2009 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar

Transkript

2009 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar
EYLÜL 2009 Sayý: 489 Fiyat: 3.5 TL
.
.
.Gerçek Yolu, Türkü Dolu
Allah Niçin Görülemez ve Elle Tutulamaz?
Her Baktýðýmýz Yerde O’nu Görüyoruz
ÝÇÝNDEKÝLER
Aylýk Kültürel ve
Siyasi Dergi
Cilt: 41 Sayý:489 Eylül 2009
Onur Baþkaný:
Dr. Refet Kayserilioðlu
Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna
Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:
Ayþegül Kayserilioðlu
Yazý Ýþleri Müdürü:
Özenç Kayserilioðlu
Allah Niçin Görülemez ve
Elle Tutulamaz? ................................... 2
Dr. Refet Kayserilioðlu
Her Baktýðýmýz Yerde
O’nu Görüyoruz ................................... 5
Ahmet Kayserilioðlu
Gerçek Yolu, Türkü Dolu ................... 13
Güngör Özyiðit
Tonguç Hakkýnda - 2 ........................ 14
Yalçýn Kaya
Yayýn Kurulu:
Güngör Özyiðit
Nelda Bayraktar
Hale Ürkmezgil
Astral Seyahat Ortamlarý .................. 24
Haberleþme Sorumlusu ve
Okur/Abone Ýliþkileri:
Kazým Erdemoðlu
0212 252 85 85
0542 676 83 47
Faks: 0212 249 18 28
P.K: 471 Beyoðlu/Ýstanbul
Melike Demirað ile Söyleþi ................ 32
Yönetim Yeri:
Oba Sok. Silla Ap. No: 7/1
Cihangir/Ýstanbul
Baský:
Inkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ.
Çobançeþme Mah. Sanayi Cad.
Altay Sok. No:8 Yenibosna/Ýstanbul
Fiyatý: 3.5 TL
Yýllýk Abone: 40 TL
Yurt Dýþý: 50 TL
(Astral Seyahatler)
Zuhal Voigt
Ayþegül Çelikkol
Kutular Ýçinde Yaþamanýn
Dayanýlmaz Aðýrlýðý
(Eski Günýþýðýnýn Son Saatleri) ................ 38
Thom Hartman/Arýn Ýnan
Ufo Kongresinden Ýzlenimler III ......... 43
Rengin Özer
Zihninize Fisiksel Bir Avantaj
Saðlayýn ........................................... 46
Çeviri: Nelda Bayraktar
SEVGÝ DÜNYASI
Sevgili Dostlar
Almadan vermek yalnýz Bizleri Sevgisinden Vareeden’in iþi olabilir. Tam olarak nasýl bir durum olduðunu algýlayamasak da, vermekle O’ndan hiçbir þey eksilmeyeceðini, verdiðini geri almaya
ihtiyacý olmadýðýný bilgi olarak biliyoruz. Bizler için ise vermek,
güzeli vermeyi biliyorsak kendimizi tam ve tatmin olmuþ hissetmemizin bir yoludur. Kendimize beklediðimiz gibi, kendimize alabileceðimiz gibi vermek ve bunu yaparken tamam olmak, ismi ve
cismi insan olan varlýðýn en güzel yapabileceði iþlerden biridir.
Ýstismar edilmekten korkmadan, iyiliðin güneþ gibi yakýcý olduðunu
göz önüne alarak, gerçek sevgiyle verilen her þey, bizi olduðumuz
halden baþka hale büründürecek yolun yapýtaþlarýdýrlar.
Sevgili Dostlar, bütün iliþkilerin fiyatlandýrýldýðý, dostluklarýn
karþýlýklý alýþ veriþ dengesine dikkatle oturtulduðu dünyevi yaþam
gerçeklerini hiçbir zaman tamamen kötü ve hakir göremeyiz bizler.
Ýnsanlar çok acýlý tecrübelerden geçerek ayakta ve diri kalmanýn
yollarýný öðrenmenin sonucunda çýkarmýþlardýr o bilgileri. Doðru
ya da yanlýþ, eksik ya da ilkel ne olursa olsun en azýndan saygýyý
hak ediyor o bilgiler. Ama bizler insanýz, yeryüzünde O’nun halifesiyiz ya hani... Eðer geleceðimizi bu gözle görüyorsak ve böyle
olmaya kararlý isek, O’nun önerileri, tavsiyeleri her sözün, her
görüþün önünde gelmelidir bizler için. Aklýmýzý hiçbir þekilde devre
dýþý býrakmadan (çünkü O böyle istiyor) yalnýz O’nun bizler için
dilediklerini uygulamalýyýz. Gönülden vermek, planlý ve bilerek
vermek, en ihtiyaç olaný vermek, en ihtiyacý olana vermek, rahatsýz
etmeden vermek, beðenmediðimizi vermemek, karþýlýk beklememek.
Hele O’nun yolunda vereceðine karþýlýk beklemek, þimdiden kayýpta olmak demek.
En Derin Sevgilerimizle
SEVGÝ DÜNYASI
1
SEVGÝ DÜNYASI
2
ÖZDEN ÝLE ERDEM KONUÞUYOR
Beþ duyumuzun dýþýndaki
yeteneklerimizi
kullanmaya ve onlarý
geliþtirmeye çalýþacaðýz.
Daha önce de söylediðim
gibi bunlar sezgi ve
tahayyül melekelerimizdir.
Eðer Allah öyle görüp
tutabileceðimiz bir þey
olsaydý, hiçbir zaman var
mý, yok mu diye bunca
münakaþalara girmezdik.
Ýþin zorluðu zaten buradan
geliyor.
Dr. Refet Kayserilioðlu
Allah Niçin
Görülemez ve
Elle Tutulamaz?
SEVGÝ DÜNYASI
Erdem - Bugün size
benim soracaðým son
sorularý sormadan önce
bir okuyucumuzun iki
ayrý mektupta sorduðu
sorularý soracaðým.
Taylan Ökte ismini veren
bu dostumuz diyor ki:
"Verdiðiniz cevaplarda
kâinattaki düzene ve sistemlere bakarak Allah'ýn
varlýðýný mantýken kabul
etmemiz gerektiðini
söylüyorsunuz. Fakat
Allah'ýn varlýðýný iki kere
iki dört eder katiyeti
içinde gösteremiyorsunuz. Allah'ýn bir þekli,
bir bedeni, bir yeri, velhasýl bizim anladýðýmýz
mânâda hiçbir þeyi yoksa
ona da var diyemeyiz. O
halde o bir hiçtir. Allah'a
var diyebilmek için mutlaka bir imana mý ihtiyaç
vardýr?"
Özden - Taylan dostumuzun bir bakýma hakký
var. Gözle görülmeyen
ve elle tutulamayan bir
þey var olduðuna nasýl
kani olacaðýz? Çünkü biz
etrafýmýzdaki þeylerin
varlýðýný hep beþ duyu
organýmýzla anlamýþ ve
kabul etmiþizdir. Bunun
haricindeki þeylerin varlýðýný kabul etmemiz zor-
3
dur. Zordur ama, imkânsýz da deðildir. O zaman
beþ duyumuzun dýþýndaki yeteneklerimizi kullanmaya ve onlarý
geliþtirmeye çalýþacaðýz.
Daha önce de söylediðim
gibi bunlar sezgi ve
tahayyül melekelerimizdir. Eðer Allah öyle
görüp tutabileceðimiz bir
þey olsaydý, hiçbir zaman
var mý, yok mu diye
bunca münakaþalara
girmezdik. Ýþin zorluðu
zaten buradan geliyor.
Erdem - Þimdi dostumuz diyebilir ki, beþ
duyu organýmýzla
bilemediðimiz þeyin,
baþka melekelerin
geliþmesi ile az da olsa
sezilebileceðini nereden
biliyorsunuz? Bunu
duyularýmýzla
bilemediðimize göre, var
mý diye aramamýz ve bu
yolda baþka melekelerimizi geliþtirmeye korkmamýz da imkânsýzdýr.
Özden - Geçen konuþmamýzda size insanda bir
Tanrý arama duygusu'nun
doðuþtan bulunduðunu
söylemiþtim. En ilkel
kabilelerin ve insanlarýn
bile bir Tanrý peþinde
koþmalarý ve bir Tanrý'yý
aramalarý, kudretli
sandýklarý bir þeyi Tanrý
olarak kabul edip onun
yardým ve himayesine
sýðýnmalarý bunun
delilidir. Demek ki insan
kendinde yaratýlýþtan
bulunan bu Tanrý arama
duygusunun itmesiyle
yola çýkmakta, Tanrýsýný
aramaya koyulmaktadýr.
Ýdraki geliþtikçe Tanrý
diye sarýldýðý fýrtýnanýn,
güneþin veya þimþeðin
gerçek Tanrý olamayacaðýný anlamakta, Tanrýyý
daha yükseklerde aramaktadýr. Böylece
tekâmüle orantýlý olarak
Tanrý anlayýþý ve Tanrý
olarak baðlanýlan þeyin
mahiyeti geliþmektedir.
Esasýnda Tanrý ayný
Tanrýdýr. Hiç deðiþmeden
ayný durumda durmaktadýr. Çünkü Tanrý için
bir tekâmül, bir ilerleme
veya gerileme düþünülemez. O ezeli (öncesiz) ve
ebedi (sonsuz) olarak ayný mükemmeliyette ayný
noksansýz kudrettedir.
Erdem - Dostumuz,
bir de diyor ki: "Allah
madem ki mükemmeldir,
noksansýzdýr, her þeyi
hikmetle yaratmýþtýr. O
SEVGÝ DÜNYASI
4
halde ne diye dünyada
bunca kötülükler vardýr?
Mükemmel olan
Allah'tan böyle kötü þeyleri yaratmak beklenebilir mi? Neden o
kötü insanlarý yola
getirememektedir?!.."
Özden - Ýnsanlarý yola
getirememek diye bir þey
yok. Onlarý serbest
iradeleri içinde hür
býrakmak ve kendi
kendilerini düzeltmelerine imkân hazýrlamak
vardýr. Kötülük olan þeye
gelince, kötülük nedir?
Hoþumuza gitmeyen ve
bize acý veya sýkýntý
veren þeylere kötü diyoruz. Bu deyiþimiz
böylece tamamen sübjektif ve nispi oluyor.
Ýnsanýn veya ruhumuzun
umumi tekâmülü
düþünülünce en kötü
dediðimiz þeylerin bazen
bize büyük hamleler
aldýrdýðýný görürüz. Bize
tekâmül yaptýran þey
neden kötü olsun?
Ýþin esasý düþünülünce
bir iyinin karþýsýnda bir
kötünün, bir güzelin
karþýsýnda bir çirkinin
bulunuþu bize kýyaslama
imkâný ve iyiye yönelme
imkâný hazýrladýðý için
çok deðerlidir. Ruhun
tekâmülü yönünden
düþününce iyi ne derece
kýymetliyse, kötü de ayný
derecede kýymetlidir.
Ýyiyi deðerli, kötüyü
deðersiz sayýþýmýz bizim
dünya olaylarýna dar bir
açýdan bakýþýmýzdan ve o
olaylarýn içinde
bulunuþumuzdan ileri
geliyor.
Erdem - Dostumuz bir
de diyor ki: Kuran'a
Allah'ýn kelâmý diyoruz,
Kuran'da da Allah: (Ben
þunu yaptým, bunu yaptým) diyor. Yani Allah
bayaðý insan gibi
konuþuyor. Üstelik bir
tek dilde, Arapça olarak
konuþuyor. Öte yandan
Hýristiyanlar Ýsa'yý,
Yahudiler Musa'yý, bazý
cahil Müslümanlar da
Muhammed'i ve Ali'yi
Allah olarak tanýyorlar.
Allah gerçekten insana
benzer bir þey midir?
Özden - Allah ne
insana, ne de insan üstü
varlýklarýn hiç birisine
benzemez, hiçbir varlýkla
(isterse en yüksek olsun)
mukayese dahi edilemez.
Söylediðim gibi insaný
Allah'a benzetmek ve
Allah'ý da insan gibi sanmak, idrak noksanlýðýnýn
ve tekâmül geriliðinin
zaruri bir neticesidir.
Realite (inanýlan gerçeklerin tümü) yükseldikçe
þahýs Allah'ý insana benzetme gafletinden kurtulur. Bunlardan daha ileri
bir merhale ruhu
Allah'tan ayrýlan ve ona
kavuþacak bir parça
olarak görmek de geri bir
realitedir. Bugünün en
ileri realitesi þudur: Allah
hiçbir þeye benzemez,
hiçbir þeyle de kýyaslanamaz. Þekli þemaili yoktur, olamaz da. Çünkü
þekil, onu bir yönden
kýsýtlama olur. O
yaratandýr. Þekli de, þekilsizliði de halkedendir.
Kendi yarattýðý þeylerle
baðlý olduðu düþünülemez.
Kuran'daki ifadeye ve
onun Arapça oluþuna
gelince: Her devrin ihtiyacý dikkate alýnarak o
devrin insanlarýnýn
anlayacaðý bir dille ve
idrak edeceði bir kýlýkta
bilgiler indirilir. Bunlar
doðru bilgilerdir. Fakat
kapalý semboller içinde
verilmiþtir.
SEVGÝ DÜNYASI
5
O, gözünüzün gördüðü güzelliktir þüphesiz
“Bizim Celselerimiz”
Her Baktýðýmýz Yerde
O’nu Görüyoruz
Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog
6
KALBÝ RAHATLADI
1992 yýlý son aylarýnda 6 yaþýndaki
küçük Burak'la (Akkurt) her hafta buluþup "Kur'aný Kerim'e Göre Peygamberler" kitabýndan ilginç olaylar ve
yorumlarý üzerinde çok zevkli sohbetler yapýyoruz. Henüz okula gitmediðinden, olaylarý hiç çarpýtmadan ama
olabildiði kadar sadeleþtirerek anlatma
görevi tamamen benim üzerimde.
Geçmiþte ilkokul çaðlarýmda iken,
Ahmet Cevdet Paþa'nýn ünlü "Kýsasý
Enbiya"(Peygamberler Tarihi) kitabý o
dönemde sadece eski harflerle basýlý
olduðundan, ayný görevi babam üstlenmiþ ve onun anlatýmý ile Âdem'den son
peygambere kadar hepsini birlikte
incelemiþtik. Deneyimliydim ve bir
anlamda da borç ödüyordum. Neyse...
Burak'la geçmiþteki gülyüzlü resûlleri,
nebîleri okuyup üzerinde söyleþiler
yapmýþ, son üç büyük dinin kurucularýnýn atasý, hem resûl hem de nebî
olan Hz. Ýbrahim'i konuþmaya baþlamýþtýk. Kur'aný Kerim'in Bakara Sûresinin 260. âyetinde onun, Yaradan'dan
ölüleri nasýl dirilttiðini göstermesini
istediði anlatýlýr. Allah da: "Ýnanmýyor
musun?" diye sormuþ, peygamber
Ýbrahim: "Ýnanýyorum ama gönlümün
yatýþmasý için istiyorum" diye cevaplamýþtý. Bunun üzerine 4 kuþ tutup
onlarý kendisine alýþtýrmasýný, sonra
onlarý kesip karýþtýrarak 4 ayrý tepeye
onlardan bir parça býrakmasýný ve evine
dönünce de kuþlarý çaðýrmasýný ister
Yaradan. Bunlar yapýlýp, o kendine
alýþtýrdýðý kuþlar yeniden canlanýp
Ýbrahim'e doðru kanat çýrpýnca, gönlü
SEVGÝ DÜNYASI
tamamen yatýþmýþ, gülyüzlü peygamber görevine daha da büyük bir azimle
sarýlmýþtý.
Burak'a 4 kuþ olayýný, gözünde canlandýrmasý için örnekler vere vere
uzunca anlatmýþ, doðaldýr ki, Yaradan'la ilk konuþmasýndan yani: "Ýnanýyorum ama gönlümün yatýþmasý için
istiyorum" bölümünden hiç söz etmemiþtim. Bu ince duyguyu nasýl anlayabilirdi ki?!.. Olayýn akýþý ve kuþlarýn
canlanýp tekrar evlerine dönüþü
Burak'taki heyecaný doruða vardýrmýþtý.
Duygusunun en yoðunlaþtýðý bu anda,
dayanamadým ve Yaradan'ýn ilk sorusunu bu defa Burak'a yönelttim: "Yani
Burak Hz. Ýbrahim inanmýyordu mu ki,
bir de gözü ile görmek istedi?" Bu
arada da kuþlara boþuna ölüm acýsý tattýrdý. Ne geçti yani eline?!.." diye onu
kýþkýrttým. Hiç ummadýðým cevabý beni
coþkulu bir heyecana sürüklemiþti.
Kendi kelimeleriyle ama ayný Hz.
Ýbrahim'inki gibi idi yanýtý:
"Niye öyle söylüyorsun Ahmet
Aðabey? Kalbi rahatladý!!!.."
Eskiden çocuklara maymunla insan
arasýnda yer verilirken, modern psikolojide þimdi küçültülmüþ insan diye
bakýlmasýna bir daha hak verdim. Hele
zamanýmýzýn Indigo çocuklarý bunu her
davranýþlarýnda defalarca kanýtlýyorlar.
EN ÖNEMLÝSÝ:
BÝLÝMSEL KANITLAR
Gönüllerinin yatýþmasý için peygamberlerin bile saðlam kanýtlar peþine
düþmelerinin kutsal metinlerde böyle
tekrar tekrar anlatýlmasý, hiç de boþuna
SEVGÝ DÜNYASI
deðil. Çevremize dikkatli gözlerle bakýp, aklýmýzý sonuna kadar çalýþtýrarak,
düzenin kuruluþu ve iþlemesinde
Yaradan'ýn ve emrindeki Yüce Manevi
Varlýklarýn etkilerini sezip, anlayýp
inancýmýzý bu saðlam kanýtlar üzerine
bina etmemiz istenmektedir bizlerden.
Allah inançlarýyla ilgili týp profesörleri,
felsefeciler ve din adamlarýyla yaptýðým söyleþilerde verdikleri bilimsel
kanýtlarý, geçen sayýlarýmýzda sizlerle
paylaþmýþtým. Sonra da her bir hayvanýn kendine özgü olaðanüstü içgüdü
düzenekleri ve yapýlarýndaki yaþam
amaçlarýna uygun deðiþikliklerden
uzunca söz etmiþtim. Yabani arý
Ammophile'in üzerine yumurtlayacaðý
týrtýlý felç etmek için, 9 hareket merkezine tam isabetle 9 iðne batýrmasý; bal
arýlarýnýn en az balmumu harcamak
için altýgen peteklerini yüksek matematikçilerin hesaplarýna tam uygun
olarak 70 derece 32 dakikalýk eðimde
eþkenar dörtgen perdelerle kapatmasý
üzerinde sürekli derinliðine düþünmeliyiz. Tatlý su midyesinin arkasýnda,
üremesine kolaylýk saðlamasý için,
hiçbir canlýda olmayan bir sahte balýk
düzeneði oluþmasý darwinci biyologlarý
bile hayranlýk içinde býrakmaktadýr.
Geçen sayýmýzda 15 milyar yýl önce
evrenin tek bir zerreden Big Bang ile
oluþturulmasýnýn ilk saniyelerinden
itibaren maddenin yaþamý gerçekleþtirme özelliðinde yaratýldýðýnýn delilleri üzerinde durmuþtuk.
Patlamadan bir saniye sonraki
geniþleme hýzý, sadece yüz bin milyarda bir oranýnda az olsaydý, evren
bugünkü büyüklüðüne varmadan kendi
7
içine çökecekti. Karbon-12'nin çekirdeðindeki enerji düzeyi, ön hesaplardakine tam tamýna uygun olmasaydý;
yaþamýn, organik hayatýn temeli karbon
ve diðer elementler oluþamayacaktý.
Doða kurallarýný çiðneme pahasýna su,
0 derece ile 4 derece arasýnda genleþmesi gerekirken tersine davranýp
büzülmeseydi; yine kurallarý çiðneyerek, katýlaþýp buz haline gelirken
yoðunluðu artmasý gerekirken tersine
davranýp hafiflemeseydi; okyanuslar ve
denizler dipten itibaren donarak kutuplardaki buz kitleleri haline gelecek,
yaþamýn oluþmasý engellenecekti.
Maddenin yaþamý oluþturacak özelliklerde yaratýlmasý
sayesinde, dünyada 3 milyar
yýl önceki okyanuslarda ilkel
çorba içinde, yaþamýn temeli
olan proteinlerin ana bileþeni aminoasitler otomatik
olarak süratle her tarafý alabildiðine doldurmuþtur.
Maddenin yaþamý oluþturma özelliðinden dolayýdýr ki, yeþil yapraklar
Güneþ enerjisini kullanarak sudan ve
CO2 den hepimizin gýdasýný ve oksijenini saðlayabiliyorlar. Bu fotosentez
olayý öyle iç içe düzenler ve enzimler
sayesinde, hem de saniyenin kesirlerinde meydana geliyor ki; taklit
etmek için son derece hayati ihtiyaç
duymamýza raðmen þu ana kadar yanýna bile yaklaþabilmiþ deðiliz. Yine
maddenin yaþamýn oluþmasý ve sürdü-
8
rülmesine uygun özelliklerde yaratýlmasý sayesinde su, 130 metre boyundaki aðaçlarýn tepesine bile çýkabilmektedir. Bunun gerçek mekanizmasýný da
bilimsel olarak tam anlamýþ deðiliz.
