri kesme taştandır. Doğu-batı yönünden uzanan dikdörtgen yapının kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde, duvarların kuzeye doğru devam ettikleri görülmektedir. Kuzeybatı köşesinde halen görülebilen ek yeri, bu duvarların sonradan yapıya eklendiklerini kanıtlamaktadır. Ana yapının kuzeyinde bir başka kapalı mekân düşünülemeyeceğine göre, bu duvarlar ancak avluyu çevirmek üzere inşa edilmiş ihata duvarlarının kalıntıları olabilirler. Kuzeye açılan taç kapı tamamen harap olmuştur. Temele yakın kesimde halen görülebilen birkaç söğe taşı, taç kapının sade profile sahip olduğunu göstermektedir. Taç kapının iki yanındaki iki avlu mihrabından batıdaki nispeten sağlamdır. Doğudakinin yerinde ise bugün sadece bir gedik görülmektedir. Harem kısmının örtüsü tamamen çökmüş olmakla birlikte, kalan izlerden örtü düzeni tahmin edilebilmektedir. Mihrabın tam karşısında yer alan taç kapı, mihrap önündeki yarım küre şekilli kubbenin altına açılmaktadır. Kubbe giriş kapısının ve mihrabın iki yanında yer alan, dikdörtgen profilli çıkıntılar arasına inşa edilmiş kemerler üzerine oturmaktadır. Mihrap önündeki mekanın kare profilinden kubbe yuvarlağına geçiş, mukarnaslı tromplar aracılığı ile sağlanmıştır. Trompların kemerleri tuğla ile örülmüştür. Mukarnas tromp dolguları taştandır. Trompların üzerine bir sıra kesme taş dizilmiş ve tuğla kubbeye geçilmiştir. Kubbeli mekan, doğu ve batıda, tonozlarla örtülü iki dikdörtgen mekanla birleşmektedir. Bu tonozların her biri birer takviye edilmiştir. Cami, dördü alt hizada ve geniş, biri de mihrap nişinin üst kısmında ve nispeten dar beş pencereden ışık almaktadır. Alt sırada sağlamca kalmış tek pencere olan mihrabın batısındaki pencere, içten, kırık kemerli bir kavsara ile örtülüdür. Açıklık dıştan bir atkı taşı ile örtülmüştür. Diğer üç pencerenin de aynı tertipte olduğu tahmin edilmektedir. Yapıdan bulunan kitabe parçaları harap ve okunmamaktadır. Benzer yapıların Artukoğulları tarafından yapıldığından hareketle caminin bir Artukoğlu eseri olduğu söylenmekte ise de caminin Eğil beylerinden Pir Bedir tarafından Miladi 1040 yıllarında inşa edildiği daha kuvvetli ihtimaldir.(2) 128 Nisanoğlu türbe resmi 129 130 Nisanoğlu Türbesi EĞİL’DEKİ CAMİLER TACİYAN (HACİYAN, ULU, ESKİ) CAMİİ BULUNDUĞU YER : Eğil Kalesi’nin güney eteklerinde yer alır. TARİHÇESİ Kale’nin güney eteklerindeki surlara bitişik olarak inşâ edilmiş olan Taciyan Camii birçok kaynakta farklı isimlerle anılmaktadır. “Eski Cami”, “Taciyan Camii”, “Haciyan Camii” veya “Ulu Camii” gibi isimlerle adlandırılan yapının, ilçedeki Ulu Camii’nden farklı bir yapı olduğu düşünülmektedir. Caminin inşâ tarihini kesin olarak belirleyen herhangi bir belge bulunmamaktadır. Artuklular’ın Çermik ve Eğil bölgelerinde XII. yüzyılda yaşamış olduklarını göz önünde bulunduran Konyar yapıyı XII. yüzyıla tarihlereken, Ara Altun eserin inşâ tekniği ve plan şemasından hareketle yapıyı XII. yüzyılın sonu ile 131 XIII. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlemiştir. Yapıyı bir Artuklu eseri olarak tanımlayan Adil Tekin ise yapı hakkında başka da bir bilgi vermemiştir. Taciyan Camii ile ilgili birtakım incelemelerde bulunmuş olan Ünal; gerek plan şemasından gerekse de o dönemde bulduğu kitabe parçalarından hareketle, yapıyı XII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlemiştir. Bütün bu bilgiler ışığında Taciyan Camii’nin XII. yüzyılda yapılmış bir Artuklu yapısı olduğu kuvvetli bir ihtimal olarak görülmektedir. Çeşitli dönemlerde birçok kez tamir edilen yapı, meskun mahal alanı dışında kalınca 1950 yılından sonra kaderine terk edilmiştir. Günümüzde sadece kuzey ve güney duvarlarının kısmen ayakta olduğu yapı son derece harap bir vaziyettedir. KİTABELERİ Taciyan Camii üzerinde günümüze kadar gelebilmiş herhangi bir kitabe kalıntısına rastlanmamıştır. Ancak Metin Sözen ve Oktay Aslanapa’nın 1960-61 yılları arasında yapmış oldukları çalışmalar sırasında çekilmiş olan fotoğraflardan, yapıda var olduğu saptanan kitabelerden biri açık bir şekilde görülmektedir. Caminin kubbe kasnağını boydan boya dolanan bu kitabe, iki şerit halinde çiçekli kûfi hatlıdır. Ancak yazıları seçilemeyecek kadar aşınmış olan bu kitabe okunamamış ve kalıntıları da bugünkü yıkıntılar arasına karışmıştır. Yapıdan kalan kalıntılar arasında bulunan ve Konyar tarafından yapının batıya açılan kapısı üzerindeki kitabe olarak ifade edilen ikinci kitabeden de günümüze eski bir fotoğrafından başka herhangi bir şey ulaşmamıştır. Günümüzde harap olan bu kitabe de okunamamıştır. Ancak çiçekli kûfi parçalarının Diyarbakır surlarındaki bir kitabe ile karşılaştırılması, kitabeyi XII. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlemeye imkan vermiştir. 