Þunun altýný þiddetle çizmemiz lâzým.
Allah'a inancýmýzý bilgilerimizdeki
eksikliðe, acizliðimize baðlýyor deðiliz.
Bunlarý düzendeki büyük zekâ, hüner
ve ustalýðý bilimsel kanýtlarla ortaya
koymak için aktarýyoruz. Aslýnda bilgimiz arttýkça inancýmýz daha da
pekiþiyor. Çünkü düzendeki ustalýðýn
daha çok farkýna varýyoruz. Biyoloji
profesörü Dr. Russel Charles Eartest
bunu çok güzel dile getirir:
“Madem ki bilim birçok
þeyleri açýklamaktan acizdir
öyleyse Allah'ýn varlýðýný
onaylamaktan baþka çýkar
yolumuz yoktur mantýðýný
bütünüyle reddediyorum.
Bütün bu gerçekler açýklansa, bir gün bilmediðimiz karmakarýþýk noktalar ortadan
kalksa; biz bir canlý hücreyi
bütün detaylarýna kadar
anlayabilme gücüne sahip
olsak dahi onu yaratan ve
yoktan vareden çok büyük bir
gücün ve idarecinin sanatýný
araþtýrýp anlamaya çalýþmaktan öte bir þey yapamayýz.
Ýþte baþýndan beri hücredeki
SEVGÝ DÜNYASI
sitoplazmanýn hareketini saðlayan, her varlýða varlýðýnýn
gereðini belirterek o doðrultuda faaliyet yapmasýný düzenleyen bu yüce kuvvettir.”
("Niçin Allah'a Ýnanýyoruz?" S. 157)
Þimdi dünyanýn baþlangýç yýllarýnda
aminoasit oluþumunun laboratuar
ortamýnda deneyle kanýtlanmasý, ulu
aðaçlarda suyun yükseklere taþýnmasý,
yapraklardaki fotosentez olaylarýný
biraz daha yakýndan inceleyelim.
ÝLKEL ÇORBADAKÝ
AMÝNOASÝTLER
Yaþamýn temeli olan proteinler 20
farklý aminoasitin belli bir sýra izleyerek deðiþik kümeleþmelerinden oluþur.
Örneðin kanýmýzdaki hemoglobini ele
alalým. 574 aminoasitden oluþan bu
proteinde de 20 çeþit aminoasitin her
biri kendi sýrasýnda tekrarlanmaktadýr.
Soydan gelen bir kan hastalýðýnda 573
dizinin her biri uygun aminoasitlerden
oluþmasýna raðmen, sadece bir yerde 6.
sýrada valin olmasý gerekirken,yanlýþlýkla glutamik asit oluþmaktadýr.
Sadece bu tek yerdeki yanlýþlýk bile
vahim sonuçlar doðurur. Alyuvarlar
birbirine yapýþýr ve kýlcal damarlarý
týkar. Yani bu ufak bozulmanýn bile
þakaya gelir yaný yok. Basit bir canlý
hücresinde bile birbirinden farklý 200
den fazla protein birbiriyle ahenkli bir
düzende çalýþmaktadýr. Matematikçiler
olasýlýk hesaplarý yaptýlar.
Dünyamýzdaki tüm atomlar aminoasit
SEVGÝ DÜNYASI
yapýmýnda kullanýlsalar ve þimdikinden
daha hýzla birleþip ayrýlsalar ve bu hep
tekrarlansa, hemoglobin gibi bir tek
proteinin dünyanýn 5 milyarlýk yaþýnda
tesadüfen oluþma olasýlýðý yok. 5 milyarýn yanýna 161 tane sýfýr koyarak
elde edilecek hayal ötesi sayý kadar yýl
geçmeli ki istenen bir protein kendiliðinden oluþabilsin. Bir de 200’den
fazla proteini hesaba katarsak bu
düzenden aklýmýz duracak gibi olur.
Ýlkel çorbada aminoasitlerin oluþmasý
ile ilgili 1953 yýlýnda yapýlmýþ çok
önemli laboratuar deneyi modern biyoloji kitabýnda þöyle anlatýlmaktadýr:
"Hayat baþlamadan önce hangi
organik bileþiklerin ortaya çýktýðý
sorusu önemlidir. Chicago Üniversitesinden Harold Urey bu soruyu
cevaplamaya çalýþmýþtýr. Urey önce,
ilkel yerküresinin koþullarýna benzer
koþullarý yaratmayý düþünmüþtür.
Urey'in öðrencilerinden biri olan
Stanley Miller hava geçirmez bir aygýt
yapmýþ sonra bu aygýtýn içine metan,
hidrojen ve amonyak gazlarý koymuþ
ve bu ortamda çok yüksek enerjili elektrik kývýlcýmlarý oluþturmuþtur. Aygýtýn
alt tarafýnda bulunan baþka bir bölüme
kaynar su eklenerek bu sisteme ýsý ve
su buharý verilmesi saðlanmýþtýr. Su
buharý, sistem içinde dolaþýrken soðutucu bölmeden geçerek yoðunlaþmakta
ve yaðmur haline gelmektedir. Miller
böylece, ilkel atmosferde bulunabilecek
gazlarý, ýsýyý, yaðmuru ve þimþek çakmasý koþullarýný yapay olarak laboratuarda yerine getirmiþtir. Mevcut gazlarýn
aygýt içinde bir hafta kadar dolaþýmýný
saðladýktan sonra alt bölümde biriken
9
sývýyý incelemiþtir. Deneyin
baþlangýcýnda renksiz olan sývýnýn,
deneyin sonlarýna doðru kýrmýzý bir
renk aldýðý gözlenmiþtir. Ayrýca
kimyasal analizler de yapýlmýþ, biriken
sývý içinde deney baþlangýcýnda bulunmayan birçok kimyasal bileþiðin varlýðý
saptanmýþtýr. Aygýt içindeki bazý gaz
moleküllerinin atomlarý, ayrýþýp
yeniden birleþerek daha karmaþýk
moleküller oluþturmuþlardýr. Biriken
sývýnýn kimyasal analizi yapýldýktan
sonra bu sývýnýn aminoasitler denilen
bazý kimyasal bileþikleri kapsadýðý
bulunmuþtur. Bu çok önemlidir, çünkü
aminoasitler bütün canlý hücrelerin
yapýsýnda bulunan proteinlerin temel
yapý birimleridir. Bünyesinde protein
bulundurmayan hiçbir canlý yoktur......
Bu kanýtlar çok etkileyici olmakla
beraber hayatýn doðuþu üzerindeki
bütün sorularýn cevaplanmýþ olduðu
yargýsýna varmamýz doðru deðildir....
Organik bileþiklerden ilk canlý
hücrelerin nasýl oluþtuðu sorusu baþta
olmak üzere cevaplanmasý gereken
daha bir çok soru vardýr."
Prof. Ali Demirsoy çok yararlandýðým 900 sayfalýk "Kalýtým ve
Evrim" kitabýnýn 79. sayfasýnda; ilkel
canlýlar ile çok organize olmuþ geliþmiþ
hücreler arasýndaki evrimsel boþluktan
þöyle söz etmektedir:
"Evrimde açýklanmasý en zor
kademelerden biri de bu ilkel canlýlardan, nasýl organelli ve karmaþýk
hücrelerin meydana geldiðini bilimsel
olarak açýklamaktýr. Esasýnda bu iki
form arasýnda gerçek bir geçiþ formu
da bulunamamýþtýr. Tek hücreliler ve
10
çok hücreliler bu karmaþýk yapýyý
tümüyle taþýrlar; herhangi bir þekilde
daha basit yapýlý organelleri olan ya da
bunlardan birinin daha ilkel olduðu bir
gruba veya canlýya rastlanmamýþtýr.
Yani organeller her haliyle geliþmiþtir.
Basit ve ilkel formlarý yoktur. Son
zamanlardaki varsayým þudur:
Karmaþýk hücreler hiçbir zaman ilkel
hücrelerden evrimsel süreç içerisinde
geliþerek meydana gelmemiþtir. Bir
evrimsel sýçrama meydana gelmiþtir.
Yani ilkel hücrelerden geçiþ formu
olmaksýzýn geliþmiþ hücreler meydana
gelmiþtir."
Açýkça görülüyor ki, insaný býrakýn,
geliþmiþ tek hücrenin bile oluþmasý
plan ve akýl sahibi eller iþe karýþmadan
açýklanamamaktadýr.
Aminoasitlerin proteinlerin
hattâ DNA'larýn ilkel çorbada oluþup hayatýn temellerini
atmalarýný anlayabilir ve
hattâ bunun maddenin yaratýlýþ özelliklerinin doðal bir
sonucu olduðu tezini rahatça
ortaya koyabiliriz. Çünkü
üstün organizmalar ancak bu
ilkel yaþam unsurlarýnýn akýl
ve plan devreye girerek organize edilmesi ile meydana gelebilirdi. Yüksek akla ve hünere sahip ruhsal varlýklarýn
bilinçli etkilerle DNA'larda
deðiþiklikler yapa yapa tür-
SEVGÝ DÜNYASI
den türe geçilmesi ve yaþamýn evrimleþmesi tezinin bu
durumda Darwin kuramý ile
bir çeliþkisi olmayýp onu
tamamlamaktadýr.
Gelecek sayýlarýmýzda ruhsal âlemin
dünyamýz üzerindeki maddi etkilerinin
parapsikolojik kanýtlarý üzerinde uzunca duracaðýz. Onlar yaþamýn
geliþmesinde görev yapabilecek
kudretlerle bezenmiþ varlýklardýr.
Baþka bir alandan analojik bir örnekle tezimizi destekleyelim. Ellerinde
uygun yapý malzemeleri bol bol mevcut olamadan hiçbir mimar mühendis
bir eser ortaya koyamaz. Ama biliyoruz
ki, sadece malzemelerle deðil; plân,
proje ve ustalýklarýn iþe karýþmasý ile
abideler yükselebiliyor.
AÐAÇ, O BÝLÝNMEYEN
Bizler bugün ulu aðaçlarýn tepesine
suyun nasýl ulaþtýðýný hâlâ anlamýþ
deðiliz. Bazý aðaçlar 130 metreye kadar
büyüyebildiði halde topraktan emdikleri suyun aðacýn en tepesine kadar çýktýðýný görmekteyiz. Okullarda bize
öðretilen kýlcal borularda suyun yükselmesi teorisi bugün geçerliliðini
korumamaktadýr. Çünkü bu kapiler
çekim suyu orta boydaki bir aðacýn
tepesine bile çýkaramamaktadýr. Kök
basýncý teorisi de yetersizdir. Bu
basýnçla ancak 30 metreye kadar çýkabildiði gibi, kök basýncýnýn olmadýðý
mevsimlerde de sular aðaçta yükselmektedir. Bunlar bizi yeni bir teori
SEVGÝ DÜNYASI
aramaya zorlamaktadýr. Modern biyoloji kitaplarýnda kohezyon - gerilim
teorisinden bahsedilmektedir.
Bu teoriye göre köklerden aðacýn
tepesine kadar devamlý bir sütun halinde bulunan su, yapraklardaki çekim
kuvveti sayesinde adetâ bir ipin yukarýya çekilmesi tarzýnda aðacýn tepesine
çýkarýlmaktadýr. Gerçekten yapraklarda
böyle bir çekim gücünün bulunduðu da
anlaþýlmýþtýr bu gücün, suyun yaprakta
buharlaþmasý nedeniyle oluþtuðu düþünülmüþtür. Ancak bir bitki buharlaþmanýn mümkün olamayacaðý kadar nemle
doyurulmuþ bir atmosfer içine konulduðu ve hattâ yapraklar tamamen suya
sokulduðu halde suyun yine yukarý
doðru çýktýðý deneyle anlaþýlmýþtýr.
(Bilim ve Teknik Dergisi Sayý:54 "Aðaç O Bilinmeyen")
Evet yapraklarda bir çekim gücü
vardýr ve bir ip gibi suyu köklerden
aðacýn tepesine çýkarmaktadýr.
Ama yapraklardaki bu çekim
gücünün nedeni buharlaþma deðildir.
Ne olduðu da bilinmemektedir. Rehber
Varlýk bu gerçeðin altýný þöyle çizmiþti:
"Siz yüksek çýnarýn üstüne
suyun nasýl vardýðýný bilmiyorsunuz. O Düzeni Kuran'a
þükrediniz."
Belki de bugün bizim sýrrýna varamadýðýmýz fotosentezde oluþan enerjinin bir bölümü, yapraklarda ince bir
mekanizma ile bir çekim gücü haline
çevrilerek suyun yukarý çekilmesi
saðlanabilmektedir.
11
YAPRAK O BÝLÝNMEYEN
Okulda biyoloji derslerinde neredeyse bir cümlede anlatýlýveren ve yaþar
kalmamýzýn temeli olan fotosentez
olayýný, yüzyýllar süren araþtýrmalara
raðmen hâlâ tam anlayabilmiþ deðiliz.
Gerçekte dille anlatýmý ne kolay: Yeþil
yapraklarý oluþturan hücrelerin sitoplazmalarýndaki kloroplast organellerinde bulunan klorofil molekülünün
katalizörlüðü sayesinde, güneþ ýþýðýndan yararlanarak karbondioksit ve su
sentezlenir, þeker ve oksijene dönüþtürülür. Böylece hem gýdamýzý saðlarýz
hem de o gýdalarý yakarak enerjiye
çevirecek olan soluduðumuz oksijeni.
Söylenmesi ne kadar kolay deðil mi?!..
Taklit edebildiðimiz, benzerini yapabildiðimiz anda tüm enerji sorunumuzu
çözeceðimiz; petrole, kömüre ihtiyaç
duymadan her istediðimizi týpký yeþil
yapraklar gibi Güneþten bedavadan
elde edeceðimiz fotosentezi neden
çözemedik bugüne kadar? Anlatýlmasý
bu kadar kolay olan kimyasal reaksiyonun meydana gelmesi için o kadar
deðiþik enzimler katalizör olarak devreye giriyor ve zincirin her halkasý
saniyenin kesirlerinde o kadar hýzlý
oluþuyor ki!.. Ve ayrýca henüz
bilmediðimiz kimya ve atom fiziði
kanunlarýnýn varolmasý gerektiðini de
sezinliyoruz. Biz bu durumdayýz ama
çok þükür ki doða hiç beklememiþ.
Dünyamýzda hücresel boyuttan baþlayarak neredeyse 3 milyar yýldýr fotosentezle yaþam sürüp gidiyor...
Olayýn karmaþýklýðýný ve bilgimizdeki boþluklarý biraz daha yakýndan
12
görmek için kitaplardan kýsa aktarmalar yapmak istiyorum. MEB Modern
Biyoloji kitabýndan:
".....Böylece fotosentezin en az iki
çeþit reaksiyondan, kýsmen
fotokimyasal ve kýsmen de enzimatik
reaksiyondan meydana gelmiþ olduðu
kanýsýna varabiliriz.
Son 30 yýlda araþtýrýcýlar fotosentezde
bir çok enzim reaksiyonlarýnýn
olduðunu gösterdiler. Bu araþtýrýcýlar
fotosentezin hýzýný etkileyen faktörü
ölçerek olayý açýklamaya doðru iyi bir
adým attýlar. Fakat onlar bu konuda
bilinenlerin ve bilinmesi gerekli olanlarýn yalnýz ipuçlarýný buldular..... Iþýk
enerjisinin kimyasala nasýl dönüþtüðü
tam olarak bilinmemektedir. Bugünkü
teori, klorofil molekülündeki bir elektron tarafýndan bir birim ýþýk enerjisinin
soðurulmasý fikrine dayanmaktadýr. Bu
enerji elektronu o derece uyarýr ki, klorofili býrakýr baþka bir moleküle geçer.
Bir elektronu azaldýðýndan bu defa klorofil elektron alýcý durumuna girer.
Verilen elektron yerine diðer bir elektron alýnýrken belirli reaksiyonlara
enerji verilir. Bu reaksiyonlar en
sonunda karbonhidratlarý (þeker) meydana getirirler bu fikrin doðru olup
olmadýðý bugünkü deneysel bilgilerle
söylenebilmiþ deðildir.....
Uzun yýllar fotosentezde açýða çýkan
oksijenin karbondioksitten geldiði
sanýldý, fakat oksijen 18 atomlarý kullanýlarak oluþturulan su kullanýldýðýnda
açýða çýkan oksijenin oksijen 18
olmasý, oksijenin sudan elde edildiðini
göstermektedir. Suyun elektron vermek
SEVGÝ DÜNYASI
üzere ne þekilde reaksiyona girdiði
fotosentezin bugün için en az bilinen
yönüdür."
D.O.Hall ve K.K. Rao'nun "Photosynthesis" kitabýndan bir paragraf:
"Biz þimdiye kadar oksijen çýkýþýnýn
zincirdeki ucu hakkýnda çok az þey
söyleyebiliyoruz. Zira biz, yapraklarda
suyun oksijen ve hidrojen iyonlarýna
nasýl ayrýþtýðý konusunda çok az þey
biliyoruz. Bilgimizdeki bu boþluk çok
esef vericidir. Çünkü suyun iyonlarýna
ayrýlmasýnýn fotosentezde çok önemli,
baþlý baþýna bir rolü mevcuttur.
Kimyasal olarak bu problemi çözmek
de önemli, biyolojik olarak da. Çünkü
soluduðumuz tüm oksijen kloroplastlardaki bu reaksiyondan oluþmaktadýr."
Son olarak Prof. Dr Ali Demirsoy'un
o çok deðerli eseri "Kalýtým ve Evrim"
kitabýnýn 85. sayfasýndan insanlýðýn
gelecek yýllarda yaþar kalmasý için
fotosentezi mutlaka çözümlemesi
gerektiði konusundaki yüzde yüz
katýldýðým yargýsý:
"Bugün insanlarýn çoðalma
hýzý ve organik maddelerin
sunumu arasýndaki denge
bozulmaktadýr. Eðer fotosentezin iþleyiþi tam açýklanýp,
sanayide bu yolla, Güneþ
enerjisinden organik madde
elde edilemezse bir BESÝN
KRÝZÝ ile karþýlaþacaðýmýz
kesindir."
GERÇEK YOLU TÜRKÜ DOLU
Dedi ki: Bil önce kendini
Ve sonra nasýlsa seni Sevgisinden Vareden'i
Sev komþunu -hatýrla hani- kendin gibi
Ve bugün belki daha da ileri
Çöz bunu en güzel bilmece
Yaþamak eþit türkü söylemek bilerek sevince
Dedi ki: Yücel elinin emeðince alnýnýn terince
Ve sonra nasýlsa küçül büyüklüðün yaný sýra
Ve anla asýl iþ eþit kulluk
Önce O'na ve sonra kullarýna
Dedi ki: Ver ki alasýn
Vermek için yine insan kardeþlerine
Mutluluksa hizmet eþit zevk bir dene
Dedi ki: Yüreðinle bak
Ne var ki hep güzel ve yerince
Gör hele gerçek eþit din özü bilince
Dedi ki: Ak berrak bir su gibi
Gönülden gönüle ve dinle kulak kulak
Her solukta titreþen evreni, sevginin sesini
Ve duy sonra nasýl
Gerçek yolu eþit türkü dolu
Güngör Özyiðit
SEVGÝ DÜNYASI
14
CUMHURÝYETÝN ÝLK YILLARINDA EÐÝTÝM - VIII
Tonguç Hakkýnda - 2
Ýlköðretim Genel
Müdürlüðü Dönemi
Tonguç 1934-1935 ders yýlýnda Gazi
Eðitim Enstitüsü Müdürlüðü görevine
atanýr. Yaptýðý çalýþmalar, asker kökenli
yeni M. Eðitim Bakaný Saffet Arýkan'ýn
da dikkatini çeker. Atatürk tarafýndan
olaðanüstü yetkilerle göreve getirilen
yeni bakan, eðitim iþlerinin çözümü
için kendisine yardým edebilecek aydýn
Yalçýn Kaya
eðitimcileri seçmeye çalýþmaktadýr.
1935 yýlýnda Bakan Arýkan, Tonguç'u
kýdem durumuna bakmaksýzýn Ýlköðretim Genel Müdürlüðü görevine atar. Bu
atamanýn bu yerde gözü olan baþka
eðitimcilerce hiç de hoþ karþýlanmadýðýný yýllar sonra öðrenir Tonguç.
Ýsmail Hakký Tonguç bu görevi tam
1940 yýlýna kadar vekâleten yürütecektir. Tonguç'un Ýstanbul Erkek Öðretmen
okulundan öðretmeni olan, o günlerde
SEVGÝ DÜNYASI
Talim Terbiye Kurulu Baþkaný ve
Bakanlýk Müsteþarý olan Ýhsan Sungu
da bu göreve getirmeye karþýdýr ama
sesini çýkaramaz. Bakanlýðýn üst düzey
yöneticileri onun öðreniminin yeterli
olmadýðý kanýsýndadýrlar.