132 Taciyan camii kubbe kasnağındaki kitabe 133 YAPININ İNCELENMESİ Genel Taciyan Camii, Eğil ilçesinin doğusundaki Asur Kalesi’nin güney eteklerinde bulunmaktadır. Şehir surlarına bitişik olarak inşâ edilmiş olan yapı, doğu-batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen bir plana sahip olup, dıştan 8.00 X 30.00 m. ölçülerindedir. Mihraba paralel tek bir sahından oluşmakta olan yapının mihrap önünün kubbe ile, yan bölümlerinin ise tonoz ile örtülü olduğu anlaşılmıştır. Bugün sadece kuzey ve güney duvarlarının ayakta kalabildiği yapının köşelerinde, pencere kenarlarında, mihrap duvarında, kemerlerde ve kubbe kasnağı çevresinde kesme taş malzemenin kullanıldığı göze çarparken; tromplar bölgesi ile kubbede tuğla; diğer kısımlarda ise kırma taş malzemenin kullanıldığı ise eski fotoğraflarından anlaşılmaktadır . Yapının kuzey-doğu ve kuzey-batı köşelerinde, kuzeye doğru devam eden kalıntının ise avluyu çevreleyen duvar kalıntıları olduğu düşünülmektedir. Dış Cepheler Taciyan Camii’nin kuzey cephesi, bugün kısmen de olsa ayaktadır . Yağmur sularının sürüklediği toprak ve yıkılmış olan duvarların molozları ile pencere seviyesine kadar toprak dolmuş olan bu cephe, aynı zamanda yapının giriş cephesini oluşturmaktadır. Kuzey cephenin ortasında bir giriş açıklığı , bu açıklığın iki yanında iki küçük mihrap nişi ile bu nişlerin yan taraflarına açılmış olan birer pencere açıklığı bulunmaktadır. Dışarıdan ve içeriden bir hayli tahrip edilmiş olan kapının orijinalde geniş ve yüksek bir açıklık olduğu bugün bile rahatlıkla anlaşılmaktadır Giriş kapısının her iki yanındaki sütunçeler, içbükey şeklindeki kavisli başlıkları ile kapıya ayrı bir estetik görünüm katmaktadırlar Kapının sağ ve solunda bulunan küçük mihrap nişlerinden doğudaki tahrip edilmiş, batıdaki ise sağlamdır Üstten üç dilimli bir kemer ile son bulan nişin dış kaplaması söküldüğü için, ne tür bir süslemeye sahip olduğu 134 bilinmemektedir. Ancak niş kemerinin uç kısmında bulunan “٨” biçimindeki geometrik şekiller, yapının basit de olsa birtakım süslemelere sahip olduğunu göstermektedir. Daha önceki fotoğraflardan hareketle var olduğu saptanan kuzey cephedeki pencereler ise günümüze ulaşamamıştır. İçeriden ve dışarıdan düz atkılı kare biçimindeki bu pencereler güneydekilerden biraz daha küçük tutulmuş olup, kesme taş malzeme ile örülmüşlerdir. Taciyan Camii’nin bugün hâlâ ayakta olan bir başka cephesi de Kale’nin surları üzerine inşâ edilmiş olan güney cephedir Cephe duvarının tamamı kırma taştan inşâ edilmiştir. Bu cephede yer alan ve dışarıya dikdörtgen bir biçimde taşmış olan mihrap çıkıntısı ve pencere söveleri ise kesme taştan inşâ edilmişlerdir. Dışarıya dikdörtgen şekilde çıkıntı yapmış olan mihrap çıkıntısı üst kısımdan taş bir hatılla son bulurken, alt kısımdan sur duvarı hizasına kadar devam etmektedir. Mihrabın üst kısmında ise dışarıdan düz atkılı, içeriden ise sivri kemerli dikdörtgen biçiminde küçük bir pencere açıklığı bulunmaktadır Mihrap çıkıntısının batısında ve doğusunda da ikişerden 4 adet pencere açıklığı ile bunlar arasına yerleştirilmiş olan birer adet mazgal pencere açıklıkları bulunmaktadır. Doğu kısımdakiler, mimari kimlikleri tanımlayamayacak kadar harap ise de, batı tarafa düşen diğer iki pencere açıklığı ise hâlâ sağlam bir vaziyettedir. Dıştan düz atkılı kare biçimindeki bu pencereler, içten sivri taş kemerler biçimindedirler . Kemerleri ve söveleri düzgün kesme taştan inşâ edilmiş olan bu açıklıklar, kubbeli orta bölümün sağ ve solundaki kubbeli bölümleri aydınlatmaktaydılar. Söz konusu pencerelerin yüksekliklerinin tonoz başlangıcına kadar devam ettiği göz önünde bulundurulursa, buralardan gelen ışığın içeride son derece ferahlatıcı bir hava oluşturduğu düşünülebilir. Güney cephedeki başka bir unsur da pencerelerin üst hizasından başlayan ve yapıyı baştan başa dolaşan taş hatıl sırası ile bunun üzerindeki tonoz başlangıcı kısmıdır. Yapının doğu ve batı cepheleri günümüze ulaşamamıştır. Bu cephelerin mevcut durumu, eski mimarileri hakkında herhangi bir tanımlamaya imkan vermemektedir. Yine de kuzey-batı ve kuzey-doğu köşelerden kuzeye doğru devam eden duvar kalıntılarından bu cephelerin, kuzeydeki avlu duvarıyla bitişik olduğu düşüncesini akla getirmektedir. 135 Örtü Sistemi Mevcut yapısı itibariyle sadece güney ve kuzey duvarlarının bir bölümünün ayakta kalabildiği yapının üst örtüsü tamamen yıkılmış durumdadır Eski fotoğraflarından orta bölümünün bir kubbe ile örtülü olduğu anlaşılan yapının yan kısımlarının, nasıl bir örtü sistemine sahip olduğu ise tam olarak bilinmemektedir. Ancak kalan kalıntılardan bu bölümlerin beşik tonozlu bir örtü sistemin sahip olduğu tahmin edilmektedir. Doğu-batı doğrultusunda uzanan bu tonozlar muhtemelen tıpkı kubbede olduğu gibi, tuğla malzeme ile örtülüydü. Yine eski fotoğraflarından anlaşıldığı kadarı ile tam daire biçiminde olmayan orta bölümdeki kubbe tuğla malzemeden örülmüştür. Söz konusu kubbe köşelerden mukarnas dolgulu ve basit tuğla kemerli bir tromp sistemine, diğer kısımlardan ise dört yanı çevreleyen takviye kemerlerine oturtulmuştur Yapıda, güney ve kuzeydeki kemerler düzgün kesme taştan oluşturulmuş bir duvar dolgusuna sahipken, doğu ve batıdaki kemerler ise mimari açıdan biraz farklılık göstermiştir Bu kısımdaki takviye kemerleri üst üste yerleştirilmiş ve araları moloz taş ile doldurulmuş farklı bir mimari özelliğe sahiptir. Son Cemaat Yeri Taciyan Camii’nin kuzey bölümünde herhangi bir son cemaat yeri bulunmamaktadır. Kuzey duvarındaki mevcut kalıntılarından yapının bir son cemaat yerine sahip olup olmadığı tam olarak saptanamamışsa da, girişin sağ ve solunda bulunan iki adet mihrap nişi, yapının bu cephesinde bir son cemaat yerinin olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. İç Mekân Taciyan Camii’nin harim bölümüne kuzey cephenin orta kısmında açılmış olan giriş kapısından girilmektedir. Dikdörtgen planlı bu bölüm tek bir sahından oluşmaktadır. Eski fotoğraflarından tam daire biçiminde olmayan bir mihrap önü kubbesine sahip olduğu anlaşılan bu bölümün kubbesi günümüze ulaşmamıştır. Ancak köşelerden mukarnas dolgulu ve basit tuğla kemerli bir tromp sistemine oturan kubbe, diğer kısımlardan ise dört yanı çevreleyen takviye kemerlerine oturmaktaydı ki, söz konusu geçiş öğeleri ve kemerler hala varlığını korumaktadır. Kubbeyi taşıyan bu dört kemerden kıble tarafındakinin alt kısmında sivri kemerli, yarım daire biçimli bir mihrap nişi; üst kısmında ise dikdörtgen bir pencere açıklığı görülmektedir 136 Yapının kuzey bölümde kıble tarafındaki sistem aynen tekrarlanmıştır. Ancak yapının doğu ve batı bölümlerinde ise durum biraz daha farklıdır. Günümüze ulaşmamış olan bu kısımlardaki takviye kemerlerinin üst üste yerleştirilmiş ve aralarının moloz taş ile doldurulmuş olduğu eski fotoğraflardan anlaşılmaktadır. Harim kısmı tamamen moloz taş ve toprak yığını ile dolmuş olan yapının iç mekanı yer yer kesme taş, yer yer de kırma taş malzeme ile örülmüştür. Taç kapı, pencere söveleri, takviye kemerleri ve güney duvarının kubbeli mekânı içinde kalan bölümü kesme taştandır. Ayrıca kubbenin ve tonozların başladığı hizaya birer sıra kesme taş dizilmiştir. Duvarların geri kalan kısımları ise tamamen kırma taştan inşâ edilmiştir. Mihrap Taciyan Camii mihrabı kıble duvarının tam ortasında, giriş ekseninde yer almaktadır. Yarım daire biçimindeki mihrap nişi kesme taşlardan örülü sivri bir kemerle çevrelenmiş olup, çeyrek küre şekilli bir de kavsaraya sahiptir Bugün kavsara seviyesine kadar moloz bir taş yığını ile dolu olan mihrap nişinin mimari açıdan tam olarak hangi özellikler taşıdığı anlaşılmamaktadır. Minber Caminin minberi günümüze ulaşmamıştır. Minare Taciyan Camii’nin yıkıntıları arasında herhangi bir minare kalıntısına rastlanmamıştır. 137 Eğil Taciyan camii(H.R.Ünal işlenerek) 138 Taciyan camii genel görünümü 139 140 141 142 143 144 145 146 147 ŞERBETİN CAMİİ BULUNDUĞU YER : Eğil’in Şerbetin Köyü’nde bulunmaktadır. Şerbetin Camii üzerinde yapının inşâ tarihini verecek herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Ne zaman ve kim tarafından yapılmış olduğu bilinmeyen cami hakkındaki ilk yazılı bilgiler, Evliya Çelebi’nin “Seyahatnâme”sinde yer almaktadır 1935 yılında bölgede bir dizi çalışmalarda bulunmuş olan Konyar; camiden bir enkaz yığını olarak bahsetmiş, minaresinin de bir duvardan ibaret olduğunu söylemiştir. Enine dikdörtgen plan şemasıyla bugün Şerbetin Köyü’nde hizmet vermekte olan yapının, Evliya Çelebi ve Konyar’ın bahsettiği yapı olup olmadığı kesin değildir. Ancak gerek yapı üzerinde yapılmış olan araştırmalar, gerekse de Eğilli Ekrem Karakoç’tan alınmış olan bilgiler, sözü edilen yapının bu yapı olduğu ihtimalini kuvvetlendirmiştir. Karakoç’a göre yapı 1945-47 yılları arsında köylüler tarafından kazılarak ortaya çıkartılmıştır.1950 yıllarında üst bölümü düz bir damla örtülmüştür. Uzun süre bu haliyle köylülere hizmet veren yapı, son olarak 1965 yılında köylüler tarafından yeniden onarılarak bugünkü halini almıştır. Gerçekten de yapı üzerinde yapılan araştırmalar sözü edilenleri doğrular niteliktedir. Özellikle pencere ve kapı kemerleri, avlu zemininde bulunan blok taşların durumu ve yapının enine dikdörtgen plan şeması, caminin eski bir yapının devamı olduğunu kanıtlar gibidir. Sonuç olarak, ilk inşâ tarihi belli olmayan yapının muhtemelen Şerbetin Köyü’nde bulunan diğer yapılar ile birlikte XVI. yüzyılın ikinci yarısında inşâ edildiği söylenebilir. KİTABELERİ Şerbetin Camii üzerinde herhangi bir onarım veya inşâ kitabesi bulunmamaktadır. YAPININ İNCELENMESİ Genel Cami, Şerbetin Köyü’nde bulunan Osmanlı Hanı’nın yaklaşık 100 m. kuzeybatısında yer almaktadır. Enine dikdörtgen bir plan şemasına sahip olan yapı , yaklaşık 8.30 x 17.50 m. ölçülerindedir . Üzeri düz beton bir örtü ile kapatılmış olan yapının orijinalde ne tür bir örtü sistemine sahip olduğu bilinmemektedir. 