Görüldüðü gibi Tonguç, sonralarý
bazý araþtýrýcýlarýn yazdýklarýnýn aksine
Bakanlýðýn yüksek kademelerindeki
yöneticilerden biri deðil, tam tersine
onlarýn karþýlarýna aldýklarý bir kiþidir.
CHP yöneticilerinin çoðunluðunun da
bu atamadan hoþlanmadýklarý bellidir.
Bu Genel Müdür parti yönünden güvenilir bir kiþi deðildir. Bu kiþi partiye
yanaþarak milletvekillik peþinde koþmak gibi bir eðilim göstermemekte,
üstelik yeri geldiðinde CHP yöneticilerini de eleþtirmektedir.
Bunca eðitim uzmaný, eðitbilimci
varken meslektaþlarýnca "amatör bir
öðretmen" gözüyle deðerlendirilen bu
"köylü Ýsmail Hakký"nýn böyle bir
göreve atanmasý bazýlarýnca eleþtiri
konusu yapýlacaktýr. Tüm bu olumsuzluklara karþýn CHP'nin önde gelenlerinden Nafi Atuf Kansu, Cevat
Dursunoðlu, Hakký Behiç gibi adlarýn
içinde yer aldýðý ilerici kesim Bakan
Arýkan'a Tonguç'tan söz etmiþ olmalý ki
yeni Bakan, Ýlköðretim Genel
Müdürlüðü için yeteri kadar "oturaklý"
olmasa da Tonguç'u bu göreve
atamýþtýr. Tonguç'un Genel Müdürlüðe
atanmasý konusuyla ilgili olarak Fay
Kirby þöyle demektedir:
"...Tonguç'un tayinine karþý yükselen
itirazlarýn, onun bu mevkiye lâyik ve
ehil olmadýðý ve kayýrýldýðý yolundaki
dedikodularýn þiddetini, Arýkan'ýn
15
Bakan oluþundan bir ay sonra, âdet
olmadýðý halde bir basýn toplantýsý yapmak zorunda kalýþýndan anlayabiliriz...Tonguç, bu iþle en yakýndan ilgili
daireye mihaniki bir þekilde getirilmiþ
deðil, hiç þüphe yok, Atatürk'ün bilgisi
ve muvafakati (onayý) ile seçilip getirilmiþtir."
Tonguç, 1938 yýlý Aðustos sonunda,
Ýlköðretim Genel Müdürü olarak 2 ay
süreyle Bulgaristan, Macaristan,
Yugoslavya, Avusturya ve son durak
olarak da Almanya'ya inceleme gezisi
yapar, bu gezisinde özellikle Nazi
Almanyasý'ndaki Ýþ Hizmeti Örgütü ile
ilgilenir. Bu örgüt, gizli iþsizliðin
önlenmesi, iþ gücünün harekete geçirilmesi amacýyla kurulmuþ týpký askerlik
hizmeti gibi her vatandaþa belli bir süre
bedensel çalýþma yükümlülüðü getirmektedir. Tonguç, Almanya'nýn yeniden
yapýlanmasýnda önemli bir rol oynamýþ
bu örgütün üzerinde önemle durmuþtur.
Ýþ Hizmeti Örgütü tipik bir Nazi
örgütüdür ama Nazilerden önce
Sovyetler Birliði'nde, hattâ 1929
ekonomik krizi döneminde F.
Roosevelt'in baþkanlýðý sýrasýnda
ABD'nde de benzer biçimde Civilian
Conservation Corps adýyla kurulmuþ
örgütlere benzemektedir. Nazileri örnek
yaparak Tonguç'un Köy Enstitüleri
Sistemini ortaya koyduðunu iddia
etmek yanýlgýlý olur. Özellikle, sað
öðreti yandaþlarý olan yazarlar,
araþtýrýcýlar onun Köy Enstitüleri
Sistemini Sovyetlerden esinlenerek
yarattýðý konusu üzerinde fazlaca
dururlar. Tonguç; Ýngiltere, Fransa,
Ýtalya, Almanya gibi ülkelerdeki eðitim
16
örgütlerini, uygulanan eðitim dizgelerini ayrýntýlý olarak Ýlköðretim Kavramý
ve Canlandýrýlacak Köy adlý kitaplarýnda inceler.
Tonguç, bu Avrupa ülkelerinin
ekonomik, kültürel koþullarýnýn ülkemiz koþullarýyla hiçbir benzerlik taþýmadýðýnýn ayýrdýmýndadýr. Bunlarý birebir kopya ederek ülkemize uygulamak
doðru sonuç vermeyecektir.
Genelde bazý eleþtiriciler Köy
Enstitüleri Sisteminin tam bir Sovyet
eðitim dizgesi kopyasý olduðunu öne
sürerler. Sovyet eðitim dizgesinin
anahtarý olan iþ aracýlýðýyla iþ için
eðitim sloganý Sovyet buluþu deðil,
Pestalozzi, Dewey, Kerschensteiner
gibi batýlý eðitimcilerin buluþudur.
Tonguç'un ne Nazi Almanyasý ne de
komünist Rusya'daki eðitim dizgelerini
Türkiye için elveriþli görmediði
Canlandýrýlacak Köy adlý kitabýndaki
bazý satýrlardan anlaþýlmaktadýr.
Tonguç, anýlarýnda Köy Enstitülerinin kuruluþ yýllarýnda gittiði Tunceli
köylerinden biriyle ilgili bir olayý
anlatýr:
"Köyde okul açýlmýþ, çocuklar
Türkçe öðrenmiþ, kitap okumaya
baþlamýþlar. Cumhuriyet'in ilk ýþýklarý
gitmiþtir oralara. Ama ana-babalar
Türkçe bilmemekteler. Yaþlý bir köylü
Tonguç'a þöyle der:
-Bizi arayan soran mý vardý Bey? Þu
daðlarýn ardýnda çobanlýk, hýrsýzlýk,
eþkýyalýk yapar, geçinmeye çalýþýrdýk.
Hayvandan farkýmýz yoktur... Çok
þükür! Çocuklarýmýz okuyor. Onlar
bizim çektiklerimizi çekmeyecek buna
seviniyoruz.
SEVGÝ DÜNYASI
-Baba! Artýk siz kendi kendinizi
güdeceksiniz. Bu yol daha iyi deðil
mi? Yaþlý adam gülümser:
-Okuma-yazma olmadan böyle þey
olmaz. Cahil insanlar onu beceremezler, önce okumak gerek. Okuma yazmayla gözlerimizi açalým, körlükten
kurtulalým ki dediðini yapabilelim."
Doðulu-Güneydoðulu köylü bilgisiz
kalýnca daha doðrusu bilgisiz býrakýlýnca ne terörün önünü alabildik ne de
aðalýk düzenini yýkabildik. Enstitüleri
kara çalarak yýkanlar günümüzün
açmazlarýnýn baþ sorumlularý deðil mi?
Tonguç'un Ýlköðretim Genel
Müdürlüðü yaptýðý dönemdeki
çalýþmalarýnýn ayrýntýlarýný
birer birer saymak sayfalar
doldurur. Onun görev anlayýþýný
belirtmek bakýmýndan þu kadarcýk bilgiyi vermek bile yeterlidir: Görevli olduðu zaman dilimi içerisinde Tonguç, 61 il, 305
ilçe, 9150 köy görmüþtür. Üstelik de o günün olumsuz koþullarý içerisinde. Tonguç'un görev
anlayýþýný bizlere açýklayan bir
baþka mirasý da mektuplarýdýr.
Tonguç'un Mektuplarý
Milli Eðitim tarihimizin en önemli
dönemi olan 1935-1946 arasýnda, üstelik II. Dünya Savaþý'nýn tüm olumsuz
koþullarýna karþýn Köy Enstitüleri
SEVGÝ DÜNYASI
atýlýmý nasýl gerçekleþebildi? Bu sorunun yanýtlarýný tüm ayrýntýlarýyla
Tonguç'un mektuplarýnda bulabiliriz.
Tonguç gibi deðerli bir eðitimci
bürokratik iþlemleri uzun olan resmi
yazýþmalarý bir yana itmiþ "mektuplaþma"yý bir yöntem olarak kullanmýþtýr.
Ona göre mektup türü yazýþmalar, diðer
"resmi yazýþmalar"ýn aksine insanlarýn
düþüncelerini biribirlerine tüm çýplaklýðý, içtenliðiyle iletmeye en elveriþli
olanýdýr. Diðer yazýþma biçimleriyle bu
amaca kolayca ulaþýlamaz.
"Müsait þartlar hazýrlanmadýkça,
insanlar candan kazanýlmadýkça, insanlara karþý muhabbet ve samimiyetle
hareket edilmedikçe deðil reform, günlük basit ve mütevazý iþler bile yapýlamaz." demektedir.
1935-1946 yýllarý arasýnda Enstitü
Müdürlerine, arkadaþlarýna, öðretmenlere, öðrencilere, Milli Eðitim
Müdürlerine, kimi valilere ve müfettiþlere yazdýðý mektuplardan 102 tanesi
Mektuplarla Köy Enstitüsü Yýllarý adý
altýnda bir kitapta toplanmýþtýr.
Tonguç'un mektuplarýnda destansý bir
eðitim savaþýnýn coþkusunu bulmak
olanaklý. Köy Enstitülü ozan Mehmet
Baþaran'a göre:
"Taþla, toprakla, aðaçla, makineyle
çalýnan, halkýn derinliklerinden süzülüp
deðerlerle beslenen, çaðdaþ teknikle
biçimlenen bir senfonidir bu...Zaman
zaman ortaya çýkan karamsarlýklar gözleri yaksa bile hep uyanýk ve tetiktedir
Tonguç...Uç uca eklenen sigaralarý,
koca gövdesiyle çaðdaþ bir Prometheus
gibi ýþýk, cesaret, güven, dostluk, sevgi
daðýtýr her yana...Bu usta yönetici, en
17
cýlýz sesleri bile deðerlendirmesini bilir.
Senfoniyi icra ederken kimi zaman tüm
Enstitü Müdürlerine kimi zaman öðrencilere seslenerek icranýn kusursuzluðunu saðlamaya çalýþýr."
Tonguç, mektuplarýnda Ferit Oðuz
Bayýr'a:
"Kardeþim, yapmacýk münevverle
köye gidemeyiz. Onun için köyü
harekete geçirebilecek, içinden eleman
bulmak lâzýmdýr...Gerçek köyü tanýmak, ona göre eðitim biçimleri bulmak,
bunlarý uygulayacak yeni insan tipi
yaratmak... Ýdealizmle realizmden bir
hamur yapmak gerek." diye seslenir.
Yeni kurulacak okullarý klâsik
eðitime benzetmemek için elinden
geleni yapar. Bütün müdürlere yazdýðý
mektuplarda çalýþmalarda tutulacak
yolu açýklar:
"Enstitü, emeði deðerlendirerek arý
kovaný gibi iþleyerek kendi balýný kendi
yapacaktýr. Bisiklet, motosiklet kullanma iþini, bir musiki aletini çalmayý,
þarký söylemeyi, milli oyunlar oynamayý bütün talebe ayný derecede bilmelidir...Bütün güçlüklere raðmen kýz ve
erkek öðrenciler hayatýn her türlü iþine,
eðlencesine veya ýstýraplarýna
müþtereken sevkolunmalýdýr. Bayaðý
olan her þeyden kaçýnmak þartýyla kýz
ve erkek talebeye hayatý bütünüyle
yaþatmamýz lâzýmdýr."
Klâsik eðitimin verdiði efendilik
alýþkanlýklarýyla kýrýcý, bozguncu
davrananlar, beceriksizliklerini yüksek
eðitbilim uzmanlýðýyla örtmeye yeltenen eðitimciler de çýkar ara sýra.
Kýzmaksýzýn her birini ikna etmeye
çalýþýr, onlarý mektuplarla ikna etme
18
yollarýný bile dener. II. Dünya
Savaþý'nýn koþullarýyla Trakya sýnýrýna
yakýn Kepirtepe Köy Enstitüsü
boþaltýlýr, Hasanoðlan'a taþýnýr. Kiþi
baþýna günde 150 gram ekmek verilmektedir. Enstitü Müdürü öðrencilerin
olumsuz koþullarýndan dert yanar haklý
olarak. Tonguç, 1942 yýlýnda Kepirtepe
Köy Enstitüsü Müdürü Nejat Ýdil'e
yazdýðý mektupta þöyle yazar:
"Elinizdeki talebeyi öyle bir
hale getireceksiniz ki bir gün
onlara maaþ verilmese, yani
memleket veremeyecek duruma
gelse, felâketler birbiri üstüne
yýðýlsa, onlarý ateþler içinde
býraksa yine onlar; maaþlarýnýn
verildiði, ekmeklerin serbest
satýldýðý devirdeki haleti ruhiye
gibi saðlam bir imanla iþlerini
görebilmelidirler. Köy Enstitüsü
talebelerinin olgunluk imtihaný
bu olmalýdýr. Biz onlarý bu
kadar çelik ruhlu ve iradeli bir
hale getiremezsek beklediklerimizin hepsi bu memlekette teneffüs ettiðimiz hava dahi hepimiz
için haram olur."
Enstitü yapýlanmasý tüm ülke
yüzeyinde yaygýnlaþmaya baþlayýnca,
takke düþer kel görünür. Okul yapým
iþlerini aksatan yöneticiler, köylerde
köyün sýrtýndan geçinenler, Enstitülerde çalýþma temposuna ayak uydura-
SEVGÝ DÜNYASI
mayanlar tedirgin olurlar. Kimi yörelerden Bakanlýða jurnal mektuplarý gelmeye baþlar. Açýk yüreklilikle mertlikle, dürüstlükle iþ görmeyi seven Tonguç, Þerif Tekben'e jurnalciler hakkýndaki düþüncelerini bir mektupla iletir.
1946 yýlýnda baþlatýlan "ýslahat"
çalýþmalarý Tonguç'u rahatsýz ederse de
duygularýný gizlemeyi baþarýr, þöyle
yazar Enstitülerden ayrýlmayý düþünen
idarecilere: "Ýþlerinizi benim þahsýma
veya baþka bir þahsa baðlý görmeksizin
prensiplerinize göre yürütmelisiniz.
Bunu yapamayacak olursanýz zayýf
düþersiniz. En doðru yol, iþi sýký
tutarak ve iyi yaparak onu kendisine
müdafaa ettirmektir."
Köy Enstitülerinin her türlü sorunlarýný inceleyip araþtýrdýðýný
Mektuplarla Köy Enstitüsü Yýllarý adlý
yapýttan incelemek olanaklý. Oðlu
Engin Tonguç tarafýndan hazýrlanmýþ
ve bastýrýlmýþ olan kitapta 102 tane
mektup yer alabilmiþ. Kimlerle mektuplaþmamýþ ki. Öðrencilerden, öðretmenlere, Enstitü Müdürlerinden
valilere kadar bir dolu kiþiyle
bürokrasinin kýrtasiye düzeninin dýþýna
çýkarak mektuplarla haberleþmiþtir.
Tonguç'un kiþiliðini, yöneticilik,
önderlik yeteneklerinin en güzel açýklamalarýný onun yazdýðý mektuplarda
izleriz. Kitaptaki mektup örnekleri
valilere, enstitü müdürlerine, yeni
mezun öðretmenlere, gazetecilere,
yazarlara ve enstitü öðrencilerine
yazýlmýþ olan yüzlerce mektup arasýndan seçilmiþ. Neredeyse tümü
"kardeþim" hitabýyla baþlýyor, dostça
yaklaþýmlarla sürdürülüyor ve kimsenin
SEVGÝ DÜNYASI
boþu boþuna sýrtý sývazlanmýyor, karþýsýndakini bilgi birikimiyle inandýrmaya
çalýþan bir üslup egemen mektuplarda.
Her þeyi gerekçesiyle, ukalâlýk yapmadan, kýrmadan dosdoðru söylüyor.
Tonguç, kendisine mektup yazan
herkese ne yapmýþ yapmýþ yanýt yollamýþ. Hastanede yatan ya da arkadaþýna aþýk olmuþ, ilerde evleneceði
arkadaþýyla ayný köye atanmasýný
dileyen Köy Enstitüsü öðrencisinden
tutun da kendisine eleþtiriler, öneriler
getiren meslektaþlarýna kadar her kesimden kiþiye mektuplarýyla yanýt vermiþ. Bir anlamda devlet bürokrasisinin
"resmi yazý" yöntemiyle çözmeye
çalýþtýðý sorunlarý o daha sýcak bir yöntemle, mektupla çözmeye çalýþmýþ.
Bir gün Ýlköðretim Genel Müdürlüðü
makamýna çaðýrdýðý Hasanoðlan Yüksek Köy Enstitülü öðrencilere enstitülerden gelen mektuplarý okuyarak
onlarýn bu konudaki düþüncelerini
sorar. Örneðin Ortaklar Köy Enstitüsü
öðrencilerinden gelen "Bize her sabah
çorba veriyorlar, yiyemiyoruz, sabahlarý zeytin ekmek versinler. Saygýlarýmýzla ellerinizden öperiz" biçimindeki
mektubu okuduktan sonra bu defa
Cilavuz Köy Enstitüsünden gelen bir
baþka mektubu okur, mektup þöyledir:
"Her sabah zeytin ekmek veriyorlar,
sabahlarý çorba vermeleri için emirlerinizi rica eder ellerinizden öperiz."
Öðrenciler bu mektuplarý dinledikten
sonra kem küm ederek "Enstitü öðrencilerinin her isteðinin karþýlanmasýnýn
olanaksýz olduðundan, bu isteklerin
ayrýntý olduðunu" filan söylerler.
Büyük eðitimci onlarýn düþüncelerini
19
paylaþmaz. Þöyle der: "Ýdareciler yanlýþ yapmýþlar. Her yörenin belli bir
beslenme alýþkanlýðý vardýr. Cilavuzlu
çocuklarýn zeytin çay alýþkanlýðý yoktur. Onlara çorba verilmesi, buna
karþýlýk Ortaklar öðrencilerine zeytin
çay verilmesi daha doðru olurdu. Ýþe
alýþkanlýklardan baþlamak gerek."
Anadolu çocuklarýna okuma yazma
yanýnda iþ için uygulamalý eðitim yaptýrmak için yola çýkan bu deðerli
eðitimci, býrakýn uygulamalý eðitimi,
klâsik eðitim bile yaptýrýlmayýp,
Enstitülerin yerine Kur'an Kurslarý,
Ýmam-Hatip Okullarý açýldýðýný, tüm bu
okullarýn 800 sayýsýnýn üstüne çýktýðýný
görseydi kahrýndan ölürdü, þimdi de
mezarýnda rahat ettiði söylenemez ya!
Tonguç'la ilgili bir öyküyü de oðlu
Engin Tonguç anlatýr:
"Yanýnda Pamukpýnar Köy Enstitüsü
Müdür Þinasi Tamer, Hasanoðlan Köy
Enstitüsü Tarýmbaþýsý Ýzzet Palamar
olmak üzere inceleme gezisine çýkan
Tonguç, Ilgaz daðlarý eteklerinde bir
orman köyüne uðrar, hava yaðmurludur. Yolun kenarýndaki okulu
görünce cipi kenara çekerler ve okula
girerler. Hafta içi birgündür ve saat iki
civarýdýr. Okulda hiç bir öðrenciyle
karþýlaþmazlar. Okulun yanýndaki
öðretmen evinin kapýsýný çalarlar,
kapýyý öðretmen açar. Okulu gezmek
için izin isterler ama kendilerini de
tanýtmazlar. Okulun içi tam bir göl
gibidir, çatýdan sular damlamaktadýr.
Öðretmen "Okulumuzun damý çatýsý
akýyor, üç kez Çankýrý Milli Eðitim
Müdürlüðüne yazdým. Karþýlýk bile
vermediler" der.
20
Tonguç öðretmene:
- "Peki, siz neden damý kendiniz
aktarmadýnýz" diye sorunca,
- "Beyefendi, ben baþöðretmenim,
dam aktarýcýsý deðil!" yanýtýný alýr.
Tonguç, dinler dinler, sonra okulun
çevresini dolaþmaya çýkar. Bir bakar ki
duvarýn dibinde kiremitler. Hemen
ceketini çýkarýr, kollarýný sývar,
kiremitlerle çatýyý bir güzel örter. Ýþi
bitirdikten sonra, öðretmene, "Ýsmail
Hakký Tonguç-Ýlköðretim Genel Müdürü" yazýlý kartýný verir ve þöyle der:
-Ben Ankara'dayým, çatý yine akarsa
bana yaz!"
Tonguç, biliyorum diyen insan yerine, yapýyorum diyebilen insaný her
zaman yeðlemiþtir. Köy Enstitüleri
kurulup da iþ içinde eðitilen çocuklar
köylere gönderilince okul çatýlarýn
akmasý giderek duracaktýr. Ýsmail Hakký Tonguç o olumsuzluklarla dolu 40'lý
yýllarda bir gün kolunda tasarýlarla ilgili dosyalar olduðu halde Meclis koridorlarýnda koþuþtururken toprak aðasý
birkaç milletvekili yolunu keserler:
-Yahu Ýsmail Bey, senin hiç iþin yok
mu? diye sorarlar. O da koltuðundaki
dosyalarý gösterir. Yasa tasarýlarýný
iþaret eder:
-Benim iþim iþte bunlar der.
Milletvekili toprak aðalarýndan biri
karþýlýk verir:
-Bu kadar hergeleyi okutuyorsunuz,
bize kim uþaklýk edecek?
Tonguç Neden Babaydý?
Tonguç, lâfta baba deðil gerçek bir
babaydý köy çocuklarý için. Iþýklar
SEVGÝ DÜNYASI
içinde yatsýn!
Tonguç Baba, Enstitüleri bitiren
öðrencilerin öðretmenlik yaþamlarýnýn
baþlarýnda evlenmelerini önermektedir:
"-Yaþam insanýn tek baþýna
sýrtlanamayacaðý kadar aðýrdýr.
Ayrýca bir ocaðýn, bir yuvanýn
sahibi olmak, onu türlü çalýþmalarla bezemek, çocuklarla
donatmak baþka bir âlemin
içine girmek, bu âlemin koþullarýna katlanarak yaþamak,
yaþamýn amaçlarýný saðlamak
demektir. Bu davranýþ belli bir
yürekliliði gerektirir. Evlenmek,
pýsýrýk, korkak, kuruntulu insanýn harcý deðil, yiðidin kârýdýr.
Onun için sizi gösterdiðiniz bu
yürekliliðinizden ve iyi niyetinizden ötürü kutlarým. Yeni
yuvanýzda gönenmenizi dilerim.
Darýsý diðer yiðitlerin baþýna."
Köy Enstitülerini bitiren öðrencilerden baþarýlý olanlarýn Yüksek Köy
Enstitüsüne gittiklerini, yüksek kýsma
devam etme arzusu taþýmayanlarýn
köylerine giderek öðretmenlik görevi
üstlendiklerini biliyoruz. Köylere
atanan öðretmenler orada yalnýz
olmadýklarýný, Tonguç Baba'larýnýn
kendilerine her an yardýma hazýr olduklarýný bilmenin huzuru içerisinde çalýþmalar yaptýlar. Kulaklarýnda onun þu
sözleri kalmýþtý:
SEVGÝ DÜNYASI
"Cumhuriyetin göz bebeði gençler!
Gerçekle karþý karþýya gelin, ondan hiç
korkmayýn, fanteziler peþinde koþarak
enerjileri yok yere israf etmeyin, ta ki
içinize geniþlik ve ferahlýk gelsin! Bir
çok kýymetleri iþlenmeden duran bu
topraklarda mesut olmanýn sýrlarýný
bulun... Ýçinde bütün varlýklarý ve hayat
imkânlarýný saklayan köye, halka
dönün, bu tükenmez kaynaktan kuvvet,
ilham ve fikir alýn, temele dayanýn, bu
mukaddes varlýðý teþkilatlandýrarak ona
devletin bünyesinde hakiki yerini
verin!.."
Tonguç'un bu söylemine Beþikdüzü
çýkýþlý Raþit Özdemir ile Düziçi çýkýþlý
Hasan Turan öðretmenler þöyle karþýlýk
vereceklerdir:
"Biz eli nasýrlý, ayaðý çarýklý, topraðýn
özünü týrnaklarýyla sökmesini bilenlerin çocuklarýyýz. Biz kuru öðüde,
ezbere dayalý bilgiye gülüp geçen,
bilmezlikle, yolsuzlukla savaþmasýný
bilen kiþileriz. Biz açlýðý umursamayan, azýðým su, ekmeðim aþ,
yataðým yer, yastýðým taþ demesini
bilen çocuklarýz."
Sirer'in Eðitim Bakaný olmasýnýn
ardýndan Tonguç Ýlköðretim Genel
Müdürlüðü görevinden 21 Eylul
1946'da ayrýlýr, yerine Yunus Kâzým
Köni atanýr. Tonguç bu tarihten sonra
Talim-Terbiye Kurulu üyesi olarak
görevini sürdürecektir. Bu görevdeyken
Ýlköðretim Kavramý adlý yapýtýnýn
baskýsýný gerçekleþtirir, 1947 yýlýnda ise
Canlandýrýlacak Köy adlý yapýtýn ikinci
ve geniþletilmiþ baskýsý yapýlýr. Tonguç,
Talim-Terbiye Kurulu üyesi olarak
Sirer ve yandaþlarý tarafýndan ýslahat
21
adý altýnda yapýlan türlü çalýþmalara
elinden geldiðince engel olmaya çalýþýr
ama bunu baþarmasý olanaðý yoktur.
Yapabileceði en uygun þey eðitim
konusunda kitaplar ve yazýlar yazmak,
bir de köylerde görev yapmakta olan
öðretmenlerle mektuplaþarak onlara yol
göstermek, direþken olmalarýný öðütlemektir.
Sirer'in ardýndan Milli Eðitimin baþýna geçen Tahsin Banguoðlu döneminde
de çilesi bitmez. Talim-Terbiye'den
Ankara Atatürk Lisesi Resim-Eliþi
öðretmenliðine atanýr. Bu görevi de hiç
yüksünmeden üstelik büyük bir hoþnutluk içinde yapar. 1950 yýlýnýn ilk günlerinde, seçimlere bir-iki ay kala
Kayseri Lisesi öðretmenliðine atanmasý
kararý alýnýr. Bu arada hakkýnda
Fontamara adlý roman nedeniyle soruþturma açýlmýþtýr. M.E. Bakanlýðý
Disiplin Kurulu 5 Nisan 1950 tarih ve
24 sayýlý kararla Tonguç'u suçlamaya
kalkýþýr. Aslýnda seçimlere çok az
kalmýþtýr, böyle bir suçlamanýn yeni
kurulacak kabinenin Eðitim Bakaný ve
teþkilatý tarafýndan yapýlmasý gerekir.
Ama tezgâh baþka tezgâhtýr... Amaç
seçimlerden önce davranmak, bu
sayede partiye oy saðlamaktýr.
Tonguç'un disiplin kurulu kararýna
karþý olarak Danýþtay'a verdiði savunma tam anlamýyla bir ibret vesikasýdýr.
Okuyucularýn bu dilekçenin tam metnini elde ederek okumalarýný salýk veririm. (Ýmece Dergisi Mayýs 1967)
Tonguç, savunma dilekçesinde Ýzzet
Palamar öðretmene Ýtalyan yazar
Ignazio Silone'nin yazdýðý Fontamara
adlý romaný hangi koþullarda imzala-
22
yarak verdiðini, romanýn
M.E.Bakanlýðý Talim Terbiye
Kurulunca önerildiðini yazar. Palamar
öðretmenin dolabýný kýrarak romaný
çalan kiþinin Tahsin Banguoðlu,
R.Þemsettin Sirer ve Emin Soysal'ýn
tuttuðu bir hýrsýz olduðunu da ekler.
Kitabýn içinden geliþigüzel seçilmiþ
cümleler ile konu yaratýlýp Mecliste
tartýþma açýldýðýný, dil bilgini geçinen
Doç. Tahsin Banguoðlu'nun bu ekleme
ve çarpýtmalarýn farkýnda olmamasýnýn
esef verici olduðunu da ekler. O güne
deðin Banguoðlu ve Sirer için uluorta
söz söylemekten kaçýnan Tonguç,
Danýþtay dilekçesinde tüm içindekini
döker:
"Reþat Þemsettin Sirer ile Tahsin
Banguoðlu yýllardanberi Milli Eðitim
Bakaný olmak ihtirasý ile yanýp tutuþan
haris, anormal derecede kitap ve fikir
hürriyeti düþmaný politikacýlardýr."
Tonguç dilekçesinde Emin Soysal'ýn
kendisine neden karþýt olduðunu da
ayrýntýlý olarak yazmaktadýr.
"Soysal, Ankara'da Ýlköðretim
Müfettiþi iken 1937 yýlýnda Ýzmir'de
açýlan Kýzýlçullu Köy Enstitüsü
Müdürlüðüne tayin edilmiþti. Bu
müessesede 1942 yýlýna kadar çalýþtý.
Ayný yýlýn Aðustos ayý içinde
Bakanlýkça yaptýrýlan denetleme sonunda Disiplin Kurulu kararýyla Bursa Kýz
Öðretmen Okulu Müdürlüðüne tayin
edildi. Teftiþ ve tahkikler devam
ederken bunlarýn durdurulmasý için
Ýlköðretim Genel Müdürlüðüne defalarca müracaatlarda bulunarak, benim
kendisini korumamý ve Ýzmir'de býrak-
SEVGÝ DÜNYASI
týrmamý talep etti. Bu isteði yerine
getirilmediði ve evraklarý Memuru
Muhakemat Kanunu uyarýnca Vilayet
Ýdaresi heyetine sevk edildiði için bana
düþmanlýk beslemekteydi. 1946 yýlýnda
Maraþ milletvekili seçilince bu kutsi
vazifeyi þahsi, kinci emellerini
tahakkuk ettirme hesabýna kullanmaya
baþladý."
Acý olan, Kýzýlçullu Köy Enstitüsü
eski müdürlerinden olan Emin
Soysal'ýn Enstitülerin deðiþtirilmesi,
kapatýlmasý iþinde baþ rollerden birini
üstlenmesidir. Bu hýrslý kiþi 1946
seçimlerinde baðýmsýz olarak Maraþ
milletvekiliý seçilmiþti. Soysal, 24
Aralýk 1946 günlü Meclis oturumundaki bütçe görüþmeleri sýrasýnda Köy
Enstitülerinin ahlâksýzlýk, komünistlik,
dinsizlik yuvasý olduðunu öne sürecek,
sað kolu olan ýrkçý öðrencilerle iliþki
kurarak Enstitülerde mektup açtýrarak,
ihbarlar yaptýrarak kitap çaldýrarak
yýkýcýlýða gerekli malzemeleri saðlayacaktýr.
Ýktidara gelen DP'nin Milli Eðitim
Bakaný Tevfik Ýleri döneminde abuk
sabuk gerekçelerle Bakanlýk emrine
alýnýr. Bakanlýk ile Tonguç arasýnda
süren dava yýllarca sürüncemede
býrakýlýr. Amaç, aldýðý maaþýn yarýsýnýn
eline geçmesini saðlayarak onu maddi
bakýmdan çökertmektir. Bunda da
baþarýlý olunur. Boþ vakitlerini
geçirdiði ve çok sevdiði Etlik'teki bað
evini satmak zorunda kalacaktýr.
Bakanlýk emrine alýndýðý günlerde,
adýnýn etrafýnda tam bir umacý çemberinin oluþturulduðu o günlerde
SEVGÝ DÜNYASI
Tonguç dost özlemi çekmektedir.
Yolda yürürken kendisiyle konuþmamak için kaldýrým deðiþtirenlerin az
olmadýðý günlerdi o günler.
Tüm güç koþullara karþýn
1952 yýlýnda hazýrladýðý Öðretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji
Sözlüðü adlý yapýtýný hiçbir
yayýnevi basmayý üstlenmedi.
Kýsaltýlmýþ biçimiyle 1953 yýlýnda "Bir Yayýnevi" tarafýndan
basýlan Öðretmenler
Ansiklopedisi adlý kitabýn üzerine yazar adý konulmadý.
10 Ocak 1953'de hizmet süresi
30 yýlý aþmýþ olan Tonguç,
Bakanlýða baþvurarak emeklilik
iþleminin yapýlmasýný ister.
Bakanlýk buna verdiði yanýtta
"cezai bakýmdan yapýlmakta
olan soruþturma sonuçlanmadýðý için 5434 sayýlý kanunun
39/b fýkrasýnýn 3. bendi uyarýnca iþlemin yapýlmasýna kanuni
olarak imkan görülmemiþtir"
diyecektir. Bakanlýk hem soruþturmayý bitirmiyor hem de
emeklilik iþlemini yapmýyordu.
Yasa uyarýnca bu günden sonra
Bakanlýk emrinde geçen 3 yýl
boyunca aldýðý yarým maaþ da
kesilecekti.
23
Memurin Kanununa göre Bakanlýk
emrine alýnan kiþinin aylýðýnýn bir
bölümü veriliyor, o süre dolunca da
tamamý kesiliyordu. Amaçlarý onu iyice
yýpratarak açlýða tutsak etmektir.
16 Þubat 1954 tarihinde Danýþtay,
zaman aþýmý ve af kapsamýna girmesi
nedeniyle dosyayý iþlemden kaldýrdý,
böylece Tonguç emeklilik baþvurusunun üstünden tam 13 ay geçtikten
sonra 27 Þubat 1954'te emekli olabildi.
Hakkýndaki iþlemler 16 Þubat 1954 tarihinde iþlemden kaldýrýlmýþtý, 4 gün
sonra 20 Þubat 1954 günü de siyasi
iktidarýn öngördüðü yeni bir yasayla
Köy Enstitülerinin adý Ýlköðretmen
Okullarý olarak deðiþtirilecek ve Köy
Enstitüsü sözcüðü eðitim tarihimizin
yapraklarý arasýna katýlacaktýr.
Tonguç'un yaþam öyküsünü
özetlerken bir eðitbilimsel yayýndan
söz etmek gerekli. 1950'lerde hazýrlanýp 1952'lerde yayýnlanan LEXÝKON
PADAGOGÝK adlý ansiklopedinin
3'üncü cilt, 455'inci sayfasý Tonguç'a
ayrýlmýþtýr. Bu ansiklopedi uluslararasý
ün yapmýþ 500 bilgin, eðitbilimci ve
bilim kurumu tarafýndan oluþturulmuþtur.
Köy Enstitülerinin kuruluþunu
gerçekleþtiren bu deðerli eðitimcimizin
yaþam öyküsünü kýsa bir yazý içine
sýðdýrmaya gönlümüz elvermediði için
dergimizin bir sonraki sayýsýnda bu
konuya gene dönecek, özellikle onun
eðitim konusundaki düþüncelerinin
üzerinde duracaðýz...
A s t r a l
S e y a h a t l er
Yaþarken Bedeni Terkedip Dönmek
Astral Seyahat
Ortamlarý
Çeviren ve Derleyen: Zuhal Voigt
SEVGÝ DÜNYASI
Geçen sayýmýzda Amerikalý araþtýrmacý
Robert A.Monroe'nun Beden Dýþý
Deneyimleri (OBE- Out of Body
Experience) konusu ile nasýl
karþýlaþtýðýný ve bu alandaki ilk tecrübelerini anlatmýþtýk. Monroe, beþ duyumuzla algýlayabildiðimiz maddi dünya
ortamýnda yapýlan astral seyahatlere
"Ortam I" adýný vermiþti. Monroe, bu
bölgede yapýlan astral seyahatlerin,
maddi bedenden ayrýlarak ikinci bedenle
yapýlan deneyimleri ispatlayabilmek için
faydalý olduðunu da söylemiþti. Örneðin,
astral bedenle ziyaret edilen kiþilerin o
anda þahit olunan aktivitelerini, daha
sonra kendilerinden sorarak onaylatabilmek mümkün olmaktadýr.
Ancak Robert A. Monroe, maddi
bedenden ayrýlarak astral bedeni ile
hareket halinde bulunan bir kiþinin doðal
ortamýnýn da, aslýnda maddi dünyamýz
olmadýðýný keþfeder. Çünkü astral
bedenin yapýsý ve algýlama olanaklarý,
fiziki dünya kanunlarýna uymamaktadýr.
Dünya üzerinde yapýlan astral seyahat
denemeleri daha ziyade "zorlama"
olmaktadýr. Astral bedenin þartlarýna uyan
baþka bir ortam vardýr ve astral bedenli
kiþinin yaptýðý seyahatler doðal olarak
aslýnda bu ortama yönelir ki bu ortama da
Monroe, "Ortam II" adýný veriyor.
ORTAM II
Monroe "Ortam II"yi þu sözlerle tarif
ediyor: " Ýkinci, yani astral beden
düþüncesine alýþabilmek rahatsýzlýk veren
bir deneyim idiyse, Ortam II'yi kavrayabilmek çok daha zor olacaktýr, çünkü bu
25
ortam, bizim "gerçek" olarak kabul
ettiðimiz her þeyle çeliþkiye düþmektedir.
"Ortam II, maddi olmayan bir âlemdir
ve tabi olduðu kanunlar, bizim
tanýdýðýmýz madde kanunlarýyla ancak
çok uzaktan ilintilidir. Sýnýrsýz ve
ölçüsüzdür ve bizim sýnýrlý bilincimizin
kavrama yeteneðinin dýþýnda kalýr. Bizim
cennet veya cehennem gibi terimlerle
açýklamaya çalýþtýðýmýz olgular, Ortam
II'nin ancak bir kýsmýný teþkil ederler.
Ortam II, zekâ seviyeleri çok çeþitli olan
ve kendileriyle irtibat kurmak genelde
mümkün olan sonsuz sayýda varlýklarýn
yaþam ortamýdýr.
Burada, beþ duyumuzla algýladýðýmýz
dünyanýn ölçülerince bir zaman mevcut
deðildir. Gelecek ve geçmiþ mevcuttur
ama bu iki kavram "þimdi" ile birliktedir.
Buradaki en büyük kanun ve varoluþun
asýl kaynaðý düþüncedir. Düþünce gücü,
enerji meydana getiren en önemli
yaratýcý güçtür. Maddeyi bir araya
getirip bir þekle sokan ve algýlama ve
iletiþim için yol bulan da odur. Kýsaca,
burada her varlýk nasýl düþünüyorsa, bizzat o düþüncenin ta kendisidir. "
Monroe bu söylediklerini, yýllarýný alan
yüzlerce, binlerce deneyimleri sonucunda
toplamýþ olduðu bilgilere dayandýrýyor.
Yaptýðý astral seyahatlerde karþýlaþtýðý
çeþitli varlýklardan edindiði bilgileri,
þahit olduðu çeþitli yaþam biçimlerinden,
gördüklerinden, duyduklarýndan çýkardýklarýný, içine düþtüðü çeþitli durumlardan
vardýðý sonuçlarý bir araya getirerek bu
bilgilere ulaþýyor. Böylece, bir pozitif bilimci olarak, maddi dünya dýþýndaki âle-
26
mi keþfediyor ve onu doðru olarak tarif
ediyor. Anlattýklarýndan anlaþýlýyor ki,
"Ortam II" aslýnda öte dünya, manevi
âlem, spatyom ve daha baþka bir sürü
isim ve tarifle tanýmladýðýmýz kavramlarýn içinde yer aldýðý o uçsuz bucaksýz
sonsuzluk. Monroe, maddi dünyanýn
dýþýnda, düþüncenin en büyük güç ve en
büyük kanun olduðunu da farkediyor.
Düþündüðü yere doðrudan gidebildiðini,
düþündüðü anda konuþma ve iletiþimin
gerçekleþtiðini, düþüncenin enerji ürettiðini anlýyor.
Maddi dünyanýn dýþýnda, bizim
alýþtýðýmýz zaman kavramýnýn dýþýna
çýkýldýðýný da tesbit ediyor. Sýraya
dizilmiþ bir zaman kavramý yoktur orada,
gelecek, geçmiþ ve þimdiki zaman ayný
andadýr ve iç içedir.
Çok önemli bir þeyi daha tecrübeyle
farkediyor. Bunu da þöyle ifade ediyor:
"Birbirine benzeyen þeyler, birbirini
çeker" Yani, kiþi ya da varlýðýn kaderi,
kendi içinde bulundurduðu sabit duygular, düþünceler, eðilimlerle açýklanabilir.
Yani baþka bir deyiþle, kiþi ya da varlýklar kendi kaderlerinin yapýmcýsýdýrlar,
çünkü kendilerinde bulunan öðeler, benzer öðeleri, yaþayacaklarý olaylar þeklinde kendine çekerler.
Bu prensip, astral seyahat yapanlarýn
karþýlaþacaklarý olaylar için de geçerli.
Bu da, kiþinin hangi duygu ve bilgi
seviyesinde ise, astral seyahati esnasýnda
ayný seviyedeki varlýklar ve olaylarla
karþýlaþmasýnýn muhtemel olduðu
anlamýna da geliyor.
SEVGÝ DÜNYASI
MANEVÎ ÂLEM ya da
“ORTAM II” NEREDE?
Monroe, "Ortam II"nin nerede olduðu
sorusuna da yanýt arýyor ve þöyle devam
ediyor: "Bu konuda en kabul edilebilir
tasavvur, içlerinden birinin de fizik dünyamýz olduðu, çeþitli frekanslar üzerinden çalýþan sonsuz sayýdaki dalgalardan
oluþan, dalga titreþimlerinin bulunuyor
olmasý. Týpký elektromanyetik spektrum
içindeki çeþitli dalga frekanslarýnýn ayný
anda , ayný mekânda birbirlerini etkilemeden bulunabilmesi gibi, "Ortam
II"nin dünyasý veya dünyalarý da, bizim
fiziki maddi dünyamýzýn ortamýna dahil
edilmiþ haldeler. Ancak, bizim doðal
duyularýmýz ve aletlerimiz, ender ve
olaðandýþý haller dýþýnda, bu titreþimleri
algýlayabilmekten tamamýyla aciz durumdalar. Bu durumda "Ortam II"nin nerede
bulunduðu sorusu net bir cevap bulmuþ
oluyor: Ortam II burada, bizim de bulunduðumuz yerdedir!"