148 Tamamen kesme taştan inşâ edilmiş olan yapı zamanla harap olunca, kırma taş malzeme ile tekrar inşa edilmiş ve üzeri de düz beton bir örtü ile kapatılmıştır. Beden duvarları dış cephelerden bir sıra briket malzeme ile desteklenmiş olan yapının güney bölümüne de üç gözlü bir son cemaat yeri eklenmiştir. Biri kuzey-doğu, diğeri kuzey-batıda olmak üzere iki giriş kapsı bulunan yapının iç mekanı son derece sade tutulmuştur. Enine dikdörtgen planlı yapının iç mekanı; ikisi güney duvarında, ikisi kuzey duvarında bulunan dört adet pencere açıklığı ile aydınlatılmıştır. Dış Cepheler Caminin giriş cephesi konumundaki kuzey cephede yapıya sonradan eklenmiş bir son cemaat yeri bulunmaktadır. . Hiçbir mimari değeri olmayan son cemaat yerinin kıble duvarı konumundaki kuzey cephe ortadaki mihrabiyesi, mihrabiyenin iki yanındaki pencere açılıkları ve köşelerdeki kapıları ile yapının en hareketli bölümünü oluşturmaktadır Yarım yuvarlak mihrabiye nişinin hiçbir mimari özelliği yoktur. Üstten basık bir kemerle son bulmuş olan niş ayrıca sivri kemerli ve fazlaca derin olamayan ikinci bir niş içerisine alınmıştır . Mihrap nişinin sağ ve solundaki dikdörtgen biçimli pencere açıklıkları demir şebekelerle kapatılmıştır. Dış taraftan düz atkı biçimindeki pencereler, içten yuvarlak kemerli duvar nişleri içerisine alınmışlardır . Zamanla yıpranmış olan niş kemerleri ahşap hatıllarla desteklenerek korunmaya çalışılmıştır . Kuzey cephenin doğu ve batı uçlarında bulunan kapı açıklıkları içeriden basık kemerli duvar nişleri içerisine alınmışlardır. Kapılardan doğudaki orijinal yapısını korurken, batıdaki alt ve üst kısımdan yükseltilerek harim mekanının yükseltilmiş olan zemin seviyesine uydurularak değişikliğe uğratılmıştır. Bu nedenle alçakta kalan doğu kapısı bugün kullanılmamaktadır . Doğu cephesi düz bir duvar şeklinde inşâ edilmiş olan yapının bu kısmında herhangi bir hareketliliğe yer verilmemiştir. Dört cephede olduğu gibi bu bölümün de beden duvarları bir sıra briket ile kaplanmıştır. Aynı sadelikteki güney cephenin tek hareketli bölümü batı kısma yakın bir yerde açılmış olan pencere açıklığıdır. Dikdörtgen biçimli pencere açılığı demir şebekelerle kapatılmıştır . Diğer cephelerde olduğu gibi briket bir malzeme ile kaplı durumdaki cephenin alt kısmındaki iki sıralı taştan duvar dikkat 149 çekmektedir. Temel seviyesindeki bu kısım muhtemelen yapının ilk İnşâ döneminden kalmıştır . Kör bir duvar şeklinde inşâ edilmiş olan batı cephe de , doğu ve güney cephelerde olduğu gibi, bir sıra briket malzeme ile kaplanmış durumdadır. Örtü Sistemi Şerbetin Camii’nin üst kısmı düz betonla örtülü olup, söz konusu örtü içten dört adet beton kiriş üzerine oturtulmuştur. Kuzey-güney doğrultusunda uzanmakta olan kirişlerin uç kısımları yine aynı yönde bulunan beden duvarlarına oturtulmuştur Pencere kemerleri seviyesine kadar olan bölümü orijinal olan yapının üst örtüsü tamamen yenidir. Son Cemaat Yeri Yapının kuzey cephesinde yer alan üç gözlü son cemaat yeri orijinal değildir İç Mekan Şerbetin Camii’nin harim bölümüne, kuzey cephenin doğu ve batı uçlarına yakın bir yerinde açılmış olan iki kapı açıklığı ile girilmektedir. Enine dikdörtgen bir plan şemasına sahip olan cami, içten doğu-batı doğrultusunda uzanan tek sahınlı bir yapı özelliği göstermektedir. Son derece sade tutulmuş olan bu bölümün üzeri düz betonla örtülmüştür. Kıble duvarının ortasına açılmış olan mihrap ve iki yanındaki nişlerin hiçbir mimari özelliği yoktur. Orijinalde nasıl oldukları bilemeyen bu nişler, muhtemelen kutsal kitapların konulması için yaptırılmıştır . Bu cephedeki bir başka unsur da söz konusu nişlerin iki yanındaki dikdörtgen biçimli pencere açıklıklarıdır. Yapıdaki diğer pencere açıklıkları gibi dıştan düz atkı biçimindeki bu pencereler, içten basık kemerli bir duvar nişi içerisine alınmışlardır. Doğu taraftaki pencere açıklığı dış taraftan duvar örgüsü ile kapatılmış olup, bir niş görüntüsü almıştır. Batı duvarı oldukça sade tutulmuş olup, buradaki tek unsur kuzey köşeye yakın bir yerde açılmış olan niş yapısıdır. Kuzey duvarında yer alan kapı ve pencere açıklıkları iç mekana oldukça ferahlatıcı bir hava katmaktadır. Kapı açıklıkları içeriden basık kemerli duvar nişleri içerisine alınmışlardır. Kapılardan doğudaki orijinal yapısını korurken, batıdaki alt ve üst kısımdan yükseltilerek harim mekanının yükseltilmiş olan zemin seviyesine uydurulmuştur. Bu nedenle alçakta kalan doğu kapısı bugün kullanılmamaktadır 150 Dış taraftan düz atkı biçimindeki pencereler, içten yuvarlak kemerli duvar nişleri içerisine alınmışlardır . Zamanla yıpranmış olan niş kemerleri ahşap hatıllarla desteklenerek korunmaya çalışılmıştır Doğu tarafta hiç bir unsura yer verilmemiş olup, bu bölüm sağır bir duvar şeklinde inşâ edilmiştir. Mihrap Şerbetin Camii’nin mihrap nişi kıble duvarının tam ortasına yerleştirilmiştir. Mihrap alt kısımdan beşgen profilli bir niş, üst kısımdan çeyrek kubbe profilli bir kavsaradan ibarettir. Düzgün olmayan yapısıyla orijinal olmadığı hemen fark edilen yapı, yine düzgün olmayan yuvarlak biçimli bir kemer ile son bulmuştur. Minber Yapının minberi günümüze ulaşmamıştır. Minare Kazıyı yapan köy yaşlılarının ifadelerine göre, yapının kuzey-batı köşesinde olduğu söylenen minareden günümüze herhangi bir kalıntı ulaşmamıştır.1935 yılında yapı üzerinde bir dizi araştırmada bulunmuş olan Konyar, minarenin tek duvardan ibaret bir enkazına tanıklık etmişse de mimarisi hakkında herhangi bir bilgi aktarmamıştır 151 Şerbeti camii planı (3) 152 Şelbetin köyü camii 153 Şelbetin camii Foto: Eyyubiye Camii'nin Kitabesi Eyubiye Cami Eğil Kale Mahallesi’nde halen ibadete açık bir camidir. Cami, kemerli düz damlı bir yapıdır. Sonradan yapılan onarımlarla birçok değişikliğe uğramıştır. Eğil Mirdasi beylerinden Eyyup Bey tarafından yapılmıştır. Vakıfnamesine göre Aşağı Döşemeler (Ferşikan), Konak (Qonaxe) ve Işıklı (Rehmanan) köylerinin gelirleri bu cami ve yanındaki medreseye vakfedilmiştir.(2) 154 Eğil eski ziyaret camii 155 Eğil yeni ziyaret camii 156 Eğil yeni ziyaret cami Eğil yeni ziyaret camii Eğil yeni ziyaret camii 157 Eğil’de merkez camii Hasan Celal Polat camii 158 Hasan Celal Polat camii Eğil yeni camii Balaban Köyü Camii Bulunduğu Yer Balaban Köyü'ndedir Tarihçesi Köyün merkezinde bulunan yapı, sağlam olup, ibadete açıktır. Üzerinde herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Ancak kullanılan malzeme, inşa tekniği ve bölgede bulunan benzer plan şemasına sahip olan camilerin inşa tarihinden anlaşıldığı kadarıyla, XVII. yüzyılda yapılmış olmalıdır. Sağlam olan cami günümüzde ibadete açıktır . Tanımı Yapı, dıştan 10.77 x 15.00 m ölçülerinde enine dikdörtgen planlıdır. Mihraba paralel uzanan iki sahınlı harim bölümü ile kuzeyindeki son cemaat yerinden ibarettir 159 Kırma taş malzemeden inşa edilmiş olan caminin üstü, ahşap kirişlerin taşıdığı düz damla örtülüdür. Kuzey tarafta bulunan son cemaat yeri, yapıya sonradan eklenmiştir. Ortaya örülen bir duvarla ikiye bölünmüş mekanın bir bölümü, son cemaat yeri olarak kullanılırken, diğer bölümü, oda olarak kullanılmaktadır. Son cemaat yerinin kuzey duvarında açılan düz lentolu bir kapıdan, harime girilmektedir. Harim. ortada iki bağımsız payeye, yanlarda, duvarlara bağımlı payelere oturan üç sivri kemerle, mihraba paralel uzanan iki şahına ayrılmıştır Balaban Köyü Camii'nin Genel Görünüşü 160 (4) 161 Eğil Tekke Köyü Dergahı (medrese) Diyarbakır Eğil İlçesi Tekke Köyü’nde bulunan bu yapının önceleri medrese olduğu sanılmış, Prof. Dr. Metin Sözen’in yaptığı araştırmalar sonunda bu yapının dergah olduğu anlaşılmıştır. Tekke Köyü Dergahının ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Bu konuda bir kitabe günümüze ulaşmadığı gibi kaynaklarda da onunla ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Yapının günümüze gelen kalıntılarından dikdörtgen planlı olduğu, kare planlı bir eyvandan sonra kubbe ile örtülü küçük ve dar bir avluya girilmektedir. Girişin sağında bir,yapının kısa tarafında da tonoz örtülü iki hücre yer almaktadır. Girişin karşısında kare planlı kubbeli küçük bir mekan ve yanında yine kare planlı çapraz tonozlu ikinci mekan görülmektedir. Dergahın diğer kenarında da çapraz tonozlu, yapının kısa kenarı duvarında da boydan boya uzanan bir koridor bulunmaktadır. Dergahın bu yöndeki duvarına dışarıdan yerleştirilmiş küçük dikdörtgen bölümün ne olduğu kesinlik kazanamamıştır.