Buraya kadar verilen bilgilerden anladýðýmýza göre, bir insan belli þartlar altýnda,
çeþitli teknikler kullanarak veya doðrudan kendisine verilmiþ bir yetenek sayesinde, astral beden denilen ve süptil elementlerden yapýlmýþ bir beden içinde,
fiziki bedeninden ayrýlarak, fiziki kanunlarýn dýþýna çýkabiliyor ve astral bedenle
çeþitli yerlere gidebiliyor. Bu yerler, fiziki dünyamýzda olabildiði gibi, çok daha
kolay olarak da maddi dünya dýþýndaki
ortamlarda gerçekleþebiliyor. Madde dýþý
ortamlarda, yani "Ortam II" de yapýlacak
denemelerde nelerle karþýlaþabilineceði
konusunda, sözü Monroe'ya býrakalým:
SEVGÝ DÜNYASI
ÇIPLAK DUYGULAR,
ENGELSÝZ DÜRTÜLER
27
halde bulunuyorlar. Monroe, bu durumu
þöyle anlatýyor:
"Ortam II" nin gerçeði, en derin arzular
ve hýrslar ile en kuvvetli korkulardan
oluþuyor. Burada egoyu diðerlerinden
ayýran hiçbir utanma veya tereddüt,
toplumun þartlamasýndan gelen hiçbir
koruyucu tabaka bulunmadýðýndan, bir
þeyi düþünmek demek, anýnda harekete
geçmek demek oluyor. Burada dürüstlük
geçerli. Astral beden içinde bile olsa,
burayý ziyaret eden kiþi, medeniyetimiz
tarafýndan bastýrýlmýþ bütün hislerinin
birden bütün gücüyle ortaya çýktýðýný
farkediyor."
"Ortam II"nin özellikle fiziki dünyaya
frekans açýsýndan en yakýn olan bölgeleri, hisleri yüzünden deliye dönmüþ
meczuplarýn ya da en azýndan yarý
delilerin bulunduðu bölgeler. En azýndan
bu çoðunlukla böyle. Bütün bunlara
ilaveten, bu frekanslarda, halen hayatta
olup uykuda olduklarý için astral bedenle
dolaþanlara, uyuþturucu tesirinde olduðu
için astral bedenle yolda olanlara, ayrýca
ölerek öte âleme geçmiþ olan ama hâlâ
duygularýnýn etkisiyle bu bölgelerde
kalanlara rastlamak mümkün. "
Bu demek oluyor ki, gerek "Ortam II"
nin çeþitli sakinleri, gerekse orada astral
bedeniyle bulunan ziyaretçi, o anda nasýl
düþünüyor ve hissediyorsa, bu düþünce
ve hisleriyle adeta çýrýlçýplak ortada. Bu
durumda ziyaretçi hem orada karþýlaþtýðý
varlýklarýn çýplak duygu ve düþüncelerine
hedef olmak hem de kendi ayyuka çýkmýþ
duygularýyla baþ etmek gibi durumlarla
karþýlaþýyor. Öyle ki, bazen dizginlerinden boþalmýþ bu duygular dolayýsýyla, ziyaretçinin aklý baþýnda bir þey
düþünmesi bile kabil olmuyor. "Ortam II"
sakinleri de bazen öfkelerini ziyaretçiden
çýkarýyor, bazen yerine gelmemiþ arzularýný ziyaretçi ile gidermeðe kalkýþýyorlar. Monroe'nin deneyimlerine göre, özellikle yaþamda iken doyurulamamýþ olan
cinsel dürtüler, astral beden halinde veya
Ortam II'nin sakinleri arasýnda ana tema
haline gelebiliyor. Bu takdirde, cinsel
dürtülerin kýþkýrttýðý Ortam II sakinleri,
bu konudan baþka birþey düþünemez
Monroe, seyahatlerinin baþlangýçlarýnda, sürekli bu bölgelerde takýlýp kalýyor
ve birçok nahoþ olay yaþýyor. Çoðu kere,
karþý koyamadýðý kendi cinsel dürtüsünün
normal düþünmesini önlemesi yüzünden
geri dönüyor, bazen herhangi bir sebepten kendisine kýzan ve onu herhangi bir
þeyden sorumlu tutan varlýklarla karþýlaþýp, çareyi tekrar fizik bedenine kaçmakta buluyor. Bazen bilmediði ve anlamadýðý herhangi bir sebepten onu yakalamaya çalýþan bazý gruplarýn içine düþüyor
ve acele tekrar fizik dünyaya dönüyor.
Daha sonralarý bu frekansta fazla oyalanmayýp, daha ileri frekanslara ve kendi
istediði yerlere gitmeyi öðreniyor.
Monroe, kendi isteði dýþýnda baþlamýþ
olan astral hale geçebilme yeteneðini
sonralarý yine kendi bulduðu tekniklerle
geliþtiriyor, geçiþ zamanýný kýsaltýyor ve
kolaylaþtýrýyor. Daha sonralarý kýsaca
deðineceðimiz bu teknikleri kullanarak
28
SEVGÝ DÜNYASI
DÜNYAYI TERKEDENLERÝ
ZÝYARET ve
SARI BUKLELÝ DOKTOR
astral hale geçmeyi saðlamak mümkün
olsa bile, öyle anlaþýlýyor ki "Ortam II"
de astral bedenle seyahatler yapmak hiç
kolay bir þey deðil. Bu olgu, her þeyden
önce büyük cesaret, kendine güven,
saðlam ve yerine oturmuþ bir kiþilik ve
ruhsal yapý gerektirmektedir. Çünkü
Monroe þöyle devam ediyor:
" Bu fiziki dünyaya yakýn bölge, hiç
hoþ bir ikâmet yeri deðil. Bu bölge, daha
iyisini öðreninceye kadar, gidilen ve ait
olunan seviye. Daha iyisini öðrenemeyenlere ne oluyor bilmiyorum. Belki
hep orada kalýyorlar. Ýnsan, fizik bedenden ayrýlýp, astral bedene geçer geçmez
kendisini, fizik dünyaya yakýn olan bu
frekanstaki kesimde buluyor."
Dünyadan ayrýlýp manevi âleme gitmiþ
olanlarla görüþebilmek, bugüne kadar
genelde bilindiði gibi ancak medyumlar
aracýlýðý ile gerçekleþtirilebilecek bir
durum olarak açýklanýyordu. Robert A.
Monroe ise geçirdiði deneyimlerde, bu
durumun astral bedenle yapýlan seyahatlerde de gerçekleþtirilebildiðini gördü.
Astral bedenli hale geçebilmiþ bir kimse,
þayet verileri doðru olarak kullanabilirse,
dünyadan ayrýlmýþ tanýdýklarý ile de görüþebilmek, hiç deðilse onlarýn nasýl olduðunu, ne yaptýklarýný öðrenebilmek þansýna ulaþabiliyor. Aþaðýda okuyacaðýnýz
bölümler, Monroe'nun bu konudaki bazý
denemelerini anlatýyor: "Dr. Richard
Gordon'u 1942'de, New York'ta tanýdým.
Kendisi o zaman elli yaþlarýnda bir
dahiliyeciydi ve bizim aile doktorumuz
oldu, ayný zamanda da en iyi yakýn
arkadaþýmýz. Kýsa boylu, zayýf ve beyaz
saçlý bir insandý. Fazla ortak yönlerimiz
olmamasýna raðmen çok iyi anlaþýyorduk.
1961 senesi ilkbaharýnda birlikte
yediðimiz bir öðle yemeðinde, kendisini
yorgun ve dalgýn gördüm. Sorum üzerine
kendisini pek iyi hissetmediðini söyledi
ve hemen sonra her zamanki enerjik
haline büründü ve bir doktorun da bazen
kendisini hasta hissedebileceðini ifade
ederek iþi þakaya vurdu. Hemen arkasýndan da, eþi ile çoktandýr istediði Avrupa
gezisine çýkacaðýný bildirdi. Benim de
eþimle birlikte geziye katýlmamý istiyordu. Maalesef katýlamadým. Bir hafta
SEVGÝ DÜNYASI
sonra Dr. Gordon eþiyle birlikte Ýspanya'ya gittiler. Kendilerinden önceleri bir
haber almadýk ama tatilde iyi eðlendiklerini düþünüyorduk. Altý hafta sonra ise,
eþi beni arayarak tatili kesip geri döndüklerini, çünkü Dr. Gordon'un hastalandýðýný ve o anda da aðrýlar içinde hastahanede yatmakta olduðunu bildirdi. Ýyileþtirilemeyecek cinsten bir barsak kanseri
hastalýðý teþhisi konmuþtu kendisine.
Onu ziyaret etmek istedim ama eþinden
baþka kimseyle görüþtürmüyorlardý ve
zaten sürekli aðýr ilaçlarýn etkisi altýndaydý. Yirmi seneye varan arkadaþlýðýmýz
sýrasýnda, kendi astral deneyimlerimden
ona hiç bahsetmemiþtim. Çünkü her
zaman, tam bir pozitif bilimci olan Dr.
Gordon'un benimle alay edeceðinden
korkmuþtum. Astral deneyimlerimin
baþlangýcýndaki korkularým esnasýnda
beni çeþitli muayenelerden geçirip,
fiziken tamamen saðlýklý olduðumu tespit
eden doktordu kendisi. Ama þimdi, ona
deneyimlerimden bahsetmediðim için
piþmanlýk duyuyordum. Neticede eþiyle
birlikte, ona mektup yazmama karar
verdik. Yazdýðým mektupta, ona astral
deneyimlerimi anlattým ve kendisinin de
bunu hasta yataðýnda denemesini salýk
verdim. Amacým, onu fizik yaþamýn
dýþýndaki yaþama hazýrlamaktý. Eþi bana,
Dr. Gordon'un mektubumu kendisine
hergün tekrar tekrar okutup dinlediðini
bildirdi.
Dr. Gordon'u yaþarken bir daha
göremedim. Bir kaç hafta sonra da bilincini kaybetti ve sonra bir daha kendine
gelemeden öldü. Sonraki birkaç ay içinde
29
hep onu ziyaret etmeyi düþündüm. Ama
önce bir zaman için rahat býrakýlmasý
gerektiðine inanýyordum. Nihayet bir gün
isteðimi gerçekleþtirdim. Bir saat kadar
uðraþtýktan sonra titreþimlere ulaþtým ve
fizik bedenimden ayrýldým. Bu arada
sürekli Dr. Gordon'un adýný ve ona gitmek istediðimi sesleniyordum.
Bir zaman yukarý doðru süzüldükten
sonra, çevremdeki hareketi ve havanýn
hýþýrtýsýný algýladým, ayrýca sol
dirseðimde bir el hissediyordum. (Rehber
varlýklarýn yardýmý/Yazarýn notu) Sonra
birden durdum veya durduruldum.
Geldiðim yerin herhangi bir hastane
olduðu gibi bir his alýyordum.
Dirseðimdeki el beni açýk bir kapýya
doðru itti, kapýdan içerisi görünüyordu.
Kulaðýma bir ses fýsýldadý: "Burada
durursanýz, bir dakika içinde Dr. Gordon
sizi görecek." Olduðum yerde durup beklemeye baþladým. Açýk kapýdan
gördüðüm odada bir grup erkek, ortalarýnda duran yirmi iki yaþlarýnda sarý
bukleli genç bir adamýn, enerjik jestlerle
anlattýklarýný dinliyorlardý. Ýçlerinden
hiçbirisi Dr. Gordon'a benzemiyordu.
Bana uzunca gelen bir zaman bekledikten
sonra, dayanýlmaz bir sýcaklýk hissetmeye
baþladým. Daha fazla kalamayacaktým,
bedenime dönmem gerekiyordu. Oradaki
insanlara Dr. Gordon'u sormayý
düþünürken, etrafýndakilere bir þeyler
anlatan sarýþýn genç birden konuþmasýný
kesti ve baþýný çevirip gözlerini üzerime
dikerek yoðun bir bakýþla beni süzdü.
Daha sonra tekrar dönerek konuþmasýna
devam etti. Ben ise daha fazla Dr.
Gordon'u bekleyemeyeceðimi düþünerek
30
oradan ayrýldým ve biraz hayal kýrýklýðý
ile bedenime geri döndüm. Ertesi hafta
tekrar Dr. Gordon'u görmeyi denemeyi
düþündüm. Gerekli alýþtýrmayý yaparak
tam astral hale geçmiþ, Dr. Gordon'un
adýný seslenmeye hazýrlanýrken,
yanýbaþýmda bir ses biraz gergin bir þekilde þunlarý söyledi: "Neden tekrar onu
görmek istiyorsunuz? Geçen hafta onu
gördünüz!"
O kadar þaþýrmýþtým ki, kendimi anýnda
tekrar fizik bedenimde buldum. Önceki
hafta yazdýðým notlarý elime alýp tekrar
okuyunca vaziyeti kavradým. O bir grup
insana bir þeyler anlatan sarý bukleli genç
adam, Dr. Gordon'du ve tam bana
söylendiði gibi, geldiðimden bir dakika
sonra bana dönüp gözlerini bana dikmiþ,
beni görmüþtü. Yalnýz ben, yetmiþ
yaþlarýnda beyaz ve seyrek saçlý bir Dr.
Gordon beklediðimden durumu anlamamýþtým. O ise anlaþýlan gençliðindeki
görünümündeydi. Daha sonra eþine yaptýðým ziyarette, doktorun gençlik resimlerini görmek istedim ve onun bana gösterdiði resimler, yaptýðým astral seyahatte
bana dikkatle bakmýþ olan, yirmi
yaþlarýndaki sarý bukleli genç adamý gösteriyorlardý. ( Bu bölüm kýsaltýlarak
nakledilmiþtir ve Monroe daha sonralarý
Dr. Gordon'la baþka seyahatlerinde de
tekrar karþýlaþýr/Yazarýn notu.)
ÖLMÜÞ BABAYLA
KARÞILAÞMA
Sonraki deneyim, Monroe'nun kendi
babasýyla ilgili. Monroe babasýný 1964
yýlýnda 82 yaþýndayken kaybeder. Ölme-
SEVGÝ DÜNYASI
den önce beyin kanamasý geçirip tamamen felçli hale gelen babasý, kýpýrdayamaz ve konuþamaz. Oysa kendisi bir dil
bilimcidir ve yaþamýný dil öðrenimine
adamýþtýr. Ölümüne kadar geçen zamanda bu durumdan çok azap çektiðini,
Monroe onun gözlerindeki ifadelerden
anlar. Babasý konuþmaya çalýþmakta, ama
sadece inleyebilmekte ve söylediklerinin
anlaþýlmasý için gözleriyle adeta yalvarmaktadýr.
Ölümünden birkaç ay sonra Monroe
onu ziyaret etmeye karar verir ve astral
hale geçmek için alýþtýrmalarýný yaparak,
tamamen babasýna konsantre olur.Fiziki
bedeninden ayrýldýktan sonra bir zaman
karanlýkta hareket eder. Nihayet bir yerde
durur. Geldiði yerin bir hastane veya bir
dinlenme evi olduðu algýsýný alýr. Çeþitli
odalardan birinde, kapýya arkasý dönük
olarak bir pencereden bakan bir adam
durmaktadýr. Adam arkasýna
döndüðünde, onun hayretle kendisine
bakan babasý olduðunu görür. Babasý
sorar: "Sen ne yapýyorsun burada?"
Gerisini Monroe'dan dinleyelim:
"Bunu týpký dünyanýn yarýsýný dolaþmýþ
ve birden bir yerde, evde henüz
vedalaþtýðý birine rastlamýþ bir insan
edasýyla söylemiþti. Ben konuþamayacak
kadar heyecanlý idim ve onu kucaklamak
için can atýyordum. Babam kollarýný
uzattý ve beni koltuk altlarýmdan tutarak,
çocukluðumda sýk sýk yaptýðý ve birçok
babanýn küçük oðluna yaptýðý gibi,
baþýnýn üzerine kaldýrýp salladý. Sonra
beni yine bacaklarýmýn üstüne, yere
býraktý. Þimdi konuþabilecek durumday-
SEVGÝ DÜNYASI
dým. Kendisini nasýl hissettiðini sordum.
"Þimdi daha iyiyim. Aðrýlarým geçti
artýk" dedi.
O an sanki ona, unutmak istediði bir
þeyi hatýrlatmýþtým. Birden enerjisi
azaldý. Yorgun görünüyordu ve yüzünü
öte yana çevirdi. Ben ona bakmaya
devam ederken, o sanki benim orada
olduðumu unutmuþ gibiydi. Daha zayýf
görünüyordu, fotoðraflardan kýyaslayabildiðim kadarýyla, elli yaþlarýnda iken
olduðu gibiydi.
Karþýlaþmamýzýn bittiðini hissediyordum. Bu an için daha fazlasý mümkün
deðildi. Sessizce odadan çýktým ve
bildiðim metodlarý kullanarak fizik
bedenime geri döndüm. Demek ki o
konuþamadýðý ve derdini anlatamadýðý
son zamanlarýndaki aðrýlarý o kadar
kötüydü. Eðer öyleyse, o zamanlarda
kendi bedeni onun için ne korkunç bir
hapishane olmuþtu. Demek ki ölmesi
gerçekten bir kurtuluþtu."
Fizik dünyamýzdan ayrýlýp, varlýklarýný
baþka dünyalarda devam ettirenler;
yakýnlarýmýz, tanýdýklarýmýz,
arkadaþlarýmýz, devam ettikleri
yollarýnda çeþitli aktiviteler içindeler. Bazen, dünyadaki yaþamlarý kendilerinde derin olumsuz
etkiler býrakmýþsa, yeniden enerji
kazanmalarý için çeþitli tedaviler,
dinlenme devreleri hatta uyku
devreleri geçiriyorlar. Bunlara
gerek yoksa, kendi ilgi alanlarýna
giren konular içinde çalýþmalarýna, araþtýrmalarýna veya istedik-
31
leri biçimdeki yaþamlarýna devam ediyorlar. Amerikalý araþtýrmacý hipnotizör
Michael Newton'un kitaplarýnda anlattýðý
gibi, dünya yaþamlarý arasýnda geçirilen
süreçler hiçbir þekilde boþ deðil ve bu
süreçler içindeki varlýklar hiçbir þekilde,
bir bulut üzerinde oturup, sürekli geçmiþ
hayatlarýný ve bu hayatlarda býraktýklarý
yakýnlarýný düþünerek -tabiri caizse- vakit
öldürmüyorlar.
Bu açýdan, fizik dünya ile diðer dünyalarýn sýnýrlarýnýn birbirinden kesinlikle
ayrýlmýþ olmasý ve dolayýsýyla, kalanlarla
gidenlerin birbirleriyle temasýnýn normalinde kesilmiþ olmasý, son derece maksada uygun bir prensip. Ama bu prensip,
birbirini sevenlerin ve özleyenlerin bir
gün mutlaka buluþacaðý gerçeðini de
hiçbir þekilde deðiþtirmiyor.
Robert A. Monroe'nun son derece
ilginç deneyimlerini ve ulaþtýðý bilgileri
gelecek sayýlarýmýzda incelemeye devam
edeceðiz.
Kaynak: Robert A.Monroe
"Der Mann mit dem Zwei Leben"
Melike Demirað ile
Söyleþi
Ayþegül Çelikkol
SEVGÝ DÜNYASI
Ayþegül Çelikkol: Uzun yýllardýr
herkes tarafýndan bilinen ve hâlâ çok
sevilen "Arkadaþ" þarkýsý ile gönüllere
yerleþtiniz. Bildiðim kadarýyla
öncesinde ayný isimle bir film çevirdiniz. Filmin ve þarkýnýn hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Melike Demirað: Biliyorsunuz arkadaþ filmini Yýlmaz Güney ile birlikte
çevirdik. Benim için önemli bir deneyimdi. Henüz çok gençtim ve çevirdiðim ilk film olmasýna raðmen, Yýlmaz
Güney gibi büyük bir usta ile çalýþmak
filme ve bana çok þey kattý. Babam bu
filmde rol almamý hiç istemedi. Çünkü,
Yýlmaz Güney'in dünya görüþü kendisine uymuyordu. Benim de etkilenmemi istemiyordu. Buna raðmen ben direttim ve amacýma ulaþtým. Biliyorsunuz þarký filmden sonra geldi. Filmin
yapým aþamasýnda henüz þarký mevcut
deðildi. Daha sonralarý eþim olan Þanar
Yurdatapan'a aittir söz ve müziði. Ama
sonralarý film ile özdeþleþen bu müzik,
benim de hâlâ söylemekten keyif
aldýðým bu þarký, Þanar ile olan ortak
yolculuðumuzun iþareti gibiydi sanki.