( 5) Tekke (doğudan görünüş)(6) Tekke(Taçkapı) Tekke (Tonozlu avlunun doğudan görünüşü) (Avlunun tonozlu kısmı ile kubbeli Kısmını ayıran çift takviye kemeri)(6) 162 Eğil Rüşdîye Mektebi Eğil kasabasında ortaöğretim alanında açılan tek okul rüşdiye mektebidir. “Eğil Rüşdiye Mektebi” olarak kayıtlara geçen bu okulun resmi açılış tarihi 1873’tür. Sözü edilen rüşdîye mektebi, 9 Mayıs 1873 (11 Rebiyülevvel 1290) tarihinde eğitime hazır hale getirilmiş ve Diyarbekir Valisi Kurt İsmail Paşa bu mekteb için İstanbul’dan öğretmen talebinde bulunmuştur. Ancak, Meclis-i Maarif’ten gelen cevapta; “Bu hizmetin mahallince münasip bir kişiye verilmesi halinde orada bulunan yetenekli kişiler dahi değerlendirileceğinden, aylık 330 kuruş maaşla istenilen özelliklere sahip bir muallim-i sani bulunarak irade-i seniyyesi çıktıktan sonra maaş verilmek üzere isminin ve yazısının gönderilmesi” hususu Diyarbekir valiliğine bildirilmiştir. Bunun üzerine, 26 Eylül 1873 (3 Şaban 1290) tarihinde, Hani Rüşdiye Mektebi Muallimi Ali Efendi aylık 315 kuruş maaşla ikinci muallim olarak buraya tayin edilmiştir. Muallim Ali Efendi’nin maaşı, 1873 (R.1289) yılı maarif bütçesinin 6. faslının 3. maddesinde yazılı tertipten karşılanmıştır. Ayrıca, mektebin çeşitli harcamaları için de yine aynı faslın 6. maddesinde yazılı “Zuhurat Masarifinden” (hesapta olmayan harcamalar) yıllık 500 kuruş tahsis edilmiştir. Mekteb muallimliğine Ali Efendi’nin tayiniyle birlikte, öğrenciler için ihtiyaç duyulan kitap ve risalelerin fiyat listesiyle birlikte bir sandık içinde postaya verilerek gönderildiği Maarif Nezareti’nce ifade edilmiştir. Maarif Nezareti kitapların yerine ulaşması için gayet titiz davranarak bu konuda Canik Mutasarrıflığını uyarmış ve kitapların ulaşıp ulaşmadığının telgrafla bildirilmesini Diyarbekir Vilayetinden talep etmiştir. Maarif Nezareti’nin önem verdiği konulardan biri de, mektebin açılışıyla birlikte mahallince bir bevvab tayinidir. Kapıcı veya çocukları evlerine getirip götüren okul hademesi anlamına gelen bevvab, okulun ve çocukların emniyeti için önemli olup, hemen hemen bütün okullarda mevcuttur. Bu nedenle, Eğil Rüşdiyesi için de okulun öğretime başlayacağı günden itibaren 80 kuruş aylıkla bir bevvabın mahallince görevlendirilmesi, isim ve göreve başlama tarihinin nezarete bildirilmesi talep edilmiştir. Günümüzde mevcut olmayan ve nerede olduğu tam olarak bilinmeyen mekteb binası, Vali Sırrı Paşa zamanında mükemmel bir şekilde tamir edilmiştir.23 Daha sonraki yıllara ait belge ve kayıtlarda mekteb binasıyla ilgili herhangi bir kayda rastlanılmamaktadır. 163 1897 yılına kadar muallim-i sanilik ile idare olunan ve eğitim öğretime bu şekilde devam eden Eğil Rüşdiye Mektebi, bu tarihte düzenlemelere uygun olarak muallim-i evvelliğe terfi ettirilmiş ve buraya muallim-i evvel tayin edilmiştir Tayin edilen muallim-i evvel görev yerine ulaşıncaya kadar tedrisatın aksamaması için, daha önce mahallince atanan muallimin vekil muallim olarak istihdam edilmesi istenmiştir. Mekteb muallimlerince hazırlanıp, Maarif Müdürlüğü vasıtasıyla Maarif Nezareti’ne takdim edilen ve mektebin hademe, öğretmen ve öğrencilerinin devam devamsızlık vs. durumlarını açıklayan 1901 yılı Ocak, Şubat ve Mart aylarına ait üç aylık hülasa cedvelinde; mektebin ilerlemesinin, kasabada iki ibtidaî mektebinin açılmasına bağlı olduğu belirtilmiştir. Mektebin öğrenim süresi 3 yıl olup, bir de “sınıf-ı mülazımın” denilen bir hazırlık sınıfı vardır. Mektebin 1879 (H.1296) senesi umumi imtihan cedvelinde; dördüncü ve ikinci sene talebelerinin yeterli puanı alamadıkları ve birinci sene talebesinin olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, mevcut uygulamaya göre dördüncü ve ikinci sene talebelerinin sınıfta kalmaları gerekli görülmüştür. Ancak, dördüncü sene talebesine şahadetname verileceği gösterilmiş olduğundan öğretim yılının sonuna kadar okulda tutulmaları uygun görülmüş; ikinci sene talebelerinin ise bir sene daha aynı yılın derslerini tekrar okumaları kararlaştırılmıştır. Çizelgede birinci sene talebesine neden yer verilmediği o dönemde de tespit edilememiştir. Görüldüğü gibi, yeterli puanı alamayan tüm öğrenciler sınıf tekrarına bırakılarak eğitimde niteliğe önem verildiği bir derece gösterilmiştir. Eğil Rüşdîyesi’nin 1900-1901 (R.1316–1317) ders yılı sonu umumi imtihanı da başarılı bir şekilde yapılmıştır Yukarıda ifade edildiği gibi, mektebin ilk muallimi Ali Efendi’dir. Yaklaşık üç yıl burada görev yapan Ali Efendi, Eğil’in suyu ve havasıyla imtizaç edemediğinden 1875 yılında muallimlik görevinden istifa etmiştir. Onun yerine imtihanla liyakati tespit edilen Ahmed Efendi tayin edilerek memuriyet asaleti tasdik edilmiştir. Ancak, Diyarbekir Vilayet Salnameleri kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, Ahmed Efendi hemen göreve başlayamamış, onun yerine Hasan ve Zühdü Efendiler bir süre muallimlik yapmışlardır Tam olarak ne zaman göreve başladığı bilinmeyen Ahmed Efendi, 1879 yılı ortalarında Eğil Rüşdiye Mektebi Muallim-i sanisi olarak görülmektedir. Fakat 164 bu tarihlerde Eğin Rüşdiyesi Muallim-i sanisi Bekir Efendinin Meclis-i İdare azalığına