Daha sonralarý ayrýlmýþ olmamýza raðmen, dostluðumuz hiç bozulmadý. Hâlâ
çok sevdiðim, çok saygý duyduðum bir
insandýr. Zaten Sezen'in de bir þarkýsýnda söylediði gibi: "Ben hiç kimseden
geçemem, geçmem. Unutamam acý tatlý
ne varsa hazinemdir" misali ben de
yaþamýmda yol arkadaþý olduðum
insanlarýn hiç birinden vazgeçmeyi
düþünmedim. Onlarla zenginleþtim,
onlarla kendimi buldum, hepsi benim
için çok deðerli.
33
Ayþegül Çelikkol: Daha sonra evliliðe uzanan bu iliþkinin devamýnda yurtdýþýnda yaþamaya baþladýnýz. O dönemin koþullarý mý bunu gerekli kýldý?
Melike Demirað: Hepinizin bildiði
gibi ülkemizde karmaþýk bir süreç
yaþanýyordu. Geliþmelerin hangi yönde
olacaðýný tahmin etmek zor deðildi.
Özgürce konuþabilmek önemliydi.
Buna raðmen gidiþimizin tek nedenini
buna baðlamak doðru olmaz. Çünkü
Þanar'ýn çok daha önceden benim için
belirlenmiþ konser projeleri doðrultusunda Almanya'da olmasý gerekiyordu. Ayrýca biz bir aileydik. Eþimin,
çocuðumun yanýnda olmak, aileyi bir
arada tutmak benim için önemliydi.
Ayþegül Çelikkol: Yurtdýþýnda on yýl
kadar kaldýnýz sanýyorum. Nasýl geçti
bu süreç, neler yaþadýnýz? Yaþadýklarýnýzdan neler kazandýnýz?
Melike Demirað: 3-11 yýl Almanya
da yaþadýk. 1991'de Türkiye'ye geldim.
Benim için hem çok anlamlý hem de
zor bir süreçti. Çünkü gençtim ve
Þanar kadar bilinçli ve birikimli
deðildim. Buna raðmen hedeflerim
doðrultusunda yaþarken saðlam ve
tutarlý olmak durumundaydým. Elbette
bunlar kolay olmadý. Anneciðim bu
devrede bana her zamanki gibi çok
yakýndý. Haftada iki üç kez onbeþ-yirmi
sayfalýk mektuplar gönderirdi. Ýnanýr
mýsýnýz, bu mektuplar çok þeyi kolaylaþtýrýrdý benim için. Elbette çok
üzüldüðüm, sýkýldýðým zamanlarda
oldu. O yýllarda kardeþimi ve babamý
Melike Demirað, Türk pop müziði sanatçýsý
ve sinema oyuncusu.1956'da Ýstanbul'da
dünyaya gelen Melike Demirað, caz sanatçýsý
Rüçhan Çamay ile ve film yapýmcýsý Turgut
Demirað'ýn kýzýdýr. Üsküdar Türk Kýz Lisesi'ni
bitirdi. 1974 yýlýnda, yani henüz 18 yaþýndayken Yýlmaz Güney'in yönettiði Arkadaþ adlý
filmde Güney'le baþrolü paylaþtý. Filme de
adýný veren Þanar Yurdatapan bestesi Arkadaþ
adlý þarkýyý seslendirdi. Arkadaþ, dönemin en
sevilen þarkýlarýndandý. Sýrasýyla, Merhaba
(1975), Hadi Caným Sen De (1975), Aðlamak
Ayýp Deðil (1976), Ninni (1976), Pervane ile
Iþýk (1977) adlý þarkýlarýný yayýmladýðý 45'liklerle ünü arttý. Þanar Yurdatapan ile evlendi.
1978 yýlýnda senaryosunu Yýlmaz Güney'in
yazdýðý Sürü adlý filmde Tarýk Akan ile baþrolü
paylaþtý. 12 Eylül 1980'deki askeri darbeden
sonra yurtdýþýna çýktý ve 11 yýl Almanya'da
yaþadý. Almanya'da iken Þanar Yurdatapan ile
birlikte yayýmladýðý Ýstanbul'da Olmak:
Anadolu adlý albümle ve özellikle o albümdeki
Ýstanbul'da Olmak adlý þarkýyla dikkati çekti.
Zeynep (1979) ve Can (1989) adýnda iki
çocuðu vardýr. 24 Aralýk 1991'de Türkiye'ye
döndü. Þanar Yurdatapan'dan boþandýktan
sonra Orhan Çetin'le evlendi ve daha sonra
ondan da ayrýldý.
Diskografisi 45'likleri
Arkadaþ / Ýsimsiz Kahramanlar (1974)
Hadi Caným Sen De / Merhaba (1975)
Ninni / Aðlamak Ayýp Deðil (1975)
Ne Olmuþ Sana / Pýþþýk (1976)
Aþk Bestesi / Hani (1977)
Elele / Niçin (1977)
Ýnsanýz Biz / Vur Þu Sazýn Tellerine (1977)
Albümleri
Merhaba Arkadaþ (1977)
Güneþ Yine Doðacak (1977)
Yeter Artýk (1978)
79 Yýlýnda (1979)
Demir Parmaklýklar Arkasýndaki
Türkiye'den Özgürlük Þarkýlarý (1982)
Ýstanbul'da Olmak: Anadolu (1989)
Hariçten Gazel (Alýþamadým) (1991)
Merhaba Arkadaþ (1992)
Kim Kime Dum Duma (1993)
Melike Demirað 94 Yýlýnda (1994)
Ruhlar Þehri (1997)
Geri Dönüþüm (2009)
Oynadýðý filmler
Arkadaþ (1974)
Sürü (1978)
Kaynak: Vikipedia
SEVGÝ DÜNYASI
kaybetmiþ olmak, benim onlardan uzakta olmam beni çok yaraladý. Ýþte bu
yýllar karakterimin olgunlaþmasýnda
bana gerekli saðlamlýðý, gücü ve kararlarýmýn arkasýnda durmayý öðretti.
Ayþegül Çelikkol: Anneniz Rüçhan
Çamay bir dönemin en ünlü ses
sanatçýlarýndandý. Babanýz ise ünlü
film yapýmcýsý Turgut Demirað idi,
böyle olunca mesleki tercihiniz kendiliðinden oluþtu diyebilir miyiz? Çünkü
siz hem þarký söylediniz hem de oyunculuk yaptýnýz.
Melike Demirað: Tabii ki. Ama ben
þarký söylemeye her zaman daha yakýn
durdum. Þarký söylerken kendimi çok
daha iyi ifade ettiðimi sanýyorum.
"Arkadaþ"tan sonra "SÜRÜ" isimli bir
filmde de yer aldým biliyorsunuz. Bu
filmin de amacýna ulaþtýðýna, vermesi
gereken mesajý ilettiðine inanýyorum.
Ancak arkasýnda durabileceðim yeni
bir senaryo ile henüz karþýlaþmadým.
Þimdilerde de bazý oyunculuk teklifleri
geliyor. Ýçime sinen bir proje olursa
neden deðerlendirmeyeyim? Þarký
söylemeye devam ediyorum ve bundan
büyük bir mutluluk duyuyorum.
Ayþegül Çelikkol: Sizin, ruhsal ve
spiritüel konularla ilgili baðlantýlarýnýz
ve düþünceleriniz son zamanlarda televizyon aracýlýðýyla kamuoyunda yer
aldý. Sizin bu konular ile ilginizin yeni
olmadýðýný, anneniz Rüçhan Çamay'ýn
ise, yapýlan bazý çalýþmalara katýldýðýný
biliyoruz. Bu baðlamda kendinizi ve
yaþadýðýnýz evreleri nasýl tanýmlarsýnýz?
SEVGÝ DÜNYASI
Melike Demirað: Annemin ve o
zamanlar duygusal yakýnlýk hissettiðim
bir arkadaþýmýn aracýlýðýyla sizlerle ve
Doðru Yaþam bilgileri ile tanýþma fýrsatý buldum. Anneciðim, hâlâ bu bilgilere baðlý olarak hizmet vermeye
devam ediyor, insan kardeþlerine yararlý olmaya çalýþýyor. O çok güzel bir ruh
ve çok güzel bir enerji. Tabii ki ondan
çok etkilendim. Henüz 15 yaþýndaydým. Bu bilgileri zaman içerisinde
özümsedim. Bu bilgiler ile güzel insan
olma yolunda adým atmaktan mutluyum. Dünyanýn ruhumuzun olgunlaþmak için bir yeri olduðuna, insanlýðýn
kardeþliðine ve evrenin bütünlüðüne
inanýyorum. Bu bilgilerin doðru olma
olasýlýðý bana çok yüksek geliyor.
Ayrýca doðruymuþ yanlýþmýþ beni çok
ilgilendirmiyor. Çünkü iyilik, doðruluk,
çalýþmak, bilgi ve sevgi öyle temel
gerçekler ki, bu Beþ Basamaðý uygulamak bile insan olma yolunda yeterli
bir ölçüdür aslýnda.
Þimdilerde insanlar katýldýðým programlar dolayýsýyla beni bu yönümle de
tanýmaya baþladýlar. Bu durumu biraz
yadýrgadýlar. Oysa ben her zaman buydum. Hiçbir zaman Tanrý tanýmaz biri
olmadýðým gibi, geçmiþ kendi sýfatlarýmdan hiçbir zaman vazgeçmedim.
Sadece yanýna yenilerini ekledim.
Ancak, bildiðiniz gibi sosyalizm, kapitalizm, faþizm gibi izm'ler dönemi
dünyada devrini tamamladý. Þimdi yeni
çareler var insanlýðýn gündeminde. Ben
"insanizm" diyorum buna. Bu konuda
da uyanýk ve sorgulamaya yönelik bir
tavýr içersindeyim. Benim her konuda
þüphelerim vardýr. Aklýmý ve yüreðimi
35
sürekli kontrol ederim. Ýþte geçmiþte
yaþadýklarým bana ayaklarýmý yere
böyle saðlam basmayý öðretti. Her þey
bir bütün aslýnda. Ben kimliklerimin
yanýna baþýndan beri var olup da
zamaný gelmediði için ortaya çýkarmadýðým bu sýfatýmý da ekleyerek
bütünlendim.
Ayþegül Çelikkol: Ýnsanlýðýn gündemindeki yeni bilgilerden söz ettiniz az
önce. Bu bilgiler deðiþimi nasýl saðlayacak sizce?
Melike Demirað: Herkesin kendisini
ele alarak kendi kiþisel geliþimini
tamamlamasý yeterli olacaktýr. Bir kiþi
deðiþirse tüm dünya deðiþir. Bunun
için egolarýmýzdan, diðer insanlarý
dýþlamaktan, onlarý baþkalarý gibi
görmekten, yargýlamaktan, suçlamaktan vazgeçmemiz gerekiyor öncelikle.
Bence dünya bir okul ve herkes
yaþadýklarýndan bir þeyler öðreniyor.
Birbirimize ve en önemlisi kendimize
sevgi ve saygýyla yaklaþmak önemli,
bu arada kendimize karþý da ayný tutumu benimsemeliyiz. Böyle olursak,
pozitif enerji katlanarak büyüyecek
olumlu düþünce ve eylemler olumlu
sonuçlarý getirecektir.
Son yýllarda okuduðum kiþisel
geliþim kitaplarý ile düþüncelerimde
oldukça büyük deðiþiklikler yaptým.
Bir defa insanýn çok hür olduðu kendi
seçimleri ve tercihleri doðrultusunda
yaþam çizgisini oluþturduðu düþüncesi
beni özgür kýldý. Ýnsan bu sorumluluðu
üzerine alýr yaþadýklarýnýn kendi seçimleri ve düþünceleri paralelinde þekil-
36
ARKADAÞ
Bir kývýlcým düþer önce, büyür yavaþ yavaþ
Bir bakarsýn volkan olmuþ, yanmýþsýn arkadaþ
Dolduramaz boþluðunu ne ana ne gardaþ
Bu en güzel, bu en sýcak duygudur arkadaþ
Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele
Olmasýn hiç o ta içten gülen gözlerde yaþ
Bir gün gelip, ayrýlsak bile seninle arkadaþ
(Yollarýmýz ayrýlsa bile seninle arkadaþ)
Evet arkadaþ;kim olduðumu, ne olduðumu
Nerden gelip, nereye gittiðimi sen öðrettin bana
Elimden tutup, karanlýktan aydýnlýða sen
çýkardýn
Bana yürümeyi öðrettin yeniden
El ele ve daima ileriye
Bir gün.
Bir gün birbirimizden ayrý düþsek bile
Biliyorum, hiçbir zaman ayrý deðil yollarýmýz
Ve ayný yolda yürüdükçe
Gün gelir ellerimiz yine dostça birleþir
Ayrýlsak bile kopamayýz
Þanar Yurdatapan
SEVGÝ DÜNYASI
lendiðini bilirse tecrübelerinden çok
daha fazla faydalanacaktýr. Aklýmýz ve
yüreðimiz bizim elimize verilmiþ iþlememiz ve geliþtirmemiz gereken iki
önemli güçtür. Bu gücü saðduyulu,
kendimizin olduðu kadar karþýmýzdakinin de hayrýný gözeterek kullanmalýyýz. Herkesin birbirini düþündüðü
iyilik, doðruluk, çalýþmak, bilgi ve
sevgi esasýna dayalý böyle bir dünya
sanýyorum deðiþimi saðlayacaktýr.
Þimdi bir torunum var biliyorsunuz.
Bütün çocuklar gibi o kadar saf ve
temiz ki. Böyle bir dünyaya doðmuþ
olabilseydi kötülüðü kimden
öðrenecekti. Otomatik olarak iyi ve
doðru davranýþlara yönelecekti. Ýnsanýn
doðasý iyiliðe programlý aslýnda.
Çocuklarýmýz için iyi örnekler ile dolu
bir dünya oluþturmak bizlerin sorumluluðunda.
Ayþegül Çelikkol: Sizin torununuzun olduðunu belki çok az kimse
tahmin edebilir. Çünkü genç ve enerji
dolusunuz. Formunuzu ve sahip
olduðunuz pozitif enerjiyi nasýl koruyorsunuz?
Melike Demirað: Teþekkür ediyorum. Bir defa çok yürüyorum.
Yediklerime dikkat ediyorum. Bunlar
bedenimle ilgili konular. Ayrýca yaptýðým iþi ve kendimi seviyorum. Çalýþmayý sadece insanýn belli bir iþle
meþgul olmasý olarak görmüyorum.
Bence asýl çalýþma insanýn kendisine
verdiði emek, insan olma yolunda
verdiði uðraþlar olmalý. Ben kendi
üzerimde çok çalýþýyorum. Egomdan,
SEVGÝ DÜNYASI
kurtulmaya uðraþýyorum. Olmazsa
olmazlarým yok, çünkü hiçbir þey
vazgeçilmez deðil. Tutkularýmýz deðil
tercihlerimiz olmalý her zaman. Bu bize
yaþamýmýzda seçme hakkýný ve özgürlüðü getirir. Bu nedenle düþüncelerimin
olumlu, yapýcý olmasýna özen gösteriyorum. Böyle olunca pozitif enerjileri
de üzerinize çektiðinizden bu iþinize ve
görünüþünüze yansýyabiliyor.
37
sunuz birkaç ay önce yeni bir albümüm
çýktý. Onunla ilgili konser çalýþmalarýmýz devam ediyor. Bu konserler beni
insanlarla yakýnlaþtýrýp kaynaþtýrdýðý
için çok besliyor, mutlu ediyor. Üzerinde düþündüðüm, hayata geçirmeyi
planladýðým baþka projelerim de var.
Ayþegül Çelikkol: Gündeminizde
hangi yeni projeler var? Þu anda neler
yapýyorsunuz?
Ayþegül Çelikkol: Sizinle yaptýðýmýz
bu sýcak sohbetimizin sonuna yaklaþýrken, bize ayýrdýðýnýz deðerli zaman
ve gösterdiðiniz yakýnlýk için teþekkür
ediyoruz. Okuyucularýmýza iletmek
istediðiniz baþka bir mesajýnýz var mý?
Þu anda Tayfun Talipoðlu ile birlikte
yolculuk ile ilgili bir program yapýyoruz. Türkiye'nin çeþitli merkezlerinde
halk ve insanýmýzla bütünleþen bir program olacak bu. Ýçinde þarkýlar, þiirler,
hikayeler barýndýran keyifli bir program oluyor. Tayfun ile birlikte çalýþmaktan son derece mutluyum. Biliyor-
Melike Demirað: Sevgi Dünyasý
okuyucularý ile buluþmaktan son derece
mutlu oldum. Sizin aracýlýðýnýzla
kendimi her zaman çok yakýn hissettiðim dostlarýma kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum. Ve son söz olarak
"sevginin gücüyle dünya barýþa kavuþacaktýr" diyorum.
Eski Gün Iþýðýnýn Son Saatleri
Yazar: Thom Hartman Çeviren: Arýn Ýnan
Kutular Ýçinde Yaþamanýn
Dayanýlmaz Aðýrlýðý
Psikologlar, insanlarýn izole biçimde yaþamalarýnýn, beden
ve ruh saðlýklarý açýsýndan zararlý olduðunu söylemektedirler. Demek ki kendimizi iyi hissedebilmek için mutlaka
diðer insanlarla etkileþim halinde olmamýz gerekmektedir.
Evimizde adý Flicker olan çok güzel bir diþi
kedimiz var. Kalýn gri tüyleri öylesine kabarýk
ki, ona bakan karþýsýnda minik bir aslanýn
durduðunu zannedebilir. Ne yazýk ki Flicker
biraz tuhaf bir kedi. Onu bize veren kiþi,
Flicker'ýn insanlardan çok korktuðunu, her
insaný kendisini öldürmeye gelen potansiyel
bir katil gibi algýladýðýný söylemiþti. Bunun
ne kadar doðru olduðunu Flicker evimize
geldikten sonra iyice anladýk çünkü kedimiz
paranoid bir kedi olduðunu her vesileyle bize
belli etmeye devam ediyor. Örneðin dün
onunla evin holünde karþýlaþtýðýmýzda bana
korkudan faltaþý gibi açýlmýþ gözleriyle bak-
SEVGÝ DÜNYASI
týktan sonra, bir füze hýzýyla mutfaða doðru
koþtu. Ben de mutfaða doðru gittiðim için
onu mecburen takip ettim. Flicker bu kez
kendisini almaya geldiðimden çok emindi.
Mutfakta bir dakikalýðýna durdu ama ben
yürümeye hâlâ devam edince, gözlerindeki
panik dolu bakýþlarla bu kez oturma odasýna
doðru hamle yaptý. Onu þefkatli bir sesle
çaðýrmaya çalýþtým ama bizim paranoid
kediye hiç bir yumuþak sözün sökmeyeceði
apaçýk ortadaydý. Oturma odasýnda onunla
yeniden karþýlaþtýðýmda bu kez korkusundan
havaya sýçradý ve sonra da kendini ön kapýya
açýlan hole attý.
Flicker'ýn kendine düþmanca bir dünya
yaratmýþ olduðunu düþünüyorum. Sanýrým
onunla daha iyi anlaþabilmemiz ve içindeki
bu vahþiliðin biraz olsun yumuþamasý için
biraz daha zamana ihtiyacý var.
Bir kaç hafta önce ulusal bir radyo showuna katýlmak ve bu kitapta yer alan bazý konular hakkýnda konuþma yapmak üzere davet
almýþtým. Programa Kansas'tan baðlanan
ilginç bir dinleyici bana: "Hayvanlarýn ve
bitkilerin de bu gezegende yaþam haklarýnýn
olduðunu mu söylemek istiyorsunuz?" diye
sordu. Ona: "Evet. Tam olarak bunu söylemek istiyorum" deyince, bu kez: "Bu görüþ
sapýna kadar çevreci olanlarýn görüþü bunu
biliyorsunuz deðil mi? Hani aðaçlara sarýlan o
tuhaf ve radikal insanlarýn!" dedi. Ona: "Evet
biliyorum. Peki sizin bu konudaki görüþleriniz nedir?" diye sorunca, bana: " Bilim ve
ekonomiyi kullanarak bazý þeylere deðer vermek zorundayýz. Ancak ormanlarýn hepsini
korumalý ve kesmemeliyiz görüþüne katýlmýyorum. Çünkü kesilecek orman vardýr,
kesilmeyecek orman vardýr. Bazý türler bizimle birlikte yaþayabilirler, örneðin inekler,
köpekler ve geyikler.. ancak diðerleri için
kaygýlanmamýza gerek olmadýðýna inanýyorum" dedi. Kansas'lý dinleyicime bu kez:
"Öyleyse, çizgiyi nerede çekiyorsunuz?
Hangi türlerin korunmasý ve hangilerinin biz
insanlarýn rahatý için ortadan kaldýrýlmalarý
39
gerektiðine nasýl karar vereceksiniz?" diye
sordum. "Faydalý olanlarý tutalým, bize yeter!"
diye cevap veren adam þöyle devam etti:
"Kimin benekli baykuþa veya sümüklü böcek
avlayan bir yalýçapkýný kuþuna ihtiyacý var,
Allah aþkýna? Hepimizin iþe, ekonomik
güvencelere, temiz sokaklara ve güvenli
þehirlere daha fazla ihtiyacýmýz var. Çünkü
bunlar hepsinden de önemli."