tayin edilmesinden dolayı onun yerine muallim-i sani olarak aylık 300 kuruş maaşla oraya atanmıştır. Ahmed Efendi’nin tercih edilmesinin en önemli sebebi, Eğil Rüşdiye Mektebi’nin talebe sayısının bütün zorlamalara rağmen 20 olması ve bu miktar talebe için hâlihazır iktizasınca şimdilik muallim-i saniye lüzum görülmemesidir. Fakat gelecek yıl talebe sayısı artarsa mahallince tekrar bir muallim-i sani seçilebilir. Ahmed Efendi’nin Eğin Rüşdiyesi’ne atanmasıyla yerine yine Ahmed Efendi adında biri Eğil Rüşdiye Mektebi Muallim-i saniliğine vekâleten tayin edilmiş ve 1 Ağustos 1880 (24 Şaban 1297) tarihli yazıyla, memuriyet asaletinin tasdik edildiği vilayete bildirilmiştir 1880-1887 yılları arasında Eğil Rüşdiye Mektebi Muallim-i saniliği görevinde bulunan Ahmed Efendi, 1887 yılında becayişle Ergani Rüşdiyesi’ne ve onun yerine de Ergani Rüşdiye Mektebi Muallim-i sanisi İbrahim Rıfkı Efendi Eğil’e atanmıştır. Muallim-i sani İbrahim Rıfkı Efendi’nin bilinmeyen sebeplerle istifasından dolayı yerine darülmuallimin şahadetnamelilerinden Ali Rıza Efendi mahallince tayin edilerek, 8 Ekim 1889 (26 Eylül 1305) tarihinde görevine başlamıştır. Ancak, Mekatib-i Rüşdiye İdaresi’ne göre; bahsi geçen muallim-i saniliğe darülmuallimin şahadetnamelilerinden Ali Rıza Efendi seçilmiş ise de, Vilayet Darülmualliminleri, ibtidai mekteblerine muallim yetiştirmek için tesis edilmiş olduklarından buradan şahadetname alanların imtihana girmeden rüşdiye muallim-i saniliğine tayinleri usule aykırıdır. Bu nedenle, adı geçen şahsın imtihanının yapılarak tasdikli imtihan varakasının gönderilmesi lazım geleceği, 11 Kasım 1889 (30 Teşrinievvel 1305) tarihli yazıyla Diyarbekir Vilayetine bildirilmiştir. Maarif Nezareti’nden olumsuz cevap alan Diyarbekir Vilayeti tekrar harekete geçerek, 25 Aralık 1889 (2 Cemaziyülevvel 1307) tarihli yazıyla durumu yeniden Maarif Nezareti’ne arz etmiştir. Yazıda; Ali Rıza Efendi’nin, darülmullimin mezunu olduğu halde daha önce imtihanla Hani Rüşdiyesi Muallimi saniliğine atandığı ve Maarif Nezareti’nce asaletinin tasdik edildiği; iki sene burada istihdam olunduktan sonra görülen ikdam ve iktidarına ve Lice Kazası Rüşdiye Mektebi’nin büyüklüğüyle mualliminin iktidarsızlığına binaen buraya atandığı; sözü edilen bu iki mektebin lağvedilmesi nedeniyle açıkta kalarak ileride açılacak bir mekteb muallimliğiyle kayrılmak üzere Diyarbekir merkezindeki Hacı 165 Abdurrahman Mescidi İbtidai Mektebi’ne ve daha sonra Eğil Rüşdiye Mektebi Muallim-i saniliği münhal olması üzerine buraya tayin edildiği; bununla birlikte tekrar imtihana girmesine ihtiyaç olmadığı ifade edilmiştir. Vilayetin sözü edilen ikinci yazısını dikkate alan Maarif Nezareti, Ali Rıza Efendi’nin yeniden imtihana girmesine gerek olmadığı kanaatine varmıştır. Bu nedenle, Maarif Muhasebe-i Umumiye Müdürlüğü tarafından kayıt işlemleri yapılarak, işe başlama tarihinin bildirilmesi hususunda Vilayet Maarif Müdürlüğü’ne 20 Ocak 1890 (8 Kânunusani 1305) tarihli yazıyla emir verilmiştir. Bazı güçlüklere rağmen sonunda Eğil Rüşdiye Mektebi Muallim-i saniliğine asaleten atanan Ali Rıza Efendi, çocukluğundan beri medrese eğitimine devam ederek, hem Arapça gramer ilminde ve hem de tefsir ve hadis ilimlerinde icazet almıştır. 1884 yılında Diyarbekir Darülmuallimin Şubesi’nden “ala” derecesiyle mezun olarak şahadetname almaya hak kazanmıştır. 28 Şubat 1885 (16 Şubat 1300) tarihinde Hani Mekteb-i Rüşdiyesi Muallim-i Saniliğine ve 24 Kasım 1886 (12 Teşrinisani 1302) tarihinde Lice Mekteb-i Rüşdiyesi Muallim-i saniliğine atanmıştır. 1 Şubat 1887 (20 Kanunisini 1302) tarihinde Hani ve Lice Rüşdiye mekteblerinin lağvedilmesinden sonra 13 Mart 1888 (1 Mart 1304) tarihinde Hacı Abdurrahman Mescidi Mekteb-i İbtidaisi Muallimliğine tayin edilmiştir. Ali Rıza Efendi, muallimliğe atandığı 1885 yılından itibaren 13 yıl boyunca hiç izin kullanmamış ve tatil dönemleri dışında sürekli görevinin başında bulunmuştur. Ancak, İstanbul’daki bazı özel işlerinden dolayı 1897-1898 öğretim yılı sene sonu umumi imtihanından sonra, tatil dönemini de fırsat bilerek, üç aylık izin talebinde bulunmuştur. Bu talebi değerlendiren Mekatib-i Rüşdiye İdaresi, mektebin açılışında yerine bir vekil tayin olunarak tedrisata kesinlikle halel getirmemek ve izin süresi bittiğinde görevinin başında bulunmak şartıyla Ali Rıza Efendi’ye üç ay izin verilmesini uygun görmüştür (3 Ocak 1898/9 Şaban 1315) Görüldüğü gibi, Maarif Nezareti hem personelini mağdur etmemekte, hem de eğitim öğretimin sekteye uğramamasını oldukça önemsemektedir. Mekatib-i Rüşdiye İdaresi’nin uygun görüşünü dikkate alan Maarif Muhasebe Müdüriyeti, Ali Rıza Efendi’nin yerine tayin olunacak vekilin ismi ve işe başlama ile asilin işten ayrılma tarihlerinin bildirilmesi; vekâlet maaşıyla asilin alacağı yarı maaştan eskiden olduğu gibi kesinti yapılması gerektiğini Maarif Nezareti Mektubi Kalemi’ne iletmiştir. Mektubi Kalemi, söz konusu direktifleri 166 27 Ocak 1898 (15 Kânunusani 1313) tarihli telgrafla Diyarbekir Maarif Müdürlüğü’ne bildirmiştir. Buradan anlaşıldığı gibi, izne ayrılan asil muallime normal zamandaki maaşının yarısı ödenmekte ve diğer yarısı da vekil muallime verilmektedir. Ayrıca, hem vekil maaşından ve hem de asilin yarı maaşından yapılacak emeklilik ve azil kesintilerinin ihmal edilmemesi de oldukça önemsenmektedir. 1897’de mektebin muallim-i evvellik düzeyine terfi etmesi nedeniyle muallim-i evvel vekili olarak görevini sürdüren Ali Rıza Efendi’ye, 3 Eylül 1898 (22 Ağustos 1314) tarihinde bu mektebin hat muallimliği vekâleti de ek olarak verilmiştir. Yaklaşık yedi ay kadar bu görevi vekâleten yürüttükten sonra, 23 Mart 1899 (11 Mart 1315) tarihinde hat muallimliği memuriyet asaleti kendisine tebliğ edilmiş41 ve bu görevini 1903 yılına kadar sürdürmüştür. Asaleti tasdik edilen Ali Rıza Efendi, şimdiye kadar vekâleten yürüttüğü bu hizmetinin karşılığı olan 267,5 kuruşluk ücretini alamadığını iddia ederek, Maarif Nezareti’nden talepte bulunmuştur. Bu isteği dikkate alan Maarif Nezareti tarafından 15 Ağustos 1899 (7 Rebiyülâhır 1315) tarihli yazıyla Diyarbekir Vilayeti Maarif Muhasebe Memurluğuna bildirilmiştir Görüldüğü gibi, bu dönemde vekâleten yürütülen memuriyetlerde o görevin asaleten yürütülmesinin karşılığı olarak tahsis edilen maaşın yarısı ödenmektedir. Taşra rüşdîye mekteblerinde görev yapan muallim ve müstahdemler ile talebelerin devam devamsızlık durumları, mekteblerin öğrenci sayıları ve sair özelliklerine dair bilgiler, rüşdîye muallimleri tarafından zorunlu olarak her üç ayda bir cetvel şeklinde düzenlenmiştir. Bu hülasa cedvelleri, maarif komisyonları ve maarif müdürleri tarafından tasdik edilerek Maarif Nezareti’ne gönderilmiştir. Bu doğrultuda Eğil Rüşdiye Mektebi’nce düzenlenen cedvele bakıldığında; Mekteb Muallimi Ali Rıza Efendi ile Bevvab Molla İbrahim Efendi 1901 yılı Ocak ayında 26, Şubat ayında 15 ve Mart ayında 24 gün mektebe devam etmişlerdir. Devam etmedikleri günler ise Cuma ve Bayram tatilidir. 1889 yılında Eğil Mekteb-i Rüşdiyesi’ne atanan Ali Rıza Efendi, bu görevini tam 17 yıl aralıksız olarak sürdürmüştür. Ancak 1906 yılı Ekim’inde, söz konusu mektebin muallim-i evvellik kadrosuna Hüseyin Avni Efendi asaleten atanmış ve Ali Rıza Efendi boşta kalmıştır. Bu durumdan rahatsız olan Ali Rıza Efendi, 22 senelik başarılı maarif hizmetini nazara vererek, Maarif Nezareti’nden 167 mağduriyetine bir çözüm bulunmasını istemiştir. Dilekçeyi değerlendiren Meclis-i Kebir-i Maarif, açıkta kalan Ali Rıza Efendi’nin istihdam müddetine nazaran muallim-i evvellik imtihanına girmeye hak kazandığını, ileride açılacak bir muallim-i evvelliğe tayin olunmak üzere, rüşdiye mekteblerinde öğretilmekte olan programda yer alan derslerden sınava girmek istediği takdirde İstanbul’a gelmekte serbest olduğunu, 30 Nisan 1907 (17 Rebiyülevvel 1325) tarih ve 463 sayılı kararla hükme bağlamıştır. Bu karar Ali Rıza Efendi’ye bildirildiğinde, İstanbul’a gidecek mali gücü olmadığından imtihanının Diyarbakır’da yapılmasını istirham etmiştir. Talebi uygun bulan Meclis-i Kebir-i Maarif, sözü edilen şahsın vilayet merkezinde naib efendinin başkanlığında, vilayet mektubi memuru, idadi müdürü, maarif muhasebe memuru ve idadi mektebi muallimlerinden Fethullah Efendi’den oluşan güvenilir bir heyet marifetiyle, rüşdiye mekteblerinde okunan derslerden imtihan edilerek, tasdikli imtihan varakasının gönderilmesini kararlaştırmıştır(6 Ekim 1907/28 Şaban 1325). Bu karar doğrultusunda, Ali Rıza Efendi’nin rüşdiye muallim-i evvellik imtihanı yukarıda sözü edilen zatlar tarafından 1 Şubat 1908 (28 Zilhicce 1325) (7) KAYNAKLAR 1- Nusret Aydın: Diyarbakır-Eğil Hükümdarları Tarihi.S:88,89 2- Av. Neymetullah Gündüz G. Seyyit Cengiz. Antik Birkent (Açık Hava Müzesi). Eğil http://www.egilder.org/egil.htm 3- Mehmet Latif Demir Ortaçağ’dan Günümüze Eğil Ve Hani’deki Mimari Eserleryüksek Lisans Tezi. T.C.Yüzüncü Yıl Üniversitesisosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalıgenel Sanat Tarihi Bilim Dalı. Van-2007 4- İrfan Yıldız.Eğilin Kültürel Mirası Diyarbakır -2012 5-www.msxlabs.org/ 6- Rahmi Hüseyin Ünal.Diyarbakır ilindeki bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme. Atatürk Ün Basımevi.Erzurum.1975 7- Yrd. Doç. Dr. Hatip Yıldız.Eğil Rüşdiye Mektebi’nin Tarihçesi Ve Eğitim Kadrosu Düsbed, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl 5, Sayı 10, Kasım 2013.S.142 168