Kansas'tan arayan bu adama, varsayýmý
doðru olsa bile (yani bu dünyanýn sadece
insanlar için varolduðuna), yüzlerce türü
doðadan silmenin ve atmosferin kimyasýný
bozmanýn öngörülmeyen bazý kötü sonuçlar
doðurabileceðini ve gezegenimizin böylece
yaþanmaz bir hale gelebileceðini anlatmaya
çalýþtým. Aslýnda dünyada olan da buydu ve
bu konuda yazýlmýþ yüzlerce kitap ve
yüzlerce kanýt vardý.
Gezegendeki üstünlüðümüzü iddia eden
görüþü bir kenara býrakýrsak Eski Kültürün
varolan her þeye deðer veren ve bu gezegende
yaþamanýn her bir varlýðýn en kutsal hakký
olduðuna inanan görüþünü benimsersek,
üzerinde rahatça dolaþtýðýmýzý acýmasýzca ve
akýlsýzca kullanmaktan da vazgeçeriz diye
düþünüyorum.
Beni arayan Kansas'lý dinleyici, týpký kedimiz Flicker gibi, sadece tek bir dünyayý
görüyordu. Bu dinleyicinin dünyasýnda parlak, renkli ve gerçek insanlar vardý ama diðer
her canlý varlýk onun gözünde mat bir renge
bürünmüþtü. Dünyadaki her þey bizim hizmetimize sunulmuþtur ve bize neyin canlý
kalmasý ve neyin ölmesi gerektiðiyle ilgili
bilgi ve güç verilmiþtir. Dünyayý tek bir tür
aðaç, buðday, sebze ve balýk kalana kadar
çýplak býrakmak bizim menfaatimize olsaydý,
dünyamýz da buna uygun yaratýlýrdý öyle
deðil mi?.
Flicker'ýn dünyayý tek bir gözle görmesi,
yani tüm insanlarý kendisine hücum edecek
bir düþmanmýþ gibi algýlamasý gibi, Kansas'lý
dinleyici de dünyada varolan her þeyin kendisi için oraya konulduðuna inanýyordu. Ona,
40
gezegenimizdeki her þeyin kendisi için de
varolma hakkýna sahip olduðunu
söylediðimde ise, arzu ettiði ekonomik
güvencenin, temiz sokaklarýn ve güvenli
þehirlerin elinden alýnacaðýna (yani kafasýnda
kurduðu bir komplo teorisine) inanýyordu.
Paranoyak insanlar, her düþüncenin kendine
göre bir anlam ifade ettiði ve birbirini
güçlendirdiði bir dünya yaratýrlar kendilerine.
Üstelik de, bunu gayet ayrýntýlý bir þekilde
yaparlar. Örneðin, köþe baþýndan onlara
bakan adam bir CIA ajaný olabilir. Bu ajan
onlarýn beyinlerine belki de bir verici yerleþtirmiþtir. Adamýn göz temasý kurmamasýnýn
nedeni, ajan olduðunu belli etmemek içindir.
Arada bir bakmasý ise, vericinin farkýna varýp
varmadýklarýný kontrol etmek içindir. Ajanýn
otobüse binme nedeni takip etmek içindir, v.s.
Buna benzer þekilde, dünya görüþümüz
hangisi olursa olsun, haklý olduðumuzu kanýtlamak için deliller bulmaya çalýþýrýz. Flicker
insanlarýn kendisini kovaladýðýna inanýyor ve
baktýðý her yerde sadece bu delili görüyordu.
Bunun gibi, çevrenizdeki her þeyin menfaatinize hizmet eden bir kaynak olduðuna
inanýrsanýz, bununla ilgili iþaretler bulmaya
çalýþýrsýnýz her yerde.
Psikanalizin babasý sayýlan Sigmund Freud,
ölmeden önce bu konuda bazý ilginç gözlemlerde bulunmuþtu. Freud, medeniyetimizin
"saðlýklý ego" diye tarif ettiði þeyin, aslýnda,
yaþamýn ilk yýllarýnda çevresindeki dünya ile
yakýn baðlar kurmaya alýþkýn olan egolarýmýzýn yaþadýðý deneyimlerin küçülmüþ
(çekmiþ) kalýntýsý olduðunu öne sürmüþtü.
Günümüz psikologlarýnýn çoðu ise, bu
"çekme-küçülme" sürecinin yarattýðý
sonuçlardan birinin, yaþlarý 15-27 arasýnda
olan Amerikalýlarýn intihar etme eylemine
sürüklenmesi olduðunu söylemektedirler.
Çevremizdeki dünyayla baðýmýzýn kopmasý,
diðer bir deyiþle kendimizi izole edilmiþ
kutulara hapsetmemiz bizim için yeni bir
SEVGÝ DÜNYASI
deneyimdir. Dünyada þu an varlýklarýný
sürdüren kabileler için ise, bu çok yabancý bir
kavramdýr çünkü buralarda yaþayan insanlar
arasýnda intihar etme oraný ölçülemeyecek
kadar düþüktür.
Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden
Hayward Theodore Roszak, insanlarla doðal
hayat arasýndaki iliþkiyi tanýmlamak için
Ekopsikoloji terimi kullanmaktadýr.
"Dünyanýn Sesi ve Ekopsikoloji" isimli
kitabýnda Roszak, insanlarýn fiziksel, zihinsel
ve spiritüel yönden çevreleriyle baðlarýný
koparmalarý yüzünden çeþitli hastalýklarýn
patlak verdiðini söylemekte ve insanýn doðayla olan baðýný yeniden kurmasýyla birlikte
bunun hem birey hem de toplum için nasýl
güçlü bir terapi süreci yaratabileceðinin altýný
çizmektedir.
Ýnsanýn doðayla olan baðýný koparmasý,
yedi milenyum önce ilk medeniyetin kurulmasýndan itibaren uygarlaþmaya baþlamýþ
olan insanlarýn yaþadýklarý tecrübelerin
çekirdeðinde zaten mevcut olan bir gerçektir.
Bu, ilk kez Aristo tarafýndan kainatýn ve tabiatýn insanlar onu bir kez anladýktan sonra
maniple edebilecekleri küçük partiküllerin
(yani atomlarýn) toplamýndan baþka bir þey
olmadýðýný söylemesiyle ortaya çýkmýþ, daha
sonra tüm kainatýn dev bir makineden ibaret
olduðu ve makineye benzeyen doðanýn, tesirlerini en küçük kademeye kadar gönderebildiði görüþünü ileri süren Dekart tarafýndan
daha anlaþýlýr bir hale getirilmiþtir. Bu,
levyelerin ve þalterlerin nerede olduðunu
bilebildiði taktirde, insanýn bu makineyi her
zaman kontrol edebileceði anlamýna gelmektedir. Ýnsan doðal dünyadan kendini çekmiþ
ve þehirler ve kasabalarla kendine yapay bir
dünya yaratmýþtýr. Zaman geçtikçe de gezegende neyin doðru neyin yanlýþ olduðuna
karar vermeye baþlamýþ, ihtiyaçlarýný karþýlamak amacýyla da bazý þeyleri organize etmeye
baþlamýþtýr.
SEVGÝ DÜNYASI
Gezegenimizi kainatýn tam ortasýna yerleþtirmiþ kendimizi ise en üst hiyerarþi
seviyesine koymuþuz. Genç Kültüre ait dinler
ve filozoflar yaratýlýþýn sadece insan için
olduðunu öne sürmüþler ve bunu savunmuþlardýr. Galie bile, dünyayý gözlemlemek
için insan olmasaydý eðer, dünyanýn mevcudiyetini sürdüremeyeceðini iddia etmiþti. Bu
ben merkezci görüþten vazgeçtiðimizde ise,
bu kez her hangi bir medeni toplumun dini
inançlara sahip olan bireylerinin kainatýn spiritüel merkezinde bulunduðu görüþünü benimsedik.
Bunun sonucunda ise, insan eli tarafýndan
yapýlmýþ olan þehirler medenileþmiþ, doðal
dünya vahþileþmiþ ve insan sadece kendini ve
kendi kültürünü öven ve yücelten bir psikoloji geliþtirmiþ ve gerçek fiziksel dünya ve
onun olaðanüstü güçleri ve gizemleriyle olan
irtibatýný koparmýþtýr.
Amerika'ya ayak basan ilk yabancýlar
yakalayabildikleri her buffaloyu öldürdüklerinde, Kýzýlderililer onlarýn bu acýmasýzlýklarýný büyük bir þaþkýnlýk ve üzüntü içinde
seyrediyorlardý. Yabancýlar nasýl olur da kýrlardaki yaþamý sona erdirebilirlerdi? Nasýl
olur da Yeryüzü Ananýn etini parçalara ayýrabilirlerdi? Nasýl olur da gördükleri her aðacý
kesecek kadar akýllarýný yitirmiþ olabilirlerdi?
Yabancýlar ise Kýzýlderililerin önlerinde
duran buffalolarý nasýl olur da öldürmediklerine ve bu kadar deðerli bir kaynaðýn
üzerinde nasýl olur da on bin yýldýr oturduklarýna ve kullanmadýklarýna þaþýyorlardý.
Onlara göre Kýzýlderililer doðanýn kendilerine sunduðu bu bolluktan faydalanmasýný
bilmeyen yabani insanlardý.
Amerika'yý fethedenler için bu görüþ bir
süre iþe yaradý. Çevresinde varolan her þeyi
sömüren görüþ, çevresindeki kaynaklar
tükenene kadar etkisini sürdürdü.
Arabalarýnýn kapýlarýný kilitlemeden veya
camlarýný kapamadan arabalarýný süremeyen
41
insanlarýn yaþadýklarý þehirler, dioksin veya
PCB atýklarýnýn gübre olarak kullanýldýðý çiftlikler, kendi ellerimizle yarattýðýmýz bu
dünyanýn çok az kiþi için iþe yarayacaðýný
gösteriyor. Hiyerarþik ve üstünlük kurmaya
çalýþan sistemlerin bu þekilde sona ermesi
onlarýn doðalarýnda var olan bir özelliktir
çünkü. Eski Kültürler on binlerce yýl ayakta
kalmayý baþardýklarýndan dolayý yaþlýdýrlar.
Genç Kültürler ise hâlâ deneyim geçirmekle
meþguldürler. Genç Kültürler psikolojik ve
spiritüel yönden hasta olan bir temelin üzerine inþa edilmiþlerdir ki bu, Freud'un insanýn
doðayla yakýn iliþkide olduðu eski ve güzel
hayatlarýn çekmiþ ve küçülmüþ kalýntýsýdýr.
Her geçen gün daha da kutularýn içine hapsolmakta ve bunun acýsýný giderek daha da aðýr
bir þekilde çekmekteyiz.
Dünyayla Yeniden Ýrtibat Kurmak
Neye Benziyor
Yine de içine hapsolduðumuz bu kutulardan
dýþarýya çýkmak ve dünyayla yeniden etkileþime geçmek mümkündür. Son 25 yýldýr
yenilebilir vahþi bitkiler veya týbbi bitkilerle
ilgili bilgilerimi geniþletmek ve öðrendiklerimi uygulamak amacýyla bir çok çalýþmaya ve
üniversitede verilen bir çok derse katýlmaktayým. Bu amaçla ormanlara ve tarlalara bir
çok kez ziyaretler yaptým. Bu ziyaretlerimin
birinde hocamýzýn topraða mýsýr unu serptiðini görünce þaþýrmýþ ve ona bunun nedenini
sormuþtum. Bana: "Bir bitkiyi kökünden söktüðümde veya bir yapraðý kestiðimde, bitkilerin ruhuna saygý duyduðumu ifade etmek ve
bize kendilerinden bir þeyler veren bitkilere
ben de bir þeyler sunmak için topraða bir
miktar mýsýr unu serperim" demiþti.
Kolombiya Üniversitesi psikoloji profesörlerinden Julian Jaynes tarih öncesi devirlerde
yaþayan insanlarýn, tanrýlarýn sesini iþitebildiklerini iddia etmektedir. Jaynes'e göre bu
42
insanlar tabiata baktýklarýnda, orada periler ve
kendileri gibi olmayan bir çok varlýklar görebiliyorlardý.
Jaynes'in görüþüne göre o zamanki insanlarýn beyinlerinin her iki yarýsý da doðayla
tam bir irtibat halindeydi, böylece beynin sol
yarýsýnda bulunan iþitsel bölgeler sað yarýsýnda bulunan sanrýlarla ilgili bölgelerle doðrudan bað kurabiliyorlardý. Halbuki bu bölgeler
modern insanlarda sadece rüya görürken aktif
olmaktadýr. Beynin her iki yarýsý arasýnda
doðrudan kurulan bu baðdan dolayý bizim
þimdi halüsinasyon dediðimiz olaylar eski
insanlarýn günlük hayatlarýnýn normal
parçalarý sayýlýyordu.
Jaynes'e göre Mezopotamya'nýn yükseliþi
ve yazýlý dilin kullanýmý, beynin her iki yarýsý
arasýndaki bu baðýn kýrýlmasýndan büyük
ölçüde sorumluydu. (Bazý Amerikan
Yerlilerinin binlerce yýl eskiye dayanan yazýlý
bir dile sahip olduðunu, diðerlerinin ise lisanlarýný yazýlý bir hale getirmeye karþý direnç
gösterdiklerini öðrenince çok þaþýrmýþtým.
Örneðin Apaçi dili üç yüz yýl önce bir
metodist misyoneri tarafýndan yazýlmýþ ve
þifreli biçimde kodlanmýþtý. Apaçi kabilesinden birisi bana: "Bunu yapmak büyük bir
hataydý. Çünkü lisanýmýz yazýlamayacak
kadar kutsaldýr bizim için" demiþti.)
Jaynes'in ortaya attýðý bu görüþ, tarihi kayýtlarla ve çaðdaþ nöroloji bilimiyle de bað kurduðu için, oldukça inandýrýcý gözükmektedir.
Jaynes'in perspektifi eðer doðru ise þimdiki
insanlarýn eðer isterlerse, ruhlar, enerjiler ve
seslerle dolu olan bir dünyada yeniden
yaþayabileceklerini hayal edebiliriz. Eski
insanlar okuma ve yazmayý öðrenerek medenileþtiklerinde, öte alemle olan baðlarýný da
koparmýþ oldular.
Bu konuda görüþ ileri süren bir baþka kiþi
ise "Tanrýlarýn Gýdasý" isimli kitabýn yazarý
olan Terence McKenna'dýr. McKenna, eski
kültürlerin, beyinlerinin her iki yarýlarýnýn birbirleriyle irtibat halinde olabilmesi amacýyla
bazý bitkilerden faydalandýklarýný söylemekte-
SEVGÝ DÜNYASI
dir. Yazara göre insanlar, tanrýlarýn yaþadýðý
dünyanýn kapýsýný açmak için halüsinasyon
yaratma özelliðine sahip olan bazý bitkileri
kullanýyorlardý. Yazar daha ileri giderek,
modern dünyanýn verimsiz, sert ve ýstýraplý
yaþamýnýn, bir zamanlar insanlarýn normal
habitatlarýnda yetiþen bu bitkilerin þimdi
devlet tarafýndan kontrol edilmesinden ve
yasaklanmasýndan kaynaklandýðýný söylemektedir. McKenna, bu bitkilerin kullanýmýn
insanýn bilincinin doðumuna katalizörlük yaptýðýný söylemektedir. Ýnsanýn yaþadýðý bu
deneyim sonuçta mistik beyin/zihnin ortaya
çýkmasýna hizmet etmiþ ve insana, ayný mistik
veya kutsal deneyimleri bitkiler yerine kendisine dinler vasýtasýyla sunulan ilahi yasalarýn
gücü yoluyla yaþayabilme gücünü
baðýþlamýþtýr.
Jaynes ve McKenna insan bilincinin tarihine oldukça ýþýk tutmuþlardýr. McKenna bu
tarz bitkileri kullanan kabileler içinde
yaþamýþ ve onlarla çalýþmýþtýr. Jaynes ise tanrýlarýn seslerini beyinlerinde duyduklarýný
söyleyen geçmiþteki medeniyetlerin býraktýklarý yazýlý kaynaklar üzerinde oldukça ayrýntýlý çalýþmalar yapmýþtýr.
Shoshone Kýzýlderilileri kendilerine gýda
aradýklarýnda, yeryüzünün kendilerine anlatmak istediði þeyi dinlerler, bunun için de
bitkilerin, hayvanlarýn ve gezegenin sesine
kulak verirlerdi. Çünkü tabiat, o günkü rýzklarýný nerede bulacaklarýný ve alacaklarý bu
hediye için karþýlýðýnda hangi seremoniyi
uygulamalarý gerektiðini onlara söylerdi.
Beyinlerimiz ve kültürlerimiz þimdi içinde
yaþadýðýmýz þartlarý yaratmýþtýr. Bunu gerçekten anlayabilmek, büyük bir içgörüyü; gezegenimizin ve çocuklarýmýzýn geleceðini
yeniden tanýmlamada ne gibi bir rolümüzün
olduðunu fark etmek ise, büyük bir güce
sahip olmayý gerektirmektedir.
Gelecek AY: "Genç Kültüre Dair
Hikâyeler" baþlýklý konuyla yazýmýza devam
edeceðiz.
4. Uluslararasý
UFO ve
Yeniçað
Kongresi’nden
Ýzlenimler - III
Rengin Özer
Sevgili Okurlarýmýz,
Bu sayýda da, geçen ay da kýsaca anlatmaya çalýþtýðýmýz UFO
araþtýrmacýsý, gazeteci Jaime Maussan'ýn, 13-14 Haziran 2009
tarihlerinde yapýlan "4.Uluslararasý UFO ve Yeniçað
Kongresi"ndeki konuþmasýndan söz edeceðiz.
Geçen sayýda Jaime'nin, reddedilemeyecek kanýtlarla,
UFO'larýn varlýðýný ve dünyamýzý ziyaret ettiklerini bize göstermiþ olduðunu belirtmiþtik.
Jaime Maussan, sadece UFO'larýn deðil, dünya dýþý zeki
yaþam formlarýnýn da var olduðunu ve dünyamýzý ziyaret etmiþ
ve etmekte olduklarýný anlattý.
44
Aslýnda bu varlýklar 1950'li yýllardan
beri bilinmektedirler. Ýkinci Dünya Savaþý ve özellikle insanlarýn nükleer gücü
savaþta kullanmak üzere silah haline
getirmeleri ve kullanmalarý üzerine UFO
ziyaretleri (muhtemelen uzun bir aradan
sonra ) sýklaþmýþ ve fark edilmiþti.
Jaime Maussan "Skywatcher" isimli bir
zincir kurduklarýný ve dünyanýn her
tarafýndan kendilerine UFO ve daha az
sayýda "Dünyadýþý Zeki Canlýlar"a ait
fotoðraflarýn gönderildiðini anlattý.
Bize gösterdiði iki resimde, insansý
varlýk (çok daha kýsa ve ufak olmakla
beraber kollar, bacaklar, kafa açýkça
belli) net olarak görüntülenmiþ. Farkedildiðini anlayýnca arkasýný dönüp kaçýyor.
Çok þaþýrtýcý bir olay
da New Mexico'da
kapana yakalanan ve
kesinlikle dünya dýþý bir
varlýk olduðu belli olan
bir yaratýk. Canlý
yakalanmýþ ancak yakalayanlar korkup
boðarak öldümüþler.
Daha sonra bu canlýnýn
ölü bedeni inceleme
yapýlmak için laboratuara götürülmüþ.
Bütün ülkelerin kendi
SEVGÝ DÜNYASI
hava sahalarýný çok yakýndan denetledikleri muhakkaktýr. Dolayýsýyla devletler ve
özellikle ABD bu konuda detaylý bilgiye
sahiptir. Bunlar muhtelif nedenlerle gizli
tutuluyor. Ama iletiþimin son derece
yaygýnlaþtýðý ve geliþtiði bu zamanda,
gizlilik ne kadar sürebilir ki? Bütün
gizliliðe raðmen Rosswell'de bir
UFO'nun düþtüðü, aracý kullanan/kullananlarýn (belki de yaralý) olarak ele
geçtiði ve büyük bir gizlilik perdesi altýnda incelendiði herkes tarafýndan biliniyor.
1989'da Kalahari çölüne UFO düþtü.
Varlýklar canlý olarak çýkarýldý. Birisi
filme çekmiþ, acý çektiði belli oluyor
ama sonra herhalde kalbi duruyor. Açýklama yok. 1996'da Brezilya'da bir UFO
düþtüðü ve aracýn ve canlýlarýn hemen
karantinaya alýnarak ABD'ye sevk edildiði de biliniyor, akýbetleri bilinmiyor.
Bir de yine gizli incelemeler için kurulan 51. Bölge var. 51. Bölge, Las
Vegas'ýn 153 km. kuzeyinde, Groom Dry
Lake yakýnýndadýr. En yakýn yerleþim
birimi, kuzey sýnýrýnda bulunan Rachel
kasabasýdýr. 51. Bölgenin içinde bulunduðu arazi 76 km. karedir, Lübnan'dan
SEVGÝ DÜNYASI
biraz daha büyüktür. Bu
bölgede çekilen fotoðraflar 51.
Bölgenin yalnýzca birkaç
hangar ve çeþitli küçük
yapýlardan oluþtuðunu gösterse
de, bir çok insan, orada, yerin
altýnda çok önemli ve geniþ bir
kompleksin bulunduðunu
bilmektedir. (Haktan Akdoðan
oraya gittiðini ancak 30
km.den fazla yaklaþtýrýlmadýðýný bize anlatmýþtý)
Günümüz teknolojisinin bu
denli geliþmesini orada incelenen UFO ve "Dünya Dýþý
Varlýklara baðlayanlar çoktur.
Bölgenin güneyinde yer alan
ve S4 Bölgesi olarak bilinen
yerde, ele geçirilen uzaylý
araçlarýnýn tekrar iþlemden
geçirilerek test uçuþlarýna
çýkarýldýklarýna iliþkin çok ciddi kanýtlar
vardýr.
Jaime'nin son konusu da
"Ekin Çemberleri" idi.
Ýngiltere'de çiftçiler kuþaklardýr topraklarýnda olan basit çemberleri hatýrlýyor.
Ýngiliz basýný ilk çemberleri 1980'li yýllarýn baþýnda bildirdi. 1990'larýn baþýnda
ekin çemberleri basit daire örneklerinden, büyük ve karmaþýk geometrik
oluþumlar halini almasýyla, halkýn ilgisine ulaþtý. Gerçi dünyanýn baþka bölgelerinde de görüldüðü oluyor ama
yoðun olarak Ýngiltere'de Stonehenge
civarýnda görülüyorlar. Oluþumlarý ile
ilgili birçok teori olmasýna raðmen,
hiçbiri nasýl yapýldýklarýný tatmin edici
bir þekilde, tamamýyla açýklayamamýþ
durumda.
45
Jaime geceler boyunca Ýngiltere'de
nöbet tuttuklarýný ama hiçbir þey
görmediklerini ve sabah tarlada son
derece muntazam þekillerle
karþýlaþýldýðýný anlattý.
Bunlarýn insanlarý bilgilendirmek için
"Dünyadýþý Zeki Canlýlar" tarafýndan
yapýldýklarýný, her birinin bir þey anlattýðýný ve mesajý olduðuna inandýðýný
belirtti. Örneðin bir tanesinin,
21/12/2002'de gezegenlerin konumunu
gösterdiðini, her birinin sanki bilgisayarda hazýrlanmýþ kadar detaylý ve
geometrik olduðunu, bunun bir iletiþim
biçimi olduðunu ve bizi hazýrladýðýný
belirtti. Sonuç olarak: "Bir gün
'Dünyadýþý Zeki Canlýlarý' göreceðiz ve
evrenin hepimizin olduðunu, nasýl
iþlediðini ve bize düþen görevleri artýk
anlayacaðýz" dedi.
46
Zihninize
Fiziksel Bir
Avantaj
Saðlayýn
LARRY DIANGI'nin
"BÝR ADIM ÖNDE OLUN"
isimli kitabýndan Çeviri: Nelda Bayraktar
Ne Düþündüðünüz Hakkýnda Düþünün
Hepimiz düþünce hayatlarýmýzla ilgili oldukça
benzer safhalardan geçeriz. Örneðin hemen hemen
herkesin kendisini güçten düþüren ve enerjisini
tüketen olumsuz düþünce yükleri vardýr. Sýradan bir
insanýn her gün kendisiyle yaptýðý içsel konuþmalarýn yaklaþýk olarak yüzde seksen yedisini zihninden geçen olumsuz nitelikteki düþünceler oluþturmaktadýr.
Ne yazýk ki, böyle bir insan düþüncelerinin
farkýnda bile deðildir. Gerçekten de insanlarýn çoðu
ne düþündüklerini bilmeden düþünmekte ve üstelik
zihinlerinden geçen düþüncelerin büyük olasýlýkla
kendi düþünceleri olmadýðýnýn ayýrdýna bile varamamaktadýrlar.
Þimdi aranýzdan birisi bana: "Dur bir dakika
Larry. Þayet birisi bir þey hakkýnda düþünüyorsa,
bu düþünce o kiþiye ait olmalýdýr, aksi taktirde o
kiþi, o þeyi düþünüyor olabilir mi?" diye sorabilir.
Evet, bu soruyu sormakta haklýsýnýz. Þimdi
isterseniz, bir dakika durup bunu inceleyelim.
Ýnsanlarýn düþünce hayatlarý için doðru ve faydalý
olup-olmayacaðýný iyice kontrol etmeden
çevrelerinden aldýklarý fikirler ya da konseptlerle
hayatlarýný sürdürmeleri mümkün olabilir mi mi?
Elbet ki bu mümkün olabilir. Ýþte bundan dolayý
zihinlerimizi gerçekten doðru olup olmadýklarýndan
SEVGÝ DÜNYASI
bile emin olmadýðýmýz bir çok düþünceyle doldurabiliriz. Hele bunlarýn bizim açýmýzdan saðlýklý ya
da faydalý olup-olmadýklarýný sormak aklýmýza bile
gelmeyebilir.
Ödünç aldýðý düþüncelerle yaþayan bir kiþi kendisini bir sahtekâr gibi hissedebilir.Gerçekten
güvenebileceðiniz düþünceler, doðru olduklarýný
bizzat kanýtlamýþ olduklarýnýzdýr. Henüz denemediðiniz düþüncelerin bu nedenle sizin için garantisi bulunmaz.
Buzdolabýndan bir kutu süt alýp bardaða boþaltýnca ortaya yayýlan kokudan onun bozulmuþ
olduðunu hemen anlar, aðzýmýza bile koymayýz
deðil mi? Týpký bunun gibi, zihnimize kabul
ettiðimiz düþüncelere de ayný seçicilikle yaklaþmaya ihtiyacýmýz vardýr. Düþüncelerine her zaman
özen gösteren bilinçli kiþiler, zararlý düþüncelerin,
en ufak bir boþluktan bile içeriye sýzabileceklerini
gayet iyi bilirler. Öyleyse düþüncelerimizi iyice
inceledikten sonra reddetmemiz ya da bizim için
saðlýklý olmayacaklarýna karar verdiklerimizi
hemen elimine etmemiz gerekir. Hiç bir þeyi
olduðu gibi kabullenmeyerek ve kabul ettiðimiz
düþüncelerin doðruluðunu kanýtlayana kadar biraz
zahmet çekmeye razý olarak, kendi ellerimizle
yarattýðýmýz engellerin büyüyüp de karþýmýza
büyük sorunlar olarak çýkmasýný önleyebiliriz.
Kimin Düþüncelerini Düþünüyorsunuz?
Düþüncelerimizin kalitesini sürekli olarak kontrol etme iþlemi, kendimize aitmiþ gibi gözüken
düþüncelerin aslýnda diðer insanlara ait düþünceler
olma ihtimalini inceden inceye hesap etmeyi de
gerektirir. Ýnsanlarýn kendilerine yabancý olan
düþünceleri hiç düþünmeden kabul etmelerinin bir
nedeni, bunlarý kendi sesleriyle düþünüyor
olmalarýndan kaynaklanýr.
Karþýmýza çýkan düþünceler üzerinde iyice
düþünmeden hareket ettiðimizde üzülen yine biz
oluruz.
Kalitesini iyice kontrol etmeden sahiplendiðimiz
düþüncelerin yaný sýra, "baþýboþ düþünceler"imiz de
vardýr. Bunlar "sahiplenmek" ya da "reddetmek"
konusunda her hangi bir çaba göstermeye gerek
duymadýðýmýz ve dolayýsýyla bizi bir çeþit belirsizlik ve kararsýzlýk halinde tutan düþüncelerdir.
Bu tarz askýdaki düþünceler insanýn iþlerini
sürüncemede býrakma eðilimini beslerler. "Baþýboþ
SEVGÝ DÜNYASI
düþünceler"in kafamýzýn içinde dolaþmalarýna izin
verdikçe her hangi bir karar verebilmek için tüm
gerçeklerin önümüze gelmesini beklemek zorundaymýþýz gibi hissederiz kendimizi. Bu tarz
düþünceler tesadüf eseri bazen saðlýklý olabilirler
ama bunlarýn zararlý yan etkilerinin neler olabileceklerini bilmeden zihnimizde yüzmelerine izin
vermek riskli olabilir.
Hiç bir ilaç, bilinen yan etkileri derinliðine
araþtýrýlmadan ve deðerlendirilmeden halkýn genel
kullanýmýna sunulmaz.
Bilimsel çalýþmalar, düþüncelerin, bebekler
henüz annelerinin karnýndayken þekillenmeye
baþladýðýný göstermektedir. Hepimiz birer mucize
eseri bu dünyada bulunmaktayýz. Bir bebek,
annesinin sýcak rahmine düþtükten bir kaç hafta
sonra dýþarýdan gelen sesleri iþitmeye baþlar.
Konuþulan lisaný henüz tam anlamasa bile, bunlarýn
olumlu ya da olumsuz olduklarýný tahmin edebilir.
Dýþarýdan yüksek sesler veya heyecanlý konuþmalar
duyduðunda minicik kalbi hýzla çarpmaya baþlar.
Annesinin filtre görevi yapan karnýndan içeriye
sýzan yatýþtýrýcý bir müziðin titreþimini duyduðunda
ise, kalbinin çarpmasý yavaþlar ve bebek kýsa
sürede yatýþýr. Böylesine korunmuþ bir atmosfer
içersinde bebek dokuz ay yaþar. Sonrasýný ise hepimiz çok iyi biliyoruz.
Þimdi hepimiz bir bebeðin tertemiz bir düþünce
hayatýyla dünyaya geldiðini varsayabiliriz ama ayný
bebek kendisine dýþarýdan empoze edilen izlenimleri ve duygularý pekala sahiplenmiþ olabilir.
Bizim ilke bazlý doðru içsel konuþmalarýmýzla,
yanlýþ ve olumsuz içsel konuþmalarýmýzý þekillendirmeye baþlayacak olan sonu gelmez mesajlarý
absorbe etme sürecimiz iþte böyle baþlar. Sonra da
yeni düþünceleri bir sünger gibi emmeye
baþladýðýmýz ilk yýllarýmýz gelir.
Henüz küçük bir çocuk iken, birer otorite gibi
kabul ettiðimiz anne ve babalarýmýzýn her konuda
her þeyi çok iyi bildiklerine, sadece bizim iyiliðimizi düþündüklerine ve hiç yanlýþ yapmadýklarýna inanýrýz.
Büyüdüðümüzde ve çocukluk yýllarýmýzý artýk
geride býraktýðýmýzda ise, anne ve babalarýmýzýn
bize anlattýklarý ve gösterdikleri bazý þeylerin
gerçekten öyle olmadýklarýný görmeye baþlarýz.
Çünkü karþýmýza otorite yerine koyduðumuz öylesine güvenilir kiþiler çýkar ki, ince eleyip sýk dokumadan onlara hemen inanma gereði duyarýz.
47
Ayný þey yetiþkinlik yýllarýmýzda da sürüp gider.
Bir TV programýnda izlediðimiz bir haber ya da
Internet üzerinden ulaþtýðýmýz herhangi bir bilgi
veya istatistikî bir sonuç, bize adeta doðruymuþ
gibi empoze edilmeye çalýþýlýr.
Sonra, her þeyin bu kadar da basit olmamasý
gerektiðini anlarýz. Ýþittiðimiz ya da gördüðümüz
her sözcüðün mutlaka doðru olmasý
gerekmediðinin, bunun yanlýþ düþünceler sýnýfýna
sokulabileceðinin ve doðruluðunu kanýtlamýþ
olduðumuz güvenilir bir kaynaktan geldiðinde ise
hâlâ mantýklý olabileceðinin farkýna varýrýz. Doðru
temeller üzerine oturmamýþ olan düþüncelerin bizi
etkileme güçleri hiç olmasa elbet ki daha iyi olurdu
ama aslýnda bizi etkileme gücü olan þey
düþüncelerimiz deðil, bizim onlara köklenmeleri,
büyümeleri ve üremeleri için izin vermemizdir.
Oldukça soðuk ve rüzgârlý bir kýþ gününde üç
küçük çocuk evlerinin oturma odasýnda oturuyorlardý. Hava öylesine soðuktu ki pencerelerin pervazlarý bile donmuþtu. Evin içinde yapabilecekleri
fazla bir þey yoktu. Anne ve babalarý þömineyi yakmýþlardý. Dev alevlerle ve büyük çýtýrtýlarla yanan
odunlarýn yaydýðý ýsý, evin içinde hoþ bir atmosfer
yaratýyordu.
Sonunda çocuklar kendilerine güzel bir oyun buldular. Gözleri baðlý olduðu halde eline konulan nesneyi en geç on saniye içersinde tarif etme ve adýný
bilme oyunuydu bu.
Birinci çocuðun eline verilen ilk obje bir kaðýt
üzerine konulan aðýrlýk idi. Çocuk bunun ne
olduðunu hemen bildi. Ýkinci çocuðun eline ise bir
karton parçasý verildi. Ýkinci çocuk da baþarýlý oldu.
Derken sýra üçüncü çocuða geldi. Buzluktan bir
parça buz alan diðer çocuk, gözleri baðlanan
kardeþine þaka olsun diye: "Þömineden yanan bir
odun parçasý aldým ve þimdi avucunun içine koyuyorum" diyerek buzu çocuðun avucunun içine
koydu.
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Bir kaç dakika
sonra çocuðun anne ve babasý avucundaki ikinci
derece yanýktan dolayý onu bir hastaneye
yetiþtirmek zorunda kaldýlar.
Kardeþinin sözüne güvenen çocuðun zihni ve
bedeni, avucuna konulan nesnenin gerçekten yanan
bir odun parçasý olduðuna inanmýþ ve buna göre
tepki vermiþti.
Ayný çeþit fenomen olumlu bir sonuç da verebilir.
Bir ailenin adlarý Michael ve Melissa olan iki tane
48
çocuklarý vardý. Michael'ýn yaþýndan daha ileri olan
bir zekâsý vardý. Çocuða yapýlan IQ testleri öylesine
yüksek çýkmýþtý ki ailesi onun ikinci bir Albert
Einstein olmasýný bekliyordu.
Kýzlarý Melissa'nýn bu durum karþýsýnda aþaðýlýk
kompleksine kapýlmasýný istemeyen aile, yaptýklarý
sohbetlerde, Tanrýnýn kendilerine harika bir çocuk
verdiðinden söz ederken Michael'ýn adýný asla dile
getirmezlerdi. Bunun yerine: "Bizim olaðanüstü
yüksek bir IQ seviyesine sahip olan yetenekli bir
çocuðumuz var" derlerdi. Anne ve babasýnýn bu
sözlerini iþiten Melissa her nedense o þanslý
çocuðun kendisi olduðuna inanýr ama erkek
kardeþinin kendisini kötü hissetmemesi için hiç bir
þey söylemezdi.
Derken aradan yýllar geçti. Melissa baþarýlý bir
avukat oldu. Birbirleriyle mahkemelik olan iki þirketin davasýyla ilgilenen Melissa, o gün öðle
yemeðini yemek üzere Adliye binasýndan çýkarken
daha önceden bölge savcýsý olarak çalýþtýðý ofisin
yanýndan geçti. Yazmayý henüz bitirmiþ olduðu son
kitabý için yayýncý ona avans olarak 200.000 dolar
ödemiþti. Üç yeni buluþunun patentini almak için
uðraþýyordu. Öðle yemeðini yemek üzere annesinin
evine doðru arabasýný sürerken kendi kendine:
"Hayat çok güzel" dedi. Bu yaþýna kadar baþardýðý
bir çok iþten dolayý kendini daima mutlu ve tatmin
olmuþ hissettiðini düþünüyordu.
Annesinin güzel elleriyle yapmýþ olduðu lezzetli
yemekleri yerken telefon çaldý. Annesi masadan
kalkarak telefonun baþýna gitti ve her zamanki
neþeli sesiyle: "Alo" dedi. Ahizenin diðer ucunda
kardeþi Michael vardý. Ýþ için baþvurduðu bir süpermarket tarafýndan geri çevrildiði için üzüntülüydü.
Bu süper markette önce en aþaðý iþlerden çalýþmaya
baþlayacak sonra da satýþ memurluðuna kadar yükselecekti.
Michael 46 yaþýna gelmiþti. Melissa ise ondan
bir yaþ büyüktü. Michael'ýn annesi onu neþelendirebilmek için: "Üzülme tatlým. Zaten o iþ senin
seviyene göre deðildi. Senin ileri zekâlý bir çocuk
olduðunu öðrendiðimiz günden beri sýkýcý iþlerde
çalýþamayacaðýný gayet iyi biliyordum. Sen zekâna
ve yeteneklerine uygun ve zevkle mücadele edebileceðin bir iþte çalýþmalýsýn" dedi.
Annesi ahizeyi yerine koyduktan sonra Melissa,
inanmaz gözlerle annesine doðru bakarak: "Michael
ile konuþtuklarýnýz doðru mu? Kardeþim gerçekten
ileri zekâlý bir çocuk mu?" diye sordu.
SEVGÝ DÜNYASI
"Evet" diye cevap veren annesi þöyle devam etti:
"Michael'ýn IQ'sunu o henüz küçük iken test
ettirdiðimizde inanýlmaz yüksek çýkmýþtý."
Duyduklarýndan þaþkýna dönen Melissa'nýn aðzý
bir karýþ açýk kalmýþtý. Dakikalar süren sessizlikten
sonra zorlukla konuþabildiðinde þunlarý söyledi:
"Ama anne, "üstün zekâlý harika bir çocuðumuz"
var dediðiniz her seferde, benim hakkýmda konuþtuðunuzu zannederdim"
Bunun üzerine annesi kýkýrdayarak: "Hayýr
tatlým. Sen her yönden normal bir çocuktun. Hele
bazý zamanlarda, yaþýtlarýnýn bilgi seviyesine
yetiþebilmen için onlardan daha fazla çaba göstermen gerekmiþti" dedi.
Halbuki Melissa yýllardýr kendisinin her yönden
üstün bir yetenek olduðuna inanmýþ ve salt böyle
olduðu için de kendisini tam anlamýyla gerçekleþtirebilmiþti.
Ýþin aslý, hepimiz sahip olduðumuz özel yeteneklerle bu dünyaya geliriz ama aramýzdan çok azý
gerçek büyüklüklerini kavramalarýna yardým edecek olan doðru düþünceleri bir araya getirebilir.
Ýnsanlar gerçekten ne kadar özel varlýklar olduklarýný bilselerdi buna eþ deðerde eserler ortaya koyabilirlerdi.
Ancak aramýzda öyle insanlar da yaþamaktadýr
ki, bunlar, hayatlarýnda darbe üstüne darbe yedikleri halde her seferinde daha da büyük ve þaþýrtýcý
baþarýlara imza atabilmektedirler.
Son tahlilde, en önemli olan þey, size hayatta ne
olduðu deðil; içsel konuþmalarýnýzýn neticesinde,
baþýnýza gelen olaylara karþý ne çeþit bir tepki vereceðinizdir. Kalbinizi ve beyninizi üstün nitelikli
düþüncelerle doldurduðunuz sürece pastanýn kremasý gibi daima en üstte durursunuz.
“Lütfen Yeni Yýlda
Aboneliðinizi
Yenilemeyi
Unutmayýnýz!..”
Deðerli
Okuyucularýmýz
Sevgi Dünyasý Dergimiz
Haziran 2007 tarihinden
baþlamak üzere yalnýzca
abonelerimize ulaþmaktadýr.
Bizlerle olmaya devam etmek istiyorsanýz,
Oba Sok. Sýlla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul adresine mektupla
veya Haberleþme Sorumlusu ve Okur/Abone Ýliþkileri:
Kazým Erdemoðlu’na (0212) 252 85 85 no’lu telefonla, (0212)
249 18 28 no’lu faxla abone adresinizi bildirmenizi rica ederiz.
En içten sevgilerimizle
Sevgi Dünyasý
Adý, Soyadý:
Adres:
Posta Kodu:
Ýlçe:
Ýl:
Tel:
Abone ücreti:
.....................................................
.....................................................
.....................................................
.....................................................
.....................................................
.....................................................
Yurt içi (40 TL)
................
Yurt dýþý (50 TL) ................
Posta Çeki No: 385999 (Sevgi Yayýnlarý)

Benzer belgeler

2009 Ağustos Sayı

2009 Ağustos Sayı güzeli vermeyi biliyorsak kendimizi tam ve tatmin olmuþ hissetmemizin bir yoludur. Kendimize beklediðimiz gibi, kendimize alabileceðimiz gibi vermek ve bunu yaparken tamam olmak, ismi ve

Detaylı

2009 Nisan Sayı

2009 Nisan Sayı Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda Bir Tartýþma - II .................................... 2 Dr. Refet Kayserilioðlu

Detaylı